NAZIM HİKMET`İN DİLİNDE ARAPÇA VE FARSÇA KÖKENLİ

Transkript

NAZIM HİKMET`İN DİLİNDE ARAPÇA VE FARSÇA KÖKENLİ
Kültür Evreni-Unıverse Culture-Мир Культуры / Yıl-Year-Год 2015 / Sayı-Number-Число 23
NAZIM HİKMET’İN DİLİNDE ARAPÇA VE FARSÇA
KÖKENLİ KELİMELERİN
KULLANIMI ÜZERİNE
ABOUT THE USE OF TURKISH VOCABULARY
IN NAZIM HIKMET’S WORKS
АРАБИЗМЫ И ФАРСИЗМЫ В ЯЗЫКЕ НАЗЫМА ХИКМЕТА
Turan HÜSEYNOVA*
Öz
Nazım Hikmet’in şiirlerinin ve nesir eserlerinin dilinde, Cumhuriyet döneminde türetilen yeni kelimelerin kullanımına çok az rastlanmaktadır. O, bunların yerine çoğunlukla
Arapça ve Farsça kökenli kelimeleri kullanmıştır. Bu kelimelerin Nazım Hikmet’in eserlerinin dilinde kullanımı, makalede özleşme hareketi ve sonuçları açısından ele alınmıştır.
Söz konusu kelimelerin kullanımına ilişkin örnekler, şairin 1920-1963 yıllarında yazdığı
eserlerinden alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Nazım Hikmet, Türkçe, özleşme, yeni, sözcük, mana, anlam
Abstract
In Nazım Hikmet’s prose and poetry, it is seen that a very little amount of the new
words which were derived during the Republican era were used. He, used words of Arabic
origin or Persian origin, instead. In this paper, the use of these words is investigated in
terms of purification movement and its results. Samples where such words are used are
taken from his works which were written between 1920 and 1963.
Keywords: Nazım Hikmet, Turkish, purification movement, new, word, meaning,
sense
Giriş
Her bir yazarın sözvarlığı, onun yaşadığı dönemin edebî dilinin zenginleşmesinde şu
veya bu biçimde etkili olmaktadır. Bu bakımdan ünlü yazarların dili, edebî dilde gerçekleşen söz yaratıcılığıyla doğrudan ilişkilidir. Yazar, kendi dönemindeki edebî dilin genel
gelişme normlarının dışında kalamaz. Bu bağlantı, yazarın genellikle hem çağdaş toplumla
iletişimiyle hem de söz yaratıcılığındaki katılımıyla ilintilidir. Dolayısıyla, yazar bir yandan
*
Azerbaycan Millî İlimler Akademisi Nesimi Dilcilik Enstitüsü Öğretim Görevlisi.
Bakü/AZERBAYCAN
59
Kültür Evreni-Unıverse Culture-Мир Культуры / Yıl-Year-Год 2015 / Sayı-Number-Число 23
öğrenci ile aydın ile veya geniş entelektüel kitle ile canlı iletişime, hem yazılı hem de sözlü
edebî dille girebilmeli, öte yandan edebî dildeki yenileşmeden, ortaya çıkan yeni sözcüklerden (neologizmlerden) istifade etmeli ve kendisi de yeri geldiğinde, yeni kelimeler türetebilmelidir. Elbette herhangi bir edip, yeni söz veya neologizm türetmeyebilir de, ancak
bütünlükte ana dilinde boy gösteren gündelik toplumsal-kültürel isteklerle, ilmî, teknik ve
teknolojik gelişmeyle bağlantılı olarak türetilen yeni sözcüklere, aynı zamanda yabancı
dillerden giren alıntılara duyarsız kalamaz. Bu bakımdan Nazım Hikmet’in 1920-1963
yıllarında (Nazım Hikmet’in edebî-siyasî faaliyete başladığı yıllardan ömrünün son günlerine kadarki zamanı dikkate alıyoruz) Türkiye’de gerçekleştirilen ıslahatlar sürecinde ve
sonrasında dilde yenileşme eğilimindeki katılımı, özleşmeye veya dilde yeni belirlenen
norm ve varyantlara olan ilgisi dikkatleri çekmektedir. Genellikle işlevsel dil, sistem ve
norm hususları, şimdiye kadar genel dilbilimde kapsamlı olarak araştırıldığından (Koseriu
2006: 207-234), Türkiye’de de XX. yüzyıl boyunca ve günümüzde yazı dilinde pürizm,
alıntı kelimeler ve norm//varyant gibi sorunlar incelenmektedir (Musaoğlu 1997a; 1997b).
Makalede, Nazım Hikmet’in dilinde Türkçe söz varlığının kullanımı, yukarıda belirtilen dil
gelişmeleri ve sorunları bakımından değerlendirilmektedir.
Halk Dili, Alıntılar ve Uyduruklar
Nazım Hikmet entelektüel şair, vatandaş ve güçlü bir kalem sahibi olarak daima edebîbedii dille halk dili arasındaki bağlılığa ve de bu bağlılığın zayıflamamasına, kaybolmamasına dikkat etmiştir. Nazım Hikmet’e göre, halk dili dayanaktır. Bundan dolayı, orada sağlam durmak gerekir; halk dili vatanın toprağıdır, buraya her tohum ekilemez. Nazım Hikmet Türkçenin toprağına yabancı tohumlar ekildiğini görüyordu. Öyle ki, millî, tatlı, güzel
meyvelerin yerine görüntüsü parlak, içi çürük, acı, beyni iğneleyen, mideyi bulandıran,
Türkçe adına uydurma sözcükler ekildiğini gözlemleyebiliyordu. Bu dil olguları, günümüzdeki genetiği ile oynanmış ürünlere benzetilebilir. Bu “yeni”, “millî” sözcükler Anadolu’da
ve Türk dünyasının diğer diyarlarında anlaşılan, anlamı Türkçeleşmiş olan onlarca, yüzlerce ve gelecekte binlerce, on binlerce olabilecek sözcüklerin, dolayısıyla sözlüklerde yer
almış leksik birimlerin yerine getiriliyordu. Nazım Hikmet, “yeni” türetilen sözcüklerin, bu
iletişim kaynağı adına öğrencilere öğretilen yabancı örneklerin bugün doğan Anadolu evlatları ile kendi ana-babaları arasındaki anlaşmayı tedricen azaltacağını ve anlaşmazlık sorununun Anadolu Türkleri ile Türk dünyasının diğer diyarlarındaki Türkler arasına nüfuz
edebileceğini görüyordu. Bu kardeşler arası iletişimin ne demek olduğunu Nazım Hikmet,
şahsî hayatında açıkça görmüş ve idrak etmişti. O gençliğinde, yani 1920’li yıllarda, hem
de ülkesinden uzakta dünya şairi olarak tanındığı dönemlerde ve ömrünün son dönemini
Sovyetler birliğinde geçirirken, Türk yazı dillerini konuşan Türkler ile birebir iletişimde
oldu. Bu dönemde söz konusu dillerin birbirine ne kadar yakın olduğunu gördü. Dolayısıyla, Türkiye’de gerçekleştirilen dilde özleşme sürecinin gelecekte yol açacağı kısırlığı doğru
değerlendirebiliyordu.
Özleşme Hareketi
Nazım Hikmet, özleşme adı ile takdim edilen, öğrencilere ve toplumun geniş kesimlerine öğretilen, onların hafızalarına kazınan uyduruk sözcükleri görüyordu. Bunların arasında ‘kuşku, kuşak, ortam, okul, öğretmen, değişik, sözlü, görev, doğa, önder, toplum, sınav,
etki, öneri, önemsemek, kısıt, ayrıca, süre/süreç gibi onlarca, yüzlerce sözcük vardı. Söz
konusu sözcüklerin birçoğu, bugün Türkiye Türkçesinin söz varlığında yer almıştır ama
almayanlar da çok olmuştur. Ancak, Nazım Hikmet, özleşme döneminde belirtilen sözcüklerin karşılığında Azerbaycan Türkçesinde, Özbek, Türkmen ve diğer Türkçelerde ‘şüphe,
60
Kültür Evreni-Unıverse Culture-Мир Культуры / Yıl-Year-Год 2015 / Sayı-Number-Число 23
nesil, muhit, mektep, muallim, mühim (olma), muhtelif, şifahî, vazife, tabiat, rehber, cemiyet, imtihan, tesir, teklif, ehemmiyetli (olmak), mahdut, müddet/vakit’ vb. daha onlarca,
yüzlerce geçmişten gelen kelimelerin de kullanıldığını görüyordu. Bunlar, Türkçeleşmiş
olan, halkın ve dilin ruhuyla bağlılığı bin yıl boyunca tespit edilen kelimelerdi. Nazım
Hikmet bu gidişe zararlı, dilin tarihini bozan bir iş olarak bakıyor ve bu duruma karşı çıkıyordu. O, itirazını ayrıca bir makale yazarak değil, sadece bu “özleşmeleri”, “yenileri”
kabullenmeyerek ve şiirlerinde geleneksel olanları, kökleri tarihin derinliklerinden gelen
sözcükleri kullanarak gösteriyordu.
İlk akla gelen, anlaşılan sözcüğü dilden atıp, yerine suni bir sözcük türetmek hangi
mantığa dayanırdı? Nazım Hikmet bu mantıksızlık üzerinde endişeliydi. Klâsik Osmanlı
edebî-yazı dilinde bol bol kullanılan Arapça, Farsça sözcüklerden bilinçli olarak sakınıp,
hocası Yahya Kemal’in tesiri ve rehberliği ile (elbette etkisi ve önderliği ile değil) toplumun anladığı ve gündelik iletişimde kullandığı dilde yazmaya başlamıştı. Oysa şimdi halkın
anladığı sözcükleri dilden atıp, yerine anlaşılmayan sözcükler getiriyorlardı. Bu sözcükleri
çocuklara öğreterek, onları gelecekte kullanılacak olan iletişim dilinin malzemesine dönüştürüyorlardı. Böylece Osmanlı Türkçesine benzeyen, yeni bir yapay dil oluşturmaya çalışıyorlardı. Dili bu şekilde eski doğal mecrasından çıkararak eğitim sisteminde ana dili öğretiminin “yukarıdan” kurulmuş devlet siyaseti oluşunu, 1990’lı yıllarda bir gazeteci şöyle
gözlemlemiştir:
“Alt sınıflarda okurken ‘mektep, muallim, tesir, vazife’ gibi sözcükleri yazarlarmış, öğretmenleri bu sözcüklerin üstüne kırmızı kalemle ‘okul, öğretmen, etki, görev’ yazarak
düzeltir ve anlamlarını altına yazarmış” (Hacıyev 2013: 142).
Böylece planlı olarak dilin tarihî kelime hazinesi unutturuluyor, yeni türetilen sözcükleri ısrarla ve zorlamayla eğitim sisteminin bir gereği olarak gençliğin aracılığıyla topluma
aşılıyorlarmış. Tabi ki bu gençlik büyüdüğünde, bu “yeni” uydurma dilde konuşacaktı.
Nazım Hikmet bu geleceği görmüş ve ondan imtina etmiştir. Bu konuşma 1990’larda yapılmıştır. Söz konusu gazetecinin ortaokul eğitimi 1950-1960’lı yılları kapsar. Böylece
1920’li yıllardan başlayan özleşmenin 30-40 yıllık dağıtıcılık faaliyetine rağmen hâlâ 19501960’lı yıllarda ailelerde muallim, mektep gibi kelimeler kullanılıyormuş. Bu kelimeleri
bugün türkülerde yine görmekteyiz. Nazım Hikmet’e göre eski Osmanlıcayı da bu şekilde
öğretmek mümkündü. Aslında yapay sözcüklerin karşılığında doğal Arapça ve Farsça sözcükler kullanılıyordu. Bu zaman klâsik Osmanlı yazı dili ve divan edebiyatının dili, halk
arasında anlaşılır bir hâle getiriliyordu. Eğer bu yeni sözcükler veya “yeni” dil, öğrencilere
öğretilmeseydi, hiçbir zaman halkın iletişiminde yer alamazdı. Bunun sonucunda yeni kuşaklar, Fuzuli’nin, Baki’nin ve Nabi’nin dilini anlayarak atalarının derin felsefesini kavrayabilirlerdi. Hâlbuki Bakü Türkoloji Kurultayı istisna hâlinde bile yapay kelime kullanılmamasını kati bir şekilde teklif etmişti. Türkoloji Kurultayı’nın bu önerisi, 1926 yılında
Nazım Hikmet tarafından da biliniyordu. Elbette bu yapay sözcük türetme veya dilde pürizm hareketi, kurultayın önerisinin dışında da, ana dilinin kaderine kayıtsız kalmayan Nazım Hikmet için de zararlı bir hadiseydi. Hatta bu hadise, basit bir dil meselesi olmaktan
çok millî-siyasî bir tartışma konusuydu. Tabi ki bu düşüncede kurultayın etkisinin olması,
genç Nazım’ı kendi edebî-bedii dil anlayışında daha ardıl ve daha kararlı kılıyordu. Öte
yandan Nazım Hikmet, bu “yeni” dil faktörlerinde standart dil kullanımı ve gramer bakımından da açıkça bir yapay kelime türetilmesi veya söz yaratıcılığı sürecinin olduğunu
görüyordu. Örneğin; folklor için şifahî halk edebiyatına sözlü edebiyat denildiğinde yazılı
edebiyatın sözsüz edebiyat olduğu anlamı ortaya çıkmaz mı? Bundan da uydurma, bundan
da temelsiz, hatta biraz daha sert diyecek olursak, bundan da değersiz ne olabilir? Yahut
61
Kültür Evreni-Unıverse Culture-Мир Культуры / Yıl-Year-Год 2015 / Sayı-Number-Число 23
rehber manasında önder sözcüğünü teklif ediyorlarsa, bunu morfemlerine nasıl ayırırız?
Görünüşe göre bu kelime ön-der olarak parçalarına ayrılabilir. Burada ön morfeminin manası açıktır. Türkçe bir kelimedir ve önce, evvel, ön anlamına gelir. Peki der kısmı nedir?
Türkçede ne böyle bir sözcük ne de bir ek vardır. Farsçada böyle bir ek vardır ve malik
olmak, sahip olmak anlamını ifade eder. Türk yazı dillerindeki Farsça alıntılarda da kullanılmaktadır: mülkedar ‘toprak sahibi’ ve haberdar kelimelerinde olduğu gibi. Farsçada
rehber sözcüğündeki ber kısmının karşılığıdır. Peki, bu nasıl özleşme ve dilin millî hale
getirilmesidir ki, Türkçe kelime Farsça ek ile mekanik bir şekilde birbirine bağlanır? Hem
de bu mana Farsçadaki rehber sözcüğünün tam leksik-semantik karşılığı da olamamaktadır.
Rehber yol gösteren, öncülük eden anlamını taşır. Hâlbuki dış görünüşünden bu, bir parçanın, grubun, kolektifin önünde giden anlamını ifade eder. Önder ise olsa olsa “sergerde”
anlamına denk gelmektedir. Sergerde, rehberin emri altında faaliyet gösteren kişidir. Bir
rehberin birkaç sergerdesi olur ve bu doğrudan ordu ile ilgili askerî bir terimdir. Bu, sözcüğün işaretle işaretlenen arasındaki semantik ilişki açısından leksik olarak zorlanması demektir. Burada eskiden olagelen ve mevcut kavramsal//semiyotik ortama göre ifade edilen
bir anlayışın yeni bir kelime ile işaretlenmesi, söylenilen ve dinlenilen arasındaki sentaktik
ve pragmatik ilişkileri de bozmuştur.
Nazım Hikmet’in Dili ve Bugünkü Türkçe
Türkiye’nin dil siyasetindeki özleşme hareketi bugün de atalet ile devam etmektedir.
Bu siyasetin hem Türkiye’nin kendi tarihi ile ilgisine hem de diğer Türkçelerle ilişkilerinde
verdiği karışıklık açıkça görülmektedir (Hacıyev 2013: 132-164). Ancak, bunun yanı sıra
özleşmiş sözvarlığının karşılığı olan fonetik ve semantik yönden Türkçeleşmiş alıntı sözcükler, halk arasında aynı kalır, anlaşılır ve az da olsa iletişimde kullanılır. Her durumda
bugün bu sözcükler Anadolu Türkçesinin sözvarlığında muhafaza edilmektedir. Dolayısıyla
her ne kadar Türkçenin canlı ağacının dibini kazsalar da, onun köküne daha ulaşamamışlardır. Çağdaş özleşmiş sözvarlığının eski paralellerinin bugün de yaşadığını kanıtlamak için
burada bir örnek vermek istiyorum. Bu meseleden bahseden bir dilci şöyle yazar: “Türkiye’de 1998 yılında önemli toplantılardan birinde bir devlet adamı konuşuyordu. Onun dediklerini tam olarak anlamak için Ankaralı bir dilci dostuma bilmediğim kelimelerin manasını sordum:
Dedim: yapay nedir? Dedi: suni
Dedim: doğal nedir? Dedi: tabii
Dedim: huzur nedir? Dedi: rahatlık
Dedim: değişik nedir? Dedi: muhtelif
Dedim: öneri nedir? Dedi: teklif
Dedim: ortam nedir? Dedi: muhit
Dedim: olay nedir? Dedi: hadise
Dedim: deney nedir? Dedi: tecrübe
Dedim: özne nedir? Dedi: fail
Dedim: ulak nedir? Dedi: haberci, haberi getiren
Dedim: olgun nedir? Dedi: kâmil
Dedim: ülkü nedir? Dedi: mefkûre, ideal
62
Kültür Evreni-Unıverse Culture-Мир Культуры / Yıl-Year-Год 2015 / Sayı-Number-Число 23
Bu örneklerden sonra beni düşündüren konuyu, komşum da dilci olduğu için onunla
müzakere ettim. Söylediğim her sözcüğe tam bir karşılık vermişti. Demek ki, bu karşılıklar
Türkiye Türkçesinde var ve geniş kitleler bunu anlıyordu. Peki, herkesin bildiği bu sözcükleri kullanımdan çıkartmaya ne gerek vardı ki? Dostum çaresizce şöyle yanıt verdi: “Ne
bileyim e? Birini biliyorsun, birini bilmiyorsun. Vesselam.” (Hacıyev 2013: 132-164).
Bunun ardından dilcimiz kinaye ile sözünü devam ettirdi: Ancak ben hiçbirini bilmiyordum, bilmiyordum ki, niye dili bu şekilde kısırlaştırmışlar?
Bu diyalogdan anlaşılmaktadır ki, Türkiye’de Nazım Hikmet’in görüşünü benimseyen
aileler var. Bu ailelerde Yunus Emre, Fuzuli, Karacaoğlan, Namık Kemal, Reşat Nuri Güntekin okunuyor. Klâsik eserler okundukça, Türkçenin ağacının kökleri kesilmeyecektir. Ne
mutlu ki artık Türkiye’de Nazım Hikmet de vatandaşlık kazanıp, okunmaya başlanmış.
Anadolu insanı Nazım Hikmet’i okumakla özleşmemiş Türkiye Türkçesini okuyacak, Yahya Kemal’in, Mehmet Akif’in, Reşat Nuri’nin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun dilini
hatırlayacak ve Türkiye Türkçesi edebî üslubunda geleneksel Türkçeye tekrar dönüş olacaktır. Nazım Hikmet’in şiir dili Türkiye Türkçesinin alınyazısıdır sanki.
Anadolu insanı Nazım Hikmet’in şiir dilini, manzum ve mensur dilini şöyle okumaktadır:
– mektepli – okul(lu) değil,
– imtihan – sınav değil:
İmtihana hazırlanan bir mektepli aşkıyla komünizm alfabesini okuyalım Rusya (Hikmet 1967: 100);
– tesir – etki değil;
Belki tesirdir bu aynı yolda gitmenin gerçekçi, halkçı ileri edebiyatımız üstünde Maksim Gorki’nin çok hayırlı bir tesiri olmuştur… (Hikmet 1967: 143).
– tabiat – doğa değil;
Yok üstünde tabiatın tabiattan ayrı kuvvet!
Tabiat geniş, tabiat derin uçsuz-bucaksız (Hikmet 1967:137)
–cemiyet – toplum, topluluk değil;
Maddede hareketin, yürüyen cemiyetin ezeli kanunlarına (Hikmet 1967: 125)
Raykin sosyalist bir cemiyeti hümanist hiciv sanatının en parlak sahne mümessillerinden biridir (Hikmet 1967: 461).
– hayat – yaşam değil;
Elleriniz bir tek el gibi avucumda
Anamın eli gibi
Yarımın eli gibi
Hayatın eli gibi
– rehber – önder değil;
Hayatlarında olmadılarsa da kitlenin rehberi, ölümleriyle şaha kaldırdı kitleleri bu iki
ihtilal neferi (Hikmet 1967: 150).
– mağaza – market değil;
Hani şimdi bir peri masalı dinler gibi seyrederiz ışıklı caddelerde mağazaları,
63
Kültür Evreni-Unıverse Culture-Мир Культуры / Yıl-Year-Год 2015 / Sayı-Number-Число 23
Hanı bunlar, 77 katlı yekpare camdan mağazalardır (Hikmet 1967: 208).
– fırka – parti ile paralel;
Onların cebinde fırkamızın bileti yoktu (Hikmet 1967: 149).
–giyim/elbise/paltar paralel;
– mukaddes – kutsal değil;
– neft – petrol değil;
Donbas’ta kara giyim delili değil yasın (Hikmet 1967: 144).
Başında masanın beyaz keten elbise tavariş Marusa (Hikmet 1967: 246)
Yağlı paltarlı, kara gözlü işçilerle öpüşüp,
Bakü’nün mukaddes yüz üstü düşüp
Avuçlayıp nefti siyah şarap gibi içmek istiyorum (Hikmet 1967: 146).
Bu sözcüklerin kullanılmasında belirli şartlar veya semboller vardır. “Donbas’ta kara
giyimler” denildiğinde ‘giysinin’ siyah renkli kumaş parçasından dikilmiş olması kastedilmemektedir. Donbas, Ukrayna’nın kömür madenleri olan bir şehridir. Sadece işçilerin değil, şehrin sokaklarında yürüyen insanların da üstünde başında kömür izleri görülür. Şair
sonraki tasvirde bunu açıklar. Mısradan önce bu tasvir gelir: “Geçmedeyiz yanından bu gün
Kızgın güneşte zenci bir pehlivan gibi parlayan Donbas’ın!”. Burada siyah renkle tezat
yaratmak için güneşin parıltısına dikkat çekilmiştir. Şairin bu güneşli Donbası’ı “zenci bir
pehlivana” benzetmesi de ayrıca büyük bir sanatkârlıktır. Donbasın’ın siyah rengini giysisiz
de tasvir eder. Zencinin rengine teşbih yapar ve buradan rengin sosyal mazmunu ortaya
çıkar. Bu mazmun, mısradan sonraki tasvirle biraz daha açıklanır: “Sağımız kömür, solumuz kömür, Kömür ilerimiz, gerimiz”. Nazım Hikmet, “emeğin şerefi” işi gibi değerlendirdiği Sovyetlerde insanların dış görünüşünün tasviri ile iç âlem, maddi ve manevi hayat
hakkında tasavvur oluşturmaktadır. Bu insanların yaşamı da karadır. Hatta bu karanlığın
zenciye benzetilmesi de toplumsallaşır, siyasallaşır: Donbas’lılar Afrika’da İngilizlerin,
Fransız sömürge rejimindeki gibi yaşıyorlar. Şair, bir mısrada aşağıdaki tasvirinde verdiği
ince kinaye ile bu meseleye de bir açıklık getirmektedir: “Kömür tozuyla sürmelendi gözlerimiz! Kömür tozu ile sürmelenmenin ne demek olduğunu, tabi ki her okur anlar- bu mizah
değil, sert, acı bir gülüştür. İlk bakışta bir tebessüm gibi görünmekte, ancak konuya derinden temas edildiğinde bu tebessümün acısı hissedilmektedir.
Bu arada şair, paltar sözcüğüne de dikkat çeker. Elbette, Türkiye Türkçesinde paltar;
elbise, giyim gibi işlek bir sözcük değildir. Nazım Hikmet’in bu sözcüğü Bakü’yü, Bakü
işçilerini tasvir ederken kullanması ilginçtir. Demek ki şair bu şekilde Türkiye Türkçesine
yabancı olmayan bu leksik birimin Azerbaycan Türkçesinde daha işlek olduğuna dikkat
etmiş.
Özleşmemiş diğer kelimeler şunlardır:
– vaziyet – durum değil;
Fakat bu gibi hareketlerin manasını inceleyecek bir vaziyette değildim (Hikmet 1972:
34)
–izahat – açıklama değil;
Verdiğiniz izahat çok açık, dedim (Hikmet 1972: 29)
–meslek – ülkü paralel;
64
Kültür Evreni-Unıverse Culture-Мир Культуры / Yıl-Year-Год 2015 / Sayı-Number-Число 23
Meslek ve nesil çerçeveleriyle daralmamış bir tiyatro salonuna perdenin önüne çıkar
çıkmaz bir an saldırmamak… her sahne adamına nasip olmayan bir bahtiyarlıktır… (Hikmet 1967: 449, 459).
–şüphesiz – kuşkusuz değil;
…Sovyet oyun yazarlarının rejisörü olan Meyerhold, şüphesiz, Şeksper’in de gerçek
rejisörü olurdu (Hikmet 1967: 848).
Nazım Hikmet’in dilinde ilginç, bir o kadar da şaşırtıcı bir hadiseye rastlamaktayız. Şairin sekiz ciltten oluşan bütün eserlerinin (I. cilt s. 425, II. cilt s. 494, III. cilt s. 467, IV. cilt
s. 519, V, VI, VII, VIII. cilt s. 416) dilinde, genellikle, “özleşme” sözcüğüne rastlanmamaktadır. Ama ömrünün sonlarına yakın iki şiirinde nikbin yerine özleşmiş iyimser sözcüğünü
kullanır. Biri, 1957 yılında Ocak ayında yazdığı şiirin başlığında geçmektedir: İyimser
Prag. Şiirin içinde ise hiçbir yerde bu kelime kullanılmıyor. Ancak şiirde baştan sona Prag
şehrinin nikbin nitelikteki akşamı tasvir edilir:
17/Ocak/1957
Saat elifi elifine dokuz
Ayaz, güneşli, yalansız,
Ayaza toz pembe,
Havai, mavi ayaz (Hikmet 1967: 113).
Sonra tasvir şöyle devam eder:
Bu dakika, bu saniye Prag’da yalan söylenmedi, kadınlar ağrısız doğum yaptılar, hiçbir
sokaktan cenaze arabası geçmedi, o zamanlarda bütün kadınlar güzel, bütün erkekler akıllıydı, bütün sobalarda kömür var, körler gazaplarını, kamburlar kamburluklarını unuttular;
o zamanlarda hiç kimse bana düşman değil, o anlarda sen beni seviyordun. Hakikaten dünyanın, ömrün en refah anıdır, ideal, arzulanan bir zaman geçididir. Bundan daha iyimser bir
hâl tasavvur edilemez. Nazım Hikmet’in kırk yıllık edebî faaliyetlerinde bir kez olsun kullanmadığı bu özleşmiş kelime nereden aklına gelmiş olabilirdi? Aynı kelimeyi üç yıl sonra
bir şiirinde ancak bu kez metin içerisinde kullanır:
Çepeçevre oturmuş, bakıyoruz ona,
Şaşkın düşünceli iyimser.
Rüyada gibi bir hâlimiz var (Hikmet 1967: 265)
Bundan da ilginci şudur ki, Nazım Hikmet ömrünün sonlarında yazdığı bir makalesinde birkaç özleşmiş kelimeyi, birkaç defa tekraren kullanmıştır:
Değişik–muhtelif manasında: Tiyatronun değişik şekillerini ve imkanlarını – insanlara,
benim görüş açımdan iyi, yeni ve derin bir tutum almaya çalışıyorum; bu münasebetle,
başka başka tiyatroların bir dram eserini – Gogol’un Müfettişini – nasıl değişik açılardan
yorumladıklarını hatırlıyorum (Hikmet 1972: 448).
Görev – vazife;
Etki – tesir manalarında: Partimin verdiği görev üzerine bu tiyatroda rejisörlük ve oyun
yazarlığı yaparken, Meyerhold’un karşımızda seyirciyi etkilemede, onunla bağ kurmada
yeni imkanlar açtığını hissediyorum; Meyerhold’un ilerici Türk tiyatrosuna etkisi şüphe
götürmez. Bu etki Rus tiyatrosunun yaptığı etkiye organik olarak girmekte, onunla örül65
Kültür Evreni-Unıverse Culture-Мир Культуры / Yıl-Year-Год 2015 / Sayı-Number-Число 23
mektedir; Maliy tiyatrosu, sanat tiyatrosu ve Meyerhold tiyatrosuyla Türk Tiyatrosuna
büyük bir etki yapmıştır (Hikmet 1972: 449).
–toplum – cemiyet manasında;
Meyerhold Tiyatrosunu toplumcu gerçekliğin en mükemmel akımlarından biri sayıyorum; fakat bunlar toplumcu gerçekliğin dışında değil… (Hikmet 1972: 448-49).
Ancak bu durumda Nazım, kendi prensibini göz önünde bulundurur. Dilde özleşme
yapanlar, daima halk arasında toplum, içtimai manasında ise toplumsal kelimesini kullanırlar. Nazım Hikmet cemiyetle beraber toplumsalı da kullanır: “Gogol’un mahkum ettiği
toplumun çöküşünü sembolize eden son sahne böylesine sarsıcıydı”. Fakat özleşmiş sözcük
türetmede çok işlek olan – sal ekinden imtina ederek – en morfemini kullanmakla millî
gramere hürmetini muhafaza etmiş olmaktadır.
– ortam – muhit manasında;
Burjuva dünyasında, ırkçı gerici ortamda, Doğu Asya ve Afrika kültürlerinin etkisini
Batı kültürünü uçkuya alçaltıcı sayıyorlar (Hikmet 1972: 454).
–olanak– imkan manasında;
–çağdaş – muasır manasında;
Bu tiyatroların ifade unsurları, bize sahnede yeni olanaklar açarak çağdaş dram tiyatrosunda da yaşayabilir (Hikmet 457).
Bu kelimeleri, değişiklik, görev, etki, toplumcu, ortam, olanak, çağdaş vb. hepsini
“Devrimin hizmetinde” adlı bir makalesinde kullanmıştır. Makalenin adında da geçen “devrim” özleşmiş bir kelime olup, ananevi inkılap, çevriliş kelimelerinin karşılığıdır. On iki
sayfalık bu makale, şairin ömrünün son yılında, 1963’te yazılmıştır. Özleşmiş sözcüklere
karşı duran, 40 yıllık yaratıcılığı boyunca ağzına bu sözcükleri almayan Nazım, niye birdenbire bu kadar özleşmiş sözcük kullanmıştır? Hepsi de bir makalede işlenmiştir. Buradaki sebep her ne ise, bir sır olmalıdır. Önceden görüldüğü gibi, bu metin bedii değil, ilmî ve
popüler nitelikteki bir yazıdır. Nazım, şiirlerinde olduğu gibi bedii nesirlerinde de özleşmiş
sözcük kullanmaz. Aslında Nazım Hikmet’in sekiz cildini hazırlayıp yayımlatan Ekber
Babayev, şaire yazdığı biyografisinin son cümlesinde bu sırrı açıklar ve şöyle yazar: “Nazım Hikmet’in kendi sanat anlayışı üstüne söyledikleri, bazılarını kendi eliyle yazdığı,
bazılarını bana dikte ettirdiği işte bunlardır” (Hikmet 1967: 23).
Buradan anlaşılmaktadır ki, bu makale şairin sıhhatinin problemli olduğu son aylarda
yazılmıştır. Söz konusu makaleyi şair Ekber Babayev’e dikte etmiştir. O da yazarken bu
sözcükleri mekanik olarak çağdaş edebî Türkiye Türkçesinde kullanılan karşılıkları ile
değiştirmiştir.
Bu örnekler, Ekber Babayev’in şaire yazdığı biyografi metninde de görülmektedir. Nazım Hikmet kendisi mazmun kelimesini kullanır. Bizim forma ve mazmun gibi kullandığımız terimleri Nazım, şekil ve mazmun diye verir ve şöyle yazar: “Bu kitaptan sonra, şekil
meseleleri hele hapse girdikten sonra, kafamda bir kat daha berraklaştı sanıyorum”; “Diğer
taraftan, bu kitap, şekil imkânlarının bir muhasebesiydi” (Hikmet 1967: 18/19). Hiçbir
yerde şekil (forma) terimine karşılık olarak öz (mazmun manasında) terimini kullanmaz.
Hâlbuki Babayev, kendi dilinde şöyle yazar: “Daima yeni bir öze yeni şekil arayan Nazım
Hikmet, Sovyet şairlerinin bulunduğu bazı şekillerden faydalanmıştır” (Hikmet 1967: 15).
Nazım Hikmet Azerbaycan Türkçesi için öz kelimesine karşılık olarak Türkiye Türkçesinde
kendi zamirini doğru kullanır. Hatta sanki özün özleşmiş manasından uzak olduğunu göstermek için onu Türkiye Türkçesinde yazan diğer yazarlardan daha sıkça kullanır: “Onların
66
Kültür Evreni-Unıverse Culture-Мир Культуры / Yıl-Year-Год 2015 / Sayı-Number-Число 23
zaferlerini öz halkının zaferleri, yenilgilerini öz halkının yenilgileri, sevinçlerini, acılarını
öz halkının sevinci, acısı bilmiştir” (ön sözde).
Veya şiir dilinde:
Öz kardeşi Musa’yı ok kirişiyle boğup
Yani bir altın leğende kardeş kanıyla abdest alarak…
Böylece Nazım Hikmet özleşme hareketinde ifrata varmanın taraftarı olmamıştır, bedii
dilinde, şiir ve nesir dilinde daima özleşmiş sözcüklerden kaçınmıştır. O, yetenek değil
kabiliyet, sezon değil mevsim, neden değil sebep, önem değil ehemmiyet, ulak değil kasid?
(o, biliyordu ki, diğer Türkçelerde ulak “yük hayvanı”, esas olarak “eşek” manasında kullanılır), süreç değil müddet, kısıt değil mahdut vb. kullanmıştır. Bu manada Nazım Hikmet’in
bedii dilinin, şiir, nesir eserlerinin dilinin halk konuşma dilinin norma, varyant ve alışkanlıklarına uygun bir edebî Türkiye Türkçesinin yolu ile gittiğini, kendi hocaları olan Mehmet
Emin’in, Mehmet Akif Ersoy’un, Yahya Kemal’in dil geleneğini devam ettirdiğini görüyoruz.
Sonuç
Bilindiği gibi Türkiye Türkçesinde daha XIX. yüzyılın ortalarından itibaren bir sadeleşme hareketi başlamıştır. XX. yüzyılın ilk çeyreğinde söz konusu hareket büyük bir ivme
kazanmıştır. Cumhuriyetin başlarında ise gerçek bir dil inkılabı yaşanmıştır. Söz konusu dil
inkılabı, belli bir ölçüde Türkçenin mana, anlam ve içerik açısından kısırlaşmasına ve nesiller arasında iletişim kopukluğunun oluşmasına da neden olmuştur. Söz gelimi, mana kelimesinin yerinde anlam sözcüğü kullanılmıştır. Halbuki, mana işaretleyen ile işaretlenen
arasındaki ilişki, anlam ise önceki deneyimlerin sonucunda insan beynindeki bir iz veya
semantik projeksiyon olarak değerlendirilmektedir. Nitekim, bütün gelişmiş dillerde söz
konusu mefhumları ifade eden münferit kelimeler bulunmaktadır. Mana: İng. meaning, rus.
значение; Anlam: Alman. sinn, İng. sense, Rus. смысл demektir (Veysəlli 2012). Söz
konusu dönemde, Türkçeleşmiş olan birçok Arapça ve Farsça kelimeler dilden çıkarılmış
ve onların yerine yeni türetilen sözcükler getirilmiştir. Çoğu kez suni bir şekilde türetilen
bu kelimelerin büyük bir kısmı, edebî dilde tutunamamıştır. Türkçenin ses uyumuna, eklemeli yapısına ve söz varlığına uyum sağlayanlar ise yaşam hakkı kazanmışlardır. Bunlar,
birçok halde edebî dilde mana ve anlam parametrelerinde çok anlamlılık, eş seslilik ve eş
anlamlılık sıralamalarının genişlemesinde de önemli rol oynamışlardır. Söz konusu kelimelerin, ifadelerin ve sentaktik yapılanmaların birçoğu, bağımsızlık yıllarında Azerbaycan
Türkçesine de alınmıştır. Bunların birçoğu, bugün Azerbaycan Türkçesinde eş anlamlı
kelimeler olarak kullanılmaktadır. Söz gelimi: “Hadisə, olay; tədqiqat, təhqiqat, araşdırma;
inkişaf, gəlişim, gəlişmə; izah etmək, şərh etmək, açıqlamaq, izah, şərh, açıqlama,
açıqlanma; əhəmiyyət, əhəmiyyətli, önəm, önəmli; nəşr etmək, çap etmək,
yayınlamaq/yayımlamaq, nəşr/çap,yayın/yayım; iclas, toplantı; həsrət çəkmək, özləmək,
kədərlənmək, üzülmək; mənbə, qaynaq “ və s. (Musayev 2012: 232-233). Ne manidar ki,
“mana, ehemmiyet, izah, malumat, mamafih, kelâm, maazallah, ilan, ilim” gibi Osmanlı
Türkçesinin söz varlığında yer alan kelimeler, son dönemlerde Türkiye Türkçesinde sık
olarak kullanılmaktadır. Bütün bunlar, dilin doğal gelişimine müdahale edilmesinin her
zaman yanlış olduğunu kanıtlamaktadır. Çünkü, dilde yeni kelimelerin mana, anlam ve
içerik ekseninde, bilim ve teknolojinin gelişimine ve dünyanın kavramlar haritasının doğru
algılanmasına uygun olarak türetilmesi icap eder.
67
Kültür Evreni-Unıverse Culture-Мир Культуры / Yıl-Year-Год 2015 / Sayı-Number-Число 23
KAYNAKÇA
BABAYEV, Ekber (1967), Nazim Hikmet`in sanatı. Nazım Hikmet. Bütün eserleri.
Cilt 1. Sofya
HACIYEV, Tofiq (2013), Türklər üçün ortaq ünsiyyət dili, Bakı, “Təhsil”, 248 s.
HİKMET, Nazım (1967), Bütün eserleri. Şiirler, 1916-1951. Cilt 1. Sofya
HİKMET, Nazım (1967), Bütün eserleri. Şiirler, 1951-1963. Cilt 2. Sofya
HİKMET, Nazım (1972), Bütün eserleri. Roman, Hikaye ve yazılar. Cilt 8. Sofya
KOSERİU E. (2006), Ümumi dilçiliyə giriş, Filoloqun Kitabxanası, Alman dilindən
tərcümə edəni, giriş məqalənin və qeydlərin müəllifi Prof. Dr. F. Y. Veysəlli, 100, Bakı,
Mütərcim, 252 s.
MUSAOĞLU, Mehman (1997a), Yazı Dilinde Pürizm, Alıntı Kelimeler ve Dil Kültürü
I, Türk Dili. Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 544, NİSAN s.362-370.
MUSAOĞLU, Mehman (1997b), Yazı Dilinde Norm, Varyant, Normlaşma ve Dil Bilimi Çalışmaları II, Türk Dili. Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 549, EYLÜL, s.269-275.
MUSAYEV, Mehman (2012), Türkoloji dilcilik, Azərbaycan Respublikası Təhsil Nazirliyi, Bakı Slavyan Universiteti, Dərslik, Bakı, Mütərcim, 454 s.
VEYSƏLLİ, Fəxrəddin (2012), İşarə, anlam, məna və məzmun anlayışları haqqında.
Dil Araştırmaları, Uluslararsı hakemli dergi, Sayı:11, Güz, s147-161.
68