Piri Sami Hz

Transkript

Piri Sami Hz
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Ya Rabbi senin mübarek ismini anarak ve senin Rahmetine iltica ederek sözlerime
başlarım. Ya Rabbi sana hamd eder, her işimde senden yardım dilerim.
Bizleri rüşt ve kemâle ulaştıran Efendimiz Hazreti Muhammed'e (s.a.v.) ve Ashâb-ı Kirâm'a
salat ve selâm olsun.
Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki; "Haberiniz olsun ki Allah'ın veli (kulları)
için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip takvaya ermiş
olanlardır. Dünya hayatlarında da ahiret (hayatında) da onlar için müjde vardır. Allah'ın
sözlerinde asla değişme (imkânı) yoktur. Bu en büyük saadetin ta kendisidir.” (Yunus, 6264.)
Büyük İslâm âlimi Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin hayatını biraz olsun anlatabilmek ve
onun yaşantısını, onun fikirlerini gelecek nesillere aktarabilmek gayesiyle hazırladığım bu
kitabın, Erzincan'ın tasavvufı yapısına da ışık tutacağı kanaatindeyim. Büyük İslâm âlimi Piri
Sâmî (k.s.) Hazretlerini kırık dökük kelimelerle elbetteki anlatmak imkânsız. Ancak bir
başlangıçtır. İbni Mesrük Tusi Hazretlerine sordular: Tasavvuf nedir? Buyurdu ki: "Tasavvuf;
ayrılık kabil olan şeyden gönülleri temizlemek ve yine gönlü kendisinden ayırmak, kabil ve
caiz olmayana bağlanmaktır."
Aziz ve Celil olan Allah (c.c.) bir kudsî hadiste "Benim velilerim benim kubbelerim
altında gizlidir. Onları benden başka kimse bilmez" Bazı insanlar vardır ki şeyh ve mürşidlere
dil uzatırlar. Bu onlarda hastalık haline gelmiştir. Yazık çok yazık, onlar tasavvuf cihanına
erme saadetinden çok uzaklar, onlar bir düşünseler çok şey kaybettiklerini anlayacaklar. Bir
hikmet var ki binlerce, milyonlarca insan bir velinin arkasında gidiyorlar.
Allahü Teâlâ (c.c.) buyuruyor ki; "Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sadıklarla
beraber olun" Hazreti Mevlânâ bir gün birini üzüntülsü gördü ve dedi ki; "Bütün gönül darlığı
bu âleme gönül bağlamaktan gelir."
Gönül kuşu her dala yuva yapacak olsa yuva yapacak yer kalmaz, gönlü öyle bir yere
bağlayacaksın ki binlerce kıyamet kopsa sana yalnızlık derdi çökmesin. Sen onunla olunca o
seninle olmaz mı?
Erzincan, büyük İslâm âlimlerinin yaşadığı ve günümüzde de var olduğu bir yer evet bu
günde var. Yeter ki gönlümüzdeki perdeyi kaldıralım, yüreğimize sevgiyi, acıyı, ağlamayı ve
hepsinden önce merhameti koyalım. Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri bir sohbetlerinde buyuruyor
ki; "Kimsenin kalbini kırmayınız, herkese hürmetle muamele ediniz, zira karşısındaki bir veli
olabilir, böylece onların nazarına ve hikmetine kavuşursunuz. Evliyanın nazarı ve bakışı
kimyadır. Eğer onu bunu incitmeyi huy ve tabiat edinirseniz bir gün bilmeden Allahü
Teâlâ'nın (c.c.) sevdiklerinden birinin kalbini kırar üzersiniz de sonra perişan olursunuz.
Nitekim Hadis-i Kudside ben kalpleri kırık olanların yanındayım buyuruldu. Bunun için her
gördüğünü Hızır bil demişlerdir."
İslâm dinine büyük hizmet eden, İslâm dininin dünyaya yayılmasında büyük emeği
olan cihan devletinin yetiştirdiği biz fani insanların tarihimizden ve tarihimiz içerisinde
yaşamış olan büyük İslâm âlimlerinin yaşantılarından alacağı çok önemli dersler var.
Cihangir padişah Kanunî Sultan Süleyman Han Hdime'ye geldiğinde Karamanı Hazretlerinin
mescidini büyütüp cami haline getirdi... Ve o camiye hafızlar, müezzin ve hatip tayin
buyurdu. O sırada dergâhta vazife gören Cerrah Zade Çelebi Şiicâeddin Karamanı
Hazretleri'nin yaptığı duvarı yıktırmayıp olduğu gibi bıraktı.
Şeyh Karamanı, dergâhını ve mescidini büyütüp imar eden mimarın rüyasına girdi.
Mimar Müslüman değildi ona;
www.sohbetican.com
"Ey Usta dedi. Bizim camimizden evvel sen gönlünün imarına bak ve Müslüman ol. Bu
hal ile ölürsen ebedî olarak ateş çukurunda kalırsın."
Mimar uykudan uyanır uyanmaz kendini sokağa attı ve çığlığı bastı; "Ey Müslümanlar
haberiniz olsun artık ben de Müslüman'ım ve adını Hidâyettir."01
Ünal TUYGUN
27.02.1997
www.sohbetican.com
Erzincan'da
Tasavvuf ve Tarikatlar
Tasavvuf ve tarikatlar Osmanlı döneminde önemli bir yere sahiptir. Devlet idaresinde
tarikatlar büyük rol oynamıştır. 1520'li yıllardan 1920'li yıllara kadar Erzincan Merkezinde
Darül İlim Medresesi, Atabek Medresesi, İftiharüddun Medresesi, Nazmiye Medresesi,
Pervane Medresesi, Toruntay Medresesi, Fahrettin Gazi Medresesi, Yeni Medrese
Abdulkerim Medresesi, Ahmediye Medresesi mevcuttu. Yine söz konusu yıllarda Erzincan
merkezinde Hane Zaviyesi, Tarhanten Zaviyesi, Kalanderhan zaviyesi, Pir Ömer Zaviyesi,
Uğurlu Mehmet Bey Zaviyesi, Ürgen Şeyh Zaviyesi, Veled Bey Zaviyesi, Abdulkadir Geylanî
Zaviyesi, Haydarihane Zaviyesi. Terzibaba Zaviyesi ve Tekkesi, Şeyh Abdurrahman Acar
Tekkesi ve Şeyh Abdurrahman Güven Tekkesi.
1400’lü yıllarda Erzincan'ın Üzümlü ilçesine bağlı Karakaya beldesi Halvet? tarikatının
merkezidir. O dönemden günümüze kadar ilimizde bulunan tarikat isimleri; Mevlevîlik,
Halvetîlik, Kadirîlik, Nakşibendîlik olup, Erzincan tarihinde yaşamış büyük İslâm âlimleri
(ulema, şeyhler) şunlardır: Pir Muhammed Bahaddin Erzincanî Hazretleri, Pir Ahmet
Erzincanî, Kadı Ahmet Erzincanî Hazretleri, Ömer Vecihüddün Erzincanî Hazretleri,
Şerafettin Muhammed Erzincanî Hazretleri, Sadık Muhammet Erzincanî Hazretleri, Osman
Abdul Muhsin Erzincanî Hazretleri, El Erzincanî Hızır Bin Mustafa Hazretleri, Erzincanî
Osman Yusuf Hazretleri, Hüseyin Salih Al Erzincanî Hazretleri, Üveys Vefa Han Zade
Hazretleri, El Erzincanî Mevlânâ Pirî Hazretleri, Es Seyyid Abdulgani El Frzincanî Hazretleri,
İshak Rızayi Erzincanî Hazretleri, Frzincanî Muhammet Me'mun Abdulvahhab Hazretleri,
Şeyh Abdurrahman Erzincanî Hazretleri, Eğinli Mehmet Efendi Hazretleri, Hacı Hafız
Mehmet Efendi, Terzibaba Hazretleri, Şeyh Hacı Fehmi Hazretleri, Şeyh Hacı Rüştü Efendi,
Şeyh Fevzi Efendi, Şeyh Muhammed Abdulbaki Hazretleri, Şeyh Piri Sâmî Hazretleri, Şeyh
Muhammed Beşir Efendi, Şeyh Abdurrahman Güven Hazretleri, Şeyh Dede Paşa Efendi,
Şeyh Abdurrahman Acar Efendi, Şeyh Mehmet Nayır Efendi, Şeyh Abdurrahim Reyhan
Hazretleri.
www.sohbetican.com
GİRİŞ
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri, Nakşibendi Tarikatının Halidiye koluna mensuptur.
Nakşibendi Tarikatı Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi (1218-1389) tarafından
kurulmuştur. Bu tarikat 3 koldan Hz. Muhammed (s.a.v.) son bulur.
1. Kol: Hz. Ali (k.v.), İmam Hüseyin (r.a.), Zeynel Abidin (k.s.), İmam Muhammed Bakır,
Cafer Sâdık (k.s.)'dir.
2. Kol: Hz. Ebu Bekir (r.a.) Selman Farisî (r.a.), Kasım B. Muhammet Cafer Sâdık, Ebu
Yezit Bistami, Ebu Hasan Harkani, Ebu Ali Farimedi.
3. Kol: Hz. Ali, Hasan Basri, Habib Acemi, Dâvud-ı Taî, Maruf Kerhi, Seriy Sakatı,
Cüneyd-i Bağdadi, Ebu Ali Rudbari, Ebu Ali Kâtip, Ebu Osman Mağribi, Ebu Kasım Kürkani,
Ebu Ali Ferimedi.
Silsile, günümüze kadar böylece uzanmaktadır. Nakşibendilik Ahrariye, Cemiye,
Kasaniye, Mazhariye. Muradiye, Müceddidiye, Naciye ve Halidiye kollarına ayrılmıştır.
Nakşibendi tarikatının Halidiye kolu XIX. yy'da Ziyaeddin Halid (k.s.) Hz.'leri tarafından
kurulmuş olup, Nakşibendi tarihinin en yaygın koludur.
Halidi kolunun Erzincan kol başı Sâmî (k.s.) Hazretleri olup bu kol aşağıdaki sıraya göre
devam etmiş, günümüze kadar ulaşmıştır.
- Muhammed Sâmî-i Erzincanî (k.s.)
- Muhammed Beşir-i Erzincanî (k.s.)
- Dede Paşa Bayburdi (k.s.)
- Abdurrahim Reyhan (k.s.)
www.sohbetican.com
AİLESİ
Piri Sâmî Hazretleri Erzincan'ın Kırtıloğlu sülalesine mensuptur. Kırtıloğlu Mustafa
Efendi'ye Osmanlı Devleti tarafından Sipahilik tımarı verilmiştir.
Sülalenin Kırtıloğlu diye anılmasının sebebi Erzincan'ın batısında bulunan OĞLAKTEPE Köyü
ile AYDOĞDU Köyü arasında KİRTİL Tımarı adıyla bir arazi olup o tımarın sahipleri
olduklarından dolayıdır. Savaş zamanlarında hazırlık için belli bir miktar askerin giderleri
karşılanmıştır.
Sülalenin soy şeceresi tam olarak diğer sayfadadır. Piri Sâmî (k.s.) Hazretlerinin Babası
İbrahim Efendi medrese tahsili görmüş tarikat ehli bir zât olup aynı zamanda Erzincan
merkez camilerinde imamlık yapmıştır.
Sâmî (k.s.) Hz.'lerinin birinci hanımı vefat etmiş ve ikinci defa evlenmiştir. Birinci
hanımının ismini tespit edemedik, ancak ikinci hanımının ismi Mine Hatıın'dur. Birinci
hanımından Hacı Nusrettin Efendi ikinci hanımından Eşref, Selahaddin, Şeyhattin, Fahrettin.
Muhlise. Halise dünyaya gelmiş olup çocuklarından hiçbiri hayatta değildir. Torunlarının bir
bölümü hâlen hayattadır.
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
DOĞUMU VE ÇOCUKLUĞU
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri 1847 yılında Erzincan'ın Selüke (Yeşilçay) Köyünde dünyaya
teşrif buyurmuşlardır. Asıl adı Muhammed, ikinci adı Sami'dir.
Dünyaya teşrif buyurduklarında birçok hâl zuhur etmiştir. Henüz memede iken bir gün
Erzincan'da ay tutulur. Ayın tutulduğu gece mahalle halkı bir araya toplanarak dua ederler.
İçlerinden biri der ki; "Helâl süt emmiş bir çocuk aya tutulursa ay açılır." Bu bilge zatın sözü
üzerine mahalle halkı harekete geçer ve söz konusu çocuğu aramaya koyulur, Muhammed
Sâmî (k.s.) Hazretleri'ni arar bulur, aya karşı tutarlar ve ay açılır.
Diğer çocuklar gibi oyun oynamazdı, sessiz bir hali vardı. Yedi yaşında, bulunduğu
mahalledeki tekkeye gider bir köşede konuşulanları dinlerdi.
GENÇLİĞİ
İlk derslerini Erzincan Müftüsü Kiremitçi zade Salih (k.s.) Efendi'den almıştır. Daha
sonra Erzincan âlimlerinden Hacı Sâdık (k.s.) Efendinin tedris halkasından ilim tahsil ederek
icazet almıştır.
İlmini daha da geliştirmek amacıyla İstanbul'a giden Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri, Fatih
Medresesi'nde tahsilini başarıyla bitirerek Erzincan'a dönmüştür.
Yaşantısının tamamını İslâmiyet'i öğrenmek için geçiren Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri
Erzincan'daki Kadiri şeyhlerinden Süleymaniyeli Şeyh Abdurrahman (k.s.) Efendiden yüce
Kadiri tarikatı ve Gavslık makamıyla mükerrem olan aziz asırların kutbu Mevlânâ Şeyh
Muhammed Vehbi Hayyat El Erzincanî (k.s.) Hazretlerinin birinci halifesi Şeyh Hacı Mustafa
Fehmi(k.s.) Hazretleri'nden Nakşibendî tarikatını almış ve öğretmek tembihini almıştır.
Vuslat sarayının gül bahçelerine yönelmiş mükemmel büyüklerden Erzincanlı Hacı
Hafız Mustafa Rüştü (k.s.) Hazretleri'nden de ders almıştır.
Şeyh Muhammed Vehbi Hayyat Hazretleri'nden tarikat almış bir zat "Ben Piri Sâmî
Hazretleri büyük bir veli olacağını otuz beş sene önce keşfetmiştim. Bir vakit mahallemizin
imamını değiştirmek gerekti hükümete müracaat ettik dediler ki; "Siz mahalle halkı olarak
bir imam seçin, biz gerekeni yapalım." Bunun üzerine mahallenin önde gelenleri bir yere
toplanıp uzun danışma ve tartışmalardan sonra Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'ni seçip uygun
buldular. Kendisinin fikrini almak maksadıyla ve onay cevabını almak üzere ben ve birkaç
kişiyi gecenin yansında yanına gönderdiler. Gittiğimizde gördük ki bir keten tohumu yağı
çırasının ışığı karşısında dersini çalışıyordu. Biz olup biteni anlattık, dedi ki; "'Ben imamlık
edemem, pederime söyleyin kabul ederse onu götürün o hizmeti o görsün" cevabını garip
karşılamadık, zira gecenin o vaktinde ders çalışması bizleri hayrete düşürmüştü.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Tahsilim sırasında âlimlerden yaşlı ve
salih bir zâtı ziyaretle duasını rica ettim. Dedi ki; "Oğlum benim duamdan ne gelir. Salih o ki
herkesin duasını alsın. "Yani ET-TAHİYYAT'ta VE ÂLÂ İBADİLLAHİ-S SALİHİN" Allah'ın
selâmı bize ve Allah'ın salih, iyi kullarına olsun manasındaki müminlerin dualarına dahil olan
salihler zümresinden olmaya çalış."
www.sohbetican.com
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Hacı Fehmi (k.s.) Hazretleri derdi ki, ilim
isteyen bir talebe hocasının huzurunda kitabını açıp nasıl ki satırlardaki ilmi tahsil ederse,
mürid de mürşidinin huzurunda kendi kalp kitabına bakıp öylece huzur ilmini elde etmeye
çalışmalıdır."
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri İstanbul'da Fatih Medresesi'nde okurken boş zamanlarında
bir saat tamircisinin yanında çalışmış ve buradan aldığı parayla geçimini sağlamıştır.
Flocasının ısrarı üzerine çok kısa bir süre Tekirdağ ilindeki bir camide imamlık yapmıştır.
Fatih Medresesi'ni başarıyla bitiren Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri müderrislik icazetnamesini
alarak Erzincan'a dönmüş ve Erzincan'ın Üzümlü ilçesine bağlı Karakaya Beldesinde bulunan
Piri Mehmet Efendi Camisinde imamlığa başlamıştır.
Karakaya Beldesi'nde bulunan (13 Mart 1992 depreminde yıkılmıştır) Piri Mehmet
Efendi Camisinin aynı zamanda Vakıf Başkanlığını da yürüten Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri hafta
sonları Erzincan iline gelerek Cami-i Kebir'de sohbet etmiştir.
Karakaya Beldesi'nde imamlık yaptığı tek odalı ev Karakaya Belediyesi tarafından
tamir edilmiş ve ziyarete açılacaktır. İmamlık yaptığı dönemde bir hâdise yaşayan Piri Sâmî
(k.s.) Hazretleri imamlığı bırakarak Karakaya Beldesi'nden ayrılmıştır.
•••
www.sohbetican.com
PİRİ SÂMÎ HAZRETLERİNİN
ABDURRAHMÂNİ TAGİ (TAHİ) HAZRETLERİYLE TANIŞMASI (1882)
Karakaya Beldesi'ndeki imamlık görevinden ayrılan Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri bir süre
memuriyet almıyor. Maddî durumundan dolayı hükümetten yeniden görev isteyen Piri Sâmî
Hazretleri, Erzurum Rüştiyesinde dört yıl muallimlik yapıyor, Erzurum'dan daha sonra Hınıs
İlçesi'ndeki medresede muallimlik görevine atanıyor. Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri ile
ilk tanışması burada gerçekleşiyor. Bir gün Tahi (k.s.) Hazretleri, Hınıs'a teşrif buyuruyor. Piri
Sâmî Hazretleri birkaç arkadaşıyla ziyaretine gidiyor.
PİRİ SÂMÎ (K.S.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Büyük Pir Şeyh Abdurrahman-ı Tahi
(k.s.) Hazretlerini henüz görüp kalp arzusu ile bağlanmadan önce bir gün Hınıs'a teşrif
ettiklerini söylediler. Bazı zatlarla beraber resmi bir surette ziyaretine gittik. Mübarek
dizlerinin üzerine bir yastık alıp ona dayanarak oturuyordu. Biz içeri girince az bir miktar
ayağa kalktı. Dillerini bilmediğim için tercümana dedim ki; Şeyh Efendi Hazretlerine arz et
ki; "Kendi nefsini tanıyıp bilen Rabbini de bilir"mealindeki Hadis-i Şerifi tefsir buyursunlar,
dinleyelim.
Tercüman bu ricamı arz edince, buyurmuş ki; "Arapça mı, yoksa Farsça mı anlatayım.
Dedim ki; 'Arapça anlatsınlar', bu Hadis-i Şerifi Arapça olarak tam bir araştırmacı ehliyetiyle
açıklayarak tefsir buyurdu. Orada bulunan halifeleri büyük Pirin böyle sohbetine sebep
olduğum için bana memnuniyetlerini açığa vurdular."
Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin sohbetinden büyük zevk alan Piri Sâmî (k.s.)
Hazretleri Büyük İslâm âlimi Tahi (k.s.) Hazretlerine intisap eder.
PİRİ SÂMÎ (K.S.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Teslim ve bağlanmak maksadıyla
Hınıs'tan kalkıp HAZRETİ PİRİ ÂZAM'ın ziyaretine gittiğimde ev halkıyla bulunduklarından
bazı hocalar ile çadırda biraz oturduk. O vakit Mübarek Ramazan olması münasebetiyle
"Ramazan hilâlini görmek şer'i meselesini görüşüp tartışıyorlardı. Bu esnada dediler ki
Hazret-i Pir geliyor." Hepimiz çadırdan kendilerini karşılamaya çıktık, sarığı gayet güzel
sarılmış ve iki pamuk entari üzerine güzel bir kürk giymiş idi. Henüz olgunluk ve hakikatini
tamamen anlamaksızın derhal zâtına âşık oldum.
Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'ni. köyü Nurşin'de (Güroymak İlçesi'nde) ilk kez
ziyaret eden Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri görev yaptığı Hınıs'a geri döner. Ancak rahat değildir.
PİRİ SÂMÎ HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Kendilerine teslim ve tarikata bütün kalbimle
girdikten sonra bir müddet mübarek ziyaretlerine gidemedim, o kadar muhabbet ve arzum
var di ki yanıyordum. Gece gündüz rahatım ortadan kalktı. Bir gün birkaç zat ile beraber
Hınıs'tan kalkıp Nurşin'e (Güroymak) gittim. Bir çimenlik yerde Gavs-i Azam seyyid
Sibgatullah (k.s.) Hazretlerinin memleketi ürünlerinden bir deri yastığa dayanmış, sohbet
ediyordu. Beyaz çoraplı mübarek ayağını biraz uzatmış idi. Onun mübarek nurlu yüzünü
görünce muhabbetim taştı, iradem elimden alındı. Hemen eğilip ayağını öptüm. Buyurdu ki;
"Hay Hoca öyle bir mürid olmuş ki, artık ele kanaat etmiyor da ayak öpüyor."
İkinci ziyaretinden sonra Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri tekrar görev yeri olan Hınıs'a döner.
Tahi (k.s.) Hazretleri bir ay sonra Hınıs'a teşrif buyurur ve Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri şeyhinin
ziyaretine gider.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Birkaç memurla Abdurrahman-ı Tahi
(k.s.) Hazretleri'nin ziyaretine gittik. Huzurunda emretmeksizin oturamazdım." Mübarek
sarığını mübarek gözlerinin üzerine indirmiş, bülbiilî (coşkulu) bir sohbet ediyordu. Bana
otur demedi. Konak sahibi Nusret Ağa mumun ucunu almak bahanesiyle şeyh hazretlerinin
www.sohbetican.com
yanına yaklaşarak; "Erzincanlı Hoca ayakta kaldı, emret otursun" demesine rağmen hiç
duymadı.
Nusret Ağa tam üç defa oturmam hususunu Tahi (k.s.) Hazretleri'ne söylemesine
rağmen bana otur denilmedi. Herkes oturup da beni ayakta bekletmesinden dolayı pek
ziyade canım sıkıldı. Gönlümden türlü türlü vesveseler geçti. Kendi kendime dedim ki;
"Acaba bu Şeyh'in yanına gelmeyenler hep cehenneme mi gidecek? Artık bir adamı bu kadar
insanın içinde bunca sıkmak olur mu? Kısacası sohbet son buluncaya kadar bu gibi
düşüncelerle tamiki saat kadar ayakta kaldım.
Sohbet sonunda dağıldık, gönlüme bir şevk ve muhabbet meydana geldi. Evvelce
gönlümden geçen düşünceler tamamıyla irade (istek) ve muhabbete dönüştü." Oturmam
için sık sık ricada bulunan konak sahibi Nusret Ağa'ya Tahi (k.s.) Hazretleri sonradan
buyurmuş ki: "Niçin bırakmazsınız ki kardeşlerimizi terbiye edelim. Hocanın oturması için
niçin o kadar zorladın? Buranın halkı yanında onun kıymet ve itibarı vardır. Onda meydana
gelmiş olan varlığını kırmak için böyle bir fırsat her zaman ele geçmezdi."
www.sohbetican.com
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ
ABDURRAHMAN-I TAGİ (TAHİ) HAZRETLERİ DERGÂHINDA (1882)
Gün geçtikçe şeyhine karşı muhabbeti artan Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri Hınıs'taki
muallimlik görevinden istifa eder ve Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin Nurşin
(Güroymak) deki dergâhına gider.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Memurluğu bırakarak Abdurrahman-ı
Tahi (k.s.) Hazretleri terbiye dairesine girdiğimin başlangıcında bir odada meşgul
oluyordum. Tahi (k.s.) Hazretleri'nin damadı Molla Hasan yanıma gelip öteden beriden söz
açtı. Bana dedi ki; "Sen buraya niye geldin, senin ilmin mi yoktu amelin mi yoktu? Halbuki
hepsi sende var, öyleyse buraya niye geldin?" Mademki buraya bir kere gelmişsin ne kadar
kalmak niyetindesin? Sen memurluğu da bıraktın, buradan gittikten sonra ne yapacaksın?
Dedim ki; "Allah aşkını, sevgisini öğrenmeye geldim, bu kapıya baş koydum, muhabbet
tahsili için beş sene burada kalmaya niyet ettim."
Molla Hasan dedi ki; "Bu niyetin çok ince bir niyettir, fakat beş senede maksadın yerine
gelemezse ne yaparsın?"
"Ne yapayım çıkar giderim. Ya köylerin birinde imamlık ederim, yahut gene bir
memurluk elde eder çoluk çocuğumun geçimini sağlamaya bakarım."
Molla Hasan belli etmediyse de konuşmam hoşuna gitmemişti.
"İnşAllah maksadınız daha tez hasıl olur" diyerek yanımdan ayrıldı. Meğer
Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri damadı vasıtasıyla beni imtihan ediyormuş.
Molla Hasan beş-altı saat sonra bir daha yanıma gelerek dedi ki; "Sen diyorsun ki beş
sene burada kalırım, maksadım yerine gelmez ise gene köylerin birinde imamlık ederim.
Yahut yine memurluk alırım. Anlaşılan sen buraya yalnız gelmemişsin (Allah tektir, teki
sever) bu yüce tarikat yalnızların işidir. Halbuki senin fikrinde başka şeyler var sen buraya
yalnız gelmemişsin, boş yere bekleme eline bir şey geçmez. Vakit varken çık git işine bak.
"Molla Hasan'ın bu sözleri üzerine halis (ihlaslı bir niyetle) elini öperek dedim ki; "Senin
önünde dönüş yapıp tövbe ediyorum. Sen Türkçe biliyorsun, ara sıra buraya gel sohbet
edelim. Ben o niyetimden döndüm. Bu kapıdan hiç ayrılmamaya niyet ettim."
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Tarikata girdiğimin başlangıcında huzura
ne kadar dikkat ettimse de zihnimi huzura bağlayamadım. Tahi (k.s.) Hazretlerine dedim ki;
"Efendim bu yüce tarikattan fayda almaya belli ki kabiliyetim yok. Müsaade buyur çıkıp
gideyim."
Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Nakşibendi tarikatında kabiliyet şart
değil."
Bunun üzerine uzun müddet bana Zuhurat kapısı açılmadı.
Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Senin üzerinde kulların hakkı var. Bu
haklar sana maneviyat kapılarının açılmasını engelliyor. Helâllik almalısın."
Gerçekten de Hınıs'taki ağaların birinden bir iş dolayısıyla bir miktar para alınıştım.
Hemen Hınıs'a hareket ettim. Para aldığım ağanın yanına gittim ve dedim ki; "Senin benden
bu kadar alacağın var, bu parayı al ya da helâl et."
Ağa ne parayı alırım, ne de helâl ederim. Benim bir güzel seccadem var. Niyet
etmiştim Piri Tahi (k.s.) Hazretleri'nden bir müridine hediye etmeye. Eğer bu seccadeyi
kabul edersen ben de hakkımı helâl ederim.
Seccadeyi kabul ettim. O da hakkını helâl etti. Allah'a şükürler olsun ki (manevî)
fetihler ortaya çıkmaya başladı.
www.sohbetican.com
Nurşin (Güroymak) da konuşulan dil genelde Farsça ve Arapçanın karışımı bir dildir.
Halkı Arapça ve Farsçayı da çok iyi konuşmaktadır. Piri Sâmî Hazretleri, Türkçeyi, Arapçayı
çok iyi bilmektedir. Ancak konuşulan dili bilmemektedir. Oysa mürşidi Abdurrahman-ı Tahi
(k.s.) Hazretleri sohbetlerini genellikle o dilde yapmaktadır. Buna rağmen Piri Sâmî (k.s.)
Hazretleri sohbetlere katılmaktadır.
PİRİ SÂMÎ HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Tarikatta yol alırken pek çok meşakkatler
çektim. Halkın çoğunluğu Türkçeyi bilmezler. Yörenin dili genelde Farsçanın karışımı bir
dildir. Tahi (k.s.) Hazretleri'nin her sohbetinde bulunuyordum. Sohbetinin neden ibaret
olduğunu anlayamazdım. Fakat buna rağmen sohbet meclisinden pek çok feyiz ve
muhabbet alırdım. Büyük Pir Hazretleri böyle sıkıldığımı bilip durumuma oldukça merhamet
buyurmuş, bulunmadığım bir yerde demiş ki;
"Hoca dilimizi anlamıyor, kilim arasında yatmaya alışmamışken, şimdi ahır içinde kilim
arasında yatıyor."
Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri Piri Sâmî Hazretlerine büyük ilgi gösteriyor ve
yanında bulunan hocalara Erzincanlı hocayla yakından ilgilenmeleri talimatını veriyor, bir
gün Piri Sâmî (k.s.) Hazretlerini yanına çağıran Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Hoca sen
halini söylemiyorsun, bir mürid üç günden fazla halini şeyhine söylemez ise müridden
müridlik gider, şeyhten de şeyhlik gider." Kâtibi Molla Mustafa dedi ki; "Efendim Erzincanlı
hoca dilimizi bilmez sıkıldığı için halini arz edemiyor, emrederseniz ben aracı olayım."
Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Halini başkalarına açmamak şartıyla aracı ol."
Molla Mustafa'nın vasıtasıyla Tahi (k.s.) Hazretlerine durumumu arz ediyordum. Bir
gün Tahi (k.s.) Hazretleri benden bir kutu kibrit istedi. Kibritin konuşulduğu dilini
bilmediğimden elime bir kibrit kutusunu alıp Arapça dedim ki; 'Kibrit işte budur, kutuda
budur "Berid" Farsça kelimesi de malumlarınızdır." Ben işi anlayınca bu halimden dolayı Tahi
(k.s.) Hazretleri sevinçlerini açığa vurdular.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin Dergâhında yirmi
dört saatini Allah sevgisini öğrenmekle geçirir. Dillerini bilmediği halde sohbetleri dinler.
Günlerce sohbetleri dinlemesine rağmen hiç konuşmaz. Bir gün sohbet bitiminde sohbette
bulunan bazı müridler "Sen sohbetten hiç bir şey anlamıyorsun, boşuna gelip oturuyorsun",
dediler. Bunun üzerine Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri; "Şeyhimiz az önceki sohbette şunları
buyurdu" deyip herkesi hayrete düşürdü.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri yirmi yedi gündür Tahi Hazretlerinin dergâhındadır ve çok
büyük mesafeler kat etmiştir. Günün birinde dergâhta bulunan Seyyid İbrahim Efendi Tahi
(k.s.) Hazretlerine "Efendim Erzincanlı hoca hiç konuşmuyor derdini de açmıyor. Tahi
Hazretleri buyurdu ki; "Hoca yirmi yedi gündür halini söylüyor. Yirmi yedi senelik yolun
bağlısı Seyyid İbrahim sen ki halini söylemiyorsun. Geçen geçti çık buradan git."
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gece abdest alırken bana bir hâl oldu,
yüzümü yıkıyorum öyle bir zanna kapılıyorum ki sanki Allah (c.c.)'ın yüzüne bakıyorum (haşa
sunime haşa) gece yansı gittim Tahi Hazretleri'nin hizmetçisine dedim ki; "Efendime git arz
et, Erzincaırlı hoca halini anlatacak." Tahi Hazretleri bir elinde keçe, bir elinde yastık dışarıya
teşrif buyurdu, keçeyi bana verdi, yastığın üzerine kendi oturdu. Az önce yaşadığım olayı
kendilerine arz ettim. Beni ziyadesiyle azarladı, payladı ve kötüledi. Buyurdu ki; "Kul nere
Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) nere." Bunun üzerine o hâl benden yok oldu gitti.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri, Tahi (k.s.) Hazretleri'nin dergâhında iyice pişmekte ve
kemâle ermektedir. Elinde olmayan bazı hâller zuhur etmektedir. Yüreğindeki Allah (c.c.)
sevgisi seller gibi coşmakta kabına sığmamaktadır.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Tarikata bağlandığım ilk zamanlar bana
bir hâl oldu ki her neyim varsa kim ister ise verirdim. Hatta saatimi bile verdim. Ama
sonradan bana bir pişmanlık geldi ve şöyle düşündüm: "Benim verdiğim şu saate ihtiyacım
www.sohbetican.com
var idi, niçin verdim? Ama sonradan aklımdan geçirdiklerimden dolayı pişman oldum ve
Şeyh Ahmet Efendiye dedim ki: "Ben saati falan zata hediye ettim. Ancak sonradan
aklımdan verdiğim için pişmanlık geçti. Ama ben saati hediye ettiğim için çok memnunum,
o yaptığım hediye ve hibenin sevap ve faziletlerine noksanlık gelir mi? O da dedi ki getirmez,
senin hediyen yerinde kalmış olur.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gün Molla Abdulhakim ile beraber
Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin hanımı Fatma Hatun'un kabrini ziyarete gittik.
Orada bana bir hâl oldu. Tahi (k.s.) Hazretleri'ne durumu arz ettim. Buyurdu ki; "Hayır olsun
bu senin halin değil yanında kim vardı? "Molla Abdulhakim vardı" dedim. Buyurdu ki; "O hâl
onun hâlidir, ondan sana yansımıştır."
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleriyle
birlikte Zerikan köyüne gittik, orada Molla Abdulhakim ile birlikte bir yerde misafir olduk.
Molla Abdulhakim bana dedi ki; "Tahi (k.s.) Hazretlerinin halifesi Hacı Süleyman Efendi bu
köy kabristanında yatmaktadır, kabrine git ve de ki (büyük Pir Hazretleri bana himmet etsin)
dedim ki; "Kabirde böyle söylemekten ne çıkar?" cevaben dedi ki; "Sen git dediğim gibi yap,
ben de Mushaf-i Şerifi (Kur'an-ı Kerim'i) alıp kabristana gittim. Kur'an okudum, sevabını
ruhuna hediye eyledim ve şöyle dua ettim: "Hacı Süleyman Efendi ben garibim, fakirim,
çaresizim, gerçi liyakatim ve hak ettiğim yoktur, fakat onların lütuf ve kerametleri çoktur.
Tahi (k.s.) Hazretlerine rica et bana himmet etsin." Böyle niyaz ettikten sonra döndüm
geldim, misafir olduğumuz evin sahibi dedi ki; "Tahi Hazretleri'ni davet ettim bizim evi
şereflendirecekler", ikindi namazından sonra Tahi Hazretleri eve teşrif etti. Onu karşılamak
için dışarı çıktık ki hizmetçisiyle beraber geliyor.
Bana yaklaşınca elimi omzuma koyup buyurdu ki; "Hoca bugün sen Hacı Süleyman
Efendiye benziyorsun." Elimi elime alarak, gel Hacı Süleyman Efendiye seni anlatalım.
ABDURRAHMAN-I TAHİ (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Bu zat Bitlislidir. Hanesi
Nurşin'de olup Nurşin'de keyifsizlenmiş. Biz o vakit bu köyde idik, hasta olduğu halde buraya
çıktı geldi. Şu niyetle ki eğer vefat eder isem Pirimin yanında vefat edeyim. Ve bir de, "Garip
olarak gurbette ölen şehit olarak ölmüştür" mealindeki hadisi şerifin hükmünce garip olduğu
halde ölüp şehitlik mertebesine ulaşayım, diye düşünmüştü.
Can çekişme halinde bizim Şeyh Fethullah Efendiye danışmış ki; "Açıktan kelime-i
tevhid okusam nisbetime zarar verir mi?" diye sorunca Şeyh Fethullah demiş ki; "Hayır zarar
vermez, çünkü hadis-i şerifte ölmek üzere olanlarınıza lâ ilahe illAllah sözünü telkin ediniz"
emri varid olmuştur. "Lâ ilahe illAllah işte şahit olunuz ben müminim."
"Hadis-i Şerifte buyurulmuştur ki (son sözü Iâ ilahe illAllah olan Cennete girer) sen
kelime-i tevhidi okuduktan sonra başka söz söyledin. Son sözün kelime-i tevhid olmadı."
Tekrar lâ ilahe illAllah Muhammedun Resûlüllah (s.a.v.) demiş. Şeyh Fethullah Efendi (k.s.)
demiş ki; "Hadis-i Şerifte Muhammedun Rasûlüllah belirtilmemiştir. Yine son sözün
sayılmaz." Bunun üzerine, Lâ ilahe illAllah diyerek Cenâb-ı Allah (c.c.) huzuruna varmış ve
artık başka söz söylemeksizin ruhunu teslim etmiştir.
"Köyümden uzak eyledi ruhu canını teslim, kim ki garip olarak ölürse o şehit olarak
ölmüştür."
Adı geçen Hacı Süleyman Efendi son nefeslerini vermeye yakın Tahi (k.s.) Hazretleri
yanına gelir ve Halifelerine buyurur ki; "Hacı Süleyman Efendinin ruhuna Cennet kokulan
yayılıyor. Sakın cahillerden kimse yanına bırakmayınız, zira o güzel kokulara tahammül
edemezler."
1882 yılında Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretlerinin dergâhına giren Piri Sâmî (k.s.)
Hazretleri Şeyhi Tahi (k.s.) Hazretlerine o kadar bağlanmıştır ki artık gözü hiç bir şey
görmez. Piri Sâmî (k.s.) Hazretlerini yanına çağıran Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Kimse
www.sohbetican.com
sanmasın ki, bu huzuru oturarak ve istirahat ederek bulduk. Seni bir kere kırıp yapmak
geliyor, yani bir sefere çıkmak icap ediyor.
İstersen Erzincan'a git gel istersen de, ben Hizan'da Gavs-ı Azanı (k.s.) Hazretleri"nin
ziyaretine gideceğim sen de benimle birlikte gel. Sâmî (k.s.) Hazretleri buyurdu ki "Efendim
Hizan'a gelirim Erzincan'a gitmem." Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Pekâla gel ama dersen
ki benim şeyhim oraya gider, gittiği dergâhta kendisine saygı gösterilir, k.ymet verilir öyle
düşünme, biz o kapının hizmetkârıyız. Sen orda düşündüğün gibi olmadığımızı görünce
düşün, bak ihlasına zarar gelir mi?" Sâmî (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Efendimin emirleri
üzerine düşündüm ve kendilerine Erzincan'a giderim- dedim ve Erzincan'a gelerek birkaç
gün kaldım.
www.sohbetican.com
HALİFE OLUŞU
VE ERZİNCAN'A DÖNÜŞÜ
(1882-1883)
1882 yılında mürşidi Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin yanına giden Piri Sâmî
(k.s.) Hazretleri 1883 yılında, yani bir yıl gibi kısa bir sürede halife olarak Erzincan'a dönüyor.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri Halife oluşunu ve Erzincan'a dönüşünü şöyle anlatmaktadır:
"Tahi (k.s.) Hazretleri beni halifesi kılarak Erzincan'a göndereceği vakit Hizan'da Gavs-ı
Azamın mübarek türbesine götürüp hırka-i şeriften bir uğur ve bereket saymak maksadıyla
kendi üzerinde bulunan entariyi çıkarıp orada bana giydirdi. "Erzincan'a gelmek için
emrolunduğumda yola çıkacağım gün bana birçok tavsiyeler buyurdu. Kendisiyle
vedalaştıktan sonra dışarıya çıkıp halifelerinden Hacı Yusuf Efendi'ye rica ettim ki; "Şu
benim mendilimi al Tahi (k.s.) Hazretleri'nin cebine koy onun kendi mendilini de bana getir.
Hacı Yusuf Efendi mübarek mendilini bana getirdi." Mübarek mendilini boynuma bağladım,
tam kırgınlık ve düşkünlük içerisinde tekrar zâtının yanına vardım. Elini öptüm ve dedim ki;
"Efendim her ne kadar ayrılıp gidiyorsam da bu kapının boynu sırmalı Kelpi'yim." Tahi (k.s.)
Hazretleri buyurdu ki; "Bakın hoca ne diyor? Her ne kadar görünüşte ayrılıp gidiyorsam da
manen gönlüm buraya bağlıdır."
Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin dergâhında kırk yedi tane icazetli hoca vardır.
Birçoğu yıllardır dergâhta hizmet etmesine rağmen icazet alamamıştır. Piri Sâmî (k.s.)
Hazretleri'nin bir yıl gibi kısa bir sürede icazet alarak Erzincan'a görevlendirilmesi dergâhta
bulunan hocaları ve müridleri rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlığın farkına varan Tahi (k.s.)
Hazretleri orda bulunanlara buyurur ki; "Efendiler hocanın icazetini daha önceleri verecektik.
Ancak sizlerin böyle rahatsız olacağınızı tahmin ettiğim için bu zamana kadar uzattım.
Erzincanlı hoca buraya geldiğinde sobası temizlenmiş, kuru odunla doldurulmuş, önünde de
tutuşturucu yerleştirilmiş duruyordu, ben sadece kibrit çaktım."
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin halife olması dergâhta rahatsızlık meydana getirmiştir.
Dergâhta bulunan hocalar, "Efendim biz yıllardır buradayız, bizden birine verilseydi, daha iyi
olmaz mıydı?" diyorlar. İtirazda bulunan müridlere Tahi (k.s.) Hazretleri buyuruyor ki;
"Erzincanlı hocayla birlikte kabristanda falan zâtın türbesine gidiniz. Ne zuhur ederse gelip
burada nakil ediniz, itiraz eden hocalar söz konusu türbeye Piri Sâmî (k.s.) Hazretleriyle
birlikte gidiyor ve türbenin bulunduğu yerde meydana gelen hadiseyi Tahi (k.s.) Hazretlerine
şöyle anlatıyorlar:
Efendim Erzincanlı hocayla emredilen türbeye gittik ve o zâta teveccüh edince gördük
ki bir ulu divan kurulmuş
Resulullah Efendimiz yanında Hulefa-i Raşidin ve Sahabe efendilerimiz ile Şahı
Nakşibend ve diğer Pirlerimiz oturmuşlar.
Erzincanlı hocayı huzura getirdiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in emir buyurması
üzerine hocanın başına bir sarık sarılıp beline bir kuşak kuşatıldı ve eline bir asa verilerek dua
buyrulup fatiha okundu. Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Oğlum, Peygamberimiz (s.a.v.)
Efendimizin emrine muhaliflik olur mu? Hocanın halifeliğini kimlerin emrettiğini gördünüz.
Bizim elimizde olsa halifeliği evlâtlarıma veririm.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri Erzincan'a geleceği vakit Tahi (k.s.) Hazretleri tarafından yanına
Cuma adında bir mürid görevlendiriliyor. Cuma, Erzincan'da Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin
halifeliğini duyurmak ve zâtını insanlara anlatmakla mükelleftir.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri geldiği ilk gün önceden imamlık yaptığı Karakaya Beldesi'nde
kalmıştır. Daha sonra Erzincan'a dönen Sâmî (k.s.) Hazretlerinin yanında gelen Cuma adlı
www.sohbetican.com
müridden kendisinden övgüyle bahsetmesinden dolayı rahatsız olmuş ve bu övgülere lâyık
olmadığını, rahatsızlığını Tahi (k.s.) Hazretlerine bildirmiştir. Cevaben bir mektup yazan Tahi
(k.s.) Hazretleri mektubunda buyuruyor ki; "Şüphesiz Cuma, Erzincan'da nisbeti ilan etmeye
sebep olmuş, yani tarikata bağlılığını ve başkalarının da bağlanması gerektiğini
duyurmuştur."
1883 yılında Erzincan'a dönen Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri doğum yeri olan Selüke
(Yeşilçay) Köyü'ne yerleşmiştir. Altı ay süreyle bu köyde ikamet etmiş ve tekke açmamıştır.
Ancak birçok insan gelerek kendisine mürid olmuştur. O dönemde Erzincan'ın nüfusu elli üç
bin dokuz yüz kırk yedidir ve birçok dergâh ve medrese mevcuttur. Bundan dolay da bazı
endişeleri vardır. Tahi (k.s.) Hazretlerine aşağıdaki mektubu yazar:
"Efendim beni Erzincan'a gönderdiniz, halbuki ben bîçareyim, fakirim, yalnızım,
kimsesizim, Erzincan'da büyük âlimler var. Şeyhler de bulunuyor, her ne kadar nisbetleri
yoksa da şöhretleri vardır. Burada nisbet neşri, (yani size bağlanmayı yayabileceğim) aklım
kesmiyor."
Mektuba cevaben Tahi (k.s.) Hazretleri şöyle buyuruyor; "Kişi yâr yolunda ceset olmalı,
cansız olmalıdır. Yani Allah (c.c.) yolunda cesur ve yürekli olmalıdır, sen kimsesizim yalnızım
diyorsun. Keşke yalnız olsan, yalnızlık pek hoştur. Yüce Allah (c.c.) yalnızları sever. Allah
(c.c.) yalnızlarla beraberdir."
www.sohbetican.com
Abdurrahman-ı Tahi Hazretlerinin Halifeleri
1. Şeyh Muhammed Sâmî (Erzincan)
2. Şeyh İbrahim Çokresi
3. Şeyh Mustafa (Bitlis)
4. Şeyh Süleyman
5. Şeyh Yusuf (Bitlis)
6. Şeyh Fethullah (Verkanis)
7. Şeyh Abdülhadi Çarçahi
8. Şeyh İbrahim (Bulanık)
9. Seyyid Tahir Abri
10. Molla Ahmet Taşkesenli (Erzurum)
11. Molla Abdullah (Hizan)
12. Şeyh Abdullah (Nurşin)
13. Şeyh Reşit (Nurşin)
14. Seyyid İbrahim (Siirt) Zukayd
15. Seyd Abdulkahhar (Siirt)
16. Şeyh Abdulhakim (Siirt)
17. Şeyh Abdulkadir Melekand (Hezan)
18. Haceli Yusuf (Hınıs)
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin Mürşidi Şeyh Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin hayatını ve fikirlerini
anlatan emekli Albay Mehmet ILDIRAR tarafından kaleme alınan İŞARETLER adlı kitapta Tahi (k.s.)
Hazretleri'nin birinci halifesi olarak Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri gösterilmiştir. (Ümran Yayınları, s. 18).
www.sohbetican.com
KIRTILOĞLU DERGÂHI (1884)
(PİRİ SÂMÎ HAZRETLERİ)
Tahi (k.s.) Hazretleri'nden icazet alan Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri Erzincan'da, dergâhını
kurma kararı alır ve konuyu dedesine açar. Dedesi; "Allah yoluna tüm malım feda olsun sen
insanlara hizmet etmek istiyorsun, arazimden bir bölümünü satarak senin dergâhı yapmana
yardımcı olacağım" der ve bir bölüm arazisini satarak Piri Sâmî (k.s.) Hazretlerine parasını
verir. Bu parayla eski Erzincan (1939 depreminden önceki Erzincan'ın yerleşim yeri) da bir
arazi satın alarak dergâhını kurar.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin sohbetlerine akın akın insanlar gelir. Ancak Piri Sâmî
(k.s.) Hazretlerinin ilminden ve ününden rahatsız olan bazı guruplar; "'O şeyhin dergâhına
gitmeyiniz, gidenler deliriyor" gibi lâflar üretirler.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin ününü Erzincan ve civarında duymayan kalmamıştır.
Mürşidi Tahi (k.s.) Hazretleri'ne yazdığı bir mektupta "Bir ayda on beş köy tarikatımıza
girmiştir. Haftada on beş kişi tarikatımıza girmektedir." Mektuptan da anlaşılacağı üzere Piri
Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin büyük bir kalabalık müridi vardır. Erzincan'daki hocalardan bazıları
Sâmî (k.s.) Hazretleri'nden rahatsızlığı hat safhaya ulaşmış ve dördüncü kolordu komutanı
Müşir Zeki Paşaya giderek "Efendim Şeyh Sâmî (k.s.) Efendi geldi geleli halkımızın huzuru
kaçtı, ne hikmetse o dergâha gidenlere bir haller oluyor. Sizden ricamız Padişahımız
Abdülhamit Hana bu durumu iletseniz."
Hocaların şikâyetini Padişaha yazmaya niyetlenen Müşir Paşa gördüğü bir rüya üzerine
niyetinden vazgeçer. Konuyla ilgili şu menkıbe anlatılmaktadır:
"Müşir Paşa şikâyetin olduğu gece rüyasında Piri Sâmî (k.s.) Hazretlerini kendisiyle
konuşurken görür. Gece saat 3'te uyanarak yaverini çağırır ve arabasının hazırlanmasını
emreder. Arabaya binerek Kırtıloğlu dergâhına Sâmî (k.s.) Hazretlerinin yanına gider,
dergâhın kapısına vardığında Piri Sâmî (k.s.) Hazretlerinin beklediğini görür ve şaşırır. Sâmî
(k.s.) Hazretleri; "Hayırdır Paşam, gecenin bu saatinde nereye böyle?" der. Bunun üzerine
Paşa "Bitmiyordun da gecenin bu saatinde kapıda ne beklersin?" der. Bu olaydan sonra
paşanın Şeyh Efendiye karşı muhabbeti artar ve dergâha sıkça gidip gelir.
Bir gün Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri paşaya buyurdu ki; "Dergâha her zaman gidip gelmek
olmaz. Alemin nizamı bozulur, sen az git gel gönlün burada olsun yeter." Piri Sâmî (k.s.)
Hazretleri'nin bu ince teşhisi, paşanın devletin işlerini aksatabileceği endişesinden
kaynaklanmıştır.
Dergâhın kurulduğu yerde zaman içerisinde Mecidiyeke adında bir mahalle meydana
gelir. Dergâhın bulunduğu yerde dergâha ait iki ev ve bir cami zaman içerisinde inşa
edilmiştir (söz konusu yerler 1939 yılındaki Erzincan depreminde yıkılmıştır).
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri, Mürşidi Tahi (k.s.) Hazretleri'yle birlikte mürşidinin çiftliği
olan Tefık Köyü'ne gider ve; "Efendim bu köy nasıldır?" diye sorar. Tahi (k.s.) Hazretleri
buyurur ki; "Efendimin köyüdür çok iyi bir köydür, suları var, çayırları var, âşıkları var. Hoca
sen yarın Erzincan'a gittiğinde; izzetler, ikramlar görürsün ve benimle beraber gezdiğin
günleri hatırlar, zevk o zevk idi, sefa o sefa idi, hizmet o hizmet idi" dersin.
Tahi (k.s.) Hazretleri'nin buyurduğu gibi Sâmî (k.s.) Hazretleri Erzincan'da büyük ilgi ve
hürmet görüyordu. Ancak bazı gruplar bu ilgi ve hürmeti çekemiyorlardı.
Bir gün Erzincan'da bulunan Erzincanlı hocalardan Baki Haba,( ' Sâmî (k.s.)
Hazretleri'nin dergâhına gider ve şöyle der:
www.sohbetican.com
"Sâmî Efendi elini önüme getir de göreceğini göresin. Ihınun üzerine mübarek şöyle
karşılık verir. "Ben bu memlekete kavga etmeye gelmedim, siz büyük adamsınız, sizinle
imtihan olmaya ne haddim var."
Erzincan'da bulunan Hacı Fehmi (k.s.) Hazretleri'nin dergâhına giden bir grup Piri Sâmî
Hazretleri'ni kötülemek maksadıyla; "Efendim Kırtıloğlu Dergâhına gidenler gerek teveccüh
de, hatm-i Hace esnasında ayılıp bayılıyorlar." Hacı Fehmi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Şeyh
Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin bu zatlar üzerinde mutlaka bir tasarrufu var. Kendisi
şimdi muhibdir. Allah (c.c.) âşıklarındandır, onun şevk ve aşk ateşi müridlerine yansımakta
olup tahammül ( (*)Haki Baba Erzincan'da o dönemde görev yapan bir cami imamıdır.)
edemeyenler de bağırıp çağırıyorlar, ne vakit HABİB olursa (kendisi sevgili makamına
erişirse) müridlerinde o hâl kalmaz.
Bir gün bir zat Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin müridleriyle karşılaşarak; "Ben sizin şeyhinize
inanmıyorum. Eğer himmeti varsa beni bu inkarcılıktan vazgeçirsin, kendisine cezbetsin
(çeksin). Söz konusu zâtın konuşmasını müridleri Sâmî (k.s.) Hazretlerine iletirler.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Gidiniz o zâta söyleyiniz ki, bizde
himmet yoktur, bizi buraya yüksek himmetli bir pir göndermiştir, himmet onun himmetidir
ki pek yücedir. Himmetini bizim vasıtamızla buralara taşımıştır. O himmetten (ruhanî,
manevî imdad) hissedar olmayan yoktur. Ama ne var ki, herkes bir türlü hisse kapar o adam
da o himmetten kabiliyetine göre münkirlik (inkarcılık) kapmış, vücut (varlık) perdesinde
kalanların hissesine münkirlik isabet edip kemiklerine işlemiştir. Çıkması çok zordur. Bir
adam şeyhinden himmet isterse, benim marifetim benim muhabbetim var, ben böyleyim
ben şöyleyim. derse o adam Allah (c.c.) bilmiyor demektir."
MÜRŞİDİNİN YANINDAKİ DURUMU
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri mürşidi Tahi (k.s.) Hazretlerini tanıdıktan sonra adeta
dünyaya sırt dönmüştür, makamını mevkiini terk etmiş, rahatı huzuru bırakmıştır.
Soğuk kış günlerinde bile bir kilim arasında yatardı. Dersini sürekli olarak çalışır, boş
vakitlerinde dergâhı temizler, ahırda hayvanların bakımlarıyla ilgilenirdi.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; 'Şeyhim ile birlikte yolda yürürken,
O'ndan iki adım geride giderdim, elimi kürkünün üzerinde dolaştırırdım."
Piri Sâmî (k.s.) Hz.leri boş durmayı hiç sevmez, devamlı şeyhinin hizmetine koşardı. Şeyhinin
sohbetlerinde bir köşede oturarak sessizce ağlardı.
www.sohbetican.com
HAC ZİYARETİ
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri iki defa Hacca gitmiştir. İkinci Haccında 1907 yılında doksan
müridiyle kara yoluyla Trabzon'a, oradan da deniz yoluyla İstanbul'a hareket etmişlerdi.
İstanbul'da Sâmî (k.s.) Hazretlerini kalabalık bir vatandaş topluluğu ve padişahın
görevlendirdiği bir ekip karşılamıştır. Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri iki gün sarayda Abdülhamit'in
misafiri olarak kalmış, padişah tarafından kendisine İstanbul'a yerleşmesi teklifinde
bulunulmuştur. Yine padişah tarafından "Dergâhınıza aidat bağlatalım" teklifine Piri Sâmî
(k.s.) Hazretleri "Allah (c.c.) devletimize zeval vermesin, dünyalığımız ziyadesiyle vardır"
cevabını verir. Padişahın hediyelerinden kabul ettiği 60 lira tutarındaki parayı da
Erzincan'daki fakirlere dağıtır.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin halifelerinden; Hahlı Şeyh Abdurrahman (k.s.) Efendi
sohbetinde buyuruyor ki; "İstanbul'a vardığımızda gemiyi padişahın adamları karşıladı, Piri
Sâmî (k.s.) Hazretleri'ni saraya götürdüler. Orada Abdülhamit Han büyük bir ilgi gösterdi.
Hacılara dağıtılmak üzere çeşitli hediyeler verdi."
Hahlı Şeyh Abdurrahman (k.s.) Efendi sohbetine şöyle devam ediyor; "Hicaz'a gittik,
gideceğimiz yere iki yol vardı. Bu yolun biri çok uzak, diğeri ise yakındı.
Fakat yakın olan yolda eşkıya olduğu ve yol kestikleri söyleniyordu endişeli idik.
"Hacılar arasında tartışma çıktı "Diğer yoldan gidelim. Selâmetli gidelim" deniliyordu.
Bunun üzerine Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri; "Ben, oğlum Nurettin, kayınbiraderim
Abdurrahman (Hahlı Şeyh Abdurrahman Efendi) ile kısa yoldan gideceğim" dedi.
Tüm hacılar ona eşlik ederek kısa yoldan gitmeye karar verdiler. Yolda hiçbir hadise ile
karşılaşmadan varacağımız yere geldik Hacdan dönerken Hacı Salih rahatsızlandı.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri buyuruyor ki; "Hacı Salih sen hastasın gelme. İstirahat et,
iyileşince gelirsin." Bunun üzerine Hacı Salih; "Ben iyiyim, sizinle gelmek, memleketime
dönmek istiyorum" der. Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri aynı sözünü müteakip; aralıklarla üç kez
tekrar eder.
Üçüncüde de aynı cevabı alır. Ve bu şekilde yola devam ederler. İkinci konaklama
yerinden sonra Hacı Salih Hak Rahmetine kavuşur ve toprağa verilir.
Diğer hasta olan Hacı Halil'e Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri "Sen ne diyorsun? Gelebilecek
misin?" der. Hacı Halit; "Efendi eğer ölürsem buradan daha iyi yer mi var? Yok, eğer
iyileşirsen kadın değilim çıkar gelirim" der.
Ve Hacı Halit orada kalır, Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri, Hacı Halit'in cevabından çok
memnun kalır. Hacı kafilesi Erzincan'a döner ve aradan bir ay geçtikten sonra Hacı Halit'in
vefat ettiği, orada toprağa verildiği haberi gelir.
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri Hac ziyaretinden önce Mekke Emiri tarafından karşılanmış
kendisine Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin kendilerinde
mevcut bulunan Sakal-ı Şerifinden bir parçası hediye edilmiştir. Sakalı Şerif, Sâmî (k.s.)
Hazretleri'nin torunlarından Tuncer Kırtıloğlu tarafından muhafaza edilmekte, her yıl
Ramazan ayında ilimizdeki camilerde ziyaret edilmektedir.
www.sohbetican.com
NURŞİN'E (GÜROYMAK) ZİYARET (1885)
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri 1885 yılında mürşidi Tahi Hazretlerini Nurşin (Güroymak) on
beş kişilik bir kafile ile ziyarete gider. Kafile hareket etmeden önce, Erzincan'da bulunan
hocalar Tahi (k.s.) Hazretlerine, Sâmî (k.s.) Hazretlerini öven bir mektup gönderirler.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Tahi Hazretlerinin ziyaretine gittiğimiz
gün, efendim Erzincan'dan gönderilen mektubu verdi, mektupta şahsımla ilgili övgü vardı.
Bir de beyit yazılmıştı. Beytin sonu "Şeyh Sâmî" (k.s.) diye bitiyordu. Ben mektubu okurken
efendimin kâtibi Molla Mustafa'ya "Bu Mektubu yazan Erzincanlı hocalara cevap yaz"
dedim. Tahi (k.s.) Hazretleri'nin Erzincan halkına hitaben göndermiş olduğu mektup,
mektuplar bölümündedir. Sâmî (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Gönderilen mektuba ve
methiyeye çok canım sıkıldı ve yırttım attım. Molla Mustafa sordu ki "Mektubu ve methiyeyi
ne yaptın?" "Yırttım" dedim. "Niçin yırttın?" dedim ki; "Ben kimim ki büyük Pir Hazretleri'nin
mübarek dergâhında adım anılsın." "Molla Mustafa Tahi (k.s.) Hazretlerine mektubu
yırttığımdan bahsetmiş. Efendim beni yanına çağırdı ve dedi ki; "O methiyeyi ve mektubu
nasıl yırttın?" Dedim ki; "Efendim bu kapıda ben kimim ki, adım anılsın? Edebimden dolayı
utanarak yırttım attım."
Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Nasıl yırttın ondan muhabbet kokuları geliyordu. Bu
şeyhliği babanın evinden almadın, niçin bilmezsin ki övgü (metih) nakışları nakış sahibine
döner."
HAZRETLERİNİN PİRİ SÂMÎ (k.s.) HALİFELERİ
1. Şeyh Beşir Efendi (k.s.)
2. Şeyh Abdurrahman Acar (k.s.)
3. Şeyh Hacı Ali Efendi (k.s.)
4. Şeyh Hacı Hasan Efendi (k.s.)
5. Şeyh Hacı Hoca Mehmet Efendi (k.s.)
(*) Şeyh Beşir Efendi (k.s.) Hazretleri Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin halkasını devam ettirmiş olup bu
halka devam etmektedir. Şeyh Abdurrahman Acar (k.s.) Hazretlerinden sonra Halifesi Şeyh Abdurrahman
güven devam ettirmiş olup, 1993 yılında vefat etmiş, yerine halife bırakmamıştır.
www.sohbetican.com
PİRİ SÂMÎ (K.S.) HAZRETLERİ
MÜRŞİDİ ABDURRAHMAN-I TAGİ (TAHİ) (K.S.)
HAZRETLERİNİ ANLATIYOR
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin mürşidi ilim hocası Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri
1247 tarihinde Şirvan köyünde dünyaya teşrif buyurmuşlardır. Küçük yaşında Kur'an
okumaya başlayan Tahi (k.s.) Hazretleri 1886 yılında Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Dergâhında büyük İslâm âlimlerinin yetiştiği Tahi (k.s.) Hazretleri günümüzde bile
düşüncelerini, (İkillerini yetiştirdiği gönül adamlarıyla aktarmaya devam çimektedir. Piri
Sâmî (k.s.) Hazretleri sohbetlerinde şeyhi, Tahi (k.s.) Hazretleri'nden sıkça bahsetmektedir.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri
Hınıs'ta büyük bir nehir üzerine köprü yaptırıyordu. Benim tarikata can-u gönülden
((irdiğimin başlangıcında ziyaretine gelen müridler ellerinde birer deste taze çiçeği getirip
takdim ediyorlardı. Çiçekleri aldıkça onları kuşağına sokardı. Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu
ki; "Ahmak çiçeği başında, dilber çiçeği elinde, âşık çiçeği kuşağında taşır. Biz de âşıklık
yolunda bulunuyoruz. Onun için çiçeği kuşağıma soktum."
Tahi (k.s.) Hazretlerinin müridlerinden Sofi Halit adında biri nehrin kenarında cezbe ve
muhabbete gelerek demiş ki:"Efendim o kadar büyüksünüz ki eğer dilerseniz şu iki dağı
birbirine kavuşturursunuz." Tahi (k.s.) Hazretleri tebessümle buyurmuş ki; "Sen benim öyle
bir kerametimi gördün mü?"
"Efendim görmedim, görmüş gibi inandım." Mürid böyle deyince Tahi (k.s.) Hazretleri
orda bulunanlardan birine işaretle adamı nehre atmasını bildirmiş. O da emir gereğince
müridi nehre atmış. O coşkun nehir içinde dala çıka bir müddet gitmiş, sonra da selametle
karaya çıkmış. Müridlere doğru koşarak gördüm, inandım, demiş. Orda bulunanlar "Neyi
gördün, inandın?" diye sormuşlar demiş ki; "Tahi (k.s.) Hazretleri elimden tuttuğundan
çıkardı, boğulmadım."
PİRİ SÂMÎ HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gün Abdurrahman-ı Tahi (k.s.)
Hazretlerimin sohbet meclisinde zâtına bir şeker hediye ettiler. Tahi (k.s.) Hazretleri
buyurdu ki; "Hazır olanlara bölüştürün." Şekeri bir taş ile kırıp bölüştürdüler. Kendisi de o
taşın üzerine yapışmış olan şekerin tozundan bir parça alarak yedikten sonra buyurdu ki;
"Hey hey şekerin de tadı kalmamış, toprak gibi tatsız." Orda bulunanlardan ve sözün
maksadını anlayan birisi dedi ki; "Evet efendim evvelki şekerlerin tadı şimdiki şekerlerde
yoktur." Mübarek zatın sözüne gülümsedi.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gün yine Tahi (k.s.) Hazretleri?nin
dergâhında mübarek sohbetlerini dinliyorduk. Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Gelin gelin
dünyaya tövbe edin gaddardır, çok hilakârdır dünya, leştir dünya ondan sakının ki
muhabbetullah sermayesini elinden alır. Muhabbetullah (Allah aşkı, sevgisi) fiiliden gidenler
müflis kalır."
"Halifelerinden biri kalkıp mübarek eline yapıştı ve dedi ki; "Efendim dünyayı nasıl terk
edeyim emret, şimdi terk edeyim." Bunun üzerine Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Vay vııy
cebi olan ve cebinde kesesi olup içinde para bulunanların dünyayı terk etmesi nasıl olur?
Dünyayı terk eden benim gibi olur. Senelerdir bu kadar şey gelir gider benim hiçbirinden
haberim olmaz. Dünyayı terk etmek, dünyanın bir oyalama, oyun, insanlar arası gururlanma
ve çoğalma olduğunu bilerek inanmak ve çocuk oyuncağı gibi olup kalbin ilgisi ve muhabbeti
taşıyacak bir şey olmadığına inanç getirmekle, ona göre tavır almaktır."
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gün Tahi (k.s.) Hazretleri'ne bir entari
hediye ettiler, üzerine giydi, cebinde bir şişe gül yağı varmış, nasıl olmuşsa şişe kırılmış,
www.sohbetican.com
içindeki o yağ entariye sirayet etmiş. Kimse farkında değil. Yanında bulunan müridleri
dediler ki; "Efendim sizden ne güzel kokular geliyor. Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Hangi
koku? Şu benim entarimin cebine yağ dökülmüş, ama ben hiç kokusunu alamıyorum."
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gün Bitlis vilâyeti hakimi Tahi (k.s.)
Hazretlerinin ziyaretine geldi, dedi ki; "Şeyh Efendi ben ilmimle hükmettim ki Yüce Allah
(c.c.) seni seviyor Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki;
"Ben de senin hükmünü elimde delil olarak tutmak isterim. Yarın kıyamet gününde
beni kendisini sevenler, topluluğu içinde hasretmezse, dava eder ve derim ki; "Ya Rab! Bitlis
hakimi benim seni sevdiğime hükmetti, beni muhibler (zatını sevenler) topluluğu içinde
hasret."
Bitlis hakimi şöyle dedi; "Ben de Allah (c.c.)'ın Yüce Habibi'nin, yani Hazreti
Muhammed (s.a.v.) efendimizin şu mübarek sözlerini kendime delil kılarım: Allah (c.c.)
buyurmuş ki; "Cenâb-ı Hak bir kulunu severse Cebrail (a.s.) ki; "O da o kul için meleklere
"onu sevin" der, bütün melekler o kulu severler. O sevgi dünya işlerini yönetmek için dünya
semasına inen meleklerden insanlara aksetmekle, insanlar da kulu severler."
PİRİ SAMİ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Sohbette müridlerden biri Tahi (k.s.)
Hazretleri'ne sordular; "Efendim ilâhî feyizler ki büyük kutba gelip ondan bölüştürülür. Bu
bölüştürmeden herkes hissedar olur mu?" Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Ondan yalnız iki
grup mahrumdur:
Biri, dünyaya bağlılık, yani Allah (c.c.)'tan gayrisine muhabbet suretleriyle gönlü dolu
olanlardır, biri de en başta kendi canı, egosu ve muhabbet ve irfanların sevgisinin suretleriyle
(görüntüleriyle) gönlü dolu olanlardır. Zira şeriatta suret (resim-fotoğraf) bulunan eve
meleklerin girmeyeceği açıklanmıştır. Allah (c.c.)'tan gayri şeylere muhabbet görüntüleriyle
dolmuş olan gönül hanesi dahi, ilâhî feyizlerin girmesinden mahrumdur. "Lâyık mı ki
Kabe'ye puthane desinler."
Tahi (k.s.) Hazretleri bir gün halifelerine sordu ki; "Menim hakkımda ne
düşünürsünüz?" Halifelerden biri "KUTB-UL AKTAB (kutupların kutbu) deriz. Tahi (k.s.)
Hazretleri buyurdu ki; "Kutb olmam ihtimaldendir. Ama KUTB-UL AKTAB olduğumu
kendim biliyorum, olur ki, Cenâb-ı Hak Kutbul AKTAB'dan gelen feyizleri ve nurları benim
vasıtamla sizlere ihsan eder ve böylece sizleri feyizlendirir."
Bir sohbetlerinde Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Bu yüce tarikatta bizim hizmetimiz
üç şey üzerinedir. Biri vefa, biri Hazreti Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) şeriatı ile amel
etmek ve biri de kalbi Allah (c.c.) Teâlâ'dan başkasını sevmekten korumaktır."
www.sohbetican.com
VEFATI (1912)
Erzincan Piri Sami (K.S.) Hazretleri’nin ilminden düşüncelerinden sohbetlerinden
büyük faydalar elde etti.
Ömrünü Rabbi’nin emrinde ve taatinde geçiren Sami Hazretleri binlerce talebe
yetiştirdi. Sohbetleriyle Erzincan nurlandı. Bu dünya kimseye baki olmadığı gibi Sami
Hazretleri’ne de baki değildi. Vuslat güneşi ancak ötelerde o da vuslat diyarına gitmek üzere
buralardan sefer etti.
Hasta yatağında “ Yanıma Ali Efendi gelsin” buyurdu. Hanzarlı Ali Efendi Sami
Hazretleri’nin yanına geldi. Ağlayarak; “Efendim beni emretmişsiniz” dedi. Sami Hazretleri
yatağından doğrularak buyurdu ki; “Vaktimiz tamamdır, beni çağırıyorlar, cenazemi sen
yıka.”
1912 yılında Sami Hazretleri ötelere kanat çırptı ve vasiyeti üzerine cenazesini Ali Hoca
yıkadı. Namazı dergahının bahçesinde bulunan KIRTILOĞLU CAMİinde 30 bin cemaatle
birlikte kılındı. Gökyüzündeki binlerce kuş yere indi. Sami Hazretleri toprağa verilinceye
kadar öylece kaldılar.
Sami Hazretleri’nin kabri şerifi dergâhının bulunduğu yerdedir. Vefatından bir yıl sonra
ihvanları tarafından üç pencereli ahşaptan türbe yapılmıştır. Kırtıloğlu dergahı ve camii 1939
yılında meydana gelen depreme kadar kalmıştır. Dergahta sohbet edilmemiş, ancak camii
halkın ibadetine açılmıştır.
Sami Hazretleri’nin vefatından sonra Dergahın bahçesinde bulunan evde Sami
Hazretleri’nin büyük oğlu Nurettin Efendi 1939 yılına kadar oturmuştur. 1939 yılında
meydana gelen depremde tüm Erzincan yerle bir olduğu gibi KIRTILOĞLU dergahı, cami ve
Sami’nin Türbesi yıkılmıştır. Nurettin Efendi ve eşi depremde ölmüştür. Sami Halifelerinden
Şeyh Abdurrahman Efendi tarafından Nurettin Efendi ve hanımı Sami Hazretleri’nin kabrinin
yanında toprağa verilmiştir.
Dergahta bulunan üç bin kitaplık büyük kütüphanesi de depremde yok olmuştur.
1930’lu yıllarda Sami Hazretleri’nin dergahı ve kabri şerifi dönemin valisi tarafından
park yapılmak istenmiş. Ancak Sami Hazretleri’nin torunları valinin huzuruna çıkarak;
“Efendim, burada bizim dedemizin kabri vardır ve bu arazi dedeme aittir. Lütfen
niyetinizden vaz geçiniz.” Vali “Hayır kararımız kesindir. Orası park olacak” der. Bunun
üzerine torunlar üzüntü ile valinin yanından ayrılıyor ve dayılarının yanına giderek ne
yapabileceklerini soruyorlar. Cevap olarak da; “Siz rahat olun o mübarek kendini
çiğnetmez.” Bu hadiseden bir hafta sonra Erzincan Valisi değişiyor. Hazretin torunları yeni
valinin huzuruna çıkarak dedelerinin yerinin durumunu izah ediyorlar. Yeni vali cevaben; “Siz
üzülmeyiniz orayı park yapmayacağım, orası kabristan olsun” der.
Piri Sami Hazretleri’nin şu anki kabri, oğlu rahmetli Selahattin Kırtıloğlu tarafından
yaptırılmış olup, Erzincan Belediyesi tarafından kabristanın bulunduğu alana bir şadırvan ve
Sami Hazretleri’nin türbesi yapılmaktadır.
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
TÜFEKÇİZADE SALİHBABA
Piri Sami Hazretlerinden feyz alarak, kemale eren Salih Baba 1846 yılında Erzincan’da
doğmuştur. Babasını adı Mustafa, annesinin adı Atike hanımdır. Salih Baba’nın
Abdurrahman adında bir kardeşi vardır. İki defa evlenen Salih Baba ilk enliliğinde iki çocuğu
olmuştur. Büyük oğlu Osman, sağır ve dilsizdir. Babasının vefatından sonra fazla
yaşamamıştır. İkinci oğlu Fehmi İstanbul’a yerleşmiştir. Babasının vefatından sonra
İstanbul’a kardeşi Fehmi Efendi’nin yanına gitmiştir. Tespit edilemeyen bir tarihde de
denizde boğularak ölmüştür.
Dursun’un evliliğinden olan kızı Sıdıka Erzincan’ın Ulalar Köyünde Ali Polat isminde bir
şahısla evlenmiştir. Bu evlilikten kaç çocuğu olduğu bilinmemektedir. 1939 yılında
Erzincan’da meydana gelen büyük depremde çocuklarıyla beraber enkaz altında kalarak
ölmüşlerdir.
Bir tüfekçi ustası olan Salih Baba doğuştan bir kolu çolak bir ayağı kısadır. 1906 yılında
vefat eden Salih Baba’nın mezarı Pir Sami Hazretlerinin kabrinin bulunduğu Ak
mezarlıktadır.
Ümmiyyem bir zerre denlu ilme yoktur takatim
Gah olur ilme pibayan olurum kime ne
Salih Baba kendisinin okuma yazması olmadığından bahseder ancak beyitleri kendisi
söylemiştir.
Söyleyen Salih’dür amma söyleten Sami’dürür
Bulmak istersen birader böyle bir Sultan ara
Salih Baba tüm beyitlerinde Şeyh Muhammed Piri Sami Hazretlerinden
bahsetmektedir.
Hatta divanın tümünde, Piri Sami Hazretlerinin ismi zikredilmektedir.divanın
oluşmasının kaynağı açık ve nettir. Divanın oluşması ile ilgili olarak bir gün Kırtıloğlu
Dergahında Piri Sami Hazretleri sohbet buyururken müridlerden biri; ”Bizim kolda da Yunus
Emre, Niyazi Mısri ve Kuddusi Baba gibi tasavvuf şairleri olsaydı da bizde onmların
beyitlerini okusaydık” deyince Piri Sami Hazretleri buyuruyor ki; “Bu bir himmet işidir, şiiri
bizim Salih de söyler” diyerek eliyle arka tarafa sinmiş olan Salih’e işaret edince Salih Baba o
anda varidat ile dolarak irticalen şiir söylemeye başlamış ve yine o anda fenaya
kavuşmuştur. Piri Sami Hazretleri kendisine “yeter Salih” deyinceye kadar şiir söylemeye
devam eden Salih Baba, bu emirden sonra kesmiştir.
Rabıta-i Nakşi Hayal isimli Salih Baba divanı bu feyizli anıların mahsulüdür.
Yine anlatılanlara göre Salih Baba, 40 gün hiç durmadan beyit okumuştur ve okumaya
başladığı vakit Piri Sami Hazretleri (k.s.) “Salih bir söylediğini bir daha söylemez, yazın”
buyurmuştur.
Salih Baba Divanı, rahmetli Fehmi Kuyumcu tarafından Türkçeye çevrilerek
neşredilmiştir. Salih Baba’ya ait başka divanın da olduğundan bahsedilir. Ancak Türkiye’de
ki el yazma eserlerin bulunduğu tüm kütüphaneleri aramama rağmen Salih Baba adına
kayıtlı bir eser bulamadım.
Salih Baba, birçok dergaha gittiğinden bahsetmektedir. Birçok dergaha gitmesine
rağmen aradığını Kırtıloğlu dergahında bulduğunu şiirlerinde anlatmaktadır.
Salih’em ben bu esrara eremedim
Bağ-ı vahdet gülleri deremedim
Çok meşayık devir ettim göremedim
Piri Sami gibi bir sahib-i irşadı
www.sohbetican.com
Salih Baba’nın şiire başladığı tarih kesin olmamakla birlikte Divanın başında bulunan
1317-1319 (1899-1901) yazıldığı tarih ve divanın bittiği tarih olabilir. Bir mısrada:
Müddet-i ömrün erişti çare ne? Denilmektedir.
Yukarıda ki mısrada geçen can kelimesi ebcet hesabına göre Salih Baba şiir okumaya
başladığı zaman yaşı 54’tür.
Salih Baba’nın şiir okumaya başladığı zaman dergahta bulunan müridanlardan Adnan
Efendi tarafından kaleme alınmış olup divan günümüze kadar gelmiştir. 3
Dede Paşa Hazretleri; “Salih Baba divanı tarikat adabı, müridlik halleri ile mürşidlerin
emsalini, Fuzuli Hazretlerinin divanında muhabbet ve aşk alemini, Kuddisi Baba divanı ise
tasavvufun başından sonuna kadar olan tamamının ahvalini en güzel ve mükemmel tarzda
nazm eden divanlardır” buyurmuştur.
Evvela bir Pir’e teslim olmayan derviş midir
Eşiğinde baş koyup can vermeyen derviş midir
Salih Baba
Gazeli mısra-ı dervişcesine
Yazdı divanı dervişcesine
Okuyan Rabıta-i Nakşi Hayali
Dolar tasavvufun ak bahçesine 4
(3) Muştu Dergisi 1977 sayfa 19 Orhan AKTEPE
(4) Rıfkı YILMAZ
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
Ey erenler arslanı geldin imdada sâkî
Doldurdun Erzincan'ı nûr u ziyada sâkî
Nisbet-i Pîr-i Tâgî sende kurmuş otağı
Sînen cevahir dağı dağıtma yâde sâkî
"Allah'u nurun" nuru sende kılmış zuhuru
Cismin tecellî Turu gönlün me'vâde sâkî
Dîdâra karşı canın aynıdır hem îmânın
Solmaz gonca dehânın gül-i şinâde sâkî
Ey andelîb-i Huda sohbetin ruha gıda
Sendedir râh-ı Huda zât u Esmada sâkî
Nefha-i Âdem demi seninledir hem-demi
Hasta diller merhemi sende ziyâde sâkî
Ey sûret-i insanî asrın şâh-ı merdânı
Kıl bizlere ihsanı bâb-ı sehâda sâkî
Şensin Hakk'ın halîli âşıkların delîli
Saykal eyle bu dili nûr-ı cilada sâkî
Himmetü'r-ricâl sende taklîü'l-cibâl sende
Her türlü kemâl sende işbu arada sâkî
Sensin Yûsuf-I Ken'ân hüsnüne cümle hayran
Sen beni eyle kurbân verme cellâda sâkî
Kul eyle bu dergâha ey enfâs-ı Mesîhâ
Ümmet oluben şaha geldim irşada sâkî
Mebde ile meâdım bilmekliğe mu'tâdım
Şâd et dil-i nâşâdım irgür âbâda sâkî
"Men Aref" in sırrını sende buldum dürrini
Hakîkatin bahrini eyle küşâdE sâkî
Dârü'l-emân sendedir ayn-ı îmân sendedir
Hak nümâyan sendedir vakt-i evhâda sâkî
Varlık dağın delmeyen ağlar iken gülmeyen
Şeyhini Hak bilmeyen düşer hüsrana sâkî
Ledünnî varidatın ism-i zâttır evradın
Şefîisin usât in haşr-ı kübrâda sâkî
www.sohbetican.com
Esrâr-ı rûh-l âlem gönlündür levh ü kalem
Bir miskin kemter kulam bâb-ı rızâda sâkî
Rûh-ı musavver sensin nûr-ı münevver sensin
Encüm-i enver sensin şehr-i sabâda sâkî
"Küntü kenz"in esrarı seninledir iş'ârı
Nutkun Mesîhâ-vârî kalbi ihyada sâkî
Destin kudret kabzası ehl-i aşkın cezbesi
Gönlün tevhîd ravzası hubbun Mevlâ'da sâkî
Halîl'in gülistanı ismail'in kurbânı
Hem mürşid-i Rabbânî feyz-i şümâda sâkî
Ahadden hem Ahmed'i bilirsin Muhammed'i
Koyma bu mukayyedi bend-i gulâda sâkî
Sil mâsivâyı tenden ref et hicabı candan
Al benliğimi benden gitsin irâde sâkî
Varidatın nûr dağı derûnun cennet bağı
Ağzın hayât ırmağı kelâmın bade sâkî
Vechinde yedi âyet fâtiha'ya işaret
Ey neyyir-i hidâyet seb'-i semâda sâkî
Sensin Hakk'ın habîbi derdlilerin tabîbi
Bırakma bu garîbi dâr-ı fenada sâkî
Günü tuttu himmetin ilhâm-ı Hak sohbetin
Cevlân eder nisbetin fevka'l-ûlâda sâkî
Şehr-i hakikat gülü sensin yine bülbülü
Koymagıl ehl-i dili menzil-i "lâ"da sâkî
Rûh-ı akdes sultânı cân derdinin dermanı
Sâmî-yi Erzincani şeyhü's-saâde sâkî
Sâdık kuldur Salih'in düşmüş kaldır Salih'in
Şahım güldür Salih'in irgür murada sâkî (*)
(*) Salih Baba Divanından alınmıştır
www.sohbetican.com
Kör Salih (Müezzin Salih)
Piri Sami Hazretlerinin Kör Salih adında bir müridi vardı. Bir gözü arızalı olduğundan
dolayı kendisine Kör Salih denilmiştir. Kör Salih’in sesi oldukça güzeldir. Piri Sami
Hazretlerinin (k.s.) dergahında bazen beyitler okurdu. Dergaha gitmesine rağmen, arada
adaba uymayan davranışlarda bulunurdu.
Ara sıra Ermeni meyhanesine gider, şeyhinden de köşe bucak kaçardı. Andurrahim
Reyhan Hazretleri, Paşamdan biz böyle işittik diyerek; Fehmi Kuyumcu’nun anlattığı Salih
Baba divanındaki konu ile ilgili bilgileri aynen yayınlıyorum. “Sık sık içki içen kör Salih
(Müezzin Salih) yine içki içtiği bir gün dergaha gelir. Dergahın sohbet hanesinde Piri Sami
Hazretleri sohbet etmektedir.
Kör Salih, sohbet haneye girmiyor ve mahcup oluyor.
Ezik bir halde sofadan;
“Kuleden kuleden, sesin aldım kuleden
O senin kaşın gözün beni sana kul eden”
Beyitlerini okuyunca Piri Sami Hazretleri: “Gel Salih senin her ayıbın hünerdir”
buyurmuş. Kör Salih (müezzin Salih) bu hadiseden sonra içki içmemiştir.
Piri Sami Hazretlerinin oğlu Selahattin Kırtıloğlu (rahmetli olmuştur) rahmetli Fehmi
Kuyumcu’ya Kör Salih’le (Müezzin Salih) ilgili anlattığı bilgileri aynen yayınlıyoruz.
Rus işgalinde Kör Salih Yozgat’a muhacir olmuştur. Yozgat’a bir lokantaya
uğradığımda Kör Salih’le karşılaştım. Çalışmakta olduğu lokantadan ayrılarak benimle
birlikte satın aldığım tek atlı arabayı kullanmak üzere Tokat ve Zile’ye geldi. Oralardan
temin ettiğim yağları satmak üzere Erzurum’a nakletmiştir.
Neticede külfetli ve tehlikeli bir işi bıraktığımız zaman Tokat’taki camide veda için
minareye çıkarak gayet hoş ve tesirli sesi ile selâtü selam ve sabah namazı okumuş,
namazdan sonra tekrar Yozgat’a dönmek üzere bizimle vedalaşmıştır. Yozgat’ta bir müddet
yeniden lokantada çalışmış ve oradan Konya’ya gitmiştir ve nihayetinde Çorum’a yerleşmiş
ve orada vefat etmiştir. Çorumlular kabrine bir ağaç dikerek takdir ettikleri dervişliğine
tazimde bulunmuşlardır. Abdurrahim Reyhan (k.s.) beyanına göre Çorumdaki kabrinden
hastalar toprak alır, hastalıkları şifa bulurmuş. Kabrin toprağı bittikçe yeniden toprak
konurmuş. 1
1 Salih Baba Divanı Fehmi KUYUMCU. Sayfa 31-32
www.sohbetican.com
MENKIBELER
Sami Hazretleriyle ilgili Erzincan merkezinde ve merkeze bağlı köylerde ilçe ve
beldelerde birçok menkıbeler anlatılmaktadır. Anlatılan bu menkıbeler babadan oğla,
dededen toruna aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Yapmış olduğumuz çalışmalarda
bulduğumuz menkıbeleri bir araya getirerek değerlendirmeye tabii tuttuk. Zira başka İslam
alimlerine ait olan menkıbeler daha önce yayınlanmış Piri Sami Hazretlerine ait gibi
anlatılmaktadır.
Sami hazretlerine ait olduğunu tespit ettiğimiz menkıbeleri anlatıldığı gibi kaleme
aldık. Menkıbeler Orhan Aktepe (Öğr. Görevlisi), Sait Ekinci, İdris Yalçınkaya, Reşit
Yalçınkaya (Refahiye Yurtbaşıköyü), Zeki Yılmaz (Karakaya Beldesi), Bahattin Acar
(Karakaya Beldesi), Tacettin Buyruk (Erzincan), Remzi Genel (Erzincan), Mehmet Gültepe
(Erzincan), Nurettin Baştürk (Erzincan) nakil etmiştir.
Beş tane hoca Piri Sami Hazretlerinin dergahına geliyor. Hocalar dergaha girdiğinde
Piri Sami Hazretleri sohbet etmektedir.
Sohbetin sonunda Necmettin-i Kübra Hazretlerinin bir kelbe nazar etmişte dağlara
düşmüş olduğunu anlatmaktadır. O esnada hocalardan biri “Efendi sen de bana nazar et”
demiş. Beşir Efendi Hazretleri o zaman halife olmamış ayakta hizmet etmektedir. Piri Sami
Hazretleri buyuruyor ki; “Kalk o derviş gibi ayakta dur sana da himmet edeyim.”
Hoca ayağa kalkmamış, hoca ile beraber gelen diğer hocalar “Biz kalkalım” diye
seslenmişler. Ama Efendi Hazretleri o hocanın kalkmasını istemiş.
Sonuçta kalkmamış. Bir süre sonra gelen hocalar dergahtan dışarı çıkıyorlar. Diğer
dört hoca ayağa kalkmayan hocaya sitem etmişler. Bunun üzerine hoca “nasıl kalkayım,
karşıdaki dağı getirdi de üzerime koydu, ne kadar çabaladıysam kalkamadım” der.
***
Bir gün Piri Sami Hazretleri Değirmenli köyüne gidiyor kaldığı evin önünde bir
Ermeni’nin eşiğe oturduğunu köy halkı görüyor ve “Çorbacı neden eşikte oturmuş
ağlıyorsun” diye soruyorlar.
Bunun üzerine Ermeni; “Siz Piri Sami Hazretlerinin büyük olduğunu biliyorsunuz da biz
bilmiyor muyuz?” diyor.
***
Melik Şerif köyünde (Refahiye) Piri Sami Hazretlerinin ününü duyan üç zat Piri Sami
Hazretlerini ziyaret için Erzincan’a gelirler. Erzincan’a gelirken yolda kendi aralarında üç
arkadaş konuşuyorlar; “Gerçekten İslam alimimidir, değil midir? Anlarız. Şeyh olduğunu
bileyim ki bana fincanda kahve ikram ede, diğer arkadaş da diyor ki; “Şeyh olduğunu bileyim
ki odada sobanın üstünde yaprak dolması kaynıyor; öteki de “Mart ayında bir salkım üzüm
bana verirse şeyh olduğuna inanırım.” Konuşa konuşa Şeyh Sami Hazretlerinin huzuruna
çıkarlar.
Piri Sami Hazretlerinin misafirleri içeriye girdiği anda ihvanları kahve ikram eder. Piri
Sami Hazretleri kahveyi alır ve “kahve ikram ederse ben kanaat getiririm” diyen zata ikram
eder. Piri Sami Hazretleri yoldan geldiniz acıkmışsınızdır, diyerek, yemek hazırlanmasını
ister, yemekte sadece yaprak dolması gelir. Yemekten sonra Efendi Hazretleri odada
www.sohbetican.com
bulunan dolabı açarak, “belki canınız üzüm yemek ister” der ve özellikle gönlünden üzüm
geçen misafire ikram eder.
***
Çorum da yüzbaşı rütbesi ile görev yapan Recep isimli bir şahıs; Çorumlu Şeyh Mustafa
Efendi ile yaptığı görüşmede Çorumlu şeyhi kendisine “Recep Efendi, benim vaktim geldi.
Artık bundan sonra sen benim sohbetlerime yetişemezsin. Cenâb-ı Allah (c.c.) bundan
sonra, sana bir sohbet kapısı nasip edecek. Şeyh Hazretleri dünyasını değiştirdikten birkaç
gün sonra Recep Efendi rüyasında Erzincan’a geldiğini ve Piri Sami Hazretleri ile
görüştüğünü görür. Uyanır uyanmaz “Allah Allah hayırdır, Erzincan nere çorum nere? Hem
ben burada görevliyim…” diye kendi kendine düşünür.
Bu olaydan birkaç gün sonra dördüncü ordu komutanlığına, Erzincan’a tayini çıkar.
Erzincan’a gelir gelmez karşılaştığı kişiye; “Burada dergah var mıdır?” diye sorar. Cevap
olarak da çok dergah olduğunu öğrenir. Ve Erzincanlıdan bu dergahlara götürülmesini rica
eder, birkaç dergahı gezerler. Akşam olduğunda Recep Efendi kendisine yardımcı olan
Erzincanlıya teşekkür ederek ayrılır. Ama aradığını bulamamıştır.
Ertesi gün tekrar kendisine yardımcı olan zatı bularak gitmedikleri yer olup olmadığını
sorar. Bunun üzerine “Kırtıloğlu tekkesi diye bir yer var” cevabını alır.
Beraber tekkeye giderler. Kapıdan içeri girdiklerinde Yüzbaşı Recep, Piri Sami
Hazretlerini görünce, rüyasında gördüğü zatı bulmanın heyecanı ile bayılır. Ve dergaha
intisap ederek, görev dışında Piri Sami Hazretlerinin sohbetinde bulunur.
Binbaşı rütbesi ile katıldığı 93 Harbinde şehit düşerek Hakkın rahmetine kavuşur.
***
Refahiye’nin Hanzar Köyünden Hasan Efendi Piri Sami Hazretlerinin halifesinin
biyatını yöre halkı şu menkıbe ile anlatmaktadır.
Hasan Efendi İstanbul’da medresede hocadır. Piri Sami Hazretlerinin Hanzar köyünde
bulunduğu vakit tesadüfen kendisi de oradadır. Ve Piri Sami Hazretlerine inanmamaktadır,
alay etmektedir. Yanında bulunan arkadaşlarına Piri Sami Hazretlerinin nerede olduğunu
sorar ve “ben size bu zatın şeyh olmadığını ispat edeceğim” der.üç tane soru hazırlayarak
camiye girer.
Piri Sami Hazretlerinin sohbeti de bitmiştir. Hasan Efendi sorularını sormadan Piri
Sami Hazretleri hazırlanan soruların cevaplarını verir. Hasan Efendi hata ettiğini söyleyerek
af diliyor. Bunun üzerine Piri Sami Hazretleri buyuruyor ki: “Hoca siz dalda yetişmiş
armutsunuz, sizi düşürmek kolay. İş, kalları, olgunlaşmamış olanları yetiştirmekte”
buyuruyor.
***
Piri Sami Hazretleri dergahına vakfedilen değirmenlerden birine ziyarete gidiyor.
Ziyareti sırasında değirmende çalışanların büyük bir ağacı kesip değirmene getirmeye
çalıştıklarını görür. Ağaç o kadar büyüktür ki altı öküz ağacı çekmeye çalışıyor. Ama
götüremiyor.
Piri Sami Hazretleri altı öküzün dört tanesini çözmelerini buyuruyor, ağacın üzerine
bastonunu koyuyor. Az önce altı öküzün yerinden kıpırdatamadığı ağacı iki öküz çok rahat
bir şekilde götürüyor.
www.sohbetican.com
***
Piri Sami Hazretleri Melik Şerif köyüne gidiyor. Köye giderken yeni bir konağın
yapıldığını görüyor ve yanındakilere: “Burayı yaptıran kimdir?” diye soruyor. Yanındakiler
“Hacı Niyazi Efendinindir” diye cevap verirler. Piri Sami Hazretleri, bu zatın dergahlarına
gelip gelmediğini soruyor. Bunun üzerine ihvanları “hayır gelmiyor, Allah var, Peygamber
varken şeyh nedir” diyor.
Piri Sami Hazretleri yapılan konağın içine giriyor. Konağı yaptıran Hacı Niyazi Efendi
de konağın içinde bir şeyler yapmayla meşguldür.
Piri Sami Hazretleri selam veriyor. Hacı Niyazi selamı alıyor. Fakat hiç ilgilenmeden
işini yapmaya devam ediyor. Piri Sami Hazretleri buradan ayrılıyor. Köyün meydanına doğru
ilerlerken Hacı Niyazi Efendi koşarak yanına geliyor. Namaz vakti gelmiş olduğundan birlikte
camide namaz kılıyorlar. Cami çıkışında Hacı Niyazi Efendinin kendisi için yaptırmakta
olduğu konağı ve bahçeyi Piri Sami Hazretlerinin vakfına vakfediyor.
Piri Sami Hazretleri yaz aylarında gelip bu konakta kalmıştır.
***
Erzincan’da askerlik görevlerini yapan, Turhal’lı Ahmet ile Mehmet adında iki arkadaş
Erzincanlı arkadaşlarına: “Burası evliyalar diyarı diyorlar. Peki ama biz hiç göremedik siz
biliyor musunuz?” diyorlar. Erzincanlı arkadaşları da ”Evet tabii ki var” diyerek Piri Sami
Hazretlerinden bahsediyorlar. Ve bu konu üzerinde arkadaşlar Şeyh Efendi hakkında, kendi
aralarında tartışıyorlar. Turhallı Ahmet ile Mehmet Piri Sami Hazretleri hakkında
arkadaşlarının anlattıklarına pek inanmıyorlar. “Bizi Efendi Hazretlerinin tekkesine götürün .
Eğer bizim nereli olduğumuzu, biz kendisine söylemeden bilirse ona inanırız” diyorlar.
Erzincanlı arkadaşları da, Ahmet ile Mehmet’i yanlarına alarak Piri Sami Hazretlerinin
dergahına götürüyor. Tekkeye vardıklarında içerisinin çok kalabalık olduğunu görürler. Yer
bulamadıkları için dışarıda, merdivenlerin önünde otururlar. Buradan Efendi Hazretlerinin
sadece sesini duyabilmektedirler. Efendi Hazretleri bu esnada sohbet buyurmaktadırlar.
Efendi Hazretleri sohbet ortasında sözünü keserek bir müridine döner ve “Bir şeyh,
müridinin biri batıda biri de doğuda olsa ve şeytan bu müridlerin aklını çalmak istese; bu
durumda şeyh onlara yardımcı olmazsa toprak o şeyhin başına. Nerede ki Ahmet ile
Mehmet’in Turhallı olduğunu bilmesin” demiş. Kendilerini görmediği halde nereli olduklarını
dahi sormadan Efendi Hazretlerinin bu sözlerini duyan asker Ahmet ile Mehmet hayrete
düşmüşler. Hemen fırlayıp Piri Sami Hazretlerinden özür dileyerek itaat ederler. Askerler
Ahmet ile Mehmet bu olayı gittikleri her yerde anlatırlar.
www.sohbetican.com
TAGİ (TAHİ) HAZRETLERİNİN 1883 YILINDA SAMİ (K.S.)
HAZRETLERİNE VERDİĞİ İCAZETNAMEDİR(*)
Bismillahirrahmanirrahim.
(Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla)
Ancak O’ndan yardım dileriz.
Şeyh Muhammed Sami Efendi El-Erzincani’nin halifelik icazetnamesidir.
Hamd, alemlerin Rabbı olan Allah’a (c.c.) mahsustur. Salat ve selam, O’nun
yarattıkalrının en hayırlısı oaln Hz. Muhammed’e ve O’nun al ve ashabına olsun. İmdi, sevigli
kardeşlerim! Allah sizleri kurtuluş ve en yüce derecelere ulaştırmayı nasip etsin. Bu yüce
tarikatın, diğer ilimlerde olduğu gibi bir konusu ve gayesi ve birlik yönü vardır. Sizce de açık
olduğu üzere bu tarikatın konusu üstad’a ihlas ile bağlılık ve O’nu sevmek ve O’na
teslimiyettir. Gayesi ise kulluktur. Yani, iyi bir kul olmaktır. Birlik yönü ise kendi nefsinde
faniliğini bilip, Allah-u Teala’ya zatında beka (ebedilik) bulmaktır. Bunlar ise muhabbet ve
ihlas hallerindendir.
Üstadın muhabbeti ve ona ihlas ile bağlılık ve teslimiyet, tarikatın mecazi konusu olup,
hakiki mevzusu değildir. Ekseriyetle bunlar olmaksızın, bilhassa bu yüce tarikatte maksut
hasıl olmaz. Sana gereken, şeriata (İslam dinini emir ve yasaklarına) uyduktan sonra Eşari ve
Maturidi mezheplerinin (NOT: Bunlar ehl-i sünnetin iki hak itikat mezhepleridir.) görüşlerine
göre yanlış inançlardan uzaklaşman ve akaidini (inançlarını) düzeltmendir. Bu iki akait
mezhebi, İslam inançlarının güzelliklerini ortaya koymuş, İslam akaidini yaygınlaştırmış veya
onları gerçek güzelliği ile neşretmişlerdir.
Bu ikisini sana getirdikleriyle sen bu gelişmiş bilgilere sahip oldun. Üç nokta da dinden
önce durur hale geldi ve bin oldu. O zatın himmeti ile bir fersah açıklıkta sabitleşti. Veya o
sabit oldu, diğer ikisi de sabitleşti? “Yeni başlayanların edebi” deme; çünkü o, sona ulaşmış
olanların edebidir. Allah’ın selamı sizlere, dostlarımıza, kardeşlerimize ve Hz. Muhammed
Mustafa’nın şeriatına (dinine) uyanlara olsun. Allah’ım! Efendimiz, Peygamberimiz,
kalplerimizin sevgilisi, gözlerimizin nuru, günahlarımızın şefaatçisi olan Muhammed
Mustafa’ya; O’nun aile efradına, sahabilerine, mübarek eşlerine, soyu ve akrabasına,
ensarına, evliliklerinden olan akrabaların ve ona uyanlara salat ve selam eyle, rahmet ve
bereketlerini artır. Amin. Ve hamd ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Bu, çok değerli Erzincanlı halife Mevlana Muhammed Sami Efendinin
icazetnamesidir.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, kendisini tanısınlar bilsinler diye mahlukatı
(varlıkları) yaratan Allah’a hamdolsun. O’nun emrine girsinler ve O’nu lider bilsinler diye
gönderdiği peygamberlerine salat ve selam olsun. Kendilerine uyulması gereken birer
kurtuluş vesilesi ve gemi gibi olan Ehl-i Beytine ve sahabilerine de salat ve selam olsun.
İmdi, Erzincanlı İbrahim Efendinin oğlu Muhammed Sami Efendi beşeri alakalardan
sıyrılıp hak dininin milleti üzerine Rabbine yöneldiğinde ve ehl-i sünnet imamlarının
görüşleri çerçevesinde kalp istikametini istediğinde; ayrıca Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.)
şeriatına (dinine) uygun olarak amel etmeyi, dilediğinde, noksanlık şaibesinden döndürülüp
çevrildi; varlıkların en hakiri olan bu kul, O’nun halifelik yükünü taşımaya layık olduğu ve
tebliğ ve sohbete hazır olduğu hususunda uyarıldı. Bununla ilgili aldığım işaretlerin
açıklanması ise usanç getirebilecek şekilde sözü uzatmayı gerektirir. Bunun üzerine
isteyenler ve muhipler (sevgi ve ilgi duyanlar) için yüce Nakşibendi tarikatını öğretmek;
(*) İcazetnamede soru işareti bulunan yerler okunamamıştır ve son sayfası yıpranmış olduğundan
tercüme edilememiştir.
www.sohbetican.com
onlara nasihatte bulunmak ve şeriatın (İslam dininin) hükümlerini tebliğ etmek için icazet
verdi. Bunu, üzerine vacip olan, hakkı yerine getirmek için yaptı ve ona bunları emretti ki;
insanların hepsi Allah’ın kullarıdır. Tarikat (nakşibendilik) ise boş olmayıp kurtuluş yolunu
gösterir. Bunun aksi ise şekavet (sapıklık, bedbahtçılık) tir. Herkese gereken tebliğde
bulunmak, insanları Allah’ın azabıyla korkutmak ve Rahmet, Cemal ve cennetiyle
müjdelemektir. Bunu bilhassa kabiliyetli gördükleri, kalbi kirlerden arınmaya kabil ve gidişi
Allah’a doğru, Allah için, Allah’tan ve Allah rızasına yönelik olan ve Allah’a bütün geniş
yollardan yürüyerek gelen insanlara yapmak gerekir. Ta ki ebedi saadete nail olarak
kurtuluşa ersinler. Buna uygun hareket edenler kurtuluşa erenler, buna muhalefet edenler
ise pişman olur. İşte böyle; ve Allah’ın selamı, Rahmet ve bereketleri ve bağışlamaları
üzerinize olsun; gene dünyaya fani bir diyar gözüyle, Muhammed Mustafa’nın şeriatına
(dinine) uyup kabul edenlere olsun. Allah’ın salat ve selamı kıyamet gününe kadar
Muhammed Mustafa Efendimize (s.a.v.) onun al-i beytine, sahabilerine, eşlerine, soyuna ve
akrabalarına ensarına, evliliklerinden olan akrabalarına ve ona uyanlara olsun.
Amin, hamd ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Ona kurtuluştan… onu üstadının dışındaki her şeyden gafil kılar. Bu ilme’l yakin (kesin
bilgi seviyesinde) fanilik bulmaktır. Bu ise muhabbetten, sevgiden hasıl olur. Sonra
muhabbette onu dehşete düşürür, şaşkınlığa uğratır. Artık üstadından başkasını görmez,
bilakis ancak ve ancak Üstadını görür. Bu ayne’l yakin (görmüş gibi inanmak) derecesinde
faniliktir. Sonra bu dehşetle birlikte, kendi nefsini onu sevmeye layık görmez ve üstadının
zatını sevgililer sultanı (Sultan-ül Mahbubin) olarak görür. Kendi kendine der ki: “Ben kimim,
sen kimsin? Ben çirkinim, sen sonsuz güzellik sahibisin; ben bir fakir dilenciyim, sen bütün
milletlerin şahısın. Benim arzum senin sohbetindir. Sultan hazretlerinde yol gösterici bir
gülistan vardır.” Hatta şöyle der: “böyle bir perişan, rezil oldu. Onun sokağında cami; sakın
ha o mahallenin sakinleri önünde utanç duymasın!” İşte bu hakke’l yakin derecesinde
faniliktir. Allah, onu yolunun isteklilerini ve ileride ki nesillerini, peygamberlerin efendisi olan
Hz. Muhammed (s.a.v.) hürmetine bu derece ile rızıklandırsın. Allah’ın salat ve selamı
kıyamet (hesap) gününe kadar Hz. Muhammed’e (s.a.v.), O’nun al-i beytine, soyuna ve
dininin ehline olsun. Teslimiyette fani olmak, daha önce anlatıldığı üzere, ilim seviyesinde
birinci fanilik (yok olma) derecesidir. İkinci fanilik seviyesi, gayretle, çalışmayla olur. Üçüncü
fanilik derecesi ise bu ikisiyle olur. Bu ise kendi nefsini eksik görmek, üstadını ise yeterli
görmektir. Kendini bir köle gibi görmektir ki ne bir şeye sahiptir, ne de bir şeye sahip olabilir.
Bu ise UBUDİYYET (kulluk) makamıdır. “Ah, binler ah deriz ki binlerce merhale içindeki
binlerce merhalenin dersini bu makamda almak gerekir.” Şayet kişi üstadı hakkında bu üç
makamı tamamlarsa, bu durumda üstadı çıkarır ve siler (gönlünde yok eder) ve kalbinde
sadece kendisine ihlas ile bağlamak ve muhabbet ve teslimiyetle yönelmeye layık olan zata
yer bırakır. Bu zat ise, kendisinden başka Rab ve Mabud olmayan Cenab-ı Allah’tan (c.c.)
başkası değildir. Evvel (ilk), Ahir (son), Zahir ve Batın O’dur. O her noksandan beridir, bütün
kemal sıfatları kendinde toplamıştır. “Öyle bir sevdiğim var ki, O’ndan başka sevdiğim
yoktur; kalbimde O’nun dışında hiçbir kimsenin nasibi, yeri yoktur.”
Bunun en yüce şartlarından biri sohbettir. İhlas yoluyla sohbette, üstadıyla sohbet
ettiğinde onun gölgesiyle gölgelenir. Artık O2ndan başka istediği yoktur. O’ndan bir söz
duyduğunda onda bir hikmet görür; kendisi için bir hikmet açığa çıkamadığında ise, ilk
anladığı mana dışında ki müteşabih, manalara veya kendi idraksizliğine (kavrayamayışına)
gene şükreder. Şayet üstadı, anlattıklarının kendisi için açık olmasını dileseydi, açık ve
anlaşılır olurdu. Üstadının sessizliğini ise, Cenab-ı Allah ile huzur olarak görür ve bundan
zuhura gelecekleri bekler. O’na hitap ettiğinde korkan ve sevinçli mütevazi bir aşığa
dönüşür. Bir aşık, sevdiğiyle nasıl sohbet ederse o da üstadıyla muhabbet yoluyla sohbet
www.sohbetican.com
eder. Burada edebi gözetir. Allah'tan dileğim beni edebe muvaffak etmesidir. Edebsiz kişi,
Rabbin lütfundan mahrum olur. Edepsizlik dostlar için de uğursuzluk ve perişaniyettir.
"Edepsiz, sadece kendisine kötülük yapmaz,
Bilâkis onun ateşi bütün ufukları sarar. "
Teslimiyet yoluyla sohbet ise, (üstadının) ne emredeceğini bekleyerek onunla arkadaş
olmaktır, (sohbette bulunmaktır). Kendisine bir şey emrederse kendi kendine der ki:
"Üstadım (Şeyhim), nefsimin kendiliğinden hareket edemeyeceğini gördüğünden, bana
merhamet etti." Onun büyüklüğünün feyizlerinden imdat ister. Ta ki kendisine bakar. Kendi
benliğini kaybeder. Çünkü üstadının kendisine emrettiğine uymaktadır. Kendisine bir şey
emrederse, emre uyar. (?)
(?)
Rabıtaya gelince; ihlâs yoluyla rabıta, üstadını (şeyhini) kalbinde veya başı üzerinde
düşünmektir. Ta ki düşmanlarından kurtuluncaya kadar. Muhabbet yoluyla onu düşünür.
"Mecnun ve Leyla değil, senin aşkından benim ilgim. Artık öğle-akşam yemek nedir
bilmiyorum. Seni düşünmek ve anmak, yeme ve içmeme hakim oldu."
"Senin yüzün, gördüğümde derdimin ilâcıdır." Ayrılık ehli olanlar bu tahayyül ile göçüp
gittiler. Belki âşıklara lâyıktır ki, maşuktan (sevgiliden) söz edildiğinde onun çekim ve
cezbesine kapılsın; susmak zamanında da onu hayalinde görsün.
(?) Dedi ki; "Mübarek başının üzerine suyu getirdim. Ellerimi kaldırdım; ellerim ARŞ'a
veya ufka ulaştı. Hâlâ da onun omzuna ulaşmadı. Eğer cesur isen ve mecazdan gerçeklere
süratle geçmek istersen, bu ancak EZKAR (yani zikirler) ile ve hakikatin sohbetiyle meydana
gelir. Bilhassa VAHDET-İ ŞUHUD (yani yalnız Cenâb-i Allah'ı görmek, O'nun dışında
yaratıkları görmemek) yolu ile olur. Senin üzerine gereken ise bütün geçmiş ve onları izleyen
SÂDÂT'ın (büyük zatların) ve gene geçmiş ve onları izleyen din ve akaid imamlarının hepsini,
ancak muhabbet (sevgi) yoluyla anmandır. Ta ki bunlardan geçerek üstadına ve hakikate
ulaşasın. Veya sende bir gıpta meydana gelsin. Tövbe etme isteği, hizmet tarikatı (yolu)
üzerine olsun. Sen o kaynaklardan su aldınsa, bu senden değildir. Kendinden bildiğin
takdirde istiğfarda bulun ve üstadın ruhaniyetine sığın. Sonra da bu duygunu horla ve
önemsiz gör.
"Aşikârdır ki ben tuti sıfatlıyım, söylerim; benden işittiğiniz şeyler 'Ben kimim? Ben
neyim'dir." Boğulan insan, boğulmakta olan başka birini nasıl kurtarabilir? fendine şunları da
görev bil: Bu anlatılanlara uyduktan sonra sende meydana gelen bütün kabz ve bast (yani
ruhi genişlik ve sakıntı); noksanlık ve ayak sürçmeleri; gaflet ve huzur; dağınıklık ve
toparlanma halleri; gevşeklik ve kuvvet ve bunlar gibi her şeyi yaz ve bunları üstadına
gönder...
Kalbinde bulunsun ki, tecerrüd (varlıklardan soyutlanma) ve istikamet, kalp temizliği
olmaksızın meydana gelmezler. Kalp temizliği SAFVET) ise, Allah'ın temiz veli kullarına
hizmet etmeksizin kazanılmaz. Bunlar (dinde ve tarikattaki) kardeşler ve dostlardır.
Tasavvuf tarikatları arasından, Nakşibendi Tarikatını seç. (Allah bu tarikat sadatının
sırlarını aziz ve yüce kılsın.) Bu tarikatın inançları (akide sistemi). Ehl-i Sünnet imamlarının
görüşleri üzerinedir. Amelde de İslâm Dini (şeriatı) üzerinde olup, ruhsatlardan ve
bidatlardan uzaktır. Bu yolda gayem, Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) Mukaddes Zâtına, her iki
cihandan da yüz çevirerek yönelmektir. Görüşüm, GAVS-I A'ZAM SEYYİD SIBGATULLÂH
EL ARVÂSİ ELBA DADİ EL-HÜSEYNÎ'nin tarikidir, bu ise ŞAHI NAKŞİBENDİ ŞEYH
MUHAMMED BAHÂUDDİN EL-BUHÂRİ (r.a.)'ye dayanan MEVLÂNÂ MOLLA MAHMUD'un
oğlu ÜSTAD ABDURRAHMAN AL-TAGİ’nin vekillerinden bir vekilin hizmet bölgesi vasatına
www.sohbetican.com
(ortamına) bağlandı. Tarikat işini, onun elinden alıp geliştirdi. Nefsin dayanması zor
riyazetlerine (perhizlerine) zevk, muhabbet ve şevk ile ve cezbe içinde tahammül etti ve
cezbe ve sülük yolunda yürüdü. Cenâb-ı Allah (c.c.) ona, Yüce SADAT'in (tarikat
büyüklerinin) himmetleriyle nimet ihsan ettiğinde; ona varlıklardan tecerrüt (soyutlanma) ve
kendi münezzeh zatına bağlanmak yolunu ihsan etti.
Ve kesin olarak inanıp bildi ki; insan kendi nefsinin arzuları dışına çıktığında (yani kendi
nefsini asıl murat olmaktan çıkardığında) kalbinde aşk (muhabbet) ateşi yanar. Bundan
birçok insan öldü (yok oldu); birçok insan da en yüce derecelere kavuştular. Yanaklara akan
gözyaşları bu ateştendir, emirlere uymak için harekete geçmek de bu aşk ateşindendir.
Yasaklanmış şeylerden kaçınmak da bundandır. Şeriat ve akaid dairesi dışına taşmamak için,
muhabbeti (aşkı) arttıran şeyleri yap ve onu azaltan şeylerden de kaçın...
(?)
Evet, AHRAR'ın dediği gibi, soğuk kışta bulunan bir kişi, bir nehrin ortasında da olsa
suyu istemez. Suyu, ancak yazın oruç tutan ve güneşin sıcaklığı altında kavrulan kişi arzuyla
ister. Bu nimetin elde edilmesi, en büyük nimetlerden sayılır...
(?)
Teslimiyet ise, üstadının elinde; yıkayıcı önündeki bir ölü gibi olmandır. O seni dilediği
gibi çevirir, sen de onun dilediğince dönersin.
Burada zararın ne, menfaatin ne, hayrın ne, şerrin ne onlara bakmazsın. Burada en
düşük mertebe, emirlere uymanın bütünüyle senin için hayırlı olduğunu görmen ve
düşünmendir. En yüksek mertebe ise, bu hayrı da düşünmeksizin, bütün dileğinin emirlere
uymak olduğunu ve başka bir şey düşünmediğini bilmektir.
(?)
İster beni öldür, ister yaşat; bu senin emir ve fermanındır. Ahmed bir zayıf kulundur;
kullarının arasında durmaktadır.'"Bu tamamlandığında, kişi KUL olur; KUL ise ancak Bir ve
Kahredici olan Allah'a (c.c.) aittir. Böylece, "Ancak Sana KULLUK eder ve ancak Senden
yardım dileriz" mealindeki âyetteki NA'BUDU (KULLUK EDERİZ) sözünde sadık olursun...
(?)
Bu makamı elde etmenin medarı, anlatıldığı üzere ihlâs ve muhabbet üzerindedir. Bu
üç meseleyi, kendine konu edin.Böyle olmasa, senin hayaline ilimlerde gördüğün şu husus
gelir:Bir mevzuu (konuyu) bilmek; ilimlerin ayırımını, konuların ayırımı şeklinde bir gereklilik
halinde ele almak lâzımdır.
Öyle ki, ona yüklenen bütün meseleler, konusu olduğu şu ilimden olur. Aksi halde,
böyle olmaz. Yaptığın veya yapmadığın bütün işler ona uygun olarak, ondan gerekli olur.
Fena (fanilik, yok olma) üç şey üzerine terettüp eder...İhlâsta fena (fanilik, yok olma) şudur:
Kişi amellerinden, yaptıklarından ümitsizliğe düştüğü ve kapıların yüzüne kapalı olduğunu
gördüğü zaman, ondan başkasından medet ummaktan istiğna eder. Kendi nefsinden
geçerek üstadından fani olur.
Çünkü kendi amelleri zayıf ve faydasızdır. Böyle bir fani de fani olur. Bu fena
makamlarının birincisidir. Bu ihlâstan doğan İLM-EL YAKİN derecesinde faniliktir. Bundan
sonra AYNEL YAKİN fena gelir ki, bu da ilm-el yakin mertebeden meydana gelen çalışma
mertebesidir. Yani kişi önünün açık mı, kapalı mı olmasında veya amellerinin değersiz mi,
faydalı mı olduğunda bir beis görmez. Kendisini küffar diyarında, haçlılaştırılmak istenen bir
esir gibi görür.
Kendisini kurtarmak isteyen birini bulur; ona uyar gider, ta ki bir arada bulunmaktan
başka bir şey görmez ve bilmez. Bundan sonra ise HAKK-EL YAKİN fena (fanilik, yok olma)
gelir. Bu ise yukarıdaki dehşet misaliyle verilen çalışma ve gayret ile ilmin birleştirilmesidir.
İlim ise kendi ayıpların ve bu kurtarıcının kemalini, olgunluğunu ve mükemmelliğini
bilmektir. Bu Allah'ın (c.c.) fazlından olup onu dilediğine verir.
www.sohbetican.com
Fena, muhabbete götürür, yani kişi, insanları kendisini saptırıcı (yanlışa götürücü) ve
nefsini de insanlardan daha beter saptırıcı gördüğünde, üstadını ise kendisini doğru yola
hidâyet edici gördüğünde onun sohbetinde buluşur. Ondan başkasına dönüp bakmaz.
Bilâkis onunla kaim olur. Öyle ki üstadının hareketleri, yaptıkları, sözleri, tavırları, uyuması,
yemesi, içmesi ve ondan gelen her şey gözüne sevimli şeyler olarak görülür. Hatta diyelim ki
üstadı topal olsa, ona bu topallığı (sağlam insandan) dana sevimli gelir.
...Onun hilafına olan veya olması gerekmeyen şeylerden getirdiğimiz...
Belki de ayaklarını yere koyman, gözlerinin dönmesi (görmesi), kulaklarının işitmesi,
ellerinin hareket etmesi ondandır ve onun içindir. Ta ki, akaid (inanç) sınırlarını aşmamak
kaydıyla umumun dilinde müminler denilen... bir sınıra ulaşasın.
(?)
Bil ki ihlâs, iman meyvesini gerektirir. Üstad kendi sıfatlarından fani oldu ve sadece
Allah'ın sıfatlarıyla baki kaldı. Üstadın sözleri hikmetlidir, fiilleri de çoğunlukla birer delildir.
Hareketleri de, sakin duruşları da, ancak Allah Teâlâ (c.c.) içindir. Ve bilir ki hidâyet yollarının
kapılan, anahtar bulunmayan kilitlerle kapalıdır, ancak üstadın kapısı müstesna... Ta ki kendi
amellerinden ümitsiz olasın, Yüce Allah'tan onun himmetiyle duada bulunasın ki hayır ve şer
senin yanında aynı olsun. Çünkü şerre onunla vasıl olunmaz. Hayrın ise senin kurtuluşun
gerektirecek şey olmaz.
Hayır sen bunları getiren değilsin.
Bu imanı elde etmenin alâmeti sana şöyle bu makamın hasıl olmasıdır: Şayet sen
adam öldürsen veya zina yapsan veya hırsızlık etsen de, üstadın sana "Sen zamanın
kutbusun" dese, sen onu tasdik edersin ve şayet Şeriata (İslâm'a) uygun hareket etsen de
üstad sana 'Sen zamanın en fasık kişisisin" dese, gene onu doğrularsın. Üstadının bütün
dostları senin gözünde makbul insanlardır; onlara üstadın bakışı çerçevesinde bakarsın. O
cahil, ami birini seçerse sen de onu seçersin. Yahut seçkin birini kusurlu görürse, o senin
gözünde de kusurlu olur. Yani senin kendi aklında ve kendi amelinde bir tasarrufun kalmaz;
ancak onu taklit edersin. Şayet Cenâb-i Allah (c.c.) sana bu makamı ihsan ederse, sende
ihlâs meydana gelir. Senin yaptıkların veya kaçındıkların sadece O'nun için olur; O"ndan
gayrisi için değil, bilâkis sen ve gayrisi, kendi gözünde iki hiç olursunuz. Böylece amellerin,
gururlanma ve gösterişten uzak olur. İşte İrşad Dairesinin Kutbunun (k.s.) şu sözünün manası
budur: "Bu Yüce Tarikatta gururlanma ve riya (gösteriş) yoktur. İstediğin sadece Allah'ın
rızasını kazanmak olur.
(?)
(?)
Muhabbet de şudur: Üstadın dışındaki her şeyi: nefsini, evlâtlarını, eşini, anne-babanı
ve diğer herkesi seni dalalete sürükleyici, üstadını ise hidâyet edici olarak görmendir. Sen
üstadın dışındakilerin hepsini yukarıda yazıldığı ve üstadı yukarıda zikredildiği şekilde
görürsen, senin için muhabbet meydana gelir ve artar. Öyle ki, üstadın nazarında makbul
olursun. O sana zamanın kutbundan daha çok sevilen biri olur, bu muhabbet giderek artar ve
hayal onun üstünde toplanır, üstadın dışındaki herkesi ve her şeyi unutursun. Böylece
sende,bir araya getirme (toplama) kabiliyeti meydana gelir, kendi nefsini unutursun. Sonra
toplamın toplamı da hasıl olur, kendi nefsinden yana fani olursun. Üstadınla varlığın devam
eder. Böylece rabıta tamamlanmış olur, sen rabıtada yol alırsın, ta ki Üstad sana meşhud
(görünür) hale gelir. Böylece rabıta hakikate dönüşür.
(?)
(?)
Rabbi için seven ve Rabbinin rızası için buğzeden Molla Halil'in dediği gibi "Aşkın,
sevgin Bir'e olsun; öfken, kinin de Bir için olsun." Yalnız üstadına olsun; O'nun sıfatlarına,
fiillerine, sözlerine; seninle muamelesinin iyi veya kötü olmasına bakılmaksızın... Bu isteğin
www.sohbetican.com
şiddetlendiğinde, kıdem üzerine nazarını haşretmekte; kadınlara bakmaktan ve yolda
giderlerken bile seslerini-sözlerini işitmekten kaçınmakta aşırı dikkatli ol.
Gene, başka bir mahbubun (sevgilinin) gönlüne girmesinden kaçın. Böyle bir şey olursa
istiğfar getir ve onu gidermeye çalış ve üstadından utan. Kendi fiillerinin çirkinliğine ve
üstadın fiillerinin güzelliğine bak. Belki de Üstad'dan başka dostun olmasın. Şu dar üstada
muhabbeti hasretmek konusunda sana şahit olsun: Eğer ondan başka veya Allah'tan başka
bir dost edinseydin, Hz. Ebubekir'i dost edinirdin. Öyle olsun ki, senin gözünde menfaat ve
zarar, övgü ve kötülenme, alçalma ve yücelme, insanların seni kabulü ve reddetmesi,
zenginlik ve fakirlik hepsi de bir ve eşit olsun.
(?)
(?)
Ve onun muhabbetinde yok olursun.
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
PİRİ SAMİ (K.S.) HAZRETLERİNİN VAKIFLARI
Piri Sami Hazretlerinin Dergahına ait yedi adet vakıf mevcuttur. Söz konusu vakfiyeler
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde kayıtlı olup bu vakfiyelerin dışında başka bir vakfiyeye
rastlanmamıştır.
Vakfiyelerde bulunan emlaklar Cumhuriyetin kurulmasından sonra Vakıflar Genel
Müdürlüğü uhdesine geçmiş ve şahıslara satılmıştır. Piri Sami Hazretlerinin oğlu Selahattin
Kırtıoğlu tarafından vakfın devam ettirilmesi konusunda ilgili makamlara başvuruda
bulunmasına rağmen bir sonuç alınamamıştır. Kitapta yer alan vakfiyeler birbirine benzerlik
göstermektedir, ancak her vakfiye değişiktir.
Sultan Abdulhamit tarafından Piri Sami Hazretlerine çeşitli konularda fermanlar
gönderildiğinden bahsedilmektedir. Ancak devlet arşivlerinde böyle bir vesikaya
rastlanmamıştır. Yalnız Piri Sami Hazretlerinin halifelerinde Şeyh Abdurrahman
hazretlerinin oğlu Bahattin Acar Efendinin kendisinde Gazi Mehmet Reşat bin Abdülmecit
tarafından Piri Sami Hazretlerinin dergahına gönderdiği bir ferman mevcuttur. O ferman da
kitapta bulunmaktadır.
www.sohbetican.com
BİR NO’LU VAKFİYE (1909)
Her hali bilen, değişmeyen ve yok olmaktan münezzeh olan Allah’a hamd ve en güzel
ahlaka sahip olan Peygamber Efendimize, ehli beytine sahabesine salat ve selam olsun;
VE SONRA: İşbu sahih olan vakfiye metni ve şeriiye belgesinin yazımı, imlası ve
inşasına başlarken, Erzincan şehri mahallelerinden Karaağaç Mahallesinde sakin Nakşibendi
Şeyhlerinden, hayır sahibi ve iyilikseverlikle tanınan, merhum İbrahim Efendinin oğlu Hacı
Muhammed Sami Efendi; adı geçen ilin Şerr-i mahkemesinde kurulan, şerefli şeriat meclisi
nezdinde, aşağıda adı belirtilen vakfının tescili, vakıf emrinin tamamlanması ve mütevelli
nasp ve tayini amacıyla, mütevelliği kabul eden adı geçen mahkeme katiplerinden Mustafa
Efendi oğlu Hacı Hafız Ahmet Şükrü Efendi tutanağında, yasal açık ikrarı ve açık geçerli
beyanı odur ki;
Bu fani, sabit olmayan ve hiç kimseye kalmayacak olan bu dünyada hastalığımın
nimeti zevalde şerefimin devamı öbür aleme göçmekte olduğunu gördüğümden;
“SADAKALAR ACININ FİDYESİDİ” ve “SUÇLULAR ALINLARINDAN YAKALANDIKLARI
GĞN” ve “KENDİMİZ İÇİN ÖNDEN(DÜNYADA İKEN) NE İYİLİK HAZIRLARSANIZ ALLAH
KATINDA ONU BULURSUNUZ; HEM DE DAHA ÜSTÜN VE MÜKAFATÇA DAHA BÜYÜK
OLMAK ÜZERE” ayeti kerimelerinin yüce anlamlarını yakinen bildiğimden ve anladığımdan,
vakfı caiz belgesinin düzenlenmesine kadar özel mülküm olan ve tasarrufum ve sahibi ve
idarecisi olduğum tapu kayıt bilgileri çerçevesinde, sağ tarafında Hacı Şevket Bey’in tarlası,
solunda Hanzar Köyü’nün merası, arkasında anayol ve cephesi çayır ve bazen yol ile çevrili
olan ve bünyesinde iki adet un taşı, bir adet dink ve bir adet bulgur taşları olmak üzere
toplam dört döner taşı olan ve müştemilatı ile birlikte bir bab değirmen, yine adı geçen ilin
köylerinden, Pelür köyünde, kayıt bilgilerine göre, sağında ark ve Yesari Hacı Mehmed
Ağa’nın tarlası ile Sünnizade İbrahim Efendi’nin üzüm bağı, arkasında yine ark ve cephesi
çay ve amme yolla sınırlı, bünyesinde bir yol taşı, bir un taşı, bir dink ve bir bulgur taşı olamk
üzere üç döner taşı ve müştemilatı ki tamamı mülktür; bir bab değirmenimi ki; böylece iki
göz değirmenimi bütün ekleri, müştemilatı ve yasal hakları ile birlikte, Yüce ve Azim
ALLAH’ın Rahman ve Rahim olan Rabbimin rızası için;
“O GÜN Kİ NE MALINIZ NE DE EVLADINIZ FAYDA VERMEZ VE SADECE ALLAH’A
TEMZ BİR KALPLE GELENLER HARİÇ” Ayeti kerimenin ricasıyla, sadık bir niyetle ve emin
bir azimle, sonsuza kadar yasal, sahih vakıfla ve yerinde tesbit edilen geçerli (mer-i) hapisle
mülkleri vakf ve haps edip;
ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ; sınırları belirlenen değirmenler, her yıl bir mütevellinin
eliyle emsallerine göre başkalarına kiraya verilip elde edilecek gelirlerden, başta gerektiği
takdirde, adı geçen değirmenlerin tamir ve bakımlarının yapılması ve her yıl yasal
vergilerinin ödenmesi, yine elde edilecek gelirlerden, her yıl Karaağaç Mahallesi’ndeki
keramet binası olan dergah-ı şerifin tamir ve bakımı yapılmalı, yine söz konusu gelirden her
yıl, dergah-ı şerife gelip giden ve üç günden fazla kalmayan ziyaretçiler ve yoksullara yemek
yedirmeli ve yine söz konusu gelirden her yıl, adı geçilen vakfa mütevelli olan kimseye
görevi karşılığı ücret olarak bir simar buğday ve bu gelirden her fazla kalır ise, bu fazlalıkla
adı dergah-ı şerifin bitişiğinde olan harem dairesindeki çoluk çocukların nafakaları
karşılanmalı ve adı geçen vakfın azaltılması ve çoğaltılması daha sonra elimde olacak ve
hayat elbisesini giydiğim sürece adı geçen vakfın mütevellisi ve tasarruf sahibi ben olacağım.
Yüce ALLAH’ın emriyle vefat ettiğimde, erkek evlatlarımdan en büyüğü, akıllısı ve salih olanı
mütevelli olacak, erkek ve kadın ahfadımın yok olmasından sonra gelecek neslin en büyüğü,
en akıllısı ve en salih olanı nesilden nesile mütevelli olacak. ALLAH korusun neslim kesilecek
olursa, şeriat hakimi, ulema ve şeyhlerin görüşleriyle seçilecek iyiliksever ve dürüstlüğü ile
www.sohbetican.com
bilinen ve tanınan dindar ve dürüst bir mütevelli tayin edilecek. Şartlarımı tesbit, kayıt
masrafları beyanla sınırları belirtilen değirmenlerin tamamen bu işe feragat edecek ima
edilen mütevelliye teslim edilsin ve vakıftaki diğer mütevellilerin yaptığı gibi tasarrufta
bulunacağını; diğer taraf tasdik ettikten sonra halin devamı talebine binaen yazılı olarak
belirtilen vakf edilene uygun ve ayrılıktan uzak olan bir azimle belirtilen mütevelli ile kavga
ve anlaşmazlıktan uzak kati bir inançla vakf edilen akar ümmetinin seçkinlerinden olan
kadim himmetli, ümmetin aydınlatıcısı ve tasaları bertaraf eden İmam-ı A’zam Hazretleri’nin
görüşüne istinaden sahih ancak menzil-i ariyetde olup şeref bağlayıcılığı olmamakla adı
geçen vakıftan dönmek caiz kararından dönenin yasal kararı ihlal etmiş olmadan adı geçen
değirmenleri mülkiyetime eskisi gibi iade ederim diyerek, reşit mütevelli yerinde uygun
cevabı verip, gerçi durum İmam-ı A’zam görüşünde açıklandığı üzere güncelleştirilmiş
değildir. Ancak bilge olan ve ikinci İmam olarak bilinen İmam Ebu Yusuf’un görüşüne göre
vakıf mücerred vakıftır demekle ve İmam-ı Rabbani Muhammed İbni Hasan Şeybani’nin
görüşüne göre ise mütevelliye teslim ile vakıf bağlayıcı olur diyerek red ve teslimden imtina
ile güçlü ve bilge hakim ve ne mutlu sinesi kitap mekanı güzel Efendi Hazretlerinin
huzurundaki duruşmada ve her biri gereğince anlaşmazlığı gidermeye talip olduklarında,
belirtilen Hakim taraflarının kanıtlarına bakılarak hayırlı bir işi iptal etmekten sakınarak,
daha önceki imamlar arasında bilinenlere aykırı olanın bilincinde olarak adı geçen vakf’e
sahih şeri hüküm ve geçici geçerli beyanla itiraz edildikten sonra vakf sahih ve daha sonra
nakzı ve iptali mümkündür. ”HER KİM DUYDUKTAN SONRA ONU DEĞİŞTİRİRSE, O’NUN
KABAHATİ ONU DEĞİŞTİRENLERİN ÜSTÜNEDİR Kİ; ALLAH İŞİTEN VE BİLENDİR.”(*)
(*) Vakıflar Genel Müdürlüğü 609 nolu defter 264 sırasında kayıtlıdır. Vakıf kayıt numarası: 41/682
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
2 NOLU VAKFİYYE (1908)
Özel mülküm olan ve tasarrufum altında bulunan, adı geçen ilimize bağlı Zekkiğ
Köyü’nde bulunan ve kayıt bilgilerine göre, solunda Mustafa Bey’in tarlası sağ tarafı ark,
arkasında değirmen bendi ve cephesi amme yolu ile sınırlı olan ve içinde iki un, bir bulgur ve
bir dink taşı olmak üzere toplam dört döner taşı olan ve bitişiğinde bulunan dut ve kavak
ağaçlarıyla birlikte, ayrıca; Pişkidağ Köyü’nde bulunan ve kayıt bilgilerine göre, sağında
göller Köyü amme yolu, solunda Ali Efendi’nin tarlası, arkaları dağ ve cepheleri amme yolu
ile sınırlı olan , birbirine bitişik, biri un, biri bulgur ve diğeri dink olmak üzere olmak üzere
toplam üç gözden oluşan değirmenlerimi ve yine adı geçen ilin Refahiye İlçesi Melik Şerif
Köyü’nde bulunan, sağında ark, solunda Manik Deresi amme yolu, arkası dağ ve cepheleri
ark ve amme yolu ile sınırlı olan, iki un, bir dink ve bir bulgur taşlarını içeren iki göz
değirmenimden her birini bütün müştemilatı, ekleri ve bütün yasal hakları ile birlikte Yüce ve
Azim olan ALLAH’ın yüzü hürmetine ve Rahim olan rabbimin rızası için;
ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ; sınırları belirlenen değirmenler, her yıl mütevellinin
eliyle emsallerine göre başkalarına kiraya verilip elde edilecek gelirlerden, başta gerektiği
takdirde, adı geçen değirmenlerin tamir ve bakımları yapılmalı ve her yıl yasal vergileri
ödenmeli, yine elde edilecek gelirlerden, her yıl Karaağaç Mahallesindeki keramet binası
olan dergah-ı şerifin tamir ve bakımı yapılmalı, dergah-ı şerifin bitişiğinde harem
dairesindeki çoluk çocuklarımın nafakaları karşılanmalı, yine söz konusu gelirden her yıl adı
geçen vakfa mütevelli olan kimseye görevi karşılığı ücret olarak bir simar buğday, dergah-ı
şerife gelip giden ve üç günden fazla kalmayan ziyaretçiler ve yoksullara yemek yedirmeli ve
yine adı geçen vakfın azaltılması ve çoğaltılması ve daha sonra elimde olacak ve hayat
elbisesini giydiğim sürece adı geçen vakfın mütevellisi ve tasarruf sahibi ben olacağım.
YÜCE ALLAH’IN emriyle vefat ettiğimde, erkek evlatlarımdan en büyüğü, akıllısı ve Salih
olan mütevelli olacak.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 609 nolu defter 222 s. Sıra no: 265 Kayıt no: 41/682
www.sohbetican.com
3 NO’LU VAKFİYYE (1908)
Karaağaç Mahallesinde bulunan iki taraftan inşasına muvaffak olduğum Nakşibendi
Tekkesi ve iki tarafı anayol ile sınırlı ve birbirine bitişik bir bab dükkan ve bir bab fırın ve yine
adı geçen mahallede bulunan ve iki tarafı adı geçen tekke bahçesi ve bir taraftan Eczacı
Şükrü Beyin evi, diğer tarafı ise anayol ile sınırlı iki oda, bir kiler, bir mutfak ve bir ahırdan
oluşan bir bab evimden her birini bütün müştemilatı, ekleri ve bütün yasal hakları ile birlikte
Yüce ve Azim olan ALLAH’ın yüzü hürmeti ve Rahim olan Rabbimin rızası için;
ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ: adı geçen tekke için pişirilmesi gerekli olan yemeklerin
pişirilmesi kiracıya ait olmak üzere adı geçen dükkan ile fırın, her yıl mütevellinin eliyle
emsallerine göre başkalarına kiraya verilip elde edilecek gelirlerden, başta gerektiği takdirde
adı geçen dükkan, fırın, dergah, dergaha ait camii şerif ve dergahın çeşmesinin tamir ve
bakımlarının yapılsın, bu tamirat giderinden sonra elde ne kadar kalır ise dergahın yemek
işlerine tahsis olunsun, yine yukarıda ası geçen evde emsal kira bedeliyle mütevelli eliyle
başkalarına kiraya verilsin. Buradan da elde edilecek olan gelirden her sene tamir ve bakımı
gereken yerlerin tamiri yapılsın ve yine her sene camii şerife tutulan imam efendiye yetecek
bir miktar da ücret verilsin. Fazla kalır ise dergahın yemek masraflarına ayrılsın ve adı geçen
vakfın azaltılması ve çoğaltılması ve daha sonra elimde olacak ve hayat elbisesini giydiğim
sürece adı geçen vakfın mütevellisi ve tasarruf sahibi ben olacağım. Yüce ALLAH’ın emriyle
vefat ettiğimde, erkek evlatlarımdan en büyüğü, akıllısı ve salih olanı mütevelli olacak, erkek
ve kadın ahfadımın yok olmasından sonra gelecek neslin en büyüğü, akıllısı ve en salih olanı
nesillerden nesile mütevelli olacak.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 609 nolu defterin 223 sayfa. 266 sırasında kayıtlıdır
www.sohbetican.com
4 NOLU VAKFİYYE (1910)
“KATINDA ONU BULURSUNUZ; HEM DE DAHA ÜSTÜN VE MÜKAFAATÇA DAHA
ÜSTÜN OLMAK ÜZERE” Ayeti Kerimenin yüce anlamlarını yakinen bildiğimden ve
anladığımdan vakfı caiz belgesinin yayılmasına kadar özel mülküm olan ve tasarrufum
altında bulunan, adı geçen ilimize bağlı Mecidiye-i Kebir Mahallesinde bulunan ve kapı
numarasına göre sağ tarafında vakıf sahibine ait olan küçük ahır, solunda yine adı geçen
vakıf sahibinin biraderi Mustafa Efendiye ait olan ev, arkası Gümüşhaneli Hamdi Efendi
bahçesi ve cephesi Akmezarlık ila anayol ile sınırlı bütün müştemilatı ile birlikte bir bab ev ile
yine aynı mahallede bulunan ve sağ tarafında vakıf sahibinin harem dairesi, solu küçük ahır,
arkası harem bahçesi ve cephesi anayol ile sınırlı bütün müştemilatı ile birlikte bir bab ev
olmak üzere toplam iki evin her birini bütün müştemilatı ekleri ve bütün yasal hakları ile
birlikte Yüce ve Azim olan ALLAH’ın (c.c.) yüzü hürmetine ve Rahim olan Rabbimizin rızası
için;
ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ: adı geçen içi ev her yıl mütevellinin eliyle emsallerine
göre başkalarına kiraya verilip elde edilecek gelirden başta tamir ve bakımları yapılacak,
emlak vergisi ve resimleri yatırıldıktan sonra, geri kalan geliri Mecidiye-i Kebir Mahallesinde
inşa etmiş olduğum dergah-ı şerifimde her gün öğleden sonra veya yatsıdan sonra hacet
hatmi okuyan kişiye ücret olarak ödenmesine ve adı geçen vakfımın tevliyetiyle hacet hatmi
okutulması işi büyük oğlum Fahreddin Efendi elinde olacak ve O’nun ölümünden sonra
erkek evlatlarımdan en büyüğü, akıllısı ve salih olanı mütevelli olacak, erkek ve kadın
ahfadımım yok olmasından sonra gelecek neslin en büyüğü, akıllısı ve en salih olanı,
nesilden nesile mütevelli olacak.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 609 nolu defterin 224 sayfa. 267 sırasında kayıtlıdır
www.sohbetican.com
5 NOLU VAKFİYYE (1910)
Tasarrufum altında bulunan, adı geçen ilimize bağlı Karaağaç Mahallesinde Nakşi
dergahı civarında bulunan ve sağ tarafı vakıf sahibine ait ve adı geçen dergahın imamının
yararlanması için vakfedilen ev, solu adı geçen dergah-ı şerif arkası dergah-ı şerifin harem
bahçesi ve cephesi anayol ile sınırlı alt ve üst katları ve bütün müştemilatı ile birlikte bir bab
ev bütün yasal hakları ile birlikte Yüce ve Azim olan ALLAH’ın (c.c.) yüzü hürmetine ve
Rahim olan Rabbimin rızası için sadık bir niyetle ve emin bir azimle, yasal sahih vakfla ve
geçerli sarih hapsle mülkleri vakf ve haps edip;
ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ; adı geçen ev her yıl mütevellinin eliyle emsallerine göre
başkalarına kiraya verilip elde edilecek gelirden, başta tamir ve bakımları yapılacak, emlak
vergisi yatırıldıktan sonra, geri kalan geliri dört hisseye bölünerek bir hissesi mütevelli olan
kimseye verilecek diğer üç hissesisi ile daha önce dergah-ı şerif içerisinde inşa etmiş
olduğum ve adını minber olarak koyduğum mescid-i şerifte hatiplik yapacak olan kimseye
vazife ve ücret olarak verilecek ve ben hayatta olduğum sürece bu vakfın mütevelli ve
mutasarrıfı olup, Allah’ın emriyle öldüğümde ise bu vakfın tevliyeti Hah Köyü sakinlerinden
biraderim yerinde olan Mustafa oğlu Abdurrahman Efendi elinde olacak ve O’nun
ölümünden sonra erkek evlatlarımdan en büyüğü, akıllısı ve salih olanı mütevelli olacak,
erkek ve kadın ahfadımın yok olmasından sonra kendi neslimden gelecek olanın en büyüğü,
akılısı ve en salih olanı nesilden nesile mütevelli olacak.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 124. Anadolu vakfiyesinde kayıtlıdır. Kayıt No: 119
www.sohbetican.com
6 NOLU VAKFİYYE (1889)
Tasarrufum altında bulunan adı geçen ilimize bağlı Selüke köyünde bulunan ve bir
taraftan Ecder oğlu Ahmed bin Süleyman bahçesi, bir taraftan su arkı, bir taraftan nehir ve
dördüncü tarafı da anayol ile sınırlı ve meyve diğer ağaçları olan bir bahçe ile bu bahçe
içerisinde inşa edilmiş olan tek katlı, bir odalı, iki eyvan, bir mutfak, bir kiler, bir ahır ve sokak
kapısı ile birlikte bir bab ev ve yine adı geçen köyün vadisinden geçen suyun bu ırmağa bağlı
kanal ve arklardan sahibi bulunduğum beş çeyrek hisseminbütün müştemilatı bütün yasal
hakları ile birlikte Yüce ve Azim olan ALLAH’ın (c.c.) yüzü hürmetine ve Rahim olan
Rabbimin rızası için, sadık bir niyetle ve emin bir azimle, yasal sahih vakfla ve geçerli sarih
hapsle mülkleri vakf ve haps edip;
ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ; adı geçen bahçe, ev ve su hissesi her yıl emsallerine
göre kiraya verilip elde edilecek gelirden, başta bahçe ve evin ihtiyacı olan tamir ve
bakımları yapılacak, geri kalan geliri yoksul müslümanlara yemek yedirilecek, özellikle
Hazreti Peygamberin doğum yıl dönümünde ve eksiksiz bir şekilde Kur’an-ı Kerim
okutulacak buradan elde edilecek ecri benim ve ebeveynimin ruhlarına hediye edilecek ve
yine her sene kurban bayramında üç kurban kesilerek fukaraya dağıtılacak, yapılan bu
masraflardan sonra artan gelir kalır ise bu fazlalık adı geçen vakfıma ilave edilecektir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü yenilenmiş Anadolu (26) 611 numaralı defterin 145. sayfasında kayıtlıdır
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
TUĞRA
(Gazi Mehmet Reşat Bin Abdülmecit) (1915)
Erzincan’ın Karaağaç Mahallesine bağlı Yenimahallede bulunan ve Cuma namazına
tahsis edilmiş olan cami hayır sahibi ve Nakşibendi tarikatı halifelerinden Hazı Sami Efendi
tarafından yaptırılan bu mescidi şerife minber vazı ile icra edilecek olan Cuma ve iki bayram
namazı kıldırma izni Humayun ile verildiği halde adı geçen bina ile (?) ve evin elde edilecek
gelirinden yapılacak olan masraflardan sonra geri kalanını dört eşit paya bölünerek bunun üç
bölümü daha önceden olduğu gibi hitabetle ehliyetli Hakan Teveccühü ile şereflendirilmiş
imza yetkili Abdurrahman Efendiye yeniden verilmesi ilamı üzerine yürürlükten kaldırılan
teftiş mahkemesinden ilam olunmakla evkaf bakanlığının onayı ile yirmi muharrem bin üç
yüz yirmi sekiz tarihli yasa gereğince yukarıda adı geçen hitabet yetkisinin adı geçen zata
tekraren tevcih edildiğine dair iş bu berat-ı humayunumu verdim ve buyurdum ki, adı geçen
kişinin belirtilen hitabet görevini eksiksiz, kusursuz ve laiki ile yerine getirmesi, bu görevi
ihmal etmesi veya terk etmesi durumunda ise başkalarına verilmek şartıyla kendisi
mutasarrıf ola.
Bin üç yüz otuz dört yılının muharrem ayının beşinci günü yazılmıştır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Evkaf sicilinin 218 numarasında kayıtlıdır.
Abdurrahman Acar (k.s.) Piri Sami Hazretleri camiinde imamlık yapmıştır.
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
MEKTUPLAR
Piri Sami Hazretlerinin mürşidi Abdurrahman-ı Tahi Hazretleri tarafından, Piri Sami
Hazretlerine birçok mektup yazılmıştır. Tahi Hazretlerinin vefatından sonra halifesi Şeyh
Fethullah tarafından Piri Sami Hazretlerine bazı mektuplar yazılmıştır. Yine Tahi
Hazretlerinin oğlu Şeyh Ziyaeddin Hazretleri tarafından mektuplar Piri Sami Hazretlerine
gönderilmiştir.
Bazı mektuplar, kitapta yer alırken, bazı mektuplar yıpranmış olduğundan
okunamamış ve kitapta yer almamıştır.
www.sohbetican.com
Bu mektup Tahi (k.s.) Hazretleri tarafından
Erzincan eşrafına gönderilmiştir.
Sâmî (k.s.) Hazretleri Tahi (k.s.) Hazretleri'ni Güroymak (Nurşin) ilçesinde ziyarete
gitmeden birkaç gün önce Erzincan'da bulunan tasavvuf alimlerinin bir bölümü Tahi (k.s.)
Hazretleri'ne Sâmî (k.s.) Hazretleri'ni öven bir mektup göndermişlerdir. Tahi (k.s.) Hazretleri
mektubu gönderenlere mektubu yazarak cevap vermiştir.
Allah'ın (c.c.) adıyla. O'nu övgüyle (hamd ile) teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Allah'ın
(c.c.) rahmet ve selâmı, yarattıklarının en hayırlısı olan Hazreti Muhammed'e (s.a.v.) ve onun
Âline (soyuna) ve sahabelerine olsun. İmdi, şeyhimiz, Gavs-i A'zam Abdurrahman’dan imanı
sağlam kardeşlerimize ve muhabbet ehli dostlarımıza bilhassa edepleri, güzel ahlâkları,
anlama kabiliyetleri ile en önde gelen ve şevkleri ve hazımlılıkları ile en şefkatlileri olan
Mustafa Efendi ve Hafız Efendi'ye Allah onları ve arkadaşlarını ve sevenlerini; kötülükleri
emreden tatminsiz nefsin doğurduğu günah ve isyanların kirlerinden, bütün hile ve
desiselerden korusun; ki bu zatlar nefsin kayıtlarından serbest olarak manevî olgunlukların
zirvesine yükselmişlerdir. Gene onlar cezbe vadilerinde bulunan MARİFET sularında
yüzmüşlerdir. Bu CEZBE vadileri, MUHABBED sütunlarının üzerine kurulmuştur.
Cenâb-ı Allah ona (yani Gavs-i A'zam Abdurrahman-ı Tahi'ye) muhabbet müjdeleri ve
Allah'a yöneliş ile dolu sayfalar (mevzular) tebliğ etmiştir (ilham etmiştir). Bu ise şükre
yöneltici ve sevinç üzerine sevinç arttırıcıdır. Bütün hamdlar (övgüler), minnet ve ebediyyet
Allah'a mahsustur. Bütün şükürler, övgüler ve şanı yüceltmeler de O'na mahsustur. İnsan
Hakkı yerine getirmek hususunda acizliğini ve hatalı olduğunu itiraf etmedikçe nasıl
hamledici ve şükredici olabilir?
Bundan sonra, bu vazifeden çıkmak tamam oldu; Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) iradesi onu
zamanında sevk ederek, bu sayfalan değiştirmeyi irade etti. Dedi ki: Kardeşlerim! Evvelâ,
Allah'ın (c.c.) selâmı, rahmeti ve bereketleri sizlere, arkadaşlar ve sevdiklerimize ve
Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) (Allah'ın salatı, rahmeti, O'nun, ailesi ve sahabelerinin
üzerine olsun. En mükemmel salat ve en yüksek teslimiyetlerle) dinine uyanlara olsun.
İkinci olarak: Sizden yapılması istenen, ona aykırı olan amelleriniz için, O'nun istediği
gibi Allah'ın (c.c.) mağfireti, bağışlaması için dua etmeniz ve gönlünüzün ta içinden Yüce
Allah'ın muhabbet sarhoşluğunu kokularıyla; Gavs-i A'zam (r.a.)'ın sevgisini istemenizdir.
Sevgili Kardeşlerim! Şüphesiz bu dünya fanidir, vefası yoktur; çok hileci ve
düzenbazdır, çok merhametsizdir. Ona meyledenler helak olurlar. Onun iç yüzü, dış
görünüşünün izlerini taşır. Yiyenini-içenini öldüren bir sarhoşluk vericidir. Onun iç yüzü, dış
görünüşünün tersidir; gübresidir. İç görünüşü gübredir; dış görünüşü yemyeşildir. Gönlünü
ona kaptıranlar pişman olurlar; apaçık bir hüsrana uğrarlar.
Nitekim İmam-ı Şafiî şöyle diyor: Dünya çürümüş bir leşten başka bir şey değildir.
Ondan kurtuluş, ancak işlerin üzerindeki perdeyi kaldıracak hayırlı işler yapmakla
mümkündür. En güzeli; dünyanın, ahiretin tarlası olduğunu açıklayan benim kitaplarıma
bakarak ders ve ibret almanızdır. Evet dünya tarladır; dünya ahiretin tarlasıdır. Şairin dediği
gibi "Öyle bir güne hazırlan ki onda ölüm var; mutlaka sen de öleceksin. Artık hayırlara
koşuştur. Kimler hayırlara koşuşturacak?"
Dünyayı ahiret tarlası kılmak, ancak Muhammed Mustafa (s.a.v.)'nın dinine uymakla
olur. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Ey Habibim! De ki: Şayet Allah'ı seviyorsanız, bana
uyun ki Allah da (c.c.) sizleri sevsin." Gene Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Peygamberin
size getirdiklerini alın, sizi sakındırdığı şeylerden de sakının!"
Hazreti Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) Şeriatına (dinine) uymak da üç şeyle olur: İlim,
amel ve ihlas.. İlim; ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in rehberleri ve bilginlerinin görüşleri ışığında
www.sohbetican.com
iman ve akidedir. Amel; fıkıh alimlerini derleyip geliştirdiği şer" i hükümlerle amel ederek
bunu ispat etmektir. İhlâs ise; bilhassa bu zamanda ancak tasavvuf ehlinin tarikatlarına girip
yol alarak mümkün olur. Bu tarikatların (yolların) içinden en yücesi, en iyi örneği ve en yakını
ise bu Yüce Nakşibendi Tarikatıdır. (Allah bu tarikatın yüce rehberlerinin sırlarını aziz etsin);
onları sevenlerin kalplerini nuriandırsın: onların çocuklarına lâyık olan marifet nurlarını
saçsınlar ve keremiyle, fazlıyla onların bereketlerinden bunları feyizlendirsinler.
(?)
Buna nasıl hayır denebilir ki, bu tarikat AZİMET (dine kesin bağlılık) ve doğru hadisler
üzerine kurulmuştur. Çünkü tarikat uluları şöyle demişlerdir: "Bizim tarikatımız, ASHAB-I
KİRAM'ın (r.a.) yollarının aynıdır. Sahabeler zamanında olduğu gibi, bizim tarikatımızda da
insanlara açıklamak (açık zikir) yoktur; insanlara duyurmak yoktur raksetmek yoktur; kırk
gün çile mecburiyeti yoktur. Bu tarikatın temel özelliklerinden biri sonun, başlangıca
dercedilmiş olmasıdır. Yani kabiliyetlerine göre, tarikata yeni başlayanlarda, sana ulaşmış
olanlar için meydana gelen şeyler (manevî gelişmeler) meydana gelir.
Tarikatın başlangıcı ŞUHUD (inanılanları görmek) sonuncu da GAYBET (kendi
benliğinden geçmek)'tir. Bu tarikatlara kul, kulluk sıfatlarını en iyi hale getiren bir kul olur.
"FETH-ÜL MÜBİN" adlı eserde "Muhammed'in (s.a.v.), Allah'ın (c.c.) kulu ve Resulü
olduğuna şahadet ederim" mealindeki KELİME-İ ŞAHADET'in bu kısmı izah edilirken şöyle
denmiştir:
Kulluk, risaletten (peygamberlikten) önce geliyor. Ahmed EL-GAZALİ de irşad ettiği şu
beyit ile metihte bulunmuştur. Onun sevgisi karşısında çekiştirmeler bana hafif gelir;
Düşmanların "o hafif-meşrebtir, iffetsizdir" sözleri de..
Adımla çağrıldığımda hummaya yakalanırım:
"Onun kulu" diye çağrıldığımda da, baş üstüne derim.
Şöyle ki, ben bu beyitten şurayı iktibas ediyorum: İsimler arasında seçilmiş olanı,
ABDULLAH (Allah'ın kulu) ismidir. Gene bütün tarikatların seyri, bu âlemden MİSÂL
ÂLEMİ’nedir. O âlemdeki seyirleri de imanın iki kelimesini sağlamlaştırmak içindir.
Bu tarikatın daha efdal olduğunun delili olarak, tarikat büyüklerini yüksek himmetlere
sahip oldukları yeterlidir. Bu ise; ne dünyaya, ne de ahirete meyletmeksizin Allah'a
yönelmektir. Nasıl ki mabudları o ise, istedikleri de ZAT-I AKDES'tir. (Cenâb-ı Allah'ın (c.c.)
Zâtıdır). Nasıl ki Rableri o ise, sevdikleri de onun Güzel Zâtıdır. Nasıl ki şöyle denmiştir
"Senden başkasını şayet söyler isem, ben fâsıkım." EL ÇARHİ bu beyti açıklarken şu ifadeyi
nakleder: "Gerçi bizim için Cehennem, yanması gereken hakirleri yıkan yerdir.
Cennetin gizli sırrı da, cömertlik bahçesi değildir."
Yani cehennemden korkumuz, ancak orası gazap yeri olduğu içindir. Cenneti de, ancak
Rıza ve Allah'ı (c.c.) görme yeri olduğu için istiyoruz. Allah (c.c.) sizleri ve dostları onların
vekilleri olan tabileriyle, Cennette Zât-ı Akdes'i görmekle rızıklandı.sın, nasiplendirsin.
Ondan başka mahbub (sevgili) nasıl olsun ki o Kahhar'dır, Settar'dır, Rezzak'tır, Vehhab'tır,
Kerim'dir; mukaddes kemal sıfatlarıyla sıfatlanmıştır; her türlü noksan lekesinden uzaktır.
Ondan başka ilâh yoktur. Durum şüphesiz yukarıda anlatıldığı gibi olunca, bu tarikatın
istedikleri, isteklerin en yüceleri olmuştur. İsteyip de bulana müjdeler olsun; sırtını dönüp
yüz çevirene de yazıklar olsun. Allah (c.c.) bizleri böyle bir akıbetten korusun.
Şah-ı Nakşibendî buyuruyor ki: "Kim ki bizim tarikatımızı reddederse, dininde
tehlikeye düşmüş olur." Gene buyurmuştur ki; "Bizim yolumuz (tarikatımız), bağlanacak en
sağlam iptir. (URVET-ÜL VÜSKA'dır). Haydi, bu tarikatta sâlik olmaya gelin; Allah
kolaylaştırıcıdır, kerem sahibidir. "Ulu, cömert olanlarla, şerirlerin işi yoktur."
Kardeşlerim! Bu tarikat; Allah'ın sıfatlarını düşünmeksizin, O'nun Yüce Zâtına
teveccüh etmektir (yönelmektir). Bu yol, muhabbet yoludur. Çünkü bu tarikat Allah'a (c.c.)
yönelip gitmeyi ve O'nun yoksunluğundan kaçmayı gerektirir. Hatta muhabbet
www.sohbetican.com
tamamlandığında, muhabbet sahibi yüzün mahbubu (sevilene) dönmekten çeviremez;
sevgilisi onu dövse veya kahretse de, bilâkis bu yoldaki kahır da ona sevimli gelir. Nasıl ki
şöyle denmiştir; "Âşığım, onun kahrı seven için lütuftur. Hayret ediyorlar ki ben bu her iki
yanapın âşığıyım."
İhlâs ise, Allah'a (c.c.) kendi faniliğini ve Allah'ın (c.c.) dışındaki her şeyin faniliğini
bilerek yönelmektir. Bunu kendini beğenmek ve gösterişten uzak olarak yapmak gerekir.
İhlâsta kendini beğenmek, gururlanmak veya riya (gösteriş) yoktur. İrşad dairesinin Kutbu
Seyyid Taha (k.s.) Hazretleri şöyle buyuruyor: "Bu tarikatta kendini beğenmek, gururlanmak
ve gösteriş yoktur." Bunu Gavs-i A'zam (k.s.) da açıklayarak şöyle demiştir: Bu demektir ki;
seven, sevdiğinden başkasını görmez ki riyakârlık yapsın. Kendisi sevdiğinde helak olmuş,
yok olmuştur. Bu kendinin beğenme yolu değildir, bilâkis teslimiyet yoludur. Yani,
sevdiğinin emrine boyun eğer, kendisine bir şey emrederse emre uyar. Kendisini bir şeyden
nehyederse o da kaçınır. Bu konuda fayda ve zarara bakmaz. Bu yönelişin tarikatta meydana
gelmesi, üstada yönelme içinde şu üç yol ile olur: Üstada tarikatının bir vasıtası olarak sevgi,
ihlâs ve ona teslim yoluyla sabretmektir. Ta ki istenen Allah (c.c.) rızasını elde etmek olsun.
"Sana gerektir ki candan gecesin,
Testini feyiz kaynağının önüne koyasın,
Can kandilinin parlayıp yandığını sanma,
Bir akıllı bilmişin önünde onu yak. "
Sözün kısası, dostlar zümresine; bilhassa onların en haslarına lâyık olmak için,
Allah'tan (cc.) yardım dileyerek feyiz sahiplerinden istifade etmeye devam etmelidirler ve bu
Yüce tarikatta kahramanca, gevşeklik göstermeksizin yürümeleri gerekir.
''Tarikatın âdet ve edeplerinde hamlık küfür alâmetidir;
Evet bu yüce tarikat çeviklik ve atılganlıktır."
Maksadınız Allah'ın (c.c.) Yüce Zâtı olsun. Muhabbet denizindeki İslâm gemisine
giren, denizciniz (kaptanınız), üstadınız olsun. Uygun rüzgârınız, durmak bilmeyen Allah'ın
cezbesi olsun. Aykırı rüzgârlardan ise korkup çekinin; bunlar ise dünya şehvetleri
rüzgârlarıdır. Bu gemiyi bidatlara, ruhsatlara, mubah şeylere meylederek değiştirme. (Yani,
İslâm'ın emir ve yasaklarına sıkı sarıl: bidatlarla amel etme. Buna izin var, bu mubahtır diye
gevşeklik gösterme). Ta ki gemi günahlarla su alıp batmasın. Sükun ve değişme nasıl
ayrılacaktır? İstenen tek hedef ise misli, benzeri, zıddı, eşi olmayan Allah'tır (c.c). O zâtında
ve sıfatlarında tektir. Sevenleri kendi muhabbetleriyle yakmak O'nun kudsiyetine lâyıktır.
Geçmiş Salih zâtlardan çoğunun muhabbet ateşine yanmış olduğu gibi.
Şayet -Allah (c.c.) bizleri korusun-, size bir gevşeklik isabet ederse; öncelikle rabıta
vasıtasıyla "LA İLAHE İLLALLAH=Allah'tan (c.c.) başka ilâh yoktur" kalesine derhal sığınırız.
Çünkü rabıta, tarikatı kesintiye uğramaktan kurtarır. Râbıta'ya mutlaka devam ediniz. Gavs-ı
A'zam (r.a.) şöyle demiştir: Vusul (Allah'a (c.c.) ulaşma), zikir ve rabıtayla veya sadece
rabıtayla olmaz. Allah'a yemin olsun ki, dünya ve ahirette; bu her ikisinin de lezzetleri ile
lezzetlenilir. Bunları (yani zikir ve rabıtayı) isteyenlerin daha fazla lezzet (manevî zevk)
almayı istemeleri, onlar için makbul bir şey değil ise de.
Bu anlatılanlardan, tarikatta sülûkun (yani tarikata girip bağlanmanın ve yol almanın)
günümüzde zor olduğunu sanma. Muhabbetle tarikatta yol almak, en kolay yol alma (seyr)
şeklidir. Velev ki salik bu yolda helak olsa da; çünkü bu istenen, rağbet edilen bir yoldur.
"Gam ve aşk dellalı, canını ortaya koyanların rağbetini gördüğünden;
Öyle nara atıp feryad etti ki, binlerce yerden şada verdi. "
www.sohbetican.com
Demek ki tarikatı istemekte, ruhu başıboşluktan ve dikkatsizlikten korumak vardır.
Zorluk nerede, zarar vermek nerede? Bunun ne zorluğu görülür, ne de bundan zarar ziyan
gelir. Ancak, tarikatla gidenlerin hallerinin bu olduğu hakkında Allah'ın, kulaklarını sağır ve
gözlerini kör ettikleri kimseler müstesna. Aksi olanlar için, tarikata boyun eğmenin bile
faydası vardır. Şah-ı Nakşibend (k.s.) tarikat alıp da, âdet ve gerekleriyle tam manasıyla
amel etmeyen birine şöyle demişti:
- Beni rüyada gördün mü?
- Evet, gördüm.
Bunun üzerine, o kişiden şikâyet edenlere "niçin bu kişi amel etmiyor diye şikâyet
ediyorsunuz? Halbuki o amel etmişlerdendir. Çünkü beni rüyasında görmüş, yani benimle
rabıta etmiştir" diye buyurmuş.
Gene Şah-ı Nakşibend (r.a.), "Ben tarikat almak istiyorum, muhabbetim var. Ama
engelim var" diyen biri hakkında, "Muhabbet yeterlidir" demiştir. Gene Şeyh-ül İslâm Şah-ı
Nakşibend şöyle buyurmuştur: "Onlara muhabbet ve siretlerine muhabbet ameldir." Hatta
şöyle de mistir: "Umulur ki onları inkâr edenler, tövbe yoluyla kurtuluşa ererler."
SubhânAllah! Bu ilim taifesinin halleri ne gariptir. Allah hepsinin sırlarını aziz ve yüce
kılsın. Kendilerini inkâr edenlerin bile mahrumiyetlerini istemiyorlar. Bilâkis onların
kurtuluşlarını istiyorlar. Hatta onları inkâr edenlerin birçoğu tövbe etmişlerdir. Onların
inkarcılarına karşı lütuf ve büyüklükleri böyle ise, sevenlerine karşı lütuf ve büyüklükleri
nasıldır? Akıl bunu idrak edemez. Allah önce onu inkâr edenlerin cezalandırıcısı, sonra da
onun mükafatlandırmışıdır. Allah ona mükâfat versin. Mevlâ'm, tarikat büyüklerine en
hayırlı mükâfatlan ihsan etsin. Bizleri de onların sayesinde mükâfatlandırsın.
"Ey akıllı ve bilgili kişi, eğer kurtuluşu hazırlamak istersen;
Nakşibendi Pirlerinin, candan-gönülden ayaklarının toprağı ol."
Selâm, şerefli muhibblerden, manevî kardeşimiz İbrahim Efendi'ye selâmı tebliğ
edenlere, ondan dua bekleyenlere, bütün hane halkına ve hallerini soranlara olsun. Allah
(c.c.) onları da, sizleri de ve bütün dostları da dünya sevgisinden; dünyaya meyletmekten ve
onunla sürür (sevinç) duymaktan korusun. Allah (c.c), dünyayı, kendi zâtının sevgisi;
peygamberleri ve velilerinin sevgisi sayesinde, gözlerinizde nefret edilir kılsın. Allah'ın (c.c.)
salat ve selâmı, kıyamet gününe kadar Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e ve bütün
peygamberlere olsun. Amin. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a (c.c.) mahsustur.
www.sohbetican.com
Muhammed Ziyauddin (k.s.) Tarafından
Sâmî (k.s.) Hazretleri'ne Gönderilmiştir.
Şeyhinin (k.s.) vefatı münasebetiyle başsağlığı dileyen Şeyhin Halifesi Şeyh
Muhammed Sâınî Efendi El-Erzincanî (k.s.)'ye göndermiştir. Mektupta, hayatta ve
sonrasında, bütün kâmil şeyhlerin bilmesi gereken, musibetler ve kalplerin kırıldığı
zamanlarda metin olmak ve daha fazla çalışmak gerektiği, müridlerin evrad mertebelerinin
ulaşabileceği son mertebe ki; celâl ve cemâl'a ulaşmış bir nıürid yaratır. Namazda Râbıta'nın
nasıl olacağına dair beyanlar bulunmaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a (cc.) hamdu senalar olsun ve Muhammed (s.a.v.)'e, Ehli
Beyti ve sahabelerinin hepsine salat ve selâm olsun;
Daha sonra,
Allah (c.c.)'ın cemâl ile nurlanan ve kemâli ile kemâle eren büyük üstad kemâl sahibi ve
bilge kutbun pak ruhunun öbür âleme intikal etmesi, üzerimize çöken büyük bir musibet
olmuştur. Bizler onun yokluğuna alışmaya çalışırken ve ciğerlerimiz ayrılık hasreti ile yanıp
kavrulurken, değerli mektubunuz ulaştı. Doğru lisanı hal ile içerdiği üzüntü ve gönül
sıkıntısını, cinan ravzasına, ilâhî feyiz kaynağı olan Üstadı Azamın yüce makamına arz
eyledik.
Birincisi,
Belirttiğiniz tefrika ise, her ne kadar Büyük Üstadın görüntüsünün yokluğu tefrikayı
gerektirse bile, daha çok muhabbeti, çalışmayı ve dayanışmayı giderek artmasını
gerektirmektedir. Zira onun kutsal ruhu beden kabuğunu terk etmiş olsa bile, kalan güzel
hasletleri günden güne güçlenmekte, bilgisi, himmeti ve bereketi artmaktadır. Bizler bunun
işaretlerini ve izlerini görmekteyiz. Yine tefrikada toplanmaya karşı, bu gibi büyük musibet
zamanında gönüllerin birleşmesiyle sağlanacak dayanışma çok önemli ve gereklidir.
Musibet zamanlarında Allah (c.c.)'ın sonsuz sabır denizinin feyizlerinden istifade
ederek kırılan kalpler için daha çok evrad, zikir ve diğer işleri yapmak gerekmektedir. Bu tür
büyük musibetlerde Cenâb-i Hakka yakınlaşmak gerekir ki; bundan daha büyük musibet
olamaz. Zira Allah (c.c.)'tan uzaklaşmaya yol açan belaya (ibtila) fitne denir, musibet değil.
Cenâb-i Hak'tan, bu belayı bizim için fitne değil musibet eylemesini ve kulluk kapısına
yaklaştırmasını niyaz ederiz.
Hallerin başında uzun süre Üstadı Azam'in (k.s.) Efendinin Allah (c.c.)'ın rahmetine
kavuşana kadar evrad ve zikir yapılmasını emretmedi. O zaman bana dedi ki; şimdi evrad ve
zikir zamanı geldi, zira gönül (kalp) kırılması ilâhî bağları zayıflatabilir. Üstadı Azam (k.s.)'in.
ölüm hastalığı zamanında göz kamaştırıcı kerametler ve işaretler sayılmayacak kadar çoktu.
İnşAllah yazmakta olduğumuz Tebşir nüshasını tamamladığımızda size de bir nüsha
göndereceğiz.
İkincisi;
Şu anda yanımıza gelmeniz uygun değildir. Ancak geçen yıl mevsiminde daha önemli ve
gerekli idi.
Üçüncüsü;
İsminizin Muhammed Sâmî (k.s.) olması, nisbetinizi ve meveddetinizi (içtenliğinizi)
günden güne artırmaktadır. Eskiden olduğu gibi ihtiyaca göre mektuplar ve bilgiler
göndermelisiniz. Ve cevaplarında Üstadı Azam (k.s.) şevk ve muhabbetle dolu mektubunuza
www.sohbetican.com
cevap konusunda; keramet yolu ve gayıptan seçmelerle dedi ki; şimdi zamanı değil, daha
sonra ortaya çıkacak (daha sonra yazalım). Bir süre sonra tarafınızdan gelen Molla Süleyman
El Tekmani (k.s.) tarafınızdan müjde getirerek şimdiye kadar Erzincan bahçelerinde
olduklarını ve büyük şevkle memlekete (belde) daha yeni döndüklerini bildirdi.
Kendileri (k.s.) mektuplara cevap vermeye özen gösterirdi. Ancak bu sefer size karşı
olan sevgisinden dolayı ve kerametli sadatlar yirmi bir bine ulaşan müridlerin evradlarını
ziyaret ederlerken, sizi aczi ve hastalığı ile sıkmak istemediğinden dolayı geciktirmiştir.
Mustafa Efendi'nin verdiği müjde üzerine, Üstadı Azam diyor ki; mürid cemâlsiz ve celâlsiz
olamaz.
Önce celâlini gösteren mütemadiyen husulden önce cemâli gelir. Gönülde, Râbıta'dan
cezbeyi elde edemez. Husuldan sonra cezbe oluşur. Bu oluştuktan sonra bütün kemâller ve
tebşirler hâsıl olur ki; böylesine büyük bir makamı elde etmek büyük bir nimettir. Uykusunda
gördüğü iki hisardan biri, Üstadı Azam'in rahmeti, diğeri ise Cenâb-ı Rabb'da saklı incizab
(ona doğru yöneliş)tir. Deneme amacıyla hisardan çıkma iradesi ise, Alaaddin El-Attar (k.s.)
Hazretlerinin, ilâhîlerinde (Müveşşehat) bu yüce grup, istenenler ve sevilenler olduklarından
denenmezler, yolundaki sözlerine aykırı olsa bile. Daha sonra Allah (c.c.)'a hamd olsun
vefatından önce, endişe çemberinden çıkmanın mümkün olmadığı ve uzaklığının tehlikeli
olmadığını anladı (kendisine göründü).
Hasıl olan ise, Rabıta ile zikrin birleştirilmesinden doğan güzel ve yüksek makamdır.
Ancak hitabî (sözlü) zikir, şeytanî tevessüllere maruz kalabileceğinden dolayı rabıta ile
birlikte olamıyor ve sonra görebildiği kadarıyla yok oluş yoluyla zikirle meşgul oluyordu.
Üstad, tahayyüle geçse bile önce zikir ediyor ve sonra namazda rabıta yapıyordu. Ancak
Üstadı Azam, Hace-i Ahrar'ın, Rabıtada, Subhanehu ve Teâlâ'nın "ve Künu meassadikîn ve
kaynune" isnadını inceledikten sonra namazda yemin ve kusur canibinden tahayyül
emrinden, bu zor yolun insibağ (boyanma) ekseni üzerinde dönmesinden dolayı konuyu şu
ana kadar bize bildirmemiştir.
Üstadı Azam bundan şevk ve lezzet bulmadığı için sizin rabıta ve muhabbette şevk ve
lezzet yoktu. Ancak, Üstadı Azamın mübarek diliyle söylediği gibi inşAllah bundan sonra her
yerde sonsuz şevk, lezzet ve muhabbet olacaktır. Vicdanlarımızı hakikatlere yöneltecek
izleri görebileceğimiz müjdesiyle, Allah'ın (c.c.) selâmı sizin, yanınızdakilerin ve Muhammed
Mustafa (s.a.v.) şeriatını izleyenlerin üzerine olsun ve âlemlerin Rabbena hamd ve senalar
olsun.
www.sohbetican.com
www.sohbetican.com
Şeyh Fethullah (k.s.) Hazretleri Tarafından Sâmî (k.s.) Hazretlerine
Yazılmıştır.
Yine adı geçen halifeye olup, şeyhlerden hangisinin rabıtası caizdir beyanı ile, kutup
ikidir. İrşad Kutbunun makamı Medar Kutbu' ndan daha yüksektir. Gavs ve müridlerin
rabıtada gördükleri güzel ve ürkütücü (korkutucu) şekiller ve görüntüler ile bir müridin
göğsünde, yumurta şeklinde gördüğü üç beyaz leke beyanını içermektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm ve Elhamdu lillâhi Rabbil âlemin ve salat ve selâmu ala
seyyidina Muhammed ve ala âlihi ve ashabihi ecmain;
Ve zâtınıza tam selâm ve kabul edilen zamanlarda hayır dualarınızı ilettikten sonra;
Değerli mektubunuzun bize ulaştığını bildirmek isteriz. Onu okuduk, şevk ve
muhabbetin artmasından dolayı Allah'a (c.c.) hamd ettik ve Üstadı Azam (k.s.) himmetine
şükürler eyledik.
Rabıta konusunda sorduğumuz soruya gelince, Hakkı Efendi "Nakşibendî Tarikatı
Beyanı" adlı kitabının dördüncü bab, üçüncü kısmında, rabıta mürid. müşahede, isimler
ve sıfatların tecellisi makamına ulaşmış yüksek terbiye sahibi bir Üstad"a bağlanır. Hal
böyle iken, rabıta ve gavslık ve kutupluk şart değildir. Rabıta, sadece isimlerin ve sıfatların
tecelli etmesinden itibaren caizdir. Nakşibendî olmayanlarda bu makam, o şahıs için
kemâl sıfatı bütün kemâl sıfatları yüksek
Nakşibendî cemaatinde ise ilim, kudret, sehavet (alçakgönüllülükle) gibi bütün kemâl
sıfatlarını Allah (c.c.) yolunda kullanması esastır. İmam-i Rabbani "Mektubaf'ın birinci
cildinde yer alan birçok yazısında; kutup ikidir, birincisi İrşad Kutbu'dur. Her türlü hidâyet ve
nurun geldiği, fakirlik, zorluk ve yok oluş gibi Nebilik kemâllerinin sonuna ulaşmış kimsedir.
"Nefahatta" belirtildiğine göre, Kutup Dairesinden çıkanlara "El-Racebiyye" denir.
Diğeri ise Medar Kutbu'dur. Yalnızlık, ayrılık, erime ve mahvolma konularında velayet
kemâllerinin sonuna ulaşmış kimsedir. Pahalılık, ucuzluk, yağmur ve bitkilerin yetişmesi gibi
dünyevî bütün konular onun elinden olur. Gavs ise, Şeyh Muhittin El-Arabi'ye göre Kutbu
Medar'm ta kendisidir. Ancak İmam-ı Rabbani ve Nakşibendî ileri gelenlerine göre, Kutbu
Medarındandır. Ancak, Ebdal (veliler), Evtad (ileri gelenler), Nakipler ve Neciplerin başında
olup, hatta Ebdallerin tayini ve azli onun elindedir.
Üstadı Azam'in da İrşad Kutbu olduğuna dair açık deliller ve kuvvetli işaretler
bulunmaktadır. Bunları yeni yazılan Risale'de detaylı olarak belirtmiştir. Bahsi geçenden ve
İmam-ı Rabbaninin "Mektubaf'ının 1' inci cildindeki elli yedinci mektubunda detaylı olarak
belirttiği gibi, Kutbu İrşad makamının daha yüksek olduğu öğrenilmiş bulunuyor. Hace
Muhammed Kar Mesakh "Fasıl El-Hitap" kitabında; Peygamber (s.a.v.) mübarek zamanında
İrşad Kutbuydu. O zamanlarda Üveys Karani'nin amcası Üsameddin (r.a.) Kutbu Medar'dı.
Her ne kadar sahabe mertebesine ulaşmasa bile, ne zaman bir soru sorulduğunda
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ihtiyaç kadarını emrederdi. Üstadı Azam da rabıta hakkında,
müride rabıta olacak şeyhin fani olması gerekir. Yine Üstad Hazretleri "Risalet El-Râbıta"
adlı kitabında yer alan "Müridin, Allah'a (c.c.) fani olan şeyhinin ruhaniyetini tam olarak
almalıdır" ibaresi vardır.
Müridlerin rabıtada gördükleri şekillere ve hayvanlarca Rabıta Tecellisi denir, kimin
tabiatına şevk, muhabbet ve güzellik hakim ise ona güzel ve iyi şekiller görünür. Kimin
tabiatına korku ve celâl hakim ise, ona korkunç şekiller görünür. Mürid celâlsiz ve cemâlsiz
olamaz. İlk önce celâl görünürse arkasından uygun yüze cemâlin görünmesi ümit edilir.
Müridin göğsünde gördüğü yumurta şeklindeki üç beyaz leke, Sülüs latîfesi olup, asıl
makamı olan, girdiği ve inşAllah diğerleri de girer.
www.sohbetican.com
Buraya gelişiniz ise, siz de çok iyi biliyorsunuz ki sizin yararınızadır. Biz şimdi Türbe-i
Şerifi imar ediyoruz. Bayramdan sonra zorunlu olarak Terçonk'a geleceğiz. Bayramdan
sonra gelirseniz türbeyi sürekli ziyaret etmeniz sorun olacaktır. Bayramdan önce gelip,
türbenin imarına yetişip burada birkaç gün ikâmet etmeniz sizin için daha uygun olacaktır.
Risâle'den istediğiniz nüsha ise, bütün nüshalar etrafa dağıtıldı ve şu anda işlerimiz çok
yoğun, geleceğinize yakın size bir nüsha hazırlamış oluruz. Böylece beraberinizde
müridlerinize hediye olarak götürürsünüz.
Babanıza, kardeşlerinize, oğlunuza ve bütün müridlerinize selâmlarımızı ve dualarımızı
gönderir, dualarınızı eksik etmemenizi temenni ederiz. Efendimiz Muhammed (s.a.v.) ehli
beytine ve bütün sahabelerine salat ve selât ve selâm olsun.
www.sohbetican.com
Aşağıdaki mektup Şeyh Fethullah (k.s.) tarafından Piri Sami (k.s.)
Hazretlerine gönderilmiştir.
Yine şeyhinin halifesine mezkur şeyh Muhammed Sami Efendi El-Erzincani’ye.
Şeyhler arasında çekişme ve liderin sünnetlerinin (?) eski oldu (?) tutanağa değil
misafirlerden genel şüpheye yüklenmesi gerektiği, Nakşibendi tarikatının şeriata ek bir konu
olduğu yönündeki şüphenin defedilmesi ve bundan neyin kastedildiği konusundaki beyan ile
şeyhler nezdinde kadınların nasıl tarikat alacağı ve yüksek tarikatın, çocuklar, yaşlılar,
erkekler, kadınlar, alimler, cahiller, salihler, fasıklar ve hatta canlılar ve ölüleri bile kapsadığı
beyanı;
İyiliği emretme ve kötülükten alıkoymanın herkese vacip olduğu ve hatta emreden,
kötülük işlemekte olan fasık biri olabilir.
Başka bir memlekette bir şeyhin irşadının caiz olmadığı şüphesinin giderilmesi;
Hidayet babında, bir şeyhin terk edilip, başka bir şeyhe bağlanmanın caiz olup
olmadığı konusundaki beyan;
Görüntü uzaklığının mükemmel olandan nisbet almaya engel olduğu şüphesi ile
bedeni eksikliğin kemale engel olduğu, hatta kemalleri konusunda ittifak edilmiş
peygamberler, sahabiler, imamlar ve şeyhlerde olduğu ileri sürülerek mutlak velayete engel
olduğu yolundaki şüphenin giderilmesi;
Bazı velilerin, tütün içmelerinden dolayı onlara şer’i ahkâmın uygulanmasının
gerektiğini ileri sürerek incitilmelerinin defedilmesi;
Bütün müslümanlar hakkında hüsnü zanlı olmak fiillerinin ve sözlerinin şeri mesnetlere
dayandırmak gerekirken, kerametli ve özel evliyalarına nasıl olmaları gerektiği ve bütün
bunlarla ilgili olarak;
Her şeyin hamdıyla tesbih ettiği ALLAH’ın adıyla ve Efendimiz Muhammed (s.a.v.)’e,
ehli beytine ve bütün sahabilerine salat ve selam olsun ve sonra;
Yüce eşik hizmetkarından ALLAH yolundaki kardeşi Havace Muhammed Sami
Efendiye; ALLAH’ın selamı sizin ve yanınızdakilerin üzerine olsun. Sizin, babanızın, yanınıza
gelen öğrencilerin, dostların, mensupların ve gönüllerin dualarını daim olmasını diliyoruz.
Zat-ı âlinize, 04 Şubat tarihli mektubunuzun, 23 Mart tarihinde elimize ulaştığını
belirtmek isterim. Değerli mektubunuzu okuduk ve anladık. Terzi baba Hazretlerine mensup
olanların taassubu ve çekişmelerini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu yüzden, ALLAH Teala’ya
hamd, üstadı azamın himmetine bu konuda şükrettik. Çünkü nikar (çekişmenin) sebebi
müridler arasındaki hatta kerametli sadatlar (seyyidler) arasındaki kıskançlıktan kaynaklanır.
Ruveyim (k.s.) bu konuya, “Tasavvuf ehli arasında ne zaman nikar görülse, kıskançlık, gıpta
ve çekememezlik görülmüştür. Bunlar arttıkça o da artmıştır” yolundaki sözleriyle işaret
etmiştir. Bazı büyükler, nikar, müridlerdeki “İrade sadakatinin törpüsü, kerametli sadattan
soyutlanmayı gerektirendir” demişlerdir. Bunun için mektubun cevabını, Kosor, Bulanık,
Hınıs ve nahiyelerini ve ümit kabesi, ihsan ve fazilet kaynağı olan büyük Pir ve bilge Kutup
(k.s.)’un türbesini kapsayan seferimizin dönüşüne erteleyelim dedik. ALLAH bize ve bütün
tarikat mensuplarına bereketinden, ilminden ve edebinden bolca nasip eylesin. Sonra 10
Mart tarihli ikinci mektubunuzu alınca ki, taassuplarının arttığını belirtiyorsunuz. ALLAH
onları af edip, merhamet eylesin ve doğru yolu görmeleri için onları hidayete erdirsin ve
mektubunuzun cevabını almadığınızdan dolayı sıkıldığını mektubunuzdan öğreniyoruz.
Gecikme konusunda ihmalkârlık söz konusu değil, zira mektuplarınız elimize dört gün sonra
ulaştı ve hemen cevap vermeyi isterdik. Değerli kardeşim, siz ve üstadın muhabbetinde sizi
izleyenler ALLAH için teşekküre ve takdire layıksınız ve üstad saygıyla anıyoruz ki; sizleri
www.sohbetican.com
Mevlana Şeyh Halid El-ŞEyrezuri’nin –ALLAH (c.c.) onun yolunda olanları her kötülükten
korusun- yoluna erdirdi. Bütün bunlar yükselmenin ve İslam memleketlerinde yayılmanın
sebebi olmuştur. Onun “NEBDE” ve “NUR’UL HÜDA” ve menkıbelerini okuyanlar zaten
kemale erer. Taassup ve nikar (çekişme) ehli ise –ALLAH onları affetsin- taassup ve
çekişmeleri yüzünden hiçbir zaman halleri huzuru bulamaz. Eğer dertleri kıskançlık, servet
düşkünlüğü ve makamsa, ALLAH bu kötü heveslerinden kurtarıp hidayete erdirsin
demekten başka onlara söylenecek söz yok ve şifa bulacakları deva da yoktur. Ancak onlar
ve diğer müslümanlar hakkında suizan (kötü düşünmek) etmek bize yakışmaz. Onların
şüphesi ve bununla ilgili yorum yapmak hoş olmaz. Diğer konuya gelince onlar da çok iyi
biliyorlar ki yüksek Nakşibendi tarikatının Mustafa (s.a.v.) şeriatına bağlı ek bir konu
olduğunu biliyorlar. Herkesin bulunduğu memlekette tarikat alması şarttır konusundaki
bilgileri, onu söyleyene aittir. Üstadı Azam’da bedeni eksiklik olduğunu bildikleri ve
etbaından tarikat alınamaz yolundaki iddiaları ise, maşallah bu sözlerin hepsi geçersizdir.
Zira söylenen her söz yakin ile delillendirilmelidir. Her Nakşibendinin ve hatta bütün batini
ilim ehlinin elinde hüccet olarak bulundurabileceği (?) nin mektubatının birinci cildindeki, Ali
Talip El-Beyatlı (?) adına farsça yazılı 238 inci mektubunda; (?) farsça (?) (Vema alal Resul illal
belağul mubin) (Resule ancak açıkça tebliğ etmek düşer) ve şeyh Bediuddin adına
gönderilen 251. Mektubundaki bu mektup aynı ciltte sorulan sorulara cevap niteliğindedir.
Diyor ki farsça (?) “Zelika fazullahi yutihi men yeşai vallahi zulfazlil azim” “Bu Allah’ın fazlıdır
istediğine verir. Allah büyük fazıl sahibidir.”
Bakın şeyh ne güzel işaret ediyor. Tarikat, insanın akidesini, şer’i hükümlerle
düzeltmektir. Bu da özelleri, umumu, cahilleri, alimleri, fasıkları, salihleri, sübyanları,
adamları, kadınları ve erkekleri de kapsar. Zira, bunların hepsi düzeltmekle mükellef değiller
mi? Fasıkın tevbe etmesi vacip değil midir? Ve her vacip şeriat hükmünden olduğuna göre,
bu tarikat akidelerinin düzeltilmesi, emirlere uyulması ve yasaklardan uzaklaşma tarikatıdır.
Daha sonra eğer yüce Allah onları özellerden yapmayı murad etmişse, Batıni ilimleri almaya
ehil (hazır) hale getirir. Yoksa, sadece tevbe ile kerametli sadatlarına mahsup sayılırlar. İkinci
olarak; hicap şartıyla, kadınların ve hatta yabancı erkeklerin tarikat alabileceklerini beyanla
açıklamış ve açıklamasına üçüncü olarak, tarikat almayı genelleştirerek, teklif ehli olmayan
sübyanlar ve ölülerin de almasının caiz olduğunu beyan etmiştir. Eğer ölüler, nesepten
yararlanarak bu yüksek tarikata katılabiliyorlarsa, canlıların durumu nasıldır? Şafii fıkıh
kitaplarında, iyiyi emretme ve kötülükten alıkoyma herkese vaciptir. Hatta emreden kişi, bu
emirlere uymayan ve yasaklardan kaçınmayan biri olsa bile. Abdullah El-Şarkavi “Haşiyet
Şerh El-Tahrir” adlı kitabında; Zina yapan erkeğin, zina yaptığı kadının, yüzüne bakmasına
izin vermemelidir. Eğer bunu yapmıyorsa yüzüne vurarak yüzüne bakmamasını sağlamalı.
Eğer kendisi kaının yüzüne bakıyorsa, münkeri nehyetme babından ona bağlanmış olsa bile,
mümkün olduğu kadar bu yasağa uymalıdır. Aksi takdirde bu vacibi terk ederek günah
üzerine günah işlemiş olur ki; “Zina yaptı ve baktı.” Hanefi fıkıh kitaplarının da bu tür
örneklerden yoksun olduğunu sanmıyorum.
Taasupları ancak, tarikat ve şeriat kitaplarından bihaber ve gaflet içinde
olmalarındandır. Yoksa, her kim onları incelediği ve şeriat hükümlerinin tebliğinde
eksiklikten kaçınmak için layıkıyla anlamak için nefisnde insafa yer bıraktığı zaman gerçeği
öğrenecektir. Nefsimizin şerrinden ve vesveselerinden Allah’a sığınır, ilim nasip etmesini
dileriz. Nefehat’ta, Şeyh Mevdud El-Çeşti (?) ile Mevlana Ahmet El-Cami Altamiğ (?)
arasında geçen kıssadan bahsedilir. Söz konusu kıssa, Şeyh Mevdud’un menkıbelerinde de
geçer. Kıssada olan; Mevlana Ahmet, ehline biat almak için Çeşti’ye gitmek ister. Şeyh
Mevdud’da ona haber salarak, “Bu vilayet bizim vilayetimiz, saygı değer babalarımızın
vilayetidir. Buraya girmesin ve selametle geri dönsün. Yoksa ona kutrun kuzuya yaptığını
yaparız.” Buna karşılık oda cevap göndererek “vilayetten murad evler ve mülkler ise onlar
www.sohbetican.com
sahiplerinin mülküdür. Vilayetten murad aile ve ahali ise onlar da resilerinin reayasıdır. Ama
velayet bunların dışında benim ve Allah velilerinin anladığı şeyi murad ediyorsa, o zaman
durum öbür gün açıklığa kavuşur” demiştir. Daha sonra, öbür gün nefsinde olan insafından
teslim etti. İmamı Rabbani’de (k.s.) 221. Mektubunda, bir şeyhi terk edip başkasını seçmenin
ve hatta terke teşvikin caiz olduğuna işaret etmiştir. Daha sonra (?) Havace Ahrar hazretleri
(k.s.) (?)
Buradan da anlaşılıyor ki; eğer Terzi Baba hayatta olsaydı, inkar etmemeleri kaydıyla,
müridlerin Üstad-ı Azam’ın yoluna katılmaları caizdi. İnşallah, hiç kimseyi inkar etmeden bu
yüksek tarikata gireceklerdir. Halifeleri ve sadatı nasıl inkar edebilir ki. Üçüncüsü; onların
iddiasına göre, bu konuda ki engelin Bud El-Suvari görüntüden uzaklık olduğu yönündedir.
Bu da önemli bir durum değildir. Mevlana El-Cami’nin Nefehat kitabının, Alaaddin Attar
tercümesinde naklettiği, “Teveccühün hakikatı, şeyhlerin bedenlerine, suretlerine ve
türbelerine değil, onların ruhuna yönelmektir.” Her ne kadar yakınlığı etkisi daha fazla olsa
bile, görüntü uzaklığı faydalanmayı engellemez. Görüntü uzaklığının faydalanmaya engel
olmadığına dair “ne olur bana salavat getirin” yolundaki haberidir. Yani, Resulullah (s.a.v.)
bu sözüyle, yakında olanın tesiri daha fazla olmakla birlikte, yakından veya uzaktan
kendisine salavat getirenin faydalanmasını sağlamıştır. Bu kıyasla, ileri sürülen iddianın ve
engelin önemsiz olduğunu ortaya koymuştur. (?)
Mevlana Celaleddin El-rumi de bir beyitinde; (?) farsça yazılmış (?) Ayrıca sahabe-i
kiramda (?) Siyah Habeşiden ki o da büyük sahabilerdendir ve Uveys El-Karani‘de tabiinlerin
en iyileri olmakla birlikte onda da abraş hastalığı; beyaz lekeleri vardı. Sahih Müslim’de
abraş hastalığından söz eder. Büyük evliya ve imamların da, cüzam, abraş ve körlükle iptila
olmuşlardır. Hatta, zamanın kutbu, El-Şadili tarikatının lideri ve başı Eb’ul Hasan ElŞadili’de, yanında oturanın kötü kokusunu duyabildiği ve bazıları bedenin içinde olan on iki
çıbanı vardı. İmamımız El-Şafii (k.s.) Hazretlerinin sürekli kanaması vardı. (?) bir leğen içine
otururdu. Leğen oturağından gelen kanla dolardı ve buna rağmen kimse onu bu halinden
dolayı ayıplayıp incitmedi. Mevlana El-Cami, “Aslanı icitmek tam cehalettendir. Zira O”
demiştir. Allah velileri (k.s.), nefsin hevasına karşı koyup başkaları için yaşamakta Allah’ın
aslanları. Üstün muhabbette Allah’ın bülbülleri ve Allah’ın engin bilgi denizinde dalgıçlarıdır.
Mevlana El-rumi bir beytinde (?)
Gözündeki beyazlık çok güzel ve yakışıyordu. Keşke hepimizin gözünde bu güzellik
olsaydı. Allah’tan korkup Kur’an okumazlar mı hiç. Orada Hazreti Yakup (a.s.)’ın üzüntüden
gözlerinin beyazladığı konusu geçer. Efendimiz Muhammed (s.a.v.) ehli beytine ve
sahabilerine salat ve selam olsun.
Onu, tütün içtiği için ayıplıyorlar. Çünkü onlar bunu mekruh zannediyorlar. Allah, neyin
hak ve sevap olduğu konusunda uyardı. Haram olan bir fiili ya da sadece kendi mezhebinde
olan –bütün mezheplerde değil- bir vacibi terk etmedikçe hiç kimse suçlanıp ayıplanamaz.
Şafii mezhebinde; tütün içmek, beş hükme göre, haram, vacip, mekruh, müstehap ve
mubahlık durumuna göre ayrılmıştır. Çocuğu olan bir fakir bir kişi, içtiği tütünün parasına,
ailesinin nafakası ya da bir borcunu kapatmak için ihtiyacı varsa ve tütünle def edeceği bir
ağrısı yada sıkıntısı yoksa; tütün içmesi onun için haramdır. Ama birinin bir sıkıntısı var ve
bunun şifası bundadır der ve vicdanen rahatsa, bu durumda ilgili kişinin tütün içmesi vaciptir.
Her kim ilaç almasa bile, tütünün kendisinin nefsini ve ibadet faaliyetlerini artırdığını
biliyorsa, tütün içmesi onun için müstehaptır. Her kim tütünü sevinç amacıyla içer ve ……..
terk eder ve parasına ihtiyacı yoksa, bu onun için mubahtır. Bu sebeplerin dışında her kim
tütün içerse, bu onun için mekruhtur. Mekruhluğu, kötü kokusundan dolayı soğan ve
sarımsak gibidir. Diğer hükümler ve kerahetin aslı, (?) kitapları ile (?) kitabında anlaşılan
bunlardır. Nefahat kitabında, kadın tütün içiyorsa kocasının ona tütün parası vermekle
mükellef olduğu açıklanmıştır. (?) tütün içmenin keraheti soğan ve sarımsak yemenin
www.sohbetican.com
keraheti gibidir. Eğer tütün içmeyi bırakırsa fikir ve zikir çok zorlanacaktır. Bu tür belirtiler
oruçlu olduğu ve defalarca bırakmaya çalıştığı zamanlarda görülmüştür. İç sıkıntısı onu
bırakmamıştır. Hem tütün kokusu karanfil ve ud (güzel koku) la gideriliyordu. Aynı
açıklamayı İmam-ı Azam mezhebi üzere olan İbni (?) detaylı olarak keraheti yönünden Şafii
imamlarının açıklamalarını onaylıyor. Peki nerede kaldı müminlerin bilmediği konularda,
taki doğru şer’i mesnedler bulup ona yükleyene kadar hüsnü zanna yönelmeleri gerçeği.
Böyle yapılmadığı taktide büyük velilerin ve kerametli sadatın hali nice olacaktır. Onlara
kötülük yapmaktan Allah’a sığınır onların edepleri edeplenmemizi, onların yolundan
gidenlerden eylemesini, bize ve bütün müslümanları onların feyizlerinden, bereketlerinden,
ilimlerinden ve edeplerinden nasip eylemesini temenni ederiz.
Kardeşimiz Sadık Muhammed Nuri –ki; Allah himmetiyle içini ve dışını nurlandırsın- ise
biz ondan tam bilgi almaktayız ve inşallah mübarek dergahına vardığımızda arzuhal
mektubunuzu ona ileteceğiz.
Allah’ın salatı ve selamı Efendimiz Muhammed (s.a.v.) ehlibeyti, eşleri, çocukları,
sahabileri ve bütün tabiinlerin üzerine olsun. Ve alemlerin Rabbı olan Allah Teala’ya hamd ve
senalar olsun.
www.sohbetican.com
Şeyh Fethullah (k.s.) tarafından Sami (k.s.) Hazretlerine yazılmıştır.
Yine tebşirde adı geçen halifeye, ber hac nisbetin (?) ve şevkin artmasından sonra her
zikrin seyri biter. Nefi ve isbat bahsi faydaları saymakla bitmez. Kalbine mania harareti
düşen müridin her nefeste LA İLAHE İLLALLAH kadar MUHAMMED RESULULLAH
demelidir konusu ve vecd cezbesi nedir? İki kısımdır ve bunlarla ilgili beyanın yer aldığı;
Her şeyin hamdıyla tesbih ettiği Allah’ın adıyla ve en hayırlı kulu olan Efendimiz
Muhammed (s.a.v.) ehli beyti ve sahabilerine salat ve selam olsun. Allah’ın kendi yolundaki
kardeşine açtığı yüce eşik (dergah) hizmetkarı (?) Mevlana Muhammed Sami Efendi, size ve
çocuklarınıza selam ve duadan, dualarınızı alıp yüksek zatınızın iyi olmasını diledikten sonra;
Havalinizde nisbetin arttığını bildiren şerefli mektubunuzu almış bulunuyoruz. Üstadı
Azamın da haber verdiği gibi, nisbet benden sonra tam olarak artacaktır. O da kendisinden
sonra gelenlerde var olan ruhaniyet değil, asil ruhtur. Bu gelişmelerden dolayı çok sevindik,
Allah’a hamd ettik ve şeyhin himmetine şükrettik. İhlasınız ilmi yakinden, aynul yakine
intikal etmiştir. Nitekim, sizdekinden daha çoğunu Elayn ve Fevvati? Köylerinde görüp
izliyoruz ve oralarda Molla Ahmet ve Molla Abdulkahhar ortaya çıkmış ve hatta Mevlana
Şeyh Tahir (k.s.), Antep’e, Molla Abdulkadir, Beşir’e, Molla Halili’de Yasin’e gitmiştir.
Hepside tebliğde kendi nefislerine nisbette en büyük şansı elde etmiştir. Hatta Seyyid
İbrahim, Molla Abdulhekim ve Hacı Yusuf da tam bir çaba içerisindeler ve insanlara
derinlemesine bir tebliğ yapmaktadırlar. (?) da mektubu, Bulanık, Kasur ve Hınıs’ı dolaşırken
yazdığında, Üstadı Azamın nisbet ve lütuf eserlerinin uygulanması, hayatta olduğu
dönemlerinden daha çok yerleşip yaygınlaştığını ve uygulamaya meylettiğini gördüğünü
öyle ki; çalışan işçilerin sayısı otuzu buldu. Bununla birlikte türbe-i şerifi gece gündüz ziyaret
eden umum halktan ve özel ziyaretçilerden eksik olmuyor. Bu nedenle, mektubunuz ulaştığı
zaman biz Bulanık’ta idik ve istediğiniz risale yanımızda kalmamıştı. Zira risaleden birkaç
nüsha yazmıştık. Mensuplardan her biri bir nüsha alıp bir tarafa götürdüğü için size
istediğiniz nüshayı gönderme imkanı bulamadık. Nitekim bu tarafa gelme zamanınız
yaklaştı.
Nefi ve ispat ise, onları terk etmemelisiniz. Çünkü şeyh tekrar tekrar dedi ki, her zikrin
seyri biter nefi ispat zikri hariç, onların seyri bitmez. Hatarat (hatıra gelen, vesvese) vuku
bulunduğunda nefi onu defetmeye, isbat ise zatın ispatı içindir. Eğer hatarat vuku bulmazsa,
nefi vukufun huzurundan hasıl olan zuhurdur. İsbat ise birincisinin dışındaki zuhurun
isbatıdır. Böylece birbirini destekleyerek zuhurdan zuhura, huzurdan huzur ve tecelliden
tecelliye durmadan ve belli bir sayıya hasretmeden.
Eğer sizi hararet bastıysa, her nefeste LA İLAHE İLLALLAH kelimesi kadar
MUHAMMED RESULULLAH kelimesini söylemelisiniz. Son nefeste sadece Muhammed
Resulullah kelimesi ile bitmemeli ve (?) kelimesi üzerinizdeki harareti hafifletir (?) ve size
kuvvet verir. Nefi ve isbat zikri de, makamdan makama yükselmek için murakabeden
(izlemekten) sonra, birliği sağlamak ve ayrılığı defetmek için rabıtadan önce olmalıdır. Sesle,
ses organını harekete geçiren vecd cezbesi ise, Üstad Azam demişti ki, iki husustan yoksun
olamaz: Biri, Rahmani nur, şeytani karanlığı olan kalbe gider ve zıt ılan bu iki gücün çarpışıp
mücadelesi sonucu beden organları etkilenir. Bundan dolayı, ses yükselmesi doğar. Eğer
Allah kulu için hayır isterse kalbindeki karanlığı çıkarır ve orada sadece nur kalır. Kalp huzur
bulur. İkincisi ise; dar kalplere yoğun ilahi feyizler dolar. Öyle ki; o kalpler bu yoğun feyizleri
taşıyamaz ve çok su doldurulmuş ve ağzı dar zarflar gibi olurlar ve sesleri boğuk çıkar. Bu
nedenle, ulemanın çoğunda, ilmi meselenin idraki ile kalpleri geniş olduğundan, onlarda bu
cezbe olmaz.
www.sohbetican.com
Allah’ın selamı sizin ve yanınızdaki fakihlerin, muhlislerin ve dostlarının üzerine olsun.
Babanızın dualarını bekliyoruz. Hüseyin Efendiye selam olsun, onun da dualarını bekleriz.
Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve şeriatını izleyen herkese selam olsun.
www.sohbetican.com
Şeyh Fethullah (k.s.) tarafından Sami (k.s.) Hazretlerine yazılmıştır.
Yine adı geçen halifeye her mürid, yakınlarından (neseb) kendisine en yakın olanı ile (?)
gerekir ve mürşidin evi etrafın ve havalinin temeli gibidir. Bünyesine istihkam ve futur
yönelir yönündeki beyanla;
Her şeyin hamdıyla tesbih ettiği Allah’ın adıyla, en hayırlı halkı Muhammed (s.a.v.) ehli
beyti ve sahabilerine salat ve selam olsun. Ve sonra;
Allah, kendi yolunda kardeşine açtığı yüce eşiğin hizmetkarından, Nakşibendi
Muhammed Sami Efendi, Allah’ın selamı, sizin, babanızın ve kardeşlerinizin üzerine olsun.
Dualarımız sizinledir. Dualarınızı eksik etmeyiniz. Zat-ı alinizin sıhhatte olmasını temenni
ederiz. 21 Ocak tarihli şerefli mektubunuzu almış bulunuyoruz. Mektubunuzda, sıhhat ve
selamette olduğunuzu belirtiyor, nahiye, köy ve belde ahalisinden olan müridlerde
muhabbet ve şevkin arttığını ve sekiz yeni köyün üstadı azamın ve büyük kutubun yoluna
girerk, tevbe edip alenen tarikat aldıklarını ve altı köyde hatm-i hacenin yapıldığını ve her
tarafta belde ahalisinden 15 neferin yola girdiğini belirtiyorsunuz. Bu nimetlerden dolayı
Yüce Allah’a hamd ve Üstad Azamın himmetine şükür ediyoruz. Sizin sağlığınızın iyi olması
için bu fakir kardeşiniz için en büyük nimettir. Aynı zamanda tarikatı muhabbetten nisbeti,
kardeşler arasında gayeye bağlılık oranındadır. İleri gelenlerden bazıları buna, “Aramızdaki
heva-i şerii nesebi, baba nesebinden daha yakındır” sözleriyle işaret etmişlerdir. Müridler
arasında nisbetin artmasında, Üstad-ı Azamın sana olan nazarının fazlalığını, sizinde ona
karşı olan sevginizin ve saygınızın fazlalığını göstermektedir. Çünkü, her testi içindekini
süzer ve bunu siz hakkıyla yapıyorsunuz. Bu nimetlerden dolayı Üstad-ı Azamın himmetine
şükretmek gerekir. Belde halkından haftada 15 neferin tarikata katılması Üstadı Azamın
himmetinin göstergesi olup, O’da belde ve köyleri dolaşmaya büyük özen gösterirdi. Derdi
ki; ev esastır, diğerleri parçalarıdır. Asıl ve esası sağlamlaştıran başkalarının feretinden
etkilenmez. Temel sağlam olmadı mı, başkasını düzeltmek bir şey ifade etmez. Bu
nimetlerden dolayı Allah’a hamd , Üstad-ı Azamın himmetine şükür etmeniz gerekmektedir.
Son olarak, Allah’ın selamı, sizin, tek tek müridlerinizin üzerine olsun ve Efendimiz
Muhammed (s.a.v.) ehli beytine ve sahabilerine salat ve elam olsun.
www.sohbetican.com
Tagi (Tahi) (k.s.) Hazretleri'nin Halifesi Şeyh Fetullah (k.s.) Hazretleri
tarafından Sâmî (k.s.) Hazretleri'ne yazılmıştır
Efendimiz Muhammed (s.a.v.) ehli beyti ve sahabelerinin hepsine salat ve selâm olsun.
Bazı fetva alimlerinin, malik'in (mal sahibi), hayvanının ilk defa başkasına verdiği zararı
sayısıyla tazmin etmez ve bununla ilgili konuda…
Her şeyin hamdıyla teşbih ettiği Allah (c.c.) adıyla ve Efendimiz Muhammed (s.a.v.)
ehli beytine ve sahabelerinin hepsine salat selâm olsun ve sonra,Biliyorum ki, Hanefi
Mezhebinin "Mecma El-Enhur" de denilir ki; hayvanı ve köpek arkasından güderek
gönderirse, anında veya gönderdiği anda meydana gelen zararı tazmin eder. hayvanların
sağa ve sola mayii etmemelidir kaydıyla.
Ancak, gütse bile kuş türlerinden zararı tazmin etmez. Aynı zamanda bir dabbe (mal
türü hayvan) ve köpeği gütmüyorsa, zararı tazmin etmez, zira bu durumda hayvanlar
yaptıkları fiilde bağımsızdırlar veya hayvan köpek gece ya da gündüz kurtulup bir mülke ve
kişiye zarar verirse bu durumda da Malik zararı tazmin etmez.
www.sohbetican.com
Bu mektup Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin vefatından sonra Tahi (k.s.)
Hazretleri'nin oğlu MUHAMMED ZİYAEDDİN (k.s.) tarafından, Erzincan
Eşrafına gönderilmiştir.
Bütün hamdler Allah'a mahsustur: Salatü selâm kıyamet gününe kadar, Allah'ın
Resulü'nün, bütün âlinin, ashabının ezvac ve zürriyetinin,ensarı ve asharinin
(dünürlerininkayınlarının) üzerine olsun!
Bundan sonra bu mektup, yüce kapı eşiğinin hizmetçisinden Erzincan'daki halis ve
temiz kardeşleri olan evkaf komisyonunadır. Allah (c.c.) canlan belâlardan muhafaza edip,
sevdiği ve razı olduğu şeylerin yapması üzerine sabit eylesin! Gazabına sebep olmayıp,
kurtuluşlarına sebebi olan, onlardan belaların men eden, dünyadaki yükselmelerini celbedici
hükümleri, vasıtalarıyla icra kılsın. Zira aziz ve zelil edici Allah'tır.
Malumunuz olsun ki. şeyhlik ve irşad makamının birçok adab ve şartlan vardır. Bazıları,
batına göredir ki, onları kul ile Rabbin (c.c.) arasında olup, onları hiç kimse bilmez. Belki
bilinmeleri Rabbe (c.c.) havale edilir. Lakin kulun dıştaki görünüşü, şeriatın istikameti üzere
mutabık olmasıyla o gizli şey"in eseri görünür. Yani cisminin azalarından herhangi birisinden
şeriata muhalif bir şey sadır olmamasıdır. Çünkü o gizli manevî makamın medarı, Allah'a
(c.c.) yakınlık kalbin masivaya taalluku (ilgisi) olmayıp, Allah'ın (c.c.) zatında fani olmakta,
daima manevî huzurunda bulunmak ve onlardan bahs edilmesi uzun süren daha başka
şeylerdir.
Bazıları da zahire göredir ki, şeyh (mürşid) olan kimse kendisi kâmil (olgun) ve
başkasını da kemâle erdirecek kabiliyete alan bir mürşid tarafından irşad için icazetli olması
her türlü itikad ve inancını sünnet-i seniyyeye göre tashih ettikten (düzelttikten) sonra,
bütün işlerinde mürşidine tabi olması mümkün olduğu kadar ruhsattan korunması, belki
yaptığı amelleri azimete, hatta imkân dahilinde, mezhebler arasında üzerinde ittifak,
bedeninden kan alınsa, Şafiî, Hanefi mezhebleri imamlarına göre, abdesti sahih olması için
Nakşibendi tarikatının adabına göre Hanefî mezhebine riâyet edip, abdest alması lâzımdır.
Keza Hanefi olan kimse, hanımına el değdirse, mezkur adaba göre Şafiî mezhebine
riâyetle abdest alacaktır. Aynı şekilde Malikî ve Hanbelî mezheblerine de riâyet etmesi
lâzımdır. Dinde herhangi bir sünnet olursa olsun, hükmü de böyledir. Hatta rivayet edilmiş
ki, tasavvuf ehlinden birisi, şeyhin birisine gidip yanında oturdu. Şeyh öksürüp öh öh ederek
tükürüğünü kıble cihetine attı. Sofi, "Kendini dinde yolu olmayan şeylerden muhafaza
etmeyen kimse, başkasını yolsuz işlerden muhafaza edemez' diye hemen yanından kalktı.
Diğer birisi de, bir şeyh ile camiye girerken, şeyh evvelâ sol ayağını ileri sürerek camiye
girince, adamı içinden, "Peygamberin (s.a.v.) sünnetine riâyet etmeyen kimse, arkadaşlığa
lâyık olmayıp, yapacağı sohbeti Allah'ın (c.c.) huzuruna yaklaşmaya sebep olamaz" deyip,
ondan ayrıldı.
Yine sâlik olan kimse, akidesini mezkur şeylere göre tashih ettikten sonra,
ruhsatlardan sakınması lâzım olduğu gibi dinde, bid'a olan şeylerden de kendini muhafaza
etmesi şarttır. Bid'a: Peygamber (s.a.v.) ile sahabeleri (r.a.) asrından sonra meydana
getirilen, ona Peygamber'in buyurduğu hadisi şamil olmayan, dört mezhebin kaidelerinden
(kurallarından) hiçbir kaidenin hükmüne de girmeyen şeydir. Hatta Müslümanların işleri
başında bulunan davasında bulunanları cezalandırmaları, hatta başkası da ondan ibret alıp,
İslâm dini bid'alardan korunulması için, onu o makamdan uzaklaştırmaları lâzımdır. Çünkü
sünnette yeri olmayan bütün bid'alar, sapıklıktır.
Beyhaki hadis kitabının şuabü'1-iman bahsinde Hazreti Peygamber,
www.sohbetican.com
"Bir kimse, bid'a sahibini tanzim etse (büyütse), gerçekten İslâmiyet'in yıkılmasına
yardım eder" diye buyurduğunu rivayet etmiştir. İşte yukarıda bahs edilen mezkur iyi
vasıflarla muttasıf olanlar, ancak Nakşibendî tekkesinde oturabilir. Neseb ve maddi evîâdlık,
muteber değildir. Çünkü mürşidlerin hakiki evlâdı, odur ki onların boyalan ile boyanıp
cezbeleri ile muttasıf olup Allah'ın sevgisi kalbin noktasında öyle yerleşmiş ki, masivayı
(Allah'tan başkasını) unutmuş, Allah'a (c.c.) karşı kulluk hakkını ifa etmeye kalkmış kimsedir.
Tarikat reisi olan Şah-i Nakşibend de (Allah, bizi onun sırlarıyla kutlayıp, ondan razı
olsun!) denildi ki, sen bu makama nesebinle veyahut şeceren ile mi eriştin? sorulduğunda,
buna neseb ve şecere ile kimse ulaşmadı. Ancak cezbe vasıtasıyla erişebilir. Nitekim, "Hak
Teâla tarafından hâsıl olan cezbelerde tek bir cezbenin makamı, insan ve cin amellerinin
olan cezbelerde denk gelir" buyurmuştur.
Bundan sonra, Nakşi tarikatı ve Hace Sâmî Efendi (k.s.)'nin tekkesi, çocuk oyuncağı
olmaması ve Müslümanların sapıklarına da sebep olmaması için. bu işte titizlik ve ihtiyatlı
davranmanız rica olunur. Çünkü böyle bir durum zıılm etmekten, hırsızlık yapmaktan daha
büyük bir günahtır. Zira, birisini öldüren veya hırsızlık eden veya zulm eden kimse, din
çerçevesinden çıkmış olduğunu herkes bilir. Onun bu fiil ve hareketinde ona uyan bir kimse,
kendisi de dinden çıktığını anlar. Lâkin irşad makamında oturup da o makamın vasfıyla
muttasıf olmayan kimse, kendisinin doğru yolda olduğuna halka gösterdiği için, birçok avam
tabakasının doğru yoldan sapıtmalarına sebep olur.
Allah, insanların efendisi olan Muhammed'in (s.a.v.) yüzüsuyu hürmetine, sizi devamlı
saadet üzerinde bulundursun! Ay ve güneşin devamı müddetince, insanların mezkur
efendisine, ashabına ve zürriyetine salat ü selâm ve sena olsun!.
www.sohbetican.com
Tahi (k.s.) Hazretleri'nin oğlu Muhammed Ziyaeddin (k.s.) tarafından
Sâmî (k.s.) Hazretlerinin oğlu Selahattin Kırtıloğlu'na yazılmıştır
Bütün hamdler şol Allah'a olsun ki, emirlerine itaat etmeyi, nehiylerinden korunmayı
kullarına ihsan eyledi. Salat ü selâm, Efendimiz Muhammed'e (s.a.v.) olsun ki, Allah'ın
emirlerini yapmanın ve nehiylerinden sakınmanın yollarını açıklayıcısıdır. Her iki yolu bize
kadar ulaştıran âl ve ashabına da olsun!
Bundan sonra bu mektup, yüksek dergâhın hizmetçisinden, Allah yolundaki güvenilir
kardeşi, en yüce şeyhin veledi halkı, hakka' 1-yakîne ulaştırmaya çalışan muhterem evlât
Selâhaddin Efendiye'dir. Allah onu nezdinde makbul olanlardan eylesin.
Mektubunuz, hizmetçiye ulaştı. Selâmetinize ve ondan mesleğe sahâhiyet kokusu
duyduğuna çok sevindi. Bu durumunuz için, Allalva hamd ve şükür etti. Ey kardeş! Bu
tarikat, hatta diğer tarikatlar da üzerinde kuruldukları usullerden başka bir ilâve veya ondan
bir eksiklik yapmaya hiç kimsenin müdahale etmesine hakkı olmayıp ve ehillerinin, Allahü
Teâlâ'dan başka hiçbir kimseye, ihtiyaçları yoktur. Onlar daima kendi kusurlarını ve Allah'ın
azametini düşünürler. Kınamaları ve onları yapan kimseler hakkında, şiddetli tehditten
haber veren birçok âyet ve hadisler, vârid olduğu, kibir, ucb, hased (kıskançlık) gibi kötü ve
yerilen evsafları kendilerinden sıyırmakla, çalışmaları, daima Allah'a yönelmek ve razı
olduğu şeylerde olup, kendilerinde, mezkûr kötü vasıflardan kalbi temiz olmayan kimse, iyi
vasıflarla muttasıf olması ve onları tahsil etmeye çalışması, farz-i ayn olan şeylerdendir.
İşte bu gaye üzere yüksek tasavvuf âlimleri, Kâdiriyye, Kübreviyye, Çeştiyye ve
Gazâli'nin tarikatı gibi birçok tarikatlar kurmuşlardır. Fakat bu mertebeye vâsıl olmak için,
tarikatların âlâsı, yüce Nakşibendi tarikatıdır. Allah bizi ve sizi, sahibinin sırlarıyla takdis
eylesin. Çünkü bu tarikatın esası sünnet-i seniyyenin mütabeatı, dindeki ruhsatlardan ve
Allah'ın rızası olmayan bid'alardan korunmak üzere kurulmuştur. Bununla beraber Taği
Üstadı Azam, Allah bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlayıp ondan razı olsun. Beyan ettiğine göre,
Nakşi tarikatında mezkûr vasıfların diğer birçok şartları vardır ki salik olan mütabeat eylediği
mürşidine karşı muhabbeti ve mürşidinden başka, dünya mürşidlerle dolu ise veya ondan
daha yüce bir mürşid de olsa, hidâyeti ancak kendi mürşidinin aracılığına hasr edilmiş
olduğuna itikad etmesiyle, hakkında ihlâs sahibi olması bidayette güç de olsa, kendisine
emirlerine imtisal nehy eylediği şeylerden sakınma hasıl olması için mürşidine emirlerine
imtisal nehy eylediği şeylerden sakınma hasıl olması için mürşidine teslim olmasıdır.
Öyle ise, akıllı olan kimseye, dünyasını ahiretine mezra edip, hayatını dâr-i bekada
(ahirette helakine ve AHah'a (c.c.) karşı mahcubiyetine (utanmasına) sebeb olacak şeylerde
zayi etmemesi ve (harcamaması) lâzımdır. Bu nasihat, akıllı kimsenin zihninde sabit olup
dünyanın kötülüğü, rezaleti, aşağılığı, aklında yerleştiği vakit, aziz ve Yüce Allah'ın rızasının
olduğu şeylere çalışması lâzımdır. Allah'a kavuşmanın yolu işte budur. Şayet birisine
Nakşibendî tarikatına intisabı mümkün olmayıp, belki yukarıda adları geçen diğer tarikatlara
mensup bir mürşid mevcud olup da o kimse ona karşı ihlâsı da hasıl olsa, kendi hidâyeti için
ona gitmesi gerekir ve o zaman, Allah yolundaki tarikat ecdadının mahbubu, sevgilisi olur.
Zira tarikata mensup ecdadının mahbubu, sevgilisi olur. Zira tarikata mensup ecdadının
tarikattan maksadları Allah Celle ve Alâ'ya ulaşmaktır.
Allah, Efendimiz Muhammed'in (s.a.v.) alinin, sahabenin (r.a.) üzerine salatü selâm
eylesin.
www.sohbetican.com
SOHBETLER
Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'yle ilgili yayınlanmış hiçbir eser yoktur. Ancak Sâmî (k.s.)
Hazretleri'nin Adnan Efendi adlı müridi tarafından kaleme alınan eski Türkçe sohbetleri
mevcuttur. Ancak bu sohbetlerin yazıldığı kitapçık basılmamış ve yayınlanmamıştır.
Yalnızca birkaç tane fotokopi yoluyla çoğaltılmıştır. Sohbet kitabıyla ilgili geniş bir
araştırma tarafımızdan yapılmış olup Erzincan ili ve ilçelerinin bazılarında (Refahiye, Kemah,
Karakaya Beldesi) sohbet kitabına rastlanmış olup, bu sayı tespit edilmiş haliyle 10 adeti
geçmemektedir.
Yine Erzincan dışında Vakıflar Genel Müdürlüğü Tescil Şube Müdürü Tahsin Türker
Bey'de de aynı kitapçık mevcuttur. Söz konusu sohbetler aynı kalemden ele alınmıştır.
Ancak, Bitlisin (Güroymak) ilçesinde ikamet eden tasavvuf âlimlerinden Nurettin Efendi'de
de, Sâmî (k.s.) Hazretleri'ne ait aynı kitapçık mevcuttur.
Fakat yazılış şekli farklıdır. Adnan Efendi tarafından kaleme alınmış olan, sohbet kitabı
muhtemelen başka zatlar tarafından yazılarak çoğaltılmıştır. Ama bu kitapçığın da
muhteviyatı aynıdır. Sohbetler bölümü, hiçbir değişiklik yapılmadan, kitapta yer almıştır.
www.sohbetican.com
Erzurumlu Adnan Efendi (Doğum 1867 - Ölüm?)
Bu kitabın hazırlanmasında Adnan Efendi'nin büyük bir rolü vardı. Adnan Efendi Piri
Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin tarikatına girmiş ve Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin sohbetlerini kaleme
almıştır. Muhtemelen Salih Baba Divanını kaleme alan da Adnan Efendidir. Adnan Efendi
Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin sohbetlerini kaleme alırken kendinden de bahsetmiştir. Kendinden
bahsettiği bölümü aynen aktarıyoruz.
Erzurum civarında Türkmen Erzurum'a 11 saat mesafede bulunan Kisha adındaki gönül
okşayan (Güze) geçmişler. Salihlerden olmakla tanınmış Efe Hoca zade diye bilinen ailenin
evlâdındanım. Adı gelen köyde Ali Efendiyle, Efe Hoca adıyla şöhret bulmuş bir âlim nam
salmıştır. Onun oğlu âlim nam salmıştır. Onun oğlu âlimlerden Davut Efendi dedemin
pederidir. Bu zâtın ilim sahibi hanımlardan Zehra Hanım namındaki eşinden Sahabettin,
Muhittin ve Ahmet adlı üç evlâdı olup Şerafettin Efendi babasının babasıdır. Bu Şehabettin
Efendi'nin Münevver Hanım adlı hanımından Hasan, Hüseyin ve Haşim, diğer hanımı Esma
hanımdan da Dursun ve Halit adlarında toplam 5 oğlu olup, bunlardan Hüseyin Ağa benim
babamdır. Babam Rusya üzerine açılan savaşta ihtiyat askeri olarak silah altına alınıp
Anadolu Osmanlı Ordusu'nun öncü sınıfının 4. alayının 2. taburunun 3. bölüğü
asteğmenliğine getirilip, sonra tayin olmuştur. Kars'ın ihtilası sırasında Rus askerleri
tarafından esir edilip sonra serbest bırakılmıştır. Daha sonra köye dönen babam, tarikat ehli
Halil Ağa'nın oğlu Ahmet Ağa'nın kızı Fatma Hanımı nikâh etmiştir. Bu hanımdan Ali ve
Adnan adında (bu sohbetleri kaleme alan zât) iki oğlu olmuştur.
Adnan Efendi ailesini, böyle anlatmaktadır. Kendisi ilim başlangıcını köyünde Molla
Ahmet, Yusuf Efendi ve Halit Efendi adlarındaki hocalardan temin ettim. Rumi 1295
senesinde Erzincan'a gelerek Halil Ağa Cami Medresesinde Rüştü Efendi'den Kuran
öğrendim. Mustafa Efendimden de sarf ve okuma usulleri okuma tahsiline başladım. Ayrıca
meşhur hattat Mustafa Hilmi Efendi'den de hat dersi alarak sülüs ve nesih hatlarında icazet
aldım. Gene Hacı Süleyman Efendi adlı birinden de nice dersler aldım.
1882 yılında Erzincan Askeri Rüştiyesine (ortaokul) devam edip, tahsilimi bitirdikten
sonra 1885 senesinde diplomamı alarak 4. Osmanlı Ordusuna devamlı memur olarak kabul
edildim
Tedrici olarak 1200 kuruş maaş ve rütbesine kavuştum.
Altın Silsileden Şeyh Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin dergâhına 1889 yılında bağlanmak
şerefine kavuştum. Kendilerini 1885 tarihinde bir anlık görmekle şereflendim. İkinci bir defa
olarak da 1307 tarihinde görmekle gözlerim aydınlanarak derhal hallerine inanıp teslim
olarak mübarek tarikatlarına girerek bahtiyar oldum. 1884 tarihinde bir cuma günü çarşıda
bir saraç dükkânında oturuyordum. Baktım ki yukarıdan siyaha çalan, ibadet için yapılan
cübbeli, mübarek nurlu yüzü mükemmel aşk ve muhabbet eseri olarak balmumu renginde,
sarı; fakat güler yüzlü ve nuranî bir mübarek zât geliyor. Dükkân sahibine "Bu zât kimdir?"
diye sordum. Dedi ki, "Tagi (k.s.) Hazretleri'nin halifesidir. Hınıs'tan yeni gelmiştir.
İşte o vakte kadar ne kendilerini görmüş idim ne de ismi şeriflerini işitmiştim. Bundan
bir müddet sonra nisbet ve kemâlâtının nurlarını, ışıklarını etrafa yaymaya başladı. Birtakım
kalbi ölmüş kimseler, o kemâlâtın kudsi pırıltılarının ışıklarını yok etmeye kalkıştılar. Birçok
inkarcılar türedi. "Müridleri deliriyormuş'" gibi halkı bu mübareğe bağlanmaktan ürkütecek
sözler söylemeye başladılar. Ancak başarılı olamadılar.
Adnan Efendi tarikata girişini ise şöyle anlatmaktadır:
Bir gün kalemde (dairede) salih arkadaşlarımızdan biri dedi ki; "Sen niçin tarikata
girmiyorsun? Tarikat senin için münasiptir." Dedim ki; "Birader Hanifılik... yeterli değil
midir?" Böyle deyince o zât sustu. 1889 yılında bir başka arkadaş bana dedi ki; '"Şeyh Efendi
www.sohbetican.com
Mesnevi-i Şeriften vaaz ediyormuş. Gidip dinleyelim." Dedim ki; "Pekâlâ gidelim." "Gittik ki,
mübarek dergâhın mescidinde kürsü üzerinde ders anlatıyordu. Beyan ettikleri konu,
Mevlâna Celâlettin Rum ile Şemsi Tebriz'in kavuşmaları idi. Sohbet esnasında Piri Sami (k.s.)
Hazretleri, Şemsi Tebrizhi'nin dilinden naklen "Ah" edince benim gönlümde de öyle bir tesir
hâsıl oldu ki, artık bir daha mübarek meclisini bırakamadım.
Bir süre sohbetlere devam ettim ve Şeyh (k.s.) Hazretleri'nin tahsil; "Beni Şeyh
Efendiye götür." O zât da beni götürdü. Teravih namazından sonra beni huzura çıkardı.
Gittim elini öptüm ve geri çekilip ayakta durdum. Gönlüm titremeye başladı. Hafız Nurettin
Efendi dedi ki; "Efendim, Adnan Efendi, kabulünüzü istirham ediyor." Piri Sâmî (k.s.)
Hazretleri dedi ki; "Ne iş yapar?" Dedim ki; "Dairede mülazımım. (Astsubay) Şeyh Hazretleri
beni aldı. Alt katta bir odaya götürdü. İstiğfardan sonra musafaha tarzında elimi eline alıp
buyurdu ki; "Kabul ettim." Buyurdu ki; "Biz de seni müridliğe kabul ettik" bana bazı
tembihlerde bulundu.
Tarikata girdiğim gece bir rüya gördüm. Mübarek dergâhın mescidinin mihrabına
yakın bir yerde sağ yanım kıbleye karşı arka üzeri yatıyorum ve sanki mübarek mescidin
doğu tarafındaki pencerenin birinde üzerime devamlı bir rüzgâr esiyor. Öyle uyandım.
Yarındası ikindi vakti dergâha gittim. Sâmî (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Gece ne rüya
gördün?" Ben de rüyamı söylemedim ve bana hiçbir şey söylemedi ve bana ders verdi.
Aşağıdaki beyit de Adnan Efendi'ye aittir.
Asrımızın o aziz kutbu ile
Yani, coşkun derya olan Muhammed Sâmî ile
Onun feyizlerinin nurları ile baştan başa
Bu Erzincan şehri nurlandı, aydınlandı.
Rahmetinle Ya ilâhî sen bizi lâyık kıl
Adnan 'ı; Sami'nin eşiğinin kelpi olmaya
Adnan Efendi'nin hangi tarihte vefat ettiği ve kabrinin nerede bulunduğu hakkında
elimizde kayıtlı bir bilgi mevcut değildir.
www.sohbetican.com
SOHBETLER-(I)-1903
Bismillâhirrahmânirrahîm
(Rahman ve Rahim olan Allah'ın (c.c.) adıyla)
Hamd ve sena Allah'a (c.c.) mahsustur. Hadsiz salat onun elçisi Hz. Muhammed'e
(s.a.v.) olsun. Onun ashabına ve bütün inanan kullara da rahmetler olsun. Hz. Ebubekir-i
Sıddık hürmetine Mevlâ'm bizleri bağışlasın. Bizden her ne hata meydana gelir ise affetsin.
Rabbim bizler gibi günahkâr kullara, lütufta bulunarak, pirleri kendi Zâtına kavuşmaya vasıta
kılsın.
Piri Sâmî (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Şah-ı Nakşibendi (Allah onun aziz sırrını
takdis etsin)." Efendimiz Hazretleri MAKAMAT'ında şöyle buyurmuştur: "Resulullah (s.a.v.)
Efendimiz Hadis-i Şerifinde "Eğer kardeşim Musa sabretseydi, göklerin ve yerin bütün iç
sırlarını (Melekutunu) keşfederdi." Yani, eğer kardeşim Musa (a.s.) Hazreti Hızır (a.s.)'la
beraber, oğlanın başını kopardığında; gemiyi delip ayıplı kıldığında; duvarı doğrulttuğunda
sabretse idi, göklerin ve yerin melekutunu (sırları) elbette ona açılırdı" buyurdular. Bir diğer
Hadis-i Şerifinde de;"Sabreden zafere ulaşır" buyurmuşlardır. Yani her türlü meşakkate
(zorluklara) sabretmek sebebiyle istenene zaferle ulaşılır.
Sabrın neticesinde ne kâr var? Onu şu âyet-i kerime ile tefsir etmek mümkündür."
(Resulüm!) Sabah ve akşam Rablerine, sırf onun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte
candan sabır ve sebat et."
- Kehf Suresi, âyet: 28. Bu âyet-i kerime:
"Ubudiyet (kulluk) makamı, risalet (peygamberlik) makamından büyüktür. Namazdaki
"Ettahiyyaf'ta bu şöyle geçer:
Abduhu ve Resuluhu; yani Allah'ın (c.c.) kulu ve elçisi olan Hazreti Muhammed (s.a.v.)
diye şahadette bulunuruz. Peygamberliğin sığınağı olan Hazreti Muhammed (s.a.v.) diye
şahadette bulunuruz. Peygamberliğin sığınağı olan Hazreti Muhammed (s.a.v.) Efendimizin
ubudiyeti (kulluğu) risaletinden (peygamberliğinden) önce gelir. Bu anlaşıldıktan sonra, bu
âyet-i kerimede emr olunduğu üzere sabahtan akşama ve akşamdan sabaha kadar onlar
Rab'lerini çağırırlar, dua ederler; "Eğer sen öyle olamaz isen onlarla beraber sabret." Ki onlar
da peygamberler ve onların varisleri olan nuranî zatlardır; onlar da Rabbimi akşamdan
sabaha, sabahtan akşama kadar çağırırlar. Eşiğe başlarını korlar, O'nu gözetler. Kullukta
herkes sabit olamaz ki... Velilerin en yukarı makamı, makam-ı ubudiyettir, (kulluk
makamıdır). Kulluk makamı her makamdan, hatta peygamberlik makamından yukarıdır.
Çünkü peygamberlik, Yüce Yaratıcının ihsanı; kulluk ise kulun kendisinin çalışmasıdır.
İnsan kendi faaliyeti, çalışması ve gayreti ile Yüce Yaratan'ın kulluğuna çalışmalı ve kulluk
üzerinde sabretmelidir. Şuhud Tecellilerinin çeşitleri vardır, kulluk makamı bunlardan
yukarıdadır. Müridin vazifesi de edebdir. Kulluk makamında olan bir zât (vasıtası) ile
sabretmeli ve sebat etmelidir ve Şeyhi'nin kulluk makamında olduğunu muhakkak bilmeli ve
bize gereken onunla sabretmektir" diyerek şeyhine hürmeti vazife bilmelidir. Dünyanın
sevgisini gönlünden çıkarmaya gayret edip çalışmalı, Şeriat-i Muhammediye'ye (İslâm
dinine) bağlanmalı, vücudunu Şeriat-ı Muhammediye'ye teslim etmeli; kalbini de akşamdan
sabaha, sabahtan akşama kadar kulluk makamında bulunan şeyhi ile Yüce Yaratıcı'yı kalben
çağırmaya münhasır kılmalıdır.
Dünya sevgisini gönülden çıkarmanın çok önemli sayılmasının sebep ve hikmeti şudur:
Hadis-i Şerifte "Dünya sevgisi her hatanın başıdır" buyurulduğundan; dünyaya sevgisi olan
adamı, bu dünya sevgisi kulluk makamından olan şeyhiyle beraber sabretmeye müsaade
etmez. Bir de bu yüce tarikatta kardeşlerine (ihvanına) hizmet etmek çok önemlidir. Mürid
www.sohbetican.com
demelidir ki; falan kardeşim bu şerefe benden ziyade devam edip hizmete dayanmıştır. Zikir
halkasına devamı benden fazladır diyerek kesmelidir. Zira dünya, Rabbini çağırmaya
müsaade etmez. Zenginlik mani değildir, ancak dünya sevgisi engeldir.
İşte müridin vazifesi bu 4 şeye fevkalâde bir özenle dikkat etmektir. Bunlar:
1.Şeriat-i Muhammediye'ye (İslâm dinine) varlığını teslim ederek anlık ve fani
sevgilerini kesmek.
2.Şeyhinin hürmetine bağlı olmak.
3.Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama kadar, kulluk makamında olan şeyhi ile Yüce
Yaratıcı olan Hazreti Allah'ı (c.c.) kalben çağırmaya kalbini tahsis etmek.
4.Sebepleri açıklanmış olduğu üzere, kardeşlerine hizmet etmek.
Şayet bu 4 özellik bir adamda bulunursa, o adam kemâle ermiş kişilerden olur.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ: Şahı Nakşibendi (k.s.) buyurdular ki; "Bu
yol ahlâk yoludur. Kötü ahlâkı değiştirip yerine iyi huylar koymak içindir." Mevlânâ Hazretleri
Halit (k.s.) Efendimizin halifesi Süleyman Bağdadî (k.s.) Efendimiz Hazretleri (HADİKATÜN
NEDİYYE = İYİLERİN BAHÇESİ) adındaki değerli kitabında şöyle der: "Bir inanan insana
(mümine), namaz, zekât, oruç, hac ve kelime-i şahadet, farz-ı ayn (her kişinin kendisinin
bizzat yerine getirmek zorunda olduğu farz) ise, Tarikat-Âliye'ye (Yüce Tarikata) girmek de
tıpkı bunlar gibi farz-ı ayn'dır. Şu yönüyle farzı ayn'dır. Ki, tarikatla ahlâk değişikliği olur.
Madem ki kötü ahlâkı iyi ahlâka çevirmek her insana farzdır. Başka bir suretle kötü ahlâkı
tedavi etmek çaresi olmuyor. Onun çaresi ve ilâcı ancak tarikattır. Çünkü tarikat, kötülenmiş
ahlâkı gidermek içindir. Kötü ahlâkı değiştirme farz olduğundan ötürü, Tarikat-i Aliye (Yüce
Tarikata) girmenin de insan soyu üzerinde farz-ı ayn olduğunda artık kesinlikle şek ve
şüpheye yer yoktur.
"TARİKAT-1 MUHAMMEDİYE'"de de yazıyor ki; "Yetmiş dokuz kötülenmiş ahlâk
karşısında, yetmiş dokuz övülmüş ahlâk vardır.
Kötü ahlâkını iyi ahlâk ile değiştirmek herkesin boynuna farzdır. Nakşibendilerin
Hatme-i Hace'lerinde okunan yetmiş dokuz kere "ELEM NEŞRAH LEKE..."; "Biz senin
göğsünü (kalbini) açmadık mı?" ile başlayan İNŞİRAH Suresinin (Kur'an, 94) bu sırada
okunması dahi, bu kötü ahlâklardan kurtulmak içindir. İnsan daima Hatme-i Hace'de
bulunsa ve kendi hissesine dağılan taşlardan hiçbirisi düşmese dahi, o Hatme'nin hemen
hepsini de kendisi okumuş gibi olur. Ne kadar velilerin ruhları var ise, hepsi de o halkada, o
zikir meclisinde bir araya gelirler. ELEM NEŞRAH LEKE suresi, kötülenmiş ahlâklardan
kurtulmak için okunduğu halde; tarikata girmek gibi Hatme-i Hâce'ye de devam etmenin ne
mertebede olduğu, var sen bundan hareketle kıyas eyle.
Bir Hatm-i Hace'de, Şeriat'ın zahirine göre otuz üç Kur'an-i Kerim Hatmi okumanın
sevabı vardır. Bu hatme'nin kapsadığı müjdeler, faziletler, seçkin özellikler ve batınî
özellikleri de ayrıdır. Çünkü bu tarikat, Allah'ın (c.c.) isimlerine giden bir yoldur. Cenâb-i
Allah'ın (c.c.) bin bir güzel isimlerine giden bir yoldur. Cenâb-i Allah'ın (c.c.) bin bir güzel
isimlerine (Esmâ-i Hüsnâ) mukabil, Nakşibendilerin Hatm-i Hacesinde bin bir İhlâs-i Şerif
suresi okunur. Üç adet İhlâs-i Şerifte bir Kur'an hatmi okumak kadar sevap olduğu
Peygamberimizin (s.a.v.) Hadis-i Şerifi ile sabittir. Şu halde bin bir ihlas-i şerif suresinin
okunmasında, üç yüz otuz üç (333) adet Kur'an Hatmi bulunduğu aşikârdır. Tarikatın 5 ana
amellerinden olan işbu Hatm-i Hace'ye özgü mübarek sohbet, ileride ayrıntıları ile ayrıca
açıklanacağından burada bu kadar ile yetinildi.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ: "Bu tarikatta oldukça önemli bir şey vardır
ki, o da sehavettir, (cömertliktir). Cömertlikte bakınız ne büyük meziyetler vardır. Cömert
olan kişide üç büyük fazilet mevcut olur: 1. Ehli teslim olur, 2. İhlâslı olur,
3. Tevekkül sahibi olur.Cömert kişinin cebinde kendi geçimine ayrılmış beş kuruştan
fazla parası olmasa ve başka bir taraftan ümidi bulunmazsa; Yüce Yaratıcı olan Cenâb-i
www.sohbetican.com
Allah'ın (c.c.) sonsuz ve sarsılmaz kuvvet sahibi, rızık verici olduğuna kesin inanarak ona
teslimiyet getirip, eksiksiz bir tevekkül ile Allah'ın (c.c.) ona gaybî hazinesinden ihsanda
bulunacağına güçlü ihlâsla inanırız; çıkarır o beş kuruşunu da isteyene verir.
Elindekini dağıtmak ve İŞAR (yani kendisi de ihtiyaç sahibi olduğu halde, Müslüman
kardeşini nefsine tercih etmek), ona huy ve tabiat olur. Birisi bir şey istediğinde, isteyene
istediğini verememezlik edemez. Sehavet (cömertlik) sıddıkların işidir. Bu yol sıddıklar
yoludur. Yani Nakşibendî tarikatı kafilelerinin başı, Hazreti Ebubekir-is Sıddık (radıyAllahü
anh = Allah (c.c.) ondan razı olsun) Efendimiz olduğundan, O'nun Sancak-ı Şerifi altında
gelen kimsenin de cömertlik sahibi olması gerekir. Kişi cömert değil ise sıddıklar yolunda
değildir. Bu ince meseleye oldukça dikkat ve itina lâzımdır. Ma'şukun (âşık olunanın) her
türlü hallere karşı peşinden yüz çevirmemeye azm ve sebat eden, elbet bir gün olur ki cemâli
(güzelliği) keşfetmeye ve visal (kavuşma) lütfuna ermeye muvaffak olur. Bu ise ancak bu
noktaya özen göstermekle anlaşılabilir. Cömertliği arzu etmenin delilleri vardır. Eğer bir
yiyeceğin yarısını sabaha saklıyorsan cömert değilsin. Deme ki, yarısını da bırakayım da
yarın yiyeyim. Böyle dersen bu cimrilik (bahillik) emâresidir. Bu durum tûl-i emel (yani, hiç
ölmeyecekmiş gibi dünyaya bitmeyen isteklerle bakmak) sonucunda olur. Tûl-i emel ise
haramdır. Yarınki rızkımı Allah (c.c.) yetiştirir. Bahillik de (cimrilik) inançsızlık var denir.
Cömertlikte Allah'a (c.c.) inanmak ve O'nun Rezzak-i Kerim (her varlığın ve kulun rızkını
cömertçe veren) olduğuna dayanmak vardır.
Şeyh'e teslim olanlar cömert olurlar ve kendilerinde bir varlık ve benlik görmezler.
Bahil (cimri) kimse ne kadar Allah (c.c.) dese faydasız olup helake (mahvolmaya) gideceği
gibi cömert bir adam da gene şeyhsiz olarak gece gündüz Allah'ı (c.c.) çağırsa kendisine bir
varlık duygusu (vücud) gelir. Bu adamda da helak edici işlere düşmek korkusu vardır. Zira
şeyhsiz olduğu için amelini görür (yani yaptığı iyiliklerden gurura kapılır). Şeyhli bir adam her
ne amel işlese şeyhinden bilir ve onun himmeti ile (manevî yardımıyla) olduğunu hatırdan
çıkarmaz. Şeyhsiz Allah (c.c.) diyenler de, şeyhsiz oldukları için helake gittiler. Kendisinde bir
keşf ve hâl görse varlık ve benliği (enaniyeti) artar. İnsanı yıkan da vücud ve enaniyettir.
Bundan başka şeyhsiz olanların ruhları seyrederken (dolaşırken), şeytanların evleri
gökyüzünde ve kapılarının ağızlan aşağı doğru olduğundan, delilsiz (rehbersiz) gezen ruhları
şeytanlar çarpar, alırlar. İnsanın aklı da bu sebepten zail olur (kaybolur). Delil ile, yani şeyh ile
olursa, günde 120 bin kere Allah (c.c.) der; hiçbir zarar gelmez. "Önce arkadaş, sonra tarik
(yol)." Hazreti Halid (k.s.), insan ömrüne işaret buyurarak bu tarikte (yolda) güçlük ve belâlar
vardır; arkadaş lâzımdır buyurmuş. Ve Şah-ı Nakşibend (k.s.) "Bu yol korkulu bir yoldur,
yalnız gitme!" buyurmuştur.
Hadis-i Şerifte;"Her bir hasedcinin hasedi-kıskançlığı amellerini yakar" buyurulmuştur.
Diğer bir Hadis-i Şerifin meali de şöyledir; ateşin odunu yakıp yok ettiği gibi, hased de iyi
amelleri yakar, yok eder." İstemez misin ki hasedci ve gururlu olmayasın? Öyle ise tarikat ile;
kötülenen huyları övülen huylara çevirmek için kolayca tedavide bulunur. Cimrilik kişiye
müsaade etmez ki, bir canlı bir insanın malından yesin. Yemekte cimrilik budur. Bir de
parada cimrilik vardır, böyle bir insan zekâtını veremez, borcunu eda edemez ve kimseye on
para sadaka veremez. Bir de nefsine karşı bahillik (cimrilik) vardır. Böylesi kişi hırslı olur,
nefsânî şehvetlerini önleyemez.
Demek ki; bu cimrilik yemekte ve yani yedirmekte olur, parada olur, nefs ve
şehvetlerde olur. Bunların iyice anlaşılması için, her biri birer menkıbe ile açıklanacaktır.
Cimriliğin parada nasıl olduğu yukarıda anlatılanlardan anlaşılıyor. Cimriliğin yemekte
olmasını anlatan menkıbe şudur: Bir vakit Şah Mahmut, ünlü Ayaz adındaki veziri ile
kıyafetlerini değiştirmiş olarak gezerlerken bir dükkânın önüne geldi. Baktılar ki, bir demirci
körüğün arkasına geçip ağlıyor; önüne gelince de gülüyor. O zamanın adamları; eski
zamanın büyükleri, insanın durumunu başkalarından araştırıp sormazlardı. Büyüklerin şanı
www.sohbetican.com
gereği, ol durum öyle idi. Başka insanlardan bir insanın durumunu araştırmamalı. Çünkü
başkaları, kişinin dostu olabilir, kötülüğünü söylemez; düşmanı olabilir, belki iyiliğini
söylemez.
Herkesi kendi durumundan araştırmalıdır. Pir Tahi (k.s.) (Allah (cc.) onun aziz sırrını
takdis etsin) çoğu zaman bu menkıbeyi anlatırlardı. Sultan Mahmut bu demircinin ağlayıp
güldüğünü anlamak için, Ayaz'a emreder ki; "Ayaz! Bak, dinle, durumunu öğren, bunun
sebebini ortaya çıkar" der. Ayaz bu adamı çağırır; durumunu sorarsa da demirci söylememek
istediğinden, "söyleyeceksin, yoksa boynunu vurdururum" der. Demirci bakar ki olmayacak,
derdini açıklamaya başlayıp der ki; "iki tavuk aldım, eve gönderdim. Pişirmişler, birini de
bana göndermişler. Ben tavuğu önüme aldıın, yemeğe başladım. Öte taraftan karşıma bir
kedi geçti, ben tavuktan yedikçe kedi bana bakıyordu.
Kedi dile geldi ve "göğsünün temiz etlerini istemiyorum, kanadının uçlarından pis
yerlerinden bana da ver, ben de yiyeyim" dedi. Ne kadar yalvardıysa vermedim. Baktım,
kedinin gözleri aktı. Gözyaşları iki altın oldu. İyi tarafını sen ye; budundan zayıf yerlerinden
bana ver de bu altınları sana vereyim, dedi. Yine vermedim ve yemeğe devam ettim. Baktım
gözünün akmasından yere düşen iki altın bir leğen altın oldu; "Allah (c.c.) aşkına en
beğenmediğin yerinden bir lokma ver de bu altınların hepsini sana vereyim" dedi. Ben de;
"ona ne gerek var, kafana vurur altınları alırım, budu da vermem" dedim. Tavuğu yedim
bitirdim. Altınları almaya kalkarken kedi kaçtı. Altınları almaya geldim, baktım altın yok.
İşlerime bakmak için, körüğün arkasına geçtim. Oradan baktım ki, altınlar yine yerinde
duruyor. Altınları alacağım diye yine geliyorum, sevinirken bakıyorum altınlar kayıp olmuş.
Geri dönüp körüğün arkasında ağlıyorum; ağlarken bakıyorum ki, altınlar yerinde duruyor.
Altınların yerine gelip gülüyorum; elime bir şey geçmeyip, körüğün arkasına geçip
ağlıyorum. İşte benim derdim, halim budur, dedi.
"Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar" derler.
Cimri adamın Cenâb-i Hakk'ın lütfundan mahrum olacağı açıktır.
Cimriliğin insan nefsi ve nefsin şehvetlerine uyması hususunda şu hadiseler meşhurdur:
Büyüklerden birisi seyahat edermiş. Bakmış ki, bir müezzin minarenin altına inip
gülüyor, üzerine çıkıp ağlıyor. Sebebini sorar. Müezzin der ki; bir gün ezan okumaya çıktım.
Bir beyaz kuş geldi, beni aldı kaptı, götürdü. Bir havuzun başına indi, havuzun kenarında
süslü sandalyeler atılmış, birinde çok güzel bir kız oturuyor. Bana; "ben periler şahının
kızıyım. Babam vefat etti, ben de kocaya gitmek istedim; arattırdım, kendime seni münasip
buldum" dedi. Ben sabredemedim, istedim ki ona yaklaşayım, bana; "sen âdem oğlusun, bir
gusül abdesti al, temiz ol, üstünü başını temizle, temiz elbiseler giyin, sonra seninle nikâhlı
olalım" dedi. Ben de söylenenleri yaptım geldim.
Yine sabredemeyip elimi boynuna attım, "Yok şimdi sırası değil; babam vefat etmiştir,
üç gün yasım vardır, bu üç günü doldurayım, daha sonra nikâh merasimini yerine getirdikten
sonra, seninle hayatımızı güzelce birleştiririz" dedi. Ama ben demesini beklemeden, nefsanî
şehvetime yenik düşerek, kızın saçlarını elime doladığım gibi, kız "Beyaz kuş!" der demez,
beyaz kuş hemen yetişip beni kaldırdı, getirip bu minarenin yine üzerine bıraktı, uçtu gitti.
Şimdi ağlayarak aşağıya iniyorum bakıyorum beyaz kuş minarenin üzerinde, gülerek yukarı
koşuyorum, bakıyorum ki, gitmiş. Böyle bir dert içinde kaldım, dedi.
Bu makama uygun düşen meşhur bir hikâye daha söyleyeceğiz ki, önceki hikâyeden
nefsanî şehvetlere uymaktan gelecek mahrumiyet ve pişmanlık ve bu hikâyeden de nefs ve
şehvete karşı gelmekten doğacak olan Cenâb-i Allah'ın (c.c.) ihsanları anlaşılacaktır.
www.sohbetican.com
ASHABI KİRAM HİKÂYESİ
Bu hikâye Kur'an-i Kerim'de Kehf Suresi'nde ayrıntılı olarak açıklanmış olduğundan,
böyle ayrıntılı hikâyeleri o kitaptan o kitaba nakletmeye ihtiyaç olmayıp; hemen bu mevkie
uygun olan yöne ayrıntılarıyla verilip diğer yönleri özetle geçilecektir. Bu Ashab-i KİRAM üç
mübarek kişidirler. Bunlar bir yerden geçerlerken bir mağaraya girerler. Yağmurun çok
sürmesi sebebiyle bir kaya yuvarlanır, gelip mağaranın ağzına düşer. Bunlar içeride kalıp,
Yüce Allah'a (c.c.) sığınmaktan başka çareleri kalmaz. Ne gibi tedbirlere başvuracakları
hakkında aralarında danıştıktan sonra yüzlerini zayıfların yardımcısı olan ve Kadir ve
Kayyum olan (yani her şeye gücü yeten ve her şey kendisiyle varolan) Yüce ve her
noksandan uzak olan Cenâb-ı Allah (c.c.)'a döndürüp, birisi; "Ya Rabbi! Anne ve babasına
itaat edenler hakkında Kur'an-i Kerim'inde nice nice müjdeler var. Ben anama, babama eğer
senin yüce emrine uygun şekilde itaat emrini yerine getirmiş isem, onun hürmetine bizi
buradan kurtarıp selâmete çıkar" diye dua eder. Diğeri; "Ya Rabbi! Falan vakitte bir adamı
çalıştırmıştım,parasını birkaç gün sonra almak üzere gitti.
Aradan hayli zaman geçtiği halde gelmedi. Aradım, sordum, yerini haber alamadım.
Çaresiz kalarak bendeki parasına bir koyun aldım. Bu hayvan sene geçtikçe çoğalıp, bir iken
birkaç sürü davar oldu. Bir gün baktım o adam geldi, "Falan vakit, beni çalıştırmıştın" dedi.
"Senin paran bu sürülerdir, al götür kardeşim" dememle yüzüme baktı; "Senindir, senindir.
Sen gelmeden sordum, sual ettim. Nerede olduğunu öğrenemedim. Benim hayrıma, senin
de yararına hizmet etmek üzere, o parana bir koyun satın aldım. 5-10 sene zarfında bu kadar
oldu" dedim. O adam gayet sevinerek, sürülerini çekti. Dua ederek çekip gitti, benim bu
yaptığım ve onun duası, bereketi ile bizim imdadımıza sen yetiş" diyerek canı gönülden
yüreğinin başı sızlayarak dua ve yakarışta bulunduğunda; birincinin duasında kaya bir miktar
hareket etti, bir ışıklık yer açılmıştı. Bu ikincinin duasıyla daha çok açıldı. Üçüncü arkadaşları
da; "Ya Rabbi! Komşularımdan bir güzel kadın var idi, buna gönlüm düştü, peşinde çok
gezdim. Bir yolunu bulup ona yaklaşamadım. Bir sene kıtlık oldu.
Bu kadın; "çoluk-çocuklarımla kaç gündür aç-susuz kaldık. Çocuklarımın sadece bir
nefesleri girip çıkıyor, cesetleri mezar çukuruna, ruhları cebbar olan Allah'ın (c.c.) semtine
yaklaştı. Bize bir çuval buğday veriniz" diye acıklı durumunu açınca, fırsattan istifade ile beni
kendisine kavuşma haremine alıp güzelliğinin perdesini benim için açarsa bir çuval buğday
veririm, dedim. Fakirlik ve düşkünlük kazması ile bağrı ezilmiş olan çaresiz kadın; "benim
bana hükmüm geçer. Ben emanetim, emanetin sahibi de kocamdır, ona gelince, o da hasta
yatıyor. Gidip danışayım, malın sahibi izin verirse" dedi ve gitti. Kocasına durumu söyledi.
Kocası ise ecelin pençesiyle uğraşıyor; "ben ölüyorum git, senin iraden elindedir" diyerek,
kadına mecburiyetten izin vermiş gibi oldu. Kadın bana geldi. İffet örtüsü gayr-i meşru
zaruret elbisesi ile yer değiştirmekle, mecburiyetten razı oldu. Belinden tutup bir odaya
götürdüm. El uzatacağım vakit, gönlünden Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) Rabbani korkusu sel gibi
taşan iffet ehli, namuslu kadının vücudunu bir titreme aldı. Şiddetle titremeye başlayınca,
"ne için korkuyorsun, burada kimse yoktur" dedim. O ise şöyle dedi: "Ben Allah'ı (c.c.)
zikredenlerdenim. Yüce Allah (c.c.) Alimdir, her şeyi bilir. Biz O'nu görmüyoruz, ama O bizi
görüyor. Onun için bana bir korku geldi" demesi üzerine "Ya sen kadınlığınla bunu biliyorsun
da, ben erkek olduğum halde bilmeyeyim! Eyvah! Bana yazıklar olsun! Haydi git, bundan
sonra benim anam bacım ol" dedim ve iki çuval buğday verip senin lütuf ve keremin ve
imdat ve yardımınla kadının yakasından el çekip; o eşsiz güzellikteki kadıncağızı, nefsanî
arzularını şehvetlerime sabredip, cömertlik göstererek salıverdim, evine gönderdim. İşte
başka iyi bir işim aklıma gelmiyor. Eğer bu hareketim senin nazarında makbuliyet kazanmış
www.sohbetican.com
ise, onun hürmetine bize yol aç, bir kapı aç; çıkalım." Bu duayı takiben derhal kaya kalkar,
kapı tamamen açılır. İşte şehvette cömertlik göstermek de budur.
Şehvetini kıran, namusunu bozmamak hususunda cömertlik gösteren, nefsanî
arzularını kıran kimseler, sehavet ve kemal ehlidirler. Irza düşmanlık etmek fırsatı eline
geçmiş iken şehvetine hakim olmakta cömert ol! Şehvetlerini kırabilenler as-hab-i kiram gibi
böyle nimetlere kavuşurlar ve şehvetlerine uyanlar da musibetlere uğrarlar. Sözün kısası,
"Allah" diyen cömert ve tevekkül sahibi olur. Cömertlik hususunda o kadar özen gösteriniz
ki; yemek yerken dahi yanınızda bir it, bir kedi olsa önce onlara bir şey verip sonra siz
yiyiniz.
Resulullah Efendimiz (s.a.v.) cömertlik için şunu da buyurmuşlardır: "Bir kişinin yemeği
iki kişiye, iki kişinin yemeği dört kişiye, dört kişinin yemeği de sekiz kişiye yeterlidir." Çok
yemek yiyip de karnını boşuna şişireceğine, kararında yemek ye de karnın şişmesin. Bu tarz
cimrilik gibi, tarikata zarar veren hiçbir şey yoktur. Cömertlik insanın kalbini nurlandırır,
aydınlatır ve ihlâs ve tevekkül ve teslimiyet nurlarıyla aydınlık kılar. Yüce Allah (c.c), zekât ve
fitre vermemizi emretmiş ki; cömertliğin şerefi büyük olduğu için, kulları zekâtı ve fitreyi
versinler ki, o büyük şerefe mahzar olsunlar. Yemin kefareti, zihar kefareti, oruç kefareti gibi
malî kefaretlerin hepsi de cimriliğin tedavisi içindir. Bir kişi yalan yere yemin etmişse, bunun
kefareti (cezası), on adamın karnını doyurmaktır. Şayet yalan yere yemin etmiş isen, on
kişinin kamını doyur. Zihar kefareti ise şudur: Bir kişinin annesinin herhangi bir uzvuna kendi
eşini benzetmesidir.
Bir kimse hanımına elin anamın eline veya yüzün onun yüzüne, gözlerin-kaşların onun
gözlerine-kaşlarına benziyor derse, bunun nikâhı şüpheye, tehlikeye düşer. Şayet bilerek
veya bilmeyerek böyle bir benzetmede bulunup nikâhta şüphe meydana gelmişse, on
adamın karnını doyur! Yemek yedirmek; orucun, namazın, dinin, imanın, her şeyin
kefaretidir. İslâmiyet'te Mevlid-i Şerif okutmak yoktur, bidattir, yani Hazreti Muhammed
(s.a.v)'den sonra ortaya çıkmıştır. Ama İslâmiyet'te (Şeriatta), Peygamberimize Salavat-i
Şerife okumak vardır. İslâmiyet, Salavat-ı Şerife okumaktır. Bu sebepten Mevlid okuyup
okutmayı âdet etmişler ki, bu yolla Peygamberimize (s.a.v.) salavat okusunlar; İslâm'ın bir
emrini yerine getirsinler. Ayrıca yemek yedirerek cömertlik mertebesine ersinler. İşte mevlit
okutmaktan maksatları budur.
Birkaç Müslüman bir yere toplansalar hayırlı bir iş yapmaları, yani Müslüman
kardeşlerine bir şeyler yedirmeleri lâzım gelir. Bu ise günahlarına, türlü eksikliklerine kefaret
olur, (yani günahlardan arınma sebebi olur). Cömertlik çok makbul bir şeydir. İşte Salavat-ı
Şerife getirmek, bir de yemek yedirmek için Mevlîd okumuş ve okutmuşlardır.
Hazreti Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a.) Efendimize;
Müslümanlara yemek yedirmek ve fakir ve zayıfları doyurmak için Medine'deki hurma
bahçelerini (vakfetmesini) emir buyurmuşlardır. Şimdiki insanlar kapılarını bağlamışlardır,
onlara bakma.
www.sohbetican.com
Yürek Yakıcı Bir Hikâye
Fakir birisi gelip evin birinden ekmek istedi. Bir kız çocuğu getirip o fakire bir ekmek
verdi. Fakir adam, elinde bir ekmekle gelirken, o evin erkeği kendisine rastgeldi. Evin erkeği
çok cimri bir adamdı; "acaba, bizim evden mi verdiler?" diye düşünerek, fakire "bu ekmeği
sana nereden verdiler?" diye sordu."Gel, sana ekmek veren evi göstereyim" dedi. Baktı kendi
evidir, içeri girdi, kızma "kızım fukaraya ekmeği sen mi verdin, hangi elinle verdin" dedi.
Çocuk, "sağ elimle verdim" dedi. Tuttu kızın o elini bileğinden kesti. Kızın gelinlik
zamanı yaklaşmıştı, kesik elini gizleyip kimseye göstermediler. Kız gelin oldu, gerdek gecesi
güveyi (damat) ile gelin birlikte yemek yemeleri; yani kızın erkeğiyle o gece yemek yemesi
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünnetlerinden olduğundan, düğün gecesi gerdeğe
girmeden önce önlerine yemek koydular. Kız sol eliyle uzandı. Erkeği, "sağ elin ile al" dedi.
Kız yine sol elini uzattı. Kocası, "sana ben sağ elini uzat demiyor muyum?" dedi. Bîçare kız
şaşırdı ve neye uğradığını bilemedi. Kocası bir taraftan hiddet ediyor, kız ise yemeğe
uzanmaya korkuyordu. Bu duruma oldukça sıkıldı, üzüldü. "Muhakkak ki, Allah (c.c.)
mahzun olan kalpleri sever" sırrı ortaya çıkıp, kızın o anda kalbine ilham olundu ki, (baban
cimridir, ben cömertim, uzat elini) diye şereflendiği bu ilâhî ilhama tam itimat ederek kız sağ
elini uzattı. Eli yerine gelmiş olarak lokmayı aldı. (Bu kızın, bu ilâhî ilhama tam bir boyun
eğme ve teslimiyetle yemeğe, yok olan elinin varolacağına, eksiksiz kanaat hasıl ederek, sağ
elini uzatması meselesi için Cenâb-i Allah'ın (c.c.) Rabbani ilhamlarına bu ne denli bir
inanmaktır, yani nasıl bir inançtır dediğinde, Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin halifelerinden olan
Keleriç Köylü halifesi Beşir Efendi (k.s.)'nin "Yüce Allah (c.c.) Hazretleri bir adama ilhamda
bulunursa, o kişi de bu ilhama inanırsa, o ilham edilen şey meydana gelir" diye
buyurduklarından; ben de teberruk için kısma bu hikâyeyi aldım. Kocası, "sebebi neydi ki,
ben razı olmadığım halde birkaç kez sol elini uzattın. Şimdi de sağ elini uzattın" dediğinde
kız, müsaade et başıma geleni anlatayım dedi ve bütün her şeyi olduğu gibi anlattı. Ve
nihayet kalbine ilham olarak inanıp sağ elini çıkardığını açıklayınca, kocası, "Yüce Allah'a
(c.c.) şükürler olsun, sana da bana da birer iltifatta bulundu" dedi. Daha sonra akrabalar
davet edildi, gelin el bağlayarak ayakta durdu. Anasının, babasının hizmetini bekledi. Baktı
ki, babası sol eliyle yemek yiyor, "Baba, sağ eline ne oldu ki, sol elinle yemek yiyorsun?"
dedi. Babası da; "kızım, birdenbire elim kayıp oldu" dediğinde kız hissetti ki, Yüce Allah (c.c.)
babasının elini kendisine vermiş. "Elini görsen tanır mısın?" dedi. "Tanırım, parmağının
birinin ucunda bir siyahlık var" dedi. Demesiyle kız baktı ki, kendisindeki el babasının elidir.
Fakirler (Allah (c.c.) rızası için) dedi, istedi. (Allah (c.c.}rızası için) demek ne büyük
sözdür, onun rızasına çalışana isabet edecek olan ilâhî nimetlerin ne derecede olacağını bu
hikâyeden anlamak gerekir. Madem Allah (c.c.) var gam yok. Hazineler de (Allah (c.c.)
diyenin olur. Derviş olan rızaya çalışır. Dervişler Allah (c.c.) der, derviş olan cömert olur,
ikramkâr olur, evet dervişler ikram sahibi olur ya!
Dervişler hak ile söyleşirler; dervişler kilim giyinir; dünyaya arzuları olmaz. Dervişler
yumuşak huylu olurlar. Madem ki Allah'ı (c.c.) çağırıyorsunuz, sonunu düşünmeyin. Sonunu
Allah (c.c.) düşünsün. Sonunu o düşünmüş, yapmış, daha senin orada sarhoş gibi takılman
boşunadır. Sen ne kadar dünyanın peşine düşsen, dünya o kadar uzağa düşer. Sen ondan
kaçtıkça o sana yaklaşır.
Bu da şu hadis-i şerifle sabittir:
"Dünya, kendisini isteyenlerden kaçar, kendisinden kaçanları ise ister. Öyle ise daha
niçin yorulmalıdır? Daha niçin rızık konusunda gam çekmelidir? Rızık ne ise, ne kadar
çabalasan o kadar yiyebilirsin. Nasibin ne ise odur. Kulların tarafın yüz çevirip onlardan bir
www.sohbetican.com
şey istemem gerekmez. Rızık meydanda kesin imana sahip olanlar Yüce Allah'tan (c.c.) dahi
bir şey istemeye utanırlar, haya ederler.
HİKAYE:
Hazret-i Musa (Allah'ın (c.c.) salatı, Peygamberimize ve ona olsun) Efendimizden,
inanmayanlar mucize istediler. O da çamurdan bir adam yaptı. "Ya Rabbi, benden mucize
istiyorlar bunun canını sen ver" dedi. İnanmayanların gözü önünde Yüce Allah (c.c.) o kalıba
can verdi. O canlı "Ya Musa, karnım aç" dedi. Hazret-i Musa ona yiyecek getirmeye gitti.
Döndüğünde baktı ki vefat etmiş. Cenâb-ı Allah (c.c.) buyurdu ki; "Ya Musa! Kimin rızkını
kime yedireceksin, ben onu senin hatırın için yarattım, ezelden yaratmadım. Ezelden
yaratmadım ki rızkı olsun" sözün kısası, bu bölümden sen bir gonca derle rızık yanar, kaynar;
daha durmaz.
Nakşibendîlerin bu Hatm-i Hace'lerinin ne demek olduğunu size anlatayım: Bir gün
Hazret-i Resulullah (s.a.v.) Efendimiz Mescid-i Saadetlerinde baktılar ki, bir grup cemaat
halka olmuşlar (daire şeklinde oturmuşlar), taş dağıtıp İhlâs-i Şerif duası okuyorlar.
Resulullah Efendimiz şöyle buyurmuş: "Ne güzel halka, keşke ümmetine de sünnet olsaydı!"
(Yazarın notu: Hazreti Resulullah (s.a.v.) böyle "keşke, nolaydı" mübarek tabirleriyle
buyurdukları ne kadar şey varsa onların hepsi de peygamber sünnetlerinin en kuvvetlileri ve
en sağlamlarıdır ki; bunları yerine getirmek her insanın kârı değildir. Meselâ.
Hazreti Resulullah (s.a.v.) Efendimizin, Yasin-i Şerif suresinin yüksek kıymeti, meziyeti
ve faziletini açıklamak maksadıyla, ümmetimin hepsinin kalbinde Yasin-i Şerifi dinlemek
suretiyle büyük bir şerefe mahzar olurlar. Nakşibendîler'in arzuları Gaffar (çok bağışlayıcı
olan) Allah (c.c.) elinde şehit olmaktır. Her gece Yasin-i Şerif okumayı âdet edinenlerin de,
mertebelerin en yücesi olan şehit mertebesine ulaşacakları HADİS-İ ŞERİF'le sabittir.
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, her gece Yasin-i Şerif okumuşlardır. Gece deyince güneşin
batmasından itibaren tekrar doğmasına kadar geçen zaman kastedilir. Sabah namazı vakti
de geceden sayılmaktadır. Onun için Nakşibendî de herkes bu şerefe ulaşsın diye sabah
namazlarından sonra okumayı seçmişlerdir.
Nakşibendî Tarikatının bir esası da Esma-i Hüsna'yı (Cenâb-i Allah'ın (c.c.) güzel
isimlerini) okumaktır. Nakşibendîlerin Hatm-i Hace'lerinde Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) bin bir
güzel isimlerine karşılık bin bir İhlâs-ı Şerif suresi okunur.
Tarikat, kötülenmiş olan ahlâkı (huylan) gidermeye çalışmaktır. Yetmiş dokuz
kötülenmiş huylar mukabilinde Nakşibendiler'in Hatm-i Hacelerinde de yetmiş dokuz defa
İnşirah Suresi okunur. Çünkü "Elemneşrah" suresinin okunması kötü huyların ilâcı ve
tedavisidir.
Tarik , Hazreti Peygember'in (s.a.v.) şefaatini celb etmektir. Buna mukabil olarak da
Nakşibendîler'in Hatm-i Hacelerinin başlangıç ve sonlarında yüzer saiavat-i şerife okunur.
Tarik, faniliğin şuurunda olmaktır. "Yer üzerinde bulunan her canlı fanidir, yok
olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbi'nin zâtı bakî kalacaktır (Rahman Suresi, âyet
26-27). Bu âyet-i kerimenin sırrını açığı çıkarmaya karşılık olarak, Nakşibendîler'in Hatm-i
Hacelerinde Rabıta vardır. Şöyle ki Rabıta yapan şeyhinde; fani olur, yani şeyhin varlığında
yok olur. Bu fenayı (fâniliği) bulan da Rabbi'nin vechinden başka daha bir şey göremez. Fena
mertebesine eren sâlike (tarikatta giden kişiye) her şey fani ve Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) Zâtı
bakîdir. Tarik tövbedir, buna mukabil Nakşibendiler'i Hatm-i Hacelerinde başlangıçta 25
istiğfar bulunur.
Tarik muhabbettir (sevgidir). Buna mukabil Nakşibendîler'in Hatm-i Hacelerinde
Hatm-i Hacegân duası okunmakla, evliyaların yüce isimleri anılır. "Allah'ın (c.c.) veli kullarını
www.sohbetican.com
anmak Allah'ın (c.c.) rahmeti ile ananların üzerine inmesidir." Hadis-i Şerif gereğince,
velilerin anıldıkları ve sohbetleri yapılan yerlere rahmet iner. Bu rahmet ise bir muhabbet
(sevgi) rüzgârı olur. Hatm-i Hace arasında gözünüzü yumun! Açarsanız ilâhî feyizlerden
mahrum kalırsınız. Halkayı aralıklı boş bırakın "estağfirullah deyip parmağınızla sayınız ki,
fazla ve eksik olmasın. Sonra râbıta-i şerif denilen, her birinize rabıta öğretilmiş olduğu
üzere rabıta ediniz.
Bunda kişi kendini nur içinde tasavvur ettiğinden bir huzur bulmak faydası vardır. Bir
de şeyhinin yüzünü hayalinde canlandırmak suretiyle rabıtanın da faydası vardır. Rabıta
ettiğiniz esnada taş dağıtılır. Hatm-i Haceyi okutan zat tarafından her ilân ve ihtar ediliyorsa
avucundaki taştan fazla ve eksik okumamaya dikkat et! (kendi kendine bildiğin gibi
okuduktan sonra taş dağıtmanın hikmeti nerede kaldı)
Bütün halkaya taş dağıtılıp bittikten sonra Hatın-i Hace okutanın sağından başlayarak
yedi kişiye birer taş daha verilir. Fatiha bitince dağıtıcı gelir, o yedi kişiye birer fatiha taşlarını
ellerinden alır. Sonra "salavat-ı şerife" denir. Herkes avucundaki taş ne kadarsa, o kadar
salavat-ı şerife okur. Sonra "Elem neşrah leke" sure-i şerifi denir, avucundaki taş kadar
okursun. Sonra her İhlâs-ı Şerif ilân edildiğinde avucundaki taş kadar okursun. Zira halkaya
dağıtılan taşın toplamı yüz adettir. Hatm-i Haceyi okuyanın önünde de ayrıca on adet taş
vardır. Her îhlâs-ı Şerif dendiğinde o an taşlardan bir tane alır, öte yana kor. On taş
tamamlandığında hatmeye okutturduğu İhlâs-ı Şerifin sayısı da bin olur. Sol tarafa yedi
Fatiha taşı verilirken, bu defa Fatihayı kendi okumaz. İhlâs-ı Şerifin bin bir adet olması için
bir defa sadece bir İhlâs-i Şerif okur.
Sonrakiler de yedi Fatiha okurlar. Sonra "salavatı şerife" denildiğinde, herkes
avucundaki taş ne kadar ise o miktarda salavatı şerife okurlar. Sonra dua yapılır. Dua
esnasında her velinin mübarek ismi anıldığında "Şeyhim bu velilerin her birinden tazeden
tazeye bir nur alıp benim kalbime atıyor" diye tasavvur ederek öyle bir bekleyiş içinde
olmalıdır. Dua son bulunca Kur'an'dan kısa bir aşr-ı şerif okunur. Aşr-i şerif uzamamalıdır. Pir
Tagi (Tahi) (k.s.) (Allah (c.c.) Onun aziz sırrını yüceltsin) Efendimiz Hazretleri çoğunlukla aşr-ı
şerifte (vel Asr) Suresini okurlardı. Ya bu sureyi, ya Elem Neşrah suresinin veya iki-üç âyet aşı
okunmalıdır.
Hatm-i Hacenin başlangıcından sonuna kadar okunulan şeylerin hepsi aşr-ı şeriftir.
Bunun için ayrıca bu aşr-ı şerifi de uzatmaya gerek yoktur. Hatm-i Haceye sevap maksadı ile
gelmemeli; böyle gelen yorulur. Bu, tarikatın amelidir. Tarikatın ameli ise terk edilmez,
diyerek gelmelidir. Sevap ise onun içindedir. Şeyhlerden biri (k.s.) "Cenneti istemek gerçi
Allah (c.c.) ehline haramdır. Ancak Cenâb-i Allah (c.c)'ın cemâlini görmenin yeri Cennettir.
Ben de onun için Cenneti isterim" buyurmuştur.
Allah (c.c)'ın cemâli Cennet'ten müşahede edilir. Efendinin rızasını kazanıp elde
etmeye bak. Rızasını kazanmadan onun malından, mülkünden eline bir şey geçmiş olsa,
faydası ne? Ama rızasını kazanırsan varını-yoğunu sana verir. Kimsenin kalbini kırma.
Herkese merhametle muamele etmeye kendini alıştır ki, onların içinde mutlaka veliler de
bulunur; sen o velilerin nazarına dokunursun."NAZAR-I EVLİYA KİMYAEST."
Yani, velilerin nazarı kimyadır, tiryaktır. Yok eğer onu-bıınu yabancılayıp dışlayarak
incitmeyi huy ve tabiat edinirsen, bir gün olur ki bir veliyyullahın da şüphesiz kalbine
dokunursun. Bir velinin kalbine dokunup onu üzmek hareketi senden sadır olduğu gibi;
(onlar korunmuş insanlardır, mahzun olmazlar; olurlarsa ancak kırılmış kalplerin
sahiplerinden bulundukları için mahzun olurlar ki, Yüce Allah (c.c): "Ben kırılan kalplerle
beraberim" buyurmuştur); derhal perişan olursun. Velilerin pençesi, yere çakılı duran bir
kamadır (kılıçtır); onun üzerine varıp kendini atma.
www.sohbetican.com
Hatm-i Haceye oturduğunuzda halkaya fincanın ağzı gibi değirmi oturmaya dikkat
edip, hatme esnasında bir mazeret ortaya çıkmasıyla kalkıp gitmek icap ederse, elinde
bulunan taşı yanındakinin avucuna bırakıp gitmelidir.
www.sohbetican.com
SOHBETLER (2)1912
Piri Sâmî (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Bu tarik ( yol = tarikat), ahlâk yoludur. Pir
Tahi (k.s.) I lazretleri buyurdular ki: Bizim yolumuz (tarikatımız) İŞAR ve INSİBAG'dır, (yani
kardeşini ihtiyaç ve menfaatte nefsine tercih etmek ve birbirinin boyasıyla boyanmak, güzel
ahlâkını almaktır ) İşarda insibağ ve insibağda işar vardır. İsar'ın lügat manası seçmek
demektir. Yüce Nakşibendî tarikatında işar şu demektir: Kardeşlerinin yolunda o derece
fedakâr ola; o kadar ikram sahibi ola ki; hatta kardeşinin uğrunda canını dahi esirgemeye.
Kendi nefsinden ziyade kardeşlerine nimet sunar ve iltifat eder. Her cihetten
kardeşlerini kendisinden öne çıkara. Hz. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bir gün "Ensar'dan iki
eşi (hanımı) olan, bunlardan birisini boşasın, muhacirlerden bir kardeşine versin" diye emren
buyurmalarıyla; iki evli olanlar bir hanımını boşadı ve muhacir (Mekke'den Medine'ye hicret
eden ) kardeşlerinden biriyle nikahladı. Hz. İsmail (Allah'ın (c.c.) salatı ve selâmı
Peygamberimize ve ona olsun) Efendimiz, kendisini kurban etmek hususunda can derdine
düşmedi. "Canım Allah'a (c.c.) kurban olsun" deyip bıçağın altına yattı. Babasına "Allah'ın
(c.c.) izniyle, beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. Muhabbet yolunda canını, evlât ve
iyalini, malını-emlâkını eda etmeye muktedir olmaya İŞAR denir. İNSİBAĞ'in lügat manası
da bir şeyin boyasıyla boyanmaktır. Mürid olan, önce şeyhinin boyasına; sonra Yüce Allah
(c.c.)'nin boyasına boyanınalıdır. O boya ile boyanırsa, asla zail olup silinmez
Döner-dolaşır; nereye gitse onu boyasından tanırlar. Tarikatta suluk eden kimse
(SALİK) böylece boyandıkça, her şey de fani olup; "Dünya üzerindeki her şey fanidir. Ancak
azamet ve ikram sahibi olan Allah'ın (c.c.) Zâtı bakîdir, kalıcıdır" mealindeki âyet-i kerimenin
sırrı kendinde ortaya çıkarak her şey fani, sadece Allah (c.c)'in Zâtı bakî (ebedî) kalır. Çünkü
insan kimi çok sever, muhabbet ederse; neyi görse o sevdiğini görür. Ama bu öylesine bir
sevmek değil, âşığı olduğunu İsmail (A.S) gibi, Mecnun gibi sevmelidir.
Muhabbet ve aşk nefsin arzusunu yaktı; Mecnun'a Leyla'yı güzel gösterdi. Yoksa Leyla,
siyah ve çirkin bir Arap kızı idi. Mecnun'a, "Mecnun, sen büyük bir âlimsin, bu somurtkan
görünüşlü kıza neden bu kadar yanıp yakıldın?" dediklerinde: "Leyla'ya siz Mecnun gözüyle
bakın" dedi. Muhabbet ve aşk bir adamın içinde olursa MUVAHHİD olur. Muvahhid'in de aslı
budur: Nereye baksa Bir'i görür; dağı-taşı görür, Leyla'yı görür. Bunu, başından geçen kişi
anlar; başından geçmeyen anlayamaz. Kör olan kişi, renklerin tarifinden ne anlayacak ki?
Kalp her neye çok sevgi beslerse, göz onu görür. Haddizatında göz-kulak, duvar deliği
gibidir. Zannetme ki o kulak duyar-işitir: kalp işitir, sonra kulak duyar.
Başlangıçta kalp gözü görür, sonra göz görür. Kalp hisseder; sonra el hisseder. Kalp
gider; sonra ayak gider. Bu husus, muhabbetin acayip sırlarındandır. Bu muhabbetin sahibi,
eşyadan daha başka bir ses, başka bir şada işitir. Başlangıçta gönül gözünün gördüğü
gerçeği; daha sonra ise baştaki gözlerimizin gördüğünü; bir mecliste oturan bir adamın,
oraya gelip gidenlerden ve cereyan eden sözlerden (bazen) asla haberdar olmadığıyla açıkça
ortaya çıkar. Eğer o kişinin kalbi uyanık olsaydı, o meclisteki halleri kafadaki göz ve kulakla
görür ve işitirdi. Demek ki kalbi dışarıdaki bir şey ile meşgul olduğundan, baştaki azaları
hükümden düşerek duvar deliğinden farkları kalmamıştır.
İnsanda bu sır var ise, çan sesi o muhabbet sahiplerine "Allah! Allah!" diyor, bunu nasıl
"Kiliseye gel" diye anlıyorlar? diye düşünür. Hz. Ali (RadiyAllahu anhu ve kerremellahu
vechehu) Efendimiz, musiki "Canım, canım; Pir Tagi (Tahi) (k.s.) Sultanım" diyor. Herkes,
kendi kulağından dinler. (Yazarın notu: Mevlânâ Sâmî Erzincanî (k.s.) Efendimiz
Hazretleri'nin bu "musiki" sözlerinden dolayı "musiki dinlemek haramdır, buyuruyorlar da,
daha musikiden öyle işittimdi demeleri ne hikmettir?" denilirse; kendilerininki musikiyi kabul
ederek dinlemek değil, tesadüfen işitip anlamaktır. Bülbülün sedası âşıklara hoştur, âşık
www.sohbetican.com
olmayan için sadece "civ-civ" eder. İki adam, bir elinin ateşte (yangında) yandığını görür. Biri
"Eyvah yandı!" der; diğeri ise "Ah keşke ben de maşuk yolunda böyle yansam; bunun gibi
can versem!" der. Herkes bir sadayı kendi kulağından işitir, kendi gözünden görür.
HİKAYE:
Bir tüccar Hindistan'a tüccarlık için gidiyormuş. Evinden çıkacağı sırada çocuklardan
her biri "bana bunu al-şunu al" diyerek birer şey ısmarladılar. Bir papağanı vardı ki, bunları
kafesinden seyredip dinlerdi. Papağan başını kaldırdı, "Efendi, efendi! Hindistan'a vardığında
ağaçların başında papağanlar vardır. Benden de onlara selâm söyle. Benim de siparişim
budur, unutma ha!" dedi. Tüccar çıktı, gitti; döndü-dolaştı. Herkesin siparişlerini aldı.
Gelirken ağaçların başında papağanları görünce aklına geldi ve "Ey papağanlar, benim
papağan size selâm söyledi" deyince, kuşların hepsi de aşağı döküldü; öldüler. Tüccar
"Eyvah! Ben ne ettim. Keşke bu selâmı bunlara söylemeseydim. Bu kuşlar da ölmeseler idi"
dedi. Yoluna devam edip evine döndüğünde, herkesin siparişlerini verirken, papağanı da
'"Benim selâmımı ilettin mi?" dedi. Tüccar "Keşke senin o selamını söylemeseydim. Çünkü
selâmını işitir işitmez hepsi de ağaçtan düştüler, öldüler" deyince, papağanı ağzını yumup,
sesi burnundan gelerek "Ah" dedi; devrildi, kafesin içine cansız serildi, düştü. Tüccar kafesi
açıp kuşu aldı; o yana çevirdi, bu yana çevirdi, bacağından çekti... Baktı ki fayda yoktur.
Papağanı tuttu, çöplüğe attı. Birkaç dakika sonra papağan sıyrıldı, uçtu ve duvara kondu.
Tüccar hayret içinde bakıp dururken kuş "Efendi, efendi! Bunca yıldır ekmeğini,
nimetini yedim, artık gideceğim. Fakat bu işin sırrını sana arz edeyim. Ağacın başındaki
papağanlar ne diye sana işaret verdiler, ama sen anlamadın. Sen onlara selâmımı söyleyince
anladılar ki ben esirim, bana insanoğlunun kafesinden kurtulmadıkça, kurtuluşun yok
demişler ve kıyamete kadar bu esirliği çekesin, diye işaret etmişler" dedi ve "Allah'a (c.c.)
ısmarladık" deyip uçtu; çıktı-gitti. Papağanın kulağı böyle, tüccarın kulağı da öyle anlamıştı.
Sakın sanma ki insansın; insan değilsin. Adam olduğunu sanma, bu sırra vakıf
olmadan hayvansın. "Onlar hayvanlar gibidir, belki hayvanlardan da daha sapık, yollarını
şaşırmışlardır. İşte onlar gafillerin ta kendileridir" (âyet meali).
Eğer sende o kalp, o göz, o kulak yok ise; ilâhî sırlardan gâfıl isen; hayvanlar gibi, belki
de hayvanlardan da daha alçaksın. Pir Tagi (Tahi) (k.s.) Hazretleri "Tarikatımız (yolumuz) işar
ve insibağ yoludur. Herkesten kendini alçak tut" buyururlardı.
Bir adam tarikatı çok büyük bildiğinden kendinde bir liyakat göremeyip, "tarikata
girmeye lâyık değilim" der, tarikata gelip dahil olamaz imiş. Bunu Şah-ı Nakşibend (k.s.)
Efendimiz Hazretlerine haber verirler. Şah-ı Nakşibend, bu kişiye gelsin der. Onun elinden
tutar, götürür. Mübarek evlerinin üst basamak eşiğine gelince orada duran bir köpeği
gösterip, "Bu köpek benim arkadaşımdır, onunla sohbet ederim. Otururum; bununla
otururum. Kalkarım; bununla kalkarım. Söyleşirim; bununla söyleşirim" diye ferman
buyurmalarıyla, o adam der ki; "Ben kendimi hayvan gibi gördüm. Madem ki bu bir köpek
iken sohbet arkadaşındır, ben de sohbetine katılırım. Lütfen beni de, kavuşma (vuslat)
nakşının gülsen yoluna kabul buyur" diyerek, bin minnettarlıkla mübarek eteklerini öpüp
tarikata girdi.
Bu tarik (yol), muhabbet yoludur, muhabbeten Mevlâ'ya yol gider. Muhabbet her
korkunç-dehşetli yerden insanı, göz kamaştırıcı şimşek gibi uçurur. Muhabbet safi nurdur;
garaz ve menfaat ateşini söndürür, mahveder. Muhabbet ehli, yârinin peşinde dolaşır; ne
için gelip gittiğini bilmez. Kişi Hatme'ye, teveccühe, sohbete gidip gelmeli ama bunlardan
bir maksat ve menfaat beklememelidir. Sırf muhabbet sebebi ile gidip gelmelidir. Ne için
www.sohbetican.com
gidip geldiğini de anlayamamalıdır. "Ben gidip geliyorum ama yine sevap (kazanmak) aklıma
geliyor" dersen, o zaman kendini teraziye çek. Bak ki; "Şeyhimin emridir, tarikatımın
amelidir" diye mi, yoksa sevap kazanmak kastiyle mi gelmektesin?
Bu da sununla tecrübe edildiğinde hangisi olduğu ortaya çıkar. Meselâ tarikatın
amellerinden olan Hatm-i Hace veya "Hatme-i Hace" ve teveccüh ve sabah namazından
sonra Yasin-i Şerif ve yatsı namazından sonra Tebareke Suresini okumak veya evvabin
namazı kılmak, ikindi namazından sonra Amme Suresi okumak, teheccüt namazı kılmak,
misvak kullanmak, beş vakit namazdan sonra onar adet Kelime-i Tevhid okumak... gibi
Nakşibendîler'in devamlı yerine getirdikleri şeylerden birini terk etmeyi şeyhi emretmişse;
eğer o emri yerine getirmeyi o hayırlı eli ifa etmekten daha yüce tutarsa ve cidden böyle
bilirse; maksadının SEVAP kazanmak olmayıp RIZA olduğunu tahakkuk eder.
Muhabbetten insan belâ ve musibeti ne duyar, ne işitir. Hz. İbrahim "Allah'ın (c.c.)
salatı Peygamberimize ve kendisine olsun" Efendimize, Nemrud'un ateşinin etkilemediği
gibi ineğinin sütünden artırıp muhabbet şevki ile getiren kadına Nuh Tufanının etki
edemediği gibi. Bu tarik (yol), hem muhabbet yolu, hem de tevazu ve meskenet yoludur.
Tevazu sahibi olmayan muhabbetsiz olur. Eline bir kazanç geçmemesi,
muhabbetsizliktendir. Öyle ise o kadar tevazu et ve kendini itten aşağı tut ki, Cenâb-i
Allah'ın (c.c.) "Şüphesiz Biz, Ademoğlunu yücelttik" mealindeki ulu âyeti senin üzerine de
okunmuş olsun. Eğer kendini itten üstün tutup ondan iyi bilirsen; mükerrem "yüceltilmiş,
değerli" değilsin ve köpekten de aşağısın. "Kim tevazu sahibi olursa, Allah (c.c.) onu yüceltir.
Kim de gururlu olursa; Allah onu alçaltır" manasındaki hadis-i şerifle sabit olur ki, "Biz,
ademoğlunu yücelttik" mealindeki âyet-i kerimenin kapsamına tevazu ehli olanlar ve alçak
gönüller dahil olur.
Ululanıp, gururlananlar dahil olmaz. Kibriyalık, yüce büyük Yaratıcı "Hâlık Teâlâ"
Hazretlerinin sıfatı olup, büyüklük O'na mahsustur. Sen bir damla meniden yaratılmışsın.
Neyine büyüklenip, gururlanıyorsun? Başın ağrısa ne yapacağını şaşırırsın, tedavisinden
acizsin. Her şey muhabbet ile bulunur. Muhabbet ile yâre ulaşmak kolaylaşır. Tek bir şeyi sev
de; o da ne olursa olsun. Bir ile bir bulunur; ikilikte bir bulunmaz. Bizim Pir Tahi (k.s.)
Hazretleri çoğu zaman ferman buyururlardı ki; "Biri sev de, isterse o bir tezek olsun." AUah-u
(c.c.) Teâlâ'yı "Göremez misin o kişiyi ki, kendi nevasını -nefsinin arzularını- kendine ilâh
olarak alır" buyuruyor.
Onu görür, ona sarılır; sarılır... sarılır... Sonunda bir kâmil mürşidin temiz eteğinden
tutar, temizlenir. Muhabbet vasıtasıyla o Kâmil Pir'in uğrunda, her cihetten fedakâr olarak
yoluna baş kor; vefalı bir yâr olur. Hizmetine dayanır, hâli ile hâllenir, boyasına boyanır. İşte
buna İŞAR ve İNSİBAĞ denir. İşte bu, Allah (c.c)'ın boyasıdır. Allah (c.c)'ın boyasından daha
güzel kimin boyası "SİBGA" var? Bizler de O'na teslimiyetle kulluk edenlerdeniz" (Bakara
Suresi 138).
Bundan daha güzel boya var mıdır ki, adam ona boyansın? Kişi ne mümkündür ki,
kötülenmiş ahlâklardan kurtulsun. Ne vakit ki, SİBĞATALLAH (Allah (c.c.)'ın boyası)
hükmünü giyer; o zaman yıkanır, temiz olur.
Beyit: (?)
Ki her kim azmede bize;
Gerek kim dünyadan beze
Yani, kim ki bize yönelirse, onun dünyadan bezmesi gerekir. Bu ince manalı beytin
açık işareti şudur ki; mürid, şeyhinin iradesinde fâni (yok olup, dünya sevgisini tamamen terk
etmelidir. Buna muvaffak olan salik muhabbet ateşiyle Allah'tan (c.c.) başka her şeyi yakar.
Ateşi nura çevrilerek; geçici dünya makamları yerine Yüce Allah (c.c.) ona hidâyet verir.
www.sohbetican.com
Tecelli ve şuhudun çeşitleri vardır. Cenâb-ı Allah (c.c.) bunların bütünüyle beraber
sonuçsuz kazançları, Pirler'in yüce eşiklerine kuvvetli bir teslimiyetle yönelip, canından ve
dünyadan bezen saliklere ve müridlere ihsan eder. Muhabbette nar (ateş) da vardır; nur da
vardır.
"...NARUN, NURUN ALANUR, YEHDİLLAHU Lİ NURİHİ..." (Nur Suresi, âyet 35) "
"(Bu öyle bir ağaçtır ki; yağı, neredeyse kendine ateş deymese de ışık verir. Bu nur
üstüne nurdur. Allah (c.c.) Nur'una dileğini hidâyet eder.
Bu hidâyet saçan ilâhî fermandan anlaşılıyor ki, âşık kişi ateşte yanmadıktan sonra
hidâyet nuruna ermek ona müyesser olmaz." Muhammediye'nin müellifi olan merhum
Yazıcıoğlu Muhammed Efendi şöyle buyurur: Fenafırresul, (yani Hz. Resulullah'ta fâni olmuş
isen), Fenairresul olana hem nar (ateş) var, hem nur var. Yüce Yaratan kendi nurunu, aşk
ateşiyle yananlara verir. Aşka giriftar ol ki, gönlün virane olsun. Kalbin o kadar mahzun, o
kadar kırık olsun ki, Ebed Sultanı'nın teşrifine engel olacak gıll-uğış'tan (düşmanlık, kin ve
hilelerden) hiç bir şey bulunmayarak, pak ve temiz olsun öyle kalplerde kurulmuş LAMEKAN tahtında azamet ve ceiâliyle bulundukları hakkında "Ben kırık kalplerin yanındayım"
buyurmuştur. Öyle bir çalış ki; kendin harap, vücudun viran olsun.
Harabat ehline hor bakma zakir,
Defineye mâlik viraneler var.
Öyle virane kazan ki, hiçbir cevher onun tozunun değerinde olmasın. (Yazarın notu:
Hediyelik eşya satanların gemisi gibi, kalp gemini hur gilman (cennet huriler ve hizmetçiler)
gibi yaratılmışlardan sayılan şeylerle doldurma. Bunlar da nefsin haz duyduğu şeylerdir.
Bunlarla kalp mamur olmaz.
Bir şah konmaz saraya; hane ma'mur olmadan ) Şeyh Ebu İzzet Maribin (k.s.) "Kırk
senedir Hur-u Gilmanı bana gösterirler. VAllahi, vAllahi, vAllahi gözümün ucuyla dahi
bakmadım. Huriler amelimin (yaptıklarımın) nasibidir; ama Yüce Yaratan Hazretleri benim
nasibimdir" buyurmuş. Dünyayı kötülerler, dünyayı kötüleme! Dünya gayet mübarektir,
kutludur. Hadis-i Şerifte, "Dünya leştir, onu isteyenler de ancak köpeklerdir" buyurulmuşsa
da, bu hüküm asıl maksudu (istenmesi gerekeni) bilmeyip sadece nefsanî hazlardan
kaynaklanan arzular ile dünyaya sarılıp aşkla, muhabbetle dünyayı isteyenler hakkındadır.
Kötülenmeye müstahak olan dünya değil; kötülenmeye müstahak olan sensin. İnsanın
kendisi kötülenmeye müstahaktır. Dünyayı görmezsen o zaman yiğitsin. Yüce Allah (c.c.)
"Daği-bağı görmeyin; yeri-göğü, taşı-ağacı görmeyin. Onlardan beni görün" buyurmuştur.
İki gönüllü olmayın, bir gönüllü olunuz. Kâinattaki cüzlerin (eşyanın) her biri Cenâb-ı Allah'ın
(c.c.) birer aynasıdır. Onlara baka baka tecelli-i ilâhî (Allah'ın (c.c.) kudret ve sırlarının insan
ve eşyada görülmesi) ortaya çıkar.
Rahman olan Allah'ın (c.c.) indirdiği Kur'an-i Kerim'de, (Rum Suresi 20'de) (meâlen)
şöyle buyuruluyor; "Sizi topraktan yaratması, O'nun âyetlerindendir (delillerindendir). Sonra
siz her tarafa yayılan birer insan oluverdiniz. İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız
eşler yaratıp, aranızda muhabbet ve rahmet meydana getirmesi de, O'nun âyetlerindendir.
Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için dersler vardır. Onun âyetlerinden biri de, gökleri
ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Muhakkak ki, bunlarda bilenler
için dersler vardır. Geceleyin uyumanız, gündüzün Allah'ın (c.c.) lütfundan rızık aramanız da,
O'nun âyetlerindendir. Gerçekten bunda, işiten bir kavim için ibretler vardır. Size korku ve
ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirip, ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi
O'nun varlığının âyetlerindendir (delillerindendir). Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim
için dersler vardır. Göğün ve yerin O'nun emriyle durması da O'nun âyetlerindendir. Sonra
sizi topraktan (kabirlerinizden) bir çağırdı mı, hemen çıkıverirsiniz (diriliverirsiniz). Göklerde
ve yerde olanların hepsi O'nundur. Hepsi de O'na boyun eğmişlerdir" (Rum Suresi, âyet: 20-
www.sohbetican.com
26). Bu âyet-i kerimeler ve devamı olan âyetlerde, ayrıca benzeri olan âyetlerde dünyanın bir
ebedî saadet sermayesi olduğu nazarı dikkatten uzak tutulmalıdır.
Konduğun bu nimetlerin sebebi, dünya değil mi?
Nice var bir şeref, sebebi hep dünya değil mi?
Her şeyden önce düşün ki, iki cihan Sultanı 'nın ümmetisin
Gece-gündüz secdene sebep olan, dünya değil mi?
Kusuru kendinde bul, dünyayı kötüleyip sövme.
(?)
İmam-ı Azam ile Şah-ı Nakşibend ve Sami'yi,
Bize ana-babamızdan daha şefkatli kılan, dünya değil mi?
Kişi. Hz. Peygamberin sandukasına hürmet etmez mi?
Peygamberle, evliyalar ile dopdolu olan, dünya değil mi?
Bu handa Allah'la (c.c.) beraberlik tahtının Hünkârı yatmakta.
Kutuplar kutbuna Rabbimizin verdiği nimet, dünya değil mi?
Niçin "zalim felek" diye figân eyleyip ağlarsın?
(?)
Seni yokluk karanlığında merhametle attı dünyaya
Yaratanın güzelliğine bir muhatap, dünya değil mi?
Mevlânâ Sami'nin yüce kapısına, seni bende (kul) kılan dünya değil mi?
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Şah-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri, Melik
Hüseyin'in "Sizin tarikatınızda çile (yani kırk gün insanlardan uzak ibadet, zikr, tefekkür ile
çilehanede kalmak) var mı?" diye sorduğu soruya; "bizim tarikatımız sohbettir"
buyurmuştur. Yani, bizim yolumuz sohbet yoludur demektir. Pir Tahi (k.s.) Hazretleri "iki
arkadaş olsak da; o söylese ben dinlesem; ben söylesem o dinlese" buyurdu. Yara
depreşmezse sızlamaz. Velilik, emek karşılığı değildir. Çok amel işlemekle, çok riyazet
etmekle (aç kalıp az yemekle), çok ağlamakla velilik elde edilmez.
Sadece iyi amel işlemek Cennet'i gerekli kılmadığı gibi, emek de veliliğin (velayet)
gerektiricisi olmaz. Velayet (velilik makamı), tamamen Cenâb-ı Hakk'ın bir vergisidir. Kimi
dilerse, ona ihsan eder. Ama genelde çalışanlara, amel edenlere verir; elbette yatanlara
değil. Bunun için sen de sızlanır; çalışıp-gayret edip candan ağlayıp sızlarsan "Bizim
yolumuzda cihad edenleri mutlaka yollarımıza hidâyet ederiz. Muhakkak ki Allah (c.c.)
muhsinlerle beraberdir", "Şüphesiz insana çalıştığından başka bir şey yoktur ve çalıştığının
karşılığını da mutlaka görecektir" mealindeki âyet-i kerimelerde, çalışma ve gayrette
bulunmanın boşa geçmeyeceği insana müjde veren var.
Hiç değilse, çalışmanın mükâfatsız kalmayacağına şek ve şüphe yoktur. Burada
oturuyorsan gafil oturma! Gönlünü ya Râbıta'ya ver, ya Huzur'a ver! Yüce Allah (c.c.)
Hazretleri seni çoban etmiş iken; bey olasın, diye zorlanma. Ne ise odur. Sen Allah (c.c.)'ı
kazanmaya bak. Yüce Allah (c.c.) Kur'an'ında buyurmuş: "O gün ki ne mal, ne evlâtlar fayda
vermez. Ancak Allah (c.c.)'a (selim) bir kalp ile gelenler müstesna" (Şuara Suresi 88). Yani,
"Ne hamamın-taşın lâzım; ne de oğlun-kızın lâzım. Ne iyal (aile-eş), ne de malını isterim.
Benim yerimi (yani kalbi) hile ve desise ile kirletmeksizin bana getirdin mi? Bunu isterim"
buyuruyor.
Bu tarikata girmişseniz, bunu sağlam tutun! Sağlam (muhkem) tutun! Oldukça sağlam
tutun! Namaz kılmamakla insan kâfir olmaz. Ama namazı kim kılmaz? "Kim bilerek namaz
kılmazsa açıkça küfürdedir" hadis-i şerifinde, namazı inkâr ederek terk eyleyenin kâfir
olacağına delâlet vardır. Sâdık olun (doğru olun, doğru yapın). Tam manasıyla sâdık olun ki
sıddıklar zümresinde haşrolasınız.
www.sohbetican.com
SOHBETLER (3)1903
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ: Tarikat vuslat'tır; yani Hâlık Teâlâ'ya
(Yüce Yaratana) giden yoldur. Mürid, Yüce Yaratanı çağıra çağıra (dua ede ede) manevî
kavuşma (vuslat) meydana gelir. Bir yolcu yürüye yürüye istediği yere gider. Adamlarını ata
ata, diyelim ki Erzurum'a ulaşır. Sevgiyle, adımlarını şevkle ata ata ulaşır. Muhabbetsiz
olursa gönülsüz, yavaş yürür. Tarikat salikinin yolu cezbe ve muhabbet yoludur ki, onunla
uçarak yetişir. Cezbe ve muhabbet aşka dönüşürse, âşıkların bir "alırlarına tahammül
edemez. Aşk, kalben olur. Muhabbet ehli ah ederse Arş yıkılır. Kalbin yıkılması
mahzunluktur, Yüce Allah (cc.) o kalbin çarçabuk tamirine bakar ki; "Ben kırılan kalplerle
beraberim" ilâhî fermanının hikmet kokan mealinden; kırılmış kalplere Allah'ın (cc.) yardım
ve gayretinin zuhur ve tecelli etmesiyle; salikin arzusunun nişangâhından (nişan yeri), kahır
kılıcını, kötülük isteyen garazkârların hedefine çabuk isabet ettirerek; onları yıkılmış ve
perişan edeceği, kusur bulmaya gerek kalmaksızın, çok açık bir surette ortaya çıkar.
Demezler mi "gönlüm yıkıldı." Gönül bir şişedir, tez kırılır. Karşısındaki bir hata, bir
faziletsizlik de etmiş olsa. gönle dokunma! İyilikte emretmek ve kötülükten sakındırmak:
Yani, sen şöyle hareket et, yahut şu harekette bulunma diye tavırlarında cürüm (günah)
gördüğün kardeşlerine, vakıa Kuran hükümlerinden aklının erdiğine bir şeyler söylemek sana
ve herkese farz ise de; o Kur'an hükümlerinden yerine getirmen farz olan birisi de "Onlar ki.
boş bir şeye rastladıklarında vakar ile oradan geçip giderler" (Furkan Suresi, ayet 72) ayet-i
kerimesindeki Yüce Allah'ın (c.c.) emrini dinleyip ona uymaktır.
Bu âyetin başından itibaren hikmetli manası "şunlar ki yalancı şahitlik etmezler; yahut
müşrik ve kâfirlerin bayramlarında ve oyun mahallelerinde hazır olmazlar. Şayet boş ve bâtıl
bir şeylerine uğrarlarsa onlardan yüz çevirip nefislerini onlardan tenzih ederek geçerler"
demektir. Sen de böyle hallerle tesadüfen de olsa asla ilişkili olma! Kerim olarak (vakarla)
oradan geç, yoluna devam et. Fakat sözünü tutup nasihat dinleyeceğine güvendiğin
insanlara ilâhî hükümleri bildirmekten geri durma. Karşıdaki uyanmaya müsait olmayıp,
nasihatlerin onun küfür ve inadını arttırmaya sebep olacaksa; sen sadece Cenâb-ı Hakk'a
onun ıslah olması için yalvar; onun kurtuluş çaresini Yüce Yaratan'dan dile.
Daima kardeşlerine yalvararak. ilâhî hükümleri tebliğde bulun. O kadar yumuşak söyle
ki, başına bir kuş konmuş ağaç budağı gibi ol. Kardeşine öğüt ve nasihat ederken asla hiddet
ve şiddet göstermediğin gibi, ayrıca vücudunda zerre kadar kımıldanmak şaibesi dahi
hissolunmasın. Adeta bir kuru ağaç gibi olasın.
Bizim Piri Tahi (k.s.) buyurdular ki; "Şeyhler tebliğcidirler. Adeta cansızmışçasına
Allah'ın hükümlerini tebliğ ederler. Başlarına konan kuşu ürkütmezler." (Yazarın notu:
Burada benim hakir ve yazmaktan aciz kalan kalemimin, izah ve tercümede oldukça yetersiz
kaldığı ince bir mana vardır. Hayret verici düğümün çözülmesine gerçi yeterli görülmezse
de, o düğümü çözmekteki uğraşmak aşkı, fiili hataları perde çeker ümidiyle, şunu tatlılıkla
anlatmak isterim; Büyük Meşayih Hazretleri -Allah (c.c.) onların sırlarını kudsi kılsın
kendilerinin temiz nefeslerinden teberrüklenmek (uğur almak) için etraflarını saran her
mümin ve muvahhidi (Allah'a (c.c.) şirk koşmayıp, bir bileni); dağlar kadar olan günahları ile
beraber güvenli, bahtiyar huzurlarına, gayet hoş karşılayarak ala gelmişlerdir).
Şeyhler tebliğci oldukları için, daima insanlara lütuf ve tatlılıkla ve yumuşak sözle; yani
mülayemet ve letafetle Allah (c.c.)'in hükümlerini tebliğ ederler. Yumuşak söz insanı çeker.
Karşıdaki ne kadar inatçı bir adam da olsa, latiften letafet cezbeder. Ne kadar insafsız olsa,
insaflı hale gelir. Hakkı teslim eder. İnsanın damarına basmamalı; damarına bastıkça dikleşir.
Ruhun haz edeceği ile sözü idare edip, nefsi kabartacak harekete başvurmaktan kaçınmak
en gerekli şeydir. Alışkanlık kazandığı nefsanî zevk ve lezzetlere sed çekip; birdenbire kişiye
www.sohbetican.com
yokuşu göstermemelidir. Zira, Haç'a ve kiliseye söven Allah'ın (c.c.) ve caminin kıymetini;
Haç'a buğzeden şeriatın kadrini bilmez. (Yazarın notu: Namusun kadrini bilenler ve namusu
olanlar, edep ve terbiye gereğince namus aleyhinde lakırdı söylemezler ve bu gibi sözleri
söylemek ve dilemekten haya ederler).
Piri Tahi (k.s.) buyururlardı ki: Yumuşak, sözlü olmakta parlak sırlar ve gizli hikmetler
vardır. Cenâb-i Allah (c.c), Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun'u (Allah'ın (c.c.) salatı
Peygamberimize ve ikisine olsun) Firavun'un üzerine gönderdiği vakit onlara "Firavuna
gidin. Çünkü o, iyice azdı.
Ona tatlı dille konuşun. Belki o, aklını başına alır veya korkar" diye ferman buyurdu.
Yani kavl-i leyin ile; tatlı söz ile muamele ve fikir alışverişinde bulunmalarına, ilâhî emir
şerifle sadır oldu. Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır. Tatlı sözden insan aşk ve muhabbet alır.
Aşk ve muhabbetle gönül yapılır. Yüce Allah viran kalplerin çarçabuk tamirine bakar;
bırakmaz ki kalbi kırılsın, derhal yapar. Hemen ondan bir ışıkhk (bir nur) meydana gelir.
Peygamberimizin (s.a.v.) Yüce Miracı'nın hikâyesinde Hz. Cebrail (a.s) ilâhî emirle
Miraç gecesinde Sidre-i Münteha'ya eriştikleri zaman, orası Cebrail (a.s.)'in durağı
olduğundan "Ya Resulullah! Benim hareket edebileceğim son nokta işte buraya kadardır.
Bundan öte daha bir adım atamam. Eğer atsam, baştan ayağa yanarım ey Ulu!" dediğinde,
Efendimizin (s.a.v.) coşup taşan sonsuz aşk ve muhabbetlerinden, mübarek temiz
sinelerinde yanmak korkusu ve onu ileriye götürecek Peygamberlik iz'anı saikası dahi zail
olmuştu. Zira iz'an alâmeti o anda mevcut olsaydı, ateşten canını korumak tabiî bulunurdu.
Aklın icabı budur ki, insanın helak edecek şeylere gitmesini bırakmaz. Fakat muhabbet
sevdası daha ileride... Bırakmaz ki "ne olur ne olmaz" diye düşünsün. Hazret-i Resulullah
(s.a.v.) Efendimizin de Mahbubu'na (sevdiğine) yetişmekte artık hiçbir korku mübarek
gözlerine gözükmeyerek, maşuk'un yolunda canlarını kayıramadılar. O zaman "Ey kardeşim
Cebrail! Yanarsam yanayım" deyip, aşk ve muhabbete gark olmuş mübarek vücutlarını
ileriye atar atmaz, derhal Aşıkı Maşuka lâyık gören Cenâb-ı Erhamiir Rahimin bir melek
yaratarak "Ya melek! Hz. Muhammed (s.a.v.)Mn sabrı tükendi, tut elinden!" buyurdu.
Vâsıl olan bilir. Kavuşan bunu vasfedemez, anlatamaz. Ulu'dan haber gelmez.
Mübarek elini dizine vurup hitabı gelmezdi. Soğuklukla (soğukça) çağırma! Aşkla, ateşle
çağır ki, ışığın etrafında dönen kelebek meşrebinde olasın. Bülbül meşrepli olanlar için Şeyh
Sadi (k.s.) Hazretleri:
Bu aşk ve muhabbet kıtasının bestesiyle, ışık etrafında dönmeyi seven gece kelebeği
gibi olmaya çalışmalarını teşvik etmiş ve isteklendirmiştir. Şah-i Nakşibend (k.s.) Hazretleri
pervanevî meşreb imiş. Yanar, sesi çıkmaz. Diğer tarikatlar bülbüli meşrebtirler. Dönersallanır; ona da sığdıramaz, çevrilirfırlar; ona da sığdıramaz (yani onunla da rahat etmez)
çalar-çağırır. Gül yanında daha niye çağırıyorsun? Hazırı gaib gibi çağırma, gül hazırdır.
"Nahnu akrebu " sırrını basta farkeyleyip;
Hazır, gâib gibi yad eyleme. "
(Yani "Biz ona şah damarından daha yakınız sırrını başta anlayıp hazır olanı gâib miş
gibi anma).
"Biz ona -insana- şah damarından daha yakınız" (Kaf Suresi: âyet 16) âyet-i kelimesiyle
Yüce Yaratıcı, insana gözünün damarından daha yakın olduğunu ferman buyuruyor.
Kavuşma yolunun biri de RÂBITA'dır. Rabıta, kalbi temizlemek için bir keskin kılıçtır.
Şah-i Nakşibend (k.s.) bu Râbıta'yı nefse bir tuzak olarak kurmuştur. İnsanın kalbine nefs ve
şeytanın vesvesesini koymaz, engeller. Allah'tan (c.c.) gayri varlıkların pisliklerinin kalbe
girmesine yol bırakmaz, keser atar. Dostun dostu, dosta dosttur. Dost Allah'tır (c.c.) Velilere
dost olanın da dostu Yüce ve her kusurdan beri olan Allah (c.c.)'tır.
Râbıta'ya bağlanmak, Yüce Yaratan'a bağlanmaktır. Müridin gönlü rabıtayla huzura
kavuşur. Çok değil, yedi sekiz dakika rabıtayla huzura kavuş; bayılacaksın. Kendi nefsinden
www.sohbetican.com
geçmenin aziz nisbeti sana gelir. Böyle temkinlik rabıta yapanlardan, "kendinden geçme"
aziz nisbeti kendisine on beş dakikada zuhur eden çok nadirdir. Bindebir adamda, bu kabil
rabıta on beş dakika devam eder. Eğer az gafil ise on dakikada ve kabiliyeti ziyade olanlarda
da yedi-sekiz dakikada, hatta beş dakika içinde bu kutlu nisbet meydana gelir; bayılır
kendinden geçer. Bayılınca, kavuşmuş olur. O zaman yüce bir meslek ve huy sahibi veli,
müridin kalbinde bulunur; oradaki putları bütünüyle kırar. Bir tecrübe için, kilimin nakşına
gözünü kıpırdatnıaksızın bak, kendinden geçersin. Rabıta, İskender aynasıdır. Rabıtada o
ayna, kalp mülkünü sana açar. Bu İskender aynasının ne olduğunu elbette hatıra gelir. Bunu
ise hikâyesinden anlamak mümkün olur.
HİKAYE:
İskender askerini çekip Dara'nın mülkünü fethetmeye yürüdü. Orada sadece, bir
boğazdan geçen tek bir yol vardı. Bu boğaz dışında Dara mülküne yanaşılmaz idi. O boğazın
üzerinde, boğaza hakim bir noktaya bir ejderha koymuşlar. Oradan geçmek isteyen askerler
o ejderhayı gördükleri gibi, güle güle yürekleri yarılır, çatlarlardı. İskender, ne kadar bilginleri
varsa onları, vezirleri ve vekilleriyle birlikte topladı. "Bunun çaresi ne ise bulunuz" dedi.
Bilginleri müzakere ve mütalâalarını yaptıktan sonra dediler ki; "Madem ki bu ejderhanın
karşısına her geçen gülüp çatlıyor. Öyle ise yapılması gereken şudur; kendisinin görüntüsü
ona gösterildiğinde kendi de yok olur" dediler. Bunun üzerine büyük bu ayna yapılıp, gerekli
tedbirlerle aynayı yukarı çıkarıp ejderhanın karşısına diktiler. Ejderha ne zaman ki,
karşısındaki aynanın içinde kendisini gördü, derhal patladı; parça parça olup, darmadağın
oldu. İskender askerine; "İleri arş!" komutu verdi. Dara'nın ülkesine girip sonra da orayı
fethetti.
Kalbin iki kapısı vardır; Birisi, insanın iki omuzu arasındadır. Orada şeytan oturur ve
kalbe vesvese verir, insanı kötü ahlâka uğratır. Yukarıda, birinci sohbet'in 5. sayfasında
anlatıldığı üzere, yetmiş dokuz kötülenmiş huylara karşılık yetmiş dokuz övülmüş huylar
vardır. Nakşibendiler'in bu Hatm-i Hace'lerinde okunan yetmiş dokuz adet İNŞİRAH (ELEM
NEŞRAH LEKE) Suresi de bu kötü ahlâkı, iyi ahlâka çevirmek içindir. Ne var ki, sen dersen ki
"Ben kendi kendime de yetmiş dokuz Elem Neşrah Suresi okurum"; elbette okursun faydası
da olursa da, deniz yanında damla nisbetinde fayda görürsün. Zira "cemaatte rahmet var"
buyrulmuştur. Cemaatten birinin ricası, duası kabul olunursa; hepsinin birden kabul olunur.
Cemaatte namaz kılmak da bu hikmete binaendir.
İki omuzun arasında hadis-i şerife uygun olarak; ayın on beşinden yirmi birine kadar
tek günlerinde, yani on beş, on yedi, on dokuz ve yirmi birinci günlerinde, yani bir-iki gün
evvel eşiyle cinsî münasebetten kaçınarak kan aldırıldığı gün de tuzlu yememek ve yoğurtsüt almamak ve çok su içmemek gibi âdabına uyarak kan aldırılırsa, şeytanın vesvese
yollarını zayıf ve güçsüz düşürür. Şayet bu âdaba uyulmadan kan aldırılıyorsa.devası
bulunmaz derde düşer. Görünüşte bir derdin gözükmezse de, olur ki bâtınen (iç âleminde)
bir hastalığa düşersin. Herhalde, her işte Hz. MuhammedMn (s.a.v.) sünnetlerine yerli
yerince uymak elzemdir. Sünnetlere oldukça uymanın neticesi ebedî saadetini gerektiren bir
yardımcı olur.
Dedik ki, kalbin iki kapısı var birisi iki omuzun arasındadır; orada şeytan oturur.
Oradan kalbe vesvese verir. Onun ilâcı HATME-İ HACE'ye devam etmek ve
Peygamberimizin sünneti ve âdabına uygun olarak iki omuz arasından kan aldırmak ve
teveccühe bağlı olmaktır.
(Yazar notu: Piri Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin Halifelerinden Refahiye'li Hasan Efendi Piri
Sâmî (k.s.) Hz.'lerinin emriyle ettikleri bir sohbetlerinde buyurdular ki: "Hazreti Musa (a.s.)
www.sohbetican.com
Efendimizin kavminden bir topluluk dağ başında bir mağarada yetmiş seneden beri ibadet
ederlerdi. Bu hikâye bilinen bir hikâyedir. Musa aleyhisselâm'a ilâhî kattan bir nida geldi ki:
Benim bir Habibim vardır. Ahir zaman gelecektir. O'nun ümmetine haftada iki mübarek gün
vermişim. Biri cuma, diğeri pazartesidir. O günlerde, onun ümmeti bana yönelirler. Ve
kılacakları iki rekât namaz, senin bu kavminin bu yetmiş seneden beri ettikleri ibadetlerinde
üstündür, buyurdu. Kardeş! Bize bu mertebe Cenâb-i Allah (c.c.) tarafından hediye edilmiş.
Haftanın bu iki gününün kıymetini bilip kaybetmeyin. Teveccühte devam edip, elinizden
kaçırmayın. Teveccühün sebebi budur: Tarikat Pirlerimiz olan Efendilerimiz Hazretleri, sırf
kemâl mertebesinde olan şefkatlerinden dolayı, bu iki günün meziyetlerinin kayıp olmaması
için yüce tarikatın amelleri arasına teveccühü de koymuşlardır. Zira teveccühte kâmil mürşit,
vakitli bir halinde iki omzunun arasına bir lütuf tokadı vurur ise, imanın kat kat olup yükseldi
demektir. Çünkü şeytanın oradaki toplanma yerini yıkıp harap etmiş olur; daha kalbine
vesvese verecek kimse kalmaz. İmanın sağlama çıkar. Hazreti Resulııllah (s.a.v.) Efendimiz
de, Hazreti Ömer-ül Faruk (r.a.) Efendimizin sırtına mübarek elleriyle üç defa vurmuşlar ve
"İmanın tamam oldu Ya Ömer!" buyurmuşlardır. Senin Peygamberinin tertemiz şeriatının
her noktasında böyle nice hikmetler vardır. İnsan bir İslâmî emri dinleyip işitince; hemen
onunla amel etmelidir. "Bu ne içindir" diye sormamalı, (kan aldırmak, özel günlerde tırnak
kesmek ve banyo yapmak ve elbise biçtirmek gibi).
Kurtuluşa sevk eder insanı sünnet
Vücut gemisinin canıdır sünnet
Kişiyi şeytana kaptırmaz asla
Allah katından verir imanı sünnet
Nefsi aç kor isen şeytan beğenmez
Delinmiş gösterir, bir yanı sünnet
Yemeğini sünnete uygun olarak ye
Bu İslâm dininin dermanı sünnet
Eğer sen ehli sünnet vel cemaat
İsen etmelisin her yanı sünnet
Sakal, sarık, bıyık, misvak ve tırnak
Tepe-tırnak tenin koruyucusu sünnet
Ayıkırı işte bulunma; kaderin zirvesinde,
Temiz kişi ancak eder meydanı sünnet
Sözde, yeme, içmede; giyimde ve uykuda
Güzellik âlemlerinin güzelleridir sünnet
Alım-satım, muhabbet, Iyş-ı Işret (yeme-içme)
Semasının parlak ayıdır sünnet
Görmez misin sünnet, her farz ile var
Bütün farzların delilidir sünnet
www.sohbetican.com
Hakk 'in Evi ni tavafa hiç girilmez
Delilsiz; ol yolun sultanı sünnet
Şayet sünnet üzere okur isen, Sana
şefaatçi kılar Kur 'an 'ı sünnet
Muhakkak aşk kilidinin anahtarıdır
Ya Bâkî'nin Mahbub 'unun fermanı sünnet
Cemâle ermek boş sözdür, yoksa sünnet
Bu cevher dağlarının kaynağı sünnet
Ne iş kılar isen sünnelsiz olmaz
Fakirlerin sen'et-u samanı sünnet
İki âlemde bey etmiş, sultan etmiş
Bütün Nakşibendileri, Pirleri sünnet
Eğer Pir Hafız-i Nakşiye baksa.
Olur iz 'anı hep irfanı sünnet
Kalbin iki kapısı var denmişti. Bir kapısı iki dalın arasında idi. Ona dair yeterli ayrıntılar
verildi. Bir kapısı da iki kaşın ara yerindedir. Nefis ejderhası orada hükümrandır. "İskender
Aynası""olana rabıta o nefsi helak eder. Kalp mülkünü fethetmek, rabıta vasıtasıyla sana tez
müyesser olur.
İskenderin aynası şarap kadehidir bak
Ta ki sana Dara'nın mülkünün ahvali arz olunsun.
Ey keramet sahibi, ey selâmetin şükran alâmeti, teftiş yüzünü göster nur bekleyen
dervişlerine
Asayişi tefsir etmek istersen şu iki harftedir:
Dostlarına lütufla, düşmanlarına da yüzlerine gülerek davran.
Rabıta olmazsa o ejderhayı öldürmek çok çetindir. Evliyaların övünç sebebi ve
bilginlerin sermayesi olan Şeyh Mevlânâ Cami (k.s.) Hazretleri yukarıdaki hikmetleri
beyitlerinde buyuruyorlar ki;
İskender'in aynası, aşk şarabının kadehidir. Ona can ve gönülden bir samimiyet ve
muhabbetle bak ki, Dara diyarının halleri makamında olan kalp mülkünü sana açsın. Ey
keramet sahibi! Ben kararlılık gösterip o aynayı bekleyemiyorum. Bu kârsız, bu sermayesiz
dervişin halini bir teftiş et. O, senin himmetine kalmış; artık başka bir kurtuluş yolu yok.
Allah (c.c.) velilerin sohbet meclislerinde oturanlar, zikir meclislerinde bulunanlar,
CÜLİS ULLAH olurlar. Yani Cenâb-ı Allah'la (c.c.) oturanlardan olurlar. Böylece meclislerde
oturanların ŞAKİ (dalâlette) olmayıp SAİT (saadete ermiş) olacaklarına dair müjdeler
arasından, Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) "beni görenler Cehenneme girmez" ve "Beni görenler
HAKK'ı görmüştür" buyurmuşlar. Hz. Resulullah (s.a.v.) Efendimizi Ebu Cehil "O Ebu Talib'in
yetimidir" diyerek görürdü. Peygamber gözüyle görmezdi ki, Cehennem ateşinden
kurtuluşa ere, Hz. Cüneyd'in bu mübarek sözlerine, Cenâb-ı Allah'ın ilâhî sırlarından ve
lütuflarından habersiz olan bazı âlimler itirazda bulunurlardı. Bunların bu itirazlarını
Alaüddin Attar (k.s.) Hazretleri işittiler, "itiraza mahal yoktur. Her kim itiraz ediyorsa; çok
değil, iki üç gün bizim sohbetimize devam etsin" buyurdular. İtirazcılar devam ettiler;
ayaklarına kapanıp af dilediler. "Hata etmişiz, tövbe olsun" dediler.
www.sohbetican.com
(Yazarın notu: Balı hiç ağzına alıp tatmamış kişi ne bilsin ki bal nasıl bir şeydir).
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Şahı Nakşibend (k.s.) Hazretleri,
evliyaların bakışlarının kimya olduğu hakkında "Nazar-ı EVLİYA KİMYA'ST", yani "Allah (c.c.)
velilerinin nazarı kimyadır" buyurmuşlar. Kimya olduğuna sana kesin inanç ve kanaat
gelmelidir ki, "O kimyayı birinde olmazsa birinde, onda da olmazsa öbüründe; bir gün olur
ki, elbette elde ederim" diyerek, evliyanın nazar ettiği (bulunduğu) yerlerde daima hizmete
hazır dolaşasın. Sürekli olarak, gözleri önünden ayrılmayasın.
EVLİYAULLAH ile düşüp kalkmak fırsatını ganimet bil. O fırsattan istifadeye çalış.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Bahar serinliğini fırsat bilin, çünkü o bedenlerinize;
ağaçlarınıza fayda verdiği gibi fayda verir. Sonbahar soğuğundan ise sakının. Çünkü o,
bedenlerinize; ağaçlarınıza ettiğini eder." Bu Hadis'in yüce manası size Allah (c.c.) hidâyet
murad edip bir veli mürşide yetiştirdiği zaman; yahut refikiniz veli değilse gece-gündüz
mürşide hasret dönerek böyle bir Allah (c.c.) velisini arayıp bulduktan sonra ona kavuşmayı
bahar günleri gibi kendinize ganimet biliniz. Zira kâmil mürşidler, ağaçlarınıza hayat ve
tazelik bahşeder. Bahar serinliği, yani bahar ve yaz mevsimleri gibi, vücut ikliminize tazelik
ve canlılık verir, demektir. Mevlânâ Celâleddin-i Rumî (k.s.) bu Hadis-i Şerifin tesiri
hususunda Mesnevi'de şöyle buyurmuştur;
Çeşm-i Ahmed ber Ebubekir Zede
Evziyek Tasdik-i Sidik amede
Yani, Hazret-i Resulullah (s.a.v.) Efendimizin bir nazarlarının çarpmasıyla, Hazret-i
Eubekir-i Sidik (r.a.) Efendimizin tasdiki derhal huzura geldi. Mesnevi: Necmeddin-i
Kübra'nın (k.s.) bir nazarı, bir iti bütün diğer itlere baş kıldı.
Sen ki, "Muhakkak Biz, insanoğlunu yücelttik" ilâhî hitabıyla vasıflandırılmış insan
sınıfındasın. Necmeddin Hazretleri'nin bakışına hedef olan köpek diğer köpeklere server
(baş) olursa, kendin için gayretin o kadar eksik midir ki, bir köpek kadar da feyiz almaya
kabiliyetli olmayasın? Hüner, evliyaların peşinden ayrılmamaktır.
Hak velilerinin nazarlarının faydaları pek çoktur.
Gerçi velilerin bakışlarına hedef olanlar, onları tanımasa da.
Çünkü onların bakışları kimyadır.
Gözlerinin hareketlerini, diğer hemcinslerinden ayrı tutarım.
"Necmeddin 'in bakışlarına hedef olan köpek, bütün diğer köpeklerin başıdır. "
İyiler ile oturup kalkmak kimyadır, (yani kişiyi kimyevî etki gibi değiştirir).
"Allah 'in (c.c.) makbul kullarlyla oturmak kimyadır.
Onların nazarı olduğunda, kendi tesirin nerede kalır? "
Dilberin tek bakışını anlatmak meyamnda Hafız-ı Sirazî (k.s.) Hazretleri şöyle
buyurmuştur:
Eğer o genç ki, Şirazî bizim gönlümüze el attı,
Yanlış söyledin, hata yaptın; onun değerini bilmedin,
Dilberin tek bakışının karşılığında her iki dünyayı da veririm.
Meşayih-i İzam'ın Allah (c.c.) sırlarını yüceltsin, meclislerine git ki nazara rast gelesin.
Cenâb-ı Allah'tan (c.c.) korkmanın hakkını yerine getirerek Allah'tan (c.c.) korkmaya
www.sohbetican.com
muvaffak olmak, Allah'tan (c.c.) gayri şeyleri (masivayı) kalpten çıkarmaya bağlıdır. Masivayı
kalpten söküp çıkarmakta kâmil bir şeyhin (nice nice âyetler ve hadislerle rabıta sabit olmuş
olduğu üzere) mübarek huylarını ve hallerini hayal hazinesine getirmekle mümkündür.
Şeyhin hayâli kalbe girince, artık nefis ve şeytan o kalbe vesvese veremez. Vesvese,
dünyanın kalbe hükmetmesinden meydana gelir. Allah'tan (c.c.) gayrisini (masivayı) kalpten
çıkarmak nasıl olur? Göz bir sureti gördüğünde o suret kalbe girer. Meşayih'in (yani tarikat
uluları, şeyhlerinin) (Allah (c.c.) onların aziz sırrını taktis etsin) Rabıtasını kalbine koy ki, diğer
suret ondan çıksın "Sen dersin ki, rabıtaya gerek olmaksızın Allah'ı (c.c.) kalbime korum.
Ama koyamazsın! Onların rabıtaları kalbin parlatıcısıdır; kalplerin cilâsıdır. Nefsi helak
edicidir.
Rabıta, nefsi ne şekilde helak eder? Bu, yukarıda İskender aynasının yazıldığı yerde
açıklandı. İnsanlara iyilik yapıp, bakıp gözetmekle Yüce Allah'a (c.c.) yaklaşmaktan, aklın
çeşitleri ile tabir buyurulmuş olan büyük şeyhleri (Allah (c.c.) aziz sırlarını takdis etsin)
tavassur ederek Allah'a (c.c.) yaklaşmanın derecelen ve rütbelerinin; dünyada insanlar
indinde, ahirette de Allah (c.c.) yanında onlarınkinden önce geçip ziyade olacağı hakkında şu
Hadis-i Şerifle sadır olmuştur. Hadiste: Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki; "Ey Ali! İnsanlar
Allah'a (c.c.) iyilik kapılarıyla yaklaştığında sen O'na aklın çeşitleriyle-yollarıyla yaklaş. Ta ki
dünyada insanlar yanında; ahirette de Allah (c.c.) yanında derece ve mertebeler itibarıyla
onlardan öne gecesin."
Bu Hadis-i Şerife göre sevdiğini nasıl seversen öyle sev ki, seni "Rehberin himaye ve
gölgesi, Hakk'ın zikrinden iyidir; onun sohbeti, ondan önce yaptığın yüz sohbetten daha
iyidir" anlamındaki meşhur beyitle övülen ve tarif edilen bir kâmil mürşidi bulup onun yüce
eşiğinde köle olmaya âşık ve vurgun etsin. Ey Ali! diye buyurulan, Hadis-i Şerifi'nin tefsir
edilmesi gerçeği meyanında Mevlânâ mübarek Mesnevi'sinde şöyle buyurur:
"Ey Ali! Bütün ibadet yollarından, Allah 'in (c.c.) has kullarnın himayesi daha iyidir,
Her kim ki Bekir 'in taatine tutulmuşsa, Kendilerine Allah 'in (c.c.) halis kulları sebep
olmuştur.
Hadis-i Kudsi'de şöyle buyuruluyor ki: "Kulum beni nasıl tanırsa, ona öyle muamele
ederim. Kulun zannına muhalefet olmaz." Yüce Allah (c.c.) "Ben, bana zannı olan kulumun
yanındayım. Zannına muhalefet etmem" buyuruyor. Bir kimsenin zannı, ihlâslı olması
demektir.
HİKÂYE:
Cenâb-ı Allah (c.c.) üç defa "Lebbeyk" buyurdu (istediğin nedir, yapayım
anlamındadır). Üçüncü Lebbeyk'te Cebrail (a.s.), bakalım, bu hitap kimedir, diye yerlerigökleri araştırmış ve kimseyi bulamamıştı. Sonra geldi, yalvararak sual etti. Aziz olan
Allah'tan (c.c.) hitap geldi, ki: Git, falan kilisede bir kulum var. Ona hitaben "Lebbeyk"
diyorum. Bu buyruk üzerine Cebrail (a.s.) kiliseye vardı. Baktı ki putun önünde, şapkası
elinde bir keşiş; iki gözü iki pınar olmuş, ah ve figan ederek "YA SANEM! YA SANEM, yani ey
put! Ey put!" der; döner durur. Bir adam da, bu papazın boynunu vurmak için kılıç elinde
fırsat kollarmış. Bu adama ansızın bir hitap gelir ki:
Behey zalim, insafsız! Âşık olduğunun yolunda yaş yerine kan akıtan bir âşığı
öldürmeye haya etmez misin? Çek elini, bak ona şimdi ne söyleteceğim.
Bunun üzerine papaz YA SAMED! YA SAMED! (Yani, ey her şey kendisine muhtaç
olup, kendisi hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah'ım (c.c.) demeye başlar. Bu adamın da,
korkudan kılıcı elinden yere düşer.
www.sohbetican.com
Dininde gayretsiz ve kararsız olanlar; ister Müslüman olsun, ister başka bir dinde ve
mezhepte bulunsun gevşek ve yarı buçuk oldukları için bir şeyleri yoktur. Bulunduğu dinini
sıkı tutana Rabbani hidayet yetişir. Bildiğiyle amel eden ilâhî hidayet bilmediğini de öğretir.
Onu doğru yola götürür, "Kim ki Allah (c.c.) için olursa, Allah da (c.c.) onun için olur."
Papazın ihlâsı ve zannı öyle olup ona sağlam sarıldığından Yüce Allah (c.c.) onu
tecellisine mahzar etti. İhlasın köklerinin pek ve sağlam olması fayda verir. Böyle ihlâs
(samimiyet) sahiplerinin gittikleri yoluna çıkarır. (Yazarın notu: Doğruluk ve samimiyetle
(ihlâsla) Yüce Yaratanı çağırmak hünerdir. Şirk (Allah'a açıktan veya dolaylı ortak koşmak)
ve riya (insanlar görsün ve desin diye iyi iş yapmak) elbisesini üzerinden çıkarmamış isen;
istersen Kâbe-i Muazzama'nin bekçisi ve Ravza-i Mutahhara'nın (Hz. Peygamberimizin
mübarek kabrinin) ziyaretçisi ol, eline bir fayda geçmez.
Putperestler falan kendi dinlerini hak din sanırlar ki, putperestlik ederler. İşte
bulunduğu mezhebde (yola) sahip çıkmayıp hafif tutarak giden putperestler, Müslüman da
olsalar dinlerinin kıymetini bilmeyeceklerinden; ister onda kalsın, ister bunda bulunsunlar;
kârsız ve faydasızdır. Putun karşısında yanıp yakılan kişi, şayet İslâm yoluna gelse,
Yaratıcısına çok sağlam sarılacaktır. Buyurdular ki; "gider puthaneye oturur, putun önünde
secde ederim... Din ve imanı severim."
"Kendisini bir ihlâs sahibi harekete geçirmiştir" manasındaki ince anlamlı beyit için, bu
kadar açıklama yeterlidir.
(?)
Pirlerin (tarikat rehberlerinin, büyüklerinin; diğer tabirle meşayih'in) yardımlarının
gölge ve himayesinde bulunmanın kıymet ve şerefini bildirmek için Şeyh Sa'di (k.s.) şöyle
buyurur:
"Kim ki, onun yardımının gölgesindeyse,
Onun günahları ibadet; düşmanları dost olur. "
Yani Hz. Ebubekr-i Sıddık'a bağlıdır. "Sıddıklar -doğrular- ile beraber olun ilâhî emrine
boyun eğmişiz. "Kişi sevdiği ile beraberdir" ve "kişi dostunun dini üzerindedir" öyle ise
kimlerle dostluk ettiğinize iyi bakın!" hadis-i şeriflerine de muhabbet ve güvenimiz sağlam
olması sebebiyle; Resulullah (s.a.v.) Efendimiz'den bu ana kadar sağlam ve kesintisiz
delillere dayanarak sıddıkıyet ve irşad tâcma mazhar olan ve doğruluğu yayan MEŞAYİH'İN
(şeyhlerin) saadetli meclis ve huzurlarında Allah'ın nimetlerine hamdeder bulunmayı, hemen
ve Rabbani hidayet sayesinde kendimize ganimet bilip; mucize ve kerametler isteyenler
arasından sıyrılarak; onlara biat edip muhabbet eyledik. Bu tereddütsüz biatin (yani
Medine'deki müminlerin. Mekke'de Peygamberimize iki defa biat etmesinin ve diğer
sahabelerin Hz. Resulullah'a uymalarının aynasıdır. Allah'a (c.c.) şükürler olsun. Bu ancak,
Rabbimizin fazl-u ihsanındandır).
Dünyayı istemem, ben yüzünün âşığıyım,
Başkalarını istemem, ben yârin çılgınıyım.
Dediler ki; Onun aşkı yolunda yüzlerce can bir arpa tanesidir.
Onun işi can almakta olsa, vAllahi ben gene Onun talibiyim.
Yani, biat ettiğim Pirimin-Şeyhimin yüzünün âşığıyım; dünyayı istemem. Ben yârin
çılgınca âşığıyım, ağyarı (başkalarını) istemem. Onun aşkı yolunda yüz can, bir arpa kadardır.
Bu muhabbet yolunda can bir arpa tanesi değerindeyse, vAllahi onu da esirgemem veririm.
"Dünya bir leştir. Onun isteklileri de ancak köpeklerdir" Hadis-i Şerif indeki taliplerden
olmamak için; sıddıklık gömleğine bürünen Tarik-i Sıddikî ehli, yani Nakşibendîler dünyaya
ve paraya gark olsalar dahi; gönüllerinde aşkının çılgını oldukları yârlarının sevgisinden,
www.sohbetican.com
muhabbetinden başka bir muhabbet taşımazlar. Bu necib taife öyle ulu, yüce ve mukaddes
topluluklardır ki, onlar ile düşüp kalkanlar saadet kimyasını bulurlar.
Dervişler fanilik tahtına oturmuşlardır.
Her iki dünyadan ve kendi varlıklarından geçerek.
Varlık sarhoşluğunu altına çevirmek istersen,
Onlarla ol; çünkü onlar iksirdirler.
Burada terennüm edildiği gibi, dervişlerin, fanilik tahtında oturup her iki dünyaya da
iltifatları olmadığı gibi; eğer bir kimse tunç gibi sararan varlığının saf altın olmasını isterse,
dervişlerle beraber olsun. Çünkü, onlar kimyadırlar, buyuruyorlar. "Mennan olan -nimetleri
sayısız- Allah'ın (c.c.) zikri hususunda kardeşlere hediye" isimli kıymetli risalede (kitapta)
buyuruluyor ki; Rabıta, mürşidini şahsen tahayyül etmektir. Bunun yolu ise, salik'in (tarikat
müntesibinin) tevazu ve çaresizlik üzere olduğu halde, mürşidinin şemailini hatırına getirip,
sanki alnını mürşidinin alnı karşısına getirerek, feyizlerin hazinesi olan iki kaşı arasına
bakarak ondan feyz istemektir. İki kaşın arası, Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ecdadında
NUR-U MUHAMMEDI'nin durduğu yerdir ki, feyiz ve nurun indiği yerdir. Ve bu hayalde
canlandırma ve rabıta sebebiyle, kalp Allah'ı (c.c.) zikretmeye hazır hale gelir.
Râbıta'ııın İslâm'a göre (Şer'an) caiz ve gerekli olduğuna; büyük meşayih (Allah (c.c.)
sırların aziz etsin) Hazretleri pek çok deliller açıklamışlardır. Eğer bu delillerin hepsini
yazmaya kalksak; ana konudan dışarı çıkıp burada tercih ettiğimiz özetle anlatmaya aykırı
olacağından sadece rabıtayı inkâr edenlerin inkârlarını defetmek üzere birkaçını zikretmekle
yetineceğiz.
Bilinmelidir ki, KEMÂL-İ ŞUHUD'a varmanın meydana gelmesi, telkin nuru ye
SÂDIKLAR ile beraber olmak iledir. Nitekim (Cenâb-ı Hak Azze ve Celle "Sâdıklarla beraber
olunuz" (Tevbe 119) mealindeki âyet-i kerimesiyle bunu emir buyurur. Bu beraberlik görünüş
ve.manevî olarak ikiye ayrılır. Görünüşteki (suri) beraberlik SIDK (doğruluk) ehline
bağlanmak ve onlarla oturup kalkmaktır. Manevî beraberlik ise, manevî münasebetler
kurmaktır. Yani eksiksiz muhabbettir.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDULAR Kİ; diğer tarikatlarda gerçi rabıta yoktur.
Fakat onların da kendi şeyhlerine muhabbetleri, bir çeşit rabıta demektir. (Şeyhe muhabbet
ise, bütün tarikatlerin en büyük esasıdır).
Muhabbet ise, sevilenin daima hayâl edilmesi ve hatırda olmasını gerektirir ki, Hazreti Resulullah (s.a.v.) Efendimiz'in "Kişi sevdiğiyle beraberdir" Hadis-i Şerifi buna işarettir.
Yazarın notu: Bu "Kişi sevdiği ile beraberdir" mealindeki hadis, "Yaşadığınız gibi ölürsünüz,
öldüğünüz gibi haşrolursunuz" hadisini teyid ediyor. Sekeratta, ölümde, kabirde, haşirde,
neşirde, sualde ve kitapta ve mizanda, Cennet ve Cemalullah'ta daima rabıtandan uzak
olmayıp, sevdiğin şeyhinle beraber bulunsan, bundan daha büyük nimet mi olur? Birbirini
teyid eden bu iki hadis-i şeriflerin incelenmesiyle, insanın rabıtaya karşı sevgisi kat kat artar.
Bu Hadis-i Şerifte, insan dünyada ne ile meşgul bulunduysa, iman atınm en büyük geçidi
sayılan son gününde o meşguliyetle gider. Ve vefat ederken meşgul bulunduğu ne ise,
kabrinden mahşer meydanına onunla birlikte haşrolunur.
İnsan dünyada velileri sevse, gece-gündüz onların huzur ve hayalleriyle bulunsa;
onların hayaliyle, muhabbetleriyle ruhunu teslim eyleyerek veliler zümresinde haşrolsa fena
mı olur? Allah (c.c.) bizi bu yüceliğe muvaffak kılsın. Yüce Allah (c.c.) güzel Habib-i Ekremi
Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz hürmetine bizim evliyaullahın eteklerinden
ellerimizi ve gönüllerimizden iman ağacı olan hayallerini kopartmasın (amin). Evi-bağı,
tarlayı-konağı, malı-mülkü, parayi-lirayı sayıklayarak can vermek yüzünden iman cevherini
kaybetmekten başka ele ne geçer? Allah bizleri (c.c.) böyle bir akıbetten korusun.
www.sohbetican.com
Bir de "kişi bir şeyi severse, onu çokça anar" hadis-i şerifinin, bu iki hadis-i şerif ile tam
bir münasebeti vardır. Eğer sen, "Kişi sevdiği ile beraberdir' had isindeki muhabbet
hususunda; ne edeyim ki, o muhabbet bende meydana gelsin, ben de sevenlerden olayım ki
sevenler hakkındaki büyük müjdelere dahil olayım dersen; muhabbet etmenin yolunu,
esaslarını bu hadis-i şeriften öğren. Yani sevdiğini çokça an! Ve o vasıtayla ölüm sekeratı
esnasında, kabirde, haşirde, neşirde onunla beraber bulunacağın da hadis-i şerifte sabit
olmuş bulunarak, yolun Allah'a (c.c.) dayansın.
Sözün kısası, şeyhin zikrinin Allah'ın (c.c.) zikri olduğunda tereddüt edecek bir yön
kalmadı. Ayrıca feyz ve bereket almak da, muhabbet miktarınca olur. Ve tarikatta, rabıtada
şeyhine yoldaş arkadaş olmaktır. "Önce yoldaş, sonra tarikat" denilmiştir. Bu bilinmezlerin
bilinmeyenine giden bir yoldur ki, kâmil mürşid elinden tutmadıkça yola koyulup gitmek
oldukça zordur. Hak Subhanehu ve Teâlâ Hazretleri "Ona bir vesile isteyin" buyurmuştur.
Mecazî (dünyevî) sultanların makamlarına vesilesiz, vasıtasız ulaşmak mükmün olmayınca;
hakiki Sultan ve gerçek Şahlar Şahının dergâhına vesile kesinlikle lâzımdır.
Müşahede makamına varmış ve Allah'ın (c.c.) zatî sıfatları ile hakikate ermiş bulunan
kâmil şeyhe rabıta etmek, müridin kalbinden Allah'ın (c.c.) zikrine kabiliyet peyda eder.
Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazali (k.s.) "İhyau'1-Ulûmi'd-Din" adlı eserinde, namaz bahsinde
(Namaz kılan kişi tahiyyatta "ESSELÂMU ALEYKE EYYÜHEN NEBİYYÜ VE RAHMETULLAHİ
VE BEREKÂTUHIT, yani "Ey Peygamber! Allah'ın (c.c.) selâmı rahmet ve bereketleri senin
üzerine olsun" derken, kalbe Hazret-i Muhammed Efendimizin (s.a.v.) mübarek suretlerini
ve ahlâklarını getirip, doğrudan ona hitap ederek huşu içinde olması lâzımdır) demiştir.
Bu ise şanı Yüce Peygamber (her şeyin sahibi ve nimet vericisi olan Allah'ın salat ve
selâmı üzerine olsun) hazretlerine rabıtadır. Ve İbn-i Abbas (r.a.) Efendimiz'in, aynaya
baktıklarında Hazreti Muhammed'in yaratılışının nuranî suretini görüp kendi suretini
görmemesi; rabıtada fani olmaktır ki, bu da rabıtayı isbat eden delillerden sayılır. Şeyhin
sureti daima müridin hayal hazinesinde olmalıdır. Ona rabıta nisbeti derler. Hazret-i
Mevlânâ Celâleddin-i Rumî (k.s.) Efendimiz, "rehberin koruma ve desteği, Hakk'ın zikrinden
iyidir. Onun sohbeti, bütün geçen yüzlercesinden daha evlâdır" buyurdukları makamda bu
nisbete işaret etmişlerdir ki; şeyhin suretini yüce tarikatta bilinen ve belirli plân şekilde hıfz
etmekten ibarettir.
Yani, zikr her ne kadar zâtında şeref ve fazilet sahibi ise de, rabıta tarikata, yeni girmiş
olan kişiye zikirden daha çok faydalıdır. Zira yeni başlamış olan mürid süflî âleme tutsak ve
düşkündür ve ulvî âlem ile münasebet sahibi değildir. Ve çok Yüce ve Celâl sahibi olan
Cenâb-' Allah (c.c.)'tan feyiz ve bereketleri vasıtasız almaya kabiliyetli olmadıkça; iki yönlü
bir aracıya muhtaçtır. Bu aracı, yüce âlemden hisseyab olmuş ve halkı davet ve irşad için süflî
âleme gönderilmiş olsun. Ve birinci münasebet yoluyla gayb âleminden feyiz alarak; süflî
âlem olan ikinci münasebet yoluyla, o feyizleri kabiliyet sahiplerine ulaştırsın. Seyyid Şerif
Cürcanî (k.s.) "Şerh-i Mevakif " adlı eserinde "Evliyanın suretleri müridlerine zuhur eder.
Onlar da o suretten feyiz alırlar ve nurlarından yararlanırlar" diyerek rabıtaya işaret
etmektedir. Ebu Said Harimi.(k.s.) de "Risale-i Nakşiye" adlı eserinde "tarikat saliki ya
Peygamber (s.a.v.)'nin şemailini veyahut da şeyhinin suretini hayalinde canlandırmalıdır"
diye açıklamıştır.
Tarikata yeni girmiş salik için, kâmil mürşit ile alâkalanmak önemlidir. Çünkü mürşidin
ilâhî hakikat ötduğu yönü ile ona yönelmek, fani olmayı ve cezbeyi sonuç verir. (Yazarın
notu: Yukarıda Hatm-i Hace'nin faziletlerini açıklarken, tarikat faniliktir. Fani olmaya karşılık
olarak da Nakşibendîler'in Hatm-i Hace'lerinde rabıta vardır; rabıta, fani olmaktan bir
eserdir, diye yazılmıştı. Şimdi burada şeyhe teveccüh etmenin fena ve cezbeyi sonuç verdiği
buyurulması da onu pekiştirmiştir). Tasavvuf yoluna bağlanan tarikatın hakikatına cezbesiz
ulaşamaz. Bunun için tarikata yeni giren kişi, sülukunun başlangıcında mürşide taalluku
www.sohbetican.com
inkâr etmeyip, Allah'ın (c.c.) masivasını inkâr sebebi olan cezbeyi hasıl etmelidir. Şöyle ki;
tarikata yeni giren kişi, sülukunun başlangıcında mürşid de Allah'tan (c.c.) gayr'dır, yani
masivaullahtandır.
Allah'tan (c.c.) başkasmın terki lâzımdır, diye düşünerek mürşide muhabbet ve
teveccühü terk eylese sü-lukundan düşüp; fena ve terk zevkine ulaşmaktan mahrum kalır.
Şüphesiz her şeyi yerinde inkâr etmek gerekir. Müridin rabıtasının başlangıcı zorluklara
katlanarak muhabbeti celbetmek, sonu ise sağlamlık ve fenadır. Ve muhabbet ve rabıtada
sağlamlaşmak "fena fişşeyh'M, yani şeyhinde yok olmayı sonuç verir ki bu ise "fenafıliah"ın,
yani Cenâb-ı Allah'ta (c.c.) yok olmanın başlangıcıdır.
İmam Masum (k.s.) Hazretleri'ne "Fena fışşeyh meydana gelmedikçe, fena fillâh olur
mu?" diye sorulduğunda "Şeyh, feyzimizin vasıtasıdır. Şeyhte yok olmadıkça Allah'ta (c.c.)
yok olmanın meydana gelmesi çok zordur. Bundan dolayı müride gerektir ki, kendi iradesini
şeyhinin iradesine tâbi kılıp, kendisini tamamıyla ona ısmarlayıp; onun sohbetinde dahi
"teneşir tahtasında yıkayıcının ellerindeki ölü" gibi olmalıdır ki, ne yana çevirirse ses
etmesin. Ve bu hususun böyle olması her tarikata elzemdir. Bilhassa Nakşibendi
Tarikatı'ndaki feyz verme ve feyz alma, bu yüce tarikatta yankılanma şeklindedir ve dönüm
noktası da, sohbet üzerindedir. Ne var ki şeyh ile ona uyan müridin münasebeti ne kadar çok
olursa, sohbetin tesiri dahi o kadar çok olur ve feyz alma yolu müridin önünde o kadar
açılmış olur."
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Bu yüce tarikat, yani bâtın ilmi, tıpkı zahir
ilmi gibidir, asla farkı yoktur. Sen hangi kitabı açarsan, hocan sana ordan ders verir.
Sohbetin tesiri ihlâs derecesindedir. Hiç ihlâsı olmayan kişi sohbetten bir şey elde
edemez. Ve eğer bir şahıs Üveysi olarak; Pir'de fani olmaya muhtaç olmayarak, Cenâb-ı
Allah'ın (c.c.) katışıksız yardımı onun halinin kefili olursa, o takdirde fena fışşeyh olmaksızın
onda fena fi İlah meydana gelmesi olabilir, diye cevap vermişlerdir. Bunun meydana gelmesi
ise oldukça nadirdir.
Sözün kısası, şeyhin suretini hıfzetmek demek olan rabıta nisbeti, mürid için zikirden
daha çok fayda verir. Ve bunun kendisinde galip gelmesi ve devamı müride en büyük
nimettir. Öyle ki. mürid sanki daima huzurdadır ve şeyhinden kolaylıkla feyiz alır. Bu halin
meydana gelmesi ise mürşid ile tam bir münasebet kurulduğunun habercisidir. Bununla
beraber, mürşidin huzurunun diğer izleri ve başka faydalan da vardır. Ve kemâl haddine
ulaşmamış olan rabıta sahibi müride, mürşidin huzuru gerekli ve muteberdir. Ve mutlaka
sohbet lâzımdır; sohbet terk edilemez. Müridin suret ve rabıta ile yetinmesi hatadır.
Peygamberimizin seçkin sahabeleri (r.a.) olan efendilerimiz Hazretleri, Hz. Resulullah'ın
(s.a.v.) sohbetinin devleti ile SAHABE olarak, yüksek derecelere ulaştılar.
ÜVEYS KARANİ Hazretleri, her ne kadar, tarikatın manevî münasebetleriyle bütün
varlıkların serveri olan Resıılullah (s.a.v.) Efendimizin mübarek iç âleminden (bâtın) feyiz
aldıysa da, doğrudan O'nıın sohbetinin şerefi ile şereflenmediğinden sahabe derecesinden
aşağıda ve Tabiin'in cümlesine dahil oldu. (Not: Tabiin, Hz. Resulullah ile görüşmeyip onu
sahabelerini gören müminlere denir). (Yazarın notu: Müridin suret ve rabıta ile yetinmesi
hatadır, diye buyuıulmasındaki gerçek, ÜVEYSÜ'L KARANİ Hazretleri'nin derecede, sahabe
derecesinden aşağı olduğunu düşünmekle anlaşılıyor ki; gereken suret ve manevî rabıta ile
yetinmesi cihetiyle, Resulullah'ın saadet huzurlarında bulunan mertebece en geri olanlar
ayarında dahi olamamışlardır).
Şeyhin sureti, şeyhin kendisi değildir ve şeyhin kendisine olan ihtiyacı ortadan
kaldırmaz. Mürşidin sohbetinde olan feyz, suretinde yoktur; her ne kadar süri uzaklık,
manevî yakınlığa engel olmasa da.
www.sohbetican.com
Şu halde, zikreden tarikat sâlikinin alçak düşünceler ve yaratılışının gereklerine esir
olmaktan kurtulmasının en kolay ve en menfaatli yolu, şeyhin bâtını himmetinden (manevî
yardımından) yardım isteyip onu teveccüh kıblesi kılmaktır.
Zira kendisini Hak Subhanehu ve Teâlâ'ya teveccühten (yönelmekten) aciz bilip,
mürşidi teveccüh vesilesi kılmak, sonuç elde etmeye daha yakındır. Eğer şeyhin sureti zikir
vaktinde de zorlanma olmaksızın müride zahir olursa, onun da kalbe getirip, kalpte saklı
olduğu halde zikredilmesi, duruma daha uygundur. Ve eğer rabıta esnasında bir (manevî)
sarhoşluk ve kendini kaybetme-kendinden geçme hali ortaya çıkmaya başlarsa; sureti
yönelmeyi terk edip, bütün varlığıyla ortaya çıkışa başlangıç teşkil eden duruma yönelmesi
gerekir. Böyle masivadan geçmek zamanına USUL ve ŞUHUD denir.
Sâlikin şeyhe olan rabıtasına münasebet oluşturması, şeyhe muhabbet ve hizmet ve
zahiren ve bâtınen (dışı ve içiyle) onun edeplerine uymakla olur.
Rabıta nisbeti galip gelmeye başladığında;
"Aşkın şiddetinden kapı-pencere aynalaştı;
Her nereye bakar isem güzel yüzünü görüyordum "
Beytinde ifade edildiği gibi, kendisini şeyhin aynisi ve onun giysisi ve sıfatları ile
sıfatlanmış bulur ve her nereye baksa şeyhin suretini görür. Bu bölümde asıl dikkate değer
ve en büyük şartı oluşturan husus; salikin tarikat alıp rabıta eylediği şeyhinin kâmil ve
mükemmel olmasıdır. Zira sâlikin isteğinde gevşeklik sebeplerinin çok kuvvetli olması; sülük
ve cezbe işini tamamlamayıp, kendini şeyhlik postuna oturtmuş olan bir eksik şeyhe
başvurarak tarikat devri almak halinde; tarikat isteyene öyle bir şeyhin sohbeti öldürücü
zehir ve ders vermede onun yüksek kabiliyetlerini yok eden bir hastalıktır. (Yazarın notu:
"'İhsanı bol Allah'ı (c.c.) zikretmenin adabı hakkında kardeşlerin hediyesi" adındaki rağbet
görmüş Risâle'den, Mevlânâ Sâmî Erzincanî (k.s.) Efendimiz Hazretleri'nin rabıta hakkındaki
bu mübarek sohbetlerine münasip, naklen buraya alınan rabıta bahsi buraya kadardır. İslâm
ve tarikat müceddidi Mevlânâ Halid-i Zülcenaheyn Hazretleri'nin (k.s.), inkarcının inkârını
defetmek üzere dört mezhebe uygun olarak ve Cennet gibi şen Bağdat'tan Şerefli Şam'a
teşrif etmeleri sırasında, yolda kaleme aldıkları "RİSALE-İ HALİDİYE" ve "RİSALE-İ RABITA"
adındaki eserlerin de, şer'i deliller ile, yani Kitab (Kur'an-i Kerim, sünnet, İCMA-İ ÜMMET ve
FAKİHLERfN KIYASLARI ile isbat etmiş oldukları RABITA konusu da, bir sırası düştükçe
ondan hayır ve bereket almak ve kudsî feyzlerinden feyz ve imdad almak ricasıyla
kaydedilecektir).
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Celâleddin-i Rumi (k.s.) şöyle
buyurmuştur: Yâr bir aynadır. Yüzüne heves etme, yüzünü göremezsin. Aynanın yüzü
toplanır, dumanlanırsa, yüzün güzelliğini görmeye perde olur. Huzurunda nasılsan,
gıyabında (yokluğunda) da öyle ol! Edeb sahibi olmayan, Rabbin lütfundan mahrum kalır."
Rabıta çok önemlidir, iki yay uzunluğu arasından İskender-i Dara-ya bir yol gider.
Yusuf aleyhisselâm'a "Ken'ana gidiyoruz, ne getirelim" dediler. "Bir ayna getirin" dedi.
Güzeldir, koynuna kor; çıkarır, çıkarır yüzüne bakar. Yüzüne âşık olur. Cebrail (a.s.)
Hazretleri'nin makamı KAB-1 KAVSEYN'dir; iki yaydır RÂBITA'ya gelince o da iki yay arası
kadar uzaklıktır. Burada bir muamma vardır; iki yayın arasında yol kesiciler vardır. Yol açık
olmazsa TAVAF olmaz. Niçin iki yayın arasına rabıtayı koymuşlar? Şeyhin iki kaşı arasına
rabıta eden iman ehli insanlar, yol kesicilerin korkusundan emin olarak, iki yay mesafesi
arasından DARA MÜLKÜ'nü fetheder.
Şeyhin nazarı kime ki dokundu; yay gibi olan kaşlarının arasından ok atı; kirpikleri
oktur. Gönle kızgın demir damgası, bir yara, bir ok vurdu. Sevgi ile, muhabbetle iki kaşın
www.sohbetican.com
arasından baktı; hırsızlar helak oldu, yol açıldı tavaf oldu. Rabıtanın çok bahislerinden bir
bahsi de budur.
Bazıları rabıta yapanlar için "şeyhe tapıyor" derler. Yok öyle bir şey; tapmak yok! Ya ne
yapmış ki, tapmak olsun? Tapmak, bir şeyi veya kişiyi karşısına alıp ona ibadet etmektir.
Şah-i Nakşibend (k.s.) öyle buyurmuş: Tarladan sürenine ne akseder? İnsana bakarsan yüzün
ağarır. HOCA-İ AHRAR (k.s.) Hazretleri nin bir müridine bir molla namazda rabıtayı çıkar da
öyle kıl. Yoksa şirk -Allah'a (c.c.) ortak koşmak- olur" demiş. O mürid ise. "Benim bu hayalim
Allah (c.c.) için bir tahayyüldür. Senin gözün eğridir de onun için iki görürsün" diye
mukabelede bulunmuş.
Bu durumdan HOCA-İ AHRAR'in haberi olmuş. Bir gün o mollaya "Molla, git falan
dolapta bir şişe var; al, getir" buyurur. Molla, gider; gözü şaşı olduğu için bakar ki iki şişe var,
gelir" şişe bir tane değil, iki şişe var; hangisini getireyim? der. "Git, orada iki şişe yok; tek bir
şişe var" buyurunca, "Gözüme mi inanayım, sana mı inanayım?" demesiyle, Hoca da
"öyleyse git, o şişelerden birisini kır: diğerini getir" diye emreder. Molla gider, şişenin birini
kırar, bir de bakar ki öteki şişe de kayboldu. Sonra ferman buyururlar ki; "Senin gözün eğri
olduğundan çatal gördün. Şişenin birini kırsan, Allah (c.c.) şişesini de kırarsın. Bir adamm
gönlünden şeyhi çıkar: Allah da (c.c.) çıkar. Bunun gibi Allah'ı (c.c.) çıkarırsan, Şeyhi de
çıkar."
Hoca-i Ahrar (k.s.) sonra bu Molla'ya buyururlar ki; "Kalbin dükkâna gidince müşrik
olur mu?" Molla, "olmaz" der. Bunun üzerine "kalbin dükkâna gittiğinde müşrik olmuyor da,
ey münafık! Kalbe bir mümin gelse neden müşrik oluyor" buyururlar. Rabıtaya dil uzatan
bazıları, rabıtanın ne olduğunu bilmezler. Daha iyi bir yol yoktur. Nakşibendîler'in yolu, aynı
ashab yoludur. Yeter ki, kişi gayretli olsun; kahraman ve yürekli olsun; vefakar olsun.
Saydıklarım şarttır. Yağmurda, yaştan-çamurdan; soğuktan-sıcaktan; varlıktanyoksulluktan; hastalıktan, falandan kendine bir ağırlık gelmesin. Yiğitliği elden bırakmayıp
gayretli ve vefalı olsun. Böyle adam maksadına yetişir.
www.sohbetican.com
SOHBETLER (4)1904
PİRİ SÂMÎ (k.s.) BUYURDU Kİ; falan kimse bize haber göndermiş ki: "O senin şeyhin;
benim himmetim var desin... Ben ona inanmıyorum. Eğer himmeti var ise, beni bu
inkarcılıktan vazgeçirip kendisine cezbetsin (çeksin)." Biz dahi o haberi getiren adama dedik
ki; git söyle ki bizde himmet yoktur. Bizi buraya yüksek himmeti i bir pir göndermiştir.
Himmet onun himmetidir ki pek yücedir. Himmetini bizim vasıtamızla buralara tanıtmıştır.
O himmetten hissedar olmayan yoktur.
Ama ne var ki herkes bir türlü hisse kapar. O adam da o himmeten kabiliyetine göre
münkirlik kapmış. Kendinin talebesi ve hem de yakın akrabası olan falanca kişiyi, o himmet
idi ki irade dairesinden çekip aldı. Bunun kabiliyeti varmış. Vücut perdesinde kalanların
hissesine münkirlik isabet edip kemiklerine işlemiştir; çıkması çok zordur. Sonra, sohbette
haza bulunanlara hitaben buyurdu ki: "Bir adam şeyhinden himmet istese, o adam Allah'ı
bilmiyor. Benim marifetim, benim muhabbetim var; ben böyleyim, ben şöyleyim dese, o
adam Allah'ı bilmiyor demektir.
Kul olan demelidir ki, bunu bana Allah verdi. Neyim varsa hep onun lütuf ve keremidir
ki bana ihsan etmiştir. Ama vücuttan çıkıp da Allah demelidir ki ŞEKUR'luk (yani çok çok
şükredicilik) meydana gelsin. Şükrü herkes yapar, ama ŞEKÛR kullar az bulunur. İnsan
şekûrluk derecesine yetişmeye çalışmalıdır. Bari dil ile olsun öyle demelidir. Yani her neye
mâlik olur isek Allah'ın lütfü ve keremi olduğunu söylemektir. Böylece devam ede ede, Allah
kerem eder de bu söz sonra sana hâl olur, kalır. Cenâb-ı Hak, Kerim kitabında "Eğer
şükrederseniz, muhakkak size nimetlerimi arttıracağım ve şayet inkâr ederseniz, şüphesiz
azabım çok şiddetlidir buyurmuştur. Yani eğer nimetlere şükrederseniz, yani sahip
olduğunuz herşeyin Allah'ın lütfü ve keremi olduğunu bilirseniz Yüce Allah nimetinizi arttırır
ki "kulum bana şükrünü artırsın" diye. Eğer kendinizi ortada görüp "ben" ve "benim"
demekle kavuştuğunuz nimeti kendinizden görür de nimeti inkâr ederseniz, Benim azabım
ağırdır, demek olur.
Cenâb-ı Hak burada azabının şiddetini, hiddet ve pekiştirme makamında göstermiştir.
Bundan anlaşılıyor ki vücud kadar Allah'ın öfkelendiği bir şey yoktur. Zira vücud, yani
ENANİYET; Allah'ı örtüp kendisini görmektir. Bundan daha büyük kabahat olur mu?"
Bu sırada huzurdakilerden birisi dedi ki: "Biz vücuddan nasıl geçeceğiz?"
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Her neye mâlik (sahip) olursan, bu
Allah'ın ikramıdır, bunu pirimin hürmetine Yüce Allah bana ihsan etti. Bu benim pirimin
himmetinin eseridir." Böyle diye diye, Allah kerem eder de. bu söz sonra hali olur, kalıcı olur.
Allah'ın nisbeti ağırdır. İnsan o nisbete tahammül edemez ki, birdenbire Allah'ı aklına
getiremez. Hayra mahzar olunca bu Allah'ın lütfü demelidir ki sırf onun fazi ve kereminden
bana yetişti ve bir zarar görünce "Bu Allah'ın kahrıdır ki nefsimin şanından, yani nefsim
tarafından meydana geldi" desin. Ama şeyh kendi cinsinden olduğu için Onun nisbeti
hafiftir. Ona tahammül edebiliyor. Demezler mi ki, insan fenâfışşeyh olmadıkça fenâfiliah
derecesine yetişmez.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Dünya sevgisi bütün hataların başıdır,
dünyayı terketmek ise bütün ibadetlerin başıdır" mealindeki hadis-i şerifin açıklanması
meyanında buyurdu ki: "Terk-üd Dünya, dünyayı terk etmek manasında değildir. Dünya
sevgisini terk etmek demektir. Bir dükkâncı gelse, bana dese ki "Ben dükkânımı terk
edeceğim"; derim ki "terk etme. Eğer boş bir zamanın olursa beş-on gün ibadet ve zikir
maksadıyla yalnız kal. Onun lezzeti de başkadır."
"Ama derseniz ki, sen niçin hizmetini terk ettin? Siz bana bakmayın.'" Devamla şöyle
buyurdular; "Ben de terk etmedim. Böyle olacak imişim de onun için terk ettirmişler.
www.sohbetican.com
Memurluk hizmetini terk edip de gelmeseydim şimdi burada oturup size kim sohbet
ederdi?"
1320 Senesi Ramazan Bayram'ında ihlâs'adair neşrettiği "Kudsi Sözlerin Cevherleri"
arasında buyurdu ki: Hadis-i Kudsi'de "evliyam Benim örtümün altındadır. Benden başkası
onları bilmez" buyurulmuştur. Kitaplarda da yazar ki "evliyayı Allah'tan başka kimse bilmez.
Ancak ihlâsı olanlar bilir. İhlâsı Yüce Allah ihsan eder. İhlâs sahibi olanlar, velileri Yüce
Allah'ın ihsan ettiği ihlâs ile bildiği için; neticede Allah'ın veli kullarını gene Yüce Allah bilmiş
olur.
PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Hafız Şirazî buyurmuştur ki: "Huzuru
tefsir etmek istersen şu iki harf iledir: Dostlara lütufla. düşmanlara da iyi geçinmek,
yüzlerine gülmektir (mudara). İnanan insanın dostu Yüce Allah'tır. Yüce Yaratanın lütfunu
daima unutmayasın! Bırakma ki tek bir nefesin gaflet ile geçsin. Hak Teâlâ Hazretleri
buyurmuştur ki; "Sabah-akşam Rablerine dua edenlerle birlikte nefsini sabra alıştır." Yani
kulluk makamında sabit olup akşam ve sabah Rablerini çağıranlar ile sabret.
Müridin vazifesi edeptir. Tarikata giren bir kişinin vazifesi Rabbini akşamdan sabaha
çağıran, dua eden adamla birlikte çağırmaktır. Müridin düşüncesi bu olmalıdır. Müridlerin bir
vazifesi de şeyhine hürmeti görev bilmek, yani lâyık veçhile saygı göstermektir. Şeyhe
hürmeti görev bilmekle sakın zannetme ve hiç kalbine gelmesin ki, "Ona bir faydam oluyor."
O hürmetin bana zararı vardır.
Ama ne çare ki, senin kârın için biz o zararı çektik. O hürmet şeyhe değil, sanadır. Şah-i
Nakşibendi Hazretleri buyurmuştur ki: Biz kendimizi büyüklük makamına koyduk ki, siz
küçüklük edip büyük olasınız.
Müridin bir vazifesi de, dünyanın muhabbetini kalbinden çıkarmaya çalışmaktır.
Dünyanm muhabbeti akşam ve sabah Rabbini çağıran kişilerle sabretmeye engeldir. Dünya
sevgisi Yüce Yaratanı çağırmaya, ona dua etmeye engeldir. Ne var ki dünyanın kendisi
değildir engel olan; dünyanın zenginliklerine olan muhabbeti engeldir. İstenen odur ki,
gönülde dünya sevgisi olmasın. Müridin vazifesi de, Hz. Muhammed'in şeriatı (yani İslâm
Dini) ile amel etmeyi görev bilmek ve şeriata özenle sarılmaktır.
Müridin bir vazifesi de kardeşlerine hizmet etmektir. Meşayihe (tarikat büyüklerine)
hürmet etmeyi görev bilmek ve iman kardeşlerine hizmet etmek ve dünyanın muhabbetini
içinden çıkarmak; bir de İslâm Dini ile (Şeriat-i Muhammediye) amel etmeye bağlı olmak
müridin vazifesidir. Bu dört şeyin bir kişide bir arada bulunması, o kişinin kemâle
ermişlerden olduğunu gösterir.
Teveccühte bulunmanın edebleriyle ilgili buyurdu ki: Mürid teveccühte kalbini
yumurta şeklinde; kötü ahlâklar ile yaralı, siyah ve paslı olduğu halde bir dilenci çanağı
içinde; mürşidin yüzünden gelen nura gark olduğunu farz edip sessiz durmalıdır. Mürşidinin,
mübarek isimlerini okuduğu her velinin isminden kalbine bir nur doğduğunu düşünmelidir.
Mürşid halkadaki her ihvana (kardeşe) yöneldiğinde, dilenci çanağı içinde farz ettiği
yumurtaya benzettiği yaralı ve paslı kalbini; feyz talebiyle bir dilenci gibi, mürşid mübarek
nefeslerine karşı tutarak, halkada mürşidin yanında gezdiriyor diye düşünsün. Ve mürşidin
mübarek elini Resulullah (s.a.v.) Efendimizin mübarek eli ve nefesini de Hz. İsa
aleyhisselâm'ın nefesi makamında şifa verici ve nur bilip, vücudunu ve kalbini mürşidin
nefesi önüne götürmelidir. Ve nefes aldıkça kalbinin sağ ve nurlanmış olduğunu tasavvur
eder.
Dil (gönül) hastadır hasta,
Bin türlü bende beste,
Bağlandı Nist-ü Heste (yani varlık ve yokluğa),
www.sohbetican.com
Ey gönüller tabibi
Sen Hazretin likası,
Her hastanın şifası,
Koymaz gönülde pası,
Ey gönüller tabibi.
Sen Hazretin huzuru
Zevk ve safa buhuru, (denizleri)
Verdin cihana nuru,
Ey gönüller tabibi.
Mübarek adın ey Can,
Alemlerin fahriyle hem-nam (adaş)
Ey Sâmî unvanlı Pir.
Ey gönüller tabibi.
Sevmek-sevilmek ancak,
Senden imiş muhakkak,
Allah 'in gölgesinin elhak,
Ey gönüller tabibi.
Sen merhamet kaynağısın.
Kerem (cömertlik) ummanısm,
Hem övünçler dağısın,
Ey gönüller tabibi.
Rahm 'e oldukça şayan,
Bir kulunuz da Adnan,
Onu sev, eyle ihsan,
Ey gönüller tabibi.
PİRİ SAMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Müslüman için Yüce Allah'ı sevmek, bir de
Yüce Allah'tan korkmak ve Allah'a yakın hasıl etmek (tüm şüphelerden sıyrılarak inanmak)
önemlidir. Yüce Allah'ı sevmek ve Yüce Allah'tan korkmak, emirlerini tutup yasaklarından
kaçmak içindir. İnsan sevdiğinin sözünü tutar, yasaklanndan kaçar. Yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Allah anıldıkça, onların kalpleri korkuyla titrer." Mümin, Yüce Allah'ı ana ana
(zikrede ede) gönlüne korku ve muhabbet gelir. Gönlünde korku ve muhabbet olan günah
işleyemez.
"Allah-u Teâlâ hâzır ve nazırdır" demek Müslüman'ın temel inancıdır. Kalpte böyle
canlandıra canlandıra; Yüce Allah'a şüphelerden uzak, sağlam inanç meydana gelir.
Gönlünden dünya gider. Her neye baksa Allah-u Teâlâ'yı görür. Şair dememiş mi "Hani,
Mecnun'un gözünde kim göreydi ki, yerde ve göklerde hep Leyla'nın divanı kurulmuş."
Her şey Yüce Allah'ın yaratması ve icadıyla yapılmıştır. Yüce Allah'ın her şeyde eseri
vardır. Çünkü her şeyin yaratıcısı Yüce Yaratıcı olan Allah'tır. Hocanm birisi bir öğrencisine
üç sene mantık okutur. Dersini anlayıp anlamadığını imtihan için der ki: "Çarşıya git, bak;
Hele mantık bilen var mı?" Öğrenci gider ve sonra dönüp der ki; "Mantık bilen yoktur."
Hocası üç sene daha okutur. Yine çarşıya yollar ki "Bak, mantık bilen var mı?" Yine gelir der
www.sohbetican.com
ki; "Halk cahildir: mantık bilmiyorlar." Hocası onu üç sene daha okutur. Sonra yine çarşıya
gönderir. Bu defa gelir, der ki: "Hoca efendi! Halkın söylediği sözler hep mantık. Birisi bir
dükkâna geldi, sordu ki: Şu şeyin okkası kaç kuruştur? Dükkâncı, on kuruştur dedi. Müşteri,
niçin on kuruş olsun? diye sordu. Dükkân sahibi, bu en kaliteli türdendir, ola'n fiyatı odur,
dedi. Müşteri, öyleyse bir okka ver, dedi. Baktim ki bunların bu sözleri doğru ve büyüklük,
küçüklük ve neticeden ibaret bir kıyas oldu." Üstadı, talebesinin bu sözü üzerine der ki:
"Dersi yeni anlamışsın."
Yüce Allah'ın eserini yaratıklarından müşahede edenin imanı; yakini ve hakiki iman
olur. Yüce Allah buyurmuştur ki; "Haberiniz olsun ki, ancak Allah'ın zikri ile kalpler mutmain
olur." Yüce Allah'ı zikretmekle yakîn meydana gelir. Hakiki imanı olan kimse öldüğü vakit,
şeytan onun imanına musallat olamaz. Yüce Allah Hazretleri şeytanın lisanından hikâye
ederek buyurur ki; "Senin ihlaslı kulların dışındakilerin hepsini mutlaka azdıracağım."
Şeytan, muhlisleri (ihlâslı müminleri)doğru yoldan azdıramaz.
Yüce Allah'ın hâzır ve nazır (her şeyi gören) olduğuna kalbi itminani, yani yakini olan,
O'nun yasakladığı işleri yapmaktan utanır. Zeliha, Hz. Yusuf u (a.s.) yedi kapıdan içeri bir
odaya götürüp orada bulunan heykeli bir perdeyle örttü. Hz. Yusuf: "Ey Zeliha! Böyle ne
yaptın?" diye sordu. O da; "Bu bir puttur. Seninle yatacağız. Ondan utandığım için yüzüne
perde çektim" dedi. Yusuf aleyhisselâm baktı ki, Babası Yakub (a.s.) görünüp, parmağını
ısırarak "Haya et!" diye işaret ediyor. Yusuf (a.s.) "Ey Zeliha! Sen bu şeklin -putun- yüzüne
perde çektin. Ya ben pederim ile, her yerde hâzır ve nazır olan Yüce Allah'a nasıl perde
çekerim?" diyerek kaçtı. İnsan şeyhini emin bilmeli;
Demeli ki; "Allah velileri müridin her hâlini görür. Onların görmesine hiç bir şey perde
olamaz. Şeyhine karşı böylesine ka'p itminanı hasıl eden müridin Yüce Allah'ın hâzır ve nazır
olduğuna yakini olur. Taşkınlık yapmaktan utanır. Şeyh emindir (güvenilirdir). Emin töhmet
altında olmaz. Yani, eminden kötülük gelmez. Şeyhten keramet ve amel gözetlemez.
Kerameti, ameli ne yapasın? Şeyhi imtihan etmek haramdır. Kendi şeyhi onu imtihan
etmiştir. Daha başkasının yetkisi yoktur. Şeyhler kendi müridlerini imtihan ederler de, sonra
feyz verirler. İmtihan ederler ki, bakalım bu mürid feyz ve emanetini koruyabilecek mi?
Büyük Pir Hazretlerinin müridlerinden Abdulkadir efendi evine gitmek için izin aldı.
Dedi ki; "Kurban! Evimde ne amel edeyim?" Buyurdu ki: Beni sev, yani rabıta eyle. Yani beni
sevmeye tahammül edebiliyorsan, zira kendi cinsindenim. Beni seve seve Allah-u Teâlâ'yı
sevmeye tahammül edersin (güç yetirirsin). Sohbet arasında Şeyh Efendi "Bir dilber
vurgunum ki, bütün âlem O'nun yasaklarını işleyende muhabbet ile işler. İnsanın kalbinde bir
LUBB (öz), ondan sonra bir perde vardır. Oradan sonra kan vardır. Derler ki "kanı kaynadı."
O lubbden (özden) bir muhabbet zuhur edip o kan kaynar. Eğer o muhabbetin önünde Allahu Teâlâ olursa muhabbet ona olur; yani Allah-u Teâlâ'ya kan kaynar ve şayet Yüce Allah
olmaz da başka bir şey olur ise, muhabbeti o şeye olur; yani kalbin kanı o şeye kaynar.
Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: "Ancak tövbe edenler, iman edenler ve salih amel işleyenler
müstesna. Onların günahlarını Allah hasenata (iyiliklere) çevirir."
Allah'ın dışındaki şeylerden boş tutabiliyorsa, o kimse Allah'ın velisidir. O bir saatlik
hatırası için yirmi üç saat zarfındaki işlerini ve gafletini Yüce Allah sevaba çevirir. Yirmi üç
saati de huzur ile geçmiş gibi olur.
İnsan ilim tahsiline çalışır. Ama onda dünya korkusu vardır. Hakim olayım, okul hocası
olayım der. Ticaret yapar; onda da dünya korkusu vardır. Bunlarda da dünya geçimi
düşünülür. Ama gönlüne Yüce Allah'tan gayrisinden boş tutmak, sırf Allah içindir. Bu ise, on
bin adamdan bir adama ancak müyesser olur.
Gönlüne Yüce Allah'tan başka bir şey getirmemek, kırk gün çalışmakla olur. Allahu
Teâlâ'nın Hazır ve Nazırs olduğunu düşünmek şarttır. Huzur olmazsa, bin sene çalışsan fayda
olmaz.
www.sohbetican.com
Ferman buyurdu ki: VUSUL (Allah'a varış), fenadan sonra olur ve fena (Allah'tan yok
olmak) fenafışşeyh'ten (şeyh'te yok olmaktan) sonra olur ve fenafışşeyh dahi, ancak rabıta
ile meydana gelir.

Benzer belgeler