İlgili dosyayı indirmek için tıklayın - İletişim Fakültesi

Transkript

İlgili dosyayı indirmek için tıklayın - İletişim Fakültesi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
Bahar 2009, Sayı : 28
Spring 2009, Number: 28
İletişim 2003/18
G. Ü. İ. F. Adına Sahibi
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Rıza AYHAN
M. Naci BOSTANCI
Editör
Cengiz ANIK
Editör Yardımcıları
Umur IŞIK
Ayşe Gül SONCU
Hasan TOPBAŞ
Yayın Kurulu
Zülfikar DAMLAPINAR
Sirel GÖLÖNÜ
Ç. Murat HAZAR
Cem YAŞIN
Danışma Kurulu
Suat ANAR
Ümit ATABEK
Bilal ARIK
Dilruba ÇATALBAŞ
Yusuf DEVRAN
Fatma GEÇİKLİ
Suat GEZGİN
Nilgün GÜRKAN
Süleman İRVAN
Ahmet KALENDER
Kurtuluş KAYALI
Ersin ÖZARSLAN
Serdar ULUKAN
Mustafa YAĞBASAN
Yeditepe Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
Erciyes Üniversitesi
Galatasaray Üniversitesi
Yeditepe Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
Selçuk Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Fırat Üniversitesi
ISSN: 1302-146x
Copyright © Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. Tüm hakları saklıdır
Yayın ve Türü: Yılda iki kez basılan hakemli, yaygın, süreli bir dergidir.
Yönetim Merkezi ve Adresi: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara
Tel: 90 312 212 6495 Fax: 0 312 212 1832
e-mail: [email protected]
Yayın Tarihi: 30.06.2009
Basım yeri: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Basımevi, Emek, Ankara.
İÇİNDEKİLER
CENGİZ ANIK
Bilginin Toplumsal İşlevlerine İlişkin Yaklaşımları Tasnifleme Denemesi / 1
An Essay About Classification of Approaches on Knowledge’s Social Functions
UMUR IŞIK
Medya Bağımlılığı Teorisi Doğrultusunda İnternet Kullanımının Etkileri ve İnternet Bağımlılığı / 29
Effects of Internet Usage Parallel to Media Dependency Theory and Internet Dependency
GÜL BAYRAKTAROĞLU – BİLGE AKYOL
The Effect Of Favorability Of Online Word-Of-Mouth Information On Consumer Purchase Decision / 57
Çevrimiçi Ağızdan Ağıza İletişimin Uygunluğunun Tüketici Satın Alma Kararındaki Etkisi
BURÇİN EKİNİL
A New Era On The Internet: Facebook.Com To Face The Facebook As A Huge Social Phenomenon / 93
İnternette Yeni Bir Çağ: Facebook.com’un Dev Bir Sosyal Olgu Olarak Facebook’la Yüzleşmesi
CEM YAŞIN
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları / 115
Structural Qualities and Production Conditions of Local Media in Turkey
SEÇİL DEREN VAN HET HOF
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Şirketlerin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Anlayışları / 153
Corporate Social Responsibility: Concepts of Corporation’s and Non-Govermental Organizations
MUHARREM ÇETİN – UĞUR EVCİM
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü / 185
Role of Metaphors on the Perception of Organizational Culture
ÇETİN MURAT HAZAR
Hegel ve Tarih Felsefesi / 221
Hegel and Philosophy of History
AKADEMİK DERGİYİ “SUN…”MANIN
DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
Akademik bir dergiyi sunmak gerçekten de kolay değildir. Dergiyi sunan,
genellikle dergisini övgüyle cümlelerine başlar. Ancak bu akademik bir dergi; “işi
ayinesi” olmak zorunda. Fakat gene de şu kadarını söylemek gerekiyor: derginin
periyodu bir miktar gecikti; bunun nedeni ihmal değil, ihtimam.
“Ben burada şöyle makaleler yayınlarım, yazacaksan ey yazar” deyip; hatta,
“araştırman ampirikse şöyle yap, teorikse böyle yap, şu biçim rapor et”
küstahnamesi de sıralanabilir. Ya da daha makulu, derginin neden yayınlandığına,
ne işe yarayacağına değinilebilir. Bir kere makale yazarının metodoloji birikimine
itimat etmek zorundasınız. İkincisi “İletişim” zaten, Fakültemizin onlarca yıldır
yayınladığı bir dergi, camia onu bilir.
Derginin içeriğini teşkil eden makalelere ilişkin ipuçları da sunulabilir. Ama
sanki bu da makaleler arasında bir hiyerarşi kurma çabası gibidir. Çünkü akademik
bir makalenin vurgusu olmaz. Vurgu, dolgu malzemesi olarak kullanılan bir yığın
lafın arasında en önemlilerini spota çekmek için yapılır. Oysa akademik makalenin
içerdiği içinde, kapsamadığı dışındadır.
Sunuş yazısını teşkil etmesi muhtemel geriye tek bir husus kaldı.
Disiplinimizin (A)karakteri ve disiplinimiz bünyesindeki ürünlerin (B)niteliği.
Okurlarımızla bunu paylaşabiliriz, hem de müteakip sayılarımız için konu başlıkları
icat etmiş oluruz. Üstelik bu “müzakere”, bilim insanlarının etiği ya da bilim
deontolojisi gibi daha çetin tartışmalara da bizleri sürükleyebilir.
Akademik disiplinler için üç parametre öngörülmektedir. Akademik bir
özerk disiplinin kendine özgü (1) kavramları, (2)kuramları ve (3)kurumları olmak
zorundadır. Bu parametreler disiplinin disipline olması için çok önemlidir.
Disiplinler arası olma iddiasındaki iletişim için ise ayrıca önemlidir. Schramm’ın
dediği gibi iletişim, fizik veya ekonomi gibi değil, pek çok akademik alanı belili bir
kavşakta buluşturan bir disiplindir. Gerçekten de 20.yy’lın birinci çeyreğinden
itibaren iktisatçılardan klinik psikologlarına, siyaset bilimci, sosyal bilimci,
antropolog, matematikçi ve hatta mühendislere kadar pek çok değerli bilim insanın
ilgi ve ihtimamı sayesinde disipline olmuştur. Ama artık bugün dört başı mamur bir
disiplin olarak kendisini inşa etmiş durumdadır ama kavşak alan olma özelliğini
kaybetmiş değildir.
Hiç kuşkusuz ki kavşak alan olması demek, her akademisyenin her istediği
“ahkam”ı kesebileceği bir disiplin olduğu anlamına gelmez. Halkla ilişkiler lisansı,
yüksek lisansı doktorası yapmış bir akademisyen; termodinamik okuyarak, diyebilir
ki; “halkla ilişkiler birimi, kurumsal entropiyi düzenleyen bir mekanizmadır.” Ama
bunu termodinamikçi diyemez. Aksi takdirde, halkla ilişkiler eğitimi veren ayrıca bir
kuruma ihtiyaç olmazdı. Termodinamik eğitimi veren kurumlar halkla ilişkiler
eğitimini verir ve doğal olarak disipline olmuş bir halkla ilişkiler “kürsü”sünden
ayrıca söz etmeye gerek kalmazdı. Çünkü akademik kurumlar, disiplinin
hayatiyetini garanti altına almak için vücut bulmuş kuruluşlardır. Hiç kuşkusuz ki,
neşteri eline yakıştıran cerrah vardır ama ilgili kurumun, kurallarını koyduğu eğitim
süreci içinde eğitilmiş - işlenmiş herkese bu kuruluşlar, cerrah diploması vermek
zorundadır. Disiplinin kurumlaşma nedeni budur ve kuruluşlar, diplomalarının
kalitesine ilişkin kaygıları nedeniyle akademik eserler ortaya koymaktadırlar.
Kuşkusuz ki, sadece entelektüel tatmin için akademik çalışmaların yapıldığı inkar
edilemez ama her akademik eser, muhakkak, belirli bir sorunsala müstenit olmak
zorundadır.
Demek ki, değerli ya da itinalı her eser akademik değildir. Hatta zirai
ilaçların, nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların, teknolojik çöplüklerinin birer
akademik çalışma sonucu üretildiği gerçeği dikkate alınırsa, her akademik eserin
muhakkak yararlı olduğunu söylemek bile imkansızdır. Yani akademik ürünler için
değer ya da fayda kriteri söz konusu olmak zorunda değildir. Onları tüm diğer
ürünlerden ayıran başlıca (B)nitelik metodolojik kalıptır.
Disipliner çalışmalar için öngörülmüş ve olağan bilim paradigması gibi genel
kabul görmüş, klasikleşmiş metodolojik kalıp, altı aşamalı olarak şöyledir:
1. SORUNSAL: Sıkıntı, Sorun, Merak, Kaos, Baskı, Zor, Kaygı, Rahatsızlık
2. KAVRAMSALLAŞTIRMA: Öngörü, Önerme, Aksiyom, Postüla, Varsayım
Değişken,
3. TAHKİKAT: Tez, Antitez, Sentez, İddia, Teşmil, İçtihat, Delil,
İstidlal, Dalalet, Kural,
B İ L İ M S E L
B İ L G İ
Sistematik Bilgi,
Kavramsal Düzenek,
Prototip,
Model, Tanım, Tasvir,
4. GÖZLEM: Ampirik ve Kuramsal, Örneklem ve Popülasyon, Ölçüm
Teknikleri, Disiplin ve Alan, Ölçüm Araçları, Güvenilirlik ve
Geçerlilik Testleri,
5. RAPORLAŞTIRMA: Sistematik Yapı, Plan, Kapsam, Sınırlılıklar, Bulgular,
Data İşleme, Yorumlar, Değerlendirmeler
6. SONUÇ:
(Başka Araştırmaların Muhtemel Sorunsalı ve tahkik materyali)
Bütün akademik çalışmaları belirli bir kalıba döken bu metodolojik
mekanizmanın mantığı, bilim yapma işini bireysel insiyatif ve zaaflardan
arındırarak, mekanik bir işlev haline getirmek ve gerçek kişilerin değil de, meta
kişiliğe dönüştürülmüş bir tür tüzel kişilerin bilim yapmasını sağlamaktır. Ancak bu
ayrıcalığa ve hatta kutsamaya; bilindiği gibi birkaç on yıldır, “ne olsa gider”
aforizmasıyla ve hayli yüksek sesle itiraz edilmektedir.
“Ne olsa gide”n her ürün, kanaatimizce disipline çalışmaların ürünü
olmayacaktır. Nitekim, özellikle iletişim bilimi alanına tümüyle özgü hale artık
gelmiş kimi bilimsel araştırma teknikleri, bu tür bir metodolojik kabustan bilim
camiasını kurtarmak için çabalamaktadır.
Buna göre, özellikle sosyal olay veya olgular, inşa edilmiş birer gerçeklik ise
şayet; o takdirde, olay ve olguları, iletişimcilerin “text” adını verdikleri birer
parametreler olarak konuşlandırıp, bazı çözümleme teknikleri geliştirilebilir. Bu
çözümleme tekniklerinin genel çalışma tarzları ise şöyledir: Herhangi bir sosyal olay
veya olgu ile ilgili bir açıklama yapılmıştır. Açıklama başka bazı açıklamalarla
örtüşmüş ve bir söylem haline gelmiştir. Birbirini teyit eden söylemler üst üste
yığılarak epistemik bir arşiv teşekkül ettirilmiştir. Geçerliliği ve güvenilirliğinden
pek de kuşku duyulmayan bu arşive uygun kurumlar vücuda getirilmiştir ve böylece
epistemik bir yapı kurulmuştur.
Faucault bu tarzı, galiba, daha çok gündelik yaşamdaki totileter güç
kaynaklarına bakma kaygısıyla kullandığı için, bunun bir methodolojik kalıp
olmadığını söylemektedir ama bu tarz, kimi methodologların da belirttiği gibi, bazı
akademik araştırma tekniklerine çatı olma potansiyeli taşımaktadır. Sözü edilen
epistemik yapı bir sistemdir. Sistem belirli bazı parçaların uyum, ahenk ve harmoni
içinde oluşturduğu bir tümel orkestrasyondur. Bu orkestrasyonun yapısını çözmek
için, onu birimlerine ayrıştırmak gerekmektedir. Bu çözümleme ile her bir parçanın
ayrı ayrı gözlem konusu yapılması mümkün olacaktır. Kategorilere ayrıştırarak da,
bütünün kendi içindeki uyum, ahenk ve harmoniyi çözümlemek mümkündür.
Dolayısıyla bu tarz, makro metodolojik bir kalıp olma potansiyeli taşımaktadır ki,
zaten; içerik ve söylem analizi adı altında iletişimciler bir süredir bu kalıbı
kullanmaktadır. Bu kalıp; hukukçular, ilahiyatçılar ve hatta edebiyatçılar tarafından,
kimi zaman içtihat, kimi zaman tefsir, kimi zaman da yorum amacıyla öteden beri
kullanılmıştır, yani malum bir kalıptır.
Hiç kuşkusuz ki metodolojik kalıp, ne kadar “flexible” hale getirilirse
getirilsin, bir özne olarak insan varlığının tasarrufundan ayıklanamaz. Buna,
kanaatimizce gerek de yoktur. Ama ne iş olursa olsun, özne’nin işinin, mutlaka,
deontolojik bir kalıbı olmak zorundadır.
“Geri zekalı, hıyar herif, salak, mankafa, cahil” ifadeleri, sokaktaki insanın
ahlakı ile ilgilidir ve pavyon fedailerinin jargonu olduğu için, bu tür bir dilin, bilim
camiası içinde yeri olamaz. Dolayısıyla bilim insanlarının ahlakını başka bir boyutta
aramak gerekmektedir.
Wittgenstein’in “olgu gözlemlenir, değer tercih edilir” aforizması “bilim
insanı için deontolojik ilkeler neler olabilir?” sorusuna ışık tutmaktadır.
Her şeyden önce bilim insanı, naif pozitivizme istinaden, nesnel gerçekliği
çekip çıkartma misyonu ile yükümlü bir aziz tavrı sergileyemez. Onun işi, olay ve
olguları incelemek - teftiş etmek (inspection), üzerindeki örtüyü aralayıp serimlemek (exploration) ve tenkit - sorgulamak(critic)tır. İkinci olarak bilim
insanının ‘beriki’nin değerine de ‘öteki’nin değerine de itibar etme lüksü yoktur.
Onun ya da bunun iltifata müstehak ve mahzar olma hakkına sahip olduğunu asla
savunamaz. ‘Öteki’ ya da ‘beriki’nin değerlerini tahkir veya tezyif etme ayrıcalığını
da kesinlikle kendisine bahşedemez. Yani bu tarz bir hakikat (truth) iddiasının
beyhudeliğinin bilinç ve fevki, bilim insanının erdeminin parametresidir. Ve son
olarak kuşkusuz ki (bilimsel çalışmalarda zaman zaman oldukça hassas işlevler
yükümlenen tesadüfler istisna tutulursa) her gözlem, belirli bir düzeyde tercihtir.
Ama bu tercihte, tercih kastı yoktur. Bu ince çizgi aynı zamanda bilimsel
çalışmaların masumiyetine delalet eder. DDT ya da atom altı parçacıklar için
çırpınan bilim insanlarının bu çabalarını kimse cinayete teşebbüs kastı ile
yaftalayamaz. Sonuçlarından mesul değillerdir denemez belki ama bunda kast-ı
mahsusa aranamaz.
Demek ki; bilim insanının misyon yüklenmesi tarafsızlığına, kimi etiketleri
canının istediği gibi sağa sola yapıştırması erdemine, kasıtlı tercihleri masumiyetine
halel getirmektedir.
Hubert M. Blalock, JR. -Theory Construction gibi nadide eserlerden de ilham
alarak, pek çok araştırmacının, kuramsal inşa müzakerelerini dergimizin
önümüzdeki sayılarında sürdüreceğini umuyoruz. Bilim insanları, umuyoruz ki,
esnetilmesi epey zor olan yöntem tartışmalarına da bu derginin sayfalarında devam
edeceklerdir. Ama, akademik kariyer amacıyla olsa da olmasa da; bu derginin her
zaman olduğu gibi asli işlevi, elbette ki, iletişim disiplinine ilişkin araştırmaları
derlemek ve aktarmaktır.
Platform, hepimizin sığacağı kadar geniş; toprak her birimizi doyuracak
kadar mümbit.
Cengiz ANIK
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
BİLGİNİN TOPLUMSAL İŞLEVLERİNE İLİŞKİN
YAKLAŞIMLARI TASNİF DENEMESİ
Cengiz ANIK*
ÖZET
Bu çalışmada, bilginin toplumsal işlevi ile ilgili bazı yaklaşımların dökümü ve tasnifi
yapılmaktadır. İletişim, ilişki, etkileşim ve bilgi kavramları bu çerçeve içine
alınmaktadır. Birey - toplum etkileşimi ekseninde iletişim olgusunun rolü
gözlemlenmeye çalışılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Bilgi, Etkileşim, İletişim, İlişki, Medya
ABSTRACT
In this study, the casting and classification of various approaches about the social
function of knowledge are done. The concepts of communication, relation,
interaction and knowledge are considered in this context. It is tried to observe the
role of communication fact in the axis of individual - society interaction.
Key words: Knowledge, , Interaction, Communication, Relation, Media
Giriş
Bilginin en fazla göze çarpan parametrelerinden birisi olan teknoloji için,
bilindiği gibi, “insan bedeninin uzantısıdır” aforizması çok kullanılan bir
betimlemedir. Gerçekten de teknoloji, insan varlığının sınırlarını aşmak amacıyla
üretilen tekniklerdir. Her bir teknik, şu veya bu biçimde sergilenmiş bir insan
hüneridir. Bu insani hünerler - beceriler lojikleştirilerek teknolojiler üretilmektedir.
İnsani hüner-beceri dendiği için, sadece insan varlığına özgü bir özellik bahis
konusudur. Çünkü sadece insan varlığının davranışlarının ve hüner - becerilerinin
“tek”liğinden söz etmek mümkündür. Her insan yürür, ama her birinin yürüyüşü
*
Doç. Dr. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi.
İletişim 2003/18
2
C. Anık
kendine özgüdür. Dolayısıyla her genel davranış, her bir insan için ona özgüdür.
Asıl önemlisi ise, herkesin yapabildiği bir hünerin, bazı insanlar tarafından çok özel
bir beceri olarak sergilenmesidir. Sahanda yumurta yapmasını genelde herkes bilir.
Ama bazı insanların yaptığı sahanda yumurta inanılmaz lezzetli olur. Her insan
kendi söküğünü diker, kendini tıraş eder. Ama terzilik ve berberlik, mesleki bir
hünerdir.
Bu özel hünerler, daha da özel hale getirildikten sonra, en genel hale
dönüştürüldüğünde, teknoloji dediğimiz marifet ortaya çıkmaktadır ki, artık bu
yaratı, en özel insani hüner gibi “tek” değildir ve aynı zamanda özel insani hünerin
sahip olduğu sınırların ve boyutların çok daha ötesine taşacak kadar, şamil, kamil ve
yetkin bir üründür.
Medya teknolojileri için de aynı durum geçerlidir. Görebilmek için göze
ihtiyaç vardır ama gözün bakma sınırları ve görme boyutları bulunmaktadır. Oysa
görsel medya bakmayı ve görmeyi adeta sınırsız ve boyutsuz hale getirmiştir.
Duyma, konuşma, yazma; hatta hissetme, algılama, haberdar olma gibi pek çok
insani hüneri medya teknolojileri sınırsız ve boyutsuz hale getirip, yetkinleştirmiş,
kamil ve şumullü kılmıştır.
Günümüzde, tahayyülleri aşan boyutlara ulaşmış bu işleyişin; anahtardan öte,
maymuncuk kavramı bilgidir. Bilgi; insani her bir kayıt, her bir nakliyat, her bir
algı, hatta her bir tasavvur olma özelliği ile, odaklanılmayı en fazla hak eden bir
kavram olmakla birlikte, onun üzerinde bu bağlamda yeterince ve yetkinlikle
çalışılmış olduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir.
Bu çalışmada bilgi, kendisiyle akraba olan; etkileşim, ilişki, iletişim, medya
kavramlarıyla birlikte ele alınmakla birlikte, çalışmanın sorunsalını teşkil
etmemektedir. Şu veya bu şekilde (felsefe, epistemoloji v.s. tarafından) bilginin
kendisi, öteden beri sorunsallaştırılmaktadır. Burada, bilginin toplumsal bağlamı ile
ilgilenen bazı yaklaşımların nasıl sınıflandırılabileceği sorunu üzerinde
durulmaktadır.
Yegane bilgi kaynağı “toplumsal unsur” bireydir. Birey, bilgi aracılığı ile
“toplumsal unsur” haline gelmektedir.
Karmaşık gibi görünen bu varsayıma bir ölçüde açılım kazandırma iddiası ile
ortaya konulmuş bazı yaklaşımları tasnifleyerek, araştırmacılara, daha az kaygan bir
zemin oluşturma çabası, bu çalışmanın amacını teşkil etmektedir. Özellikle iletişim
bilimi disiplini çerçevesinde ürünler ortaya koymak isteyenlere, bu tasnifle, kapsam
Bahar 2009, Sayı: 28
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
3
ve sınır tespiti ile ilgili bir miktar kılavuzluk desteği sağlanacağı umut edilmektedir
ki, çalışmanın, bu bağlamda önemli olduğu düşünülmektedir.
A. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1. Etkileşim, İlişki, İletişim ve Medya Kavramları
Gündelik hayatta kullanılan pek çok kavram gibi konuyla ilgili anahtar
kavramlar olan; etkileşim (interaction), ilişki (relation) iletişim (communication) ve
medya kavramları da çoğu zaman yerli yerince kullanılmamaktadır. Uzmanların bile
bazen, iletişim kavramının anlamını medya ile karşılamakta, bazen da medya
kavramını kullanması gerekirken iletişimi kullanmaktadır. Örneğin “Yeni
İletişim…” değil de “Yeni Medya Teknolojileri…” demek daha tutarlıdır. Elbette
söz konusu teknoloji, iletişim amacına yönelik olarak kullanılmaktadır. Zira iletişim
süreci kaçınılmaz olarak aracı bir mekanizmaya ihtiyaç duymaktadır. Teknoloji de
bu aracı mekanizma ile ilgilidir. Gerçi bu tür ifadelerde neyin bahsedildiği bellidir.
Ancak akademik bir mülahaza söz konusu olduğunda, konunun özellikle anahtar
kavramlarının netleştirilmesi elzemdir.
İletişim kavramı communication’un karşılığı olarak kullanılmaktadır. Oysa ki
terimin anlamı tercüme edildiğinde ‘ortaklaşım’ sözcüğünü kullanmak gerekecektir.
Zira communication; haberleşme ya da yakın anlamlı diğer kavramlardan farklı bir
içerikle yüklüdür. İletişimi tanımlarken, bilgi alışverişi gibi, yalın bir ifadeyle
yetinmek de iletişim sürecini eksik anlamak ve anlatmak demektir. Nitekim bu
alanda çalışanların pek çoğu, bu ayrıntıya dikkat çekmektedir.
“İletişimsizlik mümkün müdür?” aforizması etrafında görüşlerini organize
eden iletişim bilimcilere göre, ilk bakışta iletişimsizlik mümkün değildir
(Watzlawicks v.d. 1972). Zira bireyler, bitkisel hayata girmediği sürece, mutlaka
bilgi alışverişine maruz kalmaktadırlar. Bireyler her gün sınırsız sayıdaki bilgi
kaynakları tarafından enforme edilmektedir. Görme, duyma, hissetme, algılama v.s.
duyuları işlediği sürece, bireyin iletişim kurmaması imkansızdır. Ayrıca her bireyin,
içinde bulunduğu fiziksel – kültürel ortam, mekan ve uzay, sürekli olarak, bilgi
kaynağı olarak çalışmaktadır. Aksi söz konusu olsaydı, yani; kişi, üşüdüğüne dair
fiziksel çevresinden aldığı bilgiyi anlamasa, uygunsuz davranışlar sergilediğinde
cezalandırılacağına, dışlanacağına dair ileti alıyor olmasa, balkondan atladığında
yerçekimi nedeniyle parçalanacağına dair bilgiden bihaber olsa v.s. yaşamını
sürdürmesi mümkün olmazdı. Demek ki iletişim sürecinin işlemesi için mutlaka bir
kaynak tarafından yazılı ya da sözlü bir iletiye muhatap olmak şart değildir. Zira kişi
İletişim Fakültesi Dergisi
4
C. Anık
“sessiz dil” (Hall, 1973) denilen pek çok kaynağın muhatabı olduğu gibi, içinde yer
aldığı ortam da ona sürekli sayısız iletiler ulaştırmaktadır.
Bununla birlikte iletişimsizlik mümkündür. Yani ormanda yıkılan ağıcın sesi
duyulmadığı zaman iletişim (Mattelard, 1998: 56) olmaz. Ne söylenirse söylensin,
karşıdaki kişi duymuyorsa, anlamıyorsa ya da duymak veya anlamak istemiyorsa,
iletişimsizlik mümkündür. Zira iletişimi mümkün kılan niyettir. Demek ki her
etkileşim (interaction’daki action kavramı Türkçe’deki; hem etki hem hareket hem
de eylem kavramlarının bir meczi olarak algılanmalıdır.) olayı, mutlaka bir iletişim
sürecine tekabül etmemektedir. Bu önemlidir. Zira her etkileşim olayı da tıpkı
iletişim gibi aracı bir mekanizmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu aracı mekanizmanın
etkileşimi gerçekleştirmiş olması demek, her koşulda ve her zaman iletişimi de
gerçekleştirmiş olduğu anlamına gelmez. Çünkü iletişimde ortaklaşmanın
gerçekleşmiş olma şartı vardır ve ortaklaşmanın gerçekleşmesi için de niyet şarttır.
Böylece iletişim için şart olan niyet, ilişki kavramını doğurmaktadır. İlişki kavramı
iletişim sürecinin bilmek (savoir)’ten ibaret olmadığını, aynı zamanda tanıdık
(connaitre) olmayı gerektirdiğini ifade etmektedir. Gerçekten de ilişki (Fransızca’da
tanıdık, anlatı kavramlarının karşılığı olarak da kullanılan relation kavramı, iletişim
söz konusu olduğunda; hem contact’ın tercümesi ilişki-temas hem de interet’in
tercümesi ilgi-çıkar kavramlarının anlamlarını yükümlenmektedir); ilişkin olmayı,
daha doğrusu olmazsa olmazı (mütemmim cüz) anlatmaktadır. Sözgelimi savcı
iddianamesine kanıtları ve belgeleri iliştirmediği zaman, haksız itham nedeniyle
kendisi suçlu duruma düşecektir.
Kısacası herhangi bir etkileşim olayı karşılıklı niyeti yaratıyor ve bu yolla bir
ilişki gerçekleşiyorsa, bu etkileşim sürecinin adı iletişimdir. Bu süreç mutlaka aracı
bir mekanizma tarafından dolayımlanmaktadır. Bu aracı mekanizmanın adı da
medyadır.
Medya, medyum’un çoğuludur. Gündelik dildeki medyum sözcüğü ile hemen
hemen aynı anlamı taşımaktadır. Çünkü medyum, doğrudan doğruya kurulamayan
ilişkilere aracılık (dolayımlama - mediating) eden bir araçtır. Ancak bilindiği gibi
medyum, belediye otobüsü gibi bir taşıma aracı (vehicule) aracı değil; insiyatifin
(hatta izzetin) insafına terk edildiği bir araçtır ki, iletişim partnerleri iletişim
kurarken, insiyatif (ve izzet)’lerini işte bu aracıya, medyaya emanet etmektedirler.
Bu yüzden medya teknolojileri çok büyük bir önem arz etmektedir. Zira etkileşmek
için niyet eden iki iletişim partneri arasındaki ilişkinin mimarı medyadır ve bu
teknolojik harikalar, bu yüzden, kişiler arası (kuşkusuz ki aynı zamanda birey - grup,
Bahar 2009, Sayı: 28
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
5
birey - örgüt, birey - kurum, grup - örgüt, grup - kurum, örgüt - kurum v.s.)
ilişkilerin kurulmasında ve işlemesinde son derece kritik bir rol oynamaktadırlar.
Bilgi, iletişimin varolabilmesi için varolması gereken yegane hammaddedir.
Bilgi olmazsa iletişim olmaz. Bilgiyi hem girdi olarak kullanan hem de çıktı olarak
sunan ise medyadır ve medya, bilgiyi işleyen bir mekanizmadır.
2. Bilgi Kavramı
Hemen her şeyi açıklamak amacıyla kullanılan birçok kavram gibi bilgi
kavramı da her şeyi tanımlar, betimler görünmekle birlikte, kendini anlatmaktan
acizdir.
Örneğin bilgi, kamera kayıtları gibi bireyin yaşamı boyunca gerçekleştirdiği
kayıtlardan mı ibarettir? Yoksa genetik kodlarında mündemiç işaretler midir? Bir
atölyeye giren her tür hammadde, “lojik”in insan hüneriyle yoğrulması sonucunda
“teknolojik ürün”e dönüşüyorsa, işletmeye girdi olarak ne dahil olmuşsa onun adı
bilgi midir? Toplumsal varlığı her bakımdan ifade edilebilir kılan kültürel simgeler
birer bilgi midir? Yoksa bilgi alışverişi tarifine uygun işlevler ifa eden kitle iletişim
araçlarının ürünlerine mi sadece bilgi denmeli? Daha da basit ama genel bir
tanımlama ile kişinin bildiği ve bilmek zorunda olduğu örgün - yaygın eğitim
kurumlarının öğrettikleri mi bilgidir? Yoksa yaşam deneyimi olarak algılananlar bellenenler mi bilgidir? Çok okuyan mı bilir, çok gören - yaşayan mı?
Kısacası bilgi kavramı, kullanıldığı alana, disipline ya da gündelik yaşamın
icaplarına uygun anlamlar kazanmıştır. Bu da doğaldır. Zira her tanım, kavramın
anlam alanını, kapsamını belirleyerek, onun ifade yeteneğini sınırlandırmaktadır.
Popüler sözlüklerde bilgi kavramına; “bir iş, konu, olay veya herhangi bir şey
konusunda bilinen, malumat” denilmektir. Benzer ifadelerle; “bir konu ya da iş
konusunda bilinen, bir konu ya da iş konusunda öğrenilen ya da öğretilen şey”,
“genel olarak ve ilk sezi halinde zihinsel olarak kavranmış temel düşünceler”, “bir
yargılama yapabilmek ve bir yargıya varabilmek için gereken öğelerin her biri”, “bir
şeyi bilme hali” şeklinde tanımlanmaktadır.
“Malumat” kavramıyla ifade edildiği gibi çoğu zaman bilgi ile malumat, alim
ile bilgin, malum ile bilinen ve özellikle ilim ile bilim birbirlerinin yerine
kullanılmaktadır. Gündelik kullanımda bu ayrıma çok dikkat edilmemekle birlikte,
malumat ile bilgi kavramları arasındaki çizgiye atıf yapılabilecek biçimde, ilim ve
bilim kavramlarının anlamlarına ilişkin farklılığa özellikle vurgu yapıldığı da
İletişim Fakültesi Dergisi
6
C. Anık
görülmektedir. Buna göre tanrının insanlara telkin ettiği bilgi ile insanların kendi
çabalarıyla elde ettiği bilgi arasında bir ayrım yapılmaktadır (Özbilgen, 1986).
Türkçe’deki “bilinen” kavramının anlamı Arapça’da “malum” ve “maruf” olmak
üzere iki ayrı kavramla ifade edilmektedir. “İlim”; okuyarak, yaşayarak elde edilen
bilgiyi anlatmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim kendine özgü bir anlam yüklemeden
önce “cahiliye döneminde” ilim kavramı, “kişilerin yaşayarak ve deneyerek, bizzat
elde ettikleri bilgi” anlamında kullanılmaktadır. Yakın anlamlı irfan kavramı ise
sezinlemelerle elde edilen bilgiyi anlatmaktadır. Alim ile arif kavramlarına da buna
bağlı olarak farklı anlamlar yüklenmektedir. Arif, tanrıdan bilgileri doğrudan
doğruya alarak iman eden, ma’rifet sahibi kişidir. Alim ise deneyerek, yaşayarak,
gözleyerek bilgi edinen, bilgiyi biriktiren, işleyen, malumat sahibi kişidir. Kısacası
arif ma’rifeti, alim delaleti ile Allah’ı bulan kişidir (İzutsu, Tarihsiz: 47-48). Yani
malum olan; tanıklık ederek, gözleyerek, deneyimleyerek edinilen bilgilerdir. Maruf
olan ise sezgiyle, ilhamla, marifetle edinilebilecek bilgilerdir.
Bu ayrım batı dillerinde de nettir. İngilizce’deki knowledge; malumat, kanaat
anlamındadır. Know bilmek, fark etmek yüklemlerini karşılamaktadır. Gnostic
kavramı ise “ruhani sırlara vukufiyeti” ifade etmektedir. Fransızca’daki ayrım daha
da nettir. Connaitre; tanımak, tatmak, görmek, ulaşmak; connaissance; ayırt
edebilmek, tanışıklık; savoir ise bilmek, bellemek anlamlarında kullanılmaktadır.
Nitekim Foucault (2000b: 90-91) tarafından da “popüler, tekil, fikir birliğinden
yoksun, boyun eğdirilmiş, sıradan insanların (savoir des gens)” bilgisiyle; “kılı kırk
yaran, erüdüsyon yüklü (connaissance)” bilgiler arasına çizgi çekilmekte, hatta
hakim ve mahkum ilişkilerinde bu kavramların betimleyiciliğine dikkat
çekilmektedir.
Kavramsal ayrıştırma açık biçimde göstermektedir ki; bireysel ve toplumsal
bilgi; yaşam boyunca edinilen, yaşanan ya da deneyimlenen, teknik anlamıyla
gözlemlenen veya rasyonel muhakemelerle üretilen bilgilerden ibaret değildir. Öte
yandan bilgisayar belleği gibi insanın ve toplumun bilgisine, “toplumsal bellekteki
ya da genetik kayıtlardaki donanımlardır” demek de mümkün değildir. Bunların her
ikisinin toplamı, bireyin ve toplumun bilgi donanımını teşkil etmektedir. Başka bir
ifade ile insan bilgisini ne sadece doğal - sosyal çevre ona işlemektedir ne de kişi
genetik kayıtlarının tutsağıdır. Birincisi birey, ait olduğu sosyal ve doğal çevresinin
ve özellikle müntesip hissettiği grubunun bellettiği bilgi donanımlarına sahiptir ki,
sosyal-doğal (ve grup) çevresi onu bu yolla zihinsel olarak inşa etmektedir. İkincisi,
kendine has bir delaleti olduğu için birey, bilgi edinme, işleme ve üretme becerisine
Bahar 2009, Sayı: 28
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
7
sahiptir ki, sosyal-doğal çevrenin belleğini bu “delaleti” ölçüsünde inşa
edebilmektedir.
Kısacası hem üretilmiş, üretilen, üretilmekte olan bilginin nesnesi hem de
bilgi üretmiş, bilgi üreten ve bilgi üretmekte olan bir özne olması, onun “ses
doubles” (Foucault 1966:314-354) oluşuna delil teşkil etmektedir.
Demek ki bilgi, insanın doğal ve sosyal çevresiyle etkileşimi ve iletişimi
sonucunda ortaya çıkan bir üretimdir. Sosyal ve doğal çevresini tarayan bir varlık
olarak birey, bilgi üreten bir öznedir. Sosyal ve doğal çevrenin nüfuz alanı içindeki
bir varlık olarak da birey, bilme etkinliklerinin nesnesidir. Başka bir ifade ile,
“kendimiz ve çevremizdeki kişilere, olay ile süreçlere ilişkin düşüncelerimiz,
başkalarınca da anlamlandırılıp, denetlenebiliyorsa, bunlar bilgi değeri taşıyor”
demektir (Durali: 43). Yani ortaya konulan bir düşünce, başkaları tarafından tespit
ve tahkik edilebiliyorsa (a.y.) o bilgidir. Kısacası, bilgi özne ve nesne arasında
kurulan bir bağdır (Cücen, 2001: 17). Bu bağları gündelik, dinsel, teknik, sanatsal,
bilimsel gibi türlere (a.y.) ayırmak da mümkündür. Hatta bu sıralama hiyerarşik
olarak aşamalandırılabilir. Çünkü bilgi, gündelik yaşamdan, bilime ve felsefeye
kadar geniş bir alanda düzenlenen ve edinilen kazanımlardır. Bu kazanımların
içindeki bilgilerden, sadece; bir sorunsalı çözümlemek amacıyla, akıl yürütme ile
yönelip, metodolojik biçimde sistematik olarak insanın elde ettiği; düzenli, tutarlı,
geçerli ve güvenilir, kanıtlanabilir ve denenebilir (Cücen, 21), teste ve denetime
müsait bilgilere bilimsel bilgi denilebilir ve bu bilgiler, kuramsal bir karakter arz
ediyorsa, aynı zamanda akademik bilgi vasfı taşımaktadır.
Ancak, ne denli bilimsel ve akademik bilgi ortaya konulursa konulsun hem
bunlar öznel bir nitelik arz etmekte hem de toplumsal bir veri olan simgelerle ifade
edildikleri için, nesnel bir çerçevenin içine hapsedilmiş olmaktadırlar. Bu
karışıklığın bir ölçüde aydınlanmasına, bize göre, malum ve maruf kavramları
arasındaki ayrım ışık tutabilir.
Malum kavramı; yaşayarak, deneyerek, gözleyerek, bizzat elde edinilen
bilgileri anlatmaktadır. Maruf kavramı ise tanrı, yani belirli bir otorite tarafından
telkin edilen, öğretilen, benimsetilen ve sorgulanmadan iman edilen bilgileri
tanımlamaktadır. Benzer bir biçimde de knowledge; malumat, kanaat, bizzat
edinilen; gnostic; ruhani, vahyedilen, ilhamla edinilen sezgisel bilgi anlamına
gelmektedir.Daha net bir anlatımla savoir; benimsetilen, işlenen ve sorgulanmadan
kabul edilen bilgileri; connaitre ise incelenerek, sorgulanarak, irdelenerek elde
edilen bilgilere karşılık kullanılmaktadır.
İletişim Fakültesi Dergisi
8
C. Anık
Demek ki insan belleğindeki kayıtlar, ya belirli bir otorite tarafından
işlenmekte ya da bizzat kişisel çabalarla edinilmektedir. Yani bilgi adı altında sahip
olunan tüm müktesabat ya bildik ya da tanıdık şeylerdir.
3. Bilgi Sosyolojisinde Bilgi
Bilgi sosyolojisinin odak konu olarak ilgilendiği bilgi, daha geniş bir alana
tekabül etmektedir.
Toplumsal zihniyet alanını, birey üzerinde belirleyici rol oynayan ya da
bireyin sosyalleşme sürecinde devreye giren sosyal bir mekanizma olarak görmek
yeterli değildir. Bu alan, “toplumun dilleri, inançları, normları ve dünya görüşü
biçiminde görülen, kültürel bilgiden meydana” (Carthy, 2002: 14) gelmektedir. Ama
aynı zamanda bu alan, “insan deneyimi, kavramsallaştırma yeteneği ve
davranışından" (a.y.) oluşmaktadır.
Daha genel bir ifadeyle, bireyin temsiliyet yeteneği (Anık, 2003: 18),
konjonktürel kimi fırsatlar yakaladığında, toplumsal kodlara; bireyler arasında
iletilen, paylaşılan simgelere dönüşmektedir. Birey, doğal ve sosyal çevresindeki her
şeyi bir simge ile temsil etmektedir ki, bu temsiliyet sisteminin en kuşatıcı örneği
dildir. Dille, her tür sosyal ve doğal varlığa ilişkin bir tavsif ve tanım getirilmekte,
daha da önemlisi, bu tanım ve tavsif kapsamı içinde yer alan nesne ya da varlıklara
ilişkin mevcut, muhtemel ve potansiyel ilişki ve etkileşimler, kimi temsili simgelerle
ifade edilmektedir. Doğal-sosyal bir varlığa tekabül etmese de, bu tür
kavramsallaştırmalarla bir bakıma, hiçbir şeyden bir şey üretilmektedir.
Bireysel bağlamda gerçekleşen tüm bu üretimlere ilişkin anlamlar, toplumsal
ortak kodlar olarak paylaşıldıktan sonra, bireyler için öğretici, yönlendirici ve
belirleyici bir mekanizma olarak, toplumsal bütün tarafından, yeniden bireylere iade
edilmektedir. Bu iletişimsel süreç toplumsal zihniyet alanının sınırlarını tayin
etmektedir. Toplumsal zihniyetin en önemli işlevi ise, toplumsal sınırları tayin ve
tesbit eden bir mekanizma olmasıdır (Cohen, 1985).
Sonuç olarak bilgi “bir ya da daha fazla toplumsal grup ya da insan topluluğu
tarafından kabul edilen her türlü fikir ve edim biçimleri; onların kendileri ve ötekiler
için gerçek kabul ettikleri olgulara ilişkin fikirler, edimler"(Carthy: 2002: 50)
şeklinde tanımlanabilir. Bu tanımda, ilk olarak, toplumsal gerçekliğin işlem halinde
olduğu vurgulanmakta ve toplum ya da belirli bir insan grubuna egemen bilgilerin
toplumsal gerçekliği inşa ettiğine (a.y.) değinilmektedir. İkincisi bilgi, toplumsal
sistemi oluşturan unsurlar arasında sürekli tedavül eden bir toplumsal parça olma
Bahar 2009, Sayı: 28
9
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
özelliği kazanmaktadır. Toplumsal zihniyetin hem hammaddesi hem de mamul
ürünü olarak, toplumun ayırt edici vasfı olma, toplumun sınırlarını tayin ve tesbit
etme ve içeriğini görünür kılma özelliği ile de bilgi, üçüncü bir diğer sıfatla tavsif
edilmektedir.
B. BİLGİNİN TOPLUMSAL İŞLEVLERİNE İLİŞKİN YAKLAŞIMLAR
Bilginin tanımı ve bu tanımda altı çizilen üç vasıf, aynı zamanda, bilginin
toplumsal işlevlerini de açığa çıkarmaktadır. Bilginin üç özelliği esasen, bilgi
sosyolojisinin inceleme konularının da bir özeti niteliğindedir.
1. Toplumsal Etkileşim Aracı Bilgi
Bilgi kavramının içerdiği özelliklerden biri, bilginin; toplumsal sistemi
oluşturan unsurlar arasında sürekli tedavül eden bir toplumsal parça olması ve
tedavül ettikçe toplumsal gerçekliği, sürekli olarak yeniden inşa etmesidir.
Almanya’daki kaynaklardan beslenerek geliştirdiği yaklaşımını, 1930’lu
yıllarda göç ettiği, ABD’de önemli ölçüde benimseten, Amerikalı sosyal bilimcilerin
bilgi sosyolojisi anlayışını şekillendiren ve öncelikle George Herbert Mead’la
neredeyse özdeş bağları olan (Hekman, 1999: 45) Alfred Schutz, anlamın toplumsal
düzlemde nasıl oluştuğunu çözümlemeyi amaçlamaktadır. Zira bu çözümleme,
toplumsal gerçekliğin oluşma sürecini gün yüzüne çıkartacaktır. Schutz’un tezi,
anlamın özneye özgü bir ürün olduğudur. Buna göre anlam, birey tarafından
oluşturulmaktadır. Birey, sosyal bir varlık olduğundan, kendi anlamını
paylaşabilmek amacıyla, onu iletişimsel bir materyale dönüştürmektedir ve böylece
anlama ilişkin ortaklaşma gerçekleştirilmekte ve anlam nesnelleşmektedir. Bununla
birlikte anlam, toplumsal unsurlar arasında tedavül ettikçe, bireyler tarafından öznel
yüklemelere maruz kalmaktadır. Yani anlam, özneler arası bir özellik arz etmektedir.
Bu da sürekli olarak, öznelerin her seferinde yeniden, ‘anlam’ bağlamında
etkileşimini zorunlu kılmaktadır. Çünkü anlam, tedavül etme süreci içinde, öznelere
özgü boyuta indirgendikçe, iletişimsel materyal olma özelliğini kaybetmektedir.
Anlama ilişkin yeniden ortaklık oluşturabilmek için onu yeniden nesnelleştirmek
gerekmektedir. Böylece anlam toplumsal tedavül süreci içinde sürekli yeniden
üretilmektedir (Hekman, 1999: 46-48).
İletişim Fakültesi Dergisi
10
C. Anık
Anlamın bu tarz özneler arasılığı toplumsal gerçekliği inşa etmektedir ki,
Schutz’un bu vargısı, Berger ve Luckmann için çıkış noktası olmaktadır. Ama önce
Mead’a göz atmak daha doğrudur.
Bilginin işlevinin Almanya’daki bilgi sosyologları
pragmatistler açısından özel bir ilgi konusu olduğu söylenebilir.
ve
ABD’deki
“İki gelenek de bireylerin yaşadıkları özel toplumsal bağlam içinde nasıl
düşündüklerini; düşünmenin ve bilincin özel toplumsal ve tarihsel
bağlamlardan nasıl miras alındığını; toplu eğilimlerin, insanların
erişebilecekleri toplumsal nesneleri kesin olarak nasıl sağladığını anlamaya
çalışmıştır. Her iki gelenekle uğraşanlar, geleneksel bilgi felsefelerini
tanımladıklarını açıkça belirtmişler, insan bilincinin ve düşüncesinin işleme
biçimine ilişkin kendi anlayışlarını kurmak üzere modern görgül bilimlere
yönelmişler”(McCarthy, 2002: 122)dir.
Bu iki gelenekten, toplumsal varlığın ve zihinsel alanın sürekli değişim ve
etkileşim içinde olduğu, en önemli miras olarak bugüne kalmıştır (McCarthy, 2002:
125). Bu mirasın özünü, Mead’ın, benliklerin ve toplumun sürekli değişim içinde
olduğu, insan eyleminin toplumsal bir dünya tarafından kurulduğu tezi teşkil
etmektedir (a.y.). Bu tezi Mead, (W. James’den ilhamla) bireysel benliği özne ben
(I) ve nesne ben (me) olmak üzere iki kategoriye ayırarak temellendirmektedir.
Nesne ben bireyin toplumsal yanıdır. Özne ben ise bireysel yanını göstermektedir.
Toplumsal ilişki süreci içinde kişi, başkalarının kendisi hakkında neler düşünüyor,
ne tür kanaatler taşıyor olduğuna ilişkin tahminlerde bulunmaktadır. Bu tahminlere
göre kendisine çeki düzen vermektedir. En çok sayıda başkasının gözüne girmek
amacıyla, kendisini, onların görmek istediği kişi gibi göstermeye çalışmaktadır ki,
bu onun nesnel benliğidir. Toplumsal olan her şey de kişiye bu şekilde sirayet
etmekte, benimsetilmekte ve yerleştirilmektedir. Başkalarının kendisi hakkındaki
yüklemelerine kişi, içinden geldiği gibi bir tepki verdiği durumlarda ise bireyin özne
beni açığa çıkmaktadır. Kısacası özne ben ve nesne ben olarak bireysel benlik,
toplumsal iletişim akışı içinde belirmekte, belirlenmektedir (Coser, 1990: 323).
Dolayısıyla her birey toplumsal yaşamı içinde ona yüklenen rolün ne olduğunu
kavramaya, kendisinden ne beklendiğini anlamaya çalışmaktadır. Başkalarının ilgi,
saygı, takdir ve taltiflerini kazanmak amacıyla, onların gözüyle kendine bakıp,
kendisini onların istediği bir kişiye dönüştürmeye çalışarak, bu yolla başkalarının
görüş alanına girmeyi başarmaktadır. Kimi zaman da başkalarının istediği gibi değil,
kendi istediği gibi başkalarına görünmektedir (Lazar, 2001:18). Kısacası nesne ben
aracılığı ile toplum bireyi inşa ederken, özne ben aracılığı ile de birey toplumu inşa
etmektedir (Coser, 1990: 323).
Bahar 2009, Sayı: 28
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
11
Bu inşa, anlamlarla gerçekleştirilen bir süreçtir. Anlam, sabit bir yafta olarak
başlangıçta herkesin kendi istediği gibi ürettiği ama iletişimsel boyut kazanabilmesi
için toplumsal mutabakatla içeriği belirlenen, bu yüzden de sürekli değişen
yakıştırmalardır. Zira etkileşim – iletişim süreci içinde bağ kurulan varlıklara ilişkin
yorumlamalar, sürekli gözden geçirilmekte, yeniden biçimlendirilmekte, her
defasında yeniden üretilmektedir (Blumer 1969: 5). Eylem halindeki insanların
toplamı olarak kabul edilmesi gereken toplum (a.y. 85) içinde birey; sürekli olarak
kendini açığa vuran (self indication), çevresindeki bazı varlıklara dikkatini
odaklayan, onları gören, okuyan, yorumlayan ve bu yolla toplumun iletişim
mekanizmasını sürekli işleten; aynı zamanda da ayna (reflexive) rolüyle başkalarını
sürekli ölçüp tartan, gözetleyen, onların beklentilerine göre kendi kanaat ve
davranışlarını şekillendiren özne ve nesnedir (a.y. 81). Toplum, birbirini bu şekilde
inşa eden ve birbirlerince inşa edilen insan varlıklarının temel taşını oluşturduğu bir
bütündür ve bu bütün, birbirine ilişkin yakıştırmalar sonucunda anlamlandırılan bir
kurgudan ibarettir.
Bu kurgu sürecini Berger ve Luckmann, nesnel ve öznel gerçekliğin
diyalektiği olarak tasarımlamaktadır.
Bu diyalektik tasarıma göre birey ya dışa vurum (externalization) yoluyla
toplumsal gerçekliği işlemekte ya da sindirme (internalization) yoluyla toplumsal
gerçeklik tarafından işlenmektedir.
Yazarlara göre, gerçek, düşünür ve hatta bilim adamlarının zannettiği kadar
derin ve sofistike bir toplumsal durum değildir. Bu yanılgıya, tek bir gerçek
gerçeklik neden olmaktadır. Oysa toplum, bir yığın gerçeklik (multiple realities)
halinde kurulmaktadır. Bunun nedeni toplumun kurulma sürecinin hiçbir zaman
sonra ermemesidir. Toplum üyesi olan insanlar, gündelik yaşamlarında kendileri için
düzenlenmiş (ordered) ve yapısallaştırılmış (patterned) nesnel gerçeklikleri
başkalarıyla paylaştıkça, tipik hale getirilmiş rollerinin ne olduğunu
öğrenmektedirler. Bu, onlar için; yani herkesle aynı şeyi paylaşıyor olmak, tipik
rolün uygun gördüğü tarzda başkalarıyla bağlar kurmak, kendini rahat ve güvende
hissetmenin, toplumsal müntesip olmanın yoludur. Dolayısıyla, toplumsal gerçekliği
bu şekilde işleyen, nesnel boyutlu anlamlandırmalar; kişinin seçme özgürlüğünü
kısıtlamakla birlikte, onun kafa karışıklığını önlemekte ve toplumsal harmoniyi
temin etmektedir (Luckmann-Berger, 1966: 72-79). Ancak sınırlandırılmış olsa da
kişilerin alternatifleri (tipik roller dışındaki başka rol tipleri) tümüyle ortadan
kalkmamaktadır.
İletişim Fakültesi Dergisi
12
C. Anık
Esasen, toplumun nesnel gerçeği, her birey için bir uğrak noktası (moment)
olarak düşünülmelidir. Zira öznel gerçeklik, kendini her koşulda korumaktadır.
Toplumun benimsetmeye ve bireyin sindirmeye (internalization) çalıştığı nesnel
gerçekliğin kusursuz biçimde özümsenmesi mümkün değildir. Yani bu nesnel
gerçeklik her bireyde farklı bir öznel boyutla yansıtılmaktadır. Bu yansıtma açık ya
da zımni bir yığın gerçekliğe işaret etmektedir (Luckmann-Berger, 1966: 130-133).
Öznel gerçeklikleri aşan, kuşatan nesnel bir gerçeklik olsa da, öznel gerçeklikler
nesnel gerçekliğin her an yeniden kurgulanmasını potansiyel olarak içermektedir ve
bu diyalektik süreç, toplumsal gerçekliğin anlamsal düzeyde, sonu olmayan bir
kurgulama olarak sürekli inşa edilmesine vesile olmaktadır.
Bilginin toplumsal işlevlerini inceleyerek elde ettiğimiz ilk veri, bilginin
süreç içerikli; yani sürekli değişebilen ve asla katılaşmayan, donuklaşmayan ve
buzlanmayan toplumsal unsur olduğudur. Böyle olmasının nedeni, bilginin yegane
hammaddesinin anlam olması ve anlamın da sadece özne - birey tarafından
üretilebilmesidir.
Kuşkusuz ki birey tarafından üretilen anlam, herhangi bir anlam olarak
kaldığında, toplumsal bir işleve sahip değildir. Anlam, iletişimsel bir materyale
dönüştürüldüğü, paylaşıldığı takdirde toplumsal bir içerik kazanmaktadır ki, bu da
etkileşimi zorunlu kılmaktadır. Yani öznel anlamın nesnel işlevini açığa vuran
simgesel etkileşimdir ve anlam, öznel alanla nesnel alan arasında sürekli işlendiği;
eksildiği veya fazlalaştığı, geliştiği ya da dönüştüğü, sürekli olarak değiştiği için
simgeler hiçbir zaman sabit bir içerik yüklenmemektedir. Etkileşim bu diriliğin hem
nedeni hem de sonucudur. Zira özneler arasında anlamın nasıl bir içeriğe sahip
olduğunu görmek için iletişim kurmak gerekmektedir. Anlam, özneler arasında
aktarıldıkça öznel alana indirgenmekte, ortaklaşmayı (iletişimi) temin etmek için
anlamı yeniden nesnel alana çekmek gerekmekte, etkileşim böylece kendi iç
dinamiklerinden aldığı enerjiyle bitimsiz ve sınırsız bir seyir izlemektedir.
2. Toplumsal Yapı Harcı Bilgi
Yukarıdaki tanımda bilgi, toplumsal zihniyetin hem hammaddesi hem de
mamul ürünü olarak, toplumun ayırt edici vasfı olma, toplumun sınırlarını tayin ve
tespit etme, içeriğini görünür kılma özelliği ile tavsif edilmiştir.
Bilginin bu özelliği, toplumsal zihniyetin muhtevası olan bilginin; bireyi
biçimlendiren, sınırlandıran, ona çeki düzen veren ve hatta dayatmalarda bulunan bir
toplumsal mekanizma olduğuna atıf yapmaktadır. Bununla birlikte aynı mekanizma,
Bahar 2009, Sayı: 28
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
13
topluma intisap etmiş her bir birey tarafından onun süzüldüğü, elendiği, filtrelendiği;
bu süreç içinde hem toplumsal ürün hem değil, hem bireysel ürün hem değil; daha
doğrusu bireyin de toplumun da hem girdisi hem çıktısı olduğuna işaret etmektedir.
Nitekim Hakikat ve Yöntem’de Hans-Georg Gadamer (1975) toplumların
dillerinde tezahür eden hakikat’ın (truth) ne olduğunu gün yüzüne çıkarmaya
çalışmaktadır. Dil, topluma ait anlaşılabilen tek varlıktır ve üstelik dil, bireylerin
kullandığı toplumsal bir varlıktır. Kısacası dil, toplum ile bireyin kesiştiği,
kaynaştığı ya da çatıştığı merkezi bir bölgedir.
Dilin birinci örneği konuşmadır ve konuşma, neredeyse sınırsız bir anlam
alanı ortaya koymaktadır. İkinci örnek yazıdır. Yazıda anlam kısıtlanmakta,
sınırlandırılmaktadır. Hatta konuşurken alabildiğine yayılan anlam, yazıda
sabitlendiği için, yazı, bir süre sonra yazanın da yabancı kaldığı bir dilsel üründür
(Gadamer, 1975: 350-355). Dilin bir diğer örneği yorumdur. Yazı ya da söze
dökülmese de yorum, dilsel bir üründür. Zira eninde sonunda dile ihtiyaç
duymaktadır (Gadamer, 1975: 360). Sonuç olarak dil aracılığı ile toplumsal olan her
şeyi edinilir ve dil aracılığı ile toplumsal olan her şeyi işlenir. Bu bağlamda dil, bir
dünya sunmaktadır. Dünyaya ilişkin her tür bilginin aracı dildir (Gadamer, 1975:
445). Dil bireye bir dünya taşıdığı gibi birey de kendi dünyasını dille taşımaktadır
(Gadamer, 1975: 404).
Tam da bu noktada dil, hem öznelliğin hem de nesnelliğin kaynaşma alanını
tesis etmektedir. Dilin simgelerine, toplumun her bir üyesi yakın anlamlar yüklediği
için dil, iletişimsel bir işlev görmekte, ortaklaşma yaratmaktadır. Ama aynı
simgenin, her bir bireyin zihninde, diğeriyle asla örtüştürülemeyecek öznel
anlamları da bulunmaktadır. İşte bu öznel anlamlar, yan yana gelerek nesnel
anlamları üretmektedir. Bir toplumun dilsel nesnesi gibi konumlandığı her kesitte
birey, kendi öznel anlamını dilsel simgeye sindirerek, toplumsal dil ortamındaki
yerini almaktadır. Bireyin dış dünya ile teması her zaman iki biçimde
gerçekleşmektedir. Birincisi birey, dilin kendisine taşıdığı dış dünya gerçekliği
kadar, gerçek dünyayı görebilmektedir (Gadamer, 1975: 495). İkincisi birey, dış
dünyada olup bitenlerin sadece bilmek istediklerini bilmektedir (Gadamer, 1975:
446) ve bu; bireysel olanla toplumsal olanın buluşması olayı, önyargı (prejudice)
kavramında mündemiçtir.
Gadamer (1975: 237), çevresinde olup bitenleri anlaması için yorumcunun
her an “emrine amade” bulunan zihinsel kayıtları tarif etmek amacıyla önyargı
kavramını kullanmaktadır. Bu kayıtlar her bir bireye ait ve özgü olmakla birlikte,
İletişim Fakültesi Dergisi
14
C. Anık
tümüyle tarihsel ve toplumsaldır. Aynı zamanda önyargı sadece bir kişinin değil;
grubun, topluluğun, toplumun, hatta dönemlerin gözlükleri de olabilmektedir.
Nitekim aydınlanmanın geleneksel önyargılara karşı sergilediği keskin tavır,
aydınlanmanın önyargısıdır. Bu yüzden meşru olan ve olmayan önyargı ayrımına
gidilmesi daha isabetlidir. Bu bağlamda gizli ya da gizlenmiş önyargıların toplumsal
tehlikeler içerdiğinin bilinmesi gerekir. Zira bunlar despotça bir tarzla varlıklarını
sürdürebilmektedir (Gadamer, 1975: 239-240). Böylece bilme işinde bizi doğruya
yönelten önyargılarımız meşru, yanlışa yöneltenler ise gayri meşrudur (Gadamer,
1975: 266).
Gadamer’e göre tarih, tarihte var olan kişi ve toplumların ya da olay
tanıklarının gözüyle görülemez. Çünkü o şekilde görmek için de kişisel önyargıya
ihtiyaç vardır (Gadamer, 1975: 271). Toplumu topyekün görmek için de her bir
toplumsal unsurun gözüyle toplumu görmek gerekir. Bu da mümkün değildir ve
fakat görme, anlama işi; tüm bunların karışması, kaynaşmasının sonucunda
gerçekleşmektedir. Bir bakıma bakış açısında ya da önyargıda, toplumsal ve bireysel
olan ne varsa hepsi birbirine karışmış halde tezahür etmekte ve anlamlandırma bu
şekilde gerçekleşmektedir ki, bu; bilginin alınma, işlenme, üretilme ve tedavül etme
sürecini anlatmaktadır.
Toplumsal ve bireysel olanın önyargıda kaynaşması sayesindedir ki, toplum
ve birey, simgeleri sayesinde, başka kişi ve toplumlarla aralarına simgesel sınır
çizgileri çizebilmektedirler.
“...simgeler başka bir şeylerin yerini tutmaktan ya da başka bir şeyleri temsil
etmekten daha fazlasını yaparlar. Aslına bakılırsa tüm yaptıkları bundan
ibaret olsaydı geçerliliklerini kaybederlerdi. Simgeler aynı zamanda
kendilerini
kullananlara,
anlamlarının
bir
kısmını
kendilerine
kazandırmalarına izin verir. ...bu simgelerin anlamları aynı biçimde
paylaşılmaz. Simgelerin her birinin anlamı, bireyin kendine özgü tecrübesinin
dolayımından geçer”. (Cohen, 1999: 11)
Tezini bu cümlelerle ortaya koyan Cohen (1999: 14), etkileşimleri sonucunda
örülen “anlam ağları”nı insanların yaşadıkça sürekli yenilediklerini; bu anlam
ağlarının ne mutlak belirleyici ne de etkisiz – nüfuzsuz olduğunu, sadece insan
varlığının toplumsal davranışa anlam iliştirme yeteneği ile mücehhez olduğunu
belirtmektedir.
“Bizler gözlemlediğimiz şeye anlam veririz. Verdiğimiz bu anlam bize aittir ve
davranışı gerçekleştirenin amaçladığı anlamla çakışabilir de, çakışmayabilir
de. Böylelikle, etrafımızda sürüp giden ve katıldığımız davranışı anladığımız
Bahar 2009, Sayı: 28
15
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
ölçüde davranışı yorumlarız ve bu yorumdan hareketle edimde bulunuruz;
davranışa anlam iliştirmeye bakarız. Toplumsal etkileşim bunun gibi
yorumlara yaslanır. Toplumsal etkileşim özünde anlamların gördüğü iştir”
(Cohen, 1999: 15).
Toplumsal bütünlüğü tesis eden etkileşim, Cohen’e göre doğaları gereği
simgelerin yoruma açık olmaları sayesinde gerçekleşmektedir.
“Simgeler, şekil verilebilir olduklarından, bireyin koşullarına uymaları
sağlanabilir. Bu sayede bireylerin kendi bireyselliklerinden vazgeçmeksizin
bir topluluğa olan bağlılıklarını yaşantılayabilecekleri ve dışavurabilecekleri
koşulları (media) sağlayabilirler. Simgeler o denli çok yönlüdürler ki, sıklıkla
özgün anlam kalıplarına uydurulabilirken, aynı simgeyi aynı anda kullanan
başka kimseler bu çarpıtmaların farkına varmazlar” (Cohen, 1999: 16).
Bu sayede yani, simgeler hem öznel hem de nesnel olabildikleri için
“...bireysellik ve genellik uzlaştırılabil”(Cohen, 1999: 20)‘mektedir. Aynı simgeye
yakın anlamlar yüklenebilmesi, daha doğrusu simgelerin insanlara böyle bir nimet
sunması, onların hem bir toplum üyesi olma hazzını elde etmelerini hem de
bireyselliklerini koruyarak öznel kimliklerini taşıyabilmelerini temin etmektedir.
Kısacası simgesel düzeyde hem birey hem de toplum kurgulanmış, kurulmuş
olmakta ve böylece sınırları da tayin ve tespit edilmektedir.
Abraham A. Moles (T.siz: 68-75) bu süreci, sosyo kültürel devre adını
verdiği bir şema ile modelleştirmektedir
Kültürlenim kuramını açıklarken Moles, sosyo-kültürel devre içinde
medyanın, mozaik kültür inşacısı işlevi gördüğünü belirtmektedir.
Ona göre her birey yaratıcıdır. Keşif ya da icat yapabilir. Yaratmanın
hammaddesi ise bilgidir. Bu yüzden her yaratıcının ürünü tedavül etmez. Bu,
herkesin hayal kurabilmesine ama hayallerini daha mükemmel biçimde yazan ya da
söyleyenlerin yazar-şair ya da edebiyatçı sayılmasına benzemektedir. Yani, icat ya
da keşiflerini tedavüle sürebilenlerin yaratıcılıkları fark edilmektedir. Zira onların
hayalleri medyatik bir materyale dönüştürülmekte, öznel alandan çıkıp nesnel
ortamda yayılmaktadır. Bununla birlikte sosyo- kültürel devre içinde bu süreç
görülmek istendiğinde, tanımına aykırı bir biçimde sürecin ne başını ne de bitişini
belirlemek mümkündür. Zira yaratıcının kuluçkadaki zihinsel ürünlerini açığa
çıkaran simgeler, devre içinde sürekli dolaşan bilgileri taşımaktadır ve her durakta
bilginin içeriği kayıp ya da katkılara maruz kalmaktadır. Yaratıcının da ürünü,
kendisinden kurtulur kurtulmaz, evrenin her bir ögesi tarafından tüketilmekte ya da
İletişim Fakültesi Dergisi
16
C. Anık
yeniden işlenmekte ve yaratıcının ürünü olma özelliğini hızla kaybetmektedir.
Kısacası bu devre Moles’un (T.siz:71) ifadesiyle şöyledir:
Şekil 1: A. Moles’in Kültürlenim Modeli
“Burada (şu) ögeler bulunmaktadır: Fikri, entelektüel eserleri dönüştüren ve
bir mikro-çevrede yayan yaratıcı, kitle iletişim araçlarının beslendikleri genel
bir depoda fikirleri, olayları ve olguları toplayan sosyo-kültürel tablo,
yaratıcının da içinde yer aldığı makro çevreyi veya alanı sulayan kitle iletişim
araçları.. Bu şekil, devrenin kendi üstüne göreli kapalılığını vurgulamaktadır.
Yeni fikirler, dünyadaki olaylarca doğurganlaşan eski fikirlerden hareketle
yapılmaktadır. Devre, dış dünyaya dört ögeyle bağlanmaktadır. Bir yandan
yaratıcının imgesel oyunu, öte yandan nesneler dünyasına açılan
gerçekleştirmeler, bir başka yandan tarihsel olaylara haberleri bağlayıcılar
ve nihayet devreyi sosyal değerlere bağlayan iletişim araçları yöneticileri.”
Moles’in bu modeli öznel alandan nesnel alana bilginin nasıl sirayet ve
tedavül ettiğini de kısmen göstermektedir. Bir toplumdaki entelektüel – artistik –
Bahar 2009, Sayı: 28
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
17
edebi ya da teknokrat yaratıcılar, kendilerinin de içinde bulunduğu bir mikro
ortamda, ilk yayın olarak eserlerini tedavüle bırakmaktadırlar. Bu ortam bir tür,
toplumun yaratıcı sitesidir. İcatlar, keşifler, araştırmalar ve diğer benzeri yapıtlar bu
sitede üretilmekte ve paylaşılmaktadır. Bu site aynı zamanda toplumun sosyokültürel tablosunun repertuarıdır. Bu repertuardan medya seçmeler yapmakta ve
medyatik tercih ve kararlara göre bu seçmeler yeniden işlenerek, işlenmiş yeni
kültürel ürünler olarak makro ortama sunulmaktadır. Bu ortam toplumun tümünü
kapsayacak genişliktedir. Nihayet bu ortamda kişisel yaratılar toplumun geneline
yayılmakta ve kitle kültürü olarak da tüketilmektedir.
Bu model, döngüyü kısmen göstermektedir. Bireylerin, tedavül eden ürünleri
alımlama aşamasındaki anlamlandırmaları kısmen görmezden gelinmektedir. Model,
bireysel bir yapıtın toplumsallaşmasını kapsamakla birlikte, toplumsal olanın
bireysel düzlemde kabul edilmesini içermemektedir. Bununla birlikte model,
özellikle siyasal içerikli ürünlerin topluma mal edilme sürecini açıklamakta işe yarar
görünmektedir. Zira siyasal program, proje ve planlarda belirli bir yaratıcılar
sitesinde üretildikten sonra medya aracılığı ile topluma benimsetilmeye ve özellikle
kitle kültürü ürünü olarak tüketilmesi temin edilmeye çalışılmaktadır.
3. Toplumsal Gerçekliği İnşa Eden Bilgi
Bilginin bir diğer özelliği, toplumsal gerçeği işlemesi, yansıtması, taşıyıp
aktarmasıdır. Bu vasfıyla bilgi aynı zamanda, toplumun tarihsel birikimidir ve
zaman içinde değişmekle birlikte bilgi, toplumun ya da en azından toplumsal bütün
içindeki belirli bir grubun egemen görüşünü de simgelemekte, somutlamaktadır.
Bilgi - toplum etkileşimi bağlamında bilgiyi ele alan Max Scheler, bir
toplumdaki egemen fikir ikliminin, belirli bir grup tarafından üretildiğini, ancak bu
fikirlerin, “mutlak gerçek”lerle hiçbir zaman tam anlamıyla örtüşmeyeceği için,
toplumsal zemin (toplumun maddi koşullarıyla, mevcut örf, adet, gelenekleri v.s.)
tarafından içerik değişikliğine uğrayabileceğini belirtmektedir. Buna göre grup
fikirleri ile toplumsal zemin ne kadar uzlaşı halinde olursa, üretilen bilgi o denli
toplumsal işleve sahip olacaktır. Dolayısıyla bir grubun bilgisi, toplumun mevcut tarihsel birikimi ile karşılaştıktan sonra “cisim”leşmektedir. Kısacası ona göre ne
belirli bir grup (aristokrat, burjuva, proleterya v.s.) tek başına topluma belirli bir
ideoloji benimsetmeye muktedirdir. Ne de toplum kendi içindeki grupların tümünü
zemini içinde eritip sindirebilmektedir. Genellikle bu karşılıklı etkileşim biçiminde
tezahür etmektedir (Hekman, 1999: 40-43).
İletişim Fakültesi Dergisi
18
C. Anık
Aynı sorunsala odaklı Mannheim, daha geniş bir açı ortaya koymaktadır.
Mannheim (2002:27). ... “belirli düşünce biçimlerinin toplumsal kökenleri açığa
kavuşmadığı takdirde, bu düşünce biçimlerinin olması gerektiği gibi
anlaşılamayacağı” tezinden hareket etmekte ve bilgiyi “...herkesin ortak bir kader,
ortak bir eylemsellik bağlamında ve ortak zorlukların üstesinden gelme çabası
içerisinde (ki bu süreçlere herkes farklı biçimlerde katılır) başından beri geliştirdiği,
işbirlikçi bir grup süreci” (Mannheim, 2002:53) şeklinde tanımlamaktadır. Bu
tanıma göre toplumsal gibi görünen bilgi, belirli bir grubun ürünü olma özelliği
taşımaktadır. Daha doğrusu, bilgi ne toplumun ne grubun, ama aynı zamanda hem
toplumun hem gurubun malı olarak anlamlandırılmaktadır. Zira topluma egemen
olan kollektif bilgi, son kertede bir grup tarafından üretilmiş olsa bile, topluma mal
olma sürecinde, grubun bilgisi olma özelliğini kaybetmekte, toplumun önceki bilgi
kalıntıları ile sentezlenmekte ve toplumsal unsurlara ve bireylere bu haliyle
yansıtılmakta, benimsetilmektedir. Mannheim bu süreci ideoloji ve ütopya
kavramlarıyla çözümlemektedir.
Mannheim’e (2002:27) göre, “...düşünce yeteneğine sadece birey” sahiptir.
Onun ötesinde ve üstünde düşünen başka bir toplumsal unsur mevcut değildir. Fakat
bu gerçek, bireysel etkinliği “düşünen varlık”ın kendi başına tayin ve tespit ettiği
anlamına gelmez.
“Birey, kendine atfettiğimiz konuşma ve düşünce biçimini, sadece çok sınırlı
bir anlamda kendiliğinden yaratabilir. Birey, içinde bulunduğu grubun dilini
konuşur; içinde bulunduğu grubun düşündüğü gibi düşünür. Belli sözcükleri
ve sözcüklerin anlamını, kullanımına sunulmak üzere hazır bulur” (a.y.).
Bu nedenle bilgi sosyolojisi önce bireyin düşünce ve davranışlarının kaynağı
olan toplumsal bağlamı açığa çıkarmak zorundadır. İkinci olarak da bilgi
sosyologları, bu bağlam içindeki bireyin “kendilerini çevreleyen dünyaya daima
farklı açılardan bakmaya eğilimli” olduğunu gözden ırak tutmamalıdır (Mannheim,
2002: 28-29).
Bu iki görevle yükümlenen Mannheim, çok açık olmamakla birlikte, bir
toplumdaki egemen bilgi örgüsünü ideoloji, toplumsal bağlamları içindeki her bir
bireyin (ya da grubun) bilgi örgülerini ise ütopya olarak tasarımlamaktadır. Ütopya
toplumsal gerçekliğe tosladıkça “hayal ürünü” olmaktan kurtulmakta ama toplumsal
gerçekliği inşa eden, pekiştiren toplumsal unsurlara işleyen, sindiren ideolojiyi de
hırpalamakta, onun yenilenmesine, hatta ikame edilmesine neden olmaktadır. Bu
süreci çözümlemek amacıyla Mannheim (2002, 83-85) ideolojiyi kısmi ve total
olmak üzere iki kategoriye ayırmaktadır. Birincisi, belirli bir grubun iddialarının bir
Bahar 2009, Sayı: 28
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
19
kısmını temsil ediyorsa kısmi; onun tüm dünya görüşünü anlatıyorsa total
ideolojidir. İkincisi, kısmi ideoloji, doğrudan bireysel zihinleri tanzim etmeye
yönelik olarak; total ideoloji de dönemleri, çağları, tarihsel süreçleri ayrıştırmak,
karşılaştırmak amacıyla kullanılmaktadır. Üçüncüsü, kısmi ideoloji bireysel davranış
ve konumlara odaklanırken, total ideoloji toplumsal statü ve rollerle ilgilenmektedir.
Bu ayrıştırma, bireysel düşüncenin toplumsal düşünceye dönüşümünü
açıklamaktadır. Öncelikle birey, toplumsal bir varlık olduğu için topluma egemen
total ideolojinin etkisi altında düşünme eylemini gerçekleştirmektedir. Zira,
“düşünceler ve bilgiyle ilgili içeriksel değerler ... büyük dahilerin ansızın aklına
gelen fikirler olarak çıkmazlar. Dahiyane fikirlerin arkasında da, düşünen bireyin
önünde belirlenmiş olarak duran, ancak asla ‘tin’ olarak varsayılmaması ve
özselleştirilmemesi gereken kolektif – tarihsel bir deneyimsel bağımlılığın
karakteristik tarzı durmaktadır” (Mannheim, 2002: 288). Bununla birlikte bireyi
ayakta tutan bu zemin sadece “tek bir deneyimsel bağlamlılık” veya “tek bir düşünce
akımı” şeklinde varolmamaktadır. Bu zemin birbirinden farklı, kimi zaman kesişen,
uzlaşan; kimi zaman çatışan fikirlerin ahengiyle teşekkül etmektedir. Bu şekillenme
ise birey ya da grup ütopyalarından toplumsal kısmi ya da total ideolojilere kadar
sürekli değişen, dönüşen toplumsal fikir iklimiyle gerçekleşmektedir.
Ütopya ile ideoloji arasındaki çizgiyi toplumsal gerçeklik çizmektedir.
“...kendi bakış açısından hareketle, prensip olarak hiçbir zaman
gerçekleştirilemeyecek tasarımlar ütopya olarak adlandırıl”maktadır (Mannheim,
2002: 220) ve ütopyalar, “karşı etkileşimle değiştirilemedikleri ölçüde ideolojiler
değildir”
(a.y.).
Ütopya,
toplumsal
gerçeklikle
etkileşime
girdikçe
ideolojikleşmektedir. Ütopyalar uygun toplumsal koşullar hasıl olduğunda, kısmi
ideolojiler olarak toplumsal zemin üzerinde kendilerini belli etmekte; birbiriyle
kesişmeler, uzlaşmalar ve özellikle de çatışmalar halinde tezahür etmektedirler.
Uygun koşullarda bu etkileşimden total ideolojiler doğmakta ve gelişip yayılmakta,
başka bir takım ütopyalar veya kısmi ideolojilerle etkileşime girdikçe renkleri,
tonları değişmekte ya da bu etkileşimle oluşan başka total ideolojilerce ikame
edilmektedirler.
Marksist gelenek, özellikle Althusser, Mannheim’den elde ettiğimiz “süreç”
odaklı, bilginin bu tarz işlevini, kanalın bir yönünü dikkate alarak çözümlemektedir.
Eleştirel akımın kaynaklarından birisi olan Marx ile Engels’in, meşhur eseri
Alman İdeolojisi(1987); “kitle’lerin teoriye kurban edilmekte” olduğunu ihbar eden
ilk eserlerden birisidir.
İletişim Fakültesi Dergisi
20
C. Anık
Esere göre, üretim araçlarını inhisarında bulunduran güçler, maddi
egemenliklerini pekiştirip, sürdürebilmek amacıyla, kurulu düzeni meşrulaştıran ve
koruyan bilgi üretmektedirler. Bu ideolojidir. Topluma egemen olan düşünce
yapıları maddi altyapının eseridir. Dolayısıyla bilginin egemenlik ilişkilerindeki
rolünü görebilmek için maddi yaşam koşullarını açığa çıkarmak gerekmektedir. Bu
açıdan, dikkatle bakıldığında, hakikatin, olduğundan nasıl farklı bir biçimde
gösterildiği hemen fark edilecektir. Bu, yanılsama ideolojisi ile gerçekleştirilmekte
ve hakikat olan her şey, olduğundan farklı bir biçimde hayal ettirilmektedir. Yani
ideoloji, maddi yaşamın çelişkilerini ört bas etmek, mevcut egemen güçleri korumak
ve kurulu düzeni meşrulaştırmak amacıyla üretilmiş, sahte gerçekler sunan,
bozulmuş, yanılsamalara neden olan; doğru ve hakiki bilgileri ikame amacına
yönelik olarak tedavüle sokulmuş bilgilerdir. Dahası ideoloji, belirli bir grubun
çıkarlarını ve maddi yaşamdaki tahakkümlerini koruyup pekiştirmek ve ört bas
etmek amacıyla üretilen, uyduruk bilgilerin sistematize edilmesiyle oluşturulduğu
için, sürekli “öteki”ni hedef almaktadır. Dolayısıyla ideolojik söylemde mutlaka bir
hasım bulunmaktadır. Hatta ideoloji, “hasım”a karşı uyarma, koruma, kollama v.s.
vaat eden bir siyasal söylem olarak var olmakta ve var kalmaktadır. Bunun için de
ideoloji simgesel düzeyde kendini konumlandırmakta, mit ve ikonlarıyla “mağdur”
ve “mazlum”ları, gerçek yaşam koşullarından koparıp, onları kendi hakikatlarına
yabancılaştırmakta, onların kimliklerinden ve misyonlarından uzaklaşmalarını
sağlayarak, onlara çeşitli maskeler takmaktadır. Daha da önemlisi ideoloji,
müstezafları, sanal cennetlerle avutmakta, onların sorgulayıcı eğilimlerini ve doğal
dirençlerini bu yolla emmektedir.
Althusser, bu işlevin nasıl gerçekleştirildiğini özel olarak çözümlemektedir.
Ona göre burjuva düzeninde “kamu ve özel alan ayrılığı” söylemi
üretilmiştir. Bu söylem, toplum içindeki güçlerin ayrıştırıldığını, birinin diğerince
dengelendiği ve denetim altında bulundurulduğu için, hiçbir gücün diğerini
tahakküm altına alamayacağını, böylece adalet ve hakkaniyetin tesis edilebileceğini,
sömürünün yok edileceğini telkin etmektedir.
Bu ideolojik bir söylemdir. Zira kamusal baskı aracı olan devlet, sayısız
ideolojik araca sahiptir. Siyasal sistem onun tekelindedir. Eğitim kurumları, artistik
ve entelektüel alandaki kimi kurumlar, fiilen devletin emri altındadır. Öte yandan
devlet, toplumun üzerindeki asıl denetimini, özel alandaki bazı kurumlarla
gerçekleştirmektedir. Bunlar; dini kurumlar, siyasi partiler, sendika, birlik, oda gibi
sivil toplum örgütleri, aile kurumu, özel alandaki eğitim, entelektüel, artistik
kuruluşlar ve özellikle medyadır. Dolayısıyla özel alandaki devletin ideolojik
Bahar 2009, Sayı: 28
21
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
aygıtları, kamusal alandan daha işlevseldir ve görevleri, egemen ideolojiyi topluma
işleyip sindirmek, benimsetmektir. Bu amaçla devlet bir yandan kamusal alandaki
baskı aracı (fiili güç kullanma tekeline sahip olduğu için) kimliği ile toplumu
sindirmekte, yıldırmakta; diğer yandan da özel alandaki ideolojik araçlarıyla
bireylerin zihinlerini yıkamakta, onları ‘sadık kul’lara, sessiz kölelere
dönüştürmekte ve mevcut yaşam koşullarına rıza göstermelerini temin etmekte,
boyunlarındaki boyunduruğu meşrulaştırmaktadır (Althusser, 2003: 169-171).
Üstelik bu etki ve nüfuzu, onları özne gibi konumlandırarak
gerçekleştirmektedir. Çünkü “ideoloji bireylere özne diye” seslenmekte ve “her
ideoloji ancak bir özne aracılığı ile ve özneler için var” olabilmektedir.
“...İdeoloji ancak somut (sizin gibi benim gibi) özneler için vardır ve
ideolojinin bu hedefi de ancak, özne sayesinde, başka deyişle özne kategorisi
ve işleyişi sayesinde imkan kazanabilir” (Althusser, 2003: 196).
Egemen bir gücün egemenliği ancak ve ancak tabi (ya da tabi olmayan) bir
tepki ile açığa çıkabilmektedir. İdeolojiye de kabul etme/tanıma, kabul
etmeme/tanımama şeklinde işlerlik kazandırılmaktadır(Althusser, 2003: 198). Bu
tepkiyi veren her bir kişi özne gibi kendini düşünmektedir. Oysa kabul edenler kadar
kabul etmeyenler kategorisinde yer alanlar da nesnedir. İdeoloji de, her bir öznenin
bu tepkilerini işleterek durmaksızın yayılmakta ve özneleri nesneye
dönüştürebilmektedir. İdeoloji sürekli olarak öznelerin kabul edilişlerine ilişkin
talimatlar yaymakla birlikte, talimat mekanizması ve öznelerin kabul görüp
görmediği ile ilgili asla malumat vermemektedir. Tıpkı tanrının, her bir kuluna ayrı
ayrı seslendiği, onların her bir eylemlerine ayrı ayrı ödül veya ceza takdir ettiği gibi,
ideoloji de aynı tarzda işletilmektedir. Tanrının, tanrı (mutlak, en büyük özne) olarak
kabul edilmiş olması şartı gözden ırak tutulmaktadır. Zira bilindiği gibi önce tanrı
kabul edilmekte sonra ona iman ya da o inkar edilmektedir (Althusser, 2003: 206).
Burjuva ideolojisinin kabul görmesi de aynıdır. Önce kendini tanıtıp, kabul
ettiren bir ideoloji ile düzen tanınmakta, sonra da ona uyum gösterilmekte ya da
karşı çıkılmaktadır. Her iki halde de burjuva ideolojisi, burjuvanın düzenini tesis ve
teyid etmektedir.
4. Bilginin Toplumsal İşlevlerine İlişkin Sentez Denemesi
Bilginin toplumsal işlevleriyle ilgili üç başlıkla elde edilen verilere göre;
toplumsal gerçeklik bilgide tecessüm etmektedir. Bilginin süreç içerikli; yani sürekli
değişebilen ve asla katılaşmayan, donuklaşmayan ve buzlanmayan toplumsal unsur
İletişim Fakültesi Dergisi
22
C. Anık
olmasının nedeni, bilginin yegane hammaddesinin anlam olması ve anlamın da
sadece özne - birey tarafından üretilebilmesidir.
Birey tarafından üretilen anlam, herhangi bir anlam olarak kaldığında,
toplumsal bir işleve sahip değildir. İletişimsel bir materyale dönüştürülen anlam,
paylaşılarak toplumsal bir içerik kazanmaktadır. Anlam bu içeriği, toplumsal
etkileşimle kazanmaktadır. Boyutlarını bireyin belirlediği öznel anlam, simgesel
etkileşim aracılığı ile aynı zamanda nesnel bir anlam da kazanmakta, bu etkileşimle
birlikte zuhur eden iletişim çok çeşitli ilişki türleri meydana getirmekte ve
toplumsallık bu şekilde inşa edilmektedir.
Toplumsal işlevi bu şekilde açığa çıkan anlam, öznel alanla nesnel alan
arasında sürekli işlendiği; eksildiği veya fazlalaştığı, geliştiği ya da dönüştüğü,
sürekli olarak değiştiği için simgeler hiçbir zaman sabit bir içerik
yüklenmemektedir. Etkileşim bu diriliğin hem nedeni hem de sonucudur. Zira
özneler arasında anlamın nasıl bir içeriğe sahip olduğunu görmek için iletişim
kurmak gerekmektedir. Anlam, özneler arasında aktarıldıkça öznel alana
indirgenmekte, ortaklaşmayı (iletişimi) temin etmek için anlamı yeniden nesnel
alana çekmek gerekmekte, etkileşim böylece kendi iç dinamiklerinden aldığı
enerjiyle bitimsiz ve sınırsız bir seyir izlemektedir.
Toplum, gerçekleri gösteren soyut ve köpüğümsü güç merkezi görünümü ile
bireye egemen olmakta ve bu egemenliği birey (onun benimsettiği gerçeklerin
gerçekliğinden kuşku duymayarak) benimsemekte, içselleştirmektedir. Daha da
önemlisi bu gerçeklik, onun aracılığı ile korunmakta, taşınmakta ve toplumun yeni
üyelerine de bizzat onun aracılığı ile işlenmektedir.
Öte yandan, gücün akıtıldığı ve aynı zamanda süzüldüğü, damıtıldığı,
arındırıldığı toplumsal alan dildir. Dilde birey ve toplum kesişmekte, kaynaşmakta,
çatışmakta ve dil böylece egemenlik ilişkilerinin hem ayyuka çıkarıldığı hem de
gizlendiği toplumsal bölgeyi teşkil etmektedir. Bu bölgede bireyler, tarih ve toplum
tarafından kendilerine verilen, önyargı (aslında Heidegger’e atfen ‘Back ground’
demek daha doğru olurdu) adındaki gözlüklerle çevrelerine bakmaktadırlar. Gözlüğe
merceği takan tarih ve toplum, mercekten bakan ise bireyin gözleridir. Dolayısıyla
bir toplumda, birbirine karşı ve yandaş tüm aktörler önyargılarla bakmaktadırlar.
Açık ve belli önyargılı iddialar, kendilerini itiraf ettikleri için zararsızdırlar. Ancak
gizli ve örtülü önyargılar tehlikelidir ve zorba karakterlidir.
Önyargıların öznel alanla nesnel alanı buluşturması, bireyin diğer toplumsal
unsurlarla ve toplumun başka toplumlarla arasına sınır çizgileri atmasına izin
Bahar 2009, Sayı: 28
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
23
vermektedir. Dolayısıyla belirli simgesel etkileşimlerle belirli toplumlar, topluluklar,
gruplar inşa edilebilmektedir. Sözgelimi cemaatler ya da gruplar kendi aralarında
bağlar tesis edebilmek amacıyla anlamı kullanmaktadırlar. Belirli simgesel
düzenekler etrafında örgütlendirilerek gruplar, cemaatler, camialar inşa
edilebilmektedir.
Bununla birlikte verilerin öğrettiği diğer önemli bir ayrıntı gözden ırak
tutulmamalıdır. Her ne kadar mevcut toplumsal zeminle uzlaşmak zorunda olsa da
toplumsal gerçeklikleri üreten, eninde sonunda birey ya da gruplardır. Buna göre iki
önemli faktör ortaya çıkmaktadır:
(a) Bireyi çevreleyen toplumsal bağlam,
(b) her bireyin dünyayı farklı görmesi.
Bilgi aracılığı ile kurulan toplumsal gerçeklikler ne denli kesif ve şedit olursa
olsun, bu gerçeklikler her bir bireyde, bireysel gerçeklikler olarak tezahür etmekte
ve toplum, ne denli bireye nüfuz ederse etsin, onun “dışta kalma potansiyelini”
silememektedir.
Bu süreç Mannheim’den ilhamla şöyle çözümlenebilir:
Her birey, toplumsal gerçeklerle barışık ya da çatışık ütopyalara sahiptir. Bu
nedenle her toplum neredeyse sınırsız sayıda ütopik zenginlik ve çeşitlilik
içermektedir. Bazı ütopyalar toplumsal gerçeklerle (genel kabuller) karşılaşarak
birey ve genellikle gruplara özgü ülküler halinde formüle olmaktadırlar ki, bu mikro
toplumsal projeler, zamanla toplumdaki kısmi ideolojileri teşkil etmektedir. Bunlar
toplumsal zemine sirayet ettikçe; yayılma, benimsenme ve aktarılma potansiyelleri
ölçüsünde makro ideolojilere dönüşmektedirler.
Makro ideolojilerin yoğun ve katı birer otorite odaklarına dönüşme sürecini
de Althusser çözümlemektedir.
Kendi egemen olduğu kamusal alan içerisinde devlet, toplum adına bireylere
fiili güç kullanma tekeline sahiptir. Bu yüzden de devlet, topluma egemen olmak
isteyen güç odaklarının ele geçirmeyi hedefledikleri bir otorite merkezidir.
Bununla birlikte topluma hakim olmak ve sulta kurmak isteyenlerin ele
geçirdikleri devlet, kamusal alana olduğu kadar, özel alana da egemendir. Sivil
toplum adı altında ürettiği birçok ideolojik aygıt ile devlet, kamusal alanda fiili güç
kullanarak sürdürdüğü egemenliğini, özel alanda topluma ideoloji şırınga ederek
pekiştirmekte, geliştirmekte ve sürdürmektedir. Bunu da, kamusal alanda
nesneleştirdiği bireylere özel alanda “özneymiş” gibi (yani onların rıza ve itirazlarını
İletişim Fakültesi Dergisi
24
C. Anık
organize ve koordine edip) davranarak gerçekleştirmektedir. En amansız kozu ise
kendi varlığını, ürettiği ‘hasım öteki’yle gerekçelendirip, kendisine bu yolla militan
yandaşlar edinmesidir.
Bu şekilde işlemselleştirilen ve toplumsal gerçekliklere dönüştürülen makro
ideolojinin fani olmasının nedeni, her makro ideolojinin yeni bazı ütopya ve mikro
ideolojilerce denetim ve tehdit altında bulundurulmasıdır. Bunun sonucunda her
makro ideoloji kendini değiştirmekte, yenilemekte ve hatta onun kadar sirayet
edebilen başka mikro ideolojiler tarafından ikame edilmektedir.
Özetlemek gerekirse; gücün akıtıldığı ve aynı zamanda süzüldüğü,
damıtıldığı, arındırıldığı toplumsal alan dildir ve geniş anlamıyla dilin boyutlarını
belirlediği simgesel düzenek alanında birey ve toplum kesişmekte, kaynaşmakta,
çatışmakta ve dil böylece egemenlik ilişkilerinin hem ayyuka çıkarıldığı hem de
gizlendiği toplumsal bölgeyi teşkil etmektedir. Bu bölgede, bireyler, tarih ve toplum
tarafından kendilerine verilen, önyargı adındaki gözlüklerle çevrelerine
bakmaktadırlar. Gözlüğe merceği takan tarih ve toplum, mercekten bakan ise bireyin
gözleridir. Dolayısıyla ne Adorno’nun kullandığı anlamıyla toplumsal totalitenin
ezeli ve ebedi bir nüfuzundan söz etmek mümkündür ne de her bir birey ya da
grubun kendi ütopyalarını kayıtsız şartsız işlendiği bir grup, cemaat, camia inşa
etmek. Ama insan grupları, camiaları, cemaatleri -klasik mantıkla alay eder gibiher ikisinin de eseri olarak tezahür etmekte ve hiçbir zaman ve hiçbir biçimde
durağanlık arz etmeyen, “eğreti, zayıf ve kararsız denge (Gurvicth, 1985: 140)’li bir
“etkileşim sistemi” (Duverger, 1982: 321-322) görünümü arz etmektedir.
Sonuç
İletişim bilimi ile ilgili akademik ürünlerin pek çoğu bilindiği gibi medya ile
ilgilidir. Bu da çok doğaldır. Zira medya özellikle 19.yy’dan itibaren, toplumsal
yaşama korkunç bir hızla girmiş ve bireylerin gündelik yaşamlarını allak bullak
etmiştir. Üstelik bilhassa son iki buçuk asırdır medyaya şu veya bu biçimde birtakım
(a) misyonlar yüklenmesi, (b) medyanın ideolojik aygıt olmasının yanı sıra (c)
oldukça ciddi bir ekonomik rant aracı haline gelmesi, en önemlisi de (d) medyatik
ürünlerin hem kendilerine özgü bir pazarda satılmaları hem de kendi tüketicisini
pazarlayabilme yeteneğine sahip olmaları ve daha da önemlisi (e) medyatik ürünün
tüketildikçe çoğalan ürün niteliği taşıması, kuşkusuz ki medya üzerine odaklanmayı
elzem kılmaktadır. Çok daha da önemlisi artık günümüzde, yeni medya adını alan
iletişim araçları, tümüyle ele avuca sığmaz hale gelmiştir. Dolayısıyla iletişim bilimi
Bahar 2009, Sayı: 28
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
25
disiplini çatısı altındaki akademik çalışmaların neredeyse tümünün medya ile ilgili
olması çok doğaldır.
Bununla birlikte medyaya ilişkin bu gizemli ilginin iletişim süreç ve olgusuna
kör ve sağır kalmayı haklı kılmayacağı malumdur. Nitekim, Mattelard’ın (1998:55)
“Sanal Okul” adını verdiği, iletişimin bizatihi kendisi ile ilgilenen araştırmacı
grubundan, bugün için bize, hazine değerinde ürünler tevarüs etmiştir.
Bu mirasın, (sahiplerinden de birisi olan Watzlavick’e atfen) üç temel
varsayımı bulunmaktadır: (1) İletişimin özü; ilişki ve etkileşim süreçlerindedir
(ögeler, ögeler arasında oluşan ilişkilerden daha az önemlidir). (2) Her insan
davranışının bir iletişim değeri vardır (karşılıklı olarak birbirini yanıtlayan ve
yaratan ilişkiler geniş bir iletişim sistemi gibi düşünülebilir). (3) Yatay durumda
(birbirini izleyen iletilerin) ve dikey durumda (ögeler ve sistem arasındaki ilişki)
yerleştirilmiş iletilerin art arda gelişini gözlemleyerek “bir iletişim mantığını”
çıkarmak mümkündür (a.y.).
İletişim sürecini etkileşimler olarak ele alan bu okul, antropolojiden
psikiyatriye kadar çeşitli disiplinlerden de yararlanarak, kendi varsayımları
doğrultusunda, çeşitli ürünler ortaya koymuşlardır. Özellikle 1980’li yıllardan sonra,
okulun katkısı kabul edilerek, bu üç varsayım yeniden bazı iletişim bilimcilerin
gündemine girmiş ve kimi toplumbilimsel yaklaşımlarla konuya yeniden dönüş (a.y.
57) gerçekleşmiştir.
Bu yaklaşımlardan; ilgili olan bazılarıyla, (pek çok araştırmacının belirttiği
gibi, Alman bilgi sosyologları ile ABD’li “pragmatist” sosyologlar arasında
kuramsal bir kan bağı kurmak zor değildir.) ilgisiz (Marksist gelenekten Althusser’le
muhafazakarlıkla etiketli Mannheim’ı kimi varsayımlar bağlamında buluşturmak da
kanaatimizce gereksiz bir çaba sayılmamalıdır.) gibi durmakla birlikte, pek çok
bakımdan paralellik arz eden yaklaşımları, bilginin toplumsal işlevlerine ilişkin
analizlerine bakarak sınıflandırmak; bu konuya ilgi duyacak akademisyenler için,
belki de bir ipucu özelliği arz edebilir. Fakat, kuşkusuz ki bu sınıflama, tüketilmiş
bir çaba olma anlamına gelmeyecektir. Zaten bu çaba, önayak olma girişiminden
ibarettir. Ne var ki, iletişim bilimi alanında çalışan akademisyenlerin bu konuya ilgi
duymaları temennisi de, bu çabada mündemiçtir.
İletişim Fakültesi Dergisi
26
C. Anık
KAYNAKÇA
Akay, Ali (2000) Michel Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları, 2. Baskı,
İstanbul: Bağlam yay.
Anık, Cengiz (2000) Siyasal İkna, Ankara: Vadi yay.
(2003) Bilgi Fabrikaları ve Müşteriler, Ankara: Altınküre yay.
(2005) Epistemolojik Düzlemde Yarınki Siyaset Bilgi Sosyolojisi Açısından
Bir Deneme, 2. Baskı, Ankara: Nobel yay.
Althusser, Louis (2003) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, A.Tumertekin
(Çev.), İstanbul: Haki yay.
Arslan, Hüsamettin (2002) Hermenetik ve Hümaniter Disiplinler, H. Arslan (Çev.)
ve (Der.), İstanbul: Paradigma yay.
(2002) Retorik, Hermenetik ve Sosyal Bilimler, H. Arslan (Çev:), İstanbul:
Paradigma yay.
(2002) İnsan Bilimlerine Prolegomena, H. Arslan (Çev.), İstanbul: Paradigma
yay.
Berger, Peter ve Thomas Luckmann (1966) The Social Construction Of Reality,
New York: Garden City Doubleday & Company, Inc.
Blumer, Herbert (1969) Symbolic Interactionism: Perspective and Method, PrenticeHall, Inc. Englewood Cliffs, New Jersey.
Cücen, Kadir (2001) Bilgi Felsefesi, Bursa: Asa Kitapevi.
Cohen, Anthony P. (1985) Topluluğun Simgesel Kuruluşu, M. Küçük (Çev.),
Ankara: Dost Kitapevi.
Coser, Lewis A. (1990) Amerikan Eğilimler, A. Şenel (Çev.), Sosyolojik
Çözümlemenin Tarihi, T. Bottomore, R. Nisbet, Ankara: Verso yay. s. 298335.
Durali A. Teoman (Tarihsiz) Felsefe Bilime Giriş, Cantay Kitapevi.
Duverger, Maurice (1982) Siyaset Sosyolojisi, Ş. Tekeli (Çev.) 2. Basım, İstanbul:
Varlık yay.
Ellul, Jacques (1998) Sözün Düşüşü, H. Arslan (Çev.), İstanbul: Paradigma yay.
Falzon, Christopher (2001) Foucault ve Sosyal Diyalog, H. Aslan (Çev.), İstanbul:
Paradigma yay.
Bahar 2009, Sayı: 28
27
Bilginin Toplumsal İşlevleri…
Foucault, Michel (1966) Les Mots et les Choses, Une Arceologie des Sciences
Humanies, Gallimard.
(2000) Kelimeler ve Şeyler, M.A. Kılıçbay (Çev.) 2. Baskı Ankara: İmge yay.
(1988) Cinselliğin Tarihi II, H. Tufan (Çev.), İstanbul: Afa yay.
(1992) Ders Özetleri, S. Hilav ( Çev.), İstanbul YKY.
(1993) Cinselliğin Tarihi 1, H. Tufan (Çev.), 2.Baskı, İstanbul: Afa yay.
(1994) Cinselliğin Tarihi III, H. Tufan (Çev.), İstanbul: Afa yay.
(1999) Bilginin Arkeolojisi, V. Urhan (Çev.), İstanbul: Birey yay.
(2000a) Deliliğin Tarihi, M.A. Kılıçbay ( Çev.), Ankara: İmge yay.
(2000b) Entellektüelin Siyasi İşlevi, İ.Ergüden, O.Akınlay, F.Keskin (Çev.),
İstanbul: Ayrıntı yay.
(2000c) Hapishanenin Doğuşu, M.A. Kılıçbay (Çev.), 2. Baskı, Ankar: İmge
yay.
(2002) Kliniğin Doğuşu, İ.M. Uysal (Çev.), Ankara: Epos yay.
Gadamer, Hans-Georg (1975) Truth and Method, New York: Continuum.
Göka, E., Topçuoğlu, A. ve Aktay, Y. (1999) Önce Söz Vardı, 2.Basım, Ankara:
Vadi yay.
Giddens, Anthony (1999) Toplumun Kuruluşu, H. Özel (Çev.), Ankara: Bilim ve
Sanat yay.
(2003) Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları, Ü. Tatlıcan, B.Balkız (Çev.),
İstanbul: Paradigma yay.
Gjertson, Derek (2000). Bilim ve Felsefe Dün – Bugün, F. Kurtulmuş (Çev.),
İstanbul: Say yay.
Gurvicth, Georges (1985). Sosyoloji ve Felsefe, K. Cangızbay (Der.), İstanbul:
Değişim yay.
Hall, Edward.T (1973) La Langage Silencieux, Paris: Mame.
Hekman, Susan (1999) Bilgi Sosyolojisi ve Hermenetik, H. Aslan, B.Balkız (Çev.),
İstanbul: Paradigma yay.
Horkheimer, Max ve Adorno, Theodor W. (1995) Aydınlanmanın Diyalektiği I., O.
Özoğul (Çev.), İstanbul: Kabalcı yay.
İletişim Fakültesi Dergisi
28
C. Anık
(1996) Aydınlanmanın Diyalektiği II., O. Özoğul (Çev.), İstanbul: Kabalcı
yay.
Izutsu, Toshihiko (Tarihsiz) Kur’anda Allah ve İnsan, S.Ateş (Çev.),
Kevser yay.
Ankara:
Lazar, Judith (2001) İletişim Bilimi, Cengiz Anık (Çev.), Ankara: Vadi yay.
Lektorsky, Victor (1998) Özne Nesne Biliş, Ş. Alpagut (Çev.), İstanbul: Toplumsal
Dönüşüm yay.
Mannheim, Karl (2002) İdeoloji ve Ütopya, M. Okyayuz (Çev.), Ankara Epos yay.
Mattelard, Armand ve Mattelard, Michele (1998) İletişim Kuramları Tarihi, M.
Zıllıoğlu (Çev.), İstanbul: İletişim yay.
Marx ve Engels (1987) Alman İdeolojisi, S. Belli (Çev.), 2. Baskı, Ankara: Sol yay.
Mc Carthy, E. Doyle (2002) Bilgi Kültürü. Yeni Bilgi Sosyolojisi, A F. Yılman
(Çev.), İstanbul: Çivi Yazıları yay.
Moles, Abraham. (1993) Belirsizin Bilimleri, N. Bilgin (Çev.), İstanbul: YKY.
(Tarihsiz) Kültürün Toplumsal Dinamiği, Nuri Bilgin (Çev.), İzmir Ege Ü.
Edebiyat F. Yay.
Murphy, John W. (2000) Postmodern Sosyal Analiz ve Postmodern Eleştiri, H.
Aslan (Çev.), İstanbul: Paradigma yay.
Nietzsche, Friedrig (1999) İyinin ve Kötünün Ötesinde, A. İnam (Çev.), 2. Baskı,
İstanbul: Ara yay.
Özbilgen, Erol (1986) İlim ve Bilim Farklılaşmasının İslam Kültür Değerleri
İçindeki Yei, İlim Sanat, Cilt: 2, Sayı: 9, s. 49-58.
Sözen, Edibe (1999) Söylem, İstanbul: Paradigma yay.
Tekelioğlu, Orhan (1999) Michel Foucault ve Sosyolojisi, İ. Sirkeci (Çev.), İstanbul:
Bağlam yay.
Touraine, Alain (2000) Demokrasi Nedir?, O. Kunal (Çev.), İstanbul:YKY.
Urhan, Veli (2000) Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme, İstanbul: Paradigma
yay.
Wright, Mills (1974) İktidar Seçkinleri, Ü. Oskay (Çev.), Ankara: Bilgi yay.
Watzlawick, P., Beavin J., et Jakson D.D. (1973) Une Logique de la
Communication, Paris: Sevi.
Bahar 2009, Sayı: 28
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
MEDYA BAĞIMLILIĞI TEORİSİ DOĞRULTUSUNDA
İNTERNET KULLANIMININ ETKİLERİ VE İNTERNET
BAĞIMLILIĞI
Umur IŞIK1
ÖZET
Medya Bağımlılık Teorisi, kompleks toplumlarda bireylerin daha kapsamlı toplumsal sistem
hakkında bilgi edinebilmek amacıyla medyaya daha çok bağımlı hale geldiğini ileri
sürmektedir. 21. yüzyılın önde gelen iletişim aracı olarak internet; bireylerin medya
bağımlılık ilişkileri ile elde edebileceği anlama, oryantasyon ve oyun hedeflerini
yayabilecekleri, genişlemiş bir alana işaret etmektedir ve bu kişisel sosyal çevre ile geleneksel
medya ilişkilerini de etkilemektedir.
Çalışma –medya bağımlılık yaklaşımı temelinde-, Gazi Üniversitesi evreninde, 14 fakülte ve
563 öğrenci üzerinde gerçekleştirilen anketle bireysel düzeyde gelişen bağımlılık ilişkileri
araştırılmıştır. Araştırmada “bireysel bağımlılık ölçeği” Türkiye şartlarında “ilk kez”
denenmiştir. Ball-Rokeach ve DeFleur’un “bağımlılık tipolojisi” doğrultusunda öğrencilerin
internette öne çıkan bağımlılık ilişkileri irdelenmiştir.
Anahtar kelimeler: Medya Bağımlılığı Teori, internet, bireysel bağımlılık skalası
ABSTRACT
Media System Dependency Theory suggests that in complex societies, the individual becomes
more dependent to media with the aim of obtaining information regarding a more
comprehensive social system. As the leading communication device of 21. century, internet
points out a to an enhanced area where the individuals can spread understanding, orientation
and game targets that they can achieve through media dependency relations and this also
effects personal social environment and traditional media relations.
In this study, -on the basis of media dependency approach- in population of Gazi University,
with questionnaire conducted to 14 faculty and 563 students dependency relationships at
individual (micro) level are analyzed. In the study, “Individual MSD Scale” was conducted
“for the first time” in Turkey. Parallel to “dependency typology” of Ball-Rokeach and
DeFleur, dependency relationships of the students which come out first in the internet were
analyzed.
Key words: Media system dependency theory, internet, İndividual MSD scale
1
Arş.Gör. Dr. G.Ü.İletişim Fakültesi
İletişim 2003/18
30
U. Işık
Giriş
Tarihte yaşadığı çağları ve yarattığı yenilikleri, zamanının en baskın gelişim
objesi ile tanımlayan ve adlandıran insanoğlu, içerisinde yaşadığımız son 20 yılı ve
gelişmeleri tanımlamakta ve adlandırmakta belirgin bir uzlaşı sağlayamamış; Uzay
Çağı, Bilgi Toplumu, Network Toplumu, Sanal Toplum, Postmodern Toplum, 3.
Devrim, Enformasyon Devrimi, Bilişim Devrimi, 2. Sanayi Devrimi, Global Köy
gibi bir çok tanımı literatüre yerleştirmiştir. İçinde yaşadığımız bu çağın ana
aktörlerinden biri de hayatımızın her alanını içine dahil etmeye başlayan
“internet”tir ve insanlık tarihi açısından yeni bir dönüm noktası olarak kabul
edilmektedir. İnternet her geçen gün daha çok insanı ağları içerisine almakta ve
küresel bir iletişim aracı olarak önemli toplumsal değişimlere ve gelişmelere
öncülük etmektedir.
Öncüllerine oranla çok daha kısa sürede benimsenen ve “küreselleşen”
internetin bu yönünü anlayabilmek için rakamlara bakmak yeterli olacaktır. Bugün
itibarıyla, dünya nüfusunun yüzde 23.8’i (Mart 2009 rakamları 1 milyar 596 milyon)
bu aracın kullanıcısı durumundadır (http://www.internetworldstats.com/stats.htm).
Böylesine büyük bir kitle söz konusu olunca -başta “İletişim” olmak üzere- bilim
adamları gereğini yerine getirmek ve bu aracın bireyler, toplum ve sosyal sistemler
üzerindeki etkileri, yarattığı dönüşümleri açıklayabilmek uğraşı içerisindedirler. 20.
yüzyıldan itibaren gazete, radyo, televizyon, sinema gibi kitle iletişim araçlarını
inceleme konusu yapan iletişim araştırmalarının yeni inceleme alanı “internet”tir ve
bu alan hem öncül kuram ve yaklaşımların yeniden değerlendirilmesine hem de bu
ortama özgü yenilerinin üretilmesine imkan vermektedir. Zira internet;
öncüllerinden farklı ortamı, katılım biçimleri, avantaj ve dezavantajlarıyla bir kitle
iletişim aracıdır (Moris ve Ogan, 1996; Bonchek, 1997; Ebersole, 1997; Janoschka,
2004: 16) ve araştırılmaya açık bir alanı ifade etmektedir.
Bu noktayı gözden kaçırmayan birçok yaklaşım ve kuram bu yeni ortamı
dikkate alarak, geçmişte ortaya koydukları iddiaları ve hipotezleri gözden
geçirmekte ve yeniden test etmektedir. Söz konusu araç için gözden geçirilmesi
gereken yaklaşımlardan biri de; bireyden başlayarak en üstteki sistemlere dek geniş
bir toplumsal yapı içerisindeki ilişkilere odaklanan Medya Bağımlılığı yaklaşımıdır.
Bağımlılık yaklaşımını Melvin DeFleur ile 1976 yılında yaptıkları çalışma ile
literatüre sokan Sandra Ball-Rokeach, yakın zamandaki bir incelemesinde, internetin
olası etkilerini şu sözlerle özetlemektedir:
Bahar 2009, Sayı: 28
31
Medya Bağımlılığı…
"Bağımlılık kuramcısı yeni iletişim ve bilgi teknolojilerine evrimsel bir
perspektifle yaklaşmalıdır... Üretici-tüketici bağımlılık ilişkilerinin, internet
bağımlılık ilişkilerinin gelişiminin bir sonucu olarak değişime girmesi çok
olasıdır. Kişisel ve sosyal yaşama yansıyacak değişimlerin yaşanması
mümkün gözükmektedir. Bu nedenle internet; bireylerin, grupların ve
organizasyonların medya bağımlılık ilişkileri ile elde edebileceği anlama,
oryantasyon ve oyun hedeflerini yayabilecekleri genişlemiş bir alana işaret
etmektedir ve bu geleneksel ilişkileri rahatsız edecektir. " (1998: 32)
Bağımlılık yaklaşımı, izleyici etkilerini diğer sosyolojik modellerden çok
daha kapsamlı bir toplumsal yapı bağlamında ele almaktadır. Modele göre,
toplumlar daha karmaşık hale geldikçe bireyler daha kapsamlı toplumsal sistem
hakkında bilgi edinebilmek amacıyla medyaya daha çok bağımlı hale gelmektedir.
(Fejes, 2005: 307-308). Medya Bağımlılığı yaklaşımı, “ekolojik” bir bakış açısıyla;
toplumu "organik bir yapı" olarak görmekte ve sosyal sistemlerin mikro (bireyler,
kişiler arası gruplar) ve makro (örgütler, siyasi, ekonomik, kültürel sistemler)
parçalarının ilişkilerini incelemekte ve ardından, parçaların (toplumsal sistem,
medya ve bireyler) davranışını bu ilişkiler bağlamında açıklamaya çalışmaktadır
(DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 302-303, Ball-Rokeach, 1998: 14-15). Medya
etkilerini, bir toplumun ve bu toplumda yer alan medyanın tarihsel şartlarında ortaya
çıkan zorunlu değişiklikleri dikkate alarak açıklayan model açısından (Fejes, 2005:
308), internetin getirdiği yenilik ve değişimler de dikkate değerdir. İnternet, bütün
toplumların ve medyanın yapısal şartlarında zorunlu değişimler yaratmıştır ve
yaratmaktadır.
Bir iletişim aracı olarak internetin ortaya çıkışı bilgi ortamını da değiştirmiş
ve varolan medya bağımlılığı ilişkilerine dair yeni sorular ortaya çıkarmıştır. Çok
kanallı iletişim imkanları için izleyicilere yeni bir platform sağlayan internetle
birlikte, bireylerin geleneksel medya ile bağımlılık ilişkilerini nasıl değiştirdiği ve
internetin yeni bağımlılık ilişkilerini nasıl beslediği sorulması gereken önemli
sorular olarak karşımıza çıkmaktadır. Bağımlılık ilişkileri perspektifinden
bakıldığında internet; daha önce medya üreticileri için ayrılan bilgi kaynakları
üzerinde bireylere ve gruplara kontrol kazandırmış ve geleneksel üretici-tüketici
ilişkilerinde önemli değişimler yaratmıştır.
Yaklaşımın resmettiği ekolojik çevre içerisinde çok yeni olan ve henüz
gelişimini tamamlayamayan internetin; (1) kendinden önceki iletişim araçları, (2) bu
araçların da içinde yer aldığı medya sistemi, (3) medya sistemi ile birlikte birçok
dinamik tarafından çevrelenen kültürel, ekonomik ve siyasi sistemi, (4) bu geniş
İletişim Fakültesi Dergisi
32
U. Işık
ilişkiler ağında şekillenen toplumsal organizasyonlar ve (5) son olarak toplumsal
sistemin en küçük birimi -bireyler- üzerindeki "etkileri" incelenmeye değerdir.
Buradan hareketle; bu çalışmada yeni bir iletişim teknolojisi ve ortamı olarak
internetin etkileri, Medya Bağımlılığı Yaklaşımı temelinde ele alınacaktır. Medya
Bağımlılığına ilişkin öncül araştırmalar ve mikro düzey analizlerin ışığında,
internetin bireyler üzerinde ne türden "bağımlılık ilişkileri" yarattığı, kuramın öne
sürdüğü “ilişkiler tipolojisinin” internet açısından ne derece geçerli olduğu gibi
sorulara, Türkiye şartlarında yanıt aranacaktır.
Medya Bağımlılığı Yaklaşımı temelinde, spesifik olarak -mikro düzeydebireysel bağımlılık ilişkileri üzerine eğilmiş bir çalışmaya -Türkiye bazındarastlanmayışı, çalışmanın önemini ortaya koymaktadır.
Medya Bağımlılığı konusunda, Türkiye’de öncü sayılabilecek çalışma
(Hazar, 2003); daha geniş anlamda ve makro düzeyde etkiler üzerine bütün kitle
iletişim araçlarını kapsayacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma ise internetin
mikro düzeyde bireysel etkileri ve “bağımlılık ilişkileri” üzerine eğilmektedir. Bu
özellik dolayısıyla da, örneklemin büyük ölçüde “internet kullanıcısı” olan
üniversite öğrencilerinden oluşturulması, çalışma açısından kısıt sayılabilecek bir
durumu ifade etmektedir.
A- MEDYA BAĞIMLILIĞI TEORİSİ
Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımının ortaya çıkışı, medya bağımlılığı
perspektifinin gelişimine ön ayak olmuştur. Kullanımlar ve doyumlar kavramı daha
büyük bir öykünün yalnızca bir parçasını -bireyi ve onun ihtiyaçlarını- ele alırken,
medya bağımlılığı kavramı mikrodan makroya ilişkileri, sistemleri ve bireyleri bu
öykünün içine dahil etmektedir (Ball-Rokeach, 1998: 5; Loges ve Ball-Rokeach,
1993: 603). Bağımlılık kuramı; Kullanımlar ve Doyumlar yaklaşımının dar anlamda
kişinin psikolojik gereksinimlerinden yola çıkması karşısında, medyaya olan
bağımlılıklarda izleyici, medya ve toplumsal sistem arasında ortaya çıkan ilişkilerin
belirleyiciliği üzerine odaklanmıştır (Severin ve Tankard, 1994: 463, Kullanımlar ve
doyumlar; bireysel izleyicinin ihtiyaçlarını karşılamak için medyayı nasıl
kullandığını inceleyerek, birey düzeyinde işlev görürken, medya bağımlılığı düzey
içi ilişkiler üzerine odaklanmaktadır (Grant vd., 1998).
Bağımlılık kuramı, insan davranışını ve toplumun parçaları arasındaki sosyal
ilişkileri kavramsallaştırmak adına bazı temel paradigmalardan yararlanmaktadır. Bu
Bahar 2009, Sayı: 28
Medya Bağımlılığı…
33
durum medya ve toplum arasındaki bağımlılık biçimlerini yorumlamak adına önemli
kurama önemli bir temel sağlamaktadır.
Medya Bağımlılığı kuramının temel amacı, kitle iletişiminin, neden kimi
zaman güçlü ve doğrudan etkilere, kimi zaman ise dolaylı ve daha zayıf etkilere
sahip olduğunu açıklamaktır. Kuram bunu yapmak için; toplumsal durağanlık için
yapısal işlevci kaygı, çelişki paradigmasının değişime odaklanması, evrimsel
paradigmanın sosyal adaptasyon üzerindeki vurgusu, sembolik etkileşimci
perspektifteki anlamlandırma üzerine yönelim ve bilişsel paradigmadan elde edilen
bireysel faktörlerin (motivasyonlar, değerler, tutum ve davranışlar) açıklaması
üzerine odaklanmaktadır (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 302).
Medya sistemi, modern toplumun sosyal örüntüsünün önemli bir parçası
olarak değerlendirilmekte ve bireyler, gruplar, kurumlar ve diğer sosyal sistemlerle
ilişki içerisinde olarak kabul edilmektedir. Bu ilişkiler çelişki-temelli ya da
işbirlikçi, dinamik, değişken, statik veya düzenli olabilmektedir. Kuram, türü ya da
yapısı ne olursa olsun (direkt/güçlü ya da dolaylı/güçsüz ilişkiler) "ilişki" üzerinde
yoğunlaşmakta ve dayandığı ilişki kavramı "bağımlılık" noktası üzerinde
gerçekleşmektedir. Bu ilişkiler bir bütün olarak medya sistemi üzerinde olabileceği
gibi televizyon, radyo, gazete, internet gibi onun parçalarından biri üzerine de
olabilmektedir (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 302-303).
Medya bağımlılık ilişkileri bir tarafta "amaçlar" üzerine, diğer tarafta ise
"kaynaklar" üzerine dayalıdır. Bir toplumda yaşamanın ne demek olduğu, bir
anlamda; bireyler, grup ve büyük organizasyonların kendi kişisel ve kolektif
amaçlarına ulaşmaları için, diğer insanların, grupların ya da sistemlerin kontrol ettiği
kaynaklara dayanmak zorunda olduğudur. Medya sistemi; başkalarının amaçlarına
ulaşabilmeleri için ulaşmak zorunda oldukları “bağımlılığa yol açan” bilgi
kaynaklarının üç türünü kontrolünde tutan bir bilgi sistemi olarak görülmektedir. Bu
kaynaklar; bilgi toplama ve yaratma, bilgi işleme ve işlenen bilgiyi yaymadır
(DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 303). “Bilgi” kavramı burada genel bir biçimde,
tüm mesaj türlerinin üretimi ve dağıtımına karşılık gelecek bir biçimde
kullanılmaktadır ve bu bilgi bireylerin, toplumun diğer parçalarının dünyayı
anlamlandırma çabalarına ve eylemlerini yönlendirmelerine yardımcı olmaktadır.
Bu bağlamda, Medya Bağımlılığı Kuramı, aşağıda belirtilen temel
kabullerden yola çıkmaktadır.
İletişim Fakültesi Dergisi
34
U. Işık
İnsanlar; yiyecek, korunmak, çalışmak, ulaşım, siyasi olaylar, eğlence ve
aile hayatıyla ilgili bir çok konuda karar vermek amacıyla enformasyona
ihtiyaç duyarlar.
İnsanlar, geleneksel toplumlarda, hayatın benzer yollarını takip etmeye
yatkındırlar ve büyük ailelerin sözlü iletişimine, arkadaşlıklara, uzun
dönemli komşuluklara ve ihtiyaç duydukları enformasyonu elde ettikleri
diğer sosyal ilişkilerine bağlanırlar.
Kentsel endüstri toplumları, dışarıdan ve içeriden büyük göç almaktadır.
Bu nedenle buralardaki toplum yapılarında, ırksal, etnik, mesleki ve
ekonomik sınıf anlamında büyük farklılıklar bulunmaktadır.
Kentsel endüstri toplumlarındaki insanlar arasındaki bu büyük sosyal
farklılıklar, bireylerin günlük hayatta ihtiyaç duyduğu enformasyon
konusunda söylenti/dedikodu temelli yüz yüze iletişim kanallarının
etkinliğini azaltmakta ve kişiler arası çevre ile derin bağlar kurmalarına
engel olmaktadır.
Bu yüzden kentsel endüstri toplumundaki insanlar, herhangi bir kararı
vermek için kitle iletişimine bağımlıdırlar. Medyadan onlar, kararlarında
temel olarak kullanabilecekleri bir enformasyon akışını, öğüdü,
haberlerde eğlencelerde ve reklamlarda gerçek yaşamda da
oynayabilecekleri bir sosyal rol tipini bulabilmektedirler (DeFleur ve
Dennis, 1991: 421-422)
Kısacası medya, toplumsal bir sistem içerisinde belirli kaynaklara
hükmetmekte, kendisi de belirli kaynaklara bağlı olarak yaşamaktadır.
Medya sisteminin de amaçlarını gerçekleştirmek için dayanmak zorunda
olduğu başkaları, toplumsal ilişkiler söz konusudur.
B- BİREY - MEDYA BAĞIMLILIK İLİŞKİLERİ (MİKRO DÜZEY
İLİŞKİLER)
Hem kitle iletişim araçlarının bir kullanıcısı, hem de toplumun bir üyesi olan
izleyiciler, kurulmuş toplumsal gerçeklerle ve de enformasyon kaynaklarıyla
bağımlılık ilişkileri yüzünden kitle iletişim iletileriyle karşılaşmaktadırlar. İçinde
yaşadığı toplumsal dünyayı anlamak, bu doğrultuda etkili ve anlamlı davranma
şekilleri geliştirmek ya da günlük sorun ve gerilimlerden kaçma gereksinimleriyle
medyaya bağımlı hale gelen izleyicilerin algı, duygu ve davranışlarında değişime
gideceği kuramın temel varsayımlarındandır.
Bahar 2009, Sayı: 28
35
Medya Bağımlılığı…
Güç sahipleri, yazılı dil ya da kitaplar gibi temel bilgi kaynaklarına erişimi
sınırlama, kaynakları yetersiz kılma ve bu nedenle de ödüllendirme aracılığıyla
kontrol etme eğilimindedir. Hiçbir medya sisteminin var olmadığı modernite öncesi
toplumlarda, en çok aranan ve bu nedenle yetersiz olan bilgi kaynakları çoğunlukla
siyasi/askeri alandaki (kabile büyükleri ve krallar), dini/tıbbi alandaki (şaman/tıp
adamı) ya da kan bağı sistemlerindeki (aşiret reisi/büyükler) liderlerin kontrolü
altında bulunmaktaydı. Modern toplumlarda, medya sınırlı bilgi kaynaklarının,
bireylerin temel anlama, yönelme ve oyun amaçlarına ulaşması için gerek
duyduklarını da içeren bir kısmını kontrol etmektedir. Bu nedenden dolayı medya,
bir bilgi sistemi olarak algılanmaktadır. (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 307-308).
Ball-Rokeach bireyin medyaya bağımlılığının beş makro ve mikro-düzey
faktörün ürünü olduğunu belirtmektedir:
Yapısal: Medyanın siyasi, ekonomik, kültürel ve diğer sistemlerle
birbirine bağlı ilişkilerinin biçimi.
İçerik: Bireylerin ve sosyal grupların hareket ettiği sosyal çevrenin
doğası.
Medya: Medya sisteminin mesajlarının yararını ortaya koyma
tanımlama aktivitelerinin doğası ve kalitesi.
ve
Kişilerarası çevre (ilişkiler): Bireylerin medyaya ilişkin beklenti ve
motivasyonlarını şekillendirdiği kişilerarası ilişkiler ağı.
Bireysel faktörler: Bireylerin medya kullanımıyla ulaşabileceği hedefleri
(anlama, oryantasyon, oyun). (1998: 14)
Ball-Rokeach ve DeFleur, “belirli bir mesajla ilgili medya bağımlılığı ne
kadar ileri olursa, mesajın alıcının düşüncelerini, duygu ve davranışlarını
değiştirmesinin de o kadar olası” olacağını ileri sürmektedirler. Bilgi kaynaklarına
yönelik olarak gelişen bireysel ve sosyal bağımlılıkların etkisi ile de kişilerde
bilişsel, duygusal ve davranışsal değişimler gerçekleşmektedir (DeFleur ve BallRokeach, 1989: 313-315, McQuail ve Windahl, 1993: 96, Merskin, 1993: 90).
C- BİREYSEL BAĞIMLILIK İLİŞKİLERİ TİPOLOJİSİ
Bireyler de, makro sosyal sistemler gibi, kitle iletişim araçları ile bağımlılık
ilişkileri geliştirmektedirler. Çünkü bireylerin de hedefleri vardır ve bu hedeflerinin
bazıları bu araçlar tarafından kontrol edilen kaynaklara erişimi zorunlu kılmaktadır.
İletişim Fakültesi Dergisi
36
U. Işık
Hayatta kalma ve büyüme, bireyleri üç önemli hedefe ulaşmaya zorlayan
temel insani motivasyonlardır. Bu üç önemli hedef; (1) anlama, (2) oryantasyon
(yönelim) ve (3) oyundur. Bireyler, kendilerini ve etrafındaki dünyayı anlamak ister
ve bu bilgiyi, eylemlerini ve başkalarıyla etkileşimlerini yönlendirmede kullanırlar.
Bütün toplumların günlük gerilimlerden bir parça sıyrılmayı, kaçışı, keyfi araması
nedeniyle, eğlence ve oyun eşit derecede önemli hedeflerdir. "Oyun" bütün
toplumların ortak bir özelliğidir ve salt kaçış ya da gerilimden uzaklaşmadan daha
fazlasını içermektedir. İnsanlar için "oyun", aynı zamanda “sosyal” olma ve
başkaları tarafından sergilenen rolleri, normları ve değerleri öğrenme yoludur.
Bireyler "oyun"da, kendisini ve kültürünü (dansta, sporda, seramonide ve kutlamada
olduğu gibi) sergilemektedir (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 306, Merskin, 1993:
89-90).
Bireylerin medya ile geliştirdikleri bağımlılık ilişkisi türleri, Tablo 1’de
örneklerle sunulmaktadır.
Tablo 1: Bağımlılık İlişkileri Tipolojisi
BİREYSEL
SOSYAL
ANLAMA
Bireysel Anlama
(Kişisel gelişim ve kişinin kendini
anlaması)
Sosyal Anlama
(Dünya ve toplum hakkında ve onu
yorumlayabilmekle ilgili bilgi)
ORYANTASYON (YÖNELİM)
Bireysel Oryantasyon
(Eylem Yönelimi)
(Ne alacağına, nasıl giyineceğine ve
nasıl zayıf kalacağına karar verme)
Sosyal Oryantasyon
(Etkileşimli Yönelim)
(Yeni ve zor durumlarla karşılaşıldığında
nasıl davranılacağı üzerine ipuçları
almak)
OYUN/EĞLENCE
Bireysel Oyun/Eğlence
(Yalnız olduğunda rahatlama veya
kendi kendine ne yapacağına karar
verme)
Sosyal Oyun/Eğlence
(Bir sinemaya gitmek veya aile ya da
arkadaşlarıyla müzik dinlemek)
Kaynak: (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989)
Bahar 2009, Sayı: 28
Medya Bağımlılığı…
37
1- Anlama Tipi Bağımlılık İlişkileri
DeFleur’e göre; bireyler; kişileri, olayları ve kültürleri içeren sosyal sistemi
kavramak, anlamak ve yorumlamak için medyayı kullandığında sosyal anlama
bağımlılıkları gelişmektedir. Sosyal anlama bağımlılıkları, bireylerin bugünün,
geçmişin ya da geleceğin insanlarını, kültürlerini ve olaylarını anlamak ve
yorumlamak için medya bilgi kaynaklarını kullanmasıyla gelişmektedir.
Bireysel (kendini) anlama bireylerin kendi inançlarını, davranışlarını, benlik
kavramlarını ya da kişiliklerini yorumlama kapasitelerini büyüten ve koruyan medya
ilişkilerine karşılık olarak gelmektedir (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 306).
Kendini anlama; kim olduğumuzu, nasıl büyüdüğümüzü ve değiştiğimizi bilmekle
ilgili kişisel hedeflerimizi gerçekleştirmek için medya sisteminin bilgi kaynaklarına
güvenmektir (Loges ve Ball-Rokeach, 1993: 604; Grant vd., 1998).
2- Oryantasyon (Yönelim) Tipi Bağımlılık İlişkileri
Oryantasyon (Yönelim) bağımlılıklarının merkezinde "davranış soruları" yer
almaktadır. Bireysel Oryantasyon (Eylem yönelimi) bireylerin kendi spesifik
davranışları için rehberler elde etmek amacıyla medyayla kurduğu bağımlılık
ilişkilerini anlatmaktadır. Bunların bazıları, sabah uyanmak, günü geçirmek ve gece
uyumak gibi gündelik yaşam olaylarıyla ilgili günlük davranışlardır. Diğerleri ise,
siyasi (oy verme, siyasi katılımlar), ekonomik (bir ev alma), dini (televizyon
aracılığıyla vaaz vermeyi destekleme ya da buna karşı çıkma), yasal (küçük davalara
gitme), tıbbi (sigara içmek ya da bırakmak), ya da kriz çözme davranışları (doğal bir
afetle baş etme) gibi daha sonuçsal davranışlar üzerinde gerçekleşmektedir (DeFleur
ve Ball-Rokeach, 1989: 306, Grant vd., 1998).
Sosyal Oryantasyon (Etkileşim yönelimi) bağımlılıkları, eylemin nesnesinin
bir ya da daha fazla kişi olmasını gerektirmektedir. Bireyler, kişisel (sevgili, arkadaş
ya da anne-baba) ya da sosyal, mesleki konumlarıyla (işçi, yasa destekleme
kurumları) ilişkili uygun ya da etkili davranış türleri (iletişim davranışını da içeren)
hakkındaki medya bilgisini toplarken, bir "etkileşim yönelimli bağımlılık"
sergilemektedirler (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 306-307). Başka bir deyişle,
sosyal yönelim; başkalarına nasıl davranılacağı ya da onlarla nasıl etkileşime
geçileceğini anlamayla ilgili kişisel hedefleri gerçekleştirmek için medya sisteminin
bilgi kaynaklarına başvurmaktır.
İletişim Fakültesi Dergisi
38
U. Işık
3- Oyun/Eğlence Tipi Bağımlılık İlişkileri
Bireysel oyun/eğlence bağımlılığı, medya içeriğinin estetik, eğlence ya da
rahatlama etkisi üzerinde yoğunlaştığı durumlara karşılık gelmektedir. Sosyal
oyun/eğlencede bunun tam tersi bağımlılık ilişkisi, medyanın insanlar arasındaki
oyunu destekleyen içeriği sağlama kapasitesine dayanmaktadır; bu durumda içerik
arkadaşlar, aile ya da ortak katılımcılar olarak bir araya gelen diğerleri için
ikincildir. Örneğin, bir romantik ilişkideki iki kişi, sinemaya gidebilir ve bu
durumda filmin estetik kalitesi onların birlikte sinemaya gidişlerinden daha az
önemli olmaktadır. Sosyal yaşamın bir gerçeği; "anlama", "yönelme" ve "oyun"un
medya kaynaklarına erişim olmaksızın kolaylıkla gerçekleştirilemeyeceği ve
bilginin çok gerekli kaynaklardan biri olduğudur (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989:
307). Yine, bireysel medya bağımlılığının bu altı boyutunun birbirinden bağımsız
olmadığı, ancak birbiriyle kombinasyon şeklinde ortaya çıkabileceği, belirtilmesi
gereken bir başka boyutudur. Örneğin; bireyler ne tür kıyafet giyeceklerine karar
vermek (eylem yönelimi) için hava durumunun nasıl olacağını bulmanın yanı sıra,
siyasi olaylara dair bilgilerini (sosyal anlama) artırmak için bir televizyon
programını izleyebilir (Grant vd., 1998).
Medya; anlama, yönelme ve oyun hedeflerine ulaşmayı daha kolay
kılmaktadır. Ancak bunlar bu tür hedeflere ulaşmanın tek yolu değildir. Sonuçta
bireyler; hedeflerine ulaşmalarında onlara yardımcı olan eğitim, dini, siyasi ve diğer
sistemlerin yanı sıra arkadaş ve aile gibi kişisel çevreleri ile de ilişki içerisindedirler.
Bireyler bazen kişisel hedeflerine ulaşmada bu mikro çevreden faydalanmaktadır.
Örneğin finansal yatırımları konusunda mikro çevresinde yer alan arkadaşlarından
bilgi alarak eylemini gerçekleştirmekte sakınca görmemektedir.
Bireyler karar vermede hangi bilgi kaynağını seçip kullanacağı konusunda
özgürdür. Ancak toplumlar giderek daha çok kentleştikçe, modernleşip
sanayileştikçe -yani daha karmaşıklaştıkça- birey, önemli sorulara yanıtlar vermede
ve hayati kararlar almada yardım için geleneksel bilgi kaynaklarına daha az
dayanma yetisine sahip olmaktadır (Merskin D.L., 1993: 94). Bireylerin medyaya
karşı geliştirdiği bağımlılık ilişkilerinde bireysel faktörler (psikolojik, demografik,
ekonomik-sosyal) ve de kullanılan medya aracı da (televizyon, internet, dergi,
gazete, radyo) belirleyici olmaktadır (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 308-309).
Örneğin, kadın ve erkekler medya ile ilişkileri aracılığıyla farklı türde hedeflere
ulaşma arayışında olabilmektedirler. İnceleme alanımız olan internet açısından
bakıldığında, bireylerin interneti kullanma biçimleri ve internette aradıkları
motivasyonlar, kadın ve erkekler açısından farklılıklar göstermektedir.
Bahar 2009, Sayı: 28
Medya Bağımlılığı…
39
Bunun yanı sıra farklı kişisel hedefleri tatmin için bireyler farklı medya
ortamları kullanmaktadırlar. Örneğin, izleyiciler "sosyal anlama" (örneğin hayali
olmayan hikayeler) ya da kendini anlama ( popüler psikoloji kitapları) için yoğun bir
biçimde kitap ya da dergileri başvuru kaynağı yaparken, "yönelim" ya da "eylem"
için (trafik ve hava raporları, aşk ve seks konusundaki talk-showlar) radyo ya da
televizyona daha çok yoğunlaşabilmektedirler. Ancak tek bir kitle iletişim aracının
tek bir bağımlılık ilişkisine yol açmamaktadır (DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 308309).
Ball-Rokeach, (1989: 308-309) Rokeach ve Grube, "Büyük Amerikan
Değerleri" araştırmasında televizyonun bireysel bağımlılık ilişkileri tipolojisinde
sıralanan tüm bağımlılık türlerini kapsadığını ortaya koymuşlardır. Sosyal anlama,
televizyon bağımlılığı ilişkisinin en yaygın türü olarak ortaya çıkmıştır.
Araştırmanın "kendini anlama" bağımlılığının da çok önemli olduğunu ortaya
koyması beklenmeyen sonuçlardan biri olarak ortaya çıkmıştır. Araştırmaya göre
televizyon, insanları "oyun" hedeflerine ulaştırmanın yanı sıra "anlama" ve
"oryantasyon" hedeflerine de ulaştırmada gerekli bilgi kaynaklarına sahip bir kitle
iletişim aracıdır. Severin ve Tankard ise, bu testle elde edilen güçlü etkinin,
izleyicilerin özgürlük ve eşitlik gibi temel değerleriyle çelişkiler konusunda yüksek
düzeyde belirsizlik ve tereddüt hissetmesi yüzünden ortaya çıkmış olabileceğini ileri
sürmektedirler (1994: 464)
Televizyonla alışverişe dair çalışmalarında Grant, Guthrie ve Ball-Rokeach
bağımlılık ilişkilerine dair bir hiyerarşi sunmuştur. Bu çalışmanın sonuçları, dizi
bağımlılığının televizyonla alışveriş davranışında merkezi bir role sahip olduğunu
öne sürmektedir. Cecilie Gaziano’nun bağımlılık çalışmasında, bireylerin spesifik
sosyal ortamlarda konumlandığı ve insanların başka medya araçlarına ya da
bütünüyle televizyona bağımlı olabileceği gerçeği vurgulanmıştır. Gaziano’nun
çalışmasından, haberlere karşı tutumlar, demografik özellikler ve medya kullanımına
göre altı bağımlılık grubu elde edilmiştir. (1) gazete bağımlıları, (2) televizyon
bağımlıları, (3) hem gazete hem televizyon bağımlıları, (4)bağımlı olmayanlar (ne
televizyona ne de gazeteye), (5) radyo haberi bağımlıları ve (6) magazin haberleri
bağımlıları. Bu gruplar medya içeriğinin ona olan bağımlılıkla ilişkili olduğunu ve
belki de bunun yaşam tarzları ve sosyal rollerin bir sonucu olduğunu ileri
sürmektedir (akt. Merskin, 1993: 93-94).
İnsanlar kendi medya sistemlerini -sosyal ve kişisel gerçeklikleri ile
bağdaştırarak- oluşturmaktadırlar. Varolan alternatifler arasından –gazete, radyo,
televizyon, internet, VCD, compact diskler -CD-, kitaplar, dergiler, bültenler,
İletişim Fakültesi Dergisi
40
U. Işık
broşürler vs. gibi- kendi medya kombinasyonlarını belirleyen bireyler ne türde bir
bağımlılık ilişkisi geliştireceğini de yine kendisi belirlemektedir. Örneğin, gazete ve
televizyon haberinin üretimi sırasındaki zaman farkı, gazete haberinin bir gün sonra
ya da iyimser bir bakışla akşam baskısında elimize geçeceği, buna karşın
televizyonun aynı anda, canlı olarak olay yerinden ya da stüdyodan haberi veriyor
olması bireysel medya tercihlerini ve de bağımlılık ilişkilerini değiştirmektedir. Bu
farklılık, günlük ya da acil bilgiyi gerektiren kriz durumlarında gazete ve dergilerin
kullanımına önemli sınırlamalar getirmektedir.
Bu nedenle bireylerin oluşturdukları medya sistemleri de farklılıklar
göstermektedir. Çünkü farklı hedef ve ilgilere sahiptirler; ama aynı zamanda farklı
medya araçlarının kurumsal, içerik ve teknolojik özellikleri bireylerin seçimini
sınırlamakta ve bu sınırlamalar onların tercih ettiği medya sistemlerinde bir
benzerlik oluşmasına yol açmaktadır. Ayrıca bireyler, kişisel hedefleri konusunda
farklılıklar gösterebilirken, aynı zamanda bazı aynı kişisel hedefleri paylaşma
eğiliminde olabilmekte ve bu da medya sistemleri arasındaki benzerliklere katkıda
bulunmaktadır. Örneğin, her zaman neler olup bittiğini öğrenmek zorunda olan bazı
insanlar “haber tutkunudur”, ama bazıları için uyandığında ya da evden işe giderken
neler olup bittiğini öğrenmek yeterlidir. Bununla birlikte her iki türdeki bireyler
çevrelerini anlama amacındadır ve bu nedenle filmlerin, VCR, compact disklerin
tersine gazete, televizyon ya da radyo gibi iletişim araçlarından birini kullanmak
zorundadır. Amerikan halkının %70’inden fazlasının, ulusal haberlerin çoğunu
televizyondan öğrendiklerini söylem eleri, insanların medya sistemlerinin, en
azından bu özelliğinin küçümsenemeyecek bir benzerliğini ortaya koymaktadır.
D- NİCEL ARAŞTIRMA
1- Araştırma Soruları ve Varsayımlar
Araştırmanın temel amacı, medya bağımlılığı perspektifi ile sınırları çizilen
ve tanımlanan "bireysel bağımlılık tipolojisinin" bir kitle iletişim aracı olarak
internet açısından test edilmesidir. DeFleur ve Ball-Rokeach'a göre bireyler kitle
iletişim araçlarına yönelik hedeflerini gerçekleştirirken; (1) bireysel anlama, (2)
sosyal anlama, (3) bireysel yönelim (oryantasyon), (4) sosyal (etkileşimli) yönelim,
(5) bireysel oyun (6) sosyal oyun tipinde bağımlılık ilişkileri geliştirmektedirler
(DeFleur ve Ball-Rokeach, 1989: 305-306; Ball-Rokeach, 1998: 14-16). Yapılan
araştırmalar ve yaklaşımın öncülerinin ileri sürdüğü üzere, gelişen bağımlılık
ilişkileri bir takım demografik unsurla bağlantılı olarak (yaş, cinsiyet, eğitim
durumu, gelir) farklılık göstermektedir. İnternette bağımlılık ilişkilerinin yönünü
çizecek temel değişkenlerden biri de internette geçirilen süreye bağlı olmaktadır.
Bahar 2009, Sayı: 28
41
Medya Bağımlılığı…
Buradan hareketle araştırmanın temel varsayımı aşağıdaki gibidir:
"İnternet kullanıcıları anlama, yönelim ve oyun/eğlence
doğrultusunda internetle bağımlılık ilişkileri geliştirmektedirler"
hedefleri
Araştırmaya ilişkin diğer varsayımlar ise;
“Kullanıcıların hedefleri doğrultusunda internetle geliştirdiği bağımlılık
ilişkileri bir takım sosyo-demografik unsurlara bağlı olarak (cinsiyet, eğitim, gelir,
kullanım süresi) farklılık gösterecektir.”
“Bireylerin internet kullanım süresi arttıkça daha güçlü bağımlılık ilişkileri
içerisinde olmaları beklenmektedir.”
2- Araştırmanın Evreni ve Örneklem:
Araştırma, Gazi Üniversitesi evreninde basit tesadüfi örneklem yöntemi ile
10 Şubat-20 Şubat 2007 tarihleri arasında 563 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Gazi Üniversitesi’nin lisans eğitim veren fakültelerinin öğrenci sayıları dikkate
alınarak, tabakalı örnekleme tekniği ile oluşturulan örneklemin dağılımı aşağıdaki
gibidir.
Fakülte
Frekans
Yüzde
Fen-Edebiyat
Eğitim
Hukuk
Tıp
Mühendislik
İktisadi ve İdari Bilimler
Mesleki Eğitim
Endüstriyel Sanatlar
İletisim
Eczacılık
Ticaret-Turizm
Güzel Sanatlar
Teknik Eğitim
Diş Hekimliği
Toplam
38
81
34
35
46
60
49
33
27
23
35
22
50
30
563
6.7
14.4
6.0
6.2
8.2
10.7
8.7
5.9
4.8
4.1
6.2
3.9
8.9
5.3
100.0
Geçerli
Yüzde
6.7
14.4
6.0
6.2
8.2
10.7
8.7
5.9
4.8
4.1
6.2
3.9
8.9
5.3
100.0
Birikimli Yüzde
6.7
21.1
27.2
33.4
41.6
52.2
60.9
66.8
71.6
75.7
81.9
85.8
94.7
100.0
Örnekleme giren öğrencilerin fakültelere göre dağılımı incelendiğinde, en
fazla öğrencinin Eğitim Fakültesi’nde (%14.4) olduğu, en az öğrencinin de Güzel
Sanatlar Fakültesi’nde (%3.9) olduğu görülmektedir.
İletişim Fakültesi Dergisi
42
U. Işık
3- Veri Toplama Aracı
Veri toplama aracı; kitle iletişim aracına ilgi, internet kullanma biçimleri,
demografik unsurlar ile internet kullanım motivasyonları ve bireysel medya
bağımlılığı ifadelerini kapsayan 96 soruluk bir anket formundan oluşmaktadır.
Güvenilirlik konusunda alfa katsayısı (Cronbach’s Alpha: tekrar test
korelasyon katsayısı) ölçümleri yapılmıştır. Alfa katsayısı ölçekte bulunan
maddelerin iç tutarlılığını kestirmek ve dolayısıyla ölçeğin homojen bir yapıya sahip
olup olmadığını belirlemek açısından önemlidir. Alfa değeri, 0 ile 1 arası değerler
alır ve kabul edilebilir bir değerin en az 0.7 olması beklenmektedir. Ancak, inceleme
türü çalışmalarda bu değerin 0.5’e kadar makul kabul edilebileceği bazı
araştırmacılarca (Altunışık vd., 2005: 114-116; Tavşancıl ve Keser, 2002)
öngörülmektedir. Farklı tipte skalalar içeren bölümlere ilişkin güvenilirlik
katsayıları ilgili bölüm analizlerinde yer almaktadır.
Bireysel medya bağımlılığının ilk kantitatif ölçümü, Ball-Rokeach, Rokeach
ve Grube (1984) tarafından gerçekleştirilmiştir. 11 maddeden oluşan ölçek, sosyal
anlama ve bireysel anlamayı ölçen üçer maddeyi, sosyal oryantasyonu (yönelim)
ölçen iki maddeyi ve bireysel oyun, sosyal oyun ve bireysel oryantasyon (yönelim)
için bir maddeyi içeriyordu. Bireysel medya bağımlılığı ölçeğinin geliştirilmesindeki
bir sonraki önemli adım; televizyondan alışveriş araştırmaları için, ölçeği her bir
boyut için madde sayısını ikiye çıkararak toplam 12 maddeden oluşan bir ölçeğe
dönüştüren Grant ve arkadaşları (1991) tarafından yapılmıştır. Grant ve arkadaşları,
“hiç faydalı değil” den “oldukça faydalı”ya doğru 5 noktalı Likert ölçeği ile,
“Günlük yaşamınızda televizyon aşağıdakiler için ne kadar faydalı” biçiminde
değiştirmişlerdir. Bu çalışmalarda kullanılan bireysel-düzeyde medya bağımlılığının
standart bir ölçümünün olmaması, araştırmacıların tüm medyaya uygulanabilecek
standart bir ölçüm yaratmaları isteğiyle sonuçlanmıştır. Güney Kaliforniya
Üniversitesi’ndeki Medya Sistemi Bağımlılık Araştırma Grubu tarafından
gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda, bireysel medya bağımlılığının altı kavramsal
boyutunun her biri için 3 maddeden oluşan 18 maddelik ölçek geliştirilmiştir. Grant
tarafından detaylandırılan 18 maddelik tam ölçek; televizyon, radyo, gazete gibi
kitle iletişim araçlarında ortaya çıkan bireysel medya bağımlılığı ilişkilerini test
etmek amacıyla, yabancı kaynaklı birçok araştırmada değiştirilmeden kullanılmıştır
(Grant vd., 1998).
Deneklere, “internetin günlük yaşamdaki yeri ve yararları” konusundaki 18
ifadeyi değerlendirebilmeleri için 5 noktalı Likert [Hiç faydası yok (1), Faydasız (2),
Nötr (3), Faydalı (4), Çok faydalı (5)] ölçeği kullanılmıştır. Alt ölçeklere göre
bölümlenmiş “bireysel bağımlılık skalası” analiz bölümünde sunulmuştur.
Bahar 2009, Sayı: 28
Medya Bağımlılığı…
43
Ankette ayrıca deneklerin; yaş, cinsiyet, fakülte, eğitim alanı, sınıf,
Ankara’da kaldığı yer, anne-baba eğitim düzeyi ve ekonomik durumlarına ilişkin
demografik değişkenlere yönelik sorular da yer almıştır.
4- Veri Analizi
Araştırmada elde edilen verilerin analizi için SPSS 11 programı
kullanılmıştır. İnternette ortaya çıkan bireysel bağımlılık tiplerini tespit için (ölçek
kavramsal olarak 6 alt ölçekten oluştuğu için) faktör analizi uygulanmıştır. Faktör
analizi ile ilgili teknikler genel olarak iki başlık altında incelenmektedir. Bunlardan
biri açıklayıcı faktör analizidir ve araştırmacının ilgilendiği konuyla ilgili olarak
herhangi bir fikrinin ya da öngörüsünün olmaması nedeniyle değişkenler arasındaki
ilişkiyi ortaya çıkarmak istemesi durumunda kullanılmaktadır. Bir diğer başlık ise
onaylayıcı faktör analizidir ve daha önceden belirlenen bir ilişkinin test edilmesi
amaçlanmaktadır (Altunışık vd., 2005: 214).
Örneklem büyüklüğü, faktör analizi için önemli bir unsurdur. Her değişkende
en az 10 vakanın olması gerekmektedir (Akgül, 2003: 441). En çok 18 madde
üzerinde gerçekleştirilen faktör analizi için (18x10=180) en az 180 yanıt veren
gerekmekte iken araştırmamız açısından ulaşılan 563 denek sayısı örneklemin analiz
için yeterli olduğunu göstermektedir. (Örneklem uygunluk testi olarak bilinen
Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) değerleri de bu durumu doğrulamaktadır.)
Faktör analizi ile elde edilen tipolojideki faktörlerin diğer değişkenlerle ilişki
ve anlamlılık düzeyini ölçebilmek için, değişkenlerin boyutlarının iki olması
durumunda gruplar arasındaki farkın önemli düzeyde olup olmadığı t-testi ile,
değişken boyutlarının ikiden fazla olması durumunda ise tek yönlü varyans analizi
(ANOVA) gibi parametrik analiz teknikleri uygulanmıştır. Farkın kaynağının hangi
gruplar arasındaki farklardan kaynaklandığını belirlemek için de Scheffe Testi
yapılmıştır.
E- BULGULAR VE YORUM
1-İnternet ve Bireysel Medya Bağımlılığı Analizleri
“Günlük yaşamda internetin yeri ve yararları” konusunda deneklerin
değerlendirmelerinin alındığı 18 maddelik “Bireysel Medya Bağımlılığı Skalası”,
bireysel bağımlılık tipolojisinde yer alan unsurlardan hangilerinin bir kitle iletişim
aracı olarak “internet”le ortaya çıkacağını tespit etmek amacıyla faktör analizine tabi
tutulacaktır. Her bir bağımlılık ilişkisi için (bireysel anlama, sosyal anlama, bireysel
yönelim, sosyal yönelim, bireysel oyun, sosyal oyun) alınan cevap ortalamaları ile
de bağımlı ve bağımsız değişkenlerin ilişkisi incelenecektir.
İletişim Fakültesi Dergisi
44
U. Işık
DeFleur ve Ball-Rokeach’ın tipolojisi temelinde geliştirilen ve bireysel
düzeyde medya bağımlılığını ölçme konusunda standart olarak kabul edilen
(Merskin, 1993; Grant vd., 1998; Patwardhan ve Jang, 2003) 18 maddelik ölçeğin,
alt ölçeklere göre bölümlenmiş orijinal hali (Tablo 2) ile yapılan faktör analizinin
sonuçları aşağıda yer almaktadır.
Tablo 2: Bölümlenmiş “Bireysel Bağımlılık Skalası” ve Alt Ölçek
Güvenilirlik (Alfa) Değerleri
“Hiç faydası
yok”
(1)….”Çok
faydası var” (5)
Güvenilirli
k
(Alfa
Katsayısı)
Günlük yaşamınızda internetin yeri ve yararları konusunda
aşağıdaki ifadeleri değerlendiriniz. Aşağıda yer alan ifadeler
konusunda internetin size ne kadar yardımcı olduğunu temsil eden
numarayı işaretleyiniz.
Çeşitli olay ve durumlar karşısında ne yapacağım, nasıl
s.74
hareket edeceğim konusunda
Gelecekteki hayatımda neler yapacağımı hayal etmede
s.68
Yaşadığım problemler ve zor durumlar karşısında
s.80
başkalarının tecrübelerinden yararlanmada
Yaşadığım toplumda neler olup bittiğini kavramada
s.67
Dünyadaki gelişmeleri izleme ve kavramada
s.73
Türkiye’de neler olup bittiğini anlamada
s.78
Sağlık, finans hizm. konusunda nereye başvuracağımı
s.83
belirlemede
Neyi nereden satın alacağımı belirlemede
s.69
Akşam ve haftasonlarını nasıl ve nerede değerl. planlamada s.79
Diğer insanlarla daha iyi ilişkiler ve iletişim kurabilme
s.70
konusund
Arkadaş, akraba ve iş ark. nasıl davranacağımı belirlemede s.84
İnsanların belirli olay ve durumlar karşısındaki
s.75
yaklaşımlarının ardında yatan nedenleri anlamamda
Zor geçen bir hafta yada gün sonrası yorgunluğumu giderm. s.71
Yalnız kaldığımda rahatlamamda
s.76
Etrafımda hiç kimse olmadığında ne yapacağım konusunda s.81
Aile ya da arkadaşlarımla nasıl eğleneceğimiz konusunda
s.82
Gerçekten orada olmadan da hoşl. olayların bir parçası
s.72
olmanızda
Arkadaşlarımla birlikte ne yapacağımıza karar vermede
s.77
Bireysel
anlama
0.6552
Sosyal anlama 0.7116
Bireysel
oryantasyon
(yönelim)
0.6518
Sosyal
oryantasyon
(yönelim)
0.6582
Bireysel oyun 0.7288
Sosyal oyun
0.6376
Öncelikli olarak orijinalinden Türkçe’ye aktarılan kullanılan ölçeğin
güvenilirliğini kestirmek için Cronbach Alpha katsayısı kullanılmıştır. Ölçeğin
toplam güvenirlik katsayısı Cronbach’s Alpha 0.8976 olarak bulunmuştur. Altı alt
boyutun kendi içlerinde hesaplanan güvenirlik katsayıları da ayrı ayrı olarak
yukarıdaki tabloda gösterilmektedir.
Bahar 2009, Sayı: 28
45
Medya Bağımlılığı…
Faktör analizinin güvenilirliği konusunda; örneklem uygunluk ölçütü olarak
hesaplanan Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) değeri .912 ve küresellik sınama testi olarak
kabul edilen Barlett’s Test of Sphericity: 3666,928 (Sig=.000)(p<0,01) ile
anlamlıdır. Bu iki test, üzerinde çalışılan örneklemin büyüklüğünün ve verilerin
faktör analizi için uygun olduğunu göstermektedir.
Öz değeri 1’den büyük olan ve faktör yükü "0.5" ve üzeri değişkenler faktör
boyutlarını yorumlamada kullanılmıştır. Faktör analizi, kullanıcılar için toplam
varyansın yüzde 57.794’ünü açıklayan 4 faktör boyutunun ortaya çıkmasıyla
sonuçlanmıştır. Rotasyona uğramış bileşen matrisi incelendiğinde (Tablo 3)
faktörlere atanan değişkenler ve faktör yükleri aşağıdaki gibidir.
Tablo 3: Bireysel Medya Bağımlılığı Faktör Analizi
S.
no:
FAKTÖRLERE ATANAN DEĞİŞKENLER
FAKTÖRLER
1
83
79
82
77
69
71
76
72
70
75
74
80
84
81
73
67
78
68
Sağlık, finans gibi hizmetler konusunda nereye başvuracağımı
belirlemede
Akşam ve haftasonlarını nasıl ve nerede değerlendireceğimi
planlamada
Aile ya da arkadaşlarımızla nasıl eğleneceğimiz konusunda
Arkadaşlarımla birlikte ne yapacağımıza karar vermede
Neyi nereden satın alacağımı belirlemede
Zor geçen bir hafta yada gün sonrası yorgunluğumu gidermede
Yalnız kaldığımda rahatlamamda
Gerçekten orada olmadan da hoşlanacağınız olayların bir parçası
olmanızda
Diğer insanlarla daha iyi ilişkiler ve iletişim kurabilme
konusunda
İnsanların belirli olay ve durumlar karşısındaki yaklaşımlarının
ardında yatan nedenleri anlamamda
Çeşitli olay ve durumlar karşısında ne yapacağım, nasıl hareket
edeceğim konusunda
Yaşadığım problemler ve zor durumlar karşısında başkalarının
tecrübelerinden yararlanmada
Arkadaş, akraba ve iş arkadaşlarıma nasıl davranacağımı
belirlemede
Etrafımda hiç kimse olmadığında ne yapacağım konusunda
Dünyadaki gelişmeleri izleme ve kavramada
Yaşadığım toplumda neler olup bittiğini kavramada
Türkiye'de neler olup bittiğini anlamada
Gelecekteki hayatımda neler yapacağımı hayal etmede
2
3
,693
4
,342
,690
,638 ,387
,552 ,412
,525
,780
,778
,341
,674
,347
,498
,824
,772
,460
,565
,460
,539
,342 ,454 ,456
,362
,770
,760
,673
,317 ,378
İletişim Fakültesi Dergisi
46
U. Işık
Extraction Method: Principal Component Analysis. Rotation Method:
Varimax with Kaiser Normalization. a Rotation converged in 7 iterations
a- Faktör 1 (Bireysel oryantasyon + sosyal oyun)
Birinci faktör toplam varyansın yüzde 15.613’ünü açıklamaktadır. Birinci
faktöre atanan değişkenler ve faktör yükleri aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Tablo 4: Faktör 1'e Atanan Değişkenler ve Cevap Ortalamaları
Soru
FAKTÖR 1’E ATANAN DEĞİŞKENLER
no:
Sağlık, finans gibi hizmetler konusunda nereye başvuracağımı
83
belirlemede
Akşam ve haftasonlarını nasıl ve nerede değerlendireceğimi
79
planlamada
82
Aile ya da arkadaşlarımızla nasıl eğleneceğimiz konusunda
77
Arkadaşlarımla birlikte ne yapacağımıza karar vermede
69
Neyi nereden satın alacağımı belirlemede
Faktör Ortalama
yükü (Mean)
,693 3,3588
,690 3,0817
,638 2,9591
,552 3,2575
,525 3,5506
Faktöre atanan toplam 5 değişken içerisinde soru numarası 83, 79 ve 69
olarak belirlenen üç değişkenin “bireysel oryantasyon (yönelim)” türünde bir
bağımlılık ilişkisini içerdiği görülmektedir. Birinci faktör içerisinde 82 ve 77 soru
numaraları ile sıralanan değişkenler ise “sosyal oyun” türünde bağımlılık ilişkisine
karşılık gelmektedir. Ortaya çıkan faktörün Croncbach’s Alpha katsayısı ise
0.7542’dir.
b- Faktör 2 (Bireysel oyun + Sosyal oyun )
İkinci faktör toplam varyansın yüzde 15.255’ini açıklamaktadır. İkinci
faktöre atanan değişkenler ve faktör yükleri aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Tablo 5: Faktör 2'ye Atanan Değişkenler ve Cevap Ortalamaları
Soru
FAKTÖR 2’YE ATANAN DEĞİŞKENLER
no:
71
Zor geçen bir hafta yada gün sonrası yorgunluğumu gidermede
76
Yalnız kaldığımda rahatlamamda
Gerçekten orada olmadan da hoşlanacağınız olayların bir parçası
72
olmanızda
Bahar 2009, Sayı: 28
Faktör Ortalama
yükü (Mean)
,780 3,2131
,778 3,2860
,674 3,1599
47
Medya Bağımlılığı…
Faktöre atanan toplam 3 değişken içerisinde soru numarası 71 ve 76 olarak
belirlenen iki değişken “bireysel oyun” alt ölçeğinde, soru 72 ise “sosyal oyun” alt
ölçeğinde yer almaktadır. İkinci faktörün Croncbach’s Alpha katsayısı ise 0.7595’tir.
c- Faktör 3 (Sosyal oryantasyon +Bireysel anlama)
Üçüncü faktör toplam varyansın yüzde 14.253’ünü açıklamaktadır. Üçüncü
faktöre atanan değişkenler ve faktör yükleri aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Faktöre atanan toplam 4 değişken içerisinde soru numarası 75 ve 84 olarak
belirlenen iki değişken “sosyal oryantasyon” alt ölçeğinde, soru 74 ve 84 ise
“bireysel anlama” alt ölçeğinde yer almaktadır. Üçüncü faktörün Croncbach’s Alpha
katsayısı ise 0.7919’dur.
Tablo 6: Faktör 3'e Atanan Değişkenler ve Cevap Ortalamaları
Soru
Faktör Ortalama
FAKTÖR 3’E ATANAN DEĞİŞKENLER
no:
yükü (Mean)
İnsanların belirli olay ve durumlar karşısındaki yaklaşımlarının
75
,824 3,0231
ardında yatan nedenleri anlamamda
Çeşitli olay ve durumlar karşısında ne yapacağım, nasıl hareket
74
,772 3,1012
edeceğim konusunda
80
Yaşadığım problemler ve zor durumlar karşısında başkalarının
,565 2,9325
tecrübelerinden yararlanmada
84
Arkadaş, akraba ve iş arkadaşlarıma nasıl davranacağımı belirlemede ,539 2,6075
d- Faktör 4 (Sosyal anlama)
Dördüncü faktör toplam varyansın yüzde 12.673’ünü açıklamaktadır.
Dördüncü faktöre atanan değişkenler ve faktör yükleri aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Tablo 7: Faktör 4'e Atanan Değişkenler ve Cevap Ortalamaları
Soru
no:
73
67
78
FAKTÖR 3’E ATANAN DEĞİŞKENLER
Dünyadaki gelişmeleri izleme ve kavramada
Yaşadığım toplumda neler olup bittiğini kavramada
Türkiye'de neler olup bittiğini anlamada
Faktör Ortalama
yükü (Mean)
,824 4,0053
,772 3,7851
,565 3,7886
Dördüncü faktöre atanan toplam 3 değişken de “sosyal anlama” alt ölçeğinde
yer alan sorulardan oluşmaktadır. Faktörün Croncbach’s Alpha katsayısında, faktör
maddeleri değişmediği için bir değişim olmamıştır. (0.7116).
İletişim Fakültesi Dergisi
48
U. Işık
e- Değerlendirme (Bireysel Medya Bağımlılığı Faktör Analizi)
Bireysel Medya Bağımlılığı Ölçeği kavramsal olarak 6 alt ölçekten
oluşmakta iken, örneklem grubu üzerindeki faktör analizi sonuçları 4 faktörlü bir
çözüm ortaya koymuştur. Analizde görüldüğü üzere yalnızca “sosyal anlama” alt
ölçeğini oluşturan maddeler (Faktör 4) özgün form ile tamamen özdeşim
göstermiştir.
Analizle ortaya çıkan bir başka durum ise “bireysel (oryantasyon) yönelim”
alt ölçeğine ilişkin 3 madde de “Faktör 1” içerisinde gruplanırken, “bireysel oyun”
alt ölçeğine ilişkin iki değişken “Faktör 2” içerisinde; “sosyal oryantasyon
(yönelim)” alt ölçeğine ilişkin 2 değişken “Faktör 3” içerisinde yer almıştır.
Bu bulgularla; özgün ölçeğin 6 faktörlü yapısının örneklem grubumuzun
internetle olan bireysel bağımlılık ilişkilerini açıklamadığı ve tipolojiyi
doğrulamadığı görülmektedir. Bir başka bakış açısıyla da örneklem kümemizde yer
alan öğrencilerin internete ilişkin bağımlılık ilişkileri 4 faktörlü bir çözüm
üretmektedir. Bir kitle iletişim aracı üzerinde bağımlılık ilişkilerinin bütün
boyutlarının ortaya çıkması beklenen bir sonuç değildir (Ball-Rokeach, 1998; Grant
vd., 1998). Araştırmamız ve örneklem kümesi açısından bakıldığında ortaya net
olarak çıkan 4 boyut, tipolojinin öngördüğü iki türde bağımlılık ilişkisini kesin
olarak doğrulamaktadır.
Bireysel bağımlılık ilişkileri üzerine yapılan öncül araştırmalar da bu ve
benzeri sonuçları desteklemektedir. Loges ve Ball-Rokeach, gazete okuyucularının
bağımlılık ilişkileri üzerine yaptıkları araştırmada, 11 maddeden oluşan (bireysel
oyun alt ölçeğini içermeyen) bireysel medya bağımlılık ölçeğini (MSD Scale) 853
denek üzerinde test etmişlerdir. Yaptıkları faktör analizi ile toplam varyansın yüzde
50.4’ünü açıklayan 3 faktörlü bir çözüme ulaşan Loges ve Ball-Rokeach,
okuyucuların gazete ile ilişkilerinde net olarak iki türde (bireysel ve sosyal
anlamadan oluşan) bağımlılık ilişkisi geliştirdiklerini ortaya koymuşlardır. Loges ve
Ball-Rokeach, bu sonuca; faktör analizi ile ortaya koydukları, dört maddeden oluşan
birinci faktörde yer alan üç sosyal anlama maddesi ve dört maddeden oluşan ikinci
faktörde yer alan 3 bireysel anlama maddesi ile ulaşmışlardır. Birinci faktördeki
dördüncü madde bireysel yönelimi, ikinci faktördeki dördüncü madde ise sosyal
yönelimi ifade eden itemlerden oluşmaktadır. Faktör analizi ile ortaya çıkan üçüncü
faktör ise iki farklı değişkeni bir araya getirmiştir (sosyal oyun ve bireysel yönelim).
Loges ve Ball-Rokeach, üçüncü faktörle ilgili değerlendirmelerinde, faktör yükünü
dikkate alarak bireysel yönelimin ağır bastığını kaydetmişlerdir.
Bahar 2009, Sayı: 28
49
Medya Bağımlılığı…
Benzer bir araştırmada, sinemayı temel alarak bireysel bağımlılık ilişkilerini
18 maddelik ölçekle inceleyen Hyuk Yi (1999: 70-71, 89) ise; alfa katsayılarını
dikkate alarak bireysel yönelim (Croncbach’s alpha: 0.3878) maddelerini dışarıda
bıraktığı faktör analizinde, toplam varyansın ancak yüzde 49’unu açıklayabilen 5
faktörlü bir çözüm ortaya koymuştur. Yi, analiz değerlendirmesinde bütün
maddelerini kapsamamakla birlikte izleyicilerin sinema ile ilişkilerinde “sosyal
oyun” ve “bireysel oyun” türünde bağımlılık ilişkisini destekleyen bulgulara
eriştiğini kaydetmiştir.
Gelişen bağımlılık ilişkileri konusunda, faktör analizinin dışında yardımcı
olacak bir başka istatistiki veri de cevap verenlerin her bir alt ölçekte yer alan
toplam 3 soruya verdikleri cevapların ortalama (Mean) değeridir. Patwardhan ve
Jang (2003) yakın dönemde bağımlılık perspektifi ile internet üzerine yaptıkları
araştırmada, benzer bir yol izleyerek (deneklerin verdikleri cevapların aritmetik
ortalamalarını dikkate alarak) bağımlılık ilişkilerini değerlendirmişlerdir. 18
maddelik bireysel bağımlılık ölçeğine online alışveriş konusunda 5 madde ekleme
yaparak bir anket formu geliştiren Patwardhan ve Jang, her bir alt ölçek için
cevapveren ortalamalarını dikkate almışlar ve 3 üzeri ortalamaları yüksek bağımlılık
ilişkisi olarak nitelendirmiş ve değerlendirmişlerdir.
Aşağıdaki tabloda, deneklerin “internetin günlük hayatındaki yeri ve yararı
konusunda” 5’li likert tipi derecelendirmeye verdikleri cevapların ortalamaları yer
almaktadır. Analizle ortaya çıkan faktörlerle birlikte, tipolojinin öngördüğü
bağımlılık ilişkilerinin değerlendirmesinde bu ortalama değerleri dikkate
aldığımızda da görülmektedir ki, en yüksek ortalama “sosyal anlama” alt ölçeğinde
ortaya çıkmıştır. Bu durumun faktör analizi ile de doğrulandığı dikkate alınırsa,
“sosyal anlama” internette ortaya çıkan ve tipoloji ile tam olarak uyuşan bir
bağımlılık ilişkisidir.
Tablo 105: Bağımlılık Tipoloji Unsurlarının Cevap Ortalamaları
S.ANLAMA B.ANLAMA SYÖNELIM BYÖNELIM
Geçerli yanıt
Cevap
ortalamaları
(Mean)
Min
Max
B.OYUN
S.OYUN
563
563
563
563
563
563
3.8597
3.0823
2.9568
3.3304
3.1983
3.1255
3.7851
4.0053
2.9325
3.2131
2.6075
3.2398
3.0817
3.5506
3.0959
3.2860
2.9591
3.2575
Diğer ortalamalara dikkate alındığında tipolojide yer alan 6 kavramsal
boyuttan yalnızca “sosyal yönelim” ilişkisinin (1 ile 5 arasındaki değerlendirmede
İletişim Fakültesi Dergisi
50
U. Işık
3.000 nötr düzey) ortalamanın altında kaldığı görülmektedir. Sosyal anlama
konusunda gelişen güçlü bağımlılık ilişkisinin ardından deneklerin sırasıyla
“bireysel yönelim”, “bireysel oyun” “sosyal oyun” ve “bireysel anlama” tipinde
bağımlılık ilişkilerine yatkın olduğu söylenebilir.
2- Bireysel Bağımlılık Faktörleri, Günlük Kullanım, Gelir, Eğitim ve
Cinsiyet İlişkisi
Bu bölümde, altı tip bağımlılık ilişkisi için (bireysel anlama, sosyal anlama,
bireysel yönelim, sosyal yönelim, bireysel oyun, sosyal oyun) alınan cevap
ortalamaları ile de bağımlı ve bağımsız değişkenlerin ilişkisi incelenecektir. Bireysel
medya bağımlılığı ilişkisi olarak literatüre yerleşen 6 tip bağımlılık ilişkisi üzerinde;
(1) günlük kullanım süreleri, (2) cinsiyet, (3) eğitim alanı ve (4) gelir değişkenleri
bazında bir farklılığın olup olmadığı; T-testi ve ANOVA analizi ile test edilmiş ve
elde edilen bulgular aşağıda genel bir tablo şeklinde verilmiştir.
Toplam Ort.
ANOVA
Üst
Orta
ANOVA
Gelir
Durumu
(Ort.)
Alt
Sağlık
Fen
p ve t
değerleri
Eğitim Alanı
(Ort.)
Sosyal
Erkek
Top. ort
Cinsiye
t
(Ort.)
Kadın
Yüksek
Orta
Motivasy
on
Faktörleri
Bireysel
Anlama
Sosyal
Anlama
Bireysel
Yönelim
Sosyal
Yönelim
Bireysel
Oyun
Sosyal
Oyun
Düşük
Kullanım
süresi
(Ortalama)
ANOVA
Bağımlılık ilişkilerinin; kullanım süresi, cinsiyet, eğitim alanı ve gelir
değişkenleri temelinde yapılan analizlerinden elde edilen veriler ve genel
değerlendirme tablosu aşağıdaki gibidir.
2,96 3,12 3,25 0,00 3,08 3,01 3,16
0,03
3,01 3,16 3,13 0,12 3,04 3,11 3,02 0,51 3,08
-2,12
3,77 3,91 3,97 0,01 3,85 3,85 3,86
0,79
3,90 3,90 3,63 0,00 3,81 3,88 3,83 0,67 3,85
-0,16
3,17 3,41 3,54 0,00 3,33 3,27 3,39
0,15
3,31 3,34 3,36 0,83 3,21 3,32 3,49 0,10 3,33
-1,58
2,79 3,03 3,18 0,00 2,95 2,86 3,06
0,00
2,93 2,93 3,07 0,34 2,83 3,01 2,90 0,06 2,95
-2,79
3,00 3,39 3,19 0,00 3,19 3,11 3,29
0,02
3,16 3,25 3,20 0,62 3,08 3,24 3,17 0,23 3,19
-2,32
2,94 3,31 3,30 0,00 3,12 3,12 3,12
0,92
3,08 3,14 3,20 0,46 3,05 3,13 3,16 0,54 3,12
-0,09
Bahar 2009, Sayı: 28
Medya Bağımlılığı…
51
Bağımlılık ilişkileri-kullanım süresi: Bağımlılık tipolojisinde yer alan 6
tip bağımlılık ilişkisi de, günlük olarak internete bağlı kalma süresi ile
doğru orantılı şekilde değişime uğramaktadır. Deneklerin interneti
kullanma süreleri arttıkça bağımlılık ilişkilerinin yoğunluğu artmaktadır.
Bağımlılık ilişkileri-cinsiyet: İnternete yönelik gelişen üç tipte
bağımlılık ilişkisinin yoğunluğu erkeklerde kadınlara oranla daha
fazladır: "bireysel anlama", "sosyal yönelim (oryantasyon)" ve "bireysel
oyun". "Sosyal oyun", "sosyal anlama" ve "bireysel yönelim
(oryantasyon)" türünde bağımlılık ilişkileri açısından ise cinsiyet
düzeyinde herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.
Bağımlılık ilişkileri-eğitim alanı: Eğitim alanı bazında farklılık
gösteren tek bağımlılık ilişkisi "sosyal anlama" tipindedir ve buna göre;
sosyal ve fen bilimleri öğrencileri, sağlık bilimleri öğrencilerinden daha
yoğun bir biçimde bağımlılık (sosyal anlama) ilişkisi geliştirmektedirler.
Diğer 5 tip bağımlılık ilişkisi için bir farklılık söz konusu değildir.
Bağımlılık ilişkileri-gelir durumu: Gelir değişkeni temelinde,
öğrencilerin bağımlılık ilişkilerinin düzeyinde bir değişim olmamaktadır.
GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Çalışma ile bireysel -mikro- düzeyde gelişen bağımlılık ilişkileri; "Günlük
yaşamda internetin yeri ve yararları" konusunda deneklerin değerlendirmelerinin
alındığı 18 maddelik, "bireysel bağımlılık ölçeği" (Individual MSD Scale) üzerinde
gerçekleştirilmiştir. Bağımlılık tiplerini (sosyal anlama, bireysel anlama, sosyal
yönelim, bireysel yönelim, bireysel oyun, sosyal oyun) ifade eden 6 alt ölçekteki 3'er
ifadeden oluşan ve Bireysel Medya Bağımlılığı çalışmalarında - mikro düzeystandart olarak kabul edilen ölçek; hem Türkiye şartlarında ilk kez denenmiş, hem
de mevcut tipolojinin internet açısından ne kadar geçerli olduğu tespit edilmeye
çalışılmıştır.
Bireysel bağımlılık ölçeği kavramsal olarak 6 alt ölçekte oluşmakta iken
yaptığımız faktör analizi, toplam varyansın yüzde 57,7'sini açıklayan 4 faktörlü bir
çözüm ortaya çıkarmıştır. İnsanlar sosyal hayatın bir gerçeği olarak anlama,
oryantasyon (yönelim) ve oyun hedeflerini gerçekleştirirken farklı medya-bilgi
kaynaklarına dayanabilmektedirler. Örneğin izleyiciler bireysel ve sosyal anlama
için kitap ya da dergileri temel başvuru kaynağı olarak kullanırken, oryantasyon
İletişim Fakültesi Dergisi
52
U. Işık
(yönelim) hedefleri konusunda televizyon ve radyo ile bağımlılık ilişkisi içerisine
girebilmektedirler.
DeFleur ve Ball-Rokeach'ın bireysel bağımlılık tipolojisinde bahsi geçen
bağımlılık tiplerinden "sosyal anlama", internet bağlamında net olarak ortaya çıkan
bir faktör olmuştur. Bu da öğrencilerin çevresinde, ülkesinde, dünyada olup
bitenleri, kültürleri ve olayları anlamak ve yorumlamak için internete yöneldiklerini
göstermektedir. Milyonlarca web sitesine ve milyarlarca sayfaya zahmetsizce
ulaşımı olanaklı kılan internet, her türden bilgi kaynağına, habere ve kütüphanelere
ulaşımı, içeriği seçme özgürlüğü ile birlikte sunmakta ve "anlama" hedefleri için
bireylere kaynaklık etmektedir.
Dört faktörlü çözüm deneklerin "anlama" dışında, "oryantasyon" ve "oyun"
türünde bağımlılık ilişkilerine de referans olmaktadır. Zira internet, öğrencilerin
bireysel davranışlarına ve de sosyal-kişisel çevresi ile ilişkilerine rehberlik etmekte,
bireylerin oryantasyonuna katkıda bulunmaktadır. Modayı yakından takip eden ve
ona göre giyinen biri için internetin sunduğu imkanlar, diğer iletişim araçlarıyla
kıyaslanamayacak derecede üst düzeydedir. Yine oyun/eğlence hedefleri
doğrultusunda, rahatlamak, eğlenmek isteyen bireyler de internette yüzlerce
seçenekle karşı karşıyadır. Her türden oyunun yanısıra, müzik dinlemek, film
izlemek, televizyon seyretmek, radyo dinlemek, kitap okumak vb. birçok
oyun/eğlence kaynağı internette mevcuttur.
Bireysel bağımlılık ilişkileri üzerine gerçekleştirilen faktör analizi 4 faktörlü
bir çözüm üretse de, her bir bağımlılık ilişkisi alt ölçeğinde ortaya çıkan toplam
cevap ortalamları ve de denekler bazında yüzde dağılımları aşağıdaki grafikte
verilmektedir. Grafikte de görüleceği üzere sosyal anlama tipi bağımlılık ilişkisi
internet açısından ön planda yer almaktadır. Sosyal anlama bağımlılık ilişkisini
sırasıyla, bireysel yönelim, bireysel oyun, sosyal oyun, bireysel anlama ve sosyal
yönelim türü bağımılılık ilişkileri takip etmektedir.
Bahar 2009, Sayı: 28
53
Medya Bağımlılığı…
4.0
3.8
%19,7
3.6
3.4
%17,0
3.2
%16,4
Mean
%16
%15,8
3.0
%15,1
2.8
S.ANLAMA
SYÖNELIM
B.ANLAMA
B.OYUN
BYÖNELIM
S.OYUN
Bireylerin günlük olarak internette geçirdiği süre de araştırmamız ve
bağımlılık ilişkileri açısından önemli bir değişken olarak karşımıza çıkmıştır.
Bağımlılık tipolojisinde yer alan 6 tip bağımlılık ilişkisinin de, günlük olarak
internete bağlı kalma süresi ile doğru orantılı şekilde değişime uğradığı araştırmanın
ortaya koyduğu sonuçlardan biri olmuştur. Deneklerin interneti kullanma süreleri
arttıkça bağımlılık ilişkilerinin yoğunluğu artmaktadır. Cinsiyet değişkeni temelinde
ise erkeklerin daha yoğun bağımlılık ilişkisi geliştirdiği ortaya konurken, gelir
değişkeni temelinde herhangi bir farklılığa rastlanmamıştır.
İletişim Fakültesi Dergisi
54
U. Işık
KAYNAKÇA
Akgül, A. (2003) Tıbbi Araştırmalarda İstatistiksel Analiz Teknikleri (SPSS
Uygulamaları), 2.Bsk., Ankara.
Altunışık, R-Coşkun, R-Bayraktaroğlu, S-Yıldırım, E. (2005) Sosyal Bilimlerde
Araştırma Yöntemleri SPSS Uygulamalı, 4.Baskı, Sakarya: Sakarya Kitabevi.
Ball-Rokeach, SJ. (1998) A Theory of Media Power and a Theory of Media Use:
Different Stories, Questions, and Ways of Thinking, Mass
Communication&Society, Winter/Spring98, Vol. 1 Issue 1/2, p5, 36p; (AN
7597946)[Çevrimiçi:
www.leaonline.com/doi/pdf/10.1207/s15327825mcs0101&2_2, 10 Eylül
2005]
Bonchek, MS. (1997) From Broadcast to Netcast: The Internet and the flow of
Political
Information,
Massachusetts,
April,
1997.
[Çevrimiçi:
http://www.esri.salford.ac.uk/ESRCResearchproject/papers/bonch97.pdf, 12
Kasım 2006.]
DeFleur, ML&Dennis, E. (1991) Understanding Mass Communication, 4th Ed.
Boston: Houghton Mifflin .
DeFleur, ML-Kearney, PP-Timoty G. (1998) Fundamentals of
Communication, Mountain View, CA : Mayfield Pub. Co., c1998.
Human
DeFleur, ML&Ball-Rokeach, SJ. (1989) Theories of Mass Communication (Fifth
Ed.) Longman, New York.
Ebersole, S. (1997) A Matrix of Theories for Interactive Computer-Mediated
Communication, [Çevrimiçi]:
http://arapaho.nsuok.edu/~vineyard/Research/Amatrixoftheories.htm.26
Haziran 2006
Fejes, F. (2005 ) Eleştirel Kitle İletişim Araştırması ve Medya Etkileri: Yok Olan
İzleyici Sorunu Medya, İktidar, İdeoloji, Mehmet Küçük (Der. ve Çev.),
Ankara: Bilim ve Sanat yay.
Grant, AE-Zhu, Y-Tuyll DV-Teeter, J-Molleda JC-Mohammad Y- Bollinger, L.
(1998) Dependency and Control, Paper submitted to the Annual Convention
of the Association of Educators in Journalism and Mass Communications,
XX
Division,
April
1998,
[Çevrimiçi:
http://list.msu.edu/cgibin/wa?A2=ind9812d&L=aejmc&T=0&P=4738, 8 Mayıs 2006]
Bahar 2009, Sayı: 28
Medya Bağımlılığı…
55
Hazar, M. (2003) Bilgi Toplumu ve Medya Bağımlılığı, G.Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
Janoschka, A. (2004) Web Advertising. New forms of communication on the
Internet, Philadelphia, PA, USA: John Benjamins Publishing Company, 2004.
[http://site.ebrary.com/lib/gazi/Doc?id=10073634&ppg=134]
Loges, WE&Ball-Rokeach, SJ. (1993) Dependency Relations and Newspaper
Readership, Journalism Quarterly, Vol.70, No.3, Automn 1993, pp.602-614.
McQuail, D&Windahl, S. (1993) İletişim Modelleri, Mehmet Küçükkurt (Çev.),
Ankara: İmaj yay.
Merskin, DL. (1993) Partner-Seeking through newspaper Personal Advertisements:
A Study of Media Dependency and Adoption of Innovation, Syracuse
University, Dissertation Abstracts International, 55(04), 0785A, (University
Microfilms No.AAG94-22252)
Patwardhan, P&Yang, J. (2003) Internet Dependency Relations and Online
Consumer Behavior: A Media System Dependency Theory Perspective on
Why People Shop, Chat, and Read News Online, Journal of Interactive
Advertising, Volume 3, Number 2, Spring 2003. [Çevrimiçi:
http://www.aejmc.org/convention/2004abstracts/International.html, 7 Ocak
2006]
Severin, WJ&Tankard, JW. (1994) İletişim Kuramları, Ali Atıf Bir, Serdar Sever
(Çev.), Eskişehir: Kibele yay.
Tavşancıl, E& Keser, H. (2002) İnternet Kullanımına Yönelik Lıkert Tipi Bir Tutum
Ölçeğinin Geliştirilmesi, Eğitim Bilimleri ve Uygulama Dergisi, Cilt:1,
Sayı:1, s.79-100, Temmuz 2002, Ankara: Nobel yay.
Yi, H (1999) Individual Media System Dependency Relationship and Movie-Going,
Thesis (M.A.)--University of Southern California, Agust 1999. (Online:
ProQuest Information and Learning Company, UMI Number: 1409668)
İletişim Fakültesi Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
İletişim 2003/18
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
THE EFFECT OF FAVORABILITY OF ONLINE WORD-OFMOUTH INFORMATION ON CONSUMER PURCHASE
DECISION
Gül BAYRAKTAROĞLU*
Bilge AYKOL**
ÖZET
Tüketiciler, interneti, satın alma kararı verme sürecinde bir bilgi kaynağı olarak giderek daha
fazla kullanmaktadırlar. İnternet, tüketiciler arasında ağızdan ağıza iletişime olanak
vermektedir. Bu çalışma, çevrim içi ağızdan ağıza iletişimin bir türü ve bir kişisel iletişim
aracı olan çevrim içi müşteri yorumlarını konu edinmektedir. Müşteri yorumlarında verilen
bilginin olumlu olup olmamasının etkisini cep telefonu satın alma kararının çeşitli
aşamalarında değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Deneyin sonuçları, özellikle olumsuz çevrim
içi ağızdan ağıza iletişime maruz kalmanın, satın almada dikkate alınan markaların
sıralamasında ve satın alma niyetinde anlamlı farklılık yarattığını göstermektedir.
Katılımcılar markayı çeşitli kriterlere göre değerlendirmişler ve kendilerine verilen bilginin
olumlu olma düzeyine göre bu değerlendirmeler, belirli kriterlerde farklılık göstermiştir.
Çalışmanın sonuçları, olumsuz yorumların etkisinin olumlu yorumların etkisinden daha fazla
olduğuna işaret etmekte ve bulgular, karar vermede olumsuz çevrim içi ağızdan ağıza
iletişimin gücünü desteklemektedir.
Anahtar kelimeler: Çevrim içi ağızdan ağıza iletişim, olumlu bilgi, niyetler, deney
ABSTRACT
Consumers’ usage of internet as an information source in the purchase decision is increasing
day by day. Internet provides a consumer dominated word of mouth communication among
consumers. This study aims to compare the effect of level of favorable information given in
online customer reviews- a personal communication tool, which is a kind of online word-ofmouth (OWOM)- on various stages of purchasing decision of a mobile phone. The findings of
the experiment demonstrate that especially exposure to unfavorable OWOM creates
significant differences in the ranking of the brand in the consideration set and intention to
purchase. Respondents’ evaluations of the brand differed on certain criteria based on the
amount of favorability of the information. The results of the study indicate that unfavorable
comments outweigh the effect of favorable comments hence the findings support the strength
of negative OWOM on decision making.
Key words: OWOM, favorable information, intentions, experiment
*
Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi.
Arş. Gör., Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi
**
İletişim 2003/18
58
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
1. INTRODUCTION
Consumers search for information prior to making a purchase in order to
handle the perceived risk involved in making the purchase decision (Bettman, 1973;
Srinavasan and Ratchford, 1991). The search process includes one or both of the
internal and the external search. In internal search, consumers retrieve information
from memory that has been previously gathered through external search or direct
experience. This information is kept incidentally or consciously (because of their
interest in the product group) by consumers in their memory although they have no
intention to purchase the product. In the external search, consumers gather
information from media, retailers, salespeople, the Internet or from other people. All
these information facilitate and shape the evaluation process and the first phase of
purchase, which is the intention. After the consumer forms an intention, she/he
makes (or does not make) a purchase.
The external information sources may be controlled by marketers or the
consumers and communicated impersonally or interpersonally. Print advertising is
an example of marketer-controlled and impersonal information source. Another
source of information which is vital for marketers is word-of-mouth, which is a
consumer-controlled and interpersonal source. A new phenomenon about the wordof-mouth is that now the Internet has become a medium for it. Now, consumers use
online word-of-mouth (OWOM) when they need specific information related to
consumption. Yet, the research on the effects of online word-of-mouth on consumer
behavior is quite limited. However, online word-of-mouth differs from its traditional
counterpart in various aspects and needs to be examined.
Most products offered in the market have good and bad points. Therefore,
when consumers communicate opinions about products, they probably include both
positive and negative information (Ying and Chung, 2007). Hence, the impact of
information sources (OWOM for this study) on decision making should be
examined considering both favorable and unfavorable comments about the product.
The objective of this study is to compare the effects of different proportions of
favorable and unfavorable information in the form of OWOM on different stages of
consumer decision making. Specifically, the impact of OWOM for a certain model
of mobile phone on the formation of consideration set, the importance levels
attached to evaluative criteria, the extent to which the mobile phone meets the
evaluative criteria and intention to purchase was tested in an experiment.
Bahar 2009, Sayı: 28
The Effect…
59
The rest of the paper starts with a literature review on information search and
information sources available to consumers, focusing on OWOM in particular. Then
the research questions are presented in the framework of consumer decision making.
This section is followed by the presentation of the findings of the experiment.
Finally, the paper ends with a discussion on findings and their implications for
researchers and marketers.
Findings of the study are supposed to provide insight into the effect of
OWOM on purchase decisions, especially when differing amounts of unfavorable
information is provided to the customer. In addition, it is hoped that the marketers
will consider OWOM information as an important source, which affects consumers,
and develop appropriate marketing strategies to both reactively and proactively cope
with it in their activities ranging from marketing research to complaint management.
2. LITERATURE REVIEW
2.1. Information search
Information search is “the motivated activation of knowledge stored in
memory or acquisition of information from the environment concerning potential
need satisfiers”. (Blackwell et al., 2001: 106). The former part of this definition
corresponds to internal search and the latter part to external search. If internal search
is not satisfactory, the consumer may decide to undertake external search- collecting
information from the marketplace. In external search, a number of different types of
sources are accessed like the Internet, friends and advertisements.
Pre-purchase information search is a crucial step in purchasing process of
highly involving products in particular (Mourali et al., 2005). Searching for
additional information from many sources including word-of-mouth is a tactic to
deal with the threats of perceived risk (Arndt, 1967).
Based on Stigler (1961), consumers use an implicit cost-benefit analysis to
choose a search strategy- what, when, where, and how much to search. Consumers
search until the perceived marginal benefit of search equal to the perceived marginal
cost. The largest component of the cost of search has been the imputed value of time
spent on searching. However, with the speed and efficiency the Internet brings, time
may no longer be the single most important cost of search. Instead, the cost of
search may be driven most significantly by the cognitive cost of assimilating and
integrating vast amounts of information and appropriately weighting the value of
alternative information sources.
İletişim Fakültesi Dergisi
60
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
2.2. Information sources used by consumers
Information sources are categorized generally on two dimensions: whether
the information is independent or dominated by seller and whether the information is
interpersonal or impersonal (Andreasen 1968, Beatty and Smith 1987, Schmidt and
Spreng 1996). Cox (1967; as cited in Mitra et al., 1999) and Lee et al. (2002) for
instance have categorized information sources regarding who has control over the
information (marketer or consumer).
According to Mourali et al. (2005), interpersonal sources of information
allude to noncommercial personal sources controlled by consumers. While they
contain family, friends, colleagues etc., they exclude sales personnel. Compared to
commercial advertising, communicators of interpersonal sources are perceived as
independent of the seller and their recommendations are regarded as unbiased and
unexaggerated. One of these sources, which is critical for marketing, is word-ofmouth (WOM). WOM is the “product information transmitted by individuals to
individuals” (Solomon, 2004: 379). Consumers make use of WOM
recommendations to provide information, to support and reinforce their buying
decisions (Fill, 2002). Consumers may prefer to rely on WOM information because
it is more vivid, easier to use, more trustworthy since it is based on others’
experiences compared to marketer-oriented product information (Herr et al., 1991;
Smith, 1993 as cited in Smith, Menon and Sivakumar, 2005).
Reliance on WOM depends on factors associated with both product and the
consumer knowledge. If the product has a symbolic value, and the consumer is less
knowledgeable, he/she considers personal information sources more than impersonal
ones (Midley, 1983; Solomon, 2007). WOM is likely to be more reliable and
trustworthy than recommendations obtained from more formal marketing channels
(Solomon, 2004). The most critical characteristic of WOM is the source credibility
assigned to individuals whose opinions are sought after and utilized in the buying
decision process (Fill, 2002). Since information from personal sources is considered
more credible than the impersonal sources, WOM communication is more
influential than marketer-controlled communication (Bickart and Schindler, 2001).
A new phenomenon about WOM is that the advent of the Internet has been
offering individuals a new channel for acquiring WOM. In this sense, Klein and
Ford (2003) propose a third dimension of categorizing information sources in
addition to independent-seller dominated and interpersonal-impersonal dimensions,
Bahar 2009, Sayı: 28
The Effect…
61
which is online and offline. OWOM has considerable differences from its offline
counterpart which is explained in the next section.
2.3. Online word-of-mouth
The Internet has become one of the information sources consumers utilize
when they look for pre-purchase information. Usage of the Internet as a prepurchase information source provides consumers large quantities of information,
entertainment while searching, freedom from sales pressure and store opening hours
(Alba et al., 1997; Hoffman and Novak, 1996; Wolfinbarger and Gilly, 2001). In
addition, usage of the Internet provides time and monetary cost saving to the
consumer (Bakos, 1997; Bellman et. al., 2006; Hoque and Lohse, 1999). This
advantage shifts the search behavior towards usage of the Internet as an information
search medium.
Jepsen (2007) has found that besides low research cost and availability of
product information, specifically and most importantly, extended use of the Internet
by the consumer affected its usage. Experienced users of the Internet are more aware
of the amount and usefulness of information available on the Internet than are
novices (Hammond, McWilliam, and Diaz, 1998).
According to Peterson and Merino (2003), the Internet also offers
information that is similar to information obtained from real world physical sources;
one of them is information akin to that acquired from face-to-face WOM
communications. Now, the Internet allows consumers to collect more unbiased
product information from other consumers and to offer their own consumptionrelated advice by participating in OWOM (Hennig-Thurau et al., 2004).
The Internet provides opinion leaders with efficient ways to spread
information, while at the same time greatly facilitating information search for
opinion seekers (Sun et al., 2006). OWOM represents “any positive or negative
statements made by potential, actual, or former customers about a product or
company, which is made available to a multitude of people and institutions via the
Internet” (Hennig-Thurau et al., 2004:39).
Within the Internet, there are various channels for transmitting and acquiring
OWOM. OWOM communication has led to form different online communities
through e-mails, weblogs, chat rooms, bulletin boards, and instant messenger clients.
For example, Web-based consumer-opinion platforms enable consumers to read
consumption opinions and experiences of other consumers and to write their own
İletişim Fakültesi Dergisi
62
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
contributions (Hennig-Thurau et al., 2004). Similarly, Fong and Burton (2006)
considered eBay’s discussion boards as a good source of information for users or for
potential purchasers desiring to find out more about a product prior to the buying
decision.
Consumes have the opportunity to share their consumption experiences and
product reviews on the Internet. This communication between consumers may exert
significant influence on product search and purchase choice. Past research suggests
that in information intensive environments (like the Internet), consumers may seek
others’ opinions to figure out and manage possible risks related to the decision
making (Dowling and Staelin, 1994).
OWOM differs from traditional WOM in some points. First, although WOM
communication flows between friends, relatives, colleagues, and other
acquaintances, OWOM flows between individuals who are completely strangers
(Sun et al., 2006; Fong and Burton, 2006). In the Internet environment, consumers
communicate with strangers with whom they had no interaction before. These peer
recommendations can be effective in decision making if the consumer trusts the
recommender (Smith et al., 2005). Although consumers form weak ties on the
Internet, they look for information that would increase the trust on the information
and the source (McKnight et al., 2002; as cited in Smith et al., 2005). So, in the
online environment, evaluations of source credibility have to be based on the
relatively impersonal text-based resource exchange made by actors in the site
network. Knowledge of the characteristics and background of the authors of OWOM
is limited (Brown et al., 2007). In their qualitative study to explain the nature of
WOM communications within online communities, Brown et al. (2007) found
evidence for the differences in terms of flows of information between online and
offline networks. For instance, similar to offline networks, tie strength was
developed between an information seeker and an information source, but online, the
information source was a Web site, not an individual.
Second, online discussions entail personal experiences and opinions
transmitted by the written word while the traditional WOM involves spoken word.
Written format of OWOM provides some benefits. It is more formal and the
message carries lower risk of being changed while it is being transferred. However
in traditional WOM, as the message is passed from one individual to another, each
individual adds or deletes something from the message. Third, it is permanent and it
enables the consumer to obtain information at his/her own pace (Bickart and
Schindler, 2001). Fourth, the message can reach many people through OWOM.
Bahar 2009, Sayı: 28
The Effect…
63
Fifth, since the sender does not see the receiver, there is less pressure and emotional
affect. Hence, it can be said that OWOM is more cognitive. Finally, it is easier and
faster to reach opinions through OWOM (Phelps et al., 2004).
Comparing OWOM information and marketer-generated Internet
information; Bickart and Schindler (2001) suggested that the former might have
greater credibility, relevance and empathy, which makes OWOM information to
have a greater effect on consumer behavior. Credibility comes since they are written
by consumers, without vested interest in the product and intentions to manipulate the
reader. The fact that the information provided by consumers can be expected to
demonstrate the typical product performance makes it more relevant for the reader
than marketer-generated Internet information. Finally, the enthusiasm of an OWOM
writer, who expresses the joys of a particular product, could directly give rise to
some similar feelings in the minds of the readers.
2.4. Favorable vs. unfavorable information
Just like the message structure in advertising, favorability and/or
unfavorability may influence the effect of WOM communication. Arndt (1967)
provided evidence that exposure to favorable WOM encouraged acceptance of a new
brand of a food product while exposure to unfavorable WOM impeded the
acceptance. Negative WOM communication is also found to significantly reduce
brand attitudes and purchase intentions (Smith and Vogt, 1995). Similarly, Ying and
Chung (2007) found that students who were exposed to positive WOM had more
favorable attitudes towards and purchase intentions for a restaurant and a tourism
destination vis-à-vis those who received negative WOM. Unfavorable WOM was
found to be more effective on probability of purchase (Arndt, 1967) as it is also
known that unsatisfied customers have the potential to affect more people compared
to the satisfied customers.
In marketing communications, marketers try to influence consumers’ brand
preferences by presenting positive features of a brand. However, researchers also
suggest that marketing messages that contain negative information about a brand are
more effective than if they contained no negative information (Etgar and Goodwin,
1982; Golden and Alpert, 1987; Kamins and Assael, 1987; Pechmann, 1992). This
type of marketing message that contains both negative and positive information is
called two-sided message. Two-sided persuasion consists of “a message that
provides information about both negative and positive attributes of a product or a
İletişim Fakültesi Dergisi
64
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
service, with the negative information included voluntarily” (Crowley and Hoyer,
1994). On the other hand, if the message provides only positive information, it is
called one-sided. One-sided information also being effective on consumers is
blamed to give little motivation to the receiver to use the information seriously.
However, two-sided messages are more involving and attention getting (McGuire,
1985: 294).
Some empirical studies found that two-sided messages increase the
credibility of the message (Golden and Alpert, 1987; Kamins and Assael, 1987;
Smith and Hunt, 1978). The presence of negative information in advertising causes
effects that are related to belief strengthening (Crowley and Hoyer, 1994). It is
found that two-sided appeals tend to be especially effective on consumers who have
negative initial attitude toward the advertised brand (Sawyer, 1973).
The important point in the discussion of the effectiveness of two-sided
information is how much negative information should be given to be effective.
Crowley and Hoyer (1994) argue that if the “amount” of negative information
exceeds the moderate level than consumers will believe the negative information
and these beliefs can be reflected to the attitudes toward the brand.
2.5. The amount of unfavorable information
The “amount” of negative information given in the message is found to create
differing levels of impact on consumers. It is suggested that low to moderate levels
of negative information are optimal for two-sided messages (Crowley and Hoyer,
1994).
The word “amount” can be either the number of negative attributes or it can
be the proportion of negative to positive attributes mentioned in the message. For
instance Golden and Alpert (1987) worked on different proportions of
negative/positive attributes in a message and found that attitudes toward
advertisement peaked at moderate levels (two-fifths) of negative information. Many
two-sided information studies have considered two negative and three positive
attributes (Kamins and Assael, 1987; Kamins and Marks, 1987; Settle and Golden,
1974; Smith and Hunt, 1978).
All the studies done on the effect of two-sided information and the ”amount”
of negative information on consumer behavior are related to advertising and
traditional WOM but not to OWOM. The only study, which - to the best of our
knowledge- handled this issue, pertained to Huang and Chen (2006), who found that
Bahar 2009, Sayı: 28
The Effect…
65
the high number of positive customer reviews vis-à-vis the number of negative
customer reviews turned out to positively affect consumer on-line choices.
This study attempts to investigate the effects of exposure to OWOM, which
contains different proportions of favorable and unfavorable comments, on different
stages of the consumer purchasing process. Since the number of studies, which
directly examined the favorability of OWOM information, is quite limited and
OWOM differs from traditional WOM, the authors preferred to develop research
questions instead of hypotheses. Following are the research questions on the
favorability of OWOM across the stages of consumer decision making.
3. RESEARCH METHODOLOGY
3.1. Research questions
Consumers’ product-related values, attitudes, and behavior are influenced by
pre-purchase information (Schiffman and Kanuk, 2007). The information search
provides attributes to be used in evaluating alternatives, determines or influences the
importance of each attribute, helps the consumer to establish the consideration set,
and has an impact on the intentions. The research questions are formed regarding
three dependent variables: consideration set, evaluative criteria and importance, and
the intention to buy.
3.1.1. Consideration set
Consumers are expected to narrow their consideration sets before they make
up their final purchase decision (Roberts and Lattin, 1991). Consumers can
determine their alternatives by internal search through memory. However, not all
alternatives retrieved from memory will be included in the consideration set.
Consumers will evaluate their existing product alternatives depending on how
favorable they are about each one. External search is needed to form (for first time
purchase situation) or broaden the consideration set. Consumers can be influenced
by marketing communications and information sources in including certain brands
to their consideration set (Blackwell et al., 2001). Hence, as an information source
OWOM can have influence on the formation of the consideration set. In addition,
the proportion of negative to positive OWOM about a certain brand is expected to
affect the inclusion or the ranking of the brand in the consideration set. This leads us
to the first research question:
İletişim Fakültesi Dergisi
66
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
RQ 1: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create
a difference on the ranking of the brand in the consideration set?
3.1.2. Evaluative criteria and their importance
Consumers form some judgments and beliefs about alternatives depending on
their previous experiences. However, consumers who do not have such an
evaluation in their memory have to form beliefs about alternatives by gathering
information from external sources. Consumers evaluate products rating their
features. Consumers first determine important attributes and, then they evaluate
alternatives on the predetermined criteria.
Marketers have the chance to change the importance of the evaluative criteria
or add a new attribute to the evaluative criteria set through marketing
communication (Blackwell et al., 2001). However, OWOM communication which is
not directed by marketers reflects the complaints or satisfactions of the customers
related to some features of the brand. Hence, OWOM is expected to change the
evaluation on certain attributes of the brand but not on the importance levels of those
attributes in the decision making.
Hence, the second research question is developed to see whether the level of
importance attached to criteria or attributes used when evaluating a product will be
affected or not after the exposure to OWOM with changing proportions of favorable
comments:
RQ 2a: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM
create a difference on the levels of importance attached to evaluative criteria?
In consumer decision making, consumers use the evaluative criteria to
evaluate the alternatives they consider. In this stage, they find to which extent the
brand, which is being evaluated, meets the criteria. The following research question
is:
RQ 2b: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM
create a difference on the extent the brand meets the evaluative criteria?
3.1.3. Intention to buy
Consumers form intention before they actually perform the purchasing act.
Intentions do not always show exactly how the consumer will behave but at least if
Bahar 2009, Sayı: 28
67
The Effect…
the intention to purchase the product is high, the consumer is expected to behave
parallel to his/her intentions unless a sudden change in the environmental situation
occurs (Solomon, 2004). The intentions formed prior to the actual behavior may be
influenced by the information gathered both from internal and external sources.
Consumers exposed to different information sources at varying levels of favorability
are expected to have significant differences in their intention to purchase a certain
product (or brand).
RQ 3: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create
a difference on intention to buy?
Before the
Experiment
Consideration
Set
Determination
of Evaluative
Criteria
and their
Importance Levels
After the
Experiment
Experiment
RQ 1
Eposure to:
67% Favorable
Customer Reviews
RQ 2a
50% Favorable
Customer Reviews
33% Favorable
Customer Reviews
RQ 2b
Consideration
Set
Determination
of Evaluative
Criteria
and their
Importance Levels
Evaluation
Intention
RQ 4
Intention
Figure 1: The Research Model
3.2. Experiment and sample design
In order to test the effect of different proportions of favorable customer
reviews on consumer behavior, an experiment was designed. The experiment
involved the exposure to customer reviews on a certain model of mobile phones.
Mobile phone is chosen as the product about which information is provided to the
respondents. One of the reasons for choosing mobile phones is their increasing use
İletişim Fakültesi Dergisi
68
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
in Turkey. From 1994 to 2001 in 7 years, an adoption rate of 20% had been reached
(Özcan and Koçak, 2007). The number of subscribers in 1994 was 80,000 and
reached 2 million in 2000. The adoption rate in 2000 was found to be 50.2 % among
urban households and 23.8% in urban Turkey among individuals (TÜBİTAKBİLTEN, 2001 as cited in Özcan and Koçak, 2007). Another reason is that for
convenience products, the external search and brand evaluation stages are limited.
However, for consumer durables, the buying decision process stages are separate
from each other because of the infrequent nature of such purchases (Punj and
Brooks, 2001). Mobile phones may well be considered as a consumer durable. They
require extended problem solving and consumers identify several brands to evaluate.
Customer reviews are usually found for a specific model of a mobile phone
rather than for a brand. Therefore, a real model of a real brand of mobile phone was
selected, which will be called as Brand X. This model was selected regarding the
adequacy of number of customer reviews and its success in the preference rate. All
of the customer reviews were taken from the website of an online retailer. It should
be noted that all customer reviews were available online at the time of the
experiment. In order to test the effect of number of favorable customer reviews, the
authors prepared three sets of customer reviews:
(1) 67% favorable customer reviews- four positive and two negative
customer reviews,
(2) 50% favorable customer reviews- three positive and three negative
customer reviews,
(3) 33% favorable customer review- two positive and four negative customer
reviews.
While preparing these sets, the authors read all available reviews and named
each review either as favorable or unfavorable and randomly selected four favorable
and four unfavorable reviews to be included in the sets.
University students were chosen as the sample, because they were supposed
to have mobile phones and utilize OWOM as a source of information. It has been
found that there is a positive relationship between mobile phone ownership and
education but a negative one with age. Ownership is much higher among 18-25 age
group (80% of the owners were younger than 35 years of age). In the same survey, it
has been found that mobile phone users in Turkey enjoy having the most recent
models, use their phones when they are bored and in need of relaxation (Özcan and
Koçak, 2007).
Bahar 2009, Sayı: 28
69
The Effect…
Table 1. Information content given to each group
Attributes
Battery life
Bluetooth
Integrated camera
MP3 player
Radio
Simplicity of the menu
Small size
Slider style handset
Appearance
Camcorder
Screen Resolution
Weight
Memory of the mobile phone
Group 1
☺
☺
☺
☺
☺
☺
☺
☺
☺
☺
Group 2
☺
☺
☺
☺
☺
☺
☺
☺
☺
☺
Group 3
☺
☺
☺
☺
☺
☺
☺
☺= Favorable comments on the attribute; = Unfavorable comments on the
attribute, ☺ = Both favorable and unfavorable comments on the attribute
Note: The following attributes are not included in the table because no
information was given. However the participants were asked to evaluate the brand
regarding these attributes: Brand, Resolution of the camera, Color, Color-screen,
Memory card slot, Ergonomics, Ease of use, Large keys, Size of the screen, Origin,
GPRS/WAP, Infrared, Java applications, Games, Multimedia messaging service
(MMS), USB adapter.
Consumer information search differs with respect to demographic and
socioeconomic characteristics, experience and the expertise of the consumer (Beatty
and Smith, 1987; Brucks, 1985; Srinivasan, 1990). A positive, linear relationship
between education and information search has been found in past studies with
durable goods (Claxton et al., 1974; Kiel and Layton, 1981; Ratchford et al., 2001).
Also it was found that younger and better educated people tend to conduct more
information search (Punj and Staelin, 1983; Ratchford et al., 2003 as cited in
Solomon, 2007). Hence, university students were thought to be open to product
information.
Each set was distributed to one of the three groups of university students who
were given 5 minutes to read the set of customer reviews and at the end of five
minutes, they were taken back. It was stated that “These comments are taken from
the customer reviews of an online retailer” on the top of the sheets, on which sets of
İletişim Fakültesi Dergisi
70
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
OWOM information were written. Table 1 demonstrates the contents of each
information set.
3.3. Questionnaires and dependent variables
Data were collected through two questionnaires, one given before the
experiment and the other after the experiment, in two days time. Both questionnaires
were pre-tested on a small convenience sample. First questionnaire was conducted
before the exposure to customer reviews. On the first day, the students were given
the first questionnaire which contained questions about their mobile phone behavior.
Specifically, it was intended to discover whether the participants had a mobile
phone, if they had one, the name of its brand, which brands they have purchased,
those mobile phones with which they are satisfied and dissatisfied, how frequently
they purchase a new mobile phone, and sources of information they utilize before
purchasing a mobile phone along with some questions on demographics.
Dependent variables in the first questionnaire were the consideration set, the
evaluative criteria and intention to buy. For the consideration set, the respondents
were asked to express the first three brands of mobile phones they would consider
purchasing. These were followed by the evaluative criteria they use when evaluating
alternatives of mobile phones. Basically, these criteria can be considered as the
attributes of a mobile phone to which the individuals attach different levels of
importance. The evaluative criteria were determined based on interviews and retailer
websites, which provide detailed information about different models of mobile
phones. 29 evaluative criteria were formed and the respondents were asked to
indicate to which extent these criteria were important to them when considering a
mobile phone purchase on an importance scale, where 1 meant “not important at all”
and 5 “very important”. The Cronbach alpha is found to be 86.6 % which is an
acceptable reliability level (Malhotra, 1993). At the end of this questionnaire, the
researchers asked the intention to buy three brands of mobile phones as a
percentage. One of these brands was the mobile phone about which the authors
would give customer reviews.
On the second day, the students were randomly separated into three groups
each of which were given one set of customer reviews. The second questionnaire
was given after they read the customer reviews. Dependent variables in this
questionnaire included the consideration set, importance of evaluative criteria,
evaluation of the model based on the evaluative criteria and intention to buy.
Bahar 2009, Sayı: 28
The Effect…
71
Respondents were asked to form a consideration set, which included the first three
brands of mobile phones they would consider purchasing. This questionnaire again
contained the same importance scale on the evaluative criteria as in the previous
questionnaire where the reliability is slightly lower than the previous questionnaire
(Cronbach alpha= 85.7%). The respondents also were asked to express to which
extent the mobile phone meets the evaluative criteria on a scale where 5 meant “to a
great extent”, 1 “to a limited extent” and in addition to this scale, the respondents
had another option which was a “0” and meant that “I was not able to obtain
sufficient information to evaluate”. The reliability analysis shows that the
instrument was reliable (Cronbach alpha= 84.5%). It should be noted that the
consideration sets were required to be formed at brand level instead of models,
because the consideration sets of pretest sample were composed of brands, not
models. Finally, the authors asked their intention to buy this specific model of the
mobile phone. The names of students were asked in both of the questionnaires in
order to match the answers. The respondents were assured that their names were
needed only for matching reasons.
3.4. Data analysis
Data were analyzed by SPSS 13.0 statistical computer program. The
demographic variables and the distribution of the ranking of Brand X -the brand
about which the information is given through customer reviews- in the consideration
set were analyzed through frequency tests. For testing research question 1, the
researchers applied Kruskal-Wallis test, because the data were collected in an
ordinal scale.
Since this study intends to test the differences created by the exposure to
customer reviews, paired-sample t-test would be used for testing research question
2a and one way analysis of variance (ANOVA) would be used for testing the rest of
the research questions. Yet, there are two assumptions to conduct these analyses: 1)
population normality and 2) homogeneity of variance (Coakes and Steed, 2001).
Unfortunately, these assumptions turned out to be violated for the variables
“importance level attached to evaluative criteria”-tested by research question 2a- and
“the extent of meeting evaluative criteria” –tested by the research question 2b-.
Consequently, the authors used Wilcoxon signed-rank test, which is an alternative
for the paired sample t-test and Kruskal-Wallis ANOVA, which is a non-parametric
alternative to the one-way ANOVA test and is used when an investigator has strong
İletişim Fakültesi Dergisi
72
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
reasons for suspecting that the parent population distributions might be different
from normal (Newbold, 1995).
Hence, the authors applied Wilcoxon signed-rank test and Kruskal-Wallis
ANOVA for testing research question 2a and 2b, respectively. On the other hand, for
the variable intention to buy, the assumptions were met. First, kurtosis and skewness
values show whether the sample is distributed normally. A kurtosis value between
±1.0 is considered appropriate for most psychometric purposes while ±2.0 value is
also considered acceptable (George and Mallary, 2003). On the other hand, as the
skewness value comes closer to 0, the distribution comes closer to normal
distribution (Nakip, 2003). Skewness and kurtosis scores for both before and after
intentions fall within these ranges (Skewnessbefore=-0.610, Kurtosisbefore=-0.719;
Skewnessafter=-0.138, Kurtosisafter= -1.130).
Second, homogeneity of variance was insured since the Levene statistics
were not significant for intentions before and after exposure (Levene
statisticsbefore=0.365, pbefore= 0.696; Levene statisticsafter=1,102, pafter= 0.339), which
shows that the population variances for each group are approximately equal (Coakes
and Steed, 2001). Hence, researchers were able to employ one way ANOVA to test
the final research question.
4. FINDINGS
4.1. Demographic profile of the sample
65 volunteer students who study in freshman, sophomore and junior classes
in the Business Administration Department of Faculty of Business in Dokuz Eylul
University in Izmir, Turkey participated in the experiment. The size of the three
groups ranged from 19 to 23 students (Group 1= 23; Group 2= 23; Group 3= 19).
Group 1 was given the highest proportion of favorable customer reviews (67%),
Group 2 was given equal proportion of favorable and unfavorable customer reviews
(50%) and Group 3 the lowest proportion of favorable customer reviews (33%).
The sample was randomly distributed among groups. The means of intentions
before exposure to information in each group showed no significant differences
(F=0.072; p= 0.931). Neither did their ages (F= 0.507; p= 0.605). Moreover, levels
of importance attached to 28 of 29 mobile phone attributes did not differ among
groups before the experiment. In other words, the groups did not differ with respect
to their ages, intentions to purchase Brand X and the levels of importance attached
Bahar 2009, Sayı: 28
73
The Effect…
to mobile phone attributes. Hence, it can be said that the groups were quite similar to
each other.
As shown in Table 2, the average age of the 3 groups of students were 21.
More than half of the sample was females. Nearly half of the sample was composed
of sophomores followed by freshmen and juniors, respectively.
Table 2. Demographic profile of the sample
Group 1
(n= 23)
Group 2
(n= 23)
Group 3
(n= 19)
TOTAL
(n=65)
AGE (means)
21.61±2.23
21.08±1.50
21.37±1.34
21.35±1.74
GENDER
Female
11 (48%)
12 (52%)
12 (63%)
35 (54%)
Male
12 (52%)
11 (48%)
7 (37%)
30 (46%)
TOTAL
23 (100%)
23 (100%)
19 (100%)
65(100%)
Freshman
7 (30.5%)
Sophomore
9 (39%)
Junior
TOTAL
CLASS
6 (26%)
4 (21%)
17 (26%)
13 (57%)
10 (53%)
32 (49%)
7 (30.5%)
4 (17%)
5 (26%)
16 (25%)
23 (100%)
23 (100%)
19 (100%)
65(100%)
4.2. Mobile phone usage behavior of the sample
Table 3 shows that 18% (n=12) of the sample was current users of Brand X
while 14% (n=9) were past users. In total, only 32% of the sample has experience
with the brand –note that the brand mentioned here is not the specific model but the
family brand name like Samsung, Nokia, Sony Ericson, etc.. Among 9 customers
who had used the brand in the past, 7 were satisfied with the brand while 2 had
unsatisfactory experience. Most of the satisfied students were in Group 1 and all of
the unsatisfied students were in Group 2. 74% of the students utilize the Internet as a
source of information to purchase mobile phones. Most of the sample changes their
mobile phones once in more than 2 years while only 3 % changes their mobile
phones once in a year.
İletişim Fakültesi Dergisi
74
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
Table 3. Mobile phone usage behavior of the sample associated with the
Brand X
Mobile Phone Usage
Behavior
Current users of Brand
X
Duration of Using Brand
X
For 6 months
For 1 year
For 2 years
Past users of brand x
Satisfied
Dissatisfied
Utilization of internet as
an information source
Frequency of changing
mobile phones
Once a year
Once in 2 years
Once in more than 2 years
Group 1
(n= 23)
3
Group 2
(n= 23)
4
Group 3
(n= 19)
5
TOTAL
(n=65)
12 (18%)
1
2
0
4
4
0
17
2
0
2
3
1
2
19
4
1
0
2
2
0
12
7
3
2
9 (14%)
7
2
48 (74%)
2
13
8
0
6
17
1
4
14
3 (5%)
23 (35%)
39 (60%)
4.3. Testing the research questions
4.3.1. Ranking of the brand in the consideration set
RQ 1: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create
a difference on the ranking of the brand in the consideration set?
Table 4 shows the frequency distribution of respondents who put the specific
brand, about which information sets are given, to the first, second and third ranks in
their consideration sets and the number of respondents who did not even put this
brand in their consideration sets both before and after the exposure.
Table 4. Ranking of the Brand X in the consideration set before and
after being exposed to different information sources
Before
After
Bahar 2009, Sayı: 28
1st Rank
2nd Rank
3rd Rank
Not in the
Consideration Set
8
6
24
21
14
16
19
22
75
The Effect…
Table 5, on the other hand, shows more specifically the number of these
respondents separately for three groups of respondents. Table 5 demonstrates, for
each group, whether and how the rankings differed after being exposed to the
information. There was no change in the ranking of Group 1. In Groups 2 and 3, the
number of respondents who considered Brand X in their consideration set in the first
and second rank decreased while the number of respondents, who considered Brand
X in the third rank and/or did not even consider it, increased after reading the
unfavorable comments. This shows that unfavorable information have an impact on
respondents to exclude the brand from the consideration set or put it in lower ranks.
Although mostly favorable customer reviews did not have an impact on the
rankings, unfavorable customer reviews had an impact to put the brand in lower
ranks or exclude it from the consideration set.
Table 5. Distribution of the ranks with respect to three groups of
respondents
Proportion of
Favorability
67%
favorable
50%
favorable
33%
favorable
Time of the
questionnaire
Before
After
Before
After
Before
After
1st
Rank
4
4
3
2
1
-
2nd
Rank
6
6
9
8
9
7
3rd
Rank
8
8
4
5
2
3
Not in the
Consideration Set
5
5
7
8
7
9
In order to test the research question 1, the authors rescaled the ranks of
consideration sets before and after the experiment. That is, the first rank was
rescaled as 3, the second as 2, and the third as 1. If the brand was not considered at
all, this case was scaled as zero. Then, the ranks given before being exposed to the
information were subtracted from the ranks given after the exposure. In this case, a
positive number meant a higher rank, zero meant the same rank and a negative
number meant a lower rank. The numbers mathematically ranged from -2 to 2.
Kruskal Wallis test is conducted to see the difference in the change of the rank
orders of Brand X within the consideration set for each possible pair of groups.
Table 6 presents that there is a significant difference for one pair of groups: Group 1
vs. Group 3. Respondents in Group 1 were specifically given favorable comments
while the ones in Group 3 were mainly given unfavorable comments. Hence, it can
İletişim Fakültesi Dergisi
76
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
be concluded that the unfavorable comments created the main difference in the
consideration set compared to positive remarks. That is if the percentages of
negative information given in the source is close, the impact they create on the
ranking in the consideration set is not significant. But if the difference between the
percentages of negative information gets larger the changes in the ranking of the
brand within the consideration set shows significant differences.
Table 6. Paired comparison of the group rankings of the Brand X within
the consideration set (Kruskal Wallis test)
Group 1 vs Group 2
Group 1 vs Group 3
Group 2 vs Group 3
χ2
0.586
3.495
0.607
P
0.444
0.062
0.436
4.3.2. Changes in the importance levels of evaluative criteria
RQ 2a: Will the exposure to OWOM create a difference on the levels of
importance attached to evaluative criteria?
Specifically, the authors employed Wilcoxon signed-rank test for the
importance levels attached to 29 criteria before and after the experiment which
means that there were 29 pairs of importance levels. The results show that the
importance level attached to evaluative criteria before and after being exposed to
OWOM does not change significantly. Table 7 illustrates –separately for each
group- those evaluative criteria, for which significant changes were found. For
Group 1, there were significant changes only in appearance, ease of use and
camcorder. On the other hand, for the Group 3, the importance attached to four
evaluative criteria – resolution of the camera, MP3 player, ease of use and screen
resolution- differed significantly before and after the experiment. Finally, for the
second group, the importance levels for only three evaluative criteria – color-screen,
ergonomics and large keys- differed significantly from the first to the second
questionnaire.
The criteria listed in Table 7 should be interpreted with the criteria listed in
Table 1. Group 1, which read favorable comments on appearance and video
recording, changed their importance levels for appearance and camcorder
significantly. Group 3, who read unfavorable comments on MP3 player and screen
resolution, showed significant differences on the importance levels of these criteria
before and after the experiment. On the other hand, ease of use and ergonomics
Bahar 2009, Sayı: 28
77
The Effect…
were not mentioned in the customer reviews. Yet the importance level of ease of use
differed significantly for two groups while the importance level for ergonomics
differed for one group. Perhaps, the entire information, i.e. not the individual
criteria, indicated ease of use and ergonomics.
Group 2’s importance levels on color-screen, ergonomics and large keys
changed significantly after being exposed to equal number of favorable and
unfavorable customer reviews. In the customer reviews, screen resolution of the
Brand X has been criticized negatively. Hence, the results of Wilcoxon signed-rank
test show that the rank of importance levels of color screen has decreased after
reading the 50% favorable customer reviews. On the other hand, the customer
reviews given to the Group 2 appreciates the menu, design and the small size of the
phone all of which are related to the ergonomics of the phone. These favorable
comments on ergonomics might have led the respondents to improve their
importance level ranks significantly. The ranking of the importance level on large
keys show a significant change although this attribute was not discussed in the
customer reviews. This might be attributed to the experiences and prior knowledge
of the respondents.
Table 7. Change in the importance level attached to the evaluative
criteria before and after being exposed to an information source (Wilcoxon
signed-rank test)
Evaluative Criteria
Group 1: 67%
Favorable
Appearance
Ease of use
Camcorder
Group 2: 50%
Favorable
Color-screen
Ergonomics
Large keys
Group 3: 33%
Favorable
Resolution of the
camera
MP3 player
Ease of use
Screen Resolution
Z- Value
P
-1.667
-2.828
-1.890
0.096
0.005
0.059
-1.897
-1.667
-2.460
0.058
0.096
0.014
-2.121
0.034
-1.725
-2.352
-2.333
0.084
0.019
0.020
İletişim Fakültesi Dergisi
78
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
4.3.3. Extent of meeting the evaluative criteria
RQ 2b: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM
create a difference on the extent the brand meets the evaluative criteria?
In consumer decision making, consumers use the evaluative criteria to
evaluate the alternatives they consider. In this stage they find to which extent the
brand, which is being evaluated, meets the criteria. Table 8 demonstrates whether
the extent to which Brand X meets the evaluative criteria differs significantly among
three groups of respondents. It should be noted that only those attributes, on which
all of the groups received information are included in the analysis. These attributes
may also be considered as the intersection set of three columns of Table 1. Before
the analysis was conducted, the respondents who put a “0” (which means “I was not
able to obtain sufficient information to evaluate”) were excluded from the analysis.
The findings show that the evaluations of Brand X on 4 attributes significantly
differed among three groups of respondents exposed to different proportions of
favorable information.
In Kruskal-Wallis test, each of the n observations is replaced by ranks. That
is, all of the scores from all of the k samples are combined and ranked in a single
series. The smallest score is replaced by rank 1, the next smallest score is replaced
by rank 2, and the largest score is replaced by rank n, where n is the total number of
independent observations in the k samples. When this is done, the sum of ranks in
each sample is found. From these sums, the average rank for each sample or group is
computed (Siegel and Castellan, 1988). Hence, the results should be interpreted in a
way that the groups with higher mean ranks must have evaluated the brand more
favorably. The groups with lower mean ranks, on the other hand, evaluated the
brand less favorably.
Information about battery life, radio, and appearance is positive for all 3
groups. When we look at the mean ranks, Group1 which contains mostly positive
information has the lowest rank while Group 3 which contains mostly negative
information has the highest mean rank. If positive information is dominant in the set,
favorable information about a feature would affect the evaluations less on that
attribute while favorable information on a feature given in a bundle of mostly
negative information would create a greater positive affect on the evaluation of that
feature.
For the MP3 player feature, we intentionally gave information positively for
the first group which contains mostly positive information. We gave negative
Bahar 2009, Sayı: 28
79
The Effect…
information on MP3 player for Group 3 which was generally exposed to negative
information and we gave both positive and negative information about MP3 player
feature to the respondents in Group 2 which were exposed to equal proportions of
negative and positive information. In that case, it was seen that Group1 had the
highest means for MP3 player feature while Group 3 had the lowest evaluations
which were parallel to the information given to them. This situation can be
explained by the general impression formed by the given information. Group 1 was
given favorable comments about the brand hence it is assumed that the participants
in Group 1 formed positive impressions. In this case, a feature on which a favorable
comment was provided is expected to be evaluated favorably. On the other hand,
Group 3 was given unfavorable comments hence it is assumed that the participants
in Group 3 formed negative impressions. A feature, which is mentioned
unfavorably, will be evaluated negatively. Also it is expected that the general
negative impression would exaggerate the unfavorability of that feature while the
general positive impression would enhance the favorability of the given feature.
Therefore if a favorable comment about MP3 player is given to Group 1, it will get
the highest rank, a neutral comment given to Group 2 will get a moderate rank, and
unfavorable comment given to Group 3 will get the lowest mean rank. The results
support these expectations.
Table 8. Kruskal-Wallis One-Way ANOVA results for evaluative criteria
Evaluative Criteria
Groups
N
Battery Life
Group 1
Group 2
Group 3
Total
Group 1
Group 2
Group 3
Total
Group 1
Group 2
Group 3
Total
22
22
18
62
23
22
16
61
23
23
19
Group 1
Group 2
23
23
Bluetooth
Integrated camera
MP3 player
Mean
Rank
25,45
31,95
38,33
ChiSquare
6,369
Df
2
Asymp.
Sig
0,041
34,02
28,80
29,69
1,263
2
0,532
38,43
30,65
29,26
3,369
2
0,186
38,57
33,00
9,816
2
0,007
65
İletişim Fakültesi Dergisi
80
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
Radio
Appearance
Camcorder
Screen resolution
Memory of the mobile
phone
Group 3
Total
17
Group 1
Group 2
Group 3
Total
23
23
16
Group 1
Group 2
Group 3
Total
Group 1
Group 2
Group 3
Total
21
21
17
59
23
19
17
Group 1
Group 2
Group 3
Total
Group 1
Group 2
Group 3
Total
22
22
19
63
22
21
15
21,76
63
22,72
35,33
38,63
10,505
2
0,005
23,52
32,14
35,35
6,227
2
0,044
28,65
30,42
31,35
0,284
2
0,867
30,95
33,41
31,58
0,238
2
0,888
32,52
31,79
21,87
4,533
2
0,104
62
59
58
4.3.4. Changes in the intention to buy
RQ 3: Will the exposure to different proportions of favorable OWOM create
a difference on intention to buy?
Students in Group1 had the lowest intention to purchase Brand X while
students in Group 2 had the highest intention before the experiment was conducted.
However, the groups showed no significant differences in their intentions. After the
customer reviews were given to the experiment groups, Group 3 had the lowest
intention while Group 1 had the highest intention. The group that read unfavorable
customer reviews had the lowest intentions. The next group whose intentions are
little bit higher than the Group 3 was given equal proportions of favorable and
unfavorable customer reviews (Group 2). Students in Group 1 had the highest
intentions among the three groups who were exposed to favorable customer reviews.
Bahar 2009, Sayı: 28
81
The Effect…
A significant difference was not found among the intentions of the three groups who
were exposed to different levels of unfavorable information.
Table 9 shows the difference between the before and after experiment
intentions of the groups. The greatest change in intentions was created in Group 3
who was exposed to unfavorable reviews followed by Group 2 who was exposed to
equal number of favorable and unfavorable reviews.
Table 9. Intentions of the three experiment groups before and after being
exposed to different percentages of negative OWOM
Intentions
Intentions
Before the
experiment
Intentions
After the
experiment
67%
favorable
50%
favorable
33%
favorable
TOTAL
F
P
60.57±29.44
64.13±33.73
61.84±33.80
62.20±31.82
0.072
0.931
42.39±25.36
32.17±21.24
28.26±25.19
34.65±24.30
2.004
0.143
When the differences in the intentions of each group of respondents before
and after they were exposed to differing proportions of negative OWOM were
compared, a significant difference was found among the groups who were exposed
to the highest and the lowest proportions of favorable information.
Table 10. Multiple comparisons of the intentions of the three experiment
groups after being exposed to different percentages of negative OWOM
Comparison of Intentions (After)
Regarding Groups
Mean
Difference
Std.
Error
Sig.
67% favorable vs. 33% favorable
67% favorable vs. 50% favorable
14,12815
10,21739
7,41769
7,05563
,061
,153
50% favorable vs. 33% favorable
3,91076
7,41769
,600
5. CONCLUSION
The Internet has become one of the major information sources for consumers.
It provides information for consumers through different vehicles like the company
İletişim Fakültesi Dergisi
82
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
websites, online advertising, and online retailers’ websites which both show and
compare the products. Another emerging information source on the Internet is online
customer reviews, published in online retailers’ websites, weblogs or websites for
consumer complaints. These customer reviews are one kind of OWOM. This study
was an attempt to discover the effect of OWOM regarding different proportions of
unfavorable information. The authors specifically tried to test the effects of varying
proportions of unfavorable OWOM on the formation of consideration set,
importance of evaluative criteria, the evaluation of the brand, and intention to
purchase a specific model of mobile phone with an experiment. The experiment
basically contained exposure to favorable, unfavorable, and neutral customer
reviews as information sources used for pre-purchase search of a mobile phone.
After reading the information sets, some changes were observed in the
formation of consideration sets. The respondents who were exposed to certain
product information have changed their ranking of preference for that brand. For the
entire sample, it was observed that the number of respondents who considered the
brand at the first rank decreased. Although there were groups which received
favorable information, it can be said that unfavorable information had a greater
influence on the respondents about which brands to consider. In addition, there were
significant differences between Group 1 and Group 3. Respondents in Group 1 and 3
were generally given favorable and unfavorable comments, respectively while the
ones in Group 2 were mainly given equal proportions of favorable and unfavorable
comments.
No change was observed in the consideration sets of Group 1. In Group 3, on
the other hand, there were downward shifts from 1st and 2nd ranks to the 3rd rank and
the exclusion of the Brand X form the consideration set. Hence, we can say
unfavorable customer reviews had decreased the ranking of the brand in the
consideration set. It should also be added that four favorable comments in the
favorable set was not enough to outweigh the effects of two unfavorable comments.
Though, exactly the same number of unfavorable reviews (four) in unfavorable
customer review set was enough to outweigh the effects of favorable customer
reviews. This indicates that the unfavorable OWOM was more effective in the
online environment where readers and authors do not know each other. Hence it can
be concluded that small percentage of unfavorable OWOM does not affect the
ranking of the brand within the consideration set. However, if the proportion of the
unfavorable information increases, it creates a significant difference in the ranking
of the brand in the consideration set.
Bahar 2009, Sayı: 28
The Effect…
83
The levels of importance attached to evaluative criteria do not change
significantly before and after the exposure to differing levels of unfavorable
information. This was basically true for the attributes about which information was
provided like memory of the mobile phone, MMS, USB adapter, appearance, video
recording, camera, MP3 player, screen resolution and color-screen. Ease of use and
ergonomics were those attributes whose levels of importance changed significantly
but were not mentioned in any of the groups. We can suggest that other attributes
mentioned might have given an idea on these relatively broader attributes. When
consumers share their experiences with potential customers or information seekers
on the online medium, their aim is not to influence information seekers on the
importance level of the attributes but on the evaluations and intentions. However,
the participants have changed the importance levels of the attributes which are
mentioned in OWOM.
The analysis on evaluative criteria could only be conducted for 9 attributes
which all three groups were given information. Significant differences were
observed only for four of the attributes (battery life, MP3 player, radio and
appearance) among the three groups of participants on the evaluations of how much
the brand meets these criteria.
While evaluating the mobile phone, for 3 attributes about which favorable
information was given, the highest mean ranks belonged to Group 3, the second
highest to Group 2, and the lowest mean ranks belonged to Group 1. So, for these
attributes, we can say that as the number of unfavorable comments increased,
favorability of evaluation of positive information increased. It can be concluded that
having a favorable comment in a set of dominantly negative comments will be
noticed (perceived) more. As it is stated in the Weber’s Law, “the stronger the initial
stimulus, the greater a change must be for it to be noticed” (Solomon, 2004: 61).
Hence, these results indicate that the effect of favorable or unfavorable information
should be interpreted within the context of the information set. If additional positive
information is given with a group of favorable information, the additional
information will not be evaluated as positive as it is. But when the same additional
positive information is given with a group of unfavorable information, the additional
positive information will be perceived more favorably. Hence, the feature about
which the positive information is given will be evaluated more favorably then it was
evaluated in the former situation.
The experiment results show that customer reviews had an influence on
intentions. Purchase intentions among groups did not change significantly before the
İletişim Fakültesi Dergisi
84
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
experiment. The same result was reached after the experiment. The two groups of
students who received mainly unfavorable comments or equal number of favorable
and unfavorable comments had the lowest intentions after the experiment although
they had the highest intentions at the beginning. This can be attributed to the
negative information they were exposed to. Unfavorable OWOM creates a greater
change in intentions compared to any other information under investigation in this
study. Again, we can say that negative OWOM was more effective than positive
OWOM.
Interestingly, customer reviews that contained the highest number of
favorable customer reviews influenced intentions to decrease. This can be attributed
to the fact that favorable reviews were not sufficient to eliminate the effect of
unfavorable ones. Huang and Chen (2006) found support that a high number of
positive customer reviews compared to the number of negative customer reviews
would positively affect consumer on-line choices. Only when the number of positive
remarks was large enough to cover the negative feelings those comments would
truly influence the purchasing intentions of consumers (Huang and Chen, 2006).
Apparently, four favorable customer reviews were not enough to outweigh the
effects of two unfavorable reviews. When the intentions of the three experimental
groups were compared after being exposed to different proportions of favorable
comments, a significant difference was found among the groups who were exposed
to the highest and the lowest proportions of favorable information. As the
proportions of unfavorable comments is over 50%, it becomes more effective on
the intentions and it affects the intentions negatively.
The findings support Crowley and Hoyer (1994) who suggest that low to
moderate levels of negative information are optimal for two-sided messages. As the
level of negative information increases, it will affect intentions and the ranking of
the brand in the consideration set significantly.
Although Huang and Chen (2006) found that the high number of positive
customer reviews vis-à-vis the number of negative customer reviews positively
affect consumer on-line choices, in our study we found that if the percentage of
favorable comments is grater than the unfavorable ones, than this will not affect the
ranking of the brand in the consideration set while it will affect the intentions to
purchase. Having unfavorable information -whether the percentage is high or lowdecreases the intention to purchase. So two-sided OWOM is found to affect the
intentions negatively.
Bahar 2009, Sayı: 28
The Effect…
85
In the current marketplace, which is full of information, some amount of
negative information is likely to be present for almost every brand (Smith and Vogt,
1995). Marketers should consider the OWOM information as a great chance. First, it
is widely available compared to traditional WOM. Yet this is like a double edge
sword. On the one hand, OWOM is easier to access and respond for marketers. On
the other hand, consumers can easily reach that information and share it with people
they know or do not know, and more quickly than expected indeed. So, marketers
are recommended to monitor OWOM about their and competitors’ products. They
should use it as an input in their marketing research activities. They can also handle
OWOM proactively before it appears.
Marketers should keep it in mind that even a small number of unfavorable
WOM in the online environment is strong enough to outweigh a large number of
positive WOM although information providers and seekers are strangers to each
other. Marketers should ensure that complaints or dissatisfactions are initially
addressed to the firm before it becomes a customer review online. Managers can
encourage and reward customers to share their dissatisfactions with the firm through
the firm’s complaint management system. Marketers can assign a number of people
to hunt negative OWOM as soon as it appears in the Internet and respond to it before
it reaches millions of information seekers. It is also advised to give advertisements
before WOM is processed to alleviate the damaging cognitive effects of negative
communication as Smith and Vogt (1995) suggests.
6. LIMITATION AND FURTHER RESEARCH
6.1. Limitations
The major limitation is the small number of respondents participated in the
experiment. The authors took it into account when they were analyzing the data.
Furthermore, the students on the first day of the experiment were asked to state their
intentions to buy for three brands of mobile phones. Yet on the next day, they were
given information sources about a certain model of one of those brands. Then they
were asked to state their intentions to buy this specific model of the mobile phone.
The comparison of the brand and model was necessary because the pretest on the
convenience sample revealed that if we asked their intention to buy a certain model
of mobile phone, the respondents would start to look for information on this specific
model, which would distort the experiment.
İletişim Fakültesi Dergisi
86
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
The order of the negative information in the message can result in different
effects. Stating negative information at the beginning is found to be more effective
(Hass and Linder, 1972) and producing negative impressions about the product
(Asch, 1952; Hastak and Park, 1990). On the other hand, if negative information is
placed at the end consumers could be almost finished processing the message before
being exposed to it (Crowley and Hoyer, 1994). In this study, the researchers did not
consider the effect of the order of the negative information.
6.2. Further research
The study did not consider the effects of totally favorable or totally
unfavorable information. 0% and 100% favorable reviews can be considered to
emphasize the effect of differing levels of favorable information.
Not all the consumers searching for the same product will conduct the same
level of information search since they differ with respect to their risk averseness. In
addition, their experience with the product group, their involvement levels are other
variables that might have an impact on the effect of information sources on the
dependent variables. Involvement level, experience with the product or the brand,
and customer’s risk averseness may be considered in the future researches that will
be conducted on the effect of favorability in OWOM.
Although consumers generally search information prior to decision making,
they do not act rationally all the time. If the time is limited or if the consumer has
either high or low information about the product alternatives, the searching process
takes shorter. But if consumers have time and if they are moderately knowledgeable
about the alternatives, they search more (Beatty and Smith, 1987; Moore and
Lehmann, 1980; Bettman and Park, 1980). Consumers thinking that they know
about
the
product
category
rely
more
on
their
own
evaluations than on dealer recommendations (Schiffman and
Kanuk,
2007).Therefore the level of information the respondent has might also have an
effect on the results. This has not been taken into consideration in the analysis of the
data. Hence, a further research can be conducted to eliminate the impact of different
levels of product knowledge on the effect of different sources on consumer decision
making.
Bahar 2009, Sayı: 28
87
The Effect…
REFERENCES
Alba, J., Lynch J., Weitz, B., Janiszewski, C., Lutz, R., Sawyer, A. & Wood, S.
(1997) Interactive home shopping: Consumer, retailer and manufacturer
incentives to participate in electronic marketplaces, Journal of Marketing, 61,
p.38-53.
Arndt, J. (1967) Role of product-related conversations in the diffusion of a new
product, Journal of Marketing Research, 3, p.291-295.
Asch, S.E. (1952). Social psychology. Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall.
Bakos, J.Y. (1997) Reducing buyer search costs: implications for electronic
marketplaces, Management Science, 43, p.1676-1692.
Bellman, S., Johnson, E.J., Lohse, G.L. & Mandel, N. (2006) Designing
marketplaces of the artificial with consumers in mind: Four approaches to
understanding consumer behavior in electronic environments, Journal of
Interactive Marketing, 20, p.21-33.
Beatty, S.E. & Smith M.S. (1987) External search effort: an investigation across
several product categories, Journal of Consumer Research, 14 (1): 83-95.
Bettman, J.R. (1973) Perceived risk and its components: a model and empirical test,
Journal of Marketing Research, 10, p.184-190.
Bettman, J.R. & Park, C.W. (1980) Effects of prior knowledge and experience and
phase of the choice process on consumer decision process: A protocol
analysis, Journal of Consumer Research, 7 (3), p.234-248.
Bickart, B. & Schindler, R.M. (2001) Internet forums as influential sources of
consumer information, Journal of Interactive Marketing, 15, p. 31-40.
Blackwell, R.D., Miniard, P.W. & Engel, J.F. (2001) Consumer behavior, Ohio:
South-Western.
Brown, J., Broderick, A.J. & Lee, N. (2007) Word of mouth communication within
online communities: Conceptualizing the online social network, Journal of
Interactive Marketing, 21, p. 2-20.
Brucks, M. (1985) The effects of product class knowledge on information search
behavior, Journal of Consumer Research, 12 (1), p.1-16.
Claxton, J.D., Fry, J.N. & Portis, B. (1974) A taxonomy of prepurchase information
gathering patterns, Journal of Consumer Research, 1 (3), p.35-42.
İletişim Fakültesi Dergisi
88
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
Coakes, S.J. & Steed, L.G. (2001) SPSS analysis without anguish, Singapore: John
Wiley and Sons Ltd.
Crowley, A.E. & Hoyer, W.D. (1994) An integrative framework for understanding
two-sided persuasion, Journal of Consumer Research, 20, p.561-574.
Dowling, G.R. & Staelin, R. (1994) A model of perceived risk and intended riskhandling activity, Journal of Consumer Research, 21, p.119-134.
Etgar, M. & Goodwin, S.A. (1982) One-sided versus two-sided comparative
message appeals for new brand introductions, Journal of Consumer Research,
9, p.460-465.
Fill, C. (2002) Marketing communications: Contexts, strategies and applications,
Spain: Pearson Education.
Fong, J. & Burton, S. (2006) Online word-of-mouth: A comparison of American and
Chinese discussion board, Asia Pacific Journal of Marketing and Logistics,
18, p.146-156.
Golden, L.L. & Alpert, M. (1987) Comparative analysis of the relative effectiveness
of one-sided and two-sided communications for contrasting products, Journal
of Advertising, 16 (1), p.18-28.
George, D. & Mallary, P. (2003) SPSS for Windows step by step, Boston: Pearson
Education Inc.
Hammond, K., McWilliam, G. & Diaz, A.N. (1998) Fun and Work on the Web:
Differences in Attitudes between Novices and Experienced Users, In: Alba,
J.W. & Hutchinson, J.W. (eds). Advances in Consumer Research. (p.372378), Provo, UT: Association for Consumer Research.
Hass, R. G. & Linder, D.E. (1972) Counterargument availability and the effect of
message structure on persuasion, Journal of Personality and Social
Psychology, 23, p.219-233.
Hastak, M. & Park, J. (1990) Mediators of Message Sidedness Effects on Cognitive
Structure for Involved and Uninvolved Audiences, In: Goldberg, M.E. et al
(eds). Advances in Consumer Research, (p.329-336). Provo, UT: Associations
for Consumer Research.
Hennig-Thurau, T., Gwinner, K.P., Walsh, G. & Gremler, D.D. (2004) Electronic
word-of-mouth via consumer-opinion platforms: What motivates consumers
Bahar 2009, Sayı: 28
The Effect…
89
to articulate themselves on the internet?, Journal of Interactive Marketing, 18,
p.38-52.
Herr, P.M., Kardes, F.R. & Kim, J. (1991) Effects of word-of-mouth and product
attribute information on persuasion: An accessibility-diagnosticity
perspective, Journal of Consumer Research, 17, p.454-462.
Hoffman, D.L. & Novak, T. (1996) Marketing in hypermedia computer-mediated
environments: Conceptual foundations, Journal of Marketing, 60, p.50-68.
Hoque, A.Y. & Lohse, G.L. (1999) An information search cost perspective for
designing interfaces for electronic commerce, Journal of Marketing Research,
36, p.387-394.
Huang, J. & Chen, Y. (2006) Herding in online product choice, Psychology and
Marketing, 23, p.413-428.
Jepsen, A.L. (2007) Factors affecting consumer use of the internet for information
search, Journal of Interactive Marketing, 21, p. 21-34.
Kamins, M.A. & Assael, H. (1987) Two-side versus one-sided appeals: A cognitive
perspective on argumentation, source derogation, and the effect of
disconfirming trial on belief change, Journal of Marketing Research, 24,
p.29-39.
Kamins, M.A. & Marks, L.J. (1987) Advertising puffery: The impact of using twosided claims on product attitude and purchase intention, Journal of
Advertising, 16 (4), p.6-15.
Kiel, G.C. & Layton, R.A. (1981) Dimensions of consumer information seeking
behavior, Journal of Marketing Research, 28, p.233-239.
Klein, L.R. & Ford, G.T. (2003) Consumer search for information in the digital age:
An empirical study of prepurchase search, Journal of Interactive Marketing,
17, p.29-49.
Lee, E., Lee, J. & Schumann, D.W. (2002) The influence of communication source
and mode on consumer adoption of technological innovations, The Journal of
Consumer Affairs, 36, p.1-27.
Malhotra, N.K. (1993) Marketing research: An applied orientation, Englewood
Cliffs: Prentice Hall.
McGuire, W.J. (1985) Attitudes and Attitude Change In: Lindzey, G. & Aronson, E.
(eds.) Handbook of Social Psychology, (p. 233-346). MA: Addison-Wesley.
İletişim Fakültesi Dergisi
90
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
Midley, D.F. (1983) Patterns of interpersonal information seeking for the purchase
of a symbolic product, Journal of Marketing Research, 20, p.74-83.
Mitra, K., Reiss, M.C. & Capella, L.M. (1999) An examination of perceived risk,
information search and behavioral intentions in search, experience and
credence services, The Journal of Services Marketing, 13, p. 208-228.
Moore, W.L. & Lehmann, D.R. (1980) Individual differences in search behavior for
a nondurable, Journal of Consumer Research, 7, p.296-307.
Mourali, M., Laroche, M. & Pons, F. (2005) Antecedents of consumer relative
preference for interpersonal information sources in pre-purchase search,
Journal of Consumer Behavior, 4, p.307-318.
Nakip, M. (2003) Pazarlama araştırmaları, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Newbold, P. (1995) Statistics for business and economics, New Jersey: PrenticeHall.
Özcan, Y.Z. & Koçak, A. (2007) Research note: A need or a status symbol?: Use of
cellular telephones in Turkey, European Journal of Communication, 18,
p.241-254.
Pechmann, C. (1992) Predicting when two-sided ads will be more effective than onesided ads: The role of correlational and correspondent inferences, Journal of
Marketing Research, 29, p. 441-453.
Peterson, R.A. & Merino, M.C. (2003) Consumer information search behavior and
the internet, Psychology and Marketing, 20, p.99-121.
Phelps, J. E., Lewis, R., Mobilio, L., Perry, D. & Raman, N. (2004) Viral marketing
or electronic word-of-mouth advertising: Examining consumer responses and
motivations to pass along email, Journal of Advertising Research, 45, p.333–
348.
Punj, G.N. & Staelin, R. (1983) A model of consumer information search behavior
for new automobiles, Journal of Consumer Research, 9, p.366-380.
Punj, G. & Brookes, R. (2001) Decision constraints and consideration-set formation
in consumer durables, Psychology and Marketing, 18, p.843-863.
Ratchford, B.T., Lee, M.S. & Talukdar, D. (2001) A model of consumer choice of
the internet as an information source, International Journal of Electronic
Commerce, 5, p.7-21.
Bahar 2009, Sayı: 28
The Effect…
91
Roberts, J.H. & Lattin, J.M. (1991) Development and testing of a model of
consideration set composition, Journal of Marketing Research, 28, p.429-440.
Sawyer, A.G. (1973) The effects of repetition of refutational and supportive
advertising appeals, Journal of Marketing Research, 10, p.23-33.
Schiffman, L. & Kanuk, L.L. (2007) Consumer behavior, New Jersey: Pearson
Prentice-Hall.
Schmidt, J.B. & Spreng, R.A. (1996) A proposed model of external consumer
information search, Journal of the Academy of Marketing Science, 24 (3),
p.246-256.
Settle, R.B. & Golden, L.L. (1974) Attribution theory and advertiser credibility,
Journal of Marketing Research, 11, p.181-185.
Siegel, S. & Castellan, Jr., N.J. (1988) Nonparametric statistics for the behavioral
sciences, Singapore: McGraw-Hill, Inc.
Smith, D., Menon, S. & Sivakumar, K. (2005) Online peer and editorial
recommendations, trust, and choice in virtual markets, Journal of Interactive
Marketing, 19, p.15-37.
Smith, R.E. & Hunt, S.D. (1978) Attributional processes and effects in promotional
situations, Journal of Consumer Research, 5, p.149-158.
Smith, R.E. & Vogt, C.A. (1995) The effects of integrating advertising and negative
word-of-mouth communications on message processing and response, Journal
of Consumer Psychology, 4, p.133-151.
Solomon, M.R. (2004) Consumer behavior: Buying, having, and being, New Jersey:
Pearson Prentice Hall.
Solomon, M.R. (2007) Consumer behavior: Buying, having, and being, New Jersey:
Pearson Prentice Hall.
Srinivasan, N. (1990) Prepurchase external search for information, In: Zeithaml.
V.E. (ed.). Review of Marketing (p.153-189). Chicago: American Marketing
Association.
Srinivasan, N. & Ratchford, B. (1991) An empirical test of a model of external
search for automobiles, Journal of Consumer Research, 18, p.233-242.
Stigler, G.J. (1961) The economics of information, Journal of Political Economics,
29, p.213-225.
İletişim Fakültesi Dergisi
92
G. Bayraktaroğlu-B. Akyol
Sun, T., Youn, S., Wu, G. & Kuntaraporn, M. (2006) Online word-of-mouth (or
mouse): An exploration of its antecedents and consequences, Journal of
Computer-Mediated Communication, 11, p.1104-1127.
Wolfinbarger, M. & Gilly, M. (2001) Shopping online for freedom, control and fun,
California Management Review, 43, p.34-53.
Ying, H.L.& Chung, C.M.Y. (2007). The effects of single-message single-source
mixed word-of-mouth on product attitude and purchase intention, Asia
Pacific Journal of Marketing and Logistics, 19, p.75-86.
Bahar 2009, Sayı: 28
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
A NEW ERA ON THE INTERNET: FACEBOOK.COM
TO FACE THE FACEBOOK AS A HUGE SOCIAL
PHENOMENON
Burçin EKİNİL*
ÖZET
Bu çalışmada Facebook, dev bir sosyal fenoman olarak, başlangıç noktası olarak belirlendi.
Internet ve Web 2.0 çalışmaları doğrultusunda Facebook araştırmasına başlandı ki bu,
tarihsel ve teknik çerçeveyi oluşturdu. Daha sonra, Facebook’un günlük hayattaki kullanım
sürecinde, tüm Facebook kullanıcılarının yakından tanıdığı özellikler ele alındı.
Facebook’un, kullanıcıları üzerindeki yapılanması ve etkileri araştırıldı. Bu doğrultuda,
İnternet üzerinden Facebook kullanıcılarına anketler dağıtıldı ve böylece Facebook’un
insanların hayatlarını nasıl değiştirdiği, öneminin hangi seviyede olduğu ve Facebook’un
diğer sitelerden ayrımı gibi konular üzerinde duruldu. Anketlerin desteğiyle Facebook;
‘psikolojik’, ‘sosyolojik’, ‘sanal kimliğe karşı gerçek kimlik’, ‘röntgencilik’ ve ‘kamusal bir
alan olarak Facebook’ alt başlıklarıyla incelenerek, derinlemesine bir anlayış ve analize
gidildi.
Anahtar kelimeler: Facebook, Web 2.0, online cemaatler, online etkileşim
ABSTRACT
In this study, Facebook is captured as our originating point, to understand this huge
phenomenon. We worked on Facebook in the light of the Internet and Web 2.0 studies, where
historical and technical part of the study appeared. Then we studied Facebook in terms of its
daily usage by the members, where we focused on the well-known features of Facebook.
We tried to highlight Facebook’s impacts and its structuring on its users. Within this context,
surveys were given to Facebook users through the Internet to discover how Facebook
changes people’s lives, at which level its importance lie, and what is special about Facebook.
With the help of these surveys, we interpreted its different aspects in various ways such as;
‘psychological’, ‘sociological’, ‘virtual identity versus real identity’, ‘voyeurism’ and
‘Facebook as a public space’, while trying to come up with a deeper understanding and
analysis of this phenomena.
Key words: Facebook, Web 2.0, online communities, online interaction
*
Istanbul Bılgı Unıversıty Medıa & Communıcatıon Systems (Graduate)
İletişim 2003/18
94
B. Ekinil
I) INTRODUCTION
The aim of this article is to examine Facebook with its every aspect. In our
everday lives, we see many characteristics of Facebook like its connectivity,
interactivity, variety, etc. But, to understand the topic and its effects in our everyday
lives, we should go deeper by looking at its technical, sociological, psychological
facts. We should study Facebook both from outside and inside.
In the basis in its foundation, Facebook has a different and wider usage when
compared to other social networking sites. Originally, Facebook was created to
provide an online student ID directory (Lashinsky cited in Moulton & Timmer,
2006: 6). Facebook is divided into networks, and for college students at the
beginning these networks were their schools. But today Facebook has over 55
million users all over the world. This foundational characteristic made Facebook
different from traditional networking sites.
As Acquisti and Gross (2005) points out that “college-oriented social
networking sites provide opportunities to combine online and face-to-face
interactions within an ostensibly bounded domain”. And Sege strengthens this
characteristic, for him they are communities based “on a shared real space” (Sege
cited in Acquisti & Gross, 2005: 4). Another important point worth studying is that,
unlike all other sites how Facebook combines a new technology with the oldstyle.
What is the magic of Facebook? Why Facebook is one of the ten most viewed sites
on the web? (Warren cited in Andon, 2007: 2).
Turkey has 2,1 million Facebook users. 2 This data makes our study more
valuable, where the sum of the users of three European countries is less than the half
of our user number. France has 370 thousand, Findland has 195 thousand and
Germany has only 180 thousand users; and generally their percentage of Internet
usage is more than ours in Turkey. 3
II) METHODOLOGY
For this research, surveys were given to 150 people between the ages of 1535. That age range gave us the chance to explore by getting broader range of
answers and to study the issue in a varied way to get healthier results. At the
beginning we prepared classical survey questions which asked their gender, age, etc.
You can examine the pie charts of these questions in Appendix A.
2
3
facebookhaber.com (17 December, 2007)
http://www.adsl.com.tr/Default.aspx?haber=145 (28 May, 2008)
Bahar 2009, Sayı: 28
A New Era On The Internet: Facebook.…
95
Survey is divided into two different parts. In the first part, we asked multiple
choice questions using 5 point Likert scale. There are typical 5 level Likert items
such as Strongly Agree, Agree, Neither Agree Nor Disagree, Disagree, Strongly
Disagree. Then, we asked them to incorporate their own feelings about Facebook,
about their relationships and also tried to touch the privacy issue with questions such
as “Information about Facebook makes me confident of how other people will react
and behave”, “Information on Facebook helps me accurately predict other people’s
feelings and emotions”, and “Information on Facebook helps me get to know other
people well”.
In the second part of the survey, open ended questions were asked where the
participants could mark one or more choices; here they were also given the chance
to write their own answers by selecting ‘other’. By doing that, we could better
understand the nature of their relationship with Facebook as users. They were asked
to answer questions such as “How Facebook changed your usage of the Internet?”,
“What are your daily activities on Facebook”, and “Who is the ideal person you can
meet through Facebook?”. In Appendix B, The sample of the survey could be found.
III)
ANALYSIS AND EVALUATION
a) RELATED LITERATURE
Facebook is one of the most important social networking sites, where it is
used in the basis of Web 2.0. When we look at the literature, we firstly should
understand how this system in Web 2.0 works, because Web 2.0 applications and
communities are up-to-the minute technologies. The main lines of the review appear
around Internet and Web 2.0 studies.
Looking at the Internet studies is necessary, where the Internet is the
beginning of the whole story. Internet as an incredible phenomenon came to our
lives and touched just about everything in our social lives. Putman, with his
displacement theory, also specializes in a new form of communication and refers
that “spending time on the Internet takes away from the time individuals might
spend in their communities, since individuals have only a limited amount of time”
(Nie and Erbring cited in Bergman, 2005: 89).
Paul Miller in his work “Coming Together around Library 2.0” successfuly
gives us the principles of Web 2.0. He (2006)4 asserts that; “Web 2.0 is participative,
it permits the building of virtual applications, it is about sharing, its applications
4
http://www.dlib.org/dlib/april06/miller/04miller.html (15 December, 2007)
İletişim Fakültesi Dergisi
96
B. Ekinil
work for the user, its applications are modular, it is about communication and
facilitating community, it is about remix, it is smart and it is built upon trust”.
Web 2.0 is the end of the read-only and the beginning of the read/write
system. What do I mean by that? In simple words we can say that the jump from
Web 1.0 to Web 2.0 is a transformation from a stable life to a platform which allows
participation and collaboration. For Web 2.0 one can write pages, but the best light
would be its founder’s words. To sum up the story Tim O’Reilly makes a definition
for Web 2.0; “Web 2.0 is the network as platform, spanning all connected devices;
Web 2.0 applications are those that make the most of the intrinsic advantages of that
platform: delivering software as a continually-updated service that gets better the
more people use it, consuming and remixing data from multiple sources, including
individual users, while providing their own data and services in a form that allows
remixing by others, creating network effects through an ‘architecture of
participation’, and going beyond the page metaphor of Web 1.0 to deliver rich user
experiences” (Miller, 2005). 5
Web 2.0 is an interactive, user-centered, multi-media application. Now let’s
see how we use it in our everyday lives. To see it’s daily usage more clearly, we can
add a schema from Mustafa Alkan’s work “What is Web 2.0?”;
Figure 1. The daily usage of Web 2.0 6
b) FACEBOOK AS AN ONLINE COMMUNITY
5
6
http://www.ariadne.ac.uk/issue45/miller/ (20 December, 2007)
http://www.csharpnedir.com/makalegoster.asp?Mid=570, translated by me (15 December, 2007)
Bahar 2009, Sayı: 28
A New Era On The Internet: Facebook.…
97
In the review of literature you’ve seen how Web 2.0 works technically and
how it appears in daily life. In our everyday lives we spend a considerable amount of
time using social network sites, which are one of the important parts of Web 2.0.
Facebook also works with Web 2.0, because in social network sites, users create
personal webpages freely and easily, where they can also add on them anything they
want. According to the results of a Pew report (2005); “more than half of young
Internet users in the US had created some kind of online content, be it a blog,
personal webpage or sharing original content in the form of artwork, photographs,
music and videos” (Selwyn, 2007:6).
If we look at Facebook, we’ll see that Facebook achieved all of these goals.
In Facebook, users can visit all of their friends in the same network, they can send
short text messages, they can send gifts to each other, they can download
applications in different categories, they can join groups and so on. In other words,
Facebook, as a Web 2.0 application, allows users “to participate directly in the
creation, refinement and distribution of shared content” (Selwyn, 2007: 1).
In Facebook, the interactions are built in a user-centered basis, where they
can behave dynamically. Here, users create content, they can add or remove things if
they wish, they have their own profile pages, which are created by the users
themselves. On the other hand, Web 2.0 is innovative. There are user-created groups
on particular themes or topics. You can join a group, you can create a group, you
can tag on the group or you can share whatever you want. ‘Groups’ are important,
where you can get, share and utilize information. One can create a group possessing
an organizational structure. Just like in ‘groups’, in ‘events’ people get organized.
So you can attend, you can advise or announce an event.
Web 2.0 provides a multi-media experience, where it contains video and
audio components. In Facebook you can’t share videos, but by the mediation of ‘iTunes’ you can share music. You can also share photos, which is the most common
and favourite application of Facebook. Most of it’s users share their photos in
Facebook.
Beyond all, Facebook becomes an important source of inspiration for the
creation of new communities. As Selwyn mentions about the existence of specific
social networking sites; there are “the child-oriented Bebo space or mobile phonebased Twitter” (Selwyn, 2007: 2). Nationally focused sites such as “the Korean
Cyworld or the Brazilian Orkut” (Selwyn, 2007:2), networking sites like Dogbook,
Catbook and even Hatebook.
İletişim Fakültesi Dergisi
98
B. Ekinil
c) FACEBOOK AND INDIVIDUALIZATION
Individualiziation in cyberspace is one of its most important features, which
entered our lives with the usage of Web 2.0 and inevitably became the beginning of
the ‘age of the individual’. This is a new individual-based life, which is structured
on the individual, including individual friendship networks, individual content,
freedom and privacy. Facebook is one of the popular friendship networks, which
operates on the individual basis.
Facebook users have the opportunity to create their own profile pages in the
desired order and interest. It’s a community, in which everyone has their own
friends in their lists of interests. It’s the beginning of an individual sovereignity and
interactivity, where Facebook provides you to shout your own voice just like in
blogs. On the one hand, your profile is your place, and you are able customize it the
way you want it. On the other hand, there are groups created before you in which
you can join and let your voice heard.
Paul Hodkinson (2007) gives an example from a user of Live Journal, where
he points out to the concept of individual ownership; “It’s very different etiquette
because when you are posting to a mailing list, you’re very much aware that it’s like
a group in sense of what the rules are and what’s acceptable and what’s not, but with
LiveJournal it’s your space so you decide what the rules are”.
Facebook also provides an individual ownership similar to LiveJournal. In
the groups, there are moderators, who are authorized to accept or reject the people
who would like to join; which in most cases anyone can actually join their group of
preference. This principle allows anyone to form a group based on their interests and
choices. In this respect, we can talk about an individual freedom, as in Facebook,
every user has the opportunity to discuss matters and express their ideas and
opinions on specific subjects within these groups, which means other users will
acknowledge and respect them.
Moreover, this type of communication allows the appearance of individual
content. Users can write or post whatever they want, from their own experience or
observation; they can comment on other’s photos or on the attached objects of
other’s walls. There are applications that show other users which events you are
planning to attend during the coming week and applications where you can follow
others schedules of planned events too. With these features, Facebook enables the
user to maximize the contents that can be used in their screen.
Bahar 2009, Sayı: 28
A New Era On The Internet: Facebook.…
99
d) DIFFERENT ASPECTS OF FACEBOOK
da) Psychological Part
Internet would not be what it is now without the people using it and
contributing to it, changing it, creating it and reacting to it, therefore it would be
helpful to look at the science of psychology, and their interpretations on the subject.
Internet studies started appearing in 1990s for the first time as an interesting area in
the literature of psychology. There were some important indicators such as the
ceaseless Internet usage, the anxiety by the limitations of the Internet usage even
though it brings on an asocialisation and a harm on the academic career,etc., which
made Internet studies more inviting. (Öztürk et all, 2007: 36).
Odabaşıoğlu (2007) succesfully points out that, in the Internet addiction;
patients also show other psychiatric failures; mainly social fobia, decrease in
attention, hiperactivity and depression. Those mentioned incidents and thesis are of
course not enough to make a generalization and we can not claim directly that we
will see the similar negative effects on Facebook users, but those studies are
important to understand the world of the Internet and to throw light on many issues
to see how Internet alters people’s psychology, and that is why scientists keep
working on this important subject. With the recent developments on technology, the
time spent in the Internet incerases day-by-day and it has many psychological and
problematic consequences and Facebook is not an exception.
Our survey shows that all of the different age groups use Facebook as a
communication tool. It is important to see that approximately 12,75% of the
respondents which fall in between the ages 21 and 30 say that, they are spending
more time in the Internet after becoming a Facebook user. Most of the respondents
claim that Facebook has become an everday activity. Below, you can examine the
table of the total results from the survey question ‘How did Facebook changed your
usage of the Internet?’, which is sorted according to the age groups. Here,
respondents could mark one or more choices or write their own answers by selecting
‘other’. Out of 150, only 8 people selected the choice of ‘other’, which indicates
that, they don’t believe Facebook changed their lives in a significant way.
İletişim Fakültesi Dergisi
100
B. Ekinil
Table 1. How did Facebook change your usage of Internet
Another psychological perspective we can use to interpret Facebook is the
Freudian perspective. In her book ‘Visual and Other Pleasures’, Laura Mulvey
(1989) quotes Freud with his ‘scopophilia’ concept (pleasure in looking), where she
points out that; “There are circumstances in which looking itself is a source of
pleasure, just as, in the reverse formation, there is pleasure in being looked at”. And
she (1989) continues; “Curiosity and the wish to look intermingle with a fascination
with likeness and recognition: the human face, the human body, the relationship
between the human form and its surroundings, the visible presence of the person in
the world”.
In this part of her book, she builds a triangle of cinema, looking and being
looked. We can build the same triangle with Facebook, using the concepts of
‘looking’ and ‘being looked’. In Facebook, members develop a ‘pleasure in
looking’, where the site itself is based on visuality. In the 27th. question of our
survey, 64,7% of all respondents claim that photos in Facebook is a must for them,
equally 50,67% of them say they like looking at other peoples profiles, therefore,
our results are in line with Mulvey’s thesis.
db) Sociological Part
The change in time and space is a huge phenomenon and many discussions
around the issue take place. David Harvey is a main figure, who talks about timespace distanciation; he presents the local consequences of global acts. In the same
way, Anthony Giddens talks about the ‘separation of time and space’. Harvey holds
place in ‘Introducing Cultural Studies’, in which he talks about new technologies
and the world of today. He points out to “the speedier flows of good and faster
communication” (Harvey cited in Baldwin et all, 1999: 159).
Facebook is a good example for faster communication. In Facebook, you can
see all of these interaction and communication models in a compressed form. If we
refer to the results of our survey, we will also see this point of view. 4% of our
Bahar 2009, Sayı: 28
101
A New Era On The Internet: Facebook.…
respondents ‘stronlgy agree’ that relationships in Facebook are faster compared to
face-to-face interactions, where with 50%, a high percentage of ‘agree’ respondents
think in the same way. It’s very interesting to see 35% of the people, who answered
this question ‘strongly disagree’, spend between 10-30 minutes in Facebook. And
20% of the ‘strongly disagree’ users spend between 30-60 minutes in Facebook.
The types of representation also structure an abstract view by the creation of
interaction. Below, you can examine the table from ‘Introducing Cultural Studies’,
in which the pictorial representation modes in different types of societies were
given.
Table 2. Types of Society, Modes of Pictorial Respresentation and Their
Associated Positions
Traditional Society
Authographic (handmade) images
Worshippers
Modernity
Photographic Images
Viewers
Postmodernity
Electronic Images
Interactive Users
(Baldwin et all, 1999: 416)
As defined herein, it’s obvious that Facebook is the product of the
postmodern society, and the picture-based system in Facebook matters for its
members. Although in the 12th. question ‘Information in Facebook makes me
confident of how other people will react and behave’, the respondents couldn’t
choose a side. 5% of them ‘strongly agree’ and ‘strongly disagree’, where 33% of
them ‘agree’ and 27% of them ‘disagree’.
In the 18th. question compared to the 12th. question, a high percentage of
50,67% Facebook users have a positive attitude about checking the profiles of other
Facebook users. Here, 28.67% of the respondents have chosen ‘neither agree or
disagree’. According to our survey, I can say that profiles are significant, which are
the presentation arenas of Facebook users. The 27th. question will also strenghten
this point of view, where we asked the indispensable characteristic of Facebook.
Total results show us that, 64,7% of the respondents mark the ‘photos’. It is a great
percentage, which also supports the importance of visibility.
İletişim Fakültesi Dergisi
102
B. Ekinil
dc) Virtual Identity vs. Real Identity
The notion of reality in the Internet, in other words, reality in the virtual
space, has been discussed many times by academics from diverse fields. It’s a wellknown, wide area, which includes the whole life within the borders of computers.
Facebook provides us an opportunity to be ourselves. In Facebook, one can’t be an
active Facebook member by concealing his/her real identity. There are some field
studies, which can be an example for this argument. The results of ‘Trust and
privacy concern within social networking sites’ show that, 100% of the Facebook
members reveal their real name (Dwyer et all, 2007). Equally in ‘Information
revelation and privacy in online social networks’, the results taken from a sample of
100 people indicates that 89 of them choose to use their real names (Acquisti &
Gross, 2005). Our survey results are confirming these results where all of the
respondents appear with their real names in Facebook.
Manuel Castells focuses on the culture of real virtuality, where he crossexamines the situation of the reality in virtual communities. He (2000) successfully
explains the situation; “They are communities, but not physical ones, and they do
not follow the same patterns of communication and interaction as physical
communities do”. Here, I want to give a little break, because Facebook gets off
course. Somehow, Facebook provides us the same patterns of communication and
interaction. In Facebook, you can send gifts or flowers to your friends, you can play
cards or you can invite a friend to the ‘rakı sofrası’.
It is interesting to see that Facebook does not only bring the real and the
virtual life together, but it also involves cultural and local components such as the
‘rakı sofrası’. In ‘Fantasy, realism and the other in recent video games’, Schwartz
(2006) points out to the effects of cultural elements in video games on the players,
which are highly close to the world of Facebook in their characteristics; “… the
setting is a fantasy world that strives for realism through a detailed and layered
portrayal of imaginary cultures. The fantasy cultures are portrayed through clothing,
food, architecture, music, dialogue and story events. This level of detail in the
presentation seemed to impress the fans of the game”. In Facebook, every little
detail is considered carefully and presented to the use of its members, and this
structure has a power to impress the users when compared to other networking sites.
This is one of the main features of Facebook, a feature that plays a very big role in
creating Facebook’s magic.
Bahar 2009, Sayı: 28
A New Era On The Internet: Facebook.…
103
If we go back to Castells (2000), he will continue with the reality of virtual
communities this time; “…But they are not ‘unreal’, they work in a different plane
of reality. They are interpersonal social networks, most of them based on weak ties,
highly diversified and specialized, still able to generate reciprocity and support by
the dynamics of sustained interaction”. On one hand, Facebook accommodates to
the second part of this disclosure. On the other hand, it is obvious that Facebook is
not one of the weak-tied networks.
dd) Voyeurism
Voyeurism, with its classical definition, “is the sexual interest in spying on
people engaged in intimate behaviors, such as undressing, sexual activity, or
urinating”. 7 The word comes from the French verb ‘voir’, which means ‘to see’, and
with the suffix ‘-er’ in English, it would then be a ‘seer’ or an ‘observer’. With
Laure Mulvey’s (1989) words, where she points out a considerable feature of this
observation, which involves “an unknowing and unwilling victim”.
This is exactly the difference of Facebook when compared with the classical
voyeurism. In Facebook, we talk about a voluntary participation, in which users
present themselves. In Facebook, one becomes a user, so he/she exposes all of
his/her personal information to be viewed by others. We can talk about a mutual
relationship, in which we witness the law of ‘supply and demand’, where both sides
are self-satisfied.
Newsfeeds and minifeeds are the right places to look at, where users just log
in and encounter with Newsfeed in their homepages. Here, one can view all their
friends’ lives in the world of Facebook. Newsfeed is like a display or something that
sort; you can check out what others posted, accept others as friends, see who
commented on whose wall or who joined which group and so on. In the same way,
our sample of respondents claim that they like looking at other people’s profiles. In
the related pie charts, you can see the results more clearly. Users log in and make
changes in their profiles on daily basis. 12,67% of the respondents accept that they
make changes in their profiles everday.
7
http://en.wikipedia.org/wiki/Voyeurism (31 May, 2008)
İletişim Fakültesi Dergisi
104
B. Ekinil
Chart 1. Pie chart of the 17th question; I like when people visit and check out my profile
Chart 2. Pie chart of the 18th question; I like visiting and checking out other people’s profile
It’s also important to examine the conditions that helped make this cultural
feature so popular. Why Turkey has over 2 million Facebook users or why we like to
spend so much time on watching other’s lives. To undestand that, we should make a
little trip in history, and go back to 1980s. It was a breaking point in Turkey, where
many things changed drastically in the lives of people, socially, economically and
culturally. Nurdan Gürbilek (2007) in her article ‘Living in a Display Case’, points
out to the sudden expansion of words, images and representation in 1980s, and sees
them as a result of the oppessive atmosphere in Turkey. This argument helps explain
the results of the oppressive environment experienced in Turkey during the 80s and
the desire to open up, where people were faced with new markets, life styles,
products and notions.
Surely ‘private life’ is one of them, being highly related with our subject,
where it created a new point of view, an ‘open’ one. Gürbilek (2007) focuses on
those changes, where private life became more visible in public space; “Private lives
have become new sources for the newspapers and magazines. They had to create
these sources by surrounding private lives, creating new expectations and fantasies,
provoking new pleasures and finally by interfering; only then they were sucessful to
transform those private lives into an interesting piece of news. The way people use
Facebook in Turkey is the product of the acquisitiveness of the 1980s, just like in the
80s they create new jargons, images and new products.
Bahar 2009, Sayı: 28
A New Era On The Internet: Facebook.…
105
Gürbilek refers to two different subjects, which strenghten the cultural
conditions of these days. One of them are the movies, which gave an opportunity to
peek into people’s homes, the private relationships, etc. (Gürbilek, 2007: 66). The
second industry is the advertisement, which was a relatively new one in those days.
Here we can match Facebook life with the advertising industry. In both we can talk
about introducing a subject, but most importantly there is a construction of an image
and making that image real. In Gürbilek’s (2007) words, a new relationship is built,
between “the display case and the spectator”.
de) As a Public Space
Facebook, as a huge social phenomenon, has many things to show us as a
public space. Here, I want to focus on the fusion of private life and public life,
where the survivals of this fusion will take us to the usage of Facebook. As I
mentioned above, 1980s was a transformation from an oppressive life to an
independent one. After instabilities in political life, people found themselves in a
new, an independent and an individualized life. This possibility of running away
from a corporate authority was the beginning of a new public space.
Nurdan Gürbilek (2007) in her article ‘Deprivation’, succesfully describes the
situation after September 12th. and its consequences, where she finds the process as
a crash in private life; “Politics can only rise on the tensions between what is private,
public and the personal. When this can’t be achieved and the politics fails, there
remains a big gap. The big boom of the interest in other people’s private lives has
filled that big gap in the 80s” (translated by me).
Another subject, which is highly related to the patterns of life in 1980s and
today, is the coming out of the family life and sexuality. Altough Gürbilek thinks
that private life is nationalized and sexuality become an easy spoken phenomenon
after the birth of private televisions, it seems safe to say that Turkle’s point of view
on the subject proves better. She concludes that; “the notion of the real fights back.
People who live parallel lives on the screen are nevertheless bound by the desires,
pain and mortality of their physical selves. Virtual communities offer a dramatic
new context in which to think about human identity in the age of the Internet (Turkle
cited in Castells, 2000: 387).
İletişim Fakültesi Dergisi
106
B. Ekinil
Actually, Facebook again wedged in between the real and the virtual. Even
though it opens us the doors of our everday lives with different characteristics,
Facebook fails within the limits of the screen. Facebook users prefer not to break
down taboos such as sexuality or the family. The results of our survey support
Turkle, where the boundaries of physical selves slow down the expansion of
Facebook. When asked about their uncomfortablities in sharing in Facebook, women
were especially unwilling to sacrifice their traditional values and taboos.
100.00%
90.00%
80.00%
70.00%
60.00%
Male
50.00%
Female
40.00%
30.00%
20.00%
10.00%
0.00%
My Family
My Sexual Life
My Ex-Girl/Boy
friend
My Girl/Boy
friend
My Features
which I dislike
Doesn't bother
Chart 3. What kind of information would make you feel uncomfortable when shared
in Facebook?
IV)
CONCLUSION
In this research, I worked on a huge social phenomenon, I tried to study
Facebook within a deeper view with all of its different characteristics. The Web 2.0
application and the Internet were accepted to be a part of public space during this
research. We should bear in mind that the research history of Internet studies is a
fairly young and a dynamic field. The same feature applies to Facebook, where it is
the product of the evolving technologies and it provides its users with many
possibilities.
Facebook has been declared as ‘the product’ of today, where it fits today’s
perception of time. Castells (2000) successfuly points out to the perception of time,
where it is seen as a new phenomenon; “Time is compressed and ultimately denied
in culture, as a primitive replica of the fast turnover in production, consumption,
Bahar 2009, Sayı: 28
107
A New Era On The Internet: Facebook.…
ideology, and politics on which our society is based. A speed only made possible
because of new communication technologies”. Facebook is one of these new
communication technologies, which is also supported by our respondents as
mentioned before, where they agree that in Facebook the interaction is more
speedier than face-to-face interactions.
Another important result is the change we experience on our everday lives
after we discovered Facebook. Many of our respondents claim that, they
communicate with their friends through Facebook and they are more aware of
what’s been happening in the lives of their friends or acquaintances. Castells (2000)
also refers to this issue and sees online communities as an alternative to both, group
and personal interaction models, as offline and online. It could be argued that
Facebook enables us to bring together the offline and online characteristics of
personal and group interactions; it manages to do that by giving the opportunity of
feeling as an individual while being a part of a group, both in real and virtual lives;
so it throws a bridge between the reality and the virtuality.
70.00%
60.00%
I communicate over Facebook
50.00%
I meet my friends more often
40.00%
I speak more on the phone
30.00%
20.00%
I'm much aware of my friends' lives
I remember my friends birthdays with
facebook
Other
10.00%
0.00%
Chart 4. How did Facebook change the way you catch up with your friends’ latest
news
It will also be important to mention about three notions before I close the
conclusion part of this article, which would be complementary in the basis of
Facebook as a social phenomenon. First one is the display feature of Facebook,
which we mentioned before. 1980s was the break point of the relationships and the
İletişim Fakültesi Dergisi
108
B. Ekinil
interaction models in Turkey. We live in an era of display, and anything gets its
value as much as it is exhibited, this is the key of its visibility. Nurdan Gürbilek
(2007) affirms that we live in a display quite for a long time. I assume that, actual
importance is realizing where this display exists, and today the displays are not the
streets or the screen of our televisions, it is the screens of our computers through the
social networking sites.
The second notion is safety, with which I adduce Facebook as a safe place to
live and the streets as dangerous. Some people believe that we can’t live outside of
our homes in harmony anymore, therefore we should turn inside and try to create a
life which carry many characteristics from the outside world. Today, in the Internet
we have the opportunity to carry out many of our daily jobs such as banking
operations, ordering food, paying the bills, etc. Facebook provides us with the
opportunity to perform the social part of this belief, so that while sitting in our
homes we can safely communicate with our friends, send them gifts, play online
games –whether alone or with friends-, share our interests, etc.
Gürbilek (2007) also supports this belief of being safe inside and gives the
example of television news; “The best news television gives to its audience is the
bad news. The main point here is that, it constantly reminds the audience how safe
they are indoors while evil things are happening outside. The private life of the
individual will always be safer than this outer sphere where death, danger, suicide,
terror and accidents take place’’ (translated by me).
The third and the last notion is the ‘ritual’ of James Carey (1992), which is
discussed in his book ‘Communication as Culture’. Within a ritual view of
communication, he tries to explain this notion by using some features such as
‘sharing’, ‘participation’, ‘association’, ‘fellowship’ and ‘possesion of a common
faith’. We could see Facebook as a ritual phenomenon, which corresponds to the
characteristics of the newspaper example of Carey (1992); “A ritual view of
communication will focus on a different range of problems in examining a
newspaper. It will, for example, view reading a newspaper less as sending or gaining
information and more as attending a mass, a situation in which nothing new is
learned but in which a particular view of the world is portrayed and confirmed”. It
could be argued that, many of the users of online communities perform a ritual
without being aware of it. Our sample group shows interesting results in this topic.
Altough most of them don’t feel like a part of the Facebook community and are
ambivalent when asked if they would be sorry if Facebook shuts down, a high
Bahar 2009, Sayı: 28
109
A New Era On The Internet: Facebook.…
percentage of the respondents claim that Facebook is a part of their everyday activity
and it has become part of their daily routine.
Chart 5. Pie chart of 6th question; Facebook is part of my everday activity
Chart 6. Pie chart of 8th question; Facebook has become part of my daily routine
Although there are thousands of such communities all over the world,
Facebook has a different charm, which has us all addicted and has became a daily
‘must do’ activity. Altough the cultural effects of such a new form of socialization
are still unclear, we are the first Facebook volunteers and it seems that we will keep
being so until Facebook becomes outdated; but today we live the ‘New Era on the
Internet: Facebook.com’.
REFERENCES
Acquisti, A. & Gross, R., (2005) “Information Revelation and Privacy in Online
Social Networks (The Facebook Case)”, ACM Workshop on Privacy in the
Electronic Society (WPES), P.1-11, from:
http://portal.acm.org/citation.cfm?id=1102199.1102214
Andon, S.P. (2007) Evaluating Computer-Mediated Communication on the
University Campus: The Impact of Facebook.com on the Development of
Romantic Relationships, A thesis to the Department of Communication for
the degree of Master of Arts, The Florida State University, p.1-69
Baldwin, E. et all (1999) Introducing Cultural Studies, Prentice Hall Europe, p.1-467
İletişim Fakültesi Dergisi
110
B. Ekinil
Bergman, M.J.D. (2005) Access to the Internet in the Context of Community
Participation and Community Satisfaction, New Media & Society, Vol. 7-1,
p.89-109
Carey, J.W. (1992) Communication as Culture: Essays on Media and Society,
Routledge, Newyork, p.13-35
Castells, M. (2000) The Information Age: Economy, Society and Culture, Vol.I: The
Rise of the Network Society, Blackwell Publishers, Massachusetts, USA, 2nd
edition, 1-594
Dwyer, C. & Hiltz, S.R. & Passerini, K. (2007) Trust and Privacy Concern within
Social Networking Sites: A Comparison of Facebook and MySpace,
Keystone, Colorado: Proceedings of the Thirteenth Americas Conference on
Information Systems, 1-12, from:
http://csis.pace.edu/~dwyer/research/DwyerAMCIS2007.pdf
Forte, A. & Hewitt, A. (2006) Crossing Boundaries: Identity Management and
Student/Faculty Relationships on the Facebook, Atlanta: GVU Center,
Georgia Institute of Technology, 1-2, from:
http://www.cc.gt.atl.ga.us/grads/f/Andrea.Forte/HewittForteCSCWPoster200
6.pdf
Gürbilek, N. (2007) Vitrinde Yaşamak; 1980’lerin kültürel iklimi, Metis
Publications, 4th edition, 1-123
Hodkinson, P. (2007) Interactive Online Journals and Individualization, New Media
& Society, Vol. 9-4: 625-650
Miller, Dr.P. (2005) Web 2.0: Building the New Library, Ariadne, Issue 45, from:
http://www.ariadne.ac.uk/issue45/miller/
Miller, Dr.P. (2006) Coming Together around Library 2.0, D-Lib Magazine, Vol.
12-4, from:
http//www.dlib.org/dlib/april06/miller/04miller.html
Moulton, J. & Timmer, J. (2006) Facebook Me! A Tutorial on Online Social
Networking, 1-41, from:
http://www.indwes.edu/acsd/handouts/Facebook%20me!%20with%20templat
e.pdf
Mulvey, L. (1989) Visual and Other Pleasures, Macmillan, London, 14-26
Bahar 2009, Sayı: 28
111
A New Era On The Internet: Facebook.…
Odabaşıoğlu, G. & Öztürk, Ö. & Genç, Y. et all (2007) The Clinical Profile of
Internet Addiction Via A Serie of 10 Patients, Bağımlılık Dergisi, Cilt: 8,
Sayı: 1, p.1-4
Öztürk, Ö. & Odabaşıoğlu, G. & Eraslan, D. et all (2007) Internet Addiction:
Clinical Aspects and Treatment Strategies, Bağımlılık Dergisi, Cilt: 8, Sayı:
1, p.36-41
Schwartz, L. (2006) Fantasy, Realism, and the Other in Recent Video Games, Space
and Culture, Vol.9, No.3, Sage Publications, p.313-325
Selwyn, N. (2007) Web 2.0 Applications as Alternative Environments for Informal
Learning - A Critical Review, UK: University of London, Institute of
Education, 1-10, from:
http://www.oecd.org/dataoecd/32/3/39458556.pdf
Okur,
B.
(2007)
Facebook
Fenomeni
http://www.adsl.com.tr/Default.aspx?haber=145 (Access: 28 May 2008)
(http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=7784922&indx=hur)
Alkan, M. (2005)Web 2.0 Nedir?
{http://www.csharpnedir.com/makalegoster.asp?Mid=570} (Access: 15
December 2007)
{http://www.facebookhaber.com} (Access: 17 December 2007)
İletişim Fakültesi Dergisi
112
B. Ekinil
APPENDIX A
Gender Groups
Age Groups
Bahar 2009, Sayı: 28
A New Era On The Internet: Facebook.…
113
Membership Durations
Numbers of Friends in Facebook
İletişim Fakültesi Dergisi
114
B. Ekinil
The Time Spent on Facebook
Bahar 2009, Sayı: 28
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
TÜRKİYE’DE YEREL BASININ YAPISAL ÖZELLİKLERİ VE
ÜRETİM KOŞULLARI8
Cem YAŞIN*
ÖZET
“Türkiye’de Yerel Basının Örgüt Yapısı ve Üretim Koşulları Araştırması”yla, bütün olarak
yerel basının yapısı incelenmiş; geçmiş araştırmaların kısmi görüntüsüne karşın, Türkiye’de
yerel basının panoramik fotoğrafını çekmek amaçlanmıştır. Bu nedenle araştırma nüfusa
uygulanmıştır. Araştırma tasarımında bu karar yerel basında haber üretim koşullarındaki
heterojen yapıya dayanmaktadır.
Anket Türkiye’de yerel basının kamu ilanlarına bağımlılığına karşın varlığını sürdürebilme
olasılığını sınamıştır. Bu araştırmada gelir, gider, teknik altyapı, dağıtım gibi unsurlar,
yapısal ve bölgesel farklılıklara göre karşılaştırılmıştır. Araştırmanın bulguları bundan
sonraki araştırmalar için temel oluşturacaktır.
Anahtar kelimeler: yerel basın, yerel haber, yerel medya
ABSTRACT
The aim of this paper, “The research for the organisation structure and production conditions
of local newspapers in Turkey” is to scrutinize the local newspapers in the country as a whole
in order to take their panoramic picture, in contrary to the particular views of the past
studies. Therefore, the research has not been applied on sample but on the population. This
decision in the research design depends on the heterogeneous structure of the news
production conditions in local newspapers.
The questionnaire used in this study attempts to assess the probability of local newspapers
survival thanks to their internal conditions as opposed to their state procurement
dependencies. In doing so, the variables like income, expenditures, technical infrastructure,
distribution have been analyzed with particular attention to geographical and structural
comparisons. The findings hopefully will be based for the next studies.
Key words: local newspapaer, local news, local media
8
23/2006-01 kodlu, 22/10/2008 tarihinde Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonunca kesin raporu uygun
görülen, “Türkiye’de Yerel Basının Örgüt Yapısı ve Üretim Koşulları Araştırması” başlıklı Gazi
Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projesi temel alınarak hazırlanmıştır.
*
Doç. Dr. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi.
İletişim 2003/18
116
C. Yaşın
Giriş
Yerel basın kavramı yaygın olmayan, coğrafi olarak tüm ülkeye
dağıtılmayan, ulusal okuyucu kitlesine ulaşmayan mekansal veya coğrafi kavramlara
gönderme yaptığı gibi, “taşra gazeteleri” gibi mekansal tanımdan bir yaşam
biçiminin temsili gibi kültürel aidiyet ekseninde merkez çevre bağlamında da
tanımlanmaktadır. Yerel basın “vilayet basını” olarak da tanımlanmıştır. Kavram
kendi içinde merkeze ait olmamayı ve coğrafi sınırlılığı içerir. Bunun yanında
yaygın olanda yer almayan bir içeriği bölgesel gündemi de temsil eder. Bu yönüyle
yaygın basın içinde kendine yer bulamayan haber ve konuları okur kitlesine yerel
basın taşımaktadır.
Yerel yönetimler ve yerinden yönetim birimlerinin denetlenmesi, bölgesel
sorunların ve yerel taleplerin kamuoyunda tartışılmasını sağlaması açısından yerel
gazetelerin bilgilendirme ve yerel alternatif gündemler oluşturma işlevleri
önemsenmektedir. Gazete içeriklerinin yaygın basında haber ajansları ve ulusal
önem sırasına göre belirlenmesi yerel talep ve sorunların kendilerine gazete
içeriklerinde yer bulamamalarına neden olmaktadır. Bu eksikliğin giderilmesi yerel
veya bölgesel sorun, talep ve gündemlerin okuyucu kitlesine taşınması yerel basın
kuruluşları kanalıyla gerçekleşebilir. Bu yönüyle yaygın veya ulusal basının bir
alternatifi değil tamamlayıcısıdır. Yaygın basın kuruluşlarının bölge sayfaları bu
ihtiyaçtan doğmuştur.
Yerel ve ulusal haberi birbirinden ayıran temel ölçütlerden biri de haber
konusu ile ilgili kitledir. Ulusal gündem oluşturan konular pek çok yurttaşı
ilgilendirebilirken, Bölgesel yatırım sadece bölge halkını ve yatırımın etkileriyle
ilgilenen grupları ilgilendirebilir. Yatırımın çevreye etkisi, çevreci grupları
etkilemesi gibi. Bu yönüyle yerel basının yerel sorunları ulusal ilgi gruplarına
konuyu taşıma işlevi de vardır.
Yerel basın kuruluşlarının yerel sorunları gündeme taşırken bölgesel yatırımı
yapan siyasi yapı, sermaye grubu ve diğer çıkar grupları ile menfaat ilişkisinin
olmaması gerekmektedir. Çıkar ilişkisi olmasa bile gelecek baskılara dayanabilecek
örgütlenme ve mali yapısının olması gerekmektedir. Eğer bir yerel basın
kuruluşunun haber yaptığı bölge ileri geleni gazetenin matbaa ilişkisini
bozabiliyorsa, dağıtımını engelleyebiliyorsa, bir belediye başkanı aleyhinde haber
yaptığı için ticari reklamları engelliyorsa yerel basın kuruluşunun denetim ve halkın
bilgilendirilmesi işlevlerini yerine getirmesi imkansızdır. Bu açıdan gazetelerin
Bahar 2009, Sayı: 28
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
117
üretim süreci ile ilgili yapısal özellikleri, mali yapılarının gazetenin özerkliğini
sağlayacak kadar güçlü olup olmadığı araştırılması gerekmektedir.
Yerel basının genelde ortak sorunları olduğu gibi bölgesel olarak değişen
sorunları da mevcuttur. Bunun yanında yerel basın kuruluşlarının heterojen yapısı,
aynı şehirde iki gazetenin bile farklı yapılara sahip olması ve bu yapılardan
kaynaklanana farklı sorunları olmasına neden olabilmektedir. Yerel basın
araştırılırken farklılıkları da araştırılmalıdır.
Yerel basının araştırılması gereken diğer bir özelliği ise kurumsallaşma
düzeyinin düşüklüğü nedeniyle zaman içinde değişimler ve istikrarlı olama durumu
nedeniyle sürekli yeniden yapılanmadır. Türkiye’de Cumhuriyetle yaşıt yerel basın
kuruluşları olmasına rağmen, bir çok yerel basın kuruluşları kısa süreli yayın
hayatları sonucunda kapanmakta, el değiştirmekte veya başka bir yayına
dönüşebilmektedir. Bu istikrarsız yapıya bir de başka meslek gruplarından seçim
dönemi gibi dönemlerde reklam pastasından pay alabilmek için gazete çıkarma
girişimi eklenebilir. Seçim dönemleriyle yerel gazetelerin sayıları propaganda ve
siyasi reklam pastasından pay almak isteyen girişimciler nedeniyle artmaktadır.
Yukarda anlattığımız yapısal farklılıklar yerel basın kuruluşlarının, aynı anda
farklı üretim süreçlerini farklı yapılarla yaşadığını göstermektedir. Farklı üretim
süreçlerini farklı yapılarla yaşayan yerel basın kuruluşlarının yapısal farklılıkların
bir araştırmayla tespit edilmesi gerekmektedir. Böyle bir araştırma ile ilgili alandaki
bilgi birikimine bakılmıştır.
Türkiye’de yerel basın araştırmalarına bakıldığında yöntem, kapsam,
incelenen zaman kesiti ve veri kaynakları gibi unsurlara göre farklılaşmalar
gözlenmektedir. Yapılan bu araştırmalardan bir kısmı yüksek lisans ve doktora
tezlerinden oluşmaktadır. Yerel basın ile ilgili yapılmış yüksek lisans tezleri Tablo
1’de, doktora tezleri ise Tablo 2’de gözlenmektedir.
İletişim Fakültesi Dergisi
118
C. Yaşın
Tablo 1 - Yüksek Lisans Tezleri
Şansal, Şadan (1987). Dünya Ekonomik Buhranının İzmir'deki Etkilerinin 1929-1930 Yerel
Basınından İncelenmesi. Ankara Üniversitesi
Tümlü, Zeki (1987). Eskişehir Yerel Basınındaki Reklamcılığın Biçim Ve İçerik Yönünden
Değerlendirilmesi. Anadolu Üniversitesi
İçin, Selda (1992). Ege'de Yerel Yazılı Basın Ve Bölge Gazeteciliği. Ege Üniversitesi
Orhan, Evrim (1992). Yerel Seçimlerde Seçmenlerin Siyasal Tercihlerinde Basının Rolü. Ege
Üniversitesi
Gül, Halis (1994). 1994 Yerel Seçimlerin Basına Yansıması. İstanbul Üniversitesi
Kaynarca, Yavuz (1994). Trakya Yerel Basını ve Sorunları. İstanbul Üniversitesi
Taban, Ali Rıza (1995). Kamuoyu Oluşturmada Kitle İletişim Aracı Olarak Yazılı Basının Rolü Ve
Konya Yerel Basını Üzerine Örnekler. Selçuk Üniversitesi
Girgin, Atilla (1997). Cumhuriyet Döneminde Türkiye'deki Yerel Basının Gelişmesi. Marmara
Üniversitesi
Yıldız, Filiz (1998). İzmir Örneğinde Yerel Basında İşgücü Kalitesi (Quality Of Manpower At Local
Press Around İzmir). Ege Üniversitesi
Bıldırki, Hilal (1998). Söke'de Yerel Basın Ve Yayın Hayatı. Uludağ Üniversitesi
Arslan, Berna Elçin (1999). Yerel Basın Örgütlerinde Örgütsel İletişimin Rolü ve Önemi. Anadolu
Üniversitesi
Arık, Ersen (2002). Yerel Yönetimler ve Yazılı Basın Etkileşimleri Mersin Örneği. Mersin
Üniversitesi
Gürcan, Halil İbrahim (2004). Yerel Basında Haber Fotoğraflarının Önemi Üzerine Van Örneğinde
Bir İnceleme. Selçuk Üniversitesi
Özay, Seçil (2005). Türkiye'de Yerel Basının Gelişmesi Ve Demokrasiye Etkisi. Marmara Üniversitesi
Arıkan, Mustafa (2005). Türk Sözü Gazetesinin Yerel Basın İçinde Yeri ve İşlevi. Selçuk Üniversitesi
Güleç, Serhat (2005). Türkiye’de Yerel Yazılı Basın ve Mersin Örneği. Selçuk Üniversitesi
Tokan, Feryade (2005). İstanbul’da Azınlık Gazetelerinin Yerel Gazeteciliğin Gelişimine Etkileri.
Marmara Üniversitesi
Bekiroğlu, Onur (2006). Yerel Kamuoyunun Oluşumunda Yerel Basının Rolü – Trabzon Örneğinde
Bir Araştırma. Selçuk Üniversitesi
Akçakoca, Oğuz (2006). Konya Yerel Basının Yapısal ve İçerik Analizi ile Bir Yerel Basın Model
Önerisi. Selçuk Üniversitesi
Erdoğan, İlker (2005) Ulusal ve Yerel Gazetelerin Heber Gündemlerinin Karşılaştırması: Hürriyet ve
Yeni Asır Gazeteleri Örneğinde Seferhisar Deperemi Haberlerinin Analizi. Ege Üniversitesi
Kaya, Ferhat (2004). Yerel Gazetelerin Okuyucularının Siyasi Tercihlerine Etkisi. Süleyman Demirel
Üniversitesi
Çağlar, Bayram (2007). Kocaeli’de Yerel Gazetelerin Tarihsel ve Teknolojik Gelişimi. Kocaeli
Üniversitesi
Tablo 2 – Doktora Tezleri
İmre, Nurettin (1988). Anadolu Basınının (Orta Karadeniz Bölgesi Yerel Basının) Sorunları ve
Çözümleri. İstanbul Üniversitesi
Bodur, Feyyaz (1996). Yerel Basında Yönetim ve Örgüt Yapısı (Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar ve
Bir Model Önerisi). Anadolu Üniversitesi
Keseli, İbrahim Bodur (1996). Fransa`da Bölgesel-Yerel Basın. Marmara Üniversitesi
Vural, Ali Murat (1997). Bir İletişim Kurumu Olarak Yerel Basının Kamuoyu Oluşumu Sürecindeki
İşlevi ve Yerel Basın-Kamuoyu İlişkileri (Eskişehir Basını Örneğinde Bir Uygulama).
Anadolu Üniversitesi
Kanburoğlu, Özer (2002). Küresel, Ulusal ve Yerel Haber Fotoğraflarının Basında Kullanım
Farklılıkları. İstanbul Üniversitesi
Yılmaz, Süleyman Hakan (2004). Yerel Basın Siyaset İlişkisi Örnek: Akdeniz Atılım Gazetesi.
İstanbul Üniversitesi
Bozkurt, Hale (2006). 2002 Genel Seçimlerinde Edirne Yerel Gazetelerinin Siyasal İletişimdeki Rolü.
Marmara Üniversitesi
Gürcüoğlu, Fuat (2007). Demokratikleşme Sürecine Katkı Sağlayan Bir Araç Olarak Yerel Basının,
Yerel Yönetim Meclisleri Bağlamında Kamuoyunu Bilgilendirme Düzeyi. Anadolu
Üniversitesi
Bahar 2009, Sayı: 28
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
119
Yerel basın üzerine yapılan tezler değerlendirildiğine, bu tezlerin
çoğunluğunun coğrafi olarak sınırlı bir alanı incelediği bazılarının tek bir il bazında,
bazılarının bölge bazında incelemeler yaptığı gözlenmiştir. Türkiye’de yerel basın
kuruluşlarının heterojen bir yapı sergiledikleri göz önünde bulundurulduğunda bu
araştırmaların bulgularından Türkiye’de yerel basın profili çıkarmanın güçlüğü
görülmüştür. Bölge bazındaki tezlere, Kaynarca (1994), İçin (1992), İmre (1988)
örnek verilebilir. İl bazında çalışmalar ise yapılan tezlerin büyük bir kısmını
oluşturmaktadır. Bu tezlere ise Şansal (1987), Tümlü (1987), Taban (1995), Feyyaz
(1996), Girgin (1997), Yıldız (1998), Bıldırki (1998), Arslan (1999), Arık (2002),
Güleç (2005), Bekiroğlu (2006), Akçakoca (2006), Çağlar (2007) örnek verilebilir.
Türkiye’de yerel basının genel profilini çıkarmaya yönelik çabalar arasında
26-27 Mayıs 1986 tarihinde Ankara Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen “Türk
Basınının Sorunları Sempozyumu” örnek olarak verilebilir. Bu alanda Basın Yayın
Genel Müdürlüğü’nün çalışmaları da bu tür çalışmalara veri tabanı oluşturma
girişimleridir. Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından 1977 yılında
gerçekleştirilen Anadolu Basını Semineri; İstanbul, Ankara ve İzmir dışında çalışan
gazetecilere mesleğin yeni gelişmeleri hakkında bilgi vermek ve akademisyenler ile
çalışanları bir araya getirmeyi hedeflemektedir.
Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından 1979 yılında yayınlanan Türkiye'de
Yerel Basın isimli kitap Türkiye'de yayınlanan süreli yayınların bir listesini
çıkarmayı hedeflemektedir. Dönemin Genel Müdürü Orhan Koloğlu kitabın amacını
"Bugün Ankara, İstanbul ve İzmir'de yayınlanıp her gün okuduğumuz gazeteler
dışında çoğu günlük olmak üzere Türkiye'de binden fazla gazete yayınlanmaktadır.
Bu gazetelerin 650 kadarı her gün düzenli olarak Genel Müdürlüğümüze
gönderilmekte ve değerlendirilmektedir. Bu kitabı çıkarmaktaki amacımız, çoğu
kişinin varlığından habersiz olduğu yerel gazeteler hakkında kısa bilgiler vermektir"
şeklinde tanımlıyordu. Kitabın içerisinde illere göre tasnif edilmiş şekilde 609 adet
yerel gazetenin adı, kuruluş yılı, sahibi, yayın periyodu, sayfa sayısı, basıldığı yer,
irtibat bilgileri ve logolarına yer verilmiştir. Basın Yayın Genel Müdürlüğü ilki 1979
yılında yayınladığı "Yıllık"ların yayınlanmasına 1993 yılında dek devam etmiş;
1979, 1981, 1985, 1989, 1990, 1992 ve 1993 yıllarında olmak üzere toplam yedi
yıllık yayınlanmıştır.
Oya Tokgöz, yerel gazetecilik ile en çok ilgilenen iletişim bilimciler
arasında yer almaktadır. Bu konuda yayınladığı 5 makale ile yerel basma ait
çeşitli kaynaklardan derlenen verileri sergilerken, bir yandan da akademik
İletişim Fakültesi Dergisi
120
C. Yaşın
düzeyde iletişim ortamında yaşanan dönüşümü, yerel basın düzeyinden
değerlendirmektedir. 1981 yılında A Ü SBF BYYO Yıllık 1979-1980''de
yayınlanan "Türkiye'de Yerel Gazetecilik Olgusu: Rolü ve Önemi"; 1982
yılında SBF BYYO Yıllık 1986’da yayınlanan "Türkiye'de Yazılı Basının
Yerel Olarak Gösterdiği Özellikler"; 1988 yılında AÜ BYYO Yıllık İPSS'de
yayınlanan "Türkiye'de Yerel Basının Konumu: Rolü ve Önemi"; 2001
yılında İletişim 2001/9'da. yayınlanan "Türkiye'de Yerel Medyanın Yapısı ve
Örgütlenişi" ile 2004 yılında Boğaziçi Journal 18(l-2)'de yayınlanan "Local
Media in Turkey: Structure and Organization" isimli makalelerini genel
olarak değerlendirdiğimizde, Tokgöz, yerel medya hakkında istatistik olarak
tutulan bilgilerin bulunmadığının, bilgilerin daha çok tahmine dayandığının
ve konu ile ilgili akademik çalışmaların kısıtlı olduğunun altını çizmektedir.
Son iki makalesinde RTÜK verilerine dayanarak yerel düzeyde yayın yapan
özel televizyon ve radyo istasyonlarından da söz eden Tokgöz;
çalışmalarının tümünde temel kaynak olarak BYEGM tarafından hazırlanan
Anadolu Basın Yıllıkları'nı kullanmıştır. Tokgöz ayrıca, varolan koşullarda
yerel medyanın, ulusal medyaya hem içerik hem de örgütleniş açısında
benzemekte olduğu bu nedenle de alternatif bir yapı oluşturamadığını
belirtmektedir.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınlarından çıkan Suat Sezgin’in
(2007) derlediği “Türkiye’de Yerel Basın” başlıklı çalışmada Türkiye’de yerel
basının tarihi, sorunları, yerel basın uygulamaları ve dünyadan yerel basın
örneklerine yer verilmiştir.
Yapılan çalışmalar alana önemli katkılar sağlamakla birlikte alanın genel bir
fotoğrafını vermemektedir. Muhtelif çalışmalardan sağlanan bilgiler hem yerel
basının yapısının heterojen olması hem de zaman içinde değişimler nedeniyle bu
günkü genel görünümü bize vermekten uzaktır. Bu araştırma bütünün fotoğrafını
çekecek betimleyici bir araştırma olarak tasarlanmıştır. Araştırmada yerel basının
yapısal özellikleri ve yapı içindeki farklılıklar, mali yapısı, haber üretim süreci,
dışardan gelen baskılar gibi çevre ile olan ilişkileri betimlenmeye çalışılmıştır.
A- YÖNTEM
1. Kapsam
Bahar 2009, Sayı: 28
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
121
Araştırma yerel basın kuruluşlarının profilini çıkarmak amaçlı betimleyici bir
araştırma olarak tasarlanmıştır. Betimleyici bir araştırma tasarımı olmasında daha
önceki bilgi birikiminin yerel basının değişkenliği yüzünden tekrar gözden
geçirilmesi gerektiği. Daha önce yapılmış ampirik araştırmaların büyük bir kısmının
sınırlı sayıda gazeteye uygulanmış olması ve bu araştırmalardan elde edilen veri ile
yerel basının genel durumu hakkında genellemelere varılamamış olması gibi
sebepler yatmaktadır.
Araştırmada yerel basın kuruluşlarının örgütlenme yapısını ortaya çıkarmak
için kuruluş tarihi ve faaliyet süresi, sahiplik yapısı, büyük ortağın veya patronun
başka işi olup olmadığı, çıkma periyodu veya düzenli çıkıp çıkamadığı, matbaa ile
kurmuş olduğu ilişki biçimi, dağıtımı nasıl yaptığı, gazetenin merkezi veya
bürosunun nasıl kullandığı, yeni enformasyon teknolojilerinden nasıl faydalandığı;
haber ve gazete içeriklerinin üretimi için gazetenin personel sayısı, basın kartlı
personel sayısı, köşe yazarı sayısı, kadrolu köşe yazarı sayısı, haber ajansı aboneliği
olup olmadığı, varsa hangi haber ajanslarına abone olduğu, sayfa düzenini nasıl
yaptığı; mali yapısını ortaya çıkarmak için gazetenin fiyatı, gazetenin gelirleri ve
giderleri, banka kredisi kullanıp kullanmadığı, kullanıyorsa hangi amaçlar için
kullandığı, resmi ilan alıp almadığı; sorunların tespiti için gazetelere müdahale olup
olmadığı, eğer müdahale oluyorsa kimler tarafından yapıldığı ve gazetelerin en
önemli sorunlarının ne olduğu araştırılmıştır.
2. Araştırmanın Nüfusu
Araştırma nüfusunu, yerel basın kuruluşları oluşturmaktadır. Araştırma
örnekleme değil nüfusun bütününe uygulanmıştır. Bunun iki sebebi vardır. İlki
araştırma yerel basın kuruluşlarının profilini çıkarmayı amaçlayan bir araştırma
olması; ikincisi ise yerel basın kuruluşlarının heterojen yapısıdır. Bu nedenle
alınacak örneklemin nüfusu temsilinde sorun yaşanma olasılığı bulunması nedeniyle
araştırma tüm nüfusa uygulanmıştır.
Araştırmada yerel basın kuruluşlarının yapısal özelliklerini incelemek için
anket uygulamasını nüfusun tümüne uygulanmasına karar verilmiştir. Bu nedenle
yerel basın kuruluşlarının nüfusu temsil eden bir liste (örneklem çerçevesi
oluşturulmuştur. Bu listenin oluşturulması için en önemli kaynaklardan biri
T.C.Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’dür. Son birkaç
yıla kadar BYEGM’nin çıkardığı yıllıklarda Anadolu Basınını temsil eden
İletişim Fakültesi Dergisi
122
C. Yaşın
kuruluşların listeleri yer alırken, son yıllarda yeni yıllık çıkmamıştır. Bunun yerine
BYEGM’nin Web sayfasında illere göre basın kuruluşlarının listesi bulunmaktadır.
Türkiye’de yerel basın kuruluşlarının devamlılığı ve zaman içinde
sürekliliğinin sorunlu olması nedeni ile BYEGM listesinin sürekli yenilenmesi
gerekmektedir. Gazete çıkarmanın mevzuat olarak kolay, sürdürmenin ekonomik
olarak zor olduğu koşullarda bu listenin değişkenliği çok yüksektir. Hatta
araştırmanın yapıldığı kısa zaman kesitinde bile bazı gazetelerin kapanabileceği,
yeni gazetelerin kurulabileceği göz önünde bulundurulmuştur. Bu kabuller illerdeki
listeleri başka kaynaklardan da teyit etmeyi gerekli kılmıştır.
Listenin hazırlanmasında BYEGM’nin yıllıklarından ve Web sayfasından
hazırlanan listede basın kuruluşu görülmeyen iller için başka kaynaklardan aramalar
yapılmıştır. Türkiye Gazeteciler Federasyonu ile irtibata geçilerek listede eksik iller
Federasyonun delegeleri kanalı ile tamamlanmıştır. Eksiklikleri tamlamak için tek
kaynak olarak Türkiye Gazeteciler Federasyonu ile sınırlı kalınmamış ve İnternet
üzerinden kaynaklarda aranmıştır. Bunun dışında listede sorunlu iller ile doğrudan
bağlantılar bulunmaya çalışılmıştır.
Buna rağmen oluşturulan listeye anket uygulaması sırasında bir çok basın
kuruluşunun yayın hayatına son vermiş olabileceği araştırma tasarımında kabul
edilen bir unsur olmakla birlikte bu oranın ne olacağı araştırma sonucunda elde
edileceği kabul edilmiştir. Gazetelerin sürekliliği olmaması alanla ilgili diğer
araştırmalardan da gözlenmektedir. “Bu araştırmalar, Anadolu Basını ve meslek
kuruluşları ile yapılan ön görüşmelerde, yerel basın kuruluşlarının listesini oluşturan
listede sürekliliğin olmaması nedeni ile “örneklem dışı yanlılık” olarak
adlandırabileceğimiz, listede yer aldığı halde basın kuruluşunun mevcut olmama
durumunu oluşturan sebepleri şu şekilde sıralamak mümkündür.
•
Basın kuruluşlarının zayıf mali yapıları,
•
Seçim gibi dönemsel gereksinimler için geçici gazete oluşumları,
•
Yerel basın kuruluşlarının yerel siyasetle (belediye gibi) finanssal
ilişkileri nedeni ile siyasal değişmelerden etkilenmesi,
•
Yerel basın kuruluşlarının bir çoğunun kamu ihale ilanları ile varlığını
sürdürmesi ve ilan alamadığı dönemlerde batması;
•
Matbaa sahipliği olmayan
karşılaştıkları sorunlar,
•
Gazete içeriği ile ilgili sorunlar,
Bahar 2009, Sayı: 28
gazete
sahiplerinin
basım
sürecinde
123
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
•
Dağıtım problemleri,
•
Profesyonel kadroda sınırlılık ve eleman açığı olarak sıralanabilir.
Bu unsurlar önceden tahmin edilmekle birlikte elde edilen tüm gazete iletişim
bilgileri listeye eklenmiştir. Bu listedeki basın kuruluşlarına anketin uygulanması
sonucunda elde edilen örneklem dışı yanlılık Grafik 1’de gösterilmektedir.
Örneklem Dışı
Yanlılık
54,22%
Anket Uygulanan
40,23%
Görüşmeyi
Reddeden
5,55%
Grafik 1 – Yerel Basın Listesinde Örneklem Dışı Yanlılık, Uygulanan ve
Kabul Edilmeyen Anket Dağılımı
İletişim Fakültesi Dergisi
124
C. Yaşın
Harita 1 – Ulaşılamayan Gazetelerin Nüfus İçinde Oranı
Hazırlanan listede 2001 yerel basın kuruluşu yer almakla birlikte, bu listenin
% 54,22’sine denk gelen 1085 gazeteye ulaşılamamıştır. Ulaşılamayan gazetelerin
bir kısmının kapandığı bilgisi doğrulanmıştır. Kapanma haberi doğrulanmayan
gazetelerden bir kısmında adresi, telefon numarası gibi iletişim bilgilerinden elde
edilememiştir. Diğer bir grup ise aranan numarada diğer bir şirketin yer aldığı
gazetelerden oluşmaktadır. Gazetelere ulaşamama sebeplerinin dağılım Grafik 2’de
gösterilmiştir.
HAT İPTAL
24,67%
Telefon Değişmiş
46,57%
Şirket Boş
19,24%
Kapanmış
9,52%
Grafik 2 – Gazetelere Ulaşamama Sebepleri
Araştırmada şirketin kapanmış veya yerinde bulunmama durumunu
ekonomik olarak gazetenin yayın hayatına devam edememesi olarak değerlendirmek
mümkündür. Telefon hattının iptali ve telefonun başka bir şirkete devrini ise,
sürekliliği olmayan değişken piyasa koşullarına göre biçimlenene zayıf ekonomik
yapılı firmaların faaliyeti olarak değerlendirilebilir.
Bahar 2009, Sayı: 28
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
125
3. Veri Toplama
Veri toplamak için anket formu düzenlenmiş ve anketin telefon görüşmeleri
ile yapılmasına karar verilmiştir.
4. Araştırmanın Uygulanması
Anket uygulaması için Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Proje Birimince
hizmet alımı ile gerçekleşmesine karar verilmiştir. Anket uygulama takvimi Tablo
1’de verilidir.
Tablo 3 – Anket Uygulama Takvimi
Tarih
2008-01-08
2008-01-09
2008-01-10
2008-01-11
2008-01-14
2008-01-15
2008-01-16
2008-01-17
2008-01-18
2008-01-19
2008-01-21
2008-01-22
2008-01-23
2008-01-25
2008-01-30
2008-02-13
2008-02-14
2008-02-15
Toplam
Anket Sayısı
165
143
271
19
44
28
30
20
18
7
15
1
16
8
3
2
5
10
805
%
20,50
17,76
33,66
2,36
5,47
3,48
3,73
2,48
2,24
0,87
1,86
0,12
1,99
0,99
0,37
0,25
0,62
1,24
100,00
Anketin % 70’i üç gün içinde tamamlanmasına rağmen telefon adresleri
yanlış olan gazeteler tekrar değerlendirilmiştir. Örneklem dışı yanlılığın çok yüksek
olmasına rağmen, anketi cevaplamayı reddedenlerin sayısı görece olarak daha
düşüktür. Anket sorularını cevaplamayı kabul eden ve etmeyen gazetelerin dağılımı
Grafik 3’de verilmiştir.
İletişim Fakültesi Dergisi
126
C. Yaşın
Görüşmeyi
Reddeden
12,12%
Anket
Uygulanan
87,88%
Grafik 3 – Anket Sorularına Cevap Verme Oranı
Anket Sorularına verilen yanıtlama oranının illere göre dağılımı Harita 2’de
görülmektedir.
Harita 2 – İl Bazında Cevaplama Oranı
Anketi yanıtlayan gazetelerin bölgelere dağılımı ise Grafik 4’de verilmiştir.
Bahar 2009, Sayı: 28
127
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
Doğu
8,20%
Güneydoğu
8,20%
Marmara
14,29%
Ege
17,39%
Karadeniz
20,12%
İç Anadolu
13,42%
Akdeniz
18,39%
Grafik 4 – Ankete Cevap Verenlerin Bölgelere Dağılımı
5. Araştırma Verilerinin Değerlendirilmesi
Anket sorularına verilen yanıtlar Türkiye genelindeki değerleri pasta grafikle
değerlendirilmesine, eğer değişkenler arası ilişki tespit edildi ise tablolarla
sunumuna; il bazında değerlendirmeler tematik haritalarla sunumuna; bölge
bazındaki değerlendirmelerin tablo ile sunumuna karar verilmiştir.
B- BULGULAR
Şirket sahipliği sorusu gazetelerin kurumsallaşma düzeyini ortaya çıkarması
bakımından önemlidir. Anonim şirketler çok ortaklı sermaye şirketi görünümü
nedeni ile kurumsallaşma düzeyini göstermektedir. Limitet şirketleri de bu gruba
ekleyebiliriz. Komandit şirketler ise sadece Adana’da bir adet bulunmaktadır. Bunun
dışındaki gazeteler adi ortaklık veya tek kişinin sahipliğini yaptığı yapılardır. Gazete
sahipliğinin yüzde dağılımı Grafik 5’de görülmektedir.
İletişim Fakültesi Dergisi
128
C. Yaşın
Diğer
1,76%
Adi Ortaklık
3,65%
Limited Şirket
26,92%
Sahibi Bir kişi
57,11%
Anonim Şirket
10,44%
Komandit Şirket
0,13%
Grafik 5 -Gazetenin sahiplik yapısı aşağıdakilerden hangisidir?”Sorusuna
Verilen Yanıtların Dağılımı
Gazetelerin sahipli yapısının bölgelere göre dağılımı ise Tablo 4’de
verilmiştir.
Tablo 4 – Gazetelerin Sahiplik Yapısı
Coğrafi Bölgesi * Gazetenin sahiplik yapısı aşağıdakilerden hangisidir? Crosstabulation
Coğrafi
Bölgesi
Marmara
Ege
Akdeniz
İç Anadolu
Karadeniz
Doğu
Güneydoğu
Total
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Sahibi Bir kişi
40
34,8%
92
65,7%
93
62,8%
54
50,0%
99
61,1%
43
65,2%
38
57,6%
459
57,0%
Gazetenin sahiplik yapısı aşağıdakilerden hangisidir?
Komandit
Limited Şirket
Adi Ortaklık
Şirket
48
2
41,7%
1,7%
32
7
22,9%
5,0%
37
1
5
25,0%
,7%
3,4%
29
1
26,9%
,9%
38
7
23,5%
4,3%
14
3
21,2%
4,5%
20
4
30,3%
6,1%
218
1
29
27,1%
,1%
3,6%
Anonim şirket
22
19,1%
8
5,7%
10
6,8%
22
20,4%
13
8,0%
5
7,6%
4
6,1%
84
10,4%
Diğer
3
2,6%
1
,7%
2
1,4%
2
1,9%
5
3,1%
1
1,5%
14
1,7%
Total
115
100,0%
140
100,0%
148
100,0%
108
100,0%
162
100,0%
66
100,0%
66
100,0%
805
100,0%
Marmara bölgesinde anonim ve limitet şirketlerin genel sahiplik yapısı içinde
yüzdesi
Bahar 2009, Sayı: 28
129
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
Gazetelerin en büyük ortağının başka işi olup olmaması ile ilgili sorulara
verilen yanıtların dağılımı Grafik 6’da değerlendirilmiştir.
Evet
38,26%
Hayır
61,74%
Grafik 6 – “Gazetenin Sahibi veya En Büyük Ortağının Başka Bir İşi Var
mı?” Sorusuna Verilen Yanıtların Dağılımı
Gazetelerin büyük ortaklarının veya patronlarının 308 tanesi başka bir işe de
sahip olmasına rağmen, başka işinin olmadığını söyleyenlerden büyük bir kısmı da
matbaacılık veya yayıncılık işinde çalışmaktadır. Gazetenin matbaa ile kurduğu
ilişki ile ilgili soruda gazetenin kendi matbaası veya büyük ortağının matbaası
cevabını verenler bu gruba alınabilir.
Gazetenin kendi
matbaası
42,73%
Kendi İşi Var
38,26%
Matbası yok
17,14%
Patronun
matbaası
1,86%
Grafik 7 – Başka İşi Olmayanların Matbaa Sahipliğine Göre Dağıtılmış Hali
İletişim Fakültesi Dergisi
130
C. Yaşın
Gazete matbaa ilişkisinin bölgelere göre dağılımı ise Tablo 5’de verilmiştir.
Tablo 5 – Bölge Bazında Gazetelerin Matbaa İlişkisi
Coğrafi Bölgesi * Gazetenin basımı için matbaa ile ilişkiniz aşağıdakilerden hangisidir? Crosstabulation
Coğrafi
Bölgesi
Marmara
Ege
Akdeniz
İç Anadolu
Karadeniz
Doğu
Güneydoğu
Total
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Gazetenin basımı için matbaa ile ilişkiniz aşağıdakilerden hangisidir?
Gazetenin
Ortağın (veya
Hizmet alımı
Takas yoluyla
kendi
patronun)ma
yapıyoruz
basıyor
matbaası
tbaası
Diğer
78
1
35
1
67,8%
,9%
30,4%
,9%
97
41
1
1
69,3%
29,3%
,7%
,7%
94
5
48
1
63,5%
3,4%
32,4%
,7%
81
1
23
1
2
75,0%
,9%
21,3%
,9%
1,9%
95
7
56
2
2
58,6%
4,3%
34,6%
1,2%
1,2%
48
2
16
72,7%
3,0%
24,2%
49
1
16
74,2%
1,5%
24,2%
542
17
235
4
7
67,3%
2,1%
29,2%
,5%
,9%
Total
115
100,0%
140
100,0%
148
100,0%
108
100,0%
162
100,0%
66
100,0%
66
100,0%
805
100,0%
Yerel basın kuruluşlarının en önemli sorunlarından biri sürekliliği
sağlayamamaktır. Bu kurumsal açıdan ticari işletmeyi ayakta tutamamama ve
kapanmaya giden bir sürece yol açabilmektedir. Finansal yapının zayıflığı bir çok
gazete için kapanma olmasa bile yayın periyodunun aksaması ve değişmesi ile
sonuçlanan etkilere sahiptir. Gazetelerin çıkma periyotlarının dağılımı Grafik 8’de
verilmiştir.
Bahar 2009, Sayı: 28
131
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
Aylık
4,47%
Düzenli Çıkmıyor
1,24%
Haftalık
29,94%
15 günlük
2,48%
Günlük
61,86%
Grafik 8 – “Gazetenin Çıkma periyodu nedir?”Sorusuna Verilen Yanıtların Dağılımı
Bölgeler arasında fark olabileceği gözlemlendiği için tablo 6’da bölgelere
göre yayın periyodu ile ilgili veriler verilmiştir.
Tablo 6 – Bölgelere Göre Gazetelerin Çıkma Periyodu
Coğrafi Bölgesi * Gazetenin Çıkma periyodu nedir? Crosstabulation
Gazetenin Çıkma periyodu nedir?
Coğrafi
Bölgesi
Marmara
Ege
Akdeniz
İç Anadolu
Karadeniz
Doğu
Güneydoğu
Total
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Count
% within Coğrafi Bölgesi
Günlük
70
60,9%
76
54,3%
89
60,1%
83
76,9%
82
50,6%
51
77,3%
47
71,2%
498
61,9%
Haftalık
32
27,8%
50
35,7%
49
33,1%
20
18,5%
62
38,3%
10
15,2%
18
27,3%
241
29,9%
15 günlük
4
3,5%
6
4,3%
3
2,0%
5
3,1%
1
1,5%
1
1,5%
20
2,5%
Aylık
8
7,0%
6
4,3%
6
4,1%
5
4,6%
8
4,9%
3
4,5%
36
4,5%
Düzenli
Çıkmıyor
1
,9%
2
1,4%
1
,7%
5
3,1%
1
1,5%
10
1,2%
Total
115
100,0%
140
100,0%
148
100,0%
108
100,0%
162
100,0%
66
100,0%
66
100,0%
805
100,0%
Gazetenin merkezi ile ilgili değerler gazetenin yapısal özellikleri hakkında
yorum yapma imkanı yaratmaktadır. Gazetenin merkezi (veya bürosu) ile en çok
İletişim Fakültesi Dergisi
132
C. Yaşın
gözlemlenen durum kira veya mülkiyetin gazetede olmasıdır. Bunun dışında dernek
ve vakıflardan karşılıksız kullanılması, belediye veya kamu kuruluşlarından
karşılıksız kullanıma tahsis edilmesi de diğer gözlemlenen durumlar arasındadır.
Grafik 9’da Gazetenin merkez bürosu ile ilgili farklı özelliklerin dağılımı
görülmektedir.
Mülkiyeti
34,04%
Diğer
0,99%
Bedelsiz Kullanım
5,34%
Kira
59,63%
Grafik 9- Gazetenin Merkezinin Mülkiyet yapısı
Gazete dağıtım sistemi hem gazetenin ulaştığı ve okunduğu alanı
tanımlamak, hem de kurumsal yapının özelliklerini analiz etmek için önemli bir
değişkendir. Araştırmada dağıtım sistemi açık uçlu bir soruyla sorulmuş ve birden
çok sistemle dağıtım yapan gazeteler gözlemlenmiştir. Dağıtım sisteminde birden
çok kanalla yapılabilmesine rağmen öncelikle ilk tercihlere göz atmanın faydalı
olacağı düşünülmüştür. Gazetelerin ilk tercihleri ile ilgili tercihler açık uçlu bir soru
ile değerlendirilmiş ve değerlendirme Grafik 10’da verilmiştir.
Bahar 2009, Sayı: 28
133
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
Posta
10,49%
Ulusal Dağıtım
Şirketleri
8,86%
Abone
12,23%
Bayi
9,74%
Bölgesel Dağıtım
Şirketleri
11,49%
Elden
47,19%
Grafik 10 – Gazete Dağıtımında İlk Tercih Edilen Kanal
Dağıtım kanallarının bölgelere göre kullanımında farklılık olup olmadığı aynı
zamanda bölgelere göre yerel basın kuruluşlarının yapısal farklılıklar gösterip
göstermediğini de değerlendirecek bir ölçüt oluşturmaktadır. Tercihlerin bölgelere
göre dağılımı Tablo 7’de verilmiştir.
Tablo 7 – Bölgelere Göre İlk Dağıtım Kanalı Tercihi
Ulusal D. Ş. Bölgesel
D.Ş.
Elden
Bayi
Marmara
Frekans
13
15
57
8
%
11,3%
13,0%
49,6%
7,0%
Frekans
6
14
82
20
%
4,3%
10,0%
58,6%
14,3%
Frekans
17
27
79
12
Posta
Toplam
22115
19,1%100,0%
Ege
18140
12,9%100,0%
Akdeniz
13148
İletişim Fakültesi Dergisi
134
C. Yaşın
%
11,5%
18,2%
53,4%
8,1%
İç Anadolu
Frekans
19
21
43
12
%
17,9%
19,8%
40,6%
11,3%
Karadeniz
Frekans
8
17
95
19
%
5,0%
10,6%
59,4%
11,9%
Doğu anadolu
Frekans
3
4
44
8
%
4,5%
6,1%
66,7%
12,1%
Güney Doğu
Frekans
5
11
39
7
%
7,6%
16,7%
59,1%
10,6%
Frekans
71
109
439
86
%
8,9%
13,6%
54,8%
10,7%
8,8%100,0%
11106
10,4%100,0%
21160
13,1%100,0%
766
10,6%100,0%
466
6,1%100,0%
Toplam
96801
12,0%100,0%
İnternet gazeteciliği yerel basın kuruluşları için daha geniş okur kitlesine
ulaşmak için imkan sağlamaktadır. Buna rağmen internet gazeteciliği kadro donanım
ve diğer gereksinimleri karşılandığında gerçekleşebilmektedir. Yerel basın
Bahar 2009, Sayı: 28
135
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
kuruluşlarının internet gazeteciliği faydalanma düzeyleri veya internet gazetesi
sahipliği ile ilgili soruya verdikleri yanıtların dökümü Grafik 11’de verilmiştir.
Yok
41,49%
Var
58,51%
Grafik 11 – İnternet Gazetesi veya Haber Portalı Sahipliği
Gazetelerin internet gazeteciliği veya haber portalı sahipliği bölge bazında
Tablo 8’de verilmiştir.
Tablo 8 – Bölgelere Göre İnternet Portalı Sahipliği
Marmara
Ege
Akdeniz
İç Anadolu
Karadeniz
Doğu
Güneydoğu
İnternet Gazetesi veya Haber Portalınız
Varmı?
Evet
%
Hayır
%
71
61,74
44
38,26
76
54,29
64
45,71
87
58,78
61
41,22
74
68,52
34
31,48
86
53,09
76
46,91
33
50,00
33
50,00
44
66,67
22
33,33
471
58,51
334
41,49
115
140
148
108
162
66
66
805
En yüksek yüzdeye Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sahip olduğu, en düşük
değerin ise Doğu Anadolu Bölgesinde gözlemlenmektedir.
yerel basın kuruluşlarının büyük bir kısmı küçük işletmelerden oluşmakta ve az
sayıda eleman ile yayın hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Personel sayışlarını
grupladığımızda ise Grafik 12’de elde ederiz.
İletişim Fakültesi Dergisi
136
C. Yaşın
16 ile 20
personel
4,12%
11 ile 15
personel
11,33%
21 +
5,53%
1 ile 5 personel
50,71%
6 ile 10 personel
28,31%
Grafik 12 – Gruplanmış Personel sayısı
Basın kartlı personel çalıştırmayan gazetelerin sayısı 282 ile %35,03’lük bir
orana sahiptir. Gazetelerden % 21,6’sı (Çalıştırmayanlar çıkınca %33,26) basın
kartlı bir gazeteci, %11,2’si (% 17,2) 2 gazeteci, % 7,8’i (12,0) 3 gazeteci, % 5,6’sı
(8,6’sı) 4 gazeteci çalıştırmaktadır. 5 ve altında gazeteci çalıştıran gazetelerin
gazeteler içinde oranı basın kartlı personel çalıştırmayanlar çıkmadan önce % 52,05,
çıktıktan sonra % 80,2’dir. Gruplanmış personel sayıları Grafik 13’de gösterilmiştir.
6-10 personel
8,82%
11-15 personel
2,11%
16+
1,99%
personeli
olmayan
35,03%
1-5 personel
52,05%
Grafik 13 – Gazetelerin Basın Kartlı Personel Sayısı
Bahar 2009, Sayı: 28
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
137
Yerel Basının temel işlevlerinden biri de yerel sorun, talep ve istemleri
kamusal alana taşımaktır. Köşe yazarları da bu işlevi yerine getiren temel
unsurlarındandır. Gazetelerin Köşe yazarınız var mı diye sorulduğunda verilen
cevapların dağılımı Grafik 14’de gösterilmektedir.
Hayır
8,94%
Evet
91,06%
Grafik 14 – Köşe Yazarı
Yerel basın kuruluşlarının bir çoğunun köşe yazarı olmasına rağmen kadrolu
köşe yazarı miktarına da bakmak gerekmektedir. Kadrolu köşe yazarı olan
gazetelerin miktarı Grafik 15’de verilmiştir.
Var
44,97%
Yok
55,03%
Grafik 15 – Kadrolu Köşe Yazarı Sahipliği
Haber üretim sürecinde yerel basın kuruluşlarına en önemli içerik
kaynaklarından biri de haber ajanslarıdır.Ajanslar abonelik sistemi ile çalışmakta ve
belli bir aidatla hizmet vermektedirler. Yerel basın kuruluşlarının haber
ajanslarından faydalanma oranları Grafik 16’da görülmektedir.
İletişim Fakültesi Dergisi
138
C. Yaşın
Abone Olduğunuz Haber Ajansı Varmı ?
Evet
57,76%
Hayır
42,24%
Grafik 16 – Gazetelerin Haber Ajanslarına Abonelikler
Ajans aboneliğinin bölge bazında farklılıkları ise Tablo 9’da verilmiştir.
Tablo 9 - Ajans Aboneliğinin Bölge Bazında Dağılımı
Ajans Aboneliği
Var
%
Yok
%
Toplam
Doğu
46,00
69,70
20
30,30
66,00
İç Anadolu
74,00
68,52
34
31,48
108,00
Güneydoğu
45,00
68,18
21
31,82
66,00
Akdeniz
85,00
57,43
63
42,57
148,00
Marmara
64,00
55,65
51
44,35
115,00
Karadeniz
84,00
51,85
78
48,15
162,00
Ege
67,00
47,86
73
52,14
140,00
Toplam
465,00
57,76
340
42,24
805,00
Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin diğer
bölgelere göre ajans aboneliği yüzdesinin fazla olduğu gözlenmektedir.
Yerel basın kuruluşlarının ayakta durabilmesi için mali yapılarının ve gelir
kaynaklarının düzenli olabilmesi gerekmektedir. Mali yapısı güçlü bir yerel basın
Bahar 2009, Sayı: 28
139
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
hem ifade özgürlüğünün hem de demokrasinin teminatı olacaktır. Yerel talep ve
istemlerin yaygın basın kuruluşlarında kendilerine yer bulabilmesi zordur. Buna
karşın yerel basının farklı taleplere yer ayırtmaları ve kendilerine yaygın basın
kuruluşları içinde taleplerini ifadelendirmek için yer bulamayan toplumsal yapılara
kendilerini ifadelendirme imkanı sunmaktadır. Bunu yerel basın kuruluşlarının
yapabilmesi mali yönden bağımsız olmaları ile ilişkilidir.
Yerel basının bağımsız olması hem hizmet verdiği bölgenin sermayesinden
bağımsız hem de yönetim birimlerinden özerk olabilmesine bağlıdır. Ticari
reklamlar yerel sermaye gruplarını, resmi ilanlar ise resmi kurumlar ile zorunlu
ilişkiyi gerektirmektedir. Yerel basının özerkliğini sağlayabilmesi için ticari ve
resmi reklamlar dışında gazete satışından ve küçük ilanların oranın yüksek
olabilmesi gerekmektedir. Araştırmada gazetelere gelirlerini en çok hangi kaynaktan
sağladıkları sorulmuştur. Bu soruya verdikleri yanıtlar Grafik 17’de
değerlendirilmiştir.
Diğer
13,17%
Satış
5,84%
Resmi İlan
66,58%
Küçük İlanlar
3,23%
Ticari İlanlar
11,18%
Grafik 17 – Gazetelerin En Önemli Gelir Kaynağı
Gazetelere sorulan en önemli gelir kaynağınız nedir? sorusuna 536 gazete
“Basın İlan Kurumu ve resmi ilanlar yanıtını vermiştir. Bu değeri verilen yanıtlardan
106 gazete diğer, 90 gazete ticari ilanlar ve sadece 46 gazete satış geliri cevabını
vermiştir. Diğer yanıtını verenler arasında en önemli kısmı 28 gazete ile diğer
reklamlar oluşturmaktadır. Bu kalem çok net olmamakla birlikte siyasi bağlantılarla
alınan reklamlar ve propaganda amaçlı belediye veya siyasi partiler gibi
İletişim Fakültesi Dergisi
140
C. Yaşın
kaynaklardan sağlanan gelirlerdir. Bunun dışında diğer şıkkını işaretleyenler
arasında gelirleri kamu kurumları veya sivil toplum kuruluşlarınca sağlanan
gazeteler göze çarpmaktadır. En önemli gelir kaynağının coğrafi bölgelere göre
değişip değişmediğini gözlemek için Tablo 10 oluşturulmuştur.
Tablo 10 – Bölgelere Göre En Önemli Gelir sorusuna Verilen Yanıtların
Dağılımı
Gazetenin gelirleri içinde en önemlisi aşağıdakilerden hangisidir? * Coğrafi Bölgesi Crosstabulation
Gazetenin
gelirleri içinde
en önemlisi
aşağıdakilerden
hangisidir?
Satışından elde
edilen gelir
Count
% within Coğrafi Bölges
Basın İlan Kurumu Count
ve resmi ilanlar
% within Coğrafi Bölges
Ticari İlanlar
Küçük İlanlar
Diğer
Total
Marmara
7
6,1%
63
Ege
5
3,6%
86
Coğrafi Bölgesi
Akdeniz İç Anadolu Karadeniz
14
2
11
9,5%
1,9%
6,8%
93
84
107
Doğu
5
7,6%
50
Güneydoğu
3
4,5%
53
Total
47
5,8%
536
54,8%
61,4%
62,8%
77,8%
66,0%
75,8%
80,3%
66,6%
Count
18
% within Coğrafi Bölges 15,7%
Count
2
% within Coğrafi Bölges
1,7%
Count
25
% within Coğrafi Bölges 21,7%
Count
115
% within Coğrafi Bölges 100,0%
24
17,1%
7
5,0%
18
12,9%
140
100,0%
16
10,8%
6
4,1%
19
12,8%
148
100,0%
12
11,1%
1
,9%
9
8,3%
108
100,0%
15
9,3%
7
4,3%
22
13,6%
162
100,0%
3
4,5%
1
1,5%
7
10,6%
66
100,0%
2
3,0%
2
3,0%
6
9,1%
66
100,0%
90
11,2%
26
3,2%
106
13,2%
805
100,0%
Her bölgede en önemli gelir kalemi “Basın İlan Kurumu ve resmi ilanlar”
olmakla birlikte, değerler arasında farklılıklar olduğu gözlenmektedir. Güneydoğu
Anadolu, İç Anadolu ve Doğu Anadolu’dan oluşan üç bölgede “Basın İlan Kurumu
ve resmi ilanlar”ı en önemli gelir kaynağı gösterenlerin oranı % 75’in üzerine
çıkmaktadır. İkinci tercihlerde Ege Bölgesi dışında diğer şıkkı ön plana çıkmışken
Ege Bölgesinde “Ticari İlanlar” ikinci sırada yer almaktadır. Diğer maddesi altında
yer alan tercihler farklılıklar göstermekle birlikte en önde gelen kalem aboneliktir.
Bunu diğer ilan türleri izlemektedir. Reklam ve ilanla ilgili cevaplar
değerlendirildiğinde ticari reklamların farklı biçimlerinin geliştiği görülmektedir.
Farklı reklam biçimlerine takas yolu ile reklam vermek, yıllık bir alanı toptan kiraya
vermek gibi değişik formatlar mevcuttur. Bunun yanında sivil toplum örgütleri ve
resmi kurumların finanse ettiği gazetelerde kamusal bütçelerden masraflar
karşılanmakta ve diğer kategorisi içinde yer almaktadır.
Yerel basın kuruluşlarının en önemli gelir kaynaklarının başında resmi ilanlar
gelmektedir. Resmi ilan alıp almadıkları gazetelere sorulmuştur. Resmi ilan alıyor
musunuz sorusuna gazetelerin verdiği yanıtlar Grafik 18’de görülmektedir.
Bahar 2009, Sayı: 28
141
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
Hayır Almıyorum
26,71%
Evet Alıyorum,
73,29%
Grafik 18 – Gazetelerin Resmi İlan Alıp Almadıkları Sorusuna Verdikleri
Yanıtın Dağılımı
Resmi ilan alma ile bölgeler arasında farklıkları görmek için Tablo 11’de
değerler görülmektedir.
Tablo 11 – Resmi İlan ile İlgili Değerlerin Bölgelere Dağılımı
Coğrafi
Bölgesi
Marmara
Ege
Akdeniz
İç Anadolu
Karadeniz
Doðu
Güneydoğu
Toplam
Adet
%
Adet
%
Adet
%
Adet
%
Adet
%
Adet
%
Adet
%
Adet
%
Resmi ilan alıyor
musunuz?
Evet
Hayýr
Toplam
Evet
85
30
115
73,9%
93
66,4%
99
66,9%
90
83,3%
115
71,0%
52
78,8%
56
84,8%
590
73,3%
26,1%
47
33,6%
49
33,1%
18
16,7%
47
29,0%
14
21,2%
10
15,2%
215
26,7%
100,0%
140
100,0%
148
100,0%
108
100,0%
162
100,0%
66
100,0%
66
100,0%
805
100,0%
İletişim Fakültesi Dergisi
142
C. Yaşın
Yerel basın kuruluşlarının en önemli gider kaynaklarının başında iki kalem
gelmektedir. Bunlar personel giderleri ve gazetelerin baskı giderleridir. Bunları büro
ve işletme giderleri ile kira giderleri izlemektedir. En önemli giderlerin dağılımı
Grafik 19’da görülmektedir.
Diğer
3,98%
Kira
2,73%
Basım
34,29%
Personel
55,03%
Büro ve
işletme
3,98%
Grafik 19 – Gazetelerin En Önemli Giderleri
Araştırmaya katılan yerel basın kuruluşlarının en önemli sorunlarının ne
olduğu sorulmuştur. Açık uçlu soruya verilen cevaplar gruplanmıştır. Gruplanan
yanıtlar Grafik 20’de verilmiştir.
Yerel Basının En Önemli Sorunu Nedir Sorusuna Verilen Yanıtlar
Ekonomik
sorunlar
60,75%
Haber
5,18%
Diğer
9,33%
Yasal
Düzenlemeler
2,07%
Okuyucu
5,31%
Rekabet
3,50%
Grafik 20 – Yerel Basının En Önemli Sorunu
Bahar 2009, Sayı: 28
Personel
13,86%
143
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
Yerel basın kuruluşları en önemli sorun olarak ekonomik sorunları
tanımlamışlardır. Ekonomik sorunların büyük bir kısmı destek azlığı ve Basın İlan
Kurumu ile ilgilidir. Bunun yanında baskı personel maliyetleri, yüksek vergi yükü,
SSK primleri, işletme maliyeti ile ilgili sorunlarda ekonomik sorunlar kategorisi
içinde yer almıştır. Ekonomik soruları personel sorunu izlemektedir. Personel
sorunu haber yapacak personel, teknik personel, personel eğitiminin eksik olması
gibi cevapları içermektedir. Personel sorununu ise diğer grubunda toplanan cevaplar
takip etmektedir. Diğer grubu yüzde olarak yüksek bile olsa grup oluşturamayacak
kadar dağınık yanıtlardan oluşmaktadır. Bunlar arasında baskılar, gazetecilik etiği,
dağıtım, teknoloji, basın örgütlerin zayıf olması, yaygın basına yakın olma, ulaşım
gibi değişik konular bulunmaktadır. Yerel basın kuruluşlarının sorunları olarak
tanımladıkları diğer konular haber üretimindeki zorluklar, yasal düzenlemelerin
basına getirdiği yükler ve yerel basın kuruluşlarının düzenli bir okuyucu kitlesine
ulaşamaması gelmektedir.
En önemli sorunun bölgelere göre dağılımı ise Tablo 12’de verilmiştir.
Tablo 12 – Bölgelere Göre Yerel Basının En Önemli Sorununun Yüzde
Dağılımı
Marmara
Ege
Akdeniz
İç Anadolu
Karadeniz
Doğu
Güneydoğu
Ekonomik
64,00
64,23
62,86
61,68
62,18
50,00
57,38
Personel
16,00
11,68
11,43
18,69
14,10
14,52
13,11
Haber
5,00
7,30
3,57
2,80
6,41
3,23
8,20
Rekabet
2,00
2,92
2,86
3,74
2,56
6,45
8,20
Okuyucu
6,00
2,19
7,14
3,74
6,41
8,06
4,92
Yasal D
3,00
1,46
1,43
2,80
1,92
3,23
1,64
Diğer
13,00
10,22
10,71
6,54
6,41
14,52
6,56
Toplam
100
100
100
100
100
100
100
Sonuç
Araştırma Türkiye’de yerel basının genel bir profilini çizmek amacıyla
tasarlanmıştı. Araştırma tasarımını hazırlarken karşılaşılan en önemli sorunlardan
biri alanda sınırlı sayıda araştırmanın bütünün resmini verememesiydi. Bu konuda
gerek sahada yapılan çalışmalar, gerekse ilgili kurumların elindeki verilerin analizi
ile ilgili sonuca gitmeye çalışan çalışmalar Türkiye’de yerel basının ne durumda
olduğu ile ilgili genel kanaatler sunmakla birlikte bütüncül bir görüntü
sergilememekte idi.
Değerli çalışmaların var oluşu da şu anda yerel basının yapısına bizi
ulaştıracak bilgi birikimini sağlamıyordu. Bu durumun iki önemli nedeni vardı.
İletişim Fakültesi Dergisi
144
C. Yaşın
Bunlardan ilki Basın İlan Kurumu gibi yerel basınla ilgili kurumların verilerinin
yerel basının değişken yapısını saptayamaması idi. Zaman içinde yaşanan değişimler
doğrudan veri tabanlarına yansımadığı gibi, ilan almayan veya alamayan ve dışarıda
kalan yerel basın kuruluşlarının resmin karanlık yüzünü oluşturmasıydı. Araştırma
raporunun başında da belirtildiği gibi bu araştırmanın temel amaçlarından biri
bundan sonra yapılacak araştırmalara zemin hazırlayacak genel görüntünün tespiti
idi. Araştırmanın amaçlarından biri bu eksikliğin giderilmesiydi. Diğeri ise yerel
basının heterojen yapısıydı. Bu yapı içinde geçmiş araştırmalar dokunun sadece bir
kesiminden alındığı için bütünü oluşturan diğer doku parçalarını temsil etmediği
yönünde varsayımımızdı. Bölgelere, illere, hatta aynı ildeki yerel basın kuruluşları
arasında farklılık alınan kesitlerden genellemeleri imkanlı kılmamaktaydı.
Araştırma betimleyici bir araştırma olmasına rağmen bölgelere göre
farklılıklar ve değişkenler arasındaki ilişkilerde sınanarak bundan sonraki
araştırmalar için değişkenleri ve değişkenler arası ilişkilerle ilgili veri sağlamaya
çalışılmıştır. Anket formundaki soruları üç gruba toplamak mümkündür. Bunlar:
yerel basın kuruluşlarının genel yapılarını ortaya çıkarmak amaçlı sorular, haber ve
içerik üretim sürecini ortaya çıkarmak amaçlı sorular ve mali yapılarını ortaya
çıkarmak amaçlı sorular olmuştur.
Yerel basın kuruluşlarının genel yapılarını ortaya çıkarmak amaçlı sorularla
gazetelerin kurumsallaşma düzeyleri araştırılmıştır. Kurumsallaşmış bir yapı zaman
içinde sürekliliği içerir. Gazetelere kuruluş tarihleri sorulmuştur. Kuruluş tarihleri
bize yerel gazetelerin kendilerini devam ettirebilme düzeyini göstermektedir.
Araştırmanın yayın hayatına devam eden gazeteleri içermesi, zaman içinde yayın
hayatına devam edemeyen gazeteler ile ilgili verileri sağlanmasına engel olsa da
anket uygulanan gazetelerden genellemeler yapmamızı imkanlı kılmaktadır.
Çalışmanın örneklem çerçevesi hazırlanarak ve nüfusa uygulanması yapı hakkında
parametrik değerleri sağlamıştır.
Araştırma içinde kuruluş tarihleri bize yerel basın kuruluşlarının ne kadar
süredir faaliyette bulunduğunu göstermektedir. Gazetelerin kuruluş tarihlerinin
1918’e kadar gittiği tespit edilmiştir. Buna rağmen ortalamadan faaliyet süresi
takribi 20 yıldır. Bir çok kuruluş bu ortalamadan daha kısa faaliyet süresine sahiptir.
Ortanca değerin 14 yıl, en çok gözlemlenen faaliyet yılının 4 olması da bunu
göstermektedir. İl bazında en eski kuruluş tarihi ile illerdeki ortalama faaliyet süresi
arasında farklılık yerel basının genel heterojen yapısını göstermektedir.
Bahar 2009, Sayı: 28
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
145
Araştırmada gazetelerin sahiplik yapısı da incelenmiştir. En çok gözlenen
sahiplik yapısı kişisel gazete sahipliğidir. Bu değer % 57,11 gibi yüksek bir yüzdeye
sahiptir. Buna adi ortaklığı da eklediğimizde % 61’lere yaklaşmaktadır. Şirket
sahipliğinde ise limitet şirketler % 29,92, anonim şirketler ise % 10,44’lük paya
sahiptir. Limitet şirketler şahıs firması olma ihtimalini artırmaktadır. Bu duruma,
limitet şirketlerin ortak sayısının daha az olmasının ve anonim şirketlerle
kıyaslandığında süreçlerinin ve karar alma mekanizmalarının daha sade olması gibi
nedenlerin sebep olduğu söylenebilir. Bundan sonraki araştırmalarda şirketlerin
sermaye yapılarının da incelenmesinde fayda olabilir.
Şirket sahiplik biçimleri bölgelere göre de farklılıklar göstermektedir.anonim
şirketin diğer sahiplik türleri içindeki yüzde değeri en yüksek bölge İç Anadolu
Bölgesi olmuştur.Anonim şirket yüzdesinde en düşük değeri alan Ege ve Doğu
Anadolu bölgesi olmuştur. Ege Bölgesinde bir kişinin gazeteye sahip olma oranı %
65,7 iken, Doğu Anadolu Bölgesinde benzer şekilde bu değer % 65,2 olmuştur.
Limitet şirketin yüzdesinde en yüksek değere İç Anadolu ve Akdeniz Bölgeleri
sahip olmuştur. Bölgeler ile gazete sahiplik yapısı arasında görünen bu farklar kikare testi ile sınanmış ve bölgelere göre şirket sahiplik yapıları arasında anlamlı bir
farklılık bulunmuştur. Bölgeler arasında istatistiksel olarak farklılık olsa da genelde
yerel basının kişisel girişimlerle sürdürüldüğü söylenebilir.
Gazete sahipliğinin kişiselliğinin yaygınlığı, patronun veya büyük ortağı
başka faaliyeti olup olmadığının da sorulmasını gerektirmektedir. Araştırmaya
katılan gazetelerden 308 tanesinin patronun veya büyük ortağının başka işi olduğu
tespit edilmiştir. Araştırmada başka işi olmadığını söyleyen gazetelerden bir
kısmının da matbaa sahibi olduğu tespit edilmiştir. Matbaa sahibi olan gazeteler in
sayısı 344, patronun matbaası olanların sayısı ise 15’dir. Toplamda bu rakam
359’dur. Bu değerleri 308 tanesinin başka işi olduğu, 359’nun da matbaacılık
sektöründe çalıştığı söylenebilir. Bölgelere göre patronun veya büyük ortağın başka
işi olma oranına baktığımızda ise Ege ve Marmara Bölgelerinde başka işi olma
oranın yarı yarıya olduğu söylenebilir.
Kurumsallaşma düzeyini gösteren bir başka kriter ise gazetenin düzenli çıkıp
çıkmadığıdır. Örneklem çerçevesi hazırlanırken yaşanan zorluğun büyük bir kısmı
dönemsel çıkan gazetelerden kaynaklanmaktadır. Sadece seçim döneminde çıkan
gazeteler de mevcuttur. Ankete katılan gazetelerden sadece 498 tanesi günlük
düzenli çıkabilmektedir.
İletişim Fakültesi Dergisi
146
C. Yaşın
Gazetelerin yapılarını gösteren bir diğer gösterge ise gazetelerin nasıl
dağıtıldığıdır. Ankete katılan 378 gazete elden dağıtılmaktadır. Bu dağıtım sistemi
sınırlı sayıda okuyucuya ulaşılabildiğini göstermektedir. Abonelik sistemi ile
dağıtılan gazetelerin sayısı 98’dir. Burada da gazetenin tirajının abone sayısı ile
sınırlanması söz konusudur. Gazetelerin farklı dağıtım sistemlerini karışık olarak
kullansalar da ulusal dağıtım şirketlerinden sınırlı sayıda, 71 gazete
faydalanmaktadır. Dağıtım sistemi tercihi ile bölgeler arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunmuştur. İç Anadolu ve Akdeniz bölgeleri ulusal ve
bölgesel dağıtım sistemlerinden faydalanmada en üst sırada er almaktadır.
Dağıtım sistemleri kadar yeni iletişim teknolojilerinden faydalanma oranı da
yerel basın kuruluşlarının yapıları hakkında önemli veriler sağlamaktadır. İnternet
gazetesi veya haber portalı sahipliği yeni iletişim teknolojilerinden faydalanma
düzeyini göstermektedir. Gazetelerden 471 tanesi internet portalı sahibi olduğunu
söylemiştir. Fakat bu sayfalar ziyaret edildiğinde çoğunun güncellenmediği veya
nitelikli sayfa tasarımlarına sahip olmadığı gözlenmiştir. İnternet gazetesi olmayan
kuruluşlara başka haber portallarına katkı sağlayıp sağlamadıkları sorulduğunda, 79
tanesi başka haber portallarına katkı verdiklerini söylemişlerdir. İnternet gazeteciliği
yerel basın için önemli bir imkan sağladığı söylenebilir. Araştırmada bölgelere göre
Internet’i kullanma düzeylerinde bir farklılık olmaması, yerel basının bütünü için bir
imkan olduğunu göstermektedir.
Haber üretim süreci ve gazete içeriğinin hazırlanması büyük oranda kadro
yapısına bağlıdır. Kurumsallaşma düzeyi ve mali yapısı zayıf olan gazeterin
personel yapıları da bu duruma paralellik göstermektedir. Gazetelerin ortalama
personel sayısı 8, dağılımın ortanca değeri 5, en çok gözlemlenen personel sayısı ise
125 gazetede 3 kişidir. Bu rakamlara gazetelerde çalışan her türlü personel dahildir.
Koceeli, Eskişehir, Bursa gibi bazı illerde ortalama personel sayısı 20 kişinin
üzerine çıksa da yerel basın kuruluşlarının ihtiyacı olan personel için mali gücünün
olmadığı ortadadır. İl bazında ortalama personel sayılarında büyük farklılıklar
bulunmaktadır. Araştırma verileri üzerine yapılan testlerde bölgelere göre personel
sayılarında anlamlı bir farklılık bulunmuştur.
Personel sayısı kadar personelin niteliği de önemlidir. Gerek haber üretimi
gerekse teknik ihtiyaçlar için bir gazetenin nitelikli insan gücüne gereksinimi vardır.
Bunların başında da basın kartı sahibi gazeteciler gelmektedir. Basın kartlı personel
çalıştırmayan gazetelerin sayısı 282 ile %35,03’lük bir orana sahiptir. Gazetelerden
174 tanesi sadece basın kartlı bir gazeteci, 90 gazete 2 gazeteci, 63 tanesi 3 gazeteci,
45 tanesi 4 gazeteci, 47 tanesi 5 gazeteci çalıştırmaktadır. 5 ve altında gazete
Bahar 2009, Sayı: 28
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
147
çalıştıran gazetelerin ankete katılan gazeteler içinde oranı % 52,05’dir. Bu basın
kartlı personelin büyük bir kısmının da gazete sahiplerinden veya ortaklarından
oluştuğu düşünülürse durum vahimdir. Basın kartı alabilmek için bir gazetenin
kadrosunda gösterilmekte yaygın gözlenen bir durumdur. Çok az sayıda gazete
dışında basın kartlı personel sayısı çok küçük rakamlardadır. Tek basın kartlı
personel sahibi olma oranı Doğu Anadolu’da % 42,6, Güney Doğu Anadolu’da %
38, Karadeniz’de % 35,6’dır.
Haber üretiminde diğer bir unsur ise haber ajanslarıdır. Haber ajanslarına
abonelik hem sınırlı haber kaynakları hem de yerel basın kuruluşlarının ulaşamadığı
coğrafi bölgelerdeki haber içeriği açısından önemlidir. Gazetelerden % 57,76’sına
denk gelen 465 gazete haber ajanslarına üye olduklarını söylemiştir. İnternet alt
yapısı üzerinden çalışan sistemler haber ajansı aboneliğini artırmaktadır. Buna
rağmen % 42,24 gibi büyük bir oranda haber ajansına abone olmayan gazete
bulunmaktadır. Haber ajansı aboneliğinde bazı gazeteler birden fazla ajansa abone
olabilmektedir. Gazetelerden büyük bir kısmının hala hiçbir ajansa abone olmadı
gözlendiğinde bu dağılımın heterojen bir yapı sergilediği söylenebilir. Gazete başına
düşen abone sayısı 0,79’dur. Bu değeri hiçbir haber ajansına abone olmayan 340
gazete aşağı çekmektedir. Abone olunan ajanslar içinde ilk iki sırada Anadolu
Ajansı ve İhlas Haber Ajansı almaktadır. Ankete katılan gazetelerde İhlas Haber
Ajansı’na abonelik oranı % 35,9, Anadolu Ajansı’na abonelik oranı ise % 33,4’dür.
Bölgelere göre de haber ajansı aboneliğinde farklılıklar vardır. Yapılan testte
bölgeler ile haber ajansı aboneliği arasında istatistik olarak anlamlı bir ilişki olduğu
tespit edilmiştir. Ajans aboneliğinde en yüksek değer Karedeniz bölgesinde % 69,70
ile Doğu Anadolu Bölgesinde gözlenmiştir. Bu bölgeyi % 68,52 ile İç Anadolu, %
68,18 ile Güney Doğu Anadolu izlemektedir.
Haber üretimi kadar gazete içeriğinde önemli bir unsur da köşe yazarlarıdır.
Yerel basın bölge halkından köşe yazarı bulmakta zorlanmadığı köşe yazarınız var
mı sorusuna verilen yanıtlardan görülmektedir. 733 gazete köşe yazarının olduğunu
söylemiştir. 443 gazetenin kadrolu köşe yazarı bulunmamaktadır. Bu sayı dışardan
kadrosuz köşe yazarında 161’e düşmektedir. Köşe yazısı ihtiyacını gazetelerin
alternatif bir yoldan karşılayıp karşılamadıkları Gazi Üniversitesi Yerelnet hakkında
bilgi sahibi olup olmadıkları gazetelere sorularak test edilmiştir. Yerel basına
akademik kaynaklardan köşe yazısı temin eden portal hakkında bilgilenme düzeyi
52 gazete ile %6,46’dır.
Gazetelerin kadro olarak güçsüzlüğünün en önemli sebebi mali yapılarındaki
zayıflıktır. Mali yapılarında zayıflık ise gelir kaynaklarının sınırlılığından
İletişim Fakültesi Dergisi
148
C. Yaşın
kaynaklanmaktadır. Gazetelere en önemli gelirleri sorulduğunda 536 gazete en
önemli gelir kaynağını resmi ilanlar olarak göstermektedir. Bunu 90 gazete ticari
ilanlar, 26 gazete küçük ilanlar olarak takip etmektedir. Sadece 47 gazete satış
bedelini en önemli gelir kaynağı olarak göstermiştir. En önemli gelir kaynağı
konusunda istatistiksel olarak bir farklılık olduğu yağılan testle tespit edilmiştir.
Resmi ilanı en önemli gelir olarak gösterenler Güney Doğu Anadolu’da % 80,3 ile
en yüksek yüzdeye ulaşmıştır. Ticari İlanlarda % 17,1 küçük ilanlarda % %,0 ile Ege
Bölgesi, satışta % 9,5 ile Akdeniz Bölgesi, en yüksek yüzdelere ulaşmıştır.
Resmi ilanlar yerel basının en önemli gelir kaynağı olduğu görülmektedir.
Resmi ilan alıp almadıkları gazetelere sorulduğunda 590 gazetenin resmi ilan aldığı
tespit edilmiştir. 536 gazetenin de en önemli gelir kaynağı olarak resmi ilanları
göstermesi, bu gazetelerin resmi ilan sayesinde ayakta kalabildiklerinin delilidir.
Bölgelere göre resmi ilan alma yüzdelerinde değişim resmi ilana bağımlı olma
oranının değiştiğini göstermiştir. Güney Doğu Anadolu Bölgesi % 84,8 ile en
yüksek orana sahiptir. Bu yüzde bu bölgede yerel basın kuruluşlarının ancak resmi
ilan ile ayakta durabildiklerini göstermektedir.
Satış gelirini en önemli gelir olarak gösteren gazetelerin oranı % 5,84 olsa da
gazetelerin satışı ve fiyatları hem okuyucu kitlesine ulaşabilmeleri hem de maddi
yapılarını güçlendirebilmeleri için önem taşımaktadır. Gazetenin fiyatı bir taraftan
gazetenin mali yapısı içinde önemli bir kalem olması açısından önem taşırken diğer
taraftan gazeteyi satın alan bir okur kitlesini de göstermektedir. Ankete katılan
gazetelerin ortalama fiyatı 41,92 kuruş, en çok gözlenen fiyat 50 kuruş, ve ortanca
fiyat ise 39 kuruştur. En düşük gazete ücreti 10 kuruş, en yükseği ise 4 liradır.
Yerel basın kuruluşlarının mali yapılarını analiz etmek için gelirleri kadar
giderleri de araştırma içinde değerlendirilmiştir. Araştırmada gazetelere en önemli
gider kalemi sorulmuştur. Verilen yanıtlar içinde personel ve basım giderinin ön
plana çıktığı gözlenmiştir. 443 gazete en önemli giderini personel, 276 gazete ise
gazetenin basım maliyetini en önemli gider olarak göstermiştir. Personel masrafını
en önemli gider olarak gösterme oranı Karadeniz Bölgesinde % 62,96 ile en yüksek
değere ulaşmıştır. Matbaa masrafını en yüksek yüzde ise Akdeniz bölgesinde %
41,22 ile tespit edilmiştir. Büro ve işletme masrafları ise tüm bölgelerde küçük
yüzdelere sahip olmakla birlikte Doğu Anadolu Bölgesi’nde % 6,06 ile en yüksek
değeri almıştır.
Gazetelerin genel görünümü zayıf mali yapılardan oluştuğudur. Resmi ilanın
gelirler içinde önemi gazetelerin maddi destek ihtiyacını göstermektedir. Finansal
Bahar 2009, Sayı: 28
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
149
destek kaynaklarının sınırlı olduğu yapılarda basının özgürlüğünden buna bağlı
olarak tarafsızlığından söz etmek mümkün değildir. Banka kredisi yerel basın
kuruluşları için özel bir destek olmasa da finanssal araçları ne kadar kullandıklarının
göstergesi olarak değerlendirecek veri sağlamaktadır. Gazetelere banka kredisi
kullanıp kullanmadıkları sorulduğunda, 277 gazete banka kredisi kullandığını
belirtmiştir. Banka kredisi kullanma oranı % 34,41’dir. Banka kredisi kullanımı ile
bölgesel farklılıklar arasında bir ilişki bulunamamıştır. Gazetenin kredi kullanımı ile
ene önemli gelir kaynağı ve resmi ilan alıp almaması arasında anlamlı bir ilişki
tespit edilmiştir.
Banka kredisini kullanma sebepleri sorulduğunda % 48,74’ü işletme
ihtiyaçları için cevabını vermiştir. İşletme giderlerini baskı makinesi % 27,44 ile
takip etmektedir. % 17,33’ü ise diğer olarak tanımlanan grupta toplanmıştır. Diğer
cevabının içinde SSK ve Vergi borçlarını ödemek, personel giderleri gibi cevaplar
bulunmaktadır. Matbaa giderleri de diğer cevabı içinde önemli bir yer tutmaktadır.İl
bazında değerlendirmeler için yapılan tematik haritalarda birbirine komşu illerde
benzerlikler görülmekle birlikte bölgeler arasında kredi kullanma sebepleri açısından
farklılık olmadığı tespit edilmiştir.
Yerel basın kuruluşlarının mali yapısının zayıflığı, yerel basın kuruluşlarına
gelebilecek baskılara karşı direncini de zayıflatmaktadır. Araştırmada yerel basın
kuruluşlarına gazete içeriklerine müdahale etmek isteyenlerin bulunup bulunmadığı
sorulmuştur. Gazetelerden % 34,04’ü evet cevabını vermiştir. Müdahale etmek
isteyenlerin kimlerden oluştuğu da araştırmada sorulmuştur. Müdahale etmek
isteyenlerin başında siyasiler gelmektedir. Cevaplarda siyasiler % 42,69 gibi bir
yüzde ile ilk sırasını, kişiler cevabı takip etmektedir. Gazetelerde haber yapılanların
haberler içinde yer alan kişi ve yandaşlarından gazetelere baskı gelebilmektedir.
Kişisel müdahaleleri % 14,62 ile belediyeler ve % 12,69 ile resmi kurumlar
izlemektedir.
Siyasetçilerde en yüksek yüzde Karadeniz Bölgesinde, belediyelerde en
yüksek değer İç Anadolu Bölgesinde, resmi kurumlarda en yüksek değer İç Anadolu
ve Doğu Anadolu Bölgesinde, şahıslarda en yüksek değer Karadeniz ve bunu
takiben Akdeniz Bölgesinde, baskı gruplarında en yüksek değer ise Güney Doğu
Bölgesinde gözlenmiştir. Baskı grupların da Güneydoğu bölgesinde aşiretler ve
feodal yapının baskı grupları içinde sınıflandırıldığı için bu değer yüksektir. Baskı
gruplarında ikinci sırada Akdeniz bölgesi yer almaktadır.
İletişim Fakültesi Dergisi
150
C. Yaşın
Yerel basın kuruluşlarına en önemli sorunlarının ne olduğu sorulduğunda %
60,75 gibi büyük bir yüzde ile maddi sorunlar olduğu cevabı alınmıştır. Diğer
sorulara aldığımız cevaplarda yerel basının mali yönden ne kadar zayıf olduğunu
göstermektedir. Basının denetleme, özgür haber yapma, tarafsız bilgilendirme gibi
işlevleri ancak mali yönden ayakları üzerinde durabilmelerine bağlıdır. Halbuki
yerel basının büyük bir kısmı kamu kuruluşları ve belediyelerden aldıkları destekle
ayakta durabilmektedir. Baskı kaynağı olarak belediyeler ve resmi kurumlarda
ankette gösterilmiştir.
Yerel basının bir diğer sorunu 13,86 ile personel sorunudur. Yetişmiş
personel yetersizliğinden söz ederken maddi nedenlerle nitelikli eleman
çalıştıramamaktadırlar. Haber üretiminde ise sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Yerel
basının en önemli sorunları arasında haber % 5,18 ile önemli bir pay almaktadır.
Haber üretimi bir yandan personel sorunu ile ilgili iken diğer taraftan maddi
nedenlerle haber ajansları abonesi olamamak gibi diğer faktörlerle ilişkilidir.
Bölgenin zengin ve ağırlıklı kişileri, belediyelerden gelen baskılarda haber
üretebilmelerini etkilemektedir.
Araştırma sonucunda yerel basının örgüt yapısının etkilere ve müdahalelere
karşı zayıf, üretim koşulların ağır olduğu söylenebilir. Yerel basın kuruluşlarının
mali yapılarını güçlendirecek düzenlemelere, bağımsız ve özerk yapılarını
koruyacak yasal düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Resmi ilanların dışında farklı
araçların yaratılması gerekmektedir. Yaygın basın kuruluşları ve ticari oluşumlar
karşısında yerel basın varlığını bu düzenlemeler yapılmadan sürdürmesi, ayağa
kalkması imkansızdır.
KAYNAKÇA
Akçakoca, Oğuz (2006) Konya Yerel Basının Yapısal ve İçerik Analizi ile
Bir Yerel Basın Model Önerisi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi.
Arık, Ersen (2002) Yerel Yönetimler ve Yazılı Basın Etkileşimleri Mersin Örneği,
Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans tezi.
Arıkan, Mustafa (2005) Türk Sözü Gazetesinin Yerel Basın İçinde Yeri ve İşlevi,
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Arslan, Berna Elçin (1999) Yerel Basın Örgütlerinde Örgütsel İletişimin Rolü ve
Önemi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Bahar 2009, Sayı: 28
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
151
Bekiroğlu, Onur (2006) Yerel Kamuoyunun Oluşumunda Yerel Basının Rolü –
Trabzon Örneğinde Bir Araştırma, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Bıldırki, Hilal (1998) Söke'de Yerel Basın Ve Yayın Hayatı, Uludağ Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Bodur, Feyyaz (1996) Yerel Basında Yönetim ve Örgüt Yapısı (Uygulamada
Karşılaşılan Sorunlar ve Bir Model Önerisi), Anadolu Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi.
Bozkurt, Hale (2006) 2002 Genel Seçimlerinde Edirne Yerel Gazetelerinin Siyasal
İletişimdeki Rolü, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora
Tezi.
Çağlar, Bayram (2007), Kocaeli’de Yerel Gazetelerin Tarihsel ve Teknolojik
Gelişimi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Edoğan, İrfan (2007) Türkiye’de Gazetecilik ve Bilim İletişimi Yapısal Özellikler
Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Ankara: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi.
Edoğan, İrfan (2007) Türkiye’de Gazetecilik ve Bilim İletişimi Yapısal Özellikler
Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Ankara: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi.
Erdoğan, İlker (2005) Ulusal ve Yerel Gazetelerin Heber Gündemlerinin
Karşılaştırması: Hürriyet ve Yeni Asır Gazeteleri Örneğinde Seferhisar
Deperemi Haberlerinin Analizi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi.
Gezgin, Suat (2007) Türkiye’de Yerel Basın, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim
Fakültesi Yayınları.
Girgin, Atilla (1997) Cumhuriyet Döneminde Türkiye'deki Yerel Basının Gelişmesi,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Gül, Halis (1994) 1994 Yerel Seçimlerin Basına Yansıması, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Güleç, Serhat (2005) Türkiye’de Yerel Yazılı Basın ve Mersin Örneği, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Gürcüoğlu, Fuat (2007) Demokratikleşme Sürecine Katkı Sağlayan Bir Araç Olarak
Yerel Basının, Yerel Yönetim Meclisleri Bağlamında Kamuoyunu
Bilgilendirme Düzeyi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doktora Tezi.
İletişim Fakültesi Dergisi
152
C. Yaşın
İçin, Selda (1992) Ege'de Yerel Yazılı Basın Ve Bölge Gazeteciliği, Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi
İmre, Nurettin (1988) Anadolu Basınının (Orta Karadeniz Bölgesi Yerel Basının)
Sorunları ve Çözümleri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doktora Tezi.
Kanburoğlu, Özer (2002) Küresel, Ulusal ve Yerel Haber Fotoğraflarının Basında
Kullanım Farklılıkları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doktora Tezi.
Kaya, Ferhat (2004) Yerel Gazetelerin Okuyucularının Siyasi Tercihlerine Etkisi,
Süleyman Demirel Üniversitesi sosyal Bilimler Enstitüsü yüksek Lisans Tezi.
Kaynarca, Yavuz (1994) Trakya Yerel Basını ve Sorunları, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Keseli, İbrahim Bodur (1996) Fransa`da Bölgesel-Yerel Basın, Marmara
Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi.
Koloğlu, Orhan (2006) Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, İstanbul:Artı
Yayıncılık.
Orhan, Evrim (1992) Yerel Seçimlerde Seçmenlerin Siyasal Tercihlerinde Basının
Rolü, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Özay, Seçil (2005), Türkiye'de Yerel Basının Gelişmesi Ve Demokrasiye Etkisi,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek lisans Tezi.
Şansal, Şadan (1987) Dünya Ekonomik Buhranının İzmir'deki Etkilerinin 1929-1930
Yerel Basınından İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Taban, Ali Rıza (1995), Kamuoyu Oluşturmada Kitle İletişim Aracı Olarak Yazılı
Basının Rolü Ve Konya Yerel Basını Üzerine Örnekler, Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Tokan, Feryade (2005) İstanbul’da Azınlık Gazetelerinin Yerel Gazeteciliğin
Gelişimine Etkileri, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi.
Tokgöz, Oya (1982) Türkiye'de Yazılı Basının Yerel Olarak Gösterdiği Özellikler,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu
Yıllığı, s.283-309.
Bahar 2009, Sayı: 28
Türkiye’de Yerel Basının Yapısal Özellikleri ve Üretim Koşulları
153
Tokgöz, Oya (1988), Türkiye’de Yerel Basının Konumu: Rolü ve Önemi, A.Ü.Basın
Yayın Yüksek Okulu Yıllığı, s.271-294.
Tokgöz, Oya (2001) Türkiye’de Yerel Medyanın Yapısı ve Örgütlenişi, İletişim, 9,
s.5-40.
Tokgöz, Oya (2005) Temel Gazetecilik, Ankara: İmge.
Topuz, Hıfzı (2003) II.Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, İstanbul: Remzi
Kitapevi.
Tümlü, Zeki (1987) Eskişehir Yerel Basınındaki Reklamcılığın Biçim ve İçerik
Yönünden Değerlendirilmesi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi.
Vural, Ali Murat (1997) Bir İletişim Kurumu Olarak Yerel Basının Kamuoyu
Oluşumu Sürecindeki İşlevi ve Yerel Basın-Kamuoyu İlişkileri (Eskişehir
Basını Örneğinde Bir Uygulama), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Doktora Tezi.
Vural, Ali Murat (1999) Yerel Basın ve Kamuoyu, Eskişehir: T.C.Anadolu
Üniversitesi Yayınları. No:1141.
Yıldız, Filiz (1998) İzmir Örneğinde Yerel Basında İşgücü Kalitesi (Quality Of
Manpower At Local Press Around İzmir), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Yılmaz, Süleyman Hakan (2004) Yerel Basın Siyaset İlişkisi Örnek: Akdeniz Atılım
Gazetesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi.
Yust, K. (1995) Kemalist Anadolu Basını, N.E.(Çev.), Yayıma Hazırlayan: Orhan
Koloğlu, Ankara: Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti.
Yücel, Seniye (1999) Yerel Basın, Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar,
(Der.) Korkmaz Alemdar, Ankara: Afa Yayıncılık ve TÜSES Vakfı.
İletişim Fakültesi Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
İletişim 2003/18
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK: ŞİRKETLERİN VE
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ANLAYIŞLARI*
Seçil DEREN VAN HET HOF**
ÖZET
Kurumsal sosyal sorumluluk projeleri her geçen yıl artmakta, buna paralel olarak da
kamuoyunun giderek daha fazla ilgisini çekmektedir. Batılı ülkelerdekinin aksine, Türkiye’de
kurumsal sosyal sorumluluk projeleri sivil toplum kuruluşlarının, toplumsal hareketlerin ve
kamuoyunun büyük şirketlere baskıları sonucunda değil, çok uluslu şirketlerin etkisiyle bir
rekabet alanı olarak ve şirketler öncülüğünde uygulanmaya başlamıştır. Gelişimindeki atipik
durum Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluğun şirketler ve onlarla kurumsal sosyal
sorumluluk projelerinde birlikte çalışan sivil toplum kuruluşları tarafından algılanışını da
etkiler. Bu araştırma bilişsel haritalama tekniğiyle bu algıyı ortaya koymaya çalışmaktadır.
Şirketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden sorumlu
en üst düzey yöneticilerinin hazırladıkları bilişsel haritaların yorumlanmasına
dayanmaktadır. Yoğunlaştırılmış haritalar her iki grubun zihniyetinde de sorumluluk
kavramının kendinden menkul olduğunu, sorumluluğu kaynaklarının tanımsız kaldığını ortaya
koymuştur.
Anahtar kelimeler: kurumsal sosyal sorumluluk, şirket, sivil toplum kuruluşu, bilişsel haritalama
ABSTRACT
Corporate social responsibility projects are multiplied every year while they gradually attract
more public attention. Contrary to Western experience, in Turkey corporate social
responsibility projects has not emerged as response of the corporations to the pressures of
NGOs, social movements and public opinion, but instead under the guidance of corporations
as a field of rivalry with multi-national corporations. This atypical character of the
development of corporate social responsibility in Turkey influences its perception both by the
firms and the NGOs as partners in common projects. This research attempts to evince this
perception by applying cognitive mapping technique. It is based on the evaluation of the
cognitive maps drawn by highest ranking officials in charge of corporate social responsibility
practices in corporations and NGOs. Comparison of condensed maps demonstrates that
responsibility is a self-evident concept without determined origins in the mental models of
both groups.
Keywords: corporate social responsibility, corporations, NGOs, cognitive mapping
*
**
Tübitak Projesi’nden üretilmiştir.
Doç. Dr. Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi
İletişim 2003/18
156
S. Deren Van Het Hof
Giriş
Şirketlerin toplumsal sorumlulukları, iş etiği ve şirket etkinliklerinin
toplumsal boyutları çerçevesinde 20. yy’ın başından beri tartışılan bir konudur.
Özellikle 1990’lardan itibaren toplumsal hareketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının
baskıları, şirketleri sosyal sorumluluklarını üstlenmek zorunda bırakmıştır.
Kurumsal sosyal sorumluluk kısaca “özel sektörün çalışanından başlamak koşuluyla
öncelikle işini ‘doğru’ yapması, tedarik zincirinin son halkasına kadar ‘sosyal
paydaş’ bilinciyle hareket edip, üretimini şekillendirmesi ve içinde bulunduğu
topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmesi olarak ifade edilebilir” (Özdemir,
2005). Türkiye’de ise son on yılda kurumsal sosyal sorumluluk hızla özel sektörün
gündemine girmiştir. Kurumsal sosyal sorumluluk projeleri her geçen yıl artmakta,
buna paralel olarak da kamuoyunun giderek daha fazla ilgisini çekmektedir.
Kurumsal sosyal sorumluluk Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı şirketlerin de
giderek daha fazla benimsedikleri ve faaliyet ürettikleri bir alan haline gelmektedir
(Özgen, 2006; Argüden, 2002).
Batılı ülkelerde kurumsal sosyal sorumluluk büyük şirketlerin toplum
üzerinde artan etkisi ve özellikle de Enron, Nike, Shell gibi şirketlerde patlak veren
skandallar karşısında toplumsal hareketlerin ve kamuoyunun şirketlere baskıları
sonucunda özel sektörün gündemine girmiştir. Buna karşın Türkiye’de kurumsal
sosyal sorumluluk uygulamaları ters yönde bir gelişme izlemiş, toplumsal baskı
olmaksızın şirketler tarafından uygulanmaya başlamıştır. Bu atipik durumun iki
gerekçesi vardır: birincisi sivil toplum kuruluşlarının siyasi ve ekonomik
zayıflıklarından dolayı şirketlere baskı yapmamaları, diğeri ise şirketleri kurumsal
sosyal sorumluluk uygulamaya iten uluslar arası kökenli başka nedenlerin varlığıdır.
Türkiye’de sivil toplumun görece zayıflığı, şirketlerin Batılı ülkelerde olduğu
gibi gerek yurt içinde gerek yurt dışında faaliyetlerini yürütürken sivil toplumun
baskısıyla karşılaşmamalarına neden olmuştur (Göcenoğlu ve Girgin, 2005: 7). Sivil
toplum kuruluşları giderek çözülen geleneksel toplumsal bağların belli sorunlara
odaklı birlikteliklere dönüşümü içinde hem bireylerin sisteme katılımını hem de
serbest piyasa sisteminde haklarını savunmalarını mümkün kılan örgütlenmelerdir.
Sivil toplum örgütleri, devletin ideolojik ve ekonomik alanda küçülmesi sürecinde
eğitim, çevre, adalet hizmetlerine erişim, sosyal refah ve istihdam konularında
devlete alternatif projeler üretebilmekte ve kaynak yaratarak bu projeleri
uygulayabilmektedirler. Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de özellikle 1990’lar
ve sonrasında sivil toplum kuruluşlarının sayısı artmıştır. “Ancak sivil toplum
kuruluşlarının çokluğu bizi yanıltabilir. Gönüllü derneklerinin, meslek odalarının,
Bahar 2009, Sayı: 28
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
157
birliklerin, odaların ve diğerlerinin sayıları yeterli olsa da kamusal yaşama etkileri
ve katılımları ehemmiyetsizdir” (Şimşek, 2004: 48). Hükümetleri demokratikleşme
için radikal reformlar ya da kapsamlı siyasal değişiklikler yapmaya zorlayamazlar
(Şimşek, 2004: 49). Varlıklarının hakiki olmaktan çok slogan olduğunu düşünenler
de vardır (Kubicek, 2001). Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının göreli
zayıflığına getirilen bir açıklama farklı kimlikleri ve alt-kültürleri reddederek
homojen bir ulus-devlet öngören resmi ideolojinin etkisini vurgular (Şimşek, 2004:
69). Ayrıca, üyelik, mali kaynak, kişilerarası güven düzeyi v.b. konularda
Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları gelişmiş ülkelerdeki muadillerine kıyasla çok
kırılgandır (Kubicek, 2005: 367). UNDP’nin 2007 yılında yayınladığı araştırmada,
Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluk alanındaki başlıca zaafın kampanya yürüten
sivil toplum kuruluşlarının büyük ölçüde ya da tamamen devletin ya da şirketlerin
finansal desteğine bağımlılıkları olduğu belirtilmiştir (Line ve Braun, 2007: 62).
Sonuç olarak, Türkiye’de sivil toplum kuruluşları yalnızca hükümetleri değil
şirketleri de çevre, hukuk, sağlık, insan hakları gibi alanlarda sorumlu olmaya
zorlamakta yetersiz kalmaktadırlar.
Sivil toplum kuruluşları toplumsal taleplerin sözcüsü olma görevlerini
yeterince yerine getirememektedirler. Sivil toplum kuruluşlarının sosyal sorumluluk
anlayışları ile ilgili bir araştırmada, 200 vakıf yöneticisi/çalışanı, sivil toplum
kuruluşlarının şirketlere yönelik şikayet ve/veya övgülerini hiç belirleyemediklerini
(%20.4) ya da kısmen belirleyebildiklerini (%53.6) ifade etmişlerdir (Biber, 2002:
183). Öte yandan sivil toplum kuruluşlarının toplumun beklenti, şikayet ve
övgülerini ağırlıklı olarak medyadan öğrendikleri (%56.6) ortaya çıkmıştır (Biber,
2002: 184). Sivil toplum kuruluşlarının bu beklenti, övgü ve şikayetleri de ilgili
kuruluşlara kısmen (%66.5) ve medya aracılığıyla (%42.6) ilettikleri belirtilmiştir
(Biber, 2002: 185-186). Özetle, sivil toplum kuruluşları toplumun beklentilerini
örgütleyerek ilgili kurumlara baskı yapan organlar şeklinde çalışmaktan uzaktır.
Sonuçta, Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluk, şirketin bir sosyal paydaş
olarak sivil toplum kuruluşlarının talep ve baskısına cevaben değil, reklam ve halkla
ilişkiler faaliyetlerinin bir uzantısı olarak şirket öncülüğünde geliştirilen projeler
şeklini almaktadır. Didem Çabuk’un üç büyük ilde 174 dernek ve vakıf yöneticisine
anket uyguladığı araştırmasında % 45.4’ü daha önce bir kurumsal sosyal sorumluluk
projesinde yer almış sivil toplum kuruluşlarının % 54.7’sinde işbirliği teklifinin
şirketten geldiği belirtilmiştir (2009). Kısacası, olması gerekenin aksine, sivil toplum
kuruluşlarını kurumsal sosyal sorumluluk projelerinde birlikte çalışmaya şirketler
davet etmektedir.
İletişim Fakültesi Dergisi
158
S. Deren Van Het Hof
Önemli sosyal paydaşlarından sivil toplum kuruluşlarının baskısı olmaksızın
Türkiye’deki şirketleri kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine girişmeye iten
birbiriyle iç içe geçmiş üç neden olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, küresel
düzeyde artan rekabetin şirketleri göreceli avantaj elde etmek için geleneksel ticari
faaliyetlerinin dışında etkinliklerde bulunmaya zorlamasıdır (Göcenoğlu ve Girgin,
2005: 7). Çok-uluslu şirketlerin merkezlerinin bulunduğu ülkelerde sosyal
paydaşlarından gelen baskılar, Türkiye gibi yatırım yaptıkları gelişmekte olan
ülkelerde de kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine özen göstermelerine neden
olmuş; bu durum, söz konusu ülkelerde yerli özel sektörün gündemine de kurumsal
sosyal sorumluluk anlayışını taşımıştır. İkincisi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
uyum sürecinde sağlaması gereken ölçütler arasında kurumsal sosyal sorumluluğun
önemli bir yer işgal etmesidir. Türk şirketlerinin kurumsal sosyal sorumluluk
konusunda Avrupa Birliği standartlarına ulaşamaması durumunda Avrupa pazarına
dahil olmaları mümkün olmayacaktır (Michael ve Öhlund, 2005). Türkiye’de
şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine yönelmesindeki son neden
kamu düzenlemeleridir. OECD’nin düzenlemelerine paralel olarak Sermaye Piyasası
Kurulu’nun 2003’te belirlediği ve 2005’de revize ettiği Kurumsal Yönetim
İlkeleri’ni yayımlaması ve şirketlerin bu ilkeleri ne ölçüde benimsediğinden sosyal
paydaşlarının da haberdar olması amacıyla şirketlere kurumsal yönetim uyum raporu
yayımlama yükümlülüğü getirmesi, şirketleri kurumsal sosyal sorumluluk
faaliyetlerini daha ciddiye almaya itmektedir (Özgüç, 2005). Ararat (2008)
Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarının gelişmesinin daha çok dış
ve kurumsal etki ve zorlamalara bağlı olduğu sonucuna varmıştır. Sonuç olarak
Türkiye’de kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları büyük ölçüde şirketlerin
öncülüğünde ve üstünlüğünde ilerlemektedir.
Türkiye’de şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk anlayışını ortaya
çıkarmaya yönelik bir çalışma TÜSEV tarafından Sivil Toplum Endeksi Projesi
kapsamında 2002-2003 yılları arasında gerçekleştirilmiştir (Özdemir, 2005). Bu
çalışma Türkiye’de şirketlerin sivil toplum kuruluşlarıyla olan ilişkilerinin niteliğini,
şirketlerin topluma karşı sorumluluklarını ne ölçüde yerine getirdiklerini ve
Ancak, Türkiye’de doğrudan yabancı yatırım miktarının uzun yıllar düşük seviyelerde seyretmesi, pek
çok gelişmekte olan ülkenin aksine ulus ötesi şirketlerin özel sektörün KSS faaliyetlerini şekillendirmede
öncelikli rol oynayamamasına neden olmuştur (Göcenoğlu ve Girgin 2005: 6). Özel sektörde halkın
payının azlığı, şirketlerin şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi ilkeleri benimsemesini geciktirmiştir.
Göcenoğlu ve Girgin, aile ve büyük gruplara ait şirketlerin özel sektörde ağırlıklı bir yeri olmasını da
Türkiye’de kurumsal yönetişim ve dolayısıyla kurumsal sosyal sorumluluk anlayışının gelişimine hem bir
engel, hem de bir fırsat olarak görmektedirler.
Bahar 2009, Sayı: 28
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
159
kurumsal sosyal sorumluluk anlayışını ne oranda benimsediklerini değerlendirmeyi
hedeflemiştir. Çalışmada 2002 mali raporlarına göre ilk 10’da yer alan şirketlerin
kurumsal iletişim birimlerinden alınan bilgilerle kurumsal sosyal sorumluluk
faaliyetleri değerlendirilmiştir. Çalışmada Türkiye’de şirketlerin kurumsal sosyal
sorumluluk faaliyetlerine artan bir önem vermelerine karşın, kurumsal sosyal
sorumluluğun hala şirket kültürü olarak benimsenmediği sonucuna varılmıştır.
Ayrıca, raporda Türkiye’deki şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerini
‘bir zorunluluğu yerine getirmek’, ‘sivil toplum kuruluşlarıyla faaliyetler
gerçekleştirmek’ ve ‘sponsorluk’ olarak algıladığı belirtilmektedir.
Türkiye’de
şirket
yöneticilerinin
kurumsal
sosyal
sorumluluk
‘perspektiflerini’ inceleyen bir araştırma TESEV için Semra Aşçıgil tarafından 2003
yılında gerçekleştirilmiş ancak bu araştırma henüz yayımlanmamıştır (Ararat ve
Göcenoğlu, 2005). Söz konusu araştırmanın en önemli bulguları araştırmaya katkıda
bulunan yöneticilerin aldıkları kararlarda iktisadi kazanımları, ahlaki ve hukuki
sorumluluklarının önünde tutması ve çok büyük bir oranla müşterilerini başlıca
paydaşları olarak tanımlamalarıdır. Aşcıgil’in çalışmasında vardığı sonuç “kurumsal
sosyal sorumluluk faaliyetlerinin Türk şirketleri için “halkla ilişkiler”in ötesine
geçemediğidir (Ararat ve Göcenoğlu, 2005: 9).
Bu çalışma, Türkiye’deki şirketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının kurumsal
sosyal sorumluluk anlayışlarını karşılaştıran ilk araştırmadır. Ne sivil toplum
perspektifinden ne de iş etiği/şirket kültürü literatüründen yaklaşmıyor, aksine halkla
ilişkiler uygulamalarının çağdaş biçimi olarak kurumsal sosyal sorumluluğu Türkiye
bağlamında anlamaya çalışıyor olması çalışmanın özgün yönüdür. Ne yazık ki,
kurumsal sosyal sorumluluk kavramının doğrudan şirketlere ilişkin olduğu gerçeği
henüz kavranabilmiş değildir. Çalışma, kurumsal sosyal sorumluluğa ilişkin
kavramların yerleşmesine de dolaylı olarak katkıda bulunmayı hedeflemektedir.
1. YÖNTEM OLARAK BİLİŞSEL HARİTALAMA
Bu çalışmada, şirket ve sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal
sorumluluk olgusunu algılama biçimleri bilişsel haritalama yöntemi kullanılarak
incelenmiştir. Haritalamada kullanılan kavramlar olayları, faaliyetleri, değerleri,
hedefleri veya toplu parametreli süreçleri modelleyebilmektedirler (Dickerson ve
Kosko, 1994: 175). Araştırmada şirket ve sivil toplum kuruluşlarının kurumsal
sosyal sorumluluk olgusunu algılama biçimlerini incelemek için bilişsel haritalama
yönteminin tercih edilmesinin en önemli sebebi yöntemin kurumsal sosyal
İletişim Fakültesi Dergisi
160
S. Deren Van Het Hof
sorumluluk gibi karmaşık ve kavramsal olarak henüz oturmamış bir olgunun başlıca
taraflarınca nasıl anlaşıldığını görmekte başka yöntemlerden daha açıklayıcı
olmasıdır.
Bilişsel haritalama insanların zihinsel süreçlerinin yapısını ve içeriğini
ortaya çıkarmakta kullanılan bir yöntemdir. İnsanların tanımladığı ve belirttiği
şekliyle değişkenler arasındaki nedensellik ilişkilerinin grafiğine bilişsel harita denir
(Özesmi, 2006: 4). “Biliş, fikirler arasındaki ilişki olarak eyleme aracılık ederken
ayrıca davranışı da etkileyen durumlar ve tepkiler arasındaki ilişkidir” (Eden, 1992:
261). Bireyin ya da grubun belli düşünce unsurları ve onların ilişkilerini resmetmesi
bir zihinsel modelin temsilidir. Zihinsel model genel anlamada anlayışın ve bilişin
sadeleştirmesidir. Zihinsel modeller, sorunların, konuların, olguların düşünülme ve
algılanma biçimlerini etkileyerek karar alma süreçlerini yönlendirir ve denetlerler
(Ahmad ve Ali, 2003: 4).
Bilişsel haritalama yönteminde katılımcı öncelikle harita çizimi konusunda
konuyla ilgisiz örnek bir harita yardımıyla bilgilendirilir. Örneğin incelenmesinden
sonra, katılımcı kendisine yöneltilen açık uçlu bir soru ile bir sistemi etkileyen
kavramsal değişkenlerin neler olduğu üzerine düşünür ve kavramlar arası nedensel
ilişkiler çizerek bu ilişkilerin görece şiddetini ve niteliğini belirtir (Çoban ve Seçme,
2005: 132). Kavramlar arası oklar nedenselliği, okların yönü etkilenen-etkileyen
ilişkisini, oklar üzeri +, - işaretleri ise etkinin pozitif-negatifliğini ifade eder.
Bu araştırmanın örneklemi kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetleri
gerçekleştirmiş ya da gerçekleştirmekte olan şirket ve sivil toplum kuruluşları
arasından rastgele seçilen katılımcılara uygulanmıştır. Araştırmaya dahil edilecek
şirket ve sivil toplum kuruluşlarının rastgele belirleneceği havuzu oluşturabilmek
için kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine yönelik mevcut veri tabanları, şirket
ve sivil toplum kuruluşu internet sitelerinden yararlanılmış; ayrıca çeşitli iletişim
ajanslarından bu konuda destek alınmıştır.
Şirketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk
faaliyetleriyle ilgilenen en üst düzey yetkililerine öncelikle ilgisiz bir örnek bilişsel
harita yardımıyla haritalama süreci anlatılmıştır. Kullanılan örnek harita Şekil 1’de
yer almaktadır. Ardından katılımcılara “Şirketleri düşündüğünüzde kurumsal sosyal
sorumluluk kavramı size ne ifade ediyor?” sorusu yöneltilmiştir. Görüşülen
kişilerden soru çerçevesinde zihinlerinde oluşan kavramları listelemeleri istenmiş,
sonrasında ise harita düzleminin kenarına yazılmış olan bu kavramları düzlemin boş
bölümüne aktararak harita çizimini gerçekleştirmeleri sağlanmıştır. Kişiler ayrıca
Bahar 2009, Sayı: 28
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
161
etkileyen-etkilenen ilişkisinin yönlerini oklarla, ilişkinin niteliğini +, - işaretleriyle
ve negatif-pozitifliğin derecesini de az, orta, çok biçiminde belirtmişlerdir.
Şekil 1: Harita örneği
Bilişsel haritalama yöntemini sivil toplum kuruluşları ve şirketlere
uygulamanın olası zorluklarını ve dikkat edilmesi gereken noktaları belirleyebilmek
için 7 pilot uygulama gerçekleştirilmiştir. Pilot uygulamada haritalama sürecinin
karşıdaki kişiye ne şekilde tarif edilmesi gerektiği netleştirilmiş, sorulacak soru tam
olarak belirlenmiştir.
Bu çalışmada kurumsal sosyal sorumluluk kavramının algılanış biçimini
görmek amacıyla 12 şirket ve 17 sivil toplum kuruluşu ile toplam 29 haritalama
uygulaması gerçekleştirilmiştir. Tablo 1 görüşülen sivil toplum kuruluşlarının
etkinlik alanları ve bu kuruluşlarda görüşülen kurumsal sosyal sorumlulukla
ilgilenen en üst düzey temsilcilerin yaş, cinsiyet, eğitim seviyesi ve unvan bilgilerini
göstermektedir. Görüşülen kuruluşlardan 6’sı çevre, 3’ü eğitim, 3’ü kadın, 2’si
kültür, 1’i engelli, 1’i yardımlaşma/dayanışma, 1’i de sağlık alanında etkindir.
Kurumsal sosyal sorumlulukla en üst düzeyde ilgilenen yetkililer ağırlıklı olarak
kadınlardır ve aralarında üniversite mezunundan daha düşük eğitim seviyesinde
kimse yoktur.
İletişim Fakültesi Dergisi
162
S. Deren Van Het Hof
Tablo 1: Bilişel haritalama - katılımcı bilgileri (sivil toplum kuruluşları)
Harita Görüşülen STK’nın
Yaş
no
Yoğunlaştığı Alan
Cinsiyet
Eğitim
Seviyesi
Unvan
1
Çevre
59
Erkek
Üniversite
Genel Müdür
2
Kültür
47
Kadın
Üniversite
Genel Sekreter
3
Çevre
38
Kadın
Yüksek Lisans Yönetim Kurulu Üyesi
4
Eğitim
35
Kadın
Üniversite
Halkla İlişkiler Müdürü
5
Çevre
28
Kadın
Üniversite
Proje Koordinatörü
6
Kadın
38
Kadın
Üniversite
Genel Sekreter
7
Çevre
55
Kadın
Üniversite
Genel Sekreter
8
Engelli
25
Kadın
Üniversite
Genel Sektreter
9
Yardımlaşma/Daya
nışma
24
Kadın
Üniversite
Yarışmalar Sorumlusu
10
Eğitim
30
Kadın
Yüksek Lisans Proje Koordinatörü
11
Kadın
26
Kadın
Üniversite
Kaynak Geliştime
Birimi Sorumlu
Yardımcısı
12
Eğitim
33
Erkek
Üniversite
Proje Koordinatörü
13
Kadın
28
Kadın
Yüksek Lisans Proje Koordinatörü
14
Kültür
43
Kadın
Üniversite
15
Çevre
40
Kadın
Üniversite
16
Çevre
43
Kadın
Üniversite
17
Sağlık
49
Kadın
Yüksek Lisans Genel Koordinatör Yrd.
Kurumsal İletişim
Direktörü
Kaynak Geliştirme ve
Halkla İlişkiler
Bölüm Başkanı
İletişim Müdürü
Tablo 2 ise görüşülen şirketlerin faaliyet alanlarını ve bu şirketlerde
görüşülen kurumsal sosyal sorumlulukla ilgilenen en üst düzey temsilcilerin yaş,
cinsiyet, eğitim seviyesi ve unvan bilgilerini göstermektedir. Görüşülen şirketlerden
3’ü gıda, 2’si ilaç, 1’i kozmetik, 1’i bilgisayar, 1’i içme suyu, 1’i tütün mamülleri,
1’i, deterjan, 1’i kargo ve 1’i otomotiv alanında faaliyet göstermektedir. Kurumsal
sosyal sorumlulukla en üst düzeyde ilgilenen şirket yetkilileri ağırlıklı olarak
kadınlardır ve aralarında üniversite mezunu altı bir eğitim seviyesinde olan kimse
yoktur. Bu kişilerin ünvanları da şirketten şirkete farklılıklar göstermektedir.
Bahar 2009, Sayı: 28
163
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
Tablo 2: Bilişel haritalama – katılımcı bilgileri (şirketler)
Harita Görüşülen Şirketin
no
Faaliyet Alanı
1
Kozmetik şirketi
Yaş
Cinsiyet
52
Erkek
Eğitim
Seviyesi
Üniversite
2
Gıda üreticisi
43
Erkek
Yüksek Lisans
3
Bilgisayar şirketi
26
Kadın
Yüksek Lisans
4
5
İçme suyu şirketi
İlaç üreticisi
27
42
Kadın
Kadın
Üniversite
Üniversite
6
Gıda üreticisi
39
Kadın
Üniversite
7
Tütün mamülleri
şirketi
39
Kadın
Üniversite
8
Deterjan şirketi
39
Kadın
Üniversite
9
Kargo şirketi
30
Kadın
Üniversite
10
İlaç üreticisi
36
Kadın
Üniversite
11
Gıda üreticisi
32
Kadın
Yüksek Lisans
12
Otomotiv şirketi
39
Kadın
Üniversite
Unvan
Mali İşler Koordinatörü
Kurumsal Projeler
Müdürü
Kurumsal İlişkiler
Yöneticisi
Marka Müdürü
Marka İletişim Uzmanı
Kurumsal İletişim
Müdürü
İletişim Müdürü
İnsan Kaynakları
Müdürü
Basın & Halkla İlişkiler
Uzmanı
Kurumsal İletişim
Sorumlu Uzmanı
Kurumsal İletişim
Müdürü
Pazarlama İletişimi ve
Halkla İlişkiler
Direktörü
İki grup için de katılımcıların % 83’ü kadın olup eğitim seviyeleri şirketler
için %75 lisans, %25 yüksek lisans, sivil toplum kuruluşları için %78 lisans, %22
yüksek lisanstır.
Haritaların çizim süresinin ortalama 44.52±22.69 dakika olduğu görülmüştür.
Bu ortalamaya, sivil toplum kuruluşu ve şirket bazında ayrı ayrı bakıldığında, sivil
toplum kuruluşları harita çizim ortalamasının 46.88±24.15 dakika; şirketlerde ise bu
ortalamanın 41.17±21 dakika olduğu tespit edilmiştir.
Bilişsel haritalama yöntemi veri analizinde, veriler matrise kodlandıktan
sonra, görüşme doygunluğunu belirlemek ve örneklemin ana kütleyi temsil edip
etmediğini ölçmek için doygunluk analizi yapılır (Özesmi, 2001: 12). Katılımcılar
yeni kavram türetemedikleri ya da az sayıda türetebildiklerinde kavram havuzunun
doyduğu varsayılır. Araştırmada doygunluk Monte-Carlo Simülasyonu kullanılarak
hesaplanmıştır. Eklenen haritalarda belirtilen yeni değişken sayısı 1’in altına inmiş,
görüşmeler doygunluğa ulaşmış kabul edilerek tamamlanmıştır. Şekil 2 ve Şekil 3
Monte-Carlo simülasyonu biçiminde şirket ve sivil toplum kuruluşu harita
gruplarının doygunluğunu göstermektedir.
İletişim Fakültesi Dergisi
164
S. Deren Van Het Hof
14
Yeni Değişken Sayısı
13
12
11
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
Görüşme Sayısı
Şekil 2: Şirket haritalarının doygunluğu
(Monte-Carlo simülasyonu (n=100) ile 12 görüşme sonucunda ortalama 1’in altına inen yeni
değişken sayısı (0.8))
14
Yeni Değişken Sayısı
13
12
11
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
Görüşme Sayısı
Şekil 3: Sivil toplum kuruluşu haritalarının doygunluğu
(Monte-Carlo simülasyonu (n=100) ile 17 görüşme sonucunda ortalama 1’in altına inen yeni
değişken sayısı (0.6))
Bahar 2009, Sayı: 28
165
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
2. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Bu bölümde, haritalama çalışması sonucunda elde edilen bulgular dört alt
başlık altında her iki küme birlikte düşünülerek, karşılaştırmalı bir biçimde
değerlendirilecektir. Birinci alt başlık haritalarda sıklıkla yer alan kavramları ele
almakta, hangi kavramların şirket ve sivil toplum kuruluşları tarafından hangi
sıklıklarda ifade edildiğini ortaya koymaktadır. İkinci olarak grubun kurumsal sosyal
sorumlulukla ilgili olarak hangi kavramları ne şekilde bağlantılandırdığı
incelenmektedir. Üçüncü başlık altında sivil toplum kuruluşları ve şirketler
tarafından ifade edilen kavramlar kümeleme analizine tabi tutularak, karşılaştırmalı
olarak değerlendirilmektedir. Dördüncü ve son olarak sivil toplum kuruluşları ve
şirketler tarafından kullanılan kavramların merkeziyet dereceleri ve ‘etkileme’,
‘etkilenme’ özellikleri konu edilmektedir.
2.1 Şirketler ve Sivil Toplum Kuruluşları Tarafından Kullanılan
Kavram Sayıları ve En Sık Kullanılan Kavramlar
Kurumsal sosyal sorumluluk kavramını anlatırken kullanılan kavram sayısı
şirketler ve sivil toplum kuruluşları için farklılıklar göstermektedir. Araştırmada
şirketlerin sivil toplum kuruluşlarına göre daha fazla kavram kullandığı ortaya
çıkmıştır. Bu durum kurumsal sosyal sorumluluk konusunda şirketlerin sivil toplum
kuruluşlarına kıyasla kavramsal olarak daha zengin bir algıya sahip olduğuna işaret
etmektedir. Kavramlar arasında kurulan ilişkilerde de şirketlerin kurdukları ilişki
sayısı ortalamasının sivil toplum kuruluşularına kıyasla daha yüksek olduğu
gözlemlenmiştir. İlişki sayısının fazla olması ise şirketlerin sivil toplum
kuruluşularına göre daha karmaşık bir algıya sahip olduğunu göstermektedir.
Sivil toplum kuruluşu ölçeğinde toplam süre ile dökülen kavram sayısı
arasında bir ilişkinin olmadığı tespit edilirken (R:0.181), şirketlerde farklı bir sonuç
ortaya çıkmış, haritalama süresi ile dökülen kavram sayısı arasında pozitif ve yüksek
bir ilgileşim (korelasyon) bulunmuştur (R:0,698). Bir başka ifadeyle, haritalama
süresi arttıkça ifade edilen kavram sayısı da artış göstermiştir.
Görüşmeler esnasında kullanılan kavramlar kurumsal sosyal sorumluluk
algısına dair önemli bilgiler sağlamaktadır. Bazı kavramlar başka kavramlara ihtiyaç
duymaksızın belli bir ilişki yumağını temsil edebilmektedir. Örneğin, görüşmeler
boyunca “Sürdürülebilirlik”, “Duygusal Bağ” gibi kavramlar diğer kavramlarla
ilişkiye sokulmadıklarında dahi içlerinde bir anlam yükünü barındırdıkları
gözlenmiştir.
İletişim Fakültesi Dergisi
166
S. Deren Van Het Hof
Katılımcılar bir kavramı yakın ya da eş anlamlarıyla birlikte kullandığında
kavramlar eşit soyutlama seviyelerinde bütünleştirilmeye çalışılmıştır. Örneğin
“Reklam” kavramı reklam, tanıtım, basında yer alma, kamuoyu ilgisi, görünürlük,
bilinirlik gibi farklı haritalardaki farklı ifadelerin soyutlanmış ve bütünleştirilmiş
halidir. Aşağıdaki tablolarda sivil toplum kuruluşu ve şirket özelinde en çok
kullanılan bütünleştirilmiş kavramlar gösterilmiştir. “Haritalarda Tekrarlanma
Sayısı” hanesi, yakın ya da eş anlamlarıyla kullanılan kavramların sayısını,
“Tekrarlayan kurum sayısı” hanesi ise bu kavramların kaç haritada kullanıldığını
anlatır. Örneğin, “Reklam” kavramı 17 sivil toplum kuruluşunun haritalarında
toplam 23 kez kullanılmaktadır. 5 sivil toplum kuruluşu ise “Reklam” kavramına
haritalarında yer vermemiştir. Aşağıdaki iki tabloda kavramlar tekrarlanma sıklığına
göre listelenmiştir.
Tablo 3: Sivil toplum kuruluşu haritalarında en fazla belirtilen kavramlar
Kavramlar
Reklam
Kurumsal Kimlik
Maddi Kaynak
Kapasitesi
STK-Fayda İlişkisi
Toplumsal Fayda
Şirket-Fayda
İlişkisi
Yardım/Destek
Proje Başarısı
Faaliyet Alanıyla
Örtüşen Alan veya
Gruplar
Farkındalık
Sorumluluk Hissi
İşbirliği
İtibar
Satış/Kazanç
Sponsorluk
Bahar 2009, Sayı: 28
Haritalarda
Tekrarlanma
Sayısı
23
17
Tekrarlayan
Kurum Sayısı
12
11
Kurum Yüzdesi
70.59
64.71
14
14
23
10
10
9
58.82
58.82
52.94
13
11
10
8
8
8
47.06
47.06
47.06
13
11
9
6
6
6
6
6
6
6
5
5
4
4
35.29
35.29
35.29
29.41
29.41
23.53
23.53
167
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
Eğitim
Çalışanların
Motivasyonu
Devlet/Kamu
Fırsat Eşitliği
Devlet/Kamu
Rekabetin Gelişimi
Bilinçlendirme
Çevre
Ekonomi
İlkeler/Etik
Değerler
Kişisel Gelişim
Moda
Sürdürülebilirlik
Paydaş Fayda
İlişkisi
İletişim
Müşteri İlişkileri
Profesyonellik
Toplumsal Etki
3. Sektör
Deformasyonu
Destek Verilen
Sosyo-ekonomik
Grubun Gelişme
Düzeyi
Faaliyet Alanıyla
Örtüşmeyen Alan
veya Gruplar
Güvenilirlik
Manevi Tatmin
Paylaşma/Dayanış
ma
Üyeler
5
4
23.53
8
5
5
4
3
4
4
3
3
3
3
3
3
2
2
2
17.65
17.65
17.65
17.65
17.65
11.76
11.76
11.76
2
2
2
2
2
2
2
2
11.76
11.76
11.76
11.76
3
2
2
2
2
1
1
1
1
1
5.88
5.88
5.88
5.88
5.88
1
1
5.88
1
1
5.88
1
1
1
1
1
1
5.88
5.88
5.88
1
1
1
1
5.88
5.88
İletişim Fakültesi Dergisi
168
S. Deren Van Het Hof
Tablo 4: Şirket haritalarında en fazla belirtilen kavramlar
Haritalarda
Kavramlar
Tekrarlanma Sayısı
Toplumsal Fayda
14
Şirket-Fayda İlişkisi
11
Sorumluluk Hissi
8
Yardım/Destek
7
Çevre
6
Eğitim
6
Çalışanların
motivasyonu
9
Proje Başarısı
8
Sürdürülebilirlik
6
Devlet/Kamu
5
İtibar
5
Reklam
10
Faaliyet Alanıyla
Örtüşen Alan veya
Gruplar
7
STK Fayda İlişkisi
6
Duygusal Bağ
4
Farkındalık
4
İşbirliği
4
Paylaşma/Dayanışma
4
İlkeler/Etik Değerler
8
Profesyonellik
5
Kurumsal Kimlik
4
Paydaş Fayda İlişkisi
4
Toplumsal Etki
4
Sağlık
3
Satış/Kazanç
3
Sorun Çözümüne
Katk
3
Sponsorluk
3
Faaliyet Alanıyla
Örtüşmeyen Alan
veya Gruplar
3
Maddi Kaynak
Kapasitesi
3
Destek Verilen
Sosyo-ekonomik
Grubun Gelişme
Düzeyi
2
Ekonomi
2
Gönüllülük
2
Müşteri İlişkileri
2
Bilinçlendirme
2
Bahar 2009, Sayı: 28
Tekrarlayan
Kurum Sayısı
9
8
7
6
6
6
Kurum Yüzdesi
75.00
66.67
58.33
50.00
50.00
50.00
5
5
5
5
5
4
41.67
41.67
41.67
41.67
41.67
33.33
4
4
4
4
4
4
3
3
3
3
3
3
3
33.33
33.33
33.33
33.33
33.33
33.33
25.00
25.00
25.00
25.00
25.00
25.00
25.00
3
3
25.00
25.00
2
16.67
2
16.67
2
2
2
2
2
16.67
16.67
16.67
16.67
16.67
169
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
Organizasyon
İletişim
Kişisel Gelişim
Kurumlara Örnek
Olmak
Manevi Tatmin
Projenin Şirket
Ürünüyle İlgisi
2
1
1
1
1
1
8.33
8.33
8.33
1
1
1
1
8.33
8.33
1
1
8.33
“Reklam”, “Kurumsal Kimlik”, “Maddi Kaynak Kapasitesi”, “STK-Fayda
İlişkisi”, “Toplumsal Fayda”, “Şirket-Fayda İlişkisi”, “Yardım/Destek” gibi
kavramlar sivil toplum kuruluşları tarafından en çok ifade edilen kavramlar
olmuştur. Şirketler ise “Toplumsal Fayda”, “Şirket -Fayda ilişkisi”, “Sorumluluk
Hissi”, “Yardım/Destek”, “Çevre”, “Eğitim”, “Çalışanların motivasyonu”, “Proje
Başarısı”, “Sürdürülebilirlik”, “Devlet/Kamu” ve “İtibar” kavramlarına öncelik
vermişlerdir.
2.2 Yoğunlaştırılmış Şirket ve Sivil Toplum Kuruluşu Haritaları
Concept Draw Office programı kullanılarak sivil toplum kuruluşlarının ve
şirketlerin bilişsel haritaları yoğunlaştırılmış ve sıkça kurulan ilişkiler sivil toplum
kuruluşları ve şirketler özelinde farklı haritalarda birleştirilmiştir. Çizgiler pozitif
ilişkinin varlığına, kalın çizgiler pozitif ilişkinin görece güçlü olduğuna, kesik
çizgiler ise kurulan ilişkinin negatif olduğuna işaret etmektedir. Okun yönü ise
etkileyen-etkilenen kavramları belirtmektedir. Bir başka ifadeyle, okun çıktığı
kavram etkileyen, okun yöneldiği kavram etkilenen kavramdır.
Şekil 4’te sivil toplum kuruluşlarının sıkça kurdukları ilişkiler
özetlenmektedir. İlk olarak, “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramından “Reklam”
kavramına giden ilişki göze çarpmaktadır. Şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk
faaliyetlerinden sağladığı faydanın reklamla ilişkisi sivil toplum kuruluşları
tarafından güçlü bir biçimde kurulmuştur. Bu durum sivil toplum kuruluşularının
kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerinin şirketlere sağladığı faydayı reklamla
ilişkilendirme eğiliminde olduklarını göstermektedir. Aynı zamanda bu faydanın,
şirketlerin maddi kaynak kapasitelerinin ve kurumsal kimliklerinin gelişimini
arttırıcı bir özellikte olduğu düşünülmektedir. Yoğunlaştırılmış haritaya göre sivil
toplum kuruluşuları, “Proje Başarısı”ndaki artışın “Reklam”ı; “Reklam”ın
“Satış/Kazanç”ı; “Satış/Kazanç”ın da “Reklam”ı arttıracağı yönünde bir anlayışı
ortaya çıkartmaktadır. Harita, kurumsal sosyal sorumluluk projelerinde “Reklam” ve
İletişim Fakültesi Dergisi
170
S. Deren Van Het Hof
“Satış/Kazanç”ın birbirini besleyen iki ana kavram olmalarının yanı sıra bu ilişkinin
baskın öğesinin “Reklam” olduğunu göstermektedir. Haritalama çalışmasının ortaya
çıkardığı bir diğer bulgu, sivil toplum kuruluşlarının “Proje Başarısı”nda
“Sponsorluk”u önemli bir unsur olarak değerlendirilmekle birlikte, “Yardım/Destek”
mahiyetinde yapılması durumunda projenin başarısını olumsuz yönde etkileyeceği
görüşüne sahip olmalarıdır.
Şekil 4: Sivil Toplum Kuruluşlarının Yoğunlaştırılmış Haritası
Sivil toplum kuruluşlarının yoğunlaştırılmış haritasında “Reklam”, “Proje
Başarısı”, “Toplumsal Fayda” ve “Sorumluluk Hissi” kavramları en çok ilişkiye
sokulan kavramlar olarak ortaya çıkmıştır. Görüşülen kurumun yoğunlaştığı alana
göre aile, çocuk, gençlik, kültür-sanat gibi konular faaliyet alanıyla örtüşen
kategorisinde değerlendirilmiş; eğitim, çevre, sağlık gibi konular ise ayrı kavramlar
olarak ele alınmıştır. “Proje Başarısı”, “Farkındalık” ve “Paylaşma/Dayanışma”
etkisinde gelişen “Toplumsal Fayda”, “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya
Gruplar” kategorisi ile karşılıklı bir ilişkiye girmekte, ancak “Toplumsal Fayda”dan
çıkan etki, gelen etkiye göre çok daha güçlü olmaktadır. Örneğin, “Faaliyet Alanıyla
Örtüşen Alan veya Gruplar” kategorisinde değerlendirilen gençlik ele alındığında
Bahar 2009, Sayı: 28
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
171
ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: “Proje Başarısı”, “Farkındalık” ve
“Paylaşma/Dayanışma” etkisinde gelişen “Toplumsal Fayda”nın gençliği
destekleme şeklinde gerçekleşmesi, bu desteğin “Toplumsal Fayda”ya geri
dönüşünden daha önemlidir. Kısacası, sivil toplum kuruluşuları, “Faaliyet Alanıyla
Örtüşen Alan veya Gruplar”ın desteklenmesini son kertede topluma fayda sağlaması
amacıyla değil, kendinden menkul ve/veya şirketlerin yapmaları gereken bir
zorunluluk olarak algılamaktadırlar.
Şirketlerin yoğunlaştırılmış haritasına bakıldığında ilk dikkati çeken sivil
toplum kuruluşlarının haritasındakinden farklı kavramların varlığıdır. Bu farklı
kavramların “Sürdürülebilirlik”, “Gönüllülük”, “Çalışanların Motivasyonu” ve
“İtibar” gibi kurumsal sosyal sorumluluğun literatürdeki tanımının önemli
unsurlarına ilişkin olması önemlidir (Dahlsrud, 2008: 4). Şirketlerin yoğunlaştırılmış
haritasında “Şirket-Fayda İlişkisi”, “Proje Başarısı, ve “Sürdürülebilirlik”
kavramlarının en fazla ilişkiye sokulduğu ortaya çıkmıştır. Bu haritada dikkate değer
bir nokta, şirketlerin anlayışında sivil toplum kuruluşlarının bu ilişkiler ağında yeri
olmamasıdır.
Şekil 5: Şirketlerin Yoğunlaştırılmış Haritası
İletişim Fakültesi Dergisi
172
S. Deren Van Het Hof
Şirketler “Proje Başarısı”nı güçlü bir şekilde şirket faydasındaki artışa
bağlamışlardır. “Proje Başarısı”nın ile şirketlerde “Çalışanların Motivasyonu”
karşılıklı ilişkisi, proje beklentilerinde ve sonuçlarında, “Çalışanların
Motivasyonu”nun merkezi bir yeri olduğunu göstermektedir. Şirketlerin
yoğunlaştırılmış haritası, şirketlerin proje “Sürdürülebilirlik”i konusundaki
vurgularının yanı sıra “Yardım/Destek” niteliğindeki katkıların “Sürdürülebilirlik”i
olumsuz etkileyeceği algısına sahip olduklarını göstermektedir. Kurumsal sosyal
sorumluluk projesi yapan şirketler, “Faaliyet Alanıyla Örtüşmeyen Alan veya
Gruplar”ı, “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”a sağladığı ve/veya
sağlayacağı fayda için desteklemektedirler. Sonuç olarak, faaliyet dışı alan, faaliyet
alanının destekleyicisi ve geliştiricisi bir araç olarak algılanmaktadır. Örneğin, bir
otomobil şirketi, çocuklara yönelik projeler gerçekleştirdiğinde bunun geri dönüşü
çocukların ailelerinden beklenebilmektedir.
Şirketlerin yoğunlaştırılmış haritasından çıkarılan “Satış-Kazanç”, “ŞirketFayda İlişkisi”, “Proje Başarısı” ve “Sürdürülebilirlik” kavramları ve birbirleriyle
olan ilişkileri önemli bir ilişki ağını temsil etmektedir. Bu kavramlardan her biri üçü
ile ilişkiye girmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, “Satış/Kazanç”tan
“Proje Başarısı”na giden hariç tüm ilişki birleşimlerinin pozitif kurgulanmış
olmasıdır. “Sürdürülebilirlik” ya da “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramları “Proje
Başarısı” kavramını pozitif etkilemektedir. Ancak “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramıyla
“Proje Başarısı” kavramı arasındaki ilişki “Satış-Kazanç” dolayımında
kurgulandığında bu ilişki negatif hale gelmektedir. Görüşmelerde sözlü bir biçimde
de aktarılan “kazanç için yapılan proje izlenimi”nden duyulan rahatsızlık negatif
ilişki şeklinde haritada ortaya çıkmıştır.
Şekil 6: Şirketlerin Yoğunlaştırılmış Haritasından Çıkan İlişkiler
Bahar 2009, Sayı: 28
173
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
2.3 Kümeleme Analizi
Görüşmeler esnasında haritalara birçok kavram dökülmüş, bazılarının
aralarında ilişkiler kurulurken bazılarının aralarında herhangi bir bağlantı
kurulmamıştır. Bu durum aynı haritada aralarında ilişki olmayan iki kavramın
birbirlerinden tamamen bağımsız olduğu anlamına gelmemektedir. Kavramları,
aralarındaki ilişkiyi ikinci plana atarak analiz etmek ancak bir yandan da kurulu
ilişkilere referans vermek kurumsal sosyal sorumluluk algısının bir diğer boyutunu
görebilmek açısından önemlidir. Kümeleme analizi hangi kavramların aynı
haritalarda yer aldığı bilgisini vermektedir. Toplamda 1 ya da 2 defa söylenen
kavramlar analize tabi tutulmamış, analiz sıkça kullanılan kavramlar üzerinden
uygulanmıştır.
Sivil toplum kuruluşlarının kümeleme analizinde beş kategori ortaya çıkmıştır:
Kırmızı grup:
“Proje Başarısı”(1); “Maddi Kaynak Kapasitesi”(2); “Şirket-Fayda
İlişkisi”(3); “STK-Fayda İlişkisi”(4); “Kurumsal Kimlik”(5)
Sarı grup:
“İşbirliği”(6); “İtibar”(7)
Yeşil grup:
“Reklam”(8); “Sorumluluk Hissi”(9); “Satış-Kazanç”(10)
Mavi grup:
“Toplumsal Fayda”(11); “Farkındalık”(12)
Pembe grup:
“Sponsorluk”(13); “Yardım/Destek”(14); “Eğitim”(15); “Faaliyet
Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”(16)
Şekil 7: Sivil toplum kuruluşu haritalarında geçen kavramaların kümeleme analizi
İletişim Fakültesi Dergisi
174
S. Deren Van Het Hof
Şekil 7’de gösterilen kırmızı grupta toplanan kavramların yoğunlaştırılmış
haritada dolaylı ilişkileri tespit edilirken sarı grupta yer alan “İşbirliği” ve “İtibar”
kavramlarının yoğunlaştırılmış haritada dahi yer almadığı farkedilmiştir. Şirketlerin
sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte çalışma isteklerinin altında sivil toplum
kuruluşlarının adlarını kullanmaları savının, sivil toplum kuruluşu görüşmeleri
esnasında çokça dillendirilmesi göz önünde bulundurulduğunda, bu işbirliğinin
itibar arttırıcı bir unsur olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Yeşil kategorinin
bileşenlerinin birbirine yakınlığı ise haritalarda “Reklam”, “Sorumluluk Hissi” ve
“Satış-Kazanç” kavramlarının beraber ifade edilme eğiliminde olduğuna işaret
etmektedir. “Toplumsal Fayda” ve “Farkındalık” kavramlarının aynı kümede yer
alması, bu iki kavramın birlikte düşünüldüğünü göstermektedir. “Toplumsal Fayda”
ve “Farkındalık” kurumsal sosyal sorumluluk algısındaki bir mikro bütünün
parçalarıdır. Pembe grup ise bir projenin hitap ettiği alanlar ve bu alanların hangi
yöntemle desteklenmesi/desteklenmemesi üzerine bir küme oluşturmuştur. Sivil
toplum kuruluşları “Sponsorluk”, “Yardım/Destek”, “Eğitim” ve “Faaliyet Alanıyla
Örtüşen Alan veya Gruplar” kavramlarını birlikte düşünmüşlerdir. Bu kümeden,
eğitim başta olmak üzere faaliyet alanı içindeki konular, yardım biçiminde değil
sponsorluk ile desteklenmelidir anlamı çıkarılabilir. Görüşmelerde “Yardım/Destek”
kavramının ilkel, bağımlılık yaratan bir olgu olarak değerlendirildiği; sponsorluğun
ise yöntem açısından tüm getirileri ile daha sistematik bir şekilde
kavramsallaştırıldığı gözlenmiştir. Sivil toplum kuruluşlarının yoğunlaştırılmış
haritasındaki “Sponsorluk”tan “Yardım/Destek”e giden negatif ilişki de gözönüne
alındığında, sivil toplum kuruluşlarının sponsorluk ile yardım/destek arasında bir
karşıtlık ilişkisi kurma eğiliminde olduğunu söylemek mümkündür.
Şirketlerin kümeleme analizinde beş kategori ortaya çıkmıştır:
Kırmızı grup:
“Duygusal Bağ”(1); “Çalışanların Motivasyonu”(2); “ŞirketFayda İlişkisi”(3);”Yardım/Destek”(4)
Yeşil grup:
“Sürdürülebilirlik”(5); “İşbirliği”(6); “Farkındalık”(7)
Mavi grup:
“Proje
Başarısı”(8);
“Paylaşma/Dayanışma”(9);
“SatışKazanç”(10); “Sponsorluk”(11); “Sorun Çözümüne Katkı”(12);
“Devlet/Kamu”(13); “Toplumsal Fayda”(14)
Sarı grup:
“Reklam”(15); “Sorumluluk Hissi”(16); “İtibar”(17); “STK-Fayda
İlişkisi”(18)
Pembe grup:
“Eğitim”(19); “Çevre”(20); “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya
Gruplar”(21)
Bahar 2009, Sayı: 28
175
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
Şekil 8: Şirket haritalarında geçen kavramaların kümeleme analizi
Şirketlerin kümeleme analizi incelendiğinde aynı kümeye giren kavramların
sivil toplum kuruluşu kümelerinden farklılaştığı görülmektedir. Kırmızı gruptan
“Yardım/Destek” “Sürdürülebilirlik”le negatif etkileşimde kurgulansa da çalışanlara
motivasyon kaynağı olduğu ve bunun da şirketle çalışanlar arasında duygusal bir
bağ oluşturduğu anlamı çıkmaktadır. Sivil toplum kuruluşları işbirliğini şirket itibarı
ile ilişkilendirirken şirketler yeşil grupta aynı kavramı “Sürdürülebilirlik” ile birlikte
anladıklarını ortaya koymuşlardır. Burada “Sürdürülebilirlik” kavramı sivil toplum
kuruluşunun katılımının yanı sıra hem şirketin hem de sivil toplum kuruluşunun
sürdürülebilirliğini ifade etmektedir. Mavi grup, şirketlerin projelere sponsor olarak
hem “Satış/Kazanç” hem de “Toplumsal Fayda” sağladıkları, ayrıca bu projelerle
sorunları paylaşım ve dayanışma yoluyla çözümledikleri anlayışını göstermektedir.
Sarı grup, sivil toplum kuruluşu kümeleme analizinin aksine şirketlerin “Reklam” –
“Sorumluluk Hissi” ilişkisinin kazancı değil “İtibar”ı getirdiğinin düşünüldüğünü
göstermektedir.
Pembe grup proje konularını kapsamaktadır. Şirketler, eğitim ve çevreyi ayrı
tutarak kendi faaliyet alanlarıyla örtüşen alanları birlikte düşünmüşlerdir.
Yoğunlaştırılmış haritada ise “Faaliyet Alanıyla Örtüşmeyen Alan veya Gruplar”
kavramından “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”a giden bir ilişki tespit
edilmektedir. Yoğunlaştırma ve kümeleme analizleri birlikte değerlendirildiğinde,
İletişim Fakültesi Dergisi
176
S. Deren Van Het Hof
çevre ve eğitimin birbirlerine doğru ilişki üretmeseler dahi, olmazsa olmaz iki proje
alanı olarak haritalarda birlikte yer aldıkları tespit edilmiştir.
Sivil toplum kuruluşlarının ve şirketlerin kümeleme analizleri
karşılaştırıldığında kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin şirketler tarafından
“İtibar” ve “Toplumsal Fayda” kavramları üstünden düşünüldüğü görülür. Sivil
toplum kuruluşlarıysa bu projelerin “Reklam” ve “Satış/Kazanç” ile bağlantısını
vurgulamaktadırlar. Bu anlayış farklılığı yoğunlaştırılmış haritalarda da
gözlenebilmektedir.
2.4 Kavramların Merkeziyet ve Etkileme/Etkilenme Dereceleri
Görüşülen kişiler tarafından kavramlar arası kurulan ilişkilere verilen derece
puanları ilgili grubun harita sayısına (sivil toplum kuruluşu=17, şirket=12)
bölünmüş; merkeziyet, etkileme ve etkilenme dereceleri bulunmuşur.
Bir
değişkenden diğer değişkene doğru giden ilişki “etkileme” yaratırken ters yönde bir
ilişki “etkilenme” yaratmaktadır, çift yönlü ilişki ise hem “etkileme” hem de
“etkilenme” derecesini arttırmaktadır. Merkeziyet ise “etkileyen” ve “etkilenen”
derecelerinin toplamından elde edilir. Bir değişkenin merkeziyet puanı, o değişkenin
diğer değişkenlerle ne kadar sık ilişkiye girdiğini göstermektedir. Örnek olarak,
merkeziyet sayısı 1’den yüksek olan değişkenlerin gösterildiği Tablo 5’te, 5.24 ile
sivil toplum kuruluşlarının en merkezi kavramı “Reklam” olarak görünmektedir.
Bir kavramın etkileyen puanının etkilenen puanından yüksek olması o
kavramın belirleyiciliğini göstermektedir. Tablo 5 ve Tablo 6’da görece belirleyici
özellikteki kavramlar, yani etkileyen puanı etkilenen puanından yüksek olanlar koyu
yazılmıştır. Sivil toplum kuruluşlarının görece belirleyici özellikteki kavramları;
“Reklam”, “Şirket-Fayda İlişkisi”, “Sorumluluk Hissi”, “Proje Başarısı”,
“Paylaşma/Dayanışma”, “Sponsorluk”, “İşbirliği”, ve “Bilinçlendirme”dir. Görece
belirlenen özellikteki kavramlar ise, “Toplumsal Fayda”, “STK-Fayda İlişkisi”,
“Farkındalık”, “Kurumsal Kimlik”, “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”,
“Maddi Kaynak Kapasitesi”, “Satış/Kazanç”, “Eğitim” ve “Yardım/Destek”tir.
Bahar 2009, Sayı: 28
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
177
Tablo 5: Sivil Toplum Kuruluşlarının etkileyen, etkilenen ve merkezi kavramları
(n=17, merkeziyet > 1.0)
Kavramlar
Etkileyen Etkilenen Merkeziyet
Reklam
2.72
2.51
5.24
Toplumsal Fayda
2.01
2.35
4.37
Şirket Fayda İlişkisi
2.21
1.15
3.35
Sorumluluk Hissi
2.29
0.94
3.24
STK Fayda İlişkisi
1.53
1.71
3.24
Farkındalık
1.29
1.56
2.85
Proje Başarısı
1.32
1.21
2.53
Kurumsal Kimlik
1.09
1.38
2.47
Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar
0.76
1.41
2.18
Maddi Kaynak Kapasitesi
0.93
1.15
2.07
Satış/kazanç
0.75
1.10
1.85
Paylaşma/Dayanışma
0.90
0.76
1.66
Sponsorluk
1.00
0.41
1.41
Eğitim
0.71
0.71
1.41
İşbirliği
0.69
0.62
1.31
Bilinçlendirme
0.76
0.53
1.29
Yardım/Destek
0.46
0.56
1.01
Tablo 5’teki “Reklam”ın etkileyen puanının (2,72) etkilenen puanından
(2,51) yüksek olması, kavramın belirleyici olduğu gösterir. Ancak “Reklam”
kavramının etkilenen puanının (2,51) etkileyen puanına olan yakınlığı da göz ardı
edilmemelidir. Buradan çıkarılması gereken sonuç, sivil toplum kuruluşlarının
kurumsal sosyal sorumluluk zihniyetinde “Reklam”ın hem etkileyen hem de
etkilenen bir kavram olduğudur.
Sivil toplum kuruluşlarının en merkezi ikinci değişkeni olarak görünen
“Toplumsal Fayda” nın (4,37) ise etkileyen yönü daha ağır basmaktadır. Üçüncü ve
dördüncü sırada yer alan “Şirket-Fayda İlişkisi” ve “Sorumluluk Hissi”
kavramlarının etkileyen-etkilenen puanlarının farklarına bakıldığında sivil toplum
kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk zihniyetinde belirleyici oldukları
anlaşılmaktadır. Sivil toplum kuruluşları şirketlere kurumsal sosyal sorumluluk
konusunda merkezi bir rol atfettiklerinden ve şirketlerin kendilerine fayda
sağlamaları gerekliliği üzerinde durduklarından, bu “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramı
kurumsal sosyal sorumluluk algısını şekillendiren bir özellik kazanmıştır.
Başka kavramlar tarafından belirleniyor olması beklenirken “Sorumluluk
Hissi” kavramının belirleyici bir kavram olarak anlaşıldığının ortya çıkması
İletişim Fakültesi Dergisi
178
S. Deren Van Het Hof
araştırmanın önemli bulgularındandır. Sivil toplum kuruluşlarının yoğınlaştırılmış
haritasında da görüleceği üzere “Sorumluluk Hissi”, “Kurumsal Kimlik” ve
“Farkındalık” kavramlarını etkilemektedir. Ayrıca, “Sorumluluk Hissi” ile
“Paylaşma/Dayanışma” karşılıklı etkileşim içindedir ve bu etkileşim “Toplumsal
Fayda”yı belirlemektedir. Haritada “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramının “Sorumluluk
Hissi” kavramını etkilediği de görülmekteyse de sivil toplum kuruluşlarının
anlayışında sorumluluğu etkileyen ve belirleyen unsurların belirgin biçimde ortya
çıkmadığı söylenebilir.
“Maddi Kaynak Kapasitesi” ve “Satış/kazanç”ın etkilenen kavramlar olması,
bu iki kavramın diğer kavramlar tarafından belirlendiğini göstermektedir. Daha açık
bir ifadeyle, para ile ilgili bu iki kavram başka konular ya da olgularda olumlu
gelişme sağlamakta değil, aksine başka konular ya da olgular “Maddi Kaynak
Kapasitesi”nin ve “Satış/kazanç”ın artışına neden olmaktadır. “Maddi Kaynak
Kapasitesi” ve “Satış/Kazanç”ın sivil toplum kuruluşlarının kurumsal sosyal
sorumluluk zihniyetindeki yerini anlamakta bu tespitler önemlidir. Bir başka
ifadeyle, sivil toplum kuruluşları finansal performansı yüksek şirketlerin kurumsal
sosyal sorumluluğa yönelmeleri gerektiğini değil, aksine sosyal sorumlu
davranışlarının şirketlere yüksek finansal performans olarak geri döneceğini
kodlamaktadırlar.
Şirketlerin merkeziyet tablosu (Tablo 6) incelendiğinde, en çok ilişkiye
sokulan kavramın “Şirket-Fayda İlişkisi” olduğu görülmektedir. “Proje Başarısı” ve
“Sorumluluk Hissi” diğer önemli merkezi kavramlardır. Şirketlerin görece
belirleyici
kavramları;
“Şirket-Fayda
iİlişkisi”,
“Sorumluluk
Hissi”,
“Paylaşma/Dayanışma”, “Reklam”, “İlkeler/Etik Değerler”, “Maddi Kaynak
Kapasitesi”, “Sorun Çözümüne Katkı”, “Sponsorluk”, “Toplumsal Etki”dir. Görece
belirlenen kavramlar ise, “Proje Başarısı”, “Çalışanların Motivasyonu”,
“Sürdürülebilirlik”, “Toplumsal Fayda”, “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya
Gruplar”, “Eğitim”, “Kurumsal Kimlik”, “Paydaş-Fayda İlişkisi”, “Satış/Kazanç” ve
“İtibar”dır.
Şirketlerin zihniyetinde, sivil toplum kuruluşlarından farklı olarak, “Reklam”
kavramının çok merkezi bir konumu olmadığı anlaşılmaktadır. Bu algılayışın
arkasında, “projeler reklam için yapılıyor” izleniminden duyulan rahatsızlıkta
yatmaktadır. Görüşmeler boyunca şirketler, “Reklam” kavramını yazmakta çekingen
tavırlar göstermiş, “Reklam” yerine muadili kavramlar kullanmayı ve bu kavramları
da az ilişkiye sokma eğiliminde olmuşlardır.
Bahar 2009, Sayı: 28
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
179
Tablo 6: Şirketlerin etkileyen, etkilenen ve merkezi kavramları (n=12, merkeziyet >
1.0) -Etkileme derecesi etkilenme derecesinden fazla olanlar koyu yazılmıştır.-
Kavramlar
Etkileyen Etkilenen Merkeziyet
Şirket Fayda İlişkisi
2.29
1.75
4.04
Proje Başarısı
1.50
2.29
3.79
Sorumluluk Hissi
2.46
0.60
3.06
Çalışanların Motivasyonu
1.15
1.63
2.77
Paylaşma/Dayanışma
1.46
1.25
2.71
Sürdürülebilirlik
0.83
1.73
2.56
Toplumsal Fayda
0.98
1.42
2.40
Reklam
1.31
0.79
2.10
Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar
0.42
1.50
1.92
İlkeler/Etik Değerler
1.00
0.75
1.75
Eğitim
0.67
1.08
1.75
Maddi Kaynak Kapasitesi
1.04
0.67
1.71
Kurumsal Kimlik
0.67
0.83
1.50
Paydaş Fayda İlişkisi
0.60
0.85
1.46
Sorun Çözümüne Katkı
0.75
0.67
1.42
Sponsorluk
0.88
0.25
1.13
Satış/kazanç
0.29
0.79
1.08
İtibar
0.33
0.67
1.00
Toplumsal etki
0.75
0.25
1.00
Tablo 6’da “Proje Başarısı”nın en merkezi ikinci kavram olarak ortaya
çıkmasıysa şirketlerdeki proje merkezli algının göstergesidir. Ancak “Proje
Başarısı” etkilenen kavram niteliğindedir: diğer kavramlar, “Proje Başarısı”nın
ölçütleri ve öncülleri olarak ilişkilendirilmiştir. Şirketlerin yoğunlaştrılmış haritasına
bakıldığında dikkat çeken iki nokta vardır: birincisi şirketlerin anlayışına göre “Proje
Başarısı”nın başlıca belirleyicisi olarak “Şirket-Fayda İlişkisi” kavramının ortaya
çıkmasıdır. Diğeri ise “Proje Başarısı” ile “Toplumsal Fayda”, “Faaliyet Alanıyla
Örtüşmeyen Alan veya Gruplar” ve “Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar”
arasından doğrudan hiçbir ilişki kurulmamış olmasıdır. Bu demektir ki şirketler
projelerinin başarısını yaratılan toplumsal fayda ile değil şirkete getirisi iel
değerlendirmektedirler.
“Proje Başarısı” etkilediği tek kavram olan “Çalışanların Motivasyonu” ile
aslında karşılıklı etkileşim içindedir. Sivil toplum kuruluşlarının tablosunda
çıkmamasına karşın “Çalışanların motivasyonu” kavramına şirketlerin önem verdiği
görülmektedir. Görüşmeler esnasında, şirketler tasarı halindeki projelerine
İletişim Fakültesi Dergisi
180
S. Deren Van Het Hof
çalışanlarını gönüllü bir şekilde katmayı düşündüklerini ve böylece onların
motivasyonlarını arttırmayı hedeflediklerini dile getirmişlerdir.
Sivil toplum kuruluşları şirketleri düşündüklerinde “Maddi Kaynak
Kapasitesi”ni etkilenen nitelikte resmetmişlerdir. Şirketler ise “Maddi Kaynak
Kapasitesi” kavramını etkileyen nitelikte kurgulamışlardır. “Maddi Kaynak
Kapasitesi” kavramının “Proje başarısı” kavramını etkilediği yoğunlaştırılmış
haritada ortaya çıkmaktadır. Özetle, şirketin anlayışına göre, “Maddi Kaynak
Kapasitesi”, başka eylem ya da olgulardan beslenen ve onlar sayesinde artan değil,
aksine başka eylem ya da olguları besleyen ve onları arttıran bir rol oynamaktadır.
Şirketlerin tablosundaki bir diğer önemli bulgu ise “STK-Fayda İlişkisi”nin en
merkezi kavramlar arasında çıkmamasıdır. Çünkü bu kavramın yerine şirket
zihniyetinde “Sürdürülebilirlik” olduğu ortaya çıkmıştır.
Sivil toplum kuruluşlarına benzer biçimde şirketler de “Sorumluluk Hissi”
kavramını etkilenen deği etkilene bir kavram olarak anlamaktadırlar. “Sorumluluk
Hissi” şirketlerin yoğunlaştırılmış haritasında da görüleceği gibi “Maddi Kanak
Kapasitesi”, “Reklam”, “Şirket-Fayda İlişkisi” ve “Toplumsal Fayda” kavramlarını
etkilemektedir. Ancak haritada “Sorumluluk Hissi”ni etkileyen hiçbir kavram
olmaması ve dolayısıyla sorumluluğun nereden beslendiğinin şirket zihniyetinde
belirsiz olması dikkat çekici bir bulgudur.
Tablo 7’de sivil toplum kuruluşu ve şirketlerin en merkezi kavramlarının
karşılaştırılması amacıyla oluşturulmuştur. Kavramların yanına merkeziyet puanları
yazılmış ve karşı gruptaki eşiyle oklarla bağlantılandırılmıştır. Sivil toplum kuruluşu
sütunundaki kavramdan şirket sütunundaki aynı kavrama doğru giden aşağı meyilli
ok, o kavramın sivil toplum kuruluşlarının anlayışındaki önceliğini; yukarı meyilli
ok ise o kavramın, şirketlerin anlayışındaki önceliğini göstermektedir. Sivil toplum
kuruluşlarının kurumsal sosyal sorumluluk anlayışında “Reklam”, “Toplumsal
Fayda”, “Kurumsal Kimlik”, “Maddi Kaynak Kapasitesi” ve “Sponsorluk”;
şirketlerin anlayışındaysa “Şirket-Fayda İlişkisi”, “Sorumluluk Hissi”, “Proje
Başarısı”, “Paylaşma/Dayanışma” ve “Eğitim” diğer gruba göre daha öncelikli bir
konumdadır.
Soluk yazılmış kavramların karşı sütunda diğer grubun merkezi kavramları
arasında eşleri yoktur. Örneğin, “STK-Fayda İlişkisi”, “Farkındalık”, “İşbirliği”,
“Bilinçlendirme” ve “Yardım/Destek” sivil toplum kuruluşu merkeziyet tablosunda
olup şirket merkeziyet tablosunda yer almayan kavramlardır. Aynı şekilde
“Çalışanların Motivasyonu”, “Sürdürülebilirlik”, “İlkeler/Etik Değerler”, “Sorun
Bahar 2009, Sayı: 28
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
181
Çözümüne Katkı”, “İtibar” ve “Toplumsal Etki” ise sadece şirket merkeziyet
tablosunda yer almıştır. Karşı sütunda yer almayan kavramlar grubun anlayışının
özgün ve karakteristik yönlerini göstermektedir. Örneğin, sivil toplum kuruluşları,
şirketlerden farklı olarak “İşbirliği” kavramını daha merkezi şekilde kullanmaları,
kendilerini kurumsal sosyal sorumluluğa işbirliği yoluyla kattıklarını ifade
etmektedirler. Bu işbirliğinden basit bir “Yardım/Destek” faaliyeti değil,
“Farkındalık” ve “Bilinçlendirme” doğması gerekliliğini düşündüklerini söylenek
mümkündür. Ancak, sivil toplum kuruluşları, haritalama sonrası döktükleri
kavramları açıkladıklarında, bahsedilen “Farkındalık” ve “Bilinçlendirme”
kavramlarının kendinden menkul ve yüzeysel anlaşıldığı gözlenmiştir.
Şirketlerin anlayışının özgün ve karakteristik yönünü ise sivil toplum
kuruluşlarından farklı olarak merkezileştirdikleri “Çalışanların Motivasyonu”
kavramı oluşturur. Bu da sosyal sorumluluğun şirketler tarafından yalnızca dış
sosyal paydaşlara değil aynı zamanda iç sosyal paydaşlara yönelik anlaşıldığının
göstersidir. Şirketlerin özgü kavramlarından “Sürdürülebilirlik” şirket zihniyetinde
“STK-Fayda İlişkisi”nin yerine geçer. “İlkeler/Etik Değerler” kavramı ise yasalara
ve etil ilkelere uygunluk, şeffaflık, çalışanlara adil davranma gibi kurumsal sosyal
sorumluluk kuramlarında etik ve yasal düzeydeki ve proje ve ortak gerektirmeyen
uygulamaların şirketlerin zihniyetindeki yerini göstermesi açıcından önemlidir. Sivil
toplum kuruluşlarının da ortak olduğu projeler ancak “Sorun Çözümüne Katkı”
kavramı çerçevesinde gündeme giriyor gibi görünmektedir. Son olarak, “İtibar”
kavramı şirketlerin özgün kurumsal sosyal sorumluluk anlayışında yerini almıştır.
Şirketlerin bir kısmı projelerin itibar endeksli olmadığı görüşünü savunsa da bazı
şirketler itibarın önemine ve yükselmesi gerektiğine değinmişlerdir.
İletişim Fakültesi Dergisi
182
S. Deren Van Het Hof
Tablo 7: Sivil toplum kuruluşu ve şirketlerin merkezi kavramlarının karşılaştırılması
(merkeziyet > 1.0) - Kırmızı ile yazılan kavramlar, karşısındaki ilgi grubunun merkezi
kavramları arasında yer almadığını göstermektedir.
sivil toplum kuruluşu
Reklam (5.24)
Toplumsal Fayda (4.37)
Şirket Fayda İlişkisi (3.35)
Şirket
(4.04) Şirket Fayda İlişkisi
(3.79) Proje Başarısı
(3.06) Sorumluluk Hissi
(2.77) Çalışanların
Sorumluluk Hissi (3.24)
Motivasyonu
(2.71) Paylaşma/Dayanışma
STK Fayda İlişkisi (3.24)
Farkındalık (2.85)
(2.56) Sürdürülebilirlik
Proje Başarısı (2.53)
(2.40) Toplumsal Fayda
Kurumsal Kimlik (2.47)
(2.10) Reklam
(1.92) Faaliyet Alanıyla
Faaliyet Alanıyla Örtüşen Alan veya Gruplar (2.18)
Örtüşen Alan veya Gruplar
Maddi Kaynak Kapasitesi (2.07)
(1.75) İlkeler/Etik Değerler
Satış/kazanç (1.85)
(1.75) Eğitim
(1.71) Maddi Kaynak
Paylaşma/Dayanışma (1.66)
Kapasitesi
Sponsorluk (1.41)
(1.50) Kurumsal Kimlik
Eğitim (1.41)
(1.46) Paydaş Fayda İlişkisi
(1.42) Sorun Çözümüne
İşbirliği (1.31)
Katkı
(1.13) Sponsorluk
Bilinçlendirme (1.29)
(1.08) Satış/kazanç
Yardım/Destek (1.01)
(1.00) İtibar
(1.00) Toplumsal etki
Sonuç
Yoğunlaştırılmış haritalar karşılaştırıldığında şirketlerin zihniyetinin daha
fazla kavram ve ilişki barındırdığı gözlenmiştir. İki grup için de “Proje Başarısı”
kavramının önemli olduğu, bunun sivil toplum kuruluşlarının anlayışına göre
“Yardım/Destek”ten, şirketlere göre ise “Satış/Kazanç”tan olumsuz etkilendiği
ortaya çıkmıştır. Başka bir ifadeyle, sivil toplum kuruluşlarına göre hayırseverlik
yaklaşımı, şirketlere göre ise nedene dayalı pazarlama yaklaşımı kurumsal sosyal
sorumluluk projelerinin başarısını olumsuz etkilemektedir.
Bu çalışmanın en çarpıcı sonucu “Sorumluluk Hissi” kavramının hem sivil
toplum kuruluşlarının hem de şirketlerin yoğunlaştırılmış bilişsel haritalarında
belirleyen ya da etkileyen özellikte bir kavram olarak çıkmış olmasıdır. Bunun
Bahar 2009, Sayı: 28
183
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
anlamı sorumluluğun kendinden menkul düşünüldüğüdür. Ne şirketlerin ne de sivil
toplum kuruluşlarının sorumluluk hisstmelerine neden olacak bir kavram zihinsel
modellerinde yer almamaktadır. Bu durum çalışmanın girişinde değindiğimiz sivil
toplum kuruluşlarının toplumdan kopukluğu ve etkisizliği ile açıklanabilir. Sivil
toplum kuruluşları toplumun beklentileri ve şikayetlerinden doğmaktan ziyade
bunları medyadan öğrenmekte ve bunları da ilgili kurumlara yansıtamamaktadırlar
(Biber, 2002). Şirketler ise sivil toplum kuruluşları onlara sorumluluklarını
hatırlattıkları ve gereğini yerine getirmeleri konusunda baskı yaptıkları için değil
“sorumlu davranmaları gerektiği için” kurumsal sosyal sorumluluk faalyetlerinde
bulunmaktadırlar.
İki grubun en merkezi kavramları “Reklam” ve “Şirket-Fayda İlişkisi”dir.
“Reklam” aynı zamanda sivil toplum kuruluşları tarafından en fazla belirtilen
kavramdır (%70,59). “Şirket-Fayda İlişkisi” ise “Toplumsal Fayda”dan sonra
şirketler tarafından en fazla belirtilen ikinci kavramdır (%66,67). Bu kavramların
temsil ettikleri ifadelere birarada bakıldığında katılımcılara yöneltilen “Şirketleri
düşündüğünüzde kurumsal sosyal sorumluluk kavramı size ne ifade ediyor?”
sorusuna verilen cevap şudur: şirketlerin geleceğe yatırım yaptıkları projeler ile
medyanın ve kamuoyunun ilgisini çekerek ürün/hizmet tanıtımı yapmaları ve
şirketin pazarlama kabiliyetini, dolayısıyla da şirket başarısını artırmaları.
KAYNAKÇA
Ahmad, R. ve Ali, N.A. (2003) The Use Of Cognitive Mapping Technique In
Management Research Theory And Practice, Management Research News,
26 (7), s. 1–16.
Ararat M. ve Göcenoğlu, C. (2005) Drivers For Sustainable Corporate
Responsibility: Case Of Turkey, http://info.worldbank.org/etools/mdfdb/docs/
WP_UJRC5.pdf (Erişim: 21 Kasım 2008)
Ararat, M. (2008) A Development Perspective For ‘Corporate Social Responsibility:
Case Of Turkey, Corporate Governance, 8 (3), s. 271–285.
Argüden, Y. (2002) Kurumsal Sosyal Sorumluluk, İstanbul: ARGE Danışmanlık
Yayınları.
“Şirket-Fayda İlişkisi”: şirket başarısı, şirket faydası, pazarlama kabiliyeti, yatırım, geleceğe yatırım.
“Reklam”: reklam, tanıtım, basında yer alma, kamuoyu ilgisi, medya ilgisi, ürün/hizmet tanıtımı,
görünürlük, bilinirlik.
İletişim Fakültesi Dergisi
184
S. Deren Van Het Hof
Biber, A. (2002) Halkla İlişkilerde Sosyal Sorumluluğun Oluşumu Ve Türkiye’de
Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Ankara, Yayınlanmamış Doktora
Tezi.
Çabuk, D. (2009) Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Sivil Toplum
Kuruluşları Yöneticilerinin Tutumları Üzerine Bir Araştırma, Akdeniz
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim
Dalı, Antalya, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Çoban O. ve Seçme, G. (2005) Prediction Of Socio-Economic Consequences Of
Privatization At The Firm Level With Fuzzy Cognitive Mapping, Information
Sciences, 16, s. 131–154.
Dahlsrud, A. (2008) How Corporate Social Responsibility İs Defined: An Analysis
Of 37 Definitions, Corporate Social Responsibility and Environmental
Management 15, s. 1–13.
Dickerson J. ve Kosko B. (1994) Virtual Worlds As Fuzzy Cognitive Map, Presence,
3 (2), s. 173- 189.
Eden, C. (1992) On the nature of cognitive maps, Journal of Management Studies,
28 (3): 261-265.
Fons, S.; Achari, G. ve Ross, T. (2004) A Fuzzy Cognitive Analysis Of The İmpacts
Of An Eco-İndustrial Park, Journal of Intelligent & Fuzzy Systems, 15, s. 7588.
Göcenoğlu, C. ve Girgin, K. Z. (2005) Kurumsal Yönetişimin Türkiye’deki
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Uygulamalarına Olan Etkileri, TOBB Ekonomi
ve Teknoloji Üniversitesi IV. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresi,
http://www.gocenoglu.net/urettiklerim.htm (Erişim 9 Haziran 2009).
Kubicek, P. (2001) The Earthquake, Europe And Prospects For Political Change In
Turke, MERIA (Middle East Review of International Affairs) Journal, 5 (2)
http://meria.idc.ac.il/journal/2001/issue2/jv5n2a4.html (Erişim 9 Haziran
2009)
Kubicek, P. (2005) The European Union And Grassroots Democratization İn
Turkey, Turkish Studies, 6 (3), s. 361–377.
Line, M. ve Braun, R. (2007) Baseline Study On CSR Pracices İn The New EU
Member
States
And
Candidate
Countries,
UNDP
Bahar 2009, Sayı: 28
185
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: …
http://www.partnerstva.sk/buxus/docs/UNDP_Baseline_Study_CSR.pdf
(Erişim 9 Haziran 2009)
Michael, B. ve Öhlund, E. (2005) The Role Of Social Responsibility İn Turkey's EU
Accession, Insight Turkey, (March), s. 1-10.
Özdemir, G. (2005) STEP 2005 Sivil Toplum Endeksi Projesi Yan Raporları:
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Çalısması - Özel Sektörün Kurumsal Sosyal
Sorumluluğu:
Türkiye’deki
10
Şirketin
İncelemesi.
TÜSEV
http://www.step.org.tr/images/UserFiles/Image/dokumanlar/STEPSonYanRa
porlar/STEP%20Kurumsal%20Sosyal%20Sorumluluk%20Calismasi.pdf
(Erişim 26 Mayıs 2009).
Özesmi, U. (2001) Ulubat Gölü’nde Sulakalan-İnsan İlişkileri ve İlgi Sahibi Analizi,
Ankara: Türkiye Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) Yayını
Özesmi, U. (2006) Ecosystems İn The Mind: Fuzzy Cognitive Maps Of Kızılırmak
Delta Wetlands İn Turkey, http://arxiv.org/abs/q-bio/0603022v1 (Erişim 07
Haziran 2009)
Özgen, E. (2006) Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projeleri, İstanbul: Maviağaç.
Özgüç, E. (2005) Kurumsal Sosyal Sorumluluk. Sermaye Piyasası Kurulu
Ortaklıklar Finansmanı Dairesi. http://www.spk.gov.tr/yayingoster.aspx?yid
=376&ct=f&action=displayfile&ext=.pdf (Erişim 9 Haziran 2009)
Şimşek, S. (2004) The Transformation Of Civil Society İn Turkey: From Quantity
To Quality, Turkish Studies, 5 (3), s. 46–74.
İletişim Fakültesi Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
İletişim 2003/18
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
ÖRGÜTSEL KÜLTÜRÜN ALGILANMASINDA
METAFORLARIN ROLÜ
Muharrem ÇETİN*
Uğur EVCİM**
ÖZET
Her örgütün kendine özgü kültürü vardır. Örgütleri birbirlerinden farklı kılan kültürleridir.
Güçlü bir kültüre sahip olmak bir örgüt için yaşamsal boyutta önemlidir. Bu çalışmada güçlü
bir örgüt kültürünün inşasında ve çalışanlar tarafından algılanmasında metaforların rolü
üzerinde durulmaktadır.
Gerçeğin alternatif kavramlarla ifade edilmesi olan metaforlar, ortak anlam ve sembollerin
yaratılmasında ve bunların paylaşılmasında önemli işleve sahiptirler. Ortak anlam ve
sembollerin derecesine bağlı olarak çalışalar örgütsel değerleri algılayıp anlamlandırmada
benzer tutum ve davranışlar içinde olacaklardır. Ayrıca burada örgütsel kültürün temel
unsurları üzerinde de durularak açıklanmaya çalışılacaktır.
Anahtar kelimeler: Örgüt, Kültür, Metafor, Örgütsel Kültür
ABSTRACT
Every organizatioan has its own culture. It is the culture that makes the organization different
one another. Being able to have a strong culture has a vital importance for an organization.
In this study, it has been dwelled on the role of metaphor in construction of strong
organizational culture and its perception by the staff.
The metaphors which refer the reality in alternative conceptions have very important fuction
in creating common meaning and symbols and sharing of them. The staff will be in the same
attitude and behaviour in perceiving and understanding the organizational values depending
on the degree of common meaning and symbols. Besides, ın this study, it has been tried to be
explained by giving the importance of the basic factors of the organizational culture.
Key words: Organizatioan, Culture, Metaphor, Organizational Culture
*
Yrd. Doç. Dr. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Yüksek Lisans Öğrencisi
**
İletişim 2003/18
188
M. Çetin – U. Evcim
Giriş
Bazı araştırmacılar, kültürleri, paylaşılan ortak anlam ve sembol sistemleri
olarak açıklamaktadır. Önemli semboller ya da zihinsel ürünler, sosyal etkileşim
sürecinde düzenli anlam sisteminin oluşumunda gerekli hammaddeleri
oluşturmaktadır. Herhangi bir sosyal grubun üyelerinin, paylaştıkları ortak anlam ve
sembollerin derecesine bağlı olarak dünyalarını anlamlandırmada da birbirine benzer
davranışlar gösterecekleri kabul edilmektedir. Örgüt üyelerinin paylaştığı semboller,
onların örgütsel yaşama yönelik ortak yorumlarıdır. Örgütün değer yapısını,
uygulamaları, duyguları anlamanın bir yolu da örgütün sembolik boyutunu
kavramaktan geçer.
Önemli sözel semboller olarak metaforlar, örgüt kültürü çalışmalarında
kullanılmakla birlikte; örgüt kültürünün inşa edilmesi, çalışanlara benimsetilmesi ve
güçlü örgütsel kültürlerin yaratılmasında da etkin olmaktadırlar. Metaforlar gerçeğin
alternatif kavramlarla ifadesidir ve temel işlevleri, çok sayıda verinin, bilginin
yakalanması, yorumlanması, nakledilmesi ve belirsizlikle başa çıkmadaki yararıdır.
Örgütsel yaşamı algılamak için karmaşıklıkları, zıtlıkları, en iyi şekilde anlamanın
yolunu ararken bazen tek bir metaforun kısmen de olsa bunu başardığına tanık
olabiliriz(Şatır, 1998:46)
Bu çalışmada örgüt kültürünün örgüt üyelerince algılanmasında diğer bir
ifadeyle örgüt üyelerince ortak anlamlar yaratılmasında metaforların rolünün ortaya
konulması amaçlanmıştır. Bu nedenle çalışanların örgütte yaşadıkları ortak
deneyimlerini anlamlandırırken bazı metaforları paylaştıkları, özellikle dilde yaygın
olarak kullanılan metaforların kültürel ortamı tanımlamada kullanıldığı kabulünden
yola çıkarak, metaforlardan oluşan ifadelerin, tutum ve değer ifadelerinin yerini
tutabileceği varsayılmıştır.
Eğer metaforlar bir örgütün kültürünü yansıtmada değer ve tutum ifadelerinin
yerini tutabilirse, okur-yazar olmayan gruplarda ve tutum-değer ifadeleriyle
görüşlerini ifade edemeyen yaş gruplarında (çocuklar vb.) kurum kültürünü
betimlemede metaforlu ifadelerin etkili olabileceğini söyleyebiliriz.
1. ÖRGÜTSEL KÜLTÜRÜ OLUŞTURAN UNSURLAR
Örgüt kültürünün çözümlenmesinde/anlaşılmasında kullanılan kültürel
boyutlarla ilgili çok sayıda sınıflandırma vardır. Bu sınıflandırmalara dikkat
edildiğinde örgüt kültürünün öğelerinin açıklanmasında benzer kavramların
kullanıldığı, farklılıkların anlatılmak istenenlerden çok kullanılan kavramlarla ilgili
Bahar 2009, Sayı: 28
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
189
olduğu görülmektedir. Kültür, karmaşık bir kavram olduğundan öğelerine ilişkin
sınıflandırmalarda da bu öğelerden herhangi birini veya bir kaçını diğerlerinden
tümüyle soyutlayarak ele almak mümkün görünmemektedir (Çetin, 2000: 128).
Bu çalışmada örgüt kültürünün boyutlarıyla ilgili olarak daha önce
araştırmacılar tarafından kullanılmış olan kavramlar incelenmiş, örgüt kültürünün
boyutları “Çatışma Stratejisi, Örgütsel Bağlılık, Örgütsel Rekabet, Örgütsel Güven,
İletişim, Yaratıcılık, Güçlendirme ve Otorite” olarak belirlenmiştir.
1.1 Çatışma Stratejisi
Çatışma yönetiminde kullanılan “yöntem”lerle ilgili olarak birçok farklı
kavram kullanılmakla birlikte, bu yöntemlere göre daha kapsayıcı olan, çatışmayı
algılama ve çözmede genel yaklaşımları temsil eden “güç kullanma /hükmetme,
uyum sağlama/taviz verme, kaçınma, uzlaşma, işbirliği, problem çözme” (Pelit,
2005: 80-81) kavramları çatışma stratejileri olarak adlandırılabilir.
Güç Kullanma / Hükmetme: Güç kullanma/hükmetme yaklaşımında
çatışmalar, yöneticinin gücünün ve otoritesinin kullanılmasıyla çözümlenir. Bu yolu
izleyen yönetici, baskıcı ve saldırgan bir tutum sergilemekte, çatışmayı çözmekten
ziyade güç kullanarak bastırmayı amaçlamaktadır (Özer, 2000: 17-47; Yalçın ve
Erçen, 2004: 212). Daha çok yetkici bir yönetsel anlayışın hâkim olduğu örgütlerde
hükmetme yöntemi yaygın olarak kullanılır ve yöneticinin, çeşitli biçimlerde güç
kullanarak karşı tarafa kendi çözümünü empoze etmesi söz konusudur (Pelit, 2005:
82).
Uyum Sağlama: Burada kişiler diğerlerinin çıkar ve isteklerini, kendi
çıkarlarını göz önünde tutmadan yerine getirmeye yatkındırlar. Ne yazık ki bu tutum
kişi ve şirketleri mutsuzluğa hatta daha sonraları başarısızlığa itmektedir. Kişiler
özgüven eksikliği nedeniyle bu tarzda davranışlara girerler, ancak bu yaklaşım bir
süre sonra kişide huzursuzluk ve gerginliklere neden olacağından bir başka çatışma
ile sonlanacak, dolayısıyla çatışma çözülememiş olacaktır (Yalçın ve Erçen, 2004:
212).
Kaçınma: Duygusal olarak zayıf kişilerin stresten kurtulmak için tercih
ettikleri bir davranış tipidir. Aslında ortada her iki tarafın da gördüğü veya algıladığı
bir çatışma vardır. Ancak daha az stres yaşamak için taraflar bunu ifade etmekten
kaçınırlar (Yalçın ve Erçen, 2004: 212). Bu yaklaşımı benimsemiş bir yönetici, şahit
olduğu çatışmalarda açıkça taraf olmaz, çatışmaya doğrudan müdahale etmek
istemez ve çatışmayla ilgili kararları geciktirir (Koçel, 2003: 543).
İletişim Fakültesi Dergisi
190
M. Çetin – U. Evcim
Uzlaşma: Bu yöntemde kazanan ya da kaybeden taraf yoktur. Çatışma içinde
bulunan taraflar, verebilecekleri ödünü verip, elde edebilecekleri avantajları elde
ettiklerine inandıklarında çatışma çözümlenmiş ya da dindirilmiş olur (Ertürk,
1994:139). Burada kişi kendi önceliklerini gözetirken diğerlerinin önceliklerini de
göz önünde tutan bir yaklaşıma sahiptir. Kişilerin diğer tarafın ihtiyaçlarını da
gözetecek şekilde davranması özgüvenin yüksek olduğu ve tatminsizliklerin
olmadığı ortamlarda söz konusudur (Yalçın ve Erçen,2004:212).
İşbirliği: Her iki tarafın da tam anlamıyla ilgilendiği konuların masaya
yatırılır. Yani daha çok kişilerin problem çözücü bir tavır takınmaları durumunda
sergilenen davranış alternatifidir. Bu yaklaşımda olan kişiler bir suçlu ya da yanlış
aramaktansa “sorunu nasıl çözeriz, nasıl davranırsak problem çözülür” kaygısı
güderler (İbicioğlu, 2001: 99-114).
1.2 Örgütsel Bağlılık
Örgüte bağlılık, çalışanın çalıştığı kurumun amaç ve değerlerini
benimseyerek, kendini sorumlu hissetmesi durumudur (Ceylan ve başk., 2002:243).
Örgütsel bağlılıkla ilgili en çok başvurulan modellerden biri Meyer ve Allen’in
modelidir. Meyer ve Allen tarafından örgütsel bağlılığın üç boyutu, duygusal,
devamlılık ve biçimsel(normatif) bağlılık olarak adlandırılmıştır (Ergeneli ve
Sağlam Arı, 2005: 125,126; Erdil ve Keskin, 2005: 9-14).
Duygusal Bağlılık: Bu durumda çalışanlar örgütün değerlerini güçlü bir
şekilde kabul eder ve örgütün bir parçası olarak kalmayı isterler. Duygusal bağlılık,
örgüte karşı olumlu duygular içerisinde olma, örgütle özdeşleşme ve örgüte gönüllü
katılım duyguları içinde olmayı ifade etmektedir. Aslında bu kişiler her işverenin
hayalini kurduğu, gerçekten kendini örgüte adamış ve sadık çalışanlardır. Bu tip
çalışanlar ek sorumluluklar almak için gönüllüdürler (İbicioğlu, 2000:14-15 ve
Balay, 2000:18).
Devamlılık Bağlılığı: Devamlılık bağlılığı, örgüte o güne değin yapılmış
olan, artık karşılığı beklenen yatırım ve çabalar dikkate alınarak, ayrılmanın
maliyetlerini göze alamamak sonucu sergilenen bir bağlılık türüdür. Bu bağlılık türü
için “rasyonel bağlılık” ifadesi de kullanılmaktadır. Bu kişilerin bazıları iş
bulamamaktan ya da başka bir iş bulabilecek nitelikte olmadıklarından dolayı
örgütte kalırlar (Çetin, 2004: 95-97).
Biçimsel Bağlılık: Biçimsel bağlılık, personelin, işten ayrılmanın, örgütü ya
da işvereni yarı yolda bırakmak olacağı düşüncesi ile örgütte kalıp çalışmanın
Bahar 2009, Sayı: 28
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
191
“doğru” ve “yapılması gereken” bir davranış olacağı şeklindeki yükümlülük hissine
dayanmaktadır. Burada sadakatin bir erdem olduğu düşüncesi ile hareket
edilmektedir (Sağlam Arı, 2003: 8).
Meyer ve Allen, duygusal bağlılık, devam bağlılığı ve normatif bağlılığın,
birer bağlılık çeşidinden çok, bağlılığın bileşenleri olarak düşünülmesi gerektiğini
öne sürmektedir. Çünkü, bir çalışanın örgütle ilişkisi, bu üçünün farklı düzeylerini
içerebilir. Örneğin bir çalışan örgüte yüksek düzeyde duygusal bağlılık hissederken,
aynı zamanda örgütte kalmayı sürdürmek için zorunluluk da hissedebilir (Çakar ve
Ceylan, 2005: 52-66).
1.3 Örgütsel Rekabet
Bütün örgütler için sınırlı kaynakların paylaşımı önemlidir. Örgütte bu sınırlı
olanaklara ulaşabilmek için bireyler birbirleriyle rekabet ederler. Bu rekabet önemli
bir stres kaynağıdır. Stres, insana çevredeki uyaranlar karşısında daha iyi davranma
fırsatını verir ve stresin olmadığı durumda birey çevreden gelen etkilere tepki
vermeye yetecek enerjiden yoksundur. Yani sıfır stres ölümcüldür. Aşırı stres de
ölümcül olabilir. Çünkü bu durumda birey aşırı enerji sarf etmekte ve sonunda
tükenmektedir. Sonuç olarak rekabet, bireyi gelişmeye yöneltir, fakat aşırı rekabet
örgütü yaşanmaz hale getirebilir. Bu nedenle örgütlerde rekabetin ölçüsü uç
noktalardan uzak durmak olmalı; her bireyin kaldırabileceği ölçüde (optimum) stres
ile doyumlu ve olumlu bir hayat sağlanmalıdır.
Bireysel Başarıya-İşbirliğine Önem Verme: Bir örgütte bireysel olarak ön
planda olmak, bireysel olarak kazanmak önemliyse ve grupça kazanılan başarılar
görmezden gelinirken bireysel başarılar ödüllendiriliyorsa çalışanların işbirliğine
değil rekabete yönelmeleri beklenir. Bu da grup çalışmalarını imkânsız kılar. Bu
nedenle işbirliğini teşvik eden bir örgüt kültürü yaratmak gerekir.
İşe-Kişilere Önem Verme: Michigan araştırması olarak bilinen çalışmada,
araştırmacılar etkin olmayan bir üstün, etkin bir üstten nasıl ayrılacağını belirleyen
ast davranış bilgilerini toplamış ve analiz etmişlerdir. Yapılan çalışmalar sonucunda
lider davranışlarını ”Görev merkezli” ve ”Çalışan merkezli” olmak üzere iki kısımda
değerlendirmişlerdir. Görev ve üretim merkezli bir anlayışta üst, birincil olarak
yüksek üretim seviyesine ulaşmanın yolları üzerinde dururken, bunun için genellikle
yüksek baskı kullanır. Görevin etkin olarak icrası önemli olduğundan bütün dikkat
çalışanların iş yöntemleri ve görevleri üzerinde toplanmıştır. Görev merkezli
örgütsel atmosfer rekabet düzeyini artırır. Çalışan merkezli anlayışta ise yöneticiler
İletişim Fakültesi Dergisi
192
M. Çetin – U. Evcim
astlarıyla doğruluk ve saygı atmosferi oluşturmaya çalışırlar, çalışanların sosyal ve
duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçlarlar (Keçecioğlu, 1998: 121-122 ve
Acar, 1997: 365).
1.4 Örgütsel Güven
Hoy ve Kupersmith (1985) güveni, bir çalışma grubunun diğer kişi, grup ve
örgütlerin söylediği sözlere, yaptıkları işlere ve bulundukları vaatlere güvenebilmek
için genel bir beklentisi olarak tanımlamaktadırlar (Güçlü ve Özden, 2000: 71).
Klasik Yönetim Anlayışı örgütsel güveni engelleyen bir anlayışa sahipti.
Bilimsel yönetim düşüncesinin başlangıcı olarak kabul edilen Taylor’un
yaklaşımında, işletmelerde sorun çözümünün genellikle yönetime bırakılması
karşılıklı güven açısından ciddi bir engele yol açmaktadır. Ayrıca, karar
inisiyatifinin genellikle üst yönetimde bulunması, yöneticilerin çalışanlara sınırlı
güven duyduğu şeklinde yorumlanabilir (Mouzelis, 2001:105; Taylor, 1997:22 ve
Asunakutlu, 2002: 5-6).
Taylor’un Bilimsel Yönetim görüşünün etkileri Amerika’da sürerken,
Avrupa’da Henry Fayol’un “Yönetim Süreçleri” görüşü yönetime yeni bir bakış
açısı getirmiştir (Asunakutlu, 2002: 7). Fayol’un kafasında canlandırdığı ortalama
insan tembeldir. İş yapmaktan kaçmanın yollarını araştırır. Fayol tarafından ifade
edilen tembellik, yöneten ve çalışan arasında güvenin oluşmasını engelleyen bir
unsurdur. Bu nedenle Fayol, onları yola getirecek katı ve müsamahasız bir disiplin
ve ceza sisteminin oluşturulmasının gerek olduğunu öne sürmektedir. Yöneticiler
astlarına güvenmemeli ve yapılan her işe nezaret etmeli ve mutlaka kontrolden
geçirmelidirler. Fayol’a göre insanlar sorumluluktan kaçmayı ve yönetilmeyi tercih
ederler. Sorumluluk, korku kaynağıdır, bu nedenle onu yüklenebilme cesaretini
gösteren kişilerin sayısı toplumda çok azdır. Bu anlayış eşliğinde yöneticilerin
çalışanlara oldukça sınırlı düzeyde güven duymaları doğal karşılanmaktadır
(Alpugan vd.,1995:129 ve Asunakutlu, 2002: 8).
Klasik dönemin Taylor ve Fayol’la birlikte en önemli düşünürlerinden biri
olan Max Weber’in öğretisi, belirli görevleri yerine getirmekten sorumlu olan
kimselerin kendi alanlarında uzmanlaşmaları, kişisel arzu, hırs ve ihtiyaçlardan
arınmış objektif ve akılcı bir yönetim sistemi kurması, işbaşına getirilecek
yöneticilerin bilgi, yetenek ve tecrübelerine göre seçimle demokratik olarak
görevlendirilmeleri gibi bir takım yararlı kuralları içermektedir. Bu özellikleri ile
model, bilimsel ve ideal bir niteliğe sahiptir. Ancak aşırı şekilci olması, görev yetki
Bahar 2009, Sayı: 28
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
193
ve sorumluluklarda katılık ve değişmezliği ile yaratıcı insan davranışlarına aykırı
düşmekte, örgütlerde esnekliği azaltmaktadır. Ayrıca aşırıya kaçan denetimler de ast
üst arasındaki güvensizlik duygusunu arttırmakta ve görevlileri tedirgin etmektedir
(Fukuyama, 2000: 237-238 ve Eren, 2000: 17).
Weber’in geliştirdiği bürokrasi kuramı aslında örgütsel güven açısından
önemli bir sorunun gündeme gelmesine yol açmıştır. Bürokratik örgüt yüksek
düzeyde kurallar ile donatılmış ve üyelerine inisiyatif imkanı vermeyen ve
esnemeyen bir karaktere sahip olduğundan, çalışanların kendilerine ve birbirlerine
yönelik güven duygusunun oluşmasına ve gelişmesine olanak sağlamamıştır. Bu
soruna çözüm arayan düşünürler, bir sonraki yönetim anlayışının doğuşuna yol
açmışlardır (Efil, 1999:36 ve Asunakutlu, 2002: 7-8).
Çağdaş yönetim yaklaşımlarının temelinde ise güven olgusu yatmaktadır.
Yüksek güven duygusuna sahip örgütlerde, aşağı düzeylerdeki işgörenlere daha
fazla sorumluluk verilmektedir ve bu tip örgütler ortak etik değerlere sahip
topluluklar üzerinde inşa edilmektedir. Çünkü etik değerler konusunda uzlaşma,
kurumdaki çalışanların birbirlerine karşılıklı olarak güvenmeleri için bir ortam
sağlamaktadır. Diğer taraftan düşük güvenli örgütler; çalışanlarını bir dizi bürokratik
kuralla sınırlamaktadır ve kontrol altında tutmaktadır (Töremen, 2002:556;
Fukuyama,2000).
1.5 Örgütsel İletişim
İnsan çevresi ile sürekli etkileşim içinde olan sosyal bir varlıktır. Bu
etkileşimler sonucu ortak amaç ve hedefler doğrultusunda gruplar oluşur. Hiçbir
grup iletişim ilişkisi olmadan, yani üyeleri arasında anlam aktarımı olmadan var
olamaz. İnsanlar ancak iletişimle karşısındakine kendini anlatma imkânı bulurlar
(Bakan, 2004: 348). İletişim iki veya daha fazla kişi arasında bilgi, fikir, düşünce,
anlam, duygu, kanı ve tutumların belli bir sonuca ulaşmak, ya da davranışları
etkilemek amacıyla, sembollere dönüştürülerek belirli bir araç ya da araçlar
vasıtasıyla, aktarılması, iletilmesi, anlaşılması ve davranışa dönüştürülmesi sürecidir
(Bakan, 2004:349-350; Taştan,2003; Şimşek vd.,, 2003:127; Allan, 1999: 174 ve
Efil, 1999: 178).
Örgütsel iletişim, formel (biçimsel) ve informel (biçimsel olmayan) iletişim
olarak; formel iletişim ise dikey (aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya), yatay,
çapraz ve dış iletişim olarak dört başlık altında sınıflandırılmaktadır. Biçimsel
iletişim, örgütte örgütsel kurallar doğrultusunda gerçekleştirilen, örgüt üyelerinin
İletişim Fakültesi Dergisi
194
M. Çetin – U. Evcim
kişiliklerinden soyutlanmış, statüler arası bir iletişim türüdür. Dikey iletişim
yönetimden iş görenlere doğru yani yukarıdan aşağıya doğru olduğu gibi tam tersi
yönde de olabilecek şekilde planlanmalıdır. Biçimsel iletişimin bir diğer boyutu ise
yatay iletişimdir ve aynı düzeyde bulunan bölümler, kişiler arasında iletişimin
kurulmasını ifade eder. Çapraz iletişim kavramı ise farklı bölümlerde ve farklı
düzeylerde bulunan kişiler arasındaki iletişimi anlatmak için kullanılmaktadır.
Ayrıca kurumun dış çevresi ile iletişimini gerçekleştirmeyi amaçlayan dış
iletişiminden de söz etmek gerekir. Biçimsel olmayan iletişim ise çalışanların
oluşturdukları biçimsel olmayan gruplar ve bu gruplar arasında gerçekleşen kişiler
arası iletişimdir. (Gürgen, 1997: 63; Kocabaş, 2005:249).
Resmi olmayan iletişim kanalları, son derece esnek ve hızlı çalışma
temposuna sahip olması nedeniyle alt kademelerdeki çalışanların görüş ve
önerilerinin üstlere aktarılmasını hızlandırır. Çalışanların yaratıcı güçlerini ortaya
çıkarır. Bu nedenle resmi olmayan iletişimi, her zaman korkulan bir olgu, resmi
iletişimi engelleyici bir tehlike olarak görmemek gerekir. Tersine iyi yönlendirilir ve
denetim altına alınırsa, resmi iletişimin boşluklarını bilinçli biçimde doldurma ve
destekleme rolünü başarıyla oynayabilir(Gürgen, 1997:80).
1.6 Yaratıcılık
Örgüt kültürü yazınında, “yenilikçilik-gelenekçilik, yaratıcılık, değişime açık
olmak” gibi kavramlar birbirine yakın anlamlarda kullanılarak, örgütlerin kültürel
bir boyutu olarak tanımlanmakta ve araştırılmaktadır.
Genel olarak yaratıcılık, alışık olunmayan tarzda algılama, geleneksel ve
kalıplaşmış düşünce şeklinin dışına çıkılması olarak ifade edilebilir(Yahyagil, 2001:
8) Daha farklı bir tanımda yaratıcılık, “Ana yoldan ayrılma, deneye açık olma,
kalıplardan kurtulma” şeklinde ifade edilirken diğer bir tanımda da “Daha önce
kurulmamış ilişkiler arasındaki ilişkileri kurabilme, böylece yeni bir düşünce şeması
içinde, yeni yaşantılar, deneyimler, yeni fikirler ve yeni ürünler ortaya koyabilme
becerisi” olarak ifade edilmiştir (San, 1985).
Yaratıcılığı destekleyen örgüt kültürünün özelliklerini beş başlık altında
toplayabiliriz. Bunlar; “Risk ve Belirsizliğe Tolerans”, “Hatalara Tolerans”, “Aykırı
Düşünmeye ve Farklılığa İzin Verme”, “Eleştirilere Açık Olmak / Fikirlere Önem
Verme”, “Değişime ve Yeniliklere Açık Olmak” tır (Gümüşsuyu, 2005: 41-42; 102103; Filiz, 2003 ve Merih, 2002). Bu beş başlık çalışmamızda “yaratıcılık” kültürel
boyutunun alt boyutları olarak kabul edilmiştir.
Bahar 2009, Sayı: 28
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
195
1.7 Güçlendirme
Küresel rekabet ve değişim, inisiyatif alabilen, risk üstlenebilen, yeniliğe açık
ve yüksek belirsizlik ile baş edebilecek işgörenler gerektirmektedir (Çöl, 2006: 2).
Bu da personel güçlendirme ile gerçekleşmektedir. Güçlendirme uygulamasının
temelinde, çalışanların işi sahiplenmeleri; işin kapsamı, anlamı ve çerçevesini
genişletecek kararları kendi başlarına almaları, planlamaları ve uygulamaları
beklenmektedir. Güçlendirme, lider veya yöneticinin gücünü astlarıyla paylaşması,
güç ile ödüllendirmesidir (Ceylan vd., 2005: 28).
Spreitzer, güçlendirmeyi; anlam, yetkinlik, otonomi ve etki olmak üzere dört
öğeden oluşan motivasyonel bir yapı olarak tanımlamaktadır. Sözü edilen
boyutlardan her biri, bir diğerinin öncülü veya sonucu olmaktan ziyade,
güçlendirmenin farklı yüzlerini temsil eden boyutlardır. Güçlendirmenin bileşenleri
olarak da adlandırılan bu dört boyut şöyle tanımlanmaktadır:(Ergeneli ve Sağlam
Arı, 2005:133-134 ve Ceylan vd., 2005: 31).
Anlam (Meaning): İşin gerekleri ile bireyin inançları, değerleri ve
davranışlarının örtüşme derecesi, işin birey için taşıdığı anlamın göstergesidir.
Yetkinlik (Competence): Bireyin, işi en iyi şekilde yapabileceği yönünde
kendi yeteneklerine olan inancıdır. Diğer bir ifadeyle, bireyin işini ve iş ortamını
şekillendirmek istemesi ve buna yetisinin olmasıdır.
Otonomi (Choice): Yetkinlik, davranış ile ilgili ustalığı ifade ederken,
otonomi bireyin faaliyeti başlatma, sürdürme ve düzeltme ile ilgili konularda
insiyatif sahibi olmasıdır.
Etki (Impact) : İşgörenin işin stratejisi, yöntemi veya sonuçları üzerinde tesir
yetkisine sahip olma derecesidir. Otonomi bireyin kendi işi üzerindeki kontrol
duygusu ile ilgili iken, etki bireyin örgütsel sonuçlar üzerindeki kontrol duygusuna
işaret etmektedir.
Bu açıklamalardan hareketle güçlendirmeyi; astların işleriyle ilgili tüm
kararları yöneticiye danışma ihtiyacı duymaksızın alabilmeleri için gereken eğitim
ve kendini geliştirme imkânlarının sunulması, bağımsız hareket etmeyi teşvik eden
örgütsel bir ortamın hazırlanması, işin tamamlanması konusunda gereksinim
duyacakları yetkinin ve sonuçtan doğacak sorumluluğun astlara devredilmesi ve
bütün bunların astlarca kendilerini güçlendiren uygulamalar olarak algılanması
şeklinde tanımlayabiliriz.
İletişim Fakültesi Dergisi
196
M. Çetin – U. Evcim
1.8 Otorite
Güç, bir bireyin kendi inandığı ve yapılmasını istediği bir şey konusunda
diğerlerini yönlendirmesi ve o şeyi yaptırmasıdır. Kişiler gönüllü veya gönülsüz
olarak istenen şeyi yapma gereği hissederler. Diğer bir deyişle güç, A’nın B’nin
davranışını etkilemek için sahip olduğu kapasiteyi ifade eder. Güç öyle bir
kavramdır ki, birey bazı konularda güçlü iken bazı konularda da daha az güçlü
olabilir (Kırel, 1998: 3-4). Otorite, gücün yasal biçimidir ve gücü meşrulaştırır.
Otorite diğer insanları kullanma ya da değiştirme hakkıdır (Kırel, 1998:7,10).
Güç kavramı sosyal psikolog J.French ve Bertram Raven tarafından beş grup
altında sınıflandırılmıştır. Bunlar; ödüllendirici güç, zorlayıcı güç, meşru güç,
uzmanlık gücü ve özdeşlik gücüdür (Yukl ve Falbe, 1991: 417’den aktaran Kırel,
1998: 13-28).
Zorlayıcı Güç: Zorlayıcı güçte ceza tehdidi ile iş yaptırmak ön plandadır.
Maaş kesintisi, ihtar alma, işten çıkarılma tehdidi, yükselmenin ve maaş artışının
engellenmesi örgütlerde zorlayıcı güce örnektir. Zorlayıcı güç insanlar üzerinde sık
sık kullanıldığında onları rahatsız eder, incitir, onları sık sık kınamak kontrolü de
güçleştirir.
Ödüllendirici Güç: Bireyin diğerlerine bir şeyler sağlama, ödüller verme
konusunda sahip olduğu imkânlar ve yetkilerdir. Bir yöneticinin astlarına maaş
artırımı yapabilmesi, prim verebilmesi, ekstra küçük kazançlar sağlayabilmesi, terfi
ettirebilmesi, daha uygun işlere geçme konusunda yetkiye sahip olması onun
ödüllendirici güce sahip olduğunu gösterir.
Yasal Güç: Meşru/yasal güç belirlenen sınırlar için geçerlidir. Bu sınırların
dışına çıkıldığında meşruluğunu kaybeder ve yöneticilerin otoriteleri zayıflar.
Örneğin sınıfta öğretim üyesinin öğrencilerden kendisini dinlemelerini talep etme,
öğrencilere ödül verme, dersi dinlemeyen ve sınıfın huzurunu bozan kişinin dersten
çıkmasını isteme, not verme, yazılı kağıtlarını değerleme hakkı vardır. Sosyal
normlar bu hakkı veya yetkiyi öğretim üyesine tanımıştır. Ancak, bu belirtilen
hususların dışında bir yaptırıma başvurması o öğretim üyesinin meşru sınırları
zorlaması anlamına gelecektir.
Buraya kadar açıklanan güç biçimleri, daha çok pozisyondan kaynaklanan
güç biçimleridir. İkinci gruba giren güç örnekleri ise kişi temellidir ve kişinin
kendisinden kaynaklanır. Bunlar uzmanlık gücü ve özdeşlik gücüdür.
Uzmanlık Gücü: Uzmanlık gücü bilgi gücüdür. Bazen takip edenler uzmanlık
bilgisi açısından liderlerinden daha fazla uzmanlık gücüne sahip olabilirler.
Bahar 2009, Sayı: 28
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
197
Özdeşlik Gücü: Bir bireyde bir diğer kişinin çok beğendiği, çekici bulduğu
özellikler varsa ve bundan dolayı bu kişi ona bağlanmışsa veya benzemeye çalışıp o
kişiyle bütünleşiyorsa, söz konusu bireyin taşıdığı güç özdeşlik gücüdür. Burada
yönetilenlerin istenen davranışı gösterme nedeni saygı, hayranlık, hoşlanma gibi
duygular ve özdeşlik gücü taşıyan kişiyle özdeşleşme isteğidir (Sungurlu, 1996: 17).
Çalışmamızda otorite boyutuyla ilgili olarak örgütler, örgütte yaygın olarak
kullanılan güç türüne göre değerlendirilmeye çalışılmıştır. Örgütte “zorlayıcı,
ödüllendirme, yasal, uzmanlık ve özdeşleşme” gücünün hangisinin ya da
hangilerinin yaygın olarak kullanıldığını ortaya koymaya yönelik sorular
hazırlanmıştır.
2. METAFORLAR
Metafor, genellikle söylemi süslemeye yönelik bir söz sanatından ibaret
sayılır ve genelde kelimelerin kendi başlarına gerçekliği değiştiremeyeceği
varsayılır. Fakat insanların zihinlerinde yer edinen metaforlar onların algılamalarını
ve eylemlerini de etkiler. Yeni bir metafor eylemlerimize temel teşkil eden kavram
sistemimize girerse, bu kavram sistemimiz ve sistemi doğuran algılar ve eylemler de
değişir. Çoğu kültürel değişim, yeni metaforik kavramların girişinden ve eski
olanların kaybından kaynaklanır.
Sosyal gerçekliğimizin çoğunu metaforik terimlerle anladığımızdan ve
fiziksel dünya anlayışımız da kısmen metaforik olduğundan, metafor bizim için
gerçek olan şeyin değerlendirilmesinde çok önemli bir rol oynar. Çeşitli alanlarda
yapılan araştırmalar göstermiştir ki metafor, düşünme biçimimiz, dilimiz ve bilim
üzerinde olduğu kadar, kendimizi günlük temelde ifade edişimiz üzerinde de
biçimlendirici bir etki yaratır. (Morgan, 1998: 14; Lakoff ve Johnson, 2005: 176) Bu
çalışmada da metaforların örgüt kültürünün çalışanlarca algılanmasında etkili olduğu
kabulünden yola çıkılmış, örgüt kültürünün anlaşılmasında metaforların etkili
olabileceği değerlendirilmiştir.
“Benzetme” kavramıyla yakın bir anlam taşıyan “metafor” kavramı,
bilinmeyeni bilinene aktarmak suretiyle açıklamak ya da nitelikleri bir gerçeklik
düzleminden bir başkasına aktaran bir söz ya da görüntü aracı olarak tanımlanabilir.
(Mutlu, 1995: 106) Aristotales’e (2004: 85) göre ise “bir şeyi başka bir şeye ait olan
bir adla çağırmaktır.” Türkçe’de metafor kavramına en yakın anlamda eğretileme”
kelimesi kullanılmaktadır. Eğretileme; “bir gerçek anlamı, ona benzerliği olan başka
bir anlamla anlatma, benzerlik ilişkisinden yararlanarak bir sözcüğün, bir adın
İletişim Fakültesi Dergisi
198
M. Çetin – U. Evcim
anlamını eğreti olarak aktarma sanatı” olarak tanımlanmaktadır (Püsküllüoğlu, 2004:
438).
Dil, gerçek doğası ve özü gereği eğretilemelere dayanır. İnsan dilinde soyut
kavramları eğretilemeler olmaksızın dile getirmek olanaksızdır. Bu nedenle dil,
nesneleri doğrudan doğruya betimleyemediği için dolaylı betimleme biçimlerine,
belirsiz ve iki anlamlı terimlere başvurur (Cassirer,1997: 135).
Metafor bazı yorumları öne çıkarırken, diğerlerini arka plana iter, diğer bir
deyişle yarattığı görme biçimi, aynı zamanda bir görmeme biçimi haline gelir.
Örneğin “insan aslandır” metaforu, insanın aslanca cesaret, güç ya da yırtıcılığına
dikkat çekerken, aynı kişinin bir iblis, bir ermiş, bir münzevi de olabileceği
olgusunu örter. Metafor bizi benzerlikleri görmeye ama farklı yönleri göz ardı
etmeye davet eder. Metafor, güçlü kavrayışlar sağlayacak şekilde hayal gücünü
genişletir, ama çarpıtma tehlikesi de taşır (Morgan, 1998: 15-16) Metaforlar bu
yönüyle spekülatiftir ve örgüt kültürünü yönlendirmede etkili olduğu gibi,
çalışanların düşüncelerini çarpıcı şekilde ifade etmelerine yarar.
2.2 Örgüt Kültüründe Metaforlar
Kültürün var olma nedeni insandır. İnsanı diğer canlılardan ayıran da bu
kültür yaratma özelliğidir. Kültürün konuşulan dil ile çok yakın bir ilişkisi vardır.
Dil, kültürü hem kurar hem geliştirir. Ortak bir dil, ortak bir kültür demektir.
Ağızdan çıkan her sözcüğün dile bağımlı kültür ortamını canlı tutmada büyük
katkısı vardır (Uzunçarşılı, Toprak ve Ersun, 2000: 3).
Kültürü, kişilerin paylaştığı semboller ve anlamlar olarak gören çağdaş
antropologlar bu kavramı açıklayabilmek için yerel bakış açısını kavramanın
önemini vurgularken, bu konuda temel araçlar olarak dil ve semboller üzerine
yoğunlaşmaktadırlar. Bu görüşe göre insanlar, sosyal ve fiziksel dünyalarını
sembolik süreçler aracılığıyla kurarlar ve bir sosyal grubun üyeleri, dünyaya anlam
yüklemek için aynı kodları paylaştıkları derecede benzer şekilde davranırlar (Barley,
1983: 398)
Fiziksel, sözel, davranışsal semboller, örgütsel yaşamı paylaşan üyelerin bu
yaşama yönelik ortak yorumlarını oluşturur ve örgütlerde hemen hemen her şey bir
sembol olarak işlev görebilir. Bunun minimum kriteri, sembolün herhangi bir şeyi
kendisinden farklı bir şekilde veya daha kapsamlı anlatması ve bir kişi için veya
kolektif olarak bir anlamının olmasıdır (Alvesson, 1991:214; Erdem ve Şatır, 2000:
25)
Bahar 2009, Sayı: 28
199
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
Törensel faaliyetler, gelenekler, öyküler ve metaforlar, karmaşık ve örgütsel
yaşama yönelik anlatımsal bilgi içeren sembollerdir (Sargut, 1994: 75; Erdem ve
Şatır, 2000: 25). Özellikle bilinç-bilinçsizlik, bilişsel-duyuşsal, literal-sembolik
arasında bir köprü görevi gören metaforlar(Marshak, 1993: 44) örgütsel yaşamı
anlamada başvurulan sembolik araçlardan biridir (Erdem ve Şatır, 2000:25).
Metaforlar soyut kavramları/yaşantıları ifade etmede geniş imkanlar sunar ve
yaratıcılığı özgür kılar. Ancak, metaforlar bir görme biçimi yaratırken, belirli
yorumları öne çıkarıp diğerlerini arka plana iterek tek yönlü bir kavrayış üretir; diğer
bir deyişle görmeme biçimi yaratır (Erdem ve Şatır, 2000: 25). Bu yönüyle de
metaforlar yanıltıcı olabilir.
Metaforların insanlar için anlamlı olmasının nedeni; metaforun taşıdığı
içeriğin kısmen “kültürel” olarak belirlenmesi ve kısmen de geçmiş tecrübelere bağlı
olmasıdır (Lakoff ve Johnson, 2005: 172-174). Diğer taraftan bu durum, farklı
kültürel birikimlere sahip insanlar tarafından metaforların tamamen farklı
algılanmasına neden olmaktadır.
3. AKMAN OTELİNDE VE DPT’DE BİR ARAŞTIRMA
Bu çalışma ile örgüt kültürünün örgüt üyelerince algılanmasında metaforların
rolü, yani örgüt üyelerince ortak anlamlar yaratmada mataforların rolü ortaya
konulmaya çalışılmıştır. Böylece analiz edilecek örgüt kültürünün metaforlar
yoluyla ampirik olarak ölçülüp gözlenmesinin mümkün olup olmadığı ve metafor
yoluyla bir meseleyi ölçme imkanının sınırları test edilmeye çalışılacaktır. Bu
amaçla, bu tartışmada tartışılan örgüt kültürü hem metafor soruları hem de likert tipi
ölçek sorularıyla ölçülmeye çalışılacak, bu iki farklı yolla yapılan ölçümün ortaya
koydukları veriler ayrı ayrı tartışılacak ve daha sonra her iki ölçümün karşılaştırmalı
analizi yapılmaya çalışılacaktır.
Anket, biri kamu diğeri özel sektörden olmak üzere iki kurumda
uygulanmıştır. Akman Oteli’nde 44 kişiye, Devlet Planlama Teşkilatından 49 kişiye
anket uygulanmış, her iki kurumda cevaplandırılan anket sayısı da tek başına faktör
analizi için yeterli olmadığından, elde edilen tüm veriler faktör analizi için birlikte
kullanılmıştır. Nitekim araştırmamız katılımcıların aynı kurumdan olmasını zorunlu
kılmamaktadır. Katılımcıların, çalıştıkları kurumda varolan örgütsel kültürü
tanıyacak kadar örgütte bulunmuş olmaları yeterlidir.
İletişim Fakültesi Dergisi
200
M. Çetin – U. Evcim
3.1Çalışmanın Varsayımları
-Örgüt üyelerinin ortak deneyimlerini anlamlandırırken kullandıkları ortak
metaforları vardır.
-Herhangi bir dilde yaygın olarak kullanılan metaforlar, o dili konuşanların
çoğu tarafından benzer anlamda algılanır.
-İnsanlar özellikle soyut kavramları ve olguları metaforlar aracılığıyla algılar.
Bu nedenle dilde yaygın olarak kullanılan metaforlardan oluşan ifadeler, tutum ve
değer ifadelerinin yerini tutabilir.
-Örgütlerin kültürünü anlamada; metaforlardan oluşan bir ölçekten elde
edilen veriler ile değer veya norm ifadelerinden oluşan bir ölçekten elde edilen
veriler arasında paralellik vardır.
-Metaforlar, gerçekliğin bir yönünü ön plana çıkartırken diğer yönlerin göz
ardı edilmesine neden olmaktadır. Bu nedenle metaforlu ifadeler rutin değer ve norm
ifadelerine göre daha uç noktalarda yer alabilir.
3.2 Çalışmanın Sınırlılıkları
-Çalışmada, örgüt kültürünü oluşturan değişkenler incelenmiş ve metaforların
örgüt kültürünü yansıtma gücü konu edilmiştir.
-Araştırma, kamu ve özel sektörü temsil etmek üzere Akman Oteli çalışanları
ve Devlet Planlama Teşkilatı çalışanları üzerinde yapılmıştır. Anket, Akman
Otelinde çalışan 44 kişi ile Devlet Planlama Teşkilatında çalışan 49 kişiye
uygulanmıştır.
-Araştırmada nicel araştırma tekniklerinden biri olan anket tekniği
kullanılmış, veriye ulaşma ve yorumlama güçlükleri nedeniyle nitel teknikler
kullanılmamıştır. Ayrıca verilerin analizinde SPSS paket programı kullanılmıştır.
3.3 Verilerin Toplanması
Bu çalışmada yönetim yaklaşımları ile ilgili olarak “Klasik, Neo-klasik,
Modern” sınıflandırması temel alınmış ve örgütlerin klasik anlayıştan modern
anlayışa doğru bir gelişim gösterdikleri kabul edilmiştir. Araştırmamızda kültürünü
araştıracağımız örgütün; uç noktaları “Klask Örgüt Kültürü” ile “Modern Örgüt
Kültürü” olan bir skala üzerinde, bu iki nokta arasında bir yerde olduğunu kabul
edeceğiz. Araştırdığımız örgütün kültürünün hangi noktada olduğunu anlamak için
Tablo-1 deki özellikleri ne kadar taşıdığına bakacağız.
Bahar 2009, Sayı: 28
201
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
Tablo-1: Örgüt Kültürü Boyutları ve Yönetim Yaklaşımları
ÇATIŞMA
STRATEJİSİ
ÖRGÜTSEL
BAĞLILIK
ÖRGÜTSEL
REKABET
ÖRGÜTSEL
GÜVEN
İLETİŞİM
YARATICILIK
GÜÇLENDİRME
OTORİTE
KLASİK
(KAÇINMA, TAVİZ,
HÜKMETME STRATEJİLERİ
YAYGIN)
(DEVAMLILIK BAĞLILIĞI,
NORMATİF BAĞLILIK)
(VERİMSİZ REKABET)
MODERN
(UZLAŞMA, PROBLEM ÇÖZME
STRATEJİLERİ YAYGIN)
(DÜŞÜK GÜVEN)
(YÜKSEK GÜVEN)
(DUYGUSAL BAĞLILIK)
(VERİMLİ REKABET)
(ZAYIF İLETİŞİM)
(GÜÇLÜ İLETİŞİM)
(DÜŞÜK YARATICILIK)
(YÜKSEK YARATICILIK)
(DÜŞÜK GÜÇLENDİRME)
(YÜKSEK GÜÇLENDİRME)
(ÖDÜLLENDİRİCİ GÜÇ,
(UZMANLIK GÜCÜ,
ZORLAYICI GÜÇ, YASAL GÜÇ ÖZDEŞLEŞME GÜCÜ
KULLANIMI YAYGIN)
KULLANIMI YAYGIN)
Verilerin toplanmasında kullanılan anket iki bölümden oluşmaktadır. Anketin
birinci bölümünde, kurum kültürünü oluşturan boyutlara/değişkenlere ilişkin
”metaforlardan” oluşan sorular bulunmaktadır. Kullanılan metaforların tespiti için
Türk Dil Kurumu Deyimler Sözlüğü taranmış, Türkçe’de yaygın olarak kullanılan
güçlü metaforlar tespit edilmiştir Bu bölümde katılımcılardan üyesi olduğu kuruma
en uygun ve en yakın seçeneğe fazla puan verecek şekilde 10 puanı seçeneklere
dağıtması istenmiştir.
Anketin ikinci bölümünde örgüt kültürü araştırmalarında sıkça kullanılan;
katılımcının tutumlarını, kurumdaki değer ve kuralları ortaya koymaya yönelik likert
ölçeği ile hazırlanmış sorular bulunmaktadır. İkinci bölümdeki maddelerde, verilen
cevaplara göre örgütün kültürü ”Modern Örgüt Kültürü” özelliklerini ne kadar fazla
taşıyorsa puanı da o oranda fazla olacak şekilde puanlama yapılmıştır.
Anketin birinci ve ikinci bölümleri tek başlarına örgüt kültürünün tüm
boyutlarını içerecek şekilde hazırlanmıştır. Yani, bu iki bölüm birbirini tamamlayıcı
bölümler olarak değil, aynı olguyu ortaya koymaya yönelik, farklı soru türlerinden
oluşan iki farklı test olarak hazırlanmıştır.
Sorularının anlaşılır olup olmadığını tespit etmek için, anket önce bir gruba
uygulanmış, anlaşılmayan, yanlış anlaşılabilecek maddeler tespit edilerek
düzeltilmiştir. Daha sonra veri tabanı oluşturularak verilerin SPSS paket programına
girişi yapılmış, veri analize hazır hale getirilmiş ve değerlendirmeye tabi
tutulmuştur.
İletişim Fakültesi Dergisi
202
M. Çetin – U. Evcim
3.4 Bulgular ve Yorum
Anket tasarımı ve araştırmanın ilk safhasında teorik olarak 8 boyut olduğu
varsayılmış ve çalışma bu 8 boyutu oluşturan soruların katılımcılara sorulmasıyla
örgütlenmiştir. Bu teorik örgütlenmenin analitik olarak da gösterilmesi önem
taşımaktadır. Bu amaçla değişkenlerin bir araya geldiği boyutları tespit etmek üzere
faktör analizi gerçekleştirilmiştir. Faktör analizi, temel bileşenler analizi (principal
component analysis) ve varimax dikey döndürme tekniği kullanılarak
gerçekleştirilmiştir. Metafor sorularının faktör analizi neticesinde hem analizin
ortaya koyduğu veriler hem de teorik yaklaşımın ışığında değişkenler yedi alt
boyutta toplanmıştır. Birinci ana faktör, çatışma, yaratıcılık ve otorite boyutlarını
barındırırken; ikinci ana faktör örgütsel rekabet iletişim ve güçlendirme boyutlarını
barındırmaktadır. Üçüncü ana faktör ise örgütsel güven boyutundan oluşmaktadır.
Faktörleri oluşturan değişkenler alt boyutlar ve açıklanma oranı Tablo-2’de
görülmektedir. Her bir alt boyuta bakıldığında görüleceği gibi ilişkiler aşağıda
ayrıntılı olarak açıklanmıştır.
1.2.Y 1.1.ÇATIŞMA
MADDELER/SORULAR
GÜVENİLİR
LİK
FAKTÖR
YÜKÜ
Tablo 2: Faktörleri Oluşturan Değişkenler, Alt Boyutlar ve Açıklanma Oranı
1.ANA FAKTÖR: GÜÇ İLİŞKİLERİ
4. Bir anlaşmazlık/çatışma olduğunda hareket tarzı genelde
“……………” olur. (…) Ver, kurtul (…) Kafa kafaya vermek
(…) Kelle koltukta kazanmaya çalışmak (…) Salla başı al maaşı .503
(…) Ne şiş yansın ne kebap (…) Hep bana hep bana
(…) Diğer................
5. Kurumumda fikir çatışmaları ………….. benzer.
(…) Sokak kavgasına (…) Antrenman maçına (…) Açık
.60
.309
oturuma (…) Kör dövüşüne
(…) Unvan maçına
.86
(…) Pazarlığa (…)Diğer................
9. Çalışma ortamımız;……………………………… gibidir.
(…) Yarış pisti (…) Milli takım kampı (…) Zorlu bir maraton
.637
(…)Mutlu bir aile ortamı
(…) Can pazarı (…) Mahalle
kahvesi (…) Diğer................
24. Kurumumda yeni ve farklı fikirleri olanlar
……………………. gibi görülürler. (…) İşgüzar
Bahar 2009, Sayı: 28
(…) Kâşif
.409 .71
203
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
2.1.Ö. REKABET
1.3.OTORİTE
(…) Dahi (…) Kahraman (…) Boşboğaz (…) Masalcı (…)
Oyunbozan (…) Diğer................
25. İsterim ki çalışma hayatım …………………………….. gibi
olsun. (…) Sürprizlerle dolu bir macera filmi (…) Sonu belli bir
film (…) Diğer................
26. DPT’de, hata yapan personel
………………………………….
(…) Darağacına gönderilir. (…) Görmüş geçirmiş olur.
(…) Günah keçisi olur. (…) Hatası hasıraltı edilir. (…) Ağza
sakız olur. (…) Bin nasihatlik yol almış kabul edilir.
(…) Diğer................
28. Bu kurumda insanlar kendileriyle ilgili eleştiriler karşısında;
…………… (…) Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
(…) İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırırlar.
(…) Diğer...............
21. Yöneticilerin makam odası ……………………………
gibidir. (…) Saray (…) El kapısı (…) Misafir odası
(…) Danışma Bürosu (…) Komşu kapısı (…) Kale surları
(…) Baba evi (…) Çelik zırhla çevrili (…) Diğer................
32. Kurumumda yöneticiler daha
çok………………………benzerler.
(…) Hükümdara (…)Takım kaptanına (…)Toprak Ağasına
(…) Öğretmene (…) Müfettişe (…) Orkestra şefine
(…)Toplumsal önder (…) Polise (…) Satranç oyuncusuna
(…) Çobana (…) Diğer................
33. Üst kademelerle ilişkilerinizi neye benzetiyorsunuz?
(…) Kader ortağı (…) Kurt-kuzu (…)Efendi-köle (…)Ortak
(…) Önder-takipçi (…) Usta-çırak (…) Gardiyan-mahkum
(…) Kahraman-yardımcısı (Tarkan – Kurt) (…) Ebeveyn-çocuk
(…) Sanatçı-hayran kitlesi
(…) Diğer................
2.ANA FAKTÖR: ÖRGÜT İÇİ İLETİŞİM
8. Bana göre kurumumda, "............................." mantığı hakimdir.
(…) Her koyun kendi bacağından asılır. (…) Benden sonra tufan
(…) Birlikten kuvvet doğar.
(…) Diğer................
10. Kurumumda kariyer sahibi olmak isteyenler
……………………………. gibi olmalı. (…) Derviş
(…) Hayırsever (…) Akbaba (…) Tilki (…) Koyun
(…) Kraldan çok kralcı (…) Çakal (…) Diğer................
11. DPT’de, kurumun personelle ilişkisi, …………….
Arasındaki ilişki gibi görülür. (…) Makine ve dişlileri
(…) Beden ve ruh (…) Vücut ve beyin (…) Diğer.....
.699
.647
.368
.636
.563
.76
.819
.369
.636 .63
.80
.337
İletişim Fakültesi Dergisi
2.3.GÜÇLENDİRME
2.2.İLETİŞİM
204
M. Çetin – U. Evcim
12. Çalışma saatlerinde sık sık kendimi …………….. gibi
hissediyorum. (…) Kumar masasında (…) Mutlu yuvamda
.401
(…) Savaş alanında (…) Karanlık bir odada tek başıma
(…) Cadı kazanı (…)Takip altında (…) Diğer................
19. Hiyerarşik kademeler arasındaki iletişim
tarzı……………………….gibidir. (…) Propaganda
.552
(…) Ebeveyn-çocuk ilişkisi
(…) Açık oturum (…) Millet
meclisi (…) Reklâm
(…) Diğer................
20. Çalışma hayatımda yakın gelecekte ne olacağı
.28
…………………… gibi. (…) Bilmece (…) Gün (aydınlık)
.300
(…) Kahve falı (…) Diğer................
22. DPT, dış çevreyle iletişimi açısından……………….. gibidir.
(…) Haber Ajansı (…) İşlek bir cadde (…) Radar
.327
(…) Kapalı bir kutu (…) Sağır ve dilsiz (…)Diğer................
17. Çalışma hayatımda şunu öğrendim ki; insanlar
…………………… çalışmak istemez. (…) Güdülmedikçe
(…) Arkadan itilmedikçe (…) Direksiyona geçmedikçe
.420
(…) Alkışlanmadıkça (…) Yük omzuna binmedikçe
(…) Kendi kendinin patronu olmadıkça
29. Kendi görevimle ilgili hareket alanımı
düşündüğümde............................ (…) Kukla gibiyim (…) Robot
.459
gibi yönlendiriliyorum (…) Dizginler bende (…) Elektronik
pranga takılmış gibiyim
.68
30. Bu kurumda, tüm örgütsel süreçlere/kararlara ne seviyede etki
ettiğimi düşündüğümde; sanki………….gibiyim.
.666
(…) Kumanda ekibinde (…) Kürek mahkûmu (…) Koşum atı
(…) Patron (…) Diğer...............
31. Bu kurumda kendimi ………………………. olarak
görüyorum. (…) İşyeri/dükkan sahibi (…) Başkası adına çalışan
.497
biri (…) Emanetçi (…) Geçici işçi
(…) Ortak/Hissedar
(…) Dava adamı (…) Diğer...............
3. ANA FAKTÖR: ÖRGÜTSEL GÜVEN
13. Bu güne kadar çalıştığım amirlerim bana
………………………………… gibi davrandı. (…) Öz evlat
.472
(…) Üvey evlat (…) Kardeş (…) Diğer................
14. İşyerindeki sosyal ortamı şeffaflık/açıklık açısından
değerlendirdiğimde……………………… gibidir. (…) Camdan
.541 .68 .68
ev (…)Sisli, bulanık bir hava (…) Kara kutu (…)Karanlık bir
labirent (…) Diğer................
15. Bu kurumda çalışanlar işlerini …………………… yaparlar.
(…) Kara düzen (…) Kör uçuşu gibi (…) El yordamıyla
.535
(…) Usta gibi (…) Gözü kapalı bile (…) Diğer................
Bahar 2009, Sayı: 28
205
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
16. Personel, aralarındaki sosyal bağlar açısından
…………………………… gibidir. (…) Aynı yolun yolcusu
(…) Kader ortağı (…) Dava ortağı (…) Köklü bir aile
(…) Buz
(…) Dağılmış tespih taneleri (…) Diğer................
18. İş dışında çalışma arkadaşları ……………………………
gibidir. (…) Yabancı (…) Ağabey-kardeş (…) Dost, arkadaş
(…) Düşman (…) Diğer................
23. Kurumumda personel arasındaki komşuluk ilişkileri
……………………….. gibidir. (…) Gökdelen/apartman
komşulukları (…) Köy komşulukları. (…) Diğer................
27. Kurumun geçmişi ile bugününü karşılaştırınca
………………………………… (…)Çağ atladık. (…) Eski
hamam eski tas… (…)Eski çamlar bardak oldu. (…)Bir arpa
boyu yol alınmadı. (…)Diğer................
.516
.492
.557
.740
Değişkenin bir faktör ile ilişkide olduğunu kabul edebilmek için faktör
yükünün 0.30 ve üzerinde olması gerekmektedir (Kalaycı, 2005: 330). Güvenilirlik
ise testin ölçmek istediği özelliği ne derece doğru ölçtüğü ile ilgilidir. Testin
güvenilirlik katsayısı olarak hesaplanan korelasyon (r), test puanlarına ilişkin
bireysel farklılıkların ne derece gerçek ve ne derece hata faktörüne bağlı olduğunu
yorumlamak amacıyla kullanılır. Güvenirlik katsayısı 0.80 olan bir test için bireyler
arası gözlenen test puanlarındaki farkların %80 oranında gerçek farkları, %20
oranında ise hatayı yansıttığı söylenebilir (Büyüköztürk, 2003: 163-164). Alfa
katsayısı 0.00-0.40 arasında ise güvenilir değil; 0.40-0.60 arasında ise güvenilirliği
düşük; 0.60-0.80 arasında ise oldukça güvenilir; 0.80-1.00 arasında ise yüksek
derecede güvenilir bir ölçektir. Tablo-2’de görüldüğü gibi “iletişim” boyutunun
güvenilirliği düşük çıkmıştır. Güvenilirlik, “örgütsel güven, güçlendirme, çatışma ve
örgütsel rekabet” boyutlarında orta düzeyde; otorite ve yaratıcılık boyutlarında
yüksek çıkmıştır.
Metafor testindeki güvenilirlik katsayılarının yüksek çıkması, varsayımlar
bölümünde de belirtildiği gibi örgüt üyelerinin ortak deneyimlerini anlamlandırırken
kullandıkları ortak metaforları olduğu ve dilde yaygın olarak kullanılan metaforların,
o dili konuşanların çoğu tarafından benzer anlamda algılandığı varsayımlarını
doğrulamaktadır.
a. Çatışma stratejisi; kurumda çatışmalara insanların nasıl tepki verdiğiyle
ilgili olup bu boyutu ölçmek için sorulan 4, 5 ve 9. sorular birlikte çatışma boyutunu
oluşturmuştur.
b. Otorite boyutunda kurumda hangi güç türüne daha çok başvurulduğundan
İletişim Fakültesi Dergisi
206
M. Çetin – U. Evcim
yola çıkılarak kültürün klasik veya modern kültüre yakınlığı değerlendirilmiştir. Bu
boyutu ölçmek için sorulan 21, 32 ve 33. sorulara yer verilmiştir.
c. Yaratıcılık soruları, örgütte yaratıcılığı teşvik eden bir ortamın varlığını
öğrenmeyi amaçlamaktadır. Yaratıcılığın alt boyutları; “değişime ve yeniliğe açık
olmak, risk ve belirsizliğe tolerans, aykırı düşünmeye ve farklılığa izin verme,
hatalara tolerans, eleştirilere açık olmak” olup bu özelliklerin kurumda bulunma
derecesi arttıkça kurumun yaratıcılık potansiyelinin yükseleceği düşünülmüştür. Bu
boyutu ölçmek için 24. 25. 26. ve 28. sorular bir arada yer almıştır.
d. Örgütteki rekabet düzeyi; örgütte “işbirliğine/ekip başarılarına veya kişisel
başarılara” önem verilmesinden yahut “işe veya kişilere” önem verilmesinden
anlaşılmaktadır. Bu boyutu ölçmek için sorulan 8, 10, 11 ve 12. sorulara verilen
yanıtlar değerlendirilmiştir.
e. Çalışmamızda iletişim boyutu; “aşağıdan yukarıya katılım ve şikayetler,
yukarıdan aşağıya bilgilendirici-açıklayıcı iletişim, yatay ve çapraz iletişim, gayri
resmi iletişim ve kurumun dış çevreyle iletişimi” alt boyutlarının bileşkesi olarak
değerlendirilmiştir. Bu çerçevede19. 20. 22. sorular ikinci faktör altında iletişimle
ilgili bir grup oluşturmuştur.
f. Güçlendirme boyutu çalışanların güçlü kılınmasını ifade etmekte olup,
“anlam, yetkinlik, seçim/otonomi, etki” alt boyutlarının bileşkesidir. Çalışanın
yaptığı işe/kurumunun amaçlarına anlam vermesi, yaptığı işle ilgili ihtiyaç duyduğu
yetenek ve bilgilere sahip olması, kendi hareket alanını tayin etmesi ve genel olarak
örgüt üzerinde etkin olduğu duygusunu hissetmesi halinde güçlendirilmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Bu boyutla ilgili olarak hazırlanan 17, 29, 30. ve 31. sorular
güçlendirme boyutu altında toplanmıştır.
g. Örgütsel bağlılıkla ilgili olarak hazırlanan 6. ve 7. soruların herhangi bir
boyut altında işlevsel olmadığı görülmüştür.
ğ. Örgütsel Güven “yöneticilerin adaletine güven, insan tabiatına güven,
çalışanların dürüstlüğüne güven, çalışanların yetenek/yeterliliğine güven, açıklıkşeffaflık, paylaşılan değerler” alt boyutlarının bir bileşkesi olarak
değerlendirilmiştir. Bu boyut için hazırlanan 13, 14, 15, 16, 18, 23 ve 27. sorular
örgütsel güven faktörü altında toplanmıştır.
Metafor sorularının 7 boyut oluşturduğu, bunlardan iletişim boyutu
dışındakilerin güvenilir olduğu görülmüştür. Bu boyutların klasik kültür ile modern
kültür arasındaki skalanın neresinde olduğuna ve birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde
olduklarını anlamak için öncelikle her bir boyuttan elde edilen ortalama skorlar ve
standart sapmalar aşağıda Tablo 3’de verilmiştir.
Bahar 2009, Sayı: 28
207
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
Tablo-3: Boyutlara Ait Ortalama ve Standart Sapma Değerleri
ÇATISMA
METAFOR
YARATICILIK OTORITE
METAFOR
METAFOR
Ö.REKABET
METAFOR
GUCLENDIRME GUVEN
METAFOR
METAFOR
Ortalama
12,0586 10,2436
14,9304
9,2352
10,7729
11,3804
Standart
Sapma
5,5303
5,9931
5,8558
5,3104
5,3370
4,3844
Kültürel boyutlardan elde edilecek skorlar hem metafor testinde hem de likert
tipi testte “0” ile “20” arasında olacak şekilde dönüştürülmüştür. Elde edilen skor; 0
ile 20 arasında değişen bu skalada “0” puana yaklaştıkça “Klasik Örgüt Kültürünü”
20 puana yaklaştıkça “Modern Örgüt Kültürünü” ifade etmektedir. Kesme noktasını
ise “10” değeri oluşturmaktadır.
Boyutların, skalanın klasik tarafında mı modern tarafında mı bulunduğunu
tespit etmek için t-testi yapılmış, “çatışma, otorite, örgütsel güven” boyutlarının
skalanın modern tarafında kaldığı, “yaratıcılık, örgütsel rekabet, güçlendirme”
boyutlarının ise 10 puan civarında olduğu, anlamlı bir fark göstermediği, yani klasik
ya da modern tarafta olmadığı görülmüştür.
Bu boyutlar arasındaki korelâsyon Tablo-4’deki gibidir. Çalışmada her
kültürel boyut modern kültür özelliklerini taşıdığı oranda puanı artacak şekilde
kodlandığından tüm boyutlar birbiriyle artı yönde korelasyon göstermektedir.
Burada. “Çatışma stratejisi, örgütsel bağlılık, örgütsel rekabet, otorite” boyutlarında
puanın yüksek olması; çatışmanın, bağlılığın, rekabetin, otoriterliğin yüksek
düzeyde olduğu anlamına gelmemektedir. Daha açık bir ifadeyle; Çatışma stratejisi
puanının yüksek olması, “uzlaşma ve problem çözme” stratejilerinin yaygın olduğu;
Örgütsel bağlılık puanının yüksek olması, örgütte duygusal bağlılığın hâkim olduğu;
Örgütsel rekabet puanının yüksek olması, örgütte verimli bir rekabet ortamının
bulunduğu; Otorite puanının yüksek olması, otoriteyi sağlamada uzmanlık ve
özdeşleşme gücün kullanımının yaygın olduğu anlamına gelmektedir.
İletişim Fakültesi Dergisi
208
M. Çetin – U. Evcim
Tablo 4: Faktörler Arası Korelasyon Tablosu
1.CATISMA
METAFOR
1
2
3
4
5
6
Pearson
Correlation
1,000
,617*** ,484*** ,506** ,458** ,288**
*
*
*
,000
,000
,000
,000
1,000
,663*** ,430** ,596** ,429**
*
*
*
,000
,000
,000
1,000
,383** ,529** ,509**
*
*
*
,000
,000
Sig. (2-tailed)
2.YARATICILIK Pearson
METAFOR
Correlation
,006
Sig. (2-tailed)
,
3.OTORITE
METAFOR
,000
Pearson
Correlation
Sig. (2-tailed)
,
4.Ö. REKABET
METAFOR
,000
Pearson
Correlation
1,000 ,483** ,507**
*
*
Sig. (2-tailed)
,
,000
,000
5.GUCLENDIRM Pearson
E METAFOR
Correlation
1,000 ,382**
*
Sig. (2-tailed)
,
Bahar 2009, Sayı: 28
,000
209
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
6.GUVEN
METAFOR
Pearson
Correlation
1,000
Sig. (2-tailed)
,
* p<0.1, **
p< 0.05, ***
p<0.01
Likert tipinde hazırlanan sorular teorik olarak meselenin her iki tarafını
ölçmeye yönelik hazırlanmıştır. Bir başka deyişle ölçülmesi amaçlanan konunun
olumlu tarafları yanında olumsuz tarafları da göz ardı edilmemiştir. Örneğin çatışma
stratejisiyle ilgili “Bir anlaşmazlık olduğunda karşılıklı fikirlerin ortak noktalarını ön
plana çıkarırım” sorusu gibi modern örgüt özelliklerini içeren (olumlu) bir ifade
olabildiği gibi, “Çalışma ortamında, kurum içindeki diğer birimlerle iletişim kurma
fırsatı çoğu zaman olmaz.” türünden klasik örgüt özelliklerini içeren (olumsuz)
ifadeler de bulunmaktadır. Ankette, modern örgüt özellikleri taşıdıkça fazla puan
alacak şekilde kodlama yapıldığından klasik kültür özellikleri içeren sorular ters
kodlanmıştır. Bu durum ters kodlanan soruların güvenilirlik testinde dikkate
alınmasını gerektirmektedir. Ayrıca faktör analizinde de ters kodlanan bu sorular
ayrı bir boyut oluşturmuştur.
Likert tipi sorularının faktör analizi neticesinde, hem analizin ortaya koyduğu
veriler hem de teorik yaklaşımın ışığında değişkenler, sekiz alt boyutta toplanmıştır.
Birinci ana faktörün; örgütsel bağlılık, örgütsel güven, iletişim, yaratıcılık,
güçlendirme boyutlarını barındırdığı; ikinci ana faktörün de çatışma, örgütsel
rekabet ve otorite boyutlarını içerdiği, üçüncü ana faktörün ise tüm bu kültürel
boyutların ters yönlü sorularını kapsadığı görülmektedir. Bundan sonra ters
kodlanmış sorulara ait boyutlar (-) işareti ile gösterilecektir. Faktörleri oluşturan
değişkenler, alt boyutlar ve açıklanma oranı Tablo 5’te görülmektedir.
İletişim Fakültesi Dergisi
210
M. Çetin – U. Evcim
9. Bu kurumda çalıştığım için çok memnunum.
10. Kendi değerlerimle üyesi olduğum kurumun değerlerinin
bağdaştığını düşünüyorum.
1.1.ÖRGÜTSEL
11. DPT çalışanı olduğumu başkalarına söylemekten gurur
BAĞLILIK
duyuyorum.
14.Başka bir kuruluştan iş teklifi gelse ve DPT’deki işimi bıraksam
suçluluk hissederim.
16.Kurumumda, insanlar birbirinin gelişimine yardımcı olmaya
çalışır.
23.Yöneticiler bütün personele adil davranırlar.
25.Kurumumda, çalışanların çoğu, amirleri etraflarında olmadığı
zaman bile aynı disiplinle çalışırlar.
26.Genel olarak DPT personelinin mesleki bilgi ve becerilere
1.2.ÖRGÜTSEL
GÜVEN
yeterince sahip olduğuna inanıyorum.
27.Bu kurumda her seviyedeki personel, çalışmaları hakkında
yönetime(amirlerine) doğru bilgi verirler.
28. Kurumumda, insanlar oldukları gibi görünmeye gayret ederler.
31.Hemen hemen tüm DPT çalışanları tarafından paylaşılan ortak
değerlere sahibiz.
33.Kurumum, iş ve sosyal çevresinde meydana gelen değişiklik ve
yeniliklere kolay ayak uydurmaktadır.
35.Bu kurumda amirlere/yöneticilere ulaşmak çok kolaydır.
36.Beni ilgilendiren her konuda bilgilendiriliyorum. (örgütün
amaçları, stratejileri, vizyonu ve bireysel ve örgütsel performans
hakkındaki bilgiler vb.)
1.3.İLETİŞİM
37.Bu kurumda yöneticiler, ulaşmaları için yararlı hedefler
belirleyerek personelini yönlendirir.
38.Beni ilgilendiren ve etkileyen tüm faaliyetlerde fikrim alınır.
40.Hiyerarşik kademeler arasındaki ilişki, çalışma saatleri bittiğinde /
mesai dışında normale döner.
42.İstediğim bir şeyi elde etmem sosyal çevre ve şans faktörlerine
değil, ne kadar çalıştığıma bağlıdır.
45. Bu kurumda yöneticiler, fikirlerini astlarıyla tartışmaktan
çekinmezler.
46. Bu kurumda her zaman mevcut uygulamalara eleştirel bir gözle
1.4.YARATICILIK
bakılır ve gerekli değişiklikler yapılır.
49.Kurumumda insanlar yöneticilerine, fikirlerine katılmadıklarını
söylemekten çekinmezler.
50.Kurumumda hatalara anlayış gösterilir, “hatalar olmazsa öğrenme
de olmaz” düşüncesi hâkimdir.
1.5.GÜÇLENDİR- 51.Bu güne kadar yerine getirdiğim görevlerin hepsinde ihtiyaç
Bahar 2009, Sayı: 28
FAKTÖR
YÜKÜ
MADDELER/SORULAR
1. ANA FAKTÖR: ÖRGÜTSEL ATMOSFER
GÜVENİLİRLİK
Tablo-5: Faktörleri Oluşturan Değişkenler Alt Boyutlar ve Açıklanma Oranı
.603
.683
.388 .79
.623
.592
.745
.782
.526
.86
.729
.739
.460
.687
.96
.511
.699
.86
.689
.782
.674
.371
.671
.663
.81
.714
.755
.336 .87
211
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
ME
2.1.ÇATIŞMA
2.2.ÖRGÜTSEL
REKABET
2.3.OTORİTE
3.1.ÇATIŞMA (-)
3.2.ÖRGÜTSEL
BAĞLILIK(-)
3.3.ÖRGÜTSEL
REKABET(-)
3.4.ÖRGÜTSEL
GÜVEN (-)
duyduğum bilgi ve beceriye sahiptim.
52.İşimin gerekleri ile kişisel değerlerim ve davranışlarım
örtüşmektedir.
53.Bu kurumda personele, yaptığı iş üzerinde; planlama, karar verme
ve kontrol boyutunda inisiyatif tanınır.
54.Kurumumun vizyonunu biliyor ve gerçekleşeceğine inanıyorum.
55. DPT içinde genel sınırlar belli olmakla birlikte bağımsız hareket
etmeyi teşvik eden bir ortam vardır.
57.Amirlerimin, verdiği kararlarda benim görüşlerime de önem
verdiğini düşünüyorum.
58.Kurumumda personel, güncel gelişmelerle ilgili konularda verilen
eğitimlerle sürekli olarak eğitilmekte ve geliştirilmektedir.
60.Bu kurumda yöneticiler, bulundukları mevkinin/makamın
gerektirdiği bilgi ve beceriye sahiptirler.
2.ANA FAKTÖR: GÜÇ İLİŞKİLERİ
3.Çalışma ortamında birisiyle anlaşmazlık yaşadığımda, orta bir yol
bulmaya çalışırım.
4. Kurumumda bir anlaşmazlık yaşandığında, bu anlaşmazlığın
çözümüne yönelik fikirlerin açıkça ifade edilmesine imkân sağlanır.
5.Bir anlaşmazlık olduğunda karşılıklı fikirlerin ortak noktalarını ön
plana çıkarırım.
6.Anlaşmazlıklarda diğer insanların bakış açılarının da benimki kadar
doğru olabileceğine inanırım.
17. Bir grup çalışmasında, çaba göstermesine rağmen işe katkısı az
olan birini hoşgörüyle karşılarım.
18.Bence ekip halinde alınmış kararlar bireysel kararlardan daha
isabetlidir.
19.Bence insan mutlu yaşamak için dünyaya gelir, çalışmak bu yolda
bir araçtır.
59. Yaptığım işe özen gösteriyor olmamın en önemli nedenlerinden
biri de amirlerime layık olmayı ve onları mahcup etmemeyi
istememdir.
61.Yaptığım bir hata nedeniyle amirlerimin güven ve saygısını
kaybetmek beni rahatsız eder.
3.ANA FAKTÖR:TERS KODLANMIŞ SORULARA AİT
FAKTÖRLER
1. Çalışma ortamında anlaşmazlık olacaksa kendi isteklerimde ısrar
etmem.
7.Astlarım/arkadaşlarım arasında bir anlaşmazlık yaşandığında;
sorunun zamanla çözüleceğini düşünerek beklerim.
8.İş ortamında tartışma yaratacak konulara girmekten kaçınırım.
12. Personelin birçoğu, şu anda DPT’den ayrılsa çalışacak başka bir
yer bulmakta zorlanır.
13.Bu kurumda sahip olduğum ekonomik ve sosyal hakları başka bir
yerde bulamayacağımı düşünüyorum.
15.Bu kurumda kariyer sahibi olmak isteyenler rekabet ortamı içinde
mücadele etmek zorundadır.
21.Bu kurumda başarılı olmak isteyenler, diğerlerini geride bırakarak
ön plana çıkmalıdır.
22. Çalışma ortamında hata yapmak istemem çünkü diğerleri bunu
bana karşı kullanabilirler.
.406
.694
.571
.598
.632
.737
.511
.733
.412
.537
.76
.638
.401
.88
.550
.65
.645
.529
.70
.773
.528
.482 .78
.502
.429
.482
.41
.89
.520
.438
.577
.57
.68
İletişim Fakültesi Dergisi
212
M. Çetin – U. Evcim
24.İnsanlar, doğası gereği kontrol mekanizmaları olmadıkça çalışmayı .394
ve sorumluluk almayı sevmez.
29.Bence mevcut düzen çalışmıyorsa, hata büyük ihtimalle
.383
KİŞİLERDEDİR.
32.Bu kurumda amirlerine önemli konularda karşı çıkmayanlar iyi
.620
eleman olarak görülür.
3.5.İLETİŞİM (-)
.44
39.Çalışma ortamında, kurum içindeki diğer birimlerle iletişim kurma .576
fırsatı çoğu zaman olmaz.
41.Yeni bir işe/göreve uyum sağlamaktansa, alışık olduğum bir şeyi .444
yapmayı tercih ederim.
43.Kurumumda alışılmışın dışına çıkmaya çalışmak çoğu zaman hoş .352
3.6.YARATICILIK karşılanmaz.
.62
(-)
47.Bu kurumda insanlar, çalışma ortamındaki kural ve değerlerle ters .415
düşmemeye özen gösterir.
48.Sonucu hakkında epeyce fikrim olmadıkça, bir projenin
.436
sorumluluğunu almak istemem.
62.Bu kurumda kimin ne kadar ödüllendirileceği amirin kişisel
.609
kanaatine ve takdirine bırakılmıştır.
63. Kurumumda amirler, maiyetindeki memurlara görev veya talimat .406
verirken, genellikle bunun önemine ve gerekliliğine inandırmaya
3.7.OTORİTE (-) çabalamaz.
.70
64.Bu kurumda amirlerin personeli yönetirken en çok kullandıkları
.748
güç kaynağı, makamlarından kaynaklanan resmi yetkileridir.
65.Kurumumda amirler çoğu zaman işle ilgili konularda disiplini
.761
sağlamak üzere katı ve sert bir tutum içine girer.
Tabloda görüldüğü gibi güvenilirlik; “örgütsel bağlılık, örgütsel güven,
iletişim, yaratıcılık, güçlendirme, çatışma (-)” boyutlarında yüksek; “örgütsel
rekabet (+), otorite (+), örgütsel rekabet (-), örgütsel güven (-), yaratıcılık (-),
örgütsel bağlılık (-), iletişim (-) ve otorite (-)” boyutlarında orta düzeyde çıkmıştır.
Güvenilirlik, bireylerin test maddelerine verdikleri cevaplar arasındaki tutarlılık
olarak tanımlanabilir. Testin güvenilirlik katsayısı olarak hesaplanan korelasyon (r),
test puanlarına ilişkin bireysel farklılıkların ne derece gerçek ve ne derece hata
faktörüne bağlı olduğunu yorumlamak amacıyla kullanılır. (Alfa katsayısı 0.00-0.40
arasında ise güvenilir değil; 0.40-0.60 arasında ise güvenilirliği düşük; 0.60-0.80
arasında ise oldukça güvenilir; 0.80-1.00 arasında ise yüksek derecede güvenilir bir
ölçektir.) Ayrıca 20, 34, 44, 2. soruların herhangi bir boyut altında işlevsel olmadığı
görülmüştür.
Çatışma karşısında pozisyon kökenli güç kullanımının yaygın olduğu
(kaçınma, taviz verme ve hükmetme stratejileri) örgütlerde otorite için de pozisyon
kökenli (zorlayıcı, ödüllendirici, yasal güç) gücün yaygın olacağını düşünebiliriz.
Yine çatışma stratejisi olarak “kaçınma, taviz verme ve hükmetme” stratejilerinin
yaygın olduğu bir örgütte sağlıksız bir rekabet (çok az yada yıkıcı boyutta)
oluşacağını söyleyebiliriz.
Bahar 2009, Sayı: 28
213
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
İletişim ile güçlendirme boyutları aynı faktör altında toplanmıştır. Likert tipi
testte örgütsel bağlılık, örgütsel güven ve yaratıcılık boyutları da aynı faktörde yer
almıştır. Diğer bir deyişle teorik olarak birbirinden ayrıştırdığımız beş boyutun
aslında birbirlerinden keskin sınırlarla ayırt edilemeyeceği, birbirleriyle ilişkili
oldukları görülmektedir.
Aşağıda her bir boyuttan elde edilen ortalama skorlar ve standart sapmalar
verilmiştir. Kesme noktasına göre; örgütsel bağlılık, iletişim, güçlendirme, çatışma,
örgütsel rekabet boyutları anlamlı düzeyde 10 değerinin üzerinde yani skalanın
modern tarafında yer almıştır. Örgütsel güven, yaratıcılık, otorite boyutları ise
modern ve klasik kültürün sınırını oluşturan kesme noktası değerinden anlamlı bir
farklılık göstermemiştir.
BAGLILIK GUVEN
ILETISIM
LİKERT
LİKERT
LİKERT
YARATICILIK GUCLENDIRM CATISM REKABET OTORITE
LİKERT
LİKERT
LİKERT
E LİKERT
A
LİKERT
Ortalam
a
11,6026 10,4066 10,8104 10,1404
11,9048
11,5908
11,7363
3,8749
2,6896
3,0312
10,3663
Standart
Sapma
3,0938
2,8934
3,5189
2,5534
3,0912
Bu boyutlar arasındaki korelasyona ilişkin tablo aşağıda verilmiştir.
Çalışmamızda her kültürel boyut modern kültür özelliklerini taşıdığı oranda puanı
artacak şekilde kodlandığından boyutlar birbiriyle artı yönde korelasyon
göstermektedir (örgütsel güven ile çatışma stratejisi boyutları arasında korelasyon
yoktur).
İletişim Fakültesi Dergisi
214
M. Çetin – U. Evcim
Tablo 6:Faktörler Arası Korelasyon Tablosu
1
1.BAGLILIK Pearson
1,000
LİKERT
Correlation
Sig. (2-tailed)
,
,000
2.GUVEN
LİKERT
,000
Pearson
Correlation
2
3
4
5
6
7
8
,457*** ,668*** ,483*** ,692*** ,270*** ,279*** ,444***
,000
,000
,010
,007
,000
1,000
,639*** ,543*** ,605*** ,142
,000
,000
,179
1,000
,673*** ,830*** ,228** ,273*** ,438***
,000
,030
,007
1,000
,651*** ,259** ,346*** ,424***
,013
,001
,000
1,000
,218** ,402*** ,414***
,000
,000
,214** ,276**
Sig. (2-tailed)
,
,000
3.ILETISIM Pearson
LİKERT
Correlation
,041
,011
Sig. (2-tailed)
,
,000
4.YARATICI Pearson
LIK LİKERT Correlation
,000
Sig. (2-tailed)
,
,000
5.GUCLEND Pearson
IRME
Correlation
LİKERT
Sig. (2-tailed)
,
,038
6.CATISMA Pearson
LİKERT
Correlation
1,000
Sig. (2-tailed)
,
Bahar 2009, Sayı: 28
,000
,000
,377*** ,465***
215
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
7.Ö.REKAB Pearson
ET LİKERT Correlation
1,000
,544***
Sig. (2-tailed)
,
,000
8.OTORITE Pearson
LİKERT
Correlation
1,000
Sig. (2-tailed)
,
* p<0.1, ** p< 0.05, *** p<0.01
3.5 Metafor Soruları ile Likert Tipi Sorulardan Elde Edilen Verilerin
Karşılaştırılması
Likert tipi sorular ile metafor sorularından elde edilen skor arasındaki ilişkiyi
görmek için, her iki testte de güvenilirliği yeterli düzeyde olan “çatışma, yaratıcılık,
otorite, örgütsel rekabet, güçlendirme, örgütsel güven boyutları ve bunların
toplamından oluşan toplam skorlar arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığına
bakılmalıdır.
Ama önce kültürel boyutların standart sapmalarına bakıldığında metafor
sorularının standart sapmalarının likert tipi sorulara göre belirgin şekilde büyük
olduğu görülmektedir (Tablo-7). Bu fark, metaforlardan oluşan sorularda
yanıtlayıcıların daha duygusal yanıtlar verdiklerini ve uç noktalara daha fazla
meylettiklerini göstermektedir. Yanıtlayıcıların metafor testinde uç noktalara eğilim
göstermesi; metaforların gerçeğin bir yönünü öne çıkartarak diğer yönlerini de arka
plana iterek tek yönlü bir kavrayış üretme özelliği ile açıklanabilir.
Tablo 7: Ortalama ve Standart Sapma Değerlerinin Karşılaştırması
Mean
N
Std.
Deviation
Pair 1
İletişim Fakültesi Dergisi
216
M. Çetin – U. Evcim
TOPLAM METAFOR
68,3921
90
24,6204
TOPLAM (LİKERT)
66,0746
90
12,8875
Pair 2
CATISMA
METAFOR
12,0586
91
5,5303
ÇATIŞMA (LİKERT)
11,5908
91
2,6896
Pair 3
YARATICILIK
METAFOR
10,2436
91
5,9931
YARATICILIK
(LİKERT)
Pair 4
OTORITE METAFOR
10,1404
91
2,5534
14,9304
91
5,8558
OTORİTE (LİKERT)
10,3663
91
3,0912
Pair 5
Ö.REKABET
METAFOR
9,2352
90
5,3104
Ö.REKABET
(LİKERT)
Pair 6
GUCLENDIRME
METAFOR
11,7222
90
3,0452
10,7729
91
5,3370
GÜÇLENDİRME
(LİKERT)
Pair 7
11,9048
91
3,8749
Bahar 2009, Sayı: 28
217
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
GUVEN METAFOR
11,3804
91
4,3844
GÜVEN (LİKERT)
10,4066
91
2,8934
(
Boyutlara ilişkin her iki testten elde edilen skorlar arasında anlamlı bir fark olup
olmadığını anlamak için yapılan T-Testinde (Tablo-8) çatışma, yaratıcılık,
güçlendirme ve toplam” puanlarda anlamlı bir fark bulunmadığı, otorite boyutunda
(p<0.01), örgütsel rekabet boyutunda (p<0.01), örgütsel güven boyutunda (p<0.05)
ölçtükleri düzeyler bakımından anlamlı fark olduğu görülmektedir. Diğer bir
deyişle; çatışma stratejisi, yaratıcılık, güçlendirme boyutlarında ve toplam puanda
her iki testin benzer düzeyde ölçüm yaptığı görülmektedir. Ayrıca her iki test;
“otorite, örgütsel rekabet ve örgütsel güven” boyutlarında örgütün kültürünün
modern kültüre evrildiğini ortaya koymaları yönünden benzer sonuçlar vermekle
birlikte bu modernliğin düzeyini ölçme noktasında küçük farklılıklar göstermektedir.
Diğer taraftan otorite (r=.200, p<0.1) ve örgütsel güven (r=.307, p<0.01)
boyutlarında iki test arasındaki korelasyonun varlığı bu boyutların benzer bir trendi
ölçtüklerini ortaya koymaktadır (Tablo-9).
İletişim Fakültesi Dergisi
218
M. Çetin – U. Evcim
Tablo 8: Metafor Testi ile Likert Tip Test Skorları Arasında T-Testi
Sig.
(2-tailed)
Standa
Ortalam rt
a
Sapma
Pair 1
TOPLAM
METAFOR
TOPLAM
LİKERT
Pair 2
CATISMA
METAFOR
ÇATIŞMA
LİKERT
Pair 3
YARATICILIK
METAFOR
YARATICILIK
LİKERT
Pair 4
OTORITE
METAFOR
OTORİTE
LİKERT
Pair 5
Ö.REKABET
METAFOR
Ö.REKABET
LİKERT
Pair 6
GUCLENDIRME
METAFOR
GÜÇLENDİRME
LİKERT
Pair 7
Ö.GUVEN
METAFOR
Ö.GÜVEN
LİKERT
T
68,3921
66,0746
24,6204
12,8875
,965
89 ,337
12,0586
11,5908
5,5303
2,6896
,737
90 ,463
10,2436
10,1404
5,9931
2,5534
,187
90 ,852
14,9304
10,3663
5,8558
3,0912
7,197
90 ,000
9,2352
11,7222
5,3104
3,0452
-4,035 89 ,000
10,7729
11,9048
5,3370
3,8749
-1,864 90 ,066
11,3804
10,4066
4,3844
2,8934
2,087
df
90 ,040
Her iki testten çıkan skorlar arasındaki korelasyona bakıldığında (Tablo-9)
Bahar 2009, Sayı: 28
219
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
yaratıcılık boyutunda (r=0.482; p<0.01) ve toplam puanda (r=0.399; p<0.01) orta
düzeyde; örgütsel güven (r=0.307; p<0.01), güçlendirme (r=0.240; p<0.05) ve
otorite (r=0.200; p<0.1) boyutlarında düşük düzeyde korelasyon olduğu, örgütsel
rekabet ve çatışma boyutlarında ise istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkinin
bulunmadığı görülmektedir.
Tablo 9: Faktörler Arası Korelasyon Tablosu
ÇATIŞMA (METAFOR)
& ÇATIŞMA (LİKERT)
YARATICILIK
YARATICILIK (METAFOR) &
(LİKERT)
OTORİTE (METAFOR)
& OTORİTE (LİKERT)
Ö.REKABET (METAFOR)
& Ö.REKABET (LİKERT)
GÜÇLENDİRME
GÜÇLENDİRME(METAFOR) &
(LİKERT)
Ö.GÜVEN (METAFOR)
& Ö.GÜVEN (LİKERT)
TOPLAM (METAFOR)
& TOPLAM (LİKERT)
sig.(2tailed)
0,725
Pearson
Correlation
0,037
0,000
0,057
0,341
0,482***
0,200*
0,101
0,022
0,003
0.000
0,240**
0,307***
0.399***
* p<0.1, ** p< 0.05, *** p<0.01
SONUÇ
Anket tasarımında ve araştırmanın ilk safhasında teorik olarak sekiz kültürel
boyut olduğu varsayılmış ve çalışma bu boyutları oluşturan soruların katılımcılara
sorulmasıyla örgütlenmiştir. Bu teorik örgütlemenin analitik olarak da gösterilmesi
amacıyla hem metafor sorularında hem de likert tipi sorularda faktör analizi
gerçekleştirilmiştir. Faktör ve güvenilirlik analizi sonucunda yeni değişkenler
oluşturulmuştur.
Belirlenen bu yeni değişkenlerin standart sapmalarına bakıldığında metafor
sorularında standart sapmaların likert tipi sorulara göre belirgin şekilde büyük
olduğu görülmektedir. Bu fark, metaforlardan oluşan sorularda yanıtlayıcıların,
kurum kültürünün modern veya klasik olmasıyla ilgili daha abartılı değerlendirmeler
yapmaya meyilli olduklarını göstermektedir. Bu eğilim, metaforların gerçeğin bir
yönünü öne çıkartarak diğer yönlerini de arka plana iterek tek yönlü bir kavrayış
üretme özelliği ile açıklanabilir.
İletişim Fakültesi Dergisi
220
M. Çetin – U. Evcim
Bu çalışmada yapılan araştırmada her iki testin verileri de örgütsel ortamın
modern örgüt kültürüne, klasik örgütsel yapıdan daha yakın olduğunu ortaya
koymuştur. Diğer bir deyişle örgütsel ortamın, çalışanları modern bir çalışma
kültürüne yönlendirecek biçimde koluştuğu görülmüştür.
Ayrıca, metafor testindeki güvenilirlik katsayılarının yüksek çıkması, örgüt
üyelerinin ortak deneyimlerini anlamlandırırken kullandıkları ortak metaforları
olduğu ve dilde yaygın olarak kullanılan metaforların, o dili konuşanların çoğu
tarafından benzer anlamda algılandığı varsayımlarını doğrulamaktadır.
Diğer yandan bu çalışma, örgütlerin kültürünü anlamada; metaforlardan
oluşan bir ölçekten elde edilen veriler ile değer veya norm ifadelerinden oluşan bir
ölçekten elde edilen veriler arasında paralellik olduğu varsayımını desteklemektedir.
Bu varsayımın desteklenmesi; okur-yazar olmayan gruplarda ve tutum-değer
ifadeleriyle görüşlerini ifade edemeyen yaş gruplarında (kreşteki çocuklar vb.)
kurum kültürünü betimlemede metaforlu ifadelerin etkili olabileceğini
göstermektedir.
Bu konuda yapılacak çalışmalarda, daha büyük bir örneklem üzerinde
çalışılması, daha ayrıntılı sonuçlar elde edilmesini sağlayacaktır. Bunun yanında
birden fazla sektörde yapılan çalışmalar sektörler arası karşılaştırma imkânı
verecektir.
Çok boyutlu olduğu bilinen örgütsel kültürü ölçerken, bir ya da birkaç boyuta
odaklanarak yapılacak karşılaştırmalı çalışmalar farklı ölçeklerin analiz gücünü
ortaya koyması açısından daha belirgin sonuçların ortaya çıkmasına elverecektir.
Bunun yanı sıra insanların tutumlarını etkileyecek faktörler olarak cinsiyet, yaş,
eğitim gibi demografik değişkenler; gelir, sosyo-ekonomik statü gibi sosyoekonomik değişkenler de insanların örgütsel ortam içindeki tutumlarını etkileyen
unsurlar olarak anlam kazanabilir. Bu nedenle ilerde yapılacak çalışmalarda bunların
da ele alınması faydalı olacaktır.
Bahar 2009, Sayı: 28
221
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
KAYNAKÇA
Acar, Ahmet Cevat (1997) Hava Harp Okulu ve İ.Ü. İşletme Fakültesi
Öğrencilerinin Liderlik Yönelimlerine İlişkin Bir Araştırma, 21.Yüzyılda
Liderlik Sempozyumu, İstanbul
Ağalçay, Mehmet Ali (1949) Türkçede Mecazlar Sözlüğü, Ankara: Doğuş Matbaası.
Allan, Jane (1999) Zaman Yönetimi, Mehmet Zaman Saçlıoğlu (Çev.), İstanbul:
Hayat Yayınları.
Alpugan, Oktay; Hulusi Demir; Mete Oktav ve Nurel Üner (1995) İşletme
Ekonomisi ve Yönetimi, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
Alvesson, Mats (1999) Organizational Symbolism and Ideology, Journal of
Management Stuties, Volume 28, Issue 3, May
Aristotales (2004). Retorik, Mehmet H. Doğan (Çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yay.
Asunakutlu, Tuncer (2002) Klasik ve Neo-Klasik Dönemde Örgütsel Güvenin
Karşılaştırılması Üzerine Bir Deneme, S.5, Muğla Ün. Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi,
Bakan, İsmail (2004) Dış Ticarette İletişim, Dış Ticaret İşlemler ve Uygulamalar,
Bedestenci H.Ç. ve M.Canıtez (Ed.), Ankara: Gazi Kitapevi.
Balay, Refik (2000) Özel ve Resmi Liselerde Yönetici ve Öğretmenlerin Örgütsel
Bağlılığı: Ankara İli Örneği, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: A. Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Barley, R.Stephan (1983) Semiotics and the study of Occupational and
Organizational Cultures, Administrative Science Querterly.
Büyüköztürk, Şener (2003) Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı, Ankara:
Pegem A Yay.
Cassirer, Ernst (1997) İnsan Üstüne Bir Deneme İnsan Kültürü Felsefesine Giriş,
Necla Arat (Çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yay.
İletişim Fakültesi Dergisi
222
M. Çetin – U. Evcim
Çakar, Demircan ve Adnan Ceylan (2005) İş Motivasyonunun Çalışan Bağlılığı ve
İşten Ayrılma Eğilimi Üzerindeki Etkileri, Doğuş Üniversitesi Dergisi, C. VI,
S. 1. İstanbul.
Çetin, Muharrem (2000) Örgüt Verimliliği Açısından Halkla İlişkiler ve Örgütsel
Kültür: Tarım Kredi Kooperatifleri`nde ve Pankobirlik`te Bir Araştırma,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü
Çetin, Münevver Ölçüm (2004) Örgüt Kültürü ve Örgütsel Bağlılık, Ankara: Nobel
Yay.
Çöl, Güner (2006) Personel Güçlendirme (Empowerment) Kavramının Benzer
Yönetim
Kavramları
İle
Karşılaştırılması,
http://www.isguc.org/
Arc_View.Php?Ex= 228, (Erişim: 15.02.2006).
Efil, İsmail (1999) İşletmelerde Yönetim ve Organizasyon, İstanbul: Alfa Yay.
Erdem, Ferda ve Şatır, Çiğdem (2000) Farklı Kültürlerde Kültürel Yapının
Metaforlarla Analizi, 8.Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, Nevşehir,
Kayseri: Erciyes Ü. Yayını.
Erdil, Oya ve Halit Keskin (2003) Güçlendirmeyle İş Tatmini, İş Stresi ve Örgütsel
Bağlılık Arasındaki İlişkiler: Bir Alan Çalışması, C. 32, S. 1, İstanbul Ü. İ.F.
Dergisi.
Erdoğan, İlhan (1994) İşletmelerde Davranış, İstanbul: Beta Basım Yay.
Eren, Erol (2000) Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul: Beta Basım
Yay.
Ergeneli, Azize ve Güler Arı Sağlam (2005) Krizde İşten Çıkarmaların Banka
Yöneticileri Üzerine Etkileri: Örgütsel Bağlılık, Güven ve Güçlendirme
Algıları, S.B.F. Dergisi, C. 60, S. 1,. Ankara: A.Ü. Yay.
Ertürk, Mümin (1994) Organizasyonlarda Çatışma Nedenleri, Çatışmanın Yönetimi
ve Erciyes Üniversitesinde Bir Anket Uygulaması, İ.İ.B.F. Dergisi, S.11,
Kayseri: E. Ü. Yay.
Filiz, Atilla (2003) Yönetimde Yenilikçilik, Kaynak Elektrik Dergisi, http://
www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/ mkl gos.php?nt=509, 170, (Erişim:Haziran
2003)
Fukuyama, Francis (2000) Güven: Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması,
İstanbul: İş Bankası Yay.
Bahar 2009, Sayı: 28
223
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
Güçlü, Nezahat ve Selma Özden (2000) Etkili Okullar ve Öğretim Liderliği, Gazi
Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 20, S. 1, Ankara: G.Ü. Yay.
Gümüşsuyu, Çağdaş (2005)Yaratıcı Örgüt Kültürü: Kuram ve Bir Örnek Olay
Çalışması, Ankara: TODAİE Yay.
Gürçay, Cemile (1994) İşletmelerde Örgütsel Kültürün Oluşumunda Etkili Olan
Faktörler, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Gürçay, Cemile (2006) İşletmelerde Örgüt Kültürü Faktörlerinin Farklı Boyutlarda
Oluşmasında Sektörel Farklılığın Etkisi: Hizmet Ve Sanayi Sektörlerindeki
Yöneticiler
Üzerinde
Yapılan
Bir
Araştırma
Sonuçları,
http://ısguc.org/cgurcay1.htm, (Erişim: 22.09.2006).
Gürgen, Haluk (1997) Örgütlerde İletişim Kalitesi, İstanbul: Der Yay.
İbicioğlu, Hasan (2000) Örgütsel Bağlılıkta Paradigmatik Uyumun Yeri,
İ.İ.B.F.Dergisi, C. XV, S.1, İzmir: Dokuz Eylül Ü.
İbicioğlu, Hasan (2001) İşletmelerde
Departmanlar
Arası
Çatışmaların
Kaynakları ve İşletme Performansına Etkilerine İlişkin Bir Araştırma,
Verimlilik Dergisi, Ankara: MPM Yay.
Kalaycı, Şeref (2005) SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri,
Ankara: Asil Yay. Dağıtım.
Keçecioğlu, Tamer (1998) Değişim Yolunda İyi Bir Öğrenci ve İyi Bir Öğretmen:
Liderlik ve Liderler, İstanbul: Kal.Der. Yay.
Keklik, Nihat (1984) Felsefe Bakımından Metafor, İstanbul: Felsefe Arşivi
Keklik, Nihat (1990) Felsefede Metafor, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay.
Kırel, Çiğdem (1998) Örgütlerde Güç Kullanımı, Çalışanların Algıladıkları Güç ve
Tepkileri Üzerinde Bir Uygulama, Eskişehir: An. Ün. İ.İ.B.F. Yay.
Kocabaş, Füsun (2005) Değişime Uyum Sürecinde İç ve Dış Örgütsel İletişim
Çabalarının Entegrasyonu Gerekliliğ”, S. 13, Manas Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi
Koçel, Tamer (2003).İşletme Yöneticiliği, İstanbul: Beta Yay.
Lakoff; George ve Mark Johns (2003) Eğretileme Kuramında Gelişmeler, Kitaplık,
C. XI, S. 65.
İletişim Fakültesi Dergisi
224
M. Çetin – U. Evcim
Lakoff, George ve Mark Johnson (2005) Metafolar, Hayat Anlam ve Dil, Gökhan
Yavuz Demir (Çev.), İstanbul: Paradigma Yay.
Marshak, J.Robert (1991) Managing the Metaphors of Change, Organizational
Dynamics, 22(1).
Merih, Kutlu (2006) Levinson Ölçeği ve Yaratıcı - Önder Yöneticilik, Etkin Yönetim
Liderlik Eğitim Merkezi, http://www.eylem.com/yarat/wlevinson.htm,
(Erişim:11.05.2006).
Morgan, Gareth (1998) Yönetim ve Örgüt Teorilerinde Metafor, .Gündüz Bulut
(Çev.), İstanbul: MESS Yay. No: 280.
Mouzelis, N.P. (2001) Örgüt ve Bürokrasi Modern Teorilerin Analizi, (Çev. Bahadır
Akın), Konya: Çizgi Kitapevi.
Mutlu, Erol (1994) İletişim Sözlüğü, Ankara: Ark Yay.
Özer, Mehmet Akif (2000) Etkin ve Verimli Örgüt Yönetimine Doğru Bir Adım:
Çatışma Yönetimi, Verimlilik Dergisi, Ankara: MPM.Yay.
Pelit, Elbeyi (2005) Yöneticilerin Astlarıyla Aralarındaki Çatışmaları Yönetme
Yöntemleri: Ankara’da Faaliyet Gösteren 4 ve 5 Yıldızlı Otel İşletmeleri
Yöneticileri Üzerinde Bir Uygulama, İşletme Fakültesi İşletme Dergisi,
İstanbul: İ.Ü. Yay.
Püsküllüoğlu, Ali (2004) Türkçe Sözlük, Ankara: Arkadaş Yay.
Sağlam, Güler Arı (2003) Yöneticiye Duyulan Güven Örgütsel Bağlılığı Artırır mı?,
Ticaret ve Turizm Egitim Fakültesi Dergisi, S. 2, Ankara: G.Ü. Yay.
San, İnci (1985) Sanat ve Eğitim, Ankara: A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Yay.
Sargut, A.Selami (1994) Kültürlerarası Farklılaşma ve Yönetim, Ankara: V Yay.
Schein, Edgar H.(1978). Örgüt Psikolojisi, Mustafa Tosun (Çev.), Ankara: TODAİE
Yay.
Schein, Edgar H.(2002) Örgütsel Kültür, Atilla Akbaba (Çev), Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, C. IV, S. 3, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi
Sungurlu, Meral (1996) Örgütlerde Güç Kullanımı, Endüstri ve Örgüt Psikolojisi,
Ankara, Türk Psikologlar Derneği Yay.
Şatır, Çiğdem (1998) İletişim Sistemi Olarak Örgüt Kültürü ve Metaforlarla Analizi
(Tayla Otelinde Bir Uygulama), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Eskişehir:
An. Ün. S.B.E.
Bahar 2009, Sayı: 28
225
Örgütsel Kültürün Algılanmasında Metaforların Rolü
Şimşek, Ş. Akgemci, T. ve A. Çelik (2003) Davranış Bilimlerine Giriş ve Örgütlerde
Davranış, Ankara: Nobel Yay.
Şişman, Mehmet (2002) Örgütler ve Kültürler, Ankara: Pegem Yay.
Taylor, Frederick W. (1997) Bilimsel Yönetimin İlkeleri, H.Bahadır Akın ( Çev.),
Konya: Çizgi Yay.
Töremen, Fatih (2002) Okullarda Sosyal Sermeye, Kuram ve Uygulamada Eğitim
Yönetimi Dergisi, S. 32.
Uyguç, Nermin (2000) Örgüt Kültürünün Ölçülmesi: Bir Ölçek Geliştirme
Denemesi, 8.Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi (25-27 Mayıs),
Nevşehir: Erciyes Ü. Yay.
Uygur, Mermi (1962) İğretileme (Metafor) Problemi, Felsefe Arkivi S.13, İstanbul
Matbaası.
Uzunçarşılı, Ülkü, M.Toprak ve O. Ersun (2000) Şirket Kültürü ve İş Prensipleri,
İstanbul, İTO Yay.
Yahyagil, Mehmet Yusuf (2001) Örgütsel Yaratıcılık ve Yenilikçilik, İ.Ü. İşletme
İktisadı Enstitüsü Yönetim Dergisi, S.38.
Yalçın, Azmi; Erçen, Esmeray (2004) Yoğun Kültür ile Şekillenen Çatışma Tepkileri
Üzerine Bir Uygulama, SBE Dergisi, C.13, S.2, Adana: Çukurova Ü.
İletişim Fakültesi Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
HEGEL VE TARİH FELSEFESİ
Çetin Murat HAZAR*
ÖZET
Alman idealizminin önemli isimlerinden birisi olan Hegel, 18. yüzyıldan günümüze
kadar birçok felsefi ve sosyolojik akıma ilham kaynağı olmuştur. Diyalektik ve
mantık gibi çalışmalarının yanında tarih felsefesi konusunda da tanınmakta olan
Hegel, tarihteki nihai gelişmenin German Alemine ait bir prensipte var olduğunu
düşünerek, tarihi belirli bir sona doğru ilerleyen bir süreç şeklinde yorumlamış ve
tarihsel olarak felsefeyi bir metodolojiye bağlayarak, tarihi vakanüvis tarzı tarih
yazıcılığından daha çok felsefi konumu üzerinde durmuştur.
Anahtar kelimeler: tarih felsefesi, mantık, diyalektik.
ABSTRACT
Hegel, one of the most important figures of German idealism, has been the source of
inspiration for several philosophical and sociological movements from 18th century
up to today. Also known in the field of philosophy of history as well as his studies in
dialectics and logic, Hegel considered that the ultimate development in history exists
in a principle belonging to Germandom and interpreted history as a process leading
to a specific end and by connecting philosophy historically to a methodology, Hegel
emphasized the philosophical position of history more than the chronicler style of
historiography.
Key words: philosophy of history, logic, dialectics.
*
Dr. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi.
İletişim 2003/18
222
Ç. Murat Hazar
Giriş
Tarih felsefesi üzerine derin izler bırakan Georg Wilhelm Friedrich Hegel,
Romantik okulun temsilcilerinden biri olarak eserlerinde Alman idealizmini ve
metafiziği, geliştirdiği diyalektik yapı içinde açıklamaya çalışmıştır.
Hegel için tarih felsefesi bütüncü yaklaşımının yaşayan bir parçasıdır.
Mutlak Tin’den diyalektiğe kadar Hegel’in ele aldığı hemen bütün kavramların
içinde yaşadığı, mantıksal bir gerektiricilik içeren tarih felsefesi, bir etnocentrik
toplum projesiyle sonlanmaktadır. Hegel’e göre, mutlak olan bir tarih, hukuktan
sosyolojiye, kamu yönetiminden psikolojiye kadar içinde insan olan hemen her şeyi
kapsamakta ve onları ilahi bir düzenin amacı doğrultusunda formüle etmektedir.
Dolayısıyla tarih felsefesi “olmuş olan”, “olmakta olan” ve “olacak olan”ın ilahi bir
iradenin gözetiminde insanları özgürleşmesidir.
Tarih felsefesi yaklaşımlarının birlikte var olan, birbirlerinin içinden çıkan
ancak yöntem eleştirilerin yoğun olduğu felsefe ve bilim gelenekleri Hegel’de aynı
oranda olmasa da kendisini bulmuştur. Diğer çağdaşları gibi klasik tarih felsefesi
yaklaşımının geçmişten yola çıkarak geleceği inşa edilmesi içine girerken,
özgürleşmeyi felsefesinin ana teması olarak belirlemesi, akılcı düşünceyi temel
olarak alması farklılığını göstermektedir.
A. YAŞAMI VE KARİYERİ1
Bir Alman filozofu olan Hegel, 27 Ağustos 1770 tarihinde (Kant’ın
Königsberg’de profesörlük yapmaya başladığı yılda) Würtenberg Stuttgart’da
doğdu. Würtenberg Maliye Bakanlığında Vergi Toplama Dairesinde Sekreterlik
(Rentkammersekretar), Ulaştırma Bakanlığında üst düzeyde memurluk
(Expeditionsrat) yapan yüksek görevli Georg Ludwig Hegel ile Maria Magdelena
Fromm’un oğludur. İlk Latince derslerini annesinden alan Hegel, düzenli ve içine
kapalı bir çalışma alışkanlığı bulunan babasının etkisiyle Alman Dukalığının
güneyinde nispeten liberal olan Protestan mültecilerin arasında büyüdü.
1777 yılında Stuttgart Gymnasium’a giren Hegel, 1784’te annesini kaybetti.
Bu olayın da etkisiyle 1785 yılından itibaren Latince ve Almanca günlük tutmaya
1
Ayrıntılı bilgi için bkn. Thomas Malcolm Knox, Chambers’s Encyclopedia-New edition, Vol. 6, pg.
82, George Lichtheil, International Encyclopedia of Social Sciences, Vol. 6, pg. 341, Türk ve Dünya
Ünlüleri Ansiklopedisi, cilt5, sy. 2689-2690, AnaBritannica Ansiklopedisi, cilt 10, sy. 529-530,
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, cilt 10, sy. 5154-5155, G. W. F. Hegel, Seçilmiş Parçalar,
Çev. Nejat Bozkurt, sy. 9-15.
Bahar 2009, Sayı :28
Hegel ve Tarih Felsefesi
223
başladı. 18 yaşındayken, 1788 yılında felsefe, hukuk, ilahiyat ve klasik edebiyat
konularında eğitim görmek üzere bir vakıftan burs alarak Tübingen Üniversitesinin
Protestan Semineri’ne yazıldı. Aynı üniversitede ayrıca matematik, fizik ve doğa
bilimleri üzerinde de çalıştı. 1788-1793 yıllarında Tübingen’de öğrenci iken, Fransız
Devriminin geniş bir sahaya yayıldığını gördü ve devrimi coşkuyla karşılayarak,
1791 ilkbaharında Tübingen dolaylarındaki bir koruya “Özgürlük Ağacı” dikti.
1790-1791 kışından itibaren Hölderlin ve Schiller ile vakfın kendilerine verdiği bir
odada kaldı. Hegel bu dönemde kendisini çok etkileyen Rousseau’nun eserlerini
okudu. 1791 yılının 27 Eylül tarihinde felsefe “Magister”ı (Bilim Uzmanı) unvanını
kazandı. 1793’ün 20 Eylül’ünde başarıyla verdiği Teoloji sınavından sonra
“Candidat” unvanıyla birlikte, üzerinde “İlahiyat ve Edebiyat konularında başarılı,
ancak Felsefe yeteneğinden yoksun” dipnotu bulunan bir diploma alarak mezun
olduktan sonra, başlangıçtaki bir kilise görevi alma projesinden vazgeçerek Bern’e
yerleşti. 1796’ya kadar Steiger von Tschugg isimli bir asilzadenin ailesinin yanında
öğretmenlik yaparken, Eski Yunan, Latin metinlerini, özellikle Spinoza ve Kant’ın
felsefe yazılarını okuyarak, felsefe ve ilahiyat üzerinde çalışmalarını sürdürdü. Aynı
dönemde, Bern Denemeleri (Der Geist des Christentums und sein SchicksalHristiyanlığın Tini ve Yazgısı) olarak bilinen çalışmalarını da yazdı. 1907 yılına
kadar yayınlanmayan bu denemelerden ilkinde, Hz. İsa’nın yaşamını konu olarak
alarak İncil’i Kantçı bir yaklaşımla yorumladı. İkincisinde ise Hz. İsa’nın öğretisinin
akılcılığına karşın Hıristiyanlığın nasıl olup da otoriter bir dine dönüştüğünü
inceledi. 1796’da yerleştiği Frankfurt’da 1797’den itibaren, Hölderlin’in bulduğu
özel öğretmenlik işine devam eden Hegel, burada da geniş bir çevre edinemeyerek,
kendini daha çok çalışmalarına vermeye, özellikle Fransız devrimiyle ilgili olarak
Fransız gazetelerini ve Paris’ten gelen her şeyi okumaya başladı.
1799’da babası ölünce, kendisine kalan mirasla, Berlin Üniversitesine
atanmış olan Fitchte’nin Jena’daki boşalan yerine geçen ve 23 yıl buradaki kürsüde
derslerini sürdürecek olan Schilling’in önerisi üzerine, 27 Ağustos 1801’de
“Habilitation” (Ders Vermede Yeterlilik) tezi olarak “De Orbitis Plenetarum”
(Gökcisimlerinin Yörüngeleri Üzerine) adını taşıyan spekülatif bir fizik anlayışını
sunarak, Jena Üniversitesine kadrosuz doçent olarak girdi. Hegel öncelikle Jena
Üniversitesinde dersler veren Schilling’in izleyicileri arasına girdi. Schilling ile
birlikte, “Kritisches Journal der Philosophie”yi (Eleştirel Felsefe Gazetesi) çıkardı.
Tieck ve Novalis gibi döneminin ünlü aydınlarıyla tanışan Hegel’in Jena tecrübesi,
ona, sistematik üzerinde çalışmasında ve onları yayınlamasında cesaret verdi. 18011802 kış döneminde 11 öğrenciyle mantık ve metafizik derslerine başlayan Hegel,
İletişim Fakültesi Dergisi
224
Ç. Murat Hazar
bir kaç yıl içinde öğrenci sayısını otuza çıkararak kendi sistematik felsefesini
anlatmaya başladı. 1803 tarihinde kendisine yıllık 100 Thaler gibi çok cüzi bir
maaşla profesörlük unvanı verilen Hegel, aynı yıl aralarında görüş ayrılıklarının
derinleştiği Schilling’in Jena’dan ayrılmasıyla, onun vesayetinden kurtularak,
görüşlerini daha rahat geliştirme şansı yakaladı. 1805’te Olağanüstü Profesörlüğe
atandı ve 1806’da dostu Goethe’nin araya girmesiyle üniversiteden ilk maaşını aldı.
1807’de insan tininin basit, dolaysız bilinç düzeyinden öz bilinç, akıl, tin ve din
yoluyla mutlak bilgiye varılabileceğini ileri sürdüğü “Phanomenologie des Geistes”
(Tinin Fenomenolojisi) adlı oldukça etki uyandıran ve aynı zamanda da oldukça zor
anlaşılan eserini yayınladı.
“At Üstündeki Alemin Ruhu” (World-Soul on Horseback) olarak
nitelendirdiği Napolyon’un, Prusya ordusunu yenilgiye uğratarak kenti ele geçirmesi
üzerine evi aranan ve üniversitedeki işini kaybeden Hegel, yeni düzenlemekte
olduğu yapıtlarıyla birlikte Bamberg’e (Bavaria) gitti. 1807-1808 yılında
“Bamberger Zeitung”un siyasi direktörlüğünü yaptıktan sonra, Bavyera Eğitim
Bakanlığı Genel Müfettişliği’ni getirilen dostu Niethammer sayesinde Nurnberg’de
Aegidiengymnasium (Nurnberg Kraliyet Lisesi) adlı orta öğretim kurumunun felsefe
profesörlüğü ve yöneticiliğini yaptı.
1811’de kırk bir yaşına gelen Hegel, Nurnberg’de yirmi bir yaşındaki Marie
von Tucker ile evlendi. Karl ve Immanuel adlarında iki oğlu oldu. Oğullarından Karl
(1813-1901) Rostock ve Erlangen’de tarih profesörlüğü, diğer oğlu Immanuel
(1814-1891) ise Prusya devletinde yüksek düzeyde bir görev, papazlık ve
muhafazakarların liderliğini yaptı.
1812’de “Nesnel Mantık”ın (Die Objektive Logik) ve 1816’da ”Öznel
Mantık”ın (Die Subjektive Logik) yayınlanmasıyla tamamlanan “Mantık Bilimi”
(Wissenschaft der Logik) adlı yapıtında, Mantık’ın filozofların kurduğu kendilerine
has bir düşünce yapısı olmadığını, tam tersi gerçek ve mutlak bir bilgi olduğunu ileri
sürerek asıl ününe kavuştu.
Mantık Bilimi’nin kendisine getirdiği ün üzerine, Erlangen, Berlin ve
Heidelberg Üniversitelerinden teklifler alan Hegel, Heidelberg Üniversitesi Felsefe
Kürsüsü Profesörlüğüne 1816’da atandıktan kısa bir süre sonra, 1817’de ders kitabı
olarak kullanılmak üzere yazdığı ve “Mutlak Tin”e yalnız kendini düşünme, doğa ve
sonlu tinler (insan ve insanlar) ile ulaşılabileceğini ileri sürdüğü “Ana Çizgileriyle
Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi”ni (Encyclopedie der Philosophischen
Wissenschaften im Grundrisse) yayınladı. Aynı zamanda da “Heidelberg Edebiyat
Bahar 2009, Sayı :28
Hegel ve Tarih Felsefesi
225
Yıllığı’nda (Heidelberger Jahrbüchern für Literatur) felsefe ve politika konularında
çeşitli yazılar yazdı.
1818’de Fichte’nin ölümü üzerine dört yıldır boş bulunan Berlin
Üniversitesi’ndeki Felsefe Kürsüsü’nün Başkanlığına getirildi. 22 Ekim’de açılış
dersini veren ve haftada on saat ders verme, sınav jürilerine başkanlık etme, resmi
raporları kaleme alma ve konferanslarda bulunma gibi görevleri de üstlenen Hegel,
çok sayıda öğrenci kitlesinin ilgisini çekerek ölüm tarihi olan 1831 tarihine kadar bu
görevde kaldı. Eğitim Bakanı Altenstein ve Yüksek Öğretim Direktörü Schulze
tarafından korunan Hegel, reformcu Prusya bürokrasisi tarafından desteklenmesine
rağmen, Saray’ın kuşkularını üzerine toplamış ve yaşlı muhafazakarların tepkisini
çekti. Dolayısıyla hükümetin hem kayırdığı hem de gözetim altında tuttuğu bir tür
resmi filozof olarak görüldü.
1820’de Brandenburg Eyaletinin Krallık Bilim Sınavı Komisyonuna doğal
üye olarak seçilen Hegel, 1821’de, nesnel hukuk ile insanın öznelliği arasındaki
çelişkinin devlet aygıtıyla aşılacağı ve aile ile Lonca örgütü sayesinde yeni bir
senteze varılacağı görüşlerini işlediği, tarih felsefesinin ana hatlarını çizdiği “Hukuk
Felsefesinin Ana Hatları-Temel Çizgileriyle Doğal Hukuk ve Devlet Bilimi”
(Grundlinien der Philosophie des Rechts-Naturrecht und Staatswissenschaft im
Grundriss) adlı eserini yayınladı.
1822’de Brüksel ve Hollanda, 1824 yılında Prag üzerinden Viyana ve
1827’de Victor Cousin’in konuğu olarak Paris gezilerine çıkan Hegel’den artık
profesörlerin profesörü olarak bahsedilmekteydi. 1830’da Berlin Üniversitesinin
Rektörlüğüne getirildi ve ders notları ölümünden sonra “Estetik Üzerine Dersler”
(Vorlesungen über die Asthetik), “Din Felsefesi Dersleri” (Religionsphilosophie
Vorlesungen), “Felsefe Tarihi” (Philosophieqeschichte) ve “Dünya Tarihi Felsefesi”
(Die Philosophie der Weltgeschichte) adlarıyla yayınlandı.
3. Friedrich Wilhelm tarafından bir madalya ile onurlandırılan Hegel,
1831’de Mantık’ın ilk bölümünü gözden geçirdikten sonra yaz ve sonbahar boyunca
süren kolera salgının son kurbanlarından biri olarak 14 Kasım’da öldü. Vasiyeti
üzerine Berlin’deki Dorotheenstädtischen Friedhof’da bulunan Fichte ile ironik bir
diyalektik metin yazarı olan Karl Solger’in arasına gömüldü.
Hegel’in tarih ve mantık konularındaki görüşlerini yaymaya çalışan
Hegelcilik günümüzde bazı konularda geçerliliğini yitirmesine rağmen, bir çok
Hegelci düşünce adamının Avrupa kültürü üzerinde etkinlikleri sürmektedir. Bunlar
arasında, Almanya’da Dilthey, R. Kroner, Fransa’da Lachelier, İtalya’da Croce,
İletişim Fakültesi Dergisi
226
Ç. Murat Hazar
Gentile, Ruggiero, İngiltere’de Gren, Bradley, Bosanquet ve Collingwood en
önemlileridir.
B. ÇALIŞMALARI
1. Kitapları
1793-1797 Der Geist des Christentums und sein Schicksal (Hıristiyanlığın
Tini ve Yazgısı)
1801 De Orbitis Plenetarum (Gökcisimlerinin Yörüngeleri Üzerine)
1807 Phanomenologie des Geistes (Tinin Görüngübilimi)
1812 Die Objective Logik (Nesnel Mantık)
1816 Die Subjective Logik (Subjektif Mantık)
1816 Wissenschaft der Logik (Mantık Bilimi)
1817 Encyklopadie der Philosophischen Wissenschaften im Grundrisse (Ana
Çizgileriyle Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi)
1821 Grundlinien der Philosophie des Rechts (Hukuk Felsefesinin Ana
Çizgileri)
2. Ders Notları
Vorlesungen über die Ästhetik (Estetik Üzerine Dersler)
Religionsphilosophie, Vorlesungen (Din Felsefesi Dersleri)
Philosophiegeschichte (Felsefe Tarihi)
Die Philosophie der Weltgeschichte (Dünya Felsefe Tarihi)
3. Görüşleri
Hegel felsefesi genel olarak evrenin yaratılışı nedeniyle Tanrı varlığını
işleyen mantığa, tanrısal varlığın maddi evrende bir içleşme sonucunda ortaya
çıkmasını işleyen doğa felsefesine, yeniden içselleşmeyle Tanrı’ya dönmeyi içeren
Tin felsefesine ve özgürleşme süreci içinde evrensel ruhun bilincine varmayı
sağlayacak olan tarih felsefesine bağlanabilir.
Bahar 2009, Sayı :28
Hegel ve Tarih Felsefesi
227
Tarih boyunca doğup batmış bütün felsefe akım ve okullarını, tek evrensel
felsefenin parçaları ve aşamaları olarak gören Hegel, kendi sistemini de, diğerlerinin
sonucu ve tamamlanmış bir formu olarak görür (Çubukçu, 1989: 81).
Hegel felsefesinin ana teması diyalektiktir. Tarihsel süreçten diyalektiği
ayırmayan Hegel’in günlüğünde Heraklit’ten gelen bir anlayış bulunmaktadır.
“Oluş” felsefecilerinden ve diyalektik düşüncenin öncülerinden Heraklit
“Gerçeklik hiçbir zaman yerinde durmaz, daima değişken ve hareketlidir. Bunun
için bir nehirde iki defa yıkanılmaz. Bu devamlı oluş ve değişmeye karşı değişmeyen
tek bir şey vardır: Gerçeğin değişmekte olduğunu söyleyen kanunun ta kendisi.
Sadece o değişmez. Bunun için insan nereye bakarsa orada zıtların birliğini
görmelidir: Şu varlık canlıdır ama aynı zamanda ölüdür, zira ölüme doğru
yürümektedir. Şu masa hem masadır, hem değildir, zira kırılıp yakılacaktır. Şu halde
gerçeklik, zıtların birliğinden örülmüştür. Ve her zıt kendi zıttını ortadan kaldırarak
varlığa gelmektedir” düşüncesini ileri sürer (Bolay, 1984: 70).
Evrimci modellerin, “Gelişme daha iyiye, daha doğruya ve daha istikrarlı bir
dengeye doğru gider” görüşünü paylaşan özel bir alanı olan diyalektik anlayış, “Her
şey her zaman değişir”, “Değişme sırasında bütün varlık ve öğeler, zıtlıklar da dahil
olmak üzere birbirini etkiler”, “Her şey kendi zıttını beraberinde getirir ve kendi
zıttını yaratır”, “Nicelik değişmesi belli bir süreden sonra niteliğe dönüşür”
ilkelerini içerir (Kongar, 1981: 115).
Evrendeki olay ve olguları felsefi bir yetkinlikle açıklamak isteyen Hegel ise,
diyalektik düşüncenin kanunlarını şöyle sıralar (Özkalp, 1985: 47);
-Bütünlük,
-Hareket,
-Çelişme,
-Nitel Değişme.
Bütünlük kanununa göre evren, birbiriyle yakından ilişkili olan nesne ve
olayların organik olarak birbirine bağlandıkları, karşılıklı etkileşim içinde oldukları
bir bütündür. Bu nedenle evrende meydana gelen herhangi bir olay diğerlerinden
ayrı olarak incelenemez.
Hareket kanununa göre evren ve evrendeki her varlık devamlı bir hareket ve
değişme içindedir. Bu hareket, düşüncenin diyalektik eyleminden başka bir şey
değildir.
İletişim Fakültesi Dergisi
228
Ç. Murat Hazar
Çelişme kanununa göre her varlık, her olay kendi karşıtını, çelişkisini kendi
içinde taşır. Nitel değişme kanununa göre ise, varlık ve olaylardaki değişimler
öncelikle niceliksel değişimler olarak ortaya çıkmakta, ancak bunlar belli bir
aşamaya ulaştıktan sonra, karmaşık ve nitele doğru bir süreç izlemektedir. Bu tür bir
süreç ile varlık, olgu veya olay kendini aşarak, daha yukarı bir düzeyde yepyeni bir
sentez oluşturacaktır.
Hegel’e göre, bir karşılıklı ilişkiler olgusunu ve etki-tepki sürecini içermekte
olan diyalektik (Tolan, 1975: 16) çelişmelerin felsefesidir. Diyalektik çelişme,
çiçeğin, meyvenin ortaya çıkmasına yol açtığı ancak bunun için çiçeğin yok olması
gerektiğinden yola çıkar. Böylece üreme için hem çiçek hem de meyvenin gerekli
olduğu görüşüne varılır. Aynı zamanda ortadan kalkma anlamına gelen ölüm, zıttını,
yeniden doğuşu da sağlayabilmekte (Hegel, 1986: 22, çevirenin önsözü), böylece
zıtların birliği gerçekleşmektedir.
Formel mantığa karşı olan Hegel, mantığı bir bilim olarak kabul eder. Hegel
mantığını, tamamen içeriksiz ve bu nedenle karşıtı olan yokluk kavramıyla özdeşlik
içinde olan, gerçeğin dış katmanı ve görünüşler diyarı Varlık Öğretisi, varlık
alanından ayrı, dağınık olan şeylerin refleksiyon alanında birleştiği varlığın içini
temsil eden Öz Öğretisi ve sistem içindeki karşılıklı ilişkileri, gerçeklikleri,
ilişkilerin karmaşıklığını, birbirini karşılıklı belirleyişlerini ve aralarındaki geçişleri
ortaya çıkaran Kavram Öğretisi oluşturur (Hegel, 1986: 23-25, çevirenin önsözü).
Varlık Öğretisinde, varlığın tümel olduğu, bir nesne gibi tikel olmadığı
varsayılır ve varlık-yokluk çelişkisi ortaya konulur. Varlık yokluğu da
doğurabilmektedir. Bu karşıtların çelişmesi, ortaya üçüncü bir kavram olan “Oluş”u
meydana çıkarır. Bu durumda, “Varlık” Thesis (tez), “Yokluk” Antithesis (antitez)
“Oluş” ise Synthesis (sentez) dir. Hegel diyalektiğinde, antitez tez ile çatışarak onu
kendi içinde saklar ve olumsuzlayarak geliştirir. Tez ve antitezden doğan sentez ise,
karşıtını içererek, yeniden kendine dönme ve ilk bütüne göre bir ilerlemedir. Sentez
de bir tez haline geleceği için, kendi karşıtı olan antitezini doğuracak ve böylece
diyalektik süreç dairesel bir şekilde sonsuza kadar daha iyiye doğru sürecektir. Bu
ilerleyiş sadece mutlak töz olan zihinde değil, maddi dünyada da kendini
gösterecektir (Bolay, 1984: 71).
Soyut mantığın (tez) antitezinin somut, yani maddi dünya sentezinin ise tin
(ruh) olacağı düşüncesiyle Hegel, Tin Öğretisine geçmiştir.
Hegel’in Tin Öğretisi tini Öznel Tin, Nesnel Tin ve Mutlak Tin olarak
ayırmaktadır.
Bahar 2009, Sayı :28
Hegel ve Tarih Felsefesi
229
Yalnızca kendine özgün olan, insanın sahip olduğu öznel zihin Hegelci Tinin
Görüngübilim’inde2 Öznel Tin (Subjective Geist) kategorisini oluşturmaktadır.
Öznel Tin bireylerin doğuştan getirdikleri bir bilincin ürünüdür. Kavramsal olarak
Kişiselliği karşılamaktadır (Stace, 1986: 185). Diğer yandan, insan toplum içinde
yaşayan, soyut hukukla, sözleşmelerle ve mülkiyetle belirlenen bir varlık, toplum da
bireyleri bireyselliklerini belli yapılar içinde nesnelleştiren kurumlardır.
Bireyselliğin üzerindeki ahlak, aile, sivil toplum ve devlet gibi kurumlarda ise yerini
daha üst düzeyde bir toplumsal ahlaka bırakır. Böylece insanı toplumsallaştıran
kurumlarla Nesnel Tin (Objective Geist) oluşturulur. Bu şekilde kendi içinde birey
ile toplum içinde bireylerle karşılaşırız. Kendi içine dönük ve tek yanlı olan Öznel
Tin ile topluma dönük ve ters yönde tek yanlı olan Nesnel Tin birbirini sınırlandıran
karşıt uçlar olarak varlıklarını sürdürürler. Sınırlı olduklarına göre mutlak olmayan
Tin’ler, diyalektiğin karşıtlığı kendi içinde yaşamasından (Mutlak olan mutlak
olmayanı –bitimli- içermezse, kendi dışında içermediği bir şey kalacağı için, kendisi
bitimli olmak durumuna düşer. Böyle olmaması için mantık gereği, mutlak olanın
bitimliyi içermesi gerekir. Bu şekilde mutlak karşıtını içinde barındırır ve kendi
içinden çıkarır) dolayı bünyelerinde, öznelliği ve nesnelliği daha üst düzeyde
birleştiren yani özne ve aynı zamanda nesne olmayı gerektiren mutlaklığı da
bulundurur. Dolayısıyla özne-nesne özdeşliğinde, Tin’in bilincinde olacağı nesne,
gene Tin’in kendisi olmakta ve Mutlak Tin kendini düşünmektedir (Hegel, 1986: 2627, çevirenin önsözü).
Bireyin öznel tinden nesnel tine doğru kendini gerçekleştirmesi, özgürlük için
savaşımı ve sahip olma (özel Mülkiyet) hakkının yerleştirilmesiyle başlamakta, bir
sivil toplum yaratmakta devam etmekte ve Bütün’ü simgeleyen Devlet’i
oluşturmakta tamamlanmaktadır (Yenişelirlioğlu, 1985: 59).
Buradan da sosyal yapıya dikkat çeken Hegel, herhangi bir kişinin kimliğinin
kabul edilmesinin, diğerleri tarafından benimsenmesine ve diğerlerinkini de
kendisinin kabul etmesine bağlı olduğunu belirtir (Etzioni ve Etzioni, 1964: 304).
4. Tarih Felsefesi
Engels, Marx’ın (1979: 37) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’sının
önsözünde tarihte bir iç gelişme, zincirleme bir iç bağlantı olduğunu göstermeyi ilk
2
Engels Tinin Görüngübilimi’ne Tin’in embriyoloji ve paleontolojisi denebileceğini ileri sürmektedir
(Marx ve Engels, 1979; 15)
İletişim Fakültesi Dergisi
230
Ç. Murat Hazar
deneyen kişinin Hegel olduğunu ileri sürerek, “Onun tarih felsefesindeki birçok şey,
bugün bize ne kadar tuhaf gelirse gelsin, onu izleyenleri, hatta ondan sonra tarih
üzerinde genel muhakemeler yürütmeye kalkışanları kendisiyle kıyasladığımızda,
temel anlayışının yüce niteliği bugün de hayranlığa layıktır” demektedir.
Tarih felsefesinde Hegel, kültür ve insan olgusunun tarihiliği üzerinde
durmuştur. Hegel’e göre, insan gibi tarihi bir varlık olan Tin’in kişisel kültür,
toplumsal kültür, milli kültür, zamanın kültürü ve ortak kültür gibi türleri vardır
(Güvenç, 1991: 332-334). Ancak, mutlak aklın, kendisini bütün içselleştirmeler
içinde nesnelleştirip, gerçekleştirdiği en üst yapı devlettir. Tarihin yalnızca devletle
başladığı ve devlet kuramayan halklardan tarihte bahsedilmediğini iler süren Hegel,
Mısır dışında hiçbir Afrika ülkesinin tarihte yer almadığı ileri sürer.
Dünya tarihindeki devlet şekilleri, zorunlu olarak büyük Mutlak Akıl
sürecinin çeşitli dereceleri ve parçalarıdır. Her devlet şekli, kendine has bir ahlak,
hukuk, din, sanat ve felsefe geliştirirler. Hegel, tek tek gelişme dereceleri halinde bir
kültür varlığının ve yaşayışının tarihi birlikteliğine Halk Ruhu (Volkgeist) der
(Kessler, 1985: 87-88).
Hegel’e göre, tarihte, büyük adamlarca, kendilerinden ahlakça daha iyi
olmalarına rağmen bir çok insan, kendi özel amaçları için yok edilmiştir. Aklın
hilesi olan büyük adamların bencil ihtirasları Mutlak Tin için, Tinin özgürlük
bilincine varması amacıyla faydalı bir araçtır. Doğudan batıya, baskıdan aristokrasi
ve demokrasi yolu ile Hıristiyan-Cermen monarşisine, Asya’daki çocukluğundan,
Yunan’daki gençliğine, Roma Ergenlik dönemini atlayarak, Avrupa dünyasındaki
olgunluk çağına kadar ilerleme, tarihte aklın egemen olduğunu göstermektedir
(Kessler, 1985: 86-87). Hegel, ayrıca, yaşanılan coğrafyanın önemi üzerinde
durarak, Montesquieu gibi, ılıman iklim özellikleri, nehir, deniz kenarında kurulmuş
olma vb. coğrafi temellerle, yaşanan kültür arasında ilişkiler olduğunu ileri sürer.
Ancak egemen gücün coğrafi etkenlerin dışında olduğunu belirterek, Amerika’nın
Avrupalılarca baştanbaşa tamamen değiştirildiğini ileri sürer..
Amerika yerlilerini, kişilik olarak aşağı, Afrika yerlilerini başıbozuk ve vahşi
olarak gören Hegel, her türlü ayrılıkları ortadan kaldırması ve ruhu tam olarak
aydınlatıp temizlediğinden dolayı Müslümanlığa değer vererek, batının gelişmesini
Hıristiyan-Cermen birlikteliğinin sağlayacağına inanır (Kessler, 1985: 88).
Tarihsel olarak felsefeyi bir metodolojiye bağlayan Hegel, Hukuk
Felsefesinin Prensipleri eserinde dört prensip üzerinde durmaktadır (Hegel, 1991:
270-271). İlk prensibi cevhersel tin formu oluşturmaktadır. Bu formda bireysellik
Bahar 2009, Sayı :28
Hegel ve Tarih Felsefesi
231
kendi varlığı içinde kaybolmakta, kendisini kendisi-için olarak vazedemediği aynılık
oluşmaktadır.
İkinci prensip, cevhersel tinin bilgi sahibi olmasıdır. Burada tin kendi
kendisinin pozitif muhtevası ve realizasyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Kendi canlı
formunda kendisi-için bireysel varlıktır. Bu prensip güzellik olarak nesnel ahlaki
bireysellik içinde belirmektedir.
Üçüncü prensip, soyut evrenselliğe varana dek kendi içinde derinleşen ve bu
yüzden tinin bu süreç içinde terk ettiği nesnellikle sonsuz çelişkiye giren bilinçli
kendisi-için varlıktır.
Son prensip ise Hegel tarafından, kendi üstüne dönen tinin çelişkisi şeklinde
nitelendirilmektedir. Burada tin kendi gerçekliğini ve somut içeriğini bizzat
kendisinde, kendi içinde bulur ve kendi kendisiyle nesnellik içinde uzlaşarak buraya
yerleşir. Tin, başlangıçtaki cevherselliğine yeniden döner ve sonsuz çelişkiden
kurtulmuş olur. Böylece, bu gerçek düşünce olarak, bir gerçek kanunlar dünyası
olarak yaratılır ve bilinir.
Hegel’e göre bu dört prensibe dört evrensel tarih alemi karşılık gelmektedir.
Bunlar sırasıyla Doğu Alemi, Yunan Alemi, Roma Alemi ve Germen Alemidir
(Hegel, 1991: 271-273).
Doğu Alemi tinin ilk prensibine örnek teşkil eder. Cevherseldir, iç farklılıklar
göstermez, patriyarki topluluklardan doğar ve dinin kendisidir. Burada yönetim şekli
teokrasidir. Yönetimin başı, bir yüksek rahip veya kendisine tanrısal özellikler
vakfedilen kişilerdir. Din siyasi yapıyı ve kanunları belirlemekte, bu aynı zamanda
devletin güvencesinde yürüyen hukuki yapıyı oluşturmaktadır. Doğu Aleminde bir
bütünün ihtişamı içinde bireysel yapı tüm haklarıyla birlikte kaybolur. Bu Alem
içinde yer alan topluluklarda, örf ve adetlerin hükümetin ve devletin yönetimi içinde
gelişen farklı fonksiyonları, kanun yerini tutan basit bir adet uyarınca debdebeli,
karmaşık ve batıl inançlarla yüklü törelere dönüşür ve kişisel iktidarın ve keyfi
tahakkümün uygulamaları haline geçer. Doğu toplumlarında istikrarlı ve kalıcı
herhangi bir şeyin olmadığını savunan Hegel, bu yüzden, bunların dışa dönük
hareketleri içinde canlılık gösterdiklerini, bunun da ilkel bir fırtına ve tahripkarlık
olduğunu ileri sürer.
Yunan Alemi Doğu Aleminden “sonsuz” ile “sonlu”nun cevhersel birliğini
alsa da, bu onun için devletin gelişme süreçlerinin belli bir anını, her devletin
tarihinde, şekil bakımından onun mutlak başlangıç noktasını temsil etmesi
bakımından önemlidir. Bu noktayı Hegel, Yunan Aleminde geleneksel imajların
İletişim Fakültesi Dergisi
232
Ç. Murat Hazar
karanlık derinliğinde yatan ve ancak bulanık bir biçimde anımsanan esrarlı bir temel
olarak görmektedir. Ona göre, tin bireysel maneviyata erişmek için kendi kendisiyle
farklılaştığı zaman, bilginin gün ışığına çıkar ve ölçü ile açıklık halini alarak
kendisini güzellik, özgürlük ve sakin ahlaklılık olarak gösterir. Yunan Alemi içinde,
bireysel şahsiyet prensibi oluşur ve henüz kendi kendisiyle çatışmaya girmediğinden
ideal birliğini korur durumdadır. Sonuç olarak Yunan Alemi her biri kendi özel
tinine sahip milletlere bölünür, son iradi karar, kendilik bilincinin öznelliğine değil
de onun dışında ve üstünde yer alan bir güce ait bulunur.
Roma Aleminde ise farklılaşma üst dereceye varır. Hegel’e göre, burada
nesnel ahlaki hayat bir tarafta şahısların kişisel kendilik bilinci, öbür tarafta ise soyut
evrensellik olmak üzere sonsuzca yırtılıp ayrılmaktadır. Bu form içinde öncelikle bir
aristokrasinin cevhersel sezgisi ile, demokrasi içinde özgür şahsiyet prensibinin
çatışması şeklinde bir zıtlık belirir ve giderek aristokratların kalpsiz ve bencil bir
iktidarı her ne pahasına olursa olsun koruma batıl inancı ile yoksul halk kitlelerini
oluşturan pleblerin ahlaki çürümelerine kadar varır. Böylece genel bütün dağılır,
evrensel bir mutsuzluk ve çaresizlik ortalığı kaplar ve ahlaki hayat ölür. Hegel,
Roma Aleminde milletlerin kişiliğini temsil eden kahramanların, Panteon’un birliği
içinde eriyip kaybolduklarını, bütün bireylerin formal haklara sahip eşit özel şahıslar
derecesine indiklerini ileri sürer ve onları bir arada tutan bağ olarak alabildiğine
soyut keyfilikten başka arkada bir şey kalmayacağını belirtir.
Hegel için nihai gelişim noktası Germen Alemidir. Bu Aleme kadar tin kendi
içinde en uç mutlak olumsuzluğa itilmiş durumdadır. Tin kendi kendini
kaybetmişlikten kurtulmak için kendiliğinde ve kendisi-için bir dönüm noktası
oluşturacak şekilde bir çıkış hareketinde bulunur. Böylece kendi iç hayatının sonsuz
olumluluğunu, yani Tanrı’nın mahiyetiyle insanın mahiyetinin birliği prensibini,
nesnel gerçeklikle özgürlüğün ittifakını (kendilik bilinci ve öznellik içinde tezahür
eden bir uzlaşma olarak) kavrar. Bu ittifak, Nordik ve Germen halklarına ait
prensibin bir misyonudur.
Hegel, Germen Alemini oluşturan prensibin her şeyden önce, deruni ve soyut
olduğunu, iman, umut ve sevgi olarak her türlü çelişkinin bağdaştırılması ve
çözülmesi şeklinde ortaya çıktığını belirtir (Hegel, 1991: 273). Bu içerik kendini
geliştirerek fiil halinde realite ve bilinçli rasyonellik seviyesine erişir ve Germen
Alemine özgü özgür insanların gönül, sadakat ve arkadaşlık duygularına dayanan bir
dünyevi alem oluşturur. Dünyevi alem öznellik içinde, aynı zamanda kendisi-için
mevcut bireysel keyfilikle Hegel’in barbarca olarak tanımladığı örf ve adetleri
kendinde barındırır.
Bahar 2009, Sayı :28
Hegel ve Tarih Felsefesi
233
Dünyevi alemin dışında diyalektik olarak bir öbür alemden bahsetmek
Hegel’e göre olanaklıdır. Gerçekdışı ve aynı zamanda da entelektüel olan bu alem
tin alemi olarak adlandırılır ve manevi bir güçle sarılı bir şekilde, önceki alem
karşısında zorlayıcı ve ürkütücü görünür (Hegel, 1991: 274) .
Aynı ide’nin birliğine sahip oldukları halde, mutlak bir karşıtlıkla
birbirlerinden ayrılmış bir durumda bulunan dünyevi ve tin alemleri arasında bir
mücadele görülür. Bu mücadelede tin alemi kendini gerçeklikte ve düşüncede
sıradan bir dünyevilik derecesine indirir. Buna karşın dünyevi alem ise, soyut
kendisi-için varlığını düşünce seviyesine, akli varlığın prensibi seviyesine, yani
hukukun ve kanunun rasyonelliği seviyesine çıkarır. Böylece bu iki alem, varlık
nedenlerinden kaynaklanan zıtlıklarının önemlerini kaybetmeye başlar. Organik
olarak gelişen uzlaşmalar sonucunda, kendilik bilinci devlette kendi cevhersel
bilgisinin ve iradesinin fiili gerçekliğini bulur. Aynı şekilde dinde, kendi
gerçekliğinin duygusunu ve düşüncesini elde eder. Bilimde ise bu gerçeklik birbirini
tamamlayan devlet, tabiat ve ideal dünya şekillerinde tek ve aynı gerçeklik olarak
özgürce kavranır ve bilinir (Hegel, 1991: 274).
Sonuç
Hegel, 18. yüzyılın sonlarından itibaren bir çok felsefi ve sosyolojik akıma
ilham vermiş ve tartışmaların konusu olmuştur. Kendi çağında Hegel, neredeyse tüm
bir toplumu etkileyecek bir konumdayken, geçen yıllarla birlikte kendisine atfedilen
önemi azalmaya başlamıştır.
Popper, Açık Toplum ve Düşmanları adlı eserinde bunun sebepleri arasında,
devletin resmi filozofluğu (2000: 35), mutlak monarşi yanlılığı (2000: 37) ve devlete
kutsallık atfedilmesi (2000: 37) gibi eleştiriler getirmektedir. Yine Popper’e göre,
Hegel’i yakından tanıyan Schopenhauer de, felsefeyi çıkar oyunlarında kullanan,
akıl sır almaz sözlerin yan yana dizilmesindeki yüzsüzlük sınırlarını aşan bir şarlatan
(2000: 38) olarak nitelendirmektedir.
Ancak, Hegel’in tarih felsefesi temelde daha insani duygularla “Dünya tarihi,
özgürlük ideasının gelişmesinden başka bir şey değildir” teması üzerine kurulur
(Singer, 2003: 38). Burada özgürleşme kavramı; hem bireylerin kendi bilinçlerine ve
inançlarına uygun olarak kendilerini yönetmelerini hem de nesnel dünyanın, akılcı
bir biçimde örgütlenmesini kapsayan, arzulanan bir idea olarak ortaya çıkmaktadır.
Bireyin kendi bilinçleri ve inançlarına uygun olarak kendisini yönetmesi Hegel
tarafından, “öznel özgürlük” olarak adlandırılmaktadır. Nesnel dünyanın akılcı bir
İletişim Fakültesi Dergisi
234
Ç. Murat Hazar
biçimde örgütlenmediği durumlarda kişiler içlerindeki öznel özgürlükle çatışmalar
yaşayacaklardır. Dışarıdaki koşullar içerdeki koşulların varlığını zorlayacağından
çatışmanın giderilmesi dış dünyanın da uygun bir örgütlenme içinde olmasına
bağlıdır. Bir kere nesnel dünya akılcı bir şekilde örgütlendiğinde, yani yasa,
mülkiyet, toplumsal ahlak, yönetim, anayasalar gibi bütün toplumsal kurumlar
mantığın genel ilkelerin baş eğmek üzere yapılandırıldığında (Singer, 2003: 37)
bireyler yasalarla ve mevcut ahlaki yapıyla uyumlu olarak etkinlik
gösterebileceklerdir. Böylece özgürlük hem öznel hem de nesnel olarak vuku
bulabilecek her iki yönden de tamamlanmış olacaktır. Bu durumda bireylerin özgür
seçimleri ile toplumun ihtiyaçları arasında bir ahenk yakalanacağından özgürlük
üzerindeki kısıtlamalar kalkacaktır. Özgürlük ideası ancak bu şekilde bir gerçeklik
haline dönüşebilecek ve Dünya tarihi amacına ulaşmış olacaktır (Singer, 2003: 39).
Tıpkı devletle ilgili diğer yaklaşımlarında olduğu gibi Hegel’in tarih felsefesi
de etnocentrik bir kurguyla, yüce German ideallerine uygun bir yapılanma içindedir.
Burada insanlığın varabileceği en üst nokta German Alemiyle dolayısıyla Prusya
devleti ve sosyal-kültürel yapılanması ile somutlanmaktadır. Ancak Hegel’in bu
yaklaşımı etnocentrizm’in özellikle Avrupa’da çok yaygın olması nedeniyle çağında
ve daha sonrasında önemli eleştirilere neden olmamıştır.
Tarih felsefesindeki süreçlerin bir çok devletin tarihsel yaşamlarında birbiri
içine geçmesi, sunulan sırayı izlememesi, geri dönüşler olması Hegel felsefesi için
önemli sorunları doğurmaktadır. Dolayısıyla, devletleri oluşturan bireylerin kültürel
ve sosyal havaları, diğer sosyal ve kültürel formlarla etkileşimleri, geçirgenlikleri,
bağlılıkları vb. bir çok durum bu süreçler üzerinde etkin olmaktadır.
Ancak, tarihsel olarak felsefeyi bir metodolojiye bağlaması, tarihsicilikten
daha çok felsefeciliğe önem vermesi, sosyal olaylar dışında, uzay ve gezegenler gibi
fiziksel sistemlerin bile işleyiş tarzlarını bir felsefeyle sonlandırmaya çalışması onun
diğerlerinden farklılıklarını ortaya koymaktadır.
KAYNAKÇA
Ana Yayıncılık ve Encyclopaedia Britannica, Inc. (1986) AnaBritannica
Ansiklopedisi, Cilt 10, İstanbul.
Anadolu Yayıncılık (1983-1984) Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 5,
İstanbul.
Bahar 2009, Sayı :28
235
Hegel ve Tarih Felsefesi
Bolay, S. Hayri (1984) Felsefi Doktrinler Sözlüğü, 3. Basım, Ötüken Yayınları,
İstanbul.
George Newnes Ltd., (1950) Chamber’s Encyclopedia-New Edition, Vol. 6,
London.
Çubukçu, Aydın (1989) Mantık ve Diyalektik, İstanbul: Yurt Yayınları.
David L. Sills (Ed.) (1968) International Encyclopedia of The Social Sciences, Vol
6, The McMillan Company and The Free Press, USA.
Etzioni, Amitia ve Eva Etzioni (1964) Social Change, Basic Boks Inc., USA.
Güvenç, Bozkurt (1991) İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Hegel, G.W.F. (1986) Seçilmiş Parçalar, Nejat Bozkurt (Çev.), Remzi Kitabevi,
İstanbul.
Hegel, G.W.F. (1991) Hukuk Felsefesinin Prensipleri, Cenap Karakaya (Çev.),
İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Kessler, Gerhard (1985) Sosyolojiye Başlangıç, Z. Fahri Fındıkoğlu (Çev.), 2.
Baskı, İstanbul: İ.Ü. İşletme Fak. İşletme İktisadı Enstitüsü Yay.
Kongar, Emre (1981) Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul:
Remzi Kitabevi.
Marx, Karl (1979) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sevim Belli (Çev.), 4.
Baskı, Ankara: Remzi Kitabevi.
Marx, Karl ve Friedrich Engels (1979) Felsefe İncelemeleri, Sevim Belli (Çev.), 3.
Baskı, Ankara: Sol Yay.
Milliyet (1986) Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt 10, İstanbul.
Özkalp, Enver (1985) Sosyolojiye Giriş Dersleri, Eskişehir: Anadolu.Ü. Eğitim
Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yay.
Popper, Karl (2000) Açık Toplum ve Düşmanları, Cilt 2, Harun Rızatepe (Çev.), 4.
Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Singer, Peter (2003) Hegel, Bahar Öcal Düzgören (Çev.), İstanbul: Altın Kitaplar.
Stace, W. T. (1986) Hegel Üzerine, Murat Belge (Çev.), İstanbul: Verso.
Tolan, Barlas (1975) Toplum Bilimlerine Giriş, Ankara.
Yenişehirlioğlu, Şahin (1985) Hegel Felsefesinde Birey, Toplum ve Devlet İliştileri,
Ankara: Birey ve Toplum.
İletişim Fakültesi Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
Yazı Teslim Kuralları
1. Dergiye gönderilen makaleler 2 basılı ve 1 dijital kopya olmalı ve
“İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Bişkek
Caddesi 81.Sokak No:9 06510 Emek/Ankara” adresine posta yoluyla
gönderilmelidir.
2. Basılı kopyalar A4 boyutunda dijital kopyalar “Word” formatında
olmalıdır.
3. Makalelerde yazı tipi “Times New Roman 12 punto” ve satır aralığı “1.5
satır” olmalıdır. Sayfa yapısı soldan 4, diğer taraflardan 3 cm boşluk bırakılmalıdır.
Renkli grafik, şekil ve tablo kullanılmamalıdır.
4. Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tavsiye edilir.
5. Makalelerin 150-200 sözcük civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de
yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özetlere Türkçe ve İngilizce anahtar kelimeler
eklenmelidir.
6. Dergiye gönderilen makaleler başka bir yerde yayınlanmamış veya
yayınlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır.
7. Yollanılan basılı kopyalarda kapak sayfası olmalı, kapak sayfasında
yazar ismi ya da isimleri, adresler, e-mail ve telefonları bulunmalıdır. Bu bilgiler
makaleye ait kapakta bulunmamalıdır. Zira yazılı kopyalar hakeme isimsiz
gönderileceği için makalenin iç sayfalarında değil, makaleye iliştirilecek kapak
sayfasında yer almalıdır.
8. Çalışmaların şu sırayı takip etmesi uygun olacaktır: Başlık, Özet, Anahtar
Sözcükler, Yabancı Dildeki Başlık, Abstract, Key Words, Giriş, Ana Metin,
Bulgular, Tartışma, Sonuç ve Kaynakça.
9. Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı
düzeltmeler yapmaları istenebilir. Makalenin düzeltilmeden yayınlanmasına veya
yayınlanmamasına karar verilebilir. Makaleyi Hakemlerden birisi yayınlanmasına
ikincisi yayınlanmamasına karar verdiği takdirde makale üçüncü bir hakeme
gönderilir. Makaleye ilişkin raporlar ve makale metni makale yazarına iade edilmez.
10. Yazının yayımlanması konusunda son karar editör ve yayın kuruluna
aittir.
11. Yasal ve etik sorumluluk tümüyle makale yazarlarına aittir.
Kaynakçanın Düzenlenmesi
1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve
yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir.
İletişim 2003/18
2
2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine
göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda yapılan çalışmalar
için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan
göndermelerde de aynı olmalıdır.
Kaynakça ve Alıntı Kuralları
Metin içi kaynak örnekleri:
(Duran, 2003), (Tas, 2005: 16), (Hemdi, 2004; Kimy, 2001)
Günay’a göre (2005), (Vert ve Hale, 2005: 71), (Lazersfeld vd., 1944: 23).
Kaynakça örnekleri:
Tek Yazarlı Dergide Makale
Varis,T. (1984) International Flow of TV Programmes, Journal of
Communication, 34(1), s.143-152.
İki Yazarlı Dergide Makale
McCombs ,M.E. ve Shaw D L. (1972), The Agenda-Setting Function of Mass
Media, The Public Opinion Quarterly, 36,(2), s.176-187.
Tek Yazarlı Kitap
McQuail, D.(1987), Mass Communication Theory: An Introduction, Beverly Hills,
CA: Sage Pulication Inc.
İki Yazarlı Kitap
Perelman, C. ve Olbrechts-Tyteca, L. (1971) The New Rhetoric, Notre Dame:
University of Notre Dame Pres.
İkiden Çok Yazarlı Kitap
Lazarsfeld, P.F., Berolson, B. ve Gaudet, H.(1944) The People Choice, London:
Colombia University Press.
Editörlü Kitapta Bölüm
Schramm, W. (1992) Haberleşme Nasıl İşler, Ünsal Oskay (Der.), Kitle Haberleşme
Teorilerine Giriş, İstanbul: Derya Yayınları, s.95-134.
Çeviri Kitap
Mattelart, A. ve Mattelart M.(1995) İletişim Kuramları Tarihi, M.Zıllıoğlu (Çev.),
İstanbul: İletişim.
İnternetten
Elçi, O. (1991) Futbol, Business Journal, s.11-12. (Erişim: EBSCO Masterfile
database, 2 Mayıs 1999)
Mel, H. (2005) Vücudun dili olmaz, http://www.dnr.org/hra.htm. (Erişim: 12 Mayıs
2005)
Türk İstatistik Kurumu (2001) Zenginlik indeksleri. http://www.trkist..tr/hra.htm.
(Erişim: 1 Mart 2002)
Bahar 2009, Cilt 7, Sayı 2
3
İletişim Fakültesi Dergisi

Benzer belgeler