dosya - TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu

Transkript

dosya - TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu
Mayıs 2008
Sahibi: Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Adına Meftun GÜRDALLAR
Yayın Koordinatörü: Münür AYDIN
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Fetiye KARA
Yayın Kurulu
Derya KOÇOĞLU (Çevre Mühendisleri Odası), Tahir ÇİÇEKÇİ (Elektrik Mühendisleri Odası), Cengiz KILIÇ (Gemi
Makinaları İşletme Mühendisleri Odası), Erkin ALTUNSARAY (Gemi Mühendisleri Odası), Barış GENÇOĞLU (Gıda
Mühendisleri Odası), Timur AKÇALI (Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası), Hüseyin DURAN (İnşaat Mühendisleri
Odası), Aydın ERDEMİR (Jeofizik Mühendisleri Odası), Gülnihal YEGANE (Jeoloji Mühendisleri Odası), Soner KOZAN
(Kimya Mühendisleri Odası), Güler AYYILDIZ (Makina Mühendisleri Odası), Özden KAYA (Mimarlar Odası), Gonca
GENÇ (Peyzaj Mimarları Odası), Gökçen TAŞKIN (Şehir Plancıları Odası), Yıldırım DERYA (Ziraat Mühendisleri Odası)
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulunda Bulunan Odalar, Şubeler, Temsilcilikler
Gemi Mühendisleri Odası
Gemi Makinaları İşletme Mühendisleri Odası
Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Fizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Gıda Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
İç Mimarlar Odası İstanbul Şubesi
İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Kimya Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Maden Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Metalurji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Meteoroloji Mühendisleri Odası İstanbul Temsilciliği
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
Orman Mühendisleri Odası Marmara Şubesi
Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubesi
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
Tekstil Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Yapım Organizasyonu: Mimarlık Vakfı İktisadi İşletmesi Tel: 0 212 253 45 35
Basım Yeri: Çizgi Basım Yayın Ltd. Şti. Galipdede Cad. 77 Beyoğlu İstanbul Tel: 0 212 251 83 13
Teknik Hazırlık: Barış EROĞLU - [email protected]
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu
Sekreterya: Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
Barbaros Bulvarı Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası Beşiktaş
Tel: 0 212 227 69 10 - 127 Faks: 0 212 236 85 28
E-Posta: [email protected] Web: www.ikkistanbul.org
Yönetim Yeri: Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Katip Mustafa Çelebi Mahallesi İpek Sokak No: 13 34433 Beyoğlu - İSTANBUL
Tel: 0 212 444 8 666 Faks: 0 212 249 86 74
6
7
9
10
13
15
17
23
İKK’DAN
Panel: “Çalışma Yaşamında Kadın Mühendisler, Mimarlar Ve Şehir Plancıları-2”
Savaşa ve İşgale Karşı 15 Mart’ta Kadıköy’deydik.
İş Cinayetinde Kaybettiğimiz Gülseren Yurttaş’ın Davasının Takipçisiyiz.
İşler Taşeronlara, Sorumluluklar Başkalarına Devredilemez.
AKP ve MHP’nin Anti-laik, Gerici Girişimine Karşı Hep Birlikte Mücadele Edeceğiz.
Su Yaşamdır, Yaşamlarımız Satılık Değil!
Herkese Sağlık Güvenli Gelecek İçin Birleşik Mücadeleye…
“Neoliberal Politikaların Kadın Emeği Üzerine Etkisi” Kurultayı
25
27
28
29
31
33
33
35
37
40
TMMOB’DEN
Herşeye Rağmen “Yaşasın 1 Mayıs”
Türbanla Örtülmek İstenen Bu Ülkenin Gerçek Gündemidir.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun!
14 Nisan Mitingi Nedeniyle TMMOB’ye Saldıranlara Karşı...
Biz Karşı Çıkarsak Yapamazlar!
DSİ Genel Müdürlüğü
Yönetim Kadrosu Bilime ve Tekniğe Karşı mıdır?
SSGSS Yasa Tasarısı Emek Platformu’nca Kabul Edilemez.
Türkiye Taş Kömürü Kurumuna Sahip Çıkılmalıdır.
TMMOB, 15 Mart’ta Irak İşgalinin 5. Yılında Kadıköy’deydi.
DOSYA
Teknolojik Yenilik ve Yenilik Türleri
Ar-Ge ve İnovasyon Açısından Türk Üniversiteleri ve Araştırma Kurumları
Dünyada Makro İnovasyon Politikalarında Yeni Yaklaşımlar ve Bunları Etkileyen Unsurlar
Arge Uygulamalarında Güney Kore Örneği
Rekabet ve Kalkınma İçin İnovasyon
Teknoparklar ya da Bilginin Ekonomik Değere Dönüşmesi
Ar-Ge Mi? Teknoloji Yönetimi Mi?
Demlikten Çıkma Yaratıcılık
Soruyoruz: “Ar-Ge Yasası Kime Arka Çıkıyor?”
Kaizen ve İnovasyon
Denizde Depremi Haber Verme Projesi - Yedi Sensörlü Magdeburg Küresi
Karada, Depremi Önceden Belirleme Projeleri
Bilim Etiği
İktisat Yüksek Lisans Eğitiminde Yeni Açılımlar: “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi”
113
ANIMSATMA
Bilim ve Teknoloji Tarihi
117
119
KİTAP
Küreselleşme, Etik Kodlar ve Örgütler
Eski Yunan ve Roma’da Mühendislik
120
127
KENTİMİZDEN
Geçmişten Günümüze Demiryolları
Unutuş…
129
KÜLTÜR SANAT
Pir Sultan Abdal
içindekiler
43
49
52
60
64
68
74
81
84
89
92
96
99
106
SUNUŞ
Merhaba,
Bu sayımızın baskıya hazırlandığı dönemde yaşadığımız önemli olayları değerlendirmek istediğimizde belki de
ölçü’nün tüm sahifelerini önsöze ayırmamız gerekebilirdi. Sıkışan ülke ekonomisi kriz beklentisine girmiş durumdadır.
(aslında adı konmamış ekonomik kriz sürmekte) Fiyatların alabildiğince artmasına rağmen enflasyon oranları çeşitli
kalem oyunları ile düşük gösterilerek çalışanların ücret artışları engellenmektedir. Yani çalışanlara gerçek enflasyonun altında ücret artışı verilmektedir. Ama önemli olan çalışanların suskunluğudur, tepkisizliğidir. Çalışanlar her
geçen gün alım güçlerinde önemli kayba uğramaktadırlar. Ünlü bir mağazalar zincirinin birkaç kalem gıda maddeleri
fiyatlarına bir bakalım. Şubat 2007’de ekmek 0.30 YTL, kabak 0.90 YTL, patlıcan ise 0.90 YTL, aynı ürünler Şubat
2008’de ekmek 0.48 YTL, kabak 3.80 YTL, patlıcan ise 3.5 YTL dir. Hani enflasyon tek haneli idi. Çalı süpürgesi ve
pinpon topunun içinde olduğu enflasyon sepetinin sonuçlarının farklı çıkması beklenemez.
Bu arada akaryakıt zamlarını da unutmamak gerekir. Türkiye dünyanın en pahalı akaryakıtını kullanan ülkesi. Yani “uyu
yavrum ninni uyutayım seni”. Çalışanların kaybı sadece ekonomik değil uzun yıllara dayanan mücadele sonucunda
kazanılmış haklarını da tek tek kaybetmektedirler. Ama ne yazık ki yığınlar hala tepkilerini tam olarak gösterememekte
sessiz kalmaya devam etmektedirler. Tepki gösterdiklerinde ise; polis terörü ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Asgari
ücretli yaşamını nasıl sürdüreceğini düşünürken iktidar milletvekilleri ne ile uğraşıyor biliyor musunuz? Asgari ücretlinin
ortalama %19 olan vergi yükünü azaltmak yerine milyonlarca dolar kazanan yerli ve yabancı futbolcuların vergilerini %
15’e 130.000 YTL maaş aşan milli takım antrenörünün vergisini %5’e düşürme gayreti içindedirler. İktidarın sürekli örnek
gösterdiği AB ülkelerinde futbolcuların ödedikleri vergi oranının ortalama %40 olduğunu sanırım iktidar milletvekilleri de
biliyordur!... çalışanlara zam yapılacağı zaman, eğitim ve sağlık hizmeti verileceği zaman; tüyü bitmemiş yetimin hakkını
korumayı hatırlayan iktidar, çok kazanana gelince tüyü bitmemiş yetimin hakkını unutmuşa benziyor. Ama emeklilik yaşı
söz konusu olunca iktidar, AB ülkelerini örnek verebiliyor. İktidar, mezarda emeklilik yasasını meclisten geçirmiştir. AB
ülkelerinin çoğunda emeklilik yaşının 65 olduğu doğrudur ama sakladıkları bir gerçek var ki oda çalışanların aldığı ücretdir. AB ülkelerinde çalışanlar emekli olmayı beklemeden ev, araba almakta ve her yıl hemen hemen hepsi yurtdışında
tatil yapmaktadır. Siz, ülkede insanlara sefalet ücreti olan asgari ücreti vereceksiniz, emeklilik yaşını 65’e çıkaracaksınız
bu da yetmezmiş gibi kıdem tazminatına göz dikeceksiniz. Bu iktidar kadar çalışan düşmanı bir iktidarı bu ülke görmedi.
Mezarda emeklilik yasası nedeni ile aileler çocuklarını kundakta artist yapma yarışına girmişlerdir. Bunlar arasında
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de bulunmakta olup oğlunu 65 yaştan etkilenmesin diye çalışıyor göstermiştir. Bu yasaya
karşı oluşturulan Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu eylem ve etkinliklerini sürdürmektedir. Bu kapsamda 6 Nisan 2008 günü Kadıköy’de miting gerçekleştirilmiştir. Yasanın geri çekilmesi için mücadeleye etmeye devam edecektir.
1 Mayıs 2008’de aynen 1 Mayıs 2007’de olduğu gibi polis terörü yaşanmış eyleme henüz başlamamış insanlara, DİSK
Genel Merkezi’ne, hastanenin acil servisindeki hastalara, siyasi parti il merkezlerine gaz bombaları atılmış İstanbul
savaş alanına döndürülmüştür. İnanın polisin olmadığı 1 Mayıs kutlamalarında hiçbir olay çıkmaz, bunu 2007 ve 2008
1 Mayısları bize göstermiştir. 1 Mayıs 1977’deki olaylar bahane edilerek Taksim işçilere yasaklanmıştır. Halbuki 1
Mayıs 1977’de olayı başlatan kişiler, görgü tanıklarının ifadelerine göre sivil polislerdir. Son iki yılda yaşanan olayların
bir benzeridir 1977’de yaşanan. 1Mayıs’ta işçilere yasaklanan Taksim meydanı topçuya, popçuya, polis kutlamalarına ve dinci gösterilere açılmaktadır. Bu bir ikiyüzlülüktür. Bir yılı aşkın süredir ben yazmaktan bıktım ama onlar hala
bıkmadılar, iktidar partisinin il başkanı gibi davranan vali ve pala bıyıklı emniyet müdürü İstanbul’a daha fazla zarar
vermeden bu görevi bırakın. Ya Başbakana ne demeli ayaklar baş olunca kıyamet koparmış. Gerçekten çok haklı Başbakan. Türkiye bugün bu süreci yaşamaktadır. Ayaklar baş olmuş ve kıyamette her fırsatta koparılmaktadır. Çünkü bu
kadro bu ülkeye yakışmamaktadır. DİSK’în öncülüğünde direngen bir tavır sergileyen sendikaları da kutlamak gerekmektedir. Başbakanı eleştiren yurttaşlar başlarına çuval geçirilerek gözaltına alınmaktadırlar. Bu nasıl bir anlayıştır,
4
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
SUNUŞ
burası demokrasi ile yönetilen bir ülke mi, yoksa polis devleti mi? İnsanlar; iktidar yandaşlarının yazmış olduğu gazete
haberlerine dayanarak saçma sapan gerekçeler ile gece 04:00’da gözaltına alınmaktadırlar. Neden 04:00’de yaparlar
bunu hiçbir mantıklı açıklaması olduğunu sanmıyorum. 80 yaş üzerindeki ülkenin en ünlü gazetecileri arasında yer
alan İlhan Selçuk’a bu davranışın hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Geçmiş olsun İlhan Selçuk, sana 12 Mart döneminde
işkence yapanlar tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar ama sen bu ülkenin en önemli yazarısın. Sana bu muameleyi
yapanlar da diğerleri gibi unutulacaklar. Ama senin yazıların(son yıllarda büyük çoğunluğuna katılmasam da) sonsuza
kadar yaşayacak. İyi ki varsın, iyi ki bu ülkenin muhalif yazarları var.
Tuzla tersanelerdeki iş cinayetleri devam etmektedir. 2000-2008 yılları arasında hayatını kaybedenlerin sayısı 60’a
dayanmıştır. Limter-İş Sendikası, meslek odaları ve akademisyenlerden oluşan Tuzla Tersanelerini İzleme ve İnceleme Komisyonu Aralık 2007’de çalışmalarını tamamlayarak raporunu açıklamıştır. Tuzla’daki iş cinayetlerini araştırmak
üzere kurulan Meclis araştırma komisyonu; ölümlere mazeret aramak yerine ölümlerin nedenlerini araştırıp, ölümlerin
önlenmesi için yapılacakları kamuoyuna açıklamalıdır. Ayrıca bu komisyonun kurulması için neden 8 yıl beklendiğinin
de kamuoyuna açıklanması gerekmektedir.
Bu dönemde mecliste kabul edilen bir yasa ile bine yakın alt kademe belediyesi kapatılıp, bir kısmı mevcut ilçe belediyelerine bağlanırken bir kısmı da yeni kurulan belediyelere bağlanmıştır. Bunun gerekçeleri kamuoyuna tam olarak
açıklanmamıştır. Acaba iktidar partisi bu operasyon ile kazanamadığı beldelerdeki belediyeleri kazanmak için mi bu
yola gitmiştir? Bu konunun ve gerekçelerinin de açıklanması gerekmektedir.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü TMMOB birimlerinin içinde bulunduğu panel, müzik dinletisi gibi etkinliklerle kutlandı. Ayrıca Kadıköy’de düzenlenen mitinge üyelerimiz katılmışlardır. Emekçi kadınlarımız, emekçi kadınlar gününüzü
tekrar kutlarım.
TMMOB olarak iş kazasında kaybettiğimiz Gülseren Yurttaş’ın davasının takipçisiyiz. 30 Nisan 2008 günü yapılan
duruşmaya TMMOB İstanbul Birimleri katıldılar. Delilerin toplanması için gelecek duruşma 11 Temmuz 2008 tarihine
ertelendi. Bu davayı, TMMOB izlenmeye devam edecektir.
Geçtiğimiz günlerde gelen bir haber Yayın Kurulumuzu yasa boğdu. İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Ölçü
Yayın Kurulu Üyesi Hüseyin Duran arkadaşımızı kaybettik. Acımız sonsuzdur. Çalışkan bir arkadaşımızı kaybettik. Yayın Kurulumuz eksikliğini her zaman hissedecektir. Onun boşluğunu kapatmak çok zor olacaktır. TMMOB üyelerinin,
ailesinin ve hepimizin başı sağ olsun. Anısı her zaman rehberimiz olacaktır. Işık içinde yat Hüseyin Duran bayrağını
her zaman taşıyacağız.
2009 yılının Mart ayında Türkiye 5. Alternatif Dünya Su Forumu’na ev sahipliği yapacak. 5. Dünya Su Forumu
İstanbul’da dünya su politikalarını tartışmak üzere toplanacaktır. Enerji, inşaat ve su başta olmak üzere pek çok şirketin içerisinde yer aldığı forumunun esas gündemi, Türkiye’deki su kaynaklarının, baraj vb. yatırımların özelleştirme ve
piyasaya açılması olacaktır. Uluslar arası olarak yapılacak olan forumda; ülkemizde ve dünya da suyun yaşam hakkı
olduğunu ve satılamayacağını haykıran örgütler de biraraya gelecektir. Paneller, atölye çalışmaları, basın açıklamaları
ve kitlesel eylemlerle gerçekleştirilecek olan forumunun 3. hazırlık toplantısı yapılmıştır.
Gelecek iki sayımızın konularını sanayileşme ve su olarak belirledik bu konularda çalışması bulunan üyelerimizin
yazılarıyla bize katkıda bulunmalarını bekliyoruz.
Gelecek sayımızda buluşmak dileğiyle,
Münür Aydın
Yayın Editörü
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
5
İKK’DAN
PANEL
“ÇALIŞMA YAŞAMINDA KADIN MÜHENDİSLER,
MİMARLAR VE ŞEHİR PLANCILARI-2”
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Kadın
Komisyonu’nun yaptığı “Çalışma Yaşamında Kadın Mühendisler, Mimarlar ve Şehir Plancıları - 2” Paneli 1 Mart
2008 günü Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Alaettin Anahtarcı Salonu’nda Yapıldı. “Simbat Müzik
Grubu”nun müzik dinletisiyle son bulan panel Gülseren
Yurttaş Anısına Hazırlanan Sunum’la başladı. Oturum
Başkanlığını Yüksek Mimar Aynur Savaş’ın yaptığı panelde Endüstri Mühendisi Beyhan Tayat, “Cinsiyet Ayrımcılığı”; Dev. Sağlık İş Genel Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu, “SGGSS Yasasından Kadınların Etkilenimi”; İTÜ
İşletme Fakültesi’nden Doç. Dr. Kadriye Bakırcı, “İşçi
Sağlığı ve İş Güvenliği Uygulamalarına Genel Bakış”
konularında yaptıkları sunumlardan sonra konu ile ilgili
forum gerçekleştirildi.
6
Etkinlik, forumun ardından müzik dinletisi eşliğinde kokteyl ile sonlandı. Geçen yıl yapılan aynı kapsamdaki
etkiliğe ait bant çözümlerini içeren kitapçığın dağıtımı
yapıldı. Ayrıca Gülseren Yurttaş anısına İşçi Sağlığı ve
İş Güvenliği dosya konusu ile çıkan ÖLÇÜ dergisinin de
dağıtımı yapıldı. Etkinlik genel olarak işçi sağlığı ve iş
güvenliği konusunda ve ayrıca işyerindeki duygusal şiddet konusunda yapılması gerekenler ile ilgili sorular merkezinde yoğunlaştı.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
İKK’DAN
SAVAŞA VE İŞGALE KARŞI
15 MART’TA KADIKÖY’DEYDİK.
ABD’nin Irak’ı işgalinin 5’inci yılı dolayısıyla nedeniyle
gerçekleştirilecek miting öncesi 27 Şubat 2008 Çarşamba günü İstanbul Tabip Odası’nda basın açıklaması
yapıldı. Basın açıklaması metni İstanbul Meslek Odaları
Koordinasyon Kurulu Sekreteri Kazım Mermer tarafından okundu. Metin, 15 Mart 2008 günü Kadıköy’de yapılan mitinge çağrı ve Irak’ta yaşanan insanlık dışı işgalin
son bulması için mücadele çağrısını içermektedir.
Felluce katliamı yaşandı. ABD Irak’ı 5 yılda çok büyük
bir hapishaneye çevirdi. Sadece Irak değil, son 5 yılda
Afganistan, Filistin, Lübnan da işgal edildi, her biri ABD
ve İsrail uçakları tarafından defalarca bombalandı.
Ama petrol tekellerinin, silah şirketlerinin sözcüsü Bush
ve ekibine bu kadar kan dökmek de yetmedi, yetmiyor
ABD şimdi İran’ı hedef gösteriyor! Halkın muhalefeti ve
1 Mart 2003’de zirveye çıkan savaş karşıtı tepki sonu-
İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu’nun örgütlediği mitingde, binlerce insan pankartlarla, sloganlarla barış talebini
dile getirdi. Ankara’dan ve diğer illerden de katılımın olduğu
mitingde, örgütler adına ortak açıklama TMMOB Yönetim
Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı tarafından yapıldı.
İMOK adına Kazım Mermer tarafından yapılan basın
açıklamasını yayınlıyoruz.
Ortadoğu’da halklar arasında kardeşliği zedeleyen savaş ve işgal, kadınları, çocukları, yaşlıları ve gençleri
öldürüyor, acıları, yoksulluğu ve hastalıkları çoğaltıyor.
Petrol şirketlerinin, silah şirketlerinin kasalarını dolduran
savaş ve işgal, insanlık tarihine kara sayfalar eklemeye
devam ediyor. Çünkü savaş varsa özgürlük ve demokrasi yoktur. Savaş kültürün, tarihin ölümüdür.
ABD Irak’ı 5 yıldır öldürüyor. Emperyalistlerin Irak işgali
5 yıldır sürüyor. İşgal Irak’ta 5 yılda 1 milyondan fazla
insan kaybına yol açtı. Ülke yağmalandı, Irak petrollerine
ABD ve İngiliz petrol şirketleri el koydu. Irak’ta 5 yıldır
süren işgalde yüz binlerce çocuk öldürüldü.
Irak’a atılan binlerce tonluk bombaları üreten şirketler
daha da zengin oldu. Irak’ta 5 yılda Ebu Garip işkencesi,
kadınlara saldırı ve tecavüz, sivillere yönelik saldırılar ve
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
7
İKK’DAN
cu işgale aktif destek vermeyi reddeden Türkiye’yi bu
saldırgan planın parçası yapma çabaları da sürüyor.
Hükümetimiz Ortadoğu’ya yönelik ABD operasyonunun
bir parçası olmayı kesinlikle reddetmeli, İncirlik Üssü’nün
bu amaçla kullanılmasına izin vermemelidir.
BİZ ARTIK YETER DİYORUZ!
Bu 5 yılda sadece ABD işgali ve onun yıkıcı sonuçlarına tanık olmadık. İşgale karşı direniş de devam ediyor. Tüm dünyada savaş karşıtları 5 yıldır mücadele ediyor. Türkiye’de 5
yıldır savaşa ve işgale karşı kampanyalar yapılıyor.
Her yıl ABD’nin Irak’a saldırısı, başta ABD ve İngiltere olmak üzere küresel bir eylemle dünyanın birçok ülkesinde
ve yüzlerce kentinde protesto ediliyor.
Küresel eylem gününde “SAVAŞA ve İŞGALE HAYIR”
DEMEK İÇİN, Tüm savaş ve işgal karşıtlarını 15 Mart
Cumartesi Saat: 11.00’de Tepe Natulius önünde toplanıp, Saat: 13.00te KADIKÖY İSKELE MEYDANINDA
BULUŞMAYA çağırıyoruz.
Herkesi ABD’nin 5 yıllık zulmüne karşı ses çıkartmaya,
savaşın ve şiddetin bölgeye yayılması politikalarına karşı
çıkmaya çağırıyoruz.
Yurttaşlarımızı ÜLKEDE, BÖLGEDE, DÜNYADA BARIŞ
talebini yükseltmeye, savaş politikalarına karşı kendi hükümetimizi ve kamuoyunu uyarmaya, sesimizi dünyanın barış
ve adalet yanlılarının sesiyle birleştirmeye çağırıyoruz.
Irak’ta işgale son!
İran Irak olmasın!
Kazım MERMER
İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu
Genel Sekreteri
İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası
İstanbul Tabip Odası
İstanbul Diş Hekimleri Odası
İstanbul Veteriner Hekimler Odası
İstanbul Eczacı Odası
İstanbul Barosu
8
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
İKK’DAN
İŞ CİNAYETİNDE KAYBETTİĞİMİZ
GÜLSEREN YURTTAŞ’IN DAVASININ
TAKİPÇİSİYİZ.
8 Şubat 2008 günü Sultanahmet Adliyesi önünde
Gülseren’in ailesi, arkadaşları ve Birimlerimizden temsilcilerimizin katılımıyla bir aradaydık. 27 Eylül 2007 tarihinde Melen projesi kapsamında, İSKİ’den Kutay İnşaata
havale edilen ve taşeron firma Detek Deniz Teknolojileri
Ltd Şirketi’nin Salacak-Sarayburnu isale hattı Sarayburnu şantiyesinde, iş “kazası” sonucu hayatını kaybeden
meslektaşımız Gülseren Yurttaş için açılan kamu davasının ilk duruşması 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yapıldı. Mahkemede Makina Mühendisleri Odası İstanbul
Şubesi Avukatı Nermin Kaplan, Mimarlar Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi Avukatı Can Atalay, Harita ve Kadast-
ro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Avukatları Mahir
Ay, Selva Özkarakoç bulundular. Mahkemenin ardından
yapılan basın açıklamasında TMMOB İstanbul İKK Sekreteri Tores Dinçöz, Gülseren’in davasının ısrarlı takipçisi olacağımızı ve 30 Nisan 2008 günü yapılacak ikinci
duruşmada da bir arada olunacağını ifade etti. 30 Nisan
2008 günü yapılan ikinci duruşmada ise Kutay İnşaat,
Deteks Ltd’nin sorumluları, vinç operatörü ve diğer sorumlu hakim karşısındaydı. Duruşma sonunda delillerin
değerlendirilmesi amacıyla gelecek mahkeme tarihi 11
Temmuz 2008 olarak belirlendi. 11 Temmuz 2008 günü
saat 08.30’da Sultanahmet Adliyesi’nde olacağız.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
9
İKK’DAN
İŞLER TAŞERONLARA,
SORUMLULUKLAR BAŞKALARINA
DEVREDİLEMEZ.
18 Mart günü Gaziosmanpaşa’da doğalgaz borusunun
delinmesi konusunda yaşanan patlama ile ilgili olarak 20
Mart 2008 Perşembe günü Makina Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi Toplantı Salonu’nda basın açıklaması
yapıldı.
Basın açıklamasına; Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul
Şubesi Başkanı Erhan Karaçay, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden Tekin Akçapınar,
Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubesi’nden Hatice İncekara, Kimya Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden
Erkan Aslan, Metalurji Mühendisleri Odası İstanbul
Şubesi’nden Çetin Durukanoğlu, Makina Mühendisleri
Odası İstanbul Şubesi’nden Dinçer Mete, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden Pınar Hocaoğulları
katıldı. Basın açıklamasını TMMOB İstanbul İKK adına
Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi YK Başkanı
İlter Çelik okudu. Basın açıklamasını yayınlıyoruz.
Kazada ölen çocuğumuzun yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar dileriz.
Yapılan incelemeden anlaşıldığına göre kazı çalışmasının başlangıcında önce iş makinası tarafından yeraltı
elektrik hattı kopartılmıştır.
Çalışmanın bu aşamada durdurulması gerekirken, çalışmaya devam edilmiş ve 1 metre aşağıdaki doğal gaz
boru hattına kadar ulaşılmıştır.
Gerekli izinler alınmadığı için İGDAŞ temsilcisi bulunmadan devam eden kazı çalışması, ehliyetsiz operatörün
boruyu delmesi ve yarım dakika sonrasında da patlama
ve yangın ile sonuçlanmıştır.
İş makinası sürücüsünün operatör belgesi olmadığı belirlenmiş ve kazı çalışması için alınması gereken yasal izinin
olmadığı ise İGDAŞ’ın açıklamalarıyla ortaya çıkmıştır.
Değerli Basın Mensupları,
Değerli Basın Mensupları,
18 Mart 2008 Salı günü Gaziosmanpaşa Barboros Hayrettin Paşa Mh. 1110/2 Sk. No:28 Huzur Apt. dışkapı girişinde, İSKİ adına kazı çalışması yapan taşeron Atilla
İnşaat firmasının işe uygun olmayan, ehliyetsiz personelinin kullandığı iş makinası tarafından doğalgaz borusunun delinmesi suretiyle bir faciaya daha, bir iş cinayetine
daha neden olunmuş, 1 çocuğun ölümüne 11 kişinin yaralanmasına, büyük boyutta maddi hasara yol açılmıştır.
10
Kentimizde her türlü kazı çalışması yapılması için Büyükşehir Belediyesine bağlı ALT YAPI KOORDİNASYON
MERKEZİ’nden ruhsat alınması yasal zorunluluktur.
Bu merkeze gelen kazı talepleri ilgili tüm kurum temsilcileri tarafından incelenir, gerekli uyarılar kazıyı yapacak
kuruluşa yazılı olarak bildirilir.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
İKK’DAN
Kazı günü ve saati tespit edilerek, riskli konularla ilgili
(bu olayda İGDAŞ) kurum temsilcilerinin kazı yerinde hazır bulunması sağlanır.
Bu prosedürün işletilmesi ve denetlenmesinden İstanbul
Büyükşehir Belediyesi yetkili ve sorumludur.
Bu olayda anlaşıldığı kadarı ile kazıyı yaptıran İstanbul
Su ve Kanalizasyon İşletmeleri - İSKİ, taşeron firmasına
gerekli izin ve ruhsatları aldırmadığı için olaydan birinci
derecede sorumludur.
İşi yapan taşeron firma ise izinsiz kazıya başlamasının
yanı sıra, kazı esnasında gerekli iş güvenliği tedbirlerini
almamıştır.
Ülkemizde her yıl iş kazalarında 3000 kişi ölmektedir. İş
kazalarında kaybolan iş günü sayısı 1.5 milyonu bulmaktadır. İş kazalarındaki bu rakamlarla dünyada dördüncü
ülkeyiz.
Bu kazalara yol açan zihniyeti incelediğimizde karşımıza tek bir gerçek çıkmaktadır. Daha fazla kar elde etme
hırsı.
Taşeronlaştırma sistemi insan hayatını geri plana atmakta, kar elde etmeyi öne çıkarmaktadır.
Bu olayda ruhsat almak için, İş güvenliği tedbirleri almak için ve iş makinası ehliyeti almak için harcanması
gereken en fazla 300 YTL için bir çocuk ölmüş, 11 kişi
yaralanmıştır.
Kazı alanının şeritlerle kapatılması sağlanmamıştır.
Kazı çalışmasını seyretmeye çalışan vatandaşların yeterli uzaklıkta tutulması sağlanmamıştır.
Çalışma anında iş makinasının kendisinin bile sokaktan
geçen herhangi bir insana zarar vermesi mümkündür.
Açılmakta olan çukura birisinin düşmesi mümkündür.
Doğabilecek ani patlama ve yangınlardan çevrede dolaşanların etkilenmesi mümkündür.
Tüm bu risklere karşı alınması çok basit bir tedbir olan
kazı çevresinin şeritle veya herhangi bir engelle kapatılması bu olayda sağlanmamıştır.
Yine taşeron firma iş makinasında ehliyetsiz bir personel
çalıştırmıştır. Karayolları trafik kanunu gereği bu tip bir
kazı makinasında G SINIFI EHLİYETLİ bir operatörün
çalışması zorunludur.
Geçtiğimiz bir yılda İSKİ’nin taşeronlarının yol açtığı
ölümlü iş kazaları şunlardır:
•
Şubat 2007 de Tavukçu deresinde taşeron firmanın
yol açtığı kazada bir kişi öldü.
•
Eylül 2007’de Büyükçekmecede taşeron firmanın
yol açtığı kazada 3 kişi atıksu kolektörü içinde öldü
•
Ekim 2007’de Melen projesinde çalışan Meslektaşımız Gülseren Yurttaş 5 tonluk vincin altında kalarak
öldü.
•
2007’de Sarıyer’de hafriyat kamyonu 1 kişinin ölümüne yol açtı.
•
Ocak 2008’de Bağcılar’da taşeron firmada çalışan
işçi toprak kayması sonucu öldü.
Bu kar hırsı sürdüğü sürece ülkemizde iş kazalarının
önüne geçilmesi mümkün görünmemektedir.
Bu ehliyetlerde çalışılan makinanın cinsi de ayrıca yazılı
olarak belirtilir. Hiçbir personel eğitimini almadığı ehliyet
sahibi olmadığı iş makinasında çalıştırılamaz.
Özellikle denetleme ve cezalandırma yetki ve sorumluluğu olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi görevini yerine
getirmemektedir.
Bu olayda Büyükşehir Belediyesine bağlı bir kamu kurumu olarak İSKİ, izinsiz ruhsatsız kazı çalışması yaptırdığı, iş güvenliği tedbirlerini aldırmadan işe başlattığı ve
ehliyetsiz, eğitimsiz bir personel ile iş makinası çalıştırılmasına göz yumduğu için taşeron firma ile birlikte birinci
derecede sorumludur.
Taşeronlaştırma ülkemizde meta ve hizmet üretiminde
kamu ve özel sektörde istisna olmaktan çıkarak hakim
olmaktadır.
Özellikle kamu sektöründe işçi alımları azaltılarak, işin
kurum tarafından yapılması yerine kamu kaynaklarının
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
11
İKK’DAN
özel çıkarlara peşkeş çekilmesi için taşeron firma aracılığı ile yaptırılması birçok kurumda görülmektedir.
Kâr hırsı, ucuz, vasıfsız emek ve ucuz, kalitesiz malzeme kullanmaya neden olmakta, dolayısı ile kârı artırmaya çalışırken kamu güvenliğini ve insan sağlığını tehdit
eden bir üretim anlayışı hakim olmaktadır.
Davutpaşa’da yaşanan patlamada, Tuzla’da yaşanan
“iş cinayetlerinde”, Melen Suyu Projesinde Şantiye içinde gerekli iş güvenliği önlemlerinin alınmaması sonucu
yaşanan “iş cinayetiyle” kaybettiğimiz Harita Mühendisi
Gülseren Yurttaş arkadaşımızın ölümünde olduğu gibi
taşeronlaştırma ve denetimsizlik bu olayda da karşımıza
çıkmıştır.
Bu tür iş kazalarının tekrar yaşanmaması için;
1. Özellikle kamu sektöründe işin kurum tarafından yapılması yerine taşeron firma aracılığı ile iş yaptırılması
yöntemi terk edilmelidir.
2. Yapılacak olan tüm alt yapı çalışmalarında ALT
YAPI KOORDİNASYON MERKEZİ’nden ruhsat alınması
gerekir.
Ülkemizde her yıl
iş kazalarında 3000
kişi ölmektedir. İş
kazalarında kaybolan
iş günü sayısı
1.5 milyonu bulmaktadır.
İş kazalarındaki bu
rakamlarla dünyada
dördüncü ülkeyiz.
3. İş makinalarını kullanacak olan personelin iş makinası operatör eğitimi almış olması sağlanmalıdır.
4. Altyapı çalışmalarına başlamadan önce kazı sahasında iş güvenliği ile ilgili gerekli tüm önlemlerin alınması
ve iş güvenliği yetkilisinin onayından sonra çalışmalara
başlanması sağlanmalıdır.
5. Altyapı çalışmasında görev alacak olan tüm personelin iş güvenliği konusunda eğitim almış olması gerekir.
6. Yapılacak olan kazı çalışmalarının iş talimatlarının
hazırlanması ve uygulanması gerekir.
7. Altyapı çalışmasını organize eden, denetleme ve
cezalandırma yetki ve sorumluluğu olan başta İstanbul
Büyükşehir Belediyesi olmak üzere İSKİ, İGDAŞ, İETT
vb. kurumlar sorumluluklarını başka kurumlara atmak
yerine görevlerini yerine getirmeli, sorumluluklarını üstlenmelidir.
TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ
İSTANBUL İL KOORDİNASYON KURULU
12
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
İKK’DAN
AKP VE MHP’NİN ANTİ-LAİK, GERİCİ
GİRİŞİMİNE KARŞI HEP BİRLİKTE
MÜCADELE EDECEĞİZ.
1 Şubat 2008 günü Cuma günü Makina Mühendisleri
Odası İstanbul Şubesi’nde İstanbul Meslek Odaları
Koordinasyonu bileşenleri AKP ve MHP’nin anti laik ve
gerici girişimlerine karşı ortak basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında bilgilendirmeyi TMMOB
İstanbul İKK Sekreteri Tores Dinçöz, İstanbul Eczacı
Odası, İstanbul Diş Hekimleri Odası ve İstanbul Tabip
Odası Temsilcileri gerçekleştirdi. Basın açıklamasını
İstanbul Tabip Odası Başkanı Özdemir Aktan okudu.
Basın açıklaması metnini yayınlıyoruz.
İktidar partisi AKP ve bütün kritik AŞAMALARDAKİ dayanağı MHP’nin üniversitelerde türban serbestisi adı
altında Anayasa’da yapmaya çalıştıkları değişikliği kaygıyla izliyoruz.
Öncelikle belirtmek isteriz ki bugünkü tartışma, topluma
yansıtılmaya çalışıldığı gibi, üniversitelerdeki türban yasağının akademik özgürlükler çerçevesinde kaldırılması değildir. AKP ve MHP gibi özgürlük, insan hakları ve
demokrasi taleplerine karşı en duyarsız iki siyasi akımın
özgürlükler alanını genişletmek gibi bir hedefleri olmadığı açıktır. Bütün politik tarihleri boyunca düşünce, ifade,
örgütlenme ve hak arama yasaklarının savunuculuğunu
ve uygulayıcılığını yapanların türbanla ilgili düzenlemeyi
özgürlükçü bir girişim olarak kabul ettirmeye çalışması
inandırıcılıktan uzaktır.
Öngörülen düzenlemede hizmet alan-hizmet veren ayrımının yapılacağı ve uygulamanın üniversitelerle sınırlı
kalacağı iddiasının da sadece mevcut tepkileri azaltma-
ya yönelik taktik bir savunma olduğu açıktır. Türbanla
ilgili yıllardır yürütülen tartışmalar bir yana, AKP üyesi
politikacıların son günlerde yaptıkları açıklamalar uygulamanın diğer öğretim kurumlarına ve tüm devlet dairelerine yaygınlaşacağını ve giderek başı açık kadınlar için
bir tehdide dönüşeceğini göstermektedir.
Nitekim, böyle bir düzenleme yapılmadan önce bile,
AKP’nin beş yıllık iktidar döneminde yaşananlar ortadadır. Mevcut mevzuata göre yasak olmasına rağmen
başta devlet hastaneleri olmak üzere kamu kurumlarında türban takılması hızla yaygınlaşmıştır ve yasaları
uygulamakla görevli olan AKP bürokratları tarafından
önlenmek bir yana görmezden gelinmekte; hatta teşvik
edilmektedir. Bu durum önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeleri gözler önüne sermektedir.
Türkiye’nin iki yüz yıllık modernleşme surecinde laiklik/
sekülerleşme sorunu tam anlamıyla çözülememiştir ve
bugünkü uygulamalar da bir dizi problemi taşımaktadır.
Bunların başında İslamiyetin belirli bir mezhebinin yorumlarını esas alan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devletin
örgütlenmesi içinde yer alması; başta Alevilik olmak üzere diğer bütün mezhep ve dinlerin devlet tarafından resmi olarak tanınmaması; sadece Sünni İslam’ın öğretildiği
din derslerinin okullarda zorunlu olması gibi uygulamalar
gelmektedir. Modernleşme sürecindeki bütün ilerlemelere rağmen dinin toplumsal yaşamdaki ağırlığının yaygın
olarak sürdürülmesi de laikliğin önünde önemli bir engel
olarak durmaktadır.
Ancak bütün bu sıkıntılar ülkemizin Osmanlı İmpara-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
13
İKK’DAN
torluğu döneminde başlayan ve Cumhuriyet döneminde
ilerleyen laik birikiminin önemini ortadan kaldırmamakta;
tersine daha da önemli kılmaktadır. Bugün gerekli olan
laikliğin daha da derinleştirilmesi, yaygınlaştırılması ve
dinin toplumsal yaşamın dışında bireysel pratiklerle sınırlanmasıdır.
AKP ve MHP’nin oluşturduğu “Kutsal İttifak”ın yapmaya
çalıştığı ise tam tersidir. Ülkemizin laik birikimi sistemli
ve ısrarlı bir biçimde aşındırılıp, bütün toplumsal yaşam
dini kurallara göre düzenlenmeye çalışılmaktadır.
Diğer yandan; laikliğe yönelik bu son girişimin sahipleri olan AKP ve MHP’nin 12 Eylül askeri diktatörlüğünün
resmi ideolojisi olan Türk-İslam Sentezinin ikiz kardeşleri
olması siyasi tarihimiz açısından son derece ibret vericidir. Sadece bu olgu bile laikliğin savunulmasının askeri/
militer girişimlere bel bağlanarak mümkün olmadığını
göstermektedir.
Laiklik; demokrasinin, insan haklarının, düşünce, ifade ve bilimsel özgürlüğün olmazsa olmaz koşuludur.
Laikliğe en çok ihtiyaç duyanlar özgürlük, eşitlik, insanca
yaşanacak bir dünya talebiyle mücadele eden sivil yurttaşlardır ve laiklik ancak onların mücadelesiyle savunulup ilerletilebilir. Bu mücadele için gerekli tecrübe ve güç
bu topraklarda laiklik hedefiyle iki yüz yıldır yürütülen
mücadele birikimindedir.
Modernleşme
sürecindeki bütün
ilerlemelere rağmen
dinin toplumsal
yaşamdaki ağırlığının
yaygın olarak
sürdürülmesi de
laikliğin önünde
önemli bir engel olarak
durmaktadır.
Biliyor ve inanıyoruz ki; bu birikimin AKP ve MHP’nin
oluşturduğu “Kutsal İttifak” eliyle teslim alınması mümkün değildir.
İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu’nu oluşturan
bizler, bugün gündemde olan anti-laik, gerici girişime
karşı bütün üyelerimizle birlikte mücadele edeceğimizi
kamuoyuna saygılarımızla duyururuz.
İSTANBUL MESLEK ODALARI KOORDINASYONU
14
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
İKK’DAN
SU YAŞAMDIR,
YAŞAMLARIMIZ SATILIK DEĞİL!
15 Nisan 2008 günü Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde Alternatif Dünya Su Forumu Hazırlık toplantısı
için yapılan çağrı metnini yayınlıyoruz.
2009 yılının Mart ayında Türkiye önemli bir toplantıya ev
sahipliği yapıyor. 4. Dünya Su Forumu İstanbul’da dünya su politikalarını tartışmak üzere biraraya gelecek.
Devlet yönetimlerinin ve özel şirketlerin domine ettiği
forumda bugüne kadar ‘su’ sorununu yaratanlar konunun ‘çözümlerini’ arayacak. Sosyal hareketlerin de
dışlandığı bu kapalı ‘forum’un esas gündemi, Türkiye’deki su kaynaklarının, baraj vb. yatırımların özelleştirilme
sürecine açılması olacak.
Bizler inanıyoruz ki, su dünyadaki bütün insanların ortak
kamusal mülkiyetidir. Kim olursa olsun suyu özel mülkiyet olarak görüp kullanamaz. Su tüm ekosistemlerin
vazgeçilmez kaynağı ve temel ihtiyacıdır.
Suyun vazgeçilmez özelliğinden dolayı tüm insan
topluluklarının ve her insanın suya – özelde içme suyuna
– yeterli nitelik ve nicelikte erişim hakkına sahip olmalıdır.
Toplumun refahı su olmadan çoğalamaz, su başka bir
kaynakla ölçülemez, kar amacıyla değişilemezdir.
Su kaynakların yönetimi ve kullanımı en az ekonomik
ihtiyaçlar kadar toplumsal eşitlik ile ekolojik/çevresel
ihiyaçları gözeterek uzun vadeli (sürdürebilir) şekilde
planlanıp uygulanmalı.
Su kaynakları ile alınacak kararlar toplumun en geniş
kesimi tarafından demokratik yönteme dayanarak
alınmalı, yerel ve bölgesel düzeydeki topluluklar ve
insanlar özellikle bu sürece aktif şekilde dahil edilmelidir. Suyun yönetimiyle ilgili kararlar sosyo-ekonomik
çoğunluluklara ve kültürel farklılıklara saygı temelinde
alınmalıdır.
Bu düşüncelerle hareket eden bizler, Dünya’daki çok
sayıda sosyal hareketle birlikte 2009 Mart’ında İstanbul’da
Alternatif Su Forumu’nu düzenleyeceğiz. Su ile ilgili birçok başlığı tartışacağımız bu forumun detaylarını ele
alacağımız 21 Nisan 2008 tarihindeki toplantıya sizlerin
de katılımını bekliyoruz.
Çağrıyı yapan örgütler :
Suyun toplumlar, insanlar, cinsiyetler ve ülkeler arası
dayanışmanın gelişmesine katkıda bulunması gerekir.
Su kaynakları dünya ve bölgeler düzeyinde, insanların
gelirleri ile eşitsiz şekilde dağılmıştır. Ancak suya
erişiminin insanlar, topluluklar ve bölgeler arası böyle
olması/kalması gerektiği anlamına gelmez.
Çoğu hükümet su kaynaklarını ekonomik gelir olanağı
olarak yoğun bir şekilde kullanıyor. Bunu yaparken genelde ekonomik karı temel alarak yapıyor, bu da çok
sayıda olumsuzluğa neden oluyor.
DİSK, KESK, TMMOB adına İstanbul İl Koordinasyon
Kurulu, TTB
21 Nisan 2008 Pazartesi günü Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde; 2009 yılının Mart ayında
İstanbul’da gerçekleştirilecek 5. Dünya Su Forumu’na
alternatif bir forum düzenleme çağrısı yapan, TMMOB,
KESK, DİSK ve TTB hazırlıklara başladı. Bu çerçevede,
ilk hazırlık toplantısı yapıldı.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
15
İKK’DAN
Dünya’da su sorununu yaratan devlet yönetimlerinin ve
özel şirketlerin organize ettiği 5. Dünya Su Forumu’na
alternatif olarak düzenlenmesi planlanan “Alternatif
Forum”un ilk hazırlık toplantısında eylem ve etkinliklerin
genel çerçevesi çizildi.
Sosyal hareketlerin dışlandığı 5. Dünya Su Forumu’nun
esas gündeminin, “Türkiye’deki su kaynaklarının, baraj
vb. yatırımların özelleştirilme sürecine açılması olduğu”
ifade edilen hazırlık toplantısında, 2007 yılında Kenya,
Meksika ve Bolivya’da yapılan paneller, sempozyumlar,
açık oturumlar hatırlatılarak, tüm dünyada suyun özelleştirilmesine karşı verilen mücadelelerin önemine değinildi ve bu mücadelenin genişletilmesini sağlayacak olması açısından İstanbul’da yapılacak olan Alternatif Su
Forumu’nun anlamına dikkat çekildi.
Toplantıda, Alternatif Su Forumu sürecinin etkin örgütlenmesi, farklı başlıklarda atölye çalışmalarının belirlenmesi, ülke çapında bu konuda etkin olarak faaliyet
yürüten yapılara ulaşılması ve İstanbul merkezli bir muhalefetin örülmeye çalışılması kararlaştırıldı. Forumun
örgütlenmesi aşamasında ulusal ve uluslarası tüm yapılarla bağlantıya geçilmesinin önemine de vurgu yapıldı. Toplantıda; konu ile ilgili olarak örgütlenme sürecinin
sendikalar, meslek odaları, siyasi yapılar, dernekler ve
bu konuya duyarlı olan tüm bireylere açık olarak gerçekleştirilmesinin gerekliliği ifade edildi. Toplantıya katılımının arttırılması amacıyla tüm bileşenlerin etkin duyuru
yapmasına ve geniş katılımlı ikinci toplantının 12 Mayıs
2008 Pazartesi günü yapılmasına karar verildi.
Toplantıya, TMMOB Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil, TMMOB İstanbul İKK Sekreteri Tores Dinçöz,
TMMOB İstanbul Birimlerinden Yönetim Kurulu Üyeleri
ile meslek örgütü, sendika ve demokratik kitle örgütlerinden temsilciler katıldı.
16
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
İKK’DAN
HERKESE SAĞLIK GÜVENLİ GELECEK
İÇİN BİRLEŞİK MÜCADELEYE…
6 Mart 2008 günü Taksim Tramvay durağında SSGSS Yasa
Tasarısına karşı oluşturulan Herkese Sağlık Güvenli Gelecek
Platformu basın açıklaması gerçekleştirdi. Herkese Sağlık
Güvenli Gelecek talepli imza kampanyası 6 Mart Perşembe
günü saat 12.30’da Taksim Tramvay Durağı’nda gerçekleştirilen basın açıklamasıyla başlatıldı. “Kendimiz için, çocuklarımız için, kardeşlerimiz için sağlık ve sosyal güvenlik hakkımıza sahip çıkmak için; işçisi, kamu çalışanı, esnafı, çiftçisi,
emeklisi, yaşlısı, genci, hep birlikte bu gayri vicdani, gayri ahlaki, gayri insani saldırıyı durdurmak için” İstanbul’un 12 ayrı
merkezinde imza standları açıldığı belirtildi.
5 Mart - 24 Mart 2008 tarihleri ve saat 10.00-17.00
arasında stand açılan yerlerin listesi aşağıdadır:
*Ümraniye İlçesi İnkılap Mah. Alemdağ Caddesi Eski
Kaymakamlık Önü, Esenşehir Mah. A ve İmes E kapısı
önünde,
* Pendik İlçesi Batı Mah. Ankara Caddesi üzerinde bulunan
Denizbank ile Eski Balıkçılar Çarşısının bulunduğu alanda,
* Üsküdar İlçesi Mihrimah Sultan Tıp Merkezi önünde,
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
17
İKK’DAN
* Maltepe İlçesi Atatürk Cad. Hayal Çay Bahçesi önünde,
* Kadıköy İlçesi Haydarpaşa İskelesi önünde,
* Kartal İlçesi Kartal Meydan Atatürk Büstü yanında,
Odası II. Başkanı Dinçer Mete ve diğer bileşenleri temsilci tarafından gerçekleştirildi. Basın açıklamasını yayınlıyoruz:
EMEK ÖRGÜTLERİ HALKIN TALEPLERİNİ ESAS ALMALI, YANLIŞA ORTAK OLMAMALIDIR!
* Tuzla İlçesi Tuzla İçmeler Tren İstasyonu önünde,
* Bahçelievler İlçesi Haznedar Meydanı‘nda,
* Avcılar İlçesi Hacı Ahmet Tükenmez Camii ile Endüstri
Meslek Lisesi arasındaki yaya yolunda,
* Beşiktaş İlçesi Atatürk Cumhuriyet ve Demokrasi Anıtı
Meydanında,
“TADİLÂT” HİÇBİR SORUNU ÇÖZMEZ;
SOSYAL GÜVEN(SİZ)LİK VE GENEL SAĞLIK(SIZLIK)
SİGORTASI GİRİŞİMİNİN TEMEL PARAMETRELERİ
DEĞİŞTİRİLMELİDİR!
AKP Hükümeti’nin Sosyal Güvenlik “Reformu” adı altında hayata geçirmeye çalıştığı düzenlemelerin toplumun
emeğiyle geçinen bütün kesimlerinin sağlık ve sosyal güvenlik haklarına bir saldırı olduğunu defalarca ifade ettik.
* Gaziosmanpaşa İlçesi Belediye Meydanında,
* Beyoğlu İlçesi TÜYAP Parkı‘nda standlar açıldı.
EMEK PLATFORMU’NUN ÇAĞRISIYLA SSGSS YASA
TASARISINA KARŞI TÜNEL’DEN TAKSİM’E 5000 KİŞİ
YÜRÜDÜ.
13 Mart 2008 Perşembe günü Emek Platformu’nun
çağrısıyla SSGSS Yasa Tasarısına karşı; geleceğimize ve haklarımıza sahip çıkmak için, duymayan kulaklara haklı sesimizi duyurmak için, bebeklerin sütüne,
emeklinin aylığına göz dikenlere dur demek için 5000 kişi
yürüdü. TMMOB Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, KESK Genel
Başkanı İsmail Hakkı Tombul, Türk Tabipleri Birliği Genel
Sekreteri Ali Çerkezoğlu ve diğer konfederasyonlardan
yöneticilerin de katıldığı eylem, Beyoğlu’nda Tünel’den
başlayan yürüyüşün sonunda Taksim Meydan’da yapılan
basın açıklaması ile sonlandı.
Basın açıklamasında ve yürüyüşte, SSGSS Yasa Tasarısı ile gelen olumsuz değişikliklerin varlığını kabul etmeyen AKP Hükümetine eleştiriler sloganlarla ifade edildi.
Eylemlerin süreceğini ve Emek Platformu’nun çağrısıyla
14 Mart Cuma günü yarım günlük iş bırakma eylemi ve
11:30’da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi önünde
toplanılarak, Saraçhane’ye yürüyüş gerçekleştirileceğini
bilgisi verildi.
İfade etmekle yetinmedik; aylardır toplantılarla, panellerle, basın açıklamalarıyla, yürüyüşlerle, bildirilerimizle,
pankartlarımızla, dövizlerimizle, sloganlarımızla milyonlarca vatandaşımıza anlattık.
Nitekim Emek Platformu’nun çağrısıyla 13–14 Mart 2008
günlerinde ülkemizin dört bir yanında Türkiye emek hareketinin uzun yıllardan sonraki en kitlesel eylemleri hayata
geçirildi.
Mahallelerde, fabrikalarda, hastanelerde, meydanlarda,
sokaklarda, otobanlarda gerçekleştirilen protestolara
toplumsal katılım ve destek muazzam oldu. Bu muazzam
tepki Sosyal Güven(siz)lik ve Genel Sağlık(sızlık) Sigortası girişiminin toplumumuzun vicdanında müebbeten
mahkûm olduğunu herkese gösterdi. Bu ülkenin yalnızca
örgütlü çalışanları değil, emeklileri, gençleri ve kadınları
talepleri için ortaya çıktı, mahallelerde esnaf tepkileri kepenk kapatmaya kadar vardı.
AKP Hükümeti; milyonlarca emekçinin gösterdiği tepki
karşısında Sosyal Güven(siz)lik ve Genel Sağlık(sızlık)
Sigortası girişimini emek örgütleriyle birlikte tekrar gözden geçirme kararı aldı. Ancak bu gözden geçirmenin
çerçevesinin sadece küçük düzeltmelerle sınırlı kalacağını, temel parametrelerde ise hiçbir değişikliğe gitmeyeceğini açıkladı.
Bu temel parametreler ki;
20 Mart 2008 günü Makina Mühendisleri Odası İstanbul
Şubesi’nde Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu
bileşenleri ortak basın açıklaması yaptı. Basın açıklanması TMMOB İstanbul İKK adına Makina Mühendisleri
18
* Emeklilik yaşını ve prim gün sayısını emekliliği imkânsız
hale getirecek ölçüde yükseltecek,
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
İKK’DAN
* Emekli maaşlarını %23 ile % 33’e varan oranlarda düşürecek,
* Gazeteciler, posta dağıtıcıları, zabıtalar, havayolları çalışanları gibi bir dizi meslekte yıpranma payını ortadan
kaldıracak kadar gayri insani;
* Malullük ve ölüm aylığını hak etmek için gerekli hizmet
süresini 10 yıla, prim gün sayısını 1.800’e çıkaracak,
* Sigortalıların çocuklarına verilecek emzirme ödeneğini
altı aydan bir aya indirecek,
* Sigortalıların dul eşlerinin maaşlarını %75’ten %50’ye
düşürecek kadar gayri vicdani;
* Aylık geliri asgari ücretin üçte birinden fazla olan bütün
vatandaşların Genel $ağlık $igortası primi ödemesini zorunlu kılacak,
* Özel sağlık sigortası yaptıracak parası olmayan vatandaşlara ancak asgari/sınırlı sağlık sigortası hizmeti sunacak,
* Primlerini ya da kendisinden istenecek ilave ücretleri
ödeyemeyecek vatandaşları sağlık hizmetinden mahrum
bırakacak kadar gayri ahlâki hükümleri içermektedir.
Oysa temel sorun tam da bu temel parametrelerin değiştirilmesidir.
Türkiye’nin gerçek bir sağlık ve sosyal güvenlik reformuna ihtiyacı olduğu açıktır. Ancak bu reformun temel parametreleri;
* Çalışanların emeklilik hakkının genişletilmesi için mevcut emeklilik yaşının ve prim gün sayısının düşürülmesi,
* Emekli maaşlarının insanca yaşanabilecek düzeye çıkarılması,
* Nüfus cüzdanına sahip olan bütün vatandaşlara, prim
ödeme gücü olsun olmasın, eşit/ücretsiz/nitelikli sağlık
hizmeti sunulması,
İşçisi, kamu çalışanı, esnafı, çiftçisi, emeklisi, yaşlısı,
genci, ev kadını, öğrencisi ile bu ülkenin çalışan ve
üreten bütün insanları ve onların çocuklarının siyasi
iktidardan talebi bu doğrultuda yapılacak bir reform,
Emek Platformu’ndan beklentisi böyle bir reform için
mücadeledir.
Hâlbuki Sosyal Güven(siz)lik ve Genel Sağlık(sızlık) Sigortası girişiminin temel parametrelerini değiştirmeden
yapılacak bir tâdilatın bu talepleri karşılaması mümkün
değildir. Bu nedenle öncelikle mevcut SSGSS Kanun
Tasarısı’nda tadilât yapma çalışmalarından vazgeçilmeli, Tasarı tamamen geri çekilmelidir.
Öte yandan, özellikle 13–14 Mart 2008 günü gerçekleştirilen eylemler toplumun geniş kesimlerinin gönlünün
kazanmış; Emek Platformu’na ve onu oluşturan örgütlere olan desteğini fevkalâde arttırmıştır. Bu koşullarda,
Emek Platformu’nun SSGSS Kanun Tasarısı’nda sınırlı
bir tadilâtı her ne gerekçeyle olursa olsun kabul etmesi ise başta kendisini oluşturan örgütlerin üyeleri olmak
üzere çalışan kesimleri hayal kırıklığına uğratacak ve bu
süreçte oluşan güveni yok edecektir.
Oysa, Sosyal Güven(siz)lik ve Genel Sağlık(sızlık) Sigortası düzenlemesini bir kenara atıp toplumun emeğiyle geçinen kesimlerine sağlıklı bir yaşam ve güvenli
bir gelecek sağlayacak gerçek bir reform için mücadele
etme imkânı bugün her zamankinden daha fazladır. Bugün, sağlık ve sosyal güvenlik haklarımız için en büyük
güvencemiz kendi gücüne güvenen ve iradesini ortaya
koymaktan çekinmeyen bir emek hareketidir.
Son olarak, beş buçuk yıldır iktidarda bulunan AKP’ye bir
uyarıda bulunuyor ve uyarımızın sağduyu ile değerlendirileceğini umuyoruz:
Cumhuriyet tarihinin bu en gayri insani, bu en gayri vicdani, bu en gayri ahlâki Sosyal Güven(siz)lik ve Genel
Sağlık(sızlık) Sigortası girişimini IMF’nin dayatmasına boyun eğerek TBMM’den geçiren bir siyasi partinin sonraki
günlerde bu icraatının mağdurlarına ülkemizde yaşanan
son gelişmeler bahanesiyle kendisinin “mağdur” olduğunu anlatmaya çalışması beyhude bir çaba olacaktır.
* Başta çocuklar, yaşlılar, kadınlar ve engelliler olmak
üzere toplumun bütün dezavantajlı gruplarına ilave kolaylaştırıcı imkânların sağlanması,
Kısacası; “Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek Hakkı”
olmalıdır.
SSGSS Yasa Tasarısı ile ilgili olarak 27 Mart 2008 tarihinde yapılan basın açıklamasını yayınlıyoruz:
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
19
İKK’DAN
SOSYAL GÜVEN(SİZ)LİK VE GENEL SAĞLIK(SIZLIK)
SİGORTASININ “TEMEL PARAMETRELER”İ DEĞİŞMEDİ MUTABIK DEĞİLİZ!
Türkiye’de dört aydır sağlık ve sosyal güvenlik tartışılıyor.
Gerek 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Kanunu, gerekse bu kanunda değişiklik
yapılmasına dair Kanun Tasarısı toplumun tüm kesimlerinin gündeminde.
Konu bütün yurttaşların hayatını yakından ilgilendiren
yüzlerce düzenlemeyi içermekte. Bu düzenlemelerin
esasını ise şu dört “temel parametre” oluşturmakta:
1Emeklilik yaşının yükseltilmesi ve prim gün sayısının arttırılması yoluyla emekliliğin imkânsızlık derecesinde zorlaştırılması,
2Aylık bağlama oranlarının ve güncelleme katsayısının azaltılması yoluyla emekli aylıklarının düşürülmesi,
İşte, 14 Mart 2008 günü bütün SSGSS mağdurları tam da
bu “temel parametreler”e karşı itirazlarını yükselttiler.
Bunun üzerine daha birkaç gün önce SSGSS Kanunu’na
karşı çıkanları yalancılıkla suçlayan siyasi iktidar Emek
Platformu’yla görüşmeler yapmak zorunda kaldı. Bu görüşmeler sonrasında yapılan açıklamalar taraflar arasında büyük ölçüde mutabakat sağlandığı yönünde oldu. Ancak ortada bir mutabakat metni olmadığı gibi şu ana kadar kamuoyuna ayrıntılı ve tatmin edici bir açıklama da yapılmadı.
Bununla birlikte bugüne kadar kamuoyuna yansıyan bilgiler Hükümet’in bu temel parametrelerden sadece emeklilik
için asgari prim gün sayısının 7.200 gün olmasını kabul
ettiği yönünde. Öncelikle belirtmek gerekir ki; halen yürürlükte olan mevzuata göre işçiler zaten 7.000 gün prim ödeyerek emekli olabilmektedirler. Gerçekte söz konusu olan
5510 Sayılı Kanun’la 9.000 güne yükseltilen prim gün sayısının 7.200 güne “düşürülmesi” değil, “yükseltilmesi”dir.
3Sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeyi prim ödeme zorunluluğuna bağlayıp; % 20’den başlayıp % 300’e
kadar çıkan yeni “ilave ücret”ler ve özel sağlık sigortacılığı yoluyla sağlık hakkının kısıtlanması,
Üstelik emeklilik yaşı 65’e yükseltildiği için prim gün sayısının 7.200 olması yalnız başına bir anlam ifade etmemektedir. Örneğin 20 yıl sigortalı olarak çalışıp 7.200 gün prim
zorunluluğunu 45 yaşında dolduran bir işçinin emekli aylığı
alabilmesi için bir 20 yıl daha beklemesi gerekecektir.
4Sağlık için ayrılan kamusal kaynakların özel sağlık
sektörüne akıtılmasını sağlayan düzenlemelerle sağlık
hizmetlerinin özelleştirilmesi.
Aynı şekilde emekli aylığı bağlanma oranın sigortalılıkta
geçen ilk on yıl için % 3’e “çıkarılmakta” değil, mevcut
durumdaki % 3,5’dan aşağı “düşürülmekte”dir. Çalışma
20
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
İKK’DAN
hayatına yeni başlayacaklar için ise ilk on yıl da dahil %
2’lik bir oran uygulanacak ve emekli aylıkları % 23 ile %
33 arasında düşecektir.
Öte yandan, işçiler için mevcut durumda prim güncelleme katsayısında milli gelirdeki artışın % 100’ü hesaba katılmaktadır. 5510 Sayılı Kanun’la bu oranın % 0’a
düşürülmesine yönelik düzenleme Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilmiştir. Bu durumda yapılması gereken
eski uygulamanın devam etmesidir. Oysa AKP Hükümeti
güncelleme katsayısını % 30’a düşürmektedir.
AKP Hükümeti’nin sağlık hakkının kısıtlanması ve sağlığın piyasaya açılması/özelleştirilmesi konusunda ise hiçbir “taviz” vermediği görülmektedir.
Ne sigortalıların bütçelerine yeni yükler getirecek ilave ücretlerden, ne de “parası olana acısız, kansız; parası olmayana acılı, kanlı ameliyat” demek olan “istisnai sağlık
hizmetleri”nde % 300 ücret alınması düzenlemesinden dahi
vazgeçmemiştir. Sadece bu tutum bile her türlü insani, vicdani ve ahlaki hicap duygusunun bittiği yeri göstermektedir.
Bu gerçekler ortada iken Hükümet ve Emek Platformu
arasındaki görüşmelerde 5510 Sayılı Kanun’da yer alan
bir dizi olumsuz düzenlemelerin bazılarında yapılan “kısmi iyileştirme”ler bir anlam ifade etmemektedir.
Söyledik, söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz…
Bu yapılanlar sağlıkta ve sosyal güvenlikte “reform” değil,
yıkımdır. İşçisi, kamu çalışanı, esnafı, çiftçisi, emeklisi,
yaşlısı, genci, ev kadını, öğrencisi ile bu ülkenin çalışan
ve üreten milyonlarca insanının talebi tam tersi yöndedir:
Şimdi gerekli olan toplumun bilincinde ve vicdanında mahkûm olmuş bu Tasarı’nın küçük birkaç tâdilatla
TBMM’den geçirilmesi değil geri çekilmesi ve çalışanların talepleri doğrultusunda gerçek bir Sosyal Güvenlik
Reformu’nun hayata geçirilmesidir.
Bizler, dört aydır yürüttüğümüz mücadelemize bu perspektifle devam ediyoruz.
Kanun Tasarısı’nın TBMM’de görüşüleceği 1 Nisan 2008
Salı günü saat 12.30’da Okmeydanı ve Haydarpaşa Numune hastanelerinde yapacağımız basın açıklamalarına;
6 Nisan 2008 Pazar günü Kadıköy’de düzenleyeceğimiz
“Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek Mitingi”ne bütün halkımızı davet ediyoruz.
HERKESE SAĞLIK GÜVENLİ GELECEK PLATFORMU
BİLEŞENLERİ 1 NİSAN 2008 GÜNÜ HAYDARPAŞA’DA
VE OKMEYDANI HASTANELERİ ÖNÜNDE TOPLANDI.
KESK,
DİSK,
TMMOB,
TTB
ve
TDB
tarafından
yapılan
eylem
çağrısıyla;
İstanbul Anadolu Yakası’nda Haydarpaşa Numune
Hastanesi önünde toplanılıp, Kadıköy İskelesine yürüyüş, İstanbul Avrupa Yakası’nda Okmeydanı Eğitim ve
Araştırma Hastanesi önünde toplanılıp, AKP İstanbul İl
Örgütü’ne yürüyüş gerçekleştirildi.
Eylem, Anadolu Yakasında yaklaşık 2000, Avrupa Yakasında 3000 kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. TMMOB
Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil, TMMOB İstanbul İKK Sekreteri Tores Dinçöz ve Birimlerimizin Yönetim
Kurulu Üyeleri ve Üyelerimizin katıldığı eylemde, basın
metni Platform adına Eğitim Sen temsilcisi tarafından
okundu.
Çalışanların emeklilik koşulları kolaylaştırılmalı,
Emekli aylıkları insanca yaşayacak düzeye çıkarılmalı,
Eşit/ücretsiz/nitelikli sağlık hizmeti için nüfus cüzdanı yeterli olmalıdır.
Karşı çıktık, karşı çıkıyoruz, karşı çıkmaya devam
edeceğiz…
14 Mart 2008 günü Türkiye’nin dört bir yanında hep birlikte ayağa kalkan emekçiler Sosyal Güven(siz)lik ve Genel
Sağlık(sızlık) Sigortası girişimine karşı iradesini açık olarak ortaya koymuştur ve alanlarda kazandığı meşruiyeti
“pazarlık masası”nda kaybetmeye niyeti yoktur.
1 Nisan 2008 Salı günü KESK, DİSK, TMMOB, TTB ve
TDB’nin çağrısıyla Türkiye’nin her yerinde çeşitli Sendikalar, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütlerinin de
katılımıyla yapılan basın açıklamasını yayınlıyoruz:
Şu anda meclis genel kurulunda bu ülkenin geleceği görüşülüyor. Emeklilik yaşının 65’e çıkartarak, emekliliği tamamen
hayal haline getirecek; katılım ve katkı paylarıyla sağlığı paralı hale getirecek; emekli aylıklarını düşürecek; yıpranma
paylarımızı elimizden alacak SSGSS yasası, kamuoyunun
tüm tepkisine, emek ve meslek örgütlerinin itirazlarına rağmen Meclis Genel Kurulu’ndan geçirilmek isteniyor!
Şu anda Türkiye’nin dört bir yanında on binlerce emek-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
21
İKK’DAN
çi, tek bir amaç için, bu yasanın derhal Meclisten geri
çekilmesi için alanları doldurmuş bulunuyor. 5 yılı aşkın
zamandır emekçilerin taleplerini duymazdan gelen AKP
hükümeti, alanlardan yükselen bu sese kulak tıkamayı bıraksın ve yasayı geri çeksin. 5 yılı aşkın zamandır
IMF’nin taleplerini, halkın ihtiyaçlarından daha üstün gören AKP Hükümeti, 70 milyon yurttaşımızın ortak sesine
kulak versin ve bu yasayı derhal geri çeksin.
Bu yasa gündeme geldiğinden bu yana, bizler bu yasanın IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmaları sonucunda
hazırlandığını dile getirdik. IMF ve Dünya Bankasının
dayattığı tüm yasalar gibi, bu yasanın da temel önceliği, halkın değil, uluslar arası sermayenin çıkarlarıdır.
Bu yasa, halkın sağlık hakkına yapılan harcamaları, ülkemizin geleceğine yapılan yatırımları “kara delik” olarak gören kara bir zihniyetin ürünüdür! Bu neo-liberal
zihniyet, faizlerin ödenmesini, faiz dışı fazla hedeflerinin
tutturulmasını sağlığımızdan, sosyal güvenliğimizden,
emeklilik hakkımızdan, çocuklarımızın geleceğinden
daha önemli görmektedir. Emekçilerin böylesi karanlık
bir zihniyetle uzlaşması mümkün değildir! Onlar bu ülkenin geleceğini IMF kredilerine satmış olabilirler ama
bizler çocuklarımızın geleceğinin satılığa çıkartılmasına
izin vermeyeceğiz. Biz, çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız!
gelen on binlere, on binlerce kişi daha katarak, eylemlerimizi örgütlemeye devam edeceğiz.
İşçiler, kamu çalışanları, kadınlar, gençler bu yasaya karşı çıkıyor! Biliyoruz ki, biz karşı çıkarsak, yapamazlar!
DİSK - KESK - TMMOB- TTB - TDB
Onlar bu ülkenin
geleceğini IMF
kredilerine satmış
olabilirler ama bizler
çocuklarımızın
geleceğinin satılığa
çıkartılmasına izin
vermeyeceğiz. Biz,
çocuklarımıza onurlu bir
gelecek bırakacağız!
Buradan milletvekillerine sesleniyoruz! Ey kendisi 2 yılda kıyak emekli olurken yurttaşlarının 65 yaşında emekli
olmasına oy kullanacak milletvekilleri, ey komisyon çalışmalarında SSGSS yasasının içerisine milletvekilleri
için “temsil tazminatı” yerleştirmeye çalışan milletvekilleri, gelin birazcık vicdanınız, birazcık insafınız varsa bu
yıkım yasasına “hayır” oyu kullanın! Toplumsal uzlaşma
sağlanmaksızın, emek ve meslek örgütlerinin eleştiri ve
talepleri dikkate alınmaksızın çıkartılacak yasanın vebali, o yasaya parmak kaldıran milletvekillerinin yakasını ömürleri boyunca bırakmayacaktır.
Türkiye’ye verilecek kredi için SSGSS yasasının çıkartılmasını şart koşan IMF Heyeti ne kadar kararlıysa;
daha önce cumhurbaşkanlığından ve anayasa mahkemesinden dönen bu yasayı bir kez daha meclise taşıyan
AKP Hükümeti ne kadar karalıysa, bu alanları dolduran
emekçiler onlardan bin kat daha kararlıdır. Bizler bu yasanın yürürlüğe girmesine asla izin vermeyeceğiz!
Bu yasa Meclis’ten geçse de bizim gündemimizden düşmeyecektir. Bizler bu yasaya karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Bugün Türkiye’nin dört bir yanında yan yana
22
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
İKK’DAN
“NEOLİBERAL POLİTİKALARIN KADIN
EMEĞİ ÜZERİNE ETKİSİ” KURULTAYI
5 Nisan 2008 tarihinde, İKK Kadın Komisyonu’muzun da
bileşeni olduğu, Novamed Greviyle Kadın Dayanışması Platformu tarafından Petrol-İş sendikasının konferans
salonunda düzenlenen, “Neoliberal Politikaların Kadın
Emeği Üzerine Etkisi” konulu Kadın Kurultayı’na kadın
üyelerimizle birlikte katılım sağlandı.
Komisyon görüşlerini dile getirmek üzere söz alan Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu
Üyesi Nuray Işık şunları söyledi:
“Günümüzde kadının çalışma yaşamındaki durumunu
ve kadınlara yönelik ayrımcılığın etkilerini, ulusal, küresel ve ekonomik yeniden yapılanma programlarından,
küreselleşmeden ve uluslararası finans kurumlarının politikalarından bağımsız olarak değerlendirmek mümkün
değildir.
1980’ler pek çok ekonomik değişikliğin yaşandığı, yeni
neoliberal politikaların Dünya Bankası ve Uluslararası
Para Fonu(IMF) aracılığıyla belirlendiği devleti küçültme ve özelleştirme politikalarının yoğunluk kazandığı
yıllar olmuştur.
Bu politikalar kadınları kendilerine kurban olarak seçmiştir. Birçok gelişen ülkede kadınlar bu politikalar sonucu
ilk işten çıkarılanlar olmuş, yaşam standartları düşmüş
ve açlıkla karşı karşıya kalmışlardır.
Neoliberal politikaların meslek alanlarımıza etkisinden
söz etmek istiyorum. Özellikle GATS’ın etkilerinden…
GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) ile mimarlık,
mühendislik, ulaşım, elektrik, haberleşme, elektronik,
su, belediye hizmetleri, eğitim, sağlık, turizm, finans, muhasebe v.s.gibi 11 ana ve bir dizi alt sektörde belirlenen
hizmetler - kamu hizmetlerini de kapsayacak- biçimde
piyasa ekonomisine açıldı.
Gelişmekte olan ülkelerin özellikle verimlilik kapasitelerinin düşük, sanayilerinin ve teknolojilerinin gelişmemiş
olması tezi ile hareket eden GATS, ileriye dönük bir hedef belirledi. O da Avrupa’da milyonlarca işsiz ama nitelikli mühendis ve mimara AB sınırları dışında iş olanağı yaratmaktı. Tabii bu arada bize önerilen de, bizden
daha geri konumda olan Türk Cumhuriyetleri, Asya ve
Afrika’nın geri kalmış ülkelerinde Türkiye’deki nitelikli işsizler için yeni istihdam alanları oldu. Ancak, kadın mühendis ve mimarlar şantiyelerde zaten çoğunlukla görev
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
23
İKK’DAN
alamazken, yurtdışı şantiyeler bu durumu daha da zorlaştırmıştır.
TMMOB’nin verilerine göre mühendis, mimar ve şehir
plancılarının %25’i ya işsiz ya da meslek dışı alanlarda çalışmaktadır. Bu 70.000 mühendis, mimar ve şehir
plancısının işsiz olduğu anlamına gelir. Öte yandan,her
yıl 25.000 yeni meslektaşımız mezun olmaktadır.
Meslekte yeni iş yaratma hızı ve sayısı, işsiz mühendis
ve mimar sayısı ile doğru orantılı değildir. Dolayısıyla işsizlik eğrisi yukarı doğru tırmanmaktadır.
Aynı zamanda yabancı mühendis, mimar ve şehir plancılarını çalıştırma yasa girişimi ve GATS süreci, bu durumu
daha da kötüleştirecektir. Dolayısıyla, kadın meslektaşlarımız bu süreçten daha fazla etkileneceklerdir.
Sonuç olarak;
GATS (Hizmet Ticareti
Genel Anlaşması) ile
mimarlık, mühendislik,
ulaşım, elektrik,
haberleşme, elektronik,
su, belediye hizmetleri,
eğitim, sağlık, turizm,
finans, muhasebe
v.s.gibi 11 ana ve
bir dizi alt sektörde
belirlenen hizmetler kamu hizmetlerini de
kapsayacak- biçimde
piyasa ekonomisine
açıldı.
-Özelleştirmelerin durdurulması, özelleştirilen halka ait
varlıkların kamulaştırılması ve kamu kuruluşlarının yeniden güçlendirilmesi için,
-Hizmet Ticareti Genel Anlaşması(GATS) ile neredeyse
bütün geleneksel kamu hizmeti alanlarının piyasalaştırılarak yabancı sermayenin istilasına açılmasına karşı
çıkmak için,
-Bütün çalışanlara grevli, toplu sözleşmeli sendikalaşma
hakkının tanınması için,
-Kadınların bu süreçlerden en fazla etkilenmemesi için,
Örgütlü mücadelemizi sürdüreceğiz...”
“Yaşasın Kadın Dayanışması”
Nuray Işık, İKK Kadın Komisyonu’nun yaptığı çalışmalarla ilgili bilgiler de vererek konuşmasını bitirdi.
24
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
TMMOB’DEN
HERŞEYE RAĞMEN “YAŞASIN 1 MAYIS”
Tüm dünyada coşkuyla kutlanan 1 Mayıs Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü Türkiye’de devlet terörüne sahne
oldu. Günlerdir başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
olmak üzere, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, İçişleri
Bakanı Beşir Atalay, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik ve İstanbul Valisi Muammer Güler’in yarattığı korku havasıyla 1 Mayıs’a giren emekçiler, sabahın
erken saatlerinde saldırıya uğradılar. Polis, gaz bombalarıyla, tazyikli suyla, coplarda tüm yurtta tam bir terör
havası estirirken, İstanbul’a adeta sıkıyönetim günlerini
yaşattı. Polis terörü öyle bir boyuta ulaştı ki, savaş zamanlarında bile saldırılmayan hastanelere, gaz bombası
atıldı. Tüm Türkiye’de 500’ün üzerinde kişi gözaltına alınırken, çok sayıda kişi de yaralandı.
kılarak oldu. Biber gazından etkilenerek fenalaşan birçok kişi ambulanslarla hastanelere götürüldü.
Olaylara ilişkin bir açıklama yapan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, ablukalı durumun ortadan kaldırılmasını isteyerek, “Konulan yasaklar demokratik Türkiye
diyenlerin ikiyüzlü demokrasi anlayışının kanıtıdır. Bu
insanların burnu kanarsa sorumlusu iktidar ve vali olacaktır” dedi.
İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hayati Yılmaz’la
görüşmelerini sürdüren sendika yöneticileri, görüşme-
1 Mayıs Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü”nü kutlamak
için daha önceden belirlendiği gibi DİSK Genel Merkez
binasının önünde toplanan gruba polis saat 06.30 sıralarında gaz bombalarıyla saldırdı. DİSK binasının içine de
atılan bombadan birçok işçi etkilendi. Daha sonra tekrar
toplanan işçilere polis yine saldırdı. Saat 08.30 sıralarında polis panzerinden kırmızı renkli su sıkan ve biber gazı
kullanan polislerce saldırıda bulunuldu. Bina önünde bulunanlardan bir kısmı içeri girerken bir kısmı da sokakta
slogan atarak polise direndi. DİSK binasının içi sularla
doldu. İşçilere üçüncü saldırı ise 09.15 sıralarında su sıMühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
25
TMMOB’DEN
Grup, yürüyüş boyunca polis barikatlarıyla karşılaştı.
CHP Şişli Binası önünde emek-meslek örgütü temsilcileri tekrar açıklama yaptılar. TMMOB Yönetim Kurulu
Başkanı Mehmet Soğancı, 1977’de ölenleri anmak için
kitleyi saygı duruşuna çağırdı.
T
lerden uzlaşma çıkmaması üzerine Taksim’e gitmekten
vazgeçerek, DİSK Genel Merkezi önünde toplananlara
açıklama yaptı. KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, “Bizim talebimiz meşrudur, demokratiktir. Emekçinin
önünde hiçbir güç duramamıştır, bundan sonra da duramayacaktır” dedi. Taksim’e yürümek istediklerini, 31 yıl
önce öldürülenleri anacaklarını, ancak bunun engellediğini anlatan Tombul, yaşananları AKP’nin ikiyüzlülüğü
olarak nitelendirdi. DİSK Genel Merkezi içine gaz bombası atılmasını kınayan Tombul, Taksim Meydanı’na gitmek isteyenlere düşman muamelesi yapıldığını söyledi.
DİSK Genel Başkanı Çelebi ise, İstanbul’un bir hapishaneye çevrildiğini, Türkiye’de 1 Mayıs kutlamalarını engellemek için akla gelen her türlü şiddet yönteminin kullanıldığını belirtti. Çelebi, “DİSK’in Genel Merkezi’ne tecavüz
edildi. Bizim hanemize sularla, gaz bombalarıyla saldırıldı. AKP’nin kendisine demokrat, türban sevdalısı, yalnızca türbana özgürlük isteyen ikiyüzlülüğü ortaya çıkmıştır. Şimdi bütün alanlar Taksim, bütün Türkiye Taksim
olmuştur. Tüm arkadaşlarımın mücadelesini kutluyorum”
dedi. Çelebi, hükümetin provokasyonuna alet olmamak
için sağduyuyla eylemi noktaladıklarını açıkladı.
Çelebi ve Tombul’un yaptığı konuşmalar devam ederken, polisin toplanan kalabalığın bazı noktalarına gaz
bombalarıyla müdahale ettiği görüldü.
TAKSİM’E ÇELENK BIRAKILMADI.
Bu açıklamalardan sonra saat 12.00 civarında DİSK
Genel Başkanı Süleyman Çelebi, KESK Genel Başkanı
İsmail Hakkı Tombul, TÜRK - İŞ Genel Sekreteri Mustafa Türkel, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet
Soğancı ile bir grup milletvekilinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 100 kişilik grup ikinci açıklamanın yapılacağı Şişli CHP Binası’nın önüne doğru yürüyüşe geçti.
26
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
TMMOB’DEN
TÜRBANLA ÖRTÜLMEK İSTENEN BU
ÜLKENİN GERÇEK GÜNDEMİDİR.
TÜRBAN NEYİ ÖRTMEKTEDİR?
1 Şubat 2008 günü TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz.
Türkiye’nin gündemine 80 sonrası işkenceleri, gözaltında kayıpları yok saymak istercesine getirildi “türban”
konusu. Ülkenin gündeminde yoksulluklar, yolsuzluklar,
işsizlik gibi gerçek problemler varken, ülkenin aydınları,
yazarları 301den yargılanırken, Uğur Mumcular, Hrant
Dinkler sokak ortasında öldürülürken bir türbanla mı özgürleşecekti bu ülke?
80 sonrası üniversitelerde başlayan türban tartışması, AKP
İktidarı ile bugün “özgürlüğüne” kavuşuyor. Türbanın üniversitede “özgürlüğüne” kavuşması ile ne olacak? Bütçeden,
üniversitelere, bilime, araştırmaya ayrılan pay mı artacak?
“Her ile bir üniversite” anlayışıyla birbiri ardına açılan asparagas üniversitelerde eğitim kalitesi mi artacak? Üniversiteler gerçekten, her türlü düşüncenin özgürce paylaşıldığı
özerk ve demokratik ortamlar haline mi gelecek?
“Kadınlara kıyafet özgürlüğü, eğitim özgürlüğü getiriyoruz” adı altında aslında kadınların hayata karışma özgürlükleri ellerinden alınmak isteniyor. Üniversitelerde
öğrencileri türbanlı-türbansız, Müslüman-laik gibi ayrımlara tabi tutmaya yol açacak, toplumda kamplaşmaları
körükleyecek bu düzenlemenin kimseye özgürlük getirmeyeceği açıktır.
Türban aslında halkın gündeminde olmayan ama hepimize dayatılan bir konudur. Türban özgürlüklerle ilgili
değildir. Türban başbakanın kendi sözü ile “siyasi simge” problemidir. Ülkemizi gereksiz çatışma ortamına sürükleyecek, üniversiteleri türban bağlama şekline göre
tarikatların yuvası haline getirecek bu uygulama ile ne
kadınlar daha özgür, ne üniversiteler daha çağdaş, ne de
ülkemiz daha demokratik olabilir.
Türban neyi örtmektedir? Türban özgürlük adına örtünmek midir? Türban özgürlüğü örtmek midir? Yoksa türban bu ülkenin gerçek gündemini örtmek midir?
İşsizliğin hızla arttığı, yoksulluğun her yeri sarmaladığı,
özgürlük pazarlıklarının AB ile ilişkilerde döndüğü, kapitalist küreselleşmeye uyum programlarının tamamının emeğe ve halka karşı olduğu bu günün Türkiyesinde siyasal
iktidar sanal gündem yaratıyor. Gerçekleri, halkın gerçek
gündemini türbanla örtüyor. Siyasal iktidara gerçekleri örtecek bir örtü gerekliydi. Şimdi türbanı kullanıyor.
Bize düşen nedir?
Bu ülkenin gerçek gündemi işsizliktir, yoksulluktur, özgürlüklerin kısıtlanmasıdır, geleceğimizin karartılmasıdır. TMMOB karanlığa dur diyor.
Emek ve demokrasi güçlerine düşen görev, ülkenin gerçek
gündeminin üzerine konulan bu örtünün yırtıp atılmasıdır.
Bu ülkenin gerçek gündeminin üzerine ne örtülürse örtülsün, emekten yana, özgürlükten yana, demokrasiden
yana, özgürlükçü laiklikten yana, kültürel zenginlikten
yana, bir arada kardeşçe yaşamdan yana, adaletten yana,
eşitlikten yana olanların şimdi yan yana durarak “Türkiye
Demokrasi Mücadelesi”ni yükseltme zamanıdır.
Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
27
TMMOB’DEN
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
KUTLU OLSUN!
7 Mart 2008 günü TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu açıklamayı yayınlıyoruz.
Kadınların her alanda var olma ve eşit olma mücadelelerinin simgeleştiği
8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.
Anayasa’da yer alan “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir” ifadesine karşın, kadınlar için; aile yaşamında, çalışma hayatında ve toplumda hak ettikleri eşit koşullar sağlanamamıştır. Yetersiz
yasal düzenlemeler; kız çocuklarının okutulmamasına, töre cinayetlerinin
devam etmesine, iş yaşamında kadın istihdamının engellenmesine olanak
sağlayan düşünce ve önyargıların önüne geçememiştir.
Ülkemizde üniversiteler bünyesindeki bölümlere kadın erkek ayırımı yapılmadan öğrenci alınmasına, iş kanunları ve ülkemizin de imza attığı Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması
Sözleşmesi’ne karşın, özellikle kamu kurumlarında personel alım ilanlarına da yansıyan cinsiyet ayrımcılığı dikkat çekicidir.
Egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden cinsiyet ayrımcılığı çözülmeden,
özgür ve eşit bir toplum yaratılmasının mümkün olmadığını düşünen
TMMOB, ülkemizde ve tüm dünyada kadınların hak ve taleplerini elde
etme mücadelelerini desteklemektedir.
Kadın erkek yan yana, omuz omuza, yaşamın her alanında!
“8 Mart Dünya Kadınlar Günü” kutlu olsun
Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
28
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
TMMOB’DEN
14 NİSAN MİTİNGİ NEDENİYLE TMMOB’YE
SALDIRANLARA KARŞI...
14 Ocak 2008 günü TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz.
14 Nisan Tandoğan Mitinginin öncesinde ve ardından,
kimi basın yayın organlarının köşe yazarları ve kendilerini “ulusalcı” olarak takdim eden bazı siyasi çevreler,
TMMOB’ye karşı haksız, dayanaksız ve kimi zaman çirkin bir şekilde saldırılarda bulunmuşlardı. Bu saldırıların,
Odaların seçim sürecine girdiği bir dönemde de devam
ettiği gözlemlenmektedir.
14 Nisan Tandoğan Mitingi’ne kurumsal kimliğimizle katılmayışımız, bu çevrelerce örgütümüze karşı insafsız bir
karalama kampanyasına dönüştürülmüş ve bugün bu
çevreler, 14 Nisan Mitingi ile lanetledikleri siyasal anlayışa kendiliğinden yardım eder hale gelmişlerdir. Ve bu
anlayıştakilerin TMMOB üyesi devrimci-demokrat-ilericiyurtsever unsurları ayrıştırarak kimlerle ittifak yapacakları şimdi herkes tarafından merak konusudur.
Her şeyden önce bu çevreler, TMMOB’nin bu mitinge kurumsal kimliği ile davet edilmediğini bilmektedirler. Düzenleyicileri arasında bulunan kimi örgüt ve gurupların
geçmişten bu güne sürdürdükleri antidemokratik tavır ve
söylemleri de tüm örgütlerin kurumsal katılımını önlediği
gibi, bu çevrelerin bu mitinge TMMOB’yi davet etmesi de
zaten beklenemezdi. Bunu da bilmektedirler.
TMMOB’nin bu mitingin katılımcıları arasında bulunan
aydın, demokrat insanlarla hiçbir problemi yoktur ve
zaten olamaz da. TMMOB’nin problemi gericiliği karşı
mücadeleyi gerçek bağlamından koparıp laik-antilaik
çekişmesi eksenine oturtan ve böylece laiklik adına
antidemokratik müdahaleleri, açık ifadesi ile darbeleri
meşru ve muteber kılmaya çalışan anlayışlardır. Unutmayalım ki bu anlayışın soy ağacında bir zamanlar ABD
merkezli yeşil kuşak projelerinin sadık uygulayıcısı olmak da vardır.
Gericiliğe karşı mücadele her şeyden önce bir özgürlük
ve demokrasi mücadelesi olmak zorundadır. Bu mücadele aynı zamanda şimdiki zamanda emeğin aleyhine ve
sermayenin lehine işleyen neoliberal iktisat politikalarına
karşı yürütülen mücadeleye de denk gelmek zorundadır. Bu mücadele öte yandan ülkemizde bugün gericilik
emperyalist güçlerin küresel politikalarının taşeronluğu
işlevini üstlendiği için aynı zamanda antiemperyalist bir
mücadeledir de. TMMOB tarihi boyunca soruna hep bu
bütünlük içinde bakmıştır. Bunun için de kimi zaman
kendilerini laik gören ama aslında antidemokratik olan
çevrelerin, kimi zaman da emperyalist projelerin taşeronluğuna soyunmuş gericilerin baskı ve suçlamalarına
maruz kalmıştır.
Serbest Bölgeden, Cargill’e, kadrolaşmadan, özelleştirmeye, Kalkınma Ajanslarından, iş güvenliğine kadar geniş bir alanda TMMOB, AKP’nin birinci iktidar döneminde önünü kapamıştır. Bu nedenle, AKP’nin TMMOB’yi
yok etme isteği rasyonel görülebilir ancak, kendilerine “ulusalcı” sıfatı koyarak 14 Nisan Mitingi üzerinden
TMMOB’yi parçalama işine soyunanların neye ve kime
hizmet ettiklerini tarih yazacaktır.
Bu gurupların söylemlerini ve suçlamalarını köşelerine taşıyan yazarlara da yanıtımız şudur; TMMOB’nin Cumhuriyetin temel değerleriyle asla sorunu olmamıştır. Sosyal
hukuk devleti ve laiklik ilkesinin ülkemiz için olmazsa olmaz değerler olduğunu bugün fark edenlere sadece ve kısaca “TMMOB’nin onurlu tarihine bakınız, yeter” diyoruz.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
29
TMMOB’DEN
TMMOB temsil ettiği meslek ve meslektaşlarının çıkar
ve beklentilerini savunmak amacıyla ve yine saygın bir
mesleki demokratik kitle örgütü olarak; ülkemizin ve halkımızın sorunlarına karşı taşıdığı sorumluluk duygusuyla bugüne dek bütün bu baskılara direnmesini bilmiştir.
Bundan sonra da halkımızın çeşitli kültürel kod ve simgeler aracılığıyla ya da etnik ve mezhepsel temelli desantralizasyon politikaları aracılığıyla ayrıştırılarak yapay bir
çatışmanın içine çekilmesine karşı koyacaktır.
TMMOB demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin
doğru ve sahici bir temelde, yani haklar ve özgürlükler
ekseninde şekillenmesi için, emeğin, emekçilerin ve çalışanların hak ve talepleri doğrultusunda gayret sarf edenlerle birlikte katkı yapmayı sürdürecektir.
Bu böyle bilinmelidir. Bunu 14 Nisan mitingi üzerinden
sürekli TMMOB’ye saldıranlar da bilmelidir.
Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
Gericiliğe karşı
mücadele her şeyden
önce bir özgürlük ve
demokrasi mücadelesi
olmak zorundadır. Bu
mücadele aynı zamanda
şimdiki zamanda
emeğin aleyhine ve
sermayenin lehine
işleyen neoliberal
iktisat politikalarına
karşı yürütülen
mücadeleye de denk
gelmek zorundadır.
30
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
TMMOB’DEN
BİZ KARŞI ÇIKARSAK YAPAMAZLAR!
28 Mart 2008 günü DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB’nin SSGSS Yasa Tasarısı ile yapmış olduğu basın açıklamasını
yayınlıyoruz.
Türkiye’nin gündemine ilk olarak 16 Kasım 2002 tarihinde
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı
“Acil Eylem Planı” ile giren Sosyal Güvenlik Reformu ve
Genel Sağlık Sigortası gibi kavramlar, o günden bu yana
gündemden düşmedi. AKP söz konusu düzenlemeleri,
IMF ile yürüttüğü tüm müzakerelerin, niyet mektuplarının, gözden geçirmelerin ve stand-by anlaşmalarının
temel pazarlık meselesi haline getirerek, sosyal haklarımızı kredi karşılığında pazarlamıştır.
2005 yılı Mayıs’ında IMF ile AKP Hükümeti arasında
imzalanan 19. Stand-By Anlaşması’nın gereği olarak,
emek ve meslek örgütlerinin görüş ve eleştirileri umursanmaksızın hazırlanan SSGSS Yasa Tasarısı 2006 yılında yasalaştırılmış, fakat Anayasa Mahkemesi tarafından bazı maddeleri iptal edilmiştir. Toplumun ihtiyaçları
doğrultusunda değil, IMF’nin talepleri ve dayatmalarıyla
şekillenen SSGSS Yasa Tasarısı’nın seçimlerin ardından
bir kez daha alelacele gündeme getirilmesinin nedeni,
19. Stand-By Anlaşması’nın önümüzdeki Mayıs ayında
sona erecek olmasıdır. IMF, AKP’ye verdiği kredilerin diyeti olarak bu yasayı şart koşmaktadır. Ülke ekonomisini
borçla yürüten Hükümet, IMF’den yeni borçlar alabilmek
için Tasarıyı hızla Meclis Genel Kurulu’ndan geçirmek
istemektedir.
Bizler bu Yasa Tasarısı gündeme geldiği günden bu yana,
bu yasaya karşı çıktık. Çünkü bu Tasarı, neoliberal ekonomi politikalarının uzantısı olarak hazırlanmış ve sosyal
devlet anlayışının tamamen tasfiyesini amaçlayan bir
öze sahiptir. Bu Yasa Tasarısı, halkımızın sosyal güvenlik haklarının geriye götürülmesi, özel emeklilik sistemleri getirilerek geleceğimizin piyasaya emanet edilmesi,
emekliliğin hayal haline gelmesi, sağlık alanının tümden
ticarileştirilmesi, parası olmayanın sağlık hizmetlerinden
yararlanamaması anlamına gelmektedir.
Ülkemizde yaşayan yurttaşlarımızın geleceğini karartan
bu yasaya karşı gerek tek tek örgütler olarak, gerekse
yan yana eylemler yaparak halkımıza bu yasanın gerçek
yüzünü anlatmaya çalıştık. Son olarak geçtiğimiz haftalar içerisinde Emek Platformu’nu oluşturan 17 Örgüt hep
birlikte basın açıklamaları ve 14 Mart’ta 2 saatlik “iş bırakma eylemi” gerçekleştirerek, bu konudaki kararlılığımızı bir kez daha dile getirdik.
Bu güçlü karşı çıkışımız ve kamuoyunun büyük desteği sonucunda, yıllardır taleplerimizi görmezden gelen
AKP Hükümeti bizlerle görüşmeyi kabul ederek bazı
maddelerde geri adım atmak zorunda kaldı. Bu süreçte
hükümetin attığı geri adım, hak kayıplarımızın bir kısmını ortadan kaldırsa da, yasanın temel parametrelerinde
yeterli değişikliğe gidilmemiştir. Yasa mevcut haliyle
geleceğimiz için ciddi bir tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Tüm itirazlarımıza, kamuoyunun tüm tepkisine
rağmen, Hükümet sahte bir “uzlaşma havası” estirerek,
Tasarıyı Meclis Genel Kurulu’na taşımıştır.
Bu Yasa Tasarısı, Meclis Genel Kurulu’ndan derhal geri
çekilmelidir. Toplumsal uzlaşma sağlanmaksızın, emek
ve meslek örgütlerinin eleştiri ve talepleri dikkate alınmaksızın çıkartılacak yasanın vebali, o yasaya parmak
kaldıran milletvekillerinin yakasını ömürleri boyunca bırakmayacaktır. Kendileri 2 yılda kıyak emekli olurken,
emekçilerin 65 yaşında emekli olmasına, açlık sınırının
altında emekli maaşı almasına parmak kaldıranlar; kendileri her türlü sağlık hizmetinden hiçbir tutar ödemeksizin faydalanırken yurttaşların hastanelerden faydalan-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
31
TMMOB’DEN
mak için katkı ve katılım payı ödemesine, sağlığın paralı
hale getirilmesine parmak kaldıranlar bu halkın yüzüne
nasıl bakacaklar?
Evet, Türkiye’de yaşayan kime sorsanız ülkemizdeki
sağlık ve sosyal güvenlik sisteminden hoşnut olmadığını
söyleyecektir. Kayıt dışı istihdam nedeniyle milyonlarca
işçinin sosyal güvenceden ve emeklilik hakkından yoksun olduğu, prim borcu olan milyonlarca esnafın sağlık
hizmetlerinden yararlanamadığı, çalışma imkânı bulunmayanların ve işsiz yurttaşlarımızın hastane kapılarına
adım atamadığı, emeklilik maaşlarının açlık sınırının bile
altında olduğu, sağlık hizmetlerinden yararlanmada bölgeler ve gelirler arasında derin uçurumların bulunduğu
ülkemizde sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında gerçekten de bir düzenlemeye gitmek gerekmektedir. Fakat bu
düzenlemeler kayıt dışı istihdamı önlemeli, tüm yurttaşlarımızı sağlık ve sosyal güvenlik sistemi şemsiyesi altına almalı, herkes için ücretsiz-nitelikli-ulaşılabilir sağlık
hizmeti sunmalı ve emeklilerimize insanca yaşayabilecekleri bir ücret verilmesini sağlamalıdır. Halkın sağlık ve
sosyal güvenlik hakkını bir kara delik olarak gören zihniyetin bu sorunları ortadan kaldıramayacağı açıktır.
Bizler ülkemizin yarınlarını tehdit eden, çocuklarımızın
geleceğini elinden çalan bu yasanın uygulamaya konulmaması için sonuna kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.
Yasa Tasarısı, Genel Kurul’dan geri çekilmez ise Cumhurbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi süreçlerinde de takipçisi olacağız.
Bu yasanın geri çekilmesi için;
- Yasanın görüşülmeye devam edildiği 1 Nisan Salı günü
saat 14:00’te Türkiye’nin her yerinde işyerlerimizden çıkıp alanlarda kitlesel eylemler gerçekleştireceğiz.
- Aynı gün Ankara’da saat 14:00’te TBMM Dikmen kapısı
önünde bir araya gelerek, sesimizi bir kere daha Meclis’e
duyuracağız.
- 6 Nisan Pazar günü on binlerce kişi İstanbul Kadıköy Meydanı’nda, Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek
Platformu’nun organize ettiği mitingde buluşacağız.
Buradan tüm kamuoyuna sesleniyoruz: biz karşı çıkarsak, bu yasayı çıkaramazlar! Tüm halkımızı yasaya karşı
çıkmaya çağırıyoruz! Gelin 1 Nisan Salı günü AKP hükümetine unutamayacağı bir sürpriz yapalım! O gün tüm
illerde alanları doldurarak geleceğimizi IMF kredisine
satmayacağımızı haykıralım.
Biz buradaki 5 örgüt bu eylemlerin sadece çağrıcısıyız.
Yasadan olumsuz etkilenecek olan tüm toplumsal kesimleri (Emekçileri, Esnafı, İşsizleri, Emeklileri, Ev Kadınları,
Gençleri, Çocukları yani toplumumuzun neredeyse tamamını) eylemlere katılmaya, sağlık ve güvenli gelecek
haklarına sahip çıkmaya çağırıyoruz.
DİSK KESK TMMOB TTB TDB
Toplumsal uzlaşma
sağlanmaksızın, emek
ve meslek örgütlerinin
eleştiri ve talepleri
dikkate alınmaksızın
çıkartılacak yasanın
vebali, o yasaya
parmak kaldıran
milletvekillerinin
yakasını
ömürleri boyunca
bırakmayacaktır.
Bu yasa Meclis’ten geçse de bizim gündemimizden
düşmeyecektir. Biz bu yasaya karşı mücadeleye devam
edeceğiz. Süreç içerisinde toplumun diğer kesimleriyle
de eylemlerimizi örgütlemeye devam edeceğiz ve bunu
kamuoyuyla paylaşacağız.
32
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
TMMOB’DEN
DSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
YÖNETİM KADROSU BİLİME VE
TEKNİĞE KARŞI MIDIR?
DSİ Yönetimi, DSİ çalışanlarının TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi’ne katılımını yasakladı. 21 Şubat 2008 günü
TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz.
Son yıllarda dünya gündemini doğrudan belirleyen ve
uluslararası politikalar geliştirilen konuların en önemlilerinden biri de “su”dur. Su konusunun öneminin ve
insana olan sorumluluklarının bilincinde olan Birliğimiz,
I. Su Politikaları Kongresi’ni Mart 2006’da Ankara’da
düzenlemiştir.
TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi, su konusunun ulusal ve uluslararası boyutta ele alınarak çeşitli yönleri
ile tartışılacağı bir platform olarak değerlendirilmesi
amacıyla 20-22 Mart 2008 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilecektir.
TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi’nde; su kaynaklarının potansiyeli, korunması, geliştirilmesi, planlanması,
su hizmetlerinin yönetimi, ulusal ve küresel su politikaları, suyun çevresi, toplum, eğitim, kültür boyutları kapsamında, Türkiye’nin su kaynakları, su hizmetleri yönetimi
politikalarının ve stratejik hedeflerinin ulusal, yasal, kurumsal, sosyo-ekonomik, sosyo-politik, hidropolitik açılardan, sürdürülebilir ve planlı kalkınma amacına yönelik
olarak incelenmesi, bu alandaki sorunların tartışılması
amaçlanmış, ülke ve toplumsal çıkarlarımız doğrultusunda sorunların çözümüne yönelik görüş ve önerilerin ortaya konulması için ilgili tüm tarafların bir araya getirilmesi
ve sorunların çözümüne katkıda bulunabilecek bir bilgi
birikiminin yaratılması hedeflenmiştir.
TMMOB, bağlı 23 odasının 300.000’i aşan üye yapısı ile
ülkemizin en büyük üye sayılı mesleki demokratik kitle
örgütüdür. Birliğimiz bağlı odaları ile birlikte ülkemize ve
insanımıza ilişkin meslek alanlarımız ile ilgili olarak, sorunlara çözümler üretebilmek amacıyla çok sayıda bilimsel panel, sempozyum ve kongre düzenleyerek sonuçlarını kamuoyuyla ve siyasi karar vericilerle paylaşmakta-
dır. Su Kongrelerimiz de bu amacımızın gerçekleşmesi
için yapıla gelmektedir.
Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü ise, ülkemizde su ile ilgili birçok kurum bulunmasına rağmen suyun
planlanmasında asıl söz sahibi olan, bizce de olması
gereken bir kuruluştur. Günümüzde su kaynakları ile
ilgili yapacağı ve yaptıkları, her türlü yatırımı, personeli, kaynakları kısıtlanmaya çalışılan DSİ’nin, yapılan
uygulamaların tam tersine yetkilerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Ülkemizin su politikalarının oluşturulmasında ve geliştirilmesinde DSİ’nin teknik bilgi birikimine,
deneyimine ihtiyaç vardır. TMMOB, DSİ’yi bu şekilde
değerlendirmektedir.
Ancak TMMOB DSİ Genel Müdürlüğü’nün şimdiki yönetiminin bu işleri yürütebilecek yeterlilikte olmadığını
da kamuoyuna duyurmaktadır. TMMOB, DSİ Yönetim
kadrosunun bilime ve tekniğe karşı olup olmadığını da
sorgulamaktadır.
NEDEN?
DSİ Genel Müdürlüğü Personel ve Eğitim Dairesi Başkanlığı 29.01.2008’de Genel Müdürlüğe bağlı Hukuk
Müşavirliği, Etüt ve Plan Daire Başkanlığı, Proje ve İnşaat Daire Başkanlığı, Barajlar ve HES Daire Başkanlığı,
İçme Suyu ve Kanal Daire Başkanlığı, Emlak ve Kamulaştırma. Daire Başkanlığı, Jeoteknik Hizmet. ve YAS
Daire Başkanlığı, Teknoloji Daire Başkanlığı’na yazdığı
yazıda şunları söylüyor:
“TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası tarafından 20-22
Mart 2008 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenecek
olan TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi’ne Genel Müdür-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
33
TMMOB’DEN
lük Makamınca yapılan değerlendirme sonucunda tebliğli
ve dinleyici olarak katılım uygun görülmemiştir.”
Oysa DSİ Genel Müdürlüğü işin başındaki kurum olarak,
su ile ilgili yapılan bütün toplantılara çalışanlarının tebliğle
ya da dinleyici olarak katılmasını, katkı sunmasını ve çalışmalardaki görüşlerden yararlanmasını sağlamalıdır.
Su kaynakları üzerinde söz sahibi olan bir kurumun çalışanlarına böyle bir bilimsel etkinliği yasaklamasının
amacını anlayabilmek ve kabullenebilmek bizim açımızdan anlaşılabilir değildir.
TMMOB, DSİ Genel Müdürlüğü Yönetim Kadrosunu
uyarıyor:
Son yıllarda dünya
gündemini doğrudan
belirleyen ve
uluslararası politikalar
geliştirilen konuların en
önemlilerinden biri de
“su”dur.
TMMOB’nin düzenlediği bilimsel bir toplantıya, kurum
çalışanı üyelerin katılımının engellenmesi aklın alabileceği bir durum değildir. Üyelerin görüş sunmasını, bilgiye
ulaşmasını engelleyen yönetim anlayışının ülkemizi götüreceği yer bilimin aydınlığı değildir. Bilimsel tartışmalardan korkan ve yasaklayan yönetim anlayışının bizi götüreceği yer kör karanlıktan başka bir yer olmasa gerek.
Çevre ve Orman Bakanı, DSİ Personel ve Eğitim Daire
Başkanı imzalı ve DSİ Daire Başkanlıklarına toplantıya
katılımı engelleyen yazıyı ivedi olarak geri aldırmalıdır.
Bilimsel ve demokratik gereklere aykırı olan bireylerin
bilgiye ulaşmasını engelleyen talimatname geri alınmadığı takdirde, eşi benzeri olmayan bu yasaklama işleminin iptali için dava açacağımızı ilgililerine duyuruyoruz.
DSİ Genel Müdürlüğü Yönetim Kadrosu bilsin:
TMMOB, bilimin ve teknolojinin insanımızın yaşamına
yansıtılmasını, bilimin ve teknolojinin halkın yararına kullanılmasını, meslek alanlarımızın kamunun ve halkın çıkarları gözetilerek denetlenmesi çalışmalarını ve bunlar
için yürüttüğü mücadeleyi aralıksız sürdürecektir.
Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
34
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
TMMOB’DEN
SSGSS YASA TASARISI EMEK
PLATFORMU’NCA KABUL EDİLEMEZ.
13 Mart 2008 günü Emek Platformu’nun SSGSS Yasa Tasarısına karşı yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz.
TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek oları Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasasında değişiklik öngören Tasarı, çalışanlar, emekliler, hak sahibi durumundaki aile fertleri ile dul ve yetimler için sosyal sigortalar
ve sağlık alanında ağır hak kayıplarına neden olacaktır.
Emeklilik ve sağlık alanında köklü değişiklikler yapan ve
kazanılmış hakları geriye götüren Tasarı, sosyal devlet
ilkesine de aykırıdır.
Tasarı ile yapılan düzenlemeler, ülkede yaşayan herkesi
olumsuz etkileyecek; sosyal sigorta ve sağlık haklarına
erişimlerini güçleştirecek ve giderek daha da olanaksız
kılacaktır.
Oluşturulmak istenen sistemle, mevcut sistemdeki hakların korunduğu iddia edilmektedir. Ancak bu iddia, tüm
çalışanlar için gerçeği yansıtmamaktadır, çünkü bu tasarının yasalaştığı tarihten itibaren herkes bu yasa kapsamında çalıştığı süre oranında yeni düzenlemelerden
etkilenecektir. Ayrıca, Tasarı yine iddia edildiği gibi, çalışanlar arasında norm ve standart birliği sağlamamakta,
aksine var olan farklılıkları derinleştirmektedir.
1800 güne yükseltilmektedir.
4- Aylık bağlama oranı her 360 prim gün sayısı için yüzde 2’ye indirilmektedir.
5- Emekli aylıklarının hesaplanmasına ilişkin kazançların
güncel erimesinde kullanılacak katsayının belirlenmesinde gelişme hızının (refah payının) yüzde 100’ü yerine,
yüzde 30’u dikkate alınacaktır.
6- İş kazacı ve meslek hastalığı sonucu yüzde 25 ve
daha yüksek oranda sakat kalan çalışanlara bağlanan
sürekli iş göremezlik gelirinin alt sınırı kaldırılmaktadır.
7- Alt sınır aylığı düşürüldüğünden, özellikle mevsimlik,
geçici süreli ve yarı zamanlı çalışanlar, daha az aylık almakla karşı karşıya kalabilecektir.
8- Çalışan ve ölüm geliri-aylığı alan çocuksuz dul eş aylığı, yüzde 75’den, yüzde 50’ye düşürülmektedir.
9- Emekli aylıklarının yükseltilmesinde yalnızca enflasyon oranındaki artış dikkate alınacağından, emekli, dul
ve yetimlere refahtan pay verilmemektedir.
Tasarıyla yapılan düzenlemeyle;
1- Bugün, emeklilik için kadınlarda 58, erkeklerde 60
olan yaş sınırı kademeli olarak kadın ve erkeklerde 65’e;
prim gün sayısı 7 binden 9 bin’e yükseltilmektedir.
2- Halen fiili hizmet zammından yararlanan çalışanların
bu hakları bazı sektörlerde ellerinden alınmaktadır.
3- Malûllük ve ölüm aylığı hak etmek için aranan 5 yıllık hizmet süresi 10 yıla; 900 günlük prim gün sayısı ise
10- Asgari ücretin üçte biri tutarında, altı ay süreyle verilmesi kabul edilen süt emzirme yardımı, bir defaya mahsus olarak düzenlenmektedir.
11- Asgari ücretin üç katı tutarında verilmesi kabul edilen
cenaze yardımı bir asgari ücret tutarına indirilmektedir.
12- Yetim kız çocuklan için ödenmekte olan evlenme yardımı (çeyiz parası) yetim aylığının 24 katı tutarından, 12
katına düşürülmektedir.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
35
TMMOB’DEN
13- Çalışanlar ile emekli, dul ve yetimlerin yararlanacakları sağlık hizmetlerine ilişkin tedavi yöntemleri, ilaç ve tıbbi
malzemelerin miktar ve sürelerinin belirlenme yetkisi kurum yönetimine bırakılarak belirsizlik yaratılmaktadır.
14- Diş protezlerine yaş sınırı getirilerek 18 yaşını doldurmamış veya 45 yaşından gün almamış kişiler protez
bedelinin yüzde 50’sini cepten ödeyecektir.
15- Çalışanlar ile emekli dul ve yetimler, özel hastanelerden yararlanmak için sağlık hizmeti bedelinin yüzde
20’sini cepten ödeyecektir.
Yetim kız çocuklan
için ödenmekte olan
evlenme yardımı (çeyiz
parası) yetim aylığının
24 katı tutarından, 12
katına düşürülmektedir.
16- Sosyal Güvenlik Kurumu’nun oluşturacağı bir komisyonun belirleyeceği tedavi yöntemleri dışındakilere, üç
katına kadar fark ücreti ödenmesi öngörülmektedir.
17- Muayene ve tedaviler için şimdilik 2 YTL; protez, ortez ve ilaç bedelleri için yüzde 10 ve yüzde 20 oranında
değişen oranlarda katılım payı ödenecektir.
18- Çalışması sona eren sigortalılardan, önceki yıl içinde
90 gün prim ödeyenlerin kendileri, 120 gün prim ödeyenlerin ise kendileri ile birlikte bakmakla yükümlü olduğu
kişilerin, 6 ay süreyle sağlık yardımlarından yararlanma
hakkı kaldırılmaktadır.
19- Genel Sağlık Sigortası primlerini devletin ödeyeceği
kişiler için asgari ücretin üçte biri olarak belirlenen yoksulluk sınırı, nasıl elde edildiğine bakılmaksızın hanenin tüm
gelirlerini dikkate alacağından, toplumun büyük bir bölümü sağlık sigortası primi ödemekle yükümlü tutulacaktır.
SOSYAL GÜVENLİK HAKLARI AÇISINDAN YARINLARI TAMAMİYLE GÜVENCESİZ BIRAKAN VE
AMAÇLANAN NORM VE STANDART BİRLİĞİNİ ÇALIŞANLARIN ALEYHİNE DAHA DA BOZAN BU DÜZENLEMEYİ KABUL ETMEMİZ MÜMKÜN DEĞİLDİR.
EMEK PLATFORMU
TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, KESK, Türkiye Kamu-Sen,
Memur-Sen, BASK, Türkiye lşçi Emeklileri Derneği,
Tüm işçi Emeklileri Derneği, Tüm Bağ-Kur Emeklileri
Derneği, TMMOB, Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacıları
Birliği, Türk Veteriner Hekimleri Birliği, TÜRMOB
36
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
TMMOB’DEN
TÜRKİYE TAŞ KÖMÜRÜ KURUMUNA
SAHİP ÇIKILMALIDIR.
19 Şubat 2008 günü Türkiye Taş Kömürü Kurumu ile ilgili TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu
basın açıklamasını yayınlıyoruz.
Dünyanın enerji kaynakları rezervlerinin hızla tükendiği
yeni bin yılda, artan nüfus ve buna bağlı olarak büyüyen
enerji gereksinimi, yeni enerji kaynaklarından yararlanmayı gerekli kılarken, kömür kullanımında da artış görülmektedir. Kömür, dünyada yayılmış olarak bulunması ve
bilinen rezervlerinin 240 yıl belirlenen ömre sahip oluşu
ve bu sürenin de diğer fosil yakıtlarının ömründen daha
uzun oluşu nedeniyle, günümüzde en güvenilir enerji
kaynağı olarak kabul edilmektedir.
Taşkömürü, ülkemizin enerji ve demir-çelik sektörü için
stratejik bir öneme sahiptir. Ülkemizde ısıl değeri en
yüksek olan kömür Zonguldak ilimizin sınırları içindedir.
Zonguldak havzası 150 yıllık üretim kültürüne sahiptir.
Havzada 1848-1940 yılları arasında yerli, yabancı ve
özel işletmeciler tarafından değişik adlar altında kesintisiz olarak üretim yapılmıştır. Bölgede 1924 sonrası kamu
işletmeciliği artmış, 1940’dan itibaren havza tamamen
devletleştirilmiştir.
Zonguldak taş kömürü; bilinen kalite özellikleri nedeniyle ülke sanayinin önemli bir girdisi olmuş, yıllardır demir
çelik endüstrisinin vazgeçilmeyen enerji ham maddesi
özelliğini korumuştur. Uzun yıllar tek başına, başta ülkemiz demir çelik sektörü olmak üzere ülkemiz sanayisinin
koklaşabilir kömür ihtiyacını karşılayan taş kömürü işletmeciliği, ülke çıkarı açısından Zonguldak ilimizde yürütülmesi gereken bir faaliyettir.
Bugün ağırlıklı olarak rödovans yöntemi ile kömür işletmeciliği yapan özel sektör işletmeleri bulunsa da, havza
kömürlerinin tamamına yakın bölümü, kamu eliyle, Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) tarafından işletilmektedir. TTK’nın bilinen rezervi bilim ve tekniğe uygun olarak işletmecilik yapıldığında uzun yıllar ülkemiz enerji
sektörüne ve sanayine katkı sağlanacağı bir gerçektir.
TTK, yetişen nitelikli personelin bilgi ve deneyimleri ile
madencilik sektörüne olan katkıları nedeniyle de önemi
yadsınamayacak bir kurumdur.
Kapitalist küreselleşme döneminde ülkemize biçilen rol
gereği dayatılan kamunun küçülmesi, özelleştirme ve
üretimden vazgeçilmesi politikaları ile devletin madencilik alanından çekilmesi ve daha çok yabancı sermayenin
kontrolünde bir üretimin şekillenmesine yönelik düzenlemelerden TTK da payına düşeni almaktadır. Kurumun
kuruluş amacı ve işlevi göz ardı edilerek, kapatılma, taşeronlaştırma ve özelleştirme gibi uygulamalar gündeme
getirilmektedir. Bir taraftan, personel azaltmaları yaşanırken, diğer taraftan da taşeronlaştırma ortamı yaratılmakta, bu politikalar bağlamında resen emeklilik ve yatırım
yetersizliği sonucu kurum üretim yapamaz duruma getirilmektedir. Bu süreçte ülkede gereksinim artarken, kömür
üretimi azalmakta ve ithalat artmakta, demir-çelik sanayisi hammadde olarak dışa bağımlı hale getirilmektedir.
TTK’nın yaşadığı sorunlar, yalnızca kurum çalışanlarının ve Zonguldak ilinin değil, ülkemizin ve hepimizin
sorunudur. Kurumun yaşadığı sorunlar hakkında pek
çok kurum, kuruluş, meslek odası ve sendika tarafından
değişik tarihlerde raporlar hazırlanmış olmasına karşın,
günümüze kadar siyasal iktidarlar bu raporlara ve çözüm
önerilerine duyarsız kalmışlardır.
Bu süreçte;
1. TTK’da personel açığı sorunu devam etmektedir.
Madencilik, doğası gereği içerdiği riskler nedeni ile özellik arz eden, bilgi, deneyim, uzmanlık ve sürekli denetim
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
37
TMMOB’DEN
gereken en ağır iş kollarından birisidir. Havzada üretim,
kömürün derinden çıkarılışı ve yataklanma şeklinden
kaynaklanan nedenlerle emek yoğun bir şekilde yapılmaktadır. TTK’da, uygulanan madencilik kültürü içerisinde, Mühendis, Tekniker, Nezaretçi ve İşçi personel
çalışmaktadır ve bu kademeler üretim zincirini oluşturmaktadır. Sektöre bilim ve teknolojinin uygulayıcısı olan
teknik personel istihdamının önemi ortadadır. Mevcut
zincir halkaları birbiri yerine kullanılamayacağı gibi, birini
kaldırmak üretimi olumsuz yönde etkileyecektir.
TTK’da; Genel Müdürlük ve Armutçuk, Kozlu, Üzülmez,
Karadon, Amasra Müesseseleri ile Maden Makinaları
Müdürlüğü birimlerinde, mühendis, tekniker ve teknisyen kadrolarında teknik personel, yeraltı ve yerüstünde
işçi personel ile büro ve hukuk hizmetlerini gören memur
personel istihdam edilmektedir. Atamalarda 2451 sayılı
Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin
Kanun hükümleri uygulanmaktadır. Yeni personel alımında her yıl yayınlanan genel yatırım ve finansman kararnameleri ile belirlenmektedir. Açıktan atamalar için Devlet
Personel Dairesi Başkalığı ve Maliye Bakanlığı izinleri ile
Başbakanlık oluru gerekmektedir. Tasarruf tedbirleri, küçülme eğilimi, uygulanan istihdam politikaları ve özelleştirmeye yönelik tasarruflar yeni personel alımının önünde
en büyük engel olarak ortaya çıkmaktadır.
Kurumda ciddi anlamda işçi ve memur açığı vardır.
1987’de toplam 39.000, 1990’da toplam 34.000 işçi çalışmasına rağmen, 2001’de toplam işçi sayısı 19.000’e
düşmüştür. 3 Kasım 2002 seçimlerinden bugüne kadar
5.320 işçi emekli olmuştur. 2006 yılında 1.130 işçi emekli
olmuş, Ağustos 2006’da 1.120 yeni işçi alınmış olmasına
rağmen, Ekim 2007’de puantaja kayıtlı işçi sayısı yeraltı
8.144 ve yerüstü 2.457 olmak üzere toplam 10.601’dir.
2001’de 2.416 olan toplam memur sayısı da, 2007’de
1.974’e düşmüştür.
Kurumun varlığını sürdürmesi için eğitilmiş iş gücü gereksinimi had safhaya ulaşmıştır. Ancak yeni kadroların
tahsis edilememesi vb. nedenlerle işçi kadrolarına mühendislik ve teknikerlik eğitimi almış kişilerin yerleştirilebilmesi için 3 Mart 2006 tarihinde Genel Maden İş
Sendikası ile TTK Kamu İşverenleri Sendikası arasında
protokol imzalanmıştır. Böylece sürdürülen istihdam politikaları nedeniyle görevleri, araştırma , tasarım, planlama, projelendirme, ve uygulama sorumluluğu olan mühendislerin salt uygulamada denetleyici olarak bir protokol çerçevesinde işçi statüsünde çalıştırılmaları ve bu işi
sürekli yapmaya zorlanmaları ortamı yaratılmıştır.
38
2. Personel açığı üretimi doğrudan etkilemekte ve
azaltmaktadır.
Kurumun 1975-2007 yılları üretim ve işçi sayısı incelendiğinde, üretimle işçi sayısının doğru orantılı olduğu görülür. Genel Maden İş 2007 Raporu incelendiğinde de,
2000 yılı başlarında alınan 4.012 işçinin üretime olumlu
katkısını görmek mümkündür. Yıllardır süregelen emeklilikler ve yeterince yeni personel alınmaması sonucu
üretim miktarı ile birlikte, üretim kalitesi de düşmüştür.
1980 yılında 3.315.000 ton satılabilir üretimin 1.783.000
tonu demir-çelik sektörüne (% 54’ü), 705.000 tonu diğer
sektörlere (Şeker ve çay fabrikaları, ısıtma v.s) verilirken
(% 21) enerji santraline ise 823.000 ton satış yapılmıştır. 2006 yılında 1.522.411 ton satılabilir kömür üretilmiş
olup, bunun % 14’ü parça, % 20’si 0-10 (metalürjik ürün)
ve % 65’i filtrasyon ürünüdür. Oysa TTK’nın kaliteli metalürjik kömür üretimine ağırlık vermesi gerekmektedir.
3. TTK personelinin çalışma statülerindeki sorunlar
devam etmektedir.
Ülkemizde diğer kamu kurum ve kuruluşlarında yaşanan
personel sorunlarının benzeri durum TTK’da da yaşanmaktadır. Kurumda halen, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu ile 233 ve 399 sayılı KHK’lere uygun olarak memur statüsünde ve 1475 sayılı İş Kanunu bağlı olarak işçi
statüsünde personel çalıştırılmaktadır.
Memur, sözleşmeli personel uygulamaları, teknik ve idari personel arasındaki ücretlerde dengesizlik çalışanları
huzursuz etmekle kalmayıp, yaşamlarını da etkilemektedir. Son zamanlarda uygulamaya konulan mühendislerin işçi statüsünde istihdamı politikası işin özelliği gereği olması istenen hiyerarşik yapının da tesisinde sorun
oluşturmaktadır. Bu durumun somut göstergeleri; nitelikli, hatta yüksek nitelikli işgücü olarak insan yaşamının
her aşamasından sorumlu olan mühendislik, mimarlık ve
şehir plancılığının hızla işlevsizleştirilmesi, bilim, akıl ve
mesleki birikimin dışlanması ve bu yaklaşımın istihdam
politikası haline getirilmesi çevrenin ve doğal kaynaklarımızın tahribine neden olmaktadır.
Bir yandan mühendislik eğitimi almış kişiler üretim sırasında fiili denetimde işçi statüsünde istihdam edilirken
diğer yandan da niteliksiz işçilerin deneyim, hizmet içi
eğitimle görevde yükselme olanağı ortadan kaldırılmakta gerek mühendislerin gerekse işçilerin gelişimi sınırlandırılmaktadır. İstihdamı giderek niteliksizleştiren bu
akıldışı durumun; kamu-toplum yararı ve geleceği açı-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
TMMOB’DEN
sından derhal durdurulması, mühendis, mimar ve şehir
plancılarının kamu ve özel sektörde fikri haklarının yok
sayılmaması ve güvenceye alınması gerekmektedir.
- Üyemiz işçi mühendis ve mimarların “kimlik” sorunu
giderilmeli ve işçi mühendislerin durumlarına hukuki çerçevede açıklık kazandırılmalıdır.
Sonuç olarak;
- Hukuk çerçevesinde üyemiz işçi mühendis ve mimarların yasal hakları kesin ve net bir şekilde belirlenmeli,
özlük hakları ve yetkileri tanımlanmalıdır. İlgili Kanunlarda ve Görevde Yükselme ve Atama Yönetmeliği’nde
değişiklik yapılarak tanımlanmış görevlere gelişin ortamı
yaratılmalıdır.
TTK’nın ciddi bir işçi ve teknik personel açığı bulunduğu,
kurum için hayati önem taşıyan istihdam açığının kısa
sürede giderilmesi durumunda verimlilik ve toplumsal
yarar sağlanacağı ortadır. Konunun tarafları ve kurumda
çalışanların ortaklaştıkları nokta; Zonguldak Taş Kömürü Kurumu’nun varlığını sürdürmesi, gerekli yatırımların
yapılması ve uygun personelin istihdamının sağlanması
ile olanaklıdır. Çünkü Zonguldak, TTK ile var olan ve varlığı buna bağlı olan bir şehirdir ve bu nedenle Kuruma
sahip çıkılması gerekmektedir.
Bu nedenle;
- Öncelikle TTK’nın geleceği için gereksinim duyulan personel istihdamını sağlayacağı kadrolar tahsis edilmelidir.
- Mühendislik mesleği açısından yapılacak kadro tahsisinde, son dönemde farklı statülerde işe başlamış olan
üyemiz mühendis ve mimarların yasalarda belirtilen hakları verilerek, en kısa sürede statü farklılıkları giderilmelidir.
- Ücret adaletsizliği ve dengesizliği giderilmelidir. Bu kapsamda; işe başlama ve ücret dereceleri, işçinin öğrenim
durumuna ve fiili iş hayatına göre belirlenmelidir. İleri düzeyde teorik ve uygulamalı teknik bilgi ve ihtisası gerektiren işlerde ve bilfiil kendi ihtisas dalında çalışan işçilerin;
yani en az 4 yıl eğitim süreli ve devam mecburiyeti olan
fakülte mezunu mühendis ve mimarların ücretleri ayrıca
belirlenmelidir. İşyerinde çalışırken bu diplomayı alan ve
kendi ihtisas dalında çalışan işçiler de bu maddeye intibak ettirilmelidir.
- Üyemiz işçi mühendis ve mimarların idari görevlere
gelebilmesi sağlanmalıdır. Bu kapsamda; işyerinde bilfiil çalışmakla beraber, gereğinde ve işyerinin özelliğine
göre, işlerin teknik ve idari yönden yürütülmesi ve işçi
gruplarının idaresi amacı ile işçiler arasında eğitim, liyakat, idarecilik niteliği ve kıdemi dikkate alınarak üyemiz
işçi mühendisler, Teknik Şeflik ve Baş Mühendislik vb.
idari görevleri yapabilmelidir.
- İş Kanunu kapsamında görev yapan mühendis ve mimarların üstlendikleri ve ifa ettikleri görev karşısında hak
ve yetkilerinin açık şekilde düzenlenmesi ve tüm haklarının yasal güvenceye kavuşturulması “sosyal devlet” ve
“hukuk devleti”nin bir gereğidir.
TMMOB; Siyasi iktidarı ve TTK yönetimini gerekli olumlu
düzenlemeleri bir an önce yaşama geçirmek için göreve
çağırmaktadır.
TMMOB; üyelerinin ve sektörün sorunlarını, ülke çıkarı, toplum ve kamu yararı açısından sahiplenmeyi sürdürecektir.
Mehmet SOĞANCI
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
Türkiye Taş Kömürü
Kurumu’na sahip çıkılmalı,
TTK’da çalışan
mühendislerin çalışma
koşulları iyileştirilmelidir.
- TTK bünyesinde çalışan üyemiz mühendis ve mimarlara farklı uygulamalar yapılmamalıdır.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
39
TMMOB’DEN
TMMOB, 15 MART’TA IRAK İŞGALİNİN
5. YILINDA KADIKÖY’DEYDİ.
22 Şubat 2008 günü 15 Mart’ta Irak İşgalinin 5. yılında emperyalizme, gericiliğe, neoliberal politikalara karşı TMMOB
YK Başkanı Mehmet Soğancı’nın yapmış olduğu basın açıklamasını yayınlıyoruz.
Küresel sermaye saldırılarını sürdürüyor. Dünyada bugün, kan var, gözyaşı var, ölüm var, açlık var, yokluk var,
yoksunluk var. Ama bugün, dünyada sermayenin küresel
saldırısına karşı küresel direniş de var. 15 Mart’ta dostların arasında olacağız. 15 Mart’ta güneşin sofrasında olacağız. 15 Mart’ta dünyanın bütün alanları bizim olacak.
TMMOB, 15 Mart’ta bu ülkenin aydınlık yürekli, aydınlık
beyinli, yiğit insanlarıyla, savaş karşıtlarıyla, işgal karşıtlarıyla, barışseverlerle, yüreği emekten ve halktan yana
atanlarla ABD emperyalizminin Irak’ı işgalinin beşinci yılında omuz omuza İstanbul’da Kadıköy’de olacak.
Kapitalist küreselleşme dünya halklarına; barış, adalet,
kardeşlik, özgürlük değil, aksine daha fazla yoksulluk,
daha fazla işsizlik, daha fazla açlık, daha fazla savaş ve
daha fazla ölüm getirmiştir. Kapitalist küreselleşme en
çıplak haliyle bugün Ortadoğu’dadır, Irak’tadır. Kapitalist
küreselleşme en çıplak haliyle bugün Türkiye’de emeğin
aleyhine çıkarılan yasalardadır.
Bugün yapılması gereken, emekten ve demokrasiden
yana bütün güçlerle birlikte kapitalist küreselleşmenin
yasalarla, bombalarla dünyada emekçilere karşı giriştiği
savaşa karşı durmaktır.
katliamlara karşı tüm dünyadaki barış ve demokrasi güçleri ile birlikte yan yana durmaktır.
Biz, bütün dünyada ekilen nefret tohumlarına, halklar
arasında yaratılan düşmanlığa karşı barış istiyoruz. Biz
bölge halklarıyla dostluk ve kardeşlik içinde yaşamak istiyoruz. Biz halkların kültürel ve insani haklarına saygı
gösterilmesini istiyoruz.
Biz kimliği, kültürü, dili, dini, mezhebi, görüşü ne olursa
olsun, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak, barış içinde
kardeşçe bir arada yaşayabileceğimiz, bağımsız, demokratik, eşitlikçi bir Türkiye istiyoruz.
Evet, biz biliyoruz: Başka bir yaşam mümkündür. Başka
bir Türkiye mümkündür. Başka bir dünya mümkündür.
Şimdi dünya halkları ile birlikte ABD Emperyalizmine ve
işbirlikçilerine karşı durma zamanıdır. Şimdi kapitalist
küreselleşmenin saldırılarına karşı direnme zamanıdır.
Şimdi küresel saldırıya küresel direniş zamanıdır. Şimdi
savaşsız, ölümsüz, sömürüsüz başka bir dünya için ayağa kalkma zamanıdır.
Bugün yapılması gereken, siyasal iktidarın çıkarmaya çalışacağı yasalara karşı emekten ve halktan yana olmaktır.
Selam olsun emperyalizme, gericiliğe, neoliberal politikalara karşı direnenlere… Selam olsun 15 Mart’ta
yüreği bizimle birlikte İstanbul’da Kadıköy Meydanı’nda
olacaklara...
Bugün yapılması gereken, emperyalizme, gericiliğe, neoliberal politikalara karşı durmaktır.
Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
Bugün yapılması gereken, Irak’ta, Filistin’de yaşanan
40
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA: AR-GE VE
İNOVASYON
Giriş
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun değişik aşamalardan geçerek günümüzdeki bilimsel anlamını kazanması
çok uzun tarihsel süreç içinde olmuştur. Birçok uzmanlık
alanından bilim insanlarının çalışmaları sonucunda günümüzde bir bilim dalı haline gelen işçi sağlığı ve iş güvenliği, üretim sürecindeki ve toplum yaşamındaki değişimlere bağlı olarak gelişim göstermiştir. İnsanlığın doğa
ile savaşımı ile başlayan ve değişik aşamalardan geçen
çalışma yaşamındaki gelişmeler, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarının da gündeme gelmesine yol açmıştır.
Üretim araçlarında ve üretim yöntemlerindeki değişim ve
dönüşümler sonucunda çalışanların sağlık ve güvenlik
sorunları da çoğalmış ve giderek önem kazanmaya başlamıştır. Tarih boyunca çalışma yaşamındaki gelişmeler,
işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki gelişmelere de
kaynaklık etmiştir.
Çalışanların işyeri ortamındaki fi ziksel ve kimyasal
etmenlerin zararlarına, üretim araç ve gereçlerinin
tehlikelerine, kullanılan ham ve yardımcı maddelerin
çeşitli zararlı etkilerine maruz kalmaları işçi sağlığı ve
iş güvenliği sorunlarının temelini oluşturmaktadır. Bu
sorunları ortadan kaldıracak sağlık ve güvenlik önlemlerinin saptanması ve uygulamaya konulması üretim
sürecindeki gelişmelerin bilimsel yöntemlerle incelenmesi ile olanaklıdır. Böylece sorunların ana kaynaklarını saptamak kolaylaşacak, alınacak güvenlik ve sağlık önlemlerinin özellik ve nitelikleri ile uygulama alan
ve yöntemlerinin belirlenmesi sağlanabilecektir. Bu
nedenle üretim sürecindeki değişimlerle, işçi sağlığı
ve iş güvenliği konusundaki gelişmeleri tarihsel akışı
içinde incelemek gereklidir.
1. DÜNYADAKİ GELİŞMELER
1.1. Sanayi Devrimi Öncesi
İlk insanla başlayan üretim süreci boyunca üretim teknik ve biçimleri de değişmiştir. Taşın ve toprağın işlenmesi, madencilik tekniklerinin geliştirilmesi, ateşin
bulunması, giderek buhar gücünden yararlanma olanakları, iş aletlerinin ve üretim araçlarının gelişiminde önemli etkiler yaratmıştır. Çalışma yaşamındaki
gelişmelerin yarattığı sorunların çözümü için yapılan
çalışmalar işçi sağlığı ve iş güvenliğinin gelişiminde
de temel unsurlar olmuştur. Bu nedenle yapılan işle
sağlık arasında ilişki kurmanın tarihçesi oldukça eski
çağlara dayanmaktadır.
Bugünkü anlamda işçi sağlığı ve iş güvenliği olarak
tanımlanabilecek çalışmalar ilk olarak köleci toplumlardan eski Roma’da gözlenmiştir. Bu dönemde birçok bilim insanı bugün bile geçerli sayılabilecek çalışanların
sağlık ve güvenliğine yönelik öneri ve savlar ileri sürmüşlerdir. Bunlardan ünlü tarihçi Heredot ilk kez çalışanların verimli olabilmesi için yüksek enerjili besinlerle
beslenmeleri gerektiğine değinmiştir. M.Ö. 370 tarihinde Hipokrates ilk kez kurşunun zararlı etkilerinden söz
etmiş, kurşun koliğini tanımlamış, halsizlik, kabızlık,
felçler ve görme bozuklukları gibi belirtileri saptamış
ve bulguların kurşun ile ilişkisini açık bir biçimde ortaya
koymuştur. Roma İmparatorluğu döneminde toksikoloji
oldukça ilerlemiş, birçok bitkisel zehir, arsenik ve arsenik asidinin sülfid tuzları bulunmuştur. Dioscorides ise
zehirleri bitkisel, hayvansal ve mineral kaynaklı olmak
üzere kökenine göre üçe ayırmış ve bu ayrım yüzyıllar
boyunca kullanılmıştır.
M.Ö. 200 yıllarında Hipokrates’in çalışmalarını daha da
geliştiren Nicander, kurşun koliği ve kurşun anemisini
incelemiş ve bunların özelliklerini tanımlamıştır.
Bu
dönemde yapılan çalışmalar sağlık ve güvenlik sorunlarının saptanması ve tanımı ile sınırlı kalmamış, zararlı
etkilerden korunma yöntemleri de geliştirilmiştir. Nitekim
M.S. 23 ile 79 yılları arasında yaşamış olan Plini, çalışma ortamındaki tehlikeli tozlara karşı çalışanların korunması amacıyla maske yerine geçmek üzere başlarına
torba geçirmelerini önermiştir. Juvenal ise, özellikle demircilerde görülen göz yakınmaları ve göz hastalıklarının
yapılan işten kaynaklandığını, sürekli olarak ayakta çalışanlarda varislerin oluşabileceğini açıklamıştır.
Daha sonraları feodal toplumlarda çalışanların sağlık
ve güvenliklerinin korunması yönünde ne tür çalışmalar yapıldığı konusunda yeterince bilgi edinilememiştir.
Oysa bu dönemde de uzun yıllar boyunca üretim araç ve
tekniklerinde önemli gelişmeler olmuş, üretim sürecinde
giderek daha çok sayıda yer alan insanlar, iş kazaları
ve meslek hastalıklarına maruz kalmışlardır. 1473 yılında kuyumcularla ilgili bazı hastalıkları inceleyen Urlich
Ellenbrong yalnızca izlenimlerini bildirmekle yetinmiştir.
Daha sonraları ise, çalışanların sağlık ve güvenlik sorunlarının çözümünde, Paracelsus, Acricola ve Ramazzini
önemli çalışmalarda bulunmuşlar ve sorunların çözümüne katkı sağlamışlardır.
1493 ile 1541 yılları arasında yaşayan Alman düşünür ve
hekimi Paraselsus Basel Üniversitesi’nde verdiği derslerle, tıpta yeni bir anlayışa öncülük etmiştir. 1528 yılında
DOSYA
Tufan KOÇ
İTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi
TEKNOLOJİK YENİLİK VE YENİLİK TÜRLERİ
1. GİRİŞ
•
Yenilik bir problemi çözmelidir,
Yenilik ekonomi, mühendislik, sosyoloji, işletme ve teknoloji çalışma alanlarının önemli konularından biridir. Her
çalışma alanı yeniliğin tanımını kendi karakteristiklerine
uygun olarak yapmaktadır. Bu yüzden yenilik konusunda
farklı alanlardaki çalışmalar incelendiğinde aynı tanımda
uzlaşmada zorluk çekildiği görülmektedir. Buna rağmen
tüm çalışma alanları için ortak olarak kabul edilen görüş
yeniliğin yeni ve faydalı olduğu konusundadır.
•
Mevcut işleyişi değiştirmesi gerekmektedir,
1.1. Yeni olma:
Buna göre teknolojik yeniliğin tanımı aşağıdaki gibi yapılabilir:
Yenilikten bahsedebilmek için mevcut işleyişi değiştirmek amacıyla ya bir buluşun uygulanması veya mevcut
bir yeniliğin yeni bir alana uygulanması gerekir. Bu durumda problem ne kadar yeninin yenilik olacağı üzerinde
odaklanmaktadır. Örneğin daha önce iki ayrı pakette satılan şekerleri tek pakette satmaya başlayan bir işletme
yenilik faaliyetinde bulunmuş olur mu sorusu gündeme
gelmektedir. Eğer ürün yenilik tanımına uyuyorsa bu yeniliğin örneğin internetin geliştirilmesine ilişkin yenilikle
arasındaki fark nedir. Bu durumda ne kadar yeniliğin yenilik tanımına gireceği sorusu öne çıkmaktadır.
•
Çözülen problem yeniliğin gerçekleştiği alanın koşullarını değiştireceğinden yeniliği kullananın davranışında değişiklik yaratması beklenir,
•
Yeniliğin üretici ve kullanıcı gözünde değer yaratması gerekir.
Yenilik kullanıcının ihtiyaçlarını karşılamak için bir işletmenin kaynaklarını ve yetkinliklerini kullanarak ortaya çıkardığı mevcut uygulamayı değiştiren ürün, proses veya
hizmettir (Szeto, 2000).
1.2. Fayda yaratma:
Geliştirilen bir yeniliğin fayda yaratması gerekir.
Yeni olma ve fayda yaratma kriterleri detaylandırıldığında neyin yenilik olduğunun anlaşılması için yeniliğin aşağıdaki koşullar açısından değerlendirilmesi gerekir:
•
Teknolojik yenilikte yenilik miktarının ilişkili alanda anlamlı fark yaratacak seviyede olması gerekmektedir,
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
43
DOSYA
DOSYA
2. UYGULAMA ALANLARINA GÖRE YENİLİK TÜRLERİ
2.1.1. Performans artırma
Teknolojik yenilik dendiğinde akla genellikle ürün ve üretim prosesi üzerinde gerçekleştirilen değişiklikler gelmektedir. Ancak ürün ve prosesten bağımsız olarak işletmenin
değişik yönetim ve organizasyon fonksiyonlarında gerçekleştirilen yenilikler de mevcuttur. İkili çekirdek teorisi (dual
core theory) bu konu üzerine odaklanır (Daft, 1978). Buna
göre organizasyonlar yenilik açısından teknik ve idari olmak üzere iki boyutta incelenebilir. Teknik boyut hammaddenin ürün ve servise dönüşmesiyle ilgilidir. İdari boyut ise
organizasyonel yapı, kontrol sistemleri ve koordinasyon
mekanizmalarıyla ilgilidir. Yenilik her iki boyutta da meydana gelebilir ancak geçirdikleri süreçler birbirinden farklıdır. Buna göre yenilik teknik ve idari yenilik olmak üzere
ikiye ayrılır. Teknik yenilik teknik boyutta meydana gelir ve
ürün, proses gibi organizasyonun birincil iş faaliyetleriyle
ilgilidir. Yenilik süreci aşağıdan yukarıya akan bir süreçte
gerçekleşir. İdari yenilik ise organizasyonel yapı ve idari
süreçlerle ilgili olup organizasyonun birincil süreçlerinden
ziyade organizasyonun yönetim süreçleriyle ilgilidir. İdari
boyuttaki yenilik yukarıdan aşağıya doğru akan bir süreçte gerçekleşir. Bu tanıma göre aşağıda teknik boyuttaki
yenilik türü, imalat prosesi, lojistik ve servis ve paketleme
süreçlerini içermektedir. İdari yenilik türü ise yönetim ve
organizasyonda gerçekleştirilen yenilikleri içermektedir
Trott (1998).
Yeni geliştirilen bir ürün için işletmeler başlangıçta sürekli
olarak performans artırma girişiminde bulunur. Performans artırma hız, güç, dayanıklılık, ağırlık, esneklik vb.
ürün özellikleri üzerinde olabilir. Pazardaki rakip işletmeler
ya kendi Ar-Ge olanaklarını kullanarak veya teknoloji transferi yoluyla geliştirilen yeni teknolojiye erişmeye çalışırlar.
Ürünün pazara sunulduğu ilk evrede performans artışı
genellikle güçtür. Çünkü kullanılan teknolojinin özellikleri
tam olarak bilinememektedir. Bu işlem sonradan teknolojiye hakim olundukça kolaylaşır ve ürün performansında
hızlı bir artış yaşanır. Performans artımı pek çok işletme
tarafından sürekli olarak yapıldığından artırılan performans miktarı ve performans artırma işleminin hızı rekabette başarı açısından büyük önem kazanır. Daha sonra
teknoloji performans sınırına ulaştığı zaman performans
artırma yönündeki çabalar sonuç vermemeye başlar. Bu
sınıra erişildiğinde performans artırmak için gereken yatırım miktarı da aşırı bir şekilde artmaya başlar. Buna ilaveten içinde bulunulan endüstri de yeni bir performans eğrisi
(S eğrisi) üretecek yeniliklere karşı açık hale gelir. Mevcut
ürünün performansını artırma işlemi yeni ürün geliştirme
işlemine göre daha düşük maliyetlidir. Buna rağmen bu
aşamada üründe performans artışı yerine yeni bir S eğrisine sahip aynı fonksiyon için tamamen farklı bir ürün
üretimi daha uygun bir seçenek haline gelir.
Üründeki performans artışı değişik şekillerde gerçekleştirilebilir:
•
Şekil 1: İşletme açısından teknolojik yenilik türleri
Ürün tasarımının değiştirilmesi,
•
Ürünü oluşturan parçaların yapısal özelliklerinin değiştirilmesi,
2.1. Üründe Yenilik
Üründe yenilik mevcut ürünün iyileştirilmesi veya yeni bir
ürün geliştirilmesi yoluyla yapılır. Üründe gerçekleştirilecek yenilik türü amaca bağlı olarak değişik boyutlarda
gerçekleştirilebilir. Bu boyutlar:
•
İmalat sırasındaki parça işleme koşullarının daha
hassas hale getirilmesi,
•
Ürüne parça veya malzeme ilavesi yaparak performans artırma.
•
Ürünün performansını artırmak,
2.1.1.1. Ürün tasarımının değiştirilmesi
•
Ürüne yeni fonksiyonellik kazandırmak,
Üründen beklenen performansın artırılması için ürünün
veya ürünü oluşturan parçaların tasarımları değiştirilebilir. Bir türbinin daha yüksek performansta çalışması için
kanat açısının değiştirilmesi veya bir otomobilin rüzgar
direncini azalmak amacıyla tasarımını değiştirilmesi bu
tür yenilik türüne örnek olarak gösterilebilir.
•
Müşterilerin performans dışındaki beklentilerine daha
iyi cevap verebilmek için ürün tasarımını değiştirmek
olarak tanımlanabilir West (1992).
44
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
2.1.1.2. Ürünü oluşturan parçaların yapısal özelliklerinin
değiştirilmesi
Ürün ya tek bir parçadan veya değişik parçaların bir araya getirilerek monte edilmesiyle oluşur. Bu parçaların
özelliklerinin değişmesi ürünün performansına doğrudan etki eder. Örneğin parçaların fiziksel ve kimyasal işlemler sonucu iç özellikleri değiştirilerek ısıya dayanıklı,
esnek vb. duruma getirilebilir. Bunun sonucunda parçanın veya parçaların bir araya gelerek oluşturdukları ürünün performansı değiştirilebilir. Örneğin seramik yüksek
ısıya direnciyle pek çok kullanım alanı bulabilmektedir.
Ancak seramiğin kırılganlığı kullanım açısından bir sınır
oluşturduğundan kırılganlık probleminin giderilmesi yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Bu sayede seramiğin
jet motorunda kullanılan pek çok metal parçanın yerini
alması beklenmektedir. Benzer şekilde değişik kullanımlar için soya sosunun yoğunluğunun artırılması, tarımda
kullanılan kimyasal ürünlerin serpilmesini kolaylaştırmak
amacıyla tane iriliğinin azaltılması, onarım hızını artırmak amacıyla çimento yapısının değiştirilmesi vb. örnek
olarak gösterilebilir.
2.1.1.3. İmalat sırasındaki parça işleme koşullarının daha
hassas hale getirilmesi
Parçaların imalat sırasında uygun tezgah ve takım kullanmak suretiyle işleme toleransları daha dar tutulabilir
veya kesme hızı, kesme derinliği vb. işleme parametreleri değiştirilerek yüzey kalitesi artırılabilir. Bu sayede ürünün verimlilik, dayanıklılık gibi performans değerlerinde
gelişme sağlanabilir.
ganizasyon diğer sektörlerden farklı bir fonksiyona sahip
malzeme, parça veya sistem kullanmak suretiyle yeni bir
fonksiyona sahip ürün elde etmekle olur. Diğer bir değişle ürünün sahip olduğu teknolojilere yeni teknolojiler ilave
edilerek ürünün yeni bir fonksiyon kazanması amaçlanır.
Hatta bazı durumlarda yeni ürün mevcut üründen daha
ucuz fiyata ve çok daha yüksek performansa sahip olabilir. Ağır vasıtalar için geliştirilmiş dizel motorun tarım makinelerinde kullanılması veya kamyona silah monte edilerek yeni bir tür hafif savaş aracı elde edilmesi, iki zamanlı
motorların dezavantajlarından kurtulma amacıyla dört
zamanlı motorların motosikletlere monte edilmesi bu tür
yeniliğe örnek verilebilir. Bu örneklere ilaveten bilgisayarın takım tezgahlarında kullanılması, optik kablonun lazer
teknolojisiyle birlikte tıp alanında kullanılması yeni fonksiyonellik yaratarak yeni pazarlar oluşmasına yol açarlar. Bu tür yenilikte yeni ürünü oluşturan farklı ürünlerin
performans eğrileri (S eğrileri) önemini yitirir ve yeni ürün
yeni performans eğrisiyle temsil edilmeye başlanır.
Bu tür yenilikte ürünün daha önceden pazar tarafından
iyi tanınması nedeniyle pazara nüfuz etme açısından
fazla engel yoktur. Bu nedenle ürünün yeni fonksiyonu
pazar tarafından kabul edilirse pazara nüfuz hızlı bir şekilde gerçekleşebilir. Diğer yandan bu alandaki en büyük
dezavantaj, rakiplerin ürünü anlamalarının kolay olmasıdır. Bu yüzden rakipler benzer ürünü düşük maliyete
geliştirebilirler. Buna ilaveten bu tür ürünlerin patentle
korunması diğer türde geliştirilen ürünlere oranla daha
güç olması pazardaki liderliğin uzun süre elde tutulmasını zorlaştırabilir.
2.1.3. Performans dışı faktörlerde değişiklik yapma
2.1.1.4. Ürüne parça veya malzeme ilavesi yaparak performans artırma
Aşağıda tanımlanan diğer yenilik türleri özellikle rakip
ürünlere oranla ayırt edici bir sonuç alınması için yapılır.
Ürünü oluşturan parçaların değiştirilmesi yoluyla üründe
yeniliğe gidilmesi ürünün performansını artırmak amacıyla gerçekleştirilen yeniliğin diğer bir türünü oluşturur.
Meyve suyuyla karıştırılarak yeni bir şarap elde edilmesi,
mısır gevreğinin içindeki katkıları çeşit ve miktar olarak
değiştirerek ürünü değiştirmek veya bir motosikletin parça kombinasyonunu değiştirerek model sayısını artırmak
örnek olarak gösterilebilir.
2.1.2. Ürüne yeni fonksiyonellik kazandırma
Ürüne yeni fonksiyonellik kazandırma üründe kullanılan
teknolojilerin yeniden organize edilmesi yoluyla yeni bir
alanda kullanılmasını sağlayarak gerçekleştirilir. Bu reorMühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
45
DOSYA
DOSYA
Burada tasarım değişikliği ürünün performansını artırmak için değil farklı amaçlar için gerçekleştirilir:
•
İmaj: Ürün imajının müşteri gözünde ürünün değeri hakkında fikir vererek ürünü tanıtması (Örn: Swatch saatleri)
•
Kullanıma Uygunluk: Ürünün kullanıma uygunluğu,
kullanımındaki rahatlık, emniyet faktörleri vb. tasarımda
ön plana çıkan diğer bir konuyu oluşturmaktadır. Yazılım ve donanım sektöründeki ürünlerin kolayca anlaşılıp
kullanılabilmesi veya otomotiv endüstrisinde ergonomik
tasarım sonucunda sürücü yorulmaların azaltılması.
•
Maliyet: Ürünün tasarımı imalat operasyonlarını
belirler. Örneğin ürünü oluşturan parça sayısının az olması, parçaların karmaşıklık derecelerinin düşük olması, hazırlık zamanlarının azaltılması amacıyla parçalarda
standardizasyona gidilmesi, ürünlerin taşıma ve depolamayı kolaylaştıracak özelliklere sahip olması birer tasarım problemine işaret eder ve imalat maliyeti açısından
önemli rol oynar.
2.2. Proseste Yenilik
Üründe yenilik müşterinin beklentilerine uygun olan yeni
çıktıyı yani yeni ürün ya da hizmeti tanımlarken proseste
yenilik girdi ile çıktı arasındaki süreçlerde kullanılan teknolojilerde yapılan değişikliği içerir. Proses hammaddenin ürüne dönüşüm sürecini tanımlar. Proses üzerindeki
yeniliği gerçekleştirmek üç farklı yolla olabilir.
•
Üretim prosesinin özellikleri ve sırası üzerinde gerçekleştirilen yenilik,
•
Üretim prosesini destekleyen sistemlerde yenilik,
•
Üretim prosesini gerçekleştiren donanımda yenilik.
2.2.1. Üretim prosesinin özellikleri ve sırası üzerinde
gerçekleştirilen yenilik
Üretim teknolojisi geliştikçe, üretimde gerçekleştirilen bazı proseslerin birleştirilmesine, bazılarının
kaldırılmasına, bazı durumlarda ise yeni proses ilave
edilmesine gerek duyulabilir. Cam imalatındaki karıştırma, eritme, döküm, ısıl işlem ve taşlama alt proseslerinden oluşan beş adımlık ana üretim prosesi
gelişen teknolojiye paralele olarak alt proseslerin birleştirilmesi sonucu tek adıma düşmesi bu tür yeniliğe
örnek olarak gösterilebilir.
46
2.2.2. Üretim prosesini destekleyen sistemlerde yenilik
Üretim prosesini gerçekleştirmek amacıyla kullanılan
destek sistemlerindeki yenilikler bu gruba girer. Malzeme ihtiyaç planlaması, tam zamanında üretim sistemi,
grup teknolojisi vb. sistemler katma değersiz faaliyetleri
azaltmak, stokları azaltmak ve sistemi sürekli kontrol altında tutarak üretim prosesinin etkinliğini artırmak amacıyla kullanılabilir.
2.2.3. Üretim prosesini gerçekleştiren donanımda
yenilik
Mevcut durumda fonksiyonunu yerine getiremeyecek
kadar eskimiş imalat donanımı veya donanım içindeki elemanlar yenilenmek durumundadır. Buna ilaveten
mevcut imalat donanımının durumu iyi bile olsa daha
yeni teknolojiye sahip imalat donanımı üretim prosesinin
etkinliğini artırmak açısından gerekli görülebilir. İşletme
bu nedenlerden dolayı üretimi gerçekleştirmek için kullanılan donanım yenilendiği zaman genellikle işin yapılış
şeklinde yani proseste de değişim meydana gelir. Klasik
tezgahlardan oluşmuş imalat sisteminde gerçekleştirilen otomasyon bu yenilik türüne örnek olarak verilebilir. Operatörler tarafından çalıştırılan tezgahların ürettiği
ürünler manuel olarak diğer tezgahlara taşınarak imalat
işlemleri gerçekleştirilir. Aynı imalat esnek imalat sistemi
(FMS) vasıtasıyla da gerçekleştirilebilir. Bu sistemde sayısal kontrollü tezgahlar birbirlerine ana bilgisayar (DNC)
ile bağlanmıştır. Tezgahlar arası taşıma otomatik malzeme taşıma sistemi (AGV) ile yapılmaktadır. Tüm imalat
genellikle operatörden bağımsız olarak gerçekleşmektedir. Üretim değerleri (işleme hızı, kesme derinliği vb.)
optimum düzeyde tutularak üretim hızı, maliyeti ve kalitesinde iyileşme sağlamaktadır. Ayrıca bu sistemlerdeki
kontrol sistemleri sayesinde süreç sonunda değil sistem
çalışma halindeyken yani ürünler işlenmekteyken kalite sürekli olarak kontrol altında tutulabildiğinden hata
durumunda sistem hata doğmadan düzeltici önlemini
alabilmektedir. Bu sayede yeniden işleme ve ıskarta
miktarlarındaki düşüş ürün maliyetinin düşmesine yol
açmaktadır. Esnek imalat sistemlerinin yanı sıra otomatik depolama sistemleri, bilgisayar destekli tasarım ve
üretim gibi diğer yeni teknolojiye sahip imalat sistemleri
de donanımda yeniliğe örnek olarak gösterilebilir.
Yeni donanım teknolojisinin sağladığı esneklik sayesinde
sistemin pazardaki değişikliklere kolay adapte olma yeteneği vardır. Bu yetenek pazara yeni ürün sunuş hızını
da artırmaktadır. Ayrıca kullanıcıyı ve tedarikçiyi üretim
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
sistemine entegre ederek kullanıcıdan bilgi toplanması,
bilgilerin toplanarak karar vericilere ulaştırılması, karar
vericilerin karar destek sistemleriyle desteklenmesi, siparişlerin anında hammadde tedarikçilerine iletilmesi,
hammadde ve ürünlerin otomatik olarak depolanması,
hızlı ve kaliteli üretimin müşteriyle sürekli iletişimde bulunularak gerçekleştirilmesi ürün ve süreçlerin müşteri
beklentilerine uygun bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamaktadır.
met türü, ödeme vb.), hizmet kalitesini (hız, hassasiyet,
güvenilirlik vb.) artırmaya yönelik sistem kurma, müşteri
bilgilendirme sistemi kurma bu alandaki yenilik örnekleri
olarak düşünülebilir. Lojistik ve serviste yenilik tek başına kısa dönemli getiri sağlamasına rağmen özellikle
üründe yenilik ile birlikte yürütüldüğünde işletmeye uzun
dönemli rekabetçi avantaj sağlayabilir.
Donanımda gerçekleştirilen yenilikler genellikle yüksek
yatırım miktarı ve uzun yatırım süresi gerektirir. Yatırımın
yapılabilirliği açısından yatırım miktarını karşılayacak
üretim hacminin gerçekleştirilmesi gerekir. Yeniliğin yüksek maliyetli olması ve adaptasyonunun genellikle uzun
zaman gerektirmesi nedeniyle bu yenilik türünün işletmelerde gerçekleşmesi aşamalı ve edilgen bir davranış
göstermektedir.
Paketleme ürünün satış aşamasında ürüne estetik özellik katma, depolama aşamasında ürünü koruma ve kullanım aşamasında ürün performansı muhafaza etme
açısından önemlidir.
Bunun yanı sıra etkin teknolojik yenilik için yüksek derecede uzmanlığa ihtiyaç vardır. Bu uzmanlık hem işletmenin hem müşteri beklentilerine uygun olacağı düşünülen
ürünün ihtiyaçlarının belirlenmesi hem de sistemin geliştirilmesi veya dışarıdan transfer edilmesi için gerekli
işlemlerin yürütülmesi için gereklidir. Özellikle imalat
sistemi karmaşıklaştıkça sistemin geliştirilmesini ve kullanımını kontrol etmek amacıyla daha fazla uzmanlığa
ihtiyaç duyulur.
2.3. Pazarlama, Lojistik Ve Serviste Yenilik
Rekabet açısından önem taşıyan ve sürekli yeniliğe açık
diğer üç alan pazarlama, lojistik ve satış sonrası servistir.
Yeni uygulanan pazarlama yöntemleri (pazar araştırmaları, fiyatlandırma, promosyon vb.) mevcut pazar yapısının
değişmesinde veya yeni bir pazar yaratılmasına rol oynayabilir. Tedarikçi işletmelerden ham madde tedarik etme
ve müşterilere ürünlerin dağıtımı ve depolanması lojistik
işleminin ana süreçlerini oluşturur. Servis işleminin ana
süreçleri ise müşteriye satış sırasında ürün ile birlikte verilen bilgilendirme, tesisin kurulması vb. destekler ile satış
sonrasında özellikle bakım ve onarımı içeren müşteri desteğidir. Bu alanlarda yapılacak yenilik sayesinde müşteri
tatminin artmasının yanı sıra müşteriye daha kolay ulaşmayı sağlayarak yeni pazar açma ve mevcut pazara daha
rahat nüfuz etme olanağı sağlanabilir.
Geniş coğrafi alana yayılmış bayilik sistemi, müşteriyle
doğrudan ilişki, müşteri taleplerine hızlı cevap verme,
müşteriye sunulan seçenek sayısının artırılması (hiz-
2.4. Paketlemede Yenilik
Paketleme satış performansını birkaç şekilde artırır. Öncelikle kaybolmaya ve bozulmaya karşı dayanıklı paketleme sistemleri sayesinde ürünlerde toptan satış mümkün olabilir. Ayrıca paketleme özellikleriyle oynayarak
ürünün koruması paket içinde en uygun ortam yaratılarak sağlanabildiği zaman ürünün dayanma süresi uzar.
Özellikle gıda endüstrisinde uygun paketlemenin sağlığa
etkisi nedeniyle satışı artırıcı etkisi vardır. Diğer yandan
toplumun duyarlı olduğu konulara hitap eden geri dönüşümlü ve çevreye zararlı olmayan paketleme türü aynı
zamanda ürünün kabul edilebilirliğini artırmaktadır.
Endüstriyel paketleme sistemleri ise özellikle emniyet,
taşıma ve kolay depolama açısından uygun tasarıma sahip oldukları oranda kullanıcı tarafından kabul görmektedirler. Paketlemede değişik malzeme türlerinin kullanımı,
kutularda standardizasyon, üzerinde ürünün o anki koşulları hakkında bilgi veren teknolojik sistemler kullanan
paketleme sistemleri bu konudaki farklı uygulama seçeneklerine örnek teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra hem
paketleme sisteminin maliyeti hem de ürünün taşınması
sırasında paketlemeden kaynaklanan maliyet bu konuda
diğer bir karar kriterini oluşturmaktadır.
Paketlemedeki yeniliğin diğer bir katkısı lojistik alanında
görülür. Üretim hızını artırdığı gibi ürünün fabrika içinde, depolama sisteminde ve dağıtım kanalları arasında
kolay dolaşımını sağlayabilir. Ayrıca ürünün kullanıcıya
teslim edinceye kadarki taşıma ve depolama sürecinde
ürünün hasar görmesini önleyen nitelikteki paket tasarımları kullanılmaktadır.
2.5. Yönetim Ve Organizasyon Açısından Yenilik
İşletmeler sürekli olarak değişen iç ve dış koşullara
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
47
DOSYA
DOSYA
uyum sağlamak amacıyla kendilerini yenilerler. Bu yenileme koşulların gerektirdiği özelliklere sahip olmak veya
koşulları yönlendirmek amacıyla yapılabilir. Bu yenilik
türü organizasyonel yapı veya yönetim süreçleri üzerinde gerçekleştirilir. Katılımcı yönetime geçiş, bilgi ve
belge akışının değiştirilmesi, ekip çalışması, yeni bir departmanın kurulması, mevcutların birleştirilmesi, yatay
organizasyon oluşturulması bu tür yeniliğin örneklerini
oluşturmaktadır. Burada bilginin içeriğinin ve/veya akışının değişmesi söz konusu olabilir.
Kaynakça
Szeto, E. 2000. Innovation capacity: working towards a mechanism for
improving innovation within an inter-organizational network. The TQM
Magazine, 12(2), 149-157.
Daft,R.L. (1978) A dual-core model of organizational innovation. Academy Management Journal 21, 193-210.
Trott, P. (1998) Innovation Management and New Product Development, Prentice Hall.
West, A., (1992) Innovation Strategy, Prentice Hall International (UK)
Ltd.
48
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
Naci GÖRÜR
İTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi
AR-GE VE İNOVASYON AÇISINDAN
TÜRK ÜNİVERSİTELERİ VE
ARAŞTIRMA KURUMLARI
GİRİŞ
Araştırma ve teknoloji geliştirme yeteneğinin toplumların gelişmişlik düzeyi ile doğru orantılı olduğu bilinen bir
gerçektir. Günümüzde gelişmiş ülkeler bu yetenekleri
sayesinde ekonomik performanslarını artırarak sosyal
ve ekonomik refaha ermiş ve ulusal bağımsızlık ve güvenliklerini sağlamışlardır. İçinde bulunduğumuz yüzyıl
bilgi toplumu çağıdır. Bilgiye dayalı bir toplum olma yolunda da bilim ve teknoloji kilit bir rol oynamaktadır. Bilim
ve teknolojinin üretildiği yerler esas itibariyle üniversite
ve araştırma kurumlarıdır.
Bu yazıda ülkemizdeki üniversiteler ve araştırma kurumları Ar-Ge ve inovasyon kapasiteleri açısından ele alınacaktır. Başka bir deyişle, bu kurumlarımızın bilim ve
teknoloji üretme yetenekleri ve bunları toplumsal ve ekonomik yarara ne ölçüde dönüştürebildikleri analiz edilecektir. Bu analiz sonucuna göre de söz konusu kurumlarımızın hangi noktalarda sorunlu oldukları tespit edilecek
ve iyileştirilmeleri için önerilerde bulunulacaktır.
ÜNİVERSİTE VE ARAŞTIRMA MERKEZLERİNİN
MEVCUT DURUMU
Ülkemizde, maalesef, üniversitelerin çoğunda uluslar
arası kalite ve standartta eğitim ve araştırma yapılmamaktadır. Bundan dolayı da eğitim özgün olmaktan
uzak, uygulama ve laboratuara dayanmayan kuru bir bilgi aktarımı şeklinde yürütülmektedir. Bilimsel araştırmalar genellikle akademik unvan elde etmeye yöneliktir. Bu
nedenle de araştırma denilince daha çok ciddi projelere
dayanmayan, kalite kaygısından uzak seri makale yazımı anlaşılmaktadır.
Kamuya bağlı çok sayıdaki araştırma kurum ve kuruluşlarında da durum pek farklı değildir. Pek çoğunda uluslar
arası ölçütlerde araştırma yapabilme yeteneğine sahip,
konusunda uzman ve literatüre hâkim uzman sıkıntısı
vardır. Araştırmalar genellikle devlet memuru zihniyetiyle yürütülmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz sorunların elbette ki çok değişik
nedenleri vardır. Bunları altyapı, insan kaynağı ve yönetim başlıkları altında toplamak mümkündür:
Anaokulundan üniversiteye kadar birçok eğitim kuruluşunda alt yapı yetersizliği vardır. Alt yapı içerisinde tüm
fiziksel olanakları, finansmanı ve eğitim ve araştırma iklimini düşünmek gerekir. Üniversitelerde alt yapı yetersizliğinin sadece bir kısmını dile getirmek gerekirse şunları
söylemek mümkündür. Birçok üniversitede derslik, kütüphane, laboratuar ve öğretim üyesi sayısı yetersizdir.
Buralarda öğrenciyi ve öğretim üyesini kaliteli eğitim ve
araştırmaya yöneltecek, onları motive edecek atmosfer,
ortam, şevk ve destek yoktur. Araştırma personelinin büyük bir kısmı yoksulluk sınırı içerisinde yaşamaktadır. Bi-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
49
DOSYA
DOSYA
lim ve teknoloji üretmek yerine haklı olarak ailesini nasıl
geçindireceğini düşünmektedir.
Üniversite ve araştırma merkezlerimizdeki insan kaynağımız, maalesef, ister araştırmacı, isterse öğrenci olsun zayıftır. Bu kaynağın kalite sorunu vardır. Uluslar arası ölçütlere göre bir süzgeçten geçirildiklerinde büyük bir yüzdesinin devre dışı kalacağı kesindir. Profesörlük ve doçentlik
atamalarında üniversitelerin ve YÖK’ün uygulamakta olduğu ölçütlerin gevşekliği bunun bir göstergesidir.
Eğitim ve araştırma kurumlarımızın çağdaş bir anlayışla
yönetildiğini söylemek mümkün değildir. Üniversite yasası sorunludur. İdari ve ekonomik özerklik yoktur.
Üniversitelerin tüm kademelerinde yönetici görevlendirilmeleri liyakate ve başarıya dayalı değildir. Siyasi erkin ve
YÖK’ün üniversiteler üzerindeki yetkileri kabul edilebilir
sınırların dışındadır. Üniversiteler için hayati öneme haiz
olan çağdaş bir üniversite kanununun rektör seçimlerine
ve türban sorununa kilitlenmiş olması siyasi erkin üniversite yönetimiyle neyi anladığının güzel bir örneğidir.
Sonuç olarak, üniversite ve araştırma merkezlerimiz
bugünkü haliyle, evrensel standartlarda bilim ve teknoloji üretemeyen, araştırma sonuçlarını toplumsal yarara
dönüştüremeyen, çağın gerektirdiği ölçü ve nitelikler-
50
de insan eğitemeyen kurumlar halindedir. Kuşkusuz,
bu genelleme üniversitelerimizde hiçbir başarılı birimin
olmadığı anlamına gelmemektedir. Elbette bazı üniversitelerimizde uluslar arası şöhrete sahip birim ve bilim
adamlarımız mevcuttur. Ama sayıları itibariyle istisna sayılmaları da doğaldır.
ÜNİVERSİTE VE ARAŞTIRMA MERKEZLERİ NASIL
OLMALIDIR?
Ülkemizde ne siyasi iktidarlar, ne iş dünyası ne de kamuoyu Ar-Ge faaliyetleri ile ekonomik büyüme arasındaki bağı görebilmektedir. Hâlbuki Ar-Ge büyümenin en
önemli parametrelerinden biridir. Sanayileşmiş ülkelerde
ekonomik büyüme üzerindeki etkisi %25 ile %50 arasında değişmektedir. Onun için bu ülkeler Ar-Ge’yi daha da
geliştirmek ve koordine etmek için büyük bir çaba sarf
etmektedirler. Amaç, sanayinin bilimsel ve teknolojik temelini güçlendirmek ve bu suretle uluslar arası pazarlarda daha fazla rekabet edebilmeyi sağlamaktır. Bizde
ise durum farklıdır. Türk sanayicisi genellikle yabancı
kaynaklı teknolojik ürünleri ya patent altında veya bizzat
onlarla ortak olmak suretiyle üretmeyi tercih etmektedir.
Türk sanayisi yabancı ortaklığını bir nevi sigorta gibi
görmektedir. Tüm Ar-Ge ve inovasyon yabancı ortaktan
beklenmektedir. Tabii ki bunun istisnaları vardır ama istisnalar kaideyi bozmamaktadır.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
Uluslar arası ticarette ezici
bir rekabetin görüldüğü
günümüzde ürün ve
süreçlerde yüksek katma
değer artık yalnızca
teknolojik yeniliklerle
sağlanmaktadır. Bu nedenle
ülkemizin rekabet gücü
ancak rekabet öncesi
araştırma, teknoloji
geliştirme ve inovasyon
yeteneklerinin geliştirilmesi
ile mümkündür.
Uluslar arası ticarette ezici bir rekabetin görüldüğü günümüzde ürün ve süreçlerde yüksek katma değer artık yalnızca teknolojik yeniliklerle sağlanmaktadır. Bu
nedenle ülkemizin rekabet gücü ancak rekabet öncesi
araştırma, teknoloji geliştirme ve inovasyon yeteneklerinin geliştirilmesi ile mümkündür. Bunun için de ülkemizdeki üniversite ve araştırma kurumları bilim ve teknolojiye hâkim, araştırma sonuçlarını toplumsal ve ekonomik
yarara dönüştürebilen ve yeni teknolojiler üretebilen bir
yapıya sahip olmalıdır. Ancak böyle bir yapıyla ülkede
bilgi toplumunun temelleri atılabilir, bilgi tabanlı ekonomiye geçilir, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve toplumsal
refah sağlanabilir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
21. yüzyıl bilim ve teknoloji çağıdır. Bu nedenle ülkemizin
de, gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi, bu konulara ciddi yatırım yapması zorunludur. Bilim ve teknolojiye yatırım yapmak demek dış kaynaklı bilim ve teknolojiyi ülkeye getirerek burada montaja dayalı bir üretim yapmak demek
değildir. Kendi fiziksel alt yapımızı, insan kaynağımızı ve
sosyo-kültürel özelliklerimizi geliştirmek ve zenginleştirmek demektir. Ancak, kendi gücümüzle özgün bilim ve
teknoloji üretebilirsek milletler topluluğu içerisinde saygın bir konuma gelebiliriz. Kuşkusuz, bunun da yolu köklü ve çağdaş bir eğitim sistemine sahip olmaktan ve ArGe yeteneğini geliştirmekten geçer. Aşağıda bu konuda
yapılması gerekenlerle ilgili öneriler sunulmuştur:
1- Ülkemizde çok sayıda üniversite ve değişik alanlarda
hizmet veren araştırma kuruluşları vardır. Bunların çok
azı uluslar arası standartlardadır. Mevcut bilim ve teknoloji üretimleriyle ne ülke beklentilerine cevap verebilmektedirler ne de küresel arenada rekabet edebilmek-
tedirler. Hâlbuki bu kurumlarımızın ülkemizde ekonomik
kalkınma ve refahın artırılmasında öncü olmaları gerekir.
Bu nedenle bir an önce içinde bulundukları dağınıklıktan
kurtarılmaları, ülke çapında araştırma ve geliştirme etkinliklerinin bütünleştirilmeleri gerekir.
2- Üniversitelerimiz hem çağdaş, düşünen ve sorgulayan insanların yetiştirildiği bir öğretim kurumu hem de
ülkemizin ulusal araştırma-geliştirme ağının odak noktası haline getirilmelidir. İlköğretimden yüksek öğretime
kadar eğitim sistemimizin temel öğesi bilim ve teknoloji
ile barışık bir toplum yaratmak olmalıdır.
3- Araştırma kuruluşları ile sanayinin Ar-Ge alanında işbirliği yapmaları stratejik bir öneme haizdir. Ülkemizde,
maalesef, bugüne kadar bu iki sektörün işbirliği son derece cılız olmuştur. Bunun başlıca nedeni özelikle sanayi
sektörünün üretimlerinde özgün bilgi ve teknoloji üretmeye yönelik bir stratejilerinin olmayışıdır. Böyle bir stratejiye gereksinim duymamalarının özünde de global bazda bir rekabetin içinde olmamaları yatmaktadır. Yabancı
şirket evlilikleri de kuşkusuz bu yaklaşımı engelleyen
nedenlerden biridir. Onun için üniversite-sanayi işbirliği
kulağa hoş gelen bir söylem olmaktan çıkartılıp gerekli
teşvik ve desteklemelerle bu iki sektör arasında evrensel
normlara uygun bir arz-talep dengesi yaratılmalıdır.
4- Ülkemizde bir ulusal Ar-Ge ağı kurulmalıdır. Ağın
içerisinde üniversiteler, özel sektör ve kamu sektörüne
ait Ar-Ge kurumları yer almalıdır. Bu ağ ülkenin bilim ve
teknoloji yeteneğinin geliştirilmesi ve mevcut sanayinin
dünya teknolojisine ayak uydurması doğrultusunda kullanılmalıdır.
5- Sanayici, akademisyen ve yerel yöneticiler bölgesel
kalkınmaya katkı sağlayacak şekilde teknoloji geliştirme
bölgelerinde bir araya getirilmelidirler. Bu tür bölgeler
yerli ve yabancı sanayi kuruluşları için bir cazibe merkezi olacak şekilde kurulmalıdırlar. Teknoloji geliştirme bölgeleri, bugün bazı üniversitelere bağlı olarak
kurulmuş teknoparklar gibi şirketlere ucuz mekân
ve rutin hizmetler sağlayan yerler olmamalıdır. Buralarda yer alacak olan sanayi kuruluşları yeni ürün ve
üretim yöntemi tasarlayıp geliştirme yeteneğine sahip
olmalıdırlar. Bu şirketler üniversite ile çok yakın çalışıp
araştırma sonuçlarını ticarileştirebilmelidirler. Yerel yönetimler mekanizmanın bu şekilde işlemesi için gerekli
gözetim ve denetimi yapabilmelidirler. Yasalar da bunun
için uygun olmalıdır.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
51
DOSYA
Mahmut KİPER
Metalurji Mühendisi
DÜNYADA MAKRO İNOVASYON
POLİTİKALARINDA YENİ YAKLAŞIMLAR VE
BUNLARI ETKİLEYEN UNSURLAR
ÖZET:
Sürdürülebilir kalkınma ve artan nüfusun istihdamı sorunlarına bulunan çözümlerde önemli bir üretim girdisi
olarak bilgiye dayalı teknolojilerin önemli bir yer tuttuğu
bilinmektedir. Öte yandan, giderek artan bir şekilde teknolojik gelişmelerin yarattığı gelişmelerin, pek çoğumuzun kavramakta zorlandığı önemli değişikliklere yol açtığı ve bunun sonucu olarak başta ilişki ağları olmak üzere
birçok yeni yaklaşımın görülmeye başlandığı bir gerçektir. Ana bilgi üretim odakları olarak üniversite ve üretim
odakları olarak da sanayi yapılarındaki değişime paralel
olarak yaşamı giderek artan şekilde değiştirip yeniden
düzenleyen en önemli araç durumundaki araştırma, teknoloji üretme, geliştirme ile bunların sonuçlarının ekonomiye kazandırılması olarak adlandırabileceğimiz yenilikçilik (inovasyon) kapsamındaki dünyadaki gelişmeler
ve bu kapsamda Türkiye’deki durumun sürekli analizinin
yapılması ve ülkemiz için bazı önerilerin geliştirilmesi bir
zorunluluktur.
Bilgi temelli ekonomik gelişmelerin arkasında, bilginin
üretimi, ekonomik faydaya dönüşümü ve bunları sağlayacak uygun ortam ve yöntemlerin ulusal bazda yaratılması için geliştirilen sistemler olduğu bilinmektedir. Bu
kapsamda, Araştırma-Teknoloji Geliştirme ve İnovasyon
(ATGİ) faaliyetleri ile bu faaliyetlerin her aşamada temel
strateji ve politikalarla kurgulanması büyük önem taşımaktadır.
Özellikle ikinci dünya savaşından sonra dünyadaki BilimTeknoloji politikaları ile de paralellik gösterecek şekilde,
geçmiş dönemlerdeki, özellikle disipliner yaklaşımların
ağırlıkta olduğu lineer modellerden, interdisipliner yaklaşımların temel alındığı lineer olmayan, evrimsel modeller
52
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
olarak adlandırabileceğimiz şu üç temel çerçevedeki gelişmeler çok belirleyici ve etkili olmuş ve 1990’larda bu
temel unsurlar, inovasyon çalışmalarında, politikalarda
ve yapılanmalarda kapsamlı ve titiz bir şekilde ele alınmışlardır;
1- Ulusal İnovasyon (yenilikçilik) sistemi (Lundvall, 1988
and Nelson, 1993),
2- Bilimsel bilgi üretiminde yeni ‘Mode2’ yaklaşımı (Gibbons, et al. 1994),
3- Üniversite-sanayi işbirliğinde ‘Üçlü Sarmal’ modeli
(Etzkowitz & Leydesdorff, 1995).
Bu gelişmelere, teknolojilerin gelişiminde ve uygulanarak ekonomik yarara dönüşmesinde esas aktör olan
sanayinin özellikle 1960’lardan sonra neredeyse her on
senede bir farklılaşan ve artık 2000’lerde bilgi tabanında yukarıda sayılan temel gelişmelerle buluşan ve yakın
bir etkileşime giren ‘ rekabet evrimini’ de eklemek doğru
olacaktır.
MAKRO İNOVASYON POLİTİKALARINDA YENİ
YAKLAŞIMLAR
Dünyada özellikle son çeyrekte yaşanan bilgi üretiminde
yaşanan hızlı değişim, Sanayi Rekabet unsurlarındaki
radikal başkalaşma, Üniversite- Sanayi İşbirliği Evrimi
ve bunların da tetiklediği karmaşık ve kompleks yapıların
sonucu olarak ulusal ya da birçok ülkenin yer aldığı bölgesel yeni teknoloji üretim ve geliştirme sistemi; temel
araştırmalardan başlayarak yayınım, ticarileştirme, etki
değerlendirme, toplumsal denetim ve refaha kadar uzanan farklı bir ‘bilgi değer zinciri’ yaratmıştır. Bu değişiklikler, giderek daha yaygın olarak -küreselleşme söylemlerinin aksine- ulusal sistemlerin temelini oluşturmaktadır.
Bu sistemin en temel özelliği şudur; uygulamaya ve toplumsal refaha dayalı problemlerin tespit edilmesinden,
çözümü, uygulanması, konuyla ilgili regülasyonların
oluşumu ve çıktıların kullanımına ve bu sistemleri içeren ulusal politikalara kadar tüm taraflar bir arada yer
almaktadır. Çıktı olarak teknolojilerin içerdiği gömülü
bilginin ulusal ya da bölgesel ölçekte edinilmesi, kritik
bir büyüklüğe ulaştırılması ve yayınımı önemlidir. Böylece teknolojide dışarı bağımlılık ve bunun sürekli olması
engellenmeye çalışılır. Buna bağlı şekilde, üretim yanında ATGİ kültürü de edinmiş bir toplumsal yapı oluşturulması mümkün olacaktır. Lineer yaklaşımla biçimlenmiş
geçmişteki sistemlerin artık lineer olmayan yeni hallerini
anlamak için modeller halinde açıklanmaya çalışılan değişimleri iyi anlamak gerekmektedir.
UN-Economic and Social Council tarafından Eylül 2007
tarihinde yayınlanan bir raporda;
Geleneksel inovasyon politikasının önceleri inovasyonun
arz tarafını oluşturan Ar-Ge’ye yönelik olduğu ancak, şu
anda kullanılan ikinci nesil inovasyon politikalarının ise
sistem ve küme odaklı olduğu vurgulanmaktadır. Yakın
zamanda gelecek olan üçüncü nesil inovasyon politikalarında diğer sektörlerde veya politik alanlarda gömülü
olan bir inovasyon potansiyelinin olduğunun varsayılacağı belirtilmektedir. Bunun için, büyük ve küçük tüm
firmalar, Ar-Ge kurumları ve sanayi, inovasyon kümeleri
arası bağlantılar kurulması, yeni bağlantılar kuracak ve
mevcut bağlantıları güçlendirecek kamusal politikaların
göz önüne alınmasının önemi vurgulanmaktadır.
Ülkemizde yukarıda belirtilen yeni inovasyon sistem
yaklaşım ve politikalarının olduğunu söylemek oldukça
zordur. Temel yaklaşımlar ve destekler-çok sınırlı bir
kaynakla ve etkiyle- üniversite, araştırma kurumu ya da
şirketlerin bireysel Ar-Ge çalışmalarını özendirmek ve
desteklemek şeklinde kendini göstermekte yani ilk nesil
inovasyon yaklaşımı olan münferit Ar-Ge çalışmalarına
yönelik bir destek yaklaşımı gözlenmektedir.
Henüz başında olduğumuz bu ilk aşama inovasyon sürecini pekiştirerek, bu yaklaşımdan raporda ikinci nesil
olarak bahsedilen sistem ve küme odaklı yaklaşımlara
evrilmede en önemli gerekliliklerden biri, bu değişimi tetikleyen yeni yaklaşımların ve modellerin iyice anlaşılmasıdır. Bu yazıda, dünyada araştırma, teknoloji geliştirme
ve inovasyon (ATGİ) politikalarında çok belirleyici olan
ve yukarıda belirtilen evrimsel modeller özetle açıklanmaya çalışılmıştır.
DÜNYADA BİLİM-TEKNOLOJİ POLİTİKALARI VE
ULUSAL İNOVASYON SİSTEMİ (ULİS) DEĞİŞİMİ:
II. Dünya Savaşı sonrası, 1945’te Bilimsel Araştırma ve
Geliştirme Kurumu Başkanı ve ABD Başkan Danışmanı
Vannevar Bush’un dönemin ABD Başkanı Roosevelt’e
yazdığı ‘Science-The Endless Frontier’ (Bilim-Sonsuz
Sınır) başlıklı raporu, yaygın olarak kullanılan ismiyle
‘inovasyonda lineer model’in dayandığı önemli bir kaynak da sayılmaktadır.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
53
DOSYA
DOSYA
Şekil 1: Lineer İnovasyon Modeli
Tüm dünyada fikir ve model gelişimi açısından çok önemli
olan bu dokümanın başlığına oturan ‘sonsuz sınır’ kavramı bilimsel araştırmalar için ‘emin olunmuş bir özgürlük
ve otonomi’yi vurgulamaktaydı. Otonomiden kastedilen
ise, bilim ve bilim adamının kendi kurallarını koyması,
bilimi başta toplumsal denetim ve politik gündem olmak
üzere dış dünyadan ayıran bir vakum ortamında bilimsel
çalışmaların sürdürülmesi idi.
Vannevar Bush’un bu dokümanı ayrıca dünyadaki
Bilim-Teknoloji politikalarının 1. fazını oluşturan ve
yaklaşık 1945–1975 yılları arası etkili olacak savunma
amaçlı ve temel bilimler odaklı bilimsel araştırma döneminin de başlangıcı kabul edilebilir.
2. faz, 1975–2000 yılları arasında ve daha çok endüstriyel rekabet amaçlı ve bu yöndeki araştırma ve teknoloji transfer odaklı politikaların öne çıktığı bir devre
olmuştur.
3. faz ise 2000’in başlarından itibaren hızlanan ve
toplum refahını yükseltmek amaçlı ATGİ odaklı politikaların ağırlık kazandığı bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Bu sürecin temel yaklaşımlarını U. Müldür ve P.Carakostas’ın V.Bush’un raporuna göndermede bulunarak Avrupa Komisyonu adına yazdıkları
‘Society-The Endless Frontier’ (Toplum-Sonsuz Sınır,
1998) raporunda görmek mümkündür.
Bu faz değişikliklerine paralel olarak, Ulusal İnovasyon
Sistemi (ULİS), onlarca yıllık bir geçmişten günümüze
dünyadaki bilim, teknoloji geliştirme ve yenilikçilik uygulamalarının açıklanması için uygun bir kavramsal
olanak sunmaktadır.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin arasındaki uçurumun nedenlerini ve köklerini anlamak için olduğu
kadar bilim-teknoloji- yenilikçilik sisteminin kurulması
yolunda politika ve stratejilerin oluşturulmasında ekonomist ve politika yapıcılar için ULİS, çok büyük bir
potansiyel taşımaktadır.
Önceki dönemlerdeki Lineer İnovasyon Modeli’ne
göre, temel araştırmalara ayrılan kaynaklarla uzun dönemlerde uygulamaya yönelik sonuçlar alınmaktaydı
54
ve bu sistem desteklenmeliydi.
Ancak, ister V.Bush’un önerdiği ‘bilim ya da teknoloji itmeli’ ister ‘pazar çekmeli’ olarak ifade edilsin, lineer model bilgi ve teknoloji transfer sistemlerini geliştirmekten
çok uzak kalmaya başlamıştı.
Ve, o zamanlardan bu zamana, inovasyon teorileri giderek artan bir ivmeyle ve karmaşıklıkla firma veya girişimci
mikro ölçeğinden başlayıp, mezo ölçekte bu kuruluşların
yaşadığı çevre ve iş ortamı ve daha uçta regülasyonlar, kurumlar, insan kaynakları, hükümet programları vb.
makro sisteme dek uzanır olmuştur. Ve, ULİS perspektifini, giderek artan karmaşıklıktaki bilim ve teknolojik
yenilikleri sağlayan aktörler, davranışlar ve akışları açıklamaya ve oluşturmaya çalışan bir girişim olarak değerlendirmek doğru olacaktır.
Bu açıklamalar ışığında ‘Ulusal İnovasyon Sistemi’ni;
küçük ya da büyük, kamu ya da özel firmaların, üniversitelerin ve kamu kurumlarının bilim ve teknoloji üretimini
amaçlayarak etkileştiği ulusal sınır ve kurum, kuruluş ve
firmalar arası bu etkileşim ile ortaya çıkan yeni bilim ve
teknolojik gelişmelerin regülasyonu, finansmanı, korunmasını amaçlayan teknik, ticari, yasal, sosyal ve finansal
çerçeve olarak tanımlamak mümkündür.(Niosi ve diğerleri, 1993)
Günümüzdeki bu sistem, lineer inovasyon sisteminin
aksine, lineer olmayan, çok karmaşık ve kompleks bir
yapı göstermektedir ve bu sistemin kurulmasında, orkestrasyonunda ve geliştirilmesinde gösterilen başarı ile
ülkelerin bilim-teknoloji geliştirme-inovasyon kapsamındaki yetkinlik durumu, diğer bir deyişle gelişmişlik düzeyi
doğru orantılıdır.
Bu karmaşık ağyapının şematik gösterimi Şekil-2’de verilmiştir.
Ulusal İnovasyon sisteminin en önemli bileşenlerinden
olan üniversitelerin bilgi üretme yaklaşımında gözlenen
değişimler, gelişmelerde çok etkili oldu. Kısaca Mode 2
olarak adlandırılan bu yeni bilgi üretim sistemi, pek çok
ilişki ağını da beraberinde getirdi ve getirmeye de devam
ediyor.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
Şekil 2: Ulusal İnovasyon Sistemi
BİLGİ ÜRETİMİNDE YENİ YAKLAŞIM: ‘MODE 2’ BİLGİ ÜRETİM SİSTEMİ:
Yeni bilgi üretim sisteminin gerekçesi ilgili literatürlerde
özetle şöyle açıklanmaktadır;
Gelişmeler ışığında, problemlerin belirlenmesi ve çözümü için yeni bir yol bulunması gerektiğine inanılmaktaydı.
Üniversitelerin kendi içlerindeki bilgi üretim sistemi hem
zaman endişesi taşımıyor hem de ‘gerçek dünya’nın sorunlarına yeterince eğilmiyordu. O zaman, üniversiteler de
gerçek dünyanın bilgi üreten diğer kurumları arasında ‘Bilgi
Toplumu’nu yaratmak yolunda kendi yerlerini almalıydı. Bunun için üniversiteler, disipliner bilgi üretim yaklaşımından
sıyrılıp, disiplinlerarası(interdisipliner) hatta disiplinlerötesi
(transdisipliner) bilgi üretim metodolojilerini benimsemeli ve
buna uygun yapılanmalarını gerçekleştirmeliydi.
Böylece ‘Mode 1’ olarak adlandırılan, akademik kaygıların önde olduğu, içe kapanık bilgi üretim yaklaşımından,
‘Mode 2’ yaklaşımına; yani, günlük hayatın içinde ve diğer bilgi üreticileri arasında, onlarla daha yakın bir çalışma sistemi içinde yer almaya doğru bir yolculuk başladı.
‘Mode 1’, belirtildiği gibi, üniversitelerin disipliner yapısını
öne çıkaran; bu yaklaşımla üretilen bilgilerin akademik
dergilerde yayımlandığı ve genellikle bu yolla tüm akademik toplumla paylaşıldığı; kariyer yolunu da belirleyen
bir bilgi üretim yaklaşımı olarak tanımlanmaktadır. Bu
yöntemde, problemler akademik çevre ve kaygılar içinde belirlenip çözülmekte, disipliner ve homojen özellikler
gösteren bir yapıda, hiyerarşik ve mevcut organizasyon
formlarını koruma eğilimi içinde üretilen bilginin kalite
kontrolü de aynı iç çevre tarafından yapılmaktadır.
‘Mode 1’in aksine, ‘Mode 2’ ile, günlük hayattaki pratik
bazı problemler uygulama çerçeve ve kaygıları içinde
belirlenip çözülmekte, disiplinlerüstü ve heterojen özellik gösteren bir yapıda heterarşik ve geçici organizasyon
formları oluşumu ile üretilen bilginin kalite kontrolü ise
sosyal beklentileri karşılama ile ölçülmektedir.
‘Mode 2’ Bilgi Üretim sisteminin temel özellikleri olarak
şunlar öne çıkarılmaktadır:
1- Farklı bilgi ve yetenek sahiplerinin, transdisipliner
yaklaşımlarla, akademik merak ötesinde sürdürülebilir
çözümler için çalışması,
2- Problem çözümü ya da araştırma çalışmalarında
ortaya çıkan heterojen yapılanma gereksiniminin karşılanması,
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
55
DOSYA
DOSYA
3- Problemleri erken dönemlerde tespit edebilme yeteneği,
Belirtilen değişimlere paralel bir evrilme sürecini sanayi
toplumu da yaşamıştır.
4- Bilgi üretiminin üniversitelerin de parçası olduğu,
olanakları geniş organizasyonlarla sağlanması,
ÜNİVERSİTE-SANAYİ İŞBİRLİĞİ’NDE YENİ YAKLAŞIM: ÜÇLÜ SARMAL:
5- Toplumsal yararın ölçümünde gerekli hassasiyetin
sağlanması ve bu konuya öncelik verilmesi.
a- Tarihsel gelişim:
Bu açıklamaların ardından, ‘Mode 2’-transdisipliner uygulamaların ‘Mode 1’- akademi odaklı uygulamalardan
ne daha az değerli ne de onun çok üstünde olduğu düşünülmemelidir. Bunların arasında amaç ve bilginin paylaşımında ve uygulamada farklılıklar bulunduğunu ve
organizasyon, bilgi üretme sistemleri vb. değişimlerde
Mode 2 yaklaşımının etkisiyle büyük farklar gözlenmeye
başladığını belirtmekte yarar görülmektedir.
Tahmin edilebileceği gibi monodisipliner bir yaklaşımla
yapılan ve en azından başlangıçta ‘meslektaşlar’ arasında paylaşılan ‘Mode 1’ uygulamaları, daha çok, ‘temel
araştırmalar’da (fundamental research) yoğunlaşmıştır.
Bu tür uygulamalarda kalitenin kontrolü ise, alanlarındaki uzmanlıkları tartışmasız, akademik değerlendiricilerce
(peer review) yapılmaktadır.
Günlük hayattaki problemlerin çözümü için transdisipliner uygulamalarla bilgi üretimini amaçlayan ‘Mode 2’
yaklaşımında ise, problemin tespiti yanında çözümün
tasarımı da yapılmaktadır. Temel ve uygulamalı araştırmalar arasında, diğer bir deyişle, ‘teori ve pratik’ arasında sürekli bir geri ve ileri akış olduğu bilinir (Gibbons
ve diğerleri, 1994). Bu yaklaşımı Starbuck ve Nyström,
1981’lerde şöyle özetlemekteydi: ‘Sistemi anlamak istiyorsan, onu değiştirmeye çalış’.
‘Mode 2’nin ifade edilen en önemli faydalarından biri
üretilen bilginin paylaşımı ve yayınımı ile ilgilidir. Bu yaklaşımda, gömülü bilginin (tacit knowledge) en üst seviyede yayınımı için gerektiği gibi kodlanmış bilgi (codifi ed knowledge) haline dönüştürülmesinin amaçlandığı
belirtilmektedir. ‘Mode 1’in bilgi çıktılarının kalite ölçümü
daha çok ‘gerçekler’ olurken ‘Mode 2’ninki ‘çalışanların
performansı ve toplumsal tatmin’ olmaktadır.
‘Mode 2’de kümeler (cluster), ağyapılar (networking) vb.
işbirliği organizasyonları ile sağlanmaya çalışılan bilgi
üretimi de çok karmaşık yönetim sistemlerini gerekli kılmaktadır.
56
Artan küresel rekabet, bilimsel bazlı bilginin inovasyon
süreçlerinde daha fazla etkili olması, bilimsel araştırmalarda devlet desteğinin azalmaya başlaması gibi nedenler özellikle son 25 yılda üniversite-sanayi işbirliği uygulamalarında büyük artışlara, son 10–15 yılda da işbirliği
modellerinde radikal değişikliklere neden olmuştur.
Tarihsel ve toplumsal perspektifte, üniversiteler bilgi
üretiminde çok önemli bir rol oynamışlardır. Temel bilgi
kaynakları olan üniversiteler, bilginin topluma yayınımında da kritik roller üstlenmişlerdir. İlk üniversitenin ortaya
çıktığı Ortaçağdan, 19. Yüzyıla kadar üniversitelerin ana
görevi eğitim olmuştur. 19. Yüzyılda, birinci akademik
devrim olarak adlandırılan, eğitim yanında araştırma
çalışmaları da üniversitelerde ana görevlerden biri şeklinde yapılmaya başlanmıştır (Wittrock 2000, Etzkowitz
2001).
Daha önce belirtilen lineer inovasyon modeli’ndeki
üniversite-sanayi ve devlet arasındaki klasik ilişkide sanayi devlete vergi vermekte, devlet üniversitelere kaynak
sağlamakta ve üniversitelerin yaptığı çalışmaların çıktıları da dolaylı yoldan bazı sanayicilerce kullanılmaktaydı.
Üniversite-sanayi arasındaki vazgeçilmez işbirliği gereksinimi, son dönemlerde çok karmaşık ve çok aktörlü
üniversite-sanayi işbirliği modellerinin ortaya çıkmasına
neden olmuştur.
Teknolojideki gelişme ve değişime dayalı ekonomik büyüme de, aslında karmaşık bir süreçtir. Teknolojik gelişmeler ve buna bağlı ekonomik büyümenin bu niteliği nedeniyle, devlet, sanayi ve üniversite arasındaki ilişkilerde de yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır (Nowotny, 2001;
Etzkowitz, 1998; Benner, 2000). Bu yaklaşımlar sonucu,
üniversite giderek artan şekilde, ‘girişimci formatında’
bilgiye dayalı ekonomiye entegre olmaya başlamıştır. Bu
değişim, tarafların birbirlerinin rollerini de üstlendikleri,
diğer bir deyişle giderek birbirlerine yakınlaştıkları ve artık üçlü bir kesişme alanının yaratıldığı bir model ortaya
çıkarmıştır.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
‘Üçlü Sarmal - Triple Helix’ (Etzkowitz ve Leydesdorff,
1995; Etzkowitz, 1998) son zamanlarda, bu konuda üzerinde en çok durulan model olmuştur. Pratikte de, bu modele uygun düzenlemelere girişilmiştir.
Bu modeli ve arkasındaki yaklaşımı incelemeden önce,
gerek kamu-sanayi-üniversite arasındaki ilişkileri, gerek
araştırma sürecini, gerekse bunların yönetim sistemlerini giderek karmaşıklaştıran bu değişimi aşağıdaki iki
unsurun tetiklediğini vurgulamak gerekir:
1- Kamu kaynaklı araştırmaların büyüme ve refahı
olumlu yönde etkilediğinden emin olma isteği (Ziman,
2001) ve
2- Bu araştırmaların üretime yansıması ve olumlu etkisinden emin olma isteği (Guston, 2000).
Diğer bir deyişle, üniversitelerin eğitim görevleri yanında evrensel ve/veya kamu yararı gözeterek kendilerince
uygun gördükleri araştırma çalışmalarına sanayinin artık
destek sağlamaması ve üniversiteleri gereksinim duyduğu spesifik araştırma konularına yöneltmesi, karşılıklı
çıkar esasına dayalı işbirliği model ve uygulamalarının
son çeyrek yüzyılda ivmesel bir artış göstermesine yol
açmıştır.
b- Üçlü Sarmal (Triple Helix)
Daha önce birbirlerinden epey uzak olan üç ayrı dünya
arasındaki yakınsama ve özellikle son on yılda giderek
büyüyen üçlü bir örtüşme alanı yaratılması bir model olarak Etzkowitz tarafından açıklanmıştır (CESPRI, 1997).
Üçlü Sarmal (Triple Helix) adı verilen bu model daha
sonra Leydesdorff tarafından geliştirilmiştir. Bu model
lineer inovasyon modelinin aksine, kamu, özel sektör
ve akademi dünyası arasındaki inovasyona yönelik kurumsal ilişkileri üçlü sarmal yapıyla temsil etmekte ve bu
ilişkileri, söz konusu yapının değişik seviyelerinde kurgulayıp bilginin sermaye olarak kullanılmasını açıklamaya
çalışmaktadır.
Üçlü Sarmal Modeli’nin şematik gösterimi, Şekil-3’de verilmiştir.
Üçlü sarmal modelde, üç ana unsur rol oynar: Mikro seviyede ‘aktörler’, mezo seviyede ‘kurumsallaşmış yapılar’ ve makro seviyede ‘kural ve yönergeler’.
Aktörler: Mikro seviyede rol oynayan aktörler akademi,
Şekil 3: (Triple Helix) Üçlü Sarmal
kamu ve iş alemidir. Değişik yapı ve kültürlerden gelen bu
aktörlerin, ait oldukları dünya dışında oynamaları istenen
rolü ve üstlenmeleri gereken işlevi ne kadar becerdikleri
aralarındaki yakınsamanın da derecesini de belirleyecektir. Yani birçok konuda, yetenek ve birikimlerini de yanlarına alarak başka bir dünya için çalışacaklar; o dünyanın
gözüyle bakacak ve o dünyanın adamı olacaklar.
Kurumsal Yapılar: Mezo seviyede rol oynayan unsurlar,
teknolojik bilgi yaratarak üretimi organize eden kurumsal
yapılardır.
Üç alt grupta toplanabilirler:
1- Hibrid İnovasyon Yapıları: Bilginin kullanım ve
üretiminden doğrudan sorumlu olan üç dünya arasındaki etkileşimden hibrid formda doğan yapılardır. (Örneğin
üniversiteden doğan yüksek teknoloji tabanlı şirketler ‘spin-off’lar, üniversite tarafından kurulan risk sermayesi
yapıları.)
2- İnovasyon Arayüzleri: İş dünyası ve akademi arasında arayüz işlevi gören kurumlardır.
3- İnovasyon Koordinatörleri: Değişik fazdaki değişik etkinliklerin koordinasyon ve yönetimini sağlayan yapılanmalardır.
Kural ve Yönergeler: Makro seviyede rol oynayan unsurlardır ve bu unsurlar politika ve uygulamaları kurgular ya da olanaklı kılar. Aktörlerin bu normatif çerçeveye
göre ve finansman destek mekanizmalarına bakarak rollerini oynayacakları düşünülmektedir. ABD’de 1985’de
faaliyete geçen ‘Bay-Dole Act’ adıyla bilinen ve kamu
kaynaklarıyla yapılan araştırmaların ticarileşmesinde
yeni kolaylıklar getiren yasa, bu amaca hizmet eden yasal çerçeve için en iyi örneklerden biridir.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
57
DOSYA
DOSYA
SANAYİ KURULUŞLARI İÇİN REKABET EVRİMİ:
Üretimin ve bu değerin doğrudan ve dolaylı sonuçları itibariyle ekonominin temel unsurları olan sanayi kuruluşları da özellikle 1960’lardan sonra üretim süreçlerini etileyecek önemli değişimler geçirmişlerdir. Rekabet evrimi
olarak da adlandırabileceğimiz bu temel değişiklikleri
on’ar yıllık süreçlerle şu şekilde özetlemek mümkündür;
Daha çok ülke sınırları ile çevreli ve içe kapalı üretimin
ağırlıkta olduğu 1960’larda üretmek en öncelikli amaçtı.
Talebin ağır bastığı bu dönem için ‘üretim üstünlüğü’ rekabet için yeterli olmaktaydı.
1970’lere gelindiğinde, uluslararası ticaretin de artmasının etkisiyle, arz talebi geçmeye başladı. Üretim üstünlük
için yeterli olmaktan çıktı ve ‘maliyet’ rekabet üstünlüğü
için temel bir etken oldu.
1980’lerde üretim ve düşük maliyet rekabet için yetmemeye başladı. Tüketicilerin de bilinçlenmesi, beklentilerinin artması ve onları giderek öne çıkaran ve koruyan
yaklaşım ve regülasyonların da etkisiyle ‘kalite’ olgusu
rekabet için anahtar bir konuma geldi.
1990’lar ise yeni üretim ve yönetim süreçleri ile en düşük maliyetli ve en kaliteli ürünü en kısa sürede pazara
çıkarmak arayışlarının önem kazandığı bir dönem oldu.
Yalın üretim (Lean manufacturing) , Çevik Üretim (Agile
Manufacturing), Tam Zamanlı Üretim (Just in time), Kanban vb. uygulamalar üretim süreçlerini hızlandırarak,
Toplam Kalite Yönetimi (Total quality management), 6
Sigma Metodolojisi vb. uygulamalar ise üretimde kaliteyi
artırarak ürünün tasarımından, pazara sunumuna kadar
dolaylı olarak üretim hızını etkilemişler ve ‘hız’ üstünlüğü ile rekabeti öne çıkaran unsurlar olmuşlardır.
2000’lere gelindiğinde ise tüm bunların ötesinde, ‘bilgi’
temelli üretim sanayide de rekabet üstünlüğü için en temel unsur olmuştur.
SONUÇ:
Araştırma-Teknoloji Geliştirme-İnovasyon (ATGİ) kapsamındaki gelişmeleri doğru okumak ve buna uygun sistem
ve yapılar kurmak büyük önem taşımaktadır. Ülkemiz
gibi bunu yapamayan ya da kavramsal arkayüzleri doğru
anlamak ve tarafların uzlaşması gibi önemli gerekleri gözardı eden ülkeler için sorunlar giderek ağırlaşmaktadır.
Çünkü, önceki dönemlerde teknoloji, bilimsel buluşla58
rın yol açtığı gelişmelerle kendine yol açmaya çalışırdı.
Yani, bilim öncü, teknoloji ise artçıydı. Ancak, yukarıda
açıklanan evrimsel değişikliklerin de büyük etkisiyle günümüzde bilim-teknoloji ilişkisinin çok daha içiçe ve karmaşık hale geldiğini görüyoruz. İkili bir sarmal halinde,
teknolojik gelişmeler bilimsel araştırmalar için olağanüstü araçlar sağlarken, bilimsel çalışma sonuçlarının yeni
ya da daha ileri teknolojiler olarak karşımıza çıkması
arasındaki faz farkı artık çok kısalmıştır.
Son zamanlarda gözlenen teknolojik gelişmeler ve buna
bağlı pek çok değişiklik çoğumuzun kavramakta bile
zorlandığı/zorlanacağı şekilde hayatımızı, ilişkilerimizi
değiştiriyor. Teknolojideki baş döndürücü gelişmeler yaşamı hızla ama pek çoğumuzun iradesi dışında biçimlendiriyor, pek çok biçimde toplumsal değişimi zorluyor.
Örneğin genetik çalışmaları tıbba ve tarıma çok büyük katkılar yaptı ve yapmaya devam ediyor. Ama
başa çıkılması zor etik sorunlar da yaratıyor. Kaldı ki
gelecekteki etkileri de henüz bilinmiyor. Yaşanan değişikliklerin boyut ve etkilerinden pek çoğunun önceden
tahmin edilemediği biliniyor. Gelecekte teknolojinin yaratacağı değişiklikleri de şimdiden belki bir miktar tahmin
edebiliyoruz ama tümüyle öngöremiyoruz.
Teknolojideki gelişmeler ve bunu sağlayan ilişki ağları
sadece bizim yaşamımızı değil, tükettiği kaynaklar, değişikliğe uğrattığı yaşam tarzı, kültür ve değerler gibi
nedenlerle gelecek nesillere bırakacağımız mirası da
etkiliyor.
Sonuç olarak, bilimle giderek artan etkileşimiyle, ekonomileri etkileyen özellikleriyle, edinme ve transfer yöntemlerinin etkisiyle, firma ölçeğinden ulusal ölçeğe kadar rekabeti, verimliliği, gelişmişliği ya da geri kalmışlığı
belirleyen unsurlarıyla, toplumsal etkileriyle teknoloji;
yaşamı hem de giderek artan şekilde değiştirip yeniden
düzenlemekte kullanılan etkin bir araca dönüşmüş durumdadır. Bunu sağlayan sistemlerin başında da açıklanan bu temel yeni yaklaşımlar gelmektedir.
Kuşkusuz evrimsel modeller olarak açıklanan ve dünyayı biçimlendiren teknolojik değişimlerin tetikleyicileri olan
yukarıda açıklanan değişiklikler dünden bugüne hemen
oluvermedi. Bu oldukça karmaşık sistem değişikliklerini
içinde yer alan üniversite-sanayi-devlet-toplum-örgütler
vb. tarafların arasındaki gene oldukça karmaşık ilişkiler ağındaki gelişmeler hala daha tam olarak açıklanamamaktadır. Çünkü, hem bu gelişmelere yol açan yeni
sistemik yaklaşımlar belirtildiği gibi çok karmaşık ve ka-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
otiktir hem de hala daha çok akışkan ve bilinen organizasyon, yönetim vb. yöntemlerle kolayca da izah edilememektedir.
Ancak, hiç kuşkusuz, ulusal planlar yapılırken bu gelişmeler de doğru okunmalı ve sentezlenmeli- bu modellere
göre ya da bunları reddederek ama mutlaka bu sistemleri, dünyadaki uygulamaları ve etkilerini iyi analiz ederek ve kendimize has stratejilere sahip olarak- politikalar
böyle oluşturulmalıdır. Hem de çok geç olmadan.....
Aksi takdirde sonuçlarından ekonomik, sosyal, siyasal
vb. her alanda çok fazla etkilendiğimiz gelişmelerin ve
değişikliklerin nedenlerini anlamakta ve buna bağlı olarak çözümler üretmekte zorlanmaya devam edeceğiz.
Kaynaklar:
Etzkowitz, H. & Leydesdorff, L. (1995). The Triple Helix---UniversityIndustry-Government Relations: A Laboratory for Knowledge Based
Economic Development. EASST Review, 14 (1), 9-14.
Gibbons, Michael, Camille Limoges, Helga Nowotny, Simon Schwartzman, Peter Scott, and Martin Trow, 1994, The new production of knowledge: the dynamics of science and research in contemporary societies
(Sage, London)
Kiper, M., ‘Teknoloji Transfer Mekanizmaları ve Bu Kapsamda
Üniversite-Sanayi İşbirliği’ Teknoloji, Kitap, TMMOB,2004
Lundvall, B. A., (1998) Why Study National Systems and National Styles
of Innovation, Technology Analysis and Strategic Management, vol. 10,
no. 4
Leydesdorff, L. ve Etzkowitz, H., 1998, “The Triple Helix as a Model for
Innovation Studies”, Science and Public Policy, Vol. 25 (3) 195-203.
Nelson, R. & Rosenberg, N. (1993) National Innovation Systems: A
Comparative Analysis, New York: Oxford university Press
Niosi et al. 1993. National Systems of Innovation: In Search of a Workable Concept. Technology in Society.
Kranzberg, M. (1986). The Technical Elements in International Technology Transfer: Historical Perspectives. The Political Economy of International Technology Transfer, 3146. Quorum Books. New York.
Rosenberg, N. (1984). The science/technology relationship, the craft of
experimental science, and policy for the improvement of high technology innovation. Research Policy, 13 (l), 3-20.
Genetik çalışmaları tıbba ve
tarıma çok büyük katkılar
yaptı ve yapmaya devam
ediyor. Ama başa çıkılması
zor etik sorunlar da yaratıyor.
Kaldı ki gelecekteki etkileri
de henüz bilinmiyor.
UN-Economic and Social Council‘Synpsis of Good Practices in Facilitating the Generation & Diffusion of Innovation’ Sep.2007
Vannevar B. (1945, July). Science-The Endless Frontier: A Report to
the President by Vannevar Bush, Director of the Office of Scientific
Research and Development. United States Government Printing Office.
Washington.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
59
DOSYA
Ahmet GÜLMEZ
Sakarya Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü Araştırma Görevlisi
ARGE UYGULAMALARINDA
GÜNEY KORE ÖRNEĞİ
GİRİŞ
Romer’e göre ekonomik büyümenin kaynağı yeni teknolojiler üreten Ar-Ge faaliyetleri olmaktadır. Teknolojik
ilerleme, günümüzde ekonomik performansı etkileyen
en önemli, stratejik belirleyici bir faktör olarak ortaya çıkmakta, bu nedenle de verimlilik artışları ya da ekonomik
büyümenin önemli dinamiklerinden sayılmaktadır.
Günümüzde Ar-Ge ve onun kaynağını oluşturan bilgi, doğrudan bir üretici güç haline yani üretim faktörü
haline gelmiştir. Ar-Ge faaliyetlerinin önemini erken
kavrayan ve bu doğrultuda politikalar üreten ülkeler,
günümüzde gelişmiş ülke statüsündedirler. Güney
Kore Ar-Ge’ye verdiği önem sayesinde kısa denebilecek bir süre zarfında geri kalmışlıktan kurtulmanın
mümkün olduğunu kanıtlamış ender ülkelerden biridir.
Kalkınma yarışına Türkiye ile aynı yıllarda ve daha
zor şartlarda başlamasına rağmen bugün Türkiye’den
oldukça ileri durumdadır. Bunun nedenlerinin başında
yeni teknolojiler üreterek yüksek katma değer sağlanmasına yol açan Ar-Ge faaliyetlerine verilen önem
yatmaktadır.
Uzun dönemde ekonomik büyümenin temel kaynağı
bilgi ve yeni teknolojiler üreten Ar-Ge faaliyetleridir. Çağımızda teknolojiye sahip olan ülkeler sanayi başta olmak üzere, bütün ekonomik alanlarda mutlak bir üstünlük elde etme yolundadırlar. Kısaca, teknoloji, ülkelerin
rekabet üstünlüğünün tek belirleyicisi haline gelmiştir.
Bundan dolayıdır ki gerek toplumsal refahın yükselmesinde, gerekse dünya nimetlerinin paylaşımında teknolojik üstünlüğe sahip olan ülkeler uluslar arası arenada
belirleyici rol oynamaktadır.
60
GÜNEY KORE ÖRNEĞİ
1950’li yılların başlarında yaşanan ve Kore’yi kesin bir şekilde iki ayrı devlete ayıran savaş, her iki ülkede de nitelikli
işgücünün azalmasına neden olmuştur. Zaten bu yıllarda
Güney Kore ilkel teknolojiye dayalı üretim yapan bir tarım
ülkesidir. 1954 yılında Güney Kore’de kişi başına düşen
milli gelir 70 Dolardır (aynı yıl Türkiye’de kişi başına düşen
milli gelir 245 Dolardır). Faktör Donatımı teorisine ve Karşılaştırmalı Üstünlükler teorisine göre Güney Kore tarım
ürünlerinde uzmanlaşıp bu ürünleri ihraç etmeli, karşılığında ihtiyaç duyduğu teknoloji yoğun ürünleri gelişmiş ülkelerden ithal etmelidir. Fakat Güney Kore bu teslimiyetçi
ve yoksullaştırıcı anlayışı reddetmiş, uyguladığı Ar-Ge politikası sayesinde teknolojik olarak başkasına bağımlı bir
ülke değil, kendi teknolojisini kendi üreten ve tüm dünyaya
teknoloji ihraç eden bir ülke haline gelmiştir. Uyguladığı
kendine özgü Ar-Ge politikaları Güney Kore’yi araştırmaya değer bir ülke haline getirmiştir.
Tablo 1’de Güney Kore’nin ihracat kompozisyonundaki
değişme açıkça görülmektedir. 1960’lı yıllardaki ihracat,
ilkel teknolojiye dayalı emek yoğun mallardan veya işlenmemiş doğal kaynaklardan oluşmaktadır. 2000’li yıllara
gelindiğinde ise durum tersine dönmüş, ihracat kompo-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
60
DOSYA
DOSYA
Tablo 1: Güney Kore’nin İhracattaki İlk On Ürünü:1960’lı-2000’li Yıllar
Kaynak: SONG, Jong Guk, (3.2003), “Dynamics of R&D from Imitation to Innovation,
Lessons from Korea”, STEP, Kore ‘den yararlanılarak hazırlanmıştır.
zisyonu emek yoğun mallardan teknoloji yoğun mallara
doğru değişim ve gelişim göstermiştir. Günümüzde Güney Kore’nin ihracatındaki ilk on ürünün tamamı yüksek
teknolojiye dayalıdır. 1960’lı yıllarda ihracatta ilk sırada
yer alan ürün Demir Madeni olurken, 2000’lı günümüzde ihracatta ilk sırayı ileri teknoloji ürünü Yarı İletkenler
(Semiconductor) almıştır. Tablo 1 incelendiğinde 1960’lı
yıllardan 2000’li yıllara Güney Kore’nin ne kadar çok yol
kat ettiği görülmektedir. Kısa sürede gerçekleştirilen bu
başarının altında acaba hangi politikalar yatmaktadır?
Kore’nin teknoloji politikaları 1980 öncesi ve sonrası diye
iki safhada incelenebilir. Biz ilk önce 1960–1980 dönemini inceleyeceğiz. Kalkınmakta olan ülkelerin çoğunda
olduğu gibi Güney Kore’nin de Ar-Ge, bilim ve teknoloji
alanındaki çalışmaları, yeni teknolojiler geliştirmekten
çok mevcut bilgi ve teknolojinin ülkeye adaptasyonunun
sağlanması yönündedir. Bu dönemde ilk çalışmalar yabancı teknolojiyi elde etmek ve onu kullanmada ihtisaslaşmaktır. Bu dönemin ilk yıllarında ithal edilen ürünlerin
taklit yoluyla üretimi gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. İthal
edilen yatırım mallarından elde edilen bilgiler ülke içinde
yaygınlaştırılmıştır.
Bu dönemin bir başka özeliği, Kore hükümetinin yabancı teknolojinin elde edilme şekline çok itina göstermesidir. 1960–1980 döneminde doğrudan yabancı sermaye
(DYS) yatırımlarına kısıtlayıcı politikalar uygulanırken,
lisans anlaşmaları teknoloji transferinin daha etkili bir
aracı olarak görülmüştür. Kore, yüksek bilgi ve beceri
gerektiren sektörlerde DYS tarafından sunulan paket
içinden seçim yapmayı başararak yabancı teknoloji kaynaklarının kullanımında seçmeci davranabilmiştir. Devlet
piyasaya girişleri denetleyerek teknoloji alıcısını teke indirmeye gayret etmiş ve böylece satıcıları rekabete zorlamıştır. Ayrıca, satıcının alıcıya teknolojinin transferi,
kullanımı, ürün pazarlama ve lisans verme konusunda
koşullar getirmemesi için alıcıya destek verilmiştir. Burada en önemli hususun yerli firma ve teknik adamların
yaparak öğrenmelerine ortam hazırlanması olduğu söy-
lenebilir. Bu nedenle de Kore, teknolojinin paket halinde
değil de parça parça ithali için çaba göstermiştir. Paket
halinde ya da anahtar teslimi şeklinde teknoloji ithali
daha kısa zamanda sonuç vermekle birlikte yerlilerin öğrenmesini katkısı olmamaktadır. Teknolojinin parça parça
ithali daha fazla zaman ve bilgi gerektirmesine rağmen,
uzun dönemde daha olumlu sonuç verebilmektedir. Başarılı bir teknoloji transferi için karşı tarafın uygun koşullar önermesi yetmez. Teknolojinin alımı, adaptasyonu ve
geliştirilmesi için güçlü bir Ar-Ge altyapısının varlığı da
gereklidir.(Kim and Ma,1997:101–133) Bu politika, teknoloji transferinin maliyetini azaltmaya yönelik hizmet etmiş
ve çok uluslu firmalara olan bağımlılığı azaltıcı etkide
bulunmuştur. Hükümet alınan lisansları koruma yoluna
gitmiştir. Bunun yanında devlet, sanayi temsilcilerinden,
üniversitelerden ve kamu laboratuarlarından sorumlu
kişilerin oluşturduğu bir müşavirlik komitesi kurarak, tek
tek firmalar yerine onların adına teknoloji satıcıları ile
müzakerelerde bu komiteyi görevlendirmiştir.
Teknoloji ithalatında Kore Hükümeti, ağır sanayiye girmek, yerli Ar-Ge yeteneğini geliştirmek ve ihracat için,
sanayileşmenin öncüsü dev yerli özel firmaların (chaebol) gelişmesini teşvik etmiştir. Kore’nin teknoloji stratejisinin bir dayanağı ve onu diğer gelişmekte olan ülkelerden ayıran özelliklerden birisi de bu özel büyük şirket
topluluklarının bilinçli olarak yaratılmasıdır.
Kore, 1980 yılından sonra teknoloji politikasında değişikliğe gitmiştir. Bu dönemde devlet, ulusal inovasyon
sistemini oluşturmak için çabalarını yoğunlaştırmıştır.
1980’den sonra Ar-Ge’nin büyük kısmı özel sektör firmaları veya kamu özel ortaklıkları yoluyla gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Kamu araştırma kurumları ileri teknolojiler üzerine dikkatlerini çevirmiş ve üniversite araştırma
laboratuarları ile işletmeler arasında köprü tesisi fonksiyonlarını yerine getirmişlerdir. Kore hükümeti teknolojiye sahip olma politikasını değiştirmiştir. Değişiklik Kore
sanayisindeki teknolojinin daha kapsamlı ve bilim tabanlı
olmasının neticesidir. Yabancı ülkelerden teknoloji trans-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
61
DOSYA
DOSYA
Tablo 2: Güney Kore’de 1970 sonrası AR-GE göstergeleri
Kaynak: http://kosis.nso.go.kr
ferine yönelik daha önce konmuş kısıtlamalar kaldırılmaya başlanmış ve liberalizasyon sağlanmıştır. Güney
Kore’nin Ar-Ge planlama ve politikalarının uygulaması merkezi bir sistemle olmaktadır. Merkezileştirilmiş sistem, belirli teknoloji ve ürünlerin geliştirilmesi ve
ticarileştirilmesi için uzun vadeli stratejilere imkân hazırlar. Bu sistem Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın kontrolü
altındadır. Bilim ve Teknoloji Bakanlığı, diğer bakanlıklar,
sanayi temsilcileri ve araştırma enstitülerinin temsilcilerinin katılımı ile birçok planlı işlevi yürütür.
Teknoloji Akademisi’ni (KAITECH) kurmuştur. Bu enstitü
her yıl yaklaşık 200 milyon dolarlık kamu fonu kullanmaktadır. Bu arada önemli bir nokta da devletin Kore’de
yarıiletkenlerin üretilebileceğini göstermek ve bu sanayi
dalı için gerekli olan teknoloji alt yapısını sağlamak üzere
1979’da Kore Elektronik Teknolojisi Enstitüsü’nü (KIET);
telekomünikasyon sanayisini desteklemek üzere Kore
Telekomünikasyon Araştırma Enstitüsü’nü (KETRI) kurmuş olduğuna ayrıca işaret etmek gerekir. Daha sonraları bu iki kuruluş birleştirilmiştir (Kutlu, 1996: 92-93).
Yukarıda da değinildiği gibi Kore, teknolojiye çok önem
vermiş, daha 1966 yılında Kore Bilim ve Teknoloji
Enstitüsü’nü (KIST) kurmuştur. Bu enstitünün kurulması
sırasında 80 bilim adamı ve mühendis en fazla Ar-Ge
desteğine ihtiyaç duyulan alanları saptamak üzere çeşitli
sektörlerde faaliyet gösteren 600’den fazla firmayı ziyaret
etmişlerdir. 1980’lere doğru, sanayi artık kendi araştırmalarını kendi yapabilecek bir seviyeye ulaştığında, KIST;
daha uzun dönemli araştırmalara yöneltilmiş, 1981’de
Kore İleri Bilim Enstitüsü (KAIS) ile birleştirilmiştir. Kore
dışındaki Koreli bilim adamlarının ülkeye geri dönmelerini
ve yetenekli Koreli öğrencilerin ülkede kalmalarını sağlamak ve bilimsel araştırma ortamını oluşturmak üzere yine
devlet eliyle 1971’de kurulmuş olan KAIS ile KIST’ın birleştirilmesi sonucu ortaya çıkan Kore İleri Bilim ve Teknoloji Enstitüsü (KAIST) kurulmuştur. Bu enstitünün görevi,
ülkenin atılım yaptığı ileri teknoloji alanlarında, özellikle
elektronik teknolojilerine yönelik olarak bilim doktorası ve
mastır derecesine sahip elemanlar yetiştirmektir. 1989’da
KAIST’ten yeniden ayrılan KIST, bu kez ülkenin yeni yönelim alanlarıyla ilgili enstitüler kurmakla görevlendirilmiştir (Kutlu, 1996: 92-93). “1960’lı yıllardan günümüze
teknoloji parkları, sanayi ve teknolojiyi bir araya getiren bölgeler ve araştırma merkezleri kurmuşlardır”
(Kozlu, 1995: 29).
Tablo 2, 1970 yılından sonra Güney Kore’nin Araştırma
Geliştirme faaliyetlerine ne derece önem verdiğini açık bir
şekilde göstermektedir. 1970 yılında özel ve kamu üniversitelerinin toplamı 85 iken 2004 yılında üniversite sayısı
293’e yükselmiştir. Bu dönemde özel üniversite sayısı hızlı
bir artış göstererek 52’den 238’e yükselmiştir. 1970 yılında
5628 olan araştırmacı sayısı 2004 yılında 200.000’in üzerine çıkmıştır. Güney Kore’nin Ar-Gr faaliyetleri arasında
en dikkat çekici olan Ar-Ge harcamalarıdır. 2004 yılında
yapılan Ar-Ge harcamaları 1970’deki Ar-Ge harcamalarından 2103 kat daha fazladır. Ayrıca, 1985 yılında Ar-Ge
harcamalarının Milli Gelir içindeki payı % 1,82 iken, 2004
yılında bu payın %2,85’e yükseldiği görülmüştür.
Enstitülerin sanayinin acil taleplerine karşılık vermede yetersiz kalması üzerine devlet 1989’da Endüstriyel
62
Grafik 1 incelendiğinde Güney Kore’de hem toplam Ar-Ge
harcamalarının hem de milli gelir içinde Ar-Ge harcamalarının giderek arttığı görülmektedir. 1964 yılında Ar-Ge
harcamalarının milli gelire oranı yalnızca %0,2 iken, 2005
yılına gelindiğinde bu oran %2,99’a yükselmiştir. 2005
yılında Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranının %0,7 olduğu gerçeği düşünülürse, Güney Kore’nin
Ar-Ge’ye verdiği önemi daha iyi anlayabiliriz. Tablo 3’deki
datalara bakıldığında Güney Kore’nin Ar-Ge faaliyetlerinde ne derece başarılı olduğu görülür. 2005 yılında Ar-Ge
harcamalarının milli gelire oranlarına bakıldığında Güney
Kore’nin; A.B.D., Almanya, Fransa gibi süper güçleri geride bıraktığı görülmektedir.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
Grafik 1: Ar-Ge Harcamaları ve Milli Gelir İçinde Ar-Ge’nin Payı(1964-2005)
Kaynak: www.most.go.kr
SONUÇ
Güney Kore, Türkiye ile hemen hemen aynı yıllarda iktisadi kalkınma yarışına başlamış olmalarına ve her iki ülkenin
başlangıçtaki temel ekonomik göstergeleri birbirine yakın
olmasına, hatta Türkiye’nin Kore’den daha zengin olmasına
rağmen günümüzde Güney Kore’nin kalkınma açısından
Türkiye’den oldukça ileride olduğu gözlenmektedir. Güney
Kore’nin kalkınmada elde ettiği bu başarıda en önemli faktörlerden biri etkin teknoloji politikaları uygulamasıdır.
ca özel firmaların karlı olmadığı için girmediği veya çok
büyük sabit yatırımlar gerektiren sektörlere girilmesi için
merkezi hükümet Ar-Ge destekleri ve vergi indirimleri gibi
kolaylıklar sağlamıştır.
Son olarak, Güney Kore ekonomisinin teknoloji geliştirme
ve özümseme kapasitesini geliştirmiş, Ar-Ge temelli net
bir kalkınma stratejisi benimsemiş, en önemlisi de etkin
bir şekilde çalışan ulusal yenilik sistemini oluşturmuştur.
Kaynakça
Ülke kalkınmasının nitelikli emekten geçtiğini erken kavrayan ve bu uğurda yeni üniversiteler açma, araştırma enstitüleri ve bilim parkları kurma gibi Ar-Ge faaliyetlerini yoğunlaştıran Kore’nin, günümüzde neden Türkiye’den üç kat daha
zengin bir ülke olduğunu kavramak zor olmamaktadır.
Kore, teknoloji ithalatı konusunda çok hassas davranmış,
ithalatına sıklıkla müdahale etmiş; ancak bunu, pahalı
know-how’a ulaşmayı engellemeyecek esnek bir biçimde
yapmıştır. Rejim, teknoloji ithal eden firmaların iç teknolojik yeteneklerini geliştirmek amacıyla bu firmaların tersine
mühendislik ve Ar-Ge faaliyetlerini teşvik etmiştir. Ayrı-
Kim, H. and Jun Ma (1997), The role of government in acquiring
technological capability: The case of the Petrochemical industry
in East Asia, M.Aoki vd. (derl.) (1997), The Role of Government in East
Asian Economic Development: Comparative Institutional Analysis, Oxford:
Clarendon Press, ss.101–133.
Kim, L. (1997), İmitation To İnnovation: The Dynamics of Korea’s Tecnological Learning, Harvard Business School Press.
Kozlu, C. (1995), Türkiye Mucizesi İçin Vizyon Arayışları ve Asya Modelleri, İş Bankası Yayınları
Kutlu, E. (1996), Dünya Ekonomisi, Anadolu Üniversitesi Basımevi, Eskişehir.
SONG, J. G. (2003), Dynamics of R&D from Imitation to Innovation,
Lessons from Korea, STEP, Kore
www.fbweb.cityu.edu.hk/hkapec/DataBank/KR-GDP-expenditurecurrent.pdf
www.kosis.nso.go.kr/cgibin/sws_888.cgi?ID=DT_1C20001&IDTYPE
=3&A_LANG=2&FPUB=4&SELITEM=
www.kosis.nso.go.kr/cgi-bin/sws_888.cgi
www.most.go.kr/most/english/activies_01.jsp
www.most.go.kr/most/english/activies_02.jsp
Tablo 3: Ar-Ge Faaliyetlerinin Ülkeler Arasında Karşılaştırılması.
Kaynak: www.most.go.kr
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
63
DOSYA
Şirin ELÇİ
Technopolis Group Türkiye Direktörü
REKABET VE KALKINMA İÇİN İNOVASYON
İnovasyon Nedir?
Ekonomik ve toplumsal değer yaratmak için ürünlerde,
hizmetlerde ve iş yapış yöntemlerinde yapılan değişiklik,
farklılık ve yenililikler ‘inovasyon’ olarak adlandırılır.
İnovasyon en geniş anlamıyla, bilginin ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürülmesi olarak tanımlanır. Bu nedenle de teknik, ekonomik ve sosyal süreçler bütünüdür.
Değişime olan istek, yeniliğe açıklık ve girişimcilik ruhuyla özdeşleşen bir kültürün ürünüdür.
Firmalar için inovasyon, verimliliği ve kârlılığı artırdığından,
yeni pazarlara girilmesini ve mevcut pazarın büyütülmesini
sağladığından çok önemli bir rekabet aracıdır. Verimli, kârlı
ve rekabet gücü yüksek firmaların faaliyet gösterdiği ekonomiler kalkınır, gelişir ve küresel ölçekte rekabet avantajı
kazanır. Dolayısıyla, ülkeler için inovasyon, istihdam artışını, sürdürülebilir büyümeyi, toplumsal refahı ve yaşam kalitesini garantileyen en önemli faktördür.
İnovasyon Buluş (İcat) Değildir. İnovasyon için buluşlardan yararlanılabilir. Ancak, asıl önemlisi ekonomik getirisi olan, henüz yapılmamış birşeyler yapmak; ya da
yapılmakta olanı farklılaştırmaktır.
İnovasyon, keşfedilmemiş olanı icat etmeyi değil; değer
yaratma yollarını keşfetmeyi hedefler. Bu nedenle de fi kirler ve kavramlar önem kazanır. İnovasyon, ticari başarıyı gerektirir. Diğer taraftan bir buluş yapmak, o buluşun
ticari başarısını garantilemez. Buluştan ticari değeri olan
bir ürün ortaya çıkmadığı sürece de değer yaratılamamış olur.
Ama buluşunu ticarileştiremediğinden, yani inovasyona
dönüştüremediğinden, bu buluş uzun süre işe yaramadı.
Spengler’in buluşunu W. H. Hoover adlı bir deri imalatçısı ticarileştirilebilir bir ürün haline getirdi. Bunun için de
Spengler adı değil, Hoover adı dünya çapında bilindi ve
yayıldı.
İnovasyon Süreci Nasıl İşler?
Sektörü ve büyüklüğü ne olursa olsun, bir firmanın ayakta kalması ve rekabet gücünü artırması ancak inovasyonla mümkün. İnovasyon yapan firmalar üretkenliklerini artırıp hızla büyüme fırsatını yakalar; yüksek nitelikli
istihdam olanaklarını yaratır; iç ve dış pazarlarda daha
güçlü bir konuma yerleşirler.
Bir firma için inovasyon,
geliştirilmiş ve iyileştirilmiş dağıtım performansıyla ve
portföyündeki yeni ürünlerin/hizmetlerin sayısının yükselmesiyle satışların ve pazar payının artması;
yeni ürünlerin pazara çıkma/hizmetlerin sunulma sürelerindeki kısalma ve üretkenliğin artmasıyla kazancın
yükselmesi,
kaynakların ve zamanın daha iyi kullanılmasıyla maliyetlerin azalması anlamına gelir.
Bu nedenle inovasyon, firmaların kurumsal stratejilerinin
en önemli parçasını oluşturan ve sürekliliği olan bir faaliyettir. İnovasyon süreci aşağıdaki adımlardan oluşur:
Örneğin, elektrikli süpürgeyi J. Murray Spengler icat etti.
64
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
duğunca yazılı hale getirilmesi firmanın yetkinliğinin ve
rekabet avantajının sürdürülmesi açısından önemlidir.
Çözümün geliştirilmesi ve ticarileştirme: İnovasyon
için gerekli bilgi ve bilgi kaynakları bir araya getirilip inovasyon projesi tanımlandıktan sonra sıra uygulamaya
gelir. Bu aşamada ürün, hizmet veya süreç son halini
alana kadar çalışmalar sürdürülür. Pazardan sürekli olarak alınan bilgilerle desteklenen geliştirme çalışmaları,
ürünün, hizmetin pazarlanması veya sürecin ticari kullanımı ile devam eder.
Şekil.1: İnovasyon Döngüsü
Fırsatların yakalanması: Bir firmanın potansiyel inovasyon fikirleri için sürekli olarak fırsatları belirlemesi
ve değerlendirmesi gerekir. Bu fırsatlar, firma çalışanlarının inovasyon fikirlerinden, müşterilerin değişen
gereksinimlerinden, rakiplerin çalışmalarından, yeni
geliştirilen teknolojilerden veya tedarikçilerden kaynaklanıyor olabilir. Ya da yurtiçinde veya dışında herhangi
bir kuruluş veya kişi tarafından yapılan bir Ar-Ge çalışmasının sonuçları veya yeni bir düzenlemeye, kanuna
ya da standarta uyma zorunluluğu inovasyon fırsatlarını doğurabilir. Rekabet gücünü kaybetmek istemeyen
bir firmanın bu tür sinyalleri zaman kaybetmeden yakalabiliyor olması gerekir.
Stratejik seçimin yapılması: İnovasyon faaliyetine
başlamak amacıyla kaynak ayırmadan önce yakalanan
fırsatlar arasından stratejik açıdan en önemli olanın seçilmesi gerekir. Bu seçimde göz önünde bulundurulacak
etkenlerin başında müşterilerin gereksinimleri ve istekleri gelir. İnovasyon için ayrılmış geniş kaynakları olan büyük şirketler bile tüm fırsatları değerlendiremezler. Asıl
başarı, en büyük rekabet avantajını sunan fırsatı seçip
inovasyona dönüştürebilmektir.
Gerekli bilginin edinilmesi: Firmaya rekabet gücü kazandırmada en yüksek potansiyele sahip inovasyon fikrini hayata geçirmeye başlamadan önce ihtiyaç duyulan
kaynakların ayrılması gerekir. Bu amaçla, öncelikle ürün,
hizmet veya sürecin geliştirilebilmesi için gerekli bilgiler
biraraya getirilmelidir. Yazılı olan bilginin yanında yazılı
olmayan bilgiye erişmek de büyük önem taşır. İnovasyon
faaliyetinin yürütüleceği konuda yetkin, yerli veya yabancı
bir uzmanı işe almak veya danışman olarak çalıştırmak,
yurtiçindeki veya dışındaki üniversite veya Ar-Ge kurumlarından hizmet almak, yazılı olmayan bilgiye ulaşmanın
yolları arasındadır. Hangi yol seçilirse seçilsin, edinilen
bilgilerin firma tarafından özümsenmesi ve mümkün ol-
Öğrenme: Bu aşama, diğer tüm aşamalardaki başarı
ve başarısızlıkların değerlendirilmesine, gerekli bilgilerin üretilmesine ve bunların inovasyon sürecini daha iyi
yönetmede kullanılmasına olanak sağlar. “Öğrenme”nin
etkisi diğer tüm aşamalara yansıdığından inovasyonun
sürekliliği, dolayısıyla firmanın rekabet gücünün sürekliliği açısından büyük önem taşır.
İnovasyonda Başarının Sırrı Nedir?
Her ne kadar inovasyonda başarı için evrensel bir formül
bulunmasa da, başarıya giden yolda minimum şartların
sağlanması gerekir. Bu noktada, firmanın inovasyonun
ne olduğunu ve nasıl yönetilmesi gerektiğini bilmesi
önem kazanır.
İnovasyon yönetimi, firmanın teknolojiyi, iş süreçlerini
ve insan ilişkilerini inovasyonu destekleyecek ve teşvik
edecek şekilde yönetmesi anlamına gelir. Bu da belli bir
takım stratejik ve organizasyonel becerilere sahip olmayı gerektirir. Firmada uzun vadeli bir bakış açısı, pazar
eğilimlerini belirleme ve tahmin etme becerisi, teknolojik ve ekonomik bilgileri toplama, işleme ve özümseme
yetkinliği varsa stratejik becerilerin varlığından söz etmek mümkündür. Organizasyonel beceriler ise, firmanın
riskleri belirleme ve yönetme yeteneğine; operasyonel
birimler arasındaki işbirliklerinin düzeyine; araştırma kurumları, üniversiteler, danışmanlık firmaları, müşteriler
ve tedarikçiler ile oluşturulan ağa, ve insan sermayesine
yapılan yatırımın düzey ve kalitesine bağlıdır.
İnovasyon Ekonomisi
21. yüzyılda ülkelerin geleneksel ekonomilerini ‘inovasyon ekonomisi’ne dönüştürmedeki başarıları, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve toplumsal gelişme performanslarını belirliyor. İnovasyon ekonomisi kendini,
nitelikli işgücü; bu işgücü için yüksek getiriler vadeden
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
65
DOSYA
DOSYA
iş olanakları ve bu iş olanaklarını yaratan hızla büyüyen
firmalar ve çok sayıda yeni kurulan işletmelerle gösterir.
Dolayısıyla, bir ülkede veya bölgede inovasyon ekonomisinin kurulması için nitelikli ve girişimci insan gücüne, yeni fikirlerin üretilmesini ve yayılmasını sağlayan
bir ortama, inovasyonu destekleyen mekanizmalara ve
sermayeye erişim olanaklarına ihtiyaç vardır. Burada
devlet, kolaylaştırıcı ve katalizör bir rol üstlenir; insan
kaynaklarına, araştırma, teknoloji geliştirme ve inovasyona yatırım yapar ve bu tür yatırımları teşvik eder. Bu
tür ekonomilerde kişiler ve kuruluşlar etkin bir işbirliği ve
etkileşim içindedir.
İnovasyon ekonomisinin kuralları, firmalar için rekabetin
ana koşullarının belirleyecisidir. Bu yeni düzende, bilgiyi
en iyi yöneten, insan kaynağını ve fikir varlığını en iyi
kullanan ve sürekli olarak güçlendiren, inovasyonu tüm
faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçası haline getiren işletmeler rekabet edebilir.
İnovasyon ekonomisinde sermayenin oluşumunda girişim sermayesi yatırımcıları ve iş melekleri etkilidir. Yüksek teknoloji veya radikal inovasyon içeriğinden dolayı
risk taşıyan girişimlere ve yeni kurulan inovasyona dayalı
firmalara finansman sağlanması öncelikli konuların başında gelir.
Eğitim sisteminin odağını, firmaların gereksinimine uygun niteliklerde insan gücünün yetiştirilmesi ve inovasyona dayalı girişimcilik eğitimlerinin verilmesi oluşturur.
Bilginin ve insan gücünün hızlı ve etkin dolaşımı için gerekli altyapıya yatırım yapılır. Bu amaçla bilişim sistemleri altyapısı ve yüksek hızlı İnternet olanakları güçlendirilir
ve yaygınlaştırılır; ulaşım ve taşımacılık olanakları yaygın ve güçlü bir altyapıyla desteklenir. Çevre ve yaşam
kalitesi konuları büyük önem taşır. İnovasyon, çevresel
sürdürülebilirliğin sağlanmasında da önemli bir araç olarak kullanılır.
Bu tür ekonomilerde hükümet politikalarının temelini deregülasyon oluşturur. Ekonomik ve toplumsal kalkınma
politikaları inovasyona odaklanır. Bu amaçla, vergi sistemi, teşvikler, bölgesel ve kentsel kalkınma stratejileri
yeniden düzenlenir ve başarıyla uygulanır.
Ulusal İnovasyon Sistemi
Şirketler, içinde bulundukları ortamdan soyutlanmış bir
şekilde inovasyon yapmazlar. Tam tersine, şirketin ino66
vasyon faaliyetlerinin niteliği ve inovasyon performansları bulundukları bölgenin ve ülkenin kültüründen, sunduğu imkânlardan ve yarattığı şartlardan büyük ölçüde
etkilenir.
Örneğin, Amerika’da kültürün, toplumun, ekonomik ve
yasal kurumların inovasyonu teşvik eden bir ortam yarattığı; bunun bir kanıtı olarak her yıl ülkede 500.000
şirketin kurulduğu; 2003 yılında, her 100 yetişkinden
11’inin (Avrupa’daki tüm diğer ülkelerden daha yüksek bir
oranda) girişimcilik faaliyeti içinde bulunduğu ifade edilmektedir. Ülkedeki şirketler sadece sayıca değil aynı zamanda inovasyon performansı bakımından da ilerdedir.
Bunu sağlayan faktörler, politik istikrar, uygun politikalar,
kanunlar ve düzenlemeler, fikri hakların korunmasına
yönelik mevzuat ve uygulamalar, finansman ve insan
kaynağına kolay ulaşım ve inovasyon konusunda işbirliği
yapması gereken kuruluşlar arasındaki yakın ilişki olarak
sıralanmaktadır. Özellikle bu sonuncu etkenin önemi ve
bu konuda üniversitelerin oynadığı rol, şu örnekle vurgulanmaktadır: “Sadece bir üniversitedeki, Massachusetts Institute of Technology’deki (MIT), araştırmalardan
ve araştırmacılardan kurulan şirketlerin oluşturacağı bir
ulus, dünyanın gayrisafi yurtiçi hasıla bakımından en büyük 24. ekonomisini oluşturur.”
Dolayısıyla, şirketlerin inovasyon faaliyetlerini etkileyen
ve inovasyon süreçlerini başarıyla yönetmelerini sağlayan şartların oluşturulmasında devlete önemli rol düşmektedir. Şirketin inovasyon faaliyetlerini etkileyen ortam, “ulusal inovasyon sistemi” olarak adlandırılır.
Bu yaklaşımın kökeni, inovasyon kavramında olduğu
gibi, yine eskilere, 1841 yılında ekonomist Friedrich
List tarafından ortaya konan ‘Ulusal Politik Ekonomi
Sistemi’ne dayanır. Ardından 1980’li yılların ortalarında
ekonomistler tarafından yeniden ele alınmış ve inovasyonla ilişkilendirilmiştir. İnovasyon sistemi kavramı, bir
ülkede inovasyonun, kamu kurumları, özel sektör kuruluşları, üniversiteler, araştırma kurumları gibi farklı aktörlerin oluşturduğu ağyapı ve bunlar arasındaki ilişkiler ve
etkileşim sayesinde gerçekleştiği gerçeğine dayanır.
Ulusal İnovasyon Sistemi: Ana aktörler ve akışlar
Bu sistemin başarıyla işlemesinde ana sorumluluk devlete düşmektedir. Ancak şirketler de sistemdeki aksaklıkları bildirmek ve rekabet güçlerini yakından ilgilendiren bu konuda gerekli adımların atılmasında sistemdeki
diğer kurumlarla birlikte çalışmakla yükümlüdür. Aksi
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
Şekil.2: Ulusal İnovasyon Sistemi: Ana aktörler ve akışlar
Kaynak: Arnold ve Kulhman, Technopolis 2001 (OECD, 2005)
takdirde bu durum, ulusal inovasyon sistemi iyi işleyen
ülkelerdeki rakipleriyle aralarında “haksız rekabet” ortamının oluşmasına yol açacaktır. İnovasyon sistemi
başarıyla işleyen bir ülkedeki rakibi yetişmiş insan gücüne rahatlıkla ulaşırken sistemde aksaklıkların yaşandığı ülkedeki şirket nitelikli personel bulmakta zorlanıyorsa; rakibi inovasyon projeleri için çok çeşitli finansal
imkânlardan yararlanırken kendisinin yaşadığı en büyük
sorun inovasyonun finansmanıysa; kuruluşlar arasındaki
koordinasyon ve işbirliğindeki zayıflık inovasyon sürecini
olumsuz etkiliyorsa, dezavantajlı ülkedeki şirket, rakibiyle arasındaki rekabet dengesizliğinin ortadan kaldırılması için daha çok çaba harcamak zorunda kalacaktır.
Kaynaklar:
Elçi, Ş. (2006) İnovasyon: Rekabet ve Kalkınmanın Anahtarı
Elçi, Ş., Karatayli,İ. (2008) İnovasyon Rehberi: Karlılık ve
Rekabetin Elkitabı
www.technopolis.com.tr
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
67
DOSYA
Prof. Dr. H. Nevzat ÖZGÜVEN
ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi
TEKNOPARKLAR
YA DA BİLGİNİN EKONOMİK DEĞERE DÖNÜŞMESİ
GİRİŞ
Ucuz işgücüne dayalı rekabetçiliğin, ekonomik gelişmeyi
ve zenginleşmeyi hedefleyen bir ülkede sürdürülebilir olmadığı artık ülkemizde her kesimin kabul ettiği, hatta yaşamakta olduğu bir gerçek. Uluslararası rekabet için, bir
yanda verimi artırmak, öte yanda yenilikçi ürünle piyasada bulunmak gerekiyor. Bunlar da, ulusal bilim teknoloji
politikalarımızın ana ekseninin inovasyon, bilim ve teknolojide yetkinleşmek ve de sanayide Ar-Ge olması gerekliliğini gündeme getiriyor. Sanırım bu konuda da kimsenin pek bir kuşkusu yok. O zaman şu sorulara cevap
arıyoruz: İnovasyon ve sanayide Ar-Ge’yi hangi mekanizmalarla destekleriz, artırırız; ne tür politikalar bilimsel
ve teknolojik gelişimimizi hızlandırır ve daha da önemlisi,
üretilen bilginin ekonomik değere ve (dolayısıyla, ya da
doğrudan) toplumsal refaha dönüşmesini sağlar? Bu soruya verilecek yanıtlar bir yazıda ele alınamayacak kadar
kapsamlı. Fakat şunu söyleyebiliriz ki, bu amaca hizmet
edebilecek mekanizmalardan birisi de teknoparklar. Kı-
68
saca teknopark olarak anılan oluşumlar ülkeden ülkeye
önemli farklılıklar gösterebiliyor. Kullanılan isimler bile
oldukça farklı: Teknopark, bilim parkı, bilim ve teknoloji
parkı, araştırma parkı, teknopolis (teknokent) ve ülkemizde bu konudaki yasada kullanılan ismiyle, teknoloji
geliştirme bölgesi. Bu isimlerdeki farklılıkların bir kısmı
kavramsal farklılığı da getiriyor beraberinde, bir kısmı ise
sadece terminoloji farkı. İlk örnekleri dünyada 1950’lerde,
Avrupa’da 1970’lerde ortaya çıkmışken, ülkemizdeki ilk
girişimler 1980’li yılların sonlarında doğru başlamış, teknoparkların bugünkü anlamda hayata geçirilmeleri ise
1990’lı yılların sonlarını bulmuştur. 2001 yılında çıkarılan
Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Yasası teknopark kurulmasını ve gelişimini ciddi olarak ivmelendirmiştir.
TEKNOPARK
İsimler ve yapılar ülkeden ülkeye değişebiliyor, aynı ülke
içinde bile farklı yapılanmalar ve büyüklükler olabiliyor;
ama ana fikir genelde aynı: Bilgi tabanlı firmaların oluş-
Mühendislikte,
Mühendislikte,
Mimarlıkta
Mimarlıkta
ve Planlamada
ve Planlamada
ÖLÇÜÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
masını ve gelişmesini sağlamak; bu firmaların yenilikçilik
(inovasyon) ve rekabetçilik kültürünü destekleyerek öne
çıkartmak. Nihai amaç ise, bu yolla toplumun zenginliğini
ve refah düzeyini artırmak. Teknoparklar, genel olarak,
bu amaca hizmet etmek üzere kurulmuş, uzmanlaşmış
profesyonellerce yönetilen organizasyonlardır. Teknoparklar; üniversiteler, Ar-Ge kuruluşları, bünyesindeki
firmalar ve pazar arasında bilgi ve teknoloji akışını yönetir ve teşvik eder; kuluçka merkezleri (inkübatörler)
yardımıyla yenilikçi firmaların oluşmasını ve büyümesini kolaylaştırır, yüksek kalitede mekan ve katma değerli
hizmetler sunar. Genellikle üniversiteler ve/veya öteki
Ar-Ge kuruluşlarıyla mekansal bütünlüğü ya da yakınlığı olan teknoparklarda; profesyonel kadroların sunduğu
hizmet, kaliteli mekan, vb. olanakların ötesinde önem taşıyan unsur, buralarda yer alan firmaların üniversite veya
öteki araştırma birimleriyle bir arada olmasının sağlayacağı işbirliği olanakları ve etkileşimlerdir. Buna, pek çok
yenilikçi firmanın aynı ortamda olmasının sağlayacağı
sinerjiyi de eklemek gerekir.
Teknoparkların tarihi yarım yüzyıldan öncesine kadar
uzanır. Teknopark kavramı, 1930’lu yıllarda, ABD’de,
Stanford Üniversitesi’nin kendi mezununun kurduğu, askeri radar parçaları üreten bir şirkete yer kiralamasıyla
başlar. 1950’li yıllarda “Stanford Araştırma Parkı” adıyla
resmiyete kavuşur. Kuruluşundaki en büyük başarı öyküsü, bir öğretim üyesinin, üniversite araştırmalarını ürüne
dönüştürmeye çalışan iki mezununa yer sağlamasıyla
başlar. Bu öğrencilerin adları William Hewlett ve David
Packard’dır. Günümüzün dünya devi HP firmasının doğuşu bu şekilde olur. Bu ve benzeri başarı öyküleri, şu
anda Silikon Vadisi olarak bilinen ve günümüzün en büyük, en gelişmiş “doğal” teknoparkının başlangıcını oluştururlar. Halen Dünyadaki en önemli teknopark olan Silikon Vadisi “doğal” bir teknopark olma özelliğini sürdürmektedir. Yani, yukarıda tanımlanan, mekan ve hizmet
sunan organizasyon şeklindeki teknoparklardan farklıdır.
Bu bölgeyi cazip kılan, bölgenin merkezinde dünyaca
ünlü bir üniversite (Stanford Üniversitesi) ile yakın çevresinde yine çok gelişmiş üniversitelerin bulunması ve
bilgi tabanlı firmaların bir arada olmasının sağladığı sinerjidir. Bu konuya ileride tekrar dönmek üzere, klasik bir
teknoparkın yapılanmasına bakacak olursak; genelde,
bir teknoparkın bünyesindeki firmalara aşağıda sayılan
yararların birden çoğunu sağladığını görürüz:
•
Ar-Ge çalışmaları için uygun mekan ve ortam,
•
Yakınında yer alan üniversite ve/veya araştırma ku-
ruluşlarından daha kolay ve uygun koşullarda hizmet
(danışmanlık, laboratuar hizmeti, vb) almak,
• Üniversite ve/veya araştırma kuruluşlarıyla daha etkin Ar-Ge işbirliği,
• Teknoparkın yer aldığı bölgedeki üniversite ve/veya
araştırma kuruluşlarının araştırma altyapısından yararlanabilmek,
• Benzeri Ar-Ge şirketleriyle bir arada olmanın sağlayacağı sinerji,
• Teknopark şirketinin sağlayacağı yüksek katma değerli hizmetler.
Bu sıralanan yararların firmaya nihai getirişi; teknoloji
üretimi, yenilikçi ürün ve sonuç olarak da firmanın uluslararası rekabet gücü elde etmesidir.
ÜLKEMİZDE TEKNOPARKLAR VE TEKNOLOJİ
GELİŞTİRME BÖLGELERİ YASASI
Teknoloji geliştirme iddia ve çabasında olan, rekabet
gücünü bu şeklide edinme gayretindeki bir firmanın teknopark içerisinde yer almasındaki amaç, yukarıda sıralanan yararları sağlayabileceğine inanmasıdır. Eğer bir
ülkede teknoparklar bu beklentileri sağlayabiliyorsa, o
zaman teknoparkların gerçek katkılarından söz edebiliriz. Ancak çoğu kez, özellikle de başlangıç aşamasında,
firmaları Ar-Ge yapmanın, teknoloji geliştirmenin ve bu
şekilde rekabet üstünlüğü sağlamanın önemine inandırmak, pek çok sorunu olan firmaları bu yolda yürümeye
ikna etmek kolay olmamaktadır. Böylesi durumlarda,
ilk oluşumları sağlamak için bazı özendirici önlemlerin
alınması gündeme gelmektedir. Ülkemizde, teknoparkların gelişimini sağlamak amacıyla, Teknoloji Geliştirme
Bölgesi adıyla anılan teknoparklarda yer alan firmalara
çeşitli parasal avantajlar tanınmıştır. Burada altının çizilmesi gereken en önemli nokta, bu teşviklerin bir amaç
değil bir araç olduğudur. Ar-Ge yapan bütün firmalara
kamu kaynaklarından destek sağlanmasının arkasında
yatan neden daha farklıdır ve bu destek Ar-Ge yapan
her firmaya verilir ve verilmelidir. Zaten, uluslararası kurallara göre, sanayi kuruluşlarına verilecek çok sınırlı
devlet desteklerinin başında Ar-Ge destekleri gelmektedir. Teknoparklarda yer alan firmalara tanınan vergi muafiyeti ve benzeri mali avantajlar ise sadece özendirme
sağlayarak teknoparkların gelişmesine hizmet etmek
amaçlıdır. Pek çok firmayı bu şekilde bünyesine topla-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
69
DOSYA
DOSYA
yan bir teknoparkın, zaman içerisinde, firmalara dolaylı
olarak sağlanan parasal destekler olmadan da varlığını
sürdürebilmesi gerekir. Zira yukarıda vurgulandığı gibi,
parasal destekler amaç değil, teknoparkın gelişimi için
araçtır. Amaç, firmaların teknopark içerisinde bulunmaktan dolayı, yukarıda sayılan getirilen elde edebilir olmasıdır. Firmaları teknoparka çeken nedenlerin; teknoparkın
içinde yer aldığı üniversite ya da araştırma merkezinin
firmaya teknoloji geliştirme çabalarındaki ciddi katkıları, öteki firmalarla bir arada olmanın getirdiği sinerji ve
teknopark organizasyonunun yüksek katma değerli hizmetleri olmalıdır.
hem de teknolojik ömürleri çok uzun olmayan gelişmiş
laboratuarlar çok daha verimli kullanılmaktadır)
•
Üniversiteyle ortak araştırma yapmakta,
•
Üniversitedeki doktora çalışmalarını desteklemekte,
• Gereksinim duyduğu gelişmiş işgücünü kolaylıkla
sağlamakta ve bu kapsamda daha pek çok avantaj sağlamaktadır.
Dünyadaki başarılı teknoparkların bulunduğu ülkelerin
çoğunda devletin bir desteği söz konusu değildir. Hatta
Silikon Vadisi gibi teknoloji geliştirme bölgelerinde, sınırları çizilmiş bir teknopark bölgesi olmadığı gibi, hizmet
veren bir teknopark şirketi de yoktur. İrili ufaklı, belki de
binlerce şirketin bulunduğu ve onlarca kilometre uzunluğundaki bir bölgeye yayılan Silikon Vadisine firmaları
çeken neden; araştırma ve teknoloji geliştirme faaliyetlerine, akademik kadro ve alt yapısıyla önemli katkılar sağlayabilen dünyanın en iyi teknik üniversitelerinden Stanford Üniversitesinin bulunmasıdır. Ayrıca giderek, araştırma/teknoloji geliştirme yeteneği olan pek çok şirketin
bir arada bulunması ek cazibe yaratmıştır. Bu nedenle
Silikon Vadisini “doğal” teknopark olarak adlandırabiliriz.
Bu bölgedeki firmalar;
Bu oluşumun ülkeye en önemli katkısı ise, üniversitede
yürütülen araştırmaların ekonomik değere dönüşmesi
ve bunun sonucu olarak ülkenin zenginleşmesidir. Bu
bölgede, özellikle de bölgenin merkezindeki Stanford
Üniversitesinde yapılan araştırmaların uygulamaya konulup ürün haline getirilmesi amacıyla kurulan küçücük
şirketlerin çok kısa sürede dünya devine dönüşmesine
hepimiz tanıklık etmekteyiz. Bunların bir kısmı, doğrudan
üniversitede yapılan doktora çalışmalarını ürüne dönüştüren ve hatta çoğu bu çalışmaları yürüten genç mezunların kurdukları şirketlerdir. Silikon Vadisinin kuruluş
günlerinin en büyük başarı öyküsü Hewlet-Packard (HP)
kadar çarpıcı olan yakın zamandan tipik bir örnek ise,
daha 10 yıl önce 20’li yaşlarında Stanford Üniversitesinde doktora öğrencisi olan iki gencin kurduğu Google
şirketidir. Durum böyle olunca, firmaları teknoparka çekmek için hiçbir özendirici desteğe gerek kalmamaktadır.
• Stanford Üniversitesinin laboratuarlarını ücreti karşılığı kullanabilmekte (dolayısıyla hem firmalar karşılanabilir ücretle çok gelişmiş olanaklardan yararlanmakta,
İşte ülkemizde de, böylesi bir düzeyde olamasa da, üniversite ile yoğun Ar-Ge işbirlikleri, Ar-Ge firmalarının birlikte olmasının getireceği sinerji ve teknopark şirketinin
70
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
yararlar vardır. Teknoparkın yer aldığı üniversite ve araştırma kurumunun teknoparktan sağlayacağı yararları da
şu şekilde sıralayabiliriz:
• Üniversite ya da araştırma kurumunun sanayi ile
daha çok ve daha etkin işbirliği olanağı elde etmesi,
• Firmalarla etkileşim sonucu ortaya çıkan yeni konularda temel ve uygulamalı araştırma imkanı,
•
Araştırma sonuçlarının ekonomik değere dönüşmesi,
• Teknoparklardan sağlanan fonlarla araştırmaya kaynak yaratılması,
• Bunların sonucu olarak, daha çok araştırma yapılması ve belki daha da önemlisi, uygulamalı araştırmaların
ülke gereksinimleri doğrultusunda olmasının sağlanması.
sağlayacağı hizmetler, firmaları teknoparka çekebilmek
için yeterli olabilmelidir. Başlangıç evrelerinde farklı
özendirmeler söz konusu olsa da, zaman içerisinde, teknoparkların sağlıklı işlemesi ve yukarıda sayılan yararların firmalar tarafından bizzat yaşanarak görülmesiyle,
yasada da zaten geçici olan özendirici parasal desteklerin kaldırılmasından sonra da teknoparklar faaliyetlerini
başarılı olarak sürdürebilirler. Ancak buradaki en büyük
tehlike, şirketlerin, teknoparkın gerçek getirilerinden yararlanmak yerine sadece parasal desteklerin cazibesiyle
teknoparkta yer almalarıdır. Böylesi bir durumda; hem bu
destekler kalktıktan sonra firmalar bölgede kalmaları için
fazla bir neden görmeyebilirler, hem de, daha önemlisi,
teknoparklardan beklenen gerçek yararlar gerçekleşmemiş ve dolayısıyla teknopark kuruluşundaki amaçlara
ulaşılamamış olur. Bu da, kamu kaynaklarıyla sağlanan
desteğin amacı doğrultusunda kullanılamamış olması ve
sadece bu bölgede yer almış olan firmalara belli bir dönemde ek Ar-Ge desteği verilmiş olması anlamına gelir.
TEKNOPARKLARA ÜNİVERSİTELERDEN BAKIŞ
Teknoparkların oluşmasındaki ana hedef, Ar-Ge yapan,
teknoloji üreten firmaların büyümesini ve gelişmesini
sağlamak ve hızlandırmak olmakla birlikte, sağlanan
yararlar karşılıklıdır. Yani, firmalara yukarıda sayılan yararları sağlayan üniversite ya da araştırma kurumunun
da, bünyesindeki teknoparkın varlığından sağlayacağı
Teknoparklara üniversitelerden bakıldığında, yukarıda
sayılan önemli yararlar söz konusu olmakla birlikte,
sağlıklı bir işleyiş oturtuluncaya kadar bazı endişelerin
gündemde olması kaçınılmazdır. Üniversitelerle ilgili endişelerin başında, üniversitenin temel görevlerini
bir yana bırakıp (ya da aksatıp), firmalara hizmet eden
birimlere dönüşmesi tehlikesi akla gelmektedir. Buradaki ilk endişe, araştırma adı altında standart hizmet
verilmesi tehlikesidir. Aslında burada oldukça kritik ve
ince bir çizgi söz konusudur. Bir teknoparkın, üniversitedeki potansiyeli ve altyapıyı, sanayinin günlük sorunlarını çözme amaçlı kullanma tehlikesi olabilir mi?
Yani, sanayi kuruluşları, üniversiteleri “standart hizmet”
almak için kullanabilir mi? Teorik olarak, üniversitelerin altyapı ve insan gücünü sanayinin günlük gereksinimleri için kullanması olasıdır. Ancak, dünya pratiğine
bakıldığında, teknolojik gelişimi belli düzeylere ulaşan
ülkelerde bu endişenin çok yerinde olmadığı görülür.
Çünkü bir yanda üniversitenin kendi iç mekanizmaları
ve otokontrolü buna izin vermezken, öte yanda üniversitenin sağladığı hizmetin genelde maliyeti düşük bir
hizmet olmaması, bu tür standart hizmetlerin üniversite
yerine uzman kuruluşlardan alınmasını gündeme getirmektedir. Sanayicinin gereksinim duyduğu ve sadece üniversiteden (ya da alternatif olarak yurtdışından)
sağlanabilecek bir hizmet söz konusu olduğunda ise,
göreceli olarak yüksek olan üniversite araştırmalarının
bedeli sanayici tarafından karşılanır. Birçok durumda
da bu hizmetin başka bir yerden sağlanabilmesi zaten
mümkün olmamaktadır.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
71
DOSYA
DOSYA
Üniversitelerin
araştırma konularını
sanayi kuruluşlarının
talepleri doğrultusunda
seçmesinin bir bilim
kurumu için ne derece
doğru olduğudur.
İkinci konu, üniversitelerin araştırma konularını sanayi
kuruluşlarının talepleri doğrultusunda seçmesinin bir bilim kurumu için ne derece doğru olduğudur. Bununla ilgili
de şu saptamayı yapmakta yarar var: Burada konu edilen
araştırmalar büyük çoğunlukla uygulamalı araştırmalardır.
Uygulamalı araştırmaların da ülke gereksinimleri doğrultusunda olmasından daha doğal bir şey olamaz. Karşı seçenek, ülkemizin önde gelen üniversitelerinde uzun yıllar
süregelmiş olduğu (ve kısmen hala sürmekte olduğu) gibi,
gelişmiş ülkelerin gereksinimleri doğrultusunda araştırma
yapıp sonuçlarını sadece uluslararası dergilerde yayımlamakla yetinmektir. Yani, ülkemizde gereksinim duyulmayan uygulamalı araştırmaları ülkemiz kaynaklarıyla yürütmektir. Tabii ki, ülke gereksinimi, sadece sanayi kuruluşlarının taleplerini değil, toplumun başka gereksinimlerini
de içerir. Bu konuların da araştırma konuları arasında yer
almasının mekanizmaları ise farklıdır (bu da, teknoparkların, ülkenin bilim teknoloji politikalarından bağımsız olarak
ele alınamayacağını göstermektedir).
TEKNOPARKLARIN ÜLKEYE SAĞLADIĞI
YARARLAR
Teknoparklara ve teknoparklarda yer alan firmalara
kamu kaynaklarından destek sağlanmasının arkasında
yatan neden, başarılı bir teknoparkın ülkeye sağlayacağı
yararlardır. Bu yararları şu şekilde özetleyebiliriz:
• Bilgi tabanlı, ileri teknoloji üreten ve/veya yenilikçi firmaların oluşumunun ve büyümesinin sağlanması,
• Üniversitelerin ve öteki araştırma kuruluşlarının laboratuar ve araştırma altyapısının atıl kapasitesinin değerlendirilmesi (dolayısıyla bu altyapının kullanım veriminin
artması),
• Üniversitelerde üretilen bilginin ekonomik ve toplumsal yarara dönüşmesi,
• Ülkenin teknolojik ve dolayısıyla ekonomik düzeyinin
yükselmesi, gelişmiş inovasyon,
72
•
Ülkenin uluslararası rekabet gücünün artması,
• Bütün bunların sonucu olarak, ülkede refah düzeyinin
yükselmesi.
Bu noktada vurgulanması gereken önemli bir nokta, Teknoparkların, ülkenin bilim ve teknoloji politikaları çerçevesinde bir bütünün parçası olarak değerlendirilmesi ve
bu kapsamda başka mekanizmalarla desteklenmesi gerekliliğidir. Örneğin, bu yazıda sürekli olarak örnek gösterilen Silikon Vadisinde, Stanford Bilim Parkının kurulduğu 1950’li yıllarda bile kuruluş aşamasındaki yenilikçi
şirketler için sağlanan “risk sermayesi”, ülkemizde hala
olması gerektiği şekilde hayata geçirilememiştir. Risk
sermayesi konusu başlı başına ele alınması gereken
önemli bir konudur. Burada amaç sadece parasal destek
sağlamanın ötesindedir.
Teknoparklar bu ve benzeri ek mekanizmalarla desteklenemezse ve de kurulmuş teknoparkların işleyişinin
yukarıda belirtilen hedefler doğrultuda olması uygun
mekanizmalarla sağlanamazsa, ülke için beklenen yararlar da sağlanamayabilir. Araç olması beklenen mali
destekler amaca dönüşebilir ve bunun sonucu olarak da
desteklerin kaldırılmasından sonra teknoparkın varlığını
sürdürememesi tehlikesi ortaya çıkar. Bu da bir bakıma,
bu zamana kadar kamu kaynaklarıyla sağlanmış olan
desteklerin amacına ulaşamamış olması, hatta haksız
rekabete neden olmuş olması anlamına gelir. Araştırmaya, teknoloji geliştirmeye çok sınırlı kaynağın ayrıldığı
ülkemizde ek bir Ar-Ge desteğine kimsenin söyleyecek bir sözünün olmaması gerekir. Ancak burada konu
haksız rekabetin yaratılması tehlikesidir. Ar-Ge desteği,
araştırma geliştirme yapan her ticari kuruluşa, yürüttüğü
araştırma-geliştirme projesi bazında belli kurallar çerçevesinde verilmektedir ve burada bir ayırım söz konusu
değildir. Teknoparklarda yer alan firmalara sağlanan ek
parasal destek ise; teknoparkta yer alan firma birimlerinin tamamen araştırma-geliştirme ağırlıklı faaliyet yürütecekleri ve içinde yer aldığı üniversite ya da öteki araştırma kuruluşlarıyla işbirliği içerisinde olarak, kendisine,
araştırma kuruluşuna ve de ülkeye yukarıda sıralanan
yararları sağlayacağı varsayımıyla verilmektedir. Firmalar teknoparkta yer alırken zaten bunu planlamaktadır
(ya da planlamış olmaları gerekir). Ama teknoparkta yer
alan bir firmanın bütün faaliyetleri, teknoparkta yer almadan önce yaptıklarının aynısı olursa, yani teknoparkta yer almasından beklenen yararlar sağlanamıyorsa,
bu ek desteğin haksız rekabet yaratıp yaratmayacağının
sorgulanması doğaldır. Çok sevindirici bir şekilde ülke-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
mizde hızla gelişen çok sayıdaki teknoparkın bu konuya
hassasiyetle eğilmeleri, ülkemiz için çok büyük önemi
ve katkısı olabilecek teknoparkların kendi gelecekleri
için önemlidir. Bu konu toplumun her kesimi için de belli bir önem taşımaktadır, zira uzun vadede beklenti, bu
oluşumdan firmalar kadar ülkenin de kazanması ve teknoparkların ülkenin zenginleşmesine önemli katkı sağlamalarıdır. Böylesine beklentinin olduğu bir yapılanmanın
başarısızlığa uğraması herkesin kaybıdır, sadece teknoparkın ve buradaki firmaların değil.
Bu aşamada yetki ve sorumluluk, yasayla, teknopark
şirketlerine ve bunların yer aldığı üniversite ya da araştırma kurumlarına verilmiştir. Bunun böyle mi yapılması
gerektiği, yoksa daha uygun ve etkili mekanizmaların mı
olması gerektiği, bugüne kadar alınan sonuçlara da bakarak irdelenebilir. İrdelenmesi gereken önemli bir konu
da; teknoparklar için ayrılan kamu kaynaklarının, burada
yer alan firmalara mı verilmeye devam edilmesi, yoksa
buranın kuruluşu ve buraya hizmet götürülmesi için mi
kullanılmasıdır. Eğer teknoparklar kendilerinden beklenen yararları sağlayabilme aşamasına gelmişse, yani
buralardaki firmalar teknoparkta olmaktan dolayı gerçekten yarar sağlıyorlarsa (teknopark şirketinin yüksek
katma değerli hizmetleri, üniversitelerle işbirliği, araştırma altyapısından yararlanma, vb.) bu destekler (ya da
bu desteklerin bir kısmı) teknoparkların geliştirilmesi için
kullanılabilir. Hala bu aşamaya gelinememişse, firmaları
teknoparklara çekmek için kullanılmaya devam edilebilir;
o zaman da bu dönüşümün ne zaman ve nasıl olacağının iyi planlanması gerekir.
SONUÇ
Bu yazıda; dünyada çok başarılı örnekleri olan ve kısaca
teknopark olarak nitelediğimiz oluşumun ne olduğu, nasıl bir beklenti ile ülkemizde hayata geçirildiği ve üniversiteler açısından teknoparkların nasıl değerlendirilmesi
gerektiği konularına değinilmiştir. Teknoparkların, burada
yer alan firmalara, kuruldukları bölgedeki üniversite ya da
araştırma kurumlarına ve dolaylı olarak ülkeye getirilerinin
üzerinde durulmuştur. Bu getirilerin sağlanabilmesi için
teknopark işleyişinde dikkate alınması gereken önemli konulara vurgu yapılmıştır. Teknoparkların en önemli fonksiyonlarının başında, üniversitelerde üretilen bilginin ekonomik değere dönüşmesindeki katkıları olması gerektiğinin
altı çizilmiştir. Bu da, sanayi Ar-Ge birimleriyle üniversite
işbirliğini en üst düzeye çıkararak, hatta üniversitelerdeki
araştırmaları, teknoloji geliştirmeye ve onu da ürüne dönüştürecek yeni şirketlerin kurulmasıyla sağlanır.
Kurulmuş olan teknoparkların ve buralardaki firmaların Ar-Ge faaliyetlerinin çok iyi değerlendirilip, amaçlar
doğrultusunda sonuç alabilmeyi engelleyen eksik ve
aksaklıkları giderici önlemlerin alınması büyük önem
taşımaktadır. Bu bağlamda iki önemli konuya bu yazıda
dikkat çekilmiştir. Bunlardan birincisi, teknoparkın başarısını değerlendirirken teknoparkın katma değerinin
iyi belirlenmesi gereğidir. Bir teknoparktaki firmalar çok
başarılı olabilir, teknoloji geliştirmiş ve önemli rekabet
gücü sağlamış olabilirler; ama yanıtlanması gereken
soru, bu başarıda teknoparkın katma değerinin ne olduğudur. Yani, aynı firmalar, teknopark dışında olmalarına göre ne kadar farklı sonuç almışlardır. Bunun cevabı da; teknoparkın içinde bulunduğu araştırma kuruluşuyla olan ilişkilerine, öteki Ar-Ge firmalarıyla birlikte
olmasının getirilerine ve teknopark şirketinin sağladığı
yüksek katma değerli hizmetlere bağlıdır. Bu kapsamda istenen başarı sağlanamazsa, teknoparkların uzun
vadede hayatta kalmaları mümkün olmayabilir, ya da
sadece kamu desteği ile ayakta kalıp, kendilerinden
beklenen yararları sağlayamazlar.
İkinci konu ise, teknoparkların tek başına ele alınmasının
başarı için yeterli olmayacağıdır. Teknoparkların, ülkemizin bilim ve teknoloji politikalarının bir parçası olduğunu
unutmamak ve teknoparkları bir bütünün parçası olarak
değerlendirmek gerekir. Bu kapsamdaki önemli bir konu
teknoparktaki firmaların ek mekanizmalarla desteklenmesidir. Bu anlamda en önemli konu da risk sermayesi
mekanizmasının başarılı bir şekilde hayata geçirilerek,
teknoloji geliştiren yenilikçi şirketlerin kurulmasını ve
ayakta kalmasını sağlamaktır. Yani teknoloji üretecek
girişimcileri desteklemektir. Risk sermayesi şirketleri bir
yanda yenilikçi firmaların ve girişimcilerin gereksinim duyacağı finansmanı, öte yanda da bu girişimcilere iş planlarının hazırlanması ve yönetim konularından, pazarlamaya kadar çeşitli konularda destek sağlayacaktır. Bu ve
benzeri destekler, üniversitelerde üretilen bilginin teknolojiye, bu teknolojinin de ürüne dönüşmesinde (dolayısıyla bilginin ekonomik ve toplumsal yarara dönüşmesinde)
çok büyük önem taşımaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki teknolojik ilerlemeye bu tür yaklaşımların sağlamış olduğu
katkıları çok iyi değerlendirmemiz gerekir.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
73
DOSYA
Refik ÜREYEN
Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı
AR-GE Mİ?
TEKNOLOJİ YÖNETİMİ Mİ?
Ar-Ge’den Ülkemiz için, bir kurtarıcı gibi söz edilmesi,
Ar-Ge’yi sorgulayan bir yazı başlığı seçmeme neden
oldu. Ar-Ge gerçekten bir ülkenin sosyo-ekonomik hayatını bu denli etkiler mi? Yoksa Ar-Ge’nin yanında belki
öncesinde göz önüne alınması gereken diğer ögeler de
var mı? Mesela; teknoloji yönetimi....
2000 yılından sonra en yetkili kişilerin ağzından dahi
“Ar-Ge” sözü duyulur oldu. Meslek yaşamımın başından
beri Ar-Ge süreçleri içinde bulunmam dolayısıyla bu aşamaya gelinmesini sevinçle karşılayanlar arasında olmam
gerek, ancak, bu sevinci gölgeleyen hususlar var. Ar-Ge
konusunda düşüncelerini açıklarken ve faaliyetlerden
bahsederken, temellerini oluşturan kavramları iyi anlamış
ve yerinde kullanabildikleri ile ilgili kaygılarım mevcut...
bilimsel metotlar kullanılmış ve bilimsel olarak irdelenmişse bilgi bilimseldir. Bilimsel bilgilerden oluşmuş dünya
bilgi dağarından gerekli bilgilere ulaşma, bunlar arasında
yeni ilişkiler saptayarak veya eksik kalan bilgileri, olayları
yeniden gözleyerek yeni bilgiler çıkarma faaliyeti bilimsel yöntemle yapılan araştırmadır. Doğadaki olayları ve
oluşumları gözleyerek bilgi üretme temel araştırmadır.
Temel araştırma merak dürtüsü ile başlayan ve belirli bir
uygulamayı gözetmeyebilen bir faaliyettir. Sonucu dünya
bilgi dağarına katılan bilgidir. Bu bilgilere bir araştırma faaliyeti ile ulaşıp bunları daha geliştirip yenilerini ekleme
faaliyeti araştırma ve geliştirmedir (Ar-Ge) . Bu faaliyet
bir uygulama hedefine yönelikse yapılan Ar-Ge faaliyeti
uygulamalı araştırma ve geliştirmedir.
Peki!.. Teknoloji nedir?
Ar-Ge ile ilgili kavramları kısaca sıralarsak:
Haber, veri, bilgi kavramlarından başlamak gerekir.
Bir olayın ortaya çıkışı haber, aktarılması ise haber
vermektir. Olaya ait gözlemler, ölçümlemeler ve bu işlemlerin yapılması sırasında kullanılan metot ve alet,
cihazın durumu ve koşulları veriyi oluşturur bunların
elde edilmesi ise veri toplamaktır. Haberleri, verileri algılayıp özümseyerek ve aralarındaki ilişkiyi irdeleyerek
ortaya konan şey ise bilgidir.
Dünya üzerindeki bütün insanlar bilgi üretir. Üretiminde
74
“Bu ürünü üretebilirim, bu hizmeti verebilirim” sözünü
söyleyen kişi veya kurumun sahip olduğu ve güvendiği
bilim, mühendislik, sosyal bilgi ve deneyimlerden oluşmuş bir bilgi birikimidir. (The Third Generation of R&D,
Arthur D. Littel Inc.)
Uygulamalı araştırma ve geliştirme faaliyetinin çıktısı
çok kere bir teknoloji olduğu için araştırma ve teknoloji
geliştirme adı ile de anılır. Ayrıca sanayide daha ziyade
bu tip faaliyet yapıldığı için sınaî araştırma ve geliştirme
adı da kullanılır.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
Müşterinin görünür ve daha ortaya çıkmamış isteklerini
karşılayacak ürün ve/veya hizmetleri bu bilgi birikiminden
(teknolojiden) yararlanarak pazara sunulacak hale getirme faaliyeti ise ürün geliştirmedir.
Ürünün üretilmesi için kullanılan yöntemler ve süreçler de
yine teknolojiler kullanılarak belirlenir. Bu faaliyet de ürün
süreç geliştirmedir.
Teknik ise teknolojinin uygulanmasında kullanılan
yöntemdir.
Günlük hayatımızda hepsi için “ArGe”yi kullanıyor ve çok
kere de bu sözcüklere temel araştırma düzeyinde bir anlam yüklüyoruz.
Bu kavramları birbirine nasıl konumlandığın Şekil 1 de
açıklamak isterim:
Günlük yaşantımızda gereksinimlerimiz var. Bunları karşılamak için çeşitli ürünler ve hizmetler satın alırız. Kullanırız.
Tüketiriz. Gereken parayı kazanmak için de başkaları için
uzmanlığımız içindeki ürünleri ve/veya hizmetleri üretir ve
satarız. Her iki yönde de hizmet ve ürün yaşantımızın bir
parçasıdır. Satın alan müşteri için ürün (bu kelime yazının
bu noktasından sonra, izninizle, hizmeti de içersin) parasını ödediği için çok önemlidir. Üründen memnun olmayı
beklemektedir. Parasına karşılık en iyiyi aldığını, bilinçli ve
bilinçaltı isteklerine en uygun olduğunu görmek, hissetmek
istemektedir. Satıcı / üretici ise müşteriye ürün ile bu hissi
vermek durumundadır. Rakipleri de aynı durumdadır. Dolayısıyla bir yarışa girecek ve müşteride memnuniyet ve tatmin hislerini en fazla kendi ürünleri ile yaratmak isteyecektir.
Bu istek onun yaşamını belirler.
O halde toplumda ürün bir odak noktasıdır. Burada ürün
demekle işlevi, performansı, dayanımı, güvenliği, güvenirliği, kalitesi, fiyatı ve teslim zamanı ile ürünü anlamak
gerek... Bütün faaliyetlerin amacı ve çıktısı üründür.
Ürünlerin ortaya konmasında en önemli aşama ürünün
Şekil 1
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
75
DOSYA
DOSYA
müşteri isteklerini karşılayan biçimde tarifi ve buna dayanılarak geliştirilmesidir. Bu ürün geliştirme faaliyetidir.
Üretim sürecinin de belirlenmesinde ve geliştirilmesinde
de ilk girdiler bu faaliyetten elde edilir. Eğer mevcut üretim tesisi var ise ürünün tarifi içine bir veri olarak girer.
İki yönlü bir yolda ürün ve üretim süreci birbirini etkiler.
Kavramlar bölümündeki sıralamada Ar-Ge faaliyetlerinden sonra yer aldığı gösterilmesine rağmen, kanaatimce,
pratikte bu iki faaliyet; ürün ve/veya üretim süreci geliştirme faaliyetleri, başlangıcı oluşturur.
Yine kavramlar bölümünde işaret ettiğim gibi ürünü müşteriye sunma özgüvenini kişiye veya kuruluşa veren o
ürün ile ilgili olan bilgi birikimi yani teknoloji çok önem
kazanmaktadır.
Bir başka kavram ise, bugünün dünyasında önemli bir
yer tutmakta, her yerde, herkes tarafından sık sık söylenmekte, yazılmaktadır. Yenilik - İnovasyon-...
Ama niçin yenilik-inovasyon? Küresel iletişim ve dolaşımın arttığı Dünya’da müşteriye sunulan ürünün çeşitliliği
artınca müşteri benzerler arasında farklı olanı seçmeye
yöneliyor.
Fiyat, teslimatta hız ve kalite rakiplerin de artık kolayca
gerçekleştirdikleri, olmazsa olmaz ögelerdir. Rakiplerin
bu alanlardaki birbirlerine göre farkları, müşteri tarafından algılanmayacak kadar küçülmüştür ve artık hissedilmemektedir. Ürünü farklılaştıran başka ögeler gerekmektedir. Ürünün işlevinde yenilik, sunuş biçiminde yenilik,
ergonomisinde yenilik...
Yenilik taşıyan ürün, teknoloji ve çok kere endüstriyel tasarım desteği ile müşteriye sunulur. Mevcut bilgi birikimi,
yani mevcut teknoloji çok kere bu farklılığı ortaya koyabilir. Fakat rekabetin zorlaması ile arka arkaya gelen inovatif fakat pazarda kalma ömürleri azalmış ürünler müşterinin beklentilerinin düzeyini artırırken karşılanmalarını
da zor hale getirir. Bu noktada eldeki teknolojiler üründe
veya üretim sürecinde inovasyon yapmaya yetmez. İşte
o zaman yeni teknoloji arayışı başlar.
Üreterek/satarak yaşamını sağlayan her kişi ve kuruluş
için bilinen çok önemli girdiler, sermaye (sabit ve taşınır
yatırım ve işletme sermayesi), işgücü yanında, kuruluşun çıktısı olan ürünü belirleyen teknolojinin de önemli bir
girdi olduğunu bir önceki satırlarda vurguladık.
Ancak şu soruyu hep sormak durumunda kalmışımdır:
76
Eğer teknoloji üretim/ satış için bir girdi ise o zaman bu
girdi niçin bir finansman, bir insan kaynakları, bir müşteri
portföyü, bir demirbaş, bir sabit tesis, malzeme, ve hatta
bitmiş ürün gibi yönetilmez? Teknoloji de aynen bu girdiler gibi özelliklerinin belirlenmesine gerek olan, fiyatı olan,
elde edilmesi için zaman gereketiren, alınıp satılan bir
değerdir. Teknolojiyi bir mal veya sabit değer olarak ele
aldığımızda üretilebilir, yenileştirilebilir, eskiyebilir, ikinci
el satışı yapılabilir ve hurdaya çıkarılabilir. Kuruluşlardaki
diğer değerler gibi yönetilmelidir. Ülkemizde böylesi bir
yönetimi gerçekleştiren çok az kuruluş bulunmaktadır.
Teknoloji Yönetimine daha yakından bakalım;
Teknoloji yönetimi dediğimde kuruluş büyüklüğüne göre
belki ayrı bir organizasyonun ayırı bir biriminde veya küçük bir kuruluşta, sahibinin kafasında da yapılabilecek
bir faaliyetten bahsediyorum. Bu faaliyetin ana adımları
şirket büyüklüğüne göre fazla değişmez.
Yönetirken neyi yönettiğimizi bilmek istememiz en doğal
davranış olacaktır. Mevcut ürünümüz ve üretim sürecimiz
için gereken ve kullana geldiğimiz teknolojileri sıralayıp
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
bunlara ne ölçüde sahip olduğumuzu belirlemek ilk adım
olacaktır. Bu adım kuruluşta teknoloji envanteri yapılarak
atılmalıdır. Dönemsel envanter sayımı veya kuruluşun
bilançosu gibi... Burada “sahip olmak “ ifadesinin altını
ikinci kere çizdim. Teknolojiye sahip olmak o bilgi birikimini kendimizin yapmış olmamız yahut ayrıntıları ile özümsemiş olmamız ve en önemlisi değiştirip geliştirmek için
gereken alt yapı ve bilgiye sahip olmamız anlamına gelmektedir. Yüksek teknolojili bir otomobile sahip olmakla
onun içerdiği teknolojilerine sahip olunmadığı çok açık bir
örnektir. Ancak otomobilin kullanılması için bazı teknikleri
öğrenmek ve bazen de geliştirmek sürücünün işidir. Otomobilden sonra bir CNC işleme merkezini örnek alırsak;
bir parçayı üretmek için o tezgâhta iş bağlamaktan işlemeye kadar birçok parametreyle ilgili yeni teknikler hatta
yeni teknolojiler geliştirilir, tezgâh sahibinin sahipleneceği teknolojiler yalnızca bunlardır. Otomobil ve tezgâhın
getirdiği teknolojiler bizim dolaylı elde ettiğimiz teknolojilerdir. Teknoloji envanteri yaparken dolaylı olarak elde
ettiğimiz teknolojiler ile kendimize ait teknolojileri, birlikte,
ancak ayırım yaparak, sıralamamız gerektir. Bu bizim birinci listemiz olacaktır.
Teknoloji yönetiminde ikinci adım, ürettiğimiz ürünün iyileştirilmesi ve farklılaştırılması için veya üretmeyi düşündüğümüz ürün için gereken üretim teknolojilerini araştırmak, kestirmek ve bunları sıralamaktır. Böylece ikinci bir
teknoloji listesi elde edeceğiz.
Daha sonra bu iki liste arasında dolaylı veya doğrudan
sahip olduğumuz teknolojilerin çakışanlarını belirleyip
ileride ortaya çıkacak teknolojik açığımızın ne olduğunu
görebiliriz. Bu teknolojik açığın rakiplerde ne olduğunu
araştırır, kendimizi onlara göre konumlandırırız.
İşte, bu adımdan sonra yönetim fonksiyonu devreye girer. Eksik olan bu teknolojileri nereden, ne zaman, nasıl
ve hangi kaynağımızla elde edebiliriz? Kaynaklarımızla
elde edemeyeceğimiz teknolojiler ile ilgili ürünlerden vaz
mı geçelim? Yeni bir alanda yeni bir ürünle mi faaliyetimizi sürdürelim? İnovasyon içeren ürünleri pazara sunmak
için başka yollar bulunabilir mi? Gereken teknolojiyi nasıl
elde ederiz? Bunlar gibi birçok soruyu yanıtlamamız gerekmektedir. Ama son soru en önemlisidir.
Elde etmenin en kolay yolu rakiplerden veya başkalarından doğrudan kopyalamaktır. Ancak, burada fikri hakların korunması (patentler, tasarım tescilleri) ile ilgili ağır
yasal yaptırımları hesap etmek gerekir. Bu yol ile elde
edilmiş teknolojiler ile yapılacak farklılaşmaların başarılı
bir inovasyon getirmesi de bir hayli zordur. Ürünlerin pazar ömürleri çok kısa olacaktır.
Teknolojiyi başkalarından satın alalım. “Nihayet parası ile
değil mi? Bastırıp alırız. Ne olacak?”
Sıkça duyulan bir söz... Ancak söylendiği gibi kolay gerçekleştirilmeyecek bir söz, çünkü rekabetin çetin olduğu
küresel pazarda herkes, her yerde ürününü satmak istiyor. Sahip olduğu teknolojiyi vererek kendisine bir tane
daha rakip yaratmak istemiyor. Teknolojisini satacaksa
da karşılığını bir pazar payı olarak almak istiyor. Çok
kere de önerdiği teknoloji güncel olamamaktadır. Yani
ürünümüz için gereken teknolojiyi para olarak değil de
bin bir zahmet ile oluşturduğumuz pazarımızı, markamızı
paylaşmak yolu ile alacağız. Çok kere bu tip teknoloji satın alma anlaşmalarının içinde pazarın tümünü ve üretim
tesislerini devretmek opsiyonu da yer almaktadır. Bunlara razı olsak da devam eden inovasyon akımı içinde
ürünümüzde ikinci bir farklılaştırma gereği doğacak yine
bir teknoloji açığı ile karşılaşacak ve bunu kapatmak üzere aynı yollardan geçmek zorunda kalacağız. Diğer bir
gerçek de teknolojiyi alacağımız firmaların yeni geliştirdikleri teknolojileri, bize transfer edilebilme olgunluğuna
getirememiş durumda olmalarıdır.. Açıkça görülür ki bu
yol bizi, kuruluşumuzu çıkmaza götürür.
Bu iki tip yol için de mutlak olarak gereken iyi bir ürün
geliştirme (Ür-Ge) birimidir. Ürünü farklılaştırırken kullandığımız teknolojiler nereden gelirse gelsin, üretim tesislerimize uyarlamak için, fikri haklar bakımından incelemek,
sorunları ve fırsatları görebilmek, standartlara uygunluğunu test etmek için, yerel müşterinin özel isteklerine uyarlamak için ve gerektiğinde bazı iyileştirmeler yapabilmek
için bu birim hayatîdir. Sanayimizin çoğunda bazen Ar-Ge
diye de anılan Ür-Ge birimlerini görmek mümkündür.
Mevcut veya bulunabilen teknolojileri uyarlayan bu birimleri, aslında, üçüncü sırada sayacağım teknoloji edinme
yolu için de ön şart olarak belirtmem gereklidir.
Bu üçüncü yol da gereken teknolojiye kendi çalışmamızla sahip olmaktır. Burada teknolojimizi üretmek ifadesini
kullanmak istemedim. Sahip olmayı; ürünümüzü rakiplerden önce farklı-inovatif hale sokacak teknolojilere ulaşmak için yapılacak kapsamlı bir faaliyet dizisi anlamında
kullanıyorum. Bu faaliyet dizisi içinde eski veya yeni, hazır veya ham (patent halinde geliştirilmemiş) teknolojileri
satın alarak geliştirip kullanacağımız hale getirmek, bilginin sağlanabileceği üniversite ve araştırma kurumları ile
projeler oluşturmak, hazır bilginin bulunduğu kuruluşlarla
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
77
DOSYA
DOSYA
anlaşarak teknoloji geliştirme yetilerinden faydalanmak,
gerekirse bunları satın almak gibi faaliyetler bulunacaktır,
Ama bu yolda ilerlemek için öncelikle yapılacak faaliyet;
yeni bilgiye ulaşmak, yaratmak ve geliştirmek becerisine
ve gereken alt yapı ve insan kaynağını oluşturmaktır. Bunun için en önemli ögelerin başında araştırmacı diye gruplandırdığımız ve çok kere diğer çalışanlardan çok farklı
özellikleri olan bu kişiler için gereken ortamı sağlamaktır.
Bu başlı başına bir süreçtir, Bu süreci çalıştırmak teknoloji
yönetiminin görevidir. İşte ürünümüzü farklılaştırıp inovatif
hale sokmak için yeni teknoloji arayışı, diğer bir deyişle
araştırma ve teknoloji geliştirme yoluna girmiş olmaktayız.
Ölçü’nün bu sayısının ana teması olan çok kişi tarafından hayal edilen Ar-Ge, işte, bu noktada başlamaktadır.
Ama bu noktadan sonrasında da işler hayal edildiği gibi
gelişmeyebilir. Yönetim fonksiyonun etkinliği önemini koruyacaktır. Bu yolda ilerlerken ürün ve üretim sürecimiz
için gereken bilgi açığımızın yani teknoloji açığımızı nasıl
ve ne zaman kapatacağımız hakkında daha ayrıntılı bir
plân yapmamız gerekecektir. Eğer pazara çıkması çok
yakın olan bir ürün için bir teknolojinin bulunması gerekiyorsa, Ar-Ge yolu ile bu bilgiye ulaşmanın mümkün olup
olamayacağını saptamak ve gerektiğinde teknolojiyi ne
pahasına olursa olsun satın almak veya bu da olası değil-
se pazarlama stratejilerini ve plânlamasını değiştirmek,
hatta mevcut işi devretmeyi, kapatmayı önermek teknoloji yönetiminin zor kararlarından biri olacaktır.
Diğer yandan bilgiye ulaşmayı meslek edinmiş ve gereğinde yaratma yetkinliğinde olan bir ekip iyi bir ortamda
iyi bir plân ile kuruluşa, ürün ve üretim süreçleri için gereken güncel ve özgün teknolojileri zamanında sunabilir.
Bu birim Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) veya Araştırma
ve Teknoloji Geliştirme (ATG) birimidir.
Teknoloji yönetiminin zaman içinde kuruluşların gelecekleri üzerindeki etkisini görselleştiren Şekil 2’ye bakalım.
Yıllar boyunca bir alandaki teknolojinin düzeyinin (state
of art) Dünya’daki gelişimi ile gösterildiği gibi olsun. Biz
de bu alanda ürün üreten bir kuruluş olalım. Teknoloji
düzeyi olarak ile bulunduğumuz yeri ve bundan sonrasını belirleyen davranışlarımız yukarıda bahsi geçtiği gibi
başkalarının teknolojilerinden esinlenme-kopya olabilir (1) . Teknoloji transferi yaparak (know-how alarak)
olabilir (2) yahut teknolojimizi kendi olanaklarımızla
geliştirerek Dünya Teknoloji düzeyine yakın, bazen bir
izleyici, bazen de bir önder (3) olmak üzere yapılanabiliriz. Bu üç halde ileri baktığımızda sonuncu davranış
haricinde kalan davranışlarımız bizi gittikçe açılan bir
(3)
(2)
(1)
Şekil 2: Teknoloji Yönetiminin Zaman İçinde Kuruluşların Gelecekleri Üzerine Etkisi.
78
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
farkla Dünya’nın gerisinde bırakmaktadır. Yaşadığımız
çağda bu “işi kapatmak” anlamına gelir. Yazımın başında Ar-Ge mi Teknoloji Yönetimi mi? diye sorarken ArGe’nin bir kuruluşta teknolojinin yönetiminde kullanılan
araçlardan biri olduğunu fakat Ar-Ge’ye gerek duyuncaya kadar diğer araçların kullanılmasının ve bunlarda
uzmanlığın geliştirilmiş olmasının gereğini vurgulamak
istemiştim. Bu Ar-Ge faaliyetinin öneminin az olduğu
anlamında değildir. Pazara inovatif ürün sunma iradesi
ve bunu destekleyen bir ürün ve üretim süreci geliştirme
faaliyeti, kuruluşumuzda tam bir olgunluğa erişmemişse daha uzak bir geleceğe dönük Ar-Ge faaliyeti kısa
bir süre içinde bir yük ve bir boş bir faaliyet olarak görülecektir. İşte bu kuruluşumuzun en azından teknolojik
sonu olacaktır ki bunu büyük bir olasılıkla “ticari son”
izleyecektir.
Bir kuruluşta Ar-Ge faaliyetinin başlatılması için birçok
haklı gerekçeler öne sürülür ve bu faaliyet başlatılır.
Genel alışkanlık, her birimin maliyetleri karşılığında
belirli süreler, çok kere üç aylık veya bir yıllık süreler
sonunda yarattıkları değerin irdelenmesidir. Bu değerin
bütçe öngörüleri altında kalıp kalmadığı çok önemlidir.
Ar-Ge birimlerinin çıktılarının yarattığı değerin somut ortaya konması için zaman ve hatta yatırım gerekmektedir. İşte bu neden ile böyle bir belirsizliği tolere edecek
kişiler, kuruluşun üst yönetiminde olanlardır. Hatta belki
ortaklarıdır. Üst yönetimin bu anlayışa sahip olması ArGe için gereken ortamın önemli bir ön koşuludur. Bir kuruluşta Ar-Ge üst yönetimin yalnız müsaadesi ile değil.
Hevesi ve yakın ilgisi ile sürdürülebilir.
Bu kişiler Ar-Ge birimini sahiplendikleri sürece bu faaliyet devam edecektir. Ürün/üretim süreci geliştirme
fonksiyonlarına yeni teknolojiler sağlamak başlıca görevi olan Ar-Ge’nin bir müşterisi de bu kişilerdir. Ar-Ge
birimi, yakın ve uzak gelecekteki teknolojik değişimlerden haberdar etmek, alınacak önlemler için alternatifler üretmek gibi görevleri üst yönetim için yapar. Diğer
bir deyişle Ar-Ge’nin çıktıların bir müşterisi Ür-Ge ve
ÜrSürGe ise diğeri Üst Yönetim-Ortaklardır.
Teknoloji yönetimini yalnız sanayi kuruluşları için düşünmemelidir. Ticari şirketler de teknoloji kullanırlar.
Bu teknolojileri kendileri üretmeseler dahi envanterlerinde olmayan teknolojileri elde etmek ve kendi ürün
ve hizmetlerine yansıtmak için teknoloji yönetimi anlayışına sahip olmalıdırlar. Bu ülkeler için de gereklidir.
Küresel ölçekte rekabetçiliklerini sürdürmek için teknoloji
yönetimini ülke için gerçekleştirmelidir. Sağlık, savunma,
eğitim, tarım, sanayi, iletişim, bayındırlık, ulaşım gibi alanlarda kullandığı teknolojileri yönetmelidir. Ülke çapında bu
yönetim ülkenin İnovasyon Sistemi ile yapılır. Bu sistemde
ülkenin en üst yöneticisi, ‘(başkan veya başbakanlar) Üniversiteler, araştırma merkezleri, şirketlerin teknoloji yönetim birimleri (alışkanlığı devam ettireceksek Ar-Ge birimleri)
sektör temsilcileri, meslek odaları, ilgili sivil toplum örgütleri,
devletin ilgili bakanlıkları gibi kurum ve kuruluşlar vardır. Bu
sistemin çıktıları bilim ve teknoloji, sağlık, savunma, eğitim,
sanayi, tarım, ulaşım ve bunun gibi alanlardaki politikalardır.
Bu politikalar devletin teknoloji de hangi yöne gitmeyi hedeflediğini ortaya koyduğu kadar, bütün iş hayatını etkileyecek
teşvik araçlarının bütçelerini de belirler. Üniversitelerde üretilebilecek bilgilerin ve teknolojilerin hangi alanlarda olacağı bu bütçelerdeki ödeneklerle etkilenir. Ulusal İnovasyon
Sistemi, sanayideki kuruluşlardaki teknoloji yönetimi için
çok değerli girdiler sağlar. Ülkemizde inovasyon sisteminin
en üst noktası Bilim ve Teknoloji Yüksek Kuruludur. Kurul,
Başbakan’ın başkanlığında ilgili bakanlıklar, kurum ve kuruluşlardan oluşmaktadır. TÜBİTAK bu kurulun sekreterliği
görevlendirilmiştir. Yılda iki kere toplanır. Ülkemiz İnovasyon
Sisteminde rol alan kurum ve kuruluşlar Şekil 3’te şematik
olarak gösterilmektedir.
Bilim ve teknoloji alanında gelişmeleri izleyip gelişmelerin gelecekte ne düzeye varacağın kestirmek bu kestirimlere dayanarak, Ülkelerin 20, 30 yıl sonraki teknolojik düzeylerine ait öngörüler yapmak, ülkenin bilim ve
teknoloji alanındaki envanterini belirlemek ve öngörüleri
gerçekleştirmek üzere eğitim başta olmak üzere her
sosyo-ekonomik alanda yapılacakların bir yol haritasını
çıkarmak ve bunları yıllık uygulama planlarına dönüştürmek birçok ülkenin başvurduğu bir yöntemdir. Bu
analiz ve sentez işlemi 3–4 yılda bir tekrarlanarak yol
haritasında nereye gelindiği, ilerisi için yapılan öngörülerde ne değişiklilerin yapılmasının gerektiği belirlenir.
Bu çalışma ülkemizde 2002 yılında Cumhuriyetimizin
100’üncü yılı hedef almak üzere başladı. Vizyon 2023
Projesine, 9 sosyo-ekonomik alanı ve 2 özel alanı kapsayan 11 panelde 600’ü aşkın uzman katkıda bulundu.
2004 yılında tamamlandı. Geniş bilgi ve projenin çıktı
raporları (TÜBİTAK) web sahifelerinde bulunabilir.
Teknolojisini yöneten şirketler bulundukları ülkelerin
devletlerinin politikalarını, öngörülerini, bilmek izlemek
zorundadırlar. Sürdürecekleri araştırma ve teknoloji geliştirme faaliyetlerinin planlanmasında ülke çapında yapılan çalışmalar ile ortaya konan bu veriler önemli girdileri oluşturacaktır. Bu girdilerin başında Devletin sağla-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
79
DOSYA
DOSYA
Şekil 3: Ülkemiz İnovasyon Sisteminde Rol Alan Kurum ve Kuruluşlar.
dığı Ar-Ge teşvikleri bulunmaktadır. Devlet, Sanayideki
Ar-Ge1 faaliyetlerine birkaç yönden destek sağlamaktadır. Bu destekler üç kurumun aracılığı ile yapılmaktadır:
KOSGEB, TÜBİTAK ve TTGV, Maliye Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı bu kurumların desteklerine ait güncel geniş
bilgi web sahifelerinde kolayca bulunabilir.
Bu destekler Ar-Ge faaliyetlerimizin, dolayısıyla teknoloji
yönetimimizin finans ihtiyacını bir ölçüde karşılamaktadırlar. Bu desteklerin sağladığı finans olanağının dışında en
önemli faydası kuruluşlarımıza bir proje ile iş yapma projeyi
yönetme alışkanlığını yaratmasıdır. Diğer bir faydası ise gerek teklif edilen projenin değerlendirmesinde ve sonra proje
uygulanmasının izlenmesinde üniversite öğretim üyeleri ve
dolayısıyla üniversiteler ile sağlanan yakın ilişkilerdir.
Küresel pazarlara açılan sanayimizin ürünlerinin güncel ve
inovatif olması rekabet şartlarından dolayı gerekiyor. Bu
gerek üründe kullandığımız teknolojilerin de güncel olmasını ve güncel tutulmasının gereğini ve Dünya’da fikri haklar ile ilgili yasaların daha dikkatli bir biçimde uygulanması
ise, kullandığımız teknolojilerin özgün olması zorunluluğunu getiriyor. Rekabet yoğunluluğunun sonucunda oluşan
maliyet düşürme baskısı da bu zorunlulukları karşılamada
önemli mali zorluk yaratmaktadır. Güncel ve özgün teknolojinin elde edilmesi, korunması, uygulanması yani teknoloji
yönetim süreçleri için önemli kaynak gerekir. Teknolojiden
sorumlu üst yönetici (veya bir KOBİ sahibi) bu kaynakları
bulmak yaratmak durumundadır. Devlet destekleri bunun
bir bölümünü sağlıyor ancak bunların elde edilmesi için
Kuruluştaki her Ar-Ge veya Ür-Ge faaliyetinin projelendirilmesi ve ilgili kuruma sunulması gerekmektedir. Bu gerek
yerine getirildiğinde ve projeler ve destek formaliteleri iyi
yönetildiğinde projenin mali yükünün azalması başka projelerin daha kolay devreye alınmasına neden olacaktır.
Ar-Ge mi? Teknoloji Yönetimi mi? sorusuna yanıt:
“Bir üst yönetim fonksiyonu olarak kuruluş içinde birinci
düzeyde yerini almış Teknoloji Yönetimi bünyesinde, atik,
tam donanımlı inovatif-yenilikçi bir Ür-Ge ve ÜrSürGe birimlerini destekleyen, ileriyi görebilen hatta bazen biçimlendiren, fikri mülkiyet değeri yaratan bir Ar-Ge” olacaktır.
Böyle bir Ar-Ge, yalnız kurtarıcı değil, ülkemizi çağdaş
düzeyin üstüne taşıyan olacaktır.
1
1 Not: Burada kullandığım Ar-Ge ifadesi Şekil 1 deki gösterilen uygulamalı araştırma ve geliştirme, inovatif ürün ve üretim süreci geliştrme faaliyetlerini
ve satış sonrası yeni ürünle ilgili olarak yapılacak iyileştirme çalışmalarını kapsamaktadır. Kapsam dışı kalan temel araştırma faaliyeti ise üniversite
bünyesindeki araştırmalar olarak TÜBİTAK ve DPT eliyle desteklenmektedir.
80
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
Sevda ÖZSOY
Havacılık Mühendisi
DEMLİKTEN ÇIKMA YARATICILIK
Sık sık kapımızı çalan meşum soru malum: Senelerdir
süre giden bunca çabaya, ve gerçekleştirilen kısmi bir
iyileşmeye rağmen neden hala buluş, inovasyon, yenilikçilik konusunda, hasretle beklenen patlamayı gerçekleştiremiyoruz? Konu üzerine düzenlenen konferanslara,
kurultaylara, çalıştaylara, yayınlanan kitaplara bakınca,
soru her seferinde farklı bir kılıkta karşımıza çıksa da
temelde aynı yanıtı dört koldan harıl harıl aramakta olduğumuz görülüyor: Bizi yenilikçi kılacak sihirli iksirin!
Nitekim birileri iksirin formülünü bulmuş bile... Nisan
2008’de gazetelere düşen bir haberde,1 hızlı bir buluş
patlaması için muhtaç olduğumuz kudretin formülü cömertçe bizlerle paylaşılıyor:
“Uzmanlar yaratıcılığın geliştirilmesi için zencefil yenmesini öneriyor. [Diyetisyenler] kimyonun da içerdiği uçucu
yağların bütün sinir sistemini uyardığını söyl[üyorlar]. Diyetisyenler “Aniden bir fikre, bir buluşa ihtiyacı olan kimyon çayı içmelidir. Çay, bir fincana iki tatlı kaşığı dolusu
kimyon eklenerek yapılabilir” önerisinde bulunuyor.”
Meğer, biz bugüne dek yeterince zencefil ve kimyon çayı
tüketmediğimiz için bir türlü yaratıcı olamıyormuşuz! Bu
durumda çözüm basit: Memleketin inovasyon ile ilgili
kurumları, Sanayi Bakanlığı, TPE, TÜBİTAK, TGV, vs,
halen verilmekte olan, Ar-Ge ve patent teşviklerinin arasına, Ar-Ge personeline içirilmek üzere, “zencefil ya da
kimyon çayı teşviki” eklemeli. Özel sektör de, herşeyi
devletten beklememeli, Ar-Ge bölümlerinin çay ocaklarına, içinde zencefil ya da kimyon çayı kaynayan bir
yaratıcılık demliği konduruvermeli, personelini bunları
içmeye özendirmeli. Hem tüm Ar-Ge binaları, şöyle buram buram zencefil koksa, fena mı olur? Bu yolu takip
edersek, 3-5 yıla kalmadan, dünyanın Ar-Ge ve patent
şampiyonları arasına katılmamız işten bile değil!
Şekil.1: Şemada bir şeyler eksik, ama ne?
Hem gazetelere düşen bu ve benzeri haberler, hem de
ayrılan onca kaynağa rağmen içinde bulunduğumuz
durum, Ar-Ge’mizin bir tür “kabuk Ar-Ge” olduğunu
düşündürüyor.2 Yani, bazı odaların kapısına Ar-Ge yazdık, içine birkaç bilgisayar, teknisyen ve mühendis koyup
içeriden inovasyon incileri çıkmasını bekledik sanki (bkz.
Şekil 1). Oysa, güzelim esin perileri, müzler, belli ki başka diyarlarda pek meşguldüler ve bizim taraflara yolları
pek seyrek düşüyordu.
O zaman, odanın kapısından içeri dikkatle bakmak ve
sorunun ne olduğunu anlamak gerek. Eh, bina, bilgisayar ve alet-edevatımızın elaleminkilerden aşağı kalır
yanı olmadığına göre, soru dönüp dolaşıp, odaya tıkılan
mühendiste düğümleniyor! Yanlış anlaşılmasın, bizim
mühendislerimiz yetersiz, demiyoruz. Hâşâ! Ama, ortada bir sorun olduğuna göre, düğümü çözmek, yanıtı
bulmak için, mühendis denen kimseyi de irdelemek, tarihsel ve toplumsal boyutuyla anlamaya çalışmak gerek,
diyoruz.
Bunun için, ilk olarak, odaya girmeden önce ne yapmış,
ona bir bakmak gerek: Her canlı gibi, bizim mühendis
de, doğmuş, konuşmayı, yürümeyi öğrenmiş; sonra ilköğretim okuluna, liseye gitmiştir. Ortalamanın üstündeki zekası ile, hayat bilgisi kitabında anlatılan hayatı
rahatlıkla hatmetmiş, edebiyat dersinde de aruz veznini
ve şiirlerin anlamlarını ezberleyerek sınavlardan iyi not
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
81
DOSYA
DOSYA
almayı başarmıştır. Yani, bu gibi derslerden (büyük olasılıkla da iyi bir notla) “yırtmayı” becermiştir.
Ama, her ne kadar notları iyi olsa da, hayat bilgisi ya da
edebiyat kitabının kalabalık cümleli, şemasız, formülsüz
içeriğinden pek hoşlanmadığı genç yaşında (öğretmenlerince) anlaşıldığından, ilk fırsatta fen ya da matematik
ağırlıklı bir alana geç(iril)miştir. Artık, onun için hayat ve
evren, dolambaçlı cümlelerle, imalı metinlerle, katmanlı
öykülerle anlamı karmaşıklaştırılan değil, basit formüllerle, matematikle berraklaştırılan, basite indirgenen bir
“ş+e=y”dir. Dil de, üniversite sınavında, sorun yaratmayacak kadar, mümkün olduğunca hap gibi formüller halinde öğrenilmesi gereken, herhangi bir konu. Nitekim,
bu yollardan geçip geldiği üniversitede de, sabah akşam
matematik, fizik, kimya çalışarak, rüyalarında formül ve
kesit çizim görerek mezun olmayı başaracak ve bizim
meşhur Ar-Ge odasına girmeyi başaracaktır.
Şimdi odanın içindeki hayatına da bir bakabiliriz mühendisimizin: Mesai saatleri içinde, ve—hakkını yemeyelim—
dışında da, stres analizleri, kimyasal analizler, çizimler
(yanlış anlaşılmasın, karikatür değil, teknik çizim) yapacak, karşısına gelen problemleri çözecek... İş çıkışı,
yorgun argın eve gidecek, muhtemelen de televizyonun
karşısında uyuyakalacaktır. Kırk yılda bir, bir maça gitse
ya da arkadaşlarıyla bir iki bira içse, kendini “çoklarına
göre” mutlu ve iyi durumda sayacaktır.
Ar-Ge odasındaki mühendisin ahvali kısaca böyle. Dememiz o ki, uzun ve netameli eğitim yıllarının, onlardan da zorlu iş hayatımızın sonucunda, biz mühendisler, pek doğaldır
ki, edebiyatla, müzikle, sinemayla, felsefeyle ilgilen(e)mez
hale geliyoruz. Dünyayı, hayatı da formüllerle, kısaltmalarla görüp algılamaya, yalnız bununla kalsa iyi, bir de anlatmaya çalışıyoruz. Kanıt aramak için çok uzağa gitmeyelim,
üç mühendis bir araya geldiğimizde yaptığımız, “memleket
kurtarma” muhabbetine bakalım yeter: Duyanlar, politika
tartıştığımızı değil, kısmi diferansiyelli fizik problemi çözdüğümüzü sanıyor. Eh, hayat denkleminin bilinmeyenleri
bol, sabitleri de sınırlı olunca, bu yaklaşımımız da, gayet tek
katmanlı, (sözcükler belki haşin ama sözden korkmamak
gerek!) sığ ve dar kalıyor, haliyle. Ama biz bu tutumumuzdan vazgeçemiyoruz bir türlü.
Her şeyi formülle anla(t)ma merakımız bir yana, ortalama
mühendisin, şöyle dilbilgisi kurallarına uygun, ki’si, de’si
yerinde, kurgusu oturmuş bir kısa yazı bile yazamadığı,
yeni bir bilgi değil. Gelen kutularımızdaki e-postalar, bunun kanıtlarıyla dolu.
82
“Canım ne olacak, mühendis adam edebiyatı ne yapsın?
Buluş yapsın yeter!”, “Aman, tüm bunların buluşla, inovasyonla ne ilgisi var?” diyenlerimiz olacaktır. Çok iddialı olacak ama, kanaatimizce, inovasyon konusundaki
eksikliklerimizin en önemlilerinden (en azından kimyon
ve zencefil çayı eksikliği kadar önemli!) birinin, “edebiyatsız mühendis” yetiştirmemiz olduğu söylenebilir. Bu
iddia, herhangi bir kanıt olmadan, mesnetsiz olarak ileri
sürülmüş gibi görünüyor, ama o kadar da temelsiz ya da
sübjektif değil aslında! İki, hem de çok temel, önermeye
dayanıyor:
A. Düşünme işlemi dil ile sıkı sıkıya bağlantılıdır.
B. İnovasyon ya da buluş yapmak, bir düşünme işlemidir.
Basit Aristo mantığı uygularsak, A ve B önermeleri bizi
şu sonuca ulaştırır:
Buluş yapmak için dili “bilmek” gerekir!
Peki, “dil” nasıl “bilinir”? Sözlük, dilbilgisi kitabı ezberleyerek değil elbet! Roman, şiir, öykü okuyarak... Biraz olsun
edebiyatla haşır neşir olarak. Yani, bizce, buluş yapacak
mühendis, tekniğin kuytularından gezinmeyi bildiği kadar
edebiyatın burçlarında dolaşmayı da bilmeli. Bernoulli’ye
olduğu kadar Borges’e de hayran olabilmeli!
Hem, sadece “dili bilmek” için de değil! Edebiyat, örneğin roman, öykü, eğer iyi yazılmışsa, bir nevi buluş ya da
buluşlar dizisidir, bir bakıma. Yazar, ya bir kavramı yeni
simgelerle açıklamıştır ya da bir olayı, sıra dışı, yeni,
yaratıcı bir kurgu ile! İyi bir yazarın elinden çıkma bir
romanda, çok iyi bildiğimiz gerçekler, kişiler, olaylar arasında bile, yeni, şaşırtıcı bağlantılar kurulduğunu görebiliriz. Hangi türden olursa olsun, iyi bir edebiyat eserini
okurken, (“beynimizin hücreleri arasında” demeye dilimiz
varmaz ama) beynimizde o zamana dek başka başka
yerlerde duran kavramlar arasında yeni bağlantılar kurulur. Buluş yapmanın olmazsa olmazı olan, düşünmek
dediğimiz şey de, bu gibi soyut bağlantılar kurmak değil
mi zaten?
Nitekim mühendisler arasında gördüğümüz en iyi
buluşçular—ki sayıları bir elin parmaklarını geçmez—
“salt mühendis” olmayan ya da, hayatları mühendislikten
ibaret olmayan arkadaşlarımızdı. Bunlar aynı zamanda
düzgün konuşan, düzgün yazan, sözcük dağarcıkları da
oldukça geniş kimselerdi. Kısaca, biraz olsun edebiyata
bulaşmış, “söz”e yabancı olmayan mühendisler, daha iyi
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
buluşlar yapıyorlar! Hatta çok genel olarak, işlerini daha
iyi yapıyorlar. Bir başka deyişle, dili düzgün bilmeyen,
kullanamayan mühendis buluş yapmakta, yeni fikirler
geliştirmekte de yetersiz kalıyor.
Belki, çok şey bekliyoruz mühendisten? Tekniği, teknolojiyi anladığı kadar, “techne”yi3 de anlasın! Fizik, matematik okuduğu kadar, felsefe de okusun! Yetmedi, edebiyat
ile de ilgilensin! Üstüne bir de buluş yapsın!
Aslında, belki de, inovasyon bahane... Biz “bilge mühendis” hayalimizi, özlemimizi dilendirmeye yer arıyoruz.
Üstelik de öyle ağırbaşlı, oturaklı filan bir bilge değil;
Ahmet hocanın dediği gibi, “puşt ve fırlama” bir bilge
mühendis!4 Kafasında sürekli şimşekler çaksın! Gözlerinin içi parlasın! Komik, ciddi, onlarca fikir üretsin!
Yetmedi, bu fikirleri de güzelce ifade etsin. Hayattaki
ve evrendeki yerinin farkında olsun! Sadece önündeki
formülü değil, eğer varsa öyle birşey, formülün arkasındakini de görsün, görmeye çalışsın, en azından merak
etsin! Ki, zencefil demliğinden çıkma yaratıcılıklara ihtiyacımız kalmasın...
KAYNAKLAR
1 http://www.ntvmsnbc.com/news/442422.asp
2 Tabir, Richard Feynman’ın, antropolojideki “kargo kültü” kavramından esinlenerek ortaya attıgı “kargo kültü bilimi” tabiri ile Aslı
Erdoğan’ın “Kabuk Adam” adlı romanının başlığının bir bileşimi sayılabılır. Kavramı Feynman’dan biraz farklı bir bağlamda kullanmış
olduk ama temeldeki fikir aynıdır. Daha fazla bilgi icin bkz. http://
en.wikipedia.org/wiki/Cargo_cult_science,
http://en.wikipedia.org/wiki/Cargo_cult
3 http://en.wikipedia.org/wiki/Techne. Ayrıca, bkz. Ahmet İnam’ın,
“Teknoloji Benim Neyim Oluyor?” isimli eseri.
4 http://www.metu.edu.tr/~www41/ahmet-inam/seytanla.htm
Çok şey mi istiyoruz, ekmek kavgasına düşmüş, gariban
mühendisten? Hayal ekmeği mi yiyoruz? Belki... Ama
ne güzel hayal!
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
83
DOSYA
Makina Mühendisleri Odası Basın Açıklaması
SORUYORUZ:
“AR-GE YASASI KİME ARKA ÇIKIYOR?”
Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı
Emin Koramaz, TBMM gündeminde bulunan “Araştırma
ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında
Kanun Tasarısı”na ilişkin 28 Ocak 2008 tarihinde bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını yayınlıyoruz:
Ulusal Ar-Ge Altyapısı ve Yeteneklerinin Gerçekleştirilmesine Yönelik Organizasyonlar ile Üniversiteler ve Bilim Kurumlarına Tasarıda Gereken Yer Verilmemiştir.
Ar-Ge Merkezleri İçin Teşvik Esaslarında “En Az 50 Tam
Zamana Eşdeğer Ar-Ge Personeli İstihdamı” Zorunluluğu ile Kurumlar Vergisi ve Gelir Vergisi İndirimlerinin
“500 ve Üzerinde Tam Zaman Eşdeğer Ar-Ge Personeli
İstihdam Eden Ar-Ge Merkezlerine” Yapılacak Olması,
Ülke Sanayisinin Dışlanmasına Yol Açacaktır.
TBMM Gündeminde Bulunan Yasa Tasarısı Ülkenin
Sanayileşmesi, Sanayide Ar-Ge Faaliyetlerinin Desteklenmesi ve KOBİ’lere Ar-Ge Teşviki Verilmesi Amacını
Taşımamaktadır.
Dışa Bağımlı Sanayileşme, Teknoloji ve Ar-Ge Faaliyetlerinde Tekellere ve Yabancı Sermayeye Teşvik Sunmak,
Tasarının Ruhunu Oluşturmaktadır. KOBİ’lerin Teşviklerden Yararlanması Zorunludur.
1980’lerde ihracat öncelikli sanayileşme ve pazar ekonomisine açılımla KİT yatırımlarının durdurulması, büyük
ölçekli sanayi kuruluşlarının özelleştirilmesi ve teşvik tedbirlerinin büyük oranda azaltılması ile Gümrük Birliğine
girişin bütünleşmesi, AB entegrasyonu sürecinde dışa
bağımlılığın artması ve yatırım ve üretime dayalı büyümenin IMF Dünya Bankası politikalarıyla engellenmesi
Türkiye’nin elini kolunu bağlamış; sanayide fason üretim
ve taşeronlaşma yaygın bir boyuta ulaşmıştır.
84
Bu gelişmeler Türkiye’nin bilim, teknoloji, Ar-Ge ve inovasyon politikalarını da olumsuz bir şekilde biçimlendirmiştir.
Oysa küreselleşme ile ortaya çıkan yeni uluslararası üretim yapısında yüksek katma değerli ürünlerle rekabetin
belirleyici etkenleri arasında, ülkelerin Ar-Ge, teknoloji, tasarım ve inovasyon çalışmalarına, eğitim alt yapısına ne
kadar önem ve teşvik verildiği de bulunmaktadır.
Türkiye genelinde Ar-Ge’ye sanayi GSMH’sının ortalama
binde 7’si, KOBİ’lerde ise binde 3’ü ayrılmaktadır. Bu düzey ile sanayinin teknolojik gelişme içinde olması, ürün
geliştirme veya yeni ürün çalışmasında başarıya ulaşması zordur. Özgün ürün yapamayan, imalat sürecinde
veya ürün geliştirmede yenilikçi buluşları geliştirmeyen
firmaların ayakta kalması oldukça zor görünmektedir.
Avrupa Yenilikçilik Endeksi’nde en son sırada yer alan
Türkiye’de sanayinin fasonlaşma olgusundan kurtulabilmesi, bağımsız bir Ar-Ge kurumsallaşmasından geçen,
kamu yararına oluşturulacak ve planlı bir kalkınmayı öngören sanayi ve bilim politikaları ile mümkündür.
Bu noktada şu sorular önem taşımaktadır: AR-GE faaliyetlerine devlet tarafından büyük destekler ve mali
fonlar sağlanacak mı? Küçük ve orta boy işletmeler yani
KOBİ’ler vergi muafiyetleri ile sanayileşme sürecinde büyük destekler mi alacaklar, durum nedir?
Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan ve yarınki TBMM
gündeminde bulunan “Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı”nı incelediğimizde tasarının bu özelliklerden yoksun olduğu
görülmektedir.
Tasarının “Amaç ve kapsam”a ilişkin Madde 1’in 1. fıkrasında Ar-Ge faaliyetleri tanımlanmakta, üründe ve
üretim süreçlerindeki yeniliklerden, ürün kalite ve stan-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
dartlarının yükseltilmesi ve verimliliğin artırılmasından
söz edilmektedir. Bunlara ilişkin teknoloji yoğun üretim,
girişimcilik, bu alanlara yönelik yatırımlar ile Ar-Ge ve
yeniliğe yönelik yabancı sermaye yatırımlarının ülkeye girişinin hızlandırılmasının desteklenmesi ve teşviki
gündeme getiriliyor. Ancak bu arada iki önemli ilkeden
vazgeçilmiştir. Bunlar: Ulusal AR-GE altyapısı ve yeteneklerinin gerçekleştirilmesine yönelik organizasyonlar
ile Üniversite, bilim kurumları ve sanayi kuruluşları arasındaki koordinasyon ve işbirliğinin sağlanmasıdır.
kanununun 10’uncu maddesine göre kurum kazancının
ve (...) Gelir Vergisi Kanununun 89’uncu maddesi uyarınca ticari kazancın tespitinde indirim yapılır” deniliyor.
Bunlar tasarıda yer almayınca ve bilerek yer verilmeyince arkadan şu yanlışlar gelmektedir.
500 ve üzerinde tam zamana eşdeğer istihdam Ar-Ge
personeli ülkemizden en fazla 10–15 firmayı kapsayacaktır. Bu durumda bu madde Türkiye’de yatırım
yapacak yabancı sermayeyi hedeflemektedir. Ki gerçek
de buradadır: Tasarı geçen yıl ilk kez kamuoyuna duyurulurken Maliye Bakanı, G. Kore menşeli bir firmaya seslenerek “Gelin Ar-Ge faaliyetinizi buradan yapın, Ar-Ge
üssünüzü kurun, size vergi bağışıklığı tanıyalım, vergi
vermeyin” diyebilmiştir.
Madde 1’in 2. fıkrasında “teknoloji merkezleri (teknoloji
merkezi işletmeleri), ile Ar-Ge merkezleri, Ar-Ge projeleri ve rekabet öncesi işbirliği projeleri ve tekno girişim
sermayesine ilişkin destek ve teşvikler”in kapsama alındığı belirtiliyor.
Sorun çözümlenmiştir! Ulusal Ar-Ge Kurumu için organizasyonlar, Ar-Ge altyapısı ve yetenekleri söz konusu
değildir. Ülkenin yabancı sermaye kapılarından biri daha
açılmakta ve büyük destekler bu amaçla tasarının ruhunu oluşturmaktadır.
Ardından Ar-Ge Merkezi için teşvik esaslarında; Madde
2’nin c) fıkrasında “en az elli tam zamana eşdeğer Ar-Ge
personeli istihdam eden, yeterli Ar-Ge birikimi ve yeteneği olan birimler” sınırlaması getiriliyor. Yani bir şirket
en az 50 Ar-Ge personeli çalıştırmadan bu desteklerden
yararlanamayacaktır. Yüzde 98,1’i 50’ye kadar işçi çalıştıran Türkiye imalat sanayi şirketleri (KOBİ’ler), nasıl 50
personellik Ar-Ge merkezleri kuracaklar? Acaba başka
bir ülkenin sanayi kuruluşlarından mı söz ediliyor? Yoksa
tasarı başka birtakım şirketlere mi sesleniyor?
Böylesi eksikler taşıyan bir tasarıya “AR-GE Kanun Tasarısı” demek bile mümkün değildir. Görülmektedir ki yasa tasarısı ülkenin sanayileşmesi, sanayide Ar-Ge faaliyetlerinin
desteklenmesi ve özellikle KOBİ’lere Ar-Ge teşviki verilmesi amacını taşımamaktadır. Teşvikler “dışa bağımlı” sanayileşmeyi, teknolojiyi ve Ar-Ge faaliyetlerinde de tekellere ve
yabancı sermayeye teşvik sunmayı hedeflemektedir.
Madde 2 d)’de, “rekabet öncesi işbirliği projeleri”nde,
üniversite ve bilim kurumlarından söz edilmemektedir.
Bu durumda projeler nasıl hazırlanacak, projelerin teorik
temeli ve ülke yararlılığı nasıl ölçülecektir?
Madde 2 e)’de, “tekno girişim sermayesi”nde lisansdoktora öğrencileri ya da bunları 5 yıl önce almış kişilerin
kurum desteğinden söz ediliyor. Hangi sanayi kuruluşu,
böyle yoğun bir eleman desteği sağlayabilir ve uzun süre
Ar-Ge desteğini sürdürerek yapılanmayı başarabilir?
Gerçekte burada “destek” veya “teşvikler” yokuşa sürülmektedir.
Yasanın “Destek ve teşvik unsurları”nı belirten Madde
3’ün 1. fıkrasında “Ar-Ge vergi indirimi”ne esas Ar-Ge
Merkezleri istihdamı ele alınıyor: “500 ve üzerinde tam
zaman eşdeğer Ar-Ge personeli istihdam eden Ar-Ge
merkezlerinde ayrıca o yıl yapılan Ar-Ge harcamasının
bir önceki yıla göre artışının yarısı (...) Kurumlar Vergisi
Oysa KOBİ’ler sanayide önemli ölçüde istihdamı sağlayan ve üretimin ağırlığını kendilerinde toplayan kuruluşlardır. Ancak bugünkü yapıları ile özgün üretimden çok
daha fazla fason üretime yönelmişlerdir. Çoğu düşük
veya düşük–orta teknoloji ile çalışmaktadır. Mühendis çalıştıran ve kalifiye işgücü kullanan KOBİ sayısı
toplamda % 35’e ulaşmaktadır. Önemli bir kısmının (%
45’inin) Ar-Ge faaliyeti yoktur. Toplam KOBİ’ler içerisinde
Ar-Ge bölümü olanların oranı yüzde % 29’dur. Dolayısıyla KOBİ’lerin Ar-Ge Yasa Tasarısında belirtilen teşviklerden yararlanması zorunludur. Bunun için;
- Ar-Ge eğitimi için Üniversitelerle yapılacak çalışmalar
sonucu ortaya çıkacak giderlere muafiyet tanınmalı, ArGe giderleri içine alınmalıdır.
- Tasarım, test, laboratuar kurulması, prototip yapılması,
sertifikasyon giderleri ve patent giderleri hem teşviklere
hem de vergi muafiyetine girmelidir.
- Ar-Ge bölümünün personeli için sayıya bağlı olmaksızın “istihdam teşviki” uygulanmalıdır.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
85
DOSYA
DOSYA
- Makina imalat sektöründeki firmaların yeni model geliştirmeleri, “tasarım” çalışmalarının ayrıca desteklenmesi
ile mümkün olacaktır. Yüksek katma değerli ürün desteğe esas alınmalıdır.
çevre uyumlu ürün tasarımı veya yazılım faaliyetleri ile
alanında bilimsel ve teknolojik gelişme sağlayan, bilimsel
ve teknolojik bir belirsizliğe odaklanan, çıktıları özgün,
deneysel, bilimsel ve teknik içerik taşıyan faaliyetleri,
TMMOB
MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI
Yönetim Kurulu Başkanı
Emin KORAMAZ
b) Yenilik: Sosyal ve ekonomik ihtiyaçlara cevap
verebilen, mevcut pazarlara başarıyla sunulabilecek ya
da yeni pazarlar yaratabilecek; yeni bir ürün, hizmet, uygulama, yöntem veya iş modeli fikri ile oluşturulan süreçleri ve süreçlerin neticelerini,
12.03.2008 Tarih ve 26814 Sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanan “ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME
FAALİYETLERİNİN DESTEKLENMESİ HAKKINDA
KANUN”u yayınlıyoruz.
c) Ar-Ge merkezi: Dar mükellef kurumların
Türkiye’deki işyerleri dahil, kanuni veya iş merkezi
Türkiye’de bulunan sermaye şirketlerinin; organizasyon
yapısı içinde ayrı bir birim şeklinde örgütlenmiş, münhasıran yurtiçinde araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde
bulunan ve en az elli tam zaman eşdeğer Ar-Ge personeli istihdam eden, yeterli Ar-Ge birikimi ve yeteneği
olan birimleri,
Kanun No. 5746
Kabul Tarihi: 28/2/2008
Amaç ve kapsam
MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı; Ar-Ge ve yenilik yoluyla ülke ekonomisinin uluslararası düzeyde rekabet
edebilir bir yapıya kavuşturulması için teknolojik bilgi üretilmesini, üründe ve üretim süreçlerinde yenilik yapılmasını,
ürün kalitesi ve standardının yükseltilmesini, verimliliğin
artırılmasını, üretim maliyetlerinin düşürülmesini, teknolojik bilginin ticarileştirilmesini, rekabet öncesi işbirliklerinin
geliştirilmesini, teknoloji yoğun üretim, girişimcilik ve bu
alanlara yönelik yatırımlar ile Ar-Ge’ye ve yeniliğe yönelik
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ülkeye girişinin
hızlandırılmasını, Ar-Ge personeli ve nitelikli işgücü istihdamının artırılmasını desteklemek ve teşvik etmektir.
(2) Bu Kanun; Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı tarafından
12/4/1990 tarihli ve 3624 sayılı Kanuna göre oluşturulan teknoloji merkezleri (teknoloji merkezi işletmeleri) ile
Türkiye’deki Ar-Ge merkezleri, Ar-Ge projeleri ve rekabet öncesi işbirliği projeleri ve teknogirişim sermayesine
ilişkin destek ve teşvikleri kapsar.
Tanımlar
MADDE 2 – (1) Bu Kanunun uygulamasında;
a) Araştırma ve geliştirme faaliyeti (Ar-Ge): Araştırma ve geliştirme, kültür, insan ve toplumun bilgisinden
oluşan bilgi dağarcığının artırılması ve bunun yeni süreç,
sistem ve uygulamalar tasarlamak üzere kullanılması
için sistematik bir temelde yürütülen yaratıcı çalışmaları,
86
ç) Ar-Ge projesi: Amacı, kapsamı, genel ve teknik
tanımı, süresi, bütçesi, özel şartları, diğer kurum, kuruluş, gerçek ve tüzel kişilerce sağlanacak aynî ve/veya
nakdî destek tutarları, sonuçta doğacak fikri mülkiyet
haklarının paylaşım esasları tespit edilmiş ve Ar-Ge faaliyetlerinin her safhasını belirleyecek mahiyette ve bilimsel esaslar çerçevesinde hazırlanan projeyi,
d) Rekabet öncesi işbirliği projeleri: Birden fazla
kuruluşun; ölçek ekonomisinden yararlanmak suretiyle
yeni süreç, sistem ve uygulamalar tasarlayarak verimliliği artırmak ve mevcut duruma göre daha yüksek katma
değer sağlamak üzere, rekabet öncesinde ortak parça
veya sistem geliştirmek ya da platform kurabilmek amacıyla yürütecekleri, Ar-Ge faaliyetlerine yönelik olarak
yapılan ve fizibiliteye dayanan işbirliği anlaşması kapsamında, bilimsel ve teknolojik niteliği olan projeleri,
e) Teknogirişim sermayesi: Örgün öğrenim veren
üniversitelerin herhangi bir lisans programından bir yıl
içinde mezun olabilecek durumdaki öğrenci, yüksek lisans veya doktora öğrencisi ya da lisans, yüksek lisans
veya doktora derecelerinden birini ön başvuru tarihinden
en çok beş yıl önce almış kişilerin, teknoloji ve yenilik
odaklı iş fikirlerini, desteği veren merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri tarafından desteklenmesi uygun
bulunan bir iş planı çerçevesinde, katma değer ve nitelikli istihdam yaratma potansiyeli yüksek teşebbüslere
dönüştürebilmelerini teşvik etmek için yapılan sermaye
desteğini,
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
f) Ar-Ge personeli: Ar-Ge faaliyetlerinde doğrudan görevli araştırmacı ve teknisyenleri;
1) Araştırmacı: Ar-Ge faaliyetleri ile yenilik tanımı
kapsamındaki projelerde, yeni bilgi, ürün, süreç, yöntem
ve sistemlerin tasarım veya oluşturulması ve ilgili projelerin yönetilmesi süreçlerinde yer alan en az lisans mezunu uzmanları,
2) Teknisyen: Mühendislik, fen ve sağlık bilimleri
alanlarında yüksek öğrenim görmüş ya da meslek lisesi
veya meslek yüksek okullarının teknik fen ve sağlık bölümlerinden mezun, teknik bilgi ve deneyim sahibi kişileri,
g) Destek personeli: Ar-Ge faaliyetlerine katılan
veya bu faaliyetlerle doğrudan ilişkili yönetici, teknik eleman, laborant, sekreter, işçi ve benzeri personeli,
ğ) TÜBİTAK: Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunu,
ifade eder.
İndirim, istisna, destek ve teşvik unsurları
MADDE 3 – (1) Ar-Ge indirimi: Teknoloji merkezi işletmelerinde, Ar-Ge merkezlerinde, kamu kurum
ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar tarafından
veya uluslararası fonlarca desteklenen Ar-Ge ve yenilik projelerinde, rekabet öncesi işbirliği projelerinde ve
teknogirişim sermaye desteklerinden yararlananlarca
gerçekleştirilen Ar-Ge ve yenilik harcamalarının tamamı
ile 500 ve üzerinde tam zaman eşdeğer Ar-Ge personeli
istihdam eden Ar-Ge merkezlerinde ayrıca o yıl yapılan
Ar-Ge ve yenilik harcamasının bir önceki yıla göre artışının yarısı, 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar
Vergisi Kanununun 10 uncu maddesine göre kurum kazancının ve 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi
Kanununun 89 uncu maddesi uyarınca ticari kazancın
tespitinde indirim konusu yapılır. Ayrıca bu harcamalar,
4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre
aktifleştirilmek suretiyle amortisman yoluyla itfa edilir, bir
iktisadi kıymet oluşmaması halinde ise doğrudan gider
yazılır. Kazancın yetersiz olması nedeniyle ilgili hesap
döneminde indirim konusu yapılamayan tutar, sonraki
hesap dönemlerine devredilir. Devredilen tutarlar, takip
eden yıllarda 213 sayılı Kanuna göre her yıl belirlenen
yeniden değerleme oranında artırılarak dikkate alınır.
(2) Gelir vergisi stopajı teşviki: Kamu personeli
hariç olmak üzere teknoloji merkezi işletmelerinde, ArGe merkezlerinde, kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar tarafından veya uluslararası fonlarca
desteklenen ya da TÜBİTAK tarafından yürütülen Ar-Ge
ve yenilik projelerinde, teknogirişim sermaye desteklerinden yararlanan işletmelerde ve rekabet öncesi işbirliği projelerinde çalışan Ar-Ge ve destek personelinin; bu
çalışmaları karşılığında elde ettikleri ücretlerinin doktoralı olanlar için yüzde doksanı, diğerleri için yüzde sekseni gelir vergisinden müstesnadır.
(3) Sigorta primi desteği: Kamu personeli hariç
olmak üzere teknoloji merkezi işletmelerinde, Ar-Ge
merkezlerinde, kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla
kurulan vakıflar tarafından veya uluslararası fonlarca
desteklenen ya da TÜBİTAK tarafından yürütülen Ar-Ge
ve yenilik projeleri ile rekabet öncesi işbirliği projelerinde ve teknogirişim sermaye desteklerinden yararlanan işletmelerde çalışan Ar-Ge ve destek personeli ile
26/6/2001 tarihli ve 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanununun geçici 2 nci maddesi uyarınca ücreti
gelir vergisinden istisna olan personelin; bu çalışmaları
karşılığında elde ettikleri ücretleri üzerinden hesaplanan
sigorta primi işveren hissesinin yarısı, her bir çalışan için
beş yıl süreyle Maliye Bakanlığı bütçesine konulacak
ödenekten karşılanır.
(4) Damga vergisi istisnası: Bu Kanun kapsamındaki her türlü Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri ile ilgili olarak
düzenlenen kağıtlardan damga vergisi alınmaz.
(5) Teknogirişim sermayesi desteği: Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri tarafından bu Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendindeki koşulları taşıyanlara bir defaya mahsus olmak üzere
teminat alınmaksızın 100.000 Yeni Türk Lirasına kadar
teknogirişim sermayesi desteği hibe olarak verilir. Bu
fıkra uyarınca yılı bütçesinde Ar-Ge projelerinin desteklenmesi amacıyla ödeneği bulunan merkezi yönetim
kapsamındaki kamu idarelerinin tümü tarafından yapılan
ödemelerin toplamı, her takvim yılı için 10.000.000 Yeni
Türk Lirasını geçemez. Bu tutarlar, takip eden yıllarda
213 sayılı Kanuna göre her yıl belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.
(6) Rekabet öncesi işbirliği projelerinde işbirliğini oluşturan kuruluşların bu işbirliğine yaptıkları katkılar,
işbirliği protokolünde belirlenen kuruluşlardan biri adına
açılacak özel bir hesapta izlenir. Özel hesaba aktarılan
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
87
DOSYA
DOSYA
bu tutarlar, harcamanın yapıldığı dönemde katkı sağlayan kuruluşların Ar-Ge harcaması olarak kabul edilir ve
proje dışında başka bir amaç için kullanılamaz. Proje hesabında toplanan tutarlar, proje özel hesabı açan kuruluşun kazancının tespitinde gelir olarak dikkate alınmaz.
(7) Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerinde bulunanların;
kamu kurum ve kuruluşları, kanunla kurulan vakıflar ile
uluslararası fonlardan aldıkları destekler özel bir fon hesabında tutulur. Bu fon, 193 sayılı Kanun ve 5520 sayılı
Kanuna göre vergiye tabi kazancın ve ilgili yılda yapılan
Ar-Ge harcaması tutarının tespitinde dikkate alınmaz.
Bu fonun, elde edildiği hesap dönemini izleyen beş yıl
içinde sermayeye ilâve dışında herhangi bir şekilde başka bir hesaba nakledilmesi veya işletmeden çekilmesi
halinde, zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergiler ziyaa
uğratılmış sayılır.
rinden ayrıca yararlanamazlar.
(6) Bu Kanunun uygulamasına ve denetimine ilişkin usul ve esaslar, TÜBİTAK’ın görüşü alınmak suretiyle
Maliye Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından birlikte çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
Değiştirilen hükümler
MADDE 5 – (1) 193 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı bendi ile 5520 sayılı
Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “araştırma ve geliştirme harcamaları tutarının % 40’ı oranında” ibareleri “araştırma ve geliştirme
harcamaları tutarının %100’ü oranında” şeklinde değiştirilmiştir.
Yürürlük
Uygulama ve denetim esasları
MADDE 4 – (1) Bu Kanun kapsamındaki destek
ve teşvik unsurlarından yararlananların bu Kanunda öngörülen şartları taşıdıklarına ilişkin tespitler en geç iki
yıllık süreler itibarıyla yapılır.
(2) Bu Kanunun 3 üncü maddesinde belirtilen gelir vergisi stopajı ve sigorta primi işveren hissesine ilişkin
teşviklerden yararlanacak olan destek personelinin tam
zaman eşdeğeri sayısı, toplam tam zamanlı Ar-Ge personeli sayısının yüzde onunu geçemez.
MADDE 6 – (1) Bu Kanun 31/12/2023 tarihine kadar uygulanmak üzere, yayımını takip eden ay başında
yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 7 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
11/3/2008
(3) Asgari Ar-Ge personeli sayısının hesabında
fiilen ve tam zamanlı olarak çalışan personelin üçer aylık
dönemler itibarıyla ortalaması esas alınır.
(4) Bu Kanunda öngörülen şartların ihlali veya teşvik ve destek unsurlarının amacı dışında kullanılması halinde, zamanında tahakkuk ettirilmemiş vergiler yönünden
vergi ziyaı doğmuş sayılır. Sağlanan vergi dışı destekler
ise 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre ve gecikme zammı uygulanmak suretiyle tahsil edilir.
(5) Bu Kanun kapsamındaki indirim, istisna, destek ve teşviklerden yararlananlar; 193 sayılı Kanunun 89
uncu maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı bendi,
5520 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ve 29/1/2004 tarihli ve 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanunun aynı mahiyetteki hükümle88
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
Arif ERGİN
Makina Mühendisi
KAIZEN VE İNOVASYON
Kaizen, 80’li ve 90 yıllarda Türkiye’nin gündeminde geniş yer alan bir konu oldu. Japon kültürü ile ilgili olan bu
güncel kavramın Türkiye’ye gelmesi ile birlikte Türkler’in
Japonlar’la olan kültürel benzerlikleri, ruh hallerinin benzerlikleri konuşuldu. Bu benzerlikler Kaizen’e olan muhtemel yatkınlığımıza yorularak Kaizen konusunda teknoloji ve ekonomi politikaları üretmemizin Türkiye açısından faydalı olacağı ciddi olarak tartışıldı.
Kaizen Türkiye’de belli bir ölçekte hayata geçirildi. Bu
konuda makaleler yazıldı, master &doktora tezleri yapıldı, şirketlere ödüller verildi, sempozyonlar düzenlendi.
Birçok firma Kizen’e önem vererek maaliyetlerini indirebildiler ve çalışanlarının motivasyon kazanmasını sağladılar. Derken Kaizen yavaş yavaş gündemdeki yerini
kaybetti. Peşisıra; 6 Sigma, Yalın Üretim, Toplam Kalite
Yönetimi gibi benzer konular konuşulmaya başlandı. İki
binlere başladığımzda ise çok daha kuvvetli bir rüzgar
esmeye başladı ve Sanayi, Teknoloji ve Bilim tartışmalarının merkezine yerleşti: İnovasyon.
Netice olarak KAIZEN Japonca’da “İyi yönde değişim”
yada “İlerleme” demektir.
Kaizen’in amacı (Japonca’da Muda ile, Ingilizce’de Waste
ile ifade edilen) ziyanın önüne geçmektir. Burada ziyanı,
“maaliyetleri arttıran ama rüne yada sisteme hiçbir katkısı ve artı değeri olmayan faaliyetler olarak tanımlayabiliriz. Ziyan temel olarak 7 ana başlık altında ele alınır:
- Gereğinden Fazla Üretim,
- Beklemek,
Peki bir zamanlar üzerinde kafa yorduğumuz Kaizen
adlı kavramla İnovasyon dediğimiz kavram bir birine ne
kadar benziyor ve sürekli değişen ekonomik &teknolojik
kavramlara kendimizi ne kadar doğru adape ediyoruz?
- Nakliye,
- Eşit olmayan iş yükü,
KAIZEN
- Aşırı stok,
Kaizen Japon dilindeki iki ayrı Kanji’nin bir araya gelmesi
ile oluşur. Kanjileri bir sesi değilde bir kavramı anlatan
karışık harfler olarak düşünebiliriz:
- Gereksiz hareketler,
•
(‘kai’) KAI değişim yada düzeltme anlamına gelir.
•
(‘zen’) ZEN ise “iyi” demektir.
Bu anlamda Kaizen bütün bu ziyanları önlemek amacıyla
yola çıkar ve mevcut durumu parçalara ayırıp analiz ederek daha verimli ve iyi bir şekilde tekrar bir araya getirir.
- Hatalar.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
89
DOSYA
DOSYA
Şekil 1: İnovasyon süreci.
Kaizen’in başka bir önemli özelliği de sürekli olması, küçün çalışmaların sürekli devam ederken sonuçta büyük
bir yekün oluşturmasıdır. Bu yüzden Kaizen uygulayan
şirketlerde hedefler fabrikada çalışan her kişinin yılda
yapacağı Kaizen miktarına göre belirlenir.
killerde çevirilse de “inovasyon” çoğunlukla kabul görmüş bir kullanımdır.
Aşağıda hayatımızın her yanında rastlayabileceğimiz
güncel bir inovasyonu görebilirsiniz. İlk uygulamada Küp
Şekerler küçük plastik poşetlere yerleştirilmiş böylece
şekerlerin çay tabağında ıslanarak israf olması engellenmiş, kullanılmayan şekerlerin tekrar kulllanılabilmesi
sağlanmıştır.
Şekil 2: Kaizen uygulamasına örnek.
Yukardaki örnek Kaizen uygulamasında, araca takılacak
parçaların ve el aletlerinin bir bel çantasında taşınması
böylelikle parça raflarına gel gitlerdeki zaman kaybının
engellenmesi ve çalışanın daha az yorulması anlatılmıştır. Benzer şekilde Kaizen sistemini uygulayan şirketlerde, Kaizen’ler “Bir işi en iyi yapan bilir” ilkesi çerçevesinde çalışanlar tarafından verilir.
INOVASYON
İnovasyonun en çok karıştırıldığı olgu Invention, yani
icattır. İcat bir şeyin ilk olarak ortaya çıkmasıdır ve çok
ileri aşamada teknik yenilik gerektirir. Inovasyon ise icadın peşi sıra gelebileceği gibi icat olmayan daha basit
yaratıcı fikirler sonucunda da ortaya çıkabilir.
Kullanici
İhtiyaçlarini
Karşilama & Bir
Probleme Çözüm
Getirme
“Yenileşim (inovasyon), yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal ya da hizmet), veya sürecin; yeni
bir pazarlama yönteminin; ya da iş uygulamalarında,
işyeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni bir
organizasyonel yöntemin uygulanmasıdır.” Inovasyon
Türkçe’ye; yenilikçilik, yenilik, yenileşim gibi farklı şe-
Toz şeker yüz yıllardır bilinen bir ürün olmasına rağmen
daha sonradan farklı ihtiyaçlar için küp şeker geliştirilmiştir. Toz şekerden küp şekere geçiş süreci bir inovasyondur. Benzer şekilde Küp Şekerin teker teker poşetlenmesi de bir inovasyondur.
Şekil 3: Ürün Tasarım Süreci.
90
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
İnovasyonun doğası gereği arasındaki sınırların çok net
olmadığı başka bir alanda Ürün Tasarımı’dır. Ürün tasarımı farklı formlar, renkler kullanım özellikleri ve estetik
içerebilir. Ancak bir yenilik içermeyebilir.
KAİZEN Mİ, İNOVASYON MU?
Kazien ve inovasyonun tartışmasız en büyük ortak
özellikleri yaratıcı boyutlarıdır. Bunun yanında Kaizen
de inovasyon da bir probleme çözüm getirir ve bir ihtiyaca cevap verir. Ancak Kaizen genellikle üründen çok
süreçle ilgilidir ve inovasyon daha genel bir çerçevede
olmasına rağmen genellikle ürünle ilgilidir. Bunların yanında küçük süreç inovasyonları Kaizenle hemen hemen aynı şeydir.
SONUÇ
Kaizen, 6Sigma, TQM, Yalın Üretim ve Inovasyon gibi
kavramlar dünyada ortaya çıkışlarını ve popüler oluşlarını takiben kısa süre içinde Türkiye’yede de tartışılmaya
başlanmakta, sanayi, üniversite ve kamu kuruluşlarında
değerlendirilmekte ve geliştirilmektedir. Bu olguları tam
olarak özümseyen ve uygulayan kuruluşlar çalışmalarından önemli katkılar elde etmekte, kendi şirketleri ve
Türkiye için katma değer yaratmaktadırlar.
Ancak bir çok kavram zaman içinde değerini kaybetmese bile güncelliğini yitirmektedir. Bu yazıda Kaizen ve
Inovasyonun bir arada ele alınmasının sebebi, modern
ve popüler değerlerin gerçekten özümsenmesi gerektiğini, kısa zamanda tüketilip bir köşeye atılmaması gerektiğini vurgulamaktır.
KAYNAKLAR:
http://www.anadoluseker.com.tr/kup_seker.html
Arif Ergin, 2000. Dynamics of Product Innovation in thr Turkish Manufacturing Industry, Master Thessis, Middle East Technical University
http://en.wikipedia.org/wiki/Kaizen
http://en.wikipedia.org/wiki/Innovation
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
91
DENİZDE DEPREMİ HABER VERME PROJESİYEDİ SENSÖRLÜ MAGDEBURG KÜRESİ
DOSYA
Uğur KAYNAK
Jeofizik Mühendisleri Odası İst. Şb. Yönetim Kurulu Y. Üyesi
DENİZDE DEPREMİ HABER VERME PROJESİYEDİ SENSÖRLÜ MAGDEBURG KÜRESİ
Hemen şekillerle işe başlamalıyız. Deniz tabanına indirilmesi planlanan alıcılar, alıcıların çalışma prensiplerine
bağlı olarak, ya fay düzleminin deniz tabanı arakesitinin
iki üç metre yukarısında şamandralarla sabitlenmeli, ya
da alıcıların tümünü taşıyan kürelerin, bir kazık vasıtası
ile tabana saplanarak sabitlenmesi sağlanmalıdır.
Şekil-3: Yedi Sensörlü Magdeburg Küresi, Dış Görünüş.
Şekil-1: Tesbit Betonları
Şekil-4: Yedi Sensörlü Magdeburg Küresi, İç Görünüş.
Şekil-2: Askı Sistemi.
92
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
basınca ve tuzlu suya dayanıklı bir malzemeden seçilir.
Kablolar, yüksek basınca ve tuzlu suya dayanıklı olarak
imal edilmiş olmalıdır.
Sensör pencerelerinin yosunlanmasını önlemek için yosun kovucu (antiseptik) bir kaplama geliştirilmelidir.
Şekil-5: Alternatif Streamer Ölçü Sistemi.
Sensör pencerelerinin, kuşaklama kollektörlerinden (İstanbuldan) deşarj edilen atık su tortuları ile kaplanmasını önlemek için, küre gövdesinin deniz suyu sıcaklığının
yaklaşık yirmi derece üzerinde sıcaklıkta tutulması ve
böylece oluşturacağı konveksiyon ile kendini temizlemesi düşünülebilir.
Bu küçük ayrıntılar da, okuyucularda oluşabilecek
“ Bu küreler, 1200 metre derinlikli +4°C sıcaklıklı bir
deniz tabanında nasıl çalışır?” Gibi soruları gidermek
amacıyla buraya alındı. Bu çalışmanın gövde metninin
oluşturan kısımlarda ise sensörlerin ne işe yaradıkları
açıklanacaktır.
SENSÖRLER-ALICILAR-ÖLÇERLER
Bunlar altı adet kuvars camı pencereden ölçü alacak
olan sensörlerdir. Bir adet alıcı ise doğrudan bronz gövdeye bağlanacaktır.
1.Kızılaltı Işın Alıcısı.
Şekil-6: Deniz Tabanına İndirme İşlevi.
ŞEKİLLER
Çalışmanın yazarınca tasarlanıp bir kısmı imal edilecek,
bir kısmı imal ettirilecek olan Yedi Sensörlü Magdeburg
Küresi’ni (YSMK) deniz tabanına indirmek için yapılacak
işlemler ise, bu işin profesyonelleri tarafından tasarlanıp
uygulanmalıdır. Bu çalışmada yer alan düşünsel indirme
kurgusu ve işlevi, okuyucuya YSMK’nın nerede çalışacağını açıklamak için geliştirilmiş olup, yaptırımı ve önemi olmayan çizimlerdir. Ancak YSMK’nın dış görünüşü
(Şekil-3.) ve blok kesiti (Şekil-4.) ölçeksiz olarak, gerçek
prototip imalat tasarımlarıdır.
KISA TANITIM
Dış gövde bronz döküm olarak imal edilir. Conta, yüksek
Deniz seviyesinden 1200 metre daha derinde deniz
tabanında yer alan fay yüzeyi, bu özelliği dolayısı ile
karasal fay yüzeylerinden farklıdır. Bu fark öncelikle
piezometrik basınç farkından ve derinlerdeki sıcak fay
dolgusuna yakınlıktan kaynaklanır. Sığ fay dolgusu,
fay breşi olarak adlandırılabilir. Fakat derinleştikçe bu
migmatitik fay dolgusu ağdalanmaya ve çok derinlerde
de magmalaşmaya başlar. Magmalaşma ile fay düzleminin harekete geçmesi eş zamanlıdır. Fayın kopma
gerilmesine yaklaştığı ana şoktan bir iki gün önceki
süre içerisinde bu fay dolgusu da fay düzlemindeki
sürtünme direncinin oluşturduğu benlentilerden çok
daha yüksek ilave ısı enerjisi nedeniyle yukarılara
doğru ergiyerek yükselmeye başlar. Bu ergimiş fay
dolgusunun, fayın sürtünme direncini düşürmesi nedeniyle artık geri dönülemeyecek biçimde deprem sürecine girilmiş olunur. Ergiyen fay dolgusu, yeryüzüne
göre, yaklaşık olarak 1200 metre daha kısa yol alarak
fay yüzeyine ulaşabildiğinden, deniz tabanındaki fay
açıklıklarından deprem kopma hazırlığı sürecinde lav
çıkışları olabilmektedir.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
93
DOSYA
DOSYA
YSMK’lerinin fay yüzeyine yakın konuşlandırılmaları nedeni ile karanlık deniz tabanındaki lav çıkışlarının oluşturacağı ısı (infrarouge) ışınları, depremin çok yakın olduğunun en güvenilir belirtilerinden olup bu dedektörlerle
kolayca varlıkları saptanabilecektir.
cek herhangi bir polikromatik ışık kaynağının saptanması söz konusu olacaktır. Böylece lav çıkışlarının yanında,
hem deprem ışıkları çıkışı, hem de ateş topu çıkışı yakalanabilir.
7.Hidrofon
2.Digital Termometre
Bu termometre sürekli ölçü alarak, sürekli digital bildirim yapabilecektir. Duyarlılığı için 0.1°C yeterli olacaktır.
YSMK ile Fay düzlemi sıcak su çıkışının, hakim akıntı
yönü üzerinde buluşmaları gerekir. Aksi durumda sıcaklık ölçüsü faydan çıkan suya değil, deniz tabanı suyuna
ait olacaktır.
3.Hipersonik Sensör
Bu sensörle deprem homurtularının algılanması hedeflenmektedir. Deprem homurtuları, öncü depremlerde
önem kazanmaktadır. Ana Şok’un deprem homurtularının yakalanmasının pratik bir faydası olmayabilir.
İstanbul’a 20-50 km arası uzaklıktaki bir odakta depremin başladığını tesbit etmek doğal gaz , elektrik, tünel
çevrim santrali, rafineri vs gibi tesislerin elektriğini ve
gazını kesmeye yönelik bir otomatik sistemi tetikleyebilir.
Fakat bu çalışmada tanıtılan sistemin öncelikli amacı bu
enerji kesme işlemi değildir. Bu amaca yönelik frekans
aralığının, deprem ses kayıtlarının akustik incelemelere
tabi tutulmasından sonra seçilmesi, hatta her deprem sırasında yeniden tuning yapılması söz konusu olabilir.
4.Süpersonik Sensör
Süpersonik sensörler pratik bakımdan daha elverişli görülmektedir. Bu sensörler ise Mikro tansiyon çatlaklarının
oluşumunun saptanmasına yönelik olarak çalışacaktır. 1
kHz – 10 kHz frekans aralığında bant pass kapısından
giriş izni veren bir mikrofon yeterli olacaktır.
Gövdeye bağlı hidrofonların da üç bileşenli olarak ölçüm
yapmalarında yarar var. Bu hidrofonlardan “jeofon” olarak yararlanılmak istenildiğinde YSMK’ların bir paslanmaz çelik kazıkla deniz tabanına saplanması gerekir.
BEKLENTİLER
Marmara denizinin tabanında özellikle Orta Marmara
Fayı (OMS) ve Adalar Fayı (AS) ‘nın deniz tabanındaki
fay arakesit izi, kaliteli fotograflarla görüntülendi. Depremini bekleyen şehir olarak İstanbul’un çok yakınında
yer alan bu fayların deniz tabanında olmasının izlemeinceleme bakımından zorlukları olmasına karşın, bu fayların deniz tabanı arakesitleri de ulaşılmaz değillerdir.
Deniz tabanına yönelik olarak şimdiye kadar yapılan
bazı çalışmalar, açıklamalara göre salt sismik alıcılardan oluşmaktadır. Oysa bu projedeki alıcıların hedefleri,
yukarıdaki açıklamalardan da görüleceği gibi, sarsıntıyı ölçmek değil, birçok fiziksel parametre değişimleri ile
yaklaşan ana şoku ihbar etmektir. Fayların bu yeteneklerinin birinden değil, tümünden yararlanmak zorundayız. Bu nedenle deniz tabanına, fayın üzerinde ya birkaç
metre yukarısında şamandra ile yüzdürülen, ya da deniz
tabanına bir kazıkla saplanılıp sabitlenen bir kombine
alıcı olan YSMK veya faya dik doğrultuda deniz tabanına yatırılan STREAMER tasarlanmıştır. Özellikle Adalar
Fayının, Tavşan Adasına yakınlığı nedeniyle, burada fay
üzerine Streamer yarırılması ve bağlantının kablo ile yapılması uygun olacaktır.
Beklentilerimiz, ANA ŞOKTAN İKİ-ÜÇ GÜN ÖNCE BAŞLAMAK ÜZERE;
5.Manyetik Bobin
Ferit çekirdekli, çok sayıda ince sarımlı, üç adet kartezyen koordinat eksenine koşut konuşlandırılmış bobin sistemi, yer magnetik alanındaki vektörel şiddet değişimlerine yönelik deteksiyonlar yapacaktır. Bu bobinlerin ölçü
birimi nanotesla yerine milivolt olacaktır.
6.Optik Foton Sensörü
1.Öncü depremciklerin giderek oluş sıklığını ve magnitüdlerini artırması.
2.Öncü depremlerin oluşturdukları kayaç blok düzlemi
sürtünmesi seslerinin (deprem homurtusu) kaydedilerek,
bu ses kayıtlarının akustik analizlerinden fenomen hakkında özel çözümler üretilmesi ve bu verilerden herhangi
bir başka depremde yararlanılabilmesi.
Optik foton deteksiyonu ile görünür bantta yayınlanabile94
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
3.Fay kompartmanlarının akma gerilmesini aşıp kopma
gerilmesine ulaştıkları aşamada artık deformasyonun
dayanılmaz düzeylere çıktığı varsayıldığında, kayacın
fay düzlemine yakın kısımlarında mikro tansiyon çatlakları (genellikle) oluşmaya başlar. Bu çatlakların oluşturdukları çıtırtıların bileşkesinin gücü oldukça yüksektir.
Bu bileşke ultrases dalgalarının yeryüzündeki kimi evcil
ve/veya yabanıl hayvan tarafından algılandıkları öngörülmektedir. Bu ultrases dalgalarının özel alıcılarla fayın
üzerinden algılanması oldukça güvenilir bir doğal alarm
anlamına gelecektir.
4.Ana şok yaklaştığında, fay düzleminin açılmaya başlaması sonucunda, fay düzleminden kaynaklanan yüksek basınçlı ve sıcak akışkan çıkışlarının debisinde
belirgin bir artış olması beklenilir. Bunun hem ısıl hem
de optik yöntemlerle saptanması da güvenilir bir doğal
alarm olacaktır.
Bu düzenek fay üzerinde belirli aralıklarla çok sayıda alıcı ile güçlendirildiğinde, OMS ve AS’nin yeryüzünde en
yakından ve doğrudan gözlem altına alınan fay segmentleri olacak ve umut edilir ki bu segmentlerin yapacakları
büyük deprem hazırlıkları, ana şoktan yeterince önce
ölçülecek, değerlendirilecek, yetkililere duyurulacak ve
alarmın önemine göre bakanlar kurulu kararı ile gereği
yapılacaktır. Yeryüzünde depremini bekleyen megakent
sadece İstanbul değildir. Tokyo, San Fransisco, Los Angeles, Napoli ve Çinde en az on adet megakent, yıkıcı
depremini beklemektedir. Ama hiç birinin İstanbul’daki
kadar, atmosferik etkilerden korunmuş bir fay düzlemi
yoktur. Bundan yararlanmasını bilmemiz gerekirdi. Çünkü bu sistem, ana şoktan saniyelerle önce değil,
belki de günlerce önce bir dizi güvenilir işaretler ve
alarmlar verecektir.
Teşekkür: Makalenin yazarı ve Sayın H. Nazım
Demir’in, T.C.Deniz Kuvvetleri, Seyir Hidrografi ve
Oşinografi Dairesi Başkanlığı yetkili personeli ile 2003
yılında yaptıkları şifahi görüşmelerde, eğer bu proje hayata geçirilebilise bakım, onrarım, işletim ve güvenlik
sağlama konularını üstlenebileceklerini belirtmişlerdir.
Uzun ve mutlu yaşasınlar.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
95
DOSYA
Uğur KAYNAK
Jeofizik Mühendisleri Odası İst. Şb. Yönetim Kurulu Y. Üyesi
KARADA, DEPREMİ ÖNCEDEN
BELİRLEME PROJELERİ
DİPLAB ÖN PROJESİ
(İlk web yayını, 7 Kasım 2003’te yapıldı)
Deprem yaklaştığında, fayın iki yanındaki, faya yakın
kayaçların petrofizik parametrelerinde depreme özgü
değişimler olduğu bilinmektedir. Bu değişimlere yönelik
olarak gerilim altındaki fayların en çok 50 metre yakınlarında mahzen laboratuarlar planlanmaktadır.
Laboratuarlar öncelikle sağlam kayalık zemin içerisine oyularak Yapılır. Ütopik bir hedef bile olsa yazmakta yarar var ki,
Türkiye’deki bütün aktif fayların karşılıklı kompartmanlarına,
faylardan 20-50 metre uzaklıklarda, yaklaşık 10’ar km ara
ile(!) inşa edilmelidir. Ege Bölgesinde ise, yeryüzünden tam
olarak izlenemeyen fakat geometrik olarak varlıkları bilinen
derin dilimlenme şablonuna göre konuşlandırılmalıdır.
Mahzenler epoksili betonla kaplanır ve sıvanır. Tabanda epoksili betonarme pilyeler ve gaz nefeslikleri yapılır.
Bu gaz nefeslikleri, içerisinde analiz yapılacağı için tecrit
edilir. Laboratuarların içerisinin havası yaz kış otomatik
klima ile nem ve sıcaklık bakımından standardize edilir.
Sürekli monofaze ve doğru akımlı enerji ile beslenilir. Üç
vardiya teknik eleman, bilgisayar destekli sistemi kontrol
eder, müdahale eder ve çalışır vaziyette tutar.
Şekil-1: DİPLAB Mahzenleri.
arttığında, P hızında oluşan yavaşlama Mikro Tansiyon
Çatlakları (MTÇ)’nın arttığını, S hızında yavaşlama ise
MTÇ’nın su ile dolduklarını gösterir. Yer altı su tablasının
ani yükselişi de aynı etkiyi yapar.
Bu ekipman teknolojik değişim ve ilerlemelere bağlı olarak demode olabilir. Bütün bu sistemin tek bilgisayar ile
yönetilmesi de olasıdır. Bu proje her türlü teknik ve teknolojik gelişime ve değişime açıktır.
1. 12 kanallı sismik ekipman
2. 12 adet 4.5 Hz yatay Jeofon, 12 adet 50 Hz düşey
Jeofon.
3. RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi
4. Pre amplifier
5. 16 Channel Analiser
6. Digitaliser
7. Sismik data log sistemi
8. On-line veri iletim sistemi bağlantısı.
A) 12 Kanallı Sismik cihaz yeterlidir. Jeofonlar kayalık
yeryüzüne 10’ar metre aralıklarla uygulanırlar. Gerilim
B) Sürekli Kayıt yapabilen Alternatif Akım Rezistivite
Vericisi ve Alıcısı. Kayalık yeryüzünde paslanmaz çelik
Bulunması gereken aletler ve ekipmanlar:
96
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
elektrodlarla 50 m x 50 m Wenner Açılımı yapılır. Gerilime bağlı yer altı suyu değişimleri nedeniyle değişen
elektriksel direnç ölçülür.
9. Rezistivite seti ekipmanı
10. 2 Adet Non Polazirable Porous Pot ve 2 adet minimum Warburg empedanslı, bakır çekirdekli, kalay kaplamalı akım elektrodu.
11. RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi
12. Pre amplifier
13. 8 Channel Analiser
14. Digitaliser
15. Rezistivite data log sistemi
16. On-line veri iletim sistemi bağlantısı
C) Sürekli Kayıt alabilen QHM ve/veya BMZ türü Rasat
Magnetometreleri kullanılmalıdır. Kayaç gerilimi değişimleri sırasında oluşacak piezomagnetik etkiyi yakalamaya
yöneliktir.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi
Pre amplifier
Pulse Height Analiser
Multi Channel Analiser
Digitaliser
Magnetik data log sistemi
On-line veri iletim sistemi bağlantısı
D) Aralıklı otomatik analiz yapabilen Radon Detektörü
ve Argon Detektörü. Radon dedektörünün, yakınlardaki
bir pınar suyuna uygulanması ve manuel olarak çalıştırılması önerilir. Ayrıca laboratuar tabanında bırakılacak
gaz çıkış deliklerine de bu dedektörlerin digital versiyonları uygulanmalıdır.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi
Pre amplifier
Pulse Height Analiser
Multi Channel Analiser
Digitaliser
Decay Curve için data log sistemi
On-line veri iletim sistemi bağlantısı
E) Aralıklı ölçüm yapabilen, fosforesan kabarcıklı, fotosel sistemli Tiltmetre. Gerilim altındaki laboratuar tabanında oluşacak deformasyonları yakalamak için uygulanır.
31. RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi
32. Pre amplifier
33. Digitaliser
34. Data log sistemi
35. On-line veri iletim sistemi bağlantısı
F) Hidrolik veya Turmetreli Ekstansometre. Gerilim altındaki laboratuar tabanında oluşacak deformasyonları
yakalamak için uygulanır.
36.
37.
38.
39.
40.
RS-32 ara birimle sürekli kayıt alan bilgisayar sistemi
Pre amplifier
Digitaliser
Data log sistemi
On-line veri iletim sistemi bağlantısı
Bu altı adet veriye ilaveten, Sürekli MT-Alan verilerini de
yerinde kayıt yapan ve online olarak Veri İşlem Merkezine gönderen altı adet tamburlu kayıtçı. Uydu bağlantılı
radyo link sistemi. Ve daha bir çok yardımcı ekipman...
SAMTIP PROJESİ
(İlk Web yayını, 07.Kasım.2003’te yapıldı)
Yukarıda kısaca açıklanan DİPLAB projesinin yanında
asıl önemli olan ve ölçülmesi gereken parametre Sürekli
Magnetotellürik Alandır. Magnetotellürük alan bileşenlerinin periyod seçimine göre penetrasyon derinlikleri en
azından 30 - 40 km’yi bulabilmektedir. Dolayısı ile verici için gereken büyük miktarlardaki enerjiden tasarruf
edilerek CSAMT (Controlled Source Audiofrequency
Magneto Telluric) uygulamaya gerek kalmaz. O zaman
Projenin adı da diğer deprem parametrelerinden bağımsız olarak “Sürekli Alan MagnetoTellürik İzleme Projesi”,
kısaltıldığında SAMTIP Projesi olur. T.C. olarak yapabilir
miyiz bilinmez. Yurt dışı destek gerekir.
Bu proje, DİPLAB projesinden bağımsız da uygulanabilir. Ayrıntıları fazlaca açıklanmamış olsa da, sunulan
şekil destekli özetten, olayın ciddiyeti anlaşılır.
Yerkürede; dört adedi kuzey yarım kürede, dört adedi olasılıkla güney yarım kürede ve üç adedi ekvatoral enlemlerde (Borneo, Kongo ve Amazon’da) yer alan, yaklaşık
onbir adet Tellürik Akım kapanımı ve bunlarla eşzamanlı
çalışan MagnetoTellürik alan devinimleri vardır. Sayısı
bakımından “olasılıkla” denilmesinin nedeni güney yarım kürenin, Okyanuslar yarım küresi olmasından dolayı
tam olarak kapanımların varlıklarının ve sayılarının tesbit
edilememesindendir. Bunlar, yerkabuğunun izin verdiği
ölçüde regüle kapanımlar oluşturmaya çalışırlar. Ancak
maden yatakları gibi kolay akabilecekleri düşük dirençli kabuk bölgelerine doğru da kanalize olurlar. Eğer bu
alanlar sürekli olarak izlenirse elastik deformasyon ge-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
97
DOSYA
DOSYA
rilimi ile petrofizik özellikleri ve dolayısı ile elektriksel direnci ve polarizasyon anizotropisi değişen aşırı gerilim
altında kalmış fay segmentlerindeki anomaliler (sıra dışı
davranış biçemleri) de yakalanabilir…
Şekil-4: En önde gelen sismik gap’lardan birisi üzerinde olası
Tellürik Akım Anomalisi.
Şekil-2: Global Tellürik Akım Kapanımları.
Şekil-1 de Global Tellürik Akım Paterni verilmiştir. Şekil-2
de “Türkiye Normal Zaman Tellürik Akım Arka Plan Haritası” sanal olarak görülmektedir. (Buna, uzun yıllar ölçü
alındıktan sonra ulaşılabilecektir. Zira Türkiye gibi bir
deprem ülkesinde, Normal Zaman diye bir ölçüm, anlık
olarak alınamaz.) Şekil-3’de olası bir anomali yeri olarak
Türkiyede’ki en dikkat çekici sismik gap (asismik segment) olan Reşadiye-Koyulhisar arasında, zaman içinde
oluşabilecek değişim düşünsel olarak gösterilmiştir.
Şekil-4.’te seçilen sismik gap’in, ana şok olarak çalışmaya başlamadan iki üç gün öncesinde oluşturması olası
Tellürül Akım anomalinin düşünsel haritası gösterilmiştir.
Ölçümler hem tellürik akıma hem de Magnetik alana yönelik yapılır. Dört elektrodlu sistemle de çalışılabilir. Eğer
bie anomali tesbit edilirse, bu anomali, dolayısı ile Arka
plan (Fon) MT alandaki ikincil bükülmelerin ilk akla gelen
açıklaması, kopma gerilmesinin tetiklediği piezoelektrik
emisyon ve piezomagnetik ilave alandır. Bu da, deprem
kapıda demektir.
Bütün bu uygulama zorluklarına karşın, hiç değilse çaresiz olmadığımız ve bir şeyler yapılabileceği açıklanmış
olmaktadır.
Şekil-3: Global Tellürik Avrupa Kapanımının, Olası Türkiye Tellürük Akım Back Ground Haritası
Ölçü aletleri tam otomatik olarak çalışsa da, elektrod takımının yük birikim hatası dolayısı ile sürekli olarak kalibre edilmesi gerekmektedir. Ya da elektrod birikim hatası
olmayan elektrodların geliştirilmesi gerekir. Dolayısı ile
en azından ilk aşamada yaklaşık yüz’ü aşkın istasyon ve
eğitimli personele ihtiyaç vardır. Şimdilik on adet istasyonla başlayalım da denilebilir. Bu konuyu projelendirmek için güçlü bir Jeofizik-Fizik-Elektronik-İnşaat çok disiplinli ekibi kurmak gerekir. Projenin fizibilite raporunun
bile büyük bir hacım tutacağı öngörülebilir.
98
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
Fetiye AYDIN
Kimya Mühendisi
BİLİM ETİĞİ
1.
GİRİŞ
Bilim, geçerliliği kabul edilmiş sistemli bilgiler bütünüdür.1
Her bilim bilgi üretir fakat her bilgi bilimsel değildir. Bilimsel göründüğü halde geçerli ve güvenilebilir olmayan,
bilim kökenli olmadığı halde geçerli ve güvenilir bilgiler
vardır. Bilimsel bilgiyi öteki bilgi türlerinden ayıran ölçüt,
metot veya yöntem bilgisidir. Bu sürecin örülmesi ve
toplumla paylaşılması aşamasında belirlenen kurallar
ve ahlaki değerler vardır. Son yıllarda bilimsel etik başlığında biraraya getirilen bu kurallar ve ahlak değerleri,
bilimsel çalışmaların toplum için yapıldığını hatırlatmak
için önemli bir araç olmuştur.
Bilim insanlarının yaptıkları çalışmalarda bilimsel etik anlayışını benimseyerek toplumsal ve bilimsel sorumluluklarını yerine getirmeleri, tüm meslek dallarında olduğu
gibi bilimsel araştırma etiği için de sorunların çözülmesi,
ortak kriterlerin belirlenmesi için etik kurullarının oluşturulması gerekmektedir.
Bu çalışmada etik hakkında kısa bir bilgilendirmenin ardından, bilimsel etik ve bilimsel etik ilkelerine, bilimsel
araştırmanın temel unsurlarına, bilimsel araştırmalarda
etik dışı davranışlara, bilimsel etik kurallarına uymamanın sonuçlarına ve bilimsel yalancılığın önlenmesine
değinilecektir.
2.
ETİK VE BİLİM ETİĞİ
2.1. Etik Kavramının Tanımlanması ve Süreci
1
“Etik, insanların ahlaklı yaşamın temelleri üzerine akıl
yordukları ve bu temellerden yola çıkarak doğru ve yanlışı ayırt etmeye, doğru davranış biçimlerini bulmaya ve
uygulamaya yarayabilecek kuramsal ve toplumsal araçları geliştirdikleri bir düşün alanıdır.”2
Etiği kuramsal felsefeden ayırarak kendi başına bir felsefe alanı olarak ele alan ilk filozof olan Aristotales,
Pratik felsefeyi etik, ekonomi ve politika olmak üzere üç
bölüme ayırmıştır. Kuramsal felsefenin konusu değişen
ve değişmez var olanlarla sınırlandırılırken, pratik felsefede insan eylemleri ve onların ürünleri söz konusuydu.
Aristotales’ten bu yana bir felsefi disiplinin adı olan etik;
günlük dilde ahlaki ya da töresel sözcüğü ile eş anlamlı
olarak kullanılmaktadır. Böylelikle etiğin konusunu ahlak
ya da ahlakilik oluşturmaktadır. 3
Etik ve ahlak iki ayrı kavram olarak değerlendirilmektedir. Ahlak bir toplum en genel standartlarını içermekte
olup bu standartlar, bireylerin mesleki veya kurumsal rollerinden bağımsız olarak, toplumun tümü için geçerlidir.
Ahlak standartları doğru ve yanlış, iyi ve kötü, erdemlik
ve erdemsizlik, adil ve adil olmayan arasında ayrım yaparken etik ise; toplumdaki belirli mesleğin, işin, kurumun veya grubun standartlarıdır. 4
Etiğin önerdiği şeylerin ahlak normları olduğu kabul edilirse; bilimsel olarak bu normların doğrulanabilir yanlışlanabilir olmadığı bilinmektedir. Etik normlarının “bilimsel”
olmadığı kabulü, “bilim”in “değer dışı” olması gerektiği
talebini de güçlendirmiştir. Bilimin “değer dışı” olması
234
1
2
3
4
Niyazi Karasar, “Bilimsel Araştırma Yöntemi”, Nobel Yayın Dağıtım, 16. Basım, Ankara, Eylül 2006, s.8.
TÜBA Etik Kurulu’nun Çalışma İlkeleri, 2000.
Annemarie Pieper, “Etiğe Giriş”, Çev.Veysel Ataman, Gönül Sezer, Ayrıntı Yayınları,Ankara,1999, s.29-31.
David B. Resnik, “ Bilim Etiği”, Çev. Vicdan Mutlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2004, s. 32.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
99
DOSYA
DOSYA
talebinin aslında istediği, bilimsel araştırmaların ve bilimsel bilgilerin uygulanmasının dinsel ve kültürel değer
yargıları ve normları tarafından engellenmemesidir. Ne
var ki; bu talep, bilimsel araştırmada ve çeşitli bilimlerin
sonuçlarının uygulanmasında her türlü değer sorunlarının bir yana bırakılmasına götürmüş ve bilimin ilerlemesi için “mümkün olan her şeyin yapılabileceği” veya
her şeye izin olduğu” bilim adamları arasında yaygınlaşmıştır. Böylece çeşitli bilimlerde mümkün olan her şeyin
sınır tanımaksızın yapılmaya başlanması, bilimlerin ve
teknolojinin “değer dışı” gelişmesi, kişisel veya siyasal
çıkarlarla birleşerek, insanlığı çıkmazlara götürmüştür. 5
Bu durum son otuz yılda çeşitli meslek etikleri patlamasına yol açmış ve bu etik tartışmalarında ana temanın
ortak normları bir araya getirme çabası olmuştur.
Mesleki bir davranış standardı, söz konusu mesleğin insanlara değerli hizmetler ve yararlar sağlamasına olanak sağlar. Mesleki standartlar, bir mesleğin hizmetleri
ve yararları için kalite kontrol mekanizması görevini görürler ve halkın o mesleğe güvenini sağlarlar. 6
1.2. Bilim Etiği Kavramı
Bilimin ahlak alanında etkisi nedir? Bilim ahlaka aykırıdır
ve insanlık için kötüdür diyenler var, kimileride bilimi suçlamıyor seviyorlar. İlk düşünceye sahip olanlar bilimin öldürme güçlerimizi ortaya çıkardığını, lüksü, açgözlülüğü,
doymazlığı daha da azdırdığını söylerken diğerleri ise
bilimin; teknik bilgiler ve ekonomik düzen için ilerlemenin yollarını açtığını söyleyerek sadece gördüğünü ama
yargılamadığını düşünürler, ahlaka aykırı değil sadece
ahlakdışıdır.7
Tarihe baktığımızda bilimin ne amaçla kullanıldığının görebiliriz. 1914 ile 1948 yılları arasında 15 milyon insan
savaşlarda can verdi. Bu ölüm işi için kim silahlandırdı
ulusları? Bilim. 1939 savaşı bir öncekini korkunçluk bakımından gölgede bıraktı. En geniş alan içinde en çok
insanı öldürebilecek gazı aradılar, en amansız tanklar
üzerinde çalıştılar, denizleri aşacak füzeler, büyük çapta patlayıcı madde taşıyacak uçaklar tasarlandı. Bolluk
ve güven içinde yaşamamız için mühendisler makineler tasarladılar, ama makinelerin harıl harıl çalışması
yoksulluk ve işsizlik getirdi. Bilimin yarattığı bu uygarlık
Gandi’ye göre; “kara çağ, karanlıklar çağıydı.” Einstein
Gandi’den daha da sertti “ Bilim bugüne kadar köleler
yaratmaktan başka bir işe yaramadı; savaş zamanında
bizi zehirlemeye, paramparça etmeye yarıyor. Barış zamanında da hayatımızı çekilmez hale sokuyor. Bilimler,
insanları kafa işlerine adayıp büyük ölçüde kölelikten
kurtaracak yerde, onları makinenin kölesi yapmıştır. İşçilerin büyük bölüğü için uzun ve sıkıcı günlerini tiksinti
içinde geçirirler, ama bu bile, o zavallı ücretleri için titremekten alıkoymuyor onları.” Einstein, bilimleri “bir bela”
olarak tanımlamıştı. 8
Bilim, insanlığın iyiliğine hizmet edecekken, eşitsizlikleri
ortadan kaldırmada bir araç olabilecekken, bilimin doğru
amaçlara hizmet ettirilmemesinin örneklerini geçmişte
bir çok defa bulabiliriz. İyilik ve kötülük nedir bilmeyen ahlakdışı bir güç için “eh ne yapalım!” diyebilir insan. Pascal gibi “bilimler insanların harcı değildir” ve “insan onları
bilmekle, bilmemekten daha çok insanlığını yitirir.” 1945
yılına kadar ABD’nin Japonya’ya atom bombası atmasına kadar çoğu insan böyle düşünüyordu. Bu kötülükler
gerçektir ama bunların hiç birisi bilimin işi değildir. 9
Pozitif araştırmanın özünü kavramış kimse için; “bilgi”nin
yasası ile “yasacının yasası” apayrı şeylerdir. İkincisi bir
takım buyruklar, birincisi ise gözlemler ve yorumlardır.
İkincisi olması isteneni, birincisi ile olanı anlamaya yönelmiş bir çaba vardır. Bilim insanın tek istediği bilgiye
ulaşmak olmalıdır. Eğer bilim insanın sahip olduğu ahlak
12345
5
6
7
8
9
Türkiye Felsefe Kurumu, “Etik ve Meslek Etikleri” Yayına Haz: Harun Tepe, Ankara, 2000 s.21-22.
M. Bayles, “Profesyonel Etik”, 2. Basım, Belmont, CA: Wadswort, Aktaran: Resnik, s.57.
Albert Bayet, “Bilim Ahlakı”, Cev.Vedat Günyol, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2000, s.7
Bayet, s.13.
Bayet, s.16.
100
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
bilim ahlakı değil ise; o zaman “bilim, kendini yarattıktan
sonra kullananların davranışlarından sorumlu değildir”.10
Bilim etiği, bilim üretiminin, ne olduğu ve nasıl yapıldığının tanımı içinde yer alan, kurucu unsurlardan biri ve
aynı zamanda bilim insanlarının meslek etiğini kapsar.
Toplumsal faaliyetlerin çeşitlenmesi, yeni bilgilerin toplumsal dolaşıma katılması ve toplumsal pratiklerin eleştirel bir biçimde değerlendirilebilmesi sonucunda etik ve
bilim etiği sürekli olarak gelişme gösteren bir düşün ve
eylem dalıdır.11
Bilim etiği, bilim insanının bilim yaparken uyacağı ahlaki
talepleri yansıtır. Araştırmacının sorumluluğu hem içe
hem dışa karşıdır. İçe karşı sorumluluğunu meslek ahlakı dikte eder, yani verilerin manipüle edilmemesi, sonuçların örneğin deneme yanılma yöntemiyle gösterilebilir
ya da birden çok deneyle aynı koşullarda yinelenebilir olması, yasa hipotezlerin her zaman doğrulanabilir olması şarttır. Öte yandan rüşvet kabul etmemek, kendisiyle
arasına eleştirel mesafe koymak geçerlilik ve güvenilirlik
gibi dürüstlük ilkesini uygulamak araştırmacının ahlakını
oluşturan tavır ve tutumlardır. Bilim adamlarının topluma
karşı yani dışa yönelik sorumluluklarında ise; çalışmaların potansiyel olarak taşıdıkları riskleri ortaya koymak,
kötü niyetli kullanılabileceğine dikkat çekmek, zararlı
olabileceği tahmin edilen araştırmalardan vazgeçmek
gibi davranış ve tutumlar yer alır.12
zaman özgürleşecekleridir. Makine başında çalışmaktan yorulmuş olan işçiye “ Kitap satın al, gezintiye çık,
bilgini arttır.!” demek akıl dışıdır. Yoksullukla savaşan bu
insandan okuma ve araştırma için gerekli olan düşünce
özgürlüğünü isteyemeyiz.14
2.2.1. Bilim Etiğinin İlkeleri
Bayet’e göre; “Bilimsel etik ilkeleri; aklın üstünlüğü, birlik
ilkesi, düşünce özgürlüğü, gerekircilik ve hoşgörüdür.”13
Bunlar bilimi doğuran, yaşatan, ona amacını gösteren,
yöntemlerini esinleyen kurallarla ilgili düşüncelerdir.
2.2.1.1 Aklın Buluşları Üstünlüğün Koşulu
Bilim etiği, “aklın buluşlarını üstünlüğümüzün koşulu sayıyor,” buluş ile elde edilen kazanımların tüm topluma
mal edilmesi gerekmektedir. Bilim ahlakına göre en kabul
edilemeyecek olan ayrıcalık, bir avuç insana “gerçekten
insan olma” olanaklarını sağlayan ayrıcalıktır. Marks’a
göre; ücretli emeği ile çalışan insanların ekonomik
kölelikten kurtulması pek gereklidir ama yeterli değildir, insanlar düşünsel özgürlüklerine kavuştukları
Bir ahlakın özü daha yüksek daha gelişmiş bir toplum düşüncesidir. Bugün burjuva dünyasındaki ekonomik hayatın
yürekler acısı düzeni ve hala milyonlarca insanı ezen yoksulluk karşısında, birçok cömert gönüllü insan maddesel
sorunlar üzerinde kafa yormaktadır. Bolluğun ortasında
doyurulmamış istekler duruyor, örneğin doktorların uzun
süredir iyileştirme bilgisine sahip oldukları hastalıklar hala
fakirlere ve imtiyazsızlara musallat oluyor. Bilimin bize anlattıkları doğru olabilir ama sadece doğruların anlatılmasında yeterli değildir.15 Aklı başında toplumların hedeflerinde
sosyalizmin getireceği bolluk olmalıdır. Marksizm ile anlaşma halinde olan bilim ahlakı, ekonomik kölelikten kurtulmanın bir amaç değil, insanca yaşama kavuşmak için bir araç
olduğu akla getirmektedir. Maddece zengin ve yalnız bununla yetinen bir dünya yine de yoksul bir dünyadır. Pozitif
araştırmalardaki ülkünün istediği, madde köleliğinden kur-
123456
10
11
12
13
14
15
Bayet, s.18.
TÜBA, “Bilimsel Araştırmalarda Etik ve Sorunları”, Tübitak Matbaası, Ankara, 2002.
Pieper, s.92.
Bayet, 2000.
Bayet, s.38.
Federico Mayor, Augusto Forti, “Bilim ve İktidar”, Yenigün Matbaacılık, Ankara, Kasım 2004, s. 154.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
101
DOSYA
DOSYA
tulmuş bir insanlığın kendini çalışmanın soylu biçimlerine,
düşüncenin buluşçu atılganlıklarına vermesidir. 16
ma, cehaleti ortadan kaldırma ve pratik problemlerin çözümü gibi hedeflere dayanmakta olup ayrıca ahlaki bir
temeli de vardır.20
2.2.1.2. Birlik
Bilim etiğinin; ikinci ilkesi birliktir. Bilim, her zaman ve
her yerde, herkesin birlikte davranmasını istemektedir.
Bilim bunu akla ve deneye dayanan ispatlama yolundan
sağlamaktadır.17
Resnik’e göre; bilim etiği araştırmalarında uyulması gereken on iki kural; dürüstlük, dikkat, açıklık, özgürlük,
onur payı, eğitim, toplumsal sorumluluk, yasallık, fırsat,
karşılıklı saygı, verimlilik, deneklere saygıdır.21
1.1. Dürüstlük
2.2.1.3. Düşünce Özgürlüğü
Bilimsel etiğin üçüncü ilkesi, düşünce özgürlüğüdür. Bilimin büyük özelliği, gerici düşüncenin tam tersine, özgürlüğü davranışının yasası yapmış olmasıdır. Belli bir zamanda bilimin elde ettiği bilgilere yön veren varsayımlar
görelilik ve geçicilik damgasını taşır. Bilim sürekli biriktirerek değişim ve devinim peşindedir. Bilimin ürettikleri
bir öncekinin yıkıntıları üstüne oturmaktadır. 18
2.2.1.4. Gerekircilik ve Hoşgörü
Bilim etiğinin dördüncü ilkesi ise; gerekircilik ve hoşgörüdür. İlk üç ilke, fizik ve biyoloji gibi teknik bilimlerin temelini oluştururken, gerekircilik ve hoşgörü ilkesi ise; toplumbiliminde var olur. Gerçekte, toplum-bilim alanındaki
her araştırma elbette gerekirci bir görüşten yola çıkar.
Her toplumsal gerekircilik, ister istemez, bütün insanlığa
karşı anlayışlı bir hoşgörü getirmektedir.
“On beş yaşında bir çocuk hırsızlık yaptığında gerekirci
anlayışın olayı çözümlemesi şöyledir; “suçlu” çocuğun
hırsız bir ana babanın çocuğu olduğunu, henüz iyi ile
kötüyü ayırt etmeden kötülüğe itildiğini, törelerin sakatlığı yüzünden yasalara rağmen, okula gönderilmediğini;
açıkgözlülüğün alkışlandığı, dürüstlüğün onaylanmadığı
bir yapıda büyüdüğünü tespit eder.19 Gerekirci anlayış da
sorunların nedenleri bulunur ve ortadan kaldırılır.
2.
BİLİMDE ETİK TAVRIN STANDARTLARI
Bilimin etik standartlarının, bilimsel mesleğin bilgiyi ara-
Bilim insanı, enformasyonu veya sonuçları saptırmamalı, yalanlara dayandırmamalı veya yanlış sunmamalıdır. Araştırma işleminde her açıdan nesnel, tarafsız ve
dürüst olmaları gerekir. 22 Hepimizin bildiği gibi burada,
araştırmadan çıkan sonuçların bilim çevrelerinde ilgi
çekme, çarpıcı olma, kişiye ün ya da maddi kazanç sağlama vb. bilimdışı amaçlarla saptırılmaması gibi çok temel bir beklenti vardır.23
Bilim insanı doğru bulduğunu objektif olarak aktarmalı,
kurduğu hipoteze aykırı sonuçlara ulaştığında sonuçları
tahrif etmemelidir. 24
Dürüstlük, kendini tanımayı gerektirmektedir. Bazı kişiler
görebildikleri kadarıyla dürüsttürler fakat görüş alanları
dardır ve özellikle kendi etraflarını görmezler. 25 Dürüstlük, bilimsel bilgi için gerekli güveni ve işbirliğini sağlar.26
Bilimdeki hilekarlık biçimlerinin çoğu bilginin analizinde
ve üretiminde ortaya çıkar. Yanlış enformasyon, bilim
insanlarının gerçek olmayan bilgi sunmalarıyla, enformasyonu veya sonuçlarını değiştirmeleri sonucu görülür.
Baltimore olayında Imanishi Kari, araştırma grubunun
fareler üzerinde yaptığı araştırmada tahrif edilmiş enformasyon sunmakla suçlandı. Diğer bilimsel aldatmacalar
ise kırpma ve bulandırmadır. Kırpma, bilim insanlarının
hipotezlerini desteklemeyen sonuçlarını gizlemeleri,
bulandırma ise; sonuçları olduklarından daha iyi göstermeleri ile ortaya çıkmaktadır. Sistemin dayattığı kişisel
hızlı yükselme hırsı, başkalarının kendisinin olumlu ve
başarılı tanımalarını arzulama, kurumun veya bölümün
baskısı(projelerin destekli olmasını isteme v.b.) “fazla
12 3456 7891011
16 Bayet, s. 40.
17 Bayet, s. 44.
18 Bayet, s.47-56.
19 Bayet, s. 58.
20 Resnik, s.82.
21 Resnik, s.82-102.
22 Resnik, s.83.
23 TÜBA, “Dünya’da Türkiye’de Bilim, Etik ve Üniversite”, TÜBİTAK Matbaası, Ankara, 2000, s.61.
24 Jacques Barzun ve Henry F. Graff, “Modern Araştırmacı”, TÜBİTAK Yayınları, Başak Yayıncılık, 14. Basım, Nisan 2004, s.42.
25 Barzun ve Graff, s.43.
26 Resnik, s.83-84.
102
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
yayın, fazla prestij duygusu” parasal kazanç hırsı ve nadiren psikiatrik-kişisel bozuklukların bilimsel yanıltma ve
yalancılıkta etken olduğu düşünülmektedir.27
1.2. Dikkat
Bilim insanları, araştırmalarında, özellikle de sonuçlarını
paylaşırken, hatalardan kaçınmalıdırlar. Deneysel, yöntemsel hataları ve insani hataları asgari düzeye indirmelidirler. Bilim insanlarının, eleştirel ve dikkatli oldukları
düşünülse de onlar, tıpkı diğer insanlar gibi genellikle
görmek istediklerini görürler. Kendini kandıran bir bilim
insanı, bir deneyin hipotezin kanıtlandığına içtenlikle inanabilir. Oysa dikkatsizlik sonucu yapılan bir hata istenmeyen toplumsal sonuçlara yol açabilir. 28
Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair başlıklı şiirinde dediği
gibi;
“Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın,
Bir sincap gibi mesela…
Bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin,
Hem de hiç tanımadığın insanlar için
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken…”
1.3. Açıklık
Bilim insanları verileri, sonuçları, yöntemleri, fikirleri,
etkinlikleri ve araçları paylaşmalıdır. Başka bilim adamlarının çalışmalarını değerlendirmelerine izin vermeli
ve eleştiriye, yeni fikirlere açık olmalıdırlar. Açıklık bilimin doğmatik, eleştrisiz ve peşin hükümlü olmasını
engeller. 29
1.4. Özgürlük
Bilim insanları, herhangi bir sorun veya hipotez üzerine
araştırma yapmakta özgür olmalıdır. Yeni fikirler ortaya
koyup yeni fikirler geliştirmelerine olanak tanınmalıdır.
Özgürlük aynı zamanda eski fikirleri ve varsayımları
eleştirme ve bu tür görüşlere meydan okuma olanağı
tanıyarak bilimsel bilginin meşrulaşmasında önemli bir
rol oynar. 30
Özgürlüğe belirli durumlarda küçük sınırlamalar getirilebilir. Örneğin; pek çok araştırma bilim insanlarının tavrına bağlıdır ve bu tavırlar, bilim insanlarının topluma zarar
vermemesi ve insanların haklarının ihlal edilmemesi için
gereklidir.
1.5. Eğitim
Bilim insanları geleceğin bilim insanlarını yetiştirmeli ve
onlara iyi bilimin nasıl yapılacağını öğretmelidir. Ayrıca
bilim insanları toplumu eğitmeli ve bilim hakkında bilgilendirmelidir. Eğitim, işe alma, resmi öğrenim ve akıl
hocalığını içerir. İşe alma, yeni insanları bilimsel mesleklere çekmekte önemli rol oynar. Resmi örenim de ise;
bilim insanlarının en yüksek seviye de bilim öğretmek
isteyen insanları bilgilendirme görevleri vardır. Yetiştirme ise; örnek olmayı, uygulamayı içeren gayri resmi bir
öğretim biçimidir. Bilim insanları, halkı popüler kitaplar,
dergi makaleleri ve televizyon programları v.s. ile eğitmekle yükümlüdür.
1.6. Toplumsal Sorumluluk
Bilim insanları topluma faydalı olmaya çalışmalıdır. Bilim
insanları araştırmanın sonuçlarından sorumlu olmalı ve
bu konuda toplumu bilgilendirmelidir. Bilim insanları, araştırmaların önceden bilinmeyen sonuçlarından sorumlu
olmasalar da, beklenen sonuçlarından sorumludurlar.31
Fakat bazı durumlarda araştırmanın sonuçlarını önceden
görmek imkansızdır. Einstein, Plank ve Bohr, 1900’lü yıllarda kuantum teorisi üzerine yaptıkları araştırmanın atom
bombası yapımına neden olabileceğini önceden bilmiyorlardı. Atom fiziği pratik sonuçları olmayan bir alan olarak
görülüyordu. Lokomotifin endüstri devriminde rol oynayacağını ya da DNA’nın keşfinin genetik mühendisliğini doğuracağını çok az kişi fark etmişti. Diğer belirsizlik durumları ise; ahlaki ve siyasidir. Araştırma sonuçları önceden
tahmin edilse bile insanlar bu sonuçların toplumsal değeri
hakkında fikir farklılığına düşebilirler.32
Bilim insanları, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin paralelinde ortaya çıkan sorunlarla baş edebilmek için toplumsal sorumluluk ilkesini ana öğe olarak belirlemelidir.
1 2 3456
27 TÜBA, s.61.
28 Resnik, s. 89.
29 Bird, S. And Housman, D. “ Trust and the collection, selection analysis and interpretation of data: a scientist’s view”, Science and Engineering
Ethics 1:371-82. Aktaran: Resnik, s.90.
30 Resnik, s. 94.
31 Resnik, s.96.
32 Resnik, s.212-213.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
103
DOSYA
DOSYA
1.8. Verimlilik
Bilim insanları kaynaklardan verimli olarak yararlanmayı
bilmelidir. Bilim insanlarının ekonomik, insani ve teknolojik olarak kaynakları sınırlı olduğundan, amaçlarına ulaşmak için bu kaynakları akıllıca kullanmaları gerekir. Örneğin, bir makale ile yayınlanabilecek bir araştırma, iki,
üç hatta dört makaleye bölünebilmektedir. Ayrıca bilim
insanları yayınlarında ve sunularında küçük değişiklikler
yaparak aynı sonuçları farklı makalelerde kullanabilmektedir ki bu durum etik ilkelerine aykırıdır. 36
Toplumsal sorumluluk ilkesi gereği bilim insanlarının
sonuçlarını kamuoyuna açıklarken toplumsal çıkarları
gözetmeleri gerekmektedir. Ayrıca bilimin sonuçlarının
sunulmasında tüm toplumca anlaşılır olmasına dikkat
edilmelidir.
Toplumun bilimi yanlış anlamasına en iyi örnekler, sigara
içmek, sera etkisi, diyet, kansere neden olan maddeler
ve risk belirlemedir. Bilim insanlarına burada düşen görev, basın mensuplarını ve halkı, bilimsel teoriler, yöntemler, keşifler konusunda bilgilendirmek ve eğitmek için
çaba harcamaktır. 33
1.7. Yasallık
Bilim insanlarının önemli bir bilgiye ulaşmak ve topluma yararlı olmak için yasaları çiğneyebilecekleri ifade
edilebilmektedir. Bu ihtiyacın ortaya çıkmasına bir örnek verilecek olursa; “Ortaçağ Avrupa’sında insanların
bedenlerinin teşhir etmesine sınırlamalar getirilmiş ve
insan bedeni hakkında daha çok bilgi sahibi olmak isteyen araştırmacılar, araştırmalarını gizlilikle yürütmüşlerdi. Galileo zamanında Katolik Kilisesi, Copernicus’un
Güneş merkezli astronomisini öğretmeyi yasaklamıştı. 34
Galileo, kutsal kitapların sıklıkla harfiyen ifade ettiğinden
daha farklı bir açıklamaya ihtiyaç duyulduğunu ve doğa
yasalarıyla ilgili tartışmada Kitab-ı Mukaddes’in her halükarda gerçekten de ikincil bir rol oynaması gerektiğini söyleme cesaretini gösterdi. Galileo’nun savunduğu
devrimci görüş buydu ve bunun bedelini canıyla ödedi.”35
İktidarın belirlediği yasaların yanlılığı göz önünde bulundurulursa; bilim insanlarının araştırma sonuçlarını yasalara aykırı olsa da açıklamaları gerekmektedir.
4. BİLİMDE ALDATMACALAR
Bilimde sahtekarlık olaylarına her dönemde rastlamak
mümkün, üstelik en büyük bilim insanlarının bile bazı
küçük ayak oyunlarına başvurdukları iddia edilmektedir.
“Örneğin Galileo’nun ünlü serbest düşüş deneylerini yapmış olduğundan kuşkulananlar var. Aynı durum modern
atom teorisinin kurucusu John Dalton ile modern genetiğin kurucusu Gregor Mendel hakkında da düşünülmektedir. Tabii iddialar, eleştiri konusu yapılan bilim insanlarının
daha çok teorik bir kafa yapısında olduklarından deney
yanlışları olarak yorumlamış olmaları muhtemeldir. New
Scientist dergisinin 1976’da okurları arasında yaptığı bir
ankete cevap veren 201 kişiden 194’ünün bilimde hile
yaptığı konusunda bilgileri olduğunu açıklamışlardır. Hile
yapanlardan 1/5’i suçüstü yakalanmış, bir başka 1/5’i de
hile yaptıklarını itiraf etmişlerdir. Bunlardan 1/5’i yapılmamış deneyleri yapılmış gibi göstermiş, geri kalanlar ise
verileri kırpma yoluna gitmişlerdir. Herhalde bilim insanları arasında da “mutlak dürüst” olanlarla “tam sahtekar”
olanların sayısı ötekilere kıyasla daha az”. 37
Örneğin; Elias Alsabti adındaki Irak’lı genç, Ürdün Kral
ailesinden mastırını ve doktorasını yapmak üzere gönderildiği ABD’de kendisini kısa sürede çevresine tanıtıyor. “Kanser Bağışıklığı” konusunda ABD’de doktora
yapmaya çalışırken aynı zamanda 1 yıl içinde 60 bilimsel
makale “yayınlıyor.” Tabii ki bunları kendisi yazmamış,
başkalarının çalışmasından “aşırmış”. Kullandığı taktik
ise şöyle; daha önce ABD’de yayınlanmış makalede ufak
tefek değişiklikler yapıp, bazen hiç olmayan kişilerinde
isimlerini de ekleyerek Japonya, Brezilya gibi ülkelerde
yayınlanan ikinci, üçüncü derecede tıp dergilerine göndererek yayınlatmış. Alsabti, sadece aşırma ile yetinmi-
1 2345
33
34
35
36
37
Resnik, s.168-169.
Resnik, s.99.
Mayor ve Forti, s.28.
Resnik, s.102.
TÜBA, s.79.
104
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
yor. “Bazı kanser türlerinin varlığını belli eden bir test”
geliştirdiğini söyleyerek Irak Hükümetinden bu konuda
araştırmalar yapmak ve yöntemi geliştirmek üzere para
istiyor, hükümette sözlerine kanıp kendisine özel bir laboratuar tahsis ediyor. Alsabti’nin hilekar olduğu anlaşılınca Ürdün’e sürülür ve Alsabti’nin hikayesi farklı hilekarlık öyküleri ile devam eder. Tabii ki tek örnek Alsabti
değil fakat diğer bir örnek ise; Marc Spector. Spector,
ABD’li genç bir araştırmacı, Cincinnati Üniversitesi’nde
lisans ve mastır diplomalarını aldıktan sonra, doktorasını
yapmak üzere; Cornel’de Ephraim Racker’in laboratuarında araştırmalarına başlar. Önce Racker kendisini hücre zarlarında çok önemli bir işlevi olan bir enzimi, ATPase’ı pürifiye etmekle görevlendirir. Spector, bu görevi ki
ay gibi kısa bir zamanda başarır. Çalışmalarıyla kanser
virüsünün o hücreye kanser hücresine nasıl dönüştürdüğünü tek tek aşamalarıyla açıklar. Spector’un buluşu
inanılamayacak kadar güzeldir. Fakat deneylere hile karıştırdığı anlaşılınca aslında lisans ve master diploması
dahi almamış bir sahtekar olduğu anlaşılır. 38
Bilim Etiği, Aristotales’ten günümüze kadar uzanan ahlak ilkeleri esasına dayalı bir kavram olarak karşımıza
çıkmaktadır. Etik kurallarının standartlaştırılması ihtiyacı,
sistemin toplumda yaratmış olduğu olumsuz dönüşümün
bir sonucudur. Günümüzde bilimsel araştırmaların amacına ulaşabilmesi ve toplumsal fayda sağlayabilmesi için
her meslek alanı belirlenmiş olan etik kurallar doğrultusunda hareket etmeli ve araştırmacı kişisel çıkarlarının
esiri olmamalıdır.
1.1. Bilimsel Yanıltma veya Yalancılığı Önleme Yaklaşımları
Türkiye Felsefe Kurumu, “Etik ve Meslek Etikleri” Yayına Haz: Harun
Tepe, Ankara, 2000.
Bilimsel yanıltma temelde 3 grupta toplanmaktadır.
KAYNAKLAR
Albert Bayet, “Bilim Ahlakı”, Cev.Vedat Günyol, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2000.
David B. Resnik, “Bilim Etiği”, Çev. Vicdan Mutlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2004.
Federico Mayor, Augusto Forti, “Bilim ve İktidar”, Yenigün Matbaacılık,
Ankara, Kasım 2004.
Niyazi Karasar, “Bilimsel Araştırma Yöntemi”, Nobel Yayın Dağıtım,
16. Basım, Ankara, Eylül 2006.
Annemarie Pieper, “Etiğe Giriş”, Çev.Veysel Ataman, Gönül Sezer, Ayrıntı Yayınları,Ankara,1999.
TÜBA, “Dünya’da Türkiye’de Bilim, Etik ve Üniversite”, TÜBİTAK
Matbaası, Ankara, 2000.
39
1. Bilimsel Korsanlık (piracy): Başka araştırıcıların verilerini kendi izni olmadan almak,
2. Başkalarının fikir, yazı ve çalışmalarını çalarak, aldığı kişilere gereken şekilde atıfta bulunmadan kendisinin
gibi göstermek, söylemek ve yayımlamak(plagiarism),
3. (fabrication, desk-research,dry-lab), verilerin “saptırılması” veya var olmayan bilgilerin/verilerin “yoktan var
edilmesi” şeklinde gruplanabilir.
Jacques Barzun ve Henry F. Graff, “Modern Araştırmacı”, TÜBİTAK
Yayınları, Başak Yayıncılık, 14. Basım, Nisan 2004.
TÜBA, “Bilimsel Araştırmalarda Etik ve Sorunları”, Tübitak Matbaası, Ankara, 2002.
Aydın, İ. “Yönetsel Mesleki ve Örgütsel Etik”, Pegem A Yayıncılık,
Ankara, 2001.
Charles M . Wynn-Arthur W. Wiggins, “Yanlış Yönde Kuantum Sıçramaları”, Cev. Aykut Kence, TÜBİTAK Yayınları, Semih Ofset, Ankara,
2002.
TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, “26. Dönem Şube
ve Temsilcilik Söyleşileri, ‘ “Mühendislik ve Etik”, Prof. Dr. İsmail Duman, Prof. Dr. Yılmaz Taptık’, Can Matbaacılık, İstanbul, Ocak 2005.
Evrensel Kültür Dergisi, “Toplum ve Bilim” Ocak 2002, Sayı 121’in eki.
Bilimsel Yalancılığın önlenmesinde üç temel yaklaşımın
yararlı ve önemli olduğu ifade edilmektedir. 40
1.
Araştırıcıların eğitim ve öğretimi,
2. Araştırıcılar üzerinde baskıları azaltmaya yönelik
tedbirlerin alınması,
3. Araştırmacıların üzerindeki mali baskıların kaldırılması.
1 23
38 TÜBA, s.80.
39 TÜBA, s.72.
40 TÜBA, s.73.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
105
DOSYA
Prof. Dr. Alkan SOYAK
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi Bilim Dalı Başkanı
İKTİSAT YÜKSEK LİSANS EĞİTİMİNDE YENİ AÇILIMLAR:
“YENİLİK EKONOMİSİ VE YÖNETİMİ”1
Birçok Batı ülkesi ve yükselen bazı Doğu Asya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de bilim-teknoloji ve yenilik yönetimiyle ilgili araştırmalar yapan ve eğitim veren
birimlerin sayısı giderek artıyor. İTÜ, ODTÜ, Bilkent ve
Işık gibi üniversitelerden sonra, 2007 yılında Marmara Üniversitesi’nde de Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat
Anabilim Dalı bünyesinde (tezsiz) yüksek lisans eğitimi
verecek olan benzer bir program hayata geçirildi. Bu yazıda ilgili programa niçin ihtiyaç olduğu, programın hangi fonksiyonları ifa edeceği ve derslerin niteliği ile ilişkili
bazı bilgiler verilmeye çalışılacaktır.
yılda özellikle gelişmiş ülkelerin ekonomik büyümelerinde yeniliğin katkısı yüzde elliden fazladır. Yeni bir ürün,
üretim yöntemi ve organizasyon biçimini kapsayabileceği gibi yeni pazarların açılmasını da kapsayabilen “yenilik
olgusu”, “fark yaratan yaratıcılık” sloganıyla günümüzde
1) Böyle bir programa niçin ihtiyaç var?
Dünya ile bütünleşme anlamında yaşanan küreselleşme
sürecinin özellikle son dönemlerde dikkat çeken en temel dinamiğini, bilim ve teknolojide yaşanan baş döndürücü gelişmeler oluşturmaktadır. Günümüzde bilim ve
teknoloji politikalarının odağında ise “yenilik” (inovasyon)
kavramının yer aldığı görülmektedir. Yenilik olgusu bir
taraftan da bilim ve teknoloji politikaları ile iktisat politikalarının ortak bir paydasını oluşturmaktadır. Bilindiği
gibi artık iktisat politikası öncelikleri; ekonomik büyüme
ve gelişmenin hızlandırılması, uluslararası rekabet gücünün artırılması ve insanların refahı ve yaşam kalitesinin
yükseltilmesine odaklanmaktadır.
Yenilik, hem ülkeler hem de firmalar için ulusal ve uluslarararası platformda rekabet gücü kazanmanın, verimlilik artışı sağlamanın, ekonomik büyüme ve gelişmenin,
dolayısıyla da refah ve yaşam kalitesi artışının en temel
unsurlarındandır. OECD’nin saptamalarına göre son 25
1
1 Bu yazı büyük ölçüde “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi” yüksek lisans programının kuruluş gerekçesine dayalı olarak hazırlanmıştır. Gerekçenin
oluşturulmasında başta Yrd. Doç. Dr. Cengiz Bahçekapılı’ya ve programın tüm öğretim üyelerine teşekkürü bir borç bilirim.
106
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
bir sistem yaklaşımı içinde ele alınmaktadır. Artık modern ekonomilerde “ulusal ve bölgesel yenilik sistemleri”, bir ülkenin ya da bölgenin yenilik sürecinde yetkinlik
kazanmasına ve bu yetkinliği sürdürebilmesine yarayan
en temel yapılar olarak kabul edilmektedir. Bu sistemi
oluşturan; üniversite, araştırma kurumu ve firma gibi aktörlerin birbirleriyle nasıl bir etkileşim içine girdikleri ne
kadar önemliyse, bu sistemin etkin çalışması adına kişi,
kurum ve firmaları “öğrenmeye teşvik eden şartlar” da
büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla özellikle özel firmalar ve kamu işletmeleri için öğrenmeye dayalı “sürekli
yenilikçilik” yeteneğinin kazanılması, bir yönüyle üniversitelerden de beslenen bir yapı arz etmektedir.
Bu ihtiyacın yansımalarını, Türkiye’de iktisat eğitimi veren üniversitelerin lisans ders programlarına girmeye
başlayan yeni derslerden de izlemek mümkündür. Dünyadaki gelişmelere de paralel olarak, “Yenilik Ekonomisi”, “Teknoloji İktisadı”, “Teknoloji Ekonomisi”, “Yenilik
ve Teknoloji İktisadı”, “Sanayi ve Teknoloji Ekonomisi”,
“Teknoloji ve Gelişme” gibi benzer içeriğe sahip derslerin, lisans eğitimi veren iktisat bölümlerinin ders programlarında yerini aldığı görülecektir. Özellikle metropol
niteliği taşıyan büyük şehirlerdeki; Marmara Üniversitesi,
ODTÜ, Gazi Üniversitesi, İTÜ, Dokuz Eylül Üniversitesi,
İzmir Ekonomi Üniversitesi ve Uludağ Üniversitesi gibi
eğitim kurumlarının lisans düzeyinde iktisat eğitimi veren
bölümlerinde, adı geçen veya benzer isimlerdeki derslere sıkça rastlanmaktadır. Üniversitelerin lisans programlarında yaşanan bu gelişmeler yenilik ekonomisi eğitimi
veren yüksek lisans programlarının da varlığını zorunla
hale getirmiştir. Bu durum Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Anabilim Dalı altında “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi”
tezsiz yüksek lisans programının hayat damarını oluşturmaktadır. Bu nedenle özellikle iktisat eğitimi de veren
sosyal bilimler enstitülerinin yüksek lisans ve doktora
aşamalarında “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi”ne yönelik
teorik ve uygulamalı bilgiler veren bir programın hayata
geçirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Teknoloji ve iş dünyasında ortaya çıkan yenilikleri teorik düzeyde analiz etmek, ayrıca bu akımların sonucu
olarak iş ve kamu dünyasında ortaya çıkan sorunları
çözebilmek, bununla birlikte fırsatlardan da pratikte yararlanabilmek için bir takım yeni bilgi ve becerilere sahip
olmak, bir gerekliliğin ötesinde zorunluluğa dönüşmüş
durumdadır. Bu yenilikleri ve yarattığı sosyoekonomik
sonuçları anlayabilmek ise, iktisadi bir bakış açısıyla
beraber mühendislik, işletme ve hukuk disiplinlerinin de
konuya katkılarını ihmal etmeyen bütüncül bir kavrayışla
mümkün olabilir. Bu nedenle “Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi” tezsiz yüksek lisans programında yer alan derslerin ve bu dersleri verecek öğretim üyelerinin seçiminde
farklı disiplinlerden olabildiğince yararlanılmasına özen
gösterilmiştir.
“Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi” tezsiz yüksek lisans programının genel hedef kitlesi lisans veya lisansüstü bir dereceye sahip tüm üniversite mezunları olmakla beraber,
yenilik ekonomisinin yarattığı gelişmelere ayak uydurabilmek için gerekli donanım ve araçlara sahip olabilmeleri
adına, iş dünyası veya kamunun değişik karar alma süreçlerindeki yönetici, bürokrat ve iş sahiplerine yönelik bir
program hazırlamaya da özel önem verilmiştir.
Günümüzde bilgi ekonomisi koşullarında, bilginin değişik
biçimleri, sınaî ve ticari buluşlar ve teknolojik yenilikler,
ulusal-uluslararası rekabetin ve ekonomik büyümenin
temelini oluşturan unsurlardır. Uluslarararası teknoloji endekslerinde çok aşağılarda yer alan Türkiye’nin
yukarılara tırmanabilmesi; bahsi geçen “Ulusal Yenilik
Sistemi” doğrultusunda, bu sistemin asli unsurlarının birbirileriyle olan etkileşimini en üst düzeye çıkarabilmekle
mümkündür.
Konunun uzmanı olan bilim adamları, uygulamacılar
ve profesyonelleri bir araya getirecek olan bu program;
“yeni iş yapma modellerini ve yenilik süreçlerini analiz
etmek ve anlamak”, “teknolojik, iktisadi, organizasyonel
ve kurumsal değişimleri içeren yeni buluş ve yeniliklerin
ortaya çıkarttığı problemleri tanımlamak, formüle etmek
ve çözmek”, “yenilikleri uyarlamak” ve “yenilik yönetimine ilişkin teknikleri tanıtmak ve geliştirmek” adına çok
önemli bir eğitim ve etkileşim platformu oluşturacaktır.
Bu programda ayrıca yenilikçi bir iş kültürü oluşturmak
isteyen girişimci, yönetici ve adaylarına mevcut klişeleşmiş bakış açıları ile görülmesi ve algılanması mümkün
olmayan yeni iş ve gelişim alanlarının algılanmasına
yardımcı olacak farklı bir perspektif kazandırılmaya da
çalışılacaktır. Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’nin
sosyo-ekonomik sorunlarından birisinin de yenilik ve girişimcilik konusunda yaşanan nitelik ve nicelik sorunları
olduğu düşünüldüğünde, bu programın açılması ve hatta böylesi programların ülke çapında yaygınlaşmasıyla;
hem bölgenin hem de ülke ekonomisinin ulusal rekabetçilik gücünün artması ve ekonomik gelişmeyi uyarmaya
yönelik orta ve uzun vadede katkıda bulunulacağı düşünülmektedir.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
107
DOSYA
DOSYA
2) Programda Yer alan Derslerin Bütünlüğü
“Yenilik Ekonomisi ve Yönetimi” yüksek lisans programı; öğrencilerin yeni iş modellerini ve yenilik süreçlerini
anlayabilmesi, yeni buluş ve yeniliklerin ortaya çıkarttığı
problemleri tanımlayabilmesi ve çözebilmesi, yenilikleri
uyarlayıp, yenilik yönetimiyle ilgili teknikleri tanıyabilmesi
için birbirini bütünleyen iki yarıyıllık bir ders programını
içermektedir. (Bkz; Tablo 1)
Birinci yarıyıl dersleri; dünya ekonomisinde yaşanan
küreselleşme süreciyle birlikte ülkeleri ve firmaları yenilikçi stratejiler geliştirmeye iten makro ve mikro ekonomik yapılar ile teknolojik yeniliklerin dinamiklerini gözler
önüne sermeyi hedeflemektedir. Dolayısıyla bu dönem
dersleri, genel olarak teknolojik yeniliklerin iktisadi
gelişmedeki önemini, yenilik sürecinin makro ve mikro ekonomik düzeyde belirleyicileri ve göstergelerini,
Türkiye ve AB’de yenilikçiliğin ve girişimciliğin sosyoekonomik gelişmedeki rolünü ve bu açıdan Türkiye’nin
uyum sorunlarını ele alan, teorik boyutu ağır basan konulardan oluşmaktadır.
cek, yeni iş yapma modeli olarak elektronik ticaretle ilgili
kritik bilgileri ve uygulamaları edinebilecek, uluslararası
finans piyasalarında yaşanan yeniliklerin getirdiği risklerin yönetiminde çok önemli bilgileri öğrenebileceklerdir.
Ayrıca Türkiye’nin önde gelen girişimci, yönetici, işadamı
ve bürokratlarının katılımının sağlanacağı seminer dersleriyle, kişi ve kurumların “başarı öykülerinden” interaktif
bir biçimde yararlanma imkânı bulunabilecektir.
Dönem projelerinin hazırlanmasında genel prensip; öğrencinin danışman öğretim üyesi ile birlikte belirleyeceği, yenilik ekonomisi ve yönetimine ilişkin teorik ve güncel konuları
içeren bir başlık çerçevesinde proje çalışması hazırlaması
ve danışman öğretim üyesinin onayına sunmasıdır.
3) Programda Yer Alan Derslerin İçeriği
3.1. Yenilik İktisadı
Modern ekonomilerde “teknolojik yenilik”, sosyal refahın
ve iktisadi gelişmenin temel itici gücü olmanın yanı sıra
ülkelerin ve firmaların rekabetçiliğinin de en önemli belirleyicilerindendir. “Yenilik İktisadı” dersinde, teknolojik
yeniliğin iktisadi gelişme açısından önemi; sanayi devriminden enformasyon-komünikasyon devrimine bilimle
bağlantılı teknolojinin gelişimi; yeniliğin mikro ekonomik
analizi ve firma teorisi (yenilik ve firma büyüklüğü, yenilik ve firma stratejileri); yeniliğin makro ekonomik analizi (ulusal yenilik sistemleri, teknoloji, iktisadi büyüme
ilişkisi, teknolojik gelişme ve yayılması) yenilik ve kamu
politikaları (teknolojik gelişme ve yenilik sürecine yönelik
devlet müdahalelerini gerektiren unsurlar, bilim, teknoloji
ve yenilik için kamu politikaları, çeşitli ülke deneyimleri)
konularında öğrencilere bilgiler aktarılacaktır.
3.2. Sanayi İktisadı
İkinci yarıyıl dersleri ise rekabetçi sektör ve firmalarda
yenilik modellerinin nasıl geliştirildiğini, sürekli yenilikçilik anlayışının getirdiği sorunlar ile çözüm önerilerinin
neler olduğunu sorgulayan ve bu sürecin bir bütün olarak
yönetilmesini içeren “yenilik yönetimi teknikleri” konusuna odaklanan, büyük ölçüde uygulamaya dönük derslerden oluşmaktadır. Bu dönemde öğrenciler; yeni ekonominin getirdiği hukuki sorunları (e-hukuk) aşmada pratik
çözümler bulabilecek, uluslararası muhasebe standartlarında yaşanan yeni gelişmeleri şirketlerine aktarabile108
Sanayi İktisadı (Sİ) Piyasaların nasıl çalıştığını, firmaların birbiriyle nasıl rekabet ettiğini, firmalar arası
etkileşimin piyasa yapılarını, performansını ve refahı
nasıl etkilediğini inceler. Örneğin, bir firma bir ürünün
fiyatını belirlerken bu kararın piyasadaki diğer firmaların da karını etkileyeceğini dikkate alır ve onların da
fiyatlarını değiştirerek tepki göstereceklerini düşünür.
Bu stratejik etkileşimler birçok firmanın fiyat, ürün tasarımı, araştırma–geliştirme (Ar&Ge) yatırımları, reklâm
kampanyaları, işletmelerin coğrafi konumları ve diğer
firmalarla birleşmeleri gibi kararlarını etkiler. Bu derste
cevabı aranacak soruların bazıları şunlardır: Bir piyasadaki firma sayısını ve piyasa gücünü belirleyen fak-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
ve daha sonra uluslararası finansal yapının örgütlenmesi
ve düzenlenmesine ilişkin çalışmalar irdelenmektedir. Nihayet, finansal küreselleşmenin değinilen gelişmeler neticesinde devletin konumunda yarattığı değişikliklerden
bahsedilerek, düzenleyici otorite olarak devletin finansal
gelişmeleri kontrol etmede karşılaştığı zorluklar ya da
kolaylıklar konusunda bilgi verilmekte, tüm bu gelişmeler
karşısında Türkiye’deki durum değerlendirilmektedir.
3.5. Türkiye’de Girişimciliğin Tarihsel Gelişimi
törler nelerdir? Neden firmalar ürünlerini farklı fiyatlardan satarlar? Bir firma diğer firmaları piyasaya girme
fikrinden nasıl caydırır? Firma davranışlarının tüketici
refahı üzerindeki etkileri nelerdir? Hangi firma davranışları yasalarla engellenir ya da sınırlanır?
3.3. Avrupa Birliği’nde Yenilik Ve Girişimcilik
Bu derste anlatılacak konular Türkiye ekonomisi yönünden, sayısal verilere ve konu ile ilgili olarak yapılan hesaplamalara dayalı bir biçimde sunulacaktır. Derste, AB
ve bölgesel entegrasyonlar; AB’nin ekonomik yapısı ve
dünya ekonomisindeki yeri; bölgesel entegrasyon ve inovasyon; AB’de tek pazar oluşumu ve yenilik; AB’nin rekabet politikası ve yenilik; AB ülkeleri ve Türkiye’de rekabet
edebilirlik; AB’de inovasyon konusunda eğilim ve gelişmeler; AB’nin sanayi politikası ve yenilik; AB’de girişimcilik
politikası ve KOBİ’lere yönelik teşvikler, AB’de araştırma
ve teknoloji politikası gibi konulara değinilecektir.
3.4. Finansal Küreselleşme
Teknolojik gelişmenin artırdığı ivme ile yeni finansal
araçların yaratılması finansal hizmetlerin çeşitlenerek
yaygınlaşmasına ve devlet ölçeğinde para ve finans politikalarının uygulanmasının zorlaşmasına, parasal büyüklüklerin tanımının dahi içinden çıkılması güç bir konu
haline gelmesine neden olmaktadır. Üniversite, kamu ve
iş çevrelerinin, kendi bünyelerindeki eğitim, yönetim ve
karar alma faaliyetlerinde, küresel ekonominin bu dinamiklerini göz ardı etmeleri düşünülemez. Bu doğrultuda
söz konusu ders, teknolojik yeniliklerin finans sistemine
uygulanışıyla daha da hızlanan finansal küreselleşme
sürecinin getirdiği değişimlerin ekonomiyi nasıl etkilediği
sorusu üzerine yoğunlaşmaktadır. Bunun için uluslararası finans kesiminin oluşumu, buna katkıda bulunan etkenler, bu bağlamda teknolojik gelişme ve finansal yenilikler üzerinde durularak, son mali krizlere değinilmekte
Bu derste Türkiye’nin 19. yüzyıl ortalarından 21. yüzyılın
başına kadar uzanan süreçte girişimciliğin gelişimi konu
edilecektir. Bu bağlamda, Osmanlı Devleti’nde bir girişimci sınıfın oluşumunu yani sermaye birikimi önündeki
engellerden başlayarak, 19. yüzyılda “iktisat”ın keşfi, sanayileşme tartışmaları, şirketleşme, odalar, odalar dışı
örgütlenmeler, yabancı sermaye ve girişimcilik, eğitim
ve girişimcilik, izlenen iktisat politikaları, yani devlet ve
girişimcilik, girişimci profilleri gibi konular ele alınacaktır.
Derste konular ile ilgili okumalar yanı sıra yazılı ve görsel
diğer kaynaklardan da Türkiye’de girişimciliğin gelişimi
izlenecektir.
3.6. Yeni Ekonomi Ve Hukuki Sorunlar
Yeni ekonominin ve internet devriminin sosyo-ekonomik
hayatta gerçekleştirdiği köklü değişimler hukuk alanında
da yansımasını bulmaktadır. Bu derste yeni ekonominin,
özellikle de internet üzerindeki yeni iş yapma biçimlerinin
gerçek ve tüzel kişiler için getirmiş olduğu hukuki sorunların neler olduğu ve çözüm yolları ortaya konulacaktır.
Elektronik ticaretin yaygınlaşmasıyla birlikte özellikle
özel hukuk alanında bir dizi sorun gündeme gelmektedir.
Internet ortamında sözleşme kurulması, sözleşmelerde
şekil sorunu, dijital ve elektronik imza, elektronik ödeme,
servis sağlayıcı sorumluluğu, elektronik ortamda haksız
rekabet bunlardan yalnızca bazılarıdır. Ayrıca yeni ekonomiyle birlikte buluşların ve yeniliklerin korunmasına
yönelik hukuki mekanizmalar öne çıkmakta; fikri ve sınaî
mülkiyet hukuku giderek daha da önem kazanmaktadır.
İlgili konulardaki hukuki sorunlar ve çözümleniş biçimleri,
güncel mevzuatın ışığında ve mahkeme kararlarına dayalı olarak öğrenciye aktarılacaktır.
3.7. Yenilik Yönetimi Ve Veri Analizi
Yenilik sürecinin ölçülmesi çelişen uygulama, yaklaşım
ve tarifler nedeniyle akademisyenler ve uzmanlar açısından kritik bir olgudur. Yenilik yönetimi kavramının içeriği-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
109
DOSYA
DOSYA
ne bakıldığında parçalanabilir süreçler ortaya çıkmakta
ve bu durum fikirlerin kazanç sağlayacak ürünlere dönüştürülmesi aşamasında pek çok aktivitenin ölçülmesini gerektirmektedir. Öncelikle bu kavramlar belirtilecek
ve bu aktivitelerin ölçümleri için ortaya konmuş çalışmalar açıklanacaktır. Veri toplama yöntemleri, ölçme ve
ölçek tipleri, istatistiksel teknikler tanımlanacak, yenilik
yönetimi veya performansının ölçümüne ve değerlendirilmesine yönelik uygulamalar anlatılacaktır. İstatistik paket programı kullanımı ile analizlerin yapılması ve elde
edilen sonuçların yorumlanmasına ilişkin uygulamalar ile
teorik konular pekiştirilecektir.
rı Kurulu’nun (IASB) yürüttüğü faaliyetler; finansal raporlama açısından ülkeler arasındaki farklılıkların nedeni
ve başlıca finansal farklılıklar; uluslararası muhasebede
finansal tablolar; Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (IFRS), (Türkiye Muhasebe Standartları) TMS,
(Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK)
ve Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) standartları ve bunların karşılaştırılması; AB’nin konuyla ilgili direktifleri ve
Türkiye’nin uyum sorunları gibi konularda teorik ve uygulamalı bilgilere yer verilecektir.
3.8. Uluslararası Pazarlama ve Yenilikler
Bu dersin amacı internet uygulamalarına ilişkin bilgi eksikliklerini gidererek, internet üzerinden gerçekleştirilen
pazarlama uygulamaları ile ilgili kavramları açıklamaktır.
Bu bağlamda elektronik ticaretin tanımı, türleri, tarihsel
gelişimi, internetin tanımı, internette pazarlamaya giriş,
internette pazarlama araştırması, internet bankacılığı,
internette ödeme sistemleri, satışçıların gözetim ve kontrolü, ikincil kaynaklardan pazarlama araştırmalarında internetin kullanımı, internet üzerinden pazarlama araştırması süreci, ikincil kaynaklardan pazarlama araştırmalarında veri kaynakları, birincil pazarlama araştırmaları,
internet üzerinde pazarlamadan hizmet pazarlaması ve
ürün pazarlaması uygulamaları, internette pazarlamanın
güvenliği konuları ele alınacaktır.
Bu derste, uluslararası pazarlamaya giriş; uluslararası
pazarlama ve çevre koşulları; dünya ticaretinde gelişmeler; ticaret blokları; uluslararası pazarlara giriş stratejileri;
uluslararası pazarlamada bilgi sistemleri ve pazarlama
araştırmaları; uluslararası pazarlamada ürün kararları;
uluslararası pazarlamada fiyatlama kararları; uluslararası pazarlamada dağıtım kanalları ve lojistik kararları;
uluslararası pazarlamada tutundurma kararları; uluslararası pazarlamanın geleceği; uluslararası pazarlama
sistemlerinde yenilikler (dikey pazarlama sistemi ve çok
kanallı dağıtım sistemi) gibi konulara değinilecektir.
3.10. Elektronik Ticaret
3.9. Uluslararası Muhasebe Standartları
3.11. Türev Piyasalar
Bu derste uluslararası muhasebe kavramı ve muhasebenin çokuluslu niteliği; Uluslararası Muhasebe Standartla-
110
Bu ders kapsamında futures piyasaların işleyişi, kontrat-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
DOSYA
DOSYA
ların türleri, kontratların fiyatlandırılması, yabancı para
forward kontratlar, forward faiz anlaşmaları, futures ve
forward kontratların karşılaştırılması, forward işlemlerinin döviz piyasasındaki işlevi, forward sözleşmesinin
taraflara sağladığı avantajlar ve dezavantajlar, opsiyon
piyasalarının işleyişi, alım satım stratejileri, türleri, opsiyonların fiyatlandırılması, swap piyasaların işleyişi, swap
türleri, swapların yararları, swap işlemindeki riskler, hedging, arbitraj, spekülasyon, Türkiye’de vadeli işlemler ve
opsiyon borsasının işleyişi ve etkinliği ele alınacaktır.
cektir. Ayrıca yatırım projelerinin düzenlenmesinde mali
yönden yapılacak çalışma ve değerlendirmeler, işletme
sermayesi ve işletme sermayesini belirleme yöntemleri,
yatırım projelerinin mali yönden düzenlenmesi, tahmini
dönen varlık unsurlarının dönemler itibariyle hesaplanması, yatırımlar tamamlandığında toplam yatırım tutarının
finansmanı, yatırım projelerinin mali yönden değerlendirilmesi, finansal analiz konuları da tartışılacaktır.
3.14. Global İşletmelerde Yenilik Yönetimi
Üretim, bilgi (teknoloji), finans ve güvenlik, ulusal ve uluslararası düzeyde devlet ve piyasanın aktörlerini birbirine
bağlayan yapılardır ve sürekli bir etkileşim içindedirler.
Yenilik, uluslararası rekabet gücünü ve dolayısıyla uluslararası ticaret yapılarını etkiler ve belirler. Tarih boyunca,
özellikle günümüzde, güç ve refahı elde edebilmek yenilik, bilgi ve teknolojiyi kontrol edebilmeye ve ulaşabilmeye bağlıdır. Bu ders kapsamında, teknolojik gelişme ve
yeniliğin firmaların ve ulusal ekonomilerin rekabet gücü
üzerindeki rolü ele alınacaktır. Ayrıca, Ar-Ge harcamalarının ve firmaların teknolojik kabiliyetlerinin yeniliği teşvikteki rolü, farklı ülkelerde kurumların yenilik üzerindeki
teşvik edici veya caydırıcı rolü, çok uluslu şirketlerin ve
uluslararası ticaret anlaşmalarının ulusal üretim ve yenilik sistemi üzerindeki etkileri incelenecektir.
“Global İşletmelerde Yenilik Yönetimi” dersi içerisinde
yenilik kavramının işletmelerce taşıdığı anlam ve önem
vurgulandıktan sonra, yenilik kavramının işletmelerde
ortaya çıkan çeşitleri ve modelleri üzerinde durulacaktır.
Bu anlamda kavram, diğer fonksiyonlarla ve genel ekonomik işleyişle ilişkilendirilerek global düzeydeki işletmelerin uygulamaları ile desteklenecektir. İşleyiş içerisinde
kurumlarda yenilik sürecini etkileyen iç/dış faktörlerin ve
yenilik yönetiminde etkin rol oynayan pozitif/negatif güçlerin tanımlanması yapılarak işletmelerde yenilik yönetimi
teknikleri ve yenilik türleri ayrıntılarıyla ele alınacaktır. Bu
incelemelerde global iş piyasasındaki durum analiz edilerek, Türkiye’deki durum ile karşılaştırılması yapılacaktır. Konunun işlenişi, yenilik kavramının son dönemlerde güncel hale gelen işletmelerin değer yaratma/değer
analizi ve yaratıcılığın teşviki ve geliştirilmesi konularıyla
bağlantısı kurularak, teknoloji takviminin tanımlanması
ve oluşturulması adımlarıyla tamamlanacaktır.
3.13. Proje Yönetimi
3.15. Seminerler
Bu ders kapsamında öncelikle proje ve yatırım projesi
kavramı, işletme planlaması ve yatırımlar, işletmenin sosyal yararı ve yatırımlar, yatırım evreleri ve yatırıma başlanması, yatırım türleri, yatırım projelerinin değerlendirilmesindeki amaçlar, yatırım projelerinin düzenlenmesinde
iktisadi yönden yapılacak çalışma ve değerlendirmeler,
yatırım projelerini değerlendirme yöntemleri ele alınacaktır. Bunun yanı sıra yatırımlar ve uygulanan teşvikler, teşviklerin ekonomik ve yasal dayanakları, teşvikler ve seçicilik kıstasları, AB proje döngüsü yönetimi ile AB için proje
hazırlama ve fonlardan yararlanma konularına değinile-
Periyodik olarak (asgari ayda iki kez) Türkiye’nin önde
gelen girişimci, yönetici, işadamı, akademisyen ve bürokratlarının katılımının sağlanacağı seminer dersleri
düzenlenecektir. Bu dersler mümkün olduğunca konferans salonlarında yapılacak ve yalnızca yüksek lisans
programının öğrencilerine değil konuyla ilgilenen herkese açık olacaktır. Böylelikle bir “think tank” ortamı yaratılarak; ilgili kişi ve kurumların “başarı öykülerinden”, “bilgi
ve deneyimlerinden” interaktif bir biçimde yararlanma
imkânı sağlanmış olacaktır.
3.12. Yenilik Ve Uluslararası Rekabet
DÜZELTME
Dr. Celal Emiroğlu’nun bir önceki sayımızda yayınlanan “Esnekleşen İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği: Korunma
Bunun Neresinde?” başlıklı yazısı TMMOB adına Makina Mühendisleri Odası tarafından gerçekleştirilen IV.
İş Sağlığı ve Güvenliği 2007 Kongresi’nde sunulmuştur. Sehven yapılan hatadan dolayı özür dileriz.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
111
DOSYA: AR-GE VE
İNOVASYON
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ
BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ
Teknoloji, bilimin, pratik yaşam gereksinimlerinin karşılanmasına ya da insanın çevresini denetleme, biçimlendirme ve değiştirme çabalarına yönelik uygulamaları. Yunanca tekhne (sanat, zanaat) ve logos (söz, sözcük) sözcüklerinden oluşturulan teknoloji terimi, Eski Yunan’da
“sanatlar üzerine konuşma” anlamına geliyordu...
http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/ Önceleri bilgi terimiyle
eşanlamda kullanılan bilim terimi, günümüzde olayların
yasalarını bulmak amacını güden araştırmaları dile getirmektedir. Bilim, yöntemle elde edilen ve pratikle doğrulanan bilgidir. Bu yüzden de idealizmle bağdaşamaz,
çünkü idealist bilgi pratikle doğrulanamaz.
Bilim, Eski Yunan terimi, Yunanca “Helias”tan dolayı
“Helenler” de denen, Yunanistan Yarımadasında yaşayan kavimler ve onların kurduğu eski devlet ve uygarlıkları anlatmak için kullanılır.
Çiftçi bir halk olan Helenler ya da Eski Yunanlılar, tarihlerinin başlangıcında çok sade bir yaşam sürerler, sırtlarına kendilerinin dokuduğu yünden bir gömlek, ayaklarına
sığır derisinden çarık giyerlerdi. Köylüler tek bir odadan
ibaret olan kulübelerde oturur, evcil hayvanlarla bir arada yatarlardı.
Teknik, temel olarak alet yapımı ve alet kullanarak sonuç
alma yöntemleri anlamına gelir. Alet yapma yeteneği, insan türünü öteki canlılardan ayıran temel niteliktir. Bu niteliği nedeniyle insan, en başından beri teknoloji üreten
bir varlıktır ve teknolojinin tarihi insanlığın tüm gelişimini
içerir.
Teknik, temel olarak alet yapımı ve alet kullanarak sonuç
alma yöntemleri anlamına gelir. Alet yapma yeteneği, in-
san türünü öteki canlılardan ayıran temel niteliktir. Bu niteliği nedeniyle insan, en başından beri teknoloji üreten
bir varlıktır ve teknolojinin tarihi insanlığın tüm gelişimini
etkilemiştir.
İLK UYGARLIKLARDA TEKNOLOJİ
Uygarlık tarihinin ilk dönemlerinde insanın alet yapmakta
kullandığı başlıca malzeme olan taş, bu dönemlere adını
vermiştir.
Jeolitik Çağda çeşitli taş türlerinin yanı sıra kil, tuğla ve
ağaç kullanılmaya başladı. Ateş yakmanın bulunması,
ok ve yay, tekerlek, ev yapımında tuğla kullanılmaya
başlaması, tahılın öğütülmesi (ilkel el değirmeni) ve kilin
pişirilmesi (çanak çömlek yapımı) teknikleri bu dönemin
başlıca teknolojik ilerlemeleridir. (Ayrıca bak. Mezolitik
Çağ; Neolitik Çağ; Paleolitik Çağ.) İÖ 3000-500 arasında kentlerin ortaya çıkmasıyla teknoloji alanında yeni
bir çığır açıldı. Kentleşmeyle birlikte bakırdan yararlanılmaya başladı, alaşım (özellikle tunç) yapımı bulundu,
zanaatkarlar (özellikle metal işleyicileri ve camcılar) ve
ilk bilim adamları ( Sümerler, Mısır Uygarlığı ve Mezopo-
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
113
ANIMSATMA
DOSYA
tamya astronomlar) yetişti. Yelkenin icadı, düzenli ulaşım
yöntemlerinin geliştirilmesi, şarap ve preste sıvı yağ elde
edilmesi, büyük tuğla tapınaklann inşası, dikilitaşlar bu
dönemin en önemli teknolojik gelişmelerini oluşturur.
İÖ 500-İS 500 arası, Eski Yunan ve Roma uygarlıkları dönemidir. Felsefe, din, politika, hukuk, şiir, tiyatro,
kuramsal düşünce ve soyut bilim (özellikle matematik)
açısından çok önemli gelişmeleri simgeleyen bu dönem,
teknoloji yönünden aynı parlaklıkta değildir. Bu dönemin
en önemli teknolojik gelişmeleri arasında Anadolu’dan
kaynaklandığı sanılan demir işleme ve çelik üretimi teknikleri sayılabilir. Gelmiş geçmiş en büyük birkaç bilim
adamından biri olan Arkhimedes, doğduğu ve yetiştiği
Syrakuza’nın Roma istilasından korunabilmesi amacıyla bulup geliştirdiği olağanüstü silahların yanı sıra, vida,
makara ve kaldıraç gibi çok önemli mekanik buluşlar gerçekleştirmiştir. İskenderiyeli mühendisler, örneğin Ktesibios ve Heron tulumba, hava ve su akımıyla çalışan aygıtlar, hava basınçlı makineler ve vida açma makineleri
gibi önemli buluşlar gerçekleştirdiler. İskenderiye Okulu
yalın mekanizmalardan “makine” olarak nitelendirilebilecek karmaşık düzeneklere geçişin öncüsü, olmuştur.
Yunan mimarlığı bütün sanatsal görkemine karşın teknolojik açıdan büyük bir önem taşımaz. Romalılar Yunan
mimarlık üslubunu kopya etmekle yetindilerse de, yapı
teknolojisinde bazı önemli başarılar ortaya koydular. Su
altında sertleşebilen dayanıklı bir çimento geliştirdiler,
kemer, tonoz ve kubbenin mimari olanaklarından olabildiğince yararlanarak amfitiyatrolar, sukemerleri, tüneller,
köprüler, surlar, deniz fenerleri yaptılar, çok geniş ve düzenli bir karayolları ağı kurdular.
ORTAÇAĞ VE YENİÇAĞDA TEKNOLOJİ
Batı Roma İmparatorluğu’nun IS 5. yüzyılda çöküşünü
izleyen bin yıllık süre ortaçağ olarak bilinir. Ortaçağda
teknolojinin tarihi, büyük ölçüde geçmiş uygarlıkların
kazanımlarının yeniden bulunması, saklanması ve bir
ölçüde değiştirilmesi olarak özetlenebilir. Bu dönemde
İslam uygarlığı. Eski Yunan’daki bilimsel ve teknolojik
birikimin mirasçısı olmuş, bu birikime önemli katkılarda
bulunmuştur.
İspanya, Sicilya ve Kuzey Afrika üzerinden Batı Avrupa’ya
geçen bu birikim, çok önemli bir öğe olarak Çin ve Hint
uygarlıklarının ürünlerini de içeriyordu. Çin’de, İS 10.
yüzyılda batıda henüz bilinmeyen önemli teknikler ve
ürünler geliştirilmiş durumdaydı. Bunların arasında ipek
işçiliği, barut, demir dökümü, kâğıt, çûnke türünden yel114
kenli gemiler, uçurtma, yel değirmeni ve porselen sayılabilir. Ortaçağda batının teknolojik gelişimini simgeleyen
başlıca yenilikler şöyle sıralanabilir: At nalı ve üzenginin geliştirilmesi ve atin gerek tarımda, gerekse savaşta
önemli bir güç kaynağı olarak kullanılmaya başlaması; su
çarkı ve yel değirmeninin yaygınlaşması ye bu aygıtların
tahılların öğütülmesinde, ezerek yağ çıkarmada, tahta
kesmede, yün dövmede, yeni geliştirilen çıkrığa enerji
sağlamada kullanılması, kömür çıkarımı; barutun ve topun bulunması; ip ve fıçı, dökme demir ve sabun yapımı
tekniklerinin geliştirilmesi; kale ve şatoların inşası; pusulanın kullanılmaya başlaması; 14. yüzyılda ilk mekanik
saatin yapılması; 15. yüzyılda matbaanın icadı.
16. yüzyılın başından itibaren ulusal devletlerin ortaya
çıkması, Reform ve özellikle Rönesans dönemlerinin yol
açtığı bilimsel devrim, bu gelişmeye büyük hız kazandırdı. Bati teknolojisinin temellerinin 1500- 1750 arasında
atılmış olduğu söylenebilir. Rönesans’ın yol açtığı bilim
devriminin öncü kişisi Galilei’dir. İngiltere’den R. Böyle, Almanya’dan Otto Von Guericke ve Fransa’dan D.
Papin’in kuramsal öncülüğü, T. Newcomen’ın 1712’de
buhar makinesini bulmasıyla sonuçlandı. Atmosfer basıncında çalışması nedeniyle verimi çok düşük olan
Nevvcomen makinesi, daha çok maden ocaklarından su
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
ANIMSATMA
DOSYA
pompalamakta kullanılmakla birlikte önemli bir teknolojik
gelişmeyi simgelemiştir. Avrupa ülkelerinin Hint Okyanusuna ve Yenidünya’ya açılmaları pek çok yeni ürünün ve
bunlara ilişkin imalat tekniklerinin ortaya çıkmasına yol
açtı. Bu ürünler arasında öncelikle çay, şeker, tütün, pamuk ve kakao sayılabilir.
SANAYİ DEVRİMİ
Sanayi Devrimi deyimi, batıda sanayinin ve makine üretiminin egemen olduğu bir ekonomiye geçiş dönemini
(1750- 1900) ifade eder. Sanayi Devrimi’nin en belirgin
niteliği enerji teknolojisindeki değişimdir. Dönemin başında belli başlı enerji kaynakları kol gücü, hayvan, su
ve rüzgâr enerjisiydi. 1769’da James Watt, Newcomen
makinesine ayrı bir yoğunlaştıncı ekleyerek pistonun
her ileri-geri hareketinde silindirin ısınıp soğumasını
önlemeyi başardı; sonraki yıllarda da pompayı yalnızca
aşağı-yukarı hareket ettirmek yerine bir şaftı döndüren
yeni bir makine geliştirdi. Böylece verimi önemli ölçüde
artan ve dönme hareketi sağlayabilen buhar makinesi,
sanayinin temel mekanik enerji kaynağı durumuna geldi. Buhar makinesini buharlı gemi (1807) ve buharlı lokomotifin (1825) geliştirilmesi izledi. Michael Faraday’ın
elektrik ile magnetizma arasındaki ilişkiyi ortaya koyması
(1831), elektrik motorunun ve dinamonun geliştirilmesiyle
sonuçlandı. İçten yanmalı motorların (havagazı ve gazyağı motoru, dizel motoru, benzin motoru), motosiklet ve
otomobilin geliştirilmesi 1860-90 arasındaki 30 yıl içinde
gerçekleşti. Demir-çelik ve pamuklu dokuma sanayileri,
19. yüzyılda en büyük gelişmenin izlendiği sanayi dallarını oluşturdu. 1827’de fotoğrafın, 1837’de elektrikli telgrafın, 1876’da telefonun icadı yeni gelişmelerin öncüsü
oldu.
Enerji alanında, elektrik enerjisi üretiminin dev boyutlara
ulaşmasından başka önemli bir gelişme söz konusu değildir. 1913’te, petrolün işlenmesinde kraking yönteminin
bulunması, plâstikler, yapay kauçuk ye yapay elyaf üretimi açısından çok önemli bir adım oldu. 1911’de vitaminlerin belirlenmesi, 1928’de penisilinin keşfi ve 1943’te
antibiyotik üretimine geçilmesi sağlık alanındaki önemli
gelişmelerdir. 1895’te X ışınlarının bulunmasıyla başlayan bir dizi buluş (radyoaktiflik, yapay radyoaktiflik ve
1938’de çekirdek bölünmesi), nükleer çağın yolunu açtı.
1903’te ilk uçuşunu yapan uçak, sonraki yıllarda gaz türbiniyle donatılarak jet uçağına dönüşecek, 1960’larda
ses üstü hızlara ulaşacaktı. Bu dönemde yer alan en
önemli gelişmelerden biri de 1901’de radyonun, 1907’de
elektronik lambanın geliştirilmesidir. Böylece, modern
teknolojinin en önemli bileşeni durumuna gelecek plan
elektronik alanında ilk adımlar atılıyordu; bunu, radar ve
televizyonun geliştirilmesi izledi.
1947’de transistorun bulunması, elektromun her alanını
büyük ölçüde etkiledi, ama bu etki en çok bilgisayarlarda
gözlendi; sonraki yıllarda tümleşik devrenin geliştirilmesi, mikroişlemcileri sanayinin, bilimsel araştırmaların ve
giderek günlük yaşamın ayrılmaz parçası durumuna getirdi. Ohttp://ansiklopedi.turkcebilgi.com/tomasyon, robotlar ve yapay zeka, bu alandaki en önemli gelişmeler
oldu. 1957’de “Sputnik ile başlayan uzay çağı, 1961’de
“Vostok ile gerçekleştirilen ilk insanlı uzay uçuşu,
1966’da “Lunik” ile Ay’a yapılan ilk yumuşak iniş, 1%9’da
“Apollo 11” ile ilk insanın Ay’a ayak basması gibi bir dizi
başarıyla devam etti. Bu başarılar, gezegenlere yönelen
insansız uçuşlarla ve 1981’de uzay mekiğinin geliştirilmesiyle sürdü. 20. yüzyıldaki en önemli (ve tartışmalı)
gelişmelerden biri de genetik mühendisliğidir.
20. YÜZYIL
BİLİM VE TEKNOLOJİ
Teknolojik gelişmenin giderek hızlandığı ve günümüzdeki baş döndürücü hıza ulaştığı 20. yüzyılı 1945’e değin
ve 1945’ten sonra olmak üzere iki döneme ayırmak olanaklıdır. Hiroşima’ya ilk atom bombasının atıldığı 1945
yılı nükleer çağın başlangıcı» bir başka açıdan da bilgisayar çağının başlangıç yılı olarak kabul edilebilir, 190045 arasında dünya iki büyük savaş geçirmiş, 1945 sonrasında ise üçüncü bir dünya savaşının gölgesi altında
yaşamıştır.
Bilimsel ilkelere bağımlı olmasına karşın teknoloji ile
bilim arasında yakın bir ilişki kurulması görece yeni bir
olgudur. Eski toplumlarda bilim aristokrat yapıdaki filozofların elindeydi ve bütün bilgi alanlarını kapsar nitelikteydi. Oysa teknoloji, işçi, usta ve zanaatkarın işiydi. Bu
durum, sınıf ayırımından ileri geldiği kadar, belki de daha
çok, Örneğin Aristoteles ya da Ptolemaios’un kuramsal
bilimi ile bir değirmenci, kuyumcu, fıçı yapımcısı ya da
sepicinin uğraştan ve teknolojik sorunları arasında hiçbir
ilişkinin bulunmayışından kaynaklanıyordu. Bilim ile teknoloji ancak ortaçağda birbirine yakınlaşmaya başladı.
13. yüzyılın büyük filozof ve bilgini Roger Bacon barut
yapımını ayrıntılarıyla betimledi, motorlu gemiler ve uçan
1900-45 döneminin başlıca teknolojik gelişmeleri şöyle
özetlenebilir:
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
115
ANIMSATMA
DOSYA
makineler tasarladı. 16. yüzyılda Francis Bacon, deneysel bilimin savunuculuğunu yaptı; bilim adamlarının usta
ve zanaatkarların yöntemlerini incelemeleri, zanaatkarların ise bilimden yararlanmaları gerektiğini öne sürdü.
Teknolojinin bilim temeline oturtulması ancak 19. yüzyılda başlayan bir olgudur. Sanayide önemli bir yeri olan
bilim adamı, organik kimyanın kurucusu olarak tanınan ve kimyasal gübreyi bulan Alman kimyacı Justus
von Liebig’dir (1803-73). 19.yüzyılın mucitlerinin hemen
tümü, çalışmalarını bilim adamlarının bulgularına dayandırmışlardır. Elektrik ampulünün icadı Faraday ve
Henry’nin çalışmalarına; telefon Helmholtz’a; radyo
Maxwell ve Hertz’e dayanır. Edison örneğinde bir başka gelişme daha dikkati çeker: Bilim-teknoloji işbirliğinin
kurumsallaşması. Elektrik ampulünde filaman olarak
kullanabileceği bir teli bulabilmek için 14 ay süreyle binlerce malzemeyi tek tek deneyen Edison, bu çabalarını
New Jersey’deki Men-lo Park’ta kurduğu dünyanın ilk
araştırma laboratuarın da gerçekleştirdi. Bu laboratuarın
kuruluşu modern teknoloji araştırmalarının başlangıcım
simgeler. Bundan sonraki gelişmelerde teknolojide bilimsel bilgiden yararlanıldığı, teknolojik süreçlere bilimsel ilkelerin uygulanmaya başladığı gözlenir. Böylece sistem
mühendisliği ve yöneylem araştırması gibi disiplinler,
benzetim ve matematiksel modelleme gibi yöntemler ortaya çıkmıştır. Teknoloji ve toplum Teknolojinin çeşitli uygarlıklarda tarih boyunca gösterdiği gelişmede toplumla
ilişkiler açısından başlıca üç özellik dikkati çekmektedir.
Bunları toplumsal gereksinim, toplumun kaynakları ve
toplumsal ortam başlıkları altında toplamak olanaklıdır.
Teknolojik gelişmede toplumsal gereksinim temel itici
güç olmuştur. Bu gereksinim, örneğin, daha keskin bir bıçağa, daha güçlü bir kaldırma aygıtına, kol gücüne daha
az bağımlı bir makineye, yeni bulunmuş bir yakıttan daha
verimli bir biçimde yararlanan bir motora ya da yeni bir
enerji kaynağına yönelik olabilir. Daha iyi silahlara gereksinim biçiminde ortaya çıkan askeri istemler de bu
bağlamda ele alınabilir. Modern batı toplumunda gereksinimlerin daha çok reklamlarla belirlenmekte olduğunu
da eklemek gerekir.
Teknolojik ilerlemede toplumsal kaynakların (sermaye,
gereç ve vasıflı işçi) büyük önemi vardır. Leonardo da
Vinci’nin (1452- 1519) notlarında yer alan helikopter,
denizaltı ve uçak tasarımlarının hiçbiri gerçekleştirilememişti; aynı olgu, örneğin, Charles Babbage’ın ( 17921871) ayrıntılı bilgisayar tasarımlan için de geçerlidir.
Bir teknolojik gelişimin gerçekleştirilebilmesi için uygun
gereçlerin (metali plâstik; şeraittik, dokuma vb), uygun
116
yöntem ve tekniklerin ve bunları uygulamaya yetenekli
teknik becerinin bulunması gerekir.
Teknolojik ilerlemenin bir başka koşulu da toplumsal
ortamın yenilikleri algılayıp benimsemeye açık olması,
toplumdaki egemen güçlerin yeniliklere karşı olumlu
tavır almasıdır. Bu olumlu tavır yalnızca bir alanda, örneğin yalnızca yeni silahlar ya da yalnızca yeni denizcilik yöntemleri geliştirilmesinde kendini gösterebilir ya
da örneğin 18. yüzyılda İngiliz orta sınıfında görüldüğü
gibi, genel olarak yeniliğe ve gelişmeye yönelik olumlu
bir davranış biçiminde ortaya çıkabilir.
Teknolojik gelişme, günümüzde pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir. Günümüz toplumları bu gelişmeler
karşısında önemli kararlar almak durumundadır. Teknolojik gelişmeyi toplumsal amaçlarla uyumlu olacak biçimde denetleyip düzenlemenin gerekliliği ve teknolojinin
günümüzde çok büyük bir hızla ilerlediği de göz önüne
alındığında, toplumlara büyük bir sorumluluk yüklenmektedir.
Teknolojik gelişmenin ortaya çıkardığı temel sorunları
dört ana başlıkta özetlemek olanaklıdır: Nükleer teknolojinin yol açtığı sorunlar, nüfus patlaması, öbür toplumsal
sorunlar ve çevre sorunları. Nükleer teknolojinin denetimi sorunu, temel olarak siyasal bir sorundur. Bu sorunun
temelinde, dünyanın, her biri bir devlet biçiminde örgütlenmiş olan çeşitli uluslara ayrılmış yapısı yatmaktadır.
Atom bombası, bilim adamının, topluma karşı sorumluluğu konusunu ciddi bir biçimde gündeme getirmiştir.
Teknolojinin yalnızca bir araç olduğu, yapıcı amaçlar için
de, yıkıcı amaçlar için de kullanılabileceği genel olarak
kabul gören bir görüştür. Buradaki temel sorun, bu kullanım biçimini toplumların hangi süreçlerle belirleyeceği
sorunudur.
İnsanlık, nükleer yıkım tehlikesini atlatabilirse, varolacaktır.
Modern teknoloji toplumlarının karşılaştığı en önemli
sorunlardan biri çevre sorunudur. İnsanoğlu yüzyıllardan beri çevreye zarar verici etkinlikler içindedir. Ama
günümüzde, bir yandan nüfusun çok artmış olması, öbür
yandan sanayileşmenin ulaştığı düzey, çevre sorununu
dünya çapında bir bunalıma dönüştürmüştür. Bunalıma
yol açan temel nedenin teknolojinin kendisi değil, insan
tarafından kullanılış ve uygulanış biçimi olduğunu vurgulamakta yarar vardır. Tarihin bu noktasında insanlık yok
olmaya ya da sağlıklı gelişmeye giden yollardan biri arasında bir seçim yapma durumundadır.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
KİTAP TANITIMI
KÜRESELLEŞME, ETİK KODLAR VE
ÖRGÜTLER
Bugün meslek etiği, iş etiği, etik davranış ilkeleri vb
etik kategoriler ABET’ten iş dünyasına, iktidarlardan
örgütlere, kişi, kurum ve kuruluşların gündeminde yer
almaktadır. Konunun bu şekilde yaygın kabul görmesinin nedeni, küresel ve ulusal boyutlarda, yaygınlaşan
yağma, talan, rüşvet gibi hukuk dışı gelişmelerin küresel ve ulusal boyutta yarattığı sorunlara dayandırılmaktadır. Bu sorunların çözümü için meslek sahiplerinin tarafsız, dürüst, objektif, hesap verebilir olmaları,
işverene ve müşteriye karşı sadakatle hizmet etmeleri
toplumun refahı, sağlığı ve güvenini, kamu yararını korumayı amaç edinmiş, yüksek ahlaki değerlere sahip
kişilikte insanlar olmaları istenmektedir. Bu nitelikleri kazandırmak için de etik eğitimi dersi almaları ve
mesleki davranış ilkelerine uymayı taahhüt etmeleri
istenmektedir.
Böylece, söz konusu kural tanımazlıkların nedenini,
neredeyse, meslek mensuplarının tutum ve davranışlarına indirgemekte ve onların davranışının denetim ve
kontrol altına alınmasıyla etik bir toplum yaratılacağı
varsayılmaktadır.
Oysa “piyasa ekonomilerinde” kararlar toplumsal ve etik
amaçlarla değil aksine malların değişim değerlerine
dayalı olarak alınmaktadır. Hatta piyasa ekonomisinde
erdemin kaynağının, piyasanın rekabete dayalı çoğulcu
yapısında bulunduğu öne sürülmektedir.
Buna karşın küresel ideoloji, kendi dışında gördüğü, etik
değerlerin toplumda geçerli olmasını savunmakta ve bu
yönde güçlü bir “statüko” oluşturmaktadır. Bu dayatmanın nedenlerine bakılacak olursa; Bunlardan birincisi,
piyasanın temel argümanı olan “refah yahut iyi yaşamın”
ya da “mutluluk” ilkesinin dışsal olarak maddi değerle-
re içsel olarak da insanın “ahlaki karakter” üstünlüğüne
bağlı olarak kabul edilmesidir.
Bir diğeri, iş gücünden azami verimin alınabilmesi için
emekçilerin sadakatle çalışmaları gerekmektedir. Bunun
en kolay yolu da, ahlakın tüm toplumlarda bağlayıcı olan
niteliğinden dolayı, insanların ahlaki sorumluk duyguları
temelinde, kolayca, denetim ve kontrol altına alınabilmeleridir.
Bir önemli nedende, dünyada bütün alanlarda olduğu
gibi ahlaki değerlerin de kapitalist ekonominin çıkarları
doğrultusunda şekillenmesi gereğine inanılması, bunun
içinde kapitalizmin değer yargılarının küresel boyutta geçerli kılınması isteğidir.
Konuya bu anlayışın dışında yaklaşıldığında, toplumsal olay ve olgular ekonomik-politik, hukuki yapı,
toplumsal sınıflar, ideolojik yaklaşımlar vb temelinde, maddi ve kültürel etkenlerin süregelen karmaşık
etkileşimleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde
ortaya çıkan sorunların ve bunların toplumsal yaşama yansımalarının gerçek nedeni, ancak, olay ve olguların tarihsel-toplumsal temelde sorgulanıp ne tür
ilişkiler içinde geliştiğinin aydınlatılmasıyla anlaşılabilmektedir.
Bu açıdan bakıldığında, toplumda yaşanan yozlaşma
ve bozulmanın etik ve ahlaki değerlerdeki bozulmadan
kaynaklanmadığı, aksine, ekonomik ve siyasi erki elinde tutan kesimlerin çıkar ve sömürü temelinde yürüttükleri kural tanımaz, etik kaygısı olmayan politikalardan
kaynaklandığı, açıkça görülmektedir. Buna karşın etik
davranış ilkeleriyle, anlayış olarak, yozlaşmayla mücadelede, toplumu yozlaştıran failler ve yardımcıları yerine
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
117
KİTAP TANITIMI
DOSYA
emekçilerin ahlaki yönden denetim ve kontrol altına alınması hedeflenmektedir.
Bu kitapta, etik ve ahlak kavramları, kısaca açıklamaya
çalıştığım bakış açısıyla ve tarihi ve toplumsal bütünsellik içinde ele alınarak değerlendirmeye çalışılmıştır.
Kitap, toplumun refahı, sağlığı ve güvenliği gibi, kamu
yararını gözetmek gibi, dürüstlük, şeffaflık, sadakat,
şeref ve haysiyet gibi, yüksek ahlaki standartlara sahip
olmak gibi, en başarılı reklam yazarlarını kıskandıracak
düzeyde geliştirilmiş olan, ifade zenginliğine sahip retoriğin arka planına ışık tutmaya çalışmaktadır.
Etik, insanların toplum halinde, birlikte yaşamalarının ve
ilişkilerinin temelinde yer alan, bütünlüğü bozulmadan
korunması gereken değerlerdir. Bu nedenle toplumu
yozlaştırıcı etken ve etmenlere karşı korumada verilecek
en etkili mücadele, toplumun, etik ve ahlaki değerlerin,
yabancılaştırmayı artırıcı nitelikte, yapay, değer yargılarının baskı ve yıpratıcı etkisinden korunmasıyla, kısaca
bu değerlerin, belirli çıkar amaçları doğrultusunda, çarpıtılarak, içi boşaltılarak değer kaybına uğratılmasının
önlenmesiyle mümkün olacaktır. Kitap bu görüş açısıyla,
etiğin tek yönlü sorumluluk temeline dayalı yapay, şablon değer yargılarına indirgenmesine karşı durarak, toplumlarda ifade ettiği anlam ve amacının korunmasına da
katkı koymaya çalışmaktadır.
118
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
KİTAP TANITIMI
ESKİ YUNAN VE ROMA’DA
MÜHENDİSLİK
J.G. Landels
TÜBİTAK, 12. Basım Kasım 2004
Eski Yunan ve Roma gibi büyüleyici iki uygarlığın mekanik becerilerine ilişkin bir bakış açısı kazandırmayı
hedefleyen bu kitapta; bilimsel düşüncenin gelişimi anlatılırken teknolojinin ve “aklın sınırlarının” günlük hayatla
olan ilişkisine de yer verilmiş. Eski Yunan ve Roma’da
Bilimin arkeolojisine yönelik önemli bir çalışma.
Kitapta; Romalıların teknolojiye katkıları önemli düzeyde de olsa, neredeyse bütünüyle uygulama alanıyla
sınırlı olduğundan; Yunanlıların kuramsal bilgisinin düzeyi, hemen her açıdan MS beşinci yy hatta daha sonrasında kadar bütün Akdeniz uygarlıklarının ve Roma
imparatorluğu’nun bilgi düzeyi olarak görülmesi gerektiği
belirtilmiştir. Bu kitapta ele alınan konular, üç alandaki- hidrostatik, mekanik ve kimya- teknolojik başarıları
aktarmaktadır. Eski Yunan ve Roma’nın teknoloji tarihçesini bulacaksınız.
Eski Yunan ve Roma’daki sınırlı enerji kaynakları ile neler yapıldığını, su gücünü, hayvan gücünü, rüzgar gücünü, buhar gücünü ve insan gücünü nasıl kullandıklarının
detaylı bilgilendirmesi hikaye edilerek aktarılmıştır. İlginç
örneklerden birini sizlerle paylaşmak isteriz:
la kapatılmalıdır. Bu işlem akşam yapılmalı ve kaplama
gece boyunca bozulmamalıdır. Sabahın ilk saatlerinde
çukurun üstü açılmalı ve tasın iç yüzeyinde buharın yoğunlaşması nedeniyle damlacık oluşup oluşmadığı gözlenmelidir. Zeytinyağı bu damlacıkların daha kolay bir
şekilde görünmesini sağlar. Su buharının varlığı açık bir
biçimde görülüyorsa, kuyu açmaya değer.”
Kitabın III. Bölümde; çalışma hayatının resimlendiği MÖ
altıncı yy ait Yunan vazolarında bazı aletlerin resimlerinin
varlığı da teknolojik tarihçeyi aktarmaktadır; “Su pompaları ve benzeri aletler resmedilmiştir. Resimlerde, alet
kuyu ağzından ya da başka bir su kaynağından yaklaşık
3 metre uzakta toprağa gömülü, üzerinde bir çatal bulunan çoğunlukla ağaçtan yapılmış bir desteğe sahiptir. Bu
destek kalas içi dönme noktası işlevi görmektedir….”
Dördüncü bölümde vinçlerin ve kaldırma araçlarının tarihi
serüveni, beşinci bölümde mancınıklar, altıncı bölümde gemiler ve deniz taşımacıları, yedinci bölümde kara taşımacılığı, sekizinci bölümde kuramsal bilginin gelişimi ve dokuzuncu bölümde ise; teknoloji ile ilgili konularda eserleri olan
önemli yunanlı ve Romalı yazarlar aktarılmaktadır.
“ Bir kuyuyu kazmak uzun ve yorucu bir iştir ve kuyuyu
kazıp sonunda su elde edememek de son derece sinir
bozucudur. Bu nedenle…, kuyu kazmaya başlamadan
önce gerçekleştirilecek bazı ek işlemler önerir. Sözü
edilen belirtilere rastlanırsa, 1,5 metre derinliğinde 1
metrekarelik bir çukur kazılmalıdır. İç kısmında zeytinyağı sürülmüş metal bir kap bu çukura baş aşağı olarak
yerleştirilir. Çukur daha sonra sazlar yada yapraklı ağaçlar dallarıyla örtülmeli ve üstü ince bir toprak tabaksıyMühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
119
KENTİMİZDEN
Çare Olgun ÇALIŞKAN - Gökçen TAŞKIN
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE DEMİRYOLLARI
Mısır piramitlerinin yapımında kullanıldığına yönelik arkeolojik bulguların ortaya çıkarıldığı demiryolları, tarih
içerisinde yaşadığı gelişmeyle günümüz ulaşım biçimleri
arasında önemini korumaktadır. İnsan veya hayvanların
yükleri daha kolay çekmesini sağlayan raylardan lokomotifli demiryolu hatlarının kullanılmasına kadar binlerce yıl geçmiş, ilk lokomotifli demiryolu 1738 yılında
Cumberland’daki bir maden ocağında kullanılmıştır.
17.yy da tahta raylar üzerinde kömür taşımacılığı
1808’de R.Trevithick Londra’da, Euston Meydanı’nda yeni geliştirdiği lokomotifi ‘Catch me who can’, bir yolcu vagonunu 20
km/saat hız ile çekmeyi başardı
Demiryollarının gelişmesine dönemin hegomonik gücü
olan İngiltere’nin önemli etkileri olmuştur. Kamuya açık
ilk buharlı demiryolu 1825′ te Stockton ve Darlington
arasında hizmet vermeye başladı. Başlangıçta eğimli
düzlemlerin aşılması için iki buhar motorlu tek bir lokomotifi n çalıştığı hattın büyük bölümü atların çekmesiyle geçiliyordu. Daha sonra yapılan 48 km’lik LiverpoolManchester yolu klasik buharlı demiryollarının ilk
örneğidir. İngiltere’nin demiryollarıyla yolcu ve yük
taşımacılığında sağladığı başarı projelerin hızla çoğalmasını ve dünyaya yayılmasını sağladı. Fransa’nın
bazı demiryollarında trafi ğin soldan olmasının sebebi
bu dönemde İngiltere’den demiryolu yapımı için çağırılan mühendislerdir.
Stockton –Darlington Demiryolu Hattı’nın İlk Lokomotifi
120
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
KENTİMİZDEN
DOSYA
İngiltere teknik gelişmelerin yanı sıra yasal gelişmelerinde öncüsü olarak, demiryollarına 1758′ de başkalarının mülkleri üstünden geçme hakkı tanıyan ilk yasa
çıkarıldı. Yine demiryolu ray açıklıklarının farklı kullanılmasının meydana getirdiği sorunlar neticesinde 1846
da ray açıklıkları yasası çıkarılarak özel izin alınmadıkça tüm demiryollarında standart ray açıklığı kullanılması öngörüldü.
Demiryolları, madencilik faaliyetleri ve sanayileşmeyle
büyüyen Avrupa ekonomisi yeni pazar ve hammadde ihtiyacının etkisiyle hızla gelişerek stratejik bir öneme sahip oldu. Sömürgelere sahip devletlerin sömürgelerindeki kaynaklardan yararlanmasında, bu ülkelerin yönetimi
üzerinde hakimiyet kurmada demiryolları etkili bir araç
olarak kullanılmıştır.
OSMANLI’DA DEMİRYOLLARI
19. yüzyılda, Osmanlı imparatorluğunun Avrupa emperyalizminin etkisi altına girerek devamlı borçlanma ve imtiyaz verme politikaları neticesinde ekonomik ve siyasal
bir çöküntü içene girmiştir. Bu dönemde Fransa ve İngiltere, Osmanlı Devleti’nin ekonomik karar mekanizmalarını egemenliği altına alarak, 1880 lerin sonlarına doğru
hızlı bir yabancı sermaye yatırımı yaşanmasına yol açtı.
Ulaşım, bankacılık, elektirik-su, ve ticaret gibi hizmet
sektörünün yanı sıra madencilik faaliyetlerinin yabancı
yatırımların hedefi olması demiryolu yatırımlarını öne
çıkarmıştır. Osmanlı devletinin zenginliklerinden yararlanmak isteyen Avrupalı devletlerin talepleri ile yönetim
yapısını güçlendirmek, askeri gücünü arttırmak, tarıma
dayalı ürünlerini dış pazara açmak isteyen İstanbul hükümetinin demiryolu beklentilerinin çatışmasından Avrupa devletleri galip çıkmıştır. Nitekim İstanbul hükümetinin
güçlenmesini istemeyen Avrupalı devletler İstanbul’un
Anadolu ile bağlantısını sağlayacak İstanbul merkezli
demiryolu ağının önüne geçmiş, kendi çıkarları çerçevesinde parçalı bir demiryolu yapısı benimsenmiştir.
Osmanlı devletine, dış borçlar dışında yapılan yabancı
yatırımın 1890’da %43’ü demiryolu yapımında kullanılırken bu oran 1914’te %63’e çıkmıştır. Demiryolu yatırımlarının yönlendirilmesi amacıyla kurulan Duyun’u
Umumiye İdaresi, teminat olarak gösterilen vergilere el
koyarak şirketlere aktarırken, Km garantisi denilen sistemle şirketlerin garanti edilen karın altında kalmaları
durumunda aradaki farkın devlet tarafından ödenmesi
sağlanıyordu.
Osmanlı devleti sınırları içerisinde ilk demiryolu hattı
1854’te Kahire–İskenderiye arasında yapıldı. Günümüz
Türkiye sınırları içerisinde Osmanlı döneminde yapılan
demiryolu hatları ise aşağıdaki gibidir. Bu hatlar Avrupa
devletlerinin Osmanlı kaynaklarını sömürüsü üzerine temellendirilmiştir.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
121
KENTİMİZDEN
DOSYA
CUMHURİYET DÖNEMİ DEMİRYOLLARI
Cumhuriyet’in ilanından sonra 1923 te yapılan İzmir
iktisat kongresiyle benimsenen “iktisadi tam bağımsızlık” ve “hızlı kalkınma” ana hedefl eri doğrultusunda 1923-1932 yılları arasında demiryollarına önem
verildi. Bu döneme kadar yapılan toplamda 4112 km
demiryolu hattı ülke çıkarlarından ziyade emperyalist devletlerin çıkarlarına göre yapılmıştı. 22 Nisan
1924’te T.B.M.M’de kabul edilen 506 numaralı kanunla Anadolu hattının alınmasına karar verilerek demiryollarının inşa politikası ile millileştirme politikası bir
arada başladı. Sivas, Malatya, Samsun, Kütahya ve
Balıkesir’e demiryolu ulaşırken, mali yetersizlik nedeniyle Anadolu hattının millileştirilmesi ancak 1928 yılında gerçekleşmiştir.
Ankara’nın başkent seçilmesi Ankara merkezli bir
demiryolu ağının oluşturulması amacıyla AnkaraSamsun ve Ankara-Sivas hatlarının yapılması kararlaştırılmış, ülkenin ekonomik sıkıntıları nedeniyle
yavaş ilerleyen demiryolu inşaatları orta vadeli kredi sağlayan yabancı şirketlerin devreye girmesiyle
1927’den itibaren hızlanmıştır.
1929 yılında yaşanan Büyük Ekonomik Buhrannın etkisiyle yavaşlayan demiryolu inşaatları 1933’te yeniden
hızlanmış ve yeni inşaatlar başlamıştır. Bu dönemde
122
dış kredi yerine iç borçlanma ve iç kaynak kullanılmış
yabancı şirketlerin üstünlüğüne son verilmiştir. İlk defa
690 km’lik Sivas-Erzurum, Malatya-Çetinkaya hatlarının ihalesini bir Türk şirketi kazanmıştır. Yabancı şirketlerin büyük buhran sonrasında kredi imkanlarının
azalmasının yanı sıra Türk teknik eleman ve mühendislerinin tecrübe kazanması bu anlayış değişikliğinde
etkili olmuştur.
1940- 1950 yılları arasında II. Dünya savaşının etkisiyle demiryolu yapımı yavaşlamış, 1950 yılından sonra
değişen ekonomik politikalar neticesinde, demiryolu
yapımı geri plana itilerek karayollarının ön plana çıkarıldığı bir ulaşım politikası izlenmiştir. Bu politika değişikliğinde Amerika’nın savaş sonrası Türkiye’ye yapacağı ekonomik yardım programın yönlendirmesi etkili
olmuştur. Program çerçevesinde Türkiye’ye gelerek
bir ulaşım raporu hazırlayan H.G. Hilts kendi ismiyle
anılan raporda demiryollarının tercih edilmesini eleştirerek karayolu ulaşımının üstünlüğünü vurgulamıştır.
Bu rapor doğrultusunda 1950 yılında Karayolları genel
müdürlüğü kurularak önemli yetkiler verilmiştir.
10. yıl marşında “Demir ağlarla ördük anayurdu dört
baştan” mısrasıyla övgüyle ifade edilen demiryolu
hamlesi bu müdahaleyle durdurulmuş, 1950 yılından
günümüze kent içi raylı sistemler dışında yaklaşık 900
km demiryolu inşa edilmiştir.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
KENTİMİZDEN
DOSYA
ulaşım bağlantılarının var olup olmadığı sorusudur hiç
şüphesiz. İstanbul için bu var oluşun Marmaray Projesi üzerinden sorgulanmasıyla işe başlayabiliriz.
Türkiye demiryolları haritası
İSTANBUL’DA DEMİRYOLLARI
İstanbul kent içi ulaşımda toplu taşıma gereksinimini
1869 yılında kurulan Dersaadet Tramvay şirketinin
1972 de açtığı Azapkapı-Ortaköy ve daha sonra açılan 4 hatla 1912 yılına kadar atlı tramvaylarla sağlanmıştır. Bu tarihten sonra elektirikli sistemlere geçilmiş
ve 1966 yılına kadar istanbul’da toplu taşıma ağırlıklı
olarak elektirikli tramvaylarla yapılmıştır. Ülke genelinde değişen demiryolu politikası İstanbul’da da etkisini
göstererek 1960’lı yıllardan itibaren tramvay hizmeti
yerini karayolu araçlarına bırakmıştır. Ancak 1980’li
yıllarda göçlerle yaşanan hızlı büyüme toplu taşımada
karayolları taşımacılığını yetersiz bırakmış raylı sistem tekrar gündeme gelmiştir. 1985 yılında tekrar başlayan raylı sistem çalışmaları neticesinde günümüzde
istanbul 32 km hafi f raylı, 75 km TCDD banliyö ve 8 km
Taksim Metrosu olmak üzere toplam 115 km’lik şehir
içi raylı yolcu taşıma sistemine sahip olmuştur.
MARMARAY PROJESİ
Asya ve Avrupa belki de dünyanın en önemli iki kıtası sayılabilir. Ancak bu iki kıtayı birleştiren konumuyla
İstanbul’un sahip olduğu haklı ve tartışmasız önemi,
ona yegane “köprü-kent” niteliği kazandırmış ve yüzyıllardır “jeo-politik”, “jeo-stratejik” ve “jeo-kültürel”
gibi aşina sözlerle sıcaklığını koruyabilmiştir. Kıtaları
bağlayan bir kent coğrafyası üzerinde bu sıcak kalmış önemin akla ilk getirdiği sorulardan biri ise güçlü
Günümüz gelişmiş Avrupa ve dünya kentleri ile kıyaslandığında İstanbul, gerek kent içi gerekse kentler
arası ulaşım yapısıyla rakiplerinin gerisinde yol almaktadır. Son yıllarda raylı sistemler ve deniz ulaşımı üzerindeki artan ilgi ve yatırımlar, İstanbul’a diğer kentlerle girdiği yarışta hız kazandırmış olsa da gelinen seviye henüz yeterli görülmemektedir. İstanbul’da giderek
artan nüfusun su havzalarını ve yeşil alanları tehdit
etmesi, özel sektörün veya sermayenin hala ilk tercihini İstanbul’dan yana yapması ve yoğun gayrimenkul
geliştirme baskısından dolayı, toplu ulaşımın gereği
olan raylı sistem ve deniz ulaşımı politikalarının önemi
artık yadsınamayan bir gerçek ve geç kabul edilmiş
bir çözüm yolu olarak su yüzüne çıkmıştır. Marmaray
Projesi de bu gerçekten hareketle fi lizlenmiş bir çözüm yolu arayışının kıtalar üstü öneme sahip ürünüdür
bugün.
Marmaray Projesi çerçevesinde, İstanbul Boğazının
geçilmesinde kullanılan batırma tüp tünel tekniği, 19.
yüzyılın sonlarından itibaren geliştirilmiş ve ilk uygulamaları 1894 yılında kanalizasyon amacı ile Kuzey
Amerika’da görülmüştür. Bu tekniğin ulaşım alanındaki
ilk kullanımı da yine Amerika’da, 1906–1910 yıllarında
inşa edilen Michigan Merkezi Demiryolları Projesi’nde
görülmüştür. Avrupa’da, bu tekniği ilk uygulayan ülke
ise Hollanda olmuş ve Rotterdam’da inşa edilen Maas
Tüneli 1942 yılında hizmete açılmıştır.
İstanbul Boğazı’nın altından geçecek bir demiryolu tüneliyle ilgili ilk fi kirler ise 1860’lı yıllarda ortaya atılmış
ve tasarım olarak deniz tabanına inşa edilen sütunların üzerine yerleştirilen bir tünel olarak planlanmıştır.
Benzer fi kirler birkaç on yıl boyunca sürmüş ve 1902
yılında benzer bir tasarım geliştirilmiş ve bu kez deniz
tabanı üzerine yerleştirilen bir tünelden söz edilmiştir.
Ancak her yeni teknik imkan ve gelişmelerle değişen
bu fi kir ve projelerin hiçbiri, Marmaray Projesi dışında
uygulama şansı bulamamıştır. Planlama süreci çerçevesinde 1985’de başlatılan ilk fi zibilite çalışmalarından
2002 ve 2003’deki derlenen güncellenmiş rakamlara
dayalı olarak ortaya çıkan sonuç; bu projenin sosyal
ve çevresel açıdan ihtiyaç duyulan, ekonomik açıdansa uygulanabilir bir proje olduğu yönündedir.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
123
KENTİMİZDEN
DOSYA
Proje Detayları:
Ulaşım Sistemi İçindeki Yeri:
Proje, Avrupa yakasında bulunan Halkalı ile Asya yakasında bulunan Gebze ilçesini kesintisiz, modern ve yüksek kapasiteli bir banliyö demiryolu sistemiyle bağlamak
amacıyla İstanbul’daki banliyö demiryolu sisteminin iyileştirilmesi ve boğazın demiryolu tüp geçişi inşasına dayanmaktadır. Proje tamamlandığında, İstanbul Boğazı’nın
her iki yakasındaki demiryolu hatları, İstanbul Boğazı’nın
altından geçecek olan bir demiryolu tünel bağlantısı ile
birbirine bağlanmış olacak. Hat, Kazlıçeşme’de yeraltına
girerek yeni yeraltı istasyonları olan Yenikapı ve Sirkeci
boyunca ilerleyecek, İstanbul Boğazı’nın altından geçecek ve diğer bir yeni yeraltı istasyonu olan Üsküdar’a
bağlanarak, Söğütlüçeşme’de tekrar yüzeye çıkacak.
Marmaray Projesi, İstanbul’un genel trafik sisteminin bir
parçası olarak planlanmış ve kentin raylı sisteminin de
belkemiğini oluşturacak şekilde kurgulanmıştır. Proje tamamlandığında Yenikapı istasyonunun İstanbul’un Avrupa yakasındaki en önemli aktarma istasyonlarından biri
haline geleceği; Asya yakasında ise Üsküdar istasyonunun aynı öneme ve işleve sahip olacağı düşünülmektedir. Her iki istasyonda, otobüs yolcuları, feribot yolcuları,
hafif raylı sistem trenlerini (HRS) ve tramvay hatlarını
kullanan yolcular ve yayalar için gerekli aktarma tesisleri
bulunacaktır.
Aşağıda belirtilen ulaşım sistemleri, Marmaray Projesi
ile entegre edilecek veya edilebilecektir:
İyileştirilmiş ve yeni demiryolu sisteminin tamamı, yaklaşık 76 km uzunluğunda olacak ve tamamen yeni elektrikli
ve mekanik sistemleri kullanacak olan modern demiryolu
araçlarını üzerinde taşıyacaktır.
Rakamlarla Marmaray Projesi:
Sistemin hizmete açılacağı yıldan itibaren zamandan
elde edilecek toplam tasarrufun yılda 13 milyon saatten,
ilerleyen yıllarda tam kapasiteli kullanıma bağlı olarak,
birkaç kat artabileceği öngörülmekte. Yolculuk süresi bakımından oluşacak yeni tablo ise şu şekilde olacak:
• Gebze ve Halkalı arası 105 dakika
• Bostancı ve Bakırköy arası 37 dakika
• Söğütlüçeşme ve Yenikapı arası 12 dakika
• Üsküdar ve Sirkeci arası 4 dakika
124
Marmaray Projesi’ni önemli kılan bir diğer alan ise belki
de daha proje bitmeden gün ışığına çıkan ve çıkmaya
devam eden İstanbul’un tarihi geçmişinin metrelerle ifade edilen yer altı katmanlarına rastlanması ve bulunan
eser ve kalıntıların kurulacak bir müzede toplanarak sergilenebilmesi olmuştur. İstanbul Arkeoloji Müzesi denetimi altında yapılan kurtarma kazıları 2004 yılından bu
yana sürmekte ve Marmaray inşaat çalışmaları ancak
Koruma Kurullarınca verilen izinler çerçevesinde yapılmaktadır. Proje alanındaki kazılara biri Bizans, diğeri
Osmanlı Tarihçisi iki tam-zamanlı uzman eşlik etmekte
ve planlama sürecine dahil edilmiş bu uzmanlar, Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları ve Anıtlar ve Arkeolojik Kaynaklar Komisyonları ile ilişkilerin sürdürülmesini sağlamaktadırlar.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
KENTİMİZDEN
DOSYA
Resim 1. Marmaray Projesi’nin güzergahı. Kıyıya paralel uzanan koyu renk hatlar iyileştirme yapılacak banliyö demiryolu
sistemlerini, beyaz hat ise bu sistemler arasında bağlantı kuracak yeni proje hattını ifade etmektedir.
Marmaray Projesi, sağlayacağı ulaşım kolaylıkları ve zaman tasarrufu yanında, durak ve istasyonlarında barındıracağı akıllı kent mobilyaları ve ileri teknoloji sunumuyla, karayolu ulaşımını tercih alışkanlıklarımızı da kırmayı
amaçlıyor. Teknolojik ilerlemeler ve konfora dönük bu
yeniliklerin, gündelik ulaşım alışkanlıklarımızı ne derece
kırabileceği ise şimdilik kente hangi oranda entegre olabileceğine ve projenin ortaya konulan niteliklere ne derece bağlı kalınarak tamamlanacağına bağlı görünüyor.
Marmaray Projesi, İstanbul’un daha sağlıklı bir kentsel
yaşama kavuşabilmesi, çağdaş ulaşım imkânlarına sahip
olabilmesi ile doğal ve tarihi özelliklerinin korunabilmesi
için yüksek kapasiteli elektrik enerjisi kullanarak çevreyi
kirletmeyen bir proje olarak kurgulanmış, kentin doğubatı aksındaki raylı sistem altyapısını birleştirmesiyle
bütüncül bir öneme sahip olmuştur. Bu kurgulamanın
ve yüklenen niteliklerin başarıya kavuşması, bir yandan
tarihi ve kültürel değerleriyle korunması gereken, diğer
yandan toplu ulaşım sistemlerinin çevresel etkilerinin
azaltılabilmesi ve demiryolu sistemlerinin kapasitesi, güvenilirliği ve konforunun arttırılabilmesi için modern demiryolu tesislerinin kurulmasını gerektiren bir kent olarak
İstanbul’un geleceğini de şekillendirecektir. Bu projenin
kent gelişimine yön verici etkisinin planlama adına doğru zemine oturtulmasının ulaşacağı başarı bu bağlamda
son derece önemlidir.
Ancak Marmaray Projesi’nin gerek İstanbul’un ulaşım
sistemi içindeki yeri ve güzergah bağlantıları ile taşıma
kapasitesi konularında ulaşım bilimi içindeki değeri, gerekse güzergahı üzerindeki yapılaşmaya ve toprak altın-
Resim 2-3. Sirkeci ve Üsküdar istasyonlarının giriş kısımları
Resim 4-5. Üsküdar ve Yenikapı istasyonlarından iç mekan görünümleri (Soldan sağa)
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
125
KENTİMİZDEN
DOSYA
daki tarihi değerlere yönelik koruma alanında yarattığı
düşünülen tahribat ve hedeflenen zamanın aşılmasına
bağlı artan maliyetler, projenin faaliyete geçtikten sonraki işletimi konusundaki yöntem ve hak sahipliliği gibi
konularda dile getirilen eleştiriler, projenin önemi düşünüldüğünde dikkate değer görülmelidir.
SONUÇ YERİNE
Geçmişten bugüne baktığımızda, Atatürk dönemi
Türkiye’sinin ulaşım politikaları, yatırımların daha çok
raylı sistem öncelikli ve Anadolu coğrafyasına yayılması
arzusundayken, 1950’li yıllarla birlikte özellikle de Amerika güdümündeki petrole bağımlı karayolu öncelikli yatırım politikalarına ağırlık verilmesi ve bu dönemin adeta
kemikleşmiş bir yapıda bugünlere gelmesi Türkiye’nin
ulusal ulaşım politikalarının basit bir özeti olabilir. Bugün
özellikle İstanbul başta olmak üzere, büyük kentlerimiz
ve Batı Anadolu üzerindeki karayolu öncelikli politikalar,
geçmişten gelen kemikleşmiş yapının ve bundan türlü kademelerde çıkar bulacakların baskısı altındayken,
raylı sistemleri, deniz-göl-nehir ulaşımı politikalarını ve
İstanbul gibi ulus üstü kentlerimizde çağdaş ulaşım yatırımlarının, kentin ve kentte yaşayan herkesin yararına
nasıl işlev kazanacağını düşünmek, bilimin ve geçmiş
tecrübelerin ışığında yorumlamak ve uygun çözümleri
savunmak, özellikle bugünlerde önemli bir sorumluluk
ve ilgili meslek alanlarının bir nevi ödev konusudur.
İstanbul gibi bir kentin sunacağı ve özlemini duyduğumuz çağdaş yaşam koşulları, komşu il ve ülkelere kadar
uzanan bir coğrafya olunca, projenin hayata geçirilmesi
ve sonrasındaki süreç son derece önemlidir.
İpek yolu’nu yeni köprülerle ve yüzyıllar sonra yeniden,
karayoluyla hayata geçirmek yerine, bilimin ve insanoğlunun vardığı teknolojik imkanların kolaylığı ve akılcılığıyla, doğal dengelerle barışık rayların ve suların üzerinde yeniden ama ilk kez kurmak daha heyecan verici ve
insancıl olmaz mı?
Kaynaklar:
http://www.mimdap.org/w/?p=774
http://www.marmaray.com.tr/index.htm
www.tcdd.gov.tr/genel/marmaray/marmarayharita.jpg
http://www.dersaadettramvayi.com
http://www.bilgipanosu.com
Bu projenin İstanbul’da yaratacağı artı değer ve toplu
ulaşımın raylar üzerinde yükselecek payı, hiç şüphesiz
İstanbul’un kent içi ulaşımına olduğu kadar, kıtaları birleştiren yapısında da üçüncü bir karayolu köprüsü projesinin de ne denli gerekli, mevcut veya planlanan ulaşım projeleriyle ne kadar uyumlu olduğu sorgusunu akla
getirmektedir. Tam da bu günlerde, 3. Boğaziçi karayolu
geçişinin gerekliliğini her yönden sorgularken ve yanıtını
vermek için Marmaray ve bağlantılı olduğu diğer projelerin, toplu ulaşım politikalarının, bu alandaki uygar ve
model alınan ülke yaklaşımlarının denenmesi, etkinliklerinin artması ve sonrasında yapılacak bir durum değerlendirmesine ihtiyaç varken, 3. köprü ile karayolu geçişinin yarattığı gündem, bu sürecin birbirinden bağımsız,
politik ve bilimsellikten, geçmiş tecrübelerden uzak bir
arka plan ile beslendiği endişelerini yaratmaktadır.
Henüz bitmemiş olsa da Marmaray Projesi, iki yaka arasından başlayıp, bir kentin, bir ülkenin geleceği üzerinde
etkin bir öneme sahip olduğu için ve ilişkili olduğu alan
ulaşımdan öte, bir kentin üzerinde yerleştiği tarihi bellek,
126
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
KENTİMİZDEN
Özden KAYA
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi YK Yedek Üyesi
UNUTUŞ…
“Her şey değişiyor, kalbimiz bile,
Ama yüzyıllarla besli bir şehir
İnsan yaşamından daha da hızla
Bunca çabuk nasıl yok olabilir?”
Ahmet Muhip Dıranas
Her çocuk, büyüdüğü kenti devasa büyüklükte sanır.
Büyüdükçe, korkutucu bir yabancılıkta gelen kent tanıdıklaşır, bildik bir huzur verir. Sokakları, insanları bilmenin dinginliği ile yaşarsın. İstanbul’da çocuk olanlar
bu duyguyu bilmezler. Kent sen büyüdükçe, daha fazla büyür. Belirsizce de olmaz bu değişim. Her şey, öyle
çok değişir ki büyüdüğün sokak bile sana yabancılaşır.
Bundan dolayı, İstanbul’da çocuk olmak; kaybolmaktan
korkmaktır, yolları ezberlemektir, güvensiz bir yabancılıktır ve en kötüsü büyüdükçe çoğalan bir unutkanlıktır.
Kentler gibi, biz de değişiyoruz. Kısa geçmişimizde bile,
parçalanmalar yaratacak kadar hızlı, yok edici. Öyle kısa
zaman geçmiş ki ve öyle uzak ki bellek yoksunu anılar,
yoksa başka bir kent miydi özlediğimiz?
Ahşap evlerin gıcırtısı, cumbada oturma keyfi, bahçeli
evlerin esintisi yabancı değildi bu kadar. Günden güne
eksildi, sokağımızda evler. Güzel olduklarını yerine yenileri yapılınca anladık. Belki eskiye bu kadar özlem yadırgatıcı. Yıkılmadan yapılmaz belki. Ama boşluklar böyle
dolmadı. Yıkılan evlerin yerine yapılan apartmanlar, güneşi kapadı dar sokaklarda. Binalar yükseldi, minareler
buna uydu, kentin silueti yükseldi. Yabancı mimarlar geldi, Haliç’in sanayiye açılması ile ana arterler bıçak gibi
kesti yolları. Mevcut doku zedelendi. Tek tük kalan evlerin yanı karaktersiz evlerle doldu. Benzeşim kötüden
yanaydı. Ahşap evler bozuldu, sıvandı, ilaveler yapıldı,
yıkıldı ve gittikçe yanındaki niteliksiz yapılara benzemeye başladı.
Ve bunların arasındaki tezatlıkla. Kent çok sesliydi, çok
renkli idi. Zıt hayatlar köprünün iki yanına sığınmıştı.
Köprü bu zıtlıkların en çok ortaklaştığı yerdi.
Gezgin Edmondo de Amicis, “Sevgili İstanbul”unda 19.
yüzyıl sonu İstanbul’unun göz alıcılığını herkesten iyi anlatır. Sağda Galata, önünde bir direkler ve bayraklar ormanı; Galata`nın üstünde Pera, gökyüzüne karşı Avrupa
sefarethanelerinin muhteşem siluetleri; önde iki yakayı
bağlayan ve üzerinde iki zıt hayatın renk cümbüşünün
gidip geldiği köprü; solda, yedi tepe üzerine serpiştirilmiş, her tepesi kurşun kubbeli ve altın alemli devasa bir
camiyle taçlandırılmış İstanbul... mavi ve gümüşün en
ince tonlarının eridiği gökyüzü, bütün bunlara muhteşem
bir zemin oluştururken, üzerinde mor, küçük şamandıralarla gök yakut bir suyun titreyerek yansıttığı beyaz narin
minareler, kubbeler, güneşte parlamaktadır. Yoğun yeşillikler kütlesi sabahın ilk ziyalarında adeta dalgalanıp
gerinmektedir... Bunun dünyanın en güzel manzarası
olduğunu inkâr etmek herhalde en büyük kabalık, hatta
Tanrıya ve nimetlerine karşı en büyük nankörlük olacak-
Oysa bu kent topografyasıyla, yaşamla bütünleşen mimari yanıyla, yeşilin kent içinde bahçeli-evleriyle, çıkmaz
ve dar sokaklarında yaşanan yoksulluğa rağmen güzeldi. Kurşuni renkte kubbelerin ışıltısı, şehre yaklaştıkça
beliren köşeli dar sokaklar, ahşap evlerin mütevazılığı…
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
127
KENTİMİZDEN
DOSYA
tır. Ve kesindir ki daha güzel herhangi bir şey insanoğlunun haz alma kabiliyetinin fevkindedir.
Güzeldir İstanbul, herkesin gözünde güzel. Herkesin gözüyle güzel. Bu güzelliğin kalbi de Eminönü’dür. Nasıl
olmasın ki kent buraya kurulmuş, sonra surlarla belirlenen sınırlar aşılmış, yenileri yapılmış, yine aşılmış; artık
sınırlar surlarla belirlenmez ve korunmaz hale gelince
Galata ve Unkapanı köprüleri ile karşı yakaya bağlanmıştır. Bu bağlanış kentin karşı kıyıya hızlıca yayılmasını ve sarayın da yeni yapılan Dolmabahçe Sarayı’na
taşınmasını sağlamıştır. Karaköy Eminönü arası kurulan
köprüler talihsizdir biraz. Birçoğunun ömrü öyle kısadır
ki, hatırlanmaz bile. Bazısı sadece projelerde kalmıştır.
Evet, Galata Köprüsü; eskisi gibi değil. Yine de, bir buluşma yeri benim için. Eminönü ve Beyoğlu’nu dostça
bağlıyor. Arkadaşımla buluşacağım. Öğle arası, vaktimiz az. Orta bir yerde buluşacağız. Eminönü’nden
geliyor arkadaşım. Mercan yokuşundan aşağı iniyor.
Beyoğlu’ndan yürüyorum, yenilenmiş tünele biniyorum.
Karaköy’e iniyorum. Köprü altında. Sonrası hızlanan
adımlar. Galata Köprüsü’nde duralıyorum biraz. Gözüm
her daim burada olan balıkçılara takılıyor. Arkadaşım henüz gelmemiş. 92’de yanmıştı köprü, bu yenisi. Diğerinin
müdavimleri vardı. Akşamdan akşama köprü altına takılanlar. Bu köprü sessiz, dingin, karmaşanın ortasında,
biraz da altında, denize bakıyorum, küçük motorlara.
Bizans kubbeleri; Osmanlıların minareleri. Kıvrımlar ve
128
128
yataylar. Bir ibadethane etrafında örgütlenen eski bir Ortadoğu geleneği mahalleler. Yedi tepe vurgusu, bunun
üzerinde şekillenen anıtsal yapılar, külliyeler. Süleymaniye eteğine kıvrılmış ahşap evler, Rüstempaşa Camisi.
Sait Faik “Köprüde arkadaş olunmaz / Köprüden seyredilir” der. Evet, köprüde arkadaş olunmaz belki. Ama arkadaş beklenirken seyredilir. Arkadaşım geliyor. Kucaklaşıyoruz. Dahası mı yarım ekmek balık, yaşama anlam
katan sohbet, evcilleştirilmiş sıkıntı kayboluyor. Bu kenti
seviyorum. Tüm söylediklerim mi? Ne dedim ki!
Mühendislikte,
Mimarlıkta
ve Planlamada
ÖLÇÜ ÖLÇÜ
Mühendislikte,
Mimarlıkta
ve Planlamada
KÜLTÜR SANAT
Ali Ekber KIR
Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi YK Yedek Üyesi
PİR SULTAN ABDAL
PİR SULTAN ABDAL KİMDİR ?
Pir Sultan Abdal yedi ulu alevi ozanından birisidir. Kişiliğiyle,
sanatıyla, direnişiyle günümüzde de güncelliğini ve haklılığını korumaya devam etmektedir. Pir Sultan Abdal’ın asıl
ismi Haydar’dır. Soyu Yemen’den olup oradan Hoy’a yerleştikleri, Anadolu’ya göçle beraber Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin
Banaz yaylasına yerleştiği belirtilmektedir. Kesin doğum ve
ölüm tarihi bilinmemekle beraber 1500’lü yıllarda yaşadığı
varsayılmaktadır. Pir Sultan Abdal’ın en büyük özelliği ne
pahasına olursa olsun inandığı değerlerden zerre kadar taviz vermemesidir. Bu konumunu şu mısralarla dile getirmiştir “Kadılar müftüler fetva yazarsa, İşte kement işte boynum
asarsa, İşte hançer işte kellem keserse, Dönen dönsün
ben dönmezem yolumdan ’’. Pir Sultan Abdal’ın günümüzde de oldukça popüler olan şiirlerinden anlaşıldığı üzere,
Pir Sultan komple bir insandır. O salt bir şair değil, aynı zamanda halkın önderi, sözcüsü olarak siyasi bir kişiliktir de.
Nitekim bunu bilen Osmanlı devleti, Pir Sultan’a mevki makam sunmuş, bunda başarılı olamayınca Pir Sultan’ı idam
ettirmiştir. Osmanlı devleti onu idam edip yok edeyim derken Pir Sultan Abdal daha da ölümsüzleşmiştir. Pir Sultan
Abdal şiirlerinde, genellikle Alevi davasına ve ulularına olan
bağlılığını işlemiştir. Bunların başında da Hz. Muhammed,
Hz. Ali, On iki İmamlar ve Hacı Bektaşi Veli gelmektedir. Pir
Sultan kendi çağının acılarına ancak direnişle son verileceğini coşkulu bir şekilde şiirlerinde dile getirmiştir. Pir Sultan
Abdal’ın yaşadığı 1500’lü yıllarda Anadolu’da Osmanlı zulmü hüküm sürmektedir. Osmanlı devleti halkı ağır vergilere
bağlıyor, olmadık baskılar uyguluyordu. Bu baskıların sonucu sürekli isyanlar, başkaldırılar gelişiyordu. Gelişen başkaldırılar Osmanlı İmparatorluğunu sarsıyordu. Osmanlı
imparatorluğu yöneticileri de bu isyanları bastırmak için
baskılarını gün geçtikçe artırıyordu. İşte Pir Sultan Abdal
böylesi koşulların ağır olduğu bir dönemde Anadolu’yu ka-
rış karış gezerek bir muhalefet hareketi geliştiriyor ve halkı
sömürücü düzene karşı direnmeye çağırıyordu. Pir Sultan
Abdal’ın çağrısı salt Aleviler için değil, Osmanlının sömürge düzeninden rahatsız olan herkeseydi. Pir Sultan’ın en
büyük propaganda malzemesi Alevi öğretisindeki eşitliği,
paylaşmacılığı dile getirdiği şiirleriydi. Pir Sultan Abdal Alevi
öğretisi hakkında muazzam bir bilgi birikimine sahipti. Bu
bilgisini şiirlerine yansıtıyor, bir ‘yol’ insanı olarak inancının
gereklerini yerine getiriyordu. Bilindiği gibi Alevi inancının
en belirgin özelliklerinden biriside, ne pahasına olursa olsun haksızlığa, sömürüye, zalimin zulmüne karşı olmaktır.
Pir Sultan bu ilkeyi sonuna kadar savundu ve sonunda da
Osmanlı devletinin Sivas paşası Hızır (Hınzır) tarafından
astırılarak ilkeleri uğruna şehit edilmiştir. Pir Sultan Abdal,
Alevi toplumunun yetiştirdiği en büyük kahramanlardan biridir. Pir Sultan Abdal eylemiyle, sanatıyla bir çığır açmıştır.
Anadolu da Pir Sultanlar geleneğini başlatmıştır. Bu gelenek onurlu, erdemli insan olma geleneğidir. Bu gelenek ve
yarattığı değerler, evrensel anlamda bütün insanlık için bir
şereftir.
Kaynak :www.alevikonseyi.com, www.pirsultan.net/kategori.asp, www.
yesilyakakoyu.com.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ
129
KÜLTÜR SANAT
DOSYA
“SUSMAYAN NEFES PİR SULTAN ABDAL”
OYUNUNA KISA BİR BAKIŞ
Pir Sultan Abdalı yaşatmak adına bir çok amatör ve profosyonel oyuncu toplulukları sahne almıştır. Anadolu
Meydan Sahnesi de bu topluluklardan birisidir. Anadolu
Meydan Sahnesi ‘‘İnsanlığın uygarlık tarihinde; boy veren tüm uygarlıkların büyümesine, olgunlaşmasına ve
gelişmesine beşik sallayan, köklü kültür mirasların yatağı Anadolu ve özünde sevginin, saygının, hoşgörünün
mayasından oluşan, geleneksel kültürümüz ve asırlar
boyu bize büyük bir onur ve gurur veren; geleneksel halk
sanatlarımızı yaşatmak, yeni kuşaklara tanıtmak ve yarınlara taşımak amacıyla’’ çıkmış yola. Oyunu seyrettikten sonra gerçektende kuruluş amacına uygun bir oyun
ortaya koyduklarını görmüş olduk. Jeofizik Mühendisleri
Odası İstanbul Şubesi olarak 30.05.2008 tarihinde Yunus
Emre Kültür Merkezinde seyirciyle buluşan oyunu izlemeye gittik.
Oyun 16. yüzyılda Sivas’ın Yıldızeli ilçesi Banaz yaylası
çevresinde geçmektedir. Oyunda Osmanlı’nın uyguladığı
yanlış siyasetinin sonuçları, ağır vergi uygulamaları altında yoksulluk ve sefalet içerisinde yaşayan halkın durumu
dile getirilmektedir. Halkın bu sefaletine karşın tefecilerin
kol gezdiği ve yönetimle iyi ilişkileri olan derebeyleri ve
işbirlikçilerin varlık içerisinde yaşadıkları anlatılmaktadır.
Tüm bu olumsuzluklara karşın halkın birlik beraberlik içerisinde olmaları halinde bu baskıya karşı koyabileceklerinin de güzel bir örneği sergilemektedirler. Burada halkın
bilinçlenmesinde ve haksızlığa karşı koymasında Pir Sultan Abdal’ın payı büyüktür. Pir Sultan Abdal evindeki bir
tas bulguru halkla paylaştığı, halkın her sıkıntısına ortak
olduğu ve sunulan mevki ve makamı kabul etmediğinden
130
halkın büyük sevgisini kazanmış ve duygu düşüncelerini
şiirleriyle dile getirmiştir. Oyunda dürüstlük ve Allah, Muhammet, Ali sevgisi ön plana çıkartılmış olup eline, beline
ve diline hâkim olanların ancak Pir Sultan Abdal yolunda
gidecekleri vurgulanmıştır.
Büyük usta Müşfik Kenter de sesiyle oyuna renk katmaktadır. Destan Ana rolüyle Leyla Ünver başarılı bir oyunculuk sergilemekte, güzel sesiyle türküleri ve deyişleri yorumlamaktadır. Leyla Ünver’e bağlamasıyla Ahmet Rıza
eşlik etmektedir.
Destan Ana oyunun başında bir sandıkla sahneye gelip
içerisinde ne olduğunu oyunun sonunda anlatacağını
söyler. Bizlerde oyunun sonuna kadar merakla sandığın
açılması bekledik. Oyunun sonunda sandık açıldığında
ise içerisinde 2 Temmuz 1993 yılında Sivas’ta yakılan aydınlarımızın anısına, onların sayısı kadar karanfil vardı
ve bu karanfiller seyircilere dağıtıldı. Oyun sonunda sahneye çıkan konuşmacılar 400 yıl önce yaşanan olayların
devam ettiğini ve günümüzde de Sivas olaylarının yaşandığını dile getirdiler. Oyunda zaman zaman ağladık, zaman zaman güldük ve haksızlığa karşı koyulduğu zaman
da hep birlikte alkışladık.
Aytekin Özen hocamız ne iyi etmiş de sabırla ve özveriyle çalışarak bizleri bu güzel oyunla buluşturmuş. Bu kısıtlı
imkânlarla kostümleri hazırlayan Gönül Sipahioğlu’nun,
oyunda emeği geçen tüm oyuncuların ve katkı koyanların
yüreğine, diline sağlık. Birlik beraberlik adına herkesin bu
oyunu seyretmesini canı gönülden isterim. Oyuncuların
sanat yaşamları boyunca böyle güzel eserlerde oynamalarını diliyor ve sanatçıların, sanatseverlerin önünde
saygıyla eğiliyorum.
Mühendislikte, Mimarlıkta ve Planlamada ÖLÇÜ

Benzer belgeler