dosya - TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu
Transkript
dosya - TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu
Mayıs 2008 Sahibi: Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Adına Meftun GÜRDALLAR Yayın Koordinatörü: Münür AYDIN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Fetiye KARA Yayın Kurulu Derya KOÇOĞLU (Çevre Mühendisleri Odası), Tahir ÇİÇEKÇİ (Elektrik Mühendisleri Odası), Cengiz KILIÇ (Gemi Makinaları İşletme Mühendisleri Odası), Erkin ALTUNSARAY (Gemi Mühendisleri Odası), Barış GENÇOĞLU (Gıda Mühendisleri Odası), Timur AKÇALI (Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası), Hüseyin DURAN (İnşaat Mühendisleri Odası), Aydın ERDEMİR (Jeofizik Mühendisleri Odası), Gülnihal YEGANE (Jeoloji Mühendisleri Odası), Soner KOZAN (Kimya Mühendisleri Odası), Güler AYYILDIZ (Makina Mühendisleri Odası), Özden KAYA (Mimarlar Odası), Gonca GENÇ (Peyzaj Mimarları Odası), Gökçen TAŞKIN (Şehir Plancıları Odası), Yıldırım DERYA (Ziraat Mühendisleri Odası) TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulunda Bulunan Odalar, Şubeler, Temsilcilikler Gemi Mühendisleri Odası Gemi Makinaları İşletme Mühendisleri Odası Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Fizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Gıda Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi İç Mimarlar Odası İstanbul Şubesi İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Kimya Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Maden Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Metalurji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Meteoroloji Mühendisleri Odası İstanbul Temsilciliği Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Orman Mühendisleri Odası Marmara Şubesi Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubesi Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Tekstil Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yapım Organizasyonu: Mimarlık Vakfı İktisadi İşletmesi Tel: 0 212 253 45 35 Basım Yeri: Çizgi Basım Yayın Ltd. Şti. Galipdede Cad. 77 Beyoğlu İstanbul Tel: 0 212 251 83 13 Teknik Hazırlık: Barış EROĞLU - [email protected] TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Sekreterya: Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Barbaros Bulvarı Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası Beşiktaş Tel: 0 212 227 69 10 - 127 Faks: 0 212 236 85 28 E-Posta: [email protected] Web: www.ikkistanbul.org Yönetim Yeri: Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Katip Mustafa Çelebi Mahallesi İpek Sokak No: 13 34433 Beyoğlu - İSTANBUL Tel: 0 212 444 8 666 Faks: 0 212 249 86 74 6 7 9 10 13 15 17 23 İKK’DAN Panel: “Çalışma Yaşamında Kadın Mühendisler, Mimarlar Ve Şehir Plancıları-2” Savaşa ve İşgale Karşı 15 Mart’ta Kadıköy’deydik. İş Cinayetinde Kaybettiğimiz Gülseren Yurttaş’ın Davasının Takipçisiyiz. İşler Taşeronlara, Sorumluluklar Başkalarına Devredilemez. AKP ve MHP’nin Anti-laik, Gerici Girişimine Karşı Hep Birlikte Mücadele Edeceğiz. Su Yaşamdır, Yaşamlarımız Satılık Değil! Herkese Sağlık Güvenli Gelecek İçin Birleşik Mücadeleye… “Neoliberal Politikaların Kadın Emeği Üzerine Etkisi” Kurultayı 25 27 28 29 31 33 33 35 37 40 TMMOB’DEN Herşeye Rağmen “Yaşasın 1 Mayıs” Türbanla Örtülmek İstenen Bu Ülkenin Gerçek Gündemidir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun! 14 Nisan Mitingi Nedeniyle TMMOB’ye Saldıranlara Karşı... Biz Karşı Çıkarsak Yapamazlar! DSİ Genel Müdürlüğü Yönetim Kadrosu Bilime ve Tekniğe Karşı mıdır? SSGSS Yasa Tasarısı Emek Platformu’nca Kabul Edilemez. Türkiye Taş Kömürü Kurumuna Sahip Çıkılmalıdır. TMMOB, 15 Mart’ta Irak İşgalinin 5. Yılında Kadıköy’deydi. DOSYA Teknolojik Yenilik ve Yenilik Türleri Ar-Ge ve İnovasyon Açısından Türk Üniversiteleri ve Araştırma Kurumları Dünyada Makro İnovasyon Politikalarında Yeni Yaklaşımlar ve Bunları Etkileyen Unsurlar Arge Uygulamalarında Güney Kore Örneği Rekabet ve Kalkınma İçin İnovasyon Teknoparklar ya da Bilginin Ekonomik Değere Dönüşmesi Ar-Ge Mi? Teknoloji Yönetimi Mi? Demlikten Çıkma Yaratıcılık Soruyoruz: “Ar-Ge Yasası Kime Arka Çıkıyor?” Kaizen ve İnovasyon Denizde Depremi Haber Verme Projesi - Yedi Sensörlü Magdeburg Küresi Karada, Depremi Önceden Belirleme Projeleri Bilim Etiği İktisat Yüksek Lisans Eğitiminde Yeni Açılımlar: “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi” 113 ANIMSATMA Bilim ve Teknoloji Tarihi 117 119 KİTAP Küreselleşme, Etik Kodlar ve Örgütler Eski Yunan ve Roma’da Mühendislik 120 127 KENTİMİZDEN Geçmişten Günümüze Demiryolları Unutuş… 129 KÜLTÜR SANAT Pir Sultan Abdal içindekiler 43 49 52 60 64 68 74 81 84 89 92 96 99 106 SUNUŞ Merhaba, Bu sayımızın baskıya hazırlandığı dönemde yaşadığımız önemli olayları değerlendirmek istediğimizde belki de ölçü’nün tüm sahifelerini önsöze ayırmamız gerekebilirdi. Sıkışan ülke ekonomisi kriz beklentisine girmiş durumdadır. (aslında adı konmamış ekonomik kriz sürmekte) Fiyatların alabildiğince artmasına rağmen enflasyon oranları çeşitli kalem oyunları ile düşük gösterilerek çalışanların ücret artışları engellenmektedir. Yani çalışanlara gerçek enflasyonun altında ücret artışı verilmektedir. Ama önemli olan çalışanların suskunluğudur, tepkisizliğidir. Çalışanlar her geçen gün alım güçlerinde önemli kayba uğramaktadırlar. Ünlü bir mağazalar zincirinin birkaç kalem gıda maddeleri fiyatlarına bir bakalım. Şubat 2007’de ekmek 0.30 YTL, kabak 0.90 YTL, patlıcan ise 0.90 YTL, aynı ürünler Şubat 2008’de ekmek 0.48 YTL, kabak 3.80 YTL, patlıcan ise 3.5 YTL dir. Hani enflasyon tek haneli idi. Çalı süpürgesi ve pinpon topunun içinde olduğu enflasyon sepetinin sonuçlarının farklı çıkması beklenemez. Bu arada akaryakıt zamlarını da unutmamak gerekir. Türkiye dünyanın en pahalı akaryakıtını kullanan ülkesi. Yani “uyu yavrum ninni uyutayım seni”. Çalışanların kaybı sadece ekonomik değil uzun yıllara dayanan mücadele sonucunda kazanılmış haklarını da tek tek kaybetmektedirler. Ama ne yazık ki yığınlar hala tepkilerini tam olarak gösterememekte sessiz kalmaya devam etmektedirler. Tepki gösterdiklerinde ise; polis terörü ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Asgari ücretli yaşamını nasıl sürdüreceğini düşünürken iktidar milletvekilleri ne ile uğraşıyor biliyor musunuz? Asgari ücretlinin ortalama %19 olan vergi yükünü azaltmak yerine milyonlarca dolar kazanan yerli ve yabancı futbolcuların vergilerini % 15’e 130.000 YTL maaş aşan milli takım antrenörünün vergisini %5’e düşürme gayreti içindedirler. İktidarın sürekli örnek gösterdiği AB ülkelerinde futbolcuların ödedikleri vergi oranının ortalama %40 olduğunu sanırım iktidar milletvekilleri de biliyordur!... çalışanlara zam yapılacağı zaman, eğitim ve sağlık hizmeti verileceği zaman; tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumayı hatırlayan iktidar, çok kazanana gelince tüyü bitmemiş yetimin hakkını unutmuşa benziyor. Ama emeklilik yaşı söz konusu olunca iktidar, AB ülkelerini örnek verebiliyor. İktidar, mezarda emeklilik yasasını meclisten geçirmiştir. AB ülkelerinin çoğunda emeklilik yaşının 65 olduğu doğrudur ama sakladıkları bir gerçek var ki oda çalışanların aldığı ücretdir. AB ülkelerinde çalışanlar emekli olmayı beklemeden ev, araba almakta ve her yıl hemen hemen hepsi yurtdışında tatil yapmaktadır. Siz, ülkede insanlara sefalet ücreti olan asgari ücreti vereceksiniz, emeklilik yaşını 65’e çıkaracaksınız bu da yetmezmiş gibi kıdem tazminatına göz dikeceksiniz. Bu iktidar kadar çalışan düşmanı bir iktidarı bu ülke görmedi. Mezarda emeklilik yasası nedeni ile aileler çocuklarını kundakta artist yapma yarışına girmişlerdir. Bunlar arasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de bulunmakta olup oğlunu 65 yaştan etkilenmesin diye çalışıyor göstermiştir. Bu yasaya karşı oluşturulan Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu eylem ve etkinliklerini sürdürmektedir. Bu kapsamda 6 Nisan 2008 günü Kadıköy’de miting gerçekleştirilmiştir. Yasanın geri çekilmesi için mücadeleye etmeye devam edecektir. 1 Mayıs 2008’de aynen 1 Mayıs 2007’de olduğu gibi polis terörü yaşanmış eyleme henüz başlamamış insanlara, DİSK Genel Merkezi’ne, hastanenin acil servisindeki hastalara, siyasi parti il merkezlerine gaz bombaları atılmış İstanbul savaş alanına döndürülmüştür. İnanın polisin olmadığı 1 Mayıs kutlamalarında hiçbir olay çıkmaz, bunu 2007 ve 2008 1 Mayısları bize göstermiştir. 1 Mayıs 1977’deki olaylar bahane edilerek Taksim işçilere yasaklanmıştır. Halbuki 1 Mayıs 1977’de olayı başlatan kişiler, görgü tanıklarının ifadelerine göre sivil polislerdir. Son iki yılda yaşanan olayların bir benzeridir 1977’de yaşanan. 1Mayıs’ta işçilere yasaklanan Taksim meydanı topçuya, popçuya, polis kutlamalarına ve dinci gösterilere açılmaktadır. Bu bir ikiyüzlülüktür. Bir yılı aşkın süredir ben yazmaktan bıktım ama onlar hala bıkmadılar, iktidar partisinin il başkanı gibi davranan vali ve pala bıyıklı emniyet müdürü İstanbul’a daha fazla zarar vermeden bu görevi bırakın. Ya Başbakana ne demeli ayaklar baş olunca kıyamet koparmış. Gerçekten çok haklı Başbakan. Türkiye bugün bu süreci yaşamaktadır. Ayaklar baş olmuş ve kıyamette her fırsatta koparılmaktadır. Çünkü bu kadro bu ülkeye yakışmamaktadır. DİSK’în öncülüğünde direngen bir tavır sergileyen sendikaları da kutlamak gerekmektedir. Başbakanı eleştiren yurttaşlar başlarına çuval geçirilerek gözaltına alınmaktadırlar. Bu nasıl bir anlayıştır, 4 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ SUNUŞ burası demokrasi ile yönetilen bir ülke mi, yoksa polis devleti mi? İnsanlar; iktidar yandaşlarının yazmış olduğu gazete haberlerine dayanarak saçma sapan gerekçeler ile gece 04:00’da gözaltına alınmaktadırlar. Neden 04:00’de yaparlar bunu hiçbir mantıklı açıklaması olduğunu sanmıyorum. 80 yaş üzerindeki ülkenin en ünlü gazetecileri arasında yer alan İlhan Selçuk’a bu davranışın hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Geçmiş olsun İlhan Selçuk, sana 12 Mart döneminde işkence yapanlar tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar ama sen bu ülkenin en önemli yazarısın. Sana bu muameleyi yapanlar da diğerleri gibi unutulacaklar. Ama senin yazıların(son yıllarda büyük çoğunluğuna katılmasam da) sonsuza kadar yaşayacak. İyi ki varsın, iyi ki bu ülkenin muhalif yazarları var. Tuzla tersanelerdeki iş cinayetleri devam etmektedir. 2000-2008 yılları arasında hayatını kaybedenlerin sayısı 60’a dayanmıştır. Limter-İş Sendikası, meslek odaları ve akademisyenlerden oluşan Tuzla Tersanelerini İzleme ve İnceleme Komisyonu Aralık 2007’de çalışmalarını tamamlayarak raporunu açıklamıştır. Tuzla’daki iş cinayetlerini araştırmak üzere kurulan Meclis araştırma komisyonu; ölümlere mazeret aramak yerine ölümlerin nedenlerini araştırıp, ölümlerin önlenmesi için yapılacakları kamuoyuna açıklamalıdır. Ayrıca bu komisyonun kurulması için neden 8 yıl beklendiğinin de kamuoyuna açıklanması gerekmektedir. Bu dönemde mecliste kabul edilen bir yasa ile bine yakın alt kademe belediyesi kapatılıp, bir kısmı mevcut ilçe belediyelerine bağlanırken bir kısmı da yeni kurulan belediyelere bağlanmıştır. Bunun gerekçeleri kamuoyuna tam olarak açıklanmamıştır. Acaba iktidar partisi bu operasyon ile kazanamadığı beldelerdeki belediyeleri kazanmak için mi bu yola gitmiştir? Bu konunun ve gerekçelerinin de açıklanması gerekmektedir. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü TMMOB birimlerinin içinde bulunduğu panel, müzik dinletisi gibi etkinliklerle kutlandı. Ayrıca Kadıköy’de düzenlenen mitinge üyelerimiz katılmışlardır. Emekçi kadınlarımız, emekçi kadınlar gününüzü tekrar kutlarım. TMMOB olarak iş kazasında kaybettiğimiz Gülseren Yurttaş’ın davasının takipçisiyiz. 30 Nisan 2008 günü yapılan duruşmaya TMMOB İstanbul Birimleri katıldılar. Delilerin toplanması için gelecek duruşma 11 Temmuz 2008 tarihine ertelendi. Bu davayı, TMMOB izlenmeye devam edecektir. Geçtiğimiz günlerde gelen bir haber Yayın Kurulumuzu yasa boğdu. İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Ölçü Yayın Kurulu Üyesi Hüseyin Duran arkadaşımızı kaybettik. Acımız sonsuzdur. Çalışkan bir arkadaşımızı kaybettik. Yayın Kurulumuz eksikliğini her zaman hissedecektir. Onun boşluğunu kapatmak çok zor olacaktır. TMMOB üyelerinin, ailesinin ve hepimizin başı sağ olsun. Anısı her zaman rehberimiz olacaktır. Işık içinde yat Hüseyin Duran bayrağını her zaman taşıyacağız. 2009 yılının Mart ayında Türkiye 5. Alternatif Dünya Su Forumu’na ev sahipliği yapacak. 5. Dünya Su Forumu İstanbul’da dünya su politikalarını tartışmak üzere toplanacaktır. Enerji, inşaat ve su başta olmak üzere pek çok şirketin içerisinde yer aldığı forumunun esas gündemi, Türkiye’deki su kaynaklarının, baraj vb. yatırımların özelleştirme ve piyasaya açılması olacaktır. Uluslar arası olarak yapılacak olan forumda; ülkemizde ve dünya da suyun yaşam hakkı olduğunu ve satılamayacağını haykıran örgütler de biraraya gelecektir. Paneller, atölye çalışmaları, basın açıklamaları ve kitlesel eylemlerle gerçekleştirilecek olan forumunun 3. hazırlık toplantısı yapılmıştır. Gelecek iki sayımızın konularını sanayileşme ve su olarak belirledik bu konularda çalışması bulunan üyelerimizin yazılarıyla bize katkıda bulunmalarını bekliyoruz. Gelecek sayımızda buluşmak dileğiyle, Münür Aydın Yayın Editörü Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 5 İKK’DAN PANEL “ÇALIŞMA YAŞAMINDA KADIN MÜHENDİSLER, MİMARLAR VE ŞEHİR PLANCILARI-2” TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Kadın Komisyonu’nun yaptığı “Çalışma Yaşamında Kadın Mühendisler, Mimarlar ve Şehir Plancıları - 2” Paneli 1 Mart 2008 günü Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Alaettin Anahtarcı Salonu’nda Yapıldı. “Simbat Müzik Grubu”nun müzik dinletisiyle son bulan panel Gülseren Yurttaş Anısına Hazırlanan Sunum’la başladı. Oturum Başkanlığını Yüksek Mimar Aynur Savaş’ın yaptığı panelde Endüstri Mühendisi Beyhan Tayat, “Cinsiyet Ayrımcılığı”; Dev. Sağlık İş Genel Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu, “SGGSS Yasasından Kadınların Etkilenimi”; İTÜ İşletme Fakültesi’nden Doç. Dr. Kadriye Bakırcı, “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Uygulamalarına Genel Bakış” konularında yaptıkları sunumlardan sonra konu ile ilgili forum gerçekleştirildi. 6 Etkinlik, forumun ardından müzik dinletisi eşliğinde kokteyl ile sonlandı. Geçen yıl yapılan aynı kapsamdaki etkiliğe ait bant çözümlerini içeren kitapçığın dağıtımı yapıldı. Ayrıca Gülseren Yurttaş anısına İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği dosya konusu ile çıkan ÖLÇÜ dergisinin de dağıtımı yapıldı. Etkinlik genel olarak işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda ve ayrıca işyerindeki duygusal şiddet konusunda yapılması gerekenler ile ilgili sorular merkezinde yoğunlaştı. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ İKK’DAN SAVAŞA VE İŞGALE KARŞI 15 MART’TA KADIKÖY’DEYDİK. ABD’nin Irak’ı işgalinin 5’inci yılı dolayısıyla nedeniyle gerçekleştirilecek miting öncesi 27 Şubat 2008 Çarşamba günü İstanbul Tabip Odası’nda basın açıklaması yapıldı. Basın açıklaması metni İstanbul Meslek Odaları Koordinasyon Kurulu Sekreteri Kazım Mermer tarafından okundu. Metin, 15 Mart 2008 günü Kadıköy’de yapılan mitinge çağrı ve Irak’ta yaşanan insanlık dışı işgalin son bulması için mücadele çağrısını içermektedir. Felluce katliamı yaşandı. ABD Irak’ı 5 yılda çok büyük bir hapishaneye çevirdi. Sadece Irak değil, son 5 yılda Afganistan, Filistin, Lübnan da işgal edildi, her biri ABD ve İsrail uçakları tarafından defalarca bombalandı. Ama petrol tekellerinin, silah şirketlerinin sözcüsü Bush ve ekibine bu kadar kan dökmek de yetmedi, yetmiyor ABD şimdi İran’ı hedef gösteriyor! Halkın muhalefeti ve 1 Mart 2003’de zirveye çıkan savaş karşıtı tepki sonu- İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu’nun örgütlediği mitingde, binlerce insan pankartlarla, sloganlarla barış talebini dile getirdi. Ankara’dan ve diğer illerden de katılımın olduğu mitingde, örgütler adına ortak açıklama TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı tarafından yapıldı. İMOK adına Kazım Mermer tarafından yapılan basın açıklamasını yayınlıyoruz. Ortadoğu’da halklar arasında kardeşliği zedeleyen savaş ve işgal, kadınları, çocukları, yaşlıları ve gençleri öldürüyor, acıları, yoksulluğu ve hastalıkları çoğaltıyor. Petrol şirketlerinin, silah şirketlerinin kasalarını dolduran savaş ve işgal, insanlık tarihine kara sayfalar eklemeye devam ediyor. Çünkü savaş varsa özgürlük ve demokrasi yoktur. Savaş kültürün, tarihin ölümüdür. ABD Irak’ı 5 yıldır öldürüyor. Emperyalistlerin Irak işgali 5 yıldır sürüyor. İşgal Irak’ta 5 yılda 1 milyondan fazla insan kaybına yol açtı. Ülke yağmalandı, Irak petrollerine ABD ve İngiliz petrol şirketleri el koydu. Irak’ta 5 yıldır süren işgalde yüz binlerce çocuk öldürüldü. Irak’a atılan binlerce tonluk bombaları üreten şirketler daha da zengin oldu. Irak’ta 5 yılda Ebu Garip işkencesi, kadınlara saldırı ve tecavüz, sivillere yönelik saldırılar ve Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 7 İKK’DAN cu işgale aktif destek vermeyi reddeden Türkiye’yi bu saldırgan planın parçası yapma çabaları da sürüyor. Hükümetimiz Ortadoğu’ya yönelik ABD operasyonunun bir parçası olmayı kesinlikle reddetmeli, İncirlik Üssü’nün bu amaçla kullanılmasına izin vermemelidir. BİZ ARTIK YETER DİYORUZ! Bu 5 yılda sadece ABD işgali ve onun yıkıcı sonuçlarına tanık olmadık. İşgale karşı direniş de devam ediyor. Tüm dünyada savaş karşıtları 5 yıldır mücadele ediyor. Türkiye’de 5 yıldır savaşa ve işgale karşı kampanyalar yapılıyor. Her yıl ABD’nin Irak’a saldırısı, başta ABD ve İngiltere olmak üzere küresel bir eylemle dünyanın birçok ülkesinde ve yüzlerce kentinde protesto ediliyor. Küresel eylem gününde “SAVAŞA ve İŞGALE HAYIR” DEMEK İÇİN, Tüm savaş ve işgal karşıtlarını 15 Mart Cumartesi Saat: 11.00’de Tepe Natulius önünde toplanıp, Saat: 13.00te KADIKÖY İSKELE MEYDANINDA BULUŞMAYA çağırıyoruz. Herkesi ABD’nin 5 yıllık zulmüne karşı ses çıkartmaya, savaşın ve şiddetin bölgeye yayılması politikalarına karşı çıkmaya çağırıyoruz. Yurttaşlarımızı ÜLKEDE, BÖLGEDE, DÜNYADA BARIŞ talebini yükseltmeye, savaş politikalarına karşı kendi hükümetimizi ve kamuoyunu uyarmaya, sesimizi dünyanın barış ve adalet yanlılarının sesiyle birleştirmeye çağırıyoruz. Irak’ta işgale son! İran Irak olmasın! Kazım MERMER İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu Genel Sekreteri İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası İstanbul Tabip Odası İstanbul Diş Hekimleri Odası İstanbul Veteriner Hekimler Odası İstanbul Eczacı Odası İstanbul Barosu 8 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ İKK’DAN İŞ CİNAYETİNDE KAYBETTİĞİMİZ GÜLSEREN YURTTAŞ’IN DAVASININ TAKİPÇİSİYİZ. 8 Şubat 2008 günü Sultanahmet Adliyesi önünde Gülseren’in ailesi, arkadaşları ve Birimlerimizden temsilcilerimizin katılımıyla bir aradaydık. 27 Eylül 2007 tarihinde Melen projesi kapsamında, İSKİ’den Kutay İnşaata havale edilen ve taşeron firma Detek Deniz Teknolojileri Ltd Şirketi’nin Salacak-Sarayburnu isale hattı Sarayburnu şantiyesinde, iş “kazası” sonucu hayatını kaybeden meslektaşımız Gülseren Yurttaş için açılan kamu davasının ilk duruşması 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yapıldı. Mahkemede Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Avukatı Nermin Kaplan, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Avukatı Can Atalay, Harita ve Kadast- ro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Avukatları Mahir Ay, Selva Özkarakoç bulundular. Mahkemenin ardından yapılan basın açıklamasında TMMOB İstanbul İKK Sekreteri Tores Dinçöz, Gülseren’in davasının ısrarlı takipçisi olacağımızı ve 30 Nisan 2008 günü yapılacak ikinci duruşmada da bir arada olunacağını ifade etti. 30 Nisan 2008 günü yapılan ikinci duruşmada ise Kutay İnşaat, Deteks Ltd’nin sorumluları, vinç operatörü ve diğer sorumlu hakim karşısındaydı. Duruşma sonunda delillerin değerlendirilmesi amacıyla gelecek mahkeme tarihi 11 Temmuz 2008 olarak belirlendi. 11 Temmuz 2008 günü saat 08.30’da Sultanahmet Adliyesi’nde olacağız. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 9 İKK’DAN İŞLER TAŞERONLARA, SORUMLULUKLAR BAŞKALARINA DEVREDİLEMEZ. 18 Mart günü Gaziosmanpaşa’da doğalgaz borusunun delinmesi konusunda yaşanan patlama ile ilgili olarak 20 Mart 2008 Perşembe günü Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Toplantı Salonu’nda basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasına; Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Erhan Karaçay, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden Tekin Akçapınar, Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubesi’nden Hatice İncekara, Kimya Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden Erkan Aslan, Metalurji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden Çetin Durukanoğlu, Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden Dinçer Mete, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden Pınar Hocaoğulları katıldı. Basın açıklamasını TMMOB İstanbul İKK adına Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi YK Başkanı İlter Çelik okudu. Basın açıklamasını yayınlıyoruz. Kazada ölen çocuğumuzun yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar dileriz. Yapılan incelemeden anlaşıldığına göre kazı çalışmasının başlangıcında önce iş makinası tarafından yeraltı elektrik hattı kopartılmıştır. Çalışmanın bu aşamada durdurulması gerekirken, çalışmaya devam edilmiş ve 1 metre aşağıdaki doğal gaz boru hattına kadar ulaşılmıştır. Gerekli izinler alınmadığı için İGDAŞ temsilcisi bulunmadan devam eden kazı çalışması, ehliyetsiz operatörün boruyu delmesi ve yarım dakika sonrasında da patlama ve yangın ile sonuçlanmıştır. İş makinası sürücüsünün operatör belgesi olmadığı belirlenmiş ve kazı çalışması için alınması gereken yasal izinin olmadığı ise İGDAŞ’ın açıklamalarıyla ortaya çıkmıştır. Değerli Basın Mensupları, Değerli Basın Mensupları, 18 Mart 2008 Salı günü Gaziosmanpaşa Barboros Hayrettin Paşa Mh. 1110/2 Sk. No:28 Huzur Apt. dışkapı girişinde, İSKİ adına kazı çalışması yapan taşeron Atilla İnşaat firmasının işe uygun olmayan, ehliyetsiz personelinin kullandığı iş makinası tarafından doğalgaz borusunun delinmesi suretiyle bir faciaya daha, bir iş cinayetine daha neden olunmuş, 1 çocuğun ölümüne 11 kişinin yaralanmasına, büyük boyutta maddi hasara yol açılmıştır. 10 Kentimizde her türlü kazı çalışması yapılması için Büyükşehir Belediyesine bağlı ALT YAPI KOORDİNASYON MERKEZİ’nden ruhsat alınması yasal zorunluluktur. Bu merkeze gelen kazı talepleri ilgili tüm kurum temsilcileri tarafından incelenir, gerekli uyarılar kazıyı yapacak kuruluşa yazılı olarak bildirilir. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ İKK’DAN Kazı günü ve saati tespit edilerek, riskli konularla ilgili (bu olayda İGDAŞ) kurum temsilcilerinin kazı yerinde hazır bulunması sağlanır. Bu prosedürün işletilmesi ve denetlenmesinden İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkili ve sorumludur. Bu olayda anlaşıldığı kadarı ile kazıyı yaptıran İstanbul Su ve Kanalizasyon İşletmeleri - İSKİ, taşeron firmasına gerekli izin ve ruhsatları aldırmadığı için olaydan birinci derecede sorumludur. İşi yapan taşeron firma ise izinsiz kazıya başlamasının yanı sıra, kazı esnasında gerekli iş güvenliği tedbirlerini almamıştır. Ülkemizde her yıl iş kazalarında 3000 kişi ölmektedir. İş kazalarında kaybolan iş günü sayısı 1.5 milyonu bulmaktadır. İş kazalarındaki bu rakamlarla dünyada dördüncü ülkeyiz. Bu kazalara yol açan zihniyeti incelediğimizde karşımıza tek bir gerçek çıkmaktadır. Daha fazla kar elde etme hırsı. Taşeronlaştırma sistemi insan hayatını geri plana atmakta, kar elde etmeyi öne çıkarmaktadır. Bu olayda ruhsat almak için, İş güvenliği tedbirleri almak için ve iş makinası ehliyeti almak için harcanması gereken en fazla 300 YTL için bir çocuk ölmüş, 11 kişi yaralanmıştır. Kazı alanının şeritlerle kapatılması sağlanmamıştır. Kazı çalışmasını seyretmeye çalışan vatandaşların yeterli uzaklıkta tutulması sağlanmamıştır. Çalışma anında iş makinasının kendisinin bile sokaktan geçen herhangi bir insana zarar vermesi mümkündür. Açılmakta olan çukura birisinin düşmesi mümkündür. Doğabilecek ani patlama ve yangınlardan çevrede dolaşanların etkilenmesi mümkündür. Tüm bu risklere karşı alınması çok basit bir tedbir olan kazı çevresinin şeritle veya herhangi bir engelle kapatılması bu olayda sağlanmamıştır. Yine taşeron firma iş makinasında ehliyetsiz bir personel çalıştırmıştır. Karayolları trafik kanunu gereği bu tip bir kazı makinasında G SINIFI EHLİYETLİ bir operatörün çalışması zorunludur. Geçtiğimiz bir yılda İSKİ’nin taşeronlarının yol açtığı ölümlü iş kazaları şunlardır: • Şubat 2007 de Tavukçu deresinde taşeron firmanın yol açtığı kazada bir kişi öldü. • Eylül 2007’de Büyükçekmecede taşeron firmanın yol açtığı kazada 3 kişi atıksu kolektörü içinde öldü • Ekim 2007’de Melen projesinde çalışan Meslektaşımız Gülseren Yurttaş 5 tonluk vincin altında kalarak öldü. • 2007’de Sarıyer’de hafriyat kamyonu 1 kişinin ölümüne yol açtı. • Ocak 2008’de Bağcılar’da taşeron firmada çalışan işçi toprak kayması sonucu öldü. Bu kar hırsı sürdüğü sürece ülkemizde iş kazalarının önüne geçilmesi mümkün görünmemektedir. Bu ehliyetlerde çalışılan makinanın cinsi de ayrıca yazılı olarak belirtilir. Hiçbir personel eğitimini almadığı ehliyet sahibi olmadığı iş makinasında çalıştırılamaz. Özellikle denetleme ve cezalandırma yetki ve sorumluluğu olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi görevini yerine getirmemektedir. Bu olayda Büyükşehir Belediyesine bağlı bir kamu kurumu olarak İSKİ, izinsiz ruhsatsız kazı çalışması yaptırdığı, iş güvenliği tedbirlerini aldırmadan işe başlattığı ve ehliyetsiz, eğitimsiz bir personel ile iş makinası çalıştırılmasına göz yumduğu için taşeron firma ile birlikte birinci derecede sorumludur. Taşeronlaştırma ülkemizde meta ve hizmet üretiminde kamu ve özel sektörde istisna olmaktan çıkarak hakim olmaktadır. Özellikle kamu sektöründe işçi alımları azaltılarak, işin kurum tarafından yapılması yerine kamu kaynaklarının Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 11 İKK’DAN özel çıkarlara peşkeş çekilmesi için taşeron firma aracılığı ile yaptırılması birçok kurumda görülmektedir. Kâr hırsı, ucuz, vasıfsız emek ve ucuz, kalitesiz malzeme kullanmaya neden olmakta, dolayısı ile kârı artırmaya çalışırken kamu güvenliğini ve insan sağlığını tehdit eden bir üretim anlayışı hakim olmaktadır. Davutpaşa’da yaşanan patlamada, Tuzla’da yaşanan “iş cinayetlerinde”, Melen Suyu Projesinde Şantiye içinde gerekli iş güvenliği önlemlerinin alınmaması sonucu yaşanan “iş cinayetiyle” kaybettiğimiz Harita Mühendisi Gülseren Yurttaş arkadaşımızın ölümünde olduğu gibi taşeronlaştırma ve denetimsizlik bu olayda da karşımıza çıkmıştır. Bu tür iş kazalarının tekrar yaşanmaması için; 1. Özellikle kamu sektöründe işin kurum tarafından yapılması yerine taşeron firma aracılığı ile iş yaptırılması yöntemi terk edilmelidir. 2. Yapılacak olan tüm alt yapı çalışmalarında ALT YAPI KOORDİNASYON MERKEZİ’nden ruhsat alınması gerekir. Ülkemizde her yıl iş kazalarında 3000 kişi ölmektedir. İş kazalarında kaybolan iş günü sayısı 1.5 milyonu bulmaktadır. İş kazalarındaki bu rakamlarla dünyada dördüncü ülkeyiz. 3. İş makinalarını kullanacak olan personelin iş makinası operatör eğitimi almış olması sağlanmalıdır. 4. Altyapı çalışmalarına başlamadan önce kazı sahasında iş güvenliği ile ilgili gerekli tüm önlemlerin alınması ve iş güvenliği yetkilisinin onayından sonra çalışmalara başlanması sağlanmalıdır. 5. Altyapı çalışmasında görev alacak olan tüm personelin iş güvenliği konusunda eğitim almış olması gerekir. 6. Yapılacak olan kazı çalışmalarının iş talimatlarının hazırlanması ve uygulanması gerekir. 7. Altyapı çalışmasını organize eden, denetleme ve cezalandırma yetki ve sorumluluğu olan başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere İSKİ, İGDAŞ, İETT vb. kurumlar sorumluluklarını başka kurumlara atmak yerine görevlerini yerine getirmeli, sorumluluklarını üstlenmelidir. TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ İSTANBUL İL KOORDİNASYON KURULU 12 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ İKK’DAN AKP VE MHP’NİN ANTİ-LAİK, GERİCİ GİRİŞİMİNE KARŞI HEP BİRLİKTE MÜCADELE EDECEĞİZ. 1 Şubat 2008 günü Cuma günü Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu bileşenleri AKP ve MHP’nin anti laik ve gerici girişimlerine karşı ortak basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında bilgilendirmeyi TMMOB İstanbul İKK Sekreteri Tores Dinçöz, İstanbul Eczacı Odası, İstanbul Diş Hekimleri Odası ve İstanbul Tabip Odası Temsilcileri gerçekleştirdi. Basın açıklamasını İstanbul Tabip Odası Başkanı Özdemir Aktan okudu. Basın açıklaması metnini yayınlıyoruz. İktidar partisi AKP ve bütün kritik AŞAMALARDAKİ dayanağı MHP’nin üniversitelerde türban serbestisi adı altında Anayasa’da yapmaya çalıştıkları değişikliği kaygıyla izliyoruz. Öncelikle belirtmek isteriz ki bugünkü tartışma, topluma yansıtılmaya çalışıldığı gibi, üniversitelerdeki türban yasağının akademik özgürlükler çerçevesinde kaldırılması değildir. AKP ve MHP gibi özgürlük, insan hakları ve demokrasi taleplerine karşı en duyarsız iki siyasi akımın özgürlükler alanını genişletmek gibi bir hedefleri olmadığı açıktır. Bütün politik tarihleri boyunca düşünce, ifade, örgütlenme ve hak arama yasaklarının savunuculuğunu ve uygulayıcılığını yapanların türbanla ilgili düzenlemeyi özgürlükçü bir girişim olarak kabul ettirmeye çalışması inandırıcılıktan uzaktır. Öngörülen düzenlemede hizmet alan-hizmet veren ayrımının yapılacağı ve uygulamanın üniversitelerle sınırlı kalacağı iddiasının da sadece mevcut tepkileri azaltma- ya yönelik taktik bir savunma olduğu açıktır. Türbanla ilgili yıllardır yürütülen tartışmalar bir yana, AKP üyesi politikacıların son günlerde yaptıkları açıklamalar uygulamanın diğer öğretim kurumlarına ve tüm devlet dairelerine yaygınlaşacağını ve giderek başı açık kadınlar için bir tehdide dönüşeceğini göstermektedir. Nitekim, böyle bir düzenleme yapılmadan önce bile, AKP’nin beş yıllık iktidar döneminde yaşananlar ortadadır. Mevcut mevzuata göre yasak olmasına rağmen başta devlet hastaneleri olmak üzere kamu kurumlarında türban takılması hızla yaygınlaşmıştır ve yasaları uygulamakla görevli olan AKP bürokratları tarafından önlenmek bir yana görmezden gelinmekte; hatta teşvik edilmektedir. Bu durum önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeleri gözler önüne sermektedir. Türkiye’nin iki yüz yıllık modernleşme surecinde laiklik/ sekülerleşme sorunu tam anlamıyla çözülememiştir ve bugünkü uygulamalar da bir dizi problemi taşımaktadır. Bunların başında İslamiyetin belirli bir mezhebinin yorumlarını esas alan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devletin örgütlenmesi içinde yer alması; başta Alevilik olmak üzere diğer bütün mezhep ve dinlerin devlet tarafından resmi olarak tanınmaması; sadece Sünni İslam’ın öğretildiği din derslerinin okullarda zorunlu olması gibi uygulamalar gelmektedir. Modernleşme sürecindeki bütün ilerlemelere rağmen dinin toplumsal yaşamdaki ağırlığının yaygın olarak sürdürülmesi de laikliğin önünde önemli bir engel olarak durmaktadır. Ancak bütün bu sıkıntılar ülkemizin Osmanlı İmpara- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 13 İKK’DAN torluğu döneminde başlayan ve Cumhuriyet döneminde ilerleyen laik birikiminin önemini ortadan kaldırmamakta; tersine daha da önemli kılmaktadır. Bugün gerekli olan laikliğin daha da derinleştirilmesi, yaygınlaştırılması ve dinin toplumsal yaşamın dışında bireysel pratiklerle sınırlanmasıdır. AKP ve MHP’nin oluşturduğu “Kutsal İttifak”ın yapmaya çalıştığı ise tam tersidir. Ülkemizin laik birikimi sistemli ve ısrarlı bir biçimde aşındırılıp, bütün toplumsal yaşam dini kurallara göre düzenlenmeye çalışılmaktadır. Diğer yandan; laikliğe yönelik bu son girişimin sahipleri olan AKP ve MHP’nin 12 Eylül askeri diktatörlüğünün resmi ideolojisi olan Türk-İslam Sentezinin ikiz kardeşleri olması siyasi tarihimiz açısından son derece ibret vericidir. Sadece bu olgu bile laikliğin savunulmasının askeri/ militer girişimlere bel bağlanarak mümkün olmadığını göstermektedir. Laiklik; demokrasinin, insan haklarının, düşünce, ifade ve bilimsel özgürlüğün olmazsa olmaz koşuludur. Laikliğe en çok ihtiyaç duyanlar özgürlük, eşitlik, insanca yaşanacak bir dünya talebiyle mücadele eden sivil yurttaşlardır ve laiklik ancak onların mücadelesiyle savunulup ilerletilebilir. Bu mücadele için gerekli tecrübe ve güç bu topraklarda laiklik hedefiyle iki yüz yıldır yürütülen mücadele birikimindedir. Modernleşme sürecindeki bütün ilerlemelere rağmen dinin toplumsal yaşamdaki ağırlığının yaygın olarak sürdürülmesi de laikliğin önünde önemli bir engel olarak durmaktadır. Biliyor ve inanıyoruz ki; bu birikimin AKP ve MHP’nin oluşturduğu “Kutsal İttifak” eliyle teslim alınması mümkün değildir. İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu’nu oluşturan bizler, bugün gündemde olan anti-laik, gerici girişime karşı bütün üyelerimizle birlikte mücadele edeceğimizi kamuoyuna saygılarımızla duyururuz. İSTANBUL MESLEK ODALARI KOORDINASYONU 14 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ İKK’DAN SU YAŞAMDIR, YAŞAMLARIMIZ SATILIK DEĞİL! 15 Nisan 2008 günü Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde Alternatif Dünya Su Forumu Hazırlık toplantısı için yapılan çağrı metnini yayınlıyoruz. 2009 yılının Mart ayında Türkiye önemli bir toplantıya ev sahipliği yapıyor. 4. Dünya Su Forumu İstanbul’da dünya su politikalarını tartışmak üzere biraraya gelecek. Devlet yönetimlerinin ve özel şirketlerin domine ettiği forumda bugüne kadar ‘su’ sorununu yaratanlar konunun ‘çözümlerini’ arayacak. Sosyal hareketlerin de dışlandığı bu kapalı ‘forum’un esas gündemi, Türkiye’deki su kaynaklarının, baraj vb. yatırımların özelleştirilme sürecine açılması olacak. Bizler inanıyoruz ki, su dünyadaki bütün insanların ortak kamusal mülkiyetidir. Kim olursa olsun suyu özel mülkiyet olarak görüp kullanamaz. Su tüm ekosistemlerin vazgeçilmez kaynağı ve temel ihtiyacıdır. Suyun vazgeçilmez özelliğinden dolayı tüm insan topluluklarının ve her insanın suya – özelde içme suyuna – yeterli nitelik ve nicelikte erişim hakkına sahip olmalıdır. Toplumun refahı su olmadan çoğalamaz, su başka bir kaynakla ölçülemez, kar amacıyla değişilemezdir. Su kaynakların yönetimi ve kullanımı en az ekonomik ihtiyaçlar kadar toplumsal eşitlik ile ekolojik/çevresel ihiyaçları gözeterek uzun vadeli (sürdürebilir) şekilde planlanıp uygulanmalı. Su kaynakları ile alınacak kararlar toplumun en geniş kesimi tarafından demokratik yönteme dayanarak alınmalı, yerel ve bölgesel düzeydeki topluluklar ve insanlar özellikle bu sürece aktif şekilde dahil edilmelidir. Suyun yönetimiyle ilgili kararlar sosyo-ekonomik çoğunluluklara ve kültürel farklılıklara saygı temelinde alınmalıdır. Bu düşüncelerle hareket eden bizler, Dünya’daki çok sayıda sosyal hareketle birlikte 2009 Mart’ında İstanbul’da Alternatif Su Forumu’nu düzenleyeceğiz. Su ile ilgili birçok başlığı tartışacağımız bu forumun detaylarını ele alacağımız 21 Nisan 2008 tarihindeki toplantıya sizlerin de katılımını bekliyoruz. Çağrıyı yapan örgütler : Suyun toplumlar, insanlar, cinsiyetler ve ülkeler arası dayanışmanın gelişmesine katkıda bulunması gerekir. Su kaynakları dünya ve bölgeler düzeyinde, insanların gelirleri ile eşitsiz şekilde dağılmıştır. Ancak suya erişiminin insanlar, topluluklar ve bölgeler arası böyle olması/kalması gerektiği anlamına gelmez. Çoğu hükümet su kaynaklarını ekonomik gelir olanağı olarak yoğun bir şekilde kullanıyor. Bunu yaparken genelde ekonomik karı temel alarak yapıyor, bu da çok sayıda olumsuzluğa neden oluyor. DİSK, KESK, TMMOB adına İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, TTB 21 Nisan 2008 Pazartesi günü Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde; 2009 yılının Mart ayında İstanbul’da gerçekleştirilecek 5. Dünya Su Forumu’na alternatif bir forum düzenleme çağrısı yapan, TMMOB, KESK, DİSK ve TTB hazırlıklara başladı. Bu çerçevede, ilk hazırlık toplantısı yapıldı. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 15 İKK’DAN Dünya’da su sorununu yaratan devlet yönetimlerinin ve özel şirketlerin organize ettiği 5. Dünya Su Forumu’na alternatif olarak düzenlenmesi planlanan “Alternatif Forum”un ilk hazırlık toplantısında eylem ve etkinliklerin genel çerçevesi çizildi. Sosyal hareketlerin dışlandığı 5. Dünya Su Forumu’nun esas gündeminin, “Türkiye’deki su kaynaklarının, baraj vb. yatırımların özelleştirilme sürecine açılması olduğu” ifade edilen hazırlık toplantısında, 2007 yılında Kenya, Meksika ve Bolivya’da yapılan paneller, sempozyumlar, açık oturumlar hatırlatılarak, tüm dünyada suyun özelleştirilmesine karşı verilen mücadelelerin önemine değinildi ve bu mücadelenin genişletilmesini sağlayacak olması açısından İstanbul’da yapılacak olan Alternatif Su Forumu’nun anlamına dikkat çekildi. Toplantıda, Alternatif Su Forumu sürecinin etkin örgütlenmesi, farklı başlıklarda atölye çalışmalarının belirlenmesi, ülke çapında bu konuda etkin olarak faaliyet yürüten yapılara ulaşılması ve İstanbul merkezli bir muhalefetin örülmeye çalışılması kararlaştırıldı. Forumun örgütlenmesi aşamasında ulusal ve uluslarası tüm yapılarla bağlantıya geçilmesinin önemine de vurgu yapıldı. Toplantıda; konu ile ilgili olarak örgütlenme sürecinin sendikalar, meslek odaları, siyasi yapılar, dernekler ve bu konuya duyarlı olan tüm bireylere açık olarak gerçekleştirilmesinin gerekliliği ifade edildi. Toplantıya katılımının arttırılması amacıyla tüm bileşenlerin etkin duyuru yapmasına ve geniş katılımlı ikinci toplantının 12 Mayıs 2008 Pazartesi günü yapılmasına karar verildi. Toplantıya, TMMOB Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil, TMMOB İstanbul İKK Sekreteri Tores Dinçöz, TMMOB İstanbul Birimlerinden Yönetim Kurulu Üyeleri ile meslek örgütü, sendika ve demokratik kitle örgütlerinden temsilciler katıldı. 16 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ İKK’DAN HERKESE SAĞLIK GÜVENLİ GELECEK İÇİN BİRLEŞİK MÜCADELEYE… 6 Mart 2008 günü Taksim Tramvay durağında SSGSS Yasa Tasarısına karşı oluşturulan Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu basın açıklaması gerçekleştirdi. Herkese Sağlık Güvenli Gelecek talepli imza kampanyası 6 Mart Perşembe günü saat 12.30’da Taksim Tramvay Durağı’nda gerçekleştirilen basın açıklamasıyla başlatıldı. “Kendimiz için, çocuklarımız için, kardeşlerimiz için sağlık ve sosyal güvenlik hakkımıza sahip çıkmak için; işçisi, kamu çalışanı, esnafı, çiftçisi, emeklisi, yaşlısı, genci, hep birlikte bu gayri vicdani, gayri ahlaki, gayri insani saldırıyı durdurmak için” İstanbul’un 12 ayrı merkezinde imza standları açıldığı belirtildi. 5 Mart - 24 Mart 2008 tarihleri ve saat 10.00-17.00 arasında stand açılan yerlerin listesi aşağıdadır: *Ümraniye İlçesi İnkılap Mah. Alemdağ Caddesi Eski Kaymakamlık Önü, Esenşehir Mah. A ve İmes E kapısı önünde, * Pendik İlçesi Batı Mah. Ankara Caddesi üzerinde bulunan Denizbank ile Eski Balıkçılar Çarşısının bulunduğu alanda, * Üsküdar İlçesi Mihrimah Sultan Tıp Merkezi önünde, Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 17 İKK’DAN * Maltepe İlçesi Atatürk Cad. Hayal Çay Bahçesi önünde, * Kadıköy İlçesi Haydarpaşa İskelesi önünde, * Kartal İlçesi Kartal Meydan Atatürk Büstü yanında, Odası II. Başkanı Dinçer Mete ve diğer bileşenleri temsilci tarafından gerçekleştirildi. Basın açıklamasını yayınlıyoruz: EMEK ÖRGÜTLERİ HALKIN TALEPLERİNİ ESAS ALMALI, YANLIŞA ORTAK OLMAMALIDIR! * Tuzla İlçesi Tuzla İçmeler Tren İstasyonu önünde, * Bahçelievler İlçesi Haznedar Meydanı‘nda, * Avcılar İlçesi Hacı Ahmet Tükenmez Camii ile Endüstri Meslek Lisesi arasındaki yaya yolunda, * Beşiktaş İlçesi Atatürk Cumhuriyet ve Demokrasi Anıtı Meydanında, “TADİLÂT” HİÇBİR SORUNU ÇÖZMEZ; SOSYAL GÜVEN(SİZ)LİK VE GENEL SAĞLIK(SIZLIK) SİGORTASI GİRİŞİMİNİN TEMEL PARAMETRELERİ DEĞİŞTİRİLMELİDİR! AKP Hükümeti’nin Sosyal Güvenlik “Reformu” adı altında hayata geçirmeye çalıştığı düzenlemelerin toplumun emeğiyle geçinen bütün kesimlerinin sağlık ve sosyal güvenlik haklarına bir saldırı olduğunu defalarca ifade ettik. * Gaziosmanpaşa İlçesi Belediye Meydanında, * Beyoğlu İlçesi TÜYAP Parkı‘nda standlar açıldı. EMEK PLATFORMU’NUN ÇAĞRISIYLA SSGSS YASA TASARISINA KARŞI TÜNEL’DEN TAKSİM’E 5000 KİŞİ YÜRÜDÜ. 13 Mart 2008 Perşembe günü Emek Platformu’nun çağrısıyla SSGSS Yasa Tasarısına karşı; geleceğimize ve haklarımıza sahip çıkmak için, duymayan kulaklara haklı sesimizi duyurmak için, bebeklerin sütüne, emeklinin aylığına göz dikenlere dur demek için 5000 kişi yürüdü. TMMOB Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu ve diğer konfederasyonlardan yöneticilerin de katıldığı eylem, Beyoğlu’nda Tünel’den başlayan yürüyüşün sonunda Taksim Meydan’da yapılan basın açıklaması ile sonlandı. Basın açıklamasında ve yürüyüşte, SSGSS Yasa Tasarısı ile gelen olumsuz değişikliklerin varlığını kabul etmeyen AKP Hükümetine eleştiriler sloganlarla ifade edildi. Eylemlerin süreceğini ve Emek Platformu’nun çağrısıyla 14 Mart Cuma günü yarım günlük iş bırakma eylemi ve 11:30’da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi önünde toplanılarak, Saraçhane’ye yürüyüş gerçekleştirileceğini bilgisi verildi. İfade etmekle yetinmedik; aylardır toplantılarla, panellerle, basın açıklamalarıyla, yürüyüşlerle, bildirilerimizle, pankartlarımızla, dövizlerimizle, sloganlarımızla milyonlarca vatandaşımıza anlattık. Nitekim Emek Platformu’nun çağrısıyla 13–14 Mart 2008 günlerinde ülkemizin dört bir yanında Türkiye emek hareketinin uzun yıllardan sonraki en kitlesel eylemleri hayata geçirildi. Mahallelerde, fabrikalarda, hastanelerde, meydanlarda, sokaklarda, otobanlarda gerçekleştirilen protestolara toplumsal katılım ve destek muazzam oldu. Bu muazzam tepki Sosyal Güven(siz)lik ve Genel Sağlık(sızlık) Sigortası girişiminin toplumumuzun vicdanında müebbeten mahkûm olduğunu herkese gösterdi. Bu ülkenin yalnızca örgütlü çalışanları değil, emeklileri, gençleri ve kadınları talepleri için ortaya çıktı, mahallelerde esnaf tepkileri kepenk kapatmaya kadar vardı. AKP Hükümeti; milyonlarca emekçinin gösterdiği tepki karşısında Sosyal Güven(siz)lik ve Genel Sağlık(sızlık) Sigortası girişimini emek örgütleriyle birlikte tekrar gözden geçirme kararı aldı. Ancak bu gözden geçirmenin çerçevesinin sadece küçük düzeltmelerle sınırlı kalacağını, temel parametrelerde ise hiçbir değişikliğe gitmeyeceğini açıkladı. Bu temel parametreler ki; 20 Mart 2008 günü Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu bileşenleri ortak basın açıklaması yaptı. Basın açıklanması TMMOB İstanbul İKK adına Makina Mühendisleri 18 * Emeklilik yaşını ve prim gün sayısını emekliliği imkânsız hale getirecek ölçüde yükseltecek, Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ İKK’DAN * Emekli maaşlarını %23 ile % 33’e varan oranlarda düşürecek, * Gazeteciler, posta dağıtıcıları, zabıtalar, havayolları çalışanları gibi bir dizi meslekte yıpranma payını ortadan kaldıracak kadar gayri insani; * Malullük ve ölüm aylığını hak etmek için gerekli hizmet süresini 10 yıla, prim gün sayısını 1.800’e çıkaracak, * Sigortalıların çocuklarına verilecek emzirme ödeneğini altı aydan bir aya indirecek, * Sigortalıların dul eşlerinin maaşlarını %75’ten %50’ye düşürecek kadar gayri vicdani; * Aylık geliri asgari ücretin üçte birinden fazla olan bütün vatandaşların Genel $ağlık $igortası primi ödemesini zorunlu kılacak, * Özel sağlık sigortası yaptıracak parası olmayan vatandaşlara ancak asgari/sınırlı sağlık sigortası hizmeti sunacak, * Primlerini ya da kendisinden istenecek ilave ücretleri ödeyemeyecek vatandaşları sağlık hizmetinden mahrum bırakacak kadar gayri ahlâki hükümleri içermektedir. Oysa temel sorun tam da bu temel parametrelerin değiştirilmesidir. Türkiye’nin gerçek bir sağlık ve sosyal güvenlik reformuna ihtiyacı olduğu açıktır. Ancak bu reformun temel parametreleri; * Çalışanların emeklilik hakkının genişletilmesi için mevcut emeklilik yaşının ve prim gün sayısının düşürülmesi, * Emekli maaşlarının insanca yaşanabilecek düzeye çıkarılması, * Nüfus cüzdanına sahip olan bütün vatandaşlara, prim ödeme gücü olsun olmasın, eşit/ücretsiz/nitelikli sağlık hizmeti sunulması, İşçisi, kamu çalışanı, esnafı, çiftçisi, emeklisi, yaşlısı, genci, ev kadını, öğrencisi ile bu ülkenin çalışan ve üreten bütün insanları ve onların çocuklarının siyasi iktidardan talebi bu doğrultuda yapılacak bir reform, Emek Platformu’ndan beklentisi böyle bir reform için mücadeledir. Hâlbuki Sosyal Güven(siz)lik ve Genel Sağlık(sızlık) Sigortası girişiminin temel parametrelerini değiştirmeden yapılacak bir tâdilatın bu talepleri karşılaması mümkün değildir. Bu nedenle öncelikle mevcut SSGSS Kanun Tasarısı’nda tadilât yapma çalışmalarından vazgeçilmeli, Tasarı tamamen geri çekilmelidir. Öte yandan, özellikle 13–14 Mart 2008 günü gerçekleştirilen eylemler toplumun geniş kesimlerinin gönlünün kazanmış; Emek Platformu’na ve onu oluşturan örgütlere olan desteğini fevkalâde arttırmıştır. Bu koşullarda, Emek Platformu’nun SSGSS Kanun Tasarısı’nda sınırlı bir tadilâtı her ne gerekçeyle olursa olsun kabul etmesi ise başta kendisini oluşturan örgütlerin üyeleri olmak üzere çalışan kesimleri hayal kırıklığına uğratacak ve bu süreçte oluşan güveni yok edecektir. Oysa, Sosyal Güven(siz)lik ve Genel Sağlık(sızlık) Sigortası düzenlemesini bir kenara atıp toplumun emeğiyle geçinen kesimlerine sağlıklı bir yaşam ve güvenli bir gelecek sağlayacak gerçek bir reform için mücadele etme imkânı bugün her zamankinden daha fazladır. Bugün, sağlık ve sosyal güvenlik haklarımız için en büyük güvencemiz kendi gücüne güvenen ve iradesini ortaya koymaktan çekinmeyen bir emek hareketidir. Son olarak, beş buçuk yıldır iktidarda bulunan AKP’ye bir uyarıda bulunuyor ve uyarımızın sağduyu ile değerlendirileceğini umuyoruz: Cumhuriyet tarihinin bu en gayri insani, bu en gayri vicdani, bu en gayri ahlâki Sosyal Güven(siz)lik ve Genel Sağlık(sızlık) Sigortası girişimini IMF’nin dayatmasına boyun eğerek TBMM’den geçiren bir siyasi partinin sonraki günlerde bu icraatının mağdurlarına ülkemizde yaşanan son gelişmeler bahanesiyle kendisinin “mağdur” olduğunu anlatmaya çalışması beyhude bir çaba olacaktır. * Başta çocuklar, yaşlılar, kadınlar ve engelliler olmak üzere toplumun bütün dezavantajlı gruplarına ilave kolaylaştırıcı imkânların sağlanması, Kısacası; “Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek Hakkı” olmalıdır. SSGSS Yasa Tasarısı ile ilgili olarak 27 Mart 2008 tarihinde yapılan basın açıklamasını yayınlıyoruz: Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 19 İKK’DAN SOSYAL GÜVEN(SİZ)LİK VE GENEL SAĞLIK(SIZLIK) SİGORTASININ “TEMEL PARAMETRELER”İ DEĞİŞMEDİ MUTABIK DEĞİLİZ! Türkiye’de dört aydır sağlık ve sosyal güvenlik tartışılıyor. Gerek 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Kanunu, gerekse bu kanunda değişiklik yapılmasına dair Kanun Tasarısı toplumun tüm kesimlerinin gündeminde. Konu bütün yurttaşların hayatını yakından ilgilendiren yüzlerce düzenlemeyi içermekte. Bu düzenlemelerin esasını ise şu dört “temel parametre” oluşturmakta: 1Emeklilik yaşının yükseltilmesi ve prim gün sayısının arttırılması yoluyla emekliliğin imkânsızlık derecesinde zorlaştırılması, 2Aylık bağlama oranlarının ve güncelleme katsayısının azaltılması yoluyla emekli aylıklarının düşürülmesi, İşte, 14 Mart 2008 günü bütün SSGSS mağdurları tam da bu “temel parametreler”e karşı itirazlarını yükselttiler. Bunun üzerine daha birkaç gün önce SSGSS Kanunu’na karşı çıkanları yalancılıkla suçlayan siyasi iktidar Emek Platformu’yla görüşmeler yapmak zorunda kaldı. Bu görüşmeler sonrasında yapılan açıklamalar taraflar arasında büyük ölçüde mutabakat sağlandığı yönünde oldu. Ancak ortada bir mutabakat metni olmadığı gibi şu ana kadar kamuoyuna ayrıntılı ve tatmin edici bir açıklama da yapılmadı. Bununla birlikte bugüne kadar kamuoyuna yansıyan bilgiler Hükümet’in bu temel parametrelerden sadece emeklilik için asgari prim gün sayısının 7.200 gün olmasını kabul ettiği yönünde. Öncelikle belirtmek gerekir ki; halen yürürlükte olan mevzuata göre işçiler zaten 7.000 gün prim ödeyerek emekli olabilmektedirler. Gerçekte söz konusu olan 5510 Sayılı Kanun’la 9.000 güne yükseltilen prim gün sayısının 7.200 güne “düşürülmesi” değil, “yükseltilmesi”dir. 3Sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeyi prim ödeme zorunluluğuna bağlayıp; % 20’den başlayıp % 300’e kadar çıkan yeni “ilave ücret”ler ve özel sağlık sigortacılığı yoluyla sağlık hakkının kısıtlanması, Üstelik emeklilik yaşı 65’e yükseltildiği için prim gün sayısının 7.200 olması yalnız başına bir anlam ifade etmemektedir. Örneğin 20 yıl sigortalı olarak çalışıp 7.200 gün prim zorunluluğunu 45 yaşında dolduran bir işçinin emekli aylığı alabilmesi için bir 20 yıl daha beklemesi gerekecektir. 4Sağlık için ayrılan kamusal kaynakların özel sağlık sektörüne akıtılmasını sağlayan düzenlemelerle sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi. Aynı şekilde emekli aylığı bağlanma oranın sigortalılıkta geçen ilk on yıl için % 3’e “çıkarılmakta” değil, mevcut durumdaki % 3,5’dan aşağı “düşürülmekte”dir. Çalışma 20 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ İKK’DAN hayatına yeni başlayacaklar için ise ilk on yıl da dahil % 2’lik bir oran uygulanacak ve emekli aylıkları % 23 ile % 33 arasında düşecektir. Öte yandan, işçiler için mevcut durumda prim güncelleme katsayısında milli gelirdeki artışın % 100’ü hesaba katılmaktadır. 5510 Sayılı Kanun’la bu oranın % 0’a düşürülmesine yönelik düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bu durumda yapılması gereken eski uygulamanın devam etmesidir. Oysa AKP Hükümeti güncelleme katsayısını % 30’a düşürmektedir. AKP Hükümeti’nin sağlık hakkının kısıtlanması ve sağlığın piyasaya açılması/özelleştirilmesi konusunda ise hiçbir “taviz” vermediği görülmektedir. Ne sigortalıların bütçelerine yeni yükler getirecek ilave ücretlerden, ne de “parası olana acısız, kansız; parası olmayana acılı, kanlı ameliyat” demek olan “istisnai sağlık hizmetleri”nde % 300 ücret alınması düzenlemesinden dahi vazgeçmemiştir. Sadece bu tutum bile her türlü insani, vicdani ve ahlaki hicap duygusunun bittiği yeri göstermektedir. Bu gerçekler ortada iken Hükümet ve Emek Platformu arasındaki görüşmelerde 5510 Sayılı Kanun’da yer alan bir dizi olumsuz düzenlemelerin bazılarında yapılan “kısmi iyileştirme”ler bir anlam ifade etmemektedir. Söyledik, söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz… Bu yapılanlar sağlıkta ve sosyal güvenlikte “reform” değil, yıkımdır. İşçisi, kamu çalışanı, esnafı, çiftçisi, emeklisi, yaşlısı, genci, ev kadını, öğrencisi ile bu ülkenin çalışan ve üreten milyonlarca insanının talebi tam tersi yöndedir: Şimdi gerekli olan toplumun bilincinde ve vicdanında mahkûm olmuş bu Tasarı’nın küçük birkaç tâdilatla TBMM’den geçirilmesi değil geri çekilmesi ve çalışanların talepleri doğrultusunda gerçek bir Sosyal Güvenlik Reformu’nun hayata geçirilmesidir. Bizler, dört aydır yürüttüğümüz mücadelemize bu perspektifle devam ediyoruz. Kanun Tasarısı’nın TBMM’de görüşüleceği 1 Nisan 2008 Salı günü saat 12.30’da Okmeydanı ve Haydarpaşa Numune hastanelerinde yapacağımız basın açıklamalarına; 6 Nisan 2008 Pazar günü Kadıköy’de düzenleyeceğimiz “Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek Mitingi”ne bütün halkımızı davet ediyoruz. HERKESE SAĞLIK GÜVENLİ GELECEK PLATFORMU BİLEŞENLERİ 1 NİSAN 2008 GÜNÜ HAYDARPAŞA’DA VE OKMEYDANI HASTANELERİ ÖNÜNDE TOPLANDI. KESK, DİSK, TMMOB, TTB ve TDB tarafından yapılan eylem çağrısıyla; İstanbul Anadolu Yakası’nda Haydarpaşa Numune Hastanesi önünde toplanılıp, Kadıköy İskelesine yürüyüş, İstanbul Avrupa Yakası’nda Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde toplanılıp, AKP İstanbul İl Örgütü’ne yürüyüş gerçekleştirildi. Eylem, Anadolu Yakasında yaklaşık 2000, Avrupa Yakasında 3000 kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. TMMOB Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil, TMMOB İstanbul İKK Sekreteri Tores Dinçöz ve Birimlerimizin Yönetim Kurulu Üyeleri ve Üyelerimizin katıldığı eylemde, basın metni Platform adına Eğitim Sen temsilcisi tarafından okundu. Çalışanların emeklilik koşulları kolaylaştırılmalı, Emekli aylıkları insanca yaşayacak düzeye çıkarılmalı, Eşit/ücretsiz/nitelikli sağlık hizmeti için nüfus cüzdanı yeterli olmalıdır. Karşı çıktık, karşı çıkıyoruz, karşı çıkmaya devam edeceğiz… 14 Mart 2008 günü Türkiye’nin dört bir yanında hep birlikte ayağa kalkan emekçiler Sosyal Güven(siz)lik ve Genel Sağlık(sızlık) Sigortası girişimine karşı iradesini açık olarak ortaya koymuştur ve alanlarda kazandığı meşruiyeti “pazarlık masası”nda kaybetmeye niyeti yoktur. 1 Nisan 2008 Salı günü KESK, DİSK, TMMOB, TTB ve TDB’nin çağrısıyla Türkiye’nin her yerinde çeşitli Sendikalar, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütlerinin de katılımıyla yapılan basın açıklamasını yayınlıyoruz: Şu anda meclis genel kurulunda bu ülkenin geleceği görüşülüyor. Emeklilik yaşının 65’e çıkartarak, emekliliği tamamen hayal haline getirecek; katılım ve katkı paylarıyla sağlığı paralı hale getirecek; emekli aylıklarını düşürecek; yıpranma paylarımızı elimizden alacak SSGSS yasası, kamuoyunun tüm tepkisine, emek ve meslek örgütlerinin itirazlarına rağmen Meclis Genel Kurulu’ndan geçirilmek isteniyor! Şu anda Türkiye’nin dört bir yanında on binlerce emek- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 21 İKK’DAN çi, tek bir amaç için, bu yasanın derhal Meclisten geri çekilmesi için alanları doldurmuş bulunuyor. 5 yılı aşkın zamandır emekçilerin taleplerini duymazdan gelen AKP hükümeti, alanlardan yükselen bu sese kulak tıkamayı bıraksın ve yasayı geri çeksin. 5 yılı aşkın zamandır IMF’nin taleplerini, halkın ihtiyaçlarından daha üstün gören AKP Hükümeti, 70 milyon yurttaşımızın ortak sesine kulak versin ve bu yasayı derhal geri çeksin. Bu yasa gündeme geldiğinden bu yana, bizler bu yasanın IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmaları sonucunda hazırlandığını dile getirdik. IMF ve Dünya Bankasının dayattığı tüm yasalar gibi, bu yasanın da temel önceliği, halkın değil, uluslar arası sermayenin çıkarlarıdır. Bu yasa, halkın sağlık hakkına yapılan harcamaları, ülkemizin geleceğine yapılan yatırımları “kara delik” olarak gören kara bir zihniyetin ürünüdür! Bu neo-liberal zihniyet, faizlerin ödenmesini, faiz dışı fazla hedeflerinin tutturulmasını sağlığımızdan, sosyal güvenliğimizden, emeklilik hakkımızdan, çocuklarımızın geleceğinden daha önemli görmektedir. Emekçilerin böylesi karanlık bir zihniyetle uzlaşması mümkün değildir! Onlar bu ülkenin geleceğini IMF kredilerine satmış olabilirler ama bizler çocuklarımızın geleceğinin satılığa çıkartılmasına izin vermeyeceğiz. Biz, çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız! gelen on binlere, on binlerce kişi daha katarak, eylemlerimizi örgütlemeye devam edeceğiz. İşçiler, kamu çalışanları, kadınlar, gençler bu yasaya karşı çıkıyor! Biliyoruz ki, biz karşı çıkarsak, yapamazlar! DİSK - KESK - TMMOB- TTB - TDB Onlar bu ülkenin geleceğini IMF kredilerine satmış olabilirler ama bizler çocuklarımızın geleceğinin satılığa çıkartılmasına izin vermeyeceğiz. Biz, çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız! Buradan milletvekillerine sesleniyoruz! Ey kendisi 2 yılda kıyak emekli olurken yurttaşlarının 65 yaşında emekli olmasına oy kullanacak milletvekilleri, ey komisyon çalışmalarında SSGSS yasasının içerisine milletvekilleri için “temsil tazminatı” yerleştirmeye çalışan milletvekilleri, gelin birazcık vicdanınız, birazcık insafınız varsa bu yıkım yasasına “hayır” oyu kullanın! Toplumsal uzlaşma sağlanmaksızın, emek ve meslek örgütlerinin eleştiri ve talepleri dikkate alınmaksızın çıkartılacak yasanın vebali, o yasaya parmak kaldıran milletvekillerinin yakasını ömürleri boyunca bırakmayacaktır. Türkiye’ye verilecek kredi için SSGSS yasasının çıkartılmasını şart koşan IMF Heyeti ne kadar kararlıysa; daha önce cumhurbaşkanlığından ve anayasa mahkemesinden dönen bu yasayı bir kez daha meclise taşıyan AKP Hükümeti ne kadar karalıysa, bu alanları dolduran emekçiler onlardan bin kat daha kararlıdır. Bizler bu yasanın yürürlüğe girmesine asla izin vermeyeceğiz! Bu yasa Meclis’ten geçse de bizim gündemimizden düşmeyecektir. Bizler bu yasaya karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Bugün Türkiye’nin dört bir yanında yan yana 22 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ İKK’DAN “NEOLİBERAL POLİTİKALARIN KADIN EMEĞİ ÜZERİNE ETKİSİ” KURULTAYI 5 Nisan 2008 tarihinde, İKK Kadın Komisyonu’muzun da bileşeni olduğu, Novamed Greviyle Kadın Dayanışması Platformu tarafından Petrol-İş sendikasının konferans salonunda düzenlenen, “Neoliberal Politikaların Kadın Emeği Üzerine Etkisi” konulu Kadın Kurultayı’na kadın üyelerimizle birlikte katılım sağlandı. Komisyon görüşlerini dile getirmek üzere söz alan Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Nuray Işık şunları söyledi: “Günümüzde kadının çalışma yaşamındaki durumunu ve kadınlara yönelik ayrımcılığın etkilerini, ulusal, küresel ve ekonomik yeniden yapılanma programlarından, küreselleşmeden ve uluslararası finans kurumlarının politikalarından bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değildir. 1980’ler pek çok ekonomik değişikliğin yaşandığı, yeni neoliberal politikaların Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu(IMF) aracılığıyla belirlendiği devleti küçültme ve özelleştirme politikalarının yoğunluk kazandığı yıllar olmuştur. Bu politikalar kadınları kendilerine kurban olarak seçmiştir. Birçok gelişen ülkede kadınlar bu politikalar sonucu ilk işten çıkarılanlar olmuş, yaşam standartları düşmüş ve açlıkla karşı karşıya kalmışlardır. Neoliberal politikaların meslek alanlarımıza etkisinden söz etmek istiyorum. Özellikle GATS’ın etkilerinden… GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) ile mimarlık, mühendislik, ulaşım, elektrik, haberleşme, elektronik, su, belediye hizmetleri, eğitim, sağlık, turizm, finans, muhasebe v.s.gibi 11 ana ve bir dizi alt sektörde belirlenen hizmetler - kamu hizmetlerini de kapsayacak- biçimde piyasa ekonomisine açıldı. Gelişmekte olan ülkelerin özellikle verimlilik kapasitelerinin düşük, sanayilerinin ve teknolojilerinin gelişmemiş olması tezi ile hareket eden GATS, ileriye dönük bir hedef belirledi. O da Avrupa’da milyonlarca işsiz ama nitelikli mühendis ve mimara AB sınırları dışında iş olanağı yaratmaktı. Tabii bu arada bize önerilen de, bizden daha geri konumda olan Türk Cumhuriyetleri, Asya ve Afrika’nın geri kalmış ülkelerinde Türkiye’deki nitelikli işsizler için yeni istihdam alanları oldu. Ancak, kadın mühendis ve mimarlar şantiyelerde zaten çoğunlukla görev Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 23 İKK’DAN alamazken, yurtdışı şantiyeler bu durumu daha da zorlaştırmıştır. TMMOB’nin verilerine göre mühendis, mimar ve şehir plancılarının %25’i ya işsiz ya da meslek dışı alanlarda çalışmaktadır. Bu 70.000 mühendis, mimar ve şehir plancısının işsiz olduğu anlamına gelir. Öte yandan,her yıl 25.000 yeni meslektaşımız mezun olmaktadır. Meslekte yeni iş yaratma hızı ve sayısı, işsiz mühendis ve mimar sayısı ile doğru orantılı değildir. Dolayısıyla işsizlik eğrisi yukarı doğru tırmanmaktadır. Aynı zamanda yabancı mühendis, mimar ve şehir plancılarını çalıştırma yasa girişimi ve GATS süreci, bu durumu daha da kötüleştirecektir. Dolayısıyla, kadın meslektaşlarımız bu süreçten daha fazla etkileneceklerdir. Sonuç olarak; GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) ile mimarlık, mühendislik, ulaşım, elektrik, haberleşme, elektronik, su, belediye hizmetleri, eğitim, sağlık, turizm, finans, muhasebe v.s.gibi 11 ana ve bir dizi alt sektörde belirlenen hizmetler kamu hizmetlerini de kapsayacak- biçimde piyasa ekonomisine açıldı. -Özelleştirmelerin durdurulması, özelleştirilen halka ait varlıkların kamulaştırılması ve kamu kuruluşlarının yeniden güçlendirilmesi için, -Hizmet Ticareti Genel Anlaşması(GATS) ile neredeyse bütün geleneksel kamu hizmeti alanlarının piyasalaştırılarak yabancı sermayenin istilasına açılmasına karşı çıkmak için, -Bütün çalışanlara grevli, toplu sözleşmeli sendikalaşma hakkının tanınması için, -Kadınların bu süreçlerden en fazla etkilenmemesi için, Örgütlü mücadelemizi sürdüreceğiz...” “Yaşasın Kadın Dayanışması” Nuray Işık, İKK Kadın Komisyonu’nun yaptığı çalışmalarla ilgili bilgiler de vererek konuşmasını bitirdi. 24 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ TMMOB’DEN HERŞEYE RAĞMEN “YAŞASIN 1 MAYIS” Tüm dünyada coşkuyla kutlanan 1 Mayıs Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü Türkiye’de devlet terörüne sahne oldu. Günlerdir başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ve İstanbul Valisi Muammer Güler’in yarattığı korku havasıyla 1 Mayıs’a giren emekçiler, sabahın erken saatlerinde saldırıya uğradılar. Polis, gaz bombalarıyla, tazyikli suyla, coplarda tüm yurtta tam bir terör havası estirirken, İstanbul’a adeta sıkıyönetim günlerini yaşattı. Polis terörü öyle bir boyuta ulaştı ki, savaş zamanlarında bile saldırılmayan hastanelere, gaz bombası atıldı. Tüm Türkiye’de 500’ün üzerinde kişi gözaltına alınırken, çok sayıda kişi de yaralandı. kılarak oldu. Biber gazından etkilenerek fenalaşan birçok kişi ambulanslarla hastanelere götürüldü. Olaylara ilişkin bir açıklama yapan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, ablukalı durumun ortadan kaldırılmasını isteyerek, “Konulan yasaklar demokratik Türkiye diyenlerin ikiyüzlü demokrasi anlayışının kanıtıdır. Bu insanların burnu kanarsa sorumlusu iktidar ve vali olacaktır” dedi. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hayati Yılmaz’la görüşmelerini sürdüren sendika yöneticileri, görüşme- 1 Mayıs Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü”nü kutlamak için daha önceden belirlendiği gibi DİSK Genel Merkez binasının önünde toplanan gruba polis saat 06.30 sıralarında gaz bombalarıyla saldırdı. DİSK binasının içine de atılan bombadan birçok işçi etkilendi. Daha sonra tekrar toplanan işçilere polis yine saldırdı. Saat 08.30 sıralarında polis panzerinden kırmızı renkli su sıkan ve biber gazı kullanan polislerce saldırıda bulunuldu. Bina önünde bulunanlardan bir kısmı içeri girerken bir kısmı da sokakta slogan atarak polise direndi. DİSK binasının içi sularla doldu. İşçilere üçüncü saldırı ise 09.15 sıralarında su sıMühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 25 TMMOB’DEN Grup, yürüyüş boyunca polis barikatlarıyla karşılaştı. CHP Şişli Binası önünde emek-meslek örgütü temsilcileri tekrar açıklama yaptılar. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, 1977’de ölenleri anmak için kitleyi saygı duruşuna çağırdı. T lerden uzlaşma çıkmaması üzerine Taksim’e gitmekten vazgeçerek, DİSK Genel Merkezi önünde toplananlara açıklama yaptı. KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, “Bizim talebimiz meşrudur, demokratiktir. Emekçinin önünde hiçbir güç duramamıştır, bundan sonra da duramayacaktır” dedi. Taksim’e yürümek istediklerini, 31 yıl önce öldürülenleri anacaklarını, ancak bunun engellediğini anlatan Tombul, yaşananları AKP’nin ikiyüzlülüğü olarak nitelendirdi. DİSK Genel Merkezi içine gaz bombası atılmasını kınayan Tombul, Taksim Meydanı’na gitmek isteyenlere düşman muamelesi yapıldığını söyledi. DİSK Genel Başkanı Çelebi ise, İstanbul’un bir hapishaneye çevrildiğini, Türkiye’de 1 Mayıs kutlamalarını engellemek için akla gelen her türlü şiddet yönteminin kullanıldığını belirtti. Çelebi, “DİSK’in Genel Merkezi’ne tecavüz edildi. Bizim hanemize sularla, gaz bombalarıyla saldırıldı. AKP’nin kendisine demokrat, türban sevdalısı, yalnızca türbana özgürlük isteyen ikiyüzlülüğü ortaya çıkmıştır. Şimdi bütün alanlar Taksim, bütün Türkiye Taksim olmuştur. Tüm arkadaşlarımın mücadelesini kutluyorum” dedi. Çelebi, hükümetin provokasyonuna alet olmamak için sağduyuyla eylemi noktaladıklarını açıkladı. Çelebi ve Tombul’un yaptığı konuşmalar devam ederken, polisin toplanan kalabalığın bazı noktalarına gaz bombalarıyla müdahale ettiği görüldü. TAKSİM’E ÇELENK BIRAKILMADI. Bu açıklamalardan sonra saat 12.00 civarında DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, TÜRK - İŞ Genel Sekreteri Mustafa Türkel, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı ile bir grup milletvekilinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişilik grup ikinci açıklamanın yapılacağı Şişli CHP Binası’nın önüne doğru yürüyüşe geçti. 26 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ TMMOB’DEN TÜRBANLA ÖRTÜLMEK İSTENEN BU ÜLKENİN GERÇEK GÜNDEMİDİR. TÜRBAN NEYİ ÖRTMEKTEDİR? 1 Şubat 2008 günü TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz. Türkiye’nin gündemine 80 sonrası işkenceleri, gözaltında kayıpları yok saymak istercesine getirildi “türban” konusu. Ülkenin gündeminde yoksulluklar, yolsuzluklar, işsizlik gibi gerçek problemler varken, ülkenin aydınları, yazarları 301den yargılanırken, Uğur Mumcular, Hrant Dinkler sokak ortasında öldürülürken bir türbanla mı özgürleşecekti bu ülke? 80 sonrası üniversitelerde başlayan türban tartışması, AKP İktidarı ile bugün “özgürlüğüne” kavuşuyor. Türbanın üniversitede “özgürlüğüne” kavuşması ile ne olacak? Bütçeden, üniversitelere, bilime, araştırmaya ayrılan pay mı artacak? “Her ile bir üniversite” anlayışıyla birbiri ardına açılan asparagas üniversitelerde eğitim kalitesi mi artacak? Üniversiteler gerçekten, her türlü düşüncenin özgürce paylaşıldığı özerk ve demokratik ortamlar haline mi gelecek? “Kadınlara kıyafet özgürlüğü, eğitim özgürlüğü getiriyoruz” adı altında aslında kadınların hayata karışma özgürlükleri ellerinden alınmak isteniyor. Üniversitelerde öğrencileri türbanlı-türbansız, Müslüman-laik gibi ayrımlara tabi tutmaya yol açacak, toplumda kamplaşmaları körükleyecek bu düzenlemenin kimseye özgürlük getirmeyeceği açıktır. Türban aslında halkın gündeminde olmayan ama hepimize dayatılan bir konudur. Türban özgürlüklerle ilgili değildir. Türban başbakanın kendi sözü ile “siyasi simge” problemidir. Ülkemizi gereksiz çatışma ortamına sürükleyecek, üniversiteleri türban bağlama şekline göre tarikatların yuvası haline getirecek bu uygulama ile ne kadınlar daha özgür, ne üniversiteler daha çağdaş, ne de ülkemiz daha demokratik olabilir. Türban neyi örtmektedir? Türban özgürlük adına örtünmek midir? Türban özgürlüğü örtmek midir? Yoksa türban bu ülkenin gerçek gündemini örtmek midir? İşsizliğin hızla arttığı, yoksulluğun her yeri sarmaladığı, özgürlük pazarlıklarının AB ile ilişkilerde döndüğü, kapitalist küreselleşmeye uyum programlarının tamamının emeğe ve halka karşı olduğu bu günün Türkiyesinde siyasal iktidar sanal gündem yaratıyor. Gerçekleri, halkın gerçek gündemini türbanla örtüyor. Siyasal iktidara gerçekleri örtecek bir örtü gerekliydi. Şimdi türbanı kullanıyor. Bize düşen nedir? Bu ülkenin gerçek gündemi işsizliktir, yoksulluktur, özgürlüklerin kısıtlanmasıdır, geleceğimizin karartılmasıdır. TMMOB karanlığa dur diyor. Emek ve demokrasi güçlerine düşen görev, ülkenin gerçek gündeminin üzerine konulan bu örtünün yırtıp atılmasıdır. Bu ülkenin gerçek gündeminin üzerine ne örtülürse örtülsün, emekten yana, özgürlükten yana, demokrasiden yana, özgürlükçü laiklikten yana, kültürel zenginlikten yana, bir arada kardeşçe yaşamdan yana, adaletten yana, eşitlikten yana olanların şimdi yan yana durarak “Türkiye Demokrasi Mücadelesi”ni yükseltme zamanıdır. Mehmet Soğancı TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 27 TMMOB’DEN 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN! 7 Mart 2008 günü TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu açıklamayı yayınlıyoruz. Kadınların her alanda var olma ve eşit olma mücadelelerinin simgeleştiği 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun. Anayasa’da yer alan “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” ifadesine karşın, kadınlar için; aile yaşamında, çalışma hayatında ve toplumda hak ettikleri eşit koşullar sağlanamamıştır. Yetersiz yasal düzenlemeler; kız çocuklarının okutulmamasına, töre cinayetlerinin devam etmesine, iş yaşamında kadın istihdamının engellenmesine olanak sağlayan düşünce ve önyargıların önüne geçememiştir. Ülkemizde üniversiteler bünyesindeki bölümlere kadın erkek ayırımı yapılmadan öğrenci alınmasına, iş kanunları ve ülkemizin de imza attığı Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’ne karşın, özellikle kamu kurumlarında personel alım ilanlarına da yansıyan cinsiyet ayrımcılığı dikkat çekicidir. Egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden cinsiyet ayrımcılığı çözülmeden, özgür ve eşit bir toplum yaratılmasının mümkün olmadığını düşünen TMMOB, ülkemizde ve tüm dünyada kadınların hak ve taleplerini elde etme mücadelelerini desteklemektedir. Kadın erkek yan yana, omuz omuza, yaşamın her alanında! “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” kutlu olsun Mehmet Soğancı TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı 28 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ TMMOB’DEN 14 NİSAN MİTİNGİ NEDENİYLE TMMOB’YE SALDIRANLARA KARŞI... 14 Ocak 2008 günü TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz. 14 Nisan Tandoğan Mitinginin öncesinde ve ardından, kimi basın yayın organlarının köşe yazarları ve kendilerini “ulusalcı” olarak takdim eden bazı siyasi çevreler, TMMOB’ye karşı haksız, dayanaksız ve kimi zaman çirkin bir şekilde saldırılarda bulunmuşlardı. Bu saldırıların, Odaların seçim sürecine girdiği bir dönemde de devam ettiği gözlemlenmektedir. 14 Nisan Tandoğan Mitingi’ne kurumsal kimliğimizle katılmayışımız, bu çevrelerce örgütümüze karşı insafsız bir karalama kampanyasına dönüştürülmüş ve bugün bu çevreler, 14 Nisan Mitingi ile lanetledikleri siyasal anlayışa kendiliğinden yardım eder hale gelmişlerdir. Ve bu anlayıştakilerin TMMOB üyesi devrimci-demokrat-ilericiyurtsever unsurları ayrıştırarak kimlerle ittifak yapacakları şimdi herkes tarafından merak konusudur. Her şeyden önce bu çevreler, TMMOB’nin bu mitinge kurumsal kimliği ile davet edilmediğini bilmektedirler. Düzenleyicileri arasında bulunan kimi örgüt ve gurupların geçmişten bu güne sürdürdükleri antidemokratik tavır ve söylemleri de tüm örgütlerin kurumsal katılımını önlediği gibi, bu çevrelerin bu mitinge TMMOB’yi davet etmesi de zaten beklenemezdi. Bunu da bilmektedirler. TMMOB’nin bu mitingin katılımcıları arasında bulunan aydın, demokrat insanlarla hiçbir problemi yoktur ve zaten olamaz da. TMMOB’nin problemi gericiliği karşı mücadeleyi gerçek bağlamından koparıp laik-antilaik çekişmesi eksenine oturtan ve böylece laiklik adına antidemokratik müdahaleleri, açık ifadesi ile darbeleri meşru ve muteber kılmaya çalışan anlayışlardır. Unutmayalım ki bu anlayışın soy ağacında bir zamanlar ABD merkezli yeşil kuşak projelerinin sadık uygulayıcısı olmak da vardır. Gericiliğe karşı mücadele her şeyden önce bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi olmak zorundadır. Bu mücadele aynı zamanda şimdiki zamanda emeğin aleyhine ve sermayenin lehine işleyen neoliberal iktisat politikalarına karşı yürütülen mücadeleye de denk gelmek zorundadır. Bu mücadele öte yandan ülkemizde bugün gericilik emperyalist güçlerin küresel politikalarının taşeronluğu işlevini üstlendiği için aynı zamanda antiemperyalist bir mücadeledir de. TMMOB tarihi boyunca soruna hep bu bütünlük içinde bakmıştır. Bunun için de kimi zaman kendilerini laik gören ama aslında antidemokratik olan çevrelerin, kimi zaman da emperyalist projelerin taşeronluğuna soyunmuş gericilerin baskı ve suçlamalarına maruz kalmıştır. Serbest Bölgeden, Cargill’e, kadrolaşmadan, özelleştirmeye, Kalkınma Ajanslarından, iş güvenliğine kadar geniş bir alanda TMMOB, AKP’nin birinci iktidar döneminde önünü kapamıştır. Bu nedenle, AKP’nin TMMOB’yi yok etme isteği rasyonel görülebilir ancak, kendilerine “ulusalcı” sıfatı koyarak 14 Nisan Mitingi üzerinden TMMOB’yi parçalama işine soyunanların neye ve kime hizmet ettiklerini tarih yazacaktır. Bu gurupların söylemlerini ve suçlamalarını köşelerine taşıyan yazarlara da yanıtımız şudur; TMMOB’nin Cumhuriyetin temel değerleriyle asla sorunu olmamıştır. Sosyal hukuk devleti ve laiklik ilkesinin ülkemiz için olmazsa olmaz değerler olduğunu bugün fark edenlere sadece ve kısaca “TMMOB’nin onurlu tarihine bakınız, yeter” diyoruz. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 29 TMMOB’DEN TMMOB temsil ettiği meslek ve meslektaşlarının çıkar ve beklentilerini savunmak amacıyla ve yine saygın bir mesleki demokratik kitle örgütü olarak; ülkemizin ve halkımızın sorunlarına karşı taşıdığı sorumluluk duygusuyla bugüne dek bütün bu baskılara direnmesini bilmiştir. Bundan sonra da halkımızın çeşitli kültürel kod ve simgeler aracılığıyla ya da etnik ve mezhepsel temelli desantralizasyon politikaları aracılığıyla ayrıştırılarak yapay bir çatışmanın içine çekilmesine karşı koyacaktır. TMMOB demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin doğru ve sahici bir temelde, yani haklar ve özgürlükler ekseninde şekillenmesi için, emeğin, emekçilerin ve çalışanların hak ve talepleri doğrultusunda gayret sarf edenlerle birlikte katkı yapmayı sürdürecektir. Bu böyle bilinmelidir. Bunu 14 Nisan mitingi üzerinden sürekli TMMOB’ye saldıranlar da bilmelidir. Mehmet Soğancı TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Gericiliğe karşı mücadele her şeyden önce bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi olmak zorundadır. Bu mücadele aynı zamanda şimdiki zamanda emeğin aleyhine ve sermayenin lehine işleyen neoliberal iktisat politikalarına karşı yürütülen mücadeleye de denk gelmek zorundadır. 30 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ TMMOB’DEN BİZ KARŞI ÇIKARSAK YAPAMAZLAR! 28 Mart 2008 günü DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB’nin SSGSS Yasa Tasarısı ile yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz. Türkiye’nin gündemine ilk olarak 16 Kasım 2002 tarihinde AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı “Acil Eylem Planı” ile giren Sosyal Güvenlik Reformu ve Genel Sağlık Sigortası gibi kavramlar, o günden bu yana gündemden düşmedi. AKP söz konusu düzenlemeleri, IMF ile yürüttüğü tüm müzakerelerin, niyet mektuplarının, gözden geçirmelerin ve stand-by anlaşmalarının temel pazarlık meselesi haline getirerek, sosyal haklarımızı kredi karşılığında pazarlamıştır. 2005 yılı Mayıs’ında IMF ile AKP Hükümeti arasında imzalanan 19. Stand-By Anlaşması’nın gereği olarak, emek ve meslek örgütlerinin görüş ve eleştirileri umursanmaksızın hazırlanan SSGSS Yasa Tasarısı 2006 yılında yasalaştırılmış, fakat Anayasa Mahkemesi tarafından bazı maddeleri iptal edilmiştir. Toplumun ihtiyaçları doğrultusunda değil, IMF’nin talepleri ve dayatmalarıyla şekillenen SSGSS Yasa Tasarısı’nın seçimlerin ardından bir kez daha alelacele gündeme getirilmesinin nedeni, 19. Stand-By Anlaşması’nın önümüzdeki Mayıs ayında sona erecek olmasıdır. IMF, AKP’ye verdiği kredilerin diyeti olarak bu yasayı şart koşmaktadır. Ülke ekonomisini borçla yürüten Hükümet, IMF’den yeni borçlar alabilmek için Tasarıyı hızla Meclis Genel Kurulu’ndan geçirmek istemektedir. Bizler bu Yasa Tasarısı gündeme geldiği günden bu yana, bu yasaya karşı çıktık. Çünkü bu Tasarı, neoliberal ekonomi politikalarının uzantısı olarak hazırlanmış ve sosyal devlet anlayışının tamamen tasfiyesini amaçlayan bir öze sahiptir. Bu Yasa Tasarısı, halkımızın sosyal güvenlik haklarının geriye götürülmesi, özel emeklilik sistemleri getirilerek geleceğimizin piyasaya emanet edilmesi, emekliliğin hayal haline gelmesi, sağlık alanının tümden ticarileştirilmesi, parası olmayanın sağlık hizmetlerinden yararlanamaması anlamına gelmektedir. Ülkemizde yaşayan yurttaşlarımızın geleceğini karartan bu yasaya karşı gerek tek tek örgütler olarak, gerekse yan yana eylemler yaparak halkımıza bu yasanın gerçek yüzünü anlatmaya çalıştık. Son olarak geçtiğimiz haftalar içerisinde Emek Platformu’nu oluşturan 17 Örgüt hep birlikte basın açıklamaları ve 14 Mart’ta 2 saatlik “iş bırakma eylemi” gerçekleştirerek, bu konudaki kararlılığımızı bir kez daha dile getirdik. Bu güçlü karşı çıkışımız ve kamuoyunun büyük desteği sonucunda, yıllardır taleplerimizi görmezden gelen AKP Hükümeti bizlerle görüşmeyi kabul ederek bazı maddelerde geri adım atmak zorunda kaldı. Bu süreçte hükümetin attığı geri adım, hak kayıplarımızın bir kısmını ortadan kaldırsa da, yasanın temel parametrelerinde yeterli değişikliğe gidilmemiştir. Yasa mevcut haliyle geleceğimiz için ciddi bir tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Tüm itirazlarımıza, kamuoyunun tüm tepkisine rağmen, Hükümet sahte bir “uzlaşma havası” estirerek, Tasarıyı Meclis Genel Kurulu’na taşımıştır. Bu Yasa Tasarısı, Meclis Genel Kurulu’ndan derhal geri çekilmelidir. Toplumsal uzlaşma sağlanmaksızın, emek ve meslek örgütlerinin eleştiri ve talepleri dikkate alınmaksızın çıkartılacak yasanın vebali, o yasaya parmak kaldıran milletvekillerinin yakasını ömürleri boyunca bırakmayacaktır. Kendileri 2 yılda kıyak emekli olurken, emekçilerin 65 yaşında emekli olmasına, açlık sınırının altında emekli maaşı almasına parmak kaldıranlar; kendileri her türlü sağlık hizmetinden hiçbir tutar ödemeksizin faydalanırken yurttaşların hastanelerden faydalan- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 31 TMMOB’DEN mak için katkı ve katılım payı ödemesine, sağlığın paralı hale getirilmesine parmak kaldıranlar bu halkın yüzüne nasıl bakacaklar? Evet, Türkiye’de yaşayan kime sorsanız ülkemizdeki sağlık ve sosyal güvenlik sisteminden hoşnut olmadığını söyleyecektir. Kayıt dışı istihdam nedeniyle milyonlarca işçinin sosyal güvenceden ve emeklilik hakkından yoksun olduğu, prim borcu olan milyonlarca esnafın sağlık hizmetlerinden yararlanamadığı, çalışma imkânı bulunmayanların ve işsiz yurttaşlarımızın hastane kapılarına adım atamadığı, emeklilik maaşlarının açlık sınırının bile altında olduğu, sağlık hizmetlerinden yararlanmada bölgeler ve gelirler arasında derin uçurumların bulunduğu ülkemizde sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında gerçekten de bir düzenlemeye gitmek gerekmektedir. Fakat bu düzenlemeler kayıt dışı istihdamı önlemeli, tüm yurttaşlarımızı sağlık ve sosyal güvenlik sistemi şemsiyesi altına almalı, herkes için ücretsiz-nitelikli-ulaşılabilir sağlık hizmeti sunmalı ve emeklilerimize insanca yaşayabilecekleri bir ücret verilmesini sağlamalıdır. Halkın sağlık ve sosyal güvenlik hakkını bir kara delik olarak gören zihniyetin bu sorunları ortadan kaldıramayacağı açıktır. Bizler ülkemizin yarınlarını tehdit eden, çocuklarımızın geleceğini elinden çalan bu yasanın uygulamaya konulmaması için sonuna kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Yasa Tasarısı, Genel Kurul’dan geri çekilmez ise Cumhurbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi süreçlerinde de takipçisi olacağız. Bu yasanın geri çekilmesi için; - Yasanın görüşülmeye devam edildiği 1 Nisan Salı günü saat 14:00’te Türkiye’nin her yerinde işyerlerimizden çıkıp alanlarda kitlesel eylemler gerçekleştireceğiz. - Aynı gün Ankara’da saat 14:00’te TBMM Dikmen kapısı önünde bir araya gelerek, sesimizi bir kere daha Meclis’e duyuracağız. - 6 Nisan Pazar günü on binlerce kişi İstanbul Kadıköy Meydanı’nda, Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek Platformu’nun organize ettiği mitingde buluşacağız. Buradan tüm kamuoyuna sesleniyoruz: biz karşı çıkarsak, bu yasayı çıkaramazlar! Tüm halkımızı yasaya karşı çıkmaya çağırıyoruz! Gelin 1 Nisan Salı günü AKP hükümetine unutamayacağı bir sürpriz yapalım! O gün tüm illerde alanları doldurarak geleceğimizi IMF kredisine satmayacağımızı haykıralım. Biz buradaki 5 örgüt bu eylemlerin sadece çağrıcısıyız. Yasadan olumsuz etkilenecek olan tüm toplumsal kesimleri (Emekçileri, Esnafı, İşsizleri, Emeklileri, Ev Kadınları, Gençleri, Çocukları yani toplumumuzun neredeyse tamamını) eylemlere katılmaya, sağlık ve güvenli gelecek haklarına sahip çıkmaya çağırıyoruz. DİSK KESK TMMOB TTB TDB Toplumsal uzlaşma sağlanmaksızın, emek ve meslek örgütlerinin eleştiri ve talepleri dikkate alınmaksızın çıkartılacak yasanın vebali, o yasaya parmak kaldıran milletvekillerinin yakasını ömürleri boyunca bırakmayacaktır. Bu yasa Meclis’ten geçse de bizim gündemimizden düşmeyecektir. Biz bu yasaya karşı mücadeleye devam edeceğiz. Süreç içerisinde toplumun diğer kesimleriyle de eylemlerimizi örgütlemeye devam edeceğiz ve bunu kamuoyuyla paylaşacağız. 32 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ TMMOB’DEN DSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ YÖNETİM KADROSU BİLİME VE TEKNİĞE KARŞI MIDIR? DSİ Yönetimi, DSİ çalışanlarının TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi’ne katılımını yasakladı. 21 Şubat 2008 günü TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz. Son yıllarda dünya gündemini doğrudan belirleyen ve uluslararası politikalar geliştirilen konuların en önemlilerinden biri de “su”dur. Su konusunun öneminin ve insana olan sorumluluklarının bilincinde olan Birliğimiz, I. Su Politikaları Kongresi’ni Mart 2006’da Ankara’da düzenlemiştir. TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi, su konusunun ulusal ve uluslararası boyutta ele alınarak çeşitli yönleri ile tartışılacağı bir platform olarak değerlendirilmesi amacıyla 20-22 Mart 2008 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilecektir. TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi’nde; su kaynaklarının potansiyeli, korunması, geliştirilmesi, planlanması, su hizmetlerinin yönetimi, ulusal ve küresel su politikaları, suyun çevresi, toplum, eğitim, kültür boyutları kapsamında, Türkiye’nin su kaynakları, su hizmetleri yönetimi politikalarının ve stratejik hedeflerinin ulusal, yasal, kurumsal, sosyo-ekonomik, sosyo-politik, hidropolitik açılardan, sürdürülebilir ve planlı kalkınma amacına yönelik olarak incelenmesi, bu alandaki sorunların tartışılması amaçlanmış, ülke ve toplumsal çıkarlarımız doğrultusunda sorunların çözümüne yönelik görüş ve önerilerin ortaya konulması için ilgili tüm tarafların bir araya getirilmesi ve sorunların çözümüne katkıda bulunabilecek bir bilgi birikiminin yaratılması hedeflenmiştir. TMMOB, bağlı 23 odasının 300.000’i aşan üye yapısı ile ülkemizin en büyük üye sayılı mesleki demokratik kitle örgütüdür. Birliğimiz bağlı odaları ile birlikte ülkemize ve insanımıza ilişkin meslek alanlarımız ile ilgili olarak, sorunlara çözümler üretebilmek amacıyla çok sayıda bilimsel panel, sempozyum ve kongre düzenleyerek sonuçlarını kamuoyuyla ve siyasi karar vericilerle paylaşmakta- dır. Su Kongrelerimiz de bu amacımızın gerçekleşmesi için yapıla gelmektedir. Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü ise, ülkemizde su ile ilgili birçok kurum bulunmasına rağmen suyun planlanmasında asıl söz sahibi olan, bizce de olması gereken bir kuruluştur. Günümüzde su kaynakları ile ilgili yapacağı ve yaptıkları, her türlü yatırımı, personeli, kaynakları kısıtlanmaya çalışılan DSİ’nin, yapılan uygulamaların tam tersine yetkilerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Ülkemizin su politikalarının oluşturulmasında ve geliştirilmesinde DSİ’nin teknik bilgi birikimine, deneyimine ihtiyaç vardır. TMMOB, DSİ’yi bu şekilde değerlendirmektedir. Ancak TMMOB DSİ Genel Müdürlüğü’nün şimdiki yönetiminin bu işleri yürütebilecek yeterlilikte olmadığını da kamuoyuna duyurmaktadır. TMMOB, DSİ Yönetim kadrosunun bilime ve tekniğe karşı olup olmadığını da sorgulamaktadır. NEDEN? DSİ Genel Müdürlüğü Personel ve Eğitim Dairesi Başkanlığı 29.01.2008’de Genel Müdürlüğe bağlı Hukuk Müşavirliği, Etüt ve Plan Daire Başkanlığı, Proje ve İnşaat Daire Başkanlığı, Barajlar ve HES Daire Başkanlığı, İçme Suyu ve Kanal Daire Başkanlığı, Emlak ve Kamulaştırma. Daire Başkanlığı, Jeoteknik Hizmet. ve YAS Daire Başkanlığı, Teknoloji Daire Başkanlığı’na yazdığı yazıda şunları söylüyor: “TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası tarafından 20-22 Mart 2008 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenecek olan TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi’ne Genel Müdür- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 33 TMMOB’DEN lük Makamınca yapılan değerlendirme sonucunda tebliğli ve dinleyici olarak katılım uygun görülmemiştir.” Oysa DSİ Genel Müdürlüğü işin başındaki kurum olarak, su ile ilgili yapılan bütün toplantılara çalışanlarının tebliğle ya da dinleyici olarak katılmasını, katkı sunmasını ve çalışmalardaki görüşlerden yararlanmasını sağlamalıdır. Su kaynakları üzerinde söz sahibi olan bir kurumun çalışanlarına böyle bir bilimsel etkinliği yasaklamasının amacını anlayabilmek ve kabullenebilmek bizim açımızdan anlaşılabilir değildir. TMMOB, DSİ Genel Müdürlüğü Yönetim Kadrosunu uyarıyor: Son yıllarda dünya gündemini doğrudan belirleyen ve uluslararası politikalar geliştirilen konuların en önemlilerinden biri de “su”dur. TMMOB’nin düzenlediği bilimsel bir toplantıya, kurum çalışanı üyelerin katılımının engellenmesi aklın alabileceği bir durum değildir. Üyelerin görüş sunmasını, bilgiye ulaşmasını engelleyen yönetim anlayışının ülkemizi götüreceği yer bilimin aydınlığı değildir. Bilimsel tartışmalardan korkan ve yasaklayan yönetim anlayışının bizi götüreceği yer kör karanlıktan başka bir yer olmasa gerek. Çevre ve Orman Bakanı, DSİ Personel ve Eğitim Daire Başkanı imzalı ve DSİ Daire Başkanlıklarına toplantıya katılımı engelleyen yazıyı ivedi olarak geri aldırmalıdır. Bilimsel ve demokratik gereklere aykırı olan bireylerin bilgiye ulaşmasını engelleyen talimatname geri alınmadığı takdirde, eşi benzeri olmayan bu yasaklama işleminin iptali için dava açacağımızı ilgililerine duyuruyoruz. DSİ Genel Müdürlüğü Yönetim Kadrosu bilsin: TMMOB, bilimin ve teknolojinin insanımızın yaşamına yansıtılmasını, bilimin ve teknolojinin halkın yararına kullanılmasını, meslek alanlarımızın kamunun ve halkın çıkarları gözetilerek denetlenmesi çalışmalarını ve bunlar için yürüttüğü mücadeleyi aralıksız sürdürecektir. Mehmet Soğancı TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı 34 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ TMMOB’DEN SSGSS YASA TASARISI EMEK PLATFORMU’NCA KABUL EDİLEMEZ. 13 Mart 2008 günü Emek Platformu’nun SSGSS Yasa Tasarısına karşı yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz. TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek oları Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasasında değişiklik öngören Tasarı, çalışanlar, emekliler, hak sahibi durumundaki aile fertleri ile dul ve yetimler için sosyal sigortalar ve sağlık alanında ağır hak kayıplarına neden olacaktır. Emeklilik ve sağlık alanında köklü değişiklikler yapan ve kazanılmış hakları geriye götüren Tasarı, sosyal devlet ilkesine de aykırıdır. Tasarı ile yapılan düzenlemeler, ülkede yaşayan herkesi olumsuz etkileyecek; sosyal sigorta ve sağlık haklarına erişimlerini güçleştirecek ve giderek daha da olanaksız kılacaktır. Oluşturulmak istenen sistemle, mevcut sistemdeki hakların korunduğu iddia edilmektedir. Ancak bu iddia, tüm çalışanlar için gerçeği yansıtmamaktadır, çünkü bu tasarının yasalaştığı tarihten itibaren herkes bu yasa kapsamında çalıştığı süre oranında yeni düzenlemelerden etkilenecektir. Ayrıca, Tasarı yine iddia edildiği gibi, çalışanlar arasında norm ve standart birliği sağlamamakta, aksine var olan farklılıkları derinleştirmektedir. 1800 güne yükseltilmektedir. 4- Aylık bağlama oranı her 360 prim gün sayısı için yüzde 2’ye indirilmektedir. 5- Emekli aylıklarının hesaplanmasına ilişkin kazançların güncel erimesinde kullanılacak katsayının belirlenmesinde gelişme hızının (refah payının) yüzde 100’ü yerine, yüzde 30’u dikkate alınacaktır. 6- İş kazacı ve meslek hastalığı sonucu yüzde 25 ve daha yüksek oranda sakat kalan çalışanlara bağlanan sürekli iş göremezlik gelirinin alt sınırı kaldırılmaktadır. 7- Alt sınır aylığı düşürüldüğünden, özellikle mevsimlik, geçici süreli ve yarı zamanlı çalışanlar, daha az aylık almakla karşı karşıya kalabilecektir. 8- Çalışan ve ölüm geliri-aylığı alan çocuksuz dul eş aylığı, yüzde 75’den, yüzde 50’ye düşürülmektedir. 9- Emekli aylıklarının yükseltilmesinde yalnızca enflasyon oranındaki artış dikkate alınacağından, emekli, dul ve yetimlere refahtan pay verilmemektedir. Tasarıyla yapılan düzenlemeyle; 1- Bugün, emeklilik için kadınlarda 58, erkeklerde 60 olan yaş sınırı kademeli olarak kadın ve erkeklerde 65’e; prim gün sayısı 7 binden 9 bin’e yükseltilmektedir. 2- Halen fiili hizmet zammından yararlanan çalışanların bu hakları bazı sektörlerde ellerinden alınmaktadır. 3- Malûllük ve ölüm aylığı hak etmek için aranan 5 yıllık hizmet süresi 10 yıla; 900 günlük prim gün sayısı ise 10- Asgari ücretin üçte biri tutarında, altı ay süreyle verilmesi kabul edilen süt emzirme yardımı, bir defaya mahsus olarak düzenlenmektedir. 11- Asgari ücretin üç katı tutarında verilmesi kabul edilen cenaze yardımı bir asgari ücret tutarına indirilmektedir. 12- Yetim kız çocuklan için ödenmekte olan evlenme yardımı (çeyiz parası) yetim aylığının 24 katı tutarından, 12 katına düşürülmektedir. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 35 TMMOB’DEN 13- Çalışanlar ile emekli, dul ve yetimlerin yararlanacakları sağlık hizmetlerine ilişkin tedavi yöntemleri, ilaç ve tıbbi malzemelerin miktar ve sürelerinin belirlenme yetkisi kurum yönetimine bırakılarak belirsizlik yaratılmaktadır. 14- Diş protezlerine yaş sınırı getirilerek 18 yaşını doldurmamış veya 45 yaşından gün almamış kişiler protez bedelinin yüzde 50’sini cepten ödeyecektir. 15- Çalışanlar ile emekli dul ve yetimler, özel hastanelerden yararlanmak için sağlık hizmeti bedelinin yüzde 20’sini cepten ödeyecektir. Yetim kız çocuklan için ödenmekte olan evlenme yardımı (çeyiz parası) yetim aylığının 24 katı tutarından, 12 katına düşürülmektedir. 16- Sosyal Güvenlik Kurumu’nun oluşturacağı bir komisyonun belirleyeceği tedavi yöntemleri dışındakilere, üç katına kadar fark ücreti ödenmesi öngörülmektedir. 17- Muayene ve tedaviler için şimdilik 2 YTL; protez, ortez ve ilaç bedelleri için yüzde 10 ve yüzde 20 oranında değişen oranlarda katılım payı ödenecektir. 18- Çalışması sona eren sigortalılardan, önceki yıl içinde 90 gün prim ödeyenlerin kendileri, 120 gün prim ödeyenlerin ise kendileri ile birlikte bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, 6 ay süreyle sağlık yardımlarından yararlanma hakkı kaldırılmaktadır. 19- Genel Sağlık Sigortası primlerini devletin ödeyeceği kişiler için asgari ücretin üçte biri olarak belirlenen yoksulluk sınırı, nasıl elde edildiğine bakılmaksızın hanenin tüm gelirlerini dikkate alacağından, toplumun büyük bir bölümü sağlık sigortası primi ödemekle yükümlü tutulacaktır. SOSYAL GÜVENLİK HAKLARI AÇISINDAN YARINLARI TAMAMİYLE GÜVENCESİZ BIRAKAN VE AMAÇLANAN NORM VE STANDART BİRLİĞİNİ ÇALIŞANLARIN ALEYHİNE DAHA DA BOZAN BU DÜZENLEMEYİ KABUL ETMEMİZ MÜMKÜN DEĞİLDİR. EMEK PLATFORMU TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, KESK, Türkiye Kamu-Sen, Memur-Sen, BASK, Türkiye lşçi Emeklileri Derneği, Tüm işçi Emeklileri Derneği, Tüm Bağ-Kur Emeklileri Derneği, TMMOB, Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği, Türk Veteriner Hekimleri Birliği, TÜRMOB 36 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ TMMOB’DEN TÜRKİYE TAŞ KÖMÜRÜ KURUMUNA SAHİP ÇIKILMALIDIR. 19 Şubat 2008 günü Türkiye Taş Kömürü Kurumu ile ilgili TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz. Dünyanın enerji kaynakları rezervlerinin hızla tükendiği yeni bin yılda, artan nüfus ve buna bağlı olarak büyüyen enerji gereksinimi, yeni enerji kaynaklarından yararlanmayı gerekli kılarken, kömür kullanımında da artış görülmektedir. Kömür, dünyada yayılmış olarak bulunması ve bilinen rezervlerinin 240 yıl belirlenen ömre sahip oluşu ve bu sürenin de diğer fosil yakıtlarının ömründen daha uzun oluşu nedeniyle, günümüzde en güvenilir enerji kaynağı olarak kabul edilmektedir. Taşkömürü, ülkemizin enerji ve demir-çelik sektörü için stratejik bir öneme sahiptir. Ülkemizde ısıl değeri en yüksek olan kömür Zonguldak ilimizin sınırları içindedir. Zonguldak havzası 150 yıllık üretim kültürüne sahiptir. Havzada 1848-1940 yılları arasında yerli, yabancı ve özel işletmeciler tarafından değişik adlar altında kesintisiz olarak üretim yapılmıştır. Bölgede 1924 sonrası kamu işletmeciliği artmış, 1940’dan itibaren havza tamamen devletleştirilmiştir. Zonguldak taş kömürü; bilinen kalite özellikleri nedeniyle ülke sanayinin önemli bir girdisi olmuş, yıllardır demir çelik endüstrisinin vazgeçilmeyen enerji ham maddesi özelliğini korumuştur. Uzun yıllar tek başına, başta ülkemiz demir çelik sektörü olmak üzere ülkemiz sanayisinin koklaşabilir kömür ihtiyacını karşılayan taş kömürü işletmeciliği, ülke çıkarı açısından Zonguldak ilimizde yürütülmesi gereken bir faaliyettir. Bugün ağırlıklı olarak rödovans yöntemi ile kömür işletmeciliği yapan özel sektör işletmeleri bulunsa da, havza kömürlerinin tamamına yakın bölümü, kamu eliyle, Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) tarafından işletilmektedir. TTK’nın bilinen rezervi bilim ve tekniğe uygun olarak işletmecilik yapıldığında uzun yıllar ülkemiz enerji sektörüne ve sanayine katkı sağlanacağı bir gerçektir. TTK, yetişen nitelikli personelin bilgi ve deneyimleri ile madencilik sektörüne olan katkıları nedeniyle de önemi yadsınamayacak bir kurumdur. Kapitalist küreselleşme döneminde ülkemize biçilen rol gereği dayatılan kamunun küçülmesi, özelleştirme ve üretimden vazgeçilmesi politikaları ile devletin madencilik alanından çekilmesi ve daha çok yabancı sermayenin kontrolünde bir üretimin şekillenmesine yönelik düzenlemelerden TTK da payına düşeni almaktadır. Kurumun kuruluş amacı ve işlevi göz ardı edilerek, kapatılma, taşeronlaştırma ve özelleştirme gibi uygulamalar gündeme getirilmektedir. Bir taraftan, personel azaltmaları yaşanırken, diğer taraftan da taşeronlaştırma ortamı yaratılmakta, bu politikalar bağlamında resen emeklilik ve yatırım yetersizliği sonucu kurum üretim yapamaz duruma getirilmektedir. Bu süreçte ülkede gereksinim artarken, kömür üretimi azalmakta ve ithalat artmakta, demir-çelik sanayisi hammadde olarak dışa bağımlı hale getirilmektedir. TTK’nın yaşadığı sorunlar, yalnızca kurum çalışanlarının ve Zonguldak ilinin değil, ülkemizin ve hepimizin sorunudur. Kurumun yaşadığı sorunlar hakkında pek çok kurum, kuruluş, meslek odası ve sendika tarafından değişik tarihlerde raporlar hazırlanmış olmasına karşın, günümüze kadar siyasal iktidarlar bu raporlara ve çözüm önerilerine duyarsız kalmışlardır. Bu süreçte; 1. TTK’da personel açığı sorunu devam etmektedir. Madencilik, doğası gereği içerdiği riskler nedeni ile özellik arz eden, bilgi, deneyim, uzmanlık ve sürekli denetim Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 37 TMMOB’DEN gereken en ağır iş kollarından birisidir. Havzada üretim, kömürün derinden çıkarılışı ve yataklanma şeklinden kaynaklanan nedenlerle emek yoğun bir şekilde yapılmaktadır. TTK’da, uygulanan madencilik kültürü içerisinde, Mühendis, Tekniker, Nezaretçi ve İşçi personel çalışmaktadır ve bu kademeler üretim zincirini oluşturmaktadır. Sektöre bilim ve teknolojinin uygulayıcısı olan teknik personel istihdamının önemi ortadadır. Mevcut zincir halkaları birbiri yerine kullanılamayacağı gibi, birini kaldırmak üretimi olumsuz yönde etkileyecektir. TTK’da; Genel Müdürlük ve Armutçuk, Kozlu, Üzülmez, Karadon, Amasra Müesseseleri ile Maden Makinaları Müdürlüğü birimlerinde, mühendis, tekniker ve teknisyen kadrolarında teknik personel, yeraltı ve yerüstünde işçi personel ile büro ve hukuk hizmetlerini gören memur personel istihdam edilmektedir. Atamalarda 2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanun hükümleri uygulanmaktadır. Yeni personel alımında her yıl yayınlanan genel yatırım ve finansman kararnameleri ile belirlenmektedir. Açıktan atamalar için Devlet Personel Dairesi Başkalığı ve Maliye Bakanlığı izinleri ile Başbakanlık oluru gerekmektedir. Tasarruf tedbirleri, küçülme eğilimi, uygulanan istihdam politikaları ve özelleştirmeye yönelik tasarruflar yeni personel alımının önünde en büyük engel olarak ortaya çıkmaktadır. Kurumda ciddi anlamda işçi ve memur açığı vardır. 1987’de toplam 39.000, 1990’da toplam 34.000 işçi çalışmasına rağmen, 2001’de toplam işçi sayısı 19.000’e düşmüştür. 3 Kasım 2002 seçimlerinden bugüne kadar 5.320 işçi emekli olmuştur. 2006 yılında 1.130 işçi emekli olmuş, Ağustos 2006’da 1.120 yeni işçi alınmış olmasına rağmen, Ekim 2007’de puantaja kayıtlı işçi sayısı yeraltı 8.144 ve yerüstü 2.457 olmak üzere toplam 10.601’dir. 2001’de 2.416 olan toplam memur sayısı da, 2007’de 1.974’e düşmüştür. Kurumun varlığını sürdürmesi için eğitilmiş iş gücü gereksinimi had safhaya ulaşmıştır. Ancak yeni kadroların tahsis edilememesi vb. nedenlerle işçi kadrolarına mühendislik ve teknikerlik eğitimi almış kişilerin yerleştirilebilmesi için 3 Mart 2006 tarihinde Genel Maden İş Sendikası ile TTK Kamu İşverenleri Sendikası arasında protokol imzalanmıştır. Böylece sürdürülen istihdam politikaları nedeniyle görevleri, araştırma , tasarım, planlama, projelendirme, ve uygulama sorumluluğu olan mühendislerin salt uygulamada denetleyici olarak bir protokol çerçevesinde işçi statüsünde çalıştırılmaları ve bu işi sürekli yapmaya zorlanmaları ortamı yaratılmıştır. 38 2. Personel açığı üretimi doğrudan etkilemekte ve azaltmaktadır. Kurumun 1975-2007 yılları üretim ve işçi sayısı incelendiğinde, üretimle işçi sayısının doğru orantılı olduğu görülür. Genel Maden İş 2007 Raporu incelendiğinde de, 2000 yılı başlarında alınan 4.012 işçinin üretime olumlu katkısını görmek mümkündür. Yıllardır süregelen emeklilikler ve yeterince yeni personel alınmaması sonucu üretim miktarı ile birlikte, üretim kalitesi de düşmüştür. 1980 yılında 3.315.000 ton satılabilir üretimin 1.783.000 tonu demir-çelik sektörüne (% 54’ü), 705.000 tonu diğer sektörlere (Şeker ve çay fabrikaları, ısıtma v.s) verilirken (% 21) enerji santraline ise 823.000 ton satış yapılmıştır. 2006 yılında 1.522.411 ton satılabilir kömür üretilmiş olup, bunun % 14’ü parça, % 20’si 0-10 (metalürjik ürün) ve % 65’i filtrasyon ürünüdür. Oysa TTK’nın kaliteli metalürjik kömür üretimine ağırlık vermesi gerekmektedir. 3. TTK personelinin çalışma statülerindeki sorunlar devam etmektedir. Ülkemizde diğer kamu kurum ve kuruluşlarında yaşanan personel sorunlarının benzeri durum TTK’da da yaşanmaktadır. Kurumda halen, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile 233 ve 399 sayılı KHK’lere uygun olarak memur statüsünde ve 1475 sayılı İş Kanunu bağlı olarak işçi statüsünde personel çalıştırılmaktadır. Memur, sözleşmeli personel uygulamaları, teknik ve idari personel arasındaki ücretlerde dengesizlik çalışanları huzursuz etmekle kalmayıp, yaşamlarını da etkilemektedir. Son zamanlarda uygulamaya konulan mühendislerin işçi statüsünde istihdamı politikası işin özelliği gereği olması istenen hiyerarşik yapının da tesisinde sorun oluşturmaktadır. Bu durumun somut göstergeleri; nitelikli, hatta yüksek nitelikli işgücü olarak insan yaşamının her aşamasından sorumlu olan mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığının hızla işlevsizleştirilmesi, bilim, akıl ve mesleki birikimin dışlanması ve bu yaklaşımın istihdam politikası haline getirilmesi çevrenin ve doğal kaynaklarımızın tahribine neden olmaktadır. Bir yandan mühendislik eğitimi almış kişiler üretim sırasında fiili denetimde işçi statüsünde istihdam edilirken diğer yandan da niteliksiz işçilerin deneyim, hizmet içi eğitimle görevde yükselme olanağı ortadan kaldırılmakta gerek mühendislerin gerekse işçilerin gelişimi sınırlandırılmaktadır. İstihdamı giderek niteliksizleştiren bu akıldışı durumun; kamu-toplum yararı ve geleceği açı- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ TMMOB’DEN sından derhal durdurulması, mühendis, mimar ve şehir plancılarının kamu ve özel sektörde fikri haklarının yok sayılmaması ve güvenceye alınması gerekmektedir. - Üyemiz işçi mühendis ve mimarların “kimlik” sorunu giderilmeli ve işçi mühendislerin durumlarına hukuki çerçevede açıklık kazandırılmalıdır. Sonuç olarak; - Hukuk çerçevesinde üyemiz işçi mühendis ve mimarların yasal hakları kesin ve net bir şekilde belirlenmeli, özlük hakları ve yetkileri tanımlanmalıdır. İlgili Kanunlarda ve Görevde Yükselme ve Atama Yönetmeliği’nde değişiklik yapılarak tanımlanmış görevlere gelişin ortamı yaratılmalıdır. TTK’nın ciddi bir işçi ve teknik personel açığı bulunduğu, kurum için hayati önem taşıyan istihdam açığının kısa sürede giderilmesi durumunda verimlilik ve toplumsal yarar sağlanacağı ortadır. Konunun tarafları ve kurumda çalışanların ortaklaştıkları nokta; Zonguldak Taş Kömürü Kurumu’nun varlığını sürdürmesi, gerekli yatırımların yapılması ve uygun personelin istihdamının sağlanması ile olanaklıdır. Çünkü Zonguldak, TTK ile var olan ve varlığı buna bağlı olan bir şehirdir ve bu nedenle Kuruma sahip çıkılması gerekmektedir. Bu nedenle; - Öncelikle TTK’nın geleceği için gereksinim duyulan personel istihdamını sağlayacağı kadrolar tahsis edilmelidir. - Mühendislik mesleği açısından yapılacak kadro tahsisinde, son dönemde farklı statülerde işe başlamış olan üyemiz mühendis ve mimarların yasalarda belirtilen hakları verilerek, en kısa sürede statü farklılıkları giderilmelidir. - Ücret adaletsizliği ve dengesizliği giderilmelidir. Bu kapsamda; işe başlama ve ücret dereceleri, işçinin öğrenim durumuna ve fiili iş hayatına göre belirlenmelidir. İleri düzeyde teorik ve uygulamalı teknik bilgi ve ihtisası gerektiren işlerde ve bilfiil kendi ihtisas dalında çalışan işçilerin; yani en az 4 yıl eğitim süreli ve devam mecburiyeti olan fakülte mezunu mühendis ve mimarların ücretleri ayrıca belirlenmelidir. İşyerinde çalışırken bu diplomayı alan ve kendi ihtisas dalında çalışan işçiler de bu maddeye intibak ettirilmelidir. - Üyemiz işçi mühendis ve mimarların idari görevlere gelebilmesi sağlanmalıdır. Bu kapsamda; işyerinde bilfiil çalışmakla beraber, gereğinde ve işyerinin özelliğine göre, işlerin teknik ve idari yönden yürütülmesi ve işçi gruplarının idaresi amacı ile işçiler arasında eğitim, liyakat, idarecilik niteliği ve kıdemi dikkate alınarak üyemiz işçi mühendisler, Teknik Şeflik ve Baş Mühendislik vb. idari görevleri yapabilmelidir. - İş Kanunu kapsamında görev yapan mühendis ve mimarların üstlendikleri ve ifa ettikleri görev karşısında hak ve yetkilerinin açık şekilde düzenlenmesi ve tüm haklarının yasal güvenceye kavuşturulması “sosyal devlet” ve “hukuk devleti”nin bir gereğidir. TMMOB; Siyasi iktidarı ve TTK yönetimini gerekli olumlu düzenlemeleri bir an önce yaşama geçirmek için göreve çağırmaktadır. TMMOB; üyelerinin ve sektörün sorunlarını, ülke çıkarı, toplum ve kamu yararı açısından sahiplenmeyi sürdürecektir. Mehmet SOĞANCI TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Türkiye Taş Kömürü Kurumu’na sahip çıkılmalı, TTK’da çalışan mühendislerin çalışma koşulları iyileştirilmelidir. - TTK bünyesinde çalışan üyemiz mühendis ve mimarlara farklı uygulamalar yapılmamalıdır. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 39 TMMOB’DEN TMMOB, 15 MART’TA IRAK İŞGALİNİN 5. YILINDA KADIKÖY’DEYDİ. 22 Şubat 2008 günü 15 Mart’ta Irak İşgalinin 5. yılında emperyalizme, gericiliğe, neoliberal politikalara karşı TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz. Küresel sermaye saldırılarını sürdürüyor. Dünyada bugün, kan var, gözyaşı var, ölüm var, açlık var, yokluk var, yoksunluk var. Ama bugün, dünyada sermayenin küresel saldırısına karşı küresel direniş de var. 15 Mart’ta dostların arasında olacağız. 15 Mart’ta güneşin sofrasında olacağız. 15 Mart’ta dünyanın bütün alanları bizim olacak. TMMOB, 15 Mart’ta bu ülkenin aydınlık yürekli, aydınlık beyinli, yiğit insanlarıyla, savaş karşıtlarıyla, işgal karşıtlarıyla, barışseverlerle, yüreği emekten ve halktan yana atanlarla ABD emperyalizminin Irak’ı işgalinin beşinci yılında omuz omuza İstanbul’da Kadıköy’de olacak. Kapitalist küreselleşme dünya halklarına; barış, adalet, kardeşlik, özgürlük değil, aksine daha fazla yoksulluk, daha fazla işsizlik, daha fazla açlık, daha fazla savaş ve daha fazla ölüm getirmiştir. Kapitalist küreselleşme en çıplak haliyle bugün Ortadoğu’dadır, Irak’tadır. Kapitalist küreselleşme en çıplak haliyle bugün Türkiye’de emeğin aleyhine çıkarılan yasalardadır. Bugün yapılması gereken, emekten ve demokrasiden yana bütün güçlerle birlikte kapitalist küreselleşmenin yasalarla, bombalarla dünyada emekçilere karşı giriştiği savaşa karşı durmaktır. katliamlara karşı tüm dünyadaki barış ve demokrasi güçleri ile birlikte yan yana durmaktır. Biz, bütün dünyada ekilen nefret tohumlarına, halklar arasında yaratılan düşmanlığa karşı barış istiyoruz. Biz bölge halklarıyla dostluk ve kardeşlik içinde yaşamak istiyoruz. Biz halkların kültürel ve insani haklarına saygı gösterilmesini istiyoruz. Biz kimliği, kültürü, dili, dini, mezhebi, görüşü ne olursa olsun, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak, barış içinde kardeşçe bir arada yaşayabileceğimiz, bağımsız, demokratik, eşitlikçi bir Türkiye istiyoruz. Evet, biz biliyoruz: Başka bir yaşam mümkündür. Başka bir Türkiye mümkündür. Başka bir dünya mümkündür. Şimdi dünya halkları ile birlikte ABD Emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı durma zamanıdır. Şimdi kapitalist küreselleşmenin saldırılarına karşı direnme zamanıdır. Şimdi küresel saldırıya küresel direniş zamanıdır. Şimdi savaşsız, ölümsüz, sömürüsüz başka bir dünya için ayağa kalkma zamanıdır. Bugün yapılması gereken, siyasal iktidarın çıkarmaya çalışacağı yasalara karşı emekten ve halktan yana olmaktır. Selam olsun emperyalizme, gericiliğe, neoliberal politikalara karşı direnenlere… Selam olsun 15 Mart’ta yüreği bizimle birlikte İstanbul’da Kadıköy Meydanı’nda olacaklara... Bugün yapılması gereken, emperyalizme, gericiliğe, neoliberal politikalara karşı durmaktır. Mehmet Soğancı TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Bugün yapılması gereken, Irak’ta, Filistin’de yaşanan 40 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON Giriş İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun değişik aşamalardan geçerek günümüzdeki bilimsel anlamını kazanması çok uzun tarihsel süreç içinde olmuştur. Birçok uzmanlık alanından bilim insanlarının çalışmaları sonucunda günümüzde bir bilim dalı haline gelen işçi sağlığı ve iş güvenliği, üretim sürecindeki ve toplum yaşamındaki değişimlere bağlı olarak gelişim göstermiştir. İnsanlığın doğa ile savaşımı ile başlayan ve değişik aşamalardan geçen çalışma yaşamındaki gelişmeler, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarının da gündeme gelmesine yol açmıştır. Üretim araçlarında ve üretim yöntemlerindeki değişim ve dönüşümler sonucunda çalışanların sağlık ve güvenlik sorunları da çoğalmış ve giderek önem kazanmaya başlamıştır. Tarih boyunca çalışma yaşamındaki gelişmeler, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki gelişmelere de kaynaklık etmiştir. Çalışanların işyeri ortamındaki fi ziksel ve kimyasal etmenlerin zararlarına, üretim araç ve gereçlerinin tehlikelerine, kullanılan ham ve yardımcı maddelerin çeşitli zararlı etkilerine maruz kalmaları işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarının temelini oluşturmaktadır. Bu sorunları ortadan kaldıracak sağlık ve güvenlik önlemlerinin saptanması ve uygulamaya konulması üretim sürecindeki gelişmelerin bilimsel yöntemlerle incelenmesi ile olanaklıdır. Böylece sorunların ana kaynaklarını saptamak kolaylaşacak, alınacak güvenlik ve sağlık önlemlerinin özellik ve nitelikleri ile uygulama alan ve yöntemlerinin belirlenmesi sağlanabilecektir. Bu nedenle üretim sürecindeki değişimlerle, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki gelişmeleri tarihsel akışı içinde incelemek gereklidir. 1. DÜNYADAKİ GELİŞMELER 1.1. Sanayi Devrimi Öncesi İlk insanla başlayan üretim süreci boyunca üretim teknik ve biçimleri de değişmiştir. Taşın ve toprağın işlenmesi, madencilik tekniklerinin geliştirilmesi, ateşin bulunması, giderek buhar gücünden yararlanma olanakları, iş aletlerinin ve üretim araçlarının gelişiminde önemli etkiler yaratmıştır. Çalışma yaşamındaki gelişmelerin yarattığı sorunların çözümü için yapılan çalışmalar işçi sağlığı ve iş güvenliğinin gelişiminde de temel unsurlar olmuştur. Bu nedenle yapılan işle sağlık arasında ilişki kurmanın tarihçesi oldukça eski çağlara dayanmaktadır. Bugünkü anlamda işçi sağlığı ve iş güvenliği olarak tanımlanabilecek çalışmalar ilk olarak köleci toplumlardan eski Roma’da gözlenmiştir. Bu dönemde birçok bilim insanı bugün bile geçerli sayılabilecek çalışanların sağlık ve güvenliğine yönelik öneri ve savlar ileri sürmüşlerdir. Bunlardan ünlü tarihçi Heredot ilk kez çalışanların verimli olabilmesi için yüksek enerjili besinlerle beslenmeleri gerektiğine değinmiştir. M.Ö. 370 tarihinde Hipokrates ilk kez kurşunun zararlı etkilerinden söz etmiş, kurşun koliğini tanımlamış, halsizlik, kabızlık, felçler ve görme bozuklukları gibi belirtileri saptamış ve bulguların kurşun ile ilişkisini açık bir biçimde ortaya koymuştur. Roma İmparatorluğu döneminde toksikoloji oldukça ilerlemiş, birçok bitkisel zehir, arsenik ve arsenik asidinin sülfid tuzları bulunmuştur. Dioscorides ise zehirleri bitkisel, hayvansal ve mineral kaynaklı olmak üzere kökenine göre üçe ayırmış ve bu ayrım yüzyıllar boyunca kullanılmıştır. M.Ö. 200 yıllarında Hipokrates’in çalışmalarını daha da geliştiren Nicander, kurşun koliği ve kurşun anemisini incelemiş ve bunların özelliklerini tanımlamıştır. Bu dönemde yapılan çalışmalar sağlık ve güvenlik sorunlarının saptanması ve tanımı ile sınırlı kalmamış, zararlı etkilerden korunma yöntemleri de geliştirilmiştir. Nitekim M.S. 23 ile 79 yılları arasında yaşamış olan Plini, çalışma ortamındaki tehlikeli tozlara karşı çalışanların korunması amacıyla maske yerine geçmek üzere başlarına torba geçirmelerini önermiştir. Juvenal ise, özellikle demircilerde görülen göz yakınmaları ve göz hastalıklarının yapılan işten kaynaklandığını, sürekli olarak ayakta çalışanlarda varislerin oluşabileceğini açıklamıştır. Daha sonraları feodal toplumlarda çalışanların sağlık ve güvenliklerinin korunması yönünde ne tür çalışmalar yapıldığı konusunda yeterince bilgi edinilememiştir. Oysa bu dönemde de uzun yıllar boyunca üretim araç ve tekniklerinde önemli gelişmeler olmuş, üretim sürecinde giderek daha çok sayıda yer alan insanlar, iş kazaları ve meslek hastalıklarına maruz kalmışlardır. 1473 yılında kuyumcularla ilgili bazı hastalıkları inceleyen Urlich Ellenbrong yalnızca izlenimlerini bildirmekle yetinmiştir. Daha sonraları ise, çalışanların sağlık ve güvenlik sorunlarının çözümünde, Paracelsus, Acricola ve Ramazzini önemli çalışmalarda bulunmuşlar ve sorunların çözümüne katkı sağlamışlardır. 1493 ile 1541 yılları arasında yaşayan Alman düşünür ve hekimi Paraselsus Basel Üniversitesi’nde verdiği derslerle, tıpta yeni bir anlayışa öncülük etmiştir. 1528 yılında DOSYA Tufan KOÇ İTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi TEKNOLOJİK YENİLİK VE YENİLİK TÜRLERİ 1. GİRİŞ • Yenilik bir problemi çözmelidir, Yenilik ekonomi, mühendislik, sosyoloji, işletme ve teknoloji çalışma alanlarının önemli konularından biridir. Her çalışma alanı yeniliğin tanımını kendi karakteristiklerine uygun olarak yapmaktadır. Bu yüzden yenilik konusunda farklı alanlardaki çalışmalar incelendiğinde aynı tanımda uzlaşmada zorluk çekildiği görülmektedir. Buna rağmen tüm çalışma alanları için ortak olarak kabul edilen görüş yeniliğin yeni ve faydalı olduğu konusundadır. • Mevcut işleyişi değiştirmesi gerekmektedir, 1.1. Yeni olma: Buna göre teknolojik yeniliğin tanımı aşağıdaki gibi yapılabilir: Yenilikten bahsedebilmek için mevcut işleyişi değiştirmek amacıyla ya bir buluşun uygulanması veya mevcut bir yeniliğin yeni bir alana uygulanması gerekir. Bu durumda problem ne kadar yeninin yenilik olacağı üzerinde odaklanmaktadır. Örneğin daha önce iki ayrı pakette satılan şekerleri tek pakette satmaya başlayan bir işletme yenilik faaliyetinde bulunmuş olur mu sorusu gündeme gelmektedir. Eğer ürün yenilik tanımına uyuyorsa bu yeniliğin örneğin internetin geliştirilmesine ilişkin yenilikle arasındaki fark nedir. Bu durumda ne kadar yeniliğin yenilik tanımına gireceği sorusu öne çıkmaktadır. • Çözülen problem yeniliğin gerçekleştiği alanın koşullarını değiştireceğinden yeniliği kullananın davranışında değişiklik yaratması beklenir, • Yeniliğin üretici ve kullanıcı gözünde değer yaratması gerekir. Yenilik kullanıcının ihtiyaçlarını karşılamak için bir işletmenin kaynaklarını ve yetkinliklerini kullanarak ortaya çıkardığı mevcut uygulamayı değiştiren ürün, proses veya hizmettir (Szeto, 2000). 1.2. Fayda yaratma: Geliştirilen bir yeniliğin fayda yaratması gerekir. Yeni olma ve fayda yaratma kriterleri detaylandırıldığında neyin yenilik olduğunun anlaşılması için yeniliğin aşağıdaki koşullar açısından değerlendirilmesi gerekir: • Teknolojik yenilikte yenilik miktarının ilişkili alanda anlamlı fark yaratacak seviyede olması gerekmektedir, Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 43 DOSYA DOSYA 2. UYGULAMA ALANLARINA GÖRE YENİLİK TÜRLERİ 2.1.1. Performans artırma Teknolojik yenilik dendiğinde akla genellikle ürün ve üretim prosesi üzerinde gerçekleştirilen değişiklikler gelmektedir. Ancak ürün ve prosesten bağımsız olarak işletmenin değişik yönetim ve organizasyon fonksiyonlarında gerçekleştirilen yenilikler de mevcuttur. İkili çekirdek teorisi (dual core theory) bu konu üzerine odaklanır (Daft, 1978). Buna göre organizasyonlar yenilik açısından teknik ve idari olmak üzere iki boyutta incelenebilir. Teknik boyut hammaddenin ürün ve servise dönüşmesiyle ilgilidir. İdari boyut ise organizasyonel yapı, kontrol sistemleri ve koordinasyon mekanizmalarıyla ilgilidir. Yenilik her iki boyutta da meydana gelebilir ancak geçirdikleri süreçler birbirinden farklıdır. Buna göre yenilik teknik ve idari yenilik olmak üzere ikiye ayrılır. Teknik yenilik teknik boyutta meydana gelir ve ürün, proses gibi organizasyonun birincil iş faaliyetleriyle ilgilidir. Yenilik süreci aşağıdan yukarıya akan bir süreçte gerçekleşir. İdari yenilik ise organizasyonel yapı ve idari süreçlerle ilgili olup organizasyonun birincil süreçlerinden ziyade organizasyonun yönetim süreçleriyle ilgilidir. İdari boyuttaki yenilik yukarıdan aşağıya doğru akan bir süreçte gerçekleşir. Bu tanıma göre aşağıda teknik boyuttaki yenilik türü, imalat prosesi, lojistik ve servis ve paketleme süreçlerini içermektedir. İdari yenilik türü ise yönetim ve organizasyonda gerçekleştirilen yenilikleri içermektedir Trott (1998). Yeni geliştirilen bir ürün için işletmeler başlangıçta sürekli olarak performans artırma girişiminde bulunur. Performans artırma hız, güç, dayanıklılık, ağırlık, esneklik vb. ürün özellikleri üzerinde olabilir. Pazardaki rakip işletmeler ya kendi Ar-Ge olanaklarını kullanarak veya teknoloji transferi yoluyla geliştirilen yeni teknolojiye erişmeye çalışırlar. Ürünün pazara sunulduğu ilk evrede performans artışı genellikle güçtür. Çünkü kullanılan teknolojinin özellikleri tam olarak bilinememektedir. Bu işlem sonradan teknolojiye hakim olundukça kolaylaşır ve ürün performansında hızlı bir artış yaşanır. Performans artımı pek çok işletme tarafından sürekli olarak yapıldığından artırılan performans miktarı ve performans artırma işleminin hızı rekabette başarı açısından büyük önem kazanır. Daha sonra teknoloji performans sınırına ulaştığı zaman performans artırma yönündeki çabalar sonuç vermemeye başlar. Bu sınıra erişildiğinde performans artırmak için gereken yatırım miktarı da aşırı bir şekilde artmaya başlar. Buna ilaveten içinde bulunulan endüstri de yeni bir performans eğrisi (S eğrisi) üretecek yeniliklere karşı açık hale gelir. Mevcut ürünün performansını artırma işlemi yeni ürün geliştirme işlemine göre daha düşük maliyetlidir. Buna rağmen bu aşamada üründe performans artışı yerine yeni bir S eğrisine sahip aynı fonksiyon için tamamen farklı bir ürün üretimi daha uygun bir seçenek haline gelir. Üründeki performans artışı değişik şekillerde gerçekleştirilebilir: • Şekil 1: İşletme açısından teknolojik yenilik türleri Ürün tasarımının değiştirilmesi, • Ürünü oluşturan parçaların yapısal özelliklerinin değiştirilmesi, 2.1. Üründe Yenilik Üründe yenilik mevcut ürünün iyileştirilmesi veya yeni bir ürün geliştirilmesi yoluyla yapılır. Üründe gerçekleştirilecek yenilik türü amaca bağlı olarak değişik boyutlarda gerçekleştirilebilir. Bu boyutlar: • İmalat sırasındaki parça işleme koşullarının daha hassas hale getirilmesi, • Ürüne parça veya malzeme ilavesi yaparak performans artırma. • Ürünün performansını artırmak, 2.1.1.1. Ürün tasarımının değiştirilmesi • Ürüne yeni fonksiyonellik kazandırmak, Üründen beklenen performansın artırılması için ürünün veya ürünü oluşturan parçaların tasarımları değiştirilebilir. Bir türbinin daha yüksek performansta çalışması için kanat açısının değiştirilmesi veya bir otomobilin rüzgar direncini azalmak amacıyla tasarımını değiştirilmesi bu tür yenilik türüne örnek olarak gösterilebilir. • Müşterilerin performans dışındaki beklentilerine daha iyi cevap verebilmek için ürün tasarımını değiştirmek olarak tanımlanabilir West (1992). 44 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA 2.1.1.2. Ürünü oluşturan parçaların yapısal özelliklerinin değiştirilmesi Ürün ya tek bir parçadan veya değişik parçaların bir araya getirilerek monte edilmesiyle oluşur. Bu parçaların özelliklerinin değişmesi ürünün performansına doğrudan etki eder. Örneğin parçaların fiziksel ve kimyasal işlemler sonucu iç özellikleri değiştirilerek ısıya dayanıklı, esnek vb. duruma getirilebilir. Bunun sonucunda parçanın veya parçaların bir araya gelerek oluşturdukları ürünün performansı değiştirilebilir. Örneğin seramik yüksek ısıya direnciyle pek çok kullanım alanı bulabilmektedir. Ancak seramiğin kırılganlığı kullanım açısından bir sınır oluşturduğundan kırılganlık probleminin giderilmesi yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Bu sayede seramiğin jet motorunda kullanılan pek çok metal parçanın yerini alması beklenmektedir. Benzer şekilde değişik kullanımlar için soya sosunun yoğunluğunun artırılması, tarımda kullanılan kimyasal ürünlerin serpilmesini kolaylaştırmak amacıyla tane iriliğinin azaltılması, onarım hızını artırmak amacıyla çimento yapısının değiştirilmesi vb. örnek olarak gösterilebilir. 2.1.1.3. İmalat sırasındaki parça işleme koşullarının daha hassas hale getirilmesi Parçaların imalat sırasında uygun tezgah ve takım kullanmak suretiyle işleme toleransları daha dar tutulabilir veya kesme hızı, kesme derinliği vb. işleme parametreleri değiştirilerek yüzey kalitesi artırılabilir. Bu sayede ürünün verimlilik, dayanıklılık gibi performans değerlerinde gelişme sağlanabilir. ganizasyon diğer sektörlerden farklı bir fonksiyona sahip malzeme, parça veya sistem kullanmak suretiyle yeni bir fonksiyona sahip ürün elde etmekle olur. Diğer bir değişle ürünün sahip olduğu teknolojilere yeni teknolojiler ilave edilerek ürünün yeni bir fonksiyon kazanması amaçlanır. Hatta bazı durumlarda yeni ürün mevcut üründen daha ucuz fiyata ve çok daha yüksek performansa sahip olabilir. Ağır vasıtalar için geliştirilmiş dizel motorun tarım makinelerinde kullanılması veya kamyona silah monte edilerek yeni bir tür hafif savaş aracı elde edilmesi, iki zamanlı motorların dezavantajlarından kurtulma amacıyla dört zamanlı motorların motosikletlere monte edilmesi bu tür yeniliğe örnek verilebilir. Bu örneklere ilaveten bilgisayarın takım tezgahlarında kullanılması, optik kablonun lazer teknolojisiyle birlikte tıp alanında kullanılması yeni fonksiyonellik yaratarak yeni pazarlar oluşmasına yol açarlar. Bu tür yenilikte yeni ürünü oluşturan farklı ürünlerin performans eğrileri (S eğrileri) önemini yitirir ve yeni ürün yeni performans eğrisiyle temsil edilmeye başlanır. Bu tür yenilikte ürünün daha önceden pazar tarafından iyi tanınması nedeniyle pazara nüfuz etme açısından fazla engel yoktur. Bu nedenle ürünün yeni fonksiyonu pazar tarafından kabul edilirse pazara nüfuz hızlı bir şekilde gerçekleşebilir. Diğer yandan bu alandaki en büyük dezavantaj, rakiplerin ürünü anlamalarının kolay olmasıdır. Bu yüzden rakipler benzer ürünü düşük maliyete geliştirebilirler. Buna ilaveten bu tür ürünlerin patentle korunması diğer türde geliştirilen ürünlere oranla daha güç olması pazardaki liderliğin uzun süre elde tutulmasını zorlaştırabilir. 2.1.3. Performans dışı faktörlerde değişiklik yapma 2.1.1.4. Ürüne parça veya malzeme ilavesi yaparak performans artırma Aşağıda tanımlanan diğer yenilik türleri özellikle rakip ürünlere oranla ayırt edici bir sonuç alınması için yapılır. Ürünü oluşturan parçaların değiştirilmesi yoluyla üründe yeniliğe gidilmesi ürünün performansını artırmak amacıyla gerçekleştirilen yeniliğin diğer bir türünü oluşturur. Meyve suyuyla karıştırılarak yeni bir şarap elde edilmesi, mısır gevreğinin içindeki katkıları çeşit ve miktar olarak değiştirerek ürünü değiştirmek veya bir motosikletin parça kombinasyonunu değiştirerek model sayısını artırmak örnek olarak gösterilebilir. 2.1.2. Ürüne yeni fonksiyonellik kazandırma Ürüne yeni fonksiyonellik kazandırma üründe kullanılan teknolojilerin yeniden organize edilmesi yoluyla yeni bir alanda kullanılmasını sağlayarak gerçekleştirilir. Bu reorMühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 45 DOSYA DOSYA Burada tasarım değişikliği ürünün performansını artırmak için değil farklı amaçlar için gerçekleştirilir: • İmaj: Ürün imajının müşteri gözünde ürünün değeri hakkında fikir vererek ürünü tanıtması (Örn: Swatch saatleri) • Kullanıma Uygunluk: Ürünün kullanıma uygunluğu, kullanımındaki rahatlık, emniyet faktörleri vb. tasarımda ön plana çıkan diğer bir konuyu oluşturmaktadır. Yazılım ve donanım sektöründeki ürünlerin kolayca anlaşılıp kullanılabilmesi veya otomotiv endüstrisinde ergonomik tasarım sonucunda sürücü yorulmaların azaltılması. • Maliyet: Ürünün tasarımı imalat operasyonlarını belirler. Örneğin ürünü oluşturan parça sayısının az olması, parçaların karmaşıklık derecelerinin düşük olması, hazırlık zamanlarının azaltılması amacıyla parçalarda standardizasyona gidilmesi, ürünlerin taşıma ve depolamayı kolaylaştıracak özelliklere sahip olması birer tasarım problemine işaret eder ve imalat maliyeti açısından önemli rol oynar. 2.2. Proseste Yenilik Üründe yenilik müşterinin beklentilerine uygun olan yeni çıktıyı yani yeni ürün ya da hizmeti tanımlarken proseste yenilik girdi ile çıktı arasındaki süreçlerde kullanılan teknolojilerde yapılan değişikliği içerir. Proses hammaddenin ürüne dönüşüm sürecini tanımlar. Proses üzerindeki yeniliği gerçekleştirmek üç farklı yolla olabilir. • Üretim prosesinin özellikleri ve sırası üzerinde gerçekleştirilen yenilik, • Üretim prosesini destekleyen sistemlerde yenilik, • Üretim prosesini gerçekleştiren donanımda yenilik. 2.2.1. Üretim prosesinin özellikleri ve sırası üzerinde gerçekleştirilen yenilik Üretim teknolojisi geliştikçe, üretimde gerçekleştirilen bazı proseslerin birleştirilmesine, bazılarının kaldırılmasına, bazı durumlarda ise yeni proses ilave edilmesine gerek duyulabilir. Cam imalatındaki karıştırma, eritme, döküm, ısıl işlem ve taşlama alt proseslerinden oluşan beş adımlık ana üretim prosesi gelişen teknolojiye paralele olarak alt proseslerin birleştirilmesi sonucu tek adıma düşmesi bu tür yeniliğe örnek olarak gösterilebilir. 46 2.2.2. Üretim prosesini destekleyen sistemlerde yenilik Üretim prosesini gerçekleştirmek amacıyla kullanılan destek sistemlerindeki yenilikler bu gruba girer. Malzeme ihtiyaç planlaması, tam zamanında üretim sistemi, grup teknolojisi vb. sistemler katma değersiz faaliyetleri azaltmak, stokları azaltmak ve sistemi sürekli kontrol altında tutarak üretim prosesinin etkinliğini artırmak amacıyla kullanılabilir. 2.2.3. Üretim prosesini gerçekleştiren donanımda yenilik Mevcut durumda fonksiyonunu yerine getiremeyecek kadar eskimiş imalat donanımı veya donanım içindeki elemanlar yenilenmek durumundadır. Buna ilaveten mevcut imalat donanımının durumu iyi bile olsa daha yeni teknolojiye sahip imalat donanımı üretim prosesinin etkinliğini artırmak açısından gerekli görülebilir. İşletme bu nedenlerden dolayı üretimi gerçekleştirmek için kullanılan donanım yenilendiği zaman genellikle işin yapılış şeklinde yani proseste de değişim meydana gelir. Klasik tezgahlardan oluşmuş imalat sisteminde gerçekleştirilen otomasyon bu yenilik türüne örnek olarak verilebilir. Operatörler tarafından çalıştırılan tezgahların ürettiği ürünler manuel olarak diğer tezgahlara taşınarak imalat işlemleri gerçekleştirilir. Aynı imalat esnek imalat sistemi (FMS) vasıtasıyla da gerçekleştirilebilir. Bu sistemde sayısal kontrollü tezgahlar birbirlerine ana bilgisayar (DNC) ile bağlanmıştır. Tezgahlar arası taşıma otomatik malzeme taşıma sistemi (AGV) ile yapılmaktadır. Tüm imalat genellikle operatörden bağımsız olarak gerçekleşmektedir. Üretim değerleri (işleme hızı, kesme derinliği vb.) optimum düzeyde tutularak üretim hızı, maliyeti ve kalitesinde iyileşme sağlamaktadır. Ayrıca bu sistemlerdeki kontrol sistemleri sayesinde süreç sonunda değil sistem çalışma halindeyken yani ürünler işlenmekteyken kalite sürekli olarak kontrol altında tutulabildiğinden hata durumunda sistem hata doğmadan düzeltici önlemini alabilmektedir. Bu sayede yeniden işleme ve ıskarta miktarlarındaki düşüş ürün maliyetinin düşmesine yol açmaktadır. Esnek imalat sistemlerinin yanı sıra otomatik depolama sistemleri, bilgisayar destekli tasarım ve üretim gibi diğer yeni teknolojiye sahip imalat sistemleri de donanımda yeniliğe örnek olarak gösterilebilir. Yeni donanım teknolojisinin sağladığı esneklik sayesinde sistemin pazardaki değişikliklere kolay adapte olma yeteneği vardır. Bu yetenek pazara yeni ürün sunuş hızını da artırmaktadır. Ayrıca kullanıcıyı ve tedarikçiyi üretim Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA sistemine entegre ederek kullanıcıdan bilgi toplanması, bilgilerin toplanarak karar vericilere ulaştırılması, karar vericilerin karar destek sistemleriyle desteklenmesi, siparişlerin anında hammadde tedarikçilerine iletilmesi, hammadde ve ürünlerin otomatik olarak depolanması, hızlı ve kaliteli üretimin müşteriyle sürekli iletişimde bulunularak gerçekleştirilmesi ürün ve süreçlerin müşteri beklentilerine uygun bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamaktadır. met türü, ödeme vb.), hizmet kalitesini (hız, hassasiyet, güvenilirlik vb.) artırmaya yönelik sistem kurma, müşteri bilgilendirme sistemi kurma bu alandaki yenilik örnekleri olarak düşünülebilir. Lojistik ve serviste yenilik tek başına kısa dönemli getiri sağlamasına rağmen özellikle üründe yenilik ile birlikte yürütüldüğünde işletmeye uzun dönemli rekabetçi avantaj sağlayabilir. Donanımda gerçekleştirilen yenilikler genellikle yüksek yatırım miktarı ve uzun yatırım süresi gerektirir. Yatırımın yapılabilirliği açısından yatırım miktarını karşılayacak üretim hacminin gerçekleştirilmesi gerekir. Yeniliğin yüksek maliyetli olması ve adaptasyonunun genellikle uzun zaman gerektirmesi nedeniyle bu yenilik türünün işletmelerde gerçekleşmesi aşamalı ve edilgen bir davranış göstermektedir. Paketleme ürünün satış aşamasında ürüne estetik özellik katma, depolama aşamasında ürünü koruma ve kullanım aşamasında ürün performansı muhafaza etme açısından önemlidir. Bunun yanı sıra etkin teknolojik yenilik için yüksek derecede uzmanlığa ihtiyaç vardır. Bu uzmanlık hem işletmenin hem müşteri beklentilerine uygun olacağı düşünülen ürünün ihtiyaçlarının belirlenmesi hem de sistemin geliştirilmesi veya dışarıdan transfer edilmesi için gerekli işlemlerin yürütülmesi için gereklidir. Özellikle imalat sistemi karmaşıklaştıkça sistemin geliştirilmesini ve kullanımını kontrol etmek amacıyla daha fazla uzmanlığa ihtiyaç duyulur. 2.3. Pazarlama, Lojistik Ve Serviste Yenilik Rekabet açısından önem taşıyan ve sürekli yeniliğe açık diğer üç alan pazarlama, lojistik ve satış sonrası servistir. Yeni uygulanan pazarlama yöntemleri (pazar araştırmaları, fiyatlandırma, promosyon vb.) mevcut pazar yapısının değişmesinde veya yeni bir pazar yaratılmasına rol oynayabilir. Tedarikçi işletmelerden ham madde tedarik etme ve müşterilere ürünlerin dağıtımı ve depolanması lojistik işleminin ana süreçlerini oluşturur. Servis işleminin ana süreçleri ise müşteriye satış sırasında ürün ile birlikte verilen bilgilendirme, tesisin kurulması vb. destekler ile satış sonrasında özellikle bakım ve onarımı içeren müşteri desteğidir. Bu alanlarda yapılacak yenilik sayesinde müşteri tatminin artmasının yanı sıra müşteriye daha kolay ulaşmayı sağlayarak yeni pazar açma ve mevcut pazara daha rahat nüfuz etme olanağı sağlanabilir. Geniş coğrafi alana yayılmış bayilik sistemi, müşteriyle doğrudan ilişki, müşteri taleplerine hızlı cevap verme, müşteriye sunulan seçenek sayısının artırılması (hiz- 2.4. Paketlemede Yenilik Paketleme satış performansını birkaç şekilde artırır. Öncelikle kaybolmaya ve bozulmaya karşı dayanıklı paketleme sistemleri sayesinde ürünlerde toptan satış mümkün olabilir. Ayrıca paketleme özellikleriyle oynayarak ürünün koruması paket içinde en uygun ortam yaratılarak sağlanabildiği zaman ürünün dayanma süresi uzar. Özellikle gıda endüstrisinde uygun paketlemenin sağlığa etkisi nedeniyle satışı artırıcı etkisi vardır. Diğer yandan toplumun duyarlı olduğu konulara hitap eden geri dönüşümlü ve çevreye zararlı olmayan paketleme türü aynı zamanda ürünün kabul edilebilirliğini artırmaktadır. Endüstriyel paketleme sistemleri ise özellikle emniyet, taşıma ve kolay depolama açısından uygun tasarıma sahip oldukları oranda kullanıcı tarafından kabul görmektedirler. Paketlemede değişik malzeme türlerinin kullanımı, kutularda standardizasyon, üzerinde ürünün o anki koşulları hakkında bilgi veren teknolojik sistemler kullanan paketleme sistemleri bu konudaki farklı uygulama seçeneklerine örnek teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra hem paketleme sisteminin maliyeti hem de ürünün taşınması sırasında paketlemeden kaynaklanan maliyet bu konuda diğer bir karar kriterini oluşturmaktadır. Paketlemedeki yeniliğin diğer bir katkısı lojistik alanında görülür. Üretim hızını artırdığı gibi ürünün fabrika içinde, depolama sisteminde ve dağıtım kanalları arasında kolay dolaşımını sağlayabilir. Ayrıca ürünün kullanıcıya teslim edinceye kadarki taşıma ve depolama sürecinde ürünün hasar görmesini önleyen nitelikteki paket tasarımları kullanılmaktadır. 2.5. Yönetim Ve Organizasyon Açısından Yenilik İşletmeler sürekli olarak değişen iç ve dış koşullara Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 47 DOSYA DOSYA uyum sağlamak amacıyla kendilerini yenilerler. Bu yenileme koşulların gerektirdiği özelliklere sahip olmak veya koşulları yönlendirmek amacıyla yapılabilir. Bu yenilik türü organizasyonel yapı veya yönetim süreçleri üzerinde gerçekleştirilir. Katılımcı yönetime geçiş, bilgi ve belge akışının değiştirilmesi, ekip çalışması, yeni bir departmanın kurulması, mevcutların birleştirilmesi, yatay organizasyon oluşturulması bu tür yeniliğin örneklerini oluşturmaktadır. Burada bilginin içeriğinin ve/veya akışının değişmesi söz konusu olabilir. Kaynakça Szeto, E. 2000. Innovation capacity: working towards a mechanism for improving innovation within an inter-organizational network. The TQM Magazine, 12(2), 149-157. Daft,R.L. (1978) A dual-core model of organizational innovation. Academy Management Journal 21, 193-210. Trott, P. (1998) Innovation Management and New Product Development, Prentice Hall. West, A., (1992) Innovation Strategy, Prentice Hall International (UK) Ltd. 48 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA Naci GÖRÜR İTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi AR-GE VE İNOVASYON AÇISINDAN TÜRK ÜNİVERSİTELERİ VE ARAŞTIRMA KURUMLARI GİRİŞ Araştırma ve teknoloji geliştirme yeteneğinin toplumların gelişmişlik düzeyi ile doğru orantılı olduğu bilinen bir gerçektir. Günümüzde gelişmiş ülkeler bu yetenekleri sayesinde ekonomik performanslarını artırarak sosyal ve ekonomik refaha ermiş ve ulusal bağımsızlık ve güvenliklerini sağlamışlardır. İçinde bulunduğumuz yüzyıl bilgi toplumu çağıdır. Bilgiye dayalı bir toplum olma yolunda da bilim ve teknoloji kilit bir rol oynamaktadır. Bilim ve teknolojinin üretildiği yerler esas itibariyle üniversite ve araştırma kurumlarıdır. Bu yazıda ülkemizdeki üniversiteler ve araştırma kurumları Ar-Ge ve inovasyon kapasiteleri açısından ele alınacaktır. Başka bir deyişle, bu kurumlarımızın bilim ve teknoloji üretme yetenekleri ve bunları toplumsal ve ekonomik yarara ne ölçüde dönüştürebildikleri analiz edilecektir. Bu analiz sonucuna göre de söz konusu kurumlarımızın hangi noktalarda sorunlu oldukları tespit edilecek ve iyileştirilmeleri için önerilerde bulunulacaktır. ÜNİVERSİTE VE ARAŞTIRMA MERKEZLERİNİN MEVCUT DURUMU Ülkemizde, maalesef, üniversitelerin çoğunda uluslar arası kalite ve standartta eğitim ve araştırma yapılmamaktadır. Bundan dolayı da eğitim özgün olmaktan uzak, uygulama ve laboratuara dayanmayan kuru bir bilgi aktarımı şeklinde yürütülmektedir. Bilimsel araştırmalar genellikle akademik unvan elde etmeye yöneliktir. Bu nedenle de araştırma denilince daha çok ciddi projelere dayanmayan, kalite kaygısından uzak seri makale yazımı anlaşılmaktadır. Kamuya bağlı çok sayıdaki araştırma kurum ve kuruluşlarında da durum pek farklı değildir. Pek çoğunda uluslar arası ölçütlerde araştırma yapabilme yeteneğine sahip, konusunda uzman ve literatüre hâkim uzman sıkıntısı vardır. Araştırmalar genellikle devlet memuru zihniyetiyle yürütülmektedir. Yukarıda belirttiğimiz sorunların elbette ki çok değişik nedenleri vardır. Bunları altyapı, insan kaynağı ve yönetim başlıkları altında toplamak mümkündür: Anaokulundan üniversiteye kadar birçok eğitim kuruluşunda alt yapı yetersizliği vardır. Alt yapı içerisinde tüm fiziksel olanakları, finansmanı ve eğitim ve araştırma iklimini düşünmek gerekir. Üniversitelerde alt yapı yetersizliğinin sadece bir kısmını dile getirmek gerekirse şunları söylemek mümkündür. Birçok üniversitede derslik, kütüphane, laboratuar ve öğretim üyesi sayısı yetersizdir. Buralarda öğrenciyi ve öğretim üyesini kaliteli eğitim ve araştırmaya yöneltecek, onları motive edecek atmosfer, ortam, şevk ve destek yoktur. Araştırma personelinin büyük bir kısmı yoksulluk sınırı içerisinde yaşamaktadır. Bi- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 49 DOSYA DOSYA lim ve teknoloji üretmek yerine haklı olarak ailesini nasıl geçindireceğini düşünmektedir. Üniversite ve araştırma merkezlerimizdeki insan kaynağımız, maalesef, ister araştırmacı, isterse öğrenci olsun zayıftır. Bu kaynağın kalite sorunu vardır. Uluslar arası ölçütlere göre bir süzgeçten geçirildiklerinde büyük bir yüzdesinin devre dışı kalacağı kesindir. Profesörlük ve doçentlik atamalarında üniversitelerin ve YÖK’ün uygulamakta olduğu ölçütlerin gevşekliği bunun bir göstergesidir. Eğitim ve araştırma kurumlarımızın çağdaş bir anlayışla yönetildiğini söylemek mümkün değildir. Üniversite yasası sorunludur. İdari ve ekonomik özerklik yoktur. Üniversitelerin tüm kademelerinde yönetici görevlendirilmeleri liyakate ve başarıya dayalı değildir. Siyasi erkin ve YÖK’ün üniversiteler üzerindeki yetkileri kabul edilebilir sınırların dışındadır. Üniversiteler için hayati öneme haiz olan çağdaş bir üniversite kanununun rektör seçimlerine ve türban sorununa kilitlenmiş olması siyasi erkin üniversite yönetimiyle neyi anladığının güzel bir örneğidir. Sonuç olarak, üniversite ve araştırma merkezlerimiz bugünkü haliyle, evrensel standartlarda bilim ve teknoloji üretemeyen, araştırma sonuçlarını toplumsal yarara dönüştüremeyen, çağın gerektirdiği ölçü ve nitelikler- 50 de insan eğitemeyen kurumlar halindedir. Kuşkusuz, bu genelleme üniversitelerimizde hiçbir başarılı birimin olmadığı anlamına gelmemektedir. Elbette bazı üniversitelerimizde uluslar arası şöhrete sahip birim ve bilim adamlarımız mevcuttur. Ama sayıları itibariyle istisna sayılmaları da doğaldır. ÜNİVERSİTE VE ARAŞTIRMA MERKEZLERİ NASIL OLMALIDIR? Ülkemizde ne siyasi iktidarlar, ne iş dünyası ne de kamuoyu Ar-Ge faaliyetleri ile ekonomik büyüme arasındaki bağı görebilmektedir. Hâlbuki Ar-Ge büyümenin en önemli parametrelerinden biridir. Sanayileşmiş ülkelerde ekonomik büyüme üzerindeki etkisi %25 ile %50 arasında değişmektedir. Onun için bu ülkeler Ar-Ge’yi daha da geliştirmek ve koordine etmek için büyük bir çaba sarf etmektedirler. Amaç, sanayinin bilimsel ve teknolojik temelini güçlendirmek ve bu suretle uluslar arası pazarlarda daha fazla rekabet edebilmeyi sağlamaktır. Bizde ise durum farklıdır. Türk sanayicisi genellikle yabancı kaynaklı teknolojik ürünleri ya patent altında veya bizzat onlarla ortak olmak suretiyle üretmeyi tercih etmektedir. Türk sanayisi yabancı ortaklığını bir nevi sigorta gibi görmektedir. Tüm Ar-Ge ve inovasyon yabancı ortaktan beklenmektedir. Tabii ki bunun istisnaları vardır ama istisnalar kaideyi bozmamaktadır. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA Uluslar arası ticarette ezici bir rekabetin görüldüğü günümüzde ürün ve süreçlerde yüksek katma değer artık yalnızca teknolojik yeniliklerle sağlanmaktadır. Bu nedenle ülkemizin rekabet gücü ancak rekabet öncesi araştırma, teknoloji geliştirme ve inovasyon yeteneklerinin geliştirilmesi ile mümkündür. Uluslar arası ticarette ezici bir rekabetin görüldüğü günümüzde ürün ve süreçlerde yüksek katma değer artık yalnızca teknolojik yeniliklerle sağlanmaktadır. Bu nedenle ülkemizin rekabet gücü ancak rekabet öncesi araştırma, teknoloji geliştirme ve inovasyon yeteneklerinin geliştirilmesi ile mümkündür. Bunun için de ülkemizdeki üniversite ve araştırma kurumları bilim ve teknolojiye hâkim, araştırma sonuçlarını toplumsal ve ekonomik yarara dönüştürebilen ve yeni teknolojiler üretebilen bir yapıya sahip olmalıdır. Ancak böyle bir yapıyla ülkede bilgi toplumunun temelleri atılabilir, bilgi tabanlı ekonomiye geçilir, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve toplumsal refah sağlanabilir. SONUÇ VE ÖNERİLER 21. yüzyıl bilim ve teknoloji çağıdır. Bu nedenle ülkemizin de, gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi, bu konulara ciddi yatırım yapması zorunludur. Bilim ve teknolojiye yatırım yapmak demek dış kaynaklı bilim ve teknolojiyi ülkeye getirerek burada montaja dayalı bir üretim yapmak demek değildir. Kendi fiziksel alt yapımızı, insan kaynağımızı ve sosyo-kültürel özelliklerimizi geliştirmek ve zenginleştirmek demektir. Ancak, kendi gücümüzle özgün bilim ve teknoloji üretebilirsek milletler topluluğu içerisinde saygın bir konuma gelebiliriz. Kuşkusuz, bunun da yolu köklü ve çağdaş bir eğitim sistemine sahip olmaktan ve ArGe yeteneğini geliştirmekten geçer. Aşağıda bu konuda yapılması gerekenlerle ilgili öneriler sunulmuştur: 1- Ülkemizde çok sayıda üniversite ve değişik alanlarda hizmet veren araştırma kuruluşları vardır. Bunların çok azı uluslar arası standartlardadır. Mevcut bilim ve teknoloji üretimleriyle ne ülke beklentilerine cevap verebilmektedirler ne de küresel arenada rekabet edebilmek- tedirler. Hâlbuki bu kurumlarımızın ülkemizde ekonomik kalkınma ve refahın artırılmasında öncü olmaları gerekir. Bu nedenle bir an önce içinde bulundukları dağınıklıktan kurtarılmaları, ülke çapında araştırma ve geliştirme etkinliklerinin bütünleştirilmeleri gerekir. 2- Üniversitelerimiz hem çağdaş, düşünen ve sorgulayan insanların yetiştirildiği bir öğretim kurumu hem de ülkemizin ulusal araştırma-geliştirme ağının odak noktası haline getirilmelidir. İlköğretimden yüksek öğretime kadar eğitim sistemimizin temel öğesi bilim ve teknoloji ile barışık bir toplum yaratmak olmalıdır. 3- Araştırma kuruluşları ile sanayinin Ar-Ge alanında işbirliği yapmaları stratejik bir öneme haizdir. Ülkemizde, maalesef, bugüne kadar bu iki sektörün işbirliği son derece cılız olmuştur. Bunun başlıca nedeni özelikle sanayi sektörünün üretimlerinde özgün bilgi ve teknoloji üretmeye yönelik bir stratejilerinin olmayışıdır. Böyle bir stratejiye gereksinim duymamalarının özünde de global bazda bir rekabetin içinde olmamaları yatmaktadır. Yabancı şirket evlilikleri de kuşkusuz bu yaklaşımı engelleyen nedenlerden biridir. Onun için üniversite-sanayi işbirliği kulağa hoş gelen bir söylem olmaktan çıkartılıp gerekli teşvik ve desteklemelerle bu iki sektör arasında evrensel normlara uygun bir arz-talep dengesi yaratılmalıdır. 4- Ülkemizde bir ulusal Ar-Ge ağı kurulmalıdır. Ağın içerisinde üniversiteler, özel sektör ve kamu sektörüne ait Ar-Ge kurumları yer almalıdır. Bu ağ ülkenin bilim ve teknoloji yeteneğinin geliştirilmesi ve mevcut sanayinin dünya teknolojisine ayak uydurması doğrultusunda kullanılmalıdır. 5- Sanayici, akademisyen ve yerel yöneticiler bölgesel kalkınmaya katkı sağlayacak şekilde teknoloji geliştirme bölgelerinde bir araya getirilmelidirler. Bu tür bölgeler yerli ve yabancı sanayi kuruluşları için bir cazibe merkezi olacak şekilde kurulmalıdırlar. Teknoloji geliştirme bölgeleri, bugün bazı üniversitelere bağlı olarak kurulmuş teknoparklar gibi şirketlere ucuz mekân ve rutin hizmetler sağlayan yerler olmamalıdır. Buralarda yer alacak olan sanayi kuruluşları yeni ürün ve üretim yöntemi tasarlayıp geliştirme yeteneğine sahip olmalıdırlar. Bu şirketler üniversite ile çok yakın çalışıp araştırma sonuçlarını ticarileştirebilmelidirler. Yerel yönetimler mekanizmanın bu şekilde işlemesi için gerekli gözetim ve denetimi yapabilmelidirler. Yasalar da bunun için uygun olmalıdır. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 51 DOSYA Mahmut KİPER Metalurji Mühendisi DÜNYADA MAKRO İNOVASYON POLİTİKALARINDA YENİ YAKLAŞIMLAR VE BUNLARI ETKİLEYEN UNSURLAR ÖZET: Sürdürülebilir kalkınma ve artan nüfusun istihdamı sorunlarına bulunan çözümlerde önemli bir üretim girdisi olarak bilgiye dayalı teknolojilerin önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Öte yandan, giderek artan bir şekilde teknolojik gelişmelerin yarattığı gelişmelerin, pek çoğumuzun kavramakta zorlandığı önemli değişikliklere yol açtığı ve bunun sonucu olarak başta ilişki ağları olmak üzere birçok yeni yaklaşımın görülmeye başlandığı bir gerçektir. Ana bilgi üretim odakları olarak üniversite ve üretim odakları olarak da sanayi yapılarındaki değişime paralel olarak yaşamı giderek artan şekilde değiştirip yeniden düzenleyen en önemli araç durumundaki araştırma, teknoloji üretme, geliştirme ile bunların sonuçlarının ekonomiye kazandırılması olarak adlandırabileceğimiz yenilikçilik (inovasyon) kapsamındaki dünyadaki gelişmeler ve bu kapsamda Türkiye’deki durumun sürekli analizinin yapılması ve ülkemiz için bazı önerilerin geliştirilmesi bir zorunluluktur. Bilgi temelli ekonomik gelişmelerin arkasında, bilginin üretimi, ekonomik faydaya dönüşümü ve bunları sağlayacak uygun ortam ve yöntemlerin ulusal bazda yaratılması için geliştirilen sistemler olduğu bilinmektedir. Bu kapsamda, Araştırma-Teknoloji Geliştirme ve İnovasyon (ATGİ) faaliyetleri ile bu faaliyetlerin her aşamada temel strateji ve politikalarla kurgulanması büyük önem taşımaktadır. Özellikle ikinci dünya savaşından sonra dünyadaki BilimTeknoloji politikaları ile de paralellik gösterecek şekilde, geçmiş dönemlerdeki, özellikle disipliner yaklaşımların ağırlıkta olduğu lineer modellerden, interdisipliner yaklaşımların temel alındığı lineer olmayan, evrimsel modeller 52 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA olarak adlandırabileceğimiz şu üç temel çerçevedeki gelişmeler çok belirleyici ve etkili olmuş ve 1990’larda bu temel unsurlar, inovasyon çalışmalarında, politikalarda ve yapılanmalarda kapsamlı ve titiz bir şekilde ele alınmışlardır; 1- Ulusal İnovasyon (yenilikçilik) sistemi (Lundvall, 1988 and Nelson, 1993), 2- Bilimsel bilgi üretiminde yeni ‘Mode2’ yaklaşımı (Gibbons, et al. 1994), 3- Üniversite-sanayi işbirliğinde ‘Üçlü Sarmal’ modeli (Etzkowitz & Leydesdorff, 1995). Bu gelişmelere, teknolojilerin gelişiminde ve uygulanarak ekonomik yarara dönüşmesinde esas aktör olan sanayinin özellikle 1960’lardan sonra neredeyse her on senede bir farklılaşan ve artık 2000’lerde bilgi tabanında yukarıda sayılan temel gelişmelerle buluşan ve yakın bir etkileşime giren ‘ rekabet evrimini’ de eklemek doğru olacaktır. MAKRO İNOVASYON POLİTİKALARINDA YENİ YAKLAŞIMLAR Dünyada özellikle son çeyrekte yaşanan bilgi üretiminde yaşanan hızlı değişim, Sanayi Rekabet unsurlarındaki radikal başkalaşma, Üniversite- Sanayi İşbirliği Evrimi ve bunların da tetiklediği karmaşık ve kompleks yapıların sonucu olarak ulusal ya da birçok ülkenin yer aldığı bölgesel yeni teknoloji üretim ve geliştirme sistemi; temel araştırmalardan başlayarak yayınım, ticarileştirme, etki değerlendirme, toplumsal denetim ve refaha kadar uzanan farklı bir ‘bilgi değer zinciri’ yaratmıştır. Bu değişiklikler, giderek daha yaygın olarak -küreselleşme söylemlerinin aksine- ulusal sistemlerin temelini oluşturmaktadır. Bu sistemin en temel özelliği şudur; uygulamaya ve toplumsal refaha dayalı problemlerin tespit edilmesinden, çözümü, uygulanması, konuyla ilgili regülasyonların oluşumu ve çıktıların kullanımına ve bu sistemleri içeren ulusal politikalara kadar tüm taraflar bir arada yer almaktadır. Çıktı olarak teknolojilerin içerdiği gömülü bilginin ulusal ya da bölgesel ölçekte edinilmesi, kritik bir büyüklüğe ulaştırılması ve yayınımı önemlidir. Böylece teknolojide dışarı bağımlılık ve bunun sürekli olması engellenmeye çalışılır. Buna bağlı şekilde, üretim yanında ATGİ kültürü de edinmiş bir toplumsal yapı oluşturulması mümkün olacaktır. Lineer yaklaşımla biçimlenmiş geçmişteki sistemlerin artık lineer olmayan yeni hallerini anlamak için modeller halinde açıklanmaya çalışılan değişimleri iyi anlamak gerekmektedir. UN-Economic and Social Council tarafından Eylül 2007 tarihinde yayınlanan bir raporda; Geleneksel inovasyon politikasının önceleri inovasyonun arz tarafını oluşturan Ar-Ge’ye yönelik olduğu ancak, şu anda kullanılan ikinci nesil inovasyon politikalarının ise sistem ve küme odaklı olduğu vurgulanmaktadır. Yakın zamanda gelecek olan üçüncü nesil inovasyon politikalarında diğer sektörlerde veya politik alanlarda gömülü olan bir inovasyon potansiyelinin olduğunun varsayılacağı belirtilmektedir. Bunun için, büyük ve küçük tüm firmalar, Ar-Ge kurumları ve sanayi, inovasyon kümeleri arası bağlantılar kurulması, yeni bağlantılar kuracak ve mevcut bağlantıları güçlendirecek kamusal politikaların göz önüne alınmasının önemi vurgulanmaktadır. Ülkemizde yukarıda belirtilen yeni inovasyon sistem yaklaşım ve politikalarının olduğunu söylemek oldukça zordur. Temel yaklaşımlar ve destekler-çok sınırlı bir kaynakla ve etkiyle- üniversite, araştırma kurumu ya da şirketlerin bireysel Ar-Ge çalışmalarını özendirmek ve desteklemek şeklinde kendini göstermekte yani ilk nesil inovasyon yaklaşımı olan münferit Ar-Ge çalışmalarına yönelik bir destek yaklaşımı gözlenmektedir. Henüz başında olduğumuz bu ilk aşama inovasyon sürecini pekiştirerek, bu yaklaşımdan raporda ikinci nesil olarak bahsedilen sistem ve küme odaklı yaklaşımlara evrilmede en önemli gerekliliklerden biri, bu değişimi tetikleyen yeni yaklaşımların ve modellerin iyice anlaşılmasıdır. Bu yazıda, dünyada araştırma, teknoloji geliştirme ve inovasyon (ATGİ) politikalarında çok belirleyici olan ve yukarıda belirtilen evrimsel modeller özetle açıklanmaya çalışılmıştır. DÜNYADA BİLİM-TEKNOLOJİ POLİTİKALARI VE ULUSAL İNOVASYON SİSTEMİ (ULİS) DEĞİŞİMİ: II. Dünya Savaşı sonrası, 1945’te Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Kurumu Başkanı ve ABD Başkan Danışmanı Vannevar Bush’un dönemin ABD Başkanı Roosevelt’e yazdığı ‘Science-The Endless Frontier’ (Bilim-Sonsuz Sınır) başlıklı raporu, yaygın olarak kullanılan ismiyle ‘inovasyonda lineer model’in dayandığı önemli bir kaynak da sayılmaktadır. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 53 DOSYA DOSYA Şekil 1: Lineer İnovasyon Modeli Tüm dünyada fikir ve model gelişimi açısından çok önemli olan bu dokümanın başlığına oturan ‘sonsuz sınır’ kavramı bilimsel araştırmalar için ‘emin olunmuş bir özgürlük ve otonomi’yi vurgulamaktaydı. Otonomiden kastedilen ise, bilim ve bilim adamının kendi kurallarını koyması, bilimi başta toplumsal denetim ve politik gündem olmak üzere dış dünyadan ayıran bir vakum ortamında bilimsel çalışmaların sürdürülmesi idi. Vannevar Bush’un bu dokümanı ayrıca dünyadaki Bilim-Teknoloji politikalarının 1. fazını oluşturan ve yaklaşık 1945–1975 yılları arası etkili olacak savunma amaçlı ve temel bilimler odaklı bilimsel araştırma döneminin de başlangıcı kabul edilebilir. 2. faz, 1975–2000 yılları arasında ve daha çok endüstriyel rekabet amaçlı ve bu yöndeki araştırma ve teknoloji transfer odaklı politikaların öne çıktığı bir devre olmuştur. 3. faz ise 2000’in başlarından itibaren hızlanan ve toplum refahını yükseltmek amaçlı ATGİ odaklı politikaların ağırlık kazandığı bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Bu sürecin temel yaklaşımlarını U. Müldür ve P.Carakostas’ın V.Bush’un raporuna göndermede bulunarak Avrupa Komisyonu adına yazdıkları ‘Society-The Endless Frontier’ (Toplum-Sonsuz Sınır, 1998) raporunda görmek mümkündür. Bu faz değişikliklerine paralel olarak, Ulusal İnovasyon Sistemi (ULİS), onlarca yıllık bir geçmişten günümüze dünyadaki bilim, teknoloji geliştirme ve yenilikçilik uygulamalarının açıklanması için uygun bir kavramsal olanak sunmaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin arasındaki uçurumun nedenlerini ve köklerini anlamak için olduğu kadar bilim-teknoloji- yenilikçilik sisteminin kurulması yolunda politika ve stratejilerin oluşturulmasında ekonomist ve politika yapıcılar için ULİS, çok büyük bir potansiyel taşımaktadır. Önceki dönemlerdeki Lineer İnovasyon Modeli’ne göre, temel araştırmalara ayrılan kaynaklarla uzun dönemlerde uygulamaya yönelik sonuçlar alınmaktaydı 54 ve bu sistem desteklenmeliydi. Ancak, ister V.Bush’un önerdiği ‘bilim ya da teknoloji itmeli’ ister ‘pazar çekmeli’ olarak ifade edilsin, lineer model bilgi ve teknoloji transfer sistemlerini geliştirmekten çok uzak kalmaya başlamıştı. Ve, o zamanlardan bu zamana, inovasyon teorileri giderek artan bir ivmeyle ve karmaşıklıkla firma veya girişimci mikro ölçeğinden başlayıp, mezo ölçekte bu kuruluşların yaşadığı çevre ve iş ortamı ve daha uçta regülasyonlar, kurumlar, insan kaynakları, hükümet programları vb. makro sisteme dek uzanır olmuştur. Ve, ULİS perspektifini, giderek artan karmaşıklıktaki bilim ve teknolojik yenilikleri sağlayan aktörler, davranışlar ve akışları açıklamaya ve oluşturmaya çalışan bir girişim olarak değerlendirmek doğru olacaktır. Bu açıklamalar ışığında ‘Ulusal İnovasyon Sistemi’ni; küçük ya da büyük, kamu ya da özel firmaların, üniversitelerin ve kamu kurumlarının bilim ve teknoloji üretimini amaçlayarak etkileştiği ulusal sınır ve kurum, kuruluş ve firmalar arası bu etkileşim ile ortaya çıkan yeni bilim ve teknolojik gelişmelerin regülasyonu, finansmanı, korunmasını amaçlayan teknik, ticari, yasal, sosyal ve finansal çerçeve olarak tanımlamak mümkündür.(Niosi ve diğerleri, 1993) Günümüzdeki bu sistem, lineer inovasyon sisteminin aksine, lineer olmayan, çok karmaşık ve kompleks bir yapı göstermektedir ve bu sistemin kurulmasında, orkestrasyonunda ve geliştirilmesinde gösterilen başarı ile ülkelerin bilim-teknoloji geliştirme-inovasyon kapsamındaki yetkinlik durumu, diğer bir deyişle gelişmişlik düzeyi doğru orantılıdır. Bu karmaşık ağyapının şematik gösterimi Şekil-2’de verilmiştir. Ulusal İnovasyon sisteminin en önemli bileşenlerinden olan üniversitelerin bilgi üretme yaklaşımında gözlenen değişimler, gelişmelerde çok etkili oldu. Kısaca Mode 2 olarak adlandırılan bu yeni bilgi üretim sistemi, pek çok ilişki ağını da beraberinde getirdi ve getirmeye de devam ediyor. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA Şekil 2: Ulusal İnovasyon Sistemi BİLGİ ÜRETİMİNDE YENİ YAKLAŞIM: ‘MODE 2’ BİLGİ ÜRETİM SİSTEMİ: Yeni bilgi üretim sisteminin gerekçesi ilgili literatürlerde özetle şöyle açıklanmaktadır; Gelişmeler ışığında, problemlerin belirlenmesi ve çözümü için yeni bir yol bulunması gerektiğine inanılmaktaydı. Üniversitelerin kendi içlerindeki bilgi üretim sistemi hem zaman endişesi taşımıyor hem de ‘gerçek dünya’nın sorunlarına yeterince eğilmiyordu. O zaman, üniversiteler de gerçek dünyanın bilgi üreten diğer kurumları arasında ‘Bilgi Toplumu’nu yaratmak yolunda kendi yerlerini almalıydı. Bunun için üniversiteler, disipliner bilgi üretim yaklaşımından sıyrılıp, disiplinlerarası(interdisipliner) hatta disiplinlerötesi (transdisipliner) bilgi üretim metodolojilerini benimsemeli ve buna uygun yapılanmalarını gerçekleştirmeliydi. Böylece ‘Mode 1’ olarak adlandırılan, akademik kaygıların önde olduğu, içe kapanık bilgi üretim yaklaşımından, ‘Mode 2’ yaklaşımına; yani, günlük hayatın içinde ve diğer bilgi üreticileri arasında, onlarla daha yakın bir çalışma sistemi içinde yer almaya doğru bir yolculuk başladı. ‘Mode 1’, belirtildiği gibi, üniversitelerin disipliner yapısını öne çıkaran; bu yaklaşımla üretilen bilgilerin akademik dergilerde yayımlandığı ve genellikle bu yolla tüm akademik toplumla paylaşıldığı; kariyer yolunu da belirleyen bir bilgi üretim yaklaşımı olarak tanımlanmaktadır. Bu yöntemde, problemler akademik çevre ve kaygılar içinde belirlenip çözülmekte, disipliner ve homojen özellikler gösteren bir yapıda, hiyerarşik ve mevcut organizasyon formlarını koruma eğilimi içinde üretilen bilginin kalite kontrolü de aynı iç çevre tarafından yapılmaktadır. ‘Mode 1’in aksine, ‘Mode 2’ ile, günlük hayattaki pratik bazı problemler uygulama çerçeve ve kaygıları içinde belirlenip çözülmekte, disiplinlerüstü ve heterojen özellik gösteren bir yapıda heterarşik ve geçici organizasyon formları oluşumu ile üretilen bilginin kalite kontrolü ise sosyal beklentileri karşılama ile ölçülmektedir. ‘Mode 2’ Bilgi Üretim sisteminin temel özellikleri olarak şunlar öne çıkarılmaktadır: 1- Farklı bilgi ve yetenek sahiplerinin, transdisipliner yaklaşımlarla, akademik merak ötesinde sürdürülebilir çözümler için çalışması, 2- Problem çözümü ya da araştırma çalışmalarında ortaya çıkan heterojen yapılanma gereksiniminin karşılanması, Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 55 DOSYA DOSYA 3- Problemleri erken dönemlerde tespit edebilme yeteneği, Belirtilen değişimlere paralel bir evrilme sürecini sanayi toplumu da yaşamıştır. 4- Bilgi üretiminin üniversitelerin de parçası olduğu, olanakları geniş organizasyonlarla sağlanması, ÜNİVERSİTE-SANAYİ İŞBİRLİĞİ’NDE YENİ YAKLAŞIM: ÜÇLÜ SARMAL: 5- Toplumsal yararın ölçümünde gerekli hassasiyetin sağlanması ve bu konuya öncelik verilmesi. a- Tarihsel gelişim: Bu açıklamaların ardından, ‘Mode 2’-transdisipliner uygulamaların ‘Mode 1’- akademi odaklı uygulamalardan ne daha az değerli ne de onun çok üstünde olduğu düşünülmemelidir. Bunların arasında amaç ve bilginin paylaşımında ve uygulamada farklılıklar bulunduğunu ve organizasyon, bilgi üretme sistemleri vb. değişimlerde Mode 2 yaklaşımının etkisiyle büyük farklar gözlenmeye başladığını belirtmekte yarar görülmektedir. Tahmin edilebileceği gibi monodisipliner bir yaklaşımla yapılan ve en azından başlangıçta ‘meslektaşlar’ arasında paylaşılan ‘Mode 1’ uygulamaları, daha çok, ‘temel araştırmalar’da (fundamental research) yoğunlaşmıştır. Bu tür uygulamalarda kalitenin kontrolü ise, alanlarındaki uzmanlıkları tartışmasız, akademik değerlendiricilerce (peer review) yapılmaktadır. Günlük hayattaki problemlerin çözümü için transdisipliner uygulamalarla bilgi üretimini amaçlayan ‘Mode 2’ yaklaşımında ise, problemin tespiti yanında çözümün tasarımı da yapılmaktadır. Temel ve uygulamalı araştırmalar arasında, diğer bir deyişle, ‘teori ve pratik’ arasında sürekli bir geri ve ileri akış olduğu bilinir (Gibbons ve diğerleri, 1994). Bu yaklaşımı Starbuck ve Nyström, 1981’lerde şöyle özetlemekteydi: ‘Sistemi anlamak istiyorsan, onu değiştirmeye çalış’. ‘Mode 2’nin ifade edilen en önemli faydalarından biri üretilen bilginin paylaşımı ve yayınımı ile ilgilidir. Bu yaklaşımda, gömülü bilginin (tacit knowledge) en üst seviyede yayınımı için gerektiği gibi kodlanmış bilgi (codifi ed knowledge) haline dönüştürülmesinin amaçlandığı belirtilmektedir. ‘Mode 1’in bilgi çıktılarının kalite ölçümü daha çok ‘gerçekler’ olurken ‘Mode 2’ninki ‘çalışanların performansı ve toplumsal tatmin’ olmaktadır. ‘Mode 2’de kümeler (cluster), ağyapılar (networking) vb. işbirliği organizasyonları ile sağlanmaya çalışılan bilgi üretimi de çok karmaşık yönetim sistemlerini gerekli kılmaktadır. 56 Artan küresel rekabet, bilimsel bazlı bilginin inovasyon süreçlerinde daha fazla etkili olması, bilimsel araştırmalarda devlet desteğinin azalmaya başlaması gibi nedenler özellikle son 25 yılda üniversite-sanayi işbirliği uygulamalarında büyük artışlara, son 10–15 yılda da işbirliği modellerinde radikal değişikliklere neden olmuştur. Tarihsel ve toplumsal perspektifte, üniversiteler bilgi üretiminde çok önemli bir rol oynamışlardır. Temel bilgi kaynakları olan üniversiteler, bilginin topluma yayınımında da kritik roller üstlenmişlerdir. İlk üniversitenin ortaya çıktığı Ortaçağdan, 19. Yüzyıla kadar üniversitelerin ana görevi eğitim olmuştur. 19. Yüzyılda, birinci akademik devrim olarak adlandırılan, eğitim yanında araştırma çalışmaları da üniversitelerde ana görevlerden biri şeklinde yapılmaya başlanmıştır (Wittrock 2000, Etzkowitz 2001). Daha önce belirtilen lineer inovasyon modeli’ndeki üniversite-sanayi ve devlet arasındaki klasik ilişkide sanayi devlete vergi vermekte, devlet üniversitelere kaynak sağlamakta ve üniversitelerin yaptığı çalışmaların çıktıları da dolaylı yoldan bazı sanayicilerce kullanılmaktaydı. Üniversite-sanayi arasındaki vazgeçilmez işbirliği gereksinimi, son dönemlerde çok karmaşık ve çok aktörlü üniversite-sanayi işbirliği modellerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Teknolojideki gelişme ve değişime dayalı ekonomik büyüme de, aslında karmaşık bir süreçtir. Teknolojik gelişmeler ve buna bağlı ekonomik büyümenin bu niteliği nedeniyle, devlet, sanayi ve üniversite arasındaki ilişkilerde de yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır (Nowotny, 2001; Etzkowitz, 1998; Benner, 2000). Bu yaklaşımlar sonucu, üniversite giderek artan şekilde, ‘girişimci formatında’ bilgiye dayalı ekonomiye entegre olmaya başlamıştır. Bu değişim, tarafların birbirlerinin rollerini de üstlendikleri, diğer bir deyişle giderek birbirlerine yakınlaştıkları ve artık üçlü bir kesişme alanının yaratıldığı bir model ortaya çıkarmıştır. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA ‘Üçlü Sarmal - Triple Helix’ (Etzkowitz ve Leydesdorff, 1995; Etzkowitz, 1998) son zamanlarda, bu konuda üzerinde en çok durulan model olmuştur. Pratikte de, bu modele uygun düzenlemelere girişilmiştir. Bu modeli ve arkasındaki yaklaşımı incelemeden önce, gerek kamu-sanayi-üniversite arasındaki ilişkileri, gerek araştırma sürecini, gerekse bunların yönetim sistemlerini giderek karmaşıklaştıran bu değişimi aşağıdaki iki unsurun tetiklediğini vurgulamak gerekir: 1- Kamu kaynaklı araştırmaların büyüme ve refahı olumlu yönde etkilediğinden emin olma isteği (Ziman, 2001) ve 2- Bu araştırmaların üretime yansıması ve olumlu etkisinden emin olma isteği (Guston, 2000). Diğer bir deyişle, üniversitelerin eğitim görevleri yanında evrensel ve/veya kamu yararı gözeterek kendilerince uygun gördükleri araştırma çalışmalarına sanayinin artık destek sağlamaması ve üniversiteleri gereksinim duyduğu spesifik araştırma konularına yöneltmesi, karşılıklı çıkar esasına dayalı işbirliği model ve uygulamalarının son çeyrek yüzyılda ivmesel bir artış göstermesine yol açmıştır. b- Üçlü Sarmal (Triple Helix) Daha önce birbirlerinden epey uzak olan üç ayrı dünya arasındaki yakınsama ve özellikle son on yılda giderek büyüyen üçlü bir örtüşme alanı yaratılması bir model olarak Etzkowitz tarafından açıklanmıştır (CESPRI, 1997). Üçlü Sarmal (Triple Helix) adı verilen bu model daha sonra Leydesdorff tarafından geliştirilmiştir. Bu model lineer inovasyon modelinin aksine, kamu, özel sektör ve akademi dünyası arasındaki inovasyona yönelik kurumsal ilişkileri üçlü sarmal yapıyla temsil etmekte ve bu ilişkileri, söz konusu yapının değişik seviyelerinde kurgulayıp bilginin sermaye olarak kullanılmasını açıklamaya çalışmaktadır. Üçlü Sarmal Modeli’nin şematik gösterimi, Şekil-3’de verilmiştir. Üçlü sarmal modelde, üç ana unsur rol oynar: Mikro seviyede ‘aktörler’, mezo seviyede ‘kurumsallaşmış yapılar’ ve makro seviyede ‘kural ve yönergeler’. Aktörler: Mikro seviyede rol oynayan aktörler akademi, Şekil 3: (Triple Helix) Üçlü Sarmal kamu ve iş alemidir. Değişik yapı ve kültürlerden gelen bu aktörlerin, ait oldukları dünya dışında oynamaları istenen rolü ve üstlenmeleri gereken işlevi ne kadar becerdikleri aralarındaki yakınsamanın da derecesini de belirleyecektir. Yani birçok konuda, yetenek ve birikimlerini de yanlarına alarak başka bir dünya için çalışacaklar; o dünyanın gözüyle bakacak ve o dünyanın adamı olacaklar. Kurumsal Yapılar: Mezo seviyede rol oynayan unsurlar, teknolojik bilgi yaratarak üretimi organize eden kurumsal yapılardır. Üç alt grupta toplanabilirler: 1- Hibrid İnovasyon Yapıları: Bilginin kullanım ve üretiminden doğrudan sorumlu olan üç dünya arasındaki etkileşimden hibrid formda doğan yapılardır. (Örneğin üniversiteden doğan yüksek teknoloji tabanlı şirketler ‘spin-off’lar, üniversite tarafından kurulan risk sermayesi yapıları.) 2- İnovasyon Arayüzleri: İş dünyası ve akademi arasında arayüz işlevi gören kurumlardır. 3- İnovasyon Koordinatörleri: Değişik fazdaki değişik etkinliklerin koordinasyon ve yönetimini sağlayan yapılanmalardır. Kural ve Yönergeler: Makro seviyede rol oynayan unsurlardır ve bu unsurlar politika ve uygulamaları kurgular ya da olanaklı kılar. Aktörlerin bu normatif çerçeveye göre ve finansman destek mekanizmalarına bakarak rollerini oynayacakları düşünülmektedir. ABD’de 1985’de faaliyete geçen ‘Bay-Dole Act’ adıyla bilinen ve kamu kaynaklarıyla yapılan araştırmaların ticarileşmesinde yeni kolaylıklar getiren yasa, bu amaca hizmet eden yasal çerçeve için en iyi örneklerden biridir. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 57 DOSYA DOSYA SANAYİ KURULUŞLARI İÇİN REKABET EVRİMİ: Üretimin ve bu değerin doğrudan ve dolaylı sonuçları itibariyle ekonominin temel unsurları olan sanayi kuruluşları da özellikle 1960’lardan sonra üretim süreçlerini etileyecek önemli değişimler geçirmişlerdir. Rekabet evrimi olarak da adlandırabileceğimiz bu temel değişiklikleri on’ar yıllık süreçlerle şu şekilde özetlemek mümkündür; Daha çok ülke sınırları ile çevreli ve içe kapalı üretimin ağırlıkta olduğu 1960’larda üretmek en öncelikli amaçtı. Talebin ağır bastığı bu dönem için ‘üretim üstünlüğü’ rekabet için yeterli olmaktaydı. 1970’lere gelindiğinde, uluslararası ticaretin de artmasının etkisiyle, arz talebi geçmeye başladı. Üretim üstünlük için yeterli olmaktan çıktı ve ‘maliyet’ rekabet üstünlüğü için temel bir etken oldu. 1980’lerde üretim ve düşük maliyet rekabet için yetmemeye başladı. Tüketicilerin de bilinçlenmesi, beklentilerinin artması ve onları giderek öne çıkaran ve koruyan yaklaşım ve regülasyonların da etkisiyle ‘kalite’ olgusu rekabet için anahtar bir konuma geldi. 1990’lar ise yeni üretim ve yönetim süreçleri ile en düşük maliyetli ve en kaliteli ürünü en kısa sürede pazara çıkarmak arayışlarının önem kazandığı bir dönem oldu. Yalın üretim (Lean manufacturing) , Çevik Üretim (Agile Manufacturing), Tam Zamanlı Üretim (Just in time), Kanban vb. uygulamalar üretim süreçlerini hızlandırarak, Toplam Kalite Yönetimi (Total quality management), 6 Sigma Metodolojisi vb. uygulamalar ise üretimde kaliteyi artırarak ürünün tasarımından, pazara sunumuna kadar dolaylı olarak üretim hızını etkilemişler ve ‘hız’ üstünlüğü ile rekabeti öne çıkaran unsurlar olmuşlardır. 2000’lere gelindiğinde ise tüm bunların ötesinde, ‘bilgi’ temelli üretim sanayide de rekabet üstünlüğü için en temel unsur olmuştur. SONUÇ: Araştırma-Teknoloji Geliştirme-İnovasyon (ATGİ) kapsamındaki gelişmeleri doğru okumak ve buna uygun sistem ve yapılar kurmak büyük önem taşımaktadır. Ülkemiz gibi bunu yapamayan ya da kavramsal arkayüzleri doğru anlamak ve tarafların uzlaşması gibi önemli gerekleri gözardı eden ülkeler için sorunlar giderek ağırlaşmaktadır. Çünkü, önceki dönemlerde teknoloji, bilimsel buluşla58 rın yol açtığı gelişmelerle kendine yol açmaya çalışırdı. Yani, bilim öncü, teknoloji ise artçıydı. Ancak, yukarıda açıklanan evrimsel değişikliklerin de büyük etkisiyle günümüzde bilim-teknoloji ilişkisinin çok daha içiçe ve karmaşık hale geldiğini görüyoruz. İkili bir sarmal halinde, teknolojik gelişmeler bilimsel araştırmalar için olağanüstü araçlar sağlarken, bilimsel çalışma sonuçlarının yeni ya da daha ileri teknolojiler olarak karşımıza çıkması arasındaki faz farkı artık çok kısalmıştır. Son zamanlarda gözlenen teknolojik gelişmeler ve buna bağlı pek çok değişiklik çoğumuzun kavramakta bile zorlandığı/zorlanacağı şekilde hayatımızı, ilişkilerimizi değiştiriyor. Teknolojideki baş döndürücü gelişmeler yaşamı hızla ama pek çoğumuzun iradesi dışında biçimlendiriyor, pek çok biçimde toplumsal değişimi zorluyor. Örneğin genetik çalışmaları tıbba ve tarıma çok büyük katkılar yaptı ve yapmaya devam ediyor. Ama başa çıkılması zor etik sorunlar da yaratıyor. Kaldı ki gelecekteki etkileri de henüz bilinmiyor. Yaşanan değişikliklerin boyut ve etkilerinden pek çoğunun önceden tahmin edilemediği biliniyor. Gelecekte teknolojinin yaratacağı değişiklikleri de şimdiden belki bir miktar tahmin edebiliyoruz ama tümüyle öngöremiyoruz. Teknolojideki gelişmeler ve bunu sağlayan ilişki ağları sadece bizim yaşamımızı değil, tükettiği kaynaklar, değişikliğe uğrattığı yaşam tarzı, kültür ve değerler gibi nedenlerle gelecek nesillere bırakacağımız mirası da etkiliyor. Sonuç olarak, bilimle giderek artan etkileşimiyle, ekonomileri etkileyen özellikleriyle, edinme ve transfer yöntemlerinin etkisiyle, firma ölçeğinden ulusal ölçeğe kadar rekabeti, verimliliği, gelişmişliği ya da geri kalmışlığı belirleyen unsurlarıyla, toplumsal etkileriyle teknoloji; yaşamı hem de giderek artan şekilde değiştirip yeniden düzenlemekte kullanılan etkin bir araca dönüşmüş durumdadır. Bunu sağlayan sistemlerin başında da açıklanan bu temel yeni yaklaşımlar gelmektedir. Kuşkusuz evrimsel modeller olarak açıklanan ve dünyayı biçimlendiren teknolojik değişimlerin tetikleyicileri olan yukarıda açıklanan değişiklikler dünden bugüne hemen oluvermedi. Bu oldukça karmaşık sistem değişikliklerini içinde yer alan üniversite-sanayi-devlet-toplum-örgütler vb. tarafların arasındaki gene oldukça karmaşık ilişkiler ağındaki gelişmeler hala daha tam olarak açıklanamamaktadır. Çünkü, hem bu gelişmelere yol açan yeni sistemik yaklaşımlar belirtildiği gibi çok karmaşık ve ka- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA otiktir hem de hala daha çok akışkan ve bilinen organizasyon, yönetim vb. yöntemlerle kolayca da izah edilememektedir. Ancak, hiç kuşkusuz, ulusal planlar yapılırken bu gelişmeler de doğru okunmalı ve sentezlenmeli- bu modellere göre ya da bunları reddederek ama mutlaka bu sistemleri, dünyadaki uygulamaları ve etkilerini iyi analiz ederek ve kendimize has stratejilere sahip olarak- politikalar böyle oluşturulmalıdır. Hem de çok geç olmadan..... Aksi takdirde sonuçlarından ekonomik, sosyal, siyasal vb. her alanda çok fazla etkilendiğimiz gelişmelerin ve değişikliklerin nedenlerini anlamakta ve buna bağlı olarak çözümler üretmekte zorlanmaya devam edeceğiz. Kaynaklar: Etzkowitz, H. & Leydesdorff, L. (1995). The Triple Helix---UniversityIndustry-Government Relations: A Laboratory for Knowledge Based Economic Development. EASST Review, 14 (1), 9-14. Gibbons, Michael, Camille Limoges, Helga Nowotny, Simon Schwartzman, Peter Scott, and Martin Trow, 1994, The new production of knowledge: the dynamics of science and research in contemporary societies (Sage, London) Kiper, M., ‘Teknoloji Transfer Mekanizmaları ve Bu Kapsamda Üniversite-Sanayi İşbirliği’ Teknoloji, Kitap, TMMOB,2004 Lundvall, B. A., (1998) Why Study National Systems and National Styles of Innovation, Technology Analysis and Strategic Management, vol. 10, no. 4 Leydesdorff, L. ve Etzkowitz, H., 1998, “The Triple Helix as a Model for Innovation Studies”, Science and Public Policy, Vol. 25 (3) 195-203. Nelson, R. & Rosenberg, N. (1993) National Innovation Systems: A Comparative Analysis, New York: Oxford university Press Niosi et al. 1993. National Systems of Innovation: In Search of a Workable Concept. Technology in Society. Kranzberg, M. (1986). The Technical Elements in International Technology Transfer: Historical Perspectives. The Political Economy of International Technology Transfer, 3146. Quorum Books. New York. Rosenberg, N. (1984). The science/technology relationship, the craft of experimental science, and policy for the improvement of high technology innovation. Research Policy, 13 (l), 3-20. Genetik çalışmaları tıbba ve tarıma çok büyük katkılar yaptı ve yapmaya devam ediyor. Ama başa çıkılması zor etik sorunlar da yaratıyor. Kaldı ki gelecekteki etkileri de henüz bilinmiyor. UN-Economic and Social Council‘Synpsis of Good Practices in Facilitating the Generation & Diffusion of Innovation’ Sep.2007 Vannevar B. (1945, July). Science-The Endless Frontier: A Report to the President by Vannevar Bush, Director of the Office of Scientific Research and Development. United States Government Printing Office. Washington. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 59 DOSYA Ahmet GÜLMEZ Sakarya Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü Araştırma Görevlisi ARGE UYGULAMALARINDA GÜNEY KORE ÖRNEĞİ GİRİŞ Romer’e göre ekonomik büyümenin kaynağı yeni teknolojiler üreten Ar-Ge faaliyetleri olmaktadır. Teknolojik ilerleme, günümüzde ekonomik performansı etkileyen en önemli, stratejik belirleyici bir faktör olarak ortaya çıkmakta, bu nedenle de verimlilik artışları ya da ekonomik büyümenin önemli dinamiklerinden sayılmaktadır. Günümüzde Ar-Ge ve onun kaynağını oluşturan bilgi, doğrudan bir üretici güç haline yani üretim faktörü haline gelmiştir. Ar-Ge faaliyetlerinin önemini erken kavrayan ve bu doğrultuda politikalar üreten ülkeler, günümüzde gelişmiş ülke statüsündedirler. Güney Kore Ar-Ge’ye verdiği önem sayesinde kısa denebilecek bir süre zarfında geri kalmışlıktan kurtulmanın mümkün olduğunu kanıtlamış ender ülkelerden biridir. Kalkınma yarışına Türkiye ile aynı yıllarda ve daha zor şartlarda başlamasına rağmen bugün Türkiye’den oldukça ileri durumdadır. Bunun nedenlerinin başında yeni teknolojiler üreterek yüksek katma değer sağlanmasına yol açan Ar-Ge faaliyetlerine verilen önem yatmaktadır. Uzun dönemde ekonomik büyümenin temel kaynağı bilgi ve yeni teknolojiler üreten Ar-Ge faaliyetleridir. Çağımızda teknolojiye sahip olan ülkeler sanayi başta olmak üzere, bütün ekonomik alanlarda mutlak bir üstünlük elde etme yolundadırlar. Kısaca, teknoloji, ülkelerin rekabet üstünlüğünün tek belirleyicisi haline gelmiştir. Bundan dolayıdır ki gerek toplumsal refahın yükselmesinde, gerekse dünya nimetlerinin paylaşımında teknolojik üstünlüğe sahip olan ülkeler uluslar arası arenada belirleyici rol oynamaktadır. 60 GÜNEY KORE ÖRNEĞİ 1950’li yılların başlarında yaşanan ve Kore’yi kesin bir şekilde iki ayrı devlete ayıran savaş, her iki ülkede de nitelikli işgücünün azalmasına neden olmuştur. Zaten bu yıllarda Güney Kore ilkel teknolojiye dayalı üretim yapan bir tarım ülkesidir. 1954 yılında Güney Kore’de kişi başına düşen milli gelir 70 Dolardır (aynı yıl Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 245 Dolardır). Faktör Donatımı teorisine ve Karşılaştırmalı Üstünlükler teorisine göre Güney Kore tarım ürünlerinde uzmanlaşıp bu ürünleri ihraç etmeli, karşılığında ihtiyaç duyduğu teknoloji yoğun ürünleri gelişmiş ülkelerden ithal etmelidir. Fakat Güney Kore bu teslimiyetçi ve yoksullaştırıcı anlayışı reddetmiş, uyguladığı Ar-Ge politikası sayesinde teknolojik olarak başkasına bağımlı bir ülke değil, kendi teknolojisini kendi üreten ve tüm dünyaya teknoloji ihraç eden bir ülke haline gelmiştir. Uyguladığı kendine özgü Ar-Ge politikaları Güney Kore’yi araştırmaya değer bir ülke haline getirmiştir. Tablo 1’de Güney Kore’nin ihracat kompozisyonundaki değişme açıkça görülmektedir. 1960’lı yıllardaki ihracat, ilkel teknolojiye dayalı emek yoğun mallardan veya işlenmemiş doğal kaynaklardan oluşmaktadır. 2000’li yıllara gelindiğinde ise durum tersine dönmüş, ihracat kompo- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 60 DOSYA DOSYA Tablo 1: Güney Kore’nin İhracattaki İlk On Ürünü:1960’lı-2000’li Yıllar Kaynak: SONG, Jong Guk, (3.2003), “Dynamics of R&D from Imitation to Innovation, Lessons from Korea”, STEP, Kore ‘den yararlanılarak hazırlanmıştır. zisyonu emek yoğun mallardan teknoloji yoğun mallara doğru değişim ve gelişim göstermiştir. Günümüzde Güney Kore’nin ihracatındaki ilk on ürünün tamamı yüksek teknolojiye dayalıdır. 1960’lı yıllarda ihracatta ilk sırada yer alan ürün Demir Madeni olurken, 2000’lı günümüzde ihracatta ilk sırayı ileri teknoloji ürünü Yarı İletkenler (Semiconductor) almıştır. Tablo 1 incelendiğinde 1960’lı yıllardan 2000’li yıllara Güney Kore’nin ne kadar çok yol kat ettiği görülmektedir. Kısa sürede gerçekleştirilen bu başarının altında acaba hangi politikalar yatmaktadır? Kore’nin teknoloji politikaları 1980 öncesi ve sonrası diye iki safhada incelenebilir. Biz ilk önce 1960–1980 dönemini inceleyeceğiz. Kalkınmakta olan ülkelerin çoğunda olduğu gibi Güney Kore’nin de Ar-Ge, bilim ve teknoloji alanındaki çalışmaları, yeni teknolojiler geliştirmekten çok mevcut bilgi ve teknolojinin ülkeye adaptasyonunun sağlanması yönündedir. Bu dönemde ilk çalışmalar yabancı teknolojiyi elde etmek ve onu kullanmada ihtisaslaşmaktır. Bu dönemin ilk yıllarında ithal edilen ürünlerin taklit yoluyla üretimi gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. İthal edilen yatırım mallarından elde edilen bilgiler ülke içinde yaygınlaştırılmıştır. Bu dönemin bir başka özeliği, Kore hükümetinin yabancı teknolojinin elde edilme şekline çok itina göstermesidir. 1960–1980 döneminde doğrudan yabancı sermaye (DYS) yatırımlarına kısıtlayıcı politikalar uygulanırken, lisans anlaşmaları teknoloji transferinin daha etkili bir aracı olarak görülmüştür. Kore, yüksek bilgi ve beceri gerektiren sektörlerde DYS tarafından sunulan paket içinden seçim yapmayı başararak yabancı teknoloji kaynaklarının kullanımında seçmeci davranabilmiştir. Devlet piyasaya girişleri denetleyerek teknoloji alıcısını teke indirmeye gayret etmiş ve böylece satıcıları rekabete zorlamıştır. Ayrıca, satıcının alıcıya teknolojinin transferi, kullanımı, ürün pazarlama ve lisans verme konusunda koşullar getirmemesi için alıcıya destek verilmiştir. Burada en önemli hususun yerli firma ve teknik adamların yaparak öğrenmelerine ortam hazırlanması olduğu söy- lenebilir. Bu nedenle de Kore, teknolojinin paket halinde değil de parça parça ithali için çaba göstermiştir. Paket halinde ya da anahtar teslimi şeklinde teknoloji ithali daha kısa zamanda sonuç vermekle birlikte yerlilerin öğrenmesini katkısı olmamaktadır. Teknolojinin parça parça ithali daha fazla zaman ve bilgi gerektirmesine rağmen, uzun dönemde daha olumlu sonuç verebilmektedir. Başarılı bir teknoloji transferi için karşı tarafın uygun koşullar önermesi yetmez. Teknolojinin alımı, adaptasyonu ve geliştirilmesi için güçlü bir Ar-Ge altyapısının varlığı da gereklidir.(Kim and Ma,1997:101–133) Bu politika, teknoloji transferinin maliyetini azaltmaya yönelik hizmet etmiş ve çok uluslu firmalara olan bağımlılığı azaltıcı etkide bulunmuştur. Hükümet alınan lisansları koruma yoluna gitmiştir. Bunun yanında devlet, sanayi temsilcilerinden, üniversitelerden ve kamu laboratuarlarından sorumlu kişilerin oluşturduğu bir müşavirlik komitesi kurarak, tek tek firmalar yerine onların adına teknoloji satıcıları ile müzakerelerde bu komiteyi görevlendirmiştir. Teknoloji ithalatında Kore Hükümeti, ağır sanayiye girmek, yerli Ar-Ge yeteneğini geliştirmek ve ihracat için, sanayileşmenin öncüsü dev yerli özel firmaların (chaebol) gelişmesini teşvik etmiştir. Kore’nin teknoloji stratejisinin bir dayanağı ve onu diğer gelişmekte olan ülkelerden ayıran özelliklerden birisi de bu özel büyük şirket topluluklarının bilinçli olarak yaratılmasıdır. Kore, 1980 yılından sonra teknoloji politikasında değişikliğe gitmiştir. Bu dönemde devlet, ulusal inovasyon sistemini oluşturmak için çabalarını yoğunlaştırmıştır. 1980’den sonra Ar-Ge’nin büyük kısmı özel sektör firmaları veya kamu özel ortaklıkları yoluyla gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Kamu araştırma kurumları ileri teknolojiler üzerine dikkatlerini çevirmiş ve üniversite araştırma laboratuarları ile işletmeler arasında köprü tesisi fonksiyonlarını yerine getirmişlerdir. Kore hükümeti teknolojiye sahip olma politikasını değiştirmiştir. Değişiklik Kore sanayisindeki teknolojinin daha kapsamlı ve bilim tabanlı olmasının neticesidir. Yabancı ülkelerden teknoloji trans- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 61 DOSYA DOSYA Tablo 2: Güney Kore’de 1970 sonrası AR-GE göstergeleri Kaynak: http://kosis.nso.go.kr ferine yönelik daha önce konmuş kısıtlamalar kaldırılmaya başlanmış ve liberalizasyon sağlanmıştır. Güney Kore’nin Ar-Ge planlama ve politikalarının uygulaması merkezi bir sistemle olmaktadır. Merkezileştirilmiş sistem, belirli teknoloji ve ürünlerin geliştirilmesi ve ticarileştirilmesi için uzun vadeli stratejilere imkân hazırlar. Bu sistem Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın kontrolü altındadır. Bilim ve Teknoloji Bakanlığı, diğer bakanlıklar, sanayi temsilcileri ve araştırma enstitülerinin temsilcilerinin katılımı ile birçok planlı işlevi yürütür. Teknoloji Akademisi’ni (KAITECH) kurmuştur. Bu enstitü her yıl yaklaşık 200 milyon dolarlık kamu fonu kullanmaktadır. Bu arada önemli bir nokta da devletin Kore’de yarıiletkenlerin üretilebileceğini göstermek ve bu sanayi dalı için gerekli olan teknoloji alt yapısını sağlamak üzere 1979’da Kore Elektronik Teknolojisi Enstitüsü’nü (KIET); telekomünikasyon sanayisini desteklemek üzere Kore Telekomünikasyon Araştırma Enstitüsü’nü (KETRI) kurmuş olduğuna ayrıca işaret etmek gerekir. Daha sonraları bu iki kuruluş birleştirilmiştir (Kutlu, 1996: 92-93). Yukarıda da değinildiği gibi Kore, teknolojiye çok önem vermiş, daha 1966 yılında Kore Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’nü (KIST) kurmuştur. Bu enstitünün kurulması sırasında 80 bilim adamı ve mühendis en fazla Ar-Ge desteğine ihtiyaç duyulan alanları saptamak üzere çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren 600’den fazla firmayı ziyaret etmişlerdir. 1980’lere doğru, sanayi artık kendi araştırmalarını kendi yapabilecek bir seviyeye ulaştığında, KIST; daha uzun dönemli araştırmalara yöneltilmiş, 1981’de Kore İleri Bilim Enstitüsü (KAIS) ile birleştirilmiştir. Kore dışındaki Koreli bilim adamlarının ülkeye geri dönmelerini ve yetenekli Koreli öğrencilerin ülkede kalmalarını sağlamak ve bilimsel araştırma ortamını oluşturmak üzere yine devlet eliyle 1971’de kurulmuş olan KAIS ile KIST’ın birleştirilmesi sonucu ortaya çıkan Kore İleri Bilim ve Teknoloji Enstitüsü (KAIST) kurulmuştur. Bu enstitünün görevi, ülkenin atılım yaptığı ileri teknoloji alanlarında, özellikle elektronik teknolojilerine yönelik olarak bilim doktorası ve mastır derecesine sahip elemanlar yetiştirmektir. 1989’da KAIST’ten yeniden ayrılan KIST, bu kez ülkenin yeni yönelim alanlarıyla ilgili enstitüler kurmakla görevlendirilmiştir (Kutlu, 1996: 92-93). “1960’lı yıllardan günümüze teknoloji parkları, sanayi ve teknolojiyi bir araya getiren bölgeler ve araştırma merkezleri kurmuşlardır” (Kozlu, 1995: 29). Tablo 2, 1970 yılından sonra Güney Kore’nin Araştırma Geliştirme faaliyetlerine ne derece önem verdiğini açık bir şekilde göstermektedir. 1970 yılında özel ve kamu üniversitelerinin toplamı 85 iken 2004 yılında üniversite sayısı 293’e yükselmiştir. Bu dönemde özel üniversite sayısı hızlı bir artış göstererek 52’den 238’e yükselmiştir. 1970 yılında 5628 olan araştırmacı sayısı 2004 yılında 200.000’in üzerine çıkmıştır. Güney Kore’nin Ar-Gr faaliyetleri arasında en dikkat çekici olan Ar-Ge harcamalarıdır. 2004 yılında yapılan Ar-Ge harcamaları 1970’deki Ar-Ge harcamalarından 2103 kat daha fazladır. Ayrıca, 1985 yılında Ar-Ge harcamalarının Milli Gelir içindeki payı % 1,82 iken, 2004 yılında bu payın %2,85’e yükseldiği görülmüştür. Enstitülerin sanayinin acil taleplerine karşılık vermede yetersiz kalması üzerine devlet 1989’da Endüstriyel 62 Grafik 1 incelendiğinde Güney Kore’de hem toplam Ar-Ge harcamalarının hem de milli gelir içinde Ar-Ge harcamalarının giderek arttığı görülmektedir. 1964 yılında Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı yalnızca %0,2 iken, 2005 yılına gelindiğinde bu oran %2,99’a yükselmiştir. 2005 yılında Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranının %0,7 olduğu gerçeği düşünülürse, Güney Kore’nin Ar-Ge’ye verdiği önemi daha iyi anlayabiliriz. Tablo 3’deki datalara bakıldığında Güney Kore’nin Ar-Ge faaliyetlerinde ne derece başarılı olduğu görülür. 2005 yılında Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranlarına bakıldığında Güney Kore’nin; A.B.D., Almanya, Fransa gibi süper güçleri geride bıraktığı görülmektedir. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA Grafik 1: Ar-Ge Harcamaları ve Milli Gelir İçinde Ar-Ge’nin Payı(1964-2005) Kaynak: www.most.go.kr SONUÇ Güney Kore, Türkiye ile hemen hemen aynı yıllarda iktisadi kalkınma yarışına başlamış olmalarına ve her iki ülkenin başlangıçtaki temel ekonomik göstergeleri birbirine yakın olmasına, hatta Türkiye’nin Kore’den daha zengin olmasına rağmen günümüzde Güney Kore’nin kalkınma açısından Türkiye’den oldukça ileride olduğu gözlenmektedir. Güney Kore’nin kalkınmada elde ettiği bu başarıda en önemli faktörlerden biri etkin teknoloji politikaları uygulamasıdır. ca özel firmaların karlı olmadığı için girmediği veya çok büyük sabit yatırımlar gerektiren sektörlere girilmesi için merkezi hükümet Ar-Ge destekleri ve vergi indirimleri gibi kolaylıklar sağlamıştır. Son olarak, Güney Kore ekonomisinin teknoloji geliştirme ve özümseme kapasitesini geliştirmiş, Ar-Ge temelli net bir kalkınma stratejisi benimsemiş, en önemlisi de etkin bir şekilde çalışan ulusal yenilik sistemini oluşturmuştur. Kaynakça Ülke kalkınmasının nitelikli emekten geçtiğini erken kavrayan ve bu uğurda yeni üniversiteler açma, araştırma enstitüleri ve bilim parkları kurma gibi Ar-Ge faaliyetlerini yoğunlaştıran Kore’nin, günümüzde neden Türkiye’den üç kat daha zengin bir ülke olduğunu kavramak zor olmamaktadır. Kore, teknoloji ithalatı konusunda çok hassas davranmış, ithalatına sıklıkla müdahale etmiş; ancak bunu, pahalı know-how’a ulaşmayı engellemeyecek esnek bir biçimde yapmıştır. Rejim, teknoloji ithal eden firmaların iç teknolojik yeteneklerini geliştirmek amacıyla bu firmaların tersine mühendislik ve Ar-Ge faaliyetlerini teşvik etmiştir. Ayrı- Kim, H. and Jun Ma (1997), The role of government in acquiring technological capability: The case of the Petrochemical industry in East Asia, M.Aoki vd. (derl.) (1997), The Role of Government in East Asian Economic Development: Comparative Institutional Analysis, Oxford: Clarendon Press, ss.101–133. Kim, L. (1997), İmitation To İnnovation: The Dynamics of Korea’s Tecnological Learning, Harvard Business School Press. Kozlu, C. (1995), Türkiye Mucizesi İçin Vizyon Arayışları ve Asya Modelleri, İş Bankası Yayınları Kutlu, E. (1996), Dünya Ekonomisi, Anadolu Üniversitesi Basımevi, Eskişehir. SONG, J. G. (2003), Dynamics of R&D from Imitation to Innovation, Lessons from Korea, STEP, Kore www.fbweb.cityu.edu.hk/hkapec/DataBank/KR-GDP-expenditurecurrent.pdf www.kosis.nso.go.kr/cgibin/sws_888.cgi?ID=DT_1C20001&IDTYPE =3&A_LANG=2&FPUB=4&SELITEM= www.kosis.nso.go.kr/cgi-bin/sws_888.cgi www.most.go.kr/most/english/activies_01.jsp www.most.go.kr/most/english/activies_02.jsp Tablo 3: Ar-Ge Faaliyetlerinin Ülkeler Arasında Karşılaştırılması. Kaynak: www.most.go.kr Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 63 DOSYA Şirin ELÇİ Technopolis Group Türkiye Direktörü REKABET VE KALKINMA İÇİN İNOVASYON İnovasyon Nedir? Ekonomik ve toplumsal değer yaratmak için ürünlerde, hizmetlerde ve iş yapış yöntemlerinde yapılan değişiklik, farklılık ve yenililikler ‘inovasyon’ olarak adlandırılır. İnovasyon en geniş anlamıyla, bilginin ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürülmesi olarak tanımlanır. Bu nedenle de teknik, ekonomik ve sosyal süreçler bütünüdür. Değişime olan istek, yeniliğe açıklık ve girişimcilik ruhuyla özdeşleşen bir kültürün ürünüdür. Firmalar için inovasyon, verimliliği ve kârlılığı artırdığından, yeni pazarlara girilmesini ve mevcut pazarın büyütülmesini sağladığından çok önemli bir rekabet aracıdır. Verimli, kârlı ve rekabet gücü yüksek firmaların faaliyet gösterdiği ekonomiler kalkınır, gelişir ve küresel ölçekte rekabet avantajı kazanır. Dolayısıyla, ülkeler için inovasyon, istihdam artışını, sürdürülebilir büyümeyi, toplumsal refahı ve yaşam kalitesini garantileyen en önemli faktördür. İnovasyon Buluş (İcat) Değildir. İnovasyon için buluşlardan yararlanılabilir. Ancak, asıl önemlisi ekonomik getirisi olan, henüz yapılmamış birşeyler yapmak; ya da yapılmakta olanı farklılaştırmaktır. İnovasyon, keşfedilmemiş olanı icat etmeyi değil; değer yaratma yollarını keşfetmeyi hedefler. Bu nedenle de fi kirler ve kavramlar önem kazanır. İnovasyon, ticari başarıyı gerektirir. Diğer taraftan bir buluş yapmak, o buluşun ticari başarısını garantilemez. Buluştan ticari değeri olan bir ürün ortaya çıkmadığı sürece de değer yaratılamamış olur. Ama buluşunu ticarileştiremediğinden, yani inovasyona dönüştüremediğinden, bu buluş uzun süre işe yaramadı. Spengler’in buluşunu W. H. Hoover adlı bir deri imalatçısı ticarileştirilebilir bir ürün haline getirdi. Bunun için de Spengler adı değil, Hoover adı dünya çapında bilindi ve yayıldı. İnovasyon Süreci Nasıl İşler? Sektörü ve büyüklüğü ne olursa olsun, bir firmanın ayakta kalması ve rekabet gücünü artırması ancak inovasyonla mümkün. İnovasyon yapan firmalar üretkenliklerini artırıp hızla büyüme fırsatını yakalar; yüksek nitelikli istihdam olanaklarını yaratır; iç ve dış pazarlarda daha güçlü bir konuma yerleşirler. Bir firma için inovasyon, geliştirilmiş ve iyileştirilmiş dağıtım performansıyla ve portföyündeki yeni ürünlerin/hizmetlerin sayısının yükselmesiyle satışların ve pazar payının artması; yeni ürünlerin pazara çıkma/hizmetlerin sunulma sürelerindeki kısalma ve üretkenliğin artmasıyla kazancın yükselmesi, kaynakların ve zamanın daha iyi kullanılmasıyla maliyetlerin azalması anlamına gelir. Bu nedenle inovasyon, firmaların kurumsal stratejilerinin en önemli parçasını oluşturan ve sürekliliği olan bir faaliyettir. İnovasyon süreci aşağıdaki adımlardan oluşur: Örneğin, elektrikli süpürgeyi J. Murray Spengler icat etti. 64 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA duğunca yazılı hale getirilmesi firmanın yetkinliğinin ve rekabet avantajının sürdürülmesi açısından önemlidir. Çözümün geliştirilmesi ve ticarileştirme: İnovasyon için gerekli bilgi ve bilgi kaynakları bir araya getirilip inovasyon projesi tanımlandıktan sonra sıra uygulamaya gelir. Bu aşamada ürün, hizmet veya süreç son halini alana kadar çalışmalar sürdürülür. Pazardan sürekli olarak alınan bilgilerle desteklenen geliştirme çalışmaları, ürünün, hizmetin pazarlanması veya sürecin ticari kullanımı ile devam eder. Şekil.1: İnovasyon Döngüsü Fırsatların yakalanması: Bir firmanın potansiyel inovasyon fikirleri için sürekli olarak fırsatları belirlemesi ve değerlendirmesi gerekir. Bu fırsatlar, firma çalışanlarının inovasyon fikirlerinden, müşterilerin değişen gereksinimlerinden, rakiplerin çalışmalarından, yeni geliştirilen teknolojilerden veya tedarikçilerden kaynaklanıyor olabilir. Ya da yurtiçinde veya dışında herhangi bir kuruluş veya kişi tarafından yapılan bir Ar-Ge çalışmasının sonuçları veya yeni bir düzenlemeye, kanuna ya da standarta uyma zorunluluğu inovasyon fırsatlarını doğurabilir. Rekabet gücünü kaybetmek istemeyen bir firmanın bu tür sinyalleri zaman kaybetmeden yakalabiliyor olması gerekir. Stratejik seçimin yapılması: İnovasyon faaliyetine başlamak amacıyla kaynak ayırmadan önce yakalanan fırsatlar arasından stratejik açıdan en önemli olanın seçilmesi gerekir. Bu seçimde göz önünde bulundurulacak etkenlerin başında müşterilerin gereksinimleri ve istekleri gelir. İnovasyon için ayrılmış geniş kaynakları olan büyük şirketler bile tüm fırsatları değerlendiremezler. Asıl başarı, en büyük rekabet avantajını sunan fırsatı seçip inovasyona dönüştürebilmektir. Gerekli bilginin edinilmesi: Firmaya rekabet gücü kazandırmada en yüksek potansiyele sahip inovasyon fikrini hayata geçirmeye başlamadan önce ihtiyaç duyulan kaynakların ayrılması gerekir. Bu amaçla, öncelikle ürün, hizmet veya sürecin geliştirilebilmesi için gerekli bilgiler biraraya getirilmelidir. Yazılı olan bilginin yanında yazılı olmayan bilgiye erişmek de büyük önem taşır. İnovasyon faaliyetinin yürütüleceği konuda yetkin, yerli veya yabancı bir uzmanı işe almak veya danışman olarak çalıştırmak, yurtiçindeki veya dışındaki üniversite veya Ar-Ge kurumlarından hizmet almak, yazılı olmayan bilgiye ulaşmanın yolları arasındadır. Hangi yol seçilirse seçilsin, edinilen bilgilerin firma tarafından özümsenmesi ve mümkün ol- Öğrenme: Bu aşama, diğer tüm aşamalardaki başarı ve başarısızlıkların değerlendirilmesine, gerekli bilgilerin üretilmesine ve bunların inovasyon sürecini daha iyi yönetmede kullanılmasına olanak sağlar. “Öğrenme”nin etkisi diğer tüm aşamalara yansıdığından inovasyonun sürekliliği, dolayısıyla firmanın rekabet gücünün sürekliliği açısından büyük önem taşır. İnovasyonda Başarının Sırrı Nedir? Her ne kadar inovasyonda başarı için evrensel bir formül bulunmasa da, başarıya giden yolda minimum şartların sağlanması gerekir. Bu noktada, firmanın inovasyonun ne olduğunu ve nasıl yönetilmesi gerektiğini bilmesi önem kazanır. İnovasyon yönetimi, firmanın teknolojiyi, iş süreçlerini ve insan ilişkilerini inovasyonu destekleyecek ve teşvik edecek şekilde yönetmesi anlamına gelir. Bu da belli bir takım stratejik ve organizasyonel becerilere sahip olmayı gerektirir. Firmada uzun vadeli bir bakış açısı, pazar eğilimlerini belirleme ve tahmin etme becerisi, teknolojik ve ekonomik bilgileri toplama, işleme ve özümseme yetkinliği varsa stratejik becerilerin varlığından söz etmek mümkündür. Organizasyonel beceriler ise, firmanın riskleri belirleme ve yönetme yeteneğine; operasyonel birimler arasındaki işbirliklerinin düzeyine; araştırma kurumları, üniversiteler, danışmanlık firmaları, müşteriler ve tedarikçiler ile oluşturulan ağa, ve insan sermayesine yapılan yatırımın düzey ve kalitesine bağlıdır. İnovasyon Ekonomisi 21. yüzyılda ülkelerin geleneksel ekonomilerini ‘inovasyon ekonomisi’ne dönüştürmedeki başarıları, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve toplumsal gelişme performanslarını belirliyor. İnovasyon ekonomisi kendini, nitelikli işgücü; bu işgücü için yüksek getiriler vadeden Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 65 DOSYA DOSYA iş olanakları ve bu iş olanaklarını yaratan hızla büyüyen firmalar ve çok sayıda yeni kurulan işletmelerle gösterir. Dolayısıyla, bir ülkede veya bölgede inovasyon ekonomisinin kurulması için nitelikli ve girişimci insan gücüne, yeni fikirlerin üretilmesini ve yayılmasını sağlayan bir ortama, inovasyonu destekleyen mekanizmalara ve sermayeye erişim olanaklarına ihtiyaç vardır. Burada devlet, kolaylaştırıcı ve katalizör bir rol üstlenir; insan kaynaklarına, araştırma, teknoloji geliştirme ve inovasyona yatırım yapar ve bu tür yatırımları teşvik eder. Bu tür ekonomilerde kişiler ve kuruluşlar etkin bir işbirliği ve etkileşim içindedir. İnovasyon ekonomisinin kuralları, firmalar için rekabetin ana koşullarının belirleyecisidir. Bu yeni düzende, bilgiyi en iyi yöneten, insan kaynağını ve fikir varlığını en iyi kullanan ve sürekli olarak güçlendiren, inovasyonu tüm faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçası haline getiren işletmeler rekabet edebilir. İnovasyon ekonomisinde sermayenin oluşumunda girişim sermayesi yatırımcıları ve iş melekleri etkilidir. Yüksek teknoloji veya radikal inovasyon içeriğinden dolayı risk taşıyan girişimlere ve yeni kurulan inovasyona dayalı firmalara finansman sağlanması öncelikli konuların başında gelir. Eğitim sisteminin odağını, firmaların gereksinimine uygun niteliklerde insan gücünün yetiştirilmesi ve inovasyona dayalı girişimcilik eğitimlerinin verilmesi oluşturur. Bilginin ve insan gücünün hızlı ve etkin dolaşımı için gerekli altyapıya yatırım yapılır. Bu amaçla bilişim sistemleri altyapısı ve yüksek hızlı İnternet olanakları güçlendirilir ve yaygınlaştırılır; ulaşım ve taşımacılık olanakları yaygın ve güçlü bir altyapıyla desteklenir. Çevre ve yaşam kalitesi konuları büyük önem taşır. İnovasyon, çevresel sürdürülebilirliğin sağlanmasında da önemli bir araç olarak kullanılır. Bu tür ekonomilerde hükümet politikalarının temelini deregülasyon oluşturur. Ekonomik ve toplumsal kalkınma politikaları inovasyona odaklanır. Bu amaçla, vergi sistemi, teşvikler, bölgesel ve kentsel kalkınma stratejileri yeniden düzenlenir ve başarıyla uygulanır. Ulusal İnovasyon Sistemi Şirketler, içinde bulundukları ortamdan soyutlanmış bir şekilde inovasyon yapmazlar. Tam tersine, şirketin ino66 vasyon faaliyetlerinin niteliği ve inovasyon performansları bulundukları bölgenin ve ülkenin kültüründen, sunduğu imkânlardan ve yarattığı şartlardan büyük ölçüde etkilenir. Örneğin, Amerika’da kültürün, toplumun, ekonomik ve yasal kurumların inovasyonu teşvik eden bir ortam yarattığı; bunun bir kanıtı olarak her yıl ülkede 500.000 şirketin kurulduğu; 2003 yılında, her 100 yetişkinden 11’inin (Avrupa’daki tüm diğer ülkelerden daha yüksek bir oranda) girişimcilik faaliyeti içinde bulunduğu ifade edilmektedir. Ülkedeki şirketler sadece sayıca değil aynı zamanda inovasyon performansı bakımından da ilerdedir. Bunu sağlayan faktörler, politik istikrar, uygun politikalar, kanunlar ve düzenlemeler, fikri hakların korunmasına yönelik mevzuat ve uygulamalar, finansman ve insan kaynağına kolay ulaşım ve inovasyon konusunda işbirliği yapması gereken kuruluşlar arasındaki yakın ilişki olarak sıralanmaktadır. Özellikle bu sonuncu etkenin önemi ve bu konuda üniversitelerin oynadığı rol, şu örnekle vurgulanmaktadır: “Sadece bir üniversitedeki, Massachusetts Institute of Technology’deki (MIT), araştırmalardan ve araştırmacılardan kurulan şirketlerin oluşturacağı bir ulus, dünyanın gayrisafi yurtiçi hasıla bakımından en büyük 24. ekonomisini oluşturur.” Dolayısıyla, şirketlerin inovasyon faaliyetlerini etkileyen ve inovasyon süreçlerini başarıyla yönetmelerini sağlayan şartların oluşturulmasında devlete önemli rol düşmektedir. Şirketin inovasyon faaliyetlerini etkileyen ortam, “ulusal inovasyon sistemi” olarak adlandırılır. Bu yaklaşımın kökeni, inovasyon kavramında olduğu gibi, yine eskilere, 1841 yılında ekonomist Friedrich List tarafından ortaya konan ‘Ulusal Politik Ekonomi Sistemi’ne dayanır. Ardından 1980’li yılların ortalarında ekonomistler tarafından yeniden ele alınmış ve inovasyonla ilişkilendirilmiştir. İnovasyon sistemi kavramı, bir ülkede inovasyonun, kamu kurumları, özel sektör kuruluşları, üniversiteler, araştırma kurumları gibi farklı aktörlerin oluşturduğu ağyapı ve bunlar arasındaki ilişkiler ve etkileşim sayesinde gerçekleştiği gerçeğine dayanır. Ulusal İnovasyon Sistemi: Ana aktörler ve akışlar Bu sistemin başarıyla işlemesinde ana sorumluluk devlete düşmektedir. Ancak şirketler de sistemdeki aksaklıkları bildirmek ve rekabet güçlerini yakından ilgilendiren bu konuda gerekli adımların atılmasında sistemdeki diğer kurumlarla birlikte çalışmakla yükümlüdür. Aksi Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA Şekil.2: Ulusal İnovasyon Sistemi: Ana aktörler ve akışlar Kaynak: Arnold ve Kulhman, Technopolis 2001 (OECD, 2005) takdirde bu durum, ulusal inovasyon sistemi iyi işleyen ülkelerdeki rakipleriyle aralarında “haksız rekabet” ortamının oluşmasına yol açacaktır. İnovasyon sistemi başarıyla işleyen bir ülkedeki rakibi yetişmiş insan gücüne rahatlıkla ulaşırken sistemde aksaklıkların yaşandığı ülkedeki şirket nitelikli personel bulmakta zorlanıyorsa; rakibi inovasyon projeleri için çok çeşitli finansal imkânlardan yararlanırken kendisinin yaşadığı en büyük sorun inovasyonun finansmanıysa; kuruluşlar arasındaki koordinasyon ve işbirliğindeki zayıflık inovasyon sürecini olumsuz etkiliyorsa, dezavantajlı ülkedeki şirket, rakibiyle arasındaki rekabet dengesizliğinin ortadan kaldırılması için daha çok çaba harcamak zorunda kalacaktır. Kaynaklar: Elçi, Ş. (2006) İnovasyon: Rekabet ve Kalkınmanın Anahtarı Elçi, Ş., Karatayli,İ. (2008) İnovasyon Rehberi: Karlılık ve Rekabetin Elkitabı www.technopolis.com.tr Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 67 DOSYA Prof. Dr. H. Nevzat ÖZGÜVEN ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi TEKNOPARKLAR YA DA BİLGİNİN EKONOMİK DEĞERE DÖNÜŞMESİ GİRİŞ Ucuz işgücüne dayalı rekabetçiliğin, ekonomik gelişmeyi ve zenginleşmeyi hedefleyen bir ülkede sürdürülebilir olmadığı artık ülkemizde her kesimin kabul ettiği, hatta yaşamakta olduğu bir gerçek. Uluslararası rekabet için, bir yanda verimi artırmak, öte yanda yenilikçi ürünle piyasada bulunmak gerekiyor. Bunlar da, ulusal bilim teknoloji politikalarımızın ana ekseninin inovasyon, bilim ve teknolojide yetkinleşmek ve de sanayide Ar-Ge olması gerekliliğini gündeme getiriyor. Sanırım bu konuda da kimsenin pek bir kuşkusu yok. O zaman şu sorulara cevap arıyoruz: İnovasyon ve sanayide Ar-Ge’yi hangi mekanizmalarla destekleriz, artırırız; ne tür politikalar bilimsel ve teknolojik gelişimimizi hızlandırır ve daha da önemlisi, üretilen bilginin ekonomik değere ve (dolayısıyla, ya da doğrudan) toplumsal refaha dönüşmesini sağlar? Bu soruya verilecek yanıtlar bir yazıda ele alınamayacak kadar kapsamlı. Fakat şunu söyleyebiliriz ki, bu amaca hizmet edebilecek mekanizmalardan birisi de teknoparklar. Kı- 68 saca teknopark olarak anılan oluşumlar ülkeden ülkeye önemli farklılıklar gösterebiliyor. Kullanılan isimler bile oldukça farklı: Teknopark, bilim parkı, bilim ve teknoloji parkı, araştırma parkı, teknopolis (teknokent) ve ülkemizde bu konudaki yasada kullanılan ismiyle, teknoloji geliştirme bölgesi. Bu isimlerdeki farklılıkların bir kısmı kavramsal farklılığı da getiriyor beraberinde, bir kısmı ise sadece terminoloji farkı. İlk örnekleri dünyada 1950’lerde, Avrupa’da 1970’lerde ortaya çıkmışken, ülkemizdeki ilk girişimler 1980’li yılların sonlarında doğru başlamış, teknoparkların bugünkü anlamda hayata geçirilmeleri ise 1990’lı yılların sonlarını bulmuştur. 2001 yılında çıkarılan Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Yasası teknopark kurulmasını ve gelişimini ciddi olarak ivmelendirmiştir. TEKNOPARK İsimler ve yapılar ülkeden ülkeye değişebiliyor, aynı ülke içinde bile farklı yapılanmalar ve büyüklükler olabiliyor; ama ana fikir genelde aynı: Bilgi tabanlı firmaların oluş- Mühendislikte, Mühendislikte, Mimarlıkta Mimarlıkta ve Planlamada ve Planlamada ÖLÇÜÖLÇÜ DOSYA DOSYA masını ve gelişmesini sağlamak; bu firmaların yenilikçilik (inovasyon) ve rekabetçilik kültürünü destekleyerek öne çıkartmak. Nihai amaç ise, bu yolla toplumun zenginliğini ve refah düzeyini artırmak. Teknoparklar, genel olarak, bu amaca hizmet etmek üzere kurulmuş, uzmanlaşmış profesyonellerce yönetilen organizasyonlardır. Teknoparklar; üniversiteler, Ar-Ge kuruluşları, bünyesindeki firmalar ve pazar arasında bilgi ve teknoloji akışını yönetir ve teşvik eder; kuluçka merkezleri (inkübatörler) yardımıyla yenilikçi firmaların oluşmasını ve büyümesini kolaylaştırır, yüksek kalitede mekan ve katma değerli hizmetler sunar. Genellikle üniversiteler ve/veya öteki Ar-Ge kuruluşlarıyla mekansal bütünlüğü ya da yakınlığı olan teknoparklarda; profesyonel kadroların sunduğu hizmet, kaliteli mekan, vb. olanakların ötesinde önem taşıyan unsur, buralarda yer alan firmaların üniversite veya öteki araştırma birimleriyle bir arada olmasının sağlayacağı işbirliği olanakları ve etkileşimlerdir. Buna, pek çok yenilikçi firmanın aynı ortamda olmasının sağlayacağı sinerjiyi de eklemek gerekir. Teknoparkların tarihi yarım yüzyıldan öncesine kadar uzanır. Teknopark kavramı, 1930’lu yıllarda, ABD’de, Stanford Üniversitesi’nin kendi mezununun kurduğu, askeri radar parçaları üreten bir şirkete yer kiralamasıyla başlar. 1950’li yıllarda “Stanford Araştırma Parkı” adıyla resmiyete kavuşur. Kuruluşundaki en büyük başarı öyküsü, bir öğretim üyesinin, üniversite araştırmalarını ürüne dönüştürmeye çalışan iki mezununa yer sağlamasıyla başlar. Bu öğrencilerin adları William Hewlett ve David Packard’dır. Günümüzün dünya devi HP firmasının doğuşu bu şekilde olur. Bu ve benzeri başarı öyküleri, şu anda Silikon Vadisi olarak bilinen ve günümüzün en büyük, en gelişmiş “doğal” teknoparkının başlangıcını oluştururlar. Halen Dünyadaki en önemli teknopark olan Silikon Vadisi “doğal” bir teknopark olma özelliğini sürdürmektedir. Yani, yukarıda tanımlanan, mekan ve hizmet sunan organizasyon şeklindeki teknoparklardan farklıdır. Bu bölgeyi cazip kılan, bölgenin merkezinde dünyaca ünlü bir üniversite (Stanford Üniversitesi) ile yakın çevresinde yine çok gelişmiş üniversitelerin bulunması ve bilgi tabanlı firmaların bir arada olmasının sağladığı sinerjidir. Bu konuya ileride tekrar dönmek üzere, klasik bir teknoparkın yapılanmasına bakacak olursak; genelde, bir teknoparkın bünyesindeki firmalara aşağıda sayılan yararların birden çoğunu sağladığını görürüz: • Ar-Ge çalışmaları için uygun mekan ve ortam, • Yakınında yer alan üniversite ve/veya araştırma ku- ruluşlarından daha kolay ve uygun koşullarda hizmet (danışmanlık, laboratuar hizmeti, vb) almak, • Üniversite ve/veya araştırma kuruluşlarıyla daha etkin Ar-Ge işbirliği, • Teknoparkın yer aldığı bölgedeki üniversite ve/veya araştırma kuruluşlarının araştırma altyapısından yararlanabilmek, • Benzeri Ar-Ge şirketleriyle bir arada olmanın sağlayacağı sinerji, • Teknopark şirketinin sağlayacağı yüksek katma değerli hizmetler. Bu sıralanan yararların firmaya nihai getirişi; teknoloji üretimi, yenilikçi ürün ve sonuç olarak da firmanın uluslararası rekabet gücü elde etmesidir. ÜLKEMİZDE TEKNOPARKLAR VE TEKNOLOJİ GELİŞTİRME BÖLGELERİ YASASI Teknoloji geliştirme iddia ve çabasında olan, rekabet gücünü bu şeklide edinme gayretindeki bir firmanın teknopark içerisinde yer almasındaki amaç, yukarıda sıralanan yararları sağlayabileceğine inanmasıdır. Eğer bir ülkede teknoparklar bu beklentileri sağlayabiliyorsa, o zaman teknoparkların gerçek katkılarından söz edebiliriz. Ancak çoğu kez, özellikle de başlangıç aşamasında, firmaları Ar-Ge yapmanın, teknoloji geliştirmenin ve bu şekilde rekabet üstünlüğü sağlamanın önemine inandırmak, pek çok sorunu olan firmaları bu yolda yürümeye ikna etmek kolay olmamaktadır. Böylesi durumlarda, ilk oluşumları sağlamak için bazı özendirici önlemlerin alınması gündeme gelmektedir. Ülkemizde, teknoparkların gelişimini sağlamak amacıyla, Teknoloji Geliştirme Bölgesi adıyla anılan teknoparklarda yer alan firmalara çeşitli parasal avantajlar tanınmıştır. Burada altının çizilmesi gereken en önemli nokta, bu teşviklerin bir amaç değil bir araç olduğudur. Ar-Ge yapan bütün firmalara kamu kaynaklarından destek sağlanmasının arkasında yatan neden daha farklıdır ve bu destek Ar-Ge yapan her firmaya verilir ve verilmelidir. Zaten, uluslararası kurallara göre, sanayi kuruluşlarına verilecek çok sınırlı devlet desteklerinin başında Ar-Ge destekleri gelmektedir. Teknoparklarda yer alan firmalara tanınan vergi muafiyeti ve benzeri mali avantajlar ise sadece özendirme sağlayarak teknoparkların gelişmesine hizmet etmek amaçlıdır. Pek çok firmayı bu şekilde bünyesine topla- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 69 DOSYA DOSYA yan bir teknoparkın, zaman içerisinde, firmalara dolaylı olarak sağlanan parasal destekler olmadan da varlığını sürdürebilmesi gerekir. Zira yukarıda vurgulandığı gibi, parasal destekler amaç değil, teknoparkın gelişimi için araçtır. Amaç, firmaların teknopark içerisinde bulunmaktan dolayı, yukarıda sayılan getirilen elde edebilir olmasıdır. Firmaları teknoparka çeken nedenlerin; teknoparkın içinde yer aldığı üniversite ya da araştırma merkezinin firmaya teknoloji geliştirme çabalarındaki ciddi katkıları, öteki firmalarla bir arada olmanın getirdiği sinerji ve teknopark organizasyonunun yüksek katma değerli hizmetleri olmalıdır. hem de teknolojik ömürleri çok uzun olmayan gelişmiş laboratuarlar çok daha verimli kullanılmaktadır) • Üniversiteyle ortak araştırma yapmakta, • Üniversitedeki doktora çalışmalarını desteklemekte, • Gereksinim duyduğu gelişmiş işgücünü kolaylıkla sağlamakta ve bu kapsamda daha pek çok avantaj sağlamaktadır. Dünyadaki başarılı teknoparkların bulunduğu ülkelerin çoğunda devletin bir desteği söz konusu değildir. Hatta Silikon Vadisi gibi teknoloji geliştirme bölgelerinde, sınırları çizilmiş bir teknopark bölgesi olmadığı gibi, hizmet veren bir teknopark şirketi de yoktur. İrili ufaklı, belki de binlerce şirketin bulunduğu ve onlarca kilometre uzunluğundaki bir bölgeye yayılan Silikon Vadisine firmaları çeken neden; araştırma ve teknoloji geliştirme faaliyetlerine, akademik kadro ve alt yapısıyla önemli katkılar sağlayabilen dünyanın en iyi teknik üniversitelerinden Stanford Üniversitesinin bulunmasıdır. Ayrıca giderek, araştırma/teknoloji geliştirme yeteneği olan pek çok şirketin bir arada bulunması ek cazibe yaratmıştır. Bu nedenle Silikon Vadisini “doğal” teknopark olarak adlandırabiliriz. Bu bölgedeki firmalar; Bu oluşumun ülkeye en önemli katkısı ise, üniversitede yürütülen araştırmaların ekonomik değere dönüşmesi ve bunun sonucu olarak ülkenin zenginleşmesidir. Bu bölgede, özellikle de bölgenin merkezindeki Stanford Üniversitesinde yapılan araştırmaların uygulamaya konulup ürün haline getirilmesi amacıyla kurulan küçücük şirketlerin çok kısa sürede dünya devine dönüşmesine hepimiz tanıklık etmekteyiz. Bunların bir kısmı, doğrudan üniversitede yapılan doktora çalışmalarını ürüne dönüştüren ve hatta çoğu bu çalışmaları yürüten genç mezunların kurdukları şirketlerdir. Silikon Vadisinin kuruluş günlerinin en büyük başarı öyküsü Hewlet-Packard (HP) kadar çarpıcı olan yakın zamandan tipik bir örnek ise, daha 10 yıl önce 20’li yaşlarında Stanford Üniversitesinde doktora öğrencisi olan iki gencin kurduğu Google şirketidir. Durum böyle olunca, firmaları teknoparka çekmek için hiçbir özendirici desteğe gerek kalmamaktadır. • Stanford Üniversitesinin laboratuarlarını ücreti karşılığı kullanabilmekte (dolayısıyla hem firmalar karşılanabilir ücretle çok gelişmiş olanaklardan yararlanmakta, İşte ülkemizde de, böylesi bir düzeyde olamasa da, üniversite ile yoğun Ar-Ge işbirlikleri, Ar-Ge firmalarının birlikte olmasının getireceği sinerji ve teknopark şirketinin 70 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA yararlar vardır. Teknoparkın yer aldığı üniversite ve araştırma kurumunun teknoparktan sağlayacağı yararları da şu şekilde sıralayabiliriz: • Üniversite ya da araştırma kurumunun sanayi ile daha çok ve daha etkin işbirliği olanağı elde etmesi, • Firmalarla etkileşim sonucu ortaya çıkan yeni konularda temel ve uygulamalı araştırma imkanı, • Araştırma sonuçlarının ekonomik değere dönüşmesi, • Teknoparklardan sağlanan fonlarla araştırmaya kaynak yaratılması, • Bunların sonucu olarak, daha çok araştırma yapılması ve belki daha da önemlisi, uygulamalı araştırmaların ülke gereksinimleri doğrultusunda olmasının sağlanması. sağlayacağı hizmetler, firmaları teknoparka çekebilmek için yeterli olabilmelidir. Başlangıç evrelerinde farklı özendirmeler söz konusu olsa da, zaman içerisinde, teknoparkların sağlıklı işlemesi ve yukarıda sayılan yararların firmalar tarafından bizzat yaşanarak görülmesiyle, yasada da zaten geçici olan özendirici parasal desteklerin kaldırılmasından sonra da teknoparklar faaliyetlerini başarılı olarak sürdürebilirler. Ancak buradaki en büyük tehlike, şirketlerin, teknoparkın gerçek getirilerinden yararlanmak yerine sadece parasal desteklerin cazibesiyle teknoparkta yer almalarıdır. Böylesi bir durumda; hem bu destekler kalktıktan sonra firmalar bölgede kalmaları için fazla bir neden görmeyebilirler, hem de, daha önemlisi, teknoparklardan beklenen gerçek yararlar gerçekleşmemiş ve dolayısıyla teknopark kuruluşundaki amaçlara ulaşılamamış olur. Bu da, kamu kaynaklarıyla sağlanan desteğin amacı doğrultusunda kullanılamamış olması ve sadece bu bölgede yer almış olan firmalara belli bir dönemde ek Ar-Ge desteği verilmiş olması anlamına gelir. TEKNOPARKLARA ÜNİVERSİTELERDEN BAKIŞ Teknoparkların oluşmasındaki ana hedef, Ar-Ge yapan, teknoloji üreten firmaların büyümesini ve gelişmesini sağlamak ve hızlandırmak olmakla birlikte, sağlanan yararlar karşılıklıdır. Yani, firmalara yukarıda sayılan yararları sağlayan üniversite ya da araştırma kurumunun da, bünyesindeki teknoparkın varlığından sağlayacağı Teknoparklara üniversitelerden bakıldığında, yukarıda sayılan önemli yararlar söz konusu olmakla birlikte, sağlıklı bir işleyiş oturtuluncaya kadar bazı endişelerin gündemde olması kaçınılmazdır. Üniversitelerle ilgili endişelerin başında, üniversitenin temel görevlerini bir yana bırakıp (ya da aksatıp), firmalara hizmet eden birimlere dönüşmesi tehlikesi akla gelmektedir. Buradaki ilk endişe, araştırma adı altında standart hizmet verilmesi tehlikesidir. Aslında burada oldukça kritik ve ince bir çizgi söz konusudur. Bir teknoparkın, üniversitedeki potansiyeli ve altyapıyı, sanayinin günlük sorunlarını çözme amaçlı kullanma tehlikesi olabilir mi? Yani, sanayi kuruluşları, üniversiteleri “standart hizmet” almak için kullanabilir mi? Teorik olarak, üniversitelerin altyapı ve insan gücünü sanayinin günlük gereksinimleri için kullanması olasıdır. Ancak, dünya pratiğine bakıldığında, teknolojik gelişimi belli düzeylere ulaşan ülkelerde bu endişenin çok yerinde olmadığı görülür. Çünkü bir yanda üniversitenin kendi iç mekanizmaları ve otokontrolü buna izin vermezken, öte yanda üniversitenin sağladığı hizmetin genelde maliyeti düşük bir hizmet olmaması, bu tür standart hizmetlerin üniversite yerine uzman kuruluşlardan alınmasını gündeme getirmektedir. Sanayicinin gereksinim duyduğu ve sadece üniversiteden (ya da alternatif olarak yurtdışından) sağlanabilecek bir hizmet söz konusu olduğunda ise, göreceli olarak yüksek olan üniversite araştırmalarının bedeli sanayici tarafından karşılanır. Birçok durumda da bu hizmetin başka bir yerden sağlanabilmesi zaten mümkün olmamaktadır. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 71 DOSYA DOSYA Üniversitelerin araştırma konularını sanayi kuruluşlarının talepleri doğrultusunda seçmesinin bir bilim kurumu için ne derece doğru olduğudur. İkinci konu, üniversitelerin araştırma konularını sanayi kuruluşlarının talepleri doğrultusunda seçmesinin bir bilim kurumu için ne derece doğru olduğudur. Bununla ilgili de şu saptamayı yapmakta yarar var: Burada konu edilen araştırmalar büyük çoğunlukla uygulamalı araştırmalardır. Uygulamalı araştırmaların da ülke gereksinimleri doğrultusunda olmasından daha doğal bir şey olamaz. Karşı seçenek, ülkemizin önde gelen üniversitelerinde uzun yıllar süregelmiş olduğu (ve kısmen hala sürmekte olduğu) gibi, gelişmiş ülkelerin gereksinimleri doğrultusunda araştırma yapıp sonuçlarını sadece uluslararası dergilerde yayımlamakla yetinmektir. Yani, ülkemizde gereksinim duyulmayan uygulamalı araştırmaları ülkemiz kaynaklarıyla yürütmektir. Tabii ki, ülke gereksinimi, sadece sanayi kuruluşlarının taleplerini değil, toplumun başka gereksinimlerini de içerir. Bu konuların da araştırma konuları arasında yer almasının mekanizmaları ise farklıdır (bu da, teknoparkların, ülkenin bilim teknoloji politikalarından bağımsız olarak ele alınamayacağını göstermektedir). TEKNOPARKLARIN ÜLKEYE SAĞLADIĞI YARARLAR Teknoparklara ve teknoparklarda yer alan firmalara kamu kaynaklarından destek sağlanmasının arkasında yatan neden, başarılı bir teknoparkın ülkeye sağlayacağı yararlardır. Bu yararları şu şekilde özetleyebiliriz: • Bilgi tabanlı, ileri teknoloji üreten ve/veya yenilikçi firmaların oluşumunun ve büyümesinin sağlanması, • Üniversitelerin ve öteki araştırma kuruluşlarının laboratuar ve araştırma altyapısının atıl kapasitesinin değerlendirilmesi (dolayısıyla bu altyapının kullanım veriminin artması), • Üniversitelerde üretilen bilginin ekonomik ve toplumsal yarara dönüşmesi, • Ülkenin teknolojik ve dolayısıyla ekonomik düzeyinin yükselmesi, gelişmiş inovasyon, 72 • Ülkenin uluslararası rekabet gücünün artması, • Bütün bunların sonucu olarak, ülkede refah düzeyinin yükselmesi. Bu noktada vurgulanması gereken önemli bir nokta, Teknoparkların, ülkenin bilim ve teknoloji politikaları çerçevesinde bir bütünün parçası olarak değerlendirilmesi ve bu kapsamda başka mekanizmalarla desteklenmesi gerekliliğidir. Örneğin, bu yazıda sürekli olarak örnek gösterilen Silikon Vadisinde, Stanford Bilim Parkının kurulduğu 1950’li yıllarda bile kuruluş aşamasındaki yenilikçi şirketler için sağlanan “risk sermayesi”, ülkemizde hala olması gerektiği şekilde hayata geçirilememiştir. Risk sermayesi konusu başlı başına ele alınması gereken önemli bir konudur. Burada amaç sadece parasal destek sağlamanın ötesindedir. Teknoparklar bu ve benzeri ek mekanizmalarla desteklenemezse ve de kurulmuş teknoparkların işleyişinin yukarıda belirtilen hedefler doğrultuda olması uygun mekanizmalarla sağlanamazsa, ülke için beklenen yararlar da sağlanamayabilir. Araç olması beklenen mali destekler amaca dönüşebilir ve bunun sonucu olarak da desteklerin kaldırılmasından sonra teknoparkın varlığını sürdürememesi tehlikesi ortaya çıkar. Bu da bir bakıma, bu zamana kadar kamu kaynaklarıyla sağlanmış olan desteklerin amacına ulaşamamış olması, hatta haksız rekabete neden olmuş olması anlamına gelir. Araştırmaya, teknoloji geliştirmeye çok sınırlı kaynağın ayrıldığı ülkemizde ek bir Ar-Ge desteğine kimsenin söyleyecek bir sözünün olmaması gerekir. Ancak burada konu haksız rekabetin yaratılması tehlikesidir. Ar-Ge desteği, araştırma geliştirme yapan her ticari kuruluşa, yürüttüğü araştırma-geliştirme projesi bazında belli kurallar çerçevesinde verilmektedir ve burada bir ayırım söz konusu değildir. Teknoparklarda yer alan firmalara sağlanan ek parasal destek ise; teknoparkta yer alan firma birimlerinin tamamen araştırma-geliştirme ağırlıklı faaliyet yürütecekleri ve içinde yer aldığı üniversite ya da öteki araştırma kuruluşlarıyla işbirliği içerisinde olarak, kendisine, araştırma kuruluşuna ve de ülkeye yukarıda sıralanan yararları sağlayacağı varsayımıyla verilmektedir. Firmalar teknoparkta yer alırken zaten bunu planlamaktadır (ya da planlamış olmaları gerekir). Ama teknoparkta yer alan bir firmanın bütün faaliyetleri, teknoparkta yer almadan önce yaptıklarının aynısı olursa, yani teknoparkta yer almasından beklenen yararlar sağlanamıyorsa, bu ek desteğin haksız rekabet yaratıp yaratmayacağının sorgulanması doğaldır. Çok sevindirici bir şekilde ülke- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA mizde hızla gelişen çok sayıdaki teknoparkın bu konuya hassasiyetle eğilmeleri, ülkemiz için çok büyük önemi ve katkısı olabilecek teknoparkların kendi gelecekleri için önemlidir. Bu konu toplumun her kesimi için de belli bir önem taşımaktadır, zira uzun vadede beklenti, bu oluşumdan firmalar kadar ülkenin de kazanması ve teknoparkların ülkenin zenginleşmesine önemli katkı sağlamalarıdır. Böylesine beklentinin olduğu bir yapılanmanın başarısızlığa uğraması herkesin kaybıdır, sadece teknoparkın ve buradaki firmaların değil. Bu aşamada yetki ve sorumluluk, yasayla, teknopark şirketlerine ve bunların yer aldığı üniversite ya da araştırma kurumlarına verilmiştir. Bunun böyle mi yapılması gerektiği, yoksa daha uygun ve etkili mekanizmaların mı olması gerektiği, bugüne kadar alınan sonuçlara da bakarak irdelenebilir. İrdelenmesi gereken önemli bir konu da; teknoparklar için ayrılan kamu kaynaklarının, burada yer alan firmalara mı verilmeye devam edilmesi, yoksa buranın kuruluşu ve buraya hizmet götürülmesi için mi kullanılmasıdır. Eğer teknoparklar kendilerinden beklenen yararları sağlayabilme aşamasına gelmişse, yani buralardaki firmalar teknoparkta olmaktan dolayı gerçekten yarar sağlıyorlarsa (teknopark şirketinin yüksek katma değerli hizmetleri, üniversitelerle işbirliği, araştırma altyapısından yararlanma, vb.) bu destekler (ya da bu desteklerin bir kısmı) teknoparkların geliştirilmesi için kullanılabilir. Hala bu aşamaya gelinememişse, firmaları teknoparklara çekmek için kullanılmaya devam edilebilir; o zaman da bu dönüşümün ne zaman ve nasıl olacağının iyi planlanması gerekir. SONUÇ Bu yazıda; dünyada çok başarılı örnekleri olan ve kısaca teknopark olarak nitelediğimiz oluşumun ne olduğu, nasıl bir beklenti ile ülkemizde hayata geçirildiği ve üniversiteler açısından teknoparkların nasıl değerlendirilmesi gerektiği konularına değinilmiştir. Teknoparkların, burada yer alan firmalara, kuruldukları bölgedeki üniversite ya da araştırma kurumlarına ve dolaylı olarak ülkeye getirilerinin üzerinde durulmuştur. Bu getirilerin sağlanabilmesi için teknopark işleyişinde dikkate alınması gereken önemli konulara vurgu yapılmıştır. Teknoparkların en önemli fonksiyonlarının başında, üniversitelerde üretilen bilginin ekonomik değere dönüşmesindeki katkıları olması gerektiğinin altı çizilmiştir. Bu da, sanayi Ar-Ge birimleriyle üniversite işbirliğini en üst düzeye çıkararak, hatta üniversitelerdeki araştırmaları, teknoloji geliştirmeye ve onu da ürüne dönüştürecek yeni şirketlerin kurulmasıyla sağlanır. Kurulmuş olan teknoparkların ve buralardaki firmaların Ar-Ge faaliyetlerinin çok iyi değerlendirilip, amaçlar doğrultusunda sonuç alabilmeyi engelleyen eksik ve aksaklıkları giderici önlemlerin alınması büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda iki önemli konuya bu yazıda dikkat çekilmiştir. Bunlardan birincisi, teknoparkın başarısını değerlendirirken teknoparkın katma değerinin iyi belirlenmesi gereğidir. Bir teknoparktaki firmalar çok başarılı olabilir, teknoloji geliştirmiş ve önemli rekabet gücü sağlamış olabilirler; ama yanıtlanması gereken soru, bu başarıda teknoparkın katma değerinin ne olduğudur. Yani, aynı firmalar, teknopark dışında olmalarına göre ne kadar farklı sonuç almışlardır. Bunun cevabı da; teknoparkın içinde bulunduğu araştırma kuruluşuyla olan ilişkilerine, öteki Ar-Ge firmalarıyla birlikte olmasının getirilerine ve teknopark şirketinin sağladığı yüksek katma değerli hizmetlere bağlıdır. Bu kapsamda istenen başarı sağlanamazsa, teknoparkların uzun vadede hayatta kalmaları mümkün olmayabilir, ya da sadece kamu desteği ile ayakta kalıp, kendilerinden beklenen yararları sağlayamazlar. İkinci konu ise, teknoparkların tek başına ele alınmasının başarı için yeterli olmayacağıdır. Teknoparkların, ülkemizin bilim ve teknoloji politikalarının bir parçası olduğunu unutmamak ve teknoparkları bir bütünün parçası olarak değerlendirmek gerekir. Bu kapsamdaki önemli bir konu teknoparktaki firmaların ek mekanizmalarla desteklenmesidir. Bu anlamda en önemli konu da risk sermayesi mekanizmasının başarılı bir şekilde hayata geçirilerek, teknoloji geliştiren yenilikçi şirketlerin kurulmasını ve ayakta kalmasını sağlamaktır. Yani teknoloji üretecek girişimcileri desteklemektir. Risk sermayesi şirketleri bir yanda yenilikçi firmaların ve girişimcilerin gereksinim duyacağı finansmanı, öte yanda da bu girişimcilere iş planlarının hazırlanması ve yönetim konularından, pazarlamaya kadar çeşitli konularda destek sağlayacaktır. Bu ve benzeri destekler, üniversitelerde üretilen bilginin teknolojiye, bu teknolojinin de ürüne dönüşmesinde (dolayısıyla bilginin ekonomik ve toplumsal yarara dönüşmesinde) çok büyük önem taşımaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki teknolojik ilerlemeye bu tür yaklaşımların sağlamış olduğu katkıları çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 73 DOSYA Refik ÜREYEN Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı AR-GE Mİ? TEKNOLOJİ YÖNETİMİ Mİ? Ar-Ge’den Ülkemiz için, bir kurtarıcı gibi söz edilmesi, Ar-Ge’yi sorgulayan bir yazı başlığı seçmeme neden oldu. Ar-Ge gerçekten bir ülkenin sosyo-ekonomik hayatını bu denli etkiler mi? Yoksa Ar-Ge’nin yanında belki öncesinde göz önüne alınması gereken diğer ögeler de var mı? Mesela; teknoloji yönetimi.... 2000 yılından sonra en yetkili kişilerin ağzından dahi “Ar-Ge” sözü duyulur oldu. Meslek yaşamımın başından beri Ar-Ge süreçleri içinde bulunmam dolayısıyla bu aşamaya gelinmesini sevinçle karşılayanlar arasında olmam gerek, ancak, bu sevinci gölgeleyen hususlar var. Ar-Ge konusunda düşüncelerini açıklarken ve faaliyetlerden bahsederken, temellerini oluşturan kavramları iyi anlamış ve yerinde kullanabildikleri ile ilgili kaygılarım mevcut... bilimsel metotlar kullanılmış ve bilimsel olarak irdelenmişse bilgi bilimseldir. Bilimsel bilgilerden oluşmuş dünya bilgi dağarından gerekli bilgilere ulaşma, bunlar arasında yeni ilişkiler saptayarak veya eksik kalan bilgileri, olayları yeniden gözleyerek yeni bilgiler çıkarma faaliyeti bilimsel yöntemle yapılan araştırmadır. Doğadaki olayları ve oluşumları gözleyerek bilgi üretme temel araştırmadır. Temel araştırma merak dürtüsü ile başlayan ve belirli bir uygulamayı gözetmeyebilen bir faaliyettir. Sonucu dünya bilgi dağarına katılan bilgidir. Bu bilgilere bir araştırma faaliyeti ile ulaşıp bunları daha geliştirip yenilerini ekleme faaliyeti araştırma ve geliştirmedir (Ar-Ge) . Bu faaliyet bir uygulama hedefine yönelikse yapılan Ar-Ge faaliyeti uygulamalı araştırma ve geliştirmedir. Peki!.. Teknoloji nedir? Ar-Ge ile ilgili kavramları kısaca sıralarsak: Haber, veri, bilgi kavramlarından başlamak gerekir. Bir olayın ortaya çıkışı haber, aktarılması ise haber vermektir. Olaya ait gözlemler, ölçümlemeler ve bu işlemlerin yapılması sırasında kullanılan metot ve alet, cihazın durumu ve koşulları veriyi oluşturur bunların elde edilmesi ise veri toplamaktır. Haberleri, verileri algılayıp özümseyerek ve aralarındaki ilişkiyi irdeleyerek ortaya konan şey ise bilgidir. Dünya üzerindeki bütün insanlar bilgi üretir. Üretiminde 74 “Bu ürünü üretebilirim, bu hizmeti verebilirim” sözünü söyleyen kişi veya kurumun sahip olduğu ve güvendiği bilim, mühendislik, sosyal bilgi ve deneyimlerden oluşmuş bir bilgi birikimidir. (The Third Generation of R&D, Arthur D. Littel Inc.) Uygulamalı araştırma ve geliştirme faaliyetinin çıktısı çok kere bir teknoloji olduğu için araştırma ve teknoloji geliştirme adı ile de anılır. Ayrıca sanayide daha ziyade bu tip faaliyet yapıldığı için sınaî araştırma ve geliştirme adı da kullanılır. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA Müşterinin görünür ve daha ortaya çıkmamış isteklerini karşılayacak ürün ve/veya hizmetleri bu bilgi birikiminden (teknolojiden) yararlanarak pazara sunulacak hale getirme faaliyeti ise ürün geliştirmedir. Ürünün üretilmesi için kullanılan yöntemler ve süreçler de yine teknolojiler kullanılarak belirlenir. Bu faaliyet de ürün süreç geliştirmedir. Teknik ise teknolojinin uygulanmasında kullanılan yöntemdir. Günlük hayatımızda hepsi için “ArGe”yi kullanıyor ve çok kere de bu sözcüklere temel araştırma düzeyinde bir anlam yüklüyoruz. Bu kavramları birbirine nasıl konumlandığın Şekil 1 de açıklamak isterim: Günlük yaşantımızda gereksinimlerimiz var. Bunları karşılamak için çeşitli ürünler ve hizmetler satın alırız. Kullanırız. Tüketiriz. Gereken parayı kazanmak için de başkaları için uzmanlığımız içindeki ürünleri ve/veya hizmetleri üretir ve satarız. Her iki yönde de hizmet ve ürün yaşantımızın bir parçasıdır. Satın alan müşteri için ürün (bu kelime yazının bu noktasından sonra, izninizle, hizmeti de içersin) parasını ödediği için çok önemlidir. Üründen memnun olmayı beklemektedir. Parasına karşılık en iyiyi aldığını, bilinçli ve bilinçaltı isteklerine en uygun olduğunu görmek, hissetmek istemektedir. Satıcı / üretici ise müşteriye ürün ile bu hissi vermek durumundadır. Rakipleri de aynı durumdadır. Dolayısıyla bir yarışa girecek ve müşteride memnuniyet ve tatmin hislerini en fazla kendi ürünleri ile yaratmak isteyecektir. Bu istek onun yaşamını belirler. O halde toplumda ürün bir odak noktasıdır. Burada ürün demekle işlevi, performansı, dayanımı, güvenliği, güvenirliği, kalitesi, fiyatı ve teslim zamanı ile ürünü anlamak gerek... Bütün faaliyetlerin amacı ve çıktısı üründür. Ürünlerin ortaya konmasında en önemli aşama ürünün Şekil 1 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 75 DOSYA DOSYA müşteri isteklerini karşılayan biçimde tarifi ve buna dayanılarak geliştirilmesidir. Bu ürün geliştirme faaliyetidir. Üretim sürecinin de belirlenmesinde ve geliştirilmesinde de ilk girdiler bu faaliyetten elde edilir. Eğer mevcut üretim tesisi var ise ürünün tarifi içine bir veri olarak girer. İki yönlü bir yolda ürün ve üretim süreci birbirini etkiler. Kavramlar bölümündeki sıralamada Ar-Ge faaliyetlerinden sonra yer aldığı gösterilmesine rağmen, kanaatimce, pratikte bu iki faaliyet; ürün ve/veya üretim süreci geliştirme faaliyetleri, başlangıcı oluşturur. Yine kavramlar bölümünde işaret ettiğim gibi ürünü müşteriye sunma özgüvenini kişiye veya kuruluşa veren o ürün ile ilgili olan bilgi birikimi yani teknoloji çok önem kazanmaktadır. Bir başka kavram ise, bugünün dünyasında önemli bir yer tutmakta, her yerde, herkes tarafından sık sık söylenmekte, yazılmaktadır. Yenilik - İnovasyon-... Ama niçin yenilik-inovasyon? Küresel iletişim ve dolaşımın arttığı Dünya’da müşteriye sunulan ürünün çeşitliliği artınca müşteri benzerler arasında farklı olanı seçmeye yöneliyor. Fiyat, teslimatta hız ve kalite rakiplerin de artık kolayca gerçekleştirdikleri, olmazsa olmaz ögelerdir. Rakiplerin bu alanlardaki birbirlerine göre farkları, müşteri tarafından algılanmayacak kadar küçülmüştür ve artık hissedilmemektedir. Ürünü farklılaştıran başka ögeler gerekmektedir. Ürünün işlevinde yenilik, sunuş biçiminde yenilik, ergonomisinde yenilik... Yenilik taşıyan ürün, teknoloji ve çok kere endüstriyel tasarım desteği ile müşteriye sunulur. Mevcut bilgi birikimi, yani mevcut teknoloji çok kere bu farklılığı ortaya koyabilir. Fakat rekabetin zorlaması ile arka arkaya gelen inovatif fakat pazarda kalma ömürleri azalmış ürünler müşterinin beklentilerinin düzeyini artırırken karşılanmalarını da zor hale getirir. Bu noktada eldeki teknolojiler üründe veya üretim sürecinde inovasyon yapmaya yetmez. İşte o zaman yeni teknoloji arayışı başlar. Üreterek/satarak yaşamını sağlayan her kişi ve kuruluş için bilinen çok önemli girdiler, sermaye (sabit ve taşınır yatırım ve işletme sermayesi), işgücü yanında, kuruluşun çıktısı olan ürünü belirleyen teknolojinin de önemli bir girdi olduğunu bir önceki satırlarda vurguladık. Ancak şu soruyu hep sormak durumunda kalmışımdır: 76 Eğer teknoloji üretim/ satış için bir girdi ise o zaman bu girdi niçin bir finansman, bir insan kaynakları, bir müşteri portföyü, bir demirbaş, bir sabit tesis, malzeme, ve hatta bitmiş ürün gibi yönetilmez? Teknoloji de aynen bu girdiler gibi özelliklerinin belirlenmesine gerek olan, fiyatı olan, elde edilmesi için zaman gereketiren, alınıp satılan bir değerdir. Teknolojiyi bir mal veya sabit değer olarak ele aldığımızda üretilebilir, yenileştirilebilir, eskiyebilir, ikinci el satışı yapılabilir ve hurdaya çıkarılabilir. Kuruluşlardaki diğer değerler gibi yönetilmelidir. Ülkemizde böylesi bir yönetimi gerçekleştiren çok az kuruluş bulunmaktadır. Teknoloji Yönetimine daha yakından bakalım; Teknoloji yönetimi dediğimde kuruluş büyüklüğüne göre belki ayrı bir organizasyonun ayırı bir biriminde veya küçük bir kuruluşta, sahibinin kafasında da yapılabilecek bir faaliyetten bahsediyorum. Bu faaliyetin ana adımları şirket büyüklüğüne göre fazla değişmez. Yönetirken neyi yönettiğimizi bilmek istememiz en doğal davranış olacaktır. Mevcut ürünümüz ve üretim sürecimiz için gereken ve kullana geldiğimiz teknolojileri sıralayıp Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA bunlara ne ölçüde sahip olduğumuzu belirlemek ilk adım olacaktır. Bu adım kuruluşta teknoloji envanteri yapılarak atılmalıdır. Dönemsel envanter sayımı veya kuruluşun bilançosu gibi... Burada “sahip olmak “ ifadesinin altını ikinci kere çizdim. Teknolojiye sahip olmak o bilgi birikimini kendimizin yapmış olmamız yahut ayrıntıları ile özümsemiş olmamız ve en önemlisi değiştirip geliştirmek için gereken alt yapı ve bilgiye sahip olmamız anlamına gelmektedir. Yüksek teknolojili bir otomobile sahip olmakla onun içerdiği teknolojilerine sahip olunmadığı çok açık bir örnektir. Ancak otomobilin kullanılması için bazı teknikleri öğrenmek ve bazen de geliştirmek sürücünün işidir. Otomobilden sonra bir CNC işleme merkezini örnek alırsak; bir parçayı üretmek için o tezgâhta iş bağlamaktan işlemeye kadar birçok parametreyle ilgili yeni teknikler hatta yeni teknolojiler geliştirilir, tezgâh sahibinin sahipleneceği teknolojiler yalnızca bunlardır. Otomobil ve tezgâhın getirdiği teknolojiler bizim dolaylı elde ettiğimiz teknolojilerdir. Teknoloji envanteri yaparken dolaylı olarak elde ettiğimiz teknolojiler ile kendimize ait teknolojileri, birlikte, ancak ayırım yaparak, sıralamamız gerektir. Bu bizim birinci listemiz olacaktır. Teknoloji yönetiminde ikinci adım, ürettiğimiz ürünün iyileştirilmesi ve farklılaştırılması için veya üretmeyi düşündüğümüz ürün için gereken üretim teknolojilerini araştırmak, kestirmek ve bunları sıralamaktır. Böylece ikinci bir teknoloji listesi elde edeceğiz. Daha sonra bu iki liste arasında dolaylı veya doğrudan sahip olduğumuz teknolojilerin çakışanlarını belirleyip ileride ortaya çıkacak teknolojik açığımızın ne olduğunu görebiliriz. Bu teknolojik açığın rakiplerde ne olduğunu araştırır, kendimizi onlara göre konumlandırırız. İşte, bu adımdan sonra yönetim fonksiyonu devreye girer. Eksik olan bu teknolojileri nereden, ne zaman, nasıl ve hangi kaynağımızla elde edebiliriz? Kaynaklarımızla elde edemeyeceğimiz teknolojiler ile ilgili ürünlerden vaz mı geçelim? Yeni bir alanda yeni bir ürünle mi faaliyetimizi sürdürelim? İnovasyon içeren ürünleri pazara sunmak için başka yollar bulunabilir mi? Gereken teknolojiyi nasıl elde ederiz? Bunlar gibi birçok soruyu yanıtlamamız gerekmektedir. Ama son soru en önemlisidir. Elde etmenin en kolay yolu rakiplerden veya başkalarından doğrudan kopyalamaktır. Ancak, burada fikri hakların korunması (patentler, tasarım tescilleri) ile ilgili ağır yasal yaptırımları hesap etmek gerekir. Bu yol ile elde edilmiş teknolojiler ile yapılacak farklılaşmaların başarılı bir inovasyon getirmesi de bir hayli zordur. Ürünlerin pazar ömürleri çok kısa olacaktır. Teknolojiyi başkalarından satın alalım. “Nihayet parası ile değil mi? Bastırıp alırız. Ne olacak?” Sıkça duyulan bir söz... Ancak söylendiği gibi kolay gerçekleştirilmeyecek bir söz, çünkü rekabetin çetin olduğu küresel pazarda herkes, her yerde ürününü satmak istiyor. Sahip olduğu teknolojiyi vererek kendisine bir tane daha rakip yaratmak istemiyor. Teknolojisini satacaksa da karşılığını bir pazar payı olarak almak istiyor. Çok kere de önerdiği teknoloji güncel olamamaktadır. Yani ürünümüz için gereken teknolojiyi para olarak değil de bin bir zahmet ile oluşturduğumuz pazarımızı, markamızı paylaşmak yolu ile alacağız. Çok kere bu tip teknoloji satın alma anlaşmalarının içinde pazarın tümünü ve üretim tesislerini devretmek opsiyonu da yer almaktadır. Bunlara razı olsak da devam eden inovasyon akımı içinde ürünümüzde ikinci bir farklılaştırma gereği doğacak yine bir teknoloji açığı ile karşılaşacak ve bunu kapatmak üzere aynı yollardan geçmek zorunda kalacağız. Diğer bir gerçek de teknolojiyi alacağımız firmaların yeni geliştirdikleri teknolojileri, bize transfer edilebilme olgunluğuna getirememiş durumda olmalarıdır.. Açıkça görülür ki bu yol bizi, kuruluşumuzu çıkmaza götürür. Bu iki tip yol için de mutlak olarak gereken iyi bir ürün geliştirme (Ür-Ge) birimidir. Ürünü farklılaştırırken kullandığımız teknolojiler nereden gelirse gelsin, üretim tesislerimize uyarlamak için, fikri haklar bakımından incelemek, sorunları ve fırsatları görebilmek, standartlara uygunluğunu test etmek için, yerel müşterinin özel isteklerine uyarlamak için ve gerektiğinde bazı iyileştirmeler yapabilmek için bu birim hayatîdir. Sanayimizin çoğunda bazen Ar-Ge diye de anılan Ür-Ge birimlerini görmek mümkündür. Mevcut veya bulunabilen teknolojileri uyarlayan bu birimleri, aslında, üçüncü sırada sayacağım teknoloji edinme yolu için de ön şart olarak belirtmem gereklidir. Bu üçüncü yol da gereken teknolojiye kendi çalışmamızla sahip olmaktır. Burada teknolojimizi üretmek ifadesini kullanmak istemedim. Sahip olmayı; ürünümüzü rakiplerden önce farklı-inovatif hale sokacak teknolojilere ulaşmak için yapılacak kapsamlı bir faaliyet dizisi anlamında kullanıyorum. Bu faaliyet dizisi içinde eski veya yeni, hazır veya ham (patent halinde geliştirilmemiş) teknolojileri satın alarak geliştirip kullanacağımız hale getirmek, bilginin sağlanabileceği üniversite ve araştırma kurumları ile projeler oluşturmak, hazır bilginin bulunduğu kuruluşlarla Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 77 DOSYA DOSYA anlaşarak teknoloji geliştirme yetilerinden faydalanmak, gerekirse bunları satın almak gibi faaliyetler bulunacaktır, Ama bu yolda ilerlemek için öncelikle yapılacak faaliyet; yeni bilgiye ulaşmak, yaratmak ve geliştirmek becerisine ve gereken alt yapı ve insan kaynağını oluşturmaktır. Bunun için en önemli ögelerin başında araştırmacı diye gruplandırdığımız ve çok kere diğer çalışanlardan çok farklı özellikleri olan bu kişiler için gereken ortamı sağlamaktır. Bu başlı başına bir süreçtir, Bu süreci çalıştırmak teknoloji yönetiminin görevidir. İşte ürünümüzü farklılaştırıp inovatif hale sokmak için yeni teknoloji arayışı, diğer bir deyişle araştırma ve teknoloji geliştirme yoluna girmiş olmaktayız. Ölçü’nün bu sayısının ana teması olan çok kişi tarafından hayal edilen Ar-Ge, işte, bu noktada başlamaktadır. Ama bu noktadan sonrasında da işler hayal edildiği gibi gelişmeyebilir. Yönetim fonksiyonun etkinliği önemini koruyacaktır. Bu yolda ilerlerken ürün ve üretim sürecimiz için gereken bilgi açığımızın yani teknoloji açığımızı nasıl ve ne zaman kapatacağımız hakkında daha ayrıntılı bir plân yapmamız gerekecektir. Eğer pazara çıkması çok yakın olan bir ürün için bir teknolojinin bulunması gerekiyorsa, Ar-Ge yolu ile bu bilgiye ulaşmanın mümkün olup olamayacağını saptamak ve gerektiğinde teknolojiyi ne pahasına olursa olsun satın almak veya bu da olası değil- se pazarlama stratejilerini ve plânlamasını değiştirmek, hatta mevcut işi devretmeyi, kapatmayı önermek teknoloji yönetiminin zor kararlarından biri olacaktır. Diğer yandan bilgiye ulaşmayı meslek edinmiş ve gereğinde yaratma yetkinliğinde olan bir ekip iyi bir ortamda iyi bir plân ile kuruluşa, ürün ve üretim süreçleri için gereken güncel ve özgün teknolojileri zamanında sunabilir. Bu birim Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) veya Araştırma ve Teknoloji Geliştirme (ATG) birimidir. Teknoloji yönetiminin zaman içinde kuruluşların gelecekleri üzerindeki etkisini görselleştiren Şekil 2’ye bakalım. Yıllar boyunca bir alandaki teknolojinin düzeyinin (state of art) Dünya’daki gelişimi ile gösterildiği gibi olsun. Biz de bu alanda ürün üreten bir kuruluş olalım. Teknoloji düzeyi olarak ile bulunduğumuz yeri ve bundan sonrasını belirleyen davranışlarımız yukarıda bahsi geçtiği gibi başkalarının teknolojilerinden esinlenme-kopya olabilir (1) . Teknoloji transferi yaparak (know-how alarak) olabilir (2) yahut teknolojimizi kendi olanaklarımızla geliştirerek Dünya Teknoloji düzeyine yakın, bazen bir izleyici, bazen de bir önder (3) olmak üzere yapılanabiliriz. Bu üç halde ileri baktığımızda sonuncu davranış haricinde kalan davranışlarımız bizi gittikçe açılan bir (3) (2) (1) Şekil 2: Teknoloji Yönetiminin Zaman İçinde Kuruluşların Gelecekleri Üzerine Etkisi. 78 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA farkla Dünya’nın gerisinde bırakmaktadır. Yaşadığımız çağda bu “işi kapatmak” anlamına gelir. Yazımın başında Ar-Ge mi Teknoloji Yönetimi mi? diye sorarken ArGe’nin bir kuruluşta teknolojinin yönetiminde kullanılan araçlardan biri olduğunu fakat Ar-Ge’ye gerek duyuncaya kadar diğer araçların kullanılmasının ve bunlarda uzmanlığın geliştirilmiş olmasının gereğini vurgulamak istemiştim. Bu Ar-Ge faaliyetinin öneminin az olduğu anlamında değildir. Pazara inovatif ürün sunma iradesi ve bunu destekleyen bir ürün ve üretim süreci geliştirme faaliyeti, kuruluşumuzda tam bir olgunluğa erişmemişse daha uzak bir geleceğe dönük Ar-Ge faaliyeti kısa bir süre içinde bir yük ve bir boş bir faaliyet olarak görülecektir. İşte bu kuruluşumuzun en azından teknolojik sonu olacaktır ki bunu büyük bir olasılıkla “ticari son” izleyecektir. Bir kuruluşta Ar-Ge faaliyetinin başlatılması için birçok haklı gerekçeler öne sürülür ve bu faaliyet başlatılır. Genel alışkanlık, her birimin maliyetleri karşılığında belirli süreler, çok kere üç aylık veya bir yıllık süreler sonunda yarattıkları değerin irdelenmesidir. Bu değerin bütçe öngörüleri altında kalıp kalmadığı çok önemlidir. Ar-Ge birimlerinin çıktılarının yarattığı değerin somut ortaya konması için zaman ve hatta yatırım gerekmektedir. İşte bu neden ile böyle bir belirsizliği tolere edecek kişiler, kuruluşun üst yönetiminde olanlardır. Hatta belki ortaklarıdır. Üst yönetimin bu anlayışa sahip olması ArGe için gereken ortamın önemli bir ön koşuludur. Bir kuruluşta Ar-Ge üst yönetimin yalnız müsaadesi ile değil. Hevesi ve yakın ilgisi ile sürdürülebilir. Bu kişiler Ar-Ge birimini sahiplendikleri sürece bu faaliyet devam edecektir. Ürün/üretim süreci geliştirme fonksiyonlarına yeni teknolojiler sağlamak başlıca görevi olan Ar-Ge’nin bir müşterisi de bu kişilerdir. Ar-Ge birimi, yakın ve uzak gelecekteki teknolojik değişimlerden haberdar etmek, alınacak önlemler için alternatifler üretmek gibi görevleri üst yönetim için yapar. Diğer bir deyişle Ar-Ge’nin çıktıların bir müşterisi Ür-Ge ve ÜrSürGe ise diğeri Üst Yönetim-Ortaklardır. Teknoloji yönetimini yalnız sanayi kuruluşları için düşünmemelidir. Ticari şirketler de teknoloji kullanırlar. Bu teknolojileri kendileri üretmeseler dahi envanterlerinde olmayan teknolojileri elde etmek ve kendi ürün ve hizmetlerine yansıtmak için teknoloji yönetimi anlayışına sahip olmalıdırlar. Bu ülkeler için de gereklidir. Küresel ölçekte rekabetçiliklerini sürdürmek için teknoloji yönetimini ülke için gerçekleştirmelidir. Sağlık, savunma, eğitim, tarım, sanayi, iletişim, bayındırlık, ulaşım gibi alanlarda kullandığı teknolojileri yönetmelidir. Ülke çapında bu yönetim ülkenin İnovasyon Sistemi ile yapılır. Bu sistemde ülkenin en üst yöneticisi, ‘(başkan veya başbakanlar) Üniversiteler, araştırma merkezleri, şirketlerin teknoloji yönetim birimleri (alışkanlığı devam ettireceksek Ar-Ge birimleri) sektör temsilcileri, meslek odaları, ilgili sivil toplum örgütleri, devletin ilgili bakanlıkları gibi kurum ve kuruluşlar vardır. Bu sistemin çıktıları bilim ve teknoloji, sağlık, savunma, eğitim, sanayi, tarım, ulaşım ve bunun gibi alanlardaki politikalardır. Bu politikalar devletin teknoloji de hangi yöne gitmeyi hedeflediğini ortaya koyduğu kadar, bütün iş hayatını etkileyecek teşvik araçlarının bütçelerini de belirler. Üniversitelerde üretilebilecek bilgilerin ve teknolojilerin hangi alanlarda olacağı bu bütçelerdeki ödeneklerle etkilenir. Ulusal İnovasyon Sistemi, sanayideki kuruluşlardaki teknoloji yönetimi için çok değerli girdiler sağlar. Ülkemizde inovasyon sisteminin en üst noktası Bilim ve Teknoloji Yüksek Kuruludur. Kurul, Başbakan’ın başkanlığında ilgili bakanlıklar, kurum ve kuruluşlardan oluşmaktadır. TÜBİTAK bu kurulun sekreterliği görevlendirilmiştir. Yılda iki kere toplanır. Ülkemiz İnovasyon Sisteminde rol alan kurum ve kuruluşlar Şekil 3’te şematik olarak gösterilmektedir. Bilim ve teknoloji alanında gelişmeleri izleyip gelişmelerin gelecekte ne düzeye varacağın kestirmek bu kestirimlere dayanarak, Ülkelerin 20, 30 yıl sonraki teknolojik düzeylerine ait öngörüler yapmak, ülkenin bilim ve teknoloji alanındaki envanterini belirlemek ve öngörüleri gerçekleştirmek üzere eğitim başta olmak üzere her sosyo-ekonomik alanda yapılacakların bir yol haritasını çıkarmak ve bunları yıllık uygulama planlarına dönüştürmek birçok ülkenin başvurduğu bir yöntemdir. Bu analiz ve sentez işlemi 3–4 yılda bir tekrarlanarak yol haritasında nereye gelindiği, ilerisi için yapılan öngörülerde ne değişiklilerin yapılmasının gerektiği belirlenir. Bu çalışma ülkemizde 2002 yılında Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı hedef almak üzere başladı. Vizyon 2023 Projesine, 9 sosyo-ekonomik alanı ve 2 özel alanı kapsayan 11 panelde 600’ü aşkın uzman katkıda bulundu. 2004 yılında tamamlandı. Geniş bilgi ve projenin çıktı raporları (TÜBİTAK) web sahifelerinde bulunabilir. Teknolojisini yöneten şirketler bulundukları ülkelerin devletlerinin politikalarını, öngörülerini, bilmek izlemek zorundadırlar. Sürdürecekleri araştırma ve teknoloji geliştirme faaliyetlerinin planlanmasında ülke çapında yapılan çalışmalar ile ortaya konan bu veriler önemli girdileri oluşturacaktır. Bu girdilerin başında Devletin sağla- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 79 DOSYA DOSYA Şekil 3: Ülkemiz İnovasyon Sisteminde Rol Alan Kurum ve Kuruluşlar. dığı Ar-Ge teşvikleri bulunmaktadır. Devlet, Sanayideki Ar-Ge1 faaliyetlerine birkaç yönden destek sağlamaktadır. Bu destekler üç kurumun aracılığı ile yapılmaktadır: KOSGEB, TÜBİTAK ve TTGV, Maliye Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı bu kurumların desteklerine ait güncel geniş bilgi web sahifelerinde kolayca bulunabilir. Bu destekler Ar-Ge faaliyetlerimizin, dolayısıyla teknoloji yönetimimizin finans ihtiyacını bir ölçüde karşılamaktadırlar. Bu desteklerin sağladığı finans olanağının dışında en önemli faydası kuruluşlarımıza bir proje ile iş yapma projeyi yönetme alışkanlığını yaratmasıdır. Diğer bir faydası ise gerek teklif edilen projenin değerlendirmesinde ve sonra proje uygulanmasının izlenmesinde üniversite öğretim üyeleri ve dolayısıyla üniversiteler ile sağlanan yakın ilişkilerdir. Küresel pazarlara açılan sanayimizin ürünlerinin güncel ve inovatif olması rekabet şartlarından dolayı gerekiyor. Bu gerek üründe kullandığımız teknolojilerin de güncel olmasını ve güncel tutulmasının gereğini ve Dünya’da fikri haklar ile ilgili yasaların daha dikkatli bir biçimde uygulanması ise, kullandığımız teknolojilerin özgün olması zorunluluğunu getiriyor. Rekabet yoğunluluğunun sonucunda oluşan maliyet düşürme baskısı da bu zorunlulukları karşılamada önemli mali zorluk yaratmaktadır. Güncel ve özgün teknolojinin elde edilmesi, korunması, uygulanması yani teknoloji yönetim süreçleri için önemli kaynak gerekir. Teknolojiden sorumlu üst yönetici (veya bir KOBİ sahibi) bu kaynakları bulmak yaratmak durumundadır. Devlet destekleri bunun bir bölümünü sağlıyor ancak bunların elde edilmesi için Kuruluştaki her Ar-Ge veya Ür-Ge faaliyetinin projelendirilmesi ve ilgili kuruma sunulması gerekmektedir. Bu gerek yerine getirildiğinde ve projeler ve destek formaliteleri iyi yönetildiğinde projenin mali yükünün azalması başka projelerin daha kolay devreye alınmasına neden olacaktır. Ar-Ge mi? Teknoloji Yönetimi mi? sorusuna yanıt: “Bir üst yönetim fonksiyonu olarak kuruluş içinde birinci düzeyde yerini almış Teknoloji Yönetimi bünyesinde, atik, tam donanımlı inovatif-yenilikçi bir Ür-Ge ve ÜrSürGe birimlerini destekleyen, ileriyi görebilen hatta bazen biçimlendiren, fikri mülkiyet değeri yaratan bir Ar-Ge” olacaktır. Böyle bir Ar-Ge, yalnız kurtarıcı değil, ülkemizi çağdaş düzeyin üstüne taşıyan olacaktır. 1 1 Not: Burada kullandığım Ar-Ge ifadesi Şekil 1 deki gösterilen uygulamalı araştırma ve geliştirme, inovatif ürün ve üretim süreci geliştrme faaliyetlerini ve satış sonrası yeni ürünle ilgili olarak yapılacak iyileştirme çalışmalarını kapsamaktadır. Kapsam dışı kalan temel araştırma faaliyeti ise üniversite bünyesindeki araştırmalar olarak TÜBİTAK ve DPT eliyle desteklenmektedir. 80 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA Sevda ÖZSOY Havacılık Mühendisi DEMLİKTEN ÇIKMA YARATICILIK Sık sık kapımızı çalan meşum soru malum: Senelerdir süre giden bunca çabaya, ve gerçekleştirilen kısmi bir iyileşmeye rağmen neden hala buluş, inovasyon, yenilikçilik konusunda, hasretle beklenen patlamayı gerçekleştiremiyoruz? Konu üzerine düzenlenen konferanslara, kurultaylara, çalıştaylara, yayınlanan kitaplara bakınca, soru her seferinde farklı bir kılıkta karşımıza çıksa da temelde aynı yanıtı dört koldan harıl harıl aramakta olduğumuz görülüyor: Bizi yenilikçi kılacak sihirli iksirin! Nitekim birileri iksirin formülünü bulmuş bile... Nisan 2008’de gazetelere düşen bir haberde,1 hızlı bir buluş patlaması için muhtaç olduğumuz kudretin formülü cömertçe bizlerle paylaşılıyor: “Uzmanlar yaratıcılığın geliştirilmesi için zencefil yenmesini öneriyor. [Diyetisyenler] kimyonun da içerdiği uçucu yağların bütün sinir sistemini uyardığını söyl[üyorlar]. Diyetisyenler “Aniden bir fikre, bir buluşa ihtiyacı olan kimyon çayı içmelidir. Çay, bir fincana iki tatlı kaşığı dolusu kimyon eklenerek yapılabilir” önerisinde bulunuyor.” Meğer, biz bugüne dek yeterince zencefil ve kimyon çayı tüketmediğimiz için bir türlü yaratıcı olamıyormuşuz! Bu durumda çözüm basit: Memleketin inovasyon ile ilgili kurumları, Sanayi Bakanlığı, TPE, TÜBİTAK, TGV, vs, halen verilmekte olan, Ar-Ge ve patent teşviklerinin arasına, Ar-Ge personeline içirilmek üzere, “zencefil ya da kimyon çayı teşviki” eklemeli. Özel sektör de, herşeyi devletten beklememeli, Ar-Ge bölümlerinin çay ocaklarına, içinde zencefil ya da kimyon çayı kaynayan bir yaratıcılık demliği konduruvermeli, personelini bunları içmeye özendirmeli. Hem tüm Ar-Ge binaları, şöyle buram buram zencefil koksa, fena mı olur? Bu yolu takip edersek, 3-5 yıla kalmadan, dünyanın Ar-Ge ve patent şampiyonları arasına katılmamız işten bile değil! Şekil.1: Şemada bir şeyler eksik, ama ne? Hem gazetelere düşen bu ve benzeri haberler, hem de ayrılan onca kaynağa rağmen içinde bulunduğumuz durum, Ar-Ge’mizin bir tür “kabuk Ar-Ge” olduğunu düşündürüyor.2 Yani, bazı odaların kapısına Ar-Ge yazdık, içine birkaç bilgisayar, teknisyen ve mühendis koyup içeriden inovasyon incileri çıkmasını bekledik sanki (bkz. Şekil 1). Oysa, güzelim esin perileri, müzler, belli ki başka diyarlarda pek meşguldüler ve bizim taraflara yolları pek seyrek düşüyordu. O zaman, odanın kapısından içeri dikkatle bakmak ve sorunun ne olduğunu anlamak gerek. Eh, bina, bilgisayar ve alet-edevatımızın elaleminkilerden aşağı kalır yanı olmadığına göre, soru dönüp dolaşıp, odaya tıkılan mühendiste düğümleniyor! Yanlış anlaşılmasın, bizim mühendislerimiz yetersiz, demiyoruz. Hâşâ! Ama, ortada bir sorun olduğuna göre, düğümü çözmek, yanıtı bulmak için, mühendis denen kimseyi de irdelemek, tarihsel ve toplumsal boyutuyla anlamaya çalışmak gerek, diyoruz. Bunun için, ilk olarak, odaya girmeden önce ne yapmış, ona bir bakmak gerek: Her canlı gibi, bizim mühendis de, doğmuş, konuşmayı, yürümeyi öğrenmiş; sonra ilköğretim okuluna, liseye gitmiştir. Ortalamanın üstündeki zekası ile, hayat bilgisi kitabında anlatılan hayatı rahatlıkla hatmetmiş, edebiyat dersinde de aruz veznini ve şiirlerin anlamlarını ezberleyerek sınavlardan iyi not Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 81 DOSYA DOSYA almayı başarmıştır. Yani, bu gibi derslerden (büyük olasılıkla da iyi bir notla) “yırtmayı” becermiştir. Ama, her ne kadar notları iyi olsa da, hayat bilgisi ya da edebiyat kitabının kalabalık cümleli, şemasız, formülsüz içeriğinden pek hoşlanmadığı genç yaşında (öğretmenlerince) anlaşıldığından, ilk fırsatta fen ya da matematik ağırlıklı bir alana geç(iril)miştir. Artık, onun için hayat ve evren, dolambaçlı cümlelerle, imalı metinlerle, katmanlı öykülerle anlamı karmaşıklaştırılan değil, basit formüllerle, matematikle berraklaştırılan, basite indirgenen bir “ş+e=y”dir. Dil de, üniversite sınavında, sorun yaratmayacak kadar, mümkün olduğunca hap gibi formüller halinde öğrenilmesi gereken, herhangi bir konu. Nitekim, bu yollardan geçip geldiği üniversitede de, sabah akşam matematik, fizik, kimya çalışarak, rüyalarında formül ve kesit çizim görerek mezun olmayı başaracak ve bizim meşhur Ar-Ge odasına girmeyi başaracaktır. Şimdi odanın içindeki hayatına da bir bakabiliriz mühendisimizin: Mesai saatleri içinde, ve—hakkını yemeyelim— dışında da, stres analizleri, kimyasal analizler, çizimler (yanlış anlaşılmasın, karikatür değil, teknik çizim) yapacak, karşısına gelen problemleri çözecek... İş çıkışı, yorgun argın eve gidecek, muhtemelen de televizyonun karşısında uyuyakalacaktır. Kırk yılda bir, bir maça gitse ya da arkadaşlarıyla bir iki bira içse, kendini “çoklarına göre” mutlu ve iyi durumda sayacaktır. Ar-Ge odasındaki mühendisin ahvali kısaca böyle. Dememiz o ki, uzun ve netameli eğitim yıllarının, onlardan da zorlu iş hayatımızın sonucunda, biz mühendisler, pek doğaldır ki, edebiyatla, müzikle, sinemayla, felsefeyle ilgilen(e)mez hale geliyoruz. Dünyayı, hayatı da formüllerle, kısaltmalarla görüp algılamaya, yalnız bununla kalsa iyi, bir de anlatmaya çalışıyoruz. Kanıt aramak için çok uzağa gitmeyelim, üç mühendis bir araya geldiğimizde yaptığımız, “memleket kurtarma” muhabbetine bakalım yeter: Duyanlar, politika tartıştığımızı değil, kısmi diferansiyelli fizik problemi çözdüğümüzü sanıyor. Eh, hayat denkleminin bilinmeyenleri bol, sabitleri de sınırlı olunca, bu yaklaşımımız da, gayet tek katmanlı, (sözcükler belki haşin ama sözden korkmamak gerek!) sığ ve dar kalıyor, haliyle. Ama biz bu tutumumuzdan vazgeçemiyoruz bir türlü. Her şeyi formülle anla(t)ma merakımız bir yana, ortalama mühendisin, şöyle dilbilgisi kurallarına uygun, ki’si, de’si yerinde, kurgusu oturmuş bir kısa yazı bile yazamadığı, yeni bir bilgi değil. Gelen kutularımızdaki e-postalar, bunun kanıtlarıyla dolu. 82 “Canım ne olacak, mühendis adam edebiyatı ne yapsın? Buluş yapsın yeter!”, “Aman, tüm bunların buluşla, inovasyonla ne ilgisi var?” diyenlerimiz olacaktır. Çok iddialı olacak ama, kanaatimizce, inovasyon konusundaki eksikliklerimizin en önemlilerinden (en azından kimyon ve zencefil çayı eksikliği kadar önemli!) birinin, “edebiyatsız mühendis” yetiştirmemiz olduğu söylenebilir. Bu iddia, herhangi bir kanıt olmadan, mesnetsiz olarak ileri sürülmüş gibi görünüyor, ama o kadar da temelsiz ya da sübjektif değil aslında! İki, hem de çok temel, önermeye dayanıyor: A. Düşünme işlemi dil ile sıkı sıkıya bağlantılıdır. B. İnovasyon ya da buluş yapmak, bir düşünme işlemidir. Basit Aristo mantığı uygularsak, A ve B önermeleri bizi şu sonuca ulaştırır: Buluş yapmak için dili “bilmek” gerekir! Peki, “dil” nasıl “bilinir”? Sözlük, dilbilgisi kitabı ezberleyerek değil elbet! Roman, şiir, öykü okuyarak... Biraz olsun edebiyatla haşır neşir olarak. Yani, bizce, buluş yapacak mühendis, tekniğin kuytularından gezinmeyi bildiği kadar edebiyatın burçlarında dolaşmayı da bilmeli. Bernoulli’ye olduğu kadar Borges’e de hayran olabilmeli! Hem, sadece “dili bilmek” için de değil! Edebiyat, örneğin roman, öykü, eğer iyi yazılmışsa, bir nevi buluş ya da buluşlar dizisidir, bir bakıma. Yazar, ya bir kavramı yeni simgelerle açıklamıştır ya da bir olayı, sıra dışı, yeni, yaratıcı bir kurgu ile! İyi bir yazarın elinden çıkma bir romanda, çok iyi bildiğimiz gerçekler, kişiler, olaylar arasında bile, yeni, şaşırtıcı bağlantılar kurulduğunu görebiliriz. Hangi türden olursa olsun, iyi bir edebiyat eserini okurken, (“beynimizin hücreleri arasında” demeye dilimiz varmaz ama) beynimizde o zamana dek başka başka yerlerde duran kavramlar arasında yeni bağlantılar kurulur. Buluş yapmanın olmazsa olmazı olan, düşünmek dediğimiz şey de, bu gibi soyut bağlantılar kurmak değil mi zaten? Nitekim mühendisler arasında gördüğümüz en iyi buluşçular—ki sayıları bir elin parmaklarını geçmez— “salt mühendis” olmayan ya da, hayatları mühendislikten ibaret olmayan arkadaşlarımızdı. Bunlar aynı zamanda düzgün konuşan, düzgün yazan, sözcük dağarcıkları da oldukça geniş kimselerdi. Kısaca, biraz olsun edebiyata bulaşmış, “söz”e yabancı olmayan mühendisler, daha iyi Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA buluşlar yapıyorlar! Hatta çok genel olarak, işlerini daha iyi yapıyorlar. Bir başka deyişle, dili düzgün bilmeyen, kullanamayan mühendis buluş yapmakta, yeni fikirler geliştirmekte de yetersiz kalıyor. Belki, çok şey bekliyoruz mühendisten? Tekniği, teknolojiyi anladığı kadar, “techne”yi3 de anlasın! Fizik, matematik okuduğu kadar, felsefe de okusun! Yetmedi, edebiyat ile de ilgilensin! Üstüne bir de buluş yapsın! Aslında, belki de, inovasyon bahane... Biz “bilge mühendis” hayalimizi, özlemimizi dilendirmeye yer arıyoruz. Üstelik de öyle ağırbaşlı, oturaklı filan bir bilge değil; Ahmet hocanın dediği gibi, “puşt ve fırlama” bir bilge mühendis!4 Kafasında sürekli şimşekler çaksın! Gözlerinin içi parlasın! Komik, ciddi, onlarca fikir üretsin! Yetmedi, bu fikirleri de güzelce ifade etsin. Hayattaki ve evrendeki yerinin farkında olsun! Sadece önündeki formülü değil, eğer varsa öyle birşey, formülün arkasındakini de görsün, görmeye çalışsın, en azından merak etsin! Ki, zencefil demliğinden çıkma yaratıcılıklara ihtiyacımız kalmasın... KAYNAKLAR 1 http://www.ntvmsnbc.com/news/442422.asp 2 Tabir, Richard Feynman’ın, antropolojideki “kargo kültü” kavramından esinlenerek ortaya attıgı “kargo kültü bilimi” tabiri ile Aslı Erdoğan’ın “Kabuk Adam” adlı romanının başlığının bir bileşimi sayılabılır. Kavramı Feynman’dan biraz farklı bir bağlamda kullanmış olduk ama temeldeki fikir aynıdır. Daha fazla bilgi icin bkz. http:// en.wikipedia.org/wiki/Cargo_cult_science, http://en.wikipedia.org/wiki/Cargo_cult 3 http://en.wikipedia.org/wiki/Techne. Ayrıca, bkz. Ahmet İnam’ın, “Teknoloji Benim Neyim Oluyor?” isimli eseri. 4 http://www.metu.edu.tr/~www41/ahmet-inam/seytanla.htm Çok şey mi istiyoruz, ekmek kavgasına düşmüş, gariban mühendisten? Hayal ekmeği mi yiyoruz? Belki... Ama ne güzel hayal! Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 83 DOSYA Makina Mühendisleri Odası Basın Açıklaması SORUYORUZ: “AR-GE YASASI KİME ARKA ÇIKIYOR?” Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, TBMM gündeminde bulunan “Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı”na ilişkin 28 Ocak 2008 tarihinde bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını yayınlıyoruz: Ulusal Ar-Ge Altyapısı ve Yeteneklerinin Gerçekleştirilmesine Yönelik Organizasyonlar ile Üniversiteler ve Bilim Kurumlarına Tasarıda Gereken Yer Verilmemiştir. Ar-Ge Merkezleri İçin Teşvik Esaslarında “En Az 50 Tam Zamana Eşdeğer Ar-Ge Personeli İstihdamı” Zorunluluğu ile Kurumlar Vergisi ve Gelir Vergisi İndirimlerinin “500 ve Üzerinde Tam Zaman Eşdeğer Ar-Ge Personeli İstihdam Eden Ar-Ge Merkezlerine” Yapılacak Olması, Ülke Sanayisinin Dışlanmasına Yol Açacaktır. TBMM Gündeminde Bulunan Yasa Tasarısı Ülkenin Sanayileşmesi, Sanayide Ar-Ge Faaliyetlerinin Desteklenmesi ve KOBİ’lere Ar-Ge Teşviki Verilmesi Amacını Taşımamaktadır. Dışa Bağımlı Sanayileşme, Teknoloji ve Ar-Ge Faaliyetlerinde Tekellere ve Yabancı Sermayeye Teşvik Sunmak, Tasarının Ruhunu Oluşturmaktadır. KOBİ’lerin Teşviklerden Yararlanması Zorunludur. 1980’lerde ihracat öncelikli sanayileşme ve pazar ekonomisine açılımla KİT yatırımlarının durdurulması, büyük ölçekli sanayi kuruluşlarının özelleştirilmesi ve teşvik tedbirlerinin büyük oranda azaltılması ile Gümrük Birliğine girişin bütünleşmesi, AB entegrasyonu sürecinde dışa bağımlılığın artması ve yatırım ve üretime dayalı büyümenin IMF Dünya Bankası politikalarıyla engellenmesi Türkiye’nin elini kolunu bağlamış; sanayide fason üretim ve taşeronlaşma yaygın bir boyuta ulaşmıştır. 84 Bu gelişmeler Türkiye’nin bilim, teknoloji, Ar-Ge ve inovasyon politikalarını da olumsuz bir şekilde biçimlendirmiştir. Oysa küreselleşme ile ortaya çıkan yeni uluslararası üretim yapısında yüksek katma değerli ürünlerle rekabetin belirleyici etkenleri arasında, ülkelerin Ar-Ge, teknoloji, tasarım ve inovasyon çalışmalarına, eğitim alt yapısına ne kadar önem ve teşvik verildiği de bulunmaktadır. Türkiye genelinde Ar-Ge’ye sanayi GSMH’sının ortalama binde 7’si, KOBİ’lerde ise binde 3’ü ayrılmaktadır. Bu düzey ile sanayinin teknolojik gelişme içinde olması, ürün geliştirme veya yeni ürün çalışmasında başarıya ulaşması zordur. Özgün ürün yapamayan, imalat sürecinde veya ürün geliştirmede yenilikçi buluşları geliştirmeyen firmaların ayakta kalması oldukça zor görünmektedir. Avrupa Yenilikçilik Endeksi’nde en son sırada yer alan Türkiye’de sanayinin fasonlaşma olgusundan kurtulabilmesi, bağımsız bir Ar-Ge kurumsallaşmasından geçen, kamu yararına oluşturulacak ve planlı bir kalkınmayı öngören sanayi ve bilim politikaları ile mümkündür. Bu noktada şu sorular önem taşımaktadır: AR-GE faaliyetlerine devlet tarafından büyük destekler ve mali fonlar sağlanacak mı? Küçük ve orta boy işletmeler yani KOBİ’ler vergi muafiyetleri ile sanayileşme sürecinde büyük destekler mi alacaklar, durum nedir? Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan ve yarınki TBMM gündeminde bulunan “Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı”nı incelediğimizde tasarının bu özelliklerden yoksun olduğu görülmektedir. Tasarının “Amaç ve kapsam”a ilişkin Madde 1’in 1. fıkrasında Ar-Ge faaliyetleri tanımlanmakta, üründe ve üretim süreçlerindeki yeniliklerden, ürün kalite ve stan- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA dartlarının yükseltilmesi ve verimliliğin artırılmasından söz edilmektedir. Bunlara ilişkin teknoloji yoğun üretim, girişimcilik, bu alanlara yönelik yatırımlar ile Ar-Ge ve yeniliğe yönelik yabancı sermaye yatırımlarının ülkeye girişinin hızlandırılmasının desteklenmesi ve teşviki gündeme getiriliyor. Ancak bu arada iki önemli ilkeden vazgeçilmiştir. Bunlar: Ulusal AR-GE altyapısı ve yeteneklerinin gerçekleştirilmesine yönelik organizasyonlar ile Üniversite, bilim kurumları ve sanayi kuruluşları arasındaki koordinasyon ve işbirliğinin sağlanmasıdır. kanununun 10’uncu maddesine göre kurum kazancının ve (...) Gelir Vergisi Kanununun 89’uncu maddesi uyarınca ticari kazancın tespitinde indirim yapılır” deniliyor. Bunlar tasarıda yer almayınca ve bilerek yer verilmeyince arkadan şu yanlışlar gelmektedir. 500 ve üzerinde tam zamana eşdeğer istihdam Ar-Ge personeli ülkemizden en fazla 10–15 firmayı kapsayacaktır. Bu durumda bu madde Türkiye’de yatırım yapacak yabancı sermayeyi hedeflemektedir. Ki gerçek de buradadır: Tasarı geçen yıl ilk kez kamuoyuna duyurulurken Maliye Bakanı, G. Kore menşeli bir firmaya seslenerek “Gelin Ar-Ge faaliyetinizi buradan yapın, Ar-Ge üssünüzü kurun, size vergi bağışıklığı tanıyalım, vergi vermeyin” diyebilmiştir. Madde 1’in 2. fıkrasında “teknoloji merkezleri (teknoloji merkezi işletmeleri), ile Ar-Ge merkezleri, Ar-Ge projeleri ve rekabet öncesi işbirliği projeleri ve tekno girişim sermayesine ilişkin destek ve teşvikler”in kapsama alındığı belirtiliyor. Sorun çözümlenmiştir! Ulusal Ar-Ge Kurumu için organizasyonlar, Ar-Ge altyapısı ve yetenekleri söz konusu değildir. Ülkenin yabancı sermaye kapılarından biri daha açılmakta ve büyük destekler bu amaçla tasarının ruhunu oluşturmaktadır. Ardından Ar-Ge Merkezi için teşvik esaslarında; Madde 2’nin c) fıkrasında “en az elli tam zamana eşdeğer Ar-Ge personeli istihdam eden, yeterli Ar-Ge birikimi ve yeteneği olan birimler” sınırlaması getiriliyor. Yani bir şirket en az 50 Ar-Ge personeli çalıştırmadan bu desteklerden yararlanamayacaktır. Yüzde 98,1’i 50’ye kadar işçi çalıştıran Türkiye imalat sanayi şirketleri (KOBİ’ler), nasıl 50 personellik Ar-Ge merkezleri kuracaklar? Acaba başka bir ülkenin sanayi kuruluşlarından mı söz ediliyor? Yoksa tasarı başka birtakım şirketlere mi sesleniyor? Böylesi eksikler taşıyan bir tasarıya “AR-GE Kanun Tasarısı” demek bile mümkün değildir. Görülmektedir ki yasa tasarısı ülkenin sanayileşmesi, sanayide Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi ve özellikle KOBİ’lere Ar-Ge teşviki verilmesi amacını taşımamaktadır. Teşvikler “dışa bağımlı” sanayileşmeyi, teknolojiyi ve Ar-Ge faaliyetlerinde de tekellere ve yabancı sermayeye teşvik sunmayı hedeflemektedir. Madde 2 d)’de, “rekabet öncesi işbirliği projeleri”nde, üniversite ve bilim kurumlarından söz edilmemektedir. Bu durumda projeler nasıl hazırlanacak, projelerin teorik temeli ve ülke yararlılığı nasıl ölçülecektir? Madde 2 e)’de, “tekno girişim sermayesi”nde lisansdoktora öğrencileri ya da bunları 5 yıl önce almış kişilerin kurum desteğinden söz ediliyor. Hangi sanayi kuruluşu, böyle yoğun bir eleman desteği sağlayabilir ve uzun süre Ar-Ge desteğini sürdürerek yapılanmayı başarabilir? Gerçekte burada “destek” veya “teşvikler” yokuşa sürülmektedir. Yasanın “Destek ve teşvik unsurları”nı belirten Madde 3’ün 1. fıkrasında “Ar-Ge vergi indirimi”ne esas Ar-Ge Merkezleri istihdamı ele alınıyor: “500 ve üzerinde tam zaman eşdeğer Ar-Ge personeli istihdam eden Ar-Ge merkezlerinde ayrıca o yıl yapılan Ar-Ge harcamasının bir önceki yıla göre artışının yarısı (...) Kurumlar Vergisi Oysa KOBİ’ler sanayide önemli ölçüde istihdamı sağlayan ve üretimin ağırlığını kendilerinde toplayan kuruluşlardır. Ancak bugünkü yapıları ile özgün üretimden çok daha fazla fason üretime yönelmişlerdir. Çoğu düşük veya düşük–orta teknoloji ile çalışmaktadır. Mühendis çalıştıran ve kalifiye işgücü kullanan KOBİ sayısı toplamda % 35’e ulaşmaktadır. Önemli bir kısmının (% 45’inin) Ar-Ge faaliyeti yoktur. Toplam KOBİ’ler içerisinde Ar-Ge bölümü olanların oranı yüzde % 29’dur. Dolayısıyla KOBİ’lerin Ar-Ge Yasa Tasarısında belirtilen teşviklerden yararlanması zorunludur. Bunun için; - Ar-Ge eğitimi için Üniversitelerle yapılacak çalışmalar sonucu ortaya çıkacak giderlere muafiyet tanınmalı, ArGe giderleri içine alınmalıdır. - Tasarım, test, laboratuar kurulması, prototip yapılması, sertifikasyon giderleri ve patent giderleri hem teşviklere hem de vergi muafiyetine girmelidir. - Ar-Ge bölümünün personeli için sayıya bağlı olmaksızın “istihdam teşviki” uygulanmalıdır. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 85 DOSYA DOSYA - Makina imalat sektöründeki firmaların yeni model geliştirmeleri, “tasarım” çalışmalarının ayrıca desteklenmesi ile mümkün olacaktır. Yüksek katma değerli ürün desteğe esas alınmalıdır. çevre uyumlu ürün tasarımı veya yazılım faaliyetleri ile alanında bilimsel ve teknolojik gelişme sağlayan, bilimsel ve teknolojik bir belirsizliğe odaklanan, çıktıları özgün, deneysel, bilimsel ve teknik içerik taşıyan faaliyetleri, TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI Yönetim Kurulu Başkanı Emin KORAMAZ b) Yenilik: Sosyal ve ekonomik ihtiyaçlara cevap verebilen, mevcut pazarlara başarıyla sunulabilecek ya da yeni pazarlar yaratabilecek; yeni bir ürün, hizmet, uygulama, yöntem veya iş modeli fikri ile oluşturulan süreçleri ve süreçlerin neticelerini, 12.03.2008 Tarih ve 26814 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME FAALİYETLERİNİN DESTEKLENMESİ HAKKINDA KANUN”u yayınlıyoruz. c) Ar-Ge merkezi: Dar mükellef kurumların Türkiye’deki işyerleri dahil, kanuni veya iş merkezi Türkiye’de bulunan sermaye şirketlerinin; organizasyon yapısı içinde ayrı bir birim şeklinde örgütlenmiş, münhasıran yurtiçinde araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunan ve en az elli tam zaman eşdeğer Ar-Ge personeli istihdam eden, yeterli Ar-Ge birikimi ve yeteneği olan birimleri, Kanun No. 5746 Kabul Tarihi: 28/2/2008 Amaç ve kapsam MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı; Ar-Ge ve yenilik yoluyla ülke ekonomisinin uluslararası düzeyde rekabet edebilir bir yapıya kavuşturulması için teknolojik bilgi üretilmesini, üründe ve üretim süreçlerinde yenilik yapılmasını, ürün kalitesi ve standardının yükseltilmesini, verimliliğin artırılmasını, üretim maliyetlerinin düşürülmesini, teknolojik bilginin ticarileştirilmesini, rekabet öncesi işbirliklerinin geliştirilmesini, teknoloji yoğun üretim, girişimcilik ve bu alanlara yönelik yatırımlar ile Ar-Ge’ye ve yeniliğe yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ülkeye girişinin hızlandırılmasını, Ar-Ge personeli ve nitelikli işgücü istihdamının artırılmasını desteklemek ve teşvik etmektir. (2) Bu Kanun; Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı tarafından 12/4/1990 tarihli ve 3624 sayılı Kanuna göre oluşturulan teknoloji merkezleri (teknoloji merkezi işletmeleri) ile Türkiye’deki Ar-Ge merkezleri, Ar-Ge projeleri ve rekabet öncesi işbirliği projeleri ve teknogirişim sermayesine ilişkin destek ve teşvikleri kapsar. Tanımlar MADDE 2 – (1) Bu Kanunun uygulamasında; a) Araştırma ve geliştirme faaliyeti (Ar-Ge): Araştırma ve geliştirme, kültür, insan ve toplumun bilgisinden oluşan bilgi dağarcığının artırılması ve bunun yeni süreç, sistem ve uygulamalar tasarlamak üzere kullanılması için sistematik bir temelde yürütülen yaratıcı çalışmaları, 86 ç) Ar-Ge projesi: Amacı, kapsamı, genel ve teknik tanımı, süresi, bütçesi, özel şartları, diğer kurum, kuruluş, gerçek ve tüzel kişilerce sağlanacak aynî ve/veya nakdî destek tutarları, sonuçta doğacak fikri mülkiyet haklarının paylaşım esasları tespit edilmiş ve Ar-Ge faaliyetlerinin her safhasını belirleyecek mahiyette ve bilimsel esaslar çerçevesinde hazırlanan projeyi, d) Rekabet öncesi işbirliği projeleri: Birden fazla kuruluşun; ölçek ekonomisinden yararlanmak suretiyle yeni süreç, sistem ve uygulamalar tasarlayarak verimliliği artırmak ve mevcut duruma göre daha yüksek katma değer sağlamak üzere, rekabet öncesinde ortak parça veya sistem geliştirmek ya da platform kurabilmek amacıyla yürütecekleri, Ar-Ge faaliyetlerine yönelik olarak yapılan ve fizibiliteye dayanan işbirliği anlaşması kapsamında, bilimsel ve teknolojik niteliği olan projeleri, e) Teknogirişim sermayesi: Örgün öğrenim veren üniversitelerin herhangi bir lisans programından bir yıl içinde mezun olabilecek durumdaki öğrenci, yüksek lisans veya doktora öğrencisi ya da lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinden birini ön başvuru tarihinden en çok beş yıl önce almış kişilerin, teknoloji ve yenilik odaklı iş fikirlerini, desteği veren merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri tarafından desteklenmesi uygun bulunan bir iş planı çerçevesinde, katma değer ve nitelikli istihdam yaratma potansiyeli yüksek teşebbüslere dönüştürebilmelerini teşvik etmek için yapılan sermaye desteğini, Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA f) Ar-Ge personeli: Ar-Ge faaliyetlerinde doğrudan görevli araştırmacı ve teknisyenleri; 1) Araştırmacı: Ar-Ge faaliyetleri ile yenilik tanımı kapsamındaki projelerde, yeni bilgi, ürün, süreç, yöntem ve sistemlerin tasarım veya oluşturulması ve ilgili projelerin yönetilmesi süreçlerinde yer alan en az lisans mezunu uzmanları, 2) Teknisyen: Mühendislik, fen ve sağlık bilimleri alanlarında yüksek öğrenim görmüş ya da meslek lisesi veya meslek yüksek okullarının teknik fen ve sağlık bölümlerinden mezun, teknik bilgi ve deneyim sahibi kişileri, g) Destek personeli: Ar-Ge faaliyetlerine katılan veya bu faaliyetlerle doğrudan ilişkili yönetici, teknik eleman, laborant, sekreter, işçi ve benzeri personeli, ğ) TÜBİTAK: Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunu, ifade eder. İndirim, istisna, destek ve teşvik unsurları MADDE 3 – (1) Ar-Ge indirimi: Teknoloji merkezi işletmelerinde, Ar-Ge merkezlerinde, kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar tarafından veya uluslararası fonlarca desteklenen Ar-Ge ve yenilik projelerinde, rekabet öncesi işbirliği projelerinde ve teknogirişim sermaye desteklerinden yararlananlarca gerçekleştirilen Ar-Ge ve yenilik harcamalarının tamamı ile 500 ve üzerinde tam zaman eşdeğer Ar-Ge personeli istihdam eden Ar-Ge merkezlerinde ayrıca o yıl yapılan Ar-Ge ve yenilik harcamasının bir önceki yıla göre artışının yarısı, 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10 uncu maddesine göre kurum kazancının ve 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 89 uncu maddesi uyarınca ticari kazancın tespitinde indirim konusu yapılır. Ayrıca bu harcamalar, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre aktifleştirilmek suretiyle amortisman yoluyla itfa edilir, bir iktisadi kıymet oluşmaması halinde ise doğrudan gider yazılır. Kazancın yetersiz olması nedeniyle ilgili hesap döneminde indirim konusu yapılamayan tutar, sonraki hesap dönemlerine devredilir. Devredilen tutarlar, takip eden yıllarda 213 sayılı Kanuna göre her yıl belirlenen yeniden değerleme oranında artırılarak dikkate alınır. (2) Gelir vergisi stopajı teşviki: Kamu personeli hariç olmak üzere teknoloji merkezi işletmelerinde, ArGe merkezlerinde, kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar tarafından veya uluslararası fonlarca desteklenen ya da TÜBİTAK tarafından yürütülen Ar-Ge ve yenilik projelerinde, teknogirişim sermaye desteklerinden yararlanan işletmelerde ve rekabet öncesi işbirliği projelerinde çalışan Ar-Ge ve destek personelinin; bu çalışmaları karşılığında elde ettikleri ücretlerinin doktoralı olanlar için yüzde doksanı, diğerleri için yüzde sekseni gelir vergisinden müstesnadır. (3) Sigorta primi desteği: Kamu personeli hariç olmak üzere teknoloji merkezi işletmelerinde, Ar-Ge merkezlerinde, kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar tarafından veya uluslararası fonlarca desteklenen ya da TÜBİTAK tarafından yürütülen Ar-Ge ve yenilik projeleri ile rekabet öncesi işbirliği projelerinde ve teknogirişim sermaye desteklerinden yararlanan işletmelerde çalışan Ar-Ge ve destek personeli ile 26/6/2001 tarihli ve 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanununun geçici 2 nci maddesi uyarınca ücreti gelir vergisinden istisna olan personelin; bu çalışmaları karşılığında elde ettikleri ücretleri üzerinden hesaplanan sigorta primi işveren hissesinin yarısı, her bir çalışan için beş yıl süreyle Maliye Bakanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanır. (4) Damga vergisi istisnası: Bu Kanun kapsamındaki her türlü Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri ile ilgili olarak düzenlenen kağıtlardan damga vergisi alınmaz. (5) Teknogirişim sermayesi desteği: Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri tarafından bu Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendindeki koşulları taşıyanlara bir defaya mahsus olmak üzere teminat alınmaksızın 100.000 Yeni Türk Lirasına kadar teknogirişim sermayesi desteği hibe olarak verilir. Bu fıkra uyarınca yılı bütçesinde Ar-Ge projelerinin desteklenmesi amacıyla ödeneği bulunan merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin tümü tarafından yapılan ödemelerin toplamı, her takvim yılı için 10.000.000 Yeni Türk Lirasını geçemez. Bu tutarlar, takip eden yıllarda 213 sayılı Kanuna göre her yıl belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır. (6) Rekabet öncesi işbirliği projelerinde işbirliğini oluşturan kuruluşların bu işbirliğine yaptıkları katkılar, işbirliği protokolünde belirlenen kuruluşlardan biri adına açılacak özel bir hesapta izlenir. Özel hesaba aktarılan Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 87 DOSYA DOSYA bu tutarlar, harcamanın yapıldığı dönemde katkı sağlayan kuruluşların Ar-Ge harcaması olarak kabul edilir ve proje dışında başka bir amaç için kullanılamaz. Proje hesabında toplanan tutarlar, proje özel hesabı açan kuruluşun kazancının tespitinde gelir olarak dikkate alınmaz. (7) Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerinde bulunanların; kamu kurum ve kuruluşları, kanunla kurulan vakıflar ile uluslararası fonlardan aldıkları destekler özel bir fon hesabında tutulur. Bu fon, 193 sayılı Kanun ve 5520 sayılı Kanuna göre vergiye tabi kazancın ve ilgili yılda yapılan Ar-Ge harcaması tutarının tespitinde dikkate alınmaz. Bu fonun, elde edildiği hesap dönemini izleyen beş yıl içinde sermayeye ilâve dışında herhangi bir şekilde başka bir hesaba nakledilmesi veya işletmeden çekilmesi halinde, zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergiler ziyaa uğratılmış sayılır. rinden ayrıca yararlanamazlar. (6) Bu Kanunun uygulamasına ve denetimine ilişkin usul ve esaslar, TÜBİTAK’ın görüşü alınmak suretiyle Maliye Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından birlikte çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Değiştirilen hükümler MADDE 5 – (1) 193 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı bendi ile 5520 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “araştırma ve geliştirme harcamaları tutarının % 40’ı oranında” ibareleri “araştırma ve geliştirme harcamaları tutarının %100’ü oranında” şeklinde değiştirilmiştir. Yürürlük Uygulama ve denetim esasları MADDE 4 – (1) Bu Kanun kapsamındaki destek ve teşvik unsurlarından yararlananların bu Kanunda öngörülen şartları taşıdıklarına ilişkin tespitler en geç iki yıllık süreler itibarıyla yapılır. (2) Bu Kanunun 3 üncü maddesinde belirtilen gelir vergisi stopajı ve sigorta primi işveren hissesine ilişkin teşviklerden yararlanacak olan destek personelinin tam zaman eşdeğeri sayısı, toplam tam zamanlı Ar-Ge personeli sayısının yüzde onunu geçemez. MADDE 6 – (1) Bu Kanun 31/12/2023 tarihine kadar uygulanmak üzere, yayımını takip eden ay başında yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 7 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 11/3/2008 (3) Asgari Ar-Ge personeli sayısının hesabında fiilen ve tam zamanlı olarak çalışan personelin üçer aylık dönemler itibarıyla ortalaması esas alınır. (4) Bu Kanunda öngörülen şartların ihlali veya teşvik ve destek unsurlarının amacı dışında kullanılması halinde, zamanında tahakkuk ettirilmemiş vergiler yönünden vergi ziyaı doğmuş sayılır. Sağlanan vergi dışı destekler ise 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre ve gecikme zammı uygulanmak suretiyle tahsil edilir. (5) Bu Kanun kapsamındaki indirim, istisna, destek ve teşviklerden yararlananlar; 193 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı bendi, 5520 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ve 29/1/2004 tarihli ve 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun aynı mahiyetteki hükümle88 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA Arif ERGİN Makina Mühendisi KAIZEN VE İNOVASYON Kaizen, 80’li ve 90 yıllarda Türkiye’nin gündeminde geniş yer alan bir konu oldu. Japon kültürü ile ilgili olan bu güncel kavramın Türkiye’ye gelmesi ile birlikte Türkler’in Japonlar’la olan kültürel benzerlikleri, ruh hallerinin benzerlikleri konuşuldu. Bu benzerlikler Kaizen’e olan muhtemel yatkınlığımıza yorularak Kaizen konusunda teknoloji ve ekonomi politikaları üretmemizin Türkiye açısından faydalı olacağı ciddi olarak tartışıldı. Kaizen Türkiye’de belli bir ölçekte hayata geçirildi. Bu konuda makaleler yazıldı, master &doktora tezleri yapıldı, şirketlere ödüller verildi, sempozyonlar düzenlendi. Birçok firma Kizen’e önem vererek maaliyetlerini indirebildiler ve çalışanlarının motivasyon kazanmasını sağladılar. Derken Kaizen yavaş yavaş gündemdeki yerini kaybetti. Peşisıra; 6 Sigma, Yalın Üretim, Toplam Kalite Yönetimi gibi benzer konular konuşulmaya başlandı. İki binlere başladığımzda ise çok daha kuvvetli bir rüzgar esmeye başladı ve Sanayi, Teknoloji ve Bilim tartışmalarının merkezine yerleşti: İnovasyon. Netice olarak KAIZEN Japonca’da “İyi yönde değişim” yada “İlerleme” demektir. Kaizen’in amacı (Japonca’da Muda ile, Ingilizce’de Waste ile ifade edilen) ziyanın önüne geçmektir. Burada ziyanı, “maaliyetleri arttıran ama rüne yada sisteme hiçbir katkısı ve artı değeri olmayan faaliyetler olarak tanımlayabiliriz. Ziyan temel olarak 7 ana başlık altında ele alınır: - Gereğinden Fazla Üretim, - Beklemek, Peki bir zamanlar üzerinde kafa yorduğumuz Kaizen adlı kavramla İnovasyon dediğimiz kavram bir birine ne kadar benziyor ve sürekli değişen ekonomik &teknolojik kavramlara kendimizi ne kadar doğru adape ediyoruz? - Nakliye, - Eşit olmayan iş yükü, KAIZEN - Aşırı stok, Kaizen Japon dilindeki iki ayrı Kanji’nin bir araya gelmesi ile oluşur. Kanjileri bir sesi değilde bir kavramı anlatan karışık harfler olarak düşünebiliriz: - Gereksiz hareketler, • (‘kai’) KAI değişim yada düzeltme anlamına gelir. • (‘zen’) ZEN ise “iyi” demektir. Bu anlamda Kaizen bütün bu ziyanları önlemek amacıyla yola çıkar ve mevcut durumu parçalara ayırıp analiz ederek daha verimli ve iyi bir şekilde tekrar bir araya getirir. - Hatalar. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 89 DOSYA DOSYA Şekil 1: İnovasyon süreci. Kaizen’in başka bir önemli özelliği de sürekli olması, küçün çalışmaların sürekli devam ederken sonuçta büyük bir yekün oluşturmasıdır. Bu yüzden Kaizen uygulayan şirketlerde hedefler fabrikada çalışan her kişinin yılda yapacağı Kaizen miktarına göre belirlenir. killerde çevirilse de “inovasyon” çoğunlukla kabul görmüş bir kullanımdır. Aşağıda hayatımızın her yanında rastlayabileceğimiz güncel bir inovasyonu görebilirsiniz. İlk uygulamada Küp Şekerler küçük plastik poşetlere yerleştirilmiş böylece şekerlerin çay tabağında ıslanarak israf olması engellenmiş, kullanılmayan şekerlerin tekrar kulllanılabilmesi sağlanmıştır. Şekil 2: Kaizen uygulamasına örnek. Yukardaki örnek Kaizen uygulamasında, araca takılacak parçaların ve el aletlerinin bir bel çantasında taşınması böylelikle parça raflarına gel gitlerdeki zaman kaybının engellenmesi ve çalışanın daha az yorulması anlatılmıştır. Benzer şekilde Kaizen sistemini uygulayan şirketlerde, Kaizen’ler “Bir işi en iyi yapan bilir” ilkesi çerçevesinde çalışanlar tarafından verilir. INOVASYON İnovasyonun en çok karıştırıldığı olgu Invention, yani icattır. İcat bir şeyin ilk olarak ortaya çıkmasıdır ve çok ileri aşamada teknik yenilik gerektirir. Inovasyon ise icadın peşi sıra gelebileceği gibi icat olmayan daha basit yaratıcı fikirler sonucunda da ortaya çıkabilir. Kullanici İhtiyaçlarini Karşilama & Bir Probleme Çözüm Getirme “Yenileşim (inovasyon), yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal ya da hizmet), veya sürecin; yeni bir pazarlama yönteminin; ya da iş uygulamalarında, işyeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni bir organizasyonel yöntemin uygulanmasıdır.” Inovasyon Türkçe’ye; yenilikçilik, yenilik, yenileşim gibi farklı şe- Toz şeker yüz yıllardır bilinen bir ürün olmasına rağmen daha sonradan farklı ihtiyaçlar için küp şeker geliştirilmiştir. Toz şekerden küp şekere geçiş süreci bir inovasyondur. Benzer şekilde Küp Şekerin teker teker poşetlenmesi de bir inovasyondur. Şekil 3: Ürün Tasarım Süreci. 90 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA İnovasyonun doğası gereği arasındaki sınırların çok net olmadığı başka bir alanda Ürün Tasarımı’dır. Ürün tasarımı farklı formlar, renkler kullanım özellikleri ve estetik içerebilir. Ancak bir yenilik içermeyebilir. KAİZEN Mİ, İNOVASYON MU? Kazien ve inovasyonun tartışmasız en büyük ortak özellikleri yaratıcı boyutlarıdır. Bunun yanında Kaizen de inovasyon da bir probleme çözüm getirir ve bir ihtiyaca cevap verir. Ancak Kaizen genellikle üründen çok süreçle ilgilidir ve inovasyon daha genel bir çerçevede olmasına rağmen genellikle ürünle ilgilidir. Bunların yanında küçük süreç inovasyonları Kaizenle hemen hemen aynı şeydir. SONUÇ Kaizen, 6Sigma, TQM, Yalın Üretim ve Inovasyon gibi kavramlar dünyada ortaya çıkışlarını ve popüler oluşlarını takiben kısa süre içinde Türkiye’yede de tartışılmaya başlanmakta, sanayi, üniversite ve kamu kuruluşlarında değerlendirilmekte ve geliştirilmektedir. Bu olguları tam olarak özümseyen ve uygulayan kuruluşlar çalışmalarından önemli katkılar elde etmekte, kendi şirketleri ve Türkiye için katma değer yaratmaktadırlar. Ancak bir çok kavram zaman içinde değerini kaybetmese bile güncelliğini yitirmektedir. Bu yazıda Kaizen ve Inovasyonun bir arada ele alınmasının sebebi, modern ve popüler değerlerin gerçekten özümsenmesi gerektiğini, kısa zamanda tüketilip bir köşeye atılmaması gerektiğini vurgulamaktır. KAYNAKLAR: http://www.anadoluseker.com.tr/kup_seker.html Arif Ergin, 2000. Dynamics of Product Innovation in thr Turkish Manufacturing Industry, Master Thessis, Middle East Technical University http://en.wikipedia.org/wiki/Kaizen http://en.wikipedia.org/wiki/Innovation Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 91 DENİZDE DEPREMİ HABER VERME PROJESİYEDİ SENSÖRLÜ MAGDEBURG KÜRESİ DOSYA Uğur KAYNAK Jeofizik Mühendisleri Odası İst. Şb. Yönetim Kurulu Y. Üyesi DENİZDE DEPREMİ HABER VERME PROJESİYEDİ SENSÖRLÜ MAGDEBURG KÜRESİ Hemen şekillerle işe başlamalıyız. Deniz tabanına indirilmesi planlanan alıcılar, alıcıların çalışma prensiplerine bağlı olarak, ya fay düzleminin deniz tabanı arakesitinin iki üç metre yukarısında şamandralarla sabitlenmeli, ya da alıcıların tümünü taşıyan kürelerin, bir kazık vasıtası ile tabana saplanarak sabitlenmesi sağlanmalıdır. Şekil-3: Yedi Sensörlü Magdeburg Küresi, Dış Görünüş. Şekil-1: Tesbit Betonları Şekil-4: Yedi Sensörlü Magdeburg Küresi, İç Görünüş. Şekil-2: Askı Sistemi. 92 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA basınca ve tuzlu suya dayanıklı bir malzemeden seçilir. Kablolar, yüksek basınca ve tuzlu suya dayanıklı olarak imal edilmiş olmalıdır. Sensör pencerelerinin yosunlanmasını önlemek için yosun kovucu (antiseptik) bir kaplama geliştirilmelidir. Şekil-5: Alternatif Streamer Ölçü Sistemi. Sensör pencerelerinin, kuşaklama kollektörlerinden (İstanbuldan) deşarj edilen atık su tortuları ile kaplanmasını önlemek için, küre gövdesinin deniz suyu sıcaklığının yaklaşık yirmi derece üzerinde sıcaklıkta tutulması ve böylece oluşturacağı konveksiyon ile kendini temizlemesi düşünülebilir. Bu küçük ayrıntılar da, okuyucularda oluşabilecek “ Bu küreler, 1200 metre derinlikli +4°C sıcaklıklı bir deniz tabanında nasıl çalışır?” Gibi soruları gidermek amacıyla buraya alındı. Bu çalışmanın gövde metninin oluşturan kısımlarda ise sensörlerin ne işe yaradıkları açıklanacaktır. SENSÖRLER-ALICILAR-ÖLÇERLER Bunlar altı adet kuvars camı pencereden ölçü alacak olan sensörlerdir. Bir adet alıcı ise doğrudan bronz gövdeye bağlanacaktır. 1.Kızılaltı Işın Alıcısı. Şekil-6: Deniz Tabanına İndirme İşlevi. ŞEKİLLER Çalışmanın yazarınca tasarlanıp bir kısmı imal edilecek, bir kısmı imal ettirilecek olan Yedi Sensörlü Magdeburg Küresi’ni (YSMK) deniz tabanına indirmek için yapılacak işlemler ise, bu işin profesyonelleri tarafından tasarlanıp uygulanmalıdır. Bu çalışmada yer alan düşünsel indirme kurgusu ve işlevi, okuyucuya YSMK’nın nerede çalışacağını açıklamak için geliştirilmiş olup, yaptırımı ve önemi olmayan çizimlerdir. Ancak YSMK’nın dış görünüşü (Şekil-3.) ve blok kesiti (Şekil-4.) ölçeksiz olarak, gerçek prototip imalat tasarımlarıdır. KISA TANITIM Dış gövde bronz döküm olarak imal edilir. Conta, yüksek Deniz seviyesinden 1200 metre daha derinde deniz tabanında yer alan fay yüzeyi, bu özelliği dolayısı ile karasal fay yüzeylerinden farklıdır. Bu fark öncelikle piezometrik basınç farkından ve derinlerdeki sıcak fay dolgusuna yakınlıktan kaynaklanır. Sığ fay dolgusu, fay breşi olarak adlandırılabilir. Fakat derinleştikçe bu migmatitik fay dolgusu ağdalanmaya ve çok derinlerde de magmalaşmaya başlar. Magmalaşma ile fay düzleminin harekete geçmesi eş zamanlıdır. Fayın kopma gerilmesine yaklaştığı ana şoktan bir iki gün önceki süre içerisinde bu fay dolgusu da fay düzlemindeki sürtünme direncinin oluşturduğu benlentilerden çok daha yüksek ilave ısı enerjisi nedeniyle yukarılara doğru ergiyerek yükselmeye başlar. Bu ergimiş fay dolgusunun, fayın sürtünme direncini düşürmesi nedeniyle artık geri dönülemeyecek biçimde deprem sürecine girilmiş olunur. Ergiyen fay dolgusu, yeryüzüne göre, yaklaşık olarak 1200 metre daha kısa yol alarak fay yüzeyine ulaşabildiğinden, deniz tabanındaki fay açıklıklarından deprem kopma hazırlığı sürecinde lav çıkışları olabilmektedir. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 93 DOSYA DOSYA YSMK’lerinin fay yüzeyine yakın konuşlandırılmaları nedeni ile karanlık deniz tabanındaki lav çıkışlarının oluşturacağı ısı (infrarouge) ışınları, depremin çok yakın olduğunun en güvenilir belirtilerinden olup bu dedektörlerle kolayca varlıkları saptanabilecektir. cek herhangi bir polikromatik ışık kaynağının saptanması söz konusu olacaktır. Böylece lav çıkışlarının yanında, hem deprem ışıkları çıkışı, hem de ateş topu çıkışı yakalanabilir. 7.Hidrofon 2.Digital Termometre Bu termometre sürekli ölçü alarak, sürekli digital bildirim yapabilecektir. Duyarlılığı için 0.1°C yeterli olacaktır. YSMK ile Fay düzlemi sıcak su çıkışının, hakim akıntı yönü üzerinde buluşmaları gerekir. Aksi durumda sıcaklık ölçüsü faydan çıkan suya değil, deniz tabanı suyuna ait olacaktır. 3.Hipersonik Sensör Bu sensörle deprem homurtularının algılanması hedeflenmektedir. Deprem homurtuları, öncü depremlerde önem kazanmaktadır. Ana Şok’un deprem homurtularının yakalanmasının pratik bir faydası olmayabilir. İstanbul’a 20-50 km arası uzaklıktaki bir odakta depremin başladığını tesbit etmek doğal gaz , elektrik, tünel çevrim santrali, rafineri vs gibi tesislerin elektriğini ve gazını kesmeye yönelik bir otomatik sistemi tetikleyebilir. Fakat bu çalışmada tanıtılan sistemin öncelikli amacı bu enerji kesme işlemi değildir. Bu amaca yönelik frekans aralığının, deprem ses kayıtlarının akustik incelemelere tabi tutulmasından sonra seçilmesi, hatta her deprem sırasında yeniden tuning yapılması söz konusu olabilir. 4.Süpersonik Sensör Süpersonik sensörler pratik bakımdan daha elverişli görülmektedir. Bu sensörler ise Mikro tansiyon çatlaklarının oluşumunun saptanmasına yönelik olarak çalışacaktır. 1 kHz – 10 kHz frekans aralığında bant pass kapısından giriş izni veren bir mikrofon yeterli olacaktır. Gövdeye bağlı hidrofonların da üç bileşenli olarak ölçüm yapmalarında yarar var. Bu hidrofonlardan “jeofon” olarak yararlanılmak istenildiğinde YSMK’ların bir paslanmaz çelik kazıkla deniz tabanına saplanması gerekir. BEKLENTİLER Marmara denizinin tabanında özellikle Orta Marmara Fayı (OMS) ve Adalar Fayı (AS) ‘nın deniz tabanındaki fay arakesit izi, kaliteli fotograflarla görüntülendi. Depremini bekleyen şehir olarak İstanbul’un çok yakınında yer alan bu fayların deniz tabanında olmasının izlemeinceleme bakımından zorlukları olmasına karşın, bu fayların deniz tabanı arakesitleri de ulaşılmaz değillerdir. Deniz tabanına yönelik olarak şimdiye kadar yapılan bazı çalışmalar, açıklamalara göre salt sismik alıcılardan oluşmaktadır. Oysa bu projedeki alıcıların hedefleri, yukarıdaki açıklamalardan da görüleceği gibi, sarsıntıyı ölçmek değil, birçok fiziksel parametre değişimleri ile yaklaşan ana şoku ihbar etmektir. Fayların bu yeteneklerinin birinden değil, tümünden yararlanmak zorundayız. Bu nedenle deniz tabanına, fayın üzerinde ya birkaç metre yukarısında şamandra ile yüzdürülen, ya da deniz tabanına bir kazıkla saplanılıp sabitlenen bir kombine alıcı olan YSMK veya faya dik doğrultuda deniz tabanına yatırılan STREAMER tasarlanmıştır. Özellikle Adalar Fayının, Tavşan Adasına yakınlığı nedeniyle, burada fay üzerine Streamer yarırılması ve bağlantının kablo ile yapılması uygun olacaktır. Beklentilerimiz, ANA ŞOKTAN İKİ-ÜÇ GÜN ÖNCE BAŞLAMAK ÜZERE; 5.Manyetik Bobin Ferit çekirdekli, çok sayıda ince sarımlı, üç adet kartezyen koordinat eksenine koşut konuşlandırılmış bobin sistemi, yer magnetik alanındaki vektörel şiddet değişimlerine yönelik deteksiyonlar yapacaktır. Bu bobinlerin ölçü birimi nanotesla yerine milivolt olacaktır. 6.Optik Foton Sensörü 1.Öncü depremciklerin giderek oluş sıklığını ve magnitüdlerini artırması. 2.Öncü depremlerin oluşturdukları kayaç blok düzlemi sürtünmesi seslerinin (deprem homurtusu) kaydedilerek, bu ses kayıtlarının akustik analizlerinden fenomen hakkında özel çözümler üretilmesi ve bu verilerden herhangi bir başka depremde yararlanılabilmesi. Optik foton deteksiyonu ile görünür bantta yayınlanabile94 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA 3.Fay kompartmanlarının akma gerilmesini aşıp kopma gerilmesine ulaştıkları aşamada artık deformasyonun dayanılmaz düzeylere çıktığı varsayıldığında, kayacın fay düzlemine yakın kısımlarında mikro tansiyon çatlakları (genellikle) oluşmaya başlar. Bu çatlakların oluşturdukları çıtırtıların bileşkesinin gücü oldukça yüksektir. Bu bileşke ultrases dalgalarının yeryüzündeki kimi evcil ve/veya yabanıl hayvan tarafından algılandıkları öngörülmektedir. Bu ultrases dalgalarının özel alıcılarla fayın üzerinden algılanması oldukça güvenilir bir doğal alarm anlamına gelecektir. 4.Ana şok yaklaştığında, fay düzleminin açılmaya başlaması sonucunda, fay düzleminden kaynaklanan yüksek basınçlı ve sıcak akışkan çıkışlarının debisinde belirgin bir artış olması beklenilir. Bunun hem ısıl hem de optik yöntemlerle saptanması da güvenilir bir doğal alarm olacaktır. Bu düzenek fay üzerinde belirli aralıklarla çok sayıda alıcı ile güçlendirildiğinde, OMS ve AS’nin yeryüzünde en yakından ve doğrudan gözlem altına alınan fay segmentleri olacak ve umut edilir ki bu segmentlerin yapacakları büyük deprem hazırlıkları, ana şoktan yeterince önce ölçülecek, değerlendirilecek, yetkililere duyurulacak ve alarmın önemine göre bakanlar kurulu kararı ile gereği yapılacaktır. Yeryüzünde depremini bekleyen megakent sadece İstanbul değildir. Tokyo, San Fransisco, Los Angeles, Napoli ve Çinde en az on adet megakent, yıkıcı depremini beklemektedir. Ama hiç birinin İstanbul’daki kadar, atmosferik etkilerden korunmuş bir fay düzlemi yoktur. Bundan yararlanmasını bilmemiz gerekirdi. Çünkü bu sistem, ana şoktan saniyelerle önce değil, belki de günlerce önce bir dizi güvenilir işaretler ve alarmlar verecektir. Teşekkür: Makalenin yazarı ve Sayın H. Nazım Demir’in, T.C.Deniz Kuvvetleri, Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı yetkili personeli ile 2003 yılında yaptıkları şifahi görüşmelerde, eğer bu proje hayata geçirilebilise bakım, onrarım, işletim ve güvenlik sağlama konularını üstlenebileceklerini belirtmişlerdir. Uzun ve mutlu yaşasınlar. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 95 DOSYA Uğur KAYNAK Jeofizik Mühendisleri Odası İst. Şb. Yönetim Kurulu Y. Üyesi KARADA, DEPREMİ ÖNCEDEN BELİRLEME PROJELERİ DİPLAB ÖN PROJESİ (İlk web yayını, 7 Kasım 2003’te yapıldı) Deprem yaklaştığında, fayın iki yanındaki, faya yakın kayaçların petrofizik parametrelerinde depreme özgü değişimler olduğu bilinmektedir. Bu değişimlere yönelik olarak gerilim altındaki fayların en çok 50 metre yakınlarında mahzen laboratuarlar planlanmaktadır. Laboratuarlar öncelikle sağlam kayalık zemin içerisine oyularak Yapılır. Ütopik bir hedef bile olsa yazmakta yarar var ki, Türkiye’deki bütün aktif fayların karşılıklı kompartmanlarına, faylardan 20-50 metre uzaklıklarda, yaklaşık 10’ar km ara ile(!) inşa edilmelidir. Ege Bölgesinde ise, yeryüzünden tam olarak izlenemeyen fakat geometrik olarak varlıkları bilinen derin dilimlenme şablonuna göre konuşlandırılmalıdır. Mahzenler epoksili betonla kaplanır ve sıvanır. Tabanda epoksili betonarme pilyeler ve gaz nefeslikleri yapılır. Bu gaz nefeslikleri, içerisinde analiz yapılacağı için tecrit edilir. Laboratuarların içerisinin havası yaz kış otomatik klima ile nem ve sıcaklık bakımından standardize edilir. Sürekli monofaze ve doğru akımlı enerji ile beslenilir. Üç vardiya teknik eleman, bilgisayar destekli sistemi kontrol eder, müdahale eder ve çalışır vaziyette tutar. Şekil-1: DİPLAB Mahzenleri. arttığında, P hızında oluşan yavaşlama Mikro Tansiyon Çatlakları (MTÇ)’nın arttığını, S hızında yavaşlama ise MTÇ’nın su ile dolduklarını gösterir. Yer altı su tablasının ani yükselişi de aynı etkiyi yapar. Bu ekipman teknolojik değişim ve ilerlemelere bağlı olarak demode olabilir. Bütün bu sistemin tek bilgisayar ile yönetilmesi de olasıdır. Bu proje her türlü teknik ve teknolojik gelişime ve değişime açıktır. 1. 12 kanallı sismik ekipman 2. 12 adet 4.5 Hz yatay Jeofon, 12 adet 50 Hz düşey Jeofon. 3. RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi 4. Pre amplifier 5. 16 Channel Analiser 6. Digitaliser 7. Sismik data log sistemi 8. On-line veri iletim sistemi bağlantısı. A) 12 Kanallı Sismik cihaz yeterlidir. Jeofonlar kayalık yeryüzüne 10’ar metre aralıklarla uygulanırlar. Gerilim B) Sürekli Kayıt yapabilen Alternatif Akım Rezistivite Vericisi ve Alıcısı. Kayalık yeryüzünde paslanmaz çelik Bulunması gereken aletler ve ekipmanlar: 96 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA elektrodlarla 50 m x 50 m Wenner Açılımı yapılır. Gerilime bağlı yer altı suyu değişimleri nedeniyle değişen elektriksel direnç ölçülür. 9. Rezistivite seti ekipmanı 10. 2 Adet Non Polazirable Porous Pot ve 2 adet minimum Warburg empedanslı, bakır çekirdekli, kalay kaplamalı akım elektrodu. 11. RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi 12. Pre amplifier 13. 8 Channel Analiser 14. Digitaliser 15. Rezistivite data log sistemi 16. On-line veri iletim sistemi bağlantısı C) Sürekli Kayıt alabilen QHM ve/veya BMZ türü Rasat Magnetometreleri kullanılmalıdır. Kayaç gerilimi değişimleri sırasında oluşacak piezomagnetik etkiyi yakalamaya yöneliktir. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi Pre amplifier Pulse Height Analiser Multi Channel Analiser Digitaliser Magnetik data log sistemi On-line veri iletim sistemi bağlantısı D) Aralıklı otomatik analiz yapabilen Radon Detektörü ve Argon Detektörü. Radon dedektörünün, yakınlardaki bir pınar suyuna uygulanması ve manuel olarak çalıştırılması önerilir. Ayrıca laboratuar tabanında bırakılacak gaz çıkış deliklerine de bu dedektörlerin digital versiyonları uygulanmalıdır. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi Pre amplifier Pulse Height Analiser Multi Channel Analiser Digitaliser Decay Curve için data log sistemi On-line veri iletim sistemi bağlantısı E) Aralıklı ölçüm yapabilen, fosforesan kabarcıklı, fotosel sistemli Tiltmetre. Gerilim altındaki laboratuar tabanında oluşacak deformasyonları yakalamak için uygulanır. 31. RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi 32. Pre amplifier 33. Digitaliser 34. Data log sistemi 35. On-line veri iletim sistemi bağlantısı F) Hidrolik veya Turmetreli Ekstansometre. Gerilim altındaki laboratuar tabanında oluşacak deformasyonları yakalamak için uygulanır. 36. 37. 38. 39. 40. RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi Pre amplifier Digitaliser Data log sistemi On-line veri iletim sistemi bağlantısı Bu altı adet veriye ilaveten, Sürekli MT-Alan verilerini de yerinde kayıt yapan ve online olarak Veri İşlem Merkezine gönderen altı adet tamburlu kayıtçı. Uydu bağlantılı radyo link sistemi. Ve daha bir çok yardımcı ekipman... SAMTIP PROJESİ (İlk Web yayını, 07.Kasım.2003’te yapıldı) Yukarıda kısaca açıklanan DİPLAB projesinin yanında asıl önemli olan ve ölçülmesi gereken parametre Sürekli Magnetotellürik Alandır. Magnetotellürük alan bileşenlerinin periyod seçimine göre penetrasyon derinlikleri en azından 30 - 40 km’yi bulabilmektedir. Dolayısı ile verici için gereken büyük miktarlardaki enerjiden tasarruf edilerek CSAMT (Controlled Source Audiofrequency Magneto Telluric) uygulamaya gerek kalmaz. O zaman Projenin adı da diğer deprem parametrelerinden bağımsız olarak “Sürekli Alan MagnetoTellürik İzleme Projesi”, kısaltıldığında SAMTIP Projesi olur. T.C. olarak yapabilir miyiz bilinmez. Yurt dışı destek gerekir. Bu proje, DİPLAB projesinden bağımsız da uygulanabilir. Ayrıntıları fazlaca açıklanmamış olsa da, sunulan şekil destekli özetten, olayın ciddiyeti anlaşılır. Yerkürede; dört adedi kuzey yarım kürede, dört adedi olasılıkla güney yarım kürede ve üç adedi ekvatoral enlemlerde (Borneo, Kongo ve Amazon’da) yer alan, yaklaşık onbir adet Tellürik Akım kapanımı ve bunlarla eşzamanlı çalışan MagnetoTellürik alan devinimleri vardır. Sayısı bakımından “olasılıkla” denilmesinin nedeni güney yarım kürenin, Okyanuslar yarım küresi olmasından dolayı tam olarak kapanımların varlıklarının ve sayılarının tesbit edilememesindendir. Bunlar, yerkabuğunun izin verdiği ölçüde regüle kapanımlar oluşturmaya çalışırlar. Ancak maden yatakları gibi kolay akabilecekleri düşük dirençli kabuk bölgelerine doğru da kanalize olurlar. Eğer bu alanlar sürekli olarak izlenirse elastik deformasyon ge- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 97 DOSYA DOSYA rilimi ile petrofizik özellikleri ve dolayısı ile elektriksel direnci ve polarizasyon anizotropisi değişen aşırı gerilim altında kalmış fay segmentlerindeki anomaliler (sıra dışı davranış biçemleri) de yakalanabilir… Şekil-4: En önde gelen sismik gap’lardan birisi üzerinde olası Tellürik Akım Anomalisi. Şekil-2: Global Tellürik Akım Kapanımları. Şekil-1 de Global Tellürik Akım Paterni verilmiştir. Şekil-2 de “Türkiye Normal Zaman Tellürik Akım Arka Plan Haritası” sanal olarak görülmektedir. (Buna, uzun yıllar ölçü alındıktan sonra ulaşılabilecektir. Zira Türkiye gibi bir deprem ülkesinde, Normal Zaman diye bir ölçüm, anlık olarak alınamaz.) Şekil-3’de olası bir anomali yeri olarak Türkiyede’ki en dikkat çekici sismik gap (asismik segment) olan Reşadiye-Koyulhisar arasında, zaman içinde oluşabilecek değişim düşünsel olarak gösterilmiştir. Şekil-4.’te seçilen sismik gap’in, ana şok olarak çalışmaya başlamadan iki üç gün öncesinde oluşturması olası Tellürül Akım anomalinin düşünsel haritası gösterilmiştir. Ölçümler hem tellürik akıma hem de Magnetik alana yönelik yapılır. Dört elektrodlu sistemle de çalışılabilir. Eğer bie anomali tesbit edilirse, bu anomali, dolayısı ile Arka plan (Fon) MT alandaki ikincil bükülmelerin ilk akla gelen açıklaması, kopma gerilmesinin tetiklediği piezoelektrik emisyon ve piezomagnetik ilave alandır. Bu da, deprem kapıda demektir. Bütün bu uygulama zorluklarına karşın, hiç değilse çaresiz olmadığımız ve bir şeyler yapılabileceği açıklanmış olmaktadır. Şekil-3: Global Tellürik Avrupa Kapanımının, Olası Türkiye Tellürük Akım Back Ground Haritası Ölçü aletleri tam otomatik olarak çalışsa da, elektrod takımının yük birikim hatası dolayısı ile sürekli olarak kalibre edilmesi gerekmektedir. Ya da elektrod birikim hatası olmayan elektrodların geliştirilmesi gerekir. Dolayısı ile en azından ilk aşamada yaklaşık yüz’ü aşkın istasyon ve eğitimli personele ihtiyaç vardır. Şimdilik on adet istasyonla başlayalım da denilebilir. Bu konuyu projelendirmek için güçlü bir Jeofizik-Fizik-Elektronik-İnşaat çok disiplinli ekibi kurmak gerekir. Projenin fizibilite raporunun bile büyük bir hacım tutacağı öngörülebilir. 98 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA Fetiye AYDIN Kimya Mühendisi BİLİM ETİĞİ 1. GİRİŞ Bilim, geçerliliği kabul edilmiş sistemli bilgiler bütünüdür.1 Her bilim bilgi üretir fakat her bilgi bilimsel değildir. Bilimsel göründüğü halde geçerli ve güvenilebilir olmayan, bilim kökenli olmadığı halde geçerli ve güvenilir bilgiler vardır. Bilimsel bilgiyi öteki bilgi türlerinden ayıran ölçüt, metot veya yöntem bilgisidir. Bu sürecin örülmesi ve toplumla paylaşılması aşamasında belirlenen kurallar ve ahlaki değerler vardır. Son yıllarda bilimsel etik başlığında biraraya getirilen bu kurallar ve ahlak değerleri, bilimsel çalışmaların toplum için yapıldığını hatırlatmak için önemli bir araç olmuştur. Bilim insanlarının yaptıkları çalışmalarda bilimsel etik anlayışını benimseyerek toplumsal ve bilimsel sorumluluklarını yerine getirmeleri, tüm meslek dallarında olduğu gibi bilimsel araştırma etiği için de sorunların çözülmesi, ortak kriterlerin belirlenmesi için etik kurullarının oluşturulması gerekmektedir. Bu çalışmada etik hakkında kısa bir bilgilendirmenin ardından, bilimsel etik ve bilimsel etik ilkelerine, bilimsel araştırmanın temel unsurlarına, bilimsel araştırmalarda etik dışı davranışlara, bilimsel etik kurallarına uymamanın sonuçlarına ve bilimsel yalancılığın önlenmesine değinilecektir. 2. ETİK VE BİLİM ETİĞİ 2.1. Etik Kavramının Tanımlanması ve Süreci 1 “Etik, insanların ahlaklı yaşamın temelleri üzerine akıl yordukları ve bu temellerden yola çıkarak doğru ve yanlışı ayırt etmeye, doğru davranış biçimlerini bulmaya ve uygulamaya yarayabilecek kuramsal ve toplumsal araçları geliştirdikleri bir düşün alanıdır.”2 Etiği kuramsal felsefeden ayırarak kendi başına bir felsefe alanı olarak ele alan ilk filozof olan Aristotales, Pratik felsefeyi etik, ekonomi ve politika olmak üzere üç bölüme ayırmıştır. Kuramsal felsefenin konusu değişen ve değişmez var olanlarla sınırlandırılırken, pratik felsefede insan eylemleri ve onların ürünleri söz konusuydu. Aristotales’ten bu yana bir felsefi disiplinin adı olan etik; günlük dilde ahlaki ya da töresel sözcüğü ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Böylelikle etiğin konusunu ahlak ya da ahlakilik oluşturmaktadır. 3 Etik ve ahlak iki ayrı kavram olarak değerlendirilmektedir. Ahlak bir toplum en genel standartlarını içermekte olup bu standartlar, bireylerin mesleki veya kurumsal rollerinden bağımsız olarak, toplumun tümü için geçerlidir. Ahlak standartları doğru ve yanlış, iyi ve kötü, erdemlik ve erdemsizlik, adil ve adil olmayan arasında ayrım yaparken etik ise; toplumdaki belirli mesleğin, işin, kurumun veya grubun standartlarıdır. 4 Etiğin önerdiği şeylerin ahlak normları olduğu kabul edilirse; bilimsel olarak bu normların doğrulanabilir yanlışlanabilir olmadığı bilinmektedir. Etik normlarının “bilimsel” olmadığı kabulü, “bilim”in “değer dışı” olması gerektiği talebini de güçlendirmiştir. Bilimin “değer dışı” olması 234 1 2 3 4 Niyazi Karasar, “Bilimsel Araştırma Yöntemi”, Nobel Yayın Dağıtım, 16. Basım, Ankara, Eylül 2006, s.8. TÜBA Etik Kurulu’nun Çalışma İlkeleri, 2000. Annemarie Pieper, “Etiğe Giriş”, Çev.Veysel Ataman, Gönül Sezer, Ayrıntı Yayınları,Ankara,1999, s.29-31. David B. Resnik, “ Bilim Etiği”, Çev. Vicdan Mutlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2004, s. 32. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 99 DOSYA DOSYA talebinin aslında istediği, bilimsel araştırmaların ve bilimsel bilgilerin uygulanmasının dinsel ve kültürel değer yargıları ve normları tarafından engellenmemesidir. Ne var ki; bu talep, bilimsel araştırmada ve çeşitli bilimlerin sonuçlarının uygulanmasında her türlü değer sorunlarının bir yana bırakılmasına götürmüş ve bilimin ilerlemesi için “mümkün olan her şeyin yapılabileceği” veya her şeye izin olduğu” bilim adamları arasında yaygınlaşmıştır. Böylece çeşitli bilimlerde mümkün olan her şeyin sınır tanımaksızın yapılmaya başlanması, bilimlerin ve teknolojinin “değer dışı” gelişmesi, kişisel veya siyasal çıkarlarla birleşerek, insanlığı çıkmazlara götürmüştür. 5 Bu durum son otuz yılda çeşitli meslek etikleri patlamasına yol açmış ve bu etik tartışmalarında ana temanın ortak normları bir araya getirme çabası olmuştur. Mesleki bir davranış standardı, söz konusu mesleğin insanlara değerli hizmetler ve yararlar sağlamasına olanak sağlar. Mesleki standartlar, bir mesleğin hizmetleri ve yararları için kalite kontrol mekanizması görevini görürler ve halkın o mesleğe güvenini sağlarlar. 6 1.2. Bilim Etiği Kavramı Bilimin ahlak alanında etkisi nedir? Bilim ahlaka aykırıdır ve insanlık için kötüdür diyenler var, kimileride bilimi suçlamıyor seviyorlar. İlk düşünceye sahip olanlar bilimin öldürme güçlerimizi ortaya çıkardığını, lüksü, açgözlülüğü, doymazlığı daha da azdırdığını söylerken diğerleri ise bilimin; teknik bilgiler ve ekonomik düzen için ilerlemenin yollarını açtığını söyleyerek sadece gördüğünü ama yargılamadığını düşünürler, ahlaka aykırı değil sadece ahlakdışıdır.7 Tarihe baktığımızda bilimin ne amaçla kullanıldığının görebiliriz. 1914 ile 1948 yılları arasında 15 milyon insan savaşlarda can verdi. Bu ölüm işi için kim silahlandırdı ulusları? Bilim. 1939 savaşı bir öncekini korkunçluk bakımından gölgede bıraktı. En geniş alan içinde en çok insanı öldürebilecek gazı aradılar, en amansız tanklar üzerinde çalıştılar, denizleri aşacak füzeler, büyük çapta patlayıcı madde taşıyacak uçaklar tasarlandı. Bolluk ve güven içinde yaşamamız için mühendisler makineler tasarladılar, ama makinelerin harıl harıl çalışması yoksulluk ve işsizlik getirdi. Bilimin yarattığı bu uygarlık Gandi’ye göre; “kara çağ, karanlıklar çağıydı.” Einstein Gandi’den daha da sertti “ Bilim bugüne kadar köleler yaratmaktan başka bir işe yaramadı; savaş zamanında bizi zehirlemeye, paramparça etmeye yarıyor. Barış zamanında da hayatımızı çekilmez hale sokuyor. Bilimler, insanları kafa işlerine adayıp büyük ölçüde kölelikten kurtaracak yerde, onları makinenin kölesi yapmıştır. İşçilerin büyük bölüğü için uzun ve sıkıcı günlerini tiksinti içinde geçirirler, ama bu bile, o zavallı ücretleri için titremekten alıkoymuyor onları.” Einstein, bilimleri “bir bela” olarak tanımlamıştı. 8 Bilim, insanlığın iyiliğine hizmet edecekken, eşitsizlikleri ortadan kaldırmada bir araç olabilecekken, bilimin doğru amaçlara hizmet ettirilmemesinin örneklerini geçmişte bir çok defa bulabiliriz. İyilik ve kötülük nedir bilmeyen ahlakdışı bir güç için “eh ne yapalım!” diyebilir insan. Pascal gibi “bilimler insanların harcı değildir” ve “insan onları bilmekle, bilmemekten daha çok insanlığını yitirir.” 1945 yılına kadar ABD’nin Japonya’ya atom bombası atmasına kadar çoğu insan böyle düşünüyordu. Bu kötülükler gerçektir ama bunların hiç birisi bilimin işi değildir. 9 Pozitif araştırmanın özünü kavramış kimse için; “bilgi”nin yasası ile “yasacının yasası” apayrı şeylerdir. İkincisi bir takım buyruklar, birincisi ise gözlemler ve yorumlardır. İkincisi olması isteneni, birincisi ile olanı anlamaya yönelmiş bir çaba vardır. Bilim insanın tek istediği bilgiye ulaşmak olmalıdır. Eğer bilim insanın sahip olduğu ahlak 12345 5 6 7 8 9 Türkiye Felsefe Kurumu, “Etik ve Meslek Etikleri” Yayına Haz: Harun Tepe, Ankara, 2000 s.21-22. M. Bayles, “Profesyonel Etik”, 2. Basım, Belmont, CA: Wadswort, Aktaran: Resnik, s.57. Albert Bayet, “Bilim Ahlakı”, Cev.Vedat Günyol, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2000, s.7 Bayet, s.13. Bayet, s.16. 100 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA bilim ahlakı değil ise; o zaman “bilim, kendini yarattıktan sonra kullananların davranışlarından sorumlu değildir”.10 Bilim etiği, bilim üretiminin, ne olduğu ve nasıl yapıldığının tanımı içinde yer alan, kurucu unsurlardan biri ve aynı zamanda bilim insanlarının meslek etiğini kapsar. Toplumsal faaliyetlerin çeşitlenmesi, yeni bilgilerin toplumsal dolaşıma katılması ve toplumsal pratiklerin eleştirel bir biçimde değerlendirilebilmesi sonucunda etik ve bilim etiği sürekli olarak gelişme gösteren bir düşün ve eylem dalıdır.11 Bilim etiği, bilim insanının bilim yaparken uyacağı ahlaki talepleri yansıtır. Araştırmacının sorumluluğu hem içe hem dışa karşıdır. İçe karşı sorumluluğunu meslek ahlakı dikte eder, yani verilerin manipüle edilmemesi, sonuçların örneğin deneme yanılma yöntemiyle gösterilebilir ya da birden çok deneyle aynı koşullarda yinelenebilir olması, yasa hipotezlerin her zaman doğrulanabilir olması şarttır. Öte yandan rüşvet kabul etmemek, kendisiyle arasına eleştirel mesafe koymak geçerlilik ve güvenilirlik gibi dürüstlük ilkesini uygulamak araştırmacının ahlakını oluşturan tavır ve tutumlardır. Bilim adamlarının topluma karşı yani dışa yönelik sorumluluklarında ise; çalışmaların potansiyel olarak taşıdıkları riskleri ortaya koymak, kötü niyetli kullanılabileceğine dikkat çekmek, zararlı olabileceği tahmin edilen araştırmalardan vazgeçmek gibi davranış ve tutumlar yer alır.12 zaman özgürleşecekleridir. Makine başında çalışmaktan yorulmuş olan işçiye “ Kitap satın al, gezintiye çık, bilgini arttır.!” demek akıl dışıdır. Yoksullukla savaşan bu insandan okuma ve araştırma için gerekli olan düşünce özgürlüğünü isteyemeyiz.14 2.2.1. Bilim Etiğinin İlkeleri Bayet’e göre; “Bilimsel etik ilkeleri; aklın üstünlüğü, birlik ilkesi, düşünce özgürlüğü, gerekircilik ve hoşgörüdür.”13 Bunlar bilimi doğuran, yaşatan, ona amacını gösteren, yöntemlerini esinleyen kurallarla ilgili düşüncelerdir. 2.2.1.1 Aklın Buluşları Üstünlüğün Koşulu Bilim etiği, “aklın buluşlarını üstünlüğümüzün koşulu sayıyor,” buluş ile elde edilen kazanımların tüm topluma mal edilmesi gerekmektedir. Bilim ahlakına göre en kabul edilemeyecek olan ayrıcalık, bir avuç insana “gerçekten insan olma” olanaklarını sağlayan ayrıcalıktır. Marks’a göre; ücretli emeği ile çalışan insanların ekonomik kölelikten kurtulması pek gereklidir ama yeterli değildir, insanlar düşünsel özgürlüklerine kavuştukları Bir ahlakın özü daha yüksek daha gelişmiş bir toplum düşüncesidir. Bugün burjuva dünyasındaki ekonomik hayatın yürekler acısı düzeni ve hala milyonlarca insanı ezen yoksulluk karşısında, birçok cömert gönüllü insan maddesel sorunlar üzerinde kafa yormaktadır. Bolluğun ortasında doyurulmamış istekler duruyor, örneğin doktorların uzun süredir iyileştirme bilgisine sahip oldukları hastalıklar hala fakirlere ve imtiyazsızlara musallat oluyor. Bilimin bize anlattıkları doğru olabilir ama sadece doğruların anlatılmasında yeterli değildir.15 Aklı başında toplumların hedeflerinde sosyalizmin getireceği bolluk olmalıdır. Marksizm ile anlaşma halinde olan bilim ahlakı, ekonomik kölelikten kurtulmanın bir amaç değil, insanca yaşama kavuşmak için bir araç olduğu akla getirmektedir. Maddece zengin ve yalnız bununla yetinen bir dünya yine de yoksul bir dünyadır. Pozitif araştırmalardaki ülkünün istediği, madde köleliğinden kur- 123456 10 11 12 13 14 15 Bayet, s.18. TÜBA, “Bilimsel Araştırmalarda Etik ve Sorunları”, Tübitak Matbaası, Ankara, 2002. Pieper, s.92. Bayet, 2000. Bayet, s.38. Federico Mayor, Augusto Forti, “Bilim ve İktidar”, Yenigün Matbaacılık, Ankara, Kasım 2004, s. 154. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 101 DOSYA DOSYA tulmuş bir insanlığın kendini çalışmanın soylu biçimlerine, düşüncenin buluşçu atılganlıklarına vermesidir. 16 ma, cehaleti ortadan kaldırma ve pratik problemlerin çözümü gibi hedeflere dayanmakta olup ayrıca ahlaki bir temeli de vardır.20 2.2.1.2. Birlik Bilim etiğinin; ikinci ilkesi birliktir. Bilim, her zaman ve her yerde, herkesin birlikte davranmasını istemektedir. Bilim bunu akla ve deneye dayanan ispatlama yolundan sağlamaktadır.17 Resnik’e göre; bilim etiği araştırmalarında uyulması gereken on iki kural; dürüstlük, dikkat, açıklık, özgürlük, onur payı, eğitim, toplumsal sorumluluk, yasallık, fırsat, karşılıklı saygı, verimlilik, deneklere saygıdır.21 1.1. Dürüstlük 2.2.1.3. Düşünce Özgürlüğü Bilimsel etiğin üçüncü ilkesi, düşünce özgürlüğüdür. Bilimin büyük özelliği, gerici düşüncenin tam tersine, özgürlüğü davranışının yasası yapmış olmasıdır. Belli bir zamanda bilimin elde ettiği bilgilere yön veren varsayımlar görelilik ve geçicilik damgasını taşır. Bilim sürekli biriktirerek değişim ve devinim peşindedir. Bilimin ürettikleri bir öncekinin yıkıntıları üstüne oturmaktadır. 18 2.2.1.4. Gerekircilik ve Hoşgörü Bilim etiğinin dördüncü ilkesi ise; gerekircilik ve hoşgörüdür. İlk üç ilke, fizik ve biyoloji gibi teknik bilimlerin temelini oluştururken, gerekircilik ve hoşgörü ilkesi ise; toplumbiliminde var olur. Gerçekte, toplum-bilim alanındaki her araştırma elbette gerekirci bir görüşten yola çıkar. Her toplumsal gerekircilik, ister istemez, bütün insanlığa karşı anlayışlı bir hoşgörü getirmektedir. “On beş yaşında bir çocuk hırsızlık yaptığında gerekirci anlayışın olayı çözümlemesi şöyledir; “suçlu” çocuğun hırsız bir ana babanın çocuğu olduğunu, henüz iyi ile kötüyü ayırt etmeden kötülüğe itildiğini, törelerin sakatlığı yüzünden yasalara rağmen, okula gönderilmediğini; açıkgözlülüğün alkışlandığı, dürüstlüğün onaylanmadığı bir yapıda büyüdüğünü tespit eder.19 Gerekirci anlayış da sorunların nedenleri bulunur ve ortadan kaldırılır. 2. BİLİMDE ETİK TAVRIN STANDARTLARI Bilimin etik standartlarının, bilimsel mesleğin bilgiyi ara- Bilim insanı, enformasyonu veya sonuçları saptırmamalı, yalanlara dayandırmamalı veya yanlış sunmamalıdır. Araştırma işleminde her açıdan nesnel, tarafsız ve dürüst olmaları gerekir. 22 Hepimizin bildiği gibi burada, araştırmadan çıkan sonuçların bilim çevrelerinde ilgi çekme, çarpıcı olma, kişiye ün ya da maddi kazanç sağlama vb. bilimdışı amaçlarla saptırılmaması gibi çok temel bir beklenti vardır.23 Bilim insanı doğru bulduğunu objektif olarak aktarmalı, kurduğu hipoteze aykırı sonuçlara ulaştığında sonuçları tahrif etmemelidir. 24 Dürüstlük, kendini tanımayı gerektirmektedir. Bazı kişiler görebildikleri kadarıyla dürüsttürler fakat görüş alanları dardır ve özellikle kendi etraflarını görmezler. 25 Dürüstlük, bilimsel bilgi için gerekli güveni ve işbirliğini sağlar.26 Bilimdeki hilekarlık biçimlerinin çoğu bilginin analizinde ve üretiminde ortaya çıkar. Yanlış enformasyon, bilim insanlarının gerçek olmayan bilgi sunmalarıyla, enformasyonu veya sonuçlarını değiştirmeleri sonucu görülür. Baltimore olayında Imanishi Kari, araştırma grubunun fareler üzerinde yaptığı araştırmada tahrif edilmiş enformasyon sunmakla suçlandı. Diğer bilimsel aldatmacalar ise kırpma ve bulandırmadır. Kırpma, bilim insanlarının hipotezlerini desteklemeyen sonuçlarını gizlemeleri, bulandırma ise; sonuçları olduklarından daha iyi göstermeleri ile ortaya çıkmaktadır. Sistemin dayattığı kişisel hızlı yükselme hırsı, başkalarının kendisinin olumlu ve başarılı tanımalarını arzulama, kurumun veya bölümün baskısı(projelerin destekli olmasını isteme v.b.) “fazla 12 3456 7891011 16 Bayet, s. 40. 17 Bayet, s. 44. 18 Bayet, s.47-56. 19 Bayet, s. 58. 20 Resnik, s.82. 21 Resnik, s.82-102. 22 Resnik, s.83. 23 TÜBA, “Dünya’da Türkiye’de Bilim, Etik ve Üniversite”, TÜBİTAK Matbaası, Ankara, 2000, s.61. 24 Jacques Barzun ve Henry F. Graff, “Modern Araştırmacı”, TÜBİTAK Yayınları, Başak Yayıncılık, 14. Basım, Nisan 2004, s.42. 25 Barzun ve Graff, s.43. 26 Resnik, s.83-84. 102 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA yayın, fazla prestij duygusu” parasal kazanç hırsı ve nadiren psikiatrik-kişisel bozuklukların bilimsel yanıltma ve yalancılıkta etken olduğu düşünülmektedir.27 1.2. Dikkat Bilim insanları, araştırmalarında, özellikle de sonuçlarını paylaşırken, hatalardan kaçınmalıdırlar. Deneysel, yöntemsel hataları ve insani hataları asgari düzeye indirmelidirler. Bilim insanlarının, eleştirel ve dikkatli oldukları düşünülse de onlar, tıpkı diğer insanlar gibi genellikle görmek istediklerini görürler. Kendini kandıran bir bilim insanı, bir deneyin hipotezin kanıtlandığına içtenlikle inanabilir. Oysa dikkatsizlik sonucu yapılan bir hata istenmeyen toplumsal sonuçlara yol açabilir. 28 Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair başlıklı şiirinde dediği gibi; “Yaşamak şakaya gelmez, Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın, Bir sincap gibi mesela… Bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin, Hem de hiç tanımadığın insanlar için Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken…” 1.3. Açıklık Bilim insanları verileri, sonuçları, yöntemleri, fikirleri, etkinlikleri ve araçları paylaşmalıdır. Başka bilim adamlarının çalışmalarını değerlendirmelerine izin vermeli ve eleştiriye, yeni fikirlere açık olmalıdırlar. Açıklık bilimin doğmatik, eleştrisiz ve peşin hükümlü olmasını engeller. 29 1.4. Özgürlük Bilim insanları, herhangi bir sorun veya hipotez üzerine araştırma yapmakta özgür olmalıdır. Yeni fikirler ortaya koyup yeni fikirler geliştirmelerine olanak tanınmalıdır. Özgürlük aynı zamanda eski fikirleri ve varsayımları eleştirme ve bu tür görüşlere meydan okuma olanağı tanıyarak bilimsel bilginin meşrulaşmasında önemli bir rol oynar. 30 Özgürlüğe belirli durumlarda küçük sınırlamalar getirilebilir. Örneğin; pek çok araştırma bilim insanlarının tavrına bağlıdır ve bu tavırlar, bilim insanlarının topluma zarar vermemesi ve insanların haklarının ihlal edilmemesi için gereklidir. 1.5. Eğitim Bilim insanları geleceğin bilim insanlarını yetiştirmeli ve onlara iyi bilimin nasıl yapılacağını öğretmelidir. Ayrıca bilim insanları toplumu eğitmeli ve bilim hakkında bilgilendirmelidir. Eğitim, işe alma, resmi öğrenim ve akıl hocalığını içerir. İşe alma, yeni insanları bilimsel mesleklere çekmekte önemli rol oynar. Resmi örenim de ise; bilim insanlarının en yüksek seviye de bilim öğretmek isteyen insanları bilgilendirme görevleri vardır. Yetiştirme ise; örnek olmayı, uygulamayı içeren gayri resmi bir öğretim biçimidir. Bilim insanları, halkı popüler kitaplar, dergi makaleleri ve televizyon programları v.s. ile eğitmekle yükümlüdür. 1.6. Toplumsal Sorumluluk Bilim insanları topluma faydalı olmaya çalışmalıdır. Bilim insanları araştırmanın sonuçlarından sorumlu olmalı ve bu konuda toplumu bilgilendirmelidir. Bilim insanları, araştırmaların önceden bilinmeyen sonuçlarından sorumlu olmasalar da, beklenen sonuçlarından sorumludurlar.31 Fakat bazı durumlarda araştırmanın sonuçlarını önceden görmek imkansızdır. Einstein, Plank ve Bohr, 1900’lü yıllarda kuantum teorisi üzerine yaptıkları araştırmanın atom bombası yapımına neden olabileceğini önceden bilmiyorlardı. Atom fiziği pratik sonuçları olmayan bir alan olarak görülüyordu. Lokomotifin endüstri devriminde rol oynayacağını ya da DNA’nın keşfinin genetik mühendisliğini doğuracağını çok az kişi fark etmişti. Diğer belirsizlik durumları ise; ahlaki ve siyasidir. Araştırma sonuçları önceden tahmin edilse bile insanlar bu sonuçların toplumsal değeri hakkında fikir farklılığına düşebilirler.32 Bilim insanları, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin paralelinde ortaya çıkan sorunlarla baş edebilmek için toplumsal sorumluluk ilkesini ana öğe olarak belirlemelidir. 1 2 3456 27 TÜBA, s.61. 28 Resnik, s. 89. 29 Bird, S. And Housman, D. “ Trust and the collection, selection analysis and interpretation of data: a scientist’s view”, Science and Engineering Ethics 1:371-82. Aktaran: Resnik, s.90. 30 Resnik, s. 94. 31 Resnik, s.96. 32 Resnik, s.212-213. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 103 DOSYA DOSYA 1.8. Verimlilik Bilim insanları kaynaklardan verimli olarak yararlanmayı bilmelidir. Bilim insanlarının ekonomik, insani ve teknolojik olarak kaynakları sınırlı olduğundan, amaçlarına ulaşmak için bu kaynakları akıllıca kullanmaları gerekir. Örneğin, bir makale ile yayınlanabilecek bir araştırma, iki, üç hatta dört makaleye bölünebilmektedir. Ayrıca bilim insanları yayınlarında ve sunularında küçük değişiklikler yaparak aynı sonuçları farklı makalelerde kullanabilmektedir ki bu durum etik ilkelerine aykırıdır. 36 Toplumsal sorumluluk ilkesi gereği bilim insanlarının sonuçlarını kamuoyuna açıklarken toplumsal çıkarları gözetmeleri gerekmektedir. Ayrıca bilimin sonuçlarının sunulmasında tüm toplumca anlaşılır olmasına dikkat edilmelidir. Toplumun bilimi yanlış anlamasına en iyi örnekler, sigara içmek, sera etkisi, diyet, kansere neden olan maddeler ve risk belirlemedir. Bilim insanlarına burada düşen görev, basın mensuplarını ve halkı, bilimsel teoriler, yöntemler, keşifler konusunda bilgilendirmek ve eğitmek için çaba harcamaktır. 33 1.7. Yasallık Bilim insanlarının önemli bir bilgiye ulaşmak ve topluma yararlı olmak için yasaları çiğneyebilecekleri ifade edilebilmektedir. Bu ihtiyacın ortaya çıkmasına bir örnek verilecek olursa; “Ortaçağ Avrupa’sında insanların bedenlerinin teşhir etmesine sınırlamalar getirilmiş ve insan bedeni hakkında daha çok bilgi sahibi olmak isteyen araştırmacılar, araştırmalarını gizlilikle yürütmüşlerdi. Galileo zamanında Katolik Kilisesi, Copernicus’un Güneş merkezli astronomisini öğretmeyi yasaklamıştı. 34 Galileo, kutsal kitapların sıklıkla harfiyen ifade ettiğinden daha farklı bir açıklamaya ihtiyaç duyulduğunu ve doğa yasalarıyla ilgili tartışmada Kitab-ı Mukaddes’in her halükarda gerçekten de ikincil bir rol oynaması gerektiğini söyleme cesaretini gösterdi. Galileo’nun savunduğu devrimci görüş buydu ve bunun bedelini canıyla ödedi.”35 İktidarın belirlediği yasaların yanlılığı göz önünde bulundurulursa; bilim insanlarının araştırma sonuçlarını yasalara aykırı olsa da açıklamaları gerekmektedir. 4. BİLİMDE ALDATMACALAR Bilimde sahtekarlık olaylarına her dönemde rastlamak mümkün, üstelik en büyük bilim insanlarının bile bazı küçük ayak oyunlarına başvurdukları iddia edilmektedir. “Örneğin Galileo’nun ünlü serbest düşüş deneylerini yapmış olduğundan kuşkulananlar var. Aynı durum modern atom teorisinin kurucusu John Dalton ile modern genetiğin kurucusu Gregor Mendel hakkında da düşünülmektedir. Tabii iddialar, eleştiri konusu yapılan bilim insanlarının daha çok teorik bir kafa yapısında olduklarından deney yanlışları olarak yorumlamış olmaları muhtemeldir. New Scientist dergisinin 1976’da okurları arasında yaptığı bir ankete cevap veren 201 kişiden 194’ünün bilimde hile yaptığı konusunda bilgileri olduğunu açıklamışlardır. Hile yapanlardan 1/5’i suçüstü yakalanmış, bir başka 1/5’i de hile yaptıklarını itiraf etmişlerdir. Bunlardan 1/5’i yapılmamış deneyleri yapılmış gibi göstermiş, geri kalanlar ise verileri kırpma yoluna gitmişlerdir. Herhalde bilim insanları arasında da “mutlak dürüst” olanlarla “tam sahtekar” olanların sayısı ötekilere kıyasla daha az”. 37 Örneğin; Elias Alsabti adındaki Irak’lı genç, Ürdün Kral ailesinden mastırını ve doktorasını yapmak üzere gönderildiği ABD’de kendisini kısa sürede çevresine tanıtıyor. “Kanser Bağışıklığı” konusunda ABD’de doktora yapmaya çalışırken aynı zamanda 1 yıl içinde 60 bilimsel makale “yayınlıyor.” Tabii ki bunları kendisi yazmamış, başkalarının çalışmasından “aşırmış”. Kullandığı taktik ise şöyle; daha önce ABD’de yayınlanmış makalede ufak tefek değişiklikler yapıp, bazen hiç olmayan kişilerinde isimlerini de ekleyerek Japonya, Brezilya gibi ülkelerde yayınlanan ikinci, üçüncü derecede tıp dergilerine göndererek yayınlatmış. Alsabti, sadece aşırma ile yetinmi- 1 2345 33 34 35 36 37 Resnik, s.168-169. Resnik, s.99. Mayor ve Forti, s.28. Resnik, s.102. TÜBA, s.79. 104 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA yor. “Bazı kanser türlerinin varlığını belli eden bir test” geliştirdiğini söyleyerek Irak Hükümetinden bu konuda araştırmalar yapmak ve yöntemi geliştirmek üzere para istiyor, hükümette sözlerine kanıp kendisine özel bir laboratuar tahsis ediyor. Alsabti’nin hilekar olduğu anlaşılınca Ürdün’e sürülür ve Alsabti’nin hikayesi farklı hilekarlık öyküleri ile devam eder. Tabii ki tek örnek Alsabti değil fakat diğer bir örnek ise; Marc Spector. Spector, ABD’li genç bir araştırmacı, Cincinnati Üniversitesi’nde lisans ve mastır diplomalarını aldıktan sonra, doktorasını yapmak üzere; Cornel’de Ephraim Racker’in laboratuarında araştırmalarına başlar. Önce Racker kendisini hücre zarlarında çok önemli bir işlevi olan bir enzimi, ATPase’ı pürifiye etmekle görevlendirir. Spector, bu görevi ki ay gibi kısa bir zamanda başarır. Çalışmalarıyla kanser virüsünün o hücreye kanser hücresine nasıl dönüştürdüğünü tek tek aşamalarıyla açıklar. Spector’un buluşu inanılamayacak kadar güzeldir. Fakat deneylere hile karıştırdığı anlaşılınca aslında lisans ve master diploması dahi almamış bir sahtekar olduğu anlaşılır. 38 Bilim Etiği, Aristotales’ten günümüze kadar uzanan ahlak ilkeleri esasına dayalı bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Etik kurallarının standartlaştırılması ihtiyacı, sistemin toplumda yaratmış olduğu olumsuz dönüşümün bir sonucudur. Günümüzde bilimsel araştırmaların amacına ulaşabilmesi ve toplumsal fayda sağlayabilmesi için her meslek alanı belirlenmiş olan etik kurallar doğrultusunda hareket etmeli ve araştırmacı kişisel çıkarlarının esiri olmamalıdır. 1.1. Bilimsel Yanıltma veya Yalancılığı Önleme Yaklaşımları Türkiye Felsefe Kurumu, “Etik ve Meslek Etikleri” Yayına Haz: Harun Tepe, Ankara, 2000. Bilimsel yanıltma temelde 3 grupta toplanmaktadır. KAYNAKLAR Albert Bayet, “Bilim Ahlakı”, Cev.Vedat Günyol, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2000. David B. Resnik, “Bilim Etiği”, Çev. Vicdan Mutlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2004. Federico Mayor, Augusto Forti, “Bilim ve İktidar”, Yenigün Matbaacılık, Ankara, Kasım 2004. Niyazi Karasar, “Bilimsel Araştırma Yöntemi”, Nobel Yayın Dağıtım, 16. Basım, Ankara, Eylül 2006. Annemarie Pieper, “Etiğe Giriş”, Çev.Veysel Ataman, Gönül Sezer, Ayrıntı Yayınları,Ankara,1999. TÜBA, “Dünya’da Türkiye’de Bilim, Etik ve Üniversite”, TÜBİTAK Matbaası, Ankara, 2000. 39 1. Bilimsel Korsanlık (piracy): Başka araştırıcıların verilerini kendi izni olmadan almak, 2. Başkalarının fikir, yazı ve çalışmalarını çalarak, aldığı kişilere gereken şekilde atıfta bulunmadan kendisinin gibi göstermek, söylemek ve yayımlamak(plagiarism), 3. (fabrication, desk-research,dry-lab), verilerin “saptırılması” veya var olmayan bilgilerin/verilerin “yoktan var edilmesi” şeklinde gruplanabilir. Jacques Barzun ve Henry F. Graff, “Modern Araştırmacı”, TÜBİTAK Yayınları, Başak Yayıncılık, 14. Basım, Nisan 2004. TÜBA, “Bilimsel Araştırmalarda Etik ve Sorunları”, Tübitak Matbaası, Ankara, 2002. Aydın, İ. “Yönetsel Mesleki ve Örgütsel Etik”, Pegem A Yayıncılık, Ankara, 2001. Charles M . Wynn-Arthur W. Wiggins, “Yanlış Yönde Kuantum Sıçramaları”, Cev. Aykut Kence, TÜBİTAK Yayınları, Semih Ofset, Ankara, 2002. TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, “26. Dönem Şube ve Temsilcilik Söyleşileri, ‘ “Mühendislik ve Etik”, Prof. Dr. İsmail Duman, Prof. Dr. Yılmaz Taptık’, Can Matbaacılık, İstanbul, Ocak 2005. Evrensel Kültür Dergisi, “Toplum ve Bilim” Ocak 2002, Sayı 121’in eki. Bilimsel Yalancılığın önlenmesinde üç temel yaklaşımın yararlı ve önemli olduğu ifade edilmektedir. 40 1. Araştırıcıların eğitim ve öğretimi, 2. Araştırıcılar üzerinde baskıları azaltmaya yönelik tedbirlerin alınması, 3. Araştırmacıların üzerindeki mali baskıların kaldırılması. 1 23 38 TÜBA, s.80. 39 TÜBA, s.72. 40 TÜBA, s.73. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 105 DOSYA Prof. Dr. Alkan SOYAK Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi Bilim Dalı Başkanı İKTİSAT YÜKSEK LİSANS EĞİTİMİNDE YENİ AÇILIMLAR: “YENİLİK EKONOMİSİ VE YÖNETİMİ”1 Birçok Batı ülkesi ve yükselen bazı Doğu Asya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de bilim-teknoloji ve yenilik yönetimiyle ilgili araştırmalar yapan ve eğitim veren birimlerin sayısı giderek artıyor. İTÜ, ODTÜ, Bilkent ve Işık gibi üniversitelerden sonra, 2007 yılında Marmara Üniversitesi’nde de Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Anabilim Dalı bünyesinde (tezsiz) yüksek lisans eğitimi verecek olan benzer bir program hayata geçirildi. Bu yazıda ilgili programa niçin ihtiyaç olduğu, programın hangi fonksiyonları ifa edeceği ve derslerin niteliği ile ilişkili bazı bilgiler verilmeye çalışılacaktır. yılda özellikle gelişmiş ülkelerin ekonomik büyümelerinde yeniliğin katkısı yüzde elliden fazladır. Yeni bir ürün, üretim yöntemi ve organizasyon biçimini kapsayabileceği gibi yeni pazarların açılmasını da kapsayabilen “yenilik olgusu”, “fark yaratan yaratıcılık” sloganıyla günümüzde 1) Böyle bir programa niçin ihtiyaç var? Dünya ile bütünleşme anlamında yaşanan küreselleşme sürecinin özellikle son dönemlerde dikkat çeken en temel dinamiğini, bilim ve teknolojide yaşanan baş döndürücü gelişmeler oluşturmaktadır. Günümüzde bilim ve teknoloji politikalarının odağında ise “yenilik” (inovasyon) kavramının yer aldığı görülmektedir. Yenilik olgusu bir taraftan da bilim ve teknoloji politikaları ile iktisat politikalarının ortak bir paydasını oluşturmaktadır. Bilindiği gibi artık iktisat politikası öncelikleri; ekonomik büyüme ve gelişmenin hızlandırılması, uluslararası rekabet gücünün artırılması ve insanların refahı ve yaşam kalitesinin yükseltilmesine odaklanmaktadır. Yenilik, hem ülkeler hem de firmalar için ulusal ve uluslarararası platformda rekabet gücü kazanmanın, verimlilik artışı sağlamanın, ekonomik büyüme ve gelişmenin, dolayısıyla da refah ve yaşam kalitesi artışının en temel unsurlarındandır. OECD’nin saptamalarına göre son 25 1 1 Bu yazı büyük ölçüde “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi” yüksek lisans programının kuruluş gerekçesine dayalı olarak hazırlanmıştır. Gerekçenin oluşturulmasında başta Yrd. Doç. Dr. Cengiz Bahçekapılı’ya ve programın tüm öğretim üyelerine teşekkürü bir borç bilirim. 106 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA bir sistem yaklaşımı içinde ele alınmaktadır. Artık modern ekonomilerde “ulusal ve bölgesel yenilik sistemleri”, bir ülkenin ya da bölgenin yenilik sürecinde yetkinlik kazanmasına ve bu yetkinliği sürdürebilmesine yarayan en temel yapılar olarak kabul edilmektedir. Bu sistemi oluşturan; üniversite, araştırma kurumu ve firma gibi aktörlerin birbirleriyle nasıl bir etkileşim içine girdikleri ne kadar önemliyse, bu sistemin etkin çalışması adına kişi, kurum ve firmaları “öğrenmeye teşvik eden şartlar” da büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla özellikle özel firmalar ve kamu işletmeleri için öğrenmeye dayalı “sürekli yenilikçilik” yeteneğinin kazanılması, bir yönüyle üniversitelerden de beslenen bir yapı arz etmektedir. Bu ihtiyacın yansımalarını, Türkiye’de iktisat eğitimi veren üniversitelerin lisans ders programlarına girmeye başlayan yeni derslerden de izlemek mümkündür. Dünyadaki gelişmelere de paralel olarak, “Yenilik Ekonomisi”, “Teknoloji İktisadı”, “Teknoloji Ekonomisi”, “Yenilik ve Teknoloji İktisadı”, “Sanayi ve Teknoloji Ekonomisi”, “Teknoloji ve Gelişme” gibi benzer içeriğe sahip derslerin, lisans eğitimi veren iktisat bölümlerinin ders programlarında yerini aldığı görülecektir. Özellikle metropol niteliği taşıyan büyük şehirlerdeki; Marmara Üniversitesi, ODTÜ, Gazi Üniversitesi, İTÜ, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi ve Uludağ Üniversitesi gibi eğitim kurumlarının lisans düzeyinde iktisat eğitimi veren bölümlerinde, adı geçen veya benzer isimlerdeki derslere sıkça rastlanmaktadır. Üniversitelerin lisans programlarında yaşanan bu gelişmeler yenilik ekonomisi eğitimi veren yüksek lisans programlarının da varlığını zorunla hale getirmiştir. Bu durum Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Anabilim Dalı altında “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi” tezsiz yüksek lisans programının hayat damarını oluşturmaktadır. Bu nedenle özellikle iktisat eğitimi de veren sosyal bilimler enstitülerinin yüksek lisans ve doktora aşamalarında “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi”ne yönelik teorik ve uygulamalı bilgiler veren bir programın hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır. Teknoloji ve iş dünyasında ortaya çıkan yenilikleri teorik düzeyde analiz etmek, ayrıca bu akımların sonucu olarak iş ve kamu dünyasında ortaya çıkan sorunları çözebilmek, bununla birlikte fırsatlardan da pratikte yararlanabilmek için bir takım yeni bilgi ve becerilere sahip olmak, bir gerekliliğin ötesinde zorunluluğa dönüşmüş durumdadır. Bu yenilikleri ve yarattığı sosyoekonomik sonuçları anlayabilmek ise, iktisadi bir bakış açısıyla beraber mühendislik, işletme ve hukuk disiplinlerinin de konuya katkılarını ihmal etmeyen bütüncül bir kavrayışla mümkün olabilir. Bu nedenle “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi” tezsiz yüksek lisans programında yer alan derslerin ve bu dersleri verecek öğretim üyelerinin seçiminde farklı disiplinlerden olabildiğince yararlanılmasına özen gösterilmiştir. “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi” tezsiz yüksek lisans programının genel hedef kitlesi lisans veya lisansüstü bir dereceye sahip tüm üniversite mezunları olmakla beraber, yenilik ekonomisinin yarattığı gelişmelere ayak uydurabilmek için gerekli donanım ve araçlara sahip olabilmeleri adına, iş dünyası veya kamunun değişik karar alma süreçlerindeki yönetici, bürokrat ve iş sahiplerine yönelik bir program hazırlamaya da özel önem verilmiştir. Günümüzde bilgi ekonomisi koşullarında, bilginin değişik biçimleri, sınaî ve ticari buluşlar ve teknolojik yenilikler, ulusal-uluslararası rekabetin ve ekonomik büyümenin temelini oluşturan unsurlardır. Uluslarararası teknoloji endekslerinde çok aşağılarda yer alan Türkiye’nin yukarılara tırmanabilmesi; bahsi geçen “Ulusal Yenilik Sistemi” doğrultusunda, bu sistemin asli unsurlarının birbirileriyle olan etkileşimini en üst düzeye çıkarabilmekle mümkündür. Konunun uzmanı olan bilim adamları, uygulamacılar ve profesyonelleri bir araya getirecek olan bu program; “yeni iş yapma modellerini ve yenilik süreçlerini analiz etmek ve anlamak”, “teknolojik, iktisadi, organizasyonel ve kurumsal değişimleri içeren yeni buluş ve yeniliklerin ortaya çıkarttığı problemleri tanımlamak, formüle etmek ve çözmek”, “yenilikleri uyarlamak” ve “yenilik yönetimine ilişkin teknikleri tanıtmak ve geliştirmek” adına çok önemli bir eğitim ve etkileşim platformu oluşturacaktır. Bu programda ayrıca yenilikçi bir iş kültürü oluşturmak isteyen girişimci, yönetici ve adaylarına mevcut klişeleşmiş bakış açıları ile görülmesi ve algılanması mümkün olmayan yeni iş ve gelişim alanlarının algılanmasına yardımcı olacak farklı bir perspektif kazandırılmaya da çalışılacaktır. Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’nin sosyo-ekonomik sorunlarından birisinin de yenilik ve girişimcilik konusunda yaşanan nitelik ve nicelik sorunları olduğu düşünüldüğünde, bu programın açılması ve hatta böylesi programların ülke çapında yaygınlaşmasıyla; hem bölgenin hem de ülke ekonomisinin ulusal rekabetçilik gücünün artması ve ekonomik gelişmeyi uyarmaya yönelik orta ve uzun vadede katkıda bulunulacağı düşünülmektedir. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 107 DOSYA DOSYA 2) Programda Yer alan Derslerin Bütünlüğü “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi” yüksek lisans programı; öğrencilerin yeni iş modellerini ve yenilik süreçlerini anlayabilmesi, yeni buluş ve yeniliklerin ortaya çıkarttığı problemleri tanımlayabilmesi ve çözebilmesi, yenilikleri uyarlayıp, yenilik yönetimiyle ilgili teknikleri tanıyabilmesi için birbirini bütünleyen iki yarıyıllık bir ders programını içermektedir. (Bkz; Tablo 1) Birinci yarıyıl dersleri; dünya ekonomisinde yaşanan küreselleşme süreciyle birlikte ülkeleri ve firmaları yenilikçi stratejiler geliştirmeye iten makro ve mikro ekonomik yapılar ile teknolojik yeniliklerin dinamiklerini gözler önüne sermeyi hedeflemektedir. Dolayısıyla bu dönem dersleri, genel olarak teknolojik yeniliklerin iktisadi gelişmedeki önemini, yenilik sürecinin makro ve mikro ekonomik düzeyde belirleyicileri ve göstergelerini, Türkiye ve AB’de yenilikçiliğin ve girişimciliğin sosyoekonomik gelişmedeki rolünü ve bu açıdan Türkiye’nin uyum sorunlarını ele alan, teorik boyutu ağır basan konulardan oluşmaktadır. cek, yeni iş yapma modeli olarak elektronik ticaretle ilgili kritik bilgileri ve uygulamaları edinebilecek, uluslararası finans piyasalarında yaşanan yeniliklerin getirdiği risklerin yönetiminde çok önemli bilgileri öğrenebileceklerdir. Ayrıca Türkiye’nin önde gelen girişimci, yönetici, işadamı ve bürokratlarının katılımının sağlanacağı seminer dersleriyle, kişi ve kurumların “başarı öykülerinden” interaktif bir biçimde yararlanma imkânı bulunabilecektir. Dönem projelerinin hazırlanmasında genel prensip; öğrencinin danışman öğretim üyesi ile birlikte belirleyeceği, yenilik ekonomisi ve yönetimine ilişkin teorik ve güncel konuları içeren bir başlık çerçevesinde proje çalışması hazırlaması ve danışman öğretim üyesinin onayına sunmasıdır. 3) Programda Yer Alan Derslerin İçeriği 3.1. Yenilik İktisadı Modern ekonomilerde “teknolojik yenilik”, sosyal refahın ve iktisadi gelişmenin temel itici gücü olmanın yanı sıra ülkelerin ve firmaların rekabetçiliğinin de en önemli belirleyicilerindendir. “Yenilik İktisadı” dersinde, teknolojik yeniliğin iktisadi gelişme açısından önemi; sanayi devriminden enformasyon-komünikasyon devrimine bilimle bağlantılı teknolojinin gelişimi; yeniliğin mikro ekonomik analizi ve firma teorisi (yenilik ve firma büyüklüğü, yenilik ve firma stratejileri); yeniliğin makro ekonomik analizi (ulusal yenilik sistemleri, teknoloji, iktisadi büyüme ilişkisi, teknolojik gelişme ve yayılması) yenilik ve kamu politikaları (teknolojik gelişme ve yenilik sürecine yönelik devlet müdahalelerini gerektiren unsurlar, bilim, teknoloji ve yenilik için kamu politikaları, çeşitli ülke deneyimleri) konularında öğrencilere bilgiler aktarılacaktır. 3.2. Sanayi İktisadı İkinci yarıyıl dersleri ise rekabetçi sektör ve firmalarda yenilik modellerinin nasıl geliştirildiğini, sürekli yenilikçilik anlayışının getirdiği sorunlar ile çözüm önerilerinin neler olduğunu sorgulayan ve bu sürecin bir bütün olarak yönetilmesini içeren “yenilik yönetimi teknikleri” konusuna odaklanan, büyük ölçüde uygulamaya dönük derslerden oluşmaktadır. Bu dönemde öğrenciler; yeni ekonominin getirdiği hukuki sorunları (e-hukuk) aşmada pratik çözümler bulabilecek, uluslararası muhasebe standartlarında yaşanan yeni gelişmeleri şirketlerine aktarabile108 Sanayi İktisadı (Sİ) Piyasaların nasıl çalıştığını, firmaların birbiriyle nasıl rekabet ettiğini, firmalar arası etkileşimin piyasa yapılarını, performansını ve refahı nasıl etkilediğini inceler. Örneğin, bir firma bir ürünün fiyatını belirlerken bu kararın piyasadaki diğer firmaların da karını etkileyeceğini dikkate alır ve onların da fiyatlarını değiştirerek tepki göstereceklerini düşünür. Bu stratejik etkileşimler birçok firmanın fiyat, ürün tasarımı, araştırma–geliştirme (Ar&Ge) yatırımları, reklâm kampanyaları, işletmelerin coğrafi konumları ve diğer firmalarla birleşmeleri gibi kararlarını etkiler. Bu derste cevabı aranacak soruların bazıları şunlardır: Bir piyasadaki firma sayısını ve piyasa gücünü belirleyen fak- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA ve daha sonra uluslararası finansal yapının örgütlenmesi ve düzenlenmesine ilişkin çalışmalar irdelenmektedir. Nihayet, finansal küreselleşmenin değinilen gelişmeler neticesinde devletin konumunda yarattığı değişikliklerden bahsedilerek, düzenleyici otorite olarak devletin finansal gelişmeleri kontrol etmede karşılaştığı zorluklar ya da kolaylıklar konusunda bilgi verilmekte, tüm bu gelişmeler karşısında Türkiye’deki durum değerlendirilmektedir. 3.5. Türkiye’de Girişimciliğin Tarihsel Gelişimi törler nelerdir? Neden firmalar ürünlerini farklı fiyatlardan satarlar? Bir firma diğer firmaları piyasaya girme fikrinden nasıl caydırır? Firma davranışlarının tüketici refahı üzerindeki etkileri nelerdir? Hangi firma davranışları yasalarla engellenir ya da sınırlanır? 3.3. Avrupa Birliği’nde Yenilik Ve Girişimcilik Bu derste anlatılacak konular Türkiye ekonomisi yönünden, sayısal verilere ve konu ile ilgili olarak yapılan hesaplamalara dayalı bir biçimde sunulacaktır. Derste, AB ve bölgesel entegrasyonlar; AB’nin ekonomik yapısı ve dünya ekonomisindeki yeri; bölgesel entegrasyon ve inovasyon; AB’de tek pazar oluşumu ve yenilik; AB’nin rekabet politikası ve yenilik; AB ülkeleri ve Türkiye’de rekabet edebilirlik; AB’de inovasyon konusunda eğilim ve gelişmeler; AB’nin sanayi politikası ve yenilik; AB’de girişimcilik politikası ve KOBİ’lere yönelik teşvikler, AB’de araştırma ve teknoloji politikası gibi konulara değinilecektir. 3.4. Finansal Küreselleşme Teknolojik gelişmenin artırdığı ivme ile yeni finansal araçların yaratılması finansal hizmetlerin çeşitlenerek yaygınlaşmasına ve devlet ölçeğinde para ve finans politikalarının uygulanmasının zorlaşmasına, parasal büyüklüklerin tanımının dahi içinden çıkılması güç bir konu haline gelmesine neden olmaktadır. Üniversite, kamu ve iş çevrelerinin, kendi bünyelerindeki eğitim, yönetim ve karar alma faaliyetlerinde, küresel ekonominin bu dinamiklerini göz ardı etmeleri düşünülemez. Bu doğrultuda söz konusu ders, teknolojik yeniliklerin finans sistemine uygulanışıyla daha da hızlanan finansal küreselleşme sürecinin getirdiği değişimlerin ekonomiyi nasıl etkilediği sorusu üzerine yoğunlaşmaktadır. Bunun için uluslararası finans kesiminin oluşumu, buna katkıda bulunan etkenler, bu bağlamda teknolojik gelişme ve finansal yenilikler üzerinde durularak, son mali krizlere değinilmekte Bu derste Türkiye’nin 19. yüzyıl ortalarından 21. yüzyılın başına kadar uzanan süreçte girişimciliğin gelişimi konu edilecektir. Bu bağlamda, Osmanlı Devleti’nde bir girişimci sınıfın oluşumunu yani sermaye birikimi önündeki engellerden başlayarak, 19. yüzyılda “iktisat”ın keşfi, sanayileşme tartışmaları, şirketleşme, odalar, odalar dışı örgütlenmeler, yabancı sermaye ve girişimcilik, eğitim ve girişimcilik, izlenen iktisat politikaları, yani devlet ve girişimcilik, girişimci profilleri gibi konular ele alınacaktır. Derste konular ile ilgili okumalar yanı sıra yazılı ve görsel diğer kaynaklardan da Türkiye’de girişimciliğin gelişimi izlenecektir. 3.6. Yeni Ekonomi Ve Hukuki Sorunlar Yeni ekonominin ve internet devriminin sosyo-ekonomik hayatta gerçekleştirdiği köklü değişimler hukuk alanında da yansımasını bulmaktadır. Bu derste yeni ekonominin, özellikle de internet üzerindeki yeni iş yapma biçimlerinin gerçek ve tüzel kişiler için getirmiş olduğu hukuki sorunların neler olduğu ve çözüm yolları ortaya konulacaktır. Elektronik ticaretin yaygınlaşmasıyla birlikte özellikle özel hukuk alanında bir dizi sorun gündeme gelmektedir. Internet ortamında sözleşme kurulması, sözleşmelerde şekil sorunu, dijital ve elektronik imza, elektronik ödeme, servis sağlayıcı sorumluluğu, elektronik ortamda haksız rekabet bunlardan yalnızca bazılarıdır. Ayrıca yeni ekonomiyle birlikte buluşların ve yeniliklerin korunmasına yönelik hukuki mekanizmalar öne çıkmakta; fikri ve sınaî mülkiyet hukuku giderek daha da önem kazanmaktadır. İlgili konulardaki hukuki sorunlar ve çözümleniş biçimleri, güncel mevzuatın ışığında ve mahkeme kararlarına dayalı olarak öğrenciye aktarılacaktır. 3.7. Yenilik Yönetimi Ve Veri Analizi Yenilik sürecinin ölçülmesi çelişen uygulama, yaklaşım ve tarifler nedeniyle akademisyenler ve uzmanlar açısından kritik bir olgudur. Yenilik yönetimi kavramının içeriği- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 109 DOSYA DOSYA ne bakıldığında parçalanabilir süreçler ortaya çıkmakta ve bu durum fikirlerin kazanç sağlayacak ürünlere dönüştürülmesi aşamasında pek çok aktivitenin ölçülmesini gerektirmektedir. Öncelikle bu kavramlar belirtilecek ve bu aktivitelerin ölçümleri için ortaya konmuş çalışmalar açıklanacaktır. Veri toplama yöntemleri, ölçme ve ölçek tipleri, istatistiksel teknikler tanımlanacak, yenilik yönetimi veya performansının ölçümüne ve değerlendirilmesine yönelik uygulamalar anlatılacaktır. İstatistik paket programı kullanımı ile analizlerin yapılması ve elde edilen sonuçların yorumlanmasına ilişkin uygulamalar ile teorik konular pekiştirilecektir. rı Kurulu’nun (IASB) yürüttüğü faaliyetler; finansal raporlama açısından ülkeler arasındaki farklılıkların nedeni ve başlıca finansal farklılıklar; uluslararası muhasebede finansal tablolar; Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (IFRS), (Türkiye Muhasebe Standartları) TMS, (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) ve Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) standartları ve bunların karşılaştırılması; AB’nin konuyla ilgili direktifleri ve Türkiye’nin uyum sorunları gibi konularda teorik ve uygulamalı bilgilere yer verilecektir. 3.8. Uluslararası Pazarlama ve Yenilikler Bu dersin amacı internet uygulamalarına ilişkin bilgi eksikliklerini gidererek, internet üzerinden gerçekleştirilen pazarlama uygulamaları ile ilgili kavramları açıklamaktır. Bu bağlamda elektronik ticaretin tanımı, türleri, tarihsel gelişimi, internetin tanımı, internette pazarlamaya giriş, internette pazarlama araştırması, internet bankacılığı, internette ödeme sistemleri, satışçıların gözetim ve kontrolü, ikincil kaynaklardan pazarlama araştırmalarında internetin kullanımı, internet üzerinden pazarlama araştırması süreci, ikincil kaynaklardan pazarlama araştırmalarında veri kaynakları, birincil pazarlama araştırmaları, internet üzerinde pazarlamadan hizmet pazarlaması ve ürün pazarlaması uygulamaları, internette pazarlamanın güvenliği konuları ele alınacaktır. Bu derste, uluslararası pazarlamaya giriş; uluslararası pazarlama ve çevre koşulları; dünya ticaretinde gelişmeler; ticaret blokları; uluslararası pazarlara giriş stratejileri; uluslararası pazarlamada bilgi sistemleri ve pazarlama araştırmaları; uluslararası pazarlamada ürün kararları; uluslararası pazarlamada fiyatlama kararları; uluslararası pazarlamada dağıtım kanalları ve lojistik kararları; uluslararası pazarlamada tutundurma kararları; uluslararası pazarlamanın geleceği; uluslararası pazarlama sistemlerinde yenilikler (dikey pazarlama sistemi ve çok kanallı dağıtım sistemi) gibi konulara değinilecektir. 3.10. Elektronik Ticaret 3.9. Uluslararası Muhasebe Standartları 3.11. Türev Piyasalar Bu derste uluslararası muhasebe kavramı ve muhasebenin çokuluslu niteliği; Uluslararası Muhasebe Standartla- 110 Bu ders kapsamında futures piyasaların işleyişi, kontrat- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ DOSYA DOSYA ların türleri, kontratların fiyatlandırılması, yabancı para forward kontratlar, forward faiz anlaşmaları, futures ve forward kontratların karşılaştırılması, forward işlemlerinin döviz piyasasındaki işlevi, forward sözleşmesinin taraflara sağladığı avantajlar ve dezavantajlar, opsiyon piyasalarının işleyişi, alım satım stratejileri, türleri, opsiyonların fiyatlandırılması, swap piyasaların işleyişi, swap türleri, swapların yararları, swap işlemindeki riskler, hedging, arbitraj, spekülasyon, Türkiye’de vadeli işlemler ve opsiyon borsasının işleyişi ve etkinliği ele alınacaktır. cektir. Ayrıca yatırım projelerinin düzenlenmesinde mali yönden yapılacak çalışma ve değerlendirmeler, işletme sermayesi ve işletme sermayesini belirleme yöntemleri, yatırım projelerinin mali yönden düzenlenmesi, tahmini dönen varlık unsurlarının dönemler itibariyle hesaplanması, yatırımlar tamamlandığında toplam yatırım tutarının finansmanı, yatırım projelerinin mali yönden değerlendirilmesi, finansal analiz konuları da tartışılacaktır. 3.14. Global İşletmelerde Yenilik Yönetimi Üretim, bilgi (teknoloji), finans ve güvenlik, ulusal ve uluslararası düzeyde devlet ve piyasanın aktörlerini birbirine bağlayan yapılardır ve sürekli bir etkileşim içindedirler. Yenilik, uluslararası rekabet gücünü ve dolayısıyla uluslararası ticaret yapılarını etkiler ve belirler. Tarih boyunca, özellikle günümüzde, güç ve refahı elde edebilmek yenilik, bilgi ve teknolojiyi kontrol edebilmeye ve ulaşabilmeye bağlıdır. Bu ders kapsamında, teknolojik gelişme ve yeniliğin firmaların ve ulusal ekonomilerin rekabet gücü üzerindeki rolü ele alınacaktır. Ayrıca, Ar-Ge harcamalarının ve firmaların teknolojik kabiliyetlerinin yeniliği teşvikteki rolü, farklı ülkelerde kurumların yenilik üzerindeki teşvik edici veya caydırıcı rolü, çok uluslu şirketlerin ve uluslararası ticaret anlaşmalarının ulusal üretim ve yenilik sistemi üzerindeki etkileri incelenecektir. “Global İşletmelerde Yenilik Yönetimi” dersi içerisinde yenilik kavramının işletmelerce taşıdığı anlam ve önem vurgulandıktan sonra, yenilik kavramının işletmelerde ortaya çıkan çeşitleri ve modelleri üzerinde durulacaktır. Bu anlamda kavram, diğer fonksiyonlarla ve genel ekonomik işleyişle ilişkilendirilerek global düzeydeki işletmelerin uygulamaları ile desteklenecektir. İşleyiş içerisinde kurumlarda yenilik sürecini etkileyen iç/dış faktörlerin ve yenilik yönetiminde etkin rol oynayan pozitif/negatif güçlerin tanımlanması yapılarak işletmelerde yenilik yönetimi teknikleri ve yenilik türleri ayrıntılarıyla ele alınacaktır. Bu incelemelerde global iş piyasasındaki durum analiz edilerek, Türkiye’deki durum ile karşılaştırılması yapılacaktır. Konunun işlenişi, yenilik kavramının son dönemlerde güncel hale gelen işletmelerin değer yaratma/değer analizi ve yaratıcılığın teşviki ve geliştirilmesi konularıyla bağlantısı kurularak, teknoloji takviminin tanımlanması ve oluşturulması adımlarıyla tamamlanacaktır. 3.13. Proje Yönetimi 3.15. Seminerler Bu ders kapsamında öncelikle proje ve yatırım projesi kavramı, işletme planlaması ve yatırımlar, işletmenin sosyal yararı ve yatırımlar, yatırım evreleri ve yatırıma başlanması, yatırım türleri, yatırım projelerinin değerlendirilmesindeki amaçlar, yatırım projelerinin düzenlenmesinde iktisadi yönden yapılacak çalışma ve değerlendirmeler, yatırım projelerini değerlendirme yöntemleri ele alınacaktır. Bunun yanı sıra yatırımlar ve uygulanan teşvikler, teşviklerin ekonomik ve yasal dayanakları, teşvikler ve seçicilik kıstasları, AB proje döngüsü yönetimi ile AB için proje hazırlama ve fonlardan yararlanma konularına değinile- Periyodik olarak (asgari ayda iki kez) Türkiye’nin önde gelen girişimci, yönetici, işadamı, akademisyen ve bürokratlarının katılımının sağlanacağı seminer dersleri düzenlenecektir. Bu dersler mümkün olduğunca konferans salonlarında yapılacak ve yalnızca yüksek lisans programının öğrencilerine değil konuyla ilgilenen herkese açık olacaktır. Böylelikle bir “think tank” ortamı yaratılarak; ilgili kişi ve kurumların “başarı öykülerinden”, “bilgi ve deneyimlerinden” interaktif bir biçimde yararlanma imkânı sağlanmış olacaktır. 3.12. Yenilik Ve Uluslararası Rekabet DÜZELTME Dr. Celal Emiroğlu’nun bir önceki sayımızda yayınlanan “Esnekleşen İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği: Korunma Bunun Neresinde?” başlıklı yazısı TMMOB adına Makina Mühendisleri Odası tarafından gerçekleştirilen IV. İş Sağlığı ve Güvenliği 2007 Kongresi’nde sunulmuştur. Sehven yapılan hatadan dolayı özür dileriz. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 111 DOSYA: AR-GE VE İNOVASYON GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ Teknoloji, bilimin, pratik yaşam gereksinimlerinin karşılanmasına ya da insanın çevresini denetleme, biçimlendirme ve değiştirme çabalarına yönelik uygulamaları. Yunanca tekhne (sanat, zanaat) ve logos (söz, sözcük) sözcüklerinden oluşturulan teknoloji terimi, Eski Yunan’da “sanatlar üzerine konuşma” anlamına geliyordu... http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/ Önceleri bilgi terimiyle eşanlamda kullanılan bilim terimi, günümüzde olayların yasalarını bulmak amacını güden araştırmaları dile getirmektedir. Bilim, yöntemle elde edilen ve pratikle doğrulanan bilgidir. Bu yüzden de idealizmle bağdaşamaz, çünkü idealist bilgi pratikle doğrulanamaz. Bilim, Eski Yunan terimi, Yunanca “Helias”tan dolayı “Helenler” de denen, Yunanistan Yarımadasında yaşayan kavimler ve onların kurduğu eski devlet ve uygarlıkları anlatmak için kullanılır. Çiftçi bir halk olan Helenler ya da Eski Yunanlılar, tarihlerinin başlangıcında çok sade bir yaşam sürerler, sırtlarına kendilerinin dokuduğu yünden bir gömlek, ayaklarına sığır derisinden çarık giyerlerdi. Köylüler tek bir odadan ibaret olan kulübelerde oturur, evcil hayvanlarla bir arada yatarlardı. Teknik, temel olarak alet yapımı ve alet kullanarak sonuç alma yöntemleri anlamına gelir. Alet yapma yeteneği, insan türünü öteki canlılardan ayıran temel niteliktir. Bu niteliği nedeniyle insan, en başından beri teknoloji üreten bir varlıktır ve teknolojinin tarihi insanlığın tüm gelişimini içerir. Teknik, temel olarak alet yapımı ve alet kullanarak sonuç alma yöntemleri anlamına gelir. Alet yapma yeteneği, in- san türünü öteki canlılardan ayıran temel niteliktir. Bu niteliği nedeniyle insan, en başından beri teknoloji üreten bir varlıktır ve teknolojinin tarihi insanlığın tüm gelişimini etkilemiştir. İLK UYGARLIKLARDA TEKNOLOJİ Uygarlık tarihinin ilk dönemlerinde insanın alet yapmakta kullandığı başlıca malzeme olan taş, bu dönemlere adını vermiştir. Jeolitik Çağda çeşitli taş türlerinin yanı sıra kil, tuğla ve ağaç kullanılmaya başladı. Ateş yakmanın bulunması, ok ve yay, tekerlek, ev yapımında tuğla kullanılmaya başlaması, tahılın öğütülmesi (ilkel el değirmeni) ve kilin pişirilmesi (çanak çömlek yapımı) teknikleri bu dönemin başlıca teknolojik ilerlemeleridir. (Ayrıca bak. Mezolitik Çağ; Neolitik Çağ; Paleolitik Çağ.) İÖ 3000-500 arasında kentlerin ortaya çıkmasıyla teknoloji alanında yeni bir çığır açıldı. Kentleşmeyle birlikte bakırdan yararlanılmaya başladı, alaşım (özellikle tunç) yapımı bulundu, zanaatkarlar (özellikle metal işleyicileri ve camcılar) ve ilk bilim adamları ( Sümerler, Mısır Uygarlığı ve Mezopo- Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 113 ANIMSATMA DOSYA tamya astronomlar) yetişti. Yelkenin icadı, düzenli ulaşım yöntemlerinin geliştirilmesi, şarap ve preste sıvı yağ elde edilmesi, büyük tuğla tapınaklann inşası, dikilitaşlar bu dönemin en önemli teknolojik gelişmelerini oluşturur. İÖ 500-İS 500 arası, Eski Yunan ve Roma uygarlıkları dönemidir. Felsefe, din, politika, hukuk, şiir, tiyatro, kuramsal düşünce ve soyut bilim (özellikle matematik) açısından çok önemli gelişmeleri simgeleyen bu dönem, teknoloji yönünden aynı parlaklıkta değildir. Bu dönemin en önemli teknolojik gelişmeleri arasında Anadolu’dan kaynaklandığı sanılan demir işleme ve çelik üretimi teknikleri sayılabilir. Gelmiş geçmiş en büyük birkaç bilim adamından biri olan Arkhimedes, doğduğu ve yetiştiği Syrakuza’nın Roma istilasından korunabilmesi amacıyla bulup geliştirdiği olağanüstü silahların yanı sıra, vida, makara ve kaldıraç gibi çok önemli mekanik buluşlar gerçekleştirmiştir. İskenderiyeli mühendisler, örneğin Ktesibios ve Heron tulumba, hava ve su akımıyla çalışan aygıtlar, hava basınçlı makineler ve vida açma makineleri gibi önemli buluşlar gerçekleştirdiler. İskenderiye Okulu yalın mekanizmalardan “makine” olarak nitelendirilebilecek karmaşık düzeneklere geçişin öncüsü, olmuştur. Yunan mimarlığı bütün sanatsal görkemine karşın teknolojik açıdan büyük bir önem taşımaz. Romalılar Yunan mimarlık üslubunu kopya etmekle yetindilerse de, yapı teknolojisinde bazı önemli başarılar ortaya koydular. Su altında sertleşebilen dayanıklı bir çimento geliştirdiler, kemer, tonoz ve kubbenin mimari olanaklarından olabildiğince yararlanarak amfitiyatrolar, sukemerleri, tüneller, köprüler, surlar, deniz fenerleri yaptılar, çok geniş ve düzenli bir karayolları ağı kurdular. ORTAÇAĞ VE YENİÇAĞDA TEKNOLOJİ Batı Roma İmparatorluğu’nun IS 5. yüzyılda çöküşünü izleyen bin yıllık süre ortaçağ olarak bilinir. Ortaçağda teknolojinin tarihi, büyük ölçüde geçmiş uygarlıkların kazanımlarının yeniden bulunması, saklanması ve bir ölçüde değiştirilmesi olarak özetlenebilir. Bu dönemde İslam uygarlığı. Eski Yunan’daki bilimsel ve teknolojik birikimin mirasçısı olmuş, bu birikime önemli katkılarda bulunmuştur. İspanya, Sicilya ve Kuzey Afrika üzerinden Batı Avrupa’ya geçen bu birikim, çok önemli bir öğe olarak Çin ve Hint uygarlıklarının ürünlerini de içeriyordu. Çin’de, İS 10. yüzyılda batıda henüz bilinmeyen önemli teknikler ve ürünler geliştirilmiş durumdaydı. Bunların arasında ipek işçiliği, barut, demir dökümü, kâğıt, çûnke türünden yel114 kenli gemiler, uçurtma, yel değirmeni ve porselen sayılabilir. Ortaçağda batının teknolojik gelişimini simgeleyen başlıca yenilikler şöyle sıralanabilir: At nalı ve üzenginin geliştirilmesi ve atin gerek tarımda, gerekse savaşta önemli bir güç kaynağı olarak kullanılmaya başlaması; su çarkı ve yel değirmeninin yaygınlaşması ye bu aygıtların tahılların öğütülmesinde, ezerek yağ çıkarmada, tahta kesmede, yün dövmede, yeni geliştirilen çıkrığa enerji sağlamada kullanılması, kömür çıkarımı; barutun ve topun bulunması; ip ve fıçı, dökme demir ve sabun yapımı tekniklerinin geliştirilmesi; kale ve şatoların inşası; pusulanın kullanılmaya başlaması; 14. yüzyılda ilk mekanik saatin yapılması; 15. yüzyılda matbaanın icadı. 16. yüzyılın başından itibaren ulusal devletlerin ortaya çıkması, Reform ve özellikle Rönesans dönemlerinin yol açtığı bilimsel devrim, bu gelişmeye büyük hız kazandırdı. Bati teknolojisinin temellerinin 1500- 1750 arasında atılmış olduğu söylenebilir. Rönesans’ın yol açtığı bilim devriminin öncü kişisi Galilei’dir. İngiltere’den R. Böyle, Almanya’dan Otto Von Guericke ve Fransa’dan D. Papin’in kuramsal öncülüğü, T. Newcomen’ın 1712’de buhar makinesini bulmasıyla sonuçlandı. Atmosfer basıncında çalışması nedeniyle verimi çok düşük olan Nevvcomen makinesi, daha çok maden ocaklarından su Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ ANIMSATMA DOSYA pompalamakta kullanılmakla birlikte önemli bir teknolojik gelişmeyi simgelemiştir. Avrupa ülkelerinin Hint Okyanusuna ve Yenidünya’ya açılmaları pek çok yeni ürünün ve bunlara ilişkin imalat tekniklerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu ürünler arasında öncelikle çay, şeker, tütün, pamuk ve kakao sayılabilir. SANAYİ DEVRİMİ Sanayi Devrimi deyimi, batıda sanayinin ve makine üretiminin egemen olduğu bir ekonomiye geçiş dönemini (1750- 1900) ifade eder. Sanayi Devrimi’nin en belirgin niteliği enerji teknolojisindeki değişimdir. Dönemin başında belli başlı enerji kaynakları kol gücü, hayvan, su ve rüzgâr enerjisiydi. 1769’da James Watt, Newcomen makinesine ayrı bir yoğunlaştıncı ekleyerek pistonun her ileri-geri hareketinde silindirin ısınıp soğumasını önlemeyi başardı; sonraki yıllarda da pompayı yalnızca aşağı-yukarı hareket ettirmek yerine bir şaftı döndüren yeni bir makine geliştirdi. Böylece verimi önemli ölçüde artan ve dönme hareketi sağlayabilen buhar makinesi, sanayinin temel mekanik enerji kaynağı durumuna geldi. Buhar makinesini buharlı gemi (1807) ve buharlı lokomotifin (1825) geliştirilmesi izledi. Michael Faraday’ın elektrik ile magnetizma arasındaki ilişkiyi ortaya koyması (1831), elektrik motorunun ve dinamonun geliştirilmesiyle sonuçlandı. İçten yanmalı motorların (havagazı ve gazyağı motoru, dizel motoru, benzin motoru), motosiklet ve otomobilin geliştirilmesi 1860-90 arasındaki 30 yıl içinde gerçekleşti. Demir-çelik ve pamuklu dokuma sanayileri, 19. yüzyılda en büyük gelişmenin izlendiği sanayi dallarını oluşturdu. 1827’de fotoğrafın, 1837’de elektrikli telgrafın, 1876’da telefonun icadı yeni gelişmelerin öncüsü oldu. Enerji alanında, elektrik enerjisi üretiminin dev boyutlara ulaşmasından başka önemli bir gelişme söz konusu değildir. 1913’te, petrolün işlenmesinde kraking yönteminin bulunması, plâstikler, yapay kauçuk ye yapay elyaf üretimi açısından çok önemli bir adım oldu. 1911’de vitaminlerin belirlenmesi, 1928’de penisilinin keşfi ve 1943’te antibiyotik üretimine geçilmesi sağlık alanındaki önemli gelişmelerdir. 1895’te X ışınlarının bulunmasıyla başlayan bir dizi buluş (radyoaktiflik, yapay radyoaktiflik ve 1938’de çekirdek bölünmesi), nükleer çağın yolunu açtı. 1903’te ilk uçuşunu yapan uçak, sonraki yıllarda gaz türbiniyle donatılarak jet uçağına dönüşecek, 1960’larda ses üstü hızlara ulaşacaktı. Bu dönemde yer alan en önemli gelişmelerden biri de 1901’de radyonun, 1907’de elektronik lambanın geliştirilmesidir. Böylece, modern teknolojinin en önemli bileşeni durumuna gelecek plan elektronik alanında ilk adımlar atılıyordu; bunu, radar ve televizyonun geliştirilmesi izledi. 1947’de transistorun bulunması, elektromun her alanını büyük ölçüde etkiledi, ama bu etki en çok bilgisayarlarda gözlendi; sonraki yıllarda tümleşik devrenin geliştirilmesi, mikroişlemcileri sanayinin, bilimsel araştırmaların ve giderek günlük yaşamın ayrılmaz parçası durumuna getirdi. Ohttp://ansiklopedi.turkcebilgi.com/tomasyon, robotlar ve yapay zeka, bu alandaki en önemli gelişmeler oldu. 1957’de “Sputnik ile başlayan uzay çağı, 1961’de “Vostok ile gerçekleştirilen ilk insanlı uzay uçuşu, 1966’da “Lunik” ile Ay’a yapılan ilk yumuşak iniş, 1%9’da “Apollo 11” ile ilk insanın Ay’a ayak basması gibi bir dizi başarıyla devam etti. Bu başarılar, gezegenlere yönelen insansız uçuşlarla ve 1981’de uzay mekiğinin geliştirilmesiyle sürdü. 20. yüzyıldaki en önemli (ve tartışmalı) gelişmelerden biri de genetik mühendisliğidir. 20. YÜZYIL BİLİM VE TEKNOLOJİ Teknolojik gelişmenin giderek hızlandığı ve günümüzdeki baş döndürücü hıza ulaştığı 20. yüzyılı 1945’e değin ve 1945’ten sonra olmak üzere iki döneme ayırmak olanaklıdır. Hiroşima’ya ilk atom bombasının atıldığı 1945 yılı nükleer çağın başlangıcı» bir başka açıdan da bilgisayar çağının başlangıç yılı olarak kabul edilebilir, 190045 arasında dünya iki büyük savaş geçirmiş, 1945 sonrasında ise üçüncü bir dünya savaşının gölgesi altında yaşamıştır. Bilimsel ilkelere bağımlı olmasına karşın teknoloji ile bilim arasında yakın bir ilişki kurulması görece yeni bir olgudur. Eski toplumlarda bilim aristokrat yapıdaki filozofların elindeydi ve bütün bilgi alanlarını kapsar nitelikteydi. Oysa teknoloji, işçi, usta ve zanaatkarın işiydi. Bu durum, sınıf ayırımından ileri geldiği kadar, belki de daha çok, Örneğin Aristoteles ya da Ptolemaios’un kuramsal bilimi ile bir değirmenci, kuyumcu, fıçı yapımcısı ya da sepicinin uğraştan ve teknolojik sorunları arasında hiçbir ilişkinin bulunmayışından kaynaklanıyordu. Bilim ile teknoloji ancak ortaçağda birbirine yakınlaşmaya başladı. 13. yüzyılın büyük filozof ve bilgini Roger Bacon barut yapımını ayrıntılarıyla betimledi, motorlu gemiler ve uçan 1900-45 döneminin başlıca teknolojik gelişmeleri şöyle özetlenebilir: Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 115 ANIMSATMA DOSYA makineler tasarladı. 16. yüzyılda Francis Bacon, deneysel bilimin savunuculuğunu yaptı; bilim adamlarının usta ve zanaatkarların yöntemlerini incelemeleri, zanaatkarların ise bilimden yararlanmaları gerektiğini öne sürdü. Teknolojinin bilim temeline oturtulması ancak 19. yüzyılda başlayan bir olgudur. Sanayide önemli bir yeri olan bilim adamı, organik kimyanın kurucusu olarak tanınan ve kimyasal gübreyi bulan Alman kimyacı Justus von Liebig’dir (1803-73). 19.yüzyılın mucitlerinin hemen tümü, çalışmalarını bilim adamlarının bulgularına dayandırmışlardır. Elektrik ampulünün icadı Faraday ve Henry’nin çalışmalarına; telefon Helmholtz’a; radyo Maxwell ve Hertz’e dayanır. Edison örneğinde bir başka gelişme daha dikkati çeker: Bilim-teknoloji işbirliğinin kurumsallaşması. Elektrik ampulünde filaman olarak kullanabileceği bir teli bulabilmek için 14 ay süreyle binlerce malzemeyi tek tek deneyen Edison, bu çabalarını New Jersey’deki Men-lo Park’ta kurduğu dünyanın ilk araştırma laboratuarın da gerçekleştirdi. Bu laboratuarın kuruluşu modern teknoloji araştırmalarının başlangıcım simgeler. Bundan sonraki gelişmelerde teknolojide bilimsel bilgiden yararlanıldığı, teknolojik süreçlere bilimsel ilkelerin uygulanmaya başladığı gözlenir. Böylece sistem mühendisliği ve yöneylem araştırması gibi disiplinler, benzetim ve matematiksel modelleme gibi yöntemler ortaya çıkmıştır. Teknoloji ve toplum Teknolojinin çeşitli uygarlıklarda tarih boyunca gösterdiği gelişmede toplumla ilişkiler açısından başlıca üç özellik dikkati çekmektedir. Bunları toplumsal gereksinim, toplumun kaynakları ve toplumsal ortam başlıkları altında toplamak olanaklıdır. Teknolojik gelişmede toplumsal gereksinim temel itici güç olmuştur. Bu gereksinim, örneğin, daha keskin bir bıçağa, daha güçlü bir kaldırma aygıtına, kol gücüne daha az bağımlı bir makineye, yeni bulunmuş bir yakıttan daha verimli bir biçimde yararlanan bir motora ya da yeni bir enerji kaynağına yönelik olabilir. Daha iyi silahlara gereksinim biçiminde ortaya çıkan askeri istemler de bu bağlamda ele alınabilir. Modern batı toplumunda gereksinimlerin daha çok reklamlarla belirlenmekte olduğunu da eklemek gerekir. Teknolojik ilerlemede toplumsal kaynakların (sermaye, gereç ve vasıflı işçi) büyük önemi vardır. Leonardo da Vinci’nin (1452- 1519) notlarında yer alan helikopter, denizaltı ve uçak tasarımlarının hiçbiri gerçekleştirilememişti; aynı olgu, örneğin, Charles Babbage’ın ( 17921871) ayrıntılı bilgisayar tasarımlan için de geçerlidir. Bir teknolojik gelişimin gerçekleştirilebilmesi için uygun gereçlerin (metali plâstik; şeraittik, dokuma vb), uygun 116 yöntem ve tekniklerin ve bunları uygulamaya yetenekli teknik becerinin bulunması gerekir. Teknolojik ilerlemenin bir başka koşulu da toplumsal ortamın yenilikleri algılayıp benimsemeye açık olması, toplumdaki egemen güçlerin yeniliklere karşı olumlu tavır almasıdır. Bu olumlu tavır yalnızca bir alanda, örneğin yalnızca yeni silahlar ya da yalnızca yeni denizcilik yöntemleri geliştirilmesinde kendini gösterebilir ya da örneğin 18. yüzyılda İngiliz orta sınıfında görüldüğü gibi, genel olarak yeniliğe ve gelişmeye yönelik olumlu bir davranış biçiminde ortaya çıkabilir. Teknolojik gelişme, günümüzde pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir. Günümüz toplumları bu gelişmeler karşısında önemli kararlar almak durumundadır. Teknolojik gelişmeyi toplumsal amaçlarla uyumlu olacak biçimde denetleyip düzenlemenin gerekliliği ve teknolojinin günümüzde çok büyük bir hızla ilerlediği de göz önüne alındığında, toplumlara büyük bir sorumluluk yüklenmektedir. Teknolojik gelişmenin ortaya çıkardığı temel sorunları dört ana başlıkta özetlemek olanaklıdır: Nükleer teknolojinin yol açtığı sorunlar, nüfus patlaması, öbür toplumsal sorunlar ve çevre sorunları. Nükleer teknolojinin denetimi sorunu, temel olarak siyasal bir sorundur. Bu sorunun temelinde, dünyanın, her biri bir devlet biçiminde örgütlenmiş olan çeşitli uluslara ayrılmış yapısı yatmaktadır. Atom bombası, bilim adamının, topluma karşı sorumluluğu konusunu ciddi bir biçimde gündeme getirmiştir. Teknolojinin yalnızca bir araç olduğu, yapıcı amaçlar için de, yıkıcı amaçlar için de kullanılabileceği genel olarak kabul gören bir görüştür. Buradaki temel sorun, bu kullanım biçimini toplumların hangi süreçlerle belirleyeceği sorunudur. İnsanlık, nükleer yıkım tehlikesini atlatabilirse, varolacaktır. Modern teknoloji toplumlarının karşılaştığı en önemli sorunlardan biri çevre sorunudur. İnsanoğlu yüzyıllardan beri çevreye zarar verici etkinlikler içindedir. Ama günümüzde, bir yandan nüfusun çok artmış olması, öbür yandan sanayileşmenin ulaştığı düzey, çevre sorununu dünya çapında bir bunalıma dönüştürmüştür. Bunalıma yol açan temel nedenin teknolojinin kendisi değil, insan tarafından kullanılış ve uygulanış biçimi olduğunu vurgulamakta yarar vardır. Tarihin bu noktasında insanlık yok olmaya ya da sağlıklı gelişmeye giden yollardan biri arasında bir seçim yapma durumundadır. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ KİTAP TANITIMI KÜRESELLEŞME, ETİK KODLAR VE ÖRGÜTLER Bugün meslek etiği, iş etiği, etik davranış ilkeleri vb etik kategoriler ABET’ten iş dünyasına, iktidarlardan örgütlere, kişi, kurum ve kuruluşların gündeminde yer almaktadır. Konunun bu şekilde yaygın kabul görmesinin nedeni, küresel ve ulusal boyutlarda, yaygınlaşan yağma, talan, rüşvet gibi hukuk dışı gelişmelerin küresel ve ulusal boyutta yarattığı sorunlara dayandırılmaktadır. Bu sorunların çözümü için meslek sahiplerinin tarafsız, dürüst, objektif, hesap verebilir olmaları, işverene ve müşteriye karşı sadakatle hizmet etmeleri toplumun refahı, sağlığı ve güvenini, kamu yararını korumayı amaç edinmiş, yüksek ahlaki değerlere sahip kişilikte insanlar olmaları istenmektedir. Bu nitelikleri kazandırmak için de etik eğitimi dersi almaları ve mesleki davranış ilkelerine uymayı taahhüt etmeleri istenmektedir. Böylece, söz konusu kural tanımazlıkların nedenini, neredeyse, meslek mensuplarının tutum ve davranışlarına indirgemekte ve onların davranışının denetim ve kontrol altına alınmasıyla etik bir toplum yaratılacağı varsayılmaktadır. Oysa “piyasa ekonomilerinde” kararlar toplumsal ve etik amaçlarla değil aksine malların değişim değerlerine dayalı olarak alınmaktadır. Hatta piyasa ekonomisinde erdemin kaynağının, piyasanın rekabete dayalı çoğulcu yapısında bulunduğu öne sürülmektedir. Buna karşın küresel ideoloji, kendi dışında gördüğü, etik değerlerin toplumda geçerli olmasını savunmakta ve bu yönde güçlü bir “statüko” oluşturmaktadır. Bu dayatmanın nedenlerine bakılacak olursa; Bunlardan birincisi, piyasanın temel argümanı olan “refah yahut iyi yaşamın” ya da “mutluluk” ilkesinin dışsal olarak maddi değerle- re içsel olarak da insanın “ahlaki karakter” üstünlüğüne bağlı olarak kabul edilmesidir. Bir diğeri, iş gücünden azami verimin alınabilmesi için emekçilerin sadakatle çalışmaları gerekmektedir. Bunun en kolay yolu da, ahlakın tüm toplumlarda bağlayıcı olan niteliğinden dolayı, insanların ahlaki sorumluk duyguları temelinde, kolayca, denetim ve kontrol altına alınabilmeleridir. Bir önemli nedende, dünyada bütün alanlarda olduğu gibi ahlaki değerlerin de kapitalist ekonominin çıkarları doğrultusunda şekillenmesi gereğine inanılması, bunun içinde kapitalizmin değer yargılarının küresel boyutta geçerli kılınması isteğidir. Konuya bu anlayışın dışında yaklaşıldığında, toplumsal olay ve olgular ekonomik-politik, hukuki yapı, toplumsal sınıflar, ideolojik yaklaşımlar vb temelinde, maddi ve kültürel etkenlerin süregelen karmaşık etkileşimleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan sorunların ve bunların toplumsal yaşama yansımalarının gerçek nedeni, ancak, olay ve olguların tarihsel-toplumsal temelde sorgulanıp ne tür ilişkiler içinde geliştiğinin aydınlatılmasıyla anlaşılabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, toplumda yaşanan yozlaşma ve bozulmanın etik ve ahlaki değerlerdeki bozulmadan kaynaklanmadığı, aksine, ekonomik ve siyasi erki elinde tutan kesimlerin çıkar ve sömürü temelinde yürüttükleri kural tanımaz, etik kaygısı olmayan politikalardan kaynaklandığı, açıkça görülmektedir. Buna karşın etik davranış ilkeleriyle, anlayış olarak, yozlaşmayla mücadelede, toplumu yozlaştıran failler ve yardımcıları yerine Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 117 KİTAP TANITIMI DOSYA emekçilerin ahlaki yönden denetim ve kontrol altına alınması hedeflenmektedir. Bu kitapta, etik ve ahlak kavramları, kısaca açıklamaya çalıştığım bakış açısıyla ve tarihi ve toplumsal bütünsellik içinde ele alınarak değerlendirmeye çalışılmıştır. Kitap, toplumun refahı, sağlığı ve güvenliği gibi, kamu yararını gözetmek gibi, dürüstlük, şeffaflık, sadakat, şeref ve haysiyet gibi, yüksek ahlaki standartlara sahip olmak gibi, en başarılı reklam yazarlarını kıskandıracak düzeyde geliştirilmiş olan, ifade zenginliğine sahip retoriğin arka planına ışık tutmaya çalışmaktadır. Etik, insanların toplum halinde, birlikte yaşamalarının ve ilişkilerinin temelinde yer alan, bütünlüğü bozulmadan korunması gereken değerlerdir. Bu nedenle toplumu yozlaştırıcı etken ve etmenlere karşı korumada verilecek en etkili mücadele, toplumun, etik ve ahlaki değerlerin, yabancılaştırmayı artırıcı nitelikte, yapay, değer yargılarının baskı ve yıpratıcı etkisinden korunmasıyla, kısaca bu değerlerin, belirli çıkar amaçları doğrultusunda, çarpıtılarak, içi boşaltılarak değer kaybına uğratılmasının önlenmesiyle mümkün olacaktır. Kitap bu görüş açısıyla, etiğin tek yönlü sorumluluk temeline dayalı yapay, şablon değer yargılarına indirgenmesine karşı durarak, toplumlarda ifade ettiği anlam ve amacının korunmasına da katkı koymaya çalışmaktadır. 118 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ KİTAP TANITIMI ESKİ YUNAN VE ROMA’DA MÜHENDİSLİK J.G. Landels TÜBİTAK, 12. Basım Kasım 2004 Eski Yunan ve Roma gibi büyüleyici iki uygarlığın mekanik becerilerine ilişkin bir bakış açısı kazandırmayı hedefleyen bu kitapta; bilimsel düşüncenin gelişimi anlatılırken teknolojinin ve “aklın sınırlarının” günlük hayatla olan ilişkisine de yer verilmiş. Eski Yunan ve Roma’da Bilimin arkeolojisine yönelik önemli bir çalışma. Kitapta; Romalıların teknolojiye katkıları önemli düzeyde de olsa, neredeyse bütünüyle uygulama alanıyla sınırlı olduğundan; Yunanlıların kuramsal bilgisinin düzeyi, hemen her açıdan MS beşinci yy hatta daha sonrasında kadar bütün Akdeniz uygarlıklarının ve Roma imparatorluğu’nun bilgi düzeyi olarak görülmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu kitapta ele alınan konular, üç alandaki- hidrostatik, mekanik ve kimya- teknolojik başarıları aktarmaktadır. Eski Yunan ve Roma’nın teknoloji tarihçesini bulacaksınız. Eski Yunan ve Roma’daki sınırlı enerji kaynakları ile neler yapıldığını, su gücünü, hayvan gücünü, rüzgar gücünü, buhar gücünü ve insan gücünü nasıl kullandıklarının detaylı bilgilendirmesi hikaye edilerek aktarılmıştır. İlginç örneklerden birini sizlerle paylaşmak isteriz: la kapatılmalıdır. Bu işlem akşam yapılmalı ve kaplama gece boyunca bozulmamalıdır. Sabahın ilk saatlerinde çukurun üstü açılmalı ve tasın iç yüzeyinde buharın yoğunlaşması nedeniyle damlacık oluşup oluşmadığı gözlenmelidir. Zeytinyağı bu damlacıkların daha kolay bir şekilde görünmesini sağlar. Su buharının varlığı açık bir biçimde görülüyorsa, kuyu açmaya değer.” Kitabın III. Bölümde; çalışma hayatının resimlendiği MÖ altıncı yy ait Yunan vazolarında bazı aletlerin resimlerinin varlığı da teknolojik tarihçeyi aktarmaktadır; “Su pompaları ve benzeri aletler resmedilmiştir. Resimlerde, alet kuyu ağzından ya da başka bir su kaynağından yaklaşık 3 metre uzakta toprağa gömülü, üzerinde bir çatal bulunan çoğunlukla ağaçtan yapılmış bir desteğe sahiptir. Bu destek kalas içi dönme noktası işlevi görmektedir….” Dördüncü bölümde vinçlerin ve kaldırma araçlarının tarihi serüveni, beşinci bölümde mancınıklar, altıncı bölümde gemiler ve deniz taşımacıları, yedinci bölümde kara taşımacılığı, sekizinci bölümde kuramsal bilginin gelişimi ve dokuzuncu bölümde ise; teknoloji ile ilgili konularda eserleri olan önemli yunanlı ve Romalı yazarlar aktarılmaktadır. “ Bir kuyuyu kazmak uzun ve yorucu bir iştir ve kuyuyu kazıp sonunda su elde edememek de son derece sinir bozucudur. Bu nedenle…, kuyu kazmaya başlamadan önce gerçekleştirilecek bazı ek işlemler önerir. Sözü edilen belirtilere rastlanırsa, 1,5 metre derinliğinde 1 metrekarelik bir çukur kazılmalıdır. İç kısmında zeytinyağı sürülmüş metal bir kap bu çukura baş aşağı olarak yerleştirilir. Çukur daha sonra sazlar yada yapraklı ağaçlar dallarıyla örtülmeli ve üstü ince bir toprak tabaksıyMühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 119 KENTİMİZDEN Çare Olgun ÇALIŞKAN - Gökçen TAŞKIN Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE DEMİRYOLLARI Mısır piramitlerinin yapımında kullanıldığına yönelik arkeolojik bulguların ortaya çıkarıldığı demiryolları, tarih içerisinde yaşadığı gelişmeyle günümüz ulaşım biçimleri arasında önemini korumaktadır. İnsan veya hayvanların yükleri daha kolay çekmesini sağlayan raylardan lokomotifli demiryolu hatlarının kullanılmasına kadar binlerce yıl geçmiş, ilk lokomotifli demiryolu 1738 yılında Cumberland’daki bir maden ocağında kullanılmıştır. 17.yy da tahta raylar üzerinde kömür taşımacılığı 1808’de R.Trevithick Londra’da, Euston Meydanı’nda yeni geliştirdiği lokomotifi ‘Catch me who can’, bir yolcu vagonunu 20 km/saat hız ile çekmeyi başardı Demiryollarının gelişmesine dönemin hegomonik gücü olan İngiltere’nin önemli etkileri olmuştur. Kamuya açık ilk buharlı demiryolu 1825′ te Stockton ve Darlington arasında hizmet vermeye başladı. Başlangıçta eğimli düzlemlerin aşılması için iki buhar motorlu tek bir lokomotifi n çalıştığı hattın büyük bölümü atların çekmesiyle geçiliyordu. Daha sonra yapılan 48 km’lik LiverpoolManchester yolu klasik buharlı demiryollarının ilk örneğidir. İngiltere’nin demiryollarıyla yolcu ve yük taşımacılığında sağladığı başarı projelerin hızla çoğalmasını ve dünyaya yayılmasını sağladı. Fransa’nın bazı demiryollarında trafi ğin soldan olmasının sebebi bu dönemde İngiltere’den demiryolu yapımı için çağırılan mühendislerdir. Stockton –Darlington Demiryolu Hattı’nın İlk Lokomotifi 120 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ KENTİMİZDEN DOSYA İngiltere teknik gelişmelerin yanı sıra yasal gelişmelerinde öncüsü olarak, demiryollarına 1758′ de başkalarının mülkleri üstünden geçme hakkı tanıyan ilk yasa çıkarıldı. Yine demiryolu ray açıklıklarının farklı kullanılmasının meydana getirdiği sorunlar neticesinde 1846 da ray açıklıkları yasası çıkarılarak özel izin alınmadıkça tüm demiryollarında standart ray açıklığı kullanılması öngörüldü. Demiryolları, madencilik faaliyetleri ve sanayileşmeyle büyüyen Avrupa ekonomisi yeni pazar ve hammadde ihtiyacının etkisiyle hızla gelişerek stratejik bir öneme sahip oldu. Sömürgelere sahip devletlerin sömürgelerindeki kaynaklardan yararlanmasında, bu ülkelerin yönetimi üzerinde hakimiyet kurmada demiryolları etkili bir araç olarak kullanılmıştır. OSMANLI’DA DEMİRYOLLARI 19. yüzyılda, Osmanlı imparatorluğunun Avrupa emperyalizminin etkisi altına girerek devamlı borçlanma ve imtiyaz verme politikaları neticesinde ekonomik ve siyasal bir çöküntü içene girmiştir. Bu dönemde Fransa ve İngiltere, Osmanlı Devleti’nin ekonomik karar mekanizmalarını egemenliği altına alarak, 1880 lerin sonlarına doğru hızlı bir yabancı sermaye yatırımı yaşanmasına yol açtı. Ulaşım, bankacılık, elektirik-su, ve ticaret gibi hizmet sektörünün yanı sıra madencilik faaliyetlerinin yabancı yatırımların hedefi olması demiryolu yatırımlarını öne çıkarmıştır. Osmanlı devletinin zenginliklerinden yararlanmak isteyen Avrupalı devletlerin talepleri ile yönetim yapısını güçlendirmek, askeri gücünü arttırmak, tarıma dayalı ürünlerini dış pazara açmak isteyen İstanbul hükümetinin demiryolu beklentilerinin çatışmasından Avrupa devletleri galip çıkmıştır. Nitekim İstanbul hükümetinin güçlenmesini istemeyen Avrupalı devletler İstanbul’un Anadolu ile bağlantısını sağlayacak İstanbul merkezli demiryolu ağının önüne geçmiş, kendi çıkarları çerçevesinde parçalı bir demiryolu yapısı benimsenmiştir. Osmanlı devletine, dış borçlar dışında yapılan yabancı yatırımın 1890’da %43’ü demiryolu yapımında kullanılırken bu oran 1914’te %63’e çıkmıştır. Demiryolu yatırımlarının yönlendirilmesi amacıyla kurulan Duyun’u Umumiye İdaresi, teminat olarak gösterilen vergilere el koyarak şirketlere aktarırken, Km garantisi denilen sistemle şirketlerin garanti edilen karın altında kalmaları durumunda aradaki farkın devlet tarafından ödenmesi sağlanıyordu. Osmanlı devleti sınırları içerisinde ilk demiryolu hattı 1854’te Kahire–İskenderiye arasında yapıldı. Günümüz Türkiye sınırları içerisinde Osmanlı döneminde yapılan demiryolu hatları ise aşağıdaki gibidir. Bu hatlar Avrupa devletlerinin Osmanlı kaynaklarını sömürüsü üzerine temellendirilmiştir. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 121 KENTİMİZDEN DOSYA CUMHURİYET DÖNEMİ DEMİRYOLLARI Cumhuriyet’in ilanından sonra 1923 te yapılan İzmir iktisat kongresiyle benimsenen “iktisadi tam bağımsızlık” ve “hızlı kalkınma” ana hedefl eri doğrultusunda 1923-1932 yılları arasında demiryollarına önem verildi. Bu döneme kadar yapılan toplamda 4112 km demiryolu hattı ülke çıkarlarından ziyade emperyalist devletlerin çıkarlarına göre yapılmıştı. 22 Nisan 1924’te T.B.M.M’de kabul edilen 506 numaralı kanunla Anadolu hattının alınmasına karar verilerek demiryollarının inşa politikası ile millileştirme politikası bir arada başladı. Sivas, Malatya, Samsun, Kütahya ve Balıkesir’e demiryolu ulaşırken, mali yetersizlik nedeniyle Anadolu hattının millileştirilmesi ancak 1928 yılında gerçekleşmiştir. Ankara’nın başkent seçilmesi Ankara merkezli bir demiryolu ağının oluşturulması amacıyla AnkaraSamsun ve Ankara-Sivas hatlarının yapılması kararlaştırılmış, ülkenin ekonomik sıkıntıları nedeniyle yavaş ilerleyen demiryolu inşaatları orta vadeli kredi sağlayan yabancı şirketlerin devreye girmesiyle 1927’den itibaren hızlanmıştır. 1929 yılında yaşanan Büyük Ekonomik Buhrannın etkisiyle yavaşlayan demiryolu inşaatları 1933’te yeniden hızlanmış ve yeni inşaatlar başlamıştır. Bu dönemde 122 dış kredi yerine iç borçlanma ve iç kaynak kullanılmış yabancı şirketlerin üstünlüğüne son verilmiştir. İlk defa 690 km’lik Sivas-Erzurum, Malatya-Çetinkaya hatlarının ihalesini bir Türk şirketi kazanmıştır. Yabancı şirketlerin büyük buhran sonrasında kredi imkanlarının azalmasının yanı sıra Türk teknik eleman ve mühendislerinin tecrübe kazanması bu anlayış değişikliğinde etkili olmuştur. 1940- 1950 yılları arasında II. Dünya savaşının etkisiyle demiryolu yapımı yavaşlamış, 1950 yılından sonra değişen ekonomik politikalar neticesinde, demiryolu yapımı geri plana itilerek karayollarının ön plana çıkarıldığı bir ulaşım politikası izlenmiştir. Bu politika değişikliğinde Amerika’nın savaş sonrası Türkiye’ye yapacağı ekonomik yardım programın yönlendirmesi etkili olmuştur. Program çerçevesinde Türkiye’ye gelerek bir ulaşım raporu hazırlayan H.G. Hilts kendi ismiyle anılan raporda demiryollarının tercih edilmesini eleştirerek karayolu ulaşımının üstünlüğünü vurgulamıştır. Bu rapor doğrultusunda 1950 yılında Karayolları genel müdürlüğü kurularak önemli yetkiler verilmiştir. 10. yıl marşında “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” mısrasıyla övgüyle ifade edilen demiryolu hamlesi bu müdahaleyle durdurulmuş, 1950 yılından günümüze kent içi raylı sistemler dışında yaklaşık 900 km demiryolu inşa edilmiştir. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ KENTİMİZDEN DOSYA ulaşım bağlantılarının var olup olmadığı sorusudur hiç şüphesiz. İstanbul için bu var oluşun Marmaray Projesi üzerinden sorgulanmasıyla işe başlayabiliriz. Türkiye demiryolları haritası İSTANBUL’DA DEMİRYOLLARI İstanbul kent içi ulaşımda toplu taşıma gereksinimini 1869 yılında kurulan Dersaadet Tramvay şirketinin 1972 de açtığı Azapkapı-Ortaköy ve daha sonra açılan 4 hatla 1912 yılına kadar atlı tramvaylarla sağlanmıştır. Bu tarihten sonra elektirikli sistemlere geçilmiş ve 1966 yılına kadar istanbul’da toplu taşıma ağırlıklı olarak elektirikli tramvaylarla yapılmıştır. Ülke genelinde değişen demiryolu politikası İstanbul’da da etkisini göstererek 1960’lı yıllardan itibaren tramvay hizmeti yerini karayolu araçlarına bırakmıştır. Ancak 1980’li yıllarda göçlerle yaşanan hızlı büyüme toplu taşımada karayolları taşımacılığını yetersiz bırakmış raylı sistem tekrar gündeme gelmiştir. 1985 yılında tekrar başlayan raylı sistem çalışmaları neticesinde günümüzde istanbul 32 km hafi f raylı, 75 km TCDD banliyö ve 8 km Taksim Metrosu olmak üzere toplam 115 km’lik şehir içi raylı yolcu taşıma sistemine sahip olmuştur. MARMARAY PROJESİ Asya ve Avrupa belki de dünyanın en önemli iki kıtası sayılabilir. Ancak bu iki kıtayı birleştiren konumuyla İstanbul’un sahip olduğu haklı ve tartışmasız önemi, ona yegane “köprü-kent” niteliği kazandırmış ve yüzyıllardır “jeo-politik”, “jeo-stratejik” ve “jeo-kültürel” gibi aşina sözlerle sıcaklığını koruyabilmiştir. Kıtaları bağlayan bir kent coğrafyası üzerinde bu sıcak kalmış önemin akla ilk getirdiği sorulardan biri ise güçlü Günümüz gelişmiş Avrupa ve dünya kentleri ile kıyaslandığında İstanbul, gerek kent içi gerekse kentler arası ulaşım yapısıyla rakiplerinin gerisinde yol almaktadır. Son yıllarda raylı sistemler ve deniz ulaşımı üzerindeki artan ilgi ve yatırımlar, İstanbul’a diğer kentlerle girdiği yarışta hız kazandırmış olsa da gelinen seviye henüz yeterli görülmemektedir. İstanbul’da giderek artan nüfusun su havzalarını ve yeşil alanları tehdit etmesi, özel sektörün veya sermayenin hala ilk tercihini İstanbul’dan yana yapması ve yoğun gayrimenkul geliştirme baskısından dolayı, toplu ulaşımın gereği olan raylı sistem ve deniz ulaşımı politikalarının önemi artık yadsınamayan bir gerçek ve geç kabul edilmiş bir çözüm yolu olarak su yüzüne çıkmıştır. Marmaray Projesi de bu gerçekten hareketle fi lizlenmiş bir çözüm yolu arayışının kıtalar üstü öneme sahip ürünüdür bugün. Marmaray Projesi çerçevesinde, İstanbul Boğazının geçilmesinde kullanılan batırma tüp tünel tekniği, 19. yüzyılın sonlarından itibaren geliştirilmiş ve ilk uygulamaları 1894 yılında kanalizasyon amacı ile Kuzey Amerika’da görülmüştür. Bu tekniğin ulaşım alanındaki ilk kullanımı da yine Amerika’da, 1906–1910 yıllarında inşa edilen Michigan Merkezi Demiryolları Projesi’nde görülmüştür. Avrupa’da, bu tekniği ilk uygulayan ülke ise Hollanda olmuş ve Rotterdam’da inşa edilen Maas Tüneli 1942 yılında hizmete açılmıştır. İstanbul Boğazı’nın altından geçecek bir demiryolu tüneliyle ilgili ilk fi kirler ise 1860’lı yıllarda ortaya atılmış ve tasarım olarak deniz tabanına inşa edilen sütunların üzerine yerleştirilen bir tünel olarak planlanmıştır. Benzer fi kirler birkaç on yıl boyunca sürmüş ve 1902 yılında benzer bir tasarım geliştirilmiş ve bu kez deniz tabanı üzerine yerleştirilen bir tünelden söz edilmiştir. Ancak her yeni teknik imkan ve gelişmelerle değişen bu fi kir ve projelerin hiçbiri, Marmaray Projesi dışında uygulama şansı bulamamıştır. Planlama süreci çerçevesinde 1985’de başlatılan ilk fi zibilite çalışmalarından 2002 ve 2003’deki derlenen güncellenmiş rakamlara dayalı olarak ortaya çıkan sonuç; bu projenin sosyal ve çevresel açıdan ihtiyaç duyulan, ekonomik açıdansa uygulanabilir bir proje olduğu yönündedir. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 123 KENTİMİZDEN DOSYA Proje Detayları: Ulaşım Sistemi İçindeki Yeri: Proje, Avrupa yakasında bulunan Halkalı ile Asya yakasında bulunan Gebze ilçesini kesintisiz, modern ve yüksek kapasiteli bir banliyö demiryolu sistemiyle bağlamak amacıyla İstanbul’daki banliyö demiryolu sisteminin iyileştirilmesi ve boğazın demiryolu tüp geçişi inşasına dayanmaktadır. Proje tamamlandığında, İstanbul Boğazı’nın her iki yakasındaki demiryolu hatları, İstanbul Boğazı’nın altından geçecek olan bir demiryolu tünel bağlantısı ile birbirine bağlanmış olacak. Hat, Kazlıçeşme’de yeraltına girerek yeni yeraltı istasyonları olan Yenikapı ve Sirkeci boyunca ilerleyecek, İstanbul Boğazı’nın altından geçecek ve diğer bir yeni yeraltı istasyonu olan Üsküdar’a bağlanarak, Söğütlüçeşme’de tekrar yüzeye çıkacak. Marmaray Projesi, İstanbul’un genel trafik sisteminin bir parçası olarak planlanmış ve kentin raylı sisteminin de belkemiğini oluşturacak şekilde kurgulanmıştır. Proje tamamlandığında Yenikapı istasyonunun İstanbul’un Avrupa yakasındaki en önemli aktarma istasyonlarından biri haline geleceği; Asya yakasında ise Üsküdar istasyonunun aynı öneme ve işleve sahip olacağı düşünülmektedir. Her iki istasyonda, otobüs yolcuları, feribot yolcuları, hafif raylı sistem trenlerini (HRS) ve tramvay hatlarını kullanan yolcular ve yayalar için gerekli aktarma tesisleri bulunacaktır. Aşağıda belirtilen ulaşım sistemleri, Marmaray Projesi ile entegre edilecek veya edilebilecektir: İyileştirilmiş ve yeni demiryolu sisteminin tamamı, yaklaşık 76 km uzunluğunda olacak ve tamamen yeni elektrikli ve mekanik sistemleri kullanacak olan modern demiryolu araçlarını üzerinde taşıyacaktır. Rakamlarla Marmaray Projesi: Sistemin hizmete açılacağı yıldan itibaren zamandan elde edilecek toplam tasarrufun yılda 13 milyon saatten, ilerleyen yıllarda tam kapasiteli kullanıma bağlı olarak, birkaç kat artabileceği öngörülmekte. Yolculuk süresi bakımından oluşacak yeni tablo ise şu şekilde olacak: • Gebze ve Halkalı arası 105 dakika • Bostancı ve Bakırköy arası 37 dakika • Söğütlüçeşme ve Yenikapı arası 12 dakika • Üsküdar ve Sirkeci arası 4 dakika 124 Marmaray Projesi’ni önemli kılan bir diğer alan ise belki de daha proje bitmeden gün ışığına çıkan ve çıkmaya devam eden İstanbul’un tarihi geçmişinin metrelerle ifade edilen yer altı katmanlarına rastlanması ve bulunan eser ve kalıntıların kurulacak bir müzede toplanarak sergilenebilmesi olmuştur. İstanbul Arkeoloji Müzesi denetimi altında yapılan kurtarma kazıları 2004 yılından bu yana sürmekte ve Marmaray inşaat çalışmaları ancak Koruma Kurullarınca verilen izinler çerçevesinde yapılmaktadır. Proje alanındaki kazılara biri Bizans, diğeri Osmanlı Tarihçisi iki tam-zamanlı uzman eşlik etmekte ve planlama sürecine dahil edilmiş bu uzmanlar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları ve Anıtlar ve Arkeolojik Kaynaklar Komisyonları ile ilişkilerin sürdürülmesini sağlamaktadırlar. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ KENTİMİZDEN DOSYA Resim 1. Marmaray Projesi’nin güzergahı. Kıyıya paralel uzanan koyu renk hatlar iyileştirme yapılacak banliyö demiryolu sistemlerini, beyaz hat ise bu sistemler arasında bağlantı kuracak yeni proje hattını ifade etmektedir. Marmaray Projesi, sağlayacağı ulaşım kolaylıkları ve zaman tasarrufu yanında, durak ve istasyonlarında barındıracağı akıllı kent mobilyaları ve ileri teknoloji sunumuyla, karayolu ulaşımını tercih alışkanlıklarımızı da kırmayı amaçlıyor. Teknolojik ilerlemeler ve konfora dönük bu yeniliklerin, gündelik ulaşım alışkanlıklarımızı ne derece kırabileceği ise şimdilik kente hangi oranda entegre olabileceğine ve projenin ortaya konulan niteliklere ne derece bağlı kalınarak tamamlanacağına bağlı görünüyor. Marmaray Projesi, İstanbul’un daha sağlıklı bir kentsel yaşama kavuşabilmesi, çağdaş ulaşım imkânlarına sahip olabilmesi ile doğal ve tarihi özelliklerinin korunabilmesi için yüksek kapasiteli elektrik enerjisi kullanarak çevreyi kirletmeyen bir proje olarak kurgulanmış, kentin doğubatı aksındaki raylı sistem altyapısını birleştirmesiyle bütüncül bir öneme sahip olmuştur. Bu kurgulamanın ve yüklenen niteliklerin başarıya kavuşması, bir yandan tarihi ve kültürel değerleriyle korunması gereken, diğer yandan toplu ulaşım sistemlerinin çevresel etkilerinin azaltılabilmesi ve demiryolu sistemlerinin kapasitesi, güvenilirliği ve konforunun arttırılabilmesi için modern demiryolu tesislerinin kurulmasını gerektiren bir kent olarak İstanbul’un geleceğini de şekillendirecektir. Bu projenin kent gelişimine yön verici etkisinin planlama adına doğru zemine oturtulmasının ulaşacağı başarı bu bağlamda son derece önemlidir. Ancak Marmaray Projesi’nin gerek İstanbul’un ulaşım sistemi içindeki yeri ve güzergah bağlantıları ile taşıma kapasitesi konularında ulaşım bilimi içindeki değeri, gerekse güzergahı üzerindeki yapılaşmaya ve toprak altın- Resim 2-3. Sirkeci ve Üsküdar istasyonlarının giriş kısımları Resim 4-5. Üsküdar ve Yenikapı istasyonlarından iç mekan görünümleri (Soldan sağa) Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 125 KENTİMİZDEN DOSYA daki tarihi değerlere yönelik koruma alanında yarattığı düşünülen tahribat ve hedeflenen zamanın aşılmasına bağlı artan maliyetler, projenin faaliyete geçtikten sonraki işletimi konusundaki yöntem ve hak sahipliliği gibi konularda dile getirilen eleştiriler, projenin önemi düşünüldüğünde dikkate değer görülmelidir. SONUÇ YERİNE Geçmişten bugüne baktığımızda, Atatürk dönemi Türkiye’sinin ulaşım politikaları, yatırımların daha çok raylı sistem öncelikli ve Anadolu coğrafyasına yayılması arzusundayken, 1950’li yıllarla birlikte özellikle de Amerika güdümündeki petrole bağımlı karayolu öncelikli yatırım politikalarına ağırlık verilmesi ve bu dönemin adeta kemikleşmiş bir yapıda bugünlere gelmesi Türkiye’nin ulusal ulaşım politikalarının basit bir özeti olabilir. Bugün özellikle İstanbul başta olmak üzere, büyük kentlerimiz ve Batı Anadolu üzerindeki karayolu öncelikli politikalar, geçmişten gelen kemikleşmiş yapının ve bundan türlü kademelerde çıkar bulacakların baskısı altındayken, raylı sistemleri, deniz-göl-nehir ulaşımı politikalarını ve İstanbul gibi ulus üstü kentlerimizde çağdaş ulaşım yatırımlarının, kentin ve kentte yaşayan herkesin yararına nasıl işlev kazanacağını düşünmek, bilimin ve geçmiş tecrübelerin ışığında yorumlamak ve uygun çözümleri savunmak, özellikle bugünlerde önemli bir sorumluluk ve ilgili meslek alanlarının bir nevi ödev konusudur. İstanbul gibi bir kentin sunacağı ve özlemini duyduğumuz çağdaş yaşam koşulları, komşu il ve ülkelere kadar uzanan bir coğrafya olunca, projenin hayata geçirilmesi ve sonrasındaki süreç son derece önemlidir. İpek yolu’nu yeni köprülerle ve yüzyıllar sonra yeniden, karayoluyla hayata geçirmek yerine, bilimin ve insanoğlunun vardığı teknolojik imkanların kolaylığı ve akılcılığıyla, doğal dengelerle barışık rayların ve suların üzerinde yeniden ama ilk kez kurmak daha heyecan verici ve insancıl olmaz mı? Kaynaklar: http://www.mimdap.org/w/?p=774 http://www.marmaray.com.tr/index.htm www.tcdd.gov.tr/genel/marmaray/marmarayharita.jpg http://www.dersaadettramvayi.com http://www.bilgipanosu.com Bu projenin İstanbul’da yaratacağı artı değer ve toplu ulaşımın raylar üzerinde yükselecek payı, hiç şüphesiz İstanbul’un kent içi ulaşımına olduğu kadar, kıtaları birleştiren yapısında da üçüncü bir karayolu köprüsü projesinin de ne denli gerekli, mevcut veya planlanan ulaşım projeleriyle ne kadar uyumlu olduğu sorgusunu akla getirmektedir. Tam da bu günlerde, 3. Boğaziçi karayolu geçişinin gerekliliğini her yönden sorgularken ve yanıtını vermek için Marmaray ve bağlantılı olduğu diğer projelerin, toplu ulaşım politikalarının, bu alandaki uygar ve model alınan ülke yaklaşımlarının denenmesi, etkinliklerinin artması ve sonrasında yapılacak bir durum değerlendirmesine ihtiyaç varken, 3. köprü ile karayolu geçişinin yarattığı gündem, bu sürecin birbirinden bağımsız, politik ve bilimsellikten, geçmiş tecrübelerden uzak bir arka plan ile beslendiği endişelerini yaratmaktadır. Henüz bitmemiş olsa da Marmaray Projesi, iki yaka arasından başlayıp, bir kentin, bir ülkenin geleceği üzerinde etkin bir öneme sahip olduğu için ve ilişkili olduğu alan ulaşımdan öte, bir kentin üzerinde yerleştiği tarihi bellek, 126 Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ KENTİMİZDEN Özden KAYA Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi YK Yedek Üyesi UNUTUŞ… “Her şey değişiyor, kalbimiz bile, Ama yüzyıllarla besli bir şehir İnsan yaşamından daha da hızla Bunca çabuk nasıl yok olabilir?” Ahmet Muhip Dıranas Her çocuk, büyüdüğü kenti devasa büyüklükte sanır. Büyüdükçe, korkutucu bir yabancılıkta gelen kent tanıdıklaşır, bildik bir huzur verir. Sokakları, insanları bilmenin dinginliği ile yaşarsın. İstanbul’da çocuk olanlar bu duyguyu bilmezler. Kent sen büyüdükçe, daha fazla büyür. Belirsizce de olmaz bu değişim. Her şey, öyle çok değişir ki büyüdüğün sokak bile sana yabancılaşır. Bundan dolayı, İstanbul’da çocuk olmak; kaybolmaktan korkmaktır, yolları ezberlemektir, güvensiz bir yabancılıktır ve en kötüsü büyüdükçe çoğalan bir unutkanlıktır. Kentler gibi, biz de değişiyoruz. Kısa geçmişimizde bile, parçalanmalar yaratacak kadar hızlı, yok edici. Öyle kısa zaman geçmiş ki ve öyle uzak ki bellek yoksunu anılar, yoksa başka bir kent miydi özlediğimiz? Ahşap evlerin gıcırtısı, cumbada oturma keyfi, bahçeli evlerin esintisi yabancı değildi bu kadar. Günden güne eksildi, sokağımızda evler. Güzel olduklarını yerine yenileri yapılınca anladık. Belki eskiye bu kadar özlem yadırgatıcı. Yıkılmadan yapılmaz belki. Ama boşluklar böyle dolmadı. Yıkılan evlerin yerine yapılan apartmanlar, güneşi kapadı dar sokaklarda. Binalar yükseldi, minareler buna uydu, kentin silueti yükseldi. Yabancı mimarlar geldi, Haliç’in sanayiye açılması ile ana arterler bıçak gibi kesti yolları. Mevcut doku zedelendi. Tek tük kalan evlerin yanı karaktersiz evlerle doldu. Benzeşim kötüden yanaydı. Ahşap evler bozuldu, sıvandı, ilaveler yapıldı, yıkıldı ve gittikçe yanındaki niteliksiz yapılara benzemeye başladı. Ve bunların arasındaki tezatlıkla. Kent çok sesliydi, çok renkli idi. Zıt hayatlar köprünün iki yanına sığınmıştı. Köprü bu zıtlıkların en çok ortaklaştığı yerdi. Gezgin Edmondo de Amicis, “Sevgili İstanbul”unda 19. yüzyıl sonu İstanbul’unun göz alıcılığını herkesten iyi anlatır. Sağda Galata, önünde bir direkler ve bayraklar ormanı; Galata`nın üstünde Pera, gökyüzüne karşı Avrupa sefarethanelerinin muhteşem siluetleri; önde iki yakayı bağlayan ve üzerinde iki zıt hayatın renk cümbüşünün gidip geldiği köprü; solda, yedi tepe üzerine serpiştirilmiş, her tepesi kurşun kubbeli ve altın alemli devasa bir camiyle taçlandırılmış İstanbul... mavi ve gümüşün en ince tonlarının eridiği gökyüzü, bütün bunlara muhteşem bir zemin oluştururken, üzerinde mor, küçük şamandıralarla gök yakut bir suyun titreyerek yansıttığı beyaz narin minareler, kubbeler, güneşte parlamaktadır. Yoğun yeşillikler kütlesi sabahın ilk ziyalarında adeta dalgalanıp gerinmektedir... Bunun dünyanın en güzel manzarası olduğunu inkâr etmek herhalde en büyük kabalık, hatta Tanrıya ve nimetlerine karşı en büyük nankörlük olacak- Oysa bu kent topografyasıyla, yaşamla bütünleşen mimari yanıyla, yeşilin kent içinde bahçeli-evleriyle, çıkmaz ve dar sokaklarında yaşanan yoksulluğa rağmen güzeldi. Kurşuni renkte kubbelerin ışıltısı, şehre yaklaştıkça beliren köşeli dar sokaklar, ahşap evlerin mütevazılığı… Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 127 KENTİMİZDEN DOSYA tır. Ve kesindir ki daha güzel herhangi bir şey insanoğlunun haz alma kabiliyetinin fevkindedir. Güzeldir İstanbul, herkesin gözünde güzel. Herkesin gözüyle güzel. Bu güzelliğin kalbi de Eminönü’dür. Nasıl olmasın ki kent buraya kurulmuş, sonra surlarla belirlenen sınırlar aşılmış, yenileri yapılmış, yine aşılmış; artık sınırlar surlarla belirlenmez ve korunmaz hale gelince Galata ve Unkapanı köprüleri ile karşı yakaya bağlanmıştır. Bu bağlanış kentin karşı kıyıya hızlıca yayılmasını ve sarayın da yeni yapılan Dolmabahçe Sarayı’na taşınmasını sağlamıştır. Karaköy Eminönü arası kurulan köprüler talihsizdir biraz. Birçoğunun ömrü öyle kısadır ki, hatırlanmaz bile. Bazısı sadece projelerde kalmıştır. Evet, Galata Köprüsü; eskisi gibi değil. Yine de, bir buluşma yeri benim için. Eminönü ve Beyoğlu’nu dostça bağlıyor. Arkadaşımla buluşacağım. Öğle arası, vaktimiz az. Orta bir yerde buluşacağız. Eminönü’nden geliyor arkadaşım. Mercan yokuşundan aşağı iniyor. Beyoğlu’ndan yürüyorum, yenilenmiş tünele biniyorum. Karaköy’e iniyorum. Köprü altında. Sonrası hızlanan adımlar. Galata Köprüsü’nde duralıyorum biraz. Gözüm her daim burada olan balıkçılara takılıyor. Arkadaşım henüz gelmemiş. 92’de yanmıştı köprü, bu yenisi. Diğerinin müdavimleri vardı. Akşamdan akşama köprü altına takılanlar. Bu köprü sessiz, dingin, karmaşanın ortasında, biraz da altında, denize bakıyorum, küçük motorlara. Bizans kubbeleri; Osmanlıların minareleri. Kıvrımlar ve 128 128 yataylar. Bir ibadethane etrafında örgütlenen eski bir Ortadoğu geleneği mahalleler. Yedi tepe vurgusu, bunun üzerinde şekillenen anıtsal yapılar, külliyeler. Süleymaniye eteğine kıvrılmış ahşap evler, Rüstempaşa Camisi. Sait Faik “Köprüde arkadaş olunmaz / Köprüden seyredilir” der. Evet, köprüde arkadaş olunmaz belki. Ama arkadaş beklenirken seyredilir. Arkadaşım geliyor. Kucaklaşıyoruz. Dahası mı yarım ekmek balık, yaşama anlam katan sohbet, evcilleştirilmiş sıkıntı kayboluyor. Bu kenti seviyorum. Tüm söylediklerim mi? Ne dedim ki! Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ ÖLÇÜ Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada KÜLTÜR SANAT Ali Ekber KIR Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi YK Yedek Üyesi PİR SULTAN ABDAL PİR SULTAN ABDAL KİMDİR ? Pir Sultan Abdal yedi ulu alevi ozanından birisidir. Kişiliğiyle, sanatıyla, direnişiyle günümüzde de güncelliğini ve haklılığını korumaya devam etmektedir. Pir Sultan Abdal’ın asıl ismi Haydar’dır. Soyu Yemen’den olup oradan Hoy’a yerleştikleri, Anadolu’ya göçle beraber Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin Banaz yaylasına yerleştiği belirtilmektedir. Kesin doğum ve ölüm tarihi bilinmemekle beraber 1500’lü yıllarda yaşadığı varsayılmaktadır. Pir Sultan Abdal’ın en büyük özelliği ne pahasına olursa olsun inandığı değerlerden zerre kadar taviz vermemesidir. Bu konumunu şu mısralarla dile getirmiştir “Kadılar müftüler fetva yazarsa, İşte kement işte boynum asarsa, İşte hançer işte kellem keserse, Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan ’’. Pir Sultan Abdal’ın günümüzde de oldukça popüler olan şiirlerinden anlaşıldığı üzere, Pir Sultan komple bir insandır. O salt bir şair değil, aynı zamanda halkın önderi, sözcüsü olarak siyasi bir kişiliktir de. Nitekim bunu bilen Osmanlı devleti, Pir Sultan’a mevki makam sunmuş, bunda başarılı olamayınca Pir Sultan’ı idam ettirmiştir. Osmanlı devleti onu idam edip yok edeyim derken Pir Sultan Abdal daha da ölümsüzleşmiştir. Pir Sultan Abdal şiirlerinde, genellikle Alevi davasına ve ulularına olan bağlılığını işlemiştir. Bunların başında da Hz. Muhammed, Hz. Ali, On iki İmamlar ve Hacı Bektaşi Veli gelmektedir. Pir Sultan kendi çağının acılarına ancak direnişle son verileceğini coşkulu bir şekilde şiirlerinde dile getirmiştir. Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı 1500’lü yıllarda Anadolu’da Osmanlı zulmü hüküm sürmektedir. Osmanlı devleti halkı ağır vergilere bağlıyor, olmadık baskılar uyguluyordu. Bu baskıların sonucu sürekli isyanlar, başkaldırılar gelişiyordu. Gelişen başkaldırılar Osmanlı İmparatorluğunu sarsıyordu. Osmanlı imparatorluğu yöneticileri de bu isyanları bastırmak için baskılarını gün geçtikçe artırıyordu. İşte Pir Sultan Abdal böylesi koşulların ağır olduğu bir dönemde Anadolu’yu ka- rış karış gezerek bir muhalefet hareketi geliştiriyor ve halkı sömürücü düzene karşı direnmeye çağırıyordu. Pir Sultan Abdal’ın çağrısı salt Aleviler için değil, Osmanlının sömürge düzeninden rahatsız olan herkeseydi. Pir Sultan’ın en büyük propaganda malzemesi Alevi öğretisindeki eşitliği, paylaşmacılığı dile getirdiği şiirleriydi. Pir Sultan Abdal Alevi öğretisi hakkında muazzam bir bilgi birikimine sahipti. Bu bilgisini şiirlerine yansıtıyor, bir ‘yol’ insanı olarak inancının gereklerini yerine getiriyordu. Bilindiği gibi Alevi inancının en belirgin özelliklerinden biriside, ne pahasına olursa olsun haksızlığa, sömürüye, zalimin zulmüne karşı olmaktır. Pir Sultan bu ilkeyi sonuna kadar savundu ve sonunda da Osmanlı devletinin Sivas paşası Hızır (Hınzır) tarafından astırılarak ilkeleri uğruna şehit edilmiştir. Pir Sultan Abdal, Alevi toplumunun yetiştirdiği en büyük kahramanlardan biridir. Pir Sultan Abdal eylemiyle, sanatıyla bir çığır açmıştır. Anadolu da Pir Sultanlar geleneğini başlatmıştır. Bu gelenek onurlu, erdemli insan olma geleneğidir. Bu gelenek ve yarattığı değerler, evrensel anlamda bütün insanlık için bir şereftir. Kaynak :www.alevikonseyi.com, www.pirsultan.net/kategori.asp, www. yesilyakakoyu.com. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ 129 KÜLTÜR SANAT DOSYA “SUSMAYAN NEFES PİR SULTAN ABDAL” OYUNUNA KISA BİR BAKIŞ Pir Sultan Abdalı yaşatmak adına bir çok amatör ve profosyonel oyuncu toplulukları sahne almıştır. Anadolu Meydan Sahnesi de bu topluluklardan birisidir. Anadolu Meydan Sahnesi ‘‘İnsanlığın uygarlık tarihinde; boy veren tüm uygarlıkların büyümesine, olgunlaşmasına ve gelişmesine beşik sallayan, köklü kültür mirasların yatağı Anadolu ve özünde sevginin, saygının, hoşgörünün mayasından oluşan, geleneksel kültürümüz ve asırlar boyu bize büyük bir onur ve gurur veren; geleneksel halk sanatlarımızı yaşatmak, yeni kuşaklara tanıtmak ve yarınlara taşımak amacıyla’’ çıkmış yola. Oyunu seyrettikten sonra gerçektende kuruluş amacına uygun bir oyun ortaya koyduklarını görmüş olduk. Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi olarak 30.05.2008 tarihinde Yunus Emre Kültür Merkezinde seyirciyle buluşan oyunu izlemeye gittik. Oyun 16. yüzyılda Sivas’ın Yıldızeli ilçesi Banaz yaylası çevresinde geçmektedir. Oyunda Osmanlı’nın uyguladığı yanlış siyasetinin sonuçları, ağır vergi uygulamaları altında yoksulluk ve sefalet içerisinde yaşayan halkın durumu dile getirilmektedir. Halkın bu sefaletine karşın tefecilerin kol gezdiği ve yönetimle iyi ilişkileri olan derebeyleri ve işbirlikçilerin varlık içerisinde yaşadıkları anlatılmaktadır. Tüm bu olumsuzluklara karşın halkın birlik beraberlik içerisinde olmaları halinde bu baskıya karşı koyabileceklerinin de güzel bir örneği sergilemektedirler. Burada halkın bilinçlenmesinde ve haksızlığa karşı koymasında Pir Sultan Abdal’ın payı büyüktür. Pir Sultan Abdal evindeki bir tas bulguru halkla paylaştığı, halkın her sıkıntısına ortak olduğu ve sunulan mevki ve makamı kabul etmediğinden 130 halkın büyük sevgisini kazanmış ve duygu düşüncelerini şiirleriyle dile getirmiştir. Oyunda dürüstlük ve Allah, Muhammet, Ali sevgisi ön plana çıkartılmış olup eline, beline ve diline hâkim olanların ancak Pir Sultan Abdal yolunda gidecekleri vurgulanmıştır. Büyük usta Müşfik Kenter de sesiyle oyuna renk katmaktadır. Destan Ana rolüyle Leyla Ünver başarılı bir oyunculuk sergilemekte, güzel sesiyle türküleri ve deyişleri yorumlamaktadır. Leyla Ünver’e bağlamasıyla Ahmet Rıza eşlik etmektedir. Destan Ana oyunun başında bir sandıkla sahneye gelip içerisinde ne olduğunu oyunun sonunda anlatacağını söyler. Bizlerde oyunun sonuna kadar merakla sandığın açılması bekledik. Oyunun sonunda sandık açıldığında ise içerisinde 2 Temmuz 1993 yılında Sivas’ta yakılan aydınlarımızın anısına, onların sayısı kadar karanfil vardı ve bu karanfiller seyircilere dağıtıldı. Oyun sonunda sahneye çıkan konuşmacılar 400 yıl önce yaşanan olayların devam ettiğini ve günümüzde de Sivas olaylarının yaşandığını dile getirdiler. Oyunda zaman zaman ağladık, zaman zaman güldük ve haksızlığa karşı koyulduğu zaman da hep birlikte alkışladık. Aytekin Özen hocamız ne iyi etmiş de sabırla ve özveriyle çalışarak bizleri bu güzel oyunla buluşturmuş. Bu kısıtlı imkânlarla kostümleri hazırlayan Gönül Sipahioğlu’nun, oyunda emeği geçen tüm oyuncuların ve katkı koyanların yüreğine, diline sağlık. Birlik beraberlik adına herkesin bu oyunu seyretmesini canı gönülden isterim. Oyuncuların sanat yaşamları boyunca böyle güzel eserlerde oynamalarını diliyor ve sanatçıların, sanatseverlerin önünde saygıyla eğiliyorum. Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ