1. oturum - Mimarlar Odası Bursa Şubesi

Transkript

1. oturum - Mimarlar Odası Bursa Şubesi
1. OTURUM
1
Kentsel ve Mekansal Dönüşüm / Kavramlar
Şengül ÖYMEN GÜR / Oturum Başkanı
KENTSEL DÖNÜŞÜM VE UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİNDEKİ
TARİHİ VE ANITSAL YAPILAR
Dr. Alkiviades PREPIS
Mimar-Mühendis
Mimarlık Tarihi / Tarihi Binalar Restorasyonu
Trakya Demokritos Üniversitesi,Yunanistan
Giriş
Bugün, geçmişin “tarihselciliği” tarihi anıtlarla karşılaştırıldığında ayrımsal değerleri daha fazla fark ediyoruz. Bazı
durumlarda yeni mimari ilkeler getirerek, tarihi eserleri yeni mimari eserlere dönüştürme eğilimine gidiyoruz. Eski anıt ve yeni
mimari yaratma arasında karşılıklı anlayış ve karşılıklı saygı geliştirildiği zaman kabul görmektedir, bu karşılıklı yayılmadır.
(“ozmoz-geçişim”) Ancak, aynı zamanda, aralarında farklılaşmış bir bağımsızlık ilişkisini ve kendi öz değerlerini önemseyen
bir şekilde, mimari tasarıma ve özgün yapının ruhuna göndermek için yeni yaratımı yönlendiren eleştirel bir tutumu fark
edebiliriz.
Tarihi bir anıtın, doğrudan ya da geniş çevresiyle, bunun yanı sıra tarihi kentsel alan içinde ya da çevresindeki kamusal
alan ile birlikte yeniden tasarımı, tümüyle yenilikçi yaklaşan ruhun içine dahildir.
Bugün tarihi anıt ve alanları pasif olmayan dinamik bir süreçte kentsel doku içine entegre etmeye çalışmaktayız.
Tarihi anıtlar artık “problematik süreksizlikler” ya da modern kentsel mekan sürekliliği içinde “boşluk” olarak kabul
edilmemektedir, tersine, etrafındaki kentsel alanın yeniden tasarım sürecinde sürdürülebilir gelişim için gerekli faktörleri
olarak kabul görmektedir. (1) Biz insanlarla dost ve modern toplumun ihtiyaçlarına uyarlanmış uygun bir ortamda,
kentsel mirasın devamına olanak veren entegre bir koruma bağlamına yöneliyoruz. Kültürel miras bunlardan sonra ,
a. Bir kent nüfusunun kendi farkındalığını teşvik etmek ve yaşam kalitesini iyileştirmeye yönelik kentsel
dönüşüm için, ve
b. Özellikle çok kültürlü toplumlarda toplumsal uyuma ve toplumsal barışa katkıda bulunan sakinlerin kültürel
çeşitlilik tanımına dayalı yerel toplum kimliğini desteklemek için (2) güçlü bir faktör olarak kabul edilir
Bu ruh içinde, kültürel mirasın çağdaş bütünleşik koruması iki temel bileşenden oluşur:
- Koruma, korunma ve rehabilitasyon için somut eylemler yoluyla, kültürel çevreyi teşkil eden mirasın bakımı.
- Anıtın sadece kendisi için değil, çevresindeki kentsel toplulukta da, iyileştirme ve geliştirme programları
uygulayarak bugünün toplumunda bu mirasın entegrasyonu.
1.
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde, kamusal alanda, kendi topluluğunda ya da daha geniş biçimde yer alan kentlerin
ören yerleri, özellikle şehir anıtları, anıtsal topluluklar içindedir ve koruma kavramı içine dahil edilmiştir, bu nedenle doğal
ve zorunlu olarak anıtın geniş çevresi kamusal alandır. Uluslararası düzenlemeler anıtın tarihi özüne atıfta bulunarak bir
bölümüne, ya da (daha geniş alanlı) koruma bölgelerine koruma derecesi seviyeleri belirlemiştir.
Dünya Kültürel Mirası Listesi ile olan uzun vadeli birlikteliğimiz –ve bildiriye konu olan - tarihi anıtlara daha fazla ve
daha güçlü müdahalelerde bulunmamızın nedenidir, bu müdahaleler normal bakımdan ziyade rekonstrüksiyon seviyesine
ulaşmıştır. Buna paralel olarak, önemli dönüşümler tarihi alanların korunan bölgelerindeki kentsel alan içinde karşımıza
çıkmaktadır. Ne yazık ki, bu çağdaş müdahaleler, anıt / sitenin tarihi karakter orijinalliğine ve bütünlüğüne destekleyici olmak
yerine seçkin evrensel değerlerin en önemli kriteri olan tarihi bir bina / alan değerlemesine zarar verme riski taşımaktadır.
3
Planlama ve kentsel mekanın dönüşümü bağlamında tarihi alanların çevrelerindeki alanların sorunları iki ana
kategoride tanımlanmıştır:
a) Geçmişte eski ve esnek bir rejimde Ulusal Anıtlar Listeleri ve Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan tarihi şehirler ve
anıtlar için master / yönetim planının olmaması ya da etkisizliği. Günümüzde, uluslararası teşvik ve önerilere rağmen hala
tarihi bir yapının ve çevresinin kontrol ve planlama ve anında müdahalesi için etkin bir yasal çerçeve eksiktir.
b) Tarihi alanların(ya da ören yerlerinin) kentsel çevrelerinin yeniden tasarlanması için koruma ve sahip çıkma yasal
çerçevelerinde açık standartlar olsa dahi bunları uygulamaya koymak için uygun mekanizmaların olmaması ve özelliklerine
uygun şekilde uygulanmaması.
Artan riskler yerel yönetimlerin çoğunlukla kalkınma girişimlerinde tespit edilebilir, bunlar ve korunan binaların, özellikle
kendi kentsel ortamlarında, geleneksel yapılarındaki kontrolsüz değişiklikler ve kötü “demokratikleşme” sonucudur. Yeni
mimarinin getirdiği değişikliklerde merkezi güç onayı olmayabilir, veya, aksi halde, (açıkça) onun tarafından desteklenebilir, ya
da (dolaylı olarak) tolere edilebilir. Bu durum iki güç düzeyi arasında bir siyasi çatışma nedeniyle ya da merkezi
hükümet tarafından yerel yöneticilere siyasi destek için olabilir. Her durumda, yerel yönetimler seçmenin seçim
gereksinimlerini karşılayan, siyasi ve ekonomik oyunu oynayanlardır . Kentsel değişiklikler için yerel yöneticilerin planları çoğu
kez “Yerel Kalkınma Ajansları” aracılığıyla, merkezi hükümetten ya da uluslararası kuruluşlar tarafından finanse edilerek
gerçekleştirilmektedir. Bu şekilde yapı çevresinin tarihi karakterini, korumadaki karmaşık konuları, bunun yanı sıra burada
yaşayan ve çalışan sosyo-ekonomik etkileri görmezden gelerek kentsel çevrenin ve tarihi alanın bedeni geliştirilir.
Aşağıda farklı büyüklüklerde bazı örnekler sunulmuştur:
1.1. Makedonya’daki Ohrid kentinde UNESCO’nun (1979 -1980) doğal ve kültürel mirası olan bir anıt olarak çifte
koruma vardır. Olağanüstü güzellikte bir göl bulunan bu kent ve tarihi-kültürel bölge, mimarisi Slav topraklarında geleneksel
kent mimarisinin en iyi korunmuş topluluklarından birini temsil etmektedir. 20. yüzyılın son yıllarına kadar büyük
ölçüde korunmuş önemli Bizans anıtları ve geleneksel konakları ile Ohrid, geleneksel Balkan şehri karakterini korumuştur. Ne
yazık ki, Dünya Mirası Listesi’ne katılan Ohrid şehri, bu anahtar değerleri baltalayan olağandışı yerel sömürü ve dönüşüme
teslim olmuş görünüyor. (1. Resim)
1. Resim- Ohrid, Makedonya: Eski çarşının tarihi karakterinin bütününü tehlikeye sokma.
1.2 Adriyatik Denizi girişinde stratejik bir konumda bulunan ve Venedik kökenli kalelere (mimar Sanmicheli tarafından
tasarlanmış) hakim Yunanistan’daki Corfu, kendi özgünlüğünü, olağanüstü evrensel değerlere sahip mimari bir örnek
bütünlüğünü teşkil etmektedir. Sur sistemi tasarımı ve neo-klasik bina stokunda (700 dönümde 1.550 konut ve 7.000
nüfuslu) kendine özgü kimliği ile Corfu, 2007 yılında Dünya Miras Listesi’ne katıldı. Bugün 2006-2012 özel ve kamu alanı yönetim
planı “dondurulmuş» gibi görünüyor. Tarihi binaların cephe restorasyonunda, rahatsızlık veren unsurlar (kablolar, klimalar,
4
borular) şimdiye kadar kaldırılmadı ve o kadar hızlı ilerlemiyor. Kasabanın taş kaldırımları uygun restorasyon
görmemiştir. Kanalizasyon İngiliz idaresinden beri (19. yy ortaları) çoğunlukla aynıdır. Trafik ve park sorunları zorlu, boş
arsalar bakımsız; deniz surları henüz yeterince korunamamıştır. (2. Resim)
2. Resim- Corfu (Yunanistan) şehrinin tarihsel merkezindeki kamusal alanın başarısız yönetimi.
1.3 119 hektarlık bir alanı kapsayan, daha büyük ölçekte daha ciddi sorunları olan, Kiev St.Sofia’da (1990 Dünya
Mirası Listesi) korumalı tampon bölgede kentsel alan planlamasını gösterir. İstanbul’daki Aya Sofya ile yarışmak için
tasarlanmış Katedral, 11. yüzyılda Doğu Hıristiyanlığı kültürünü temsil eden önemli yapılarından biridir. Dekorasyon üslup
özellikleri Kiev Rusya’da yayılmıştır. Kiliseyi manastır binaları kompleksi çevreler. Heybetli duvarlı manastır kompleksi,
koruma altına alınan tarihi kentsel alanların merkezidir ve bu sorumluluklar ikileminin kurulduğu yerdir. (3. Resim) Ayasofya
Müzesi Vakfı tarafından merkezi kontrolü sağlanan alan, tarihi binalar ve kiliselerin kaliteli düzeyde gerçekliği ile kültür,
öğretme, araştırma işlevli bir merkezdir. Belediye Teknik Hizmetleri kontrolü altında olan tampon bölge, tarihi binaların
kurtarılması ve bakımı için destekleyici bir politika yokluğu ile karakterize edilir. Buna karşılık, geleneksel binaları
büyüterek ya da büyük binalar inşa edilerek (hacim ve yükseklik olarak) aşırı sömürülme politikası uygulanmaktadır.
Yeni binalar şehrin tarihi merkezini, tarihi yapısını Dinyeper Nehri boyunca olan manastırları bile, risk altına almaktadır.
Tarihi şehir trafiği tam anlamıyla kaotik iken, özel ofisler, oteller ve turistik gelişimdeki büyük yatırımlarda yanlış
“modern kalkınma” gereksinimleri takip edilerek kentsel mekanın mevcut planlaması ve yerel karakteri kapsam
dışı bırakılmıştır . Büyük finansal yatırımlar bağlamında, merkezi hükümetin onayıyla kazançlı gayrimenkul siyaseti uygulanmaktadır. En rahatlatıcı yön, genellikle yaratıcı formlarda olan sakinlerin tepkileridir.
3. Resim -St Sophia Katedrali topluluğu ile Kiev’in tarihi merkezi (Ukrayna).
5
2.
Avrupa ülkeleri boyunca dünya kültürel ve / veya doğal mirasa ait eserlerin tarihsel alanları/ topluluklarını, kaynak dağılımın
risk analizinde daha geniş bir düzeyde sonuçlara yansıtmaya değerdir. (4) Bu, özel ve kamusal alanda yönetim ve
kalkınma sorunlarından kaynaklanan risklerin en büyük yüzdeyi oluşturduğu gerçeğini gösterme yönüyle dikkat çekicidir.
-% 30u: özel ve kamusal alanın yetersiz yönetiminden / kültür, eğitim ve karar alımı ve kontroldeki yerel halkın etkili katılım
eksikliğinden /gelişim ihtiyaçları (örneğin yoksulluk) ve koruma sorunları arasında uyumsuzluktan;
-% 23ü: genel kalkınma sorunlarından (geleneksel binaların yıkımı, ticaret, kaçak yapılaşma faaliyeti, ölçek dışı yeni
binaların yapımı, gasplar);
-% 16sı: insan yapımı afetlerden; (çevre kirliliği, vandalizm, savaşlar) veya doğal afetler (sel, deprem, kasırga, vb)
-% 8: büyük ölçekli kalkınma projelerinden (havaalanları, yollar, köprüler, endüstriyel kompleksler);
-% 7: anıtın küresel değer bilinci eksikliği / anıtın sahiciliği ya da bütünlüğünün eksikliği /değer yargılarındaki değişimler /
anıta toplumsal önem eksikliği / geleneksel zanaatçı eksikliğinden;
-% 6 turizmin gelişiminden;
-% 6 Sosyo-ekonomik altyapının eksikliğinden; (finansal kaynak eksikliği veya koruma yasal çerçevesinin uygulanmasında
başarısızlık) kaynaklanıyor.
Yukarıdaki sonuçlar , çevrenin bozulması ya da turizmin gelişiminden gelen baskıdan kaynaklı özgünlük eksikliği gibi
genellikle “geleneksel” risklerle çelişir. İki önemli gözlem daha:
- Dünya Mirası Listesi anıtların geniş çevresi kentsel gelişim dönüşüm riskleri son iki yılda net bir yükseliş trendine girdi.
- Anıt ve tarihi yerlerin % 12si, risk sürecinde sebat gösterirler. (5 yıldan fazla)
3.
Bir anıt / ören yerinin çevresindeki çağdaş planlama dönüşümün uyumluluğu için önemli kriterler, bütünlük
ve özgünlük değerleri üzerindeki etkileridir (5). Özellikle Dünya Miras Anıtları örneğinde, kamusal alanla birlikte özel
alanı sınırlandırarak tek bir modül içinde oluşturmuştur. Genel kısıtlayıcı düzenlemeler, anıtın yazımını karakterize eden
ve zaman içinde tartışmaya açık olmayan değişmeden kalan evrensel kültürel değerini korumak için tasarlanmıştır. Yeni
bir girişim, küresel kültürel değerini oluşturmak, aynı zamanda kendi anlayışını topluma benimsetmek için bu
unsurları desteklemelidir.
Dünya Mirası Listesi tarihi bölge / anıt birincil alanındaki yeni bir dönüşümün sonuçları farklı şekillerde sınıflandırılabilir:
Doğrudan veya dolaylı, toplu, geçici ya da kalıcı, geri döndürülebilir ya da döndürülemez, kolayca görülebilir ya da görülemez,
anıtın doğası üzerine bir etki ile, sosyal ya da ekonomik. Doğrudan etkiler kullanımı geliştirmek veya değiştirmek için yeni
bir konsept sonucu ortaya çıkar. Bunlar olumlu ya da olumsuz olarak sınıflandırılabilir ama her zaman anıt ya da ören
yerinin seçkin evrensel değer oluşturan unsurlarının etkisi bakımından bu sınıflama yapılmalıdır.
Doğrudan etkiler, anıtsal bir alanın çevresindeki değişikliklerle ve/ ya da somut nitelikteki kısmi ya da tamamen olan kayıplarla
ilgili olabilir. Bizim “yerin ruhu” dediğimiz, şu anki doğal çevresi ya da oradaki değişimle, geçmişi ve bugünüyle olan bağıyla
ilgili özelliklerinde olabilir. Bir özelliğinin kaybı genellikle kalıcı ve geri dönülemezdir ve geliştirme bağlamında yapılanların
sonucu olarak ortaya çıkar. Tabi ki, bu değişkenlerin etkilerini yoğunluk olarak bir ölçeğe uydurabiliriz: Son derece olumlu,
olumlu, biraz olumlu, önemsiz olumlu, nötr, önemsiz olumsuz, sadece olumsuz, olumsuz, çok olumsuz.
4.
Aşağıda, olumlu etkili - örnek kentsel dönüşüm alanı tasarımlı tarihi merkezlerden bir dizi sunuyoruz.
4.1. Romanya’nın Brasov tarihi merkezi, yüksek mimari değerler içinde geleneksel meydan dönüşümü için mükemmel bir
örnek sağlar. (4.Resim)
6
4. Resim -Romanya, Brasov’un istisnai tarihi merkezi.
4.2. II. Selim tarafından yaptırılan Selimiye Camii Külliyesi, eski Osmanlı başkenti Edirne’nin siluetine egemen. 16. yüzyıl
Osmanlı mimarlarının en ünlüsü Sinan’ın, en iyi eseri (2011 Dünya Mirası Listesi) olarak medrese (İslami okullar), kapalı çarşı,
saat kulesi, dış avlu ve kütüphane içerir. Surların dışında tarihi kent çekirdeğinin büyük bir kısmı; bunlar Üç Şerefeli Cami,
yayalarla birlikte ana ticari cadde, sakinler için dinlenme alanı ve ziyaretçiler için Osmanlı mimari mirasının tanıtımına olanak
sağlamıştır. (5. Resim) Surların içindeki alanda kalan, geleneksel ahşap evler ve tarihi eserleri kapsayan alanın, tarihi bölgenin
yenilemesinin ikinci aşama projesinde olmasını bekliyoruz.
5. Resim- Edirne Selimiye Camii Külliyesi çevresindeki iyileştirilmiş alan.
4.3. Atina’nın tarihi merkezindeki arkeolojik alanların birleşmesi, ören yerlerini ve anıtların artırılmasını ve bütünleşmesini
hedefleyen büyük ölçekli projeleri içerir. Ortak açık alanlar halk için oluşturulmuştur. Atina sakinleri ve ziyaretçileri
günlük hayatta tarih içinde bir ‘açık müze’de yürüyüş yapabilirler. Akropolis’in hemen aşağısındaki Dionysius Areopagite
Caddesi’nin yapılanması basit bir yaya caddesi değildir, rekreasyonun direğidir (Şekil 6). Metro istasyonları, antik bulguları
vurgulamaktadır. Bu proje kapsamında; Atina’nın tarihi çehresinin karakteri, mimari ve kültürel kimliğin tesisi için geleneksel
binaların (olası alanların) restorasyonuna müdahalesi, tarihi rotaların öncülüğünde gerçekleştirilmektedir.
7
6. Resim- Yunanistan, Atina Akropolis’in altındaki yeni yaya bölgesi.
4.4. Hırvatistan’daki tarihi merkez Split, (Dünya Mirası Listesi - 1979) tarihi eserlerin restorasyonu ve korunması için tutarlı
bir yöntemdir ama yine de canlı bir kentsel kombinasyona çağdaş bir örnek olabilmiştir. Rehabilitasyon yaklaşımı ayrıntılı
mimari ölçümlere ve derinlemesine çalışmalara özellikle dikkat etmiştir. Bunun nedeni ilk halini ve tarihsel kompleksin
gelişimini açıklarken güncel müdahalelerin gizli artzamanlı değerlerini vurgulama ve yaşatma üzerine kurulmasıdır. (7. Resim)
7. Resim- Hırvatistan, Split’in tarihi şehir merkezinin havadan görünümü.
4.5. Fransa’da Vannes, (8.Resim) Angers, (9.Resim) Saverne, Chartres, Strazburg (Dünya Mirası Listesi-1988) şehirlerinin ören
yerlerinde kentsel dönüşüm alanlarının ortak özelliklerinden söz edilebilir:
- Geleneksel yapılı çevrenin korunmasına yönelik kurallara mutlaka uyulması. Geleneksel malzeme kullanımı gibi uygun ve
“dost” metodolojinin yeni teknolojilerin tanıtılması ve kullanılması.
- Modern malzemelerle yeni yapılar, ancak geleneksel verilerden alınan saygı ve ilham ile yapılır.
- Tam kontrollü trafik ve yayaların sorunsuz yürüyebilmesi önceliğine yönelik kentsel mekan tasarımı. Ziyaretçilerin
geleneksel çevrenin gizli değerlerini keşfetmesini, gerekli bilgileri, engelli insanların dolaşımını sağlayan konforlu ve cazip
tur sistemi organizasyonu.
8
8. Resim- Vannes, Fransa: Tarihi savunma çukurunun örnek dönüşümü.
9. Resim -Fransa, Angers’ın eski ve çağdaş gelişimi, “sanat ve tarih şehri”.
5.
Sonuç olarak, Dünya Miras Listesine kayıtlı anıtsal topluluklar için aşağıdakileri öneriyoruz:
a) Ören yerlerinin gelecekteki potansiyel risklerine gösterebilecek yönetim planlarının kaynak havuzu ihtiyacı.
b) Kalkınma sorunları, derhal Dünya Kültür Mirası Listesi’ne aday anıtlar / ören yerlerinin hazırlık dosyalarında ayrıntılı ve
analitik planlama yoluyla tespit edilmelidir. Bu, ören yerini çevreleyen alan için değil daha geniş bir alan için sürdürülebilir
bir yönetim sistemi kurmak gereklidir. c) Merkezi ve yerel kurumların temsilcileri tarafından kurulacak bir Koordinasyon ve Denetleme Kurulu, inşa edilmiş ve doğal
çevrenin korunması için olan kuralları gözetim, sıkı denetimler ve yönetim planının geliştirilmesi için çalışmalıdır. Yeni planların
(kamusal alan ve eski binalar ve / veya yeni binaların yapımı, rehabilitasyon dönüşümü ile ilgili) yetkilendirmeleri ele
alınmalıdır. Ayrıca akademisyenler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, Mimarlar Odası, yerel ve merkezi hükümet ve
yerel vatandaşlardan oluşan bir Danışma Konseyi, yönetim planının değerlendirilmesini ve önerileri sağlayacaktır.
d) Şeffaf prosedürlerin sağlanması için korunan bölgelerin halkı için etkin, zorunlu geniş bilgilendirmelerle STK’ların
kurumsallaşmış katılımı ve yerel halkın karar alımına katılımı her müdahalenin yasal olarak güvence altına alınması gereklidir.
9
Referanslar - Kaynakça
(1) Paris Deklarasyonu: Miras üzerinde gelişimin bir sürücüsü olarak, 17. ICOMOS Genel Kurulu ve Bilimsel Sempozyumu,
Paris (2011) .
(2) Kentsel Rehabilitasyona Rehberlik, Teknik İşbirliği ve Danışmanlık Programı, Avrupa Konseyi Yayınları, Strasburg (2004).
(3) Dünya Mirası Sözleşmesinin Uygulanması İçin Operasyonel Kılavuz İlkeleri UNESCO (2010); Dünya Mirası Teknik
Değerlendirme Görevler Rehberi, ICOMOS, Paris.
(4) Dünya Mirası Alanları için Tehditler. 1994-2004 Bir Analiz. ICOMOS, Paris (2005),Dünya Kültür Miras Varlıkları Mirası Etki
Değerlendirmeleri Rehberliği. ICOMOS, Paris(2010).
(5) Özgünlük orijinal ve bunu takip eden kültür miras özelliklerinin yanı sıra değeri, güvenilir
veya doğru olarak atfedileni anlama yeteneği ile ilgilidir.
Bütünlük doğal ve / veya kültürel mirasın ve onun özelliklerinin bütünlük ve bozulmamışlık ölçüsüdür.
10
TARİHİ YERLEŞİMLERİN YENİDEN CANLANDIRILMASINDA
SÜREÇ YÖNETİMİ
Aysun DAĞABAKAN
Mimar, Bursa Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü
Doç. Dr. Murat TAŞ
Doç. Dr., Uludağ Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Yapı Bilgisi Anabilim Dalı
Özet
Tarihi çevreler, geçmişin sosyal, kültürel ve ekonomik değerlerini, yaşam biçimini yansıtan, doğa-bina ve bina-insan arasındaki
ilişkileri bakımından büyük bir birikimin ifadesidir. Günümüzde yaşanan hızlı kentleşme ve nüfus artışı bu tarihi çevrelerin
zarar görmesine ve hızla yok olmasına neden olmaktadır. Bu alanlarda yapılan restorasyon ve koruma çalışmalarının yanında
kentsel dönüşüm, kentsel yenileme, yeniden değerlendirme ya da yeniden canlandırma kavramları ortaya çıkmaya başlamıştır.
2000’li yıllarda sosyal eşitsizlikleri ya da yoksulluğu gidermeyi hedefleyen toplumsal dönüşüm projeleri, tarihi miras ve
koruma anlayışının güçlenmesiyle kültür eksenli projeler, sosyo-ekonomik ve mekânsal açıdan bütünleşmiş stratejik planlama
yaklaşımlarının etkisiyle kentsel dönüşüm adıyla yapılan çalışmalar öne çıkmaktadır.
Son dönemlerde kentsel dönüşüm çalışmaları altında yapılan uygulamalarda yaşanan sorunlar analiz edilerek, özellikle tarihi
çevrelerin yenilenmesi, yeniden canlandırma süreçlerinin yönetimi, sürecin aktörleri ve bunlar arasındaki ilişkilerin nasıl
örgütlenmesi gerektiği, sürecin yönetim stratejileri, yasal mevzuat sorunları, proje ve uygulamaların nelerden etkilendiği
ve nasıl biçimlendiği, finansal kaynakların nasıl sağlandığı konularında değerlendirmeler yapılması bu çalışmanın en önemli
hedeflerindendir.
Tarihi yerleşimlerin yaşam, mekân, tarihi, sosyo-kültürel ve ekonomik sürdürülebilirliğinin sağlanması için yeni mekânsal
yorumlarla zenginleştirilerek geleceğe aktarmak amacıyla yapılan yeniden canlandırma çalışmaları çok boyutlu eylemlerdir.
Bu çalışmalarda yönetimsel yaklaşımların belirlenmemiş olması, çalışmaların başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olabilir.
Bu çalışmada öncelikle tarihi alan, tarihi çevre, tarihi yerleşim, tarihi kent dokusu, koruma ve yeniden canlandırma
kavramları açıklandıktan sonra tarihi çevreleri yeniden değerlendirmenin ve tarihi çevrelerin yeniden yaşayan mekânlar
haline dönüştürülmesinin önemi, gerekçeleri ve ilkeleri ile yeniden canlandırma çalışmaları süreç yönetimi kapsamında
incelenerek, finansal kaynakları, aktörleri, dönüşüm sürecindeki örgütlenme ve organizasyon biçimleri, projelendirme ve
uygulama ilkeleri örnekler üzerinden irdelenecektir.
Sonuç olarak, kültürel mirasın korunması ötesinde, yerleşme ölçeğinde yapılan bu uygulamalarda sadece fiziki açıdan
iyileştirme ile sorunlar aşılamaz. Sosyo-ekonomik, toplumsal, çevresel faktörlerin çok etkili olduğu çalışmalarda, sadece çok
kapsamlı ve çok disiplinli çabalar ile başarılı sonuçlar elde edilebilir.
Tarihi çevre koruma, aynı zamanda toplumsal bir olgu, insanlığın kültürel kimlik, bilinç ve süreklilik gereksinimlerini sağlamayı
amaçlayan bir çaba ve bilimsel bir uğraş alanıdır. Yeni bir kimlik kazanarak ortaya çıkan yapılar hem korunabilmekte, hem
de yarattığı kullanım alanının işletilmesi sonucu ekonomik yarar sağlanarak yaşatılmaktadır. Korumanın ekonomik yönünün
anlaşılması, sosyal-ekonomik faydalarının ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Tarihi yerleşmeyi korumak için günümüz ve gelecek
için uygun bir koruma politikası saptayarak değişimi yönetmek çok önemlidir. Başarının ekonomik, kültürel, toplumsal ve
çevresel açılardan sürdürülebilir olması tüm aktörlerin katıldığı sağlıklı yönetişim ortamlarının varlığıyla mümkün olabilir.
Anahtar Kelimeler: Tarihi yerleşim, koruma-yaşatma, süreç yönetimi, sürdürebilirlik, yeniden canlandırma.
____________________________
Bu makale, Aysun DAĞABAKAN’ın, Uludağ Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı‘nda Sayın Doç. Dr. Murat TAŞ’ın danışmanlığında
hazırlanan “Tarihi Yerleşimlerin Yeniden Canlandırılması Çalışmalarında Süreç Yönetimi Modellerinin İncelenmesi” başlıklı yüksek lisans tezinden
yararlanılarak hazırlanmıştır.
11
GİRİŞ
Farklı zamanlarda doğan, büyüyen ve gelişen uygarlıklar, birbirinden farklı yaşam tarzlarını, farklı mekan anlayışlarını ve
kültür birikimlerini bırakmıştır. Bu izler tarihi süreç içerisinde birikerek tarihi yerleşimler olarak günümüze kadar gelmiştir.
Tarihi yerleşimlerin kültürel, sosyal, ekonomik, toplumsal ve mekansal faktörleri göz önüne alınarak yenilenmesi/yeniden
canlandırılması ve korunarak geleceğe aktarılması için yapılan çalışmalardaki süreç yönetim modelleri incelenerek; yapılacak
bu tür çalışmalar için yol ve yöntem geliştirici sonuçlar çıkarmak bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır.
Yeniden canlandırma hedefli uygulamalar ve bu uygulamaların tüm aşamalarında analitik ve stratejik bir yaklaşım tanımlama
çabası içerisinde olan bu çalışma; genel anlamda tüm tarihi çevrelere, özelde ise tanımlı, yaşanabilir tarihi kentler, tarihi
kırsal yerleşimler, tarihi kent dokuları gibi tüm tarihi yerleşimlere odaklanmayı hedeflemektedir.
Tarihi Yerleşim
Venedik tüzüğünün 1. maddesine göre (1964), tarihi anıt kavramının kapsamı sadece bir mimari eseri içine almaz, bunun
yanında belli bir uygarlığın, önemli bir gelişmenin, tarihi bir olayın tanıklığını yapan kentsel ya da kırsal bir yerleşmeyi de
içerir.
Tarihi yerleşim, tarihi çevre ya da tarihi kent dokusu farklı zamanların katmanlaştığı, bu zamanların yaşam kültürlerinin
izlerinin fiziki yapıyı oluşturduğu bir mekandır. Burada mekanın bir süreç içinde var olduğu; dünden bugüne ve hatta yarına
doğru değişip, dönüşerek, üreyerek var oluşunu sürdürdüğü unutulmamalıdır (Yılmaz Saygın ve ark. 2004).
Tarihi Çevre Bilinci
Tarihi alanların değerinin çok yüksek olduğu tartışılmaz bir konudur. Ancak bu değerin bir anlamı olabilmesi toplumun bu
bilince sahip olması ile mümkündür. Günümüze kadar ulaşabilmiş bu miras değerlerini yaşatmak, toplumun her ferdinin
bilgilendirilmesi, bu kültüre sahip olması ile gerçekleşebilecektir.
Koruma
Giderek yok olan tarihi değerler, eskime ve kültürel çevre tahribatı beraberinde korumanın önemini gündeme getirmiştir.
Günümüzde korumanın ana hedefi tek yapı ölçeğinden yerleşim ölçeğine doğru değişmiştir. Binan’a (2005) göre, koruma:
“muhafaza etme, kutunun içine alma, kimseye dokundurtmama” olarak çağrışım yapsa dahi, koruma kavramı, bilmeyenlerin
düşündüğü gibi gelişme karşıtı ve onu durdurmayı amaçlayan bir kavram değil de, aslında bugün bütün uluslararası,
ulusal metinler, uluslararası düzeyde yapılan toplantılarda dile getirilen, evrensel düzeyde kabul edilen koruma kavramı,
sürdürülebilirlik ilkesi çerçevesinde gelişmeyi, kendi içine alan bir kavramdır.
Tarihi Yerleşimlerde Yeniden Canlandırma
Tarihi yerleşimler kültürel ve duygusal değerlerinin yanı sıra işlevsel, ekonomik, sosyal ve siyasal yönden de önemli ölçüde
kullanım değerine sahiptir. Korunacak olan yapı / çevre, sahip olduğu alt donanımları ve yapı potansiyeli ile bir kaynak
niteliğindedir ve ekonomik değer taşımaktadır (Özen 2005). Yeniden canlandırma ile tarihi yerleşimler ekonominin bir parçası
haline geldiklerinde şehrin geri kalanı ile uyumlu olabilir.
Tarihi Yerleşimlerin Yeniden Canlandırılmasında Stratejik Yaklaşım
Yeniden canlandırma diye tariflediğimiz çalışmalarda; yeniden canlandırılacak alanın sınırlarının ve özelliklerinin belirlendiği
ön tespit çalışmalarının ardından; stratejik hedef ve önceliklerin, sürece katılacak aktörlerin, süreci yönetecek aktörlerin,
süreç içerisinde farklı zamanlarda katkı koyacak tarafların ve rollerinin, süreçteki beklenti ve belirsizliklerin katılım yaklaşımı
ve uzlaşma yöntemleri ile belirlendiği, stratejik bir eylem planı dahilinde yapılıyor olmalarını esas alarak stratejik yaklaşımla
ele almak yararlı olacaktır.
Alanın Sınırlarının ve Özelliklerinin Belirlenmesi (Ön Tespit Çalışmaları)
Tarihi yerleşimlerin her biri farklı karakteristik özelliklere ve farklı problemlere sahip olduğundan, her alan sadece fiziki
12
müdahaleleri değil, ekonomik, sosyal ve kültürel konularda müdahaleleri göz önüne alarak analiz edilmelidir. Çevre
konusunda analiz başlıkları üç ana bölüme ayrılabilir:
Çevre Analizi
- Doğal Çevrenin Analizi
- İnsan Yapımı (Yapma) Çevrenin Analizi
> Fiziksel Analiz
> Fonksiyonel Analiz
- Sosyo-Ekonomik Çevrenin Analizi
Pek çok alanda olduğu gibi tarihi çevre değerlendirme konusunda da çeşitli şekillerde ele alınabilecek bir yöntem olan SWOT,
bölgenin geleceği için kısa ve uzun vadeli stratejik planlar yapılabilmesini sağlamakta, bu yöntem doğrultusunda bölgenin
güçlü yönleri ve çevrenin sağladığı fırsatlar ele alınarak bölgenin zayıf yönleri ve çevrenin oluşturduğu tehditler elimine
edilmeye çalışılmaktadır (Arabacıoğlu 2007).
Stratejik Hedef ve Önceliklerin Belirlenmesi
Değerlendirilecek alanla ilgili özelikler tanımlandıktan ve alanın fiziki, tarihi, sosyal ve ekonomik değerleri göz önünde
bulundurularak bunların korunması ve yaşatılması için bir vizyon belirlendikten sonra, tarihi yerleşimler çok faktörlü
çalışmalar gerektiğinden, değerlendirme yapılabilecek her aşama için “nerede olmak istiyoruz” sorusuna cevap olabilecek
hedef ve önceliklerin belirlenmesi gerekir.
Katılım Yaklaşımı ve Uzlaşma Yöntemlerinin Belirlenmesi
Tarihi çevrelerin yeniden canlandırılması uygulamalarına baktığımızda bu süreçlerde yönetim kapsamında iki tür yaklaşımın
olduğu görülmektedir:
1. Yukarıdan aşağıya yaklaşım
2. Aşağıdan yukarıya yaklaşım
İlk yöntemde merkezi bir yönetim söz konusudur. Burada yerel anlamda kullanıcılar ya da diğer yerel gruplar karar alma,
proje ve uygulama süreçlerinde yer almamaktadır. Sonuçta; bu tür yaklaşıma sahip projelerin çıktıları pahalı ve verimsiz
olmakta, yenileme sonrası süreçte sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Geleneksel yöntemin tersine, çoğunluk aşağıdan yukarıya yaklaşımları son yirmi yıldır benimsemektedir. Bu yaklaşımlar
kullanıcıların ihtiyaçlarına, varlıklarına, yeteneklerine ve isteklerine daha iyi uymaktadır.
Katılımcılık ilkesi, katılımcıların görev ve yetki sınırlarının belirlenmesi, katılımcı kuruluşlar arasında eşgüdümün sağlanması,
gelişmiş bir iletişim ağı oluşturulması, halk örgütleri kurulması ve bu örgütler arasında güçlü bir ortaklık sağlanması gibi
temel stratejileri gerektirir.
Stratejik Eylem Planı
Eylem planları, örgütün amacı, hedefleri ve misyonlarını, program ve alt programlarının başarıya ulaşması için kullanılan
yöntemleri, stratejileri ayrıntılı bir biçimde açıklar. Tarihi yerleşimleri yeniden canlandırma çalışmalarında, sürecin yönetimi
ile ilgili ilkelerin belirlenmesi, sürecin planlanması ve programlaması, örgüt düzeninin kurulması, sürecin yürütülmesi ve
koordinasyon ve denetlemenin yapılması için bir stratejik eylem planı oluşturulmalıdır.
Dünyada Koruma Kavramının Tarihsel Süreç İçerisindeki Gelişimi
Koruma anlayışı 17. yüzyıldan itibaren gelişmeye ve 18. yüzyıldan itibaren de kavramsallaşmaya ve kurumsallaşmaya
başlamıştır. Kültürel ve doğal mirasın korunması 2000’li yıllarda devletlerin ve toplumların en çok ilgisini çeken konulardan
biri olup, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve çeşitli organlarının çalışmalarının odaklandığı bir alan durumundadır. Korumaya
ilişkin birçok uluslararası düzenlemenin yanında, doğal ve kültürel çevrenin (mirasın) korunması artık insan hakları (3. kuşak
haklar, dayanışma hakları, çevre hakkı, vb) ile birlikte değerlendirilmeye başlanmıştır (Dağıstan Özdemir 2005).
13
Tarihi Yerleşimlerin Yeniden Canlandırılması Çalışmalarında Dünyadan Örnekler
Graz
Avusturya’nın ikinci büyük kenti olan Graz’ın tarihi kent merkezi için 2007 yılında hazırlanan Master Plan, tarihi kent merkezinin
koruma ve gelişme ihtiyaçlarını belirleyen, gelişmiş bir koruma amaçlı imar planıdır. Yönetim Planı’nın aşmaya çalıştığı en
önemli sorun, tarihi kent merkezinin korunması ile sosyo-ekonomik gelişme arasındaki dengeyi kurmaktır. Çalışmaların en
önemli ayağını oluşturan iletişim ve katılım sürecinde öncelikle paydaşlar belirlenerek, proje ve uygulamalara kentlilerin
katılımı sağlanarak başarılı sonuçlar sağlanmıştır
Graz tarihi merkezi
Meydana dönüştürülen Stempfergasse yayayolu
Foch-Allenby tarihi koruma bölgesi
Beyrut Tarihi Merkez Bölgesinin Savaş Sonrası Planlama-Yenileme Projesi
1991’de yürürlüğe giren kanunla, belediye yönetimine, savaştan zarar görmüş bölgelerde gayrimenkul firmaları yaratma ve
şehir planını geliştirme ve uygulama, mülkleri bireylere veya ortaklıklara satma ve pazarlama yetkisi verilmiştir. 1994’te Beyrut merkez bölgesinin geliştirilmesi ve yeniden yapılanması amacıyla, bölgedeki mülk sahipleri ve mülk
yatırımcılarının sahip olduğu SOLIDERE adında bir Lübnan Anonim Şirketi kurulmuştur. Örgütlenme modelinde kullanılan
sistem nedeniyle, proje kendi kendini finanse ederek kamuya herhangi bir ek yük getirmemiştir.
Solidere’nin Kent Merkezi Planı
Valetta
Limanın hemen çıkışındaki bölgeyi kültür öncelikli bir canlandırma stratejisine kavuşturan Valletta’daki çalışmaların en önemli
boyutu, projelerin sonucunda hayat kalitesinin iyileştirilmesi hedeflenen yerel halktır. Halkın sosyo-ekonomik durumunu ve
14
ihtiyaçlarını saptamak için üniversite öğrencilerinin desteği ile yüzlerce kişiyle yürütülen detaylı anket çalışması, bölge ile
ilgili önemli bulguları ilk defa ortaya çıkarmıştır. Bu bulgular, bölgeye yönelik kültür politikalarının temelini oluşturmaktadır.
Valletta’nın hava görünüşü
Vilnius
1998’de yıllık eylem planının oluşturulması ve uygulanması için koordinasyonu sağlamak üzere, geniş yetkilerle donatılmış,
çok disiplinli konularda yeterliliğe sahip, OTRA (TARİHİ KENT MERKEZİ YENİDEN CANLANDIRMA AJANSI)’nın kurulmuştur.
OTRA, otoritelerde hakim olan merkezi yönetim yaklaşımının değişmesini yardımcı olacağını umarak toplumsal çalışmalara,
bilgi merkezi ve uluslararası işbirliği çalışmalarına yoğunlaşmıştır. Vilnius örneğinde Dünya Mirası statüsü; hükümetin ve
belediyenin Vilnius’u uluslararası platformda tanıtmasını sağlayarak uzmanların ve yardımcı grupların uluslararası uzmanlıkla
eğitimlerine imkan sağlamıştır.
Vilnius tecrübesi, Dünya Miras Listesi’nin -eğer kullanılabilirse- açık yararlar sağlayabileceğini göstermiştir. Eski kentin
yönetiminde, bölgesel kalkınma yönetimine miras koruma ve yönetimi başarılı bir şekilde entegre edilmiştir.
Vilnius’tan bir görünüş
Vilnius mimarisi
Bukchon
2000’de merkezi yönetimin hazırladığı “Bukchon’un Yeniden Canlandırılması için Kapsamlı Kriterler” isimli bir plan dahilinde
geleneksel Hanokların yeniden düzenlenmesi, yeniden işlevlendirilmesi ve restorasyon çalışmaları başlamıştır.
Bukchon yeniden canlandırma programı ile geleneksel korumadan bir adım öne giderek yaşam dolu bir alana dönüşmüştür.
15
Bukchon
Lijiang
Lijiang için yapılan çalışmalar hedefine ulaşmış, mimari mirasın, yaşayan kültürün ve Lijiang antik kentinin tarihinin
korunması sağlanmıştır (Yong 2007). Kentin sürdürülebilir kalkınma stratejisini ve tarihi ve kültürel değerlerini geliştirmesi
desteklenmiş, gelişen kültür ve turizm endüstrisinin sosyal, ekonomik ve çevresel pozitif etkilerini gerçekleştirmek için
yaşam ve çevre kalitesinin gelişimine önem verilmiştir.
Eski Lijiang kenti
Türkiye’deki Koruma Kavramının Tarihsel Süreç İçerisindeki Gelişimi
Türkiye’de koruma kavramının tek anıt korumasından başlayarak kentsel alan korumasına ulaştığı son 50 – 60 yıllık değişimine
bakıldığında uluslararası koruma modellerine uygun bir norma ulaşma ve uluslararası sözleşmeler ile uyum sağlama çabaları
dikkat çekmektedir.
Tarihi Yerleşimi Yeniden Canlandırma Sürecinin Sürdürülebilirliği İçin Alan Yönetimi
Koruma çalışmalarının çok bileşenli, uzun soluklu ve karmaşık bir takım özellikleri olması, çalışmaların başarıya ulaşmasında
alan yönetimi kavramını öne çıkarmıştır. Alan yönetimi yasal ve kavramsal altyapısı tüm kültürel mirasa konu olan alanlar
için oluşturulmuştur.
Türkiye’deki son dönemlerde konu ile yapılan çalışmalara bakıldığında İstanbul, Sinop’ta kentsel ölçekte; Edirne’de
(Selimiye Camii) ve Antalya’da (Alanya Kalesi) nokta bazında kurulan alan yönetimleri oluştuğu ve çalışmalarına başladığı
16
görülmektedir. Selimiye Camii ve Alanya Kalesi örneklerinde ise yönetim planları tamamlanmıştır. UNESCO süreci başarıyla
tamamlanarak Selimiye Camii ve Külliyesi Dünya Mirası olarak 2011 yılında tescil edilmiştir.
Tarihi Yerleşimlerin Yeniden Canlandırılması Çalışmalarında Türkiye’den Örnekler
3.Bin Yılda Yaşayan Osmanlı Köyü – Cumalıkızık
Cumalıkızık için geliştirilen modelin kavramsal çerçevesi, alt bileşenleri de olan iki ana başlıktan oluşmaktadır: Sürdürülebilir
kalkınma ve kültürel miras yönetimi. Sürdürülebilir kalkınmanın birbirini bütünleyen dört alt bileşeni; ekolojik, sosyo-kültürel,
ekonomik ve politik sürdürülebilirlik. Kültürel miras yönetiminin bileşenleri ise projenin aktörleridir (Taş ve ark. 2009).
Cumalıkızık için geliştiren projede çok katılımlı bir yaklaşım sergilenmiş, aşağıdan yukarıya bir örgütlenme başarılı bir şekilde
uygulanmıştır.
Cumalıkızık
Birgi
Birgi korumada bütüncül yaklaşımı çok değerli kentsel ve tarihsel değerler bütünü içinde geliştirmiştir. Birgi’deki süreci
yerel yönetimin önderliğinde, kamu kurumları, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve özel sektörün tam olarak katılımcı bir
yaklaşım olarak tanımlayamasak ta, aynı hedeflerle hareket etmelerinin sonucunda başarıyla devam ettiğini söylenebilir.
Ayrıca Birgi’de yapılan çalışmalar sadece koruma ve restorasyon bağlamında kalmayıp, yörenin sosyal, ekonomik ve kültürel
değerleriyle canlanması için yapılan eğitim, tanıtım ve diğer faaliyetleri şeklinde devam etmektedir.
Birgi, Beyzade Sokak
Safranbolu
Koruma kavramı, “dokundurmamak” olarak ele alınırsa Safranbolu’da koruma alanında başarı sağlanmıştır. Ancak,
“yaşatmak” olarak ele alırsak, koruma alanında bir başarı henüz söz konusu olmamaktadır. Çünkü Safranbolu’nun ekonomik
açıdan görkemli dönemlerinde yapılmış olan her biri konak büyüklüğünde olan evlerin çoğunluğu artık eski işlevleri ile
kullanılabilirliklerini kaybetmiştir (Ulukavak 2007).
Safranbolu halkı, 1975’li yıllara gelene kadar bilinçsiz de olsa tarihi önemi olan evlerini, kültürel varlıklarını ve tabii
güzelliklerini korumuşlardır. Bu tarihten sonra ise, halkı bilinçli olarak korumacılığa katılmaya başlamıştır. Ancak halk maddi
olarak yeterince desteklenmemiştir.
17
Safranbolu
Tarlabaşı Yenileme Projesi
Türkiye’de kamu ve özel sektör ortaklığıyla yapılan ilk yenileme projesi olan uygulama çeşitli eleştiriler almaktadır.
Eleştirilerin yoğunlaştığı konu; projenin Tarlabaşı’nın tipolojik özelliklerine karşı gereken hassasiyetin göstermemesidir.
5 Temmuz 2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5366 sayılı Yasa’ya dayanılarak Tarlabaşı Yenileme
Alanı için hazırlanan projeler ve uygulamaya ilişkin işlemlere karsı kamuoyunda oluşan olumsuz direnç, projede katılımcı
süreçleri temel alan ve sosyo-ekonomik boyutları içeren ‘kentsel yeniden canlandırma’ yaklaşımları ile yola çıkılmış olsa dahi
bu hedeflerin değişerek çok katılımlı bir yaklaşım sergilenmediği, yasal araçlarla yukarıdan aşağıya baskıcı bir örgütlenme
modeli olarak değerlendirilmektedir.
Tarlabaşı proje alanı
Fıçıcı Abdi Sokağı spektif görünüşü
Sonuç
Tarihi çevre koruma, yüzyılı aşkın geçmişe sahip mesleki bir birikime, kabul edilen uluslararası ilke ve standartlara ve bu
alanda emek veren uzmanlara sahip bilimsel bir uğraş alanıdır. Tarihi çevre koruma, aynı zamanda toplumsal bir olgu,
insanlığın kültürel kimlik, bilinç ve süreklilik gereksinimlerini sağlamayı amaçlayan bir çabadır.
Özetle yinelemek gerekirse, her bölgeye göre yeniden canlandırma çalışmalarının geliştirilmesini sağlayacak bir modelin
temel ilkeleri;
• Sürdürülebilir bir tarihi çevre yaratılması,
• Yerel zenginlik, kimlik ve potansiyellerin kullanılması,
• Katılımcı ve işbirlikçi yöntemlerin uygulanması,
• Ekonomik ve çevresel (ekolojik) değerlerin dikkate alınması ve yeniden yaratılması,
• Yeni bir üretken, paylaşımcı, kamu liderlikli ve adil kamu anlayışı ile tasarlanması olarak sıralanabilir.
18
Kentsel ve tarihsel alanlar için yönetim planlaması çalışmaları, UNESCO “World Heritage Center (WHC-Dünya Mirası Merkezi)”in
Dünya Miras Listesi’ndeki alanlar için yönetim planı hazırlanmasını zorunlu tutması nedeni ile önem kazanmıştır.
Tarihi yerleşimlerin korunması konusunda yapılan çalışmalarda başarı için çeşitli sektörlerden aktörlerin, birbirlerinin
çıkarlarını dengeleyecek, zayıf yanlarını kapatacak ve güçlü yanlarından yararlanacak biçimde çalışacakları olası proje
örgütlenme modelleri araştırılmalıdır. Türkiye’de tarihi çevre korumanın klasik yapılanmasında ağırlıklı olan kamu ve
akademik sektörler yer almaktadır. Son dönemlerde daha güçlü rollerle beliren yerel yönetim, sivil toplum kuruluşları ve özel
sektör tarafından sağlıklı etkileşim, sık iletişim, şeffaf tartışma ve güven ilişkileri ortamları oluşturulmalı ve aktörlerin güç
dağılımının belirli bir dengeye sahip olduğu yönetişim ortamları geliştirilmelidir. Başarının ekonomik, toplumsal ve çevresel
açılardan sürdürülebilir olması, gerek yetkili, gerek yatırımcı, gerek kullanıcı ve gerek uzman rolünde olsun, tüm sektörlerin
sağlıklı yönetişim ortamlarına katılması ile gerçekleşebilecektir.
Kaynaklar
Arabacıoğlu, P. 2007. Sur - Kent İlişkisinin Çevre Düzenleme Kriterleri Açısından Değerlendirilmesi. Doktora Tezi, YTÜ, Fen
Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı, İstanbul.
Binan, C., Er, N., Bektaş, C., Köletavitoğlu, T. 2005. Tarihi Kent Merkezlerinde Yenileme: Beklentiler, Sorunlar, Uygulamalar.
Uluslararası Yapı 2005 İstanbul Fuarı TMMOB Şehir Plancıları Odası Paneli, 5 Mayıs 2005, Tüyap Fuar Merkezi, İstanbul.
Dağıstan Özdemir, M. Z. 2005. Türkiye’de Kültürel Mirasın Korunmasına Kısa Bir Bakış. Planlama Dergisi, (1): 20-25.
Özen, S.L. 2005. Koruma Yaklaşımlarına Yeni Bir Bakış Açısı Olarak “Bütünleşik Koruma”-Trabzon Örneği. Yüksek Lisans
Tezi, KTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, Şehir ve Bölge Planlama Anabilim Dalı, Trabzon.
Taş, M., Taş, N., Çahantimur, A. 2009. A participatory governance model for the sustainable development of Cumalıkızık,
a heritage site in Turkey, Environment and Urbanization, 21(1): 161-184.
Ulukavak, K. 2007. Safranbolu’yu Korumada Sorunlar(Düş kırıklıkları, Özeleştiriler, Beklentiler): Bir Safranbolulunun
Penceresinden Safranbolu, Ankara, s. 225-236.
Venedik Tüzüğü 1964. Venice Charter. II’nd International Congress of Architects and Technicians of Historic Monuments,
1964, Venice. http://www.international. icomos.org/charters/venice_e.pdf-(Erişim tarihi: 22.02.2012).
Yılmaz Saygın, N., Kiper, N., Güçer, E. 2004. Bir Stüdyo Çalışması, İYTE: Alaçatı Tarihi Yerleşim Alanı Koruma Projesi.
Planlama Dergisi, (4): 34-47.
Yong, S. 2007. Conservation and social development of Lijiang, a World Heritage site: Balanced Urban Revitalization. UNESCO
International Seminar, Tsinghua University, 21-23 January 2007, s. 120-129.
19
İSTANBUL’UN TARİHİ MERKEZİ’NDE
TARİHİN YENİDEN SUNUMU
Arş. Gör. Meltem ÖZÇAKI
Arş. Gör., İstanbul Kültür Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
Doktor Adayı, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
Özet
Değişim, kentlerin doğması, büyümesi olgularında olduğu gibi onların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gereken bir koşuldur.
Kentler sürekliliklerini bu değişimle sağlayabilirler. Bazı kentler terk edilerek sadece arkeolojik değerlerinden ötürü sit alanı
özellikleri gösterirken ve bir bakıma da ölürken; İstanbul gibi kentler ise terk edilmeyip büyüyerek, değişerek varlıklarını
sürdürmektedir. Tarihi değere sahip kentlerin merkezinde yer alan alanlar ise Lefebvre’nin belirttiği gibi düzenlenen
eğlenceler, geçit törenleri, festivaller gibi sosyal aktiviteler ve gezinti yerleri gibi alanlara sahip olmalarıyla; yabancılar,
turistler ve kentin dış mahallelerinde yaşayanlar için yüksek kaliteli tüketim ürünleri haline gelmektedir (Lefebvre, 2000).
Tarihi merkezde gözlemlenen dönüşümün nedenleri: tarihi yerlerin programlarını kaybetmeleri, turizm odaklı dönüşmeleri ve
yeni kullanıcı profiline uygun mekanların oluşmasıdır. Yaşanan dönüşüm, gündelik hayata dair var olan bilgiyi etkilemekte ve
en sıradan, en küçük alanda dahi kendini yeniden üretmektedir. Yeniden üretilen bilginin içinde de “tarih” önemli bir unsur
olmaktadır.
Bildiri kapsamında İstanbul’un tarihi merkezindeki dönüşüme ve burada tarihin yeniden ele alınıp bir tüketim ürünü gibi
sunulmasına odaklanılmaktadır. Geleneksel kıyafetli satıcılar, Osmanlı mimarisi üslubundaki stantlar, Türk evi görünümlü
trafolar, Ramazan Şenlikleri ve Lale Şenlikleri gibi geçmişi canlandırmaya ya da yeniden yaratmaya yönelik uygulamalar,
yapıların cephelerindeki Osmanlı mimarisinden alıntılar, eklektik unsurlar, Sulukule ve Ayvansaray gibi Yenileme Projelerindeki
bazı uygulamalar gibi örnekler tarihin yeniden değerlendirildiği ve tüketime sunulduğu örneklerdir.
İstanbul’un kent merkezinde gözlemlenen bu olguyu tüketim, tarihselcilik, neo - Osmanlıcılık gibi farklı kavramlar altında
tartışmak olasıdır. Türkiye’deki mimarlık yazınında ise kamu yapılarında uygulanan tarihselci anlayışın bir devlet politikası
olup olmadığı sorgulanmakta ve özellikle yakın dönemde mimarlıkta gözlemlenen Osmanlı – Selçuklu mimarisi jargonuyla
üretilmiş yapılardaki bu yaklaşım yoğun bir şekilde eleştirilmektedir.
Bu bildiri kapsamında İstanbul’da özellikle 1980’li yıllardan itibaren gözlemlenen değişimlerin, kentin tarihi merkezinde
yarattığı dönüşüm araştırılmakta; tarihin bir tüketim nesnesi haline gelerek paketlenip satılan bir ürün gibi kullanıma
sunulmasının yarattığı olumlu ve olumsuz durumlar değerlendirmekte ve bu dönüşümünün mekanda, algıda yarattığı etki
tartışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İstanbul Tarihi Yarımada, Mekansal Dönüşüm, Turizm, Tarihselcilik, Tüketim
21
Giriş
İstanbul’un tarihi merkezi olan Tarihi Yarımada ondokuzuncu yüzyıldan itibaren yavaş yavaş terk edilmeye başlamış, sur
dışı İstanbul’da yeni yerleşim bölgeleri oluşmuştur. 1950’lere gelindiğinde ise Marmara Bölgesi’nin sanayi bölgesi ilan
edilmesiyle Tarihi Yarımada’da sanayi yatırımları yapılmaya başlanmış, işçi nüfus kentin yerlilerinin boşalttığı tarihi bölgelere
yerleşmiştir. 1980’lerde yaşanan dönüşümde ise sanayinin il dışına, küçük üretimin ise merkez dışına ötelenme süreci
yaşanmıştır. Sanayinin yerini hizmet sektörü alırken Güneydoğu Anadolu’dan gelen göç dalgası da kentin tarihi semtine
yerleşmeye başlamıştır.
Ondokuzuncu yüzyıldan itibaren İstanbullu nüfusun terk ettiği ve yerine göçle gelenlerin yerleştiği tarihi merkez 1980’li
yıllardan 2000’li yıllara uzanan zaman dilimi içinde tekrar rağbet görmeye başlamıştır. Esen, kenti kuzey ve güney olarak
ikiye ayırmakta ve kentin bu dönemde tarihi merkezine olan ilgiyi kuzeylilerin 150 yıl önce terk ettikleri güney bölüme
yerleşme girişimleri, geri dönüşleri ya da tüm kente yayılma çabaları olarak tanımlamaktadır (Esen, 2004 Nisan & Esen, 2004
Temmuz). Kuzeylilerin geri dönmelerinin en önemli nedenlerinden biri Esen’e göre alanın tarihi değerlerinden kaynaklanan
turizm potansiyelidir.
Kuzeylilerin geri dönüşleri, üst gelir seviyesindeki kişilerin kentin çeperlerindeki kapalı sitelere ve kent merkezindeki
rezidanslara alternatif olarak kent merkezinde yer alan İstanbul’daki en alt gelir düzeyindekilerin oturduğu konut bölgelerine
yerleşmelerinde de görülür.
Yaşan dönüşümün en önemli motivasyonu 1980’lerden itibaren kenti “Dünya Kenti” yapma ülküsü, bu bağlamda
kentin pazarlanması ve küresel bir kent haline getirilmeye çalışılmasıdır. Kent merkezi yeniden rağbet görürken mekansal
açıdan dönüşümler de geçirmektedir. Bu dönüşümün tetikleyicileri alanın turizm potansiyeli, ekonomik değeri ve merkezi
konumudur.
Tarihi Yarımada’nın dönüşüm sürecinde, tarihin yeniden ele alındığı ve farklı bir bağlamda sunulduğu uygulamalar ise dikkat
çekicidir. Geleneksel kıyafetli satıcılar, Osmanlı mimarisi üslubundaki stantlar, Türk evi görünümlü trafolar; Ramazan ve ya
Lale Şenlikleri gibi geçmişi canlandırmaya ya da yeniden yaratmaya yönelik uygulamalar; yapıların cephelerindeki Osmanlı
mimarisinden alıntılar, eklektik unsurlar Tarihi Yarımada için alışıldık hale gelmiştir. Bunları tarihin yeniden değerlendirmesi,
tüketime sunulması, gösteri nesnesi haline getirilmesi olarak değerlendirmek olası iken; günümüzdeki tarihselci uygulamaların
sadece tarihi çevrelerle sınırlı kalmayıp kamu yapılarında da sıklıkla kullanıldığı, bunun iktidarın ideolojisinin görünür hali
olarak değerlendirildiği ve mimarlık yazınında eleştirildiği görülmektedir.
Bu veriler ışığında bu makale kapsamında İstanbul’un 1980’li yıllardan günümüze uzanan ve etkilerini ve hızını gün geçtikçe
arttıran yapısı içinde kentin tarihi merkezinde yaşanan dönüşümde alanın tarihi özelliklerinin nasıl ele alındığı, sunulduğu
ve pazarlanabilir bir ürün haline getirildiği konuları mekansal dönüşüm, tarihselcilik, turistikleştirmek, tüketim ana eksenleri
üzerinden tartışılmaktadır.
Kuramsal açıdan bu konuda yazılmış çok şey vardır. Her şeyden önce konu postmodernizm akımıyla bağlantılıdır. Konun
çerçevesini çizmek ve belirli bir sınır içinde kalmak açısından metnin akışında öncelikle Tarihi Yarımada’daki uygulamalardan
örnekler aktarılmakta, ardından bu tarz uygulamaların mekanı dönüştürme potansiyellerinin kuramsal yapısı irdelenmekte,
son olarak da bu uygulamalar ile Tarihi Yarımada’nın nasıl bir tarihsellik sunduğu, başka bir değişle de nasıl bir yere
dönüştürülmek istendiği tartışılmaktadır. Böylece makale kapsamında alışılageldik biçimde kuramsal alt yapıdan örneklere
geçmek değil; örnekler ışığında kuramsal alt yapıyı kurma yolu tercih edilmiştir.
Tarihin Yeniden Sunumu
8.000 – 8.500 yıllık tarihi geçmişi olan İstanbul’un, tarihi merkezi Tarihi Yarımada’ya bakıldığında tarihin yeniden ele
alındığı ve başka bir bağlamda sunulduğu uygulamalar farklı ölçeklerdedir. Bunlar kıyafetlerden, kent mobilyalarına, cephe
güzelleştirme çalışmalarından, bir mahalleyi kapsayan uygulamalara kadar çeşitlilik göstermektedir.
Osmanlı dönemi kıyafetli satıcılar, bu döneme ait yiyecekler ve stantlardaki üslup bunun ilk göze çarpan örnekleridir. Bu,
22
Ramazan Şenliklerinde bir etkinliğe dönüşmektedir. “Lalesiyle Buluşan İstanbul” teması altında kentin belli bölgelerine ekilen
lalelerin yanı sıra lale motifli süs elemanlarının kullanılması; tramvay döşemelerinde, aydınlatma elemanlarında, peyzaj
süslemelerinde lale motiflerinin kullanılması da söz konudur.
Bunun yanı sıra binalarda da bu üslup yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu yaklaşımın alandaki ilk örneği 1980’li
yıllardaki Soğukçeşme Sokağı’nda gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarıdır. Var olan Osmanlı Konutları yıkılarak iç plan
özellikleri tamamen farklı, betonarme üzeri ahşap kaplanmış pansiyonlar oluşturulmuştur. Soğukçeşme Sokağı ile başlayan
bu uygulama 2000’li yılların sonlarına doğru Yenileme ve Kentsel Dönüşüm Projeleri ile de gündeme gelmeye başlamıştır.
Sulukule, Ayvansaray, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ)’nın yerine yapılması düşünülen konutlar ve Topkapı’daki
konut yerleşmesi bunun örnekleridir. Sulukule’nin Osmanlı Sokak dokusuna sahip olması, burada faytonların yer alması;
Ayvansaray’da Türk Mahallesi yapılması, Sultanahmet Turizm aksına alternatif bir alanın yaratılması; İMÇ’nin yıkılıp yerine
Osmanlı konakları yapılması ve sur dışındaki Topkapı Parkı’nda bir Osmanlı Köyü yapılması projeleri ile birlikte şerbetçilerin
yer alacağı sokaklar gündemdedir.
Sadece mahalle ölçeğinde değil, “Kentsel Tasarım Projeleri” adı altında yapılan cadde ve sokak güzelleştirme çalışmalarında
da yapı cephelerinin klima, tabela gibi görüntü kirliliğine neden olan elemanlardan arındırılmasının yanı sıra tarihselci bir
anlayışla yeniden ele alındığı uygulamalara rastlanmaktadır. Var olan binaların cephelerinin düzenlenmesinin yanı sıra
yeni binalarda da tarihselci cephelerin yapılması istenmektedir. Fatih Belediyesi ve Koruma Kurulu Tarihi Yarımada’da
yeni yapılacak yapıların tarihselci cepheleri olmasını özellikle istemekte ve bu tarz cepheye sahip olmayan uygulamaları
engellemektedir. Bu tarz cepheye sahip binalar “Tarihi Yarımada’ya uygun” şeklinde ifade edilmektedir. “Tarihi Yarımada’ya
uygun” olduğu belirtilen yapıların Tarihi Yarımada’da yer alan binalara benzemesi şartı da yoktur, tarihselci cephe anlayışına
sahip olmaları takdir görmeleri için yeterlidir.
1980’li yıllarda Tarihi Yarımada’da Soğukçeşme Sokağı’ndaki restorasyonlarda yaşanan mekansal dönüşüm; günümüzde kent
mobilyaları, etkinlikler, cephe güzelleştirme çalışmaları ve yenileme projeleri bağlamında ölçeği oldukça büyütülmüş ve
Tarihi Yarımada’nın geneline yayılma potansiyeli barındıran bir anlayışı temsil etmektedir. Bu sadece bir mahalleyi kapsayan
kentsel dönüşüm projeleri ile sınırlı değil, satıcılar, kent mobilyaları ile bir gösteriye dönüşmekte ve var olandan daha hayali,
bir bakıma gerçeküstü bir mekan yaratmaktadır.
Bağlam
Tarihi kent merkezlerinin dönüşmesini Lefevbre alanın lüks tüketim maddesi haline gelmesi olarak tanımlar. Ona göre kent
çekirdekleri yok olmamış, değiştirerek hayatta kalmışlardır. Kent çekirdeklerinin estetik kaliteleri onların korunmalarında
önemli bir etkendir. Buralar anıtlara ve geleneksel yapılara sahip olmalarının yanı sıra; eğlencelerin, geçit törenlerin,
festivallerin yapılması ve ayrıca gezinti yerlerine sahip olmaları ile de yabancılar, turistler ve kentin dış mahallelerinde
yaşayanlar için yüksek kaliteli tüketim ürünü haline gelirler. Bu merkezler iki nedenden: tüketim mekanı olarak ve mekanı
tüketmeleri ile hayatta kalırlar (Lefebvre, 2000, 73).
Mekanın dönüşerek farklı bir bağlamda yaşatılmasını Foucault’un Heteretopya kavramı ve mekanı gerçekliğini yitirmesini
Baudrilard’ın simülasyon kuramları ile açıklamak mümkündür.
İçinde bulunduğumuz çağı mekançağı olarak ifade eden Foucault ise eşzamanlılık çağı içinde olduğumuzu; üst üste
çakışmaların, uzak ve yakının, yan yananın, kopuklukların içinde yaşadığımızı belirtir. Foucault’ya göre diğer mekanlarla
bağlantılı olan, fakat hepsiyle zıtlaşan mekanlar ütopyalar ve heteretopyalardır. Ütopyalar gerçek dışı mekanlardır ve hiçbir
yere ait değillerdir. Heteropyalar ise gerçek hayattan farklılaşarak kendilerini belli etmektedirler. Heteropyaların altı temel
özelliği olduğunu belirten Foucault’ya göre bunlardan bir kaçı gerçek bir yerde bir araya gelmesi imkansız birkaç mekanın,
üst üste binmesi; zaman dilimleriyle bağlantılı olmaları ve insanların yaşadıkları tüm mekanlardan daha hayali olmalarıdır.
Kültür turizmini de yerleşimin tarihi dolaysız bir bilgi olarak sunulduğundan heterotopya olarak tanımlamaktadır (Foucault,
1999).
23
Baudrilard, ise gerçek olamayan bir şeyin, gerçek olarak kabul edilmesini simülasyon şeklinde ifade eder. Simüle etmek
“-mış” gibi yapmak değildir, der. Örneğin “Hastaymış gibi yapan kişi yatağa uzanıp bizi hasta olduğuna inandırmaya çalışır. Bir
hastalığı simüle eden kişi ise kendinde bu hastalığa ait semptomlar görünen kişidir”. Baudrillard, “simüle eden kişi gerçekten
hasta mıdır, değil midir?” diye sorar çünkü bu insan gerçek septomlar üretmektedir (Baudrillard, 2005, 16). Simülasyonda
gerçekliğin aşılması ve hipergerçeklik evresine geçiş söz konusudur. Burada gösterge kesin bir değer olarak yadsınmaktadır
ve her tür gönderenin ters yüz edilmesi ya da öldürülesi (yok edilmesi) söz konusudur (Baudrillard, 2005)
Bir alanı turistikleştirmek isterken zarar görmesi, hatta yok olması ihtimali de söz konusudur. Urry, Mekanları Tüketmek isimli
kitabında turizmin doğal bir çevreyi nasıl yok ettiğini örneklemekte ve turizmin yeri pazarlama nesnesine dönüştürmesini
sorgulamaktadır. Urry, çok miktarda turist hareketliliği mekan, zaman, bellek gibi konfigürasyonlar etrafında oluşmuş
kimlikler üzerinde de dönüştürücü etki yaratabildiğini belirtir. Bellek üzerindeki etkisini örneklemek için “Kimin tarihi temsil
edilmeli ve kimin tarihi paketlenip metalaştırılmalı?” şeklinde bir tartışma yaşanabileceğini belirtir (Urry, 1999). Kuban da
turizmin vazgeçilmez öğesi olan tarihi çevrenin en çok turizm tarafından tahrip edildiğini belirtir (Kuban, 1993 Temmuz).
Bu iki taraflı bir olgudur, tarihi çevre sayesinde var olan turizm zamanla onun yok olmasının aracına da dönüşebilmektedir.
Tarihi Yarımada’daki uygulamalara bakıldığında ön plan çıkartılan, hatta tarih boyunca yaşanmış tek gerçeklik olarak sunulan
zaman dilimi, Osmanlı Dönemi’dir.
Osmanlı’nın ön plana çıkarılmasının en önemli nedeni “bizi, kimliğimizi yansıtan binalar” diğer bir değişle “milli kimliği”
yansıtan yapılar yapılması ile bize ait bir “öz”ün varlığının vurgulanmasıdır. Tanyeli’ye göre bunun çeşitli nedenleri
vardır. İlk olarak değişimlerin kimliğimizi bozduğu ve bu yüzden de bize milli kimliğimizi anımsatacak yapıların yapılması
gerektiği gelmektedir. Diğer bir etken geçmişe duyulan “eski güzel günler” nostaljisidir. Buna göre eski dönemlerin güzel
olduğu; çevre ve insan ilişkilerinin bozulmamış olduğu temasından hareketle geçmişe doğru bir gelişme daha doğrusu bir
geri dönüş istenmektedir. Burada acıklı olan ise sarayların, Sinan camilerinin kopyalarını yaptıranların, bu yapıları tarihi
olarak algılamalarıdır. Hatta gerçekten tarihi olan İMÇ’nin yıkılarak yerine Osmanlı Konakları yapılası projesinde olduğu
gibi tarihiymiş gibi görünen tarihi olandan daha değerli / daha tarihi olarak bile kabul edilebilirler. Osmanlı mimarisinden
türetilmiş yapıların yapılmasında siyasi iktidarın bunu bir reklam, propaganda aracı olarak görmesinin de rolü vardır (Tanyeli,
2011 & Tanyeli, 2007).
Tarihselci yaklaşımın oluşmasının bir diğer nedeni de günümüzde soyut ya da somut olan her şeyin tüketim nesnesi haline
gelmesidir. Duygular, algılar, değerler, inançlar, yetenekler, arzular, hayaller, kişilikler, gereksinmeler dahil olmak üzere
her şey yönetilip güdümlendirilebilmektedir. Kapitalist sistem, üretim, tüketim ve bölüşümün yeni¬den yapılandırılmasının
yanında, bilinç ve kültürü de yeni¬den üretmektedir. Kültürel alan da yeniden yapılandırılmakta, tanımlanmakta ve piyasa
tarafından güdümlenen ekonomik bir sektöre dönüştürülmektedir. Teknolojik enformasyon, kitle iletişim araçları ve özellikle
de görsel medya bu sistemin sürdürülebilirliği için en önemli araçlardır (Yapıcı, 2009, 77).
Kahraman, 1980’li yılardan itibaren İslamiyet’in Modernleşme Projesi’nin yerine geçme sürecini incelediği çalışmasındaki
bakış açısını, Neo-Osmanlı olarak adlandırılan yaklaşım üzerinde de okumak mümkündür. Kahraman, insanlara gelecek ve
dünyevi bir güzel dünya sunma çabası içinde olan modernizm bir sistem olarak tüm ütopyalarıyla birlikte ortadan kalktığında,
insanlara hem bu dünyaya hem de öteki dünyaya ait iki ütopyayı bir arada sunan dinin, geniş kitleler arasında yankı bulduğu,
şeklinde bir saptamada bulunur (Kahraman, 2004, 67–69). Kahraman’ın İslamiyet’in siyasal alanda yükselişi üzerinden yaptığı
bu saptamayı Osmanlı Mimarisi’nin canlandırılması bağlamında da ele almak mümküdür.
Tekeli, Tanyeli ve Gümüş “milli kimliği” yansıtmaya yönelik klasik Osmanlı Mimarisinin ya da Selçuklu mimarisinin kullanılması
ile gerçekleştirilen kamu yapılarının bir devlet politikası olup olmadığını sorgularlar. Günümüzde TOKİ ve KiPTAŞ’ın ürettikleri
adliye, okul gibi kamu yapıları günümüz teknolojisi ile üretilirken cephelerinde tarihselci unsurların kullanılmasının bir kimlik
göstergesi olmadığını, amaçlanın aksine geçmiş dönem yapılarını yansıtmadığını ve bunların toplumu ilerletici uygulamalar
olmadığını belirtirler (Tekeli, 2009, 9 & Tanyeli, 2007, 14–15 & Gümüş, 2007, 40).
24
Değerlendirme
Sur dışına doğru genişleyen İstanbul’da, merkezden ayrılan İstanbullular 1980’li yıllarla başlayan dönemde kentin merkezinde
yer alan ve uzun zamandır uğramadıkları Tarihi Yarımada’yı yeniden hatırlamıştır. Öncelikle bölgenin turizm potansiyelinden
yararlanılmasına çalışılmış, ardından 2000’li yıllarda kent merkezi konut alanları açısından da cazip bir yer haline gelmeye
başlamıştır.
Tarihi Yarımada’nın bütünü düşünüldüğünde bugün turistlerin gezdiği alan Sultanahmet – Eminönü – Kapalıçarşı üçgeni içinde
yoğunlaşmaktadır. Diğer bir değişle bu alanın çok küçük bir bölümüdür. Sulukule, Ayvansaray gibi bölgeler ile bir bakıma
da Tarihi Yarımada’nın turistik bölgelerinin arttırılması amaçlamaktadır. Tarihi Yarımada’daki betonarme apartmanlardan
oluşan konut dokusu düşünüldüğünde bu yerler kurtarılmış bölgeler olarak kalmaya devam ederek sadece belli noktaları
turistikleştirecektir.
Alanın en turistik olan bölgesi olan Sultanahmet – Eminönü – Kapalıçarşı üçgeni dahi kendi kimliğini, turistik amaçla kullanılsın
ya da kullanılmasın tarihi karakterini yeterince yansıtmamaktadır.
Kuzeylilerin güneye geri dönüşlerinin ve alanı turistikleştirmenin en büyük motivasyonu aslında bu potansiyelden gelir elde
etmek, daha sık kullanılan şekli ile rant kazanmaktır. Bu hem alandan ayrılanlar, hem yeni gelenler, hem de iktidar için geçerli
bir durumdur.
Bu yaklaşımın önemli bir unsuru da muhafazakar olarak kendini tanımlayan bir ideolojik görüşün cumhuriyet tarihinde
görülmemiş ölçüde yapı yapması, diğer bir değişle mekanı dönüştürmesidir. Yeni dönüşüm sürecinde de dikkat çekmemek
için Osmanlı geçmişine vurgu yapmak, hem iktidarın seçmeni açısından kabul edilebilir bir durum olmakta, hem de Tarihi
Yarımada’ya uygun şeklinde ifade edilmenin yolunu açmaktadır. Fatih İlçesi’nde yaşayanların siyasal, sosyal, dini tercihleri
ve iktidarın muhafazakar söylemleri düşünüldüğünde Osmanlı Mimarisi söylemi şaşırtıcı değildir.
Burada tartışılması gereken ise yapılı çevre dönüştürülürken Osmanlı Söylemi’nin ne derecede anlam ifade ettiğidir. Yeni
bir yapı yapıldığında – bu bir alışveriş merkezi bile olabilir – bunun iç plan düzenini alışılageldik şekilde yapıp, dış cephesini
tarihselci unsurlarla kapladığınızda bunun Osmanlı ile ilişkisi tartışılmaya ve eleştirilmeye başlanmaktadır. Uygulama,
Osmanlı’nın sadece bir kılıf olarak kullanıldığı şeklinde yorumlanmaktadır.
Tarihselci cephe anlayışının bu derece rağbet görmesi sadece basit bir estetik algıya dayanmamaktadır. Fatih Belediyesi
ve Koruma Kurulu bölgede yapılacak yapılarda bu yaklaşımı bir ön koşul olarak beklemektedir. Bu günümüzde sistemli;
değişmez, eleştirilmez ve dışına çıkılmaz bir durum olarak uygulanmaktadır.
1980 sonrasında dönemde en fazla uygulama 2000’li yıllarda yapılmış; yine aynı dönemde eleştirilerin dozu artmıştır. Gerek
düzenlenen kongreler, gerek yazılı medya, gerekse açılan davalara bakıldığında Mimarlar Odası ve siyasi iktidarın iki kutbu
oluşturduğu ve ilişkilerin kopma noktasına geldiği görülür. TOKİ’nin yerden bağımsız, çevreyi gözetmeyen, kimliksiz konut
yapması gibi eleştirilerden kurutulmak için iktidarın kendi estetik algısına bağlı olarak tarihselci cephe anlayışına sarılması
da olanaklıdır. Bu bağlamda her uygulamayı eleştiren akademisyenlerin ve Mimarlar Odası’nın da çuvaldızı kendisine
batırarak, sadece eleştirmeyi bir kenara bırakıp ne yapılması gerektiği hakkında (zamanın koşullarını anlayarak ve İstanbul’un
neoliberal ekonominin etkisi ile şekillenmesinin hiçbir şeklide engellenemeyeceğini kabul ederek) daha fazla çözümün
parçası olmaya çalışması da gerekmektedir. Eleştirilerin sadece sözlerde kalmaması, mimarlığın araçlarının kullanılması etkili
olacaktır. İktidarın her eleştiriyi ve uygulama alternatifini kabul etmemesi de doğaldır, çünkü iki yaklaşım farklı üst dillerden
konuşmaktadır. İktidar daha fazla rant kazanmak, seçmenlerine çalışmalarını göstermek, elde edilen gelirleri başka kanallara
aktarmak isterken; bundan tamamen farklı sadece korumacı ve her türlü değişime karşı tavırla yapılanları eleştirmek, bugün
olduğu gibi sürecin kopmasındaki en büyük nedendir.
Mimarlık yazınında Ramazan Şenliklerinin de eleştirildiğine rastlamak olasıdır. Ramazan şenliklerinin canlandırılması benzeri
uygulamalar birçok Avrupa kentinde yapılmakta hatta bunun için özel oluşturulmuş o dönemin kıyafetlerinin sergilendiği,
25
üretim biçimlerinin canlandırıldığı uygulamalar, temalı parklar söz konusudur. Müzecilik uygulamaları içinde yaşayan müze
kentler için bu, kabul gören bir yaklaşımdır. Bu etkinliğin eleştirilerek tümüyle reddedilmesi değil, geliştirilmesi sağlanmalıdır.
Bunlar gerçeküstü mekanlar sunmaktadır ve tarihi atmosferi canlandırmaya, kuvvetlendirmeye yönelik uygulamalardır
(Özçakı, 2011). Tarihi bir mekanı ziyaret edenlerin sadece arkeolojik kalıntıları görmek zorunda değildir. Gösteri olarak sunulan
dönemin, gerçeklik duygusu çok da yitirilmeden, yaşatılması olumlu sonuçlar verebilmektedir.
Yenikapı’daki arkeolojik dokunun Marmaray’ın inşaat süresini uzatması ile ilgili Başbakan Erdoğan’ın “kap kacak yüzünden
bizi yıllarca engellediler” sözü veya Büyük Saray’ın üzerindeki Four Seasons Otel’i gibi yapılar düşünüldüğünde, Osmanlı
eserlerinin restorasyonlarına verilen önemin kentin diğer dönemlerine gösterilmediğini söylemek olasıdır. Bugün Tarihi
Yarımada’daki arkeolojik kazılar Sulukule, Marmaray, Süleymaniye ve Sirkeci ile sınırlıdır. Bu kazılar da yenileme projeleri
ya da ulaşım projelerinin gerçekleşmesi için yapılmaktadır. Bu da daha önce de belirtildiği gibi Tarihi Yarımada’nın gerçek
potansiyelini yeterince yansıtamadığının örnekleridir.
Gerçek değerlerini doğru bir şeklide aktarabilse bugünkü haliyle bile turistik kabul edilen Tarihi Yarımada gerçek değerine
ulaşacak ve vazgeçilmez olacakken sahte bir tarih yaratılması ve bunun sadece bir dönem ki o da Osmanlı geçmişi üzerinden
yapılması söz konusudur. Bu kaotik ortamda da gerçek tarihin yerine yeni yapılan uygulamaların tarihi(–y)–miş gibi
gösterilmesi, gerçek tarihi değerlerin algılanmasını da engellemektedir (Özçakı, 2011). Bu tip uygulamalar literatürde sahne
dekoru ya da Disneyland şeklinde tanımlanmaktadır. Bu yaklaşım Tarihi Yarımada’yı gerçek olmayan bir Osmanlı dekoruna ya
da simülasyonuna dönüştürme tehlikesini barındırmaktadır.
Eminönü’ndeki Saltanat Kayığı şeklindeki
balık ekmek satış yeri
Galata Köprüsü üzerindeki “Lalesiyle
buluşan İstanbul” temalı süsleme
26
Sultanahmet’teki Ramazan Şenliklerinde
kullanılan stant
Fatih Belediyesi Binası
Ordu Caddesi’ndeki cepheler
Yedikule Konakları’nın posteri
Ordu Caddesi’ndeki cepheler
Ayvansaray Türk Mahallesi Projesi’ndeki yeni
yapılar (http://www.fatih.bel.tr/
Kaynaklar:
Baudrillard, J., 1994. Simulacra and Simulation, Glaser, S. F. (Trans.), University of Michigan Press, Ann Arbor
Esen, O., 2004 Nisan. İstanbul’da Turizmin Olabilirliği Hakkında Bir Deneme, İstanbul Dergisi, 49, 106 – 109
Esen, O., 2004 Temmuz. Turizmin Sonu ve Sürdürebilir Şehirleşme, İstanbul Dergisi, 50, 60 – 64
Foucault, M., 1999. “Of Other Spaces: Utopias and Heterotopias”, Rehinking Architecture, A Reader in Cultural Theory, Leach,
N. (Edit.), Routledge, London, New York
Gümüş, K., 2007, bahar. Kimlik ve Mimarlık, Mimar.ist, (23) 40–45
Kahraman, H. B., 2004. Postmodernite ile Modernite Arasında Türkiye, Everest Yayınları, İstanbul
Kuban, D., 1993 Temmuz. Turizm Yapmak İçin Yağmalamak Şart Değil…,İstanbul Dergisi, 6, 24 – 27
Lefebvre, H., 2000, Writings on Cities, Kofman, E. and Lebas, E. (trans. and edt.), Blackwell Publishers, Massachusetts
Özçakı, M., 2011, Haziran, “Bir Heterotopya Olarak Sultanahmet’teki Ramazan Şenlikleri”, Arredamento Mimarlık, 109-113.
Tanyeli, U., 2007, Binalar Konuşunca Mimarlık Susar, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği, İstanbul
Tanyeli, U., 2011. Rüya, İnşa, İtiraz, Mimari Eleştiri Metinleri, Boyut Yayıncılık, İstanbul
Tekeli, İ., 2009, Aralık. Osmanlı – Selçuklu Mimarisinin Anlamı Üzerine, Yeni Mimar, 80, 9
Urry, J., 1995. Consuming Places, Routledge, London
Yapıcı, M., 2009 Kış. Kültür ve Dönüşümün Dayanılmaz Cazibesi, Mimar.ist, 34, 77-80
27
HALİKARNASSOS’TAN BODRUMA:
KENTSEL MEKANDA SURLARIN DÖNÜŞÜMÜ
Yrd.Doç.Dr. İbrahim BAKIR
Yrd. Doç. Dr. Akdeniz Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Mimarlık Bölümü
Yrd.Doç.Dr. Kemal Reha KAVAS
Yrd. Doç. Dr. Akdeniz Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Mimarlık Bölümü
ÖZET
Bugünkü Bodrum’un, antik çağın en ünlü kentlerinden biri olan Halikarnassos’un üzerine kurulduğu ve çevresinin 5000
yıllık bir yerleşme geçmişine sahip olduğu bilinmektedir. Yerleşim alanındaki çeşitli uygarlıklara ait bir çok eser, bölgenin
yüzyıllarca dışarıdan gelen istilacıların hücumuna karşı kenti çevreleyen 7 km.lik surlarla korunmuştur.
Bodrum kenti 1970 lere kadar Antik dönem Halikarnassos’unun sınırları olan sur içinde varlığını sürdürmüştür.Ancak bu
yıllardan sonra kentte hızla gelişen turizm ile birlikte önemini 1520’lerde yitirmiş olan kent surları yoğun yapılaşma,bakımsızlık
ve ulaşım için yeni açılan yollar gibi faktörler ile yok olma noktasına gelmiştir.1940’lardan sonra yapılan imar planlarında bu
alanlar yeterince dikkate alınmamıştır.
2001 koruma Amaçlı İmar Planında surların değerlendirilmesi ile kentin geçmiş yüzünün ortaya konmasının mümkün olacağı
belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Halikarnassos, Bodrum, kentsel mekan, kentsel dönüşüm, kentsel sınır/sur.
1.Giriş/ Bodrum Kentinin tarihi oluşumu ve kent surları
Birçoğu antik yerleşmeler üzerinde kurulmuş olan Anadolu’daki yerleşim merkezlerinde zaman içerisindeki teknolojik ve
ekonomik gelişmeler ve nüfus artışı gibi etkenler dolayısıyla kentsel mekânda önemli değişiklikler meydana gelmektedir.
Mekânsal yapıdaki dönüşümler kentin sınırlarında özellikle de antik sınırlar olan kent surlarında olumsuz yönde değişikliklere
yol açmaktadır. Söz konusu değişimlerin belirgin biçimde görüldüğü kentlerden biri de Bodrum’dur.
Bu çalışmada Bodrum kentinin antik Halikarnasos’tan çağdaş Bodrum’a kadar süren değişiminin ana hatlarının kentsel
mekânda sınırların / surların dönüşümü çerçevesinde ele alınacaktır.
Eski çağlarda Bodrum’un da içinde bulunduğu Karya bölgesi bugünkü Muğla İli’nin tümü ile Aydın İli’nin bir kısmını kapsıyordu
. Halikarnassos(Bodrum)da yaşayanlar Anadolu kökenli Kar ve Leleg toplumlarıdır (Güner,1996).Bugün antik Halikarnassos
çevresindeki kalıntılar Karya Uygarlığının 5000 yıl öncesine kadar uzandığını ve Halikarnassos (Bodrum)’un Karya’nın önemli
bir şehri olduğunu göstermektedir. (Halikarnassos Kenti arkeolojisi için bkz.Pedersen 1992, Pedersen 1994 , Jeppesen 2000,
Luttrell ,1986 M.Ö VI.yüzyıldan itibaren Pers hakimiyetindeki Karyada M.Ö. 377de Kral Mausolos başa geçmiştir. Mausolos
Krallığı’nın onuncu yılında başkenti Mylasia’den Halikarnassos’a taşımış ve şehri çok güçlü surlarla güvenlik altına almıştır.
Mausolos döneminde şehir imar ve ticaret yönünden çok gelişmiştir. Halikarnassos Mausolos’tan sonra kız kardeşi ve karısı II.
Artemisia tarafından yönetilmiş ve kocasının hatırasına ünlü Mausoleion yaptırılmıştır (ö.M.Ö.350). Büyük İskender, bu şehre
geldiğinde , kent surlarıyla karşılaştı. Halikarnassoslular Makedonyalılara direndiler. Üç ay boyunca surlar ağır taş güllelerle
hasar görmelerine karşın yıkılmamışlardı. Mindos kapısından şehre giren Makedonya askerleri, Mausolos’un mezarı dışında,
her şeyi yerle bir ettiler. Şehir daha sonraki dönemlerde (M.Ö.:395-129) Roma ve Bizans İmparatorluğu’nun yönetiminde
kalmıştır.
29
M.S.1071’de Selçukluların Anadolu hakimiyeti ile bölgeye Kayı boylarından Menteşeler yerleşmiş, Milas / Beçin başkent
yapılmıştır. MS. 1300’lerdeki din savaşlarında hasar gören Bodrum Kalesi 15.yüzyılda Rodos Şövalyelerinin mimarları
tarafından Mausoleion’un taş blokları kullanılarak yeniden yapılmıştır. Bodrum, Kanuni’nin Rodos seferi sonucunda (1522)
Osmanlı topraklarına katılmıştır (Alpözen 2000). Şehir, 1919-1921 arası İtalyan işgalinde kalmış,1921 de yeniden Türklerin eline
geçmiştir.Lozan Barışı gereği özellikle Girit Türkleri Bodrum’a göçmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1927) 1450 haneli ve
4290 nüfuslu bir balıkçı ve süngerci limanı olan kent 1960’lara kadar (nüfus 5047) oldukça yavaş gelişmiştir. 1965’ten sonra
turizm ve tatil beldesi özelliğini kazanarak hızla büyümüş ve şehir nüfusu 1970’te 6.103’e,1980’de 9.799’a ve 1990’da da
20.931’e yükselmiştir.2000 yılı nüfus sayımına göre ise 35280 kişiye ulaşılmıştır (Güner 1996).
2. Kentin mekan oluşumunda Surların konumu
5000 yıl öncesine kadar yerleşim alanı olan Bodrumda ilk yerleşme, Zephyria (batı esintisi) Adası olarak bilinen, bugünkü
Kale’nin bulunduğu yerde başlamıştır (Yardımcı-?, Alpözen-2000). Kentin surlarla buluşması, M.Ö.337 de Milassa (bu gün
Milas)’da oturan Karya Kralı Mausolus’un deniz ticareti ve kentin kolay savunmasını sağlayan tabii olanakları nedeni
ile başkenti Bodrum’a taşıması ve kenti bugün de kalıntıları devam eden surlarla çevirerek güvenlik altına alması ile
olmuştur (Şekil 1) ( Şekil 2) . Kent bu surlar içinde Mausolus ve Artemisia dönemlerinde mamur hale getirilmiştir. Bodrum
Koyu’nu bir Anfi Teatr şeklinde çevreleyen bu surlar yaklaşık 7 km uzunluğunda olup Anadolu Antik Mimarisinin en önemli
belgelerindendir. Kenti kuşatan bu surlar farklı dönemlerde inşa edilmiş birçok önemli yapıyı da dışa karşı korumaktaydı(Şekil
3 ).Duvarların Limanda deniz ile birleştiği yerin Doğusunda Zephyrion (şimdiki Kale), Batısında,surlar üzerinde Salmakis
kaleleri inşa edilmiştir (Şekil 4 ).
Şekil 1. Antik dönemde Halikarnassos (Bodrum) Kenti ve Kent surları , Wagner and Debes çizimi (Çalışlar,1999).
Şekil 2. Bodrum kent surlarının 1984’ teki durumuna ait iki görüntü (Tırpan 1984).
30
Şekil 3. Vitruvius’a göre Artemis döneminde kent ve surların deniz ile buluşma noktaları.
Şekil 4. 1415-1513 yıllarında inşa edilen Bodrum Kalesinin 1964 ve 2000 yıllarında havadan görünüşü Bugün dünyanın
sayılı Sualtı Arkeoloji müzeleri arasında gösterilen bir müzedir (Alpözen 2000).
Vitrivius’a göre (ö. M.Ö.28) Halikarnassos bir amfitiyatroya benzer ve denize yakın kısımda “Forum” , tepe üzerinde yedi
harikadan biri” Mausolos Türbesi” ve yüksek kısımda da “Mars Mabedi” yer almaktadır (Saturnino Ximous’dan aktaran
Bodrumlu-1946) (Şekil 5).
Şekil 5. .Mausoleion’un restitüe edilmiş hali , ön ve yan görünüş ( h: 55m.) (Alpözen 2000).
31
Bodrum kent surlarının çevrelediği alanda bugün;Göktepe’deki kaya mezarları ayakta durmaktadır.Buna karşın ismini savaş
tanrısı Aresten alan Roma dönemi Mars Tapınağı,Aya Marina manastırı,Halikarnassos Gymnasion’unun bir parçası olduğu
sanılan 30 Kolonlu Stoa, 200 m. kadar tribün uzunluğu olan Stadyum (Sanayi Sitesinin altında), M.Ö.: IV.yüzyılda inşa edilerek
günümüzde de kullanılan Tiyatro, M.Ö.: IV yüzyıla ait Demeter ve Kore Manastırı,M.Ö.: 2.yüzyıla ait Helenistik dönem Evi, 1500
m2 taban alanlı Geç Roma Dönemi Villası( M.S.450), Halikarnassos surlarının Mindos ve Mylassa kapılarına yakın hayvan
rölyefli mezarlar…gibi birçok anıtsal eser ve yapı kalıntısı Bodrum şehrinin altında kalmıştır.
M.Ö.201 de Makedonya, daha sonra Roma (M.Ö.189-129) ve Korsan Verres (MÖ.80) saldırılarına uğrayan kent M.Ö.60 larda
artık fakir bir şehirdir.
Bodrum, Kanuni’nin 1522 de almasından sonra 1600 yıllarında Karaova ilçesine bağlı bir nahiyedir. Nüfusunun kale içinde
100 kadar toprak evde yaşadığı, kale dışında herhangi bir yerleşme ve binanın bulunmadığı Evliya Çelebi tarafından
belirtilmektedir (Güner, 1996 ).
Kale dışında, mevcut sur içinde yerleşmeler 18.yüzyıl ve sonrasında Tepecik,Çarşı, Eskiçeşme, Kelerlik, Türkkuyusu, Omurca
ve Yeniköy adlı mahallelerle sürmüştür.
1847 yılında Captain Spratt ‘ın çizdiği Bodrum haritası 1960’larda geçerliliğini sürdürmektedi.
(Mansur ve Güler 1999) (Şekil 6. ).
Şekil 6. Captain Spratt’ın 1847 yılında çizdiği Bodrum Haritası (Mansur ve Güler 1999 s.41)
Osmanlı Döneminde de kent surları içinde bazı anıtsal yapılar inşa edilmiştir.Bunlar;Kızılhisarlı Mustafa Paşa Camii (Eski Cami)
(1723),Tepecik Camisi (Hasan Hoca Camisi) (1735),Adliye Camisi (Abdülhamit veya Yeni Cami)( 1902),Yeniköy , Türkkuyusu,
Omurca mescitleri olarak sıralanabilir.Bu yapılar tarihi sur sınırları içinde varlıklarını halen sürdürmektedirler…
3. Kent Surlarının planlama sürecinde değerlendirilmesi
1881 yılında belediye olan Bodrum ilk defa hangi yılda yapıldığı kesin olarak belli olmamakla birlikte, kente ait imar
planının İller Bankasınca 1/2000 ölçekli olarak hazırlanarak Bayındırlık Bakanlığınca onaylandığı,”…..bazı mahallelerin imar
planı dışında bırakıldığı Türk kuyusu -Milas Şosesi ve Alibaba Çıkmazı arasındaki arazinin stadyum olacağı... bu işlerin 50
yılda gerçekleşeceğinin beklendiği …” belirtilmektedir (Bodrumlu 1946).Bu bilgilere rağmen bu planın detaylı verilerine
ulaşılamamıştır. Ancak Belediyeden 1948 Planı olduğu belirtilen ölçeksiz bir plan/kroki bulunmuştur (Şekil 7).
32
Şekil 7. Bodrum 1948 (1946 ? ) imar planı (Belediye Arşivinden).
1940’larda yapıldığı anlaşılan planın, kent surları gibi önemli değerleri ve mevcut kentsel dokuyu dikkate almadığı
görülmektedir. Öte yandan bu plan çok fazla uygulama alanı bulunamadan kent geleneksel karakterini 1970’li yıllara kadar
sürdürmüştür (Şekil 8 , Şekil 9 ).
Şekil 8. Bodrum’un Çevre Değerleri (Akçura ve Akçura 1971)
Şekil 9. 1970’li yıllarda kiremit örtülü ve gevşek dokulu yerleşim alanları (Yardımcı ? ) .
33
Çevresel değerlerin, 1974 planı için 1971 yılında N. ve T. Akçura (1971) ’larca hazırlanan Bodrum Çevre Değerleri ve İmar Planı
Hakkında Not ile- kent surları hariç - ilk kez dikkate alındığı görülmektedir .
1974 planı verilerine de ilgili kurumlarda ulaşılamamıştır. 1/5000’ lik bir fotoğraf sureti ile 1/1000 imar planı açıklama notu
bir mimardan temin edilebilmiştir (B.Bardak).
1973’te İller Bankasınca hazırlanan ve İmar ve İskan Bakanlığı’nca 1974de onanmış bu planda ; küçük sanatların Antik kentin
hipodromu üzerinde kurulmasına,yerleşme kümelerindeki bahçelerin plan kararı ile korunmasına,Kentteki tarihi eserlerin bilhassa Kale’nin- bir mekan haline dönüştürülmesine ve spor ihtiyacının Antik kentin forum alanı üzerinde karşılanacağına,
Kentin Turgutreis- Milas ana karayoluna bağlanan Atatürk caddesi ve Yat limanını-Gümbet Kavşağı bağlantılarının ana
arterler olarak belirlenmesine , garaj ve terminal tesislerinin bu günkü yerlerinde (kent merkezinde ) çözülmesine ve kat
adedi olarak tüm konut adalarında 9m (3 kat ), ticaret adalarında ise 6.5 m. (2 kat) olmasına karar verilmiştir (İller Bankası
1974).
Ayrıca bu planın uygulamasında iki kattan fazla bazı binaların ruhsatlı olarak yapıldığı görülmüştür (1 adet 6 katlı, 8 adet 4
katlı, 372 adet 3 katlı oteller ve konutlar yapılmış olup, bu yapılar kent siluetini olumsuz etkilemeye devam etmektedir(Gündüz
ve ark.2001). Nitekim,K.T.V.K.Y.K.aşırı yoğunluk ve yüksek yapılaşma gerekçesi ile bu planı iptal etmiştir (1982 yılı Bodrum
Tatbikat İmar Planı İzah Raporu s.2).
1974 planında da kent surlarının korunması/ geliştirilmesine dönük bir karar bulunmamaktadır.Aksine ulaşım ile ilgili alınan
kararlar bu kültür varlığının olumsuz etkilenmesine yol açmıştır.
1982 Planına Göre Mekansal Oluşum ve Kent Surları
Bodrumla ilgili günümüz planlama anlayışına yakın bir plan 1982 yılında Turizm Bakanlığınca yapılmıştır (Şekil 10). Bu planda
tarihi kent surları içerisinde (yaklaşık 240 ha) gelişen kentin Gümbet, Bardakçı ve üçüncü derece doğal sit alanlarının (270ha)
planlanmasıyla tarihi yerleşim alanın dışına doğru (toplam:510ha’lık alan ile) geliştirilmek istendiği görülmektedir. Bu planla
Bodrum kenti yerleşim alanındaki arkeolojik, doğal ve kültürel değerlerin korunması esas alındığından kent tarihi sur dışına
doğru geliştirilmeye çalışılmıştır. Tarihi kent surları içerisindeki 773 adet sivil mimarlık örneği konut, 112 adet anıtsal yapı
tescil edilerek bu konutların ağırlıkta olduğu Bodrum kenti eski yerleşim alanları, bir yandan üçüncü derece arkeolojik sit
alanı olurken diğer yandan bu özellikleriyle kentsel sit alanı olarak ( 240 ha ) belirlenmiştir.
Ancak bu tarihi yapıların sayıları 1986 da K.T.V.K.Y.K. kararı ile 424 adet sivil mimarlık ile 40 adet anıtsal yapıya düşürülmüştür.
Şekil 10. Bodrum 1982 Koruma Amaçlı İmar Planı (KAİP) (Gündüz ve ark.2001).
1980’li yıllardan günümüze kadar kentte gözlenen hızlı turizm baskısının kent üzerindeki etkisi, kentin planlı ancak sağlıklı
olmayan (ana planla yeterince entegre edilmemiş yeterli donatıya sahip olmayan) mevzi ve ilave planlarla gelişmesine yol
açmıştır. Kentin kuruluşundan buyana en hızlı büyüme 1982 sonrasında olmuş ve planın belirlediği 27.500 kişilik projeksiyon
nüfusu kısa sürede aşılmıştır. Planlarda öngörülen yoğunlukların yapılaşmış parseller düzeyinde incelendiğinde de,
yoğunlukların aşılma yönünde zorlandığı görülmüştür (Gündüz ve ark.2001)
34
1982 planının öngördüğü yollar büyük oranda gerçekleşmiş, kentsel gelişme alanlarındaki yapılaşmalarda mevcut dokuyla
ilgisiz gelişmeler sürmüştür. Böylece M.Ö. 3807 yıllarından buyana kenti çevreleyen surlar/sınırlar sınır olmaktan çıkmış ve
kentte adeta üzerinde yapılaşması engellenilen alan olarak görülmüştür.
2001 Bodrum Koruma Amaçlı Revizyon İmar Planının Kent Surlarına Yaklaşımı;
Bodrum 2001 KARİP’da;
• Bodrum’un turizm faaliyetleri ile gelişmiş bir kent olmasına rağmen günümüzde sağlıklı büyüyemeyen yatayda sıkışmış,
barındırdığı nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamayan, sahip olduğu değerleri (kültüler+doğal) yeterince değerlendiremeyen bir
kent olduğu,.
• Bodrum kentsel yerleşim alanının çeşitli eşiklerin etkisiyle artık büyüyemez duruma geldiği(bunda kent surlarının etkisi
bulunmamaktadır),
• Kentin bu özelliğine dayanan , doğal ve tarihsel değerleri de dikkate alan yeni yoğunluk yaklaşımının belirlenmesi ve ek
nüfus yerine eksik donatıların giderilmesinin gerektiği,
• Kentin tarihi ve doğal değerlerinin yaya ile bütünleşmesi ve kolay algılanmasının gerektiği ve kentin tarihi kimliğinin ön
plana çıkarılması ve kentsel yaşama katılımının sağlanması gerektiğ (surların restorasyonu ve kenarında gezi yolu yapımı,
antik tiyatronun kullanımı için önündeki araç yolunun kaldırılması, tescilli konutların sayılarının artılarak kullanımlarının
sürdürülmesinin sağlanması v.b.) belirlenmiş ve
• Bu nedenle de kentte benzer karaktere sahip bölgelerin ( yel değirmenleri,surlar,kıyılar v.b.) yaya ağırlıklı düzenlenip
toplumun hizmetine sunulması için on iki (12) adet Kentsel Tasarım Alanı (KTA) oluşturulması,bu alanların bütüncül olarak
Belediyesince 1/1000-1/500-1/200...1/1 ölçekli ve peyzaj ve kentsel mobilyalarını da içerecek kentsel tasarım projelerinin (KTA)
yaptırılması öngörülmüştür (Gündüz ve ark.2001) (Şekil 11).
Şekil 11. Bodrum kent surlarının 2001 KARİP’daki durumu (KTA 10,11ve12) (Gündüz ve ark.2001).
Bodrum kent surları da bu kapsamda değerlendirilmiş ve Antik surların Bardakçı koyunda denizde ulaştığı noktadan
Gümbet Kavşağında kara yolu ile kesildiği noktaya kadar olan kısmı (~9.4 ha) “KTA.10 , :Halikarnasoss Antik Kenti Batı Surları
Restorasyonu ve Çevre Düzenleme Projeleri” kapsamında verilerden hareketle surların restorasyonu ve her iki yanında gezi
için yaya yolu düzenlemeyi öngörmüştür. Halihazırda Mindos Kapısı ile başlayan restorasyonun sürdürülmesi ve kentin tarihi
çehresinin oluşmasına katkısının sağlanması hedeflenmiştir (Şekil 13).
KTA.11 :Antik Tiyatronun Restorasyonu ve Kent Yaşamına Katkıları projesi ile de Antik Halikarnassos Kent surlarının Göktepe
yamacındaki Tiyatro ile birlikte olan ve ~37.9 ha’lık alanı kapsayan kesiminin benzer şekilde korunarak kent yaşamına
katılması öngörülmüştür.
35
Şekil 13.Bodrum (Halikarnassos) kent surları üzerindeki Mindos Kapısı’nın restore edilmiş durumu.
KTA.12 :Halikanassos Antik Kenti Kuzey Surları Restorasyonu ve Çevre Düzenleme Projeleri kapsamında ise;
Antik Kent surlarının Göktepe’den sonraki kentin kuzeyindeki sırtlardan geçerek Milas karayolunca bölünerek kent
içine girip kaybolan ve bazı kısımlarının ayakta olduğu kuzey kısmının KTA 10 daki gibi restorasyonun/restitüsyonunun
yapılarak yanlarında gezinmek için yaya yollarının yapılmasını kapsamaktadır. Surların bulunduğu ~9.4 ha’lık bantta kısa
sürekli dinlenmeye dönük düzenlemeler (pergoleli oturma mekanları, bakı terasları v.b.) dışında yeni yapı yapılması uygun
görülmemektedir.
4.Sonuç
Günümüz Bodrumu Antik Halikarnassos kentinden buyana yaklaşık 2300 yıldır kent surları içinde büyüyüp küçülerek varlığını
sürdürmektedir.Kentte 1970’lerden sonra hızla gelişen ve planlarla yönetilemeyen turizm faaliyetleri ile bu sınırların/surların
aşıldığı, bu kültürel değerin planlarla 2000 lere kadar kent yararına korunup geliştirilemediği görülmektedir.
Bodrum 2001 Koruma Amaçlı İmar Planı(KARİP) ile sınır olmaktan çıkan bu değerin diğerleri ile birlikte değerlendirilerek
kentin kültür turizmine katkı sağlayabileceği görülmüştür.
KAYNAKLAR;
Akçura, N.,Akçura,T.,(1971) Bodrum Çevre Değerleri ve İmar Planı Hakkında Not,(Ankara), Ayrıbasım.
Akşit İ.,Ercan A.,Akşit Z.,(?), Halikarnassos ve Bodrum Kalesi Rehberi, Doğruluk Matbaacılık ve Ticaret Koll. Şti.,İzmir.
Alpözen,O.,(2000), Antik Halikarnassos Bodrum , Dönmez Ofset Yy,Ankara
Bodrumlu, A.G.,(1946), Bodrum Tarihine Ek, Tan Yayınevi, İstanbul
Bodrum Tatbikat İmar Planı İzah Raporu (1982) Turizm Bakanlığı.
Çalışlar, İ.,(1999), Bir Bodrum Rehberi Halikarnassos’ta Bir Zaman,Apa Tasarım Yayıncılık ve Baskı Hizmetleri,A.Ş.,İstanbul.
Gündüz S.,Kulu H. ve Bakır İ. (2001), Bodrum Koruma Amaçlı İmar Planı Raporu (yayınlanmamış)
Güner İ.,(1996),Bodrum ve Milas Yörelerinin Coğrafi Etüdü,(Doç. Çalışması) ,Erzurum.
İller Bankası (1974),Bodrum İmar Planı ve Raporu.
Jeppesen,K.,(2000),The Maussolleion At Halikarnassos,Volume 4,The Quadrangle.
Luttrell, A., (1986) “The Later History Of The Maussolleion And Its Utilization In The Hospitaller Castle At Bodrum (p.114-214)”
The Maussolleion At Halikarnassos, Jutland Archaeological Society Publications XV:2, Aarhus Üniversity Press.
Mansur,F., Güler,A .,(1999), Dün-Bugün Bodrum, Ana Yayıncılık Turizm, İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.,İstanbul.
Pedersen,P.,(1992),Exkavations And Research In Halicarnassos 1991, T.C.Kültür Bakanlığı,XIV Kazı Sonuçları Toplantısı,25-29
Mayıs 1992, Ankara (ayrı basım).
Pedersen,P.,(1994),Hekatomnid Caria And The Ionian Renaissance, Edit By Jacop Isager, Odense University Press.
Tırpan, A.,(1984),(Prof.Dr.Selçuk Üniv.Ark.ve Sanat Tarihi Bl.Öğ.Üyesi) Kişisel Arşivi.
Turizm Bakanlığı,1982, Bodrum Koruma Amaçlı İmar Planı ve Raporu.
Yardımcı,N., (?), Bodrum (Halikarnassos) ve Müze Rehberi,Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yy., İstanbul.
36
BURSA TARIHI TICARET MERKEZI’NDEKI SÜREKLI DÖNÜŞÜM ÖRNEĞI:
YENI GALLE PAZARI HANI VE YAKIN ÇEVRESI1
Arş. Gör. Sermin ÇAKICI
Araştırma Görevlisi (ÖYP), Uludağ Üniversitesi
Restorasyon Programı Doktora Öğrencisi, ODTÜ
Özet
Kentsel gelişim faaliyetleri sonucu tarihi kentler devamlı değişim ve dönüşüme maruz kalmaktadır. Kent merkezlerindeki ticari
alanlar ise konumları nedeniyle bu değişim hareketlerinden direk ya da dolaylı olarak etkilenmektedir. Ticari kullanımlarının
devam etmesi ve bulundukları kentin ekonomik gelişimine destek olmaları nedeniyle Han binaları, içinde bulundukları
kentsel dokunun günümüze kadar süregelmesini de sağlamıştır. Bursa’nın 15.yy.dan itibaren canlılığını kaybetmeyen Tarihi
Ticaret Merkezi, kentsel gelişim ve dönüşüm hareketlerine tanık olması nedeniyle önem taşımaktadır. Oysa ki, boşaltılan Han
binaları özgününden farklı ve yapı ile uyumsuz kullanımlara açık olurken, çoğunun etrafında inşa edilen yeni uyumsuz binalar
ve mevcut mekanlara uygulanan zararlı müdahaleler sonucu Bursa’nın tarihi kent dokusunda da kalıcı değişimler ortaya
çıkmaktadır.
Kent merkezindeki tarihi bir alandaki değişim ve dönüşümü gözlemlemek için Bursa’nın ticari merkezindeki 16.yy. hanlarından
biri olan Yeni Galle Pazarı Hanı seçilmiştir. 19.yy. sonlarından itibaren gerçekleşen doğal afetlerin yanı sıra, kentin yenilenmesi
amacıyla Bursa genelinde uygulanan imar hareketleri sonucu Han’ın mekansal bütünlüğü bozulmuştur. Han avlusunda ve dış
cephelerinde inşa edilmiş olan yeni çok katlı yapılar nedeniyle günümüzde artık algılanamaz hale gelen Han kalıntıları sürekli
bir değişim ve bozulmaya da maruz kalmaktadır. Yeni Galle Pazarı Hanı’nın içinden ve çevresinden geçirilen taşıt trafiğinin
yarattığı fiziksel deformasyon, birkaç yıl önce tarihi ticaret merkezindeki tüm yolların yeniden düzenlenmesi ile azaltılmıştır.
Ancak bu durum, aynı zamanda, bir yüzyılı aşkın süredir Bursa’nın tarihi ticari merkezinde devam eden kentsel dönüşümün
bugün de devam ettiğinin bir göstergesi olmuştur.
Sonuç olarak, bu metin, Yeni Galle Pazarı Hanı ve yakın çevresindeki mekansal durumun tarih içerisinde geçirdiği
değişimleri aktararak Bursa’daki tarihi ticaret merkezinde süregelen kentsel dönüşümün tanımlanmasını ve örneklenmesini
amaçlamaktadır. Bu amaçla, öncelikle, bu ticari merkezin kentsel dönüşüm hareketleri kısaca anlatılacaktır. Ardından, yazılı
ve görsel kaynaklar ışığında Yeni Galle Pazarı Hanı ve yakın çevresindeki değişim ve dönüşüm hareketleri kronolojik bir
biçimde aktarılacaktır. Son olarak, yeni planlama uygulamalarının tarihi bir alan üzerindeki etkilerini vurgulamak amacıyla
çalışılan Han yapısının yakın çevresi ile birlikte geçirdiği değişimler kentin dönüşüm süreci ile ilişkilendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: kentsel dönüşüm, süreklilik, Yeni Galle Pazarı Hanı, Bursa
1 Bu çalışma, yazarın Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Programı’nda, Doç Dr. Emre Madran danışmanlığında hazırladığı ve 2008
tarihinde tamamlamış olduğu yüksek lisans tezinden derlenmiştir.
37
Kentsel gelişim faaliyetleri sonucu tarihi kentler devamlı değişim ve dönüşüme maruz kalmaktadır. Kent
merkezlerindeki ticari alanlar ise konumları nedeniyle bu değişim hareketlerinden direk ya da dolaylı olarak etkilenmektedir.
Doğal afetlerin yanı sıra kentin yenilenmesi amacıyla uygulanan imar hareketleri sonucu Bursa’daki Tarihi Ticaret Merkezi
(T.T.M.)’nde ise 19.yy. ortalarından itibaren yoğun ve geri dönüşü olmayan mekansal değişimler gözlenmiştir. Özellikle,
yakın bir tarihte T.T.M. sınırları içerisindeki yaya ve taşıt yollarında gerçekleştirilen yeni düzenlemeler kentsel dönüşümün
sürekliliğini gözlemlemek adına dikkat çekicidir. Ticaret merkezi sınırları içerisinde kalan tarihi hanlardan biri olarak bilinen
Yeni Galle Pazarı Hanı (Y.G.P.H.) ise, yakın çevresi ile birlikte, bu dönüşüme tanıklık etmiştir. Bu nedenle, bu çalışmada, 19.yy.
ortalarından itibaren Bursa’da süregelen fiziksel değişimin kentin tarihi alanlarındaki etkilerini örneklendirmesi amacıyla
Y.G.P.H. ve yakın çevresindeki mekansal dönüşüm ele alınmaktadır.
İstanbul’dan Anadolu’ya geçiş yapan ticaret yollarının kesiştiği bölgede konumlanan Bursa kenti, Osmanlı döneminden bu
yana ticari açıdan daha fazla önem taşımıştır. 14.yy. sonlarına doğru şekillenmeye başlayan kent, doğu-batı aksı üzerine
inşa edilen Sultan külliyeleri ve çevresindeki yeni mahalleler ile birlikte genişlemiştir. Kentin ticari merkezi ise bu lineer
gelişime eşlik ederek, 16.yy. sonlarına kadar doğuda Gökdere Irmağı ile batıda Hisar surları arasına yayılmıştır (Resim 1). Bu
esnada, farklı esnaf loncaları arasındaki birlikteliği sağlamak amacı ile birçok pazar alanı oluşturulmuştur. Hisar bölgesi ile
İnebey Mahallesi arasına yerleştirilmiş olan ‘Eski Tahte’l-kal’a Pazarı’, tahılların depolanması ve tüccarların konaklaması için
gereken yeni mekan ihtiyacını yeterince karşılayamayınca, ticari merkezin doğu ucunda, Karakadı Bölgesi sınırları içerisinde,
‘Yeni Tahte’l-kal’a Pazarı’ adında yeni bir pazar kurulmuştur (Resim 2). Bu yeni pazar alanı içerisindeki ticaret yapılarından
biri olan Y.G.P.H. 2, 16.yy.da Semiz Ali Paşa’nın isteği ile ‘Ali Paşa Kervansarayı’3 adı ile inşa edilmiştir. Ancak daha sonra,
tüccarların tahıllarının ve araç-gereçlerinin depolanması yanı sıra konaklamalarının da sağlanabilmesi için uygun mekanlara
sahip olduğu düşünülerek, klasik Osmanlı hanlarından farklı bir mimari plana sahip olsa da ‘Ali Paşa Hanı’4 adı ile kullanılmaya
devam edilmiştir. Bu isim Cumhuriyet’in ilanından sonraki kullanımları sırasında ‘Yeni Tahıl Han’ ve ‘Yeni Galle Pazarı Hanı’
olarak değiştirilmiştir.
Sanayi devriminden sonra Bursa’nın kuzey ve batı kesimindeki boş alanlara yeni fabrika binaları inşa edilirken Hanlar
Bölgesi’nin ticari önemi azalmaya başlamıştır5. Yeni kurulan ipek fabrikalarının yanı sıra, konaklama ve satış mekanları bir
arada çözümlenmiş yeni Han binaları6 da inşa edilmiştir.
Kent merkezindeki fiziksel değişim 1855 depremi ile devam etmiştir. Cevdet Paşa’nın anlatımına göre, kent merkezindeki cami,
Han ve Hamam gibi anıtsal yapıların yanısıra birçok konutun da yıkıldığı ya da ağır hasar gördüğü anlaşılmaktadır. Deprem
sonrasında harabe haline gelen T.T.M., Tanzimat Fermanı (1839) ile 1860lardan itibaren kent genelinde uygulanmaya başlanan
imar hareketlerine karşı savunmasız hale gelmiştir. Bu esnada, ‘Osmanlı Erkan-I Harbiye’den Suphi Bey ve arkadaşlarından
oluşan mühendis uzman grup tarafından Bursa’nın detaylı bir haritası hazırlanmış (1862-1866) ve böylece 19.yy.ın son
çeyreğine tarihlenen kentsel dönüşüm faaliyetlerinden önce kentin belgelenmesi sağlanmıştır.
Diğer anıtsal yapılar ve konutlar gibi Y.G.P.H. da kütlesel olarak bu haritada okunabilmektedir (Resim 3). Biçimsel olarak diğer
hanlardan farklı kütleye sahip olan Han’ın merkezi bir avluya açılan iki girişi olduğu görülmektedir. Baykal’a göre iki katlı
bir yapı olan Y.G.P.H. (Yeni Tahıl Han)’nın avlusu, odaların önünde sıralı revak sistemi ile çevrilmektedir (Baykal, 1950: 110)
(Resim 4). Giriş katında atlı araba üretimi için birçok atölye mekanı bulunduğu tespit edilen Han’ın yapım tekniği taş ve tuğla
malzemelerinden oluşan almaşık örgü duvarlardan oluşmaktadır.
2 Yazılı kaynaklardan alınan bilgilere gore Yeni Galle Pazarı Hanı, inşa edildiği zamandan bugüne kadar, ‘Ali Paşa Kervansarayı’, ‘Ali Paşa Hanı’ and ‘Yeni
Tahıl Hanı’ olarak adlandırılmıştır.
3 Bu isim, Mimar Sinan’ın inşa ve tamir ettirdiği yapıların listesini içeren ‘Tezkiretü’l-Ebniye’ kitabının 10. kısmında geçmektedir; ‘…Onuncu Bâb: Binâ olunan
Kârbânsarâylaruñ [Esâmî ve] A’dâdın Beyân Eder: … Brusa’da Ali Paşa Kârbânsarâyı. Bet(bit) Pâzârında Ali Paşa Kârbânsarâyı…’ (Develi, 2002: 116, 184)
4 1558 ve 1589 tarihli Mahkeme Şer’iyye Defterleri’nde ‘Ali Paşa Hanı’ ile ilgili anlatımlara rastlanmıştır. 1558 tarihli kayıta göre, ‘Ali Paşa Hanı’ Müslüman
tüccarların arabalarını veya develeri ile birlikte konaklaması için kullanılmaktadır (Dağlıoğlu, 1940: 22). 1589 tarihli tutanaklara göre ise, Ali Paşa Hanı’nın
geliri İstanbul’daki Sadrazam Ali Paşa medresesinden sağlanmaktadır.
5 Marie-de-Lone ve Hasan Taib adındaki gezginlerin tuttuğu notlardan elde edilen bilgiye gore, kent merkezindeki Han yapılarının sayısı 19.yy. sonunda
altmış ikiden kırk dokuza inmiştir (Dara, 2003: 29-30).
6 Plan tipleri açısından klasik Osmanlı Hanları ile benzerlik gösterse de 19.yy. sonundan itibaren inşa edilen yeni Han binalarının mekansal ve yapısal
özellikleri diğerlerinden farklılaşmaktadır.
38
19.yy. sonuna doğru kent merkezinde açılan yeni geniş ve doğrusal yollar ile birlikte T.T.M.’ndeki ilk değişim hareketleri
başlamıştır7 (Resim 5). Ticaret merkezinin doğu ucu başta olmak üzere birçok bölgede kalıcı fiziksel değişimler gözlenmiştir.
Örneğin, Y.G.P.H.’nın kuzeydoğusunda kalan Deveciler Mezarlığı, Ahmet Vefik Paşa8 döneminde açılan ‘Gemlik (İnönü) Caddesi9’
tarafından ikiye bölünmüştür. Ardından Mümtaz Paşa’nın valiliği sırasında (1903-1907) T.T.M.nin ortasından geçirilen Hamidiye
(Cumhuriyet) Caddesi ise, doğu ucundaki Y.G.P.H.’nı da iki parçaya ayırmıştır 10. Bu esnada, 20.yy. başlarında açılan yollara
yeni kamu binaları eklenmeye başlamış, Y.G.P.H. yanına da yeni bir han binası11 inşa edilmiştir. Merkezi bir avluyu çevreleyen
tek katlı yapı bloklarından oluşan bu han yapısı, birtakım mekansal ve yapısal nitelikler taşıdığı için, diğer geç dönem Osmanlı
hanlarından farklılaşmaktadır. Sonuç olarak, Y.G.P.H. ve yakın çevresindeki ilk kentsel dönüşüm hareketleri 20.yy. başlarına
tarihlenir.
Cumhuriyet’in ilanından 1933 tarihine kadarki on yıllık süreçte Y.G.P.H.’nın durumu ile ilgili yazılı ve görsel kaynak bulunmadığı
için, Han’ın kapsadığı bina ve parsel sınırlarına dair değişimler 1933-1934 ve 1999-2000 tarihleri arasında hazırlanan kadastral
paftaların karşılaştırılması sonucu elde edilmiştir. Ayrıca, mülkiyet durumlarındaki değişimler Tahrir Defterleri ve Tapu
Kadastro İl Müdürlüğü arşivlerinden elde edilen bilgiler ışığında tespit edilmiştir. Elde edilen eski haritaların yanı sıra, 1938
tarihli hava fotoğrafı da kullanılarak yazılı kaynaklardan gelen bilgiler karşılaştırılmış, ve böylece Han ve yakın çevresindeki
fiziksel değişim ve dönüşüm tanımlanmıştır (Resim 8).
Buna göre, Y.G.P.H. sınırları içerisinde, öncelikle Cumhuriyet (Hamidiye) Caddesi’nin kuzey ve güney yakasında bulunan
yapıların 1933 tarihinden önce inşa edildiği (Resim 9), ancak boş parsellerdeki yeni yapılaşmanın henüz başlamadığı
tespit edilmiştir (Resim 10). Diğer yandan, 20.yy. başlarında eklenmiş olan tanımsız Han yapısının avlusundaki iki adet yapı
blokları ve Y.G.P.H. batı duvarlarına eklenmiş küçük işliklerin 1933-1938 yılları arasında inşa edildiği tespit edilmiştir. Hava
fotoğrafları ile son kadastral planın karşılaştırılması sonucu ise, Y.G.P.H.’nın doğusundaki parseller üzerinde inşa edilen çok
katlı yeni yapılaşmanın da 1938-2001 yılları arasında ortaya çıktığı, ve böylece İnönü (Gemlik) Caddesi boyunca yükselen
yapı blokları nedeniyle arka taraftaki geleneksel dokunun artık algılanamaz hale geldiği de anlaşılmıştır (Resim 11). Y.G.P.H.
ve bitişiğindeki 20.yy. han binasının parselleri zaman içinde tevhit ve ifraz gibi kararlara maruz kalmıştır. Başlangıçta vakıf
malı olan parsellerin bir kısmı bugün Belediye, Hazine Dairesi ve Vakıflar mülkiyetinde iken çoğunluğu özel şahıs malı olarak
tespit edilmiştir (Resim 12). Örneğin, Y.G.P.H.’nın bulunduğu parsellerden büyük bir kısmı Cedid Ali Paşa Vakfı’ndan özel mülke
geçmiştir. Ancak, 2011 tarihli tapu kayıtları ve kadastral haritadan gelen bilgilere göre, bu parsellerden ikisi halen daha
‘Karakadı Vakfı’na aittir.
Y.G.P.H. ve yakın çevresindeki yapı ve yapı kalıntılarının inşa tarihlerine dair yazar tarafından yapılan çalışmaya göre, yapının
doğu kısmındaki yapıların çoğunlukla 1938-2001 yılları arasında inşa edildiği tespit edilmiştir. Çalışılan bölgede 16.yy. tarihli
Y.G.P.H.’na ait birtakım özgün kalıntılara halen rastlanmakta iken, Han’ın kuzey yakasında ve Cumhuriyet Caddesi boyunca
inşa edilen geleneksel konutların 1922-1933 tarihleri arasında inşa edildiği de anlaşılmaktadır. Y.G.P.H. bitişiğinde, 20.yy.
başlarında inşa edilmiş olan yeni han binası sınırları içerisinde, yapıldığı döneme ait birkaç mekana rastlarken, avlusundaki
ve diğer tüm yeni yapıların 1933-1938 tarihleri arasında inşa edildiği tespit edilmiştir (Resim 13).
Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu (B.K.T.V.K.K.) arşivinden elde edilen yetkili kişi raporları da, çalışma
süresince, Y.G.P.H. ve yakın çevresindeki değişim ve dönüşümü tespit etmede yardımcı olmuştur12. Hanın özellikle sağlam
kalan kuzeydoğu köşesindeki mekanlara özgün kullanımına uyumlu olmayan yeni fonksiyonlar yüklenmesi yapının ciddi
değişimlere maruz kalmasına neden olmuştur. Arşivden gelen bilgilere göre, han kalıntılarının durumu ve korunması
gerektiğine dair ilk talep 1966 tarihinde Bursa Müzeler Müdürlüğü’nden Celalettin Ünseli’nin raporunda görülmektedir. Rapora
göre, Y.G.P.H. avlusunda yasal olmayan yeni yapılaşma başlamış iken, Han’ın sağlam kalan odaları izinsiz ve bilinçsiz bir
7 İlk kentsel dönüşüm hareketleri olarak T.T.M. içerisinden geçirilen bu yollar 1881, 1907 ve 1922 tarihli Bursa haritalarında gözlenebilmektedir.
8 Ahmet Vefik Paşa ilk olarak 1863-1864 yılları arasında ‘Anadolu Sağ Kol Müfettişi’ olarak Bursa’ya gönderilmiştir (Bağbancı, 2008: 104); birkaç yıl sonra
tekrar Bursa’ya çağrılmış ve 1879-1882 yılları arasında Bursa-Hüdavendigar Vilayeti’ne vali olarak görev yapmıştır (Güray, 1991: 13).
9 Gemlik Caddesi 1881 tarihli Bursa haritasında görülmektedir.
10 Kepecioğlu (1935: 21-11) ve Baykal (1950: 110)’ın anlatımına gore, Y.G.P.H. Celali İsyanları ve depremler sonucu bozulmalara maruz kalsa da 19.yy. sonlarına
kadar hükümet tarafından sürekli onarım görmüştür. Ancak, ‘Hamidiye’ ve ‘Gemlik’ caddelerinin açılması ile onun kütlesel bütünlüğü algılanamamaktadır.
11 Kaynaklarda adı geçmeyen bu han yapısı 1862 tarihli Suphi Bey planında gözlenemezken, 1922 tarihli Bursa haritasında hanın dış çerçevesi net
okunabilmektedir.
12 Yeni Galle Pazarı Hanı ile ilgili koruma kararlarına dair raporlara (1966-2004) dair ayrıntılı bilgiye yazarın yüksek lisans tezindeki ekler kısmından
ulaşabilirsiniz (Çakıcı, 2008: 167-174).
39
şekilde kullanılmaktadır13. Raporda, aynı zamanda, avlu parsel mülkiyetinin Tapu Sicil Muhafızlığı’ndan Hazine Dairesi ya da
Belediye’ye geçirilmesi de önerilmiştir. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anitlar Yüksek Kurulu (G.E.E.A.Y.K.)’ın 1967 tarihinde aldığı
kararda ise, Cumhuriyet Caddesi’nin taşıt trafiğine kapatılıp Han’ın eksik kısımlarının yeniden inşa edilmesi ve bütünüyle
ayağa kaldırılması gerektiği belirtilmiştir. Ancak, bu caddenin T.T.M. içerisindeki ulaştırma işlevi açısından önemli olması yanı
sıra tarihi bir belge niteliği de taşıdığı vurgulanarak bu karar uygulamaya geçirilmemiştir.
Bursa Müzesi’nde bir dönem asistanlık yapan Dursun Öcalan’ın 1981 tarihli raporuna göre ise, avludaki çok katlı yeni yapılar
ile ilgili detaylı bilgi verilmiş14, özellikle Han’ın kuzey kapı kemerlerinin iki yapı arasında sıkışıp basınca maruz kaldığı ifade
edilmiştir. Yine aynı tarihte Ceyhan Tiruman, kuzey kapı kemerleri altından geçen yoğun taşıt trafiğinin, yüzey kirliliği ve
titreşime sebep olması nedeniyle, Han kalıntılarında bozulmalara sebep olduğunu ifade etmiştir. Aynı raporda, Han’a ait batı
duvarlarının, yüzeyine eklenen yeni betonarme müştemilat yapıları nedeniyle algılanamaz hale geldiği vurgulanmıştır (Resim
14).
Bursa Müzesi’nde araştırmacı olan Recep Okçu, 1987 tarihinde hazırladığı raporda, avludaki iki katlı betonarme müştemilat
yapılarının buradaki tarihi dokuyu parçalayan dar servis yollarının oluşmasına neden olduğunu belirtmiştir. 1995 tarihli
bir başka raporda ise, arkeolog Erdal Korkmaz, kuzey kapı kemerinde gerçekleşen bir araba kazası sonucu burada oluşan
hasarı fotoğraflarla belgelemiş, buradaki Han kalıntılarının güvenliği ve algılanmasından şüphe duyduğunu ifade etmiştir.
Ancak, aynı fotoğrafta kemerin dış cephesine yapışık olduğu görünen geleneksel bir sivil mimarlık örneği yapının 2006
tarihinde yerinde olmadığı da yazarın yaptığı çalışma sonucu fark edilmiştir (Çakıcı, 2008: 111). Bu durum ise, Y.G.P.H. ve yakın
çevresindeki değişim ve dönüşümün sürekliliğini bir kez daha kanıtlamaktadır.
Han’dan bugüne kalan kalıntılardan elde edilen bilgilere göre, taş yığma ve ahşap iskelet sistem gibi geleneksel inşa
tekniklerinin yanı sıra, zaman içinde yapılan müdahaleler sonucu geleneksel malzemelerle uyumsuz çimento sıva, harç ve
betonarme destek elemanları da kullanıldığı gözlenmiştir. Yüz yıl önce açılan yollar ve zaman içinde yakın çevresinde inşa
edilen yeni yapılara ilave olarak Han’ın özgün mekanlarının terk edilmesi ve bilinçsizce yeniden kullanılması sonucu mevcut
kalıntılarda ve yapının özgün yapım sisteminde ciddi hasarlar oluşmuştur. Veysi Cengiz tarafından 1984 yılında B.K.T.V.K.K.’na
iletilen rapora göre, üst kattaki odaların önündeki balkonlu bölümün üst örtüsündeki tuğla tonoz, büyük ölçüde hasar
görmüş ve yıkılmaya yüz tutmuştur (Resim 15). Bu nedenle, raporda tonozu taşıyan revak ayakları ve tonoz kalıntılarındaki
yapısal bozulmanın avlu etrafında çalışan kişi ve diğer mekanlar için tehlike arz ettiği ve acilen onarımının yapılması gerektiği
vurgulanmıştır.
Bugüne gelindiğinde, Y.G.P.H. ve yakın çevresinde yapılan sokak sağlıklaştırma çalışmaları sonucu Han’ın Cumhuriyet
Caddesi’ne bakan yüzündeki yapıların cephesinde ve doğudaki özgün bölümün kubbelerinde basit onarım müdahaleleri
yapıldığı gözlenmektedir. Aynı zamanda Cumhuriyet Caddesi’nin taşıt trafiğine kapatılarak yayalaştırılması Han’daki
strüktürel deformasyonu azaltırken, bu durum mevcut bir kültür varlığının vatandaşlar tarafından daha rahat algılanmasına
da yardımcı olmuştur. Ancak, Yeni Galle Pazarı Hanı ve yakın çevresindeki geleneksel yapılar ile ilgili kapsamlı bir korumarestorasyon projesi üretilememesi durumunda, Bursa’nın Tarihi Ticaret Merkezi’ndeki tarihi alanlardan biri daha değişim ve
dönüşüme maruz kalmaya devam edecektir.
KAYNAKÇA:
Bağbancı, Özlem Köprülü, (2008), “Kentsel Planlamanın Mimariye Etkilerinin Bursa Hanlar Bölgesi’nde İncelenmesi”, Bursa
Şehrinin Gelişmesi ve Kentsel Planlama Kültürü, haz. Yusuf Oğuzoğlu, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa, s. 103-110.
Baykal, Kazım, (1950), Bursa ve Anıtları, Bursa Aysan Matbaası, Bursa.
Cezzar, Mustafa, (1983), Typical Commercial Buildings of the Ottoman Classical Period and the Ottoman Construction System,
T.C. İş Bankası Kültür Dizisi, İstanbul.
Çakıcı, Sermin, (2008), A Proposal for Preservation and Rehabilitation of Yeni Galle Pazarı Hanı (Former Ali Paşa Kervansarayı)
and its Immediate Surrounding in Bursa, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Mimarlik Bölümü, Restorasyon Programı, Fen
Bilimleri Enstitüsü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara.
13 Bugün de terk edilmiş olan bu mekanların bir kısmı Han’ın çevresindeki ve içindeki dükkanlar tarafından depo ve ticari amaçlı bilinçsiz bir şekilde
kullanılmaya devam etmektedir.
14 Hazırlanan rapora gore, 1981 tarihinde, avlunun kuzey tarafında yedi katlı betonarme bir yapı inşa edilmiş, İnönü Caddesi boyunca uzanan doğu
duvarlarının bitişiğine ise dört katlı betonarme bir yapı ilave edilmiştir.
40
Dağlıoğlu, H. T., (1940), 1558-1589 Onaltıncı Asırda Bursa, Bursa Halkevi Neşriyatından 10, Bursa Vilayet Matbaası, Bursa.
Dara, Ramis, (2003), Tarihi Bursa Hanları ve Kapalıçarşı, TED Bursa Koleji Kültür Yayınları, 1. Basım, Bursa.
Develi, H. (2002), Çelebi, Sai M. Yapılar Kitabı; Tezkiretü’l-Bünyan ve Tezkiretü’l-Ebniye (Mimar Sinan’ın Anıları), Koç Kültür ve
Sanat Tanıtım, İstanbul.
Dostoğlu, Neslihan; Oral, Elif Özlem, (25-27 November 1999), “The Physical Transformation of the Ottoman Capital of Bursa
from Tanzimat to Republic”, 7 Centuries of Ottoman Architecture “A Supra-National Heritage”, Turkish Chamber of Architects
Metropolitan Istanbul Branch, YEM Publication, İstanbul, s. 234-242.
Ergenç, Özer, (2006), XVI. Yüzyılın Sonlarında Bursa, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Güray, Sevim, (1991), Ahmet Vefik Paşa, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları : 250, Ankara.
Kepecioğlu, Kamil, (1935), Bursa Hanları, Bursa Halkevi Neşriyatı 4, Bursa Yeni Basımevi, Bursa.
Lowry, Health W., (2004), Seyyahların Gözüyle Bursa (1326-1923), çev. Serdar Alper, Eren Yayınevi, İstanbul.
St. Laurent, Beatrice, (1989), Ottomanization and Modernization. The Architectural and Urban Development of Bursa and the
Genesis of Tradition, 1839-1914, yayınlanmamış doktora tezi, Güzel Sanatlar Bölümü, Harvard Üniversitesi, Cambridge.
Resim 1. Bursa’daki Tarihi Ticaret Merkezi’nin 19.yy. sonundaki konumu
Resim 2. 16.yy.da Bursa’nın Tarihi Ticaret Merkezi’ndeki iki Tahıl Pazarı’nın dağılımı
Resim 3. Yeni Galle Pazarı Hanı (1862)
Resim 4. Yeni Galle Pazarı Hanı’nın avlu cephesi (2006)
41
Resim 5. Bursa’nın Tarihi Ticaret Merkezi’nde 19.yy. boyunca
gerçekleşen Kentsel Dönüşüm Hareketleri
Resim 6. Yeni Galle Pazarı Hanı’nın yanındaki
20.yy. Hanı’nın konumu (1922)
Resim 7. Yeni Galle Pazarı Hanı ve yakın çevresindeki
parsellerdeki değişimler (1933-2001)
Resim 8. Yeni Galle Pazarı Hanı içerisindeki fiziksel
değişimler (1881-1938 ve 1938-1999 arası)
Resim 9. 1933 öncesi Yeni Galle Pazarı Hanı’na
eklenen yeni yapılar
Resim 10. Yeni Galle Pazarı Hanı ve çevresindeki yapıların
kronolojik durumu (1862-1933)
42
Resim 11. Yeni Galle Pazarı Hanı ve çevresindeki
yapıların kronolojik durumu (1933-2007)
Resim 12. Yeni Galle Pazarı Hanı ve çevresindeki
parsellerin mülkiyet değişimi
Resim 13. Yeni Galle Pazarı Hanı ve çevresindeki yapıların
inşa tarihleri (until 2008)
Resim 14. Yeni Galle Pazarı Hanı’nın batı duvarına
yapışık inşa edilen yeni betonarme yapılar (1981)
Resim 15. Yeni Galle Pazarı Hanı’nın üst katındaki tonoz ve
altındaki revak ayağının yapısal bozulması (1984)
43
2. OTURUM
Kentsel ve Mekansal Dönüşüm / Uygulamalar
Bülend TUNA / Oturum Başkanı
ENDÜSTRİ YAPILARINDA YENİDEN KULLANILABİLİRLİK;
NAZİLLİ SÜMERBANK FABRİKASI’NIN SOSYAL TESİS
BİNASI’NIN İŞLEVSEL DÖNÜŞÜMÜ İÇİN ANALİZLER
Dicle AYDIN
Selçuk Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
Esra AKSOY
Selçuk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü
ÖZET:
Geçmişte oluşturulan, yapıldığı dönemin izlerini yansıtan yapılar; toplumda yaşanan sosyal, ekonomik, kültürel, politik
değişimler sonucunda kendilerinden beklenen performans ve ihtiyacı karşılayamaz duruma gelmektedir. Binaların bu
yetersizlikleri teknolojiye ayak uyduramama, işlevsel gereksinimlere cevap verememe boyutunda olabileceği gibi, fizikselsosyal-ekonomik eskime nedeniyle de karşımıza çıkabilmektedir. Yapılış amacına uygun olarak yaşamına devam edemeyen
her türlü bina aslında bir döneme tanıklık etmiş, yaşanmışlıkları olan, kentte ve kentlide izler bırakan somut delillerdir. Kültür
varlığı olarak tescillenmiş yapıların günümüzde yeniden kullanımları, geçmişin, tarihin, kültürün sürekliliğini sağlarken,
yapısal olarak ayakta olan binaların yeniden işlevlendirilmesi ekolojik ve ekonomik yarar sağlayacaktır. Dolayısıyla bir yapının
yeniden kullanıma adaptasyonu, sağlayacağı toplumsal yararlar nedeniyle insanlığın sorumluluğu olmaktadır. Bu bağlamda
yıkmak ya da işlev verilmeksizin pasif bir koruma anlayışı yerine, yaşamının devam etmesi yönünde kullanım değerinin de
dikkate alınması önemli olmaktadır. Binaların yeni işlev ile yaşamını devam ettirmesi; verilecek işlevin niteliği, yeni işlevin
gereksinimleri ve bina mekânsal düzeninin uyumu, kentin/yerleşimin gereksinimleri gibi birçok konu ile ilintilidir. Bu noktada
yeni işlevin seçimi için analitik bir değerlendirme süreci gerekmektedir. Bu çalışmada yeniden kullanılma potansiyeli olan bir
binada, yeni işlevin ne olacağı/neler olabileceği sorusuna cevap, Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası üzerinden aranmıştır.
Ülkemizde bir döneme tanıklık etmiş, üretime ve ülke ekonomisine katkı sağlayan, istihdam oluşturarak toplumun
kalkınmasını ve gelişmesini tetikleyen, kentlerin gelişimine ivme kazandıran “endüstri yapıları”, yeniden kullanıma adapte
edilebilecek potansiyeli olan bina türlerindendir. Endüstri yapıları; zamanın getirileri ve teknolojinin gelişmesiyle hizmetlerini
yeni fabrikalara bırakmış, yıkılmaya terk edilmiştir. Ülkemizde 1970’li yıllardan itibaren koruma kapsamına alınmış ve endüstri
mirasları olarak restorasyon ve koruma çalışmalarının yanı sıra yeniden işlevlendirme ile de önem kazanmıştır.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, 1937 yılında Atatürk tarafından açılan ilk sosyal fabrika projesidir. 213,875 m² bir alan
üzerine kurulmuş olan Sümerbank yerleşkesi Aydın İli, Nazilli ilçesi, Sümer Mahallesinde, şehir merkezine 3,5 km. uzaklıkta
bulunmaktadır. Fabrikanın yakın çevresinde, eğitim, sağlık yapıları, konut alanları, öğrenci yurtları, park ve rekreasyon
alanları yer almaktadır. Yerleşimin ilk hastanesi yerleşke içerisinde açılmıştır. Üretimi sağlayan fabrikalar, memur evleri, kreş,
sinema salonu ve sosyal tesisler, işçi konutları ve rekreasyon alanlarından bir yol ile ayrılmaktadır. Fabrikanın 2002 yılında
faaliyetinin durdurulmasıyla işçi evlerinin bulunduğu alan belediyeye tahsis edilmiştir. Belediye de bu alanı sosyal tesisleri
içerisinde barındıran yaşanılabilir aktif bir yeşil alana çevirmiştir. Günümüzde hala işlevini bu şekilde sürdürmektedir.
Fabrikaya verilecek yeni işlevlerin ne/neler olabileceği sorusuna cevap SWOT analizi ile aranmıştır. Bir analiz yöntemi olan
SWOT mevcut durumun tespitini tahlil ederek ortaya koyan, anlamayı, algılamayı, karar almayı kolaylaştıran bir yöntemdir.
Bu yöntem aracılığıyla verilecek işlevin; çevresel (konum, çevredeki yapılar, erişim), işlevsel (mimari kurgu, mekansal
organizasyon), sosyal (kentliye katkı) yönden, güçlü, zayıf yönlerini ortaya koyarak, fırsatlar ve tehditleri tanımlamak
amaçlanmıştır. Analizlerin yapılması sonucu yeniden işlevlendirme önerilerinin sistematik değerlendirilmesi yapılmış olacak,
işlevsel öneriler üzerinden seçim ölçütleri değerlendirilmiş olacaktır. Dolayısıyla alternatif işlevlerin avantaj ve dezavantajları
işlev seçiminin gerekçeleri olacaktır.
Anahtar Kelimeler: endüstri yapıları; yeniden işlevlendirme; mekansal dönüşüm; Nazilli Sümerbank Fabrikası.
47
1. Giriş
Zamana bağlı değişimden etkilenen toplumsal yapı; günün koşullarından, gereksinmelerinden, teknolojisinden, değer
yargılarından ve düşüncelerinden etkilenmektedir. Toplumların yaşadığı bu değişimden yapılarda etkilenir. Geçmişte
oluşturulan, yapıldığı dönemin izlerini yansıtan yapılar; toplumlarda gerçekleşen sosyo-ekonomik ve kültürel değişimler
sonucunda kendilerinden beklenen performans ve ihtiyacı karşılayamaz olurlar. Bu yüzden yapılış amacına yönelik hizmet
edemeyen yapıları yeniden kullanım için değerlendirmek ekonomik, çevresel ve sosyo-kültürel anlamda yarar sağlamaktadır.
Bir binanın yıkılıp yeniden yapılması yerine; kısıtlı kaynaklarla yeniden işlevlendirilmesi hem ekonomik kazanım sağlanması,
hem de sürdürülebilirlik açısından önemlidir. Bu bağlamda; yapı sektörünün doğal çevreye verdiği zarar, mevcut yapıların
değerlendirilmesiyle en aza indirilmekte ve çevre kalitesinin artması sağlanmaktadır. Yeniden kullanıma uygun olan bina,
tarihi ve kültürel değerleri de içerisinde barındırabiliyorsa, binayı korumada bir yöntem olan yeniden kullanım, binaya
sağladığı yararın yanı sıra topluma da birçok farklı yarar sağlamaktadır. Bu yararlarında en büyüğü; geçmiş yaşamla ilgili
topluma somut bilgileri aktarabilmesidir.
Binaya, yeni ve doğru bir işlevin yüklenebilmesi için bir takım araştırmaların yapılması gerekmektedir. Bu araştırmaların
sonucunda doğru işlev yüklendiğinde; yeni işlevle binanın uyumu tam olarak sağlanabilir ve o bina yeniden yaşanabilir
hale gelir. Bu sayede işlevin sürekliliği açısından da başarı sağlanmış olunur. Binaların ancak yeniden işlevlendirilmesiyle
sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi ve yaşayan mekânlar haline dönüştürülebileceği düşüncesiyle; çalışma kapsamında,
Sümerbank fabrika yerleşkesi içerisinde konumlanan, 1937 de hizmete açılan, günümüzde işlevini yitirmiş olan sinema binası
ele alınmıştır. Bir döneme tanıklık etmiş ve bulunduğu kentin fiziksel, sosyo-kültürel gelişiminde önemli rolü olan sinema salon
binasının yeniden yaşanabilir hale getirilmesi ve alternatif yeniden kullanımlar için gerekli analizlerin yapılması çalışmanın
amacını oluşturmaktadır. Bu amaç doğrultusunda mevcut yapının sürekliliğinin sağlanmasında başarı elde edebilmek için
alternatif işlevlerin avantaj ve dezavantajları ortaya konulmuş, değerlendirme ölçütleri yeni işlevin gereksinimleri ve mevcut
binanın olanakları doğrultusunda düşünce geliştirmemizi sağlayacaktır. Bununla birlikte, fabrika yerleşkesi içerisindeki diğer
tarihi binaların yeniden işlevlendirilmesi için bir örnek teşkil edecek ve seçilen analiz yönteminden diğer binalar için de
yaralanmak söz konusu olabilecektir.
2. Yeniden Kullanım ve Endüstri Binalarının Yeniden Kullanımı
Toplumlar, kültürel değerlerini ve tarihlerini koruyabildikleri ve bu değerleri günümüz yaşam tarzları ile birleştirebildikleri
ölçüde kimliklerini yansıtmaktadır [1]. Değerlerin korunabilmesinin bir yolu da tarihi yapıların yeniden yaşatılması ve yeni
işlevler yüklenerek topluma kazandırılmasıdır. Bu da yapıların yeniden kullanılması ile mümkündür. Yeniden kullanım, yaşadığı
dönemin izlerini taşıyan yapıların; geçmiş özelliklerini koruyarak, çeşitli onarımlarla çağdaş, kullanılır mevcut bir yapı olarak
kullanılması anlamına gelmektedir. Yeniden kullanıma uygun binalar; tarihi ve kültürel binalar olabileceği gibi, yakın zamana
tarihlenen ancak, çevresel, ekonomik, işlevsel v.b. sebeplerden dolayı yapılış amacına hizmet edemeyen binalardır [2].
Binaların yeniden kullanımı; kültürel mirasın korunmasını, kentsel ve yapısal çürümenin önlenmesini, ekonomik olmasını,
enerji tüketimini azaltması ve eski malzemelerin dönüşümüyle oluşturulmasını sağladığı için Dünyanın bir çok yerinde
tercih edilmektedir [3]. Tercih edilen yerlerde, sürdürülebilirlik açısından tarihi binaların yeni işleviyle kullanılabilinmesi
benimsenen bir politika haline dönüşmüştür [4].
Ülkemizde mimari mirasların korunması sorunları Avrupa ülkelerinden daha fazladır. Endüstri yapılarının korunması ve
yeniden işlevlendirilmesi yönünde de hiçbir karar bulunmamaktadır. Bu yüzden ülkemizde endüstri miraslarının korunmasında
ve yeniden işlevlendirilmesinde birçok sorunla karşılaşılmaktadır. Ülkemizde endüstri yapılarının korunamaması ve hızla yok
olmalarının nedenlerini; “koruma kararları ve korumaya bakış, ekonomik nedenler, bilimsel çalışmaların yetersizliği, yeniden
işlevlendirme ve uygulama sırasında karşılaşılan sorunlar” olarak gruplandırmak mümkündür [5].
Tüm binalar da olduğu gibi endüstri yapıları da gelişigüzel bir şekilde, aynı yöntemlerle işlevlendirilemez. Her binanın kendine
özgü bir karakter olarak daha esnek bir yaklaşıma ihtiyacı vardır. Yapı mirasının; teknolojik, tipolojik ve resmi niteliklerini
koruyarak daha fazla esneklik, mümkün olduğunca kullanıcılara yönelik, entegre bir yeniden kullanım olması kontrollü
dönüşüm planlama sağlayacaktır [3]. Bu bağlamda iyi bir stratejik çevre döngüsü oluşturmak gerekmektedir [6].
48
Şekil 1. Stratejik çevre döngüsü [6].
Çevre döngüsünü oluşturduktan sonrada yapı için bir takım verilerin belirlenmesi gerekmektedir. Bunlar;
(i) Yeniden kullanılacak yapıyı seçmek, (ii) Yapının teknik ve malzeme karakterini belirlemek, (iii) Yapıyla ilgili imar mevzuat
standartlarını incelemek, (iv)Yeniden kullanılacak yapıya verilecek işlevin uygunluğunun analiz etmektir [7].
Çalışmada bu başlıklardan yararlanılarak, Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası Sinema Salon Binası’nın yeniden kullanımı için
çevresel ve yapısal veriler incelenmiş, SWOT analiziyle de yapıya yeni yüklenecek işlevin çevresel, işlevsel ve sosyal yönden
güçlü ve zayıf yönleri ortaya konularak; fırsatlar ve tehditler tanımlanmıştır. Tüm bu analizlerin sonucunda elde edilen veriler
yeniden kullanım için değerlendirilmiştir.
3. Sümerbank Fabrikaları ve Nazilli Sümerbank Fabrikası
Osmanlı devletinin 1.Dünya Savaşından yenilgiyle çıkması sonucunda, büyük kayıplarla Kurtuluş savaşı kazanılmıştır. Bu
savaşın ardından meydana gelen Türkiye Cumhuriyeti, borç ve yoksulluk üzerinde kurulmuştur. Ülkenin bu durumunu bilen
Atatürk; “ekonomik bağımsızlık olmadıkça, ulusal bağımsızlık olmaz” diyerek; bağımsızlığın temelinde, ekonomik özgürlüğün
çok önemli olduğunu vurgulamıştır. Böylece kapitülasyonların Lozan’da kaldırılmasıyla sanayileşmemiş bir toplumu
kalkındırmak amacıyla sanayi yapıları oluşturulmaya başlanmıştır. Sovyetler tarafından tasarlanıp inşa edilen bu fabrikalar;
şeker, tekstil, demir-çelik vb. sektörlerde yoğunlaşmıştır. Devlet tarafından kurulan ve Sosyalist örgütlenmelerden izler
taşıyan fabrikaların dünyada birçok örneği vardır [8]. Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu bu ülkelerde, sanayi fabrikaları
sayesinde; ülkelerin kalkınma anlayışı ve ulusal bağımsızlıklarını kazanma amacı ön plana çıkmaktadır [9]. Kamu iktisadi
teşekkülleri (KİT) olarak adlandırılan bu yerleşkeler, halkevleri ve köy enstitüleri kadar üzerinde durulmayan, ancak kent
ölçeğinde önemli misyonlar taşıyan yapılanmalardır [10]. Bu yapılanmalardan birisi de Sümerbank Fabrikalarıdır. Ülkenin
belirli yerlerinde kurulan fabrikalar; Cumhuriyetin çağdaşlaşma ideolojisini doğrudan yansıtan bankacılık kökenli kurumlardır
[11]. Sümerbank’ın temeli 1925 yılında kurulan Sanayi ve Maadin Bankası’na dayanmaktadır [10]. Sanayi ve Maadin Bankası,
beklenen düzeyde sanayi yatırımı yapamaması ve farklı birçok nedenden dolayı feshedilir [12]. Onun yerine, Devlet Sanayi Ofisi
(DSO) ve Kredi Bankası kurulur. Bu bankalarda özel sektörün baskısı yüzünden kısa sürede kapatılır [13]. Yeniden sanayileşme
ve kredi açma işlevlerinin ikisini bir arada yapabilen bir yapılaşma arayışı doğar ve 3 Haziran 1933 tarihinde çıkartılan yasayla
“Sümerbank” oluşturulur [10]. Anlaşılacağı gibi Sümerbank; temelleri Osmanlı Devletine dayanan ve Cumhuriyet sonrasına
uzanan, devletin sanayileşme ve kalkınmasını sağlayan temel taşlardan birisidir. Bankacılık kökenine dayanan Sümerbank
Fabrikalarından birisi olan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası da; Kurtuluş savaşı sırasında ve sonrasında ülkenin yakın
ilişkiler içerisinde bulunduğu Sovyetler Birliği’nden tekstil KİT’lerinin yerlerinin belirlenmesi için gelen uzmanlar tarafından,
tüm Anadolu gezilerek karar verilmiş olan iki yerleşkeden birisidir. Nazilli ve Kayseri yerleşkelerine açılan tekstil KİT’lerinden
sonra ülkemizde, Almanlar tarafından belirlenen Malatya, Konya-Ereğli ve Bursa-Merinos’a açılmıştır [14]. 25 Ağustos 1935
yılında temelleri atılmış ve 18 ayda yapımı tamamlanan Nazilli Sümerbank Fabrikası, 1937 yılında Atatürk tarafından açılan ilk
sosyal fabrika projesi olarak hizmete girmiştir. Cumhuriyetin Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın ilk önemli eseri olan fabrika,
devlet eliyle kurulan ilk basma fabrikasıdır [15].
49

Fotoğraf 1. Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın açılışı [16]
Aydın İli, Nazilli ilçesi, Sümer Mahallesinde, şehir merkezine 3,5 km. uzaklıkta bulunan Sümerbank Basma Fabrikası’nın yakın
çevresinde, eğitim, sağlık yapıları, konut alanları, öğrenci yurtları, park ve rekreasyon alanları yer almaktadır (Şekil 2). Kentin
ilk hastanesi de yerleşke içerisinde açılmıştır (Şekil 2).

Şekil 2. 1950’li yıllarda Sümerbank Basma Fabrikasının konumu ve yakın çevresi [17].
50
1937 yılında 213,875 m² bir alan üzerine kurulmuş olan Sümerbank yerleşkesi, Sümerbank Fabrikalarında olduğu gibi ikili
yerleşim düzenini korunmuştur. Yolun batısında üretimi sağlayan fabrikalar, memur evleri, kreş, sinema salonu ve sosyal
tesisler yer almaktadır. Yolun doğusunda ise işçi konutları ve rekreasyon alanları bulunmaktadır. Fabrikanın 2002 yılında
faaliyetinin durdurulmasıyla işçi evlerinin bulunduğu alan belediyeye tahsis edilmiştir. Belediye bu alanı, sosyal tesisleri
içerisinde barındıran yeşil alana çevirmiştir. Günümüzde hala işlevini bu şekilde sürdürmektedir. hem üretim yapılan
yerleşke, hem de işçi konutları günün şartlarına göre ileri teknolojide ki teknikler kullanılarak oluşturulmuştur. Her iki alanın
bataklık olan zemini kurutularak mütemadi ve derin temel sistemi kullanılmış, büyük açıklıklı betonarme çerçevelerle yapılar
oluşturulmuştur. Fabrika binalarının olduğu alana iki kat yüksekliğindeki betonarme kolonlarla yükseltilmiş bir saçağın
altından giriş yapılmaktadır. Bu saçağın altında sağlı sollu tek katlı danışma, güvenlik, misafir odası birimleri yer almaktadır.
Giriş mekânının karşısında betonarme çerçeveli, kırma çatılı sinema salonu binası bulunmaktadır. Giriş alanı içerisinde kreş
ve revir bölümü çözümlenmiştir. Kreş ve revir binasından sonra fabrikanın merkezi alanında bulunan iki bloktan oluşan
fabrika binaları vardır. Yerleşkenin diğer alanları içerisinde de atölyeler, ambarlar, çırçır fabrikası, kazan dairesi, su santrali
ve deposu, sera, itfaiye, garaj, işçi kontrol birimi, işçi kantini, lojmanlar, misafirhane, kapalı spor salonu ve rekreasyon
alanları bulunmaktadır. Tüm yapılar araziye lineer ve ortogonal bir düzen içerisinde konumlanmıştır. 50’liler den sonra bu
alanların bazıları kapatılmış ya da işlevleri değiştirilmiştir. Fabrika incelendiğinde içinde sadece makinelerden oluşan bir
tesis olmadığı; kültürel ve sosyal etkinliklerin yapılabileceği mekânları da içerisinde barındıran bir organizasyon olduğu
görülmektedir.

Şekil 3. Sümerbank Fabrikası’nın 1950 öncesi mevcut binalarının gösterimi [17].
2002 yılında ise fabrikanın faaliyetine son verilmiş, 2003 yılında alanın mülkiyeti Adnan Menderes Üniversitesine tahsis
edilmiştir.
3. 1. Nazilli İlçesi
Nazilli, Aydın İline bağlı Ege Bölgesinin en eski yerleşim yerlerinden birisidir. Nazilli çevresinde ilk yerleşim merkezi
Lidyalıların kurduğu Mas tavra kentidir. Lidyalılar döneminde bölgenin batısındaki İonya şehirlerinin ekonomik alanda
gelişmesi, şehrin Ege ve Ön Asya ülkeleri arasındaki ticaret yolu üzerinde bulunması, Nazilli ve çevresinin önem kazanmasını
sağlamıştır. Mastaura, ticaret yolu güzergâhında, para basma ayrıcalığına sahip önemli bir kent olmuştur. Bölge topraklarının
çok verimli olması insanları bu bölgeye çekmiş ve zamanla bir araya gelen topluluklar medeniyet kurmuşlardır. Selçuklu
Devletinin uç beylerinden biri olan Menteş Bey 1280 tarihinde bu alanı Selçuklu topraklarına dahil etmiştir. Selçukluların son
döneminde Nazilli, Muğla ili dolaylarında kurulan Menteş beyliğinin denetimi altına girmiştir. Daha sonra bu bölgeye hâkim
olan Aydınoğulları, Nazilliyi kendi beyliğine almıştır. 1425 yılında Sultan II. Murat döneminde Nazilli, Osmanlı topraklarında yer
almıştır. Osmanlı yönetimi sırasında günümüzdeki Nazilli kent merkezinin bulunduğu yer, çevre köylerin alış veriş merkezi,
51
İlçe merkezi ise ilçenin doğusunda bulunan Kestel köyü olduğu, tarihçiler tarafından ifade edilmektedir. Nazilli 19.Yüzyıldan
itibaren Aydın sancağına bağlı bir ilçe merkezi olarak yönetilmiş, 1831 yılında ilçe merkezi olmuştur. 1881 yılında belediye
teşkilatı kurulmuştur [18]. Cumhuriyetin ilk yıllarında da kentin kimliğini değiştiren, Nazilli’nin çağdaşlaşmasında önemli yer
tutan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası kurulmuştur. Genç cumhuriyetin çağdaşlaşma projeleri kapsamındaki fabrikalardan
biri olan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikasının Nazilli ilçesinde konumlanmasında bölgesel ve yerel etkenler önemli yer
tutmaktadır [19]. İlçe, fabrikanın kurulması ile çevre yerleşimlerden göç almış ve gelişimde büyük etkileri oluşturmuştur.
Sadece fabrika binasından ibaret olmayan yerleşkedeki sosyal etkinlikler sayesinde halk, sosyal paylaşımlar içerisine
girmiştir. İlçeye ilk sinema salonu fabrika yerleşkesiyle gelmiştir.
3.2. Nazilli Sümerbank Fabrikası Sosyal Tesis Binası’nın Mimari ve Mekânsal Özellikleri
1937 yılında yapılan sosyal tesis binası; fabrika yerleşkesinde, ana giriş kapısının tam karşısında, doğu- batı yönünde
konumlanmaktadır (Fotoğraf 2). Dikdörtgen plan şemasına sahip olan binanın yakın çevresinde; eskiden hastane olarak
kullanılan idari bina ve rekreasyon alanları bulunmaktadır. Binanın esas girişi güney yönünden yapılmaktadır. Doğu ve batı
yönlerinde de girişler bulunmaktadır.
Fotoğraf 2. 1937 yılında yapımına başlanılan sosyal tesis binası [17].
Üç kattan oluşan binanın ortasında; sinema salonu, salonun karşılıklı iki tarafında memurların toplandıkları lokal salonları
ve şuan da mevcutta bulunmayan sinema salonunun fuaye alanı bulunmaktadır. Yapının merkezinde konumlanan sinema
salonunun; halk tarafından sinema, tiyatro gösterileri ve konserler için etkin bir biçimde kullanıldığı bilinmektedir. Bu yapının
hayata geçmesiyle kentin sosyal yaşamı olumlu yönde değişmiş ve farklılaşmıştır. 1930’ların ortalarına kadar kadın ve
erkeklerin bir arada bulunduğu hiçbir etkinliğe katılmamış olan halk, fabrikanın organize ettiği balolar, danslar ve partilerle
sosyalleşmiş, özellikle kadınlar ön plana çıkmaya başlamıştır [15]. Bu etkinliklere tanıklık eden mekan / bina araştırma
konumuz olan fabrikanın sosyal tesisi-sinema salonu olmuştur.
52
Fotoğraf 3. Sinema salonunun bugünkü görünümü
1940’lı yılların sonunda binanın bahçeye bakan batı yönüne kapalı mekânlar eklenmiştir. 50 li yıllardan sonra da sinema
salonunun fuayesi lokalle birleştirilmiştir. Ayrıca lokale bir üst kat eklenmiş bu katta tüccarlarla görüşme mekanları
çözümlenmiştir. Zamanla sinema salonu işlevini yitirmiş, bu alan yemekhaneye ve düğün salonuna dönüştürülmüştür.
Yemekhane işlevi, salonun bir bölümüne mutfak çözümlenmesini zorunlu kılmıştır. Üst kısımlardaki tüccar salonları da daha
sonra memurların boş zamanlarını geçirdikleri oyun salonları olarak kullanılmıştır. Teras altına kadar uzanan bodrum kat ise
sığınak olarak tanımlanmıştır.

Şekil 4. Sosyal Tesis Binası zemin kat planı
Binayı mekansal kurgu yönünden analiz ettiğimizde; sinema salonunun belirleyici olduğunu görmekteyiz. Sinema salonu
bir fuaye ve giriş mekanına açılmaktadır. Salondan memur yemekhanesine ve lokale geçiş bulunmaktadır. Aynı zamanda
SALONDAN dış mekana doğrudan ulaşılabilme olanağı bulunmaktadır. Birçok birimle bağlantısı bulunan mekanda sirkülasyon
ağı simetriye yakın bir şekilde etrafında çözümlenmiştir. Tüm bu bağlantılara baktığımızda genel olarak lineer mekânlarda
yatay hareketliliğin ön planda olduğu söylenebilmektedir (Şekil 5). Bina; 2003 yılından bugüne, 9 yıldır kullanılmamaktadır.
53
Şekil 5. Sosyal Tesis Binası zemin kat fonksiyon şeması.
3.3. Sosyal Tesis Binası’nın Yeniden Kullanımına İlişkin Analizler
Sosyal tesis binasına yüklenecek yeni fonksiyon, yerleşimin özelliği ile ilişkili olarak üniversitenin ve aynı zamanda halkın
kullanımına açık, ilçenin karakteriyle uyumlu niteliklere sahip olması gerekmektedir. Binanın ve çevrenin imkanları ışığında
binaya yüklenecek yeni işlevin mevcut işleyişe adapte olabilmesi için; işlevin çevreyle sosyal ve fiziksel bağlılığının kurulması
ve kullanıcı gereksinimlerine tam olarak cevap vermesi gerekmektedir. Ayrıca; sinema binasının ilçeye sağlamış olduğu
sosyal ve kültürel katkılarını yeniden destekleyecek, binanın eski canlılığının yeniden kazandırılmasına katkı sağlayacak
özellikler göz önünde tutulmalıdır. Bu bağlamda; yeniden işlevlendirmede işlevin gereksinimlerinin tanımlanması ve bu
işlevlerin yapıya ve kullanıcıya sağlayacağı avantajlar ve dezavantajların detaylı analizi gerekli olmaktadır.
Sosyal tesis binasının yeniden sosyal ve kültürel sürdürebilirliği için, en doğru işlevi yüklemeden önce; öncelikle binanın
tarihi özellikleri, mekân organizasyon niteliği belirlenmiş ve swot analizi ile yapıya yeniden yüklenecek işlevlerin yapıyla ve
çevreyle uyumu tespit edilmiştir.
İşlev Önerisi-1- Gençlik Merkezi
Binaya gençlere yönelik, kültür ve sanat faaliyetlerine hizmet eden bir işlev yüklenmesi, yerleşim yerinde bu amaca hizmet
edebilecek bir binanın var olmaması sebebiyle düşünülmüştür. Sanatsal etkinliklerin düzenlendiği, sinema salonunun yeniden
faaliyete geçirilmesi aynı alanın konser alanı olarak da kullanılabilmesi, gençlerin kişisel gelişimleri için kurs alabilecekleri
atölyelerin oluşturulması, hem üniversitede eğitim gören gençlere hem de halka katkı sağlayabilecektir. Bina içerisinde aynı
zamanda verilen eğitimler sonucu elde edilen sonuç ürünleri sergilemek ve satış amaçlı alanların bulunması üniversite için
de katkı sağlamış olacaktır. Bu sayede binanın farklı etkinlik ve aktivitelerle kültürel-sosyal amaçlarla kullanılması; binanın
açıldığı ilk yıllardaki popülerliğini kazanmış olacaktır. Önerilen işlev, bu boyutuyla kültürel, sanat, mimari ve ekonomik değerler
kazandırmasının yanı sıra binaya tarihi değerini geri verecek, kullanım değeri yeni işlevle yaşamaya devam edecektir.
İşlev Önerisi-2- Kent Müzesi
Binanın ve çevrenin kriterleri göz önünde bulunduğunda binanın müze olarak işlevlendirilmesi, yerleşimde yeterli sayıda
müze binasının bulunmaması ve halkın kullanımına da imkan vermesi açısından düşünülebilmektedir. Kentin sosyo kültürel
yapısını değiştiren binanın “kent müzesi” olarak kullanılması, yerleşimin özellikle tüm tarihi dokusunu yansıtmasına ve
fabrika binasındaki koruma altına alınmış sayısız dokuma ürünlerinin de sergilenmesine imkan sağlayacaktır. Kentin tarihi,
coğrafi, kültürel, sosyal, ekonomik ve ticari yapısına ilişkin bilgi ve belgeler, görsel sunum ve animasyonlarla tanıtılması
açısından önemli olacaktır. Kentte yaşamış önemli insanların balmumu heykellerinin sergilenmesi yeniden yaşatılmalarına
imkân verecektir. Kentin topografik maketi yapılarak müzeye gelen ziyaretçilerin kent ve çevresinde gezilmesi ve görülmesi
gereken yerler hakkında bilgi sahibi olabilmelerine olanak sağlanacaktır. Zemin katta bulunan lokal mekanları kütüphane
olarak hizmet vermesiyle kent hakkında detaylı bilgi almak isteyenlere imkan sunacaktır. Binanın sığınak olarak düşünülmüş
olan bodrum katında; tarihte kentin ticaret yolunda bulunması sebebiyle önemli çarşı kültürünün yansıtılması için eski
çarşıların dekor ve canlandırmayla tanıtılmasına yer verilecektir. Teras bölümlerinde hediyelik satış bölümü ve ziyaretçilerin
dinlenebileceği kafeterya alanları düzenlenebilecektir.
54
Tablo 1. Sosyal Tesis Binası’nın Gençlik Merkezi olarak kullanımına ilişkin analizler.
55
Tablo 2. Sosyal Tesis Binası’nın Kent Müzesi olarak kullanımına ilişkin analizler.
56
4. Sonuç
Bir döneme tanıklık etmiş, Atatürk’ün açmış olduğu ilk sosyal fabrika özelliği taşıyan Nazilli Sümerbank Fabrikası’nın binalarının
yaşatılması toplumsal sorumluluklarımızdandır. Fabrika yerleşkesinde konumlanan sosyal tesis binasının yeniden kullanım
analizleri, binanın geleceği için bir fikir projesi olacaktır. Analiz sürecinde; yeni işlevlerin mevcut yapıya adapte edilebilmesi
için; çevresel değerler, mekânsal özellikler, mimari karakter ve teknik analizler incelenmiştir. Sosyal tesis binasının yeniden
yaşatılması kapsamında; iki farklı işlev önerisi getirilmiş, yeni işlevlerin gereksinmeleri ve işlevlerin binanın mevcut haline
adapte edilebilmesi sonucunda karşımıza çıkabilecek avantaj ve dezavantajlar irdelenmiştir. Analizler doğrultusunda; binanın
geçmişteki işlevini de yansıtan “gençlik merkezi” kullanımının “kent müzesi” fonksiyonuna göre daha uygun olduğu, fırsatlar
ve güçlü yönler karşılaştırıldığında görülmektedir. Binaya gençlik merkezi işlevinin yüklenmesiyle; kentin ve üniversitenin bir
gereksiniminin karşılanması açısından da avantaj sağlayacağı bir gerçektir. Sümerbank sosyal tesisi için işlev önerileri, ilçenin
ve üniversitenin gereksinimleri düşünülerek arttırılabilir. Analizlerin başlıkları çalışmada; çevresel, işlevsel, teknik olarak
yeni işlev odaklı belirlenmiştir. Bu başlıklar ekonomik, ekolojik, yasal gibi başlıklarla detaylandırılabilecektir. Çalışmamızda
sayısallaştırmaya gidilmeden bir ön durum tespiti amaçlı iki öneri işlev üzerinden örneklenen analiz çalışmaları yeni verilecek
işlevin sürekliliği, kullanıcıların memnuniyeti, bina-işlev uyumunun yeterliliğinin sorgulanması açısından yarar sağlayacaktır.
Zayıf yönlerin güçlendirilmesi ve tehditler için çözüm aranması yeniden işlevlendirmenin başarısını ortaya koyacaktır.
Eski binaları terk edilmişliğe bırakmak yerine, yeniden kullanımla eski binalara hayat vermek; kültürel, sosyal, tarihi
sürdürülebilirlik açısından fayda sağlayacağı söylenebilir. Yeni işlevin sürekliliği sağlanması için mevcut bina ile işlevin
adaptasyonundaki başarısı ve bunun sonucu olarak ta mekânların işlevin gereksinmelerini karşılayabilme durumu belirleyici
bir ögedir. 1937 yılında 12 bin kişinin yaşadığı bir kentte 700 kişilik bir sinema salonunun açılması ve 2012 yılında 150 bin kişinin
yaşadığı bir kentte 300 kişilik bir sinema salonunun olması kaderine mahkûm bıraktığımız binaların bir sonucu olabilir mi?
5. Kaynaklar
[1] Arabacıoğlu, P; Aydemir, I., 2007, “Tarihi Çevrelerde Yeniden Değerlendirme Kavramı” , YTÜ Mim. Fak. E Dergisi, Cilt: 2, Sayı:
4, s: 204-212
[2] Aydın, D; Okuyucu, E., 2009, “Yeniden Kullanıma Adaptasyon ve Sosyokültürel Sürdürülebilirlik Bağlamında Afyonkarahisar
Millet Hamamının Değerlendirilmesi”, YTÜ Mim. Fak. E Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 1, s: 35-44
[3] Guida, A; Pagliuca, A., 2008, “ Universal Design as an Instrument for Sustainable Reuse of Buildings”
[4] Langston C., Wong, F.K.W., Hui, E.C.M., Shen, L. Y., (2007), “ Strategic Assessment of Building Adaptive Reuse Opportunities
in Hong Kong”, Building and Environment. doi:10.1016/j.buildenu. (2007.10.017)
[5] Köksal, G., 2005, “İstanbul’daki Endüstri Mirası İçin Koruma ve Yeniden Kullanım Önerileri”, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü
Doktora Tezi
[6] Cantell,S.F.,2005, “The Adaptive Reuse of Historical Industrial Buildings: Regulation Barriers, Best Practices and Case
Studies, Virginia Polytechic Institute and State University, unpublished master’s Thesis in Urban and Regional Planning
[7] Douglas,J.,2002, “Building Adaptation”, Reed Educational and Professional Publishing, Heriot Watt University-Edinburg
[8] Peri, B.,2002, “Building The Modern Environment in Early Republican Turkey: Sümerbank Kayseri and Nazilli Factory
Settlements”, ODTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi
[9] Boratav, K; Ekzen, A; Kepenek, Y; Sönmez, S; Türel, O.,1994, “Türkiye’de Sanayileşmenin Yeni Boyutları ve KİT’ler” , Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul
[10] Arıtan , Ö.,2004, “Kapitalist/Sosyolist Modernleşme Modellerinin Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığının Biçimlenişine
Etkileri- Sümerbank KİT Yerleşkeleri Üzerinden Yeni Bir Anlamlandırma Denemesi”, DEÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi
[11] Asiliskender, B., 2002, “ Cumhuriyetin İlk Yıllarında Mimaride “Modern” Kimlik Arayışı: Sümerbank Bez Fabrikası Örneği”,
İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi
[12] Toprak, Z., 1988, “Sümerbank”, Creative Yayıncılık, İstanbul
[13] Ateş, T., Eroğlu, N., Kaban,Z., Kazgan, H., Koraltürk, H., Soyak, A., Tekin, O.,1999,”Osmanlı’dan Günümüze Türk Finans Tarihi”,
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, İstanbul
[14] İlkin,S; Tekeli, İ.,1982, “ Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu”, Ankara: ODTÜ Yayınları-Türkiye Belgesel
İktisat Tarihi Serisi No:3
57
[15] Meydan, S., 2011, “ Cumhuriyetin Dev Projesi: Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası”, İlk Kurşun Gazetesi s:59-69
[16] http://www.nazilli.adalet.gov.tr/Nazilli/nazilliozgun.htm
[17] Adnan Menderes Üniversitesi Arşivi
[18] http://www.nazilli.bel.tr/nazilli.asp?x=nazilli&id=1
[19] Doğan, H., 2007, “Sanayinin Musikisi Nasıl Başladı, Nasıl Bitti? Sümerbank Basma Fabrikası’na Tarihsel Bir Bakış”, Ege
Akademik Bakış, s: 661-689
58
KARABÜK DEMİR ÇELİK FABRİKASI YENİŞEHİR YERLEŞMESİNİN
DÖNÜŞÜM SORUNSALI
Suat ÇABUK
Karabük Üniversitesi Safranbolu Fethi Toker Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü,
Meltem Altınöz ÖZKAN
Karabük Üniversitesi Safranbolu Fethi Toker Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü
ÖZET
Safranbolu ilçesinin Öğlebeli Köyü’ne bağlı 13 haneli bir kırsal yerleşme olan Karabük, demir çelik fabrikalarının kuruluş yeri
olarak seçilmesiyle büyük bir değişim yaşamıştır. Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın temeli 3 Nisan 1937 tarihinde dönemin
Başbakanı İsmet İnönü tarafından atılmıştır. Fabrikanın kuvvet santrali, 6 Haziran 1939 tarihinde faaliyete geçmiştir. Tesisin
inşaatına paralel olarak, burada çalışacak işçi, memur, mühendis ve yöneticilerin barınma sorununa kalıcı çözüm arayışları
başlamıştır. Bu amaçla Araç Çayı’nın taraçaları üzerindeki Kapullu Köyü tarlalarının bir bölümü kamulaştırılarak, modern bir
yerleşmenin oluşturulmasına karar verilmiştir. “Yenişehir” adı verilen yerleşmenin planı, 1938 yılında ünlü Fransız MimarŞehirci Henri Prost tarafından hazırlanmıştır. Bu plana göre 1939-1948 yılları arasında 935 konut inşa edilmiştir. 1935 yılında
100 olan Karabük nüfusu, 1945 yılında 10782’e ulaşmıştır. Prost Planı’ndan başka 1948, 1967, 1980, 1988 ve 1996 yıllarında kentin
yeni bütüncül planları hazırlanmıştır. Ancak bu planlarla da kentin düzenli gelişimi sağlanamamıştır. Sağlıksız kentleşen
Karabük’ün tek planlı ve modern kimlikli yerleşmesi olan Yenişehir, son yıllarda yıkım süreciyle karşı karşıyadır. Yenişehir
yerleşmesinde iyi durumda olan ve içinde yaşanılan “Yüz Evler” Şubat 2010’da, “Yetmiş Evler” Aralık 2011’de ve “Otuz Sekiz
Evler” Ocak 2012’de çeşitli gerekçelerle yıkılmıştır. Bilim ve meslek camiasının tepkilerine rağmen bu yıkımların önüne
geçilememektedir. Bu bildiride Karabük Yenişehir yerleşmesinin oluşumu, günümüzde yaşanan dönüşüm sorunsalı ve bu
alanın sürdürülebilirliğini sağlama adına gelecekte neler yapılması gerektiği konuları ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Karabük-Yenişehir; Demir Çelik Fabrikası; Mekansal Dönüşüm; Koruma
1. GİRİŞ
Safranbolu ilçesinin Öğlebeli Köyü’ne bağlı 13 haneli bir kırsal yerleşme olan Karabük, 1932 yılında hemen yakınına yapılan
tren istasyonu ile adını ilk kez Türkiye kamuoyuna duyurmuştur. Yerleşmenin büyüme süreci, 1935 yılında Irmak-Filyos
(Zonguldak) hattında tren seferlerinin başlamasıyla ivme kazanmıştır. Asıl büyük değişim, demir çelik fabrikaları için bu
alanın seçilmesiyle yaşanmıştır. Bir Sovyet uzmanına hazırlatılan 1 Kasım 1932 tarihli rapora göre ekonomik açıdan uygun
olmasa da güvenlik açısından stratejik noktada bulunan Karabük, demir çelik sanayisi için kuruluş yeri olarak önerilmiştir.
Böylece kasaba büyüklüğünün ötesine geçme olasılığı zayıf olan bir kırsal yerleşme, orta büyüklükte bir kent haline gelmiştir.
3 Nisan 1937 tarihinde dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından temeli atılan Karabük Demir Çelik Fabrikası’nda ilk olarak
6 Haziran 1939 tarihinde kuvvet santrali faaliyete geçmiştir (Ayten, vd, 2010, s.67). Fabrikanın inşaatı sırasında işçiler ve
mühendisler geçici barınaklarda ve Safranbolu’da bir otelde konaklamışlardır. Tesisin inşaatına paralel olarak, burada
çalışacak işçi, memur, mühendis ve yöneticilerin barınma sorununa kalıcı çözüm arayışları başlamıştır. Bu amaçla Araç
Çayı’nın taraçaları üzerindeki Kapullu Köyü tarlalarının bir bölümü kamulaştırılarak, modern bir yerleşmenin oluşturulmasına
karar verilmiştir (Yenişehir KAİPAE, 1996). Her imar kararının bir plan çerçevesinde ele alındığı o günlerde, kamulaştırılan
alan için bir mevzi plan hazırlanmıştır. Planı tasarlayan ise Paris bölge planını yapan ve o günlerde İstanbul nazım planlarını
hazırlamak için ülkemizde bulunan ünlü Fransız Mimar-Şehirci Henri Prost’tur.
59
Prost’un tasarladığı ve “Yenişehir” adı verilen yerleşme, Almanların Gartenstadt Siedlung, Fransızların Cite-Jarden ve
İngilizlerin Garden City adını verdikleri “Bahçe Şehir” modeline uygundur. Bu evrensel yaklaşım, Sümerbank’ın diğer işçi
(amele) mahallelerinin ve evlerinin planlamasında da kullanılmıştır (Sümerbank, 1944, s.9-13). Prost bu planı çevrenin ve
topografyanın durumunu göz önünde bulundurarak hazırlamıştır. 1938-1839 yıllarında hazırlanan plan aşama aşama hayata
geçirilmiştir. II. Dünya Savaşı ile Erzincan ve Niksar depremlerinin ülkeye kestiği ağır faturaya rağmen inşaatlara ara
verilmemiştir. 1939-1948 yılları arasında 935 konut inşa edilmiştir (Girgin, 1948). Konutların tasarımına ve konumuna statü
farklılıkları belirgin bir şekilde yansımıştır. Konutların pencere genişliklerinin belirlenmesinde güneş ışığından olabildiğince
yararlanılmasına özen gösterilmiştir. Konutlar geniş bahçeler içinde birbirinden farklı tiplerde yapılmışlardır. Evlerin kirası
ucuz olduğu gibi elektrik, su ve yakacak ihtiyaçları da ücretsiz olarak karşılanmıştır. Öte yandan, modern bir yerleşmede
olması gereken pek çok sosyal hizmet tesisi (hastane, kreş, ilkokul, ortaokul, halkevi, sinema, kulüpler, misafirhane, otel,
cami, spor alanı, parklar ve havuzlu bahçe) daha ilk yıllarda inşa edilmiştir (Öktem, 2004).
Bu bağlamda 1935 yılında 100 olan Karabük nüfusu, 1945 yılında 10782’e ulaşmıştır. Yenişehir’deki 935 konutta yaşayan
nüfus, toplam nüfusla kıyaslandığında, nüfusun yarısının çarpık imar girişimlerinin yaşandığı, kentin diğer kısımlarında
yerleştiği anlaşılmaktadır. Nüfusun sürekli artması ve kente yeni mahalleler eklenmesi, kentin alansal olarak genişlemesine
yol açmıştır. Yenişehir’in planlı inşa edilmesine ve 25 Haziran 1939 tarihinde belediye teşkilatı kurulmasına rağmen, kentte
yaygın bir şekilde plansız konut dokuları ortaya çıkmıştır. Bu durum kurumsallaşma sürecindeki Karabük Belediyesi’nin
arsa spekülasyonunu engelleyememesi, kentin bütüncül planını 1948 yılına kadar hazırlatamaması ve gecekondulaşmayı
önleyememesi gibi nedenlerle meydana gelmiştir. Bu sağlıksız büyümenin önüne geçmek için Prost Planı’ndan sonra 1948,
1967, 1980, 1988 ve 1996 yıllarında kentin yeni bütüncül planları hazırlanmış, fakat beklenen başarı yine de sağlanamamıştır.
Sağlıksız kentleşen Karabük’ün tek planlı ve modern kimlikli dokusu olan Yenişehir yerleşmesi, son yıllarda bir yıkım ve
parça parça yok oluş süreci yaşamaktadır. Bu yerleşmenin iyi durumda olan ve içinde yaşanılan “Yüz Evler” bölgesi Şubat
2010’da, “Yetmiş Evler” bölgesi Aralık 2011’de ve “Otuz Sekiz Evler” bölgesi Ocak 2012’de çeşitli gerekçelerle yıkılmıştır. Bilim
camiasının ve meslek odalarının tepkileri, bu yıkımları bir süre yavaşlatsa da, yıkımlar kısım kısım devam etmektedir. Bu
çalışmada Karabük Yenişehir yerleşmesinin oluşumu, günümüzde yaşanan dönüşüm sorunsalı ve bu alanın sürdürülebilirliğini
sağlama adına gelecekte neler yapılması gerektiği konuları ele alınmıştır.
2. KARABÜK’ÜN KURULUŞU VE YENİŞEHİR YERLEŞMESİNİN OLUŞUM SÜRECİ
Cumhuriyet’i kuranların karşılarındaki en önemli sorunlardan biri demiryollarının eksikliği idi. Bu sorunun ortadan kaldırılması
için, 1924 yılından itibaren demiryolu ağının oluşturulması yönünde önemli çalışmalar yapıldı. Cumhuriyet’in ilk on yılında
devlet bütçesinin önemli bir kısmı demiryolu inşaatlarına ayrılmıştır. Demiryolları içerisinde en maliyetlilerinden biri olan 397
km’lik Ankara-Filyos hattı için 45 milyon lira harcanmıştır. Resmi olarak 12 Kasım 1935 tarihinde açılışı yapılan bu demiryolu
hattı, Safranbolu’ya 8,5 km uzaklıktaki Öğlebeli Köyü’nün Karabük mevkiinden geçmiştir. Bu bağlamda, 1932 yılında Karabük
İstasyonu’nun inşası ve 1934 yılında ilk trenin gelişi değişimin habercisidir (Ayten, vd., s.66).
Genç Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri, ekonomik kalkınmanın sanayileşme ile gerçekleşebileceğinin bilincindeydiler. En
önemli sanayilerden biri olan demir çelik üretim tesislerinin yer seçimi konusunda uzun yıllar (1925-1933) fizibilite çalışmaları
yapılmıştır. Sovyet uzmanı Prof. N. Yuşkeviç’in 1.11.1932 tarihinde hükümete sunduğu “Türkiye Demir Sanayisinin Tesis ve
İnkişafı Hakkında Rapor”unda, ekonomik açıdan uygun olmasa da güvenlik açısından stratejik noktada bulunan Karabük, demir
çelik fabrikalarının kuruluş yeri olarak önerilmiştir. Hükümetin görevlendirmesi ile Sümerbank, ivedilikle etütlere başlamıştır.
Öncelikle demir çelik fabrikalarının kapasite ve üretim programları tespit edilmiştir. Daha sonra, Karabük’te fabrikalar
sahası olarak düşünülen alanda, 7.12.1934 tarihinde teknik incelemeler yapılmıştır. Demir Çelik Fabrikaları kuruluş yeri olarak
Soğanlı ve Araç çaylarının birleştiği noktada bulunan 98 ha büyüklüğündeki çeltik tarlaları seçilmiştir (Kalyoncu, 2007, s.74).
Ocak 1936’dan itibaren tarlalar kamulaştırılmış ve arazinin tesviyesi ile bataklığın kurutulması işlemleri gerçekleştirilmiştir.
Krediyi sağlayacak ve fabrikayı inşa edecek olan İngiliz H. A. Brassert and Co. Ltd. firması ile 10 Kasım 1936 tarihinde anlaşma
imzalanmıştır. Brassert firması ile imzalanan anlaşma sonrasında fabrika projelerinin hazırlanmasına başlanmıştır. Fabrikanın
temeli 3 Nisan 1937 tarihinde dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından atılmıştır. 1 Mart 1938 tarihinde fabrikaların montaj
işine başlanmış, ilk olarak 6 Haziran 1939 tarihinde, fabrika kuvvet santrali faaliyete geçmiştir (Ayten, vd., s.67) (Resim 1).
60
Fabrikanın inşaatı sırasında işçiler, memurlar, mühendisler ve yöneticiler geçici barınaklarda ve Safranbolu’da bir otelde
konaklamışlardır. Fabrikanın inşaatına paralel olarak, burada çalışacak olanların barınma sorununa kalıcı çözümler
aranmıştır. Bu amaçla Araç Çayı’nın taraçaları üzerindeki Kapullu Köyü tarlalarının bir bölümü kamulaştırılarak modern
bir işçi yerleşmesinin oluşturulmasına karar verilmiştir. Her imar kararının bir plan çerçevesinde ele alındığı o günlerde,
kamulaştırılan alan için mevzi bir plan hazırlanmıştır. Plan, tarihi Tunus kentlerini planlayan, Paris’in bölge planını hazırlayan
ve o günlerde İstanbul nazım planlarını hazırlamak üzere Türkiye’ye davet edilen ünlü Fransız Mimar-Şehirci Henri Prost’tur
(Tekeli, 1980, s.113).
Resim 1. Karabük Demir Çelik Fabrikası
Prost’un tasarladığı “Yenişehir” yerleşmesi, Almanların Gartenstadt Siedlung, Fransızların Cite-Jarden ve İngilizlerin Garden
City adını verdikleri “Bahçe Şehir” modeline uygundur. Bu evrensel yaklaşım, Sümerbank’ın diğer işçi (amele) mahallelerinin
ve evlerinin planlamasında da yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Ancak Prost Planı ile oluşmuş Yenişehir’de, diğer yerleşmelerde
gözlenen modernizmin cetvel ve gönye ile çizilmiş katı düz çizgilerine rastlanmaz. Tasarımın, doğanın kıvrımlarına uyan farklı
bir karakteri vardır. 1938-1839 yıllarında hazırlanan plan, aşama aşama hayata geçirilmiştir. II. Dünya Savaşı ile Erzincan ve
Niksar depremlerinin ülkeye kestiği ağır faturaya rağmen inşaatlara ara verilmemiş (Kessler, 1949, s.25-26), proje ve inşaatlar
için 5.000.000 lira harcanmıştır (Sayar, 1938, s.39). Bu yatırımla 1939-1948 yılları arasında 935 konut inşa edilmiştir (Girgin,
1948). 1950 -1960 arasında daha çok mühendis ve yöneticilerin ihtiyacı olan konutlar (kübanalar, beyazevler, otuz sekiz
evler) yapılmıştır (Özkan, 2010, s.374-375). Diğer taraftan fabrika mülkiyetindeki konutların yaklaşık yarısı alt ve orta kıdemli
işçiler için asgari ihtiyaçları karşılayacak şekilde basit ve küçük, blok düzende ya da bahçeli tek katlı olarak (Yüz Evler, Dere
Evler, Çamlık Evleri) inşa edilmiştir (Özkan ve Çabuk, 2010, s.361) (Resim 2) (Resim 3). Ancak bunlar üst kıdemdeki işçilerin,
memurların, mühendislerin ve yöneticilerin barınma alanlarından ayrı yerlerde konumlandırılmışlardır.

Resim 2. Yenişehir Konut Dokusu
61

Resim 3. Yenişehir Konut Dokusu
Öte yandan, modern bir yerleşmede olması gereken pek çok sosyal donatım, daha ilk planlama aşamasında düşünülmüştür.
Yenişehir’de hastane, kreş, ilkokul, ortaokul, halkevi, sinema, kulüpler, misafirhane, otel, cami, spor sahaları, çocuk bahçeleri,
parklar, havuzlu bahçe gibi sosyal donatımlar 1948 planından önce tamamlanarak hizmete sunulmuştur. Yollar ve kaldırımlar
geniş yapılmıştır. Ev kirası ucuz tutulduğu gibi elektrik, su ve yakacak da bedelsiz olarak sağlanmıştır. Böylece hem burada
çalışanların kapitalist ve sosyalist ülke işçilerinin sosyal yaşam ortamlarına özlem duyması önlenmiş, hem de Karabük’ün
gelişimine model olabilecek modern bir işçi yerleşmesi meydana getirilmiştir (Resim 4) (Resim 5).

Resim 4. Yenişehir Yerleşkesi Haritası
62

Resim 5. Yenişehir Yerleşmesinden Bir Görünüş
Tüm çabalara karşın kentin geriye kalan kısımlarında beklenen olumlu etki gözlenmemiş, ortaya çarpık kentleşmiş bir
Karabük çıkmıştır. Bu durum kurumsallaşma sürecindeki Karabük Belediyesi’nin arsa vurgunculuğunu (spekülasyonunu)
engelleyememesi, kentin bütüncül planını 1948 yılına kadar hazırlatamaması ve gecekondulaşmayı önleyememesi gibi
nedenlerle meydana gelmiştir. Bu sağlıksız büyümenin önüne geçmek için Prost Planı’ndan sonra 1948, 1967, 1980, 1988 ve
1996 yıllarında tekrar tekrar kentin bütüncül planları hazırlanmış, fakat beklenen başarı sağlanamamıştır.
3. KARABÜK DEMİR ÇELİK FABRİKALARI’NIN KENT EKONOMİSİNDEKİ YERİ
Hükümetlerin Karabük’te uyguladıkları olumsuz ekonomik politikalar neticesinde, Karabük Demir Çelik Fabrikaları geçmişten
günümüze kentin tek egemen gücü olarak kalmıştır. Diğer bir ifadeyle, ilk günden itibaren Karabük Demir Çelik İşletmesi
kentin bütün potansiyel ekonomik gelir kaynaklarını ve gelişme imkânlarını kendi bünyesinde tutmuş, özel sektör eliyle
yapılabilecek ve özel sektörün gelişmesini sağlayacak adımların atılmasını engellemiştir. Örneğin her türlü malzemenin
temini için İstanbul Sirkeci’de Satın Alma Birimi ve ürün satışı için pek çok kentte Demir-Çelik Satış Mağazaları açılmıştır.
İşletme’nin Tedarik ve İkmal Müdürlüğü mal alımlarında özellikle Karabük dışını tercih etmiştir. İşçilerin iş ayakkabısı ihtiyacı
ve taşıtların döşemeleri için Saraçhane, işçi elbiselerinin dikilmesi için Terzihane, lokanta, oyun ve düğün hizmetleri için İşçi,
Memur ve Mühendis Lokalleri ve konaklama için Otel oluşturulmuştur. Beşbinevler ve Çamkent gibi yapı kooperatif evleri
işletmenin İnşaat Müdürlüğü tarafından yaptırılmıştır. İnşaatlar için gerekli kereste Kereste Atölyesi’nden karşılanmıştır.
İnşaatların kum ve çakıl ihtiyaçlarını karşılamak için Kum-Çakıl Ocağı İşletmeciliği yapılmıştır. Çiçek ve fidan ihtiyaçlarını
temin için Fidanlık kurulmuştur.
Öte yandan, 1960 sonrasında gelişen özel haddehaneler ise Karabük Demir Çelik Fabrikaları’nın yan kuruluşları gibi
çalışmışlardır. Kentte küçük sanayinin gelişmesi engellenmiş, sanayi bölgesi ve sanayi siteleri çok geç kurulmuştur. Karabük’te
sanayi ve çevre düzeni planı yapılmamış, bu yüzden kent merkezinde ticaret-konut ve sanayi işlevleri birbirine karışmıştır.
1970 sonrasında uygulanan yatırım ve istihdam politikaları, genelde devlet sanayiciliğini, özelde ise Karabük Demir Çelik
İşletmeleri’ni 1994 yılında krize sürüklemiştir. Tesislerin kapatılması gündeme gelmiş, fakat işçi ve toplumsal muhalefet
sayesinde, fabrika ile birlikte tüm gayrimenkulleri sembolik bir bedel karşılığında KARDEMİR A.Ş’ye devredilmiştir. Süreç
içerisinde Karabük Demir Çelik Şirketi yeniden yapılandırılmış ve kâr eden bir tesis haline gelmiştir.
63
4. YENİŞEHİR YERLEŞMESİNDE DÖNÜŞÜM BASKISI
Türkiye’de kentsel mekanlarda dönüşüm, çeşitli nedenlerle (nüfus artışı, teknolojik gelişme, rant baskısı, kentsel büyüme,
yapıların eskimesi, tüketim kalıplarının değişmesi vb.) yaşanmaktadır. Özellikle yapılarında sanatsal değer ya da korunmaya
değer özellikler bulunmadığı varsayılan gecekondu alanları, dönüşüm talepleri karşısında direnememekte, yıkılıp daha yüksek
yoğunlukta yeniden yapılaşmaktadır. Buna karşın Karabük Yenişehir Yerleşkesi gibi belli bir kentsel tasarım bütünlüğüne
sahip, 1940’lı ve 1950’li yıllara ait modern dönem konut örneklerini bünyesinde barındıran yerleşmelerde ise gecekondu
alanlarındakine benzer bir mekânsal dönüşüm yaşanması beklenemez.
1990’lara kadar konut mekanlarının itibar (prestij) sıralamasında birinci sırada gelen Karabük Yenişehir bölgesinin, 1994
ekonomik ve sosyal krizi sonrasında bu niteliğini kaybetme sürecine girmesiyle, bir dönüşüm baskısı yaşamaya başladığı
anlaşılmaktadır. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, bu dönüşüm baskısını önceden fark etmiş ve tam
zamanında direnç göstermiştir. Kurul 12 Mayıs 1996 tarihinde aldığı 4595 sayılı kararıyla, yerleşkeyi kentsel sit ve 3. derece
doğal sit alanı ilan ederek 2010 yılına kadar alanın bütünlüğünü korumayı sağlamıştır. Ayrıca alana yönelik koruma amaçlı
imar planı hazırlanması kararlaştırılmıştır. Buna karşın Yenişehir Mahallesi’ne yönelik hazırlanan koruma amaçlı imar
planında, “Yüz Evler”, “Dere Evler”, “Yetmiş Evler” ve “Otuz Sekiz Evler” ve “Fidanlık” gibi bütünün diğer önemli parçaları
kapsam dışında bırakılmıştır.
Dolayısıyla, tarihi kararın altına imza atan koruma kurulu ve koruma planı müellifi çok temel iki yanılgıya düşmüşlerdir.
Birincisi Yenişehir yerleşmesini meydana getiren parçalar arasında bir iç tutarlılık söz konusudur. Bu tutarlılığı sağlayan
parçalardan herhangi biri emrivakilerle ortadan kaldırıldığında, bu bütünlük bozulabileceği öngörülmemiştir. Yapay bir
yönetsel ayrımla oluşmuş olan “Yenişehir” ve “Ergenekon” mahalleleri hatasına düşülerek, sadece “Yenişehir” için koruma
amaçlı imar planı hazırlanmıştır. İkinci yanılgı ise Yenişehir Mahallesi kentsel sit ilan edilmiş, fakat alandaki erken Cumhuriyet
Dönemi modern mimarlık yapıları tescillenmemiştir.
Diğer taraftan özellikle doğal sit alanının karakterinin bozulmaması için bu yapıların taban alanları ve emsal değerleri
sabitlenmiştir. Bu basit sınırlamalar alanın bütünlüğünün 2010 yılına kadar korunmasını sağlamaya yeterli gelmiştir. Kentsel
sit sınırının dışında bırakılan ve tamamen Karabük Demir Çelik Şirketi’nin mülkiyetinde olan bölgelerde, yapıların yıkım süreci
2010 yılında başlamıştır. Yenişehir yerleşmesinin iyi durumda olan ve içinde yaşanılan “Yüz Evler” kısmı Şubat 2010’da,
“Yetmiş Evler” kısmı Aralık 2011’de ve “Otuz Sekiz Evler” kısmı ise Ocak 2012’de çeşitli gerekçelerle (meydan yapmak üzere,
yaşam kalitesi düştüğü için vb.) yıkılmıştır (Resim 6) (Resim 7) (Resim 8).

Resim 6. Yenişehir Yerleşmesinde Yıkım
64

Resim 7. Yüz Evlerin Yıkımı

=
Resim 8. Yıkım Öncesi Otuz Sekiz Evler
Bilim camiasının ve meslek odalarının tepkileri, Yenişehir’deki yıkımları engelleyememektedir. Son yıllarda koruma
kurullarının yapılanmasında yaşanan değişimler ve kenti yönetenlerin bu alanı korumadaki isteksizlikleri ya da siyasal
beklentileri, korunması gereken yapıların ve mekânların yıkımını hızlandırmaktadır.
Oysa geçmiş dönem (Antik, Orta Çağ, Rönesans, Barok, vb.) yapılarının korunmasındaki gereklilik ne ise erken Cumhuriyet
Dönemi modern mimarlık yapılarının korunmasındaki gereklilik de temelde aynıdır. Bu açıdan Yenişehir yerleşmesindeki
65
yapılar acilen tescillenmelidir. Bu yapılar, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda belirtilen ölçütler
kadar DOCOMOMO (International Committee for Documentation and Conservation of Buildings, Sites and Neighbourhoods of
the Modern Movement) ölçütlerine göre de acil olarak tescillenmesi ve koruma altına alınması gereken yapılardır. Yapıların
tescillenmesi ve koruma altına alınması sonrasında kapsamlı bir sağlıklaştırma projesi hazırlanmasına ihtiyaç vardır. Böylece
yerleşmenin kalan kısımlarının korunması ve sürdürülebilirliği sağlanmış olacaktır.
Başlangıçta mülkiyeti elinde bulunduran Karabük Demir Çelik Şirketi, yüksek maliyetler altına girmek istemeyeceğinden
sağlıklaştırma projesinin paydaşı olmayı doğal olarak kabul etmeyecektir. Ancak dünyada ve ülkemizde pek çok örnekte
gözlendiği gibi daha üst ölçekte yapılacak bir çalışmanın içinde paydaş olmayı kabullenebilecektir. Aksi takdirde alan kentsel
sit olsa dahi yapıların yıkılıp yenilenmesi süreci ivme kazanacaktır. Bu tehlikenin öncü işaretleri, bir süre önce Yenişehir’in
kalbinde bulunan ve 1957 yılında yapılmış olan Stadyumun yıkılması yaşanmıştır.
5. SONUÇLAR
Öğlebeli Köyü’nün çeltik tarlarında kurulan fabrika ve Kapullu Köyü’nün buğday tarlalarında kurulan Yenişehir yerleşmesi,
küçük bir mahalleden orta büyüklükte bir kent meydana getirmiştir. 1935 yılında 100 olan Karabük nüfusu, 1945 yılında
10782’e ulaşmıştır. Fabrika yerleşmesinde 1939-1948 yılları arasında 935 konut inşa edilmiştir. Konut sayısı 1955 yılında 1011’e
ulaşmış, 1960 yılında ise 1200’ü geçmiştir. Öte yandan, modern bir yerleşmede olması gereken pek çok sosyal donatım, daha
ilk planlama aşamasında düşünülmüştür. Yollar ve kaldırımlar olabildiğince geniş yapılmış, ev kiraları ucuz tutulmuş, elektrik,
su ve yakacak da bedelsiz olarak sağlanmıştır. Böylece Cumhuriyet’in hedeflediği modern toplum ve modern kent için başarılı
bir model ortaya konulmuştur.
Her yönden başarılı işleyen bu sistemde ilk sorunlar, 1970’lerde yaşanmaya başlamıştır. 1970 sonrasında uygulanan yatırım ve
istihdam politikaları, genelde devlet sanayiciliğini özelde ise Karabük Demir Çelik İşletmeleri’ni 1994 yılında krize sürüklemiştir.
Tesislerin kapatılması gündeme gelmiş, fakat işçi ve toplumsal muhalefet sayesinde, fabrika ile birlikte tüm gayrimenkulleri
sembolik bir bedel karşılığında 1995 yılında KARDEMİR A.Ş.’ye devredilmiştir.
1990’lara kadar konut mekânlarının itibar (prestij) sıralamasında ilk sırada gelen Karabük Yenişehir Yerleşkesi, 1994 ekonomik
ve sosyal krizi sonrasında bu niteliğini kaybetme sürecine girmiştir. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu,
Yenişehir yerleşmesi üzerindeki dönüşüm baskısını önceden fark etmiş ve bir direnç mekanizması olarak 1996 yılında aldığı
sınırlayıcı kararlarla 2010 yılına kadar alanın bütünlüğünü korumayı sağlamıştır. O tarihte alan kentsel sit ve 3. derece
doğal sit alanı ilan edilmiştir. Yenişehir Mahallesi’ne yönelik hazırlanan koruma amaçlı imar planında, “Yüz Evler”, “Dere
Evler”, “Yetmiş Evler” ve “Otuz Sekiz Evler” ve “Fidanlık” gibi kısımlar ise kapsam dışında bırakılmıştır. Ancak Yenişehir
Yerleşmesi’nin bütünü kentsel sit ilan edilmemiş, fakat alanın karakterinin bozulmaması için yapıların taban alanları ve emsal
değerleri sabitlenmiştir. Bu basit imar sınırlamaları bile 2010 yılına kadar alanın bütünlüğünün korunmasına yeterli gelmiştir.
Kentsel sit sınırının dışında bırakılan ve tamamen Karabük Demir Çelik Şirketi’nin denetiminde kalan bölgelerde ise yapıların
yıkım süreci 2010 yılında başlamıştır. Yenişehir yerleşmesinin iyi durumda olan ve içinde yaşanılan “Yüz Evler” kısmı Şubat
2010’da, “Yetmiş Evler” kısmı Aralık 2011’de ve “Otuz Sekiz Evler” kısmı ise Ocak 2012’de çeşitli gerekçelerle (meydan yapmak
üzere, yaşam kalitesi düştüğü için vb.) yıkılmıştır.
Dolayısıyla Cumhuriyet Dönemi’nin tek “Yeni Kent”i (New Town) Karabük’ün kalbi olan Yenişehir Yerleşkesi yıkım ve dönüşüm
sorunsalları ile karşı karşıya gelmiştir. Bu olumsuz gidişin durdurulması için acil olarak yapıların tescillenmesi, alanın koruma
altına alınması ve alana yönelik geniş kapsamlı sağlıklaştırma projesi hazırlanmalıdır.
66
KAYNAKLAR
Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 12 Mayıs 1996 Tarih ve 4595 Sayılı Karar
Ayten, A. M., Çabuk, S., Özkan, M. ve Turcan, Y., 2010, “Cumhuriyet Kenti Karabük’ün Planlama Tarihi Üzerine (1937-1967) Bir
Değerlendirme”, Kuruluşundan Bugüne Karabük ve Demir-Çelik Sempozyumu, 2-3- Nisan 2010, Karabük Valiliği Yayınları,
Karabük
Girgin, İ. Ö., 1948, Karabük, İstanbul
Kessler, G., 1949, Zonguldak ve Karabük’teki Çalışma Şartları, İ.Ü., İktisat ve İçtemiyat Enstitüsü, İstanbul
Kalyoncu, H., 2007, Cumhuriyet Kenti Karabük, Karabük Belediyesi Yayınları, Karabük
Öktem, S., 2004, Türkiye Cumhuriyeti’nde Modernleşme Hareketi; Karabük Demir-Çelik Fabrikaları Yerleşim Örneği, İ.T.Ü., Fen
Bilimleri Enstitüsü (Yayınlanmamış YLS Tezi), İstanbul
Özkan, M., 2010, Karabük’te Modern Mimarinin Oluşumunda Yüksek Mimar Münci Tangör’ün Rolü ve Yapıları”, Kuruluşundan
Bugüne Karabük ve Demir-Çelik Sempozyumu, 2-3- Nisan 2010, Karabük Valiliği Yayınları, Karabük
Özkan, M. ve Çabuk, S. , 2010, Karabük Demir-Çelik Fabrikaları İşçi Konutları Sorununun ve Çözüm Sürecinin İncelenmesi”,
Kuruluşundan Bugüne Karabük ve Demir-Çelik Sempozyumu, 2-3- Nisan 2010, Karabük Valiliği Yayınları, Karabük
Sayar, Z., 1938, Yabancı Mimara Verdiğimiz Servet, Arkitekt Dergisi
Sümerbank İnşaat ve Fen Heyeti, 1944, Sümerbank Amele Evleri ve Mahalleleri, Arkitekt Dergisi
Tekeli, İ., (1980), “Türkiye’de İmar Planlaması”, ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Ankara
Yenişehir Koruma Amaçlı İmar Planı Analitik Etütleri (Yenişehir KAİPAE), 1996
67
ENDÜSTRİYEL ALANLARIN DÖNÜŞÜMÜ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ
İSTANBUL- HALİÇ ÖRNEĞİ
Yrd. Doç. Füsun Seçer KARİPTAŞ
T.C.Haliç Üniversitesi
Yrd. Doç. Şenay BODUROĞLU
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Arş. Gör. Esin Sarıman Özen
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Özet
İstanbul, 19. yüzyıla gelinceye kadar kent dokusunu korumuş, bu tarihten sonra ise endüstriyel gelişmelerden etkilenerek
yapısal bir değişime girmiştir. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde ise hem sanayileşme ve reform kararları hem de kentsel
mekanları modernleştirme çabaları İstanbul’un kentsel dokusunu değiştirmiştir. Daha önceleri sayfiye bölgesi olarak
işlevlendirilen Haliç kıyıları da yapısal olarak değişime uğramış, zamanla endüstri tesislerinin kurulmasıyla endüstriyel bir
alana dönüşmüştür.
Haliç kıyısında bulunan endüstri yapıları verimli işletilememeleri, teknolojik olarak yetersiz kalmaları, kenti kirletmeleri gibi
çeşitli nedenlerle kapatılarak işlevlerini yitirmişlerdir. Bu endüstri yapılarının birçoğu yeniden işlevlendirilerek yaşatılmaya
çalışılmaktadır. Ancak Türkiye’de işlevini yitirmiş endüstriyel alanların dönüşümü konusunda kapsamlı projeler yapılmamakta,
yapılan projeler genellikle yapısal dönüşüm ve kentsel tasarım projesi boyutunda kalmaktadır. Bu parçacıl yaklaşımla üretilen
projelerin kentin uzun vadeli hedeflerine ulaşmak için bütüncül bir yaklaşımla ele alınması ve ortak bir vizyon doğrultusunda
planlanması gerekmektedir.
Haliç, gerek coğrafi konumu gerekse tarihi boyunca birçok medeniyeti barındırması ve bir dönemin sanayi merkezi olması
nedeniyle sahip olduğu endüstriyel ve tarihsel miras ile İstanbul’un cazibe merkezi haline gelebilecek önemli bölgelerinden
birisidir. Geçmiş ve gelecek arasında bir köprü olan endüstri mirası, kültürel sürekliliğin gerçekleşmesini sağlayan bir araçtır.
Haliç’teki endüstri mirasının sürdürülebilirliği, yapıları uygun bir işlevle kent hayatına kazandırmanın yanı sıra, özgün
kimliklerini de koruyarak gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: İstanbul, Haliç, Endüstriyel Alan, Dönüşüm, Kültürel Sürdürülebilirlik.
Giriş
Günümüzde bilinçsizlik ve yanlış koruma çalışmaları nedeniyle, tarihi endüstri yapılarının yok olmalarına yönelik büyük
bir tehdit söz konusudur. Zamanla fonksiyonunu yitiren bu yapılar iyi korunamamışlardır. Birçok sanayi yapısı teknolojinin
gelişmesi ve yeni fabrikaların kurulmasıyla işlevini kaybederek yıkılmaya terk edilmiştir. Son yıllarda bu yapılar, endüstrinin
tarihi tanıkları olarak kabul edilmeye başlanmış ve koruma kapsamına girmiştir.
Endüstri tesislerinin verimli işletilememeleri, teknolojik olarak yetersiz kalmaları, kenti kirletmeleri gibi çeşitli nedenlerle
kapatılmaları veya işlevlerini yitirmeleri tüm dünyada karşılaşılan bir durumdur. Ancak bu yapıların bilinçli olarak yok
edilmesine veya zaman içinde tahrip olmalarına izin verilmemelidir. Ülkelerin ekonomik gelişimine katkı sağlayan endüstri
tesisleri, sanayi geçmişinin izleri olarak, kent ve kamu yararına kullanılmak üzere yeniden değerlendirilebilir. Bu konuda
Avrupa ülkelerinde önemli çalışmalar yapılmakta ve endüstri mirasını koruma çalışmalarında, teknik anıtlar sosyal çevreleri
ile birlikte ele alınmaktadır (Kariptaş ve Altuncu 2009).
69
Endüstriyel Alanların Dönüşümü Ve Sürdürülebilirliği
Endüstriyel alanların terk edilmeleri ve işlevsiz kalmaları endüstriyel miras için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Bu alanlar
inşa edildiklerinde çağın ihtiyaçlarını karşılayan teknoloji ve fiziksel donanıma sahip birer tesis durumundayken, zaman
içerisinde yapısal eskimeler, zayıflamalar, teknolojinin hızla gelişimiyle yetersiz kalan teknik donanım gibi nedenler sonucunda,
işlev değişimleri gerçekleşmiş veya tamamen işlevlerini kaybederek terk edilmişlerdir (Kıraç 2001). Bu nedenle özellikle son
yıllarda kentlerde yoğun nüfus artışı sonucunda kullanımsız mekanların işlevlendirilme zorunluluğu ve artan ekolojik bilinç
ile birlikte işlevsiz endüstriyel alanların yeniden işlevlendirilmesi üzerinde dönüşüm projeleri gerçekleştirilmektedir. Bu
projelerle alanın içinde bulunan endüstriyel mirasın korunması, sürdürülebilirliğinin sağlanması, kent için bir sosyokültürel
cazibe merkezi haline gelmesi, iş ve üretim olanaklarının yeniden sağlanması, rekreasyon ve turizm tesisleri ile donatılması ve
konut kullanımının desteklenerek alanın canlılığının sağlanması hedeflenmektedir. Bu hedefler arasındaki en önemli konular
olan endüstriyel mirasın değerlendirilmesi ve sürdürülebilirliğinin sağlanması, toplumun kültürel kimliğinin yaşatılmasında
ve geleceğine yön verilmesinde önemlidir (Oral 2006).
“Kültürel miras” anlayışı, endüstri devrimi sonrasında yaşanan kentsel dönüşümlerin kent kimliğini yok etmesi ile ortaya
çıkmıştır. Zamanla kültürel mirasın sınırları genişlemiş ve “endüstriyel miras” gibi kültürel mirasın yeni bir boyutu ortaya
çıkmıştır. Avrupa, “endüstriyel kültür mirası” kavramının ortaya çıkışında öncülük etmiş; bu kavramın doğuşuyla birlikte
sanayi yapılarının kültürel kimlik açısından taşıdığı öneme dikkat çekilmiştir. Teknolojinin gelişmesiyle her geçen gün yetersiz
kalan üretim teknikleri nedeniyle, sanayi yapılarının terk edilmeleri karşısında gösterilen tepkiler bu alandaki koruma
çalışmalarını tetiklemiştir (Kariptaş 2009).
Endüstriyel miras olarak yapılar tek başlarına ele alındıklarında ait olduğu çağın sosyal ve kültürel boyutunu tam olarak
yansıtamayabilirler. Bu nedenle yapılara ilave olarak arazi, peyzaj ve arkeolojik alanlar gibi öğeler bütüncül bir bakış açısıyla
ele alınmalıdır. Bu öğeler ve kullanım amaçları tespit edildiğinde yeniden işlev kazandırıldıkları takdirde kültürel kaynak
olarak önem kazanmakta ve değerlendirilmektedir. Başlıca endüstriyel miras kaynakları olan endüstriyel yapılar ve peyzajın
incelenmesi ve araştırılması ile sahip olunan mirasın değeri anlaşılmakta ve bunun neticesinde bu mirastan koruma ve
değerlendirme yoluyla istifade edilmektedir (Kıraç 2001).
Endüstriyel mirasın değerlendirilmesinde kültürel sürdürülebilirliğin sağlanması amacının yanında, kentlerdeki yoğun nüfus
nedeniyle kentsel alanların en verimli şekilde kullanılma zorunluluğu yani diğer bir deyişle kentsel ekonomik nedenler geniş
yer tutmaktadır. İşlevini yitirmiş bir endüstriyel alanın dönüşümünde anıtsal ve ticari olmak üzere iki tür yaklaşım söz
konusudur. Anıtsal yaklaşımda endüstriyel tesis mümkün olduğunca özgün işlevini sürdürmekte, işler hale getirilmekte ve
üretim değil sergileme ve eğitim amaçlamaktadır. Ticari yaklaşımda ise tesisin çevre ile etkileşimi doğrultusunda en uygun
işlev belirlenerek tesise özgün işlevinin dışında yeni işlevler kazandırılmaktadır (Kıraç 2001).
Endüstriyel alanların dönüşümü planlanırken üzerinde durulması gereken birtakım genel ilkeler bulunmaktadır. Bu ilkeler
şöyle sıralanabilir (Özden 2002):
• İşlevini yitirmiş endüstriyel alanlardaki tarihi, kültürel, mimari değeri olan yapıların envanterinin çıkarılması,
• Alanın diğer çevresel değerlerinin tespit edilerek iyileştirilmesi,
• İşlevini yitirmiş endüstriyel alanlar ve kentin diğer alanları arasındaki ilişkilerin planlama sistematiği içinde kurulması ve
geliştirilmesi,
• Yeni başlayacak sanayi ve ticari faaliyetlerin eski sanayi alanları üzerindeki etkilerinin sağlıklı bir şekilde projekte edilmesi
ve gerekirse yer seçimi ilke kararları ile sınırlanması,
• Şehir merkezi ile eski sanayi alanlarını ilişkilendirebilmek için yaya ve araç trafiğine imkan verecek yolların yapılması,
ulaşım türleri için donatıların sağlanması,
70
• Yaya ve araçların bu alanlara kolay erişebilecekleri şekilde ulaşım ağının tasarlanması, otopark hizmetinin verilmesi ve
böylece bu alanların kullanıcılar tarafından fark edilmesinin sağlanması,
• Eski endüstri yapılarının ve alanlarının yeniden işlevlendirilmesi,
• Ortadan kalkan iş kolları yerine, yöresel kaynaklara yönelik iş kollarının getirilmesi ve eski yapıların yeni iş alanları yaratacak
donanımlara kavuşturulması,
• İşlevini yitirmiş endüstriyel alanların yerel özelliklerinin dikkate alınması ve yeni teknolojilerle bütünleştirilmesi böylece
çekiciliğinin arttırılması,
• Eski kimliğini kaybetmeden ancak çağdaş şehir mobilyaları ve yöreye uygun peyzaj planlaması ile çevresel imajının
iyileştirilmesi,
• Yerel yönetimler, özel sektör, meslek odaları ve üniversitelerle işbirliği içinde çalışılması,
• Endüstriyel alanların yanı sıra konut, ticaret, sosyal ve kültürel vb. farklı fonksiyonların da bir araya getirilerek alanın günün
her saatinde canlılığının sağlanması.
Endüstiyel alanların yeni işlev ile yaşatılır duruma dönüştürülmesinde, daha çok sosyokültürel sürdürülebilirlik ön plandadır.
Bunun dışında ekonomik ve çevresel anlamda sürdürülebilirlikte söz konusudur.(Tablo1) Sürdürülebilirlik kavramı, ekoloji,
çevre, enerji ve malzeme gibi kavramlarla birlikte kullanılan, doğal kaynakları koruyan ve gelecek nesillere sağlıklı ve konforlu
bir yaşam sunmak için çalışan, çağımızın en önemli kavramlarından biridir. Sürdürülebilirliğin amaçlarından biri de sürekli
gelişimi sağlamak için eski binaların yeniden kullanılması ve iyileştirilmesidir (Bullen 2007). Bunun içinde kullanıcı gereksinim
ve isteklerinin dikkate alınması, negatif çevre etkilerinden kaçınılması, enerji tüketiminin minumuma indirilmesi büyük önem
taşımaktadır. Yapıların yeniden işlevlendirilmesinin, çevresel, ekonomik ve sosyal yararları bulunmaktadır.
Tablo 1. Yeniden İşlevlendirme Ve Sosyokültürel Sürdürülebilirlik Arasındaki İlişki Tablosu (Aydın ve Okuyucu 2009)
71
Kültürel anlamda bir birikimin gelecek kuşaklara aktarılması toplumsal sorumluluk ve ilerleme açısından önemlidir.
Endüstri yapılarının bakımsızlık, ihtiyacı karşılamama, bilinçsizlik ve koruma eksikliği nedeniyle kaybolmaları, kültürel
sürdürülebilirliğin tehdit altında olması anlamına gelmektedir.
Yeniden işlev vererek binanın yaşatılması sayesinde kültür varlığının eski değerinin canlandırılarak tarihin ortaya çıkarılması,
okunabilir, görülebilir ve algılanabilir hale gelmesi demektir. Geleneksel mekan değerlerinin onarılarak günümüzün
gereksinimlerine cevap verecek şekilde donatılması, yeni bir işlevle yaşamına devam etmesi, tarihi birikimin korunması ve
doğru yansıtılması, sosyal ve kültürel sürdürülebilirliğin etken bir faktörü olmaktadır (Arabacıoğlu ve Aydemir 2007)
Geçmiş ve gelecek, eski ve yeni arasında bir köprü olan kültür varlığı, kültürel sürekliliğin gerçekleşmesini sağlayan bir araç,
kültürel zenginliklerin gelecek kuşaklara aktarımı ise sürekliliğin amacı olarak tanımlanmaktadır (Tapan 2007). Endüstriyel
alanların dönüşümü ve sürdürülebilirliği, kentlerin yaşamı ve binaların yeni kullanımlara adaptasyonunda gösterilen başarı
ile ölçülebilmektedir (Kincaid 2002). Yeniden işlevlendirme başarılı olduğu zaman, endüstriyel alanlar yeni işleviyle yaşamını
devam ettirir. Böylece verilecek doğru işlev ile ekonomik, sosyokültürel ve çevresel anlamda sürdürülebilirlik sağlanmış olur.
İstanbul-Haliç Örneği
Haliç ilk çağlarda, o çağın ihtiyaçlarına göre çok geniş ve derin olmasından dolayı tam olarak liman işlevi görmemekte,
sadece verimli ve korunaklı bir bölge olarak kullanılmaktaydı. Ortaçağ’da ise Akdeniz ve Yakındoğu’nun önemli ve hareketli
bir ticari merkezi haline gelmiştir. Osmanlı dönemine gelindiğinde Haliç’in kuzey kıyısında Galata ve Hasköy arasında bulunan
denizcilik tesisleri, Osmanlı donanmasının ikbal, bakım ve yapım merkezi olmuştur. Bu dönemde liman, ticaret bölgesi, ticaret
ve savaş gemilerinin demirleme yeri olan Haliç, aynı zamanda, özellikle üst kesimlerinde, şehir halkının açık hava, yeşil alan
ihtiyacını da karşılayan bir bölge niteliğindeydi. Kağıthane deresinin uzantısında ve Alibeyköy deresi kıyılarında birçok köşk,
saray, yalı ve koru bulunmaktaydı. Kağıthane deresinde Sadabad eğlenceleri yapılmaktaydı. Kısacası Haliç’in aşağı bölümü
ticaret ve gemicilik merkezi, yukarı kesimleri ise sayfiye yeri olmuştu (Eyice2001).
Haliç’te köprülerin yapılması ve ahşap gemilerin yerini saç tekneli buharlı gemilerin alması ile birlikte bölgenin sayfiye
yeri görünümü değişmiş; kıyılarda fabrikalar, atölyeler ve küçük endüstriyel tesisler kurulmuştur. Şehircilik uzmanı olarak
İstanbul’a getirilen Henri Prost’un Kağıthane vadisini sanayi bölgesi olarak tavsiye etmesiyle birlikte Haliç’in geleceği tehlike
altına girmiştir. Çağın teknolojik gelişmelerine paralel olarak endüstrinin de gelişmesiyle, Haliç’te kurulan endüstriyel
tesisler, bölgenin ekolojik dengesini bozmuş, bu tehditleri ortadan kaldıracak hiçbir önlemin alınmamasıyla da Haliç’te yıkım
süreci başlamıştır (Eyice2001).
19.yüzyıl Endüstri Devrimi’nden sonra İstanbul’un endüstri merkezi olmasıyla birlikte Haliç bölgesinde endüstriyel tesislerin
sayısında artış olmuştur. Bu dönemde saray mensuplarının köşkleri, yalıları terk edilmiş, buralara fabrikalar, atölyeler
yapılmıştır. Prestijli konut alanları Haliç’ ten Beyoğlu, Boğaziçi ve Kadıköy’ e kaymıştır.
20.yüzyılın ikinci yarısına kadar Haliç yerleşiminin gelişimi hakkında dünyanın önemli şehircilik uzmanları bazı öneriler ve
planlar geliştirmişlerdir. Prost döneminde getirilen sanayi ile Haliç bölgesinde hızlanan plansız gelişmeyi önlemek amacıyla
1963 yılında çalışmalarına başlanan ve 1966 yılında uygulanan Sanayi Alanları Planı pek etkili olmamış, bu plansız gelişme
önlenememiştir (Us, Kariptaş vd. 2009). Haliç’te ortaya çıkan değişimin nedenleri, bir anlamda İstanbul’da yaşanan değişimle
paralel gitmektedir. Buna mevcut yapıların ömürlerini dolduruyor olması, nüfus artışı ve beraberinde gelen kaçak yapılaşma
ve ulaşım gibi sorunlar neden gösterilebilir.
Haliç yerleşiminde Planlı Kalkınma Dönemi 1966 yılında Büyük İstanbul Nazım Plan Bürosu’nun kurulmasıyla başlamıştır.
1980 yılında yapılan İstanbul Metropoliten Alan Nazım Planı ile Haliç’in Tarihi Yarımada, Galata-Beyoğlu bölgelerinde kültürel
yapının korunması üzerinde durulmuştur. 1985’te Haliç Çevre Düzeni Nazım İmar Planı yapılmış ve bu planda Haliç kıyılarındaki
kamusal yeşil alanlar ile ilgili önemli kararlar alınmıştır. 1990 yılında Prof. Dr. Gündüz Özdeş tarafından yapılan İstanbul
Tarihi Yarımada Koruma Nazım İmar Planı ile bölgenin tarihi, kültürel ve doğal mirasının korunarak gelişiminin sağlanması
amaçlanmıştır. Son olarak 1995 İstanbul Metropoliten Alan Alt Bölge Nazım Planı hazırlanmış ve bu plan ile Haliç Yerleşimi’nin
72
tarihi ve doğal yapısı, prestij alanları vb. pek çok konuda önemli kararlar alınmıştır. Ancak günümüzde bu plan geçerliliğini
kaybetmiş, 1980 İstanbul Metropoliten Alan Nazım Planı ve Haliç yerleşimi için alınan kararlar geçerli olmuştur (Us, Kariptaş
vd. 2009).
Haliç kıyılarında 1980’lerden sonra terk edilmeye başlanan endüstriyel tesislerin yerinde birçok tanımsız ve işlevsiz alanlar
ortaya çıkmıştır. Günümüzde bu tesislerin bir kısmı yıkılıp yok edilmekte ve yerine yeni yapılar inşa edilmekte, bir kısmı
terkedilmiş halde bulunmakta, diğer bir kısmı ise yeniden işlevlendirilmektedir. Sahip olduğu tarihsel kimlik ve gelişme
potansiyelinin bulunması nedeniyle bu bölgede birçok proje gerçekleşmektedir. Yapılan bu projeler Haliç’in tarihsel
sürekliliğinin sağlanması yönünden büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası, Feshane,
Lengerhane, Silahtarağa Elektrik Santrali, Sütlüce Mezbahası, Haliç Tersaneleri, Kasımpaşa Un Fabrikası, Unkapanı Değirmeni
gibi tesisler Haliç’te günümüze kadar ulaşan sanayi tesislerinden başlıcalarıdır. Bu sanayi tesislerinin bir kısmı yeniden
işlevlendirilerek kullanıma açılmış bir kısmı içinse uygulamaya geçilememiştir.
Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası-Kadir Has Üniversitesi
Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası’nın üniversite kampüsüne dönüşümü projesi, uygulaması tamamlanan projelerden biridir.
1884 yılında kurulmuş olan Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası Tekel Genel Müdürlüğü’ne bağlı Maltepe Sigara Fabrikası’nın ileri
üretim teknolojisi ile hizmete girmesi sonucunda işlevini yitirmiş, 1995 yılında tamamen boşaltılmış ve 1997 yılında eğitim
kurumu olarak değerlendirilmek üzere, yap-işlet-devret modeli ile Kadir Has Üniversitesi’ne verilmiştir. Kadir Has Üniversitesi
restore edilen bu endüstri yapısında 30 Ocak 2002 tarihinde resmi olarak eğitime başlamıştır.
Resim 1. Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası-Kadir Has Üniversitesi
http://rhm.org.tr/tr/p/goldenhorn_tobacco
http://www.kadirhasvakfi.org/tr/eserler-fotograflar.html
Feshane-Feshane Festival Sarayı
Osmanlı ordusunun fes ve kıyafet gereksinimlerini karşılamak amacıyla hizmet vermiş olan Feshane’nin dönüşümü
tamamlanan bir diğer projedir. En eski tekstil fabrikalarımızdan biri olan Feshane 1986 yılında Haliç Çevre Düzenleme
Çalışmaları kapsamında boşaltılmış fabrika büyük dokuma salonu dışında yıkılmıştır.1992 yılında bir süre çağdaş el sanatları
müzesi olarak kullanılan yapı su alarak kullanılamaz hale gelmiştir. 1998 yılında restorasyon çalışmalarına başlanmış, 2000
yılında çeşitli kültür ve eğlence etkinliklerinin düzenlendiği Feshane Festival Sarayı adıyla hizmete açılmıştır.


Resim 2. Feshane- Feshane Festival Sarayı
http://www.eyupsultan.gen.tr/v2/feshane.html
http://www.sehirler.net/resim-istanbul-resimleri-1-feshane-1813.htm
73
Lengerhane-Rahmi Koç Müzesi
Haliç bölgesindeki dönüşümü tamamlanan önemli endüstriyel yapılardan biri de Hasköy semtindeki Lengerhane’dir.
Lengerhane 1991 yılında Rahmi Koç Vakfı tarafından satın alınmış ve 1994 yılında dönüşümü tamamlanarak Rahmi Koç Sanayi
Müzesi olarak hizmete açılmıştır. 1996 yılında Lengerhane’nin karşısında atıl halde bulunan Hasköy Tersanesi de alınarak
restore edilmiş ve 2001 yılında sanayi müzesinin devamı olarak işlevlendirilmiştir. Böylece biri lenger yapımı diğeri gemi
yapımı için tasarlanmış olan iki endüstri yapısı bir sanayi müzesi olarak yeniden değerlendirilmiştir.


Resim 3. Lengerhane- Rahmi Koç Müzesi
http://www.rmk-museum.org.tr/yapi.htm
Silahtarağa Elektrik Fabrikası-Santral İstanbul
Haliç’teki dönüşüm projelerinden bir diğeri Kağıthane ve Alibeyköy derelerinin birleştiği noktada yer alan Silahtarağa Elektrik
Santrali’nin dönüşüm projesidir. Osmanlı Devleti’nin kent ölçekli ilk elektrik santrali olan Silahtarağa Elektrik Santrali 19141952 yılları arasında İstanbul’a elektrik sağlamıştır. Yıllar içerisinde üretim kapasitesi azalan santralde 1983 yılında elektrik
üretimine son verilmiştir. Boşaltılan tesis 20 yıl boyunca atıl durumda kalmış 2004 yılında Bilgi Üniversitesi’ne tahsis
edilmiştir. Santral İstanbul adıyla kültür, sanat ve eğitim amaçlı olarak yeniden işlevlendirilen kompleks 2007 yılından beri
ulusal ve uluslararası etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır.


Resim 4. Silahtarağa Elektrik Fabrikası- Santralİstanbul
http://www.santralistanbul.org/pages/index/about/tr
74
Sütlüce Mezbahası-Sütlüce Kültür ve Sanat Merkezi
Bir diğer dönüşüm projesi ise Sütlüce Kültür ve Sanat Merkezi projesidir. Sütlüce Mezbahası’nın bulunduğu alan içindeki
mezbahalar yıkılmış, yerine aynı yapısal karakterde başka bir kompleks inşa edilmiştir. Merkez 1923 yılında inşa edilen Sütlüce
Mezbahası’nın arazisinde yer almaktadır. Mezbaha 1998 yılında tamamen yıkılmış ve yerine Sütlüce Kültür ve Sanat Merkezi
yapılmıştır.
Resim 5. Sütlüce Mezbahası-Sütlüce Kültür ve Sanat Merkezi
http://www.medyakronik.com/news/sutluce-kultur-merkezi-bitti-mi-1181.html
http://en.habervesaire.com/haber/1314/
Kasımpaşa Tuz Ambarı-Reklam Ajansı
Kasımpaşa Un Fabrikasının yanında bulunan ambarlardan biri olan tuz ambarı, günümüzde reklam ajansına dönüştürülmüştür.
Şişhane’den Kasımpaşa’ya doğru inince sağda Kasımpaşa Havuzbaşı Değirmen Sokak’ta bulunan Kasımpaşa Tuz Ambarı
Kasımpaşa Değirmeni’nin ambarlarından birisidir. Tek katlı olan bu bina uzun bir süre Plytas Un Fabrikası olarak bilinen
değirmenin buğday ambarı olarak kullanılmış, daha sonraki yıllarda bina tuz ambarı olarak işlevini sürdürmüştür. Endüstri
mirası kapsamındaki Tuz Ambarı yapısı 1980’li yıllardan itibaren kullanılmamıştır. 2008 yılında restorasyonu gerçekleştirilen
yapı, Haliç bölgesinde ilk defa kültür merkezi, müze ve üniversite işlevi haricinde bir dönüşüm geçirmiştir.


Resim 6. Tuzambarı-Reklam Ajansı
http://v3.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=52749
Dönüşümü gerçekleşen bu projeler haricinde hala işlevlendirilmeyi bekleyen endüstri tesisleri bulunmaktadır. Kasımpaşa
Un Fabrikası bu örneklerden birisidir. Ayrıca Kasımpaşa Tersanesi de zamanla eski işlevini kaybetmiştir ve yeniden
işlevlendirilmesi gerekmektedir. Dönüşüm projesi hazırlanan Unkapanı Değirmeni ise oldukça kötü durumdadır ancak henüz
uygulamaya geçilmemiştir.
  
75
Resim 7. İşlevlendirilmemiş Endüstri Tesisleri- Kasımpaşa Tersanesi, Kasımpaşa Un Fabrikası, Unkapanı Değirmeni
http://www.ailevadisi.net/ailevadisi-ogrenci-yardim/304214-halic-ve-tarihcesi.html
http://kulturelmiras.blogspot.com/2012/02/istanbulda-unutulmus-bir-endustri-yaps.html
http://wowturkey.com/t.php?p=/tr79/MeReK_UN.jpg&sid=6942cac5ab6bb9900fa1f2ed97062793
Sonuçlar
Endüstri mirası konusunda yazılı kaynakların yeterli olmaması, arşivlerde gün ışığına çıkarılmamış belgelerin varlığı ve
endüstri arkeolojisi disiplininin yerleşmemiş olması, yapıların varlığına daha fazla önem katmaktadır. Bu konuda en fazla
bilgiyi yapıların bizzat kendisi verecektir. Bu nedenle endüstri mirası kapsamına giren tüm yapıların hem mimari hem de
teknolojik süreçle bağlantılı her türlü verisinin korunması zorunludur.
Endüstri kapsamındaki yapıların yeniden değerlendirilmesi sırasında yapılacak tüm uygulamalarda asıl amaç endüstri
tesislerinin kendilerine özgü niteliklerini korumak olmalıdır. Başarılı bir uygulama ve yapılan bu uygulamanın işlevini
sürdürerek hayatta kalabilmesi için güç birliği olmalıdır. Bu nedenle halkın, üniversitelerin, yetkili yerel ve merkezi
kurumların, ilgili kişi ve kuruluşların ortak çalışması sağlanmalıdır. Bu gibi çalışmaların ülkemizde endüstri mirası kavramının
anlaşılması, endüstri yapılarına bakış açısının değişmesi ve değerlendirme kapsamına alınması yönünde olumlu bir adım
olacağı düşünülmektedir.
Endüstri mirası kavramının tüm dünyada yaygınlaşması ve değerinin anlaşılması için doğru şekilde yapılmış yeniden
işlevlendirme örnekleri çoğalmalıdır. Bu şekilde endüstri alanlarının ve yapılarının korunması, rehabilitasyonu ve uygulamaları,
özgün nitelikleri ile karakteristiklerinin olduğu kadar, gizlenmiş anlamlarının ve belleklerinin de ortaya çıkarılması ve sonunda
kimliklerinin yeni bir anlayışla yeniden yorumlanması başarılabilir.
Haliç bölgesi gerek coğrafi konumu gerekse sahip olduğu tarihi ve endüstriyel mirası itibariyle Türkiye’de turizm potansiyeline
sahip önemli bölgelerden biridir. 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde Haliç’te endüstriyel tesislerin denetimsiz biçimde artışı ile
birlikte bölgenin geleneksel yapısı büyük ölçüde değişmiştir. Haliç bölgesinde işlevini yitirmiş endüstriyel alanların kentsel
hayata kazandırılması amacıyla son yıllarda birçok dönüşüm projesi gerçekleştirilmiştir ve bir kısmı da gerçekleştirilmeye
devam etmektedir. Ancak bu dönüşüm projeleri noktasal restorasyon projeleri şeklinde gelişmekte bütüncül yaklaşım
stratejisi doğrultusunda ele alınmamaktadır. Haliç’in dönüşümü ile sosyal ve kültürel yapı canlanacak, bölge turizm yönünden
cazip bir merkez haline gelecek, endüstriyel yapılar korunarak ve yenilenerek bölgenin kültürel mirası günümüze taşınacaktır.
Bu amacın başarıya ulaşabilmesi için bölgenin dönüşümü kentsel ölçekte bütüncül bir yaklaşımda ele alınmalıdır.
76
Kaynaklar
1. Arabacıoğlu, F.P., Aydemir, I., 2007, ”Tarihi Çevrelerde Yeniden Değerlendirme Kavramı” Megaron, YTÜ Mim,Fak. Dergisi,
Cilt 2, Sayı 4, 204-212.
2. Aydın, D., Okuyucu, E., 2009, “Yeniden Kullanıma Adaptasyon ve Sosyokültürel Sürdürülebilirlik Bağlamında
Afyonkarahisar Millet Hamamın Değerlendirilmesi” Megaron YTÜ Mim. Fak. Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, 35-44.
3. Bullen, P.A.,2007, “Adaptive Reuse and Sustainability of Commercial Buildings”, Facilities, Vol.25, 20-31.
4. Eyice, S., 2001, “Haliç ve Tarihçesi”, Haliç 2001 Sempozyumu, İSKİ, s 104-130
5. Kariptaş Seçer, F., 2009, “Protection And Re-Evaluation Of Industrial Heritage”, V.International Sinan Symposıum
“Design Language ın Hıstorical Areas”, Trakya Üniversitesi,Edirne.
6. http://kulturelmiras.blogspot.com/2012/02/istanbulda-unutulmus-bir-endustri-yaps.html
7. http://rhm.org.tr/tr/p/goldenhorn_tobacco
8. http://v3.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=52749
9. http://www.kadirhasvakfi.org/tr/eserler-fotograflar.html
10. http://www.eyupsultan.gen.tr/v2/feshane.html
11. http://www.sehirler.net/resim-istanbul-resimleri-1-feshane-1813.htm
12. http://www.rmk-museum.org.tr/yapi.htm
13. http://www.santralistanbul.org/pages/index/about/tr
14. http://www.medyakronik.com/news/sutluce-kultur-merkezi-bitti-mi-1181.html
15. http://en.habervesaire.com/haber/1314/
16. http://www.ailevadisi.net/ailevadisi-ogrenci-yardim/304214-halic-ve-tarihcesi.html
17. http://wowturkey.com/t.php?p=/tr79/MeReK_UN.jpg&sid=6942cac5ab6bb9900fa1f2ed97062793
18. Kariptaş Seçer, F., Altuncu, D., 2009, “Re-Evaluation Of Industrial Buildings Within The Scope Of Industrial Archeology Under
Present-Day Conditions ” LIVENARCH IV “(RE/DE) Construction in Architecture”, Karadeniz Teknik Üniversitesi,Trabzon.
19. Kıraç, A. B., 2001, Türkiye’deki Tarihi Sanayi Yapılarının Günümüz Koşullarına Göre Yeniden Değerlendirilmeleri
Konusunda Bir Yöntem Araştırması, Doktora Tezi, Mimar Sinan Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
20. Kincaid, D., 2002, “Adapting Building for Changing Use Guidelines for Change of Use Refurbishment” Taylor&Francis
Group, London.
21. Oral, A.H., 2006, İşlevini Yitirmiş Endüstriyel Alanların Dönüşümü İçin Bütüncül Yaklaşım: Haliç Yerleşim Örneği, Gebze
Yüksek Teknoloji Enstitüsü Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
22. Özden P P, 2002, Yasal ve Yönetsel Çerçevesiyle Şehir Yenileme Planlaması ve Uygulaması: Türkiye Örneği, Doktora Tezi,
İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
23. Tapan M., 2007, “Soru ve Cevaplarla Koruma”, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yayını.
24. Us, F., Kariptaş Seçer, F., Yararel, B., 2009,“Transformation Of Haliç And Re-Institution Of Buildings As A University”,
LIVENARCH IV “(RE/DE) Construction in Architecture”, Karadeniz Teknik Üniversitesi,Trabzon.
77
DEMİRYOLLARI ARAZİLERİ ÜZERİNDE KENTSEL DÖNÜŞÜM
TEHDİDİ; KAYSERİ ÖRNEĞİ
Füsun KOCATÜRK
Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
Ceyhan YÜCEL
Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Giriş
Kentsel dönüşüm nüfus artışı ve göçlerle kentlerin hızla büyümesi sonucu ortaya çıkan mekânsal, toplumsal ve ekonomik
sorunların çözümünde sıkça gündeme gelen bir kavramdır. Dönüşüm projelerinin hem yeni düzenlemelerle fiziksel ve
mekansal eksiklikleri ve bozulmaları gidermesi hem de ekonomik gelişmeyi sağlaması beklenmektedir. Ancak kavramın
tartışmalı olduğu, ülkemizde bu kavramın kullanımının Dünyadaki tanımlamalarla tam olarak örtüşmediği görülmektedir.
Kentsel dönüşüm, kentsel sorunlara çözüm üretmek amacıyla, değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve
çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamaya çalışan kapsamlı bir vizyon ve eylem olarak ifade edilmektedir (Thomas,
2003). Bu kavramda bölgenin sorun ve potansiyellerine göre ve tüm aktörlerin katılımı ile yalnızca ekonomik değil sosyal
politikaların da öne çıkarıldığı, merkeziyetçi olmayan müdahale biçimlerine vurgu yapılır. Batıda, daha geniş bir bakış açısı ile
kentsel tasarım ve koruma disiplinleri içine giren her türlü yenileme (urban renewal), sağlıklaştırma (rehabilitation), koruma
ve soylulaştırma (conservation ve gentrification), yeniden canlandırma (revitalization), yeniden imar etme (redevelopment),
geliştirme (improvement), temizleme (clearance) gibi yaklaşımlarla ele alınan kentsel dönüşüm kavramı, Ülkemizde daha dar
bir bakış açısı ile ele alınmakta ve geniş çaplı yenilemeler üzerine temellendirilmektedir. Kentsel dönüşümün amacı, fiziksel
çöküşü durdurmak ve tarihi dokunun sürdürülebilirliğini sağlamak, ekonomik yaşamı canlandırmak, mimarlık ve kentsel
yaşam kalitesini arttırmak ve kültüre dayalı dinamikleri harekete geçirmek, proje sürecine her ölçekte ilgili aktörlerin katılımı
sağlamak olarak sıralanmaktadır (Polat, Dostoğlu, 2007).
Neoliberal yapılanmanın, 1980 sonrasında kentlerin sermaye birikiminin aracı olan bir meta olarak görüldüğü bir kentleşme
süreci ortaya çıkardığı görülmektedir (Doğan, 2007). Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan itibaren rant odaklı kentsel
projelerin yaygınlık kazandığı, kentsel arazinin yeni bir pazarlama aracı olarak kentsel dönüşüm projelerinin kullanılmaya
başlandığı görülmektedir. Bu süreci farklı kılan, devletin düzenleyici rolünün yeniden tanımlanmasıdır (Penpecioğlu, 2011).
Mevzuatta yaşanan değişimler, planlama sürecinde yetki dağılımı, kurumsal yapılanmadaki düzenlemelerle bu değişim
izlenebilmektedir (yeni yasalar, kanun gücünde kararnameler, yönetmelikler, TOKİ uygulamaları, kamu arazilerinin özel
sektöre satılması, kentsel planlama yetkilerinin merkezi yönetime devredilmesi gibi). Kentsel dönüşüm kavramı, metalaşan
kent topraklarının yeniden değerlendirilip işlevlendirilmesi amacı (Görgülü, 2009) taşımakta, yaklaşım ‘Dünya Kenti’, ‘Marka
Kent’, ‘Yarışan Kent’ söylemleri ile yüceleştirilmeye çalışılmaktadır. Yerel yönetimlerin de bu süreçte piyasaya yöneldikleri,
kenti bir pazar yeri, kendilerini de işletmeci olarak gördükleri, planlama yetkilerinin de desteği ile bu ideolojik söylemin
güçlendirildiği izlenmektedir. Dünyadaki uygulamaların tersine kentsel dönüşüm yaklaşımlarının parçacıl planlama anlayışı
ile ele alındığı, bütüncül politika ve stratejilerden uzak olunduğu görülmektedir. ‘Yeni pazar alanına’ sermayeyi çekebilmek
için her türlü doğal, tarihsel, kültürel ve toplumsal değer feda edilebilmektedir.
Planlama gündemine bir yandan stratejik mekansal planlama anlayışı getirilirken, diğer yandan kentsel projelerin planlama
hiyerarşini de aşarak öne çıkarıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Geçmişin ‘plansızlık’ sorunu, yerini kısmi planlara ve özel
proje alanlarına bırakmış görünmektedir. Yalnızca yerel yönetimler değil, merkezi yönetim de son yasal düzenlemelerden
aldıkları güçle planlama yetkisini kullanarak değişim sürecinde etkin rol oynamaktadır. Bu dönemin planlama ideolojisi
parçacıl, ranta dayalı projeler üretmek anlamı taşımakta, planlama pazar mekanizmasının aracı haline gelmektedir. ‘Kentsel
dönüşüm‘ projeleri, kamu arazilerinin özelleştirilmesi ya da özel sektörün kullanımına açılmasının yasal belgeleri durumuna
79
indirgenmiş, çoğu kez plan bütününe aykırı uygulamalar yapılmıştır. Bu anlayışın planlama/koruma/tasarım kapsamında
çeşitli sorunlara yol açması kaçınılmazdır.
Sözü edilen anlayış içerisinde kentsel alanlarda dönüşüm uygulamaları, mülk sahiplerinin bir modele göre bireysel kararları
ile şekillenebilmekte ya da yerel/merkezi yönetim tarafından yönlendirilen dönüşüm projeleri yolu ile olmaktadır (yaşam
koşullarını iyileştirmek amacı ile yıkılıp yenilenme ya da mevcut dokuyu tamamen değiştirmeye yönelik planlamalar). Bu
politikaların merkezi organlarca da benimsendiği ve destekleyici düzenlemelerin ortaya konulduğu görülmektedir. 5393 Sayılı
Belediye Kanunu’nun 73. Maddesinde yapılan değişiklik, Büyükşehir Belediyelerinin, sınırları içerisinde istedikleri herhangi bir
alanı “kentsel dönüşüm alanı” olarak ilan edilebilmesinin ve kentsel dönüşüm alanlarının üst ölçekli mekansal planlamalardan
ve diğer imar planlarından bağımsız olarak ve ayrıcalıklı imar hakları ile donatılarak yapılaşabilmesinin önünü açmaktadır.
Kayseri demiryolu arazisinde kentsel dönüşüm çalışmaları
“Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile TCDD Genel Müdürlüğü arasında 29.07.2005 tarihinde imzalanan protokolle Kayseri
Gar’da bulunan mevcut TCDD taşınmazlarının kentsel dönüşüm adı altında yeniden değerlendirilmesine karar verilmiştir.
Proje ile Kayseri şehir merkezinden geçmekte olan 25 km’lik demiryolu hattının Kayseri Kuzey Çevre Yolu paraleline, mevcut
yük, yol, cer ve tesisler birimlerine ait işyerlerinin Boğazköprü’ye (yaklaşık 150 ha), yolcu garının ise Erkilet kavşağı mevkiine
(yaklaşık 10 ha) nakledilmesi hedeflenmiştir. Demiryolunun boşalttığı alanlar imar planları yapılmak suretiyle yeni rant alanları
olarak değerlendirilecektir.” (Selahattin Nasiboğlu vd., 2008). Bu karar üzerine Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası’nın
(BTS) Kayseri İdare Mahkemesi’ne açmış olduğu davada, tren yolunun kent içi trafiği ve yükleme-boşaltma faaliyetlerini
olumsuz etkilemesi, mevcut gar binasının yetersizliği, yük garı ile yükleme boşaltma tesislerinin organize sanayi bölgesine
yapılması halinde kuruluş gelirlerinin artacak olması gerekçe gösterilmiştir (Selahattin Nasiboğlu vd., 2008). Mahkemenin
BTS’nın iptal talebini uygun görmesine karşın, çeşitli gerekçelerle dönüşüm süreci devam etmiştir.
Yapımından yaklaşık 80 yıl sonra Kayseri demiryolu hattı, kent içinde kalması, kenti mekansal olarak parçalaması ve hızlı tren
yolu yapımı gerekçeleri ile kaldırılmak istenmektedir. Projenin destekleyicisi olarak Büyükşehir Belediyesi, DDY ile bu konuda
yaptığı protokol ile (03.02.2010), çevre yol paralelinde oluşturulacak yeni demiryolu hattının yapımının ardından mevcut
demiryolu hattının kaldırılmasını kararlaştırmış bulunmaktadır.
Protokol imza töreninde bir konuşma yapan TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman “27 Nisan 2005 tarihinde Resmi Gazete’de
Yayınlanan 5335 sayılı yasa ile Demiryollarımızın sahip olduğu taşınmazların en uygun şekilde değerlendirilmesine imkân
verilmiştir. Bu Demiryolu tarihinde gerçekten bir devrimdir. Bu yasaya göre demiryollarımız hem atıl durumdaki taşınmazlarını
değerlendirecek, hem de buradan elde edilen kaynakla yeni demiryolu hatları yapacak ve mevcut sistemini iyileştirecektir.”
diyerek, gerçekte kent içindeki değerlenmiş arsaların yeni kaynak oluşturmasının amaçlandığını belirtmektedir (TCDD, www.
tcdd.gov.tr/home/detail?id=536, Alıntı tarihi: 05.03.2012). Büyükşehir Belediye Başkanı ise bu proje ile şehrin imar yönünden
önünün açılacağını, Kayseri Valisi yapılan Kayseri Kuzey Varyantı Demiryolu Projesi çalışmalarının hızlı tren projesinin
altyapısına uygun olarak yapıldığını ifade etmiştir (http://www.sondakika.com/haber-kayseri-kuzey-varyanti-demiryoluprojesi-gorsel/, 22 Mart 2010, Kayseri Kuzey Varyantı Demiryolu Görsel Brifing Toplantısı, alıntı tarihi: 05.03.2012).
Bu proje kapsamında, Kayseri Boğazköy’de bir de yaklaşık 100 ha’lık alan üzerinde bir lojistik köy kurulması ve 23 km.
uzunluğundaki kuzey demiryolu hattı ile eş zamanlı olarak faaliyete geçirilmesi planlanmıştır. (http://www.demiryolu.net/
yurtici-demiryolu-haberleri/122-kayseri-lojistik-koyu-acilmasi.html, 23.11.2010, alıntı tarihi: 05.03.2012).
Kocasinan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, hattın taşınması işinin 65 milyon lira karşılığı ihale edildiğini, 35 milyon
kamulaştırma bedeli ile maliyetin 100 milyon lirayı aşacağını, 300 işgünü içinde güzergah, istasyon, depo, hangar ve
köprülerin tamamlanacağını açıklamıştır. Açıklamasında, mevcut demiryolu güzergahının, hat taşındıktan sonra yeşil alan
olarak kalacağını, 21 kilometre uzunluğundaki demiryolu hattının 20 kilometresinin 20 metrelik şerit halinde olduğunu, bu
şeritin, şimdilik yeşil alan olarak kalacağını, geriye kalan 1 kilometrelik kısmın ise istasyon alanı olduğunu ve TCDD tarafından
değerlendirileceğini; sonraki yıllarda, kent içinde yapılacak kanal projesi hayata geçirildiğinde, mevcut demiryolu güzergahının
önemli bir kısmının kullanılacağını, kent merkezinden dolaştırılması planlanan su kanalının hem demiryolu hattını hem de
Sarımsaklı suyu güzergahını takip edeceğini açıklamıştır. Yıldız, yaptığı açıklamalarda Kocasinan Bölgesi içerisinde büyük
80
bir arazisi olan istasyon alanının raylarının sökülerek temizlenmesi ile imara açılmasının sağlanacağını belirtmiş; Büyükşehir
Belediye Başkanı Özhaseki de, hayallerinden birinin kent merkezinden Venedik’te olduğu gibi su kanalları geçirmek olduğunu,
bunun için proje çalışmalarını başlattıklarını açıklamıştır (Yapı Endüstri Merkezi, http://www.yapı.com.tr/Haberler/kayserivenedik-gibi-olacak_74421.html, 17.11.2009; alıntı tarihi: 05.03.2012).
Yine, 2009 yılında yapımına başlanan demiryolunun 2011’de tamamlanacağı, TCDD ile Kayseri Büyükşehir Belediyesi arasında
hazırlanan protokolle Boğazköprü lojistik köyünün yapılacağı, istasyon binası, depo gibi birimlerin belediye tarafından
inşa edileceği ve demiryolu arazilerinin Belediyenin tasarrufuna geçeceği açıklanmıştır. Büyükşehir Belediye Başkanı,
demiryolunun kentin kuzeye doğru gelişmesini önlediğini, bu projenin hayata geçirilmesiyle kentin bölünmüşlüğünün ortadan
kalkacağını, görüntü ve gürültü kirliliğinin giderileceğini, hat boyunca oluşan 20 metrelik genişlikteki alanda açık dinlenme ve
eğlence mekanlarının kurulacağını belirterek, bundan böyle şehrin Kocasinan kesiminde de ticarethanelerin ve işyerlerinin
açılacağını savunmuştur (http://www.persemberotasi.com/2010/11/kayser-2011-lojistik-koye-kavusuyor/, 22.11.2010, alıntı
tarihi:05.03.2012). Tren yolunda rayların döşendiği ve istasyon binasının ihale edildiği, koruma altındaki mevcut tren garının
sembolik olarak Büyükşehir Belediyesi Başkanlık makamı veya müze olarak olarak kullanılmasının düşünüldüğü, tescilli olan
binaların korunacağı, diğerlerinin ise yıkılacağı açıklanmıştır. Bu açıklamadan rayların tamamen döşendiği, istasyon ve yol
yapımının ihale edildiği ve gelecek yıl tamamlandığında mevcut tren yolunun kaldırılacağı da anlaşılmaktadır (http://www.
haberler.com/gar-binasi-baskanlik-makami-ya-da-muze-olarak-2860537-haberi/, 11.07.2011, alıntı tarihi: 05.03.2012).
Demiryolu tarihçesi
Cumhuriyet yönetiminin sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak üzere benimsediği sanayileşme ve modernleşme ideolojisinin
önemli unsurlarından biri de demiryollarının yapımıdır. Demiryolları, devletleştirilmelerinin ardından Anadolu-Bağdat
Demiryolları Müdüriyeti Umumiyesi adı altında Nafia Vekaletine (Bayındırlık Bakanlığı) bağlanmıştır. Cumhuriyet öncesi
yabancı şirketler tarafından işletilen hatlar, 1928–1948 yılları arasında satın alınarak millileştirilmiştir (Değişim Sürecinde
Kamu hizmeti ve Demiryolu Uygulamaları Sempozyumu-2003, Makine Mühendisleri Odası, 2003, Ankara).
Cumhuriyetin ilk yıllarında, yerli sanayinin geliştirilmesi amaçlanmakta, çağdaşlaşma ve kalkınma araçları olarak
demiryolları önemsenmektedir. Bu kapsamda demiryolu yapımı tüm olumsuzluklara karşın yürütülmüştür. Demiryolu ağı,
ulusal ekonominin yaratılmasında, potansiyel üretim merkezlerine ve doğal kaynaklara, üretim-tüketim merkezleri arasında,
ekonomik gelişmeyi yaygınlaştırmak amacıyla az gelişmiş bölgelere ve ulusal güvenlik gerekçeleriyle ülke yüzeyinde
yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Mevcut demiryolu ağının batı bölgelerinde yoğunlaşması ve üretim-tüketim merkezleri
erişiminin Anadolu’da dengeli olarak sağlanması amacıyla yapılan ana hatlardan biri de Ankara-Kayseri-Sivas demiryolu
hattıdır. Karayolu sisteminin de bu dönemde demiryollarını besleyecek şekilde tasarlandığı görülmektedir.
Kayseri, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren önemli sanayi tesislerinin kurulması ile ülke kalkınmasında önemli yer oynamıştır
İlk olarak 6 Ekim 1926’da Kayseri Tayyare Fabrikası’nın ilk bölümü açılmış; ardından 24.4.1927 tarihinde demiryolu hattı ve
tren garı tamamlanarak 29 mayıs 1927’de işletmeye açılmış (Şekil 1, Şekil 2), bunu 16 Eylül 1935 tarihinde açılan Sümerbank
Pamuklu Mensucat Fabrikası’nın açılışı izlemiştir. Demiryolu hattı doğu-batı yönünde uzanmakta ve kente kuzey yönden
adeta bir sınır oluşturmaktadır. Sümerbank Mensucat Fabrikası’nın demiryolunun kuzeyinde yapılması ile kentin kuzey yönde
gelişiminin önü açılmıştır (Kocatürk, F., 2010). Gar binasına yakın çevrede oluşan mahalleler, caddeler ve kübik binalar kentin
modernleşmenin ve planlı gelişmesinin tanıklığını yaparlar. Demiryolu kentin geleneksel gelişim aksı güney ve doğudan,
kuzeye ve batıya doğru gelişir. Tren yolunun kuzeyi zaman içinde konut alanları olarak gelişecektir.
Gar Binası-tesisler ve Koruma Süreci
Kayseri demiryolu istasyon tesisi 1927 yılında kullanıma açılmıştır. Ana İstasyon Binası ile birlikte, İşletme Şefliği Binası,
Ambar Binası, Lokomotif Bakım Atölyesi, Su Depoları, Revizörlük Binaları, İşçi Barakaları, Şehit Nazım İlkokulu ve İstasyon
Lojmanları, İstasyon kompleksini oluşturmaktadır. Bu tesisin korunması adına ilk çalışmalar 2001 yılında 5 adet lojmanın
tescili ile başlamış, daha sonra 2006 yılında İstasyon Binası tescillenmiştir. Kompleks içinde yer alan diğer yapıların tescili ise
2006 ve 2007 yıllarında yapılmıştır (Şekil 3).
81
Kompleks içerisinde yer alan yapıların çoğunluğu tescil edilmiş olmalarına rağmen, İstasyon Tesislerinin bütününe yönelik
alansal bir koruma statüsü oluşturulmamıştır. Bu durum, alanın bütünlüğünün korunmasına yönelik kaygıları artırmaktadır.
Ayrıca, kompleks içerisinde yer alan bazı yapıların tescil dışında tutulması da İstasyon tesisi içerisinde yapılacak yeni
yapılaşmalar için çekici bir etken olmaktadır. Nitekim, tescil kararları öncesinde alan içerisinde yapılmış olan yeni bir mobilya
mağazası binası alanın bütünlüğünü ciddi ölçüde zedelemiştir (Resim 4, 5).
Kentsel Dönüşüm Yaklaşımı
Ülkemizde son yıllarda kentsel dönüşüm adı altında yapılan uygulamalar ve mevzuatta oluşan değişimler birlikte
incelendiğinde, planlama disiplininin gerektirdiği şehircilik ilkeleri, plan bütünlüğü, kamu yararı gibi kavramlardan
uzaklaşıldığı, kentsel rantın artırılarak yeniden paylaşımının örgütlendiği görülmektedir. Taşınmaz Mallar Dairesi’nin
kurulması ile başlayan süreçte TCDD bünyesinde de bu anlayışın yerleşmiş olduğu görülmektedir. 2005 yılında yürürlüğe
giren 5335 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile taşınmazların satış
ve devrine ilişkin konularda TCDD Yönetim Kurulu yetkilendirilmiştir. Böylelikle, demiryolu arazileri ile ilgili kararlar, plan
gerekleri dikkate alınmadan alınabilecek duruma gelmiştir.
Yerel yönetimlerle kurulan ilişkilerle Samsun, Kayseri, Adapazarı ve Balıkesir başta olmak üzere kentsel dönüşüm projeleri
kapsamında Belediyelerle işbirliğine gidilerek yük merkezlerinin kent dışına çıkartılarak, buradan boşalacak alanların sosyal
amaçlı cazibe merkezleri haline getirilmesine yönelik çalışmalar yapıldığı görülmektedir. Kentsel dönüşüm projelerinin
altyapısını oluşturacak 22 il bazındaki imar plan çalışmalarından 6 ilin (Kayseri, Kütahya, Gaziantep, Amasya, Sivas ve
Kahramanmaraş) planları onaylanmış olup geriye kalan 16 ilin plan çalışmaları yerel yönetimlerle birlikte yürütülmektedir
(Nasiboğlu, S. 2008).
Kayseri’deki belediyeler de bu gelişmelerden son derece memnun bir şekilde sürece katılmaktadırlar. Merkezi yönetimyerel yönetim işbirliğinde bir yandan kentsel rant artışları sağlanmakta, bir yandan ütopik projeler hayata geçirilmeye
çalışılmaktadır. Yapılmakta olan projelerde kaldırılacak demiryolu hattının su kanalları yapılmak üzere değerlendirileceğinden
söz edilmektedir. Bu yaklaşımın ifadesi olarak belediye başkanlarınca yapılan açıklamalarda, “Kayseri’yi Venedik şehrine
benzetmek”, “Kızılırmak’ın sularını kent merkezinden dolaştırmak” gibi söylemlerde bulunulmaktadır. Yine Belediyelerle
ile yapılan görüşmelerde, demiryolu hattı üzerindeki kentsel dönüşüm proje önerilerinin hazırlanmakta olduğu, projelere
ilişkin fizibilite raporlarının hazırlanmasından sonra uygulamaya geçilebileceği yönünde bilgiler alınmıştır. Kayseri’de kent içi
demiryolu ağının kent dışına çıkarılmasının gerekli olup olmadığı yönünde herhangi bir tartışma yapılmadan ve kamuoyu ve
akademik ortamda bu konu kent gündemine getirilmemişken bu şekilde ortaya atılan proje önerilerinin ve anılan söylemlerin
kente getireceği kazanımlar/kayıplar konularının öncelikle gündeme taşınması gerekmektedir.
Kayseri demiryolu arazisi üzerindeki dönüşüm çalışmasının endüstri mirası yönünden ele alınması gerekli görülmektedir.
Ülkemizde 20 yüzyıl öncesi mimari ve kentsel ürünler üzerinde koruma anlayışı gelişmiş olmakla birlikte, yakın dönem
ürünleri için aynı özen gösterilmemektedir. Bu konuda mevzuatta da yetersizlikler olduğu gibi, akademik çevrelerde de
net olarak bir çerçeve belirlenebilmiş değildir. Bu kapsamda demiryolları ve çevresindeki tesislerin birer endüstri mirası
olduğu çoğu kez düşünülmemekte; Kayseri örneğinde olduğu gibi kimi zamanlar kentli hafızasında da önemli bir yer tutan bu
alanların mimari, tarihi ve teknolojik miras olarak koruma altına alınması gerektiği göz ardı edilmektedir. Bu yapıların özgün
kimlikleri ile uygun bir işlevle korunmaları ve gelecek kuşaklara aktarılması beklenir.
Değerlendirme: Kentsel dönüşüm projeleri, kentin ekonomik, sosyal, fiziksel yapısını değiştiren, kent makroformunu
etkileyen üst düzey kararlar içermektedir. Öte yandan zaman içindeki değişimler ve barındırdıkları unsurlarla bunlar
aynı zamanda kentsel tasarım projeleri olarak da ele alınmalıdır. Kayseri demiryolu arazisi kentsel dönüşüm projesi bu
yaklaşımlarla değerlendirildiğinde aşağıdaki kaygılar ortaya çıkmaktadır:
Kayseri demiryolu hattı, batı-doğu aksı boyunca, kentin lineer gelişimini destekleyecek şekilde uzanmaktadır.
Büyükşehir Belediyesinin hinterlandı genişletildikten sonra, lineer gelişimin yerini kompakt bir kent görünümü alsa da, kentin
ana işlevlerinin (sanayi, konut, kamu alanları ve konut dışı çalışma alanları) 1970’lerden itibaren bu hat üzerinde yer aldığı
görülmektedir. İstasyon binasının konumunun kent merkezine yürüme mesafesi içinde olması, MİA komşuluğunda bulunması,
82
yakın çevrenin arazi değerlerinin hızla yükselmiş olması, bu alanı cazip kılmaktadır. Kayseri çevre düzeni, nazım ve uygulama
imar planlarında kentsel dönüşüm projesine yönelik her hangi bir karar üretilmediği ya da tadilat yapılmadığı görülmektedir
(Şekil 4). Bu durumda kentsel dönüşüm projesinin plan bütünlüğü dikkate alınmadan parçacıl bir uygulama olarak ele alınacağı
açıktır. Bu tür müdahalelerin planlama disiplininin temel ilkeleri göz ardı edilerek ve mevzuattaki yönetim organlarına verilen
yetkiler çerçevesinde yapılacağı anlaşılmaktadır. Planlama hiyerarşisi bu durumda dikkate alınmamış olacaktır.
Planla oluşan değişiklik sonucu elde edilen kamu yararı nedir ya da kamu arazisinde oluşan ranttan hangi kesim
faydalanacaktır? Açıklamalarda bir yandan şimdilik 20 km’lik tren hattının yeşillendirilmesi ve kente kanallarla su yolları
yapılması düşünüldüğü belirtilirken, diğer yandan (muhtemelen) kalan 1 km’lik alanın imara açılacağından söz edilmektedir.
Bu yaklaşımla kamu arazisinin yine spekülatif amaçlarla kullanımının önünün açılacağını, planlamanın temel ilkelerinden olan
kamu yararı ilkesinin göz ardı edileceğini tahmin etmek güç olmayacaktır.
Hızlı tren yapımı için gerekli altyapının mevcut hatta yapılamayacağına ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Belli
ki, merkezi yönetim organı rant değeri yüksek demiryolu arazilerini elden çıkarmak, elde edeceği değeri yeni hatların
yapımında kullanmak istemektedir. Yerel yönetimler de arazinin getirdiği rantı yeni imar hakları getirerek paylaşacaktır.
Oysa, Erken Cumhuriyet dönemine ilişkin yapıların bulunduğu, döneminin kalkınma ve modernleşme anlayışının belgesi
niteliğindeki alanın bütüncül olarak korunması, müze olmaktansa fiilen de fonksiyonuna devam edebilmesinin daha sağlıklı
bir yol olduğu düşünülmektedir. Bu alanın endüstri mirası olarak kabul edilmesi ve alanın bütüncül olarak tescil edilmiş
olması gerekmektedir. Çevresindeki birkaç bina ile İstasyon yapısı tescil edilmiş olmakla birlikte, kentsel dönüşüm adı altında
getirilecek plan kararları ile ne denli korunmaları mümkün olacaktır? Tescil edilmiş birkaç yapının, yakın çevresindeki alan
kullanım kararlarının yıkıcı etkisinden kurtulması zor olabilir. Kaldı ki, alanda bir koruma ya da sit alanı kararı söz konusu
olmadan bireysel mimari örneklerin korunuyor olması, bu yıkıcı baskıların etkisini daha da artırıcı niteliktedir.
Sıra dışı görünen projelerin uzun vadede maliyeti ne olacaktır? Yapılması düşünülen uygulamaların, su kanalları gibi realist
olmayan öneriler de dikkate alındığında, ekonomik, sosyal ve çevresel dengeler ve değerler açısından yol açacağı kayıpların
hiç tartışılmadan hayata geçirilmesi ile ortaya çıkacak maliyet daha önemli bir faktör olmaktadır.
Dönüşüm kararlarında ilgili aktörlerin (uzmanlar, yönetimler, halk vb) katılımının sağlanması, bilimsel yöntemlerle modeller
geliştirilmesi beklenir. Ancak izlenen süreçte bu türden bir yaklaşım benimsenmediği görülmektedir.
Sonuç
Demiryolu mirasını tehdit eden, hızlı tren projeleri ile birlikte gelişen kentsel dönüşüm projeleridir. DDY tarihi istasyon
binalarının restorasyon maliyetleri ile uğraşmaktansa (devrederek/kiraya vererek) yeni hatlar açmak ve binalar yaptırmayı
tercih eder gibidir.
Kayseri’de kentin kuzeye gelişiminin önünde engel olduğu söylenen demiryolunun kuzeyi günümüzde hemen hemen kentin
diğer yarısını oluşturacak kadar büyümüştür. Gerçek ise Demiryolu hattının kent içindeki diğer bir kentsel eşikten farklı
olmadığıdır. Kayseri’de TCDD’nın hızlı tren projesine uygun altyapı ile yeni bir hat açmak ve elindeki arazi stokunu ranta
çevirme isteği ile belediyenin kentsel ranta ortak olma düşüncesi örtüşmüş gibidir.
Kayseri demiryolu hattı ve istasyon binaları ulusal düzeyde bir endüstri mirası ve Kayseri için Erken Cumhuriyet dönemi
mimari mirası olarak nitelendirilmelidir. İstasyon binası ise tescilli bir yapı olduğu için korunmakla birlikte, işlevsizleştirilip
özgün kimliğinden uzaklaşacaktır. Diğer taraftan yasaların merkezi ve yerel yönetimlere tanıdığı olanakların, her türlü
tartışma, araştırma ve katılım sürecini aştığını göstermektedir. Bu gibi projelerin planlama bütünlüğü ve kamu yararı ilkeleri
içinde ele alınmaları ver bir kentsel tasarım projesi ile sürecin hassasiyetle izlenmesi projenin başarısının gereği olarak
görülmelidir.
83
Kaynaklar:
• Thomas, R. 2003. Sustainable Urban Design: An Environmental, Approach. Spon Press, ed. K Peter vd., Sage Publications,
page:34-42, New York.
• Polat, S. ve Dostoğlu, N., 2007., Kentsel Dönüşüm Kavramı Üzerine: Bursa’da Kükürtlü Ve Mudanya Örnekleri, Uludağ
Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Dergisi, Cilt 12, Sayı 1, 2007
• Doğan, A. E., 2007., Eğreti Kamusallık, Kayseri Örneğinde İslamcı Belediyecilik, S.120, İletişim Yayınları, İstanbul.
• Doğan, N.,
• 2010, Kayseri’de 2000 Yılı Sonrası Planlama Süreci, Dünya Şehircilik Günü- 14.Kolokyumu, TMMOB Şehir Plancıları Odası,
Ankara.
• Kocatürk, F. , 2010.,Kayseri’de Planlama Ve Kentsel Gelişim (1923-2000), Dünya Şehircilik Günü- 14.Kolokyumu, TMMOB
Şehir Plancıları Odası, Ankara.
• Penpecioğlu, 2011., Kapitalist Kentleşme Dinamiklerinin Türkiye’deki Son 10 Yılı:Yapılı Çevre Üretimi, Devlet Ve Büyük
Ölçekli Kentsel Projeler, www. Birikim Dergisi, s. 270.
• Görgülü, Z., 2009., Kentsel Dönüşüm ve Ülkemiz, TMMOB İzmir Kent Sempozyumu, www.imoizmir.org.tr.
• Nasiboğlu, S., Bektaş, H.,Önel, İ., 2008., Kentsel Dönüşüm ve Demiryolu Uygulamaları, 2.Uluslararası Demiryolu
Sempozyumu, www.ulasim2023.org
• Sönmez F., 2007, Erken Cumhuriyet Dönemi İstasyon Yapılarından Bir Örnek: Kayseri Tren İstasyonu, Docomomo,
Kayseri.
• Karaman Süleyman, TCDD Resmi Web Sitesi, www.tcdd.gov.tr/home/detail?id=536 (Alıntı tarihi: 05.03.2012)
• “Kayseri Kuzey Varyantı Demiryolu Görsel Brifing Toplantısı” haberi, http://www.sondakika.com/haber-kayseri-kuzeyvaryanti-demiryolu-projesi-gorsel/ , 22.03.2010, (alıntı tarihi: 05.03.2012)
• http://www.demiryolu.net/yurtici-demiryolu-haberleri/122-kayseri-lojistik-koyu-acilmasi.html, 23.11.2010, (alıntı tarihi:
05.03.2012)
• Yapı Endüstri Merkezi, http://www.yapı.com.tr/Haberler/kayseri-venedik-gibi-olacak_74421.html, 17.11.2009; (alıntı tarihi:
05.03.2012)
• Perşembe Rotası, http://www.persemberotasi.com/2010/11/kayser-2011-lojistik-koye-kavusuyor/, 22.11.2010, (alıntı
tarihi:05.03.2012)
• http://www.haberler.com/gar-binasi-baskanlik-makami-ya-da-muze-olarak-2860537-haberi/, 11.07.2011, (alıntı tarihi:
05.03.2012)

Şekil-1: İstasyon Binası Vaziyet Planı (Kay: Sönmez, F.)
Resim 1-İstasyon Binası
84
Şekil 2: Kayseri İstasyonu Kompleksi (Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kent Bilgi Sistemi)
Resim 2 – İstasyon alanında yeni yapılaşma
85
Resim 3 – İstasyon Alanına ait genel bir görünüm
Şekil 3: 1/50000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı (Kayseri
Büyükşehir Belediyesi-2025 Yılı), Doğan, N.
86
3. OTURUM
89
Kentsel ve Mekansal Dönüşüm / Kavramlar
Derya OKTAY / Oturum Başkanı
YEŞİL SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTSEL DÖNÜŞÜM: KAVRAMSAL
ÇERÇEVE VE UYGULAMA ARAÇLARI
Arzu KOCABAŞ
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Kentsel Koruma ve Yenileme Bilim Dalı
ÖZET
Bu makalenin amacı dinamik kentsel yenileştirme/dönüşüm kavramının zaman içinde evrilen temel bileşenlerinin ortaya
konularak, kavramsal bir çerçeve oluşturulmasıdır. Bu bağlamda, Liverpool ve Londra örnekleri üzerinden, kentsel dönüşüm
yatırım ortaklıklarının çağdaş uygulamalarının hem stratejik hem de mahalle düzeyinde açıklanması hedeflenmektedir.
Makale kapsamında, sürdürülebilir kentsel dönüşüm ve mahalle yenileşmesinin her iki kentte de hem ekonomik gelişmeyi
destekleyen hem de yoksul mahallelerde yaşayan insanların dönüşüm uygulamalarından faydalanmalarını sağlayan ikili bir
yaklaşımı içerdiği ortaya konulmaktadır. Her iki kentte de dönüşümün çevreye olan olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi
artan biçimde vurgulanmaktadır. Bu amaçlar ekonomik, sosyal ve çevresel hedefler arasındaki görece dengeye bağlı olarak,
kamu sektörü, özel sektör ve gönüllü/STK sektörü kaynaklarını farklı kurgularda bir araya getiren çeşitli yatırım ortaklıkları
üzerinden gerçekleştirilmektedir.
Bu çerçevede, öncelikle Liverpool’da gerçekleştirilen kentsel dönüşüm uygulamaları incelenmektedir. Stratejik kentsel
düzeyde, kentin Yerel Gelişme Çerçevesi ve Stratejik Yatırım Alanları Programı irdelenmektedir: - özellikle ‘Kıyı alanı ve kent
merkezi’ gibi büyük ölçekli, prestijli projelere atıfta bulunulmaktadır. Mahalle düzeyindeki uygulamalar ise Anfield-Breckfield
Mahallesi Yenileme Alanı ile örneklenmektedir.
Londra’da stratejik bağlam ise büyük ölçekli, karma kullanımlı dönüşüm projeleri için Fırsat Alanları’nı belirleyen Londra Planı
ile ortaya konulmaktadır. Planlama ve uygulama sürecinin işleyişi, sürmekte olan Vauxhall Nine Elms Battersea Fırsat Alanı
deneyimi üzerinden aktarılmaktadır. Yoksul mahallelerin dönüşümü ise Ocean Estate Toplumlar için Yeni Anlaşma Projesi
örneği ışığında irdelenmektedir.
Makale, irdelenen örnekler üzerinden kristalize edilerek aktarılan dönüşüm sürecinin düşük karbonlu ikili yaklaşım içeren
yapısını ulusal ve yerel ölçeklerde Türkiye’ye uyarlanabilirliği üzerine yapılan bir yorumla sonlandırılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: sürdürülebilir kentsel dönüşüm; yatırım ortaklıkları; Liverpool; Londra Planı; Fırsat Alanı.
91
1. GİRİŞ
Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren küresel iklim dengesine kentlerin olumsuz etkisinin anlaşılmaya başlaması, tanım ve içeriği
halen tartışmalı da olsa, sürdürülebilir kentsel gelişme kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur (Breheny, 1994; Jenks
and Dempsey, 2005). Artık kentsel gelişmenin, karma kullanımı, bütünleşik ulaşım sistemini ve bütünleşik yeşil kentsel sistemi
kapsayan sürdürülebilir planlama ve stratejik vizyon rehberliğinde gerçekleşmesi gerektiği kabul edilmektedir (bkz. UTF,
2005; Turner and Townsend, 2004). Bu bağlamda, tarihi, kültürel ve çevresel kaynakları koruyan sürdürülebilir ve yaşanabilir
toplumların oluşturulması için farklı kurgularda kamu, özel ve gönüllü sektör işbirlikleri zorunlu hale gelmiştir. Uygulama ve
kullanım sürecinde yer alan karar vericiler, denetleme mekanizmaları, girişimciler ve kullanıcılar sürdürülebilir planlama ve
inşaat tekniklerini destekleyerek karbon salımını azaltıp, doğal ve yapılaşmış çevre arasındaki dengeyi muhafaza etmekle
yükümlüdürler.
Küresel iklim dengelerini olumsuz etkileyen mevcut kent yapılarından, hedeflenen sürdürülebilir toplum / kentlerin
oluşturulması sürecinde kentsel dönüşüm kavram, proje ve uygulamaları daha da önem kazanmaktadır. Genellikle, uluslararası
yazında İngilizce ‘urban regeneration’ kavramı karşılığı olarak kullanılmakta olan, ‘kentsel yenileme’, ‘kentsel iyileştirme’,
‘canlandırma’, ‘kentsel yenileştirme’ ve ‘kentsel dönüşüm’ gibi kavramlar, 2000’li yıllarda ülke planlama gündeminde de
yerini alarak, derinleşen tartışmalara neden olmuştur. Makale kapsamında eş anlamlı olarak kullanılan ‘kentsel ‘yenileştirme
/ dönüşüm’ devingen kavramının evrilen anlamının değerlendirilmesinin gelinen noktada kavram ve sürecin ‘ne olduğu; niçin
uygulanmakta olduğu; nerede ve ne zaman uygulandığı; nasıl bir süreç olduğu sorularına yanıt arayan bir kurgu içerisinde
yapılmasının bu yeni dilin kullanımına açıklık getireceği düşünülmüştür. Bu bağlamda, makalenin ilk bölümünde, kentsel
yenileştirme kavram ve süreci güncel anlamları ile kavramsallaştırılmış; ‘kim sorumludur; kim finanse eder; kim faydalanır ve
kim kar eder’ gibi konuya ilişkin temel sorular ise sürecin ikili yapısına atıfta bulunularak yanıtlanmıştır.
2. YEŞİL SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTSEL DÖNÜŞÜM: KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Kentsel yeniden yapılandırmanın öznesi olan ve birbiriyle etkileşim içinde bulunan sosyo-ekonomik, politik, kültürel ve
fiziksel bileşenler bütünü olan kentin, devingen bir yapısı olduğu kabul edilmektedir. Bu bağlamda, kente yapılan bir müdahale
biçimini ifade eden kentsel yenileştirme kavram ve süreçleri de evrilerek gelişen devingen bir yapıya sahiptir.
Avrupa’da ve özellikle İngiltere’de geliştirilip test edilen Kapsamlı Yeniden Yapılaşma Modelleri ardından (bkz. Şekil. 1) 1980’li
yıllardan itibaren, örneğin ülke genelinde yoksulluk haritası çıkarılarak coğrafi alan-tabanlı dönüşüm alanlarının öncelik
sıralamasının yapılması ile Görev Güçleri (/Task Forces), Kentsel Yapılaşma Kurumları (/Urban Development Corporations) ve
Teşebbüs Zonları (/Enterprise Zones) gibi mekanizmalar kullanılarak öncelikli mahallelerde dönüşüm projelerinin uygulandığı
görülmektedir.
1990’lı yıllarda ise, İngiltere’de ilgili Bakanlığın sorumluluğunda yürütülen Alan Tabanlı Girişimler (ATG), Kent Mücadelesi (/
City Challenge) ve AB-merkezi hükümet destekli Tek Dönüşüm Bütçesi (/Single Regeneration Budget) yaklaşımları üzerinden
en dezavantajlı kesimlerin ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte uygulamalar üzerine odaklanmıştır. 1990’lardan itibaren,
kentsel dönüşüm uygulama mekanizmaları aktarılan bütçenin yerelde, yerinden karar verme ve yönetimi ile kullanımının
teşvik edilmesi odaklı gelişme kaydetmiştir. Bu kapsamda da Toplumlar için Yeni Anlaşma (/New Deal for Communities),
Mahalle Yenileme Fonları (/Neighbourhood Renewal Funds) gibi yenilikçi mekanizmalar geliştirilerek uygulanmıştır. Süreç
içinde farklı yapılandırmalar geçiren ilgili Bakanlıkça yürütülen ATG’lere paralel olarak ise Eğitim Zonları, Sağlık Eylem
Zonları ve İstihdam Zonları gibi daha yaygın girişimler de ilgili kamu birimlerince uygulanarak sürece eklemlendirilmiştir.
92
Şekil 1. Sürdürülebilir kentsel dönüşüm: devingen kavram ve evrilen uygulama süreci
Kaynak: Yazarın ders notlarından (2001-2011) derlenmiştir.
93
İngiltere hükümetinin bu son derece hızla geliştirdiği strateji ve hedefler bağlamında gerçekleştirilen ATG ve uygulama
sonuçları olumlu değerlendirilmekle birlikte, ‘sosyal dışlama maruzu kesimlerin alan tabanlı yoğunluğu her zaman
sağlamadığı’ görüşü ile de eleştirilmiştir (bkz. Kleinman, 1999).
1990’ lı yılların sonuna gelindiğinde Avrupa’da sürdürülebilir kentsel dönüşüm:
‘… kentsel sorunların çözümlenmesini sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel
koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamayı amaçlayan geniş kapsamlı bir vizyon ve eylem’ (Roberts & Sykes, 2000, s. 17) olarak
tanımlanmıştır.
Giderek toplum-tabanlı yaklaşımlar ile insan odaklı ve mekan-esaslı kentsel dönüşüm vizyonu benimsenerek, alantabanlı iyileştirmelerin sürdürülebilirliğinin sağlanması sonucu ‘yaşam kalitesi’ artırımının mümkün kılınabileceği görüşü
benimsenmiştir (bkz. Carley, 2001; Crump, 2002). Özellikle, alan-tabanlı / coğrafi konum esaslı yoksulluk ayrışmasını
ve yoksulluk ve sosyal dışlanmışlığı barındırmayan, ve genelde yaşanan refah düzeyinden payını alan bir yaşam-kalitesi
oluşturulması hedef olarak benimsenmektedir. Bu bağlamda, fiziksel dokunun dönüştürülmesi ise, yaşam kalitesine ve kamu
hizmetlerine eşit erişim olanakları sağlayan ekonomik yapabilirlik yetisi için sadece bir platform görevi üstlenmektedir.
2000’li yılların sonuna gelindiğinde ise artık bu süreç küresel iklim değişimi gündemi ve kent planlamaya etkisi bağlamında
yeşil sürdürülebilir kentsel dönüşüm olarak daha kapsamlı hale getirilmiştir. Yeşil sürdürülebilir kentsel dönüşüm kavramı
nedir sorusunun karşılığı artık:
• kentlerin ekonomik yarışabilirliğini destekleyerek;
• yoksul ve afet tehdidinin en fazla olduğu yerleşim alanlarında yaşayanların yaşam
• koşullarının iyileştirilmesini hedefleyerek; ve
• karbon emisyonunu azaltıp kentlerin çevresel performansını iyileştirerek, kentsel fiziksel yapılaşmaya yön veren bir süreci ifade etmektedir (bkz. Kocabaş, 2006, s.10; 2008 ve BİB, 2009, s. 9; bkz. Şekil 2).
Bu süreç açılımında yer alan ‘ekonomik gelişme, sosyal gelişme ve çevresel koruma’ boyutları esas alınarak kentlerde niçin
dönüşüm yapıldığı ve amacı aşağıdaki biçimde ifade edilebilir:
•
1980’li yılların sonu itibari ile adı konulan ve dünyanın yeniden anlamlandırılması süreci içinde oluşmuş ekonomik bir
yapılanma olan ‘küreselleşme’ sürecinin izdüşümleri kentsel mekana da yansıyarak, kentlerde sosyal, ekonomik ve
fiziksel / çevresel dönüşümlere neden olmaktadır (bkz. Sassen, 2000a). Bu bağlamda kentlerin bilgi üreten ve paylaşan
merkezler olarak yeniden tanımlanması / işlevlendirilmesi / yapılandırılması ile kentler küresel sistemde önemli birer
ekonomik ve politik aktör haline gelerek yarışır olmuşlardır (bkz. Sassen, 2000b; Taylor ve Walker, 2001). Küreselleşme
sürecinde kentlerin yarışmacı ortama katılması, karar verme süreçlerinde yerel ölçekten uluslar arası düzeye kadar
kamu, özel ve sivil toplum kurumları ortaklıklarına dayalı ilişkilerin tanımlanması kentsel mekanın organizasyonu ve
planlama alanında yenilikçi yaklaşımları gerekli kılmıştır (bkz. MoL, 2004). Kent geleceği / kaynaklarına ilişkin kararlar bu
çerçevede rekabete dayalı yönlendirilirken, kent mekanının yeniden yapılandırılması / gelişmesinin yönlendirilmesinde
‘sorun, amaç ve araçları’ yeniden tanımlayan alternatif gelişme stratejilerini içeren stratejik mekansal planlama
yaklaşımı benimsenerek uygulanmaya başlanmıştır (bkz. Healey ve diğerleri, 1996).
Bir yandan küreselleşme bağlamında başat aktör olan kentlerde yeni ve gelişen ekonomik büyüme sektörleri için
modern yeni çevrelerin tasarlanarak inşa edilmesi gündemdedir. Öte yandan da, ekonomik büyüme sektörlerinin
desteklenmesi üzerinden kentlerin yarışabilirliğinin arttırılması söz konusudur. Bu iki gerekliliğe paralel olarak
ve aynı zamanda yoksul yerleşim alanları için istihdam fırsatları ve finansman kaynakları sağlar nitelikte kentsel
dönüşümün ekonomik boyutunun güçlü bir biçimde geliştirilmesi gerekmektedir.
94
Şekil 2. Yeşil sürdürülebilir kentsel dönüşüm modeli:
İngiltere’de merkezi hükümet ve yerel ölçekte ayakları olan bütüncül bir uygulama programı
Kaynak: Gibson (2012) den uyarlanmıştır.
‘Küresel yeniden yapılanma’ ve ‘bilgi çağına geçiş’ sürecinde gündeme gelen kentsel projeler için yer seçiminde
özellikle tarihi kent çekirdekleri cazip ve öncelikli konumda bulunmaktadır. Kentsel mekânda tarihi dokular ve çöküntü
alanlarının yeniden yapılandırılması kapsamında hem mutenalaştırmayı (/gentrification) en aza indirgeyecek, hem de
zorla yerinden etmenin (/forced eviction) önüne geçilecek biçimde, katılımcı toplum esaslı yaklaşımın geliştirilmesi ile
sosyal dokunun korunması gerekmektedir.
Söz konusu küresel yeniden yapılanma sürecinde önerilen /tasarlanan/ uygulanan kentsel projelerin sürdürülebilir
kentsel dönüşüm çerçevesinde kurgulanmaları / gerçekleştirilebilmeleri için de çevresel koruma esaslı olmaları
gerekmektedir. Çevresel koruma boyutunun açılımında ise (bkz. Gibson, 2007a, 2007b; BİB, 2009):
• kültürel mirasın ve turizmin teşviki için tarihi çevrenin / fiziksel dokunun korunması;
• insanların korunması için kentsel yerleşim alanlarının afet (/deprem) standartlarına uygun yerleşimler olarak
yeniden yapılandırılmaları;
• ve çevresel etkinin kentsel alanlar üzerindeki olumsuz etkisini azaltarak, iklim değişimi etkilerinden korunarak ve
karbon emisyonlarının azaltılması ile sağlanması yer almaktadır.
Bu genel çerçevede amaç: kentsel dönüşüme konu olan kentsel projelerin, küresel gelişim ağına eklemlenme sürecinde,
yeniden yapılandırılması öngörülen farklı ölçekte (sokak, mahalle, semt ve kent) ve farklı nitelikleri bulunan kent dokularının,
yukarıda ifade edilen kapsamda ekonomik, sosyal ve fiziksel / çevresel boyutları içerir nitelikte, sektörler arası işbirliği ve
kurumsal ortaklıklar temelinde finanse edilerek kısa, orta ve uzun soluklu bir kurgu içinde uygulanmasıdır (bkz. Şekil 3).
95
Şekil 3. Yeşil sürdürülebilir kentsel dönüşüm: kavramsal çerçeve
Bu amaç, ekonomik, sosyal ve çevresel hedefler arasındaki görece dengeye bağlı olarak, kamu sektörü, özel sektör ve gönüllü/
SYK sektörü kaynaklarını farklı dengeler içinde bir araya getiren çeşitli yatırım ortaklıkları üzerinden gerçekleştirilmektedir.
Bu süreç, günümüzde kamu sektörü öncülüğünde, mekansal planlama bağlamında ve farklı kurguları olabilen ilgili tarafların
/ paydaşların oluşturduğu ortaklıklar çerçevesinde yürütülmektedir. Kentsel dönüşüm projelerinin uygulamasında kullanılan
mekanizmalar aşağıdaki bölümlerde Liverpool ve Londra deneyimleri üzerinden irdelenmektedir.
3. LIVERPOOL: 2008 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ’NDE KENTSEL RÖNESANS
19.yy.’da Liverpool, Birleşik Krallık dünya ticaretinin odak noktası olarak, Britanya İmparatorluğu’nun önde gelen liman kenti
idi. 1930’lardaki ekonomik durgunluk sonrası kentte zamanla bir çöküş meydana gelmiştir, bunu ise kısa süreli savaş-sonrası
canlanma izlemiştir. Ancak, 1970’ler boyunca ülke genelinde tüm sanayi kentleri petrol kriziyle hızlanan endüstrisizleşme
sonucu hızlı bir ekonomik çöküş yaşamıştır. Liman kentleri aynı zamanda konteynırların kullanılmaya başlamasıyla hızlı
bir mekansal dönüşüm yaşamıştır. Bu bağlamda, liman daha büyük gemileri barındırmak üzere, arkasında geleneksel liman
alanlarıyla ilişkili endüstri alanlarını, kullanılmayan veya az kullanılan ve çoğu terk edilmiş alanlar olarak bırakarak nehrin
kuzeyine doğru taşınmıştır.
96
Liverpool’da bu süreçte geleneksel liman alanları boşalmış, bitişiğinde yer alan limanla ilişkili sanayi alanları kapanmış ve
araba imalatı gibi geleneksel imalat sektörü hızla küçülmüştür. Kentsel değişimin sözü edilen makro-ekonomik süreçleri
nüfusun azalmasına ve 19. yy sıra evlerinden oluşan yoksul mahallelerin çöküntü girdabına girmesine neden olmuştur.
Çöküntü mahallelerinin en kötü durumda olanları, ülkedeki savaş-sonrası çöküntü alanlarının temizlenmesi ve kapsamlı
yeniden geliştirme programı kapsamında yıkılmıştır. Ancak 1970’lerin sonlarından itibaren genel ekonomik, sosyal ve
çevresel koşullar da olumsuz etkilenmiştir. Kent, 1981 ve 1991 krizlerinin etkilerinden tam olarak kurtulamadığı için yüksek
işsizlik oranları devam etmiştir. Bu durum ise çöküntü mahallelerinin dışında kalan görece daha iyi durumdaki 19.yy sıra
evlerinin daha hızlı kötüleşmesine yol açmıştır. Bu bağlamda kent yönetimi, yoksul mahalleleri iyileştirmek ve ekonomik
gelişmeyi teşvik etmek için çeşitli kent ve mahalle programları geliştirmiştir. 1980’lerde ve 1990’larde kentsel dönüşüm kentin
ekonomik çöküşünün en kötü etkilerini silmeye yardımcı olmuştur. Buna rağmen kentsel dönüşümün ancak son on yılda
önemli bir etkisi olduğu söylenebilir ve bu durum kentin 2008 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesiyle sembolize edilmektedir.
3.1 Kentsel dönüşüm ve mahalle yenileşmesine yönelik ikili yaklaşım
Liverpool’da çağdaş kentsel dönüşüm ve mahalle yenileşmesi örnekleri, kentsel dönüşüm kapsamında geliştirilen ikili
yaklaşımın bir uygulaması olarak irdelenip kavramsallaştırılabilir (bkz. Gibson ve diğ., 2003; Kocabas, 2006 ve Konuk ve diğ.,
2008). Kentsel dönüşüm için mekansal planlama bağlamı, kentin geliştirilmekte olan Yerel Gelişme Çerçevesi ve özellikle
de Öz Strateji ile ifade edilmektedir. Öz Strateji Şeması kenti Kent Merkezi, Kent İçi Alanlar ve Kent Dışı Alanlardan oluşan
üç zona ayırmakta ve ana kullanımları belirlemektedir. Bu zonların içinde ekonomik gelişme ve konut için öncelikli alanlar
belirtilmektedir (bkz. Şekil 4a). Kentsel ekonomik dönüşümün Zon 1’de, kentin en yoksun mahallelerinin çoğunu içine alan
mahalle dönüşümünün ise bitişiğinde yer alan Zon 2’de yoğunlaştığı görülmektedir (bkz. Şekil 4b’deki kırmızı alanlar). Bu
bağlamda kentin mevcut kentsel dönüşüm stratejisinin ikili bileşenleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:
a) Stratejik Yatırım Alanları (SYA) Programı ile ekonomik dönüşüm uygulamaları, ilgili stratejik konumlu mekan yakınındaki yoksul mahallelerde oturanlar da dahil olmak üzere yöre sakinleri için istihdam sağlayan yeni ticari gelişmelerin teşvik edildiği alanlar belirlenmektedir. Bu nedenle Programda ‘...bu alanlar işsiz halka gerçek istihdam şansı sağlamak üzere kentin en yoksun topluluklarından bazılarına en yakın olanlardır’ ifadesi yer almaktadır (Liverpool LB, 2010). Bu kapsamda, Kıyı Alanları ile Kent Merkezi örnek alanları irdelenmektedir.
Şekil 4a: Liverpool Öz Strateji-odaklı Dönüşüm ve 4b: 2007 Yoksulluk indeksini esas alan
Liverpool Öz Strateji-odaklı Dönüşüm

Kaynak: LCC (2010), s. 44.
97
b) Mahalle Dönüşümü Programı kapsamında ise kentteki en yoksul mahallelerin bazılarının toplum-tabanlı dönüşümüne
yönelik stratejik yaklaşım ortaya konulmaktadır. Bu yaklaşım, makale kapsamında, Anfield-Breckfield Yenileme Alanı ile
örneklenmektedir. Sözü edilen Program, daha yoksul alanlarda yaşayan halkın SYA’larında teşvik edilen, gelişmekte olan ve
giderek limanla ilişkili geleneksel istihdam olanaklarının yerini alan turizm ve hizmet sektörlerinde istihdam edilebilmesi için
eğitimi ve mesleki beceri eğitimini iyileştirmeyi kapsamaktadır.
‘Liverpool Kıyı Alanı’ Projesi: kamu-özel sektör yatırım ortaklığı ile stratejik dönüşüm
Şekil 5’deki fotoğraflar eski tersanelerin 25 yıl içinde 1980’lerin başlarındaki çamur havuzlarıyla çevrelenmiş terk
edilmiş binalardan, önemli bir turizm, rekreasyon ve konferans merkezine ve yüksek kaliteli konutlara dönüşmüş halini
göstermektedir. 1980’ler ve 1990’lardaki ilk aşama liman bünyesindeki Albert Tersanesi’ne odaklanmıştır. Özellikle yeni
bir kurvaziyer terminali ile birlikte büyük bir uluslararası konferans salonu ve bu fonksiyonları destekleyen oteller ve
restoranların eklenmesini kapsayan geçen on yıl içindeki önemli yatırımlar bu başarının devamı olmuştur.
Bu dönüşüm uygulamaları, tersane alanlarının UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası olarak belirlenmesiyle eş zamanlı
yürütülmüştür – bu süreç tarihi bir alanda koruma ve gelişme arasında kabul edilebilir bir dengenin sağlanması için gerekli
yoğun ve ihtilaflı tartışmayı birden çok kez gündeme getirmiştir.
Sözü edilen dönüşüm, 1980’lerin başında ilk girişim olarak Thatcher hükümetinin Liverpool Tersane/Liman Alanları Gelişme
Ortaklığı’nı kurmasından bugüne kamu-özel sektör ortaklıkları yoluyla uygulanmıştır. Günümüzde ise uygulamadan sorumlu
kurum kentin ekonomik kalkınma ajansı olan Liverpool Vizyonu’dur. Bu kurum Kent Konseyi/Belediyesi tarafından yönetilen,
Kuzey Batı Bölgesel Kalkınma Ajansı ve Konut ve Topluluklar Ajansı ile merkezi hükümetin de yer aldığı bir kamu sektörü
ortaklığıdır. Bu ortaklık kapsamında kamu fonları, ortak girişim bazında projeler geliştirmek üzere özel sektör fonlarını
harekete geçirmek için kullanılmış ve bu yaklaşım özellikle geçen on yılda çok başarılı uygulama sonuçları vermiştir.
Şekil 5: Liverpool Kıyı Alanı: kamu-özel sektör ortaklığı yoluyla dönüşüm
Kaynak: Liverpool LB (2008) sunumdan uyarlanmıştır.
‘Liverpool One’ Projesi: kent merkezi stratejik ortaklık yatırım süreci
Liverpool One alış veriş merkezinin planlanması ve inşaatı kente gelen ziyaretçi sayısının artmasına büyük katkıda bulunmuş
ve Kıyı Alanı’nın kent çekirdeğiyle ilişkilendirilmesinde de etkin olmuştur. Kent belediyesi kentin kalbinde artık dükkânların,
restoranların ve ofislerin yer aldığı yeni büyük bir alışveriş merkezi olan Liverpool One Projesini gerçekleştiren Stratejik
Yatırım Ortaklığını kurmuş ve yönetmiştir. Bu projenin ölçeği ve kapsamı Şekil 6a ve b’de ifade edilmektedir. Bu büyük ölçekli
prestij projesinin geliştirilmesi üç paralel girişim üzerinden yürütülmüştür:
•
planlama politikası: yürürlükte olan Liverpool Gelişme Planı, yaygın katılımı sağlayan Kamusal Soruşturma
süreci ardından revize edilerek Paradise Caddesi Planlama Çerçevesi ortaya konulmuştur. Bu Çerçeve, stratejik gelişme
ortaklığının büyük bir dönüşüm projesini geliştirebileceği bağlamı sağlamıştır.
98
•
proje için girişimci tespit edilmesi: 1999-2000 yıllarında Konsey/Belediye büyük bir dönüşüm projesi geliştirmek
için birlikte çalışmayı tercih edecekleri ortak bir girişimci seçmek üzere bir yarışma düzenlemiştir. Sadece girişimciler
tarafından hazırlanan projeler arasından seçim yapmak için bir yarışma düzenlemek yerine, Konseyin/Belediyenin de
katılımı ile gerçekleştirilen bir yarışma tercih edilmiştir.
•
projenin belirlenmesi: Belediye, resmi planlama başvurusu için detaylı projeyi tercih edilen girişimci ile birlikte
geliştirmiştir. Bu çalışma, bir Master Plan’ın ortak olarak hazırlanması ile girişimciden gelecek olan sermayenin
oluşturduğu fona ilişkin resmi anlaşmaları kapsamaktadır. Bu yatırım ortaklığı sürecinde girişimci, yerel sosyal
donatılar ve altyapıya katkı sağlama yükümlülüğü getiren İmar Yasası’nın 106. Bölümü kapsamında ilgili Belediye ile
planlama anlaşması yapmıştır. Bu anlaşma, uygulama sonrası sağlanacak olan değerdeki artış ile projeden sağlanan artı
değerin uzlaşılan yüzdesinden yakın civardaki yoksul mahallelerin yararlanmasının sağlanmasını garanti eden, finansal
bir mekanizmadır.
Şekil 6a ve b: Liverpool Kent Merkezi: kentin yeni kalbi
Kaynak: ibid. uyarlanmıştır.
Bu Stratejik Yatırım Ortaklığı ise iki temel faktör sayesinde mümkün olmuştur:
• Belediye söz konusu alandaki arazilerin çoğunun mülkiyetinin sahibi olup, müzakere yoluyla biraz daha arazi satın almış ve kalan arazileri almak üzere kamulaştırma yetkisini kullanmıştır. Ardın da, alanı tercih edilen girişimciye
100 yıllığına kiralamıştır; ve
• girişimci kısa dönemli artı değerden ziyade uzun soluklu bir yatırım amacı taşıdığından, inşaat için bütün sermayeyi
sağlayarak; satışları/kiralamaları ve projenin sürmekte olan kurgusunu organize etmeyi üstlenmiştir.
Genel olarak Kıyı Alanı Dönüşüm Projesi ve Liverpool One Projesi ile oluşturulan kentin yeni kalbinin kente önemli ölçüde
olumlu etkisi olmuştur. Bu çerçevede, kent tarihi değerlerinin korunması ile iyi planlanmış yeni gelişmelerin pragmatik
eklemlenmesine dayalı yeni bir gelecek kurgusu içinde uzun bir mesafe kat edilmiştir. Söz konusu Projelerin başarısı
kentin kamu-özel sektör ortaklıkları oluşturma kapasitesinin yukarıda sözü edilen kapsamdaki yenilikçi kurgusu ile
mümkün olmuştur. Kıyı Alanı ve Kent Merkezi Stratejik Yatırım Alanları’ndaki ekonomik dönüşüm-esaslı ortaklık, kentin
ekonomisinin turizmin geliştirilmesi ve bölgesel ölçekte perakende satış olanakları sunumu aracılığıyla dönüştürülmesini
başarıyla başlatmıştır. Bu süreç boyunca kent merkezine yakın yoksul mahallelerde yaşayan insanlar için sağlanacak
faydaların garantilenmesi taahhüt edilmiştir. Yazar tarafından ilgili aktörler ile yüz-yüze yapılan görüşmeler kapsamında
aktarılan anekdotlara dayanarak bunun sonuç verdiği söylenebilir ancak yoksul mahallelerde fayda dağılımının ne düzeyde
gerçekleştiğinin ortaya konulabilmesi için daha derin araştırma yapılması gerekmektedir.
Mahalle Dönüşüm Programı: İkili yaklaşımın ikinci bileşeni olan Mahalle Dönüşüm Programı (MDP), kentin en yoksul
mahallelerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesini ana hedefi olarak benimsemiştir. Bu örnek kapsamında Liverpool’da
toplum-tabanlı mahalle dönüşümüne yönelik stratejik yaklaşım ilkeleri irdelenmektedir. MDP ana ilkeleri, yapabilir kılan
‘yukarıdan-aşağı’ yaklaşımı, güçlü bir ‘tabandan-yukarı’ toplum katılımı bileşeni ile bütünleştiren bir kurguya sahiptir.
99
Stratejik çerçeve: ‘Yukarıdan-aşağı’ stratejik çerçeve esas olarak New Heartlands Konut Piyasası Yenileme Rehberi ve
Liverpool Mahalle Yenileme Stratejisi kapsamında ortaya konulmaktadır. 2002 yılında hükümet Konut Piyasası Yenileme
(KPY) Rehberi Programı’nı başlatmış ve bu çerçevede dokuz alt-bölge mahalle dönüşüm ortaklığına merkezi hükümet fonu
sağlanmıştır.
Bu Ortaklıkların her biri bir dizi yerel yönetimi ve çok çeşitli kamu sektörü, özel sektör ve gönüllü/STK sektörü kurumunu
bir araya getirmiştir. Bu yeni oluşturulan Ortaklıkların görevleri, merkezi hükümetçe sağlanan yatırım fonlarının konut
piyasasının çekici bulmadığı ve yatırım yapmadığı mahallelerin yenilenmesinde kullanılmak üzere özel sektör yatırımlarını
hareketlendirecek / teşvik edecek biçimde koordine edilmesidir. Liverpool’un en yoksul mahalleleri New Heartlands Konut
Yenileme Rehberi kapsamında yer almaktadır. Liverpool Mahalle Yenileme Stratejisi çerçevesinde, Yenileme Alanı’nda Şekil
7’te açıklanan etaplı ve sürekli bir çalışma programı geliştirilmiştir. Bu program, ‘fırsat alanları’ içinde yer alan, 7 Yenileme
Alanı’nın Kent Merkezi ve Kıyı Alanı Stratejik Yatırım Alanları’na olan yakınlığını göstermektedir.
Anfield – Breckfield Yenileme Alanı: toplum-tabanlı mahalle dönüşümü
Anfield-Breckfield Alanı’nda, yarısında mülk sahibi sakinlerin oturduğu ve kalanının da küçük arazi sahiplerine ait olduğu
5000 tane 1919-öncesi sıra ev bulunmaktadır. Mahalle, ülkenin en yoksun alanlarının %3’ü içerisinde yer almaktadır. Ayrıca,
Şekil 7’da yer alan hava fotoğrafından da görüldüğü üzere bir Viktorya dönemi parkı bitişiğinde yer almaktadır. Şekil 8’de
sokak dokusu ve eski sıra ev örnekleri yer almaktadır.
‘Tabandan yukarı’ toplum-tabanlı süreç Mahalle Yenileme Değerlendirmesi ve Yenileme Alanı Planı’nın hazırlaması ve
uygulanmasına yönelik katılımcı tekniklerin kullanılmasıyla yönlendirilmektedir. Bu süreç, üzerinde anlaşılan bir plan
yapmak için yaklaşık 18 ay sürmüş olup sürecin temel bileşenleri Şekil 9’de özetlenmiştir. Toplum-tabanlı dönüşüm sürecinin
kapsamı, mahallenin mevcut sakinlerine fayda sağlayacak biçimde uzun dönemli sürdürülebilir nitelikli iyileştirilmesinin
sağlanması amacını yansıtmaktadır. Bu süreç, tadilat / iyileştirme ile yıkım / yeni konut yapımı için yeniden geliştirmenin
birlikte uygulandığı konut esaslı bir yaklaşım içermektedir. Mahalle Konut Yatırım Ortaklığı, mülklerini, Belediye aracılığıyla
sağlanan ‘piyasadan düşük faizli kredi’ ve/veya hibelerle iyileştiren mülk sahibi sakinleri kapsamaktadır. Ortak olan sosyal
konut kurumları, özel sektördeki arazi sahiplerinden iyileştirme / yeniden yapım için mülk satın almakta ve böylece kiracıların
da mahallede kalması sağlanmaktadır. Ancak konsensüse dayalı / ortak görüş esaslı planlamanın da sınırları olduğu gerçeği
kapsamında maliyete dayalı iyileştirme yerine yıkım kararları için Proje bazında birkaç olayda ihtilaf yaşandığı saptanmıştır.
Proje kapsamında gerçekleştirilen çevresel iyileştirme uygulaması ise yerel halka gelecekte mahallelerine yatırım yapma
konusunda güven vermek açısından önem taşımaktadır. Bu uygulamalar arasında, mahallede sağlanan yerel hizmetlerin
kalitesinin iyileştirilmesi, boş mülkler ve yasa dışı çöp dökümü sorununun çözümü, sokak temizliğinin iyileştirilmesi, trafik
yönetimi için Konut Zonu önlemlerinin başlatılması ve yeşil alanların sağlanması yer almaktadır. Benzer şekilde sosyal
koşulların iyileştirilmesi de geliştirilen toplum hizmetleri ile desteklenen suç ve anti-sosyal davranışları önlemeye yönelik
uygulamalar ile mekanın imajının iyileştirilmesi bileşenlerini kapsamaktadır. Tüm bu bileşenlere ek olarak da mahalle
ekonomik gelişmesi boyutu bulunmaktadır. Bu kapsamda ise yeni yerel dükkanlar ile mahalle dışındaki istihdam olanakları
için -Kıyı Alanı ve Kent Merkezi Dönüşüm Programlarıyla sağlananlar da dahil- yarışabilmelerini sağlamak üzere yerel halka
yönelik mesleki beceri eğitimleri yer almaktadır. Belediyenin Mahalle Yenileme Projesi Grubu on yıllık bir süre boyunca
etaplanmış Mahalle Yenileme Yatırım Programının uygulamasını yönetmektedir.
Bu kısa irdeleme, Birleşik Krallık’taki en yoksul mahallelerden birinin yaşam koşullarını iyileştiren bir Mahalle Yatırım
Ortaklığı (MYO) örneği üzerinden gerçekleştirilmiştir. MYO’lığının ise, Kıyı Alanı ve Kent Merkezi’ndeki ekonomik dönüşüm
esaslı, büyük ölçekli prestij projelerini tamamlayan ve bir yere kadar onlarla bütünleşen, ikili stratejinin sosyal bileşeni olan
Mahalle Yenileme Programının bir parçası olduğu açıkça ortaya konulmuştur.
100
Şekil 7: Liverpool Mahalle Yenileme Stratejisi
Kaynak: LCC (2010), s. 63
Şekil 8: Liverpool: Anfield - Breckfield Yenileme Alanı
Kaynak: LCC (2010)’dan uyarlanmıştır.
101
Şekil 9: Mahalle Yenilemesi Planlama Süreci temel bileşenleri
4. LONDRA: KÜRESEL KENTDE KENTSEL DÖNÜŞÜM / MAHALLE YENİLEŞMESİ
Liverpool gibi Londra da 1970’li yıllarda konteynır taşımacılığıyla birlikte geleneksel sanayi alanlarının fonksiyonunu yitirmesi
sonucu, tersane alanlarında ve komşu mahallelerde hızlı bir kentsel çöküntünün oluşmaya başladığı bir liman kentidir.
Fakat Londra aynı zamanda 1980’lerin sonlarından itibaren ekonomisinin üretimden uzaklaşıp, özellikle finansal hizmetler
ve turizm olmak üzere, servis sektörüne doğru hızlı ve dinamik olarak yeniden yapılandırılması tecrübesini yaşamış olan
küresel bir kenttir. Bu küresel ekonomik süreçler 1980’lerdeki ilk Canary Wharf kulesinden bugüne Docklands’in dikkat çekici
gayrimenkul-esaslı yeniden gelişimini hızlandırmıştır. Ancak, bu yeniden yapılandırma süreci ciddi biçimde eleştirilmiştir.
Çünkü eski Tersane Alanlarındaki ofislere, dükkânlara, pahalı konutlara ve marinalara yapılan büyük yatırım, ülke genelinde
en kötü koşullara sahip konut ve sosyal koşulların iyileştirilmeden bırakıldığı komşu yoksul mahallelere hiçbir faydası
olmamıştır. Ülke ekonomik büyümesi 1991 ekonomik durgunluğu ile yavaşlamış fakat 1990’ların ortalarından 2008 küresel
finansal krizi sancılarında aksayana kadar yükselen enerjisiyle sürmüştür.
4.1. Londra Planı – kentsel dönüşüm ve mahalle yenileşmesi için ikili stratejik çerçeve
2000 yılında Ken Livingstone’ın Londra’nın ilk uygulamacı Belediye Başkanı olarak seçilmesi, şehrin geleceğinin planlanmasına,
kentsel dönüşüm ve mahalle yenileşmesine yenilikçi stratejik bir yaklaşımı da içeren yeni bir yaklaşımı müjdeliyordu. 2004
Londra Planı dünya kenti Londra için çağdaş stratejik çerçeveyi oluşturmuştur. Bu çerçeve Planın hem 2008 hem de 2011
revizyonlarında daha da geliştirilmiştir. Bu çerçeve Londra’nın ekonomik yenileşme esaslı Fırsat Alanları ve sosyal yenileşme
esaslı Yenileşme Alanlarını içeren ikili yaklaşımı kapsamaktadır (bkz. Şekil 11).
Vauxhall- Nine Elms Battersea Fırsat Alanı Planlama Çerçevesi: Fırsat Alanı Planlama Çerçeveleri, Stratejik Yatırım
Ortaklıkları tarafından hazırlanmaktadır (bkz. Şekil 12a). Bu düzenlemenin anlamı ise sürecin sonunda ortaya konulan
onanlı Master Plan’ın uygulaması için gerekli kamu ve özel sektör taahhütlerine sahip olmasıdır. Bu Ortaklıklar, Londra
Büyükşehir Belediyesi (LBB), Londra Ulaşım Birimi, Londra Kalkınma Ajansı, ilgili ilçe belediyeleri ve özellikle Proje Alanındaki
mülk sahipleri ve girişimciler tarafından yönetilmektedir. Sürecin değişik aşamalarında yerel halkın ve gönüllü kurumların
görüşüne başvurulmakta ve yerel halk ile gönüllü kuruluşlar gelişmekte olan Planın özgül boyutları için oluşturulan çalışma
gruplarına katılmaktadırlar.
102
Şekil 11. Londra Planı ve kentsel dönüşüm stratejisi
Şekil 12a ve b: Fonksiyonunu yitiren eski sanayi alanı olup, Londra Planı Fırsat Alanları’ndan biri olan Vauxhall- Nine Elms
Fırsat Alanı ve VNEB Planlama Çerçevesi’nin temel önerileri.
Kaynak: Kocabas (2011) pps.
103
Planlama Çerçevesi’nin amacı, büyük ölçekli ve karma kullanımlı projelerde konut ve istihdam sağlanması bileşenlerinin
ilişkilendirilmesidir. Planlama Çerçevesi 15 - 20 yıllık bir zaman diliminde yeniden gelişimi yönlendirmekte ve teşvik etmektedir.
Bu Stratejik Yatırım Ortaklıkları büyük ölçekli özel sektör yatırımlarını bölgeye çekmek için kısıtlı kamu kaynaklarını
kullanmaktadır, örneğin Londra Planı ve İlçe Gelişim Planı’nın hükümlerine uygun olarak arazi sağlamak / kontamine olmuş
arsayı ıslah etmek ve planlama iznini almak için öneriler geliştirmek, vb. Fakat planlama çerçevesi geliştirme sürecinin
bir bölümü olarak, büyük arazi sahipleriyle yapılacak anlaşmalara bağlı olarak, temel altyapının (yeni yollar gibi) finanse
edilmesi ve komşu mahalleler için toplumsal faydalara fon tahsis edilmesi için yeni gelişmeler kapsamında alan-tabanlı bir
vergi uygulaması başlatılmıştır. Vergiler girişimcilerin finansal katkısını belirlemenin bir yolu olarak nitelendirilmektedir. Söz
konusu vergiler, örneğin, metrekare ofis alanı başına x BKSterlin’i veya inşa edilen her konut başına y BKSterlin’i çatı vergisi
şeklinde hesaplanabilir. Bütün projelerden alınan bu vergilerle oluşturulan kaynaklarla Master Plan uygulamasına yardımcı
olmak için Fırsat Alanları’na yatırım yapılmaktadır.
Vauxhall-Nine Elms-Battersea (VNEB) Planlama Çerçevesi’nin temel önerileri: 16.000 yeni konut, 20 - 25.000 yeni istihdam
olanağı, yeni okullar, sağlık merkezleri, sosyal tesisler ve büyük ölçekli yeni ulaşım altyapısını içermektedir (bkz. Şekil 12b).
Yeni konutların, kıyı boyunca daha da yüksek olmak üzere 8-10 kat yüksekliğinde olması, ancak, Parlamento Binası’nın siluet
etkisini bozmayacak biçimde konumlandırılması benimsenmiştir. Battersea Elektrik Santrali’nde ofisleriyle birlikte yeni
bir bölgesel alışveriş merkezi inşa edilecek olup, kapılı kapalı sitelerden ziyade önemli sayıda kamusal alan oluşturulması
öngörülmektedir. Kentsel dönüşümün çok hızlı gelişmekte olan iklim değişikliği boyutu ise, bölge ısıtma sistemi
ve yüksek sürdürülebilir yapılaşma standartlarıyla birlikte, mekanın karbon salımını azaltacak organik atık yönetimini
de içeren, ‘sürdürülebilirlik önerilerinde’ yansıtılmıştır. Bir nehir kenarı yerleşmesi olarak yeniden gelişimin tasarımı ve
planlaması kapsamında VNEB Planlama Çerçevesi aynı zamanda sel riskinin üstesinden gelebilmek için çok yönlü tedbirleri
de içermektedir.
Ocean Toplumlar için Yeni Anlaşma Mahalle Yenileşme Programı: 2001-2011: Ocean Estate, 1960’lardaki slum tabir
edilen yetersiz standartlarda üretilmiş konutlarda yaşayan sakinleri yıkım sonrası yeniden iskân etmek üzere sosyal konut
sağlamak amaçlı yapılmıştır. Bu sosyal konut uygulaması, Londra’nın Tower Hamlets İlçesi’nde bulunmakta olup, yaşayanların
çoğunu Bangladeşli ve Somalili topluluklar oluşturmaktadır. Mahallenin karakteri, Tersane Alanlarına yakın fakat buradaki
büyük yeniden gelişim yatırımlarından çok az fayda sağlamış tipik köhnemiş sosyal konut alanlarıyla betimlenmektedir (bkz.
Şekil 13).
2001’de Belediye Meclisi, Kiracılar ve Mülk Sahipleri Kuruluşları ile ortak çalışarak Toplumlar için Yeni Anlaşma Programı
kapsamında merkezi hükümete yaptığı, önemli dönüşüm kaynağı başvurusunda başarılı olmuştur (Kocabas, 2006). On yıllık
bir süre içinde kullanılmak üzere mahalle yenileşmesi için 56 milyon BK Sterlin’lik bir ödenek sağlanmıştır. Böylelikle Ocean
Estate Tower Hamlets Mahalle Yenileşmesi Programı’nda yüksek öncelikli bir uygulama projesi olmuştur. Alanın çevresel
iyileştirmeler ve istihdam olanakları ile birlikte konut yıkımı/yeniden yapımı ve konut rehabilitasyonu bileşenlerini içeren
kapsamda dönüştürülmesi için bir Master Plan geliştirmek üzere bir Mahalle Dönüşüm Ortaklığı (MDO) kurulmuştur. Bu
Ortaklık kapsamında, Belediye Meclisi giderlerden sorumlu ‘mesul kuruluş’ olup, Kiracılar ve Mal sahipleri Derneği, East
Thames Konut Konsorsiyumu ve Ocean Estate Business Derneği ile ortaklık içinde çalışmaktadır.
Ortakların kararlaştırılmış vizyonu ‘Ocean’ın Londra’nın kalbinde zengin kültür, eğitim ve istihdam imkânlarıyla yaşanacak
güzel bir yer olacağı’ biçiminde ifade edilmektedir. Bu vizyonun gerçekleşmesi için mahallenin, yerel halkın güvenli
yaşayabileceği, güçlü, aktif bir toplumun üyeleri olarak kaliteli konutlarda yaşayarak eğitim görebileceği, çalışabileceği
ve özlemlerini gerçekleştirebileceği bir yerleşim haline getirilmesi benimsenmiştir. Mahalle Ortaklığının, alanın
dönüştürülmesinde bölgenin geleceği için öneriler geliştirirken mimarlar ve kentsel tasarımcılar tarafından uygulanacak,
tasarım ilkeleri oluşturduğu görülmektedir:
•
Ocean Estate’in dönüştürülmesi mahalleyi güvenli bir şekilde yürünebilir kılan geleneksel sokak dokusunu yeniden sağlamalıdır;
•
yeni gelişme, alanı çevreleyen Stepney bölgesinin kentsel formuna ve dokusuna saygılı olmalıdır;
•
yeşil alanların tasarımı, Stepney boyunca yeşil bir omurga oluşturmak üzere mahallenin dışındaki diğer yeşil alanlarla bütünleştirilmelidir; ve
104
•
yeni Ocean Estate, Stepney’nin özel bahçeleri de olan, konforlu alanlar sunan konut tipolojileriyle, aileler için yaşanabilir bir yerleşim olarak gelişmesine yardımcı olmalıdır.
MDO aşağıda bileşenleri yer alan Eylem Programı’nı uygulamaktadır:
•yeni konut uygulamaları için gerekli alanı sağlamak üzere, 3 besleyici alanın ve 2 kentsel adanın yıkım ve alan
temizleme işleri;
•satışa sunulacak 423 ünite özel mülkiyette konut ve 296 tanesi ekonomik/ucuz kiralık konut olan 369 ünite
ekonomik/ucuz/satın alınabilir konuttan oluşan 819 konut ünitesinin inşaatı;
•yüksek yalıtım standartlarına ve kiracıların yüksek yakıt faturalarını ve konut stoğundan kaynaklanan karbon
salımını azaltacak yeni ısıtma sistemine sahip olacak şekilde yaklaşık 1240 adet Belediye’ye ait mevcut sosyal
konutun yenilenmesi;
•meskûn blokların bir kısmını oluşturan, mevcut 16 bitişik nizam mağazanın ve bir Dr. muayenehanesin yerine yeni
dükkânların inşası için yaklaşık 700m2 konut dışı alanın geliştirilmesi; ve
•yerel toplumun yararı ve Ocean Estate’deki temel çevresel iyileştirmeler için yeni bir toplumsal donatı tesisinin
yapılması.
Son yıllarda, dikkatler yeniden geliştirme/rehabilitasyon programı tamamlandığında alanın tekrar çöküntü girdabına
girmemesini sağlayacak mekanizmalar oluşturmak üzerine yoğunlaşmıştır. Bu, mahalle yatırımının farklı nitelikli bir
mahalle ortaklığıyla sürdürülmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle de, Ocean Dönüşüm Vakfı (ODV) ‘kar amacı
gütmeyen bir kurum’ olarak yatırım programını tamamlamak ve mahallede kiracı, mal sahibi gruplarıyla çalışarak ve onları
destekleyerek devam eden sosyal ve ekonomik dönüşümü sürdürmek için kurulmuştur. ODV’nın 13 üyeden oluşan kalıcı bir
Komisyonu bulunmaktadır.
Şekil 13: The Ocean Estate konumu ve mahalle planı
Kaynak: Kocabas (2011) den uyarlanmıştır
5. SONUÇ: YEŞİL SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTSEL DÖNÜŞÜM / İKİLİ YAKLAŞIM ve TÜRKİYE’YE UYARLANABİLİRLİĞİ ÜZERİNE
BİR YORUM
Bu makale kapsamında, Liverpool ve Londra’da birbirinden çok farklı durumlarda kentsel dönüşüm ve mahalle yenileşmesi
kapsamında ikili yaklaşımın nasıl geliştirildiği ortaya konulmuştur. Her iki kentte de, farklı biçimlerde de olsa, kentlerin ekonomik
gelişmesi, projelerin önemli yatırım potansiyeli taşıyan alanlarda yoğunlaştırılması esaslı kentsel dönüşüm yoluyla teşvik
edilmektedir. Stratejik Yatırım Ortaklıkları ise, kıt kamu kaynaklarını, gelişme sermayesini sağlayan özel sektör yatırımcılarına
105
güven veren Planlama Çerçeveleri içinde harekete geçirmektedir. Ancak 1980’li yılların deneyimlerinden edinilen dersler
sonrasında, bu yaklaşımın temel özelliğini sözü edilen prestijli projeler kapsamında sağlanan uygulama sonrası artı değerin
bir kısmının, genellikle Stratejik Gelişme Alanlarının bitişiğinde yer alan yoksul mahallelerin kalkındırılması için aktarılması
oluşturmaktadır. Bu süreç stratejik alanların dönüşümünü, yoksul mahallelerin yenilenmesiyle ilişkilendirmektedir. Bu
örneklerde kent yönetimleri, yoksun mahallelerdeki koşulların kentin geri kalanındaki yaşam koşullarına yaklaştırılması için
iyileştirilmesi yoluyla sosyal gelişme ve toplum gelişimini teşvik etmektedir. Mahalle Yatırım Ortaklıkları, yerel halkın kendi
geleceklerini şekillendiren karar-verme süreçlerine katılmalarını ve onları olumlu yönde etkilemelerini sağlamaktadır. Ne
Liverpool’un, ne de Londra kentinin bu yaklaşımın tüm potansiyellerini kullanmakta olduğunu söylemek mümkün olmamakla
birlikte, geçen on yıl içinde önemli aşama kaydedildiğini de kabul etmek gerekir. Buna karşın, tarih kentsel dönüşümün
ekonomik gel-gitlerle dalgalandığını ve küresel finans krizlerinin her iki kentte de dönüşüm programlarını yavaşlattığını
göstermiştir. Yüzyıl başından beri kat edilen aşama, her iki kentin de şu anda geçmişe oranla daha dirençli olduğunu ve
ekonomik iyileşme başladığında programların ölçeklerini tekrar büyütebileceklerini göstermektedir.
Türkiye’de ise konuya ilişkin deneyim, henüz, özgül kentleşme koşullarına uygun kentsel dönüşüm ve mahalle yenileşmesi
süreçlerini geliştirme adımı aşamasındadır. TOKİ’nin temel bir rol üstlendiği teşvik edici öncü projeler bulunmaktadır. Ancak
karşı karşıya olduğumuz deprem hasar riski gibi zorlukların üstesinden gelmek için daha planlı, stratejik ve sistematik bir
yaklaşımın benimsenmesi gerektiği de açıklık taşımaktadır. Belki de Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında
Kanun Tasarısı, bu makalede ortaya konulan düşük karbonlu ikili yaklaşımın ülke koşullarında özgül yorumunun yapılması
bağlamında revize edilerek kapsamlı hale getirilebilir? Yerel ölçekte ise, örneğin, aktarılan bu deneyim Kartal İlçesi ölçeğinde
değerlendirilebilir; Kartal İlçesi yerel ekonomisinin dengeli kalkınmasının sağlanması için İlçe’de bulunan düşük gelir grupları
ve gecekondu mahallelerinde dengeli ekonomik iyileşmenin sağlanması gerekmektedir. Ancak, bugüne dek üretilen çözüm
önerileri değerlendirildiğinde: •hemen tüm dönüşüm çalışmalarının taş ocağı - Liman arasına ve Z. Hadid tasarım proje önerisine yönlenmiş olduğu;
•çevredeki gecekondu mahallelerine ve gelişme koşullarına ilişkin çok az karşılaştırmalı çalışma yapılmış olduğu
görülmektedir (bkz. Kocabaş, 2010).
Oysa, izlenecek yol, iki bileşenin bütünleştirilmiş bir strateji içerisinde ilişkilendirilerek geliştirilmesi olabilir.
KAYNAKÇA
BİB (2009), ‘Kentsel Dönüşüm, Konut ve Arsa Politikaları’, 3. Komisyon Çalışma Raporu, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı,
Kentleşme Şurası, Ankara (www.bayindirlik.gov.tr).
Breheny, M. (ed.) (1994) Sustainable Development and Urban Form, London: Pion Ltd.
Jenks, M. and Dempsey N. (2005) Future forms and designs for sustainable cities. Great Britain: Elsevier.
Carley, M. (2001) Using Information for Sustainable Urban Regeneration, Edinburgh: Scottish Homes.
Crump, J. (2002) “Deconcentration by Demolition: Public Housing, Poverty, and Urban Policy,” Environment and Planning D:
Society and Space, 20:5, 581–596.
Gibson, M., Kocabas, A., and Oztas, T. (2003) Sustainable Neighbourhood Regeneration in Istanbul as part of EU Harmonisation
Process and Earthquake Resistant Housing Development - a Strategy and Action Plan, İBB-MSÜ-LSBU, 59-Y ve KD.M
460.101,İstanbul.
Gibson, M. (2007a) ‘Spatial Development Strategies and Urban Projects National Urban Policy in England: Sustainable
Communities & the Carbon Challenge’, International Conference Mimar Sinan Fine Arts University, May 28 -29 2007, Istanbul.
Gibson, M. (2007b) ‘Spatial Planning & Global Warming: ECO Towns in England’, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi,
Çarşamba Seminerleri sunumu, Aralık 4th, 2007, MSGSU: Istanbul.
106
Gibson, M. (2012) ‘The Transition to Low Carbon Urban Development and Urban Regeneration in the UK’ in Ergönül, S. et al.
(ed.s) Greenage: Approaches & Perspectives towards Sustainability, in print.
Healey, P. (ed.) ve diğerleri (1996) Making strategic spatial plans: innovation in Europe, London: UCL Pr. Ltd.
Kleinman (1999) Include me out? The new politics of place and poverty: CASE Paper 11, Centre for Analysis of Social Exclusion;
London: LSE.
Kocabaş, A. (2006) Kentsel dönüşüm (yenileş(tir)me: Ingiltere deneyimi ve Türkiye’deki beklentiler, İstanbul: Literatür, ISBN
975-04-0393-2.
Kocabas, A; Gibson, M.; Diren, M. & Aygun, B. (2008) ‘Planning for low carbon development: evolving experience in England and
emerging issues in Turkey’, the Tenth Sharjah International Urban Planning Symposium on Capital cities, wicked problem:
best practices in planning and policy response mechanisms, November 23-25th, Sharjah American University, UAE.
Kocabaş, A. (2009) ‘İstanbul’un Kentsel Dönüşüm / Yenileştirilmesi Üzerine Çözümlemeler’, 27. Tarihi Türk Evleri Haftası: 2010
İstanbul Konferansı, yayınlanmamış makale, 25 Mayıs, İstanbul.
Kocabas, A., ‘Regeneration of Kartal: challenges, opportunities and prospects for the future’, Brebbia, C. A.; Hernandez, S. and
Tiezzi, E. (ed.s) The sustainable city VI: urban regeneration and sustainability, UK: WIT Press, ISBN: 978-1-84564-432-1, April
2010.
Kocabaş, A. (2011) yayınlanmamış makale ve pp sunum.
Konuk, G., Gibson, M. ve Kocabaş, A. (2008) Urban regeneration model for Istanbul, vol. A, B and C, Istanbul: İBB.
Liverpool LB (2008) ‘Kültürel Dönüşüm: kentin geri dönüşü’, Liverpool LB tarafından İBB Delegasyonu’na yapılan pp sunum.
LCC (2010) Liverpool City Council’s Housing Strategy Statement: 2005-2008, Liverpool.
Mayor of London (2004) The London Plan: spatial development strategy for Greater London, London.
Roberts, P. & Sykes, H. (2000) (ed.s) Urban regeneration: hand book, London: Sage.
Sassen, S. (2000a) The global city, (2nd ed.), New York: Princeton University Press.
Sassen, S. (2000b) Cities in a world economy, (2nd. Ed.), Thousand Oaks, CA: Pine Forge Press.
Taylor, P.J. and Walker, D.R. (2001) ‘World cities: a first multivariate analysis of their service complexes’, Urban studies, 38:
23-47.
Turner & Townsend (2004) Towards More Sustainable Places, London: RICS Foundation.
UTF (2005) Towards a Strong Urban Renaissance, UK: London.
107
KENTİN HAFIZASINDA BIR TRAVMA: SULUKULE YIKIMI
Arş. Gör. Pelin ÇETKEN
İKÜ Mimarlık Bölümü
Y. Doç. Dr. İpek AKPINAR
İTÜ Mimarlık Fakültesi
Y. Doç. Dr. Hakkı YIRTICI
İKÜ Mimarlık Bölümü
Giriş
İstanbul‘un tarihi yerleşim bölgeleriyle kadar kurduğu ilişki son yedi yılda, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Varlıkların
Yenilenerek Korunması ve Yaşatılması yasasının kabulüyle değişti, kentin geçmişiyle kurduğu ilişkide bir kırılma yaşandı.
Bu yasayla kentin alt gelir grubunun yaşadığı tarihi bölgeler imara açıldı, planlanan kentsel dönüşüm projeleriyle kentin
yıkılarak yapılanmasında bir artış yaşanmaya başladı. Yenilenen bu bölgelerde yaşayanlar, evlerinden tahliye edilerek, kentin
çeperlerine gönderildiler. Tüm bu kentsel yıkım ve sürgün hikayelerinin içinde kentsel yıkımın ilk yaşandığı yer olan Sulukule,
bu süreçte kritik bir yere sahiptir 1. Bu sebeple çalışma, yıkma eylemini ve kentsel hafızada değiştirdiklerini Sulukule’nin yıkım
süreci üzerinden ele alacaktır. Amaç, yıkma eyleminin kentsel ve toplumsal hafızada nasıl bir etki bıraktığını sorgulamak;
yıkma eyleminin modern dünya ile kurduğu ilişkiyi incelemektir.
2005’te başlayıp, 2010’da tamamlanan Sulukule yıkım sürecine odaklanan bu çalışma, Sulukule’nin bu yıkımla hafızada
değişen yerini, yaşanan travmayı Sulukule’nin yıkım sürecinde çekilmiş üç belgesel film olan Sulukule2, Canım Sulukule3, ve
Selahattin’in İstanbul’u4 üzerinden inceleyecektir. Bu filmler aracılığıyla yıkımın, toplumun özellikle de Romanların hafızasında
neleri nasıl değiştirdiğini onların sözleri, görüntüleri üzerinden ele alacak; İstanbul’da yıkarak yapılanan bir bölgede, fiziksel
yıkma ve yapılanma hikayelerinin ötesinde duran insanların hayatlarında neler olduğunu ortaya koyacaktır.
Modern Dünyayı Yaratan Yıkma Eylemi
Bugünden iki yüzyıl öncesine gidildiğinde modern olma düşüncesinin insanların hayatlarında ciddi bir kırılmaya yol açtığı
görülür. Bu kırılma o güne kadarki dünyanın değişmesini beraberinde getirir. İnsanlar modern olma halinin yarattığı
kırılmalardan doğan “yeni” durumlar karşısında alıştıkları bildikleri ama eskiyen hayatları arasında bir seçim yapmak zorunda
kalırlar. Çünkü modern olma hali insanları hep bir şeyleri seçmeye zorlar. Berman’ın5 da dediği gibi modern dünyada “hem o /
hem bu yerine ya o / ya bu gelir”, insanlar hayatlarını hep vazgeçtikleri şeyler üzerine kurarlar. Bir şeyden vazgeçmek özünde
diğerini yıkmayı çağrıştıran bir eylemdir. Bu yüzden yıkma eylemi geleneksel dünyada yaşayamadığı anlamlarını modern
dünyada pekiştirerek bulur. Çünkü modern dünya kendisinden önceki yaşantıyı sıfırlayarak yeni olanı yaratır ve yarattığı
yeni üzerinden kendisini tanımlar. Bu sırada onun yenisine yer a çan şey ise yıkma eylemidir.
Yıkma eyleminin modern dünyayı yaratan gücü tarihte bir modernleşme aracı olarak Paris, Petersburg, New York gibi birçok
kentin kentleşme hikayesinde boy gösterir. “Ya o / ya bu” noktasında, seçilen geçmişte kalan değil, bugüne dair üretilecek,
yeni olan olur. 1850’lerde Paris’te Haussmann ve 1950’lerde New York, Bronx’taki Robert Moses yıkımlarının ötesinde bu
seçim yatar. Aynı şekilde İstanbul’un Cumhuriyet sonrası kentleşme sürecine bakıldığında da yıkma eyleminin baskın gücü
1 Çeşitli yayın ve belgesele konu olan travmatik süreç, “Kentin Hafızasında Bir Travma: Sulukule Yıkımı” adlı tez çalışmasında sorgulanmıştır
(Çetken, 2011). Bu çalışma, tezdeki bulguları paylaşmaktadır.
2 Pınar, F., 2009, Sulukule, Türkiye
3 Osseiran, N., 2010, Canım Sulukule, Türkiye.
4 Türkmen, A., 2010, Selahattin’in İstanbul’u,Türkiye.
5 Berman, M., 1999, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları, İstanbul.
109
görülür. Bu durumu “yıkarak yapmak” kavramı üzerinden tanımlayan Tanyeli6 İstanbul’daki imar operasyonlarını bu kavram
üzerinden üç dönem odağında değerlendirir: 1930’ lu yılların Henri Prost, 1950’li yılların Adnan Menderes ve 1980’li yılların
Bedrettin Dalan yıkımları. Bir kentsel planlama aracı olarak yıkarak yapma eylemi ve onun yan etkileri İstanbul’un Geç Osmanlı
döneminden bu yana değişen görüntüsünü oluşturur.
2000’li yıllara gelindiğinde çok bir şey değişmemiştir ki Çevre ve Şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Şu anda İstanbul’da
yıkmaktan daha güzel bir şey yoktur, İstanbul’da yıkıldıkça güzelleşir”7 açıklaması bugünün ruh halini özetler. Bugün Emek
Sineması ve Atatürk Kültür Merkezi hakkındaki yıkılsın / yıkılmasın tartışmaları, Gezi Parkı’nın ve Taksim Meydanı’nın yıkarak
yapılanması planları, gecekondu mahallerindeki yıkım çalışmaları ve kentteki tarihi bölgelerin yıkılarak dönüşmesini öngören
projeler bu ruh halinin görünen yüzü olurlar.
Tüm bu yıkarak yapma süreçleri içinde kent ilerleme ve gelişme adına yüzünü sürekli yenilerken, kentin eskisinde kalan,
kentin yeni yüzünde kendisine yer bulamayan insana ne olduğu, yıkma eyleminin mekanik sürecinin ötesinde nelerin durduğu
ise birer soru işaretidir.
Yıkma Eyleminin Ötesinden Gelenler:
Modern dünyanın kentleri kendi içlerinde modernliğin huzursuzluğunu, tedirginliğini taşırlar. Çünkü yıkarak yapma eylemiyle
kentte kimin yenisi olduğunu bilmediği yenilerle, kendisinden olan eskileri hızla takas etmeye yönlendirilen insan arada kalır.
Hızla değişen dünyasında nereye ait olduğunu bilemez. Çünkü sürekli yenilenen bir yeninin içindedir. Yaşadığı zemin hep
kaygandır, tutunacağı bir yer kalmamıştır. “Ya o / ya bu” meselesinde yitirdiklerinin boşluğundadır. Çünkü seçim yapmak
her ne kadar mekanik bir şey de olsa, sonuçları kurulan mekanizmayı yerle bir edebilecek güçtedir. Bu, yitip giden şeyleri
hala hatırlıyor olmanın verdiği bir ruh halidir. Bu yüzden kentsel yıkımlarda yıkılan yalnızca binalar olmaz. O binaların içinde
ve dışında geçmiş olan hayatın bıraktığı izler vardır. Anlar o binalarda, çevrelerinde biriktirilmiş, anılaştırılmıştır. Kentsel
yıkımlarda fiziksel olarak kentte bir şeyler yok olurken hafıza, her seferinde daha fazlasını hatırlamak için direnir.
Kentteki yıkımlarda kişinin yitirdiği yapıların ötesinde neyin olduğunun cevabı o kişinin hafızasında saklıdır. Lynch8 kentte
yaşayanların kentin fiziksel yapısıyla bir bağ kurduklarından, ona çeşitli anlam ve hatıra yüklediklerinden bahseder. Kent
hem yaşayanlarının hafızasında yer eden anıların dünya üzerindeki uzantısı hem de o anıları besleyendir. Kentte yaşanan
bir yıkımla bu anılar da yitirilir, kent insanı bağ kurduğu, kendisini ait hissettiği çevreye yabancılaşır. Sürekli artık asla
ulaşamayacağı geçmişi özleyen, bugünden memnun olmayan ruh hali bu şekilde oluşur.
Kentteki bir yıkımla yitirdiği anılar kişide bir travma yaratır. Çünkü o yıkım sırasında kendisinin de içinde olduğu parçaları
yitirir. Kişi, anılarının gerçekle olan bağını kaybeder. Kendisine başka gerçekler aramanın peşine düşer. Suner9 hatırlanan
şeylerin unutulan şeylere işaret ettiğinden bahsederken Auge10 bunu “bana unuttuğun şeyi söyle, sana kim olduğunu
söyleyeyim” diyerek tamamlar. Kentteki yıkımlar kentsel ve toplumsal hafızada yarattıkları travmalarla bir kentin kişiliği
hakkında ipuçlarını veren olurlar.
İstanbul’da Bir Travma: Sulukule’nin Yıkımı
11
6 Tanyeli, U., 1998, Yıkarak Yapmak, Tanyeli, U., Türkiye Tarih Vakfı, İstanbul, s.109.
7 1 Ekim 2010 Sabah gazetesinden alıntıdır.
8 Lynch, K., 2010, Kent İmgesi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.1.
9 Suner, A., 2007, Hayalet Ev: Yeni Türk Sinemasın Kimlik Aidiyet ve Bellek, Metis Yayınları, İstanbul, s.26 .
10 Auge, M., 1999, Unutma Biçimleri, OM Yayınevi, İstanbul, s. 49.
11 Sulukule’de yıkım süreci kolajı.
110
Sulukule yaşadığı yıkım süreciyle kentteki ve hafızadaki anı değişimlerini ve bunların yol açtığı travmayı gözler önüne
seren bir kentsel yıkım hikayesi sunar. Dünyanın en eski Roman yerleşkesi olarak bilinen, 1000 yıllık bir kültürü bünyesinde
barındıran Sulukule 2005’te 5366 sayılı yasanın uygulanmasıyla kentin ve kentlilerin hafızasında o güne kadar durduğu yeri
yitirdi, 2010 yazından itibaren kentten tamamen silindi ve yerine “Osmanlı Konutları” adı altında evler yapılmaya başlandı. Bu
sırada Sulukule’de yaşayan Romanlara yaşamaları için yeni adres olarak Sulukule’den 41 km uzaklıkta bulunan Arnavutköy,
Taşoluk TOKİ12 mahallesi gösterilir. Günlük para kazanarak geçinen bir kimse için her ay TOKİ evlerinin taksitlerini ödemek,
kentin merkezinden, yaşadıkları alıştıkları yerleri, insanları bırakıp kentin dışında yaşamaya başlamak Sulukule’den tahliye
edilen Romanlara uymaz. Çoğu Taşoluk’a giden Roman geri döner, kentte parça parça da olsa, kentin onları kabul eden
yerlerinde yaşamaya devam eder. Bartu’nun13 dediği gibi kentte yoksulluk yalnızca yer değiştirir.
14
Sulukule’nin yıkım süreci sırasında çekilen Sulukule, Canım Sulukule ve Selahattin’in İstanbul’u filmleri sürecin içinden gelen
bir dille olanı biteni anlatır. Bu filmler değişimin tam ortasından anlar sunar ve bu anlar geçmişten bu yana alışılagelmiş
Gırgıriye15 filmleri neşesinde değildirler. Yıkımla hafızada değişenleri, yaşanan travmayı birinci ağızdan anlattıkları için
çalışmanın bu aşamasında bu filmlerin okumasına yer verilecektir.
“Sulukule”, “Canım Sulukule”, “Selahattin’in İstanbul’u” Film Okumaları

16
12 TOKİ: Toplu Konut İdare Başkanlığı13 Bartu, A., Kolluoğlu B., 2009, Kentsel Değişim Sürecinde Yer değiştiren Yoksulluk, Voyvoda Caddesi Toplantıları İstanbul
Sohbetleri. http://www.obarsiv.com/e_voyvoda_0809.html. Erişim tarihi: 15.02.2010
13 Bartu, A., Kolluoğlu B., 2009, Kentsel Değişim Sürecinde Yer değiştiren Yoksulluk, Voyvoda Caddesi Toplantıları İstanbul Sohbetleri. http://www.obarsiv.
com/e_voyvoda_0809.html. Erişim tarihi: 15.02.2010
14 Harita üzerinde Arnavutköy, Taşoluk ve Fatih, Sulukule: http://www.sehirler.net/resim-istanbul-resimleri-1-istanbul-225.htm, alındığı tarih:11. 02. 2010.1
15 Tibet, K., 1981, Gırgıriye, Türkiye.
16 Sulukule filminden kareler.
111
“Sulukule” TMMOB17 Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesinin isteği üzerine Fatih Pınar tarafından 2009 mayısında
“Kentsel Yıkım Alanları” başlığı altında çekildi. 5.30 dakika süren “Sulukule” filminde Pınar görüntüde fotoğrafları akan
yıkımla hayatları değişen Sulukule ve Romanlarına yer verirken arka planda yıkımı yaşayan sekiz Roman’ın anlattıklarını iletir.
Pınar filminde izleyeni yeni oluşan, yıkılmakta olan Sulukule’ye götürür, orada yıllardır yaşayan kimselerle tanıştırır, onların
yaşadıkları yerle kurmuş oldukları bağı, o bağı yitirmek istemeyişlerini, çaresizliklerini, tepeden kararlarla değişen kent
planları içinde onların arka planda kalan travmalarını gözler önüne serer. Yıkımla evini yitiren, yalnızca emlak piyasasında
sıradan bir nesne olan evi değil, bir yerleşim bölgesinin evleştiği o aidiyet noktasını, hafızasını yitiren kimselerin hikayesi
geçer görüntülerin arasından. Gırgıriye’nin sokaklarından geriye hiçbir iz kalmadığını gösterir. “80 yıldır Sulukule’yi evi
bilmiş” kimselerin, Taşoluk gibi adını dahi ilk defa duydukları bir yerde yaşamaya mecbur bırakılmaları karşısındaki çaresizliği
anlatır. Romanlar için Taşoluk’un ne kadar uzak ve anlamsız olduğunu gösterir.
18
“Canım Sulukule” 2010 yılında Necla Osseiran tarafından çekilen 10 dakikalık bir filmdir. Film Sulukule’de Kasım 2009’da
yıkılan son evin sahibi olan Gülsüm Abla’nın yıkım süreci üzerine anlatılarından oluşur. Filmde tıpkı Pınar’ın filminde olduğu
gibi bir yandan Sulukule’nin ve Romanları’nın fotoğrafları gösterilirken diğer yandan da Gülsüm Abla ve Osseiran’ın yıkım ve
Roman olmak üzerine konuşmaları yer alır. Osseiran sorar, Gülsüm Abla yıkımı kendi gözünden anlatır. Gülsüm Abla Romanlar
olarak tek başına bırakıldıklarını söyler. Roman oldukları için devletin onları sevmediğinden, Taşoluk’u kastederek “çöpe
attığından” bahseder. Onun için tüm bu rant dünyası anlaşılmazdır. Tek bildiği, hafızasında çocukluğundan bu yana anılarının
biriktiği, ait olduğu yerleri terk etmek istemediğidir. Yıkımla değişenlere hazır değildir.
18
19
“Selahattin’in İstanbul’u” yönetmenliğini Aysim Türkmen’in yaptığı 2010 yapımı olan 30 dakikalık bir filmdir. Film Sulukule’de
yaşayan Selahattin isimli seyyar satıcının Sulukule’nin kentsel dönüşüm projesiyle birlikte Sulukule’den ayrılışını, Taşoluk’a
yerleşmesini ama bir türlü orayı benimseyememesini gösterir. Diğer iki filmde anlatılanları tek tek göstermesi açısından bu
17 TMMOB: Türk Mühendis Ve Odalar Birliği
18 Canım Sulukule filminden kareler: son karede Gülsüm Abla.
19 Selahattin’in İstanbul’u filminden sahneler.
112
film üç filmi buluşturan bir yapımdır. Selahattin’in işi İstanbul’u dolaşmak ve elindeki malları satmaktır. Ama filmde gösterilir
ki İstanbul’u o kadar dolaşan bir kimse olan Selahattin dahi Taşoluk’un adını ilk defa Sulukule’nin yıkımı ile duyar. Filmde
Selahattin’in yıkımla birlikte Sulukule’yi terk edince neleri terk ettiği, edemediği üzerine yoğunlaşılır. Yıkım Selahattin’in
gündelik hayatını değiştirmiş, önceden evinden çıkar çıkmaz kentte bir şeyler satarken, Taşoluk’ta yaşamaya başladıktan
sonra kentte bir şeyler satabilmek için her sabah erkenden kalkıp minibüsle kente giden, ancak gitmişken arkadaşlarını,
akrabalarını görebilen bir kimseye dönüşmesine neden olur. Sanki Selahattin ait olduğu hayattan kopartılıp, başka bir hayata
kopyalanıp, yapıştırılır. Ama yapışkan bir türlü tutmaz, Selahattin filmin sonunda daha fazla dayanamaz kentte alıştığı
yaşantısını sürdürebileceği bir yer arayışına girer ve Taşoluk’u terk eder.
20
Sulukule, Canım Sulukule ve Selahattin’in İstanbul’u filmleri bir arada izlendiğinde yaklaşık 1 saatlik süre içerisinde bir yıkımı
yaşamış insanların seslerine ve görüntülerine ulaşılır. Onların hikayesi bugün herkesin kentler hızla değişirken yaşadıklarının
en derinidir. Yıkarak yapma eyleminin neyi ne kadar yaptığı, yapamadığı bu insanların hikayelerinde okunur. Yıkarak yapılanan
kentte eski ile yeni arasındaki çatışmada onlar eskiyenler olarak kentte yıkılanların arasında kalırlar, onların “yeni” diye
belledikleri bu olur. Hafızalarında bir zamanlar hayat diye kurdukları her şey bir yıkımla ortadan kaybolurken
geriye yalnızca o zamanları özlemeleri kalır. Geçmiş, yıkımdan önce onlarla birlikte yaşayan canlı bir şeyken yıkımla birlikte
özlenen, nostaljik bir şeye dönüşür. Ait oldukları hayatlara yakın olmak için Selahattin gibi Taşoluk’tan Sulukule’ye her gün
40 km yapmalarında da, Gülsüm Abla gibi sonuna kadar evlerini bırakmamalarında da hafızalarında yer edenleri koruma
çabası vardır. Filmlerde onların hafızalarında yaşadıkları travma ile bir şekilde baş etmeye çalıştığı görülür. Yıkımın yarattığı
travma yalnızca Romanların hafızalarında hayat diye kurdukları şeyleri yitirme hali değil bu yitirişi ne ile tamamlayacaklarını
bilememe halleridir.
21
20 Filmlerdeki Romanlar ve söylediklerine dair kolaj.
21 Hafızada değişen Sulukule kolajı.
113
Sonuç:
Yıkma eylemi hafızayı yeniden kuran eylemdir. İstanbul yıkarak yapılanırken hafızasında hafıza kayıplarını ve o kayıplarının
içinde kalmış insanları biriktirir. Sulukule yıkımının yarattığı travmayı filmlerde konuşan Romanlardan dinlemek bugün
olmayan bir yere, kentteki bir hafıza kaybının içinde dolanılmasını sağlar. Bu hafıza kaybı kentte yıkarak yapma eylemini ve
onun yan etkilerini sorgulatır.
İki yüz yıl öncesinden bakıldığında karşılaşılan modern olma halinin vaatleri sonsuz ve kusursuzdu. Kuracağı yeni dünya
öncekine benzemeyecekti. Ama aradan geçen zamanda görüldü ki modern dünya kendisini her seferinde yeniden kurarken
“eski”yenler için pek bir şey değişmedi: Tıpkı bugün Sulukule’de olduğu gibi. Sulukule yıkımla birlikte hafızada biriktirdiği
tüm yaşanmışlıkları, geleneksel anlamda evleştiği, mahalleleştiği o noktayı yitirdi ve emlak piyasasında nesneleşmiş konutun
bulunduğu sıradan bir bölgeye dönüştü. Artık Sulukule hiç kimse olan herkesindir. Bugün başka bir yıkarak yapılanma
sürecinde olan İstanbul dönüşüm projeleriyle kent herkesin hiç kimseye, yerin ise herhangi bir yere dönüştüğü noktadadır.
Sulukule, Tarlabaşı, Balat, Ayvansaray, Süleymaniye ve daha nice yer aynılaşmakta ve bu sürecin sonunda elde nasıl bir
İstanbul kalacağı ise bilinmemektedir.
114
KENTSEL DÖNÜŞÜM SÜRECİNİN SULUKULE VE EL RAVAL
BÖLGELERİ ÜZERİNDEN İNCELENMESİ
Tuğçe EREN
İstanbul Kültür Üniversitesi
GİRİŞ
20. yüzyılın üçüncü çeyreğinden bu yana kendini gösteren küreselleşme süreci, kent mekanı üzerinde büyük değişikliklere yol
açmıştır. Bu süreç dünyada ve Türkiye’de kentsel dönüşümü tetiklemiştir. Dünyada, sanayisizleşen endüstri kentlerinin kenti
canlandırma amacıyla ekonomiye katkı sağlama düşüncesi, kentlerdeki birçok sorunu beraberinde getirmiş ve dönüşüm
üzerinden çözüm arayışlarına gidilmiştir.
Türkiye’de ise bu süreç dünyadaki örneklerden farklılık göstermektedir. Devletin 1980 yılında, sermayenin yolunu açma
girişimiyle başlamıştır. Ortaya çıkan hızlı kentleşme, kentin mekansal yapısında değişim, nüfus yoğunlaşması gibi faktörlerin
oluşturduğu fiziksel alanlardaki çöküntü sonucu, dönüşüm çalışmaları başlatılmıştır. Dönüşüm sürecinde fiziksel ve
toplumsal sorunlar, kapsamlı müdahale gerektirse de kentin gelecekteki vizyonu açısından, büyük projelerle gündeme
getirme düşüncesi baskın hale gelmiştir.
Küreselleşmenin tetiklediği bu etkenlerin sonucu olarak her geçen gün nüfus artışıyla çoğalan yapılanmalarla kent
çeperlerindeki doğal veya yapay eşik sınırları zorlanmaktadır. Havzalar aşılmakta, ormanlar ve tarım alanları yıkılmakta, yeşil
alanlar tahrip edilmekte ve tarihi yapılar yerle bir edilerek kentin hafızasını silmektedir. Kent, parçacıl dönüşüm mantığıyla
ele alınarak, dengesiz yoğunluklu bölgeler oluşturulmakta ve alanın kimliğinden uzak kararlar alınmaktadır. Kent bütününden
bağımsız ve silüete etkili oluşan bu yerleşimler, temelde kent mekanının kutuplaşması tartışmalarını gündeme getirmektedir.
Bu kavramların, Türkiye’den ve dünyadan örnekler üzerinden tartışılması amaçlanmıştır. İstanbul’da yer alan Sulukule bölgesi
ile Barselona’da yer alan El Raval bölgesinin dönüşüm yaklaşımları karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmiştir. İki bölgenin
seçilmesindeki amaç, farklı açılardan ele alınan dönüşüm örneklerinin projeye yaklaşım biçimlerinin değerlendirilerek,
kentlere nasıl etki ettiğini ve sonuçlarının hangi oranlarda farklılık gösterdiğini irdelemektir.
DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ TETİKLEYEN FAKTÖRLER
20.yy ilerledikçe endüstri alanında ulusal ölçekte gelişme yaşanmıştır. Modern hayatın kurgusunda kentlerde oluşan yoğun
nüfus artışı, plansız yapılaşma, suç oranlarının yükselmesi ve sağlıksız yaşam koşullarının tehdidi gibi çok sayıda problemi
beraberinde getirmiştir.1950’li yıllarda Türkiye’de kentin altyapı düzenlemesi yapılmadan kırdan kente göç oranlarında artış
yaşanmıştır. Gecekondulaşma ortaya çıkmış ve düzensiz, karmaşık bir kent örüntüsü oluşmuştur (Şişman ve Kibaroğlu, 2009).
Dünyada ve Türkiye’de kentsel dönüşümün tetikleyici unsurları, bu kavramlar ışığında incelendiğinde birbirleriyle benzerlik
göstermektedir. Fakat dönüşüm sürecine giriş aşamasında ele aldıkları düşüncelerle birbirlerinden farklılaşmaktadır. Bu
farklılıklar sonucunda, Dünyada ve Türkiye’de yapılan dönüşüm örnekleri amaçları, hedefleri, örgütlenme sistemleri, gelişim
süreçleri ve sonuçları bakımından birbirinden ayrılmaktadır.
Dünyada uygulanan örnekler değerlendirildiğinde, dönüşümü tetikleyen unsurların başında, endüstriyel şehrin yapılanmasıyla
düzensiz yapılaşan kent örüntüsünün, yoğun derecede konut ve iş alanlarına sahip olması gelmektedir. Birbirine yakın
binalar arasında kalan dar sokaklarda suç oranlarının artması ve kentteki yapıların çoğunda ışık alamamanın verdiği sağlık
problemleri oluşmuştur. Türkiye’de ise 1980 sonrası sermaye üzerinden kar güdülerek, ekonomik anlamda daha fazla gelişim
115
hedeflenildiği söylenebilir (Özdemir,2010). Bu bağlamda endüstri döneminden sonra oluşan ve gelişen çarpık yapılaşma, 21.yy
başlarında birtakım kanunlar ışığında dönüşüm yolunda ilerlemiştir.
Kentsel dönüşüm, her bölgede aynı form ve dönüşüm mantığıyla yürütülen kurgunun ötesinde, bölgenin hafızasıyla
bütünleşmesi gereken bir uygulamadır. Yaşanılan kent dokusu incelendiğinde korunmaya ve yaşatılmaya değer kültür
zenginlikleriyle karşılaşılmaktadır. Her yöre, kendine özgü gelenek ve görenekleri, ekonomik ve sosyal açıdan yaşam
farklılıkları, gelişmişlik seviyesi, iklim koşulları ve topografya yapısına göre tasarlanan kent dokusu ile bütündür. Bu doku
uzun yıllar içinde kurulan bir sistem bütününü içermektedir. Bu bağlamda, yaşamakta olduğu bölgede uzun yıllarını geçirmiş
ve derin ilişkileri bulunan kentlinin yaşam bölgesine ilişkin düşsel imajı, hatıra ve anlamlarla yüklüdür. Kent hafızası olarak
nitelendirebileceğimiz mevcut kent dokusu, bize bulunduğumuz alanın kimliğini göstermektedir. Ne yazık ki küreselleşen
dünyamızın etkileri, kent mekanını ekonomik, fiziksel ve sosyal açıdan büyük değişiklere uğrattığı ve yaşayan dokuları yavaş
yavaş yok ettiği söylenebilir.
ÇÖKÜNTÜYE UĞRAYAN KENT MEKANLARININ DÖNÜŞÜM ÜZERİNDEN ELE ALINMA SÜREÇLERİ
Kent ulusal anlamda gelişip metropolleştikçe, içinde yaşanılan hayat koşulları aynı oranda karmaşık bir hal almaya
başlamaktadır. Fiziksel anlamda yaşanan ilerlemelerin arka planında kalan toplumsal sorunlar üzerinde yeterince
düşünülmediği birçok örnekte karşımıza çıkmaktadır. Hizmet sektörü üzerinden kentin pazarlanması ve sermaye çekme
düşüncesi küreselleşmeyle görülen en belirgin özelliklerden biridir. Bu süreçte gerçekleştirilen dönüşüm kavramı doğal ve
yapılı çevreyi birebir etkileyen bir kavram olmakla birlikte, içinde yaşayan toplumu da etkisi altında tutmaktadır.
Dünyada uygulanan örnekler değerlendirildiğinde, endüstri kentlerinin sanayileşme süreçlerinde kentin kalkınması için
ekonomik canlanma üzerinden gelişim hedeflendiği görülmektedir. Bu amaç doğrultusunda kentin yaşam şartlarının iyileşmesi
üzerinde yoğunlaşılarak, yenilenen kent dokusu üzerinden yatırım çekme fikri düşünülmüştür. Bu düşünce gerek fiziksel,
gerek de toplumsal sorunları kapsayan bütüncül bir dönüşüm süreci olarak görülmektedir. Kent dokusunun yaşatılması ve
bölgede yaşayan halkın kentin bir parçası olarak değerlendirildiği dönüşüm çabasına gidilmiştir(Şişman ve Kibaroğlu).
Türkiye’de kentsel dönüşüme fiziksel odaklı bakılmakta ve tarihi bölgelere gösterilen değer ikinci planda tutulmaktadır.
Kültür yapılarının tasarlanmasında uzun dönemli işlevsel plan çıkarımı ve kullanıcı profili düşünülmeden, kentteki sayıları
doğrultusunda yapı bazında değerlendirilerek rant sağlandığı görülmektedir. Dönüştürülen bu mekanlar arasında, kamusal
boşluklar yok edilmekte ve yerlerine yenisi tasarlanmamaktadır. Dönüşüm sürecinde toplumsal değerlerin ve yaşayan
bireylerin dahil olduğu bütüncül planlamalar yapılsa da, plan sürekliliği bulunmamasından dolayı soylulaştırma ve kesimler
arası sınırların belirginleşmesi kavramları gün yüzüne çıkmaktadır(Aksoy). Bu bağlamda, küreselleşme sürecinde gelişen ve
dönüşen mekanların arka planından kente baktığımızda her geçen zaman özelleştirme ve bireysellik kavramlarının arttığını
görmekteyiz.
Bu süreç, El Raval ve Sulukule örnekleri üzerinden karşılaştırılarak incelenebilir.
EL RAVAL BÖLGESİ İLE SULUKULE BÖLGESİ’ NİN KENTSEL DÖNÜŞÜM SÜRECİ
El Raval bölgesi 18.yy’da endüstrileşme ile birlikte kirletici, tehlikeli sanayi alanlarıyla etkisini en derin yaşayan bölgelerden
biridir. Tarihi kent bölgesi niteliğinde, bahçeleri, çarşıları, dini ve sağlık merkezleri bulunduran ve yapılaşması yarım kalan,
dörtgen alanlardan oluşan kent dokusunu içermektedir. Franko rejiminin kent üzerinde değişimi yasaklayan baskıcı tavrı
ile kent köhneleşmiştir. Kent çeperlerinde çok sayıda yüksek işçi blokları ve fabrikalar yer almıştır. Endüstrileşmenin de
etkisyle, kırsal alandan kente göç artmış ve kalan boş alanlar, (wc, mutfak gibi) ortak hacimler barındıran yüksek katlı yaşam
üniteleriyle doldurulmuştur. Bu yerleşimler beraberinde güvenlik sorunu, sağlıksız yaşam koşullarının artması, hastalıkların
oluşması, sosyal etkileşimin azlığı, işsizlik ve eğitim ihtiyacı gibi sorunları getirmiştir. 20yy’da kent, alt gelirlilerin yoğunluk
kazandığı ve suç oranlarının arttığı bir bölge haline gelmiştir. (Demirtaş ve Esgin,2006) (Özdemir,2010)
Kent çevresini saran surların 1850’de yıkılma kararı ile yenilenme yolunda ilk adım atılmıştır. Beraberinde kentin dönüşümü
için uygulanan yarışma projesi ile seçilen Cerda planı kent üzerindeki ilk müdahale olarak kentin alt yapısını oluşturmaktadır.
Barselona, 1992 Olimpiyat oyunlarını organize etmesi sonucu kentin yaşam kalitesini arttırmaya yönelik oluşturulan “Yerel
116
planlama projeleri” dönüşüm çalışmaları, El Raval kenti dönüşümü üzerinde de uygulanmıştır. Tehlikeyi azaltan geniş
sokaklar, alçak katlı bloklar ve kamusal boşluklar oluşturulmuştur(Demirtaş ve Esgin,2006).

Rambla De Raval
El Raval ara sokağı
Dönüşüm kapsamında uygulanan ilk karar, suç oranlarını ve trafik sorununu azaltmaya yönelik, 317m uzunluk, 59m
genişliğindeki De Raval yolunun açılmasıyla gerçekleşmiştir. Bina yoğunluğunun azaltılması, kamusal alanların çoğaltılması,
yeşil alanların oluşturulması ve toplumsal sorunları da dikkate alan kullanıcı odaklı kentsel dönüşüm süreci planlanmıştır.
Bu süreç birçok disiplinin bir araya geldiği bir yaklaşım bütünlüğüyle yürürlüğe konmuştur. Ekonomik büyümeye ağırlık
verilerek, hizmet, ticaret ve sosyal konut içerikli karma kullanımlı bir kent mekanı üzerinden yenileme çabasına gidilmiştir.
Kent itibarını arttırmaya yönelik ve özel yatırımları kentin bünyesine katan bir dönüşüm stratejisi geliştirilerek fiziksel ve
toplumsal anlamda gelişim hedeflenmiştir. Satılması ve yenilenmesi planlanan yapılar, vergi teşvikleri uygulanarak sisteme
kazandırılmıştır. Proje kapsamındaki diğer bir süreçte, kültürel eksenli dönüşüm üzerinden kamu, yerel halk, özel sektör ve
Avrupa Birliği’nin de katılımıyla artan bütçeyle, Çağdaş Sanatlar Müzesi(MACBA), Çağdaş Sanatlar Merkezi(CCCB), Barselona
Humanities Üniversitesi, sanat galerileri ve küçük aktivitelerle kültür kompleksi oluşturulmuştur. Her aşamada halkın da
görüşüne başvurularak katılımcı kentsel dönüşüm süreci yürütülmüştür. Başta parçacıl bir yaklaşım olarak algılansa da,
fiziksel olarak kent dönüştürülürken; toplumsal ve kültürel değerlerin de sürece dahil edilmesiyle alanın kimliğini gözeten
bütüncül bir yaklaşım sergilenmiştir. Sosyal olarak yaşayan kesimin bağlılığı ve birleşmesi için stratejik noktalara açık alanlar
tasarlanmış, sosyal hizmetler kurularak halkın eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi üzerine çalışmalar yapılmıştır(Özdemir,2010).
Sulukule Bölgesi ise, tarihi yarımada sınırlarının kıyısında yer almasıyla önemli bir konuma sahiptir. Bölge, yenileme
çalışmalarından önce Romanlar’a ev sahipliği yapmaktaydı. Geçim kaynaklarını eğlence evleri ile sağlayan Romanlar, 1990’da
kapatılmasıyla bölge hızlı şekilde çöküntü bölgesi haline gelmiştir.
Sulukule Bölgesinin 02.11.2007 tarihinde, ”kente kazandırılma” adı altında Fatih Belediyesi, TOKİ, Büyükşehir Belediyesi
ortaklığında 5366 sayılı kanun yetkisiyle dönüştürülmesine karar verilmiştir. TOKİ tarafından tasarlanan projede, konut
haricinde kültürel tesis, otel ve okul gibi farklı fonksiyonlar yer almaktadır. Dönüşüm projesi içeriğinde, yaşayan halkın
bölgeden uzaklaşmaması, kültürün korunması, ekonomik gelişimin sağlanması, tarihi dokunun korunması ve katılım
117
sağlanarak alanın kültürel dinamiklerinin korunacağından bahsedilmektedir. Fakat uygulamanın başladığı andan itibaren vaad
edilen sözlerin çoğunun yerle bir olduğu görülmektedir. Ekonomik gelişim sağlanması düşüncesiyle parçacıl yaklaşım sistemi
uygulanarak fiziksel dokunun dönüştürülmesine ağırlık verilmiş, yoğun tepki ve protestolarla karşılaşılmıştır(Ozdemir, 2010).
Sulukule
Proje kapsamında yaşayan halka sunulan seçenekler, evlerini satmaları veya kamu ile anlaşarak mülk sahibi olmalarının
sağlanmasıdır. Konut sahibi olanlar için, yeni konuttaki dairenin inşaat maliyeti ve satılan yapının mevcut değeri arasındaki
farkın 15 yıl içerisinde ödenmesi koşulu sunulmuştur. Kiracılara ise Büyükşehir Belediyesi, kendi arsasını projeye bağışlayarak
Taşoluk’ta TOKİ tarafından yapılan konutlarda, peşinat verilmeden 15 ay süresince ödeme yapılabilmesi olanağı tanımıştır.
Fakat yaşayanların evlerine ödedikleri fiyatlar düşünüldüğünde, proje sonrasında yükselen kira bedelleri arasındaki fark
oldukça büyüktür(Özdemir,2010). Halkın yoğun engelleme çabalarına rağmen gerçekleştirilen projede arsa fiyatlarındaki artış
miktarları göz önüne alınırsa, ufak bir ücretle geçimini sürdüren kesimin kentin dış çeperlerine doğru itilmesi söz konusudur.
Bölgesel çöküntü açısından birbiri ile benzerlik gösteren Sulukule ve El Raval bölgelerinin, anlatılan dönüşüm stratejileri
bağlamında değerlendirilmesini yapmak gerekirse temel bulgular aşağıdaki gibidir.
Kentsel dönüşüm projeleri, fiziksel açıdan yenilenmeyi sağladığı kadar toplumsal katılımı ve bütünlüğü de sağlar nitelikte
planlanmasıyla daha olumlu sonuçlar vermiştir. El Raval’da yaşayan halkın sosyal açıdan rehabilite edilmesi ve sorunların
çözülmesi odaklı birçok politika geliştirilmiştir. Proje sonucunda fiziksel açıdan gelişimde büyük ilerlemeler gösterilmiş,
sosyal açıdan ise planlandığı ölçüye ulaşılamadığı görülmüştür. Halkın büyük kısmının bölgedeki yaşamının sürdürülebilirliği
sağlansa da, kültür eksenli dönüşüm sonucunda yoğun turist akışı ile yükselen kira ve arsa değerleri sonucu soylulaştırmaya
maruz kalınmıştır. Sulukule’de uygulanan projede katılımcı odaklı dönüşüm süreci gerçekleşmemiştir. Zorunlu tutulan halk,
gönderildikleri Taşoluk bölgesinde de maddi yetersizliklerden ve ulaşım problemlerinden dolayı geri dönerek şehrin birçok
bölgesinde bodrum katlarında kirada yaşamaya çalışmaktadır(Özdemir, 2010). Çoğunluğunu akrabaların oluşturduğu ve
arsa üzerinde birçok kişinin hisse sahibi olduğu konutların satılması durumunda, düşen payların azlığı sebebiyle yeni bir
ev sahibi olamamışlardır. Fakat tüm bu ayırımların ötesinde nadir de olsa birkaç ailenin, konutlarını değer artışı olduğu
dönemde satmalarıyla yaşamlarını sürdürmektedir1. Sonuç olarak toplumsal değerlerin korunma çabası ile bölge hafızasının
yaşatılarak kente kazandırılması ve eğitim seviyelerini yükselten birtakım sistemlerin geliştirilmesi ile El Raval bölgesi örnek
teşkil edilebilir.
 
El Raval
Sulukule
1 Bu bölüm, 17.02.2012 tarihli Mimarlar Odası tarafından düzenlenen “Dönüşen kent ve dönüşen kültür” başlıklı teknik kongrede konuşan, Sulukule bölgesinde yaşamış olan konuşmacının
söylemleri üzerine alınmış notların yazar tarafından derlenmesidir.
118
Kentin kimliğine uygun, hafızasını yaşatan ve tarihi mirasa saygılı dönüşümler, kentin kültürel kimliğini yansıtan ve
bütüncül yaklaşımları doğurmuştur. El Raval’da kentsel dönüşüm planlamasının bütüncül ele alınması, kentin dokusunda
dengesiz yoğunluklu bölgelerin oluşumunu engellemiştir. Bölgelerin birbiriyle etkileşim içerisinde dönüşümü planlanırken,
birçok kullanımı içermesiyle farklı kesimlere hitap eden ve tarihe saygılı bir kent dokusu meydana getirilmiştir. Fakat
kültürel etkinliklerinin yoğunluğu sebebiyle turist akışında artış yaşanmış ve bölgenin değer kazanmasına sebep olarak bir
takım insanları alandan uzaklaşmaya yöneltmiştir(Özdemir). Bu bağlamda turist yoğunluğunun kentin yaşam döngüsüyle
dengelenmesi sağlanmalı ve bölgenin gelir durumu göz önünde bulundurularak tasarım yapılmalıdır. Aksi taktirde
soylulaştırma tehlikesiyle karşı karşıya kalınabilir ve kent kimliği kaybolma tehlikesi yaşayabilir. Sulukule’de ise, alanının
tümüyle temizlenmesiyle, belirlenen kriterlere ters düşen ve kent hafızasını yok eden bir yaklaşım süreci sergilenmiştir.
Sulukule’ye tasarlanan proje
Kentsel dönüşüm projelerinde, birden çok disiplinin bir arada bulunması ve özellikle yerel ortaklıkların katılımının sağlanması
olumlu sonuçlar vermektedir. Dönüşüm süreçleri değerlendirildiğinde El Raval bölgesinin Sulukule’ye göre başarısı gözle
görülebilir boyuttadır.
Kamusal boşluklarla kentin ve kentlinin nefes almasını sağlayacak tasarımlar, toplumun bütünlüğü ve rafahı için önem teşkil
ettiği görülmüştür. El Raval bölgesindeki yoğun yapılaşmalar sonucu özellikle dar sokaklarda cinayet, hırsızlık, tecavüz ve bir
takım kötü alışanlıkların arttığı görülmüştür. Kentsel dönüşüm kapsamında oluşturulan sosyal merkezlerin dışında, meydana
getirilen kamusal boşluklar ve mekanlar sayesinde sorunların her geçen gün azaldığı saptanmıştır. Sulukule ise dönüşmeden
önce insanların çekinerek girdiği bir mevki niteliğindedir. Dönüşüm kapsamında konutlarla birlikte halk da bölgeden
uzaklaştırılmıştır. Bu süreç sonucunda, toplumsal refah sağlanamamış ve belki de toplumsal açıdan kayıp yaşanmıştır.
Kentsel çöküntü bölgelerinin birbiriyle benzerlikler gösterdiği El Raval bölgesi ve Sulukule bölgesinin dönüşüm süreçlerindeki
farklılıklar ele alınmıştır. Bu bağlamda, kentsel dönüşümde dikkat edilmesi gereken kriterler sonuçlarıyla değerlendirilmiştir.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Bu çalışmada, El Raval bölgesi ile Sulukule bölgesi üzerinden kentsel dönüşüm süreci değerlendirilmiştir. El Raval birçok değeri
içinde barındıran bir yerleşim bölgesi olarak, geçirdiği süreçler dikkate alındığında, gelecekte planlanan dönüşüm projeleri
için iyi bir örnek teşkil edebilir. Kentin hafızasının yaşatılması, halkın katılımının sağlanması, kentsel boşluk ve mekanların
oluşturulması, toplumsal bilincin geliştirilmesi ve tarihi dokuya saygılı yaklaşımıyla çok aktörlü geliştirilen bir dönüşüm
süreci gerçekleştirilmiştir. Sulukule bölgesinde ise, sunulan hedefler doğrultusunda dönüşüm gerçekleştirilmemiştir. Bölge
119
boşaltılarak, TOKİ tarafından tasarlanan konut, okul, otel ve kültür merkezleri gibi ekonomiyi canlandıracak stratejik bölgeler
oluşturularak çevre bölgeleri de tehdit eden bir uygulama yapılmıştır.
Kentin özelliklerini ve ruhunu yansıtabilecek, toplumun değerlerine saygılı, kenti geçmişiyle bir bütün olarak algılayarak
tasarlanan dönüşüm projeleri gerçekleştirilmelidir. Kentin oluşturduğu kimliği ve hafızayı koruyarak, yalnızca ihale gözüyle
bakılmadan bütüncül yaklaşımlarla değerlendirilebilir ve yaşamakta olan doku kentten kazınmadan kente kazandırılabilir.
Uzun dönemli kültürel ve toplumsal değerlere yönelik politikaların planlanmasıyla kentsel dönüşüme katkı sağlanabilir. Bu
bağlamda kent mekanının dönüşüm süreci, kaçınılmaz bir son, doğru uygulandığı zaman ise bir başlangıç niteliği taşımaktadır.
KAYNAKÇA
Aksoy, A., Önkal G.,Teknik kongre,“Dönüşen Kent, Dönüşen Kültür”,2012
Esgin, İ., Demirtaş, Y., Bir Kentsel Yenileme Deneyimi Barselona, 2006
Lynch,K., Kent İmgesi, Kültür,Kasım 2010
Özdemir, D., Kentsel Dönüşümde Politika Mevzuat Uygulama, Nobel, 2010
Şişman, A., Kibaroğlu, D., Dünya’da ve Türkiye’de kentsel Dönüşüm Uygulamaları, 2009
Thorns, D.C., Kentlerin Dönüşümü Kentlerin Teorisi ve Kentsel Yaşam, Soyak, 2010
http://browse.deviantart.com/?q=sulukule&order=9&offset=96
http://browse.deviantart.com/?qh=&section=&q=el+raval
http://database.becomingistanbul.org/#/media/053/397838402
120
GAZİ - ATİNA METAXOURGIO BÖLGESİ:
KENTSEL VE SOSYAL DÖNÜŞÜM
Alkistis PREPI
Mimar-Mühendis / Atina-Yunanistan
Yeni kurulan Yunan devletinin başkenti Atina,(1833) her zaman iç nüfus hareketleri için bir çekim kutbu olmuştur. Topraklarını
ve altyapısını hazırlamadan, yapılı çevresindeki sosyal süreklilik ve süreksizlikleri yaratmada, Atina her zaman yapılı bir
çevre sunmaktadır. Eşit olmayan bölgelerin bu toplamı, kentin sürekliliği içinde birçok sosyal ve bölgesel “boşluk” yaratır. Bu
“boşluk” azınlıkların “yerleri”dir1.Temelde, bu yerler tarihi merkezleri ilgilendirdiği zaman çağdaş bir eğilim genellikle bu
alanların karakter değişimini sağlayan yeniden tasarımı arzulamakta ve bunu teşvik etmektedir.
Kentin batı kesiminde kurulu nüfus, tarihsel olarak farklı coğrafi bölgelerden gelen insanlardan oluşmaktadır; bunların
bir bölümü “kabul edilebilir” ulusal karakteristiklere dahil edilebilir bazıları edilemez. Atina, bir başkent olarak, bu kimlik
oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır. Bu yeni Yunan kimliğinin fabrikası olarak çalışabilmesi için, bölgeselciliğe karşı nötr
bir yer olarak 1833 yılında seçilmiştir. Bu çerçevede her şeyden önce, farklılıkları omojenize etmek için ulusal kimlik gerekli
görülmüştür. Ulusal kimliğin temel unsurlarından biri Ortodoks mirası olduğu, için Müslüman azınlığın bir bölümünün yaşadığı
Gazi bölgesinin ideolojik yükü üzerine ayrımcılıklar akla kazınır.
Bölgemizin Yunan Müslümanları, Batı Trakya’dan (1965, 1974-1985) buraya göç etti. Son ve en büyük dalga, bir azınlık olarak
tanınan hakların tamamını kaybederek buraya taşınmak zorunda kalmıştı. Bu çalışma2 Atina’nın tarihi merkezinin bazı alanlarındaki değişimler ve bunların yapılı ve sosyal çevreyi nasıl etkilediğiyle
ilgilenmektedir. Daha doğrusu, bu değişikliklerin orada yaşayan Yunan Müslüman azınlık tarafından nasıl algılandığını
açıklamaktadır. Onlar ve “ötekiler” arasında bir diyalog oluştururken kamusal alanın yeniden düzenlenmesi yoluyla bu
nüfusun burada kalmasını nasıl sağlayabilirdik?
Çalışma alanı
Çalışma alanı Gazi’nin çeyreği ile Dimosio Sima’yı da içine alan Metaxourgio’nun güneyi çeyreğini içerir.3 Atina’nın merkezinin
batısında yer almakta ve güçlü bir sirkülasyon ile şehrin iki ana ekseni ile sınırlanmaktadır. “Via Sacra”4 ana aksı aralarındaki
iki bileşeni ayırır. Bölge, şehrin tarihi üçgenin üç noktasından biri üzerindedir. Bu alanın temel özellikleri arasında, Atina’nın
ilk arkeolojik ve endüstriyel mirasının en belirgin unsurları bulunmaktadır: Şehir surlarının batı kapıları ile birlikte Keramikos
mezarlığı kazı alanı, henüz keşfedilmemiş antik Via Sacra, Dimosio Sima alanı, Atina’nın ilk endüstriyel fabrikası, Gaz Fabrikası.
Çalışma alanı, bugün oldukça homojen bir nüfusa sahip olsa da, farklı bir geçmiş sunuyor. Via Sacra’nın güney tarafındaki
bölümü olan Gazi Bölgesi bölgeye de adını veren (Gaz Köyü - Gazohori) Gaz Fabrikasının işçileri tarafından 19.yüzyılın son
çeyreğinde kurulmuştur. Via Sacra’nın kuzeyi, Metaxourgio, ilk olarak yüksek tabaka için oluşturulmuş bir ilçe olsa da (19yy
ortaları.) sonradan bu özelliğini yitirmiştir.Bu tarihsel toplumsal farkın, çalışmamızın iki bileşeni çerçevesinde, yapılı çevrenin
oluşumunda etkili olmuştur.
1 I. Polyzos
2 Yüksek Lisans Tezi, Paris-La-Villette Mimarlık Okulu, Temmuz 2009
3 Eski çağlar zamanında, Dimosio Sima caddesinin uzunluğu 1500m ve Plato Akademisindeki Keramikos mezarlığından geliyordu. Bu resmi kamu cenazeleri için,
merkezi açık bir meydan olarak formüle edildi.
4 Atina Eleusis kutsal şehrine doğru giden antik yol.
121
Yapılı çevre değişimleri
Tüm alana yayılmış yeni inşa faaliyetlerinin yanında, mevcut binaların (19.yy. sonları- 1950ler) büyük bir kısmı hala
korunmaktadır. Binaların tipolojisi, basit, tek katlı işçi binalarından, iki katlı neoklasik küçük burjuva evlerinden
oluşmaktadır. Avlu, hemen hemen hepsinin ortak özelliğidir.
Binaların korunma durumları çoğunlukla kötüdür. Bu binalar çelişen iki farklı sosyo-ekonomik grup için bir çekim alanı
oluşturur: Fakir Müslümanlar ve üst sınıfa ait gençler. Bu gruplardan her birinin yapılı çevre ile ilgili farklı bir tavrı vardır. İlk
grup binayı kabul eder ve çok az, kötü kaliteli müdahaleler yapar. İkinci grup binayı bir kabuk gibi kullanarak yeniler. Bir
üçüncü kategori, binaları eğlence merkezlerine dönüştürür.
Bizim alanımızın en büyük kısmı, Genel Şehircilik Planında bir yaşam alanı olarak karakterize edilir. Bununla birlikte asıl
kullanımlar, çevreyi rahatsız eden şehir ölçeğinin varlığı ile karıştırılır.
Bütün bölgede kat imarları hemen hemen alçaltılmış olmasına rağmen, güney kesiminde, Rouf’ta, çok yüksek ve yeni binalar
inşası saygısızlığıyla, yüksek olmaya devam ediyorlar.
İki belirgin alan bulunmaktadır.Bunlardan birincisi çoğunlukla çöplük olarak kullanılan, ve terk edilmiş çok sayıda binanın
olduğu alandır.İkincisi, ağırlıklı olarak kent ölçeğinde eğlence hizmetleri, eğlence merkezlerinin kurulumu için uygun bir alan
sağlayan bölgedir. Bu ise , yerel ölçekteki kamu hizmetlerini hızla uzaklaştırmaktadır.Bu alanının değerini arttırmakla birlikte
estetik açıdan büyük ve kontrolsüz dönüşümlere neden olmaktadır.
Yukarıdakilerin hepsi arazi değerlerinin yüksek artışına katkı sağlarken, alışılmadık, yeni, çok katlı, lüks yapılarla yoğun bir
yapıcı aktiviteye neden olmaktadır.
Organize yeşil alanlar çok azdır. Alanın çevresindeki güçlü sirkülasyon aksları, alanının hemen yanındaki organize kamusal
alanlar ile olan bağlantısını kesmektedir. Gerçekte, bölgede iki büyük ölçekli mekansal ve toplumsal “ada” oluşmaktadır.
Sosyal değişimler
Bizim bölgemizin sosyal yapısı, çoğunlukla alt sosyal sınıflarla, 1960 yılına kadar değişmeden muhafaza edilmiştir. 1963 yılında
sebze pazarının kaldırılması, bölgeyi terk etmeye başlamalarıyla birlikte çöküşün başlangıcını oluşturmuştur. 984 yılında
Gaz Fabrikasının kapanması ile işçiler, evlerini en çok göçmen Yunan Müslüman azınlığa kiralayarak bölgeyi terk etmişlerdir.
Bugün alan, orta ve üst sınıf gençlerin yerleşimi için yeni, çok popüler bir yerdir.
Yine de, yeni sakinler mevcut kültür yerine farklı bir kültür ve yaşam tarzı taşımaktadır. Bunlar, az ya da çok düzenli bir
şekilde geçmişte oluşmuş alanın özel sosyal karakterini anlamamaktadır. Aksine, bugün olan asıl değişim azınlık nüfusu
ayrılmaya zorlayan sosyal manzaranın “vahşi” bir değişimidir. Bizim araştırmamız, her dört nüfustan bir tanesinin düzenli
olmayan bir konutta yaşadığını göstermiştir.
Müslüman azınlık
Sakinlerinin çoğunluğu periyodik olarak çalışırlar ve sık sık iş değiştirirler. Bu nüfusun neredeyse % 20si kategorize
edilemez. Çoğunluğu, Keramikos meydanındaki pazar pazarında seyyar olarak eşyalarını satmaktadır. Bunların çoğu
Müslüman azınlığa aittir.
Müslüman azınlığın yaşam koşulları kötüdür. Zeminle ve kamusal alanlara yakınlığı nedeniyle iç avlulu küçük evlerde
yaşamaktadırlar, bu sayede azınlığın önemli kullanım yeri olan sokağa yakın olurlar. Mahalleye “iç” ve “dış” bağlantılar,
azınlığın sosyalleşmesinin ana alanlarıdır. Onların sosyal faaliyetleri kamusal alanların içinde bir ağ olarak gelişmiştir:
meydanlardaki kafeteryalar, cadde, kaldırımlar, avlu. Sonuncusu komün şekilde yaşamın gerçek çekirdeğidir. Özel-kamusal
alanı bu şekilde anlamak ve kullanmak en başta bölge içinde geliştirilene çok yakındır, çünkü iç avlu, sadece özel hayat için
değil aynı zamanda etrafında yaşayan ailelerin ortak yaşam alanıdır.
122
Genel olarak, bir caminin, diğer resmi dini kurumların ve hatta Atina’da bir kamu mezarlığının olmaması, azınlığın temel
haklarını reddetmektedir.Azınlığın arkeolojik alanlarla ilişkisi şu nedenlerle zayıftır.
a) büyük dolaşım eksenleri ile mahalleden ayrılmaları
b) azınlığın tarihsel mirasının bir neden olarak tanınmaması.
Öneriler
“Teorik olarak, -sosyal düzeyde- sadece üstün bir kişi veya grup, aşağı bir kişi veya grubu etkileyebilir: statüsünün asimetrisi
etkisinin asimetrisine yol açar[...].Bu etki, böyle bir anlatım başka bir seviyede, kuvvetlerin ilişkisiyle bağlıdır.5
O zaman eğer, azınlığın etkisi, kuvvetler arasındaki ilişkiye dayandırılamazsa, şu anda olduğu gibi, gücün karşısındaki azınlık
nereye dayandırılacaktır? Moscovici’ye göre (1979), bir azınlık, kendi davranışındaki istikrar sayesinde etkiyi tatbik edebilir. Bu
istikrar, kendi içinde güvenin oluşmasına yardımcı olur, bu da azınlık ve “öteki” çoğunluk arasında diyalog şartlarının temelini
oluşturabilir.
Böylece, yukarıdaki teorik ilkeleri benimseyerek kamusal alan sayesinde diyalog olanaklarını yaratmak adına, ilk önce
kamunun belli bir kısmından ayrılmış ve sosyal hayattan izole olmuş azınlığa bir alan yaratmalıyız.
Yaya yolu ağları üzerinden birleşme
Çalışmamız acil müdahale ihtiyacı olan alanların Via Sacra’nın yanı sıra, bölgenin kuzey parçası olduğunu göstermiştir. Biz
kamusal alanlarla mevcut meydanları yeni girişimlerle bağlamak için Dimosio Simo’dan Via Sacra’ya ve oradan da Gazi
bölgesinin meydanına kadar bir yaya caddesi aksı yaratılmasını öneriyoruz.
Önerilerimiz
Dimosio Sima
1. Yeşil alanların ve toplanma alanlarının oluşturulması
2. Keramikos Mezarlığı ve Platon’un Akademisini Dimosio Sima bölgesine bağlayarak bölgenin tarihi öneminin gelişimi.
Günümüzde Dimosio Sima’nın sadece küçük bir kısmı (Salaminos Caddesi üzerinde) ortaya çıkmıştır.
3. Büyük bir açık kazı alanı oluşturmak için çevredeki kötü kalitedeki binaların kamulaştırılması.
4. Kafe ve restoranlar ile yeni arkeolojik alan önünde yeni bir meydan oluşturulması.
5. Eski tipolojiye saygı göstererek yeni binalar ve bunların yanı sıra restore edilmiş neoklasik evler, Müslüman azınlığın
kamulaştırılmış evlerinin yerine kullanılabilir.
6. Mahallenin kalbinde, konut blokları boyunca evlerin avlularının uzantısı olarak iç, yarı-kamu parkının oluşturulması
7. Atölye çalışmaları ile yeni bir binada seyyarlar için ortak yerler (çoğunluğu Müslüman sakinlere) Farklı festivaller için
parkın kullanım imkanı.
Amaç evlerin bloğunu açmak ve mahalleye farklı bir “kanaatini” yaratmaktır. Arkeolojik alanların ve mevcut yaya alanlarının
bulunduğu bu kamu ağı içerisinde, sakinler gerçek bir mahalle hayatı oluşturabilir ve bölgenin tarihini ve alanlarını öğrenebilir
ve buna uyabilir. Bu, sakinlerine kamusal alanı kullanmak için son şansı veren, bölge içinde gezinti yapmak için bir alan
yaratabileceklerini tekrarlamak için bir örnek olabilir.
Via Sacra
Via Sacra bugün, Atina’nın merkezi ile batı banliyölerini bağlayan, 120km /s hızlarına ulaşan, bilfiil bariyer görevi yapan,
bölgemizin iki bileşenini bölen bir akstır.
Ayrıca, bugüne kadar caddenin her iki tarafında mezar taşları ve anıt eserlerden oluşan çok büyük bir arkeolojik malzeme
keşfedilmemiştir.
Bu caddenin iki bileşenini birleştiren bir elemente dönüştürmek için önerimiz:
1. İdari kent normlarına göre durumu kontrol etmek için bazı fonksiyonları ve caddenin yapılı çevresinin karakter ve ölçeğini
yeniden tanımlamak
2. Kötü kalitedeki ve ilave yapılarıtemizlemek ilginç olanları korumak
5 Papastamou - Mugny, Azınlıklar ve güç, ed.Ellinika Grammata, Atina, 2001, s. 46.
123
3. Via Savra’nın kent bulvarına dönüşümü: Kaldırımların genişlemesi, bisiklet yolları oluşturmak. Biz de yürüyüş ve kafe ve
restoranlar için teraslar, mesire mekanları yaratmaktayız. 4. Özel bir mimari ile mevcut binanın revalorizasyonu: eski bir tuğla ambar, kapalı pazara dönüştürülmüştür. Önünde, boş
bir alanda, aynı zamanda açık hava pazarı için kullanılabilecek bir meydan oluşturuyoruz. İkinci bina, neoklasik, Keramikos
mezarlığı karşısındadır. Biz, onu arkeolojik alan için bir müze ve atölye haline dönüştürüyoruz. Antik Via Sacra seviyesinde,
küçük bir parkı, yeraltı geçidi ile antik mezarlığa bağlayabilir. Biz de tarihsel önemini vurgulamak amacıyla, cadde boyunca
kazı için diğer alanları öneriyoruz.
5. Keramikos mezarlığın karşısındaki yeni metro çıkışı için çalışmalar bugün büyük boş bir delik bırakmıştır. Biz büyük eksen
üzerinde yüksek ve iç kesimlerde düşük yeni konut yapılarının oluşturulmasını öneriyoruz. Biz yolcuları dönüştürülen Gaz
fabrikasının arkasındaki alana gelmeleri ve orayı keşfetmeleri için çağıran yeni Keramikos müzesinin karşısında büyük bir
meydan oluşturduk.
Sonuç
Çalışma alanımızın analizi, minyatür olarak, Atina’nın metropolitan başkent olan yeni kimliğiyle karşılaştığı problemlere
dikkat çekmektir. Çok kültürlü elementler çalışma alanımız içinde değildir ancak yabancı ekonomik göçlerin büyük girişi
nedeniyle Attiki bölgesinin tümüne yayılmıştır. Atina’nın, kendi hayatı içine “farklı” nüfusları saygıyla entegre ve kabul
etmek için ne sosyal ne de ideolojik altyapısı mevcuttur. Bu nedenle, kentsel tasarımın kendi içinde yok edemeyeceği derin
bir toplumsal sorunla karşı karşıyayız. Ancak tasarım, yukarıda bahsedilen sorunların içinde diğer alanlar için bir araç ve
sıçrama tahtası olabilir. Daha pratik bir düzeyde, vatandaşlar arasında diyaloğun geliştirilmesi için fırsatlar yaratırken, bu
insanların gündelik hayatlarının iyileşmesini sağlayabilir. Muhtemelen kamusal alan aracılığıyla, küçük ölçekli müdahaleler
ile başlayarak toplumsal duyarlılık daha büyük bir duygu ile yeniden düzenlenerek ve iyileştirilerek yavaş yavaş Atinalı
vatandaşın hayatında başarıya ulaşabilir.
Bibliyografya
1.Papastamou S. - Mugny G. Azınlıklar ve Güç. Azınlıkların sosyal etkisi ve davranışlarına sosyo-psikolojik ve deneysel bir
yaklaşım.Elinika Gramata, Atina, 2001
2.Polyzos I., Kentsel çevrenin geleceği. Düşüşün nedenleri ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesi, Atina Ulusal Politeknik Okulu,
Atina, 1997
3.Kosmaki P. - Liapis I. - Loukopoulos D. - Madouvalou K. - Polyzos I.Merkezi Konut Alanlarının Yeniden PlanlanmasıDurum
çalışması: Kato Patisia, Atina Ulusal Politeknik Okulu, Atina, 1992.
4. Atina Ulusal Politeknik Okulu, Atina merkezindeki tarihi alanların kentsel gelişimi ve iyileştirmesi için özel konut
politikalarının uygulanması için olanaklarının araştırılması. Metaxourgio Vakası (91E 4643-1991), Atina, 1995
Resim-1
Resim-2
124
Resim-3
Resim-4
125
Resim-5
Resim-6
126
4. OTURUM
Kentsel ve Mekansal Dönüşüm/ Uygulamalar
129Ali Osman ASASOĞLU / Oturum Başkanı
BİYO MİMARLIK - EVRİMCİ TASARIM
Prof. Dr. Demet IRKLI ERYILDIZ
Prof. Dr. T.C. Maltepe Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi
Prof. Dr. H. Semih ERYILDIZ
Prof. Dr. GYTE, Mimarlık Fakültesi
GİRİŞ
‘Mimarlıkla, gelişmekte olan teknolojilerin doğa ve evrimci tasarım anlayışları arasında ilişkinin başladığı ve devam edeceği’
varsayımla, yakın gelecekte ‘dijital kodların yerini gerçek fiziksel ortamda evrimci kodların yerini almasıyla’ oluşabilecek
mekanların, yapıların, nesnelerin ve bu durumun mimariye getireceği yeniliklerin üzerinde tartışabilmek için bir zemin
oluşturmak amaçlanmaktadır. ‘Günümüzde doğa içinde, doğa için, doğal süreçleri izleyen düşün ve yaklaşımlar eko dizgeler
arasındaki birbirine bağımlı ve karmaşık ilişki ağlarıyla açıklanmaktadır. Çizgisel doğrusal neden- sonuç ilişkileri yerine izlenen
dizge yaklaşımı insan doğa ilişkilerinde usdışı görünen sonuçlara anlam vermeye yaramıştır.... Düşgücü ve ütopya olmadan
teknik ve düşünsel gelişim olmayacağı, bunlar olmadan da toplumsal gelişme olanağı bulunmadığı gerçeği çalışmalarımıza
ışık tutacaktır.’ (Eryıldız H.S. 1994 s: 40)
Evrimci tasarımın doğal dayanağı
Doğanın ‘tasarım’ ve ‘teknoloji’leri herhangi bir insan tasarım ve teknolojisinden üstündür. İnsanoğlunun herhangi bir
müdahalesi olmayan biyosferde, kararlı ekosistemler vardır. Her ekosistem, çeşitli ekolojik aşamalarda da olsa olgun
durumda da olsa; kendi kendilerini besler. insanoğlu tarafından üretilen ekosistemlere göre, doğal ekosistemlerin, en az 3.8
milyon yıldan başlayan işlemleri, –deney- süreleriyle çok büyük düzenlenme ve yapım üstünlükleri vardır. Bu nedenle doğa
yasalarına uygun tasarım yapılacaktır. Ekolojik tasarım ve sürdürülebilirlik için, insan toplumlarının sürdürülebilir toplumlar
olması için, sıfırdan inşa modeli icat etmek yerine; bitkiler, hayvanlar ve mikro-organizmalarla doğal olarak sürdürülebilir
olan, doğal ekosistemleri taklit etmeye gereksinimimiz vardır.
Şekil 1. Doğada yapılanma
Yeang eko mimarlık ve Ekotasarımı ekosistemlere benzeten tasarım olarak görmektedir. ‘Özellikle, mimari ekosistemler
tasarımda, doğadaki ekosistemlerin yapı, işlev ve süreçlerini taklit etmek olarak tanımlanır. Benzetme gereklidir, çünkü biyo
131
bütünleşme için tasarladığımız sistemin özellikleri, doğadaki ekosistemlerinin tip ve özelliklerine benzetilebilirse tasarım çok
kolaylaşmış olacaktır.’ Tümcesi onun bu konudaki görüşünü özetlemektedir. (Yeang K.)
Doğal sistemlerde ‘atık diye bir şey’ yoktur; her şey ya yeniden bütünleşir ya da hazmedilir. Doğal dünyada, atık gıdadır.
Biomimarlık, insan yapımı, yapılı çevrede sistemin hiç bir yerinde, doğa sistemlerin çalışmasına çok benzer bir biçimde,
bereketli olarak hazmedilemez hiç bir şey olmadığını güvenceye almalıdır. Doğada, olgun bir ekosistem, madde ve besleyiciler
çıkınında, çok yıllık bitkileri kök durumunda, tutarak optimize eder. Bir yıllık bitkilere yapılan, yerinde çürümeye bırakma
işlemini onlara yapmazlar. Bir sistemin biyo kütlesi arttıkça, onu çökmekten kurtarmak için daha fazla geri dönüşüm döngüleri
ve karmaşık etkileşimler gerekli olmaktadır. İnsan yapısı çevreleri doğaya benzetmek için, daha fazla geri dönüşüm döngüleri
ve etkileşimler tasarımı gerekir. Doğada bir ekosistem ne kadar olgun ise o kadar öz yeterlidir; herhangi bir maddeyi dış
ortama yitirmeden, gereksinimi her şeyi sistem içinde kendi, üretici, tüketici ve ayrıştırıcıları dolaştırır.
EKOLOJİ ve GENETİK- EVRİMCİ MİMARLIK İLİŞKİSİ
Global ısınmanın sanayi gelişiminin bir sonucu olduğu düşünülür. Bu olgu, biz daha fazla ürettikçe oluşan bir 20. yüzyıl olayıdır.
Bir açıdan mimarlığın kendisi çevreye karşı çalışıyor demektir ve bu gerçek anlamda kendi içinde çevreyi bütünleyebilecek
birşey değildir. Ürettikçe, imal ettikçe çevreye zarar veriyoruz ve her zaman zararlı bir bileşen oluşturan enerji üretim
metodlarını kullanıyoruz. Mimarlık bunu değiştiremez ama etkiyi minimuma indirmek üzere tasarım yapabilir. Organların
çevreye uyum için geliştikleri gibi, yapılar, mimarlık doğada geliştirildikçe, biyolojik alanda evrilecektir.
Şekil 2. Genetik Mimarlık: Ekoloji – Genetik – Bilgisayar bütünleşmesi
Evrimci Tasarım Tanımı ve Kullanımı
Mimari tasarım alanında doğadan esinlenen Rönasans sanatçısı Leonardo da Vinci doğal yapılaşmaları çözümleyerek
geometrik formların oluşumunu incelemiştir. Son yüzyılda ise Buckminster Fuller, Leonardo da Vinci’yi izleyerek ve
doğanın mükemmel tasarımına öykünerek tasarımlar yapmıştır. Fuller’e göre doğadaki dinamizm, fonksiyonellik ve hafiflik
kullanılarak “optimum verimli” ürünlerin tasarımı mümkün olmaktadır.
Şekil 3. Buckminster Fuller’in doğal yapılaşmadan esinlenilmiş yapıları.
132
Şekil 4. Münih Olimpiyat Stadı (Frei Otto ve Günther Behnisch, 1972)
Şekil 5. Frank Lloyd Wright Broad Acre City (1934) ve Organik Mimari Örneği Şelale Evi.
Frank Lloyd Wright Organik Mimarinin öncü mimarlarındandır. (Örnek Şelale Evi). Uzun yıllar çalıştığı Broad Acre City (1934)
ile doğal yaşamı kent ölçeğine taşımıştır.
Evrimci veya genetik algoritmalar; doğadaki evrimsel süreçleri model olarak kullanan bilgisayar destekli tasarım ve
problem çözme teknikleridir. Çok boyutlu optimizasyon, sınıflandırma gibi geleneksel tekniklerle çözülmesi güç problemler
evrimci algoritmalarla daha hızlı ve kolay çözülmektedir. (Atalag 2001).
Biçim arama ve üretiminde evrimci algoritmalarla çalışan tasarımcılar, geleneksel yöntemlerle çalışanlara göre çok
daha fazla tasarım olanağına ulaşmakta; farklı ve sürprizli sonuçlar çıkarabilmektedir.
Parçalı (fraktal) geometri, Karmaşık, kendine benzer kurgulardan oluşan, süreklilik gösteren, detayların yan yana
gelmesinden oluşan matematiksel bir biçimdir. Parçalı kurgular, kendine benzer özellikler gösteren yapılardan oluşur.
Her ölçekteki yapı, aynı özellikleri göstermez. Bu durum karşımıza çıkan yapıların hem benzer nitelikli hem sürprizli olmasını
sağlayabilir. Yapısal kurguyu gösteren tipoloji ise süreklilik gösterir. (Ibrahim ve Krawcyk)
Parçalı boyut, parçalı biçimin süreklilik derecesinin ölçülmesi ile ortaya çıkan değerdir. Parçalı boyut tasarım
süreçlerinde araç olarak kullanılabilir. Mimari doku ile var olan var olan doğal örüntü arasındaki ilişkiler ve yeni doku
algoritma kurgusu değişkenleri değerlendirilebilir.
Doğadaki varlıkların örneğin bitkilerin ve ağaçların gelişim ve davranışları, evrimci mimarlık modellemelerine
133
esin kaynağı olmaktadır. Ağaçların gün ışığına kavuşmak için yükselip dallanarak büyümesi gövdelerindeki merstem
hücrelerinden kaynaklanır. Bitkilerin bu yapısı ve davranış biçimi ile insan yerleşimleri ulaşım dolaşım ve bunların çevresinde
gelişen yapı birimleri benzeşir. Gövdedeki birincil merstemler dallarda büyümeyi, ikinci merstemler yapraklanmayı sağlar,
tasarımda birinciler dolaşımı ikinciler yapı gruplarını temsil etmektedir. (Raven ve diğerleri, 1999)
Şekil 6. Bio-Tower. 2009. Dennis Dollens. Dijital olarak büyüyen ağaç, dallar, yapraklar ve çiçekler.
Şekil 7. ArizonaTower’ ın tohum kapsülleri, dalları, dijital yapraklarından geliştirilen güneş panelleri ve
biyosindireçleri kökleri. (Digital-Botanic Architecture 2 • eBook)
134
Şekil 8. Ken Yeang, Doğadan Esinlenen Dikey Yerleşim.
Canlı malzemeyle mimarlık, sanal ortam mimarlığının hayal ettiklerini, genetik teknolojinin olanaklarıyla, yani DNA’nın tekrar
kodlanabilmesi ile üretilebilecek mimarinin gelecekte gerçekleşmesi ihtimali, çevresel kaynakların azalması, teknolojik
ilerleme ve mimarların bu konuya giderek daha fazla ilgi duymasıyla, her gün daha da güçlenmektedir. Bu durum dijital
mimarinin, gerçek fiziksel ortamdaki olası yansımalarından biri ve dijital mimarinin bir sonraki adımı olarak düşünülebileceği
gibi; tam tersi bir bakış açısıyla bilgisayar teknolojilerinin biyolojik analojiler ile hareket etmesi yüzünden (bu konu
karmaşıklık ve kaos kuramı ile açıklanmaktadır), dijital mimarinin DNA’nın keşfinden sonra, mimarlık için ara adım olarak
düşünülebileceğini gösterir.
Mimarinin bugüne kadar doğa ile ilişkileri öykünme veya ona zıt bir eylemde bulunma olarak ikiye ayrılabilir. Evrimci mimarlık
buna üçüncüsünü eklemekte, doğanın kendisini değişime uğratması yönüyle yeni bir eylem alanı tanımlamaktadır. Bu eylem
alanı mimarlık yapma alışkanlıklarının ve mimarlık eğitiminin sorgulanması gerekmektedir. ‘Çevre çalışmalarının temelinde,
yerellik, özgün, yöreye özel; taşıma ve ulaşımı en aza indiren, gereksinimleri kendi toplumsal ve bio bölgelerinde sağlayan
doğal döngüler yaşamsal önem taşır.... İnsan yerleşimlerinin doğal döngülere bağlı olarak yeniden düzenlenmesi, mahalle
köy, semt gibi birimlerin ekolojik ilkelere göre yeniden tanımlanacaktır. (Eryıldız 2007 S:14)
Belirsizlik insan yapımı sistemlerde dahil bütün karmaşık sistemlerin özelliğidir. Yani ilk bakışta Evrimci Mimarlık’la üretilen
canlı yapılar ve bir canlının içinde olma durumu tekinsizlik olarak görülebilir. Fakat biyosferin bize önceden bilinmesi kesin
olmayan şekilde cevap vermesi hareketsizlik gerektiren bir konu değildir. Tüm inandıklarımıza ve yaptıklarımıza karşı
geçici tavırlar almak ve önlem almak için güçlü bir söylemdir. Bu mimarlığı çok daha dinamik yapar ve kullanıcı olanların
mekana daha fazla önem ve ilgi göstermelerini yani mekana aidiyeti sağlar. `Malzeme değişimi, betonun, çeliğin keşfi veya
mimaride bilgisayarın kullanılmaya başlaması kadar hatta daha büyük bir değişiklik gerektirecektir. Çünkü sadece yapısal ve
mekansal bir değişim değil, süreç ve rol değişimlerinde de belirgin farklılıklar gerektirir. Projenin üretim süreci ve kullanılan
araçlar, mimarinin destek aldığı bilimler ve mühendislikler, ve yapısal mekansal özellikler ve mekan duygusunda tümüyle bir
değişiklik, kelimenin her manasıyla ‘yeni’ bir mimari söz konusudur.` (Chichton, 2002).
Evrimci mimarlık görüşleri, tam olarak, ekolojik, doğa dostu, doğadan ilham alan, çevreye duyarlı mimarilerle ve organik,
doğadaki canlılara benzer biçimler üreten biotaklitçi (biomimetic) mimarlığa karşılık gelmez. Evrimci Mimari, doğada, bir
canlıda var olan genetik kodu alıp insanın ihtiyaçlarına göre tekrar kodlanıp (tasarlanıp), kullanıma sunulmasıdır.
135
Şekil 9. Doğal Yapılar.
Doğada gözlemlenen oluşumların ‘ölçek’, ‘işlev’ ve ‘oluşum süreçleri’ insan yapımı stürüktürlerden farklı olmasına rağmen,
malzeme, enerji korunumu, hafiflik ve bu hafifliğe rağmen sahip oldukları dayanıklığın pek çok ilerici mimara ve mühendise
esin kaynağı olduğunu düşünmek olasıdır. Daha önceleri doğayı gözlemleyerek (as a model) deneyimler elde eden insanoğlu
artık doğayı bir model olarak görmenin ötesinde, ondan bir karşılaştırma ölçütü (as a measure) ve bir akıl hocası (as a
mentor) olarak dersler almaktadır. Benyus’ a gore bu öğrenme süreci farklı disiplinlerde yaygınlaşarak devam ederse
önümüzdeki yıllarda ‘ biomimetik bir devrim’ yaşanacaktır.
Benyus ve Koelman’a göre ‘mimarlıkta 3 temel uygulama alanı bulunabilir;
1. ilki daha dayanımlı, güçlü ve kendi kendine birleşebilen ve kendi kendini onarabilen malzemelerin geliştirilmesi,
2. daha sonra binaların ve yapılı çevrenin iklimlendirilmesinde doğal süreç ve kuvvetlerin kullanılması,
3. son olarak da enerji korunumlu ve çevrimli, atıkların tekrar kullanılmasına olanak veren, kaynakları tüketerek
değil kaynak üreterek yapılı çevrenin oluşturulması.
Mimarlık alanında yukarıda özetlenerek beklentilerin gerçekleştirilebilmesi, kuşkusuz günümüzde her alanda tartışılan ve
beklenen sürdürülebilir bir çevre için çok büyük katkılar sağlayacaktır.
Şekil 10. Doğadan Esinlenilmiş Saydam Yalıtım Malzemeleri
Son yıllarda doğadan esinlenen ve nano teknolojileri kullanan yapı malzemeleri gelişmiştir. Yalıtım malzemesi konusundaki
gelişmeler ile saydam yalıtım kullanılması mümkün olmuştur. Boşluklu yapısı ile yalıtım değeri çok yüksek olan ve yapıların
içine ışık alınabilmesini de sağlayan bu malzemeler gelen ışığı dışarı kaçırmayarak diğer uçlarına aktarmaktadırlar.
(Demirbilek, N., Irklı, D. 2001)
136
İnsan ve doğa birbirinden soyutlanmadan incelenmesi gereken bir konudur ve bu yüzden holistik bakmak gerekir. Karşılıklı
etkileşim içerisinde olması birbirine katılması durumları birinin diğerinin içinde olma durumu konuya bütün olarak bakmayı
gerektirir. İnsanın doğayı anlaması ve içselleştirmesi ancak onun ilkelerini kendine yaptıklarına dahil etmesiyle olur. Doğal ile
yani doğanın kendisiyle yapay olanın arasındaki sınırlar sorgulanmıştır. Doğada egemen olan oran ve ölçüler tasarımcıların
her çağda ilgisini çekti.
Bunların en bilineni altın orandır. Le Corbusier altın oranı mimari tasarımlarında uygulama çalışmaları yapmıştır.
Şekil 11. Villa Savoye için doğa kaynaklı altın oran çalışması.
http://harmonyandhome.blogspot.com/2008/12/golden-mean-and-modern-design.html (son erişim: Mart 2012)
Kisho Kurokawa, 1960 yılında geliştirdiği, Japon mimarlığı için önemli akımlardan biri olan Metabolizm hareketinin
kurucularındandır. “Simbiosis” adını verdiği kendi felsefesine göre cansız ve canlı arasında bağlantı kurulurken ; evrimci
mimaride canlı ile başka bir canlının birlikte yaşaması durumu, ve bu durumdan yarar sağlanması konuya değişik bir boyut
getirmektedir. Bu gerçek doğrultusunda, yeni kentler ve binalar yeni çağın bireylerinin gereksinimlerini karşılayacak
biçimde, büyüyebilir ve değişebilir canlı varlıklar gibi tasarlanabilir.
137
a)
b)
Şekil 12. a) 1961 tarihli Kisho Kurokawa’nın Helix Kent projesi ve b) Eko_Medya Kent Projesi Malezya, 1994.
Şekil 13. Greg Lynn and Hani Rashid Architectural Laboratories, Nai Publishers,
Eyebeam Museum of Art and Technology, New York, NY(2001)
Evrimci mimarlık, doğada tasarlanan mimarlık değil, doğayı tasarlayan mimarlıktır. Bu durum çevresi ile ilişkisi bakımından,
mimarinin geleneksel algılama biçiminin sorgulanmasını gerektirmektedir. Estevez doğa ile evrimci mimari arasındaki ilişki
için görüşlerini şu şekilde ifade etmektedir. ‘doğayı yeniden yaratacaksak çevreye duyarlı olmanın bir anlamı yok ki aynı
sebepten doğadaki gibi tasarlamaya duyulan ilgi azaldı, çünkü artık her gün yeni bir doğa üretebiliriz.’ ( Estevez ve diğerleri
2003 )
Şekil 14. Geleceğin Dikey Yerleşimleri: Tay Yee Wei.
Mimar Tay Yee Wei, Le Corbusier’nin “a house is a machine for living” (Ev bir yaşam makinasıdır) yaklaşımından ve
doğadan esinlenerek dikey yerleşim modeli geliştirmiştir.
138
Ekolojik yaklaşımda binanın işleyişinde, organik yaklaşımda ise binanın biçimlenmesinde doğa ile uyum esastır. Bir biyolojik
kodun yeniden yazılmasıyla elde edilen canlı doku ve mekanlarda doğanın insan amaçları doğrultusunda yeniden oluşturulması
söz konusudur. Evrimci mimarlık, doğadaki türlerin canlı organizmaların üremesi ve gelişmesiyle tasarımcının ürettiği
mimarlık ürününün gelişiminin arakesitinde yer alır. Bu bağlamda aslında bir ecomimesis örneğidir. Çünkü Ekomimesisde
biomimesisden farklı olarak doğrudan canlı organizmanın değil bir ilişkiler sisteminin taklit edilmesi söz konusudur. Evrimci
Mimarlık, ‘doğanın içinde yaratmak’ demek değil, ‘doğayı birlikte yaratmaktır’
Şekil 15. Greg Lynn and Hani Rashid Architectural Laboratories, Nai Publishers,
BMW Event and Delivery Center, Munich, Germany (2001)
Kaynaklar:
1. Atalag K., 2001, ‘Yaşam. Genler ve Bilgisayarlar’, alındığı tarih 07. 05.2011 http;//www.com/content/view/4071/52.
2. Chichton, M., Prey. HarperCollins, 2002.
3. Demirbilek, N., Irklı, D., Güneş Mimarlığı, Temiz Enerji Vakfı, Ankara. 2001.
4. Dollens, D., Digital Botanic Architecture, Santa Fe, New Mexico, 2009.
5. Eryıldız H.S., Mezzini L., ‘Bioarchitecture- Insprations from Nature’ GUJS Vol 25 No 1 (2012), 263-268.
6. Eryıldız S., ‘Ekokent’, 1994 Gece yayınları Ankara.
7. Eryıldız H. S., ‘Yerel Yönetimlerin Yeniden Yapılanması’, Algı yayınları İstanbul 2007.
8. Estévez, Alberto, T., Dollens, Dennis, L. Pérez Arnal, Ignasi., Pérez- Méndez, Alfonso., Planella, Ana., Puigarnau, Alfons., and
Ruiz Milllet, Joaquim. (2003) Genetic Architectures /Arquitecturas genéticas. UIC. Barcelona.
9. Ibrahim, M.M. and Kraywcyk R.J., 2000 ‘Generating Fractal Based on Spatial Organizations’ IIT College of Architecture.
Chicago IL. USA.
10. Raven, P. H., Biology of Plants, New York. 1999.
11. Yeang K. ‘Ecodesign’ almanağından Eryıldız, D. ve Eryıldız H.S. Çevirisi YEM yayınları.
139
LİMAN ALANLARININ DÖNÜŞÜMÜ
AALBORG MERKEZ LİMAN ÖRNEĞİ (DANİMARKA)
1.
Yrd. Doç. Dr. Seval CÖMERTLER
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, Aalborg Kenti merkez limanı kıyı dönüşümünü, Sidney Opera Sarayının tasarımcısı dünyaca ünlü mimar
Jorn Utzon tarafından tasarlanmış Utzon Merkezi binası gibi anahtar projeler ile birlikte sunmaktır. Bu amaç doğrultusunda
geliştirilen başlıca araştırma soruları şunlardır: “alanın genel özellikleri nelerdir?”, “zaman içinde liman alanı nasıl
gelişmiştir?”, “bugünkü dönüşümün nedenleri ve hedefleri nelerdir?”, “liman kıyı dönüşümünün anahtar projeleri nelerdir?”.
Belirlenen soruların çözümü için belgesel tarama ve gözlem yöntemlerine başvurulan çalışmada, temel olarak, liman alanının
ve anahtar projelerin fotoğrafları, Aalborg Komünü ve Aalborg Liman İdaresi tarafından sunulan Aalborg kenti ve limanı ile
ilgili yazılı ve görsel kaynaklar ve gerçekleştirilen dönüşüm projesine ilişkin çeşitli dokümanlar ve yerel planlar kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kentsel tasarım, dönüşüm, liman, Aalborg, Danimarka
ALANIN GENEL ÖZELLİKLERİ
Kuzey Jutland bölgesinde 190.000’in üzerinde nüfusu ile Aalborg şehri, Danimarka’daki en önemli limanlardan birine ev
sahipliği yapmaktadır (www.aalborgkommune.dk). Bu şehir, çok eski bir şehir olmasına rağmen, çok canlı ve dinamik bir
yaşantıya sahiptir. Bunda kenti kuzey-güney yönünde ikiye bölen Limfjord’un çok büyük bir etkisi vardır. Limfjord, tarih
boyunca hem kentin gelişiminde hem de limanın gelişiminde çok hayati bir role sahip olmuştur.
Limfjord, özel bir jeolojik oluşum olup, Kuzey Jutland adasını Danimarka’nın geri kalanından ayırır. Bu fiyort, 180 km
uzunluğunda ve düzensiz bir forma sahiptir. Geçtiğimiz yüzyılın başlarına kadar fiyordun kuzeyindeki adalar önemli ölçüde
Danimarka’nın geri kalanından izole ve geri kalmıştır. Ancak bir asır kadar önce inşa edilen bir köprü ile bu kısımlarda bir
canlanma ve ülkenin geri kalanı ile daha sıkı bir ilişkilenme gerçekleşmiştir. Kuzey Jutland’in en büyük, Danimarka’nın da
dördüncü büyük şehri olan Aalborg’un kentsel gelişimi önemli ölçüde, fiyordun güneyinde yer alır (Forlag, 2009).
1. Bu çalışma, Danimarka Hükümeti tarafından verilen araştırma bursu desteği ile 2011 yılında yürütülmüştür.
141
Şekil 1 Sol: Aalborg’un Danimarka içindeki konumu (Christensen ve Tvede-Jensen, 1989, s: 52)
Sağ: Aalborg kentsel gelişimi ve kenti ikiye bölen Limfjord (Google Earth, 2011)
Şekil 2 Aalborg kent merkezi ve merkez limanı (Google Earth, 2011)
Şekil 3 Üst: Şubat ayında tipik bir Limfjord manzarası;
Alt: Mayıs ayında Aalborg Kulesi’nden Limfjord ve kent merkezinin genel görünümü (Fotoğraf: Seval Cömertler, 2011)
142
Aalborg, diğer kuzey kentleri gibi karanlık-gri kışların yaşandığı bir kenttir. Baharla birlikte ise kentin çehresi değişmekte;
yeşil, mavi ve kırmızı kent peyzajının egemen renkleri olmaktadır.
AALBORG LİMANININ TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE GELİŞİMİ
Aalborg limanı, geçmişi Vikingler zamanına kadar uzanan çok eski bir limandır.
Şekil 4 18. asırda Aalborg kenti (Christensen ve Tvede-Jensen, 1989, s: 16)
Zaman içinde bu liman fiyort boyunca gelişmiş ve fiyordun belirli noktalarında genel kargo limanı, petrol limanı, tahıl ve yem
siloları, dondurulmuş mallar alanı ve marinalar gibi belirli işlevlere odaklanan özelleşmiş alanlar oluşmuştur. (Christensen ve
Tvede-Jensen, 1989). Bugün ise, Aalborg merkez limanında bir dönüşüm gerçekleşmektedir.
Şekil 5 Limfjord boyunca yayılan Aalborg Limanı (Christensen ve Tvede-Jensen, 1989, s: 47)
143
Şekil 6 Liman tesislerinden görünümler (Fotoğraf: Seval Cömertler, 2011)
Aalborg geçmişte bir endüstri kenti olmakla birlikte, bugün, halen devam etmekte olan dönüşüm sürecinin somut bir sembolü
durumundaki merkez limanının yeniden canlandırılması ile endüstri kentinden bilgi ve hizmet kentine dönüşmüştür.
Şekil 7 Sol: Limfjord boyunca yayılan Aalborg limanında özelleşmiş bir alan, yat limanı,
Sağ: Dönüşüm ile çehresi değişen kordondan bir görünüm (Fotoğraf: Seval Cömertler, 2011)
DÖNÜŞÜMÜN NEDENLERİ VE HEDEFLERİ
Önceleri, Aalborg Limanında gündemi malların taşınımı oluştururken, sonraları, kent ekonomisindeki değişimler neticesinde
öncelikler de değişmiştir. Endüstri kentinden hizmet ve bilgi kentine geçiş için yeni bir yapılanma gerekmiştir. Yeni yapılanma
içinde, farklı deneyimler ve gelişmeye uygun konumların ve çekici kentsel mekanların üretilmesine odaklanılması en önemli
mesele olarak değerlendirilmiş, bu çerçevede, Aalborg Limanı için bir dönüşüm gerekli görülmüştür. Dönüşüm ile Aalborg
merkez limanının yoğun ortaçağ kent dokusunu destekleyici yeni bir katman olarak, kent merkezinin bir uzantısı haline
gelmesi, kıyı alanı boyunca geliştirilen projeler ile yeni bağlantılar ve kentteki harekete yeni izler oluşturulması hedeflenmiştir.
Düzenlemenin temel fikri, alanın peyzaj potansiyelini başlangıç noktası olarak almasında yatmaktadır. Bu potansiyel, fiyordun
kente sunmuş olduğu doğal avantajdır. (www.aalborgkommune.dk/havnefront).
LİMAN DÖNÜŞÜMÜNÜN ANAHTAR PROJELERİ
Mevcut liman dönüşümü çeşitli açık-yeşil alan düzenlemelerinden, tarihi yapıların yeniden işlevlendirilerek korunmasına ve
yeni sosyo-kültürel yapıların inşasına kadar geniş yelpazede birçok projeyi içermektedir.
Liman dönüşümü kapsamında gerçekleştirilen projeler arasında Jomfru Ane parkı, liman açık hava yüzme havuzu, Toldbod
meydanı düzenlemesi, Slots meydanı düzenlemesi, Friis alışveriş merkezi, Utzon Merkezi, Utzon Parkı, Müzik Evi, Nordkraft ve
Teglgårds meydanı düzenlemesi öne çıkan projelerdir (www.aalborgkommune.dk/havnefront).
144
Şekil 8 Aalborg merkez limanı dönüşüm projesi (www.aalborgkommune.dk/havnefront).
Jomfru Ane Parkı, Aalborg merkez limanının batı yönünde, son noktasını oluşturmaktadır. Bu park fiyort seviyesinin altında
dört adet basık şehir bahçesinden oluşmaktadır.
Şekil 9 Jomfru Ane parkından görünümler (Fotoğraf: Seval Cömertler, 2011)
Liman açık hava yüzme havuzu, Jomfru Ane parkını oluşturan dört bahçeden birinin önünde yer almakta olup, fiyordun
içinde tesis edilmiştir. Bu havuz ile kentlilere fiyort içinde, yaz ve kış açık havada yüzme imkanı sağlanmaktadır.
Şekil 10 Fiyort içinde açık hava havuzu (Fotoğraf: Seval Cömertler, 2011)
Toldbod Meydanı, meydanın hemen arkasında uzanan şehir merkezi ve kordon yolu arasında hem görsel hem de fiziksel
anlamda bir geçiş sağlamaktadır. Meydandaki su yapıları, Limfjord’a dökülen Ostera nehrini, tasarımının basamaklı koni
şeklinde olması ise sudaki dalgaları sembolize etmektedir.
145
Şekil 11 Toldbod Meydanı ve basamaklı konik su yapıları (Fotoğraf: Seval Cömertler, 2011)
Kale Meydanı, Aalborg Kalesini vurgulayacak ve kordondan kaleye daha güçlü bir kamusal erişim sağlayacak şekilde
yeniden inşa edilmektedir. Yeni tasarımı ile meydan, gezinti yolları, fiyorda inen basamaklar ve çimlendirilmiş yeşil bir alanı
içermektedir.
Şekil 12 Aalborg Kalesi ve Kale Meydanı (Fotoğraf: Seval Cömertler, 2011)
Friis, Aalborg’un merkezinde bir alışveriş merkezi, otel, katlı otopark ve çeşitli ofisleri kombine eden karma kullanımlı yeni
bir çekim merkezidir.
Şekil 13 Friis, Aalborg’un yeni çekim merkezlerinden biri (Fotoğraf: Seval Cömertler, 2011)
Utzon Merkezi, 2008’de kullanıma açılmış olup, Aalborg Kordon’unda kurulan bir dizi kültürel tesisin ilkidir. Utzon Merkezi,
mimarlığın, tasarımın ve sanatın çeşitli sergilerle, araştırma ve eğitim faaliyetleriyle, konferanslarla ve yanı sıra mutfak
etkinlikleriyle kombine edildiği bir buluşma yeri olarak tasarlanmıştır (www.utzoncenter.dk).
146
Şekil 14 Sol: Utzon Merkezi genel görünüm,
Sağ: Sergi salonlarından bir görünüm (Fotoğraf: Seval Cömertler, 2011)
Bu merkez, Aalborg kentinin Jorn Utzon’a olan hürmetinin bir ifadesi olarak kurulmuştur. Utzon Kopenhag’da doğmuş olmakla
birlikte, Aalborg’da büyümüş ve çocukluk yıllarında, bugün merkezin olduğu bu alandan geçerek okuluna gitmiştir. Bu nedenle,
Aalborg kenti sakinleri, kentlerinde Utzon’un adını taşıyan bir merkez olmasını ve bu merkezin tam olarak da bu konumda
olmasını istemişlerdir. Bu istek neticesinde, merkez, Jorn Utzon ve oğlu Kim Utzon tarafından birlikte tasarlanmıştır. Jorn
Utzon, bu merkezin iyi fikirlerin buluşacağı, öğrencilerin bir araya gelmek ve projelerini paylaşmak, tartışmak için gideceği
bir yer olmasını istemiştir. Bugün, merkez Jorn Utzon’un arzusuna uygun bir şekilde çok aktif olarak kullanılmaktadır.
Merkez, Jorn Utzon’un son tasarımı olup, onun pek çok projesinde görülen eklemeli tasarım ilkelerine dayanmaktadır (www.
utzoncenter.dk). Merkezin hemen yanında, Jorn Utzon’un oğlu Kim Utzon tarafından tasarlanan üç adet öğrenci yurt bloğu
yer almaktadır.
Şekil 15 Utzon Merkezi ve onu çevreleyen Utzon Parkı (Local Plan10-082, s: 33, 2006).
Utzon Parkı, alandaki mevcut ve yeni yapıları saran yeşil bir çevre oluşturmaktadır. Park, farklı türde vişne ağaçları, çok
çeşitli çiçekler ve kıvrılıp giden ince çakıl yollara yer veren çok sade bir plana sahiptir. Utzon Parkı, kordonu Nyhavnsgade
caddesine, oradan da şehre bağlar.
Şekil 16 Sol: Utzon parkı ve Kim Utzon tarafından tasarlanan Bikuben öğrenci evleri,
Sağ: Utzon Parkı içinde Jorn Utzon tasarımı bir oturma elemanı (Fotoğraf: Seval Cömertler, 2011)
147
Müzik Evi, Limfjord kordonunun hemen kıyısında, Kvægtorvet, Nordkraft ve Karolinelund’a doğrudan bağlantılı bir
alanda konumlandırılmıştır. Bina, Avusturyalı mimarlık şirketi Coop Himmelbau tarafından tasarlanmış olup, inşası devam
etmektedir. Müzik Evi projesi, konser salonları, eğitim alanları, müzik kursları ve konservatuar için mekanlar, fuaye ve
restoran içermektedir (Local Plan1-1-104, 2010).
Şekil 17 Müzik Evi, projeden görünümler (Local Plan1-1-104, s: 14, 2010).
Nordkraft, 1940’lardan kalma bir elektrik santrali iken, bu dönüşüm projesi kapsamında içinde bir çok spor alanı, kafe, sanat
kulüpleri için mekanlar, sinemalar ve ofislerin bulunduğu bir “kültür ve rekreasyon santraline” çevrilmiştir. Proje, Aalborg
yerel yönetimi ve bir dizi paydaşın ortaklığı ile hayata geçirilmiştir. CUBO Mimarlık, projenin şef danışmanlığını üstlenmiştir.
Yapının yenileme çalışmaları 2010 yılında tamamlanmıştır (Local Plan10-075, 2006).
Şekil 18 Sol: Fiyorttan Nordkraft’a bakış (Local Plan10-075, 2006, s: 23)
Sağ: İç mekandan görünümler (Seval Cömertler, 2011)
148
SONUÇ
Bu çalışmada Aalborg Merkez Limanı mekansal dönüşümü incelenmiştir. Yapılan inceleme sonucunda görülmektedir ki,
gerçekleştirilen dönüşüm projesi ile
• Kentin tarihindeki Aalborg Kalesi ve Nordkraft gibi önemli yapılar, bu yapılara yeni işlevler kazandırılarak ve gerekli fiziksel
iyileştirmeler yapılarak korunmuştur.
• Dönüşüm projesi tarihi mirasın korunmasının yanı sıra, yeniye de kucak açmıştır.
• Eski yapıların yeniden işlevlendirilmesi ve diğer alan kullanım kararları, dönüşümden beklenen faydaları gerçekleştirmeye yönelik geliştirilmiştir. Dönüşüm kapsamında, çok çeşitli bir çok aktivite için mekan oluşturulmuştur. Bununla birlikte, gerek
eski yapıların yeniden işlevlendirilmesinde, gerekse yeni eklemlenen yapılarda kültür işlevi ağırlıklı olarak ele alınmıştır.
• Açık-yeşil alan düzenlemeleri dönüşümün ayrılmaz bir parçası olarak ele alınmıştır.
• Gerçekleştirilen her bir anahtar proje, usta tasarımcılar tarafından titizlikle çalışılmıştır. Böylece, İskandinav kışının gri ve
hüzünlü atmosferinin bahar gelince renkli, canlı ve heyecanlı bir peyzaja dönüşmesi gibi, bu liman dönüşümü de Aalborg
kentinin çehresini değiştirmiş, kent kimliğine ve estetiğine olumlu katkı sağlamıştır.
Özetle, Aalborg Merkez Limanı dönüşüm projesi örneğinde, kentsel dönüşümün toplumun belirli bir kesimine rant sağlayacak
bir araç olarak değil, bilakis, dönüşümün kentin mekansal-kültürel-ekonomik gelişimine olumlu katkı sağlayacak şekilde ele
alındığı görülmektedir. Bu bağlamda, Aalborg Merkez Limanı Dönüşümü örnek bir dönüşüm projesi olarak nitelendirilebilir.
KAYNAKLAR
• Christensen, P. B.; Tvede-Jensen, L.; “Aalborg, A Danish Port and Its History”, The Historical Archives of the City of Aalborg
Publication, Aalborg, 1989
• Eilstrup, P.; Forlag, G.; “Denmark”, Grondluns Forlag Publication, Denmark, 2009
• “Local Plan 1-1-104, Musikkens Hus”, Aalborg Midtby, Aalborg Kommune Teknik-Og Miljoforvaltningen, Aalborg, 2010
• “Local Plan 10-082, Utzon Parken Og SlotsPladsen”, Aalborg Midtby, Aalborg Kommune Teknisk Forvalting, Aalborg, 2006
• “Local Plan 10-075, Nordkraft, Aalborg Midtby”, Aalborg Kommune Teknisk Forvalting, Aalborg, 2006
• “New Harbourfronts”, Aalborg Kommune, Technical and Environmental Department, www.aalborgkommune.dk/havnefront
• www.aalborgkommune.dk
• www.google.com/earth
• www.utzoncenter.dk
149
5. OTURUM
Kentsel ve Mekansal Dönüşüm/ Uygulamalar
151Neslihan DOSTOĞLU / Oturum Başkanı
NİĞDE EFENDİBEY MAHALLESİ KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİNİN
KENTİN DİNAMİKLERİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Mehmedi Vehbi GÖKÇE
Niğde Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
Semiha AKÇAÖZOĞLU
Niğde Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
ÖZET
Kentsel dönüşüm projeleri bir anlamda, şehirlerin sosyo-ekonomik değerlerini yitiren yerleşim bölgelerinin yeniden
yapılandırılmasıdır ve her kent için belirli dönemlerde uygulanması gereken çalışmalardır. Günümüzde, gelişmekte olan
kentler içinde kalan alanlar yeni mekânsal görev dağılımları sonucu, bir yenilenme süreci ile yüz yüze kalmaktadırlar. Bu
durum kentsel yenilemeyi yerel yönetimlerin ve planlamanın en önemli problemlerinden birisi haline getirmektedir.
Geçmişi çok eskilere dayanan bir kent için geç ama doğru bir karar olarak, Niğde’nin eski yerleşim birimlerinden biri olan
Efendibey Mahallesi’ni kapsayan bir kentsel dönüşüm projesi için çalışmalara başlanmıştır. Niğde Belediyesinin hazırlatmış
olduğu proje 1.210.000 metrekarelik bir kentsel alanı kapsamaktadır. Dönüşüm çerçevesinde, değişik alanlarda 6.000 adet
konut, 240.000 m2 rekreasyon alanı, 120.000 m2 kent parkı, üçü korunan olmak üzere 5 adet cami; kültür, alışveriş ve iş
merkezleri, sağlık ocağı, açık spor alanları, lise, amfiteatrlar, iki adet ilköğretim okulu ve meydanlar inşa edilecektir.
Günümüzde, kentlerde yaşanan fiziksel, ekonomik ve sosyal problemlerin temel nedenlerinden biri de “parçacıl” yaklaşımlardır.
Oysa kenti bir bütün olarak ele alan; mekânsal, ekonomik ve sosyal yapıyı birlikte değerlendiren ve problemlere daha
dinamik araçlarla müdahale eden bir planlama yaklaşımının benimsenmesi gerekmektedir. Efendibey Mahallesi Kentsel
Dönüşüm Projesi, bu çerçevede değerlendirilebilecek bir uygulama olacaktır. Yine, Niğde’nin kentsel gelişiminin halihazırdaki
eksiklikleri göz önüne alındığında proje, başarılabilirse şehrin yıpranmış çehresinin yenilenmesi için çok önemli bir araç
olacaktır. Proje fiziksel, sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde geliştirdiği modellerde yukarıdan aşağıya doğru çalışan
karar süreçleri ile aşağıdan yukarıya doğru katılımı birleştirmeyi hedefler görünmektedir. Ancak, titizlikle üstünde durulması
gereken nokta, üretilecek çözümlerin mimari bütünlük içerisinde birbirleriyle uyumlu olmaları ve uygulama aşamasında ve
sonrasında projelere tavizsiz uyulması olmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Kent, Kentsel Dönüşüm, Niğde, Kentsel Dinamikler.
153
1. GİRİŞ
1.1. Kentin Kısa Tarihi
Niğde, Türkiye siyasi haritasında İç Anadolu Bölgesinde yer almaktadır. Doğuda Kayseri, batıda Konya, kuzeyde Nevşehir,
güneyde ise Mersin ve Adana illeri ile sınırlanmıştır. Etrafı dağlarla çevrili, sınırlarında kara iklimin hakim olduğu Niğde,
ormanlık alanlarının azlığı nedeniyle antik çağlarda “Ağaçsız Ülke” olarak ta adlandırılmıştır [1]. Bu durum, taşı kentte,
geleneksel mimarinin temel yapı malzemesi olarak belirlemiştir.
Niğde, konumu itibariyle Kapadokya ve eski adıyla Kilikya, bugünkü adıyla Orta Toroslar arasında öteden beri bir geçiş bölgesi
olmuştur. Tarihi M.Ö.7250-5500 yılları arasındaki Neolitik ve Kalkolitik çağlara kadar uzanan kent ve yöresi bu özelliğiyle, bu
coğrafyada hüküm süren hemen her uygarlığın ilgi alanına girmiştir.
Asurlular, Hititler, Frigler, Medler, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Doğu Romalılar, Araplar sırayla Niğde’de hüküm sürerler.
Niğde, Selçuklu sultanı Melikşah zamanında Türkler’in idaresi altına girer. 1305 yılında kenti Moğollar (İlhanlılar) işgal ederler.
1366’dan sonra bir süre Karamanoğulları idaresine, 1471’de Osmanlıların egemenliğine girer [2].
1864 yılında Niğde’nin toprak genişliği günümüzdeki büyüklüğünden yaklaşık 3 kat daha fazladır [3]. 4 Nisan 1916’da Sultan
Mehmet Reşat döneminde Niğde Konya’dan ayrı bağımsız bir il olarak ilan edilir. Cumhuriyetin kuruluşuyla, 1924 yılında
Vilayet olan Niğde’nin sınırları Şekil 1’de gösterilmiştir. 1954 yılında Nevşehir’in, 1989 yılında da Aksaray’ın idari bünyesinden
ayrılmasıyla bugünkü sınırlarına çekilir [4].
Şekil 1. Osmanlıların son döneminde Niğde Vilayeti [5].
1.2. Sosyo-kültürel ve Ekonomik Geçmiş
Faroqhi 16. yüzyılda Niğde’nin nüfusunu 10.000 olarak verir [6]. Bu dönemde Niğde, Bursa ve Kayseri’den sonraki önemli
ticaret merkezlerindendir. Niğde’de bu dönemde 146 dükkan vardır. Bu dükkanlardan 37 adedi kumaş üretimi ve satışı, 31
adedi besin ve ilaç üretimi, 24 adedi deri ticareti yapmaktadır. Bir kısmı keçi kılından çuval üretmektedir [6]. Niğde ve Bor
pamuklu bez üretiminde de ileri seviyededir ve bu anlamda İstanbul’u beslemektedir [7].
154
Sosyal ve ticari hayatta tarikatlar ve Ahi loncaları diğer Anadolu kentlerinde olduğu gibi Niğde’de de vardırlar ve söz
sahibidirler. İbn-i Battuta 1333’te Niğde’de Ahi Caruk’un zaviyesinde ağırlanmıştır [8]. Akmedrese, 1409 yılında inşasından
sonra, kentte medrese eğitiminin sürekliliğini sağlamıştır [4].
19. yüzyılda Niğde’nin ekonomik hareketliliği azalır. Tarımsal üretimde arpa, buğday, çavdar, elma, üzüm ve kayısı ağırlıktadır.
Halı üretimi ve ticareti de diğer bir gelir kaynağıdır [12]. 1831 sayımına göre Niğde’nin nüfusu kazalar ve köyleriyle birlikte
45.273’tür. Merkezdeki 18.107 hanenin 5.810 adedi gayrimüslimlere aittir [2]. 1888-1890 yılları arasında yapılan bir araştırmaya
göre, Niğde Sancağı nüfusu toplam 193.000 kişidir. Bu nüfusun %90’ı Müslüman, kalanı gayrimüslimdir [10]. Nüfus 1914’te
281.117’ye ulaşmış, ancak Müslüman oranı %78’e düşmüştür.
Cuinet 1888-1890 Niğde ziyareti sırasında Niğde’de 26 ilkokul, 1 rüştiye ve 130 öğrencili 1 kız okulu bulunduğunu belirtir.
Ortodoks Rumların 1 kız, 1 erkek okulları ve 1 Ermeni okulu vardır [10].
Cumhuriyet döneminde Niğde hızlı bir toparlanma yaşar. 1938 yılında toplam 110 okulu bulunmaktadır [11]. 1931’de demiryolu
ağına dahil olur, 1936’da müze kurulur, 1954’te Sanat Enstitüsü açılır. 1952’de çimento fabrikası, 1953’te un fabrikası, 19551957’de iplik fabrikası açılır.
Kent günümüzde halı, çimento, rot, meyve suyu fabrikaları, kalsit, yapı kimyasalı, hazır beton üretimi, prefabrik yapı elemanı
üretimi tesisleri, hayvancılık, hayvancılığa dayalı üretim tesisleri ile canlı bir ekonomik yapıya sahiptir. 1992’de kurulan Niğde
Üniversitesi de ekonomik gelişmeye ve bilinçlenmeye önemli katkılarda bulunmaktadır.
1.3. Dünden Bugüne Kentsel Gelişim Süreci
Niğde Kalesi bilinen en eski yapıdır. Kalenin geçmişi Bizans dönemine dayanmaktadır (Şekil 2). Kale sınırları içinde bir de
kilisenin olduğu düşünülmektedir [12]. Kale, Selçuklular döneminde geliştirilir. 1223 yılında Alaeddin Camii, 1267’de cami
karşısına Hatıroğlu Çeşmesi inşa edilir [13]. Bu dönemde kale dışında yerleşim bölgesi olduğu düşünülmemektedir.
Şekil 2. Bizans döneminde Niğde Kalesi [14].
155
1305 yılında, İlhanlıların yönetimine giren kent, kale dışına taşmaya başlar. 1335’te inşa edilen Sungur Bey Camisi kale dışına
atılan ilk adımdır. Caminin hemen yanına yapılan şadırvan günümüze ulaşamamıştır. 1357 yılında inşa edilen Sarıhan yine
İlhanlılar dönemine aittir. Karamanoğulları 1409 yılında inşa ettikleri Akmedrese ile kente eğitim boyutunu getirmişlerdir
[15]. Beylikler döneminde mevcut kaleyi de içine alan, ancak günümüzde izi kalmamış olan bir dış kalenin inşa edildiği
düşünülmektedir (Şekil 3.) Akmedrese, bu yeni kalenin içinde kalmıştır [16].
Şekil 3. Beylikler döneminde Niğde (1150-1470) [14].
1471 yılında Osmanlıların idaresi altına giren kent, güven endişesi duymamaya ve sur dışına taşmaya başlar. 15. yüzyılda sur
dışında çok sayıda cami ve mescit yapılır. 16. yüzyılda mahallelerin çoğu camilerin, mescitlerin çevresinde kurulur ve gelişir.
Sadece Sultan Mahallesi kale içindedir. Kale dışında bulunan 28 mahalle on yılda 32’ye çıkar [12]. İç kale surlarının batısı
eteklerinde 1574’te inşa edilen Sokollu Mehmet Paşa Bedesteni Osmanlı döneminin en önemli yapısıdır. Bundan yaklaşık yüzyıl
sonra 1694’te ise Kiğılı Camisi ve Çarşı Hamamı inşa edilmiştir.
1600 yılında ise zamanın Adana-Kayseri yolu üzerinde inşa edilen Dışarı Cami, kent surları dışına yapılan en önemli yapı
konumundadır. Bu cami, sur dışında oturan Müslüman halkın çokluğuna işaret eder. Ayrıca 1670 yılında, kale dışında cami,
türbe, han, hamam ve çeşmeden oluşan Murat Paşa Külliyesi yapılmıştır. Bu külliyenin o zaman sahip olduğu belirtilen bir
medrese ve muallim hane günümüze ulaşamamıştır [12]. 18 yüzyılda, Kemali Ümmi Mescidi, Sır Ali Camisi, Dört Ayak Camisi
ve iç kale yakınlarında Cullaz Camisi ve Çeşmesi (1762-1763) gibi küçük, gösterişsiz yapılar inşa edilmiştir. Ayrıca 1763 yılında
yapılan Nalbantlar Çeşmesi [17], bir taşra kent olan Niğde’de dönemin tarzı Barok izi taşıyan tek örnektir.
Osmanlı dönemi Niğde’si dört ana öğeye üzerinde gelişmiş bir kenttir:
•Kale,
•Yönetim merkezi
•Ana cami, hanlar, bedesten ve pazar yerlerinden oluşan kent merkezi
•Mahalleler, dış mahalleler
Bu oluşuma göre kentin genel durumunu gösteren bir harita Şekil 4’te verilmiştir. Haritaya göre kent, artık kalenin batısı ve
kuzeyine doğru büyümeye başlamıştır.
156
Şekil 4. Osmanlı döneminde Niğde (1471-1850) [14].
1839 Tanzimat Fermanı’nın sağladığı haklar çerçevesinde, Niğde’de bulunan Rum ve Ermeni’ler de ikisi iç kale eteklerine olmak
üzere kendi ibadethanelerini inşa ederler. İki Rum Kilisesi ve bir Ermeni Kilisesi inşa edilir. Ayrıca Kayabaşı Mahallesinde de
bir Rum Kilisesi yapılmıştır.
Son Osmanlı dönemi yapıları, Sungur Bey İlkokulu (1910), Rahibe Okulu (1913), Niğde Hükümet Dairesi, Saat Kulesi, hastane,
olarak sayılabilir [12,18].
19. yüzyılda sivil mimaride taş ana malzemedir. Müslüman Türk ailelerin evleri avlulu ve tek katlıdır, cepheleri sadedir. Avlusuz
yapılar gayrimüslimlere aittir, iki katlı, sofalı, cepheleri simetrik ve süslemelidir [1].
Sungur Bey İlkokulunun hemen arkasındaki yeni bir okul (1918-1930) binası, Sanat Enstitüsü (1947), İnönü İlkokulu (1946),
Halkevi (1934), İstasyon Binası (1931), günümüze ulaşamamış ve iç kalede yapılmış Niğde Gazinosu Cumhuriyet döneminin hızlı
imar faaliyetleri çerçevesinde Niğde’yi zenginleştirmiştir [19]. Sivil konutlarda da sofa kalkar ve günümüz giriş ve gece holü
bulunan plan tipleri eskilerin yerini almaya başlar.
2. KENTSEL DÖNÜŞÜM VE NİĞDE’DE DÖNÜŞÜM SÜRECİ
2.1 Kentsel Dönüşüm Olgusu
Kentler, yüzyılımızın tartışılmaz olgularıdır. Sanayi devriminden bu yana gelişmiş ülkelerin, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan bu
yana da gelişmekte olan ülkelerin çok hızlı bir şekilde büyüyen varlıkları olmuştur. Günümüz kentleri, bir ülkeye siyasi olarak
bağlı olmakla birlikte her geçen gün küreselleşen ticari, teknik ve iletişim ortamlarından güç alarak dünya gezegenine bağlı
özerk birer birim olmak yolundadırlar.
Kentler ve kentlilik hep var olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Varlığını devam ettirebilmiş kentler de büyüme
yönünde gelişme göstermişlerdir. O halde sürdürülebilir kentleşmenin bazı ilkeleri olmalıdır. İlkeler söz konusu olduğunda
da kentsel dönüşüm, kentsel gelişim süreci içinde düzenin, denetimin sağlanması için kaçınılmazlardan biri olarak kendini
göstermektedir. Çünkü her yaşayan varlık gibi, kentler de doğmakta, büyümekte, dolayısıyla yaşlanmakta ve yıpranmaktadır.
Yıpranan kent, yıpranan konut, yıpranan işyeri, ulaşım, çevre demektir. Yıpranmışlık ilerlemeyi durdurur, standartları düşürür
ve köhneleşmeyi getirir [20]. Köhneleşme ise yaşam kalitesinin düşmesi sürecini başlatır [21]. Bütün bunlar da, varlığını
borçlu olduğu insanın yıpratır. ABD’de yapılan bir araştırma, kötü konut şartlarının çocukluktaki etkisinin yetişkinlikte de
devam ettiğini göstermiştir [22].
157
2.2 Niğde’de Kentsel Gelişim
20. yüzyılın başlarında kent batıya doğru büyümeye başlar. Daha önce kent dışında bulunan türbeler, Sarı Han ve Dışarı
Camii kentin ortasında kalır. Bugün Bor Caddesi olarak hizmet veren Adana-Kayseri yolu kentin içinden geçen bir ana aksa
dönüşür (Şekil 5). Ticaret, Bedesten dışına taşar, İstasyon Caddesi’nde yoğunlaşır. Valilik Binasının önü, kent meydanı
olarak gelişir. Ancak batılı anlamda bir kent meydanı -çoğu kentlerimizde olduğu gibi- Niğde’de de henüz oluşmamıştır.
Kent merkezinin değişimi, iç kalenin ve kalenin bulunduğu Alaeddin Tepesi’nin de işlev değiştirmesine neden olur. 1910’lu
yıllarda hapishane ve kışla olarak kullanılan iç kale, Cumhuriyet’ten sonra bir gazino barındırır ve kentin eğlence mekanı
olur [14]. Gazino binası ileriki yıllarda yıkılır ve tepe mesire alanı olarak hizmet vermeye devam eder. 2006-2007 yıllarında
kalede kısmi bir restorasyon yapılır ve tepenin rekreasyon alanı olarak verdiği hizmete ortak olur.
1980’lerin ikinci yarısından sonra Niğde’nin halen tek ana aksı durumunda olan Bor Caddesi’nin genişletilmesi, 2000’lerin
ilk yarısında başlanılan Niğde Evleri konut projesi, Niğde Kalesi’nde yapılan küçük çaplı restorasyondan başka, kentte geniş
kapsamlı bir kentsel yenileme ya da dönüşüm çalışması sayılabilecek bir uygulama yapılmamıştır. Bugün kent özellikle batı
yönünde büyümeye devam etmektedir (Şekil 6).
Günümüze değin kente ait bir nazım imar planı hazırlanmamıştır. Kent uygulama imar planı ise, zamanımıza kadar ada
ya da mahalle bazında yapılan dar kapsamlı tadilatlarla sürdürülmeye çalışılmıştır. Oysa 1995 yılında 50.000 civarında
olan merkez kent nüfusu Niğde Üniversitesi’nin kurulmasıyla hızlı bir artış yaşamış ve günümüzde 100.000’i geçmiştir.
Üniversite sosyo-kültürel profili değiştirmiş, kente sunulan kültürel arz, ilgili taleplerde de değişimi beraberinde getirmiştir.
Efendibey Kentsel Dönüşüm Projesi, bu anlamda oluşan ihtiyacın karşılanması yönünde atılmış, doğru, ancak Niğde yerel
yönetim perspektifinde çok önceleri başlatılmış olması gereken bir adımdır. Başka bir deyişle, kentin ekonomik ve kültürel
dinamikleri bu projenin esin ve ortaya çıkış kaynağı olmuştur.
Şekil 5. Son Osmanlı Döneminde Niğde (1850-1923) [14].
158
Şekil 6. Günümüzde Niğde [23]
Efendibey Kentsel Dönüşüm Projesi
Efendibey, Şehitler, Şahinali mahallelerini içine alan “Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Projesi”, İmam Hatip Lisesi’nin bulunduğu
kavşaktan başlamakta ve Niğde Evleri’nin bulunduğu bölgeye kadar uzanmaktadır (Şekil 7,8). Bu başlangıç, uygulamanın
göz önünde bulunması demektir. Böyle bir projenin başarıyla sonuçlanması ise, ileride girişilecek yeni projelere kamuoyu
desteğinin peşinen alınmasını sağlayacaktır.
Proje 121 hektarlık bir alanı içine almaktadır. Dönüşüm alanı, Niğde ölçeğinde büyük bir alanı kapsamaktadır. Ancak kent
merkezi, kale ve çevresi ve Aşağı Kayabaşı mahallesi de bir sonraki aşamada benzer bir dönüşüme tabi tutulmalıdır. Aksi
halde sadece bu üç mahalle ile sınırlanmış olacak bir kentsel dönüşüm tecrübesi, bütüncül bir hüviyet kazanamayacaktır.
Bu da, öteden beri söylene gelmekte olan parçacıl çözüm ve bu tür çözüm çabalarının yetersizliği kavramını gündeme
taşıyacaktır. Ki, günümüzde kentlerde yaşanan fiziksel, ekonomik ve sosyal problemlerin temel nedenlerinden biri de
“parçacıl” yaklaşımlardır.
Şekil 7. Efendibey Kentsel Dönüşüm Projesi bölgeli vaziyet planı [24]
159
Şekil 8. Efendibey Kentsel Dönüşüm Projesi perspektif görünüş [24]
Projenin hazırlanmasında tasarımcıların gerçekleştirmeyi düşündüğü hedefler aşağıda sıralanmıştır [24]:
• Kentin dinamiklerini harekete geçirmek,
• Dünyadaki ekonomik, sosyal ve kültürel değişimle entegre olmak,
• Kentin yeni gelişim aksını bütüncül olarak tasarlamak,
• Kentliye sürdürülebilir ve kaliteli, çağdaş bir yaşam sunmak.
Bu bağlamda, 240.000 m2 yeşil alan tasarıma dahil edilmiş görülmektedir. Bu alanın yarısı kent parkı olarak tasarlanmıştır.
Üretilmesi planlanan 6.000 adet konutta en az 24.000 kişi barınacağı varsayılırsa, planlanan yeşil alan 1999 yıl ve 23804 sayılı
Yönetmelik’le getirilen kişi başına 10 m2 yeşil alan gerekliliğini karşılamaktadır. Ancak Ankara (2.2 m2), İstanbul (1dm2), İzmir
(2.3 m2) ve Eskişehir (1.2 m2) ile kıyaslandığında bölge bazında oldukça iyi olduğu, New York, Paris, Kopenhag (40 m2) gibi
kentlerle kıyaslandığında ise ileriki çalışmalarda tasarımcıların daha cömert olması gerektiği açıkça görülmektedir [25, 26].
Park alanı içerisinde inşası planlanan suni göl ise genel çerçeve içinde olumlu bir öğe olarak algılanmaktadır.
Proje çerçevesinde 6.000 adet konut üretilmesi planlanmaktadır. Üretilecek konutlarda, brüt alanlarına göre 60, 75, 90, 110,
125, 135, 149 ve 190 m2’lik daireler olmak üzere 8 plan tipinde karar kılınmıştır. 60 ve 75 m2’lik konutlar küçük olmakla birlikte
bölge sakinlerinin alım gücünün göz önüne alındığı ve uzun vadeli bir borçlandırma programı belirlendiği belirtilmektedir. Bu
açıdan rasyonel bir yaklaşım sergilendiği düşünülmektedir.
Ayrıca, toplam alanın sadece %11’inin konut, kalanın ise sosyal donatı alanlarına ayrılmış olması, Niğde’de günümüze izlenmiş
olan yüksek KAKS yaklaşımının yeni yönetimce terkedilmiş olduğu kanısını uyandırmaktadır. Bu olumlu yaklaşımın, kentin
diğer imar uygulamaları için de izlenmesi ümit edilmektedir.
Sosyal ve kültürel tesisler kapsamında bir adet amfitiyatro ve kültür merkezi inşa edilecektir. Kent merkezinde bulunan
mevcut kültür merkezinin yetersizliği göz önüne alınırsa, daha büyük bir merkezin rahatlatıcı olacağı açıktır. Eğitim tesisleri
olarak, 3 adet 32’şer derslikli ilköğretim okulu, 1 adet 24 derslikli lise binası, 2 adet anaokulu binası planlanmıştır. Bunların
yanında planlanan iki adet sağlık tesisi ise dönüşüm bölgesinin kendine yeterlilik düzeyini yükseltecektir.
Bağımsız ticari alanlar olarak 20, 35, 50 ve 80 m2’lik bağımsız alanlar tasarlanmıştır. Bu alan da birimlerin Niğde ölçeğinde
ticari mekanlar için yeterli olduğu düşünülebilir. Ayrıca dönüşüm alanı merkezine bir alışveriş merkezi, kent parkı içine ise
restoranlar, kafeler ve çay bahçeleri düşünülmüştür. Yine kent parkı yanına bir adet butik otel de planlanmıştır. Böyle bir
otelin konumu itibariyle rekabetçi ortama katkıda bulunacağı öngörülebilir.
160
Bölge içinde bulunan Sürmeli, Emine Hatun ve Fesleğen Camileri korunma kapsamına alınmış, bunlara ilaveten 2 yeni cami
daha planlanmıştır. Camii projelerinin bölgenin yeni yüzüyle uyumlu ve günümüz yapı teknolojisini yansıtacak şekilde
tasarlanması hedeflenmiştir.
Bazı taş evler koruma kapsamına alınmıştır. Bu övülecek bir karardır. Bu evler geleceğe referans olarak, yerel mimarinin
temsilcilerinin canlı tutulması çabalarına katkıda bulunacaktır.
3. SONUÇLAR
• Efendibey Kentsel Dönüşüm Projesi, Niğde’nin tecrübe edeceği en kapsamlı imar uygulamasıdır. Bu anlamda
desteklenmesi gereken bir çalışmadır.
• Bu proje Niğde için bir ilktir, ancak son olmamalıdır. Dönüşüm süreci, ihtiyaç duyulan diğer bölgelerde de başlatılmalıdır.
Kent merkezi, Niğde Kalesi ve çevresi, Aşağı Kayabaşı Mahallesi bu çerçevede ele alınmalıdır.
• Dönüşüm projesinin yeşil alan konusundaki titizliği, hazırlanmakta olan yeni açılacak yerleşim alanlarında da gözetilmeli
ancak ulaşılacak azami değil minimum hedef olarak düşünülmelidir. Unutulmamalıdır ki kentler barındırdığı insanlarla
vardır.
• Sadece camilerin değil, bazı kagir taş konut yapılarının da korunma kapsamına alınması, yöresel mimarinin gelecek
kuşaklara aktarılması bağlamında olumlu bir tercihtir.
• Projede şu ana kadar sağlanmış olan saydamlık, kamuoyunun sürekli bilgilendirilmesi suretiyle bundan sonra da devam
ettirilmelidir. Bu yaklaşım, yeni dönüşüm çalışmalarına duyulacak güveni ve desteği artıracaktır.
Teşekkür
Niğde Efendibey Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi belgelerinin sağlanmasında katkıda bulunan
Niğde Belediyesi’ne teşekkür ederiz.
Kaynaklar:
1. Büyükmıhcı, G., 1997. Taş Sivil Mimarlık Örneklerinde Korumaya Yönelik Yöntem Önerileri ve Bu Yöntemlerin Kayseri
Örneğinde Uygulanışı, Doktora Tezi, Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul, s: 119, 114-117.
2. Yılmaz, F., 1999. Dünden Bugüne Niğde Tarihi, Kültür Kitabevi, Niğde, s: 44, 118-120, 166, 287-292, 371-380,562.
3. Galanti, A., 1951. Niğde ve Bor Tarihi, Tan Matbaası, İstanbul, s: 11-15, 25-27.
4. Niğde Valiliği, 1973. Cumhuriyetin 30. yılında Niğde, Niğde Valiliği, s:38, 61.
5. Tuğlacı, P., 1985. Osmanlı Şehirleri, Milliyet Yayınları, İstanbul, s:256.
6. Faroqhi, S., 2000. Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, TVYY, İstanbul, s:13-17, 42-43, .
7. İnalcık, H., 2003. Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, YKY, İstanbul, S:151,157.
8. Tanci, M ., 2004. İbn Battuta Seyahatnamesi, YKY, İstanbul, s: 415.
9. Horvath, B., 1997. Anadolu 1913, TVYY, İstanbul, s:72-79.
10. Doğan, H., 2005. Seyahatnamelere Göre Niğde, İstanbul, s:159, 161.
11. Gedik, İ., 1997. Niğde 1997 İl Yıllığı, Önder Matbaa, Ankara, s: 9-10, 23,26.
12. Özkarcı, M., 2001. Niğde’de Türk Mimarisi, TTK, Ankara, s: 6-12, 13-31, 176-177.
13. Ögel, S., 1994. Anadolu’nun Selçuklu Çehresi, Akbank Kültür Yayınları, İstanbul, s:9.
14. Özdaş, G., 2007. Modernleşme Sürecinde Niğde’de Mimari Çevre ve Kentsel Dönüşümler, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes
Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Kayseri, s: 30, 34, 39, 60, 64.
15. Aslanapa, O., 1993. Türk Sanatı, Remzi Kitabevi, İstanbul, s: 204.
16. Akşit, A., 2005. Selçuklular Döneminde Niğde’nin Fiziki Yapısı, İstanbul, 2005, s: 28-30.
17. Ortaylı, İ., 1983. İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Hil Yayınları, İstanbul, s: 199.
18. Hayri, M., 1922. Niğde Sancağı, İstanbul, s:78.
19. Gabriel, A., 1962. Niğde Tarihi, Bengi Matbaası, Ankara, s:17-18.
20. Yörükân, T., 2006. Şehir Yenilemesi Sırasında İşbirliği, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, s:27.
21. Tosun., E., K., 2010. Mekan, Kültür Ve Yönetim Perspektifinde 21. Yüzyıl Kentleri
-Kentsel dönüşüm projelerinin eleştirel bir bakışla değerlendirilmesi-, Ekin Yayınevi, Bursa, s: 143.
161
22. Marsh, A. Et al., 2000. Housing Deprivation and Health: A Longitudinal Analysis, Housing Studies, 15/3, s: 411-428.
23. maps.google.com
24. Niğde Belediyesi arşivi, Kentsel Dönüşümle ilgili bilgilendirme sunumu.
25. Uyar, B., 1996. 21. yüzyıla girerken ülkemizde peyzaj mimarlığı, Çevre Planlama ve Tasarımına Bütüncül Yaklaşım
Sempozyumu, Ankara, s:165-174.
26. Yıldızcı, A., C., 1987. Kentsel Yeşil Alanlar, Yüksek Lisans Ders Notları, 1986, İstanbul.
162
KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ BÜTÜNCÜL DÜŞÜNMEK:
KONYA DENEYİMLERİ
Neslihan Serdaroğlu SAĞ
Selçuk Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Aykut KARAMAN
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
ÖZET:
Kentlerin, sürekli büyüme olgusuyla karşılaşmaları, ekonomik, toplumsal, çevresel ve fiziksel yapısında önemli değişimlere
neden olmaktadır. Kentlerin büyümesi, kentsel mekânın üzerinde daha çok durulmasına ve yeniden yapılanmalara sebep
olmuştur. Kentsel mekândaki bu yeniden yapılanma ile oluşan değişim ve dönüşümler; kimi zaman mekân ve yaşam kalitesini
artırıcı yönde olurken, kimi zaman da mekânın ekonomik, toplumsal, çevresel ve fiziksel çökme ve bozulması olarak kendini
göstermiştir.
“Kentsel dönüşüm” konusunun son yıllarda Türkiye’de şehir planlama ve mimarlık gündeminin en fazla sözü edilen
konularından biri haline geldiği görülmektedir. Türkiye’nin öncelikle büyük kentlerinde gerçekleşen kentsel dönüşüm
uygulamaları, son yıllarda Anadolu’nun birçok kentine yayılmış ve bu kentlerde de “dönüşüm” adı altında pek çok kentsel
müdahale gerçekleştirilmiştir.
Dönüşüm projeleri, özellikle metropoller için aslında en pahalı, en çok zaman alan, yerel yönetimlerin en etkin olmasının
zorunlu olduğu; kente etkisinin en hızlı görüldüğü ve kentlerin ekonomik, toplumsal, çevresel ve fiziksel değişimini
yönlendiren güçlerdir. Bu noktada kentsel dönüşüm projelerinin, kent mekânındaki etkilerinin değerlendirilmesi gelecekte
yapılacak uygulamaların yönlendirilmesi ve eksiklerin belirlenmesi bakımından önem taşımaktadır.
Bu çalışmanın kavramsal arka planında “kentsel dönüşüm” kavramı, hedefleri ve kentlerdeki önemi özetlenecektir. Örnek
alan çalışmasında, Türkiye’nin önemli metropollerinden biri olan ve kentsel dönüşüm çalışmalarını gündeminde bulunduran
Konya kenti ele alınacaktır. Çalışmanın amacı, Konya kentindeki, kentsel dönüşüm sürecini ve kentsel dönüşüm projelerinin
temel özelliklerini analiz ederek, kentsel dönüşüm projelerinin kentte oluşturdukları ekonomik, toplumsal, çevresel ve
fiziksel etkilerine yönelik değerlendirmeler yapmaktır. Konya kentinde gündeme gelmiş 24 adet kentsel dönüşüm projesinin
temel özellikleri; ekonomik, toplumsal, çevresel ve fiziksel hedefleri, kamu destek mekanizmaları, aktörleri ve zaman boyutu
bakımından değerlendirilecektir. Konya kenti için büyük önemi olan uygulanmış üç güncel kentsel dönüşüm projesi (‘Eski
Otogar Kentsel Dönüşüm Projesi’, ‘Karatay Kent Merkezi Dönüşüm Projesi’, ‘Mevlana Kültür Merkezi ve İstiklal Harbi Şehitliği
Çevresi Dönüşüm Projesi’’); kent ölçeğindeki planlama çalışmaları ile bütünlüğü, içerdiği yeni işlevler, mevcut fiziksel dokudaki
etkisi, çevresel etkisi, koruma stratejileri ile ilişkisi, ekonomik yapıdaki ve toplumsal yapıdaki etkisi olmak üzere yedi ölçütle
analiz edilecektir. Bu çerçevede değerlendirilen kentsel dönüşüm projeleri, Konya kenti için sundukları potansiyeller ve
yarattıkları sorunlar açısından tartışılarak; Konya’daki kentsel dönüşüm uygulamalarının temel bakış açısı belirlenecektir. Anahtar Kelimeler: kentsel dönüşüm süreci, kent planlama, bütüncül bakış açısı, Konya.
163
1. Giriş- Kentsel Dönüşüm Kavramı
Kentlerin önemli ölçüde büyümesi, kentsel mekânın üzerinde daha çok durulmasına; tüketim alanlarının yeni büyüme
unsurları (alışveriş merkezleri, spor alanları, kuleler, kongre merkezleri, vs.) üzerinde kentler arası yarışın ön plana
çıkmasına sebep olmuştur. Kentlerin birçoğu için büyüme zorunluluğu ve küresel ekonominin parçası olma ihtiyacı, yeniden
yapılanmalara neden olmaktadır. Kentler, bugünkü sorunların odak noktaları olmakta ve gelecekteki yaşam biçimi ve
kalitesini de belirlemektedirler. Kentler, sorunların çözümünde ve yaşam biçiminin belirlenmesinde yeni bakış açıları ve
politikalara ihtiyaç duymaktadırlar (Karaman, 2003; Thorns, 2004; Akkar, 2006). Bu politikaların geliştirilme sürecinde kentsel
yenileşme kavramı ortaya çıkmıştır.
Kentsel yenileşme, mevcut kent yapısının yenilenmesine ve kent yapısının sahip olduğu problemlere yönelik olarak farklı
müdahale biçimlerini içerisinde toplayan genel bir kavramdır.
Kentsel yenileşme kavramı bu çalışmada (Erden, 2003; Akkar, 2006), urban regeneration, kavramının Türkçe karşılığı olarak
kullanılmıştır. Roberts (2000) kentsel yenileşmeyi, yerel ekonomiye ait dinamikleri harekete geçirmek yolu ile fiziksel ve
sosyal açılardan çöküntü sürecine girmiş kentsel alanları yeniden yaşanabilir, canlı alanlar haline getirmeyi ve kente yeniden
kazandırmayı hedefleyen kapsamlı ve entegre bir vizyon ve eylemler bütünü olarak tanımlamaktadır.
Kentsel yenileşme proje uygulamalarına konu olan alanlar; köhneleşmiş tarihi kent merkezleri, kentsel sit alanları, kentin
çeperlerindeki gecekondu alanları, zamanla yayılan ve büyüyen kentin içinde kalmış sanayi alanları, imalathaneler gibi atıl
ve boş kentsel alanlardır (Erden, 2003).
Kentsel dönüşüm projeleri ise kentsel yenileşme amaçlı oluşturulan, alanların hem sosyal bütünleşmesini hem de
yarışabilirliğini destekleyen araçlardır. Kentsel yenileşme kent mekânına dönüşüm projeleri ile müdahale etmektedir.
Dönüşüm projeleri, yerel ekonomik dinamikleri harekete geçirdikleri çöküntü alanlarında mekânsal ve sosyal iyileşme
sağlayan etkili araçlardır. Ancak, dönüşüm projeleri bütüncül planlama yaklaşımı içinde ele alınmamaları durumunda ortaya
çıkan parçacı yaklaşımın sonucu parçalanmış yeni sorunlu alanlar yaratma tehlikesi taşımaktadırlar (Couch, 2003; Erden,
2003).
2. Kentsel Dönüşümün Hedefleri ve Gelişim Süreci
Kentsel dönüşüm, var olan kent dokusuna ilişkin olarak; merkezlerin canlandırılması, kent içinde tarihi değere sahip
ya da konum olarak kent içerisinde önemli olan alanların yenilenmesi, kentin büyümesi suretiyle kent merkezinde kalan
sanayi alanlarının ya da işlevini yitiren bölgelerin yeniden canlandırılması ve farklı kullanımlarla tekrar kullanılabilirliğinin
sağlanması olarak ortaya çıkmaktadır.
Roberts (2000)’ a göre kentsel dönüşümün dört temel amacı bulunmaktadır.
1. Kentlerdeki fiziksel çöküşü durdurmak ve tarihi dokunun sürdürülebilirliğini sağlamak
2. Ekonomik yaşamı canlandırmak
3. Kentsel yaşam kalitesini artırmak ve kültüre dayalı dinamikleri harekete geçirmek
4. Her ölçekte katılımı sağlamak.
19.yy’dan beri uygulanmakta olan “kentsel dönüşüm” politika ve müdahale biçimleri ile sürekli değişime uğramıştır. Dünya
deneyimlerinde kent-içi alanların kentsel dönüşümü, 19. yy Avrupa’sındaki kentsel büyüme hareketi sebebiyle yıkıp yeniden
yapma amacı taşıyan ‘kentsel yenileme’ yaklaşımı ile ortaya çıkmıştır. Kentsel dönüşüm süreci; İngiltere’de 1851 konut kanunu
(sosyal konut-sıhhileştirme) ve Fransa’da 1851-1873 Haussman Operasyonları olmak üzere iki temel tetikleyici unsura dayanır
(Gürler, 2003; Akkar, 2006).
1800’lerin ortasından, 1945’lere kadar, kentlerdeki fiziksel ve toplumsal bozulmaya karşı en önemli müdahale biçimi, kentsel
yenilemedir (urban renewal). 19. yy’ın ilk yarısında kente doğayı getirmeyi amaçlayan ‘Park Hareketi’ ve kent merkezlerinde
geniş bulvarlar ve geniş caddelerin açılmasını kapsayan kentsel yenileme projeleri izlemiştir (Akkar, 2006). Avrupa’daki
kentsel yenileme hareketlerine paralel olarak bu dönemde Kuzey Amerika’da (1910) ‘Güzel Kent Hareketi’ gelişmiştir. Kentlerde
geniş caddeler, bulvarlar açılmış, belediye ve mahkeme binaları, kütüphane ve müze gibi önemli kamusal kullanımlar bu
bulvarlara cephe verecek biçimde yerleştirilerek kent merkezinin yenilenmesi sağlanmıştır.
Kentlerdeki yenileme stratejilerine öncülük eden diğer bir gelişme ise 20.yy’ın ilk yarısında İngiltere’deki ‘Bahçe Kent
Hareketi’ ve ‘yeni kentler hareketi’ne paralel olarak gelişen modernist harekettir (1920)(Akkar, 2006).
164
Savaş sonrası Avrupa kentlerinde oluşan büyük yıkımlar ve endüstriyel gelişme ‘kentlerin yeniden inşası’ (urban reconstruction)
stratejisini gündeme getirmiştir. 1940 ve 1950’lerin kentsel politikaları, yeni kentsel kullanımların eski kullanımların yerine
gelmesini ve geçmişten gelen fiziksel sorunların yok edilmesine yönelik, kentlerin yeniden inşasını öngörmüştür. Yapılan
planlar sonucu kent içi alanlarda öncelik, merkezi alanların yıkılması ve yoksul grupların uzaklaştırılarak bu alanlara yeni bir
görüntü kazandırmak amacıyla, geleneksel kent merkezleri yıkılarak tamamen ofis ve ticaret işlevleri taşıyan alanlar haline
getirilmiştir (Tiesdell, Oc ve Heath, 1996; Erden, 2003). Bu noktada sosyal boyutun göz ardı edildiği yenileme yaklaşımları
uygulanmıştır. Carmona’ya göre); bu dönem ‘Buldozer Dönemi’ olarak adlandırılmaktadır. 1940’ların ikinci yarısından itibaren
‘kentsel gelişim’ (urban development) stratejisi uygulanmış ve bu yıllarda kentler çeperlere sıçrayarak banliyöleşmeler
oluşmuştur. 1940’larda sosyal konut alanlarında kentsel imaj, 1950’lerde de MİA ve çevresine yönelik gelişme stratejileri ve
“kentsel rehabilitasyon” yaklaşımları gündeme oturmuştur (Erden, 2003).
1960 ve 1970’lerin başları post modern hareket ile ‘kentsel iyileştirme’ (urban improvement) ve ‘kentsel yenileme’ (urban
renewal) projelerine öncelik verilen yıllardır. 1950’lerin temizleme operasyonlarına karşı yoğunlaşan tepkiler sonucu yerel
yönetimler ve merkezi hükümet tarafından, bireylerin eşitliğine dayanan ve bireylerin kararlara katılımının savunulduğu
‘kentsel rehabilitasyonun’ gerekliliği kabul görmeye başlamıştır (Erden, 2003). Bu dönemde daha çok toplumsal sorunlara
duyarlı ve alan odaklı kentsel iyileştirme ve yenileme projeleri geliştirilmiştir. 1960’lardan sonra en önemli planlama
pratiğindeki değişiklik fiziksel ve sosyal alanların arasındaki karşılıklı etkileşimin farkına varılması olmuştur...
1970’lerin ilk yarısına kadar kentsel bozulma toplumsal bir hastalık olarak görülürken, 1970’lerin sonlarına doğru yapısal
ve ekonomik nedenlere bağlı olduğu açıklanmaya başlamıştır. Bu dönemde devletin desantralizasyon politikalarını ve
katılımcı yaklaşımları benimsediği, kent merkezi ve çevresini ele alan dönüşüm projelerini yürüten aktörlerin çeşitlendiği
gözlenmektedir. Kent içi tarihi alanlara yönelik tarihi ve kentsel koruma programları (ICOMOS, UNESCO, HABİTAT) ve miras
şehirlerin yıpranmış kentsel alanlarını turizm endüstrisi ile iyileştirmenin önemi vurgulanmıştır (Gürler, 2003; Akkar, 2006).
1980’lerde kentsel dönüşümde önemli değişimler olmuştur. ‘Kentsel Yeniden Yapılandırma’ (urban redevelopment) ve
‘Kentsel Rönesans’ (urban renaissance) (OECD, 2002) politikası kentsel dönüşüm projelerini yönlendiren en önemli
yaklaşımlar olmuştur. Bu dönem, kentsel dönüşümde öncü projelerin oluştuğu, geniş alanları kapsayan, kentsel işlev
çeşitliliği içeren, kamu yararından çok yatırımcının karını ön plana çıkaran, çöküntü bölgelerine yeni imajlar yükleyerek
kentlerin pazarlanmasına odaklı gelişmeler yaşanmıştır (Akkar, 2006). Bu gelişmelerle birlikte çöküntü ile mücadelede
kentlerin yenilenmesi gündeme gelmiştir. Kent merkezi hedefli yenileme uygulamaları, çöküntü alanlarında yaşayanların
bulundukları alanları terk etmelerini ve bu alanlara üst ve orta gelir grubunun yerleşmesi sonucu çok tartışılan kavramlardan
biri olan ‘soylulaştırma’ (gentrification) kavramını gündeme getirmiştir (Ergun, 2004).
1990’larda kent planlamasında, kavramsal olarak tartışılan ‘stratejik planlama yaklaşımı’ gündeme oturmuştur (Erden, 2003).
1990 sonrası kentsel dönüşüme yaklaşım da değişmiştir. Avrupa Kentsel Şartı ile 1992 tarihinde ‘İdeal Kent’ tanımlaması
yapılarak modern gelişme ile tarihi mirasın korunması arasındaki dengenin korunabildiği, eskiyi tahrip etmeden yeniyle
bütünleşen, sürdürülebilir kalkınma ilkelerini gözeten bir yaklaşım geliştirilmiştir. 1990 sonrasında en yaygın yaklaşım
olarak kentsel yenileşme kavramı gündeme oturmuştur. Stratejik planlama ve kentsel yenileşme yaklaşımları kent mekânına
dönüşüm projeleri ile müdahale etmektedir.
1950’lerden itibaren yapılan kentsel dönüşüm projelerinin ağırlıklı kapsamı; fiziksel boyut olup, endüstrileşme ile 1960’lardan
1980’e kadar ekonomik boyut önem kazanmış, küreselleşmenin etkisiyle de 1990’lardan günümüze sosyal boyutun önemine
vurgu yapılmıştır (Roberts and Skyes, 1999; Ann-Beswick, 2001).
3. Çalışmanın Yöntemi
Tanıtıcı bir çalışmadır. Kavramsal açıklamalar ve alan araştırması üzerine kurgulanmıştır. Araştırma literatür incelemesi,
dokuman araştırması ve gözleme dayalıdır. Kavramsal altyapıda makale, tez, kitap ve internet taramalarından edinilen
kaynaklarla kentsel dönüşüm tanımı, hedefleri ve gelişim süreci incelenmiştir. Saha çalışmasında kentsel dönüşüm
projelerine ilişkin belediyelerden ve alandan veri toplanmıştır. Saha çalışmasında öncelikle Konya kent planlaması ve kentsel
dönüşüm uygulamaları süreç analiziyle değerlendirilmiştir. Daha sonra, Konya metropolünde kentsel dönüşüme ivme
kazandıran ve kentin gelişimini yönlendirmede stratejik önemi olan alanlarda gerçekleştirilen üç örnek kentsel dönüşüm
projesi incelenmiştir.
165
4. Konya Kenti Kentsel Dönüşüm Süreci
Konya yaklaşık 1.900.000 nüfusuyla Türkiye’nin 7. Büyük kentidir. (Konya’nın konumu şekil 1 de gösterilmiştir.)
Konya kentinde kentsel dönüşüm çalışmaları ilk olarak 1980 li yıllarda belediye ve çevresinde gerçekleştirilmiştir. 2000’li
yıllara gelindiğinde özellikle kent merkezindeki eski yerleşim alanlarında sosyal ve mekânsal yetersizliklerin artması kentsel
dönüşüm taleplerini gündeme getirmiştir. Günümüzde Konya kentinde 23 adet kentsel dönüşüm alanı bulunmaktadır.
Şekil 1. Konya’nın Türkiye içindeki konumu ((http://www.sacred-destinations.com/turkey/konya-map)
Konya planlı döneme 1946 Asım Kömürcüoğlu’nun planı ile girmiştir. Bu planda yeni gelişime açılan bölgelerde Güzel Kent
akımından etkilenen uygulamalar hâkimken, 1954 Ferzan Baydar-Lale Baydar planı ile birlikte, kentsel yenileme uygulamaları
başlatılmış, eski doku yıkılarak apartmanlaşmalar oluşmuştur. 1966 planında, gecekondu önleme bölgeleri belirleme çabaları
dikkat çekicidir. 1980’lerle birlikte planlamada yerel yönetimlerin yetkili olması sonucunda, kapsamlı imar hareketleri başlamış
ve kentsel dönüşüm projeleri gündeme gelmiştir. 1990’lara gelindiğinde uygulamada parçacı, nitelikten çok niceliğe önem
veren plan değişiklikleri gündeme gelmiş, stratejik planlama yaklaşımının etkisi ile kentsel projeler üretilmeye başlanmıştır
(Şekil 2’de Konya Kenti planlama çalışmaları ve Tablo 1’de kente etkisi görülmektedir).
1946 Nazım İmar Planı
1983 Çevre Düzeni Plânı
1966 imar planı
1999 Nazım Plânı
Şekil 2. Konya kenti planlama çalışmaları (Kaynak: Konya Büyükşehir Belediyesi Arşivi)
166
Tablo 1. Konya kenti planlama çalışmalarının kentsel dönüşüme etkisi
Plan
yürütücüleri
Planla önerilen gelişim
yönü
Asım
Kömürcüoğlu
Yerleşim alanları
Alâeddin tepesinin batı
ve güneyine yayılmış ve
yeni gelişimler batıda
yer almıştır.
Geleneksel yerleşme
bölgesindeki organik kent
dokusu yerini birbirini dik
kesen kafes biçimindeki
dokuya bırakmıştır.
Dönüşüme batılı değerlerin
benimsenmesi adına
gerçekleştirilen bir
modernleşme projesinin
mekâna yerleşmesi anlamı
yüklenmiştir
1954 nazım Ferzan Baydar
imar planı Lale Baydar
revizyon
Kent kuzeybatı ve
güneybatı yönlerinde
gelişme göstermiştir.
Eski kent dokusunun yer yer
yıkılarak apartmanlaşma
eğiliminin yaşanmaya
başladığı görülmektedir.
Yeni imar hareketleri
gündeme gelmiş ve kentsel
yenileme uygulamaları
başlamıştır
1966 nazım Yavuz Taşçı
plan
Haluk Berksan
Kuzey ve güneye doğru
gelişim önerilmiştir.
Yeni gelişme alanlarının
oluşturulması
Göç olgusu GÖB’lerin
oluşumuna öncülük
etmiş, kent dışına gelişme
başlamıştır.
1983 çevre
düzeni
planı
Yavuz Taşçı
Kuzeye doğru lineer bir
gelişim önerilmiştir.
Tarım alanlarında
yerleşimlerin ortaya çıkması,
tarım alanlarını tehlikeye
sokmuş
Kapsamlı planlama ve imar
hareketleri başlamıştır.
Çeperlerde gelişme
hızlanmıştır.
Yavuz Taşçı
Kuzey ve kuzeydoğuda
yüksek yoğunluk
güney ve güneydoğuda
düşük yoğunluklu
yerleşim alanları
kararlaştırılmıştır
Kentsel sınırların genişlediği,
uygulamada parçacı ve
nitelikten çok niceliğe
önem veren projelerle
karşılaşılmıştır
Piyasa merkezli gelişme
stratejisi doğrultusunda
parçacı plan değişiklikleri
yaygınlaşmaya başlamıştır.
Kent merkezinde köhne
alanlar oluşmuştur.
Planlar
1946
nazım
Plan
1999
nazım
plan
Planın kent gelişimine etkisi
Planın kentsel dönüşüm
sürecine etkisi
Kentsel yenileşme
politikaları
Yeniden İnşa
Yenileme
Yenileme
Yeniden
Geliştirme
Yeniden Oluşum
Alan araştırması olan Konya kentinde, planlı olarak gelişen ve herhangi bir plan kararıyla değişim yaşayan alanlar dönüşüm
kapsamında incelenerek bir tipoloji çıkarılmaya çalışılmıştır. Konya Büyükşehir, Selçuklu, Meram, Karatay Belediyelerinden
edinilen bilgiler ışığında dönüşüme konu olan 24 alan tespit edilmiştir (Şekil 3.). Belirlenmiş olan dönüşüm alanlarının
büyüklükleri; genel anlamda küçük alanlar halinde dönüşümlerin uygulandığını (Konya kentinde yapılan 24 adet dönüşümün
14 adetinin 1-5 ha arasında olduğu), bunun da birbirleriyle bütüncül ilişkisi olmayan parçacı çözümlere neden olduğunu
göstermektedir.
Şekil 3. Kentsel dönüşüm alanları ve plan dönemleri
167
Konya kentinde kentsel dönüşüm kavramının, kentin büyüme eğiliminin hızlandığı 1983 planından sonra daha çok gündeme
geldiği görülmektedir. Dönüşüm ile oluşan işlevsel farklılaşmalar, kamusal alanların dönüştürülme sürecine girildiğini ve
ticarete eğilimli gelişimlerin artış gösterdiğini vurgular niteliktedir (Şekil 4.).
Şekil 4. Kentsel dönüşüm projeleri fonksiyon değişimi
Tablo 2. Konya kenti dönüşüm alanlarının temel özellikleri
Dönüşüm Alanı
Aktörler
Ekonomik Hedef
Çevresel
Hedef
Belediye ve Afra Civarı,
Belediye-Özel
Girişim
Vergilerin
indirilmesi, alan
genelinde bölgesel
iş oluşumu yerinde
iş oluşumu
Bütünleyici yatırımlar, plan değişimi,
Bölgesel ölçekte
Kanunlara dayalı ekonomik aktivitede artış, alana yeni
çevresel koşulları
Uzun süreli bölgesel
işleyiş, halk katılımı kapital aktarılır, gelir ve mülkiyet
iyileştirmeye yönelik
iyileşmeye izin veren
yetersiz
değerinden, alanın hoşnutsuzluklarının
düzenlemeler
azaltılması, kamu kaynağına max. baskı
Kule Site ve çevresi
Belediye-Özel
Girişim
Alan genelinde
etkili kapital
geliştirme
Bölgesel ölçekte
çevresel koşulları
iyileştirmeye yönelik
düzenlemeler
Danışman,
Temizleme ve yeniden kullanım için satış,
toplumsal belgelere
Uzun süreli bölgesel
site değeri ve vergi gelirlerine etki, kamu
nazaran kanunlara
iyileşmeye izin veren
kaynağı kullanımı min.
gereksinim
Kipa
Özel Girişim
Alan genelinde
etkili kapital
geliştirme
-
-
Bütünleyici yatırımlar, plan değişimi,
alana yeni kapital aktarımı, ekonomik
aktivitede artış, kamu kaynağında min.
kullanım
-
Direk destek, tekrar planlama, temizleme
ve yeniden kullanım için satış, site
Uzun süreli bölgesel
değeri ve vergi gelirlerine etki, alana
iyileşmeye izin veren
yeni kapital aktarımı, min. kamu sektör
harcaması, alanın hoşnutsuzluklarının
azaltılması
Toplumsal Hedef
Sekiz Mahalle, Eski Sanayi
Alanı, Çaybaşı, Meram et
kombinası ve çevresi, Karatay
Kent Merkezi ve Eski Garaj,
Yeni Adliye ve çevresi,
Mevlana Kültür Merkezi ve
İstiklal Harbi Şehitliği, Eski
Adliye ve çevresi
Dedeman, Selçuklu Kipa
Özel Girişim
İtfaiye Alanı, Sültemler,
Karaciğan Güzelbahçe, Müsiad
Evleri, Yeni Yol Konakları,
Özel Girişim
Hacısadık, Gazi Osman
Paşa Mahallesi, Şeyh Ulema
Recepoğan
Yerinde iş oluşumu -
-
Küçük ölçekli çevre
düzenlemeleri
sağlığa aykırı
koşulların
iyileştirilmesi
168
Kamu Destek Mekanizmaları -Etkinliği
-Verimliği
Zaman
Uzun süreli bölgesel
iyileşmeye izin veren
Danışman,
Direk destek, tekrar planlama, temizleme
Kısa süreli,
toplumsal belgelere ve yeniden kullanım için satış, site değeri
alanda gelişimin
nazaran kanunlara ve vergi gelirlerine etki, min. kamu
tamamlanması
gereksinim
sektör harcaması,
Konya kentindeki dönüşüm projelerinin temel özellikleri ile incelenmesi (Tablo 2);
*aktörlere bakıldığı zaman, özel girişimin ağırlıkta olduğu (20’ projede), kamu-özel ortaklığının Konya kenti için henüz
öneminin yeterince önemsenmediği,
*ekonomik hedefler, alan genelinde etkili kapital geliştirmede yoğunlaşıldığını,
*çevresel hedefler, bölgesel ölçekte çevresel düzenlemelerin düşünüldüğünü,
*toplumsal hedefler, halk katılımının yetersiz olduğu ve kanunlarla düzenlemelerin yapıldığını,
*kamu destek mekanizması, min. kamu harcamasını ve alanda etkili kapital geliştirildiğini,
*zaman boyutu ise uzun süreli iyileşmelerin önemsendiğini göstermektedir.
Genel olarak sosyal yapıyı çok fazla önemsemeyen, dönüşüm projesi adı altında aslında sadece plan değişikliği ile yoğunluk
ve fonksiyon değişiminin sağlanmaya çalışıldığı, rigit kentsel projelerin gündeme geldiği gözlemlenmiştir.
5. Konya Kenti Örnek Kentsel Dönüşüm Projelerinin Kente Etkisi
Konya kentinde gündeme gelen kentsel dönüşüm projelerinin temel özelliklerinin değerlendirilmesinin ardından kent kimliği
ve vizyonu açısından büyük öneme sahip üç projenin kente etkisi incelenmiştir.
I. Kule-Site ve çevresi (Eski Otogar) kentsel dönüşüm projesi
Kule-Site ve çevresi kentsel dönüşüm alanı, Konya kent merkezinin kuzey gelişme koridoru üzerinde yer almaktadır. 2000
yılında eski otogarın işlevine son verilerek, İstanbul yolu üzerinde, yeni bir otogar inşaa edilmesiyle beraber, mülkiyeti büyük
oranda kamuya ait olan 110.000 m²’lik alan atıl durumda kalmıştır. Eski otogar binası, yapıldığı tarihten işlevini tamamladığı
güne kadar, Konya’nın önemli bir düğüm noktası olmuş, çevre il ve ilçelerden gelen her türlü ziyaretçinin aklında, önemli bir
imaj öğesi olarak yer etmiştir.
2003 yılında, 3 yıllık atıl durumda bir bekleyişin ardından, eski otogar binası ve yeri, 2 etaptan oluşan bir projeyle alışveriş
merkezi, kule, teşhir (sergi) salonu ve çok katlı konutlardan oluşan ticari fonksiyon ağırlıklı bir komplekse dönüştürülmüştür.
Fotoğraf 1. Kule-Site ve çevresi
II. Karatay Kent Merkezi ve Eski Garaj kentsel dönüşüm projesi
Karatay Belediyesi ve çevresi, kentin en eski yerleşim alanı olarak bilinmektedir. Alan kent merkezine oldukça yakın, sosyoekonomik ve fiziksel veriler açısından geri kalmış, genellikle iki ya da üç katlı evlerden oluşan organik dokulu bir bölgedir.
Bölge, Konya’nın ilk terminal alanı olup, günümüzde 1970’li yıllarda otogarın kentin kuzeyine taşınmasıyla kamyon garajı,
köy otobüs terminali ve bazı toplu taşım araçlarının hareket ve depolama alanı olarak kullanılmıştır. Eski garaj olarak
169
adlandırılan, kırsal terminalle komşu olması, Konya’ya civar ilçelerden genellikle günübirlik gelen insanların kente dağıldığı
odak bir nokta haline gelmesine sebep olmuştur. Konya’nın büyükşehir statüsüne geçmesiyle yeni kurulan ilçe belediyeleri,
yeni merkezler geliştirme eylemine girmişler ve düzenleme alanında Karatay ilçe belediyesinin oluşturulması talepleriyle
şekillenmiştir. Bu nedenle, Karatay Belediyesinin yer seçimi ile birlikte yeniden değerlendirilmesi düşünülerek, kentsel
dönüşüm alanı ilan edilmiştir.
Tarihi merkez konumundaki bölgede, pek çok işlevi bir arada yürütecek, ileriye dönük, çevresi ile uyumlu ve yeni yapılaşmaya
yön verecek “Karatay Kent Merkezi Mimari Projesi” ulusal yarışma açma yoluyla oluşturulmuştur. Alanda yer alan yapılardan,
yalnızca Pisili Cami ve Fakihdede Türbesi yerinde kalmış diğer bütün yapılar yıkılmıştır. Mevcut Dellal Çarşısının yeniden
projelendirilmesi ve ulaşıma yönelik öneriler içeren 31 proje teklifi yapılmıştır. Tülin Hadi ve Cem İlhan’ın projeleri birinciliği
kazanırken, Karatay Belediyesi bu alan için yapılan dönüşüm projesinde, yarışma projelerinden hiçbirisini kullanmayarak
kendi geliştirdiği projeyi uygulamıştır.
Fotoğraf 2. Karatay kent merkezi
III. Mevlana Kültür Merkezi ve İstiklal Harbi Şehitliği Çevresi Kentsel Dönüşüm Projesi
Mevlana Türbesi’nin yakınlarında, imar durumunun düzensiz olması, bu bölgenin sosyo-kültürel ve fiziksel açıdan
geliştirilmesi ve özellikle turistlerin kentten olumlu etkilenmesi amacıyla kentsel dönüşüm kararı alınmıştır. Kentsel
dönüşüm projesinin Mevlana Müzesinin hemen arkasında, 200 bin m2 lik bir alanda gerçekleştirilmesi düşünülmüştür.
İlk olarak, İstiklal Harbi Şehitliği ve etrafında ticari birimlerden oluşan proje uygulanmaya başlamıştır. Mevlana Türbesi
civarına yapılan en büyük yatırımlar, Mevlana Kültür Merkezi ve İstiklal Harbi Şehitliği olup, Karatay Belediyesi ve Büyükşehir
Belediyesi’nin katkılarıyla turistik bir otelin de ilçeye kazandırılması için öncü projeler geliştirilmiştir.
Fotoğraf 3. Mevlana kültür merkezi ve çevresi
170
Kule-Site ve Çevresi Kentsel Dönüşüm Alanı
Karatay Kent Merkezi ve Eski Garaj Kentsel Dönüşüm Alanı
Mevlana Kültür Merkezi ve İstiklal Harbi Şehitliği Çevresi Kentsel Dönüşüm Alanı
Şekil 5. Kentsel dönüşüm alanları plan ve uydu görüntüleri
171
Tablo 3. Kentsel dönüşüm projelerinin tanımlanması
I.
Kentsel Dönüşüm Alanı
II.
Kule-Site
Kentsel
Dönüşüm
Projesi
III.
Karatay
Kent
Merkezi Ve
Eski Garaj
Mevlana Kültür
Merkezi Ve
İstiklal Harbi
Şehitliği Çevresi
Proje alan büyüklüğü
11 ha.
100000 m2 (10 ha.)
200 Bin m2
Önerilen kullanımlar
(Büro-dükkân-konut-kamusal
donatılar)
Alışveriş merkezi
Kule
Apartmanlar
Showroom
Ticaret, Konut
Resmi kurum-belediye
Dini tesis, Terminal
Kapalı gıda pazarı
Kültür merkezi
ticaret alanı, eğitim alanı,
cami alanı resmi kurum alanı
Nüfus
Konut Sayısı
Çalışan kişi sayısı
Konuta ayrılan alan
Mevcut
380
-
Öneri
768
192
1380
3000 m2
Mevcut
21250 m2
60
12744 m2
Mevcut
3000
750
150000 m2
Öneri
15000
3750
90000 m2
Yeşil alan miktarı
20000 m2
19696 m2
10000 m2
12860 m2
-
28.609 m2
Toplam açık alan miktarı
67500
49727m2
-
53400m2
50000 m2
91000 m2
Öneri
Konya kenti için ele alınan üç örnek kentsel dönüşüm projesi planlama çalışmalarıyla uyumlu, fiziksel dokuda ve ekonomik
yapıda olumlu geliştirici etkilere sahiptir. Üç projede de projelerin çevresel etkilerine yönelik ilkeler değerlendirilmemiştir.
Kule site ve çevresi ile Karatay kent merkezi ve eski garaj projelerinde kentin koruma stratejileri ile ilişkileri yeterli düzeyde
kurulamamıştır. Toplumsal yapıdaki etkileri bakımından Kule site ve çevresi ile Mevlana kültür merkezi ve çevresi projeleri
olumlu katkılar sağlarken Karatay kent merkezi ve eski garaj projesi geliştirici etkiler sunamamıştır (Tablo 4).
Bu üç örnek kentsel dönüşüm projesinin değerlendirmeleri, Konya kentinde özellikle toplumsal yapı ve koruma ilkeleri
yönünden yapılacak projelerin dikkatle ele alınması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
172
Tablo 4. Üç kentsel dönüşüm projesinin kente etkisi
I.Kule-Site Kentsel Dönüşüm Projesi
II. Karatay Kent Merkezi Ve
Eski Garaj
III. Mevlana Kültür Merkezi Ve
İstiklal Harbi Şehitliği Çevresi
Kentin son yapılan 1999 yılı nazım
planına göre alan, ticaret alanı olarak
belirlenmiştir. Proje ile ticaret ve konut
kullanımları getirilmiş, atıl kalan otogar
alanının dönüşümü ile kamusal alanın
bir kısmı özel alana devredilmiş, yaya
güzergâhlarının sürekliliğinin kesilmesine
sebep olmuştur.
Kentin son yapılan 1999 yılı nazım
planına göre alan ticaret alanı olarak
belirlenmiştir. Proje ile ticaret ve
belediye-kırsal terminal kullanımları
getirilmiştir.
nazım planda önemli yaya güzergâhı
olarak belirlenmiş, resmi kurum-konut
spor alanları oluşturulmuş, kentsel
dönüşüm kapsamı genel plan ile
uyumludur.
uyumlu
uyumlu
uyumlu
konut ve eğlence-kültür kullanımı
eklenmiştir
kamu, yeşil
müze, turizm tesisi, kültürel tesis,
ticaret, yeşil alan
Mevcut fiziksel dokudaki
etkisi
kentsel kalitenin artması, konut alanlarının
yenilenmesi, kent merkezinde lüx konut
çevresi ve kule ile fiziksel dokuda değişime
hız kazandıran bir projedir.
kentsel kalitenin artması, yeni
ticari birimlerin gelişmesi alanda
dönüşümü hızlandırıcı etki
oluşturmuştur.
ulaşımın gelişmesi, kentsel kalitenin
artması, konutların yenilenmesi
olumlu
olumlu
Çevresel etkisi
olumlu
proje yeşil alanların düzenlenmesi dışında
ekolojiyi korumaya yönelik kararlar
içermemektedir.
proje alanında park alanlarının
dışında doğal alan bulunmamaktadır.
yeşil alan oluşturma dışında çevresel bir
kaygı bulunmamaktadır.
düşünülmemiş
düşünülmemiş
düşünülmemiş
atıl kalmış alanın dönüşümü ile yeniden
kullanımı sağlanmıştır, sit alanı değildir
ve tescilli yapı bulunmadığı için koruma
stratejilerine aykırılık taşımamaktadır.
Ancak kent belleği haline gelmiş yapılar
korunmamıştır.
eskimiş konut ve ticaret alanlarının
yenilenmesi, tarihi merkezin
yenilenmesi için kaynak aktarımı
yapılmış, sit alanında bulunmasa
da tescilli binalar korunmuştur.
Geleneksel dokuya uygun tasarım
gerçekleştirilmemiştir.
alan sit alanı geçiş bölgesi
konumundadır. Geleneksel yapıyı
koruyarak yenileme eylemlerinin
başlamasını hızlandırması açısından
önemlidir.
Kısmen uyumlu
Kısman uyumlu
uyumlu
emlak değerleri artmış, ticari kullanımlarla
yerel ekonomi canlanmıştır.
yeni ticari birimlerin oluşturulması
yerel ekonomiyi canlandırmıştır.
bölgede ticaretin canlanmasını
sağlayacak bir projedir.
olumlu
olumlu
olumlu
oluşturulan alışveriş mekânı ile toplum bir
araya getirilerek sosyal etkileşim fırsatı
sağlanmıştır.
ticari ve kamusal kullanım düzeyi
sosyo-kültürel yapıda olumlu etkiler
oluşturmaya yeterli değildir.
Konya’nın en büyük ve önemli
kültür merkezi oluşumu aktivitelerle
desteklenmektedir.
olumlu
olumsuz
olumlu
Boyutlar
Kent ölçeğindeki planlama
çalışmalarıyla bütünlüğü
İçerdiği yeni işlevler
Koruma stratejileri ile ilişkisi
Ekonomik yapıdaki etkisi
Toplumsal yapıdaki etkisi
173
6. Sonuç
Konya kenti için kentsel dönüşüm projelerinde, ekonomik kazanç ağırlıklı, fiziksel mekânın dönüşümünü temel alan proje
temelli bir yaklaşım sergilendiği tespit edilmiştir. Projelerin belirlenen alanlarla sınırlı kaldığı, birbirleriyle ilişkilerinin göz
ardı edildiği ve genellikle küçük alanlarda uygulandığı belirlenmiştir. Bu uygulamalar, kentsel dönüşümün ekonomik, çevresel
ve toplumsal hedefleri ile bütüncül ele alınması noktasında yetersizliklere neden olmaktadır. Kentin kopuk parçalar halinde
dönüşümü kent kimliği ve vizyonu açısından da olumsuz etkiler yaratmaktadır.
Kentsel dönüşümün temel hedeflerini gerçekleştirme bakımından incelenen örnekler; fiziksel çöküşü durdurma, ekonomik
yaşamı canlandırma ve kentsel yaşam kalitesini artırmada olumlu adımlar oluşturmuştur. Tarihi dokunun sürdürülebilirliğini
sağlama, kültüre dayalı dinamikleri harekete geçirme ve her ölçekte katılımı sağlama hedefleri projelerin zayıf yönleri olarak
karşımıza çıkmıştır.
Kentsel dönüşüm projelerinin bir üst plana bağlı olarak geliştirilmeleri, kentin gelişme stratejileri ve koruma stratejileri
ile paralellikleri, halk katılımının en üst düzeyde sağlanması ile proje alanlarının birbirlerine ve kente eklemlenmeleri
sağlanabilecektir. Kentsel dönüşüm projelerinin birbirlerine ve kente eklemlenmelerinde önkoşul bütüncül olarak ele
alınmalarıdır. Aksi halde, kentlere önemli imaj kazandırmayı sağlamak ve mevcuttaki problemleri çözebilmek amacıyla
geliştirilen projeler yeni sorunlu alanlar oluşturma riski taşırlar.
7. Kaynakça
• Akkar, Z. M., 2006, Kentsel dönüşüm üzerine batıdaki kavramlar, tanımlar, süreçler ve Türkiye, Planlama, 2006/2, Ankara.
• Ann-Beswick, 2001, Public-private partnership in urban regeneration the case of London Docklands, The Üniversity of
Calgary, Faculty of Environmental Design, Phd Thesis, Calgary.
• Konya Büyükşehir Belediyesi Arşivi,Planlama Çalışmaları, 2009.
• Couch, C., 2003, City of Change and Challenge: Urban Planning and Regeneration in Liverpool Ashgate, Aldershot.
• Erden, Y. D., 2003, Kentsel yenileşmede bir araç olarak kentsel dönüşüm projeleri, Doktora Tezi, MSÜ., FBE., İstanbul.
• Ergun, N., 2004, Gentrification in İstanbul, Cities, Vol. 21, No: 5.
• Gürler, E., 2003, Kentsel yeniden üretim süreci üzerine karşılaştırmalı çalışma, Kentsel Dönüşüm Sempozyumu, YTÜ,
İstanbul.
• http://www.sacred-destinations.com/turkey/konya-map.
• Karaman, A., 2003, Dönüşüm projelerinde kentsel tasarımın rolü, Uluslar Arası 14. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar
Sempozyumu, Kentsel Yenileşme ve Kentsel Tasarım, 28-29-30 Mayıs 2003, MSÜ, İstanbul.
• OECD, 2002, Urban renaissance Glasgow: Lessons for Innovation and Implementation of sustainable development, Journal
of the American Planning Association 62(3).
• Roberts, P. and Skyes, H., 2000, Current challenges and future prospects, Urban Regeneration A Handbook, London: Sage
Publications, 295-314.
• Roberts, P., 2000, The evolution, definition and purpose of urban regeneration, In P. Roberts and H. Skyes (eds.), Urban
Regeneration A Handbook, London: Sage Publications, 9-36.
• Thorns, D., 2004, Kentlerin Dönüşümü, Kent Teorisi ve Kentsel Yaşam, CSA Global Yayın Ajansı, İstanbul.
• Tiesdell, S., Oc, T. and Heath, T., 1996, Revitalizing Historic Urban Quarters, Architectural Press, Oxford.
174
BURSA DOĞANBEY KENTSEL DÖNÜŞÜM UYGULAMASI’NIN
YAŞAM KALİTESİ BAĞLAMINDA İRDELENMESİ
Arş. Gör. Y. Mimar Miray GÜR
Uludağ Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
Doç. Dr. Yavuz TANELİ
Uludağ Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
Giriş
Günümüzde Türkiye’de planlama ve politikalarındaki öneminden dolayı kentsel dönüşüm uygulamalarında yaşam kalitesinin
araştırılması ve elde edilecek sonuçlar doğrultusunda yükseltmeye yönelik stratejilerin üretilmesi yararlı olacaktır. Yoğunluğu
ve bulunduğu konum bakımından Türkiye’de tek olma özelliği gösteren Doğanbey Kentsel Dönüşüm Uygulaması’nda kente
ve kullanıcıya ilişkin sorunların ortaya konması, insan-çevre ilişkileri bağlamında tatmin ve tatminsizlik durumunu etkileyen
faktörlerin belirlenmesi, uygulanan politikaların oluşturduğu etkilerin gözlenmesi ve uygulamaya katılım çerçevesinden
bakmak amacıyla konu yaşam kalitesi bakımından ele alınmaktadır.
Yaşam Kalitesi ve Kavrama İlişkin Parametreler
Yaşam kalitesi bireylerin hayat içerisindeki durumlarını, beklentileri, hedefleri, hayat standartları, ait oldukları kültürel yapı ve
değerler sistemi çerçevesinde algılama ve değerlendirme biçimidir. Bazı araştırmacılara göre bir süreç, bazı araştırmacılara
göre ise çok boyutlu bir kavram olan yaşam kalitesi çalışmalarının ortak noktası, bireyin yaşam kalitesinin, yaşamına ilişkin
nesnel gerçekleri ile, bu faktörlere ilişkin öznel algılarına bağlı olmasıdır (Dissart, Deller, 2000). Bununla birlikte çalışmaların
diğer bir ortak noktası, bireyler ve onların günlük hayatın sürdürdüğü çevre ile ilişkileri üzerine yapılmasıdır (SELMA, 2005).
Van Kemp ve ark. yaşam kalitesinin, çevrenin ölçülebilen mekansal, fiziksel ve sosyal özellikleri ve bunların algısıyla ilişkili
olduğunu ifade etmektedir. Burada algı, yalnızca çevrenin nesnel niteliklerine ilişkin değil, kişisel ve bağlamsal özelliklere de
bağlıdır (Van Kemp., 2003). Şekil 1’de kişinin yaşadığı ortamın nesnel nitelikleri ve algılarına bağlı olarak farklı seviyelerine
ilişkin duyduğu memnuniyetin yaşam kalitesi ile nasıl bir ilişkisi olduğu görülmektedir. Marans ve arkadaşlarına göre bir
yerin, konutun kalitesi özneldir ve bireyin algılarına bağlı olarak her kullanıcı için farklı olmaktadır (Marans, 2003).
Şekil 1. Konut alanından memnuniyet ile yaşam kalitesi ilişkisini gösteren model (Marans, 2003)
175
Yaşam kalitesi çok boyutlu bir kavram olduğundan, araştırmacılar inceledikleri konuya göre parametreleri farklı
sınıflandırmalar altında incelemişlerdir (Sirgy, Cornwell, 2002, Marans, 2003, Türkoğlu vd., 2007, Kowaltowski vd., 2006,
Westaway, 2006, Muhajarine vd., 2008, Oktay, Marans, 2010). Yaşam kalitesini belirleyen parametreler, kişisel nitelikler,
konutun fiziksel özellikleri, konut alanına ilişkin nitelikler, yönetim-politikalar, komşuluk ilişkileri, sağlık, güvenlik, ekonomik
faktörler, ulaşım, kente ilişkin görüşler ve psikolojik faktörler olarak gruplandırılabilir.
Kullanıcı Katılımı ve Yaşam Kalitesine Katkısı
Günümüzde varolan konut alanı anlayışı, Lee’nin de ifade ettiği gibi, toplu konutların kontrol edilemeyen donukluk ve
monotonluğunun bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Lee, 1968). Öznel değerlendirmesi yüksek olan yaşam kalitesinin
önemine rağmen, küçük kentlerin karakteristik özellikleri önemsenmemekte ve tip planlar üretilmektedir. Bir yerin karakteri,
mimari karakteristiği, doğal özellikleri, kültürel farklılıkları ve pek çok yerel niteliği bölgeyi diğer yerlerden farklılaştırır,
bu bileşenlerin birbiriyle ilişkisi o yerin kimliğini belirler (Sanoff, 1981). Bu noktada kullanıcı katılımının, üretilen dönüşüm
projeleri aracılığıyla yenileme şansının elde edildiği bölgelerdeki yaşam kalitesinin artırılmasındaki rolü önemlidir.
Katılımın amaçlarından ilki kullanıcı tercihlerinin belirlenmesidir, bu sayede halk proje, politika ve planlama aşamalarında
karar mekanizmasında yer alma ve geleceklerini bir anlamda garanti altına olanağı bulmaktadır. Bununla bağlantılı diğer bir
amaç ise bölgede yaşayan halkın bilgisinden yararlanarak proje ve planlama sırasında verilen kararları geliştirmektir. Adalet
konusunda da önemli rol oynayan katılım sayesinde, normal yollardan seslerini yetkili kişilere duyuramayan bireyler, onların
gündemine gelme şansı bulabilmektedir. Böylece yetkili kurumların isteklerine yüzeysel olarak baktıkları kişiler demokratik
ortamda karar mekanizmasının bir parçası olabilir ve yanlış anlaşılmalar ortadan kalkar. Bireyler arasında planlama
aşamasına destek sağlamak amacıyla da oluşturulabilecek olan katılım, bir anlamda sistemin gerektirdiği bir durumdur
(Innes, Booher, 2000).
Sanoff, katılımcı tasarımı bireyler için çevre yaratılması ve bunun yönetim sürecini değişime zorlayan bir yaklaşım olarak
ifade etmektedir (Sanoff, 2006). Bir demokratikleşme aracı olan katılımın çevreyi değil, bireyi değiştirme gücü vardır. Böylece
kullanıcılar çevreye karşı bilinçlenerek onu sorgulamaya başlarlar (İncedayı, 2002).
Tasarım Sürecinde Kullanıcı Katılımının Görüldüğü Örnekler
Kullanıcı katılımının başarılı olduğu örneklerde bireylerin kimliklerini kaybetmeden, aidiyet hissettiği ve bölgede yaşayan
insanların ortak paydada birleştiği görülmektedir. Bu durum algıyla doğrudan ilişkili olan yaşam kalitesini iyi yönde
etkilemektedir.
Bangalow, Avustralya
Avustralya’da bulunan Bangalow, yakın çevresiyle birlikte 3000 kişilik nüfusun yaşadığı bir bölgedir. Bölgeye 1990’da
çevresel miras olarak değerlendirilen tarihi dokuyu korumak ve planlanan otoyolun, turizm merkezi olarak potansiyelini
etkileyecek olması nedeniyle ilçenin geleceğinin yeniden değerlendirilmesi için Sydney Üniversitesi’nden bir tasarım ekibi
oluşturulmuştur. Yerel mimar ve şehir plancılarıyla birlikte bölgeyi tanıyan ekip, hak sahipleriyle birlikte ekonomik ve sosyal
bakımdan önem taşıyan görüşmeler düzenlemiş ve kullanıcıların çoğunluğu tarihi mirasın korunması, sokak iyileştirmeleri
yapılması, görsel ve sahne sanatları için birtakım olanaklar yaratılmasını uygun bulmuştur. Bazı insanların konut sakinlerinin
birbirini umursamadığından yakındığı, bazılarının ise iyi bir komünite ruhu olduğundan bahsettiği bölgede, çocuklu genç
aileler çoğunluktadır ve heterojen bir kullanıcı dokusu hakimdir.
Bölgede düzenlenen çalıştayda onların düşüncelerini uygulama olanağı sağlayacak stratejiler geliştirmek amaçlanmıştır.
Bireylerin çok sayıda düşünce ürettiği aşamada, belirlenen amaç ve stratejiler kentin gereksinim ve koşullarına
göre özetlenmiştir. Ayrıca tasarım ekibi projeye ilişkin çizimleri kullanıcılara göstererek varolan durumla öngörüleni
karşılaştırmalarını sağlamıştır. Çalıştay sonuçlarının analizinin ardından kullanıcıların belirlediği amaçları gerçek ürüne
dönüştürmek için oluşturulan stratejik planların gereksinimi üzerine gönüllüler “Bangalow “Ruhu” allı bir organizasyon
kurmuştur. Bu organizasyon kurulmasından iki ay sonra kaynak sağlama ve park inşaatı veya eski sinemanın sanat merkezine
dönüştürülmesi gibi çeşitli projeler uygulanması konusunda önemli gelişmeler göstermiştir. Çalıştaydan bir yıl sonra ise
kentte bina cephelerine veranda eklenmesi ve çocuk parkı gibi istenen değişiklikler uygulanmıştır (Sanoff, 1994)(Şekil 2).
176
Şekil 2. Bangalow, Avustralya (http://driftwood-interiors.blogspot.com)
Byker Duvarı, İngiltere
İngiltere’de konut bölgesini yenileme/iyileştirme amaçlı Byker Duvarı Projesi’nin uygulanacağı bölgede çok güçlü sosyal
bağlar görülmektedir ve homojen bir kültür yapısı hakimdir. 1968 yılında bölgenin iyileştirilmesi amacıyla mimar Ralph
Erskine’in görevlendirildiği projede, mimar, belediyeyi “sponsor” olarak kabul ederek, gerçek “müşteri”nin Byker halkı olduğu
görüşünü benimsemiştir. Süreç içerisinde, halkın sorunlara rağmen Byker’da kalmak istediği, ayrılanların ise geri dönmeyi
planladığı anlaşılmış ve bu önemli bir veri olmuştur. Çünkü bölgedeki sosyal bağlar ve yaratılmış olan yeni mahalle ortamı
onlar için en önemli değerler arasındadır. Tasarım grubunun komşuluk ilişkilerini çok gelişmiş buldukları bölgede kullanıcılar
“kimliklerini” koruyarak çevre kalitelerini yükseltmek istemektedir. Mimarın ifadesine göre proje anlamında yüklü bir istek
listesine sahip olan kullanıcılar, gerekli durumlarda mimarın kendilerini aydınlatması sonucunda ikna edilmişlerdir. Kamu
yararı ilkesinin birçoğu tarafından belirlendiği bölgede, kullanıcıların önemli bir diğer isteği de eski komşularıdır.
Uygulamanın ilk aşamasında proje alanının dışındaki boş bir pilot bölgede deneysel inşaatın gerçekleştirilmesi ile kullanıcılar
erken aşamada deneyim kazanmışlar ve 46 konutun uygulamasının tamamlanmasının ardından konutlarında yaşamaya
başladıktan sonra düzenlenen anketler aracılığıyla bireylerden toplanan veriler, sonraki aşamalarda planlamaya yansıtılmıştır.
Byker örneğinde, tasarım ekibi yerel yönetimin bölge hakkında bazı önyargıları olduğunu fark etmiş ancak uygulama
yöntemindeki kararlılığı başarıyla devam ettirerek yöneticilerin görüşlerini değiştirmiştir. Bu uygulamada toplum için proje
üretmenin önemi kadar konunun pedagojik kısmının da önemi anlaşılmıştır (Dilks, 2005, İncedayı, 2002) (Şekil 3-4).
Şekil 3-4. Byker Duvarı, Newcastle, İngiltere (http://openbuildings.com)
177
Bursa Osmangazi Doğanbey Kentsel Dönüşüm Uygulaması
TOKİ Doğanbey Kentsel Dönüşüm Projesi, Osmangazi İlçesi’ndeki Haşim İşçan Caddesi ile Gazcılar Caddesi arasında kalan
Doğanbey, Tayakadın, Kiremitçi ve Kırcaali Mahalleleri’ni kapsamaktadır (Şekil 5). Bursa Büyükşehir Belediyesi, Osmangazi
Belediyesi ve Toplu Konut İdaresi işbirliğiyle gerçekleştirilen uygulamada, Bursa Büyükşehir Belediyesi proje ortaklarındandır.
Şekil 5. Doğanbey Kentsel Dönüşüm Uygulama Alanı
28.11.2006 tarihinde T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Osmangazi
Belediye Başkanlığı arasında imzalanan “Bursa Osmangazi Doğanbey Kentsel Yenileme Projesi Protokolü” ile başlayan ve 6
etap halinde gerçekleştirilen Doğanbey Kentsel Dönüşüm Projesi’nde, toplam 2747 konut yer almaktadır (Şekil 6).
Şekil 6. Uygulamadan bir görünüş
Dönüşümün gerçekleştirildiği bölge içerisinde Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından tescil altına
alınmış 6 adet anıtsal yapı, 16 adet sivil mimarlık örneği ve 1 Ortaöğretim Okulu yer almaktadır. Alanın doğusunda Ördekli
Hamamı Çevresi Kentsel Sit Alanı bulunma iken, Gazcılar Caddesi ve Fomara Caddesine yönelmiş kuzey ve batı bölümlerinde
ağırlıklı olarak yüksek katlı yapılar yer almaktadır. Yapılan yıkımların öncesinde alan içerisindeki yapılar çoğunlukla 1 ve 2
katlıdır (Şekil 7).
Şekil 7. Kentsel dönüşüm projesi için yıkım yapılmadan önce bölgenin durumu (TOKİ, 2011)
Bölge, Bursa Büyükşehir Belediye Meclisinin 14.12.2006 gün ve 857 sayılı kararı ile Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı ilan
edilmiş, Osmangazi Belediye Meclisinin 03.10.2007 gün ve 900 sayılı kararı ile de 1/1000 ölçekli plan değişikliği onaylanmıştır.
Uygulamadaki hak sahiplerine konut verilmesi için belediye tarafından oluşturulan modele göre, 5 m2 ve üzeri arsa payı olan
malikler konut sahibi olmuşlar, her 2 m2 arsaya karşılık 3 m2 bitmiş konut verilmiş ve eksik alan için bireyler m2’si 1000 TL
üzerinden borçlandırılmıştır.
178
Zaman çizgisi 1: Doğanbey Kentsel Dönüşüm Süreci
Pilot Çalışma Bulguları ve Değerlendirme
Doğanbey Kentsel Dönüşüm Uygulaması’nda yapılacak olan yaşam kalitesi araştırması öncesinde uygulamadan önce
bölgede yaşayan kullanıcıların yaşam kalitesine ilişkin beklentilerini ve bu bağlamda konutlarına taşınmadan önce bölge
hakkındaki görüşlerini belirlemek amaçlı bir pilot çalışma yapılmıştır. 16 kişiye yöneltilen açık uçlu sorular üzerinden
görüşme yöntemiyle yapılan pilot çalışma kapsamında tasarım ve uygulama aşamasında kullanıcı olarak sürecin neresinde
yer aldıkları, sürece nasıl katkı koydukları katılım çerçevesinde de değerlendirilerek ortaya konmuştur.
Çalışma sonucunda elde edilen bulgulara göre, kişilerin ortak problemi konutların teslim süresinin belirtilenden çok
daha fazla uzamış olmasıdır. 18 ayda teslim edilmesi planlanan konutlar, üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen halen teslim
edilmemiş durumdadır ve bu durum, kullanıcıların yarısından çoğunu ekonomik ve psikolojik anlamda sıkıntıya sokmuştur.
Yaşam kalitesine ilişkin parametrelerden konutun fiziksel özellikleri kapsamında, bireylerin yarısından fazlası mimari
planın çeşitli sebeplerden dolayı yaşam biçimlerine uymadığını belirtmiş, malzeme ve işçilik konusunda problemler
olduğunu dile getirmiştir. Bu problemleri dile getiren bireylere göre, bu daireler TOKİ’nin alt gelir gruplarına yönelik
ürettiği dairelerden farklı değildir. Ancak, bazı daireler için bu durum geçerliliğini korumakla birlikte, bölgedeki farklı konut
örnekleri incelendiğinde hepsini aynı şekilde nitelendirmenin mümkün olmadığı görülmüş, farklı inşaat firmaları tarafından
gerçekleştirilen dairelerde planlama anlayışı, kullanılan malzemeler ve işçilik bakımından farklılıklar olduğu saptanmıştır
(Şekil 8-11). Bu noktada şu da belirtilmelidir ki, kullanım aşamasındaki olası problemler şu an tespit etmek mümkün değildir.
Şekil 8-11. Farklı dairelerden görünüşler
179
Konut alanına ilişkin fiziksel özellikler ele alındığında ise, kullanıcıların büyük çoğunluğu yüksek katlı blokların kentin böyle
bir konumundaki duruşundan rahatsız olduklarını belirtmişlerdir (Şekil 12). Blokların yüksek olması nedeniyle, alt katların
güneş ışığı almadığını ifade eden bireylerin yarısı konutların bir kısmının çok yüksek, bir kısmının az katlı olması yerine,
hepsinin aynı ve ortalama bir yükseklikte olması gerektiğini savunmuşlardır (Şekil 13). Konut bloklarının yüksekliğinin yanı
sıra, birbirlerine çok yakın olması kullanıcıların yarısını rahatsız etmektedir. Projelendirme aşamasında durumdan haberdar
olmayan bireylerin neredeyse tamamı bu aşamada maket olarak projenin kendilerine tanıtılmış olmasından memnun
olacağını belirtmiştir.
Şekil 12. Kentin Yalova girişinden uygulamanın görünüşü (http://www.bursamimar.org.tr)
Şekil 13. Doğanbey Kentsel Dönüşüm Uygulaması’ndan bir görünüş
Konut alanına ilişkin nitelikler parametresi ele alındığında, kullanıcıların yarısından fazlası yeşil alan, rekreatif alanlar ve çocuk
oyun alanlarının yetersiz olduğunu ve niteliğinden tatmin olmadıklarını belirtmiştir. Uygulama öncesinde bölgede yaşayan
kullanıcıların tamamına yakını bahçeli konutlarda yaşadığını belirtmiştir; eski durumda konutun yarı özel/yarı kamusal kısmı
olan yeşil alan, günümüzde kamusal alana dahil olmuş ve bireylerin yaşam biçimiyle bağdaşmayan bir bileşen olmuştur.
Alçak bloklarda tasarlanan teraslarda bir anlamda eski yaşam alışkanlıklarının devam ettirilmek istendiği düşünülmekte,
ancak inşa edildiği haliyle, en üst katlara dahil edilmiş gibi görünen bu alanda bunu devam ettirmenin mümkün olamayacağı
öngörülmektedir (Şekil 14). Açık-kapalı spor alanı, bisiklet ve yürüyüş parkuru gibi beklentileri olan kullanıcıların yarısından
fazlası, okul, sağlık ocağı, kültür merkezi ve kadınlar kahvesi gibi sosyo-kültürel tesislerin TOKİ ve belediye tarafından verilen
vaatlerde yer aldığını ancak halen uygulamaya geçmediğini ifade etmişlerdir.
180
Şekil 14. Alçak bloklarda yer alan teras
Tamamına yakını burada doğmuş olan kullanıcıların “Bizim evlerimiz bahçeliydi, birlikte yiyip içiyorduk, ortak yaşam bir
başka…” gibi cümleler sarf etmeleri komşuluk ilişkilerine ne kadar çok önem verdiklerinin ve sosyal ağların gelişmişliğinin
göstergesi niteliğindedir. Uygulama kapsamında yapılan konut dağıtımının kura yöntemiyle belirlenmesinden memnun
olmayan yarıdan fazla kullanıcı, “Konut dağıtımı için nasıl bir yöntem önerirdiniz?” diye sorulduğunda, komşularına yakın
olmak ve yeni konutlarının eskisine yakın bir alanda yer almasının dikkate alınmış olmasını istediklerini ifade etmişlerdir.
Bireylerin yarısından azı konutunun yer aldığı kattan memnun olmadığını özellikle belirtmiştir.
Kullanıcının konutunu seçme hakkının olmadığı uygulamaya kullanıcı katılımı çerçevesinden bakıldığında, TOKİ, belediye ve
kullanıcı etkileşimi gündeme gelmektedir. Kullanıcıların tasarım ve uygulama aşamalarında karar mekanizmasının hangi
kısmında yer aldıklarına ilişkin sorulara verdikleri cevaplar, onlara hiçbir şekilde söz hakkı verilmediği yönünde olmuştur.
Uygulamadan önce projeyi görmediğini belirten kullanıcılar, bu isteklerine cevap verilmediğini belirtmiş ve bireylerin
tamamı maket üzerinden projenin kendilerine tanıtılmış olmasını istemiştir. Yarısının konutunu dönüşüm için teslim etmek
istemediğini özellikle belirten bireylerin mantığı “Şehrin merkezindeki izbelik kalksın, güzel ve temiz bir yer olsun” biçiminde
işlemiş ve yaşam kalitesine ilişkin beklentileri sınırlı kalmıştır. Konutlarını seçme hakkının olmadığını belirten kullanıcılar,
çeşitli nedenlerden ötürü konut değişikliğine ilişkin dilekçeler yazdıklarını, ancak red cevabı aldıklarını belirtmişlerdir.
Kullanıcıların çoğunluğunun genel anlamda mutsuz olduğu uygulamada, bu noktaya gelinmesindeki en önemli sebeplerden
biri kullanıcı katılımının eksikliğidir. TOKİ uygulamalarında önem verilmeyen katılım konusunun, Doğanbey uygulamasında
diğer yetkili olan yerel yönetimin planlama politikalarında da yer almaması bölge için büyük bir hata niteliğindedir. Benzer
biçimde, kullanıcının da duruma müdahale etmek için çok geç kaldığını söylemek gerekmektedir. Bu durum görüşülen kişilerin
pek azı tarafından kabullenilmiş ve dile getirilmiştir. Bireylerin dayanışma ve yardımlaşma amacıyla kurduğu dernekler (Bursa
Doğanbey Yardımlaşma Dayanışma ve Kültür Derneği, Doğanbey Konutları Komşu Birliği Derneği), belediye ve TOKİ tarafından
tüm kararların verilip uygulamanın belli bir aşamasına gelindikten sonra ekonomik problemlerin baş göstermesinin ardından
kurulmuştur. Kullanıcı katılımın temelini oluşturan komünite ruhunun, bireylerin evlerini ve yerlerini teslim etmeden
önce yapılandırılmış olmasının kullanıcı açısından çok daha iyi sonuçlar doğurmuş olabileceğini söylemek mümkündür.
Çünkü katılım aracılığıyla tercihleri belirlenen kullanıcıların tatmin olmadığı niteliklerden uygulamayı tasarım aşamasında
arındırmak mümkün olmaktadır. Pilot çalışmada görüldüğü gibi üretilmiş olan konutlar bölgenin eski kullanıcısının yaşam
biçimine uymamaktadır; katılımın görüldüğü durumlarda ise proje bu alışkanlıklara göre planlanmakta, gereken durumlarda
tasarımcı ve kullanıcı ortak karar vermektedir.
Komünite ruhunun fiziksel karşılığı olan dernekler aracılığıyla bireylerin yazdığı dilekçeler ve yaptığı eylemler özellikle son
bir yıldır kullanıcıların belediye ve TOKİ tarafından gündeme alınmalarını sağlamıştır. Bu yapılanmanın tasarım aşamasında
kullanıcılar tarafından oluşturulmuş olmasının yararları değerlendirildiğinde; kullanıcıların bugün sunduğu “bölgeye ilişkin
mimari proje yarışmasının düzenlenmesi”, “belli aralıklarla kullanıcı ile TOKİ/belediyenin toplantı düzenlemiş ve tartışmış
olması” gibi öneriler sıralanabilir, böylece “1 dairem eksik olsaydı da, bu kadar yüksek olmasaydı”, “deprem olsa da, yıkılsa”
gibi çözüm önerisi sunmayan ancak sürekli dile getirilen problemlerden kurtulma olasılığı yakalanabileceği belirtilmelidir.
Bununla birlikte, kullanıcıların yarısından fazlası konut dağıtımı sırasındaki kura çekiminin TOKİ tarafından yapılmış olması
181
nedeniyle adaletsizlik olduğunu dile getirmişlerdir, bunu kanıtlamak şu an mümkün olmamakla birlikte, amaçlarından biri
adalet olan katılım yöntemi ile buna benzer olasılıklar ortadan kaldırılmaktadır.
Zaman çizgisi 2: Tasarım Sürecinde Katılım Olanağının Doğduğu Noktalar
Sonuç
Kenti iyileştirme ve geliştirme amacı taşıması gereken kentsel dönüşüm projelerinde, Doğanbey’de de görüldüğü gibi,
ekonomik yararı konut ve yaşam kalitesinin önünde tutan bir yaklaşım görülmektedir. Bu durum siyasal sistemin niteliği
anlamında böyle olmakla birlikte, dönüşüm sonrasında yeni bir çevrede yaşayacak olan kullanıcı için de bu şekilde gelişmiştir.
Planlama aşamasında verilen kararlar sırasında demokratik bir ortam oluşmadığından kendilerine yer edinememiş olan
kullanıcılar, yaşam kalitesini ortaya çıkaracak olan beklentilerini ekonomik anlamda sınırlamış, Maslow’un gereksinim
hiyerarşisine benzer biçimde bunun ötesini düşünme şansı elde edememiştir.
Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olan Bursa tarihi mirası ve doğal zenginlikleriyle öne çıkan bir kenttir. Böyle bir kentin
merkezinde yükselen Doğanbey Kentsel Dönüşüm Projesi yoğunluğu ve bulunduğu konum bakımından şu anda Türkiye’de
tek olma özelliği göstermektedir. Benzersiz bir potansiyele sahip bölgede son aylarda sıkça tartışılan alanın büyüklüğü,
kentteki duruşu, dairelerin nicelik ve niteliği, ekonomik problemler, teslimin gecikmesi gibi problemlerin baş göstermesinin
nedeni kararların kapalı kapılar ardında verilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Günümüzde TOKİ’nin planlama ve
politika anlamındaki rolü çok önemlidir, kurum bireylerin yaşam biçimi değiştirme hakkını kendinde görmemeli, aksine
önemli miktarlarda kaynak harcadığı kentsel dönüşüm uygulamalarında, yerel yönetimler aracılığıyla kullanıcı ve katılım
odaklı tasarım sürecini benimsemelidir. Yaşam kalitesini artırmayı hedefleyen eylem araştırmalarının da sürece katılması
aracılığıyla planlama ve politik anlamda verilen kararların tekrar gözden geçirilmesi verimli olabilir, bununla birlikte üretilmiş
olan uygulamalarda kullanım sonrası değerlendirme araştırmalarının da yapılması ve dikkate alınması gerekmektedir. Bu
sayede TOKİ’nin üstleneceği vizyonla kimliği ve özgün dokusu korunarak geleceğe aktarılan çağdaş kentler yaratılabilir.
182
Kaynaklar
• Dilks, C. 2005. Resident Participation: History Repeating Itself?, Paper presented at the ENHR Conference, Reykjavik.
Document available at: http://borg.hi.is/enhr2005iceland/
• Dissart, J, C., Deller, S, C. 2000. Quality of Life in the Planning Lit er a ture. Journal of Planning Literature Vol. 1,5 No. 1
p.135-161.
• Innes, J.E., Booher, D.E. 2000. Public Participation in Planning: New Strategies for the 21st Century, Institute of Urban and
Regional Development UC Berkeley.
• İncedayı, 2002, Mimari Tasarım Sürecine Katılımcı Yaklaşım, Mimar Sinan Üniversitesi Yayın No: 28.
• Kowaltowski, D. C. C. K., de Silva, V. G., Pina, S. A. M. G., Labaki, L. C., Ruschel, R. C., Moreira, D. C. 2006. Quality of Life
and Sustainability Issues As Seen By The Population of Low-Income Housing in the Region of Campinas, Brazil.Habitat
International Vol. 30, p. 1100–1114.
• Lee, T. 1968. Urban Neighbourhood as a Socio-Spatial Schema. Human Relations, 21, p. 241-268.
• Marans, R, W. 2003. Understanding Environmental Quality Through Quality of Life Studies: The 2001 DAS and Its Use of
Subjective and Objective Indicators. Landscape and Urban Planning Vol. 65, Issues 1-2, p. 73-83.
• Muhajarine, N., Labonte, R., Williams, A., Randall, J. Person, Perception, and Place: What Matters to Health and Quality of Life.
Social Indicators Research, Volume 85, Number 1, p. 53-80.
• Oktay, D., Marans, R. W. 2010. Overall Quality of Urban Life and Neighbourhood Satisfaction: A Household Survey in the
Walled City of Famagusta. Open House International, Volume 35, No 3, p. 27-36.
• Sanoff, H. 1981. Human Exchange Techniques for Citizen Participation in Town Revitalization, Design Studies, 2 (3), p.157-164.
• Sanoff, H. 1994. The Experience of Community Action in an Australian Town. The Urban Experience: A People-Environment
Perspective. S. J. Neary, M. S. Symes & F. Brown. London: Spon, 110-123.
• Sanoff, H. 2006, Multiple Views Of Participatory Design, METU Journal of The Faculty of The Architecture, 23 (2), p. 131-143
• SELMA, 2005. “Spatial De-concentration of Economic Land Use and Quality of Life in European Metropolitan Areas”, Policies
Related to De-Concentration of Economic Land-Use in Denmark Case Study Analysis, (Thomas S. Nielsen, Jacob Norvig
Larsen).
• Sirgy, M, J., Cornwell, T. 2002. How Neighborhood Features Affect Qualıity Of Life. Social Indicators Research. Volume 59,
Number 1, p. 79-114.
• TOKİ, 2011. Bursa Osmangazi Doğanbey Kentsel Yenileme Projesi, Gecekondu Dönüşüm Kentsel Yenileme Projeleri, T.C.
Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Ankara, p. 118-121.
• Türkoğlu, H. D., Bölen, F., Baran, P. K., Marans, R.W. 2007. İstanbul’da Konut Alanlarında Yaşam Kalitesinin Ölçülmesi, Mimarlık
Dergisi 335. Sayı, p. 32-36.
• Van Kemp, I., Leidelmeijer, K., Marsman, G.,de Hollander, A. 2003. Urban Environmental Quality and Human Well-Being:
Towards a Conceptual Framework and Demarcation of Concepts; A Literature Study. Landscape and Urban Planning Vol
65, Issues 1-2, p. 5–18.
• Westaway, M. 2006. A Longitudinal Investigation of Satisfaction with Personal and Environmental Quality of Life in an
Informal South African Housing Settlement, Doornkop, Soweto. Habitat International Volume 30, Issue 1, p. 175-189.
• http://www.bursamimar.org.tr/icsayfa.php?catid=6&altid=18&indeks=457
• http://driftwood-interiors.blogspot.com/2010/12/road-trip.html
• http://openbuildings.com/buildings/byker-wall-profile-2687/media
183
6. OTURUM
Kentsel ve Mekansal Dönüşüm / Uygulamalar
Alper ÜNLÜ / Oturum Başkanı
GELENEKSEL KONUTTAN MODERN KONUTA MEKANSAL
ANLAMDAKİ DÖNÜŞÜME İLİŞKİN ELEŞTİREL BİR BAKIŞ
Can KARAGÜLLE
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi,
Mimarlık bölümü
Hasan Tahsin SELÇUK
Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi
ÖZET
Ülkemizde 20.yüzyılın başlarından itibaren daha fazla örneklerini görmeye başladığımız, bugünün kapalı mekân kurgusuna
dayalı ve batıdan ithal edilen modern konut karşısında yüzyıllardan beri kullanılan açık ve yarı açık mekân kurgusuna dayalı
geleneksel konut mekân kurgusu terk edilmiştir. İlk örneklerini 20. yüzyılın başlarında kent içinde ve sınırlı alanlara sahip
parsellerde çok katlı olarak yapılan konut bloklarında görmeye başladığımız modern konutlar 20.yüzyılın ikinci yarısından
itibaren değişmez konut tipolojisi olarak tüm ülkeye yayılmaya başlamıştır. 20.yüzyıla hâkim olan kapitalizm ve getirdiği yeni
üretim şekli, kentlerde yoğunlaşma ve göç olgusuna neden olmuş, sonrasında ise sanayi tesislerine yakın çok yoğun bir konut
talebi doğurmuştur. Tüketime dayalı yeni yaşam şekli konut tipolojisinde değişimlere neden olmuş ve konutta mekânsal
anlamda bir değişim gerçekleşmiştir. Bununla birlikte daha önce “yer”e ve konutu yapanın kendi gereksinimlerine göre
biçimlenen konutta yaşanan dönüşüm sonrası, konut oluşumunda oyun dışı kalan konut kullanıcısının özellikle psiko-sosyal
gereksinimleri ihmal edilmiştir. Bu bağlamda, yeni konut tasarımlarında veri elde etmek için, kendisine sunulan ile konut
kullanıcısının ihtiyaç duyduğu konut mekânına ilişkin farklılıkların belirlenmesi önem kazanmaktadır. Bu makalede farklı
kültürel, coğrafik ve iklimsel koşullara sahip farklı kentlerdeki modern konutlarda yapılan kullanım sonrası değerlendirme
çalışmaları, komşuluk ilişkileri ve kullanıcıların nasıl bir konut tipi tercih ettiği konuları analiz edilmiştir.
GİRİŞ
Ülkemizde konut 20.yüzyıla hâkim yönetim ve üretim kuralların etkisi ile ağırlıklı olarak fiziksel işlev bağlamında algılanıp
metalaştırılmıştır. Günümüzde, konut kullanıcılarının sosyal-iletişim, gelenekler, kimlik ve aidiyet gibi psiko-sosyal ve kültürel
gereksinimleri, imar mevzuatı bakımından bir veri oluşturamamaktadır. Ülkemizdeki konutların ve üzerinde yer aldıkları
dokunun oluşumunda belirleyici olan İmar Kanunu ile Kat Mülkiyeti Kanunu ve bu kanunlar asıl alınarak yapılan imar planları
konut tasarımda sadece fiziksel işlevi oluşturacak hükümlere sahiptir. Farklı coğrafi ve iklimsel koşullar altında yaşayan ve/
veya geçmişten gelen farklı kültürel özelliklere sahip konut kullanıcılarının psiko-sosyal ve kültürel gereksinimleri çoğu kez
konut tasarımında dikkate alınmamaktadır. Geleneksel mimarinin ‘yer’i ve de dolayısıyla da yereli öne çıkaran statik mekân
anlayışı, evrensel norm ve ilkelerden beslenen modern çağın dinamik mekân anlayışına doğru hızlı bir dönüşüm yaşamıştır.
Kapitalist sistemde mekân, “büyüklük”, “hız”, “miktar”, “verimlilik” olarak tanımlanan niceliksel değerler ile anlatılmakta
olup buradaki temel amaç kar maksimizasyonu olmuştur. (Yırtıcı ve Uluoğlu, 2004). Geleneksel konutta ise mekân, bulunduğu
“yer” in coğrafik ve kültürel koşulları altında biçimlenmiştir.
Endüstri devrimi sonrası oluşan yeni üretim biçiminin etkisi ile sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda değişiminler yaşandığı
ve bunun da çağımızdaki yeni yaşam şeklini ortaya çıkardığı belirtilmektedir. Kentlere olan göç sosyo-ekonomik ve kültürel
sorunları beraberinde taşımış ve kentlerdeki yaşanan dönüşümlerin önemli bölümünü oluşturmaya başlamıştır. Toplumların
sosyo-ekonomik ve kültürel yapılarını etkileyen kapitalist süreç, kent mekânı için de dönüşümlerin yönünü belirlemiştir
(Aslanoğlu, 2000).
Ülkemizde de köyden kente göçe neden olan yeni üretim biçiminin kentlerde nüfusun yoğunlaşılmasını gerekli kıldığı ve bu
durumun yaşam biçimini, aile yapısı ve büyüklüğünü değiştirdiği ifade edilmektedir. Diğer yandan 2. Dünya Savaşı sonrasında,
dünyadaki üretim ve nüfusun hızla artması ve uygulanan liberal politikalarla sonucu, ülkemizde de sanayi alanında önemli
gelişmeler gerçekleşmeye başlamış ve 1950’lerden başlayarak kente olan göç konut arzı sıkıntısı yaratmıştır. Bunun
187
sonucunda gecekondu olarak bilinen plansız konut yerleşmeleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Kentlerin yüzde seksenine varan
bu yasal olmayan fiili durum karşısında, merkezi hükümet 1965 yılında kat mülkiyeti kanununu çıkararak konut finansmanını
yaptırana yüklemek amacı ile mevcut arsalarda (değer artışı yaratan) ve kamuoyunda yap-sat müteahhitliği olarak bilinen
rant paylaşımı sistemini getirmiştir.
Tablo 1. 1965-75 yıllarında beş kente ait kent ve köy nüfusları.
1965
1975
Kent
Köy
Kent
Köy
Ankara
1069
574
1977
587
İstanbul
1792
501
2648
1256
İzmir
621
613
905
768
Bursa
335
420
507
454
200
214
292
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/
202
Eskişehir
Konut üretimindeki bu radikal değişimin konut tasarımına etkisi mekânsal bir dönüşüm şeklinde olmuştur. O güne değin
“yer”e ilişkin mimari tasarımdaki evrensel doğrular özellikle mekân organizasyonlarında bir veri olarak geçerliliğini
yitirmiştir. Yap-sat sistemi altında her katta 4 yöne bakan 4 daireli plan şeması tüm ülkede apartman modeli için yegâne
tipolojiyi oluşturmuştur. Mimarın yaptığı, bu tipolojik çözüme göre üretilmiş olan parseller içerisine, bu modeli küsurat
ölçülerle oynayarak oturtmak olmuştur. Burada, modern mimarinin “yer”in artık öneminin yitirdiği ve teknolojinin kullanımı
ile fiziksel konforun sağlanabileceği söylemi de etken olmuştur. Geçmişte, uluslararası kömür ve petrol gibi emtia fiyatlarının
oldukça düşük olması da bu konuda destekleyici bir rol oynamıştır.
Sosyo-kültürel ve ekonomik gelişmeler sonucu, süreç içersinde, bir başka coğrafyadaki ‘ev’in, kültürel yapı ve yaşam biçimine
göre oluşmuş mekân organizasyonu, yukarıda çerçevesi çizilen sosyo-ekonomik gerçekler bağlamında yerel gerçekliklerle
ilişki kuramamıştır. Gerek kentsel dönüşüm projeleri tartışmaları sırasında çöküntü alanları olarak tariflenen gecekondu
alanlarının TOKİ tipi konutlarla olan karşılaştırılması sırasında baş tacı edilen kapalı mekân kurgusunu temel alan sosyal
konut niteliğindeki yapıların hangi özellikleri ile çağdaş olduğu veya olamadığı üzerine düşünülmemektedir.
Bu noktada çekirdek aile kullanımına dayalı olarak 1965 yılından daha önce bir dönüşüme uğrayan geleneksel konutun, iç
işlevi ve yapım teknolojisi bakımdan da artık işlevini yitirdiği belirtilmektedir. Yeni üretim biçimine uygun üretilmiş modern
konut yapılarının salt bu yönleriyle çağdaş olduğu savunulmuştur. Buna ek olarak yapıldığı dönemin fiziksel konfor seviyesi
ile en az 50 ile 100 yıl hizmet vermiş olan geleneksel konutların ve kentsel dokusunun günümüzdeki fiziksel konfor anlamında
gereksinimleri karşılayamadığına ilişkin saptamalar öne çıkmaktadır. Ancak, bu konudaki saptama ve eleştirilerin büyük
çoğunluğu sosyo-kültürel anlamda yapılmış olan belirli bir alan çalışmasına dayanmayan öznel değerlendirmelerdir.
Diğer yandan, neyin geleneksel olduğu konusunda yanlış da olsa ortak bir uzlaşma varken neyin modern olduğu konusunda
ise bir fikir birliğinden söz edilemez. Gelenekselin buradaki anlamı, çoğu için tarihselleşmiş ifadesine karşılık gelmektedir.
Özer’e göre geleneksel olan tarihi olan değildir ve tarihileşmesi için artık geleneğin uygulanırlığının kalmaması gerekir
(Özer,1979). Ancak ortak paydaları kapalı mekân kurgusu olan, oda sayısında ve malzeme seçiminde farklılaşmalar olsa da
temel olarak aynı plan şemasına sahip gelir düzeyleri farklı kişiler için yapılmış birçok çok-katlı konut projesi için çağdaş veya
modern terimi kullanılmaktadır. Daha yapılırken kimin için yapıldığı belli olan geleneksel konutun sunduğu mekân kullanımına
yönelik zenginlikler ve olanaklar ise yeni konut tasarımında bir veri olarak değerlendirilmemektedir.
TOKİ ve benzeri kamu veya özel kuruluşları, kapalı mekân şemasını temel alan tipolojinin biçimlendirdiği konut bloklarını
yurdun coğrafi ve kültürel bakımdan farklı her bölgesinde üretmektedir. TOKİ, aynı zamanda yap-sat sistemi ile kanserli
bir hücre gibi tüm ülkeye yayılmış olan kapalı mekân kurgusuna dayalı (çok katlı apartman dairesi) plan şemasının sahip
olduğu olumsuzlukların meşrulaştırılmasına da örnek olmaktadır. Tek tip konut projelerini gerçekleştiren TOKİ ile benzeri
188
kamu kuruluşlarının tamamlanan projelerde sosyo-kültürel anlamda bir kullanım sonrası değerlendirme yaptırılmaması
düşündürücüdür. Bu ise, yüzyıllarca denenerek elde edilmiş bir yaşam biçimi geleneğinin özellikle insan ilişkileri yönüyle
sürdürülmediğinin farkındalığını gölgelemektedir. Bu gerekliliği gösteren konut kullanıcılarının özellikle psiko-sosyal ve
sosyo-kültürel özelliklerini irdeleyen çalışmalar örnekler eşliğinde ele alınarak Ülkemizde geleneksel konuttan modern
konuta yaşanan mekânsal dönüşüme ilişkin elde edilen bazı saptamalar aktarılacaktır. Gelenekselden moderne, mekânsal
anlamda yaşandığı savunulan dönüşüm kullanıcıların bakış açısından elde edilen alan çalışmalarına dayalı istatistiksel veriler
ışığında irdelenecektir.
Geleneksel konutun mekânsal anlamdaki modern konuta dönüşümü, konut kullanıcılarının istekleri ile gerçekleştirilmemiştir.
Rantın onlarca kat artırdığı kent parsellerine sahip olarak üzerine müstakil konut yaptırılması, çoğu konut kullanıcısı için
mümkün değildir. Bu nedenle konut kullanıcıları kendilerinin tasarım sürecinde söz hakkı olmadığı açık ve yarı açık mekânlara
yer verilmeyen bir konut tipolojisine mahkûm edilmiştir. İmar planları ve İmar Kanun ve Yönetmelikleri ile açıkça tariflenenek
sistemin kuramsal alt yapısını oluşturan rant, Ülkemizdeki modern konutların temel tasarım verisi haline gelmiş ve konutların
mekânsal organizasyondaki dönüşümüne neden olmuştur. Şu an sayısal büyüklük olarak Ülkemizdeki konutların büyük
çoğunluğu rant sistemi altında üretilmiştir ve hali hazırda % 85 oranındaki payı ile yap-sat sistemi konut üretiminin başlıca
aktörüdür. Büyük ölçekli konut projeleri sosyal donatı alanlarının planlanması gibi kentsel ölçekte olumlu katkıları söz
konusudur. Ancak, tek yapı ve kentsel doku ölçeğinde yap-sat sistemi altında üretilen konutlardan mekân organizasyonu ve
yerel verileri değerlendirme anlamında fazlaca bir farklılığa sahip değildir.
Kuban (1996), kişinin kültürel yapısında görülen ve mekân düzenini etkileyen özelliklerin, değişik yöre ve toplumlarda değişik
mekânsal organizasyonlar şeklinde değerlendirildiğini ifade etmektedir. Geleneksel konut, satılmak için yapılmıyordu.
Bunun anlamı, konut, içinde barınacak kullanıcısı tarafından kendi fiziksel ve kültürel gereksinimleri için ve çevresel verileri
değerlendirilerek yapılııyor olduğudur. Günümüzde yapılan nitelikli bir konut projesinde fiziksel anlamdaki çevre verileri
başarılmış olsa da psiko-sosyal ve kültürel verilerin konut tasarımında değerlendirilmediği gözlenmektedir. Yeni konut
tasarımları, kültürel verilerin de sorgulandığı, kullanım sonrası değerlendirme gibi yöntemleri kullanarak içinde yaşayacak
kullanıcılara uygun yapılabilir. Bunun yapılması ile, geleneksel konutun sahip olduğu bir çağdaş tasarım ilkesi yeni konut
tasarımında kullanılmış olur.
Dengiz ve İncedayı (2003), kullanıcıların gereksinimini karşılamaktan uzak, kullanışsız konutların, bir yandan yaşama
standartlarını düşürüp, çalışma yeteneklerini azaltabileceğini, diğer yandan zaman içinde ciddi sosyal ve toplumsal
çöküntülere neden olabileceğini ifade etmektedirler.
1955’te 36 milyon dolar maliyetle tamamlanan Pruitt-Igoe konutları, 23 hektarlık alanda 33 adet 11 katlı apartman içeriyordu.
Yıkıldığı döneme kadar Pruitt-Igoe konutları 57 milyon dolara mal olmuştur. Yapıldıktan sadece 17 yıl sonra yıkılan Pruitt-Igoe
konutları “modern mimarlığın sona erdiği” bir kilometre taşı olarak tanımlanmaktadır. İlk zamanlardaki mimari forumlarda,
bu yerleşim hakkında “fakir insanlar için dikey mahalleler” tanımı yapılan Pruitt-Igoe’de yaşam, aşırı yoksulluk, suç oranındaki
artış ve ırkçılık gibi sosyo-kültürel ve ekonomik nedenlerle çok zorlaşmış, yerleşimde doluluk bir türlü sağlanamaz hale
gelmişti (Koyuncu, 2011).
Şekil 1. Zamanın modern konutunu temsil eden Pruitt-Igoe, St. Louis, Missouri’de bulunan büyük bir kentsel yerleşim
projesiydi. (Kaynak: http://www.arkitera.com/haber/index/detay/5509)
189
Yeni konut tasarımına veri elde etmek amaçlı olarak geleneksel ve modern konutun tüm kullanıcıları yönüyle mekânsal
uygunluklarını değerlendiren bir çalışma henüz yapılmamıştır. Ülkemizde günümüz konut tasarımında veri elde etmek
içinsınırlı da olsa kullanıcı katılımını hedefleyen çalışmalara rastlanmaktadır. Ancak alan çalışması olarak geleneksel konut
bölgelerini seçenler dışındaki çalışmaların tamamında konut tipolojisi sorgulanmamaktadır. Kullanım sonrası değerlendirme
yöntemi ile yapılan kimi çalışmalar ise fiziksel konfor, sosyal donatılara sahip olma ve psiko-sosyal değerlendirmeler gibi
konularda yoğunlaşmışlardır. Konutun çocuk, yaşlı ve özürlü gibi konutu daha çok zaman dilimi içinde fiili olarak kullanan diğer
kullanıcıları yönüyle psiko-sosyal ve kültürel tatmin anlamında mekânsal uygunlukları ise irdelenmemiştir. Gelenekselden
moderne doğru yaşanan mekânsal dönüşüm etkisinin bu tip kullanıcılar açısından da değerlendirilmesi önem taşımaktadır.
Diğer yandan, yaşamları boyunca mekânsal bakımdan farklı bir alternatif sunulmayan veya gecekondu gibi çöküntü
alanlarından gelen ve daha iyisini hiç deneyimlememiş konut kullanıcılarına, sadece fiziksel konfor anlamında yöneltilen
sorularla memnuniyet ölçümü yapmak, yeni konut tasarımları için güvenilir veri elde edilmesine engel oluşturmaktadır.
Fiziksel konfor ve sınırlı kentsel donatı alanlarına sahip olması bakımından modern olarak nitelendirilen 2+1 veya 3+1
konutlardan oluşan nokta blok apartmanlara dair yapılan kullanım sonrası değerlendirme çalışmalarının yeni konut tasarımı
için veri oluşturamayacağı gözlenmiştir.
Ülkemizde bilimsel bir çalışma ile elde edilecek konut kullanıcılarının isteklerinin değerlendirilmesi sonucu geleneksel
konutun sahip olduğu birçok çağdaş tasarım ilkesi de başarılmış olur. Örneğin geleneksel Anadolu konutunun (avlulu konutlar
ve Mardin Evleri hariç) sokağa bakması önemli bir tasarım verisidir. Günümüzde de konut kullanıcılarının “ön cephe”den
daire seçmeleri psiko-sosyal gereksinimleri ile açıklanabilir. Yine zemin katta oturma ve yatma işlevlerinin olmaması bize en
azından yüksek girişli daire oluşturmamız gerektiğini anlatır. Bilindiği gibi günümüzde zemin kat daireleri her zaman en düşük
değerlemeye sahip olmaktadır. Bununla birlikte, Anadolu geleneksel konut mimarisinin sahip olduğu mekân organizasyonu
ile onun sosyo-kültürel yaşama yaptığı olumlu etkiler yeni konut tasarımı için öne çıkan tasarım verilerini oluşturmaktadır.
Bu durumu tespit eden Anadolu’nun farklı bölgelerinde yapılmış olan alan çalışmalarından örnekler aşağıda verilmektedir.
ÖRNEK ALAN ÇALIŞMALARI:
Şekil 2: Maraş bölgesindeki 3 toplu konuttaki komşuluk ilişkileri (Erşan, 2006)
Şekil 3. Yanar’ın çalışmasındaki kullanıcıların konut tercihleri (Yanar, 1994).
190
Şekil 4: Bolu-Karaköy TOKİ konut kullanıcılarının konut tercihleri (Karagülle, 2011)
Şekil 5: (Solda)Karaköy-TOKİ konutlarındaki komşuluk (Sağda)-Eski Konutta komşuluk
Çocuk Sayısı
(Oturdukları konuttan
Kullanıcıların Tercihleri
memnun
olmayan)
0
1
2
3
4+
Total
Aparman dairesi
7,5
9,6
-
10,5
-
5,6
Bahçe içinde müstakil ev
51,7
54,8
60,9
52,6
60,3
56,5
Site içinde apartman dairesi
7,5
7,1
10,7
5,3
20,2
8,4
Site içinde dubleks-tribleks
3,7
-
4,4
10,5
-
3,7
Bahçe içinde dubleks-tribleks
29,6
28,5
24
21,1
20,2
26,1
Toplam %
100
100
100
100
100
100
Şekil 6. Bolu-Merkez’deki konut kullanıcıların konut tercihleri (Yıldız, 2006)
191
Coşkun’un (2005) Adapazarı deprem konutlarında yaptığı çalışmadaki saptamaları özet şeklinde aşağıda sıralanmıştır;
Yeni Yerleşim Bölgesi’ nin olumsuz bulunan yönleri:
• Sosyal donatı (okul, sağlık tesisi, resmi kurum vb.) eksikliği
• Toplu taşıma sisteminin yetersizliği (ulaşım hizmetleri)
• Alışveriş mekânlarının yetersizliği
• Komşuluk ilişkilerinin zayıf olması
Yeni Yerleşim Bölgesi’ nin olumlu bulunan yönleri:
• Güvenlik (deprem açısından)
• Konfor
• Temizlik
• Otopark varlığı
• Gürültü kirliliğinin olmaması
• Hava kirliliği
• Park, çocuk oyun alanı varlığı
• Altyapı
Şekil 7. Adapazarı Camili Kalıcı Konut Bölgesindeki komşularla ne sıklıkta ve nerede görüşülüyor. (Coşkun, 2005)
Şekil 8. Yeni yerleşim bölgesinde oturulan konutla, daha önce oturulan konutun karşılaştırılması (Coşkun, 2005)
192
Tablo 2. Geleneksel ve modern ev niçin yaşam kalitesinin karşılaştırılması (Karagülle and Demir, 2009)
YAŞAM KALİTESİEVET
HAYIR
Eski konutta genel
olarak kendini MUTLU
hisse­denler ( % )
88
(% 9 Fena değil)
Yeni konutta genel
Eski konutta KOMŞULUK Yeni konutta KOMŞULUK
olarak kendini MUTLU
ilişkileri tatmin edici mi? ilişkileri tatmin edici mi?
hissedenler ( % )
58
72
15
(% 27 Fena değil)
3
15
18 (% 10 Yeterince iyi)
42 (% 46 Yeterince iyi
Tablo 3. Kullanıcıların Mardin için konut tercihleri (Karagülle and Demir, 2009)
NASIL BİR KONUT TİPİKullanıcı Görüşleri
Restorasyon ve bakım için
Yeterli parasal kaynak
yeterli kay­nak olsa eski
olsa nasıl bir konut tipi
yerleşimde oturmak istenir
tercih edilir?
(%)
mi?
(% )
EVET
Yeterli parasal kaynak
olsa nasıl bir konut tipi
tercih edilir?
(
%)
97
73
(Müstakil)
3
(Gelenek­sel Planlı)
79
HAYIR
21
27
(Modern Planlı)
(Çok Katlı)
Tablo 4. Diyarbakır’daki üç farklı sitede yaşayan kullanıcıların yeni seçecekleri bir konuttaki öncelikleri (Özyılmaz, 2001)
NEDENLER
ŞİLBE C blok
Sayı
ŞİLBE B blok
Yüzde
Sayı
Yüzde
Batıkent
Sayı
Bayramoğlu
Yüzde
Sayı
Yüzde
Konutun nitelikli olması
8
8
6
9
5
6
2
5
Çevrenin nitelikli olması
10
10
7
11
14
16
1
2
Her ikisi de (konut+çevre)
74
75
54
84
68
80
28
70
Kiranın uygun olması
13
13
15
23
20
23
7
17
Satın alma gücüne göre
21
21
15
23
25
30
15
37
Semtin konumua göre
9
9
5
8
15
18
4
10
Akrabanın yakınlığına göre
7
7
3
5
5
6
3
7
Okul, iş, çarşıya ulaşımın kolaylığı
7
7
5
8
9
11
3
7
Toplam m2
98
-
64
-
85
-
40
-
Diyarbakır’da kent dışında üç farklı sitede yapılan kullanım sonrası değerlendirme çalışmasında modern apartman dairesini
konut tercihi olarak belirtenlerin oranı %71 ile % 89 arasında değiştiği görülmektedir. Ancak, bu kullanıcıların daha önceki
konutlarının büyük çoğunluğu niteliksiz apartman dairelerinden oluşmaktadır. Tek katlı veya dublex tipi müstakil konutta
oturanlar ise geniş yeşil alanlara ve itibarlı bir yaşama karşın özgürlüklerinin kısıtlanması, mahremiyet sorunları, geleneksel
yiyecek hazırlayacakları ve sohbet edecekleri özel bir bahçesinin olmaması, misafirlerini avlu yerine küçük balkonlarda
ağırlama gibi mekânsal sorunlarla eski konutlarını tercih etmişlerdir. Yine modern konutu tercih edenler, gürültü,
özgürlüklerin kısıtlanması ve mahremiyet gibi sorunlarının olduğunu belirtmişlerdir (Özyılmaz, 2001).
193
Tablo 5. Diyarbakır’daki üç farklı sitede yaşayan kullanıcıların yeni konut tercihleri (Özyılmaz, 2001)
ŞİLBE C blok
KONUT
ŞİLBE B blok
Batıkent
Bayramoğlu
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Şimdiki konutunu tercih edenler
89
91
53
83
71
84
32
80
Eski konutunu tercih edenler
9
9
11
17
14
16
8
20
Toplam
98
100
64
100
85
100
40
100
Tablo 6. Diyarbakır’daki üç farklı sitede yaşayan kullanıcıların bir önceki konutları (Özyılmaz, 2001)
Konut Tipi
ŞİLBE C blok
Sayı
Yüzde
ŞİLBE B blok
Sayı
Yüzde
Batıkent
Sayı
Yüzde
Bayramoğlu
Sayı
Yüzde
Bahçeli tek katlı
8
8
7
11
15
18
9
22
Apartman dairesi
82
83
51
80
58
67
23
57
Dubleks-müstakil
4
4
2
3
4
5
3
8
Toplu konut dairesi
-
-
-
-
-
-
-
-
Gecekondu
1
1
2
3
3
4
3
8
Lojman
3
3
2
3
5
6
2
5
Toplam
98
100
64
100
85
100
40
100
SONUÇ:
Bolu’da iki adet olmak üzere Maraş, Mardin, Diyarbakır ve Adapazarı’nda yapılan 6 adet kullanım sonrası alan çalışmalarından
komşuluk ilişkileri ile nasıl bir tipte konut sahibi olunmak istediğine ilişkin sonuçlar yukarıda verilmiştir. Buna göre, konut
kullanıcıları yeni-modern konuttaki komşuluk ilişkilerinden genel olarak memnun değildir. Kapalı mekân kurgusuna sahip
modern konuttan memnuniyetsizliklerini ise arzu ettikleri konut tipini çok açık bir şekilde müstakil konut olarak belirleyerek
ifade etmişlerdir. Son yüzyılda Ülkemizde mekânsal anlamda yaşanmış olan dönüşüm, konut kullanıcılarının sosyo-kültürel
gereksinimlerini karşılamaktan çok uzaktır. Konut kullanıcılarının komşuluk ilişkilerinde zayıflığa neden olduğunu tespit
ettiğimiz bu mekân düzeninde yaşayan insanlar giderek yalnızlığa itilmekte ve çevresine yabancılaşmaktadır. Bu nedenle,
yeni konut tasarımlarında geleneksel konuttan elde edilecek çağdaş tasarım verilerinin iyi okunması ve büyük ölçekli toplu
konut projeleri tasarımlarına başlamadan mutlaka kullanıcıların psiko-sosyal gereksinimleri kullanım sonrası değerlendirme
yöntemi ile sorgulanmalı ve değerlendirilmelidir.
194
KAYNAKÇA
Aslanoğlu, R. A., 2000. Kent Kimlik ve Küreselleşme, Ezgi Kitapevi, Bursa
Coşkun, K., 2005, Deprem Sonrası Planlamada Yeni Yerleşim Bölgesi Yaklaşımı:Adapazarı Örneği, Y.Lisans Tezi, Gazi Ünv., Fen
Bilimleri Enstitüsü, Ankara
Dengiz, N. ve İncedayı D.O., 2003. “Toplam Kalite Yönetimi Anlayısı Çerçevesinde Atasehir Toplu Konut Yerleşmesinin
Değerlendirilmesi”, Tasarım + Kuram MSÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 3, s.102- 114.
Erşan, Z.F., 2006, Kahramanmaraş kenti toplu konut uygulamalarının kullanım sonra değerlendirilmesi, Y.Lisans Tezi,
Çukurova Ünv., Fen Bilimleri Ens., Adana
Karagülle, C. ve Demir, Y., 2009, Yerel Verilerin Konut Tasarım Sürecinde Değerlendirilmesi: Mardin örneği, İTÜ dergisi/a,
İTÜ, İstanbul,.
Karagülle, C., 2011, Mimari Tasarım Atölyelerinde Ekolojik Mimari Tasarım Eğitimi Uygulaması: Alternatif Bolu Toki Evleri ,
Mimarlıkta Bütünleşme Sempozyumu, YTÜ, İstanbul
Koyuncu, P., 2011, Modern mimarlığın öldüğü gün, erişim: 25 Şubat 2012, http://www.arkitera.com/haber/index/detay/5509
Özer, B., 1979. Mimarlıkta Geleneksellik Üzerine Bir Söyleşi, Dünya Gazetesi, 7 Nisan, İstanbul.
Özyılmaz, H., 2001, Diyarbakır’daki Yeni Yerleşim Bölgelerinde Kullanıcı Gereksinimlerinin Konut ve Çevre Açısından
İncelenmesi, Y.Lisans Tezi, Gazi Ünv., Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara
Yanar, B.Ö., 1994. Konut ve Çevresinde Kullanıcı Tatminin İrdelenmesi, Doktora Tezi, İTÜ
Yıldız, M.Y., 2006, Bolu merkezindeki halkın konut tercihlerine etki eden faktörler, Y.Lisans Tezi, Abant izzet Baysal Ünv.,
Sosyal Bilgiler Enstitüsü, Ağustos, 2006)
Yırtıcı, H. ve Uluoğlu, B., 2004, Mekanın Altyapısal Dönüşümü, İTÜ dergisi/a mimarlık-planlama-tasarım, cilt:3, sayı:1, s.44-53,
İstanbul,
195
KONUT ÇEVRELERİNİN ÜRETİMİNDE DÖNÜŞÜM ve FARKLI
YAKLAŞIMLARIN ETKİLERİ
Doç.Dr. İpek Özbek Sönmez
DEU Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Yrd.Doç.Dr. Abdullah Sönmez
DEU Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
1. Giriş
Ülkemizde ve Dünya’da özellikle geçtiğimiz yüzyıl içerisinde konut üretim biçimleri açısından farklı yaklaşımlar benimsenmiş
ve uygulanmıştır. Konut üretim süreçlerinde meydana gelen en önemli değişim modernite projesine bağlı olarak konuta
ilişkin teorik yaklaşımların, bakış açılarının değişimidir. Bunun dışında uygulama süreçlerinde yap-satçı (tekil) konut
üretiminden, toplu konut üretimine ve son yirmi yılda güvenlikli site olarak adlandırılan konut üretim sistemlerine geçilmiştir.
Aslında üretim süreçlerindeki değişimler küresel süreçlerdeki etkilerden, sosyal ve ekonomik koşullardan bağımsız olarak
değerlendirilemez. Bu nedenle konut üretim süreçlerinin hem yerel, hem de küresel dinamiklerden etkilenerek oluştuğunu
belirtebiliriz. Bu çalışma kentsel mekânın söz konusu dönüşüm süreçlerini, kuramsal tartışmalar çerçevesinde ve ülkemiz
örnekleri üzerinden sistematik olarak açıklamayı, küresel ve yerel dinamikleri ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Ülkemizde konut üretim sürecini etkileyen, sosyal ve ekonomik koşulların yarattığı önemli kırılma noktaları bulunmaktadır. Bu
nedenle değerlendirmelerimiz sosyal ve ekonomik koşulların tariflediği dönemler itibariyle gerçekleştirilecektir. Dönemleme
çalışmasında 19.yy sonları, 20.yy başlarından 1950’lere değin olan süreç, 1950-1980 arası dönem ve 1980 sonrasından
günümüze uzanan farklı dönemlerdeki konut üretim süreçleri irdelenecektir.
2. Konut Üretim Süreçlerini Etkileyen Küresel ve Yerel Dinamikler
19.yy.’ın Son Dönemi
19.yy sonları kentleşme ve konut üretim tarihi açısından önemli değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Bu dönem içerisinde
öncelikle sanayileşmenin kentsel yaşam üzerindeki olumsuz etkilerini gidermek amacıyla İngiltere’de planlama çalışmaları
başlatılmıştır. Planlama çalışmaları ile amaçlanan en hızlı biçimde kentlerde yoğunlaşan nüfus gruplarına konut üretmek
ve alt yapı sorunlarını çözmek olmuştur. Bu nedenle kent merkezinde yer alan sanayi alanlarından burjuvazinin yaşadığı
banliyölere uzanan akslar boyunca bulvarlar genişletilmiş ve tasarlanan yeni akslar üzerinde sıra evler şeklinde konut
üretimi gerçekleştirilmiştir. Benzer yaklaşımlar daha sonra sanayileşen başka kentlerde de uygulanmıştır. Dönemin hızla
sanayileşen bir diğer Avrupa kenti Paris’te, büyük Ortaçağ kentini etkinliğin ve ihtişamın izlenebileceği modern bir kente
dönüştürmek amaçlanmıştır. 1850-1860 yılları arasında Hausmann’ın Paris uygulamaları sonucunda kentte yeni bulvarlar
ve geniş caddeler açılmış ve bu caddeler üzerinde Le Gates ve Stout’un (1998) belirttiği üzere Neo-Klasik ve Neo-Barok
apartmanlar inşa edilmiştir.
Ülkemizde, 19.yy sonunda, Batı ülkeleri ile ticari ilişkilerin yoğunlaşması özellikle liman kentlerinde yapısal değişikliklere
neden olmuş ve liman kentlerine eklenen yeni işlevler sonucunda Batı kentlerindeki uygulamalara benzer biçimde bulvarlar
genişletilmiş ve konut üretiminde tek tipleşmeye gidilmeye başlanmıştır. Kısa sürede işlevsel olanı üretmeyi amaç edinen
modernist yaklaşımların etkileri Osmanlı kentlerinde de hissedilmiştir. “19.yy’ın ikinci yarısından itibaren büyük kentlerde,
özellikle İstanbul’da belirli kullanıcı grupları için örgütlü bir konut faaliyetinin yürütülmeye başlandığı görülmektedir.” (Sey,
1998, s.273) Dolayısıyla, bu dönemde belirleyici olan küresel dinamiklerinin modernleşme hareketleri olduğunu belirtebiliriz.
Batı’nın modern konut üretim tarzı Osmanlı kentlerine de yansımış ve küçük ölçekli toplu konut üretimleri gerçekleştirilmiştir.
Sey (1998), Beşiktaş Akaretler evlerinin 1870’de saray mensupları için yaptırılan ilk toplu konut örneklerinden birisi olduğu
belirtmektedir.
197
Dönemin konut üretim sürecini etkileyen bir başka küresel dinamik ise göçlerdir. 19. Yy. Osmanlı kentlerine gelen nüfusu
yerleştirmek amacıyla kredi ve arsa yardımıyla göçmenler kendi konutlarını yapmışlardır (Sey,1998,s.273).
Dolayısıyla, erken modernite döneminde ülkemizde konut üretim sürecini ve tasarımını etkileyen küresel dinamikler,
sanayileşme, göç ve modernleşme süreçleri ile ütopik kent üretim modellerine göre oluşan konut üretim tarzlarıdır.
20.yy Başları–1950 Arası Dönem
20. yy başları ile 1950 arası, ülkemizde kentleşme ve konut üretim süreçleri açısından çok çeşitli küresel ve yerel dinamiklerin
etkili olduğu bir dönemdir. Bir önceki dönemden farklı olarak 20.yy başlarında modernite projesi, mimarlık, kentleşme ve
konut üretiminde özellikle büyük kentlerde çok daha fazla etkin olmaya başlamıştır.
20.yy.’ın ilk elli yılı modernite projesine ve dönemin konut üretim biçimlerine ilişkin teorik tartışmaların yoğun biçimde
gerçekleştiği bir dönemdir. Bu dönemde Sigfried Gideion ve Ernst May, “Space, Time and Architecture” (1941) adlı çalışmaları
ile modernite projesinin bir bütün olarak algılanmasını sağlamışlardır.
Frankfurt Okulu ise modern mimarlığın toplumsal amaçları, konut ile ilgisi ve yeni bir yaşam biçimi gibi diğer konuları
gündeme getirmiştir. Frankfurt’ta Ernst May ve takımı 1925-1930 arasında 15.000 adet konut inşa etmiştir. Bu, modern
hareketin en önemli başarılarından biri olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemde modernitenin önceki yaklaşımlara meydan
okuyan tavrına karşın sanatta ve edebiyatta avant-garde bir çizginin tarafında olurken aynı zamanda geleneksel mimarinin
uyum ve geçirgenlik gibi değerlerini korumuşlardır. (Heynen, 1999)
19.yy sonlarında ise modernizmden etkilenen ancak modern kentin sorunlarına çözüm arayan alternatif ütopik kent
tasarımları geliştirilmeye başlamıştır. Pek çok ütopik kent tasarımda, kent ile kırın yeniden entegrasyonunu sağlama çabası
bulunmaktadır. Howard’ın “Bahçe Kent” tasarımı pek çok diğer ütopik tasarıma öncülük etmiştir. 20.yy başlarında ise Lewis
Mumford, E.Howard ve P.Geddes’in çalışmalarını Amerika’da popülerleştirmeye çalışmış ve bölge ölçeğinde yer alacak
küçük kentlerin (Yeni Kent-New Town) gelişimini önermiştir (Le Gates ve Stout, 1998). Dönemin modernist bakış açısıyla
oluşturulmuş diğer ütopik çalışmalar da, kent planlama pratiği ve modern kentte konut alanlarının tasarlanması konusunda
detaylı öneriler geliştirmişlerdir. Örneğin, Tony Garnier (1917) önerdiği Sanayi kenti planında konut alanlarının yer alacağı ada
boyutları, konutların konumlanma biçimleri, yönlenmeleri, havalandırması, binalar arası mesafeler gibi konularda öneriler ve
kısıtlamalar getirmiştir. Broadacre kentini tasarlayan Frank Lloyd Wright ise konut ve otomobil park yeri birlikteliğine önem
vererek, banliyö konutunun temel yaklaşımını belirlemiştir.
Bu dönemde “mahallenin” tasarımına ilişkin pek çok öneri geliştirilmiştir. Bunlardan bir tanesi de Radburn için 1928’de Stein
tarafından hazırlanan plandır. Radburn için hazırlanan planda ilk defa komşuluk çevresinde taşıt ve yaya trafiğinin ayrımına
olanak tanıyan bir yapı adası ve konut çevresi tasarlanmıştır.
Söz konusu ütopik tasarımların savaştan yeni çıkmış ve yeniden imar edilecek olan Türkiye’nin büyük kentlerinde önemli
etkileri olmuştur. Örneğin, Ankara’nın imarından sorumlu Jansen’in hazırladığı planlarda, Ankara’da Bahçelievler Yapı
Kooperatifi örneğinde olduğu gibi ütopik kent planlarının etkileri izlenebilir.
Ayrıca modernizmin etkilerinin mimariye ve planlamaya yansıdığı bu dönemde, yeni imar düzeni modernist düzeni yansıtan
dikdörtgen imar adaları ile gerçekleştirilmiştir. Modern yaşam tarzının talebi olan yeni imar adalarında dönemin yalın stilistik
eğilimlerini yansıtan bahçeli villa veya ayrık nizam apartmanlar inşa edilmiştir (Bilgin, 1998).
Dönemin konut üretim süreçlerini etkileyen diğer küresel dinamikler ise, 1.Dünya Savaşının etkileri, Dünya Ekonomik
bunalımı ve yabancı sermayenin hammadde üretiminde etkin olmasıdır. Dönemin konut üretimini etkileyen yerel dinamikler
ise küresel dinamiklerin etkisi ile devreye girmiştir. Örneğin, savaşın ve ekonomik krizin etkilerini azaltabilmek için Emlak
ve Eytam Bankası (1926) kurulmuş ve konut kredileri sağlanmaya başlanmıştır. Konut kooperatifleri kurularak ucuz konut
üretimi gerçekleştirilmiş ancak söz konusu uygulamalar yetersiz kalmıştır. Devlet ise bu dönemde işçi konutları üretimini
gerçekleştirmeye başlamıştır.
“1933 yılında ucuz konut kavramı mimarlık teknolojisine girmiştir. Avrupa’daki çağdaş akımlardan etkilenen genç mimarlarda
gözlenen rasyonel-fonksiyoncu eğilimler, yeni ucuz konut tiplerinin araştırılmasında da izlenmiştir” (Sey, 1998, s.276). Yıldız
Sey, ucuz sıra ev projelerinin seri üretim ve maliyet düşüşü nedeniyle Bauhaus ustalarının etkilerini yansıttığını belirtir.
198
1950-1980 arası Dönem
1950’lerden sonra modernite projesine ilişkin mimari ve planlama uygulamaları hız kazanmıştır. Ancak dönemin sosyal ve
ekonomik koşulları gecekondu gibi modernite projesine uygun olmayan sonuçlar da doğurmuştur.
Dolayısıyla bu dönemde temel olarak liberal ekonomi politikalarının, sanayileşmenin ve göçlerin konut üretim süreçlerinde
ve tarzlarında etkili olduğunu belirtebiliriz. 1950 sonrasında konut üretim süreçlerini etkileyen küresel dinamiklerin başında
kapitalist üretim biçiminin yaygınlaşmasıyla gelişen Liberal ekonomi politikaları gelmektedir. Dönemin liberal politikaları
ve sanayileşmenin gelişmekte olan ülkelerde de yaygınlaşması hızlı kentleşme ile sonuçlanmıştır. Bu dönemde üst gelir
grupları, yap–satçı konut üretim sürecinden yararlanmışlardır. Yap-Satçı üretim tarzının koşullarını yaratan ise “Kat
Mülkiyeti” kanunudur. “Kat mülkiyeti yasası aracılığıyla kentlerde birçok konutun ekonomik ömürlerinin bitmeden yıkılarak
yenilenmesine, böylece kentlerde sürekli daha fazla yapı yoğunluğu yönünde baskılar oluşmasına neden olunmuştur” (Tekeli,
1995).
Kentsel arsanın pahallı olması nedeniyle öncelikle kent içinde yer alan, önceki dönemlerde inşa edilmiş az katlı konutlar
yıkılarak müteahhitler aracılığıyla yüksek katlı konutlara dönüştürülmüşlerdir. Dolayısıyla küresel dinamik olarak tarif
edebileceğimiz liberal ekonomi politikaları, yerelde yap-satçı konut üretim dinamiğinin devreye girmesine neden olmuştur.
Sonuç olarak önceki dönemin az ve orta yoğunluklu konut yerleşmelerinin yerini apartman türü konut üretimiyle yoğunlaşan
konut alanları almıştır.
Dönemin küresel dinamiklerinin yerele yansımalarının sonucunda ortaya çıkan bir diğer konut üretim biçimi gecekondudur.
Kırsal alandan göç ederek gelen kesimlerin var olan konut stoku içerisinde kendi gelirlerine uygun konut edinememeleri
sonucunda konut sahiplerince hazine ya da şahıs arazileri üzerinde gecekondu olarak adlandırılan konutlar inşa edilmiştir.
Bu dönemde ucuz konut üretimine gereksinim duyulması nedeniyle Emlak Kredi Bankası konut kredisi sağlamıştır. 1950’lerin
başında Emlak Bankası orta gelir grubuna yönelik tek katlı sıra evlerden oluşan mahallelerin üretiminde, 1950’lerin sonunda
ise çok katlı blok inşaatı süreci içinde yer almıştır. Ancak bankanın ürettiği konutlar dar gelirlilere uygun olmaması nedeniyle
eleştirilmiştir (Sey, 1998). Bu dönem içerisinde ülkemizde dar gelirliler için konut üretiminde fon sağlayan diğer kuruluşlar
SSK (Sosyal Sigortalar Kurumu) ve OYAK’tır, (Ordu Yardımlaşma Kurumu) ancak söz konusu kurumların ürettikleri konut
miktarı dar gelirlilerin ihtiyaçlarını karşılayacak sayıda olmamıştır.
Dönemin toplu konut çevrelerinin oluşumunda Bahçe Kent, Yeni Kent ve Radburn sistemi gibi yaklaşımlardan etkilenildiği
görülmüştür. Özellikle Emlak Bankası konutlarının tasarımında, Le Corbusier’in tasarım yaklaşımları, modernizmin işlevselcilik
ve rasyonaliteye dayanan etkisi izlenmiştir. Aslında Le Corbusier tasarımlarını 1925 yılında erken modernite döneminde
gerçekleşmiştir ancak projelerinin uygulamaya geçmesi 1950’li yıllara kadar uzanmıştır. Tasarımları, 2.Dünya Savaşı
sonrasında kentlerin yeniden inşa edilmesi sorununu yaşayan pek çok hükümet tarafından kabul edilmiştir. Marsilya’da 1945
yılında inşa edilmiş olan “Unite d’habitation”ın benzerleri Dünyanın pek çok kentinde inşa edilmiştir.
1980 Sonrasında Konut Üretimini Etkileyen Küresel ve Yerel Dinamikler
1970’lerin sonuna doğru Dünya yeni bir sosyal, ekonomik ve politik bir düzenin içerisine girmiştir. Dünya ekonomik bunalımı
sonucunda liberal düzen çareyi post-fordist üretim biçiminde aramış ve sermaye Dünya üzerinde esnek biçimde dolaşmaya
başlamış, uygun koşulların oluştuğu ortamlarda ise sanayi yatırımları gerçekleşmiştir. Castells (2000) bilgi ve iletişim
teknolojileri etrafında şekillenen Neo-Liberal düzenin yarattığı toplumu “ağ toplumu” olarak tanımlamıştır. Ağ toplumunun
en önemli özelliklerinden birisi küreselliktir. Ağ toplumunda tüm ekonomiler küreselleşmenin etkisi altındadır. Küreselleşme
çok seçicidir. Egemen eğilimlere göre ivmelenir, yıkıcı ya da çok yaratıcı olabilir.
Castells(2000), böyle bir ortamın tüketim ilişkilerini de değiştirdiğini belirtmiştir. Castells’in belirttiği üzere tüketim ilişkileri
üretim ve kültür arasındaki etkileşim ile belirlenmiştir. Üretim ilişkileri ağı ve işin bireyselleşmesi ise tüketimde eşitsizliğe
neden olmaktadır. Aynı zamanda sosyal kutuplaşma ve dışlanma ile sonuçlanmaktadır. Sistem kazananın tümünü aldığı
bir tüketim dünyası oluşturmuştur. Diğer tarafta, kültürün parçalanması ve üretim ilişkilerinde bireyselleşme tüketim
biçimlerinin çeşitlenmesine neden olmaktadır. Önceki dönemlerin toplu üretim ve toplu tüketim modelinin yerini ağların
aldığı bir toplumda, bireyler kendi yaşamlarını ve tüketim alışkanlıklarını düzenleyebilmektedir; toplumun diğer kesimleri ise
böyle bir ağ yapılanması içerisinde sadece var olma mücadelesi verir (Castells, 2000).
199
1970’lerin sonunda Dünya ekonomik bunalımından ve enflasyonist ortamdan etkilenen ülkemizde kapitalist dünyanın genelinde
olduğu üzere Neo-Liberal politikalar benimsenmiştir. Neo-Liberal Politikalar çerçevesinde Castells’in(2000) belirttiği üzere
yatırımın ve birikimin kuralları değişmiştir. Böyle bir ortamda konut üretimi ekonominin gelişimini ivmelendirecek bir sektör
olarak değerlendirilmiş ve ülkemizde konut üretimini desteklemek üzere Toplu Konut İdaresi kurulmuştur. İdarenin kuruluş
amacı, orta ve alt gelir gruplarına yönelik konut üretim süreçlerinde kredilendirme sağlamaktır. Kredilendirme sistemi
sonucunda özellikle 1980-1990’lı yıllarda kent çeperlerinde, yerel yönetimlerin de desteği ile çok sayıda toplu konut alanı
belirlenmiş ve bu alanlarda kredi sağlanan kooperatifler aracılığıyla toplu konutlar üretilmiştir.
Dönemin toplu konut alanlarının tasarımında özellikle konut üretim maliyetlerinin düşük tutulmasına özen gösterilmiştir.
Tasarımlar genel olarak iki tarzda gelişmiştir. Az katlı ve yüksek yoğunluklu, ya da yüksek katlı yüksek yoğunluklu. Az katlı
konut alanı tasarımlarında bitişik ya da blok nizam, tek tip yapılaşma düzenleri tercih edilmiştir. Daha sık rastlanan toplu
konut düzeninde ise yüksek katlı bloklar yapı adaları içerisinde, aralarında belirli mesafeler bırakılarak yerleştirilmişlerdir.
Toplu konut üretiminde önemli bir değişim ise 20003 sonrası dönemde Toplu Konut İdaresinin yapısının değiştirilmesi ile
gerçekleşmiştir. Bu dönemde devletin konut sunumunda değişen rolünün en önemli işaretçisi TOKi’nin uygulamalarına yönelik
kanun değişiklikleri olmuştur. İlk olarak Arsa Ofisi’nin üzerindeki 64.5 milyon m2’lik arsa ve arazi TOKİ’ye devredilmiş ve
Konut Müsteşarlığı kapatılarak görev ve yetkileri TOKİ çatısı altında toplanmıştır… TOKi Türkiye’nin konut gereksinimi ile ilgili
olarak 2011 yılına kadar, yurt çapında bir konut seferberliği başlatacağını ve 500.000 adet konut üreteceğini duyurmuştur.
(Akın, Özdemir, 2010,s.299)
TOKi bu kapsamda Türkiye’nin pek çok kentinde, çeperlerde yer alan büyük araziler üzerinde toplu konut üretiminde aracı
kurum haline gelmiş ve özel sektör ortaklıkları sonucunda orta ve üst gelir grubu ile dar gelir gruplarına yönelik konut
üretimini gerçekleştirmiştir. TOKi’nin kamudan elde ettiği arsaları yap-satçı mantığı ile pazarlayarak konut üretim süreci
içerisinde yer alması önemli bir eleştiri konusudur. Ancak idare, buradan elde edilen gelirler ile dar gelirlilere yönelik konut
üretiminin desteklendiğini iddia etmektedir.
Bu dönem Neo-Liberal ekonomik ortamın etkisiyle konut üretim biçimlerinde önemli dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdir.
Özellikle, geçtiğimiz yirmi yılda üst ve üst orta gelir gruplarına yönelik konut üretiminde önemli değişimler yaşanmıştır. Bu
dönemin konut üretim sürecinde belirleyici olan üç genel aşama tarif edebiliriz.
1.aşama: “Gerçek evi” kırsal alanda arayan, Amerikan banliyö yaşam tarzına öykünen gruplar için özel sektör
tarafından üretilen az katlı villalardan oluşan “güvenlikli siteler”. Bu yerleşmelerde, üst gelir gruplarının modern
kentin sıkıntılarından kaçarak “rüya evlerini” aradıkları pekçok araştırmada belirtilmiştir. Oysaki Adorno’nun
modernite projesine yönelik eleştirisinde de belirttiği üzere Burjuvazinin kırsal alanda yarattığı ev, güvenlik
ihtiyacından dolayı korunan ve bu nedenle çevresiyle bütünleşemeyen bir evdir ve gerçek bir ev olarak
değerlendirilemez.
2.aşama:1990’lardan sonra üst ve orta gelir grupları için üretilen bir başka konut türü ise yüksek katlı bloklardan
oluşan, şehir çeperinde ya da şehrin daha merkezi kesimlerinde konumlanan güvenlikli sitelerdir. Şehir dışındaki
banliyö tarzındaki yaşamın maliyetleri ve şehirle bütünleşme zorlukları üst gelir gruplarını, söz konusu yeni konut
sunum biçimine yönlendirmiştir. Böylelikle hem kente daha kolay entegre olabilecekler, hem de banliyö tarzı
yaşam da olduğu gibi kentin karmaşasından, kirliliğinden kaçabilecek, güvenlikli sınırları içerisinde yaşamlarını
sürdürebileceklerdir.
Modernite projesine yönelik eleştirileri ve önceki dönemlerde üretilmiş olan toplu konut alanlarının eksikliklerini
dikkate alarak üretilmiş olan bu tasarımlarda, sokaktan ve kentten kopuk, insanları yalnızlaşmaya iten modernist
konut çevreleri yerine açık mekân organizasyonu ve peyzaj düzenlemeleri ile yaşayan sosyal mekânları üretme
çabası izlenmiştir. Ayrıca, yapı kalitesi açısından oldukça nitelikli yapılaşmalar gerçekleştirilmiştir. Dönemin
200
yüksek, ya da orta katlı bloklarından oluşan güvenlikli sitelerinin önceki dönemlerin toplu konutlarından oldukça
farklı olduğunu belirtmek gerekir. Söz konusu üretim tarzının pazarlama stratejisi ise güvenlikli siteler içerisinde
site sakinlerine ait sosyalleşme mekânları, yapı kalitesi, depreme dayanıklılık ve şehrin güvensiz ortamına karşı
güvenli bir yaşam ortamı sundukları iddiasıdır.
3.aşama: Neo-Liberal düzen her zaman yeniyi üretmek ve pazarlamayı gerektirir. Türkiye’de özel sektörün
konut üretim stratejisi bu nedenle her zaman yeniyi üretmek zorundadır. Son on yılda sosyalleşme mekânları,
yapı kalitesi, deprem açısından güvenlik sağlama gibi özellikler artık konut pazarlama sürecinde yetersiz hale
gelmiştir. Bu noktada modernite projesinin yarattığı kimlik krizinden yola çıkılarak, kimliklerin pazarlandığı konut
projeleri üretilmeye başlanmıştır. Örneğin, Via Port Venezia adlı toplu konut alanı, Venedik’in kanallarını, dar
sokaklarını temsil eden tiyatro dekoru benzeri yapılaşmalar ile Venedik’in yaşam biçimini İstanbul’da sadece
mekânsal kurgular ile sunmayı amaçlamaktadır. Bir diğer örnekte konut tipleri ve tasarımlarda Osmanlı’nın
simgesel elemanlarının kullanımı ile Osmanlı kenti yeniden yaratılmaya çalışılarak, sosyal grubun hayalleri
karşılanmaktadır. Bir diğer güvenlikli site, geleneksel İstanbul’u yeniden minyatür bir kent haline getirmekte,
bir diğerinde ise Manhattan’ın dinamik yapısı İstanbul’a taşınmak istenmektedir. Söz konusu tasarımlar belirli
gruplar tarafından talep edilmenin ötesinde, belirli kimlikleri edinmek isteyenler için de olanak yaratmaktadır.
Örneğin, Amerikan tarzı yaşamı benimsediğini göstermek isteyen üst gelir grubundaki kişiler Mashattan projesini
seçecektir. Dolayısıyla, böyle bir sistem, edinmek istediğiniz kimliği satın alma olanağı yaratmaktadır.
3.Sonuç
Sonuç olarak konut üretim süreçleri geçtiğimiz yüzyıl içerisinde küresel dinamiklerden ve küresel üzerinden kurgulanan yerel
dinamiklerden çok önemli bir biçimde etkilenmiştir. Öncelikle modernite projesi, ülkemiz kentlerinin gelişiminde uzun süre
etkili olmuş, ancak yerel dinamiklerimiz kimi zaman modernite projesine uygun olmayan gecekondu gibi sonuçlar yaratmıştır.
Daha sonra, Jacobs’ın, Alexander’ın, vd. nin modernitenin projesinin eleştirileri doğrultusunda, gelişen “Yeni Kentleşme “
(New Urbanism) gibi yaklaşımlardan etkilenen projeler gerçekleştirilmiştir. Örneğin, az katlı güvenlikli sitelerde Heidegger’in,
Norberg Schulz’un, Adorno’nun tanımladığı gerçek ev yaratılmaya çalışılmıştır. Ancak hiçbirisi gerçek ev niteliklerine sahip
bulunmamaktadır. Son dönemde ise Neo-Liberal ortamın yarattığı adaletsiz ortam, sosyal kutuplaşmaya neden olarak
Castells’in (2000) belirttiği üzere kazananın tümünü aldığı, diğerlerinin ise var olmaya çalıştığı bir sistem yaratmıştır. Bu
sistem içerisinde kimileri yerleri ve kimlikleri pazarlarken, kimileri bunları satın alarak, Harvey (1996)’in belirttiği gibi zaman
ve mekânın sıkışıklığını deneyimlediğimiz post –modern ortamlar oluşumuna katkıda bulunmuştur. Oysa gelecekte pek çok
toplumsal ve ekolojik sorun ile karşı karşıya geleceğimizi biliyoruz. Bu nedenle kentleşme ve konut üretim süreçlerinde NeoLiberalizmin pazarlama üzerine kurulu düzeninin ötesine geçerek toplumsal ve ekolojik sorunlara çözüm olabilecek mimarlık
ve planlama ürünleri geliştirmesi konusu teşvik edilmelidir.
Kaynakça:
Akın, O. Özdemir, D. (2010) “Konut üretim Sürecinde Türkiye ve Avrupa Birliği Üzerine Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme ve
TOKİ Uygulamaları”, Kentsel Dönşümde Politika, Mevzuat, Uygulama, (der: D. Ödemir), Nobel Yayın, Ankara
Bilgin, İ. (1998) “Modernleşmenin ve Toplumsal Hareketliliğin Yörüngesinde Cumhuriyet’in İmarı ”, 75 Yılda Değişen Kent ve
Mimarlık, ed. Y. Sey, Tarih Vakfı Yayınları, 1998, s.255-272.
Bohl, Charles C.(2000) ‘New urbanism and the city: Potential applications and implications for distressed inner-city
neighborhoods’, Housing Policy Debate, 11: 4, 761 — 801
Castells, M. (2000) “Materials for an exploratory theory of the network society British Journal of Sociology Vol. No. 51 Issue
No. 1 (January/March 2000) pp. 5–24
Harvey, D. (1989) The Condition of Postmodernity, Blackwell, Oxford
201
Heynen, H. (1999), Architecture and Identity, MIT Press.
Jacobs, J. (1961). The Death and Life of Great American Cities. New York: Random House.
LeGates ve Stout, (1998), Modernism and Early Urban Planning, 1870-1940, The City Reader, ed: LeGates and Stout, Routledge,
London.
Sonmez, Ipek Ozbek(2009)’Re-emergence of Suburbia: The Case of Izmir Turkey’,European Planning Studies,17:5,741 — 763
Özbek Sönmez, İ., Sönmez, A. (2008) “Dönüştürülen Kent Peyzajı ve İnşaat Sektörü: Çiğli, İzmir”, Arredamento Mimarlık, 209,
123-127
Öncü, A. (2005) “İdealinizdeki Ev” Mitolojisi Kültürel Sınırları Aşarak İstanbul’a Ulaştı”, Mekan, Kültür, İktidar, İletişim Yayınları
der: Öncü, A, Weyland, P. İstanbul
Newman, P. Thornley, A. (2005) Planning World Cities, Palgrave, NewYork
Sassen, S. (2000) The Global City: New York, London, Tokyo, Princeton University Pres
Sey, Y., “Cumhuriyet Döneminde Konut”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, ed. Y. Sey, Tarih Vakfı Yayınları, 1998, s. 273-300.
Tekeli, İ. (1995), Yetmiş Yıl İçinde Türkiye’nin Konut Sorununa Nasıl Çözüm Arandı? Konut Araştırmaları Dizisi:2, Toplu Konut
İdaresi Başkanlığı, Ankara
Anahtar Kelimeler: Konut, Dönüşüm, Güvenlikli Site, Yeni Şehircilik
202
YENİ BİR SOSYO-MEKANSAL DÖNÜŞÜM FORMU OLAN “DIŞA
KAPALI YERLEŞMELER”, KONYA ÖRNEĞİ
Araş. Gör. Emine YILDIZ KUYRUKÇU
Selçuk Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
Doç. Dr. Mine ULUSOY
Selçuk Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
ÖZET:
Konut tarihi insanla beraber değişmiş ve gelişmiştir. Özellikle 20. yüzyılının ikinci yarısında meydana gelen sosyo-ekonomik
değişimler ve küreselleşmenin etkisiyle, kentlerde meydana gelen kopuşun ve ayrışmanın mekansal yansıması olarak
konutun yeni formu olan “dışa kapalı siteler” ortaya çıkmıştır. Bu siteler, insanlara yalnızca farklı bir mimari form sunmakla
kalmamış, adeta yeni bir yaşam tarzı da sunmuştur.
Son dönemlerde sosyo-mekansal dönüşüm sürecini hızlı yaşayan kentlerden biride Konya’dır. Konya’da 1990 sonrasında
üst gelir grubuna yönelik olarak inşa edilmeye başlanan dışa kapalı yerleşmeler kent planlaması, kent yönetimi ve kentsel
sınıfsal aidiyetler açısından önemli bir dönüşüme işaret etmektedir. Merak edilen, insanların neden bu sitelere yöneldiğidir?
Bu bildirinin amacı sosyo-mekansal dönüşümün bir ürünü olan dışa kapalı yerleşmelerin oluşum süreci ve nedenlerini
incelemek, bu yerleşmelerin avantaj ve dezavantajlarını Konya’daki örnekler kapsamında analiz etmektir. Bu kapsamda
Konya kenti içerisinde yer alan dışa kapalı sitelerden üst gelir grubunun yaşadığı Garanti Konutları örneklem alanı olarak
ele alınacak, sitede oturanların kullanıcı profili ve kullanıcı memnuniyeti, anketlerle ve sözlü görüşmelerle analiz edilecektir.
Anket çalışmasının sonucunda elde edilen bulgular ışığında, bu sosyo-mekansal ayrışma formunun geleceği ile ilgili öneri ve
öngörüler geliştirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Sosyo-Mekansal Dönüşüm, Dışa Kapalı Yerleşmeler, Kullanıcı Memnuniyeti, Konya, Garanti Konutları
GiRiŞ
Tarihin her döneminde mimarlık; sosyal, siyasal, ekonomik değişimlerin etkisi altında şekillenmiş, toplumsal yaşamın değişimi
ona ait mekansal oluşumları da etkilemiştir. 20.yüzyılın sonlarında dünya genelinde yaşanan dönüşümler, konut üretim
biçimlerinde de farklılıklar yaratmıştır. Ekonomik süreçlerde temellenen bu dönüşümler, üst ölçekte, kapitalist sistemin
yeniden yapılanma süreçleri ile ilişkili olarak şekillenmektedir. Özellikle 1960 sonrasında yaşanan değişimlerin ortaya
koyduğu yeni dünya düzeni içinde benimsenen neo-liberal politikalar; refah devletinin kapsamının daralması, özel sektörün
etkinliğinin artması, sermayenin küresel olarak yayılması, postmodernite ve tüketim kültürünün etkileri, gelir dağılımındaki
eşitsizlikler ve bunun getirdiği sosyal ayrışma ile belirginleşmiştir. Ekonomik, politik, sosyo-kültürel bağlamlarda iç içe gelişen
bu dönüşümler ve kapitalist sistemin kentsel mekân üzerindeki stratejileri doğrultusunda kentler, küresel sermayenin odak
noktaları haline gelerek bir yeniden yapılanma sürecine girmişlerdir. Bu süreçte kentteki çeşitli fonksiyonlar çepere dağılarak
saçaklanmayla gelişen parçalanmış bir kent dokusu oluşmuştur. Bu gelişmeler en büyük mekânsal leke olan konut alanlarının
şekillenmesinde de temel belirleyici haline gelmiş; dışa kapalı konut yerleşmeleri de bu dönüşümlerin bir ürünü olarak ortaya
çıkmışlardır (Tümer, 2006). Yaygın olarak “gated communities” olarak tanımlanan dışa kapalı konut yerleşmeleri (Blakely ve
Synder, 1997) araştırmacılar tarafından literatürde farklı şekillerde adlandırılmaktadır. “Edge cities” (kenar kentler) (Garreau,
1991), “fortified enclaves” (duvarlarla çevrelenmis yerlesim bölgeleri) (Calderia, 1996), “enclosed neighbourhoods” (kapalı
mahalleler) (Landman, 2003), “enclosed housing developments” (kapalı konut yerlesmeleri) (Glasze, 2003), “gated enclaves”
(kapılar ardındaki yerlesim bölgeleri) (Grant, 2003) bu adlandırmalardan bazılarıdır.
1 Bu bildiri Emine Yıldız’ın 2010/2011 yılında Selçuk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Bölümünde tamamladığı “Konya’da Dışa Kapalı Konut
Yerleşmelerinde Kullanıcı Memnuniyeti Araştırması” adlı Yüksek lisans tezinden hazırlanmıştır.
203
Dışa kapalı yerleşmeler, sadece bireylerin özel yaşamlarını sürdürdüğü konut alanlarından ibaret değildir, yerleşme sakinlerinin
gündelik yaşamdaki gereksinimlerini karşılamaya yönelik spor tesisleri, alışveriş mekanları, yüzme havuzları, parklar,
bahçeler, çocuk oyun alanları, restoranlar ve benzeri sosyal donatı alanlarını da içeren, dolayısıyla kamusal gereksinimleri
yerleşme sakinleri için özelleştiren, kent merkezinde ya da kentin periferisinde birbirinden kopuk olarak konumlanmış,
güvenlik bariyerleri (duvarlar, kapılar, kameralar, güvenlik görevlileri, vb) ile kentten ve kentin diğer sakinlerinden ayrışmış,
genelde aynı gelir grubundan kişilerin oturduğu yaşam alanlarıdır (Yıldız, 2011). Bu yerleşmeler, kamusal alanların özelleştiği,
kentleşmenin yeni bir formunu temsil etmektedirler.
Bugün dünyanın farklı bölgelerindeki dışa kapalı yerleşmeler, farklı amaçlarla inşa edilmekle birlikte çoğu benzer amaçlıdır.
Genellikle, etnik veya aynı gelir grubundaki ailelerin oluşturduğu homojen gruplar için, güvenlik amaçlı yada aidiyet-kimlik
arama, ayrıcalıklı yaşam talebi (prestij yerleşimleri) amaçlı olarak küreselleşmenin yarattığı yeni yaşam tarzı arayışlarına
cevap verecek şekilde geliştirilmektedirler. Kısaca, güvenlik, konfor, daha iyi yaşam kalitesi ve sosyal homojenliğe sahip üst
ve üst-orta gelir grubunun yaşadığı konut alanları olarak tanımlanmaktadır. Birçok çalışmada statü, farklı yaşam biçimi ve
güvenlik bu kentsel parçalanmanın en önemli nedenleri olarak gösterilmektedir (Coy, 2006).
Dışa kapalı siteler sağladıkları olanak ve amaçlarına göre farklılaşmaktadır (Gooblar, 2002). Birçok araştırmacı bunları
kendilerine göre sınıflamaktadır (Blakely and Synder, 1997 a-b; Burke, 2001; Luymes, 1997). Blakely and Synder bu yerleşmeleri
üç grup altında toplamaktadırlar:
1-Yaşam tarzı toplulukları
2-Prestij toplulukları
3-Güvenlik bölgesi toplulukları
Bu ayrıştırmaya göre, birinci tip genellikle kent çeperi ya da dışında (suburbs) inşa edilir ve kullanıcısına “yaşam tarzı”
vadeder. “Prestij” vadeden ikinci tip de yine kent çeperi veya dışında karşımıza çıkmaktadır. Üçüncüsü ise, yüksek suç
oranına sahip bölgelere yakın konumu sebebiyle “güvenli” bölge oluşturmak amacıyla kurulmuş kapalı sitelerdir ve suç
oranı kent merkezlerinde daha fazla olduğu için, bu bölgelerde izole bir yaşam oluşturmak amacıyla inşa edilirler. Birinci
tip, kullanıcısına, örneğin golf sahaları ve doğal elemanlarıyla başarılı biçimde düzenlenmiş peyzaj; ikinci tip, özel hayatlarını
rahatça yaşabilecekleri ve içinde rahatça gezebilecekleri bir ortam ile homojen bir topluluk; üçüncü tip ise güvenlik
sunmaktadır. Ancak Blakely ve Snyder’in yaptığı bu sınıflandırma, daha çok ABD için geçerli gibi görünmektedir. Ülkemizde
görülen kapalı siteler, bu üç sınıflandırmayı da, neredeyse aynı anda bünyesinde barındırabilmekte, “güvenli ve izole” bir
“yaşam tarzı” vadederek “prestij” de sunan bir yapılanmayı hedeflemektedirler (Candaş, 2007).
Bu konut yerleşmeleri pazarlanırken en çok güvenlik, özlediğiniz mahalle, komşuluk geri dönüyor vurgusu yapılmaktadır
(Şekil 1).
Şekil 1. Dışa kapalı site reklamları
204
Dışa kapalı yerleşmeler, kapanma “Seçkin ve ayrıcalıklı yeni yaşam tarzları, yeni dönemin zenginlerinin statü artırma aracı
haline gelmektedir. Güvenlikli site yaşamının izolasyon ve ayrışma ögeleri hızla artan gelirlerine denk yükseklikte bir sosyal
statü edinmelerine katkıda bulunmaktadır.”(Firidin Özgür,2006).
Çoğunlukla metropollerde inşa edilen dışa kapalı yerleşmeler, adında site bulunan yerleşmelerden farklı olarak kentin
geleneksel mekanlarından ayrışarak hem mekansal uzaklık hem de hayat tarzında bir mesafe ortaya koymaktadır.
Güvenlikli siteler neden tercih edilmektedir? Hangi faktörler insanları bu sitelerde yaşamaya itmektedir? Burada oturan
kullanıcıların memnuniyet ve memnuniyetsizlikleri nelerdir? Bulunduğu mahalleden, semtten, sokaktan ayrışan ve git gide
bu ayrışmayı derinleştiren siteleşme sürecinin ardında hangi tercihler bulunmaktadır?
Toplumsal değişimlerin mekansal izdüşümlerinden olana dışa kapalı siteler, sürekli bir gelişme trendine sahip Konya’da da
kendine yer bulmuştur. Bu çalışmanın amacı, dışa kapalı konut yerleşmelerinin Konya’da ortaya çıkış süreci ve bu konut
yerleşmelerinin tercih edilme nedenlerini Konya Garanti Konutları örneğinde tespit etmektir.
Konya’da dışa kapalı konut yerleşmelerinin gelişim süreci
Küreselleşme süreci tüm kentleri etkilediği gibi Konya’yı da etkilemiş,2000 li yıllardan itibaren tüm Türkiye de olduğu gibi
Konya’ da da, konut piyasasının, üst-orta ve üst sınıflara hitap eden dışa kapalı lüks siteleri ortaya çıkmıştır.
Kent merkezindeki konut alanlarında ulaşılan aşırı yoğunluk, otopark, çevre kirliliği, yeşil alan yetersizliği ve trafik sorunları
gibi büyük sıkıntılar yaratmıştır. Kentin yoğun dokusu ve çeşitli sorunları Konya’nın üst gelir grubundaki yerli kesiminin
kent merkezinin dışına yönelmesine yol açmıştır. Kent merkezine yakın olan Meram bölgesinde dışa kapalı, lüks donatılı
(otopark, yeşil alanlar, çocuk oyun alanları, yüzme havuzları, vb.) siteler yapılmaya başlanmıştır. Ulaşım problemi nedeniyle
yerleşimlerin çok uzakta olması istenmemiştir. Zamanla arazi sıkıntısından dolayı üst gelir grubu kent merkezi dışındaki
arazilere yönelmeye başlamıştır. Bu lüks siteler, büyük şirketler tarafından, tasarımcıları şirket elemanları veya onlar adına
çalışan mimarlar tarafından, piyasanın talebi doğrultusunda pazarlama kaygısı ön plana alınarak yapılmıştır. Bu projelerde,
yeni hızlı üretim teknikleri (tünel kalıp, vb.), prefabrik cephe elemanları, ithal ve yerli lüks malzemeler (metal, mermer,
seramik, granit, vb. cephe kaplamaları, reflekte camlar) kullanılmıştır(Yıldız,2011).
Kendi kendine yetebilen, sosyal donatıları olan dışa kapalı lüks siteler daha çok Meram İlçesinin Havzan Bölgesinde, Selçuklu
İlçesinin yeni gelişim bölgesi olan Real-Otogar bölgesinde ve şehrin diğer bölgelerinde hızla artmaktadır. (Şekil 2).
205
a-Garanti Konutları
b-Müsiad Sitesi
c- Meram Yeniyol Konakları
d-Lalepark Sitesi
e-Güzelbahçe Sitesi
f-Prestij Sitesi
Şekil 2. Konya’daki dışa kapalı sitelerden görünümler
206
Araştırma Alanı: Garanti Konutları
Son dönemlerde sayıları giderek artan dışa kapalı konut yerleşmeleri, Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Konya’da da giderek
artmaktadır. Bu yeni mekansal ve sosyal durumun bu sitelerde oturan kullanıcılar üzerindeki etkisinin analizi bu çalışmanın
temel konusu olmuştur. Yapılan çalışmada, Konya’da, son 5-6 yıl içinde üst gelir grubu için tasarlanan ve gerçekleştirilen dışa
kapalı konut yerleşimlerinden Garanti Konutları ele alınmış, kullanıcıların bu siteleri tercih etme nedenleri analiz edilmiştir.
Garanti Konutları Konya’ nın kuzeyinde, İstanbul yoluna 2km. ve kent merkezine ise 20 km. uzaklıktadır. Konya’nın önemli
alışveriş merkezlerinden olan M1 Tepe A.V.M. (Real) ile S.Ü. Alâeddin Keykubat Kampüsü arasındaki bölgede konumlanmıştır.
Sitenin tamamı 238725 m2’lik alana oturmaktadır ve konut inşaat alanı 21485.25 m2’dir (TAKS=0,09),(Şekil 3).
Şekil 3. Garanti Konutları,www.earth.google.com sitesinden alınmıştır (Erişim Nisan 2011)
Sitede kapalı yüzme havuzu, Türk hamamı, sauna, kafeterya, fitness center, kuaförler, çeşitli organizasyonlar için yarı açık
alanlar, süs havuzları, çocuk oyun parkları, yürüyüş ve koşu parkurları, bisiklet yolu, aquapark, her daire için 2 adet olmak
üzere otopark bulunmaktadır. Her site sakininin faydalanabileceği tenis, basketbol, futbol sahaları, mini hayvanat bahçesi
restoranlar, mini alışveriş merkezi tasarlanmış ve bu alanların tümü güvenlik ekibi ile donatılmıştır (Şekil 4).
207
Garanti Konutlarından genel görünümler
a- Kafeteryadan görünüm
b- Yeşil alan ve parktan görünüm
d- Aquaparktan görünüm
c- Kapalı yüzme havuzundan görünüm
e- Çoçuk bahçesinden görünüm
f- Hayvanat bahçesinden görünüm
Şekil 4. Garanti Konutlarından ve sosyal donatılarından görünümler (Yıldız,2011)
208
Garanti konutları; 35 bloktan ve toplam 736 daireden oluşmaktadır. Anket yapmak için site yöneticisinden izin alınmış,
anketler birebir yüzyüze görüşülerek, 20 günde tamamlanmıştır. Garanti Konutları’nda, toplam 135 adet hane ile anket
gerçekleştirilmiştir. Site 736 konuttan oluşmaktadır. Buda örneklem alanının %18’ni oluşturmaktadır.
Dışa Kapalı Konut Yerleşmelerinin Oluşumuna Etki Eden Faktörlerin Analizi, Garanti Konutları Örneği
Garanti Konutları’nda yapılan anket çalışmasında kullanıcıların bu siteleri tercih etmesinde etkili olan faktörleri belirlemek ve
kullanıcıların memnuniyetini ölçmek amacıyla konut ve konut çevresiyle ilgili bazı sorular sorulmuştur.
Anket katılımcılarına oturdukları konutu lüks bulup bulmadıkları sorulduğunda katılımcıların %74’ü konutlarını lüks
bulmuştur (Tablo 1). Sizce bir konutu lüks yapan kriterler nelerdir diye sorulduğunda anket katılımcılarının büyük çoğunluğu,
öncelikle sitenin güvenlik biriminin olması, sosyal donatılarının yeterli olması, geniş bir bahçesinin olmasını, lüks site kriteri
olarak belirtmiştir (Tablo 2). Ayrıca konutun görüntüsünün güzel, malzemesinin kaliteli olması, mekânların büyük ve kullanışlı
olması, lüks site kriteri olarak belirtmişlerdir.
Tablo 1. Kullanıcıların konutlarını lüks görüp görmedikleri
Garanti Konutları
Eviniz lüks müdür
N
%
Evet
92
74
Hayır
32
26
Toplam
124
100
Tablo 2. Konutu lüks yapan kriterler
Evi lüks yapan nedir
Görüntü
İç dekorasyon
Mobilya
Oda sayısı
Büyüklük
Malzeme kalitesi
Planın kullanışlı olması
Bahçenin büyüklüğü
Sosyal tesis
Oyun alanı
Spor tesisi
Güvenlik
Ekibin olması
Diğer
Toplam
N
68
76
49
50
64
93
82
85
98
79
76
99
64
14
997
Garanti Konutları
%
6
7
4
5
6
8
8
8
9
7
7
8
6
1
100
Garanti Konutlarındaki kullanıcılardan iç mekan büyüklüklerini değerlendirmeleri istenmiş, katılımcıların %80 den fazlası,
salonu, ebeveyn yatak odası ve duşunu, banyoyu, mutfağı ve diğer mekanları yeterli bulmuştur. Katılımcılar büyük oranda
mekan büyüklüklerini yeterli bulmaktadır (Tablo 3).
Tablo 3. Kullanıcıların konut iç mekan büyüklükleri değerlendirmesi
Garanti
Küçük
Konutları
Salon
Oturma odası
Ebeveyn yatak odası
Ebeveyn soyunma odası
Ebeveyn duş
Çocuk yatak odası
Banyo
Mutfak
Kiler
Ayakkabılık
Giriş holü-Vestiyer
Toplam
N
8
41
22
12
24
20
8
19
8
4
7
173
%
0,06
0,35
0,19
0,22
0,21
0,18
0,07
0,16
0,19
0,03
0,06
Alan
Yeterli
N
%
106
0,89
74
0,65
91
0,81
41
0,78
87
0,79
86
0,82
106
0,94
97
0,84
33
0,81
105
0,93
105
0,90
931
209
N
4
0
0
0
0
0
1
0
0
3
3
11
Büyük
%
0,05
0
0
0
0
0
0,01
0
0
0,04
0,04
TOPLAM
118
115
113
53
111
106
115
116
41
112
115
1115
Tablo 4. de görüldüğü üzere Garanti Konutlarındaki kullanıcılara oturdukları konutu seçmede etkili olan kriterler sorulduğunda;
site sakinlerinin %14’ü güvenlik nedeniyle, %14’ü sosyal tesislerin varlığı, %14’ü temiz havasından dolayı, %12’si spor tesisleri
varlığı, % 10’u bahçeli olması, % 9’uda gürültü ve trafikten uzak kalmak için bu konut sitesini tercih ettiklerini belirtmişlerdir.
Görüldüğü üzere 13 adet konut tercih etme kriteri değerlendirmeye alınmıştır. Bu konut tercih etme kriterlerinden en çok
etkili olanlar; 24 saat güvenlik, sosyal donatıların ve rekreasyon alanlarının varlığı, temiz hava ve gürültü ve trafikten uzak
kalma olarak sıralanırken, daha az etkili olanlar; mal sahibi olmaları, maddi olanaklarında artış, en az etkili olanlar ise önceki
semti beğenmeme, önceki konutun küçüklüğü, okula yakınlık, komşularla anlaşmazlık olarak sıralanmıştır.
Tablo 4. Kullanıcıların oturdukları konutu tercih nedenleri
Garanti Konutları
Şuan ki konuta taşınma nedeni
Önceki küçük olduğu için
Maddi olanak artışı
Maddi olanak azalması
Okula yakınlığı
Önceki semti beğenmemek
Gürültü ve trafik
Komşularla anlaşmazlık
Mülk sahibi olduğum için
Bahçeli olduğu için
Sosyal tesis olduğu için
Spor tesisi olduğu için
Güvenlik nedeni
Temiz hava
Diğer
Toplam
N
32
20
4
17
22
56
8
52
69
94
73
93
94
18
652
%
6
3
1
2
4
9
1
8
10
14
12
14
14
2
100
Tablo 5’de görüldüğü üzere, Garanti Konutları’ndaki katılımcılar bulundukları konut çevresinin özeliklerini, iyi, iyi, orta, kötü,
çok kötü, olarak sıralanmış, beşli skala yöntemiyle değerlendirmişlerdir.
Katılımcıların siteyi tercih etmelerinde etkili olan ve konut yakın çevresinin çok iyi olarak değerlendirdikleri özellikleri;
%73.4 oranla sitenin havasının temiz olması, %54.1 oranla sitenin sakin olması, %51.1 oranla ferah olması, % 46.7 oranla
sitenin spor olanaklarının olması, % 42.9 oranla sitenin planlı-düzenli olmasıdır. Site sakinlerinin orta dereceli ve iyi dereceli
beğenilen yanıtların yüzde oranlarının birbirine yakın olduğu, çok iyi dereceli beğenilen yanıtların yüzde oranlarının yüksek
olduğu görülmektedir. Bu sonuçtan yola çıkarak Garanti Konutlarındaki katılımcıların genel olarak konut yakın çevresinin
özelliklerinden memnun oldukları görülmektedir.
Tablo 5. Garanti Konutlarındaki kullanıcıların konut çevresinin genel özelliklerini değerlendirmesi
Garanti Konutları
Nezih/Ayrıcalıklı
Planlı-Düzenli
Bakımlı
Ferah
İlginç-Özgün
Güvenli
Spor Olanaklı
Sessiz Sakin
Yapım Kaliteli
Mimari Güzel
Hava Temiz
Nüfus Az
Yeşil Alan Çok
Otopark Yeterli
Çok kötü
N
%
0
0,0
1
0,74
3
2,2
0
0,0
1
0,74
0
0,0
2
1,48
0
0,0
3
2,2
1
0.74
2
1,48
3
2,2
4
2,96
3
2,2
Kötü
N
3
5
6
1
3
4
2
6
11
7
0
4
2
3
%
2,2
3,70
4,5
0,74
2,2
2,96
1,48
4,5
8,14
5,18
0,0
2,96
1,48
2,2
Çevrenin Genel Özellikleri
Orta
İyi
N
%
N
%
45
3,3
48
35,5
33
24,5
38
28,1
35
25,9
46
34,07
27
20
38
28,1
55
40,74
28
20,74
41
30,37
38
28,14
31
22,96
37
27,4
30
22,3
26
19,3
47
34,8
27
20
32
23,7
37
27,4
14
10,37
20
14,8
42
31,2
36
26,7
24
17,8
33
24,5
29
21,5
31
23
210
Çok iyi
N
39
58
45
69
48
52
63
73
47
58
99
50
72
69
%
28,9
42,9
33,4
51,1
35,5
38,5
46,7
54,1
34,8
42,9
73,4
37
53,4
51,2
Toplam
135
135
135
135
135
135
135
135
135
135
135
135
135
135
Araştırma Bulgularının Değerlendirilmesi
Yapılan görüşmeler ve anketler neticesinde, sitelerde yaşayan ailelerin eğitim ve ekonomik düzeyleri yüksek olduğu tespit
edilmiştir. Sitede oturanların genellikle ticaret ve serbest meslekle uğraşmakta olduğu ya da üst düzey memur oldukları
gözlemlenmiştir. Site sakinlerinin genelinin oturdukları konuta sahip olmakla beraber, başka evlerinin de olduğu tespit
edilmiştir.
Araştırmada ilk olarak sitelerdeki kullanıcıların konut niteliklerine ilişkin genel memnuniyet düzeyleri araştırılmıştır. Genel
memnuniyet düzeyleri; iç mekan ve dış mekan olmak üzere iki başlık altında incelenmiştir. Anket sonuçlarına göre sitedeki
kullanıcıların oturdukları site hakkında olumlu görüşlere sahip olduğu, genel memnuniyet düzeylerinin % 80’nin üzerinde
olduğu görülmüştür. Sonuç itibari ile bu tarz dışa kapalı yerleşmelerde yaşamak insanları memnun etmektedir. Dolayısıyla
site tarzında, sosyal tesislerle zenginleştirilmiş toplu konut uygulamaları doğru bir konut üretim şeklidir. Bu sitelerin fiziksel
niteliklerine ek olarak kullanıcıların sosyo-ekonomik yapıları, kültürel birikimleri, mekandan beklentileri, kendilerini güvende
hissetmeleri ve homojen bir topluluk içinde komşuları ile iyi ilişkiler halinde bulunabilmeleri yaşadıkları konuttan memnun
olmalarını sağlamıştır.
Sonuçlar ve Öneriler
Dışa kapalı yerleşmelerin oluşumunda temel argüman güvenlik olmakla birlikte, bu yerleşmelerin çoğalmasının asıl nedeninin
yaşam tarzı ve seçkinlik olduğu belirlenmiştir. Suç korkusunun yanında yaşam tarzı ve seçkinliğin bu sitelerin oluşumunda asıl
harekete geçirici unsurlar olduklarını ifade etmek olasıdır. “Ayrıcalıklar dünyası” burada anahtar kavramdır ve bu ayrıcalıklar
dünyasında gerçek dünyanın, gerçek yaşamın barındırdığı olumsuzluklara yer yoktur. Burası bireyin idealize edilmiş yaşamı
için her açıdan tasarlanmış bir alandır. Bu alana ancak, “bedelini ödeyebilenler” girebilirken, karşılaşmak istenilmeyen
durumlarla karşılaşma olanağı bertaraf edilmiştir. Burası bireyin taleplerinin geride kalan topluma göre yükseltildiği bir
alandır. Bu tür bir konuta sahip olmak, dünya üzerinde olduğu varsayılan soyut bir üst düzey tüketiciler grubuna dahil olmak
ve onlarla aynı yaşam biçimini paylaşmak anlamına gelmektedir.
Gerekçesi her ne olursa olsun, yaratılan söz konusu sınırlar sosyal ve mekânsal ayrışmaya neden olmakta, (korunaklı konut
yerleşmelerinin yanı sıra) kentsel mekânı kodlayarak yeni elitler için “dışına çıkılamayan”, diğerleri içinse “içine girilemeyen”
fobik alanlar haline getirmektedir. Bu durumda toplumsal tahribata yol açmaktadır.
Sonuç olarak kapalı yerleşmelerin olumlu ve olumsuz yönlerine rağmen diyebiliriz ki; şu anda üst gelir gruplarına hitap
eden bu konut alanlarındaki mekana ve çevreye yönelik beklentilerin kısa bir süre sonra, daha alt gelir gruplarında da
yaygınlaşacağı; olumlu mekansal değişimlerin zaman içinde genel beklentilere dönüşerek, diğer gelir gelir grupları için
tasarlanacak çevrelere de yön vereceğidir.
211
Kaynakça
Blakely, E. J. ve M. G. Synder, 1997, Fortress America: Gated Communities in the United States, Brookings Institution Press,
Washington D.C., 209.
Burke, M., 2001, The Pedestrian Behaviour of Residents in Gated Communities,Walking the 21st Century, Australia, 20-22
February 2001,Western Perth, 1-12.
Calderia, T., 1996, Fortified Enclaves: The New Urban Segregation, Public Culture, vol. 8. p., 303-328.
Candaş, E., 2007, İstanbul’da Dışa Kapalı Konut Sitelerinin Tasarımında Güvenlik Konusunun İrdelenmesi,Yüksek Lisans Tezi,
İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Coy, M., Pöhler M., 2002, Gated Communities in Latin American Megacities: Case Studies in Brazil and Argentina, Environment
and Planning B: Planning and Design 2002. Vol: 29(3) May., 355-370.
Garreau, J., 1991, Edge City: Life on the New Frontier, Doubleday, New York.
Glasze, G., 2003, Some Reflections on the Economic and Political Organisation of Private Neighbourhoods, International Gated
Communities Conference: Building Social Division or Safer Communities 18-19 September 2003, University of Glasgow, 1-13.
Gooblar, A., 2002, Outside the Walls: Urban Gated Communities and their Regulation within the British Plannig System,
European Planning Studies, Vol.10, No.3
Grant, J., 2003a, Planning Responses to Gated Communities in Canada, International Gated Communities Conference: Building
Social Division or Safer Communities 18-19 September, 2003, University of Glasgow, 1-11.
Landman, K., 2003, Alley-Gating and Neighbourhood Gating: Are They Two Sides of the Same Face, International Gated
Communities Conference: Building Social Division or Safer Communities 18-19 September 2003, University of Glasgow, 18.
Luymes, D., 1997, Fortification of Suburbia: Invetigating the Rise of Enclave Communities, Landscape and Urban Planning Vol.
39, pp. 187-203
Özgür, E. F., 2006, “ Sosyal ve Mekânsal Ayrışma Çerçevesinde Yeni Konutlaşma Eğilimleri: Kapalı Siteler, İstanbul – Çekmeköy
Örneği”, Doktora Tezi, Fen Bilimleri Enstitüsü, MSÜ, İstanbul, 96-225.
Tümer Ö., 2006, Dışa Kapalı Konut Yerleşmelerinin Bursa’daki Örnekler Kapsamında Değerlendirilmesi,Yüksek Lisans tezi,
Uludağ Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Bursa.
Yıldız, E., 2011, Konya’da Dışa Kapalı Konut Yerleşmelerinde Kullanıcı Memnuniyeti Araştırması, Yüksek Lisans Tezi, S.Ü.Fen
Bilimleri Enstitüsü, Konya.
212
7. OTURUM
213
Kentsel ve Mekansal Dönüşüm / Kavramlar
Handan TÜRKO⁄LU / Oturum Başkanı
MİMARLIK MESLEK ALANI ÖRGÜTLENMESİ / YENİ
SORUMLULUKLAR, YENİ GÜNDEMLER
Bülend TUNA
Mimar
Türkiye’de mimarlık meslek örgütlenmesinin 100 yılı aşkın bir tarihi var. 1908 yılında, Meşrutiyet sonrası başlayan
çalışmalardan bugüne bu alanda görev yapan, katkı sunan herkesi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.
Değişen dünyayı kavramak
Küreselleşmenin meslek alanlarımıza getirdiği “mimarlık mesleğini yapma biçimiyle” nasıl ilişkileneceğimiz sorusunun
cevabı mimarlık pratiğimizi doğrudan ilgilendirmektedir. Dünyamızda her şey hızla değişmekte ve bu değişimin birçok
olumlu, olumsuz etkileri olmaktadır. Ülkemizde uygulanan liberal politikalar ve buna bağlı olarak yapılan yasal ve yönetsel
düzenlemeler karşısında Mimarlar Odası’nın kamusal ve toplumsal sorumlulukları artmıştır.
Böyle bir tartışma başlığı altında her şeyden önce küreselleşmenin artan etkisine, bunun mesleğimize yansımalarına
değinmemiz, küresel hizmet ticaretini gündeme getirmemiz gerekiyor. Küresel hizmet ticareti kapsamında, yıldız mimarlar,
bunların yarattığı modalar, modaların ışın hızıyla yayılması vb. bunların hepsi gündeme geliyor. Bunlar Türkiye’deki mimarlık
meslek ortamına doğrudan etkili olan ortamlar ve hepsinin ayrı ayrı tartışılması gerekiyor. Konumuz çerçevesinde bu
gelişmelerin ışığında meslek örgütünün nasıl bir yol alması gerektiği ya da ne gibi yapısal tedbirlerle bunlara cevap vermesi,
bunları karşılaması gerektiğini tartışmamız gerekiyor.
Mimarlık hizmetlerindeki çeşitlenmeleri, farklı disiplinlerin oluşmasını, bu disiplinler arasındaki çekişmeleri, kavgaları da
değerlendirmeliyiz. Bir de tabii yapı üretim sürecindeki farklı aktörlerin durumundaki değişmeleri, örneğin cephe mimarlığı
gibi bir iş alanının ortaya çıktığını ve işverenlerin birlikte çalışmak isteyeceği farklı iş pozisyonlarının oluştuğunu, yapı üretim
sürecinin içindeki parçalanmaları görüyoruz. Mimarlık içinde oluşan bu farklı parçalanmaları meslek örgütümüz içerisinde
çok yönlü bir şekilde ele alıyor, değerlendiriyoruz. Değişik platformlarda bu gelişmelerin mimarlık eğitimindeki uzantılarını
tartıştığımız, değerlendirdiğimiz bir süreci yaşıyoruz.
Mimarlık bürolarının değişimini de bu kapsamda tartışmak gerekiyor. Türkiye bir küçük bürolar cenneti, genellikle bir iki
mimarın oluşturduğu bürolar çoğunlukta. Küreselleşen ve küresel hizmet ticaretinin arttığı bir dünyada bu bürolarımızın nasıl
evrildiğini görmemiz lazım. Evrilemeyen, buna yetişemeyen, buna cevap veremeyen büroların neler yapacağını görmemiz,
göstermemiz gerekiyor. Sonuçta bu bürolarla birlikte hareket ediyoruz; bunlar bizim mimarlık meslek ortamımızın önemli
aktörleri.
Mimar Profili Üzerine
Mimarın profiline baktığımız zaman, mimarın farklı hallerini görüyoruz. Tasarım yapan mimar, ücretli mimar, kamu görevlisi
mimar gibi bir sürü ana başlıklar altında gruplandırmalar yapabiliyoruz. Yaklaşık yüzde 25 civarında büro tescili var. Bu oran
zaman zaman değiştiği için bunu yüzde 30-35’e kadar çıkartabiliriz, ama tüm mimarların büro tescili olmadığını biliyorsunuz;
çok önemli bir kesim ücretli olarak çalışıyor. Bürolarda ya da farklı alanlarda, yapı sektörünün farklı alanlarında veya kamu
kesiminde ücretli olarak çalışıyor. Ayrıca bu başlık altına bakıldığı zaman, örneğin büro tescili yapmış büro şu anda 8.5009.000 civarında, ama bunları da tek kalem halinde göremiyorsunuz. Büyük büro, küçük büro var, metropollerdeki bürolar
var, Anadolu kentlerindeki bürolar var ve bütün bunlarla beraber butik hizmet yapan bürolar var, işadamı kapsamında
değerlendirebileceğimiz mimarlar var; yani kendi içinde farklılaşan kesimler var. Bu farklı mimarların her birisinin meslek
örgütünden beklentileri de farklı. Dolayısıyla, öne alınmasını istediği görevler, öncelikle ele alınmasını dile getirdiği talepler
215
var ve bunları sürekli dile getiriyorlar. “Meslek örgütü niye onunla uğraşıyor da bununla uğraşmıyor, niye bunu yapmıyor”
gibi yıllardan beri dile getirilen hususlar var. Bu taleplerin her biri tabii ki doğru, gerçekçi şeyler olabilir, ama bir bütünlük
içerisinde görülmesi gerekir.
Ortada ciddi bir kentsel sorun var. Kentlerimiz dönüşüyor, hem de çok hızlı bir şekilde dönüşüyor. Doğal olarak her
zaman kentlerde bir dönüşüm yaşanır, ama bugün müthiş bir rant kavgası var ve meslektaşlarımız içerisinde de bu rantın
teknisyenliğini yapmak zorunda kalan, buna özellikle istekli de olan meslektaşlarımız olabiliyor. Uygulamaya konulan küresel
yağma politikaları, bunun meslek alanlarına yansımaları, yerel yönetimler eliyle kentlerde yaşananlar, kamu arazilerinin
talan edilmesi ve bu süreçte meslek insanlarının üstlendiği roller irdelenmelidir. Bu tabii ciddi bir sorun. Bu soruna karşı
meslek örgütü olarak ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Bu ranta karşı zaten genel bir söylem geliştiriyor, mücadele ediyoruz.
Ama kendi üyelerimizin davranışlarına yönelik daha etkin bir etik vurgu nasıl yapılabilir ya da nasıl daha iyi yapılabilir
konusunu gündeme almak mümkün. Ancak toplumda imar suçlarına karşı gösterilen sonsuz hoşgörünün bunu yeterince
kuvvetlendirmediğini de belirtmek gerekiyor. Mesleki davranış kurallarının belirlenmesine yönelik uluslararası belgeler
olduğunu biliyoruz, bunları Türkçeye çevirerek yayınladık, benzer şekilde ülkemizde de mesleki etik kodların yazılabileceğine
yönelik çalışmalar yürütüldüğünü, ancak farklı gerekçelerle bu çalışmaların düşünce seviyesinde kaldığını belirtmeliyim.
Belki de bu konuları daha fazla tartışmalıyız.
Bu aşamada “mimarın farklı halleri” kapsamında “mimarın örgütlü olma hali”ni hatırlatmak gerekiyor. Mimarın kendini
kuvvetli hissetmesi, yalnız olmadığını duyumsaması için örgütlü olması önemli.
Mimarlar Odası Nasıl Algılanıyor?
Mimarlar Odası nasıl algılanıyor konusuna değinmek, bu algı ve görevler üzerinde kısaca durmak istiyorum. Oda’yla ilgili bir
algı sivil toplum kuruluşu olduğumuz yönünde; ya da bir kültür kurumu, sadece kültürel değerlerin ya da kültürel mirasın
korunmasıyla uğraşan bir kültür kurumu olduğumuz söyleniyor. Öte yandan resmî işler yapan, kayıt kabul işleri yapan ya
da birtakım belgeler veren bir kurum olduğumuz da dile getiriliyor. Tabii ki bunların hepsi, belki de fazlası söz konusu; sivil
toplum kuruluşu gibi de çalışıyoruz, yerel sorunlara değiniyoruz, kültürel mirasın korunması üzerine gayret sarf ediyoruz,
ama biz özünde bir meslek kuruluşuyuz, meslekle ilgili sorunlarla ilgileniyoruz. Elbette bütün bunları yaparken bir sivil toplum
kuruluşu üyesi duyarlılığıyla davranıyoruz kentimize karşı. Bu konuda benzer duyarlılıkla davranan insanlarla beraber tavır
alıyoruz. Bundan da büyük gurur duyuyoruz, mutluluk duyuyoruz. Kentinde, mahallesinde bir sorun olan dosyasını kapıp
Mimarlar Odası’na geliyor; “beraber nasıl bunu çözebiliriz?” diyor. Bu insanlarla biz teknik becerimizi, bilgimizi, hukuk
bilgimizi paylaşıyoruz.
Yönetimlerin bize karşı olan tepkisini de belirtmemiz gerekiyor. Mimarlar Odası’nı bir tür “mimarlıktan sorumlu devlet
bakanlığı” gibi görmek istiyorlar; yani mimarlıkla ilgili bir karar alacaklar ve biz o kararı sorgulamadan nasıl hayata
geçirebileceğimize yönelik düzenlemeleri yapmakla yetineceğiz. Tabii, biz bu yaklaşıma son derece karşı çıkıyoruz. Biz
yönetimin dediğini yapmakla kendini yükümlü kılan, onunla sınırlayan bir örgüt değiliz ve bundan sonra da böyle olmaması
gerektiğini düşünüyorum. Biz bir ölçüde yerel yönetimlerin ve hükümetin gölge kabinesi gibi davranıyoruz, onların
hareketlerini izliyoruz, denetliyoruz, irdeliyoruz, eleştiriyoruz, yer yer de destekliyoruz tabii. Mimarlar Odası’nın toplum
ve kamu hizmetinde sürdürdüğü mücadelesi doğal olarak pek çok kişi ve kurumu rahatsız etmekte, onların çıkarlarını
zedeleyebilmektedir.
Bu farklı yaklaşımlar neticesinde yönetimle aramız çoğu zaman iyi olmuyor. Son kanun hükmünde kararnamelerle beraber
yönetimin meslek örgütlerine yönelik ciddi bir saldırısı söz konusu; bu dönemin çok dikkatli bir şekilde izlenmesi gerektiğini
düşünüyorum. Odamızın, meslek örgütümüzün bu tür saldırılar karşısında yıkılmayacak sağlamlıkta, ama bunun yanı sıra yeni
görevleri karşılayabilecek esneklikte bir yapısının olması gerekir diye düşünüyorum.
Bugün Mimarlar Odası
Bugün Mimarlar Odası’nın 39.685 üyesi var (1 Mart 2012 itibarıyla). 2011 yılında Oda’ya üye olanların sayısı 1.649. Şimdiye kadar
da aşağı yukarı yılda 1.500 civarında yeni üye kaydı oluyordu. Ama YÖK’ün son kararlarıyla bu sene öğrenci kontenjanı 4.098’e
çıktı; yani Mimarlar Odası’nın üye sayısı çok kısa bir süre içerisinde 50.000-60.000’i bulabilir. Avrupa Birliği’nde ortalama
mimar sayısı nüfusa göre 10.000’de 9, bizde ise 10.000’de 5. Mimar sayısının fazlalığından yakınmak anlamında söylemiyorum.
Türkiye’deki nüfusumuz, kentleşme oranımız, yapı üretim hacmimize bakınca daha fazla mimara ihtiyaç duyulabilir, ama ne
216
yazık ki mevcut mimar birikiminin bile yeterince değerlendirilmediğini, kamu kesiminde ciddi bir teknik eleman erozyonu
olduğunu görüyoruz. Hiç mimar çalıştırmayan yüzlerce belediye olduğunu biliyoruz. Kamu kesiminde yapıyla ilgili dairelerin
peş peşe kapandığını görüyoruz.
Mimarlar Odası’nda uzunca bir süre üç şubeyle çalışmalar yürütüldü; İstanbul, Ankara, İzmir. 1986 yılından itibaren
şubeleşmeye başlandı. Bugün 26 şubesi, 85 kentte temsilciliği ve 49 kentte de Mimarlar Odası temsilcisi var, 106’sı mimar
olan toplam 355 personel çalışıyor. Çok ciddi bir bütçeye sahip; önemli bir yapıdan bahsediyoruz. Ve önemli bir soru “biz
bunu gereğince değerlendiriyor muyuz?” “Mimarlar Odası olarak bu kaynakları verimli olarak kullanıyor muyuz?” Ulusal ve
uluslararası pek çok etkinlik yapıyoruz, Uluslararası Mimarlar Birliği’nin yönetimindeyiz, uluslararası kongreler yapıyoruz,
bilimsel çalışmalara destek veriyoruz, meslek ortamının sorunlarını çözmeye çalışıyoruz, ama biz Mimarlar Odası yöneticileri
sürekli olarak bu soruları tartışıyoruz. “Bu kaynakları verimli mi kullanıyoruz, bu olanaklarla daha fazla iş yapabilir miyiz?”
Mimarlar Odası Yapılanmasında Demokrasi
“Mimarlar Odası yönetiminde bulunanlar, Oda içi demokrasiyi işletiyorlar mı, yeterince katılımcılık sağlanıyor mu,
gündemindeki sorunları paylaşıyorlar mı?” gibi sorular bizim karşımıza sürekli geliyor. Bir de önemli olarak “Mimarlar Odası
dünyadaki bu değişimi, Türkiye’deki değişimi, yapı sektöründeki değişimi yeterince gözleyebiliyor mu, bu sorunlara karşı
yeterince yapısal tedbirler alabiliyor mu?” sorularını tartışıyoruz. Bunları biraz açmaya çalışacağım.
Türkiye’de demokrasi kültürü ne kadar varsa Mimarlar Odası’nda da o kadar var elbette. Ama biraz farklı olarak belli bir
geleneğin birikimiyle Mimarlar Odası’nda temsili demokrasinin ötesinde katılımcı demokrasinin de işlerlikte olduğunu
rahatlıkla söyleyebilir; bunu sizle paylaşabilirim. Pek çok farklı fikrin beraber çalıştığı ve çatıştığı, bunların bir zenginlik
olarak algılandığı ortamların olduğunu biliyoruz, görüyoruz. Önemli olan yabancılaşmanın yaşanmadığı, farklılıkların
zenginlik olarak algılandığı, etkileme olanaklarının açık bırakıldığı ortamların yaratılmasıdır. Ama buna rağmen oldukça
gergin genel kurullar yapıyoruz. Sadece genel kurullar sürecinde ortaya çıkan enerjinin yanlış kullanılması söz konusu, daha
geniş bir süre içerisinde katkının ve katılımın alınabileceği ortamların yaratılması, daha iyi yaratılması mümkün olabilir diye
düşünüyorum. Sadece genel kurullardaki performansla yetinmemek, süreç içerisinde katılım ve katkıyı sağlamak önemli. Oda
yönetimlerinde göreve talip olma duygusunun bir başkasının kötü hizmetleri veya yanılgısı üzerine değil, daha iyisini yapmak,
bunu yapabileceğini göstermek fikri üzerinden kurgulanması gerektiğini, sürekliliğin bir öncekinin yaptığını reddetmek
üzerinden değil, ancak böyle sağlanabileceğini düşünüyorum.
Tabii ki Oda çalışmalarına üye, mimar katılımının arttırılması çok önemli. Farklı mimar tiplerinin olduğunu, mimarın farklı
hallerinin olduğuna değinmiştim. Oda içerisinde hizmet alanları farklılaşan ve çeşitlenen mimarlara yönelik Oda içi örgütlenme
kanallarının açılması, yeni örgütlenme araçlarının oluşturulması ve/veya var olanların iyileştirilmesi, geliştirilmesi önemli. Bu
alanlardaki mimarların Oda bütününde temsiliyetinin güçlendirilmesi önemli. Buradan şunu kastediyorum: Oda içerisinde
farklı alanlarda çalışan meslektaşlarımız var; örneğin bilirkişiler, yapı denetimcileri, büro sahipleri, ücretli çalışanlar var.
Bunların her birisinin Oda yönetimleriyle ilgili, kendi meslek hukuklarıyla ilgili geliştirmek istedikleri, öncelikle tartışmak,
gündeme getirmek istedikleri sorunlar var ve bunların ele alındığı platformların yaratılması gerekiyor. Bunlar zaten birçok
alanda oluşturulmuş durumda, eksiklerinin giderilmesi, daha etkin bir şekilde kullanılması önemli. Bu bakış açısı biraz önce
farklılaşan mimar hallerinin meslek örgütü içerisinde nasıl beraber davranılmasını sağlayacağını görmemiz bakımından bize
önemli perspektifler sağlıyor diye düşünüyorum.
Mimarlar Odası’nda Yönetici Kimliği
Mimarlar Odası deyince uzunca bir süre sadece genel başkanlar ya da yöneticiler anlaşılmıştır, ben özellikle belli rakamlar
vermek istiyorum. Mimarlar Odası’nda Genel Merkez yönetiminde 7 kişi, şube yönetimlerinde 186 kişi, temsilcilik yönetim
kurullarında 371 kişi, Oda temsilcisi 49 kişi olmak üzere toplam 613 kişi Mimarlar Odası’nı temsil ediyor. Oda temsilcileri
dışında bunların her birisi seçimle göreve geliyor. Bütün bu kurulların yedekleri de var. Onur Kurulu, Denetleme Kurulu, Şube
Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulları gibi diğer kurulları da katarsanız binin çok üzerinde kişi, şu anda Mimarlar Odası yöneticisi
kimliğini taşıyor; bu önemli bir paylaşım. Seçimle gelenler dışında pek çok komite, komisyonda çalışan, Oda’nın görüşlerini
yansıtan, Oda’nın görüşlerine katkı yapan, onların sözcülüğünü yapan çok değerli meslektaşlarımız var ve bu meslektaşlarımız
Oda’nın kamuoyuna karşı, meslektaşlara karşı görünen yüzünü temsil ediyorlar. Dolayısıyla, sadece bir kişiye -o kişi de bizim
genel siyasi kültürümüz içerisinde genel başkan oluyor- bağlı olarak algılanan bir kurum yansımasının ötesinde Mimarlar
Odası’nın böyle bir yüzü olduğunu belirtmek isterim. Bunun özellikle geliştirilmesi gerektiğini de düşünüyorum.
217
58 yıllık bir kurum olarak her şeyi tamamladığımız söylenebilir mi? Kurumlaşmayı kişiye bağlı olmayan, devredilebilir
hizmetler olarak görürseniz, tabii ki bunun tam anlamıyla sağlandığını söyleyemeyiz. Bazı kişiler değiştiği, görevden ayrıldığı
zaman, bazı işler, bazı hizmetler eksik kalabiliyor. Elbette bunun giderilmesi, yönetimlerde sürekliliğin ve yenilenmenin
beraberliğinin sağlanması gerekir; Oda’da bu konuda ciddi bir arayışın olduğunu da belirtmek isterim.
Katılımcılığın ve sorumluluğun paylaşılması doğrultusunda sürdürülen çalışmaların görev üstlenebilecek olanların
yetişmesinde önemi büyük. Mimarlar Odası yönetimine meteorik bir şekilde gelmek pek mümkün değil. Bugün Mimarlar Odası
yöneticileri gerek merkezi, gerek yerel düzeyde olsun, her an basının, toplumun karşısına çıkar ve herhangi bir kent sorunu
konusunda Mimarlar Odası’nın görüşlerini anlatır durumda olabiliyorlar. Dolayısıyla komisyonlarda, komitelerde görev
alan binin üzerindeki meslektaşımızın çalışmasından bahsederken yönetimlerin oluşturulmasında yer alacak kadroların bu
katılımın içerisinden devşirilmesinin önemli olduğunu vurgulamak istedim.
Mimarlar Odası’nda bir de gönüllü katkısı ve profesyonel yapı konusunu tartışıyoruz ve değerlendiriyoruz. Uzunca bir süre
çok az bir profesyonel yapıyla çalışmalar yürütülmüş, ama bugün biraz önce belirttiğim gibi 350 civarında profesyonel var.
“Bu profesyonellerin artması gönüllülük duygusunu azaltıyor mu” diye sorguluyoruz kendi kendimize. Mimarlar Odası’nın
bu zamana kadarki birikiminin mimarlar arasında, meslek alanında, toplumdaki imajının oluşmasında gönüllülerin katkısı
çok önemli. Öte yandan gönüllülerin katkısının daha iyi derlenebilmesi açısından profesyonel bir yapının olması ve onların
hizmetlerini daha iyi derleyebilmesi de önemli. Bu dengenin tutturulmasını önemsiyoruz, ama tamamıyla bir profesyonel
yapının olmasını da doğrusu çok arzulamıyoruz.
Yeni Sorular / Yeni Sorumluluklar
“Meslek örgütlenmesi nereye gidiyor, nasıl olmalı, yakın gelecekte bizleri neler ve ne gibi görev alanları bekliyor?” konusunu
açmak isterim. Böylesi kritik anlarda yöneticilerin dünyada ve ülkemizde mesleğimizi ilgilendiren konulardaki gelişmeleri
dikkatli bir şekilde takip etmek, gerekli düzenlemeleri yapabilmek gibi bir görevi var. Bu nasıl gerçekleşecek? Öncelikle
mevcut yapıyı ve geleneği iyi tanımlamak, ona sahip çıkmak ve geliştirmekle göreve başlamak gerekiyor. Bunu özellikle boş
bir arsaya yapı yapılmadığı duygusunu belirtmek için söylüyorum. Mimarlar Odasının 58 yılda yaptıklarının, yapabildiklerinin
farkında olunması önemli. Elbette daha iyisini yapmak için mutlaka yenileri gelecektir, yapacaktır, ama bu birikimi bilmek,
anlamak önemli. Geleni anlamak, algılamak, kavramak, yorumlamak ve bunların sonucu olarak da Oda’nın yeni misyonunu
belirlemek gerekiyor. Bu süreç tabii ki birdenbire böyle bir yıldırım parlaması gibi zihnimize geliverebilecek bir şey değil. Bir
mekanizmanın nasıl hayata geçirilebileceğinin görülmesi kavranılması önemli.
Yönetimlerin sorumluluğu sadece gündemin ve çalışma programının hayata geçirilmesinde değil, bir ölçüde bu arayışların
örgütlenmesinde ve gelecek yönetimlere birikimleriyle birlikte devredilebilmesindedir diye düşünüyorum. Hayatın
karşımıza çıkardıklarının ıskalanmamasını, tüm zenginliğiyle kavranmasını, farkında olunanın tariflenebilmesini, yeterince
baş edilemiyorsa bile ele alınmasını, irdelenme fırsatlarının yaratılmasını, çözümleme arayışlarının gösterilmesini önemli
buluyorum. Oda’nın bir rutini var, her gün çalışan yüzlerce insan bir sürü şey yapıyorlar. Bütün bu çabalara rağmen bu yeni
görevlerle ilgili olarak, mevcut çalışmaları aksatmadan bunları da gündeme almak ve gereğini yapmak zaman alabiliyor; öte
yandan bunları hiç konuşmamak ciddi bir sorun.
Bu noktada gündemindeki görevleri yapmayan, yapamayan, bunların önemini kavrayamayan, üstlendiği sorumluluğun farkına
varamayan yöneticilere herhangi bir yaptırımın söz konusu olup olmadığı tartışılabilir. Tabii ki herkesin bu sorunlara vakıf
olduğu, bunları hissettiği, bunları çözmeye çalıştığını söyleyemeyiz. Burada bir etik vurgulama söz konusu; böyle bir durumda
ne olacaktır? Bunların yapılamaması, yanından geçip giden sorunların farkına varılmaması, varılsa bile sorunlarla uğraşmak
yerine seyirci kalınmasına rıza gösterilmesi elbette ciddi bir handikaptır ve sağlıklı bir bünyenin normal süreç içerisinde
bu durumu aşmasını, yönetimlerde yenilemeyi sağlamasını, yapabilenleri işbaşına getirmesini bekleriz. Mimarlar Odası’nın
kendisini sorgulama, eleştirme, öz değerlendirme duygusunun oldukça yüksek olduğunu, süreç içerisinde kendini yenileme
potansiyelini hayata geçirebildiğini, zor dönemlerde inanılmaz atılımlar yapabildiğini, böylesi bir güce sahip olduğunu da
belirtmek isterim.
Yeni Yapılanmalar
Meslek ortamında yeni yapılanmalar gündemde. Mimarlık Vakfı, Mimarlık Enstitüsü uzun yıllardan beri ortama katkı yapmaya
çalışan yapılanmalar. Bu ve buna benzer yapılanmalar Oda’yla bağını doğrudan kuran, ama Oda yönetimlerine çok da bağlı
218
olmayan, Oda’yla beraber çalışan yapılar. Bu yapılanmaları geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi
Sürekli Mesleki Gelişim Merkezi, bir diğeri Mimarlık Akreditasyon Kurulu.
Bu yapılanmalar meslek ortamına katkı sağlanabilmesinin yollarını önemli oranda zenginleştiriyorlar ve alanlarıyla ilgili
önemli birikim sağlıyorlar. Bu yapılarla ilgili deneyimlerin irdelenmesi, olanaklarının ve varsa risklerinin iyi değerlendirilmesi
gerekmekte. Oda örgütlülüğünün daha aktif olabilmesine yönelik kurumsal destek sağlama potansiyelleri vardır; yani bu
çalışmalardan Oda’nın yapılanmasına katkı sağlanabileceğini, bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yapılanların yakın
zaman içerisinde çok kısa deneyimleri oldu. Bazı sıkıntılar da yaşandı. Uygulamada karşılaşılan sorunların abartılması,
kazanımların küçümsenmesi bu alanların sağlayacağı zengin perspektifin görülememesine yol açabilir diye düşünüyorum
ve uyarmak istiyorum.
Bunlara benzer başka yapılar da gündemimizde: Bir tanesi Mesleğe Kabul ve Kayıt Kurulu, bir diğeri Mimarlık Araştırmaları
Merkezi; mimarlık alanındaki araştırmaların, meslek ortamıyla ilgili, mimarlık meslek örgütüyle ilgili ihtiyaç duyduğumuz
araştırmaların nasıl yapılacağını belirleyen, kaynak aktaran bir araştırma kurumunu kurmanın arifesindeyiz. Bir başka konu;
stajla ilgili, Mimarlık Öğrencileri Birliği’yle ilgili. Bütün bu yapıların meslek örgütümüzle nasıl bir ilişki içerisinde çalışmayı
yürütecekleri, ne gibi görevler üstlenecekleri çok dikkatli bir şekilde irdelenmelidir. Oda yönetimlerindeki tartışmalardan
etkilenmeden, Oda’ya rağmen veya Oda’yla rekabet eden bir kurumlaşma değil, mimarlık çalışmalarına, mesleğimizin
gelişmesine, dolayısıyla Oda’ya, mimarlık meslek ortamına üretimleriyle hizmet vermeleri, yardımcı olmaları amaçlanmaktadır.
Bu yapılanmaların Oda içi iktidar tartışmalarının araçları gibi kullanılmaları endişesini haklı olarak duymamız, ama bunun
aşılabileceğini de düşünerek davranmamız, ürkmememiz gerektiğini düşünüyorum. Bunlar şimdiye kadar çok denenmemiş
yapılardır. Biz bunları herhangi bir komite, komisyon gibi değil, kendi içerisinde hem yenilenmesini, hem sürekliliğini sağlayan
bir yapılar bütünü olarak görmemiz ve geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Mesleki denetim hizmetleri de çok ciddi bir konu. Oda personelimizin önemli bir kısmı bu alanda görevli olarak çalışmakta.
Bu hizmeti yeterli bir şekilde yerine getirdiğimizi; en azından Türkiye’nin her yerinde benzer şekilde gerçekleştirebildiğimizi
söyleyemiyoruz. Oda’nın enerjisinin önemli bir kısmını üstüne çeken mesleki denetim hizmetlerinin daha sağlıklı ve etkin bir
şekilde nasıl yapılacağının her zaman gündemimizdedir.
Yeni Görevler / Yeni Gündemler
Ne gibi konular gündemimize geliyor ve bu konuları nasıl bir yöntemle irdelememiz gerektiği üzerinde biraz durmak isterim.
Mimarlık meslek hukukunun geliştirilmesi: Öncelikle mimarlık meslek hukukumuzu geliştirmemiz gerektiğini belirtmeliyim.
Mesleğimizle ilgili 2 önemli yasa var. 1938 tarihli, 3458 sayılı “Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun” ve 1954 tarihli, 6235
sayılı “Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu.” Her iki yasayı da önemsiyoruz ve mesleğimiz açısından vazgeçilmez
buluyoruz; bunları yok sayma gibi bir lüksümüzün olmadığını biliyoruz. Ancak bu yasaların gelişen mimarlık meslek pratiğinin
sorunlarına yeterince cevap veremediğini de kabul etmek, yetersizlik ve eksikliklerini nasıl giderebileceğimizi gündeme
almak zorundayız. Mevcut yasal kazanımları korumak ve kollamak önemli; bunun yanı sıra bunları nasıl geliştirebileceğimizi
de düşünmek zorundayız. Bir kez daha hatırlatmak isterim, hükümetin KHK’larla yarattığı kaos ve karışıklık ortamı, özellikle
bu alanda çok dikkatli hareket etmemizi gerekli kılıyor.
Hukuk hizmetlerinin geliştirilmesi: İkincisi, üye hukukumuzun geliştirilmesi, mimari fikrî haklar alanında yapılacak
çalışmalar. Biraz önce gerçekleştirilen sunuşla birlikte, hukuk alanımızdaki karmaşa canlandı gözümüzde, buna benzer pek
çok alanda hukuksal karmaşa var. Bunların aşılması gerekir. Meslektaşlarımızın uygulamada karşılaştığı hukuksal sorunlar
gündemimize geliyor, ama ne yazık ki bunların hepsini kolaylıkla çözemiyoruz. Bunların zaman içerisinde nasıl çözüleceğini,
merkezi yönetimle, diğer meslek örgütleriyle beraber araştırmamız gerekiyor.
Farklılaşan mimarlık hizmetleri karşısında üye haklarının daha etkin bir şekilde korunmasını önemsiyoruz. Sürekli olarak
her sene yeni bir lisans bölümü açılıyor, ara disiplinlerin lisans bölümleri açılıyor ve bu bölümlerden mezun olanlar yetki
kavgası veriyorlar. Yeni mezunlara yol gösterici hizmetlerin verilmesi; genç meslektaşlarımıza uygulamaya yönelik ve
karşılaşabilecekleri hukuksal sorunları nasıl çözeceklerine ilişkin bilgilerin meslek örgütü aracılığıyla daha etkin bir şekilde
verilebilmesi önemli.
219
Uluslararası hizmet ticaretinin getirdiği yapılanma sorunları: Uluslararası hizmet ticaretinin getirdiği yapılanma
sorunlarını tartışıyoruz. Avrupa Birliği ve GATS sürecindeki meslek uygulamaları kapsamında uzunca bir süre bir yasayı
tartıştık. “Mesleki yeterliliklerin belirlenmesi ve karşılıklı tanınması” başlıklı bu uyum yasası neredeyse çıkmak üzereydi.
Mimarinin uluslararası tanımını yapan, mesleki yeterlilikleri belirleyen ve her ülkede benzer bir tanımda mesleğe kabulü
öngören bir yasa tasarısıydı. Avrupa Birliği’yle ilgili süreç dalgalı bir şekilde seyrettiği için şu anda bu yasa tasarısı
donduruldu. Ancak çok kısa bir süre içerisinde tekrar gündeme gelebilir. Her halükârda bizim hedef olarak koyduğumuz “bir
mimarın standardı nedir, neler olmalıdır, ne tür bir eğitimi aldığı zaman ya da ne tür bir meslek uygulaması yükümlülüğünü
yerine getirdiği zaman biz mimar unvanını verebiliriz?” konusunu ele aldığımız, geliştirdiğimiz bir yasa çalışmasıydı, bu bizim
meslek ortamımızda önem verdiğimiz bir çalışmaydı. Küresel hizmet ticaretinin arttığı bir ortamda sürekli olarak yabancı
mimarların ülkemize gelmesi, imzalarını atması, ama ülkemizdeki herhangi bir büroyla bir ortaklık kurmaması gibi durumlarla
karşılaşıyoruz. Bu hukuki sorunun da aşılması gerekiyor.
Meslektaşlarımız yurtdışına yönelik mimarlık hizmetleri veriyor, taşeronluklar şeklinde ya da başka yöntemlerle çalışıyorlar.
Ayrıca pek çok meslektaşımız da yurtdışında ücretli olarak çalışıyor, bu meslektaşlarımızın uygulamalarda çok ciddi hukuksal
sorunlarla karşılaştıklarını görüyoruz; bunların da ele alınması ve aşılması gerekiyor. Elbette yurtdışı çalışanlara yönelik
olarak mevcut Oda mevzuatımızın da geliştirilmesi gerekiyor.
Mimarlık ve mimarlık eğitimi alanında ortak çalışmaların sürdürülmesi: Biliyorsunuz, 12 yıl gibi uzunca bir süredir,
Mimarlık ve Eğitim Kurultaylarını gerçekleştiriyoruz. Bu ortamlarda mimarlık okullarıyla, akademisyenlerle beraber meslek
örgütü ve meslek ortamındaki konunun paydaşları olarak sorunları beraber tartışma kültürünü edindik. Sorunları birlikte
ele alıyoruz, birlikte irdeliyoruz, birbirimizi eleştirebiliyoruz ve çözüm yollarını bulmaya çalışıyoruz. Yöneticiler nezdinde
yeterince etkili olamayabiliyoruz belki, ama zaman zaman ufak adımlar da atabiliyoruz. En azından kendi aramızdaki söylemi
tekleştirebiliyoruz. Bu sürecin devam etmesi gerektiğini önemsiyorum ve bu süreç içerisindeki (Mimarlık Okulları Bölüm
Başkanları İletişim Grubu) MOBBİG, (Mimarlık Fakülteleri Dekanları Konseyi) MİDEKOM, (Mimarlık Eğitimcileri Derneği) MimED
gibi eğitim alanındaki yapılanmalarla meslek örgütünün beraber çalışması, birbirini dışlamaması kültürünün devam etmesini
önemsiyorum.
Yetkinin verilmesi / yetkinin yenilenmesi: Türkiye’de hep söylediğimiz gibi, dört yıllık eğitimle yetkinin alınması ve ömür
boyu bu yetkinin kullanılması üzerine kurgulanmış bir meslek ortamının son derece yanlış olduğunu söylüyoruz. Ancak bunun
düzeltilmesi yolunda getirilen her öneri “eski köye yeni âdet” olarak tepki görebiliyor. Başta öğrencilerden tepki görüyor,
meslektaşlarımızdan tepki görüyor. Her halükârda bu alanla ilgili bir düzenlemenin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca
herkesin her işi yapabildiği amorf bir meslek ortamı yerine belli eğitimleri, belli birikimleri sağlamış olan insanların ancak
o işi yapabilecekleri, sertifikalı bir takım iş düzenlerinin oluşturulmasını gerekli görüyoruz. Aynı zamanda işverenlerin ve
kamunun sadece en az ücret üzerine kurulan bir ihale sistemiyle çalışmamasını, yeterlilikleri daha iyi tarif edebilen bir
sistemin olmasını arzu ediyoruz. Bu kapsamda üye sicil sistemlerinin etkinleştirilmesi ve üyenin referansı haline gelmesinin
önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim.
Sertifikalı iş tanımları: Sertifikalı iş tanımları artıyor. Halihazırda yapı denetimi, bilirkişilik, gayrimenkul değerleme gibi
alanlarda ilgili kamu kuruluşlarıyla birlikte sertifikalı eğitim çalışmaları sürdürülmekte ve bu eğitimlere dayalı olarak yetki
belgeleri düzenlenmektedir. Çalışmalar iş sağlığı ve güvenliği, koruma ve restorasyon, şantiye şefliği gibi alanlara doğru
genişletilmektedir. Bunların ayrıntısına girmek istemiyorum; bu alanların geliştirilmesi ve çoğaltılması gerekiyor. Bunlarla
ilgili kurumsal çalışmalarda meslek örgütü olarak katkı yaptığımızı belirtmek istiyorum.
Yapı üretim sürecinin sağlıklaştırılması: Ülkemizdeki yapı üretme kültürünün çok köklü bir geçmişi olduğunu ve bu zengin
birikime pek de uygun düşmeyen bir bina envanterimizin olduğunu biliyoruz. Öte yandan ülkemizin bir deprem gerçeği
olduğunu, sık sık çok yıkıcı depremlerle karşılaştığımızı ve kentlerimizin başta İstanbul olmak üzere ciddi bir risk içerisinde
olduğunu da biliyoruz. Yapı üretim sürecinin sağlıklaştırılması, yapı denetim sisteminin iyileştirilmesi, meslek sigortası
sisteminin getirilmesi, planlamadan kullanım aşamasına kadar bir sorumluluk zincirinin korunması gibi çok temel konular
ele alınmayı bekliyor. Yapı üretim sürecinde görev yapan yapı ustalarının eğitimden geçirilmesi ve sertifikalı hale getirilmesi
de bu kapsamda irdelenmektedir. Bu aşamada İŞKUR bünyesinde oluşturulan Mesleki Yeterlilikler Kurumu yapı alanındaki
müteahhit birlikleriyle birlikte sertifika eğitimleri vermekte ve bu alandaki standartların belirlenmesi doğrultusunda
çalışmalar yürütmektedirler. Sertifikaların verilmesinde ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte meslek odalarının da yetkili
220
olması gerektiğini bu vesile ile hatırlatmak isterim. Elbette meslek odaları da hazırlıklarını bu doğrultuda tamamlamalıdırlar.
Mimarlık ve Ekoloji: Küresel iklim değişikliğinin, ekolojik alandaki yeni bilgilerin mesleğimize yükümlediği hususlara
da bu kapsamda değinmek isterim. Günümüzde, enerji kullanımına bağlı çevre sorunları gün geçtikçe artmakta ve
yenilenemeyen kaynakların miktarları ile ilgili karamsar tahminler yapılmaktadır. Konu ülke gündemine bütün yakıcılığıyla
girmiş bulunuyor. Dünyada olduğu gibi Türkiye’nin de küresel ısınmayı engellemek ve azaltılmasına katkıda bulunmak için
çevre bilinçli sürdürülebilir gelişme politikaları saptaması ve buna uygun yaşam/tüketim tarzına geçmesi gerekmektedir.
Yapı üretim süreci, doğası gereği çok bileşenlidir. Öncelikle işverenin bunu talep etmesi, yönetmeliklerin bunu zorlaması,
yönetimlerin çeşitli teşviklerle bu yatırımları kârlı kılabilecek hale getirmesi gerekiyor. Böylesi bir yaklaşımın ancak, merkezî
olarak benimsenecek bir ulusal enerji ve ekoloji politikası ile sağlanabileceğini düşünüyorum. En temiz, en ekonomik enerji
kullanılmayan enerjidir. Bu da iyi organize edilmiş bir mekân organizasyonunu gerektiriyor. Meslektaşlarımızın bu konudaki
duyarlılıklarının gelişmesini sağlamak, yapı üretimi alanındaki mevzuata bu alandan girdi yapma yönünde girişimler yapmak
ihtiyacı her geçen gün daha acil bir şekilde önümüze gelecektir.
Toplum ve Mimarlık: Son olarak çok önem verdiğimiz bir konuya, Toplum ve mimarlık alanındaki çalışmalara değinmek
istiyorum. Biz sonuçta kendi başımıza bir iş yapabilen bir meslek değiliz. Bir işverenimiz var ve bu işverenin mimarlığa,
kentleşmeye bakışı, kent kültürüyle ilgili yaklaşımları çok önemli ve bu alandaki çalışmaların yeterince ilerlemediğini
düşünüyorum.
Mimarlığın tanımını şöyle yapıyoruz: “Mimarlık, toplumsal yaşamın ve kültürün maddi ve moral gereksinmelerine göre,
yapı, toplu yapı ve kent biçimlendirmesi, tasarımı, üretimi, kullanımı ve yeniden kullanımı kolektif süreçleri ve sonuçlarını
kapsayan ve güzel sanatlar ağırlıklı bir kültür faaliyetidir.” Mimarlığın kültürün bir ifadesi olduğunu, daha sık hatırlamalı ve
hem meslektaşlarımıza, hem de topluma hatırlatmalıyız.
Bir mimarlıklar ülkesi olan Türkiye’de, bu kültürel zenginliğin çağdaş mimarlıkta da sürdürülmesi gerekirken ciddi sorunlar
yaşandığını gözlüyoruz. Bir yandan mimari ve kentsel mekânlarda hızlı bir yozlaşma ve kültürel kimlik değerlerinden
uzaklaşma, öbür yandan toplumun mimarlığa ilgisinin zayıflaması, mimarın, ülkenin imarına katkısı ve katılımının giderek
azaldığı bir mimarsız yapılaşma düzeni yaratmıştır. Mimarlığın toplumsal sorumluluğu bağlamında, günümüz dünyasında
toplumun yaşam kalitesinin artırılmasına yönelik oluşturduğumuz Türkiye Mimarlık Politikası çalışmalarını bu kapsamda
vurgulamak isterim. Toplumla birlikte mimarlığı tartışabilmeli, topluma yönelik çok yönlü mimarlık yayınları üretebilmeliyiz.
Kentleşme ve kent kültürü konularında ilgili kurum ve kuruluşlarla ortak çalışmalar yürütülmesini önemsemeliyiz. Kendi
dilimizi, kendi içerisinde kurduğumuz dilimizi biraz akademik buluyorum, topluma yönelik yayınların yapılması, toplumdaki
mimarlık ve kentleşme kültürünün gelişmesi konusunda bu çalışmaların artması, hızlandırılması gerektiğini düşünüyorum.
Meslek örgütümüz içinden ve meslektaşlarımızdan zaman zaman şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz: “Çok fazla alana yayılıyoruz.
Bütün bunları yapmak zorunda mısınız? Belirli bir alana yoğunlaşmak gerekmiyor mu?” Bu elbette önemli bir yaklaşım sorunu,
her zaman belirli öncelikler olabiliyor ama gündemi bu bütünlük çerçevesinde görmenin de gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bugün dile getirmediğimiz pek çok konuda hayat karşımıza yeni görevler çıkarabilir. Meslek örgütümüzün bu tür yeni
gündemlere hazır olması çok önemli. Gündemimize gelen her konu bizlere yeni perspektifler açmakta, ufkumuzu
genişletmektedir. Şimdiye kadar yürüttüğümüz çalışmaların yanı sıra yeni ilgi alanlarına enerji, zaman ve kadro ayırabilmek,
üretilen bilgiyi derlemek ve yeni bilgiler üretebilmek, bunların politikaya dönüşmesini sağlamak önemli bir sorun. Artan iş
yükü farklı yaklaşımları, belirli seçmelerin yapılmasını, ertelenemeyecek iş kalemlerinin yerine getirilebilmesi için verimliliğin
artırılması tartışmalarını beraberinde getiriyor. Yeni bir çalışma anlayışının irdelenmesi, bunun gerekliliğinin hissedilmesi, bu
yönde bir arayışa gidilmesi, çözüm yollarında bir mutabakatın aranması, bulunmasını da gerekli kılıyor.
24. Uluslararası Yapı ve Yaşam Kongresi çerçevesinde“Dönüşümün Yaşama ve Mekâna Etkileri” teması ile düzenlenen
bu etkinlikte meslek örgütlenmesinin bu kapsamda gündeminde yer alan güncel konuları ve yaklaşımlarını aktarmaya
çalıştım. Meslek örgütümüzün, Mimarlar Odası’nın bütün bu görevleri yapabilecek güçte olduğunu, bu gücün de sizlerle
birlikte sağlandığını belirterek bitirmek istiyorum.
221
KENTSEL DÖNÜŞÜM POLİTİKALARI İÇİN KARŞILAŞTIRMALI
BİR ANALİZ; FRANSA, HOLLANDA VE TÜRKİYE DENEYİMLERİ
Dr. M.Serhat YENİCE
Selçuk Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Özet
Bu araştırma Türkiye ile birlikte Hollanda ve Fransa’daki kentsel dönüşüm politikalarının gelişimini tarihsel bir perspektif
içerisinde analiz etmeyi ve geleceğe dönük olası yasal ve kurumsal düzenlemeler için farklı bir bakış açısı geliştirmeyi
amaçlamaktadır.
Kentsel Dönüşüm, Fransa ve Hollanda’da kamu politikalarının uygulanmasında önemli bir araç olarak değerlendirilmektedir.
Her iki ülkede de merkezi hükümetin kentsel dönüşüme katılımı, sektörel odaklı destekler aracılığıyla doğrudan müdahaleden,
yerel politika geliştirmeye doğru gelişmesiyle dikkatleri çekmektedir. Bu değişim, merkezi yönetim ile yerel planlama
otoritelerinin arasındaki yerel proje-strateji geliştirme odaklı sözleşmeler ile kentsel dönüşüm fonundan yararlanılması
olarak özetlenebilir. Bu aynı zamanda kamu sektörünün değişen rolüne işaret etmektedir.
Araştırmada Fransa, Hollanda ve Türkiye’deki kentsel dönüşüm politikalarına ilişkin yasal, yönetsel ve ekonomik çerçevenin,
tarihsel bir perspektif içerisinde karşılaştırmalı analizine dayanan bir yöntem izlenmiştir. Bu bakış açısının, Türkiye’nin
kentsel dönüşüm deneyimlerinin var olan yasal ve yönetimsel/kurumsal sorunlarının çözümüne yönelik alternatif model
arayışlarına katkıda bulunacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: kentsel dönüşüm, politika, uygulama araçları
1. Giriş
Kentler; sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel bileşenlerden meydana gelen mekânsal bir sistemi tanımlar. Bu bileşenlerden
bir veya birkaçında meydana gelen değişim ve dönüşüm, sistemin diğer bileşenlerini etkileyerek aralarındaki denge ve
uyumun bozulmasına neden olur. Bu bozulma süreci, ekonomik alanda yaşanan değişimlerden, teknolojik alanda yaşanan
gelişmelere, afetlerden siyasi ve ideolojik çatışmalara dek uzanan birçok değişkene dayanabilir. Çoğu zaman kentlerin veya
kentsel bölgelerin mekânsal ve işlevsel açıdan duraklama ve gerileme dönemine girmesi ile sonuçlanan bu sürecin aşılmasına
yönelik arayışların, kentsel dönüşüm düşüncesinin temelini oluşturduğunu söylemek mümkündür.
Bugünkü çağdaş anlamda kentsel dönüşüm düşüncesinin ilk kez Avrupa ülkelerindeki kentlerde sanayileşme sürecine koşut
ortaya çıkan sağlıksız kentsel çevre, yetersiz kalan kentsel altyapı sistemi sorunlarına çözüm üretilmesi amacıyla yapılı
çevrenin yıkılarak yeniden yapılması biçiminde eyleme dönüştürüldüğü bilinmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, savaşta
hasar gören kentlerin yeniden imarı ve konutların fiziksel onarımı üzerine odaklanana kentsel dönüşüm politikalarının, Soğuk
Savaş dönemini takiben başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, gelişmiş Batı ülkelerinde kapsamlı sağlıklaştırma
plan–programlarını içeren büyük ödenekler ayırmayı gerektiren refah amaçlı kamu programları yerine kamu düşüncesini
öne çıkaran yaklaşımların yer aldığı görülmektedir (Harrington, 1962; Gibson ve Langstaff, 1982; Carmon, 1999). 1980’li
yıllarda ekonomik alanda yaşanan durgunluk, artan işsizlik oranı ve buna bağlı olarak yükselen sosyal güvenlik harcamaları
gibi sosyo–ekonomik olumsuzların neo–liberal politikalarla birleştirilmesi sonucu olarak kentsel dönüşüm eylemlerinin
rekabetçi piyasa koşulları altında yeniden yapılandırılması biçiminde olmuştur. 1990’larda kentsel dönüşüm yaklaşımının ana
223
temasını, karar alma–verme süreçlerinde ekonomi, çevre ve sosyal yapı arasındaki dengeyi gözeten temel sürdürülebilirlik
ilkelerinin oluşturduğu söylenebilir. İçerisinde bulunduğumuz süreç, gerek piyasa gerek kamu odaklı kentsel dönüşümün
yetersizliklerinden yola çıkarak, merkezi-yerel yönetim ve serbest piyasa aktörlerinin yanısıra yerel toplulukları da dâhil
etmeyi hedefleyen yönetişim dönemi olarak tanımlanmaktadır (Tekeli, 2003; McCarty, 2007).
Bu araştırma Türkiye ile birlikte Hollanda ve Fransa’daki kentsel dönüşüm politikalarının gelişimini tarihsel bir perspektif
içerisinde analiz etmeyi ve geleceğe dönük olası yasal ve kurumsal düzenlemeler için farklı bir bakış açısı geliştirmeyi
amaçlamaktadır. Araştırmada Fransa, Hollanda ve Türkiye’deki kentsel dönüşüm politikalarına ilişkin yasal, yönetsel ve
ekonomik çerçevenin, tarihsel bir perspektif içerisinde karşılaştırmalı analizine dayanan bir yöntem izlenmiştir. Bu bakış
açısının, Türkiye’nin kentsel dönüşüm deneyimlerinin var olan yasal ve kurumsal sorunlarının çözümüne yönelik alternatif
arayışlara katkıda bulunacağı düşünülmektedir.
2. Kentsel Dönüşüm Politikaları
2.1. Fransa Deneyimi
Fransa’da genellikle banliyölerdeki sosyal konut alanları üzerine odaklanan güncel kentsel dönüşüm araç ve yöntemleri
‘kent politikaları’ içerisinde tanımlanmaktadır (Vroelant, 2007; Verhage, 2005a; Verhage, 2005b). 1996 yılında Fransa Merkezi
hükümetince kentsel alanların; ‘duyarlı kentsel alanlar’ (ZUS), ‘kentsel yenileme bölgeleri’ (ZRU) ve ‘serbest kentsel bölgeler’
(ZFU) sınıflandırıldığı bilinmektedir (Green, 1999). Bu sınıflama kentsel dönüşüm-yenilemeye dönük özel teşvik ve ilkelerin
tanımlaması yönüyle dikkat çekicidir. Kentsel dönüşüm programlarının öncelikli hedefi, yüksek düzeyde işsizlik, vasıfsız işçi,
göçmen ve sosyal yardımlara bağımlı olarak yaşamlarını sürdüren sosyal yapının yanısıra yıpranmış mahallelerden meydana
gelen kentsel yenileme bölgeleridir. Ancak bazı kentsel yenileme bölgelerinin yapılan sınıflama tanımına uymaması, eleştirel
bir yön olarak değerlendirilmektedir (Vroelant, 2007).
1999’da Fransa merkezi hükümeti tarafından belirlenen 50 büyük kent projesi -GPV- için geliştirilen politika ve sözleşmeler;
kentsel dönüşüm alanında yeni bir aşamanın başlangıcı olmuştur. Kapsamlı ve uzlaşmacı bir yaklaşım biçimine sahip olan GPV
aynı zamanda sektörel yardımlar için ödenekler sunmaktadır. Bu ödenekler, yerel planlama otoriteleri için daha kapsamlı bir
kentsel dönüşüm için imkân yaratmıştır. Bu süreçte ‘Kamu İlgi Grubu’ aracılığı ile kamu ve özel aktörlerinin gruplandırılması
ve üstlenecekleri eylemlerin tanımlanmasının amaçlandığı görülmektedir.
2000 yılında yürürlüğe giren ‘Kentsel Yenileme ve Dayanışma Yasası’ (SRU), Fransız kent planlamasının ilke ve araçlarını
derinden etkilemiştir. Yasa temelde üç hedef üzerine odaklanmaktadır. Bunlardan birincisi, ‘Daha Tutarlı Planlama Politikaları’
vurgusudur. Komünlerin yerel planlama servisleri aracılığıyla kendi yapı ve kentsel gelişme ilkelerini belirleme iradesinin,
planlama tartışmalarının geleceğe dönük öngörülen problemlere kalıcı çözüm üretmesinin yerine daha çok yerel eğilimbaskılar çerçevesinde karar üretmeye zorlaması önemli bir tespit-sorun olarak ele alınmıştır. Bu çerçevede yürürlükteki
arazi kullanım ve master planlarının kapsam ve kavramsal açıdan yeniden tanımlanması önemli bir değişiklik olarak
değerlendirilmektedir (Verhage, 2005b). Yasanın vurguladığı ikinci konu ‘Kentsel Dayanışma’dır. Konut sektöründe yaşanan
gelişmelere bağlı olarak yaşanan kentsel ayrışmaların kentsel mekânda varsıl ve yoksul nüfus için gettolar meydana getirmesi,
karma ve farklı konut türlerinin birlikteliği ile bu mekânsal ayrımlaşmanın önüne geçileceği düşüncesini geliştirmiştir. Bu
kapsamda metropoliten ve altkentlerin bazı bölgelerinde sosyal konut üzerine odaklanılması ve belediyelerdeki konut
stokunun %20’si oranında sosyal konut üretilmesi yaklaşımı oldukça iddialı ve dikkat çekicidir. ‘Planlama politikaları
ile daha bütünleşik kentsel ulaşım politikaları’ yasanın vurguladığı bir diğer konudur. Yasa, tüm yerleşmeleri kapsaması
yönüyle tartışmalara neden olurken; eleştiriler özellikle kentsel yerleşmelere dönük olması üzerinedir (Verhage, 2005a). Bu
tartışmalar neticesinde nüfusun 50.000 kişi ve üzeri yerleşme bölgeleri sınırlandırılması ve belediyeler arası ortaklıkların
tanımlanmasına dönük düzenlemeler dikkat çekicidir.
Fransa’da kentsel dönüşümün finansmanı için, merkezi yönetim tarafından Kamu Fonları -Caisse des Depots- harekete
geçirilmiş ve 2000 yılı başlarında; kentsel dönüşüm yatırımlar için uzun vadeli ve düşük faizli borçlanma türleri geliştirilmiştir
(Morlet, 2001; Verhage, 2005b). Caisse des Depots doğrudan bir yatırımcı olarak Kentsel Yenileme Fonunu kullanma ile
yetkilidir. Bu fondaki bütçe, kentsel dönüşüm eylemlerinin fayda-maliyet farklarının dengelenmesinde kullanılmaktadır
(Anonymous, 2000). Fonun temel amacı; piyasa güçleri aracılığı ile yatırımların oluşturulamadığı alanlarda, özel sektör
yatırımlarının üretimi için bir kaldıraç/ateşleyici bir güç olarak eylemlerin yürütülmesidir.
224
2003 yılında Loi Borloo olarak da bilinen Kent ve Kentsel Yenileme Hareketinde ZUS, GPV ve ORU sınıflandırması sürdürülmüştür.
Yasanın getirdiği en önemli yenilik, Ulusal Kentsel Yenileme Ajansının-ANRU meydana getirilmesidir. Bu kurum, kentsel
dönüşüm projelerinde destek talepleri için bir tek birim/kurum gibi hizmet etmektedir. ANRU aracılığı ile yenileme projelerinin
finansmanı için fonlar tek bir ödenek altında birleştirilmiştir. Yerel otoriteler merkezi yönetim tarafından yapılan desteklere
başvurmak için ANRU’ya bir proje önerisi sunmaktadırlar. Çoğunlukla, desteklerden yararlanabilmek için proje alanlarının
kentsel yenileme bölgeleri sınıflandırmalarına girmiş olması gerekir (Vroelant, 2005).
2.2. Hollanda Deneyimi
II. Dünya Savaşı sonrası konut açığının çözülmesine yönelik yeni yapı üretimi için ulusal konut politikası izleyen Hollanda,
1960’lı yılların sonlarında yeni yapıların kalitesi ve farklılaşmasına yönelik yaklaşım benimsenmiştir. Bu dönemde konut
sahiplerinin kendi mülklerini yenileyebilecek yeterli ekonomik kaynağa sahip olmaması; birçok kentte konut kalitesinin basit
bir puanlama sistemi ile değerlendirilmesinin ardından, yıkımın tek çözüm olarak ortaya çıktığı görülmüştür (Priemus, 2004a;
Priemus, 2004b).
1970 ve 1980’li yıllarda kentsel dönüşüm politikaları çoğunlukla sosyal konut bölgeleri ile çöküntüye uğramış konut
alanlarının konut birliktelikleri ile yerel yönetimler tarafından yeniden geliştirilmesi üzerinedir. Dönüşümün finansmanı
merkezi hükümet tarafından sağlanan destekler ile karşılanmaktaydı. 1980’li yılların sonları ve 1990’lı yılların başlarında,
konut sektörü ‘ekonominin motoru’ olarak görülmektedir (Priemus, 2004b). Benzer dönemde, ulusal politika raporu piyasa
odaklı konut politikalarını benimsemiştir. Şüphesiz 1980’lerde liberal eğilimlerin tüm politikaları etkilemeye başlamış olması,
Hollanda’nın da bu karara ulaşmasında önemli bir faktör olmuştur (Verhage, 2005a). Bu süreç konut birliklerini hızlı bir
biçimde büyümesini ve merkezi yönetimden daha fazla destek almadan finansal açıdan bağımsız bir biçime dönüştürmüştür.
Bu gelişmeler beraberinde Hollanda’daki kentsel dönüşümün karakterini de değiştirmiştir. 1985 yılında yürürlüğe giren
Yenileme Yasası ile 1970 ve 1980’lerdeki çok özel kriter ve yöntemlere sahip ekonomik destekler, kentsel yenileme fonlarında
toplanmıştır.
Belediyeler ve konut birlikleri bir sözleşme ile anlaşarak bu desteklerden yararlanırlar. Bu anlayış 1995’de Büyük Kentler
İçin Politikalar-GSB-‘da geliştirilmiştir (Korthals, 2002). Verhage (2005a) aslında bu politikayı; büyük kentlerin sosyal ve
ekonomik problemlerinin çözümünde, kamu ve özel aktörler arasında kooperatif ve yerel ve merkezi hükümetin birleşik bir
çaba gerektirdiği gerçeğinin fark edildiğinin bir yansıması olarak değerlendirmektedir. Bu amaçla GSB, sektörel politikaların
merkezi yönetimden yerel yönetimlere doğru dağıtılma girişiminin geliştirilmesi ve yerel planlama otoritelerinin rolünün
desteklenmesini amaçlar. Mevcut finansal desteklerin gruplandırılması ve sağlanmasında kentlerin finansal otonomisini
arttırmaktadır.
1997 yılında Hollanda Konut Mekânsal Planlama ve Çevre Bakanlığı tarafından yayımlanan “Kentsel Yenileme Ulusal
Raporu”nda, kentsel dönüşüm politikaları için daha fazla ayrıntılara yer verilmiştir. Bu rapora göre kentsel dönüşüm;
kentlerde konut, üretim, ekonomik ve yaşam çevrelerinin kalitesinin geliştirilmesi için şartların yaratılmasıdır (Verhage
2005a). Bununla birlikte sektörel politikalar, kent planlama, çevre ve ekonomik açıdan tamamlanır. Amaç, merkezi yönetimin
kentsel dönüşüm için bir Yatırım Bütçesi-ISV oluşturmasıdır. Bütçe, Konut, Mekânsal Planlama ve Çevre Bakanlığı, Ekonomi
Bakanlığı ve Tarım, Balıkçılık ve Doğa Koruma Bakanlığı olmak üzere üç bakanlık arasında paylaştırılmıştır. Bu amaçla
2000-2009 yılları arası için bir bütçe oluşturulmuştur (Priemus 2004a, Priemus 2004b). Bütçenin öncelikli hedefi, 30 büyük
kentten meydana gelmektedir. Bununla birlikte bölgesel yönetim bütçenin %23’ünü diğer kentlere de paylaştırmak üzere
görevlendirilmiştir. Kentlerin bir yatırım programına kayıtlı olarak bütçeden yararlanır.
Yatırım programları merkezi yönetim tarafından yöntemsel ve bağlamsal kriterler kullanılarak değerlendirilir. Programın
kabulü kent ve merkezi yönetim arasındaki bir anlaşma aracılığı ile bu resmileştirilerek merkezi ve kent yönetiminin gelecek
beş yıl için kentsel dönüşüm konusunda görevleri tayin edilir. Priemus (2004a) Hollanda’ya özgü kentsel dönüşümün çok zor
olduğunu belirtir. 2000 yılı konut politikaları ulusal raporunda; insan, arzu, yaşam temelinde yeni bir yapılı çevre için kentsel
dönüşüm için bir programa başlanmak istenir. Ancak şimdilik bu hedefler ulaşılamadığı gibi kentlerin de yatırım programlarına
girmiş değildir. Bu durumu geliştirmek için Hollanda hükümeti 56 “öncelikli alan” belirlemiş ve bu alanlarda kentsel dönüşüm
sürecini hızlandırmak için kentlere destek ekibi hazırlamıştır. Kullanılması için yeni bir ödenek oluşturulmamış olmasına
karşın yatırım bütçesinin bir kısmı bu 56 alandaki harcamaları karşılamak için ayrılmıştır.
225
2.3. Türkiye Deneyimi
Türkiye’de ilk kentsel dönüşüm eylemlerinin, Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında İstanbul’un maruz kaldığı yangınların ortaya
çıkardığı yangın yeri planlarına yönelik deneyimlere dayandığı bilinmektedir (Aktüre, 1985; Tekeli, 1985). Cumhuriyetin ilanı
ile birlikte Türkiye kentlerinde karşılaşılan başlıca sorun, savaş sırasında yakılıp yıkılan kentlerin yeniden imarı olmuştur.
Özellikle savaş sırasında yakılan batı Anadolu kentlerinin yeniden imarına dönük Osmanlı’dan devralınan Ebniye Kanunu’nun
bazı maddelerinin değiştirildiği bilinmektedir (Tekeli 2010).
Cumhuriyet’in her alanda yeni ve modern bir toplum yaratma arzusu, kentsel dönüşüm eylemlerini etkileyen ve gündemini
oluşturan bir diğer önemli unsurdur (Tekeli, 1998). Bu süreçte Başkent Ankara’ya yeni rejimin başarısının bir sembolü ve diğer
Anadolu kentleri için örnek olma görevi yüklenmiştir. Başkent Ankara’nın imarı sırasında elde edilen deneyimler, Osmanlı
döneminden kalma yasal-kurumsal düzenlemelerin kent planlama ve dönüşüm eylemlerini yönlendirici boyutunun eksikliğini
ve yeniden ele alınması gereğini ortaya koymuştur (Altaban, 1998; Tekeli, 2010).
1950’li yıllar çok partili siyasi hayata geçiş ve liberal ekonomiye dayalı büyüme ve sanayileşme politikasının benimsenmesi;
bir yandan sanayi kenti oluşumunu ortaya çıkarırken diğer taraftan kırdan kente göçü ve hızlı bir kentleşmeyi beraberinde
getirmiştir. Kentlerdeki hızlı nüfus artışına karşın mevcut konut stokunun yetersizliği, kırdan göçen nüfusun kendi konut
ihtiyacını büyük ölçüde kent çeperinde hazine veya özel araziler üzerine gecekondu inşa ederek karşılamaya itmiştir. Yasadışı
konut gelişmelerin engellenmesi ve kent merkezindeki düşük yoğunluklu yapılı bölgelerin yıkılarak yeniden yapılandırılması,
bu dönemdeki kentsel dönüşüm eylemlerinin başlıca gündemini oluşturmuştur. Bu gelişmeleri kentsel mekânın dönüşümünü
yönlendirici boyutta bir dizi yasal düzenlemenin hayata geçirilmesi izlemiştir. Bu yasal düzenlemelerden biri kent içerisindeki
ruhsatlı az yoğun ve az katlı konut stokunun yıkılarak çok katlı apartmanlara dönüşümünü sağlayan 1965 tarihli 634 sayılı
Kat Mülkiyeti Kanunu’dur.
Kentsel dönüşüm müdahalelerini yönlendirici bir diğer yasal düzenleme 1966 yılında yürürlüğe giren ve gecekondu
alanlarının düzenli konut alanlarına dönüştürülmesi amacını taşıyan 775 sayılı Gecekondu Kanunu’dur. Sonraki yıllarda bazı
değişikliklere uğramış olmasına karşın temelde yasanın bütünlüğü korunmuştur. 775 sayılı kanun, gecekondu bölgeleri için
ıslah (iyileştirme), tasfiye (ortadan kaldırma-temizleme) ve yeniden gecekonduların yapımının engellenmesi olmak üzere üç
öncelik tanımlar. Gecekondu alanlarında yürütülen müdahalelerin yanısıra özellikle İstanbul’da merkezi yönetim direktifleri
ile gerçekleştirilen büyük kentsel operasyonlar, dönemin kentsel dönüşüm politikalarına yaklaşımının anlaşılması açısından
dikkat çekicidir. 1983 yılında başlayan ve 1988 yılına dek süren gecekondu ve kaçak yapıların ruhsatlandırılarak yasal konut
bölgelerine dönüştürmeyi hedefleyen yasal düzenleme arayışları ve uygulamaları, dönemin kentsel dönüşüme bakış açısını
çarpıcı bir şekilde yansıtmaktadır. 1983 yılında 2805 Sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı
İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun; 1984 yılında çıkarılan 2981 sayılı İmar ve
Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun; 1986 tarihli 3290 Kanun; 1987 tarihli 3366 Sayılı Kanun ve 1988 tarihli 3414 Sayılı Kanun bu düzenlemeler
arasında yer alır. Gecekondu alanlarına tapu tahsis belgesi verilmesi başlayan bu süreç, yapılan değişiklikler ile birlikte
tüm kaçak yapıları içerecek biçimde kapsamı genişletilerek devam ettirilmiştir. 2000’li yılların başlarına kadar kentlerdeki
dönüşüm uygulamalarının yasal dayanağını oluşturan bu düzenlemeler, gecekondu alanlarının mülkiyet sorunlarını çözmeyi
ve gecekondu stokunun apartman türü konuta dönüşümünü amaçlamıştır.
2000’li yıllardan itibaren kentsel dönüşüm kavramının yasal düzenleme arayışları içerisinde yerini almaya başlaması,
konunun artan önemine işaret etmektedir. Bu bilincin oluşmasında 1999 Marmara depreminin meydana getirdiği büyük
etkilerin olduğu şüphesizdir. İlk kez 2004 yılında gündeme gelen ve kapsamının büyük ölçüde değiştirilerek başka bir isim
altında yasalaşacak olan “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu” tasarısı bu yönü ile dikkat çekicidir. Tasarı özetle ‘kentin
eskiyen dokularını ve yerleşim alanlarını nitelikli kentsel mekânlara dönüştürmeyi, tarihi ve kültürel dokunun ise koruma
kullanma dengesi içerisinde yenilenerek kullanılmasını hedeflemektedir (Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Tasarısı, 2005).
Ancak dönüşüm alanlarının tespitindeki belirsizliklere yönelik eleştiriler tasarı odağını tarihi ve kültürel varlıklarının yoğun
olarak bulunduğu kentsel bölgelere çevirmiştir. Bu kapsamda ‘kentsel dönüşüm ve gelişim alanı’ tanımı yerine ‘yenileme
alanı’ tanımının yapılmasının yanısıra, tasarı adının da ‘Eskiyen Kent Dokularının Korunması ve Kullanılması Hakkında Kanun
Tasarısı’ olarak değiştirildiği görülmektedir (TBMM Bayındırlık İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu, 2005). Dikkatleri
çeken bir diğer konu ise yenileme alanlarının sit alanları ile sınırlandırılmasıdır.
226
2004 yılı içerisinde ‘Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Yasa Tasarısı’ olarak başlayan yasal düzenleme çalışmaları; ‘Yıpranan
Tarihi Ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’ olarak 16.05.2005
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yasa, yenileme alanlarının belirlenmesini il özel idarelerinde il genel meclisi, belediyelerde
ise belediye meclisinin salt çoğunluk kararına bağlamıştır. Bununla birlikte Toplu Konut İdaresinin ortak veya tek başına
uygulama yapabileceğine yönelik yasal zemin hazırlamaktadır. Yenileme projelerinin onaylanması üzere 2863 sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 51 inci maddesine göre gerektiği kadar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu oluşturulmasına da olanak sağlamaktadır.
Bu tartışmaların yaşandığı süreçte Ankara kentinin kuzey gelişme koridoru üzerinde bulunan yasadışı konut bölgelerinin
dönüşümünü amaçlayan yasal düzenleme arayışı dikkat çekicidir. Merkezi yönetim direktifleri ile gündeme alınan ve özel
bir kanun (Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu, 2004) çerçevesinde sınırları tanımlanan Kuzey Ankara
Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi, kamu-kamu ortaklığı çerçevesinde yürütülecek bir kentsel dönüşüm sürecini tanımlamasının
ötesinde, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren başkent Ankara’nın imarına yönelik özel bir kanun niteliği taşıması yönüyle
dönüşüm politikalarına farklı bir anlam kazandırdığı düşünülmektedir. 5393 sayılı Belediyeler Yasası, kentsel dönüşüm
konusunda belediyelere yetki-sorumluluk vermesi açısından önemli bir düzenleme olarak değerlendirilmektedir. 2010 yılında
çeşitli değişikliklere uğrayan bu yasa; kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilmesi amacıyla belediyelere yetkisorumluluklar getirmektedir.
3. Tartışma ve Sonuç
Kentsel dönüşüm konusunda Fransa ve Hollanda deneyimlerinde dikkatleri çeken en önemli nokta kamunun değişen rolüdür.
Merkezi yönetim direktif ve politikaları ile yürütülen yaklaşım yerini proje odaklı kentsel dönüşüm sürecine bırakmaktadır.
Bu süreç yerel yönetimlerin özel sektör ve diğer aktörlerin de katılımını içeren ve proje üretimine dayanmaktadır. Merkezi
yönetimlerin sunduğu fonlardan yararlanma imkânı, bu yaklaşımı uyarıcı nitelik taşımaktadır. Bununla birlikte kentsel
dönüşüm konusunun özel bir yasal çerçeve kapsamında ele alınması aralarındaki benzer ve dikkat çekici bir diğer unsurdur.
Bu çerçeve ekonomik boyuttan sosyal yaklaşımlara, kurumsal yapılanmadan ortaklık modellerine dek geniş bir alanı
kapsamaktadır. Bu benzerliklerin yanı sıra dönüşüm alanlarına ilişkin bir sınıflamanın yapılmış olması ve öncelikli alanların
belirlenmesi, sınırlı kaynakların daha etkin kullanımına olanak sağlaması açısından önemli olduğu düşünülmektedir.
Tablo 1: Hollanda, Fransa ve Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Politikaları Karşılaştırma Çizelgesi (Yenice 2011)
Türkiye’de ise kentsel dönüşüm alanlarına ilişkin yasal düzenlemelerin birçok kez gündeme gelmesine karşın yalnızca
tarihi kent dokuları ile sınırlı kalmasının önemli bir eksiklik olduğu, ayrıca dönüşüm alanlarının sınıflandırılması ve öncelik
alanlarının tanımlanmasına ilişkin akademik araştırmaların ötesinde bir adım atılmamasının geleceğe dönük tamamlanması
gereken önemli bir başlık olduğu düşünülmektedir. Nitekim Hollanda ve Fransa örneklerinde büyük oranda sosyal konut
bölgelerinin fiziki, sosyal ve ekonomik anlamda dönüşümü üzerine odaklanırken; Türkiye’de yasadışı konut bölgelerinden
227
tarihi kent dokularına, deprem, sel, heyelan gibi doğal afetlere açık yerleşme alanlarından kentsel yoksulluğa, niteliksiz yapı
stokundan işlevini yitirmiş kent içi bölgelere dek uzanan problem alanları bulunmaktadır. Bu anlamda Türkiye kentlerine özgü
farklı problemlerin varlığı, sınıflamanın ve başlıca hedef bölgelerinin belirlenmesinin önemine işaret etmektedir.
Kentsel dönüşüm konusunda bir diğer önemli boyut ekonomik sorunların çözümüdür. Hollanda ve Fransa’da bu konuda
uzun vadeli ve düşük faizli borçlanma olanaklarının yanı sıra Kentsel Dönüşüm Fonuna sahip oldukları görülmektedir. Yerel
yönetimler hazırladıkları proje odaklı programları ile Kentsel Dönüşüm Fonundan faydalanabilmektedir. Türkiye’de ise
kentsel dönüşüm eylemlerinin neredeyse tamamı serbest piyasa ekonomisi içerisinde hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.
İmar haklarının artışı ve değer paylaşımına dayanan bu yaklaşım düşük yoğunluklu yasadışı konut bölgelerinin yeniden
imarı için bir yöntem olarak kullanılsa da, kent merkezleri gibi belirli bir yoğunluk seviyesine ulaşmış bölgelerde etkili
bir araç olamamaktadır. Bu nedenle özellikle serbest piyasa mekanizması içerisinde yatırım yapmanın mümkün olmadığı
durum ve pozisyonlarda; dönüşüm maliyetinin bir bölümünün karşılanması ve dönüşüm eyleminin başlatılması için bir bütçe
gereksinimine ihtiyaç giderek artmaktadır. Bu çerçevede merkezi-yerel yönetim işbirliği çerçevesinde kentsel dönüşüm
bütçesinin oluşturulması ve bu bütçeden yararlanma olanakları-sınırlarının belirlenmesi kaçınılmazdır. Bu anlamda Fransa
ve Hollanda deneyimlerindeki proje odaklı yaklaşım deneyimlerinin katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Diğer taraftan değer
artışı ve değer paylaşımına dayanan kentsel dönüşüm eylemleri sonucunda elde edilen değer artışlarının bir bölümünün bu
bütçeye aktarılmasını esas alan yöntemlerin geliştirilmesi, bütçenin sürdürülebilirliğinin sağlanması yönüyle önemli bir araç
olacağı düşünülmektedir.
Kentsel dönüşüm yaklaşımı salt yapılı-fiziksel çevrenin dönüşümünü değil aynı zamanda sosyal ve ekonomik yapısının
geliştirilmesine katkıda bulunması gereği bilinmektedir. Nitekim Fransa’nın sosyal konut üretimi Hollanda’nın sosyal açıdan
karma mahallelerin oluşturulması-etnik bütünleşmenin sağlanmasına dönük politikaları bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu
çerçevede sosyal sağlıklaştırma-geliştirme projelerinin kentsel dönüşümün bir parçası olduğu bilincinin oluşturulması ve
yasal-yönetsel çerçevede tanımlanması gereğinin vurgulanması bir diğer önemli konu başlığı olduğu düşünülmektedir.
KAYNAKÇA
Aktüre, S., 1985, Osmanlı Devleti’nde Taşra Kentlerindeki Değişimler, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C.4,
s.891-904, İstanbul: İletişim Yayınları.
Altaban, Ö., 1998, Cumhuriyet’in Kent Planlama Politikaları ve Ankara Deneyimi, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık. Yıldız Sey
(ed), İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, s.41-64.
Anonymous, 2000, Caisse des Dépôts Activities [online], www.caissedesdepots.fr, [Erişim Tarihi: 13.05.2009].
Carmon, N., 1999, Three generations of urban renewal policies: analysis and policy implications, Geoforum 30 1999, 145-158
Gibson, M.S., Langstaff, M.J., 1982, An Introduction to Urban Renewal, Hutchinson, London.
Harrington, M., 1962, The Other America. Macmillan, New York.
Korthals, A.W.K., 2002, Local government and the decentralisation of urban regeneration policies in the Netherlands, Urban
Studies, 398, pp.1439–1452.
Green, H. 1999, Le pacte de relance pour la ville: plus ca change, plus c’est la meme chose? Recent developments in French
urban policy: A question of more of the same?, Planning Practice and Research, 143, pp. 377–384.
McCarty, J., 2007, Partnership, Collobrative,Planning and Urban Regeneration, Ashgate Publishing Company, s.31-45, USA.
Morlet, O., 2001, La CDC renouvelle ses cre´dits a` la ville, Etudes Foncie`res, 90, p.4.
Priemus, H. 2004a, Housing and new urban renewal:current policie in The Netherlands, European Journal of Housing Policy,
4:2, pp. 229–246.
Priemus, H., 2004b, The path to successful urban renewal: current policy debates in the Netherlands, Journal of Housing and
the Built Environment, 19, p. 199–209.
TBMM Bayındırlık İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu, 2005, Tarih:18.04.2005, Esas No:1/984, Karar No:64.
TBMM İçişleri Komisyonu Raporu, 2005, Tarih:17.05.2005, Esas No:1/984, Karar No:15.
Tekeli, İ., 1985, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kentsel Dönüşüm, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C.4, s.878-890,
İstanbul: İletişim Yayınları.
Tekeli, İ., 1998, Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Kentsel Gelişme ve Kent Planlaması, 75 yılda Değişen Kent ve Mimarlık,
Yıldız Sey (ed), İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, s.1-24.
Tekeli, İ., 2003, Kentleri Dönüşüm Mekânı Olarak Düşünmek, Kentsel Dönüşüm Sempozyumu Bildiriler Kitabı yh.P.P.Özden vd.,,
İstanbul: YTÜ Basım-Yayın Merkezi, s.2-7,
228
Tekeli, İ., 2010, Türkiye’nin Kent Planlama ve Kent Araştırmaları Tarihi Yazıları, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Verhage, R., 2005a, Renewing urban renewal in France, the UK and the Netherlands: Introduction, Journal of Housing and the
Built Environment, 20: 215–227.
Verhage, R., 2005b, Towards a Territorialized Approach to Urban Renewal: A Comparison of Policies in France and the
Netherlands, International Planning Studies, Vol. 10, No. 2, 129–143.
Vroelant, C.L., 2007, Urban Renewal in France What or who is at stake?, Innovation, Vol:20, No:2.
Yenice, M.S., 2011, Tarihi Kent Merkezlerinde Sürdürülebilir Yenileme İçin Bir Model Önerisi; Konya Örneği, Doktora Tezi, Selçuk
Üniversitesi, Konya.
229
MİMARİ VE KENTSEL TASARIM BAKIŞ AÇISINDAN İSTANBUL
BEŞİKTAŞ MEYDANINDA YAŞAYAN DÖNÜŞÜM
Yardımcı Doç. Dr. Semih Halil EMÜR
T.C. Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
İstanbul, yaşanan kentsel sorunlardan büyük ölçüde yakınılan büyük bir metropolitan merkez olmasının yanında aynı ölçüde
keyif alınan bir şehirdir. Kentsel fonksiyonların karmaşık dinamikleri ve ilişkilerinden oluşan kentsel düğüm noktaları,
yaşamsal kalite ve parametreler anlamında birçok olumlu ve olumsuz etkileri de içermektedir. İstanbul’da yaşanan birçok
olumsuzluk olmasına rağmen, bu düğüm noktalarının kent yaşamına katmış olduğu olumlu dinamikler özellikle Beşiktaş
bölgesinde de izlenmektedir. Beşiktaş Meydanı, Barbaros Bulvarı’nın mekansal olarak denizle buluştuğu bir erişim noktası
gibi görülse de, Anadolu ve Avrupa kıyılarını birbirine bağlayan önemli bir deniz ulaşım noktasıdır. Ayrıca, kentsel anlamda,
çevresinde bulunan konut ve iş alanları ile önemli bir yaşam ve buluşma noktasıdır. Çevresinde bulunan kültür varlıkları,
anayol bağlantıları, çarşı ve kültürel alanlar meydanın farklı bir kimlik ve kullanım tarzına sahip olmasına yol açmaktadır.
Beşiktaş ilçesi, İstanbul’un eski yerleşimlerinin sur içinde yeraldığı düşünüldüğünde, sur dışında yer alan en eski ilçelerden
biridir. Geçmişden gelen bu tarihi birikim, İstanbul Boğazı kıyısında yer alan bu ilçenin, tarihi ve kültürel değerler açısından
zengin bir geçmişe sahip olmasına neden olmuştur. İlçenin, İstanbul Boğazı ile ilişkisini sağlayan en önemli noktalar;
Kabataş-Dolmabahçe hattı, Beşiktaş Meydan ve İskelesi ile Ortaköy Bölgesi olduğu izlenmektedir. Alanın uzun bir kıyı bandını
içermesine rağmen, özellikle deniz ulaşımını mümkün kılan iskeleler ile kullanıcıların denize ulaşabildiği bu noktalar, bölgede
yer alan önemli toplanma noktaları olarak da yeralmaktadır. Bu noktaları önemli kılan ulaşım ağlarında bir transfer noktası
olmalarıdır. Beşiktaş meydanı ise çevresinde yer seçmiş olan iş alanları ve eğitim alanları (üniversiteler vb.) sebebiyle diğer
noktalardan ayrışmaktadır.
Beşiktaş Meydanının bulunduğu nokta, tarih içinde yerleşmenin denizle olan ilişkisi ve liman olarak kullanımından
kaynaklanmaktadır. Beşiktaş bölgesinin tarihi gelişiminde, güvenlik sorunları ve korunaksız konumu sebebiyle, yerleşim
yeri olarak anılması Bizans’ın son dönemi ile başlamış Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Boğaziçi kıyılarındaki ilk
yerleşim yeri Beşiktaş Bölgesidir. Bu yerleşim yerinin gelişimi ise doğrudan denizle olan bağları ve kıyısının doğal bir liman
olarak kullanılmasına bağlanabilir. Öyle ki; Beşiktaş ismi bile, Barbaros Hayreddin Paşa’nın gemilerini bağlamak için rıhtıma
koydurduğu beş taş sütundan gelmekte olan “Beştaş” isminin zamanla Beşiktaş’a dönüşmesinden oluşmuştur.
231
Resim 1: Beşiktaş Dolmabahçe Ortaköy Bölgesi Sentez Paftası 2009
Kaynak: İstanbul Büyükşehi r Belediyesi Planlama Müdürlüğü
17.yy itibariyle Beşiktaş’ın çehresi tamamıyla değişmeye başlamıştır. Beşiktaş kıyılarında bu tarihten itibaren üç asırlık süreçte
çok sayıda yazlık saray yapılmış ve kıyılarda yapılaşma yoğunlaşmıştır. 1839 yılından itibaren (Tanzimat Dönemi) ise mimari
anlamdaki gelişimlerin en yoğun olduğu yerleşimlerden biridir. Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı, Fer’iye Sarayları, Yıldız
sarayı, Ihlamur Kasrı, Ortaköy Camii, Mecidiye Camii, Hamidiye Camii, Bezmialem Valide Sultan Çeşmesi, Şeyh Zafır Türbesi ve
Akaretler gibi yapıların inşası ile günümüz Beşiktaş bölgesinin kültür varlıklarının da oluşmuş olduğu görülmektedir.
Cumhuriyet döneminde, 1939 yılında onaylanan imar planı (H.Prost Planı), Beşiktaş bölgesinin temel karakterini oluşturmuştur.
Bu dönemde Zincirlikuyu-Beşiktaş yolu açılmış (Barbaros Bulvarı, 1957), Ihlamurdere Caddesi iyileştirilmiş, Beşiktaş
iskelesinin iç kısımlarında kalan sokaklar kamulaştırılarak günümüzün Beşiktaş Meydanını oluşturan alan ortaya çıkarılarak,
alanda yer alan Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi belirgin hale getirilmiştir. Ayrıca, alanın kuzeyindeki Abbas Ağa Mezarlığı
(Abbas Ağa Camii yanı) park haline getirilmiştir. Barbaros Bulvarı, Zincirlikuyu ve Balmumcu mevkiinde Boğaziçi Köprüsü’ne
1970’lerde yapılan bağlantı yolları, bölgenin, Asya tarafına karayolu bağlantısını oluşturan ana hat haline de gelmesine yol
açmıştır. Ulaşım bağlantılarının kuvvetlenmesi ile ticaret merkezi haline gelen bölgede, kültürel ve doğal varlıklar açısından
olumsuzluklar yaşanırken, turizm faaliyetleri açısından mevcut doku ile çelişen yapıların ortaya çıkmasıyla, olumsuzlukların
katlandığı gözlemlenmiştir.
232
Resim 2: Zincirlikuyu - Beşiktaş hattı (Barbaros Bulvarı 1950 sonrası)
Kaynak: www.besiktas.gov.tr
Beşiktaş Meydanı ve Çevresinin İmar Planı Açısından Değerlendirilmesi
Beşiktaş Meydanının oluşmasında Barbaros Bulvarı önemli bir etkiye sahiptir. Barbaros Bulvarı’nın batı yakasında Sinanpaşa,
Türkali, Cihannüma, Vişnezade mahalleleri bulunmaktadır. Alanda Köyiçi olarak adlandırılan mevkiinin ağırlıklı olarak ticaret
ve konut fonksiyonuna sahip olduğu izlenmektedir. Merkezdeki iki büyük pasaj, ticaret faaliyetinin (bankalar, bürolar, kültürel
alanlar, giyim, yeme içme mekanları vb.) en yoğun olduğu yerdir. Tarihi Balıkçılar Çarşısı’nında bulunduğu Köyiçi’nde küçük
parsellerden oluşan bitişik düzen bir yapı mevcuttur. Bu alan, tescilli kültür varlığı açısından yoğun ve önemli bir yerleşke
olmakla birlikte (Köyiçi kentsel alanı) sit alanına giren ve eski eser yoğunluğu en fazla olan alanlardan biridir. Bu bölgede
bulunan Sinanpaşa Mahallesi sınırları içinde 137 adet kültür varlığı bulunmakla beraber, Dolmabahçe Sarayı’nı sınırları
içinde barındıran Vişnezade mahallesinde bu sayı 153 dür. Bu sayılar, alanın kültür varlığı açısından barındırdığı potansiyeli
göstermesi açısından önemlidir.
Beşiktaş Meydanı ve çevresi ile ilgili imar planı çalışmalarının bazılarının hukuki süreçlerde iptali gibi sonuçlar bulunsa da, bu
çalışmalar birbirine benzeşen kararları veya plan sonuçlarını içermektedir. Aynı zamanda, Beşiktaş Meydanı ile ilgili meydan
tasarımları da benzer prensiplere bağlı olarak yaya ve trafik ayrımlarını sağlamaya çalışan ve bu yolla yayalara daha geniş
hareket alanlarına imkan tanıyan tasarımlara sahip olarak ortaya çıkmaktadır.
Resim 3: Beşiktaş Meydanı / Sinanpaşa Camii 1950 sonrası
Kaynak: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğü
233
Meydan çevresinde yer alan arazi kullanımları dikkate alındığında Köyiçi’nde ticaret ve konut kullanımının ağırlıkla
gerçekleşmesine bağlı olarak kıyıya yakın alanlarda hizmetler kullanımına ve özellikle üniversite kullanımının yer seçtiği
görülmektedir. Günümüzde meydan kullanımı yoğunlukla trafik (taksi ve otobüs) ve yaya kullanımının birbirine karıştığı
bir kullanıma sahip olsada, alan çevresindeki kullanımlar, özellikle yaya kullanımını destekler niteliktedir. Metro (Beşiktaş-1.
Levent) ve hafif raylı (Kabataş-Beşiktaş) sistemlerin gerçekleştirilmesi ile trafik yoğunluğunun daha sınırlı olmasının
planlandığı görülmektedir. Alanın bağlı olduğu karayolu güzergahları batıda Karaköy ve Taksim, kuzeybatıda Şişli ve Nişantaşı,
kuzeyde Gayrettepe, Zincirlikuyu, Levent ve Asya yakası, doğuda ise Ortaköy, Arnavutköy ve Bebek olduğu dikkate alınırsa,
alandaki ev ve çalışma alanları arasındaki transit trafik yükünün günün her saati alandan geçtiği ve trafiğin hızlı akışı için
transit geçişlerin mutlaka kolay geçiş imkanlarının sağlanması gerekliliği, tasarım gerekliliği olarak da ortaya çıkmaktadır.
Resim 4: Beşiktaş Meydanı çevresi 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı 2002
Kaynak: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğü
1/5000 ölçekli planlar genel kararları içermekle beraber, alan ve çevresinde mikro ölçekte tasarımlara ihtiyaç duyulmaktadır.
Meydan ve çevresi, plan kullanımlarına bağlı olarak İstanbul kenti için önemli bir düğüm noktası olarak ve insan hareketliliği
ile kültürel etkileşimin her boyutta gerçekleşebilmesini sağlayabilen bir alan veya platform olarak düşünülmelidir. Meydan ve
çevresi, günlük yaşam içinde transfer noktası olmasına rağmen, çevresinde bulunan ticaret, kültür ve eğitim fonksiyonları ile
İstanbul Boğazı’nın ulaşım fonksiyonları ve görsel etkisi ile birleştiğinde, kültürel anlamda İstanbul kentinin sayılı noktaları
arasında eşşiz bir yerde olması beklenmesi gerekmektedir.
234
Resim 5: Beşiktaş Meydanı çevresi 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı Önerisi 2009
Kaynak: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğü
Beşiktaş Meydanı Çevre Düzenlemesi Projesi Değerlendirilmesi
Ulaşım bağlantılarındaki yeni altyapılar, imar planı değişiklikleri, Beşiktaş Meydanı çevresindeki mimari projeler ve tasarımlar
ile meydana ilişkin yer altı trafik geçişini sağlayan meydan düzenlemesi projesi, alanı bir dönüşüm ve değişim süreci içine
sokmuştur. Düzenleme alanı içinde ve çevresinde bulunan önemli kültür varlıkları ve yapıları;
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
Barbaros Hayreddin Paşa İskelesi,
Beşiktaş İskelesi,
Deniz Müzesi,
Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi,
Sinan Paşa Camii,
Neccarzade Mustafa Rızaettin Türbesi,
Barbaros Hayreddin Paşa Anıtı,
Demokrasi Anıtı olarak verilebilir.
Bu varlıkların, Meydan’ın akılda kalıcılığına önemli katkılarının olacağı dikkate almak ve bu alan içinde yaya-kültür varlıkları
ilişkisinin kurgulanması amaçlanmalıdır. Temel olarak, kültür varlıklarının oluşturduğu mekansal bütünlüğün, meydan kimliği
içinde gerçekleştirilmesi, kültür ve sanat faaliyetlerinin kimliğe katkıda bulunacak şekilde ilişkilendirilerek kurgulanması
gerekmektedir.
235
Resim 6: Beşiktaş Meydanı Kentsel Tasarım Projesi (2010)
Kaynak:T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul III Nolu K.T.V.K Koruma Bölge Kurulu Arşivi
Meydan çevresinde oluşan trafik yükünün sürekli akımının sağlanması yoluyla hafifletilmesi ve taşıt-yaya ayrımının sağlanarak
meydandaki trafik yükünün minimum seviyede tutulması amaçlanmalıdır. Dar alanlarda alt geçit ve keskin dönüşler, trafik
güvenliği açısından riskler oluştursa da raylı sistem tasarımına bağlı olarak meydana geldiği gözlemlenmektedir. Deniz
ulaşımına hizmet vermesi amacıyla planlanan servis yolunun, yaya akımının kesmeden en alt seviyede düşünülmesi gerekli
görülmektedir. Meydana ait transfer merkezi karakteri sebebiyle deniz-demir-karayolu ilişkisinin sağlanması ve ulaşım
modları arasında geçişin sağlanmasına yönelik yaya rotaları önemli bir altyapı olmalıdır.
Meydan çevresinde yer alan ticaret, konut, eğitim ve servis/hizmet kullanımları ile ulaşım modları arasındaki erişimin
sağlanması ve Köyiçi bölgesinin mekansal bütünleşmesinin sağlanması tasarımın temel amaçlarından biridir. Alanın
sosyalleşme, etkileşim ve toplanma-dağılma etkilerini arttıracak mekansal düzenlemeler ve organizasyonlar ile Köyiçi’nden
denize ulaşan kesintisiz bir meydan oluşturulması, kimlik tanımının da bir parçası olarak geliştirilebilecektir.
Resim 7: Beşiktaş Meydanı Kentsel Tasarım Projesi (2010)
Kaynak:T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul III Nolu K.T.V.K Koruma Bölge Kurulu Arşivi
236
Beşiktaş Meydanının geçmişten gelen gelişiminde Tanzimat Dönemi itibariyle bir değişim içinde olduğu izlenmektedir. Her
dönemin ihtiyaçlarına ve şartlarına göre şekillenen meydan/alan, günümüze yansıyan birçok mekansal form ve yapıyı da içinde
barındırmaktadır. Güncel meydan tasarımlarında, öncelikle artan nüfusa bağlı artış gösteren trafik yüküne ilişkin çözümler
sunulmaktadır. Mekansal çözümlerin öncelikle insana ve etkileşime yönelik platformlar içermesi ve İstanbul gibi büyük bir
şehirde eşsiz özelliklere sahip Beşiktaş Meydanı gibi toplanma ve geçiş alanlarının, gerek çevresinde yer alan kültürel yapılar
ve mekanlar, gerekse kentsel kullanımlarla tanımlanan kültürel etkileşim aktivitelerinin desteklendiği sistematik çözümler
yoluyla, şehrin bütünsel kimliğine katkıda bulunan kentsel bir nokta olarak gelişmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Kaynaklar:
• T.C. Beşiktaş Kaymakamlığı Resmi Web Sitesi (www.besiktas.gov.tr)
• T.C. Beşiktaş Belediyesi Resmi Web Sitesi (www.besiktas.bel.tr)
• T.C. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı, Şehir Planlama Müdürlüğü, “Beşiktaş-DolmabahçeOrtaköy 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı Raporu”, 2009, İstanbul
• T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Kararları ve Arşivi,
2008-2011, İstanbul.
237
DEPREM ODAKLI DÖNÜŞÜM PROJELERİNİN VAN KENTİ
ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Şahabettin ÖZTÜRK
Y.Y.Ü., Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü
Mustafa YEĞİN
Ç.Ü., Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü
Ülkemizin en doğusunda, en yüksek rakıma, yıllık güneş ışığından en fazla yararlanılan ve en büyük gölünün bulunduğu Van
İli, bölgede kendine has mimari ve coğrafik karakteristik özelliklere sahiptir.
Van Gölü ile gölün doğusunda yer alan Erek Dağı arasındaki yaklaşık 25 km.lik alan üzerine kurulan Van kenti, gölden 1646
kotu ile başlayıp Erek Dağı eteklerinde 1900 kotu ile sonuçlanmaktadır. Bölgenin coğrafyası ve iklimi mimarinin oluşmasında
önemli bir rol oynar. Bu coğrafyada yer alan Van kenti bir mimar veya şehir planlayıcısı tarafından dantel gibi işlemeye
müsait bir konumdadır. Van İli, son yüzyıl içinde çeşitli sebeplerden dolayı dört kez yerleşim alan değişikliği yapmak zorunda
kalmıştır. Bunlar;
1: 1918’a Kadar Van Kent Yerleşimi; Tarihi Van Kalesi’nin hemen güneyinde yer alan Eski Van şehrinde yerleşim Eski
Çağlardan 1915 yılına kadar kesintisiz bir şekilde devam etmiştir.
Van Kalesi’nin hemen güneyinde yer alan eski Van kenti yaklaşık 500.000 m2’lik bir alana kurulmuştur. Kentin doğu, batı
ve güneyi çift sıra surlarla kuzeyi ise Van Kalesi ile çevrilmiştir 1 Eski Van şehri içinde yer alan mimari yapılar, 1918 yılında
Ruslar ve Ermenilerin bölgeden çekilmeleri sırasında tamamen yakılıp yıkılmıştır(Fotoğraf–:1.2.3;Çizim-:1). 1918 yılından sonra
yapılaşma günümüz Van şehrinde gelişerek devam etmiştir.
Fotoğraf–1: 1915 Eski Van Şehir Genel Görünümü (W. Bachman)
1 Şahabettin Öztürk, “Eski Van Şehir Surları”, Mimarlık İç Mimarlık ve Görsel Sanatlar Dergisi, 102, İstanbul, 2001, 32–34.
239
Fotoğraf–2: 1918 Yıkılan Eski Van Şehir Genel Görünümü (A.A.E.)
2: 1918–1985 yılları arası Van Yerleşimi; Van 1918 yılından sonra doğuda Yenimahalle, kuzeyde Akköprü Mahallesi, güneyde
Şamranaltı Mahallesi ve batıda ise İskele ve Selimbey Mahalleleri ile sınırlı bir alanda yerleşerek devam etmiştir
(Fotoğraf-:3; Çizim–:1).
1918 yılından sonra günümüz Van şehrinde önceden bağ evleri olarak inşa edilen evlere gruplar halinde yeni konutlar ilave
edilmiştir. Bir ve iki katlı olarak inşa edilen evler düz toprak damlı ve kerpiç malzeme ile bitişik nizamda inşa edilmiştir.
Daha sonra kentin mimarisi günümüz Van şehrinin çeşitli mahallelerinde arazinin genişliğinden dolayı ayrık nizamda inşa
edilmiştir2. 1970 yılından itibaren günümüz Van Şehri’nde hızla değişen ve gelişen sosyal hayat şartları ile betonarme evlerin
hızla yaygınlaşması geleneksel Van evlerinin yıkılmasına neden olmuştur.
Çizim–1: XX. Yüzyıl Van Şehir Haritası(Lynch)
1918–1985 yılları arasında başta yerli Van halkı olmak üzere çevre il ve ilçelerden (Ağrı, Trabzon, Artvin, Siirt, Hakkâri, Bitlis,
Muş v.b.) Van’a göç eden halk yerli halk ile kısa zamanda kaynaşmıştır. Böylece Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüz Van
kentinin sınırları doğuda Erek Dağı eteklerine, güneyde Edremit’te, Kuzeyde Akköprü Deresi’ne ve batıda ise Van Gölü’ne
kadar uzanmıştır.
2 Şahabettin Öztürk,UIA TMMOB Mimarlar Odası Diyarbakır-Mardin Bildirgesi ” Van Kenti ve Mimarlık”, Ankara. 2005. s.28.; Şahabettin Öztürk, UIA
Uluslararası XXVIII. Mimarlar Konferansı ”1930 Yılına Kadar Van Kenti ve Mimarlık”, İstanbul. 2005, s. 99–102.
240
Şehrin su ihtiyacını Urartu döneminden beri kullanılan 37 adet yeraltı su kanallarından (kehrizler) faydalanılmıştır3.
Kent merkezi Cumhuriyetin ilk yıllarında Cumhuriyet Caddesi merkez olmak üzere geleneksel mimari tarzında devam etmiştir.
Çok sayıda pazar alanı, han, çarşı, dükkân v.b. yapılar inşa edilerek kentte geleneksel mimarinin devamı sağlanmıştır.
Çizim–2: 1970 Günümüz Van Şehir Haritası
1960 yılına kadar günümüz Van Şehri’nin her türlü su ihtiyacının tamamı, 1980 yılından sonra ise Van şehrinin su ihtiyacının
yarısına sağlayan kehrizler son 20 yıllık yoğun alt yapı çalışmalarının (yol, su, kanalizasyon, telefon gibi...) yok olmuştur.
Yoğun imar çalışmaları ve kentin “Koruma amaçlı İmar Planının” hazırlanmamasından dolayı kehriz kanallarının büyük
bir bölümünün çöküp işlemez hale gelmesine sebep olmuştur. Bu olumsuzluktan sivil mimarlık örneklerinden tarihi Van
evlerinin tamamı, çok sayıda dükkân, pazar yeri, çarşılar, görsel değeri olan cadde ve sokaklardan hiçbir örnek günümüze
ulaşamamıştır.
1974 yılında ilk olarak imar planı ile tanışan Van kenti dairesel plan tipi uygulanmıştır. Bu planda merkezdeki ticari alanlarda
% 100 yoğunluk en fazla 5 kat olarak alınmış, çevreye doğru yayıldıkça 4 ve 3 katlı ticari ve daha ileride mesken alanları
bulunmaktadır. Mesken alanlarında en fazla yoğunluktaki taban alan katsayısı (TAKS) % 20 olarak belirlenmiş ve gelişme
bölgelere doğru % 7’lere düşürülmüştür. İmar planının uygulamaya konulmasından sonra 1983 yılında 2981 Sayılı İmar Affı
Yasası ile Van’da imar planına aykırı yaklaşık 5000 adet kaçak ve ruhsatsız yapı inşa edilmiştir. Van Belediyesi’nin teknik
eleman yetersizliğinden gerekli denetimi yapmamasından dolayı çarpık kentleşme oluşumunun başlangıcını oluşturmuştur4.
3: 1985–2011 Yılları Arası Van Yerleşimi; Bölgedeki olağanüstü durumdan dolayı çevre 7 il ve 5 ülkeden genel göçler ile
Van şehrin mevcut yerel nüfusu yaklaşık 90.000 den günümüzde 400.000’e ulaşmıştır. Böylece Van kenti doğuda Erek Dağı
eteklerine, güneyde Edremit İlçesine, Van Gölü kıyısına ve kuzeyde ise Şahbağı’na kadar genişlemiştir(Fotoğraf–3).
3 Şahabettin Öztürk, Van Gölü Havzası Ortaçağ ve Sonrası Su Mimarisi, (Y.Y.Ü. Sos. Bil. Enst. Arkeoloji ve Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora
Tezi), Van, 2002, 148–158.
4 TMMOB Mimarlar Odası, Van’da Kent ve İmar Sorunları, Ankara, 1996, 8.9.
241
Fotoğraf–3: Gününüz Van Şehir Genel Görünüşü
Van kentinde imar planı ilk olarak 1974 yılında yapılmış, eski geleneksel mimari ile uyumlu maksimum beş katlı olarak
tasarlanmıştır. 1980 den sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde çeşitli nedenlerden dolayı yaklaşık 2500 yerleşim
alanı boşaltılmıştır. 1987–1997 yılları arasında bölgedeki olağanüstü hal 30 kez 4’er ay şeklinde uzatılmıştır. Bu yıllar arasında
yaklaşık 3.5 milyon insan kırsal alanlardan şehir merkezlerine göç etmek zorunda kalmıştır5. Göçe maruz kalan halktan imkânı
olanları büyük kentler (İstanbul, İzmir, Ankara Antalya, Mersin, Bursa, Adana) bu imkâna sahip olmayanlar ise göç yükünü
taşımayacak olan Van, Batman ve Diyarbakır illerine göç etmek zorunda kalmıştır.
Bu durumun doğal sonucu olarak güvensiz, sağlıksız barınaklarda yaşamak zorunda kalan insanların işsizlik, eğitim ve sağlık
sorunları ortaya çıkmıştır. Göçmenlerin istihdam ve diğer yaşama olanakları sağlanmadığından kendi barınaklarını imara
kapalı alanlarda, taşkın dere yataklarında, park alanlarında düşük kaliteli malzemeler kullanarak her türlü alt yapı hizmetleri
olmaksızın kendileri inşa etmişlerdir. Böylece kent merkezinde başta Hacıbekir, Yüniplik, Süphan, İstasyon, Altıntepe, Akköprü,
Şabaniye, İskele, Karşıyaka Mahallelerinde yaklaşık 30.000 ruhsatsız ve imara aykırı yapı tespit edilmiştir6.
Göç ile 1990 yılında Van kenti merkez nüfusu 110.000 den 400.000’ne ulaşmıştır7. İmar Planı 1996 yılına kadar devam etmiştir.
1996 yılında yeniden hazırlanan imar planı % 100’u ise tadilat yapılarak çarpık ve ruhsatsız yapılaşmanın önünü açmıştır.
Yapılan imar tadilatların tamamı kat artırımı veya alanın daha fazla kullanmasına yönelik yapılmıştır. Van kentindeki tüm
bu sıkıntıların yanı sıra Van Belediyesi’nin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi kentin merkezinde % 90 yapılaşmanın
tamamlandığı bölgelerde uygulanmıştır. Bu uygulamanın sonucunda tüm arsaların hiç tanımadığı farklı mahallelerdeki
arsalara ve çeşitli kamu kuruluşlara (Okul, Cami, Park Alanları gibi…) ortak etmesi Van’ın imar sorununu içinden çıkılmaz bir
hala almasına neden olmuştur. Böylece yerel mimari ile ilgisi olmayan kimliksiz ve niteliksiz bir mimarinin oluşmasına neden
olmuştur.
5 TMMOB Mimarlar Odası, Van Dosyası, Ankara, 1998, 5.
6 TMMOB Mimarlar Odası, Van’da Kent…, 9.
7 TMMOB Mimarlar Odası, Van’da Kent…,7.
242
Çizim–3: Yalım Erez Mahallesi Mevzii İmar Planı
Gecekondu ve çarpık yapılaşmayı yerinde tespit etmek ve çözmek için Mimarlar Odası 1996 yılında bir çalışma gerçekleştirmiştir.
Van’ın imar sorunlarına çözüm arama isteği Mimarlar Odası Van Temsilciliği tarafından Van Projesi hazırlanmıştır. 1996
yılında Mimarlar Odası, Van Valiliği, Van Belediyesi ve diğer kamu kuruluşlarının desteği ile çok kısa bir zamanda Van’ın
kuzeydoğusunda yer alan Yalım Erez Mahallesi’nde gerçekleştirilmiştir. Böylece 258 aileye geçici konut ve bu bağlamda
eğitim (Okul) ve sosyal tesislerin (Kilim Atölyesi) yapılması tamamlanmıştır8.
Van’da son 40 yıl içinde hızlı bir dönüşüm yaşamış olması, bu süreç içinde Van’ın gayrimenkul ve rant odaklı büyüme içerisinde
olması, yapı stokunun büyük bölümünün depreme karşı mukavemet gösterecek sağlamlıkta olmaması gibi nedenler ile Van
için, dönüşüm kavramının yoğun olarak tartışılması kaçınılmaz olmuştur. Kentin ulaşımın sağlayan yollar dalatılmış veya
kaldırılmış, kentin sosyal aktivitesini sağlayan otoparklar, yeşil alanlar, parklar minimize edilerek ya da tamamen ortadan
kaldırılmıştır. Ranta ve haksız kazanca yönelik konut alanları veya ticaret odaklı binalara izin verilmiştir.
4: 2012 ve sonrası Van Yerleşimi; Van da 23.10.2011 tarihinde oluşan 7,2 büyüklüğündeki depremin olumsuz etkisi özelikle
Van merkez 12 köy ile Erciş ilçesinde görülmüştür. Bu depremden Van şehir merkezi ise en az hasarla etkilenmiştir. Ancak,
09.11.2011 tarihli ikinci 5,6 büyüklüğündeki deprem ise birinci depremin aksine Van şehir merkezindeki olumsuz etkisi oldukça
şiddetli olmuştur(Çizim-:6).
Çizim–4: Van Depremi Haritası
8 TMMOB Mimarlar Odası, Van’da Kent…,248-270.
243
İkinci deprem ile son 20 yıl içerisinde şehir merkezinde inşa edilen betonarme yüksek katlı yapıların % 60’ı ciddi zarar
görerek bir kısmı yıkılmış ve yıkılmaya devam etmektedir.
Tablo:1-Van Merkez Mahalleleri Kesin Hasar Tespit Sonucu Hasar Sonuçları9
Van kentinin son 70 yıllık kent mimari kimliğinde önemli yer tutan, Kız Meslek Lisesi, 1946 tarihli Atatürk Lisesi, Belediye
Binası, Devlet Hastanesi, Ticaret Lisesi, 1950 tarihli Endüstri Meslek Lisesi, Karayolları Bölge Müdürlüğü, DSİ Bölge Müdürlüğü,
Emniyet Müdürlüğü, Defterdarlık Binası, Müze, Askeri Binalar v.b. çok sayıda kamu yapılarının tamamı yıkılmıştır. (Tablo–1.2.3;
Fotoğraf-:4–7)
Fotoğraf–4: 1946 Tarihli Atatürk Lisesi Görünüşü
Fotoğraf–5: 1955 Tarihli Kız Meslek Lisesi Görünüşü
9 Bu Bilgi Van Valiliği’nden Alınmıştır.
244
Fotoğraf–6: 1965 Tarihli DSİ Hizmet Binası Görünüşü
Tablo:2-Van İli Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Kesin Hasar Tespit Sonucu10
Ayrıca, tescilli kültür varlıklarından Beylerbeyi Türbesi(1850) ve Mustafa Dilaver Evi(1900) tamamen, Hüsrev Paşa Camii(1567),
Kaya Çelebi Camii(1690), Saray Kapı ve Ulu Cami Minaresi(1200) gibi tarihi yapıları ise kısmen zarar görmüştür. Van şehir
merkezi, köyler ve İlçelerde TOKİ’nin inşa ettiği konut ve diğer kamu yapılar birinci ve ikinci depremlerde hasarsız veya az
hasarlı olarak çıkmıştır.
10
Bu Bilgi Van Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nden Alınmıştır.
245
Tablo:3-Van İli Genelinde Kesin Hasar Tespit Sonuçları11
Depremin sosyal yaşam üzerindeki olumsuz etkisi özellikle Van şehir merkezinde orta ve üzeri gelir grubunda ve kamu
üzerinde daha belirgin gözlemlenmektedir. Fakir ve yoksul halkın kullandığı evlerin iki üç katlı yapılar olduğundan depremden
en az etkilenen kesimi oluşturmaktadır.
Fotoğraf–7: Depremden Yıkılan İş Yeri Görünüşü
Kentsel yaşamda ve aktivitelerinde donatı ve alt yapı eksikliğinin öncelikle giderilerek planlama kararlarının bu sorunları
dikkate alarak yeniden değerlendirilmesi kentte eksik olan sosyal aktivitelerin (ulaşım, yeşil alan, meydan v.b.) ve kentsel
11 Bu Bilgi Van Valiliği’nden Alınmıştır.
246
mekânların da yeniden ve yeterli düzeyde oluşması için fırsat sunmaktadır. İmar Planında yeşil alan olarak tasarlanan ancak
belediyece imara konut alanı olarak açılan Ali Paşa Mahallesindeki üçgen formundaki alan üzerindeki tüm yapılar yıkılarak
temizlenmiştir(Fotoğraf–:8).
Fotoğraf–8: Ali Paşa Mahallesi Kavşak Görünüşü
Deprem sonrası şehrin yeniden planlanması zorunluluk arz etmektedir. Bu amaçla kentin tüm dinamiklerinin yeniden
planlanması yeni kentsel mekânların oluşturulması, bölgesel ve mekânsal ölçekte dönüşümlerin de yaşanması kaçınılmazdır.
Bu bağlamda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın tarafından yeni bir İmar Planı yapma çalışmaları hızla devam etmektedir.
Yeni inşa edilecek yerleşim alanları ise güneyde Edremit İlçesinde, doğuda Erek Dağı eteklerine ve kuzeyde ise Kalecik ve
Yüzüncü Yıl Üniversitesi bölgelerine doğru planlanması hedeflenmektedir (Fotoğraf-:9). İl Özel İdaresi Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Zeve Yerleşkesi’nin kuzeyinde Erciş Yolu üzerine, 17. DSİ Bölge Müdürlüğü ve Karayolları 9. Bölge Müdürlüğü Edremit İlçesinin
batısına, şehir merkezinde yer alan tüm askeri alanlar Edremit ilçesinin güneyindeki maliye arazisine, Belediye Hizmet Binası
Karşıyaka Mahallesi’ne taşınması bu çerçevede planlanmaktadır.
247
Fotoğraf–9: Yeni Planlana Van Yerleşimi
SONUÇLAR VE DEĞERLENDİRMELER
1. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 2010 yılında hazırlanan 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planları tamamıyla sanal
ortamda hazırladığı ve alan taraması yapılmadığı için Mimarlar Odası Van Şubesi tarafından projenin reddi için 25.06.2011
tarihinde Danıştay’da dava açılmıştır. Mahkeme sonucunu beklemeden Van depremi sonrasında oluşan yapılaşma gelişmeleri
de dikkate alınarak yeniden ilgili bakanlıkça revize edilmesi zorunluluk arz etmektedir.
2. Van yerel yönetimi Büyükşehir Belediyesi olma sürecindedir. 2014 yılında büyükşehir kapsamına alınacak metropolde
hizmetlerin plânlı, programlı, etkin, verimli ve uyum içinde yürütülmesi sağlanabilecektir. Yıllardan beri su, ulaşım,
kanalizasyon v.b. alt yapı gibi kronikleşen sorunların merkezi hükümet ve yerel yönetim ile birlikte değerlendirerek depremin
etkisi de dikkate alınarak bütüncül bir bakış acısı ile yeniden planlanması yapılmalıdır. Kentsel dönüşümün yeni bir anlayış
içinde gerçekleşmesini sağlamak için kentin iyi bir stratejik plana ihtiyacı bulunmaktadır.
Kentsel dönüşümün bir bütünlük içinde ele alınması için, ulusal, kent ve mahalle ölçeğinde birbirleri ile ilişkili stratejik planların
hazırlanması gerekmektedir. Deprem odaklı dönüşüm projesinin şehir planı ile uyumlu bir yaklaşımla oluşturulması;bu
suretle, projelerin şehir bütününe yönelik hedeflerle eşgüdümlü olması ve şehrin diğer parçaları ile ilişkisinin kurulması
sağlanmalıdır. Bu anlamda, stratejik planlama politikaları içinde kentsel dönüşümün en önemli eylem alanlarından biri olan
‘yeniden yerleştirme politikaları’nın oluşturulması kaçınılmazdır
248
3. Kentin merkezinde yer alan müze hem konumu hem de fiziksel ve mekânsal özellikleri itibari ile ihtiyaca cevap
verememektedir. 60000 tarihi eser depolarda mekân yetersizliğinden çürümeye terk edilmiştir. Müze, kent merkezinden
tarihi doku içerisinde yer alan Van Kalesi’nin kuzeyindeki bölgeye taşınması hedeflenmektedir. Ancak müze binasının form
ve fonksiyonel yapısın bölgenin mimari yapısı ve Urartu mimarisinden çok bir depo veya hangara benzemektedir. Müze
tasarımının yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.
DSİ 17. Bölge Müdürlüğü’nün Edremit’in batısına taşınacağından şehir merkezindeki alana yaşanan Van depreminin halkın ve
kamunun sürekli gündeminde tutmak amacıyla dünya da yapılan örneklerde dikkate alınarak eğitim amaçlı Deprem Müzesi
haline dönüştürülmelidir.
4. Van merkez yerleşim alanının içinden doğudan Van Gölü’ne doğu akan Akköprü, Kurubaş ve Kirman Derelerinin taşkın
sınırları içinde ve şehrin diğer mahallerinde göçle oluşan gecekondular boşlatılarak yeniden rehabilite edilmelidir. Bu amaçla
Valilik, Meslek Odaları, Belediye ve diğer kamu kuruluşlar ile ortak bir çalışma yapılmalıdır. Bu alandaki halkın şehre yakın
köy ve bölgelerde yeni yerleşim alanları oluşturularak halkın nitelikli tarım ve hayvancılık çalışmalarıyla desteklenmelidir.
Şehirlerin canlandırılması için gerekli politika ve programlar, yasal süreçlerle de desteklenmelidir. Şehir yenileme politikaları
geniş kapsamlı şehirsel politikalar içerisinde ele alınmalıdır.
5. Van Belediyesi’nce 2009 yılında yeniden ihale edilen ve yine belediyece 2010 yılında iptal edilen İmar Planı yaşanan Van
depremindeki gelişmelerinde göz önünde bulundurularak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca yapılması daha gerçekçi olacaktır.
Bakanlık yetkililerinin Van Belediyesi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi ve yarı kamu niteliğindeki
meslek örgütleri ile ortak akıl çerçevesinde istişare edilerek yapılmalıdır.
Bu kapsamda şehir merkezinde yıkılan ve taşınan tüm kamu kurum ve kuruluşların alanlarına rant amaçlı yapı kütleleri
yerine, şehrin öncelikli ihtiyacı olan sosyal aktivite birimlerine dönüştürülmelidir. Ayrıca, uygulamasına 2011 yılında başlatılan
41 km uzunluğundaki Van Çevre Yolu ile proje çalışmaları devam eden Edremit Çevre Yolu çalışmaları yapılacak yeni İmar
Planı’nda yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
6. Van, kentsel ve konut alanlarına yönelik ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Bunlar Depremlerin etkileri, yasadışı
yerleşimler, plansız yapılaşma ve yapı mirasının tahrip edilmesi şeklinde özetlenebilir. TOKİ’nin inşa ettiği konut ve kamu
yapıları yaşanan depremden emniyet açısından başarılı olmuştur. Ancak yapıların form ve fonksiyonel yapıları bakımından
tek tip yöre ve malzeme farkı gözetmeden her bölgeye aynı bina inşa etmenin doğru bir tasarım olmadığı bir gerçektir.
Bu amaçla yerel değerlerin ön planda tutulduğu bir planlanmanın yapılması esastır. Aksi takdirde yerel mimarı kimliğin
kaybolduğu kimliksiz bir mimarinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ayrıca, TOKİ konutları ekonomik kaygılar ön planda
tutulduğu için toplumdaki sınıf ayrımının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum bölgenin sosyal yapısının tahrip ederek
halkın sınıf ayrımına neden olmaktadır.
7. Yeni planlanan Van şehrindeki mevcut kara ulaşımı ilerdeki ihtiyaca cevap veremeyeceğinden alternatif ulaşım olarak
ulaşımı sağlanmalıdır. Bu amaçla, Edremit, İskele, Fidanlık, Kampus kent içi göl iskeleleri kurulmalıdır Ayrıca hafif raylı sistem
güzergâhları belirlenerek Van şehir merkezi merkez olmak üzere Edremit, İskele, Kampus hattı fizibilite çalışmalarına hemen
başlanmalıdır.
8. Van Gölü ile şehir merkezi arasında kalan sahil bandı Kalecik ve Edremit arası 1654 Afat kodu dikkate alınarak yeniden
rehabilite edilerek, daha çok rekreasyon alanı ve günübirlik tesisler, yürüyüş yolları, spor tesisleri v.b. amaçlı çalışmalara için
yeniden planlanmalıdır. Kentin önemli bir ihtiyacı olan yeşil alan ve sosyal alanlara oluşturularak Van halkının Van Gölü’nden
maksimum faydalanması sağlanmalıdır. Bu alan içersinde yer alan Doğal Sit Alanları ise 2863 sayıl yasa kapsamında
değerlendirilmelidir.
9. Depremden sonra Van şehir merkezinde yer alan Cumhuriyet Caddesindeki, bankalar daha çok Kazım Kara Bekir Caddesi ve
Emniyet Kavşağı’na doğu emniyet açısından taşınmaktadırlar. Ayrıca, resmi kurumlardan Adliye, Devlet Hastanesi, Belediye,
249
Defterdarlık, Vilayet gibi yapıların şehir merkezinde uzaklaşması ile trafik acısından rahatlama olacaktır. Yüksel rantın
Cumhuriyet Caddesi’ndeki gayrimakul fiyatları makul değerler düşecektir.
10. Kentin mimari yapısı ve kültürüyle bağdaşmayan kavşak ve meydanlarda anıt niteliğindeki yapılardan vazgeçilerek
bunların yerine yerel mimari örneklerden yaralanmalıdır.
11. Kent merkezinde ve tarihi doku alanlarında lavabo ve wc gereksinimleri çağdaş çözümlerle giderilmelidir. Bu amaçla,
Valilik, Belediye ve Meslek Odaları ortak bir çalışma yapmalıdır.
13. Van kent merkezindeki çöpler Özalp Yolu üzerinde sağlıksız bir şekilde toplanmaktadır. Bu durum çeşitli hastalıklar ve
çevre kirliliğine neden olmaktadır. Bu amaçla tam kapasiteli katı atık arıtma merkezi kurulmalıdır.
Kentsel Dönüşüm çalışmalarının plan hazırlığından uygulamaya kadar her projenin halk katılımı ile inşa edilmesi gereklidir.
Halk katılımının sağlanması, kentsel dönüşümde ekonomik ve fiziksel yarar yanında ‘kamu yararı’ ve ‘sosyal yarar’
kavramlarını da planlama süreci içinde stratejik bir amaç haline getirecektir.
Kaynaklar
• Öztürk, Ş., “Eski Van Şehir Surları”, Mimarlık İç Mimarlık ve Görsel Sanatlar Dergisi, 102, İstanbul, 2001, 32–34.
• Öztürk, Ş., UIA TMMOB Mimarlar Odası Diyarbakır-Mardin Bildirgesi ” Van Kenti ve Mimarlık”, Ankara. 2005. s.28.
• Öztürk, Ş.,, UIA Uluslararası XXVIII. Mimarlar Konferansı ”1930 Yılına Kadar Van Kenti ve Mimarlık”, İstanbul. 2005, s.
99–102.
• Öztürk, Ş., Van Gölü Havzası Ortaçağ ve Sonrası Su Mimarisi, (Y.Y.Ü. Sos. Bil. Enst. Arkeoloji ve Sanat Tarihi Anabilim Dalı,
Yayımlanmamış Doktora Tezi), Van, 2002, 148–158.
• TMMOB Mimarlar Odası, Van’da Kent ve İmar Sorunları, Ankara, 1996, 8.9.
• TMMOB Mimarlar Odası, Van Dosyası, Ankara, 1998, 5.
• Van Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü arşivi 2012
• Project Management Institute (PMI)(1996). A guide to the project management body of knowledge Automated Graphic
Systems, USA
• Yeğin, M., ‘THE ROLE OF LOCAL GOVERNMENTS ON PRODUCTION OF EATHQUAKE-CONSCIOUS CONSTRUCTIONS, ‘AN EXAMPLE
OF ADANA’, Kocaeli Deprem Sempozyumu, 2005.
• Yeğin M., “Ülkemizde Yerel Yönetimlerin Deprem Stratejileri”, Deprem Sempozyumu, Kocaeli, 2005.
• Yeğin, M.,’Kent Kimliği ve Çevresel Kalite İlişkilerinde Yerel Yönetimlerin Sorumlulukları’, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü
27. Kolokyumu ŞEHİRCİLİKTE REFORM, Mersin, 2003.
250
8. OTURUM
Kentsel ve Mekansal Dönüşüm/ Uygulamalar
253Nilüfer AKINCITÜRK / Oturum Başkanı
MEKANSAL DÖNÜŞÜMÜN KENTSEL YAŞAMA ETKİLERİ:
EDİRNE/TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Arzu ISPALAR ÇAHANTİMUR
Uludağ Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
Filiz ŞENKAL SEZER
Uludağ Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
Hatice KIRAN ÇAKIR
Trakya Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
Selin ARABULAN
Trakya Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü
ÖZET
Bu çalışmada kentlerin sürdürülebilir gelişmelerinin sağlanabilmesi için mekansal dönüşüm çalışmalarının önemi ve
gerekliliği vurgulanmaktadır. Çalışma kapsamında öncelikle Edirne ilinde yaşanan sosyo-kültürel, ekonomik ve endüstriyel
dönüşümlerin kentin gelişim sürecine etkileri üzerinde durulmaktadır. Daha sonra seçilen örnek binaların geçmişteki ve
günümüzdeki işlevsel ve mimari özellikleri incelenerek bu binaların tarihi süreç içinde geçirdikleri mekansal dönüşümün
kentin sürdürülebilir gelişmesindeki etkileri fiziksel ve sosyo-kültürel bağlamda irdelenmektedir. Çalışmanın sonuç bölümünde
ele alınan mekansal dönüşüm örneklerinin kentte ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanabilmesine katkıları
değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Mekansal dönüşüm, yeniden işlevlendirme, sürdürülebilir kentsel gelişme, tarihi ve kültürel miras
1. GİRİŞ
Günümüzde kentler tanımlı alanlar olmaktan çıkarak, kırsal alanlar ile aralarında herhangi bir görülebilir sınır bırakmadan
hızla yayılan kentsel alanlar haline gelmektedirler. Ekspres yollar üzerindeki ofis ve alışveriş kompleksleri, eğlence ve
spor merkezleri çoğalırken tarihi kent merkezleri kültürel ve ekonomik merkezler olarak önemlerini kaybetme eğilimine
girmişlerdir. Bu gelişmeler ve kentsel fonksiyonların ölçeğindeki büyüme kentsel alanların ölçeğinde de büyümeye neden
olmaktadır. Küçük ölçekli karma fonksiyonlu alan kullanımı; yerini ticaret, konut, ofis, üniversite, trafik akışı ve otopark
alanları olarak belirli fonksiyonlara ayrılmış büyük bölgelere bırakmıştır [Nyström, L., Fudge, C., 1999].
Kent merkezlerindeki fonksiyonların kent çeperlerine taşınması, kent merkezlerinin popülaritesinde azalmaya neden
olmaktadır. Ancak kentin oluşumu ve gelişimi sürecinde değişik kültürler tarafından üretilen mimarlık yapıtlarının ve bunların
bir araya gelmesiyle biçimlenen alanlardan oluşan tarihi kent merkezlerinin önemli alanlar olduğu unutulmamalıdır. Kentlerin
kimliğini oluşturan ve kentsel belleğin gelişmesini sağlayan bu alanlar, kent tarihinin tanıkları olan binaları ve mekanları
içermektedir. Bu binaların ve mekanların yaşadığı köhneme sürecini engellemek ve söz konusu alanların yeniden kentsel
hayata kazandırılmasını sağlamak amacı ile farklı disiplinlerin katılımı ile bütüncül yaklaşımlar kullanılarak geliştirilen
255
stratejiler doğrultusunda gerçekleştirilen eylemler kentsel yenileme/kentsel dönüşüm olarak tanımlanmaktadır. Kentsel
dönüşüm kavramı; kentsel alanlardaki toprak ve bina kullanımı, yerel ekonomi, çevre kalitesi ve sosyal yaşamdaki çöküşlerin
farkına varılarak, ekonomik büyüme ve sosyal refahı sağlamak üzere günlük eğilimlerde değişiklikler yaparak kentsel
yenilemenin sağlanması olarak da tanımlanmıştır [Healey ve diğ, 1992].
Bu çalışmanın amacı, kentlerin sürdürülebilir gelişmelerinin sağlanabilmesi amacıyla bilinçli olarak gerçekleştirilen kentsel
dönüşüm çalışmaları bağlamında ele alınabilecek olan mekansal dönüşümün önemi ve gerekliliği üzerinde vurgu yapmaktır.
Çalışma kapsamında Edirne ilinde yaşanan sosyo-kültürel, ekonomik ve endüstriyel dönüşümlerin kentin gelişim sürecine
etkileri üzerinde durulmakta ve seçilen örnek binaların geçmişteki ve günümüzdeki işlevsel ve mimari özellikleri incelenerek
bu binaların tarihi süreç içinde geçirdikleri mekansal dönüşümün kentin sürdürülebilir gelişmesindeki etkileri fiziksel ve
sosyo-kültürel bağlamda irdelenmektedir.
2. EDİRNE KENTSEL GELİŞİM SÜRECİ
Kentlerin kimliğini oluşturan öğeler arasında, kentin oluşumu ve gelişimi sürecinde değişik kültürler tarafından üretilen
mimari eserler ve bunların bir araya gelmesiyle biçimlenen alanlar önemli bir yere sahiptir. Edirne, coğrafi, siyasi, stratejik ve
ticaret yollarının konumu nedeniyle de pek çok kültürün birbiriyle ilişki içerisinde olmasını sağlamış, tarihi süreç içerisinde
toplumsal, politik, dini ve kültürel alanlarda farklı din, dil ve etnik çeşitlilik gösteren milletlerden insanları ve çok sayıda
mimari eseri bünyesinde barındırmıştır [Resim 1].
Yapılan araştırmalara göre; kent ve çevresindeki ilk yerleşmeler, M.Ö. V. yüzyılda, Trak kollarından Odrys’ler tarafından
kurulmuştur [Gürpınar, 1994; Peremeci, 1939]. M.Ö. 168’de Roma hakimiyeti altına giren kentin, ilk yerleşik düzeni M.S. II.
yüzyıla rastlamaktadır [Mansel, 1993]. Edirne, Türklerin fethine kadar çok hareketli bir tarihe sahip olmuştur. Osmanlı
imparatorluğu döneminde istilalardan kurtulduğu gibi istikrarlı ve önemli bir şehir haline gelmiş, Osmanlı’ya 92 yıl boyunca
başkentlik etmiştir [Kıran Çakır, H., 2006]. Osmanlı’nın ve 89 yıllık cumhuriyetimizin Avrupa’ya açılan kapısı olan Edirne; tarihi,
kültürel ve turistik özelliklerini uzun süre tam olarak ortaya çıkaramamıştır. Günümüzde giderek daha çok desteklenmeye
başlayan“kentsel dönüşüm” ve “mekansal dönüşüm” çalışmalarıyla, pek çok tarihi mekan yeniden işlevlendirilerek, kentin
sosyo-ekonomik gelişimine katkı sağlamaya başlamıştır.
Edirne Merkez
Edirne Merkez Meriç N
Nehri
Meriç ehri Karaağaç B
Bölgesi
Karaağaç ölgesi Resim 1. Edirne ili hava fotoğrafı [Google Earth, 2012]
3. EDİRNE’DE MEKANSAL DÖNÜŞÜM ÇALIŞMALARINDAN SEÇİLEN ÖRNEKLER
Çalışmanın bu bölümünde, mekansal dönüşüm çalışmalarına örnek olarak, Anadolu ve Balkanları birbirine bağlayan
uluslararası bir yol ağı üzerinde yer alan, üç önemli nehri birbirine bağlayan, tarihi, kültürel ve turistik açılardan pek çok
zenginliğe sahip Karaağaç mahallesinde bulunan 2 bina örnek olarak ele alınmaktadır [Resim 2-3].
256
Resim 2. Karakol (Protokol) Binası Resim 3. Soğuk Hava Deposu
1873 yılında tren istasyonunun gelmesi ile gelişen Karaağaç’ta, nüfus büyük ölçüde artmış ve nüfusa bağlı olarak hızlı
bir yapılaşmaya gidilerek ko¬nutla birlikte; dini tesis, okul, banka, postane ve kab¬ristan, gibi kamusal yapılara gerek
duyulmuştur [Engin, 1993]. O dönemde renkli ve canlı dokusundan dolayı Karaağaç’a “Küçük Paris” adı takılmıştır [Erdoğu,
1998]. Bu dönemde Karaağaç’ta Avrupa’dan gelen veya Avru¬pa’ya giden yolcular için kalacak oteller, lokan¬ta, cafe ve
eğlence yerleri de açılmıştır. Ancak Karaağaç’ın çehresi mübadele sonrası olumsuz yönde değişmeğe başlamıştır. Karaağaç
uzun süre Edirne’nin alt gelir gruplarının yerleştiği küçük bir mahalle olarak varlığını sürdürmüştür.
Yaşanan hızlı kentleşme süreci nedeniyle genişleyen kent sınırları içinde kalan Karaağaç’ın tarihi binaları, 2000’li yılların
başlarında fonksiyonel yeterliliklerini yavaş yavaş kaybederek bir köhneme süreci içine girmişlerdir. Tüm dünyada olduğu
gibi ülkemizde de kentsel ve mekansal dönüşüm çalışmalarının gündeme gelmesiyle birlikte birkaç yıl öncesine kadar
son derece atıl durumda olan ve kullanılmayan binalar Edirne Belediyesi’nin girişimleriyle yenilenerek, yeniden kullanıma
açılmaya başlamıştır. Karaağaç bölgesinin konumu itibarı ile yaşadığı sosyal ve kültürel dönüşüm söz konusu binaların
içerdikleri fonksiyonların değişimini kaçınılmaz kılmıştır. Bu durum, binaların geçirdiği mekansal dönüşümün bulundukları
kentsel alanlara etkilerinin irdelenmesi açısından bölgeyi ilginç bir hale getirmektedir.
Ele alınan binalardan ilki Meriç Köprüsü’ nün Karaağaç çıkışında, doğu cephesinde nehir kenarında set üzerinde yer alan
Köprübaşı Karakol Binası’dır. Meriç Köprüsü’nün hemen yanında yer alan eski karakol binası, yığma taş temel üzerinde,
tuğladan yapılmıştır. Ön cepheden tek katlı, arka cepheden bodrum katı ile beraber iki katlıdır. Kırma çatılı, çatının merkezinde
küçük bir soğan kubbe yer almaktadır ve girişin hizasında çatıda kitabelik bir alan mevcuttur. Doğu-batı ekseninde yeralan,
dikdörtgen bir plana sahip olan yapının giriş cephesi kara tarafına bakmaktadır. Nehir cephesinde ise birbirinden bağımsız
sivri kemerli üç pencere bulunmaktadır. Yıllar boyu oldukça harap ve bakımsız kalan yapı günümüzde Edirne Belediyesi’ne
aittir. 19. yüzyılın ilk yarısına ait olan bina, 2000’li yılların başında gerçekleştirilen yeniden işlevlendirme çalışmaları sonrası,
Edirne Belediyesi tarafından işletilen ve sürekli yoğun olarak kullanılan bir kafeterya halini almıştır. Günümüzde “Protokol
Evi” adıyla hizmet vermektedir [Resim 4-5-6-7-8-9].
257
Resim 4.
Resim5.
Resim 6.
Resim 7.
Resim 8.
Resim 9.
Karakol (Protokol) Binası (Filiz ŞENKAL SEZER arşivinden)
İkinci örnek, aynı bölgeyi farklı bir yönde sınırlayan bir endüstriyel komplekstir. Soğuk hava deposu ve buzhane binasından
oluşan bu kompleksin yapım tarihi belli olmamasına rağmen, neo-klasik devir yapılarında görülen mimari özellikleri
gösterdiği için 19. yy. sonlarında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Ortaköy caddesinin kuzey yakasında geniş bir arazi içinde
uzanmaktadır. İki yapının arasında 3.5 m. çapında yuvarlak formlu bir havuz bulunmaktadır.
Dikdörtgen plan tipine sahip ilk yapı; bodrum kat, giriş kat ve çatı arasından oluşmaktadır. Yapının orjinalinde idare binası
olarak kullanılan bölümde birbirine bağlantılı dört birim bulunmaktadır. Ayrıca diğer yapı ile sonradan birbirlerine bağlanan,
üzeri kırma çatı ile örtülü, ince uzun, dikdörtgen salonların bulunduğu ikiz mekan yer almaktadır. Cephe duvarlarının yapım
malzemesi tuğla iken, idare odalarının iç duvarlarında ahşap bağdadı tekniği görülmektedir. Yapının orijinal bölümlerinin
258
kapı ve pencereleri basık yuvarlak kemerlidir. Esas buzhane binası olarak kullanılan, kuzey-doğu doğrultusundaki ikinci yapı
uzun, dikdörtgen plan şemasındadır. İçeride kuzey ve güney cephelerinde iki bölüme ayrılmıştır. Güney-doğu bölümü üç kat
yüksekliğinde ve bodrum katı bulunmaktadır. Giriş katı basık tavanlı ve beş adet taşıyıcı payelerle desteklenmiştir. İç mekanın
üçüncü katı yoktur. Ahşap hatılların kullanımı ile kat zeminleri oluşturulmuş ve üst bölümlere çıkış ahşap basamaklarla
sağlanmıştır. Kuzey-batı yakası dış cephe görünümü çatı katı ile beraber dört kattır. İç mekanı çatıya kadar uzanan tek bir
salondan ibarettir. Ayrıca iki yapının da çatısında akroter benzeri çıkmalar bulunmaktadır. 1920-22 yıllarında sahibinin Petro
Altınalmaz olduğu bilinmektedir [
, a.g.e., vol.1, s: 163-164]. Bu binalar da geçirdikleri mekansal dönüşüm sonrasında,
özel kişiler tarafından işletilen, yerli ve yabancı turistlerin ilgi gösterdiği, kapalı ve açık mekanlardan oluşan bir cafe – bar
olarak hizmet vermeye başlamıştır. [Resim 10-11-12-13-14-15].
Resim 10.
Resim 11.
Resim 12.
Resim 13.
Resim 14.
Resim 15.
Soğuk Hava Deposu - Buzhane Binası (Filiz ŞENKAL SEZER arşivinden)
259
4. SONUÇ-TARTIŞMA: MEKANSAL DÖNÜŞÜMÜN KENTSEL YAŞAMA ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Bu çalışma kapsamında incelenen mekansal dönüşüm çalışmaları, Edirne gibi önemli geçmişi olan bir kentin tarihi mirasının
yaşatılmasının sağlanması yolunda önemli bir adım olma niteliğindedir. Pek çok farklı ülkede yaşandığı gibi, Türkiye-Edirne
örneğinde de, kentsel ve mekansal dönüşüm yerel ve merkezi yönetimlerin kentsel politikaları içinde önemli bir yer tutmaktadır.
Yapılan çalışmalarda dönüşümlerin ekonomik getirileri üzerinde daha çok durulmaktadır. Kentsel dönüşüm kapsamında
gerçekleştirilen çalışmalar sürdürülebilir gelişme gereklilikleri açısından çok fazla ele alınmamaktadır. Halbuki, tüm kentsel
dönüşüm çalışmalarının hedefi, köhnemiş ve ya terk edilmiş kentsel alan ve/ve ya binaların yeniden kullanıma uygun bir
hale getirilmesi ile kent çeperlerine doğru gelişmeyi azaltıp daha kompakt kentlerin gelişmesini destekleyerek sürdürülebilir
kentsel gelişmeye katkıda bulunmaktadır [Urban Task Force, 2005]. Bu noktada çalışma kapsamında ele alınan örneklerin
sürdürülebilirliğin temel bileşenleri olan ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirlik bağlamında kısaca değerlendirilmesi
konuya açıklık kazandıracaktır. Bu değerlendirme çalışmasındaÇahantimur ve diğ.(2010] nin Türkiye’nin benzer özellikler
gösteren farklı bir ili için gerçekleştirdikleri değerlendirme çalışmasında ele aldıkları kriterlerden yararlanılmıştır.
Ekonomik Sürdürülebilirlik: Eski binaların yıkılmadan onlara yeni fonksiyonlar yüklenerek bu strüktürlerin yeniden
kullanımının sağlanması atıkların minimize edilmesi olarak değerlendirilebilir. Bunun yanısıra ekonomik sürdürülebilirlik
için yapım maliyetinin düşük tutulabilmesi amacı ile yenilenebilir enerji kaynakları kullanılması önemlidir. Örnek çalışmalar
kapsamında herhangi bir aktif ve ya pasif ekolojik enerji üretim sistemi bulunmamaktadır. Yapım, rekonstrüksiyon ve
restorasyon çalışmalarında binaların ısıtma ve iklimlendirme maliyetlerini düşürücü faktör olarak doğrama ve cam seçimi
tercihi bir faktör olarak görülebilir. Kaliteli kentsel ve mimari tasarım etkin ve rekabetçi yeni girişimler için önemli bir
gereklilik olarak görülmektedir. Kentsel ve mekansal dönüşüm çalışmaları gerçekleştirildikten sonra bu alanlar çevresel
kalitesi yüksek kentsel mekanlar haline gelerek yeni ve modern binalar ve kentsel çevreler ile rekabet edebilir hale gelmiştir.
Bu mekanlar çok sayıda organizasyonun gerçekleştiği ve tercih edilen mekanlar olmuşlardır. Ekonomik sürdürülebilirlik için
diğer önemli bir gereklilik uygun ulaşım altyapısı ile kente bağlantıların sağlanmasıdır. Belediye tarafından bu alanlar ile kent
merkezi ve üniversite arasında toplu taşıma imkanları sunulmaktadır.
Sosyal Sürdürülebilirlik: Ele alınan örnek çalışmalar sosyal etkileşime olanak sunacak kamusal açık alanlar ve toplumsal
fonksiyonlar içeren binalar sunmaktadır. Popülaritesini büyük ölçüde kaybeden Karaağaç bölgesi bugün hem Edirne halkının,
hem de yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktası haline gelmiştir. Mekansal dönüşüm çalışmaları Karaağaç bölgesi ile kent
merkezi arasında fiziksel bağı kurmakla birlikte kent ile sosyal bütünleşmeyi de sağlamaktadır. Toplu taşıma alternatifleri
ile bu kentsel dönüşüm alanlarına çocuk, genç, yaşlı ve özürlü insanların rahatça ulaşımı sağlanmaktadır. Ancak özürlü
insanların binaların iç mekanlarına ulaşmasında bazı sıkıntılar yaşanabilmektedir.
Çevresel Sürdürülebilirlik: Doğal kaynakların ölçülü kullanımı ile birlikte ekosistemler ve bio çeşitliliğin korunmasını
gerektirmektedir [Williams,K., Dair,C.,2007]. Aslında geleneksel Türk yapım sistemi ve malzemeleri çevresel sürdürülebilirlik
gerekliliklerini uzun yıllardır karşılamaktadır. Bu yapıların geçmişte geleneksel yapı malzemeleri kullanılarak inşa edilmiş
olması binaların çevresel sürdürülebilirliğe katkıda bulunmuş olan önemli bir özelliğidir. Bu alanlara toplu taşıma araçları
ile ulaşımın sağlanabiliyor olması ise kaynak kullanımını azaltıp çevresel kirliliği önlemeye yönelik önlemlerden biri olarak
sayılabilir.
Bu bildiri kapsamında, Türkiye’deki tarihi kentlerden biri olan Edirne’de, tarihi miras oluşturan binaları içeren mekansal
dönüşüm çalışmalarından örnekler verilerek bu çalışmaların kentin sürdürülebilir gelişmesindeki rolleri irdelenmiştir. Bu
bağlamda öncelikle Edirne kentsel gelişim süreci aktarılmış, kentteki sosyo-kültürel, ekonomik ve endüstriyel gelişmelerin
bu sürece etkisi anlatılmıştır. Kentin sürdürülebilir gelişmesine katkılarını değerlendirmek amacı ile seçilen iki örnek binanın,
kentin mekansal gelişimine paralel olarak nasıl bir değişim geçirdiği değerlendirilmiş ve bu binaların yaşadıkları köhneme
süreci sonunda gerçekleştirilmiş olan mekansal dönüşüm çalışmaları açıklanmıştır. Değerlendirme çalışmaları sonucunda
toplum yararına gerçekleştirilmiş olan mekansal dönüşüm çalışmalarının sürdürülebilir kentsel gelişmenin sağlanabilmesi
için önemli ve etkin bir araç olduğu belirlenmiştir. Mekansal dönüşüm çalışmalarının karar verme, planlama ve uygulama
süreçlerinin her birinde sürdürülebilirlik kriterlerinin esas alınması ile daha başarılı sonuçlar elde edileceği açıktır.
260
KAYNAKLAR
• Engin, V.,1993, Rumeli Demiryolları, İstanbul, s. 61-62
• Erdoğu, R., 1997, “Dünden Bugüne (Edirne) Karaağaç”, Toplumsal Tarih, İstanbul, s.29-33
• Google Earth, 2012
• Gürpınar, 1994, Bir Çevresel Analiz Örneği TRAKYA, Der Yayınları, İstanbul, s. 232
• Healey, et.,al.,1992, “ Rebuilding the City”, Introduction, Rebuilding the City E&FN
SPOON, London, s. 3-12
• Ispalar Çahantimur, A., Beceren Öztürk R., Çelen Öztürk, A., 2010, “Securing Land For Urban Transformation Through
Sustainable Brownfield Regeneration- The Case Of Eskisehir, Turkey”, Environment and Urbanization, Vol 22(1), s:241-258
• Mansel, A. M.,1993, “İlkçağda Edirne”, Edirne’nin 600, Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara, s. 21–22.
• Kıran Çakır, H., 2006, “Konut Alanları Yer Seçiminde Sosyal Yapının Rolünün Saptanmasına İlişkin Sistematik Bir Yaklaşım:
“Edirne Kaleiçi, Kaledışı ve Yeni Yerleşme Alanları Örneği” (A systematic approach for determining the role of social
structure in choosing places for residential areas: “Edirne Kaleiçi, out of Kaleiçi and new settlement areas example) Trakya
Üniversitesi / Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi
•
, a.g.e., vol.1, s: 163-164
• Nyström, L., Fudge, C., 1999, City And Culture: Cultural Processes And Urban Sustainability, Swedish Urban Environment
Council, s.496
• Peremeci, O. N.,1939, Edirne Tarihi, Resimli Ay Matbaası, İstanbul
• Urban Task Force, 2005, “Towards a Strong Urban Renaissance”, Report by Urban Task
Force from www.urbantaskforce.org/UTF_final_report.pdf
• Williams, K. and Dair, C., 2007, “A framework for Assessing the Sustainability of
Brownfield Development”, Journal of Environmental Planning and Management, Vol. 50(1),
Routledge, London, s. 23-40
261
YOZGAT’TA BİR KENTSEL DÖNÜŞÜM ÖYKÜSÜ:
PANORAMA EVLERİ
Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Belgin DİKMEN
Bozok Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
Araş. Gör. Zuhal ÖZÇETİN
Bozok Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
ÖZET
2000’li yılların başından itibaren büyük kentlerimizde başlayan kentsel dönüşüm ve yenileme uygulamaları kentsel çöküntü
alanlarını azaltmak, bu alanları kullanıcı lehine yaşanabilir kılmak ve sürdürülebilir yerleşmeler ile topluluklar yaratmak
için yapılan sosyal, ekonomik ve fiziki anlamdaki uyumlu eylemler olarak tanımlanmaktadır. Ancak son yıllarda kentsel
dönüşüm adı altında gerçekleştirilen uygulamaların pek çoğu kamu yararı sağlamadığı gibi, kentsel ranta yönelik ve sosyal
dönüşüm yerine fiziksel dönüşümün gerçekleştirildiği uygulamalar olarak öne çıkmaktadır. Yozgat’ta gerçekleştirilmiş ilk
devlet yatırımı olan, Yozgat Tekel Bira Fabrikası alanı 2001 yılında özelleştirilmiştir. Özelleştirmeyi takiben fabrika yıkılmış
fabrika alanı kentsel dönüşüm ve yenileme kapsamında konut alanı olarak projelendirilmiştir. Bu kapsamda alanda 13 bloktan
oluşacak panorama daireleri, alışveriş merkezi, beş yıldızlı otel ve villaların yapımı hedeflenmiştir. Yozgat eski sanayi sitesinin
karşısında, yaklaşık 170.000m2 araziye sahip ve yoğun ağaçlandırılmış fabrika alanında maksimum 16 kat imar izni verilerek
inşa edilen proje ile her katta 4 daireli, 832 konutun yapımı sürmektedir. Çalışmanın amacı kentsel ve mekânsal dönüşüm
kavramını Yozgat Panorama evleri örneğinde irdelemek ve dönüşümün Yozgat kentine etkilerini araştırmaktır.
Anahtar Kelimeler: Kentsel dönüşüm ve yenileme, mekânsal dönüşüm, Panorama evleri, Yozgat
1. GİRİŞ
Kentsel dönüşüm kentsel sorunlara çözüm üretmek, yaşanılabilir ve sağlıklı kentler oluşturmak amacıyla kentin yapısını
değiştirebilecek boyuttaki tüm uygulamalar olarak tanımlanabilir (1). Bir başka tanıma göre kentsel dönüşüm bir kentin
tümünün veya belli kesimlerinin değişmesi ve başka bir biçime girmesidir (2). 2000’li yılların başından itibaren büyük
kentlerimizde başlayan kentsel dönüşüm ve yenileme uygulamaları kentsel çöküntü alanlarını azaltarak ekonomik, sosyal
ve fiziki çöküntüyü tersine çevirmek, bu alanları kullanıcı için yaşanabilir kılmak ve sürdürülebilir yerleşmeler ile topluluklar
yaratmak için yapılan sosyal, ekonomik ve fiziki anlamdaki uyumlu eylemler olarak tanımlanmaktadır. Kentsel dönüşüm ve
yenilemenin kaçak, niteliksiz ve doğal afetlerden etkilenebilecek sakıncalı yapılaşmayı kent içinde sağlıksız, standartlara
uymayan alanları sağlıklaştırmak (rehabilitation) ve dönüştürmek (regeneration), fiziksel çöküşü durdurmak, yeniden
canlandırmak ve dönüştürmek (revitalization), tarihi, endüstriyel mirasın sürdürülebilirliğini sağlamak (conservation),
ekonomik yaşamı canlandırmak ve geliştirmek (redevelopment), mimarlık ve kentsel yaşam kalitesini arttırmak, iyileştirmek
(improvement) ve işlevini yitirmiş kentsel alanların yeniden yapılanmasını ve yenilenmesini (renewal) (3, 4) sağlamak
amacıyla gerçekleştirilen tüm uygulamaları kapsadığı söylenebilir. Bu bağlamda kentsel dönüşüm ve yenilemenin niteliği,
dönüşümü gerçekleştirecek aktörler ve dönüşüm uygulamalarının çeşitliliği ve dönüşümün gerçekleştirileceği bölgenin
ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına uygun olarak benimsenecek politikalar (5) kavramın geniş bir yelpazede
ele alınmasını gerektirir.
263
Kentsel dönüşüm sürecinde mekânsal dönüşüm, dönüşümün gerçekleştirildiği bölgede sosyal, kültürel ve ekonomik yapının
değişmesine katkı sağlamaktadır (6). Başlangıçta kentsel dönüşüm ve yenileme çalışmaları yerel yönetimler tarafından yaşam
kalitesi düşük ve riskli alanlarda ruhsat dışı yapılaşmanın yasallaşmasına katkı sağlayan, iyileştirme, sağlıklaştırma ve ıslahimar çalışmalarını içeren ve kentsel makro formun yayılması ile sonuçlanan çalışmalar şeklinde görülmektedir. Ancak son
yıllarda kentsel dönüşüm ve yenileme adı altında gerçekleştirilen uygulamaların pek çoğunda kamu yararının gözetilmediği,
özelleştirme ile elde edilen alanlarda yeni merkezlerin ve kapalı konut sitelerinin oluşturulduğu ve kentsel ranta yönelik
olarak sosyal dönüşümden önce fiziksel dönüşümün gerçekleştirildiği görülmektedir (7). Bu çalışma kapsamında orta ölçekli
bir Anadolu kenti olan Yozgat’ta, 3. derece arkeolojik sit alanı olan Yozgat Tekel Bira Fabrikası alanında özelleştirilme ile
başlayan, kentsel rant elde edilmesine yönelik bir kentsel dönüşüm ve yenileme uygulaması konu edilmiştir. Çalışmanın
amacı Anadolu’nun nüfus artışı, kentleşme ve kalkınma olayları dışında kalan kentlerinden biri olan Yozgat’ta 1959 yılında
planlanan ve devlet tarafından gerçekleştirilen ilk yatırım olma özelliği taşıyan Yozgat Tekel Bira Fabrikası alanında yapılan
kentsel dönüşüm ve yenileme sürecini ve bu sürecin sonunda yapılan uygulamanın Yozgat kentine etkilerini tartışmaktır.
2. YOZGAT’TA BİR KENTSEL DÖNÜŞÜM ÖYKÜSÜ: PANORAMA EVLERİ
2.1. Yozgat Tekel Bira Fabrikası’nın Özelleştirilmesi-Kentsel Dönüşüm Süreci
Yozgat kentinde nüfusun büyük çoğunluğunun kırsal alanlarda yaşaması nedeniyle kent ekonomisinin temelini tarım ve
hayvancılık oluşturur. Kentte sanayileşmeye yönelik girişimler 1970li yıllarda başlamıştır. Yapımına 1959 yılında karar verilen
Yozgat Tekel Bira Fabrikası’nın inşası Devlet Planlama Teşkilatı’nın düşünülen üretim kapasitesini yarıya düşürmesi ve
rantabl olmayacağı gerekçesi ile 1965 yılına kadar ertelenmiştir 1965 yılında kentin kalkınmasına katkı sağlamak ve kentlinin
beklentilerine yanıt vermek amacıyla fabrikanın yapımına karar verilmişse de, fabrika yapısının ve fabrikada kullanılacak
makinelerin birbirinden bağımsız ihale edilmesine karar verilmesi, ihalenin gerçekleşmesinin ve fabrikanın yapımının bir süre
daha ertelenmesine neden olmuştur. 1967 yılında açılmasına karar verilen fabrika ancak 10 Nisan 1972’de tamamlanabilmiştir
(8, 9). Yozgat Tekel Bira Fabrikası 1972 yılından 2001 yılına kadar önemli istihdam alanlarından biri olmuş, kent ve kentli
için önemini korumuştur (Şekil 1). 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz tüm Türkiye’de olduğu gibi Yozgat’ta da yatırımlara
ağır bir darbe vurmuştur. 2003 yılında Tekel Genel Müdürlüğü kar etmediği gerekçesi ile içinde Yozgat Bira Fabrikasının da
bulunduğu Tekel’in alkollü içki bölümünün devredileceğini, özelleştirme sonucu fabrikayı alan konsorsiyumun içki ile ilgili
üretim politikalarını belirleyeceğini ve devletin artık içki üretimi ile uğraşmayacağı ifade etmiş ve Tekel Genel Müdürlüğü’nün
içki üreten birimleri ardı ardına özelleştirilmiştir. Bu kapsamda Tekel’e bira üreten tek fabrika olan Yozgat Tekel Bira Fabrikası
da 2004 yılında özelleştirilmiştir. Özelleştirmeyi takiben fabrikada bira üretimi durdurulmuştur. Fabrikanın bulunduğu alanda
kentsel dönüşüm ve yenileme kapsamında üst gelir grubuna yönelik olarak lüks konutlar, villalar, AVM ve otel içeren bir
projenin uygulanmasına başlanmıştır (10).
Şekil 1. Yozgat Tekel Bira Fabrikası (10, 11)
264
2.2. Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Alanının Özellikleri
Yozgat Tekel Bira Fabrikası’nın bulunduğu alan Yozgat’ın güneydoğusunda Ankara-Sivas devlet karayolu üzerindedir 170.000
m2 büyüklüğündeki fabrika alanı Yozgat’ın önemli orman alanlarından Çamlık’a güney yönünde sınır oluşturmaktadır. Yozgat
Tekel Bira Fabrikası’nın alanı üzerinde yetişmiş çam ağaçları ile güneyde elma bahçeleri bulunmaktadır. Fabrika, 1334 m.
rakımlı ve Tunç çağı, Frig ve Helenistik dönemlere ait üç kültür katından oluşan Çengeltepe höyüğü üzerine inşa edilmiştir.
Çengeltepe Höyüğü’nün tarım ve hayvancılıkla geçinen, seramiğini kendi üreten küçük bir yerleşim merkezidir (12-14).
Yozgat merkezinden 50 m. kadar yüksek olan höyük üzerinde bulunan yapılar nedeniyle düz olarak algılanmaktadır (Şekil 2).
Çengeltepe Höyüğü üzerinde bulunan Yozgat Tekel Bira Fabrikası’nın yapımından önce, alanda arkeolojik buluntuların olduğu
tespit edilmiş, ancak bu bilgiye rağmen fabrika inşa edilmiştir (12). Çengeltepe Höyüğü 10.01.1975 tarihinde tescil edilmiş, 1993
yılında başlayan Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Projesi kapsamında 2007 yılında yapılan değerlendirme ile Koruma
Bölge Kurulu tarafından 3. derece arkeolojik sit alanı olarak belirlenmiştir (14).
Şekil 2. Çengeltepe Höyüğü Üzerinde Yozgat Tekel Bira Fabrikası (11)
2.3. Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Projesi
Yozgat Tekel Bira Fabrikası üzerinde yapılan kentsel dönüşüm ve yenileme projesi Esentepe mevkiindedir (Şekil 3). Proje son
yıllarda kentin kuzeydoğusunda Kentpark ile gelişen konut alanın tamamen yenilenmesini içermektedir. Projenin tasarımı
2008 yılında yapılmış, 2009 yılının Mayıs ayında yapı ruhsatı alınmış, aynı yıl Haziran ayında konutların inşasına başlanmıştır.
Maksimum 16 kat olarak verilen imar izni süreç içerisinde 18, 19 ve 20 kata çıkarılmıştır. Proje kapsamında her katta 4 daire
olmak üzere, 13 blokta toplam 832 adet lüks konut yapılması planlanmıştır. Panorama evleri her katta kuzeybatı ve güneydoğu
yönlerinde brüt 200m2, net 175m2, 4+1 ve kuzeydoğu ve güneybatı yönlerinde brüt 180 m2, net 155 m2, 3+1 olmak üzere iki farklı
tipte yapılmaya başlanmıştır. Panorama evleri kentsel dönüşüm ve yenileme projesinin temel hedefi, kentin güneydoğusunda
yeni bir planlama anlayışı ile çağdaş bir kent parçası oluşturmaktır. Böylece ortaya çıkacak olan nitelikli çevrenin Yozgat’ta
yeni gelişecek olan konut alanlarına örnek oluşturması amaçlanmaktadır. Proje ile lüks dairelerin yanı sıra villaların, alışveriş
merkezi ve beş yıldızlı bir otelin yapımı hedeflenmiştir (Şekil 4, 5). Projede ilk iki konut bloğunun kaba inşaatı tamamlanmıştır.
Tamamlanan konutların %20’si kullanılmaya başlanmıştır. Panorama katlı konutlarının tamamlanmasını takiben Yozgat Bira
Fabrika alanının güneyinde elma bahçelerinin bulunduğu alanda villaların yapımına başlanacaktır.
265
Şekil 3. Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Alanı
Şekil 4. Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Alanı Vaziyet Planı ve Modeli
Şekil 5. Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Alanı Modeli
266
Şekil 6. Panorama Evleri Ortak Alanlar Modeli
Şekil 7. Panorama Evleri Planlar
Şekil 8. Panorama Evleri İç Mekân Düzenlemeleri Modeli
267
Projede zemin katlarda bina girişi, depo, kapıcı dairesinin yanı sıra, konut sahiplerinin ortak kullanacakları alanlar planlanmıştır
(Şekil 6). Başlangıçta mutfak ve oturma odası olarak kullanılacak alan arasında oluşturulan balkonlar, uygulamada dairelere
katılmıştır (Şekil 7). Konutlarda nitelikli işçilik ve lüks yapı malzemesi kullanılmıştır (Şekil 8). Masif bloklar halinde yükselen
konut cephelerinde monotonluğu kırmak amacıyla motif çıkmalar, renk, malzeme ve doku değişiklikleri yapılmıştır (Şekil 9).
Şekil 9. Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Alanı Panorama Evleri Görünüşleri ve Modeli
Konut bloklarının arasında kalan alanlar açık spor alanları, yeşil alan, açık otoparklar ve çocuk oyun alanları olarak
kullanılacaktır. Alanın güneydoğusunda yer alacak 4 bloğun altında kapalı bir otopark yapılacaktır (Şekil 10).
Şekil 10. Panorama Evleri Ortak Alanlar Modeli
3. SONUÇ
Yozgat, Anadolu’nun en eski ve önemli yerleşim merkezlerindendir. Kent sırasıyla Hitit, Frig, Kimmer, Pers, Kapadokya Krallığı,
Galat, Doğu Roma, Bizans, Selçuklu, Moğol ve Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Bundan başka kent ve çevresinde Hitit, Galat,
Med ve Roma uygarlıklarının başkentleri başta olmak üzere bu uygarlıklara ait pek çok yerleşim bulunmaktadır. Kent önemli
yol kavşakları üzerindedir. Roma döneminde Kral Yolu, Selçuklu döneminde İpek Yolu ve Osmanlı döneminde Askeri Yol
Yozgat’tan geçmektedir. 1970’li yıllarda belgelenen ve Tunç Çağ’ına tarihlenen Çengeltepe Höyüğü üzerine önce devlet eliyle
yapılan Bira Fabrikası ve özelleştirme ile kentsel dönüşüm ve yenileme projesi kapsamında gerçekleştirilen konut, villa, AVM
ve otel kompleksi ile Yozgat turizmine önemli katkı sağlayacak yaklaşık 5000 yıllık bir geçmişe sahip Çengeltepe Höyüğü
fiilen ortadan kaldırılmıştır. Arazinin fabrikadan konuta dönüşüm sürecinde yoğun ağaçlık alan önemli ölçüde kaybedilmiştir.
Kentin ilk sanayi yapısı olan Yozgat Tekel Bira Fabrikası’nın üretimi durdurması ile 300’e yakın işçi işinden olmuş, fabrikanın
kapanması tarım ve hayvancılıkla ilgili politikalarla var olan, ancak tarım ve hayvancılık potansiyeli de giderek azalan, sanayi
ve ticarete yönelik faaliyetleri oldukça kısıtlı ve göç veren kentin kalkınmasına büyük bir darbe indirmiştir.
Kentin ilk sanayi yapısı olan Yozgat Tekel Bira Fabrikası endüstriyel miras kapsamında da korunamamıştır. Kent merkezinde
ve Ankara-Sivas devlet karayolu üzerinde 7-8 katlı konut yapıları bulunmaktaysa da, Yozgat’ta konutlar genellikle 3-4
katlıdır. Kentin kuzeydoğusunda yer alan Kentpark’ın çevresinde ve kentsel dönüşüm ve yenileme kapsamında yapılan
Panorama evlerinin karşısında ise 2005 yılından bu yana sayıları hızla artan ve kat yükseklikleri 8-10 olan konut blokları
268
yoğun bir şekilde yer almaktadır. Kentsel dönüşüm ve yenileme kapsamında yapılan 16-20 kat yüksekliğindeki Panorama
evleri Yozgat kent siluetine uyum göstermemektedir. Tüm bu olumsuzluklara karşın proje ile amaçlanan çağdaş, nitelikli
ve kentteki olumsuz yapılaşmaya iyi örnek oluşturacak bir konut çevresi yaratılmıştır. Panorama evlerinin uygulanması
neticesinde mikro ölçekte nitelikli bir kent parçasının ortaya çıkacağı düşünülmekle birlikte, Çengeltepe Höyüğü’nün ortadan
kaldırılması, inşat emsalinin ve gabarilerin çok yüksek tutulması kentsel dönüşüm ve yenileme projesinin olumsuzlukları
olarak algılanmaktadır.
KAYNAKLAR
1. Polat, S. ve Dostoğlu, N., (2007), Kentsel Dönüşüm Kavramı Üzerine: Bursa’da Kükürtlü ve Mudanya Örnekleri Uludağ
Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Dergisi, Cilt 12, Sayı 1
2. Keleş, R., (2004) Kentsel Dönüşümün Tüzel Altyapısı, H. B. Tuna (Editör), Dosya: Kentsel Dönüşüm ve Katılım, Mimarist
Dergisi, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, 4 (12), 73-75
3. http://www.mimarlarodasi.org.tr/mimarlikdergisi/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=366&RecID=2326 (Erişim Tarihi:
10.02.2012)
4. Şahin, Z., (2006), Kentsel Dönüşümün Kentsel Planlamadan Bağımsızlaştırılması/Ayrılması Sürecinde Ankara, Planlama,
Sayı:2, 111-120
5. Thomas, S. (2003) A Glossary of Regeneration and Local Economic Development, Manchester: Local Economic Strategy
Center
6. Ersoy, M., (2003), Çağdaş Altyapı Ve Görünüme Kavuşturmak Hedefinde Planlama, Kent Tasarımı Ve Plancının Rolü, Kentsel
Dönüşüm Sempozyumu, TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi
7. Ataöv, A. ve Osmay, S., (2007), Türkiye’de Kentsel Dönüşüme Yöntemsel Bir Yaklaşım, METU Journal of Faculty of
Architecture, Sayı:2 , (24:2) 57-82
8. Cumhuriyet Senatosu Kayıtları, (1964), B:37, O:3, s. 376
9. Cumhuriyet Senatosu Kayıtları, (1965), B:35, O:1, s. 788
10. Yozgat Sanayi ve Ticaret Odası http://yozgattso.org.tr (Erişim Tarihi:16.02.2012)
11. Yozgat Valiliği İl Özel İdaresi Arşivi http://www.yozgatozelidare.gov.tr/ (Erişim Tarihi: 12.02.2012)
12. 1966 Çengeltepe (Yozgat) Sondajı Ön Raporu, (1968), Turkish Review of Archaeology 15 119-142
13. Ilkı, G., (2007), Prof. Dr. Ahmet Ünal’ın Hayatı, Kişiliği ve Eserleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya
14. http://tayproject.org/dosyaia.html (Erişim Tarihi:16.02.2012)
269
KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI VE
KİMLİKLİ KENT POLİTİKALARI ÜZERİNE DÜŞÜNMEK
Arş. Gör. Dr. Hasan Tahsin SELÇUK
Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Tarihi ve Kuramı ABD
Yrd. Doç. Dr. Can KARAGÜLLE
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Bina Bilgisi BD
ÖZET:
Kültür endüstrisi kavramının tarihsel dönüşümü, Frankfurt okulu çevresinde algılanışı, günümüz küreselleşme bağlamında ki
algısı ve üretken dönüşümü üzerinden, kentsel dönüşüm projeleri konu edilmektedir. Kentlerin de bu bağlamda bir kültürel
sermaye olarak değerlendirilmesinin, kentsel dönüşüm projeleri aracılığıyla küresel piyasaya sunumu söz konusu olmaktadır.
Yazı kapsamında kentsel dönüşüm projelerinin ülkemizde gözlemlenen dört farklı biçimi ile bunlara ilişkin sorunsallara
değinilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kültür Endüstrisi, Modernite, Kent Kimliği.
Çevre algımız, toplumsal ve kültürel yorumunun ürünüdür. Gündelik hayatımızın her karar anında bu eğitim yeniden
yorumlanır. Verilen kararların yaşadığımız kültürel ortamın doğru, iyi, güzel vb. ifadeleriyle tanımladığı değerlere uyması
beklenir. Kent ve kente ilişkin planlama yaklaşımları, bir olumsuzluğun giderilmesi ve olumlu nitelikte çıkarımlar üretecek
biçimde düzenlenmesi amacı ile ele alınır. Burada temel etken, kentin ve kenti oluşturan topluluğun örgütlenme ve organize
iş üretme yetisindeki beceri ve kolaylıktır.
İçinde bulunduğumuz toplumsal düzenin ana karakteri olan Modernite, sürekli olarak kentsel toplulukların üretilmesi ve
çoğaltılmasını olumlu görür. Modernizm, kapitalizmin dünyayı algılama biçimidir. Bu doğrultuda modernizm, küreselleşme
için olanaklar üreten bir mekanizmayı arama ve işler kılma amacındadır. Bunun için, yaşamı böler, sınıflayıp tanımlı farklılıklar
oluşturur. Bu bakımdan da sürekli yapılanma içerisindedir. Bu yapılanma içerisindeki tanımlanmış farklılıklar; aynı zamanda
sürekli olarak yeni kimlik tanımlarının üretilmesini de beraberinde getirir. Kapitalizmin aracı olan modernitenin, kimlik
tanımları üretimindeki amacı, yaşam bütününde var olan hareketi ve bireyi etkin kılmak ve böylece üretkenliği artırmaktır. Bu
durum, eylemlerimizde “kontrol edilebilirlik” ve “süreklilik” duygusu sağlayarak, yaşamla bütünleşik ve etken bir konumda
yer alma güdüsünü tatmin eder.
İkinci Dünya Savaşı sonrası teknoloji aracılığı ile seri üretimin yaygınlaşması ve sonrasında yeni bir tüketim düzeninin
oluşması, bir düşünürün ifadesiyle “Kapitalist modernleşmenin yıkıntılarının yeniden doğuşu için kültürel tüketiciliği
savunan otoritarizm...”1 olarak, modernliği yaşam paratiğinde yaygınlaştırdı. Modernizm projesi, kitlesel bir toplum ve kültür
oluşturulması, yöreye-mekâna-yere ilişkin farklılıkların belirli bir formatta değerlendirilmesi, “geleneğin yaratıcı bir yıkımı”
olarak tanımlanır. Modernizm projesinin hedefi, toplumun kendi üzerinde daha fazla eylem yeteneğine sahip olması ve
iktidarın/merkezin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu bağlamda modern iktidarın görevi normlar tanımlamak olmuştur. Bu norm
tanımları günümüzde “pazara uygun” ve “pazarlanabilir olan” üzerinden geliştirilmektedir.
Bu tanımı yeni kılan, kültürel farklılıklara yönelik ilgiden doğan bir piyasanın varlığının farkındalığıdır. Kuramsal bir ifadeyle;
Modernizm artık mekânın toplumsal ilişkilerini üreten niteliğine önem vermektedir ve zamanı homojen algılayan “yapısalcı
düşünce” içerisinde eylemde bulunmaktadır.2 Bu, her toplumun modernliği aynı biçimde deneyimleyemeyeceği farkındalığını
1. Touraine, A. 2002, “Modernliğin Eleştirisi”, İstanbul, YKY, sy:337
2. Işık, O. 1994, “Değişen toplum/mekân kavrayışları: Mekânın politikleşmesi, politikanın mekânsallaşması”, İstanbul, Toplum ve Bilim Dergisi, Birikim
Yayınları, sayı 64-65, s.7-38
271
getirmiştir. Bu durum, toplumlarda türeyen kültürel pratiklerin (mekânın toplumsal ilişkileri ürettiğinin görülmesi ile) norm
üretimlerini pazar merkezli yapılandırmasıdır. Bu gelişmenin küresel ekonomideki rolüne ilişkin olarak S.Sassen’in3 de belirttiği
üzere, artık yeni kültür ve kimlik politikaları (küresel ölçekte küçük ekonomik ve zayıf politik güçleri tanımlasa da) sistemde
güçlü bir şekilde etkindir. Bu bağlamda Zijderveld de küresel kentleşme politikalarını beş başlıkta kuramsallaştırmıştır.4
Modernitenin algı ve kurgusu ‘yapısalcı düşünce’ mantığı üzerinden kurgulanmıştır. “Yapısalcılık”, kültürel çeşitlenmede
belirleyici olan “mekânsal” ve “toplumsal” farklılık etkenlerini nesnelleştirip (yani ölçülebilir bir değer üzerinden bilgi haline
getirerek), ayrıştırmakta olup, toplumu bilim mantığı içerisinde incelemeye ilişkin yöntem geliştirmiştir. Bu yöntem “kültür
endüstrisi” kavramıyla tanımlanan piyasa düzeninin önemini açığa çıkarmıştır. Modern siyaset de, modernite ve modern
düşüncenin var olduğu her alanda olduğu gibi, bu yöntemi kullanarak kendini yapılandırmıştır.5 Türkiye bağlamında da, iki
yüzyıldır siyasal olarak bütünleşme çabasında olunan bir ekonomik sistemin yeni eğilimi olan “kültür endüstrisi”ne kayıtsız
kalınması söz konusu olmamıştır.
Kültür endüstrisi kavramı ilk olarak Frankfurt Okulu6 olarak tanımlanan düşünürler tarafından, kapitalizmin egemenliğini
geliştirip güçlendirme biçimlerinin irdelenmesi sırasında tanımlanmış ve bu bağlamda eleştirilmiştir. Bu düşünürler, “kültür”
kavramının kapitalist toplum düzeni içerisinde bir endüstri ürünü olarak ele alınmasının ve ürünün var olduğu ilişkiler ağı
dışında üretilmesinin ürünün sahip olduğu kültürel niteliğini kaybettirerek anlamsızlaştırıldığını savunmuşlardır. Bu anlam
yitimi ile ürünün meta haline geldiğini, böylece ürüne piyasada reklam ve yönlendirmelerle başka yeni anlamlar yüklenebilme
olanağının oluştuğunu belirtmişlerdir. Bu düşünürler, esas olarak ürünün bağlamından koparılarak üretilmesinin ürünü yer ve
zamandan kopardığını, bu durumun da “yabancılaşma”ya neden olduğunu belirtmişlerdir. Bu yabancılaştırma ile elde edilen,
ürünün (piyasa koşullarına uygunluğu bağlamında) homojenleştirilerek ekonomik kılınmasıdır.
Bu homojenleşme, “mekân” bağlamında düşünüldüğünde, kültür ürününün yersiz-yurtsuz kılınması edimidir. Bu edim,
kentler bağlamında düşünüldüğünde ise, tüm dünya kentlerinde aynı apartman tipolojisinin görülmesi sonucunu doğuran
yaklaşımındır. Apartman, artık yurtsuz bir kültürel olgudur. Aynı mantıkla, siyasal erkin idari amaçlı kararlarının, bir ülkedeki
tüm kent ve kasabaları birbirinin aynı kılınması da o ülkenin her köşesinin birbiriyle denk değil eş tutulması mantığının
ürettiği “yer”sizliklerdir. Bu tek tip yaşam çevreleri, kurumlara (okul, vilayet, adliye vb.) yüklenen anlamlar ile nesnenin
yeni yer ve zamanlarda farklı anlamlandırmalar içerisinde tüketiminin (devletin tahakkümcü, yabancı, öteki görüntüsü)
mümkün kılınması, rasyonelleştirilmiş mekân politikalarını ve bu rasyonalitenin mümkün kıldığı hesaplanabilir, öngörülebilir
mali ve idari siyaseti kolaylaştırmaktadır. Bu kolaycı siyaset, gerçekte modernist dünya görüşüne göre benimsenen mekân
politikasıdır. Bu politika M.Featherstone’la birlikte pek çok sosyoloğun da ifade ettiği üzere, bugünün fost-fordist kültür
endüstrileri üzerine düşünürken ekonomiyi yer ve kültür bağlamlarında sembolik yapılar üzerinden düşünülmesine neden
olur.7
Kültürel pratiğin anlamı bağlamında konuya yaklaşıldığında; kültür, -eğer endüstrileştiriliyorsa- bu yerden
bağımsızlaştırılabilmesi (devletin kendinde bir şey olması, halkla yabancılaşması) ve farklı anlamsal değerlerler yüklenerek
sahip olduğu yer ile ilişkili organik bağı yitirmesi; fakat konumlandırıldığı yeni yer ile ilişkiye geçtiği durumlarda yeni
anlamlar yüklenebilmesi demektir. Bu durum kendini yeniden üretebilir olmayı, kültürel ürünün yeni yerellikler içinde
kendini türetebilmesini ve (yabancılaştırılmış bir kültürel olgunun eklemlendiği her yerde) yeni kimliklerle kendisini üretme
potansiyelinin çekiciliğini öne çıkarmaktadır.
Kültürün, geçmişten gelen pratikler ve değerler olarak, piyasa normları bağlamında yeniden üretilmesinin anlamı “kültürel
yabancılaşma”dır. Diğer taraftan, küreselleşme, kültürel değerlerin anlam kaybına uğradığı, piyasa örgütlenmesi içerisinde,
ithal edilen kültüre (tekniğinde var olduğu düşünülen içsel bir değer olarak yorumlandığı) “ötekileşme süreci” olarak
3. Sassen S., 2002, “Globalization and its Discontents”, The Blackwell City Reader, Blackwell Publishing, s. 170
4. Zijderveld A.C. 1998, ‘A Theory of Urbanity : the economic and civic culture of cities’, Transaction Publishers, New Brunswick, NewJersey,
s.158; Zijderveld bunların, “- mediating structures, - socio cultural diversity, - functional pluriformity, -alively inner city ve - prolonged national
decentralization” olarak tanımlamıştır.
5. Kahraman, H.B. 2005, “Türk Milliyetçi Romantizminin Sonu: Kurucu Modernist İdeolojinin Dönüşümü ve Yazınsal Söylem”, İstanbul, Şerif Mardin’e
Armağan, İletişim Yayınları, s.141; Çünkü siyaset, mekânı ve belleği inşa eden en önemli güçtür, ayrıca “…siyaset, mekan ve bellekle kaim olan kimliği inşa
eder”
6. Frankfurt Okulu: 1923 de kurulan, Max Horkheimer, Theodor Adorno, Herbet Marcuse, Walter Benjamin ve Leo Lowenthal’in bu çatı altında eser veren
başlıca düşünürler olduğu ve T.Adorno’nun ‘kültür endüstrisi’ kavramını ortaya atarak tartıştığı sosyal bilimler okuludur.
7. Featherstone M. 1995, “Undoing Culture: Globalisation, Postmodernism and Identity”, Sage Publication, NewDelhi, s.72-86
272
algılanır. Örnek olarak, geleneksel beslenme alışkanlıklarının endüstrileştirilerek piyasa değerlerine göre biçimlendirildiği
fast-food mekânları verilebilir. Diğer taraftan olgu, bir önceki örneğin tam tersi olarak, modern yaşam donatılarının yerel
ve geleneksel öğelerle kuşatıldığı yaşam alanlarında görülebilir. Bunlar tatil siteleri, alıveriş merkezleri ya da (toplu konut)
site yerleşimleri formlarında ve küresel ekonomi ile bunun kentsel donatılarının topluma benimsetilme ve kabul ettirilme
stratejilerinde uygulanmıştır.
Her iki örnek de geleneksel olarak topluma sunulan, “pazar mantığının” kültürel değerlere eklemlenen modern ürünleridir.
Bunların kimi biçimsel, kimi ise içerik olarak küresel ekonomi mantığının ürünüdür. Gerçekte ise, var olanla yeni sürekli
olarak birbirine eklemlenmektedir. Bu eklemlemenin amacı piyasadır. Ulf Hannerz’de8, insanlar arasındaki anlam akışını
düzenleyen kültürel sürecin, küreselleşmeyi oluşturan etmenler olan ‘piyasa, devlet, yaşam biçimi ve hareketler’ üzerinden
incelenebileceğini belirtmiştir. Hannerz, bu etkenin toplumların kendi içinde oluşan kültürel farklılıklarla üretildiğini ve
bunlar ne denli farklı olursa hareketin de o denli güçlü olacağını belirtmiştir. Çünkü kültür endüstrilerinin kente doğrudan
ekonomik fayda sağlıyor olmalarının ötesinde, kente ilişkin yaratıcılık, yenilik, dinamizm ve değişim algısı oluşturmaları
nedeniyle yatırımcılar için bir cazibe ve ‘görülmesi gereken’, ‘özgün yer’ algısı oluşturuyor olmaları daha önemlidir.9
Türkiye’de bu olgunun en net gözlendiği kent İstanbul’dur. Bu örnekler küresel bir kent olan İstanbul’un sahip olduğu kentsel
mekân çeşitliliğinin ürünleridir. İstanbul bir dünya kenti olmaya soyunmuş ise öncelikle kültürler arasında iletişimi sağlamak
durumundadır. Burada dikkat çekilmek istenen olgu, belirli bir mekânda ilişkisel olarak üretileni yaşamak/deneyimlemek
ve o üretimde rol alarak onu dönüştürmektir. Bu bağlamda İstanbul, küresel sermayenin ilgisini ve beğenisini çekecek,
küresel değerlerin deneyimlenmesini sağlayabilen (yeni mekân kurguları geliştirilirken bu olguların yorumlandığı ve yeniden
üretildiği) kentsel mekân örneklerini sürekli olarak üretmektedir.
Kent mekânının, üretim ve yaşam biçimlerine ilişkin farklılıklar barındırması ve melez yapılar türetmesi, “pazar sistemi”
içerisinde, otoriter-merkezci yapı yerine, çok merkezli, iletişim kabiliyeti yüksek, etkin katılım, anlık ve işlevsel çözüm
geliştirebilen, yönetişim topluluklarının sorunlar karşısında eşzamanlı çözüm ürettiği, esnek yapılanmaların önem kazandığı
organizasyonların gelişmesini de mümkün kılar. Bu, aynı zamanda, altkültürler olarak tanımlanan yerel toplumsal kimlik
yapılanmalarına ait işlevselliklerinin fark edildiği bir yapılanmadır.
Bu olgu, kentsel dönüşüm projeleri üzerinden değerlendirildiğinde, kentsel mekânın kültürel sermaye olarak piyasa
mekanizmasına (meta anlamında) kazandırılmasının gerek arsa değerlenmesi (rant), gerekse turizm amaçlı yaşamsal ve
görsel nitelikte donanımlar üretimini teşvik ettiği görülür. Burada olguya ilişkin dört yaklaşım gözlenmiştir.
Kentsel dönüşümde öncelik, kentlerin tarihi merkezlerinin tanımlanıp koruma tespitlerinin yapılmasına verilir. Bu kapsamda
koruma altına alınan bölgelerde bulunan tarihi yapıların kurgulanan bir senaryo çerçevesinde mekânsal düzenlemeleri
yapılır. Bu çalışmalarda ana amaç, idealize edilmiş bir tarihsel anlatıya göre biçimlendirilen kent mekânının kültürel meta
olarak turizme sunumudur. Bu mekân kurgularındaki ana hedef, bu alanları ziyaret eden insanlara farklı bir zamana dair
yaşamı deneyimledikleri yanılsamasını oluşturmaktır.
İkinci öncelik konusu yasadışı ve yetersiz donatı alanları olan gecekondu bölgelerinin dönüştürülmesidir ki, dönüştürülen
bölgenin tahliye edilerek yeniden planlanması ve yaşayanların farklı yerde iskân edilmeleri biçiminde gerçekleşmektedir. Bu,
devlet ve vatandaş açısından hukuksuz bir durumun, hak ve özgürlükler açısından tartışmalı bir biçimde gerçekleştirilmesidir.
Çünkü yaşayanlar sonuç olarak sosyal devletin yükümlülüğünü yerine getirememesinden dolayı ve müsamahası ile yerleşmiş
oldukları yaşam çevresinden siyasi iradenin direktifi ile ayrılmak durumunda kalmaktadırlar. Ayrıca konuya ilişkin yapılan
çalışmalarda bu alanların yıkımının sorunu çözmediği gibi ekonomik de olmadığı belirtilmektedir.10 Durumun kültürel
boyutu ise kentsel mekânın homojen kılınması ile ilgilidir. Bu tip bir homojen kılma ülkenin ve toplumun yaşamış olduğu
tarihsel gerçekliği ve bunun kent mekânına yansımış olan izlerinin silinmesidir. Gelecek kuşaklar için kentlilik bilincini inşa
edebilecekleri mekânların yok edilmesi ve yaşam alanlarının sahiplenilememesi gibi olumsuzluklara neden olan bu durum,
yabancılaşma sorunlarına beraberinde getirmektedir. Diğer taraftan da kentsel eşitsizliğin sosyal eşitsizliği meşru kılarak
tasfiyesi çabasıdır.
8. Ulf Hannerz U., ‘Cosmopolitans and Locals in World Culture’, Theory, Culture & Society, Sage Jurnals, Vol.7, 1990, London, s.237-251.
9. Ed. Buck N., Gordon I., … 2005, “Changing Cities; Rethinking Urban, Compatitiveness, Cohesion and Governance”, Palgrave McMillan, NewYork, s. 145;
Binalarda yerel mimari unsurların kullanımı, gelenekselci devlet imajı, yörede olmayan bir malzeme kullanımı, devletin olanaklarını…vb göstergeleridir
10. Çakır S. 2007, “Kentleşme ve Gecekondu Sorunu: Elazığ Örneği”, Fakülte Kitapevi, Isparta
273
Dönüşümün diğer bir önceliği ise gecekondu yerleşimlerinin tasfiyesinin bir bakıma tam tersi olan “soylulaştırma” projeleridir.
Bu kapsamda kentin eski semtlerinde süregelen yaşam biçimini o yerde doğmuş büyümüş insanların yine o semtte ikamet
etmesi için çeşitli imkân ve destekler sağlanması, o mekanda kuşaklar boyu hayatını sürdüren halkın ürettiği kentlilik
bilinci, mahalle kültürünün sürdürülmesi ve kentsel dönüşümün burada yaşayan halkın yorumladığı çerçevede biçimlenmesi
amaçlanmıştır. Bu da sosyal ve kültürel yabancılaşmanın önüne geçmek ve kentin ürettiği çeşitliliği tekrar kentliye mal
etmektir. Çünkü kültür uzamsaldır. Belirli mekânda tarihsel süreçteki sosyal birikimin ürünüdür.
Konuya ilişkin dördüncü gözlem ise, var olan semtlerde yerleşim yerlerinin belirli mekânsal donatılara ve alt yapıya
kavuşturulmasıdır. Ülkemizdeki dönüşüm projeleri ağırlıklı olarak bu çerçevede gerçekleştirilmektedir. Bu, sosyal ve
kültürel olarak hem sağlıklı bir çözüm oluşturmakta hem de mekânsal dönüşüme en az müdahale ile gerçekleştirilmektedir.
Bu çözümde, hukuki bir altyapının oluşturulması sonrasında mekânsal ve fiziki yaşam standartlarının yükseltmesi
hedeflenmektedir. Kültürel anlamda konuya bakıldığında, kentli mekânsal dönüşüme sahip çıkmakta ve kent mekânı sosyaltarihsel olarak katmanlaşmaktadır.
Burada hatırlanması gereken olgu hiçbir şeyin kendinden menkul bir gerçeklik olmadığı, bir tarihselliği olduğudur. Bu
tarihselliğin nasıl görüp algılanacağı sorusu ise bu gerçeklikteki en çelişkili durumdur. Çünkü tarih tek bir hakikat değildir.
Biz onda neyi görmek istersek, tarihe ilişkin nasıl bir donanıma sahipsek onu görürüz. Kentler biçimlendirirken öncelikle kent
mekanının rant gelirlerini arttırma amacıyla estetik görünüme kavuşturulması çabaları bilinmektedir. Bu konuya ilişkin bir
duyarlılık geliştirilmesi ve farkındalık oluşturmak amacı ile bu bağlamda gözlemlenen yaklaşımlar küçük değinilerle de olsa
değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Son olarak bu çerçevede, Frankfurt okulu düşünürlerinin yer ve zaman bağlamlarından koparılmış bir gerçeklik için
getirdikleri olumsuz eleştiriyi güncel toplumsallaşma biçimlerimiz açısından yorumlarsak; aslında yer ve zamandan kopuk bir
gerçeklik tahayyülünün modern sonrası olarak nitelendirilen günümüz iletişim ve enformasyon toplumu için bir tahakküm
aracı olamayacağını belirtmek gerekir. Çünkü modernlik edimsel gücünü, iletişim ve nüfus hareketi üzerindeki denetim
kabiliyetinden almaktaydı. Bugün böyle bir tahakküm mümkün değildir. Bugün artık mimarlık alanında, sürekli çeşitlenen,
çoğalan, çoğaldıkça temel değer ve normları dönüşen, bu dönüşüm nedeniyle kontrol edilmesi güçleşen bir iletişim ve
enformasyon mübadelesine ilişkin yapılar üretmekteyiz. Bu, mekândan görece bağımsız olmanın başarılması, modern
zamanlar içerisinde sermaye için mekânın farklı biçimlerde metalaştırılması (bir değer) olarak yeniden üretilen yere aidiyetle
mümkün olmaktadır. Bu da, yerel gelenekler ve değerler üretilmesini, daha fazla yerelin olanaklarını aramayı, bunların
mübadele edilebilir biçimde düzenlenerek küreselleşmesini sağlamaktadır.
Bu bağlamda son söz; küreselleşmenin, yerelin/yerelliklerin keşfi ve kendini üretmesi sürecinde olumlu bir etkisi olduğudur.
Çünkü küreselleşme bağlamında belirlenen mekân ve iskân politikaları, bu yerelliklerin üretiminde en önemli etkenlerdendir.
274
9. OTURUM
277
Kentsel ve Mekansal Dönüşüm / Kavramlar
Aslı ÖZBAY / Oturum Başkanı
Kentsel Dönüşüm: Kentsel Ayrışmanın Son Aşaması
Doç. Dr. Asuman TÜRKÜN
Yıldız Teknik Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
1980’lı yıllardan sonra dünyanın pek çok kentinde bağlamsal farklılıklara rağmen benzer eğilimlerin ortaya çıktığı
gözlenmektedir. Bu dönem, küreselleşmenin ve uygulanan neo-liberal iktisat politikalarının tüm boyutlarıyla dünyanın
bütün bölgelerine damgasını vurduğu, dünya mekanının yeniden yapılandığı ve kentlerin bu yeni işbölümü ve hiyerarşiler
çerçevesinde şekillendiği yılları içermektedir. Yeni iletişim ve ulaşım olanaklarının gelişmesiyle birlikte sınırların öneminin
azalması, kentlerin ve bölgelerin giderek daha fazla uluslararası/ ulusal dinamiklerin ve güç dengelerinin etkisi altında
evrilmesi ya da iradi bir biçimde dönüştürülmesi söz konusudur (Tekeli, 2003). Bu dönemde, batıdaki sanayi kentlerinin
birçoğu sanayisizleşerek “üretim mekanları” olmaktan “hizmet” ve “tüketim mekanları” olmaya doğru evrilmiş, “yeni kent
politikası”nın önemli bir unsuru olarak “yeniden canlandırma” (regeneration) stratejileri önem kazanmıştır. Bu kentlerden
bir kısmı “dünya kenti” olmanın ya da küresel ağların düğüm noktalarında yer almanın gerektirdiği nitelikli hizmetlerin
sunumuna uygun mekansal dönüşümler geçirmektedir. Uluslararası bölüşümün ve ülke ekonomilerinin yeniden yapılandığı
bu süreçte, sanayisizleşmenin yaşandığı bütün önemli kentlerde, finans, sigorta ve emlak (FIRE: Finance-Insurance-Real
Estate) alanlarını içeren nitelikli üretici hizmetler ile film yapımı, televizyon, reklam, müzik, moda ve tasarım alanları gibi
“kültür endüstrisi” ya da “yaratıcı sektörler” olarak tarif edilen alanlarda ciddi bir gelişme söz konusudur. “Kentsel rönesans”
olarak da adlandırılan bu süreç kentin atıl kalmış alanlarında ve tarihi bölgelerinde ciddi bir sosyo-mekansal dönüşüme işaret
etmektedir.1
Küreselleşme sadece üretim alanında değil, çeşitli hizmet sektörlerinde de dünya çapında örgütlenmeleri beraberinde
getirmiştir. Bu dönemde nitelikli hizmet sektörlerinin yanı sıra turizm sektörü de ulusal ve uluslar arası ölçekte karlı yatırım
imkanları yaratması açısından önemlidir. Kentlerde sunulan hizmetlerin sermaye ve insan çekmede kullandığı en önemli
araç, kentlerin bütün olanaklarının, bu arada geçmişinin de yeniden devreye sokularak farklı biçimlerde pazarlanır ve diğer
kentlerle yarışır hale getirilmesidir. Sanayi kentlerinde, atıl hale gelen sanayi alanları ya da kıyı kullanımları, dinlenme ve
eğlenme alanları olarak hem yabancı hem de yerli kullanıcılar için cazip kılınmış turistik bölgelere dönüştürülmektedir. Bu
amaca uygun olarak, ulusal ve uluslararası sermaye, dünyanın farklı bölgelerinde, başta kara, hava ve demiryolu ulaşımı,
otel ve restoran zincirleri, müzeler, alışveriş ve kültür merkezleri olmak üzere büyük çaplı küresel yatırımlar yapmaktadır.
Hakim kentsel politika bu alanlarda yapılan yatırımların, kentlerin küresel ekonominin önemli düğüm noktalarında yer alma
konusundaki rekabet gücünü artıracağı, aynı zamanda küresel sermayeyi ve nitelikli emeği çekeceği beklentisi çerçevesinde
biçimlenmiştir2. Bu nedenle merkezi ve yerel yönetimler kamu-özel ortaklıkları yoluyla bu tür mekansal dönüşümleri
desteklemektedir; nitekim son dönemlerde çeşitli uluslar arası şirketlerin ve fon yöneticilerinin bu tür yatırımları yapmak
üzere dünya çapında arayışa girdiği bilinmektedir.
Küresel kapitalizmin bugünkü aşamasında dünyanın pek çok kentinde ortaya çıkan dönüşümlerin benzer amaçlara hizmet
ettiği söylenmelidir. Mekanda ortaya çıkan dönüşümler, toprakta oluşturulan rantın yeniden bölüşümüne zemin hazırlarken,
aynı zamanda da sınıfları kent mekanında ayrıştırarak üretim ve yeniden üretimin sorunsuz bir biçimde sürdürülmesine imkan
sağlamaktadır. Kent mekanının insanlar için yaşanabilir ve paylaşılabilir bir “toplumsal tüketim” ve “üretim” alanı olması ile
önemli bir “sermaye birikim aracı” olması arasında ciddi bir gerilim söz konusudur. Bu gerilim kapitalist kentin oluşumundan
itibaren her dönemde mevcut olmakla birlikte neo-liberal kent politikalarının hakimiyetinin arttığı 1990’lar sonrası dönemde
bu ikinci öncelik kent mekanının büyük ölçüde “değişim değeri” üzerinden yeniden yapılanmasının belirleyicisi olmuştur.
1 Bkz. Massey, 1984; Brenner ve Theodore, 2002; Fainstein, 1996; Harvey, 1989; Tallon, 2010; Florida, 2005; Montgomery, 2003; Pratt, 2008; Atkinson ve
Bridge, 2005; Pratt, 2008; Scott, 2006
2 Bkz. Fainstein ve Judd, 1999; Judd, 1999; Sadler, 1992; Beauregard, 1998; Türkün ve Ulusoy, 2002
279
Kenti “girişimcilik” ve “rekabetçilik” üzerinden tanımlayan yaklaşımlar açısından mekansal yeniden yapılanma çok önemlidir
ve mekansal politikalar kent toprağının “en iyi kullanımı” ve “en fazla rant getirisi” üzerinden kurulmaktadır. Kentte yapılı
çevredeki dönüşümün desteklenmesinin uluslararası sermayeyi de çekerek pek çok sektörü canlandıracağı, kentteki iş
olanaklarını artıracağı ve elde edilen ekonomik getirilerin toplumun tüm kesimlerinin refah seviyesini yükselteceği öne
sürülmektedir. Diğer bir deyişle, kentsel dönüşüm projelerine, ekonomik gerilemeyi telafi etmek ya da ekonomik gelişim
potansiyeli yaratmak üzere önemli bir rol atfedilmektedir. Kentin tarihi mekanlarındaki dönüşüm projelerinin meşruiyetini
sağlamak üzere öne sürülen gerekçe ise, bu projelerin tarihi alanların korunmasına ve sürdürülmesine ve kentlerin farklı
kimliklerinin ortaya çıkmasına olanak sağlayacağı ve birbirine benzeyen modern kentlere yöneltilen eleştirilere bir cevap
oluşturacağıdır. Bu gelişmeler, “tarihi” kent yaşamına dahil etmek ve çürümeye terkedilmiş alanları yeniden kazanmak türü
söylemler çerçevesinde “kamu yararına” dayandırılmaktadır (Türkün, 2007).
Farklı ülke örnekleri incelendiğinde, kentsel dönüşüm uygulamalarının, kent toprağında ciddi bir rant artışına yol açtığı
ve inşaat sektöründe yeni yatırımları başlattığı rahatlıkla söylenebilir. Ancak bir yandan da bu gelir ve rant artışlarından
genellikle toplumun orta ve üst gelir grupları yararlanmakta, toplumun dar gelirli kesimleri, bu yatırımların yoğunlaştığı
mekanlardan farklı mekanizmalarla tahliye edilmekte ve dışlanmaktadırlar.3 Kentsel dönüşüm projelerinin eşitsizliği ve
ayrışmayı arttıran toplumsal sonuçları tüm dünya coğrafyasında bu politikaları uygulayan ülkelerde ortak eğilim olarak ortaya
çıkmaktadır. Kentlerde evsizliğin arttığı, ekonomik gelişme dönemlerinde bile sorunun hafiflemediği ve kalıcı hale geldiği ifade
edilmektedir; artık sadece acil sorunlara çözüm bulunmaya çalışılmaktadır. Ayrıca, kentin soylulaşmış/ yenilenmiş kısımları
ile terkedilmiş/ çöküntü haline gelmiş alanlarının (“abandoned city”) giderek genişlediği ve her iki alanda da nüfusların arttığı
görülmektedir; diğer bir deyişle, artık kentler çok daha net bir biçimde ayrışmakta ve kendi içine kapanmış adalar halinde
gelişmektedir. Bu genişlemenin yeni alanlar açarak değil, dar gelirli çalışan kesimleri ve sosyal konutların kullanıcılarını
yerinden ederek gerçekleşmesi ya da bazı alanların orta sınıflar tarafından terkedilerek kentin en yoksul ve işsiz kesimlerine
bırakılması önemli saptamalardır. Bu ayrışmanın mekansal yansıması ise güvenlik kaygısıyla kalınlaştırılan duvarların, demir
parmaklıkların ve dikenli tellerin kentlerde giderek daha fazla görünür hale gelmesidir (Marcuse, 1993). Kentler artık farklı
toplumsal sınıfların karşılaşmalarını azaltmaya yönelik olarak yeniden yapılandırılmaktadır.
Söz ettiğimiz bu mekansal politikalar gelişmiş ülke kentleriyle sınırlı kalmamıştır. Bu dönemde küresel üretimin merkezleri
haline gelen ve azmanlaşarak büyüyen azgelişmiş ülke kentlerinde de hizmet sektörlerinin hızla geliştiği ve “kentsel
dönüşüm” olarak tanımlanan mekansal politikaların önem kazandığı görülmektedir.4 Bu dönemde, kentlerin rant potansiyeli
yüksek bölgelerinin yıkılıp yeniden yapılması ya da tarihi niteliklere sahip alanların yeniden canlandırılmasını hedefleyen
“büyük kentsel projeler”, sermayeye yeni yatırım ve birikim imkanları sağlamıştır. Dolayısıyla, bu ülkelerin kentlerinde iki
paralel süreç bir arada yaşanmaktadır. Hem küresel üretimin mekanları, hem de tüketimin örgütlendiği mekanlar olan bu
kentlerde, rant potansiyeli yüksek bölgeler kentsel projeler yoluyla ve büyük parçalar halinde dönüştürülürken, bir yandan
da yoksulluğun ve dışlanmanın mekanlarının açıkça ortaya çıktığı görülmektedir.5 Türkiye’deki kentlere bakıldığında da, bu iki
sürecin çok benzer bir biçimde kentsel mekana damgasını vurduğu anlaşılmaktadır. Özellikle İstanbul gibi yüksek göç hızına
sahip kentlerde bütün bu süreçler çok net bir şekilde izlenebilmektedir. Bir yandan büyük alan kullanımı gerektiren sanayi
kuruluşları metropoliten alan içinde desantralize olurken, bir yandan da kentin içinde yer alan küçük ve orta büyüklükteki
sanayilerin organize sanayi bölgelerine veya sitelerine toplanması hedeflenmektedir. Ayrıca kapatılan ya da özelleştirilen
bazı sanayi kuruluşlarının ya da tersanelerin terk ettiği üretim tesisleri ve büyük kamusal alanlar kentsel dönüşüm projeleri
yoluyla iş merkezi, kültür, turizm ya da rekreasyon amaçlı dönüşümlere tabi olmaktadır. Ortaya çıkan kentsel mekan ise
genellikle, imar hakları artırılmış ofis ve alışveriş merkezleri, otel ve restoranların yoğunlaştığı turizm odakları olarak
şekillenmektedir.
Kentlerde konut alanlarında da önemli dönüşümler yaşanmaktadır. Bilindiği gibi, kentlerde orta ve üst gelir grupları tarafından
terk edilen merkezi konut alanları, zaman içinde çeşitli alt-gelir gruplarının ve toplumun dışlanmış kesimlerinin barındığı konut
alanlarına dönüşerek yıpranmaya ve gerilemeye maruz kalmışlardır. Bu alanlarda yaşanan bu gerileme, buraların tehlikeli
yerler olarak algılanmasına, giderek terkedilmesine ve rant değerlerinin düşmesine yol açmıştır. Potansiyel rantın yüksek
3 Bkz. Swyngedouw ve diğ., 2002; Fainstein ve diğ., 1992; Harvey, 2008
4 Gelişmiş ülke kentlerinde gerçekleşen mekansal dönüşümler genellikle “yeniden canlandırma” (regeneration) olarak tanımlanırken, bizde “kentsel
dönüşüm” kavramı farklı dönüşüm biçimlerini kapsayacak şekilde kullanılmaktadır.
5 Bkz. Öktem, 2011; Özdemir, 2003; ODTÜ, 2005; Türkün, 2011a; Keyder, 2005; Eraydın, 2008; Mullins, 1999; Davis, 2006
280
olduğu bu alanlar yatırımcılar açısından cazip fırsatlar sunmaktadır. Özellikle tarihi değere sahip merkezi konut alanları,
yatırımcıların yanı sıra kent merkezine yakın olmak isteyen üst gelirli toplumsal kesimlerin yeniden ilgi odağı haline gelmiş
ve bu alanlarda “soylulaştırma” olarak özetlenebilecek ciddi bir dönüşüm yaşanmaya başlamıştır. Bunun yanı sıra, güvenlik
kaygısının ve yaşam kalıplarındaki farklılaşmanın tetiklediği “kapalı konut siteleri” bütün kentlerde yaygınlık kazanmaktadır.
Son dönemlerde konut alımının düşük faiz ve mortgage sistemi yoluyla özendirilmesi sonucunda, özellikle üst-orta ve yüksek
gelir gruplarına yönelik lüks konut yatırımların arttığı gözlemlenmektedir.6
Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, dönüşümün hedeflendiği bölgelerin aynı zamanda genellikle toplumun en dezavantajlı
kesimlerinin yaşam alanlarını da oluşturmasıdır. Bu bölgelerde gerçekleşen dönüşümler bir yandan bu kesimlerin tahliye
edilmesine yol açarken bir yandan da iyileşen çevre koşulları üst gelir gruplarını bu konut alanlarına çekerek rantları
arttırmaktadır. Dolayısıyla, bu süreçte kentlerin rant potansiyeline sahip parçaları üzerinde yatırımlar yoğunlaşırken,
toplumsal refahı ve yaşam kalitesini arttıracak projelere ayrılacak kaynaklar kısa vadede yüksek getiri şansına sahip bu tür
yatırımlara yönlendirilmektedir. Bu yatırımları toplum gözünde meşrulaştırmayı hedefleyen söylemlerin hem merkezi ve
yerel yöneticiler hem de gayrimenkul ve inşaat sektörününün çeşitli temsilcileri tarafından benzer bir biçimde dile getirildiği
görülür. Kentte yapılı çevredeki dönüşümün farklı sektörleri canlandıracağı, yeni iş olanakları yaratacağı ve toplumun refah
seviyesini yükselteceği öne sürülmektedir. Bir başka meşrulaştırıcı söylem deprem tehditi üzerinden kurulmakta, kentin
pek çok bölgesinde yapılması planlanan yıkımlar, vatandaşlara kaliteli ve güvenli yaşam alanları oluşturma gerekçesine
dayandırılmaktadır. “Modern ve planlı” kentler yaratma hedefi sıklıkla dile getirilmektedir. Sonuç olarak, merkezi bölgelerde
yer alan, rant potansiyeli yükselmiş ve dar gelirli kesimlerin yaşam alanlarını oluşturan konut alanları dönüşüm projeleriyle
boşaltılmaya çalışılmaktadır. Bu süreçte özellikle TOKİ’nin kentin çeperinde düşük gelir grupları için inşa ettiği toplu konut
alanları yalıtılmış adalar olarak karşımıza çıkmakta, üretim ve hizmet sektörlerinin işgücünü oluşturan dar gelirli kesimlerin
yaşam alanlarını oluşturmaktadır.
İstanbul dışındaki diğer kentlerdeki duruma bakıldığında, benzer gelişmelerin az çok her kentte değişik düzeylerde gündeme
geldiği bilinmektedir. Özellikle sanayi gelişimi sınırlı kentlerde ticaret, turizmin başı çektiği hizmetler ve inşaat sektörü en
önemli ekonomik altyapıyı oluşturmakta ve bu konudaki yatırımlar desteklenmektedir. Bu tür kentlerde kent merkezleri ve
tarihsel özelliğe sahip kentsel mekanlar dönüşüme uğramakta, hem turistler hem de kentin üst ve orta gelirli kesimlerinin
kullanımına açılmaktadır. Bunun gerekli koşulu ise çoğunlukla bu bölgelerin dar gelirli kesimlerden “temizlenmesi”dir.
Son yıllarda, pek çok kentte, “kentsel turizm” olanaklarının kullanılmaya başlandığı, tarihi mekanların öne çıkarıldığı
ve restore edilerek yeni işlevlerle kullanıma açıldığı görülmektedir. Nitekim, yerel yönetimler, farklı geleneklerin, yeme
içme kültürünün ve tarımsal ürünlerin tanıtımı için festivaller düzenlenmekte, reklam panolarında kentlerin yeni imajları
piyasaya sürülmekte ve bazı mekanlar, tatil, spor ya da kongre merkezleri olarak küresel turizm sektörünün bir parçası
haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu alanlarda büyük projeler şeklinde gerçekleştirilen yatırımlar, ciddi bir mekansal
yeniden yapılanmaya ve sosyo-mekansal ayrışmaya yol açmaktadır. Sonuç olarak, bütün bu söz ettiğimiz kentsel yatırımlar,
birbirlerini destekleyerek, kentin karışık (mixed) arazi kullanım desenine sahip pek çok bölgesini en fazla rantı sağlayacak
işlevlere doğru dönüştürmektedir. 1970’ler sonrasında eleştirilere maruz kalan, zonlara ayrılmış ve kimliksizleşmiş modern
kent imgesi, bu sefer piyasanın alım gücü rasyoneline göre belirlenen ve eskisine kıyasla daha içine kapalı zonlar yoluyla
yeniden üretilmektedir (Türkün, 2007).
Kentsel dönüşüm, uygulamanın niteliğine göre farklı biçimler alabilmektedir; bunlar, kentsel yenileme (urban renewal),
sağlıklaştırma/iyileştirme/islah (rehabilitation/ improvement) ve yeniden canlandırma (regeneration) olarak adlandırılmakta
ve her birinin uygulama alanı ve gerekçeleri farklı olmaktadır. Ancak Türkiye’deki dönüşüm biçimlerine bakıldığında
genellikle yenilemenin ön plana çıktığı ve soylulaşmanın yolunu açan uygulamaların desteklendiği görülür. Farklı uygulama
örnekleri incelendiğinde kentsel dönüşümün farklı mekanizmalar yoluyla tetiklendiği anlaşılmaktadır. Dönüşüm kimi zaman
serbest piyasanın işleyişine bırakılmakta ve birtakım tetikleyicinin varlığı, rant potansiyeli yüksek alanların serbest piyasa
mekanizması içerisinde kısa zamanda “soyluşma”sına imkan tanımaktadır. İstanbul’da Cihangir, Galata ve Tophane’yi bu tür
dönüşümün örnekleri olarak sayabiliriz. İkinci bir dönüşüm biçimi merkezi konumları nedeniyle serbest piyasa aktörlerinin
karlı bulduğu alanlarda ortaya çıkmaktadır. Bu tür alanlarda imar hakları yükseltilmekte ve yine piyasa içinde dönüşümleri
sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu tür dönüşümlerde mülk sahiplerinin yapılan pazarlıklarda söz sahibi olması ve artması
beklenen rantlardan farklı boyutlarda da olsa bir pay alması, en azından mülklerini korumaları söz konusudur.
6 Bkz. Ley, 2002; Smith, 2002; Slater, 2006; Şen, 2005; Uzun, 2006; Kurtuluş, 2005; Bartu ve Kolluoğlu, 2008
281
Üçüncü tür dönüşüm ise piyasa içinde dönüşümü “kilitlenmiş” alanlarda gerçekleşmektedir; bu alanların birtakım plan ve
proje kararlarıyla “dönüşüm/ yenileme alanı” ilan edildiği ve çıkarılan yasaların yardımıyla dönüştürülmelerinin hedeflendiği
anlaşılmaktadır. İstanbul’da tarihi konut stokunun bulunduğu Tarlabaşı, Fener-Balat ve Sulukule, tepeden verilmiş kararlar
sonucu dönüşüme örnek teşkil etmektedir. Bu alanlardaki bina tipolojisi ve yaşayanların ekonomik güçleri rantın istenildiği
ölçüde artmasına imkan vermemekte; binaların yıkılarak birleştirilmesi ve daha büyük kentsel projeler için hazırlanması söz
konusudur. Tarihi bölgelerde uygulanan bu yöntemin tarihi alanları korumak üzerine geliştirilen söylemle ne kadar uyuştuğu
ciddi bir tartışma konusudur. Tepeden verilen kararlarla başlatılan dönüşümün bir başka önemli örneğini de rant potansiyeli
yüksek gecekondu alanları ve gecekondu önleme bölgeleri oluşturmaktadır. Bu konut alanlarının “kentsel dönüşüm alanı”
ilan edilerek yıkılması ve buralarda yaşayanların TOKİ’nin dar gelirliler için inşa ettiği toplu konut alanlarına borçlandırılarak
yerleştirilmeleri hedeflenmektedir.
Bu tür uygulamalarda kullanılan yöntem hemen her yerde aynıdır; tasfiye edilmek istenen mahalledeki bina veya konutlara
“enkaz bedeli” üzerinden bir fiyat biçilmekte, yeni yapılanlar ise Bayındırlık Bakanlığı fiyatlarıyla değerlendirilmektedir.
Aradaki farkın 20 yıllık bir ödeme planıyla “hak sahipleri” tarafından ödenmesi beklenmektedir. Burada kişilere üç seçenek
sunulmaktadır: ya binalarını belirlenen fiyatlara satıp gidecekler, ya kendi mahallelerinde yapılacak olan daha lüks konutların
yüksek bedelini borçlanma yoluyla ödeyecekler, ya da kendi mahallelerinden farklı bir yerde yapılan ve daha uygun fiyatlı
TOKİ konutlarına yine borçlanarak geçeceklerdir. Bu üç seçeneğin de bu mahallelerde yaşayanlar için ciddi bir çözümsüzlüğe
yol açtığı ortaya çıkan Sulukule, Tarlabaşı, Bezirganbahçe gibi örneklerde açıkça görülmektedir. Kullanılan bu farklı ve
çifte standartlara sahip yöntemlerin vatandaşlar arasında ayrımcılığa yol açtığı ve bazılarının mülkiyet haklarının “daha az
kutsal” kabul edildiği anlaşılmaktadır. Bazı dönüşüm biçimleri mülk sahiplerinin artan rantlardan pay almasına yol açarken
diğerlerinde tepeden verilen dönüşüm kararları yoluyla buralarda yaşayanlar önlerine konan seçeneklere razı olmaya
zorlanmaktadırlar.
Burada söz edilmesi gereken önemli bir nokta ise, Türkiye’de mevcut dönüşüm uygulamalarının arkasında, merkezi ve
yerel yönetimler ile gücü artırılan kurumsal yapıların oluşturduğu güçlü bir siyasal otoritenin bulunmasıdır. Bu dönemde,
kentleri ilgilendiren yasalar, istenen dönüşümlerin önündeki engelleri ortadan kaldırmak üzere çıkarılmakta ve bunları
gerçekleştirmek üzere TOKİ başta olmak üzere belirli kurumlara çok ciddi yetki aktarımları yapılmaktadır. Yapılanların
meşruiyeti ise bunların yasal olduğu gerekçesiyle sağlanmaya çalışılmaktadır. Sonuç olarak, birbirini tamamlaması en azından
birbirine yaklaşması beklenen yasallık ve meşruiyet çerçeveleri arasında ciddi bir uçurum ortaya çıkmış durumdadır; ahlaki
normlara, toplumsal mutabakata ve en basit düzeyde insan haklarına uygun olması ya da bunlara uygun dönüşmesi beklenen
yasaların meşruiyeti tartışmalı hale gelmiştir. Bir başka önemli sorun ise, kentin ve kentte yaşayanların geleceği ile ilgili
önemli kararların, kamuoyu sorgulamasından uzakta, merkezi ve yerel yöneticiler, profesyoneller ve olası yatırımcılardan
oluşan seçkin bir grup tarafından alınmasıdır; hakim medya ise bu ittifakın en önemli aktörlerinden biri olarak gündemi
oluşturmakta ve ciddi bir dezenformasyonla gerçekliğin üzeri örtülmektedir. Dolayısıyla, bu kentte yaşayanların büyük bir
çoğunluğu kendileri için hayati önem taşıyan kararlardan dışlanmış durumdadır ve karşı çıkma mekanizmaları her geçen gün
zayıflamaktadır (Türkün, 2011b).
Kentsel dönüşüm kentlerde ortaya çıkan sorunları çözme iddiası ile başlatılmaktadır. Bu iddia, hem kentlerin planlı ve düzenli
bir biçimde gelişmesini ve kentsel yaşam kalitesinin arttırılmasını hem de özellikle dar gelirlilerin barınma sorununu çözmeyi
kapsamaktadır. Nitekim daha önce ifade ettiğimiz gibi, Türkiye’de “deprem, yasadışı yerleşim, düşük nitelikli konut ve çevre,
bozulan tarihsel konut dokusu ve doğal alanlar için tehdit” kentsel dönüşümün en önemli gerekçelerini oluşturmaktadır.
Literatürde kentsel dönüşüm “kentsel sorunların çözümünü sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel,
sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamaya çalışan kapsamlı bir vizyon ve eylem” olarak tanımlanmaktadır
(Thomas, 2003). Bu çerçevede, kentsel dönüşümün fiziksel çevrede gerçekleşecek bir dönüşümden daha geniş kapsamlı
bir eylem alanı olduğu kabul edilmekte ve BM Habitat programlarının temel ilkeleri etrafında şekillenen ve sosyal gelişim,
ekonomik kalkınma ve çevre koruma ile birlikte ele alınması gereken bütüncül bir yaklaşıma sahip olması gerektiği ifade
edilmektedir. Dolayısıyla, dönüşümden etkilenecek olan yerleşik halk ve söz hakkı olan diğer aktörleri bu sürece dahil etmek,
devletin temel işlev ve sorumlulukları yerine getirmesini sağlamak ve farklı ilgi grupları arasında ortaklıkların kurulmasını
teşvik etmek temel ilkeler olarak ortaya çıkmaktadır (Turok, 2004; ODTÜ, 2005). Bu tanım ve ilkeler kentsel dönüşüme ilişkin
literatürde ve kentsel dönüşüm projelerinin gerekçelerinde sıklıkla dile getirilmesine rağmen, genelde kentsel sorunların
fiziksel boyutlarına yönelik uygulamalar yapıldığı, sosyal, ekonomik ve çevresel koşullar için sürdürülebilir çözümler
üretilmesinde ve özellikle dar gelirli grupların yaşam kalitesinin artırılmasında ciddi bir başarısızlık olduğu gözlenmektedir
282
(Türkün, 2011a).
Geçen yaklaşık on yıllık süreçte uygulaması tamamlanmış örnekler dar gelirli kesimler için artan oranda yerinden edilme
tedirginliği, yoksullaşma ve giderek mülksüzleşme getirmiştir. Sorunu salt fiziksel müdahale ile çözeceği iddiası taşıyan
kentsel dönüşüm projeleri barınma sorununu derinleştirmekte, genel ekonomi politikaları içinde sermayenin birikim krizini
çözmek ve kentsel alanda bölüşümü hakim sınıflar lehine yeniden düzenleme işlevleri üstlenmektedir. Mevcut projelerde
dönüştürülmesi planlanan alanların hangi ekonomik ve toplumsal dinamikler bağlamında geliştiği ve bu alanlarda
yaşayanların içinde bulunduğu koşullar gerçekçi bir biçimde analiz edilmeden birtakım “dönüşüm modelleri” geliştirilmekte
ve bunların mevcut sorunları gerçekten çözüp çözemeyeceği tartışma dışı kalmaktadır. Buradaki en önemli eksiklik kentsel
dönüşüm uygulaması yapılması planlanan alanlarda yaşayanlarla ilgili yeterli bilgi olmaması ya da olsa bile göz ardı
edilmesidir. Kentsel dönüşüm uygulamalarında kentsel alanlar sadece fiziksel ve lokasyon özellikleri açısından ele alınmakta
ve toplumsal içeriğinden ve gelişim dinamiklerinden tümüyle soyutlanmaktadır. Dolayısıyla bu projelerde, söz konusu
dönüşüm alanı piyasa değeri ve rant potansiyeline, dönüşüme uğrayacak bölgelerde yaşayanlar ise ödeme güçlerine göre
sınıflanmış kategorilere indirgenerek tartışılmakta ve yıllar içinde geliştirilmiş olan toplumsal ilişkiler, mekansal ihtiyaçlar ve
bunların yaşamsal önemi gözardı edilmektedir.
Bu bağlamda, bu tür alanlarda yaşayanların kentte varolma biçimlerini, kentle kurdukları ilişkileri, dönüşümden nasıl
etkileneceklerini ve farklı seçenekleri olup olmadığını kavramak üzere kapsamlı araştırmaların yapılmasının çok önemli
olduğunu yeniden vurgulamamız gerekir. Ekonomik ve toplumsal gerçeklikler göz önüne alınmadan yapılan uygulamaların
başarı şansının olmadığı, Sulukule, Bezirganbahçe gibi çokça tartışılan TOKİ projelerinde ortaya çıkmış durumdadır. Hem
aylık sabit ödemeler hem de artan harcamalar nedeniyle yaşanan ödeme güçlüğü, bu konutlara yerleşenlerin konutlarını
kaybetmesine, mülksüzleşerek çok daha zor koşullarda kentin farklı bölgelerine kiracı olarak geri dönmesine yol
açmaktadır. Bunun yanı sıra bu dönüşüm uygulamalarında tek tip bir model olarak geliştirilen ve çoğunlukla TOKİ tarafından
gerçekleştirilen toplu konut uygulamaları, hem inşaat kalitesi ve mimari özellikleri hem de sunduğu yaşam kalitesi açısından
ciddi olarak ele alınması ve çözüm bulunması gereken bir konudur. Kentsel dönüşüme ilişkin “iyimser” beklentilerin, bugün
sonuçları ortaya çıkmaya başlayan dönüşüm uygulamalarının hangilerinde gerçekleştiği, hangilerinde ise mevcut durumdan
daha olumsuz sonuçlara ve mağduriyetlere yol açtığı en önemli sorunsallardan biri olarak önümüzde durmaktadır.
Kaynakça
Atkinson, R. ve Bridge, G. (2005) Gentrification in a Global Context, Routledge.
Bartu Candan A. ve Kolluoğlu, B. (2008) “Emerging Spaces of Neoliberalism: A Gated Town and a Public Housing Project in
Istanbul”, New Perspectives on Turkey, 39, 5-46.
Beauregard, R. (1998) “Tourism and economic development policy, The Economic Geography of the Tourist Industry içinde,
Ioannides, D. ve Debbage, K. G. (der.), London: Routledge, 220-234.
Bourdieu, P. (1984) Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste, Cambridge, Massachusetts: Harvard University
Press.
Brenner, N. and N. Theodore (der.) (2002) Spaces of neoliberalism: urban restructuring in North America and Western Europe,
Blackwell, Oxford.
Davis, M. (2006) Planet of Slums, Verso, New York.
Eraydın, A. (2008) “The Impact of Globalization on Different Groups: Competitiveness, Social Cohesion and Spatial Segregation
in İstanbul”, Urban Studies, 45:8, 1663-1691.
Fainstein, S. S. (1996) “The Changing World Economy and Urban Restructuring”, Readings in Urban Theory içinde, Fainstein,
S. S. ve Campbell, S. (der), Blackwell.
Fainstein, S. S. (2008) “Mega-projects in New York, London and Amsterdam”, International Journal of Urban and Regional
283
Research, 768-785.
Fainstein, S. S., Gordon, I, ve Harloe, M. (eds) (1992) Divided Cities, New York and London in the Contemporary World, Oxford
UK/ Cambridge USA, Blackwell.
Fainstein, S.S. ve Judd, D.R. (1999) “Global forces, local strategies, and urban tourism”, The Tourist City içinde, D.R. Judd, S.S.
Fainstein (der.), Yale University, New Haven, 1-17.
Judd, D. R., (1999) “Constructing the Tourist Bubble” Judd, D. R., ve S. Fainstein, (der) The Tourist City, içinde, Yale University
Press, New Haven, ss. 35-53.
Florida, R. (2005) Cities and the Creative Class, London: Routledge.
Harvey, D. (1989) The Condition of Postmodernity. Basil Blackwell: Oxford.
Harvey, D. (2008) The Right to the City, New Left Review, 53, 23-40.
Keyder, C. (2005), “Globalization and Social Exclusion in Istanbul”, International Journal of Urban and Regional Research,
29:1, 124-34.
Kurtuluş, H. (2005) “Bir ütopya olarak Bahçeşehir”, Kurtuluş, H. (der.), İstanbul’da Kentsel Ayrışma içinde, Bağlam, 77-126.
Ley, D. (2002) “Artists, Aestheticisation, and The Field of Gentrification”, Urban Studies, 40, 2525-2542.
Marcuse, P. (1993) “What’s so new about divided cities?”, International Journal of Urban and Regional Research, 17, 355–365.
Massey, D. (1984) Spatial Divisions of Labour: Social Structures the Geography of Production. Macmillan: London.
Montgomery, J. (2003) “Cultural Quarters as Mechanisms for Urban Regeneration. Part 1: Conceptualizing Cultural Quarters”,
Planning, Practice & Research, 18:4, 293-306.
Mullins, P. (1999) “International tourism and the cities of Southeast Asia”, The Tourist City içinde, Judd, D. R. ve Fainstein, S.
S. (der.), Yale University Press, 245-260.
ODTÜ, MATPUM (Mimarlık Fakültesi, Araştırma Tasarım Planlama ve Uygulama Merkezi) (2005) Şehir ve Bölge Planlama
Bölümü, İstanbul’un Eylem Planlamasına Yönelik Mekansal Gelişme Stratejileri Araştırma ve Model Geliştirme Çalışması Sonuç
Raporu, Ankara.
Öktem, B. (2011) “The Role of Global City Discourses in the Development and Transformation of the Büyükdere-Maslak Axis into
the International Business District of İstanbul”, International Planning Studies, Routledge, 16:1, 27-42.
Özdemir, D. (2003) “Yeniden canlandırma projelerinde kültür, turizm, ve emlak piyasaları üzerine kurulu stratejilerin
başarı(sız)lık koşullarının incelenmesi”, Kentsel Dönüşüm Sempozyumu Bildiriler içinde, YTÜ Basım-Yayın Merkezi, İstanbul,
384-397.
Pratt, A. C. (2008) “Cultural Commodity Chains, Cultural Clusters, or Cultural Production Chains?”, Growth and Change, 39:1,
95-103.
Sadler, D. (1993) “Place-marketing, competitive places and the construction of hegemony”, Selling Places: The City as Cultural
Capital Past and Present içinde, G. Kearns ve C. Philo (der.), Oxford: Pergamon Press, 175-192
Scott, A. J. (2006) “Creative Cities: Conceptual Issues and Policy Questions”, Journal of Urban Affairs, 28:1, 1-17.
Slater, T. (2006) “The Eviction of Critical Perspectives from Gentrification Research”, International Journal of Urban and
Regional Research, 30:4, 737-57.
284
Smith, N. (2002) “New Globalism, New Urbanism: Gentrification as Global Urban Strategy”, Antipode, 34, 427-449.
Swyngedouw, E., Moulaert, F., and Rodriguez, A., (2002) “Neoliberal Urbanization in Europe: Large-Scale Urban Development
Projects and the New Urban Policy,” Antipode, 34, 542-577.
Şen, B. (2005) Soylulaştırma: Kentsel mekanda yeni bir ayrışma biçimi”, İstanbul’da Kentsel Ayrışma içinde, H. Kurtuluş (der.),
Bağlam, 127-160.
Tallon, A. (2010) “İngiltere’de Kentsel Rönesans: Kentlerdeki Yansımaları ve Eleştirel Değerlendirmeler”, Kentsel Dönüşümde
Politika, Mevzuat, Uygulama: Avrupa Deneyimi, İstanbul Uygulamaları içinde, Özdemir, D. (der.), Nobel, 79-97.
Thomas, S. (2003) A Glossary of Regeneration and Local Economic Development, Manchester.
Tekeli, İ. (2003) “Kentleri Dönüşüm Mekanı Olarak Düşünmek”, Kentsel Dönüşüm Sempozyumu Bildiriler, YTÜ Basım-Yayın
Merkezi, İstanbul, 2-7.
Turok, I. (2004) “Cities, regions, and competitiveness”, Regional Studies, 38:9, 1061-75.
Türkün, A. (2007) “Kentsel Turizmin Gelişmiş ve Azgelişmiş Ülkelerde Yansımaları”, TMMOB İstanbul Kent Sempozyumu
Bildiriler içinde, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, Eylül.
Türkün, A. (2011a) “Konut Alanlarında Radikal Dönüşümler, Konut Sempozyumu, 3-4 Aralık 2009, TMMOB Mimarlar Odası,
İstanbul Büyükkent Şubesi, 339-380.
Türkün, A. (2011b) Urban Regeneration and Hegemonic Power Relationships”, International Planning Studies, Routledge, 16:1,
61-72.
Türkün-Erendil, A . ve Ulusoy, Z. (2002) “The Re-invention of Tradition as an Urban Image”, Environment and Planning
B-Planning and Design, 29, 655-672.
Uzun, N. C. (2006) “Kentsel Dönüşümde Yeni bir Kavram: Seçkinleştirme“, Değişen Mekan içinde, Eraydın, E. (der.), Dost, 340360.
285
ALIŞVERİŞ ALANLARININ KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZİ:
BURSA ÖRNEĞİ1
Kadriye (DENİZ) TOPÇU
Dr., Selçuk Üniversitesi, S.Ü. Müh-Mimarlık Fak. Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
S. Güven BİLSEL
Prof. Dr. Emekli öğretim üyesi
ÖZET
Kentlerin yarışabilirliğini arttıracak kentsel projelerden biri olan alışveriş merkezlerine son dönemlerde öncelik verilmekte
ve bu merkezler, genelde kentlerin kimliğini, kişiliğini oluşturan, yerin anısının sürdürülmesinde etkili olan geleneksel
çarşıların eski önem ve işlevlerini yitirmelerine ve giderek ihmal edilerek bakımsızlaşmalarına, benzer şekilde çağdaş
alışveriş sokaklarının da odak işlevinden uzaklaşarak bir geçiş alanı haline gelmesine ve alışveriş potansiyelini kaybetmeye
başlamasına neden olmaktadır. Alışveriş alanlarında yaşanan değişim ve dönüşümler sonucunda alışveriş merkezlerinin
neredeyse geleneksel ve çağdaş kent çarşılarının tahtlarını elinden alacak seviyeye geldikleri söylenebilir. Bu tür bir
sorunsaldan hareketle artık varlığı yok kabul edilemeyecek düzeydeki alışveriş merkezlerinin (AVM) kentlerin ticaret yaşamı
içindeki etkinliğini dengelemek adına geleneksel ve çağdaş kent çarşılarının korunması, canlandırılması ve bu çarşılardan
yeniden yararlanılarak kente kazandırılmasının gerekliliği ortadadır.
Alışveriş alan tiplerini; geleneksel çarşılar-çağdaş alışveriş sokakları ve alışveriş merkezleri üçlü ayrımında irdeleyen bu
çalışma konunun çözümlenmesinde ‘mekân kalitesi arttırımı yaklaşımı’ noktasından hareket etmektedir. Buna yönelik
‘belirlenen mekân kalitesi ölçüt grupları’nın seçilen alışveriş alanlarındaki etkinliğinin karşılaştırılması, karşılaştırma sonucu
eksik görülen yönlerin giderilmesi ve bu alanların kullanım düzeyini arttırıcı önerilerin geliştirilmesi çalışmanın amacını
oluşturmaktadır. Çalışma kapsamında Bursa kenti genelinden Geleneksel Hanlar Bölgesi, Nalbantoğlu Caddesi ve Zafer Plaza
Alışveriş Merkezi örnek alanlar olarak seçilmişlerdir.
Belirlenen amaç çerçevesinde, bahsedilen sorunsalın çözümüne yönelik arayışlar içerisinde mekânın esas aktörleri olan
kullanıcıların alışveriş alanlarını tercihleri, tercih nedenleri, beklentileri ve isteklerinin sorgulanması önem taşımaktadır. Bu
nedenle örnek olarak seçilen alışveriş alanlarında toplam 255 kullanıcı ile anket görüşmesi yapılmış, elde edilen veriler
frekans ve çapraz analizler aracılığı ile değerlendirilmiştir.
Çalışma sonucunda elde edilen bulgularla Bursa Hanlar Bölgesi’nin Zafer Plaza Alışveriş Merkezi karşısında görsel, estetik,
mekânsal doyum ve kültürel kalite anlamında oldukça ön plana çıktığı, bunun yanı sıra sosyal kalite ve işlevsel yeterlilik
konularında ise geri planda kaldığı görülmektedir. Bu nedenle bu tür çarşılara yönelik gelecekte yapılacak olası uğraşlarda,
sosyal ve işlevsel yeterlilik konusunda eksik bulunan yönlerin giderilmesi, geleneksel çarşıların canlandırılması yoluyla kente
yeniden kazandırılması noktasında büyük önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: alışveriş merkezi, çağdaş alışveriş sokağı, geleneksel çarşı, mekân kalitesi, Bursa.
1 Bu çalışma 2011 yılında tamamlanan “Alışveriş Alanlarının Mekânsal Kalite Açısından Değerlendirilmesi: Karşılaştırmalı Bir Analiz” başlıklı doktora tezinin
Bursa kentine yönelik bir kısım sonuçlarını içermektedir.
287
1. GİRİŞ
Alışveriş, tarihsel süreç içinde bireylerin yaşam ve davranış biçimlerini etkilediği kadar yerleşimlerin oluşum ve gelişimini
de etkileyen önemli bir eylemdir. Toplumsal, ekonomik ve kültürel birikimleri içinde barındıran, teknolojik ve toplumsal
değişimlere paralel olarak gelişen, yaklaşık iki bin yıllık tarihçesi olan alışveriş alanları, kent morfolojisinin önemli bir öğesi
durumundadır (Batı, 2007). Bu alanlar aslında dünya tarihi içinde kentler kadar belki kentlerden daha da eski bir geçmişe
sahiptir ve gelişimleri ise sadece ticaretin ekonomik boyutlarına bağlı olarak değil teknolojiye ve alışverişin sosyal hayattaki
yerine bağlı olarak da değişim göstermiştir.
Mısır Uygarlığı döneminde tapınak çevresindeki açık mekânlarda gerçekleştirilen, Agora ve Forumlarla planlı bir eyleme
dönüşen, insanların her yerde alışverişinin söz konusu olduğu ortaçağ dönemi boyunca doğu dünyasında kent merkezlerinde
yer alan çarşı bölgeleri içinde, batıda ise katedral çevresinde ve meydanlarda kurulan pazar alanlarında toplanan alışveriş
mekânlarının çehresi 12.yy.dan sonra üstü kapalı dükkânların ortaya çıkışı ile birlikte değişmeye başlamıştır (Sayılı, 1992;
Tokyay, 2005). 16. yüzyıl Avrupa’sında cam yapım tekniğinin gelişmesi ve gösterişli vitrinlerin, alışveriş bulvarlarının ortaya
çıkması ile de bu değişim ve mekânsal dönüşüm süreci hız kazanmıştır (Sennett, 1999; Şahin, 2011).
Alışveriş alanlarının değişim ve dönüşümündeki en önemli kırılma noktasının; 18. ve 19. yüzyıl aydınlanma döneminde Batı
dünyasında yaşanan Endüstri devrimi ve bunu izleyen fordist-postfordist üretim süreçleri olduğu söylenebilir. Bu dönemde
yaşanan köklü değişim ve dönüşümler, diğer alanlarda olduğu gibi alışveriş alanlarında da, daha çok tüketim yapabilecek
düzeye gelen kitlelerin gereksinimleri doğrultusunda bir dönüşümü beraberinde getirmiştir. Bu döneme kadar günlük
gereksinmeye yanıt veren yerel pazarlar ve mahalle dükkânlarıyla lüks malların satıldığı butiklerden, küçük dükkânlardan
ibaret olan geleneksel perakende ticaret kültürü, 19.yy.ın ikinci yarısından itibaren hızla değişmiş ve yerini ulusal mağazalar,
mağaza zincirleri ve büyük çaplı perakende ticaret firmalarına bırakmıştır (Dökmeci, 1995). Bu durum aslında günümüz
insanının alışveriş alışkanlıklarının ve buna bağlı olarak alışveriş alanlarının değişiminde de oldukça önemli bir noktadır
denilebilir.
20. yy. başlangıcından itibaren artan motorlu araç trafiğinin yaya akışını yavaşlatması, kent merkezlerinde yaşanan
tıkanıklıklar, otopark problemleri, artan hava kirliliği, gürültü, kent merkezlerinin çekiciliğini yitirmesi, yerleşim ve istihdamın
kent merkezi dışına kaymasına neden olmuştur. Banliyölerde çeşitli fabrikaların kurulmasıyla birlikte artan nüfusun
ihtiyaçlarını karşılamak üzere tekrar kent merkezlerine gitmesinin zorluğu nedeniyle bu alanlarda hizmet etmek üzere
alışveriş alanları kurulması gerekliliği oluşmuş, böylelikle daha önce kent merkezlerinde yoğunlaşan ticaret ve alışveriş
mekânları, 20.yy.ın batı kentlerinde banliyölere doğru genişlemiştir (Redstone, 1973; Batı 2007). Banliyölerdeki “şerit
merkez”lerle (strip center) başlayan yaşamtarzı merkezlerine (lifestyle centers) kadar devam eden süreç, Victor Gruen
etkisiyle 1950’li yıllardan sonra ölçeğini büyüterek (bölgesel AVM’ler) ve niteliğini değiştirerek (alışveriş-yeme-içme-eğlenme
mekânları bir arada) başta Amerika olmak üzere kısa sürede tüm dünyayı etkilemiş, Avrupa ve doğu ülkelerinde de yayılmaya
başlamıştır. Ülkemizde de bu süreç 1980 sonrasında uygulanan neoliberal politikaların sonuçlarının ve yabancı sermaye
yatırımlarının serbestleştirilmesinin yansımalarıyla başlamış (Erkip, 2005) ve kısa sürede başta İstanbul olmak üzere diğer
kentlere de yayılmıştır.
Alışveriş artık satın alma eylemi dışında hoşça vakit geçirme aracı olarak da kabul görmeye başlamış, kitlesel tüketim
artmış dolayısıyla yeni bir sosyal ortamın ve kamusal mekânın oluşmasına neden olmuştur. Bu dönem içinde, tüketimin
kitleselleşmesinde en önde gelen tüketim araçları ise alışveriş merkezleri olmuş ve 1950’li yıllardan itibaren AVM’ler kent
çarşılarına ciddi bir rakip olarak ortaya çıkmıştır.
Alışveriş Merkezleri ‘kapalı bir sosyal mekâna’ dönüştükçe ziyaretçi sayıları artmakta ve bunun karşısında da kentin genelde
kimliğini, kişiliğini oluşturan geleneksel kent çarşıları eski önem ve işlevini yitirerek, genelde bakımsız, ihmal edilmiş
bölgeler haline gelmeye başlamaktadır (Şahin, 2011). Oysaki geleneksel kent çarşıları bir kentin kimliğinin tanınmasında,
“yer”in anısının sürdürülmesinde, aidiyet duygusu, anlamlı olma, kişilerarası iletişimi güçlendirme, birliktelik sağlama,
insan ihtiyaçlarını karşılama vb. duyu ve duygularla mekânsal doyumun sağlanmasında önemli ve nitelikli çekirdeklerdir
(Irklı, Aksulu, Bilsel, 1996; Leo ve Philippe, 2002, akt. Uzun, 2008; Şahin, 2011). Günümüzde varlığı yok kabul edilemeyecek
düzeye gelen alışveriş merkezlerinin (AVM) kentlerin ticaret yaşamı içindeki etkinliğini dengelemek adına bu tür çarşıların
korunması, canlandırılması ve bu çarşılardan yeniden yararlanılarak kente kazandırılması, bunun yanı sıra bu tür çarşıların
288
fayda ve olanaklarının tanımlanması kamusal bir anlam da ifade ettiğinden önem taşımaktadır (Irklı, Aksulu, Bilsel, 1996). Bu
süreçte ‘çağdaş alışveriş sokakları’ da bazı örneklerde eski önemini ve alışveriş potansiyelini koruyamamakta, bunun yanı
sıra odak merkezi işlevinden geçiş bölgesi haline gelmeye başlamaktadırlar.
Böylesi bir sorunsaldan hareketle bu çalışmanın odaklandığı konu ‘mekân kalitesi artırımı yaklaşımının’ konunun
çözümlenmesinde önemli olduğu noktasındadır. Çalışma kapsamında alışveriş alan tiplerine uygun olarak Bursa kenti
genelinden Bursa Hanlar Bölgesi, Nalbantoğlu Caddesi ve Zafer Plaza Alışveriş Merkezi örnek alanlar olarak seçilmişlerdir.
Çalışmanın amacı; ‘belirlenen mekân kalitesi ölçüt grupları’nın seçilen alışveriş alanlarındaki etkinliğinin karşılaştırılması,
karşılaştırma sonucu eksik görülen yönlerin giderilmesi ve bu alanların kullanım düzeyini arttırıcı önerilerin geliştirilmesidir.
Kullanıcı bakış açısını temel alarak öneriler getirmeyi hedefleyen bu çalışmada belirlenen örnek alanlarda toplam 255 anket
görüşmesi gerçekleştirilmiştir. Alışveriş alanları arasında yapılan karşılaştırmalar mekânın sosyal, işlevsel, görsel-estetik ve
kültürel-mekânsal doyum kalitesi aracılığı ile yapılmıştır. Anket görüşmeleri ve elde edilen verileri çözümlemek için kullanılan
frekans ve çapraz analizler çalışmanın yöntemini oluşturmaktadır.
2. MEKÂN KALİTESİ VE ÖLÇÜTLERİ
Kentsel mekân kalitesi kavramı herşeyden önce insan gereksinimilerini karşılayıp karşılamadığı ile ilgilidir. Bu tür
gereksinimlerin karşılanması durumunda mekanın nitelikli olduğundan bahsedilebilir (Gülersoy ve ark., 2005). Kentsel
kimliğin ve mekânın anlamının korunması ve yaşatılmasında mekân kalitesinin önemi büyüktür.
Kentsel mekân kalitesini neyin oluşturduğu kentsel tasarımcılar arasında uzun yıllardır tartışma konusudur. Cullen (1961)
mekân kalitesini fiziksel açıdan analiz ederken, Alexander (1979) ve Lynch (1960) mekânı güvende hissetme, konfor, canlılık,
sessizlik ve bunun gibi birçok psikolojik yönleriyle ele almışlardır (akt. Montgomery,1998). John Montgomery (1998) ise kentsel
kalite ölçütlerini sosyal, psikolojik ve kültürel boyutlar olmak üzere 3 gruba ayırmakta ve başarılı kentsel mekânların fiziksel
mekân-duyumsal deneyim ve aktivite üçlüsünü birarada bulundurması gerektiğinden bahsetmektedir. Montgomery’e göre
(1998) doğru biraraya getirilmeleri halinde mekân kalitesini üretebilecek fiziksel elemanlar; mimari form, ölçek, işaretler,
manzara noktaları, toplanma alanları, açık ve yeşil alanlardır. Jacobs (1961) da yapılı çevrede kalite oluşturulmasında kentsel
aktivitelerin önemine değinmektedir. Mazumdar (2003) “yerin ruhu”nun mekân kalitesi oluşturulmasında önemli olduğunu,
yerel kültür, toplum ruhu, mekân kimliği ve insan ve mekânı birlikte düşünmenin önemine değinmektedir. Eğer kişiler mekâna
karşı aidiyet hissedebiliyorsa, hatırlayıp, özleyebiliyorsa o mekânın kaliteli olduğu söylenebilir (Mazumdar, 2003). Jacobs
ve Appleyard (1987) mekân kalitesi konusunda yaşanabilirlik, kimlik ve kontrol, erişilebilirlik, gerçeklik, kamusal yaşam gibi
kavramların önemine değinmektedirler. Bunun yanısıra Rapoport (1977) çevresel kaliteyi; fiziksel ölçütler (çevrenin genel
görünümü, mimari stil, çeşitlilik, zenginlik, sembolik nitelikler, kimlik, doğa ile ilişki, manzara, yoğunluk, topografya, gürültü
düzeyi, erişilebilirlik ve bakım ve onarım) ve sosyal ölçütler (hizmet kalitesi ve çeşitliliği, suç oranları ve güvenlik, sosyal
özellikler, çevresel prestij, komşuluk ilişkileri, sosyal homojenlik gibi) olmak üzere iki ana başlıkta değerlendirmektedir.
Gehl (2004) konuya yaya odaklı bir yaklaşım geliştirmiştir. Prestijli, uygun ve karmaşık olmayan yürüme mekânları, iklimsel
konfor, yapı cephelerinin estetik olması, engelliler, pusetli anneler vb. için gerekli düzenlemeler, iyi yönlenme ve aydınlatma,
kentsel mobilya varlığı, sosyal ve kültürel etkileşim imkânı, gürültü konusunda rahatsız edici bir çevre olmaması, canlılık,
güvenlik, her zaman diliminde kullanılabilme gibi özelliklerin mekân kalitesi sağlanması konusunda önemli ölçütler olduğunu
belirtmektedir (Gehl, 2004). Gür (1995) ise güvenlik, sağlıklı olma, konfor, kullanışlı, bakımlı ve anlamlı çevrelerin kaliteli
olduğunu belirtmektedir. Kentsel mobilya kullanımı ve bakım-onarımın sağlanması da oldukça önemlidir (Farbstein ve ark.,
1998). Görüldüğü üzere birçok araştırmacı mekân kalitesi ve ölçütlerinin belirlenmesine yönelik araştırmalarda bulunmuş
ve çeşitli sınıflandırmalara gitmişlerdir. Her bir sınıflandırmanın bu çalışma kapsamında verilmesinin mümkün olmaması
nedeniyle, çalışmaya altlık oluşturabilecek belli başlı kalite sınıflandırmaları yukarıda kısaca özetlenmiştir. Yapılan irdelemeler
sonucu, seçilmiş örnekler üzerinden çalışmanın amacına ulaşabilmesi için kullanılan kalite değerlendirme ölçütleri aşağıdaki
gibi belirlenmiştir (Tablo 1).
289
Tablo 1. Çalışma kapsamında kullanılan mekân kalitesi ölçütleri (Topçu, 2011)
3. BURSA KENTİ ÖRNEK ALANLARINA YÖNELİK ARAŞTIRMA BULGULARI
3.1. Örnek Alan Seçimleri ve Tanımları
Temel işlevin alışveriş olması, yoğun kullanılması ve bunun yanı sıra bünyesinde farklı işlevleri de barındırması örnek alan
seçimlerinde etkilidir. Nalbantoğlu Caddesi’nin tercih edilmesinde; caddenin yayalaştırılmış olması ve bünyesinde birtakım
tasarım öğelerini barındırması, Zafer Plaza AVM’nin seçiminde; kent merkezinde, tarihsel doku yakınında yer alması ile
konumsal önemi, farklı tasarımı ve kentte açılan ilk AVM olması etkili olmuştur. Geleneksel Hanlar Bölgesi’nin ise kentin ilk
ticaret nüvesi olması, geleneksel özellikleri ile bünyesinde barındırdığı güçlü ve özgün kimlik etkilidir. Seçilen bu alışveriş
alanlarının kent içindeki konumları aşağıdaki şekilde görülmektedir (Şekil 1).
• Geleneksel Hanlar Bölgesi
Geleneksel Hanlar Bölgesi; Orhan Gazi’nin 1339-40 yıllarında kalenin altındaki düzlükte camii, imaret, hamam, kervansaraydan
oluşan külliyesinin yapımı ile ortaya çıkmaya başlayan bir çarşı bölgesidir (Ergenç, 2010; Dede ve Dostoğlu, 2010). Yapılan ilk
bedestenle (Emir Han) başlayan çarşının gelişim süreci, bedestenin dört giriş kapısının karşısına 16. yüzyıla kadar Osmanlı
sultanları veya üst yöneticilerince çeşitli hanlar ve/veya dükkânlar yaptırılmasıyla şekillenmeye başlamıştır. 16. yy. sonlarına
kadar da topografyaya uygun bir şekilde, doğu-batı doğrultusunda gelişimini sürdürmüştür (Faroqhi, 2002; Dörtok Abacı,
290
2007; Köprülü Bağbancı, 2010). Osmanlı döneminde belirli tarımsal üretimin yapıldığı bir hinterlandın merkezi olan bu merkez;
zanaat ürünlerinin üretiminin de yapıldığı ‘işlenmiş eşya çarşısı’, pazar yerleri, kullanıcılar ve hayvanları için gerekli hizmet
yapılarının olduğu bedesten veya hanları, çevresinde kapalı ve açık çarşıları da kapsayan, esnaf loncalarının denetiminde
olan bir bölgedir (Yenen, 2010).
Bursa Hanlar Bölgesi kentin ilk ticaret nüvesini, kimliğini oluşturan, günümüzde hem karmaşık bir yapılanmayı hem de
yüzyıllardır süregelen, ekonomi ile birlikte şekillenen fiziksel mekânı ve alışkanlıkları yansıtmaktadır. Çarşı, geleneklerini
sürdürerek, değişen şartlara uyum sağlayarak ayakta kalmayı başarabilen bir sürekliliğe sahiptir. Bursa Hanlar Bölgesi,
yüzyıllardır geçirdiği doğal felaketler ve sosyo-ekonomik dönüşümlere rağmen kendi mekânsal bütünlüğü ve özgün mimari
niteliğini yaşatmaktadır. Ayrıca bu bölge, ekonomik ve sosyal olarak da değerini hala koruyor ve yaşatıyor olması açısından
da Türkiye’deki tarihi ticaret bölgelerinin en özgün örneklerinden birisidir.
Tarihsel Bursa kenti böylesi bir fırsatı 1950’li yılların sonlarında bir büyük çarşı yangını felaketi sonrasında yakalamıştır.
Bursa’nın kent planlamasını üstlenen İtalyan şehirci mimar Luigi Piccinato, “büyük yangın nedeniyle tümüyle tahrip olmuş olan
geleneksel ticaret bölgesinin sınırlı olanaklarla yeniden yapılandırılması ve canlandırılmasında, projenin gerçekleştirilmesi
için bir ölçüde müdahale özgürlüğü tanınmış olduğunu” açıklamaktadır (Piccinato, 1962). Prof. Piccinato, özellikleri olan bir
dağ ve değerli mümbit bir ova arasında uzanan yamaçlara yaslanarak, eşik alanlarında doğrusal bir genel biçimlenme sunan
Bursa kentinde, “özgün kent-görünüm”ün özenle korunması ilkesine değinmektedir (Piccinato, 1962).
Bu kapsamda, “geleneksel çarşının omurgası konumundaki (uzun çarşı- kapalı çarşı aksı) yeni pazar mekânı, ön gerilimli beton
prefabrik elemanlarla örtülmüş; bedesten ve büyük hanlar gibi tüm yapıların restorasyonları tamamlanmış; uzun dükkân
sıralarından oluşan genel strüktürün han girişleriyle ilişkileri sağlanarak yeniden tasarımı yapılmıştır. Birçok tarihsel yapıya
yeni kullanımlar getirildiği, tarihsel ticaret merkezinin tümüyle yaya kullanımına ayrıldığı, servis amaçlı, sınırlı taşıt trafiğinin
çarşı bloklarının dışında tutulduğu” plancının anlatımları arasındadır. Burada, “yangından önce var olan dükkân sayısının
korunarak yeniden yapılandırılmanın sağlandığı” özellikle vurgulanmakta; ancak, “planın bölgeleme ilkeleri gereğince, artık
çarşı içinde bulunmaması gereken gürültülü ve uygunsuz el sanatlarına ilişkin kullanımların alandan dışlanmış olduğu”
açıklanmaktadır (Piccinato, 1962).
• Nalbantoğlu Caddesi
Kent merkezi içinde, Atatürk Caddesi’nin bir üst paralelinde bulunan, yayalaştırılmış, canlı bir alışveriş bölgesi içerisinde yer
alan, bünyesinde birtakım tasarım elemanlarını barındıran çağdaş işlevler içeren bir alışveriş sokağıdır.
• Zafer Plaza Alışveriş Merkezi
Zafer Plaza Alışveriş merkezi kentin merkezinde, Bursa’da nüfus yoğunluğunun dolayısıyla trafik yoğunluğunun en yüksek
olduğu Altıparmak ve Heykel semtleri arasında, Bursa’nın tarihi ve kültürel mirası olan geleneksel çarşısının –Hanlar
Bölgesinin- kuzeybatısında, geleneksel çarşıya yürüme mesafesinde bulunan bir merkezdir. Kentte 1999 yılında açılan ilk
alışveriş merkezidir.
ZAFER PLAZA AVM GELENEKSEL HANLAR BÖLGESİ NALBANTOĞLU CADDESİ Şekil 1. Bursa kentinden seçilen örnek alanların kent içi konumu
291
3.2. Anket Uygulaması Sonuçları
Bursa kenti genelinde alışveriş alanlarını deneyimleyen toplam 255 kişi ile gerçekleştirilen, kişilerin tercihleri, tercih nedenleri
ve isteklerini sorgulamaya yönelik yapılan anket görüşmesi sonuçları aşağıdaki gibidir (Tablo 2, Tablo 3,Tablo 4, Şekil 2, Şekil
3, Şekil 4, Şekil 5).
Aşağıdaki tablolardan da anlaşılacağı üzere kullanıcılar daha çok işlevsel açıdan tercih ettikleri için Zafer Plaza AVM’de vakit
geçirmekten hoşlanmaktadırlar. Geleneksel Hanlar Bölgesi ise kültürel-mekânsal doyum kalitesi yönüyle daha çok beğenilen
alışveriş alanıdır. Kullanıcılar belirlenen üç alışveriş mekân türünün herbirinde herhangi bir problem olmaması durumunda
da Geleneksel Hanlar Bölgesi’ne gitmek istediklerini belirtmektedirler. Buradan kullanıcı bakış açısıyla Hanlar Bölgesi’nin
birtakım aksayan, problemli yönlerinin olduğu anlaşılabilmektedir. Nitekim Hanlar Bölgesi’nin öncelikli olarak geliştirilip
iyileştirilmesi gerekliliğini düşünen %60,8 oranında (155 kişi) bir kullanıcı kitlesi mevcuttur. Kullanıcılara göre ideal alışveriş
mekânı ise seçilen üç alışveriş alanı içerisinden %44,7 oranıyla (114 kişi) Zafer Plaza AVM’dir (Tablo 2, Tablo 3).
Tablo 2. Alışveriş Alanlarına Yönelik Genel Tercihler
Geleneksel Hanlar Bölgesi
Kişi sayısı
Nalbantoğlu Caddesi
%
Kişi sayısı
Zafer Plaza AVM
%
Kişi sayısı
%
1. Kullanıcıların vakit geçirmeyi sevdikleri mekân
79
31,0
30
11,8
146
57,3
2. Herhangi bir problem olmaması durumunda gitmek istedikleri mekân
130
51,0
54
21,2
71
27,8
3. Öncelikli olarak geliştirilip iyileştirilmesi gereken alışveriş mekânı
155
60,8
75
29,4
25
9,8
4. İdeal Alışveriş mekânı
76
29,8
65
25,5
114
44,7
Tablo 3. Alışveriş Alanlarını Tercih Nedenleri
Tercih etme nedeni (kişi sayısı)
Sosyal açıdan
Kültürel-mekânsal doyum
kalitesi açısından
Toplam
16
7
10
46
79
Nalbantoğlu Caddesi
5
13
3
9
30
Zafer Plaza AVM
Toplam
Görsel-estetik açıdan
Geleneksel Hanlar Bölgesi
Hangisinde vakit geçirmeyi
seviyor
İşlevsel açıdan
35
96
10
5
146
56
116
23
60
255
Tercihlerin kullanıcı profillerine göre dağılımları ise aşağıdaki şekillerde görülebilir (Şekil 2, Şekil 3, Şekil 4, Şekil 5). Elde
edilen verilere göre; Zafer Plaza AVM’nin daha çok erkek kullanıcılar açısından hoşlanılan bir alışveriş mekanı olduğu,
18-35 yaş arasındaki kullanıcıların daha çok tercih ettiği, 35 yaş üstünden sonra yavaş yavaş eğilimin Geleneksel Hanlar
Bölgesi’ne kaydığı görülebilmektedir. Eğitim düzeyinin artışı ile birlikte Zafer Plaza AVM tercih oranının diğer çarşılara oranla
daha fazla artmaktadır. İşçi grubunun da diğer işgücü grupları arasında Zafer Plaza AVM’yi daha çok tercih etmesi de ilginç
görünmektedir (49 kişi) (Şekil 2). Kullanıcıların mevcut durumdaki ideal alışveriş alanına verdikleri yanıtlarda bu şekildedir
(Şekil 5). Problem olmaması durumunda gidilmek istenen mekân 25 yaşa kadar değişmezken (Zafer Plaza AVM) 25 yaş ve
üzerindeki kullanıcılar Geleneksel Hanlar Bölgesi’ne gitmek istediklerini belirtmişlerdir. Bu istek eğitim seviyesi yükseldikçe
daha da artmaktadır. İşgücü durumu, gelir durumu ve kentteki ikamet süresi etkili olmaksızın kullanıcıların çoğu (%51)
Geleneksel Hanlar Bölgesi’ne herhangi bir eksiklik ve aksaklık olmaması durumunda gitmek istemektedirler (Şekil 3). Hanlar
Bölgesi’nin geliştirilip iyileştirilmesi gerektiği konusunda tüm kullanıcı gruplarınca bir fikir birliği bulunmaktadır (Şekil 4)
Tüm bu bulgulardan yola çıkılarak daha önce belirlenen kalite ölçüt gruplarınca bu alışveriş alanları değerlendirildiğinde ise
Zafer Plaza AVM’nin sosyal ve işlevsel açıdan Geleneksel Hanlar Bölgesi’nin önüne geçtiği açıkça görülmektedir. Hanlar Bölgesi
ise görsel-estetik, kültürel ve mekânsal doyum kalitesi açısından Zafer Plaza AVM’ye kıyasla oldukça başarılı görünmektedir.
Nalbantoğlu Caddesi ise bu iki çarşı karşısında arada kalmıştır (Tablo 4).
292
Bu durumda Geleneksel Hanlar Bölgesi’nin iyileştirilmesiyle kente yeniden kazandırılabileceği, kullanım düzeyinin
arttırılabileceği açık görünmektedir. Bu tür geleneksel çarşıların eksik kaldığı sosyal kalite ve işlevsel yeterlilik konusunda
neler yapılabiliri bulmak için çalışma kapsamında belirlenen kalite ölçütlerinin birbirlerine göre önem dereceleri analiz
edilmiştir. Analiz sonuçlarına göre sosyal kalite grubundaki en belirleyici ölçütler ‘iletişim kurma, yeni insanlarla tanışma,
kaynaşma, yeni arkadaşlıklar kurma olanağı sağlaması’ (%20), ‘canlılık, dinamiklik’ (%19,2) ve ‘güvenlik’ (%18,4) ölçütleridir.
İşlevsel yeterlilikteki en belirleyici ölçüt ise ‘çeşitli, kaliteli mal ve hizmetleri birarada kolaylıkla bulabilmek’tir (%26,7).
Tablo 4. Kalite Gruplarına Göre Tercih Edilen Alışveriş Mekânları
KALİTE GRUPLARI
Sosyal kalite grubu açısından
İşlevsel yeterlilik açısından
Görsel-estetik kalite açısından
Kültürel kalite ve mekânsal doyum açısından
Geleneksel Hanlar
Bölgesi
Nalbantoğlu
Caddesi
Zafer Plaza AVM
90 (%35,3)
65 (%25,5)
139 (%54,5)
186 (%72,9)
34 (%13,3)
33 (%12,9)
26 (%10,2)
18 (%7,1)
131 (%51,4)
157 (%61,6)
90 (%35,3)
51 (%20)
Şekil 2. Kullanıcı profillerine göre vakit geçirmekten hoşlanılan alışveriş alanı 2
2 Şekillerde kullanılan GÇ-Geleneksel Hanlar Bölgesi, MAS-Nalbantoğlu Caddesi, AVM-Zafer Plaza’’yı ifade etmektedir.
293
Şekil 3. Kullanıcı profillerine göre problem olmaması durumunda gidilmek istenen alışveriş alanı
Şekil 4. Kullanıcı profillerine göre öncelikli olarak iyileştirilmesi gereken alışveriş alanı
294
Şekil 5. Kullanıcı profillerine göre ideal alışveriş alanı
4. SONUÇ
Bu çalışma, Bursa kenti özelinde mevcut durumda kullanıcıların problem olmaması durumunda gitmek istedikleri mekânın
Geleneksel Hanlar Bölgesi olduğunu ortaya çıkarmıştır. Buradan yola çıkarak, Geleneksel Hanlar Bölgesi’nin iyileştirilmesi
ve kullanım düzeyinin arttırılması noktasında kullanıcılarca başarısız görülen sosyal ve işlevsel yeterlilik ölçütlerinin
iyileştirilmesi gerektiği yönünde genel bir sonuca ulaşılmıştır. Özellikle güvenliğin sağlanması, toplanma ve iletişim
mekânlarının oluşturulması ve mal ve hizmet çeşitliliğinin sunulması ile canlılığının arttırılması oldukça önemli görünmektedir.
Böylelikle kentin tarihsel gelişim sürecinde zamanla oluşan yapısı sayesinde sunduğu özgün özellikleri ile mekân kalitesi
oluşturan Geleneksel Hanlar Bölgesi’nin sürdürülebilirliği sağlanabilecektir.
Mimarlık ve kent planlama yazınında sıkça yer alan, kent ve kentli yaşamında “geçmişten geleceğe uzanan bir kültür köprüsü”
oluşturmada, tarihsel kentlerin belleğinde önemli yerleri olan geleneksel çarşı mekânlarının değerleri yadsınamaz. Bununla
birlikte çağdaş kent yaşamının getirdiği yeni moda alışkanlıklardan olan alışveriş merkezlerinin sunduğu yapay çekicilik
karşısında, geleneksel çarşı mekân bütünlerinin, sahip olduğu görsel ve kültürel değerler yanı sıra, yarışabilirliklerini arttıran
düzenleme ve etkinliklerle zenginleştirilmeleri önemli görünmektedir.
Bursa’da seçilen örnek alanlarda yapılan anket değerlendirmeleri ve kentte yapılan genel gözlemler neticesinde, her ne kadar
yeni moda alışkanlıklarla çağımızın ürünü yeni alışveriş merkezlerine karşı belirgin bir eğilim görülüyor ise de geleneksel
kent çarşılarının sosyal ve işlevsel yönden iyileştirilmesi ile halkın bu mekânları kullanma yönündeki temel seçmeleri
güçlenecektir. Ayrıca her biri farklı özel ilgi odakları olan özgün tarihsel mekânlarda, kentli halkın, kuşaktan kuşağa aktarılan
yüzyılların alışkanlıkları ile sürdüregeldiği alışverişlerini geleneksel çarşıdan yapma eğilim ve tercihlerinin artık tümüyle
değişmiş olduğunu söylemek de pek de doğru olmayacaktır.
295
KAYNAKÇA
Bademli, R., 2000, “Kent Merkezlerini Anlamalı mı, Planlamalı mı? Az Gelişmiş Ülkelerde
Kent Merkezleri Nasıl Dönüşüyor?” Tarih vakfı yayınları, sayı.35, sf.82-87, İstanbul.
Batı, U. 2007, “Tüketim Katedralleri Olarak Alişveriş Merkezlerinin Toplumsal Göstergebilimi: Forum Bornova Alışveriş
Merkezi Örneği”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, cilt.4, sayı.1.
Cerasi, M.M., 1999, “Osmanlı Kenti, Osmanlı İmparatorluğunda 18. ve 19. Yüzyıllarda
Kent Uygarlığı ve Mimarisi”, Yapı Kredi yay., İstanbul.
Cullen, G., 1961, “The Concise Townscape”, The architectural pres, London.
Dede, R., Dostoğlu, N., 2010, “Geçmişten Günümüze Bursa Tarihi Ticaret Aksı”, Çarşının Öyküsü (ed. Prof. Dr. Neslihan
Dostoğlu, Prof. Dr. Necmi Gürsakal, Dr. Hasan Basri Öcalan, Aziz Elbas),Bursa araştırmalar merkezi, sf. 476-483, Mega basım,
İstanbul.
Dökmeci, V., 1995, “Tüketimin Değişmesi ve Mega Çarşılar”, Yapı Dergisi, sayı.158, YEM
yay., İstanbul.
Dörtok Abacı, Z., 2007, “Bursa’nın Kent Dokusundaki Değişim (18.-19. yüzyıl)”, Bursa’nın Kentsel ve Mimari Gelişimi
Sempozyumu (Ed. Yrd. Doç. Dr. Cafer Çiftçi), sf. 59-97, Bursa Osmangazi Bld. yay., Bursa.
Ergenç, Ö., 2010, “Arşiv Kayıtlarına Göre Osmanlı Döneminde Bursa Çarşısı”, Çarşının öyküsü (ed. Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu,
Prof. Dr. Necmi Gürsakal, Dr. Hasan Basri Öcalan, Aziz Elbas),Bursa araştırmalar merkezi, sf. 292-298, Mega basım, İstanbul.
Erkip, F., 2005, “The Rise of the Shopping Mall in Turkey: The Use and Appeal of a Mall in
Ankara”, Cities, vol.22, no.2, p.89-108, Elsevier.
Farbstein, J., Shibley, R., Welsh, P., Wener, R., Axelrod, E. 1998, “Sustaining Urban Excellence, Learning From The Rudy
Bruner Award for Urban Excellence, 1987-1993”, Bruner foundation, Inc. Cambridge.
Faroqhi, S., 2002, “Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla”, (çev. E. Kılıç), Türkiye Ekonomik ve
Toplumsal Tarih Vakfı yay., no.48, sf.166-167, İstanbul.
Gehl, J., 2004, “Places for People City of Melbourne in Collaboration with Gehl Architects, Urban quality consultants,
Copenhagen, Melbourne.
Gülersoy N.Z., Özsoy, A., Tezer, A., Genli Yiğiter, R., Günay, Z., 2005, “Mevcut Kentsel Dokuda Çevresel Kalitenin
İyileştirilmesi-Stratejik Kalite Planlamasi Modeli,” İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi Araştırma Projesi, proje no. 990, İstanbul.
Gür, Ş.Ö., 1995, “Fiziksel Çevre Tasarımında Kalite ile İlgili Paradigmalar ve Ölçütlerle İlgili Sorunlar,” Mimari ve Kentsel
Çevrede Kalite Arayışları Sempozyumu, İ.T.Ü Çevre ve Şehircilik Uyg-Ar Merkezi, Cenkler Matbaası, İstanbul.
Irklı, D., Aksulu, I., Bilsel, S.G., 1996, “Geleneksel Çarşı ve Eski Ticaret Merkezlerinin Yenilenmesinde Kentsel Tasarım
İlkeleri”, 4. Kentsel Koruma-Yenileme ve Uygulamalar Kolokyumu, İstanbul.
Jacobs, J., 1961, “The Death and Life of Great American Cities,” Vintage books, London.
Jacobs, A., Appleyard, D., 1987, “Toward an Urban Design Manifesto,” American Planning Association Journal, 53, 112-120.
Köprülü Bağbancı, Ö., 2010, “Hanlar Bölgesi’nin 14. Yüzyıldan Günümüze Değişim ve Dönüşüm Süreci”, Çarşının Öyküsü
(ed. Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu, Prof. Dr. Necmi Gürsakal, Dr. Hasan Basri Öcalan, Aziz Elbas),Bursa araştırmalar merkezi, sf.
438-449, Mega basım, İstanbul.
296
Mazumdar, S., 2003, “Sense of Place Considerations for Quality of Urban Life”, International Conference on Quality of Urban
Life, Policy versus Practice, ITU, Istanbul.
Montgomery, J., 1998, “Making a City: Urbanity, Vitality and Urban Design”, Journal of Urban Design, 3,1, 93-116, Routledge.
Oğuz, M., 1999, “Bursa Tarihi Kent Merkezi ve Yakın Çevresini Oluşturan MİA Alt Bölgesi”, Yüksek lisans tezi,YTÜ Fen Bilimleri
Ens., İstanbul.
Osmay, S., 1999, “1923’ten Bugüne Kent Merkezlerinin Dönüşümü”, 75. Yılda Kent ve Mimarlık, sf.139-154, İstanbul.
Piccinato, L., 1962, “Piano Regolatore Generale dell Territoio Comminale di Bursa”, Urbanistica, n. 36-37., Milano, Italia.
(Rivista officiale dell’insituto Nazionale di Urbanistica)
Rapoport, A., 1977, “Human Aspects of Urban Form-Towards a Man-Environment Approach to Urban Form and Design”,
Pergamon press.
Redstone L.G., 1973, “New Dimensions in Shopping Centers and Stores”, West Publishing Company, New York.
Sayılı, T., 1992, “Alışveriş Merkezlerinin Gelişimi, Sınıflandırılması ve Gelişimini Etkileyen Faktörler”, Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, M.S.Ü. Fen Bilimleri Ens., İstanbul.
Şahin, S.Z., 2011, “Alışveriş Merkezlerinin Evrimi ve Geleceği: Kent Merkezleri ile Birlikte Sürdürülebilir Bir Gelecek Mümkün
Mü?”, Dosya 22, AVM’ler, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi yayını, Ankara.
Sennett, R., 1999, “Gözün Vicdanı”, (çev. S. Sertabiboglu ve C. Kurultay), Ayrıntı yayınları,
İstanbul.
Tokyay, V., 2005, “Yeni Tasarım Kültürü Işığında Alışveriş Mimarlığı ve Gösteri Kültürü”, Yapı dergisi, Eylül, sayı.286.
Topçu, K., 2011, “Alışveriş Alanlarının Mekansal Kalite Açısından Değerlendirilmesi: Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Basılmamış
Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Fen Bilimleri Ens., Konya.
Uzun, İ., 2008, “Kamusal Mekân–Tüketim Olgusu Etkileşiminin İzmir’deki Alışveriş Merkezleri Bağlamında Değerlendirilmesi”,
Basılmamış Doktora Tezi,Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir.
Yenen, Z., 2010, “Kurumsal ve Ekonomik Yapılanma Koşutunda Bursa Ticaret Merkezinin Fizik Mekanının Oluşumu”, Çarşının
Öyküsü (ed. Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu, Prof. Dr. Necmi Gürsakal, Dr. Hasan Basri Öcalan, Aziz Elbas),Bursa araştırmalar
merkezi, sf.428-437, Mega basım, İstanbul.
297
DOKUMACILIK SEKTÖRÜNDEKİ DÖNÜŞÜMÜN YAŞAMA VE
MEKANA ETKİLERİ: KULA VE BULDAN ÖRNEĞİ
Dr. Nezihat KÖŞKLÜK KAYA
DEÜ Mimarlık Fakültesi
Giriş
İzmir’in hinterlandında konumlanan Kula ve Buldan’da yerel, ulusal ve ulus aşırı ölçeklerde faaliyet gösteren, en önemli
iş ve sanat dalı olarak dokumacılık, kent dokularının ve mimarilerinin biçimlenmesine doğrudan etki etmiştir. Dokumaları
ve geleneksel dokularıyla tanınan bu iki kentte, dokumacılık ve geleneksel mimari arasında güçlü bir ilişki vardır. Endüstri
Devrimi’nden günümüze kadarki tarihsel süreçte, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından bu yana dokumacılık alanında olan
değişimler; sözgelimi dünyada ve ülkemizde yeni dokuma teknolojilerinin ortaya çıkışı ve gün geçtikçe artan mekanizasyon,
üretimde değişen organizasyon, üretim ilişkilerinin yeniden yapılanması, fason üretimin artması, üretim ölçeğinin değişmesi,
tüketimdeki değişmeler, Kula ve Buldan’da sosyo-kültürel yapıda değişimlere, mekansal ve kentsel dönüşümlerin yaşanmasına
neden olmuştur.
Bildiride, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından bu yana değişen üretim ilişkileri doğrultusunda, dokumacılığa koşut olarak,
Osmanlı taşra kentlerinden Kula ve Buldan’daki değişimin yönü yaşamsal ve mekansal olarak kurulacaktır. Dokuma - yaşam/
mekan ilişkisi değerlendirilecektir.
Kula Örneği
İzmir–Ankara karayolunun kuzeyinde, Kara Divlit Dağı’nın eteklerinden güneye doğru yayılım gösteren Kula, tipik bir Osmanlı
kenti görünümündedir. Kula, tarihsel süreçte önemli bir merkez olmuş ve etkin ticaret yolları üzerinde konumlanmıştır.
Osmanlılar zamanında da Ankara–Eskişehir ve Kütahya yoluyla İzmir’e geçiş Kula üzerinden yapılmış ve geçmişteki gibi bu
dönemde de şehir, uğrak ve ticaret yeri olmuştur. (Tosun, Tarihsiz).
Gezginlerin de aktardığı gibi Kula’nın yüzyıllar boyu en büyük gelir kaynağı halıcılık olmuştur (Darkot, 1977, s.974’den Texier,
1882; Yurt Ans., 1982-1983’den Şemseddin Sami, 1314; Evliya Çelebi, 1984). Kula çevresinde çeşitli tarım ürünleri yetiştirilmekte
ise de, çok verimli olmayan doğal coğrafyanın sunduğu zirai imkanlar kısıtlı olduğundan, Kula’nın geçmişteki gelişimi
sanayiye dayanmış ve bu faaliyet ise halıcılık etrafında toplanmıştır. Göçebelerin, bölgenin sürülerinden elde edilen yünleri,
çevreden toplanan meşe palamudundan çıkarılan kökboyaları ile renklendirerek elde ettikleri ipliklerden dokudukları
kilimler bu faaliyetin temelini oluşturmaktaydı (Darkot, 1977). Bu temel eylemden yola çıkan halıcılık, gittikçe artan ihraç
ticaretini beslemek üzere ilerlemiş, dokunan halılar, 19. yüzyılda Kula’ya gelen Batılı gezginlerin bahsettiği gibi Avrupa’ya
hatta Amerika’ya bile ihraç edilir olmuştur (Bozer, 1990). 19. yüzyıl Kula halıcılığı, İngilizler’in İzmir’de kurdukları şirketlerin
dokutturduğu ısmarlama halılar ile gelişmiştir (Şahin, 2006).
Kula’da tarihi süreçte özellikle halıcılığa bağlı olarak gelişen ekonomiye paralel olarak imar faaliyeti de artmıştır. 17. yüzyılda
Evliya Çelebi’nin aktardıkları ile 16. yüzyıl tahrir defterlerindeki bilgiler karşılaştırıldığında (Varlık, 1988), başlangıçta küçük
bir kaza olan Kula’nın bir yüzyıl içinde mahalle, hane sayısı ve nüfus olarak geliştiği, dini ve sosyal yapılarının arttığı
görülmektedir. Kaynaklarda 18. yüzyıl Kula’sı ile ilgili bir bilgi olmamasına karşın bu yüzyıla ait olup günümüze ulaşan mimari
eserlerden, şehirde yoğun imar faaliyetinde bulunulduğu ortaya çıkmaktadır. Kula’da halıcılığın parladığı 19. yüzyılda, gerek
plan kurgusu, gerekse zengin süslemeleriyle Osmanlı sanatının en başarılı sivil mimari örneklerinin ortaya konulduğu Osmanlı
kent dokusu meydana getirilmiştir (Bozer, 1990) (Şekil 1). Bu durumu, zengin Kula halkının ticari ilişkiler içinde olduğu başkent
İstanbul’daki ve Osmanlı’nın büyük kentlerindeki imar faaliyetlerini izlemesi, takip etmesi, benzer örnekleri Türk ve yabancı
yapı ustalarına ya da mimarlarına yaptırması şeklinde açıklamak olasıdır.
299
Şekil 1. Geleneksel Kula evleri (Foto: N. Köşklük Kaya)
I. Dünya Savaşı yıllarında Kula halıcılığı bir sarsıntı geçirmişse de, savaş sonrasındaki dönemde Kula’da Hancı Haliloğulları ve
Çolakzadeler’e ait ikisi Türk olmak üzere beş halı fabrikası bulunduğunu, bu fabrikalarda “arşın” hesabı ile halı dokutulduğunu
kaynaklardan öğrenmekteyiz. Adı geçen fabrikalardan ilki çıkan bir yangın sonrası 1930 yıllarında kapanmıştır (Kula, 1998).
Kula’da halı üretimi yapan Çolak kardeşler, ilçede Demircikapı mevkiinde Çolakzade Halı Kumpanyası’nı kurmuşlardır. Bu
şirket Kula, Demirci ve Isparta’da halı imal ettirip dokunan halıları dünya piyasasına arz ediyordu. Amerika’da bir adet satış
mağazası mevcuttu. 1934 yılında halı ve iplik imalinin yanı sıra kumaş dokumaya da geçmiş ve Kula Mensucat Fabrikası T.A.Ş.
adını almıştır (Şekil 2). Fabrika ve bilhassa bacanın yapımında Alman bir mühendisin, lojman inşaatlarında ise İtalyan mimar
Umberto Ferrari’nin projeleri uygulanmıştır (Şahin, 2006). O yıllarda %90’ını Kula halkının oluşturduğu 1200 kişinin, üç vardiya
halinde çalıştığı fabrika, Türkiye’nin sayılı ve Ege Bölgesi’nin en büyük fabrikalarından biri olarak faaliyetini sürdürmüş, ilçe
ekonomisini çevre ilçelerinkinin üstüne çıkartmış, ancak 1951 yılında belediye ile olan sorunları yüzünden İzmir’e taşınarak
faaliyetine orada devam etmiştir. Kula Mensucat Fabrikası’nın İzmir’e nakledilmesinden sonra, Kula’da bir süre dokumacılık
ve boya sanayi suskunluğa girmiştir.
300
Şekil 2. Kula Mensucat Fabrikası (Şahin, 2006)
Kula’daki kentsel dönüşüm için iki önemli kırılma noktasından söz etmek olasıdır. İlk tarih 1951’dir. Mensucat Fabrikası’nın
Kula’da üretime geçmesi ile birlikte 10.000’ler civarına çıkan Kula nüfusu, 1951 yılında fabrikanın ve bu fabrikada çalışan
işçi ailelerinin İzmir’e nakli ve diğer göçler ile hızla azalmış, 7.000’lere düşmüştür (Şahin, 2006). Kulalılar ağırlıklı olarak
İzmir Bayraklı ve İstanbul Sağmalcılar semtlerine yerleşmiş, Kula, sosyal ve ekonomik alanda durgun bir döneme girmiştir.
(Şahin, 2006). İkinci kırılma olarak 1984 tarihi gösterilebilir. 1951 yılında İzmir’e taşınsa da, 1984 senesinde iflas edip, üretimi
durduruluncaya kadar Kula Mensucat Fabrikası, Kula ve köylerinde ısmarlama halı dokutma geleneğini sürdürmüştür.
Dolayısıyla pek çok evde o tarihe kadar tezgahlar hala işler durumdadır. Fabrika 1984’te iflas ettikten sonra tezgahlar
büyük ölçüde kapatılmış, geleneksel evlerde halı dokuma geleneği neredeyse tamamen bitmiştir. Günümüzde sadece, 1956
yılında Kula’da bir şube açan Sümerbank adına merkezde ve köylerde ısmarlama halı üretimi sürdürülmekte ve evlerde halı
dokumacılığı tek tük de olsa devam etmektedir (Kula, 1998) (Şekil 3).
Şekil 3. Sümerbank için halı dokuyan bir ev (Foto: N. Köşklük Kaya)
301
Böylece doğan iş gereksinimi ile başta İzmir olmak üzere başka kentlere göç sonucu Kula, özellikle genç nüfusunu
kaybetmiştir. Bunun sonucu olarak evlerin bir kısmı boşaltılmış, bir kısmı yaşlılara bırakılmış, bir kısmı ise çevre köylerden
göçle gelen köylülere kiralanmıştır. Yaşlılar, genellikle hem maddi hem de fiziksel imkansızlıklardan dolayı yapıyla pek
ilgilenememekte, kiracılar ise kendilerine ait olmadığı için evleri gerektiği kadar önemsememektedir. Diğer taraftan, terk
edilen evler bakımsızlıktan çökmekte ya da yanmakta, yerlerini ise geleneksel dokuyla uyumsuz iki-üç katlı yeni apartmanlar
almaktadır (Şekil 4). Büyük ahşap evler bölünerek küçültülmekte ya da avlularına ihtiyaca göre yeni yapılar inşa edilmektedir.
Şekil 4. Terkedilen bir ev ve karşısındaki yeni yapı (Foto: N. Köşklük Kaya)
Buldan Örneği
Tarihi Antik Dönem’e dek uzanan ve Denizli’nin en eski ilçelerinden olan Buldan denildiğinde akla ilk gelen, dokumacılığı ve
kendi adıyla anılan özel bezidir. Dokumacılık için gerekli olan bütün doğal koşullar yörede mevcuttur. İpliğin ve dolayısıyla
dokumacılığın hammaddelerinden olan pamuk, Büyük Menderes Ovası’nın tarıma elverişli topraklarında yetiştirilmektedir.
Arazinin engebeli yapısından ötürü hayvancılığın yaygın olması, ipliğin bir diğer hammaddesi olan yünün de kolaylıkla elde
edilmesini sağlamıştır. Dokumanın üzerine işlenen ipeğin boyası, çevre ormanlardan getirilen çam ve meşe palamudunun
kabuğundan kökboyası tarzında imal edilmektedir. Boyayı sabitleştirmek içinse, her türlü su kaynağı açısından zengin olan
yörenin sıcak suları kullanılmaktadır.
Yörenin geçmişte batıyı Anadolu içlerine ve Mezopotamya’ya bağlayan Büyük Kral Yolu üzerinde yer alması, ticaretin ve
yüzyıllar öncesinden gelerek halkın en büyük gelir kaynağı olan, yaşama biçimini belirleyen dokumacılığın gelişmesini
sağlamıştır. Padişah ve beylere kaftan ve şal olacak kadar kaliteli kumaşları dokuyarak zenginleşen kentte, özellikle 19.
yüzyılda Osmanlı Evi’nin en güzel örnekleri inşa edilmiştir (Eldem, bt) (Şekil 5). Salnamelerden 1889 yılında şehirde 1125 ev
olduğu tespit edilmektedir (Avralıoğlu, 1997).
302
Şekil 5. Buldan, 19. yüzyıl başı (Eldem, bt)
Ne var ki, dünyada ve ülkemizde yeni dokuma teknolojilerinin ortaya çıkışı ve gün geçtikçe artan mekanizasyon, üretimde
değişen organizasyon, üretim ilişkilerinin yeniden yapılanması, fason üretimin artması, üretim ölçeğinin değişmesi,
tüketimdeki değişmeler, Buldan’da da üretim süreçlerinde dönüşümlerin yaşanmasına neden olmuştur.
Buldan’da el ile çekme, tefe ve el ile atılan mekik ile başlayan dokumacılık, Cumhuriyet’in ilanından sonra, el tezgahları ile
devam etmiştir. 1950’den sonrası makineleşme dönemidir. Yurt çapında 1950’den sonra güdülen iktisadi politikayla, sanayi
alanı özel sektöre çekici kılınmaya çalışılmıştır. Bilindiği gibi, 1962’den başlayarak yurdumuzda planlı kalkınma dönemine
girilmiştir (Avralıoğlu, 1997). Kalkınma planlarında, sanayi mamulleri ve bu arada dokuma ürünleri ihracatının geliştirilmesine
önem verilmiştir. Dokumacılık dalında, başta İstanbul olmak üzere, bazı büyük merkezlerde büyük ve orta boy fabrikalar
kurulurken, son zamanlarda Buldan içinde de, orta boy bazı dokuma fabrikalarının imalata başladıkları görülmektedir. Ayrıca
Buldan’ın ev çapında yürütülen küçük dokumacılık işletmeleri ve kooperatifleri de varlıklarını sürdüregelmişlerdir. Bunda,
küçük işletmelerin gelişmeleri izleyerek, el tezgahlarını otomatik ve jakarlı makinelerle değiştirmelerinin rolü büyüktür
(Şekil 6, 7). Özellikle, 1978’den sonra, el tezgahlarının sayısında giderek azalma olmuştur. 1998 yılı itibariyle, Buldan’da el
dokumacılığı yapan kişi sayısı 20-25’e kadar düşmüştür. Günümüzde ise, el tezgahlarına eğilim artmakla birlikte, yaşanan
ekonomik krizlerle birlikte dokumacılık durma noktasına gelmiştir.
303
Şekil 6. Geleneksel el tezgahı (Foto: N. Köşklük Kaya)
Şekil 7. Modern tezgah (Foto: N. Köşklük Kaya)
Buldan ile ilgili araştırmalara göre; ilçede motorlu tezgahların yaygınlaşması, hızlı üretim artışı, ulusal pazarla ve dünya
ekonomisiyle giderek artan bütünleşme, ilçenin toplumsal ve mekansal yapısını önemli ölçüde değiştirmiştir (Ayata, 1988;
Batur ve Ağır, 2002; Batur vd., 2003; Köşklük, 2001; Köşklük, 2009).
304
İplik ticareti yapan, bez ve havlu gibi iki temel ürünün pazarlanmasında büyük rol oynayan ve yüzlerce motorlu tezgah
sahibine fason iş vererek istihdam eden bir tüccar-imalatçı tabakasının ortaya çıkması, toplumsal farklılaşma sürecinin
hemen göze çarpan boyutlarından biridir. Kimi bağımsız fason çalışan, gelişmiş motorlu tezgah sahipleri, küçük çaplı ip ve
tekstil ürünleri tüccarları ilçenin yeni orta tabakasını teşkil etmektedir. Çok yakın zamana kadar ilçenin yaygın orta tabakasını
oluşturan el dokumacıları ve ilkel motorlu tezgah sahipleri ise kasabanın alt tabakasının bir parçası olmuştur.
Buldan’da eskiden evlerde geleneksel el tezgahları kullanılır, tezgahlar küçük olduğu için, sadece bir oda bile üretim için
yeterli olurdu. Dokumacılığın yapıldığı evler, mekansal anlamda buna müsait idi. Günümüzde ise, gelişen teknolojiyle birlikte
mekanizasyona geçilmiş, tezgahlar da gelişmiş ve büyümüştür. Piyasa ortamında rekabetin artması da, farklı işleri yapan
birkaç tezgahın aynı anda eve girmesini gerektirmiştir. Modern hayatın ve tezgahlardaki modernizasyonun gereği olarak,
günlük yaşantıda geçmiştekine göre değişikliklerin olması ve geleneksel konutların tüm bu değişime cevap verememesi,
kullanıcıların konutları ihtiyaçları doğrultusunda tekrar düzenlemelerine neden olmuştur (Köşklük, 2009).
Özellikle büyük modern tezgahları sığdırabilmek için, zemin katlarda ara duvarlar kaldırılarak daha büyük mekanlar elde
edilmektedir. Bu da, yapının hem planını, hem de strüktür dengesini olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca tezgahlar yüksek
olduğundan, zemin kat tavan yüksekliğinin az olduğu konut örneklerinde, ara döşeme delinmek suretiyle tezgah mekana
sokulmaktadır (Şekil 8). Bu da tezgahın üstündeki odanın işlev dışı kalmasına neden olmaktadır. Sıklıkla rastlanılan diğer
durumlar, işlik mekanına daha çok ışık alabilmek için kapı ve pencere boyutlarının büyütülmesi, modern tezgahların sebep
olduğu kir ve titreşimden dolayı zemine beton dökülmesi, avlu ve bahçelerin duvarla çevrilerek tezgah işlikleri haline
getirilmesidir. Zemin katın neredeyse tamamının işlik olarak kullanılması ve bunun sonucu olarak artan mekan gereksinimi,
özellikle küçük konutlarda, üst kattaki sofanın bölünerek yeni mekanlar oluşturulmasına neden olmuştur. Zemin katta olması
gereken işlevler, mekan darlığı nedeniyle üst kata taşınmıştır. Mekansal anlamda yaşanan en büyük değişme ise, evlerini
dönüştüremeyen dokumacıların işliklerini evlerinden ayırarak yeni sanayi sitesine taşımalarıdır (Köşklük, 2009).
Şekil 8. Modern tezgah için döşemenin delinmesi (Foto: N. Köşklük Kaya)
Sonuç ve Öneriler
Kula ve Buldan örneklerinde ev-işlik-aile emeği birlikteliği ve el tezgahları geleneği üzerine temellenen dokumacılığın,
bazı ortak noktalar dışında farklı bir seyir izlediği görülmektedir. Kula’da dokumacılık geleneği, yeni çağın gerektirdiği
modern tezgahların geleneksel evlere girmesine gerek kalmadan, önemini yitirmiş, neredeyse yok olmuş ve ev-işlik ilişkisi
çözülmüştür. Yine Kula Mensucat Fabrikası’nın İzmir’e taşınması ile kentsel anlamda büyük bir dönüşüm yaşanmıştır.
Buldan’da ise ağırlıklı olarak, geleneksel el tezgahlarının yerini modern tezgahlar almış ve ev-işlik ilişkisi, sonuçları tartışmalı
da olsa, yeni bir boyut kazanarak, yeni düzenlemelerle ve dönüşerek devam etmiştir.
305
Denilebilir ki, Buldan’da tarihsel süreçte değişmeyen tek şey, dokumacılığın devam ettirilmesidir. Tüm dönüşümlere rağmen
Buldan dokumacılığı, ortaya çıktığı ilk zamanlardan günümüze kadar, ağırlıklı olarak ev-işlik-aile emeği birlikteliği ilkesine
göre sürdürülmektedir.
Başta halıcılık olmak üzere Kula’nın eski ve unutulmuş zanaatları, tarihi evlerin yaşatılması için tek başlarına yeterli değildir,
ancak önemlidir. Özellikle bu konularda bir yüksekokulun açılması hem eski zanaatların sürdürülmesini sağlayacak, hem de
gençlere alternatif iş imkanları yaratarak göçü ve dolaylı olarak kentin olumsuz dönüşümünü yavaşlatacaktır.
Buldan’ın korunabilmesinin en önemli yolu ise ilçenin geleneksel kültürünün temeli olan ev-işlik-aile birlikteliğinin
sürdürülmesidir. Çünkü Buldan günümüze kadar, Ortaçağ zanaat üretimini andıran bu birliktelik ilkesine göre var olmuştur.
Ayrıca fason üretimin ortadan kalkmasını sağlayarak; aile işletmelerinin küçük kapitalist şirketlere dönüşümü, fason
tüccarlara iş yapan ailelerin işçi statüsünde olmaları da ortadan kaldırılmalıdır. Devletin üretimi geliştirme konusunda
aktif rol oynayabileceği şüphesizdir. Uzun vadeli kredilerle aile işletmelerine destek sağlama, vergilerin hafifletilmesi
gibi çözümler devletten beklenenlerdir. Böylece geleneksel üretim modeli korunarak, aile işletmelerinin faaliyeti devam
ettirilecek ve konutlar da korunacaktır.
Bu çalışmada, ele alınan bu iki kentin farklı konum, coğrafya ve dokuma ekonomilerinin ortaya çıkardığı tespitler, bir
bilgi olarak koruma alanına aktarılmaktadır. Osmanlı dokuma üretim merkezleri özelinde koruma yaklaşımlarının ne
olması gerektiği, genel geçer koruma yaklaşımları yerine, bu tip kentlere özgü insan-mekan-üretim ilişkileri sorgulanarak
tartışılmaktadır. Çalışmanın amacı, ekonomik yapıyı değiştiren dokuma üretiminde yaşanan dönüşümlerin, toplumsal
ve mekansal yansımalarını ortaya koymak, bu bilgiler ışığında, ev-işlik-aile birlikteliğine dayanan geleneksel üretim
dokumacılığın ve geleneksel dokunun sürdürülebilirliğine ilişkin çözüm önerilerini üretmektir.
Kaynaklar
• Avralıoğlu, O. Z. (1997) Buldan ve Yöresinin Tarihçesi, Önder Matbaacılık, Ankara.
• Ayata, S. (1988) Kasabada Zanaat Üretimi ve Toplumsal Tabakalaşma Buldan, ODTÜ Gelişme Dergisi (15) 1-2.
• Batur, A., Ağır, A. (2002) TÜBA-TÜKSEK Buldan (Denizli) Kentsel Kültür Varlıkları Envanter Çalışması, Türkiye Bilimler
Akademisi TÜBA-TÜKSEK Türkiye Kültür Envanteri Pilot Bölge Çalışmaları Buldan 1/2, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul, 9-16.
• Batur, A., Ağır, A., Köşklük, N., Öngül, Z. (2003). TÜBA-TÜKSEK Buldan (Denizli) Kentsel Kültür Varlıkları Envanter
Çalışması 2002 Yılı Raporu, Türkiye Bilimler Akademisi TÜBA-TÜKSEK Türkiye Kültür Envanteri Pilot Bölge Çalışmaları
Buldan 2/2, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 17-33.
• Bozer, R. (1990) Kula’da Türk Mimarisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
• Darkot, B. (1977) Kula, İslam Ansiklopedisi (6) 973-976.
• Eldem, S. H. (bt) Türk Mimari Eserleri, Tifdruk Matbaacılık, İstanbul.
• Evliya Çelebi. (1984) Seyahatname Anadolu, Suriye, Hicaz (9-10) (Çev. M. Zıllioğlu), İstanbul.
• Köşklük, N. (2001) Buldan Tarihi Çevre Dokusu Araştırması, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mimarlık Bölümü,
DEÜ, İzmir.
• Köşklük, N. (2009) Tarihsel Süreçte Dokumacılık-Mekan İlişkisinin Koruma Amaçlı Değerlendirilmesi: Tire-KulaBuldan Örneği, yayınlanmamış Doktora Tezi, Mimarlık Bölümü, DEÜ, İzmir.
• Kula Tanıtım Kitabı. (1998) Kula, Özdeniz Haberler Ajansı, İzmir.
• Manisa maddesi. (1982-1983) Yurt Ansiklopedisi (8) 5523-5615, İstanbul.
• Şahin, H. (2006) Tarihin Güzel Mirası Kula, Ezgi Yayınları, Kula.
• Şemseddin Sami. (1314) Kamus-ül Alam (5), İstanbul.
• Texıer, C. (1882) Asie Mineure, Paris.
• Tosun, Y. (Tarihsiz) Milli Mimarimizde Kula Evleri, İzmir.
• Varlık, M. Ç. (1988) XVI. Yüzyılda Kütahya Sancağı’nda Yerleşme ve Vergi Nüfusu, Belleten (202) 115-167.
306
Kamusal Alan Kavramının Enformasyon Toplumunda
Dönüşümü: Sanal Kamusal Alanlar
Araştırma Görevlisi Melike ATICI
Maltepe Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi
İlk kez Jürgen Habermas tarafından 1960’lı yıllarda ele alınan kamusal alan kavramı, ortaya çıkışını burjuva toplumuna
borçludur.1 Habermas, kamusal alan kavramını “Özel şahısların, kendilerini ilgilendiren ortak bir mesele etrafında akıl
yürüttükleri, rasyonel bir tartışma içine girdikleri ve bu tartışmanın neticesinde o mesele hakkında ortak kanaati, kamuoyunu
oluşturdukları araç, süreç ve mekânların tanımladığı hayat alanı” olarak belirtmiştir (Habermas, 1962). Habermas, kamusallığın
çıkışını 18. yüzyılda kamusal akıl yürütmenin, edebiyat üzerinden gerçekleşmesine dayandırmıştır. Okuma salonlarında, konser
salonlarında, tiyatrolarda, müzelerde, kahvehanelerde edebiyat üzerinden gelişen tartışmalarla sarayın kültürel - siyasal
ortamından kopuk olarak şehir ortamında yeni bir siyasal kamu oluşmuştur. Başka bir deyişle, Habermas’a göre kamusal alan
aydınlardan oluşan eleştiri ortamıdır ve önyargılardan kurtulmayı hedefleyerek Aydınlanma’ya hizmet etmektedir (Kalaycı,
2007). Habermas’ın ideal kamusal alan tanımı, kamusal alanın belli bir toplumsal grupla sınırlandırılması ve farklılıkların
dışlanıyor olmasından dolayı farklı düşünürler tarafından eleştirilmiştir. Alexander Kluge ve Oskar Negt, kamusal alanı
“mücadelenin savaş dışı yollarla karara bağlandığı” proleter alan olarak tanımlarken (Kluge ve Negt, 1993) Zygmunt Bauman’a
göreyse, kamusallık kavramı toplumsallaşma biçimi olarak ele alınmalıdır ve birbirinden farklı toplumsallaşma biçimlerinden
bahsedilebilir. Bu kapsamda caddeler, stadyumlar, alışveriş merkezleri, kent meydanları farklı ilkeler doğrultusunda farklı
kamusal alan yaklaşımları / birliktelik biçimleri önerirler. Kamusal alan kavramıyla günümüzdeki ahlaksallığı sorgulayan
Bauman, kamusal alanlardaki birlikteliği ‘yanında-olma’ ve ‘ile-olma’ durumları olarak açıklamıştır. Ahlaksallık boyutunun sevgi, duygusallık, ilgi ve taahhüt - kaybedildiği bu ilişkiler, Bauman tarafından ‘yanlış-buluşma’ olarak adlandırılırken ‘doğrubuluşma’, ‘için-olma’ halidir. Bu ilişki türünde insan, “öteki ile bir maske olarak değil bir yüz olarak yüz yüze gelme ve bu
süreçte kendi yüzüyle de bütün çıplaklığıyla karşılaşma olarak tanımladığı şeyi gerçekleştirir” (Bauman, 2001).
Günümüzde ise, kamusal alan kavramı gelişen bilgi ve iletişim teknolojilerinin etkisiyle yeni anlamlar kazanmaktadır. Yeni
dünya düzeni ile artan küreselleşme vurgusu, bilgisayar teknolojilerinin gündelik hayatın her alanına nüfuz etmesine neden
olmuştur. Bu durum, toplumsal ilişkilenme biçimlerini neredeyse tamamen dönüştürmüş, yeni toplumsal ve mekânsal
pratiklerin doğmasına neden olmuştur. Tarih boyunca Yunan agoralarının, Roma forumlarının, Ortaçağ pazar alanlarının,
modern kent meydanlarının ve son olarak alışveriş merkezlerinin yerine getirdiği görevi, artık siberalan üstlenir hale
gelmiştir.
Enformasyon toplumunda bireyin iletişim alanı tüm dünyayı kapsayacak şekilde genişlerken eylem alanı, bulunduğu
mekândan çıkmasını gerektirmeyecek kadar küçülmektedir. Mesafenin ölümü olarak tanımlanan bu dönüşüm, Harvey
tarafından ‘mekânın zaman aracılığıyla ölümü’ olarak nitelenmektedir (Harvey, 1990). Artan fiziksel hareketlilik ve iletişim
teknolojilerindeki ilerleme ile ‘yer’ e bağlı fiziksel mekân algısının yerini soyut mekân almaya başlamıştır. Bilgisayar
teknolojilerinin erişilebilirliğinin artması ve yaygınlaşması sonucu, bireyler bulundukları mekândan bağımsız olarak başka
bir ortamda görünürlük / mevcudiyet kazanmaya başlamışlardır. Siberalan olarak adlandırılan bu ortam, gündelik yaşamdaki
kodların, dillerin, simgelerin ve göstergelerin doğrudan karşılıklarını bulundurmasıyla gerçek dünyanın bir çeşit temsilini
oluşturmaktadır. Bu temsil ortamının önemli bir parçasını oluşturan facebook, twitter gibi sosyal paylaşım ağları bireye
sınırsız görünürlük sağlarken kamusal alan algısına da yeni tanımlamalar getirmişlerdir. Gerçek yaşamdaki kamusal alanların
giderek ortadan kalkması ve dünyanın her yerinden insanların eş zamanlı dâhil olabildikleri yeni ortamların ortaya çıkması
sonucu, gelişen internet toplulukları yeni kamusal alanları imler olmuştur (Timisi, 2005).
1 Bkz. Habermas, J., 1962. Kamusallığın Yapısal Dönüşümü.
307
Bu çalışmada sanal kamusal alan olarak ele alınan sosyal paylaşım ağları ile fiziksel kamusal alan / ‘yer’ arasındaki çok
katmanlı, melez ilişki irdelenmiştir.
Bu bağlamda, sosyal paylaşım ağlarının etkisiyle kamusal alan kavramının edindiği yeni tanımlar genel olarak dört yaklaşımla
ele alınmıştır: İlk olarak günümüz kamusal alanlarının yer ile kurduğu ilişki irdelenmiştir. Ardından, değişen kamusal alan
algısıyla toplumun fiziksel kamusal alandan beklentilerinin dönüşümü sorgulanmış ve sanal ortamda kurulan
örgütlülük / eylemlilik durumlarının fiziksel kamusal alana ne ölçüde taşındığı tartışılmıştır. Son olarak sanal ortamın
gerçekten sunulduğu gibi daha demokratik ve daha özgür bir iletişim ortamı önerip önermediği sorusuna yanıt aranmıştır.
Toplumsal ilişki pratiklerinin bilgi ve iletişim teknolojileri etkisinde değişmesiyle birlikte toplumsal yaşam ve mekânsal
pratikler de dönüşmeye başlamıştır. Artık mekânların belirgin sınırları, bilgi akışına izin verecek yarı geçirgen zarlara
dönüşmektedir (Robins,1996). Görünürde olup bitenden öte uzaktaki ilişkilerin etkisiyle biçimlenebilen siberalanda, zaman
ve mekân arasındaki ilişki yeni anlamlar kazanmaya başlamıştır. Fiziksel kamusal alanlar anlamını yitirip sadece içinden
geçilip gidilen mekânlara dönüşürken sanal ortam, bireye aynı anda birden fazla ortamda bulunabilme olanağı sunmaktadır.
Başka bir deyişle, yaşanan gelişmeler hayatın hızını büyük ölçüde arttırmış ve bununla beraber mekânsal sınırları ortadan
kaldırmıştır. Harvey, bu durumu ‘zaman – mekân sıkışması’ olarak tanımlamaktadır. Bu sıkışma bir taraftan ‘yer’ kavramını da
bulanıklaştırmaktadır. Modern zamanların ‘herhangi-bir-yer’ kavramıyla temsil edilen mekânlarını eleştiren modern sonrası
yaklaşımlar, ona alternatif olarak ‘bir yer’ olgusunu değil ‘her yer’ in eş zamanlı yaşandığı ortamları sunmaktadır. Dolayısıyla,
bugün karşılaşılan durum, ‘mekânsal farklılık’ tan ziyade ‘mekânsal aynılık’ tır. Diğer bir ifadeyle, bir önceki yüzyıla damgasını
vuran sanayileşme hareketleri ve ulus devletler, sanal ortamın sınırsızlığı içinde kaybolmaktadır (İl, 2005). Bu sınırsızlığın
bağlamdan kopuk bir şekilde kurguladığı mekânlar, bireyde ‘bir yere ait olmama / her yere ait olma’ hissi uyandırırlar. Yeni
dünya düzeninin ürünü olan ‘yer-olmayan’2 kavramının son üyesi sanal ortamlardır artık. Aidiyet hissini yok eden ve tek
tipleşen mekânlarla birlikte bireyler de tek tipleşmeye başlamıştır. Gelişen teknoloji, her şeyi ve herkesi yer değiştirebilir
hale getirirken ‘gerçeklik’ de yerini ‘hiper-gerçeklik’ e bırakmıştır. Baudrillard, ‘hiper-gerçeklik’ kavramını “bir köken ya da
gerçeklikten yoksun olanın modeller aracılığıyla türetilmesi” olarak tanımlamıştır (Baudrillard, 1981).
İnsani değerlerden uzaklaşan ve mekân olarak algılanması imkânsızlaşan ‘yer’ / fiziksel kamusal alan varlığını, bireyin
sanal kamusal alandaki görünürlüğünü desteklediği ölçüde sürdürebilir olmuştur. Oldenburg’un mekân üçlemesinde
tanımladığı iş ve ev ekseninde gidip gelen bireyin toplumla karşılaşıp sosyal ihtiyaçlarını giderdiği restoran, kafe ve bar gibi
mekânlar (Oldenburg, 2001), bireye ‘ağ’ a bağlanma olanağı sunduğu ölçüde tercih edilir olmuşlardır. Sosyal ilişki kurma ve
iletişime geçme ihtiyacının öldüğü fiziksel kamusal alanlarda Bauman’ın da belirttiği gibi “yakınlık artık fiziksel komşuluğu
gerektirmemektedir; ama bu fiziksel komşuluk da artık yakınlığı belirlememektedir” (Bauman, 2009).
2 Bkz. Auge, M., 1995. Non-Places: Introduction to an Anthropoogy of Supermodernity
308
Şekil 1. Alcatel’in 1987 tarihli bir reklamı
küçülen dünya imgesini popüler biçimde vurguluyor. (Harvey’den, 1997)
Bugün kamusal alan, Arendt’in tanımladığı gibi “her şeyin herkes tarafından duyulduğu ve erişilebildiği yer” olmaktan
çıkmıştır artık (Arendt, 1998). Bu durumda, fiziksel kamusal alan olarak nitelenen ortamların kamusallığı ne ölçüde sağladığı
tartışılmalı ve bu mekânların hangi özneyi ön plana çıkardığı sorgulanmalıdır. Bireyin kahveye ödeyecek parası yoksa orada
olamayacağından dolayı belli bir sınıfa ait, belirli bir aklın söylemsel dilini konuşabilmek için belirli bir kültür grubuna dâhil
olduğunu söylemek, herhangi bir araştırmaya gerek kalmadan olasıdır. Bunun yanında, bu mekânların mülkiyetinin özel
olma olasılığının çok yüksek olduğu da düşünülürse kamusal alan olarak tanımlanan yerin, belirli pratiklerle tanımlanan
kısıtlamalarının olduğu, hatta belirli oranda özel alan sayılabileceğini fark etmek zor olmayacaktır (Tanju, 2007). Sanal ortamın
önerdiği kamusallık da buradakinden pek farklı değildir. Sosyal paylaşım ağlarının tanımladığı sanal kamusal alanlarda birey,
kamusallığının sınırlarını tanımlama özgürlüğüne sahiptir. Kendiyle ilgili hangi bilgilerin kimlerle paylaşılacağına karar
verebilen birey, tanımladığı sınırlar ölçüsünde bir çeşit özel - kamusal alan oluşturur.
309
Fotoğraf 1: Kamusallığı sorgulanan cafelerden bir görünüm
http://www.usm.edu/news/archives/older/cms/indexe183.html?option=com_content&task=view&id=3012&Itemid=99999999
Siberalanın etkisiyle kamusal alan kavramının geçirdiği dönüşüm, Habermas’ın üzerinde durduğu ‘kamusal alan ile özel alan
arasındaki sınırlar’ ı da silikleştirmiştir. Habermas’a göre kitle iletişim araçlarının kamusal niteliğe bürünmesi, özel alanın
gösteri malzemesine dönüşmesine neden olmuştur. Özel hayat hikâyelerinin umuma bildirildiği alan haline gelen kamusal
alanda, sorunlar eleştirilmek amacıyla değil de bir gösteri konusu olarak ele alınmaya başlanmıştır (Habermas, 1971). Bugün
gelinen noktadaysa, aktör bireylerden izleyici bireylere dönüşen kitleler nedeniyle kamusal alan ve ‘kamusal insanın çöküşü’
gerçekleşmiştir (Sennett, 1996). Fiziksel kamusal alanların bireye sunduğu kendini ifade etme ve kimlik oluşturma fırsatları
sanal ortama taşınmıştır. Sanal ortamın bireylere kimliklerini yeniden yapılandırma olanağı sunmasıyla bireyler, gerçek
ortamdaki kimliklerinin yanı sıra farklı bir kimliğe daha bürünmeye başlamışlardır. Sanal ortamın sunduğu bu çok-kimliklilik/
yok-kimliklilik durumu Auge’ye göre bireylerde, ‘kimliksizleşmenin verdiği pasif sevinç’ ve ‘rol yapmanın etkin hazzı’ gibi
hisler uyandırmaktadır. Kamusal bireyin gerçekliğinin anlamını yitirdiği sanal ortamda ortaya çıkan örgütlülük durumunun
da bu noktada sorgulanmasında fayda vardır. Kamusal alanı, toplumun - devlet erkine karşı - kendini ifade alanı olduğu
gerçeğinden yola çıkarak sanal ortamın bu örgütlenme ya da eylemlilik ortamına da alternatif oluşturduğu açıktır. Sanal
kamusal alan bir taraftan bireye, coğrafi ve fiziksel sınırlamalara bağlı olmadan fikrini ilan etme olanağı sunarken diğer
taraftan da bu eylemlilik durumunu tek bir ‘enter’ tuşuna indirgemiştir. Sanal ortamdaki eylemlilik durumu hareketsizlik
üzerinden gerçekleşmekte ve fiziksel kamusal alana taşınamamaktadır. Bakardjieva tarafından ‘hareketsiz toplumsallaşma’
olarak nitelenen bu duruma (Binark ve Bayraktutan-Sütcü, 2007) örnek olarak Kolektif Üretim tarafından 1-14 Mayıs 2009
tarihleri arasında facebook üzerinden yürütülen “Ankara’da Her İlçeye Bir Kadın Sığınma Evi” kampanyası örnek gösterilebilir.3
Kampanya sanal ortamda 435 kişi tarafından desteklenirken 15 Mayıs 2009 günü gerçekleştirilen basın açıklamasına Kolektif
Üretim üyeleri dışında katılım olmamıştır.
Siberalan, ‘ağ’ a bağlanabilen herkesin, kendini farklı araçlarla özgürce ifade edebileceği; kişiden kişiye, kişiden gruba,
gruptan gruba, gruptan kişilere doğru her yönde iletişim sağlayan, bilginin küresel çapta ve eş zamanlı olarak paylaşımına
olanak veren bir ortam olarak sunulmaktadır (Şener, 2006). Bunun yanı sıra, sanal ortamın sunduğu ‘anonimlik’ durumu
bireyde mahremiyetin korunduğu yanılsamasını oluşturur. ‘Anonimlik’ perdesinin arkasında fikirlerini – fiziksel kamusal
alana kıyasla – daha özgür bir şekilde paylaşabildiğini düşünen bireyin, gerçekte siberalandaki her hareketi iz bırakmaktadır.
Fiziksel kamusal alanda yaşanmışlıklarıyla anı biriktiren bireyin yerine sanal ortamda, tüm eylemleri görünmez kablolar ve
IP numaraları yardımıyla kayıt altına alınan birey gelmiştir. Bireyin her adımının izlenebildiği sanal ortam, iktidarların da bir
çeşit gözetim ve denetim ağı haline gelmiştir. Günümüzde artık herkes gözetler ve gözetlenir olmuştur (Toprak, vd. 2009).
3 Örnek Ali Toprak’ın Evrensel Kültür Dergisi Aralık 2009 sayısında yayınlanan yazısından alınmıştır.
310
Bu noktada, internetin ilk etapta sunulduğu gibi daha demokratik bir ortam oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. Öte
yandan, toplum gözetleniyor olma durumundan rahatsızlık duymanın ötesinde, bu durumu arzular hale gelmiştir. Bauman’a
göre, bireylerin – iktidarın istemine gerek duymadan – gözetlenmek istemesi toplumun iktidara teslimiyetini gösterir
(Bauman, 2005).
Sonuç olarak, sanal kamusal alanın toplumsal pratiklerin neredeyse tamamını değiştirdiği günümüzde, bireyler gerçekten çok,
kurgunun parçası haline gelmişlerdir. Bireye sınırsız erişilebilirlik sağlayan sanal ortam, iletişimi kolaylaştırırken bireylerin
yüz yüze karşılaşma durumunu azaltmaktadır. Gelişen teknolojinin etkisinde değişen toplumsal ilişkilenme pratiklerine
bakıldığında, ileride bireylerin sosyalleşmek için bile birbirlerine ihtiyaç duymayacağı yönündeki senaryolar haklı çıkaracak
gibi gözükmektedir.
Kaynakça
Arendt, H., 1998. The Human Condition, University of Chicago Press, Chicago.
Auge, M., 1995. Yer Olmayanlar: Üstmodernliğin Antropolojisine Giriş,(çev. Turhan Ilgaz), Kesit Yayıncılık, İstanbul.
Baudrillard, J., 2006. Simülakrlar ve Simülasyon,(çev. Oğuz Adanır), Doğu Batı Yayınları, Ankara.
Bauman, Z., 2001. Parçalanmış Hayat, Postmodern Ahlak Denemeleri, (çev.: İsmail Türkmen), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Bauman, Z., 2005. Bireyselleşmiş Toplum, (çev. Yavuz Alagon), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Bauman, Z., 2009. Akışkan Aşk: İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair, (çev. Işık Ergüden), İstanbul: Versus.
Binark, M., Bayraktutan-Sütcü G., 2007., Teknogünlüklerdeki Çok(lu) Sessiz Yaşamlar: Yeni Medyanın Sessiz EnstrümanlarıYeni Orta Sınıf Gençlik, Yeni Medya Çalışmaları, (der.) Mutlu Binark, Dipnot Yayınları, Ankara.
Habermas, J., 1997. Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İletişim Yayınları, İstanbul.
Harvey, D., 2010. Postmodernliğin Durumu, (çev. Sungur Savran), Metis Yayınları, İstanbul.
İl, A., 2005. Kapitalist Sistemde Mekan ve “Yer-Olmayan” Kavramı, Yüksek Lisans Tezi, Osmangazi Ü., Fen Bilimleri Enstitüsü,
Eskişehir.
Kalaycı, N., 2007. “Kamusal Alan” Kavramı Üzerine Bir İnceleme: Aristoteles-Marx-Habermas. Doktora Tezi, Hacettepe Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Kluge, A., Negt, O., 1993. Public Sphere and Experience: Toward an Analysis of Bourgeois and Proletarian Public Sphere,
Minneapolis: University of Minnesota Pres.
Robins, K., 1996. Kent Tutsakları: Postmodern Kent da Ne Ola Ki, Yitik Ülke
Masalları: Kimlik ve Yer Sorunsalı, (der.) T. Yöney, Sarmal Yayınevi, 55-85.
Sennett, R.,1996. Kamusal İnsanın Çöküşü, (çev. S. Durak ve A. Yılmaz), Ayrıntı Yayınları.
Şener, G., 2006. Küresel Kapitalizmin Yeni Kamusal Alanı Olarak İnternet: Yeni Toplumsal Hareketlerin İnterneti Kullanımı,
Doktora Tezi, Marmara Ü., Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
311
Tanju, B., 2007. Açç! Açç! Açç!, Arredamento Mimarlık Dergisi, 2007 Şubat Sayısı, s. 50-55
Timisi, N., 2005. Sanallığın Gerçekliği: İnternetin Kimlik ve Topluluk Alanlarına
Girişi. İnternet, Toplum, Kültür içinde, (der.) Mutlu Binark ve Barış Kılıçbay. Ankara: Epos Yayınları, 89–105.
Toprak, A. vd., 2009. Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: Görülüyorum Öyleyse Varım!, İstanbul: Kalkedon Yayınları.
312

Benzer belgeler

Makalenin tamamına ulaşmak için TIKLAYINIZ

Makalenin tamamına ulaşmak için TIKLAYINIZ büyüme sektörleri için modern yeni çevrelerin tasarlanarak inşa edilmesi gündemdedir. Öte yandan da, ekonomik büyüme sektörlerinin desteklenmesi üzerinden kentlerin yarışabilirliğinin arttırılması ...

Detaylı

buradan - ArkiPARC

buradan - ArkiPARC genellikle “geleneksel” risklerle çelişir.  İki  önemli gözlem daha: - Dünya Mirası Listesi anıtların geniş çevresi kentsel gelişim dönüşüm riskleri son iki yılda net bir yükseliş trendine girdi. -...

Detaylı