türkiye ekonomisinde yabancı sermayeli firmaların ar-ge

Transkript

türkiye ekonomisinde yabancı sermayeli firmaların ar-ge
ODTÜ- TEKPOL
Bilim ve Teknoloji Politikaları
Araştırma Merkezi
YASED Uluslararası
Yatırımcılar Derneği
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YABANCI
SERMAYELİ FİRMALARIN AR-GE
ETKİNLİKLERİNİN ANALİZİ
MEVCUT DURUM, SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Hazırlayanlar:
Erkan ERDİL
Yelda ERDEN
M. Teoman PAMUKÇU
Hadi Tolga GÖKSİDAN
Emek KEPENEK
İÇİNDEKİLER
ŞEKİLLER ...................................................................................................................................................................4
1. GİRİŞ.....................................................................................................................................................................5
2. YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI (YSY) VE AR-GE ODAKLI YSY’NİN EVRİMİ......................................................16
3. AR-GE, İNOVASYON VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN REKABET GÜCÜ ARASINDAKİ İLİŞKİLER .....................27
4. KÜRESEL TEMEL EĞİLİMLERİN GELİŞMEKTE OLAN VE GELİŞMİŞ ÜLKELERE ETKİLERİ .......................................36
4.1. Dünya uygulamalarından örnekler: Gelişmekte olan Ülkelerde Yabancı Sermaye Yatırımlarını çekmek için
gerekli koşullar...................................................................................................................................................40
5. AR-GE YATIRIMLARININ KÜRESELLEŞMESİNİ BELİRLEYEN ETMENLER ..............................................................53
5.1 Ar-Ge’nin küreselleşmesini neler tetikler? ..................................................................................................53
5.2 Ar-Ge faaliyetlerinin Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) merkezlerinin dışına yayılması ......................................55
5.3 Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) ............................................................................................................................56
5.4 Ar-Ge faaliyetini merkezde gerçekleştirme veya dış tedarikle edinme kararını belirleyen etmenler .........58
5.5. Yabancı Sermaye Yatırımlarının (YSY) türleri , Ar-Ge Birimleri ve Ar-GE odaklı YSY’nin mekansal tercihleri
...........................................................................................................................................................................60
5.5.1 Yabancı Sermaye Yatırımları türleri ......................................................................................................60
5.5.2 Ar-Ge faaliyetleri, Ar-Ge birimleri ve Ar-Ge odaklı YSY’nin mekân tercihleri .......................................64
6. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE UYGULANAN POLİTİKALAR ..............................................................................69
6.1. Ar-Ge odaklı yabancı sermaye yatırımların teşvik edilmesi........................................................................76
6.2. Ar-Ge odaklı yabancı sermaye yatırımlarının faydalarının güçlendirmek için sanayi odaklı politikalar .....78
6.3 Sermaye girişi olan ülkenin üstlenmesi gereken roller................................................................................80
6.4 Ülke örnekleri ..............................................................................................................................................83
6.4.1
Çin ..................................................................................................................................................84
6.4.2
Hindistan ........................................................................................................................................ 90
6.4.3
İsrail ...............................................................................................................................................94
6.4.4
İrlanda ............................................................................................................................................96
6.4.5
Tayvan............................................................................................................................................ 98
6.4.6
Singapur .......................................................................................................................................100
6.4.7
Güney Kore ..................................................................................................................................101
6.4.8
Brezilya ........................................................................................................................................106
6.4.9
Malezya........................................................................................................................................108
7. SONUÇ ............................................................................................................................................................112
8. KAYNAKÇA .......................................................................................................................................................120
2
TABLOLAR
Tablo 2.1 - Çok Uluslu Şirketlerin Ar-Ge Bütçelerinin Ülke/Bölge Dışında Harcanan Oranı (%) ............................19
Tablo 2.2 - Çok Uluslu ABD Şirketlerinin ABD Dışındaki Ar-Ge Harcamalarının Dağılımı ve Toplam Değeri (19952005) ..............................................................................................................................................................20
Tablo 3.3 - İnovasyonu uluslararasılaştırmanın farklı yolları .................................................................................34
Tablo 4.4 - OECD Ülkelerinde Toplam AR-GE Harcamalarının GSYH İçindeki Payı (%) (1999-2007) .....................47
Tablo 4.5 - OECD Ülkelerinde Kamu AR-GE Harcamalarının GSYH İçindeki Payı (%) .............................................48
Tablo 4.6 - OECD Ülkelerinde Özel Sektör AR-GE Harcamalarının GSYH İçindeki Payı (%)....................................49
Tablo 4.7 – Yurtdışı kaynaklı Ar-Ge harcamalarının toplam Ar-Ge harcamalarındaki payı (%) .............................50
Tablo 4.8 – Kamu Ar-Ge finansmanının toplam Ar-Ge harcamalarındaki payı (%) ...............................................51
Tablo 4.9 – Özel sektör AR-Ge finansmanın toplam Ar-Ge harcamaları içerisindeki payı (% olarak) (1999-2007)
.......................................................................................................................................................................52
Tablo 5.10 - Ar-Ge birimlerinin mekânsal dağılımını belirleyen unsurlar ..............................................................68
Tablo 7.11 – Yabancı Ar-Ge’nin Evrilme Süreçleri ..............................................................................................119
3
ŞEKİLLER
Şekil 1.1 – Ulusal İnovasyon Sisteminin (UİS) Temel Bileşenleri ...........................................................................10
Şekil 1.2 – UİS bütünündeki kurumlar, teknolojiler, bilgi ve teşvik mekanizmaları arasındaki ilişkiler .................11
Şekil 1.3 – Ar-Ge odaklı UİS ve YSY arasındaki ilişki – Kavramsal çerçeve .............................................................14
Şekil 2.4 - ABD, AB ve Japonya arasında özel sektör Ar-Ge Hareketleri: 2003 ......................................................18
Şekil 2.5 - Ar-Ge Yatırımı Çeken Ülkeler - mevcut durum (UNCTAD 2005 anketine verilen cevapların oranı) ....21
Şekil 2.6 - Ar-Ge Yatırımı Çeken Ülkeler: 2005-2009 dönemine ilişkin beklentiler (UNCTAD 2005 anketine
verilen cevapların oranı) ................................................................................................................................22
Şekil 2.7 - OECD ülkelerinde yabancı sermayeli şirketlerin toplam imalat sanayi satışları içindeki payı (%) .......23
Şekil 2.8 - OECD ülkelerinde yabancı sermayeli şirketlerin toplam imalat sanayi istihdamı içindeki payı (%) .....24
Şekil 2.9 - OECD ülkelerinde yabancı sermayeli şirketlerin toplam imalat sanayi Ar-Ge harcamaları içindeki payı
(%) ..................................................................................................................................................................25
Şekil 2.10 - ÇUŞ’ların imalat sanayi satışları ve Ar-Ge harcamalarındaki payları: 2001 (%) ..................................26
Şekil 2.11 - ÇUŞ’ların imalat sanayi satışları ve Ar-Ge harcamalarındaki payları: 2007 (%) ..................................26
Şekil 3.12 - İnovasyon Faaliyetlerine göre Teknolojik Gelişmenin Aşamaları........................................................31
Şekil 6.12 - Ar-Ge odaklı doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve Ulusal İnovasyon Sistemi .............................73
4
1. GİRİŞ
Teknoloji, yararlı ürünler üretmeye ve yeni ürünleri tasarlamaya yarayan bilgiler bütünü ya da girdileri
çıktılara dönüştüren tüm fiziki süreçleri ve bu dönüşüme eşlik eden toplumsal düzenlemeleri ifade
etmektedir. Teknolojinin günümüzde uluslararası rekabet alanındaki rolü o derece belirleyici hale
gelmiştir ki bugün, ekonomik gelişmişlik sınıflandırmaları giderek teknoloji üreten ve üretmeyen
ülkeler şekline dönüşmektedir. Gerek ülkeler gerekse firmalar hızla değişen teknolojik, ekonomik ve
siyasi şartlarda devam eden uluslararası rekabette güçlü olabilmek ve ekonomik krizlere karşı en uygun
stratejiyi belirlemek ve uygulamak durumundadırlar.
Gelişmiş ülkelerin 1970'li yıllardaki kriz döneminde üretimi bütün bir dünya coğrafyasını özellikle ucuz
emek merkezlerine yayarak krizi atlatma girişimlerin kalıcı sonuç vermediğinin anlaşılması üzerine,
1980'li yıllarda başlattıkları uygulamalar dikkat çekicidir. Bu uygulamalar ile; ekonomileri
güçlendirebilme ve geliştirebilme açısından bilim ve teknolojiye olağanüstü bir rol atfedilmekte ve bu
önemli faktörü salt piyasa dinamiklerine terk etmeyerek ulusal bir politika ve stratejinin konusu haline
getirdikleri görülmektedir.
Gelişmiş ülkelerin teknolojik kapasitesi ve bu doğrultuda gösterilen çabaların boyutu, bu ülkeleri,
teknoloji ihracatçısı konumuna getirirken, teknolojik kapasiteleri düşük ve gösterilen çabaların
yetersiz, gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) ise teknolojik bağımlılık içerisinde oldukları görülmektedir.
Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bu ülkelerde, bilim ve teknoloji düzeyinin yükseltilerek yeni
teknolojilere erişmek, transfer yoluyla edinmek, özümsemek, geliştirmek veya üretmek ve teknoloji
tabanını yeni teknolojilerle ikame etmek ihtiyacı devam etmektedir.
Ekonomik kalkınma sürecinde bilim ve teknolojinin belirleyici rolü her geçen gün artış gösterirken, bu
çerçeveye bağlı olarak genelde tüm ülkelerin bilim ve teknoloji politikası ekseninde giderek
yoğunlaşan arayışlar içine girdiği gözükmektedir. Bunun önemli bir nedeni teknik bilginin veri
tabanındaki olağanüstü çoğalma iken diğer çok önemli bir neden de, uluslararası rekabet gücünün
artırılabilmesi arayışıdır. Hızla küreselleşen dünya ekonomisinde ulusların rekabetçi üstünlüklerini
belirleyen temel faktörler arasında yer alan bilimsel ve teknolojik ilerlemeler kendi dinamikleri içerisine
bırakılmamakta ve ülkelerinde bilinçli çabaları ve politika üretme arayışları yoğunlaşmaktadır. Çeşitli
5
ülkelerde gözlenen bilim ve teknoloji politikaları ile stratejileri, o ülkelerin bu alandaki geçmiş
birikimlerine, sosyo-ekonomik şartlarına ve rekabet gücü bakımından sahip olduğu avantajlarla, devlet
gelenekleri ve işleyişine göre farklılıklar gösterebilmektedir. Dolayısıyla standart bir yapıdan söz etmek
mümkün değildir. Ancak, uygulanan politika ve stratejilerin “zihinsel yapısı” hakkında pek çok ortak
noktadan söz edilebilir. Bunlardan önemli bazıları şöyledir:
• Günümüzde bilim ve teknoloji arasındaki ilişki karşılıklı etkileşim şeklinde olup, teknoloji bilime
dayalı olarak gelişmekte, gelişen teknoloji yeni bilim alanları açmakta, bunlar da yeni
teknolojiler doğurmaktadır.
• Şimdiki teknolojik ilerlemelerin büyük çoğunluğu, fevkalade kalifiye kişilerin çapraşık çok taraflı
ekipler halinde devamlı çalışması ve bu çalışmaların da yüklü sermaye ile finanse edilen ve
devam ettirilen çok modern ve çok yüksek maliyetli tesislerde yapılması sonucu ortaya
çıkmaktadır.
• Bilim ve teknoloji stratejileri, ülkelerin genel ekonomik politikalarının ayrılmaz bir parçasıdır.
Bilim ve teknolojinin her ülkede politik düzeyde sahibi ve izleyicisi vardır.
• Sağlıklı bir bilim ve teknoloji politikası ile stratejilerin tespit edilebilmesi için bir ülkenin bilim
bazını oluşturan bilim adamı niteliği kanıtlanmış öğretim üyeleri ve araştırıcılar ile teknoloji
bazını oluşturan ve risk alarak sermaye yatıran sanayi kuruluşlarının temsilcileri ile sürekli
diyalog şarttır.
Bilim ve teknoloji politikaları bağlamında batılı ülkelerde izlenen politikalar, genellikle, misyona yönelik
politikalar ve teknolojik yayılmaya yönelik politikalar ile Uzak Doğu ülkelerinin uyguladığı ulusal
teknolojik hedefler politikalarıdır. Gelişmekte olan ülkeler bağlamında ise yakın zamanlara dek bir
teknoloji politikasından söz edilememiş ve bu ülkelerin asıl itibarıyla teknoloji transfercisi ülkeler
olabileceği genel kabul görmüştür. Ancak başta uzak doğu ülkeleri olmak üzere bir çok gelişmekte
olan ülkenin bu anlamda sınırlı dahi olsa başarıları son dönemlerde dikkat çekmektedir. Bu ülkelerin
teknoloji politikaları açısından şu iki amaca sahip olduklarıgörülmektedir:
1. Teknoloji transferinden ve ithalatından yararlanmayı hedefleyen politikalar,
2. Teknolojiyi yurt içinde geliştirici teşvikler ve uygulamalara dayanan politikalar.
Bilim ve teknoloji politikaları açısından gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkeler bağlamında
çeşitli ülke uygulamalarından başarılı olarak görülen politikaların şu özellikleri ise dikkat çekmektedir:
6
•
Sektörel hedefler çerçevesinde bazı alanlara öncelik verilmesi,
•
Mutlaka dış rekabete açılması,
•
Devletin imalat sanayiine girmekten kaçınması ve var olanlardan çekilmesi,
•
Etkin bir rekabet ortamının sağlanması,
•
Bilimsel ve teknolojik Ar-Ge'ye büyük önem verilmesi ve finansmanı,
•
Beşeri sermaye yatırımlarının hızla arttırılması,
•
Üniversiteler ve kamu araştırma kurumları ile özel sektör arası Ar-Ge sürecinde işbirliği,
•
Araştırma birimleri arası karşılıklı etkileşim ve enformasyon akışının sağlanması,
•
Etkin bir teşvik sistemi,
•
İleri teknoloji alanlarında yeni birimlerin kurulmasına yönelik faaliyetler,
•
Yabancı sermaye yatırımlarını teşvik etmeye yönelik faaliyetler.
Bu çerçevede, özellikle yabancı sermaye yatırımlarının gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan
ülkelerde politika yapıcılar tarafından önemli bir araç olarak algılandığına dair kanıtlar vardır.
Günümüzde Ar-Ge faaliyetlerinin giderek uluslararasılaştığı gözlemlenmektedir. Uluslararasılaşmanın,
yazında pek çok tanımı olmakla birlikte bu raporda “girişimlerin uluşlararasılaşması” ile kastedilen
girişimlerin faaliyetlerinin küresel piyasalarda eşgüdüm içinde gerçekleştirmeleridir. Bu bağlamda
uluslarasılaşan bir girişim, faaliyet gösterdiği pazarların dışındaki pazarlara nüfuz etmeye ve bu
pazarlardaki kaynaklardan yararlanmaya çalışmaktadır. 1980’li yıllarla birlikte, uluslararası Ar-Ge
işbirliklerinde anlamlı artışlar gözlenmiştir. Bu süreçte özellikle çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ) Ar-Ge
yatırımlarını kurulu oldukları ülkelerin dışına yönlendirmeye başladıkları görülmektedir. Ar-Ge
yatırımlarının ululararasılaşması bizzat inovasyon süreçlerinin değişiyor olmasından bağımsız olarak
değerlendirilmemelidir. İnovasyon faaliyetleri giderek daha pahalı, karmaşık ve disiplinlerarası bir
karaktere sahip olmaya başlamıştır. Bu faaliyetler bilim adamları, mühendisler ve son kullanıcılar
arasında daha fazla işbirliği gerektirirken, öte yandan tasarım, imalat, tedarik ve pazarlama
faaliyetlerinin de uyum içinde gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır. İletişim teknolojilerinin
gelişmesi ve mükemmelliyet merkezlerinde yaratılan bilginin daha erişilir hale gelmesiyle birlikte
azalan coğrafi engeller yenilik süreçlerinin hızını arttırmakta ve onları daha küresel hale getirmektedir.
Bu durumda ÇUŞ’ların küresel olarak yayılmış durumdaki Ar-Ge faaliyetlerini bütünleştirmek
yönündeki çabalarını arttırmaktadır. ÇUŞ’lar bunu gerçekleştirirken, iç ve dış kaynaklı Ar-Ge
faaliyetleri ile birlikte yabancı iştiraklerindeki ya da yabancı ortaklarla yaptıkları Ar-Ge faaliyetlerinden
de faydalanmakta ve küresel inovasyon ağlarını beceriyle yönetmektedirler.
7
Yabancı sermaye yatırımları, daha önce de belirtildiği üzere ÇUŞ’larda iktisadi büyümenin daha hızlı
gerçekleştirilmesi ve teknolojik birikimin arttırılmasının öenmli bir aracı olarak görülmektedirler. Son
dönemde, iktisat yazınındayabancı sermaye yatırımlarının iktisadi büyümeye, teknolojik yayılmaya ve
yerel beşeri sermayeye etkileri üzerine artan oranda çalışmaya rastlanmaktadır. Bu çalışmalar, farklı
ülkeler yönelen yabancı sermaye yatırımlarının belirleyen faktörleri incelemekle kalmayıp, bu
yatırımların uluslarası ticaret ve teknolojik gelişme ile bağlantılarını ortaya koymakta ve bunların
fayda/maliyet analizini de yapmaktadırlar. Ar-Ge faaliyetlerinin uluslararasılaşması, küresel iktisadi
faaliyetlerde rekabetçiliği sağlamakta önemli bir araç olarak görülmektedir. Özellikle son dönemde
ÇUŞ’lar tarafından Hindistan ve Çin başta olmak üzere, GOÜ’lere yönelen Ar-Ge yatırımları bu
ülkelerin bilgi tabanına ve rekabetçiliklerine önemli katkılar sağlamıştır. Bu eğilimin kaynağının
temelde iyi çalışan bir ulusal inovasyon sisteminin (UIS) varlığı olduğu görünmektedir. Başka bir
deyişle, GOÜ’lerdeki ulusal inovasyon sistemleri güçlü ve olgun bir yapıya kavuştukça, bu ülkeler
sosyo ekonomik kalkınma amaçlarına uygun olarak doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını daha iyi
yönetebilmekte ve özümseyebilmektedirler. Uygulamalı çalışmalardan elde edilen sonuçlar
çerçevesinde, uluslararası Ar-Ge yatırımlarını çekme kapasitesinin UİS’in işlerliği ile doğru orantılı
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. UİS’in zayıf ve güçlü yönleri, uluslararası Ar-Ge yatırımlarının
hacmini ve doğasını belirklemektedir.
UİS, dar anlamda sadece rekabetçi gücü sağlamak için faydalanılacak bir araç değil aynı zamanda
sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmayı sağlayabilecek bir araçtır. UİS’in temel unsurları
aşağıdaki gibi sıralanabilir.
1. Kavramsal Çerçeve: UİS’e yönelik politikaların kavramsal bir çerçeveye bağlanması ve bunların
olası fırsatlara cevap verebilir, olası sorunları çözebilir nitelikte olması gerekmektedir. Bu
kavramsal çerçeve, geniş anlamda ulusal politik ve iktisadi dinamikleri yönetebilmelidir.
2. Kurumların, Teknolojilerin ve Bilginin Ortaklaşa Evrimi: Etkin bir inovasyon sisteminin varlığı ve
teknoloji ve bilgi birikiminin sağlanabilmesi için güçlü bir etkileşim, sinerji ve koordinasyonun
sağlanması gerekmektedir.
3. Teşvikler: Belirlenen hedeflere ulaşılması için gerekli ve kurumların, teknolojilerin ve bilginin
ortaklaşa evrimini sağlayacak, iktisadi ve iktisadi olmayan unsurları biraraya getiren uygun
teşvikler sağlanmalıdır.
4. Uygulama/Öğrenme/Geri
Besleme/Çıktılar:
Stratejilerin,
politikaların,
projelerin
ve
programların uygulanması öğrenmeye yönelik geri besleme mekanizmalarını içermelidir. Dar
8
kapsamda sınai kalkınma, geniş kapsamda ise sosyoekonomik kalkınma hedefleri için öğrenme
ve gerekli düzeltici önlemleri alma yeteneği, teknolojik yeteneklerin ve bu yeteneklerin içine
gömülü inovasyon dinamiklerinin geliştirilmesi için büyük önem arzetmektedir. Bu yolla
uygulama ve pratik öğrenme bazlı çıktıları geliştirirken, bu çıktılar da keşfedilmemiş inovasyon
uygulamalarının ortaya çıkarılmasını sağlayacaktır.
5. Sosyoekonomik Değişimler: Öğrenme çıktıları düzeltici, uyarlanabilir, evrimci, yapısal ve
benzeri farklı sosyoekonomik değişimlere yol açabilir.
Bu unsurlar arasındaki ilişki Şekil 1.1’de açıklanmaktadır. Şekil 1.1’deki kavramlaştırma dört temel
unsur olan mekan, ekonomi, politika ve bilgiyi biraraya getirerek bunların etkileşimleri, sinerjileri ve
sistemik birleşmesinin dönüşümü ne şekilde gerçekleştirdiğini göstermektedir. Bu unsurların
etkileşimi herhangi bir tarihsel bağlamda ulusların etkin veya verimsiz sonuçlara ulaşmasına neden
olmaktadır. Bu unsurların ne şekilde etkileştiği ve evrildiği etkin bir inovasyon sistemini ve dolayısıyla
teknolojik birikimi ve iktisadi kalkınmayı belirlemektedir. Şekil 1.1’deki okların ters yönde hareket
etmesi durumundaysa verimsiz bir UİS ortaya çıkmaktadır.
Şekil 1.2 ise UİS’deki kurumlar, teknolojiler ve teşvikler arasindaki bağları göstermektedir. Buradaki
unsurlar ise aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1. Altyapılar: Bilim ve Teknoloji, Fikri mülkiyet hakları, kamu politikası, bilgi ve iletişim
teknolojileri ve bilim ve teknoloji kültürü.
2. Yatırımlar: Ar-ge harcamaları ve kamu Ar-Ge destekleri, risk sermayesi ve doğrudan yabancı
sermaye yatırımları.
3. Bilgi ve Yetenekler: Eğitim ve insan kaynakalrı gelişimi ve işgücü esnekliği.
4. İlişkiler ve İlişki Bağları: Üniversite-sanayi ilişkileri, kamu ve özel sektör Ar-Ge yatırımları ve
sanayi, ÇUŞ kaynaklı Ar-Ge'nin uluslararasılaşması, uluslarüstü ağ yapılar.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları IMF ve OECD gibi uluslararası ve DPT gibi ulusal kuruluşlar
tarafından bir ülke borsasında işlem gören şirketlerin hisselerinin bir diğer ülke veya ülkelerin
kuruluşları tarafından satın alınmasını ifade eden portföy yatırımları dışında kalan ve bir veya birden
fazla uluslararası yatırımcının tamamına sahip olarak veya yerli bir veya bir kaç firma ile ortaklık
halinde gerçekleştirdiği yatırımlar, doğrudan yabancı yatırım olarak tanımlanmaktadır. Herhangi bir
yatırımı, doğrudan yabancı sermaye yatırımı olarak niteleyebilmek için ana girişimin bağlı girişimi
kontrol edebilmesi gerekmektedir. UNCTAD bu durumu %10’luk bir paya ve buna bağlı oy hakkı
9
üzerinden tarif etmektedir. Dorğudan yabancı sermaye yatırımları özsermaye biçiminde olacağı gibi
gelirlerin yeniden yatırıma dönüştürülmesi şeklinde de gerçekleşebilir.
Şekil 1.1 – Ulusal İnovasyon Sisteminin (UİS) Temel Bileşenleri
ULUSAL
İNOVASYON
SİSTEMİ (UİS)
Kaynak: Baskaran ve Muchie (2008)
10
Şekil 1.2 – UİS bütünündeki kurumlar, teknolojiler, bilgi ve teşvik mekanizmaları
arasındaki ilişkiler
Kaynak: Baskaran ve Muchie (2008)
11
İktisat yazınında doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının belirleyicileri olarak aşağıda sırlanan
faktörler göze çarpmaktadır:
• Pazar büyüklüğü: Gayri Safi Milli Hâsıla (GSMH), GSMH büyüme oranı, kişi başına düşen gelir
büyüme oranı.
• Politika değişkenleri: Ekonominin dışa açıklığı, kurumlar vergisi oranları, gümrük vergisi
oranları, altyapı kalitesi.
• Kurumsal Özellikler: Yolsuzluk endeksi, siyasi istikrar, hukuk devleti.
• İşgücü piyasası şartları: Okuryazarlık oranı, ücretler.
• Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının küresel arzı
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının iktisadi büyüme üzerinde önemli etkileri olduğu ve
bunlardan ulusal ekonomilerin fayda elde ettiği üzerinde uygulamalı çalışmalar mevcuttur. Bu
çalışmalar, GSMH büyümesi, sabit semayeye yapılan gayri safi ilaveler ve ödemler dengesi üzerine
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının olumlu etkilerinden bahsetmektedirler. Son dönemde
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının küresel ekonomi üzerindeki rolü giderek artmıştır.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının küresel GSMH içindeki payının %20’ye ulaştığı tahmin
edilmektedir. Son yıllarda, Çin ve Hindistan gibi GOÜ’lere doğru bir yönelme söz konusudur. Ayrıca,
son on yılda bu yatırımların niteliği de değişmekte ve artan oranlarda Ar-Ge yatırımları biçiminde
oldukları izlenmektedir. Daha önceki dönemlerde doğrudan yabancı sermaye aytırımı niteliğindeki ArGe yatırımlarının ABD, Avrupa ve Japonya arasında gerçekleştiği gözlemlenirken, son dönemde bu
yatırımların GOÜ’lere yönelmesi önemli bir yapısal değişimi işaret etmektedir. UNCTAD (2005) ArGe’nin uluslararasılaşma sürecinde on farklı bileşenin rolünü ortya koymakla birlikte, bunların UİS’i ile
ilişkisini belirlememiştir. Ancak, yukarıda altını çizdiğimiz üzere Ar-Ge’nin ulsulararasılaşma sürecei ile
UİS arasında önemli ilişkiler bulunmaktadır. Bu ilşkileri tanımlamak gerekli olmakla birlikte tek başına
yeterli değildir. Bu çerçevede daha önemli olan, bu unsurların birbirleriyle nasıl etkileştiği ve UİS’nin
etkin sonuçlar üretmesine nasıl katkıda bulunduğudur. Başka bir deyişle, UİS’nin Ar-Ge faaaliyetlerini
ve bunların etkinliğini nasıl arttırdığı önemli bir meseledir. Ar-Ge’nin uluslararasılaşma süreci ile UİS
arasındaki ilişki Şekil 1.3’de sunulmaktadır.
12
UNCTAD (2005) tarafından belirlenen on farklı bileşen aşağıdaki gibidir:
1. Genel yatırım ortamı: Makroiktisadi ve toplumsal istikrar, düzenleme sistemi ve şeffaflık;
2. İktisadi yapı: Endüstriyel yapı, Pazar büyüklüğü, doğal kaynaklar, altyapı, kültür ve dil;
3. Gelişmiş ülkelere göre rekabetçi avantaj sağlayabilecek ücretlerle bilimsel ve mühendislik
becerilerine erişim;
4. Özellikle teknik eğitim kısmı güçlü bir eğitim sistemi;
5. Ar-Ge faaliyetlerinde bulunan kurumların (kamu ve özel sektör firmaları, labaratuarlar,
üniversiteler) ve standartlar ile standartları belirleyen kurumların varlığı;
6. Temel araştırma ve yayın yapan kurumların (üniversite ve diğerleri) varlığı;
7. Bilgi üreten kurumlarla üretim yapan girişimler arasındaki güçlü bağlar;
8. Özellikle ürünleri kolayca taklit edilebilen teknolojilere yönelik sağlam bir fikri mülkiyet hakları
düzeni;
9. Farklı firmalar ve kurumlar arasındaki etkileşimi kolaylaştıran canlı teknoparkların varlığı;
10. Farklı teknolojik ve sınaî faaliyetleri barındıran kümelerden oluşan bir sanayi yapısının varlığı.
Şekil 1.3’de görülen en olumlu senaryoda yani yukarıda bahsedilen tüm bileşenlerin bir ülkenin UİS’i
içinde barındırıldığı durumda, bu UİS o ülkeye Ar-Ge faaliyetleri için doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarının çekilmesinde etkin bir rol oynayacaktır. Öte yandan, bu bileşenlerin tamamı ya da bir
kısmı UİS içinde yer almıyorsa, o ülke anlamlı düzeylerde yabancı kaynaklı Ar-ge yatırımı çekmekte
sorunlarla karşılaşacaktır (olumsuz senaryo). Birtakım bileşenlerin güçlü, bir kısmının ise zayıf olduğu
ortalama bir senaryoda ise, o ülke daha az karmaşık teknolojik ve inovatif faaliyetler için yabancı ArGe yatırımı çekebilecektir. Güçlü yanların olduğu bazı seçilmiş yüksek teknoloji alanlarında ise yabancı
Ar-Ge çekimi mümkün olabilecektir (orta seviyede tutarlı senaryo).
13
Şekil 1.3 – Ar-Ge odaklı UİS ve YSY arasındaki ilişki – Kavramsal
ULUSAL
İNOVASYON
SİSTEMİ (UİS)
AR-GE ODAKLI DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARI ETKİLEYEN UİS BİLEŞENLERİ
1. Uygun yatırım ortamı/olanaklarının
sağlanması
6. Anlamlı/önemli bilim ve teknoloji
yeteneğinin varlığı
2. Güçlü ekonomik alt yapının sağlanması
(sanayi yapısı, pazar, vd.)
7. Ar-Ge faaliyetlerinde bulunan
kurumların varlığı
3. Güçlü eğitim-öğretim sisteminin varlığı
8. Temel araştırma yeteneklerinin varlığı
(üniversiteler ve diğer kurumlar)
4. Dinamik teknoparklar ve bilimparklarının olması
9. Bilgi üreten kurumlar ve ana üretim
odakları arasındaki ilişki bağlarının varlığı
5. Farklı endüstriyel/teknolojik
kümeleşmelerin varlığı
10. Güçlü/tutarlı/korumacı fikri mülkiyet
hakları sisteminin kurulması
Mutlak Pozitif (Olumlu)
Senaryo:
Orta Seviyede Tutarlı
Senaryo:
Mutlak Negatif (Olumsuz)
Senaryo:
UİS bütününde değerlenen 10
unsurun tamamının BİR ARADA
varolması; ve bu unsurlar arasında
güçlü ilişkisel bağların varlığı
UİS bütününde değerlenen 10
unsurun tamamının BİR ARADA YA
DA ÇOĞUNLUĞUNUN güçlü
ve/veya görece zayıf biçimde
varlığı
UİS bütününde değerlenen 10
unsurun tamamının BİR ARADA YA
DA ÇOĞUNLUĞUNUN güçlü
ve/veya görece zayıf biçimde
varlığı
Ar-Ge odaklı YSY:
Ar-Ge odaklı YSY:
Ar-Ge odaklı YSY:
Orta ve yüksek teknoloji &
karmaşık inovasyon
faaliyetlerine/yapılarına yönelir.
Daha azkarmaşık teknoloji &
inovasyon faaliyetlerine/yapılarına
yönelir; öte yandan, bazı yüksek
teknolojik & inovatif faaliyetlere
de yönelebilir.
Geçerli/yeterli bir nitelik taşımaz.
Kaynak: Baskaran ve Muchie (2008)
14
Nihai amacı politika önerileri oluşturmak olan ve Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli (ya
da çokuluslu) firmaların Ar-Ge etkinliklerinin çözümlenmesine yönelik çalışmamız birbiriyle yakından
ilintili, giderek birbirini tamamlayacak olan üç bölümden oluşacaktır. İlk bölüm, çokuluslu firmaların
Ar-Ge etkinliklerinin uluslararasılaşması sürecinde son yirmi yılda yaşanan değişiklikleri irdeleyen
iktisat yazınından hareketle, GOÜ’lerin bu sürece nasıl dâhil olabileceklerinin ve bu süreçte
oynayabilecekleri rollerin saptanması ve incelenmesine yönelik olacaktır. Bu bölüm, çalışmanın diğer
bölümlerinde elde edilecek verilerin/bulguların yorumlanması, çözümlenmesi ve bu raporun nihai
amacı olan Türkiye’deki yabancı sermayeli şirketlerin Ar-Ge faaliyetlerinin teşvik edilmesine yönelik
politika önerileri oluşturulması açısından önemlidir.
İlk olarak, son yirmi yılda yabancı firmaların GOÜ’lerdeki Ar-Ge faaliyetlerinin hem nicel hem de
niteliksel olarak geçirdiği dönüşüm mercek altına alınacaktır. İkinci olarak, GOÜ’lerde artan yabancı
firma Ar-Ge’sinin niteliğinin incelenmesi gerekmektedir. Bu tür Ar-Ge faaliyetleri uzun bir süre
yabancı firmaların GOÜ’lere getirdikleri ürünlerin yerel koşullara uyarlanmasından ibaret olmuştur ve
sadece iç pazar hedeflenmiştir. Bu tür bir Ar-Ge faaliyetinin uzun/orta vadedeki getirisi doğal olarak
düşüktür ancak yenilikçi içeriği daha yüksek ve daha ziyade üretimle ilintili olan yenilikçi Ar-Ge’ye
evrilebilirler. Son olarak, “küresel inovatif Ar-Ge” olarak adlandırılan aşamada, yabancı firmanın
GOÜ’lerde yaptığı Ar-Ge faaliyeti ana firmanın küresel stratejisinin bir unsuru haline gelmiştir. Bu ArGe etkinliği üretimle ilintili yerel Ar-GE laboratuarlarında gerçekleşebilir ya da yerli üretimden
bağımsız olup yine yerli inovasyon ağlarından ve insan gücünden yararlanmak üzere kurulmuş
teknoloji yoğun birimlerde yapılabilir. Üçüncü olarak, çokuluslu firmaları Ar-Ge faaliyetlerinin gittikçe
artan bir bölümünü GOÜ’lere kaydırmaya iten etmenlerin belirlenmesi gerekmektedir. Bu etmenleri,
itici ve çekici güçler olarak ikiye ayırabiliriz.
İtici güçler, çokuluslu firmaların giderek artan küresel rekabet ortamında yer almalarından, Ar-Ge
yapmanın maliyetinin gelişmekte olan ülkelerde gittikçe artmasından, aynı zamanda mühendis ve
bilim adamı arzında görülen sıkıntılardan ve Ar-Ge sürecinin gittikçe karmaşıklaşmasından
kaynaklanmaktadır. Bu durum, çokuluslu firmaları hem Ar-Ge alanında uzmanlaşmaya hem de ArGe’lerinin bir bölümünü ülkeleri dışında yapmaya itmektedir.
Çekici güçler ise, GOÜ’lerde mühendis ve bilim insanı arzının ve becerilerinin artmasından ve bu
işgücünün maliyetinin makul bir düzeyde kalmasından, çokuluslu firmaların üretim süreçlerinin
küreselleşmesinin devam ediyor olmasından ve GOÜ’lerin geniş ve hızla büyüyen pazarlara sahip
15
olmalarından kaynaklanmaktadır. Tüm bu özellikler, GOÜ’leri çokuluslu şirketler için çekici bir Ar-Ge
üssü haline getirmiştir. Projenin bu bölümü sonucunda küresel eğilimler belirlenmekle kalmayacak,
başarılı ülke örneklerinden alınabilecek dersler de sunulacaktır.
Bu çalışmanın geri kalan altı bölümünde; veriler ışığında Ar-Ge‘nin küreselleşme sürecinin geldiği
nokta irdelenecek (Bölüm 2), Ar-Ge ve inovasyon ile gelişmekte olan ülkelerin rekabet gücü arasındaki
ilişkiye değinilecek (Bölüm 3), özellikle 1980’lerden itibaren hızlanan küreselleşme sürecinin gelişmiş
ve gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerindeki etkileri tartışılacaktır (Böüm 4). Ar-Ge yatırımlarının
küreselleşme sürecini belirleyen etmenler beşinci bölümün konusudur. Bu süreci belirleyen etmenler
sıralanacak, Çok Uluslu Şirketlerin bu süreçte belirleyici olan rolü irdelenecek, özellikle de bu şirketleri
Ar-GE faaliyetlerini dış tedarikle sağlamaya iten unsurlar incelenecektir. Yabancı Serymaye
Yatırımlarına (YSY) paralel olarak kurulan Ar-GE birimleri, farklı YSY türleri ve Ar-GE odaklı YSY’nin
gerçekleştirildiği mekânları belirleyen etmenler tartışılacaktır. Altıncı bölüm, GOÜ’lerde Ar-GE odaklı
YSY’yi çekmeye yönelik politakalar analiz konusu olacaktır. İlk olarak ir kacrasal çreve oluturlmata
çalışılacak, daja sonra da dokuz ülkede bu alanda uygulanan politikalar incelenecektir. Son bölümde
ise bulgular özetlenecek ve çalışmamızın bir sonraki aşaması için öneriler getirilecektir (Bölüm 7).
2. YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI (YSY) VE AR-GE ODAKLI YSY’NİN EVRİMİ
Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları (YSY) 1980’lerin ikinci yarısından itibaren artma eğilimi
göstermiştir (UNCTAD 2009). YSY, küresel düzeyde yaratılan katma değerden daha hızlı artmıştır.
Aynı eğilim, küresel mal ve hizmet ithalatı ile ölçülen dünya ticaretiyle YSY’yi karşılaştırdığımız zaman
da geçerlidir. Başka bir deyişle, YSY’nin küresel ekonomik faaliyetlerdeki ağırlığı gün geçtikçe
artmaktadır.
Ülkeleri, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olarak iki kategoriye ayırırsak; YSY akımlarının yaklaşık %
75’inin gelişmiş ülkelere yöneldiğini görürüz. Gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) payı ise özellikle
1990’lardan itibaren artmaya başlamış ve bugünkü düzeye erişmiştir. GOÜ’lere yönelen YSY’nin %
80’i on beş kadar ülkeye gitmektedir, dolayısıyla eşitsiz bir coğrafi dağılım söz konusudur.
Öte yandan YSY’lerin % 90’ı gelişmiş ülkelerdeki Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) tarafından
gerçekleştirilmektedir. Son zamanlarda GOÜ kökenli ÇUŞ’ların sayısında gözlenen artış, GOÜ’lerin
toplam YSY çıkışlarındaki payına henüz yansımamıştır.
16
Mevcut veriler, YSY akımlarının büyük ölçüde gelişmiş ülkeler arasında cereyan ettiğine işaret
etmektedir (GOÜ’lere yönelen YSY’nin son dönemde artış gösterdiğini burada hatırlatalım). Ayrıca,
özellikle Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü UNCTAD’ın YSY veritabanı şu olgulara dikkati
çekmektedir (UNCTAD 2009): (i) Şirket satın almaları ve birleşmeler, YSY’nin büyük bölümünü
oluşturmaktadır (ii) YSY’lerin büyük bölümü teknoloji ve beceri yoğun sektörlere yönelmektedir (iii)
YSY’lerin yarısından fazlası gelişmiş ülke ÇUŞ’ları tarafından gerçekleştirilmektedir.
1980’lerde başlayan, 1990’larda devam eden ve Dünya Ticaret Örgütünün kurulmasıyla sona eren
süreç sonunda, uluslararası ticaret önündeki engeller kalkmıştır. Bu serbestleşme süreci YSY’yi de
etkilemiş, özellikle GOÜ’lerde uzun süredir yürürlükte olan YSY’yi kısıtlayıcı ve bağlayıcı birçok
uygulama son bulmuştur (YSY için izin alınması, asgari düzeyde yerli girdi kullanılması ve ihracat
yapılması, yerli ortak ile birlikte çalışma zorunluluğu gibi). En azından GOÜ’lere yönelen YSY
akımlarında görülen artışın gerisindeki etmenlerden biri budur. Bir diğer etmen de bazı GOÜ’lerde
(özellikle Uzak Doğu ve yeni AB üyesi ülkelerde) gözlemlenen yüksek büyüme hızlarıdır.
Bu bölümdeki amacımız, Ar-GE’nin küreselleşme süreciyle ilgili verileri sunmak ve bu veriler ışığında
bir mevcut durum analizi yapmaktır. Her ne kadar Ar-Ge‘nin küreselleşmesi süreci birden çok
gösterge yardımıyla irdelenebilirse de, bu göstergelerin hesaplanması için gerekli güncel verilere
birçok ülke için erişmek oldukça zordur. Bu nedenle aşağıdaki veriler daha ziyade OECD ülkelerindeki
durumu incelememizi sağlayacaktır.
Şekil 2.4 ABD, AB ve Japonya arasındaki özel girişimler (büyük ölçüde her bölgenin ÇUŞ’ları)
tarafından 2003 yılında gerçekleştirilen Ar-Ge hareketleri hakkında bilgi vermektedir.
Bu veriler ışığında: (i) (Analizi bu üç ekonomik blokla sınırlarsak) Ar-Ge’nin küreselleşme sürecinin
özellikle AB ve ABD arasında yaşandığı görülmektedir. ABD ÇUŞ’larının AB’de gerçekleştirdiği Ar-Ge
harcamaları ABD’deki benzer harcamaların %10’undan azdır. AB ÇUŞ’ları için bu oran % 15
civarındadır. Bu durum büyük ölçüde AB ÇUŞ’larının ABD’de bulunan yeni teknoloji kaynaklarına
erişmeye ve bu süreçte önemli rol oynayan kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmaya yönelik çabalarını
yansıtmaktadır. (ii) Gerek AB ve ABD’den Japonya’ya yönelen Ar-Ge akımları, gerekse Japon ÇUŞ’ları
tarafından bu iki bölgede yapılan Ar-Ge harcamaları, Japonya’nın Ar-Ge’nin küreselleşme sürecine –
sebebi ne olursa olsun – AB ve ABD’ye göre daha az müdahil olduğunu göstermektedir.
17
Şekil 2.4 - ABD, AB ve Japonya arasında özel sektör Ar-Ge Hareketleri: 2003
Kaynak: OECD (2006)
Tablo 2.1; AB, ABD ve Japonya kökenli ÇUŞ’ların Ar-Ge bütçelerinin 1995-2004 yılları arasında
ülke/bölge dışında harcanan oranları hakkında bilgi vermektedir. Bu veriler Şekil 2.4’ün işaret ettiği
eğilimleri doğrulamaktadır: (i) AB ÇUŞ’larının Ar-Ge faaliyetleri ABD ÇUŞ’larına göre daha
küreselleşmiştir ve (ii) Japonya kökenli ÇUŞ’lar bu küreselleşme sürecini daha geriden takip
etmektedir. Tablo 2.1 aynı zamanda 1995-2004 arasındaki on yıllık dönemdeki gelişmeler hakkında
bilgi vermektedir. Bu dönemde kökenleri ne olurlarsa olsun ÇUŞ’ların Ar-Ge bütçelerinin kendi
bölge/ülke dışında harcanan payı artmıştır: (i) AB ÇUŞ’ları için dönem başında % 25,7 oran bu oran %
100’e yakın bir artış kaydetmiş ve dönem sonunda % 43,7’ye ulaşmıştır. Başka bir deyişle, AB kökenli
ÇUŞ’lar Ar-Ge harcamalarının yarısına yakın kısmını AB dışında gerçekleştirmektedir. (ii) Aynı gösterge
ABD kökenli ÇUŞ’lar için aynı dönemde AB’ye göre daha düşük değer almış ve ancak % 50’ye yakın bir
artışla 2004 yılında % 35,1 düzeyine erişmiştir. (iii) Japon ÇUŞ’larının Ar-Ge bütçelerinin Japonya
dışında harcadıkları oran yaklaşık % 200’lük bir atış gösterse de, dönem sonunda ancak % 14,6’ya
ulaşabilmiştir.
Tablo 2.1, ABD ÇUŞ’larının ülkeleri dışında gerçekleştirdikleri Ar-Ge harcamalarının coğrafi dağılımı
hakkında 1995-2005 için veriler içermektedir (ne yazık ki benzer veriler AB ve Japonya kökenli ÇUŞ’lar
için yoktur).
18
Tablo 2.1 - Çok Uluslu Şirketlerin Ar-Ge Bütçelerinin Ülke/Bölge Dışında Harcanan Oranı (%)
Batı Avrupa
Japonya
Kuzey Amerika
1995
1998
2001
2004 (tahmin)
25.7
4.7
23.2
30.3
7.0
28.4
Kaynak: OECD (2006)
33.4
10.5
31.7
43.7
14.6
35.1
İlk olarak bu tablonun son satırı, ABD ÇUŞ’larının 1995-2005 döneminde ülkeleri dışında yaptıkları ArGe harcamalarının % 159 oranında artarak 12,6 milyar dolardan 28,3 milyar dolara çıktığını
göstermektedir. A-Ge harcamalarının coğrafi dağılımında şu hususlar ön plana çıkmaktadır:
(i) Dönem başında ABD’li ÇUŞ’ların ABD dışındaki Ar-GE harcamalarının % 70,4’üne ev sahipliği
yapan AB’nin payı gerilemiş ve dönem sonunda % 61 olarak gerçekleşmiştir
(ii) Latin Amerika ülkelerinin dönem başında % 3,1 olan payı, dönem sonunda % 3,1 olarak
gerçekleşmiştir
(iii) Orta Doğu ülkelerinin payı % 0,8’den % 3,7’ye yükselmiş olsa da bu artış büyük ölçüde İsrail’de
gerçekleşmiştir
(iv) Asya-Pasifik bölgesinin payı ise % 14,8’den %18,2’ye yükselmiştir. Bu 3,4 puanlık artış büyük
ölçüde ABD ÇUŞ’larının Çin’deki Ar-Ge faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Japonya’nın
toplam ABD kökenli Ar-Ge ‘deki payı % 10,2’den % 6,2’ye gerilemiştir.
Şekil 2.5 ve 2.6, Tablo 2.1’in işaret ettiği Ar-Ge’nin küreselleşme sürecinin coğrafi boyutu hakkında
tamamlayıcı bilgiler vermektedir. UNCTAD 2005 yılı Dünya Yatırım Raporu için 500 kadar ÇUŞ
yöneticisi ile yaptığı ve en çok Ar-Ge çeken ülkeler ile ilgili bir anketin sonuçlarını vermektedir.
Şekil 2.5, 2004-2005 yılındaki mevcut durumu özetlemektedir. ABD, Birleşik Krallık ve Çin Ar-Ge birimi
kurmak açısından en cazip ilk üç ülkedir. OECD üyesi olmayan ülkeler arasında ilk üç sırayı Çin,
Hindistan ve Singapur almakta, Brezilya dördüncü ve Rusya beşinci sırada bulunmaktadır. Şekil 2.6 ise
ÇUŞ yöneticilerin 2005-2009 döneminde Ar-Ge birimi kurmak için en cazip olacağını düşündükleri
ülkeler hakkında bilgi vermektedir.
Bir önceki tabloya göre; ilk üç sırada yer alan ülkelerdeki başlıca değişiklikler şunlardır: (i) Çin ilk
sırada, ABD ise ikinci sıradadır (ii) Birleşik Krallık ilk üçe girememiş ve üçüncü sırada Hindistan
bulunmaktadır (iii) OECD üyesi olmayan ülkelerin sıralamasında ise ilk üçe Çin, Hindistan ve Rusya
girmiştir. Singapur beşinci, Tayvan altıncı ve Malezya yedinci sıradadır (Brezilya ancak sekizinci
sıradadır).
19
Tablo 2.2 - Çok Uluslu ABD Şirketlerinin ABD Dışındaki Ar-Ge Harcamalarının Dağılımı ve Toplam Değeri (1995-2005)
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
Kanada
8,5
11,1
12,5
11,9
9,3
11,4
10,8
10,8
11,0
10.6
10.2
ABi(15)
70,4
66,9
66,4
68,6
65,6
61,0
58,8
61,4
61,5
62.1
61.0
Doğu Avrupa
0,1
0,3
0,3
0,5
0,3
0,4
0,2
0,3
0,3
...
0.5
Latin Amerika
3,1
3,9
4,5
5,1
3,4
3,2
2,9
3,7
3,1
2.8
3.2
2,0
2,5
3,0
3,0
1,6
1,2
1,0
1,4
1,5
1.4
1.5
Afrika
0,2
0,1
0,2
0,2
0,1
0,1
0,1
0,1
0,1
0.1
0.1
Orta Doğu
0,8
1,2
1,4
1,0
2,1
3,1
3,7
3,5
3,1
3.4
3.7
Asya-Pasifik
14,8
14,8
12,8
10,9
17,8
19,2
21,3
18,0
18,2
17.8
18.2
Japonya
10,2
9,5
7,5
6,6
8,4
8,0
7,6
7,3
7,4
6.3
6.2
Çin
0,1
0,2
0,2
0,4
1,8
2,5
...
3,1
2,5
2.2
2.5
14039
14593
14664
18144
20457
19702
21063
22793
25840
28316
Brezilya
Toplam (milyon dolar 12582
Kaynak: OECD (2008)
20
Şekil 2.5 - Ar-Ge Yatırımı Çeken Ülkeler - mevcut durum (UNCTAD 2005 anketine verilen cevapların oranı)
Kaynak: OECD (2005)
21
Şekil 2.6 - Ar-Ge Yatırımı Çeken Ülkeler: 2005-2009 dönemine ilişkin beklentiler (UNCTAD 2005 anketine verilen cevapların oranı)
Kaynak: OECD (2005)
22
OECD’nin “Activities of Foreign Affiliates (AFA)” veri tabanında, ÇUŞ’ların yabancı iştiraklerinin OECD
ülkelerinin imalat sanayi toplam satışları, istihdamı ve Ar-Ge harcamalarındaki payı ile ilgili veriler
bulunmaktadır. ÇUŞ’ların yabancı iştiraklerinin OECD ülkelerinin imalat sanayilerindeki ağırlığı Şekil
2.7’de satışlar için, Şekil 2.8’de ise istihdam için 2001 -2007 yılları esas alınarak verilmiştir.
Şekil 2.7 - OECD ülkelerinde yabancı sermayeli şirketlerin toplam imalat sanayi satışları içindeki payı
(%)
2001
2007
90
80
70
60
50
40
30
20
10
all ık
B. Kr
Tür
kiye
İsve
ç
İspa
nya
k C.
Slov
a
Por
tek
iz
Polo
nya
Nor
veç
Holl
and
a
Lük
s em
bur
g
J ap
ony
a
İta ly
a
ri sta
n
Ma
ca
Alm
any
a
Fran
sa
Finl
and
iya
C.
Dan
ima
rka
Çek
Avu
stur
ya
0
Kaynak: OECD, “Activities of Foreign Affiliates (AFA)” veri tabanı (SourceOECD ‘den erişilmiştir)
Avusturya, Türkiye ve Slovak Cumhuriyeti(2003-2007),Finlandiya, Almanya(2001-2006),Macaristan(20032006), Lüksemburg ve Hollanda(2001-2005), Portekiz(2002-2006)
Şekil 2.7 yabancı sermayeli firmaların dönem sonunda üç yeni AB üyesinin (Çek Cumhuriyeti,
Macaristan,
Slovak
Cumhuriyeti)
toplam
imalat
sanayi
satışlarının
yarısından
fazlasını
gerçekleştirdiğine işaret etmektedir. Diğer birçok ülke için bu oran % 50’ye yakındır ve genel eğilim bu
oranın artması şeklinde olmuştur. Türkiye’de bu oran 2003-2007 döneminde %15’den %20’ye
yükselmiştir.
23
Şekil 2.8 - OECD ülkelerinde yabancı sermayeli şirketlerin toplam imalat sanayi istihdamı içindeki payı
(%)
2001
2007
60
50
40
30
20
10
İs v
içr
e
Tü
rk
iye
B.
Kr
al
lık
İs v
eç
No
rv
eç
Po
lo
ny
a
Po
rte
kiz
S lo
va
kC
.
İsp
an
ya
lya
em
bu
rg
Ho
lla
nd
a
İta
Lü
ks
an
da
İrl
m
an
ya
M
ac
ar
ist
an
an
sa
Al
Fr
Çe
k
Da
C.
ni
m
ar
ka
F in
lan
di
ya
Av
us
tu
ry
a
0
Kaynak: OECD, “Activities of Foreign Affiliates (AFA)” veri tabanı (SourceOECD ‘den erişilmiştir)
Avusturya, Slovak Cumhuriyeti, Türkiye ve İsviçre (2003-2007), Finlandiya, Almanya, Portekiz (2001-2006),
Macaristan( 2003-2006), Lüksemburg, Hollanda (2001-2005)
Şekil 2.8, istihdam için benzer bir durumun olduğunu göstermektedir. Bir önceki tablodan farkı,
ÇUŞ’ların imalat sanayi istihdamındaki payının satışlardaki paylarından daha düşük olmasıdır. Bu
beklenen bir durumdur zira ÇUŞ’lar genellikle sermaye yoğun sektörlere emek yoğun sektörlerden
daha fazla yatırım yapar. Buna rağmen Çek Cumhuriyeti, İrlanda ve Slovak Cumhuriyeti’nde ÇUŞ’lar
imalat sanayi istihdamının yarsına yakın bir kısmından sorumludur.
Bu iki değişken daha ziyade ÇUŞ’ların üretim faaliyetlerinin ne ölçüde küreselleştiği hakkında bilgi
vermektedir. Ar-Ge’nin aynı oranda küreselleşip küreselleşmediğini anlamak için ÇUŞ’ların yabancı
iştiraklerinin OECD ülkelerinin Ar-Ge harcamalarındaki paylarına bakmak gerekir. Şekil 2.9’da bu
göstergeyi imalat sanayi için veriyoruz.
24
Şekil 2.9 - OECD ülkelerinde yabancı sermayeli şirketlerin toplam imalat sanayi Ar-Ge harcamaları
içindeki payı (%)
2001
2007
80
70
60
50
40
30
20
10
ABD
all ık
B.Kr
Türk
iye
ç
İsve
k C.
Sl ov
a
Port
ekiz
Polo
nya
Nor
veç
da
Holl
an
J apo
nya
İta ly
a
da
İrlan
Al m
anya
Ma c
a ri s
tan
Fran
sa
diya
Finl
an
Çek
C.
ada
Kan
Avu
stur
ya
0
Kayna
k: OECD, “Activities of Foreign Affiliates (AFA)” veri tabanı (SourceOECD ‘den erişilmiştir)
Avusturya (2004-2007), Finlandiya(2001-2006), Macaristan(2004), İrlanda(2001-2005), Hollanda (2001),
Norveç(2005-2007), Türkiye(2003-2007), Birleşik Krallık(2001-2006)
Şekil 2.9, yabancı sermayeli firmaların imalat sanayi Ar-Ge’sindeki payının, satış ve istihdamdaki
paylarından daha az olmadığına hatta birçok ülke için daha fazla olduğuna işaret etmektedir. Bu oran
dönem sonunda Avusturya’da % 63 (satışlar: % 40), Çek Cumhuriyeti’nde % 69 (satışlar: % 64),
İrlanda’da % 77, Slovak Cumhuriyeti’nde % 68 (satışlar: % 78) olarak gerçekleşmiştir. Ar-Ge’nin
küreselleşme sürecinin üretimin küreselleşmesinden daha sonra başladığını düşünecek olursak, Şekil
2.9 Ar-Ge’nin küreselleşme sürecinin hızlı bir şekilde sürdüğünü göstermektedir. Şekil 2.10 ve 2.11’de,
2001 ve 2007 yılları için ÇUŞ’ların OECD ülkelerinin imalat sanayi satışlarındaki payları ile Ar-Ge
harcamalarındaki payları arasındaki ilişkiye kesit veri kullanarak ışık tutmaktadır. Şekil 2.10 iki
değişken arasında pozitif bir bağlantı olduğuna işaret etmektedir (her iki değişken için en düşük
değeri Japonya, en yüksek değeri ise üç yeni AB üyesi almaktadır). 2007 yılına gelindiğinde ise, bu iki
değişken arasındaki pozitif ilişki artarak devam etmiştir. 2001 yılı ile karşılaştırıldığında, ÇUŞ’ların
imalat sanayi satışlarındaki payıyla Ar-Ge harcamalarındaki payının aynı yönde hareket ettiği
görülmektedir. Bu bulgu, daha sonraki bölümlerde değineceğimiz, yabancı iştiraklerinin üretim
faaliyetlerinin Ar-Ge faaliyetlerini belirleyen etmenlerden biri olduğu savını desteklemektedir.
25
Şekil 2.10 - ÇUŞ’ların imalat sanayi satışları ve Ar-Ge harcamalarındaki payları: 2001 (%)
Kaynak: OECD, “Activities of Foreign Affiliates (AFA)” veri tabanı (SourceOECD ‘den erişilmiştir)
Macaristan(2004), Norveç(2005), Portekiz(2002), Slovak Cumhuriyeti(2003), Türkiye(2003)
Şekil 2.11 - ÇUŞ’ların imalat sanayi satışları ve Ar-Ge harcamalarındaki payları: 2007 (%)
Kaynak: OECD, “Activities of Foreign Affiliates (AFA)” veri tabanı (SourceOECD ‘den erişilmiştir)
26
3. AR-GE, İNOVASYON VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN REKABET GÜCÜ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
Küreselleşen dünya ekonomisinde teknolojik gelişme ve inovasyon sürdürülebilir iktisadi büyümenin
en önemli koşullarından birisidir zira dünya piyasasının iktisadi aktörleri olan ülkelerin birbiriyle
iktisadi anlamda bir değiş tokuş ilişkisi ve işbirliği yaparak üretim ilişkileri tanımlayabilmeleri; ülkelerin
birbirleriyle ortak alanlar geliştirmeleriyle mümkün hale gelecektir. Bu ortak alanların gelişmesi ise
kalkınmakta olan ülkelerin belli bir iktisadi büyümeyi gerçekleştirmiş olmaları ve gelişmiş ülkelerle
aynı seviyeye yakınsamalarını gerekli kılmaktadır. Bunu gerçekleştirmenin en önemli yolu olan
sürdürülebilir iktisadi büyümeyi teşvik etmek için ise, ülkeler arasındaki teknoloji açığının kapanması
gereklidir. Çünkü teknolojik gelişmenin, inovasyon faaliyetlerinin ve yeteneklerinin ülkelerin iktisadi
büyüme ve kalkınmalarında rolü yadsınamaz.
Günümüzde teknoloji ise her zaman olduğundan daha hızlı ilerlemektedir. Küresel bilgi üretiminin; ağ
yapılara dâhil olabilmeyi sağlayacak kabiliyetleri oluşturmak konusunda yeterliliklerini henüz
geliştirmekte olan gelişmekte olan ülkeler ise, rekabetçilik konusunda iktisadi ve sosyal kalkınmanın
gerisinde kalma riskinin taşımakta ve bu durumda küreselleşen dünya ekonomisine uyum sağlamak
konusunda zorluklar yaşama ihtimali barındırmaktadırlar. Bu durumda ülkeler arasındaki teknoloji
açığının kapanması için teknoloji transferi önemli bir yol olarak görülmektedir. Fakat uluslararası
teknoloji transferi bir ekonomiye büyük bir bilgi ve tecrübe birikimi getirebilecek olmasında rağmen,
tek başına yeterli değildir. Yeni teknolojilerin etkin bir şekilde kullanılması için bu bilgi birikiminin ve
tecrübenin içselleştirilmesi için yeterli bir özümseme kapasitesi ve teknik değişmeye ayak uydurmak
için ise sürekli bir çaba gereklidir. Bu durumda gelişmekte olan ülkelerin iktisadi büyümelerini
tetikleyecek teknolojik gelişmeyi sağlamaları için gerekli yeterliliklerini oluşturmaları gereklidir. Bunun
yanında, ülkenin kendi aktörleri olan yerel teşebbüslerin ve hükümetin girişimlerde bulunmalarının
gerekli olmasının yanı sıra çok uluslu firmalar da bu süreçte önemli bir rol oynayabilir.
Kalkınmakta olan ülkelerin doğrudan yatırımları desteklemelerinin ardındaki temel nedenlerden birisi
de, bu firmalar aracılığıyla küresel teknoloji ve inovasyon ağlarıyla bağlantılar kurmaktır. Çok uluslu
firmalar, yeni teknolojilerin üretilmesi ve uluslararası düzeyde yaygınlaştırılması konusunda, birçok
sektörde dünya liderleridirler ve Ar-Ge’ye yapılan küresel işletme harcamalarının önemli bir kısmını
açıklayabilmektedirler. Yeni patentlerde baskın konumdadırlar ve işletme ve organizasyonlarda
27
inovasyona öncülük ederler. Çok uluslu firmalar, inovasyon ve üretim ağlarıyla bağlar kurmaları,
ülkelerin teknolojik yeterliliklerini güçlendirmelerine ve uluslar arası piyasalarda daha iyi rekabet
edebilmelerini olanaklı kılar.
Teknolojik yeterliliklerin elde edilmesi zordur. Teknik değişmenin hızlı ilerleyişi ve birçok endüstride
bilim temelli teknolojilerin artan önemi daha ileri ve çeşitlenmiş kabiliyetlere ve yoğun teknik çabaları
gerektirir. Bunlar da en azından bilgi ve iletişim teknolojilerinde daha iyi bir altyapıyı, güçlü teşvik
edici kurumları ve kararlı ve etkili yasal ve yönetim sistemlerini gerektirir. Bunun yanı sıra, uluslararası
tabana erişimi ve bu erişimin yerel inovasyon sistemlerinin faydasına olabilmesini sağlayacak bir
strateji ile birleştirilmesini gerektirir. İnovasyon performansları değerlendirildiğinde, ülkeler
arasındaki farkı artıran birikimli kuvvetler, her seviyede (hem ulusal hem de uluslararası) politikaların
rolünü artırmaktadır.
Çok uluslu firmaların Ar-Ge faaliyetlerini ülkeler arasında nasıl paylaştırdıkları bu bağlamda önemlidir.
Ar-Ge çok uluslu firmaların en az uluslararasılaştırdıkları faaliyetleri arasındadır. Geleneksel olarak, ArGe faaliyetinin uluslararasılaştırılması söz konusu olduğunda, hem sermaye girişi olan ülke hem de
sermaye çıkışı olan ülke, gelişmiş ülkeler arasında yer alıyordu. Çok uluslu firmaların gelişmekte olan
ülkelerde Ar-Ge faaliyetlerinde bulunmaları durumunda ise, bunu çoğunlukla ürünleri ve süreçleri
yerel koşullara uyarlamak amacıyla yapıyorlardı. Fakat bu durum değişmeye başlamıştır.
Bu değişiklikler kendilerini farklı şekillerde ortaya koyarlar. İlk olarak, firmaların Ar-Ge faaliyetlerinin
uluslararasılaştırılması eğilimi tüm sermaye girişi olan ülkelerde, offshoring servislerin genel artış
eğiliminin bir parçasıdır. Örneğin çok uluslu Alman şirketleri 1990’larda 50 yıl öncesinde
kurduklarınadn daha fazla yabancı Ar-Ge birimi oluşturmuşlardır (Ambos 2005). İkinci olarak,
Ar-
Ge’nin uluslararasılaştırılması özellikle Asya’daki bazı sermaye girişi olan ülkelerde çok hızlı şekilde
artmaktadır. Üçüncü olarak, Ar-Ge faaliyetlerinin uluslararasılaştırılmasının ardındaki nedenler de
artmaktadır. Artık bu süreç sadece uyarlamaya ihtiyaç olmasından veya bilgi merkezleri ile bağlantı
kurmak gibi nedenler tarafından tetiklenmemektedir. Artan rekabete karşılık, çok uluslu firmalar,
yetenekli yabancı araştırmacı havuzuna erişmek, Ar-Ge maliyetlerini düşürmek ve teknolojik gelişme
sürecini hızlandırmak amacıyla Ar-Ge birimlerini yeniden tahsis etmektedirler. Dördüncü olarak, bazı
gelişmekte olan ülkelerde Ar-Ge faaliyetleri yerel uyarlamaların da ötesine geçmekte ve gelişmiş olan
ekonomilerde yapılan işlerle paralel olan karmaşık Ar-Ge basamaklarını da içermektedir. Beşinci
28
olarak, gelişmekte olan ülke firmaları da Ar-Ge birimlerini yurtdışında oluşturmaktadırlar. Bu eğilimler
son birkaç yılda ortaya çıkmıştır ve süreceğe de benzemektedir.
Bu yeni olgu kısmen beklenebilir, kısmen de beklenemez niteliktedir.
Beklenebilir olması iki nedenden olabilir. İlkinde, genelde ülke dışında yapılan Ar-Ge’nin üretimi
desteklediği kabul edilmektedir. Çok uluslu firmaların gelişmekte olan ülkelerde üretimi artırdıklaı
takdirde (uyarlamaya yönelik) bazı Ar-Ge faaliyetlerinin üretimi takip etmesi beklenir. İkinci olarak,
Ar-Ge bir hizmet faaliyetidir. Diğer birçok hizmet süreçlerin bazı parçaları, düşük ücretlerin ve uygun
yeteneklerin bulunduğu bazı ülkelere taşınmıştır. Ar-Ge’nin taklit olarak yapılması şaşırtıcı değildir.
2004 yılında UNCTAD tarafından yapılan ve Avrupa’nın en büyük firmalarının incelendiği bir
araştırmada Roland Berger, Ar-Ge’yi de içeren servis faaliyetlerinin yabancı ülkede gerçekleştirilmek
için aday olduğunu göstermiştir (UNCTAD, 2005).
Bu gelişmenin beklenmeyen yanı ise, Ar-Ge faaliyetinin geleneksel olarak sadece güçlü ulusal
inovasyon sistemine sahip gelişmiş ülkeler tarafından karşılanabilen çok talepkar yetenek, bilgi ve
destek gereklilikleri olan bir hizmet faaliyeti oluşudur. Bunun yanı sıra, Ar-Ge en az bölünebilir iktisadi
faaliyetlerden birisi olarak algılanır çünkü firma için stratejik olan bilgiyi içerir ve yerel kümeler
içindeki üreticiler ve kullanıcılar arasında yoğun bir (örtük) bilgi paylaşımını gerektirir.
Gelişmekte olan ülkelerin, çok uluslu firmaların küreselleşen Ar-Ge ağları ile bağlantılarının boyutu,
onların ulusal inovasyon sistemlerinin gücüne bağlıdır. Bu da dolaylı olarak politikalara, inovasyon
faaliyetlerini yöneten kuralları ve organizasyonları yön veren kurumların kalitesine, insan
kaynaklarının kalitesine ve teşebbüslerin üretim ve inovasyon yeteneklerine bağlıdır. İnovasyon,
firmalar ve kamu ve özel sektördeki diğer aktörler arasındaki yoğun etkileşimi yansıtır. Gelişmekte
olan ülkelerde inovasyon genellikle süreç ve ürün mühendisliğinde, kalite kontrolde, tedarik, dağıtım
ve genel yönetim seviyesinde gerçekleşir. Fakat önemli bir kısmı üretimden ayrılan Ar-Ge
laboratuarlarındaki teknik çabaları da içerir. Ar-Ge temelli inovasyon daha gelişmiş, hızlı değişen ve
büyük ölçekli teknolojiler söz konusu olduğu sürece daha fazla olacaktır, fakat bilginin sınırlarını
genişletme gibi bir amacı olmamasına rağmen buna ihtiyaç duyulur.
Teknoloji transferi, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında teknolojik açığın kapanması için
gelişmekte olan ülkelerin güvendiği en önemli yollardan biri olmasına rağmen sürdürülebilir iktisadi
29
kalkınmanın sağlanabilmesi için ülkelerin kapılarını açıp içeriye gelecekleri beklemelerinin ötesinde de
bir şeyler yapması gereklidir. İnovasyon yapabilmelerini sağlayacak politikalar tarafından
desteklenmeleriyle, yeni teknolojileri kendilerine çekmelerini sağlamak için teşebbüslerin sürekli ve
aktif teknolojik çabalarını gerekli kılar. Teknoloji, özümsenmesi ve uyarlanması için önemli çabalar
gerektirir çünkü örtük bilgi içerir ve bu örtük bilginin etkin olarak aktarılabilmesi ise alıcının öğrenme
ve bilgiyi kullanma kabiliyetlerini geliştirmeleri gereklidir.
Dış ticarete ve sermaye hareketlerine açık olmak yerel teknolojik çabalara olan ihtiyacı azaltmaz,
çünkü yeni teknolojilerin etkin kullanılması için teknolojik yeteneklerin geliştirilmesi her zaman
gereklidir. Çünkü teknolojiler çok hızlı değişmektedir, azalan ulaşım giderleri ve liberalleşme rekabeti
yoğunlaştırmaktadır ve çok uluslu firmalar daha verimli üretim yapmak için güçlü yeteneklerin
bulunduğu bölgeleri araştırmaktadırlar.
Teknolojik inovasyon yeni ürünlerin, süreçlerin ya da hizmetlerin piyasaya getirilmesi anlamına gelir
ve her zaman bilginin sınırlarının aşılmasını gerektirmez. Çünkü inovasyon kullanıcı için yeni olabilir
ama dünya için yeni olmayabilir. İnovasyonun doğası, teknolojik olarak yapının karmaşıklığına ve yeni
teknolojinin yaratılması sürecine ve mevcut teknolojilerin kullanımına bağlı olarak faaliyetler arasında
değişiklik gösterir. Şekil 3.12, inovasyon için sarf edilen çabalar anlamında en az karmaşık olan
teknolojik faaliyetlerin en altta bulunduğu ve en karmaşık olanların da en üstte bulunduğu bir Ar-Ge
faaliyetleri piramidini göstermektedir.
Bu anlamda teknolojik gelişmenin başlangıç noktası temel üretim becerilerinin elde edilmesi,
içselleştirilmesi ve mevcut teknolojilerin kullanılması olacaktır. Eğer yerel koşullar teknolojinin
geliştirildiği ortamdakinden farklıysa, içselleştirme ve uyarlama süreçlerinde geçmek zorunlu hale
gelir. En son noktada ise, yeni ürün ve süreçlerin tasarlandığı, geliştirildiği ve test edildiği bir aşama
yer alacaktır.
Ar-Ge inovasyonun kaynaklarından biridir ve inovasyon yapmya yönelik faaliyetlerinden sadece bir
tanesidir ancak sınaî inovasyon faaliyetlerinin en gelişmiş, kabul gören ve uluslararası karşılaştırma
yapmayı olanaklı kılan istatistiksel göstergesidir. Uluslararası tanıma göre, Ar-Ge “ bireyin, toplumun
ve kültüründe de dâhil olduğunu bilgi birikiminin artırılması ve bu bilginin yeni uygulamalarının hayata
geçirilmesi için kullanılması (OECD,2002:30)” amacıyla sistematik temeller üzerinde gerçekleştirilen
30
yaratıcı faaliyetler olarak tanımlanabilir. Ar-Ge bilimsel ve teknolojik belirsizlik için çözümleri,
inovasyonu, bilimsel gelişmeyi ve temel ve uygulamalı araştırmayı kapsar.
Şekil 3.12 - İnovasyon Faaliyetlerine göre Teknolojik Gelişmenin Aşamaları
Temel araştırma: Temel araştırmanın amacı daha kapsamlı bilginin elde edilmesini veya çalışılan
konunun spesifik uygulamalar olmaksızın anlaşılmasını sağlar. Bir sanayide temel araştırma, bilimsel
bilgiyi ilerleten fakat hemen gerçekleşebilecek belirli ticari amaçları olmayan araştırma olarak
tanımlanır.
Uygulamalı Araştırma:
Uygulamalı araştırmanın temel amacı, belirli ve tanımlanmış ihtiyaçların
karşılanması için bilginin kazanılmasıdır. Bir endüstride uygulamalı araştırma; yeni ürün, süreç veya
hizmetlere dair belirli ticari amaçları olan yeni bilimsel bilginin keşfedilmesi için incelemeleri içerir.
31
Geliştirme: Geliştirme, faydalı materyallerin, sistemlerin, düzeneklerin veya yöntemlerin üretilmesi
ve prototiplerin geliştirilmesi ve dizayn edilmesine yönelik araştırmalardan elde edilen bilgilerin
sistematik olarak kullanılmasıdır.
Ar-Ge ve diğer teknolojik inovasyon faaliyetleri arasındaki sınır oldukça belirsizdir ve pratikte özellikle
teknoloji yoğun sanayilerde araştırma ve geliştirme arasında ayrım yapmak zordur. Çünkü yapılan ArGe faaliyetlerinin çoğu, kamu ve özel sektördeki araştırmacılar arasındaki etkileşimi, sıklıkla da
müşteri ve tedarikçiler arasında yakın işbirliğini gerektirir.
Teknolojik faaliyetin erken aşamalarında, teşebbüslerin formel Ar-Ge birimleri oluşturmalarına gerek
yoktur. Fakat bu firmalar büyüdükçe, teknolojilerin gözlemlenmesi, ithal edilmesi ve uygulanması
artan bir oranda gerekli hale gelir. Eğer çok yönlü teknolojiler söz konusu olursa veya yerel şartlar
önemli adaptasyonları gerektirirse; Ar-Ge, ayrı bir faaliyet olarak karşımıza çıkar. Kalkınmakta olan
ülkelerde bu tür bir Ar-Ge faaliyetinin yapılması, operasyonun yeterli büyüklükte olması ve gerekli
teknik yeteneklerin varlığında uygun hale gelir. Firma yeni ürün ve süreçleri piyasaya getirmek için
önemli teknolojik gelişmeleri başarabilirse formel Ar-Ge’nin rolü artacaktır. Fakat piramidin en üst
seviyesine ulaşan firma sınırdaki yenilikçilerden, yani “teknolojik lider”lerden (yeniliçi) olmayabilir. Bu
firma Ar-Ge faaliyetlerini başka yerde gerçekleştirilen inovasyonların üzerine inşa edebilir veya
geliştirebilir-(teknolojik takipçi). Rutin teknik veya üretim işinin dışında olan özelleşmiş bir birimin,
firma veya ülke dışındaki yeni gelişmeleri takip etmesi, onların firma veya yönetici için önemini
yorumlayabiliyor olması ve mevcut teknolojileri adapte edip ilerletebilmesi gereklidir. Özellikle
karmaşık ve hızlı büyüyen teknolojiler için formel Ar-Ge teknolojik öğrenme sürecinin gerekli bir
parçasıdır.
Görgül çalışmalar; Ar-Ge ve büyüme arasında doğrudan bir ilişki olduğunu işaret etmektedir. Kamu ve
özel sektörün Ar-Ge çalışmalarının iktisadi büyüme üzerinde uzun vadeli güçlü ve önemli etkilerinin
olduğu bulunmuştur (Guellec ve van Pottelsberghe de la Potterie 2004). Diğer ülkelerde
gerçekleştirilen Ar-Ge faaliyetleri de önemli bir rol oynarlar. Buna ek olarak, yurtiçinde artan özel ArGe faaliyetleri, hem kamu hem de yabancı özel Ar-Ge faaliyetlerinin olumlu etkilerini de artırır. Diğer
değişle, (ister yurtiçi isterse yabancı firma fonlu olsun) özel sektör Ar-Ge’si, ülkenin iktisadi büyümesi
üzerinde hem doğrudan etkiye sahiptir hem de kamu Ar-Ge faaliyetlerinin ve diğer ülkelerde
gerçekleştirilen Ar-Ge’nin sonuçlarının artan içselleştirilmesiyle dolaylı etkiye sahiptir.
32
Bugün inovasyonun temel aktörleri teşebbüslerdir, fakat onlar kendi köşelerine çekilerek inovasyon
yapamazlar. Diğer firmalar ve kamu araştırma enstitüleri, üniversiteler ve standartlar veya ölçüm
enstitüleri gibi diğer bilgi üreten aktörlerle kurulan formel ve enformel bağlara da dayanırlar.
İnovasyonları gerçekleştirirken, ticaret, rekabet, yatırım ve inovasyon konusundaki kamu
politikalarından da etkilenirler. Eğitim ve öğretim sisteminden, inovasyon için insan gücü sağlarlar ve
inovasyon faaliyetlerini fonlamak için finansal sistemden faydalanırlar. İnovasyonun içinde
gerçekleştirildiği karmaşık ağ yapısına genellikle “ulusal inovasyon sistemi”olarak adlandırılır (Nelson
1993, Lundvall 1992).
Ulusal inovasyon sistemi yazını kalkınmakta olan ülkelerdeki baskın olan teknoloji uyarlaması
konusundan ziyade; genellikle sanayileşmiş ülkelerdeki sınır inovasyonlarına odaklanır fakat
inovasyon sistemi kavramı bu konu ile de oldukça alakalıdır(Edquist and McKelvey, 2001).
Öğrenmenin, yönetmenin ve uyarlama faaliyetlerin çoğu tedarikçiler, alt yükleniciler, rekabetçiler,
danışmanlar, kamu Ar-Ge enstitüleri, üniversiteler, küçük ve orta ölçekli firmalar, risk sermayesi
fonları, ihracat piyasaları, eğitim kurumları gibi diğer aktörlerle yakın ve sürekli etkileşimi gerekli kılar.
Etkili inovasyon için iyi bir kurumsal destek altyapısı çok önemlidir. Firma, endüstri ve üniversite
bazında girişimciliği, risk alma davranışı ve inovasyonu tetikleyen teşvikler de önemlidir.
Üretimin uluslararasılaşması ivme kazandıkça ve iletişim maliyetleri düştükçe, her ulusal inovasyon
sistemi, diğer sistemlerde üretilen bilgiye artan oranda bağlı hale gelir. Hızlı teknik ilerleme, artan
maliyetler ve inovasyonun riski, inovasyon yapanları, uluslararası bilimsel dünta çapındaki
mükemmeliyet merkezlerini aramaya iter. Çok uluslu firmaların öncü rol oynadığı küresel inovasyon
ağları inovasyona zemin hazırlayan üretim faaliyetlerinin bir araya gelmesini sağlarlar. Bu ağlarda ana
şirketler aracı rol oynarlar ve başlangıç teknolojilerinin kendilerine bağlı şirketlere sağlanmasında ve
bu şirketlerin onları içselleştirmelerinde, uyarlamalarında ve daha sonra da güncellemelerinde rol
oynarlar. Sonuç olarak, gün geçtikçe daha fazla ülke teknolojik faaliyetlerin uluslar arası olduğu ve
bilgi ağlarının dünyaya yayıldığı küresel ağlarla daha fazla bağlantılı hale gelir.
Bu uluslararası değişim sistemi içinde yer almak, ekonomik kalkınma perspektifinden gün geçtikçe
daha önemli hale geliyor. Bunu uygulayabilecek ülkeler yeni teknolojilere erişmenin erken
safhalarında ve kendi ulusal inovasyon sistemleri içinde geliştirdikleri inovasyonların ticarileşmesinde
daha büyük bir şansa sahiptirler. Fakat bu küresel ağlara katılmak için gerekli yeterlilikler ülkeler
33
arasında eşit dağılmamıştır ve bu durum ülkeler arasında mevcut durumda var olan inovasyon
açıklarının da genişlemesi riskini artırır.
Ülkelerin uluslararası arenada cereyan eden inovasyon süreçlerine katılmaları ve inovasyonun
uluslararasılaşması için üç temel kategori mevcuttur (Bkz. Tablo 3.3).
Tablo 3.3 - İnovasyonu uluslararasılaştırmanın farklı yolları
Kategori
Aktörler
Ulusal olarak üretilmiş
(ulusal ve uluslararası) kâr
• İnovatif ürünlerin ihracatı
inovasyonların
amaçlı
• Lisanslar ve patentlerden feragat etme
uluslararası kullanımı
firmalar ve bireyler
faaliyet
Formlar
gösteren
• Ülke içinde tasarlanan ve geliştirilen inovatif
ürünlerin yabancı üretimi
Uluslararası
tekno-
bilimsel işbirliği
Üniversiteler
ve
kamu
araştırma merkezleri
• Ortak bilimsel projeler
• Bilimsel değişim programları, sabbaticallar
• Öğrencilerin uluslararası hareketliliği
Ulusal ve çok uluslu firmalar
• Belirli projeler için ortak girişimler
• Teknik bilgi ve/veya donanım edinimi için
üretim anlaşmaları
İnovasyonların
uluslararası üretimi
Çok uluslu firmalar
• Sermaye girişi olan ve sermaye çıkışı olan
ülkede Ar-Ge ve diğer inovasyon faaliyetleri
• Mevcut Ar-ge Birimlerinin edinilmesi ve
evsahibi ülkede”greenfield” Ar-Ge yatırımı
Kaynak: UNCTAD (2005: 104)
İlk kategoride, sermaye girişi olan ülkede geliştirilen teknolojinin uluslararası ticaret yoluyla hem
ulusal teşebbüslerin hem de çok uluslu şirketlerin dâhil olması söz konusudur. İkinci kategori, içinde
yerli firmaların ve çok uluslu şirketlerin, üniversitelerin ve araştırma enstitülerinin de olduğu kamu ve
özel kurumlar arasında ulusal ve uluslaraarsı teknik ve bilimsel işbirliği ile ilgilidir. Çok uluslu firmaların
uluslararası inıovasyonları da üçüncü kategoriyi oluşturmaktadır. Çok uluslu firmalar tanım gereği
inovasyon sürecini dünya ölçeğinde ve kendi sınırları içinde kontrol edebilme ve gerçekleştiren tek
kurumsal yapıdır.
Uluslararası inovasyon sistemine katılmanın birçok yolu olmasına rağmen, bu raporun odağında çok
uluslu firmaların bu süreçte oynadığı rol, özellikle Ar-Ge’nin uluslararasılaşması bulunmaktadır.
Teknolojik karmaşıklık ve iktisadi büyüme birlikte hareket ettiği kabul edilen bir süreç haline gelmiştir.
34
Kalkınmayla birlikte gelen ve kalkınma sürecini destekleyen teknolojik yeterliliklerin ve yeteneklerin
artan seviyesi, ülkeleri daha gelişmiş faaliyetler gerçekleştirmeye yönlendirir. Daha gelişmiş faaliyetler
ise, daha yüksek katma değer yaratırlar ve yüksek ücretlere rağmen ülkelerin rekabetçi olarak
kalmalarını sağlar. Bu kalkınma sürecini doğal bir özelliği olmasının yanı sıra, ülkeler inovasyon yapabilme
yeteneklerini uygun politika müdahaleleri ile ilerletebilirler.
Özetleyecek olursak, uluslarası planda gerçekleştirilen Ar-Ge ve inovasyonun temel özeliklerinin söyle
sıralayabiliriz:
•
İnovasyon ekonomik büyüme için gereklidir. Fakat bugünün küreselleşen dünya ekonomisinde,
kalkınmakta olan ülkelerin kalkınmış diğer ülkelerden yeni teknolojileri alabiliyor olmalarına
rağmen, yeni teknolojileri daha etkin kullanabilmek için kendilerinin öğrenmesi ve inovasyon
yapmaları zorunludur. Ülkeler kalkınmanın üst basamaklarına çıktıkça ve daha karmaşık faaliyetler
gerçekleştirdikçe teknolojik yeterliliklerini güncellemek ve daha gelişmiş inovasyonlar
gerçekleştirmeye gereksinim duyarlar.
•
İnovasyon çeşitli yollarla ortaya çıkabilir ancak inovasyonun önemli bir kaynağı Ar-Ge’dir. Formel
Ar-Ge belirli bir geliimişlik düzeyne ulaşan her ülkede görülen bir faaliyettir.
•
Girişimlerin inovasyon yapması, diğer firmalar ve kurumlarla etkileşimi gerektirir: Teknolojik
gelişme sistemik bir süreçtir. Dışsallıklar, eşgüdüm sorunları ve bu sürecin özünde olan kamu
malları (temel araştırma, test etme, ölçüm) veri olarak alındığında, erken aşamalarda kamu
müdahalesi çok önemlidir. Özellikle teknoloji ve eğitim politikaları olmadan özel sektörde Ar-Ge
faaliyetlerinin başlaması mümkün olmaz.
•
İşletmelerdeki Ar-Ge faaliyetleri coğrafi ve sektörel olarak yoğunlaşmıştır. Büyük bir bölümü
gelişmiş ülkelerde yapılıyor olmasının yanı sıra, bazı gelişmekte olan ülkelerde-özellikle Asya’da,
Ar-Ge faaliyetleri hızla artmaktadır. Ar-Ge’nin büyük bölümü imalatta yer alır, fakat hizmet
sektöründe de artmaya devam etmektedir. Dünya çapındaki, özellikle bilgi ve iletişim teknolojileri
sektöründeki teknolojik ilerlemeler kalkınmakta olan ülkelerin, gerekli yeterlilikleri elde etmeleri
durumunda, küresel bilgi ağlarına katılmaları için yeni fırsatlar yaratmaktadır. Aynı zamanda,
gerekli yeterlilikler anlamındaki en düşük eşik seviyeleri de sürekli artmaktadır. Yeterliliklerin
oluşturulmasının birikimli doğası, ölçek ve öbeklenme (aglomerasyon) ekonomileri ile bir araya
gelince, başarılı olan ve erken başlayanların, gerekli minimum giriş seviyesine ulaşamayan arkadan
gelenlerin önüne geçebileceği ve aranın açılabileceği anlamına gelir. Bu trendin tersine çevrilmesi
için politika müdahalelerine ihtiyaç vardır.
35
•
İnovasyon ve özellikle Ar-Ge, uluslararası planda bilgiye düzenli erişimi gerektirir. Tüm geç
sanayileşen ülkeler daha erken başlayanlardan teknik bilgi ve yetenekleri edinirler, fakat bunu
farklı yollardan yaparlar. Küresel bilgi ağlarıyla bağlantı kurmanın çok çeşitli yolları olmasının yanı
sıra, Ar-Ge’ye yapılan içe ve dışa dönük doğrudan yabancı sermaye yatırımları büyük olasılıkla bir
ülkenin diğer ülkelerdeki bilgi merkezlerine bağlanmasını sağlayan en doğrudan yol olacaktır.
Ulusal inovasyon sistemleri gün geçtikçe birbirine artarak bağımlı hale gelirler. Yeterli sayıda ve
nitelikte yerel yeteneklerin var olmaması, bu sistemin dünyanın geri kalanıyla etkileşimini sınırlar ve
sistemi teknik değişimin ve rekabetçiliğin itivi güçlerinden soyutlar. Kalkınmakta olan ülkelerin küresel
öğrenme ve bilgi ağlarıyla ne ölçüde bağlantıya geçebildikleri onların ulusal düzeydeki yenilikçilik
güçleri tarafınan belirlenir. Bu güçler birbirinden çok farklılık gösterebilir ve bu farklılıklar uzun süreler
devam edebilir. Kalkınmanın erken aşamaları, kamu ve özel sektörde içsel inovasyon yetilerinin
geliştirilmesini gerektirir ve ulusal inovasyon sisteminin güçlenmesinde çok uluslu firmalar önemli ir
rol oynayabilirler. Fakat yabancı girişimciler sermaye girişi olan ülkede her zaman yüksek seviyede
teknolojik faaliyetleri gerçekleştiremezler. Birçok kalkınmakta olan ülke uzun süre kaynak
oluşturulması için doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına sahip olmuşlardır. Yeni olan ise çok uluslu
firmaların Ar-Ge’lerini bazı kalkınmakta olan ülkelere yayma eğilimleridir.
4. KÜRESEL TEMEL EĞİLİMLERİN GELİŞMEKTE OLAN VE GELİŞMİŞ ÜLKELERE ETKİLERİ
Yabancı sermaye bir ülkeye yardım ya da kalkınmasını sağlamak amacı ile gelmez. Yabancı sermaye
yatırımı yapan firmanın amacı karını ençoklaştırmaktır. Özellikle yabancı sermaye yatırımı kararı alan
çok uluslu şirketler düşünüldüğünde özellikle aşağıdaki etmenler temel alınarak yatırım kararları
ülkelerin gelişmişlik seviyelerine göre değişebilir:
1. Ülkelerin ekonomik verileri (GDP, nüfus, kişi başına düşen gelir, ihracat potansiyeli, yabancı
serrmaye kaynakları, vd.)
2. Bilim ve Teknoloji istatistikleri (Ar-Ge yatırımları seviyesi, patentler, insan kaynakları, teknik
bilgi seviyesi, vd.)
3. Ülklerin geçmiş ve gelecek bilim ve teknoloji politikaları
4. Kurumsal destek mekanizmaları
36
5. ÇUŞ tarafıdan yapılacak teknoloji yatırımlarına ilişkin olarak sağlanan ekonomik, altyapı ve
teknik destek mekanizmaları, sağlanacak kolaylıklar
6. ÇUŞ şirketler tardından ülkeye yapılmış daha önceki yatırımlar ve sonuçları (Zanatta vd. 2008)
Yabancı sermaye yatırımları yapılırken, yatırımcının dikkat ettiği en önemli etkwnaler unsurlar
ekonomik, politik, sosyal ve kültürel nedenlerdir. Ekonomik ve politik nedenler daha önemli olmakla
beraber, sosyal ve kültürel nedenlerde yatırım fikrinden caydırıcı etki yapabilmektedir. ÇUŞ’lar
özellikle 1990’lardan itibaren gelişmekte olan ekonomilere teknoloji transferi yapmakta ve özellikle
yönetim ve pazarlama stratejilerini bu yaklaşım üstüne oturtmaktadırlar. 1960’lardan bu yana ise
özellikle ÇUŞ’lar tarafından yapılandırılan yabancı sermaye yatırımları, ülkelerin teknolojik ve
organizasyonel öğrenim süreçlerini güçlendirmekte, yetenek gelişimini izleyen stratejik bilgi yayılımı
(gelişmekte olan ülkenin kendi kapasitesine ve yetenkelrine bağlı olarak) – bilgi birikimi sağlanarak
ÇUŞ’lardan elde edilen bilginin daha iyi asimile edilerek öğrenilmesine olanak tanınmaktadır.
Her türlü yabancı sermaye yatırımı karı artırmaya yönelik olduğundan yatırımcıyı yatırıma sevkeden
en önemli etmenler ekonomiktir. Diğer nedenler ise ekonomik nedenleri olumlu ya da olumsuz olarak
etkilemektedir. Özellikle, yatırımcılar, ürünlerine olan talebin fazla, pazar payının yüksek, üretimde
kullandığı girdilerin ucuz olduğu ulaşım, alt yapı ve enerji sorunun olmadığı ve karı kolayca transfer
edebileceği ülkeleri tercih eder.
Öte yandan, yabancı sermayenin yatırım yapacağı ülkedeki siyasi istikrar da yatırımları etkilemektedir.
Çoğu zaman şirketler politik istikrarın olmadığı ülkelerde yatırım yapmaktan çekinmektedir. Bunun
nedeni yatırımcının, sermaye girişi, kar transferi, ara mal ithali yapamaması ve projenin ömrünün kısa
olabiİmesidir (Zanatta vd. 2008). Özellikle siyasi istikrarın olmadığı ülkelerde bu etkenlerin
değiştirilmesi kar riskini artırır; kar transferlerinde kısıtlamalar getirebilir. Bu durum ise nihai olarak,
yatırımcıyı olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Öte yandan, politik nedenler kadar önemli olmasa bile yatırımcı kendini yabancı hissetmeyeceği,
halkını ve kültürünü tanıdığı bir ülkede yatırım yapmayı da görece tercih edebilir. Bu bağlamda,
belirtilmelidir ki, yabancı sermayenin bir ülkeye girişi mutlaka ülke sosyal yapısı içerisinde bir takım
etkiler oluşturabilir. Bu eksende asıl değerlendirilmeis gerekn husu ise, Çok Uluslu Şirketler
(ÇUŞ)’lardır.
37
Daha önce de belirtildiği üzere, ÇUŞ’lar teknoloji transferi sürecinde çok önemli role sahiptirler.
ÇUŞ’lar büyük ölçüde yavru şirketler ve yerli girişimlerle ortaklık kurarak (sermaye payıın çoğunluğu
kendilerinde kalmak ve yönetimde ağırlıklı olmak üzere) faaliyet göstermektedirler. Kendilerine bağlı
olan “yavru” şirketlerin ise kednilerine has dağıtım ve pazarlama şebekeleri vardır. Özetle, ÇUŞ’lar
vasıtasıyla yapılan yabancı sermaye yatırımlarının amaçlarını şöyle bir sıralamaya tabi tutmak
mümkündür (Carlsson 2006, UNCTAD 2005):
1. Ana ülkedekinden daha fazla kar sağlamak,
2. Sermaye yayılımını sağlamak,
3. Gittiği ülkedeki doğal kaynakları işlemek,
4. Gittiği ülkedeki ucuz işgücünden – insan kaynaklarından istifade etmek,
5. İç pazar potansiyeli olan gelişmekte olan ülkelerde iç pazara yönelmek,
6. Yeni pazarlar oluşturmak,
7. Mevcut küresel – yerel pazarları korumak,
8. Hammadde kaynaklarını korumak ve yeni hammadde kaynakları keşfetmek.
ÇUŞ’lar, gelişmekte olan ülkelerdeki iştiraklerine sermayenin yanında, yapılacak üretimle ilgili
teknoloji, teknik yardım, know-how, işgücü ve yönetim bilgileri aktarmakta, iştiraklerin ana şirketin
üretim stratejisi doğrultusunda hareket etmelerini sağlamaktadır (Carlsson, 2006). Böylece ana şirket
teknolojisinin iştirakine aktarabilir. Ancak, bu olayla birlikte, yabancı sermayenin girdiği ülkede
birtakım “ayrıcalıklara” da sahip olduğu görülmektedir.
Bu ayrıcalıkları esasen üç ana başlık altında toplamak mümkündür:
1. Yabancı sermaye bir yandan uluslararası sermaye piyasasına kolayca girebilmekte, diğer
yandan yarattığı maddi ve teknolojik avantajları nedeniyle üretim piyasasını tam rekabetten
uzaklaştırabilmektedir.
2. Yetkin üretim ve pazarlama tekniklerinin kullanımı ile mal farklılaştırması ve fiyatların
düşürülmesi gibi yollarla, yabancı sermaye, iç piyasa da rekabet şartlarını diğer geleneksel
tipte üretim yapan yerli üreticiler için zorlaştırmaktadır.
3. ÇUŞ’lar, yatay ve dikey bütünleşme ile içsel ve dışsal ekonomilerden azami derecede
faydalanmaktadırlar. Diğer üreticiler için böyle bir avantajın kullanılması görece zordur.
38
Son yıllarda gelişmekte olan pek çok ülke, kalkınmalarını gerçekleştirmek için yabancı sermaye
yatırımlarına başvurmuş ancak, bu yatırımlar sebebiyle de bazı sıkıntılarla karşılaşmışlardır. Özelilkle,
ÇUŞ’ların tüm pazarlar hakkında mükemmel bilgiye sahip olamayacakları gibi, görece hatalı
öngörülere bağımlı yatırım kararları da alabildikleri bilinmektedir. Özelikle bilgi yoğun teknolojilere
yapılan yatırımlarda, yatırım yapılacak ülkenin/bölgenin de bu bağlamda yukarıda bahsedilen etkilere
bağlı kalınarak seçimi, özellike “ana şirket-yavru şirket” ilişkileri ve bundan doğan sıkıntılara yol
açmıştır. Gelişmekte olan ülke örneklerine bakıldığında, yabancı şirketin yavru şirkete sattığı malların,
yedek parçaların ve komponentlerin fiyatlarını çok yüksek tesbit etmesi ve bu yolla toplam karını
artırma imkânına sahip bulunması (Zanatta vd. 2008), yavru şirkete verdiği kredilere normal piyasa
faiz haddinden daha yüksek bir faiz oranı uygulaması gibi yöntemlere başvurulduğu da görülmüştür.
Zikredilen ödemeler sebebiyle ana şirket normal yollardan kendisine ödenen kârlardan çok daha fazla
gelir elde etmektedir. Öte yandan, yabancı sermayenin, çoğunlukla basit malları yerli üreticilere
bırakarak, yerli üreticilerin rekabet edemeyeceği tür ve tipleri seçmesi ve bazen de çok karmaşık
teknoloji gerektirenlerin yapımını ana firmada sürdürmeyi tercih etmesi esasen yabancı sermaye
yatırımının gelişmekte olan ülkelerde beklenen olumlu etkisini (istihdam sağlamak, katma değer elde
etmek vb.) azaltmaktadır.
Özellikle, ÇUŞ’lar için ana şirket ile yavru şirket arasındaki ilişkiler çeşitli özellikler göstermektedir. Bazı
durumlarda, yavru şirket üzerinde tam hâkim olan ana şirket, teknoloji vermede herhangi bir özel şart
koymayabilir. Bazı durumlarda da yavru şirketin, kendi yaptığı Ar-Ge faaliyetlerine katılmasını şart
koşabilmektedir. Ancak, yabancı sermaye gelişmekte olan ülkelerde kurduğu tesislerde ürün
geliştirmeye yönelik Ar-Ge faaliyetlerine gereken önemi vermemekte ve bu tesislerdeki mevcut
laboratuvarlarda daha çok basit ürünler bulunmaktadırlar.
Sonuç olarak, bu çalışma da ela alınacağı biçimleriyle, gelişmekte olan ülkelerin teknolojik bakımdan
yetersiz olmaları ve kendi teknolojilerini kendilerinin üretmeleri imkânının çok sınırlı olması, diğer
taraftan ekonomik kalkınmalarını gerçekleştirebilmek için ithal teknolojiye muhtaç bulunmaları; öte
yandan da gelişmiş ülkelerde hazır, denenmiş ve ithali mümkün teknolojilerin mevcut bulunuşu,
kendilerini yabancı sermaye kanalını kullanmaya sevketmektedir. Yabancı sermayeyi kendilerine
çekmek isteyen ülkeler, bundan şu faydaları elde etmeyi bekleyebilmektedirler (Blomstrom ve Kokko
1998):
39
1. Yabancı sermaye yatırımları, gelir dağılımını olumlu yönde etkileyecektir. Yukarıda belirtildiği
üzere ülkenin ödemeler dengesini iyileştirici etkiye sahiptir; maddi anlamda vergi gelirlerini ve
makro ekonomik seviyede ülkenin rekabetçiliği olamk üzere teknoloji gelişimini tetikler.
2. Gerek ileri teknoloji kullanan sektörlerde ve gerekse geleneksel sektörlerde istihdam ve emek
kalitesini etkiler. Özellikle, beklentiler, emeğin marjinal verimini ve dolayısıyla ücret gelirlerini
artırıcı etkisi olup, emek kullanım alanlarını çeşitlendirecek/artıracak etkiyi düzenleyerek ve
ekonomik büyümeyi tetikleyerek verimlilik artışını sağlaması beklenebilir.
3. Bölgesel gelişimi ve bölgelerarası gelir dağılımını olumlu yönde etkilemesi beklenir.
4. Sosyo-kültürel düzende ve değer yargılarında olumlu gelişmeler neden olması (iş kültürünün
gelişmesi, küresel pazarlara açılma yetisi kazandırma, vb.) gibi olumlu değişiklikler beklenir.
5. Ülkenin küresel anlamda rekabetçiliğini, endüstriyel etkinliğini, teknolojik gelişmesini ve
üretimin artması gibi teknik/maddi etmenlerde dinamik bir etki yapması beklenir.
6. İhracatın artmasında rol oynayabilir.
7. Ülke ekonomisinin dış ekonomiklere açılımını sağlar (sermaye yanında teknik bilgi, yeni
ürünler, pazarlama metodları, patentler, ticari marka hakları, girişimcilik kültürü vb. alanlarda
yönetsel/üretimle iligili olumlu gelişmelere neden olabilir).
8. Ülkeye teknoloji transferi yapma olanaklarını/koşullarını artırır.
4.1. Dünya uygulamalarından örnekler: Gelişmekte olan Ülkelerde Yabancı Sermaye Yatırımlarını
çekmek için gerekli koşullar
Gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülke pazarlarına girişlerini belirleyen etken, büyük oranda yerli
firmaların yabancı sermayeyle olan ilişkilerinin yoğunluğu olmuştur (Carlsson 2006). Özellikle, bu
bağlamda oluşturulan ihracata yönelik sanayileşme stratejisi çerçevesinde, dolaylı ya da dolaysız
olarak yabancı sermayenin sahip olduğu teknoloji ve dünya pazarlarındaki konumuyla çok yakından
ilgilidir.
Değişik ülkelerde yatırım yapan ve değişik pazarlara hizmet veren çok uluslu şirketlerin, dış
piyasalarda elde ettikleri deneyimler, bilgi ve beceriler ile bu bilgi ve beceri kapsamında geliştirdikleri
teknolojiler, gerek iç piyasanın gelişmesi gerekse pazarlama ve satış örgütleriyle ev sahibi ülke
ihracatının artırılması açısından önemlidir. Bununla birlikte uluslararası pazarlarda mücadele
edebilmek için kalite ve fiyat avantajı yanında güçlü ve etkili ülke destek politikaları ile güçlü bir
pazarlama organizasyonun bir arada yönetişimi de şarttır. Haliyle, ihracatı geliştirmede en geniş
40
imkânlar, ileri teknolojiler tarafından sağlanmaktadır. Bu durumda, gerekli ekonomik büyümeyi
sağlayacak faktörlerin geliştirilmesinde
özellikle
ileri
teknolojilerin
kullanımı
ile
üretilen
teknolojilerin/ürünlerin sağlanması için büyük miktarlarda Ar-Ge yatırımı da gereklidir.
Bu bağlamda, günümüzde bu biçimde Ar-Ge yatırımlarına kaynak ayırabilen, etkin ve üretken
yönetimini sağlayabilein organziasyonlar ise ÇUŞ’lardır.
ÇUŞ’ların rekabet güçleri, ürettikleri yeni/ileri teknolojilere bağlı olarak değişmektedir. Nitekim bu
bağlamda şirketler, ileri teknolojilerin üretimi geliştirilmesi, bilgi yayılımı ve edinimi gibi stratejik
konularda uluslararası pazarlarda gerek üretimin paylaştırılması gerekse teknoloji üretim
faaliyetlerinin merkezcillikten şebeke yapısına dönüştürülmüş olmasından ötürü dağılmış durumdadır.
ÇUŞ’lar, belli konularda sahip oldukları kritik bilgi ve ileri teknolojiyi, sadece kendileri ve kendilerine
bağlı bulunan yavru şirketler kanalıyla kullanmaktadır. Zira ileri teknolojiler esasen gelişmiş ülke
açısından “ikincil”, gelişmekte olan ülke açısından ise “birincil” nitelikte “klasikleşmiş (rutin)”
teknolojilerdir. Neticede gelişmiş olan ülkelerdeki bu teknoloji edinim için gelişmiş ülkelerdeki ÇUŞ’lar
ile işbirliklerine gitmek önem kazanmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerdeki teknolojik geriliğin esasen, yabancı sermayeye karşı olan ilgiyi arttırdığı
doğrudur; ancak gerek gelişmekte olan ülkelerin çoğunda gayrisafi yatırımlar içinde imalat sanayinin
payının küçük olması, gerekse üretim anlamında ülke politikalarının teşvik olanaklarının yeterli
olmaması, yabancı sermayenin gelişmekte olan ülkelere gelmwsinde engel teşkil edebilmektedir.
Gelişmekte olan ülkeler için yapılan değerlendirmelerde, ülkelerin rekabet üstünlüğü sağlayabilmeleri
için sahip oldukları kurumsal ve yönetsel varlıklarının tamamını harekete geçirmeleri beklenmektedir.
Bu amaçla ülkede yer alan şirketler, piyasa, kamu otoriteleri, araştırma ve eğitim kurumları inovasyon
sisteminin çerçevesini oluşturmak üzere değişim sürecinin adaptasyonunda rol oynamak
zorundadırlar. Makro ölçekte, inovasyon sistemi ile bütünelşik bir yabancı sermaye politikasını
değerlendirebilmek için inovasyon sistemi yanında sermaye yatırımın boyutunun da analizi önemlidir.
Bu bağlamda yapılması beklenen yatırımın;
• Belirli bir teknolojiyi/sektörü hedeflemesi,
• Kendine özgü ölçütler özelinde ilgili sektöre homojen olarak dağıtılması
• Bilgi ve teknolojik üretim yeteneğinin transferine olanak tanıması
41
• İstihdam sağlaması,
• İlgili teşvik mekanizmalarından faydalanabilcek olması
• Yöntemsel/üretsel analmda bir iç bütünlüğün (gerek ÇUŞ’lar gerekse ülke siyasaları özelinde)
olması
ölçütleri yaygın olarak kullanılmaktadır.
Bu bağlamda, belli işlevler açısından bir bütünlüğü olan, kendi başına katma değer yaratan ve
ulusal/yerel siyasalara konu olan yabancı sermaye yatırımları nihai anlamda abaşarıya ulaşabilir
diyebiliriz. Özellikle, benzer yatırımların işlevsel bölgelerin (sınırları coğrafya özelliklerine veya sosyal
ve ekonomik-sektörel ilişkilerin organizasyona bağlı olan ticaret alanı) belirlenmesi ile ÇUŞ ile yavru
işletme arasındaki orgazniasyonel (ve hatta coğrafi) yakınlık ile bilgi türü arasındaki ilişkiyi esas alan
yatırım yaklaşımının çıkış noktası olarak, uluslararası nitelikteki örtük veya kısmen açık bilginin Ar-Ge
gibi karmaşık süreçleri içeren küresel üretim faaliyetlerin (kar maksimizasyonu) başarısı ele alınabilir.
Özellikle ÇUŞ’ların bazı üretim işlevlerini dışsallaştırdıkları durumlarda, eğer bu işlevler inovasyonda
olduğu gibi örtük bilgiye dayanıyorsa, dikkat edilmesi gereken diğer bir husus, bu stratejik bilgi iletim
süreçlerindeki güçlük yüzünden (ekonomik ve sosyal yapı temelli) ÇUŞ’ların dış ilişkilerini ancak kısa
mesafeler (kıtalararası iletimden ziyade bölgesel/organizasyonel yakınlık) içinde gerçekleştirme
tercihleri ön plana çıkabilir. Yukarıda bahsedildiği biçimleriyle gelişmiş ülkeler için “ikincil” nitelikte
olan teknolojiler için açık nitelikte olan bilgi, yaratımcı (incremental) inovasyona gelindiğinde, kısmen
örtük hale gelmekte, radikal inovasyon durumunda ise bu örtüklük bilgiye egemen olmaktadır
(Carlsson 2006).
Bu bağlamda, inovasyon ile ÇUŞ’ların yacru şirkete bilgiyi formüle eden (açıklaştıran) bir
standartlaşma getirmesi beklenmekte ve bu bağlamda yeni teknoloji paradigmalarının yaratıldığı
radikal inovasyonda ÇUŞ ile yavru şirket arasında standart kriterlerin yerini karşılıklı güven veya ortak
anlayış gibi sübjektif unsurlar alabilmektedir.
Öte yandan, işlevsel bölge ile yabancı sermaye yatırımları arasındaki ilişki ise, inovasyon yapmayan
veya artımsal inovasyon yapan yavru kuruluşlar bazında değerlendirilebilir. Olgunluk seviyesindeki
(ikincil) bir teknoloji yatırımı kapsamında, inovasyon yapan yavru kuruluş için işlevsel bölge, girdilerini
sağladığı bir dış hareket noktasından öte fazla bir anlam taşımaz. Ama teknoloji yaratan ÇUŞ’un
faaliyetleri, yeni bir sektörel/bölgesel üretim organizasyonu oluşturacak biçimde, yerel çevredeki
42
kaynakları kullanacak yeni kombinasyonlar oluşturarak yeni üretim standardının oluşmasını sağlar. Bu
açıdan bakıldığında işlevsel bölge, tüm bir üretim sistemini (teknoloji, üretim, iş gücü, sermaye ve
pazar ilişkileri vd.) bir teknoloji kültürünü ve baş aktörleri bir araya toplamalıdır.
Gelişmekte olan az sayıda ekonomi, esasen, gelişmekte olan ülkelerdeki Ar-Ge çalışmalarının önemli
bir kısmını etkilemiştir. Bu bağlamda, gelişmekte olan Asya en önemli dinamik alıcıdır. Ar-Ge
harcamalarının Birleşik Devletler ÇUŞ’larının çoğunluğa ait yabancı iştirakleriyle oluşması durumunda,
örneğin; gelişen Asya’nın payı 1994’te %3 iken 2002 ‘de %10’a çıkmıştır. Artış özellikle Çin, Singapur,
Hong Kong (Çin) ve Malezya için fark edilir derecede olmuştur. İsveç ÇUŞ’larının yabancı Ar-Ge
aktivitelerinde ülkelerin payı 1995’te %2,5’tan 2003’te %7’ye çıkarak iki katından fazla bir artış
göstermiştir. Öte yanda, ÇUŞ’lar hakkındaki Almanya ve Japonya’dan gelen çeşitli veriler, Ar-Ge
çalışma bölgeleri için geçiş olarak gelişmekte olan ülkelerin ve bazı ekonomilerin büyüyen önemini
doğrulamaktadır (UNCTAD 2005).
Yine bu bağlamda yapılan çalışmalar incelendiğinde, YSY kaynakalı projeler hakkındaki en son verilere
göre, Ar-Ge çalışmalarının yeni bölgelere doğru yayılımı hız kazanmaktadır. Elimizdeki somut verilere
dayanarak 2002- 2004 döneminde, dünya çapında Ar-Ge çalışmalarını kapsayan 1.773 yabansı
sermaye destekli projeden çoğunluğu (1.095 adet - %61) gerçekte gelişmiş ekonomilerin dışında
gerçekleştirildiği belirtilebilir. 2004-2005 döneminde UNCTAD tarafından gerçekleştirilen dünyanın en
büyük Ar-Ge harcamasında bulunanlar üzerindeki araştırması, aynı zamanda yeni Ar-Ge bölgelerinin
artan önemini ortaya koymuştur. Araştırılan ÇUŞ’ların büyük bir bölümü hâlihazırda Çin, Hindistan ve
Singapur’da Ar-Ge çalışmalarıyla varlık göstermektedir. Aynı araştırmada, Ar-Ge bölgelerinin bazı
gelişmekte olan ekonomilere doğru daha fazla bir kayma olacağını da öngörmektedir. Birleşik
Devletler’den ön sırada olan Çin, gelecekteki Ar-Ge genişlemesine en fazla katılımcısı olan ülkedir.
Üçüncü sırada Hindistan yer almaktadır. Aynı zamanda Rusya Federasyonu da ilk on hedef bölge
içinde bulunmaktadır. İlerideki Ar-Ge çalışmaları için aday olarak sözü geçen diğer gelişmekte olan
ekonomilerden bazıları Kore Cumhuriyeti, Singapur, Çin’in Tayvan Eyaleti ve Vietnam’dır. Az sayıda
katılımcı Latin Amerika veya Afrika’da Ar-Ge genişleme planına dikkati çekmiştir.
Öte yandan, Ar-Ge çalışmaları gelişmekte olan ülkelerde daha karmaşık hale gelmektedir. Yapılan
çalışmalar incelendiğinde görülmektedir ki, farklı bölgelerde yapılan Ar-Ge’nin sektörel dağılımı
bölgesel ve ekonomik olarak oldukça çeşitlilik göstermektedir. 2002 yılında, Hindistan’ın Ar-Ge
çalışmalarının dörtte üçünden fazlası hizmet sektöründe (özellikle yazılım geliştirme) yapılırken, ABD
43
kökenli ÇUŞ’ların Asya’da bulunan gelişmekte olan ülkelerdeki iştiraklerinin Ar-Ge harcamalarının
dörtte üçü bilgisayar ve elektronik ürünlerle ilgili olduğu görülmektedir. Diğer taraftan, Brezilya ve
Meksika’da kimyasal ürünler ve ulaştırma araçları sektörleri, bu iştirakler tarafından yapılan Ar-Ge
çalışmalarının yarısından fazlasını çekmektedir.
ÇUŞ’lar, daha önce de belirtildiği üzere, yurt dışında farklı tipte Ar-Ge çalışmaları yürütmektedirler.
ÇUŞ’ların yabancı iştirakleri temel üretim desteğinden ithal teknolojilerin değiştirilmesi ve
geliştirilmesine kadar farklılık gösteren uyarlanabilir Ar-Ge çalışmaları üstlenebilirler. Bu bağlamda,
yenilikçi Ar-Ge ise, yeni ürünlerin geliştirilmesini veya yerel, bölgesel ve giderek dünya pazarı için
yapılan işlemleri kapsar. Hatta ÇUŞ’lar, teknolojik gelişme eğilimlerini yakalamak ve önde gelen
yenilikçilerden ve müşterilerden öğrenmek için yurtdışında teknoloji kontrol üniteleri kurmaktadırlar
(UNCTAD 2005).
Öte yandan farklı Ar-Ge çeşitlerini faaliyetlerini ölçmek zor olsa da, ev sahibi gelişmekte olan
ekonomiler için bulgular Asya’nın uluslararası pazarda yenilikçi Ar-Ge çalışmalarında üstünlüğüne
işaret eder. Çin, Hindistan, Kore Cumhuriyeti ve Tayvan gibi Asya ekonomilerindeki Ar-Ge çalışmaları
ÇUŞ’ların küresel ağı içinde gittikçe artan bir önem kazanmaktadır. Yürütülen yenilikçi Ar-Ge
çalışmalarının bazıları, yarı iletken endüstrisinde olduğu gibi, ileri teknolojidir (Ernst 2005). Bu
endüstri, üretimi gelişmekte olan ülkelere taşıyan ilk sektörlerden olmasının yanında gelişmiş tasarımı
da Asya’ya getiren ilk sektördür. Yonga tasarımında olduğu gibi, gelişmekte olan Asya ülkelerinin payı
on yıl öncesine göre sıfırdan yapılan yabancı sermaye yatırımlarının %30’una çıkmıştır.
Ayrıca ÇUŞ’ların şimdiye kadar Latin Amerika’da sınırlı Ar-Ge çalışması yaptığı gözlemlenmiştir. Bu
bölgeye gelen yabancı sermayeli firmlar Ar-Ge’ye yöneldikleri zaman, Ar-Ge faaliyetleri mevcut
teknoloji ve ürünleri Latin Amerikan ülkelerinin yerel koşullarına uyarlamaya yönelik olan ve
“tropikleştirme” adı verilen faaliyetlerle sınırlı kalmaktadır. Ancak örneğin Brezilya ve Meksika’da bazı
önemli istisnalar vardır. Afrika’da YSY’nin tamamlayıcısı olarak düşünüldüğünde, Ar-Ge genellikle
düşüktür; Fas ve özellikle Güney Afrika gibi istisnalar dışında, ÇUŞ’lar tarafından yapılan Ar-Ge
çalışmaları nerdeyse bulunmamaktadır. Bunun başlıca sebebi yetersiz yerel Ar-Ge kapasitesinin ve
kaynaklarını Ar-Ge’ye yatıracak olan yatırımcılar için yeterli teşviki yaratacak kurumsal
mekanizmaların olmayışıdır (UNCTAD 2005).
44
Esasen YSY süreci, teknolojinin itme (technology push ve pazarın çekme (demand pull) faktörlerinin
karmaşık etkileşimi ile yürütülmektedir. Bu etkileşimin “itme” tarafında, ÇUŞ’lar maliyetlerini düşük
seviyede tutarken, aynı zamanda yavru firmaları daha fazla yenilik yaratmaya zorlayan yoğun bir
rekabet bulunmaktadır. Öte yandan, Ar-Ge çalışmalarının artan karmaşıklığının bir sonucu olarak,
gelişmiş ülkelerdeki yüksek maliyetler ile yetersiz mühendislik ve biliminsanı havuzu, firmaları düşük
maliyetli ve yüksek kalitede araştırmacılar bulmaya itmektedir. “Çekme” tarafında ise; GOÜ’lerde
bilimsel ve mühendislik becerilerinin düşük maliyetle kolyaca bulunabilirliği, üretim faaliyetlerinin
giderek küreselleşmesi ve bazı gelişen ülke pazarlarındaki hızlı büyüme oranları bulunmaktadır. ArGe’nin uluslararasılaşamsı süreci hakkında yapılan daha önceki araştırmanın aksine, son zamanlarda
yapılan çalışmalar maliyetleri azaltmanın, Çin ve Hindistan gibi ülkelerde ÇUŞ’ların Ar-Ge
çalışmalarının genişlemesindeki ana etmenlerden biri olduğunu ortaya koymuştur (Ambrecht 2003;
European Commission 2007; OECD 2006; Reddy 2000).
GOÜ’lerdeki teknolojik yetenek ve bilgi-işgücü havuzu, geçiş evresinde olan ekonomiler için; özellikle
da kendi ülkelerinde yeterli sayıda nitelikli insan kaynağı bulamayan şirketler için önemlidir. Gelişmiş
ülkeler dışındaki bölgelerde de yüksek eğitime devam edenlerin sayısındaki belirgin artış, dünya
çapında kalifiye vasiflı eleman arzını arttırmıştır. 20. yüzyılın sonunda, nerdeyse dünyadaki tüm teknik
alanda yüksek eğitim alan öğrenciler bakımından, Çin, Hindistan ve Rusya bir üçlü olarak
sayılmaktaydı. Eğitimin kalitesi bir ülkeden diğerine farklılık gösterse de, bu ve diğer ekonomilerde
yüksek eğitim alan öğrencilerin sayısının hızla artmaya devam etmesi gerçeğinin, firmaların
gelecekteki Ar-Ge aktivitelerine kaynak teşkil edecek yetenekler üzerinde etkili olması
beklenmektedir. Ayrıca belirtilmelidir ki, yurt dışında çalışan daha fazla Çinli ve Hintli bilim insanı ve
mühendis, yabancı iştiraklerde veya yerel firmalarda Ar-Ge çalışması yapmak üzere ülkelerine geri
dönmektedirler (UNCTAD 2005).
Bu bağlamda bu eğilimin devam etmesi beklenebilir. Bu eğilim, ilk olarak, ÇUŞ’lar üzerindeki rekabetçi
baskı, daha fazla yenilik gerektirerek, yönemini oğunluğunu koruma eğilimindedir. İkinci olarak, hızlı
teknolojik değişimle birlikte Ar-Ge’de daha fazla esneklik ihtiyacı, geniş bir uzmanlık alanıyla birlikte
oldukça fazla sayıda araştırma personeli gerektirmektedir ve bu Ar-Ge faaliyetlerinin bu trür
araştırmacıların bolca bulunduğu bölgelerde yapılmasını gerektirmektedir. Üçüncü olarak, birçok
gelişmiş ülkenin yaşlanan nüfusu, ÇUŞ’ların başka yerlerde yetenek arayışına girmeye zorlayarak,
uzmanlaşmış, yeni yeteneklerin teminini kısıtlayabilir. Dördüncü olarak, Ar-Ge’nin uluslararası hale
getirilmesinde rol oynayan gelişmekte olan ülkeler, daha fazla Ar-Ge çalışması yürütmek için ilerleyen
45
bir şekilde kendi kabiliyetlerini geliştireceklerdir. Ne var ki günümüzde, Çin, Hindistan, bazı
Güneydoğu Avrupa ekonomileri ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) başını çektiği sadece az
sayıda gelişmekte olan ülkenin katılım için gerekli koşulları etkin bir şekilde karşılayabileceği
görülmektedir.
46
Tablo 4.4 - OECD Ülkelerinde Toplam AR-GE Harcamalarının GSYH İçindeki Payı (%) (1999-2007)
YILLAR
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Avusturya
1,90%
1,94%
2,07%
2,14%
2,26%
2,26%
2,45%
2,47%
2,54%
Belçika
1,94%
1,97%
2,07%
1,94%
1,88%
1,86%
1,83%
1,86%
1,90%
Çek Cumhuriyeti
1,14%
1,21%
1,21%
1,20%
1,25%
1,25%
1,41%
1,55%
1,54%
Fransa
2,16%
2,15%
2,20%
2,23%
2,17%
2,15%
2,10%
2,10%
2,04%
Almanya
2,40%
2,45%
2,46%
2,49%
2,52%
2,49%
2,49%
2,53%
2,53%
Yunanistan
0,60%
0,57%
0,55%
0,59%
0,58%
0,58%
Japonya
3,02%
3,04%
3,12%
3,17%
3,20%
3,17%
3,32%
3,41%
3,44%
Hollanda
1,96%
1,83%
1,80%
1,72%
1,76%
1,81%
1,79%
1,78%
1,71%
Polonya
0,69%
0,64%
0,62%
0,56%
0,54%
0,56%
0,57%
0,56%
0,57%
Slovakya
0,66%
0,65%
0,63%
0,57%
0,57%
0,51%
0,51%
0,49%
0,46%
Türkiye
0,47%
0,48%
0,54%
0,53%
0,48%
0,52%
0,59%
0,58%
0,72%
Birleşik Devletler
2,64%
2,71%
2,72%
2,62%
2,61%
2,54%
2,57%
2,61%
2,66%
AB27: Ortalama
1,72%
1,74%
1,76%
1,76%
1,75%
1,73%
1,74%
1,76%
1,77%
Arjantin
0,45%
0,44%
0,43%
0,39%
0,41%
0,44%
0,46%
0,50%
0,51%
Çin
0,76%
0,90%
0,95%
1,07%
1,13%
1,23%
1,34%
1,42%
1,44%
Romanya
0,40%
0,37%
0,39%
0,38%
0,39%
0,39%
0,41%
0,45%
0,52%
Ülkeler
0,58%
Kaynak: OECD – Science and Technology Outlook 2009/2
Öte yandan, dünyada 1990’lı yıllarda Ar-Ge faaliyetlerinin yoğunluğu azalmaya başlamıştır. Ancak
yukarıdaki Tablo’da da (Tablo 4.4) görüldüğü üzere özellikle GOÜ’ler için 1999-2007 yılları arası artan
bir eğilim gözlemlenmektedir. Özellikle Türkiye gibi GOÜ’ler, özellikle son dönemde Ar-Ge konusunda
ivme kazanan Çin ve Arjantin gibi ülkeler ile karşılaştırıldığında Ar-Ge’nin istenen seviyelere
ulaşabildiği söylenemez. Özellikle Ar-Ge harcamalarında özel sektörün katkısındaki azalama, bu
durumu negatif yönde güçlendirmektedir.
47
Tablo 4.5 - OECD Ülkelerinde Kamu AR-GE Harcamalarının GSYH İçindeki Payı (%)
(1999-2008)
YILLAR
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Avusturya
0,74%
0,74%
0,79%
0,72%
0,78%
0,74%
0,89%
0,80%
0,82%
0,99%
Belçika
0,46%
0,45%
0,46%
0,45%
0,44%
0,45%
0,45%
0,42%
0,42%
Çek Cumhuriyeti
0,48%
0,54%
0,53%
0,50%
0,52%
0,52%
0,58%
0,60%
0,63%
0,61%
Fransa
0,80%
0,83%
0,81%
0,85%
0,85%
0,83%
0,81%
0,81%
0,78%
0,80%
Almanya
0,77%
0,77%
0,77%
0,79%
0,79%
0,76%
0,71%
0,70%
0,70%
Yunanistan
0,30%
Japonya
0,59%
0,60%
0,59%
0,58%
0,58%
Hollanda
0,70%
0,62%
0,65%
0,64%
0,64%
Polonya
0,40%
0,43%
0,40%
0,35%
Slovakya
0,31%
0,28%
0,26%
Türkiye
0,22%
0,24%
Birleşik Devletler
0,75%
AB27: Ortalama
Arjantin
Ülkeler
0,26%
0,28%
0,57%
0,56%
0,55%
0,54%
0,34%
0,34%
0,33%
0,32%
0,33%
0,36%
0,25%
0,29%
0,29%
0,29%
0,27%
0,25%
0,25%
0,26%
0,27%
0,28%
0,30%
0,30%
0,28%
0,34%
0,70%
0,74%
0,76%
0,79%
0,78%
0,78%
0,76%
0,75%
0,61%
0,61%
0,61%
0,62%
0,63%
0,62%
0,61%
0,60%
0,60%
0,31%
0,31%
0,32%
0,27%
0,28%
0,28%
0,30%
0,33%
0,34%
0,34%
0,33%
0,35%
0,35%
0,36%
0,18%
0,19%
0,22%
0,29%
0,35%
Çin
Romanya
0,27%
0,30%
0,19%
0,15%
0,17%
0,18%
0,75%
0,42%
Kaynak: OECD – Science and Technology Outlook 2009/2
48
Tablo 4.6 - OECD Ülkelerinde Özel Sektör AR-GE Harcamalarının GSYH İçindeki Payı (%)
(1999-2007)
YILLAR
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Avusturya
0,78%
0,81%
0,86%
0,96%
1,02%
1,06%
1,12%
1,19%
1,24%
Belçika
1,28%
1,23%
1,31%
1,15%
1,13%
1,12%
1,09%
1,14%
1,17%
Çek Cumhuriyeti
0,60%
0,62%
0,63%
0,64%
0,64%
0,66%
0,77%
0,88%
0,83%
Fransa
1,17%
1,13%
1,19%
1,16%
1,10%
1,09%
1,09%
1,10%
1,06%
Almanya
1,57%
1,62%
1,62%
1,63%
1,67%
1,66%
1,68%
1,72%
1,72%
Yunanistan
0,15%
Japonya
2,18%
2,20%
2,28%
2,35%
2,39%
Hollanda
0,97%
0,94%
0,94%
0,86%
0,90%
Polonya
0,26%
0,19%
0,19%
0,17%
Slovakya
0,33%
0,35%
0,36%
Türkiye
0,20%
0,21%
Birleşik Devletler
1,77%
AB27: Ortalama
Arjantin
Ülkeler
0,16%
0,18%
2,37%
2,53%
2,62%
2,68%
0,16%
0,17%
0,19%
0,18%
0,19%
0,31%
0,26%
0,20%
0,19%
0,17%
0,16%
0,24%
0,22%
0,18%
0,20%
0,26%
0,27%
0,35%
1,88%
1,84%
1,71%
1,68%
1,62%
1,65%
1,70%
1,76%
0,95%
0,96%
0,97%
0,95%
0,94%
0,93%
0,94%
0,97%
0,97%
0,12%
0,10%
0,09%
0,10%
0,11%
0,13%
0,14%
0,15%
0,15%
0,68%
0,81%
0,90%
0,98%
1,02%
0,18%
0,17%
0,15%
0,14%
0,14%
Çin
Romanya
0,19%
0,52%
0,20%
0,18%
0,19%
0,16%
Kaynak: OECD – Science and Technology Outlook 2009/2
Özellikle Türkiye özelinde bakıldığında Kamu Ar-GE harcamalarının GSYH içerisindeki payını artırdığı
gözlenmektedir (Tablo 4.5). Ancak yine de GOÜ ve gelişmiş ülkeler bazında karşılaştırıldığında, bu
oranının EU 27 ortalaması olan 0.60% ve benzer biçimde 0,75% ile Birleşik Devletler ortalamalarının
çok altında kaldığı döylenebilir. Ancak, özellikle Türkiye için son 5 yılda özel sektör Ar-Ge
harcamalarının GSYH içindeki payı belirli oranda yükselmiştir (Tablo 4.6). Bu bağlamda özellikle
ekonomik kriz etkileri ve YSY yatırımları konsundaki eksik veri göz ardı edilirse, Tablo 4.7’de verildiği
biçimiyle dış finansman kaynaklı AR-GE harcamalarının toplam Ar-Ge harcamaları içerisindeki payına
bakıldığında Türkiye’de bir düşüş gözlenmektedir.
49
Tablo 4.7 – Yurtdışı kaynaklı Ar-Ge harcamalarının toplam Ar-Ge harcamalarındaki payı (%)
(1999-2007)
YILLAR
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Ülkeler
Avusturya
19,64% 19,86%
19,65% 21,39% 20,02% 19,37%
17,72% 18,41% 17,91%
Belçika
7,32% 12,21%
12,09% 14,34% 12,91% 12,28%
12,40% 13,32% 13,00%
Çek Cumhuriyeti
4,00%
3,15%
2,21%
2,71%
4,57%
3,70%
3,96%
3,06%
4,07%
Fransa
7,01%
7,19%
7,20%
7,98%
8,36%
8,76%
7,53%
6,98%
7,49%
Almanya
2,07%
2,15%
2,47%
2,39%
2,25%
2,54%
3,75%
3,82%
4,01%
Yunanistan
Japonya
Hollanda
24,48%
0,39%
18,38%
0,42%
11,18% 11,64%
0,42%
21,58%
0,38%
0,30%
18,99%
0,32%
0,35%
0,35%
0,33%
6,72%
11,05% 11,65% 11,28%
Polonya
1,66%
1,82%
2,44%
4,83%
4,63%
5,16%
5,74%
7,04%
Solovakya
2,25%
2,28%
1,89%
2,07%
3,34%
4,29%
6,04%
9,05% 10,24%
Türkiye
4,80%
1,23%
0,83%
1,30%
1,56%
0,37%
0,79%
0,47%
0,51%
AB27: Ortalama
7,15%
7,15%
7,81%
8,66%
8,50%
8,27%
8,90%
8,54%
8,98%
Arjantin
2,57%
1,62%
1,19%
1,19%
1,38%
1,10%
0,85%
0,79%
0,65%
1,95%
1,28%
0,93%
1,61%
1,35%
5,46%
5,50%
5,25%
4,08%
4,54%
Birleşik Devletler
Çin
Romanya
2,69%
2,46%
4,90%
8,20%
7,05%
Kaynak: OECD – Science and Technology Outlook 2009/2
Ayrıca yine toplam Ar-Ge harcamaları içerisindeki kamu ve özel harcamalarına bakıldığında (Tablo 4.8
ve Tablo 4.9), GOÜ özelinde fazla bir değişim görülmemektedir. AR-GE harcamalarının finansman
tarafında ise özel sektörün dönem içindeki payı değişmemiştir. Aynı dönem içinde özel sektörün payı
ise % 43’den % 48’e seviyelerine gelmiştir. Bu durum OECD geneli ile örtüşmektedir. Ancak özellikle
AB27 ekseninde kamu harcamalarının azalan bir trend izlemesi, AR-GE harcamalarının özel sektör
tarafından desteklemesi yönünde atılan adımlar/politikalar nezninde gelişmiş ülkelerin AR-GE
sistemlerini güçlendirme yönünde uyguladığı siyasalar, kamu finansmanın etkisini görece azaltmıştır.
Yurt dışı finansmanın payı ise (AB27 ortalamasından yaklaşık 17 katı daha az) kayda değer bir gelişme
gösterememiştir.
50
Tablo 4.8 – Kamu Ar-Ge finansmanının toplam Ar-Ge harcamalarındaki payı (%)
(1999-2007)
YILLAR
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Avusturya
38,95%
38,00%
38,27%
33,61%
34,45%
32,59%
36,16%
32,26%
32,30%
Belçika
23,50%
22,93%
22,00%
23,18%
23,55%
24,41%
24,65%
22,39%
22,15%
Çek Cumhuriyeti
42,62%
44,51%
43,59%
42,07%
41,83%
41,89%
40,87%
38,97%
41,20%
Fransa
36,94%
38,66%
36,92%
38,31%
39,02%
38,73%
38,63%
38,51%
38,34%
Almanya
32,08%
31,40%
31,44%
31,64%
31,16%
30,53%
28,39%
27,67%
27,71%
Yunanistan
48,90%
Japonya
19,64%
19,58%
19,01%
18,36%
18,02%
Hollanda
35,75%
34,17%
35,81%
37,06%
36,23%
Polonya
58,53%
66,55%
64,78%
61,92%
Slovakya
47,88%
42,61%
41,26%
Türkiye
47,71%
50,60%
Birleşik Devletler
28,37%
EU27: Ortalama
Arjantin
Ülkeler
46,42%
46,82%
18,08%
16,76%
16,19%
15,63%
62,72%
61,66%
57,71%
57,45%
58,61%
44,10%
50,84%
57,11%
57,03%
55,56%
53,92%
48,00%
50,57%
57,02%
56,96%
50,14%
48,63%
47,07%
25,81%
27,21%
29,13%
30,04%
30,85%
30,21%
29,25%
28,30%
35,56%
35,25%
34,86%
35,17%
35,79%
35,61%
34,85%
33,96%
33,63%
67,47%
70,72%
74,34%
70,24%
68,87%
64,52%
65,28%
66,66%
67,54%
29,91%
26,63%
26,34%
24,71%
24,62%
47,63%
49,04%
53,50%
64,10%
67,14%
Çin
Romanya
46,59%
33,41%
46,66%
40,80%
42,96%
48,41%
Kaynak: OECD – Science and Technology Outlook 2009/2
51
Tablo 4.9 – Özel sektör AR-Ge finansmanın toplam Ar-Ge harcamaları içerisindeki payı (% olarak)
(1999-2007)
YILLAR
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Avusturya
41,08%
41,81%
41,77%
44,63%
45,12%
47,16%
45,68%
48,38%
48,70%
Belçika
66,20%
62,41%
63,37%
59,38%
60,31%
60,15%
59,68%
61,04%
61,38%
Çek Cumhuriyeti
52,61%
51,21%
52,46%
53,72%
51,45%
52,82%
54,09%
56,91%
53,96%
Fransa
54,11%
52,52%
54,21%
52,11%
50,78%
50,73%
51,93%
52,33%
52,05%
Almanya
65,43%
66,05%
65,66%
65,52%
66,26%
66,56%
67,58%
68,15%
67,92%
Yunanistan
24,16%
Japonya
72,18%
72,42%
73,05%
74,08%
74,65%
Hollanda
49,66%
51,35%
51,86%
50,01%
51,06%
Polonya
38,14%
29,51%
30,77%
30,06%
Slovakya
49,86%
54,42%
56,09%
Türkiye
43,32%
42,92%
Birleşik Devletler
67,06%
EU27: Ortalama
Arjantin
Ülkeler
28,23%
31,06%
74,81%
76,12%
77,07%
77,71%
30,27%
30,48%
33,35%
33,05%
34,26%
53,56%
45,10%
38,29%
36,60%
34,96%
35,60%
44,87%
41,28%
36,21%
37,92%
43,31%
46,05%
48,45%
69,42%
67,73%
65,22%
64,26%
63,76%
64,36%
65,36%
66,18%
55,22%
55,47%
55,22%
54,01%
53,50%
53,87%
53,92%
54,95%
54,85%
25,77%
23,28%
20,79%
24,31%
26,31%
30,72%
31,02%
29,38%
29,28%
60,10%
65,67%
67,04%
69,05%
70,37%
45,39%
43,96%
37,23%
30,41%
26,87%
Çin
Romanya
33,05%
57,59%
50,21%
48,96%
47,60%
41,57%
Kaynak: OECD – Science and Technology Outlook 2009/2
52
5. AR-GE YATIRIMLARININ KÜRESELLEŞMESİNİ BELİRLEYEN ETMENLER
Teknolojik değişim bütün ülkeler açısından ekonomik gelişme, yapısal değişimler ve verimlilik artışları
anlamına gelmektedir. Özellikle son otuz yıl içerisinde hızla gelişen rekabetçi ekonomiler ülkeleri bir
yarışın içine soktu. Bu bağlamda, küreselleşme ile birlikte Ar-Ge’nin uluslararasılaşması konusu
ekonomi ve sanayi politikaları gündemine gelmeye başladı.
Ar-Ge hızla uluslararası bir boyut kazanıyor. Hem yönü hem de içerik açısından değişim geçiriyor.
Özellikle yabancı sermaye yatırımları ve uluslararası işbirlikleri Ar-Ge’nin hareketlenmesi açısından en
etkili yollar olarak karşımıza çıkıyor. Çok uluslu şirketlerin Ar-Ge faaliyetlerini gelişmekte olan ülkelere
doğru genişletmeleri, Ar-Ge‘nin uluslarasılaşmasının ardındaki nedenlerde değişiklikler olduğunu
göstermektedir. Artan rekabetçi baskılar, kısalan ürün çevrimi ve daha düşük maliyetlerde daha fazla
yenilik yapma ihtiyacı, firmaları Ar-Ge faaliyetlerini organize etmenin yeni yollarının aramaya mecbur
bırakmaktadır. Aynı zamanda, bazı gelişmekte olan ülkeler de, bu konuda bilgi ve beceri sahibi işgücü
sayısını artırmakta ve düşük maliyetlerle piyasaya arz etmektedirler. Öte yandan, Ar-Ge faaliyetlerinin
uluslarasılaşması sadece gelişmiş ülkelerin çok uluslu firmalarıyla sınırlı değildir, gelişmekte olan ülke
firmaları da, yabancı piyasalara ve mükemmeliyet merkezlerine ulaşmak için yabancı ülkelerde Ar-Ge
faaliyetleri gerçekleştirmektedirler. Uzak Doğu Asya ülkeleri Ar-Ge’nin uluslararası boyutta çekim
merkezi haline geldiler. Özellikle Çin ve Hindistan bu konu da ön plana çıkıyorlar.
Ülkelerin gelişmesine önemli katkı yapacağı bilinen Ar-Ge’nin sınırlar ötesine geçmesinin hem misafir
ülke hem de ev sahibi ülke açısından önemli sonuçları vardır. Çok sayıda ülkede politikacılar ve
uzmanlar önemli bir bilgi ve inovasyon kaynağı olan yabancı Ar-Ge faaliyetlerinin ülkelerine
çekilmesine yönelik statejiler geliştirmektedirler. Hatta OECD gibi kuruluşlar bile Ar-Ge’nin kazandığı
uluslararası boyutun önem ve anlamı üzerine birçok çalışma yapmaktadır.
5.1 Ar-Ge’nin küreselleşmesini neler tetikler?
Ar-Ge çok uluslu şirketlerin en az taşınabilir ve en az hareketli faaliyetlerinden birisidir ve bu mekânsal
katılığının ardında birçok neden vardır (Lall 1979). İleri teknik bilginin karmaşık ve örtük doğası, Ar-Ge
faaliyetini parçalamayı ve farklı birimleri farklı yerlere yerleştirmeyi zor ve maliyetli hale
53
getirmektedir. Araştırmacılar, bilgi ve fikir alışverişinde bulunmak için genellikle yüz yüze etkileşime
ihtiyaç duyarlar. Dahası araştırma becerileri birikimli bir şekilde ilerlemeye meyillidir, o yüzden daha
erken başlayan merkezler lider olarak ilermeye devam ederler. Tarih, teknolojide “mükemmeliyet
merkez”lerinin uzun zaman hayatta kaldıklarının göstermiştir. Öte yandan Ar-Ge, güçlü kümelenme
veya öbkelenme (aglomerasyon) üstünlükleri yaratan geniş yayılma etkisine sahiptir. Prestijli kamu
araştırma enstitülerinin ve üniversitelerin bir parçası olarak bulunduğu kümelenmelerde, belirli bir
yerde olmanın avantajları daha fazladır.
Bu faktörler, bir ekonomideki belirli bölgelerde veya
kümelerde inovatif faaliyetin dayanak noktası haline gelir (Patel and Pavitt 1991). Fakat Ar-Ge’nin
uluslarasılaşmasındaki en son eğilimler göstermiştir ki, bu faktörler değişmektedir ve Ar-Ge
faaliyetlerinin daha geniş coğrafyalara yayılmasına yol açmaktadır.
Ar-Ge’nin uluslararası boyutları düşünüldüğünde ortaya bazı temel sorular çıkıyor:
• Bir firmanın kendi bünyesindeki Ar-Ge çalışmalarını uluslararası boyuta taşımasının altında
hangi saikler yatmaktadır?
• Bu sürecin ÇUŞ’lar ve ülkeler için artı ya da eksi yanları nelerdir?
• Yabancı firmaların Ar-Ge birimlerini bir ülkeye çekmek için uygulanacak en uygun politikalar ve
stratejiler ne olmalıdır?
• Gelen Ar-Ge birimlerini yerel inovasyon ağına entegre edebilmenin yolları nedir? Ev sahibi
ülkenin sağlayacağı fayda açısından bu sorunya verilecek cevap büyük önem taşımaktadır.
• Ev sahibi ülkelerin kendi firmalarını dışarıya gitme konusunda desteklemeli midir?
• Bu süreç içinde kamu sektörünün rolü ne olmalıdır? Kamu sadece düzenleyici bir rol mü
üstlenmelidir yoksa yabancı firmaları çekmek ve ulusal invasyon sistemine entegrasyonlarını
sağlanmak için daha etkin bir rol mü oynamalıdır?
Her sorun için net bir cevap bulmak oldukça zor. Ama belirtilmesi gereken bazı noktalar var: Ar-Ge
çalışmalarının yapılacağı mekânın seçimi konusu da önemli bir seçim kararı gibi görünüyor. Özellikle,
rekabetçilik ve gelişmişlik seviyesini artırmak isteyen ülkeler, kendilerine yeni bilgi ve teknoloji
kaynakları
yaratma
aşamasında
potensiyel
kaynak
olarak
ÇUŞ’ların
Ar-Ge
çalışmalarını
görmektedirler.
Peki, neden firmalar Ar-Ge birimlerini buludukları ülkelerin dışına taşımak istiyorlar? Bu soruya çok
farklı cevaplar verilebilir (Narula ve Zanfei 2005; Criscuolo 2006; European Commission 2007)
54
• Yapacakları çalışma için hem maliyet açısından hem de verimlilik açısından daha uygun
olacakları bölgelere gitme isteği
• Ürünlerini yerel sisteme, değerlere, yaşam tarzına uyumlu hale getirmek, böylece pazara
erişim
• Yeni yeteneklere ve vasıflı iş gücüne erişim
• Öncü pazar ve müşterilerden öğrenmek
• Yabancı teknolojiden faydalanma
• İmalat kapasitesini geliştirmek
• Ar-Ge teşviklerden faydalanmak
• Kendi ülkesindeki olanakların (nitelikli işgücü ve biliminsanı havuzunun küçük olması)
yetersizliği
Bu nedenler de gösteriyor ki, firmaların yaptığı her hareketin altında sadece mali nedenler yok.
Özellikle yerel bilgi kaynağının gücü ve kalitesi firmalar için önemli bir neden. Tabii bu kararın
arkasında firma stratejilerinin çok önemli bir payı da var. Ülkelerin sektör ve lider firma temelli
çalışmaları yaparak, kendilerine uygun sektörlerde özel politikalar geliştirmeleri gerekmektedir.
5.2 Ar-Ge faaliyetlerinin Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) merkezlerinin dışına yayılması
Şirketler genelde Ar-Ge birimlerini merkez birimlere veya üretim faaliyetlerinin gerçekleştirildiği
mekânlara yakın yerlere kurarlar. Ar-Ge’yi uluslarasılaştırmadaki ilk adım Ar-Ge’yi tek bir yerdeki
yerleşimden alıp birçok yere götürmektir. Böyle bir girişim ise; Ar-Ge sürecinin içinde gömülü olan
örtük bilgiyi transfer etme maliyetini ve uzak mesafeler arasında araştırma faliyetini koordine etmek
gibi sorunların da üstesinden gelmeyi gerektirir. Firmalar, Ar-Ge’yi tek bir merkezde tutma veya
dıiarıya yayma kararını alırken birçok içsel ve dışsal faktörü göz önünde bulundurmak zorundadırlar:
İçsel Faktörler: Bu faktörler, Ar-Ge’de ölçek ekonomilerini, Ar-Ge ve diğer müşterek faaliyetler
arasındaki yakın ilişkiye olan ihtiyacı ve Ar-Ge sürecini merkezden idare ve kontrol etme gereksinimi
içerir (Gertler 2003, Fisch, 2003). Genelde, Ar-Ge faliyetinin daha etkin olabilmesi için, donanım veya
işgücüne asgari yatırım veya merkez yönetime veya üretim birimlerine coğrafi yakınlığın gerekli
olmasından dolayı, merkezileşme için güçlü bir yönelim söz konusudur. Eğer iletişim maliyetleri
55
yüksekse ve şirket birbirinden ayrı birimleri idare etmek konusunda gerekli yönetsel veya
organizasyonel yeteneklerden yoksunsa, bu yönelim daha da güçlenir.
Fakat Ar-Ge’nin merkezileşmesinin firmalara maliyetleri vardır. Belli bir büyüklüğün üstüne çıkan
tesisler esnekliklerini kaybederler ve firmanın başka yerlerde kurulu olan birimleriyle iletişimlerini
kaybederler. Dahası, çok yerleşkeli (multi-plant) firmalar için merkezileşmenin azalması kaçınılmazdır,
çünkü gerçekleştirilen Ar-Ge üretimi destekler ve üretim ise zaten parçalanmış bir faaliyettir. Yeni
iletişim teknolojileri ve yönetim pratikleri, ayrı Ar-Ge birimlerini yönetmenin işlem maliyetlerini
azaltır. Buna ek olarak, yeni araştırma yöntemleri bilginin formal hale gelmesini ve Ar-Ge
faaliyetlerinin bir bölümünün standarlaşmasına mümkğn hale getirir, bu da Ar-Ge birimlerinin
merkezden ayrılmasını kolaylaştırır (Patel ve Pavitt 1991, Prencipe vd. 2003).
Dışsal faktörler: Ar-Ge’nin yereşimini etkileyen dışsal faktörler, teknik beceri ve bilgi kurumlarının
göreceli olarak kullanıma açık oluşu, düşük maliyetleri, inovasyon kümelenmelerine yakınlık ve
yabancı firmaların kamu tarafından verilen Ar-Ge teşviklerinden yararlanabilmeleri olarak sayılabilir
(Carrincazeaux vd. 2001, Cantwell ve Janne 1999, Porter ve Stern 2001).
5.3 Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ)
Ar-Ge çalışmalarını uluslararası boyuta taşıyan en önemli aktör Çok Uluslu Şirketlerdir (ÇUŞ).
Firma hareketlerinde etkili olan unsurlardan bazıları: intangible, firmaya özel varlıkların bilgilerin
teknolojik aktivitelerle çoğaltılmasına olanak veren ulusal finans sistemi, temel araştırma, eğitim ve
öğrenim bağlamında ulusal yenilik sisteminin kalitesi, öğrenmeye açık araştırmacıların varlığı ve
firmaları teknoloji yatırımına itmesi düşünülen gelişmeye açık ekonomik sistem. Firmaların göbeği
sadece belli ülkelerle kesilmemiştir. Firmalar artık küresel ölçekte düşünüyor ve hareket ediyorlar,
yeni kaynaklar ve yetenekler arıyorlar.
Birçok çok uluslu şirket çekirdek inovasyon faaliyetlerini hala tek bir merkezde tutmalarına rağmen,
özellikle çok yerleşkeli operasyonları ve çeşitli ürünleri olan büyük şirketlerin çoğu artık ayrı Ar-Ge
birimlerine sahiptir. ÇUŞ’ların bu birimleri merkezde mi yurtdışında mı kuracaklarını peki ne belirler?
Genelde, çok uluslu şirketler, ülkeler arasındaki bilgi akışının maliyeti yüksek olduğunda, Ar-Ge’yi
56
kendi ülkeelrinde sürdürmeyi tercih ederler. Bu maliyetler, coğrafi, ekonomik, kültürel ve iletişim
diliyle ilgili mesafelerle birlikte artar (Fisch 2003, Jones ve Teegen 2001). Dahası, çok uluslu şirketler
inovasyon süreci ve bu sürecin çıktıları üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak istediklerinde Ar-Ge
birimini yurtdışında konumlandırmak konusunda isteksiz davranırlar. Teknoloji dışarıya sızması
riskinden dolayı, ÇUŞ’lar zayıf fikri mülkiyet hakları rejimi olan yerlerde de Ar-Ge birimi oluşturmak
konusunda isteksiz davranabilirler. Öte yandan, firma büyüklüğü ve endüstrinin yapısı da önemlidir ve
ÇUŞ’lar daha fazla deneyimleri ve organizasyonel yetenekleri olduğundan coğrafi olarak daha yayılmış
operasyonlar gerçekleştirmeye meyillidirler. Ar-Ge birimlerini denizaşırı bölgelerde daha kolayca
kurarlar. Küçük firmalar, yabancı Ar-Ge merkezlerine ulaşma ihtiyacını daha fazla hissederler, fakat
genelde ayrı Ar-Ge birimleri kurmak ve yönetmek için gerekli organizasyonel kaynaklardan
yoksunlardır.
Hızla gelişen rekabetçilik ortamı ve küreselleşme ile ortaya çıkan yeni pazarlar firmaları yeni arayışlara
itmiştir. Ar-Ge çalışmaları da artık sadece merkez ülkeden yönetilerek verimli olmuyordu zira yeni
pazarlarda ihtiyaç duyulan yetenek ve bilgilere ulaşmada da rekabet vardı. Bunun farkına varan
firmalar hızla üretim ve araştırma faaliyetlerini yeni mekânlara kaydırmaya başladılar. Bunun yanında
yeni pazarlar gelişmiş ülke olanaklarından daha uygun maliyetli araştırma olanakları sunuyorlardı. Bu
nedenle tercih edilmeye başladılar. Amayine de değişim yavaş ilerliyor. Teknoloji üreten merkez
firmalara bakıldığında, teknoloji hala ülke içerisinde üretiliyor zira firmalar teknolojiyi stratejik önemi
yanı sıra üretim süreçlerinin tamamlayıcısı olarak görmeye devam ediyorlar (Patel ve Pavitt, 1991).
Dolayısıyla daha ziyade üretime yönelik rutin Ar-Ge çalışmalarını başka ülkelerde gerçekleştiriyorlar.
Bu nedenle ülkeler önemli Ar-Ge merkezi haline gelebilmek için şirketlere yönelik büyük bir rekabet
içine girmiş durumdalar. BUurada açık olan bir konu her ülke aynı derecede Ar-Ge yatırımlarını
çekmiyor. Her ülke ya da bölge Ar-Ge’ye farklı bakış açıları geliştirmiş durumda. Ar-Ge’nin anlamı ve
ekonomiye getirecekleri her ülkede farklı algılanıyor. Bu durumda ülkelerin Ar-Ge politikaları arasında
farklılıklar yaratıyor. Bu farklılıkların altında yatan diğer başka bir unsur da ülkelerin özümseme
kapasitelerinde yatıyor. Her ülkenin gelen yatırımları kendi yerel kaynakları ile birleştirebilmesi o
kadar kolay olmuyor. Bu ilişkinin başarılı olup olmayacağı ise sanayi politikasından eğitim sistemine
kadar uzayan bir dizi etmen tarafınadn belirleniyor. Bütün bu yapılar Ar-Ge’nin o ülke için getirisine ya
katkı yapıyor ya da zarar veriyor. O nedenle ülkelerin bu alandaki politikaları, yapılacak Ar-Ge
çalışmalarının içeriği ile bütün oluşturmasına dikkat edilmesini gerektiriyor.
57
Dünya’da Avrupa, Japonya ve ABD’nin Ar-Ge çekim merkezi olarak oldukça önde ülkelerdir. ABD’de
yabancı kaynaklı Ar-Ge harcamalarının oranı yüzde 43 lerden yüzde 55’lere çıkmış durumdadır. Ancak
bu eğilim de değişmeye başlamıştır. Başka bir çalışma da firmalarn yatırım yapmak için Avrupa
dışındaki mekânları tercih etmeye başladığına işaret etmektedir. UNCTAD (2005) çalışmasına göre
2005-2009 döneminde tercih edilmesi beklenen ilk üç ülke Çin, ABD ve Hindistan olmuştur (bu anket
çalışmasının sonuçları çalışmamızın ikinci bölümünde incelenmiştir).
Öte yandan, ABD, Avrupa ve Japonya dışında yapılan Ar-Ge faaliyetlerinin artışı, yeni ve farklı çook
sayıda etmenin önemli kazandığını göstermektedir. Bunlardan biri araştırmacı işgücünün maliyeti ve
bulunabilirliği olmuştur. Bir yandan gelişmiş ülkelerde artan Ar-Ge harcamaları ve Ar-Ge maliyetleri,
öte yandan yeni ürün fiyatlarının azaltılmasına yönelik baskılar ve üretimin hızlı bir şekilde piyasaya
sürülmesi gündeme geldiği için ÇUŞ’lar:
• araştırma faaliyetlerinin daha hızlı yapılması,
• merkezi olmayan üretim faaliyetlerini dış kaynak kullanımı ile gerçekleştirilmesi
• ve Ar-Ge faaliyetlerinin daha az maliyetli ve yetenekli araştırma işgücünün olduğu ülkelere
taşınabilmesi için
yeni yollar aramaya başlamışlardır. Bu durum, çok uluslu şirketlerim ülkelerinde yeterli sayıda
yetenekli işgücü bulamadıklarında daha da önemli hale gelmektedir. Günümüzde birçok şirket kabul
etmektedir ki, özellikle yeni teknolojilere dayanan endüstrilerde - diğer şartlar verili olduğunda –
düşük maliyetler ve yetenekli işgücü arzı, Ar-Ge’nin uluslararasılaşmasında için önemli bir etmendir.
5.4 Ar-Ge faaliyetini merkezde gerçekleştirme veya dış tedarikle edinme kararını belirleyen
etmenler
1. Bilginin örtük doğası ve koordinasyon ihtiyacı: Bilgiyi transfer ve koordine etmenin maliyeti dış
kaynaklara bu faaliyeti yaptırmanın faydasından daha fazla olursa, bilginin örtük özelliğin ön
plana çıktığı Ar-Ge faaliyetlerinin firmanın kendi bünyesinde yapılması daha anlamlı
olabilircaktır. Sürecin “ayrıştırılabilirliği” bilgi formel hale geldikçe, araştırma metodları
evrildikçe, teknoloji standartlaştıkça ve koordinasyon kolaylaştıkça artar.
2. İmalatın dış tedarikle gerçekleştirilmesinin derecesi: Eğer şirketler bazı çekirdek aktivitelerde
ve taşeron üretimde uzmanlaşırlarsa, inovasyonu dış kaynaklarlarla gerçekleştirme ihtiyaçları
artar.
58
3. Şirketin Stratejik Avantajları için Ar-Ge’nin önemi: Bazı kritik faaliyetlerin dış tedarikle
gerçekleştirilmesi, rekabetçi gücü, merkezi yetenekleri ve şirketin inovasyon itibarını korumak
söz konusu olduğunda mümkün değilidir. Bu noktada piyasa lideri için inovatif bir avantajı
kaybetmenin maliyeti çok büyük olabilir. Öte yandan, kritik faaliyetler ve diğerleri arasındaki
sınır, kurumsal stratejiye, fikri mülkiyet hakları rejimine ve kontratın tarafları arasındaki
güvene bağlı olarak da değişir.
4. Uzmanlaşmış yetenek ve ekipmana ihtiyaç: Ürün inovasyonu karmaşık ve ayrıştırılabilr hale
geldikçe ve daha fazla yetenek ve deneyime gereksinim duyuldukça, tek bir firmanın Ar-Ge’nin
bütün aşamalarını gerçekleştirmesi elverişsiz hale gelir. O yüzden, ürün inovasyonlarının;
birçok girişim arasında dikey olarak ayrışması gerekir. (Ernst 2003).
5. İnovasyonun artan çok disiplinli ve çok teknolojili doğası: Teknolojilerin birçok disiplinin ortak
çalışması sonucu ortaya çıkması ve bunun sonucu olarak birçok yeteneğin de bu süreçte
gerekli hale gelmesi teknoloji temelli firmaları için rekabetçi gücün önemli bir kaynağı haline
gelmiştir (Narula 2001). Bu, birçok teknolojinin iletişim halinde olduğu ve dışsal bilgi ve
inovasyon kaynakları bulmanın gerekli hale geldiği imalat süreçleri için özellikle geçerlidir.
6. Rutin mühendislik faaliyetlerinin pahalı oluşu ve deneyime ihtiyaç duyulması: Bu, özellikle
sermaye yoğun tesislere ihtiyaç duyulduğunda, dış tedarik için önemli bir teşviktir. Bu
durumda dış tedarik sabit maliyetleri ve riski azaltmanın bir yolu haline gelir.
7. Hızlı inovasyona ihtiyaç olması: Hızlı ilerleyen birçok teknolojide, rekabetçi güç, firmaların
ürünlerini olabildiğince hızlı bir şekilde piyasaya getirebilme yeteneklerine bağlıdır. Bir isteğe
kısa sürede cevap verebilecek araştırma tesislerinin varlığı çok önemli bir avantajdır.
8. Maliyetleri azaltma ihtiyacı: Elektronik gibi birçok tüketim endüstrisinde, lider firmalar çok
geniş bir yelpasede ürünü piyasaya sürmek ve sürekli güncellemek zorundadırlar.
Özetle, ÇUŞ’ların Ar-Ge faaliyetlerini uluslarasılaştırmalarının ardındaki temel neden, ürün ve süreçleri
gittiklri ülkedeki yerel koşullara uyarlama ihtiyacıdır. Öte yandan çok uluslu şirketlerin, özellikle
Asya’daki bazı gelişmekte olan ülkelerde Ar-Ge faaliyetlerini artırmaları birçok faktörün etkisiyle
gerçekleşir:
• Büyüyen pazarlar, düşük maliyetli geniş ve yetenekli işgücü havuzu ve Asya’nın bazı
endüstrilerde giderek küresel üretim üssü haline gelmesi gibi çekme kuvvetleri
59
• Merkez ülkede bazı kategorilerde yetenekli işgücünün bulunamaması, Ar-Ge’nin artan
maliyetleri ve karmaşıklığı, çok uluslu firmalar üzerindeki daha düşük maliyetlerle daha fazla
inovasyon yapma baskıları gibi itme kuvvetleri,
• Sermaye girişi olan ülkenin kendi ulusal inovasyon sistemini güçlendirmesi, eğitime yatırım
yapması ve ve yatırım teşviklerinden yararlanması gibi siyasi faktörler,
• Bilgi ve iletişim teknolojilerinde ilerleme, yatırım ve dış ticarette liberalleşme gibi kolaylaştırı
faktörler
Tüm bu gelişmeler firmaların operasyonlarını uluslararası düzeyde yeniden yapılandırmalarını
kolaylaştırır ve firmaların böyle davranması için üzerlerinde rekabetçi bir baskı yaratır. Sonuç olarak,
Ar-Ge’nin uluslararasılaşmasının bu yeni şekli, çok uluslu firmaların artan küresel üretim sistemlerinin
mantıki olarak bir sonraki aşaması olarak görülebilir.
5.5. Yabancı Sermaye Yatırımlarının (YSY) türleri, Ar-Ge Birimleri ve Ar-GE odaklı YSY’nin mekansal
tercihleri
5.5.1 Yabancı Sermaye Yatırımları türleri
Mevcut YSY çalışmaları irdelendiğinde iki farklı YSY türünün ön plana çıktığını görülmektedir
(Criscuolo 2006; European Commission 2007; Le Bas ve Sierra 2002; Narula ve Zanfei 2005; OECD
2006 ve 2008).
Bunlardan ilki, ÇUŞ’ların sahip oldukları (gayri maddi) varlıkları artırmaya yönelik saiklerle başka
ülkelere yaptıkları yatırımları kapsar (ilgili yazında “asset-augmenting foreign direct investment” adı
verilir; Kuemmerle 1999). Bu gayri maddi varlıklar; ÇUŞ’lara faaliyet gösterdikleri sektörlerde üstünlük
sağlayan yegane unsurlardır ve üretim teknolojisi alanındaki birikimlerinin yanı sıra çalışanların
yönetim ve üretimi örgütleme becerilerini, marka olma, dağıtım, pazarlama ve ihracat gibi alanlardaki
deneyim ve becerileri de yansıtırlar (Blomstrom ve Kokko 1998).
ÇUŞ’lar kendi ülkelerinde yeterli miktarda ve/veya arzu edilen nitelikte bulunmayan yeni kaynaklara
ulaşmak istedikleri zaman, bu kaynakların bulunduğu ülkelerden YSY aracılığıyla edinmeye çalışırlar.
Böylece kendi yetkinlikleri ve bilgi havuzlarını genişletecek ve nihai olarak rekabetçiliklerini
artırabileceklerdir. ÇUŞ’lar (gayri maddi) varlıkların artırıcı yatırımlar aracılığıyla ev sahibi ülkenin de
60
güçlü olduğu bilimsel ve teknolojik alanlarda Ar-Ge birimi kurar ve Ar-Ge faaliyeti gerçekleştirirler. Bu
faaliyetler ÇUŞ tarafından “stratejik kaynak arayan Ar-Ge” olarak da adlandırılır. Bu tür YSY, sadece bir
ÇUŞ’un faaliyet gösterdiği sektördeki bilimsel, teknolojik ve inovasyonla ilgili yeni gelişmelerden
haberdar olmak amacıyla yapılabilir – ki ev sahibi ülkede istihbarat amacıyla kurulan bu tür girişimler
ilgili yazında “listening post” olarak adlandırılır.
Ancak yabancı teknoloji kaynaklarına erişmek ve onlardan yararlanmak için istihbarat amacıyla
yapılan yatırımlar yeterli olmayabilir. Bilimsel ve teknolojik bilginin örtük özelliği, Ar-Ge ve inovasyon
süreçlerinin etkileşimli doğası, ÇUŞ’ların yatırım yaptıkları ülkelerde çok sayıda rakip firma, tedarikçi
ve müşterinin de dâhil olduğu kümelerde yer almalarını ve bu kümelerde yaratılan dışsallıkları
ulaşmalarını da gerektirir. (Dunning ve Narula 1995; EIU 2004). Aynı şekilde özellikle ileri teknoloji
sektörlerinde faaliyet gösteren ÇUŞ’ların başarılı olmaları için bulundukları ülkenin üniversiteleri ve
kamu araştırma kuruluşlarıyla işbirliğine gitmeleri gerekebilir. Her ülkenin göreli üstünlük sergilediği
bilimsel ve teknolojik alanlar ve uzmanlaştığı iktisadi faaliyet kolları bir diğerinden farklı olacağı için,
“asset-augmenting” YSY’ler ülkeler arasında çapraz YSY akımları görülmesine yol açar. Ancak bu tür
YSY‘nin başarılı olması gerek firmalar arası, gerekse firmalar ile kamu ve üniversite araştırma altyapısı
arasında güçlü ve istikrarlı ilişkiler kurulmasını gerektirdiği için, daha çok gelişmiş ülkeler arasında
gözlemlenmektedir. Ayrıca son zamanlarda gelişmiş ülke olma yolunda hızlı bir şekilde ilerleyen Kore
Cumhuriyeti ve Tayvan gibi ülkeler de gelişmiş ülke firmalarını satın alma yoluyla “asset-augmenting”
türü bir YSY stratejisine başvurmaktadırlar.
ÇUŞ’ların (gayri maddi) varlıklarını artırma amacıyla gerçekleştirdikleri YSY’ler ile ilgili üç hususun
belirtilmesi gerekmektedir. İlki, bu tür YSY akımları bilim, teknoloji ve inovasyon alanındaki
gelişmelerin gittikçe karmaşıklaştığını ve ÇUŞ gibi faaliyet alanı tüm dünya olan aktörlerin bile
ülkelerinde bazı kaynaklara ulaşamadıkları için başka ülkelere yatırım yapmak zorunda kaldığını
göstermektedir – bu durum rekabet öncesi Ar-Ge sürecinde bazen rakip şirketler arasında yapılan
işbirliğini hatırlatmaktadır. İkincisi ise, 1980’lerde başlayan küreselleşme sürecine paralel olarak hızla
artan ve teknoloji-yoğun malları da içeren dış ticaretin örtük bilgi ve etkileşimli bir inovasyon süreci
sonucu oluşan bilgi ve know-how gibi unsurların ülkeler arası transferi için yeterli olmadığına işaret
etmektedir. Başka bir deyişle, uluslararası ticaret artık eskiden olduğu kadar uluslararası bilgi ve
teknoloji transferini sağlayamamaktadır. Eğer doğruysa, bu eğilimin yeni teknolojilere erişme
açısından gelişmekte olan ülkeler için önemli sonuçları olacaktır (Radosevic 1999). Son olarak, burada
bilgi ve teknoloji akışı iki yönlüdür ve hem ÇUŞ’tan yabancı iştirakine doğru cereyan etmektedir hem
61
de ev sahibi ülkeden elde edilen yeni bilgi/teknolojilerin ÇUŞ’un merkezine aktarılması şeklinde
olmaktadır.
İkinci tür YSY ise, ÇUŞ’ların (gayri maddi) varlıklarından yararlanmak, onları değerlendirmek amacıyla
ÇUŞ merkezinin bulunduğu ülke dışına yaptıkları yatırımları kapsar. ÇUŞ’lar bu ülkelerde yerel
değerler ile gereksinimleri öğrenmek ve ürünlerini tüketicilerin tercihlerine uygun hale getirmek için
uyarlama amaçlı Ar-Ge çalışmaları yürütürler. Bu uyarlama amaçlı etkinlikler ithal teknolojilerin
(makine-teçhizat, ürün tasarımı) yerli girdilerle çalıştırılması gerektiği – ve karlı olduğu –durumlarda
da ortaya çıkar (UNCTAD 2005). Bu tür uyarlamaya yönelik faaliyetler, hem ürün hem de süreç
inovasyonu şeklini alabilir ama her iki durumda da artımsal yanı ağır basacaktır. Bir tek ülkeyi
kapsayabileceği gibi, o ülkenin ağırlık merkezini oluşturduğu birçok ülkenin bulunduğu bir coğrafi
bölgeyi de kapsayabilir ve “üretime destek” adı altında hayata geçirilebilir. Üretimle sıkı bağı
dolayısıyla büyük ve hızlı büyüyen pazarların olduğu ülke/bölgelerde cereyan eder. Bu saikle yapılan
YSY’de, ÇUŞ’ların iştiraklerindeki Ar-Ge’nin temel işlevi ana şirketten transfer edilen teknolojinin
özümsenmesi ve bu teknolojiyle ev sahibi ülkede pazar payını yükseltmek, böylece ÇUŞ’un
kaynaklarını etkin olarak değerlendirebilirler. Bu durumda iki yönlü değil, ÇUŞ’tan iştirakine doğru tek
yönlü bir bilgi/teknoloji transferi gerçekleştirilir ve amaç iştirakin aktarılan (gayri maddi) varlıklar
sayesinde bulunduğu ülkedeki Pazar payının artması ve uyarlamaya yönelik A-GE faaliyetleriyle
durumunu kuvvetlendirmesidir.
Hala günümüzde ÇUŞ’ların gerçekleştirdiği YSY’lerin büyük bölümü sahip oldukları (gayri maddi)
varlıkları değerlendirmeye yöneliktir (ilgili yazında bu tür YSY’lere “asset-exploiting” adı verilir) ve ev
sahibi ülkelerde gerçekleştirilen Ar-Ge faaliyetleri bu amaca hizmet eder. Gelişmekte olan ülkelere
(GOÜ) yönelen YSY’lerin hemen hemen tamamı “asset exploiting” olma özelliğine sahiptir (“assetaugmenting” saikli YSY’nin hangi amaçlarla yapıldığı göz önüne alınırsa bu doğal bir sonuçtur); ve
dolayısıyla Ar-GE faaliyetleri ülkelerin yerel koşullarına (tüketici tercihleri, iklim koşulları, hukuki
mevzuat -çevre ile ilgili düzenlemeler gibi- ve yerel girdiler) uyum sağlamaya yöneliktir. GOÜ’lerdeki
bu durum 1990’ların başından itibaren değişmeye başlamıştır: Az sayıda ülkeyi ilgilendirse de
(hâlihazırda GOÜ’lere yönelen YSY’lerin yüzde seksenine yakın kısmı yirmi kadar ülkede
gerçekleşmektedir), ÇUŞ’ların bu ülkelere yaptıkları yatırımlar ya (gayri maddi) varlıkları artırmaya
yöneliktir ya da bu derece radikal Ar-GE faaliyetlerine yol açmasalar bile uyarlama amacıyla yapılan
faaliyetlerden daha yenilikçi bir içerik kazanmışlardır. Bu gözlem – eğer doğruysa –
yukarıda
incelediğimiz iki tür YSY’nin artık mevcut durumu açıklamada yetersiz kaldığına işaret etmektedir (bu
62
husus ÇUŞ’ların merkez ülkeleri dışında kurdukları Ar-Ge birimlerini incelediğimiz alt bölümde daha
kapsamlı şekilde irdelenecektir).
ÇUŞ’ların mevcut (gayri maddi) varlıklarını azami şekilde değerlendirmek amacıyla gerçekleştirdikleri
YSY, 1960’lı yıllarda geliştirilen uluslararası ürün çevrimi yaklaşımının YSY’lerin yönü (gideceği ülkeler)
ve özellikleri hakkındaki çıkarımlarına uygun düşmektedir (Vernon 1966). Uluslararası ticarette, bu
yaklaşıma göre, ÇUŞ’ların ülkelerindeki Ar-Ge faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan yeni ürünler (onlarla
ilgili her türlü üretim, yönetim, pazarlama, dağıtım, ihracat alanındaki ÇUŞ’ların üstün konumu
sayesinde) ilk olarak iç pazara sunulur, sonra diğer gelişmiş ülkelelere ihraç edilir ve son olarak
standart ve teknolojik canlılığı yitirmiş bir meta haline geldiklerinde –bu ürünlerin üretimindeki
mukayeseli üstünlüklerinden dolayı– üretim süreçleri GOÜ’lere kaydırılır. YSY’ler gelişmiş ya da
gelişmekte olan ülkelere yönelse de, ÇUŞ’ların kendi ülke pazarı dışındaki pazarlarda olmaları (gayri
maddi) varlıklara sahip olmalarına bağlıdır ve bu üstünlükten tam olarak yararlanmak için ürünlerini ve üretim süreçlerini- bulundukları ülkelerdeki tüketici taleplerinn özelliklerine uygun hale getirmeleri
gerektirir. Dolayısıyla Vernon’un yaklaşımında, ÇUŞ’ların yatırım yaptıkları ülkelerdeki inovasyon ve
Ar-GE faaliyetleri büyük ölçüde talep yönlü etmenler tarafından belirlenir. Dolayısıyla giderek artan
YSY akımları büyük ve/veya hızla büyüyen pazarları hedeflediği ölçüde, talep yönlü etmenler
tarafından tetiklenen inovasyon faaliyetlerinin de ÇUŞ’ların üretim süreçlerinin merkez ülke dışına
çıkarılmasına paralel olarak artması beklenebilir: Sonuçta bu tür Ar-Ge faaliyetleri gelişmiş ülkelere
nazaran GOÜ’lerde, GOÜ’ler arasında ise iktisadi büyüme hızı yüksek olan GOÜ’lerde daha sık
görülecektir.
1980’lerden itibaren ÇUŞ’ların gerçekleştirdiği YSY’ler içinde mevcut (gayri maddi) varlıkların
değerlendirilmesinden ziyade artırılmasına yönelik olanların payının artması, küreselleşme çağında
uluslararası ürün çevrimi yaklaşımının geçerliliğini tartışmaya açmıştır (Cantwell 1997). Bu yaklaşımın
günümüzde yetersiz kılabilecek unsurlardan bazıları şunlardır: (i) Ar-Ge ve daha genel olarak
inovasyon sürecinin gittikçe daha karmaşık ve maliyetli bir süreç haline gelmesi (ii) uluslararası
teknoloji transferinin sadece uluslararası ticarete konu olan mallar aracılığıyla yapılabileceği
varsayımının gerçeği yansıtmmamsı (iii) bilgi ve iletişim teknolojilerinin artan kullanımı ve hızlanarak
süren küreselleşme süreci sonucunda tüketici tercihlerinin tekdüze hala gelme eğilimi ve (iv) bir
yandan birçok gelişmiş ülkedeki bilim insanı ve mühendis havuzunun yetersizliği ve ücretlerin
yüksekliği, öte yandan az sayıda GOÜ’nün bu sorunların çözümü için cazip hale gelmiş olması.
63
Burada sadece (ÇUŞ’ların) Ar-Ge sürecinin küreselleşmesi hakkında değil daha kapsamlı bir süreç olan
bilim ve inovasyonun küreselleşmesi olgusuna ve kamunun bu süreçteki yerine kısaca değineceğiz
(Carlsson 2006; Edler 2008; OECD 2008) Burada öem arz eden husus, kamu araştırma kurumlarının ve
araştırmacılarının uluslararası etkinliklerdeki rolü ve etkisidir. Bu rol ülkelere yenilik rekabetçiliğinde
güç kazandırmaktadır. Özellikle üniversitelerin ve araştırma birimlerinin faaliyetleri önemlidir. Kamu
araştırma birimlerinin uluslararası boyut kazanması (kurumun yurtdışında ofis açması, personel
hareketliliği, çok uluslu işbirlikleri vb.) hem KOBİ’lerin küresel bilgi ağlarına daha rahat ulaşmalarına,
hem de bilgi transferine ve inovasyon sisteminin kalitesinin artmasına yol açar, hem de ülkenin yurt
dışında daha fazla tanınmasına ve ilgi çekmesine beraberinde getirir. Uygulanan politikalar kamu
kurumlarını geliştirici nitelikte olmalıdır. Bunun yanında eğitim sisteminin de uluslararasılaşmaya açık
olması gerekir. Araştırmacıların, diğer çalışanların, laboratuarların, yani bilim ve teknoloji altyapısının
dış kaynaklı Ar-Ge hareketlerine hazır olması gerekir. Bu unsurlar mevcut ise ÇUŞ’ların Ar-Ge
yatırımlarını çekmek mümkün olur.
5.5.2 Ar-Ge faaliyetleri, Ar-Ge birimleri ve Ar-Ge odaklı YSY’nin mekân tercihleri
Bu alt bölümde ilk olarak Çok Uluslu Firmaların yabancı iştiraklerinin ne tür AR-GE faaliyetlerinde
bulunduklarını inceleyeceğiz. Daha sonra bu iştiraklerde kurulan Ar-GE birimlerini mercek altına alacağız.
Ar-Ge faaliyetleri ile Ar-Ge birimlerinin birebir kesişmediğini, başka bir deyişle bir Ar-Ge biriminin birden
fazla Ar-Ge faaliyetini birlikte yürütebileceğini belirtmek gerekir. Ayrıca bu birimler zaman içinde
evrilebilir ve daha ileri/karmaşık Ar-Ge faaliyetlerini hayata geçirebilirler. Son olarak, yabancı iştiraklerin
Ar-Ge faaliyet ve birimlerinin irdelenmesinden hareketle Ar-Ge odaklı YSY’nin mekân tercihlerini
belirleyen etmenleri inceleyeceğiz.
Çok Uluslu Firmaların gelişmekte olan ülkelerde gerçekleştirdikleri Ar-Ge faaliyetleri, bu ülkelerdeki
iştiraklere atfedilen teknolojik işlevlere göre çeşitlilik gösterir. Çok uluslu şirketlerin iştiraklerinin
gerçekleştirdikleri Ar-Ge faaliyetlerinin türleri şöyle sıralanabilir (European Commission 2007; OECD
2006; UNCTAD 2005):
•
Uyarlamaya yönelik Ar-Ge
•
Yerel/bölgesel piyasalardaki üretimi desteklemeye yönelik yenilikçi Ar-Ge
•
Yeni ürün, süreç veya temel araştırmaya yönelik küresel yenilikçi Ar-Ge
•
Teknoloji gözetleme/edinme (istihbarat) amaçlı Ar-Ge
64
Yukarıdaki Ar-Ge türlerinden ilki olan ve ÇUŞ’ların yabancı iştiraklerinin ürün ve üretim süreçlerini
evsahibi ülkenin özgün koşulların uyarlama gereksiniminden doğan Ar-GE faaliyetlerini “asset-exploiting”
saikli YSY’yi irdelerken tartışmıştık. Uyarlama amaçlı Ar-Ge’nin, temel ürün desteğinden ithal edilen
teknolojilerin güncellenmesine kadar birçok çeşidi vardır. Yurtdışında yapılan bütün çok uluslu şirket
üretimleri formel Ar-Ge’ye neden olma; ürün/süreç uyarlamaları da her zaman bu formel kategoriye
girmez – dolayısıyla patentlenmeleri zordur –ancak yenilikçi içeriği zayıf olsa da düzenli olarak yapılırsa
kayda değer verimlilik artışlarına yol açabilir, firmaların rekabet gücüne olumlu yönde etki yapar.
Genelde bu tür Ar-Ge faaliyetlerin çoğu yerel üretim olanaklarının ölçeğine ve büyümesine, yerel
koşullarla teknolojinin tasarlandığı koşullar arasındaki farklılıklara ve yerel teknik yeteneklerin varlığına
bağlı olduğunu bir kez daha vurgulayalım.
Uyarlamaya yönelik ve yabancı firmaların bulundukları evsahibi ülkenin iç pazarını hedefleyen Ar-Ge’nin
daha yenilikçi Ar-Ge’ye dönüşmesi: (i) Evsahibi ülkede gerekli teknik yeteneklere sahip işgücü havuzunun
bulunmasına (ii) yabancı firmaların tedarikçilerinin Ar-Ge yeteneklerine sahip olmalarına (örneğin
otomobil sanayinde; ana sanayi firmaları ile yan sanayi firmaları arasındaki işbölümü tasarım yapma ve
tasarım doğrulamaya yönelik Ar-Ge’nin tedarikçiler tarafından üstlenilmesine doğru evrilmektedir) ve
(iii) sabit maliyeti yüksek olan teknik hizmetler için uygun bir kurumsal yapının ve desteğin varlığına
bağlıdır. Ar-Ge sonucu ortaya çıkan ürün/hizmetler evsahibi ülkeni iç pazarında sunulabileceği gibi birden
çok ülkenin bulunduğu bir coğrafi bölgeyi de hedefleyebilir.
Yerel/bölgesel piyasalara yönelik ürün/hizmeti hedefleyen yenilikçi Ar-Ge’nin küresel yenilikçi Ar-Ge’ye
dönüşmesi ise evsahibi ülkede daha üst düzey yeteneklerin/becerilerin ve kurumsal yapının olup
olmadığına bağlıdır. Bu tür Ar-Ge faaliyeti sonucunda ortaya çıkan ürün/hizmetler dünya piyasalarına
sunulabilir. Evsahibi ülkenin iç pazarı küresel piyasalara açılmadan önce gerek tüketicilerin taleplerini
algılamak için, gerekse üretime başlamak için kullanılabilir.
Yukarıda değinilen üçüncü tür Ar-GE faaliyeti, ÇUŞ’ların Ar-Ge’lerini özellikle gelişmekte olan ülkelere
getirmelerinin tek yolu değildir. Bazı gelişmekte olan ülkeler çok uluslu şirketlerin üretimle bağlantısı
olmayan Ar-Ge faliyetlerini de çekmektedirler (özellikle Çin ve Hindistan). Öte yandan, teknoloji
gözetleme birimleri Ar-Ge’nin başka bir örneğidir ve temel işlevleri dünya piyasalarındaki teknolojik
gelişmelere ayak uydurulmasını sağlamak ve oralardaki öncü yeniliçi ve tüketicilerden öğrenmektir. Öncü
65
pazarlar, tüketici ve yenilikçilerden öğrenmek Ar-GE aaliyetinin aratırma unsuru için bir çok sektörde
önem kazanmıştır.
Mevcut çalışmalar üç farklı yabancı Ar-Ge biriminin varlığına dikkati çekmektedir (Harfi vd. 2007;
Sachwald 2008; UNCTAD 2005).
Yerel Geliştirme Merkezleri (YGM): YGM’ler yabancı iştiraklerin üretim sürecinde karşılaştıkları
sorunları çözmek üzere kurulmuşlardır ve büyük ölçüde uyarlama amaçlı
Ar-Ge faaliyetlerini
yürütürler. ÇUŞ’ların üretim faaliyetleri merkez ülkelerin dışına çıktığı ölçüde – başka bir deyişle
üretim süreci küreselleştiği ölçüde –YGM’lerin sayısı artacaktır. Bu Ar-Ge birimleri daha ziyade
araştırma yapan birimlerden sayıca fazladırlar ve onlara göre daha dengeli bir şekilde dağılmışlardır.
YGM’lerin bulunduğu mekânlar ÇUŞ’ların küresel üretim üslerinin cografi dağılımı tarafından belirlenir
ve bu dağılım da ülke/bölge temelli talebe ve talebin artış hızına bağlıdır. YGM’ler, ÇUŞ’ların (gayri
maddi) varlıklarını değerlendirme saikiyle yaptıkları yatırımlarla yakında ilişkilidir.
Küresel Araştırma Laboratuvarları (KAL): KAL’lar ÇUŞ’ların küresel inovasyon sürecine; mevcut (gayri
maddi) varlıklarını artırarak ve araştırma sonuçlarının çok sayıda ülkede uygulama bulmasıyla katkıda
bulunurlar. KAL’lar; ÇUŞ’ların küresel araştırma laboratuvarlarının parçası olabilir ve merkezdeki ArGe biriminden özerk olabilirler; ya da kısmen de olsa ÇUŞ’ların merkezdeki Ar-Ge kaynaklarından
yararlanabilirler; evsahibi ülkede ana firmanın ihtiyacının olan teknolojileri şirket satın alarak
edinebilirler ya da hızla gelişen teknolojik eğilimleri izlemek için ÇUŞ’un istihbarat kolu olarak görev
yapabilirler. Gerek gelişmiş, gerek gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren yabancı şirketler
herhangi bir ÇUŞ’a bağlı olmaksızın sın derce özgül bir alanda bir ünverste ile işbirliği yaparak olarak
faaliyet gösterebilirler. KAL’ları şirket satınalma yoluyla ya da sıfırdan YSY (greenfield investment) ile
kurulurlar ve daha sonraki aşamalarda mükemmeliyet merkezleriyle ilişkiye geçerler. KAL’lar öncü
tüketicilerin, diğer rakip firmaların ve ileri araştırma altyapısının ve yeteneklerinin bulunduğu
mekânlarda faaliyet gösterirler. KAL’ler daha ziyade ÇUŞ’ların mevcut (gayri maddi) varlıklarını
artırmayı hedefleyen YSY’lerin mantıki sonucudur. Yapılan çalışmalar, küresel inovasyon sistemlerinin
gelişmesiyle birlikte KAL’lerin sayısının arttığını ancak hâlihazırda sayıca YGM’lerden çok daha az
olduğuna işaret etmektedirler. Doğal olarak sayıca az olmaları KAL’larin faaliyetlerinin ÇUŞ’ların
inovasyon sürecine katkılarının YGM’lerin yaptığı kkatkıdan daha az olduğu anlamına gelmez.
66
Küresel Geliştirme Merkezleri (KGM): ÇUŞ’ların Ar-Ge çalışmalarının arka ofisidirler ve deneme, test,
bilgisayar programı yazılımı gibi çalışmaları yürütürler (YGM’ler evsahibi ülkelerde ÇUŞ’ların ön
ofisidirler zira üretim faaliyetleri dolayısıyla müşteri ve tedarikçilerle doğrudan ilşki içindedirler.
KAL’lar ise ÇUŞ’ların ana faaliyetlerinin yürütüldüğü birimlerdir). Görece yeni bir Ar-Ge birimi olan
KGM’ler, ÇUŞ’ların artış gösteren Ar-Ge maliyetlerini azaltma hedeflerine hizmet ederler ve bu
nedenle maliyet/etkinlik oranı bu birimlerin nerede kurulacağını belirleyen başlıca unsurdur.
Hindistan bu KGM’lerin en gelişmiş örneklerinin olduğu tek ülke ve giderek global Ar-Ge ağında
merkez ülke konumuna geldiği söylenebilir. Bazı yeni AB üyeleri, Rusya ve Çin gibi ülkeler de Ar-Ge
çalışmaları için uygun ortam oluşturmaya başladılar. Ancak, özellikle Çin’de faaliyet gösteren ÇUŞ’ların
Ar-Ge birimi kurmalarını belirleyen başlıca etmen hala büyük ölçüde ya ihracat pazarları için ya da Çin
pazarı için yapılan üretimin hacmidir; düşük ücretlerle çalışan geniş bir bilim insanı ve mühendis
havuzunun varlığı değildir.
KGM’lerin, ÇUŞ’ların (gayri maddi) varlıklarını artıran mı yoksa bu varlıkları değerlendirmesini
sağlayan bir YSY türü olduğu tartışmaya açıktır. KGM’ler ilk başta ÇUŞ’lerin Ar-GE faalyeterini bir
bölümünün merkez ülkeden bu faaliyetekri yapan işgücü malietinin daha düşük olduğu ülkelere
kaydırılması sonucu ortaya çıkarlar ve ÇUŞ’ların (gayri maddi) varlıklarını artırma gibi bir etkisi olmaz
(öte yandan KGM’lerin faaliyetlerinin (gayri maddi) varlık değerlendirici olup olmadığı da tartışmaya
açıktır). Zaman içinde taşeronluk faaliyetlerine son verip daha karmaşık işler yapan özerk birimler
haline gelebilirler ve bilim ve teknoloji altyapısının unsurları işbirliğine gidebilirler. Ayrıca ilk
aşamadaki rolleri sadece maliyetleri aşağıya çekmekle sınırlı kalmayabilir, aynı zamanda inovasyon
sürecinin ürün geliştirme aşamasını kısaltabilir - daha fazla insangücü kullanarak ya da mevcut
işgücünü ÇUŞ’un merkezi ile evsahibi ülke(ler) arasındaki saat farklarından yararlanarak daha fazla
çalıştırarak.
Ar-GE küreselleşmesi üzerine yapılan yapılan çalışmalar, ÇUŞ’ların küresel inovasyon ağları
kapsamında yukarıdaki üç farklı Ar-Ge birimininden farklı ölçülerde yararlandıkalrını göstermektedir.
Gelişmekte olan/yükselen (emerging) ekonomilerin daha çok YGM ve KGM türü geliştirme odaklı
birimleri çekmekte, gelişmiş ükeleler ise KAL benzeri birimlere evsahipliği yapmaktadırlar. Bir başka
deyişle, GOÜ’lerde ÇUŞ’ların aşina olduğu aratrma-geliştirme faaliyetteleri yürütülmekte, gelişmiş
ülkelerde ise ÇUŞ’lar yeni araştırma alanlarına yönelmektedirler.
67
Öte yandan, çok sayıda KAL’ın kurulduğu mekânlar ile KGM’lerin işlevleri birbirlerinden farklı
olacaktır. ÇUŞ’ların teknoloji edinme (technology sourcing) amaçlı YSY yapıp yapmadığı (ve bu tür
YSY’ye tekabül etmesi beklenen Ar-Ge birimlerini kurup kurmadığı) ÇUŞ’ların faaliyet gösterdikleri
sektörlere göre değişecektir. Düşük ya da orta dereceli teknoloji yoğun sektörlerdeki Ar-Ge faaliyetleri
daha merkezi ve üretime yönelik bir özellik kazanacaklardır. İleri teknoloji sektörlerinde ise durum
daha farklı olacaktır. KAL’ların küresel ölçekte dağılımında herbir sektörde ve bilimsel alanda ileri
araştırmaların nerede yapıldığına bağlı olarak değişecektir. Son olarak, aynı sektörde faaliyet gösteren
ÇUŞ’ların küresel inovasyon ağların ülkelerine, stratejilerine ve uluslararası alanlardaki deneyimlerine
göre değişebilir.
Yukarıda irdelenen unsurlar, YSY yazınında uzun süredir vurgulanan ÇUŞ’ların (gayri maddi) varlıklarını
artırmaya yönelik YSY ile değerlendirmeye yönelik YSY arasındaki ayrım, Ar-GE‘nin küreselleşmesi
sürecini belirleyen etmenleri açıklamaktan uzatır. Bu nedenle, Ar-Ge’nin küresel ölçekte örgütlenmesi
üretimin aynı düzeydeki örgütlenmesini andırmaktadır. Bu süreçte Ar-GE birimlerinden bazıları
pazarlara girmeyi sağlamakta, diğerleri ise ÇUŞ’ların değer zincirlerini optimum düzeye taşımayı
amaçlamaktadırlar.
Tablo 5.10’da bu bölümde incelenen üç Ar-Ge biriminin coğrafi dağılımını etkileyen unsurlar
verilmiştir. Bu unsurlar arz yönlü (bilim ve teknoloji altyapısı arzı) ve talep yönlü olarak iki ye
ayrılmıştır. Bilim ve teknoloji ortamının düzeyi/kalitesi her üç Ar-Ge birimi üzerinde çekme etkisi
yapmaktadır. YGM için taleple ilgili undurlar, KAL için mükemmeiyet merkeleinin varlığı ve
üniversitesnayi işbirliğinin önemi, KGM’de ise bazı Ar-Ge faaliyetleri için maliyet/etkinlik oranı ön
plana çıkmaktadır.
Tablo 5.10 - Ar-Ge birimlerinin mekânsal dağılımını belirleyen unsurlar
Yerel Özellikler
Ar-Ge birimi
Bilim ve Teknoloji Arzı
Talep
Yerel Geliştirme Merkezleri
Eğitimin kalitesi (mühendisler,
teknikerler...vs) ve yerel teknolojik
altyapı
Büyük yerel pazarlar
Küresel Araştırma
Laboratuarları
Mükemmelliyet merkezleri, araştırma
ve endüstri dünyaları arasındaki
sağlam ilişkiler
Öncü pazar
68
Küresel Geliştirme
Merkezleri
Bazı Ar-Ge çalışmaları için başarılı
maliyet/etkinlik oranları
---
Fikri mülkiyet haklarının korunması
Kaynak: Sachwald (2008). Herbir Ar-Ge biriminin konumlandırılmasını belirleyen başlıca etmenler koyu renkle
gösterilmiştir.
Son olarak Tablo 5.10’dan hareketle herbir Ar-GE biriminin hangi mekânlarda (ülkelerde) kurulacağı
hakkında öngörüde bulunabiliriz.
YGM’lerin üretim süreciyle önemli bağları vardır ve bu nedenle yeni YGM’lerin takgn hızla artığı
bölgelerde yani gelişen/yükselen ekoomilerde (özellikle de Asya ve yeni AB üyesi ülkelerde)
kurulmasını bekleyebiliriz. Mevcut YGM’lerin çoğu gelişmiş ülkelerde kurulmuş olsa bile, GOÜ’lerin
payının yakın bir gelecekte artması beklenebilir. KAL’ların ise büyük ölçüde gelişmiş ülkelerde
konumlandırılmasını bekleyebiliriz – bu ülkelerde mükemmeliyet merkezlerine, üniversitelere ve
kamu araştırma enstitülerine yakın yerlerde olacaklardır. KGM’ler ise düşük ücretli geniş bir bilim
insanı ve teknisyen havuzunun bulunduğu ülkelere yöneleceklerdir.
6. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE UYGULANAN POLİTİKALAR
YSY’lerin bir kolu olarak yabancı Ar-Ge çalışmalarının desteklenmesi ülkelerin yenilikçilik karakterini
geliştiren önemli unsurların başından geliyor. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri açısından önemli olan bu
konu esasen uluslararası firmalar için de bir zorunluluk halini almış durumdadır. Rekabetçi Pazar
koşulları firmaları Ar-Ge’ye yatırım yapmak zorunda bırakmaktadır.
Birçok ülke YSY çekebilmek için politikalarını gözden geçirmeye başlamışlardır. Yerel aktörlerin
desteklenmesi ve yabancı firmaların yatırım olanaklarının artırılması, Ar-Ge’ye yönelik YSY’leri
artırmak için özel küme politikaları, yabancı yatırımcıya destek, alt yapının güçlendirilmesi, vb. bir dizi
politika uygulanmaya başlandı.
Esasen politikaların esas amacı yabancı yatırımları çekmek, bu yatırımlar sonucunda oluşan bilgi
yayılımını maksimize etmek ve eksik olunan konularda yabancı bilgi kaynaklarına ulaşmak. Özellikle
69
Türkiye gibi teknolojide söz sahibi olamayan ülkeler, dışarıdan bilgi akışına ve bunu özümsemeye
büyük ihtiyaç duymaktadırlar.
Politikaların temelinde uygulamaya yönelik bazı sorular vardır. Örneğin yabancı yatırımla gelen
Inovasyon çalışmalarının net sonuçları tam nedir? İstenmeyen durumlarla başetme yolları nedir?
Yabancı firmadan yerel ağa teknoloji trafnsferi için en etkili yöntemler nelerdir? Bir firmayı kendi
ülkesi dışındaki yerlerde ar-ge faaliyetlerinde bulunması için teşvik etmek doğru mudur? Bu tip
sorular bugün bile hala kesin cevap verilememiş sorulardır. Başarılı politika uygulamaların sonuçlarını
hemen almak zordur. Deneme yanılmalarla uzun bir sürenin sonunda doğru adımların bulunması
olasıdır. Ama bunu için hedeflerin kesin olarak belirlenmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda, politika yapıcılar için temel sorun tanımlama sorunudur. Yani, Ar-Ge konusunun hem
kendisinin hem de ortamının oldukça heterojen olmasıdır. Ar-Ge çalışmalarına yüklenen anlam
beklentileri ve politikaları da farklılaştırmaktadır. Japonya, Hindistan gibi çok başarılı ülkelerin
politikaları AB, Türkiye gibi ülkelerde aynı başarıyı sağlamayabilir. Doğaldır ki, sonuçlar sektörden
sektöre, teknolojik yatırımlardan yatırımlara ve hatta iş modellerinden modellerine değişkenlik
gösterir. Her ülkenin kendine özgü bilgi, teknoloji ve sanayi profili vardır. Ağ yapıları bile farklı
olduğundan kar-zarar sonuçları her ülke de aynı olmayacaktır.
Öte yandan, Çok uluslu şirketlerin Ar-Ge’yi belli başlı gelişmiş ülkeler dışındaki ülkelere de taşımaları,
çok uluslu firmaların Ar-Ge ağlarına, gelişmekte olan ülkelerin katılmaları için yeni fırsatlar yaratmıştır.
Fakat bazı gelişmekte olan ülkeler hala bu ağın dışında kalmakta ve bu ülkelerle aktif olan diğer
ülkeler arasındaki teknoloji ve inovasyon yetenekleri açığı sürekli genişlemektedir. Amaç bu açığı
kapatmaktır. Çok uluslu şirketlerin Ar-Ge ve bilgi ağlarına katılan ülkelerin deneyimleri göstermiştir ki;
çok uluslu şirketlerin Ar-Ge birimlerini kuracakları yerleri seçme kararlarında ülkelerin politikaları ve
kurumsal yapıları önemli rol oynamaktadır. Ar-Ge yatırımı kararı, ülkelerin hâlihazırda sahip oldukları
kaynaklardan ziyade, “yaratılmış varlıklar”ı tarafından belirlendiği için, hükümetlerin çok uluslu
şirketlerin Ar-Ge yatırımı yapacakları yerler konusundaki kararlarını etkileme şansı mevcuttur.
Böylece, gelişmekte olan bu ülkeler çok uluslu şirketlerin Ar-Ge’yi uluslarasılaştırma faaliyetlerinden
faydalanabilirler.
Firmaların inovasyon yapma kabiliyetleri, faaliyet gösterdikleri alana da bağlıdır.
Bu yüzden,
inovasyonu teşvik eden politikaları incelemek için “ulusal inovasyon sistemi”ne bakmak yararlı bir
70
yöntem olabilir (Bkz. Şekil 6.12). Ulusal inovasyon sistemini anlamak; inovasyon performansını
artırmak ve kurumsal yapı içindeki eksiklikleri belirlemek için politikacılara yardımcı olabilir.
Kurumların sağlam yapıları, yerel teknoloji enstitüleri ve girişimlerdeki inovasyon kabiliyetlerini
güçlendirecek politika hedeflerinin oluşu ve Ar-Ge’nin sonuçlarının ticari olarak değerlendirilmesini
sağlayacak mekanizmaların desteklenmesi ulusal inovasyon sistemi için önemlidir. Bu öncüllerin
gerçekleştirilmesi ise,
hükümetler tarafından etkilenebilecek ve şekillendirilebilecek faktörlere
bağlıdır: örneğin, işgücünün yeteneklerinin geliştirilmesi, girişimcilik ve risk alma kültürünün
yerleşmesi için teşvikler yaratılması, kamu kurumlarının kalitesinin artırılması için çalışmalar
yapılması, risk sermayesine erişimin sağlanması, ticaret ve rekabet politikalarının ve yönetişim
yapılarının kurulması gibi (Andersson 2005).
Tüm bunlara ek olarak, hükümetler ulusal inovasyon sistemi içindeki aktörler arasında etkileşimi
güçlendirmek için bazı önlemler de alabilirler. Ar-Ge’nin uluslarasılaşması sürecinden en fazla faydayı
sağlamak için birçok politika ve kurumsal alan göz önünde bulundurularak değerlendirme
yapılmalıdır.
Başlangıç noktası, inovasyonu teşvik etmek için bir kurumsal yapının kurulmasıdır. Özellikle “insan
kaynağının mevcut olması, maliyeti ve kalitesi, kamu araştırmasının rolü, fikri mülkiyet hakları ve
rekabet politikası” alanlarında belirli politikalar geliştirmek gereklidir. Bu çabalar bir ülkenin
karşılaştırmalı üstünlük ve teknolojik uzmanlık kazanmasında ve kalkınma yolunu şekillendirmesinde
önemli katkılar sağlar. Yabancı doğrudan yatırım politikası da, arzu edilen formda ve etkide doğrudan
yabancı yatırımın çekilebilmesi için hayati öneme sahiptir. Bunun altında bir yandan yerel pazardaki
teknolojilere ve ilişkilere uyum sağlama ve sermaye girişi olan ülke de konum sağlama çabası, diğer
yandan Ar-Ge çalışmaları, firmanın tüm üretim sürecinin önemli bir parçası ve en verimli nerede
gerçekleştirilecekse o bölgeye götürülüyor. Özellikle pazar ve yetenek amaçlı hareketler oluyor.
Özetle, rekabetçiliğin hızla arttığı dünyamızda, Ar-Ge çalışmalarının ülkeye çekilmesi şansa
bırakılamayacak kadar önemli bir unsur haline geldi.
Son olarak, hükümetlerin özellikle sanayi odaklı politikalar ve küçük ve orta ölçekli firmaları
ilgilendiren uygulamalarla; yerel girişimci sektörün yeteneklerinin gelişimine önem vermesi
gerekmektedir. Politik ve makroekonomik istikrarın garanti altına alınması ve finansal piyasaların tam
işler halde olması da bu noktada önemlidir.
71
Çok uluslu firmaların inovasyon faaliyetlerini desteklemek ve teşvik etmek için; ülkelerin kendilerine
has karşılaştırmalı üstünlüklerinin ve kalkınma stratejilerinin de göz önünde bulundurulmasıyla;
kurumsal yapılarının güçlendirilmesi için temelde dört alanın desteklenmesi önerilmektedir: İnsan
kaynakları, kamu Ar-Ge faaliyetleri, fikri mülkiyet hakları ve rekabet politikası.
72
Şekil 6.13 - Ar-Ge odaklı doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve Ulusal İnovasyon Sistemi
i. İnsan kaynakları
Kalkınma için insan kaynağının önemi kabul edilmektedir. Bu durum, Ar-Ge’nin uluslararasılaşmasıyla
ilgili politikalar söz konusu olduğunda da kabul edilen bir gerçektir. Birçok araştırma göstermiştir ki;
yetenekli insan gücüne ulaşmak çok uluslu şirketlerin, Ar-Ge birimlerini konumlandıracakları yerleri
belirleme kararlarında önemli bir rol oynamaktadır. Bilindiği üzere, çok uluslu şirketlerin gelişmekte
olan ülkelerde Ar-Ge yatırımı yapmalarının önemli bir sebebi de bilgili ve yetenekli iş gücüne
ulaşmaktır. Yetenekli ve donanımlı işgücü ise, eğitim standarlarının yükselmesini amaçlayan uzun
dönemli ve planlanmış politikaların sonucu ortaya çıkar.
İnsan gücüne yatırım yapmanın en önemli yollarından birisi, donanımlı iş gücü kaynağının
geliştirilmesidir. Genelde, inovasyon yapabilmek için yüksek eğitim almış olmak bir ön koşul
olmamasına rağmen, çok uluslu firmalar gibi büyük şirketlerde inovasyonlar; yeni bi icadın üzerine
konan marjinal (incremental) yenilikler silsilesiyle geliştirildiği ve bunu başarabilmek için teknik ve
bilimsel yeteneklere ihtiyaç olması kaçınılmaz olduğundan, yüksek öğretim önemli hale gelmektedir.
Unutulmaması gereken bir nokta da; böyle bir yüksek eğitim almış kalifiye mühendislerin ve bilim
73
adamlarının varlığı,
bu işgücünün kalitesi ve uzmanlaşma alanları çok uluslu şirketlerin Ar-Ge
faaliyetleri için önemlidir. Bunun için de eğitim sistemindeki iyileştirmeler ve politikalar, diğer
alanlardaki politikalarla paralel olmalı, eğitim sistemi ise gelişen ve değişen ihtiyaçlara ve sektörlerin
taleplerine göre güncellenmeli ve şekillendirilmelidir. Fakat insanların sadece eğitilmesi de yeterli
değildir, gerekli ihtiyaçlara karşılık verebilecek kapasitede sürekli güncellenmiş yetenek ve donanım
birikimine sahip olmak da önemlidir.
Ülkeler bu sürece, çok uluslu şirketlerin yabancı iştiraklerini de dahil edebilirler ve onların
üniversiteler ve diğer eğitim kurumlarıyla ortak projeler gerçekleştirmelerini sağlayabilirler. Diğer bir
yol ise, insan gücünü diğer ülkelerden transfer etme yöntemidir. Çünkü çok az ülke, ihtiyacı olan
yetenekli işgücünü yaratma potansiyeline sahiptir. Örneğin Amerika, küresel bilgi göçünü en çok alan
ülkelerden birisidir. 90’ların donunda MIT ve Stanford’daki post-doc öğrencilerinin yarısından
fazlasının yabancı ülke vatandaşı olduğu gözlemlenmiştir (UNCTAD, 2005:205). Avrupa ülkeleri de
yabancı uzmanları çekmek için çok önemli adımlar atmışlardır(özel vergi kanunları, yabancı
uzmanların kolay göç etmelerini sağlamak için özel programlar gibi).
ii.Kamu sektöründeki araştırma yeteneklerinin rolü
Kamu sektörü ulusal inovasyon sisteminde, özellikle temel araştırma konusunda, çok önemli rol
oynar. Birçok gelişmekte olan ülkede ise, üniversiteler ve araştırma enstitüleri Ar-Ge faaliyetlerinin
nerdeyse tamamını gerçekleştirirler.
Kamu araştırma enstitülerinin, ulusal inovasyon sisteminde üç temel görevi vardır (Patel ve Pavitt,
1994):
1. Temel araştırma ve mühendislik/geliştirme faaliyetlerini gerçekleştirmek ve yeni bilgi üretmek
2. Firmalar için bazı teknik servisleri (test etme, danışmanlık) sağlamak
3. Araştırmacıların eğitim ihtiyaçlarını karşılamak.
Ülkeler geliştikçe, kamu araştırma enstitüleri tarafından gerçekleştirilen işin doğası daha karmaşık
hale gelir. Birçok gelişmiş ülkede, üniversiteler ve kamu araştırma enstitüleri temel araştırma alanında
anahtar rol oynarlar.
Başlangıçta,
kamu sektöründe inovatif yeteneklerin oluşturulması ve
geliştirilmesi maliyetli olsa da, eğer özel sektör Ar-Ge faaliyetleri gelişirse ve kamu Ar-Ge
74
faaliyetleriyle yakın ilişkiler kurarsa, kamu Ar-Ge faaliyetleri teknolojik gelişme için önemli bir kaynak
haline gelecektir. Özel sektörün yerel aktörleriyle güçlü bağları olan araştırma enstitülerinin yabancı
ortaklar bulması da kolaylaşacaktır.
iii.Fikri mülkiyet haklarıyla ilgili politikalar
İyi tanımlanmış, dengeli ve yaptırım gücü olan bir fikri mülkiyet hakları sistemi, özellikle gelişmiş
inovasyon kabiliyeti olan ülkelerde ulusal inovasyon sisteminin önemli bir parçasıdır. Bilgi varlıklarına
bir mülkiyet atfedilmesi, bilginin üretilmesi ve ticari anlamda değiş tokuşa konu olmasını özendirir.
Öte yandan, sermaye girişi olan ülkedeki firma ve kurumların, çok uluslu şirketlerle işbirliği yapmış
olmalarından dolayı elde edecekleri kazançların korunmasına da yardımcı olur.
Gelişmekte olan ülkeler, fikri mülkiyet haklarının korunmasını güçlendirerek çok uluslu firmaların ArGe birimlerini kurmaları için çekici hale gelebilirler, fakat bu bir önkoşul olarak düşünülmemelidir.
Çünkü insan kaynağın ülkede mevcut olması, altyapı ve yerel inovasyon kapasite gibi diğer faktörler
daha önemli olarak görülmektedir.
iv.Rekabet politikası ve inovasyon
Rekabet politikası, bir ülkenin ulusal inovasyon sisteminin, inovasyon yapılmasına olanak sağlayan ve
çok uluslu firmalarına bu ülkede gerçekleştirdikleri Ar-Ge faaliyetlerinden en az maliyetle en fazla
faydayı sağlayabileceklerini garanti eden, kurumsal yapısının tamamlanmasında önemli rol oynar.
Rekabet politikası, Ar-Ge ‘de yabancı doğrudan yatırımları destekleyen proaktif bir araç değildir, fakat
rekabetçi bir ortamın sürekliliğini sağlayarak inovasyonun ortaya çıkmasını destekler.
Rekabet ile inovasyon arasındaki ilişkinin karmaşık olduğu söylenebilir. Geleneksel endüstriyel
organizasyon yazını piyasada yoğunlaşma ile inovasyon arasında pozitif bir ilişki olduğunu iddia
ederken, bazı deneysel çalışmalar piyasadaki rekabetçi güç ile inovasyon çıktıları arasında pozitif bir
ilişki olduğunu göstermektedir (Geroski 1994, Blundell vd. 1999). Genel kabul gören bir gerçek ise,
rekabet politikasının inovasyonu gerçekleştiren ve sonuçlarından faydalanan aktörler arasındaki
ilişkiyi daha fazla dikkate alarak daha dinamik bir bakış açısına sahip olması gerektiğidir. Çünkü
75
firmalar birbirlerinden izole olarak inovasyon yapmazlar ve inovasyon süreci için tüketiciler, üreticiler
ve rekabetçiler arasında yakın bir ilişki gereklidir (UNCTAD, 2005:211).
6.1. Ar-Ge odaklı yabancı sermaye yatırımların teşvik edilmesi
Mevcut araştırmalar göstermektedir ki, artık Ar-Ge’nin anlamının küresel pazar ekonomisi ve artan
rekabet ortamında değiştiğini ve daha yenilikçi ve hızlı ve sonuca yönelik olması gerektiğini
göstermiştir. Ar-Ge’nin yayılmasının önündeki engellerin aynı zamanda ICT’lerin gelişmesini ve
uluslarası düzenlemelerin oluşturulmasını engellediği de ortaya çıkmıştır.
Çok uluslu şirketlerin Ar-Ge’yi uluslarasılaştırma faaliyetlerinin sağladığı faydalar değerlendirilirken,
doğrudan yabancı yatırım politikalarının da önemi büyüktür. Doğrudan yabancı yatırım politikaları
prensipte, endüstri, bölgesel ve bilim ve teknoloji politikalarının bir türevi şeklinde olmalıdır. Bu
süreçte, yatırım teşvik ajansları, özellikle ulusal inovasyon sistemi içindeki diğer aktörlerle yakın
ilişkiler kurabilirlerse, oldukça önemli hale gelirler. Ayrıca performans gerekleri, teşvikler ve
teknoparklarla ilgili doğrudan yabancı yatırım politikaları da gerekli ve önemlidir.
i. Yatırım Teşvik Ajanslarının rolü
Ülkelerin çok uluslu şirketlerin Ar-Ge’nin uluslarasılaşması faaliyetlerinden faydalanmaları için genel
stratejisinde yatırım teşvik ajanslarının (YTA) en uygun rolü, ülkenin gelişmişlik seviyesi, karşılaştırmalı
üstünlüğü, kurumsal yapısı ve kalkınma hedefleri gibi birçok faktöre bağlıdır. Bir yatırım teşvik
ajansının temelde iki fonksiyonu vardır. Bunlardan ilki mevcut yatırım fırsatlarını pazarlamak ve bunlar
konusunda bilgilendirme yapmaktır. Özellikle Ar-Ge ile ilgili doğrudan yabancı yatırım söz konusu
olduğunda, seçilecek yerin güçlü ve zayıf yönleri ve Ar-Ge projeleri üretme potansiyeli dikkatli bir
şekilde değerlendirilmelidir. Bu noktada yatırım teşvik ajansının rolü, çok uluslu firma için Ar-Ge
fırsatlarını aktif olarak ortaya çıkarmak değil, politik olarak o bölge için lobi yapmaktır. Yatırım teşvik
ajansı, bölgenin çok uluslu şirketlerin bilgi yoğun aktiviteleri için daha çekici hale gelebilmesi için, ilgili
kamu otoritelerinin ilgisini bu yöne çekmekle görevlidir. YTA, özel ve kamu sektörü arasında bir köprü
görevi görebilir ve çok uluslu firmaların Ar-Ge faaliyetlerinden faydalanmak için nelerin gerekli
olduğunun anlaşılması için çaba sarfedebilir. Bir YTA’nın yapıcı ve etkin rol oynaması için, gerekli
hükümet birimleriyle iyi kurulmuş ilişkilerde bulunması ve gerekli konularda iyi tanımlanmış bir
reçeteye sahip olması gereklidir.
76
ii. Performans gereklilikleri
Bazı ülkeler, çok uluslu şirketleri daha fazla Ar-Ge yapmaya ve ekonomilerinde daha fazla inovasyona
yönelik faaliyette bulunmaya yönetmek için “performans gereklilikleri” uygularlar. Bu kapsamında, en
bilinen politika aracı Ar-Ge gereklilikleridir, fakat teknoloji transferi ve ortak risk sermayesi
gereklilikleri de söz konusu olabilir. Teknoloji transferi gerekliliğinin ardındaki neden ise, evsahibi
ülkenin kaynaklarına uygun olan teknolojileri yabancı şirketlerin uyarlamalarını sağlamak ve bilgi
transferini gerçekleştirmektir. Fakat çok uluslu şirketler, kendi amaçlarına hizmet etmediği sürece
bilginin tamamen aktarılması taraftarı değillerdir. Ortak risk sermayesi gerekliliği ise, bilginin ve
teknolojinin yabancı şirketlerden yerel ortaklarına yayılmasını teşvik etmek için kullanılır.
iii. Ar-Ge teşviklerinin artan kullanımı
Gelişmiş ülkelerin çoğu ve artan sayıda gelişmekte olan ülke Ar-Ge faliyetlerini cazip kılmak için bazı
teşvik formları kullanmaktadırlar. Birçok durumda, kamu destekleri yerli ve yabancı şirketlere eşit
şartlarda sağlanmaktadır. Ar-Ge teşvikleri söz konusu olduğunda, hükümetler hangi kamu
teşviklerinin en uygun olduğunu belirlerken çok dikkatli olmalılar ve bütçe ve yönetim uygulamalarını
da göz önünde bulundurmalılardır. Hükümetin Ar-Ge desteklerinin ardındaki temel mantık, eğer ArGe kararı ve faaliyeti piyasaya bırakılırsa, firmaların belirsizlik sorunundan dolayı Ar-Ge’ye az yatırım
yapacakları ön kabulüdür. Bu yüzden teşvikler, sosyal olarak en uygun Ar-Ge seviyesini garantilemeyi
amaçlar.
Fakat Ar-Ge teşviklerinin sağlanması konusunda da birçok güçlük vardır. Diğer teşvik türlerinde de
olduğu gibi, ülkeler arasındaki uluslarası rekabet kamu fonlarının israf edilmesine ve küresel
ekonomik sapmalara sebep olabilir. Diğer yandan Ar-Ge harcamalarının tanımlanması da oldukça
problemlidir. Bu yüzden, tanımı nasıl yapılırsa yapılsın, firmalar Ar-Ge için sağlanan vergi
uygulamalarından faydalanmak için, Ar-Ge ile ilgili olmayan maliyetleri de Ar-Ge maliyeti olarak
göstermek isteyeceklerdir. Bir diğer sorun ise, Ar-Ge destek programlarının değerlendirilmesi ile
ilgilidir. Çünkü bu programlardan sağlanan faydanın, desteklerin maliyetinin ve vazgeçilen vergi
gelirlerinin hesabını yapmak neredeyse imkânsızdır. Sonuç olarak, hükümetler; kendilerini firmaların
ArGe desteği almadan da gerçekleştirme gücü olan Ar-Ge projelerinin desteklerken bulabilirler.
77
Ar-Ge için hükümet destekleri genellikle iki türdür: mali ve vergi ile ilgili kamu destekleri.
Mali destekler, seçilen Ar-Ge projelerinin hibe veya kredi verilmesi yoluyla doğrudan desteklenmesi
şeklinde olur. Vergi ile ilgili destekler ise altı altbaşlığa ayrılabilir: Hızlandırılmış amortisman, vergi
indirimleri, vergi kredileri, vergi ertelemeleri ve gelir vergisinde indirim veya ithalat vergisinden muaf
olma uygulamaları. Kaynak kısıtlarından dolayı, gelişmekte olan ülkeler finansal teşviklerden çok
vergiye dayalı uygulamaları tercih etmektedirler.
iv. Teknoparkların çekim merkezi olarak kullanılması
Teknoparklar, girişimlerde Ar-Ge ve inovasyon faliyetleri için uygun ortamın yaratılması amacıyla
üniversitelere ve diğer teknik kamu araştırma enstitülerine yakın olarak oluşturulurlar. Teknoparkların
oluşturulma amaçları genelde destek ve kümelenme olanakları sağlamak, yeni başlayan firmalara
yardımcı olmak ve mevcut firmalar arasında işbirliğini güçlendirmek olacaktır. Birçok teknopark, ArGe faaliyetleri için gerekli olan özel altyapı hizmetlerini de sağlarlar. Ar-Ge ile ilgili yabancı doğrudan
yatırım için çekici olabilecek kümelenme ve ağ yapıları, donanımlı işgücüne ulaşım, gerekli altyapı
hizmetlerinin tedarik edilmesi, yönetim desteği ve nezih bir yaşam ve çalışma alanı olma gibi
avantajlar sağlarlar.
6.2. Ar-Ge odaklı yabancı sermaye yatırımlarının faydalarının güçlendirmek için sanayi odaklı
politikalar
Çok uluslu şirketlerin Ar-Ge yatırımlarını çekmek için uygulanan belirli politikaların yanı sıra, bu
faaliyetlerin faydalarının artırmak için bazı yardımcı politikalar da uygulamak gereklidir. Bu bağlamda,
sanayi odaklı politikalara, gelişmekte olan ülkelerde üretim ve inovasyon kabiliyetlerinin
geliştirilmesinde önemli rol oynadıkları için özellikle önem verilmelidir. Bu kabiliyetler, teknolojik ve
ekonomik gelişmenin sürekliliğinin sağlanması ve çok uluslu şirketlerin Ar-Ge faaliyetlerinden
faydalanılması için merkezi öneme sahiptir. Bu politikaların oluşturulmasındaki temel neden, sanayi
kollarınının doğalarındaki farklılıklar nedeniyle;
farklı politikaların uygulanmasının daha faydalı
olacağı varsayımıdır.
Sanayi odaklı politikalar bir ülkenin genel kalkınma stratejisiyle paralel olarak belirlenmelidir.
Belirlenen bu stateji bağlamında, sanayi temeli bir vizyonun varlığı, çok uluslu firmaya, hangi Ar-Ge
78
faaliyetinin hedefleneceği ve ondan nasıl faydalanılacağı konusunda yardımcı olacaktır ve sanayi ile
yabancı doğrudan yatırım politikaları arasında bir etkileşimin oluşmasını sağlayacaktır. Gelişmekte
olan ülkeler için, bu politikaların oluşturulma ve politika hedeflerinin gerçekçi bir şekilde ortaya
koyulması sürecinde ülkenin gelişmişlik düzeyi ve karşılaştırmalı üstünlüğü göz önünde
bulundurulmalıdır. Örneğin, düşük gelir düzeyinde olan birçok ülke için, daha az teknoloji yoğun
sanayi ve hizmetlerin geliştirilmesine öncelik verilmesi uygun olacaktır. Hangi politika aracının
kullanılacağı ise, ülkenin desteklemeyi amaçladığı sanayi koluna göre değişecektir. Politikanın uygun
formule edilmesi söz konusu sanayinin üretim ve teknoloji kabiliyetleri ve yerel olarak gerçekleştirilen
Ar-Ge’nin türü hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmayı gerektirir. Bir endüstride yeni bir ürün
geliştirilmesi için gerekli bilgi temeline sahip olmayan ülkeler için öncelik, endüstriyel gelişmenin
önceliği Ar-Ge kapasitesinin güçlendirilmesinden çok imalat kabiliyetlerinin geliştirilmesi olmalıdır. ArGe temelli faaliyetlere geçmeden önce ülke temel üretim kabiliyetlerini geliştirmelidir. Bazı tekonoloji
yoğun sanayilerde güçlü imalat kabiliyetleri olan gelişmekte olan ülkeler için, politika yapıcılar, yerel
girişimler ve yabancı iştirakler aracılığıyla gelişmeyi desteklemeyi amaçlamaktadırlar. Bazı ileri
teknoloji sanayilerinde güçlü imalat kabiliyeti olan daha ileri gelişmekte olan ülkelerde, temel amaç
artık geliştirme aşamasında uygulamalı araştırmaya geçiş olmaktadır. Bu bağlamda gelişmekte olan
ülkelerin çoğu için, teknoloji yoğun sektörlerde ulusal inovasyon kabiliyetlerini geliştirmek temel
amaç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Belirli sanayilerde Ar-Ge’yi hedefleyen birçok politikada olduğu gibi, sanayi politikası ile bilim ve
teknoloji politikası arasındaki sınır çok belirgin değildir ve ikisi arasında yakın bir koordinasyon
gereklidir. Bazı ülkelerde politikanın odağı “sanayiler”den “kümelelere” kayar ve bu da gösterir ki; ArGe ve üretim konusunda ağların ve organizasyonlar arası iletişimin ve ilişkinin önemi gün geçtikçe
artmaktadır(Freeman and Barley 1989, Olk and Young 1997). Bilgi temelli kümeleşmelerin
oluşmasının desteklenmesi ile sanayi politikası hem yerli firmaları hem de yabancı iştirakleri kapsayan
ortak Ar-Ge faaliyetleri ve bilginin yayılması güçlenecektir.
Ar-Ge’nin uluslararasılaşmasından elde edilecek faydaların artırılması için, sanayi odaklı politikaların
girişimciliği desteklemesi ve teknoloji menşeili KOBİ oluşumlarının ortaya çıkışını teşvik etmesi
gereklidir. KOBİlerin ulusal inovasyon sistemi içindeki yeri gün geçtikçe daha fazla kabul edilmektedir.
Çünkü küçük ölçekli bu firmalar genellikle önemli inovasyonların ortaya çıkmalarından sorumludurlar.
Ar-Ge’nin riski ve sabit maliyetleriyle başa çıkabilme kabiliyetlerinin gelişmiş olmasının doğal bir
sonucu olarak Ar-Ge’nin büyük şirketlerde yoğunlaşmış olmasının yanı sıra, küçük şirketlerin daha
79
esnek olmaları ve teknolojik değişime daha hızlı adapte olabilmeleri de KOBİlerin önemli
avantajlarındandır. Bu nedenle yüksek teknoloji sanayilerinde KOBİ’ler de önemli rol oynayabilirler.
Fakat küçük firmalar, teknolojik ve ticari potansiyellerinin tamamını ortaya koymak istediklerinde
birçok zorlukla karşılaşırlar. Yeterli kaynaklar sağlanırsa, aktif KOBİ politikaları, bazı yeni alanlarda
inovatif yerel firmaların ortaya çıkmasına yardımcı olabilir. Yüksek teknoloji sanayilerinde,
hükümetler, kuluçka merkezi sistemi aracılığıyla teknolojik girişimlerin gelişmesini teşvik edebilirler.
Bu sistemler genç girişimlere gerekli kaynak ve servisleri sağlayabilirler, ticari olmayan riskleri
azaltmalarına yardımcı olabilirler, girişimciliği destekleyebilirler ve Ar-Ge’nin bu firmalar aracılığıyla
ticarileşmesini sağlayabilirler.
Öte yandan, yerel girişimcilik kabiliyetlerinin oluşturulması ve geliştirilmesi için, mevcut finansal
kaynakların güncellenmesi ve risk sermayesi gibi finansal araçların kullanılmaya başlanmasıyla; yeni
girişimcilerin faliyet gösterecekleri ortamın güçlendirilmesi gereklidir. Risk sermayesi bir özel sektör
faliyeti olarak algılanmasına ve birçok gelişmekte olan ülkede hükümetin bu alanda sınırlı rol
oynamasına rağmen, aslında, Ar-Ge yatırımlarını desteklemek için özel sektör tarafından sağlanan risk
sermayesi fonlarındaki eksikleri kamu sektörünün tamamlaması, kamu risk sermayesi fonları için
önemli bir rol oynayabilecektir (Andersson ve Napier 2005).
Eğer dikkatle ve özenle planlanırsa, ticari kuluçka merkezi ve risk sermayesi programları birbirlerinin
tamamlayacaklardır. Kuluçka merkezleri firmaların büyüyebilecekleri bir ortam hazırlar ve firmaların
büyümlerini engelleyecek bazı piyasa sorunlarını giderirken, risk sermayesi hem finansal sermaye
hem de tecrübe sağlayarak yeni firmalar için uygun ortamı oluşturabilirler. Fakat bu iki destek
programı arasındaki arzu edilen koordinasyon otomatik olarak gerçekleşmeyecektir ve bu noktada
politika uygulamalarıyla kamu müdahelesi gerekli hale gelecektir.
6.3 Sermaye girişi olan ülkenin üstlenmesi gereken roller
Gelişmiş ülkeler, Ar-Ge’nin küreselleşmesi sürecinden gelişmekte olan ülkelerin sağlayacakları faydayı;
Ar-Ge’nin uluslararasılaşmasının teşvik edilmesi ve gelişmekte olan ülkenin ulusal inovasyon
sisteminin güçlendirilmesi için gerekli önlemlerin alınması gibi yollarlara kontrol altına alabilirler.
80
Sermaye çıkışı olan ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin Ar-Ge’nin uluslarasılaşmasından fayda
sağlamalarına yardımcı olmalarının dolaylı yollarından birisi de bu ülkelerin ulusal inovasyon
sistemlerinin güçlenmesine yardımcı olmaktır. Fakat sadece bilim ve teknoloji konusuna odaklanan
stratejiler izlemeleri çok etkin sonuçlar doğurmayabilir. Bu yüzden, bilim, teknoloji ve inovasyon
odaklı olarak ekonomik gelişmeyi destekleyebilecek yatay politikalar uygulamaları, gelişmekte olan
ülkeler için daha faydalı olacaktır.
Politikaların oluşturulmasını ve gelişmekte olan ülkelerin daha güçlü bir inovasyon sistemine
kavuşmalarını desteklemek amacıyla yatay olarak işbirliğinin geliştirilmesi için en uygun alanlardan
birisi insan kaynaklarının gelişimidir. Örneğin Afrikadaki bazı ülkelerdeki gibi, yerel eğitim sisteminin
gerekli işgücünün yetiştirilmesine elverişli olmadığı ülkelerde, gelişmiş ülkelerin eğitim fırsatlarını
gelişmekte olan bu ülkelere sunmaları durumunda bu gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin
inovatif kabiliyetlerinin gelişmesinde aktif rol oynayabilirler. Hâlihazırda, birçok gelişmiş ülke,
gelişmekte olan ülkelerden gelen öğrencilere yüksek öğretim bursları sağlayarak, bu ülkeleri
desteklemektedirler. Öte yandan bazı gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelerin akademik ve
araştırma enstitülerine araştırma ve donanım desteği de sağlamaktadırlar.
Bu noktada, sermaye girişi olan ülkelerin inovasyon için gerekli kurumsal altyapılarını güçlendirerek
teknik standartları karşılar hale gelmeleri de, bu ülkelerin uluslarasılaşmış Ar-Ge faliyetinden
faydalanmaları için gösterecekleri çabalar arasındadır. Öte yandan, fikri mülkiyet hakları rejiminin
etkin hale gelmesi de, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke arasındaki işbirliğini de güçlendirecektir.
Bunun yanı sıra, Avrupa ülkeleri de gelişmekte olan ülkelerin ulusal inovasyon sistemlerine katkıda
bulunmak için söz konusu ülke ile Avrupa Birliği üye ülkeleri arasında araştırmacı ve bilim adamları
değişim programı uygulamakta ve yakın ilişkilerde bulunmaktadırlar.
Sonuç olarak bu gün hiç bir ülke sadece kendi sınırları içinde üretilen bilgiye güvenemektedir Artık
ülkeler için en önemli olan nokta, diğer ülkelerin ulusal inovasyon sistemleri ve çok uluslu şirketlerin
küresel Ar-Ge ağlarıyka bağlantıya geçmenin yollarını aramaktır. Bu noktada hem içe dönük hem de
dışa dönük doğrudan yabancı sermaye yatırımları önemli rol oynamaktadır. Çok uluslu şirketlerin
uluslarasılaşan Ar-Ge faliyetlerinden fayda sağlamak için, hükümetlere de önemli görevler düşmekte
ve kamu politikaları ve müdaheleleri de sürece önemli katkılar sağlamaktadırlar. Hükümet politikaları
birbirinden farklılıklar gösteriyor olsa da; temelde hepsinde amaç “yaratılmış varlıklar” vasıtasıyla
inovasyon sistemlerini geliştirmek, yani insan gücünün, kurumsal yapılarının, firmaların inovasyon
81
yapmaları için gerekli teşvik mekanizmalarının ilerletilmesini ve gerekli koşulların oluşturulmasını
sağlamaktır. Bu noktada etkin politikalar izleyebilmek için, uzun dönemli bir vizyon sahibi olmak,
amaçlara bağlı hareket etmek ve açık ve şeffaf olmak gereklidir.
Ar-Ge’nin uluslararasılaşmasından faydalanmak isteyen bir ülkenin ilk başta yapması gereken ulusal
inovasyon sistemini güçlendirmektir. Çünkü ulusal inovasyon sistemi güçlü bir devlet, çok uluslu
firmaların Ar-Ge yatırımlarının kendine çekmekle kalmaz, Ar-Ge’ye hem içte hem de dışta yapılan
yabancı doğrudan sermaye yatırımlarıyla yayılma etkisi de yaratarak, daha geniş çaplı bir fayda elde
edebilir. Bunun için insan kaynakları, kamu ve özel sektör arasındaki Ar-Ge bağlantıları, fikri mülkiyet
hakları ve rekabet stratejisi konusundan kamu politikaları anahtar rol oynamaktadır. Bu alanda, kamu
politikaları aktif rol oynamalıdırlar, çünkü Ar-Ge’nin uluslarasılaşması sürecinden fayda sağlanması ve
bunun garanti altına alınması yerinde ve doğru kamu müdahelesiyle daha da güçlenecektir. Bu
yüzden, inovasyon, eğitim, rekabet, doğrudan yabancı sermaye yatırımı, bazı sanayi kolları ve KOBİ
odaklı politikalar; rekabetçilik ve gelişmeyi etkileyeceği için çok önemlidir.
Çok uluslu şirketlerin Ar-Ge merkezleri olarak ortaya çıkan gelişmekte olan ülkelerde en göze çarpan,
aktif ve tutarlı politikalardır. Amaç bu ülkelerin uzun vadede, yüksek katma değerli ve bilgi temelli
faaliyetleri en etkin şekilde gerçekleştirmelerini sağlamaktır. Bu bağlamda uygulanan politikaların
amaçları ulusal inovasyon sistemini güçlendirmek ve bilgi akışını sağlamaktır. Bu politikaların kapsamı
ise:
•
Ar-Ge çalışmalarını kolayştıracak destek mekanizmalarının kurulması
•
Yurt dışından teknolojilerin, bilgi birikiminin, işgücünün ve sermayenin ithal edilmesinin aktif
olarak teşvik edilmesi
•
Bilim ve mühendislik temelinde, özel sektördeki teknolojik yeteneklerin güncellebilmesi için
insan gücüne stratejik yatırımın yapılması
•
Eğitim sisteminde sürekli iyileştirmeler
•
Ülke dışındaki yetenekli ve donanımlı işgücünün ülkeye geri dönmesini sağlamak
•
Ulusal inovasyon sistemindeki yerli ve yabancı firmaların inovasyon faaliyetlerini geliştirme
için altyapıyı (teknoparkları, kamu Ar-Ge laboratuarları, kuluçka merkezleri) güçlendirmek
•
Hedeflenen Ar-Ge faliyetinde yabancı doğrudan yatırımı çekmek için teşvik mekanizması ve
performans gerekleri gibi sistemlerin kullanılması
•
Fikri mülkiyet hakları rejiminin uygulanması
82
•
Hareketliliği sağlayacak özümseme politikaları
•
Yerel bilgi ve Ar-Ge ağına erişim, izleme ve transfer kolaylığı
Gelişmiş ülkeler için, bu yeni eğilimler bilimsel ve teknolojik bilginin yaratılması, yayılması ve
içselleştirilmesi ihtiyacından doğar. Ar-Ge’nin uluslararasılaşmasını bir tehdit olarak algılamak yerine,
sağladığı yeni fırsatlardan faydalanma yolunu seçerler. Korumacılık, firmaların rekabet etme
yeteneklerine zarar vereceği için, daha çok yeni Ar-Ge birimlerinin oluştururken işbirliği yapmanın
yeni yollarını aramayı tercih ederler. Bundan faydalanabilmek için de, daha fazla ülkenin sürece dahil
olmasını sağlayabilmek için gerekli yeteneklerin oluşturulmasını destekleyerek, bazı ülkelerin mevcut
durumda yeterli olmayan inovasyon sistemlerini geliştirmelerine yardımcı olurlar. Bu çabalar da
ülkeler arasındaki teknoloji ve inovasyon kabiliyetleri konusunda var olan açığın kapanmasına katkı
sağlar.
Sonuç olarak yapılması gereken ilk şey ülke olarak kendi öz kimliğinin, sanayi, ekonomi ve sosyal yapı
açısından, ortaya konmasıdır. Buna bağlı olarak gelecek öngörüleri yapılıdır ve gerekli olan Ar-Ge
çalışmaları için uygun politikalar üretilmelidir. Her türlü Ar-Ge çalışmasını çekmenin olasılığı yoktur. O
nedenle en faydalı olanlara uygun ortam hazırlamak öncelikli hedef olmalıdır. Bu nedenle farklılı
ortadan kaldırmak için ülkedeki her unsurun için de bulunduğu sağlam ve başarılı bir politika sistemi
oluşturulmalıdır. Bunu sağlayacak en önemli girişimde “birimler arası iş birlikleridir”.
6.4 Ülke örnekleri
Bu bölümde, çeşitli ülke örnekleri ile genelde yabancı sermaye yatırımlarının özelde ise Ar-ge
yönelimli yabancı sermaye yatırımlarının çekilebilmesi için ne gibi stratejiler izlendiği ortaya
konacaktır. Burada amaçlanan, Türkiye için doğrudan dersler çıkarmak değil bunun yerine başarılı
ülke örneklerinin ortak paydalarını bulmaktır. Bazı sonuçlar diğer ülkeler için anlamlı politka
seçenekleri sunabilir ancak tarihsel, mekânsal, toplumsal ve iktisadi nedenlerden ve ülkelerin öznel
koşulları nedeniyle, birtakım ülke ürneklerinde çalışan ve iyi sonuçlar üreten politika seçenekleri her
zaman başarılı olmayabilir.
83
6.4.1 Çin
Günümüze kadar Batı dünyası, politik olarak izole edilmiş ve ekonomik olarak gelişmişlik
beklentilerine ulaşamamış; doğal kaynaklar, doğal felaketler, zayıf eğitim standartları, yenilik
kültürünün eksik olması ve diğer birçok sorun gibi gereğinden fazla iç problem tarafından
sınırlandırılmış, kalabalık nüfuslu ancak az gelişmiş bir ülke olan Çin’i kapalı bir kutu olarak görmüştür.
Bu faktörlerin birçoğu halen geçerliliğini korumaktadır. Ancak, yabancı sermaye yatırımları ve
bazılarına göre 1980’lerde başlayan reformlardan beri Çin ekonomik durumunu çarpıcı bir şekilde
geliştirmiştir. Çin’de uygulanan reform ve politikalardan çoğu, eğitime odaklanarak ve ekonomiyi
yabancı teknoloji ve yatırıma açarak gerçekleştirilmiştir. Yirmi yıl içinde, Çin ucuz imalat ve plastik
oyuncaktan dizüstü bilgisayara kadar her çeşit malın üretimi için genel geçer bir seçimlik ülke haline
gelmiştir. Yabancı sermaye yoluyla doğrudan yatırım sadece 2005’te 70 milyar dolardan fazla artış
göstermiştir. Çin’in güneyinde ve batı sahili boyunca imalat merkezlerini yerleştirmek için milyonlarca
kişilik nüfusa sahip şehirler yaratılmıştır. Bununla birlikte, halen eksik olarak nitelendirilebilecek
durum, dünya çapında Çin firmaları ve Çin’in küresel teknolojiye katkısıdır.
Mao’nun ölümünü takiben, 1978’den beri uygulanan tutarlı iktisadi, sınai, ve bilim teknoloji
politikaları Çin’in bugunkü performansı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. 1978 sonrası dönemde
dört alan siyasi öncelikli alan olarak belirlenmiştir. Bunlar sanayi, tarım, bilim ve teknoloji ve savunma
sektörleridir. 1979 yılından beri Çin, içlerinde ABD de olmak pek çok ülke ile teknolojik bilgi ve eğitim
kapasitesini geliştirmek üzere ikili anlaşmalar imzalamıştır. Aynı yıl özel ekonomik bölgeler
oluşturulmuştur. Ülkenin gelişmiş ülkeleri yakalaması çabasında önemli rolleri olan bu bölgeler, Çin’in
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına ve yabancı teknolojilere açılmasında ilk çabalar olmuştur.
1984 yılında Çin bu tip bölgesel politikaları daha da geliştirerek yeni tür ekonomik bölgeler
yaratmıştır. Ekonomik ve Teknoloji Geliştirme Bölgeleri (ETGB) olarak adlandırılan bu bölgelerde
yüksek teknolojili sektörlerin geliştirilmesi hedeflenmiştir. Bu bölgelerde özel sınai projeleri
desteklenerek ihracata dayalı ekonominin temelleri atılmıştır. ETGB’ler ile amaçlanan ekonominin
dışa açılmasının sağlanması, sermaye girişlerini canlandırmak, ihracatı arttırmak, yüksek teknolojili
sektörleri geliştirmek ve bölgesel ekonomilerin dönüşümünü gerçekleştirmektir. Bu politikaların
meyveleri 2000’li yıllara gelindiğinde toplanmaya başlamıştır. Örneğin, Çin’in yüksek teknolojili
ürünler ihracatı 200-2005 yılları arasında beş kat artış göstermiş, yine aynı dönemde bu ürünlerin
ihracattaki payı %14.92dan %28.6’ya çıkmıştır (Zanatta vd., 2008).
84
1985’de Ar-Ge potansiyeli ile üretim sistemi arasındaki ilişkiyi geliştirmek için devlet bilim ve teknoloji
yönetim sisteminde bir reform yapmıştır. Bu reform araştırma kurumları üniversitler ve firmalar
arasındaki Ar-Ge işbirliklerini geliştirmeyi ve bunların ticari uygulamalara aktarılmasını hedeflemiştir.
Bu çerçevede, ABD National Science Foundation gibi kuruluşlardan esinlenen, Ulusal Doğal Bilimler
Vakfı ve Ulusal Mühendislik Araştırma Merkezi gibi kurumlar kurulmuş bunların faaliyetleri Bilim ve
Teknoloji Bakanlığı tarafından düzenli olarak değerlendirilmiştir.
Devlet ayrıca genel ve mesleki eğitim ile hizmet içi eğitim kalitesini arttırmak için önemli adımlar
atmıştır. 1990 yılından beri bilim ve teknoloji faaliyetlerinde çalışan bilim adamlarının ve
mühendislerin sayısı istikrarlı bir biçimde artmıştır. Bu tip personelin sayısı 1991 yılında 2,3 milyonken
(%57,7’si mühendis olmak üzere) 2003 yılında 3,3 milyona (%68,6’sı mühendis olmak üzere)
ulaşmıştır. Bu tip politika araçları genel olarak yüksek teknolojili sektörlerin uzun dönemde
desteklenmesini hedeflemiştir.
Mali politika araçları ve teşvikleri ile ÇUŞ kaynaklı doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekebilmek
için önemli adımlar atılmıştır. ÇUŞ’lar için önemli vergi avantajlarının yanısıra, öncelikli sektör ve
bölgelerde de yatırımı teşvik eden mekanizmalar geliştirilmiştir. ÇUŞ’lar ilk karı elde etmelerinden 2
yıl sonra gelir vergisi ödemeye başlamaktadır. Takip eden 3 yılda ise %50’lik bir indirim almaktadırlar.
Yüksek teknoloji firmalarında bu süre 6 yıla kadar çıkmaktadır. Firma faaliyetleri ihracata yönelikse,
firmanın toplam gelirlerinin %70’i ihracat gelirlerinden oluştuğu sürece %50’lik vergi muafiyeti devam
etmektedir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmek için izlenen açık kapı politikası ve özel
ekonomik bölgelerin yaratılması, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ülkeye ve öncelikli
bölgelere çekilmesinde önemli bir başarı elde edilmesini sağlamıştır. Sadece Şangay ve Pekin gibi
bölgeler değil, Shenzen ve Guangzhou gibi bölgeler de ÇUŞ’ların Ar-Ge yatırımlarından pay almıştır.
Çin iç pazarının hacminin artmasının ve gelişmiş ülke ürünlerini talep eden bir Pazar haline gelmesinin
yanısıra, bilim ve teknoloji faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi için gerekli olan dünya standartlarında
beşeri ve fiziksel sermayenin varlığı da bu tip yatırımların adı geçen bölgelere yönelmesinde önemli
bir etken olmuştur.
85
Tüm bu çabaların sonucunda, ÇUŞ’ların Çin’e olan ilgisi 1990’ların başında başlamış, fakat 1990’ların
sonu ve 2000 yılı civarında sıçramaya geçmiştir. Her ne kadar bir ÇUŞ’a ait ilk Ar-Ge merkezinin
kuruluşu 1993 yılında olsa da, yatırımların çoğu 2000’li yıllarda gerçekleşmiştir. Çin’in DTÖ’e üye
olduğu 2001 yılından sonra ise önemli miktarda artış gözlenmiştir. 2006 yılı itibarıyla kadar Çin
hükümeti, Çin’deki yabancı Ar-Ge birimlerinin sayısının 750 ile 800 civarında olduğunu tahmin
etmektedir. Bunların çoğu, Şanghay, Pekin, Guangzhou ve Shenzhen’de kurulmuştur, fakat endüstriler
ve Ar-Ge çalışmalarının türü arasında cazibesi açısından büyük farklılıklar bulunmaktadır (Zedtwitz,
2004). Ancak, bazı başka kaynaklara göre ise fiili olarak Ar-Ge çalışmaları yapan merkez sayısı oldukça
az, 2004 başında 199 olan Ar-Ge merkez sayısı son yıllarda 250-300’e ulaşmıştır (EC, 2007).
Grassmann ve Han (2004), Çin’e gelmenin ana sebeplerinin ürün yerelleştirmesi, Çin için ürün
gelişimi, küresel ürün desteği ve –artan bir şekilde- teknoloji geliştirme aşamalarını kapsadığını
bulmuştur. Walsh (2003), belirli evreler izleyen yabancı Ar-Ge merkezlerinin kuruluşunun
faydacı/deneysel Ar-Ge birimlerinden, tamamen gelişmiş küresel Ar-Ge ağı bağlantı noktalarına doğru
planlandığını belirtmiştir. Üretimi Çin’e çeken en önemli faktör olan harcamalar, sürekli bahsedilen
fakat aslında Çin’e olan yabancı Ar-Ge cazibesinin yetersiz bir ölçütüdür (Zedtwitz vd., 2007). Patent
araştırması aynı zamanda, Çin icat patentlerinin payının yabancı buluşlar kadar hızlı artmakta
olduğunu ve tüm Çin patent biçimleri göz önüne alındığında daha hızlı olduğunu belirtmektedir.
Birçok nedenden dolayı, Çin’de yabancı Ar-Ge faaliyetlerini incelemek oldukça zor gözükmektedir.
Çin’de var olan yabancı firmalardaki Ar-Ge personeli sayısı ülkede yürütülen asıl çalışmaların yalnızca
bir kısmını göstermektedir. Birçok yabancı firma, ya Çin’li firmalarla işbirliğine gitmekte ya da
onlardan Ar-Ge hizmeti satın almaktadır. Öte yandan, Çin’li yetkililer, firmalara üretim ya da satış
yapabilmeleri karşılığında yerel Ar-Ge merkezleri kurmayı zorunlu hale getirmiştir. Sonuç olarak, bazı
Ar-Ge çalışmaları kâğıt üzerinde kalmış durumda görünmektedir. Firmaların yaptığı açıklamalar da bu
konuda çok yardımcı olmamaktadır. Genelde firmalar daha çalışmaya başlamadan, hatta daha
kurulma aşamasına gelmeden Ar-Ge merkezleri kurduklarını ilan etmektedirler. Bu durum, Çin’li
otoritelerin basın yoluyla ülkelerindeki Ar-Ge politikalarının ne kadar başarılı olduklarını gösterme
çabalarının bir sonucu olarak değerlendirilebilir (EC, 2007).
86
Gerçek rakamlar ne olursa olsun, bütün kaynaklar Çin’de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına
bağlı Ar-Ge çalışmalarında 1990’larda başlayan ve 2000’lerde hızlanan bir yükseliş olduğunu
göstermektedir. Ar-Ge ile ilişkili doğrudan yabancı sermaye yatırımları daha çok bilgi ve iletişim
teknolojileri, otomotiv ve kimyasallar gibi teknoloji yoğun sektörlerde gerçekleşmektedir. Özellikle
bilgi ve iletişim teknolojileri sektöründe ÇUŞ’ların Ar-Ge yatırımları açısından çok büyük bir artış
vardır. En büyük yabancı yatırımcılardan biri olan Motorola, 2004 yılı itibariyle ülkede 15 adet yerel ve
küresel Ar-Ge merkezi kurmuş bulunmakta ve daha birçoklarını da kurmayı planlamaktadır. Öte
yandan yaşam bilimleri sektöründe çalışan firmalar ise bu konu da çokta istekli görünmeselerde
birçok büyük ilaç sanayi firması Çin’de Ar-Ge merkezi açacaklarını ilan etmişlerdir. Ancak bu
açıklamalar yukarıdaki nedenlerden dolayı dikkatle izlenmelidir.
Çin’de Ar-Ge amaçlı doğrudan yabancı sermaye yatırımları daha çok ABD, Avrupa ve Japonya firmaları
tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu üçlünün yatırımları, Çin’deki Ar-Ge çalışmalarının yüzde 85’ini
oluşturmakta ve ABD birinci sırada yer almaktadır.
2000 yılından önce Çin’de Ar-Ge amaçlı YSY’ler küresel ölçekteki yatırımlara benzer olarak genel de
teknoloji-yoğun sektör firmaları tarafından gerçekleştiriliyordu. Ancak bu tarihten sonra başka
sektörlerde de özellikle de, ürün tasarım merkezleri sayısında hızlı bir artış görülmüştür. Dikkate değer
bir nokta da, ilaç firmalarının deney merkezleri olarak Çin’i tercih etmeye başlamalarıdır. Klinik ilaç
denemelerinin Çin’deki maliyeti ABD’deki maliyetin neredeyse dörtte biri oranındadır.
İlk dönemde, Ar-Ge amaçlı doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına verilen izinler diğer doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarındaki şartlara göre veriliyordu. Hatta pazara yakınlık ve pazara uyum çok
daha stratejik nedenler haline gelmişti. Diğer bir deyişle, Ar-Ge’nin geliştirme kısmının araştırmaya
nazaran daha fazla ağırlığı bulunmaktaydı. Bugün hala, Çin’deki Ar-Ge çalışmalarının altında yatan
temel nedenin Çin pazarına uyum olduğu görüşü hâkimdir. Ancak bu durum son dönemde değişmeye
başlamıştır. 1980’lerde özellikle 1990’lardaki Ar-Ge çalışmaları pazara yönelik çalışmalar olsa da, artık
büyük ÇUŞ’ler Çin’de daha çok inovasyon amaçlı Ar-Ge çalışmaları yürütmektedirler.
Her ne kadar ucuz iş gücü artık eskisi kadar öncelikli neden olmasa da, Çin’deki Ar-Ge sisteminin
iyileşmesi ve yetenek havuzunun kalitesi (özellikle de mühendislik alanın kalitesi), Çin’in Ar-Ge
87
merkezi olarak tercih edilmesinde önemli nedenlerden olmuştur. İyi eğitimli, hırslı ve ucuz
mühendisler, doktorlar ve diğer bilim adamlarının varlığı Çin’de Ar-Ge yatırımı düşünen firmalar için
önemli bir çekim nedenidir (Serger, 2006). Bu nedenle, ilaç sektörü için elzem olan klinik deneylere
yönelik ucuz maliyet ve uygun çalışma ortamı gibi sektörlere özel avantajlardan bahsetmek eskisi
kadar gerekli değildir.
“Ar-Ge çalışmalarındaki artışın altında yatan esas neden Çin’deki bilim ve teknoloji işgücünün
bolluğudur. IBM ve Microsoft gibi bazı büyük ÇUŞ’lar, küresel çalışmalarının bir parçası olarak Ar-Ge
laboratuarları geliştirmeye büyük önem vermektedirler. Bu Ar-Ge laboratuarlarının görevi, yerel
pazarı desteklemekten öte uluslararası Ar-Ge merkezi haline gelmektir. Büyük ÇUŞ’ların Çin’deki
bilimsel yetenek havuzuna büyük paralar aktararak buradan faydalanma eğilimi ülkede Komünist
Partinin daha sınırlı bir doğrudan yabancı sermaye politikasına ve özerk inovasyona destek sağlayama
yönelik politika değişimini benimsemesine yol açmıştır” (Yuan, 2006).
Bu eğilim ayrıca ülkede Ar-Ge’nin araştırma kısmına daha fazla önem verilmesine yol açmıştır. Diğer
bir deyişle, Çin’de dünya pazarı için yepyeni ürünlerle sonuçlanan inovatif Ar-Ge’nin geliştiği
gözlemlenmektedir. Fakat Çin’in araştırma laboratuarlarının ÇUŞ’ların ülkede Ar-Ge yatırımı yapma
kararlarına etkisi konusunda çelişkili unsurlar vardır. Birçok çalışma, Pekin ve Şangay’ın araştırma
laboratuarlarının sayısı ve ortak çalışma olanaklarının çokluğu ile Ar-Ge yatırımı konusunda en çok
tercih edilen bölgelerin başında geldiklerini söylemektedirler. Ama ortak çalışma konusunda çok az
gösterge var: Çin Sosyal Bilimler Akademisi tarafından yabancı firmalar arasında yapılan bir
araştırmaya göre firmaların yüzde 77’si laboratuarlarla herhangi resmi bir ortak çalışma yapmamış ve
hatta yüzde 79’unun bu konuda herhangi bir planlaması dahi bulunmamaktadır (EC, 2007). Bunun
yerine, Çin’deki labaratuarlara yakınlık, gerekli insan gücüne ulaşmak için en önemli neden olarak
görünmektedir.
Çin’de Ar-Ge amaçlı doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının gelişini engelleyen nedenlerden bazıları
aşağıdaki gibidir:
• Fikri ve Sınaî Mülkiyet Hakları konusunda uygulama eksikliği: Her ne kadar önemli bir konu
olarak görülse de, sektörler arası uygulamalar düzensiz görünmektedir. Bu konudan en çok
etkilenen sektörler, üretimleri doğrudan geniş kamu kesimine yönelik olan sektörlerdir.
88
• İşletme Vasfının Yetersizliği: Her ne kadar Çin’de bilimsel bilgi ve yeteneğin varlığı oldukça
yoğun olsa da, hem deneyimsiz araştırmacılar hem de kültürel nedenlerden dolayı yönetim
konusunda sıkıntılar vardır.
Öte yandan Çin’li ÇUŞ’lar tarafından yaancı ülkelerde yapılan Ar-Ge amaçlı doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarının altında yatan nedenler ise aşağıdaki gibidir (von Zedtwitz, 2006):
• Gelişmiş ülkelerde Ar-Ge’ye yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımları dikkate alındığında,
pazarın varlığı, insan kaynaklarının varlığı ya da maliyet unsurları pek de anlamlı
gözükmemektedir. (ABD/Japonya/AB): “Çin’in hala büyük oranda yabancı teknoloji çektiğini
düşünürsek, Çinli firmaların yabancı ülkelere gitme nedeni olarak gelişmiş ülkelerdeki yeni
teknolojik kaynaklara ulaşma çabalarını gösterebiliriz”. Otomobil üreticisi Dongfeng Motor’un
Amerika, Almanya, İngiltere ve Fransa’da dört tane araştırma birimi kurmasının altında rakiplere
ve onların teknolojik birikimlerine yakınlık yatmaktadır. Diğer bir deyişle, girdiyle ilişkili gerekçeler
muhtemelen Çin’li firmaların gelişmiş ülkelerde Ar-Ge yatırımları yapmalarının en büyük
nedenlerinden biridir.
• Gelişmekte olan ülkelerdeki Ar-Ge’ye yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımları dikkate
alındığında ise pazara ulaşma ve çıktı ile ilişkili gerekçeler İran İslam Cumhuriyeti, Ürdün ya da Şili
gibi diğer gelişmekte olan ülkelerde yapılan Ar-Ge yatırımlarını açıklamaktadır.
• Siyasi, düzenlemeye yönelik ve kamusal unsurlar yabancı ülkelerde uluslararası Ar-Ge birimi
kurma nedenleri arasında önemli bir yer tutmamaktadır.
• Son olarak belirtilmesi geren önemli bir unsur da (dışarıya giden Ar-Ge’nin neden az olduğunun
altında bu neden yatmaktadır): Uluslararası Ar-Ge, birleşme ve satın alma çabalarının bir
sonucudur. Her ne kadar Çinli firmalar birleşme ve satın almalar için kaynaktan öte birer hedef
olsalar da bu durum değişmektedir. Shangai GM’nin GM Daewoo’da yatırım yapması ve Alman
Schneider firmasının TCL tarafından satın alınması bu duruma örnektir. Yani, alınan firmaların ArGe birimleri Çin’li firmanın Ar-Ge ağ yapısının birer parçası haline gelmektedirler ve ululararası
ortak çalışmaların gelişmesine yol açmaktadırlar.
Özelikle, iktisadi yazında sıkça bahsedilen biçimleriyle, Çin hakkında elde edilen sonuçlar insan faktörü
girdilerinin ve pazar beklentilerinin, Ar-Ge çalışmalarını cezbeden ve Ar-Ge’nin Çin’de kalması için
artan bir şekilde önemli olmaya başladığını ileri sürmektedir. Bu bağlamda, Çin’li mühendislerin, bilim
ve teknoloji kabiliyetleri, ülkenin teknolojik yetenek ve kabiliyetlerinin gelişim hızı kadar gelişmez ise,
89
ÇUŞ’lar, beklenildiği gibi nitelik ve nicelik açısından daha fazla gelişemeyeceği ve ÇUŞ’ların faaliyet
gösterdiği Çin’deki Ar-Ge merkezlerinin kapatılacağı veya küçük ölçekli kalacağı varsayımı da
yapılabilir. Öte yandan, mevcut ekonomik göstergelere bakıldığında Çin’in bilim ve teknoloji
yetenekleri geçen yirmi yıllık dönemde olduğu gibi gelişmeye devam ederse, Çin’deki yabancı Ar-Ge
yatırımlarının daha da artacağı varsayımında bulunulabilir. Bu bağlamda, Çin’in giderek artan bir
şekilde yeniliğin kaynağı haline geleceği varsayımı da doğru bir önerme olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu önerme, Çin yeniliğinin, hem yabancı destekli/sahipli Ar-Ge laboratuarlarında hem de Çin
üniversite ve firmalarının araştırma laboratuarlarında yükselişe geçeceğini öngörmektedir.
Özet olarak, Çin:
•
Fiziksel işgücünden entelektüel işgücüne göreceli bir değişim yaşayacak;
•
Artan bir şekilde yeniliğin kaynağı olmaya başlayacak;
•
ÇUŞ’lardan daha fazla faydalanarak kendi ÇUŞ’larını yaratarak ekonomisi daha da uluslararası
hale gelecek;
•
Ancak küresel ekonomik dalgalanmalardan etkilenmeye açık ve genel büyüme oranlarının
öngörüldüğü kadar hızlı olmayabileceği bir örnek olarak gösterilebilir.
6.4.2 Hindistan
Hindistan, bağımsızlığını takiben 1940’lı yılların sonlarından itibaren yüksek eğitim ve arştırma
enstitülerine önemli miktarda yatırım yapmıştır. 1980’li ve 1990’lı yıllarda, yüksek teknolojili ürün
ihracatındaki gelişmeler ve ABD, Birleşik Krallık ve Kanada’daki Hint diasporasının faal rolü de
gözönüne alındığında, bu çabaların sonuçları etkin bir biçimde alınmaya başlamıştır. Hindistan,
ABD’nin hemen arkasında dünyadaki en geniş mühendis ve bilim adamı havuzuna sahip ikinci büyük
ülkedir. 1990 yılında, mühendislik konusunda eğitim veren 339 kurum her yıl 87.000 yeni öğrenci
kabul ederken, bu sayı 2003 yılında 1.208 kurum ve 360.000 yeni öğrenciye ulaşmıştır. Hindistan’ın
Ar-Ge faaliyetlerinde doğrudan yabancı sermaye için çekiciliğini sağlayan temel faktörlerden birisi Batı
standartlarında eğitim sistemine sahip, İngilizce’nin yaygın bir biçimde konuşulduğu ve büyük nüfusa
sahip bir Asya ülkesi olmasıdır.
90
Hindistan’da son dönemde ülkenin gelişmiş ekonomiler ile eklemlenmesine yönelik önemli adımları
atılmıştır. 2002 yılında Hint Paten Kanunu’nda yapılan bir değişiklik ile ülkedeki fikri mülkiyet hakları
sisteminin Ticaretle İlgili Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRIP) ile uyumlu hale getirilmiştir.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları çekmeye yönelik önlemler, kamu araştırma laboratuarları ile
firmalar arasındaki etkileşimi arttırmayı, Ar-Ge faaliyetlerini ticari çıktılara yöneltmeyi ve gerek
Hindistan’da gerekse ABD Patent Ofisi’ndeki kayıtlı patent sayılarını yükseltmeyi amaçlamıştır. Temel
araştırma sonuçları daha hızlı bir biçimde ticari çıktıya dönüştürülebilmiş, bu durumda Hindistan’ın
doğrudan yabancı sermaye yatırımları için bir çekim merkezi haline gelmesinde anlamlı bir rol
oynamıştır. Mühendisle ve bilim adamları arasında yaygınlaştırılmasının önemli bir sonucu da bunların
patentlenebilir araştırmaya yönelmesi ve bir kısmının girişimci olarak kendi firmalarını kurmalarıdır
(UNCTAD, 2005).
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları hemen hemen tüm sektörlerde 1991 yılında liberalleşmiş
ancak Hint devleti özelleştirmeler veya firma birleşmeleri yerine daha çok “greenfield” yatırımlar
olarak adlandırılan yeni yatırımları tercih etmiştir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının coğrafi
dağılımı düzenlenmiş ve belli öncelikli bölgeler hariç bir milyondan fazla nüfusu olan bölgelerde
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına izin verilmemiştir. Ancak elektronik, enformatik ve
telekomünikasyon, basım ve yayın ile kirlilik üretmeyen sektörler üzerinde herhangi bir coğrafi
sınırlama konulmamıştır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmeye yönelik bir diğer çaba ise
toplam değeri 10 milyon doları aşmayan ve yurtdışından sökülüp getirilen sanayi tesislerinin
lisanslama işleminden muaf tutulmasıdır. Buradaki tek kısıtlama, makina ve teçhizatın on yıldan daha
eski olmamamsı koşuludur. Hindistan, Çin’deki özel ekonomik bölgelere benzer özel ihracat bölgeleri
oluşturmaya yönelik teşvikler aracılığıyla uluslararası ticareti desteklemiştir. Sermaye arttırımı ve
ortaklık devrindeki birkaç ufak istisna dışında, Hint ve yabancı şirketler arasında herhangi bir
ayrımcılık yapılmamaktadır.
Ar-Ge faaliyetlerini teşvik etmek için bir seri mekanizma geliştirilmiştir. Ar-Ge’ye yönelik sermaye
yatırımları %100’e varan vergi muafiyetlerine tabiidir. Devlet tarafından onaylanan Ar-Ge
laboratuarları araştırma ve eğitim kurumları ile yapılan Ar-Ge faaliyetlerinde %125 düzeyinde vergi
indirimleri yapılmaktadır. Bu faaliyetler öncelikli sektörlerde ise oran %150’ye kadar çıkmaktadır. ArGe faaliyetlerinde güçlü bir biçimde özelleşen firmalar, üç yıl boyunca gelir vergisinden muaf olmakta
bu süre belli şartlar altında 10 yıla kadar çıkmaktadır. Tüm bu teşviklere ek olarak yerli teknoloji ile
91
üretilen makina ve teçhizat ile yapılan üretimde hızlandırılmış amortisman uygulanmaktadır. Ar-Ge
faaliyetleri girdileri ve makina ve teçhizatı için gümrük vergisi muafiyeleri de uygulanmaktadır. Bu tip
destekler sayesinde, Ar-Ge ve inovasyon kültürünün yerel firmalara aşılanmasıyla son dönemde
sadece yabancı firmaların değil aynı zamanda yerel firmaların Ar-Ge harcamalarında da önemli artışlar
gözlenmiştir (UNCTAD, 2005). Özellikle yazılım sektöründeki Hintli firmalar ÇUŞ’larla rekabet edebilir
hale gelmiştir.
Tüm bu çabalar sonucunda, 1998 ve 2003 yılları arasında toplamda yaklaşık 1,1 milyar dolarlık Ar-Ge
faaliyetlerine yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapılmış olup, gelecekte bu miktara ek
olarak toplamda 4,65 milyar dolar daha yatırım yapılması planlanmaktadır (1). Bu bağlamda,
Hindistan’a doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapan ülkelerin başında Amerika Birleşik Devletleri ve
Almanya gelmektedir. Yapılan tüm bu yatırımlar çerçevesinde bazı sektörler ön plana çıkmaktadır:
1- Bilgi teknolojileri (donanım ve yazılım)
2- Medikal sektör (özellikle klinik araştırmalar)
3- Agro ekonomi
Yine bu bağlamda, Hindistan’da Ar-Ge yatırımı 2002-2004 yılları arasında toplamda birikimli olarak %
45 oranında büyüme göstermiş ve takip eden yıllarda bu büyüme oranı % 40 seviyelerinde
seyretmiştir (EC, 2007). Ancak özellikle belirtmek gerekirse, ülkedeki Ar-Ge yatırımlarının büyük bir
çoğunluğu güçlü araştırma ağları ile desteklenen yönetsel yapısıyla devlet tarafından finanse
edilmektedir. Bu yapıda, kamu araştırma birimlerinin toplam Ar-Ge deki payı % 85 civarındadır.
Özetle, Hindistan’a yapılan Ar-Ge’ye yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının temel özellikleri
aşağıdaki gibidir (EC, 2007):
1. Ar-Ge hizmetlerinin bilgi ve teknoloji servislerinin ihracatı odağında geliştiği söylenebilir.
Toplamda 2,4 milyar dolar miktarında gerçekleşen bu ihracat kalemi, toplam yazılım
ihracatının % 18.4 lük miktarına karşılık gelmektedir.
2. Yukarıda belirtildiği üzere, geçmişte en büyük yatırımlar Amekiak Birleşik Devlerleri ve
Almanya tarafından yapılmıştır. Üretim, ihracat ve yerel pazarlara yönelik yeni ve dinamik
atılımlar esasen büyük ölçüde Ar-Ge temelli büyük ve karmaşık yatırımlar ile
şekilllenmektedir.
1
Kaynak: http://www.tifac.org.in/offer/tlbo/rep/tms179.htm
92
3. Özellikle Almanya ve Güney Kore yatırımm sırlamasında ikinci sırayı paylaşmaktardırlar.
Fransa, Japonya ve Çin’in de Hindistan’a Ar-Ge yatırımı konusunda istekli olduğu
bilinmektedir.
4. Toplamda 100 ÇUŞ’daki 22.980 Ar-Ge çalışanı, bilim insanları, yazılım mühendisleri ve
diğer destek elemanlarından oluşmaktadır.
5. İş gücünün varlığı, kalitesi ve maliyeti Ar-Ge merkezlerinin Hindistan bütününde
konumlanmasında önemli bir faktördür. Bu bağlamda, Hintli bir bilim insanının yıllık
10.000 dolarlık maliyeti, ABD’li bir bilim insanının yıllık 100.000 dolarlık maliyeti ile
karşılaştırıldığında oldukça düşüktür.
6. Ar-Ge deki YSY’nin yarıya yakını, ilk olarak Banglor, ikinci ve üçüncü olarak Delhi ve
Mumbai bölgelerinde yoğunlaşmaktadır.
7. Bilgisayar destekli Ar-Ge, yatırımlar arasında ön plana çıkmaktadır. Öte yandan ilaç,
kimyasal ve tarım endüstrileri yatırım avantajları açılarından umut vaadetmektedir.
8. Hindistan’daki
doğrudan
yabancı
sermaye
yatırımları
özellikle
son
teknoloji
ürünleri/sektörleri hedeflemektedir. Bu bağlamda, 2006 sonu itibarıyla yüksek teknoloji
alanında Hindistan’dan başvurularak ABD’de alınan 415’den fazla patent güçlü bir
göstergedir.
9. Yerel işletmeler ile kurulan iş ilişkileri/birliktelikler yeni işletmelerin kuruluş süreçlerinde
avantaj sağlamaktadır; ancak, böylesi işbirliktelikleri sonsuza kadar sürmemektedir ve
henüz arzu edilen düzeyde değiildir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapan
işletmelerin yüzde 56’sı Hindistan’daki hak sahipliklerinin yüzde 100’ü kendilerinde kalmak
üzere tek başlarına faaliyette bulunmaktadırlar.
10. Hindistan’da özellikle araştırma birimi/merkezi kuran büyük ölçekli işletmelerden IBM,
Motorola, Intel, AstraZeneca, Eli Lilly, General Electric, General Motors, Microsoft, Adobe
ön plana çıkmaktadırlar.
11. Ek olarak belirtmek gerekirse, birçok işletme aralarında farklı amaçlara hizmet eden
değişik araştırma işbirlikleri kurmuşlardır. Bu işbirlikleri, Hindistan örneğinin en önemli
özelliklerinden biridir. Bu duruma örnek olarak, aşağıdaki uygulamalar verilebilir:
a. IIT-Delhi kampüsünde aralarında IBM, Tata Infotech, Motorola gibi güçlü
markaların araştırma laboratuvarlarına ev sahipliği yapmaktadır.
93
b. Samsung India Electronics firması IIT Delhi ile birlikte Hindistan iç pazarına
sürülmek üzere yeni nesil renkli televizyonlar, çamaşır makineleri ve klimalar
geliştirmek için işbirliğine gitmişlerdir.
c. Endüstri ve tarım kimyasalları üretiminde sektöründe öncü işletmelerden olan FMC
corporation Banglor’da Hindistan Bilim Enstitüsü Kampüsü’nde (Indian Institute of
Science Campus) bir Ar-Ge merkezi kurmuştur.
d. DuPont işletmesi ise 1994 yılından bu yana CSIR altında faaliyet gösteren ulusal
araştırma laboratuarları ile işbirliklerini sürdürmektedirler. DuPont’un tekstil ve iç
dekorasyon sektöründe faaliyet gösteren birimi, ulusal kimyasal araştırma
laboratuvarı ile (Pune-based National Chemical Laboratory) araştırma işbirliklerini
gelecek 5 yıl için de sürdürme kararı almışlardır.
e. Yine Banglor’da bulunan IISc (Indian Institute of Science) ile TCS APDAP (Advanced
Product Design and Prototyping) ortak girişimi sayesinde hem Hindistan hem de
küresel pazarlarda 150’nin üstünde markanın doğuşuna sebep olmuştur. Örneğin
MİG marka uçaklar için tasarlanan inovatif pilot başlığı, IISC’nin güçlü bilgi birikimi
ve TCS’in teknik altyapısının birarada değerlendirilmesi ile geliştirilmiştir.
f. Hindistan’daki ÇUŞ’ların kurdukları Ar-Ge merkezlerinde çalışan personelin büyük
çoğunluğu, özünde eğitimini yurtdışında tamamlayarak Hindistan’a geri dönen
Hintli araştırmacılar arasından istihdam edilmektedir. Örneğin, General Electric
firmasının Banglor’da faaliyet gösteren John F. Welch Teknoloji Merkezi’nde çalışan
toplam 2700 çalışandan 700’ü eğitimini ABD’de tamamlayan ve Hindistan’a geri
dönen araştırmacılardan oluşmaktadır.
Sonuç olarak, gelişmiş bir eğitim sistemi, uygun teşvik mekanizmaları, 30,000 Ar-Ge profesyonelinin
geçen üç sene içinde ülkeye geri dönmesi sonucu oluşan tersine beyin göçü, kamu araştırma
laboratuarları, üniversiteler ve özel sektör arasındaki güçlü işbirlikleri, gelişmiş işgücüne rağmen
düşük üretim maliyetleri ve büyüyen bir iç pazar Hindistan’ı Ar-Ge’ye yönelik doğrudan yabancı
sermaye yatırımları için çekici bir ülke haline getirmiştir.
6.4.3 İsrail
İsrail, çok uzun süreden beri uygulanan Ar-Ge teşvik sistemi ve güçlü bilim ve teknoloji altyapısı ile
ÇUŞ’ların Ar-Ge yatırımlarını çekmekte uzunca bir süredir öncü bir rol oynamakta ve teknolojik
faaliyetlere yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımları çerçevesinde ayrıcalıklı bir örnek
94
oluşturmaktadır. Bu ayrıcalıklı duruma, İsrail’in Orta Doğu’nun siyasi tarihinin ve ABD ile özel siyasi ve
politik ilişkilerinin de katkısı olmuştur. Bu siyasi ortam, İsrail’in sanayi ve bilim ve teknoloji
politikalarının tasarlanmasında önemli rol oynamıştır. 1948 yılındaki bağımsızlığından beri, bu küçük
ülkenin sınırlarını genişletme çabası ile birlikte ulusal ve yabancı firmaların belirlenen yerlerde
tesisleşme faaliyetleri önemli miktarda kamu desteğinden faydalanmıştır. 1950 yılında yasalaşan
yatırımları teşvik yasası halen yürürlüktedir. Bu yasa, belirli bölgelerde yerli ve doğrudan yabancı
sermaye yatırımlarını özellikle desteklemektedir.
1980’li yılların ortalarına kadar, bilim ve teknoloji politikaları İsrail savunma sanayine odaklanmış ve
güçlü bir biçimde ulusal sanayi faaliyetlerinin yönünü belirlemiştir. Bu dönemdeki mekanizmalar
ülkenin mutlak ve göreli avantajlarının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Yüksek kamu
harcamaları, dünya standarlarında eğitim veren üniversitelerin varlığı, eğitimli işgücünün ülkeye
dönmesi (gerek ülkenin kuruluşu sırasında, gerekse SSCB’nin dağılması sonrası oluşan tersine beyin
göçü akımı) gibi unsurların bileşiminin yarattığı etkiler, İsrail’in günümüzde dünyada nüfusuna oranla
en fazla bilim adamı ve teknisyene sahip olması sonucunu doğurmuştur. 2005 verilerine göre bu oran
her 10.000 kişide 140 düzeyindedir (Zanatta vd., 2008).
Böylelikle, bağımsızlığının ilk yıllarından beri İsrail özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerinde ve tıbbi
cihazlar alanlarında güçlü ve geniş bir bilim ve teknoloji tabanı oluşturmuştur. Örneğin, 1950’li yılların
sonlarında ilk ulusal bilgisayar geliştirilmiştir. Tüm bu gelişmeler kaliteli beşeri sermayenin
ulaşılabilirliği, çok yönlü ve yüksek teknolojili savunma sanayine olan talep ile yüksek teknoloji
bölgelerinin varlığı ile birleşince, 1970’li yılların sonundan itibaren yüksek teknolojili ÇUŞ’ların ülkeye
ilgisini çekilmiştir. Örneğin, Intel ABD dışında ilk geliştirme merkezini 300.000 dolarlık bir ilk yatırım
ve beş çalışanla İsrail’de kurmuştur. Şu anda bu şirketin iki imalat tesisi, beş Ar-Ge merkezi ve 6.100
çalışanı bulunmaktadır (Zanatta vd., 2008). Bu tesislerde aralarında Intel centrino da dahil olmak
üzere pek çok işlemci geliştirilmiştir.
1970’li yıllarından ortalarıondan itibaren Ar-Ge teşvik sistemi yüksek teknolojili yabancı şirketlere de
açık hale getirilmiş ve günümüze kadar bu sistem çok ufak değişikliklerle sürdürülmüştür. 1984 yılında
yerli ve yabancı şirketlerin teknolojik faaliyetleri, sermaye yatırımlarını teşvik eden ve bilim ve
teknoloji politikalarının kapsamını genişleten bir yasa ile desteklenmeye başlamıştır. Şu anda bunlara
95
ek olarak, özellikle İsrail sınır bölgelerindeki yatırımlar için uzun dönemli vergi muafiyetleri ve düşük
faiz oranları gibi teşvikler de bulunmaktadır. Ancak, İsrail’in son dönemde bilgi ve iletişim
teknolojilerinde büyük bir kümelenme üzerine odaklanması ve bu yüksek teknolojili sektörün belli bir
bölgede yığılması eğilimi mekânsal teşviklerin etkinliğini azaltmıştır.
Son olarak, diğer dikkat çeken teşvikler ise yeni kurulan firmalar (start-ups) için varolan mali teşvikler
(ki bunların çoğunluğu ÇUŞ’lerdir), risk sermayesi fonlarının (bunların da çoğu yabancı yatırımcılar
tarafından yönetilmektedir) gelişiminin teşvik edilmesi ve bu sermayenin özellikle biyoteknoloji
sektöründeki yeni şirketlere uygun şartlarda aktarılmasıdır. Burada amaçlanan, sadece doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesi yerine bu tip birikimli bilim ve teknoloji varlıkların yeni
kurulacak firmalara aktarılmasıdır. Çok sayıda ÇUŞ bu tip rekabet öncesi yatırımlardan
beslenmektedir. Örneğin, Intel toplamda 100 milyon dolarlık bir yatırımı oniki farklı start-up firma için
İsrail’e aktarmıştır (Zanatta, vd., 2008).
Özetle, İsrail örneği de güçlü bir eğitim sisteminin varlığı, tersine beyin göçü, önemli ölçüdeki kamusal
destekler, üniversite-sanayi işbirlikleri ve özel ekonomik bölgelerin oluşturulması gibi bazı eğilimler
bakımından Hindistan örneği ile benzerlikler taşımaktadır. Ancak, bu ülkenin kendi siyasi tarihinden
kaynaklanan öznel koşulları da bulunmaktadır.
6.4.4 İrlanda
İrlanda doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmek için kurmuş olduğu aktif kurumsal yapı
nedeniyle öncü bir role sahip örneklerden biridir. 1949 yılında kurulan Sanayi Kakınma Ajansı (IDA)
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ülkeye çekilmesi ve teşvik edilmesinden sorumludur. Bu
ajans sürekli, tutarlı ve iyi uygulanan sanayi politikaları ile doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının
ülkeye çekilmesinde uzunca bir süredir önemli bir rol oynamaktadır. Uygulanan politikalardaki
dönemsel ufak tefek değişiklikler, İrlanda’nın uzun dönemli politikaları ile çelişmemekte ve onları bir
anlamda tamamlamaktadır.
1950’li yıllarda başlayan iktisadi ve sınai modernleşme hareketinin temel güdüsü ülkeye doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesidir. 1980’li yılların başına kadar bu politikalar ihracata yönelik
96
sektörlerdeki vergi muafiyetleri ve yine bu sektörlerde kullanılan sermaye mallarındaki devlet
sübvansiyonları olarak görülmüştür. 1982’de AET uyum süreci çerçevesinde birtakım değişiklikler
yapılmakla birlikte diğer Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında ihracata yönelik sektörlerdeki vergi
oranları hala oldukça düşüktür.
Süreç içerinde teşvik programları geliştirilmiş ve İrlanda devleti yaratılan yeni istihdam olanakları ve
satın alınan sermaye mallarının miktarı gibi basit ölçütleri kullanarak bu politikaların etkinliklerini
saptamaya çalışmıştır. Bu gibi ölçütlerde başarılı görülmeyen yatırımcı firmalar devlet detseklerini
almaya devam edememişlerdir. 1970’li yıllarda uygulanmaya başlayan politikalar daha seçici olmuş ve
devlet ÇUŞ’ları ülkenin göreli avantajlarını geliştirmek istediği sektörlere çekmeye çalışmıştır.
Bu yıllardan başlamak üzere ilaç ve BİT sektörleri özelikle ABD kaynaklı yatırımların sanayi kümelerine
aktığı öncelikli sektörler olmuştur. Bunun ötesinde, İrlanda ÇUŞ’lar ile yerli firmalar arasında uzun
soluklu ilişkilerin oluşturulmasını da desteklemiştir. Bu bağlamda, yerli firmalar ÇUŞ’ların özelleşmiş
tedarikçiler olarak tali bir rol oynasalar dahi bu destekler önemli görülmüştür. 1980’li yıllarda bilim ve
teknoloji poliitkaları oluşturulmaya başlanmış ve yerli firmalar ile ÇUŞ’lar arasındaki performans
farkını kapatmaya yönelik tedbirler alınmıştır. Bu tarihten itibaren özellikle BİT ve tarım sektörlerine
yönelik araştırma merkezleri kurulmaya başlanmıştır. Sonuç olarak, 1980-1993 arası dönemde bilim
ve teknolojiye yönelik reel kamu harcamaları %74 oranında artış göstermiştir.
1992 yılından başlayarak, Ulusal İnovasyon sisteminin teknolojik yetenekleri arttırmaya yönelik
faaliyetlerin teşvik edilmesi ile güçlendirilmesi hedeflenmiştir. Enterprise Ireland adlı bir ajans
tarafından ulusal firmalara önemli destekler sağlanmıştır. Bilim ve teknolojideki nitelikli işgücünü
çekebilmek ve beyin göçünü engellemek için vergi muafiyetleri sağlanmıştır. 1990’lı yıllarda sermaye
malları ve tıbbi donanım üreten sektörlerle, biyoteknoloji ve biyomühendislik gibi sektörler de
desteklenmeye başlamıştır. 2002 yılında İrlanda ara ve nihai ilaç ürünleri sanayinde küresel olarak en
önemli ihracatçı haline gelmiştir. Dünyadaki en büyük 15 ilaç ÇUŞ’unun 13’ü önemli Ar-Ge yatırımları
ile İrlanda’da faaliyet göstermektedir. Örneğin, GlaxoSmithKline İrlanda şubesini küresel nanteknoloji
merkezi olarak ilan etmiştir. Öte yandan altı çizilmesi gereken bir noktada İrlanda devletinin bu
sektörde 1 Milyon Avro’ya varan Ar-Ge yatırımları yapmış olmasıdır (Zanatta, vd., 2008).
97
Sonuç olarak,
• İrlanda artan bütçe fazlası ve diğer AB ülkelerine göre en düşük işsizlik oranı ile 1980’li
yıllardan beri kesintisiz bir iktisadi büyüme eğilimi yakalamıştır. Bu eğililimin oluşmasında
uygulanan düşük kurumlar vergisi gibi teşviklerin yanısıra geleceğe dönük eğitim politikaları ve
stratejilerinin de önemli katkısı olmuştur.
• IDA’nın ve benzeri kurumların 1969 yılında devletin örgütsel sistemi dışına alınması ve daha
esnek örgütlenmesi uygun bir kurumsal ortam yaratılmasına öenmli katkıda bulunmuştur.
• Doğrudan yanbancı sermaye yatırımlarının tutarlı devlet politikaları ile desteklenmesi,
ÇUŞ’ların ülkeye ilgisini arttırmıştır.
• Özel yüksek teknolojili sektörlere yönelik iktisadi faaliyetlerle ilgili yasal ve kurumsal ortamın
gözden geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi doğrudan yabancı dermaye akımlarının olumlu
yönde etkilemiştir. ÇUŞ’ların bu ülkedeki artan faaliyetleri yerel yetenekllerinde oluşmasını
sağlamıştır.
• Anadilin İngilizce olması, Anglo-Sakson hukuk sistemi ve ABD’de yaşayan İrlanda kökenlilerin
ülkeye ilgileri de önemli öznel koşullardır.
6.4.5 Tayvan
1950’li yıllardan itibaren özellikle mühendislik alanlarında uzmanlaşmış özel sektör kaynaklı Ar-Ge
harcamaları artmış ve 2007 yılında Ar-Ge harcamaları GSMH’nin %2,6’sına ulaşmıştır. Bu harcamaların
yaklaşık %60’ı özel sektör kaynaklıdır. Bu bağlamda, yurtdışından dönen yeni mezun ve tecrübeli
mühendislerin özellikle ÇUŞ’ların önemli yatırım alanlarından olan ve 1979’da kurulan Hsinchu gibi
teknoparklarda artan nitelikli işgücü talebi üzerine çalışmaya başlamaları önemli bir gelişmedir.
Tayvan uyguladığı iyi tasarlanmış ve istikrarlı iktisadi ve sınaî politikalarla, coğrafi konumundan ve
siyasi tarihinden kaynaklanan kısıtlamaların üstesinden gelebilmiş bir örnektir. Tayvan ihraç ürünleri
iktisadi kalkınma ve stratejik sanayi polititikaları çerçevesinde ülkenin ulusal önceliklerini
yansıtmaktadır. Tayvan elektronik ve petrokimya sektörlerinde pek çok üründe bugün dünya lideri
konumundadır. Bu başarı yaklaşık otuz yıllık ihracata yönelik bir ulusal kalkınma stratejisinin
98
sonucudur. Bu sonuç elde edilirken, ulusal politikalar kamu araştırma enstitülerine ve ülke
ekonomisinde yüksek bir paya sahip KOBİ’lerin geliştirilmesine yönelik desteklere dayandırılmıştır.
Tayvan’da ulusal politikalar oldukça seçicidir. Sanayi politikaları yarı iletkenler ve biyoteknoloji gibi
stratejik sektörleri hedeflemekte ve potansiyel olarak büyüyen sektörler düzenli olarak izlenmektedir.
ÇUŞ’lara yönelik ayrımcı bir yaklaşım bulunmamaktadır. ÇUŞ’lar ile yerli firmalar arasındaki bağları
güçlendirmeye yönelik politikalar uygulanmaktadır. ÇUŞ’larla ulusal şirketler arasında artan ilişkiler
sonucunda, ulusal şirketlerde teknololojik öğrenmenin gerçekleştirdiğine dair kanıtlar bulunmaktadır
(Zanatta, vd., 2008). Ar-Ge faaliyetlerini arttırmaya, yeni teknolojilerin edinilmesine ve beşeri
sermayenin kalitesini arttırmaya yönelik teşvikler söz konusudur.
Tayvan, büyüme stratejisinin bir parçası olarak uzunca bir süredir doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarını çekmeye yönelik belirgin bir politika izlemektedir. Bu yatırımlara karşı bir ayrımcılık
yapılmamakla birlikte yukarıda bahsedilen seçici bir yaklaşım benimsenmiştir. Stratejik ağır sanayide,
kamu tekellerinde, bankacılık ve sigortacılık gibi sektörlerde birtakım kısıtlamalar mevcuttur. Ülkenin
rekabetçi avantajı olan yüksek eğitimli ve üretken işgücünden faydalanan, ihracata yönelik bir
doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekme stratejisi izlenmektedir. Son dönemde, bu amaça ek olarak
teknoloji yoğun alanlar teknoloji yayılımını hedefleyen startejilerde önem kazanmıştır.
2002 yılında ÇUŞ’ların Ar-Ge merkezlerini çekmeye ve yatırımlarını arttırmaya yönelik yeni bir teşvik
sistemi de geliştirilmiştir. Bu çerçevede Ericsson, Dell ve IBM gibi şirketlerin de içinde bulunduğu 23
yeni ÇUŞ kaynaklı Ar-ge merkezi kurulmuştur. Ericsson’un merkezi üçüncü kuşak iletişim teknolojileri
konusunda uzmanlaşmış Asya’daki dört bölgesel merkezden biridir. Dell’in Ar-Ge merkezi 30 yeni
tasarımla firmanın dizüstü bilgisayarlarının yarısını üretmektedir. IBM’in merkezi ise, ABD dışında
inovasyon faaliyetlerinde bulunan ilk merkez olmuştur.
Özetle,
• Tayvan, yüksek eğitimli ve üretken işgücü çerçevesinde rekabetçi avantajları olan bir örnektir.
• Seçici ulusal politikalarla, öncelikli alanlara yönelik bir destek sistemi bulunmaktadır.
99
• Ar-ge harcamalarını önemli ölçüde arttırmış ve Ar-Ge’de özel sektör payının yüksek olduğu bir
ülkedir.
• Son dönem politikaları ile de ÇUŞ’ların Ar-Ge merkezlerini çekebilmeyi başarmıştır.
6.4.6 Singapur
Singapur son dönemde yıllık ortalama %6’lık bir büyüme ile göze çaran iktisadi bir performans
sergilemiştir. Teknolojik gelişme açısındansa durum daha da çarpıcıdır. 1980 yılında Ar-Ge’nin
GSMH’ye oranı %0,3 iken bu oran 2007 yılında %2,5’e erişmiştir.
1960’lı yıllardan beri ticaretin liberalleşmesi ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmeye
yönelik önlemler alınmıştır. Devlet, bir ticaret merkezi olarak ülkenin stratejik coğrafi konumunu öne
çıkarmıştır. Ayrıca, telekomünikasyon ve ulaşım ağlarını da geliştirmeye yönelik altyapı yatırımları
gerçekleştirmiştir. Ülkenin 1965 yılında görece geç bağımsızlığını kazanmış olması iktisadi
perfromansını kısıtlamamıştır. İlk dönemlerde, ulusal planlama ve doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarını çekme politikaları, daha çok radyo ve televizyon sanayi gibi emek yoğun sektörlere
yönelik olmuştur.
1980’lerde artan bölgesel rekabetle birlikte devlet düşük maliyetli yatırımlar yerine yüksek katma
değerli yatırımları tercih etmiştir. Bu çerçevede Ulusal Bilgisayar Kurulu ve Ulusal Bilgisayarlaşma
Planı gibi programların Singapur’u bir BİT referans merkezi yapma amacıyla uygulanmaya başladığı
gözlemlenmiştir. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren YSY yatırımlarından pay alan sektörlerin
hizmet sektörü de dâhil olmak üzere çeşitlendirilmesi hedeflenmiştir.
Singapur’un doğrudan yabancı sermaye yatırımları tecrübesi yatırım teşvik ajansının (IPA) fonksiyonu
ve gösterilen siyasi çabalar itibarıyla İrlanda örneği ile benzerlik göstermektedir. Bazı çalışmalar
teknolojik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesi çerçevesinde İrlanda ve İsrail’i rakip
göstermektedir. Yatırımlar için küresel rekabet, Singapur’u yatırımlar için maliyet azaltıcı tedbirler
almaya yöneltmiştir. Ancak, son dönemdeki çalışmalar Singapur’un Asya’daki en pahalı iş
merkezlerinden biri olduğunu göstermektedir. İktisadi Kalkınma Kurulu’nun (EDB) gözetiminde,
ülkeye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımları sürekli bir artış göstermektedir. Kurul BİT
sektörünü geliştirmeye tönelik teşviklere dayalı ulusal sanayi politikasının yürütülmesinden
100
sorumludur. Kurul, son dönemde biyomedikal sektörünü ve bunu destekleyecek bir kimya kümesini
(kimya sektörü ülkedeki üçüncü büyük imalat sektörüdür) öne çıkarmaya çalışmaktadır. Bir diğer
girişimse,
yerel
firmalarla
ÇUŞ’ların
ilşkilerini
geliştirmek
için
taşeronluk
faaliyetlerinin
desteklenmesidir.
Ulusal politikaların temel amacı sınaî ve teknolojik büyümeyi arttırıcı ve sonuç olarak ulusal rekabet
gücünü yükseltecek önlemlerin alınmasıdır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları için güvenli ve tkin
bir ortamın sağlanması hedeflenmektedir. ÇUŞ’ları desteklemek için oluşturulan destekler dizisi kalıcı
yatırımların artışı ve rakipleriyle kıyaslandığında Singapur’un farklılaşması sonucunu ortaya
çıkarmıştır. Bazı çalışmalar, bu başarılı modelin altında yatan temel etmenin ÇUŞ faaliyetlerini
destekleyen oldukça esnek bir sistem olduğunu belirtmektedirler. Bununla beraber, yerel sanayi
sürekli olarak destek gerektiren oldukça kırılgan bir yapıya sahiptir. 1990’lı yıllarda KOBİ’leri ve büyük
şirketlerden ayrılanların kurduğu ikincil firmaları (spin-off) destekleyen ve bunların teknoloji
altyapısını geliştirmeye yönelik politikalar izlenmiştir.
Günümüzde Singapur hizmet sektörü ihracatı ve biyomedikal sektörünün (ilaç, tıbbi araçlar,
biyoteknoloji ve sağlık hizmetleri) gelişmesiyle dikkat çeken bir ülkedir. ÇUŞ’lara ilaveten, birtakım
stratejik programlarla araştırma yetenekleri ülkeye çekilmektedir. 2006 yılında açıklanan 2010 yılı
Bilim ve Teknoloji Planı’na göre 2010 yılı sonunda Ar-Ge harcamalrının GSMH’ye oranının %3
seviyesine çekilmesi hedeflenmektedir. Bu da devletin teknoloji ve inovasyon konusunda duyarlılığını
göstermektedir.
Sonuç olarak, Singapur sektör önceliklerini ve göreli avantajşlarını oldukça iyi belirleyen, buna uygun
teşvik mekanizmalarını başarı ile uygulayan, ÇUŞ’larla yerel firmalar arasındaki ilişkileri geliştirebilen
ve Ar-Ge harcamalarını sürekli olarak arttırabilen bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
6.4.7 Güney Kore
Güney Kore, GOÜ’ler içinde yakaladığı hızlı ekonomik büyüme ile en göze batan örneklerden biridir.
Kore bu performansı ile pek çok ülke için örnek gösterilmekle birlikte, bu konuda birtakım kuşkular
vardır. Bu kuşkuların temelinde yatan nedenler ise günümüz küresel ortamında kabul edilemeyecek
düzeyde devletin oynadığı aktif rol ve bazı sektör ve şirketlerin açıkca korunuyor olmasıdır.
101
1960’lı yıllarda Güney Kore ihracat güdüleriyle modernleşmeye başladığında, beşeri sermaye tabanı
oldukça zayıf bir durumdaydı. Bu yıllarda, temel uygulamalar ithal teknolojinin anahtar teslimi
şeklinde yapılan projelerdi. Ancak bu tip teknolojileri kullanacak teknik personel kıtlığı öenmeli bir
sorun olarak göze çarpmaktaydı. Böylece, 1960’lı yıllar Güney Kore için beşeri sermaye tabanını
geliştirmeye yönelik hamlelerin baskın olduğu bir dönem olarak kayda geçti. 1960’lı yılların sonunda
Güney Kore yerli teknolojilerin geliştirilmesi için bilim adamları ve mühendislerin ileri düzeyde
eğitimini beşeri sermayeye ilişkin sorunların çözümü için bir yöntem olarak tanımladı. 1972 yılında,
devlet mühendislik ve uygulamalı bilimler için Kore İleri Bilim ve Teknoloji Enstitüsü (KAIST) adıyla
yeni bir liasnsüstü enstitü kurdu. Bu enstitü daha sonraki yıllarda gerekli fonlamanın da sağlanması ile
Güney Kore’nin kalkınmasında önemli bir rol oynamıştır.
Bu dönemde, yerli firmaların yetenekleri de oldukça zayıf bir düzeydeydi. İhraç ürünleri daha çok ithal
edilmiş parça ve hammaddenin montajı yoluyla üretilmekteydi. Teknoloji yatırımları da oldukça düşük
seviyelerde seyretmekteydi. 1965 yılında Ar-Ge harcamalarının GSMH’ye oranı %0,26 düzeyindeydi.
Yerel firmaların öğrenme süreci önceleri montaj teknolojisinin ve paketlenmiş hazır teknolojilerin
öğrenilmesi yönündeyken, daha sonraları enformel yollarla ve sermaye malalrının satın alınması ve
tersine mühendislik gibi uygulamalarla gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde, devlet yabancı teknoloji
ithalatının canlandırılmasını teşvik edici politikalar takip etmiştir. 1966 yılında çıkarılan Yabancı
Sermaye Teşvik Yasası en önemli adımlardan biridir. Teknolojinin etkin kontrolü için, 1968 yılında
yönergeler hazırlanarak öncelikli teknolojiler belirlenmiştir. Bu çerçevede, ara sermaye malları üretem
sektörler öne çıkmıştır. Lisans ücretlerinde %3’lük bir tavanla en fazla beş yıllık süre şartı konmuştur.
1970 ve 1978 yıllarında yapılan değişikliklerle teknoloji akışını desteklemek üzere daha yüksek lisans
ücretleri belirlenmiştir. 1972 yılında Teknoloji Geliştirme Yasası kabul edilerek teknoloji ithalatının
canlandırılması hedeflenmiştir. Aynı yıl Yabancı Sermaye Teşvik Yasası’nda yapılan değişikliklerle
teknoloji ithalatı süreçleri basitleştirilmiştir. Doğrudan yabancı sermaye akımlarının çekilmesinde
Yabancı Sermaye Teşvik Yasası’nın önemli etkileri olmuştur. Bilim ve Teknoloji altyapısına yönelik
kurumlarda aynı dönem içinde kurulmaya başlanmıştır.
Bu dönemdeki doğrudan yabancı sermaye yatırımları daha çok Güney Kore’nin düşük ücret
yapısından ve ara mal ithalatına getirdiği teşviklerden faydalanmıştır. 1974 yılında kurulan ve daha
sonra Samsung tarafından satın alınan ve yonga işleme konusunda uzmanlaşan Korea Semiconductor
şirketi bir dönüm noktası olmuştur. ABD sermayesinin de katkıda bulunduğu bu şirket kendi fikri
102
mülkiyet hakları kendine ait bir teknoloji geliştirmiş ve yerel teknolojik altyapının oluşmasına önemli
bir katkı sağlamıştır.
1970’li yılların ortasından 1980’li yılların ortasına kadar olan dönem, Güney Kore firmaları tarafından
taklitçi inovatif faaliyetler çerçevesinde yabancı teknolojilerin ithalatının yoğunlaştığı bir dönemdir.
1970’li yılların ortalarından itibaren ekonomik faaliyetler ağır sanayi ve kimya sektörlerinde
yoğunlaşırken ve büyük firmalar ortaya çıkarken, Güney Kore girişimleri yetenek yoğun sektörlerde
pazar paylarını arttırmak için yabancı teknolojilerin öğrenilmesi konusunda önemli yatırımlar
yapmışlardır. Ağır sanayi sektörlerini modernleştirmek için gerekli olan teknoloji akımını sağlamak
üzere ithalat rejiminde serbestleşme politikaları izlenmiştir. İthal edilen teknoloji paketlenmemiş bir
teknoloji olmuş ve parçalar, bileşenler ve işlevsel teknolojiler olmuştur. İleri teknolojiye erişimi
kolaylaştırmak için teknik lisanslama gibi formel öğrenme kanallarından faydalanılmıştır.
1980‘lerin başından itibaren yabancı firmalar artan bir oranda Güney Kore frmalarına lisans verme
konusunda isteksiz davranmaya başlamışlardır. Bu durumun temel nedeni Güney Kore’nin yetenek
yoğun pazarlara girme eğiliminin artmış olmasıdır. Ar-Ge yatırımları sadece ileri teknolojilerin
özümsenmesi için değil aynı zamanda Güney Kore’nin kendi teknoloji yeteneklerini geliştirmesi için de
bir araç olarak görülmüştür. 1975-1985 yılları arasında Ar-Ge harcamalarının GSMH’ye oranı
%0,42’den %1,41’ çıkmıştır. Bu dönemde yasalaşan Bilim ve Teknoloji Teşvik Yasası pek çok desteğin
yasal tabanını oluşturmuştur. Ancak Ar-Ge yatırımları çerçevesinde devletin katkısı bu döenmde özel
sektörden daha fazla olmuştur.
1980’li yılların ortasından 1990’lı yılların ortasına kadar olan dönemde, Güney Kore şirketleri
elektronik, otomobil ve makina gibi bilgi yoğun sektörlerde üretimlerini arttırmışlardır. Büyük firmalar
giderek uluslararasılaşmış, Güney Doğu Asya’daki emeğin ucuz olduğu bişrtakım ülkelere yatırımlarını
aktarmış ve ÇUŞ olma yolunda ilk aşamaya geçmişlerdir. Süreç iyileştirmesi için gerekli yetenekeleri
biriktiren firmalar da ürün iyileştirmesine yönelmişlerdir. Yerli firmalar yüksek kaliteli ürün
teknolojileri, malzeme, kontrol ve tasarımla ilgili teknolojileri ithal etmişlerdir. 1980’li yılalrın
ortalarından itibaren Güney Kore firmaları lisanslama ve teknoloji transferinin getirdiği kısıtlamaların
farkına vararak kendi Ar-Ge merkezlerini kurmaya başlamışlardır. Ar-Ge harcamaları önemli oranlarda
artmış ve 1985’de AR-Ge harcamalarının GSMH’ye oranı %1,4 iken, 1994’de %2,32 düzeyine çıkmıştır.
Özel sektörün Ar-Ge harcamalarını teşvik etmek için devlet özel sektör Ar-Ge enstitüleri için önceden
alınması gerekli izin süreçlerini kolaylaştırmış ve bunun sonucunda da önemli sayıda yeni Ar-Ge
103
merkezi kurulmuştur. 1981 yılında bu kuruluşlarla ilgili düzenlemeler yapılırken özel araştırma
enstitüleri için vergi istisnaları, araştırma donanımı için gümrük vergisi muafiyeti ve bu kurumlardaki
araştırma personelinin askerlik hizmetinden muaf tutulması gibi bir dizi teşvik getirilmiştir. 1985
yılında küçük şirketlerin de bu tip enstitüler kurmasını teşvik etmek için, devlet bu enstitüleri kurmak
için gerekli olan personel sayısını 10’dan 5’e indirmiştir (OECD, 1996). Büyük şirketlerin kendi Ar-Ge
faaliyetlerini gerçekleştirmenin önemini kavraması iel birlikte Ar-Ge merkezlerinin sayısı hızla artmış
ve bu merkezlerin sayısı 1985 yılı itibarıyla 183’e ulaşmıştır (Lee, 2009). Yabancı bilgi kaynaklarına
ulaşmak ve en son teknolojik gelişmelerden haberdar aolabilmek için özel Ar-Ge enstitülerinin yurtdışı
şubleri de kurulmuştur. 1994 yılında bunların sayısı 51’ ulaşmıştır (OECD, 1996). Özel sektörün Ar-Ge
faaliyetleri ile bu ölçüde ilgilenmiş olması Güney Kore’nin yeni teknolojileri hızla özümsemesini
sağlamıştır. Yeni teknolojilerin özümsenmesine yönelik Ar-Ge faaliyetleri ticarileşmeye yönelik Ar-Ge
faaliyetleri ile birlikte gerçekleştirilmiştir.
1990’lı yılalrın ortasından başlayan son dönemde, Güney Kore ciddi bir finansal kriz ile karşılaşmış ve
IMF kaynaklı bir iktisadi reform paketini uygulamak zorunda kalmıştır. Güney Kore 1996 yılında
OECD’ye üye olmuştur. Güney Kore, ciddi bir işgücü piyasası ve finans reformu yapılmadan, banka
sübvansiyonlarına dayalı, işgücü piyasası katılıkları ile boğuşan, ve şeffa olmayan bir yönetişim sistemi
ile küresel sermaye piyasaları ile yüzleşmek durumunda kalmıştır (Lee vd., 2008). 1997 krizi sonrası
Güney Kore’nin uyguladığı reform paketi benzer üleklerle karşılaştırıldığında en kapsamlı ve
kararlılıkla uygulanan bir pakettir. Bu dönemde Güney Kore sermaye piyasasının liberalleşmei,
doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve ithalat rejimi açısından tamamen açık bir ekonomi haline
gelmiştir. Bunun sonucunda takip eden yıllarda ülkeye önemli bir doğrudan yabancı sermaye akımı
gerçekleşmiştir. 1998 yılında yasalaşan Yabancı Sermaye Teşvik Yasası yabancı yatırımcılara destek
hizmetleri ve aratan teşvikler sağlamıştır. Ancak şu anda bazı araştırmacılar bu reformalrın fayda
maliyet analizini yapmakta ve bu reformların ülkenin uzun dönemli büyümesinin sürdürülebilirliğini
tehlikeye düşürdüğünü belirtmektedirler (Chang ve Shin, 2002; Lee ve Lee, 2008). Reformlar Güney
Kore firmalarını daha istikrarlı ve şeffaf bir iş ortamına taşırken, öte yandan bazı iktisadi ölçütleri daha
güçsüz hale getirmiştir. Örneğin, toplam yatırımların GSMH’ye oranı %5 azalmıştır. Bazı araştırmacılar
ise bunun varolan iktisadi modelin, henüz gelişmiş bir ülke için uygun olmayan Anglo-Sakson modele
dönüştürülürken ödenmesi gereken bir bedel olduğunu iddia etmektedirler (Chang ve Shin, 2002).
Bu süreçte, özeelikle büyük şirketler azımsanmayacak ölçüde reformalrın konusu olmuşlardır. Zira bu
şirketlerin aşırı yatırımlarının ve dış borçların krizin önemli nedenlerinden biri olduğu savunulmuştur.
104
Bu dönemde 30 büyük şirket iflas etmiştir. Kriz öncesi dönemde yatırımların etkin olmamasının
üretimde de etkinsizlikler yarattığı savunulmaktadır (Choo vd., 2009). Kriz sonrası ayakta kalan
şirketler, bu durumu düzeltmeyi başarmış olanlardır. Ancak daha önemlisi kriz sonrası ayakta kalan
şirketlerin başarısını açıklayan en önemli faktör teknolojik yeteneklerdir. Kriz sonrası yeniden
yapılanma döneminde düşük borç oranları ve yüksek yabancı iştirakler ile ayakta kalan şirketler
yeniden karlı küresel oyuncular haline gelmiştir. Patent verileri de teknolojik yetenek gelişimi ile ilgili
eğilimleri doğrulamaktadır. Gerek Güney Kore patent ofisi gerekse ABD patent ofisine yapılan
başvurularda ve alınan patentlerde öenmli artışlar olmuştur. Bu başvuruları yapan firmaların büyük
bir çoğunluğu 1985-1995 döneminde Ar-Ge yatırımlarını arttıran firmalardır (Lee, 2009).
Güney Kore teknolojik yeteneklerini sürekli olarak geliştiren, bunu yaparken doğrudan yabancı
sermaye yatırımlarından seçici olarak faydalanan bir örnektir. Ancak devletin baskın rolü zaman
zaman belirli kolaylıklar yaratmasına karşın zaman zaman da kalkınma süreci önünde engeller
yaratmıştır. Devletin başarısızlıkları genelde rant kollayıcı yaklaşımlara yönelmesine neden olmuştur.
Güney Kore modelinde rant kollayıcı yaklaşımları kontrol altına alan iki etmenden söz etmek
mümkündür. Birincisi ekonominin ihracat yönelimidir. İhracata yönelme korunan üreticilerden oluşan
bir iç pazar tarafından sağlanamayan pazar disiplinini getirmekte ve ekonomik politikalar üzerinde
kısıtlamalar oluşturmaktadır. İkinci olarak, Güney Kore modeli yeni büyüme kaynakları yaratma
konusunda başarılı bir modeldir. Yeni rantlar yaratılmış ve yabancı firmaların bu rantlardan aldığı pay
azalmıştır. Başka bir deyişle, model varolan rantların yerli oyuncular arasında yeniden paylaşılmasını
değil daha ziyade yeni rantların yaratılması yönündedir.
Bilindiği üzere, ÇUŞ’lar yerel firmalar için teknolojik öğrenmeyi ve bilgi yayılımını sağlayan araçlardır.
Bunun ötesinde küresel üretim zincirinde yerli firmaların daha yüksek katma değerli üretim
yapmalarını da zorlamaktadırlar. ÇUŞ’ların etkin biçimde rol oynadığı bir stratejide başarılı olmak için
Güney Kore modelinde yeralan faktörlerin ötesinde de diğer unsurlara ihtiyaç vardır. Sanayileşmeye
kılavuzluk eden ve eşgüdümü sağlayan devlet ajanslarının yaratılması, sektör ve teknoloji
hedeflemelerinin doğru bir biçimde yapılması ve yeni dinamik rekabetçi avantajların yaratılması
bunlardan birkaçıdır.
105
6.4.8 Brezilya
İncelenen diğer ülke örnekleri gözönüne alındığında, ÇUŞ’ların teknoloji yatırımlarını çekmede
kendine özgü bir örnek teşkil etmektedir. Brezilya tarihsel olarak uzunca bir süredir yabancı sermaye
yatırımlarını çeken bir ülkedir. İkinci dünya savaşı sonrası dönemde, Brezilya sanayi yapısının
şekillenmesi üzerinde ÇUŞ’ların pek çok sektör için önemli rol oynadıkları görülmektedir. 1950’li
yılların ortasından beri uygulanan planlar çerçevesinde ulusal sanayi gelişmiş sektörel zincirlerini
oluştururken, ÇUŞ iştirakleri de yapının önemli bir parçası olmuşlardır. Bu yıllarda önce ABD, daha
sonra ise Batı Avrupa kaynaklı sermaye ile yerli özel ve kamu sermayesi Brezilya ağır sanayinin
kurulmasını sağlamıştır.
1970’li yıllara gelindiğinde Brezilya halen dünyadaki en fazla uluslararasılaşmış ülkelerden biriydi ve
toplam sanayi üretiminin üçte biri ÇUŞ iştirakleri tarafından üretilmekteydi. 1974-1980 yılları arasında
uygulanan İkinci Ulusal Kalkınma Planı çerçevesinde devlet sektörel hedeflere dayalı daha seçici bir
politika izlemeye başlamıştır. ÇUŞ’ların belli sektörlere yönlendirilmesini hedeflemenin yanısıra ÇUŞ
yatırımlarının ülkeye girişini belirli iktisadi çıkarlara dayandırmıştır. Bu tarihten sonra ise, doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarını çekmeye yönelik politikalar daha genel politikalar haline gelmiş ve
temelde belirli öncelikler tanımlamadan yabancı yatırımlar için uygun bir ortam yaratmaya dönük
olmuştur.
1980’li yıllar Brezilya için yaşanan makro ekonomik sıkıntılardan dolayı zorlu bir dönem olmuştur. Bu
yıllar doğrudan yabancı sermaye yatırımları açısından da bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde, Brezilya
yönelik yabancı yatırım akımlarında ciddi bir düşüş görülmüştür. Breazilya’nın küresel doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarından aldığı pay 1982-1986 döneminde %0,9 iken, bu pay 1987-1991
döneminde %0,2’ye düşmüştür. Bu durumu yaratan temel faktör, genel olarak olumsuz bir ikitsadi
ortama eşlik eden dış borçl krizlerinin yarattığı belirsizliklerden ve yüksek enflasyondan kaynaklanan
daralma ve yatırımlardaki azalmadır.
1990’lı yıllarda liberalleşme ve özelleştirme çabaları ile doğrudan yabancı sermaye yatırımları ülkeye
tekrar dönmeye başlamıştır. 1993 yılında 1,3 milyar düzeyindeki yabancı yatırımlar, 2000 yılında
Brezilya tarihinde bir rekor olan 32,8 milyar dolar düzeyine çıkmıştır. 2000 yılında en büyük 500
küresel firmanın 405’i Brezilya’da faaliyet gösteriyordu. Brezilya imalat sanayinde ÇUŞ’ların giderek
artan payı, bu ÇUŞ’ların yerel teknolojik kapasiteye katkısını arttırmak için Brezilya devletini birtakım
106
önlemler almaya yöneltmiştir. Ancak bu yapısal iktisadi değişiklikler ile eşgüdümlü sanayi politikası
araçları hayata geçirilememiştir. Alınan önlemler eş zamanlı olarak belirgin bir politikası ile
uyumlandırılammaıştır. Ulusal sanayi yapısında rekabetçi kazançlar elde etmek için gerekli olan
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarındaki nitel ve nicel değişiklikler gerçekleştirilememiştir.
Brezilya’nın doğrudan yabancı sermaye yatırımları ile ilgili kurumsal yapısı da çok sayıda eksikliği
barındırmaktadır. Diğer ülkelerde uzun süreden beri doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmek
ve teşvik etmek için gerek bölgesel gerekse ulusal düzeyde kurum ve kuruluşlar görülmektedir. Ancak
Brezilya’da bu tip kurum ve kuruluşlar çok daha yakın bir dönemde kurulmuştur. 1999 yılında kurulan
bu ajanslar (Investe Brazil) 2002 yılında faaliyetlerine son vermiştir. Bu bağlamda, Brezilya yerli ve
yabancı yatırımların koordinasyonunun en zayıf olduğu GOÜ’lerden biridir. Günümüzde, APEX-Brasil
ve RENAI gibi doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmeye ve teşvik etmeye yönelik yapılar
oldukça düzensiz ve eşgüdümden yoksun bir biçimde çalışmaktadırlar.
Son dönemdeki sınaî kalkınma ve bilim teknoloji alanındaki kurumsal yapının zayıflığı ve farklı devlet
kurumları içindeki aşırı derecede katmanlaşma Brezilya için bir dezavantaj yaratmaktadır. Bu durum
varolan kurumları oluşturulacak politikalara eklemlendirecek daha merkeziyetçi yeni bir yönetişim
sistemini gerektirmektedir.
Son dönemde Ar-Ge faaliyetlerinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını etkileyebilecek politika
araçlarından birisi yeni Inovasyon Yasasıdır. Bu yasa ile inovatif faaliyetlere teşvikler getirilmiş,
üniversiteleer ve araştırma enstitüleri arasındaki etkileşimler desteklenmiştir ve üretken sektörlere
giden yatırımlar için birtakım mali imtiyazlar sağlanmıştır. Yasada temal hedef ürün ve süreçlerde
inovasyon faaliyetlerinin geliştirilmesidir. Bu yasa ayrıca bazı Ar-Ge faaliyetleri için kullanılacak sanayi
mallarında KDV’yi azaltmış ve sermaye mallarında hızlandırılmış bir amortisman teşviği getirmiştir.
Ancak son dönemde yapılan çalışmalar firmaların bu teşvikleri kullanmadığı ve hatta haberdar
olmadığını ortaya koymuştur. Bu gibi çabaların uzun dönemde olumlu etkiler yaratacağı mümkün
olmakla birlikte, başarılı ülke örneklerinde görüldüğü üzere bunlar hakkında farkındalık yaratılması,
yayılması ve sürdürülmesi gereklidir.
Brezilya son dönemde beşeri sermayesini nitel ve nicel olarak geliştirmiş ülkelerden biridir. Ancak bu
niteliki beşeri sermaye özel sektör yerine genelde akademik alanda istihdam edilmektedir.
107
Sonuç olarak, ÇUŞ’ların Brezilya için önemi son dönemde atılan adımları da meşrulaştırmaktadır.
Ancak bu firmaların yatırımlarını teknolojik faaliyetlere odaklandırmalarının sağlanması için uygun bir
iktisadi ortamın sağlanması gereklidir. Bu bağlamda, varolan politikalar ve kurumlarda göze çarpan
ayrık yapının ortadan kaldırılması ve sektörel ve ticari faaliyetler için temel önceliklerin belirlenmesi
gerekliliği söz konusudur. Özetlemek gerekirse, Ar-Ge faaliyetleri için doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarının çekilmesinde Brezilya’da iki temel eksiklik göze çarpmaktadır: eşgüdümlü devlet
politikaları ve bunları uygulayacak kurumlar. Brezilya, yüksek lisans ve doktoralı araştırmacı sayılarının
ve uluslararası bilimsel yayın sayılarının artışı gibi gelişmelerle beşeri sermaye politikaları
çerçevesinde önemli atılımlar yapmış olmakla birlikte, nitelikli işgücünün özel sektöre eklemlenmesini
henüz gerçekleştirememiştir. Inovasyon faaliyetleri ve ÇUŞ’ların stratejik kararları için kritik bir öneme
sahip olan bu tür bilimsel, teknolojik ve mühendislik yetkinliklerin daha da güçlendirilmesi ve özel
sektör Ar-Ge faaliyetleri ile etkileşim içinde olması bir zorunluluktur.
6.4.9 Malezya
Malezya ÇUŞ’lar tarafından Ar-Ge faaliyetleri için seçilen önemli ülkelerden biri olmamasına rağmen,
ÇUŞ’lar Malezya imalat sanayinin inovasyon sisteminde anlamlı bir role sahiptirler (Chandran, vd.,
2009). Yabancı iştirakler tarafından yapılan süreç inovasyonları özellikle elektronik sanayinin
yükselmesine ve uluslararası piyasalara katılmasında katkıda bulunmuştur. Yerel firmaların teknolojik
öğrenmeyi
gerçekleştirmleri
yapaılan
taşeronluk
anlaşmaları
ve
teknoloji
transferi
ile
gerçekleşmektedir.
1971-1990 döneminde Malezya GSMH’sı yıllık ortalama %6,7 oranında artmıştır. 1990-1999 ve 20012005 dönemlerinde ise yıllık ortalama artışlar sırasıyla %8,1 ve 54,5 düzeyinde olmuştur. Devletin
iktisadi büyümeyi gerçekleştirmek için yaralandığı dikkat çekici stratejilerden en önemlisi doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesi olmuştur. ASEAN ülkeleri içinde Malezya, 1980’li ve 1990’lı
yıllarda yaptığı düzenlemelerle imalat sanayinde yatırım rejiminin liberalleştirilmesinde en aktif
ülkelerden biridir. Özellikle 1980’li yıllarda kamu iktisadi teşebbüslerinin yabancı firmalarla yaptığı
ortaklıklar sürece önemli katkılarda bulunmuştur. 1986’da yasalaşan Yatırım Yasası, ülkeye artan
oranda doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesinde ciddi katkı sağlamıştır. Bu yıllarda
uygulanan politikalar yabancı yatırımcılara vergi muafiyetleri, yeni yatırımlar için vergi istisnaları,
ihracatta vergi iadesi, serbest ticaret bölgelerinin kurulması ve benzeri gibi çok sayıda teşvik olanağı
sunmuştur. Yabancı sermaye üzerindeki bir takım kısıtlamaların kaldırılması ve gümrük vergilerinin
108
azaltılması ile gereçekleştirilen ticari liberalleşmede ülkeye doğrudan yabnacı sermaye yatırımlarının
çekilmesinde etken olmuştur (Urata, 1994). Tüm bu gelişmeler, Malezya’ya yüksek teknoloji ve bilgi
birikiminin de gelmesini sağlamıştır.
İmalat sanayi inovasyon sistemini güçlendirmek için çıkarılan yönetmelikler, yasalar ve standartlar
firmaların ve diğer kurumlar arasındaki etkileşimi de arttırmıştır. Bilim ve teknoloji poliitkalrı
çerçevesinde şekillenen ulusal inovasyon sistemi de inovasyon faaliyetlerini canlandırmıştır. Sanayi,
bilim ve teknoloji alanlarında inovasyon ve yaratıcılığı teşvik eden politikaların ortaya konmasının
ötesinde, devlet bu politikaları çok sayıda teşvik mekanizması ile de zenginleştirmiştir. Bu politika
araçlarının kullanılması ile bir kısım başarılar elde edilsede, bunların genel etkisinin sınırlı olduğu iddia
edilmektedir (Chandran, vd., 2009).
Malezya örneğinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının teşvik edilmesi yönündeki politikalar
ÇUŞ’ların imalat faaliyetlerini ülkeye çekmede başarılı olmuştur. Ancak, yerli firmaların ÇUŞ’lardan
teknolojik öğrenmeyi ve teknoloji transferini gerçekleştirme yönünde kısıtlı bir başarı elde
edilebilmiştir. Teknolojik gelişmeyi sağlamak için hali hazırda pek çok program bulunmaktadır. 1988
yılında ÇUŞ’lar ile yerli firmalar arasındaki ilşikileri geliştirmek için Tedarikçi Geliştirme Programı
başlatılmıştır. Bu program teknik ve yönetsel uzmanlığın ÇUŞ’lar tarafından yerel firmalara tedarikçi
sözleşmeleriyle aktarılmasını desteklemekteydi. Sonrasında uygulamaya geçirilen Küresel Tedarikçiler
Programı bu programı tamamlayıcı nitelikteydi. Küresel Tedarikçiler Programında hedef, eğitim
programları ile KOBİ’lerin desteklenmesi ve KOBİ’lerin uluslararası tedarikçiler haline gelmesiydi. Bu
programda, ÇUŞ’lar veya ÇUŞ iştirakleri tarafından teknik bilginin KOBİ’lere verilen eğitimlerle
aktarılması desteklenmekteydi.
Bu programalara ek olarak 1996 yılında KOBİ’lerin teknolojik düzeylerini arttırmak hedefiyle Sanayi
İlişkiler Programı başlatılmıştır. Bu programda beş yıllık kurumlar vergisi istisnaları, KOBİ’lerce sayın
alınan yatırım malları, için %60 oramnında vergi muafiyetleri, eğitimle ilgili maliyetlerin vergiden
düşülmesi, büyük firmalara mali denetim ve teknik danışmanlık konularında yardım gibi teşvikler
sağlanmıştır. 1996 yılında kurulan Küçük ve Orta Ölçekli Firmaları Geliştirme Kurumu (SMIDEC) da
KOBİ’leri desteklemiştir. SMIDEC finansman, teknoloji ve insan kaynakları gelişimi gibi alanlarda
KOBİ’lere destekler sağlamıştır. Ancak KOBİ’ler için sağklanan yardımlara pek çok firma erişememiş ve
programlar genelde iyi yönetilememiştir (Chandran, vd., 2009). 1988-1996 yılları arasında ÇUŞ’lar
tarafından 94 tedarikçi seçilmiştir. Özellikle Penang eyaletinde Agilent Technology, Intel ve Motorola
109
gibi ÇUŞ’lar özellikle Penang Kalkınma Kurumu’nun desteğiyle bu programlara katılmıştır. ÇUŞ
iştirakleri yerel firmalar bağlantılar kurmuş ve sağlanan devlet destekleri sayesinde bu firmaların
yeteneklerinin ve teknolojik bilgi düzeylerinin arttırılmasında önemli kazanımlar elde edilmiştir.
Penang eyaletindeki programlar başarılı olmuş ancak diğer eyaletlerde benzer başarı öykülerine
erişilememiştir. Bunun temel nedeni olarak kurumsal faktörlerden kaynaklanan ve firmalara yeteri
kadar destek sağlayamayan develet kruluşları gösterilmektedir (Rasiah, 2002).
İnovasyon faaliyetlerinin fonlanması oek çok hibe ve destek programı yoluyla gerçekleştirilmiştir.
Teknoloji Edinim Fonu (TAF), Ar-Ge Fonlarının Ticarileşmesi (CRDF), Uygulama Hibe programı (DAGS),
Mutimedya Ar-Ge Süper Koridoru Hibe Programı (MGS), Sanayi Hibe Programı (IGS) ve Sanayi
teknikYardım Fonu (ITAF) gibi programlarla birlikte Ar-Ge hizmetlerinin satın alınmasında, Ar-Ge
merkezlerinin kurulmasında vergi istisnaları ve Ar-Ge projelerinin kamusal olarak fonlanması gibi
desteklerden de faydalanılmıştır. Bu hibe ve destekler Ar-Ge faaliyetlerinin teşvik edilmesi için
kulanılmış ancak firmaların Ar-Ge faaliyetlerini gerçekleştirmeleri yönünde daha zorlayıcı önlemler
alınmamıştır (Chandran, vd., 2009). Ancak tüm bu çabalara karşın, destek programlarının perfromansı
istenilen düzeylere ulaşamamış ve bu desteklerden çok az sayıda firma yararlanmıştır. Bunun nedeni
olarak başvuru işlemlerinin karmaşık ve anlaşılmaz olması, firmaların Ar-Ge faaliyetinde bulunmak için
kendilerine güvenmemesi, firmaların gizli ticari ve mali bilgilerini devlete vermek istememesi ve Ar-Ge
faaliyetlerini gerçekleştirmek için gerekli uzmanlıklarının ve tesislerinin olmaması gösterilmektedir
(Chandran vd. 2009).
Öte yandan çoğu çalışmada Malezya sanayinde teknolojik gelişmenin yaşanamamasını genel kalkınma
ve göç politikalarına bağlamaktadırlar (Chandran, vd., 2009; Henderson ve Phillips, 2007). Bu
çalışmalar, ekonmik büyüme sonucunda artan raefahın uygun yeniden bölüşüm politkalarıyla
eşleşmediğini ve başarısız bir göç politikasının izlendiğini belrtmektedirler. Bunlara ek olarak özellikle
bilgi yoğun ve yüksek katma değerli sektörlerde KOBİ’lerin yetersiz kapasitesinin ÇUŞ’larla ilşkiye
geçmekte bir engel oluşturduğu ifade edilmektedir (Ritchie, 2005). Eğitim kalitesindeki ve eğitime
erişimdeki sorunların teknolojik gelişme çerçevesinde de sorunlar yarattığı gözlemlenmiştir.
Özetle, tüm bu tartışmalar devlet müdahalesinin doğrudan yabancı sermaye yatırımları, ihracat
performansı ve imalat sanayinin genel perfromansına katkıda bulunduğunu göstermektedir. Ancak,
teknolojik ilerleme yönünden ÇUŞ’lardan yerel firmalara doğru gerçekleşmesi beklenen yayılmaların
110
yeteri düzeyde olmadığı görülmektedir. Malezya imalat sanayi inovasyon sistemi doğrudan yabancı
sermaye yatırımlarından elde edilebilecek azami fayda için zayıf kalmakta ve ÇUŞ’ların yerel Ar-Ge
altyapısı ile ilşikiye girebilmesi için gerekli olan ön koşulları sağlayamamaktadır. Bazı istisnalar dışında
yerel firmalar özümseme kapasitelerindeki sorunlar nedeniyle yabancı firmalarla olan ilişkilerinden
öğrenme ve teknolojik gelişme sağlama yönünde başarılı olamamaktadırlar. Bunun sonucunda da
Malezya imalat sanayi Ar-Ge faaliyetleri için anlamlı büyüklüklerde doğrudan yabancı sermaye
yatırımı çekememektedir. Genellikle yabancı iştirakler tarafından elektronik sanayinde ürün ve süreç
geliştirilmesi çerçevesinde kısıtlı bir Ar-Ge faaliyeti görülmektedir. Bunun ötesinde bölgesel olarak da
eşitsizlikler söz konusudur. Penang eyaleti dışında anlamlı düzeyde bir faaliyete rastlanmamaktadır.
Genelde, doğrudan yabancı sermaye yatırımları imalat sanayi yerine doğal kaynak bazlı sektörleri
seçmektedirler.
Sonuç olarak, Malezya gerekli kamusal desteklerin sağlandığı ancak kurumsal sorunların yaşandığı bir
örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Eşgüdüm, uyum, uygulamave kurumsal sürdürülebilirlik sorunları
Malezya’da benimsenen politikaların başarısı önünde bir engel teşkil etmektedir. Bu durumda,
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından elde edilecek faydanın sınırlı kalmasına ve teknolojik
gelişmenin istenilen düzeylere ulaşmamasına yol açmaktadır.
111
7. SONUÇ
Gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülke pazarlarına girişlerini sağlayan en önemli araçlardan biri
yabancı sermaye yatırımlarıdır. Özellikle, bu bağlamda gelişmekte olan ülkeler için mevcut kalkınma
politikalarına bakıldığında, ihracata yönelik sanayileşme stratejileri çerçevesinde, dolaylı ya da
dolaysız olarak yabancı sermayenin sahip olduğu teknoloji ve dünya pazarlarındaki konumu oldukça
önem kazanmaktadır.
Bu bağlamda, önemli bir yatırım ajanı olan çok uluslu şirketler, değişik ülkelerde yatırım yaparak
değişik pazarlara hizmet vererek, dış piyasalarda elde ettikleri deneyimleri, bilgi ve beceriler ile bu
bilgi ve beceri kapsamında geliştirdikleri teknolojileri gelişmekte olan ülkeler ile paylaşmaktadırlar.
Bununla birlikte ÇUŞ’lar esasen, uluslararası pazarlarda mücadele edebilmek için kalite ve fiyat
avantajı yanında güçlü ve etkili ülke destek politikaları ile güçlü bir pazarlama organizasyonun bir
arada yürütmektedirler. Bu durumda, gelişmekte olan ülke örneklerinde olduğu üzere, gerekli
ekonomik büyümeyi sağlayacak faktörlerin geliştirilmesinde özellikle ileri teknolojilerin kullanımı ile
üretilen teknolojilerin/ürünlerin sağlanması için büyük miktarlarda ulusal düzeyde Ar-Ge yatırımının
da gerekli olduğu belirtilmelidir.
Yine bilindiği üzere, günümüzde ÇUŞ’ların rekabet güçleri de, ürettikleri yeni/ileri teknolojilere bağlı
olarak değişmektedir. Nitekim bu raporda da değinildiği üzere bu bağlamda şirketler, ileri
teknolojilerin üretimi geliştirilmesi, bilgi yayılımı ve edinimi gibi stratejik konularda uluslararası
pazarlarda gerek üretimin paylaştırılması gerekse teknoloji üretim faaliyetlerinin merkezcillikten
şebeke yapısına dönüştürülmüş olmasından ötürü dağılmış durumdadır.
Öte yandan, ÇUŞ’lar ile birlikte gelen yatırımların, gelişmekte olan ekonomilerin sanayileşmek için
ihtiyaç duydukları teknolojinin sağlanması ve geliştirilmesi süreçleri ekseninde yaratacağı maliyet
önemlidir. Bu maliyetler doğru ve sürdürülebilir bir biçimde göze alınmadığı takdirde ise, belli başlı
üretilmiş teknolojileri satın almak ya da transfer etmek gündeme gelir. Ancak, unutulmamalıdır ki,
ürün bazında teknolojik fayda-maliyet analizi yapılmadan üretkenliğini ve geliştirme özelliğini yitirmiş
teknolojiler satın alınarak, kaynak israfına yol açılabilir ve aynı zamanda kronikleşen bir yapıda
“bağımlılık” ve “kapalılık” oluşabilir. Ayrıca, transfer edilen teknolojiden faydalanmak için yapılan
planlar, dünya piyasalarında rekabet yapma varsayımına dayanmalıdır ki, kalkınma amaçlı yapılan
teknolojik yatırımlar gelişmiş örneklerdeki rakip maliyet ve fiyat yapılarına göre avantajını
112
koruyabilmelidirler. Sonuçta, ekonomik büyümeyi hızlandıracak, sermaye yoğun teknoloji içeren
yatırımlarda, üretimin kapasitesini ve verimliliğini düşürmeden mevcut teknolojiyi az gelişmiş
ekonomiye adapte etmekte ayrı bir sorundur.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının bölgesel ve ulusal bazda işgücüne olan etkisi de oldukça
önemlidir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları için gerekli olan işgücü çoğunlukla yerli
kaynaklardan sağlanmaktadır. Zira az gelişmiş ülkelerin yeni yatırım alanları oluşturacak yeterli
sermaye birikimleri olmadığı için işsizlik sorununun kendi kaynaklarıyla çözmeleri oldukça zordur.
Dolayısıyla, ya sanayileşmiş ülkelere doğru bir emek göçü olacaktır ya da yabancı sermaye yatırımları
teşvik edilerek bu sorunlar hem sektörel hem bölgesel hem de ulusal bazda çözülmeye çalışılacaktır.
Gelişmekte olan ülke örnekleri incelendiğinde, bölgesel anlamda da gelişmişlik düzeyi, sosyal ve
ekonomik yönden farklılıklar görülmektedir. Bilindiği üzere, yatırımcıyı gelişmekte olan ülkenin geri
kalmış bölgesine çekmek oldukça güçtür. Bunun için yatırımcıya önemli teşvikler sağlanmalıdır. Ancak
tüm bunlardan daha önemlisi, teknolojik ilerleme için büyük çapta araştırma ve harcamaya gerek
vardır. Gelişmekte olan ülkelerin, tasarruf eksiklikleri olduğundan teknoloji üretimi için yatırım
yapmaları neticede zordur.
Daha önce de belirtildiği üzere, teknoloji üretimi genellikle ÇUŞ’lar ve gelişmiş ülkeler tarafından
gerçekleştirilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin ise, kendi işgücü ve maddi kaynakları ile
üretemedikleri teknolojiyi elde etmek için birkaç alternatifleri vardır. Lisans anlaşmaları bu
yöntemlerden biridir. Özellikle teknik bilginin elde edinimine yönelik yapılan lisans anlaşmaları,
esasen teknik yayınlar veya yabancı sermayeli şirketler tarafından gerçekleştirilen doğrudan yabancı
sermaye yatırımları ile elde edilen ve ödenen ücretler bakımından oldukça maliyetli olan
anlaşmalarıdır. Bu tür anlaşmalarda, teknolojinin adaptasyonu/özümsenmesi zordur ve ayrıca lisans
anlaşmaları genellikle teknolojinin çabuk değiştiği alanlarda olmakta bu durum sadece satıcıya
(doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapan ÇUŞ’lara) avantaj sağlamaktadır. Böylece satıcı ile alıcı
arasında süreklilik arz edecek ve alıcı aleyhine sürekli bir teknolojik fark oluşmaktadır. Hatta bu
negatif durum, günümüzde teknolojik değişimler oldukça hızlı olduğundan belirli bir süre lisans
anlaşması gerektirmekte ve bu gereklilik ise önemli bir “bağımlılık” oluşturmaktadır.
Ancak, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında ise yatırım teknoloji ile birlikte üst düzey
yöneticilerini de getirmekte ve işgücünün iş başında eğitimi ve bilgi birikimi sağlanmaktadır. Burada
113
dikkat edilecek nokta öğrenilen bilgilerin geniş kitlelere yayılması ve sürekli olarak geliştirilmesidir.
Esasen teknoloji edinimi, teknoloji konusu, know-how ve sermaye akışı gibi özellik ve süreçleriyle
sadece teknolojiyi transfer eden kuruluşun sorunu gibi gözükse de; ülke gereksinimi ve öncelikleri,
sektörel gereksinimler, ülke kaynaklarının kullanımı gibi nedenlerle sadece firmalarca alınan ticari bir
karar olarak görülmemelidir. İlave olarak, toplumsal, ekonomik, sektörel, bölgesel, ulusal ve hatta
çevresel etki gibi, maliyetini sadece firmanın üstlenmediği dışsal/içsel etkileri ile bu süreç, ulusal
politikaların varlığını ve uygulanmasını zorunlu kılmaktadır.
Yukarıda bahsedilen hususlara istinaden, ÇUŞ’ların yatırım ve ticari kararları, eğitim sisteminin de bir
ürünü olarak şirketlerin bilgi tedarik yolları ile edindikleri bilgileri işlerine yansıtma biçimleri, patent
hakları ve lisans sözleşmeleri; hem kamusal hem de özel araştırma sonuçlarının ulusal sisteme yarar
sağlayacak şekilde özümsenmesi, Ar-Ge çalışmalarının sürekli geliştirilmesi ve özendirilmesi, özel
alanlarda özel bilgilere sahip kişilerle ilgili doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapılan ülkeye tersine
beyin göçünün durumu gibi sayıları çok artırılabilecek unsurlardan her biri teknoloji transferini etkiler
ve bu çalışmada da belirtilen ölçeklerde farklı transfer biçimleri yaratır. Devlet yardımları ve
finansman programları da doğrudan yabancı sermaye yatırımı yoluyla teknoloji transfer biçimlerini
oldukça fazla etkileyen unsurlardır. Özellikle mikro/mezo/makro düzeyde Ar-Ge programlarını
desteklemeye yönelik devlet destek kararları, enerji, ulaşım vb. alanlarda uygulanan politikalar,
altyapı olanaklarının geliştirilmesi, bazı öncelikli teknoloji tercihleri, doğrudan yabancı sermaye
yatırımları ile ilgili olarak ÇUŞ’lar için yeni yatırım olanaklarının ve süreçlerinin oluşmasında çok etkili
olmaktadır.
Özellikle, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının hangi ülke koşullarında hangi alanlara yöneldiğinin
incelenmesi de önemli bir araştırma konusudur. Bu proje de belirtildiği gibi, akademik yazında
özellikle, Ar-Ge ve teknoloji türlerinden ziyade ulusal destek ve politikalar düzeyinde yatırımcı ülke ile
yatırımı çeken ülke bazında bir uyum aranmaktadır. Bu uyumun çeşitli türleri olabileceği gibi özellikle
yakınlık seviyeleri, kültürel benzeşimler, organizasyonel ve kurumsal benzerlikler, bölgsel yatırım
avantajları ve ilişkisel bağlar gibi faktörlerin bütünü doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapacak
şirket/yatırımcı ülke kararını etkileyen faktörlerdir. Özellikle yatırımı çeken ülkede, doğrudan yabancı
sermaye yatırımı kaynaklı herhangi bir Ar-Ge birimini faaliyetinin olması, doğrudan yabancı sermaye
yatırımı alan ülke için (GOÜ’ler) teknolojik ve ekonomik kalkınma açısından önemli bir motivasyon
aracıdır. Yatırımı alan ülkede özellikle bu anlamda görece bir yatırım avantajı sağlanarak, esasen
merkez (ÇUŞ) firmaların mevcut bilgi altyapılarını-birikimlerini paylaşmaları ve Ar-Ge birimlerini
114
GOÜ’lerde yeniden konuşlandırmaları, bilginin gelişmekte olan ülkelere /şirketlere yayılımını da
sağlamaktadır.
Akademik
yazında
bu
ve
benzeri
ayrışımlar
aşağıdaki
biçimlerde
değerlendirilmektedirler:
1. Mevcut teknoloji transferi olanakları ve içsel bilgi yaratma – Ar-Ge yeteneklerinin küresel
anlamda paylaşım süreçleri (Ronstadt 1978);
2. Ar-Ge gelişim ve ekonomik gelişme faktörleri (von Zedtwitz ve Gassmann 2002)
3. Ar-Ge laboratuarlarının araştırmacı – bilgi yayılımını/birikimini sağlayıcı etkisi (Kuemmerle
1997, 1999);
4. Bilim-merkezli ve pazar-odaklı araştırma stratejileri (Gerybadze and Reger 1999);
5. Kapasite-geliştirici ve kapasite sömürücü (exploitation) Ar-Ge (Ambos 2005).
Tüm bu faktörler bağlamında, ortak bir gelişim aşaması olarak belirtilmesi gereken nokta ise,
gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren ÇUŞ’lar, ileri teknolojiler kullanmaktadırlar. Ar-Ge
araştırma alanı gereği, yapısal anlamda heterojendir. Yani, Ar-Ge çalışmalarına yüklenen anlam ile ArGe çalışmalarının boyutu, beklentileri ve politikaları da farklılaştırmaktadır. Çin ve Hindistan gibi
başarılı ülkelerin politikaları AB ve Türkiye gibi ülkelerde aynı başarıyı sağlamayabilir. Doğaldır ki,
sonuçlar sektörden sektöre, teknolojik yatırımlardan yatırımlara ve hatta iş modellerinden diğer iş
modellerine göre değişkenlik gösterir. Her ülkenin kendine özgü bilgi, teknoloji ve sanayi profili vardır.
Bu bağlamda iş, Ar-Ge, üretim, tedarik vb. ağ yapıları farklı olduğundan kar-zarar sonuçları her ülkede
aynı olmayacaktır.
Ancak, gelişmekte olan ülke örneklerinde görüldüğü üzere ülkelerin gelişmişlik düzeyinin genelde
yüksek olmadığı bilindiğine göre, doğrudan yabancı sermaye yatırımı kaynaklı gelen teknolojilerin
dünya çapında olmasa da ülke çapında her koşulda ileri olacağı kanısı daha gerçekçi olacaktır. Bu
durum aslında benzer kalkınma motifleri içeren ülkeler bazında değerlendirildiğinde; günümüzde
gelişmişlik göstergeleri çerçevesinde özellikle Türkiye’ye benzeyen, Brezilya için olduğu gibi, 1970’li
yıllarda başlayarak doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını alan ve o dönemde toplam sanayi
üretiminin üçte biri ÇUŞ iştirakleri tarafından üretilmekte olan bir ülke örneğinden haraket edilebilir.
Devamında, Brezilya, sektörel hedeflere dayalı daha seçici bir politika izlemeye başlaması ile birlikte
ÇUŞ yatırımlarının ülkeye girişini belirli iktisadi çıkarlara dayandırmış bir profil sergilemiştir. Yine bu
bağlamda ilerleyen süreçlerde ise, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmeye yönelik
politikalar daha genel politikalar haline gelmiş ve temelde belirli öncelikler tanımlamadan yabancı
115
yatırımlar için uygun bir ortam yaratmaya dönük olmuştur. Brezilya’da uygulanan bu model, özünde
Türkiye'de izlenen imalat sanayine uygulanan politikalar ile benzeşmektedir ancak sonuçları itibariyle
Türkiye’de gerçekleştiği üzere dış yatırımların, imalat sanayinden uzaklaşıp, görece hizmetler
sektörüne doğru yönelmesi sonucunu da doğurmuştur.
Öte yandan, bu noktada belirtilmelidir ki, Türkiye'de bilimsel teknolojik faaliyetlere ayrılan fon, halen
Brezilya, İrlanda, Güney Kore gibi gelişmekte olan ülkeler ile karşılaştırıldığında oldukça düşük bir
seviyeyi işaret etmektedir.
Elbette, bu çerçevede düşünüldüğünde gelinen ekonomik kalkınmışlık düzeyinde Türk sanayinin
henüz kendi teknolojisini üreten ve geliştiren bir düzeye ulaşamadığı da ortadadır. Ancak genel
anlamda, faktör piyasaları arasındaki farklılıklar, ülkelerin gelişmişlik düzeyleri arasındaki önemli
farklar ile ticari anlamda açıklık/merkezcillik/yasal gereklilikler/gerekli işgücü altyapısı gibi faktörler
doğrudan yabancı sermaye yatırımları yoluyla gelen teknoloji ve bilginin kaynaklarını/geliş biçimini
(lisans ya da doğrudan yatırımlar)/yatırımı alacak ülke seçim süreçlerini de farklılaştırmaktadır. Öte
yandan ulusal düzeyde sağlıklı bir fikri mülkiyet hakları rejimi, bilgi üretim ve teknoloji geliştirme
yetenekleri de ÇUŞ’ların yatırım kararlarına/yatırım süreçlerinde önemli birer faktör olarak ön plana
çıkmaktadır. Ar-Ge’nin uluslararasılaşması, üretim ve ticaretin küreselleşmesi, üretim ve Ar-Ge
tercihlerini de etkilemektedir. Bu bağlamda maliyet avantajı sağlayacak ve ulusal düzeyde yatırım
avantajı sağlayacak biçimde küresel pazarlara daha yakın ülkelere, sermaye akışı olmakta ve bu
sermaye akışı ile birlikte üretim – Ar-Ge bilgisi/faktörleri/birimlerinin de bu ülkelere transferi daha
olasıdır.
Yukarıda belirttiğimiz tüm bu etmenlere istinaden, özellikle ÇUŞ’ların doğrudan yabancı sermaye
yatırımları yoluyla yatırım yapma kararlarını etkileyen faktörleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
1. Tüm yatırım faktörlerinin mobilitesine (değişkenliğine/haraketliliğine) istinaden esas yatırım
karar araçlarından biri bilgi birikimi olan deneyimli bir işgücünün varlığıdır. Üretim
faktörlerinin karmaşıklığı ve çokluğu açılarından özellikle işgücünün mobilitesi, ülkeler
arasında o işgücünün yetenek gelişim süreçlerine de dahil olma seçeneklerini de artırmaktadır.
Ve bu durum neticesinde, gerekli teknolojik yetenekleri barındıracak biçimde işgücü
birikimini/varlığını sağlayan ülke lehine yatırımlar gelişecektir.
116
2. Özellikle ülke-dışı kaynaklardan elde edilen kazanımlar (out-sourcing) ve yatırımların boyutu
gereği, çok boyutlu yatırım seçenekleri ile Ar-Ge’nin konuşlandırılması sadece birkaç başarılı
gelişmekte olan ülke örneğinde değerlendirildiği gibi ele alınmamalıdır. Her ülke için farklı olan
değişkenler, faktörler, dinamikler ve tüm bunların ortak etkisi bir arada mikro/mezo/makro
ölçeklerde değerlendirilmeli ve araştırılmalıdır. Bu projede ele alındığı biçimleriyle, doğrudan
yabancı sermaye yatırımları ile sistemli bir birliktelik/gelişim süreci, benzer süreçleri yaşamış
ülke örnekleri de gözetilerek daha “adaptif” ve “gelişime açık” modellerin incelenmesi yoluyla
esasen ihtiyaç duyulan teknolojiyi mevcut imkânların optimal olduğu çok uluslu bir yapı
içerisinde gerçekleştirmek için gerekli bir ulusal/sektörel ya da bölgesel bazda kalkınma
modellerinin varlığı ile mümkün olacaktır.
3. Tüm bu tartışmalar çerçevesinde, ülkelerin gelişim süreçlerine ilişkin verilerin derinlemesine
analizi, kalkınma/doğrudan yabancı sermaye yatırım çekim modellerinin başarısını da
etkileyecektir. Unutulmamalıdır ki gelişmekte olan ülkelerdeki teknolojik gerilik, yabancı
sermayeye karşı olan ilgiyi de arttırmaktadır. Buna neden olarak, halihazırda gelişmekte olan
ülkelerin çoğunda gayrisafi yatırımlar içinde, imalat sanayinin payının da görece küçük olduğu
söylenebilir. Bu bağlamda özel sektör ve kamu Ar-Ge yatırım verilerinin derinlemesine analizi
ile ticaret verilerin analizinden aslında GOÜ’lere yönelen küresel Ar-Ge’nin yönünün de tayini
açısından anlamlı sonuçlar elde edilebilir.
Özellikle son zamanlarda görüldüğü haliyle, dış kaynaklı Ar-Ge, ulusal ekonomi bazında sağladığı
kazançlara ek olarak rekabetçilik, dış pazarlara hakimlik, “en yetenekliyi” çekecek cazibe merkezi olma
ve Ar-Ge maliyetlerini düşürme gibi yan fonksiyonları da güçlendirmektedir. Bu bağlamda, ÇUŞ’ların
da belli eksenlerde yatırım stratejilerini bu faktörlere bağlı kalarak güncelledikleri görülmüştür.
Özellikle yine Brezilya, Çin gibi küresel anlamda güçlü pazarlara hükmetme anlamında nihai bir hedef
güden ÇUŞ’lar, bilgi-yayılım stratejilerini geliştirmekte ve bilgi yaratım süreçlerine dahil olacak
biçimde küresel pazar yapılarını, rekabetçi pazarları daha geniş bir sektörel yelpazede analiz ederek
Ar-Ge yatırımlarını gelişmekte olan ülkelere kaydırmaktadırlar.
ÇUŞ’lar açısından ise, Ar-Ge’nin yeniden-yerleşim süreçlerinde AB üyesi ülkeler, genellikle Ar-Ge
faaliyetlerini gelişmiş ülkelere kaydırmış dahi olsalar; ABD ve Japonya gibi küresel anlamda teknoloji
ve yetenek sahipliğinin güç odağı olan ülkeler ise gelişmekte olan ekonomilere daha çok yatırım
yapmaktadırlar (Amelia vd. 2008). Bu bağlamda değerlendirildiğinde özellikle Ar-Ge’nin
117
yapılandırılmasında etkin olan 3 önemli süreç unutulmamalıdır (Markusen vd. 1996 ve Carr vd. 2001
ve 2003):
1. Ar-Ge ve bilgi –yoğun (yeni bilgi yaratıcı) teknolojiler için yeni tahsis alanlarının seçimi (ülke ve
Pazar seçimi süreçleri), bu ikili yapının özelinde coğrafi olarak birbirlerinden ayrı olmasını
gerektirmeyecek
biçimde
üretim
faaliyetlerinin
fiyat/maliyet
avantajına
göre
değerlendirilmesini gerektirir.
2. Bilgi-yoğun teknolojiler, daha fazla nitelikli işgücü gerektirir.
3. Bilgi-yoğun teknolojiler (ya da ileri teknolojiler), küresel bazda karmaşık iş süreçleri ve bağ
yapıların oluşmasını gerektirir ve bu karmaşık yapıların, özelde farklı küresel üretim
tesislerinde üretilen ortak ürünlerin bir araya getirilmesinde ve bu duruma yönelik karmaşık
AR-Ge süreçlerinin entegrasyonunda etkili olduğu unutulamamalıdır.
Tablo 7.11’de görüldüğü üzere, Reddy (2005), doğrudan yabancı sermaye yatırımı kaynaklı Ar-Ge
gelişim süreçlerini dört ana dönemde özetlemiştir:
1. Başlangıç dönemi
2. Gelişme dönemi
3. Uluslararasılaşmadan küreselleşmeye geçiş dönemi
4. Küreselleşmede evrim dönemi
Özetle, Tablo 7.11 genelinde ve bu raporda tespit edilen diğer faktörler çerçevesinde yapılan
değerlendirmelere/süreçlere bakıldığında genel ölçekte, AR-Ge ve doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarının büyük kısmının Brezilya, Çin, Hong Kong, Hindistan, Meksika, Singapur ve Güney Kore
gibi ülkelere kaydığı görülmektedir (EIU, 2004). Bu yatırım ölçeğinde bahsettiğimiz bu ülkelerin cazibe
merkezi olmalarında en önemli etmenlerin düşük işgücü maliyetleri, nitelikli işgücü ve büyümekte
olan iç pazarların olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira Çin gibi kararlı teknoloji politikaları
uygulayan gelişmekte olan ülkeler, içsel bilgi birikimlerini ve nitelikli işgücü avantajlarını da kullanarak
teknolojik yeteneklerini ve kapasitelerini sürekli geliştirmekte, kendi ülkelerine yatırım yapan
ÇUŞ’ların da kendi ülkelerinde kalıcı ve sürekli Ar-Ge yapabilmesini sağlamaktadır (Walsh, 2007).
118
Tablo 7.11 – Yabancı Ar-Ge’nin Evrilme Süreçleri
DÖNEM
AMAÇ
Başlangıç Dönemi
1960'lar Yabancı pazara
girmek
ÇUŞ STRATEJİSİ
Ürün ve süreçlerin yerel pazara
uyumu için teknoloji transferi
birimlerini kullanmak
ANA SEKTÖRLER
ÖZELLİKLER
Makina, Elektronik
Mühendisliği, Otomotiv
Çok az sayıda firma; genelde
gelişmiş ülkelerde
Markalanmış (branded) ve
teslime hazırlanmış
(packaged) tüketici
ürünleri, kimyasallar ve yan
ürünler
Birim sayısını artırmak;
genelde gelişmiş ülkelerde
Mikroelektronik, ilaç,
biyoteknoloji ve yeni
malzeme
Uluslararasılaşmadan
küreselleşmeye doğru bir
değişim (dikey uzmanlaşma
ve bağlantılar); genelde
gelişmiş ülkelerde
Mikroelektronik, ilaç,
biyoteknoloji, kimyasal ve
yazılım
Ölçek artırımı; bazı gelişmiş
ülkelerde ve geçiş
ekonomilerinde yabancı
kaynaklı Ar- Ge birimi kurma
Gelişme Dönemi
1970'ler Yabancı pazar payını
artırmak
Varolan yerel Ar-Ge'ye sahip
olmak. Yerel birimler yerel pazara
uygun yeni ve gelişmiş ürünler
geliştirirler. Bu tip durumlarda ev
sahibi hükümetler ÇUŞ'ları
teknoloji transferine itecek
politikalar oluştururlar.
Uluslararasılaşmadan Küreselleşmeye geçiş dönemi
1980'ler Ar-Ge rekabetçiliğini
Bilgi üretecek Ar-Ge birimleri
artırmak
kurarak kurumlararası işbirliğini
geliştirmek
Küreselleşmede evrim dönemi
1990'lar Yetenekleri çekme ve
Ar-Ge harcamalarının
azaltılması
Farklı coğrafi mekânlara dağılmış
yetenek havuzlarına ulaşma;
özellikle düşük maliyetli geniş
havuzlara ulaşmak
Kaynak: Reddy (2000 ve 2005).
119
8. KAYNAKÇA
Ambos, B. (2005). “Foreign direct investment in industrial research and development: a study of
German MNCs”, Research Policy, 34, 395-410.
Amelia, U.S.P. Mariagrazia S. ve F. Peilei (2008), R&D (Re)location, UNI-WIDER World Institute for
Development Economics Research, Research Paper No. 2008/100.
Andersson, T. (2005). Linking national science, technology and innovation policies with FDI policies.
Sunuldu: UNCTAD Expert Meeting on FDI and Development, Cenevre, 24-26 Ocak 2005.
Andersson, T. ve Glenda N. (2005), The Venture Capital Market: Global Trends and Issues for Nordic
Countries, Malmö..
Armbrecht, R.F.M. (2003), Siting industrial R&D in China: notes from pioneers, slide presentation
(Arlington, VA: Industrial Research Institute).
Baldwin, C.W. and Kim B. C. (2000), Design Rules: The Power of Modularity ,Cambridge, MA: MIT
Press).
Baskaran, A. ve Muchie, M. (2008), Foreign direct investment and internationalization of R&D: The
case of BRICS economics, DIIPER Research Series, Working Paper no. 7.
Blomstrom, M. ve A. Kokko (1998), “Multinational corporations and spillovers”, Journal of Economic
Surveys, 12, 1-31.
Blundell, R., Rachel, G. ve John V. R. (1999), “Market share, market value and innovation in a panel of
British manufacturing firms”, Review of Economic Studies, 66, 529-554.
Cantwell, J. (1997), “The Globalisation of Technology: What Remains of the Product Cycle Model?”, D.
Archibugi ve J. Michie (der.), Technology, Globalisation and Economic Performance, Cambridge
University Press, Cambridge, 217-240.
Cantwell, J. A. ve Odile E.M. J. (1999), “Technological globalization and innovative centres: the role of
corporate technological leadership and locational hierarchy”, Research Policy, 28, 2-3, pp. 119- 144.
Carlsson, B. (2006), “Internationalization of innovation systems: A survey of literature”, Research
Policy, 35, 56-67.
Carr, D. L., Markusen J. R. ve K. E.Maskus (2001), ” Estimating the Knowledge-Capital Model of the
Multinational Enterprise”, The American Economic Review, 91, 693–708.
120
Carr, D. L., Markusen J. R. ve Maskus K. E. (2003), “Estimating the Knowledge-Capital Model of the
Multinational Enterprise: Reply”, The American Economic Review, 93, 995–1001
Carrincazeaux, C., Yannick L. ve R. Alain (2001), “Proximity and localisation of corporate R&D
activities”, Research Policy, 30, 777-789.
Chandran, V.G.R., Rasiah, R. ve Wad, P. (2009), Malaysian manufacturing systems of innovation and
internationalization of R&D, CBDS Working Paper Series, Working Paper Nr.11.
Chang, H.J. ve Shin J. (2002), Restructuring ‘Korea Inc.’: Evaluating the Post-crisis Corporate
Restructuring in Korea. 10th Seoul Journal of Economics International Symposium on the SocioEconomic Roles of Firms and Chaebols (sunuldu), 29 Ağustos, Seul.
Choo, K., Lee K., Ryu K. ve Yoon J. (2009),” “Changing performance of the business groups over two
decades: Technological capabilities and investment inefficiency in Korean chaebols”, Economic
Development and Cultural Change, 57, 359-86.
Costa, I. (2006), “Technological learning, R&D and foreign affiliates in Brazil”, In: UNCTAD (2005b),
Globalization of R&D and Developing Countries. Proceedings of the Expert Meeting, 24-26 Ocak 2005,
Cenevre, 141-154.
Criscuolo, P. (2005), Internationalization of corporate R&D: A survey of literature, SPRU - University of
Sussex & MERIT- University of Maastricht, mimeo.
Dunning, J. H. ve Rajneesh N. (1995), “The R&D activities of foreign firms in the United States”,
International Studies of Management & Organization, 25, 39-73.
European Commission (EC) (2007), Europe in the Global Research Landscape, EC, Brüksel.
EIU (Economist Intelligence Unit) (2004). Scattering the Seeds of Invention: The Globalization of
Research and Development. The Economist, September 2004.
Edler, J. (2008), “Creative internationalization: widening the perspectives on analysis and policy
regarding international R&D activities”, Journal of Technology Transfer, 33, 337–352
Edler, J., Frieder M.K. ve Guido R. (2002), “Changes in the strategic management of technology:
results of a global benchmark survey”, R&D Management, 32, 149-164.
Edquist, C. (2005), “Systems of Innovation: Perspectives and Challenges”, In J. Fagerberg, D. Mowery,
ve R. R. Nelson (der.), The Oxford handbook of innovation. Oxford: Oxford University Press.
121
Edquist, C. and Maureen M.K. (der.) (2001), Systems of Innovation: Growth, Competitiveness and
Employment , Cheltenham: Edward Elgar.
Ernst, D. (2003),. Internationalisation of innovation: why is chip design moving to Asia?, Working
Paper, 67 , East-West Center, Hawai.
Fisch, J. H. (2003), “Optimal dispersion of R&D activities in multinational corporations with a genetic
algorithm”, Research Policy, 32, 1381-1396.
Freeman, J. ve Stephen, B. (1989), “The strategic analysis of interorganizational relations in
biotechnology”, In: Ray Loveridge and Mart Pitt, eds., Strategic Management of Technological
Innovation, New York: John Wiley and Sons, 127-155.
Gassmann, O. ve Han, Z. (2004), “Motivation and barriers for foreign R&D activities in China”, R&D
Management, 34, 423-37.
Geroski, P. A. (1994), Market Structure, Corporate Performance and Innovative Activity, Oxford and
New York: Oxford University Press and Clarendon Press.
Gertler, M. S. (2003), “Tacit knowledge and the economic geography of context”, Journal of Economic
Geography, 3, 75-99.
Gerybadze, A. ve G. Reger (1999), “Globalization of R&D: Recent trends in the management of
innovation in transnational corporations”, Research Policy, 28, 251–271.
Guellec, D. ve B. van Pottelsberghe de la Potterie. (2004), “From R&D to productivity growth: Do the
sources of funds and institutional settings matter?”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 66,
353-376.
Harfi, M., Mathieu, C. ve E. Pfister (2007), Internationalisation de la R&D des entreprises et
attractivité de la France, Centre d’Analyse Stratégique, Paris.
Henderson, J. ve Phillips, R. (2007), “Unintended consequences: Social policy, state institutions and
the 'stalling' of the Malaysian industrialization project”, Economy and Society, 36, 78-102.
Inzelt, A. (2008), “The Inflow of Highly Skilled Workers into Hungary: A by-product of FDI. Journal of
TechnologyTransfer”, 33, 422- 438.
Jones, G. K. ve Hildy J. T. (2001), “Global R&D activity of U.S. MNCs: does national culture affect
investment decisions?”, Multinational Business Review, 9, 1-7.
122
Karlsson, M. (der.) (2006), The internationalization of Corporate R&D: Leveraging the changing
geography of innovation, Swedish Institute for Growth Policy Studies ISSN 1652-0483 Elanders,
Stockholm
Katz, J. (1994), “Technology, economics and late industrialization” In: Salomon, J-J., Sagasti, F., SachsJeantet, C. (der), The Uncertain Quest: Science, Technology and Development, United Nations
University, New York.
Katz, J. (2001), “Structural reforms and technological behavior. The sources and nature of
technological change in Latin America in the 1990s”, Research Policy, 30, 1-19.
Kuemmerle, W. (1997), “Building effective R&D capabilities abroad”, Harvard Business Review, 75,
61–70.
Kuemmerle, W. (1999), "Foreign direct investment in industrial research in the pharmaceutical and
electronics industries--results from a survey of multinational firms" Research Policy, 28, 179-93.
Lall, S. (1979), “The international allocation of R&D activity by US multinationals”, Oxford Bulletin of
Economics and Statistics, 41, 313-331.
Le Bas, C. ve Christophe S. (2002), “Location versus home country advantages in R&D activities: some
further results on multinationals’ location strategies”, Research Policy, 31, 589-609
Lee, K. (2009), How can Korea be a role model for catch-up development?, UNU-WIDER Research
paper, No.2009/34.
Lee, K. ve Lee, C.H. (2008), “The miracle to crisis and the mirage of the post-crisis reform in Korea:
Assessment after ten years”, Journal of Asian Economics, 19, 425-437.
Lee, K., Kim B., Lee C., ve Yee J. (2008), “Visible success and invisible failure in post-crisis reform in
Korea”, Development and Society, 37, 23-53.
Lundvall, B.A. (1992), National Systems of Innovation: Towards A Theory of Innovation and Interactive
Learning, Pinter, Londra.
Markusen, J. R., Venables A. J., Eby-Konan D. ve K. H. Zhang (1996), A Unified Treatment of Horizontal
Direct Investment, Vertical Direct Investment, and the Pattern of Trade in Goods and Services. NBER
Working Paper 5696. Cambridge, MA: National Bureau of Economic Research
Narula, R. (2001), “Choosing between internal and non-internal R&D activities: some technological
and economic factors”, Technology Analysis & Strategic Management, 13, 365-387.
123
Narula, R. ve A. Zanfei (2005), “Globalization of Innovation: The Role of Multinational Enterprises”,
Fagerberg, J., Mowery D.C. ve R.R. Nelson (der.), The Oxford Handbook of Innovation, Oxford
University Press, 318-337.
Nelson, R. R. (1993), “On technological capabilities and their acquisition”, in: Robert E. Evenson and
Gustav Ranis, eds., Science and Technology: Lessons for Development Policy ,Boulder, CO: Westview
Press, 71-80.
Nobel, R. ve Julian B. (1998), “Innovation in multinational corporations: control and communication
patterns in international R&D operations”, Strategic Management Journal, 19, 479-496
OECD (1996), Review of National Science and Technology Policy: Republic of Korea, OECD, Paris.
OECD, (2002), Proposed Standard Practice for Surveys on Research and Experimental Development ,
Frascati Manual, OECD, Paris.
OECD (2006), “The internationalization of R&D”, OECD Science, Technology and Industry Outlook,
OECD, Paris, 121-147.
OECD (2008), The Internationalisation of Business R&D: Evidence, Impacts and Implications, OECD,
Paris.
Olk, P. ve Y. Candace (1997), “Why members stay in or leave an R&D consortium? Performance and
conditions of membership as determinants of continuity”, Strategic Management Journal, 18, 855877.
Patel, P. ve P. Keith, (1991), “Large firms in the production of the world’s technology: an important
case of non-globalization”, Journal of International Business Studies, 22, 1-21.
Patel, P. ve P. Keith (1994), “National innovation systems: why they are important and how they
might be measured and compared”, Economics of Innovation and New Technology, 3, 77-95.
Pearce, R. D. (1989), The Internationalisation of Research and Development by Multinational
Enterprises, Macmillan, Londra.
Porter, M. E. ve S. Scott, (2001), “Innovation: location matters”, MIT Sloan Management Review, 42,
28-36.
Prencipe, A., Andrew D. ve H. Michael (2003), The Business of Systems Integration , Oxford University
Press, Oxford.
Radosevic, S. (1999), International Technology Transfer and Catch-Up In Economic Development,
Edward Elgar, Cheltenham.
124
Rama, R. (2008), “Foreign Investment Innovatıon: A Review of Selected Policies”. Journal of
TechnologyTransfer, 33, 353- 363.
Rasiah, R. (2002), “Government-business coordination and small enterprise performance in machine
tools sector in Malaysia”. Small Business Economics, 18, 177-195.
Reddy, P. (2000), Globalization of Corporate R&D: Implications for Innovation Systems in Host
Countries. London and New York: Routledge.
Reddy, P. (2005), “R&D Related FDI in Developing Countries: Implications for Host Countries” İçinde:
UNCTAD, Globalization of R&D and Developing Countries. Proceedings of the Expert Meeting Geneva,
24-26 Ocak. New York and Geneva: United Nations, 89–105.
Ronstadt, R. C. (1978), “International R&D: The Establishment and evolution of research and
development abroad by seven US multinationals”, Journal of International Business Studies, 9, 7–24.
Sachwald, F. (2008), “Location choices within global innovation networks: the case of Europe”,
Journal of Technology Transfer, 33, 364–378
Schwaag Serger, S. (2006), “China: From Shop Floor to Knowledge Factory” In: M. Karlsson (der.) The
Internationalization of Corporate R&D Leveraging the Changing Geography of Innovation, Swedish
Institute for Growth Policy Studies, Stockholm, 227-265.
UNCTAD (United Nations Conference on Trade and Development) (2005), World Investment Report
(WIR) 2005: Transnational Corporations (TNCs) and the Internationalization of R&D, UNCTAD,
Cenevre.
UNCTAD (2005b), Globalization of R&D and Developing Countries. Proceedings of the Expert Meeting,
24-26 Ocak 2005, Cenevre.
Vernon, R. (1966), "International investment and international trade in product cycle" Quarterly
Economic Journal, LXXX, 190-207.
von Zedtwidtz, M. (2004), “Foreign R&D laboratories in China”, R&D Management, 34, 439-452
von Zedtwitz, M. (2004), International R&D in companies from developing countries, School of
Economics and Management, Tsinghua University, Beijing:, mimeo.
von Zedtwitz, M. (2006), Internationalization of R&D. Perspectives from outside and inside China,
Presentation at MOST/OECD Conference, Chongqing, Ekim.
125
von Zedtwitz, M. ve O. Gassmann (2002), “Market versus Technology Drive in R&D
Internationalization: Four Different Patterns of Managing Research and Development”, Research
Policy, 31, 569–88
von Zedtwitz, M., Ikeda,T., Gong, L., Carpenter, R., ve S. Hamalainen (2007), “Managing foreign R&D
in China”, Research Technology Management. 50, 19-27.
Walsh, K. (2003), Foreign High-Tech R&D in China: Risks, rewards, and implications for US–China
relations, Henry L. Stimson Center (http://www.stimson.org/ techtransfer/pdf/2Globalization.pdf).
Walsh, K. (2007), “China R&D: A High-Tech Field of Dreams”, Asia Pacific Business Review, 13, 321–35.
Yuan, Z. (2006), “Features and impacts of the internationalization of R&D by transnational
corporations: China’s case” In: Globalization of R&D and developing countries, Part II Case studies,
United Nations, New York.
Zanatta, M., Eduardo, S., Carvalho, F. Varrichio PC, Camillo, E. ve M. Barra (2008), National Policies to
Attract FDI in R&D. An Assessment of Brazil and Selected Countries, United Nations University, World
Institute for Development Economics Research (UNU WIDER), Research Paper No. 2008/69, Helsinki.
Zhou, Y. (2005), “Features and impacts of the internationalization of R&D by transnational
corporations: China’s case”, Globalization of R&D and Developing Countries. Proceedings of the
Expert Meeting, 24-26 Ocak 2005, pp. 109-115.
126

Benzer belgeler