ten - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği

Transkript

ten - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
İSTANBUL ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ YAYINIDIR
TEMMUZ-AĞUSTOS 2012
Aramıza
hoş geldiniz!
Aşkı taze tutmanın sırrı:
Fullfresh Teknolojisi.
Çevreyle dost Arçelik’ten, Fullfresh Teknolojisi ile
yiyeceklerinizi uzun süre taptaze tutan No-Frost buzdolabı.
Mavi Işık
Havalandırma Filtresi
İyonizer Teknolojisi
Mavi Işığı ile vitaminleri korur, Havalandırma Filtresi ile bakteri oluşumunu engeller,
İyonizer Teknolojisi ile mikroorganizmaları yok eder ve kötü kokuları önler.
arcelik.com.tr
#aşkıtazetutmakiçin
Yeniliği aşkla tasarlar
12
Dernek’ten
Haziran buluşmamızı Cezayir’de gerçekleştirdik................ 4
Kahvaltıda pilates…............................................................ 6
Bu yılın ilk “Murat Belge ile Boğaz ve Yalılar” gezisi….... ... 7
Teknedeydik!…................................................................... 8
İş dünyasının ODTÜ’lüleri buluşuyor/3.............................. 9
ODTÜ’DEN
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda “Güneş Enerjisi
Santrali”nde Uluslararası Gözlemler................................ 10
ODTÜ Senatosu’ndan Kamuoyuna Duyuru...................... 11
Aramıza hoş geldiniz........................................................ 12
14
DERNEK’TEN
Yeni mezunlarla heyecanlı buluşma ................................ 14
Söyleşi
Levent Ünal:
“ODTÜ’lülerin başarısının sırrı yöntemde”......................... 18
Siyaset, 80’ler, Oyunculuk üçgeninde
Burak Tamdoğan...................................................................... 20
DERNEK’TEN
Mehmet Sepil ile Kuzey Irak ve Petrol üzerine.................... 26
18
KÜLTÜR-SANAT
Çocuklar KARABÖCÜ’lere bayılıyorlar.............................. 28
Bu Yıl Cannes’ın Hediyesi Rezan Yeşilbaş......................... 30
Gündem
Yeni kürtaj düzenlemesi hazırlanırken...
Sayılarla kürtaj gerçeğimiz............................................... 32
YAŞAM
Peradays ile ikinci hayat......................................................... 35
20
GEZİ
Rengarenk Meksika......................................................... 38
Dernek’ten
Fotoğraf Çalışma Grubu................................................... 42
Edebiyat Kulübü.............................................................. 44
Sinema Kulübü................................................................ 45
Burs Havuzu Çalışma Grubu............................................ 46
38
İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayın organı
Temmuz - Ağustos 2012
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın
Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul-Nisan 2012
Dernek Adına İmtiyaz Sahibi
Feyzan Ali Aliefendioğlu (CHE’78)
Tepecik Yolu Sokağı No:82
Dalmaz Konut Apt. D.3
34337 Etiler/İstanbul
Sorumlu Müdür:
Nevay Samer (CP ’79)
Tepecik Yolu Sokağı No:82
Dalmaz Konut Apt. D.3
34337 Etiler/İstanbul
Hasan Reyhanoğlu (EE ’99)
İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu
Feyzan Ali Aliefendioğlu (CHE’78)
Hasan Reyhanoğlu (EE’99)
Mehmet Ali Acartürk (MAN’78)
İrem Güngör (ID’02)
Mehmet Rasgelener (ECON-STAT’78)
Arif Cevizci (CENG’89)
Burcu Küçükbabacık (CHE’00)
Yayın Çalışma Grubu
Uğur Ayken (ME ‘76)
Güzin Caner (CHEM ‘78)
Nevay Samer (CP ‘79)
Sefika Caculi (CE ‘85)
Özay Yaşar (SOC ’80)
Seçil Başkaya (SOC ‘03)
Feyzan Aliefendioğlu (CHE ‘78)
H. Belgin Ünal (SOC ’83)
Z. Asuman Dener (PSY ’88)
Bircan Yorulmaz (Yayın Koordinatörü)
Banka Hesap No:
Aidat Hesabı Denizbank Mecidiyeköy Şubesi
3260 – 1441947 – 351
TR330013400000144194700013
Burs Havuzu Hesabı Denizbank Mecidiyeköy Şubesi
3260 -1441947 – 599
TR110013400000144194700021
Yönetim Yeri Adresi
Tepecik Yolu Sokağı No:82
Dalmaz Konut Apt. D.3
34337 Etiler/İstanbul
Dernek Telefonları
Tel: +90 0212 274 68 60 Fax: +90 212 274 67 87
www.istodtumd.org
[email protected]
e-mailinizi bize bildirin, aylık etkinliklere ve duyurulara
daha çabuk erişin
Yayın Hazırlık
Tetra İletişim Hizmetleri Ltd. Şti
Genel Yayın Yönetmeni: Önder Kızılkaya
Editör: Pınar Türen
Grafik uygulama: Kübra Şahin
Fotoğraf: Gökçe Avenoğlu, Cihan Aldık
Baskı
Şan Ofset
Kemerburgaz Cad. No: 13
Ayazağa/Şişli
Tel: 0 212 289 24 24
Baraka dergisinde yayımlanan yazı ve fotoğrafları yayma hakkı
İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği’ne ait olup kaynak gösterilse dahi,
hak sahiplerinin yazılı izni olmaksızın ticari amaçla kullanılamazlar.
II. Başkan
Değerli Arkadaşlar;
Bu yazıyı okumakta olduğunuz şu
esnada havalar nasıldır bilmiyorum
ama ben şu an henüz on altıncı sözcüğü
yazarken parmaklarım ter içinde kaldı.
Bu denli sıcakları yaşadığımız günlerde
gerek ülke gerek dernek gündemimiz
sıcakları aratmayacak kadar sıcak,
nem yoğunluğunu aratmayacak kadar
yoğun. Aksi gibi dergide bu sıcak ve
yoğun gündemdeki neredeyse her şeye
değinmişiz, kısa kessem olmayacak,
hepsini yazsam almayacak. Neyse ki
bu yazının uymam gereken bir sözcük
sınırı var.
Haziran’ı Temmuz’a bağlayan
günlerde asili yedeğiyle neredeyse
tüm Yönetim Kurulu ve müdüriyetle
beraber ODTÜ’deydik. Konsey,
Mezunlar Günü ve Diploma Töreni
derken, normal bir YK toplantısındaki
hazirunun iki katı bir kalabalıkla tüm
etkinliklere katıldık. Yetmedi, hazır
toplanmışken bir aylık gündemi de
değerlendirerek aradan çıkardık. Bu
derginin gündeminin yoğunluğunun
asıl nedeni budur. Bu kapsamda yeni
bir etkinliğin de ilk adımlarını atarak
bir boşluğu doldurduk. Aramıza yeni
katılan mezunlarımıza ODTÜ’de
düzenlediğimiz bir söyleşiyle
“Welcome to the Jungle” derken,
İstanbul’da yaşamın güzelliklerine,
zorluklarına dikkat çektik. Bizi
nerede bulabileceklerini, nerede
bulamayacaklarını, nerelerde aramaları
gerektiklerini hatırlattık. Ertesi
gün diploma töreninde üzerinde
“Uzataydınız İyiydi” yazan pankartla
stadyumu gezerken pankartımızla ve
bizimle fotoğraf çektirmek için sıralar
oluştu. “Şimdi mi söylenir bu” gibi
sitemler duyduk sıklıkla. Yeni mezun
arkadaşlarımızın ve velilerinin bu denli
ilgisine mazhar olmak çocukça şımarttı
bizi açıkçası.
Ortadoğu’da daha da ısınan ortam dünya
gündemine bütün ağırlığıyla çökmüşken
biz bir süre önce gündemimize giren
(artık ne maksatla girdiyse) bir konuyu
“önemine binaen” unutamadık.
Arkadaşımız Özay Yaşar “kürtaj”
konusunu “sayılarla kürtaj gerçeğimiz”
başlığı altında bir ODTÜ’lünün
bakması gereken perspektiften
örneklerle sundu. Sayfalarımızda ayrıca
“ODTÜ Kadın Çalışmaları” anabilim
dalının kamuoyuna duyurusunu da
bulacaksınız.
“İçimizden Biri” sayfamızda konuk
ettiğimiz Özyurtlar İnşaat Genel
Müdürü Levent Ünal ODTÜ geçmişini
anlatırken mezunlarımızın başarı
sırlarını “ODTÜ’lülerin sırrı yöntemde”
diyerek özetledi.
Bir ODTÜ’lü sayfalarımızda konuk
ettiğimiz oyuncu Burak Tamdoğan,
“siyaset, 80’ler, oyunculuk” üçgeninde
ODTÜ Psikoloji Bölümü’nde başlayıp
Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü’yle
devam eden eğitim sürecini ve “ODTÜ
Oluşum” yapılanması günlerine ilişkin
anı ve görüşlerini dergimizle paylaştı.
Derneğimiz yeni gruplarından Enerji
Komisyonumuz ikinci etkinliğinde
Genel Enerji Şirket Başkanı
Mehmet Sepil’i ağırladı. Yeni hobi
gruplarımızdan bir diğeri sinema
grubumuz, film izleme ve tartışma
etkinliklerinin yanı sıra Fransa’da
yaşayan sinemacı mezunlarımızdan
Defne Gürsoy’la Cannes Film
Festivali üzerine söyleşti. Pilates,
fotoğraf ve edebiyat gruplarımız
mutat etkinliklerini ara vermeden
sürdürdüler. Hayatınıza renk katmak
için gruplarımızın toplantılarına
uğrayabilirsiniz. İhtimaldir ki bu hobi
gruplarımız kısa sürede hayatınızda
vazgeçilmez olacaktır.
Yazılarımızı keyifle okumanız dileğiyle.
HABER
Haziran buluşmamızı
Cezayir’de gerçekleştirdik
DERNEK’TEN
amızı
Haziran ayı buluşm
e mekanlarından
Beyoğlu’nun gözd
leştirdik.
Cezayir’de gerçek
in ve birlikte
Müziğin, eğlencen
rdüğümüz bir
olmanın keyfini sü
gece daha yaşadık.
4
wings_bodrum_cesme_odtu.pdf
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
1
09.08.2012
16:52
HABER
Kahvaltıda pilates
İstanbul ODTÜ
Mezunları Derneği
Pilates Grubu’nun
aktiviteleri açık
havada devam
ediyor. Neşeli
grubun son durağı
Riva’ydı.
Yaz
DERNEK’TEN
gelince açıkhava aktiviteleri
düzenleyerek buluşmaya devam
eden neşeli ekibin bu seferki
adresi Riva’da, mezunumuz Deniz
Dursun’un (ARCH ‘88) mekanı
Kulindağ’dı. “Kahvaltıda pilates”
konseptiyle 7 Temmuz 2012 sabahı
bir araya gelen İstanbul ODTÜ
Mezunlar Derneği Pilates Grubu,
ormanın içinde İstanbul’a hem
çok yakın hem de bir o kadar onun
karmaşasından uzak bir mekanda
beraber vakit geçirmenin keyfini
yaşadı. Yemyeşil ağaçların altında
birbirinden lezzetli ev yapımı
6
yiyeceklerle kahvaltı yapan Pilates
Grubu, günü kısa bir yürüyüş ve
nefes egzersiziyle tamamladı.
Sadece bedeni değil, ruhu da
geliştirip dengeleyen bu spor
aktivitesini; çok sevdikleri
eğitmenleri Sem Hoca’yla yaptıkları
için şanslı olduklarını, her ortamda
belirten İstanbul ODTU Mezunları
Derneği Pilates Grubu, herkesi
Pazartesi derslerine katılmaya davet
ediyor. Dostluklarını derslerin
dışında da devam ettiren grubun
bundan sonraki rotası ise “plajda
pilates” konseptiyle Büyükada…
HABER
Bu yılın ilk “Murat Belge ile
Boğaz ve Yalılar” gezisi…
Murat Belge’nin eşsiz rehberliği eşliğinde Boğaz ve Yalılar gezisi
7 Temmuz Pazar günü gerçekleşti.
Biliyoruz
ki son yıllarda
İstanbul’da Temmuz ayları çoook
sıcak geçiyor. Bu kadar sıcak bir
havada İstanbul’da en güzel ne
olur? Elbette ki “Murat Belge ile
Boğaz ve Yalılar” gezisi. 7 Temmuz
Pazar günü gerçekleşen gezimizde
katılımcılar Murat Hoca’nın etkileyici
anlatımıyla beraber Boğaz, yalılar ve
yalı sakinleri hakkında hiçbir yerde
duyamayacakları bilgiler edindiler.
Öğle yemeği için Anadolu Kavağı’nda
verilen molada mevsimin en güzel
balıklarını Boğaz’a karşı yemek gezinin
ayrı bir keyfiydi.
Günün sonunda Boğaz manzarası
eşliğinde güneşlenme fırsatı da
bulan katılımcıların yüzlerinde
güneş kızarıklığı, akıllarında Murat
Hoca’nın anlattığı hoş hikâyaler
kaldı.
Yılın ikinci “Murat Belge ile Boğaz
ve Yalılar” gezisi 9 Eylül Pazar günü.
Bekliyoruz.
7
HABER
Teknedeydik!
Bu yıl tekne gecemizde bir
DERNEK’TEN
farklılık yapalım istedik. Daha
önceki yıllarda yaptığımız tekne
kokteyllerinden kulağımızda kalan
“Çok kalabalık, niye cumartesi,
niye perşembe, aç kalıyoruz, 2.
içkiden sonrasına neden ayrıca
para ödüyoruz” gibi cümleler
de vardı. Bu kez değişiklikte
ferahlık vardır dedik ve bir Cuma
akşamı yemekli, sınırsız içkili,
yine müzikli-danslı bir gece
organize ettik. Çok sıcak bir
günün hafif esintili akşamüzeri
saatlerinde, önce Kabataş’tan
sonra Paşa Limanı’ndan aldık
konuklarımızı. Teknede önce
hafif ve serin kokteyl servisi ile
karşılandık, birbirini tanıyan ve
tanımayanların ilk karşılaşma
sohbetlerine serin içecekler eşlik
etti. Sohbetin ilerlediği saatlerde
ise yemek için bir alt kata indik,
hoş bir ambians içinde hafif bir
müzik, çok lezzetli ve çok çeşitli
yemeklerin yanı sıra masaların
çevresinde İstanbul gecelerinin
ışığını Boğaz’dan rahat rahat
izledik, güldük, eğlendik. Havai
fişek gösterisi de tam teknemizin
yanıbaşında olunca herkes bizim
sürprizimiz olduğunu düşündü,
ama şimdi itiraf ediyoruz ki biz
yapmamıştık…
Yemeği mümkün olduğunca
çabuk bitirip yine üst kata bu
8
kez dans etmeye geçtik… Bir ara
konuklarımız Ajda Pekkan’ın
konser verdiği alana yanaşmamızı
isteyince, tekne yetkilileri de bizi
kırmadı ve 2 şarkılık bir mola
verdik.
Sonra dönüş… Herkes ayrılırken,
başta Ankara’dan gelen
konuklarımız olmak üzere ayrılma
vaktinin çok çabuk geldiğini
söyledi.. Her zamanki dönüş
saatimiz olmasına rağmen! O
gece herkes için çok güzeldi.
İstanbul içi ve dışından gelen
tüm konuklarımıza çok teşekkür
ediyoruz, verdikleri güzel enerji
için, düğünler/konserler ve
tatillerle dolu İstanbul gece
hayatında bu organizasyona da yer
ayırdıkları için.
HABER
İş dünyasının ODTÜ’lüleri buluşuyor/3
İş dünyasındaki ODTÜ’lülerin bir araya gelmeleri, karşılıklı deneyimlerini paylaşmaları,
dayanışma ve ortak proje geliştirmeleri için bir platform oluşturmayı amaçlayan; “İş
Dünyasının ODTÜ’lüleri” buluşmaları 3. toplantılarında Haluk Mesci’yi konuk etti.
İş
dünyasının ODTÜ’lülerinin
Haziran ayı konuğu Mahi Mahi
Markalaşma Hizmetleri Kurucu Ortağı
ve Reklamcılar Derneği Onur Üyesi,
Haluk Mesci’ydi (MAN ‘76).
13 Haziran akşamı Galata A Pera
Cafe’de yapılan etkinlikte, verilen
kokteylin ardından konuğumuzu
misafir ettik. İlk olarak Haluk
Mesci’nin üniversite yılları sonrasında
yaşadığı olaylarla reklam dünyasına
girişini ve bu alandaki ilginç kariyer
hikayesini dinleme fırsatı bulduk.
Konuğumuzdan, zamanında kült
olmuş ve sloganları bugünlere kadar
taşınmış reklamlarının yaratıcılık
süreçleri ve perde arkasındaki ikna
serüvenlerini öğrendik.
Aynı zamanda ODTÜ’nün 2011 tanıtım
filminin ve “I brain ODTÜ” sloganının
yaratıcısı olan Haluk Mesci’den
üniversitemiz tarihinde bir ilk olan
bu fikrin ortaya çıkışını dinledik.
Reklam-ürün ilişkisi hakkında doğru
bilinen yanlışları tartıştık ve bugün en
sevdiğimiz reklamların neler olduğu
konusunda bizler de fikirlerimizi
paylaştık.
Konuğumuz sohbet sonrasında
bizleri kırmayarak, günlük hayatta
reklamlarla ve markalaşmayla ilgili
merak ettiğimiz, aklımıza gelen tüm
soruları, bizler için cevaplandırdı.
İş Dünyası’nın ODTÜlüleri
buluşmaları önümüzdeki aylarda da
ODTÜ’lüleri bir araya getirmeye ve
farklı sektörlerden konuşmacıları
ağırlamaya devam edecek…
9
HABER
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda “Güneş Enerjisi
Santrali”nde Uluslararası Gözlemler...
ODTÜ’DEN
Teksas Üniversitesi
ile
ODTÜ Ankara Kampusu’ndan bir grup
öğrenci bir hafta süreyle, ODTÜ Kuzey
Kıbrıs Kampusu’ndaki Solar Güneş
Enerjisi santralinde gözlemler yaparak
ve projeler geliştirerek çeşitli çalışmalar gerçekleştirdi. ODTÜ Uluslararası
Yaz Dönemi - Mühendislik Programı
(METU International Summer Engineering Program-METU ISEP 2012)
adıyla geçtiğimiz hafta bir araya gelen
10
Makina, Elektrik-Elektronik ve İnşaat
Mühendisliği öğrencileri ODTÜ Kuzey
Kıbrıs Kampusu’ndaki “Solar Güneş
Enerjisi” santralinde gözlemler yaparak çalışmalarına başladı.
ODTÜ Makina Mühendisliği öğretim
üyesi Doç. Dr. Derek Baker girişimi ile
söz konusu programa katılan Teksaslı
öğrenciler ve programa kayıtlı ODTÜ
Ankara Kampusu’ndan öğrenciler,
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndaki
santral hakkında bilgi edinip gözlem
yapmalarının ardından proje aşamasına geçtiler. Kuzey Kıbrıs
Kampusu’nda geçirilen sürenin
ardından 5 gün boyunca İzmir’de
derslerine devam edecek olan öğrenciler İzmir’de aynı zamanda “Uluslararası Ege Enerji Sempozyumu ve
Sergisi”ne (IEESE) katılacak.
DUYURU
ODTÜ Senatosu’ndan Kamuoyuna Duyuru
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Senatosu’nun 31 Temmuz 2012 tarihinde yapmış olduğu toplantıda aldığı karar
doğrultusunda aşağıdaki duyuru kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.
________________________________________
Ülkemizde süregelen kimi soruşturma, tutuklama ve baskılardan hak ve özgürlüklerin de yara aldığı bilinen bir
gerçektir. Bu bağlamda, bilim insanlarına, öğrencilere ve basın mensuplarına yönelik bu tur uygulamalarla akademik
değerlerin ve ifade özgürlüğünün gerilediği görüşü yurt içinde ve yurt dışındaki akademik çevrelerde de yaygın olarak
paylaşılmaktadır.
Haberleşme özgürlüğünün yaygın bir biçimde ihlal edildiği endişesi, iddianamelerde delil olarak kullanılan bazı
belgelerin gerçek olmadığına yönelik tespit ve kanıtlar, hangi gerekçeyle yargılandıkları belli olmayan öğrenci, bilim
insanı, basın mensubu ve kamu görevlisi sayılarının sürekli olarak artması kaygıyla izlediğimiz gelişmeler arasındadır.
Kendi iradesi ile yurt dışından gelerek ifade veren ve bulunduğu konum itibarıyla delil karartması mümkün olmayan
insanların bile tutuklu olarak yargılanmaları ve tutukluluk sürelerinin kabul edilemez şekilde uzaması ile yargılama
sürecinin kendisinin bir cezalandırma aracı haline gelmesi, ülkemizde ağır bir baskı ortamı oluşturmakta ve kamu
vicdanını rahatsız etmektedir. Üçüncü yargı paketi, bu sorunları ortadan kaldırmamıştır.
Temel hak ve özgürlüklere saygı, farklı görüşlere tahammül, çoğulculuk, açıklık, hukukun üstünlüğü gibi demokrasi
ilkelerinin ülkemizde tam olarak hayata geçirilememesinden büyük kaygı duyuyoruz. Son dönemlerde genel uygulama
haline gelen tutuklu yargılamalara, uzun süreli tutuklamalara, baskı unsuru haline gelen yaygın dinleme, sorgulama
ve kovuşturmalara son verecek, 2000’li yıllarda ülkemizi hala insanların fikir suçlarından ötürü yargılandığı bir
ülke görünümünden kurtaracak, uluslararası standartlara uygun adil yargılanma koşullarını gerçekten sağlayacak
adımların en kısa sürede atılmasını öncelikle bekliyor, hak ve özgürlükler alanının evrensel değerlere uygun biçimde
düzenlenmesini istiyoruz.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Senatosu
“Okulayüzverin Projesi” kapsamında okul yapımı devam ederken proje gönüllüsü
bir mezunumuzdan gelen mesajı İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği üyeleri ile paylaşıyoruz:
Vay Arkadaş,
Bi okulu bitiremedik, yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, dedik; kuyruk elimizde, bıçak düştü gitti, öyle bakıyoruz.
Her ODTÜ Mezunu (ki 107.000-yüzyedibin kişi olmuşuz) verse, hepsi vermezse yarısının yarısı 100 TL verse, kaç okul biter
dedik, yalanmış bitmedi, zaten ne çeyreği ne onda biri verdi.
Toplam bağışçı sayımız 1700ü bile bulamadı. Kimden istesek “biz yardım yaptık, daha bitmedi mi” diyorlar; söyleme bakarsak
onbin kişi vermiş ama bağışçı sayımız ortada. Para olmazsa nasıl bitecek?
Ama söyleyim, BEN ÇOK YORULDUM. Gönül yorgunluğu bu.
İçeride ODTÜLÜLER tarafından azarlanmaktan, hor görülmekten; dışarıda ODTÜ Mezunlarını savunmaktan çok yoruldum.
Bir zamanlar ülkenin kaderini değiştirmek için yola çıkanların ve onların izinden yürüyenlerin sadece 1200 çocuğun kaderini
değiştirme çabamızı aşağılamasından çok yoruldum.
Biz iki avuç genç, onlara inanan bir avuç destekçi abimiz/ablamız ile yoldayız.
Bu okulun bitmesine 442 tane 1.000 TL (bin TL) uzaktayız.
Takdir sizlerindir.
Saygı ve sevgilerimle,
Binnur ÖZKAN (Chem’99)
BAĞIŞLARINIZ İÇİN
www.okulayuzverin.org
11
HABER
Aramıza Hoş
ODTÜ 2012 mezunları
başarılarla dolu eğitim
hayatlarına hayatın farklı
alanlarında başarılar eklemek
üzere mezuniyetlerini
kutladılar. Her zaman olduğu
gibi büyük bir coşku ile geçen
törende ODTÜ ruhu her
ODTÜ’DEN
yerdeydi.
12
HABER
Geldiniz!
ODTÜ ruhunu en iyi anlatan ise kuşkusuz “özgürlük” vurgusu yüklü pankartlardı.
Yeni mezunlarımıza “aramıza hoş geldiniz!” diyoruz.
ODTÜ Mezunlar Günü her yıl olduğu
gibi yine yüksek katılımla ve coşkuyla
kutlandı. Eski mezunlar ODTÜ’lü olmanın
farkını bir kez daha yaşadılar. Birçok farklı
etkinlik arasında belki de en keyiflisi eski
mezunların folklor gösterisiydi. Coşkuyla
kutlanan bir mezuniyet ve mezunlar
gününün ardından dostluk, sevgi, birlik ve
ODTÜ’lülük dolu anılar kaldı.
13
HABER
Yeni mezunlarla
heyecanlı buluşma
İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu üyeleri ve diğer katılımcı mezunlar
bu yıl diplomalarını alan taze ODTÜ mezunları ile “Welcome to Jungle” etkinliğinde bir
araya geldi.
Münire Atıcı (EE ’10)
DERNEK’TEN
Bir
yönetim kurulu toplantısında
ortaya atılan “Yeni mezunlarla nasıl
buluşmalıyız?” sorusuna çok güzel
bir yanıt oldu” Welcome to Jungle”.
İstedik ki İstanbul’a yerleşmeyi
düşünen cesur mezunlarımıza yol
gösterelim, “E, buyrun hoşgeldiniz
Jungle’a” diyelim. Bu amaçla heyecanlı
bir hazırlığa başladık. İstanbul’da
yapsak gelen olur mu olmaz mı derken,
14
diploma töreninden bir gün önce
yani mezunlar gününde buluşmaya
karar kıldık. Afişle, maille, sosyal
medyayla seferber olduk, sesimizi genç
mezunlarımıza duyurmaya çalıştık.
Kendi tecrübelerimizden yola çıkarak
onların neleri merak edebileceklerini
düşünüp bilgilendirici bir program
hazırladık. Çiçeği burnunda
mezunlarımız da sesimize yanıt
verdiler, onlar için hazırladıklarımızı
dinlemeye geldiler. Başlarken pek
değerli tecrübeli mezunlarımız kendi
deneyimlerini paylaştılar. Yeri geldi
işe pijama ile gitmeyin öğüdünü
verdiler, yeri geldi “şantiyelerde
sadece erkeklerin sözü geçmez”
dediler. Konu İstanbul’a gelince
öncelikle İstanbul’un sadece Beşiktaş,
Ortaköy ve Taksim’den oluşmadığını,
HABER
artık Gebze, Tuzla, Beylikdüzü’nün
de İstanbul’dan sayıldığını söyledik.
Trafik sıkıntısından bahsedip “İBB
yoğunluk haritasını yorumlamayı
öğrenseniz iyi olur” dedik.
Elbette sadece zorluklardan
bahsetmedik. “Hayat burada, eğlence
burada, kültür burada, sen neredesin?”
dedik.
İstanbul’dan bahsedip de iş
dünyasının kulağını çınlatmamak
olmaz. İş imkânları, baş döndüren
plazalar, kişisel gelişim sertifikaları
gibi Jungle’ın tüm parçalarından
bahsedildi. İstanbul’un fırsatlar şehri
olduğunun, çeşit çeşit lisansüstü
programlar olduğunun, birçok
firmanın genel müdürlüğünün de
burada olduğunun altını çizdik.
Programın sonunda bu yıl pilot
uygulama ile başlayacak olan
“ODTÜ 5/İST 101” sınıfının tanıtımı
yapıldı. Katılımcıların kaydı alındı.
İstanbul’a kesin yerleşenlerle
İstanbul’da tekrar buluşulacağı
üzerine sözleşildi.
Bundan sonra gelenekselleştirmeyi
düşündüğümüz “Welcome to
Jungle” etkinliğimiz öğrenciler ve
diğer mezun dernekleri tarafından
çok beğenildi, takdir edildi. Bu
etkinliğin gençler arasında mezun
derneği bilincini arttırmasını
hedefliyoruz.
30. yıl madalyası ile etkinliğimize
katılan Nuray Akmeriç’e, desteğini
bizden esirgemeyen diğer mezun
dernekleri temsilcilerine ve katılımcı
tüm arkadaşlara teşekkür ediyoruz.
15
Amfi
Salon-1
Büyük Salon
20 kişi
kapasiteli,
klimalı, ses ve
ışık izolasyonlu
salonumuz
Kokteyller, eğitimler ve seminerler
için çok amaçlı salonumuz
İstanbul ODTÜ
i
ğ
e
n
r
e
D
ı
r
a
l
n
Mezu
r
o
y
ı
t
a
k
k
n
e
r
a
z
ı
hayatın
Amfi
Salon-2
14 kişi
kapasiteli,
salonumuz
Dinlenme
Bölümlerimiz
Amfi
Salon-3
U düzende 12
kişi kapasiteli
salonumuz
DERNEK ETKİNLİKLERİMİZ
Çalışma Gruplarımız ve Kulüplerimiz
Eğitimlerimiz
Derneğimizin varlığını sürdürmesinde ve
gelişmesinde çok önemli roller üstlenen
çalışma gruplarımız ve kulüplerimizden
bazıları;.
Pilates - Yoga
Resim
Tango - Latin Dansları - Sirtaki
Gitar - Perküsyon
İngilizce Konuşma Kulübü
İş İngilizcesi
İspanyolca (Temel ve İleri Seviye)
Temel Fotoğraf Eğitimi
İleri ve Orta Seviye Excel
Yazılım Proje Eğitimi
Oyunculuk Atölyesi
Pazartesi Seminerleri/ Farkındalık ve Gelişim
Bireysel İtibar ve Marka Semineri
Doğru, Güzel ve Etkili Konuşma Semineri
Stratejik Düşünme Semineri
Şarap Kültürü
Denizcilik ve Yelken Eğitimi
Türk Sanat Müziği Eğitimleri
Burs Havuzu Çalışma Grubu
Yayın Kurulu
Sosyal Etkinlikler Çalışma Grubu
İnsan Kaynakları Çalışma Grubu
Edebiyat Kulübü
Fotoğraf Çalışma Grubu
Bilimsel ve Kültürel Etkinlikler Çalışma
Grubu
Forum Çalışma Grubu
Kentsel Yaşam Çalışma Grubu
Gezilerimiz
Kış aylarında Uludağ
Günübirlik yürüyüş gezileri
Bağbozumu gezileri
Tarih ve kültür gezileri
Boğaz ve Yalılar gezisi
Düzenli Buluşmalarımız
Her ayın ilk ve üçüncü perşembesi
buluşmaları
Yılbaşı öncesi kokteylimiz
İSTANBULUŞMA etkinliğimiz
İş Dünyasında ODTÜ’lüler buluşmaları
Tepecik Yolu Sokağı No:82
Dalmaz Konut Apt. D.3
34337 Etiler/İstanbul
Toplu taşıma ile ulaşım için otobüsler:
58N: Kabataş- Fatih Sultan Mehmet
59N: Şişli- Fatih Sultan Mehmet
Levent ve 4.Levent metrolarından
araba ile 5 dakika mesafede.
Telefon: 0212 274 68 60 - 0533 206 23 01
0533 690 69 24
Söyleşi ve Gösteriler
Edebiyat kulübümüzün düzenlediği
“Yazarlar ile Söyleşiler”
Fotoğraf Çalışma Grubumuzun düzenlediği
“Fotoğraf Gösteri ve Söyleşileri”
Bilimsel ve Kültürel Etkinlikler Çalışma
Grubumuzun düzenlediği “Güncel
Söyleşiler”
Deneyimli ODTÜ’lüler ile genç
mezunlarımızı bir araya getiren
“Deneyimler”
İÇİMİZDEN BİRİ
“ODTÜ’lülerin başarısının
sırrı yöntemde”
Özyurtlar İnşaat Genel Müdürü olarak inşaat sektöründe önemli başarılara imza atan
Levent Ünal (ECON ’83) ile ODTÜ yılları ve ODTÜ’lülerin başarılarının sırları üzerine
dergimiz Yayın Çalışma Grubu üyelerinden Seçil Başkaya (SOC ’03) sohbet etti.
ODTÜ dendiğinde aklınıza gelen ilk
kare nedir?
ODTÜ dendiğinde ilk aklıma gelen şey
Tunus Caddesi’nde mavi otobüsler.
Kare olarak da çam ağaçları ve kampüs
aklıma geliyor. Bizim otobüsler rengiyle bir marka gibiydi, farklıydı. Herhalde şimdi onlar kalmamıştır. Şimdi nasıl
gidiliyor okula? ‘Herkesin arabası var’
derseniz şaşırmam.
SÖYLEŞİ
Galatasaray Lisesi
son
sınıfta iktisat okumaya karar veren
ve ODTÜ’deki kadroyu öğrenmek için
Ankara’ya giden Özyurtlar İnşaat
Genel Müdürü Levent Ünal, okuldaki
demokratik ortamdan ve hoca-öğrenci
ilişkilerinden çok etkilenir. Tek tercihle ODTÜ’ye adım atar. İkinci senenin
18
başında 12 Eylül darbesi ile örnek aldığı
hocaların okuldan uzaklaştırılması
Ünal’ı da akademisyen olmaktan alıkoyar. Türkiye’nin önemli bankalarında
yıllarca önemli projeler yürüttükten
sonra Özyurtlar İnşaat Genel Müdürlüğü görevini üstlenen Ünal’a göre başarısının sırrı ODTÜ yönteminde...
Öğrenciler, lüks arabalarla okula
gitmeye başlamış. ODTÜ’nun ruhuna
aykırı bir durum esasında...
ODTÜ’nün ruhu biraz sakattı bizim
dönemde. Bir tostu bile çok gören bir
anlayış vardı. Hepimizin içinde kalmıştır mesela... Yuvarlak ekmeğe tosttan
başka birşey yapmıyorlardı. Sonuçta
parayla satıyorsun, değişik bir şey yapsana. Ben iktisat mezunuyum, Güntaç
Özler Hoca’nın Sovyet Ekonomisi diye
bir dersi vardı, en sevdiğim derslerden
biriydi çünkü teorik bir iktisat dersi
değildi. Sosyalist sistemin nasıl bir
iktisadi mantıkla yönetildiğini anlatan
ve dönem itibariyle de çok anlamlı bir
dersti. Ana fikir, koca bir toplumun iktisadi ihtiyaçlarının tek bir merkezden
karşılanmasının yarattığı sonuçları
(genelde de olumsuz) anlamamızı sağlamıştı. Sistemin (müşteri kabul etmediği) tüketicinin ihtiyacıyla, imalatı ve
lojistiği nasıl ve neden buluşturamadığı anlatılıyordu. Bizim tost da öyleydi.
Belirsiz ve ulaşılamaz bir merkezden
bize dayatılan istemediğimiz bir ürünü
yıllarca zorla yemek zorunda kaldık.
İÇİMİZDEN BİRİ
“Hocalarla
öğrencilerin son
derece rahat, medeni
ilişkisi çarpıcıydı.”
Yurtta mı kaldınız?
Ben yatılı okuldan oraya geldim. 8 sene
yatılı okulda okuduğum için üniversitede direkt arkadaşlarla eve çıktım.
ODTÜ’de okumaya nasıl karar verdiniz?
Galatasaray Lisesi’nde okurken önce
iktisat okumaya karar verdim. Amatörce
ilgileniyordum. Sol literatürle ekonomi – politikle ilgilenmemek mümkün
değil. Bir arkadaşım da iktisat okumak
istiyordu, birlikte karar verdik. Eniştesi
ekonomi okuyordu. Gidip konuşalım dedik. Mezuniyetten bir yıl önce Ankara’ya
gittik, onlar bizi üniversiteye götürdüler.
Biz orada hocalarla oturduk konuştuk.
Ben çok etkilendim kadrodan. Hocalarla
öğrencilerin son derece rahat, medeni
ilişkisi son derece çarpıcıydı. Oradaki
demokrasi yani öğrenciyle hocanın eşit
bir durumda olması odaklanılan şeyin
gerçekten bilim olduğunu gösteriyordu.
Kadroyu tek tek öğrendim ve inanılmaz
etkilendim. Çağlar Keyder, Gürel Tüzün,
Güntaç Özler, Neyir Berktay, Fikret
Görün, Haluk Kasnakoğlu…
Tek tercih yapıp, sınava girdim. Kazanacağımdan şüphem yoktu. Fakat talihsizliği ikinci senenin başında yaşadık.
12 Eylül oldu, bir sürü hocayı okuldan
uzaklaştırdılar. En parlak hocaları aldılar, bölümden 11 kişi bir gecede gitti. Ben
akademisyen olmayı düşünüyordum
fakat ondan sonra o hevesim kalmadı.
Birden bire ilgi alanım hiç düşünmediğim iş hayatına kaydı.
ODTÜ’nün arkadaşlıkları da çok meşhurdur. Eminim çok yakın arkadaşlarınız vardır...
ODTÜ’deki arkadaşlarımla görüşüyorum. Yazışıyoruz, konuşuyoruz. Bir ara
toplantıları ben organize ediyordum.
Hatta, 3-4 kere toplandık. Fakat sonra
benim tempom çok değişti. Buraya geçtikten sonra tempom daha da yoğunlaştı.
Vakit bulamaz hale geldim. Bu ara, yani
son iki-üç yıldır ihmal ettik. İki- üç kişi
toplanıyoruz arasıra.
ODTÜ’de en sevdiğiniz şey nedir?
ODTÜ’de en sevdiğim şey, öğretmen
kadrosuyla öğrenci ilişkisinin çok iyi
olması. Yanlış bir hiyerarşiye baştan izin
vermeyen bir sistemin kurulmuş olması
çok takdire şayan. Amerikan üniversitesi olmasından deniyor ama Türkiye
gibi otoriter kültürün olduğu bir yerde
1970’li yıllarda sana değer verilmesi,
senin de değer vermen gerektiğini öğretiyor. Bir de bize öğrettiği yöntem... Çoğu
kişi bunun farkında değil aslında.
ODTÜ’lülerin iş hayatında çözüme
odaklı olması hep o yöntemden geliyor.
O yöntem de şu, biz bir ders kitabı mantığında okumadık. Bir konu vardı, konunun başlıkları vardı. Nasıl elde edersen
et, sen içerikten sorumlusun. Ezberci
sistemden gelenler ise illa ezberleyecek
bir ‘text book’ arıyor, bulamayınca da
sıkıntı çekiyorlardı başlangıçta. Fakat
bu durumu aştıktan ve yönteme adapte
olduktan sonra, öğrenmek ve kendini
geliştirmek daha kolay oldu herkes için.
Kaynak araştırma yöntemi bu yöntem
işte. Sonuçta iş hayatında bu yöntemi
özümsemiş insanlar nereye nasıl bakacağını diğerlerine göre çok daha hızlı
bulabiliyor. O yüzden de iş hayatında
iyiler. Biraz da snobizme bulaşmamış bir
üniversite olduğu için, bazı değerleri biraz daha farklı diye düşünüyorum. Para
peşinden koşan insanlar olmadığı için,
işveren açısından güvenilir çalışanlar
yetiştiriyor ODTÜ.
“Finansa önem
veren, hiçbir zaman
sorun yaşamaz”
ODTÜ’nün size kattığı en önemli özellik
nedir?
O özelliği mezun olur olmaz anlamış
değilim ama şunun farkındayım, bilmediğim bir konuyla karşılaştığımda daha
hızlı çözüme ulaşabiliyorum. Bunu
üniversiteden edindiğimi sanıyorum.
ODTÜ denildiğinde unutamadığınız bir
anınız var mı?
“Yaşadığımız günler zor günlerdi. Uzun
boykotun arkasından okula başlamıştık. En unutamadığım şeyler o
dönemde çok sık aralıklarla jandarmanın okulu, bölümleri çevirmesi.
Hazırlıktayken bir arkadaşım
İstanbul’dan gelmişti, kahvaltı yaptık,
ben de ‘bir-iki ders geç okula giderim’
dedim. Gittiğimde Jandarma’nın okulu çevirdiğini gördüm. Kimse içeri giremiyor, içerdekiler dışarı çıkamıyor.
O gün hazırlıktaki herkesi götürdüler.
Güya insanları terbiye etmek için
çocukları götürüyorlar. Herkesin otobüslere tıkılıp Mamak’a götürülmesi
tatsız bir anıydı. Bunu da defalarca
yaşadık. ODTÜ deyince maalesef bunlar geliyor aklıma. Güzel günler de yok
değil ama bunlar sıkıntılı şeylerdi.
“ODTÜ’lülerin iş
hayatında çözüm
odaklı olması o
yöntemden geliyor”
Mezun olduktan sonra bankaya mı
girdiniz?
Mezun olduktan sonra İş Bankası’na
girdim. Orada 6 sene çalıştım. Sonra
Tekstilbank’a geçtim ve 13 sene çalıştım. Bir sene kamu bankaları krizde
dibe vurunca yönetim değişikliği yaptılar, özel sektörden bir grup bankacıyı
oraya aldılar ben de Halk Bankası’nda
bir sene kredilerden sorumlu murahhas aza olarak çalıştım. Ondan sonra
bankacılığı bitirdim. 7 sene ev elektroniği, inşaat ve finans sektörlerinde
faaliyet gösteren bir grupta çalıştım.
Şimdi Özyurtlar İnşaat’dayım.
O zaman inşaat sektörü sizin için
yeni?
Ben 4-5 yıldır sektörle yatırım amaçlı
ilgilenir oldum. Aslında yatırım
yönetimi alanında faaliyet gösterenler, muhtelif sektörlerden anlar hale
geliyorlar.
Bankacılık da buna elveriyor. Ancak
bana göre asıl önemli husus, hangi sektörle ilgilenirseniz ilgilenin, finanstır.
Şurası bir gerçek ki, finans yönetimine
gerekli önemi veren şirketler, hiçbir
zaman sorun yaşamaz.
19
BİR ODTÜ’LÜ
Siyaset, 80’ler, Oyunculuk
üçgeninde
BURAK TAMDOĞAN
Burak Tamdoğan 1989
yılında girdiği ODTÜ Psikoloji
Bölümü’nden siyasi kimliği yüzünden
son döneminde ayrılmak zorunda
kalmış. ODTÜ Oluşum denince ilk akla
gelen isimlerden biri. Siyaset ve sanat
ile yoğrulmuş hayatını, ODTÜ’nün
bugüne gelmesindeki rolünü ve doğaçlama tiyatro ile tiyatro dünyasına
getirdikleri yeni soluğu konuştuk.
SÖYLEŞİ
ODTÜ’de Psikoloji Bölümü’nde
okudunuz ama son dönem ayrılarak Ankara Üniversitesi Tiyatro
Bölümü’nden mezun oldunuz. ODTÜ
yıllarınızdan ve ayrılmak zorunda
kalışınızdan bahseder misiniz?
1989 yılında ODTÜ Psikoloji’ye
girdiğimde ortalık toz dumandı.
Türkiye’nin 80 sonrası siyasi yıldırılmışlığın meyvelerini topladığı
yıllardı. Sol gruplar örselenmişti.
Dışarıdakiler geçmişin izinden gitmek
isterken, hapisten çıkan insanlar aynı
geçmişle hesaplaşmaya başlamışlardı… İkisinin arasında kalan bizlerin
yalnızlaştığı bir dönemdi. Üstelik
kim hatalıydı ya da kim hatalı değildi
sorusunun cevabını veremiyorduk. O
yüzden biz bağımsızlar olarak bir araya geldik ve böylece ODTÜ Oluşum’u
ortaya çıktı. Günlük sorunlarımız
üstünden politika üreten bir topluluk
olduk. İlk eylemimizde delik pisuvarlarımızı şikayet ettik. Sonra fiyatları
yüzünden kantini protesto ettik.
Böyle başladık ve eğitim düzenine
kadar protestolarımız genişledi. Bir
20
BİR ODTÜ’LÜ
anda beş bin kişiyi toplayabilen bir
yapı olduk. Zamanla uzak duran siyasi
gruplar da protestolarımıza katıldılar. Aslında öğrenci koordinasyonunu hazırlayan bir dönemdi. Çünkü
“Oluşum” olarak yaptıklarımızı diğer
üniversitelere de anlattık. Mesela
ben Ege Üniversitesi’nde anlattım ne
yaptığımızı. ODTÜ Oluşumu öğrencilerin günlük sorunlarından, siyasete
uzanan öz örgütlenmesiydi. Diğer
üniversitelerde “biz buradan ayağa
kalktık arkadaşlar” mesajını verdik.
ODTÜ Oluşumu’nun oluşturduğu
politik ortam birçok grubun örgütlenmesine de zemin hazırladı.
Peki bu kadar uğraştıktan sonra neden son dönemde bıraktınız? Bırakmak zorunda mı kaldınız?
Son dönemimde bırakmak zorunda
kaldım. Aslında önceleri beni daha
eski bir öğrenci ile karıştırdılar. Bir
çok arkadaşım ceza alırken bana
yönelik soruşturmalar artık okulda
olmayan birine gitti. Sonunda yanlışlarını fark ettiler ve düzelttiler. Ya
okuldan uzaklaştırılacaktım ya da
kaydımı başka yere aldıracaktım. Ben
de ODTÜ’de son dönemimde kaydımı
aldım ve Ankara Üniversitesi Tiyatro
Bölümü’ne girdim.
gibi satırla yaralanan insanlar cezalandırılıyor. Benim dönemimde de
öyleydi şimdi de durum aynı.
Ankara Üniversitesi’ne geçmeniz sizi
nasıl etkiledi?
ODTÜ’den kaydımı almak benim için
çok vahim oldu. ODTÜ’de çok şey
öğrendim. Bugünkü halime ODTÜ
sayesinde geldim. Benim babam
sendikacıydı ve her zaman siyasetle
ilgiliydim. Tam bir 80’ çocuğuyum.
Ben büyürken babam hapisteydi. 80’i
Mamak Askeri Cezaevinde babamı
ziyaret ederken öğrendim. Gördüğüm
adam babama benzemiyordu. Şimdi
anlıyorum ki 80 darbesi herkesi kendi
elinden almış. Tüm bunların üstüne
Ankara Üniversitesi benim için bambaşka bir tecrübe oldu. Orada ülkücüler çok daha güçlüydü. ODTÜ’den
oraya solcular satırla parçalanmasın
diye desteğe giderdik. Aslında sağ sol
çatışması olmuyordu; sağcılar satırla saldırıyorlardı ve ciddi anlamda
üniversite tarafından kayırılıyorlardı.
Bu olaylar yine oluyor ve her zamanki
Yani geçiş yapmadınız, baştan yeni
bir bölüm okudunuz.
Evet, sıfırdan başladım. Hem
ODTÜ’den kaydımı aldırdığım için,
hem bambaşka bir bölüme geçtiğim için geçiş yapma gibi bir şansım
zaten yoktu. Aslında okulda çok vakit
geçirmedim, daha çok turnedeydim.
Üniversitede çok kalamıyordum,
ortamdan bunalıyordum.
Neden Tiyatro Bölümü’nü seçtiniz?
17 yaşımdan beri tiyatro yapıyordum.
Lisedeyken başladım Anadolu Sanat
Merkezi ile aşk başladı, Ankara Sanat
Tiyatrosu ile şekillendi. ODTÜ’den
ayrılma dönemimde de tiyatroyu
profesyonel olarak yapıyordum.
Evimin kirasını tiyatro ile ödüyordum. “O zaman tiyatro okuyayım”
dedim ve Ankara Üniversitesi Tiyatro
Bölümü’ne girdim.
Eylemlere katılmaya devam ettiniz
mi?
Evet, ancak ODTÜ’de olduğu kadar
değildi. Önce öz haklarını savunman
gerekir çünkü siyaset buradan başlar.
Örgütlenme de budur. Kendi öz örgütlenmeni gerçekleştirmen gerekir. Ben
“bağımsızlar hareketi”ne katıldım.
Gelenekler üzerinden gitmenin bir
anlamı yok bence, hatta fazla muhafazakar olduğunu düşünüyorum. Türkiye solunda da maalesef bu muhafaza-
“Benim babam sendikacıydı
ve her zaman siyasetle
ilgiliydim. Tam bir 80’
çocuğuyum. Ben büyürken
babam hapisteydi. 80’i
Mamak Askeri Cezaevinde
babamı ziyaret ederken
öğrendim. Gördüğüm adam
babama benzemiyordu.
Şimdi anlıyorum ki 80 darbesi
herkesi kendi elinden almış.”
karlık çok fazla var. Bir şeyin gelenek
olması onun bugün doğru olduğunu
göstermiyor, o günün gerçeği olduğunu gösteriyor ve her dönemin gerçeği
farklı olabiliyor. Ben bunu yıkamayacaksam neyin peşinde koşturuyorum
ki? O zaman, o gelenek kuyruğuma
takılmış bir teneke parçası oluyor.
Siyaset hayatınızda çok şeyi değiştirmiş, peki şimdi siyaset sizi etkiliyor mu?
Şu anda yaptığım tiyatro zaten politik
bir tercih. Doğaçlama tiyatro yapıyorum. Doğaçlama tiyatroda tiyatroyu
doğduğu yerden ele alıyorsun. Bir
sürü elit kesimin sevmediği bir tarz
ama dünyanın en yeni akımı. Bizim
de aslında en geleneksel tarzımız
(ortaoyunu, meddah vb) dolayısıyla benim için çok önemli. Birincisi
sahne üzerinde şöyle bir gerçekliği-
21
BİR ODTÜ’LÜ
miz var: “kendini değil arkadaşlarını
öne çıkar”. Çünkü esas olan oyundur,
aktif dinlemen, iyi anlaman gerekir.
Doğaçlama seyirciyle oyuncu arasındaki hiyerarşiyi kaldırır. Biz seyirciyi
de oyuna katıyoruz zaman zaman.
Tabi bunun belirli teknikleri var. O
gün ne oynayacağımıza seyirci karar
veriyor. Türkiye’de canlanmaya başladı doğaçlama tiyatro ama kulaktan
dolma canlanıyor. Tiyatro akademisyenlerinin çoğu role hazırlanırken
yapılan doğaçlama çalışmalarını
yaptığımızı sanıyorlar, maalesef dünyayı pek yakından takip etmedikleri
için. Uluslararası yayınları takip edip,
yeni akımları araştırsalardı modern
doğaçlamanın dünyada hızla yayılan
ve derin teknik araştırmaları içeren
bir ekol olduğunu bilirlerdi.
SÖYLEŞİ
Doğaçlama tiyatro hangi prensipler
üzerine kuruluyor?
Çeşitli formatlar var. Benim grubumun adı İstanbulimpro. Bizim kendimize has formatlarımız var. Ayrıca
dünyada müzikal impro (doğaçlama
tiyatro) yapan az sayıda tiyatro grubundan biriyiz. Şarkılar ve müzikler
de doğaçlama olarak yapılıyor. Hatta
müzisyen arkadaşımız (aynı zamanda
oyuncudur) “Şarkı” dediğinde biz artık şarkı söyleyerek devam ediyoruz.
Mayıs ayında Türkiye’nin ilk doğaçlama tiyatro festivalini düzenledik.
Gelecek sene çok daha kalabalık olacak yabancı konuklarımız. Yaptığımız
doğaçlama tiyatro eğlenceli olduğu
kadar, elbette politik içerikli. Eğer
bir fikriniz, duruşunuz yoksa zaten
burada bir şey zikir eğleyemezsiniz.
Doğaçlama tiyatro böyle bir şey. Dolayısıyla politik olarak devam ediyorum
ama bir yere angaje değilim. Yani
diğer anlamda hala öz örgütlülüğüm
devam ediyor. Doğaçlama tiyatro için
tıpkı beden eğitimi gibi sürekli algı ve
beyin egzersizleri yapmalısınız. Aynı
anda beyninizin birkaç yerini kullanmanız gerekiyor ve çok iyi dinleyip
anlamalısınız. Psikoloji okurken en
çok ilgimi çeken alan algıydı. Algı
hem yaptığım iş gereği, hem de politik
olarak çok önemli bir konu. Dolayısıyla da direk siyasete bağlanıyor nasıl
algıladığın ve nasıl baktığın.
22
“Şu anda yaptığım tiyatro
zaten politik bir tercih.
Doğaçlama tiyatro yapıyorum.
Doğaçlama tiyatroda
tiyatroyu doğduğu yerden
ele alıyorsun. Bir sürü elit
kesimin sevmediği bir tarz
ama dünyanın en yeni akımı.
Bizim de aslında en geleneksel
tarzımız (ortaoyunu, meddah
vb) dolayısıyla benim için çok
önemli.”
İzleyiciden nasıl reaksiyon alıyorsunuz?
İlk defa izleyenler için çok şaşırtıcı
ve eğlenceli. Bunun bir hazırlılığının
olmadığına, o anda yapıldığına inandıramıyorsunuz. İkinci yarıda emin
oluyorlar çünkü seyircinin dediğini
yapıyoruz. İlk yıllarımızda gösterilerimizi vapurlarda yaptık. Bir
televizyon kanalı haber yaptı. İhtiyar
bir amcaya mikrofonu uzatıp “Bakın
insanlar tiyatroya gitmiyor ama artık
tiyatro ayağınıza geldi bundan sonra
gidersiniz tiyatroya değil mi?” diye
sordular. Amca da “Tiyatroyu bize
yaparlarsa gideriz” cevabını verdi.
Bu çok önemli bir konu. Çünkü
Türkiye’deki tiyatroların çoğu elit
kesime yönelik oyun çıkarıyor.
Bizim yaptığımız tiyatro herkese
hitap ediyor. Doğaçlama yaptığımız
için seyirci üzerinden gidiyor. Biz
ilkokul çocuklarına, üniversiteli
gençlere, avukatlara, esnaflara da
tiyatro yaptık. Çok mükellef sorular
sormuyoruz, mesela “Bize bir mekan
söyler misiniz?” gibi basit sorular
soruyoruz. Veya sahneye iki kişi
çıkarıyoruz ve “aralarındaki ilişkiyi
söyler misiniz?” diye soruyoruz.
Cevap gelin kaynana oluyor mesela
onun üzerinden oyunu devam ettiriyoruz. Bir başka formatta oyuncular
susuyor bu kez seyirciler konuşuyor.
Bizim sahnemizde sadece seyirci
kalamazsınız. Hayatta da öyle olsun
istiyoruz. Hiç seyirci kalmayalım.
BİR ODTÜ’LÜ
Röportajdan sonra oyuna
kaldık. Çok farklı bir format
vardı o geceki oyunda. Bir
psikolog moderatörlük yaptı.
Psikoloğun önündeki kişilik
kartlarından bir seyirci seçim
yaptı. Kartta çıkan kişilik
üzerinden nasıl biridir, nerede
yaşar, ne iş yapıyordur gibi
sorulara cevap alan oyuncular
o karakteri yaratarak oynamaya
başladılar. Röportaj boyunca
konuştuğumuz doğaçlama
tiyatro birkaç dakika içinde bizi
içine alıverdi. Adeta tiyatroyu
yeniden keşfetmek gibiydi
yaşadığımız.
Tiyatrocu olmasaydınız kendinizi ne
olarak hayal edersiniz?
Ben birçok şey yaptım ve yapıyorum
aslında. Oyun yazdım, senaryo yazdım, eğitmenlik yaptım. Aktif düşünme, aktif anlama, zihinsel süreçler
üzerine eğitim veriyorum. Dizilerde
de oynuyorum. Çok uzun süre barlarda şarkı da söyledim. Tiyatro en kalıcı
olan oldu. Özde sadece ben seçmedim, o da beni seçti ve sürekli olunca
da devam ettik. Otuz bir yaşımda
babamlara gittim ve babam “Benim
oğlum oyuncu” dedi. Ben bir afalladım
“Oyuncu mu?” diye. Baktığımda evet
14 yıldır oyuncuydum ama bunu o an
fark ettim. Olmak yalandır kanımca.
Yapmak esastır. Ne yaparsanız o olursunuz zaten. Ama yaptığınız sürece.
Bir oyuncu olarak sinema ve televizyonda neler yapıyorsunuz?
Sinema ayrı bir konudur. Tiyatronun
ayrı bir önemi var. Bugün soruyorlar
“Tiyatro yapmayan oyuncu mu?”
diye. Tiyatroda oynamanız için eğitim
almanız gerekiyor ama sinemada
herkes oynayabiliyor. Bu sektörel bir
durum. Televizyonda yaptığınız işin
ağır sanatsal bir yönü yok ama bir zanaattır. Rezalet demiyorum ama para
kazanmak işin içinde olmasaydı dizi
“Yaptığımız doğaçlama tiyatro
eğlenceli olduğu kadar,
elbette politik içerikli. Eğer
bir fikriniz, duruşunuz yoksa
zaten burada bir şey zikir
eğleyemezsiniz. Doğaçlama
tiyatro böyle bir şey.”
oyunculuğu yapmazdım. Sinema
için öyle söyleyemiyorum. Sinemada karakteri ben belirliyorum ama
dizide reyting neyse sen o oluyorsun. Benim en uzun oynadığım dizi
Parmaklıklar Ardında idi. Sokakta
yürüyorsun, seviliyorsun ama bir
süre sonra özel hayatın yok oluyor.
Ben mesela Parmaklıklar Ardında
dizisi döneminde çocuklarımla
parka gidemiyordum. O dönemde
kaçacak delik arıyordum, bu kadar
tanınmaktan da hoşlanmıyorum.
Üstelik dizi çekimi çok ağır bir iş. Biz
şimdi bir sendika kurduk telif haklarıyla uğraşıyoruz. Çalışma saatlerine
gelemedik bile oraya gelmek çok zor.
Oyuncuların işi zor, set çalışanlarının durumu çok daha zor.
ODTÜ’de tekrar okumak isteseniz
yine aynı dönemi seçer miydiniz?
Aynı dönemde okumak isterdim ve
aynı şeyleri yapardım. ÖTK döneminde de okumak isterdim ama o zaman
şu anki ben olmazdım. Tiyatro yapıyor olmazdım, politikada daha aktif
olurdum. Keşke dediğim çok fazla şey
yok hayatımda. Az önce söylediğim
formüle çok inanıyorum bir işi seçersin ama o iş de seni seçmeli.
Aktif olarak siyasete atılmayı düşünüyor musunuz?
Ben zaten siyaset yapıyorum ama
herhangi bir örgüt bazında değil.
Siyaset de yaşamdan koptu kanaatimce. Meclis endeksli siyaset bir çeşit
ticarete dönüştü. Paranız varsa halkı
temsil etmek için aday oluyorsunuz.
Acaba insan neden bunca para harcar
birilerini temsil etmek için? Bağımsız milletvekili olarak seçilmek çok
güzel ama sonra sesinizi duyurmak
çok zor. Ufuk Uras’ta gördük bunu.
Sırrı Süreyya halka sanal ortamdan
ulaşıyor. Sırrı ağabeyle oturup beş
dakika konuşsanız gerçekten dünyaya
bakış açınızı değiştirebilecek dolulukta bir insandır. O sustuğu için değil biz
duyamıyoruz. Ben o yüzden tiyatro
yapıyorum.
23
ENERJİ KOMİSYONU
Mehmet Sepil ile
Kuzey Irak ve Petrol üzerine
Enerji Komisyonu ikinci
etkinliğinde Mehmet
Sepil’i (CE ’78) konuk
etti. Sepil Kuzey Irak
petrolünün Türkiye
açısından önemi ile
ilgili görüşlerini paylaştı
ve katılımcıların konu
ile ilgili sorularını
yanıtladı.
DERNEK’TEN
ODTÜ
İstanbul Mezunları
Derneği Enerji Komisyonu,
faaliyetlerine mayıs ayı içerisinde
İstanbul Etiler’deki dernek
binasında yaptığı tanışma toplantısı
ile başladı. Komisyonumuzun
amacı; bilgi paylaşımının esas
olduğu, farklı disiplinlerden
gelen katılımcıların birbirlerine
tecrübelerini aktardığı, enerji
ve güncel konular ile ilgili
tartışmaların yapıldığı, yeni
düşüncelerin üretildiği ve
komisyon çalışma sonuçlarının
dernek üyeleri, mezunlar ve
kamuoyu ile paylaşılacağı bir
platform olmasını sağlamak.
Bunun için ilk etkinliğimiz Genel
Enerji şirket başkanı Mehmet
Sepil (CE’78)’in katıldığı söyleşiyi
düzenlemek oldu.
Katılımın yoğun olduğu etkinlik
26
5 Haziran Salı günü dernek
binamızda yapıldı. Söyleşi,
Komisyon Başkanımız
Mete Göknel’in, konuğumuz
Mehmet Sepil’i tanıtması ile
başladı. Konuğumuzun Kuzey
Irak bölgesi ve petrol konusunda
görüşlerini aktarmasının ardından,
soru-cevap kısmına geçildi.
Soruların cevaplanmasından
sonra, Dernek Başkanımız Feyzan
Aliefendioğlu’nun, Mehmet Sepil’e
verdiği şilt ile söyleşi sonlandı.
Söyleşi boyunca 2002 yılından
beri Kuzey Irak’taki gelişmelerden
bahseden Sepil, “Kuzey Irak’ta
petrol ve gaz olduğu yıllardan
beri biliniyordu. Fakat bölgedeki
çalkantılı siyası yapı, 30 yıldan
beri devam eden politik gelişmeler
arama çalışmalarının önünde bir
engel oldu. Öncesinde 4 milyon
varil olan günlük üretim, ambargo
zamanlarında 1.5 milyon varile
kadar düştü. Şu an Kuzey Irak’ta
yaklaşık 50 tane petrol şirketi
faaliyet gösteriyor. Genel Enerji
bu şirketler arasında en fazla
petrol sahasına sahip olan ve
en fazla üretim yapan şirket.
Ülkeden bugün itibarıyla günlük
yaklaşık 2.3 milyon varil petrol
ihraç ediliyor. Bu miktarın 350
bin varili Kerkük-Ceyhan boru
hattı üzerinden gönderiliyor. Geri
kalan kısım ise Basra’dan deniz
yoluyla ülkelere aktarılıyor. Resmi
rakamlara göre dünyada petrol
rezervleri en yüksek seviyede
olan ülke 210 milyar varille
Suudi Arabistan. Kuzey Irak’ın
ise 150 milyar varillik bir rezervi
var. Yapılan arama çalışmaları
ENERJİ KOMİSYONU
ile bu rakamın daha da artacağı
öngörülüyor” dedi.
Kuzey Irak Bölgesinde ilk petrol
arama çalışmalarını yapan şirketin
bir Türk şirketi olan Genel
Enerji olduğunu belirten Sepil,
“Aslında biz bölgede inşaat işleri
ile uğraşıyorduk. Çok da başarılı
olduk. Sonrasında 2002 yılında
petrol işine girdik. Mehmet Emin
Bey’le ortak olduk. Dünya petrol
tarihine bakılırsa bizimkine
benzer hikayeler görülür. Öncü
diyebileceğimiz şirketler yeni
gelişen bölgelere gider, risk
alarak arama faaliyetlerine
başlarlar. Sonrasında ise daha
büyük şirketlerle birleşir veya bu
şirketler tarafından satın alınırlar.
Azerbaycan ve Afrika’daki petrol
bölgelerinde gelişimler bu şekilde
olmuş” dedi.
Bölgedeki doğalgaz rezervlerinin
öneminden bahseden Sepil, “Petrol
arama çalışmaları sırasında gaz
rezervlerine de rastlanıyor. Petrol
rezervleri olduğu kadar bölgede
önemli miktarda gaz rezervi de
mevcut. Dünyada gaz arzını yapan
ülkeler mevcut durumu kendi
lehlerine çok iyi yönetiyorlar.
Doğru fiyat politikaları
uyguluyorlar ve yapılmış olan uzun
dönemli al ya da öde anlaşmalarıyla
“Türkiye Kuzey Irak’ta
bulunan gaz potansiyelini
iyi değerlendirmeli, doğru
politikalar üretmeli ve
bölgede söz sahibi olarak
gaz konusunda fırsatları
kaçırmamalı.”
sadece Türkiye’ye değil diğer Avrupa
ülkelerine de yüksek fiyatlardan
gaz satmaya devam ediyorlar. Öte
yandan Türkiye’nin gaz ihtiyacının
neredeyse tamamı yurtdışından
geliyor. İhtiyacın büyük kısmı
Rusya’dan, bir kısmı İran’dan
bir kısmı ise Azerbaycan’dan
karşılanıyor. Türkmen gazını getirme
çalışmaları devam ediyor. Fakat
Irak gazı bütün bunlara alternatif
oluşturabilecek durumda. Bunun için
Türkiye Kuzey Irak’ta bulunan gaz
potansiyelini iyi değerlendirmeli,
doğru politikalar üretmeli ve bölgede
söz sahibi olarak gaz konusunda
fırsatları kaçırmamalı” dedi.
Ayrıca Amerika’da şeyl gazındaki
gelişmelere dikkat çeken Sepil,
“Şeyl gazının önümüzdeki dönemde
önemi artacak. Bu konuda yaptığı
çalışmalarla enerji konusunda
bağımsızlığını elde etmek üzere
olan Amerika’nın politikaları da
bu doğrultuda değişecektir diye
düşünüyorum” dedi.
Bölgede potansiyelin büyük
olduğunu fakat siyasi çalkantının
devam ettiğine değinen Sepil,
“Bölgesel Kürt hükümeti ile Bağdat
hükümeti petrol kanunu konusunda
henüz anlaşma sağlamadı. Bu
sebepten dolayı yılda 12 milyar
dolarlık bir petrol Ceyhan’a
akmıyor. Bağdat ile Erbil arasındaki
politik sorun hala devam ediyor”
dedi.
Ayrıca Türkiye’nin büyümesinin
önündeki en büyük engelin enerji
fiyatları olduğunu söyleyen Sepil,
“Türkiye’nin son yıllarda büyüme
hızı ortalama yüzde 6 ile 8 civarında.
Bu durumda elektrik talebi ise
yüzde 9 artmakta. Bu talep artışı
her Türkiye’nin ödemesi gerek
doğalgaz ve elekrtik faturasını ciddi
rakamlara taşımaktadır” dedi.
Söyleşi boyunca düşüncelerini
samimiyetle dinleyicilere aktaran
Mehmet Sepil’e katılımından
dolayı bir kez daha teşekkür
ediyoruz. Önümüzdeki dönemde
de söyleşi, panel vb. etkinliklerle
çalışmalarımıza devam edeceğiz.
Bu doğrultuda tüm mezunlarımızın
katılım ve desteğini beklemekteyiz.
27
KİTAP
Çocuklar KARABÖCÜ’lere
bayılıyorlar
Altıncı kitabı baskıya
hazırlanan Niran Elçi
(Niran Bahçekapılı
IE ‘92), çocuklardan
esinlenerek çocuklara
yazdığı çağdaş
masalların yaratım
sürecini Baraka
okurlarıyla paylaştı.
KÜLTÜR-SANAT
Karaböcü
fikrinin nereden
çıktığını çok net hatırlıyorum.
Kendimi bir ‘yazar’ olarak değil, hayatla
bir meselesi olan (birkaç meselesi...
hadi çok meselesi olan diyelim) ve yazı
dünyasında kendini rahat hisseden
biri, bir kıvılcım geldiğinde ‘yazan’ biri
olarak görüyorum.
Karaböcü bir fikir olarak ortaya
çıktığında Nisan dört yaşındaydı ve
anaokuluna gidiyordu. Ve benim
meselelerim vardı.
Eminim farkında olan tek ben değilim.
Biz bir tüketim toplumuyuz. ‘80’lerde
liberal ekonomiye geçtikten sonra
tüketecek daha fazla şey bulmaktan
bahsetmiyorum. Değinmeye
çalıştığım, üretmeden tüketen bir
toplum olduğumuz. Göstergeler çok
açık. Dış ticaret denge(sizliği)miz ve
dev açığımız. Gündelik hayatımızda
faydalandığımız, katma değeri yüksek
ürünlerin büyük kısmının bu ülkede
üretilmemesi…
Nisan da bu tüketim toplumunda,
28
başarılı bir yetişkin tüketici olma
yolunda hızla ilerlemekteydi. Ama ben
ona, tükettiğimiz şeyleri üretmemizin
mümkün olduğunu anlatabilmek
istiyordum. Büyüdüğünde kendini
ifade edebileceği bir yaratım diline
sahip olmasını ve üretmenin
verdiği duygusal tatminden yoksun
kalmamasını istiyordum. Ve bu
yetenekleri geliştirebilmesi için
önünde bir örnek olmalıydı.
Anne, baba ya da çocuk olmuş herkes
bilir. Bir çocuğun bir şeyi yapmasını
istiyorsanız ‘yap’ demeyeceksiniz.
Yapacaksınız. Ben de yapmaya, Nisan
için öyküler yazmaya karar verdim.
Karardan uygulamaya geçmek zaman
aldı, çünkü ben bir ‘proje’ olarak
yazamıyorum. En başta bahsettiğim
kıvılcıma ihtiyacım var. Oyuncaklı bir
karakter. Heyecanlı bir kurgudaki bir
hayati an. İfade etmek istediğim bir
mesele. Kıvılcımsız yazdıklarım kuru,
yavan, sönük kalıyor. Akmıyor.
Kıvılcımın gelmesi uzun sürdü. Ve
başka meselelerimden beslenerek
geldi.
Hayata bir öykü olarak baktığı zaman
hayatı kavrayabilen bir zihin yapım
var. Benim için öyküler yalnızca
romanların, filmlerin içinde değildir.
Müzik eserlerinin içinde öyküleri
dinlerim. Resimlerdeki öyküleri
seyrederim. Tarih benim için geçmişin
öyküsüdür, siyaset ise bugünün.
Yaratıcılık, üretkenlik kaygılarının
kafamın içinde oynaştığı günlerde,
öykü dünyasında bir fantazya furyası
vardı ve çocuk, genç, yetişkin, elfler,
hobbitler, cüceler, ejderhalarla yatıp
kalkıyorduk. Üretmeye çalışan gençler
de bu ögelerle üretmeye çalışıyordu.
Fantazya edebiyatını ve sinemasını,
sorduğu ‘what if’ sorularını ve bu
soruların yanıtı olarak yaratılan
dünyaları severim. Ama bunlar benim
topraklarımın karakterleri değil.
Benim topraklarımın gulyabanileri,
öcüleri ve böcüleri çocuk masallarının
içindeki yerlerini kaybetmişler.
KİTAP
Bu yüzden, eğer ben bir öykü
yazacaksam, öcüler ve böcüler
hakkında olmalıydı. Öcüler yatağın
altından çıkmalıydı, karanlık ve
korkunç olmalıydı: Karaböcü’nün adı
konmuştu.
Nisan’ın büyüdüğü evde her zaman
hayvanlar oldu. Üniversiteden
mezun olup, kendi evimde yaşamaya
başladığım ilk seneden itibaren, farklı
zamanlarda, kedi, köpek, tavşan, gine
domuzu, hamster, muhabbet kuşu,
cennet papağanı, kara kaplumbağası,
su kaplumbağası, japon balığı, pekin
ördeği besledim. Hayvanlara bayılırım
ve mümkün olsa bir sürüsünü
beslerdim. Hepsinin başarılı girişimler
olduğunu söyleyemem. Ama bu süreç
içinde epey deneyim biriktirdim.
Eve hayvan almak isterseniz arayın;
size neden o hayvanı beslememeniz
gerektiğini anlatabilirim.
Hayvan besleme deneyimim de
Karaböcü’nün biçimini ve karakterini
oluşturdu.
Zaman zaman Karaböcü hakkında
konuşmak için okullara gidiyorum.
Dizinin birinci kitabı 11. baskısını yaptı.
Diğer kitaplar 7. baskıda. Çocuklar kedi
biçiminde olan ve dilediği hayvanın
biçimine bürünebilen bu böcüye
bayılıyorlar.
Ama bana sorarsanız çocukların
öyküleri bu kadar sevmesinin asıl
nedeni, gözlemleyerek öyküye
dokuduğum, çocukların gerçek
yaşamlarından alınmış küçük küçük
ögeler, davranış ve konuşma biçimleri,
komik durumlar. Öyküdeki Nisan bir
apartman dairesinde yaşıyor. Çekirdek
ailenin bir parçası. Anne baba çalışıyor,
Nisan okula servisle gidiyor ve hayat
güllük gülistanlık değil. Nisan gerçek
hayatla baş etmeye çalışırken, ona
destek olan tüylü, yumuşak, narin,
ama aynı zamanda büyük ve güçlü
bir arkadaşı var. Çocuklar öyküyle
kendi hayatları arasında rahatlıkla
paralellik kuruyorlar ve kendilerini
öykülerin içinde görebiliyorlar. Öyküyü
oyunlarına uyarlamak çok kolay
ve okul etkinliklerinde çocuklarla
yaptığım sohbetlerde vurguladığım
gibi, öykülere kaldığı yerden devam
etmeleri, kendi öykülerini yaratmaları
mümkün.
Son senelerde Karaböcü’ye bir
de Cimcime Civciv katıldı.
Cimcime Civciv, zamanın çocuklara
dayattığı bir başka sorundan,
‘sarı ve düz saç+beyaz ten=güzel’
denkleminden, yani çocuklara
dayatılan yapay bir tektip güzellik
algısından çıktı. Cimcime esmer,
kısa boylu, kıvırcık saçlı ve fiziksel
özellikleri yüzünden okulda taciz
ediliyor; zavallı, küçük, sevimli kıza
çirkin cadı deniyor. Büyüklerin
sataşma konusunda verdikleri öğüt
ise her zamanki gibi: Boş ver, aldırma,
öyle dediler diye öyle olmuyorsun
ki! İş yerindeki mobbing (duygusal
taciz) durumlarında bize aynı öğüdü
verdiklerini hayal edin.
Cimcime bir gün tacizlere dayanamaz
olunca, kontrolü ele alıyor ve madem
ona cadı diyorlar, o zaman cadı olması
gerektiğine karar veriyor. Onun elinden
ne gelir? Adamı Zorla Cadı Yaparlar!
Cimcime, zekası, girişkenliği ve aynı
zamanda naifliği ile o kadar sevimli bir
karakter oldu ki, devamının gelmesi
kaçınılmazdı. Yayına hazırlanan
yeni kitapta (Kurabiye Uçan Omlet)
Cimcime’yi mutfakta bir sınav bekliyor
ve bu sefer içinde uçan omletler, kaçan
köfteler, kovalayan köpekler var.
Seneler içinde, henüz ürün haline
dönüşememiş başka projelerim de
oldu. Aralarında en sevdiğim, dünyayı
istila etmeye hazırlanan bir puding
canavarı hakkındaki çizgi roman
senaryosu. Senaryo taslağı hazır, çizer
hazır, projeyi sahiplenecek bir yayınevi
bekliyoruz.
Kızıma mesaj verme görevini
tamamladıklarına göre, artık gerçek
hayatın ciddiliği içindeki küçük hayal
adalarım bu öyküler. Şimdi bir sonraki
kıvılcımı bekliyorum. O kıvılcım
geldiğinde, peşine takılıp bir sonraki
hayal adasına kaçacağım.
1971’de Rize’de doğan Niran Elçi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Endüstri
Mühendisliği Bölümü’nden 1992 yılında mezun oldu. Uzun yıllar özel sektörde
yönetici olarak çalıştıktan sonra 2001 krizi hayatının yönünü değiştirdi. Kitaba
olan sevgisi ve ilgisi onu önce çevirmenliğe sonra da yazarlığa yöneltti.
Niran Elçi, 2001 Mayıs ayından beri, ağırlıklı olarak fantastik edebiyat türünde
olmak üzere çok sayıda kitabı İngilizce’den Türkçe’ye kazandırdı.
Yaptığı işte ODTÜ’de aldığı endüstri mühendisliği eğitiminin katkısını her
fırsatta belirten Elçi, kızıyla birlikte İstanbul’da yaşıyor. Önceleri sadece kızı için
tasarladığı, anlattığı hikayelerin bir kısmı, 4 kitaplık “Karaböcü” serisi olarak
basıldı ve çocukların büyük beğenisini kazandı. Geçen sene ise buna minik cadının
hikayesi eklendi. (Adamı Zorla Cadı Yaparlar (2011).
29
SİNEMA
Bu Yıl Cannes’ın Hediyesi
Rezan Yeşilbaş
13 yıldır Cannes Film Festivali’ni takip eden sinema eleştirmeni Defne Gürsoy
izlenimlerini dergimiz için kaleme aldı.
Defne Gürsoy (MAN ’83)
65. yaşını kutlayan Cannes Film
Festivali’nde bendeniz de onüçüncü
yılımı doldurdum. Nisan sonunda bu
yılki yarışma filmleri açıklandığında
içimden “olağan şüpheliler yine seçkide”
diye geçirmiştim. Cannes’ın gediklisi
birçok usta yönetmen Altın Palmiye için
yarışacaktı. Abbas Kiarostami, Michael Haneke, AlainResnais, Ken Loach,
Carlos Reygadas, Cristian Mungiu ve
Jacques Audiard gibi isimlerle birlikte,
dört adet Amerikan filmi seçkide yer
alıyordu. Gerçi biz içimizden “Nanni
Moretti’nin başkanlığını yaptığı bir jüri
ile Amerikan sinemasına ödül çıkması
biraz zor” demiştik. Aynen de böyle
oldu. Amerikan filmleri –bizce doğru bir
kararla- ödül listesinde yer alamadı.
KÜLTÜR - SANAT
Altın Palmiye’yi en büyük favorilerden
Avusturyalı üstat Michael Haneke’nin
“Amour-Sevgi/Aşk” filmi aldı. Ben her
yazımda bu filmin adını “Sevgi/Aşk” diye
iki kelimeyle tercüme etmeyi tercih ettim. Zira bilen bilir, Batı dillerinde sevgi
ve aşk arasında bir ayrım yapılmaz. Love
veya amour hem sevginin, hem de aşkın
karşılığıdır. Oysa Haneke’nin filmine
konu olan “Amour”, gerçekten sevgi ve
aşk karışımı bir duygunun en üst noktasını anlatıyor. Ben bir Hanekesever olarak bu sonuçtan çok memnundum. Ama
inanıyorum ki Hanekesevmezler bile bu
filmin büyüklüğünü anlayacaklardır, zira
şiddetten en uzak eserine imza atmış
üstat. Üstelik, Jean-Louis Trintignant
ve Emmanuelle Riva’nın nefes kesen
oyunlarının büyüsünde sevginin bir insana yaptırabileceği en zor şeyi anlatıyor.
Filmi anlatmadan geçeceğim, zira ince
30
SİNEMA
Rezan Yeşilbaş ve oyuncusu Belçim Bilgin
nakış gibi dokunmuş bu sinema başeserini keşfetmenizi önlemek istemiyorum.
Ama Haneke’nin ödülü alırken karısına
söylediği gibi, benim sevgili eşim Uğur
Hüküm ile bizim de aramızda benzer bir
anlaşma var...
Rezan Yeşilbaş’ın Başarısı
Bu yılın bizlere en güzel hediyesi Kısa
Film yarışmasına seçilen Rezan Yeşilbaş
ve filmi “Sessiz-Be Deng” oldu. Öncelikle, yarışan dokuz kısa filmi görmüş biri
olarak, çok haklı bir Altın Palmiye olduğunu belirtelim. Gerçekten de Rezan’ın
filmi ile diğerleri arasında adeta lig farkı
vardı. Üstüne bir de Rezan’ı (ve sevgili
eşi Beyza’yı) tanıma keyfi eklenince,
bu yıl Cannes’daki en büyük hediyemiz oldu . Uzun metrajlı filmlerin ödül
listesini açıklamadan önce, gecenin ilk
ödülünü açıklamak için Cinéfondation
ve Kısa Metrajlı Filmler yarışmasının
jüri başkanı Belçikalı usta Jean-Pierre
Dardenne sahneye çıktığında, açıklama
o kadar hızlı oldu ki Rezan’ın adını –heyecandan- ancak duyabildik. Ve yanında
filminin başarısına büyük katkısı olan
oyuncusu Belçim Bilgin’i de alarak Kısa
Film Altın Palmiye’sini almaya çıkarken, Rezan çok heyecanlı görünüyordu.
Öyle ya, dünyanın en büyük ve önemli
sinema festivalinde, hem de iki kez
1(Rezan ile yaptığım oldukça kapsamlı
röportajı okumak isteyenler bakınız:
http://www.birgun.net/writer_index.
php?category_code=1271849063&news_co
de=1338886007&year=2012&month=06&d
ay=05#.UBFbtI7IqQs).
Paradise love Ulrich Seidl
Altın Palmiye almış bir yönetmenden
ikinci kısa filmiyle her genç yönetmenin
rüyasını gördüğü şey gerçek oluyordu.
Rezan “Çok heyecanlıyım. Öncelikle jüri
üyelerine çok teşekkür ederim. Jean-Pierre Dardenne gibi bir ustadan bu ödülü
almak büyük bir ayrıcalık. Doğrusu bu
kadar çok büyük yönetmenin önünde
konuşmaktan büyük heyecan duyuyorum. Bu ödülü ülkemin yalnız bırakılmış
ve sessiz kadınlarına adıyorum” dedi.
Ardından öğrendiğimize göre Dardenne
kendisine kuliste “Ayakkabı sahnesi
sinema tarihine geçecek bir sahne, seni
yakından izlemeye devam edeceğim”
demiş. Geleceği parlak bir yönetmenin
doğuşuna şahit olduk. Rezan’ın Altın
Palmiyesinin bir diğer anlamlı yanı ise
büyük hayranı olduğu Yılmaz Güney’den
tam 30 yıl sonra gelmesi...
Haneke-Jean-Louis Trintignant
Ödül Listesi :
Altın Palmiye –“Amour”Aşk-Sevgi” – Michael Haneke
Büyük Ödül – “Reality” MatteoGarrone
En İyi Yönetmen - Carlos Reygadas
“Post TenebrasLux-Karanlıktan sonra Aydınlık”
En İyi Senaryo - CristianMungiu “DupaDealuri-Tepelerin Ardında”
En İyi Kadın Oyuncu – Cristina FluturveCosminaStratan “Tepelerin Ardında”
En İyi Erkek Oyuncu - MadsMikkelsen “Jatgen-Av” (Thomas Vinterberg)
Jüri Ödülü - KenLoach “Theangels’ share-Meleklerin Payı”
Altın Kamera (En iyi ilk film) – BenhZeitlin “Beasts of thesouthernwild-Vahşi
Güneyin Yaratıkları” (Belli Bir Bakış seçkisinden)
En İyi Kısa Film Altın Palmiyesi – REZAN YEŞİLBAŞ “BE DENG-SESSİZ”
31
KÜRTAJ
Yeni kürtaj düzenlemesi
hazırlanırken...
Sayılarla kürtaj gerçeğimiz
Ülke genelinde çok tartışma yaratan kürtaj yasağının kadın sağlığına ve nüfusa
etkilerini bilimsel veriler ışığında derleyerek tartışmaya gerek bırakmayacak açıklıktaki
rakamsal gerçekleri dergimizde paylaşıyoruz.
Özay Yaşar (SOC ’80)
Geçtiğimiz aylarda kamuoyunca
GÜNDEM
çokca tartışılan ve özellikle de
başta kadın örgütleri olmak
üzere toplumumuzun değişik
kesimlerinden büyük tepki alan,
hükümetin “kürtajın yasaklanması”
ya da “sınırlandırılması” girişimleri
eski yasama yılı içerisinde rafa
32
kaldırılmış görünürken; Sağlık
Bakanlığı’nın hazırladığı yeni
kararname duyumları, konunun
farklılaştırılarak ve makyajlanarak
yeniden gündeme geleceğinin
sinyallerini veriyor.
Öyle görünüyor ki siyasal iktidar,
bu sefer “arkadan dolanarak”,
yasaklayamasak da “engelleriz”i
denemeye çalışıyor. Yakında Bakanlar
Kurulu’na sunulması beklenen
bu değişiklik önergesi ile temel
bir sağlık hakkı, inanç temelinde
ve cezalandırma yöntemi ile
sınırlandırılmaya çalışılıyor. Basına
yansıdığı kadarı ile yeni düzenlemede;
KÜRTAJ
10 hafta üzerindeki gebeliklerin
sonlandırma girişimlerindeki
koşullar yeniden tanımlanarak buna
uygun davranmayan kişilere yönelik
hapis cezaları artırılıyor. Sağlık
personeline isterlerse -inançlarına
aykırı olması durumunda “istemli
kürtaj”da görevden çekilme hakkı
tanınıyor. İstek üzerine gebelik
sonlandırılmadan önce anne adayına
veya çiftlere danışmanlık hizmeti
verilerek, 2-4 gün kararlarını gözden
geçirme süresi tanınıyor.
Bu önerilen uygulamaların tıp
etiğindeki yeri kuşkusuz yine
çokca tartışılacakken, bizler
aslında “nüfusumuzun azalacağı”
gerekçeleriyle gündeme getirilen
“kürtaj” konusunda, sayılarımızın
bizlere neler söylediğine tekrar
bakalım istedik. Türkiye’nin
doğurganlık, nüfus artışı, ana ve çocuk
sağlığı verilerini dünya ortalama
verileri* ile karşılaştırmak aslında bu
konuda “doğrunun ne olduğunu” ve ne
yapılması gerektiğini de bize söylüyor.
− Türkiye hala doğurganlık hızı
yüksek ve nüfusu en genç ülkeler
arasında.
Türkiye’de doğurganlık hızı, 2001’de
2.37 iken 2010’da 2.03’e geriledi. Dünya
Sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine
göre Türkiye, örneğin Bulgaristan,
Yunanistan, Rusya, Ukrayna ve hatta
İran’dan daha yüksek doğurganlık
hızına sahip. Türkiye’den daha
yüksek doğurganlık hızına sahip ülke
sayısı çok fazla değil ve bunların da
nüfus açısından Türkiye ile yarışma
şansları yok. Sonuç olarak doğurganlık
hızının ortalama olarak gerilediği
bir dünyada Türkiye’nin uluslararası
durumu ile ilgili bir tehdit en azından
yakın dönemli bir olasılık olarak
görünmüyor.
− Türkiye kürtaj oranı yüksek ülkeler
arasında değil.
Dünyada gelişmekte olan ülkelerde
doğurma çağındaki her bin kadının
29’u, gelişmiş ülkelerde ise 24’ü kürtaj
oluyor. Türkiye’de ise bu oran 22.1.
− Türkiye’de istenmeyen düşük
sayısı, kürtaj sayısından hala daha
fazla.
2008 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık
Araştırması sonuçlarına göre 100
gebelikten 10’u isteyerek kürtaj yoluyla
son bulurken, 10.5’i istenmeyen düşük
şeklinde sona erdi.
− Kürtajın yasaklandığı ülkelerde,
düşükler azalmamakta, tersine
güvenli olmayan düşükler hızla
yükselmekte.
İsteyerek düşüklerin yasa dışı
olarak yapılması durumunda, kadın
sağlığında ciddi olumsuz sonuçlara yol
açtığı bilinen bir gerçektir. Anne sağlığı
göstergelerinin gereği,1983 yılında,
Türkiye’de 10 haftaya kadar olan
isteyerek düşüklere yasal olarak izin
verilmiş; aynı yasa ile aile planlaması
hizmetlerinin yaygınlaştırılması da
hedeflenerek, diğer bazı önlemler
getirilmiştir.
Türkiye’de isteğe bağlı düşüğün
yasalaştığı dönemin başlangıcında,
her dört gebelikten biri istemli düşük
ile sonuçlanırken, sadece yirmi yıl
içinde bu sayı her on gebelikten bire
düşmüştür.
− Ülkeler, tıbbi olmayan nedenle
düşüğe kanunen izin verdiğinde,
gebelik sonlandırma anlamlı bir artış
olmaksızın, işleme bağlı toplam ölüm
ve hastalık/sakatlanma dramatik
olarak düşmekte.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine
göre, her yıl en azından 75.000 kadın
gereksiz yere güvenli olmayan düşük
sonrası hayatını kaybetmektedir ve çok
daha fazlası kısırlığı da kapsayan ömür
boyu süren hastalık ve sakatlıktan
muzdarip olmaktadır.
− Güvenli kürtajın yasaklanması
anne ölümlerini de artırmaktadır.
OECD’nin 2009 verilerine göre
Türkiye’de her 100 bin canlı doğunda
18.4 anne ölüyor. 2009’da yeterli ülke
verisi olmadığı için 2007 verileriyle
karşılaştırma yaparsak Türkiye
Meksika’dan sonra OECD içinde en
kötü ülke. Sadece 20 ülke verisinin
yer aldığı 2009’da ise Türkiye en kötü
dördüncü konumunda.
− Toplumsal eşitsizlik artmakta.
İstenmeyen gebelik oranı, gelişmekte
olan ülkelerde; azınlık kadınlarında,
eğitim düzeyi düşük olanlarda ve
yoksullarda çok daha fazla. Dil ve
kültürel engeller de doğum kontrolüne
başvurmayı azaltıyor. Bu da toplumun
alt kesimlerinin güvenli olmayan
kürtaj yöntemlerinin risklerinden
daha çok etkilenmeleri sonucunu
getiriyor.
− Özetle Türkiye’de 10 haftaya
kadar kürtajın serbest
bırakılmasından bu yana;
- Kürtajlar 3 kat azalmıştır.
- Anne ölüm hızı 6 kat azalmıştır.
- Modern Aile Planlaması Yöntem
Kullanımı 2 kat artmıştır.
- Kadınların Yaşam Süresi 14 yıl
artmıştır.
- Dünyada 8 anne ölümünden
biri sağlıksız kürtajlardan
oluşmaktayken, Türkiye’de sadece
50 anne ölümünden birinin nedeni
sağlıksız kürtajdır.
- 1950’li yıllarda anne ölümlerinin
yaklaşık yarısı düşükler nedeni ile
iken, bugün sadece anne ölümlerinin
%2’si güvenli olmayan düşükler
nedeniyledir.
- Güvenli olmayan düşüklere bağlı
ölüm ve sakatlıklar önemli ölçüde
sağlık gündeminden çıkmıştır.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün
hesaplamalarına göre, dünyada
her yıl, 210 milyon civarında
gebelik meydana gelmekte,
bunların yaklaşık 1/3’ü istenmeden
oluşmaktadır. Dünyada meydana
gelen gebeliklerin 46 milyonu
isteyerek düşükle sonlanmaktadır.
Yasaklamalar nedeni ile düşüklerin
19 milyonu güvenli olmayan
koşullarda gerçekleşmektedir.
Güvenli olmayan düşüklere bağlı
olarak dünyada her sekiz dakikada
bir kadın ölmektedir. Güvenli
olmayan düşükler dünyadaki anne
ölümlerinin %13’üne, her yıl 68
bin kadının ölümüne ve 5,3 milyon
kadının hastalık ve sakatlığına
neden olmaktadır (WHO-2007).
*Kaynaklar:
− Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2007
raporu,
- İsmet Özkul “http://
hesapliekonomi.blogspot.com/”
- Türk Jinekoloji ve Obstetrik
Derneği raporu-http://www.
medikalakademi.com.tr/
33
KÜRTAJ
ODTÜ KADIN ÇALIŞMALARI ANABİLİM DALINDAN KAMUOYUNA DUYURU
Uluslararası insan hakları standartları üreme hakkını yaşam, sağlık, özel hayatın gizliliği ve ayrımcılığa karşı
haklar bağlamında ele alır. Türkiye de bu uluslararası standartlar çerçevesinde hazırlanmış olan uluslararası
sözleşmeleri onaylamış bir ülkedir. Bunların başında gelen Birleşmiş milletler Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), kürtajı bir suç olarak gösteren yasalara karşı çıkmaktadır.
CEDAW komitesine göre “Taraf devletler, kadınların, doğurganlıklarının kontrolüyle ilgili uygun hizmetlerin
olmaması nedeniyle onların yasadışı kürtaj gibi güvenli olmayan tıbbi uygulamalar arayışına girmek zorunda
kalmalarına engel olmalıdır.”
Böyle olmakla beraber Türkiye’de son günlerde bu hakkın geri alınması amacı ile gündeme taşınması, bizleri
ciddi olarak kaygılandırmaktadır. Kürtaj ile başlayan tartışmanın kadınların beden bütünlüğü, üreme hakları,
cinsel yaşamları gibi alanlara kadar genişlemesi, kamuoyunda bu alanlara devletin rahatlıkla müdahale
edebileceği izleniminin yaratılması, kadın hakları açısından kabul edilemez bir gelişmedir.
Kadınların fazla düşünmeden ve keyfi olarak kürtaja başvurdukları ve bunu bir doğum kontrol yöntemi
olarak kullandıkları varsayımı ile kürtajı yasaklamak, kadının insan haklarına vurulacak en ciddi darbelerden
biri olacaktır. Ülkemizde kürtajların esas olarak 35 yaşının üzerinde ve doğurganlık eğilimleri azalmış
kadın grubunda olduğu göz önüne alındığında, iktidar temsilcilerinin kürtajın bir doğum kontrol yöntemi
olarak kullanılmakta olduğu savı doğrulanmamaktadır. Öte yandan dünya örnekleri kürtajın yasaklandığı
durumlarda bile, güvenli olmayan koşullarda uygulanılmasına devam edildiğini göstermektedir. Nitekim,
Dünya Sağlık Örgütü Üreme Sağlığı Strateji Raporları, dünyada her yıl ortalama 45 milyon kürtajın
yapıldığını ve bunların 19 milyonunun güvenli olmayan ortam ve koşullarda gerçekleştiğini göstermektedir.
Örgüt, güvenli ellerde yapılmayan bu kürtajlardan dolayı her yıl 68 bin kadının öldüğünü açıklamaktadır.
Kürtajdan ölen bu kadınların sayısı, gebelikle ilişkili olarak ölen 500 bin kadının %13’üne karşılık
gelmektedir. Kürtajdan kaynaklanan rapor edilmemiş ölümlerin varlığı da hesaba katıldığında bu kadınların
sayılarının çok daha fazla olduğu sonucuna varılabilir.
Ülkemizde de kürtaja dair getirilecek kısıtlamalar ve yasaklamalar, açıktır ki tıp mesleği elemanlarının yerini
ehliyetsiz kişilerin almasına, kürtajın güvenli olmayan yerlerde ve koşullarda yapılmasına yol açacaktır.
Kürtajın bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmasını engellemek için doğru strateji, onu yasaklamak
değil, aile planlaması ve üreme sağlığı hizmetlerinin kalitesini artırmak ve ülke genelinde yaygınlaşmasını
sağlamak olmalıdır.
Arzu edilmeyen gebeliklerin olmasını ve kürtajla sonuçlanmasını önlemek için kadınlar ve erkeklerin
cinsel eğitim ve modern doğum kontrol yöntemlerine ilişkin bilgilere erken yaşlardan başlayarak kolaylıkla
ulaşmalarını temin etmek gerekmektedir.
Kadınların bedenlerini denetleme gücünü elinde bulundurmak isteyen, onları her şekilde araçsallaştıran
politik müdahalelerin, kadınlara atfedilen rol ve değerlerle çok yakından ilgili olduğu görüşündeyiz. Bugün
Türkiye’de kadınlar her açıdan gerçek bir değersizleştirme sürecinin özneleri olmaktadırlar. Kendilerine
birey olarak değer verilmek yerine varlıkları aile ve evlilik kurumlarının içinde eritilmek istenmektedir.
Evliliğin her kadının yaşamında nihai amaç olması gerektiğini savunan, boşanmaları olumsuzlayan,
kadınların ücretli çalışmasından yana olmayan, buna karşılık anneliği ve ev kadınlığını tek olumlu değer
olarak gören, kadın cinselliği üzerinde ahlaki baskı oluşturan ataerkil anlayışların şimdi de kadınların
bedenlerine müdahale etmeleri bu değersizleştirme sürecinin bir parçasıdır.
GÜNDEM
Türkiye’de kadınların değersizleştirilme sürecinin iyi anlaşılması ve bu sürecin tersine çevrilmesi
gerekmektedir. Kadına öncelikle insan haklarına sahip bir birey olarak değer veren, kadın erkek eşitliğine
inanan ve ayrımcılığı reddeden çevreleri bu eşitliği savunmaya davet ediyoruz.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı
34
TURİZM
Peradays ile ikinci hayat
Bora Tanlak (IE ’78) ve Murat Argon (MAN ‘71) ODTÜ’lülükle kolaylaşan dostluklarını
Pera’da açtıkları Bed & Breakfast otelleri Peradays’te sürdürüyorlar. Tarihi bir Pera
evinin içinde misafirlerine modern ve konforlu bir konaklama imkanı sunulan
Peradays’e konuk olduk ve ikinci hayatlarının hikayesini Bora Tanlak’dan dinledik.
Bora Tanlak’ın tarifiyle elimizle
Öncelikle sizi biraz tanıyalım.
’78 yılının Şubat ayında ODTÜ Endüstri
Mühendisliği’nden mezun oldum. İlk
profesyonel işim Efes Pilsen’de pazarlama uzmanlığıydı. Sonra Enka Pazarlama gibi şirketlerde çalıştım. Daha sonra
tekstil – konfeksiyon işine girdim ve
uzun yıllar bu alanda kendi şirketimle
faaliyette bulundum. 2011 yılında işimi
tasfiye ettim. Şimdi Peradays ile emekliliğimi ikinci bir hayat gibi yaşamaya
başladım. Burayı açalı 15 ay oluyor.
Nasıl bir fikir vardı kafanızda, nasıl
bir otel istediniz?
Bazı konuklarımız, “Ruhunuzu yansıt-
YAŞAM
koymuş gibi buluyoruz Peradays Oteli.
İçeri girer girmez burasının bildiğimiz
bed & breakfast otellerden farklı bir stile
sahip olduğunu anlıyoruz. Burası iki
ODTÜ’lü ile bir ‘ODTÜ’lü’den farksız’
İ.Ü.’lü iktisatçının ortak ürünü… Bu
‘ikinci hayat’ projesi Pera’da stil sahibi
bir minik otele dönüşmekle kalmamış
şimdiden “mükemmellik ödülleri”
kazanmaya başlamış. Bora Tanlak ile
sohbet edince, enerjisini ve oteli gezdirirken gözlerindeki pırıltıyı görünce
bu başarının nedenini anlıyoruz. Bora
Tanlak’ın Murat Argon’la 1974’teki staj
günlerinden; ‘ODTÜ’lüden farksız’ İ.Ü’lü
Murat Hıncal ile de 1985’teki profesyonel iş günlerinden bu yana oluşturduğu
keyifli uyum bugün bu ikinci hayat
projesinde tam bir takım çalışmasına
dönüşmüş ve dünyadaki özel yerini kabul
ettirmeye başlayan İstanbul’a çok özel
bir minik otel kazandırmış.
35
TURİZM
mışsınız” diyor. Bu çok hoşuma gidiyor.
Geçen yıl 18 Nisan’da Paskalya sırasında o curcunayı kaçırmamak için daha
deneme bile yapamadan konuk kabul
etmeye başladık. Ve ilk izlenimler hep
başarılı oldu. Ondan sonra bir iki ay boş
kaldık ama zaman içerisinde gezginlerin yorumlarına göre derecelendirme
yapan seyahat sitesi Tripadvisor’dan
konuklar gelmeye başladı. Şu an
Tripadvisor’da 529 tane bed & breakfast
oteli içinde birinci sıradayız. Aşağı yukarı dokuzuncu ayımızdan beri bu böyle
gidiyor. Bizim için bu başarıyı sağlamak
çok hoş bir şey tabii.
Pera’da tarihi bir binayı restore etme
sürecinin kolay olmadığını düşünüyoruz. Tarihi eser restorasyonunu siz mi
üstlendiniz?
Tamamen biz üstlendik. Restorasyon
çalışmaları iki buçuk yıla yakın sürdü. Uzun bir süreydi çünkü yap boz
şeklinde yaptık, fikir değiştirdik. Genç
mimar arkadaşlarımızdan fikirler aldık.
Onlarla ana konulara karar verdik.
Sonra mimar arkadaşlarımızı değiştirdik. Mesela merdivenlerde delikli sac
kullanmak benim fikrimdi. Müzelerde
karşımıza çıkan ama iç mekan için için
pek düşünülmemiş bir fikirdi. Delikli
saclar sayesinde çatıdan aşağıya kadar
ışık alabiliyoruz; yine bu sayede bir loft
havası da yakalamış olduk.
YAŞAM
Murat Argon’la olan işbirliğinizden
bahseder misiniz?
Murat Argon’un işletme konularında
çok katkısı oldu. Sonuçta otelcilik konusunda amatörüz. Mesela “açık büfe
kahvaltı yapıp saat 11:00 gibi bitirelim”
36
diyorduk. Murat Argon; “Burası Beyoğlu, burada insanlar geceyi uzatabilir, burada açık büfe gibi saatli bir kahvaltı uygulaması yapmayalım” dedi.
Ve bundan çok olumlu tepki aldık. Çok
mutlu oldu insanlar. Bu şekilde bizim
için iş uzuyor ama kahvaltımızı kişiye
özel veriyoruz. Çok daha sıcak bir ilişki
yakalıyoruz misafirlerimizle.
Tanıtımınızı nasıl yapıyorsunuz?
Ağırlıklı olarak Tripadvisor’ı kullandık. Şimdi booking.com gibi online
rezervasyon sitelerini de kullanıyoruz.
Tanıtımlarımız hep internet üzerinden ilerliyor. Kişisel olarak biz de
seyahatlerimizi Tripadvisor üstünden
planlıyoruz. Kalacağımız yerleri oradan seçiyoruz. Buraya gelen müşterilerimizin hepsi son derece kaliteli.
Tripadvisor çok seçkin bir site. Hangi
yaş grubundan olursa olsun insanlar
okuyarak, bilerek, bilgi sahibi olarak
otel seçiyorlar burada. 15 ay içinde
103 tane yorum gelmesi çok önemli ki;
bunların içinde ya biri ya ikisi olumsuzdur. Bu arada yine ODTÜ İE ’2012
mezunu gençler Candaş ve Onur’un
şirketi Condicon’dan internete dönük
sosyal medya desteği almaya başladık.
Alışık olduğumuz bed & breakfast
otel anlayışından çok daha şık, adeta
bir butik otel tarzınız var. Bu sizin
bilinçli bir tercihiniz miydi, müşteri
profilinizi nasıl etkiliyor?
Evet öyle bir algı oluşturmayı başardık
ve misafirlerimiz de bundan memnun.
Sadece dekorumuzla değil konuklarımızla kurduğumuz iletişimle de bu
farkı yarattığımıza inanıyoruz. Mesela
Murat Argon, burada misafirlerimizle
sohbetler ediyor. Sohbetin yanında bir
de şarap açıyoruz; misafirler İstanbul’u
gezmeyi unutuyor.
En çok nereden misafir geliyor?
Şu aralar Kanadalılar ve Amerikalılar çok geliyor. Ama mesela bugün
Dubai’den misafirlerimiz var; anne, kız,
damat gelmişler. Aslında ‘hiç onlara
göre bir otel değiliz’ diye düşünülebilir
ama burada çok mutlu oldular. Onlara
özel meyveler ikram ediyoruz. Böyle
ufak jestlerle Türk misafirperverliğini
gösteriyoruz. Hem müşterilerimiz mutlu oluyor, hem de biz.
Siz devamlı oteldesiniz. Murat Argon
nasıl katılıyor işletmeye?
Murat Argon yaşama olan ilgisinin
getirdiği tecrübeler ile bize özellikle
müşteri memnuniyeti kısmında çok
katkı sağlıyor. Üstelik o kadar keyifli
sohbet ortamları yaratıyor ve bilgisini misafirlerle paylaşıyor ki değeri
maddi olarak ölçülemeyecek bir ortam
sunuyoruz misafirlerimize. “Bunların
bedeli yok” diyor Murat Ağabey. Ben
mesela her sabah burada kahvaltıya
yardım ederken ya yol tarif ediyorum
ya gezi planı yapıyorum misafirlerimizle. Elbette küçük otel olduğumuz
için bunları yapabiliyoruz, müşterilerle
tek tek ilgileniyoruz. Rezervasyonu
kesinleşmiş konuklara önceden ‘something to be done in İstanbul’ diye bir
mesaj atıyorum. 15 – 20 tane seçenek
sunuyorum, linkler yolluyorum. ‘Güzel
bir havada Boğaz turu yapın, Anadolu
Kavağı’nda inin, balık yiyin’, ya da kapalı havada şu müzeleri, sarayları gezin
TURİZM
gibi tavsiyelerde bulunuyorum. Bir
kısmı çok teşekkür ederek dönüyor, bir
kısmı onun üzerinden çalışıp gezisini
planlıyor.
İkinci hayat dediniz, ikinci hayat için
doğru bir seçim mi bu?
Mükemmel. Çünkü bize çok uyuyor.
Biz hepimiz insanlara mutlu olacakları
şeyler vermekten hoşlanıyoruz zaten.
Sokaktan geçen insan da bizden bir
şey istese aynı şey. İnsanlara bir şeyler
katmak zaten mutlu ediyorken bir de
bunun üzerine para alıyoruz.
Niye Pera’yı seçtiniz? Neden Güney
değil de burası?
Hayatımız, ilişkilerimiz burada. Hem
İstanbul ciddi miktarda turist çekmeye
başladı. Buranın potansiyelini görüyoruz.
Hep kendiniz ve Murat Argon’dan söz
ettiniz; ya ‘ODTÜ’lüden farksız’ dediğiniz Murat Hıncal?
O, aramızda bedenen ve zihnen en becerikli adamdır. Bu nedenle Peradays’ın
inşaat uygulamaları büyük ölçüde onun
katkılarıyla sonuçlanmıştı. İşletmeye
başladığımızdan bu yanada pozitif
elektriği sayesinde yakaladığı servis
başarı düzeyi ile beni kıskandırmaya
başladı.
ODTÜ Burs Havuzu’na katkıda
bulunacak bir projeniz olduğunu
biliyoruz. Bize biraz da bu projeden bahseder misiniz?
Oh, nihayet buraya gelebildik. Sevgili Murat Argon yıllar önce uygulamaya sokulan ve başarı ile sürdürülen “ODTÜ Burs Havuzu”nun fikir
sahibi, mimarı ve ilk mühendislerindendir. 2012’ye geldiğimizde bir
çok genç mezun arkadaşımız onun
devrettiği bayrağı daha yükseklere
taşımış ve taşımaktadırlar. Biz de
bu güzel oluşuma karınca kararınca
katkıda bulunabilmek için şöyle
bir şey düşünüyoruz: Eğer yasal bir
engel yok ise; otelimizin kendi sitesinden rezervasyon yapan ODTÜ
referanslı misafirlerimize %10
indirim yapacağız ve toplam konaklama bedelinin %2’sini de ODTÜ
İstanbul Mezunlar Derneği aracılığı
ile ODTÜ Burs Havuzu’na aktaracağız. Bu uygulama başarılı olur ise,
bu çalışmayı diğer ortağımız Murat
Hıncal’ın mezunu olduğu İ.Ü. İktisat Fakültesi referanslı konuklara
da yayacağız. Bu uygulama başka
kurumlarca da benimsenebilirse
bu, bizim için kıvanç kaynağı olacaktır. Bu fikrimizi duyurmamızda
aracı olduğunuz için size şükranlarımızı sunuyoruz.
En işlevsel odalardan biri, yüksek
tavan avantajından faydalanılarak
yataklar yukarıya yerleştirilmiş
ve her detayı düşünülmüş mini bir
mutfak yaratılmış.
Mini terasta İstanbul keyfi...
Çatıdan en alt kata devam eden
aydınlatma sistemi özel tasarlanmış.
37
MEKSİKA
Rengarenk Meksika
Feryal Bekdik Meksika’ya yaptığı gezinin ardından yaşadıklarını ve birbirinden güzel
fotoğraflarını Baraka okuyucularıyla paylaştı.
Feryal Bekdik (CE ’79)
MEXICO CITY
GEZİ
Meksika’daki ilk akşamımızda
yemek için dışarı çıkıyoruz. Biraz
yürüdükten sonra kalabalık ve şenliğin
ortasına düşüyoruz. Karnaval kıyafetli
çeşit çeşit gruplar görüyoruz. Meğer
ölüler gününe hazırlıkmış. Meksika’da
senede bir gün ölüler günü olarak kutlanıyormuş. Ölüler gününde tüm ölenlerin ruhları sevdikleri için buluşmaya bir
günlüğüne geri geliyormuş.
Akşam yemeği için Cafe de Tacuba’ya
gidiyoruz. İçerde bizi ölüler günü için
iskelet kostümü giymiş garson karşılıyor. Meksika’nın olmazsa olmaz yemeklerinden tortilla ve tako yiyoruz ve çok
beğeniyoruz.
38
İlk günümüzde Plaza de las Tres Culturas “Üç Kültür Meydanı”nı ziyaret ediyoruz. Bu meydana Üç Kültür Meydanı
denmesinin nedeni, Aztek döneminden
kalma tapınağa ait kalıntıların, Koloniyel döneme ait 16.yy.’dan kalma bir
Katolik Kilisesinin ve çağdaş dönemi
yansıtan 1964’de yapılmış apartmanların bir arada olması.
Meydandan ayrılarak Latin
Amerika’nın en kutsal mekanlarından
biri sayılan Cerro del Tepeyac’daki Guadalupe Kilisesi’ne gidiyoruz. Buranın
Katolikler tarafından bu kadar önemsenmesinin nedeni 12 Aralık 1531 yılında Juan Diego adlı bir yerliye esmer
tenli Meryem Ana’nın görünmesi.
Yeni yapılan kilisede ise bizi ilginç
görüntüler bekliyor. Kiliseden içeri girerken yürüyen bant üzerine biniliyor.
Bant hareket ederken yukarıya monte
edilmiş Meryem’in o meşhur pelerinli
resmini izlemek ve kiliseyi dizlerinin
üstünde sürünerek ziyaret eden binlerce insan görmek çok etkileyici.
Şehirdeki ziyaretlerimizden sonra
otobüsümüze binerek şehir dışına çıkıyoruz. Burada da tepelerde inşa edilmiş
gecekondular, kancayla evlere alınan
kaçak elektrik bize çok bildik geliyor!
TEOTİHUACAN
Otobüs ile yarım saat kadar gittikten
sonra Teotihuacan Kenti’ne varıyoruz.
Aztekler, kenti terk edilmiş haliyle
bulmuşlar ve Teotihuacan adını vermiş-
MEKSİKA
ler. Daha sonra, bu kentte Zapotek ve
Mistekler gibi Maya topluluklarının da
yaşamış olduğu kazılardan anlaşılmış.
Efsanelere göre, insan kılığına girerek
onlara uygarlığı öğreten ve sonra göklere geri dönmüş bir ilah olan “Tüylü
Yılan” tasvirlerinin ilk örneklerine de
bu kentte rastlanmış.
Önce fresklerin olduğu Tüylü Yılan
Sarayını geziyoruz. Daha sonra uğradığımız mağazada Meksika taşlarını
tanıyoruz. En önemli taşlarından biri
obsidyenmiş. Taşlardan yapılan heykelleri hayranlıkla seyrediyoruz.
Gezdiğimiz yerlerden biri de Ay Piramidi. Otuz dokuz basamak tırmanarak Ay
Tapınağı’nın zirvesine ulaşıyoruz. Önümüzde muhteşem bir görüntü uzanıyor.
1,5 km uzunluğunda göz alabildiğine
uzanan ölüler yolu ve sol tarafta Güneş
Piramidi. Güneş Piramidi 65 metre ile
dünyanın 3. büyük piramidi. Altında
da 100 metre uzunluğunda tünel var.
Kentin sokakları ızgara sisteminde
kurgulandığından çok düzenli. Adeta
şehircilik harikası. Mekxico City’yi
gezmeye devam ediyoruz. Dünyanın
en meşhur meydanlarından biri olan
Zokalo’ya gidiyoruz.
Teotihuacan ziyaretinden sonra Mexico
City’nin ana meydanının resmi adı
Anayasa Meydanı olsa da Zokalo olarak
adlandırılıyor. İspanyol etkisi ile yapılmış tipik bir meydan. Karşıda katedral,
etrafında hükümet binaları.
Meydana bakan Ulusal Saray’ı (National Palace) ziyarete gidiyoruz. Sarayın
ana kapısının üzerindeki balkondaki
çan her yıl 15 Eylül saat 11.00’ de çalıyor, çan çaldıktan sonra konuşmalar
ve tören başlıyormuş. İspanyollara
karşı verilen bağımsızlık savaşı ulusal
kahramanlardan Hidalgo tarafından
kilisedeki çanın çalınması ile başlamış.
Çan daha sonra Ulusal Sarayın balkonuna taşınmış.
Sarayın üç katlı barok kemerler ile çevrelenmiş büyükçe bir iç avlusu var. Ana
merdiveni üç taraflı olarak ve ikinci
katın yarısı ünlü duvar ressamı Diego
Rivera’nın resimleri ile kaplı.
Ana merdivenin sol tarafındaki 20.yüzyıl Meksika’sında kimler yok ki. Başta
Rockefeller olmak üzere tüm kapitalistler, her türlü rezilliğe batmış kilise, Karl
Marks, işçilere ders veren Lev Trotsky,
Diego’nun kendisi çocuk olarak, iki yanında iki karısı, arkasında Frida Kahlo,
kızıl bayrak, her nasılsa kızıl bayrağın
önünde işçilerin elinde orak çekiç…
Diego New York’da Rockefeller binası
için yaptığı duvar resminde Lenin’i
betimlemiş. Rockefeller’de resmin
parasını ödeyip üzerini sıvatmış. Her
ikisi için de cesur adamlar diye düşünmüştüm öğrenciyken. Meksika’lı duvar
ressamları Orozco, Rivera, Siqueiros’un
isimlerini hocamız Jale Erzen’den duymuştuk ilk olarak. “Duvar Ressamları”;
ne hoş bir ad. O yıllarda duvara yapılan
devrimci resimlerin slaytlarını gördükçe hepimiz çok heyecanlanmıştık.
Yıllar sonra Diego karşımda, capcanlı,
rengarenk. Rüyada gibiyim.
VİLLAHERMOSA
Mekxico City’den sonraki durağımız
Villahermosa. Bu bölge koloniyel
dönemde gözden ırak kalmış. Burada
petrol araştırmaları yapılırken arkeolojik buluntulara rastlanınca kazılar
başlamış. La Venta Açık Hava müzesine
gidiyoruz. Müzenin girişinde, müzenin
yaratıcısı Meksika’nın ünlü şair ve politikacısı Carlos Pellicer Camara’nın heykeli var. Müze iki bölüm. İlk bölümünde
dev insan Olmec kafaları sergileniyor.
Bazalttan yapılma heykellerin buraya
nasıl geldiği, nasıl taşındığı meçhul.
Palanque’e varıyor ve ağaçların içindeki
küçük ama sevimli Hotel Mision Palanque tatil köyüne varıyoruz. Akşam
hazırlanıp, taksilerle buranın gidilebilecek tek eğlence mekanına gidiyoruz.
Mekan çok hoş. Bir tarafta kadınlar tortilla yapıyor, bir diğer yerde barda içki
içiliyor, restoranında yemek yenilen
piknik alanı da var. Bir çeşit yerleşke.
Tüm bu yerleşkeye El Panchan deniliyor. Yemekler çok iyi. Masalar tıklım
39
MEKSİKA
tıklım. Herkes salsa yapmaya, Latin
müziğine ayak uydurmaya çalışıyor.
Çok iyi dans eden delikanlılar masalardan hanımları dansa davet ediyor.
Biz de salsa yapıyoruz. Müziğe uyarken
aklımıza ritme uygun bizim halk oyunlarını oynamak geliyor. Salsa müziği
ile “Atım araptır benim” oynuyoruz.
Hızımızı alamıyoruz, “Lorke”, “Halay” aklımıza ne geldiyse oynuyoruz.
Hatta “Damat Halayı” bile oynuyoruz.
Orkestra şaşkınlık içinde ne yaptığımızı anlamaya çalışıyor. Bizden cesaret
alan diğer gruplar da müziğin ritmine
kendilerini uydurarak kendi ülkelerinin
oyunlarını oynamaya başlıyor. Salsa
salsa olalı böyle bir zulüm görmemiştir!
MERİDA
Meksika gezimize Merida’da devam
ediyoruz. Yucatan fatihi ve Merida şehrinin kurucusu Francisco de
Montejo’nun adını taşıyan Montejo
Caddesinde ilerliyoruz. Koloniyel
dönemde yapılmış evlerin önünden
geçiyoruz. Montejo caddesi üzerinde
Kolombiyalı sanatçı Romulo Rozo tarafında yapılmış Anavatan Anıtı önünde
duruyoruz. Tüm Meksika tarihinin
özellikle de 1910-1921 yılları arasında
Meksika Devrimi’ni omuzlayan kahramanların rölyeflerinin nakşedildiği
yarım ay şeklindeki devasa anıta hayran
kalıyoruz.
Merida “Beyaz Şehir” olarak adlandı-
rılıyor. Burası İspanyollar’ın kurduğu
ve yaşadığı bir şehirmiş. O yıllarda yerli
ahali köylerde yaşıyormuş. Son yıllarda yeşil altın bulunmuş ve bu nedenle
bölge zenginleşmiş.
Akşam olduğunda Merida’nın canlı
yüzü yine bizi kucaklıyor. Gündüz arabayla geçtiğimiz caddeyi araç trafiğine
kapatmışlar. Masalar atılmış, orkestra
çalıyor herkes dans ediyor. Stantlarda
incik, boncuk, çul çaput satılıyor. Masalardan birine yerleşiyoruz. Bir yandan
dans edenleri seyrediyor, bir yandan
da tekila içiyoruz. Biz Merida’yı çok
seviyoruz.
Ertesi gün Merida’nın 78 km güneyinde bulunan, Colomb öncesi Maya
şehirlerinden yerel Puuc mimarisinin
en güzel örneklerine sahip Uxmal
(Uşmal)’a gidiyoruz. Şehrin tarihi tam
olarak bilinmiyor, fakat binaların çoğu
MÖ 500 yıllarında yapılmış. MS 9 ve 12.
yüzyıllarda Puuc bölgesinin ekonomik
ve politik açıdan en güçlü şehri olmuş.
CHİCHÉN ITZA
GEZİ
Merida’dan ayrıldıktan sonra bir başka
Maya kenti Chichén Itza’ya varıyoruz.
Chichén Itza Yucatan yarımadasının en
iyi korunmuş Maya şehirlerinden biri.
Kent ilk olarak MS 600’ler civarında
güney tarafta kurulmuş. MS 980’lerde
Toltec’ler tarafından ele geçirilmiş. 11.
yüzyılda şehrin güney tarafında yeni
bir şehirleşme başlamış, 13.yüzyıla
kadar da gerek ekonomik, gerek, askeri
gerekse dini alanlarda altın günlerini
yaşamışlar.
Kukulkan Piramidi’ne gidiyoruz.
Mayalar bu piramide kendi dillerinde
Quetzalcoat, yani kukulkan (Tüylü
Yılan) dedikleri efsanevi tanrı krallarının adını vermişler. 7 Temmuz 2007’de
seçilen Dünyanın yeni yedi harikalarından biri de işte bu tapınak. Mayalar
bu piramidi astronomi ve matematik
bilgilerini ortaya koymak istercesine
belirli bir sistemle inşa etmiş. Örneğin
4 cephesinin her birinde 91 basamak
yer alıyor, böylece 4x91’le bulduğumuz
364 sayısına en tepedeki platformu da
(1) bir sayarak eklediğimizde yıldaki
günlerin sayısı olan 365’i buluyormuşuz. Ayrıca, piramidi öyle bir şekilde
yönlendirmişler ki, ilkbahar (21 Mart)
ve sonbaharda (21 Eylül) ekinoksların
40
MEKSİKA
gerçekleştiği an, piramide gelen güneş
ışıkları piramidin merdiven yanındaki
çıkıntıları, merdiven basamaklarının
dibinde bulunan iki yılan başı yontusunun S’ler çizen bir gövde uzantısı
oluşacak şekilde yukarı doğru uzanmaktaymış. Arkeologlar “yok böyle bir
şey” deseler de insanlar buna inanıyorlarmış. Hatta Tüylü Yılan’ın arkasında
ateşler saçan bir roket olduğunu, bu
nedenle uzaydan gelmiş olabileceğini
söyleyenler bile varmış.
CANCUN
Karayip Denizi kıyısındaki kumsalda
turkuaz renkli sularla tanışıyoruz. Burası kıyı boyu lüks otellerin sıralandığı
Dünyaca ünlü bir tatil şehri.
Cancun, bir tarafta Karayip Denizi
diğer tarafta Nichupte Lagün’ü arasındaki şerit boyunca uzanıyor. Biz de bu
muhteşem coğrafyada dalış yapmanın
keyfini çıkartıyoruz.
İlk dalışı “National Park” da yapıyoruz.
Burası 2009 yılında oluşturulmaya başlanmış Sualtı Sanat Müzesinin (MUSA)
olduğu yer. Müzede çeşitli heykeller
yapılmış. Kimi ağlıyor, kimi dua ediyor,
kimi hamile, kimi şişman, kimi zayıf.
Kiminin de başından ateşler çıkıyor.
Balıklar sürüler halinde heykellerin
arasında dolanıyor. İkinci dalışı da gene
10 metre derinlikte bir başka heykelli
bölgede yapıyoruz. Buradaki heykeller
daha orijinal. Denizaltında mercan grubuna doğru ilerliyoruz. Bugüne kadar
hiç görmediğimiz bir balık sürüsüne
rast geliyoruz.
Açık mavi renkli bir balık muhtemelen dişi ve ondan biraz büyükçe siyah,
lacivert bir balık muhtemelen erkek.
Birbirlerine milimetre mertebesinde
uzaklıkta çift olarak yüzüyorlar. Bu
şekilde çiftler halinde binlerce balık
yüzüyor. Çiftler aynı anda geri dönüyor,
aynı anda duruyor, o kadar hızlı hareket
ediyorlar ki takip etmekte zorlanıyoruz.
Çıkınca ilk iş “ne balığıydı onlar?” diye
soruyoruz. Blacking restless olduklarını
ve herkesin onlara bizim gibi hayran
kaldığını öğreniyoruz.
MEXICO CITY
Gezimizin sonuna doğru Mexico City’ye
vardığımızda kendimizi memlekete geri
dönmüş gibi hissediyoruz. Benim için
çok özel bir yere gidiyoruz: “Mavi Ev”.
Ressam Frida Cahlo’nun doğup büyü-
düğü, hayatının çoğunu geçirdiği ve
içinde öldüğü eve. Üniversite yıllarından beri hayran olduğum o muhteşem
kadının evindeyim.
Hayatını okuduğum, filmini seyrettiğim, Pera Müzesi’nde sergisini gezdiğim
o muhteşem kadının evindeyim.
Giriş katındaki odalarda resimler
sergilenmiş. Bir bölümünde Frida’nın
bir bölümünde Diego’nun resimleri ile
aile fotoğrafları, Frida’nın günlüğünden alınma cümleler var. Bir tanesinde
“Benim bacaklara ihtiyacım yok, çünkü
benim kanatlarım var” diye yazmış.
Çocuk sahibi olamayışının acısını öyle
bir yansıtmış ki, tabloyu ağlatmış.
Ah Frida, ah dostum, ne kadar güzel
arkadaş olurduk diye geçiriyorum içimden. Sanki dostum beni bırakıp gitmiş,
öksüz kalmış gibiyim.
Meksika’daki son gecemizi Restaurant
La Fonda del Recuerdo’da geçiriyoruz. Canlı müzik ve Meksika dansları
eşliğinde yemek yiyoruz. Gösterileri
öyle çeşitlendirmişler ki sahnede horoz
dövüşü bile yapılıyor.
Meksika’ya bu Meksika gibi renkli
geceyle veda ediyoruz ve ertesi sabah
ayrılmak üzere otelimize dönüyoruz.
41
FOTOĞRAF ÇALIŞMA GRUBU
“Durdurduğumuz zamanı
görüntülüyoruz”
Fotoğrafı hobi değil yaşam biçimi olarak gören Haldun Durukan (ME ’82) ile
fotoğrafın derinliklerine indik.
DERNEK’TEN
Nurdoğan Arkış (SOC ’80)
Haldun, fotoğrafa hangi gözle
bakıyorsun, fotoğraf sana ne ifade
ediyor?
Fotoğrafa kendi hayallerimle
bakıyorum. Görünenlerin ardında
gizli kalan dünyayı merak ediyorum...
Başkalarını gözlemlemek için
bakmıyorum ve çekmiyorum. Bence
fotoğraf bir zamanı aramaktır ve
zamanın yorumunu yapmaktır.
Kendimiz durdurduğumuz zamanı
görüntülüyoruz sanki. Çatışmalar
içinde kurulan ilişkiler ile
karşıtlıklardan çıkan birliktelikler
bana hep çekici gelmiştir. Realist
bir bakışım olmadı hiç. Bir yerde
gerçeklere ihanet etmek gerekir ve bu
42
en çok fotoğrafa yakışıyor.
Çerkes Karadağ “Görüntü
Büyücüsü” adlı kitabında; “Bence
fotoğraf ritim açısından şiirle,
içerik açısından öyküyle, görüntü
açısından resimle, gerçeklik
açısından sinemayla, katılım
açısından tiyatroyla, paylaşım
açısından da herkesle yakınlık
içerisindedir “diye söz ederken
fotoğrafın tüm sanat dallarına uç
verdiğini çok iyi anlatmış. Fotoğrafa
gerçek anlamını veren bu sözü çok
önemiyorum.
Eminim bir çoğumuz gibi senin
de fotoğraf geçmişine bakınca
fotoğrafın önemini sana kavratan,
seni etkileyen anlar olmuştur.
Fotoğraf senin için neden önemli
hale geldi, ne oldu da fotoğrafı hobi
olarak önemsedin?
1980’li yılların başında Ankara
Afsad döneminde yoğun siyah beyaz
kareler çeker, karanlık odaya girer,
kendimi karanlık odada farklı bir
aydınlık içinde bulurdum. Karanlık
oda dönemi bitmeye yüz tuttuğunda
nedense fotoğrafa uzak kaldım. Ta
ki 6-7 yıl öncesine kadar. Fotoğrafa
hobi olarak değil yaşam biçimi
olarak bakmaya karar verdim. Geri
dönüşümün en aklıma gelen sebebi
budur.
FOTOĞRAF ÇALIŞMA GRUBU
Değişik bir bakış açın olduğunu
biliyorum, konu seçimin, çerçevelemen
farklı oluyor, sence senin bakışındaki
farklılık nedir?
Hayatın bir anda başlayan ve bir anda
biten yalın gerçeğini birer küçük
nokta olarak düşünürsek, aslında
iki nokta arasında yaşananlar çok
boyutlu grafik bir renk karmaşasıdır.
Bu karmaşayı fotoğraf karelerine
yerleştirmek bana heyecan veriyor.
Hayata grafik bir boyuttan baktığımda
az bulunan,sıradan ve aslında değer
verilmeyen detayları yakalamak
mümkün oluyor. Masalsı renkler
ve çizgiler o değersiz gibi görülen
detaylara farklı anlamlar katabiliyor.
Fotoğraf ile ilgili hayalin nedir?
Bir fotoğraf yolculuğu hayal ediyorum.
Bir yerden başlıyorum yolculuğa ve o
yerde bir şeyler çekiyorum. Ardından
bir sonraki adrese doğru yola çıkıyorum
ve yolda önce çektiğim fotoğraflara
hikaye yazıyorum. Bir sonraki adreste
bir önceki hikayemi fotoğraflarımla
“Hayatın bir anda başlayan ve bir
anda biten yalın gerçeğini birer
küçük nokta olarak düşünürsek,
aslında iki nokta arasında
yaşananlar çok boyutlu grafik bir
renk karmaşasıdır. Bu karmaşayı
fotoğraf karelerine yerleştirmek
bana heyecan veriyor.”
anlatıyorum. Orada da yine bir takım
fotoğraflar çekiyorum ve yolculuğa
devam ediyorum. Bu yolculuğu
soluksuz devam ettirmek istiyorum, hiç
bitmeyeceğini düşünerek...
Şu an üzerinde çalıştığın fotoğraf
projelerin var mı?
Graffiti/insan/hayat/müzik ilişkisi
üzerine kurgular hazırlıyorum. Ama
herşey henüz çok ham. Neden graffitti
dersen, duvarlara işlenen hayallerin
hayatta karşımıza çıkan gerçeklerden
çok farklı olduğunu düşünüyorum.
Hayaller yaşamın içinde bir yaşam gibi
geliyor bana.
Fotoğrafa yeni başlayan birine ne
tavsiye edersin?
Öncelikle gördüklerine bakmaya
başlamasını tavsiye ederim. Renklerle
ilgili eğitim almalı ve ışık ne demektir
bir fikir edinmeli. Örneğin John
Berger’in “Görme Biçimleri” kitabını
okumakla yola çıkmasını makina
seçiminden daha önemli buluyorum.
Fotoğraf makinalarının, markaların
kendisini yönetmesine izin vermemeli,
kendisi o makinaları kendi fotoğraf
çekme arzu ve eğilimlerine göre
şekillendirmeli. Aygıtların egemen
olduğu dünyamızda fotoğrafa daha
özgür bir düşünceyle sahip çıkılmalı.
Kısa zaman içinde kendisine bir
bakış şekli ve bir tarz edinmesi de
önemli. Fotoğraf çekmeyi bir hobi
olmaktan çıkarıp bir yaşam biçimine
dönüştürmek çekene de büyük keyif ve
enerji veriyor.
43
EDEBİYAT KULÜBÜ
Virginia Woolf ve
Mrs. Dalloway
“KENDİMİ SANA DOĞRU SAVURACAĞIM,
YENİLMEKSİZİN VE BOYUN EĞMEDEN, EY ÖLÜM!”
(Virginia Woolf’un mezar taşındaki yazıt-Dalgalar’ın
bitiş cümlesi: Faust’tan)
DERNEK’TEN
Bu ay okuduğumuz kitaplardan biri
de, ünlü yazar Virginia Woolf’un ilk
kez “Jackob’un Odası”nda denemeye
başladığı yeni roman tekniğini tam
olarak kullandığı ilk kitabı, “Mrs.
Dalloway”di. Woolf, bu romanı
yazarken, “tüm kalıpları kırmaya,
duyduğu ve düşündüğü her şey için
yeni bir var olma biçimi, yani yeni
bir ifade biçimi bulmaya” kendini
zorladığını söylüyor.
Kitapta belirli bir olay örgüsü yok
ve kronolojik sırayla, başı, ortası,
sonu olan bir öykü anlatılmıyor.
1923 yılının Haziran ayında geçen
bir günün on iki saati, sürekli olarak
geçmişe dönüşler yaparak ele
alınmakta. Saatlerin- özellikle Big
Ben’in- çalmasından yararlanılarak
her geçen saatin; hatta yarım saatin
bilincinde olmamız sağlanıyor.
(Zaten yazarın roman için düşündüğü
ilk isim “The Hours” ). Romanda
kişilerin iç dünyası, kişilerin içinde
olup bitenler doğrudan aktarılarak,
bilinç akışı tekniği ile veriliyor. Yazar,
“içinde ne olursa olsun an’ın bir
bütün olarak verilmesi”ni amaçlamış.
Diğer yandan psikolojik yorumlar,
yaratılan kişileri yargılama ya da bir
düşünce/davanın savunulması da söz
konusu değil ve olup bitenleri yazar ya
da anlatıcı yorumlamıyor.
Romanda iki baş kişi var. Clarissa
44
Dalloway ellli yaşlarında bir ev
hanımı. İkinci karakter Septimus
Warren Smith ise otuzlarında,
savaş kurbanı bir küçük memur.
Daha romanın en başlarında
bu iki karakter arasında bir bağ
kurulmaya başlıyor: Raslantıyla
aynı zamanda Londra’nın aynı
sokağında bulunup; aynı şeyleri
görüp duyuyorlar. Aslında bu iki
karakter arasındaki gizemli bağ
bundan çok daha derin ve her ikisi
de roman boyunca Shakespeare’den
aynı dizeleri anımsıyor. Othello’nun
sözleri “Şimdi ölmek, şimdi
çok mutlu olabilmek demektir”
sürekli olarak akıllarında. Ya da
Cymbeline’deki “Güneşin sıcağından
korkma artık” diye başlayan ağıtı
anımsayıp, kendi kendilerine
tekrarlıyorlar.
Clarissa romanın geçtiği tek günün
akşamında verecek olduğu partiye
hazırlanırken, Septimus adım adım
onu akıl hastanesine götürecek
doktorun gelişine; onunla birlikte
gelecek ölümüne yaklaşmaktadır.
Romanın sonunda, verdiği
partide Septimus’un intiharının
anlatılmasıyla birlikte, Clarissa
ile Septimus’un yolları son kez
kesişecek ve tanımadığı bu gencin
ölümü üzerinde düşünmeye ve
giderek ona yakınlık duymaya
başlayan Clarissa, onunla tümüyle
özdeşleşecektir. Öylesine ki,
ona acıyacağı yerde, kendisinin
yapamadığını bu delikanlının yapmış
olmasına adeta sevinmektedir.
Mrs. Dalloway, intihar konusunda
saplantılı olan ve romanı yazdığı
yıllara gelinceye kadar iki kez
intihar girişiminde bulunan Virginia
Woolf’un, delilik ve intiharı
anlattığı tek kitabıdır. Woolf, romanı
bitirmesinden on altı yıl sonra bir
kez daha yaşamına son vermek
istemiş ve bu sefer başarılı olmuştur.
SİNEMA KULÜBÜ
Sinema Kulübü’nün
yoğun gündemi
Sinema Kulübü yoğun bir gündem yaşadı. Film seyredildi,
film üzerine tartışıldı, Defne Gürsoy ile Cannes Film
Festivali izlenimleri üzerine sohbet edildi ve kulüp
amaçları üzerine özel bir toplantı gerçekleştirildi.
Bilge Seçmeler (EF’01)
Mayıs ayında kurulan ve ilk
etkinliğinde Zeki Demirkubuz’un
“Yeraltı” filmini izleyen Sinema
Kulübü olarak ikinci etkinliğimizde
İstanbul’un çevrecilik sorunları
üzerine kurgulanmış belgesel film
“Ekümünopolis” i izledik. Seyir
sonrasında Feryal Hanım’ın İnşaat
Mühendislik deneyimlerinden
yararlanarak sohbetimiz çok daha ilginç
noktalara vardı. Feryal Hanım, “Bu
belgesel inşaat sektörüne sesleniyor”
dedi.
Ekümünopolis üzerine; “Azcuk peşin,
gerisi Allah kerim … Gazetelerin
sayfaları ve televizyon kanalları uzun
bir süre bu “cazip” projelerin reklamları
ile doluydu… Pastel renklerle bezenmiş,
modern yaşamı simgeleyen ne varsa
onlara ait sembollerin yer aldığı robot
resimler… İnsanı baştan çıkarmaya
çalışan sloganlar: orman içinde, göl
kenarında, bilmem kaçıncı katında
bahçeli, teraslı, önünde kocaman
kulaklı tavşanların cirit attığı alanlar,
şırıl şırıl akan sular, kanallar, göletler,
kayıklar, bilmem nereyi ayağınıza
getiren ya da aratmayan ayrıntılar vb
ile dolu yapay oluşumlar… Kesinlikle
ilk bakışta albeni yaratan ve bize
“güya” modernizm çanları çaldırtan
“yeni yaşam mekanları”… (Müjde Ayşe
Şahintürk’ün izlenimleri)
Belgeselin sonrasında ortak kanımız,
şayet mahalle vari sokaklarda
yaşıyorsanız, balkonunuzdan erik
ağacı sarkıyorsa o hayatı bırakmayın.
Sinema Kulübü neleri amaçlıyor?
1- Sinema kültürümüzü geliştirmek;
2- Üretim aşamalarını öğrenmek:
Hikâye, Senaryo, Teknoloji, Kurgu,
Yönetim, Çekim, Oyunculuk,
Montaj, Seslendirme, Vizyon,
Eleştirmen, Seyirci boyutları;
3- Paydaşları; Üreticiler, Set
Çalışanları, Oyuncular, Senarist,
Yönetmen, Eleştirmen ve Yapımcılar
ile ilişkiler kurmak ve geliştirmek;
4- Başta ODTÜ olmak üzere,
üniversitelerin (Boğaziçi, Bilgi
Üniversitesi gibi) sinema kulüpleri
ile iletişime geçmek;
5- Sinema ile ilgili olan diğer
sinema, dergi, dernek, sendika ve
gruplarla ilişkiye girmek;
6- Toplu veya bireysel olarak
vizyondaki filmleri izleyerek, diğer
üyelerimize fikir ve katkılarda
bulunmak, tartışmalar yapmak;
7- Festival ve gösterimlerle ilgili
olarak özel etkinliklerde bulunmak;
8- Türk ve Dünya Sinema Tarihi
hakkında bilgimizi paylaşmak,
artırmak, önemli filmleri birlikte
izlemek, değerlendirmek.
www.odtumistsinema.wordpress.
com
Defne Gürsoy ile
Cannes Film Festivali ÜZERİNE
Yaşamınızı faunus üzerine kurmayın.
Cannes Film Festivalini izleyen
gazetecilerimizden Defne Gürsoy
(ODTÜ MAN ’83) ile 8 Haziran akşamı
dernek merkezimizde iki saati aşan
bilgi bakımından zengin bir söyleşi
gerçekleştirdik. TV ekranından tanık olabildiğimiz bir festival üzerine
bir Türk gazetecinin tanıklıklarını dinlemek ve siyasi, politik, sosyolojik
anlamda Cannes Film Festivali’ni yorumlamak son derece keyifliydi.
Defne’nin heyecanı ve kulübümüze gösterdiği destek bizleri de sevindirdi.
Bir gazetecinin şifresi ile internetten filmlere ulaşabilmek bizlerde ayrıcalık
hissi yarattı.
45
BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU
Bu köprüden geçen
çocuklar ODTÜ’ye
gelecek
Değerli Üyemiz/Mezunumuz,
DERNEK’TEN
Burs verdiğimiz öğrencilerimizden
oluşan KÖPRÜ Grubu, 9 yıldır
sürdürdüğü “Her Yıl Bir Köye
Kütüphane Projesi”ni 19 Mayıs
2012’de Kastamonu İli Pınarbaşı
İlçesi’nde bulunan Şehit Ramazan
Akkaya Yatılı İlköğretim Bölge
Okulu’nda gerçekleştirdi.
Uzun araştırmalar sonunda;
Kastamonu İli Pınarbaşı İlçesi
Şehit Ramazan Akkaya YİBO’da
bulunan kütüphanenin yetersiz
oluşu, ilçede başka bir kütüphane
olmayışı ve geliştirilecek
olan kütüphanenin ilçenin
de kullanımına açık olacağı
hususlarından dolayı buraya
kurulması uygun görüldü. Proje
tarihi olarak da 19 Mayıs 2012
seçildi.
46
Projeye 4.000’in üzerinde kitap
bağışı, 3.022 TL maddi yardım geldi.
Projeye destek olan herkese gönülden
teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Proje için dernek merkezimizde
toplanan 35 koli kitabı ODTÜ’ye
bursiyerlerimize gönderdik.
Bursiyerlerimizin topladıkları
kitaplarla birlikte envanteri tutulan
kitaplar, kütüphane için raflar ve
masalar, ODTÜ Bilim Otobüsü’ne
yüklenerek bursiyerlerimizle
birlikte 18 Mayıs gecesi yola çıktılar.
İstanbul’dan Yönetim Kurulu
ve Burs Havuzu Çalışma Grubu
üyesi 5 mezunumuz ve bir dernek
personelimiz projeye destekte
bulunmak üzere 19 Mayıs sabahı
Pınarbaşı’ndaydılar.
19 Mayıs sabahı okulun
pansiyonunda yapılan kahvaltının
ardından getirilen kitaplar, masalar
ve kitaplıklar; okulun öğrencileri,
meraklı küçükler, bursiyerlerimiz,
mezunlarımız, Okul Müdürü,
Müdür Yardımcısı, Öğretmenler, İlçe
Milli Eğitim Müdürü, ODTÜ Bilim
Otobüsü Şöförleri ve halk tarafından
kütüphaneye yerleştirildi. Buradaki
dayanışma görülmeye değerdi.
Herkes bir işin ucundan tuttu.
19 Mayıs dolayısıyla programlanan
resmi tören de okulda gerçekleşti.
Hep birlikte tören izlendi. Tören
sonrasında İlçe Kaymakamı
Mehmet Emin Taşçı ile KÖPRÜ
Grubu Koordinatörü Mustafa Ünal
kütüphanenin açılışını yaptılar. Açılış
sonrası konuşmasında teşekkürlerini
ileten İlçe Kaymakamı, KÖPRÜ
BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU
Koordinatörümüze bir plaket verdi.
Bursiyerlerimizin önceden planladığı
birçok etkinlik, okul öğrencileri ve
köy çocuklarıyla birlikte sunuldu.
Deneyler gerçekleştirildi, oyunlar
oynandı, futbol maçı yapıldı.
Yapılan etkinliklerle çocuklarla
bursiyerlerimiz arasında çok sıkı bağ
oluştu. Öyle ki; ilçeden ayrılırken
çocuklarla yapılan vedalaşmadaki
gözyaşları herşeyi anlatıyordu.
Proje sonrası planlanan gezi; 19-20
Mayıs tarihlerinde Pınarbaşı ve
Safranbolu bölgesinde gerçekleşti.
19 Mayıs günü proje ve etkinlikler
tamamlandıktan sonra Pınarbaşı
Valla Kanyonu ve Ilıca Şelalesi
gezildi. Ertesi gün tarihi bir mekanda
yapılan kahvaltı sonrasında Horma
Kanyonu’na gidildi. Safranbolu
da bursiyerlerimizle birlikte
gezildikten sonra mezunlarımız ve
bursiyerlerimiz Karabük’te ayrıldılar.
Bursiyerler Ankara, mezunlarımız
İstanbul yoluna koyuldular.
Kastamonu’da bulunulan süre
içerisinde Okul Müdürü, Müdür
Yardımcıları, Öğretmenler, İlçe
Milli Eğitim Müdürü ve yöre halkı
tarafından oldukça iyi ağırlandık.
Kütüphaneyi kurarken, etkinlikleri
gerçekleştirirken, 19 Mayıs
törenlerini izlerken, yöreyi gezerken,
alışveriş ederken, bölge halkıyla
bol bol sohbet edildi. Kütüphane
projemiz ve ODTÜ anlatıldı.
Okuldan ayrılmadan önce okulda
yapılan ufak toplantıda Okul
Müdürü’nün şu sözleri hepimizin
aklına kazındı: “Sizin kurduğunuz
bu köprüden bu okulun öğrencileri
geçerek ODTÜ’ye gelecekler.”
Projeye desteğini esirgemeyen
üyelerimiz, mezunlarımız, gönülden
ODTÜ’lü herkese çok teşekkür ederiz.
Saygılarımızla,
İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
MAYIS - HAZİRAN 2012
100 TL VE ÜSTÜ BURS VERENLER AŞAĞIDAKİ TABLOLARDA GÖSTERİLMİŞTİR
MAYIS-HAZİRAN 2012 KURUMSAL BURSLAR
ENSER ENDÜSTRİYEL SERVİSLER
250.00
BENGİ ELGİN ÜÇÖZ (FDE’94)
FAS’76 SINIFI BURSU
250.00
CEM SARVAN (MINE’89)
1,000.00
FİNANSBANK TEFTİŞ KURULU ÇALIŞANLARI
200.00
ELİF GÜRSEL USLUER (MAN’00)
880.00
REMEKS LTD.ŞTİ.(REMZİ SOLAK CHE’85)
150.00
ETEM CEM UÇAR (EE’97)
EVRE GIDA LTD.ŞTİ.
(BÜNYAMİN ÖZDALYAN FDE’87)
750.00
UFUK YAPI SAN VE TİC LTD. ŞTİ.
(ÖMER DEMİRBİLEK ME’78)
150.00
FERİDE DEMİRTAŞ (ECON-STAT’79)
ÖZEL DENİZATI İLKÖĞRETİM OKULU
500.00
100.00
ÖZGÜN ŞİRKETLER GRUBU
500.00
SGS TASARIM TAAHHÜT İNŞAAT
SANAYİİ TİC. LTD. ŞTİ.
PROTEM ELEKTRONİK MAKİNA
SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ.
500.00
FOTOĞRAF KULÜBÜ BURSU
430.00
KONE ASANSÖR SANAYİİ VE
TİCARET A.Ş.
1,820.00
TREK TURİZM (FİKRET GÜRBÜZ (ME’78)
KÖPRÜ(M) BURSU*
ALTERNATİFBANK
ÇALIŞANLARI
DATA MARKET BİLGİ HİZMETLERİ LTD.ŞTİ.
(MURAT BOYLA)
330.00
300.00
TESTO ELEKTR. VE TEST ÖLÇ. CİH. DIŞ TİC.
LTD.ŞTİ. (SELMAN ÖLMEZ EE’82)
300.00
TEKNO-METAL LTD. ŞTİ.
TEKNOTHERM LTD. ŞTİ.
FEVZİ TURKAY OKTAY (EE’88)
FUNDA ÇETİNTAŞ (CENG’84)
FUNDA GENYA (MAN’89)
FUNDA GÜNEŞ (CHE’01)
MAYIS-HAZİRAN 2012 TEK SEFERLİK BURSLAR
GÖKHAN GÜNVER (FDE’95)
MEHMET ALİ ACARTÜRK (MAN ’78)
2,000.00
GÜLSÜN ZEYTİNOĞLU (BIOL’83)
LEYLA KARA (MATH ’90)
250.00
MEHMET ALİ ALPAR (PHYS’72)
YÜCEL MUTLU
250.00
NURAY-HAKAN AKMERİÇ (CENG’82)
ÖZGÜN TANGLAY (ARCH’01)
200.00
ÖZKUL KORAY (MAN’69)
RUŞEN ÇETİN (EE’81)
MAYIS-HAZİRAN 2012 ARTIRIM
SERDAR SUNGAR
ABBAS HACIÖMEROĞLU (ARCH’72)
TAYFUR CİNEMRE (ME’78)
270.00
ALEV SEMKER AKAL (ECON’84)
TEVFİK ONAT (MATH’79)
270.00
AYSUN MERCAN (MAN’82)
ZEYNEP DURUKAL (ECON-STAT’76)
47
BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU
MAYIS-HAZİRAN 2012 BİREYSEL BURSLAR
AKIN ÖNGÖR (MAN’67)
1,000.00
ELİF İZGİ TOPBAŞ (ARCH’93)
150.00
DEMET ÖZDEMİR ÖZ (MAN’91)
100.00
SALİM ALTINÖZ (CE’81)
800.00
ERCÜMENT GÜMRÜK (ARCH’72)
150.00
DİLNİŞİN BAYEL (MAN’96)
100.00
TURGUT ONUR (ECON-STAT’79)
600.00
ERSİN ÖZİNCE (MAN’75)
150.00
ERCÜMENT YILDIZ (PHYS’83)
100.00
MEHMET-MUTENA SEZGİN (MAN’84)
550.00
FİLİZ EYÜBOĞLU (CENG’84)
150.00
ERDOĞAN LEBLEBİCİ
100.00
ABDULLAH AYDIN (ME’69)
500.00
GÖKBEN UTKUN (CENG’96)
150.00
ESRA BASKIN
100.00
FİGEN KORUN (ECON’68)
500.00
GÜLTEN SEVİNÇ-ATIL İŞÇEN
150.00
FATMA ŞEBNEM ABAYOĞLU (EE’79)
100.00
İSMAİL IŞIK (CE’76)
500.00
HALUK ERBEN (CHE’76)
150.00
FEYZULLAH ARDA (CHE’72)
100.00
SELMA YURTSEVER (IE’81)
500.00
HÜLYA SİREL
150.00
GÜLTEKİN GÜNAL (MATH’79)
100.00
TUNCAY ÖZYÜREK (ADM’68)
500.00
KAYA ÖZGÜL (MAN’80)
150.00
H. SİNAN TEREK (IE’80)
100.00
ALİ ARİF ERİÇ (ME’82)
400.00
MEHMET MURAT ÖZKARAKAŞ (METE’79)
150.00
HAMİT AYDOĞAN (ADM’80)
100.00
OSMAN CENGİZ BİRGİLİ (CE’78)
400.00
MERAL ÇİMENBİÇER
150.00
HASAN KILIÇ (MAN’88)
100.00
ARSLAN SALMAN (EE’68)
330.00
METE HAKAN GÜNER (MAN’95)
150.00
HİLKAT ERKALFA (CHE’70)
100.00
BÜLENT OLTU (CE’73)
300.00
NESRİN-EROL TUNÇMAN (CHE’79)
150.00
İ.ENGİN ÖZGÜL (MAN’83)
100.00
F.MİNE-DENİZ ÖZGENTAŞ (MAN’82)
300.00
NUR-SERHAT KURAK (CENG’87-ME’87)
150.00
İBRAHİM ŞENYAY (CHE’70)
100.00
FERİDE DEMİRTAŞ (ECON-STAT’79)
300.00
OSMAN ERK (MAN’74)
150.00
İSMAİL ERSİN PEYA (ADM’83)
100.00
NECAT KAMİL KONUKÇU (METE’79)
300.00
ÖMER VARGI (PHYS’76)
150.00
İSMİNİ AÇIKLAMAK İSTEMEYEN (MAN’80)
100.00
NURAN-İSA ÜLKER (CHED’91-ECON’83)
300.00
ÖZEN ALTIPARMAK (MAN’76)
150.00
KURTULUŞ BERKAY GEZEN (EE’95)
100.00
NURAY AYAROĞLU (ECON’84)
250.00
PINAR İLKİ (ARCH’93)
150.00
MEHMET KOCASAKAL (CHEM’78)
100.00
TOLGA EGEMEN (ME’92)
250.00
YUSUF BORA IŞIK (ME’74)
150.00
MEHMET ÖZDEŞLİK (EE’78)
100.00
ÜSTÜN SANVER (MAN’72)
250.00
ALEV KAHRAMAN (MAN’94)
130.00
MEHMET RASGELENER
100.00
YUSUF KÖSE (ECON-STAT’79)
250.00
ELA ÇUBUKÇU (ECON’91)
130.00
MEHMET UMUR COŞKUN (IE’74)
100.00
M.ALİ ACAR (MAN’78)
225.00
TÜRKÜ KARAN (MAN’91)
130.00
MEHMET YAŞAR ÖZEKENCİ
100.00
ALPARSLAN TANSUĞ (MAN’75)
200.00
UĞUR AYKEN (ME’76)
130.00
MELİH KIRLIDOĞ (CE’83)
100.00
DENİZ FEVZİYE KUTLUSOY (ECON’84)
200.00
CENGİZ ERDOĞAN (ECON-STAT’79)
125.00
MURAT DARYAL (CHEM’78)
100.00
FEVZİ TURKAY OKTAY (EE’88)
200.00
ERTAN MESTCİ (ARCH’63)
125.00
MUZAFFER HACIBEKİROĞLU
100.00
GÖKHAN GÜNVER (FDE’95)
200.00
GÖKÇE ORHAN (CRP’96)
125.00
NURSEN TÜZÜN (MAN’86)
100.00
MEHMET ALİ ACARTÜRK (MAN’78)
200.00
MEHMET YENER (MAN’67)
125.00
OĞUZ ÖZDEMİR (MAN’74)
100.00
MEHMET MÜRŞİT ÇELİKKOL (ME’79)
200.00
GÜNHAN ÖZOĞUZ (CHE’75)
120.00
ORHAN KURMUŞ (ECON-STAT’68)
100.00
MELİH KARAKAŞ (CHE’72)
200.00
NURAY-HAKAN AKMERİÇ (CENG’82)
120.00
ÖMER BERKER
100.00
NAFİS YURDAL YALMAN (MAN’87)
200.00
SELÇUK ÖZDİL (ME’78)
120.00
SAİME ÖZBAY (ECON’73)
100.00
OSMAN SARI (CE’70)
200.00
SELMA ZAİM (ID’85)
120.00
SEÇKİN NUZUMLALI (ME’78)
100.00
ÖZKUL KORAY (MAN’69)
200.00
ADNAN OKUR (ECON’95)
100.00
SEDEF DURU ÖZKAZANÇ (MAN’91)
100.00
RUŞEN ÇETİN (EE’81)
200.00
AKIN TELATAR (MAN’90)
100.00
SELDA ARKAN (CHEM’80)
100.00
ŞEBNEM ÖZBÜBER (BIOL’90)
200.00
ATOK İLHAN (MAN’63)
100.00
SEMA TURGUT (MAN’89)
100.00
TAYFUR CİNEMRE (ME’78)
200.00
AYNUR KARPAT (CHE’86)
100.00
SERAP TELCİ (FDE’86)
100.00
ZEYNEP-BÜLENT FIRAT (MAN’97-MAN’97)
200.00
AYSUN MERCAN (MAN’82)
100.00
SEVGİ GÜRBÜZ (IE’83)
100.00
SAVAŞ DERİNGÖL (MAN’76)
160.00
AYŞE GÜLİN GÜNAL (PHIL’99)
100.00
SEYHUN ŞİRİN (GEOE’79)
100.00
AYŞEN KALKAVAN
150.00
BAHAR AKAY (CHE’69)
100.00
TAMER SOYULMAZ (ME’89)
100.00
BERK VURAL (ME’65)
150.00
BANU BÖREKÇİ (MAN’74)
100.00
TEVFİK CEM BAYKARA (EE’90)
100.00
BİRİM-CEM KARAKAŞ (MAN’97)
150.00
BEHZAT YILDIRIMER (MAN’79)
100.00
TUFAN TUNÇYÜZ (ME’74)
100.00
CEMAL OĞUZ BEKAR (MAN’82)
150.00
CAFER FINDIKOĞLU (MAN’74)
100.00
VELDA SAVAŞ GÜNDOĞAR (ADM’92)
100.00
CENK ALTUN-ÖZGÜR TOKGÖZ ALTUN
(MAN’94-MAN’97)
150.00
CANAN-ÇAĞATAY PİŞKİN (ECON’94)
100.00
VEYSEL BATMAZ (ADM’79)
100.00
CANBOLAT MAHMUTOĞLU (ME’83)
100.00
YAVUZ BAYRAKTAROĞLU (METE’76)
100.00
ÇAĞLA KURTULUŞ (MAN’69)
150.00
CÜNEYTHAN MERTDOĞAN (ECON’86)
100.00
ZELİHA İLKE SELVİ (CENG’85)
100.00
DEVRİM OKÇU (MATH’90)
150.00
ÇAĞLAR SÜRÜCÜ (CE’95)
100.00
ZİYA DOMANİÇ (MAN’78)
100.00
ZUHAL-ÖNDER FOCAN (ME’78)
100.00
MAYIS-HAZİRAN 2012 SEVDİKLERİNİZİN ANISINA
48
SEMİH ERBEK ANISINA BURSU
5,770.00
ERTUĞRUL KARAKAYA ANISINA BURSU
180.00
“RSY” ANISINA BURSU
2,000.00
AYSEN ALTANLAR ANISINA BURSU
150.00
FATMA KENDİR ANISINA BURSU
1,000.00
EMİNE-FEVZİ ORAY ANISINA BURSU
120.00
BÜLENT OLTU (CE’73)
SERTAÇ KENDİRCİ ANISINA BURSU
455.00
H.ALİ YENİDÜNYA ANISINA BURSU
110.00
CANER ERDEM (STAT’07)
BÜLENT FİDAN ANISINA BURSU
345.00
MUHİDDİN CENKDAĞ ANISINA BURSU
100.00
DEVRİM OKÇU (MATH’90)
ALİ-FERİHA GÜLEN ANISINA BURSU
300.00
MÜŞERREF CENKDAĞ ANISINA BURSU
100.00
GÖKBEN UTKUN (CENG’96)
ÖNER ESKİL ANISINA BURSU
250.00
YURTKAN KÖKÜÖZ ANISINA BURSU
235.00
RABİA YENİDÜNYA ANISINA BURSU
220.00
MAYIS-HAZİRAN 2012 YENİ KATILIM
MAYIS-HAZİRAN 2012 ADINA BURSLAR
GÜLTEKİN KARAŞİN SCIENCE
ACHIEVEMENT AWARD
250.00
*KÖPRÜ: Bursiyerlerimizin oluşturduğu grubun adı,
KÖPRÜ(M): Mezun bursiyerlerimizin oluşturduğu grubun adı.
dı!
y
ı
m
az
m
l
r.
o
a
v
i
y
i
u
ş
Olsa de olmu
Biz
*
e
c
e
d
sa
e
tt
a
sa
a
Carrier Klim
7 kuruş elektrik harcar.
Kampanyalarda onların, yüzlerin, binlerin havalarda uçuştuğu günümüzde,
kuruşa geri dönmek elinizde! Carrier’ın Inverter Klimaları minimum
kapasitede saatte sadece 7 kuruşa ısıtıp serinletiyor.
Carrier; ne de olsa klimanın mucidi. Teknoloji de onda, ekonomi de.
ALARKO CARRIER SANAY‹ VE T‹CARET A.Ş.
‹STANBUL
Gebze Organize Sanayi Bölgesi, Şahabettin Bilgisu Cad. 41480 Gebze -KOCAEL‹
Tel: (0262) 648 60 00
ANKARA
Sedat Simavi Sok. No: 48 06550 Çankaya - ANKARA
Tel: (0312) 409 52 00
‹ZM‹R
Şehit Fethibey Cad. No: 55 Kat: 13 35210 Pasaport - ‹ZM‹R
Tel: (0232) 483 25 60
ADANA
Ziyapaşa Bulvar› Çelik Apt. No: 25 / 5-6 01130 - ADANA
Tel: (0322) 457 62 23
ANTALYA
Metin Kasapoğlu Cad. Küçükkaya Sitesi A Blok No: 2 / 7 07050 - ANTALYA
Tel: (0242) 322 00 29
*Bu özellik 24.000 BTU modellerinde geçerlidir.

Benzer belgeler

ten - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği

ten - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği olarak bir kez daha Burs Havuzu Çalışam Grubumuza ve KÖPRÜ grubuna teşekkürlerimizi iletiyor ve

Detaylı