Teşkilatçılık

Transkript

Teşkilatçılık
TEŞKİLATÇILIK DERSLERİ
Hazırlayan: Hamza Eravşar
Yumak
Eğitim ve Kültür Hizmeti: 4
2
TEŞKİLATÇILIK DERSLERİ
A) NİÇİN TEŞKİLATÇILIK
1 - Giriş-İftiharlarımız
2 - Türkiye'nin görünüşü
3 - Avrupa'daki manzaramız
4 - Millî öfke
5 - Teşkilatlanmak mecburiyetindeyiz
B) NASIL TEŞKİLATÇILIK
1 - Teşkilatçılığa hazırlık
2 - Teşkilatın görünümü
3 - Teşkilatçıya öğütler
4 - Teşkilatçılığın olmazsa olmazları ve örnekler
5 - Disiplin Yönetmeliği
6 - Teşkilat hakkında ön bilgi: Tarifler ve hedef
7 – Hazırlık bilgileri
8 - Günümüzde teşkilatçılık
9 - Teşkilatın işleyişi
10 - Beşerî Münasebetler
NİÇİN TEŞKİLATÇILIK-1
Giriş
– Halkının kaderi önünde durup düşünmelisin. “Bir şeye karşı harekete geçebiliyoruz ama bir şey
için harekete geçemiyoruz.”
– Cemaatler, şirketler, tarikatlar, partiler, vakıflar, dernekler insanımızı birbirine düşman
kamplara böldü; millî birliğimiz için bu çok büyük tehlikedir.
– Harekete geçmeye mecbursun. Avrupa’da beş milyon Türk eriyor. İçinde sen ve ailen de
varsınız. Bir 50 sene sonrasını hayal et!
– Hep kendini düşünme! Atalarımız böyle yapsaydı bizim halimiz ne olurdu?
– Onlar bize, şanlı bir tarih, mükemmel bir din ve engin bir kültür bıraktı. Sen, senden sonrasına
ne bırakıyorsun? Bizden sonra da Türk milleti var olmayacak mı? Bırakılanları koruyarak gelecek
nesillere aktarabiliyor musun?
Batı karşısında aşağılık duygusuna düşme! Kendini güçlü gör! “Kendin güçlü olmayınca, her şey
tehdittir; güçlüysen, her şey fırsattır.” Kendini güçlü hissetmen için elinde şanlı bir tarihin,
mükemmel bir dinin ve çok zengin bir kültürün var. Tarihine bak!
Hun İmparatorluğu (MÖ 220 – MS 216)
Göktürk İmparatorluğu (551 – 745)
Selçuklu İmparatorluğu (1040 – 1308)
Cengiz İmparatorluğu (1206 – 1368)
Timur İmparatorluğu (1370 – 1501)
Osmanlı İmparatorluğu (1299 – 1922)
3
Ve bunlara ilaveten
Orta ve Doğu Avrupa’da Hunlar (374 – 469)
İran ve Hindistan’da Gazneliler (962 – 1187)
Doğu Avrupa’da Altın Ordu (1223 – 1502)
Mısır ve Orta Doğu’da Memluklar (1250 – 1517)
Hindistan’da Babüroğulları (1526 – 1858)
İran’da Safeviler (1502 – 1736)
Altı büyük cihan devleti, altı büyük devlet ve bunlardan başka 100'ün üzerinde bölge devleti,
hanlık, beylik, atabeglik, cumhuriyet... Başka hiçbir millet bu ihtişama ulaşamamış; bir defa
imparatorluk kurabilen, ikincisini kuramamıştır. Bu büyüklüğe, dünyada sadece Türk milleti
ulaşmıştır. Bu milletin, geçmişinde utanacağı bir hadise yoktur. Bizim, Hıristiyanlara karşı elimize
geçen fırsat onların elinde olsa Müslümanlık diye bir şey kalmazdı. Bir, bizim fethettiğimiz ve
asırlarca elimizde kalan yerlerdeki kültür eserlerine bak, bir de Haçlıların işgal ettiği İslâm
ülkelerindekilere…
Son büyük imparatorluğumuzun toprakları üzerinde şimdi 48 devlet vardır. Bunların dışında, o
devirdeki bütün İslâm devletleri (Hindistan, Endonezya, Malezya, Türkistan, Afganistan, Kazan)
kendilerini Osmanlıya tâbî sayarlardı ve Osmanlı onların hâmisi idi. (Sadece Osmanlı değil, Cengiz
İmparatorluğu 44 milyon km² ile, bilinen dünyanın üçte ikisine hükmediyordu.)
Osmanlı topraklarında bugün var olan 48 devlet şunlardır:
A) Avrupa Kıt’asındakiler
1. Ukrayna
2. Kırım
3. Moldova
4. Romanya
5. Sılovenya
6. Hırvatistan
7. Bosna-Hersek
8. Yugoslavya
9. Makedonya
10. Arnavutluk
11. Yunanistan
12. Bulgaristan
13. Macaristan
14. Sılovakya
15. Polonya (Himaye)
16. Kabartay-Balkar Cumhuriyeti
17. Kuzey Osetiya Cumhuriyeti
18. Çeçen-İnguş Cumhuriyeti
19. Dağıstan Cumhuriyeti
20. Gürcistan
21. Ermenistan
22. Azerbaycan
4
B) Afrika Kıt’asındakiler
1. Cibuti
2. Etiyopya
3. Habeşistan
4. Sudan
5. Mısır
6. Libya
7. Tunus
8. Cezayir
9. Fas (Himaye)
10. Nijer (Himaye)
11. Nijerya (Himaye)
12. Çat (Himaye)
13. Kamerun (Himaye)
C) Asya Kıt’asındakiler
14. Kıbrıs
15. Irak
16. Kuveyt
17. Suriye
18. Lübnan
19. Ürdün
20. Filistin
21. İsrail
22. Suudî Arabistan
23. Birleşik Arap Emirlikleri
24. Umman
25. Yemen
ve
26. Türkiye Cumhuriyeti
Bir de başka milletlere bakalım. Bizimle kıyaslanabilecek şu imparatorlukları görürüz:
1. Pers İmparatorluğu: MÖ 559–330
2. İskender İmparatorluğu: MÖ 336–323
3. Roma İmparatorluğu: MÖ 27 MS 476
4. Bizans İmparatorluğu: MS 395–1453
5. İslâm İmparatorluğu Emeviler devri: 661–750
6. İslâm İmparatorluğu Abbasiler devri: 750–1258 (1055’de hâkimiyet Türklere geçti.)
7. İngiliz İmparatorluğu
8. ABD
Bu imparatorlukları kuran milletlerin hiçbiri ikinci defa büyük devlet kuramamıştır.
– Tekniğe boyun eğme! Üstünlük teknikle değildir. Parayı veren herkes ona sahip olur.
– Kültür, teknik gibi parayla alınmaz; ne ise odur ve her milletin kültürü birbirinden farklıdır.
– Bir gururun olmalıdır. Yabancı kültürlere tenezzül etmemelisin. Senin kültürün dünyanın en asil
kültürüdür. Müslim-Gayri Müslim ayırmadan, herkese eşit gözle bakan bir Mevlana; “Yetmiş iki
5
–
–
–
–
–
–
–
millete bir göz ile bakmayan, halka müderris ise, hakikatte asidir.” diyen bir Yunus; Ogüst
mabedini yıkmadan camisini yapan bir Hacı Bayram, Haçlıların arasından çıkmaz.
“Kavm-i Necip” dediğimiz ve onları her türlü tehlikeden koruduğumuz din kardeşlerimizde bile
bize tahammül yok.
Bir şeylerden rahatsız olmalısın; ıstırap çekmelisin.
Bir millî öfken olmalı, bir şeylere kızabilmelisin.
Bir gayen olmalı. “Nereye gideceğini bilmeyen kaptana hiçbir rüzgâr fayda vermez.”
Vatanını parçalamaya çalışıyorlar. Ne düşünüyor, ne yapıyorsun?
Ahlâksızlık aldı yürüdü. Rahatsız olmuyor musun?
Her dine, hatta dinsizliğe dost, İslâm’a düşman bir zihniyet gelişiyor. Hani, imandan sonra en
önemli ibadet olan cihat? Sen dur, başkaları mı yapsın?
NİÇİN TEŞKİLATÇILIK – 2
Manzaramız (Türkiye tarafı)
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
Bir zamanlar dünyaya söz geçiren biz, şimdi üç buçuk eşkıyaya söz geçiremiyoruz.
1600’lü yıllarda 23 milyon km kare toprağımız vardı, şimdi bunun otuzda biri elimizde…
1774’de kadar dünyanın en güçlü, en hatırlı devleti idik; şimdi kimse bizi takmıyor.
Düne kadar bir kaymakamımızla bile konuşmak onlar için şeref iken, şimdi karşımıza dikilip,
bize meydan okuma küstahlığında bulunanlar var.
Dünyanın en zengin topraklarında yaşayan 250 milyonluk Türk dünyası sahipsiz.
Memleketimizde, "bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul" düşüyor.
"İktidar sahipleri (ve vurguncular) şahsî menfaatlerini müstevlilerin (bizi yok etmek
isteyenlerin) siyasî emelleri ile birleştirdiler."
Bir İslâm ülkesi olan Türkiye'mizde misyonerler cirit atıyor. 50 bin Hıristiyan için 30 bin kilise
ortaya çıkartıldı. Binlerce de kilise evi var.
2020 yılına kadar nüfusumuzun beş milyonunun Hıristiyan yapılması kararlaştırılmış, hayli de
mesafe aldıkları görülüyor;
Sonra da, "Hıristiyanların hakkını korumak" bahanesi ile Batılılar, Osmanlıya yaptıklarını
yapacaklar.
Şimdiden "Birleşik Türkiye Devleti" tabiri kullanılıyor; yurdumuzu 16 federe devlete ayırmışlar,
haritalar yayınlanıyor. Hükûmet de, “yeniden yapılanma” adı altında çıkarttığı kanunlarla, bu
işin zeminini hazırlıyor.
En kıymetli yerlerimiz yabancıların eline geçmiş durumda. Topraklarımızın yedide birinin
yabancıların eline geçtiği söyleniyor.
ABD bana ait bir mülkü (Osmanlı topraklarını), beni kullanarak, zimmetine geçiriyor.
Bizim, bir türlü ezan okutamadığımız Ayasofya'da, yakında çan sesi duyacak gibiyiz.
İstanbul'da Vatikan benzeri bir devlet kuruluyor.
Kıbrıs, Kerkük, Karabağ, Batı Tırakya, Kırım, Doğu Türkistan ve hatta Batı Türkistan "bizim"
olmaktan çıkmak üzere...
Türkiye'nin, haraç-mezat satıldığı; millî olan her şeyin, gayri millî olanla değiştirildiği; vatan
hainlerinin kahraman, kahramanların hain gösterildiği şu netameli günlerde, mecliste milliyetçi
seslerin çıkmayışının üzüntüsünü yaşıyoruz.
Tarihteki ihtişamımız altında ezilen Haçlılar, gafil, hain ve menfaatperestleri kullanarak intikam
alıyorlar.
Devlet eli ile, halkımızın bir kısmı başka bir millet yapılmaya çalışılıyor.
6
– Misyonerlerin yaptıkları yetmiyormuş gibi; bundan sonra okullarımızda Müslüman Türk
çocuklarına Hıristiyanlık, Musevilik, Budacılık ve her çeşit sapık inançlar/mezhepler mecburî
ders olarak okutuluyor. (Dinler Bahçesi maskaralığı)
– Tarihten biliyoruz ki, Batılılar, bize karşı ele geçirdikleri her fırsatı sonuna kadar kullanmış ve
netice almışlardır. Şimdi yakaladıkları fırsat onlar için altın değerindedir. Çünkü kendi halkına
karşı horoz olan "astığı astık, kestiği kestik" hükûmet, onlara karşı tavuk olmakta, bir ibadet
zevki ile Batı'dan gelen her emri yerine getirmektedir.
– Ahlâk ve maneviyat dibe vurmuş durumdadır. En hassas olduğu zina bile artık suç değil...
– Kısacası köşeye sıkıştırıldık; Türk milleti, kendisini Ergenekon’dan çıkartacak yiğitleri
beklemektedir.
Şimdi… Bunları hazmetmek mümkün mü? Bir öfke, bir intikam, bir tavır koymak lâzım değil mi?
Orhun Abidelerindeki şu ecdat ikazına bakalım: "Silahlı nereden gelip dağıtarak gönderdi?
Mızraklı nereden gelerek sürüp gönderdi?"
Bir de şu ayet-i kerimeye bakalım: "Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki, insanları hayra
çağırsınlar; iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirmeye uğraşsınlar. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta
kendileridir." Kurtuluşa erenlerden olmayı istemez misiniz?
NİÇİN TEŞKİLATÇILIK - 3
Manzaramız (Avrupa tarafı)
Aklı başında her Türk, Avrupa memleketlerine yerleşen insanlarımızı düşünmek ve onların
gelecekleri için endişe duymak mecburiyetindedir.
Kaderin, mahrum Anadolu’muzun ücra köşelerinden buraya sevk ettiği bu insanlara sahip
çıkılmamaktadır. “Kendi kültüründen yeterince nasiplenememiş insanı Batı kültürü kolayca
yutar/yutuyor.
Hiç bir şeyi bize benzemeyen, her meselesini halletmiş, bu ileri Batı toplumu karşısında Türk
köylüsünün yapacağı bir şey yoktur. Ona ciddi ve pilanlı destek ve rehberlik şarttır.
İki kültür arasında bocalayan insanımız şahsını, ailesini, neslini koruyabilecek bilgi, tecrübe ve
desteğe sahip değildir. Onlar gönderilirken, bu yaban elde kazancı ne olur, kaybı ne olur; karın
doyurmakla iş biter mi; manevî açlığı ne olacak?” diye hiç düşünülmemiş.
Sahipsiz kalan malı, erinde gecinde birileri sahiplenir. Bu işte de böyle olmuş; zamanında devlet
himayesine alınmayan insanımıza, bazı parti, tarikat ve cemaatler el atmış; daha Türkiye
özelleştirmeyle tanışmadan, bunlar özelleştirilip gitmiş...
Devlete ait olan bu gücün, özel sektöre geçip, kâr getirmeye başladığını fark eden hükûmetler,
dikkatlerini bu noktaya çevirseler de, meseleye öfkeyle yaklaştıkları için, kaş yapayım derken göz
çıkartmışlar: Bizi kaynaştırması gerekirken, insanımızı parçalayıp, birbirine düşüren kuruluşların
arasına devlet eliyle yenileri katılmış...
Şimdi kendimize soralım ve düşünelim:
7
– Bir yüz sene sonra batı Avrupa'da yaşayan insanımızın hâli ne olur; kim olduklarını
hatırlayabilirler mi, böyle bir ihtiyacı duyarlar mı; hatırlayacak olurlarsa, biz dedelerini,
rahmetle mi, lânetle mi yâd ederler?
– Bunlar Avrupa Türkleri mi, Almanca konuşan Türkler mi, Türk asıllı Almanlar mı olacaklar?
Yoksa, üzerinde milliyetinden bir şey kalmamış, örneği bu gün de görülen, bir yığın mı olurlar?
– Bugünlerde onlar için yapılan ve yapılmasına göz yumulan işler, alınan kararlar, ileride
hayırlarına mı, şerlerine mi olur?
– İdarecilerin şimdiki tasarrufları, insanımızın Müslüman Türk olarak kalması için yeterli midir?
– Doğumları ile sevince gark olunan; haberi getirene müjdeler verilen, sağlıkları için kurbanlar
kesilip, ziyafetler çekilen çocukları ile ailelerin başı hoş mudur? Onlar saadetin mi hüsranın mı
vesilesidir?
– İnsanımızın toplum içerisindeki yalnızlığı, tahammülsüzlüğü ve müsamahasızlığının, aile
çözülmesi ile bir ilgisi var mıdır? Böyle ise - düşüncem budur - kaynaştırmak için tedbir nedir?
– Koca Türk devletinin, buradaki insanlar için yapabileceği işler bu kadar mıdır? Beş milyon
insanın hakkını gasp edenlere, üzerinde oyun oynayanlara, aptal yerine koyup sırtına binen
siyaset hokkabazlarına, menfaatperestlere karşı alacağı bir tedbiri, koyacağı bir ağırlığı yok
mudur?
Çoğu zaman, kendilerinin bile farkına varamadığı dertleri içerisinde bu insanlar eriyor. Mes'uliyet
makamındaki korkak adamlar, her türlü endişeden uzak, anlamsız bürokrasi kaidelerini siper almış,
nutuk çekiyor, ahkâm kesiyorlar. Varıp bir şeyler anlatacak olsan, yanlarından bir torba akılla
çıkıyorsun; bilmedikleri de yok maşallah. Yazıp yollasan, ciddî (!)memleket meseleleri ile meşgul
olduklarından, okumaya zaman bulamıyorlar.
Bir de şöyle sorular soralım ve düşünelim:
– Evden çıkarken paltonuzu, ceketinizi tutan; ayakkabınızı çeviren oluyor mu?
– Eve gelişinizi karınız, kızınız, oğlunuz, gelininiz fark edip, ayağa kalkıyor mu? Elinizdekileri alan,
terliğinizi veren var mı?
– Topluca sofraya oturma fırsatı bulabiliyor musunuz? Sofrada çocuklarınız yemeğe sizin
başlamanızı bekler mi? Yemeğe besmele ile başlayıp, hamd ile kalkmasını, sofra üzerine gelince
"afiyet olsun!" demesini bilirler mi?
– Eve misafir geldiğinde çocuklarınız, siz hatırlatmadan "buyurun" demeyi, "hoş geldiniz" demeyi,
el öpmeyi akıl edebiliyor mu? Arkadaşları ile karşılaşıp, ayrılırken Türk gibi davranabiliyor mu?
– Çocuklarınız, doğum, ölüm, hastalık, kaza, düğün, bayram, başarı, sevinç, keder, öfke, felâket,
sıkıntı anlarında kimlere ne deneceğini bilir mi?
– Komşu, hısım ve akrabalarınızla aranız nasıl? Birbirinize gelip gider misiniz?
– Evlatlarınız, amca, dayı, hala, teyze, dede, ebe, hısım akraba, eş dost bilir mi? Bayramlarda ve
önemli günlerde bunları arama gereği duyar mı?
– Tanıdıklarınızın çocuklarını, hatası için ikaz eder misiniz? Bir yakınınız, sizin çocuğunuzu terbiye
maksadıyla, azarlayabilir mi?
Avrupa memleketlerine işçi olarak gelen Türkler seçilerek gelmedi. Onlara bir ön bilgi de verilmedi.
Milleti temsil hususunda bir tembih de yapılmadı. Sonradan da yardımcı olunmadı. Buna rağmen,
birinci nesil arasında “millî endişe” sahibi insanlar çoğunlukta idi. Onların, beraberinde getirdikleri
çocuklarda, yani ikinci nesilde, bu duygu zayıfladı. Burada doğan üçüncü nesilde ise, okuldan
aldıkları liberal eğitim ve ailenin, işin vahametini kavrayamaması sebebiyle, millî duygu kalmadı.
Çocuklarımızın dünyası “ben” üzerine kurulmuş durumdadır. Pek çoğunda “biz”, yani "milletim,
ailem" anlayışı yok! Zaman zaman maçlarda ve konserlerde atılan “En büyük Türkiye!” “Türkiye
8
seninle gurur duyuyor.” gibi sıloganlar, içinde yaşadıkları toplumun tavrına karşı ferdî bir tepkidir;
aynı duyguyu paylaşan insanlarla bir arada olmanın verdiği cesaretle ona karşı bir boşalmadır. Yani
bu bir “millî duygu” değil, yılların şuuraltına yerleştirdiği bir öfkedir. Başarılarda “Avrupa! Avrupa!
Duy sesimizi!” diye bağrışılması da bundandır.
Kısacası: Milletimiz, burada iyi temsil edilmedi. Herkes bildiğince, hesabına geldiğince, aklının
yettiğince amel etti. Bu sebeple, Avrupalıların kafasındaki hayranlık ve imrenme şeklindeki “tarihi
Türk hayâli” silindi. Zihinlerine onun tam tersi bir “imaj” yerleşti. Ne seviliyoruz, ne de sayılıyoruz
artık! Kerhen katlanılan insanlar durumundayız.
“Alevler içerisindeki evin üst katında ziyafet çeken” birçok makama, birçok kişiye kızarak, çok
sevdiğim, ancak, zihin gümrüğü kuramadığı için lâf ebeleri tarafından kolayca ütülen halkıma da
kahrederek diyorum ki:
Madem buraya seçilerek gelmedik, bari burada parti ve şahıs taassubundan sıyrılıp, "iyiliğe ve
güzelliğe davet eden, hakkı ve sabrı tavsiye eden" insanlar olalım! Bu iddia ile ortaya çıkmış çok
sayıda dernek ve topluluk var, güzel çalışmalar da yapıyorlar; faydalıdırlar da... Ancak, ele aldıkları
dinî-millî değerleri, bir gaye olarak benimseyip, sevdirmekten çok, taraftar kazanmaya vasıta
yaptıkları için, hem onları yıpratıyorlar, hem de çalışmaları parti ve şahıs merkezli olduğundan,
insanımızın tamamınca kabul görmüyor. Hatta çok insan, onları beğenmediği için, temsil iddiasında
oldukları değerlere de karşı çıkıyor. Hâlbuki bu değerler hepimizindir; kimseye özel temsil yetkisi
verilmemiştir.
Her hangi bir şahıs veya kuruluş, Kur’an, ezan, bayrak, millet, vatan gibi ortak değerlerimizi ve
bunlarla ilgili şekil ve rumuzları kendine mal ederek, “onların temsilcisi benim” diye ortaya çıkarsa,
yaptığı iş - tek kelime ile - densizliktir. Bu değerlerin sahibi de, temsilcisi de millettir; fertler ve
cemaatler ancak onun mensubu olur, hayatlarını ve faaliyetlerini ona göre tanzim ederler. Bir kişi
veya teşkilât, millî değerlerden yana ise ve onların canlı kalmasını istiyorsa, yapacağı en hayırlı iş,
bu güzelim değerlerin çığırtkanlığını yapmak değil, onları günlük hayatına ve aile çevresine
yansıtmaktır. Elinden geliyorsa bu değerleri, edebiyat (şiir-roman-hikâye), resim, hat (güzel yazı),
musikî, sipor, halk oyunları, el işleri, aşçılık, mühendislik, mimarlık gibi sanatlarda işleyerek
sevdirebilir. Hizmetin güzeli de, iyisi de budur.
Büyük hatalar yapılmış, pek çok fırsat kaçırılmış olsa da, henüz iş işten geçmiş değildir. Yüce
Kitabımızda buyruluyor ki: “İçinizde insanları hayra çağıran, iyiliği emredecek, kötülükten
alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran/104)
Şimdi böyle bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Bu işi üstlenenler, kendisine bunu vazife edinenler, iyi
yetişmiş, ne söyleyeceğini ve ne söylemeyeceğini bilen; özel hayatı düzgün; milletini tanıyan,
seven, onun değerlerine bağlı, samimi insanlar olmalı; yaptığı hizmette Allah rızasından başka
düşünce taşımamalıdır. Dernekler, özel eğitim seminerleri ile bu vasıfta insan yetiştirebilirler.
Yeni bir teşkilât teklif etmiyorum. Mevcut derneklerin, kendi üyelerini, yani insanı birinci sıraya
alması; onlara, şahısları ve aileleri için lâzım olan bilgileri ve eğitimi vermesi; şartlandırıcı ve beyin
yıkayıcı telkinlerden vazgeçmesi; diğer insanlara da faydalı olmaya çalışması; parçalanmışlığımızın
elin işine yaradığını, ayrı bir cemaat olmanın diğerlerine düşmanca davranmayı gerektirmediğini
bilmesi kâfi. Kısacası, mensuplarının iradesine el koyan teşkilâtın siyasetini tespit edenlerin insanı
sevmesi yeter.
9
NİÇİN TEŞKİLATÇILIK – 4
Buradaki dernekler, üyelerinin hoşça vakit geçirmesi için kurulmuş bir huzur evi olamaz. Hele bu
dernek “Ülkü Ocağı” ise, hiç olamaz. Burası “Kanarya Sevenler Derneği” değildir. Büyük bir ideali ve
ciddi kaygıları olan insanların kurduğu bir ocaktır. Bu ocaklarda şu değerler (ortaklıllarımız)öğretilir,
sevdirilir, korunur, geliştirilir:
1. VATAN
2. DEVLET
3. DİN
4. DİL
5. SOY
6. ÜLKÜ
7. TARİH
8. KADER
9. MENFAAT
10. SAN'AT
11. FOLKLOR
– ÖRF-ÂDET
– HALK MUSİKİSİ
– HALK OYUNLARI
– HALK HİKÂYELERİ
– HALK İNANÇLARI
– ATA SÖZLERİ
– MÂNİLER
– BİLMECELER
Bir topluluk bunlarla millet olur. Değilse kum yığınıdır; kuvvetli bir rüzgâr her birini bir tarafa
savurur. Bugünkü manzaramız, milletten ziyade bir yığını andırmaktadır.
Hafızamızı tazeleyelim:
1) Millî intikam: “Ey Türkoğlu! Milletine, dinine, tarihine ihanet edenleri asla unutma! Unutma ve
affetme!” (Mithat Cemal Kuntay)
24 Temmuz 1942 tarih ve 651 sayı ile, TC Başvekâlet Matbuat Umum Müdürlüğü İstanbul Bürosu
tarafından (çift aylı gizlilik işareti ile) gazetelere gönderilen talimat:
“Gazetelerimizin son günlerdeki neşriyatı arasında dinden bahis bazı yazı, mütalaa, ima ve
temennilere rastlanmaktadır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihî, gerek temenni,
gerek mütalaa kabilinden olan her türlü makale, bent, fıkra ve tefrikaların neşrinden tevakki
edilmesi ve başlanmış bu kabil tefrikaların en çok on gün zarfında nihayetlendirilmesi rica olunur.”
2) İç Yakan Bir Hadise: BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMAL BEY’in ŞEHADETİ
1919 Şubatı... Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Ermeni tehcirinde ölümlere sebebiyet verdiği
iddiası ve idam isteği ile ikinci defa yargılandı. Aynı iddia ile Yozgat İstinaf Mahkemesinde
yargılanmış ve berat etmişti. Şimdi, bu karar dikkate alınmıyor, yeniden yargılanıyordu.
10
Devir öyle bir devirdi ki, Kemal Bey'i savunacak bir avukat bile bulmak zordu. Sadeddin Ferid Bey
adında cesaret sahibi bir dava vekili gönüllü olarak, Kemal Bey'in müdafaasını üzerine aldı.
Divan-ı Harb'in başkanlığını Hayret Paşa yapıyordu. Divan-ı Harp savcısı Sâmi Bey idi; görüşünü
kısaca anlattı:
"Yüksek mahkeme heyeti, devletin ve milletin temiz alnına sürülmüş olan lekeyi ancak bir şekilde
temizleyebilir. Savaş Hükûmeti 1915 senesi mayısında tehcire başvurmuş ve yanlış bir düşünceyle
bu işi çocuklara ve kadınlara kadar yaygınlaştırmıştı. İşte bu tedbirsizlik sebebiyle, bazı kimseler
şahsî çıkarlarını düşünerek bilinen faciaları meydana getirmişlerdi".
Savcıya göre, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey de, bunlardan biriydi ve en şiddetli cezaya
çarptırılması lâzımdı.
Dava vekili Saadeddin Ferid Bey'in müdafaasından sonra Kemal Bey söz aldı:
“Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerini
sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur.
Ermeniler ise Rus ordularının kâh önüne geçerek, kâh arkasında kalarak, memleketin askersiz
kalmasına güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. İddia edildiği gibi, Yozgat
vilâyeti dâhilinden sevk edilen bazı Ermeni muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva
gördükleri fecaate şahit olmuş bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dâhilindedir. Kurban
verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam. Ben küçük bir memurum."
Kemal Bey'in mutlaka asılması için Fransız ve İngiliz işgal kumandanları, Ermeni komitacıları ve
Ermeni Patriği Zaven baskı yapmaktaydı.
Bu baskılara dayanamayan Divan-ı Harp Reisi Hayret Paşa, Sadrazam Ferid Paşa ile yaptığı şiddetli
bir münakaşadan sonra istifasını verdi.
Yerine de "Nemrut" lakabı ile tanınmış Kürt Mustafa Paşa tayin olundu. Mahkeme, artık mahkeme
olmaktan çıkıyor, evvelden verilen bir emrin yerine getirilmesine memur bir heyet hâlini alıyordu.
Kemal Bey, Nemrut Mustafa'ya da:
- Ben emir aldım, diyordu, bir memur aldığı emre itaatle mükelleftir. Ben sürgün olarak kasabadan
çıkarılanlara en insani harekette bulundum. Nitekim şimdi de hiçbir vicdan azabı duymuyorum.
İdam kararı önceden hazırlanmıştı. Mahkeme sona erer ermez, hazır olan karar, tasdik için Saray'a
gönderildi. Sultan Vâhideddin, kararın tasdiki için Şeyhülislâmdan fetva istedi. Şeyhülislâm Mustafa
Sabri Efendi, istenilen fetvayı verdi. İrade hazırlandı, imzalandı. İdam için gerekli tedbirler alındı,
hazırlıklar yapıldı. Sehpa kuruldu.
Kemal Bey'in olup bitenden haberi yoktu. Bekirağa Bölüğü'nde, tutuklu arkadaşlarıyla
konuşuyordu. Birden dışarı çağırdılar ve hemen yakalayıp Bayazıt Meydanı'na çıkardılar.
Ermeni komitacıları, mahkemeyi ve infazı adım adım takip ediyorlardı. İstanbul'un çeşitli
semtlerinden pek çok serseri Ermeni'yi meydana toplamışlardı.
11
İstanbul'un Müslüman halkı da için için kaynıyordu. Günlerden beri bu dava ile meşgul olanların
kulaklarında acı haber bir anda dolaştı: Kemal Bey'e idam vermişler. Bu akşam asacaklarmış,
Halk, akın akın Bayazıt'a koşuyordu. Meydanda olduğu kadar, yollarda ve damlarda da mahşerî bir
kalabalık vardı. İngiliz ve Fransız askerî birlikleri de binanın önünde duruyorlardı.
Dalgalanan kalabalık bir anda sustu. Harbiye Nezareti kapısından çıkan bir süngülü askerlerin
ortasında Kemal Bey geliyordu. Yüzü solgun bir renk almıştı. 35 yaşındaydı. İdam mahkûmlarına
mahsus beyaz gömleği giymiş, ağır ağır yürüyordu. Metindi. Mukadderata teslim olmuş gibiydi.
Son sözü soruldu. O zaman, Kemal Bey, halka hitap etti:
— Sevgili vatandaşlarım! Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi
yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum, son sözüm bugün de budur,
yarın da budur. Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa,
kahrolsun böyle adalet. (Heyecandan boğulan çaresiz halk bir ağızdan “Kahrolsun böyle adâlet!”
cevap veriyordu.) Kemal Bey devam etti:
— Benim sevgili kardeşlerim, asîl Türk milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman
millet, elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zevâl vermesin, Âmin!
Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Meydan tam bir mâtem havasına bürünmüştü. Manzarayı küçük
köşkün pencerelerinden seyreden Said Molla'nın cellâtlara emri, Kemal Bey'in sözlerin bastırdı:
— Söyletmeyin bu alçak herifi! Hemen asın bu köpeği! Ne duruyorsunuz, it oğlu itler!
Kemâl Bey, kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha söylemek imkânı buluyordu:
— Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!
Kemal Bey'in cesedini sehpada sallanırken gören Ermeni komitacıları sevinç çığlıkları atarak
alkışlamaya başlamışlardı. Azgınlıkları son hadde varmıştı. Süngü takmış jandarmaların üstlerine
yürüdüğünü görünce seslerini kesip dağılmaya başladılar. Artık yapacakları bir şey kalmamıştı
zaten. Yapacaklarını yapmışlardı.
O gece, köşe başlarını İngiliz ve Fransız askerlerinin tuttuğu İstanbul’un üzerine inen karanlık
perde, Türklük namına utanç verici, felâket dolu bir güne son veriyordu. Tarih 10 Nisan 1919'du.
Kemal Bey vasiyetnamesine şunları yazmıştı:
“Merhum sevgili oğlum Adnan'ın medfun bulunduğu Kadıköy Kuşdili çayırındaki kabristanda
yavrumun yanında gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköyü'nde sakindirler. Teyzemin
adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hanedir, adı İsmet Hanım'dır. Defin masrafı teyzeme
tevdi buyrulmalıdır. Kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve
üstüne, şöyle yazılmalıdır: ‘Millet ve memleket uğrunda şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal'in
ruhuna Fatiha’. Perişan zevcem Hatice'ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref'e yardım edilmesini,
yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyrulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam,
Karamürsel aşar memur-ı sabıkı Ârif Bey de acizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da
12
muavenet olunursa memnun olurum. Türk milleti ebediyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval
bulmayacaktır. Allah millet ve memlekete zeval vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşallah Türk
milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.” (Kemal Beyin son emaneti Müşerref Hanım, ömrü boyunca
baba hasreti ile yaşayıp, 5 Şubat 2008’de, 93 yaşında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.)
Millî intikamı tekrar edelim: “Ey Türkoğlu! Milletine, dinine, tarihine ihanet edenleri asla unutma!
Unutma ve affetme!” Mithat Cemal Kuntay
NİÇİN TEŞKİLATÇILIK – 5 : Teşkilatlanmak Mecburiyetindeyiz (Henüz Yazılmadı)
NASIL TEŞKİLATÇILIK – 1 (Hazırlık Bilgileri)
Kitleleri iki duygu harekete geçirir: Sevgi ve nefret... sevgi zor olanıdır; peygamberlerin ve onların
varislerinin yoludur. Nefret ise, sevmeye ve sevdirmeye gücü yetmeyenlerin yoludur.
Hadis: “Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz; kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.”
A) Şu dört şeyi yapmayan ziyandadır (Asr Suresi’nin öğrettikleri):
1.
2.
3.
4.
İman
İmanını, hareketlerine, işlerine, duygularına hâkim kılma.
Her şeyini Hakk’a yöneltme; hakkı söyleme, hakkı tavsiye etme.
Ve sabrı tavsiye…
Başka bir ifade ile: İman, sâlih amel, iyiliği yapıp yayma, kötülükten kaçıp kaçırma… Bunlar
günümüzde çok zor bir işlerdir; buna tahammül yok…
B) Asr Suresi’nden hemen sonra Hümeze Suresi geliyor. Burada işaret edilen de, “şiddet ve
gammazlık…” Hakkı, sabrı, iyiliği, doğruluğu tavsiye etmek ve yapmak yerine, şiddet ve nefret
tavsiye ediliyorsa, onlara korkunç azap var…
Bütün bunlar ahiret gününe inananlar için önemlidir.
C) Partiler Türk milletine talip, onu kazanmaya çalışıyor. Dernek (Türk Federasyonu, ATIB vb)
Avrupa Türklüğüne talip, kabul görmeye çalışıyor. Şahıs (Ülkücü fert) kendine talip olmalı ve onu
kurtarmaya çalışmalıdır.
Ç) Küllî (İlahî) irade – cüz’î (insanî) irade
Bize düşen, namazla ve sabırla yardım...
Ayet: “Ey iman edenler! Kendinizi düzeltmek üzerinize borçtur. Siz düzelip, doğru yolda olduktan
sonra, yolunu şaşıranlar size zarar veremez.”
Kelam-ı kibar: “Bir zincirin kuvveti halkalardan birinin kuvveti kadardır.”
13
NASIL TEŞKİLATÇILIK – 2 (Teşkilatın Görünümü)
1.
2.
3.
4.
İnsanları nereye davet ediyoruz?
Camekân da, içerisi de önemlidir.
Kapak çekici gelmiyorsa, içindekine kimse ilgi duymaz.
Gelen insanı yanımızda tutacak neyimiz var?
- Necip Fazıl’ı rahmetle anarak 1. “Bir şeyin aslı ve hakikati adına duyulacak en derin elem onun zıtlarından değil, sahte
benzerlerinden gelir.”
2. “Dilber adını taşıyan kadının güzelliği nasıl ismi ile kaim değilse, lâf ile gerçek arasında da o
kadar mesafe vardır.
3. “Dâvâ samimiyetinin olmadığı yerde nefsanî istismar olur.”
4. "Cihadın en zoru hak davaya çöreklenenlerden onu kurtarma mücadelesidir."
5. Peygamber'in bile sahtesinin çıktığı günümüzde, Ülkücü'nün niçin sahtesi olmasın!
6. Allah kelamı Kur’an’ın bile tartışmaya açıldığı bir zamanda, sen, “şunlar tartışılmaz!” diye
(onlarda ne kadar samimi olduğun da ayrı bir mesele ya) insanların karşısına dikilirsen…
7. Ülkücülük ruhlara sindiği an, ona nefer olmak şereflerin en büyüğüdür. Selâm bu şerefe tâlip
olanlara...
8. Ocakların çoğu aziz davamızı harcama makinesine dönüştü. Ocaklar cazibe merkezi haline
gelmeli, içinde “ben” değil “biz” olmalıdır. “Biz”in ölçüsü ise, gerçek manası ile Türk-İslâm
ülküsünü ruhuna sindirmiş insanlardan meydana gelen topluluktur.
9. Sel çocuğu almış götürüyorken, onu kurtarmak için suya atlayana da, çocuğa bekçi yapılanlar
kement atarsa, o yavru orda boğulur. Bizim sıkıntımız buradadır.
10. Yaylanın kurtları avlanırsa, meydan çakallara ve tilkilere kalır; köpekler de bayram eder.
Türkiye’mizdeki manzara bu: “Taşlar bağlı, itler seyip…”
11. Seyit Ahmet Arvasi: "Ülkücü var, ülkücü geçinen var, ülkücüden geçinen var." (Şimdilerde de
sahte ülkücüler türedi. Her “ülkücüyüm” diyen ülkücü değildir.)
“Bâtıl her zaman bâtıl ve beyhudedir velî; müşkül odur ki bâtıl hak suretinde zuhur ede” (Bakî)
Bir harekete (sefere) katılanların farklı maksatları olur. Vatan, millet, din, devlet aşkına katılanlar
samimi ülkücüdür. Ancak, şan-şöhret için, menfaat için, inat için, desinler için, makam-mevki için,
nefsini tatmin için, heves için vs vs katılanlar da olur. Onların idare edilmesi, hedefe
yönlendirilmesi, davaya zarar vermeden, zaman içinde ayıklanması önderlerin işidir; biz, aramıza
katılanların yetiştirilmesi ile mükellefiz.
Vazifeye talip olan şunları bilmelidir:
1. Aldığım vazife hakkında neyi ne kadar biliyorum (“Farkına varmamışım.” “Dikkatimden kaçmış.”
“Unutmuşum” gibi mazeretler olmamalı)
2. Ne kadar serbest olduğunu düşünmeli, sınırı zorlamamalısın.
3. Gücünün ne olduğunu düşünmeli, boyundan büyük işlere kalkmamalısın.
4. Neyi, ne kadar, ne zaman, nasıl, kimlerle yapacağını iyi bilmelisin.
5. Kendine güvenmelisin! “Bu benim işim” diyebilmelisin.
14
İnsan yaptığı işten sorumluluk duymalıdır. Sorumluluk, üzerimize aldığımız her işten hesap
vermeye hazır olmaktır. Hesap önce vicdanımıza verilmelidir.
NASIL TEŞKİLATÇILIK – 3 (Öğütler)
Kültür derneklerinde idarecilik yapanlar şunları zihinlerine iyice kazımalıdır:
Türkiye’de olan biten işlerin çok iyi takip edilmesi lazımdır.
Tarihimizin, dinimizin, edebiyatımızın doğru olarak öğretilmesi şarttır.
Milletimizin burada en iyi şekilde temsil edilmesi millî bir vazifedir.
Türkiye ile bağlarının kopartılmaması için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.
Örf ve âdetlerimizin, aile yapımızın, folklorumuzun yaşanarak korunması temel gaye olmalıdır.
Yeni nesillere bu kültür değerlerinin firesiz aktarılması için eldeki bütün imkânlar seferber
edilmelidir.
7. Gençlerimizin mutlaka bir meslek sahibi olması, durumu müsait olanların yüksek tahsile
yönlendirilmesi gerekir.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Teşkilatçının Şahsına Öğütler:
Hadis:
“Eğer âlimler ve idareciler ıslah olsa, bütün âlem ıslah olur.”
“Fesat ve fitnenin sebebi, kötü kimselerin idareci yapılmasıdır.”
“Kıyamet günü insanların en kötüsü, başkalarının dünyası için ahiretini mahveden kimsedir.”
A. Nihat Asya: “Biz abdest almayı okuya okuya değil, abdest alanların eline su döke döke öğrendik.”
Mesnevî’den:
“Körcesine sopa sallayan kandilleri de kırar.”
“Ney gibi feryat eder, ağlar, inlersin ama kendin için değil, dinleyenler için…”
“Bunca sözün kaynağı gönül yarasıdır. O taklitçi ise eski sözleri beller de, söyledikçe söyler.”
“Gümüşün dışı aktır, berraktır ama onunla el de kararır, elbise de…”
“Her kuşun yemi kendi miktarıncadır.”
“Bu dünya bir dağdır, yaptıklarımız ise ses; ses yankılanır gene bize döner.”
“İki çeşit arı da bir çiçeği emdi; biri zehir, öbürü bal yaptı.”
“İki ceylan aynı otu, aynı suyu kullandı; biri fışkı, öbürü misk yaptı.”
“iki kamış aynı suyu emdi; birisi bomboş, öteki şekerle doldu.”
“iki şey birbirine benzeyebilir; acı su da berraktır, tatlı su da…”
İmam Rabbanî: “Bu âlemde hak ile batıl katışma halinde bulunduğu ve korkunç bir benzeyiş
içinde oldukları için bunları ayıklamak ve lâyık oldukları yere koymak deveye hendek değil, deniz
atlatmaktan zordur.”
Necip Fazıl: “Müslüman, her an iman tazelercesine eşya ve hadiseleri yeni gözlükler altında zapt
ve teşhir etmeye memurdur.”
15
Soljenitsin: “Her çığlık bir çığ koparır.” (Bu sözden mülhem - kıymetli devlet adamı Kamran İnan'ın
dediği gibi - biz, şu memlekette 30 yıldır çığlık atıyoruz ama bir kartopu bile yuvarlanmadı.)
Ziya Paşa:
Erbab-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar
Rencide olur dide-i huffaş ziyâdan
Yarasanın gözü ışığa tahammül edemez
Nasipsizler de olgun insanları çekemez
İkbâl için ahbabı siâyet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı
Yükselmek için dost çekiştirmek yeni çıktı
Bu becerikliliği bilmezdik o da yeni çıktı
Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hâinlere ammâ ki riâyet yeni çıktı
Doğru söyleyenler önceleri de sevilmezdi
Ama hainlere değer vermek de yeni çıktı
Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde
Bazı insanlar söz ile dünyayı kurtarırken
İhmâlkârlıktan çöken ailelerini göremezler
Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
İnsanın aynası işidir, sözü değil
Aklının derecesi yaptığı işden anlaşılır
İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrah
Doğruların yardımcısıdır Hazret-i Allah
İnsana doğruluk yakışır, kötülük görse de
Çünkü Allah doğruların yardımcısıdır
NASIL TEŞKİLATÇILIK–4 (Teşkilatın Olmazsa Olmazları)
Tarihî örneklerle teşkilatçılığın olmazsa olmazları:
1.
2.
3.
4.
İstişare…
Bilenin nasihatine kulak verme…
Tecrübeye itibar etme…
İdarecilerin bilgi sahibi, liderlerin “bilge” olması
– Oğuz Kağan ve Irkıl Ata: Irkılata'nın rüyası, Kağan’a tavsiyesi ve Kağan'ın bu tavsiyeye
uyması.
– Mete Han ve Ulu Hatun: Hatun'un, “Çin’i fethetsen, bir nesil sonra orada Türk kalmaz.”
demesi ve Han'ın onu dinlemesi.
– Korkut Ata (Dede Korkut): Beylere öğüt verir, öğüdü eksiksiz tutulur.
16
– Bilge Kağan – Bilge Tonyukuk (İki bilge liderin ahenkli iş birliği)
Ötüken Kitabeleri Işığında, İLTERİŞ KAĞAN ile Bilge Tonyukuk'un istişaresi:
“Bozkıra yeni bir bahar gelmişti. Karlar erimiş, aç toprak suları içmiş, her yer yeşile bürünmüştü.
Tepeleri karla örtülü dağlar, bozkırın binlerce yıllık masalını dinliyordu. Yamaçlarda, ormanlarda
kuşlar ötüyor, yerden canlılık fışkırıyordu.
Ağaçlı bir düzlükte tören vardı. Sağa, sola yaptıkları akınlarla sayıları çoğalan, yoksulluktan
kurtulan, zaferle heyecanlanan Kutluk Şad ordusu devlet kuruyordu.
Yedi yüz kişi olmuşlardı. İki bölüğü atlı, bir bölüğü yaya idi. Tonyukuk yedi yüz kişiyi düzene
sokmuş, Türk türesini yaymıştı.
– Kutluk Şad! Kağanımız olacaksın! dedi.
– Kağan olursam Türk türesini yükselteceğime inanıyor musun?
– Bunu çok düşündüm. Boğa, ıraktan bakılınca arık mı, semiz mi belli olmaz. Ama ben seni iki
yıldır yakından görüyorum. Sen Bozkurt soyunun eski kağanları gibi ulu bir kağan olabilirsin.
Onun için artık Gök Türk devletini kuracağız ve sen bizim kağanımız olacaksın.
– Kutluk Şad kısa bir an düşündü:
– Boyla Bağa Tarkan ne diyor?
– Boyla Bağa Tarkan bir adım ilerledi:
– Senin kağan olmanı istiyorum.
– Çeri ne diyor?
– Tonyukuk cevap verdi:
– Çeri Türk kağanını tahta oturtmak için pusata sarıldı.
– Kutluk Şad elini Tonyukuk’un omuzuna koydu:
– Türk kağanı olmayı kabul ediyorum, dedi.
– Tonyukuk gülümsedi:
– Ben Tonyukuk, Boyla Bağa Tarkan ve çeri ile birlikte seni Türk kağanı ilân ediyorum. Bundan
sonra sen İlteriş Kağan’sın, dedi.
– Sonra sözlerini şöyle tamamladı:
– Bugün kılıç döverken ölen ve sana yaptığı kılıca İlteriş Kağan adını yazan demircinin vasiyeti
yerine gelmiş olur.
– Kağan cevap verdi:
– Tonyukuk! Kurt başlı sancağı kaldırdığımda bana ilk katılan sen oldun. İki yıllık savaşlarda da
yüksek bilgi ve aklınla işi iyi idare ettin. Bundan sonra sana Bilge Tonyukuk denecektir!
– Bilge Tonyukuk orduya döndü. Ormanda uğuldayan gür sesiyle şöyle haykırdı:
– Türk çerisi! Bugün Gök Türk devletini yeniden kuruyoruz. Kutluk Şad kağanımız olup İlteriş
Kağan adını almıştır. Eskiden olduğu gibi yine Ötüken’e varacak, atalarımızın buyruğunda olan
bütün boylara baş eğdirecek, Çin’den haraç alacağız. Biz İlteriş Kağan’ın buyruğunda savaştıkça
azlık millet çoğalacak, yoksul millet bay olacak, Gök Türkler’in adı sanı yeryüzünü kaplayacaktır.
Kılıçlar havaya kalkmıştı. Yedi yüz kişi, devletin kuruluşu şerefine gürlüyorlardı. Davullar çalınıyor,
kımızlar içiliyor, bir ozan deyiş söylüyordu.”
17
KUTADGU BİLİG’DEN LİDERLİK ÖĞÜTLERİ:
İşini insanların hırslısına emanet etme, yemeğini nankör insanlara yedirme.
Heves ve öfke anında hiçbir iş yapma, dişini sık, sabret. Ey kanun yapan! İyi kanun koy, kötü kanun
koyan daha hayattayken ölmüş demektir.
Beyler işlerinde yanılırsa ey devletli hükümdar, onların beyliği hastalanmış demektir. Tedavisi
gerekir. Acele yapılan işler acı olur. Sözünde durmayan beye ümit bağlama, ömrün boşa geçer ve
pişman olursun. Bey iki şey ile beyliğini bozar: Biri haksızlık, biri ihmalkârlıktır. Bu ikisi ile memleket
harap olur. Bey güler yüzlü, tatlı sözlü, yumuşak huylu olmalıdır. Gönül ile dilini doğru tut. Cenab-ı
Hak’tan ne gelirse, ona razı ol.
Aklın güzelliği dil ile, dilin güzelliği söz ile; kişinin güzelliği yüz ile, yüzün güzelliği göz ile.
Kılıç kımıldadıkça düşman kımıldayamaz, kılıç kınına girerse, bey memlekete sahip olamaz, beyin
huzuru kaçar.
Memleketi alan kılıç ile almıştır. Memleketi tutan kalem ile tutar. Bey kendi başını yememesi için,
her duyduğu şeyi ifşa etmemeli, görmemesi gereken şeylere göz yummasını bilmeli, kendisine
hâkim olup, doğrulukla yaşamalı.
Vezir (Yardımcı) nasıl olmalı?
Ey hükümdar! Vezir beylerin eli demektir. Dürüst olmalı. Emin olmalı. Takva sahibi olmalı. Hesap
bilir, zeki, bilgili olmalı. Beyler kendileri kötü olmadıkça, dikkat et, kötü kimseleri yanlarına
yaklaştırmazlar.
Hazinedar (muhasip) nasıl olmalı?
Bey, şüphe girmemesi için, dürüst bir hazinedar tutmalı. O, gözü tok, uyanık ve zeki olmalı; güven
vermeli. Temiz olmayan şeyler, su ile temizlenir. Su temiz olmazsa nasıl temizlenir?
Ey hükümdar, sağ elin kılıç tutarken, sol elin mal dağıtsın.
Beylik baş üzerinde kılıç gibidir. Her gün onun için tehlikeli bir iş vardır. O işte istifadesi olan
kimseyle istişare etme, bundan sana fayda gelmez.
Üç düşman; dünya, şeytan ve nefsin. Bunlar arasında en kötüsü nefsindir. En çok gürültü de ondan
çıkar. Rabbin adını anarsan, şeytan kaçar, dünyayı bırakırsan ondan uzaklaşırsın. Ama vücudu nasıl
bırakırsın. Vücudun esiri olma, esir olursan fidye olarak dinini ister.
Çok dost ve ahbap edinmeye çalış, onlarla sık görüş. İnsanları bilmeyerek kendine düşman etme,
insan düşmanından fayda görmemiştir. Görmüşse kendi mahareti sayesinde olmuştur.
Osman Gazi’ye Edebalı’nın Nasihatı:
Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana..
Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler,
18
çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize;
bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak,
gayretlendirmek, şekillendirmek sana..
Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek
kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç,
ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de
düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.
Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen
sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için
daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini
bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç
da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy
varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket,
büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.
Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme;
muhabbet ve itibarın zedelenir...
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını
kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz,
pervasız, kahraman, gözü pek) derler.
Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı...
Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de,
bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz.
Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!
Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yeter ki, toprağın
tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak
sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye
gideceğini unutmayasın...”
–
–
–
–
–
–
Yıldırım ve Emir Sultan
Fatih ve Akşemseddin
Yavuz ve Zenbilli Ali Efendi
Kanuni ve Ebussuud
Dördüncü Murad ve Mahmud Hüdayî (olabilseydi)
Ve bugünün idarecileri ilme ve âlime değer verse, tavsiyelerine uysa… Âlimler de emirliğe
heveslenmese…
19
NASIL TEŞKİLATÇILIK – 5 (Disiplin Yönetmeliği)
ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜNÜ BENİMSEYEN DERNEKLER İÇİN DİSİPLİN YÖNETMELİĞİ
A) Dernek çatısı altında – ister yönetici, ister üye, ister misafir olsun – hiç kimse:
– Derneğin benimsediği dünya görüşü (Ülkücülük) aleyhinde beyanda bulunamaz.
– Bağlı bulunulan üst kuruluş (Türk Federasyonu, ATIB, vb.) ve kardeş kuruluşlar aleyhinde
konuşamaz.
– Üyelerin (Ülkücülerin) kardeşliğini zedeleyici söz söyleyemez, davranış gösteremez.
– Dernekte çocuk, genç, yaşlı iç içe yaşadığı için; herkes – örnek olmak bakımından – giriş ve
çıkışına, oturuş ve kalkışına, tavır ve hareketlerine, bilhassa konuşmasına çok dikkat etmelidir
– Dernekçe uygun görülüp, uygulamaya konulmuş faaliyetleri zorlaştırıcı tavır içerisinde olamaz.
– Üyeler davet edildiği toplantılara katılmak mecburiyetindedir; mazereti olan önceden bildirir.
B) Dernek dışında, üye ve yöneticiler:
– Derneğin itibarını sarsıcı söz ve davranışlardan kaçınmalıdır.
– Halkımız nezdinde Ülkücülüğün yanlış tanınmasına sebep olabilecek hâl ve hareketlerden
sakınmalıdır.
– Ülkücülük fikrinin iyi bir şekilde anlatılmasına gayret etmelidir.
– Fikriyatımızı anlatma hususunda yeterli olmayanlar, bu eksikliklerini tamamlayıncaya kadar
davayı temsil işine heveslenmemelidirler.
– Hem şahsen, hem aile yapıları itibarı ile İslam ahlâkına ve Türk töresine sadık insanlar
olmalıdırlar.
– Tarih şuuruna sahip bilgili Ülkücü olmayı temel gaye edinmelidir.
C) Yönetmeliğin Müeyyideleri (Yaptırımları)
– İkaz (Talimata uymadığının bildirilmesi: "Şöyle bir kararımız vardı; galiba unuttunuz")
– İhtar (Talimata uymamanın doğru olmadığının hatırlatılması: “Şu kararımıza uymadınız!”)
– Tekdir (Azarlama: “Ortak kararımız olan disiplin yönetmeliğine aykırı hareket etmenizi size
yakıştıramadık; lütfen biraz daha dikkatli olunuz!"
– Tecziye (Cezalandırma. Hatası kendisine bildirilerek, gönüllü teberru şeklinde para cezası
uygundur.)
– Tard (Geçici uzaklaştırma. Hatanın derecesine göre, bir hafta, on beş gün, bir ay derneğe
gelmeme.)
– İhraç (Dernekle alâkasını kesme.)
Ç) Yönetmeliğin Uygulanışı
– Disiplin Yönetmeliği, genel kurulun müzakere ve tasdikinden geçtikten sonra herkesin kolayca
görebileceği bir yere asılır.
– Genel kurulca vazifelendirilecek üç kişilik disiplin kurulu (başkan, yardımcısı ve kâtip)
müeyyideleri tayin ve tatbik eder.
– Yönetmeliğin ihlâl edildiğini bildiren üye veya üyeler ispat ile yükümlüdür.
– Yönetmeliği ihlâl ettiği iddia edilen şahsın ifadesi (yazılı veya sözlü) alınır.
20
– Karar, disiplin kurulu kâtibi tarafından ilgili deftere (disiplin kurulu karar defteri) yazılıp
imzalanır.
– Disiplin kurulu aldığı her kararı yazı ile yönetim kuruluna bildirir; işin takipçisi yönetim
kuruludur.
Bir davaya katılan sözlerine ve davranışlarına dikkat etmelidir. Çünkü:
“Her şeyin erkeği, lafın dişisi makbuldür.”
“Sözünü olgunlaştırmadan sarf etme! Ham sözün de ham meyve gibi hazmı zordur. “
“Boş teneke çok tangırdar.”
“Lakırdı bilmeyen hödükler, sönmüş ateşi körükler.”
“Mecliste dilini, sofrada elini kısa tut!”
“Nadana sukut gibi cevap olmaz.”
“Söz var iş bitirir, söz var baş yitirir.”
“Öğrenmek için sor. Anlamak için sor. İlgilenmek için sor. Fakat asla soruyu soru ile karşılama!...”
NASIL TEŞKİLATÇILIK – 6
Teşkilat hakkında ön bilgi: Tarifler ve Hedef
Teşkilat, teşkil kelimesinin çoğul halidir. Hep bu hali ile kullanılır. Bir şeye şekil, biçim verme;
meydana getirme manasındadır.
Teşkilat, bir gayenin tahakkuku için bir araya gelmiş, belli bir disiplin ve pırogram dahilinde çalışan,
birbirlerine gönülden bağlı inançlı bir heyettir.
Başka bir ifade ile, bir inanç, fikir, karar ve hareket birliğine de teşkilat denir. Teşkilatın sağlamlığı,
merkezî otoritenin emirlerine şuurlu itaat ile sağlanır.
Bir tarif daha: Teşkilat, bir inanç ve pırogram etrafında fertlerin toplanması, eğitilmesi ve
mücadeleye sevk edilmesidir.
Bu tarifler ışığında, Ülkücü teşkilatın hedefi - bana göre - şunlar olmalıdır:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Türk milletinin dünya ve ahiret saadetini temin etmek.
“Müslüman Türk milletini en kısa en yoldan dünyanın en güçlü milleti yapmak.”
Millî değerleri üzerinde taşıyan ideal Müslüman Türk insanını yetiştirmek
Türk devletinin, millî değerlere göre şekillenmesini gaye edinmek.
Milliyetçiliğin devlet siyaseti olması için gayret göstermek.
Teşkilatı fertler kurar, ancak onu, cemiyet yaşatır. Kendini toplumuna kabul ettiremeyen
teşkilat ölü demektir, gayretler boşunadır.
7. Bir milletin kaderi, hiç bir zaman, pasif çoğunluk tarafından tayin edilmez. Milletin çoğunluğu,
yapısı icabı, teşkilatlı güçlerin baskısı altındadır.
8. Milliyetçi mücadelenin başarıya ulaşmasında, teşkilatçılığın rolü büyüktür. Milliyetçiliğin,
milletin geleceğine hakim olabilmesi için gayet düzgün, pilanlı, pırogramlı bir çalışmaya ihtiyaç
vardır. Atalarımız teşkilatçılıkları sayesinde dünyaya hakim olmuştur.
21
9. Teşkilatçılık, kesekli bir tarlada koşmaya benzer. Hitabet ettiğimiz toplumda bizden başka, daha
çok da aleyhte, çalışan teşekküller de vardır. Onları ve mensuplarını çok iyi tanıyıp, ona göre
hareket edilmesi şarttır.
10. S. Ahmet Arvasi’nin ifadesi ile, "Allah ve Resulü'nün emir ve ölçüleri içinde teşkilatlanmak
gerekir". Her Ülkücü’nün bu şarta göre kendini hazırlaması ve yetiştirmesi gerekir.
11. Türkiye tarihinin en kötü hükümetinin elindedir (2002’den sonra)
12. Dinimiz tehlikededir. (Haçlı anlayışı)
13. Vatanımız tehlikededir. (Komşularımız ve yeni komşumuz ABD)
14. İstiklalimiz tehlikededir. (Moskofluk, şimdi daha çok Batı ve Amerika)
15. Malımız, canımız tehlikededir. (Şimdi AB)
16. Töremiz tehlikededir. (Batıcılık)
17. Dilimiz tehlikededir. (Uydurmacılık ve İngilizce baskısı)
18. Esir milletdaşlarımız vardır.
19. İçte ve dışta devlet düşmanları vardır.
20. Azınlıklar ve azınlık olmak isteyenler kudurdu
21. Türkiye, tarihinin en zararlı iktidarı ile idare ediliyor. (2008)
NASIL TEŞKİLATÇILIK - 7
Teşkilatçılık İçin Hazırlık Bilgileri
AMAÇ:
Hizmetin en iyisine lâyık olan halkımıza, zor ve kıt imkânlarla, amatör olarak hizmet götürenlere,
bilerek, inanarak rehberlik edebilmeleri için yardımcı olmak. (Yapılan çalışmalar, Avrupa'da
kaybolmadan kalmamızı temin etmeye yönelik olursa makbuldür.)
TARİHE BAKIŞ
a) Geniş Tecrübe
Osmanlının, kendisinden önceki devletlerden aldığı dersler:
İkili yönetim yok, çünkü “Saltanat gelini ortak kabul etmez. (Sultan 2. Bayezit)”
Şehzadelere tecrübe için idarecilik verilir; ulu şehzade - sonraları hanedanın büyüğü - veliaht olur...
Sağlam bir merkezî idare...
“Dağlar, vadiler arasına sıkışmış Türklerden değil, geniş devlet tecrübesi olanlardan... (B. Ögel)”
b) İyi Önder
Nerde o yiğitler ki
Gür sesleri ülkeyi bürür,
“Yürü!” dese, dağlar yürür;
“Dur!” dese kalpler dururdu? (Arif Nihat Asya)
Oğuz Kağan:
“Sizlerin başınıza, ben oldum artık kağan,
22
Elimizden düşmesin, ne yayımız ne kalkan,
Yurdumuz ırmaklarla denizler ile dolsun;
Gökteki güneş ise yurdun bayrağı olsun!
İlimizin çadırı yukardaki gök olsun,
Dünya devletim olsun, halkımız da çok olsun!”
Bilge Kağan:
“Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İçte aşsız, dışta donsuz; düşkün, perişan milletin üzerine
oturdum. ... Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletimizin adı sanı yok olmasın diye, Türk
milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile ölesiye çalıştım. ...
Tanrı yardım ettiği için, kısmetim var olduğu için ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti
elbiseli, fakir milleti zengin yaptım.”
c) Uygun Arkadaş
Hadis: “Kişi arkadaşından azar.”
Atasözü: “Yalnız yiğit, yiğit değildir.”
Gemuhluoğlu: “İşini değil, eşini bulan kurtulmuştur.”
Timur: “Lâzım olduğun yerde yüz kişi ile bulunman, lâzım olmadığın yerde on bin kişi ile
bulunmandan iyidir.”
ç) Sağlam Silah
Hadis: “Attan iyi at; kılıçtan iyi kılıç; oktan iyi ok.”
Mete Han’ın silahı: ıslık çalan ok; İlk Müslümanların ve Peygamberimizin kullandığı kılıçlar Süreyç
isimli bir Türk tarafından yapılmıştır. Arap atı olarak dünyaya tanıtılan atları da, Abbasiler
zamanında Türk seyisler yetiştirmiştir
d) Halkın İnandırılması:
N. Fazıl: “Türk milleti, olunca her şey olmaya, olmayınca bir şey olmamaya memur.”
e) Yer ve Zaman Seçimi:
Savaşılacak yeri ve zamanını seçen kazanmıştır.
Barbaros ve Pireveze'de savaşılacak yeri ve zamanı kendisi seçmiş ve kazanmıştır.
Timur da Ankara Savaşı'nda aynı şekilde hareket ederek, Yıldırım'a karşı savaşı kazanmıştır
Nasıl Teşkilatçılık - 8 GÜNÜMÜZDE TEŞKİLÂTÇILIK
Hadis:
"Halkın arasına karışıp, onların sıkıntılarına sabreden bir Müslüman, halktan ve onun
sıkıntısından uzak yaşayandan daha hayırlıdır."
I) İnsanın İhtiyaçları:
a) Maddî ihtiyaçlar (Yeme, içme, uyuma, giyinme, barınma, sağlık vb.)
b) Ruhî ihtiyaçlar:
1. Güvenlik
23
2. Mensubiyet
3. Sayılma-Sevilme (Fark edilme, mühim olma)
4. Kendini gösterme, varlığını kabul ettirme
II) Teşkilât Nedir?
Belli bir gayeyi - uygun bir yerde, insan, zaman ve malzeme unsurlarını birleştirerek gerçekleştirmeye hizmet eden hareketli bir sistemdir.
1. GAYE: (Her teşkilât bir gaye için kurulur.)
2. YER: İnsanımızın yaşadığı, güvenilir muhit.
3. İNSAN: İmanlı, bilgili, eğitimli, disiplinli, fedakâr topluluk.
4. ZAMAN: Aceleci olmadan, onu iyi değerlendirmek.
5. MALZEME: Gayeye götürecek, meşru her vasıta.
III) Teşkilâtçılığın Esasları
1. Hiyerarşi: Haddi, hududu bilmek; sırayı, saygıyı gözetmek.
Hiyerarşi, tepeden gelen her emre körü körüne uymak değil, teşkilât işlerinin yapılmasında astlık,
üstlük sırasını bilmek; haddi, hududu gözetmektir. Hiyerarşiye, “silsile-i meratip = rütbe sıralaması,
mertebe” denmesi bundandır.
Daha dün bizimle aynı sırada olan birisi, demokratik usûlle idarenin başına getirilince, ona
karizma(!) atfetmek safdilliktir; kendini aldatmaktır. Yarın indirilecek birisinin vereceği kararın keyfi
için mi, teşkilâtı için mi olduğunu kim nereden bilecek?
2. Disiplin: İtaat duygusu.
– Bir güruhu, gurup hâline getiren; toplulukları, toplum yapan disiplindir. Halk yığınlarından
kararlı cemaatler çıkartan da odur. Disiplinin ruhu itaat duygusudur. (Mete Han’ın ordusu,
Uhud Savaşı, Hitler)
– Başkalarının hatalarını, yanlışlarını ortaya çıkartmak teşkilâta bir şey kazandırmaz, kaybettirir;
zira teşkilatta devamlılık esastır; önceden yapılmış yanlışlıklar orada yapılmıştır; onun
dillendirilmesi dışarıya karşı müesseseyi küçük düşürür. “Kol kırılır, yen içinde, baş kırılır fes
içinde.”
– “Disipline girmeyen, disiplin bozucu davranışlarda bulunan bir kişinin hiç bir dâvâya faydası
olamaz. Bunlar, kendi bozuk hâllerine çok defa bir takım fikir ve ahlâk kılıfları geçirerek,
yaptıklarını hoş göstermeye, kendilerini sevdirmeye çalışırlar.”
– Bir takım özel şahsiyet meraklıları da bir başka disiplinsizlerdir. Bunlar, kendilerini “bulunmaz
Hint kumaşı” olarak görüp, şahsiyet kazanmaya çalışırlar.
– İtaati küçüklük sayan bazı büyüklük hastaları ise bir başka disiplinsizlerdir. Ferdî nefs gayretleri
ile özel guruplar kurmak da zararlıdır. “Disiplin militanlığı” ve “kendiliğinden içtihat” kopmalara
sebep olur.
3. Birlik ruhu
– Aynı geminin içinde olduğumuzu unutmayalım.
– Bir arada duruyoruz, ama ayrı ayrıyız.
24
– Birbirlerine şüphe ile bakanların, sırt sırta verip iş yapması mümkün değildir.
– Alt gurup şuuru birliği zedeler. Alt guruplarda kader birliği “hizipçilik” getirir.
– Başarının en büyük engeli bencillik ve hasetliktir.
"Na-ehl, olur muarız-ı ehl;
Her Ahmed'e bulunur bir Ebu Cehl."
Elinden bir iş gelmeyenler, iş bilenleri kıskanırlar.
Her başarılı insanın bir çekemeyeni olur.
(Beyit, İbni Kemal olarak bilinen Ahmed Şemseddin Efendi'ye aittir. Burada Peygamberimiz ve
karşısındaki Ebu Cehil anlatıldığı gibi kendisine de işaret etmektedir. )
4. İstişare
–
–
–
–
–
–
–
Sünnet oluşunun hikmeti.
Teşkilâtta başarının sırrı istişarededir. İstişare bilenle yapılır.
Açık ve samimi olmanın ispatı istişaredir.
Çoğunluğun kararına uyma; muhalifin görüşüne saygı gerekir.
Kararın uygulama safhasında muhalefet olmaz.
İstişare yöneticinin yükünü, mes’uliyetini azaltır.
İstişare, üyenin yönetime güvenmesini sağlar.
5. Sırrı muhafaza (Dikkatsizlik, öğünme, merak sırrı açığa vurur.)
6. Sadakat ve liyakat (Ehil olmayana vazife verilmez.)
7. Teknik bilgi (Tüzük, kongre, yazışma, muhasebe, karar defteri vb.)
8. Tutarlı davranış
IV) Yöneticilik
a) Yöneticinin Kaçınacağı Davranışlar:
–
–
–
–
–
–
–
–
Kibir
Nezaketsizlik
Bencillik (Çınar değil, selvi)
Pilansızlık
İhmâlkârlık
İnisiyatifi kaybetme
Söz ile fiil farkı
Bilgisizlik
b) İyi Yönetici Nasıl Olur?
–
–
–
–
–
–
Mes’uliyet şuurunu sahiptir; meseleleri, üstlerine yansıtmadan çözer.
İnisiyatif sahibidir; kimlere, nerede, ne zaman, nasıl bir tavır koyacağını bilir.
Ciddi, ağırbaşlı ve karar sahibidir.
İmanlı, samimi ve dürüsttür; inancı, davranışlarına yansımıştır.
Beşerî münasebetleri düzgündür.
Kendine güven duygusu yüksektir.
25
–
–
–
–
–
Hadiselere intikali ve nüfuzu kuvvetlidir.
İş birliği, iş bölümü zaruretine inanır. (“Yalnız yiğit, yiğit değildir.”)
Hitabeti düzgün, bilgisi tamdır.
Âdildir; hakkı olanla, olmayanı; lâyık olanla, olmayanı seçer.
Astından saygı beklemez; saygıyı, şahsiyeti ile temin eder.
c) Üyelerin Hatalı Hâlleri
–
–
–
–
–
–
–
–
Kaba tenkit
Dedi kodu
Tezvirat, müzevirlik
Vazifeden kaçmak
İlgisizlik, ihmâlkârlık
İnançsızlık
Fedakâr olamayış
Bilgisizlik
ç) Bir Dâvaya İnanarak Katılan Şunlara Dikkat Etmelidir:
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
–
Lâzım olmadığın yerde bulunma!
Sana ihtiyaç duyulduğu zaman görevden kaçma!
Başarılarından gururlanma, övünme!
Niyetin hâlis olduğu halde başaramamışsan yılma; başarmanın yolunu ara!
Yapamayacağın işe tâlip olma!
Görev yapanın işini zorlaştırma!
Başkasının başarısını küçümseme; kıskanma!
Başaramadığın bir işi, başkası yaparken yardımcı ol; “o da yapamasın” deme!
Yapamadığın iş başkasına verilince, ona cephe alma!
“Ben olmazsam bu işi yapamazlar” deme, büyüklük taslama!
Başkasının başarısına sahip çıkma; kendi başarılarını da abartma!
Değerlendirme makamında bulunan üstlerini yanıltma; doğru bilgi ver!
Sana sorulanı kısa ve özlü anlat!
Gösterilen yakınlıktan şımarıp, ölçüyü kaçırma! Saygı ile yağcılığı karıştırma!
NASIL TEŞKİLATÇILIK - 9
IV) Çalışmaların İstikameti, Usulû, Şekli
a) Çalışmanın İstikameti:
– Gönlü vatan, millet sevgisi ile dolu; imanlı, eğitimli, disiplinli insan yetiştirmek.
– Bunlar vasıtası ile burada -ebet müddet Müslüman Türk olarak kalacak- nesil bırakmak.
– “Horasan Erenleri”nin Anadolu’da yaptığını burada yapacak “Anadolu Erenleri’ne ihtiyaç vardır.
Siyaseti gaye bilenler -ne kadar lâfını etseler de- bunu yapamazlar; gaye ancak, buradaki
insanımızın, kültür değerlerini muhafaza etmesi ve onu evlâdına aktarması için lâzım olan
muhiti kurmak olabilir.
– Bunun dışındaki hiçbir faaliyet buradaki insanımızın hayrına değildir.
26
b) Çalışmanın Usûlü:
–
–
–
–
–
Halkımızın gönlünü kazanmak.
Yapılan işin, onun hayrına olduğunu göstermek.
Kendinin ve aile efradının geleceği üzerinde düşünmeye teşvik etmek.
Teşkilâtlı çalışmanın faydasına inandırmak.
Birlikte yürümeye ikna etmek.
c) Çalışmanın Şekli:
–
–
–
–
–
–
–
Ahlâk kaideleri içerisinde kalmak
Meşru vasıtaları kullanmak
Demokratik olmak
İnsana saygılı olmak
Herkesi kucaklamak
Açık olmak
İstişareye önem vermek, burada ortaya konulan düşüncelere itibar etmek.
ç) Çalışmanın Genel Esasları:
– İşin hazırlanması
– İşin kaidelere bağlanması
– İşin basitleştirilmesi:
1. İş nedir? Neden odur?
2. İşi kimin yapacağı, niçin o?
3. İşin nerede yapılacağı, neden orada?
4. İşin ne zaman yapılacağı, niçin o zaman?
5. İşin nasıl yapılacağı, neden öyle?
– Ve teşkilâtın insan için olduğunun asla unutulmaması
V) Lider ve Liderlik
A) Lider (Önder) Kimdir?
İnsanları belli bir amaç etrafında toplayan ve o amacın gerçekleşmesi için o insanları harekete
geçiren kişidir.
Yusuf Has Hac, kültürümüzün temel eserlerinden olan Kutadgu Bilig’de lider için şöyle diyor:
“Aslan köpeklere baş olsa, köpekler aslan kesilir; köpek aslanlara baş olsa, aslanlar köpekleşir.”
B) Liderdeki (Önderdeki) Vasıflar:
1.
2.
3.
4.
5.
Zekâ
Tahlil-terkip kabiliyeti
Hitabet gücü
Kendine güvenen
Tutarlılık
27
C) Liderlik (Önderlik) Şekilleri
a) İdare tarzı itibarı ile:
1. Otoriter
2. Demokratik
3. Teşkilâtçı
b) Tabiî yapı itibarı ile:
1. Sembolik
2. Uzman
3. Karizmatik
Ç) Liderin (Önderin) Çalışma Tarzı
1.
2.
3.
4.
Destekleyici
Kaynaştırıcı
Amaca doğru yönlendirici
İşi kolaylaştırıcı
NASIL TEŞKİLATÇILIK – 10: B E Ş E R Î M Ü N A S E B E T L E R
İnsanın, millî, İslâmî, insanî değer ölçülerine uygun olarak davranışlarına şekil vermesine “beşerî
münasebetler” denir. İnsan, beşerî münasebetlerindeki başarısı ölçüsünde sevilir.
I - Önce İnsanı Tanımak
İnsanın, yeme, içme, uyuma, giyinme, barınma gibi maddî ihtiyaçları; güvenilmek, mensubiyet,
beğenilmek (sevme, sevilme, fark edilme, mühim adam olma), kendini gerçekleştirmek gibi manevî
ihtiyaçları vardır. Bunlar bilinip, dikkate alınmadan insan ile ilgili bir çalışmaya girilemez.
II- Nelerin Tesiri Altındayız?
İnsan şu dört şeye karşı vazifelidir: Allah'a, kendine, ailesine, toplumuna.
İnsanın değeri şu dört kaynaktan gelir: Fıtrat, liyakat, iman, zekâ.
İnsan başarıya şu dört vasıta ile ulaşır: Akıl, fırsat, gayret, metanet.
İnsan davranışının dayanağı şu dört husustur: Din, töre, ülkü, hırs.
Hadis: "Düşünerek hareket etmek ve davranışlarda ölçülü olmak peygamberliğin kırkta biridir."
Muaşeret kaideleri, sözleri ve hareketleri güzelleştirir.
Her şeyin başı edeptir; edepsiz ahlâk, ahlâksız hukuk, hukuksuz düzen olmaz.
Özel günlerinde insanların yanında olmak -bilene- beşerî hazzın zirvesidir.
Muaşeret, milletlerarası değil, millîdir; kaynağı da inançlardır.
III- AYET ve HADİSLER ışığında VAZİFELER, DAVRANIŞLAR (Lokman Suresi ışığında):
28
Allah'a Karşı Vazife: "Hani Lokman oğluna öğüt verirken şöyle demişti: Oğulcuğum, Allah'a şirk
koşma! Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür."
Şahsına Karşı Vazife: "Oğulcuğum, hakikat yaptığın -iyilik veya kötülük- bir hardal tanesi kadar
olsa; hatta kayanın kovuğunda veya göklerde, yahut da yerin dibinde gizlenmiş olsa dahi Allah onu
meydana çıkartır.
Topluma Karşı Vazife: "Oğulcağızım, namazını doğru kıl. Örfü emret; kötülükten sakındırmaya
çalış. Sonra bu emir ve nehiy sebebiyle sana isabet edecek şeylere de sabret! Çünkü bunlar kat'i
olarak emredilen işlerdendir."
Toplumda Davranış: "İnsanlardan kibirlenerek yüz çevirme! Yeryüzünde şımarık yürüme! Zira
Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez."
Konuşma Adabı: "Yeryüzünde mutedil ol! Sesini alçalt! Zira, seslerin en çirkini şüphesiz eşşeklerin
sesidir."
Konuşmada Samimiyet:
"Siz başkalarına iyiliği emreder de , kendinizi unutur musunuz?" (Bakara/144) "Ey iman edenler,
niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz?" (Saf/2)
"Konuşanlar hikmetini bilmez, hikmetini bilenler konuşmaz."(Kelam-ı kibar)
"O sözler kalbinden gelse, sen parça parça olurdun." (Mevlânâ)
Konuşmada Usûl
– - Seviyeyi iyi ayarlamalı. Aklın ermeyeceği; kalbe, zihne usanç veren şeyleri tekrarda bir
mana yoktur.
– - Yumuşak bir üslûp kullanmalı. Kızmamalı. "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız" hadisini
unutmamalı.
– - Mevzuya hâkim olunmalı; bilinmeyen hususlarda fikir beyan etmemelidir.
– - Ne söylenecekse sadece o söylenmelidir. "Lâf dağılırsa toplanmaz."
Hadis: "Bana kelâmda az ve öz olmam emredildi."
Hz. Ebubekir: "Sözü kısa tut! Çünkü uzun sözün bir kısmı, bir kısmını unutturur."
IV- Münasebet ŞEKİLLERİ
İnsanlar arasında, hukukî ve ihtiyarî olmak üzere, iki çeşit münasebet vardır.
A) Hukukî olanlar
Hukukî münasebetler kanunlarla tespit edilmiş olan ve cebrî müeyyidesi bulunan münasebetlerdir.
Taraflardan biri, madden veya manen zarara uğrarsa, kanun öteki tarafı cezalandırarak dengeyi
sağlamaya çalışır. (Kanunu yapanın onu çiğnemekten çekinmediğine de şahit oluyoruz. Demek ki,
kanunî müeyyide tek başına münasebetin düzgün gitmesine kâfi gelmiyor; onun ahlâk ile takviye
edilmesi gerek; ahlâkın da, kaynağı din olduğu takdirde bir mânâ ifade edeceği açık.)
B) İhtiyarî olanlar
Bunlara, "yazıya dökülmemiş hukukî kaideler" de diyebiliriz; cebrî bir müeyyidesi yoktur; ancak,
aklî, mantıkî, imanî müeyyidelerden bahsedilebilir. Uymayanın yakasına kimse yapışmaz ama, o
kişiler, çevresinde kaba, nezaketsiz, görgüsüz, terbiyesiz, münasebetsiz, lüzumsuz, küstah,ahlâksız,
29
saygısız, edepsiz, arsız, hayâsız, namussuz gibi menfî sıfatlarla anılırlar. Bunlar, çok kuvvetli toplum
kınamalarıdır. Bu duruma düşenler, sevgi, saygı, itibar göremezler; hatırları sayılmaz, sözleri
dinlenmez, adam yerine konulmaz, fikirleri sorulmaz, ciddiye alınmazlar; toplumdan tecrit edilmiş
gibidirler. Onları ancak menfaati olanlar muhatap alır; menfaat bitince münasebet de biter;
sadece, kuru bir merhaba kalır.
Serbest (ihtiyarî) münasebetleri üç başlık altında ele alabiliriz:
a) Görgü Kaideleri
– Nazik olmak; kimseye kaba davranmamak.
– Düzgün ve temiz giyinmek. Dağınık bir kıyafetle toplum içerisine çıkmamak, ziyarete
katılmamak.
– Daima güler yüzlü olmak.
– Kimseye üstünlük taslamamak.
– Teşekkür edilecek zamanda ve yerde teşekkür etmesini bilmek.
– Yolda düzenli yürümek, kendini dağıtmamak; aval aval sağa sola bakmamak.
– Muhatabın sözünü kesmemek. Yüksek sesle konuşmamak. İnsanlara kendilerinden söz etme
fırsatı vermek. El cepte, hele pantolon cebinde, konuşmamak.
– Özel konuşmaların arasına girmemek.
– İki kişi gidiyorsa büyüğü sağa, üç kişi ise ortaya almak, önüne geçmemek.
– Sigara içiliyorsa, düzgün ve efendice içmek; yakmadan önce müsaade istemek, karşısındakine
ikramda bulunmak. Aksırıp öksürerek, külünü sağa sola saçarak, dumanı karşıya üfleyerek
içmek çok hatalıdır.
– Kahve, lokanta gibi yerlerde otururken tek sandalyeye düzgün oturmak; siparişleri yavaş sesle
söylemek.
– Yemekte fazla konuşmamak; önünden yemek; büyükler başlamadan başlamamak; bitirince
kalkmamak.
– Misafirlikte yiyecek isterken iyi düşünmek. Olmayan bir şey istenmiş olabilir.
– Ziyaretleri uzatmamak; kalkılacak saati iyi hesap etmek.
– Yemekten sonra dua ve teşekkürü unutmamak.
– Kadınsa kadın gibi, erkekse erkek gibi giyinmek.
– Eldivenle toka yapmamak.
– Yanındakileri - küçüğü büyüğe - tanıtmak.
– Hitapta, "sen" ve "siz"i iyi ayarlamak.
– İnsanlarınla samimi olarak ilgilenmek, ilgileniyormuş gibi davranmamak.
– İnsanların önemli günlerine (düğün, ölüm vb. gibi) iştirak etmek.
– Münakaşadan kaçınmak, karşıdakini itham etmemek.
– Yanıldığımızda hatayı kabul etmek.
– Tenkit edeceksek, iyi yönünden başlamak; asla şahsiyeti tenkit etmemek.
– Şakalarda ölçülü olmak; kadınlarla asla şakalaşmamak.
– Sır tutmasını bilmek.
– Büyüklere ve yabancılara saygılı olmak.
Bunlara uymayanlar ayıplanır ve kınanırlar ki, bir manevî cezadır.
30
b) Örf ve âdetler
Uzun yıllar bir arada yaşayan insanlar arasında, aileden millete kadar, bir takım kaideler gelişir.
Bunlara uyularak huzurlu bir hayat kurulur; meseleler çözülür; ihtiyaçlara cevap verilir ve toplum
huzura kavuşur.
Örf ve âdetlere göre hareket etmek insanı mutlu eder; çevreden itibar görür, adam yerine konulur,
sözü dinlenir; aykırı hareket edilmesi halinde ise ahlâksız ve terbiyesiz sıfatlarını alırlar. Bunlar
oldukça ağır sıfatlardır.
İleri milletler örf ve âdetlerin önemini idrak etmiş ve yaşatılmasının hayatî bir zaruret olduğunu
düşünerek onu devlet (kanun) teminatı altınA almışlardır. Millet fertlerinin ortak bir davranış
kazanması ancak bu yolla mümkündür.
Türk örfünün temeli aile ocağına bağlılık ve sadakattir. Aile ocağı derken bir yaraya daha
dokunmak, ama biraz öfkeli olarak dokunmak istiyorum:
Çoğu delikanlılar, anasını, bacısını hatta karısını kıskanmıyor. Huzurumuz ve geleceğimiz için
kahredici bir durum: Oğlanlar kıskanmasını bilmiyor; kızlar namuslarını koruma gereği duymuyor.
Bazen çayıra salınmış başıboş eşşeklere, bazen sokakta seyip gezen itlere, bazen mart kedilerine
benziyorlar.
Bir de evliliğin ve mukaddes aile hayatının belini kıran ve düşünen her Türk'ü kahreden, bir
"beraber yaşama"ahlâksızlığı, bir "oğlanların kız arkadaşı(!), kızların erkek arkadaşı(!)" kepâzeliği
türedi. Tıpkı hayvan yaşayışı... Yüce Kitabımızın ifadesi ile, ondan da aşağı... Katlanılır gibi değil...
Rabbim, -affet- Sen de ne diye hayvanları insan suretinde yarattın sanki!.. Bu ahlâksızlar, yerden
bitmediğine göre, onların da anaları babaları vardır. Peki, ne hâldeler acaba? Günde bir kaç kere
ölüyorlar m'ola?
Liberal eğitimin yücelttiği fert; sevgi, saygı, merhamet, fedakârlık, itaat, sadakat gibi duyguları;
hatta din, milliyet, ahlâk, örf, âdet gibi diğer bütün değerleri geriye attı. Bu sebeple de iç âlemi,
duygu dünyası, inanç ağı gelişip zenginleşmiyor. Yukarıda anlatılan kahredici manzara, bu boşluğun
neticesidir.
“Fert kendini geliştirmelidir!” diye etrafındaki maneviyat halkasını kırmak ferdi geliştirmedi,
bencilleştirdi. O şimdi sadece kendisi için yaşıyor. Aynı eğitimden geçen Batı insanı, edindiği okuma
alışkanlığı sayesinde kendisine lâzım olan bilgileri elde edip, ufkunu genişletiyor; eksiğini
tamamlıyor. Yine aynı Batı, liberal eğitimin boşluğunu fark ederek okullarına "ethik" adı ile yeni bir
ders koydu. Her hâlde bizim müstağripler Batı'yı taklit etme kararını verirken işin bu yönünü
göremediler ve Türk halkını çıkmaz sokağa tıktılar. İnsanımızı önceleri, aile, okul ve çevre birlikte
terbiye ederdi. Etrafında, “ayıp” ve “günah” duvarı vardı; onu korurdu. Örf ve âdetlere uymayan
davranışları ayıp, dine uymayan hâlleri günah idi. Şimdi bu duvar yok! Her cepheden saldırarak
yıktılar onu. İnsanımız ortada kaldı
31
C) Dinî-Ahlâkî Kaideler
Ayet, Hadis ve Büyüklerin İkazları Işığında MÜSLÜMAN AHLAKI
Ahlak, insanın, insanlar yanındaki hâl ve hareketleridir. Ahlâk insan içindir; hayvanda ahlâk yoktur.
İnsanlar bir arada yaşamamış olsalardı, ahlâktan söz edilmezdi. Bir insanın ahlâkı aynı zamanda
onun şahsiyeti (kişiliği) dir.
Ahlâk doğuştan getirilmiyor, çevreden kopya ediliyor. Ahlâk değişkendir, buna engel olunamaz.
Ancak bu değişme, koparak, başkalaşarak değil; devamlılık içinde gelişerek olmalıdır. (“Gelişerek
değişme, değişerek gelişme”) Çatışma veya uyumsuzluğun olduğu yerde ahlâk kaideleri tehlikeye
düşmüş demektir. Çatışmanın olmaması için çocuğun ahlâk kaidelerine uygun olarak yetişmesi
gerekir. Ahlâk, iki yoldan öğrenilir: Örneklere bakarak, imrendiği kişiyi taklit ederek… İleriki
yaşlarda nasihat da bir öğrenme yolu olur.
Ahlâk, toplumları ve fertleri ayakta tutan temeldir. O zedelenirse, üzerine bir şey bina edilemez.
Ahlâk kuralları, toplumun bizden beklediği davranış şekilleridir. Toplum baskısı sebebiyle tatmin
edilemeyen duygular şuuraltına itilir. O da, ileriki zamanlarda farklı şekillerde ortaya dökülür.
Ahlâkın üç unsuru vardır: Bilgi, duygu, davranış… Bunların bir bütün olduğu yerde ahlâk var
demektir. Bunların dengesini kuramayanlar ise “ahlâksız” “şahsiyetsiz” insanlardır; ancak bunu
kabul etmez, suçlarını bastırmaya çalışırlar.
Davranışları ahlâk sınırları içerisinde tutan “vicdan” dediğimiz kuvvettir. Vicdan, işlenen suçtan
dolayı içimizde meydana gelen eziklik, rahatsızlık, huzursuzluktur; azaptır. Azap herkeste aynı
kuvvette olmaz; kuvveti, alınan ahlâk eğitimi ile yakından alâkalıdır.
AHLÂK EĞİTİMİ İÇİN HATIRLATMALAR
"İnsan kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanıyor?" (Kıyame/36)
"... Gözler kör olmaz, fakat asıl sinelerin içindeki kalpler kör olur." (Hac/46)
“Ey iman edenler, kendinizi düzeltmek üzerinize borçtur. Siz düzelip, doğru yolda bulunduktan
sonra, yolunu şaşıranlar size zarar veremez.” (Maide/105)
İnsanlar çeşit çeşittir:
1. Kaygısız adam: "Dünya yansa bir harım otu yanmayanlar"
“Onların kalpleri vardır, bununla idrak etmezler; gözleri vardır, bunlarla görmezler; kulakları vardır,
bunlarla duymazlar. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler; hatta daha da sapıktırlar. Onlar
gaflete düşenlerin ta kendileridir.” (Araf/179)
“Allah, onların kalplerine de kulaklarına da mühür basmıştır. Gözlerinin üzerinde bir de perde
vardır. En büyük azap onlarındır.” (Bakara/7)
“Yerde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, hakkı akıllarına sokmaz, hakkı anlayıp söylemez
olan sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal/22)
32
Mevlana: “Eşek kulağını sat, bir başka kulak al; çünkü bu sözleri eşek kulağı anlayamaz.”
2. Bencil adam: Kendilerini dünyanın merkezinde görenler
“İnsanlara yüzünün yanını çevirme ve yeryüzünde çalımla yürüme! Çünkü Allah, büyüklük
taslayanları sevmez.” (Lokman/18)
“Allah, kasılan kulunu sevmez.” (Hadis)
3. Keyif adamı: "Nefsini ilah edinenler" (Casiye/23)
“Onlar dünyada sadece zevk, sefa ederler; davarların yediği gibi yerler; bütün gayretleri, çalışmaları
karınlarına ve şehvetlerinedir. Onların yeri ateştir.” (Kıtal/12)
4. Rahat adamı: Dünyadan ötesini aklına getirmeyenler
“Onları gördüğün zaman gövdeleri hoşuna gider; eğer konuşurlarsa sözlerini de dinlersin. Halbuki
onlar giydirilmiş odunlar gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhine sanırlar. O halde onlardan sakın.
Allah gebertsin onları.” (Münafikun/4)
"Onlardan bir çoğunu görürsün ki, günaha girmekte, düşmanlık etmekte ve haram yemekte
birbirleriyle yarışırlar. yapmakta oldukları şey ne kadar kötü." (Maide/62)
"Ne olurdu, onların âlimleri ve din bilginleri, günah işlemelerinden ve haram yemelerinden
kendilerini va geçirmeye çalışsalardı. İşledikleri bu sanat ne kadar kötü." (Maide/63)
"Onlar, birbirlerini, yaptıkları fenalıklardan alıkoymazlardı. Gerçekten ne kötü iş yapıyorlardı."
(Maide/79)
Mevlana: “Sen ne bilirisin gözyaşının kadrini, görmedikler gibi ekmeğe aşıksın çünkü sen. O
dağarcığı ne zaman ekmekten boşaltırsan, o zaman değerli incilerle doldurabilirsin.”
Yunus:
Aşksızlara verme öğüt, öğüdünden alır değil,
Aşksız kişi hayvan olur, hayvan öğüt alır değil.
Kara taşı suya koysan, elli yıl ıslatır isen,
Gene taş bayağı hünerli taş olur değil.
"... Siz ne az düşünüyorsunuz." (Araf/3)
5. İki yüzlü adam: "Hâlleri ve dilleri ayrı telden çalanlar"
“İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, kendileri iman etmiş olmadıkları halde, ‘Allah’a ve ahiret
gününe inandık’ derler. Halbuki onlar inanıcı kimseler değildir.” (Bakara/8)
33
“Allah’ı da, iman edenleri de güya aldatırlar. Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatmazlar da
yine farkına varamazlar.” (Bakara/9)
“Kalplerinde bir maraz vardır onların. Allah da marazlarını artırdı.Yalan söylemekte oldukları için de
onlara acıklı bir azap vardır.” (Bakara/10)
“Kendilerine, ‘yeryüzünde fesat çıkartmayın’ denildiği zaman ‘biz ancak ıslah edicileriz’ derler.”
(Bakara/11)
“Gözünü aç, onlar muhakkak ki, fesatçıların ta kendileridir. Fakat şuurlarını işletmezler.”
(Bakara/12)
"Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?" (Saf/2)
6. Dâvâ adamı: Toplum fedaileri, kültür öncüleri
“Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki, onlar hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten
vazgeçirmeye uğraşsınlar. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Al-i İmran/104)
"Siz beşeriyet için meydana çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, fenalıktan
alıkoyarsınız." (Al-i İmran/110)
“Senin Rabbin, ahalisi hem kendilerini, hem diğer insanları ıslah edip dururken de onların
memleketini helak edecek değildi ya.” (Hud/117)
“Sizden önceki devirlerde, insanları, yeryüzünde fesat çıkartmaktan vazgeçirmeye çalışacak,
böylece onları felakete uğramaktan kurtaracak fazilet sahipleri bulunmalı değil miydi? O devrin
insanları içinde, vazifesini yaptıkları için kurtardığımız kimseler pek azdır.” (Hud/116)
"Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda, birbirine kenetlenmiş tek parça, sağlam bir bina gibi saf
bağlayarak mücadele edenleri sever." (Saf/4)
“Toplumun ulusu, topluma hizmet eden; ona su dağıtan, kendisi en son içendir.” (Hadis)
“Mü’min kullarıma söyle ki, en güzel kelimeyi söylesinler.” (İsra/53)
Söz ola, kese savaşı
Söz ola, kestire başı
Söz ola, zehirli aşı
Yağ ile bal ede bir söz
Yunus Emre
Dava adamlığında ifrat: Kesin inançlılık: Yüzüne gülündüğünde soyunanlar, soyulanlar; şahsiyetini
önderine bağlayanlar
"İnsanlar içinde Allah'dan gayrisini O'na emsal edinen adamlarda vardır ki, onlara, Allah'a olan
sevgi gibi muhabbet beslerler. İman edenlerin Allah'a sevgisi ise her şeyden sağlamdır. Allah'a eş
tutarak kendilerine zulmedenler azabı görecekleri vakit bütün kudret ve kuvvetin hakikaten
Allah'ın olduğunu ve Allah'ın, hakikaten pek çetin azabı bulunduğunu bilselerdi..." (Bakara/165)
34
"O zaman görecekler ki, arkalarından uyulup gidilenler, kendilerine uyanlardan hızla uzaklaşmıştır.
Hepsi o azabı görmüşlerdir. Aralarındaki ipler de parçalanıp kopmuştur." (Bakara/166)
"Ve tâbî olanlar şöyle diyecekler: "Bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da, bugün bizden
uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık." Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını
pişmanlıklar halinde kendilerine gösterecektir. Ve onlar Cehennem'den çıkacaklar da değildir.
(Bakara/167)
"Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim. Vallahi o sapıttı beni." (Furkan/28-29)
(Ahzap/ 66, 67, 68 aynı pişmanlık)
Bu ayetlerin muhatabı, her ne kadar imansızlar ise de, bir insana bağlanmanın, Allah'ın rızası mı,
nefsin arzusu mu olduğunu seçemeyen gafillerin imanlarının tehlikeye düşeceğini ikaz için buraya
kondu. Öyle kesin inançlılar türedi ki, ayetler bile bu uğurda tevil ediliyor...
SON
35