cenevre parıs

Transkript

cenevre parıs
ALIŞVERİŞ VE
YAŞAM KÜLTÜRÜ
DERGİSİ
EYLÜL - EKİM 2013
YIL 7 / SAYI 91 / FİYATI 1 TL
OSMANLI’DA
MÜZIK VE SU SESIYLE TEDAVI
DÜŞLERİ VE YAŞAMI KUMAŞA DÖKMEK
YAZMACILIK
BU AYKİ KONUĞUMUZ
SÜEDA ÇIL
MENTAL
ARiTMETiK
ARABANIZ
KİŞİLİĞNİZİ ELE
VERİYOR
.
AKDENİZ’İN BEKÇİSİ;
GELIDONYA
FENERI
C
ENEVRE
PARIS
1 HAZİRAN - 31 EKİM TARİHLERİ ARASINDA
BİNLERCE HEDİYE ADESE’DE SİZLERİ BEKLİYOR!
AYRINTILAR ARKA SAYFADA.
CAHİDE SULTAN’IN BİRBİRİNDEN LEZİZ KURBAN
1
BAYRAMINA ÖZEL YEMEK TARİFLERİYLE YİNE DOPDOLU!
2
3
91. SAYI
12
KURBAN BAYRAMINIZ
KUTLU OLSUN
İÇİ İÇİNDEKİLER
32
36
OSMANLIDA
MÜZİK VE
SU SESİYLE
TEDAVİ
28
DÜŞLERİ VE
YAŞAMI
KUMAŞA
DÖKMEK
YAZMACILIK
MENTAL
ARİTMATİK
42
CENEVRE
PARİS
48
AKDENİZ’İN BEKÇİSİ
GELİDONYA FENERİ
TİDE EDİTÖRDEN
ko iligves abahreM
ibrib ad adzımıyas
B nabruK kerabüM
ednüg nabruk ned
m riad an’ımaryaB
dmıkar ertem 722
zinedkA ateda iren
ç ,uğudruv ezünüz
nıralşuK …ises niz
zig nın’aykiL kitnA
ç ive ralnıdak ızaB
nilsen iney mileleg
şaY .relliğed fıkav
ednirelşi ve ucur
nıdadmi nınıralmın
İ ev asnarF ya uB
rütlük ,inihirat ,un
utarobaL NREC iğ
.kidrev
nimenöd ılnamsO
m ihirat iharrec ev
nalınalluk edivad
ninimetnöy ivadet
.kıdalfarğot
ani ınasni ulodanA
.rıtşımraşab ıyam
amzay ıltakoT .rıd
üttrö ınıralşab kar
yemliterü elrelmet
.kıdrıtşara ed
coç ,ıdlıça rallukO
alkucoç alyısamşal
ımıralkucoç meh is
4
Merhaba sevgili okurlar, 91’inci sayımızda sizlerle tekrar buluşmanın sevincini yaşıyoruz. Bu
sayımızda da birbirinden ilginç ve güzel dosyalar sizi bekliyor.
Mübarek Kurban Bayramı’na az bir zaman kaldı. Bayram yaklaşıyor. Kurban Bayramı gelmeden kurban gündemi oluşmaya başladı. Bizler de Kkurbanda yapılması gerekenleri ve Kurban Bayramı’na dair merak edilen soruları araştırdık.
227 metre rakımdaki Türkiye’nin en yüksek deniz feneri unvanını bulunduran Gelidonya Feneri adeta Akdeniz’in bekçiliğini yapıyor. Gelidonya, Akdeniz’den gelen serin rüzgârların yüzünüze vurduğu, çam ağaçları ve adaçayı kokuları arasında zamanın durduğu bir yer. Denizin sesi… Kuşların sesi… Likya yolu ve Gelidonya Batığı’nın mitolojik hikâyesi… Doğanın ve
Antik Likya’nın gizemini sizler için araştırdık.
Bazı kadınlar evi çekip çevirmek konusunda Allah vergisi bir yeteneğe sahip olabilirler. Gelgelelim yeni neslin önemli bir kısmı evlenip evinin hanımı olduğunda mesleğin inceliklerine
vâkıf değiller. Yaşamın içinde ev hanımlarına katkı sağlayacak o kadar çok bilgi var ki… Yorucu ev işlerinde bunalan hanımların imdadına, pratik bilgiler yetişiyor. Biz de hazır ev hanımlarının imdadına yetişelim ve bilmeleri gereken temel şeyleri özetleyelim istedik.
Bu ay Fransa ve İsviçre’deyiz. Fransa’nın Paris ve İsviçre’nin Cenevre kentlerinin dokusunu, tarihini, kültürünü ve dünyadaki her bilim adamının çalışmak veya ziyaret etmek istediği CERN Laboratuarı’nı yerinde inceledik. Bilim ve sanatın bu iki değerli durağında bir mola
verdik.
Osmanlı döneminde hastaların müzik ve su sesiyle tedavi edildiği Bimarhane, geçen yıl tıp
ve cerrahi tarihi müzesine dönüşürken, o dönemde burç ve ten rengi gibi özelliklere göre tedavide kullanılan makamların aynısı gelen konuklara dinletiliyor. Tarihte gerçekleştirilen bu
tedavi yönteminin sergilendiği Amasya’daki Bimarhane’ye giderek bu yaşayan müzeyi fotoğrafladık.
Anadolu insanı inançlarını, kültürünü, geleneğini, duygularını sanatına ve zanaatına yansıtmayı başarmıştır. Yazmacılığın yapıldığı Anadolu kentleri arasında Tokat’ın ayrı bir yeri vardır. Tokatlı yazmacılar yüzyıllardır düşlerini yazmalara işlemişlerdir. Kadınların yöresel olarak başlarını örttüğü yazmalar, Tokat yöresinde el emeği göz nuru olarak geleneksel yöntemlerle üretilmeye devam ediyor. Yazmasının 600 yıllık serüvenini Tokat’a giderek yerinde araştırdık.
Okullar açıldı, çocuklarımız ilk okul heyecanını yaşıyor. Neyse ki okul öncesi eğitimin yaygınlaşmasıyla çocuklarımızın çoğu okulla tanışmış durumda. Ama 1. sınıfın heyecanı ve endişesi hem çocuklarımız, hem de aileleri için bir başka elbette ki.
Aydoğan Yüce
İmtiyaz Sahibi
Yeşilimsi Yayıncılık Ltd. Şti. Adına - Tekin Güner
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tekin Güner
Editör
Aydoğan Yüce
Sanat Danışmanı
R. Yeşim Güner
YAPIM
GREENS DESIGN
Yayın Kurulu
Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı
Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ,
Hatice Küçükhemek,
Lider Anaç, Yıldız Liva,
Yönetim Yeri
Hoşdere Cad. Reşat Nuri Sok.
2/5 Y.Ayrancı / ANKARA
Tel: 0312 468 52 22 Fax: 0312 468 52 24
Baskı
Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Bahçekapı Mah. 2477. Sok.
No: 6 Şaşmaz/ ANKARA
Tel: 0312 278 82 00
Baskı Tarihi 15. 09. 2013
Aylık yerel süreli yayındır. ISSN 1306-1739
[email protected]
[email protected]
Reklam Rezervasyon
Halil Arslanpınar
[email protected]
5
BİZDEN HABERLER
ADESE’DE AĞUSTOS KAMPANYASI
TALİHLİLERİ ÇEKİLİŞLE BELİRLENDİ
ADESE’NİN, 22’NCİ YILINA ÖZEL OLARAK GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ‘22. YILDA 22.222 HEDİYE’
KAMPANYASININ AĞUSTOS AYI TALİHLİLERİ BELİRLENDİ. 10 EYLÜL 2013 TARİHİNDE
GERÇEKLEŞTİRİLEN ÇEKİLİŞLE 4.444 HEDİYE SAHİBİNİ BULDU.
6
Perakendenin yükselen değeri Adese,
22’nci yılını müşterileriyle paylaşacağı 22.222 hediye ile taçlandırıyor. Haziran ayında başlayan ve 5 ay boyunca devam edecek olan 22’nci yıl kampanyası süresince Adese Kart’larıyla
alışveriş yapan Adese müşterileri her
25 TL’lik alışveriş için bir çekiliş hakkı elde ediyor. Kampanya kapsamında
Adese müşterileri her ay 2 adet HYUNDAI İ20 başta olmak üzere birbirinden
özel hediyeler kazanma şansı elde ediyor. Haziran ve Temmuz kampanyasından Adese müşterilerine 8.888 hediye
teslim edildi.
mi 31 Ağustos 2013 tarihinde sona erdi.
10 Eylül 2013 Salı günü saat 11.00’de Kulesite Adese’de gerçekleştirilen Ağustos kampanyası çekiliş sonucu toplam
4.444 hediye için şanslı Adese müşteri belirlendi. Noter huzurunda ve halka açık şekilde yapılan çekiliş sonucu
Konya’dan Akylay ARAPOVA ve Abdullah CAVLAZOĞLU 2013 model Hyundai İ20 otomobil kazanan isimler olurken Konya’dan Ali TÜRKMENOĞLU ve
İbrahim FÜNLÜ, Ankara’dan Adnan ÖZTÜRK ve Bolu’dan Emre BENLİ ise Vestel No-Frost Buzdolabı kazanan şanslı
Adese müşterileri oldular.
AĞUSTOS
KAMPANYASININ
ÇEKİLİŞİ 10 EYLÜL’DE
KULESİTE’DE
GERÇEKLEŞTİ
Toplam 4.444 Adese müşterisinin hediye kazandığı çekilişin sonuçlarına ve
hediye teslim detaylarına 16 Eylül 2013
tarihinden itibaren 444 0 237 numaralı
müşteri danışma hattından, www.adese.com.tr adresinden ve Adese - Adesem marketlerinden ulaşılabilmekte.
Adese müşterilerinin yoğun ilgisiyle
karşılaşan kampanyanın üçüncü döne-
EYLÜL KAMPANYASI
DEVAM EDİYOR
Eylül ve Ekim döneminde de devam edecek kampanya kapsamında şanslı Adese müşterileri Eylül döneminde; 2 adet
2013 MODEL HYUNDAI İ20 OTOMOBİL,
4 adet ACER LAPTOP, 4 adet UĞUR DERİN DONDURUCU, 4 adet VESTEL LCD
TELEVİZYON, 4 adet SAMSUNG CEP
TELEFONU, 44 adet ASUS TABLET, 44
adet SAMSUNG FOTOĞRAF MAKİNESİ,
44 adet MTF HALI ve binlerce elektrikli ev aleti kazanma şansı yakalayacak.
BİZDEN HABERLER
ADESE’DE PRATİK, HESAPLI VE
BOL HEDİYELİ OKUL ALIŞVERİŞİ
ADESE, OKUL ALIŞVERİŞİNE ÇIKAN AİLELERE BOL ÇEŞİT VE İNDİRİM SUNUYOR. ÇOCUK SAĞLIĞINA
UYGUN, KALİTELİ ÜRÜNLER SUNAN ADESE, ÖZEL KAMPANYALAR VE TAKSİT FIRSATIYLA BU YIL
DA VELİLERİN GÖZDESİ…
BOL ÇEŞİTLE
ÇOCUKLARIN, UYGUN
FİYATLA AİLELERİN
GÖZDESİ
Adese, tüm okul ihtiyaçlarında bol çeşidin yanı sıra, uygun fiyatlar da sunuyor.
Çocukların sevdiği çizgi film kahramanlarının lisanslı ürünlerinin yer aldığı reyonlarında çeşit çeşit renk renk kalemler, silgiler, defterler bulunduran Adese
bol çeşidiyle çocukların, uygun fiyatlarıyla ve kampanyalarla ise ailelerin gözdesi…
OKUL ÜRÜNLERİNDE
KALİTE VE SAĞLIK
GARANTİSİ
Özellikle son yıllarda kırtasiye ürünlerinde veliler daha dikkatli davranıyorlar. Uzmanlar, ithal edilen bazı ürünlerin çocuk sağlığına zararları konusunda
aileleri uyarıyor ve dikkatli tercih yapmalarını ve güvenilir noktalardan alışveriş yapmalarını tavsiye ediyorlar.
Adese reyonlarında Sağlık Bakanlığı
sertifikasına sahip olan firmaların ürünlerine yer veriyor. Bu konuda oldukça hassas davranan Adese, çocukların
sağlığını riske edebilecek hiçbir ürünü
müşterileri sunmuyor.
LİSANSLI ÜRÜNLER
Okul alışverişine çıkan aileler, örneğin
bir resim defteri alacaklarını düşünürken, bazen kendilerini Barbie’li ya da
Pepee’li resim defteri ararken bulabiliyorlar. Bunun nedeni, artık çocukların
üzerinde çizgi karakterlerinin resminin
olduğu lisanslı ürünleri tercih etmeleri… Okul ihtiyaçlarındaki son modayı yakından takip eden Adese, çocukların bu
yıl çok sevdikleri lisanslı ürünleri de bir
arada sunuyor. Böylece hem çocuklar
mutlu oluyor, hem aileler lisanslı ürünü
bulmak için saatlerini harcamak zorunda kalmıyorlar.
BOL KAMPANYALI OKUL
ALIŞVERİŞİ
Okul alışverişi için Adese’ye gelenler
sadece kırtasiye değil tüm reyonlardan yapacakları her 25 TL ve katları tutarındaki alışverişleri için hem kartopu kampanyasından faydalanacak hem
de Adese’nin 22. yıla özel düzenlediği
kampanyanın eylül döneminde bulunan
2 Hyundai İ20 başta olmak üzere 4.444
hediyeden birini kazanma şansını elde
edecek. Adese’nin müşterilerine özel
uyguladığı diğer kampanyalar ise şöyle:
Ülker’le Okula Mutlu Dönüş: 3-16 Eylül tarihleri arasında 10 TL’lik Ülker atıştırmalık alışverişine 5’li Ülker Çikolatalı Gofret veya 10’lu Ülker Çokoprens hediye.
Okula Dönüş Yolunda Bol Bol Bonus
Var: Bonus kartınızla farklı günlerde ve
tek seferde yapacağınız her 75 TL’lik
dört alışverişin her birine 5 TL bonus
beşinciye 30 TL bonus, toplamda 50 TL
bonus. Son gün 30 Eylül.
Adese’den Misss Gibi Kampanya:
9-27 Eylül tarihleri arasında Adese ve
Adesem’lerden Rinso, Yumoş, Domestos, Cif ve Sunligt Cif markalarından
Adese Kart ile tek seferde 20 TL’lik alışveriş yapan herkese 5 TL Adese Puan
hediye.
Omo ile Okula Renkli Dönüş: Adese
ve Adesem marketlerinden yapacağınız
Omo Toz 5 kg veya Omo Sıvı 1400 ml
alışverişinize boya seti anında hediye.
Adese ve P&G İle Okullarda Spora Destek: 30 Eylül’e kadar yapacağınız her P&G alışverişi ile İç Anadolu’daki
okullara, spor ekipmanı bağışı için destek olun.
Ozmo Macerasını Adese’de Yaşıyoruz: 14 Ekim’e kadar Adese Kart’la Şölen Ozmo ürünlerinden toplam tutarda
en fazla alışveriş yapan ilk 25 kişi 100
TL, sonraki 50 kişi 50 TL, sonraki 100
kişi 30 TL ve ardından gelen 200 kişi 20
TL toplam 12.000 TL Adese Puan kazanıyor.
10 TL’lik Signal Alışverişine Not Defteri ve Tükenmez Kalem Hediye
OKUL ALIŞVERİŞİNDE
10 TAKSİT İMKÂNI
Kredi kartlarıyla alışveriş yapanlar için
sadece kırtasiye alışverişlerinde değil,
gıda ve temizlik hariç tüm alışverişlerde
Adese ve Adesem’lerde 50 TL ve üzerinde anlaşmalı kredi kartlarına vade
farksız peşin fiyatına 10 taksit imkânı
sunuluyor.
7
BİZDEN HABERLER
ADESE’DE TEMMUZ TALİHLİLERİNE
OTOMOBİLLERİ TESLİM EDİLDİ
ADESE’NİN 22. YILINA ÖZEL DÜZENLEDİĞİ VE BEŞ AY DA BEŞ ÇEKİLİŞLE TOPLAM 22.222 HEDİYENİN
VERİLECEĞİ KAMPANYANIN TEMMUZ AYI ÇEKİLİŞİ 12 AĞUSTOS 2013 TARİHİNDE GERÇEKLEŞTİ.
4.444 HEDİYENİN TALİHLİLERİNİN BELİRLENDİĞİ ÇEKİLİŞİN ARDINDAN KAMPANYANIN EN BÜYÜK
HEDİYESİ OLAN 2 ADET 2013 MODEL HYUNDAİ İ20 OTOMOBİL ŞANSLI ADESE MÜŞTERİLERİNE
DÜZENLENEN TÖRENLE TESLİM EDİLDİ.
01-31Temmuz 2013 tarihleri arasında
Adese Kart ile 25 TL’lik alışveriş yapan
Adese ve Adesem müşterilerinin katıldığı kampanyanın çekilişi 12 Ağustos’ta
Kulesite Adese’de gerçekleşmişti. Katılımcılar ve noter huzurunda gerçekleşen çekilişle toplam 4.444 hediye sahiplerini bulurken, 2013 model Hyundai
i20 kazanan iki Adese müşterisine hediyeleri Konya’da düzenlenen törenle teslim edildi.
Kulesite Adese’de düzenlenen hediye
teslim programında talihliler ve aileleri ile Adese Yöneticileri hazır bulundu.
Talihlilerden Mustafa Tosuntaş otomobilinin anahtarını Adese Kurumsal İletişim Müdürü Hatice Küçükhemek’in elin-
den alırken, diğer talihli Ahmet Olgun’un
yerine vekaleten babası Halil Olgun’a ise
otomobilini Adese Kurumsal İletişim Müdür Yardımcısı Salih Yılmaz teslim etti.
Düzenlenen törende kısa bir konuşma
yapan Adese Kurumsal İletişim Müdürü Hatice Küçükhemek, 22. Yıla özel düzenlenen kampanyanın Eylül, Ekim ayında da devam ettiğini belirterek ‘2 aylık
sürede 8888 kişi hediye kazandı. Toplam 22.222 kişinin hediye kazanacağı kampanyamızda hala kazanmak için
fırsat var. Bunun için Adese Kart ile 25
TL’lik alışveriş yapmak yeterli.’ dedi.
Hediyelerin teslim alan talihlilerin ve ailelerinin de oldukça mutlu oldukları gözlendi.
SELVA, 140 SIRA BİRDEN YÜKSELDİ
Büyük Sanayi Kuruluşu arasında yer
alan şirketlerin ilk 500’de yer alanlara
göre ihracata daha fazla önem verdiği
belirtildi.
YENİ ÜRETİM HATTI
YATIRIMI YAPTI, İHRACAT
%55 BÜYÜDÜ
Selva Gıda, İstanbul Sanayi Odası (İSO)
tarafından açıklanan Türkiye’nin ikinci
500 Büyük Sanayi Kuruluşu araştırmasında geçen seneye göre 140 sıra yükselerek 242. sırada yer aldı. Türkiye’nin
markalı makarna ihracat lideri olan
Selva’nın da aralarında bulunduğu ikinci
500 büyük şirketin ortak noktası ise ihracata daha çok önem vermeleri olarak
ortaya çıktı.
8
Şirketlerin üretimlerinin satışa dönüşen miktarlarının kriter olarak ele alındığı araştırmada, ihracat gücünü artıranların daha hızlı yükseldiği tespit edildi. İSO’nun açıklamasına göre ikinci 500
Selva’nın istikrarlı ve hızlı yükselişinde
son bir yıldır sektöre ve tüketicilere kazandırdığı yeni ürünlerinin penetrasyonu ve satışı önemli bir paya sahipken,
yaptığı yeni üretim hattı yatırımı ile birlikte başta Japonya olmak üzere dünyanın önemli pazarlarındaki marka yatırımları ve satışları da etkili oldu. Dış ticaret ekibinin başarılı operasyonları ile
oluşturduğu talebi karşılamak için yeni
bir üretim bandı yatırımı yaparak kapasitesini %75 oranında artıran Selva’nın,
bu yatırımı geçtiğimiz yıl ihracatta yakaladığı %55 büyüme ile karşılık buldu. Selva’nın 2012 yılında özellikle dış
pazarda etkinliğini daha da artırmasını
sağlayan yeni hat yatırımı ile büyüyen
ihracatı, İSO listesine de yansıyarak 140
sıra birden yükselmesini sağladı. Selva
bu yükselişini, 2013 yılında da iç piyasa
ve ihracat toplamında tonaj bazında minimum %25 büyüyerek sürdürmeyi hedefliyor.
Selva Gıda Genel Müdürü Mehmet Karakuş, Selva’nın giderek artan ihracat
gücü ve sanayi kuruluşları arasındaki
yükselişi ile ilgili olarak, “Selva olarak
öncelikli hedefimiz başta Konya ekonomisi olmak üzere ülke ekonomisine katkı sağlamak ve Ar-Ge çalışmalarımız ile
sektörde yenilikçi bir yaklaşım sergilemek. Bugüne kadar dünyanın 120 ülkesine lezzetini ulaştıran Selva’nın başarısında emeği bulunan tüm çalışma arkadaşlarımı ve paydaşlarımızı içtenlikle
kutluyorum. Önümüzdeki yıla dair ticari hedeflerimize paralel, Türkiye’nin makarna ustası olarak daha üst sıralarda
yer alacağımıza gönülden inanıyorum.’
dedi.
9
REYONDAKİLER
İGLO’DAN KÖFTE
ÇEŞİTLERİ
İglo, yeni et ürünleri tebliğine uygun üretilen İglo kırmızı et köfte
çeşitlerini sofralara getiriyor. İglo, ‘Kaşarlı Dana Köfte’, ‘Acılı Dana
Köfte’ ve ‘Annelerin Tarifinden Dana Köfte’ olmak üzere 3 yeni ürününü tüketicilerin beğenisine sunuyor. Türkiye’de üretilen İglo köfte çeşitleri, 7 dakikada pişiyor.
KOCATEPE TÜRK KAHVESİ
1949 yılından bu yana kalite ve güven anlayışından asla ödün vermeden
Türk Kahvesinin eşsiz ve gerçek lezzetini tüketiciyle buluşturan Nurettin
Kocatepe Türk Kahvesi Adese müşterilerine özel üretilen hediyeli ambalajı ile Adese reyonlarındaki yerini aldı. 3 paket 100 gr’lık Türk Kahvesi ve 1
adet Kütahya Porselen fincan takımının yer aldığı yeni ambalajı ile Nurettin
Kocatepe Türk Kahvesi tüketicilerin beğenisine sunuldu.
PALMOLİVE’DEN YENİ SERİ
Yeni Palmolive Body Butter duş jeli serisi, Çikolata Tutkusu Vanilya Aşkı, ve
Çilek Rüyası çeşitleri ile farklı tercihlere uygun yenilikçi bakım alternatifleri
sunuyor. Yeni Palmolive Body Butter Çikolata Tutkusu Duş Jeli, içeriği sayesinde yeniliklere açık kullanıcılar için eşsiz bir deneyim sunuyor. Kakao çekirdeği özleri ve çikolata aroması ile zenginleştirilmiş kremsi formülü, cildinizi pürüzsüz hissetmenizi sağlıyor.Yeni Palmolive Body Butter Vanilya Aşkı
Duş Jeli’nin vanilya özleri ve aroması ile zenginleştirilmiş kremsi formülü,
cildinizi pürüzsüz hissetmenizi sağlarken teninizde nefis bir koku bırakıyor.
Yeni Palmolive Body Butter Çilek Rüyası Duş Jeli cilde pürüzsüz ve kadifemsi bir görünüm kazandırıyor.
HUGGİES’DEN KIZLARA VE
ERKEKLERE ÖZEL BEZ
Huggies, kız ve erkek bebekler arasındaki anatomik farklılıklardan hareketle geliştirdiği, kızlara ve erkeklere özel tasarlanmış bebek bezlerini piyasaya sundu. Huggies bebek bezlerinin tasarım açısından en önemli farklılığını
emici bölgenin kızlar için ortada, erkekler için önde daha fazla olması oluşturuyor. Böylelikle emici bölge, bebeklerin en çok ihtiyacı olan yerde yoğunlaşıyor, daha fazla kuruluk ve rahatlık sağlıyor. Emici bölgeye ek olarak, kızlara ve erkeklere özel Huggies bebek bezleri, birbirinden farklı desenleri ile
de bebekleri ve anneleri mutlu ediyor.
10
11
Ece ÇUHADAR MISIRLI
Psikolog
ŞİMDİ OKULLU OLDUK
EYLÜL AYI GELDİĞİNDE PEK ÇOK AİLE TELAŞLI BİR HAZIRLIĞA GİRER, KIRTASİYELERDEN OKUL ARAÇ
GEREÇLERİ VE OKUL ÜNİFORMALARI ALINIR, ÖĞRETMEN VE OKUL SEÇİMLERİ TAMAMLANIR. ÖZELLİKLE
OKULA İLK KEZ GİDECEK OLAN ÇOCUKLAR VE AİLELERİ İÇİN YENİ BİR DENEYİMİN GETİRDİĞİ HEYECAN
KAÇINILMAZ OLMAKTADIR. ASLINDA BU TELAŞIN İÇİNDE EN ÖNEMLİ HAZIRLIK ÇOCUĞUN ZİHİNSEL,
DUYGUSAL VE SOSYAL HAZIRLIĞIDIR.
Okul, çocuklar için toplumsallaşmanın
ilk adımıdır. Çocuklar, okul çağına gelene kadar öğrendikleri bilgi ve becerileriyle kendilerini bu toplumsal ortamda
ortaya koymak durumundadırlar. Dolayısıyla kendilerine güven duymaları,
öz bakım becerilerini kazanmış olmaları, problemlerle baş edebilme güçlerinin
olması ve zihinsel becerilerde gerekli olgunluğa ulaşmaları gerekmektedir.
Çocukların okula hazır olmaları için gereken bu özellikler için en büyük görev
ailelere düşmektedir. Aşırı koruyucu ya
da reddedici olmayan, demokratik tutumlarla çocuklarını yetiştiren ailelerde çocukların kendilerine daha fazla güvendiklerini, isteklerini, tercihlerini ve
fikirlerini daha rahat ortaya koyabildiklerini görebiliriz. Bu durumda okula başladıklarında da çocuklar yanlarında ebeveynleri olmadan kendi kendine yetebilmektedirler.
Okula yeni başlayacak olan bir çocuğun
okul ortamında kendi öz bakımını karşılayabilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla
okul yaşına gelmeden önce çocuğa öz
bakım becerileri kazandırmak oldukça
önemlidir. Pek çok anne yıllarca gönül-
12
lü olarak çocuklarının her türlü ihtiyacını karşılamaktadır. Ancak bu doğal eğilime rağmen esas amacın çocuğu hayata
hazırlamak olduğunu, sevgiyi göstermenin çeşitli yolları olabildiğini unutmayan
anneler, çocuklarının sevgi ve güven ihtiyacını karşılamayı sürdürürken diğer
ihtiyaçlarını çocuklarına öğretmek konusunda ustalaşabilmektedir. Bu sayede çocuklar yaşına uygun olarak, kendi başına giyinmeyi, yemek yemeyi, kişisel temizliği ve eşyalarını düzenlemeyi öğrenirler.
Okula hazır olabilmek konusunda bir diğer önemli nokta, çocuğun arkadaş ilişkileri kurabilmesidir. Okula başlamadan
önce çocuğun sosyal ortamlara girmesi, oyun oynamayı öğrenmesi, yenilgi-
OKULA HAZIR OLMALARI
İÇİN GEREKEN BU
DONANIMLARA SAHİP
ÇOCUKLAR İÇİN BİLE,
OKULA UYUM VE ALIŞMA
ZAMAN ALABİLMEKTEDİR.
BU SÜREÇTE AİLELER
ÇOCUKLARINA GÜVEN
VERMELİ VE DESTEK
OLMALIDIRLAR.
yi ve bu durumla baş etmeyi öğrenmesi
konusunda ailelerin desteği çocukların
uyum sürecini kolaylaştıracaktır.
Çocukların okul ortamında sorumluluk
alması ve problemlerle baş edebilmeleri için ailelerin çocuklara yaşlarına uygun olan basit sorumluluklar vermeleri,
sorunlarla karşılaştıklarında sorunu çocuk adına çözmek yerine, çocuğun sorunu çözmesine destek olmaları da oldukça önem taşımaktadır.
Son olarak okul çağına kadar çocuğun,
kreş veya anaokuluna gitmiş olsun ya
da olmasın, yeterli uyaran alması, okula yardımcı olacak temel kavram, bilgi
ve becerileri kazanmış olması da gerekmektedir.
Unutmamalıyız ki, okula hazır olmaları
için gereken bu donanımlara sahip çocuklar için bile, okula uyum ve alışma
zaman alabilmektedir. Bu süreçte aileler çocuklarına güven vermeli ve destek
olmalıdırlar. Ancak uzun süre geçmesine rağmen uyum sorunu yaşayan çocuklar için bir uzmana başvurma ve profesyonel yardım alma konusunda ailelerin bilinçli olmaları gerekmektedir.
13
KURBAN BAYRAMI
YAKLAŞIYOR
KURBAN, ALLAH’A YAKIN OLMAK VE RIZASINA ERMEK
İÇİN İBADET NİYETİYLE KURBANLIK BİR HAYVANI
KESMEKTİR. HZ. PEYGAMBERİMİZ ŞÖYLE BUYURMUŞ:
“KURBAN KESMEK ATANIZ İBRAHİM’İN SÜNNETİDİR…”
Neden kurban kesildiğine gelince, efsaneye göre Hz. İbrahim’in eşi Sare’yle evliliğinden çocuğu olmuyormuş. Sare de
bu işe çok üzüldüğü için, o günün şartlarına göre eşinin çocuk sahibi olmasını istediğinden kocasının başka bir kadınla evlenmesini münasip görmüş. Hacer isimli bir hanımla Hz. İbrahim’in ikinci evliliğini yapmasına kendi isteğiyle
razı olmuş. Hz. İbrahim’in Hacer’den İsmail adında bir oğlu olur. Sevinirler elbette ama eşi Sare yine de çok kıskanır
ve her fırsatta huysuzluk çıkarır. Hz. İbrahim sürekli bir oğlu olması için Allah’a
yalvarır ve bu duasının kabul olduğunda
da oğlu İsmail’i kurban edeceğini söyler.
Aylar yıllar derken, Hz. İbrahim 100 yaşından sonra ilk eşi Sare’yi hamile bırakır ve İshak adını verdikleri bir oğulları
dünyaya gelir.
14
Allah bir gece rüyasında İbrahim’i sınar ve adağını hatırlatır. İbrahim Peygamber tam çocuğunu kurban edeceği sırada, Allah Teala hazretleri İbrahim
Aleyhisselam’a şöyle seslenmiş: “Ey İbrahim! Gerçekten rüyana sadakat gösterdin. Ve dediğimizi yaptın. Şüphe yok
ki biz, güzel işler yapanları işte böyle
mükâfatlandırırız.”
Muhakkak ki, bu Allah tarafından açık
bir imtihandı. Hz. İbrahim, oğlunu şakağı üzerine yatırıp kurban edeceği
an, Allah imtihanı kazandıklarını bildirerek kurbanlık koç göndermiştir. Böylece imanın gerçek yüzü, Allah’ın emrine bağlı olmanın güzelliği olarak, bu büyük olayın anısı, kurban kesme geleneği
ile günümüze kadar gelmektedir. Burada esas olan Allah’ın emrini yerine getirmektir. Kurban bayramı; İslam dininde Hicretin ikinci yılından sonra kutlanmaya başlanmıştır.
HANGİ HAYVANLAR
KURBAN EDİLİR?
Sözlük olarak Allah’a yaklaşmak anlamına gelir. Dinimizde ise Allah’a yakınlaşmak ve O’nun rızasını kazanmak için
kesilen belli nitelikteki hayvana denir.
Kur’anı Kerim’de; “Rabbin için kurban
kes” (Kevser 2) ayetiyle kurbanın vacip olduğu belirtilmiştir. Kurban, kurban
bayramının ilk üç gününde kesilir. Birinci gün kesmek müstehaptır. Kurbanı parasal durumu iyi olan Müslümanlar keser. Kurban, deve, sığır, koyun ve keçiden kesilir. Devenin en az beş, sığırın iki,
koyun ve keçinin bir yaşında olması gerekir. Tavuk, horoz ve ördek gibi hayvanlardan kurban olmaz. Kurban kesilecek hayvanın özürlü ve zayıf olmaması gerekir. Koyun ve keçi bir kişi tarafından kesilmekle birlikte deve ve sığır cinsinden olan hayvanlar yedi kişiye kadar
ortaklaşa kesilebilir.
KURBAN, DAVAR
(KOYUN, KEÇİ), SIĞIR
(MANDA, İNEK, DANA,
ÖKÜZ, BOĞA) VEYA
DEVEYİ, KURBAN
BAYRAMININ İLK ÜÇ
GÜNÜNDE, KURBAN
NİYETİ İLE KESMEK
DEMEKTİR.
KURBAN ETİ NASIL
PAYLAŞTIRILIR?
Kurbanın eti genellikle üç parçaya ayrılır; bir payı Kurban kesen kişi ve ailesi tüketir. Bir pay fakir ve yoksullara, diğer bölüm ise dost ve akrabalara dağıtılır. Kurbanın derisi evde kullanılacağı gibi yoksul ve hayır kurumlarına verilebilir. Fakat parayla satılmaz. Bir işin
olması veya bir dileğin gerçekleşmesi halinde kesilmek üzere adanan kurbana “adak kurbanı” denir. Örneğin; bir
kimse “şu işim olursa ya da şu sıkıntıdan kurtulursam bir kurban keseceğim”
diye bir adakta bulunur. O işi olunca
veya o sıkıntısından kurtulunca adağını
yerine getirmesi gerekir.
Adak kurbanının etinden, adayan kimseler yiyemezler. Adak kurbanını kesen kimsenin anası, babası, ninesi, dedesi, çocukları ve torunları da yiyemez.
Bu adak kurbanlarının etinin tamamı fakir ve yoksullara dağıtılır.
KURBAN KESMEK
KİMLERE VACİBDİR?
Maddeler halinde bildirelim:
Kurban, davar (koyun, keçi), sığır (manda, inek, dana, öküz, boğa) veya deveyi,
Kurban bayramının ilk üç gününde, kurban niyeti ile kesmek demektir. Kurban,
vacib vazifesini yerine getirerek sevaba
kavuşmak için kesilir. Muhim olan, akıllı, buluğa ermiş, hür ve müslüman erkeğin ve kadının, ihtiyaç eşyasından fazla nisap miktarı malı veya parası varsa,
Kurban bayramı için niyet ederek, belli
günlerde, belli bir hayvanı kurban kesmeleri vacib olur. Dinen karı kocadan
hangisi zengin ise kurbanı o keser, ikisi zengin ise ikisi de keser, ikisi de fakir ise ikisi de kesmez. Fakir kurban kesmek zorunda değildir ama keserse çok
sevap olur. Kurban, dünyada vacib vazifesini yerine getirmiş olmak ve ahretteki sevabına nail olmak için kesilir. Babanın, çocuğu için, çocuğun malından da
kurban kesmesi gerekmez. Deli ile bunak, çocuk hükmündedir. Büyük çocuk
ve hanımdan izinsiz, onlar adına kurban
kesilmez.
Mukim, akıl-baliğ Müslümanın, ihtiyacından fazla nisap miktarı malı veya parası varsa, kurban kesmesi vacib olur.
Kurban kesmenin vacib olmasında, bayramın üçüncü gününe itibar olunur.
Bayramın birinci ve ikinci günü, zenginfakir, mukim-misafir, akıllı-deli, baygınayık olmaya bakılmaz. Bayramın üçüncü günü nisaba malikse, diğer şartlar da
varsa kurban kesmek vacib olur.
Bayramın ilk günü komada iken, üçüncü günü ayılanın, diğer şartlar da varsa,
kurban kesmesi vacib olur. Bayramın
ikinci günü bayılıp, üçüncü günü güneş
battıktan sonra ayılan zenginin kurban
kesmesi vacib olmaz.
Fakir bir kimse, bayramın birinci veya
ikinci günü, bir kurban kesse, bayramın üçüncü günü zengin olsa, bir kurban daha kesmesi lazımdır. Çünkü üstüne vacib olmadan kesmiştir.
Üçüncü günü zengin olacağını bilenin, ilk günü kurban kesmesinde mahzur yoktur.
Bir zengin, bayramın birinci ve ikinci günü kurban kesmeden ölse, kurban
borcu ile ölmüş olmaz.
Kurban bayramının üçüncü günü fakir olacağını veya sefere çıkacağını bilen kimseye, birinci günü kurban kesmek vacib olmaz. Keserse vacib olarak
eda etmiş olur.
Mukim iken, bayramın birinci ve ikinci günü sefere çıkanın, kurban kesmesi vacib olmaz. Daha önce kesmişse, vacib sevabı alır. Kesmemişse, sefere çıktığı için borç üzerinden düşer.
Mukim bir zengin, seferdeki bir vekile
kurban kestirse, vacib sevabı alır.
Esir iken, üçüncü günü hür olanın, diğer şartlar da varsa, kurban kesmesi
vacib olur. Hür iken, bayramın üçüncü
günü esir olup, güneş batana kadar esir
kalanın kurban kesmesi vacib olmaz.
Tarlasından aldığı mahsul veya tarlanın, evin, dükkânın (atölyenin, kamyonun) bir senelik kirası, ne kadar çok
olursa olsun, bir yıllık ev ihtiyacını veya
aylık geliri ve aldığı maaş ve ücret, aylık
ihtiyacını ve kul borcunu karşılamayan
kimse, imam-ı Muhammed’e göre fakirdir. Fetva da böyledir.
VEKÂLET VERMEK
Kurbanlığın görerek kesilmesi için
vekâlet vermek gerekir diye bir kural
söz konusu değildir. Ancak insan kurbanını kendisi keserken, kesme işini yapamıyor ve birisine kestiriyorsa kesim
esnasında yanında bulunması tavsiye
edilmiştir. Hayır kuruluşlarına kurbanının parasını ismini belirterek yatırması
onlara vekâlet vermesi demektir. Onların sizin adınıza kurbanı kesmekle kurban ibadetiniz yerine gelmiş olur. Ancak kurban parasını gerçekten kurban
15
Nuar, kontrnuar ve but (bodigo) kısımlarından haşlama yapılması uygundur.
Yumurta, tranç ve sokum kısmından
çok lezzetli kuşbaşı etler hazırlamak
mümkündür.
Bonfile, antrikot ve kontrfile dananın
en yumuşak ve kıymetli yerleridir. Izgara yapmak için idealdir.
KURBAN
KESİLDİKTEN SONRA
KURBAN ETİNİN DAYANMA SÜRESİ BUZDOLABI
KOŞULLARINA GÖRE 3-4 GÜNDÜR. KIYMA OLARAK
ÇEKİLDİYSE 2 GÜNÜ GEÇİRMEMEK GEREKİR.
için harcayacağına güvendiğiniz kurumlara elbette kurban kestirebilirsiniz.
KURBAN PAZARLIĞI
Kurbanlık hayvan göz kararı ile pazarlık yapılarak alınabildiği gibi kilo fiyatı
birlenerek canlı olarak da tartılıp alınabilir. Diğer bir şekil olarak kurban edilmek üzere satın alınan hayvanın kesildikten sonra eti tartılarak almak hem
alıcılar hem de satıcılar arasında değişik haksızlıklara sebep olabilir. Hangi
parçayı et sayacaksınız, yağını tartacak
mısınız, sakatat tartılacak mı, kemikli et
ile kemiksiz nasıl hesaplanacak gibi birçok problem ortaya çıkacak, alan da satan da gönlü tatmin olmadan bir kurban
kesilmiş olacaktır. Dolayısıyla böyle bir
kesim kurbanın anlamını ortadan kaldırmaktadır. Bundan kaçınmak gerekir.
Kurban pazarlığının et pazarlığı olmadığı bilinmelidir.
KURBAN ETİ NASIL
MUHAFAZA EDİLİR?
16
Kurban bayramında eskiden kurbanlıklar haftalar öncesinden alınır, bahçemizde çok kıymetli bir misafirmişcesine
bakılır, beslenir ve sevilirdi. Bayram sabahı büyükler işe koyulur, kurban kesilir ve yine ev ahalisi tarafından kurban
etleri parçalanırdı. Ama günümüz koşullarında birçoğumuz kurban etinin nasıl kesileceğini, nasıl saklanacağını, nasıl
pay edileceğini bilmiyoruz. İşte uzman-
lardan kurbanlık hayvanların bölümlerini, nasıl parçalanıp, nerelerde kullanılabileceğini, nasıl saklanması ve nasıl pişirilmesi gerektiğini içeren püf noktaları…
KURBAN ETİNİN
PARÇALARA AYRILMASI:
Küçükbaş bir hayvan kesildikten sonra kabaca 9 parçaya ayrılabilir. İki adet
but, iki adet kol, kafes bölümü(pirzolalık
ve kaburgalar), gerdan, sırt fileto kısmı,
sakatat kısmı, kuyruk yağı.
But kısmı hayvanın arka bacaklarının
üst kısmıdır. Yağsız, lezzetli ve yumuşaktır. Fırın yemekleri için uygundur.
Kol kısmı hayvanın ön bacaklarının üst
kısmıdır, kuşbaşı hazırlamak için uygundur.
Kafes bölümü hayvanın ön sırtıdır. Kemikli parçalara ayrılır, pirzola buradan
çıkar.
Sırt fileto hayvanın arka sırt bölgesidir.
Fileto ve parça et çıkarmak için idealdir.
Kemik yoktur.
Gerdan boyun kısmıdır ve kemikli olarak haşlama yemekler için uygundur.
Büyükbaş hayvanları ancak ehil eller
parçalayabilir:
Gerdan, pençeta, döş ve kürek kısımları hareketli kısımlar olduğu için kas yoğunluğu fazladır. Bu sebeple kıyma olarak kullanılması uygundur.
Sağlıklı bir dananın vücut ısısı 39 derece civarındayken küçükbaş hayvanlarda ısı 40 dereceyi bulabilir. Yeni kesilmiş kurban etleri de bu sebeple yüksek
ısıdadır. Hayvanın vücut ısısını oda sıcaklığı derecesine getirene kadar mutlaka güneş görmeyen ve hava alan bir
yerde 5-6 saat bekletilmelidir. Hava almadan, üzeri kapatılarak ya da poşetlenerek bekletilen kurban etlerinde ısıdan
ötürü yeşermeler ve bozulmalar başlar.
Kesinlikle kurban etleri oda sıcaklığına
gelmeden buzdolabına kaldırılmamalıdır. Sakatatların etlerle temas etmemesine dikkat edilmelidir. Bakteri üremesini hızlandırabileceğinden ötürü bozulmalara sebebiyet verir.
ÖLÜM SERTLİĞİ
Yeni kesilen etler oda sıcaklığına gelseler dahi kesildikleri andaki kasılmadan
ötürü sertleşirler, gevşemeleri ve lezzetli olmaları için tüketilmeden önce 24
saat buzdolabında bekletilmesi tavsiye
edilir. Bekleyen et yumuşar ve çok daha
lezzetli bir kıvam alır.
KURBAN ETİ NASIL
SAKLANIR?
Kurban etinin dayanma süresi buzdolabı koşullarına göre 3-4 gündür. Kıyma olarak çekildiyse 2 günü geçirmemek gerekir. Kıyma gibi etlerde işlem
sırasında mikroorganizmalarla temas
gerçekleşir. Bu sebeple bozulma hızlanır. Uzun süre saklanacak etler -18 derece dondurucuda dondurucunun performansına göre 4-6 ay saklanabilir. Dondurucusu olmayanlar buzlukta -2 derecede 2-3 hafta etlerini saklayabilirler. Kurban etinin dayanma süresi kesim kalitesi ve parçaların büyüklüğüne
göre değişebilir. Dondurulmuş kurban
etini çözdürmeyi yine buzdolabı içerisinde yapmalısınız. Bir gece öncesinden
dondurucudan dolaba aktardığınız etler sağlıklı bir şeklide çözülür ve ani ısı
değişimine azami mahsur kaldıkları için
yumuşaklıklarını korur.
17
EV HANIMLARINA GÜN
BAZI KADINLAR EVİ ÇEKİP ÇEVİRMEK KONUSUNDA ALLAH VERGİSİ BİR YETENEĞE SAHİP OLABİLİRLER.
GELGELELİM YENİ NESLİN ÖNEMLİ BİR KISMI EVLENİP EVİNİN HANIMI OLDUĞUNDA MESLEĞİN İNCELİKLERİNE
VÂKIF DEĞİLLER. YAŞAMIN İÇİNDE EV HANIMLARINA KATKI SAĞLAYACAK O KADAR ÇOK BİLGİ VAR Kİ… BU BASİT
BİLGİLERİN HALK DİLİNDEKİ ADI PÜF NOKTALARIDIR. YORUCU EV İŞLERİNDE BUNALAN HANIMLARIN İMDADINA,
PRATİK BİLGİLER YETİŞİYOR. BİZ DE HAZIR EV HANIMLARININ İMDADINA YETİŞELİM VE BİLMELERİ GEREKEN TEMEL
ŞEYLERİ ÖZETLEYELİM İSTEDİK. İŞTE, GÜNLÜK HAYATI KOLAYLAŞTIRACAK PÜF NOKTALARINDAN BAZILARI…
Yemek hazırlarken
elleriniz soğan
koktuysa, kereviz ile
ovmayı deneyin. Koku
gidecektir. Sarımsak
kokuyorsa da maydanoz
ile ovabilirsiniz.
Yeni satın aldığınız ayakkabı parmaklarınızı yakıyorsa uç kısmına akşamdan
nemli bir bez koyun ve bütün gece öylece bırakın. Derideki asitli madde kaybolacak ve tekrar giydiğiniz zaman rahat edeceksiniz.
Eğer masa örtünüze
veya kıyafetinize meyve
suyu döküldüyse hemen
tuz serpin, ilk yıkamada
çıkacaktır.
Mantarların yemekte daha lezzetli
olması için yemeğe karıştırmadan
önce 5-10 dakika tuzlu – limonlu
suda bekletin. Böylece hem daha
lezzetli olur hem de kararmasını
önlemiş olursunuz.
18
Yağlı hamurla
yapılan böreklerde
hamurun kıvamının
bozulmaması için, içine
çok az limon suyu
katın.
Gözlerin dinlendirilmesi
çok önemlidir. Bunun için karanlık
bir yere geçin, gözlerinizi kapatın.
Soluk alıp vermenizi düzenli bir
şekilde yapın. Parmaklarınızı göz
kapaklarınızın üzerine koyun. Her
birinin üzerine soğuk su kompresi
yapın. Bir parmağınızla burun
başlangıcından hareket edip, göz
kapağının altından geçerek ve
alt göz kapağının altına gelerek
hafifçe masaj yapın.
Çiçek saksılarındaki solucanlardan
kurulmak için birkaç at kestanesini
saksıya gömün. Ya da birkaç kestaneyi
kaynatıp suyunu toprağa dökün.
Solucanlar böylece
yüzeye çıkarlar.
Zeytinyağına
batırılmış bir parça
pamuk, toprak
saksının üzerinde
gezdirilirse saksı
tertemiz olur
Herhangi bir
sebeple kollarınız fazla
yorgun ve gergin haldeyse,
bir kaba soğuk su koyarak
kollarınızı yarım dakika içine
sokunuz. Sonra çıkartıp
kurumasını bekleyiniz. Hem
yorgunluğu alır hem de
rahatlarsınız.
Deniz ve güneşin etkisiyle
saçlarınızın rengi mi açıldı?
Koyulaştırmak için iki
ölçek çayla bir ölçek soğan
kabuğunu birlikte kaynatın,
demli çay kıvamındaki bu
suyla saçlarınızı durulayın.
LÜK PRATİK BİLGİLER
Halılar elektrik
süpürgesi ile tozu
alındıktan sonra,
sabunlu su ile
silinerek veya
üstlerine nemli talaş
serpilip süpürülerek
temizlenirse renkleri
parlar.
Ütü yaparken ıslatmak içi yanınızda
bulundurduğunuz suyun içine bir
miktar kolonya katın, çamaşırlarınız
mis gibi kokacaktır.
Geceleri öksürük tutuyorsa
başucunuzda bir parça kaşar
peyniri bulundurun. Öksürük
nöbeti geldiğinde yerseniz
hemen geçecektir.
Etinizi kısa sürede
pişirecekseniz zeytinyağı,
yoğurt ve salça karışımını
deneyin. Uzun süre
bekletecekseniz zeytinyağı,
süt, salça, soğan suyu ve defne
yaprağı ile hazırlayacağınız
terbiyeyi kullanın.
Tavuk haşlarken
içine birkaç tane karabiber,
birkaç defne yaprağı ve
biraz limon suyu ilave edin.
Böylece hem daha kolay
pişer hem de lezzetli olur.
Sindirimi kolaylaştırmak
için, kaynayan 1 bardak
suya 1 kahve kaşığı kimyon
atın. 10-12 dakika bırakın,
sonra için.
Ekmekleri düzgün kesmek için bazen
zorlanırız, özellikle taze ekmek
hemen hamur olur. Oysa bıçağımızın
ucunu biraz ateşe tutarsak ekmekleri
daha kolay kesebiliriz.
Gözleriniz
kırmızıysa gül
suyu kompresi
yapın.
Temiz yer tahtalarının en büyük
düşmanlarından biri de sudur. Yerdeki
küçül lekelerin iyice temizlenmesini
istiyorsanız, suyun içine biraz
sirke katarak yerleri bununla silin.
Zeminin çabucak pırıl pırıl olduğunu
göreceksiniz
Yeni aldığınız
çorapların kaçmasına
engel olmak için
giymeden önce içine
bir miktar gliserin
konmuş ılık sudan
geçirin.
Bulaşık
makinesinde yıkadıktan sonra
kararan alüminyum kapları
siyahlıktan kurtarmak için
içinde kuzu kulağı pişirin
veya süt kaynatın. Bozulan
rengi eski haline dönecektir.
Biraz zeytinyağı ile biraz alkol
karıştırın ve yumuşak bir bezle
alüminyum kaplarınıza sürün.
Pırıl pırıl olacaktır.
Kuru ve kırışık bir deriniz varsa,
bunun için hazırladığınız papatya
çiçeklerinin buharına yüzünüzü
tutun. İyi gelir. Papatyanın
ağrı kesici ve mikrop öldürücü
özellikleri vardır.
Yeşil sebzelere renk veren
klorofil maddesidir. Pişirdiğiniz
sebzelerin bu yeşil rengi daha
az kaybetmeleri için önce bol
buzlu suda bekleterek, klorofilin
sabitleşmesini sağlayın.
19
Cahide Sultan’dan
LEZZET SIRLARI
TİRİTLİ
KÖFTE
www.cahidejibek.com
::::: 8 KİŞİLİK::::::
Malatya’mıza ait nefis bir
yemek tarifi. Malatya yöresine
ait tam 130 çeşit köfte tarifi
olduğunu biliyor muydunuz?
İşte bu da o nefis köfteli
yemeklerden biri.
Malzemeler
Köftesi için:
300 g kıyma
2 su bardağı orta bulgur
1 tatlı kaşığı un
1 orta boy soğan
Tuz, karabiber
Yeterince su
Ayrıca: 1 yemek kaşığı salça
Yarım çay bardağı zeytinyağı
1 su bardağı haşlanmış nohut
(Olmasa da olur)
20
Hazırlanışı
Yoğurma kabında kıyma, bulgur, un, tuz ve karabiberi karıştırın. Soğanı irice doğrayıp
mutfak robotuna koyun. Kıymalı, bulgurlu karışımı da üzerine ekleyin. Robotu çalıştırın.
İlk etapta Yarım su bardağı su ekleyin. Yeniden robotu çalıştırın. Malzemeler birbiriyle
bütünleşene kadar azar azar su ekleyin. Köftenin hamurundan bilye büyüklüğünde alıp
yuvarlak köfteler yapın. Eğer hamur sertleşmeye başlarsa biraz daha su ekleyip robotu
yeniden çalıştırın. Tencereye salçayı ve yağı koyup, salçayı eritin. Üzerine 1 lt. kadar su
ekleyip kaynamaya bırakın. Kaynayan suya biraz tuz atıp köfteleri ekleyin. 15-20 dakika
kadar pişirip, ocağın altını kapatın. Suyu az gibi görünüyorsa üzerine sıcak su ekleyin.
Afiyet şifa olsun.
NOT: Bu tarifi robotta değil, elinizle yoğuracaksanız, soğanı rendeleyerek ekleyin. Orta
bulgur bulamayanlar ince köftelik bulgur da kullanabilirler. İnce bulgurla köfteler biraz
daha yumuşak olacaktır.
Malzemeler
1 kg. orta yağlı kıyma
8-10 iri diş sarımsak
1 dilim bayat ekmek içi
1.5 tatlı kaşığı karabiber
1 tatlı kaşığı kimyon
1 çay kaşığı yenibahar
1 yemek kaşığı toz kırmızıbiber
1.5 tatlı kaşığı tuz
SUCUK KÖFTE
::::: 8 KİŞİLİK::::::
Özellikle çocukların çok
seveceği, sucuk tadında
bir köfte. Biraz yeşillikle
beraber sandviç şeklinde de
tüketebilirsiniz.
Hazırlanışı
Kıymayı yoğurma kabına alın.
Üzerine sarımsağı rendeleyin. Kalan
malzemeleri de ekleyip 15 dakika
kadar yoğurun. Malzemelerin
bütünleşmesi açısından yoğurma
çok önemli. Küçük yuvarlak köfteler
hazırlayıp üzerini kapatın. Bir gün
boyunca bekletin. Bekletmezseniz
aynı lezzeti yakalamanız mümkün
olmuyor. Ertesi gün çok az sıvıyağ
eklediğiniz tavada köfteleri altlı
üstlü kızartın.
BADEMLİ
KAVURMALI EV
MAKARNASI
::::: 6 KİŞİLİK::::::
Evde yapılmış bol yumurtalı, nefis bir
makarna. Üzerine eklenen kurban eti ve
kavrulmuş bademlerle beraber lezzeti
tarifsiz bir tarif çıkıyor ortaya…
Makarna Hamuru İçin Malzemeler
2 adet yumurta
1.5 çay bardağı su
4 su bardağı un
1 tatlı kaşığı tuz
Ayrıca
400 g dana kuşbaşı
1 adet kuru soğan.
1 avuç badem
Tuz, bir çay kaşığı kara biber
1 yemek kaşığı tereyağı
Hazırlanışı
Eti ve soyulmuş soğanı düdüklü
tencereye koyup, üzerini iki parmak
geçecek kadar sıcak su ekleyip
kaynamaya bırakın. Kaynamaya
başlayınca üzerindeki köpükleri alın,
kapağını kapatıp yarım saat pişirin.
Bademi çok az zeytinyağı ile hafif
kavurun. Aynı tavaya haşlanan etleri
süzüp alın. Etleri de biraz kavurun.
Yumurtayı yoğurma kabına kırın. Üzerine
suyu ve tuzu ekleyin, unu bardak bardak
ilave edip sertçe bir hamur yoğurun.
Hamuru, varsa makarna makinasında
yoksa yufka açarak kendiniz kesin. Geniş
bir tencereye yarıya kadar su koyup
kaynatın. Kaynayan suya bir tatlı kaşığı
tuz atın. İstediğiniz boyda kestiğiniz
erişteleri kaynayan suya atıp 10-12 dk.
kadar haşlayın. Haşlanan erişteleri süzüp
üzerine eritilmiş tereyağı dökün, geniş
bir servis tabağına alın. Kavrulan etleri
eriştenin üzerine yerleştirip bademleri
en üste serpiştirin. Afiyet olsun.
21
MANİSA KEBABI
::::: 8 KİŞİLİK::::::
Güzel Manisa’mıza ait yöresel kebap
tarifimiz, çok bereketli ve özel bir
davet yemeği niteliğinde. Kırmızı etle
yapılabileceğiniz gibi, tavuk etiyle de
yapmanız mümkün.
Krep malzemeleri:
2 Yumurta
1 silme tatlı kaşığı tuz
1.5 Su bardağı süt
1 şişe soda
2 yemek kaşığı yağ
2 su bardağına yakın un
İç malzemesi:
500 gr küçük kuşbaşı et
1 büyük kuru soğan
3 adet yeşil biber
2 orta boy domates
1 su bardağı bezelye
1.5 çay kaşığı karabiber,
1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber
Tuz
22
Beşamel sos:
1.5 su bardağı süt
1 tepeli yemek kaşığı un
1 yemek kaşığı tereyağı
Tuz ve karabiber
Üzerinin sosu için:
1 yemek kaşığı tereyağı,
yarısı zeytinyağı da olur
1 tatlı kaşığı salça
Hazırlanışı
Öncelikle krep malzemelerini çırpıp
akışkan bir hamur hazırlayın. Yağlanmış
ve ısınmış tavaya birer kepçe dökerek
altlı üstlü kızartın. Etleri kızgın
tencereye alın. Sulanınca altını kısın
ve suyunu çekene kadar pişirin. Etler
suyunu çekince tuz, soğan, biber ve
domatesi ekleyin. Suyunu çekmeye
yakın baharatları atın. Suyunu çekince
ocaktan alın Kreplerden birini yuvarlak
bir kasenin içine serin. Krepin orta
kısmına 3 yemek kaşığı kadar iç
harcından koyun. Krepin kenarlarını
ortaya doğru toplayarak harcın
üzerini kapatın. Doldurulmuş krepleri.
yağlanmış fırın tepsisine ters çevirin.
Beşamel sos için: tereyağını eritin. İçine
unu koyup un kokusu gidene kadar
kavurun. Soğuk sütü ekleyip hızlıca
karıştırın ki topaklanma olmasın. Tuz
ve karabiberini ekleyin. Kaynamaya
başlayınca altını kapatın. Koyu olursa
biraz süt ekleyip kıvamını açabilirsiniz.
Beşamel sostan, her bohçanın üzerine
2 yemek kaşığı kadar döküp yayın.
200 derecelik fırında beşamel soslar
kızarana kadar pişirin. En üste eritip
kızarttığınız 1 yemek kaşığı tereyağı ve 1
tatlı kaşığı salçalı sosdan gezdirin. Sıcak
olarak servis yapın.
Malzemeler
4 adet bostan patlıcan
300 g kuşbaşı et
1 büyük soğan
3 adet sivri biber
2 büyük domates
2 diş sarımsak
Tuz, karabiber
Sos için:
1 tatlı kaşığı salça,
1.5 su bardağı su
SANDVİÇ
PATLICAN
OTURTMA
::::: 8 KİŞİLİK::::::
Bu oturtma tarifimizde
patlıcanları yağda değil, tost
makinasında kızartıyoruz.
Lezzet olarak yağda
kızartılandan hiç farkı yok.
Hazırlanışı
Bostan patlıcanlarının kabuklarını alacalı soyup
kalın dilimler halinde doğrayın. Tost makinasında
alt ve üstünü fırçayla çok az yağlayarak kızartın.
Eti, üzerine çıkacak kadar sıcak su ile düdüklü
tencerede 2o dakika kadar pişirin. Suyunu ayrı bir
yere süzün (Yumuşak etlerde ön pişirmeye gerek
yok). Bir tavaya yemeklik doğradığınız soğanı ve
biberi alıp az yağda soteleyin. İçine eti koyun ve
hafif kızarana kadar kavurun. Küçük doğranmış
domatesleri ve sarımsakları ekleyin. Tuzunu ve
karabiberini atın. Domatesler saldığı suyu çekene
kadar pişirin. Kızartılmış dilimlerin yarısını fırın
tepisine dizin. Üzerlerine 2 yemek kaşığı iç malzemesinden ekleyin. Kalan patlıcan dilimlerini üzerlerine kapatıp hafifçe
bastırın. Üzerlerine bir dilim domates ve bir parça biber koyun. Dilerseniz kürdan batırabilirsiniz. 1.5 bardak suyun içinde
salçayı eritin. Oturtmaların arasına dökün. Tepsinin üzerini folyoyla kapatıp 200 derecelik fırında 35 dakika pişirin. Daha
sonra üzerini açıp 15 dakika daha pişirmeye devam edin. Afiyet olsun.
Mumbar veya bumbar dolması,
kokoreç sevenlerin yabancılık
çekmeden yiyebileceği yöresel bir
lezzet. Özellikle doğu ve Güneydoğu
bölgesinde yapılan bu sakatat
yemeğinin kendine özel bir lezzeti
vardır.
Malzemeler
1 adet kuzu veya keçi bağırsağı
1 çay bardağı bulgur
Yarım çar bardağı pirinç
1 adet orta boy soğan
1 tatlı kaşığı salça
5-6 dal maydanoz
Karabiber
1 yemek kaşığı kuru reyhan
(nane veya kekik de olabilir)
Toz kırmızı biber, tuz
Temizlemek için limon ve sirke
MUMBAR
DOLMASI
::::: 6 KİŞİLİK::::::
Hazırlanışı
Öncelikle bağırsakları ters çevirip, bir kaç kez yıkayın. İçine bir yemek kaşığı sirke ve bir tatlı kaşığı tuz atıp ovalayın. 2-3
saat sonra yıkayın ve yeniden sirke ve tuz atın. Bu işlemi 3 kez tekrar edin. 4. turda yarım limon suyu ve kabuklarını ekleyip
ovalayın. 2 saat kadar da bu şekilde kalsın. Son olarak durulayın. Bağırsaklar artık doldurulmaya hazır. Soğanı yemeklik
doğrayıp, 2 yemek kaşığı zeytin yağında çevirin. Salçayı ekleyin. Bulgur ve pirinci ekleyip 1.5 çay bardağı su ilave edin.
Suyunu çekince ince doğranmış maydanoz tuz, karabiber ve reyhanı katın. Bağırsakların yağlı kısmı, doldurulduğunda içte
kalacak şekilde doldurulmalı. Bağırsağın ucunu baş parmağınızla, işaret parmağınızın ortasına sıkıştırın ve diğer elinizle ucu
içe doğru ittirin. İç pilavdan elinizle alıp parmak uçlarınızla bağırsakları bir yandan doldurup, bir yandan içe doğru iteleyin.
Aslında çok kolay bir iştir. Bir kez görmek, yapabilmeniz için yeterlidir. Bumbar dolmasını düdüklü tencereye koyup, üzerine
sıcak su ekleyin. Düdük ötmeye başladıktan sonra 45 dakika pişirin. Pişen bumbar dolmasını, çok az zeytinyağında arkalı
önlü kızartın. Kırmızı biber serpip, biraz daha kızartın. Dilimleyerek servis edin.
23
SARIĞI BURMA
TATLISI
::::: 15 KİŞİLİK::::::
Bazı tariflere mutlaka anne eli değmeli…
Yerken anne kokusu dokunmalı burnunuza,
anne sıcaklığı ısıtmalı yüreğinizi. Sarığı
burma tatlısı bizim evde her bayram
yapılırdı. Şimdi bu tatlıyı her yapışımda;
Hem anne olduğumu fark eder, hem annemi
yanımda hissederim. Siz de çocuğunuzun
“Annemin tatlısı” demesini isterseniz, bu
nefis tarifi mutlaka öğrenin.
Hamuru için:
1 su bardağı yoğurt
2 adet yumurta
1 buçuk çay bardağı sıvı yağ
yarım çay bardağı ılık su
1 yemek kaşığı sirke
Bir çay kaşığı tuz
5 buçuk 6 su bardağı un
1 buçuk çay kaşığı kabartma tozu
Arasına serpmek için: Ceviz içi
Açmak için: yarım kg. nişasta
Şurup için:
3.5 su bardağı su
3.5.su bardağı şeker
Çeyrek limon suyu
Üzeri için: 2 su bardağı sıvı yağ
24
Hazırlanışı
Hamur malzemeleri ile yumuşak bir hamur yoğurun. Yarım saat
kadar dinlendirin. 2 ceviz büyüklüğünde parçalar alın. Her iki
parçayı da çay fincanı büyüklüğünde açıp, arasına bolca nişasta
serpip üst üste koyun. Önce merdane ile daha sonra oklava ile
açabildiğiniz kadar açın. Açtığınız yufkayı ortadan ikiye bölüp önce
bir yarısına daha sonra diğerine ceviz serpin. Oklavaya dolayıp iki
taraftan ortaya doğru büzün. Tepsiye dizin. Tatlıları bıçakla kesin.
Üzerine her yerine gelecek şekilde soğuk sıvıyağ gezdirin. Sıcak
fırına sürün. Kızarınca çıkarın. Şerbetini tatlı soğuduktan sonra
sıcak olarak dökün. Yalnız şerbeti ocaktan indirdikten sonra 10-15
dakika kadar bekletin ilk sıcaklığı geçsin, daha sonra dökün. 2 saat
sonra tatlımız servise hazır. Afiyet olsun
25
NÖRALTERAPİ İLE
Uzm. Dr. Aysun Hatice AKÇA
Medicana Konya Hastanesi
Nöroloji Uzmanı
AĞRILARINIZDAN KURTULMAK MÜMKÜN
NÖRALTERAPİ MİGREN, BAŞ AĞRILARI VE AĞRILI BİRÇOK SÜRECİN TEDAVİSİNDE KULLANILAN, VÜCUDUN
HASTALIKLAR OLUŞMADAN ÖNCEKİ NORMAL İŞLEYİŞİNE KAVUŞMASINA YARDIMCI OLAN BİR TEDAVİ
YÖNTEMİDİR. İNSAN VÜCUDU, DIŞ VE İÇ ORTAMIN ZARARLI ETKİLERİNE KARŞI KENDİSİNİ KORUYAN VE
DÜZENLEYEN, TÜM DÜNYANIN ETRAFINI 12 DEFA DOLAŞABİLECEK UZUNLUKTA OLAN, BİR BİLGİSAYAR
AĞI GİBİ ÇALIŞAN OTONOM SİNİR SİSTEMİ ADI VERİLEN ELEKTRİKSEL BİR SİSTEM SAYESİNDE DÜZENLİ
OLARAK ÇALIŞMAKTADIR. NÖRALTERAPİ, OTONOM SİNİR SİSTEMİNİN UYARILMASINI VE DÜZENLENMESİNİ
SAĞLAYARAK HASTALIKLARIN TEDAVİSİNDE KULLANILAN BİR ENJEKSİYON TEDAVİ YÖNTEMİDİR. KISACASI
NÖRALTERAPİ İLE REGÜLASYON-DÜZENLEME YAPILMAKTADIR.
26
Nöralterapinin ilk bulunuşu 1920’li yıllarda iki Alman doktor kardeşin yanlış
bir uygulama ile kardeşlerindeki migren ağrısının rahatladığını görmeleri sonucu olmuş. Yanlış uyguladıkları ilacın
içinde prokain adı verilen maddenin rahatlamayı sağladığı anlaşılmış. Böylelikle nöralterapinin ilk adımları 1920’li yıllarda migren ile atılmıştır. Migren başta olmak üzere baş ağrıları tedavisinde
nöralterapi çok önemli bir yere sahiptir.
Nöralterapi Hangi Durumlarda Faydalıdır?
lit gibi enfeksiyöz durumlarda, adet düzensizlikleri, adet ağrıları, diz-omuz gibi
eklem ağrılarına neden olabilecek ağrılı
süreçlerde nöralterapi kullanılmaktadır.
Nöralterapi her yaş grubundan hastaya
kolaylıkla uygulanabilen bir tedavi yöntemidir. Lazerle nöralterapi uygulaması özellikle çocuk yaş grubunda ve ağrı
eşiği düşük olan kişilerde kolaylıkla yapılabilir. Nöralterapi şu durumlarda faydalıdır:
Migren, gerilim tipi baş ağrısı, küme
baş ağrısı, bel-boyun ağrıları, bel – boyun fıtıklarına bağlı ağrılar, fibromiyalji (yumuşak doku romatizması), trigeminal nevralji, diğer nevraljiform ağrılar,
nöropatik ağrı gibi ağrılı süreçlerin tedavisinde,
Nörolojik hastalıkların tedavisi (Baş
dönmesi, vertigo, kulak çınlaması, yüz
felci, el bileği sinir sıkışması, dirsekte sinir sıkışması),
Ayrıca sık tekrarlayan sinüzit, tonsil-
Nöralterapi enjeksiyonları ile hastalıkların ortaya çıkmasında fonksiyonunun
bozulmasının önemli olduğu 3 dolaşım
sistemi düzenlenmiş olur; Kan dolaşımı, lenf dolaşımı ve sinirsel ileti. Bir dokunun kan dolaşımı artınca o doku kanlanır yani beslenir; lenf dolaşım artınca doku zararlı maddelerden arındırılır
yani temizlenir ve sinir iletisi artan, düzenlenen doku ise daha düzenli çalışır.
Dolasıyla, beslenen, temizlenen ve düzenli komut alan dokunun kendini iyileştirme kapasitesi artar.
UYGULAMA NASIL
GERÇEKLEŞTİRİLİR?
Acı badem ve ısırgan otundan üretilen
prokain ve lidokain adı verilen maddelerin yüzeysel ve derin enjeksiyon prensibine dayanan özellikli yerlere yani ciltcilt altı-kas içi ve derin enjeksiyon şeklinde uygulanır.
YAPILAN ENJEKSİYON
AĞRILI MIDIR?
Ağrı sübjektif yani kişisel olarak göreceli bir kavram olup burada önemli olan
hastalığa bağlı yaşanmakta olan ağrının
şiddeti mi yoksa 15-20 dakika içinde tamamlanacak enjeksiyonun ağrısının tercih edileceği bilincidir. Eğer hasta ağrısından çok muzdaripse yapılacak enjeksiyonlar ağrılı gibi hissedilmeyecektir. Yapılan enjeksiyon sinek ısırığı ile
arı sokması arasında göreceli bir şiddete sahiptir.
Enjeksiyonlar seanslar halinde yapılır
ve seans aralıklarına hastalığın şiddetine göre karar verilir. En fazla 10 seans
olmakla beraber ortalama 3-4 seansta
başarı elde edilir. Ağrı enjeksiyonun yapıldığı andan itibaren rahatlamaya başlar.
Nöralterapi’de ciddi bir yan etki yoktur,
sadece kullanılan ilaca bağlı bazen bazı
hastalarda alerjik reaksiyonlar görülebilir.
Migren ve baş ağrılarından nöralterapi
ile kurtulmak mümkün müdür?
Nöralterapi ile migren ve diğer baş ağrılarında belirgin rahatlama sağlanmakta
olup burada migren için kullanılan atak
ve atak olmasını önleyici proflaksi tedavisinde kullanılan ciddi yan etkilere sahip olan ilaçlar kullanılma zorunluluğu ortadan kalkar. Migren başta olmak
üzere özellikle baş ağrılarında %90-95
oranında ciddi rahatlama sağlanabilir.
27
GLUTENSİZ ÜRÜNLER NEDEN ÖNEMLİDİR?
GLUTEN, ÖZELLİKLE BUĞDAY GİBİ TAHILLARDA BULUNAN BİR PROTEİN GRUBUDUR. BİTKİ ALEMİNDEN ELDE
EDİLDİĞİ İÇİN İNSAN SAĞLIĞI İÇİN ÇOK YARARLIDIR. JELATİN’İN EN ÖNEMLİ ALTERNATİFİDİR. TAT, KOKU VE
LEZZETİNDEN DAHA İYİ VE EKONOMİKTİR. ANCAK ÇÖLYAK HASTALARI İÇİN TEHLİKE ARZ EDER. GLUTEN,
ÖZELLİKLE BUĞDAY GİBİ TAHILLARDA BULUNAN BİR PROTEİN GRUBUDUR. BUĞDAY; BAŞTA ÇAVDAR, ARPA,
YULAF OLMAK ÜZERE DİĞER HUBUBAT TAHILLARI İLE DE YAKINDAN ALAKALIDIR VE BU NEDENLE BU
TAHILLAR DA GLUTEN İÇERİRLER. GLUTEN, HAMURUN GÜÇLÜ YAPISINDAN SORUMLU, BUĞDAYDA BULUNAN
PROTEİNDİR. GLUTEN PROTEİNLERİ, EKMEK YAPIMI ESNASINDA OLUŞAN AĞSI YAPIDAN SORUMLUDUR.
YÜKSELME DEVRESİNDE OLUŞAN BU YAPI ÇOK ÖNEMLİDİR, GLUTENSİZ İSTENİLEN YAPI OLUŞAMAZ VE
EKMEK MAYALANAMAZ.
Gluten, birçok insan için mide-bağırsak
kanalı yoluyla kolaylıkla sindirilebilen
normal bir proteindir. Fakat bazı kişiler glüteni sindiremez. Bu kişiler çölyak
hastalığı olarak adlandırılan glüten intolerantlardır. Gluten bir seri farklı proteinin karışımıdır ve iki grupta sınıflandırılır bunlar, Prolaminler ve Glutelinlerdir. Başlıca prolamin proteini olan Gliadin, çölyak hastalığı veya gluten intoleransında başlıca problemdir, gliadin antikorları bu hastalıkla alakalı olan bağışıklık komplekslerinde bulunmaktadır.
ÇÖLYAK HASTALIĞI
VE GLUTEN
Çölyak hastalığı ince bağırsağın, GLUTEN adlı proteine karşı ömür boyu süren ve kronikleşen alerjisi, hassasiyeti-
28
dir. Buğday, Arpa, Çavdar ve Yulaf gibi
tahıllar GLUTEN içerir. Alınan gıda, ince
bağırsakta bileşenlerine ayrıştırılıp bağırsak mukozası üzerinden kana karışır.
Vücudumuzun yeterince gıda alabilmesi, ince bağırsakta çok sayıda bulunan
ve VİLLUS çıkıntıları olarak adlandırılan kıvrımlar tarafından sağlanır. Çölyak
Hastaları glutenli yiyecekler tükettiklerinde bağırsak mukozasında alerji nedeniyle villus çıkıntıları ve kıvrımları tahrip
olarak azalır ve küçülürler. Böylece bağırsak yüzölçümü gittikçe azalır ve alınan gıdalar emilemez hale gelir. Sonuçta beslenme yetersizliği, arkasından da
hastalık belirtileri ortaya çıkar.
HASTALIĞIN BELİRTİLERİ
Çölyak hastalığının belirtileri geniş bir
yelpazeye yayılır.
Karın bölgesinde öne doğru şişkinlik
Yaşa göre kilo azlığı
Kas zayıflığı
Kansızlık
Dışkıda anormallik,
büyük tuvalet ihtiyacı artması
Kusma
Bezginlik
İştahsızlık
Büyüme geriliği
Ağız içinde oluşan aftlar
İştahsızlık, gaz şikayetleri
Eklem ve kemik ağrıları
Sinirlilik
Ciltte kaşıntılı döküntüler
HASTALIĞIN TEŞHİSİ
Çölyak hastalığı her yaşta teşhis edilebilmektedir. Çoğunlukla belirtiler ilişkili bir başka hastalığı da düşündürmek-
tedir. Erken osteoproz, kansızlık, teşhis edilmemiş Laktoz alerjisi gibi. Çölyak hastalığının insan sağlığı üzerinde
önem taşıyan birçok değişimlere neden
olmasından dolayı doğru teşhisi önemlidir. Kan testleri ve sonrasında ince bağırsak biyopsisi ile kesin tanı konulmaktadır. Çölyak hastalığı alerji testleri, rezonans ve homeopati vb. yöntemlerle
teşhis edilemez.
TEDAVİ ŞEKLİ
Çölyak hastalığının tek tedavisi GLUTENSİZ sıkı bir diyettir. Diyetin sıkı bir
şekilde uygulanması ile düzleşen ince
bağırsak yüzeyi normal şeklini ve işlevini tekrar kazanmaktadır. Çok az miktarda alınan gluten bağısaklardaki tahribatın tekrarlamasına neden olur. Glutensiz sıkı bir diyetin uygulanması süresince çölyak hastasının genellikle bir şikayeti olmaz. Beslenme tarzının değiştirilmesinin ardından genelde kısa bir
süre içerisinde şikayetler belirgin şekilde azalır. Şikayetlerin tamamen kaybolma süresi ince bağırsaktaki tahribat derecesi, hastanın yaşı ve diğer faktörlere
göre değişkenlik gösterebilir.
Gluten içeren gıdalardan kaynaklanan, hissedilebilir şikâyetler çoğunlukla uzun süreler sonrası hatta bazen yıllar sonra kendini gösterir. Diyetin bozulması ya da terk edilmesi tedavi edilmesi çok daha zor olan ağır hastalıklara
neden olabilir.
KESİNLİKLE
TÜKETİLMEMESİ
GEREKEN GIDA
MADDELERİ
Buğday, arpa, çavdar ve yulaf katkılı
her türlü ürün (un, bulgur, irmik, makarna, şehriye, kuskus, kepek vb.).
Galeta ununa, una batırılarak kızartılmış tavuk balık gibi et ürünleri.
Malt kullanılan içecekler.
Hazır çorbalar, pilav, köfte, pane harçları.
Gluten içeren çikolata ve sakızlar.
GLUTEN İÇERMEYEN
GÜVENİLİR YİYECEKLER
Mısır, pirinç, patates, kestane unu, nohut unu, soya unu, üzüm çekirdeği unu,
tapioka, yumurta, reçel, bal, baharat ve
bitki içermeyen sirke çeşitleri.
Meyve sirkesi, balık, balık konservele-
ri (una batırılmamış baharatlanmamış
taze veya dondurulmuş balık. Kendi suyunda ya da yağında balık konserveleri,
midye karides yengeç vb.
Domates ve tuz içeren salça. Tüm işlenmemiş, kabuklu kuru yemiş türleri yer fıstığı ay çekirdeği kabak çekirdeği badem (paketlenenler ve işlenmiş
olan,tuzlanan kuruyemişler gluten içermektedir).
Kümes hayvanları etleri, sığır dana
kuzu etleri (una batırılmamış ve baharatlanmamış olmalıdır).
Tüm sebze çeşitleri.
Tüm meyve çeşitleri.
Bakliyatların tüm çeşitleri. Kuru fasulye, mercimek, nohut, kırmızı ve yeşil mercimek, barbunya, soya fasulyesi,
börülce vb.
Tüm katı ve sıvı yağ çeşitleri.
Tüm şeker çeşitleri (toz şeker, pudra
şekeri, kahverengi şeker).
RİSKLER
Çölyak hastalığının uzun dönem sonuçları kötü beslenme ve besin emiliminin
bozukluğu ile ilgilidir. Tedavi edilmemiş
çölyak hastalığı kronik kötü sağlık, osteoporoz, kısırlık, düşük, depresyon gibi
rahatsızlıklara yol açabilir. Ayrıca ince
bağırsak kanseri ve lenfoma gibi rahatsızlıkların ortaya çıkma riski artar.
Çocuklarda, boy kısalığı ve davranışsal
sorunlar, gelişim eksikliğine neden olabilir.
ÖNEMLİ BİLGİLER
Gluten içermesi ihtimali olan yiyeceklerin Glutensiz gıda maddeleri ile aynı
yerde bulunmaması önemlidir. Glutenli gıdaların glutensiz gıdalara temas etmemesi için bu maddeleri hemen ayırın.
Yemek hazırlığı sırasında glutenli gıdalara değmiş, bulaşmış çatal kaşık süzgeç tabak ve gereçler kesinlikle Çölyaklı kişilerin gıdalarına dokundurulmamalıdır.
İnce bağırsakta tahribata yol açarak
hastalıklara neden olabilmesi için bir
çay kaşığı un, buğday ya da bulgurun
sekizde biri yeterli olmaktadır. Yani bu
miktar bile zararlıdır.
Çölyak hastalığının tek tedavisi GLUTENSİZ sıkı bir diyettir.
Diyetin uygulanmasında yapılan ihlal
ya da ihmallere rağmen hasta tarafından hissedilebilir şikayetlerin oluşmaması, asla, glutensiz diyetten vazgeçilmesi anlamına gelmez.
TEDAVİ EDİLMEMİŞ
ÇÖLYAK
HASTALIĞI KRONİK
KÖTÜ SAĞLIK,
OSTEOPOROZ,
KISIRLIK, DÜŞÜK,
DEPRESYON GİBİ
RAHATSIZLIKLARA
YOL AÇABİLİR.
29
M
ENTAL
ARITMETIK
Ayşen İvgen
MENTAL ARİTMETİK, HESAP MAKİNESİ, KÂĞIT, KALEM GİBİ HİÇBİR ARAÇ KULLANMAKSIZIN, YALNIZCA
İNSAN ZİHNİNİN GÜCÜ İLE ARİTMETİK İŞLEM YAPMA BECERİSİNİ İFADE EDER. MENTAL ARİTMETİK EĞİTİMİ
4-11 YAŞ ARASINDAKİ ÇOCUKLAR İÇİN TASARLANMIŞ BİR ZEKÂ GELİŞTİRME PROGRAMIDIR. ÖNCE SAYISAL
İŞLEMLERDE ABAKÜS KULLANIMININ ÖĞRENİLMESİ İLE BAŞLAYAN PROGRAM, BİR SÜRE SONRA ABAKÜSÜN
KALDIRILMASI İLE SÜRER VE ÖĞRENCİLER İŞLEMLERİ ÇOK HIZLI BİR ŞEKİLDE TAMAMEN ZİHİNDEN YAPMAYI
ÖĞRENİRLER. ASLINDA ABAKÜSÜN İMAJI ZİHİNLERİNE YERLEŞMİŞTİR VE HESAPLARI YAPARKEN, SANKİ
ELLERİNİN ALTINDA ABAKÜS VARMIŞ GİBİ PARMAKLARINI HAREKET ETTİRİRLER. O ESNADA BONCUKLARIN
HAREKETİNİ ZİHİNLERİNDEKİ ABAKÜS İMAJINDA İZLEMEKTE VE İŞLEMİ BÜYÜK BİR HIZ VE DOĞRULUKLA
SONUÇLANDIRMAKTADIRLAR. SANKİ ÖĞRENCİLER ZİHİNLERİNE SANAL BİR BİLGİSAYAR YERLEŞTİRMİŞ
GİBİDİR. BU İNANILMAZ BECERİ, ELEKTRONİK HESAP MAKİNESİNDEN VEYA BİLGİSAYARDAN ÇOK DAHA
HIZLIDIR.
30
Programın getirdiği kazanım bu beceriden ibaret değildir. Asıl kazanç bu program süresince sağlanan, zeka ve bellek gelişimi, dikkat, odaklanma ve özgüvenin güçlenmesi gibi unsurlarla genel
olarak yükselmiş bir zihinsel kapasitedir. Programın başarısı, aslında her insanda var olan ancak atıl duran potansi-
yel kapasiteyi harekete geçirmekte yatmaktadır.
Mental aritmetiğin faydaları;
Daha gelişmiş sol ve sağ beyin
Gelişmiş hesaplama becerileri
Keskin görüş, işitme
ve anlama becerileri
İleri odaklanma ve dikkat
Gelişmiş analitik düşünce
Yaratıcılık
Daha güçlü bellek
Keskin gözlem
Hızlı refleks
Gelişmiş özgüven
MENTAL ARİTMETİK, HESAP
MAKİNESİ, KÂĞIT,
KALEM GİBİ HİÇBİR
ARAÇ KULLANMAKSIZIN,
YALNIZCA İNSAN
ZİHNİNİN GÜCÜ
İLE ARİTMETİK
İŞLEM YAPMA
BECERİSİNİ
İFADE
EDER.
ABAKÜS NEDİR?
Abaküs kumların üzerine yerleştirilmiş
taşlardan oluşan ilkel biçimi ile kökeni
yaklaşık 5000 yıl öncesine kadar giden
ve çubuklara geçirilmiş boncuklarla bugünkü şekline benzer biçimi ile yaklaşık
3000 yıldır kullanılagelen ilk bilgisayardır diyebiliriz. Adı Yunanca “Abax” sözcüğünden gelen ve uzak doğu (Çin) kökenli olan bu elektriksiz hesap makinesi, bugünün dijital çağında, çocukların
beyin gelişiminde kullanılan en popüler aritmetik aracıdır. “Soroban” adıyla da bilinen abaküs çubuklar boyunca
kaydırılan boncuklardan oluşur ve farklı çeşitleri vardır. Menar Abaküs Mental
Aritmetik programında kullanılan biçimi yandaki resimde de görüldüğü gibi,
bir çerçeve içindeki sıralı çubuklara beşerli takım olarak geçirilmiş boncuklardan oluşur. Belli bir sistematik ile sayıları temsil eden bu boncuklar bulundukları çubuklarda aşağı yukarı kaydırılarak
her türlü aritmetik işlem büyük bir kolaylık ve süratle yapılabilir.
Mental Aritmetik programının ilk aşamasında öğrenciler abaküsle aritmetik
işlemler yapmasını öğrenirler. Abaküsün kaldırıldığı sonraki aşamada öğrenciler ellerinin altında abaküs varmış gibi
parmaklarını kıpırdatırken, zihinlerinde-
ki abaküs imajını kullanmaktadırlar. Bu
nedenle işlemler çok daha hızlı çözülmektedir. Programın en üst aşaması ise
artık öğrencinin parmaklarını kıpırdatmaya da gerek görmeden işlemleri hızla
çözdüğü aşamadır.
ARAÇ, GEREÇLER
VE DONANIM
Mental Aritmetik Programı, bilişim teknolojisinin kullanıldığı bilgisayar ve
elektronik ekran donanımlı modern
mekânlarda sunulur. Programın kendine özgü kitapları vardır. Bunun dışında öğrenciler, online-platform üzerinde oyun ve yarışmalar ile bol alıştırma
yapma olanağına sahiptir. Bunların yanı
sıra, program resim ve sayı kartları gibi
çeşitli araçlar kullanır.
Sunumlar bilgisayar ve elektronik ekran
vasıtası ile yapılır. Teachersmall Beyaz
tahta ve üzerine asılarak kullanılan büyük abaküs programın en işlevsel araçları arasındadır. Sunumun ardından büyük abaküs üzerinde örnekler yapılır. Öğrencilerin en önemli aracı 5 boncuk dizilimli öğrenci abaküsüdür ve büyük abaküs üzerinde yapılan örneklerden sonra öğrenciler kendi abaküslerini kullanarak kitaplarından alıştırmalar
yaparlar.
Parmakların boncukları hareket ettirmesi sonucu, dokunma duyusu, göz ve
beyin koordinasyonunda hızlı bir zihinsel gelişim süreci yaşanır. Sürecin belli aşamalarında, öğrenciler abaküslerini kullanmaksızın, tamamen zihinden işlem yapma pratiklerini geliştirecek alıştırmalar yaparlar. Onlara inanılmaz aritmetik beceriler kazandıran bu çalışmalar zihinsel keskinliği arttıran sayısal
bulmacalarla zenginleştirilmiştir. Ayrıca, programın içeriğinde öğrencilerin
düzenli olarak izledikleri kısa videolar
vardır ve öğrenciler bunların üzerinde
değerlendirmelerde bulunur ve olayları
yorumlarlar. Bu çalışmalar onların ‘Image gözlem’ yapma, olayları ve bağlantıları kavrama ve dersler çıkarma yeteneklerini güçlendirirken sözel ifade becerilerini de geliştirir. Bilimsel temellere dayanan ve başarısı kanıtlanmış bu
zengin, renkli ve bir o kadar da eğlenceli program sayesinde öğrenciler hızlı ve güçlü bir beyin gelişimi sürecinden
geçerler.
Abaküs soyut çok basamaklı numerik
ilişkileri, somut boncuk-tabanlı bir sistemde sunduğu için, çocuklar sayı değerlerini kolayca ilişkilendirerek matematik kavramları anlarlar. Deneyimler,
okullarında matematik derslerinde sı-
31
MENTAL ARİTMETİK PROGRAMININ BAŞARISI, HER İNSANDA VAR OLAN ANCAK
ATIL DURAN POTANSİYEL KAPASİTEYİ HAREKETE GEÇİRMESİDİR.
kıntı çeken çocukların, Abaküs programına başladıktan bir kaç ay sonra, okullarındaki performanslarının hızla yükselmeye başladığını göstermektedir.
Mental Aritmetik eğitim programı toplam 240 saatlik bir programdır. Matematik dersinde başarılı olan bir öğrenci de Mental Aritmetik programından
kesinlikle çok yararlanır. İşlemleri kâğıt
kalem kullanmadan hızla zihinden yapabilen bir öğrenci, dikkatini doğrudan
doğruya daha karmaşık problemlerin
kurgusuna ve daha ileri boyuttaki kavramlara yoğunlaştırabilir.
Bir çocuğun matematikte başarılı olabilmesi için en temel olarak dört işlem
becerilerini geliştirmesi gerekmektedir. Mental Aritmetiği öğrenmek ona
işlemlerde büyük bir hız ve ustalık kazandıracaktır. Taiwan National Chuang
Hua Eğitim Üniversitesi’nden Profesör Huang Guo Rong çocukların matematik alanındaki akademik performans
ve kavrayışları konusunda şu etkileyici
keşfi bildirmektedir: “Mental Aritmetik
programını almış olan öğrenciler matematik kavramları tanıma ve anlama, işlemleme, matematik problemlerini çözme dahil tüm matematik becerilerinde
diğer arkadaşlarından çok daha üstün
bir performans göstererek çok daha iyi
sonuçlar almaktadırlar”.
KAÇ YAŞINDA
BAŞLANILMALI?
Programımıza başlamak için en uygun
yaş, çocuğun 0-9 arasındaki sayıları tanımaya başladığı dönemdir. Çoğunlukla
anaokulu öğrencileri bu alt yapıya ulaşmaktadırlar. Her ne kadar beyin gelişimi
eğitimi için genel ilke, “Ne kadar erken
başlanırsa, o kadar iyi” olmasına rağmen, 6 yaşın altında çocuklar için Abaküs Mental Aritmetik programına başlamadan önce çoğunlukla, sayılarla ilgili bir hazırlık çalışması yapılması gereklidir. Programımız genel olarak 4-11 yaş
arası çocuklarda beyin gelişimini hızlandırmak üzere tasarlanmıştır. Ancak başlangıç yaşı olarak 5,6 veya 7 yaşları en
uygun dönem olarak ortaya çıkmaktadır. Anne babaların, okul ödevlerinin henüz çok ağır olmadığı bu yaşları, çocukları için Mental Aritmetiği öğrenme fırsatı olarak değerlendirmelerini ve asla
kaçırmamalarını öneririz.
32
SİSTEMİN AVANTAJLARI
Mental aritmetik hızlı ve doğru hesaplama ve mantıksal bağlar kurma becerilerini geliştirir. Daha güçlü bir bellek inşa
eder daha uzun süreli dikkati sağlar.
Görselleştirme, tasavvur ve fotoğrafik hafıza becerilerini güçlendirir, daha
yüksek öğrenme kapasitesi ve özgüven
yaratır. Kavrama hızını ve gücünü arttırır, gözlem ve öngörü yeteneğini geliştirir. İşitme ve doğru sonuç çıkarma
becerilerini keskinleştirir, stresi azaltarak öğrenmeyi eğlenceli hale getirir. Bir
çocuğa yalnızca muhteşem bir aritmetik yeteneği kazandırmak amacıyla değil, aynı zamanda, onun yaratıcılığını,
bellek gücünü, odaklanma ve dikkat yoğunluğunu, dinleme, anlama becerilerini ve problem çözümleme yeteneklerini de geliştirmek üzere tasarlanmıştır.
Yaşam boyu başarı için, onları sayılarla
arkadaş kılmanın yanı sıra, nihai amacımız onların okul çalışmaları ve yaşamlarında kendine güven duygusunu inşa etmektir. Uzmanlar, mental aritmetik eğitimi sırasında beynin hem sağ hem de
sol tarafını uyaran, abaküs ve mental
aritmetik eğitiminin, en üst düzeyde öğrenme kapasitesine ulaşmanın anahtarı
olduğuna inanmaktadırlar.
BİLGİSAYARLAR
DURURKEN NEDEN
MENTAL ARİTMETİĞE
İHTİYAÇ VAR?
Aritmetik sağlam bir akademik zemin
oluşturmak açısından her öğrenci için
çok önemlidir. Küçük çocukları eğiten
öğretmenler sayı kavramını ve sayıların
değerlerini öğretmenin zorluğunu bilirler. Soyut bir biçimde sunulan sayısal
kavram ve ilişkileri ve onların değerlerini öğrenmek çocukların uzun zamanını alır. Abaküsün boncukları gibi somut
objelerle ilişkilendirmeksizin numerik
ilişkileri kavramak yalnızca beyin gücü-
ne dayanmaktadır. Mental Aritmetik ile
sayıları zihinsel olarak işlemlemek beynin kullanılmayan bölümlerini harekete
geçireceği için bütünsel olarak zekâ kapasitesini olumlu etkileyen bir süreçtir.
Mental Aritmetiği öğrenmek ve uygulamak hayal ve bellek gücünü de geliştirmektedir. Bilimsel araştırmalar, zihinsel
kapasitesini güçlendirme olanaklarından yoksun kalmış çocukların, 20’li yaşlardan itibaren beyin güçlerinde bir gerileme sürecine girerken, zihinsel kapasitelerini güçlendirmiş olan bireylerin,
70’li yaşlarda bile bu güçlerini koruduğunu göstermektedir.
Her ne kadar elektronik hesap makineleri ve bilgisayarlar aritmetik işlemler
konusunda insan beyninin işlevlerini yerine getiriyor gibi görünse de, abaküsü
öğrenmek her çocuk için tüm beyin gelişimi açısından yaşamsal önemdedir.
Abaküsü kullanmak, insan anatomisinin
görme, işitme ve parmak teması ve hareketleri gibi beyin hücrelerini harekete geçiren ana sinir kanallarının koordinasyonunu gerektirmektedir. Bu eğitim
sürecinde zihin fiziksel temas, mantıki
açıklama ve görselleme olmak üzere üç
temel gelişme evresinden geçer ve süreç doğrudan doğruya bir beyin gelişimi sürecidir.
Konuya bir de şu açıdan bakılabilir. Sabah ya da akşamları değişik yaştan birçok insanı parklarda, kaldırımlarda veya
deniz kıyısında koşarken veya yürüyüş
yaparken görebilirsiniz. Oysa bir yerden bir yere gitmek için, otobüs, dolmuş
veya taksi gibi ulaşım araçları elimizin altında iken yürümek ya da koşmak
niye? Hepimiz biliyoruz ki bunun amacı
bedeni sağlıklı tutmak için bir egzersiz
veya spor yapmaktır. İşte tıpkı bunun
gibi mental aritmetik de beyni ve zihinsel kapasiteyi sağlıklı, dinç ve güçlü tutan bir araçtır.
33
OSMANLI’DA
MÜZIK VE SU SESIYLE TEDAVI
Evrende her şey titreşir. Ses dalgalarının ritmik oluşumları müziği ortaya çıkarır. Aslında her varlık eylem yaparken
bir ses çıkarır, yani hepimizin, her varlığın bir müziği vardır… Her varlık kendi
müziğini evrene taşır.
Düşük frekanslı ses dalgaları, örneğin
kuş cıvıltısı, suyun ve rüzgârın sesi gibi
sesler insanın uyku esnasındaki beyin
dalgalarına yakın dalgalar ürettiği için
sakinleştirici etkilere sahiptir. Duyguları incelten ve gönlü yumuşatan müzik
türleri, asırlardan beri tedavilerde kullanıldı. Birçok araştırma, depresyondan
kansere, yüksek tansiyondan kronik ağ-
34
rılara, disleksiden (öğrenme bozukluğu)
akıl hastalıklarına, migrenden uyuşturucu madde bağımlılığına kadar geniş bir
spekturumda müziğin tedavi edici etkisi olabildiğini gösterdi.
Geçmişte de Anadolu’da müzikle tedavi
merkezleri vardı. Müzikle tedavi yöntemini en fazla uygulayanlar Selçuklular
ve Osmanlı’ydı. Müzikle tedavi yöntemi Osmanlılar döneminde zirveye ulaştı. Başta Edirne olmak üzere Kayseri, Sivas, Amasya, Manisa ve Bursa’da tedavi
merkezleri kuruldu. Sultan II. Beyazid’in
Edirne’de 1488 yılında yaptırdığı darüşşifada, yani o dönemin hastanesinde
hastaların su sesi ve müzikle tedavi edilmesini emrettiği bilinir. Evliya Çelebi,
Seyahatname’sinde “Ruh hastalarının
nasıl müzikle tedavi edildiğini” yazar.
Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre, darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına öncelikle çeşitli müzik makamları dinletip, kalp atışlarının hızlanmasına ya da
yavaşlamasına bakarmış. Duruma göre
uygun melodiyi belirleyip, sonra tedaviye başlarmış. Yine Çelebi, aynı eserde
hafıza ve hatıraları güçlendirmede ısfahan; aşırı hareketli, heyecanlı hastaları
sakinleştirmede rehavi; sıkıntılı, karamsar, durgun ve neşesiz hastalara da kuçi
makamının iyi geldiğini belirtmiş.
OSMANLI’DA
MÜZİKLE TEDAVİ
Osmanlı’da müzikle tedavi parlak dönemler yaşamıştı. Sultan II. Beyazid
Edirne’de 1488’de Mimar Hayrettin’e
inşa ettirdiği külliyenin darüşşifa (akıl
hastanesi) bölümünde hastaları müzikle tedavi ettiriyordu. İbn-i Sina, Razi,
Farabi gibi Türk bilginlerinin öncülüğünü yaptığı müzikle terapi, günümüz modern tıbbına da ışık tuttu.
İbn-i Sina, müziğin tıpta oynadığı rolü
şöyle tanımlar: “Tedavinin en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini
arttırmak ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek, onu sevdiği insanlarla
bir araya getirmektir.”
Şam’daki Nurettin Hastanesi’nde İbn-i
Sina, müzikle akıl hastalığı tedavisi uyguladı. İbn-i Sina’nın etkileri Osmanlı devrinde de devam etti. Osmanlı saray hekimi Musa bin Hamun, diş sağlığı
ve çocuk psikoloji hastalıklarını iyileştirmede müzikle tedavi yöntemini kullandı. Farabi de müzikle tedavi ile çok ilgilenen müzik adamlarının başında geliyordu. Onun müziğe ilişkin yaptığı sınıflandırmalar bugün hala kullanılıyor.
Hastalıkları Müzikle
Tedavi Eden Müze
Anadolu’daki önemli Bimarhanelerden
bir tanesi de Amasya’da bulunuyor. Bimarhane bugün tıp ve cerrahi tarihi müzesine dönüşürken, o dönemde burç ve
ten rengi gibi özelliklere göre tedavide
kullanılan makamların aynısı gelen konuklara dinletiliyor. Hastalıkları müzikle
tedavi eden müzede, Uşşak makamı uykusuzluk ve ayak ağrısı tedavisine, Buselik makamı baş ağrısına, Hüseyni makamı kalp ve ciğerde oluşan iltihaplar ile
mide rahatsızlıklarına, Rast makamıfelce, Irak makamı ateşli hastalıkların tedavisine iyi geliyor.
Müzede tedavide kullanılan enstrümanlar sergileniyor. Burç-makam, hastalıkmakam, vakit-makam, ten rengi ve makam ilişkilerine yönelik olarak bilgi aktarılıyor. Gelen ziyaretçiler kulaklıklar
aracılığıyla kendi burçları ile ilgili hangi makam varsa ise o makamı dinleyip
bunu o arada hissetme şansına da sahipler.
Amasya’nın Yakutiye Mahallesi’ndeki
ana cadde üzerinde bulunan bu yapının,
aslında bir medrese olduğuna dair gö-
35
rüşler bulunmakla birlikte; yapılışından
günümüze kadar geçen süre boyunca,
hep “Bîmarhâne (Dârüşşifâ)” olarak tanınmış.
Anadolu’da benzer örneklerine, Sultaniye’de, Sivas’ta ve Divriği’de rastlanan ve
hem Selçuklu, hem de Osmanlı dönemlerinde yapılan Dârüşşifâlar (Bîmarhâneler);
Amasya Bîmarhânesi de günümüze ulaşmış en iyi örneğindendir.
Bîmarhâne; revaklı avlusu ve iki eyvanı ile
klasik Selçuklu medreselerine benziyor.
Buna göre; Selçuklu medreselerinde olduğu gibi anıtsal görünüşlü ve dikdörtgen
planlı yapının giriş cephesi, diğer cephelere göre daha farklı ve girişin kilit taşında,
bağdaş kurmuş bir insan figürü işlenmiş.
İki yanında pencere nişleri bulunan, yuvarlak kemerli girişin üzeri, mukarnaslı ve
sivri kemerli olarak devam ediyor. Yine girişin her iki yanı, üçer şerit hâlinde, geometrik şekillerle bezenmiş ve son derece ince bir işçilikle yapılan taş oymalardaki kıvrık dallar ile yaprak motifleri, portali süsleyen geometrik bezemeyi tamamlıyor. Ayrıca; portalin köşelerindeki silindirik kulelerle, cephe daha da belirginleştirilmiş ve ilk kez Sivas’ta görülen palmet
ve rumilere burada da rastlanıyor.
36
Duvarları kesme taşlarla örülen Dârüşşifâ’nın avlusuna; giriş eyvanının iki yanındaki, iki tonozlu bölümden geçiliyor. Girişin tam karşısında; giriş eyvanından daha
büyük olan ve beşik tonozlu dershane eyvanı bulunuyor. Yan bölümlerde; üçer silindirik sütun ve dört sivri kemerli revakların arkasında, beşik tonozlu ve dikdörtgen biçimli hücreler yer alıyor ve köşe
hücreleri, avluya, birer kapı ile açılıyor.
Kim bilir kaç hastanın şifâ bulduğu
Bîmarhâne’de 14 yıl boyunca görev yapmış ve kendisi de Amasyalı bir hekim
olan Sabuncuoğlu Şerafeddin’in; burada
“Cerrahiye-i al Haniye” adlı kitabını yazdığı ve tıbbî minyatürlerle süslediği kitabını,
dönemin padişahı Fatih Sultan Mehmet’e
sunduğu da biliniyor.
Fatih döneminin meşhur hekimleri arasında yer alan Şerafettin Sabuncuoğlu
1386 yılında şehzadeler şehri diye anılan
Amasya şehrinde doğmuştur Kitaplarında yer verdiği soy kütüğüne göre Babasının adı Ali Çelebi Dedesinin adı Sabuncuoğlu Hacı İlyas Çelebidir.
Sabuncuoğlu Hacı İlyas Çelebi 1408-1421
yıllarında babası Ali Çelebi’de 1421-1451
yıllarında hekimbaşılık yapmış zamanın
ünlü hekimleridir
Sabuncuoğlu Şerafettin temel eğitimini Burhanettin Ahmetten almış ve Amasya Darüşşifâsı’nda tamamlamış, 17 yaşında hekimliğe başlamış. Bundan sonra hayatını okumaya, araştırmaya ve denemeye veren Sabuncuoğlu Şerafettin
Eserlerinde 14 yıl hekimlik yaptığını iftiharla belirtiyor. Şerafeddin Sabuncuoğlu, diğer birçok hekimin aksine özellikle
cerrahî ile ilgilenmiştir. Genel olarak hekimler cerrahîye pek ilgi duymamışlar
hatta cerrahî tedavinin gerekli olduğu durumlarda bile, ilaçla tedaviyi tercih etmişlerdir. Bunun sebebi cerrahî müdahalede
hayatî tehlikenin çok yüksek olması ve bu
tehlikeyi asgariye indirecek ve ameliyatı
kolaylaştıracak bazı teknik imkânların bulunmamasıdır.
ÜÇ ÖNEMLİ ESER
Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun müzede
sergilenen 3 eseri bulunuyor.
“Akrabadin Tercümesi” adlı eserinde ilaçların özellikleri, hazırlanması, gargara,
yağlar, merhemler anlatılmakta ayrıca
kusturucular, müshiller, ağız, dil, damak,
diş, göz ilaçlarına ve lavmanlara yer veriliyor. Eserin sonunda Türkçe sözlükte
önerdiği Türkçe tıp terimleri incelemeye
değerdir.
BU ÜÇ ÖNEMLİ ESERDE RESMEDİLEN TIBBI ALETLERİN İMİTASYONLARI
İLE ÖZEL ANİMASYONLAR DA MÜZEDE SERGİLENİYOR.
Kitâbü’l-Cerrahiyyeti’l-İlhaniyye
ise
Sabuncuoğlu’nun ikinci ve nispeten
daha meşhur olan eseri. Eser, bilindiği
kadarıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nda
kaleme alınmış yegâne resimli cerrahî
eseridir. Eserde, yer yer kendi gözlem ve deney sonuçları da yer almaktadır. Sabuncuoğlu, bir cerrah olarak
kendi çalışmalarıyla mevcut bilgiyi kaynaştırmış ve bize bu terkibi sunmuştur.
Sabuncuoğlu’nda gerçekten önemli bir
katkı daha vardır ki o da, aletlerin yanı
sıra ameliyatın nasıl yapıldığını gösteren temsili resimlerin mevcut olmasıdır.
Bu resimlerde hasta ve doktorun pozisyonu ile aletlerin nasıl kullanıldığı da görülmektedir. Böylece kullanılan cerrahî
tekniğini de açık ve seçik olarak görmek
mümkün olmaktadır.
Mücerrebnâme; Sabuncuoğlu’nun üçüncü, en son ve en önemli eseri. Bu eser
adından da anlaşılacağı gibi, ilaçlarla ilgili. Sabuncuoğlu bu eserinde sadece
muhtelif ilaçlar ve onların kullanılışlarıyla ilgili bilgiler vermemiş, yaptığı bazı
deneyleri de burada aktarmış. Onlardan
biri de bazı zehirlerle ilgili olarak yaptı-
ğı hayvan deneyleri. Bu deneylerde denek olarak horozları kullanmış. Bu eserde kendi yaptığı deneyler sonucu önerdiği bazı ilaçlar anlatılıyor. Bu üç önemli
eserde resmedilen tıbbi aletlerin imitasyonları ile özel animasyonlar da müzede sergileniyor.
Yolunuz Amasya’ya düşerse Şerafettin
Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Müzesi’ni
görmeden dönmeyin. Hatta sadece
bu yaşayan müzeyi görmek için dahi
Amasya’ya gidebilirsiniz.
37
DÜŞLERİ VE YAŞAMI KUMAŞA DÖKMEK
YAZMACILIK
TOKAT’TA YAZMACILIĞIN 600 YILLIK BİR GEÇMİŞİ VAR. YAZMACILIĞIN YAPILDIĞI ANADOLU
KENTLERİ ARASINDA TOKAT HİÇ TARTIŞMASIZ ÖNEMLİ BİR MERKEZ. YAZMACILIK GEÇMİŞTE
TÜRÜNÜN EN GÜZEL ÖRNEKLERİNİ BU TOPRAKLARDA VERMİŞ. EVLİYA ÇELEBİ TOKAT YAZMALARI
İÇİN: “BEYAZ PEMBE BEZİ DİYAR-I LAHOR’DA YAPILMAZ. GÜYA ALTIN GİBİ MÜCELLADIR. KALEMKÂR
BASMA YÜZÜ, MÜNAKKAŞ PERDELERİ GAYET MEMDUH OLUR” DER VE ÖVGÜYLE SÖZ EDER. TÜRK
EL SANATLARI İÇİNDE ÇİT, YEMENİ, ÇEVRE, ÇEMBER DEYİMLERİ İLE TANIDIĞIMIZ YAZMA YILLAR
BOYUNCA KADINLARIMIZIN BAŞÖRTÜSÜ OLMUŞTUR.
38
BİR HANA GİRİYORUZ, KAFAMIZI KALDIRDIĞIMIZDA HANIN CEREKLERİNDE RENK
RENK YAZMALARI GÖRÜYORUZ.
Tokat’ta “Karakalem” ve “Elvan” olmak
üzere iki tip yazma basılıyor. Desen ve
kompozisyon yönünden doğal bir görünüş hâkim olan Tokat yazmalarında doğadaki motifler özelliklerinden hiçbir
şey kaybetmeden, stilize edilerek kalıp
üzerine aktarılıyor. Tokat’ın karakteristik motifleri, tüm özellikleri ile birlikte
yazmalara yansıtılmış, doğadan alınan
bitkisel motifler, çiçek ve meyve motifleri kalıp ustalarınca başarılı bir kompozisyon içinde kumaş üzerine aktarılmış.
Meyve çeşidi bol olan Tokat’ın bu özelliği yazma desenlerine konu olmuş, elması, üzümü, kirazı ve çiçekleri motifler
halinde yer alarak desenlere kaynaklık
etmiş.
Desenler, ıhlamur ağacından yapılan kalıplara, kalıp ustalarınca işlenerek aktarılıyor. Kalıp oymacılığı sabır ve el becerisi istiyor. Anadolu’da yazmacılığın
merkezi konumunda olan Tokat’ta üretilen yazmalardaki renk uyumu gerçekten mükemmel. Tokat yazmalarında çoğunlukla kırmızının koyu tonları, bordo,
patlıcan moru gibi koyu renkler hâkim.
Tokat yazmaları çok renkli. Sağlam bir
renk uyumu var.
Bizler de Tokat yazmasının ustalarının
dilinden anlatabilmek için Ayaz Bilgiç
arkadaşımla Tokat’a doğru yola çıkıyoruz. 4 saatlik bir yolculuğun ardından
Tokat Valiliği İl Kültür Müdürlüğü’nden
Selahattin Adıgüzel karşılıyor bizi. Selahattin Bey ile kısa bir sohbetin ardından
yazma ustası Hasan Er’in yanına gidiyoruz. Bir hana giriyoruz, kafamızı kaldırdığımızda hanın cereklerinde renk renk
yazmaları görüyoruz. Ve birkaç havuz
dikkatimizi çekiyor. Hasan Bey 53 yaşında. 42 yıldır yazmacılık yapıyor. İki katlı
bir dükkânı var. Hanın bahçesinde çaylarımızı yudumlarken sorularımızı yöneltiyoruz Hasan Bey’e…
AİLEDOSTU: HASAN BEY
BURADAKİ HAVUZLAR NE
İŞE YARIYOR?
Hasan Er: Havuzlarda yıkama yapıyoruz. Kumaşın daha sonra çekme yapmaması için yıkıyoruz. Sonra kurutuyo-
ruz ve baskıya alıyoruz. 24 saat içinde
yazma yeşil rengini alıyor. Daha sonra
amonyaklı suda tekrar yıkıyoruz. Yeşil
rengi siyaha dönüyor. Daha sonra dört
ayrı havuzda tekrar yıkama işlemi yapıyoruz. Son olarak da baskıya geçiyoruz.
Ve baskıdan sonra yazmaları asarak kurutmaya bırakıyoruz.
A.D.: Bu boyalar hangi yağdan elde
ediliyor?
H.E.: Anerin yağından yapılma boya kullanıyoruz. Bu boya suya daha dayanıklı.
Boyanın akması söz konusu değil.
A.D.: Batik çalışmalar da görüyoruz
burada…
H.E.: Evet… Batik çalışmalarımız var.
Önce desenler kâğıt üzerinde çiziliyor.
Kâğıttaki desen kumaşa aynen geçirilir.
Kumaşa bu desenler tek tek çizilir.
A.D.: Satışlarınız nasıl?
H.E.: Satışlar çok yoğun. Daha çok sahil kesiminden talep var. Deniz neredeyse oraya yazma gönderiyoruz. 3-5 TL’den
20-30 TL’ye kadar ürünlerimiz bulunuyor.
39
YASEMİN HANIM 42 YAŞINDA. YASEMİN HANIM’IN BU İŞİ 17 YILDIR YAPTIĞINI
VE 20 USTA YETİŞTİRDİĞİNİ ÖĞRENİNCE DE ŞAŞKINLIĞIMIZ BİR KAT DAHA ARTTI.
A.D.: Kaç yazma ustası var Tokat’ta?
H.E.: Usta olarak 4-5 kişi kaldık. Gençlerin pek hevesi yok bu işlere. Şimdiki
gençler hazır işi çok seviyor. Zorluğu,
eziyeti sevmiyorlar. Kolay kazanmayı
istiyorlar. Bu iş sevgi işi. Sevmezsen yapamazsın. Ben gençlerin de bizler gibi
yetişmesini isterdim. Bizler kadar işi severek çalışmalarını isterdim.
A.D.: Sizin yazmacılığa başladığınız
dönemlerde durum nasıldı?
H.E.: Benim bu işe başladığım dönem
yazmacılık çok meşhurdu. “Yazmacı olmayana kız verilmez” diye bir söz vardı. Herkes yazmacıydı. Her dükkânda
15-20 kişinin çalıştığını biliyorum. 20-30
dükkân vardı şimdi 3-4 dükkân kaldı.
Usta da yetişiyordu, çırak da yetişiyordu. 12 ay boyunca iş de vardı. Şimdi öyle
bir şey yok. Sezon bittiğinde çoğu arkadaş dükkânını kapatıyor. Kapatmayanlar da iş azaltmaya gidiyor.
A.D.: Yazmaları dışarıda insanların
üzerinde görünce neler hissediyorsunuz?
H.E.: Folklor oynayanlarda, insanlarda yaptığımız yazmaları görünce duygu
seli yaşıyorum. Çünkü biz kendi ürünlerimizi nerede olursa olsun tanırız.
Selahattin Bey, yazmacılık sanatında
kalıp ustasının da oldukça önemli olduğunu anlatıyor. Kalıplara aktarılan desenlerin yazma sanatının beğenilmesindeki emeğin görünmeyen yüzü olduğu-
40
nu söylüyor ve bizi bir kalıp ustasının
yanına götürüyor. Kalıp ustasını görünce aslında şaşkınlığımızı da gizleyemedik. Çünkü bu zor ve meşakkatli işi, güç
isteyen bir işi yapan bir hanımefendiydi; Yasemin Artaştan. Yasemin Hanım
42 yaşında. Yasemin Hanım’ın bu işi 17
yıldır yaptığını ve 20 usta yetiştirdiğini
öğrenince de şaşkınlığımız bir kat daha
arttı. Yasemin Hanım’a soruyoruz hemen; “Bu işi yapmak nereden geldi aklınıza?”
“Önce can sıkıntısıyla başladık ama
daha sonra kendimle ruhen örtüştüğünü düşündüm. Yeteneğim olduğunu fark edince de devam etmeye karar verdim. Yaptığım desenler, çıkarttı-
ğım ürünler çevremde de çok beğenildi.
Birçok insan bununla ilgili bir iş alanında
çalışmam gerektiğini söyledi ama bu zamanı ben biraz uzattım”.
A.D.: Bu bir bayan sanatı değil. Zamanı uzatmanızın nedeni bu muydu?
Y.A.: Bayan sanatı olmadığı için beni kabullenmediler önce. Tırnaklarımla kazıdım diyebilirim. “Benimle mezara gitsin” diyen ustalarımızla da çalıştım.
Ama yılmadım. Mesleği bırakmış, teknolojiye yenik düşmüş eski ustalarımızı
buldum. Onlardan hatırlayabildikleri birçok bilgiyi aldım. Hepsini derledim. Bu
derlemeleri de ileride kitaplaştırmak istiyorum. Bizden sonraki nesillere kalsın
istiyorum. Çünkü yeterli dokuman halin-
KARGABURNU DEDİĞİMİZ BIÇAĞIMIZ, İNCE-KALIN ISKARTALARIMIZ VE GÖNİDEN
YAPILMIŞ PARMAKLIĞIMIZLA DESENİ OYMAYA BAŞLIYORUZ.
de hiçbir şey bulamadım ben. 17 yıldır bu
işin içindeyim, 20 usta yetiştirdim, bununla da gurur duyuyorum.
A.D.: Peki kalıplar baskıya nasıl aktarılıyor?
Y.A.: Ağacımızın kuru olması gerekiyor.
Ana gövde kısmını kullanıyoruz. Budaksız olursa daha iyi olur tabii ki. Kabuklu
şekilde, gölgede, iki başı eritilmiş mumla kapatılmış olarak bir yıl boyunca kuruması gerekiyor. 7’şer cm’lik kalınlıklarda kestiriyoruz. İyi bir zımparadan
sonra karbonla desenimizi aktarıyoruz.
Daha sonra asetat kalemlerle kalınlaştırıyoruz. Kargaburnu dediğimiz bıçağımız, ince-kalın ıskartalarımız ve göniden yapılmış parmaklığımızla deseni oymaya başlıyoruz. Desen tamamlandıktan sonra baskı işlemine geçiyoruz. Olmazsa olmazımız önce kalıp. Kalıpta da
önce sabır. Bu işin olmazsa olmazı bu.
Daha sonra balmumuna batırıyoruz. Bu
kalıbın daha dayanıklı olmasını sağlıyor.
Eğer siz kalıba iyi bakarsanız o da size
iyi bakıyor. Bir insan ömründen daha
uzun, 150-200 yıllık kalıplar var elimde.
Uzun süre sağlıklı kalması için mumlan-
ması gerekiyor kalıbın. Oyma işlemini
yapıyoruz kalıbın. Arkasından kenardaki
kalın boşluklarını düşürüyoruz. Desenin
sadece kendi olduğu ana bölüm kalıyor.
Ve “tutamak” dediğimiz kısmını mengene yardımıyla sıkıştırarak testereyle kesiyoruz. Orayı da zımparalıyoruz tekrar.
Bu şekilde baskıya hazır geliyor.
A.D.: Kısa sürede yapılabilen bir iş
değil anladığım kadarıyla. Gerçekten
sabırlı olmanız gerekiyor. Neler hissediyorsunuz çalışırken?
Y.A.: Bulunduğunuz ortamdan, her şey-
41
YAZMA ARTIK; ELBİSE, ETEK,
BLUZ, FULAR, SABAHLIK,
GECELİK, TAYYÖR GİBİ
ÇEŞİTLERİYLE HANIMLARIN
GARDIROPLARINA DA GİRDİ.
den uzaklaşıyorsunuz. Hemen buna yoğunlaşıyorsunuz. Tam bir terapi. Aslında bir tedavi sistemi bana göre. Kursiyerlerimin birçoğu da gelirken aynı hislerle geliyor. Ben kendimi dinlemek, ruhen huzur bulmak ve dinlenmek istiyorum. Kursiyerlerim de aynı düşüncede. Çıkan sonuçtan hepimiz mutlu oluyoruz. Çıkan kalıbın baskısını yaptırıyorum, “Benim eserim” diyor insan. Bu
inanılmaz bir haz. Çok keyifli bir sanat.
42
A.D.: Burada yazma dışında birçok
ürün var. Sadece kalıbı hazırlamakla
kalmamışsınız anlaşılan. Çok modern
tasarımlar görüyoruz farklı eşyaların
üzerinde…
Y.A.: Ben bu kalıpları tekstilin girebileceği hemen her alanda kullandım. Sınırlamadım. Dikdörtgen masa örtüsü yaptım, yatak örtüsü, abajuru, perdesi, deri
çizme, çanta, şapka... Bu kalıpları aklınıza gelebilecek her alanda kullanabilirsi-
niz. Bir konsept dahilinde çeşitli çalışmalar yaptım. Bu sizin kendi hayal gücünüze bağlı. Sınırları zorlamak gerekiyordu. Ben sadece bunu yaptım.
ile kaynanası ile arası iyi veya kötü; seçmekte ve kullanmakta özgür olabildiği dili, sevgisinin, öfkesinin yansımasını
yazmalara yansıtmış.
Herkeste olan aynı şeyleri sevmiyorum.
Farklılık oluşturabilmek lazım. İşinizi seviyorsanız o farklılığı kendiniz yaratacaksınız. Sabaha karşı 3’te aklıma gelen
bir deseni denedim ben. Birçok rengi bir
arada ebruli bir şekilde çıkarttım ve geldiğimde burada denedim. Hakikaten çok
güzel oldu. Birçok üründe şimdi bu tasarımı çalışabiliyoruz.
Yazma artık; elbise, etek, bluz, fular, sabahlık, gecelik, tayyör gibi çeşitleriyle
hanımların gardıroplarına da girdi. Bugün yazmaların çeşitli özelliklere sahip
motifleri, günün anlayışına uygun olarak çeşitli yerlerde kullanılıyor. Modacılarımızın ve bazı şehirlerde kurulu özel
atölyelerin yazma motifleriyle yarattıkları giysiler iç ve dış piyasada çok tutulmakta, bu da yazma sanatının önemini
ifade ediyor.
Selahattin Bey yazmacılık sanatında kadının rolüne vurgu yapıyor ve kadının
kendisini ifade etmesinde aracılık ederek de yazmalara farklı bir işlevsellik kazandırdığını anlatıyor. Yazma; rengi, deseni, oyası ile sembolik anlamlar taşımış, dışa vurumu olmuş kadının. Kadınların, evli- bekâr, seviyor-sevmiyor, eşi
Hal böyle olunca bir hanımefendinin
yazma kalıplarına olan duyarlılığına da
çok şaşırmamak gerektiğini anlıyoruz.
Tokat’tan bu duygularla ayrılıyoruz.
43
C
ENEVRE
PARIS
BİLİM VE SANATIN İKİ DEĞERLİ DURAĞI:
BİLİM VE SANATIN BİRLİKTELİĞİ
GERÇEKTEN DE ÇOK ÖNEMLİ.
BU İKİ KAVRAMIN BİRBİRİNİ
BESLEDİĞİNE VE GELİŞTİRDİĞİNE
İNANIYORUM. AVRUPA
SEYAHATİM SIRASINDA, BU
KAVRAMLARIN NASIL DEĞER
GÖRDÜĞÜNE VE İNSAN YAŞAMINI
NASIL OLUMLU ETKİLEDİĞİNE
TANIKLIK ETTİM. GEZMEK VE
YERİNDE GÖRMEK BİLGİYİ KALICI
VE DEĞERLİ HALE GETİRİYOR
ŞÜPHESİZ. BÖYLESİ BİR BİLGİYİ
OKUYUCU İLE PAYLAŞMAK
DAHA DA ANLAMLI OLUYOR. BU
YAZIDA, NİSAN 2013 TARİHİNDE
BAZI BİLİMSEL ETKİNLİKLERE
KATILMAK ÜZERE, FRANSA
VE İSVİÇRE’DE BULUNDUĞUM
ZAMANDAKİ YAŞADIKLARIMIN
BİR KISMINI SİZLERLE
PAYLAŞMAK İSTİYORUM.
DR. NİYAZİ YÜKÇÜ
CERN LABORATUARI
VE CENEVRE
“Küçük bir çocuğun karanlıktan korkması anlaşılabilir, fakat yetişkin bir insanın aydınlıktan korkması anlaşılamaz” demiştir Platon (MÖ 427-347). Evet, doğa insan tarafından anlaşıldıkça, korkunun yerini daha çok tanıma ve sevme duygusu sarmaktadır. Cenevre Cornavin Meydanı’nda, CERN tramvayı beklerken bu türden
düşünceler meşgul ediyor insanın zihnini. Çünkü birazdan göreceğiniz dünyanın en büyük laboratuarı CERN,
insanın doğayı anlama çabasının geldiği en son nokta adeta. Üstelik bir süre sonra bu bekleyiş heyecanı yerini bazı küçük ama anlamlı şaşkınlıklara bırakıyor. Zira herhangi bir bilet kontrol sistemi görmeden elinizdeki tramvay bileti ile direk tramvaya biniyorsunuz. Herkesin dürüstçe biletini satın alıyor olması, insan aklının yanı sıra, insanın bu davranışına da hayran kalmanızı sağlıyor. Bu olay, göl kenarındaki bu küçük ve sevecen şehir Cenevre’yi daha çok sevmemi sağladı. Ve yaklaşık yirmi dakika sonra CERN kampusu içerisindeydim. İlk hissettiklerim şunlardı: İçerdeki fizikçi kalabalığına baktığımda büyük bir sevinç hissettim ve “Evet…
44
BU ARAŞTIRMA
MERKEZİ, DÜNYANIN
BİRÇOK ÜLKESİNDEN
GELEN BİNLERCE
ÇALIŞANI VE
ARAŞTIRMACISIYLA TAM
BİR KARDEŞLİK ORTAMI
SAĞLAMAKTADIR.
BURADA BİLİMİN
BİRLEŞTİRİCİLİĞİNE
TANIKLIK ETMEK ÇOK
GÜZEL.
kendi evimdeyim.” dedim. Bulunduğum yerden yüz metre aşağıdaki 27 kilometrelik devasa hızlandırıcı sistemini ve onun üzerindeki dev detektörleri
düşündüm. Bu dev detektörlerden biri
olan ATLAS’ın kontrol merkezi hemen
karşımda duruyordu ve elbette içerisine girip yerinde bilgilenme şansı yakaladım. 11 Nisan 2013 günüydü ve daha
yaklaşık bir ay önce yani 14 Mart 2013
tarihinde, CERN dünya basınına “Higgs”
parçacığını bulduğunu bir toplantıyla
duyurmuştu. Toplantıda hazır bulunan
ve bu parçacığı teorik olarak ilk defa
1966 yılında ortaya koyan fizikçi Peter
Higgs’in sevinçten gözleri dolmuştu. Bu
keşif heyecanı henüz tazeydi ve oradaki
bilim insanlarının yüzlerinden bunu okuyabiliyordum. Elbette ben de bu sevince ortaktım. Zira bilim dünyası kırk yılı
aşkındır bu parçacığın peşindeydi. Be-
nim de içinde bulunduğum teknik gezi
grubu on beş kişilikti. Böyle bir grupla teknik araştırma ve geziye katılmak
için yaklaşık iki ay önceden CERN ile yazışmanız ve giriş izni almanız gerekiyor.
CERN çalışanı olan bir bilim insanı rehberliğinde birçok araştırma birimi gezdik ve doyurucu bilgiler aldık. CERN Universe of Particles (Parçacıkların Evreni)
bilim merkezine girerken koridorlardaki duvarlarda yazılı olan “Nereden geliyoruz?”, “Neyiz?”, “Nereye gidiyoruz?”
soruları insanı çok etkiliyor.
CERN’İN TÜRKİYE
İÇİN ÖNEMİ
1954 yılında on iki Avrupa ülkesi öncülüğünde kurulmaya başlanan CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) bugün
yirmi asil üyeye sahip. İsviçre-Fransa sı-
nırında, Cenevre kent merkezine yaklaşık on kilometre uzaklıkta inşa edilmiştir. Maalesef Türkiye henüz gözlemci
ülke statüsündedir. Bu araştırma merkezi, dünyanın birçok ülkesinden gelen binlerce çalışanı ve araştırmacısıyla tam bir kardeşlik ortamı sağlamaktadır. Burada bilimin birleştiriciliğine tanıklık etmek çok güzel. Çünkü buradaki
bilim insanları, birbirilerinin hangi ülke,
din veya dilden olduğuna bakmaksızın
çalışmalarını ortak bir şekilde yürütüyorlar. Bu laboratuardan elde edilen bilimsel bulguların sadece teoride kalmadığını, insanın günlük yaşamını da etkilediğini hatırlamak gerekir. Örneğin, internet teknolojisi ilk defa CERN’de kullanılmış ve oradan dünyaya yayılmıştır.
Tıpta kullanılan MR cihazı, CERN’de elde
edilen bilimsel bulgular sonucu keşfedilmiştir. Yine birçok bilgisayar, CD
45
ve hard disk teknolojisi de burada geliştirilmiştir. Kozmik araştırmalar yapmak üzere NASA tarafından 2011 yılında, STS-134 uzay uçuş görevi ile uzaya fırlatılan Alpha Magnetic Spectrometer (AMS-02) cihazı CERN’de yapılmıştır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Dolayısıyla
Türkiye, böylesine dinamik, üretken ve
büyük bir kurumun parçası olmak için
asil üye olmak zorundadır. Böyle olursa Türkiye, bilim ve teknoloji yarışında
diğer ülkelerden geride kalmayacaktır.
Aksi durumda ülkemiz bilimsel gelişmişlik ve güç anlamında çok üzücü sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır. Ülkemizin
geleceğine değer veren bir bilim insanı
olarak, CERN’e asil üyeliğimizin en kısa
zamanda gerçekleşmesini dilerim.
PARİS
Paris ile ilgili değerlendirmelerimi yazmaya başlarken, öncelikle bilim tarihi
açısından önemi olan bir olaya değinmek istiyorum. Foucault Sarkacı, adını
Fransız fizikçi Léon Foucault’dan alan,
ilk defa deneysel olarak Dünya’nın kendi ekseni çevresinde döndüğünü kanıtlayan bir sarkaç düzeneğidir. Bu düzenek Paris’deki Pantheon binasındadır.
1851 yılında, imparator III. Napolyon’un
iznini alan Foucault, Pantheon binasının kubbesinin ortasına 67 metrelik çelik telle 28 kg ağırlığında bir demir top
asmıştır. Topun alt tarafına sivri bir uç
takarak, yere serili ince kum tabakasında, bu ucun bıraktığı izlerden yararlanarak, sarkacın salınım düzlemindeki değişiminin gözlemciler tarafından izlenebilmesini sağlamıştır. O gün orada sessizce sarkaç salınım deneyini izleyen şanslı topluluk, tarihte ilk kez Dünya’nın kendi ekseni etrafında döndüğüne tanıklık
etmiştir. Bir fizikçi olarak, orada bulunduğum ve zamanda küçük bir yolculuk
yaptığım için kendimi çok şanslı hissettim. Darısı tüm bilim ve sanatseverlere…
46
Eski ama bir o kadar görkemli binalar
arasındaki taş döşeli sokaklarda yürüyorsunuz. Umulmadık bir anda karşınıza keman veya piyano çalan bir sokak
sanatçısı çıkıveriyor. Hemen yanınızda duran hoş kokulu Fransız beyefendiler ve hanımefendilerle beraber müzik
dinliyorsunuz. Bu kibar insanlarla Paris
metrosunda da karşılaşılıyorsunuz. Çok
az yanaşıp yer verdiğinizde veya nazik
bir davranış gösterdiğinizde uzun uzun
ve içten teşekkür ediyorlar; “merci mösyö”. İnsanlara karşı önyargılı olmamak
gerekir. Gitmeden önce Paris halkının
çok havalı ve kendini beğenmiş olduğunu duymuştum. Öyle değilmiş aslında.
NEHİR KENARINDAKİ
YÜRÜYÜŞ YOLLARI VE
BU YOLLARDA EL ELE
DOLAŞAN ÂŞIKLAR,
BİSİKLET SÜRÜCÜLERİ,
NEHİRDEKİ RENGÂRENK
TUR TEKNELERİ İLGİNİZİ
ÇEKİYOR.
Öncelikle kendimiz içten olursak karşı tarafın da öyle olduğunu mutlaka göreceğiz. Sabahları, kahvaltı için otelimin
karşısındaki kafeye gidiyordum. Çünkü
harika kekleri ve taze çayları vardı. Sabah içeriye gelen herkes birbirine mutlaka “bonjour”, yani günaydın diye hitap ediyordu. Fransızların ekmek ve kek
çeşitliliği çok zengin. Bir gün, uğradı-
ğım bu kafedeki ekmek çeşitlerinin fotoğrafını çekmek için oranın sahibi hanımefendiden izin istediğimde bana şu
harika espriyi yaptı: “Evet ekmeklerin
fotoğraflarını çekebilirsin ama benimkini çekme, çünkü bak kocam oradan
sana bakıyor!” Dakikalarca hep beraber güldük. Kaldığım otel Paris’in 18’inci
bölgesi Montmartre’de Sacre-Coeur
TEKNE TURU SAYESİNE EİFFEL
KULESİ, NOTRE DAME KATEDRALİ
GİBİ PEK ÇOK TARİHİ MEKÂNIN
HEMEN YANINDAN GEÇEREK
KEYİFLİ SEYİRLER YAPILABİLİYOR.
Bazilikası’na yakın bir yerdeydi. Kent
merkezine metro ile ulaşım çok rahattı. Gerçi Paris metrosu hem bir estetik
harikası hem de sizi kentin her noktasına ulaştırabilecek işleve sahip. Haftalık
veya günlük alınan sınırsız metro biletleriyle istediğiniz kadar seyahat edebiliyorsunuz. Paris metrosunda, sıklıkla,
farklı müzik enstrümanlarıyla müzik ziyafeti sunduktan sonra bahşiş toplayan
müzisyenler görmek mümkün. Ayrıca,
metrodaki birçok insanın ellerindeki gazete, dergi veya kitapları nasıl da keyifle
okuduklarına tanık oldum.
Sürprizlerle dolu ara sokaklardan sonra yolunuz mutlaka meşhur Seine
Nehri’nin bir kenarına çıkıyor. Tam o
anda, zaten az sayıdaki teknolojik tabelaları, arabaları çıkarıp alsanız kendinizi
birkaç yüzyıl önceki bir mekânda geziyor hissediyorsunuz. Nehir kenarındaki
yürüyüş yolları ve bu yollarda el ele dolaşan âşıklar, bisiklet sürücüleri, nehirdeki rengârenk tur tekneleri ilginizi çekiyor. Seine Nehri üzerindeki bazı köprüler sevgililerin isimlerinin yazılı olduğu binlerce kilit ile dolu. Genellikle turist sevgililer ellerindeki bu kilitleri köprüye bağlıyor ve bu davranışın aşkları-
nı ölümsüz yapacağına inanıyorlar. Hak
veriyor insan burada yaşamış, büyük
eserler üretmiş olan sanatçılara ve edebiyatçılara. Paris dünyanın en çok turist
alan şehirlerinden olduğu için normalde
on iki milyon olan nüfus çok daha yüksek rakamlara çıkıyor şüphesiz. Paris
halkı bu yabancı yoğunluğuna öyle alışmış ki, oradayken kendinizi misafir değil
de ev sahibi gibi hissediyorsunuz. Kentin her yerindeki büyük yeşil parklar, geniş meydanlar ve yollar, bu kentin insan
olgusu düşünülerek inşa edildiğinin ispatı. Öyle ki, meşhur Şanzelize Caddesi yaklaşık iki kilometre uzunluğunda
ve yetmiş metre genişliğindedir. Üstelik Şanzelize Caddesi’nden Leonardo Da
Vinci’nin ünlü tablosu Mona Lisa’nın bulunduğu Louvre Müzesi’ne kadar olan
yaklaşık bir buçuk kilometrelik diğer bölüm de yine tamamen geniş ve yemyeşil
parklarla dolu.
Seine Nehri’ndeki tekne turuna mutlaka
katılmak gerek. Fiyatı 15 Euro civarında
olan biletle bir saatlik tekne gezisi mümkün oluyor. Üstelik tekne turu sayesine
Eiffel Kulesi, Notre Dame Katedrali gibi
pek çok tarihi mekânın hemen yanından
geçerek keyifli seyirler yapılabiliyor.
Gündüz Eiffel Kulesi’ni gezmek güzel
ama kesinlikle kulenin gece ışıklandırılmış halini de görmek gerekiyor. Zaten,
Paris çok yüksek bina istilasına uğramadığı için gece birçok noktadan ışıklar
içindeki Eiffel Kulesi’ni görmek oldukça
kolay. Yine, Seine Nehri üzerindeki yapay bir adacıkta New York’taki özgürlük
heykelinin birebir ama biraz daha küçük
bir kopyasını gördüğümde şaşırmıştım.
Sırt çantanız yanınızda, keyfiniz yerinde
iken tanımadığınız bir kentin sokaklarında yaptığınız tüm gezilerde zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız. İzlemeye dalarsınız ilk defa gördüğünüz yüzleri, evleri, kitapçıları. Kulaklarınız ilk defa duyar bazı dilleri ve melodileri. Gülümseyerek tanımadıklarınızdan yardım istersiniz veya onlar sizden. Kokular, rüzgâr
ve güneş ışığı belirler rotanızı. Canınız
hangi tarafa isterse oraya yürürsünüz.
Bir de bakmışsınız ki acıkma veya susama ihtiyacınız sizi bir mekâna misafir
etmiştir. Akşam olduğunu fark edersiniz
sonra. Ama önemi yoktur. Akşamın tadını çıkarırsınız. Çünkü geç kalmamışsınızdır bir yere. Yani aslında bilerek gecikmişsinizdir. Böylesi duygularla gezdiğimizde zaten her yer Paris değil midir?
47
ARABANIZ
KISILIGINIZI ELE
VERIYOR
KİMİ İÇİN LÜKS, KİMİ İÇİN HAYAL, KİMİ İÇİN DE İŞ OLAN ARABALAR, MODELLERİ VE RENKLERİYLE KULLANICISININ DAVRANIŞ BİÇİMİ, KİŞİLİK YAPISI VE YAŞAM ANLAYIŞINI GÖSTERİYOR. ARABA MODELLERİ İLE DAVRANIŞ BİÇİMLERİ ÜZERİNE YAPILAN ARAŞTIRMAYA GÖRE, KADINLAR ARABANIN KENDİSİNİ DAHA RAHAT VE ÖZGÜR HİSSETMESİNE KATKI VERDİĞİNİ BELİRTİRKEN; ERKEKLER ARABAYI SOSYAL VE EKONOMİK STATÜ OLARAK KABUL EDİYOR.
MODELLERDE LÜKS VE SEDAN ARABALARI PRENSİPLİ VE ÇALIŞKAN; LÜKS HACBACK ARABALARI GÜVEN VE
KONTROL HİSSİNİ FARKLI OLMA VE FARK EDİLME GÜDÜSÜNÜ TATMİN ETMEK İSTEYENLER, STATİON-LÜKS MİNİBÜSLERİ AİLESİNE DÜŞKÜN KİŞİLER TERCİH EDİYOR. ARABA BEYAZ RENK DUYGUSAL, AİLESİNE ÖNEM VEREN, ÖZELLİKLE TOPLUMSAL KURALLARA DİKKAT EDEN, KENDİSİYLE BARIŞIK, İLGİ VE SAYGI BEKLEYEN KİŞİLERİN; SİYAH İSE KISMEN MUHALİF, GİZEMİ SEVEN AMA BİR O KADAR DA KARİZMATİK KİŞİLERİN BEĞENİSİNİ GÖSTERİYOR.
ABD İLE İNGİLTERE
GÜÇ-GÖSTERİŞ, İTALYA
VE FRANSA TASARIM
DÜŞKÜNÜ
48
Bürokrasi içinde görev yapan, devleti temsil eden kişiler mevkilerine göre
ağır lüks zırhlı araçlara binerken, gençlerin çoğu zaman spor lüks bir arabaları tercih ediyor; spor lüks arabaları zengin ama yaşı ilerlemiş kişiler, toplumsal
bakıştan çekindikleri için tercih etmiyor.
Araba tercihleri ülkelere göre de deği-
şebiliyor. Araştırmalara göre ABD ile İngiltere güç ve gösterişe yönelik yatırım
yaparken, Japonya ve Almanya lüks
meraklısı, İtalya ve Fransa’nın ise tasarım ve dizayn düşkünü.
ERKEKLER, ARABAYI
SOSYAL VE EKONOMİK
STATÜ OLARAK GÖRÜYOR
Uluslararası Psikologlar Derneği tarafından, araba tercihleri ve insan davranışlar arasındaki bağlantıya ilişkin 100
bayan ve 100 erkekle araştırmaya göre
arabanın kadın ve erkek için farklı anlamlar taşıdığı ortaya konuldu. Her 100
bayandan 81’i yanından geçen lüks bir
spor arabaya dikkatli bakıyor. Her 100
bayandan 93’ü arabayı erkeğin sosyoekonomik gücünün göstergesi olarak
görüyor. Araştırmaya katılan her 100
bayanın 72’si arabanın kendisini daha
rahat ve özgür hissetmesine katkıda
bulunduğunu belirtiyor. Yine bayanların gözdesi araba marka ve modelleri,
erkeklerin gözde modellerinin aynı ol-
30 YAŞ CİVARINDA DAHA ÇOK AİLE OTOMOBİLLERİ TERCİH EDİLİYOR.
40 VE ÜSTÜ YAŞ GRUBUNDA ARANAN OTOMOBİLLERİN FİYATLARINDA
İSE BELİRGİN BİR ARTIŞ VAR.
madığı ortaya çıkıyor. Her 100 erkekten
93’ü arabayı sosyal ve ekonomik statü
olarak görüyor. Her 100 erkekten 87’si
arabayı rahatlık ve özgürlük olarak tanımlıyor. Her 100 erkekten 82’si piyangodan bir para çıkması koşuluyla ilk yapacağı alışverişin lüks bir ev, ikincisinin
ise lüks bir araba olduğunu belirtiyor.
“SEDAN” PRENSİPLİ;
“HACBACK” GÜVEN
ARAYANLARIN TERCİHİ
Öte yandan, dışa dönük ve aile yaşantısına önem veren paylaşımcı kişiler “jip”
tercih ederken, daha bencil ve sosyal sınırları dar olan karakterler daha küçük
arabaları tercih ediyor. Spor arabalar
özgürlüğüne düşkün, genç kalmaya çabalayan kişilerin tercihi iken, lüks ama
“ağır, uzun, sedan” arabalar çevreyle
daha kontrollü ilişkiler kuran prensipli
ve çalışkan kişilerin tercihi oluyor. Büyük lüks sedan arabalar, statü ve konumu gösterdiği için çoğu zaman şoför tarafından kullanılıyor, ama lüks hacback
arabalarda şoför kullanılmazken bu tarz
arabaları kendi işini kendisi yapmayı seven kendisiyle barışık sosyal kişiler kullanıyor. Hacback arabalarda özellikle
lüks olan seriler, güven ve kontrol hissini farklı olma ve fark edilme güdüsünü
tatmin ediyor. Station ve lüks minibüsler ise aileye düşkün kişilerin tercihleri
arasında yer alıyor. Lüks arabalar aynı
zamanda kaporta ve iç güvenlik sistemleri açısından da zengin olduğu için güven ve kontrol hissini yaşatıyor.
YAŞA GÖRE
OTOMOBİL SEÇİMİ
Erkeklerin yaş gruplarına göre aramaları incelediğimizde, ikinci el araba arayan erkeklerin yaşlarına göre tercihleri
erken dönemlerde spor modellerle başlayıp, rahatlığa ve konfora doğru ilerlediğini görüyoruz. 30 yaş civarında daha
çok aile otomobilleri tercih ediliyor. 40
ve üstü yaş grubunda aranan otomobillerin fiyatlarında ise belirgin bir artış
var, bu yaş grubundaki kişilerin %50’si
40.000 TL ve üzeri arabaları aratıyorlar.
Yaş 20: Spor Otomobiller
İkinci el araba arayan 18-24 yaş arasındaki erkekler, ikinci el otomobil ararken
daha çok spor modellere yöneliyorlar.
Bu yaş grubunda arama yapan genç erkekler, %74 lük bir oranla 20.000 TL27.000 TL aralığını tercih ediyorlar.
Yaş 30: Aile otomobilleri
25-34 yaş grubundaki erkekler biraz
daha gerçekçi davranıyorlar. Bu grupta-
ki erkekler daha çok aile otomobillerine
yöneliyorlar. En çok tercih edilen fiyat
aralığı ise 28.000TL -38.000 TL arasında. 30 yaş civarındaki erkekler, evlilikle birlikte hayallerinden vazgeçtikleri ve
daha makul tercihlere yöneliyorlar.
Yaş 40: En önemlisi konfor
35-44 yaş grubunda en dikkat çeken
durum, aracın ekstra özelliklerinin ve
konforun önem kazanıyor olması. Bu
yaş grubu erkekler aramalarda arabanın marka ve modelin yanında ortalama
6 ile 7 arasında ekstra özellik aratıyor.
Fiyatlar 45.000 TL-75.000 TL arasında
seyrediyor.
Yaş 50: Hem geniş, hem lüks, hem de
uygun fiyatlı
45-54 yaş aralığındaki erkeklerin arama tercihleri belirgin şekilde lüks otomobillerden yana. Özellikle geniş hacimli araçlara ilgi bu yaş grubunda daha
yoğun. Bu yaş grubu erkeklerin tercih
ettiği fiyat ise 48.000 TL-50.000 TL
arası.
SİYAH RENK GİZEMLİ;
BEYAZ RENK DUYGUSAL
Arabalar, renkleriyle de sürücülerinin
kişilikleriyle ilgili ipucu veriyor. Beyaz
renk daha duygusal, ailesine önem veren, kurallara özellikle toplumsal kurallara dikkat eden kendisiyle barışık ilgi ve
saygı bekleyen kişilerin tercihi olurken;
siyah renk kısmen muhalif, kendiyle çok
barışık olmayan, kendini çok fazla açmayan kişilerin tercih ettiği renk olarak
dikkati çekiyor. Siyah renk, aynı zamanda benlik sınırları çok açık olmayan, gizemi seven ama bir o kadar da karizmatik kişilerin tercihi olabiliyor. Bu nedenle tüm dünyada askeri ve sivil bürokraside makam araçlarının rengi siyah tercih ediliyor.
49
G
ELIDONYA
FENERI
AKDENİZ’İN BEKÇİSİ;
227 METRE RAKIMDAKİ
TÜRKİYE’NİN EN
YÜKSEK DENİZ FENERİ
UNVANINI BULUNDURAN
GELİDONYA FENERİ ADETA
AKDENİZ’İN BEKÇİLİĞİNİ
YAPIYOR. BEŞ ADALAR
OLARAK ADLANDIRILAN
BU ADALARDAN İKİSİ
KAYALIKLARDAN OLUŞUYOR.
BU KAYALARIN ARASINDAKİ
DERİNLİKLERDE SU KUŞLARI,
FOKLAR, ORFOZLAR GİBİ
ÇEŞİTLİ DENİZ CANLILARI
BULUNURKEN, AYRICA MİLAT
ÖNCESİ ÇEŞİTLİ KALINTILARI
DA BARINDIRIYOR. DENİZ
KUVVETLERİ TARAFINDAN
ASKERİ TATBİKATLARA EV
SAHİPLİĞİ YAPTIĞI İÇİN AYNI
ZAMANDA BU ADALAR ATIŞ
ADASI YA DA ATEŞ ADASI
OLARAK İSİMLENDİRİLMİŞ.
50
Bir diğer kayalık, Suluada. Gelidonya Burnu’nun kuzey doğusunda, Ateş
Adası’nın altında yer altındaki Suluada
antik çağdan beri efsanelere gebe. Ancak ortasında bir tatlı su kaynağı barındırmasıyla hayret veren bu küçük ada,
efsanelerini hak ediyor. Antik çağlardaki adı Krambusa… Suluada’da yaz-kış
soğuk bir su çıkar. Halk arasında bu suyun şifalı olduğu, böbrek taşı düşürme
ve kum dökmelere iyi geldiği kabul ediliyor. Beş adalar’ın diğerleri gibi yerleşim kurulamayacak kadar küçük olsa
da, Suluada’da çağlar boyunca denizciler, su ikmallerini sağlamış.
Adalar ve çevresinde, doğudaki Antalya Körfezi’nden ve batıdaki Finike
Körfezi’nden gelen akıntılar birbiriyle
çarpışır. Şiddetli anafor içeren sularda,
antik dönemde birçok gemi-tekne batmıştır. Fırtınalı havalarda bu kayalıklar
ve adalar pek çok gemiyi kendine çekmiştir. Bu anaforun çekim gücü bizi tarih öncesi çağlardan bir kalıntıya götürür. Tunç devri’nden, MÖ 1300 yıllarından bir Fenike gemisinin batığı hala bu
sularda duruyor. Batık tam olarak Antalya Körfezi’nin batı ucunda bulunuyor.
Gelidonya Batığı, günümüzdeki adıyla
Taşlık Burnu’nun yakınında seyrederken kayalara çarparak batan bir yük gemisine ait. Batık, yaklaşık 30 metre derinlikte. Bu batığın izlerini sürerken yolumuz Bodrum’a düşüyor. Batıktan çıkarılan eserlerin Bodrum Su Altı Arkeoloji
Müzesi’nde sergilendiğini öğreniyoruz.
Bu müze hiç şüphe yok ki, Bodrum’un
ve Muğla’nın olduğu kadar, ülkemizin
en önemli tarihi ve kültürel zenginliklerinden birisidir.
Sünger avcısı Kaptan Kemal Aras tarafından, 1958 yılında bu gemi bulunana
kadar, gemi ve içinde bulunan yük hep
denizin dibinde kalmıştı. 1961-1964 yılları arasında, Pensilvanya Üniversitesinden Prof. Dr. George F.Bass başkanlığında, Türk ve Amerikalı uzmanlardan
oluşan bir ekip, Bakanlığın izniyle, geminin araştırmasını ve kazısını yapmıştı. Bodrum Su altı Arkeoloji Müzesi’nin
uzun yıllar müdürlüğünü yapmış olan
Arkeolog T. Oğuz Alpözen de bu ekibin
bir üyesiydi. Oğuz Bey bizi randevu talebimizi geri çevirmiyor. Bodrum’da kendisinin kurduğu Sanat Evi’nde buluşuyoruz. Kendisine Gelidonya Batığı’nın
hikâyesini soruyoruz.
“Antik çağ gemicilerinin pusulaları yok,
yelkenle hareket ediyorlar, kutup yıldızına bakıyorlar ama geceleri hareket etmemeye çalışıyorlar. Gündüzleri rüzgâr
gücüyle hareket ediyorlar ve kıyıdan ayrılmıyorlar. Kıyıdan ayrılmamak demek,
topuk yapan yani suyun altında görülmeyen kayalara çarpma riskini meydana getiriyor ve Gelidonya Burnu, Beş
Adalar mevkiinde iki ada arasından geçerken sivri bir kayaya çarpıyorlar ve
30 metre derine gömülüyorlar. Gömüldükleri yerde bir kayanın üzeri bir kısmı yuvarlanıp biraz daha derine gidiyor.
Aradan yüzyıllar geçiyor, 1954-1957 yılları arasında bir Türk sünger avcısı olan
kaptan Kemal Aras, deniz tabanına formayla dalıyor ve birçok batığı belleğin-
51
KAZI SONUCU ORTAYA
ÇIKARTILAN ESERLER, 30 YILI
AŞKIN BİR SÜRE BODRUM KALESİ
İÇİNDE DİKKATLE, MUHAFAZA
ALTINDA TUTULARAK ÖZENLE
KORUNDU.
de tutuyor. Bunlardan bir tanesi de Gelidonya Burnu Batığı. Finike yakınlarında Beş Adalar mevkiinde suyun altında bakır külçeler gördüğünü söylüyor.
Söylediği kişi de 1958 yılında süngercilerle ilgili bir yazı dizisi hazırlamak için
gelen Peter Trockmorton. Peter Trockmorton da kendisi dalıp bunları görüyor ve metal bisküvilerin aslında bakır
külçeler olduğunu anlayıp, direk olarak
Pensilvanya Üniversitesi’ne başvuruda bulunuyor. Çünkü biliyor ki Pensilvanya Üniversitesi’nin Ankara yakınlarındaki Gordion’da normal bir kara kazısı var. Kazı başkanı master öğrencisi
olan George F.Bass’a diyor ki “Dalmayı
öğren ve git bu işi gerçekleştir”. George
F.Bass 1 yıl boyunca dalma eğitimi alıp
gerekli parayı, ekipmanı ve ekibi topladıktan sonra 1960 yılında Türkiye’ye
geliyor. Gerekli izinlerden sonra ilk kez
olarak 1960 yılında Gelidonya Burnu batığıyla sualtı arkeolojisinin başlamasına
sebep oluyor.”
Sualtı arkeolojisi derken daha önce de
insanlar dalıyorlardı fakat tamamıyla
bilimsel olmayan şekilde eseri suyun altından çıkartıp, su üstüne getiriyorlardı
ve arkeologlar gerekli incelemeleri yapıyorlardı ama ilk olarak bilimsel anlamda aynen kara kazısına uygulanan teknikleri George F. Bass ilk kez su altında
1960 yılında Gelidonya Burnu Batığı’nda
uyguladı. Ve böylece de yeni bir bilim
dalı oluşmuş oldu. 1961 yılında Turgut
Reis Yassı Ada’da 4.yüzyıl ve 7. yüzyıl
batıkları kazısında artık çıkardığı eserleri bir şekilde depolama veya sergileme ihtiyacı doğuyor. O dönemde Kültür
52
Bakanlığı olmadığı için Ankara’da Milli
Eğitim Bakanlığı’na gidiyor ve Milli Eğitim Bakanlığı’na başvuruda bulunuyor.
Diyor ki “Bodrum’da bir kale var, biraz
yıkılmış durumda ama orayı müze haline getirmeye ne dersiniz?”. Milli Eğitim
Bakanlığı diyor ki “Yeterli ödeneğimiz
yok” ve George F.Bass da bunun üzerine diyor ki “Projeden kalmış çok az bir
miktar param var. Eğer izin verirseniz
gerekli olan kapı, pencere, vitrin gibi ihtiyaçları ben sağlayabilirim”. Kabul ediyorlar ve bu şekilde George F. Bass kendi cebindeki parayla gerekli olan vitrinleri, kapı, pencere, demir parmaklıkları yaptırarak buranın müze olmasına
sebep oluyor ve Milli Eğitim Bakanlığı
da ilk müze müdürünü atadıktan sonra
1964 yılında Bodrum Müzesi kurulmuş
oluyor.”
Kazı sonucu ortaya çıkartılan eserler,
30 yılı aşkın bir süre Bodrum Kalesi içinde dikkatle, muhafaza altında tutularak
özenle korundu. Dünya Müzeciliği’nde
ilk kez gemi ve batık gemi, bir arada
Bodrum Müzesi içindeki özel bölümünde sergilenmeye başlandı. Yılda 3 milyondan fazlası yabancı olmak üzere,
toplam 7 milyondan fazla turiste ev sahipliği yapan Muğla ve yöresi, özellikle
Bodrum’a gelen yerli ve yabancı turistlerin en önemli uğrak yerlerinden ve ziyaret ettikleri yerlerden birisidir. Bodrum Kalesi ve Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi de, Bodrum’a gelenlerin ziyaret ettikleri yerlerin başında yer alıyor.
Çünkü Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi, ülkemizin tek su altı arkeolojik müzesi olduğu gibi, Dünya genelindeki 6 mü-
zeden de birisidir. Şimdiki durağımız ise
Bodrum Kalesi. Oğuz Bey’e teşekkür
ederek ayrılıyoruz. Bodrum Kalesi’nde
bizi Gürşans Uzala karşılıyor. Kısa bir
gezintinin ardından Gelidonya Batığı’nın
buluntularının bulunduğu salona geliyoruz. Gürşans Hanım’a buluntuların neler
olduğunu soruyoruz.
“Buluntular arasında mürettebata ait
eşyaların yanı sıra ticaret gemisi ve ticari mallarda taşıyor gemi. Mürettebatın kişisel malları geminin kıç kısmına
yüklenmiş. Burada 1 ustura ve ayna, bilezikler, terazi ağırlıkları, taştan yapılmış mühürler bulundu. Mühürler çok
önemli. Bir tanesi tüccara ait olduğunu
düşündüğümüz silindir mühür. Geminin
battığı yıllardan çok önce yapılmış, atadan kalma bir mühür olduğunu düşünüyoruz. Babadan oğula geçmiş belki de.
Gemi batmamış olsaydı kaptanın oğulları da bu mühürü kullanacaktı. Skarebe
şeklinde yapılmış mühürler de bulundu.
Bu skarebelerin şans getirdiğine inanılmakta. Aşık kemikleri, alet edevatlar ve
tamir araçları da var. Aşık kemikleri kehanet için ve mürettebatın boş vakitlerinde oyun oynaması için de taşınmış
olabilir. Geminin ana yükü kulaklı bisküvi şeklinde tanımladığımız bakır külçeler. Bunlar hammadde, Kıbrıs kökenliler.
Bakırı, kalayla karıştırarak tunç alet yapımında kullanılıyor bu hammaddeler.
Daha sonra bu batıktan hurda şeklinde
aletler de çıktı. Bunların ikinci kullanım
olacak eritip tekrar alet yapılmak üzere taşınmış olduğunu düşünüyoruz. Miken kabı elde edildi. Miken kabın ve yükünü, yük gemiye zarar vermemesi için
aralarına çalılar konularak taşındığını
düşünüyoruz. Batıkta bulunan bu çalılara uygulanan karbon 14 yöntemiyle batığın milattan önce 1200’lere ait olduğu
tespit edildi. Dönemi için önemli bir ticaret gemisi olduğunu düşünmekteyiz.”
İlk su altı kazısından 50 yıl sonra
2010’da yine George F.Bass başkanlığındaki bir ekiple tekrar bir dalış gerçekleştirildi. Kazı sırasında yine birçok
eser günışığına çıkarıldı. Bu eserleri günışığına çıkaran ise bir enstitü; Bodrum
Sualtı Arkeoloji Enstitüsü. Enstitünün
amacı, sualtı kazılarını gerçekleştirmek,
bütün restorasyon, konservasyon çalışmalarını yapmak ve bilimsel yayını hazırlamak. Bu işlemler bittikten sonra bütün eserler Kültür Bakanlığı’nın izni ve
denetimiyle birlikte Bodrum Müzesi’ne
teslim ediliyor. Enstitünün müdürü
Tuba Ekmekçi’ye 2010 yılında yapılan
sualtı kazısını soruyoruz.
“1960 yılında hepimizin de tahmin edebileceği gibi teknik imkânlar, ekipmanlar belirli bir derecedeydi. Ona rağmen
çok güzel bir iş başarıldı. Fakat 50 yıl
sonra, 50. Yıl kutlaması da olması açısından Gelidonya’ya geri dönüş planlandı. Çıkarılması unutulan veya o günkü aletlerle bulunamayan eserler olabilir diye tam 50 yıl sonra 1960 yılındaki
ekipten hayatta kalan 4 kişiyle birlikte,
George F. Bass başkanlığında yeni bir
kazı gerçekleştirildi. Kazıda bronz eserler, birkaç hematit terazi ağırlığı, bakır
külçe parçaları, bıçak ve kamalar bulundu. 50 yıl önce sınırlı olan ekipmanlarıyla aslında çok güzel iş çıkarmışlar. O
yüzen çok fazla bir şey bulmadık. Ama
aslında bu bir vefa gibiydi, 50 yıl sonra
ekibin oraya dönmüş olması, hatıraların
anıların tekrar canlanması açısından bizim için çok gurur verici ve çok hoş duygusal bir kazı projesiydi. Gemi çok kayalık bir arazide battığı için geminin ahşapları bulunamamıştı o dönemde. 1960
yılında da bulunamamıştı. Çünkü malum
bizim Akdeniz ve Ege’de kurt olayı var.
Bu kurt cinsi, ahşabı ve organik malzemeyi yiyor. O yüzden eğer üzerinde çalışma yaptığımız batık kumlu bir arazide değil de kayalık bir arazide battıysa
maalesef geminin ahşabını ele geçiremiyoruz. Ama eğer kumlu üzeri kapandıysa, kum çok güzel bir koruma sağlıyor. Bu şekilde gemiye ait olan gövde parçalarını ele geçirebiliyoruz ancak
Gelidonya’da maalesef bulamadık.
Rotamızı Bodrum’dan Antalya’ya çeviriyoruz. Gözlerimizi beş adalar manzarasından alıyor ve doğayla efsanelerin
kompozisyonu haline gelmiş Gelidonya
Feneri’nden aşağı bakıyoruz...
Beş adalar manzarası en güzel fenerden görünür. Taşlık Burnu’nun ucunda
duran Gelidonya Feneri adaları kollar ve
bu doğa harikasını gözler önüne serer.
Bölgeyi ziyaret eden gezginler ve turistler en güzel kareleri fotoğraflamak için
Gelidonya Deniz Feneri’ne çıkarlar.
Bilindiği üzere, insan, bütün icatlarını
doğa olaylarının teşvikiyle geliştirmiştir. Medeniyetler tarihi doğal nedenlerle başlamış, medeniyet timsali eserler doğal nedenlerden ortaya çıkmıştır.
Bu 227 metre rakımdaki feneri yaptıran
doğal neden, Gelidonya Burnu’nda suya
battığı görülen talihsiz leyleklerdir...
Efsaneyi meşhur Halikarnas Balıkçısı’ndan öğreniyoruz ; “Hey Koca Yurt”
53
DENİZ FENERİNE ÇIKIP GELİDONYA ADALARI’NIN BÜYÜLEYİCİ MANZARASINI
GÖRMEK İÇİN KAT EDİLEN YOL DA EN AZ BUNLAR KADAR ETKİLEYİCİ.
adlı kitabında Gelidonya Feneri’nden,
Ali Kaptan’dan ve leyleklerden bahsediyor. Gelidonya sözcüğünün aslının “Kaledonya” olduğunu yazıyor Halikarnas
Balıkçısı. Kaledonya, Likya dilinde “Kırlangıç” demek. Kırlangıç ağırlıklı göçmen kuşlar, Mısır’a doğru yolculuk ederken, burada dinlenirlermiş. Leylekler
de aynı şeyi yaparlar; ama “Gelidonya
Adaları”nı geceleri göremezler ve denize düşüp boğulurlar.
“Ali Kaptan” adlı bir denizci, leylekler
görüp konsun diye adalara fener yerleştirmek ister. Fenerin inşası, 1934 yılında Antalya’nın Kumluca ilçesi taşlık burnunda tarihi Likya yolu üzerinde başlar.
1936’da tamamlanır.
Gelidonya Feneri adaçayı çalılarının, kızılçamların ve zeytin ağaçlarının bulunduğu bir düzlükte kurulu. Bunlar, iklimsel olarak bir araya gelmesi ilginç bitkiler. 9 metre kule yüksekliği olan fener “Ulusal miras” olarak Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel
Müdürlüğü’nce koruma altında tutuluyor.
İlk zamanlarda fener gaz yağı ile çalışıyormuş. O zamanlar feneri mecburen
beklemek gerekiyormuş. Gece alevlenirmiş, tıkanırmış fener. Temizlenmesi gerekirmiş. Daha sonra tüp gaz sistemine geçilmiş. 2000 yılının ardından
güneş enerji sistemine geçilmiş. Güneş
enerjili aküler kullanılıyor. Gündüz güneşle şarj oluyor, akşamda bu enerji
kullanılıyor. Fener geceleri fotoselli sistemle yol gösteriyor denizcilere.
Fenerden bakıldığında, adaların bulunduğu yerin karşı noktasında, uç kısımda
küçük bir fenerin varlığı dikkatleri çekiyor. Yardımcı olarak yapılan fener, asıl
büyük olanın işlevini kolaylaştırıyor.
İkisi arasındaki engebeli arazide kızılçamın yanı sıra zeytin ağaçları var. Bi-
54
lindiği gibi zeytin, Atina şehrinin koruyuculuğu için Poseidon’la yarışmaya giren, Poseidon’un sunduğu ata veya tuz
gölüne karşılık zeytini ortaya koyan
Athena’nın yarışmayı kazanmasına neden olan meyve ağacıdır. Meyvesinin
yanı sıra yağından ve odunundan istifade edildiğinden antik çağın kutsal ağaçlarından sayılıyor.
En büyük zeytin ağaçlarından birinin altında, 2004 yılında güneş tutulmasını
izlemeye gelen turistler tarafından bir
çardak kurulmuş. Buraya gelenler bu
çardakta, zeytin ağaçlarının ve mitolojik
hikâyelerinin altında dinleniyor.
Tarihi çağlardan bu yana kendisinde bırakılan her izi koruyan yöre, adeta mistik bir alandır. Fenere dozerle açılmış
toprak yoldan gidip gelinir. Bu yol üzerindeki açıklıkta güneşin hem doğuşu ve
hem de batışı izlenebilir. Rüzgârın sesi
geceleri büyük bir uğultuyla gürler, bu
korkutucu olduğu kadar büyüleyicidir
de. Bu uğultuların aslında rüzgâra değil, kayıp denizcilerin fısıldaşmalarına
ait olduğu da yörenin yine bir başka efsanesidir.
Gecenin manzarası ve gündüz dinlediğiniz gemi batığı hikâyesi, gerçek olmadığını bilseniz de, bu uğultunun denizcilere ait olduğunu düşünmenize sebep olabilir... Gece yarısı fenerin etrafında dolananlar, fener lambasının hiç sönmediğini kendi etrafında döndüğünü görüp şaşırır, yıldızlar ve yakamozlu deniz
de Gelidonya’yı hiç terk etmez, bu lambaya eşlik ederler... Bölge Akdeniz ve
kent Antalya olunca bir tabiat harikasını
görmek için uzun yollar kat etmeye gerek yok. Deniz fenerine çıkıp Gelidonya
Adaları’nın büyüleyici manzarasını görmek için kat edilen yol da en az bunlar
kadar etkileyici.
Şimdi fenerin gerisine bakıyoruz,
Akdeniz’den
Gelidonya
Burnu’na,
yani Beş Adalar’a kadar uzanan yola...
Antalya’nın en güneyine, Gelidonya
Yarımadası’na Likya Yolu’nun üzerindeki bir parkurdan yürünür. Bu parkurda,
Markiz Dağı’nın Akdeniz’e bakan etekleri boyunca ilerlenir. Yamaç patikadan
Beş Adalar’dan Suluada manzarası görülebilir.
Heyelandan oluşmuş olan, çarşaklı bir
bölge başlıyor. Çarşak, döküntü kaya
taşları ve çakıllardan oluşan değişik
boydaki taş yığınlarıdır. Çarşaklarla birlikte doğal bir işaretleşme olan baba çalışmalarına da rastlanır. Baba, yolun nereden geçtiğini göstermek için, taşların
üst üste konulması ile oluşturulan işaretleme türüdür.
Güneş ve kayalardan yansıyan ışıklar
yürüyüşçüleri yoruyor. Ama burası doğal bir bölge, çok geçmeden ağaçlık
alanlar başlıyor. Çam iğneleri ile dolu,
dimdik ve kaygan bir yol bir başka yamaç patikayla devam ediyor.
Kâh yamaç patikasında, kâh daha içerideki orman altı patikalarında yürürken,
iki yanına adaçayı dizilmiş yollar başlıyor. Yürüdükçe ve adaçaylarına çarptıkça, etrafı müthiş bir koku sarıyor... Likya Yolu’ndan Gelidonya Yarımadası’na
kadar uzanan Akdeniz harikası yolda
havayı adaçayı kokusu ve kırmızı gövdeli ve şeffaf kanatlı yusufçuklar kaplar. Gelidonya, Akdeniz’den gelen serin rüzgârların yüzünüze vurduğu, çam
ağaçları ve adaçayı kokuları arasında
zamanın durduğu bir yer. Denizin sesi…
Kuşların sesi… Likya yolu ve gelidonya
batığının mitolojik hikâyesi… Doğanın ve
Antik Likya’nın gizemini merak ediyorsanız Gelidonya Feneri sizi bekliyor.
55
,
EN
M
T
İ
Ğ
U, E
İ…
C
İ
T
E
YÖN
L
I
Ç
A
D
E
Ü
S
C
OYUN
DE
PERDE
M
A
C
IR
M
DE, HE DA YILLARD A,
NESİN
N
H
AT
U
A
Y
M
S
R
O
ÇİL, HA
LATFO
İYATR
A
P
T
D
K
E
M
U
Ü
E
L
D
S
AR A
ÇI.
ÇİL, H
UMLU
AMAL
L
SANAT
K
I
R
SÜEDA OSYAL SOR
İ
Ç
B
YAN
MİMİ A
ES
I KORU NE DAİR SA
HEM D
N
I
Ğ
I
L
I
İ
AZ
DİS
MÜTEV INA VE KEN
M
A
İŞ YAŞ
DU.
BULUN
56
EN BÜYÜ
K TUTKU
M: YAŞAM
EN BÜYÜ
AK
K
K
O
R
EN BÜYÜ
KUM: YA
LNIZLIK
K HAYAL
İM: KİTAP
EN TAHA
YAZMAK
M
M
Ü
L
EDEMED
EN İYİ A
İ
Ğ
LIŞKANL
IĞIM: ERK İM: YALAN
EN UYAN
MAK
AileDostu: Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro
Bölümü’nü kazanmanızla birlikte sanat hayatına adım attınız. Peki, konservatuar öncesi döneminizden biraz
bahseder misiniz? Nasıl bir çocuktu
Süeda Çil. Tiyatroya olan ilgisini ve
becerisini nasıl keşfetti?
Süeda Çil: Sahne tozunu ilkokul 5’inci
sınıfta yuttum ben galiba. O günlerde
“Nasreddin Hoca ve Karısı” isimli bir
piyes hazırlıyorduk. Ben de adını hiç
unutmam “Kenan Berk” isimli arkadaşımla karşılıklı oynuyordum. O, Nasreddin Hoca, ben de karısı… Sahneden indiğimde mikrobu kapmıştım. Sonra öğretmen olma isteğim tiyatrocu olma isteğimi geçti. Ama ne zamanki Şehir
Tiyatroları’nda “Katherina Blum’un Çiğnenen Onuru” isimli oyununu seyrettim; o zaman hastalık nüksetti. Fatih
Reşat Nuri Sahnesi’nde sahneleniyordu oyun. Oyun bitip evimize döndüğümüz sırada yol boyunca “tiyatrocu olmak istiyorum” diye ağladığımı hatırlıyorum. Sene 1985-86 galiba. Lise birinci sınıfta olmalıyım. O son oldu zaten. O
günden itibaren tek hedefim konservatuardı artık. 3 yıl arka arkaya sınavlara
girdim. Üçüncü yılın sonunda kazandım.
Geç oldu ama temiz oldu.
A.D.: Özellikle sanatsal çalışmalarda
ailenin ve çevrenin destek vermesi oldukça önemli bir faktördür. Asker kızı
olmanız nedeniyle de biraz daha otoriter bir ortamda büyüdüğünüzü tahmin ediyoruz. Siz bu mesleği seçerken aileniz destek oldu mu size? Ya
da çoğu sanatçı gibi aileye karşı mücadele verdiniz mi?
S.Ç.: Ben çok şanslı bir çocuktum. Ailem sonuna kadar destek olmuştur.
Ama gece yarılarına kadar süren provalar sonunda eve geldiğimde annemden
az terlik yemedim tabii.
A.D.: Sanat dünyasında popüler olmanın yolu yapılan başarılı çalışmaların yanında biraz da sansasyonel
ilişkilerle gündemde kalarak sağlanıyor maalesef. İlk evliliğinizi de düşünerek elinizde bu imkân olmasına rağmen siz hiçbir zaman bu yolu seçme-
diniz. Geriye baktığınızda sizce neler
kaybettiniz neler kazandınız?
S.Ç.: Ailemin öğrenim hayatım boyunca bana verdiği desteğin boşa gitmemesi gerekirdi. Onlara karşı bir sorumluluğum var. Bizim camiamızda var olmaya
başladığım günden beri her adımı bunu
düşünerek attım. Evet sansasyonel yaşayan oyuncular olabilir ama bu bir tercih ve yaşam tarzı olsa gerek. Ben böyle yaşamıyorum ve bunu yaşamayı hiç
tercih etmiyorum. Bana ne getirip, benden ne götürdüğünü de açıkçası hiç hesaplamadım. Her akşam içim rahat uykuya dalıp her sabah mutlu uyanıyorsam seçtiğim yol benim için doğru demektir. Başkalarına sıradan ve renksiz
gelebilir ama başta da söylediğim gibi
bu onların düşünce ve yaşam tarzı. Benim yolum benim, onların yolu onların…
A.D.: 10 parmağında 10 marifet olan
sanatçılardansınız. Oldukça da yoğun bir tempoda çalıştığınızı biliyoruz. Oyunculuk, eğitmenlik, yöneticilik… Yani masanın her iki tarafında
da bulunuyorsunuz. Sizce bu başarının sırrı nedir? Hangi alanda iş yaparken daha mutlu oluyorsunuz?
S.Ç.: Çocukluğum küçük bir çevrede ve
zor koşullarda geçti. Annem, babam çalışıyorlardı. Lise biter bitmez ben de çalışmaya başladım. Tüm öğrenim hayatım boyunca hem okuyup hem de çalıştım. Neredeyse aklınıza gelen her işi
yaptım. Çünkü aileme yük olmak istemiyordum, para kazanmam gerekiyordu.
Önce iktisat okudum, sonra konservatuar… Bir ara eğitim şirketi açtım. Şirketim sayesinde Özyeğin Üniversitesi Girişimcilik MBA programını bitirdim.
Ayrıca öğretmenlik mesleğine ayrı bir
sempatim olduğu için kendimi bu alanda da yetiştirmeye karar verip 40 yaşımda yüksek lisansa başladım. Bütün
bunlar arka arkaya gelince oyunculuğun dışında bir sürü işten anlar oldum
tabii. Başarının sırrı sorusuna cevap mıdır bilmiyorum ama çok çalışmak beni
çok işten anlar hale getirdi. Hem yöneticilik, hem eğitmenlik ve hem de oyunculuk yaparken ayrı ayrı hazlar tanıyorum. Hepsinin yeri çok özel. Tüm bu işlere koştururken bazen akşam eve gel-
diğimde, şöyle bir düşününce aynı günün sabahında yaptığım işi dün yaptım
sanıyorum. En tuhafı bu oluyor.
A.D.: “Benzemez Kimse Sana” adlı
programda işin mutfak arkasında
sanatçı koçluğu yapıyordunuz. Her
hafta bir ünlünün bir başka ünlüye
benzemesinin ana mimarı sizdiniz.
Sanatçıların kaprisleri ise hep konuşulan bir durumdur. Ekranlardan izlediğimiz kadarıyla da çok eğlenceli bir
ortamınız vardı. Çalışmalar göründüğü kadar eğlenceli miydi yoksa siz de
sanatçı kaprisi çekiyor muydunuz?
Çalışma ortamınız nasıldı? En keyifli çalıştığınız isimler kimlerdi?
S.Ç.: Benzemez Kimse Sana programı gerçek bir ekip işiydi. Atilla
Özdemiroğlu’nu, Derya Ergün’ü, Merih
Sualp’i anmadan geçemem. Bu kadar
çok izlenen bir program bu profesyonel
ekip olmasaydı yapılamazdı. Ben çorbada bir kaşık tuzdum. Eğlenceli kısımları
elbette vardı ama genel olarak çalışmalar kan-ter içinde geçiyordu. Ciddi emek
harcıyordu herkes. Sanatçı kaprisi demek ne demek bilmiyorum. Hiçbir sanatçı arkadaşımdan böyle bir enerji almadım. İstisnasız herkesle çok keyifli
çalıştım. Özellikle erkek sanatçıların kadın kılığına girmeleri veya kadın sanatçıların erkek canlandırmaları yapması
inanılmaz eğlenceli olurdu.
A.D.: “Kadınları Anlama Kılavuzu”
adlı programda birbirinden eğlenceli 3 kadın her bölümde erkeklere kadınlarla ilgili farklı mesajlar veriyorlar. Sizce kadınları anlamak bu kadar
zor mu? Kadınları anlamanın en kolay
yolu sizce nedir? Erkeklere tavsiyeleriniz nelerdir?
S.Ç.: Kadınları anlamanın tek yolu onları sevmektir! Kadınların balmumundan
yüreklerine sevgiyle yaklaşan herkes istediği resmi çizebilir. Tüm erkeklere bu
konudaki tek tavsiyem; yürekten sevgi
vermeleridir. Sevilen ve sevildiğini bilen kadın öyle muazzam bir varlık haline gelir ki ona kimse kayıtsız kalamaz.
A.D.: Sizce çalışma sonucunda herkes tiyatro sanatçısı ya da dizi oyun-
57
HAYATI M
UTLU YA
ŞAMANIN
BİRİNCİ F
EN
ORMÜLÜ;
ŞÜKRETM
ŞÜKRETT
EK. İNSAN
İKÇE FAR
KINDALIĞ
BİR VARL
I ARTAN
IK. İÇİNDE
BULUNDU
HER ANA
ĞUMUZ
, ALDIĞIM
IZ HER NE
ŞÜKRETM
FESE
EK. DOĞR
USU BEN
YAŞAYAN
BÖYLE
BİRİYİM.
cusu olabilir mi? Yeteneğin başarıdaki rolü ne kadardır? Günümüzde genç
nesilden başarılı bulduğunuz kadın ve
erkek oyunculardan isim verebilir misiniz?
S.Ç.: Bence yeterince gayret gösteren
herkes oyuncu olabilir. Ama iş bununla
bitmez. Aynı zamanda edepli olmak da
çok önemli bence. Şu ya da bu şekilde
oyunculuğa adım attınız diyelim. Eğer
ilk işinizin devamında terbiyeniz, çalışkanlığınız ve iş disiplininiz de devam
ederse uzun yıllar bu işte var olursunuz.
Aksi takdirde silinir gidersiniz. Bu şekilde unutulan o kadar çok isim var ki!
Genç nesilde herkesin çok beğendiği bir
oyuncu var mesela. Beren Saat. Ben de
çok beğeniyorum izlerken. Hiç çalışma
fırsatım olmadı ama onunla çalışan herkesin çalışkanlılığından ve terbiyesinden
bahsettiğini biliyorum. Demek ki Beren
Saat daha uzun yıllar bizimle olacak.
58
A.D.: Şehir Tiyatroları’nda görev alan
bir yönetici gözüyle değerlendirirseniz sizce tiyatro alanında ilerlemek
isteyen gençler nasıl bir yol haritası
çizmeliler kendilerine?
S.Ç.: Kesinlikle ve kesinlikle eğitim almalılar. Televizyon ve kamera oyuncuların bazı hatalarını örtebilir. Bir kez
daha bir kez daha çekebilme şansımız
vardır. Ama tiyatro seyirci ile nefes nefesedir. Yanlışı veya eksiği kabul etmez.
Tiyatro sahnesi, oyuncunun er meydanıdır. Eğitimsiz bir oyuncunun tiyatro sahnesinde var olması düşünülemez bence.
A.D.: Sihirli Annem, Dadı, Üzgünüm
Leyla, Yılan Hikayesi, Çiçek Taksi,
Kaygısızlar gibi hep popüler ve insanı yormayan dizilerde roller aldınız.
Şimdi ise sizi “Fatih Harbiye” dizisiyle ekranlarda görüyoruz. Eser 1932
yılında yazılmasına rağmen dizi bugünün İstanbul’unda geçen bir senaryo
olarak karşımıza çıktı. Bugünkü hayatta iki kültür, romanın yazıldığı tarihlerdeki kadar kesin çizgilerle ayrılmıyor artık. Aksine birbirlerine giderek daha çok yaklaşıyorlar; yaklaştıkça karşılıklı öfkeler de artıyor. Dizide
anlatılmaya çalışılan kültür farklılığını
biraz anlatır mısınız?
S.Ç.: Dediğiniz gibi Fatih Harbiye romanının yazıldığı tarih 1932. Biz bugün
2013 yılındayız. Aradaki 81 yılda elbette ki çok şey değişti. Ancak öfke konusunda sizinle aynı fikirde değilim. Aksine kültürlerin birbirinin içine girmesinin
her iki tarafa da ayrı bir hoşgörü kazandırdığını düşünüyorum. Bugün alışveriş
merkezlerindeki kafeteryalarda biri basma etekli diğeri marka etek giymiş iki insanı yan yana masalarda görebiliyoruz.
Bu, artık kimseyi şaşırtmıyor. Belki evlerine dönerken basma etekli müşteri
otobüse, diğeri özel aracına biniyor ama
ertesi gün yine aynı yerde oturup çay/
kahve içiyorlar. Bu Türkiye’nin vizyonunun genişlemesi ile ilgili. Dizide kurgulanan kültür farklılığı ise hikâyenin ilgi çekici olması gerektiği için bu kadar sert.
İzlenilir olmak istiyoruz. Uçları gösterdiğinizde izlenme oranınız da ilgi çekici
oluyor tabii.
A.D.: Siz Fatih Harbiye adlı dizide
‘Zehra’ karakterini canlandırıyorsunuz. Karakterin özelliklerinden bahseder misiniz? Sizinle benzeşen yanları var mı?
S.Ç.: Zehra çocuklarına çok düşkün bir
anne. Kocası olmadığı için bu düşkünlük zaman zaman aşırıya kaçıyor. İki kız
çocuğu yetiştirmiş. Onun zihninde kız
çocuğu yetiştirmenin en önemli koşulu namuslu yetişmesi. Ben o dönemde,
aynı koşullarda yaşayan bir kadın olsaydım Zehra’ya çok benzerdim herhalde.
Onun kadar titizlenirdim çocuklarım konusunda.
A.D.: Bir sosyal sorumluluk projesinde Enerji Hanım olarak kadınların karşısına çıktınız ve proje çerçevesinde 20’ye yakın ilde eğitimler verdiniz.
Kadınların size karşı tutumu nasıldı?
Eğitimler sırasında unutamadığınız
bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
S.Ç.: Bu ülkenin kadınları kendilerini,
birbirlerinin gözünde görüyor bence.
Hepimiz aynı coğrafyanın kadınlarıyız.
Hepimizin atası, dedesi aynı kaderin ortakları. Bu yüzden onlar beni, ben onları seviyorum. Bu da birbirimize tutumumuzda büyük bir sinerji yaratıyor. Ben,
“Enerji Hanım” eğitimleri sırasında gittiğim her şehirde, o şehirde yaşayan kadınlara baktığımda kendimden bir parça
buldum. Zaten eğitimlerden önce onlarla aynı dili yakalayabileyim diye muhakkak sohbet ortamı yaratıyordum. Bunu
yaratınca eğitimimiz eğitim gibi değil de
muhabbet eder gibi oluyordu. Hepimiz
güne giden annelerin çocuklarıyız. Günlerde yenen yemeklerden konu açıyorduk. Edirne’de ciğerden, Urfa’da içli köfteden bahsediyorduk. Onları pişirirken
enerji tasarrufu yapmayı örneklediğimizde hedefi 12’den vurmuş oluyorduk.
Benim için unutulamaz olan en önemli
şey kadınların eğitimlere gösterdiği yoğun ilgiydi. Birçok şehirde kapıdan dönen kadınlar oldu, birçok şehirde sahnede adım atacak yer bulamadığım anlar
oldu. Eğitimi dinleyen kadınlar sahneye
kadar taşmıştı çünkü!
A.D.: Geleceğe dair iş hayatındaki
planlarınız ve hedefleriniz nelerdir?
Paylaşır mısınız?
S.Ç.: Uzmanlık alanımla ilgili bir “Konuşma Sanatı” kitabı yazmak istiyorum. İçine hitabet incelikleri ve konuşurken karizma nasıl yaratılır bilgilerinin de serpiştirildiği bir kitap olacak. Yakın planım bu. Uzak planım ise; bu konu ile ilgili ulaşabildiğim kadar çok çocuk ve gence ulaşıp eğitim vermek. Türkçe’nin güzel kullanımı ile ilgili çok hassasım. Ve
bu konuda gayret gösterirken kendimi
çok iyi hissediyorum.
A.D.: Ekranlardan gördüğümüz kadarıyla sizin içinizdeki çocuk hep yanınızda ve hayatı size oldukça mutlu
yaşatıyor. Ya da bize böyle yansıyor.
Sizce Süeda Çil gerçek hayatta nasıl
bir kişi? Sizce hayatı mutlu yaşamanın formülü nedir?
S.Ç.: Hayatı mutlu yaşamanın en birinci
formülü; şükretmek. İnsan şükrettikçe
farkındalığı artan bir varlık. İçinde bulunduğumuz her ana, aldığımız her nefese şükretmek. Doğrusu ben böyle yaşayan biriyim. Ve bu yüzden çok mutluyum. Kendimi darda hissettiğim anlarda
3 yeri getiririm aklıma; mezarlık, hastane, hapishane… “Eğer ben veya sevdiklerimden biri bu 3 yerden bir yerde değilse darda hissedecek bir şey yok!” deyip tekrar mutlu olurum. Bu da beni güler yüzlü yapar.
A.D.: Bu gösterişli ve renkli hayatta
sizin de yaşadığınız kırgınlıklar, kızgınlıklar, mutsuzluklar olmuştur. Yaşama dair keşkeleriniz var mı? Anlatır mısınız?
S.Ç.: Aslında iki konu hakkında içim içimi yiyor. Birincisi, spor yapamıyorum.
İkincisi ise İngilizce’yi şakır şakır konuşamıyorum! Biliyorum geç değil, biliyorum şu anda da gidip az olan İngilizce
bilgimi çoğaltabilirim ama inanın vakit
bulmak o kadar zor ki! Okuyacak o kadar çok kitabım sırada bekliyor ki; ne İn-
gilizcemi geliştirmeye ne de yeterince
spor yapmaya vakit bulabiliyorum. En
fazla hayıflandığım konu bu ikisi.
A.D.: Biraz da özel hayata değinelim
isterseniz? Siz de bu camiada evlilik
de çocuk da olmaz diyenlerden misiniz? Gelecek için böyle planlarınız var
mı?
S.Ç.: Evlenmeyi istiyorum çünkü yalnız bir ihtiyar olmak istemiyorum ama
çocuk için hiç halim yok. Allah olan çocuklarımıza, yeğenlerime ömür versin.
Benim dünyaya getirmiş olmam gerekmez. Ben, bana ihtiyaç duyan her çocuğun hem annesi, hem teyzesi, hem halası, hem hocasıyım zaten.
A.D.: Süeda Çil’in ev hali nasıldır? Bir
gününüzü bizimle paylaşır mısınız?
S.Ç.: Sabah çok erken kalkıp mutlaka
bir şeyler okurum. Sonra koca bir fincan kahve, sonra gazete keyfi. Kendimi
en mutlu hissettiğim anlar sabahın erken saatleridir. Evden çıkmadan bir saat
önce ev keyfimi yaparım ki günüm iyi
geçsin. Zira evden çıktıktan sonra o koşuşturmaya başka türlü dayanamaz insan. Sahne Yöneticisi olduğum için mutlaka her gün tiyatroya gidiyorum. Çekimim varsa çekime, dersim varsa derse yetişmeye çalışıyorum. Akşam olduğunda muhakkak ya arkadaşlarıma ya
da aileme zaman ayırıp, onlarla beraber
olup günün yorgunluğunu atıyorum. Bir
günüm bir günüme benzemiyor aslında. Bazen aynı gün şehir dışına bile gidip geldiğim oluyor. Bu yüzden rutin bir
gün programım yok. Tek rutin şey; sabah erken uyanıp kahve-kitap-gazete
keyfi yapmak. Herkesin valizinde vazgeçilmez bir şey vardır. Benim valizimin
vazgeçilmezi kahvedir. Allah korusun,
otelde bulamam diye muhakkak valizime bir iki poşet kahve atarım, bir de en
az iki tane kitap.
Röportaj: Ayşe Esra Atlı
59
ONLARLA
YAŞAMAK
ZORUNDA
DEĞİLİZ
H
HAŞERE VE BÖCEK SORUNLARINIZA KARŞI EV İLAÇLAMA YAPTIRDIKTAN SONRA DİKKAT
ETMENİZ GEREKEN BAZI ÖZEL DURUMLAR SÖZ KONUSUDUR. İLAÇLAMA SONRASI GEREKLİ ÖNLEMLERİN ALINABİLMESİ İÇİN GEREKLİ OLAN KRİTERLERİ MUTLAKA FİRMANIZA AYRINTILI OLARAK SORUNUZ. ÇÜNKÜ HER HAŞEREYE KARŞI FARKLI TÜR UYGULAMA YAPILMAKTA, DOĞAL OLARAK EV İLAÇLAMA SONRASI ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER DE EVİMİZ İÇERİSİNDE YAPILAN UYGULAMAYA PARALEL OLARAK DEĞİŞKENLİK GÖSTERMEKTEDİR. GENELDE EVLERDE KOKUSUZ İLAÇLAMA YÖNTEMİ TERCİH EDİLMEKTEDİR. KOKUSUZ
İLAÇLAMA YAPILDIKTAN SONRA MUTFAKTAKİ TABAK VE ÇANAKLAR YIKANMALI VE EVLER
VEYA İLAÇLANAN YERLER YÜZEYSEL TEMİZLENMELİ. KOKUSUZ İLAÇLAMADA ASLA DİP
BUCAK YERLER TEMİZLENMEMELİ ÇÜNKÜ İLAÇLAR ZAMAN İÇİNDE ETKİSİNİ GÖSTERMEKTEDİR. KOKUSUZ İLAÇLAMA YAPILAN ALANLARI KAPATMAYA VEYA TERK ETMEYE GEREK
YOKTUR AMA YİNE DE BÖCEK İLAÇLAMA ESNASINDA YARIM SAAT VEYA 1 SAAT İLAÇLANAN ORTAMDA BULUNMAMAK EN GÜZELİDİR. İNSANLAR YAŞADIĞI ALANLARI İSTER İLAÇLATTIRSIN İSTER İLAÇLATMASIN, HER GÜN MUTLAKA BELLİ SAATLERDE HAVALANDIRMALI. KOKUSUZ İLAÇLAR İLE YAPILAN BÖCEK İLAÇLAMA SONRASI MUTLAKA EVLERİMİZİ VE
İLAÇLANAN ALANI BELLİ BİR SÜRE HAVALANDIRMADA FAYDA VARDIR.
60
Evlerimiz bizlerin aile bireylerimiz ile bir
arada zaman geçirdiğimiz, üzüntü ve
mutluluklarımızı paylaştığımız, günün
stresinden kaçıp sığındığımız limanlarımızdır. Doğal olarak hiçbirimiz aile bireylerimiz ile bir arada olduğumuz evlerimizi haşereler, kemirgenler ve diğer
zararlılarla paylaşmak istemeyiz ve bu
yüzden evlerimizi ilaçlatırız. Evde hijyen ve temizliğe önem verilmeli ve çok
dikkat edilmelidir. Özellikle yiyeceğin
bol olduğu insanların yaşam alanlarında sık sık haşerelerle karşılaşmak mümkündür. Evde böcek, ilk önce mutfak,
banyo, lavabo, tuvalet, odaların içlerin-
de, duvar diplerinde ve yatak odalarında görülür ve zamanla bütün eve yayılır. Ev içlerine dışkı ve yumurtalarını bırakarak hastalık yayarlar.
HAŞERE İLAÇLAMA
Ev ve yaşam alanlarına gelen haşereler
ile mücadele edip bunlardan kurtulmak
gerekir. Ev ilaçlama bilgi ve uzmanlık ister. Çünkü evde bulunan zararlıya göre
farklı ilaçlar uygulanır. Her haşere için
aynı ilaçlama yöntemini kullanmak doğru değildir ve bu şekilde haşerelerden
kurtulmak mümkün olmaz. Ev ilaçlama,
işyeri ilaçlama veya apartman ilaçlama
yaptıracağınız zaman mutlaka ortamınızda hangi haşere ve zararlı olduğunu
belirtmek gerekir. Ev ilaçlamada şuna
dikkat etmek gerekir, evlerinizi ilaçlama
eğitimi almamış ve yasal olmayan korsan kişilere kesinlikle bırakmamalısınız.
Kullanılan yanlış bir ilaç ve yanlış ilaçlama yöntemi sizin için tehlikeli olabilir.
Haşere ilaçlama yürüyenden, kanatlılara ve kemirgenlere kadar milyonlarca türü olan zararlılarla mücadele edilmek için yapılan bir işlemdir. Haşerelerin neredeyse tamamının ortak özelliği
çok hızlı üremeleridir. Özellikle yumurtlama yöntemi ile üreyen haşere türleri
senede birkaç kere yumurtlamakta ve
her seferinde yüze yakın yavru meydana getirmektedir. Bu nedenle bu kadar
hızlı çoğalan haşereler ile bireysel yöntemlerle başa çıkılması imkânsızdır. Haşereler ile mücadele etmek için en geçerli yöntem haşere ilaçlama yöntemidir.
BÖCEK İLAÇLAMA
Havaların ısınmasıyla beraber böcekler
hızla üremeye başladılar. Evlerinizi böceklerin istilasından koruyabilmek için
vakit kaybetmeden ilaçlatmanız yararınıza olacaktır. Yapacağınız küçük harcamalar ile evlerinizin böceklerden ve
kemirgenlerden arındırılmış huzurlu yaşam alanları olmalarını sağlayabilirsiniz. Evlerinizi ilaçlatarak, karıncaların
yemeklerinize ortak olmasına, tahtakurusu, ağaç kurdu, tahta kurdu gibi haşerelerin mobilyalarınıza zarar vermesine, güve gibi böceklerin elbiselerinizi
kullanılamaz hale getirmesine, çatı faresi gibi kemirgenlerin üst kat komşularınız olmasına engel olabilirsiniz.
Evde en çok görülen böcekler; hamam
böceği, alman hamam böceği, karafatma, oryantal hamam böceği, amerikan hamam böceği, kene, tahta kurusu,
pire, bit, karasinek, sivrisinek ve gümüş
böceği’dir. Zaman zaman fare ve akrep de görmek mümkün olur. Bu nedenle evde haşere ve böceklere karşı kendinizi korumak için mutlaka ev ilaçlaması
yaptırmak gerekir.
Böcek ilaçlama işi bilindiği kadar kolay
bir iş değildir. Belirli tekniklerle uygulanan bu işlemler sırasında birçok ayrıntıya da dikkat ederek yapılması gereken
bir hizmet bütünüdür. Nedir bu ayrıntılar? Birincisi kullanılan ilacın etkisinin
ne kadar gideceği, hangi haşere veya
kemirgenlere etki edeceği belirlenir. Uygulama alanı dışarıda olabilir. Yağmur,
çamur veya dış etkilerle ilaçlar günlük
veya saatlik olmaktadır. Bunu bilen ilaç-
lama firmaları ona göre ilaçlama işini birkaç seans veya zamanda yaparak
dış etkilerden en az şekilde etkilenmesini sağlamaktadırlar. Yine böcek ilaçlama şirketi tarafından yapılacak olan yer
bir iç mekânsa bu kez insan dolaşımı ve
miktarına bakılarak kokulu veya kokusuz ilaçlama yapılmaktadır. Özellikle bu
işlem kamu kurum ve kuruluşlarında yapılmaktadır. Hafta sonlarına getirilen
zamanlarda ilaçlama işlemi yapılarak
mesai saatlerinde bu işlemler yapılmaz.
Sadece Evin İlaçlanması Yeterli Midir?
Eğer dairelerde de böcek sorunu yaşanıyorsa bina ortak kullanım alanlarının ilaçlanması ile birlikte daire içleri
de ilaçlanabilir. Çoğu zaman binada ortak bir kararın alınması zordur. Bu yüzden yöneticiler dairelerin hepsini ilaçlatma kararı alır ya da sadece isteyen
dairelerin ilaçlama yaptırmaları söz konusu olabilir. Örneğin; 20 daireli bir binada hem binanın ortak kullanım alanları ilaçlanacaktır hem de bunun yanında
15 dairenin ilaçlanması gerçekleştirilecektir. Bu hem ilaçlamanın daha sağlıklı
ve uzun ömürlü olmasını getirir hem de
maddi olarak bina sakinlerini kâra geçirir.
BÖCEK İLAÇLAMA
İŞİ BİLİNDİĞİ KADAR
KOLAY BİR İŞ DEĞİLDİR.
BELİRLİ TEKNİKLERLE
UYGULANAN BU
İŞLEMLER SIRASINDA
BİRÇOK AYRINTIYA
DA DİKKAT EDEREK
YAPILMASI GEREKEN
BİR HİZMET
BÜTÜNÜDÜR.
NE ZAMAN İLAÇLAMA
YAPILMALI?
Böcek ilaçlama işlemleri özellikle böcek
türlerinin yaz ve bahar aylarında meydana gelmeleri ve insan sağlığını tehdit
etmeleri sonucu yapılmaktadır. Yaz sıcaklarında özellikle bir çok böcek türü
üremeye ve tehlikeli olmaya müsait olduklarından özellikle ilkbahar ve yaz aylarında ilaçlama işlemleri yapılmaktadır.
Yapılan ilaçlama işlemleri ile hem insanlar bu aylarda özellikle zehirli böceklerden kurtulmuş olup istedikleri gibi rahat bir yaz ayı geçirmenin tadını çıkarabilirler. Ayda bir, altı ayda bir ya da yılda bir gibi yapılabilen ilaçlama uygulamaları size geçireceğiniz bir yıl boyunca böcek olmadan girebileceğiniz bir ortam hazırlamaktadır.
Hazırlayan: Hakan Sığak
61
ALZHEIMER
ALZHEİMER HASTALIĞI BEYNİN DÜŞÜNME, HAFIZA VE DİL
BÖLÜMLERİNİ ETKİLER. HASTALIĞIN BAŞLANGICI SİNSİDİR
VE YIKIM GENELLİKLE YAVAŞTIR. GÜNÜMÜZDE HASTALIĞIN
SEBEBİ BİLİNMEMEKTE VE ŞİFASI BULUNMAMAKTADIR.
Alzheimer hastalığının adı, 1906 yılında
alışılmadık bir akıl hastalığından öldüğü
düşünülen bir kadının beyin dokusundaki değişiklikleri betimleyen Dr. Alois
Alzheimer’dan gelmektedir. Bu değişiklikler bugün Alzheimer hastalığının karakteristik anormal beyin değişiklikleri
olarak bilinmektedir.
Alzheimer hastalığı, toplumun bütün
gruplarını etkiler ve sosyal sınıf, cinsiyet, etnik grup ya da coğrafi bölge ile
bir ilgisi bulunmamaktadır. Ayrıca, Alzheimer hastalığı yaşlılar arasında daha
sıklıkla görülmekle birlikte genç insanlar da bu hastalıktan etkilenebilmektedirler.
Günümüzde Alzheimer hastalığının sebepleri bilinmemektedir. Ancak, Alzheimer hastalığına sebebiyet vermeyen
hususlar bellidir. Alzheimer hastalığı:
Damar sertleşmesi yüzünden ortaya
çıkmaz
Beynin normalden az ya da fazla kullanılması yüzünden ortaya çıkmaz
Cinsel yolla bulaşan hastalıklara bağlı değildir
Enfeksiyon sonucu oluşmaz
62
Yaşlılık yüzünden oluşmaz, yaşlanma
sürecinin doğal bir parçası değildir
Alüminyum ya da diğer metallere maruz kalınması yüzünden gelişmez
ALZHEİMER
HASTALIĞININ
DÖNEMLERİ
Erken Dönem
Erken dönem, profesyoneller, akrabalar
ve arkadaşlar tarafından genellikle gözden kaçırılır ve yanlış bir şekilde “yaşlılık” ya da yaşlanmanın normal bir parçası gibi adlandırılır. Hastalığın ilk başlangıcı sinsi olduğu için başladığı kesin
tarihi belirlemek zordur. Kişi:
Konuşmayla ilgili zorluk çekebilir
Önemli hafıza kayıpları -özellikte kısa
dönemli- sergileyebilir
Zamanı şaşırabilir
Tanıdığı yerlerde kaybolabilir
Karar vermede güçlükler yaşayabilir
İnisiyatif ve motivasyon eksikliği gösterebilir
Depresyon ve sinirlilik belirtileri gösterebilir
Hobi ve aktivitelerine ilgisini kaybedebilir
Orta Dönem
Hastalık ilerledikçe, problemler daha
belirgin ve kısıtlayıcı olmaya başlar. AH
olan kişi günlük yaşamında zorluklar çekebilir ve;
Çok unutkan olabilir- özellikle yakın
zamanda yaşanmış olayları ve kişilerin
isimlerini hatırlamada
Kendi basına sorunsuz bir şekilde yaşayamaz hale getir
Yemek pişiremez, temizlik ya da alışveriş yapamaz
Son derece bağımlı hale gelebilir
Giyinme ve kişisel hijyen açısından örneğin; tuvalet, yıkanma gibi yardıma ihtiyaç duyabilir.
Giderek artan konuşma zorluğu çeker
Dolaşma zorlukları ve diğer davranışsal anormallikleri gösterir
Evde ve topluluk içinde kaybolur
Halüsinasyonlar olabilir
Geç Dönem
Bu, tamamen bağımlılık ve hareketsizlik
dönemidir. Hafıza sorunları oldukça ciddidir ve hastalığın fiziksel yanı gittikçe
göze çarpar hale gelir. Kişi;
Yemek yemede zorluklar yaşayabilir.
Akrabalarını, arkadaşlarını ve alışıldık
nesneleri tanımayabilir.
Olayları anlama ve yorumlama güçlüğü çekebilir.
Ev çevresinde yolunu bulamayabilir.
Yürüme zorluğu çekebilir.
Mesane ve bağırsak sorunları yaşayabilir.
Toplum içinde uygun olmayan davranışlar gösterebilir.
Tekerlekli sandalye ya da
yatağa bağımlı hale gelebilir.
Bir yakınınıza Alzheimer hastalığı tanısı konmuşsa sizin
neler yapabileceklerinizi bilmeniz gerekir.
Tıbbi yardım arayın. Alzheimer hastalığının halihazırda
tedavisi yoktur. Ancak hastalığın ilerlemesini yavaşlatacak
ilaçlar mevcuttur. Hastalığın
başlangıç ve orta dönemlerinde kolinesteraz dediğimiz ilaçlar kullanılır. Hastalığın orta
ve ileri evrelerinde ise beyinde glumat denilen maddeyi
azaltan bir ilacımız, bukolinesteraz inhibitorleri denilen ilaçlarla birlikte verilir.
ları acısından dikkatli olun.
Kendinize bakmayı da unutmayın. Sevdiğiniz bir varlığa
bakarken kendinizi de ihmal
etmeyin. Alzheimer hastasına bakanlar arasında, depresyon, anksiyete ve strese bağlı fiziksel hastalık oluşabilir.
Kendi doktorunuzla randevularınızı ertelemeyin.
Hastalarınızın yanlış konuşmalarını çok sık değiştirmeyin. Bellek kaybı olan hastalar çoğu kez gerçekten olmamış olayları anlatabilir (örneğin yıllarca önce ölmüş olan
bir arkadaşı ile yemek yediğini söyleyebilir.) Böyle durumlarda hastanızın düşüncelerini değiştirmeye çalışmayın. Böyle bir yaklaşım onları ve sizi huzursuz edebilir.
Bu tarz düzeltmeler sıkıntı ve
stres oluşturur. Yapabiliyorsanız onun dünyasında yasayın. Ona inanmış gibi rol yapmak onları mutlu edebilir.
İleriye dönük plan yapmak geYAPABİLİYORSANIZ ONUN
rekir. Bu plan hem kısa döALZHEİMER
DÜNYASINDA YASAYIN. ONA
nem ve hem de uzun dönem
HASTALARI
İNANMIŞ GİBİ ROL YAPMAK ONLARI
için yapılması gerekir. Hastalığa hem maddi açıdan hem
İÇİN GÜVENLİ
MUTLU EDEBİLİR.
de duygusal açıdan hazırlıkBİR EV ORTAMI
lı olmamız gerekiyor. HastaSAĞLAMA
nız için evde güvenli bir ortam
Şunu unutmamalısınız. Bir bakıcı olarak,
Alzheimer hastanızı ev ortayaratmanız gerekir. Evde hastanıza ilesiz bir kişiye yardım ediyorsunuz, bir mında bakarken çevreyi güvenli bir hale
ri evrelerde temizlik açısından, tuvaletihastalığa yardım etmiyorsunuz. Hasta- getirmelisiniz. Kazaları önlemek için
ni yapması ve beslenmesi açısından yarnızla ortak hatıralarınızı paylaşmaktan tedbirler almalısınız.
dım etmeniz gerekecektir Hastanızı kozevk alın. Alzheimer hastası yeni bilgiruyacak şekilde evde değişiklikler hastaleri öğrenmeyi, onları akılda tutmayı ve
Bir bakıcı olarak kendinizi hastanızın
nızın tehlikeli olanlara örneğin mutfağa,
onları tekrar hatırlamayı başaramayabi- yerine koyun ve olabilecek tehlikeli duilaçlarınızı sakladığınız alanlara, girmesilir. Onunla önceki yıllarda mutlu olduk- rumları değerlendirin. Evde bakım verni engellemeniz gerekecektir. Banyoda
ları hatıraları konuşmaya çalışın.
menin en önemli yolu, hastaya güvenli,
tutunması için barlar gerekebilir. Dış kaemniyetli bir ortam sağlamaktır.
pının kilitli kalması gerekebilir.
Hastanız ve bir bakıcı olarak siz zaman
içinde bir takım değişiklikler yasayacakHastalığın çeşitli dönemlerinde seviSevdiğiniz kişi sık sık kullanılan objelesınız. Bu durum korkutucu olabilir ve len bir kişi tarafından gösterilecek olan
rin isimlerini unutabilir. Kınamak bir işe
esneklik gerektirir. Alzheimer hastası- davranışlara uyum gösterme gayretinyaramaz. Hastanıza sevgi göstermeniz,
na ve kendinize karsı nazik olun. Has- den çok, ev ortamına uyum göstermek
duygusal destek vermeniz gerekecekta sizin kim olduğunuzu söyleyemeyebi- çok daha kolay olacaktır. Ev ortamındatir. Hastanızla tartışmamalısınız. Hastalir. En yakın akrabasını veya arkadaşla- ki gerekli değişiklikleri yapma sadece finıza ilginç aktiviteler bulmanız ve anlarını tanımayabilir. Ancak çoğu kez, kal- ziksel yaralanma tehlikesini azaltmayayışlı insanlarla sosyal iletişimi arttırmamış yetenekleri ile duyguların ifade ede- bilir, aynı zamanda hem hasta hem de
nız gerekir. Hastanızda davranış ve kibilirler.
bakım verenin stresini azaltabilir.
şilik değişikliklerinin olabileceğini bilmeniz gerekir. Alzheimer hastası başlangıçUygun sağlık bakımını sağlayın. Hastata kompleks işleri, daha sonraki dönemnızı kendisini yaralamasın diye izleyin.
lerde basit işleri yapmada zorlanır. Uyku
Hastalıkla açısından gözleyin (örneğin
– uyanıklık siklusu değişir. Hastanız bazı
enfeksiyonlardan veya deride oluşabilegeceler sizin normal uyku uyumanızı encek yaralardan). İdrar yolu enfeksiyongelleyebilir.
63
Olaylarda sıralama,
açıklama, karşılaştırma
yaparken ve farklı bir
düşünceye geçerken
kullandığımız bazı ifadeler
aşağıda verilmiştir.
Bu ifadeleri bulmacaya yerleştirip
şifreyi bulalım.
SONRA / AYNISI / FAKAT /
ÖRNEĞİN / ÖNCE /
VEYA / AMA / GİBİ /
YANİ / SONUNDA
2
64
5
8
3
1
4
9
7
10
En çok
kazak satan ülke
hangisidir?
Çok hızlı
giden bir tırı
kim tek eliyle
durdurabilir?
(Kazakistan)
(Trafik
Polisi)
Sürahi bardağa ne
demiş?
(Sen olmazsan
ben içimi kime
dökerim?)
Hangi
saatte çay
içilmez?
Yaşlı bir adamı
ayakta tutan tek
şey nedir?
(Baston)
(Duvar
saatinde)
AYBETTİ.
K
Ü
N
SÜ
Ü
R
SÜ
N
U
Y
O
K
Lİ
M
Vİ
SE
MUSUN?
R
LU
O
I
C
IM
D
AR
Y
A
IN
AS
LM
U
B
65
E
D
N
İ
M
E
L
A
R
A
L
N
A
V
HAY
M
I
L
A
Y
I
N
A
T
İ
’
FİL
BEN KİMİM?
Ben, karada yaşayan en büyük
memeliyim. Ailemin iki üyesi var;
Afrika Fili ve Asya Fili.
Aslında ikimizin de atası, beş bin yıl
önce soyu tükendiği sanılan Mamut’tur.
Asya filleri, ortak atamız mamuta daha
çok benzer. Ömrüm de uzundur. Doğada
düşmanım az olduğu için 60-70 yıl yaşarım.
Vahşi hayvanlar bana saldırmaya cesaret
edemez ama Afrika’daki kuraklıklar beni
hayatımdan bezdirir. En büyük düşmanım,
dişlerimi almak için beni acımasızca vuran
ve yaşadığım alanları tahrip
eden insandır.
YAVRULARIMIZ
NASIL BÜYÜR?
Biz fillerin hamileliği zor geçer.
Anneler yavrularını, dile kolay tam
22 ay, yani iki yıla yakın bir süre
karınlarında taşırlar. Her seferinde
bir yavru dünyaya getirirler.
Bir yavru doğduğunda yaklaşık 100
kilodur. Yavru, bir kaç yıl boyunca
annesinin dizinin dibinden ayrılmaz.
Bir yavru fil ancak 13-14 yaşına
geldiğinde yetişkin olur ve eğer
erkekse ailesinden ayrılır.
66
NEREDE
YAŞARIZ?
Yaşamak için özel bir
yer aramam. Beni,
Asya ve Afrika’nın
sık ormanlarında ve
açıklık bölgelerinde
görebilirsiniz.
AİLE ÜYELERİM
KİMLERDİR?
Bir fil ailesinde 6 ila 12 fil bulunur.
Çevre koşulları ve sosyal ortama göre
bu sayı 20’ye çıkabilir. Ailenin reisi yaşlı
dişidir. Ailenin üyeleri genellikle
reisin kızlarıdır.
Erkekler sürekli aileyle kalmaz,
kendileri başka gruplar oluşturup gezerler.
Aile içinde sorun çıkar veya kuraklık
yüzünden aç kalma
tehlikesiyle karşılaşırsak, birkaç
gruba bölünürüz.
DAVRANIŞLARIM
NASILDIR?
Sevincimizi, üzüntümüzü, korkumuzu,
gözlerimizden ve hareketlerimizden
anlayabilirsin. Ailemizden biri uzun
bir aradan sonra geri döndüğünde
sevinç gösterileri yaparız. Aileden birini
kaybedersek üzülür, tören bile düzenleriz.
Ağlayan bir yavru görünce, hepimiz koşar
ilgileniriz. Hafızamız kuvvetlidir.
Ailemin yaşlıları, kuraklık zamanında
nereye gidilip, nasıl su
bulunacağını hiç
unutmazlar.
DUYULARIMIZ
KUVVETLİ MİDİR?
Görme duyumuz çok kuvvetli
değildir. İnsanlar kadar uzağı
göremeyiz, ama koku ve işitme
duyularımız çok gelişmiştir.
Siz insanların duyamadığı düşük
frekanslı sesleri duyarız ve bu
seslerle haberleşiriz. Bu sayede
kilometrelerce uzaklardaki
kardeşlerimize bile tehlikeleri
duyurabiliriz.
67
2 resim
arasındaki
İ
S
İ
R
E
L BEC
E
KİTAP A
I
M
I
P
A
Y
YRACI
68
5
fark
nedir?
HAYVAN ŞEKİLLİ KİTAP AYRACI
Renkli kartona kedi, köpek, sincap ya da başka bir hayvan resmi çizin
ve boyayın. Bu hayvanın ön bacaklarının bulunduğu yerlere resimdeki
gibi kesikler açın. İşte ayracınız hazır. Kitap okurken ayracınızı
kaldığınız sayfaya aşağıdaki gibi takabilirsiniz.
69
OK (İng.
Tamam) neyin
kısaltılmasıdır?
Bununla ilgili en popüler
teori “All Correct”in (her şey
yolunda) kasıtlı olarak ’Oll
Korreckt’ biçiminde yanlış
yazılması ve buradan yapılan
kısaltma olduğu yönündedir.
OK, gülünç olması için
sözcüklerin yanlış yazılmasının
moda olduğu 1840’larda
Boston gazetelerinde popüler
oldu.
İnsan ırkının
boyu uzuyor mu?
Batıda iyi beslenme ve
doğal seleksiyon sunucunda
ortalama boy giderek
uzuyor. Ancak 2.03
metreden uzun kişilerde
kalp vücuda yeterince kan
pompalayamıyor.
Suya alerjik
olunur mu?
Hayır. Bir maddeye karşı alerji
bağışıklık sisteminin bu maddeye
antikorlarıyla saldırmasıyla ortaya
çıkar. Ancak suya etki eden bir antikor
bulunmuyor.
70
Saf oksijen
solumak öldürür mü?
Oksijen yoğunluğu yüksek hava
soluduğunuzda akciğerler bu oksijeni
vücuda dağıtamaz. Oksijen akciğerdeki
proteine yapışarak merkezi sinir sistemi
ve retinaya hasar verir.
Neden acıkıyoruz?
Açlık hissini insülin, leptin, grelin ve
cholecystokinin hormonları kontrol
eder. Beyne açlık mesajını yollayan bu
hormonların seviyesi kandaki çeşitli besin ve
midedeki sindirim sıvılarına bağlıdır.
Kötü koku sinekleri
neden çekiyor?
Kötü koku, çürümenin işaretidir. Bu da
sineklerin rahatça üreyebileceği nemli ve
yumuşak bir yer bulunduğunu gösterir. Kötü
kokular özellikle dişi sinekleri çeker.
Kafanın büyüklüğü
IQ’yu etkiler mi?
Bilim adamları, yetişkinlerde kafanın
ya da beynin büyüklüğünün IQ
üzerinde hiçbir etkisi olmadığını
ortaya koydu.
71
BÜ
M
AL
AHMET ÖZHAN
“SON NEBİ”
Ahmet Özhan’ın 11 eserden oluşan “SON NEBİ” adlı albümünde, Yunus
Emre’den “SENDEN GELİR CEVR-Ü CEFA”, Kelami’den “EY GÖNÜL
BAKMA CİHÂNE”, İbrahim Nakşi’den “MAKSADI AŞIKLARIN”, Aziz
Mahmud Hüdayi’den “SENDEN MEDED SENDEN MEDED”, Alvarlı
Muhammed Lütfi Efendi’den “CAN BULA CANANINI” gibi, Divan
Edebiyatı’nın önemli isimlerinin eserleri yer alıyor.
Selami Şahin’in ilahi formundaki yeni eseri “BİRLİK OLALIM” ve
daha önce Erkan Oğur ve Ruhi Su gibi önemli sanatçılar tarafından
seslendirilen, sözü Muhyi’ye müziği ise Hasan Esen’e ait “ZAHİD BİZİ
TAN EYLEME” de Ahmet Özhan’ın yorumuyla albümde yer aldı.
“SON NEBİ”, Hasan Esen’in müzik direktörlüğünde, müzik dünyamızın
usta müzisyenleriyle, Marşandiz stüdyolarında kaydedildi. Albümde,
Ahmet Özhan da iki bestesiyle yer almaktadır.
SONER ARICA
“BAŞKA İKLİMİN ÇİÇEKLERİ”
Soner Arıca’nın üç yıl aradan sonra hazırladığı yeni albümü “Başka
İklimin Çiçekleri” müzik marketlerde yerini aldı. Albümde iki farklı
versiyonu ile yer alan ve çıkış şarkısı olan “Oyalayamam” Soner Arıca
imzası taşıyor. 10 şarkıdan oluşan albümde Soner Arıca’nın yanı sıra
Sezgin Gezgin ve Evrim Dökme’nin besteleri de var. Düzenlemeler
Sezgin Gezgin, Tansen Doğanay ve Erhan Tekyıldız’a ait. 2 farklı cover
parçanın yer aldığı albümün sürprizlerinden biri İbrahim Erkal’dan
bildiğimiz “Dönemem”.
DEV İSİMLER
AYNI PROJEDE
“ŞARKILARIN SULTANLARI”
Osmanlı padişahlarına yazılan methiyeler ve padişahların kendi
güftelerinin, dönemin ünlü bestecileri tarafından bestelenmiş
eserlerinden oluşan “Şarkıların Sultanları” albümünün tanıtım gecesi
Bağlarbaşı Kültür Mekezinde yapıldı. Ahmet Özhan, Mustafa Ceceli,
Zara, Melihat Gülses, Umut Akyürek, Ferda Cengiz ve Sinem Özdemir’in
sahneye çıkarak albümde seslendirdikleri şarkıları söyleyerek tanıtım
gecesine imzalarını attılar. Kültür mirasına arşivlik bir albüm sloganıyla
hazırlanan “Şarkıların Sultanları” Osmanlı’nın ilk başkenti Bilecik
Belediye Başkanı Selim Yağcı’nın katkılarıyla hayata geçti. “Şarkıların
Sultanları” tüm müzik marketlerde satışa çıktı.
72
TEKNOLOJİ
SONY XPERİA CEP TELEFONU
İON HSDPA
Bluetooth: Var
Push e-mail desteği: Var
3G: Var
Klavye Tipi Dokunmatik
GPS: Var
Artırılabilir Hafıza: Var
EDGE: Var
Şebeke Frekansı (MHz): 850 / 900
/ 1800 / 1900
Ağırlık : 144 gr
Bellek: 1 GB Ram
İşletim Sistemi: Android 4.1 Jelly Bean
Dijital Kamera: Var
Ekran Boyutu: 4,1”
Ekran Tipi: TFT Dokunmatik
Garanti Süresi(Yıl) 2
Desteklenen Hafıza Kartı: microSD
Ekran Çözünürlüğü: 1280 x 720 Piksel
Boyutlar (cm): 133,0 x 68,0 x 10,6 mm Hafıza Artıma Kapasitesi: 32 GB’ a Kadar
Dokunmatik Ekran: Var
İşlemci Hızı: 1,5 GHz Qualcomm
Kamera Çözünürlüğü: (Piksel) 12 MP
Wi-Fi (Kablosuz Bağlantı): Var
Bellek: 16 GB
EVEREST EVERPAD TABLET
SC714
İŞLEMCİ: ARM Cortex RK2926 1.2 Ghz
İŞLEMCİ TÜRÜ: ARM CORTEX
RAM: 1 GB DDR3 RAM
SABİT DİSK: 8 GB Dahili Hafıza
İŞLETİM SİSTEMİ: Android 4.1 (Jelly Bean)
EKRAN BOYUTU: 7”
dokunmatik kapasitif ekran
EKRAN ÇÖZÜNÜRLÜĞÜ: 800 X 480
WEBCAM: Var
WIRELESS LAN: Var
KULAKLIK ÇIKIŞI: Var
USB (2.0)
TEFAL ÜTÜ SUPERGLISS
FV-3820
2100W Güç
30g/min Sürekli buhar
95g/min Şok buhar
Ultragliss Taban
Dikey ütüleme
Sprey
Teknoloji Reyonlarında...
50 TL VE ÜZERİ ALIŞVERİŞLERE KREDİ KARTINA 10 TAKSİT
73
ER
Kİ
L
DA
ZY
ON
Vİ
KARAYEL / POYRAZ
Yönetmen: Levent İnanır
Tür
: Dram, Komedi
Oyuncular: Yüksel Arıcı, Numan Çakır, Hikmet Karagöz,
Yıldırım Beyazıt, Soner Arıca
Senaryo : Levent İnanır, Yıldırım Bayazıt
Film, İstanbul’dan Karadeniz Bölgesi’ne gelen farklı ideolojideki
gençlerin yaşamını konu alıyor. Üniversite yıllarında kurulmuş bir
müzik grubundaki kardeş kadar yakın arkadaşların bir süre sonra
“ideal müzik mi?”, “piyasa müziği mi” derken yaşadıkları fikir ayrılığı
nedeniyle dağılmaları ve sonrasında da çok yakın dostlarının ölüm
savaşı vermek zorunda kalmasıyla birleşmelerini anlatılıyor.
BENİMLE OYNAR MISIN?
Tür
: Dram, Komedi
Yönetmen: Aydın Bulut
Oyuncular: Ertan Saban, Arif Erkin, Eyşan Özhim, Necip Memili
Senaryo : Eyşan Özhim, Aydın Bulut
Talihsiz bir olay sonrasında ceza alarak hapishaneye gönderilen Sibel,
sekiz yıllık mahkûmiyetin ardından özgürlüğüne kavuşur. İlk işi ise bu
süreçte yetimhanede barınan kızı Rüya’ya tekrar kavuşmaktadır. Kızını
yanına alıp doğduğu günden bu yana yaşadığı Beşiktaş semtinden
taşınacak olan Sibel, Antalya’ya taşınmayı planlamaktadır. Ne var ki
Rüya’nın bu güzel semti bırakmaya niyeti yoktur. Zira Rüya annesinin
yokluğunda Beşiktaş’a sımsıkı sarılmış ve büyüdüğünde Beşiktaş’ta
futbol oynayan bir oyuncu olmanın hayallerini kurar olmuştur. Bu
nedenle annesiyle başka bir şehre taşınmayı istemeyen Rüya’nın acil
olarak yapması gereken daha önemli bir iş vardır: Annesinin hapse
düşmesine neden olan babasını bulmak...
MERYEM
Tür
: Dram, Romantik
Süre
: 100 Dak.
Yönetmen: Atalay Taşdiken
Oyuncular: İsmail Hacıoğlu, Zeynep Çamcı, Mustafa Uzunyılmaz, Mehmet Usta, Zerrin Sümer
Senaryo : Atalay Taşdiken
17- 18 yaşlarında, güzelliği ile tüm kasabanın ilgisini çeken Meryem’e,
aynı kasabada yaşayan ve oğulları İstanbul’da çalışan bir aile talip
olmuş ve 10 gün içerisinde nişan, kına gecesi ve düğün yapılmıştır.
Meryem ‘in Kocası Mustafa, düğünden ancak bir kaç gün önce gelmiş
ve 6 gün evli kaldıktan sonra “Bir düzen kurar, seni de İstanbul’a
alırım” diyerek yaşadığı şehir olan İstanbul’a dönmüştür. Kayınvalidesi
ve kayınpederi ile yaşamaya başlayan Meryem, bir yandan hasret
çekerken, bir yandan da umudunu korumaktadır. Meryem’in oğlunun
yanına gitmesini isteyen kayınpederi, tek geçim kaynakları olan
ineklerini satar ve parayı ev tutması için oğlu Mustafa’ya yollar. Sorun
çözülmüş, Meryem kurtulmuştur. Yol hazırlıkları başlar. Çuvallar
yapılır. Bulgur, tarhana, erişte vs. Allah ne verdiyse… Meryem, yola
çıkar. Ama o, herkesin beklediği sona gitmeyecektir…
74
75
76

Benzer belgeler

Kurban Bayramınız Kutlu Olsun

Kurban Bayramınız Kutlu Olsun sayımızda da birbirinden ilginç ve güzel dosyalar sizi bekliyor. Mübarek Kurban Bayramı’na az bir zaman kaldı. Bayram yaklaşıyor. Kurban Bayramı gelmeden kurban gündemi oluşmaya başladı. Bizler de ...

Detaylı

Katip Çelebi

Katip Çelebi sayımızda da birbirinden ilginç ve güzel dosyalar sizi bekliyor. Mübarek Kurban Bayramı’na az bir zaman kaldı. Bayram yaklaşıyor. Kurban Bayramı gelmeden kurban gündemi oluşmaya başladı. Bizler de ...

Detaylı

MIN YA TUR

MIN YA TUR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tekin Güner Editör Aydoğan Yüce Sanat Danışmanı R. Yeşim Güner YAPIM GREENS DESIGN Yayın Kurulu Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ, Hatice Küçükh...

Detaylı