Untitled - Red Thread
Transkript
Untitled - Red Thread
Editör Notu Red Thread e‐dergisinin editörleri olarak, ciddi bir çeşitlilikle [heterogeneity] karşı karşıyayız. Bu çeşitlilik bir yandan projenin gerektirdiği bir şey, çünkü farklı bölgelerden insanların dergiye katkıda bulunması bekleniyor: Merkezinde Türkiye'nin yer aldığı, Güneydoğu ve Doğu Avrupa, daha doğrusu Balkanlar olarak bilinen bölgeyi, Güney Kafkaslar ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı içine alan bir coğrafyadan bahsediyoruz. Öte yandan, "tabloyu genişletmek" ve bölgesel katılımcı ağları arasında bağlar kurmak açısından bu çeşitliliğin çok verimli olduğu görülebilir. İlişki ağları derken, neredeyse hepsi kaynak geliştirmek için oluşturulan, bildiğimiz anlamdaki ağları kastetmiyoruz. Bizim derdimiz, söz konusu coğrafyanın ortak sorunlarına el birliğiyle kafa yormak, böylece görünürde keskin sınırlarla ayrılmış farklılıkları kolaylıkla aşılabilir kılmak üzere karşılaşmaların, dostlukların ve kolektif üretimlerin önünü açmak. Bu çeşitliliğin üretici olmasının yolu, ortak zemini görünür kılan bir karşılıklı alışveriş sürecinden geçiyor: Yerel düzeyde kendini gösteren çeşitliliklerin ortak bağlamı, neo‐liberal küresel kapitalizmdir. Bu coğrafya içinde paylaştığımız ortak noktalardan bahsettiğimizde, akıllara hemen, yaşadığımız bölgelerde çoğu zaman şiddete varan çatışma hali ve "çatışmaları uygar biçimde çözecek siyasi irade" eksikliği gelir. İşte bu e‐derginin sorunsallaştırmaya çalıştığı, tam da "Batı bakışının" bu locus communis'idir. Batı'nın bu coğrafyayla ilgili siyasi imgeleminin başat unsurları, etno‐milliyetçilik, köktendincilik ve resmi ideoloji olarak benimsenen çokkültürlülüğün arkasına sığınılarak içten içe sürdürülen "şark despotizmi"dir. Entelektüel ve sanatsal, yani kültürel üretimin çeşitli siyasi (yeniden) eklemlenmelerini ele alan dergi, günümüzün neo‐liberal kültür politikaları içerisinde "kimlik"lerin birbirinden ayrılma ve (yeniden) birleştirilme biçimlerine meydan okumaktadır. Derginin ilk sayısında ortaya atılan sorular şöyle özetlenebilir: Bir konu olarak (yani hem güncel bir konu hem de farklı sanatçıların, küratörlerin, sanat eleştirmenlerinin ve kuramcılarının göründüğü bir alan olarak) sanat, daha geniş kültürel ve sosyo‐politik bağlamlarda (küresel neo‐liberal çokkültürcü politikalar ile yerel ulusal kültürler arasında) kendini nasıl konumlandırmaktadır? Güncel sanat, entelektüel üretim ve genel olarak kültür alanındaki aktörler olarak bizler, bu iki konum arasında sıkışıp kalıyor, ikisinden birine bağlı kalmaya mecbur mu oluyoruz? Dahası, kültürde direniş ve/veya müdahale pratikleri nasıl tahayyül edilebilir ve hayata geçirilebilir? Neo‐ liberal kapitalizmin teknolojileri aracığıyla mütemadiyen yeniden inşa sürecinde olan "gerçeklik"le nasıl ilişki kurmalıyız? "Sol" politikanın hasar görmüş kavramlarını nasıl yeniden ele geçirebiliriz? Başka deyişle, sanatsal ve kültürel üretimler, hem sanatta hem politikada yaşanan mevcut temsil krizi içerisinde nasıl politik olabilir? Benzerlikler ve farklılıklar sorunsalı dergideki bütün metinlere damgasını vuruyor ‐ coğrafî özgüllüklerin yanı sıra her bağlamda düşündürücü benzerlikler de var. "Asyaca Direnmek", başlığının düşündürdüğü kadar "Asyalı" olmayabilir; Oksana Şatalova'nın metni, bu coğrafyadaki toplumların "farklı zihniyeti", kültürlerinin "ötekiliği" veya "Doğululuğu" olarak algılanan şeye yönelik sömürge öncesi veya sonrası yaklaşımlarda daha önce pek çok kez irdelenmiş olan "farklı kültürleştirme" sorunlarına dikkat çekse de, iktidarın fiilî eğiliminin "aynılığı"nı anlamak açısından çok bariz ipuçları sağlıyor. Dünyayı "mantık yerine sezgiyle" kavramaya veya temelde horgörülen ve şiddetle reddedilen "metafor"lar yoluyla ifade etmeye çalıştığımızda, onu "farklı şekilde anlamak" için ne kadar çaba göstersek de, tekinsiz biçimde benzer olan "şeyler" ortaya çıkar. "Kurumlarla ilgili sorun" (eleştirilecek kurumlar yokmuş gibi göründüğü zaman bile bu bir "sorun" olmaya devam eder), "birşeylerin olup bittiği" 1990'lara duyulan özlem (bizce bu yalnızca Doğu Avrupa'ya özgü bir algı değildir), "kolektivite"nin canlılığını koruması noktasında artan zorluklar, kamusal alanda yaşanan çeşitli dönüşümlerin artan hızı ‐ bütün bunlar, bu metnin muhtemel okurlarına çok tanıdık gelecektir. Belki de bu benzerlikler arasında en ilginci, urodivy, yani "abdal" figürüdür: kamusal alanda nihayet eleştirel ifade imkânına sahip olacağı bir konuma kavuştuğunda, o konumu dillendirirken kendini kasıtlı olarak marjinalleştirdiğini gören kişi. Bu süreç, biçimi bakımından farklı ve ifade aracı olan özgül "dil"e fazlasıyla bağımlı gibi görünse de, sanatçı/eylemci özne daima bu süreçte kendi işlevini belirler; ele aldığımız özgül durumda, konuşabilmek için, önce "hayattan kopuk", yani "deli" olduğunuzu ilan etmeniz gerekir. Sayı #1 1 Editör Notu Vartan Jaloyan'ın "Ermenistan'daki Yeni Siyasi Özneler ve 1 Mart Olayları" başlıklı metninde de keşfedilecek pek çok "benzerlik" var. "Geçiş senaryosu", iyi bilinen bir mefhumdur: "Kamusal alan" önce "demokratik değişimleri" hayata geçirmek için araçsallaştırılır, ardından "işlevini yerine getirdiği" ve artık bir "sorun" haline geldiği için baskı altına alınır ve yeni kurulan otoriter rejimler tarafından ele geçirilir. Berlin'in doğusunda yaşayan herkes bu senaryoya aşinadır. Kapitalizmin kendi içindeki çelişkiler, "milliyetçi" ve "liberal" kutuplar arasındaki çatışmalar da herkesin malumu; metinde ayrıca, soyut "ulus" kavramının, gerçekte siyaset fikrini "felce uğratmanın" ve toplumun genelinden dışlamanın aracı olduğu, siyasî eylem alanının ya daha dolaysız bir "kentsel" düzeyde veya ‐ ekleyebiliriz ki ‐ "ulus"unkinden çok daha geniş ve somut bir uluslararası alanda açılacağı kabulü de var. Pek çok yerde olduğu gibi, teknolojinin köklü değişimler yaratmak için bir araç olarak kullanılabileceği, bütünlüğü içinde kavranamasa da fikir olarak mevcut; hatta, on yıl önce olsa e‐dergimizin sayfalarında Ermeni "DVD devrimi" gibi bir konuyu tartışacağımızı tahmin edemezdik. Fakat, çağdaş ilişki ağlarının ve teknolojik "ifade araçlarının" bu "gücü"nü titizlikle incelemek, siyasî eylemde tamamen "teknolojik yaklaşım"lara dayanmanın ne derece etkili olacağı açısından bu gücün sonuçlarını iyi ölçüp biçmek gerekiyor. Geçtiğimiz on yılda mantar gibi çoğalan kendi kendine örgütlenmiş ağların gücüne ne kadar inansak da, hangi topluma mensup olursak olalım ya da toplumumuzun algılanan "gelişmişlik derecesi" ne olursa olsun, Jaloyan'ın metninde altına hepimizin imza atacağı bir cümle var: "Erivan'ın kapitalist yeniden yapılanması, şimdilik sadece büyük iş adamı ‘oligarklardan' ve ellerinde büyük ekonomik güç toplayan ayrıcalıklı devlet adamlarından oluşan siyasi yönetici kesimin yeniden yapılanması anlamına da gelmekteydi." Benzerliklere devam edecek olursak, dergide sergi açılışlarında yaşanan şiddet olaylarına (veya sergi kapatma vakalarına) odaklanan bir bölüm bulunuyor; Belgrad'daki "Exception [İstisna]: Kosovalı Genç Sanatçılar" adlı serginin açılışının engellenmesinden yola çıkarak bu "vakayı" inceleyen üç metin var (Jelena Vesić, Dušan Grlja ve Vladimir Jerić); diğer bir metin (Balca Ergener), İstanbul'daki "Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları Sergisi"nin açılışında eserlerin tahrip edildiği olayların arka planını masaya yatırıyor. İki olay arasında açık birtakım farklar var: Belgrad'dakinde saldırının hedefi bizatihi "sanatın özerkliği" olarak algılandı; İstanbul'dakindeyse, sergi belgesel nitelik taşıdığından, "kamusal ifade hakkı"nın tehdit altında olduğu düşünüldü. Ayrıca, Belgrad'daki sergi hiç açılmadı ve olaylardan kısa bir süre sonra hem galeriden hem de kamusal alandan kaldırıldı; İstanbul'daki sergiyse sonuçta gösterildi ve bu "vaka" etrafında kamusal tartışma yaşandı. Gelgelelim, burada da, her iki vaka arasında bahsettiğimiz olaylar etrafında gözlemlenen benzerlikler önemlidir: Her ikisinde de, baskı aygıtı ‐ polis ‐ ne bu sergileri "sosyal olarak korunan" sanat etkinlikleri kapsamına aldı, ne de teşhir edilen eserlerin "polis koruması altında" olduğunu duyurdu. Metinleri okuyup, polisin kendi görevini inkâr etmesinin altındaki sebepleri irdeledikçe, nedense hep Türkiye'yle özdeşleştirilen "derin devlet" kavramının o kadar da benzersiz olmadığını görüyoruz. "Modern ulus inşası" dediğimiz şeyin bütün farklı unsurları "kimlik politikasının" evrenine dahildir; bu unsurlar, daima şu veya bu "elverişli" söylemi yeniden üretmenin fiilî araçlarının ve kaynaklarının kontrolüyle bağlantılı olan yeni/eski iktidar tezahürlerine hizmet etmek üzere iyiden iyiye araçsallaştırılmıştı. Bir yanda "tarihler", öte yanda Tarih vardır; bildiğimiz haliyle dünyayı biçimlendirmenin ve kontrol etmenin araçlarını da amacını da bu büyük harfli Tarih belirler. Açıktır ki, bu metinlerde incelenen sergiler, ister "sanatsal/güncel" ister "belgesel" nitelik taşısınlar, "Tarih"e müdahale etme girişimleri olarak algılanmıştır ‐ burası, mevcut iktidar yapılanmasına meydan okuyanlar için yasak bölgedir. Polisin işlevini yerine getirmemesinin yanı sıra, her iki durumda başka benzer mekanizmalar da vardır; her zaman hazırda bekletilen, devletin gayri resmi baskı aygıtı işlevi gören faşist güruhların kolaylıkla devreye sokulması, kamusal alanı ve kamuoyunu yönlendirmek için "medya makinelerinin" gücünün kullanılması, sergileri desteklemeye yönelik tepkiler sırasında bu etkinlikleri savunan şahısların kurumsal bağlantıları yerine isimlerinin kullanılması (gerçi bu her iki durumda farklı sonuçlar doğurmuştur, bu da incelenmesi gereken bir diğer mevzudur). Şükrü Argın'ın "Daralan Kamu, Buharlaşan Siyaset ve Çıkış İmkânları" başlıklı metninde, sadece bu e‐derginin alanını oluşturan coğrafyanın tamamında değil, günümüzün küreselleşmiş kapitalist dünyasının dört bir yanında da ortak olan benzerlikler açıkça görülüyor. Özel sermayenin kamusal mekâna ve kamusal alana girmesi, medya imgeleri aracılığıyla siyasetin gayri siyasileştirilmesi, Sayı #1 2 Editör Notu parlamenter demokrasinin temeli olarak temsilin çöküşü gayet iyi bilinen olgulardır ve uzun yıllardır ele alınan konuları oluştururlar. Şükrü Argın'ın "buharlaşan siyaset" olarak tarif ettiği durumun başat unsurlarıdır bunlar; bu ifadenin Komünist Manifesto'da ortaya atılmış olması da tesadüf değildir, ne de olsa bu durum, kapitalizmin açığa çıkardığı eğilimlerden biridir. Siyasetin ayaklarını basacağı sağlam zeminin kaybolması, Argın'a göre, temsil ve meşruiyet krizi olarak adlandırılan olgularda da açıkça görülebilir: "Düzen‐karşıtı parti, örgüt ve/veya hareketler için asıl mesele ‘meşruiyet krizi'ni derinleştirmek ve böylece düzen‐içi parti ve örgütler için bu krizi ‘idare edilemez' bir hale getirmek; buna karşılık, ‘aidiyet krizi'ni aşmak için ne yapılması gerekiyorsa acilen onu yapmak, bu krizi aşmanın yollarını fazla vakit geçirmeden bulmak..." Günümüzde siyaset yapısı ikili ve hiyerarşikleşmiştir. Bir yanda uluslarüstü kurumların temsil ettiği, sıradan insanların erişimine kapalı olan haute politique; öte yanda, sıradan insanlara havale edildiği varsayılan ama sorunların kökeni "yüksek siyaset"te yattığı için hiçbir şeyi çözemediği görülen, yerelleştirilmiş ve özgül sorunlarla ilgilenen "alt politika" bulunur. Bu neo‐liberal siyaset (yeniden) yapılanmasında sıradan insanlardan sadece biraz daha üstte yer alan kültür çalışanları, kadim "Ne yapmalı" sorusuyla yüz yüzedirler. Şükrü Argın bu soruya cevap ararken üç somut eylem örneğinden hareket eder. İlki, Moskova Eylemciliği grubunun Tüm Partilere Karşı Kampanya'sıdır: Grup, geçersiz oylar atarak seçim sürecini sekteye uğratmaya, böylece temsil krizini derinleştirip ifşa etmeye çalışarak siyasi bir etki yaratmıştır. Anti‐militarist bir girişim olan Rusya Asker Anaları Komiteleri Birliği, "anneliğe dayalı siyaset" olarak adlandırılabilecek bir alternatif önerir. Üçüncü örnekse, Türkiye'de Hrant Dink'in katledilişini kamusal olarak lanetleyen insanları temsil eder. Bütün bu örnekler, Şükrü Argın'a göre, bizi günümüzün siyaset yapısının beslediği sahte seçimlere mahkûm eden sözde‐temsilî ve kimlik odaklı politikalardan "çıkış imkânları"nı temsil eder. Zeynep Gambetti, "İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı" adlı metninde, farklı kültürlere mensup ve farklı bakış açılarına sahip konuşmacıların "sınırlanmamış iletişim" kurmak ve diyaloğa dayalı çözümler üretmek amacıyla biraraya getirildiği konferanslarda edindiği deneyimlerden yola çıkıyor. Fakat sonuç genelde bunun tersi olur. Her konuşmacı ötekilerle ilişkilenmeyi reddederek kendi gündeminin peşine düşer ve çoğunlukla belirli bir mağduriyet pozisyonu nedeniyle kendisinde böyle bir hak görür. Söz ile eylem arasındaki geleneksel idealist ayrımı eleştiren ve her söylemin daima bir "söz edimi" olduğunu vurgulayan Gambetti, solda herkesin malumu olan hizipleşmelerde iktidar ile muhalefetin izlerini analiz ediyor. Son dönemdeki Türkiye solu örneğinde, Ergenekon operasyonlarına karşı alınan tavır etrafında kendini gösteren bölünmeler "hakiki" sol ile "liberal" sol arasındaki ayrımı temsil etti. Gambetti bu bölünmede, iktidarın ayna imgesi olan muhalefetin iktidarından izler bulur. Hannah Arendt’in konuşan insanları hem birbirine bağlayan hem de ayıran "masa" metaforuna başvurarak özgürleşmeye yönelik eylemin imkânları üzerine düşünür. İktidara muhalefeti tahayyül edebilmek ve eylem ve öznellik biçimlerini tartışmak amacıyla Zapatistlerden örnekler verir. Gambetti'nin metninde olduğu gibi Tanıl Bora'nın "Sol, Liberalizm ve Sinizm" başlıkla makalesinde de solda yaşanan büyük yarılma konu alınıyor ve her iki tarafın konumu birden sorunsallaştırılıyor. Tartışmadaki muhatabının zaaflarını teşhir etmekten ibaret kalan ve politik aklı ikili bir kimlik karşıtlığına kitleyen anlayışın politik eylem değil sinizm üreteceğini savunan Bora, sosyalizm ve liberalizm arasındaki sorunlu ilişkinin yeniden düşünülmesi çağrısında bulunuyor. Yazıda eşitlik, kamu, sosyal devlet gibi konulardaki açık farklarının yanı sıra iki taraf arasında hak ve özgürlükler temaları etrafında iliklenmeler olabileceği, bu alanda liberalizmin başvurduğu soyut nitelikli tanımlamalara sosyalizmin maddi‐nesnel gerçekleşme koşulları üzerindeki vurgusuyla somutluk kazandırabileceği ifade ediliyor. Wallerstein'ın radikal bir direniş pratiği olarak liberalizmin, artık kapitalizm dahilinde gerçekleştiremeyeceği anlaşılan hak, özgürlük ve eşit yurttaş statüsüne dair vaatlerinin sahiplenilmesi çağrısını dikkate alan Bora, farklı türden talepleri yanyana dile getirebilecek bir dilin gerekliliğine ve sosyalizmin liberalizm ile olan gerilimini kendisini zinde tutacak kaynaklardan biri olarak kullanabileceğine işaret ediyor. "Milliyetçilik hem her yerde var olan hem de hiçbir yerde elle tutulamayan; duruma göre içi doldurulan, daha sonra içi boşaltılıp tekrar doldurulan, zaman içinde değişen içeriğiyle adeta her Sayı #1 3 Editör Notu şeyi anlatan ve tam da bu yüzden hiçbir şeyi anlatamayan bir kavram haline geliyor. Öyle ki, ulus‐ devletlerin kurucu ideolojisi olarak milliyetçilik kavram olarak hayatını sürdürse de, değişen zamanla birlikte çok daha başka gerçeklikleri saklar hale geliyor." Meltem Ahıska, Ferhat Kentel ve Fırat Genç, "Milletin Bölünmez Bütünlüğü": Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilik(ler) adlı kitaplarında yer alan bu pasajda, milliyetçiliği kimlikler üstü düzeylere erişen yekpare bir ideoloji çerçevesinde düşünmek yerine, milliyetçiliğin gündelik hayatta nasıl işlediğini, kapitalist küreselleşme çağında önerilen (yegâne) birleştirici güç olarak farklı bireylerin ya da cemaatlerin hangi arzularını ve rahatsızlıklarını temsil ettiğini incelemeyi öneriyorlar. Siren İdemen'in yazarlarla yaptığı söyleşi, dergide "Milliyetçilik Üzerine" başlığıyla yayınlanıyor; söyleşide, yazarların deyişiyle "örtünün altındaki karmaşa"ya veya "farklı gerçekliklerin üzerinin örtülmesine" daha somut bir isim/biçim/yüz vermeye çalışılıyor. "Oturduğumuz yerden milliyetçilik üzerine konuşmak başka, Anadolu'yu arşınlayıp yüz yüze görüşmeler yapıp konuşmak başka" diyen Siren İdemen, söyleşinin temel sorusunu da ortaya koyuyor: milliyetçilik kalkanıyla korunan sınıf farklılıkları, toplumsal adaletsizlik, aşağılanma, dışlanma, güvencesizlik ve korku, neden ve nasıl olup da doğrudan ifade edilemiyor? Siren İdemen'in Meltem Ahıska, Ferhat Kentel ve Fırat Genç'le yaptığı söyleşide, günümüz Türkiye toplumunun kendine has özellikleri ve gelenek ile modernleşme arasındaki içsel çatışmaları masaya yatırılıyor; aynı zamanda, Sırbistan veya Latin Amerika ülkeleri gibi başka periferi toplumlarıyla arasındaki benzerliklere ve farklılıklara dikkat çekiliyor. Brian Holmes, "Kendinden Geçme, Korku ve Sayı: ‘Kalabalıkların Adamı'ndan Kendini Örgütleyen Çokluk Mitlerine" adlı metninde, somut "sergi raporu"ndan uzaklaşıyor, güncel sanatın stratejilerini daha geniş ölçekli toplumsal ve siyasî stratejilerle karşılaştırarak analiz ediyor. Claire Staebler ile Jelena Vesić'in küratörlüğünde DEPO İstanbul'da gösterilen No More Reality [Crowd and Performance] (Gerçeklik Bitti: [Kalabalık ve Performans]) sergisi, "garanti ve güvenlik" propagandasıyla kamusal mekânı kontrol edecek yeni mekanizmaların icat edildiği 1990'larda yaşanan küresel dönümüşü gözlemliyor ve inceliyordu. Kitlesel çatışmalara, savaşlara, gösterilere ve grevlere dair haberler, insanların hayal gücünü besleyen ve birer tüketim nesnesi haline gelen estetize edilmiş imgelere dönüştürülür ‐ tıpkı "aksiyon" veya "doğal afet" filmleri gibi. Bunların işlevi, bizi dehşetin başka bir yerde olduğuna, tüketimci haz ve güvenlik duygusuna rahatlıkla teslim olabileceğimize inandırmaktır. Gerçeklik Bitti sergisi, sürekli istisna haline tabi tutulan sokaklardaki kalabalıkların bozguncu potansiyelini odağına alıyordu; Brian Holmes'un metni ise, bu odağa hem tarihsel hem de güncel bir persektif kazandırıyor. Holmes, "günümüzde süregiden politik hayatın kaygı ve kendinden geçmelerine musallat olmaya devam" eden, 20. ve 21. yüzyıla ait üç figür öneriyor: "Elimizde ilk olarak 19. yüzyıl bireyinin kalabalıkla olan ilişkisi var ve bu ilişki genel eşitlik ilkesini temel alır. Pozitif yüzünü flâneur'ün gönüllü metamorfozlarında, negatif ikiziniyse şuursuz kalabalıkların kendisini seyreden kişiyi öngörülemez, şiddetli bir panik patlamasına sürükleyebilecek ani anaforlarında gösterir. İkinci olasılık, biyolojik dürtülerin otoriter bir liderin hayatın ötesindeki bedeninde yarı hipnotize halde erimesi hali tarafından yönetilen yirminci yüzyıl kitleleriyle ilgilidir. [...] Son olarak üçüncü figür, bir kendini örgütleme ilkesi tarafından yönetilen çağdaş çokluktur. Bu ilke Paolo Virno ve Antonio Negri gibi yazarların geçtiğimiz yıllarda kucakladığı pozitif, yükselen kolektif akıl maskesinde ortaya çık[ar]. " Sanatın, mevcut iktidar yapılanmalarına müdahale etme ve bunları değiştirme açısından taşıdığı potansiyel ne olabilir? Erden Kosova, Türkiye'de 1980'lerden başlayarak sanat pratiklerine dair eleştirel bir okuma sunuyor. Sanat dünyası ile siyaset arasındaki ilişkiler hep gergin ve çatışmalı olagelmiştir. Kosova, 1980 askerî darbesi, Güneydoğu'da Kürtlere karşı yürütülen savaş ve daha yakın dönemde Hrant Dink'in katledilişi gibi önemli siyasî olaylara ve koşullara değinerek, siyasî atmosferin sanat üretimini ve sanatçıların tavrını nasıl etkilediğini ele alıyor. Ayrıca Türkiye'nin, aynı anda hem özlem hem de nefret duyulan Batı'nın kavramları arasında sıkışıp kaldığını hatırlatıp, bazı eserlerin "yerel" algısına karşıt olarak "ithal edilmiş" olarak algılanmasının altındaki siyasî içerimlere dikkat çekiyor. Güncel sanat ortamı artık çok daha çeşitli ve yerelleşmiş durumda, ayrıca çok daha "politik". Farklı formlarda sanat üreterek güncel siyasî meseleler karşısında tavrını gösteren çok sayıda alternatif sanat kolektifi var. Gelgelelim, bu sanat ortamı profesyonelleşme ve bireyselleşme eğilimlerinden ve bunların yaralayıcı çatışmalarından azade değil. Kosova, bu eleştirel güzergâhta ilerleyerek, alternatif sanat mekânlarına ve kolektiflerine Sayı #1 4 Editör Notu bağlı kalmakta ısrar edebilmek için sanatın ekonomi politiği üzerine daha derinlemesine kafa yormak gerektiğini vurguluyor. Rastko Močnik'in Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] başlıklı çalışması Yugoslavya'nın dağılması sürecinde yazılmış ve sonraki çözümler üzerinde etki sahibi olmuş önemli metinlerden biri. Yazar, Yugoslavya deneyimi içinde tek‐parti yönetiminin belirlediği resmi siyasete karşı geliştirilmiş olan özgürleştirici söylemin dağılma sürecine girildiğinde, özellikle Slovenya'nın bağımsızlığının tesis edilmesi örneğinde görüldüğü üzere, küresel ölçekte etkiler yaratabilecek radikal bir alternatif sunabilme şansını elinin tersiyle ittiğini ve ulus‐devlet çerçevesinde formüle edilen çıkarlarının savunulması üzerine kurulu kolaycı yolun tercih edildiğini savunuyor. Radikal fark imkânının değerlendirilememiş olmasını aynı dönemdeki kuramsal konumlara damgasını vurmuş "ütopyen düşüncenin sonu" söylemiyle ilişkilendiren Močnik, Yugoslavya ve benzer örneklerde yüzeye çıkan gerilimleri (faşist güçlerin etkinlik kazanması da dahil olmak üzere) çevresel‐kapitalizmin yeniden düzenlenmesinde yaşanan yapısal sorunlarla ilişkilendiriyor. Anahatlarını Močnik'in yazısında bulduğumuz dinamiklerin sözkonusu çevresel coğrafyalardaki güncel siyasetin Batı'ya entegrasyonu savunan demokratlar ile şovenist milliyetçi güçler arasına sıkıştığı bir manzaraya kadar uzandığı görülüyor. Dušan Grlja'nın "Sosyalizm Sonrası Özerkliğin Çatışkıları" başlıklı yazısı da, bu kutuplaşma sürecinin kültürel üretim üzerindeki izlerini sürmeye girişiyor. Grlja, "özerklik" kavramı üzerine düşünüyor ve bu kavramın, insanları "tekbenci girişimci özneler" olarak "serbest piyasa ekonomisine" katılmaya ve "belirli bir kültürel (ulusal, etnik veya dinî) grubun mensubu olarak kaderlerini tayin etme haklarını" benimsemeye davet eden hâkim sosyalizm sonrası "akıl" tarafından gasp edildiğini gösteriyor. Özerkliğe yönelik hâkim çağrı, paradoksal biçimde, başta komünizm karşıtlığı olmak üzere neo‐liberalizmin temel ideolojik araçlarını yeniden onaylayarak yeni ve daha incelikli bağımlılıklar yaratıyor. Böylece "özerklik" bütün kültürel etkinlikleri tanımlayan ve kültür endüstrisini besleyen bir şart haline geliyor ‐ özellikle de, "ilerici" olma iddiasındaki AB kaynaklı ve destekli projelerin bağlamı içerisinde. Sanat ile kültürün, eskinin çatışan taraflarını uzlaştıracağı ve "kültürlerarası bir diyaloğu" güçlendireceği varsayılıyor. Peki bu durumda siyasî bir kırılma, bir kopuş nasıl yaratılabilir? Bu yapılanmada gerçekten özerk olmanın imkânı var mı? Dusan Grlja, özerkliğin bireysel bir proje olamayacağını, kolektif maddî pratiği gerektirdiğini iddia ediyor. Mevcut kültür alanı içerisindeki faaliyetlerin dışında kalmak, bunlara karşı tavır almak yeterli olamaz ona göre. Müdahale kavramının tam olarak ne anlama geldiğini özlü bir biçimde tartışıyor. Özerklik, veya yazarın ifadesiyle "bitmek bilmeyen bir özerkleşme süreci", "verili ‘rasyonelliğin' sınırlarını sınama (ve karşı koyma) yoluyla gerçekleşebilir." Tek bir kırılma hedeflenemez, birkaç cephede birkaç kırılma yaratılmalıdır. Bu tehlikeli savaşta müdahaleler icat edilip yeniden icat edilmelidir, aksi halde kolayca karşı tarafa kayabilirler. Sayı #1 5 Daralan Kamu, Buharlaşan Siyaset ve Çıkış İmkânları Şükrü Argın Daralan Kamu 1970’lerin sonlarından bu yana neoliberal hegemonya altında yaşıyoruz. Küresel düzeyde etkili olan bu hegemonyanın en bariz veçhesi, hiç şüphe yok ki, “özel”in “kamu”ya yönelik sürekli ve şiddetli hücumudur. Üstelik neoliberal ideoloji “kamu” ile “devlet” terimleri arasındaki mevcut çakışmaya yaslanarak ya da şöyle diyelim, bu terimler arasındaki mevcut çağrışım ağlarını aktive ederek “kamu”ya, “kamusal”a yönelik bu hücumlarını güya “devlet”e ve “devlet müdahalesi”ne yönelikmiş gibi sunabildi ve bu sayede hem kendisini klasik liberalizmin köklü özgülükçü geleneğinin halis ve sadık bir takipçisiymiş gibi göstermeyi, dolayısıyla devletle arasındaki özel bağı perdelemeyi hem de karşıtlarını daha baştan “devlet”i, “devlet müdahalesi”ni savunur duruma düşmek gibi sıkıntılı bir konuma sıkıştırmayı başardı. Batı’da “refah devleti”nin, Doğu’da “devlet sosyalizmi”nin, Üçüncü Dünya’da “anti‐demokratik devlet yapıları”nın sebep olduğu tüm sıkıntı ve dertler “kamusal”ın, “kamu”nun yerle bir edilmesinin ve harabelerinin özel teşebbüsün av sahası haline getirilmesinin vesilesi olarak kullanıldı. Önce “tinsel” – “kültürel”, “siyasi” – mevcudiyeti hedef alındı “kamu”nun, sonra da “maddi” ‐ “toplumsal”‐ mekânları topa tutuldu teker teker. Neoliberal hegemonya yerleşip kurumsallaştıkça, “ortak iyi” fikrine dayalı cumhuriyetçi ya da sosyalist sıfatlı her türden pozitif, yani sınırları içeriden çizilmiş, dolayısıyla “herkesin mülkü olduğu ilan edilmiş kamusal alan” anlayışı bir yana, “herkesin kendi özel iyi”sini serbestçe seçip yaşayabileceği ilkesine dayalı liberal sıfatlı her türden negatif, yani sınırları dışarıdan çizilmiş, dolayısıyla “hiç kimsenin mülkü olmadığı ilan edilmiş kamusal alan” anlayışı dahi modası geçmiş, tutucu, hatta “gerici” anlayışlar olarak etiketlenip aşağılanır hale geldi. Neoliberal hegemonya “kolektif” sıfatına sadece bir şirket formu olarak katlanabilirdi ve hiçbir yerin – özellikle de “herkese ait ya da hiçbir kimseye ait olmayan bir yer”in‐ menzili dışında kalmasına asla katlanamazdı, katlanmadı da. Zira süreç içinde “kamusal alan” sadece fikir olarak gözden düşmekle kalmadı, fiziksel olarak da saldırıya uğradı. Şehirlerin sokakları, caddeleri, meydanları yurttaşlar cemiyetinin kamusal mekânları olmaktan çıkarılıp hızla tüketiciler cemaatinin ışıltılı ticari vitrinleri haline getirildi. Şehirlerin nabzı bundan böyle “agora”larda, meydanlarda değil, agora‐fobik alışveriş merkezlerinde atar hale gelmeye başladı. Özel konutlara çekilmiş mahrem hayatların, özel mülk kaleleri olarak inşa edilmiş işyerlerinin sakinlerine attıkları her adımda “kamu”yu hatırlatan, üzerlerinde o hayatların yaşanmasını ve o kalelerin inşasını mümkün kılan sancılı “ortak” tarihin derin izlerini taşıyan sokaklar kamusal çehrelerini giderek daha fazla yitirip “metalar alemi”nin özel labirentlerine dönüştüler. “Kamusal alan”ın, “özel”in bu sürekli ve şiddetli hücumları, daha doğrusu tecavüzleri sonucu giderek daralmasının bir yığın önemli sonucu var. Ancak sanırım bunların en önemlisi “siyasetin buharlaşması” diyebileceğimiz haldir. Burada “buharlaşma” ile birbiriyle ilişkili iki farklı duruma işaret edilmek isteniyor. Birincisi gayet anlaşılır bir şey: “Kamusal alan”ın daralması doğal olarak siyasetin ayaklarının yerden kesilmesi ya da siyasal öznelerin ayaklarını basacak yer bulamaması gibi sıkıntılı bir duruma yol açar. Daha önce de değinmiş olduğumuz gibi, bir kere, şehir meydanları hızla “şehrin sakinleri”nin mülkü olmaktan çıkıyor. Son derece somut anlamda okunabilir bu iddia: Biraraya gelebileceğimiz fiziki mekân anlamında “meydan”larımız, “agora”larımız yok artık, ya da diyebiliriz ki, giderek azalıyor bu türden yerler. Şehrin sakinlerinin biraraya gelebileceği; buluşabileceği, rastlaşabileceği mekânlar hızla buharlaşıyor. Bu “buharlaşma”nın aslında kuşatıcı bir “metalaşma” sürecinin ürünü olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, “buharlaşma”dan çok, açık bir “işgal”den söz etmek galiba çok daha yerinde olur. Meydanlar şehrin sakinlerinin biraraya gelebildiği “ıssız” yerler değil, buraların artık sahibi var. Çoğu yerde yurttaş kimliğinizle başı boş dolaşamazsınız artık. Ancak tebdil‐i kıyafet bir halde, sadece tüketici kimliğinizle kabul edilirsiniz buralara. Sayı #1 6 Daralan Kamu, Buharlaşan Siyaset ve Çıkış İmkânları Şükrü Argın Elbette şehirlerin fiziki yapılanma, daha doğrusu yeniden yapılanma süreçleri de “kamusal alan”ları giderek daha fazla köşeye sıkıştıran bir yol izliyor. Karmaşık bir otoban, yol ağıyla kuşatılmış şehirlerin sakinleri artık yayalar değildir. Şehre sadece taşıtlar aracılığıyla ve onların müsaade ettiği ölçüde dahil olabilirler. Özellikle muhalif radikal hareketler için ciddi bir sorundur bu. Bu tür özelleştirilmiş mekânlarda, yurttaş kimliğinizle ancak bir “korsan” gösteri düzenleyebilirsiniz ki, bu da nihayetinde yurttaşın kendi yurdunda tebdil‐i kıyafet dolaşmak durumunda kalmasının başka bir göstergesidir sadece. Yurttaşların siyasal amaçlı gösteriler sergileyebilmek için ancak “tahsis edilmiş”, bu işler için “ayrılmış”, büyük bir ihtimalle de şehrin merkezinden “uzak” yerlerde toplanmalarına izin verme eğilimi giderek güçleniyor. Siyasetin kentlerin çeperlerine sürülmesinin; siyasetin, gerçek mekânı olan “site”den sürgün edilmesinin işaretleri bunlar. Dolayısıyla, sonuçta gösteriler tuhaf bir biçimde görünmez hale geliyor. Gösteri yapacaksınız; ancak size tahsis edilmiş olan bu “yalıtılmış” mekânda bunu kime, kimlere göstereceksiniz ki? Politik gösterilerin tatsız tuzsuz ritüellere; stadlarda seyircisiz oynanan maçlar gibi yankısız “şov”lara dönüşmesi, sözünü etmiş olduğumuz sürecin sonucu değil mi? Şüphesiz tam da burada, yukarıda “özel”in işgali altında kaldığından söz edilen meydanlar, sokaklar ve benzerlerinin siyasetin geleneksel mekânları olduğu, oysa günümüz şartlarında yeni ve bambaşka “kamusal alan”lar açıldığı, bu nedenle bugün, özellikle de bugün “kamusal alan”ın daralmasından ziyade genişlemesinden söz etmenin daha doğru olacağı söylenebilir. Doğrudur; “buharlaşma” ile işaret edilmek istenen ikinci durum da bununla ilgili zaten. Biliyoruz, doğa boşluktan hoşlanmaz! Şehir meydanlarının boşluğu da hızla başka bir şey tarafından dolduruldu elbette. Bir zamanlar “meydan”ların gördüğü siyasal işlevi artık “medya”nın üstlenmiş olduğunu, söyleyebiliriz sanıyorum. Elbette basit bir yer değiştirme değil bu. Ciddi siyasal sonuçları var. Bir kere şu rahatlıkla söylenebilir: Bir siyasal hareketin gerçek meydanlardaki varlığı bile büyük ölçüde şu ya da bu medyada şu ya da bu biçimde görünmeye, görünebilmeye bağlı hale geldi. Bir yerde okumuştum, IRA bir zamanlar, herhangi bir bombalama eylemini BBC’nin akşam haberleri kuşağına, yani en çok izlenen haber kuşağına denk getiremiyorsa erteliyormuş. Bugün, bu ironik halin bizim günlük gerçeğimiz haline geldiğini söyleyemez miyiz? Bazı yazarlar “medya‐güdümlü” cumhuriyetlerden “medyalaşmış demokrasiler”e doğru gitmekte olduğumuzu söylüyorlar ki, üzerinde uzun uzun düşünmek gerek. Bu iddianın ardındaki kasıt galiba şu: Medya, günümüz toplumlarının önemli bir kısmı için demokratik sürecin asli kurumlarından biri haline geliyor. Parlamentoların, siyasal partilerin – hemen her yerde – yurttaşların nazarında hızlı ve sürekli bir güven kaybına maruz kalmaları; yukarıda sözünü etmiş olduğumuz “kamusal alanların” daralma, buharlaşma süreci gibi faktörler, medyanın klasik işlevini, yani politik kurumlar ile yurttaşlar arasında bir iletişim aracı olma işlevini köklü bir biçimde dönüştürdü. Bugün medya salt bir politik iletişim aracı olmaktan çıktı; giderek bu iletişimin asli mekânı haline geldi. Başka bir deyişle, bugün medya politikanın sadece göründüğü – deyim yerindeyse, “görücüye çıktığı” yer değildir artık; aynı zamanda politikanın yapıldığı ve belki de daha doğru bir ifadeyle yapılandırıldığı başlıca yerlerden biridir de. Şüphesiz medya hâlâ gerçek kamusal alanların göründüğü yerdir; ancak, bunların ne kadar ve nasıl gösterileceğini belirleme inisiyatifi, başka görünme araçlarının yokluğu ya da kıtlığı, dolayısıyla etkisizliği durumunda inisiyatif olmaktan çıkıp fiilî bir güce dönüşüyor. Bu güç, diyebiliriz ki, medyanın tüm meydanların görünebilir olduğu biricik “meydan” haline gelmesine imkân tanıyor ki, “medyalaşmış demokrasi”den asıl kasıt da zaten bu olmalı. Bunun şüphesiz son derece karmaşık ve bir o kadar da önemli sonucu var. Burada bunların tümüne değinmek imkânsız. Ancak yukarıda anmış olduğumuz “yapılandırma” kavramına bağlı iki noktaya işaret edebiliriz. Birincisi, daha önce de değinmiş olduğumuz gibi, politika artık kendine medyanın bakışına göre bir çekidüzen vermek durumunda kalıyor. Reel politika ya da diyelim ki profesyonel politika bir yana, meydanlarda yapılan “amatör” politik gösteriler bile giderek medyanın ilgisini cezbedebilecek “ayartma” stratejilerine kilitlenir oldu. Stadlarda, maçı Sayı #1 7 Daralan Kamu, Buharlaşan Siyaset ve Çıkış İmkânları Şükrü Argın yayınlayan kanalın amblemini taşıyarak kendisini görünür kılmayı garanti altına almaya çalışan seyircilerin “kurnazlığı”, giderek siyasal eylemcilerin hal ve tavırlarına da bulaşıyor. Dolayısıyla da politik gösteriler “şov”a dönüşüyor; belki çok daha vahimi, eylemcilerin niyetine rağmen, medya bu gösterilere kendi “format”ını attığı için ister istemez böyle oluyor ki, değinmek istediğim ikinci sonuç da bu zaten: Medyanın politikaya kendine göre çekidüzen vermesi. Gerçek meydanların medyadaki “görüntüsü” ortada. Ancak bu ikinci sonuç, yani medyanın siyasete kendi formatını dayatması çok daha vahim. Bu şüphesiz medyanın siyaset için tek gerçek meydan haline gelmesiyle ilgili bir şey. Siyasetin giderek bir reklam stratejisi haline gelmesi; politik propagandanın giderek politik pazarlama stratejisine indirgenmesi; dolayısıyla da, siyasetin giderek siyaset‐dışı bir işe, bir tür “performans”a, bir tür “şov işi”ne dönüşmesi, bana öyle geliyor ki, medyanın siyasete kendine göre çekidüzen vermesinin alamet‐i farikalarındandır. Ya da şöyle söyleyelim, “meydan”lara değil de “medya”ya oynamaktan başka çıkar bir yol bulamayan siyasetin kaçınılmaz sonu... Buharlaşan Siyaset Siyasetin ekranlara kilitlenişinin anahtarını bulmak için, şüphesiz gözlerimizi o ekranların dışına dikebilmemiz gerek, asıl dünyaya... Örneğin Zygmunt Bauman, “koşullar”ımızı “şekillendiren gerçek iktidarlar”ın “küresel uzam içinde salınmakta” olduğuna, buna karşılık “politik eylem kurumları”mızın “toprağa mıhlanıp kalmış” bir halde, tıpkı “geçmişte olduğu gibi, yerel” uzam içinde hareket etmek dışında bir seçeneğe sahip olmadığına dikkat çekiyor.1 Başka bir deyişle, Bauman burada, aslında Manuel Castells’in “giderek küreselleşen süreçlerle [yapılanmakta olan] bir dünyada giderek yerelleşen politika”ya ilişkin paradoksuna işaret eder. Gerçekten de ortada ciddi bir “paradoks” vardır. Zira Bauman, “şehir uzamı içinde işleyen” politik kurumların, örgütlerin, “eylem gücü bakımından yetersizlikten” ve asıl önemlisi, “politika dramının cereyan ettiği sahnede etkin ve hükümrancasına yer alamamaktan muzdarip” olduklarını söylemektedir. Yani Bauman’a göre politik örgütlerimiz “politika” dışında kalmışlardır. Ancak hangi “politika”nın dışında? Buraya kadar okuduklarımızdan çıkarılabilecek yanıt, şüphesiz, “politika dramının” oynandığı “asıl sahne”den olacaktır. Fakat Bauman bu kez de başka bir hakikate işaret eder: “[K]uvvetlerin oyun alanı olan yer‐dışı siber uzam” politikanın en kıt olduğu yerdir. Öyleyse, bütün bunlardan çıkarmamız gereken sonuç şu: Politik kurumlarımız politik sahneden dışlanmamıştır; daha çok, “politik sahne”nin kendisi yeniden yapılandırılmış, deyim yerindeyse “politika” denen şeyin kendisi adım adım depolitize edilmiştir. Bauman’ın “gerçek iktidarlar”dan, “kuvvetlerin oyun alanı”ndan söz etmesinin sebebi de sanırım bu. Artık klasik anlamda politik değil bambaşka, deyim yerindeyse “çıplak” iktidarlarla, kuvvetlerle karşı karşıyayızdır ve asıl mesele de budur. Yani politika gerçekten bir “şov”a dönüşmüştür; bir meydan işi olmaktan bir ekran işi olmaya... Aslında ilk bakışta politika sokağa salınmış gibidir; ancak Madrid sokaklarına gösteri amacıyla salınmış bir boğa gibi... Bauman şöyle devam eder: Küresel uzamdan dışlanan politika, “el erimindeki” işlerin, kısacası yerel sorunların çözümüne tayin edilmiştir artık. Bunlar “bir şeyler yapabileceğimiz, etkileyebileceğimiz, onarabileceğimiz, iyileştirebileceğimiz, yeniden yönlendirebileceğimiz” yegane sorunlar gibi görünür. “Bizim eylemimiz ya da eylemsizliğimiz ancak yerel sorunlar çerçevesinde ‘farklılık yaratabilir’ken, ‘yerellik‐ötesi’ başka sorunlar için ‘alternatif yok’tur.” Politik liderler ve “işin alimleri” dönüp dolaşıp bunu söylerler bize. Onlar “küresel”i “doğal” olarak okurlar ve bu nedenle, yine Bauman’ın sözleriyle, “[k]aynakları ve nedenleri tartışmasız küresel olan” sorunları bile “ancak yerel uzantıları ve yankıları dolayısıyla” politik bir mesele olarak görürler. Örneğin, “[h]avanın ya da su rezervlerinin küresel boyutta kirlenmesi, ancak sizin evin yakınına, ‘kapınızın önüne’, ürkünç bir yakınlığa, aynı zamanda da sizin ‘el eriminize’ nükleer bir artığın boşaltılmasına karar verildiğinde politik bir problem halini alır.” Bütün bu sorunların kaynak ve nedenleri ise – şüphesiz! – doğaldır ve dolayısıyla da politikanın menzili dışına sürülmüştür. Şüphesiz bundan çıkarılabilecek sonuç oldukça nettir: Politika küresel 1 Sayı #1 8 Akışkan Aşk: İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair, çev. I. Ergüden, Versus Kitap, 2009. Daralan Kamu, Buharlaşan Siyaset ve Çıkış İmkânları Şükrü Argın sorunların yerel çözümüne tayin edildiğine göre, aslında sadece çözümsüzlüğü idare etmeye yetkili kılınmıştır. Yeniden yapılanan ‘politik sahne’de politikaya biçilen kaftan budur. Bu durumun politikayı derin bir meşruiyet krizine sokacağı aşikar. Öyle ya “eylem gücü bakımından yetersiz”, “politika dramının cereyan ettiği sahnede etkin ve hükümrancasına yer alamamaktan muzdarip” politik kurum ve örgütlerin işlevi ne ola ki! Dahası onlar bu işlevi kim adına üstleneceklerdir? Sorunlar doğallaştırılıp politik ilginin dışına sürüldüğüne; dolayısıyla çözümsüzlük ikrar edildiğine göre politikanın işlevi ne olacak? Dahası “kamu” kavramı hem tinsel hem de maddi olarak topa tutulup paramparça edildiğine göre politika hangi hakla ve kim adına sorunları çözme ya da daha doğrusu “idare etme” işlevini üstlenmeye yeltenecek? Bu sorular, hiç şüphe yok ki, bizi “temsil krizi” denen sorunun tam göbeğine götürür. “Politik sinizm” denen tutumun yaygınlığı –”gelişmiş”iyle “gelişmemiş”iyle, “Batı”sıyla “Doğu”suyla, “neo‐liberal”iyle “post‐komünist”iyle – neredeyse tüm dünyada apaçık ortada. Siyaseti hem yönetenler hem de yönetilenler katında bir tür “idare etme” sanatına indirgeyen; yurttaşlık kavramını, dolayısıyla her şeyden önce kendi varlığını ve kendi vaatlerini tırnak içine alan bir rejim; içi boş bir ritüele dönüşmüş seçimler; gittikçe düşen oy kullanma oranları; “partizan”ı, yani taraftarı olmayan, dolayısıyla her seçim döneminde ortalıkta yüzüp duran serseri oyları avlamaya çalışmakla yetinen tuhaf partiler ve “sağı solu” gerçekten belli olmayan bir sistem...bütün bunlar “temsil krizi” denen olgunun tezahürleri olarak alınabilir. “Temsil krizi” temsilciler katında bir tür “ayakların yerden kesilmesi” hali olarak yaşanıyor. “Halk”ın ya da daha gerçekçi ve daha dar olarak “sınıflar”ın çıkarlarını temsil eden klasik partiler ile günümüzün “seçmen teveccühü”nü arkasına almaya çalışmak dışında bir derdi, tasası olamayan partileri arasındaki farklılık üzerine düşünmek bu “hal”i bir ölçüde anlamaya yardımcı olabilir. “Çıkarlar” görece kararlı temsil referanslarıdır; “teveccühler” ise, tam tersine, “temsil” ilişkisini imkânsız kılacak denli kararsız, deyim yerindeyse “metafizik” karakterde, spekülatif referans noktalarına benzer. Böyle bir sistem içinde partiler aldıkları oyun ardındaki iradenin temsilcisi değil sahibidirler. Günümüz “seçmenler”inin katıldıkları seçim süreçlerine yönelik bariz sinik tutumlarını anlamanın anahtarı belki de buradadır. Attığınız anda artık size ait olmayan tek bir oya sahip olduğunuz sistemi neden ve niçin ciddiye alasınız ki! Öyleyse şu söylenebilir: “Temsil krizi”nin temsil edilenler katındaki tezahürü, bir tür “ayak basacak yer bulamama” halidir. Buna “ait olma” ihtiyacının tatminsiz kalması durumu da diyebilirdik elbette. Yurttaşlık kararlı bir hak olmaktan çıkarılmış ve bir göreve, belirli aralıklarla tekrarlanan seçimlerde göstereceğiniz son derece kararsız bir “teveccüh”e indirgenmiştir ve siz, doğal olarak, hiçbir parti ve örgütte, hatta tüm bir siyasal sistem içinde kendinizi “evde” hissedemezsiniz. İçinde yaşamak durumunda olduğunuz sistemin dışında bırakılmışsınızdır çünkü. Şöyle toparlayabiliriz: Ayakları yerden kesik partiler ve örgütler, hatta sistemler ile ayak basacak bir yer bulamayan yurttaşlar, daha doğrusu insanlar arasındaki temassızlığın adıdır “temsil kriz”i. Ve hiç şüphe yok ki, oldukça genel bir krizdir bu. Yani sadece düzen‐içi parti ve örgütleri değil, düzen‐karşıtı parti ve örgütleri de, hatta diyebiliriz ki özellikle onları etkisi altına alan kuşatıcı bir krizdir. Zira mevcut sistem içinde “ayakların yerden kesilmesi” düzen‐içi partiler için bir zulüm değil aslında lütuftur. Onlar için “hafifletici” bir etkiye sahiptir söz konusu durum. Ayakları yerden kesildikçe sistem içinde daha yükseklere ulaşabilirler çünkü. Oysa düzen‐karşıtı parti ve örgütler için tam tersi bir durum söz konusudur. Onlar ayaklarının yerden kesilmesi halini bir ağırlık olarak üzerlerinde hissederler. Ayakları yerden kesildikçe dibe vururlar çünkü; sistemin zirvelerine el uzatmak yerine eteklerine kapanmak durumunda kalırlar. Dolayısıyla şunu söyleyebileceğimizi düşünüyorum: “Temsil kriz”i düzen‐içi parti ve örgütler için nihayetinde bir “idare” sorunudur; düzen‐karşıtı parti ve örgütler için ise bir “var oluş” problemi... “Temsil krizi”nin temsilciler katındaki tezahürünün meşruiyet krizi; temsil edilenler katındaki tezahürünün ise aidiyet krizi olduğundan söz etmiştik. Şimdi buna şu saptamayı da ekleyebiliriz sanırım: Şüphesiz bunlar iç içe geçmiş, birbirlerinden beslenen ve birbirlerini tetikleyen krizler Sayı #1 9 Daralan Kamu, Buharlaşan Siyaset ve Çıkış İmkânları Şükrü Argın olmakla birlikte, düzen‐içi parti ve örgütler için meşruiyet krizi, düzen‐karşıtı parti ve örgütler için ise aidiyet krizi daha fazla önem taşır. Başka bir deyişle, düzen‐içi parti ve örgütler için sorun meşruiyet krizini aşmak ya da daha doğru bir deyişle ötelemek; diğerleri için ise aidiyet krizini aşmak olarak görünüyor. Hatta muvakkaten şunu bile söyleyebileceğimizi düşünüyorum: Düzen‐ karşıtı parti, örgüt ve/veya hareketler için asıl mesele “meşruiyet krizi”ni derinleştirmek ve böylece düzen‐içi parti ve örgütler için bu krizi “idare edilemez” bir hale getirmek; buna karşılık, “aidiyet krizi”ni aşmak için ne yapılması gerekiyorsa acilen onu yapmak, bu krizi aşmanın yollarını fazla vakit geçirmeden bulmak... Meseleyi biraz daha açmak ve çıkış imkânlarına işaret etmek için üç somut örnek vermek istiyorum. İkisi Rusya’dan, biri Türkiye’den bu örneklerin. Bunların daralan kamunun nefes alma, buharlaşan siyasetin – bir anlık da olsa – ayaklarını yere basma anlarına tekabül ettiğini düşünüyorum; dolayısıyla üzerlerinde uzun uzun kafa yorup bir an önce benzerlerini tahayyül etmek ve hayata geçirmek durumunda olduğumuzu... Rusya’da kendini gösteren çıkış imkânlarından başlayacağım ve nihayet Türkiye’de bir an görünüp derhal kaybolan bir imkâna işaret ederek bitireceğim. Çıkış İmkânları Geçenlerde Irina Aristarkhova’nın, post‐Sovyet Rusya’da temsil krizinin 1990’lardaki görünümünü irdeleyen oldukça ilginç bir makalesini okudum.2 Aristarkhova burada post‐Sovyet Rusya’daki muhalif hareketler arasında yaygın bir biçimde gözlenen temsil karşıtı tavra işaret ediyordu. O, Moscow Actionism (Moskova Eylemciliği) olarak adlandırılan politik‐sanat hareketinin isim babası ve öncüsü olan Anatoly Osmolovsky’nin 1998’de yayımlanmış ve son derece etkili olmuş bir makalesinden şu alıntıyı yapıyordu: “Gerçek dünya bilgisinin yokluğu, homojen sosyal yapı ve alt‐ kültürlerin çöküşü, mantıksal bir davranış geliştirme imkânsızlığı, bizim, toplumsal idarenin siyasal ilkelerinden birini, temsil ilkesini reddetmemizi kaçınılmaz kılıyor.” Aristarkhova, özellikle sol eğilimli muhalifler arasında yaygın biçimde gözlenen bu temsil‐karşıtı, daha açık bir ifadeyle “başkaları adına söz almak”tan ısrarla kaçınma tavrının, Batılı yüzeysel “siyaseten doğruculuk” tavrına yönelik örtük bir tepkinin ürünü olarak görülebileceğini ileri sürer. Ancak hiç kuşku yok ki, bu tavır böyle bir tepkiye indirgenemeyecek boyutlara ve hedeflere sahiptir. Zaten Aristarkhova da söz konusu temsil krizini aşmak için geliştirilen siyasal manevraları örneklerken bunu açık bir biçimde ortaya koyar. Aristarkhova iki örnek üzerinde durur. Bunlardan birincisi, yukarıda adını anmış olduğumuz Moskova Eylemciliği grubunun tahayyül edip hayata geçirdiği ironik seçim kampanyasıdır: Tüm Partilere Karşı Kampanya. İkicisi ise, Türkiye’de örgütlenmiş ve bir süre etkili bir protesto kampanyasının öznesi olmuş olan Cumartesi Anneleri’ni andıran bir örgütlenme olan Rusya Asker Anaları Komiteleri Birliği’dir. Aristarkhova’nın aktardığına göre,Tüm Partilere Karşı Kampanya, seçim sürecine ironik bir katılımı içermekteydi. Kampanya sesini esas olarak sokak eylemleriyle, yayınlarla ve sergilerle duyurmaya çalışmaktaydı. Ancak bunlarla yetinmeyip seçimlere “tüm taraflara karşı bir taraf” olarak bizzat katılmayı da planladı ve hayata geçirdi. Rus seçmenler, mevcut adayların yanında “Tüm Partilere, Gruplara ve Adaylara Karşı” seçeneğine de sahiptiler yani. Bu katılımı “ironik” olarak niteledim; zira Rusya’da olduğu gibi başka yerlerde de yaygın bir şekilde gözlenen “sinik” seçimlere katılmama tavrından oldukça farklı, oldukça ciddi bir niyeti vardı bu kampanyanın. Bir kere, mevcut Rus seçim yasasına göre, eğer diğer parti ya da adaylar “Tümüne Karşı” adayından daha az oy alırlarsa ya da bu aday oyların yüzde ellisinden daha fazla oy alırsa, seçimler iptal edilir ve öteki parti ve adaylar tekrarlanacak olan seçime katılma haklarını kaybederler. Yani seçime 2 Blake Stimson ve Gregory Sholette (der.) Collectivism after modernism: The art of social imagination after 1945, University of Minnesota Press, 2007. Sayı #1 10 Daralan Kamu, Buharlaşan Siyaset ve Çıkış İmkânları Şükrü Argın katılmamanın ya da kasıtlı geçersiz oy kullanmanın aksine burada “Tümüne Karşı” olmayı tercih etmenin kelimenin tam anlamıyla pozitif sonuçları vardır: sadece kendi tercihinin üzerini çizip pasif bir biçimde kenara çekilmek yerine, bütün diğer tercihlerin üzerini çizerek aktif bir biçimde kendi tercihini ortaya koyma imkânı. Aristarkhova bu kampanyanın 1990’ların başlarında pek başarılı olamadığını, ancak 1990’lar boyunca giderek güç kazandığını söylüyor. Başarısı bir yana, bu kampanyanın yukarıda değinmiş olduğumuz meşruiyet krizini derinleştiren, buna karşılık aidiyet krizini hafifleten bir etkiye sahip olduğu gayet açık. Kendisini hiçbir tarafa ait hissedemeyen insanların – geçici olarak da olsa – kendilerini bir tarafın mensubu olarak hissedebildikleri bir örgütlenme imkânına işaret ediyor ki, sadece bu saçtığı ışık sebebiyle de olsa ufku dikkatlice taranması gereken bir eylem tarzı olduğu gayet açıktır. Aristarkhova’nın verdiği ikinci örnek, daha önce de söylemiş olduğumuz gibi, Rusya Asker Anaları Komiteleri Birliği’dir. Bu Birlik 1989’da kurulmuştur ve askeri‐siyasal kurumlarla ilgili alanlarda çalışma yapar; bu kurumları yeniden biçimlendirme uğraşı verir. Zorunlu hizmetleri esnasında ölen askerlerin ailelerine mali ve hukuki destek sağlamaya çalışır. Ordudaki ölüm vakalarıyla ilgili veriler ve bilgiler yayımlar. Parlamentoda af yasaları ve askeri reformlar için lobi faaliyetleri yürütür, vs. İngilizce kısaltmasıyla CSM, Rusya’da Çeçenistan savaşına aktif bir biçimde karşı çıkan örgütlerden biridir ve 1995’te bu sebeple Dean MacBride Barış Ödülü’ne layık bulunur. Bütün bunlar bir yana, Aristarkhova’nın bu örgütün siyasal anlamı üzerine söyledikleri son derece ilginç ve önemlidir. Aristarkhova, CSM’nin, aidiyet krizini aşmanın oldukça ilginç ve özgün bir tarzını ortaya koymuş olduğunu düşünür ki, üzerinde durmaya değer. Aristarkhova’ya göre, ortak amaç ve ilkelerin buharlaştığı, görüş ayrılıklarının giderek daha fazla su yüzüne çıktığı bir dönemde; temsilcilerin “temsil” iddialarının ciddi itirazlarla karşı karşıya kaldığı; kişinin kendini bir davaya, bir partiye adamasının, yani bütün enerjisini “yoldaş” parti üyeleriyle birlikte aynı idealler uğruna ortak mücadeleye vakfedebilmesinin giderek daha da imkânsızlaştığı bir dünyada, CSM bütün bu sıkıntıları aşmanın somut bir örneğini teşkil etmektedir. Aristarkhova, aidiyetin “dostluk” nosyonuyla; dünyayı “dost” ve “düşman” kamplara bölen bağlılık ve arkadaşlık hissiyle doğrudan ilişkili doğal bir ihtiyaç olduğunu düşünür ve dolayısıyla, sarih bir düşman eksikliğinin siyasal mücadele açısından bariz bir biçimde herhangi bir dayanağın, temelin yokluğu anlamına gelebileceğini kabul eder ve bunu bir kez daha teyit etmek için Derrida’nın, The Politics of Friendship’de Carl Schmitt’in o ünlü, klasik “dost‐düşman” formülasyonu eleştirel bir analize tabi tutan şu sözlerini alıntılar: “Düşmanın kaybı, bu durumda siyasal “Ben”in kaybı olacaktır.” “Düşman”ın, haydi şöyle diyelim, “esas düşman”ın bir hayli müphem olduğu bir çağda, bu muhatapsızlık hali – doğal olarak – siyasal alanda kaçınılmaz bir yönsüzlük hissine yol açacak ve bu his –yine doğal olarak – öncelikle siyasal öznenin kendisini kemirecektir: Düşmanım yoksa dostum kim, daha da önemlisi ben kimim? Derrida’nın bu baş döndürücü hale sunduğu siyasal alternatif, “dost‐düşman” ayrımının ötesine geçen bir “dostluk,” “kardeşlik” nosyonunun yeniden formülasyonuna dayalı yeni bir siyaset anlayışının inşasıdır. Aristarkhova ise, CSM deneyiminden hareketle, “analık temelli politika” olarak adlandırılabilecek farklı bir alternatif önerir. Ona göre bu siyasal alternatif, “biz‐onlar” ayrımının ikici mantığının ötesine geçer. Dolayısıyla, CSM deneyiminde açıkça görülebileceği gibi, “düşman”ın yokluğu analık nosyonuna dayalı siyasal etkinliğe ket vuramaz. CSM kimseyi ötekileştirmez çünkü. Bir kere “düşman” olarak nitelendirilebilecek kişilerin de anaları vardır ve CSM sözünü o “düşman”lara değil, onların analarına yöneltir. Dolayısıyla, analık “dışlayıcı” değil “kucaklayıcı” bir tarafgirliktir. İkincisi, bir ananın çıkarları ve kanaatleri bir Program’a, bir Kod’a ya da bir Yasa’ya ihtiyaç duymaz. Tam tersine kendiliğinden bir meşruiyete sahiptir; ayrıca başka bir şeye referansla meşrulaştırılması gerekmez. Nihayet üçüncüsü CSM deneyimi “temsil” fikrini de askıya alır ki, bu bizim burada ilgilendiğimiz meseleyle doğrudan ilgili olduğu için Aristarkhova’nın saptamaları olduğu gibi alıntılanmaya Sayı #1 11 Daralan Kamu, Buharlaşan Siyaset ve Çıkış İmkânları Şükrü Argın değer: “Biri başka birini temsil ettiğinde, o kendisini ötekiyle aynı düzleme yerleştirir. “Aynılık” temsilin temelidir ve fark deneyimi temsile dayalı politikayı genellikle aşındırır. Birisi (sınıfsal, cinsel tercih, cinsiyet, etnik köken, özürlülük gibi alanlarda) temsil ettiği kişilerle benzerliği arttıkça kendisinin ötekileri temsil etme hakkının da o oranda arttığını düşünür. Asker Anaları durumunda ise durum oldukça farklıdır. Onlar kendi çocuklarını seven öteki anaları temsil etmezler; kendilerinden radikal biçimde farklı kişileri, kendilerini analık sembolüyle birbirine bağlayan her fiili ya da potansiyel askeri temsil ederler.” Aristarkhova hâlâ “temsil etmek”ten söz ediyor ama, sanırım bu durumda söz konusu fiili artık tırnak içinde kullanmak gerek. Zira öyle görünüyor ki, bu durumda bir “temsil” söz konusuysa eğer, bu bir varlığın, diyelim ki insanların değil, bir “değer”in, “analık” denen insani bir değerin temsilidir. Zaten Aristarkhova da Levinas’a referansla, analığın “kendisi için değil, öteki için varlığı”nda vücut bulan diğerkâmlığın altını çizer ki, bu da temsile dayalı politikadan radikal olarak farklı bir alana geçmiş olduğumuzu gayet açık bir biçimde gözler önüne serer. Nihayet üçüncü örnek Türkiye’den. Agos gazetesinin Ermeni asıllı genel yayın yönetmeni Hrant Dink’in, 19 Ocak 2007 tarihinde, Agos’un Halaskargazi Caddesindeki binasının önünde başının arkasına ateş edilerek öldürülüşünü izleyen saatlerde aynı cadde üzerinde toplanan kalabalıkta vücut bulan “toplumsal irade”ye biraz daha yakından bakmayı öneriyorum. Orada bir hayalet gibi görünüp kaybolan “toplumsal irade”, “toplumsal vicdan” nasıl bir şeydi? Bir: Karanlığa dikleniyordu. Telafisiz ve tesellisiz bir acının, insanları nasıl biraraya getirebileceğini gösteriyordu. Tabii ki, aynı zamanda sokakların nasıl yeniden “kamusal” bir çehre kazanabilecek olduğunu... İki: Bana öyle geliyor ki, Türkiye tarihindeki en radikal sloganlardan biriyle hali bir çırpıda özetleyip herkesi biraraya toplayabilmişti: “Hepimiz Ermeniyiz!”. Bu sloganın yorumla tüketilemeyecek denli sonsuz bir anlam yükü var şüphesiz. Dolayısıyla burada ancak birkaçını sıralayabiliriz. Bir kere, bu slogan “düşmansız” bir siyasal çığlığa tekabül ediyordu. Şüphesiz bu sloganın düşmanları olacaktır; oldu da. Hatta kendi çapında öfkeli bir infiale bile yol açtı. Ancak sloganın kendisi herhangi bir düşmana doğrultulmuş değildi ve dolayısıyla, kendisine yöneltilen düşmanlığın da kaçınılmaz bir biçimde ıskalamasına, boşluğu yuvarlanmasına yol açtı. Keza burada, söz konusu sloganda geçen “hepimiz” sözcüğü, örneğin “Her Türk asker doğar” lafındaki “her” sözcüğü gibi tümel, “totaliter” bir niceleyici değildi. Yani başkaları adına söz alan kuşatıcı bir “biz”e değil, sadece “bu sözün altına imzamızı atan biz hepimiz” mealinde katılımcı bir “biz”e işaret ediyordu. Dolayısıyla birinin ya da birilerinin “Ben Ermeni değilim. Öz be öz Türk’üm!” diye itiraz etmesi, sadece “Ben size katılmıyorum” demek anlamına geliyordu ve doğal olarak zaten kendiliğinden söz konusu “biz”in muhatabı olmaktan çıkıyordu. İkincisi, orada biraraya gelenlerin çoğu, birini ya da bir şeyi temsilen değil şahsen, kendisi olarak orada bulunuyordu. Hepsi değil, çoğu diyorum; çünkü etnik kökenlerini ifşa eden kıyafetleri, siyasal kimliklerini ortaya seren flamaları kuşanıp gelenler de vardı elbette. Ancak çoğunluk tam tersine – deyim yerindeyse – soyunup “çırılçıplak” gelmişti oraya. Olay başka bir şeyin vesilesi kılınamayacak denli yakıcıydı çünkü. Dolayısıyla, orada “politika” denen şey ismen neredeyse hiç yoktu; ancak var olan her şey siyasal sıfatıyla, çehresiyle apaçık ortadaydı. Jacques Ranciére, bir zamanlar Fransız radikallerinin 1961’de Paris’te “Fransız polisi tarafından Fransa halkı adına” Cezayirli göçmenlere yapılan eziyetleri protesto etmek amacıyla dillendirmiş oldukları “Hepimiz Cezayirliyiz!” sloganının Cezayirlilerle özdeşleşmek gibi bir istekle ilgi bir şey olmadığını, dahası onlarla empati kurma teşebbüsü olarak bile yorumlanamayacağını; çünkü böyle bir şeyin asla mümkün olamayacağını söylemişti3. Ona göre bu slogan müstakbel bir özdeşlik kurmaktan ziyade mevcut bir özdeşliği yıkmaya, parçalamaya yönelik bir niyet taşıyordu. Bu sloganı haykıranlar, o anda, Cezayirli olmayı arzuladıklarını değil, daha çok Fransız olmaktan, daha doğrusu kendileri adına yapılanlardan utandıklarını ifade etmek istiyorlardı. Diğer bir 3 Sayı #1 12 Jacques Ranciére, Siyasalın Kıyısında, çev. A.U. Kılıç, Metis Yayınları, 2007. Daralan Kamu, Buharlaşan Siyaset ve Çıkış İmkânları Şükrü Argın deyişle, başka bir kimliğe bürünmek, bu sayede onlar adına konuşma hakkı elde etmek istemiyorlardı; tam tersine, üzerlerindeki mevcut kimliği parçalayıp atmak; Ranciére’in ifadesiyle, “hiçbiriyle özdeşleşemedikleri iki kimlik” arasındaki “yarık”ta ya da “aralık”ta kendilerini sükût içinde ifade edebilme imkânı bulabilmeyi umuyorlardı. Hrant’ın ardından sokaklara dökülen kalabalığın yaptığı da buydu ve orada bir an görünür gibi olan “irade,” “vicdan” temsile dayanmayan, tam tersine “temsil” denen şeyin meşruiyetini tehdit eden katılımcı bir dayanışma halinin nasıl hâlâ imkân dahilinde olduğunu gösteriyordu. Biliyoruz çok kısa sürdü bu “dayanışma hali”; ancak olsun, yine de umut vericiydi; bir aidiyete isyan formunda da olsa nihayetinde insanın ait olma ihtiyacının tatminine imkân tanıyordu. Sayı #1 13 !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! ?,%1#&@+5)"A& ! "#$!%&%'()!)%'(*'(+,-!)#$!(.,)',/!)(0+,'(+,!(1(+2,'(+,1,!1,3%4(),1&(!! 5,+!/%'%5%'6761!*%+8%96!0'$:.!0'%1!3(+3%1;,!5,+,1,1!%.,1%!0'&:7:! ;(+8(/!(.,)',/!&(1(4,$,1&(1!%'6+<! ! =',%9!>%1()),-!!"#$%&'%&()#"*+,! & -./)$0)1& 2+$345$4)6& 7",8","2$%& 95*%:& ")"& #%,";1& +234& 5+;+3*+& +)#"<1& =,%#)%3& :+",& #+,+<43*+3& 8",8","& 2%,"3%&)0$$+34$+8"$%>%)&")"&#%,";???&@+",1&+234&+3*+&A%;&)%3*"B"&A%;&*%&02C03&C9,*=D=&8+:)+&8","B"& /$;+)&C"8"&)42+B&#+34;+5&8",&+2,4>+$4D43&)%2<"3"&B=,%,?&!%3*"$%,"3%&8",&8%*%3&+,+2+3&C%5C"3&,0A$+,& C"8"&>+34&"B#%*"D"3*%&8+:)+&8",&"3B+343&"E"3%&C",%,&:+",?&F+*%>%&/303&"E"3&A%,&2%,*%&8/:&2%,&'+,*4,6&G%& :+2%#&8+54&2%,$%,&/3+&)+H+$42B+1&80303&#%)&3%*%3"1&80&2%,$%,"3&/303&C95=3*%&5"2+,%#&%#;%2%&*%D%,& /$;+;+B4*4,???&(3B+3$+,43&+:)&*%*"D"&:%21&)%3*"3"1&8",&+3*+&/,#+2+&E4)+3&8%)$%3;%*")&:%2%1&2/$*+3& C%E%3& 8"$"3;%2%3%1& :"","2$%1& A+24,B%'%,$"D"2$%& #+;+;%3& #%B$";& %*%3& ,0A03& /& )0#B+$& <+A":%$"D"2$%& )+,:4$+:#4,4$*4D43*+&/$*0)E+&)=E=)1&/$*0)E+&B434,$41&/$*0)E+&5+24<#4,?I& ! ?:1'%+-!>3%+'(9!?%:&('%,+(@,1!ABCD!46'61&%!4%46$'%1%1!EF%'%5%'6/'%+61!G&%$6H!%&'6!1(9,+!.,,+,1&(1! %'61)6'%1%1! 9IJ'(+<! K%1%)86161! .(3,+! 0+)%$64'%! /:+&:7:! )%+,39('! %86&%1! IJ;#'-! 4,1(! &(! 4%4;61! 5,+! .(/,'&(! &(1(4,$'(1(1! ,',./,! 5,8,$,1,! ,L%&(! (&,40+'%+<! K:1&:7:! IJ;#+! ),M%+()! 0+)%$64'%-! &($0/+%9,! )%'(*'(+,4'(! N(! /(9/,1'(.(1! 9616L9%'! %4+6$'%+64'%! 9%1%4,! .(3+,1&(! /%450':*! ;,&(1! ?%:&('%,+(-! .(3+,! %+.61'%4%1! <$J3%0,@#1! ',$,1%'! /01:$:1:! 5(1,$9($,.),O! <$J3%0,1& $()%'%+61! 9019:J! 9(+;,'(1,.,1,! &#.#1#$'(+(! &%'%+%/! ,J'(4(M(/! 50.! N%/),! 0'%1-! 90/%/'%+&%! &0'%.%1! &,7(+! /,.,'(+,1! %101,$! 3%4%)'%+61%!9,19,M(!1#L:J!(&(1!5,+!),*),+<!F(1&,1,!5,+!*+3*2-!IJ!,),5%+,4'(!)(/,'!5,+!5,+(4!0'%+%/!;I+(1! ?%:&('%,+(-!.(3,+! 3%4%)6161! 3%+(/()',!N(!;(',+!;(8(+!807:'':7:!N(4%!/(1&,9,1,1!E9%46H!:19:+:!&,4(! %&'%1&6+&676!.(4!/%+.6961&%!5#4#'(1$,.),<!?:!5#4#'(1,.!9%1%)9%'!5,+!)(/1,/),!%9'61&%P!F,.,1,1!/(1&,1,! %';69%'-! 3%4%',! 5,+! %/6.61! ,8,1&(! 8IJ#'$(4(-! 9,',1,*! 9#*#+#'$(4(! 56+%/$%-! 901+%! 4%J$%! %161&%! )0*%+'%1$%!N(!407:1'%.$%!/%*%9,)(9,<!E?(1',7,1!5:3%+'%.$%96!N(!$(+/(J,'(.$(9,!#J(+,1(<!Q.)(!5:! 3(+!.(4,!IJ()',40+-H!&,4(!4%J%M%/)6!.%,+!K5%$&L=3>%$%,M,1&(<! ! F%'%5%'6/-!=',%9!>%1()),@1,1!;IJ'($'(&,7,!;,5,-!,'/9('!5,+!(.,)',/!&(1(4,$,&,+P!?(1',7,1!/%)6!5,+!.(/,'&(! /01)+0'!(&,'(1!9616+'%+616!5,+!/(1%+%!56+%/$%/!N(!5,+!5%./%96161!(),4'(!/%41%.$%/!,8,1!5,+!.%19<!R)(! 4%1&%1! 5,+! /#')#+! ('(.),+$(1,! 5:! 8%3$")! ,'(! 9#%)"& %+%961&%/,! 9(+5(9)! &(7,.! )0/:.:-! $()+0*0'&(! 9#+(;,&(1!3%4%)%!3S/,$!0'%1!(/010$,/!,',./,1,1!IJ1('!5,+!4%196$%96!0'%+%/!&%!0/:4%5,',+P!T(+!.(4,1! N(!3(+!96M%/!5(&(1,1-!5%./%!5,+!.(4'(!N(4%!5(&(1'(-!907:/!1%/,)!*%+%!/%+.6'6761&%!&(7,.),+,'(5,'&,7,! ;(1('! (.,)',/! ,',./,9,<! U%')(+! ?(12%$,1! ,.)(! 5I4'(! 5,+! 0/:$%! ;(',.),+&,O! .%,+,1! ,9)(&,7,! 3(+/(9(! &I1#.$(! )%'(5,1,-! $()%161-! 3%+M%4%M%/! *%+%96! 0'%1! 3(+/(9,! /(1&,1(! 8(/$(! ;#M#1#1! IJ1('! 5,+! )(+M#$(9,! 0'%+%/! 40+:$'%&6<! R)(! 4%1&%1! ?(12%$,1@,1! L,'0'02,/! 8%'6.$%96-! ?%:&('%,+(@,1-! V%+,9! N%+0.'%+61&%1!;('(1!'#$*(1! *+0'()%+4%161!3%$!(1(+2,9,1&(1-!&,'9('!4(1,',/'(+,1&(1!N(!,1%)86!3%'/! &,+(1,.,1&(1!1%96'!5(9'(1&,7,1,!&(!;I9)(+&,<!F0M%$%1!%$0+L!.(3+,1!;(M(!3%4%)61%!%,)!8%)'%/'%+61%! &07+:! 8(/,'(1! <$J3%0,-! /(1&,! .,,+9('! &,',1(! 4(1,! '#;%)8('(+,-! 4(1,! +,),$'(+,! &(N.,+$(! .%196! 5:'&:<! G'$%1! 4%J%+! 5I4'(M(! /%*,)%',J$,1! 3S/,$,4(),! %')61&%/,! 9%1%)61! *0)%19,4(',1,! %10+$%''(.),+,M,! 5%.)%1!86/%+$%'%+%!%86/!0'$%/!0'%+%/!)%16$'%&6<!G$%!?(12%$,1!4,1(!&(!?%:&('%,+(@,-!E!W4%+%)6M6'6/@! ,'/(9,! %&61%! 4%+%)6M6! /,.,4(! L%J'%! 4#/'(1,'$(9,H! &,4(! %&'%1&6+&676! .(4(! 5:'%.$%/'%! ('(.),+&,<! X%+Y@6! %16$9%4%+%/!?(12%$,1-!4%+%)6M6'6761!4#M('),'$(9,1,!503($!9%1%)86161!/(1&,1,1!4I1()),7,!5,+!):J%/! 0'%+%/!;I+#+P!E?:!%.6+6!4#/'(1$(-!#+(),M,1,1!;:+:+:1:!0/.%4%+%/-!%9'61&%!01%!&#.$%1!5,+!)0*':$! &#J(1,1,1!4%+%+'%+616!80/!,4,!/0+:&:7:1&%1-!80/!)(3',/(',!5,+!&:+:$&:+<HA!! ! ?(1$(+/(JM,!5,+!4%+%)6M6'6761!5(9'(&,7,!)0*':$9%'!/I+'#/-!5:;#1!5,J,$!&(!0+)%/!&(1(4,$,$,J,1!5,+! *%+8%96! 0'$%4%! &(N%$! (&,40+-! )%$! &%! $:)(1%'%.)6+6'$6.! .(3+,1! 3S'S! 5,+! <$J3%0,! %96! 0'$%96! I'8#9#1&(<! R)(! 4%1&%1! .%4()! ?%:&('%,+(! /(1&,! *+%),7,1,! ('(.),+&,49(-! 5(1$(+/(JM,! 0'$%/'%! &(7,'! &%3%! 80/! %.6+6! 9%86'$%-! %.6+6! 5:3%+'%.$%4'%! ('(.),+&,P! X(+/(J,'(.$,.! 5(1',7,1-! 9%46! :19:+:1&%! /0+/:):M:!5,+!.(/,'&(!/%450':.:<!E?,+!,19%1!,9)(&,7,1&(!(9,1!3(+!J%$%1!;(',+!01:!5:':+-!L%/%)!3(+! A !U%')(+!?(12%$,1-!NA+,$%B&7+0*%$+",%1&O&P2,">&Q/%#&"3&#A%&R,+&/<&S"CA&N+H"#+$"B;!Z[01&+%P!\(]![(L)!?00/9-!AD^_`G'$%1M%! ?%9/6!AD_Ba-!9<!^A<!bU%')(+!?(12%$,1-!E>3%+'(9!?%:&('%,+(P!F%*,)%',J$,1!c#/9(',.!d%761&%![,+,/!?,+!e%,+H-!Q+B+T$+,&,8,1&(1!&(+<! f0'L!",(&($%11-!8(N<!G3$()!>($%'!ZQ9)%15:'P!c%*6!F+(&,!c%461'%+6-!_<!?%9/6-!ghhAa-!9<ACi<j! !"#$%&'% '(% !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& ,9)(&,7,1&(!01:!56+%/$%J-H!&,4(!4%J%+!.%,+!K5%$&L=3>%$%,"M1&(?&k%3,.(',/!0';:9:!/%+.6961&%-!L%3,.(! 0'%+%/!4%J%+!L,;#+#!/%+.6961&%!5#4#'(1$,.),+-!J,+%!%101,$!I)(/,1,!/(1&,!/:M%/'%46.6-!3%L6J%961&%!N(! /,$',/! %';6961&%! /I/#! /%J61%$%J! ,J'(+! 56+%/$6.)6+<! e%,+! N(! 90/%/'%+&%! 4#+#4(1! /,.,! L,;#+#1#! 5,+'(.),+(1! (+/(1! &I1($! .,,+'(+,1&(1! 5,+,1&(! ZEl(! 1m%,! *%9! *0:+! $%n)+(99(! :1(! ',011(! ,'':9)+(Ha-! %./616!*%+%4'%!9%)61!%'&676!9(N;,',9,!3%//61&%!.:!&,J('(+,!4%J%+P! ! K(N;,',$,1-!;(M(1,1!N%3.(),!,8,1&(1!,/,!,+,!3:J:+9:J!;IJ#-! o%+!;(8,))(!;I+#+!6.6'&%4%1!,/,!5%./%!;IJ-! F%'5,1,!%8)676!,8,1!)#$!$,9%L,+'(+,1(! F%+%1'6/)%1!/0+/%+-!,1%16+!3%4%'()'(+(<!! ! p(M(!;#1&#J!4%)%7%!/,)%*'%+64'%!;,+(1!5,+!5,';(&(1! o%3%!L%J'%!$:$!4%/%+-! q(!%8'6/!8(/$(/)(1!/%4;6'%1$%J-! Q/),&%+96J!S.6/'%+6161!5,+!;#1!;(+,!&I1$(9,1&(1!/%4;6'%1&676!/%&%+<! ! o($0/+%),/!5,+(4!,'(!.(3,+',!80/':/!%+%961&%/,!,',./,1,1!4%*69616!/:+%1!/(1&,1&(1!;(8$(!Z%>B#+>2a!N(! /0+/:1:1-! /%4;6! N(! %+J:1:1! (9/,! )%+,3,1&(1! 5,J,$! /,.,9('! N(! *0',),/! 3%4%)'%+6$6J&%! 1(! ;,5,! ,J'(+! /%'&6r! ?:! /0+/:4:! 507:*! &:+&:+$%/-! 5:! /%4;646! 5%9)6+$%/! ,8,1! .(3+,1! )%$! &%! &0/:9:1&%-! 3%))%! ,19%1! )(1'(+,1,1! N(! *9,/('(+,1,1! )%$! ,8,1&(! 1(! ;,5,! ):J%/'%+! N(! 86/$%J! 90/%/'%+! ,1.%! (&,'&,r! K%46! :19:+:1:1! ,8,1&(! /(1&,1&(1! ;(8(1! 5,+! IJ8IJ#'$(! N(4%! 3%))%! 90/%/'%+&%! 0':*! 5,)(1! .,&&()',! 8%)6.$%'%+&%! IJ46/6$! +,9/,1(! +%7$(1! $()+0*0'&(! *0',),/'(.$,.! 5,+! /%$:9%'! %'%1! %8$%/! ,8,1! (',$,J&(!3S'S!1(!;,5,! 0'%1%/'%+!N%+r!?:!90+:'%+6! 5,+%J!&%3%!,+&('($(/! ,8,1!4%/61'%+&%!Q9)%15:'@&%! o=Vs@&%! %86'%1-! /#+%)I+'#7#1#! l('(1%! q(9,t! N(! >'%,+(! K)%(5'(+@,1! #9)'(1&,7,! U/& V/,%& W%+$"#2& XN,/Y*&+3*&Q%,</,;+3>%Z&[L%,E%)$")&7"##"&X!+$+8+$4)&'%&Q%,</,;+3BZ\&5%.'6/'6!/%4&%!&(7(+!;#1M('! 9%1%)!9(+;,9,1&(!5,+!%+%4%!;(),+,'(1!5,+!&,J,!9%1%)9%'!N(!*0',),/!I1(+,4,!,1M('(4(M(7,$<g!?:!9(+;,&(/,! 9%1%)! (9(+'(+,1,1! ;#1! 6.6761%! 86/%+&676! .(4-! 5,+! %')#9)! (&,M,! 2(9)'(+-! *0',),/! /01:.$%! N(! &07+:&%1! (4'($!),4%)+09:!0'%+%/!.(3,+!&(1(4,$,$,J,1!5,+!$%)+,9!)%+%L61&%1!5(',+'(1&,7,&,+<!?:!$%)+,9!3S'S!#8! 5#4#/!L,;#+&(1-!(.,)',7,1!M,9,$!5:'$%961%!4I1('(1!/0+/:!N(!/(1&,1&(1!;(8$(!%+J:9:1%!&%,+!#8!:M:! %86/!0'%96'6/)%1!0':.:+<! ! !*+,-%,.+/01/2/3%'",("-5%-&?%<<%&B!1516153-&/"&C",D+,)1#AE*%45673%821"09:;3%7<"=%>??@ ! g !"#$%&'% ')% !K(+;,1,1!&0/#$%1)%9401:!,8,1!5/J<!3))*P``]]]<&(*0,9)%15:'<1()`)+`%M),N,)(9u&()%,'<%9*r%MvAh! !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& K%1%)!(9(+'(+,1(!;(8$(&(1!I1M(!5:!#8!L,;#+(!5,+!;IJ!%)%'6$<!=',$,J&(!,'/!0'%+%/!AD<!4#J46'!5,+(4,1,1! /%'%5%'6/'%! 0'%1! ,',./,9,! N%+! N(! 5:! ,',./,! ;(1('! (.,)',/! ,'/(9,1,! )($('! %'6+<! V0J,),L! 4#J#1#! <$J3%0,@#1! ;I1#''#! $()%$0+L0J'%+61&%-! 1(;%),L! ,/,J,1,49(! .::+9:J! /%'%5%'6/'%+61! /(1&,9,1,! 9(4+(&(1! /,.,4,! I1;I+#'($(J-! .,&&()',! 5,+! *%1,/! *%)'%$%961%! 9#+#/'(4(5,'(M(/! %1,! %1%L0+'%+61&%! ;I9)(+,+<! Q/,1M,! 0'%96'6/-!5,40'02,/!&#+)#'(+,1!0)0+,)(+!5,+!',&(+,1!3%4%)61!I)(9,1&(/,!5(&(1,1&(!4%+6!3,*10),J(!3%'&(! (+,$(9,!3%',!)%+%L61&%1!4I1(),'(1!4,+$,1M,!4#J46'!/,)'('(+,4'(!,';,',&,+<!Q9)(+!K0N4()!F019)+#/),N,9)'(+,1! %2,)%),L! *+0*%;%1&%! *09)(+'(+,1&(1! 3%)6+'%&676$6J! /:+:M:! 9IJ! ,$;(9,1&(! 0'9:1-! ,9)(+! 5:;#1! ,L'%3! 0'$%J!.(/,'&(!T,)'(+@,1!)%+,39('!%16964'%!N(![(1,!f,(L(19)%3'@61!9,1($%964'%!,',./,'(1&,+,'(1!)%$%$(1! /(1&,1&(1! N%J;(8$(! N(! 504:1! (7$(! )(3&,&,1&(! 0'9:1<! K01! 0'%+%/! #8#1M#! L,;#+-! 5,+! /(1&,1,! I+;#)'($(!,'/(9,!)%+%L61&%1!4I1(),'(1!8%7&%.!80/':/):+<!?:!,'/(!V%0'0!q,+10!N(!G1)01,0!\(;+,!;,5,! 4%J%+'%+61! ;(8),7,$,J! 46''%+&%! /:M%/'%&676! *0J,),L-! 4#/9('(1! /0'(/),L! %/6'! $%9/(9,1&(! 0+)%4%! 86/)676! ;,5,O! .(3,+',! ;I9)(+,1,1! 3(*! N%+! 0'$:.! 0'%1! &%''%1$%'%+6! %+%961&%/,! 9019:J! 9%46&%! L%+/'%+'%! I+;#)'(1(1-! %.6+6! 5,+(49(''(.),+,'$,.! 5,+! )#/(),$! 1#L:9:1:1! ,8,! 50.-! %$%896J! 4%*6961&%! &%! 0+)%4%! 86/%+<! ?:! L%+/'%+-! l(%1! ?%:&+,''%+&@61! 69+%+'%! 9%N:1&:7:! ;,5,-! 9,*%+,.(! ;I+(! 5,8,$'(1$,.! $,)'(+&(1! 3,8! &(!;(+,!/%'6+!.(4'(+!&(7,'&,+<!q(!%9'61&%!;,&(+(/!8"5";&#+,+<4;45*+3!$,/+0!5,+(49('!5,+!I'8(/)(! 4I1'(1&,+,'$,.!/%)6'6$!9#+(8'(+,1&(!!=,%#"$",$%,<!R4'(49(!(',$,J&(!1(!N%+r!F%'%5%'6/-!/,)'(!N(!80/':/P! ?,+! 0'%96'6/'%+! $%)+,9,! /:+%1! #8! L,;#+-! 3(*9,! M%1'6! N(! %/),L-! 3(*9,! ;#1#$#J&(! 9#+(;,&(1! *0',),/! 3%4%)61!/%4;6!N(!/(1&,1&(1!;(8$('(+,1(!$:9%''%)!0'$%4%!&(N%$!(&,40+<! ! BC+*C,+"D$0%6"+"EC=2:% % T6+N%),9)%1@61! 5%./(1),! w%;+(5@&(! ;#1(.',! 5,+! I7'(&(1! 901+%-! 3%+(/()',! 5,+! 90/%/<! K%+6! ),.I+)'#! 5,+! &%1986! ;I/4#J#1(! 4I1('(1! 5,+! 2(9)! 4%*640+-! J%+,L8(! )0*:/'%+6! #J(+,1&(! &I1#40+-! 901+%! %1,&(1! N(! .,&&()'(!4(+(!&#.#40+<!G4%7%!/%'/640+-!4,1(!J%+,L!5,+!&I1#.!4%*640+-!)+%L,7,1!,8,1&(!&0'%$5%8'6!J,/! J%/'%+! 8,J,40+! N(! %+&61&%1! 9%7%! 90'%! 3%N%4%! N:+$%4%-! N%3.,! )(/$('(+! %)$%4%! 5%.'640+<! ?:! %+%&%! 40'&%1! ;(',*! ;(8(1'(+! &(3.()(! &#.#40+! N(! 01:! ;I+$(J&(1! ;('$(/! ,8,1! 8%5%! 9%+L! (&,40+<! ?%:&('%,+(4(1!5,+!.%,+!;,5,!0!&%!/6*6+!/6*6+!/%'%5%'6/!,8,1&(!4%'16J!0'$%46!5,'(1!5,+!,19%1O!N(!&%3%96-! /(1&,!4%'16J'67616!1%96'!/%'%5%'6/'%.)6+%M%7616!5,',40+<!?,+!,94%1%!0'$%9%!&%!5,+!/%N;%4%!&%3,'$,.!;,5,! 3%+(/()'(+! 4%*640+<! G$%! /,$,1'(! /%N;%! (&,40+-! N(4%! /:+5%1'%+6! /,$r! q(! *6+6'! *6+6'! 5,+! ;#1! 6.676! %')61&%!0+)%'%+&%!0'$%4%1!5,+,4'(!/%N;%!()$(/!1(!%1'%$%!;(',40+!0'%5,',+r! ! F1A<&0%$"&0<+,2%F4CG:%H"="2$%I-=J#*2-K3%L,C+%M+:9-N3%>??O%%& !"#$%&'% 'A% !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& Q+,+*/]%& B0,& $%& >/;^*"%3! ZA^^_a! %&'6! $(),1&(-! 5#4#/! %/)I+! E907://%1'6! N(! 9%/,1! 5,+! 9(4,+M,H&,+! &,4(! 4%J%+! AB<! 4#J46'! L,'0J0L:! o,&(+0)<! K%31(&(! 5%.%+6'6! 0'%5,'$(/! ,8,1! %/)I+#1! E&:4%+'6'67%! &(7,'! 1#L:J!()$(H!4()(1(7,1(!9%3,*!0'$%96!;(+(/,+O!E3(+!)#+!/%+%/)(+(!N(!+0'(H!5#+#1(5,'$(/!,8,1!%86/-! /(9,1! N(! $(9%L(',! 0'$%'6&6+<! Q9)(1(1-! ):)/:4'%! /(1&,1,! N(+$(! N(4%! 3,9)(+,/! 5,+! $,$(9,9! &(7,'-! $(9%L(',! 5,+! /(9,1',/! N(! /(1&,1(! 3S/,$,4()),+P! K%1%)86161! 3(+3%1;,! 5,+! %1&%! 3(+3%1;,! 5,+! /,.,! 0'%5,'$(-! 3(+3%1;,! 5,+! &:4;:4:! 3(+3%1;,! 5,+! #9':*)%! ,L%&(! (&(5,'$(! 4()(1(7,-! %416! N,+)#IJ! 5,+! $#J,94(1,1! 3%4+%1'6/! :4%1&6+6M6! 8(.,)',',/)(! )01'%+-! )616'%+! N(! +(1/'(+! 86/%+%5,'&,7,! 5,+! (19)+#$%1! ;,5,<_! w%;+(5! 90/%/'%+61&%/,! &%1986'%+! ,.)(! 5:! 907:/':7:1-! .,&&()! *%)'%$%'%+6! %+%961&%/,! 5:! 9%/,1! 3%',1! *(+L0+$%19616! 4%*640+'%+<! K%1%)86! x;0+! p+:5,t-! &%1986'%+61! 2(9)'(+,1,! /%4&(&(1! N,&(01:1! 4%161%!3%+(/()'(+,1,!&01&:+%1!5,+!&,J,!L0)07+%L!4(+'(.),+(+(/!IJ/01)+0''(+,1,1!%')616!8,J$,.<!s1'%+6!0! 3%'&(-!%.6+6!5,+!3%+(/()',',7,1!0+)%961&%!&01:*!/%'%1!3(4/(''(+!.(/',1&(!;I+$(/!1(+(&(49(!)(/,19,J<! k%/%)! $(9%L(',',/'(+,1,! I4'(9,1(! 9,1,+! 50J:M:! 4%*%1! .(4-! 9%1%)86y/0+(0;+%L61! 3%+(/()'(+,! 5:':*! 86/%+&676!/%41%/<!w,+%!&%1986'%+61&%1!):3%L-!:J%/!4%'16J'6/'%+6161!5%'01M:/'%+6161!,8,1&(!):)/:'%+616! )%/',)! ()$('(+,1,! ,9)(&,7,! L,;#+'(+-! ?(';+%&! N(! w%;+(5@&(! &#J(1'(1(1! =.M,19('! s1:+! c#+#4#.#@1(! /%)6'%1'%+%!9%'&6+%1!N(!01'%+6!&IN(1!1(0yL%.,9)!50J;:1M:'%+&6+<!?:!.,&&()!(&,$'(+,!5:!*(+L0+$%19)%! 4(1,&(1!9%31('(1,+<! ! F%46)96J-! 10+$%),L! ',5(+%'! )0'(+%19! %)$09L(+,1&(! /:'%/'%+6$6J&%! 861'%4%1! 5%./%! 8%7'%+&%1! ;('(1! 867'6/'%+&6+P!=+,'!/,$',/'(+!%&61%!4%*6'%1!N(!%3'%/,!3%/!)%'(*'(+,1,!901!&I1($'(+&(!4%*6'%1!9%N%.'%+&%! :':9%! 3,J$()! ()$(4(! &%4%1&6+%1! 30$0L05,/! 9%'&6+6'%+<! c:$+:/'%+! :8:.:+-! 3%N%&%! 9,'%3! 9(9'(+,! 4%1/6'%16+-! 4#+#4#.(! /%)6'%1'%+61! 4#J'(+,1&(1! /%1'%+! %/%+-! *0',9! 01'%+6! /0+:$%/! ,8,1! 0'%4! 4(+,1(! /0.%+-! %$%! 1(&(19(! 3(*! ;(8! /%'6+-! 9%'&6+;%1'%+! 5%9)6+%$%&6/'%+6! /0'(/),L! IL/('(+,1,! %/6)6*! 5,),+&,/)(1!901+%!;(',+<!K(+;,&(!5:!9%31('(+,1!;I+#1)#'(+,!&,7(+!N,&(0! ,'(!4%1!4%1%!;I9)(+,',40+!N(! %.6+6!:8)%!5,+!;(+,',$!0':.):+:40+&:<! & R+B#& F"*%& F#/,2! Zo07:! c%/%96! T,/S4(9,a! 5%.'6/'6! ,.-! ?%'/%1! )0*':$:1&%! 9#+(;,&(1! 9%7M6! .,&&()(! 4I1(',/!5,+!*+0)(9)0!N(!%416!J%$%1&%!&%!?%)6@4%!90+:'%1!5,+!90+:!1,)(',7,1&(&,+<!Z?:!90+;:'%$%4%! G?! %&%4'6/! 9#+(M,! &(N%$! (&(1! T6+N%),9)%1@&%! 5%.'%1&6<a! p+:5,t@,1! /'%9,/! G4&61'%1$%! %/)I+#1#1! 907://%1'6! 9(4,+M,! 0'$%! &:+:$:4'%! +:4,4& 95*%:$%:;%! L(10$(1,! #J(+,1&(1! 90+&:7:! 90+:-! ',5(+%'! )0*':$:1-! ;(1('! (.,)',7,1! 3S/,$,4(),1&(/,! /,.,'(+,1! N(! 4(+'(+,1! 9019:J! 9%46&%! 4(+! &(7,.),+(5,'$(9,! 9%4(9,1&(! &#J(1',! %+%'6/'%+'%! 9%'6N(+,'(1! 9%'&6+;%1! N(! IJ9%N:1$%4%! 4I1(',/! ):)/:'%+616! /01)+0'! (&(5,'$(! /%*%9,)(9,4'(! ,';,',<! X0&(+1! <$J3%0,@#1! w%;+(5! N(! ?(';+%&! ;,5,! $:)(1%'%.)6+6'$6.! .(3,+'(+&(/,!&#//S1'%+61!I1#1&(!3(+!;#1!&0'%16+/(1!:1:)):7:!.(4!1(&,+r!c:$:.%/8%!%/%1!)+%L,/)(! N(! /,.,1,1! 5,+! &#//S1! N,)+,1,1&(! 9(+;,'(1(1! )%9%+6$! #+#1#! $%''%+! %+%961&%1! 4%1964%1! ,$;(9,1&(! *:9:&%! 5(/'(4(1! .,&&()! 1%96'! 5,+! .(4&,+r! K0/%/'%+6$6J%! N(! 3%))%! /(1&,! 2(9)'(+,$,J(! ;#*(;#1&#J! 3%1;,!3%4%'()'(+!$:9%''%)!0':40+r! ! B-1;*%Q*%R-1C2% % k+%196J! *9,/0'0;! p:9)%N(! [(! ?01-! /%'%5%'6761! 3,*10),/! )('/,1(! 4%)/61'676! #J(+,1(! 4%J$6.)6<! ?:! &#.#1M(4(! ;I+(! /%'%5%'6/! ,8,1&(/,! 5,+(4! E%+)6/! /(1&,9,! &(7,'&,+-! /(1&,! ,+%&(9,4'(! 3%+(/()! ()$(4,! 56+%/$6.! 0'%1! 5,+! 0)0$%)%! &I1#.$#.)#+<H! [(! ?01-! %)0$,J(! 0'$:.! 5,+(4,1! %1),)(J,-! L%/%)! %416! J%$%1&%! %*0)(09,J,! Z4%1,! )%1+6! $(+)(5(9,1(! 86/%+6'$%96a! 0'%+%/! %';6'%1%1! /,)'(1,1! (+/(1! &I1($! )(J%3#+'(+,! /%+.6961&%! /%4;6161! N(! ,/%J! (&,M,! 5,+! /0+/:1:1! *(18(9,1(! &#.(1! GN+:*%'6! (1)('(/)#(''(+&(1! I+1(/'(+! N(+,+P! Ec%'6)6'$6.! 5,+! 5,+(4-! )(/! 5%.61%! 5,+! 9%+%46! 4%1;61%! N(+($(4(M(7,1,! N(4%! 5,+! &#//S16! 4%7$%'%4%$%4%M%7616! N(! .%4()! ,8,1&(1! 5I4'(! 5,+! &#+)#! 0':+9%-! /0'%4M%! /%+.6! /04%5,'(M(7,1,! *(/S'S! 5,',+<! ?,+! /%'%5%'6761! *%+8%96! 0'&:7:1&%-! 9%46161! 01%! N(+&,7,! ;#M#1!L%+/61&%&6+O!0!J%$%1!01:1!9:8%!&%N()(!%1,&(1!M(N%*!N(+$(9,!,8,1!M,1%4()!N(4%!4%7$%'%$%! L,/+,1,1!,$%!(&,'$(9,!&%3,!4()(+',&,+<!F%'%5%'6761!/%+.6961%!86/%1!5(/'(1$(&,/!5,+!(1;('-!)%./61! 5,+! IL/(4'(!46/6'6+<Hz! ! _ !V3,',**(![%M0:(y[%5%+)3(@61!5:!$(),1!3%//61&%/,!40+:$:!,8,1!5/J<!Eo,&(+0)P!V%+%&0Y!%1&!X,$(9,9-H!_2H/C,+HA26& ;";%B"B1&HA"$/B/HA21&H/$"#">B!,8,1&(!ZK)%1L0+&!{1,N(+9,)4!V+(99-!ADDBa<! z !p:9)%N(![(!?01-!_A%&N,/Y*6&O&F#0*2&/<&#A%&Q/H0$+,&V"3*!Z[01&+%P!{1],1-!ADh_`k+%196JM%!A<!?%9/6!ABDia-!9<!_C!N(!z_<! X()1,1!Q1;,',JM(!5%9/696!,8,1!5/J<!3))*P``),14:+'<M0$`[(y?01y*&L<! !"#$%&'% 'P% !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& k+(:&! L,/0H& QB2>A/$/C2& +3*& #A%& O3+$2B"B& /<& #A%& RC/@&%! Zp+:*! V9,/0'02,9,! N(! =;01:1! G1%',J,a! [(! ?01@%! 50'M%! +(L(+%19! N(+,+<! [(! ?01! ,'(! 3($L,/,+! 0'$%&676! )(/! 10/)%-! 4#J46'! 901:! *9,/0'0;'%+6! )%+%L61&%1-! 5,+(49('! 5,',1M,1! I1&(+,1! 5#4#'(4,M,! /,.,',7,1&(! 907:+:'$%96! &:+:$:1:! %86/'%$%/)%! /:''%16'%1-! 80/! ;(1,.! /%*9%$'6! E)('/,1(! 4%)/61'6/H! L,/+,&,+<! k+(:&! 5:! /%N+%$! 4(+,1(! =+09! $,),1,! N(! /',1,/!3,*10J!L(10$(1,1&(!0+)%4%!86/)676!.(/',4'(!',5,&01:1!5,+'(.),+,M,!;#M#1#!/04%+P! ! |.6/!0'$%/)%1!3,*10J%!;,&(1!40'&%!5(95('',!9%&(M(!/69%!5,+!%&6$!N%+&6+<!G./!N(! 3,*10J:1!5,+5,+,1(!5(1J(&,7,!10/)%'%+!%.,/S+&6+<!T,*10J:!4%*%1%!4I1('(1!,'(!S.6/! 0':1%1! 1(91(4(! 4I1('(1! %'8%/;I1#''#! )S5,4()-! 9:8! 0+)%/'676-! ('(.),+$($(! &:+:$:! %416&6+<! T(+! ,/,9,! &(! 5(1J(+! .(/,'&(! IJ1(1,1! /(1&,! ,1,9,4%),L,1(! 9%'&6+6+O! 3,*10J:! 4%*%161-! ,&(%'! (;01:1! %'%161%! %&6$! %))6761&%1! /,$9(1,1! .#*3(9,! 40/):+<<<!T,*10),/!,',./,-!S.6/!5,+,1,1!/(1&,1,!9616+96J!%&%$%96!;,5,&,+-!9%&(M(!M,19('! )%)$,1!40/):+<i!! ! GH*HHH*HHH&I1#J<&?"&K,+#:%F)?3???3???%802"0%H"0$;"S"TK3%!:2"00*%U/+0*+3%>??A ! Q';,18),+-! ?%:&('%,+(@,1! /%'%5%'6/'%! ,',./,9,-! k+(:&@:1! /,)'(! *9,/0'02,9,! *0+)+(9,1&(! 1(+(&(49(! ABh! &(+(M(!)(+9,1(!8(N+,'$,.),+<!e%,+,1!9%46!:19:+:1:1!,8,1&(!5:3%+'%.$%96!4(+,1(-!&%7616/!/%'%5%'6761! 5,+!8(/,$!;#M#!N(!5,+!%./y1(91(9,!0'%+%/!;I+#!$,)9('!I1&(+!L,;#+#!5#14(9,1&(!$(+/(J,'(.$(9,! N%+&6+! k+(:&@&%<! e,$&,! I1&(+-! I+;#)'(4(+(/! N(! 4#J'(+! &(1,J,1,! 5,+'(.),+(+(/! /%'%5%'67%! $:9%''%)! 0':+<! U/& V/,%& W%+$"#2! 9(+;,9,1&(-! x;0+! p+:5,t@,1! ,.,1&(/,! 1(0yL%.,9)! ;I9)(+,M,'(+! &6.61&%! 5:! ),*! 9%'&6+;%1!5,+!)0)%',)(+!/,)'(4,!&07+:&%1!)($9,'!(&(1!5,+!,.!40/):<!G1M%/!9(+;,&(!5:!5%7'%$&%!5%./%! 5,+!.(4!;I+&#/P!G'$%1!9%1%)86!K:9%11(!?#+1(+@,1!`a1aaa1aaa&N+3M#&7%&b,/3C!Zih-hhh-hhh!Q19%1! c%16'%$%Ja!5%.'6/'6!9(99,J!N,&(09:1&%/,!9%''%1%1!/0''%+!N(!3%J!*(.,1&(!/%&61!4#J'(+,<!?#+1(+-![(1,! f,(L(19)%3'@,1! 8(/),7,! /0+/:18! \:+($5(+;! 9%31('(+,1(! ',5(+%'! &($0/+%9,1,1! N(+&,7,! M(N%56! ;I9)(+$(/! #J(+(! ADih@',! 46''%+%! %,)! %+.,N'(+&(! 3%4+%1! /,)'('(+,1,1! ;I+#1)#'(+,1,! )%+%$6.<! ?:1'%+-! /(1&,1&(1! ;(8$(! 3%''(+,1(! "3(0&0+! G&0+10! N(! X%Y! T0+/3(,$(+@61! &%3%! ADzh@'%+! T0''4]00&@:1&%! )%16/! 0'&:7:! k0+&,9)! /,)'('(+P! "#/()(1! IJ1('(+,1! 9%')! &:4;:9%'! .(/,'! N(+,'(5,',+! 4%*696<! K%1%)86! 5:! 4%*646-! %+J:'%&6/'%+6! 1(91(1,1! /,$',7,1,! 3,85,+! .(/,'&(! %867%! 86/%+$%&%1! i !K,;$:1&!k+(:&-!L,/0H&QB2>A/$/C2&+3*&#A%&O3+$2B"B&/<&#A%&RC/!Z\(]!c0+/P!\0+)01-!ADiD`!G'$%1M%!A<!?%9/6!ADgga-!9<!iBy iD<! !"#$%&'% 'O% !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& ;I9)(+,40+&:<!K%1/,!;I+#1$(J!I1&(+!.,$&,!9%&(M(!5,+!.,L+(-!%1'%$96J!5,+!9,$#'%/+!N(4%!/%*,)%',9)! 5,+!;#8$#.!;,5,<! ! Q19%107':1:1! 5:! .(/,'&(! $%1,*#'%9401%! 3%J6+! 3%'(! ;('$,.! &07%'! 5,+! $%'J($(4(! ,1&,+;(1,.,-! G&0+10!N(!T0+/3(,$(+@%!;I+(!EG4&61'%1$%161!&,4%'(/),7,H1,1!N%+&676!901!10/)%4&6P!EG4&61'%1$%-! /(1&,!IJ5,',1M,1,!/(1&,1(!+%7$(1-!%M6$%96JM%-!(1!:L%/!5,+!,J!&%3,!/%'$%4%M%/!.(/,'&(!5(+)%+%L!()),<! X,)'(+,! /6+$%4%! 4()(M(/! &(+(M(&(! 9(+)! 0'%1! )(/! &#.#1$(! )#+#-! 1,3%4(),1&(! IJ46/6M6! 0':+<H! "0*':$:1!5:!IJ46/6M6!1,)(',7,1,! I1&(+,1!5,+,M,/',7,1(!&(7,'-!$()%'%+!%+%961&%!N%+!0'%1!;(1('!(.,)',/! ,',./,9,1(! %)L()),'(+P! ET(+! .(4,1! &,7(+! 3(+! .(4'(! (.,)! 0'$%96! &:+:$:1:1! 5(&(',-! 3,85,+! .(4,1! %416! J%$%1&%!/(1&,1(!(.,)!0'%$%$%96&6+<H!}+(),$!%+%M6'6764'%!/(1&,1,!&07%&%1!IJ;#+'(.),+$(!40':1&%! &:+! &:+%/! 5,'$(J! %+%46.61&%! ,19%107':1:1! 1,3%4(),1&(! /(1&,1,! ~! 5(&(1,1,-! /#')#+#1#-! *0',),/! ,',./,'(+,1,! ~! 4(1,&(1-! 5:! 9(L(+! $%/,1(1,1! 5,+(49('',/)(1! %+,! ,$;(9,! 0'%+%/! 4%+%))676! ;I+#.#1#! 9%N:1:+'%+P! E?:;#1! /,)'('(+,1! ,8,1&(! 5:':1&:7:! +(;+(9401-! &%3%! I1M(! &:4:'$%$6.! 0'%16! /(1&,! /:'%/'%+64'%!&:4%$%$%'%+6-!%1'%.6'%$%4%1%!/(1&,!(''(+,4'(!&0/:1%$%$%'%+6!3S',&,+<<<!"#$!,',./,'(+,! N(!&:4;:'%+6!/%*9%4%1!)0)%'!)0*':$!%+%M6'6764'%-!,19%1'%+!5,+!/(J!&%3%!)0*':$:1!(N+,$M,!4%9%961%! /%+.6-!5(1',/!,'/(9,1(!/%+.6!8(N+,'&,P!w0+'%!5,+%+%4%!;(),+,'(1!/0'(/),N,)(!,8,1&(/,!4%'6)6'$6.'6/)%!3(+!5,+,! I)(/,1,1!)6*%)6*!%41696!5,+!M%1'6!)#+#<HC! ! G&0+10! N(! T0+/3(,$(+@61! )#$! L0+$'%+64'%! 9%1%4,'(.$,.! /#')#+(! ~! N(4%! [(],9! X:$L0+&@:1! &%3%! ,'(+,!5,+!)%+,3)(!E$%/,1(!$,),H!&,4(!%&'%1&6+%M%76!.(4(!~!4I1(')),/'(+,!,),+%J61-!ADBh@'(+&(1!,),5%+(1! 1(0',5(+%'!)0*':$:1!)%$!&%!10+$:!3%',1(!;('$(4(!4%J;6'6!0':.:!,+01,/),+<!?:!10+$!J%)(1!%46! ',5(+%'! &($0/+%9,! ,8,1! ;#N(1',! 5,+! 4(+! 3%',1(! ;(),+$(4,! %$%8'%4%1! %! 9%N%.'%+6161! 4%*6'6.61&%! 5%+61640+&:O! N(! k+%1/L:+)! s/:':@1:1! ADih@'(+,1! 5%.'%+61&%! 0+)%4%! /04&:7:! E0)0+,)(+! /,.,',/H! ('(.),+,9,! )%+%L61&%1! ;#8'(1&,+,'$,.),<^! k%/%)! ADih@',! 46''%+61! /,)'(! /#')#+#! N(! T0'4]00&! &#.! L%5+,/%96161! 9)%1&%+)'%.)6+6'$%96161! )%! /(1&,9,-! ',5(+%'! 5,+(49('',7,1! /6N+6$'%+6! %+%961&%! 5,+! )#+! /0'(/),L! $#*3($',/! 0'%+%/! /%'&6! N(! 5:! $#*3($',/! ADCh@'%+&%! N(! AD^h@'(+,1! 5%.'%+61&%! 4%*6'%1! /,)'(9('! ,94%1/S+! +0M/! /019(+'(+,1&(! &(! &(N%$! ()),<! K%1%4,! $%/,1(9,-! 9%N%.! 901+%96! k0+&,9)! )0*':$:1!4%*69%'!,'/(9,4&,<!k+%1/L:+)!s/:':@1:1!/,)'(!/#')#+#1(!4I1(')),7,!,),+%J!%1M%/!ADBh@'(+&(! (91(/! 5,+,/,$! ~! N(! 01:1'%! 5(+%5(+! l%*01! $,/+0$(&4%! ~! J%L(+(! :'%.61M%-! 0+)%'%$%! /#')#+('! 0':.:$'%+61-! IJ('',/'(! &(! ;#1M('! 9%1%)61! )%+)6.$%96J! 10+$! N(! &0;$%96! 3%',1(! ;('(5,'&,<! K%N%.! 901+%96!9%1%4,!*%)'%$%961&%1!&07%1!N(!901+%!/(1&,!,19%1,!9(+$%4(9,1&(1!:L%/!)(L(/!/S+'%+!('&(! ()$(4,! #$,)! ()$(4(! 5%.'%4%1! .:! ;(J(;(1,$,J,1! /#8#/! 5:+2:N%J,9,! %86961&%1-! /,)'(&(1! 86/%1! 3(+3%1;,!5,+!.(4,!+(&&()$(/!J0+:1':!0'&:<!! ! l03%11%!?,'',1;@,1!Q,/T%>#&</,&W%'/$0#"/3!Zo(N+,$!V+02(9,a!N(4%!k,%!?%M/9)+I$@#1!S%,*&c3B#"3>#&deaf! ZK#+#! Q8;#	#! _Ch•a! 5%.'6/'6! ,.'(+,1&(! /0'(/),N,),4'(! 0'%1! ,',./,-! E/0+/:H! N(4%! 3%))%! E/%4;6H! ;,5,! ;#8'#! 9IJ'(+'(! )%+,L! (&,'(5,',+! $,! ($,1! &(7,',$<! ?:! ,.'(+! &%3%! 80/-! 5%7'%$'%+6! N(! I7+()$(1'(+,! :1:):'$:.!0'%1!J0+:1':!5,+!&(+9,1!(J5(+&(1!)(/+%+'%1$%96!;,5,!;I+#1#40+<!Q,/T%>#&</,&W%'/$0#"/3! %&'6!N,&(0&%-!G1)01,01,@1,1!g+8,"B)"%&Q/"3#!L,'$,1&(/,!#1,N(+9,)(!I7+(1M,'(+,1,1!5,+!9616L)%!)0*'%16*! %)(.',! 5,+! &(N+,$M,! /%'/6.$%4%! 3%J6+'%1&676! #1'#! 5%.'%1;68! 9%31(9,! 4(1,&(1! 9%31('(1,+<! k%/%)-! /(1&,1,1! L%+/61&%! 0'$%/)%1! +%3%)96J! N(! %416! J%$%1&%! 4%5%1M6'%.$6.! 0'%1! I7+(1M,'(+! %+%961&%/,! ),*,/!*09)$0&(+1!)0*':$9%'!/%+.6'%.$%161!J0+%/,!5(',+9,J',7,1,1!)%$!0+)%961&%!3,85,+!.(4!0'$%J!N(! 5:!/69%!N,&(01:1!901:1&%!L0)0/0*,!$%/,1(9,1&(1!86/%1'%+!,19%1'%+6!;%'(4%1%!;(),+(M(/!5+0.#+'(+! &(7,'-!50.!/S76)'%+&6+<!k,%!?%M/9)+I$@#1!80/!&%3%!,4,!,.'(1$,.!,.,-!5,+!V0](+V0,1)!9'%4)!;I9)(+,9,4'(! )%$%$'%1%1! &I+)! 5%.6! $%$:+! 5,+! &(+9! L0+$:1&%&6+O! 9%1%)86161! %86/'%$%961%! ;I+(-! \(]! c0+/@)%! 0+;%1,J(! ()),7,! /0$#1! )0*'%1)6'%+61&%! 5,+! N%%J%! 5(1J(+! 5,8,$&(! 9:1:':+<! K(+;,! %'%161&%! ,9(-! 9(4,+M,1,1!3%1;,!/0'(/),L!*0',),/%161!%'%4%!%'61$%/!,9)(1&,7,1,!%1'%&6761&%1!($,1!0'$%/!,9)(+M(9,1(! ,/,! /6+$6J6! ! 5%4+%/! %+%961&%! ;I9)(+,',40+&:<! ?,+! 5%./%! 4#J46'! 901:! *9,/0'07:1%-! Q1;,',J! U,'L+(&! "+0))(+@%! +(L(+%19! N(+(1! S%,*& c3B#"3>#! 9,J,-! %.%76'6/! 5,+! M($%%),1! _Ch! &(+(M(',/! 5,+! *(+9*(/),L)(1! )($9,',1(!;I)#+#+<!>($%%)!\%J,J$@'(!J,+N(4(!:'%.)6/)%1!901+%-!96+%&%1!5,+!Q9N(8!5%1',4I9#1&(!J,1%! N(! M,1%4()'(! 901! 5:':+<! "#$! 5:1'%+! 5,J,-! k+(:&@:1! 3%/'6! 0'&:7:1%! N(! [(! ?01@:1! 0)0+,)(+! /%'%5%'676161! &+%$6161! %+&61&%-! 9%&(M(! +(J,'! 5,+! +(;+(9,L! M,19('! 3(4(M%1! 3,/S4(9,! 0'&:7:1%! ,/1%! C !X%Y!T0+/3(,$(+!N(!"3(0&0+!U<!G&0+10-!h"+$%>#">&/<&R3$"CA#%3;%3#!bO2*43$+3;+343&h"2+$%)#"D"j!Z\(]!c0+/P!>01),1::$-! ADBB`G'$%1M%!A<!?%9/6!ADz^a-!9<!z-!Ag-!_C<! ^ !s)0+,)(+4(1',7,1!N(!01:1!10+$%),L!901:8'%+6161!5,+!('(.),+,9,!,8,1!E"3(!k'(Y,5'(!V(+901%',)4H!5%.'6/'6!$()1,$(!5%/616J<! 3))*P``)+%19L0+$<(,*M*<1()`)+%19N(+9%'`AAhC`30'$(9`(1<! !"#$%&'% '@% !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& ()$(4(! 8%'6.640+! ;,5,&,+P! F0'(/),N,)(1,1-! %1'%$96J! 5,+! I'#$&(/,! 96L6+! &(+(M(9,<! Q.)(! 5:! 10/)%&%! ~! *09)yk0+&,9)!1,3,',J$,1!(1!&#.#/!10/)%961&%!~!9(+;,1,1!%&6!)%$!%1'%$61%!5#+#1#40+!;,5,&,+<! ! @",$&L#A<%#M<&NOHP%F!/+/%8V,/E/2/%WA?XK3%Y-"%U"<=21+.S3%>??)Z>??A%! ! G9'61&%! 9(+;,1,1! %&6! ADDA! 9(1(9,1&(! k+%196J! 9%1%)86! V3,',**(! V%++(10! )%+%L61&%1! 4%*6'%1! 5,+! N,&(04:! 3%)6+'%)6+<! ?:! ,.)(-! 80M:/'%+&%1! 0':.%1! $,14%)#+! 5,+! /%'%5%'6/-! #J(+'(+,1&(! E\0! X0+(! f(%',)4H! 4%J%1! 5,+! 9#+#! *%1/%+)61! %')61&%! 4#+#+/(1! ;I9)(+,',40+&:<! Q$;(y)0*':$:1&%! +(;+(9401-! 80M:/'%.)6+6'$%!N(!;#89#J'(.),+,'$(!,$%'%+6!%.,/S+<!k%/%)!V%++(10@1:1!,.,-!9IJ!/01:9:!9(+;,&(!40/):<! s1:1! 4(+,1(! 9(+;,1,1! %&6-! /#')#+('! N(! *0',),/! 5,+! $(4&%1! 0/:$%! 4(+,1(! ,.%+()! (&,40+&:O! /(1&,! &I1($,$,J(!;,+&,7,$,J,!5(',+)$(/!,8,1!/:$%!8,J,'(1!5,+!8,J;,!;,5,<!p(+8(/)(1!,';,18!.(4'(+,1!5%.'%&676! 4(+!&(!,.)(!5:+%96<! ! 6C21SCE*+0%B+-21";;*+% % V(/,! %+)6/! ;(+8(/',/! 40/9%-! 1(! N%+r! ADBD@&%1! 901+%-! l(%1! ?%:&+,''%+&@61! *09)$0&(+1! )(0+,'(+,1,! &0'&:+%1! /($,+,M,! /%4;6! ~! ;IJ'(+,$,J,1! I1#1&(! /%)$%1'%+61&%1! %86'%1! 3%4%)! ;I9)(+,9,1,1-! 5,+! &,J,! 9,$#'%/+&%1! I)(! 5,+! .(4! 0'$%&676! /:./:9:! ~! /%*,)%',9)! GN+:*%@161! &04:$! 10/)%961%! :'%.$6.! )#/(),M,!M(11()'(+,1&(1! 0!J%$%1'%+!o07:!&(1(1! 4(+(!&07+:!%/$%4%!5%.'%&6<!?%:&+,''%+&!5:1&%1! 01! 46'! I1M(! ?0+;(9@,1! +(9$()),7,! ($*(+4%'! )0*+%/'%+'%! 5,+(! 5,+! I+)#.(1! 3%+,)%! L%5'616! 3%)6+'%)$6.-! 5,';,9%4%+!0+)%$61&%!9,$#'%9401!9#+(8'(+,1&(!$0&(',1-!5:!%.6+6!)($9,'!&:+:$:1:1!I)(9,1&(!4(1,! N(!#+(),M,!;#M(!9%3,*!+0'#1(!,.%+()!()$,.),P! ! p#1#$#J&(/,! 904:)'%$%! 5,8,$'(+,1,1! 3%+,)%M6'6/-! 9:+()! 86/%+$%-! %41%&%1! 4%196$%! 4%! &%! /%N+%$'%! 5,+! ,',./,9,! /%'$%$6.)6+<! K,$#'%9401! /%N+%$6161! 3%+,)%! #J(+,1&(/,! 5,+! )0*+%/! *%+8%96-! 5,+! )IJ! 4%! &%! +(L(+%19! 9,9)($,4'(! 3,85,+! ,',./,9,! 40/):+<! ?,+! /I/(1! 4%! &%! 5,+! ;(+8(/',/)(1! 40/9:1! ;(+8(7,1! $0&(''(+! %+%M6'6764'%! )#+(),'$(9,1(! 3,*(+;(+8(/! 4%1,! 9,$#'%9401! &(1,'$(/)(&,+<! ?,+! 5%./%! &(4,.'(! 1(! 3%+,)%!I1M(9,1&(!1(!&(!901+%961&%!5,+!)0*+%/!*%+8%96!N%+&6+<!?:1&%1!5I4'(!I1M(! 3%+,)%-!901+%!)0*+%/)%1!~!4%1,!C%,E%D"3&2%,"3"&+$+3&B";=$+),$+,*+3!~!9IJ!()$(/! ;(+(/(M(/),+<! ?0+;(9@,1! $%9%'616! ;#1#$#J(! :4%+'%4%M%/! 0':+9%/! %+)6/! 3%+,)%! #J(+,1&(! ',$(! ',$(! 0'$:.! )0*+%/! *%+8%'%+64'%! /%+.6'%.6'&67616! 9I4'($(/! !"#$%&'% >?% !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& ;(+(/(M(/),+<! ?:1&%1! 5I4'(! 9%7&%! 90'&%! /%+.6'%.%M%76$6J! 3%+%5(! N(! 46/61)6'%+! 3%+,)%4%! &(7,'! ;(+8(7(-! 8I'&(! /%+.6$6J%! 86/%1! /%'61)6'%+9%! Q$*%+%)0+':7%! &(7,'! 5,J(!4%1,!E9$%&*93=:;=:&8",&C%,E%D%&+"#&/$+>+)$+,*4,<B! ! =9/,1,1! /0$#1,9)! )0*':$'%+61&%/,! $,'401'%+M%! 4:+))%.-! /(1&,'(+,1(! &($0/+%9,! 40':1:! ;I9)(+(1! G1;'0yG$(+,/%1! 3%+,)%9616! $,11())%+M%! )%/,*! ()),<! s+%&%! 5:'&:/'%+6! .(49(-! )#/(),$! /%*,)%',J$,1(! ;,+,.'(+,1,1!I1M(&(1!3(9%*'%1$6.-!0+;%1,J(!(&,'$,.!5,+!.(4!0'&:7:!N(!5:!)%9%+6$61!*0',),/!%1'%$&%! 3%'/'%+61! /(1&,! /%&(+,1,! 5(',+'($(! *+%),7,1,! (1;(''(&,7,4&,<! ?:1:1! 5,+! 901:M:! 0'%+%/! s';%! F,99('(N%@161!V%+,9-!\(]!c0+/!N(!F,(N!.(3,+'(+,1&(!8(/),7,!N(![c3\'"B"8$%!ZpI+#1Z$(Jaa!%&616!N(+&,7,! 3%'/! ;I9)(+,'(+,! L0)07+%L'%+6161! #J(+,1&(! ;#8'#! 5,+! .#*3(! %96'6! &:+:+<! =''(+,1&(! #J(+,1&(! 4%J6'6! .(4'(+,1! L':'%.)6+6'&676! N(4%! 9,',1&,7,! *%1/%+)'%+! N(! &IN,J'(+! 0'%1! ,19%1'%+6! ;I9)(+(1! 5:! 9,4%3! 5(4%J! ,$;('(+! 5,J&(1-! 90/%/)%/,! 3%'/%! /%+.6! M0./:! &:4$%$6J6-! 01'%+6! &($0/+%)! ,19%1'%+! 0'%+%/! 9(N$($,J,! )%'(*! (&(+O! %$%! %416! J%$%1&%! ,$;(1,1! )%./61'676161! %+&61&%! 4%)%1! ;I+#1$(J! )0*':$9%'! ;#8'(+,! $(+%/! ()$($,J,! &(! 9%7'%+'%+<! RJ('',/'(! F,(N! L0)07+%L'%+6! ,19%161! %/'61&%! .:! 90+:'%+6! :4%1&6+640+P! o,7(+! (9/,! K0N4()! M:$3:+,4()'(+,1&(! ;(+8(/'(.(1! E+(1/',! &(N+,$'(+H&(! 0'&:7:! ;,5,-! ghhi@)(! q,/)0+! c:.8(1/0@4:! ,/),&%+%! ;(),+(1! {/+%41%@&%/,! 9(8,$'(+,1! &(! 3,8! &(! 9*01)%1(-! 3%'/)%1! ;('(1! 5,+! 3%+(/(),1! 901:M:! 0'$%&67616! 5:;#1! 3(+/(9! ;%4()! ,4,! 5,',40+<! x%1! "+%410+@:1! _A%& L0+,*"+3@&%! 4%J&676! ;,5,-! E):+:1M:! )01'%+61&%! W/(9)%1(! &(N+,$,@1,1! /%J%16$'%+6! {/+%41%@4%! %,)! 0'9%! &%-! /%$*%14%! G$(+,/%1! $(1.(',-! ?%)6'6! $%+/%! 4%+%)$%! N(! /,)'(! *%J%+'%$%! )(/1,/'(+,4'(!4%*6'%1!90L,9),/(!N(!J(/,M(!&#.#1#'$#.!5,+!;,+,.,$<!?:1'%+-!&I+)!46'&%!&I+)!#'/(&(!3,'(! /%+6.$6.! 9(8,$'(+,! /:+)%+$%/! N(! ,9)(1$(4(1! +(2,$'(+,! 5(+)%+%L! ()$(/! ,8,1! /:''%16'%1! 3(*! %416! 4I1)($'(+&,+<HD! ! T%'/)%1!;('(1!)0*':$9%'!3%+(/()'(+(!%,)!,$;('(+,1!%+&61&%-!)%5:+!)%5:+!G$(+,/%1!9,N,'!)0*':$!N(! 3#/#$()! I+;#)'(+,! N%+P! \%),01%'! =1&0]$(1)! L0+! o($0M+%M4-! k+((&0$! T0:9(-! G'5(+)! =,19)(,1! x19),):)(-!)3(!x1)(+1%),01%'!>(1)(+!01!\01N,0'(1)!>01L',M)9!N9!;,5,!/:+:':.'%+<!K6+*!&,+(1,.!3%+(/(),! s)*0+@&%1! I! %'&6/'%+6! 9'0;%1'%+-! 9),M/(+@'%+-! +(1/! /0&'%+6! N(! 3%N%&%! 4:$+:/'%+'%! 5(J(',! *09)(+'(+'(! 5:! I+;#)'(+-! 9%1/,! /%'%5%'67%! &($0/+%9,! )03:$'%+6! (/,40+'%+&6O! )6*/6! T%N%! F:NN()'(+,@1,1-!4%7$:+!4%7&6+$%/!,8,1!3%N%&%/,!5:':)'%+%!$,1,/!/+,9)%''(+!(/$(9,!;,5,<!?:+%&%!9IJ! /01:9:!0'%1-!;#8'#!5,+!#+()/(1!/%*%9,)(4(!9%3,*!,&(%',J(!(&,'$,.!5,+!$0&(',1!9:1:'$%96&6+<!! ! ?:!,1M(!4I1)($'(+'(!401):'$:.!&%N+%16.!5,8,$'(+,!N(!/%'6*'%+6161!9)+%)(2,/!5,+!.(/,'&(!:4;:'%1$%96! 40':4'%! E5%+6.! ;(),+$(H! /%*%9,)(9,4'(! ,';,',! *(/! %J! 9%46&%! M,&&,! %+%.)6+$%! 4%*6'$6.! &:+:$&%<! x1)(+1%),01%'! >(1)(+! 01! \01N,0'(1)! >01L',M)9! /:+:$:1:1! 5%./%16! V()(+! GM/(+$%1-! G?o! o6.,.'(+,! ?%/%1'676@161! gD! T%J,+%1! ghhz! )%+,3,1&(! &#J(1'(&,7,! G86/! k0+:$@&%! 4%*)676! 3(4(M%1! N(+,M,! /01:.$%&%!5%./%!.(4'(+,1!4%161&%!.:1'%+6!9I4'(&,P! ! ?+(%/%]%4! p%$(9! %&'6! 5,+! .,+/()'(! %1'%.)6/<! e,+/()! :4;%+'6/! /:+$%! 04:1'%+6! 4%+%)640+!N(!J%$%161&%!8(.,)',!8%)6.$%!$(9('('(+,1&(!K%N:1$%!?%/%1'676!,'(! &(! 8%'6.$6.<<<! ?,J! &(! 5,+! 46'6! %./61! 5,+! 9#+(&,+! 5:! .,+/()'(-! .,&&()(! 5%.N:+$%4%1! &,+(1,.! 3%+(/()'(+,1,1! 9,$#'%9401:! /01:9:1&%! 8%'6.640+:J<! ?:! 9,$#'%9401&%! /(1&,! #'/(1,J,! 9(8(5,',40+-! 04:1! 8(+8(N(9,1&(! 01:! )($9,'n! 0'%+%/! 4(1,&(1! 4%+%)%5,',40+9:1:J<! o($0;+%L,9,1,-! M07+%L4%9616-! )($('! /:+:$'%+616! N(! 5%+61&6+&676! )0*':$&%/,! 3(+! 5,+! 5,+(4,1! (7,',$'(+,1,! 04:1&%! )%16$'%4%5,',40+9:1:J<! "#$! 5:! N(+,'(+,! 04:1%! ;,+(5,',40+9:1:J-! 901+%-! 5,+! 1(N,! )%+%L! 9(8(5,',40+9:1:JO! )%+%L'%+&%1! 5,+,! +(2,$! +0'#1#-! I)(/,! &,+(1,.! )%+%L616! 9(8(5,',40+<! K01+%! 04:1! 9#+(9,1M(! 9#+(/',! 0'%+%/! 8(.,)',! )%/),/'(+! #J(+,1&(! 8%'6.%5,',40+-! 5:1'%+61! ()/,'(+,1,! ;I+(5,',40+9:1:J<<<! s4:1&%! 4#J'(+M(! &(7,./(1! N%+<<<! e,$&,-! 5:! 9,$#'%9401:1! I1($,! 9%&(M(! 1(4,1! ,.(! 4%+%46*! 1(4,1! 4%+%$%4%5,'(M(7,! 5,';,9,1,! %/)%+$%/)%! &(7,'-! )($('! 0'%+%/! 5,+! 901+%/,! %&6$6! ;I+$(/)(! J0+':/! 4%.%4%1! ,19%1'%+61! I1#1(! 0'%96'6/'%+6! &I/$(/-! 5:! ,19%1'%+! B !l(%1!?%:&+,''%+&-!E"3(!V+(M(99,01!0L!K,$:'%M+%-H!F";0$+>,+&+3*&F";0$+#"/3!,8,1&(!ZX,M3,;%1!{1,N(+9,)4!V+(99-!ADDza-!9<!A<! bl(%1!?%:&+,''%+&-!Ep(+8(7,1!c(+,1,!G'%1!K,$#'%/+'%+-H!F";=$+),$+,&'%&F";=$+B2/3!,8,1&(-!8(N<!s7:J!G&%16+!ZG1/%+%P!o07:! ?%)6!c%461'%+6-!ghh_a-!9<!AiyAC<j! D !x%1!"+%410+-!E{K!M%$*%,;1!5(3,1&!)3(!):+$0,'!,1!F,(N-H!_A%&L0+,*"+3-!gC!F%96$!ghhz<!c%J64%! 3))*P``]]]<;:%+&,%1<M0<:/`]0+'&`ghhz`10N`gC`:/+%,1(<:9%!%&+(9,1&(1!:'%.%5,',+9,1,J<! !"#$%&'% >'% !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& %+%961&%! 5,+! 5%7'6'6/! 4%+%)$%/)%! 4%)640+<! ?:! 04:1! )#$! %&%! &%76)6'%M%/<! T(+/(9,1! /%)6'6$61%! %86/! 5,+! $,$%+,! 4%*696! 0'%M%/<! T($! /S76)! #J(+,1&(! 3($! 5,';,9%4%+&%! 041%1%5,'(M(/<! q(! /(1&,'(+,1,! 5%9/6&%1! /:+)%+$%/! ,8,1! 8%'6.%1'%+%! 901!&(+(M(!I1($',!5,+!0'%1%/!9:1%M%7616!&#.#1#40+:J<Ah! ! ?:! &($0/+%9,! 04:1:-! 5,+! &#.#1$(! 5,8,$,1,-! 0*(+%9401('! 5,+! $%1)676-! 5,+! +(L'(/9'(+! &,J,1,1,! &07%''%.)6+$%/! #J(+(! )%9%+'%1$6.! 5,+! (7,),$`*+0*%;%1&%! %+%M6<! X,M3('! k0:M%:')@1:1-! ',5(+%'! /01)+0'! 9)+%)(2,'(+,1,1! E04:1M:'%+! &(7,'! 04:1:1! /:+%''%+6HAA! &#J'($,1&(! ,.'(&,7,! ;I+#.#1(! &%3%! &07+:&%1! 5,+! I+1(/! 5:'$%/! J0+&:+! 3(+3%'&(<! V(/,! IJ;#+'#7#1! 2049),M/@,! B"5"3! (',1,J(! N(+,'$,.! 0'9%4&6! 1(! 0':+&:r! GN+%94%! F6)%96@161! /01)+0'#! ,8,1! #+(),'(1! ?#4#/! s4:1@:1! 4(1,! N(! )%$%$(1! 9,5(+1(),/! N(+9,401:-! f<=<V! ;+:5:1:1-! ghhz! 9015%3%+61&%! {/+%41%@&%! ;(+8(/'(.(1! ":+:1M:! o(N+,$! 96+%961&%! 5%.'%&6/'%+6! 8%'6.$%'%+6161! 901! &(+(M(! *+%;$%),/! 5%7'%$616! 0':.):+:40+<! f<=<V! ;+:5:!(''(+,1&(!&IN,J'(+-!30*%+'I+'(+-!%76J'%+61&%! 9'0;%1'%+!/%$:9%'!%'%1%!/0.):!~!&,//%)'(+,!#1'#! 5,+!\(]!c0+/':!9%1%)864%!8(/$(/!,9),40+'%+&6<!! ! ?:! %/),N,9)! ;+:5:! N(! *+0)(9)0M:! {/+%41%'6'%+6! G1&4! U%+30'@%! *93=:;%2%! &%N()! ()),/'(+,! 0! ):3%L! 9,4%3y5(4%J!/09)#$'#!*(+L0+$%19'%+616!1%96'!%1'%$'%1&6+$%'646Jr!s1'%+6!$%1,*#'(!(&,'$,.!IJ1('(+-! ;%J()(M,! l01%)3%1! X0]%)@61! E*09)$0&(+1! &%+5(H! &,4(! %&'%1&6+&676! 9)+%)(2,'(+! #J(+,1(! /%'($(! %'&676!9,N+,!&,'',!$%/%'(9,1&(/,!)%5,+,4'(!E,94%1/S+!3,9)(+,H4(!/%*6'$6.!E/%41%.$6.!(+;(1'(+HAg!0'%+%/! 9:8'%$%'6! $646Jr! ?:! {/+%41%'6! U%+30'M#'(+! ;(+8(/)(-! G$(+,/%1! +#4%96161! :J%/)%1! /:$%1&%'6! ,94%1M6'%+61&%1! L%J'%96! &(7,''(+! $,r! c%! &%! 5:! *(+L0+$%19-! :':9'%+%+%96! 9%1%)! *%J%+61%! ;,+$(/! ,8,1! 4%*6'%1! 5,+! 04:1! $:! 9%&(M(r! q(4%3:)! U%')(+! ?(12%$,1@,1! E4%+%)6M6'6/! ,'/(9,H1(! E%.6+6! 4#/'(1$(H! 3%',1(! N(+,'(M(/! /'%9,/! I+1(/'(+&(1! 5,+,1,! $,! )(./,'! (&,40+r! ?(12%$,1@(! ;I+(-! E?:! %.6+6! 4#/'(1$(-! #+(),M,1,1! ;:+:+:1:! 0/.%4%+%/-! %9'61&%! 01%! &#.$%1! 5,+! )0*':$! &#J(1,1,1! 4%+%+'%+616! 80/! ,4,! /0+:&:7:1&%1-!80/!)(3',/(',!5,+!&:+:$&:+H!&($,.),/<! ! V09)$0&(+1!/0.:''%+!%')61&%! &($0/+%9,!N(!/%$:9%'!%'%161!$#*3($',/'(+,1,1!901:!40/<!k%/%)!5:! ,/,',-! )0*':$! 04:1:1:1! /:+%''%+616! &(7,.),+$(4(! 041%4%5,',+<! ?%./%! 5,+! &(4,.'(-! 8%)6.$%! #+()$(! 9)+%)(2,9,1,1!$()%!&#J(4,1,1!)%$!&%!/(1&,9,-!3%'/!)%5%161&%!9#+(;,&(1!&(1(4'(+(!%86/!5,+!8%)6.$%! ),4%)+09:1%! &I1#.(5,',+<! f<=<V! ;+:5:1:1! 5,+! %+%4%! ;('$(9,1&(/,! %$%8! &%! 5:&:+O! /(J%! %&'%+6! 5,'(! $%1,&%+&6+P! f(N0':),01%+4! =Y*(+,$(1)%'! K*%M(! Zo(N+,$M,! o(1(49('! X(/S1a<! ?:! 5,+5,+,1(! 96/6M%! 5%7'6! /#8#/! 9%1%)! ;+:5:1:1! 2(9)! N(! (4'($'(+,1&(! ;IJ#$#J(! ,',.(1-! >%1()),@1,1! )"#$%& ),"B#+$"! &,4(! %&'%1&6+&676!.(4,1!8%7&%.!5,+!5,8,$,&,+P! ! F+,9)%',1!1()',7,-!4%'6)6'$6.'676!N(!&(7,.$(J',7,-! 01:!8(N+('(4(1!/,)'(1,1!3(4(M%1'6! &(7,./(1',7,4'(! (9+%+(1;,J! 5,+! /%+.6)'6/! 0':.):+:+<! F,)'(4(! /(1&,1(! IJ;#! 3:J:+9:J':7:1:! N(+(1! 36J'6! N(! &(1()'(1($(J! 5#4#$(! 9#+(M,! N(! 8IJ#'$(! )(3',/(9,-! /+,9)%',1! ,8,1,! ()/,'($(J<! =1! 5#4#/! 3(4(M%161! 0+)%961&%! 5,'(-! /+,9)%'! 5:1:1! &6.61&%! /%'6+<! o07:+&:7:! /,)'(1,1! &07%96! 1(! 0':+9%! 0'9:1-! 5:! /,)'(4'(! 1(! /%&%+!5#)#1'(.$,.!;I+#1#+9(!;I+#19#1-!/(1&,!/,$',/!&:4:$:1:!%9'%!5#)#1#4'(! 4,),+$(J! N(! /,)'(1,1! 8IJ#'$(9,1&(1! 901+%! 3(+! &(L%961&%! /+,9)%'! 0'%+%/! 4(1,&(1! 5,+%+%4%!;(',+<A_! ! ?I4'(! 5,+! /+,9)%'! 0':.):+$%! ,3),4%M6! ~! /,! 5:! ,3),4%8! 5(1J(+! .(/,'&(-! x1N(1)0+4! %&'6! ;+:5:1! ghhh! 46'61&%! [01&+%@&%! ;(+8(/'(.),+&,7,! N/+C0$0;& i& +& ;/;%3#+,2& >$/#& "3& #A%& A%+,#& /<& >/;;%,>%! ZF0%;:':$! ~! ),M%+(),1! /%'5,1&(! ;(8,M,! 5,+! *63)6'%.$%a! 5%.'6/'6! *(+L0+$%19)%! &%! %86/8%! ;I+#'#+! ~! /%$:9%'!%'%1&%/,!96+%&%1!%/6.61!0+)%961&%-!%/6.6!/(9,1),4(!:7+%)%1!5,+!90+:19%'!N(4%!5,+!$(NM:&,4()! Ah !V()(+!GM/(+$%1-!E?()]((1!T%+&!%1&!K0L)!V0](+P!"3(!f,9(!0L!>,N,',%1y?%9(&!K)+:;;'(!%1&!o($0M+%),M!>3%1;(-H!o6.,.'(+,! ?%/%1'676@161!G86/!k0+:$:@1&%!9:1:'%1!&#.#1M('(+-!o6.,.'(+,!?%/%1'676-!U%93,1;)01-!o>-!gD!T%J,+%1!ghhz<!X(),1!o6.,.'(+,! ?%/%1'676@161!+(9$,!9,)(9,1&(1!/%'&6+6'&6-!L%/%)!.:!%&+(9)(1!5:':1%5,',+P! 3))*P``](5<%+M3,N(<0+;`](5`ghhBh_hChDiDgC`3))*P``]]]<9)%)(<;0N`9`*`0L`*+0M`_zgBi<3)$! AA !X,M3('!k0:M%:')-!_A%&7",#A&/<&7"/H/$"#">B6&P%>#0,%B&+#&#A%&N/$$%C%&*%&j,+3>%1&klmnoklml!Z\(]!c0+/P!V%';+%N(yX%M$,''%1-! ghhBa-!9<!gCh<!p#1M('!;IJ()'($(!N(!9,$#'%9401!)0*':$'%+61&%!5:!&(1(),$!)#+#1#1!1%96'!,.'(&,7,1(!&%,+!/%'($(!%'&676$! $()1(!5%/616JP!Ek:):+(!X%*H-!3))*P``5+,%130'$(9<]0+&*+(99<M0$`ghh^`hD`hD`L:):+(y$%*! Ag !l01%)3%1!X0]%)-!€"3(!1(]!p'%&,0!,1!%M),01r€!?/J<!3))*P``]]]<01',1(20:+1%'<M0$`%+)$%1`*:5',93`%+),M'(u_hB<93)$'! A_ !=',%9!>%1()),-!N,/Y*B&+3*&Q/Y%,!Z\(]!c0+/P!k%++%+-!K)+%:99!%1&!p,+0:Y-!ADBz`G'$%1M%!A<!?%9/6!ADCha-!9<!^z<!b=',%9! >%1()),-!!"#$%&'%&()#"*+,1!8(N<!p#'.%)!G4;(1!ZQ9)%15:'P!G4+61)6!c%461'%+6-!_<!?%9/6-!ghhC`G'$%1M%!A<!?%9/6!ADCha-!9<^^<j! !"#$%&'% >>% !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& %+%M6'6764'%! M,9,$! 5:'%1! 5,+! (.,)',/! &(1(4,$,1(! &:4:'%1! /I/)(1! 5,+! %+J:&%1! /%41%/'%16+<! f<=<V! *(+L0+$%196161!0+)%4%!%))676!N(!4%16)96J!56+%/)676!/%L%!/%+6.)6+6M6!90+:!.:&:+P!s!#+()/(1!$0&(''(+,4'(! N(!&($0/+%9,1,1!3(+!4(+(!1#L:J!(&(1!9,$#'%/+64'%!*09)$0&(+1!,$;(y%'%+!,8,1&(!1%96'!L%%',4()! ;I9)(+(M(7,Jr! V0*#'(+! 04:1-! 5,+! ,/),&%+! )(/1,7,! 0'%+%/! ,89(''(.),+,'&,7,1&(-! %+)6/! ADCh@'6! 46''%+61! %')! #9)!(&,M,!9)+%)(2,'(+,1,1-!9)%)#/01:1!4I1(),'(1!&I1#.#$'(+,!#J(+,1&(!3(+3%1;,!5,+!()/,9,!0'%5,',+!$,r! c%!&%!3(*,$,J!5%9,)8(!5:!IJ;#+'#/!N(!&($0/+%9,!+0''(+,1,!041%$%46!/%5:'!$#!()$(',4,Jr! ! !-21*S-%7#:02";;"[1$+S"=% % p(8),7,$,J!4,+$,!46'&%!Q)%'4%1!O0#/3/;"+!L,'0J0L'%+6-!3%'/)%1!;('(1!&(1(),$!)0*':$:1%!$#&%3%'(! ()$(! 9)+%)(2,'(+,1,! %1'%4%5,'$($,J! ,8,1! 5,+! &,'! I1(+&,'(+<! d%'6.$%'%+6-! 80/':/! L,;#+#1#1! 5#4#/! I'8#&(!4%4;61'%.$%964'%!J,+N(4(!:'%.)6<!d0/':/-!01'%+61!;I+#.#1(!;I+(-!(9/,!J%$%1'%+61!,.8,!9616L6161! &07+:&%1! #+()/(1! L%%',4(),-! E$%&&,! 0'$%4%1H! N(4%! (1)('(/)#('! ($(/! ,'(! ,8! ,8(! ;(8$(4(! 5%.'%&6761&%! 0+)%4%! 86/640+<! X%+/9,9)! ;('(1(/)(! )%$%$(1! 3(+(),/! /%5:'! (&,'(1! 5:! E(1)('(/)#('! ($(/H!L,/+,1,!$(.+:'%.)6+$%/!,8,1!V%0'0!q,+10-!X%+Y@61!L,03*,"BB%@&(!3(+!;(8(1!;#1!L,J,/9('!($(/! ;#M#1#!&%3%!&%!;(+(/9,J!/6'%1!5,',$9('!N(!)(/1,/!5,';,!5,+,/,$,1,!)%+,L!()$(/!,8,1!/:''%1&676!Ep(1('! G/6'H!L,/+,1(!5%.N:+:+<!q,+10!5:1:!.I4'(!%86/'%+P! ! X%+Y! ;(1('! %/'6-! 5,+! $%/,1('(+! 9,9)($,! 5#14(9,1&(! 1(91('(.(1! E5,',$9('! 5,+! /%*%9,)(H!0'%+%/-!&0'%46964'%!9%5,)!5,+!9(+$%4(!0'%+%/!%';6'%+<!?I4'(M(-!%/'61!&6.9%'! N(4%! /%$:9%'! 1,)(',7,1,-! &07%! 5,',$'(+,1,1! #+(),$! 9#+(M,1&(! )(/10'02,/! :4;:'%$%961%!,1&,+;(+<!T%4%),!%.%$%!&%3%!80/!!;(1('!%/'61!/(1&,1,!M%1'6!($(7,1! &07+:&%1!5,+!96L%)6O!&%7616/!5,+!(1)(',2(19,4%161!+(*(+):%+6O!5,+!80/':7:1!#4('(+,! %+%961&%! 0+)%/! 5,+! 5%7! 0':.):+%1! 5,+! E0+/(9)+%9401H! 0'%+%/! 9:1$%! 5,8,$,1,1! N:+;:'%1$%961&%1!0':.:+<Az! ! s!3%'&(!)($('!0'%1!.(4!~!80/':7:!80&+3$+;*+!N%+(&(1!(4'($!~!&%7616/!%$%!,'(),.,$!3%',1&(!0'%1! 5,+!%761-!/(1&,!&%N+%16.'%+616!/00+&,1(!()$(!N(4%!0+/(9)+(!()$(!/%*%9,)(9,&,+<!G1M%/!5:!/%*%9,)(! 3(+!J%$%1-!80/':7:1!#4('(+,1,1!/00+&,1(!()$(!/%*%9,)('(+,1,-!9,$#'(!(&,'(1!*09)$0&(+1!)#/(),$! N(! &(1(),$! 0+)%$'%+616! L,,',4%))%! 2+,+#+8"$;%)& ,8,1! 46/6M6! 5,+! .(/,'&(! /:''%1$%'%+616! )%'(*! (&(1-! IJ('',/'(! 9,19,! 5,+! )#+! 4%5%1M6'%.$%! 5,8,$,1,1! )(3&,&,! %')61&%&6+<! q,+10! 5:1:! .I4'(! %86/'%+P! Ek%/%)! G/6'@61!,.!5,+',7,1,1!L%J'%'676!/%*,)%',9)!#+(),$,1!5%9/6'%+616!5(+)%+%L!(&(M(7,1(-!9(+$%4(1,1!(1!;#J,&(! /%41%76!0':+<!s1:1!3()(+02(1',7,1,1!1(!9(9,!1(!;I+#1#+'#7#!N%+&6+<<<H!q%+&676!5:!901:8-!80/!9%46&%! *0',),/! %1;%2$%1%! ;,+(1! 9%1%)86161! 3%+(/()! 9%3%'%+616-! ',5(+%'! )0*':$'%+&%! 9%1%)9%'! #+(),$,1! :J%$616!5(',+'(4(1!9#+#1M($(&(/,!5,+!,1%1896J'6761!3%4%'n!%'%161&%1-!90/%761!&07+:&%1!8%)6.$%4%! %86/! %'%161%! /%4&6+$%961%! 1(&(1! 0'%1! .(4,1! )%$6! )%$61%! %41696&6+<! q,+10! .I4'(! 4%J%+P! E! WK,N,'! ,)%%)9,J',/@! 5:;#1! *0',),/! (4'($,1! 0'$%J9%! 0'$%J6&6+<! ?(1,! 5:+%&%! ,';,'(1&,+(1! +%&,/%'! ,)%%)9,J',/-! 5('/,! )(/! )(J%3#+'(+,! 0'%1! 5%J6! $,)'(+! /%1%'64'%! o(N'()@,1! )%$! &%! 4I1()$(! $('(/(9,1,! 90+;:4%! %8$%'6&6+<HAi! ! ?:! ,)%%)9,J',7(! 4I1('(1! ;(8,.,! )%$! %1'%$64'%-! ADDh@'%+61! 901:1&%! [01&01! f(M'%,$! )3(! K)+(()9! 3%+(/(),1,1! /00+&,1%)I+'(+,1&(1! 5,+,! 0'%1! l031! l0+&%1! ;,5,! 5,+! 9%1%)86161! L%%',4()'(+,1&(! ;I+(5,',+9,1,J<! l0+&%1-! N+,3"'+$B& /<& W%B"B#+3>%! Zo,+(1,.! F%+1%N%''%+6a! 5%.'6/'6! 5,+! N,&(0&%! X%+M('0! =Y*•9,)0@4%!5,+!+I*0+)%2!N(+$,.<!q,&(0!=Y*•9,)0@1:1-!*0',),/!$#M%&('(&(!4(+!%'%1!4(1,!I+;#)'(1$(! 5,8,$'(+,1,1! N(! 3%'/)%1! ;('(1! *+%),/'(+,1! 3(1#J! 4%J6'$%$6.! )%+,3,1,! %1'%)$%4%! 904:1%1! 5,+! &,J,! L,'$,1,1! 5,+! *%+8%96<AC! ?:! :J:1! N(! %4+61)6'6! +I*0+)%261! (1! I1($',! %1'%+61&%1! 5,+,-! l0+&%1@61! /%+1%N%'(9/!;I9)(+,1,1!$#*3($',/!*0)%19,4(',1(!407:1'%.)676!4(+&,+P! ! ='5())(! 5:! 5,+! *0',),/! (4'($&,P! G+%5%'%+&%1! 5,J(! 90/%/)%! 4(+! %8$%'%+616! )%'(*! (&,40+&:/-!,19%1'%+!%+%961&%!L%+/'6!)0*':$9%'!,',./,!L0+$'%+6!4%+%)640+&:/O!I+1(7,1! &(7,.)0/:.! %+%M6! 0'%+%/! *%+%! /:''%1$%4%'6$! &,40+&:/O! /%$:9%'! %'%16! )%'(*! Az !V%0'0!q,+10-!Eq,+):09,)4!%1&!f(N0':),01P!"3(!V0',),M%'!"3(0+4!0L!=Y0&:9-H!W+*">+$&_A/0CA#&"3&c#+$26&O&Q/#%3#"+$&Q/$"#">B! ,8,1&(-!&(+<!V%0'0!q,+10!N(!X,M3%('!T%+&)!Z{1,N(+9,)4!0L!X,11(90)%!V+(99-!ghhCa-!9<!AD_<! Ai G<;<(<-!9<!ADz-!ADC<! AC !?:!,.,1!&%3%!/%*9%$'6!5,+!,+&('($(9,!,8,1!EX%+M('0!=Y*•9,)0m9!R3#,%&F0%p/BP!"0]%+&9!)3(!\(]!?0&4H!5%.'6/'6!$()1,$(! 5%/61<!qH%3!A^-!c%J!ghhD<!3))*P``5+,%130'$(9<]0+&*+(99<M0$`ghhD`hA`AD`$%+M('0y(Y*09,)0y(1)+(y9:(109!9,)(9,1&(1! $()1(!:'%.6'%5,',+<!! !"#$%&'% >W% !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& (&,40+&:/! N9<! k%/%)! )#$! 5:1'%+! 5,+! 80/! ,19%1! ,8,1! 5,+! *%+),&(1! ,5%+()),<! o0'%46964'%!5,J!&(!5:!/%+1%N%'6!0'%5,'(M(/!(1!%J!/%+1%N%'(9/!4(+'(+&(1!5,+,1&(!~! /#+(9('! 9(+$%4(1,1-! L,1%19! 9,9)($,1,1! )($('! #$! 10/)%'%+61&%1! 5,+,! 0'%1! [01&+%@&%! ~! 4%*)6/! /,! 5,J,$! 9%&(M(! %+%5%'%+%! /%+.6! 0'%1-! *%+),! 4%*$%46! 9(N(1! ,19%1'%+!&(7,'-!%1),y/%*,)%',9)!,19%1'%+!0'&:7:$:J!$(9%2616!,'()(5,'(',$<!! ! K01! &(+(M(! 4%/61! 5,+! %86&%1! 8(/,'$,.! 0'%1! /01:.$%M6161! 4#J#4'(! 0'%4'%+&%1! ;I+#1)#'(+! $01)%2'%1$6.)6+<! AB! T%J,+%1! ADDD! ;#1#! [01&+%! 90/%/'%+61&%! &0'%1%1! *(/! 80/! L%+/'6! /%$(+%4'%! 8(/,'(1! 9(/%19'%+6! 5,+5,+,1(! I+(1! N,&(0-! *(+L0+$%),L! $#&%3%'('(+,! Z/,$,'(+,! 5:1:! N%3.,! N(! /01)+0'9#J! 5,+! ,94%1! 0'%+%/! 40+:$'%4%5,',+a! &I+)'#! ;I+#1)#'(+! 3%',1&(! 5,+'(.),+(+(/! 9:1%+<! ?:! $#&%3%'('(+-!ADDD!F%96$@61&%!K(%))'(@&%!&#J(1'(1(1!U"s!J,+N(9,1&(!%867%!86/%1-!5(.!;#1'#/!5,+! /(1)9('! %4%/'%1$%46! I+;#)'(4(1! 5,+! )0*':$9%'! %7! 3%+(/(),1(! ;,&(1! 40'&%! /%)%',JI+! ;I+(N,! ;I+&#<! "(/,'-! +()+09*(/),L! 5,+! %1'%)6&%1-! 9,$#')%1(! N(! 8(.,)',! *(+9*(/),L'(+,1! 80/':7:1%! /%4%+%/! =Y*•9,)0-! /6'6! /6+/! 4%+%+%/! 4%*6'%1! *'%1'%+61! 4(1,&(1! .(/,''(1$(/! 3%))%! 5,+! %1&%! )%$%$(1! )(+/! (&,'$(/! J0+:1&%! /%'%5,'&,7,! /#+(9(''(.$(! /%+.6)6! *+0)(9)0'%+61! ()/,'(.,$',! /0$*'(/9! I+;#9#1#! )(+M#$(! (&,40+<! G1M%/-! #J(+,1&(! 50'M%! /%L%! *%)'%)6'%1! 9)+%)(2,'(+! ,'(! %1'6/! 0'%+%/! 0+)%4%! 86/%1! )%/),/'(+,1! 5,+'(.),+,'$(9,1(! 4I1(',/! ,9)(/-! *+0)(9)0M:'%+61-! &(1(),$! .(5(/(9,1&(! %/6./%1! 5,+! .(/,'&(! 3%+(/()! ()$('(+,1,! N(! 807%'%1! $(&4%! /%1%''%+6! 504:1M%! )61'%4%+%/! 4(1,! 5,+! %/),N,9)! /:.%761%! (9,1! 0'%M%/! /0'(/),L! 3%+(/()'(+,1! ;(+8(/'(.),+,'$(9,1,! $#$/#1! /6'&6<! q(! 5:! .(/,'&(! L6./6+%1! ,$;('(+-! 0'%4'%+61! /(1&,9,! /%&%+! ;#8'#4&#P! ?:! ,$;('(+-! ADD^! 46'61&%! *%)'%4%1! N(! ghh_@(! /%&%+! 9#+(1! /#+(9('! *+0)(9)0'%+61! $,),-! 80/! 4#J'#! %41%'%+6! 3%',1(! ;('&,<! F#+(9('! /%+%+'%+61! %'61&676! ~! N(! 3(+3%1;,! 5,+! &($0/+%),/! 9#+(8)(1! /0*%+6'$6.! ~! /(1)9('! $(/S1'%+&%-! +%&,/%'! ,)%%)9,J',/! (4'($! N(! ,$;('(+,-! ;#1&(',/!3%4%)61!E/,.,9('!0'%+%/!*0',),/H!0'%1!504:)'%+6161-!*0',),/%161!+(9$n!N(!/:+:$9%'!%'%1'%+64'%! 8%)6.$%!3%',1&(!5,+!)($%9%!;,+$(9,1(!4%+&6$M6!0'&:<!! ! H"+$0%\*]-+E*% % C1<,%+<%A)%FH:+12*Q*+;-=K3%^_5_6_%M+C:`3%>??PZ>??@! % ?:!9(+;,1,1!;#M#-!1(!80/':7:1!*+0%/),L!$#&%3%'('(+,1(!1(!&(!&(1(),$!)0*':$:1&%!9,$#'%9401!N(! 9,$#'%/+'%+61! %1%',J,1(! %4+6M%'6/! )%1646*-! 5:! ,/,9,1,-! /(1&,1,! *%+8%'%+%! %46+%1! <$J3%0,! L,;#+#! ,'(! /%+$%1! 80+$%1! /(1)9('! /,)'(4(! %,)! (+/(1! &I1($! L,;#+'(+,1! )%+,39('! ;I';('(+,! %')61&%! 5,+5,+,1,1! !"#$%&'% >(% !"#$%#$"#&'"()"*&!+,-.&/"&0123& 4!1516153-51,3#&7$1)38#$1#&!"#$%#%&9,:;<5"2"#&=+-5.-&>%<5",%#"! 7,"+3&S/$;%B& /%+.6961%!/04$%/)%!4%)640+<!e,$&,1,1!5,+5,+,4'(!8(',.(1!9(8,$'(+,-!)%$!%1'%$'%+61%!%1M%/!N(!%1M%/! 5,+5,+,1(! /%+.6)! 0'&:/'%+6! N(! 3(+! ,/,9,1,1! &(! /%41%76! 0'%1! ;(8$,.'(! *%4'%.)6/'%+6! 5,+! ,',./,! ,8,1&(! /%N:.:+<! Q8,1&(! 5:':1&:7:$:J! (/010$,/! /+,J,1! /%)$%1'%+6! %86'&6/8%-! 5:! )%+,39('! $%)+,9! ,8,1&(1! 4(1,!/0$5,1%9401'%+61!N(4%!3%))%!5('/,!4(1,!5,+!N%+0':.9%'!/0+/:!N(!(.,)',/!%+J:9:!L,;#+#1#1!0+)%4%! 86/$%96!5(/'(1(5,',+<!! ! f<=<V<!;+:5:1:1!3,4(+0;',L(!5(1J(+!;I+9('!&,',1,1!):3%L!,$;(9('!/0&'%+64'%!9#9'#!&:N%+'%+64'%!9(+;,-! [,;1%! ;+:5:1:1! (*(4! )%+)6.$%'6! W+*"/8+$$%#! Z"('9,J! ?%'(9,a! 5%.'6/'6! ,.,4'(! 5,+! 901:M%! N%+640+! ;,5,! ;I+#1#+<! ?:! ,.,1&(! ;+:*-! [(,*J,;@&(! IJ(''(.),+,'$,.! 5,+! )+(1! ;%+61%-! 0+)%/! N%+0':.! /,*'(+,1(! %,)! 4%9%/'%1$6.! 3%+(/()'(+'(! Z0):+$%/-! :4:$%/-! %4'%/'6/! ()$(/-! &,'(1$(/-! 30.8%/%'! &($(/! ;,5,a! E$:9%''%)H!0'$%46!3(&(L'(+<!?,+!/0+9%1!+%&40!)%+%L61&%1!4%461'%1%1!*(+L0+$%19!$()1,-!()+%L%!,4,M(! &%76'%1! /%'%5%'6/! ;+:5:1-! 1I)+%',J(! (&,'$,.! 3,24(1,/! $(/S1&%! 3%+(/()! (&(1! %)0$,J(! 0'$:.! 1#L:9:1! 5,+5,+,1&(1! /0*:/! ;#1&(',/! ;(+8(/',/'(+,! ,'(! %416! &#J(4&(! %')#9)! (&,M,! 5,+! $#&%3%'(4,! /00+&,1(!()$(9,1,!$#$/#1!/6'%+<![,;1%!5:!40''%-!?+(M3)@8,!+%&40!N%%&,1,!;(+8(/'(.),+$(!,&&,%961&%! 5:':1:+<! ?+(M3)@8,! +%&401:1! ,/,! 4I1'#! *0)%19,4(',! 5:+%&%! 9,14%'! ;I1&(+$(`%'$%! .(/',1&(! &(7,'-! 01:1! 4(+,1(! $(+/(J,'(.),+,'$,.! +%&40! 4%4616`&%7616/! *(+L0+$%19! /%1%'64'%! /(1&,1,! ;I9)(+,+<! T%+(/()'(+!3%4%'(),$9,-!J%+,L-!4%*$%M6/-!5%J(1!;#+#')#'#!N(!1(.(',&,+<! ! c()/,','(+,1! ,J1,4'(! 4%*6'&676! 5('',! 0'%1! 5:! 9%31('(1$,.! *+0)(9)0-! ,'/! 5%/6.)%-! /(1&,! /(1&,1(! :4;:'%1%1!*09)$0&(+1!/01)+0'!;I9)(+,9,1(!4(1,!5,+!9%*/61'6/!/%)$%16!(/',40+!;,5,!;I+#1#+O!%1M%/! %416! J%$%1&%-! )%*)%J(! N(! 96+%&6.6! 5,+! &(1(49('! (4'($! ;,5,&,+<A^! ?:! ):3%L! .(/,'&(! :49%'! ;I+#1(1! $:3%',L'(+-! ),*,/! 5,+! 1(0',5(+%'! ;#N(1',/! .,+/(),1,1! &(N+,4('(+,! )%+%L61&%1! 5%9/64%! )S5,! ):):'%1! ;#1&(',/!3%+(/()'(+,4'(-!;%+61!/%4;%1-!3%N%'6!$(/S1'%+61%!$:9%''%)!0'$%46!;(+8(/)(1!&(!5%.%+6+'%+! $6r! c0/9%! (9%9! AD_h@'%+61-! zh@'%+61! +%&40! *+0*%;%1&%'%+61&%/,! L%.,9)! ($,+y/01:.$%'%+! 01'%+%! &(+,1&(1! $:9%''%)! $6! 0'$:.):+r! "#/(),M,1,1! (/9,/',/! &:4;:9:1:1-! 8%7&%.! 50.':7:1! %.6+6! &0':':7:1&%!4%196&676!9,+/#'%9401:1!N(!),M%+(),1!M,'%'%1$6.!J($,1'(+,1(-!9)(+,'!/0+,&0+'%+61%!1(!)#+! :1:):'$:.!%./'%+!N(!&,'(!;(),+,'($(J!,)/,'(+!;(+,!&I1(5,',+r! & j$J3%0,@#1-! ;#1M('! .(3+,1! *09)y9094%'! $(/S1'%+61&%/,! N(+,',! +0'#1(! &I1(+9(/-! 3(*,$,J,1! .(3,+! 0+)%$61&%!4%*)676$6J!;#1'#/!):+'%+6$6J&%!5:!5,'$(M(!#J(+,1&(!50'!50'!&#.#1(M(/!N%/),$,J!0'%M%/<! "%!/,!/+,J!5%9/696!1,3%4(),1&(!$()%161!3(+!4(+&(!3%J6+!N(!1%J6+!9IJ#1#!/6+%1%!N(!5,J-!3%1;,!/0'(/),L! &(1(4'(+,1!~!3%1;,!/0+/:!N(!%+J:'%+61!~!()(!/($,7(!5#+#1$(9,1,!/:M%/'%$%4%!3%J6+!0'&:7:$:J:! %1'%4%1%!/%&%+<! ! ! ! Q1;,',JM(&(1!8(N,+(1P!d,8(/!RJ)(/! A^ !T%$5:+;@&%!&%3%!(9/,!5,+!)%+,3)(!4%*6'%1!,J,19,J!5,+!*(+L0+$%19!0'&:7:1:!&%!3%)6+'%)%'6$<!?:!96+%&6.6-!3(4(M%1!N(+,M,! *(+L0+$%19!3%//61&%!L,/,+!(&,1$(/!,8,1!.:!9,)('(+&(/,!N,&(0'%+%!;IJ!%)%5,',+9,1,JP! 3))*P``]]]<40:):5(<M0$`]%)M3rNv‚x_*L%iƒ\wx!N(!3))*P``]]]<40:):5(<M0$`]%)M3rNv+*"y]5_"V„/! !"#$%&'% >)% Sosyalizm Sonrası Özerkliğin Çatışkıları Dušan Grlja Bu makale1, eski Yugoslavya bölgesinde, veya jeopolitik gündemin terminolojisiyle söylersek “Batı Balkanlar”da2, “kültürel üretimin” çevresel neo‐liberal ekonomi politiğinin post‐sosyalist çerçevesinde, özerkliğin anlamları ve işlevlerini açıklamayı amaçlamaktadır. Aynı zamanda “bağımsız kültürel aktivizm” alanında özerklik mücadelesine dair pratik stratejilere ve imkânlara işaret eden çabalar konu edilecektir. “Gerçekten varolan” sosyalizmden liberal demokrasiye ve serbest piyasa ekonomisine (kapitalizm) geçiş, çoğunlukla “Öteki” (Devlet veya Parti) tarafından belirlenmiş olma – yaderklik – halinden, özerklik haline geçiş olarak görülmektedir. Bu, Kant'ın “Aydınlanma Nedir?”3 makalesinde işaret ettiği, kendinden toyluktan, inançları ve edimleri için sorumluluk alabilen tam bir erişkinliğe geçişe tekabül eder. Hâkim neoliberalizm kendini, insanlara “büyüme”, “ciddileşme” ve kendi sorumluluklarını alma vaktinin geldiğini hatırlatan bir çeşit uyandırma servisi olarak sunar. Bu, kendini pazarlamayı, sözde “profesyonel tüketicilere” (prosumer) dönüşmeyi, kendi işgücünün patronu olmanın yanında finans, pazarlama, halkla ilişkiler müdürü olmayı, iş “bulmayı” değil, “yaratmayı”, emekliliğini ve sağlık güvenceni “kendi başına” organize etmeyi gerektirir. Kısacası kişinin “serbest piyasa”da her daim tehlikede olan yeri için her gün bitmek bilmeyen bir savaş vermesi gerekmektedir. Bu nedenle sosyalizm, insanların en azından temel ihtiyaçlarının gözetildiği ve karşılandığı güvenli ve doyurucu bir zaman olarak görülür. Sanki tam da, Devletin sağladığı bu anaç ihtimam – keza paternalizm de – özneleri idame ettiren kollektif istihdam ağları, sosyal güvenlik sistemleri ve sözde sağlık hizmetleri ve emeklilik fonları vs ile birlikte, radikal değişim‐devrim imkânları hakkında çocukça fikirler geliştirilmesine sözümona imkân veren boş zamanı sağlar.4 Bu çevresel neo‐liberalizm perspektifinden, eski Yugoslavya'ya kapitalizmin (sosyalist federal devletin yıkımı ve hem sivil hem de “insancıl” savaşlar yoluyla) gelmesi tam da sosyalist sistemin empoze ettiği yaderklikten – Parti'nin ve Devlet'in kaprislerine ve kararlarına tamamen bağımlı olma halinden – “özgür dünya”nın hizasına girerek kazanılan özerkliğe geçiş gibi gözükmektedir. Bu hâkim post‐ sosyalist “akıl”, insanları sadece erişkin olmama hallerinden çıkmaya, “Öteki”ne çocukça bağımlılıklarından kurtulmaya ve “sosyal serbest‐piyasa ekonomisi”nde solipsist girişimci özneler olmaya değil, aynı zamanda belirli bir kültürel (ulusal, etnik, veya itiraf etmeye dayanan) grubun üyeleri olarak öz‐belirlenim haklarının farkında olmaya davet eder (ya da zorlar). Bu çeşit bir özerklik eski Yugoslayva bölgesinde, yeni oluşmuş devletlerin “bin yıllık” ulusal – daha doğrusu etno‐milliyetçi – özbelirlenim “rüyalarının” nihai başarısı olarak algılanır ve dolayısıyla geriye dönük bir şekilde sosyalist Yugoslavya'yı “ulusların hapishanesine”dönüştürür. Bu nedenle hâkim post‐sosyalist özerklik, sosyalist Yugoslavya'yı, komünist hareketi ve Marksizmi geçmişin baskıcı zamanlarına ait ve çoktan aşılmış şeyler kılma amacına hizmet eder ve çağdaş neo‐liberalizmin ana ideolojik dayanağı olan anti‐komünist “konsensüs”u yeniden üretir. “Demokratik” Avrupalılaşma taraftarlığı ve “yurtsever” milliyetçilik , dini şovenizm ve insan hakları için mücadele, yeniden gelenekselleştirilmiş “ata” kültürü ve demokratik sivil toplum kültürü, ulus‐devletin kurucu kimlik politikaları ve çokkültürcülük veya kültürlerarasıcılık gibi görünüşte birbirine karşıt olan siyasi seçenekleri birleştiren şey tam da bu ateşli anti‐komünizmdir. Aşikar ki “kültür”, “ulusların” komünist geçmişlerinden temizlenmesini ve “modernleştirilerek” 1 Bu makaledeki fikirler, 2006 yılının Ekim ayında Hamburg'da düzenlenen Wir Sind Woanders # 2 festivali çerçevesinde gerçekleştirilen Frontbildung projesi kapsamında geliştirilmiştir. (http://www.wirsindwoanders.de/files_2007/index_allE.php?seite=3&folge=00). 2 Bu yeni jeopolitik bölge tam bir Avrupa Birliği üyesi olan Slovenya dışındaki eski Yugoslav devletlerinden oluşur. Arnavutluk da bu kapsama sokulmaktadır. Bu nedenle “Batı Balkanlar” tam Avrupa Birliği üyeliği için “geliştirilmesi” gereken “yükselen” ülkeleri temsil eder. 3 Bkz., örneğin http://www.english.upenn.edu/~mgamer/Etexts/kant.html. 4 Bkz. “Against Post‐Socialist Reason” bölümünde editörlerin giriş yazısı, Prelom 8th Edition in English içinde http://www.prelomkolektiv.org/eng/08.htm s. 8. Sayı #1 26 Sosyalizm Sonrası Özerkliğin Çatışkıları Dušan Grlja “uluslararası topluluğa” yeniden eklemlenmesini amaçlayan ulus‐devlet inşası5 sürecinde önemli bir rol oynar. Pan‐Avrupacı ve etnik‐ulusal kültürlerin savunucularının arasındaki paradoksal gibi görünen ittifakı kolaylaştıran şey, “ulusları” birbirinden ayıran ve izole eden, ve sonrasında Avrupa Birliği içerisinde yeniden birleştiren projenin kendisidir. Yerel elitler ve onların ulus‐kurucu ideologları Avrupa Birliği projesine6 bağlılıklarını beyan ettikleri halde, mevcut siyasi ve kültür politikaları, içe kapanmacıdır ve bir çok karşılıklı bölgesel mübadele biçimine düşmanca yaklaşır. Bir yandan resmî yerel kültür politikaları güçlü ve dışlayıcı bir ulusal kimlik yaratmayı amaçlayan projeleri ve programları hâlâ desteklerken, diğer yandan da, yönetici elitler, çok daha yoğun bir bölgesel işbirliğinin Avrupa Birliği'ne katılmak için elzem olduğunun farkındalar. Fakat bölgesel işbirliği fikri ne zaman ortaya atılsa, cevapları, aslında hiç kimsenin eski “baskıcı” “Birlik” ve “Kardeşlik” komünist ideolojisine benzeyen herhangi bir şeyin parçası olmak istemediği oluyor. Kültür aynı zamanda, daha “ilerici” Avrupa Birliği politikaları ve kurumları için, yeni ve “yenilikçi” bir jeopolitik gündemin vazgeçilmez aracıdır. Doğu Avrupa'nın çevre devletlerinde kapitalist “gelişmenin” temel alt yapısı, 1989 sonrası “ıslah edici devrimler”den7 ve 1990'larda anayasal ve parlamenter demokrasinin ve serbest piyasanın kurulduğu geçiş döneminden sonra tesis edildiği için, bu altyapıya bir üstyapı tedarik etme görevi tamamlanamamıştır. “Serbest ticaret”i kişisel başarının koşulu olarak koyan eski liberal ideoloji neredeyse yüzyıl önce etkisini yitirmesinden dolayı, küreselleşmeye, “ideolojilerin sonu”na ve çift kutbun olmadığı bir dünyaya cevap oluşturacak bir eke ihtiyacı vardı. Çevredeki halklara “ezeli ve ebedi demokratik kültür değerleri” aşılayacak şırınga olan çokkültürcülük kapitalizmi canlandıracak olan sömürgecilik sonrası düğümdür aynı zamanda. Çokkültürcülük iki katmanda iş gördüğü için, aslında farklılaştırma yoluyla8 görünüşte paradoksal olan birleşmeyi kolaylaştırıyor. Her bir “kültürü” birbirleriyle eşit kılarak ve kendilerini ifade etme ve muhafaza etme hakkını her birine eşit olarak tanıyarak “demokratik” niteliğini gösterir ve bu nedenle merhametli, insancıl ve kucaklayıcı gözükür. Ancak bununla birlikte, bir kültürün kendini ifade etmesi ve koruması çoğunlukla varlığını “tehdit” eden diğer kültürlere karşı kendini “savunma” hakkı olarak görüldüğü için, dışlayıcı, şovenist ve ayrımcıdır. Fakat ikinci katman, “özcüler”i (kendi kültürel kimliklerinin sabit ve katı özelliklerinin onları diğer bütün “ötekiler”den ayırdığına ve kültürel kimliğin temelini oluşturan tutarlı ve değiştirilemez bir tözün varlığına inanan kişileri), kendilerinin ve ötekilerin çoğul kültürel kimliklerini “demokratik bir şekilde” müzakere etmelerini gerektiren sözde çokkültürcü “normalliğin” farkında olanlardan ayıran politik bir bölünme empoze etmektedir. Çokkültürcülüğün ve onun resmî halefi kültürlerarasıcılığın, bu nedenle “boş evrensellik”9 kisvesi altına gizlenmiş kolonyal ırkçılıktan pek de bir farkı yoktur. 5 Eski Yugoslavya’da kurulan yeni devletlerin resmî dillerinin oluşturulması sürecinde Yugoslav halklarının çoğunluğunun ortak dili olan ve bir çok lehçesi olan Sırpça‐Hırvatça veya Hırvatça‐Sırpça dilinin sözde birbirinden farklı ve kıyaslanamaz olan Sırpça, Hırvatça, Boşnakça ve hatta Karadağlıca dillerine bölündüğünü hatırlamak yeterlidir. 6 Siyasetçilerin ezici çoğunluğu için Avrupa Birliği'ne katılım bin yıllık mitik Altın Çağ'a dönüş inancını temsil eder ve aslında insanların yaşam standartlarını iyileştirmek konusundaki yetersizliklerinin üstünü örter. Liberaller “Avrupa ile bütünleşme” pankartını kamusal kaynaklarda kesintileri, özelleştirmeyi ve deregülasyonu birer zorunluluk olarak göstermek için kullanırken, sağcılar ise “antik”, beyaz, Hristiyan – ve hatta Ari – Avrupa’daki köklerini yüceltmek için kullanıyorlar. 7 “Bu ıslah edici devrim, anayasal demokrasiye dönüşü ve gelişmiş kapitalizmle ilişkili olmayı mümkün kılma anlamına geldiği sürece, ortodoks yorumlara göre 1917 devriminin gereksiz kıldığı modeller tarafından yönlendirilir. ” (Jürgen Habermas, “What Does Socialism Mean Today? The Rectifying Revolution and the Need for New Thinking on the Left”, New Left Review 183, Eylül‐Ekim 1990, s. 5.) 8 Kapitalizm sürekli eşitsizlikler üretir ve onlardan beslenir, çünkü artı‐değer üretimini kolaylaştıran bu farklılıklar, eşitsizlikler ve orantısızlıklardır. 9 “Başka bir deyişle, çokkültürcülük tekzip edilmiş, tersine çevrilmiş, göndermesi kendinde bir ırkçılık biçimidir, ‘mesafeli bir ırkçılık’tır – Öteki’nin kimliğine ‘saygı gösterir’, Öteki’ni, karşısında kendisinin, çokkültürcünün, ayrıcalıklı evrensel konumunun mümkün kıldığı bir mesafe takındığı, kendi içine kapalı, ‘sahici’ bir cemaat olarak görür. Çokkültürcülük, kendi konumunu her türlü pozitif içerikten arındıran bir ırkçılıktır (çokkültürcü doğrudan doğruya ırkçı değildir, Öteki’nin karşısına kendi kültürünün tikel değerlerini çıkarmaz), ama yine de diğer kültürleri gerektiği şekilde takdir (ya da tekdir) edebileceği ayrıcalıklı boş evrensellik noktasını oluşturan bu konumu elinde tutar – çokkültürcünün Öteki’nin özgüllüğüne duyduğu saygı, tam da kendi üstünlüğünü beyan etme biçimidir.” (Slavoj Žižek, “Multiculturalism, Or, the Cultural Logic of Multinational Capitalism,” New Left Review 225, Eylül‐Ekim 1997, s. 44. [Slavoj Žižek, “Çokkültürcülük Ya Da Çokuluslu Kapitalizmin Kültürel Mantığı”, Bülent Somay, Tuncay Birkan [yay. haz.] Kırılgan Temas: Slavoj Žižek’ten Seçme Yazılar içinde, çev. Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul, 2006, s.282.]) Sayı #1 27 Sosyalizm Sonrası Özerkliğin Çatışkıları Dušan Grlja Çatışma‐sonrası eski Yugoslavya'da, sanat ve kültürün, eskiden savaşan “tarafları” uzlaştırma, dolayısıyla “farklılıkların (dinî, etnik ve kültürel) barışçıl bir şekilde bir arada bulunmasını” sağlama rolünü oynaması gerektiği düşünülmektedir. Bu, özellikle 2008 yılını kültürlerarası diyalog10 yılı ilan eden Avrupa Birliği'nin gündeminde, ve çatışma idaresi kapasiteleri yaratarak ve çatışma‐sonrası istikrar ve barışı garantileyerek, dolayısıyla, “kültürün demokratikleştirilmesi”11 yoluyla hukukun üstünlüğünü güçlendirmeyi hedefleyen ve şiddetli çatışmaları çözme ve önlemeyi “kültürel farklılığı kutlama” pankartı altında açık bir şekilde gündemine alan Amerikan vakıflarının programlarında12 görülmektedir. Kısacası yoksulluğa dair acil problemler, sosyal refah ağlarının parçalanması, arsız çete usulü özelleştirmeler ve doğal kaynakların “kaçınılmaz olarak” çarçur edilişi bu çoklu‐kültürlü riyakârlığın arkasında gizlenirken, sanat ve kültürün, “Öteki”ne toleransı ve temel insan haklarına tam bir saygıyı güçlendirmesi beklenmektedir. Özellikle sanatın eylemlerinde “özerk” olduğu için kapitalist periferinin insanlarını “yetiştirme” işine layık olduğu düşünülmektedir (çünkü sanatın her zaman kişisel bir dehanın ifadesi olduğu düşünülür). Hâkim neo‐liberal sanat tarihine göre, Doğu Avrupa sanatı özerkliğini kaybetmiştir, yani sadece Parti ve/veya Devlet politikalarının hizmetine sunulmuştur. Bu yüzden Doğu Avrupa sanatının, utanç verici toplumsal‐gerçekçi mirasın yükünden ve bu tip bir politizasyondan ilk ve son olarak kurtulması gerekmektedir. Sanatın özerkliği için yapılan bu tip bir “mücadele” kapitalizmin sanat için ayırdığı geleneksel yeri onaylar: sanat dolaysız sosyal gerçeklikten açıkça farklı bir şeydir. Amaç tam da sanatın, “yaşamı” sosyal ve politik anlamda etkileme olanaklarını nötralize etmektir. Bununla birlikte neo‐liberal politikalar sanatı tamamen de‐politize etmek yerine, ona “ilerici” bir misyon biçiyor. Bu tip bir politikanın en erken örneklerinden biri Soros Vakfı ve 1990'larda Doğu Avrupa'da kurduğu Güncel Sanat Merkezleri ağıdır.13 Soros Vakfı Karl Popper'ın “açık toplum” fikrine dayanarak, siyasi eğilimi “anti‐totalitaryanizm” terimi tarafından içerilecek bir sanatı teşvik eder. Soros Vakfı’nın yeniden yazdığı tarihe göre, Parti‐Devlet baskısına karşı gelen sanatçılar sadece bugünlerde totaliter rejimin yüzüne birer şaplak attıkları için alkışlanan “cesur muhalifler”dir. Bu nedenle, sanatta özerkliğin savunulması 1970lerin muhalif ideolojisini14 yeniden canlandırır ve sanatçıların sosyalist gerçekçilik veya Nazi sanatı gibi yıkıcı projelere kalkışmasını engel olmayı amaçlar. Yeniden ısıtılan soğuk savaş döneminin totaliteryen karşıtı ideolojik aracının kurduğu sosyalizm imgesi, “temel insan hakkı” olarak 10 “'Kültürlerarası Diyalog'da Beyaz Sayfa' için danışma süreçlerinin amaçlarına uygun olarak, aşağıdaki formülasyon referans olarak kullanılabilir: 'Kültürlerarası Diyalog bireyler ve farklı kültürlerden gruplar arasında ötekinin küresel algısını derinlemesine anlamaya yol açacak açık ve saygılı alışveriştir'. Bu tanımda 'açık ve saygılı' ifadesi, 'tarafların eşit değerde olması' anlamına gelir; ‘görüş alışverişi’ kültürel özellikleri ortaya çıkaracak her çeşit etkileşim anlamına gelir; 'grup' temsilcileri yoluyla hareket edebilen her türlü topluluk anlamına gelir (aile, cemaat, dernek, halklar); 'kültür' yaşam biçimleri, görenekler, inançlar ile ilişkili her şeyi ve bize nesiller boyunca aktarılan diğer şeyleri içerir; 'dünya algısı' değerler ve düşünme biçimlerine tekabül eder. [...] Genel olarak, kültürlerarası diyaloğun amacı çokkültürlü dünyada barış içinde ve yapıcı bir şekilde beraber yaşamayı öğrenmek ve cemaat ve aidiyet hissini geliştirmektir. Kültürlerarası diyalog, insan haklarına saygıyı, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü geliştirerek çatışmaları çözmek ve engellemek için bir araç olabilir.” (http://www.coe.int/t/dg4/intercultural/concept_EN.asp#P30_3374) 11 Bkz. United States Institute for Peace: http://www.usip.org/programs. 12 Bkz. Dušan Grlja ve Jelena Vesić, “The Neo‐liberal Institution of Culture and the Critique of Culturalization”, http://eipcp.net/transversal/0208/prelom/en. 13 “Soros Centers for Contemporary Art (Soros Güncel Sanat Merkezleri) esas olarak sanatı ve kültürü devletin ideolojik, siyasi ve ekonomik kontrolünden kurtarmak için uğraştı. Estetik düzeyde bu geçiş kendini Sosyalist Gerçekçilik doktrini ve estetik ve ideolojik ilkelerinden kopma çabasında gösterir. Sanatçılar yeni mecralarla çalışmak için yüreklendirilirken sanat tarihçilerinin de daha önce bastırılan non‐konformizm anlatısı etrafında gelişen yeni tarihler yazması gerekiyordu. Ekonomik olarak bu merkezler, yerelde serbest piyasa mantığına uyum sağlayabilen Batı tarzı özel sanat kurumları ağlarını geliştirmek için uzmanlık sağlarlar. Devletin ideolojik ve maddi kontrolünden sıyrıldıktan sonra, enerjilerinin önemli bir bölümünü kültür yönetimine ve fon bulmaya ayırarak, yerel sanatçıların yeni düzene uyum sağlamalarında onlara yardımcı olurlar.” (Octavian Eşanu “The Transition of the Soros Centers to Contemporary Art: The Managed Avant‐Garde”, http://www.think‐tank.nl/ccck/Esanu_ManagedAvant‐garde.pdf s. 7. 14 “Bu, Robert Lihart'ın isabetle adını koyduğu 'Batılı Muhalefet İdeolojisi'dir. Bu yeni ideolojik formasyon 'muhalefet'i, entelektüellerin siyasi angajmanlarını, bir reddedişten başka bir anlama gelmeyen bir isyan (devrim ya da başkaldırı) lehine kaybetmelerini ifade eden bir slogana dönüştürür. Bu reddedişten kasıt, yaşamakta olduğumuz krize devrimci bir çözüm getirecek kitlesel mücadelelere katılmayı reddetmektir.” (Dominique Lecourt, Mediocracy: French Philosophy since 1968 Verso, Londra, 2001, s.150.) Sayı #1 28 Sosyalizm Sonrası Özerkliğin Çatışkıları Dušan Grlja kendi bireyselliğini “özgürce” – ve tabii ki “yaratıcı” bir şekilde – ifade etme anlamında herhangi bir “özerk edim”i ezen otoriter ve totaliteryen bir sistemdir. Bu “ilerici” kurumlar ve vakıflar – yerel güçlerle15 görünüşte paradoksal bir işbirliği içinde – “toplumsal bilince sahip sanat”ı teşvik ederek ve bizleri “kültür işçilerine/üreticilerine” veya büyüyen kültür endüstrileri için sözde “içerik yapıcılara” dönüştürerek, “kültür üretiminin” neo‐liberal ekonomi politiğinin ihtiyaçlarına uygun bir ortam yaratırlar. Her ne kadar bu tip bir konumlanmaya ve bunu üreten bütünlüğe itiraz etsek ve karşı çıksak da, gönülsüzce meşgul olduğumuz nesnel ve maddi pratikler, etkinliklerimizin neo‐liberal kültürel girişimcilik16 yönünde olmasına neden oluyor. Bunu akılda tutarak, bunun içerisinde eleştirel olarak nasıl iş yapılabileceğini ve özerk, bağımsız ve öz‐ belirleyici edimin nasıl mümkün olabileceğini sormak gerekiyor. Başka bir deyişle, Prelom Kolektiv'in17 etkinliklerini öz eleştirel olarak ele alırsak, şu soruyu sormamız gerekir: Görsel sanatlar, sinema, felsefe ve siyaset teorisi alanlarından gelen eleştirel ve genç teorisyenlerin hâkim neoliberal ideolojide bir yarılma yaratmak amacıyla oluşturduğu bir inisiyatif –prelom Althusserci bir terim olan coupure sözcüğünün çevirisidir – günün sonunda kültür endüstrileri ve “kültürel üretiminin” güncel ekonomi politiği için işlevsel olmaktan nasıl kaçınır? Cevap günümüzün küreselleşen dünyasının herhangi bir yerinde “bağımsız kültürel aktivizm” alanında iş yapmaya çalışan herhangi birine çok tanıdık gelecektir. Bir fikir ne kadar eleştirel, altüst edici ve hatta devrimci olsa da, öncelikle Latince producere kelimesinin her iki anlamında üretilmesi gerekir: Bir şeyi inşa etmek ya da ustalıkla yapmak ve bir şeyi görünür kılmak. Sermaye üretim araçlarına sahip olduğu ya da bu araçları kontrol ettiği için, bu araçların bir şekilde sermayeden koparılması gerekmektedir. Alışagelmiş yol, bir “proje” hazırlamak ve yerel ve ulusal ya da “ilerici” uluslarası kültür kurumlarına ve vakıflarına destek için başvuru yapmaktır. Ayrıca, bu tip “projelerin” yaratılma ve uygulanma sürecine katılım, bireysel bir sanatçı ya da teorisyen olarak itibar edilen yasal bir statüye sahip olmayı ya da genelde sivil toplum kuruluşu biçiminde kolektif bir örgütlenmeyi gerektirmektedir. Ancak bu yasal statü sayesinde mali destek almak için banka hesabı açabilirsiniz. Bu, aynı zamanda, fon kullanımı ve başvurusu için ihtiyaç duyulan idari personeli ve muhasebeciyi “idare etmeyi” gerektirdiği gibi, mali düzenlemelere, vergi yükümlülüklerine ve mali kısıtlamalara tâbi olmayı, yani bir kapitalist girişimin (“kâr getirmeyen” bir girişim de olsa) olağan pratikleriyle meşgul olmayı gerektirir.18 15 “Uluslararası liberal STK'ların broşürlere, yayınlara, davetiyelere ve posterlere kazınmış logosunun hafifçe boyadığı ilerici siyasi pratikler kişiyi müphemlik ve huzursuzluk hissiyle başbaşa bırakır. Kaçınılmaz olarak maddi olan kültürel pratikler, kendilerini uluslararası kuruluşların maddi koşulları, kaynak erişimi için uygun 'meşru' söylemlerin sınırları, adaletsizliğin ve acının anlaşılır ve onaylanmış biçimleri tarafından sınırlanmış bir alanda iş görürken bulurlar. Uluslararası STK'ların aslında başarılı bir şekilde siyasi görünürlülüğün alanını kendi mantıkları ve terimlerine göre belirlediği farkedilebilir. Sonuç olarak, bu kurumsal koşullara eleştirel bakan sosyal ve kültürel aktivistler kendilerini bir çıkmazda bulurlar: küresel neo‐liberal projeleri geliştirme riskine girerek güçlü bir mesaj verme seçeneğiyle karşı karşıya kalırlar. Tam tersi de doğrudur: bu koşullar, eleştirel olmayan Batı taraftarı propaganda olarak etiketlenerek, sağcılara dışlama pratiklerine ve nefret söylemlerine karşı gelebilecek herhangi bir sol çabanın meşruluğunu sorgulamaya yarayacak en güçlü argümanı sağlar. Aynı zamanda eski milliyetçilere uluslararası liberal aktörlerin varlığı karşısında kendilerini yenileme imkânı verir.” (Zhivka Valiavicharska, “Culture, Neo‐liberal Development, and the Future of Progressive Politics in Southeastern Europe,” Jonathan Harris [yay. haz.] Globalization and Contemporary Art içinde, Blackwell Publishing, Malden, MA, [henüz yayınlanmadı].) 16 “Son yıllar ekonominin kültürleştirilmesi, ya da tam tersi kültürün ekonomikleştirilmesi anlamında, 'kültür'ü serbest‐piyasa ekonomisinin mekanizmalarına indirgmeye çalışan neo‐liberal çabaya tanık olmaktadır. Serbest piyasa rekabetçiliğinin ve girişimciliğinin ilkeleri bir zamanlar ayrıcalıklı olan sanatsal ve entelektüel üretim alanına girmiştir. Bu basit bir şekilde piyasa ilişkilerini 'kültür alanına' taşımaktan çok girişimcilik pratiklerini bireysel düzeyde – özne düzeyinde tesis etmektir. [...] Gerçekte olan şey, genel olarak sanat, teori ve kültür alanlarında eğitim görmüş veya kendilerini eğitmiş bireylerin sözde 'kültürel kapital'e – semboller, imgeler, tasarımlar, fikirler, tarihsel olayların ve kişilerin temsilleri sanat çalışmaları vs – ayrıcalıklı erişimi vardır. Bugün kültür işçisi aynı zamanda kültürel girişimci de olmak zorundadır: elindeki 'kültürel kapitali' 'yaratıcı' bir şekilde – yani kâr getirecek şekilde – kullanmalıdır. Başka bir deyişle, kültürel üreticiden, çağdaş 'karaoke kapitalizm'inde 'kültür'ün bu hammaddesini geçici eğlenceden biraz daha fazlasına dönüştürecek bir 'renkli iş adamı' olması bekleniyor.” (Dušan Grlja ve Jelena Vesić, a.g.e.) 17 Daha fazla bilgi için www.prelomkolektiv.org. 18 Bu tip bir ekonomiye katılımın zorunlu olduğu fikrine karşı çıkılabilir çünkü malların ve hizmetlerin serbest değiş tokuşuna ve mübadelede dayanışmaya dayanan “alternatif ekonomiler” vardır. Ancak (kültürün) üretimi genel eşdeğere (paraya) sahip olmayı gerektirdiği sürece, bu “özgür mübadele” daima kapitalist üretim biçimi tarafından içerilir. Ayrıca bu Sayı #1 29 Sosyalizm Sonrası Özerkliğin Çatışkıları Dušan Grlja Peki bu konfigürasyon içerisinde tam anlamıyla bağımsız olmak imkânsız ise, özerk olmanın herhangi bir yolu var mıdır? Tamamen bağımsız olmama halinin gerektirdiği “fedakârlık”, “kültürel üretimin” neo‐liberal ekonomi politiğinin (yeniden) üretildiği savaş alanına girmeyi ve bu fırsatı burada müdahalelerde bulunmak için kullanmayı mümkün kılar. Müdahale stratejisi,19 “kültürel üretimin” hâkim mantığının “hakikatini” ortaya çıkaracak belli bir etki üretmek amacıyla bilinçli – var olan durumu kavrayarak – yapılan bir edim anlamına gelir. Bu, çelişkilerin parçalı bütünlüğüne,20 ve yoğunlaştırma süreçlerine eklemek amacıyla hâkim mantıkta hepimizin tanık olabileceği bir yarılma yaratma çabasına denk düşer. Bu yüzden bağımsız bir edimde bulunmak anlamında özerklik, basitçe “dışarıya adım atma”, hâkim sanat sisteminden ve kültür endüstrisinden tamamen kopma meselesi değildir. Daha ziyade bunların içerisinde kırılmalar yaratma çabasıdır. Bu, aynı zamanda, özerkliğin bir kere ulaşılmış ve sınırları belli bir durum değil, müdahalelerin sürekli yeniden icat edilmesi ile verilecek tehlikeli bir savaş, bitmek bilmeyen bir özerkleşme süreci olduğu anlamına gelir. Bu sürekli yeniden icat etme süreci – ki bu özeleştirel bir içgörü gerektirir – elzemdir çünkü müdahalenin etkileri kolayca ters yöne kayabilir.21 Bir yandan müdahale neoliberal eleştirel söylem üretiminin bir parçası haline gelebilir. Son bir kaç onyıldır, “kültür alanında”, özellikle sanatsal ve entelektüel üretimde – neredeyse zorunlu bir talebe dönüşen – bir eleştiri üretme çabasına tanık oluyoruz. Bu, çeşitli sanat sergilerinin sınırlarında düzenli olarak üretilen ve teoriyi “dekoratif otorite”22 düzeyine çeken internet projelerinde, yayınlarda ve söylemsel etkinliklerde açıkça görülmektedir. Bu örneklerin tefekkür ve eleştiri için bir alan yaratacağı varsayılır, ancak aslında çeşitli “kültürleştirme” mekanizmaları23 yoluyla, herhangi bir eleştirel muhalefeti nötralize etme, “alternatif ekonomiler” kişinin emeğinin piyasa değerini aşağıya çekeceklerinden dolayı – ve hiçbir zaman tamamıyla kapitalist meta‐para ilişkilerinden muaf olamayacakları için – güncel neo‐liberal ekonomide işlevseldirler. Başka bir deyişle, (kültürel) ürünler varolan (kültür) kurumlarının profesyonel çerçevesi içinde üretilmek yerine bu yolla üretildiklerinde maliyetleri çok daha düşük olur. “Alternatif ekonomiler”in amatör kendin‐yap pratikleri noe‐liberal ekonominin temel malvarlığı olan “yaratıcılığın” gelişmesine katkıda bulunurlar. 19 Biz müdaheleyi – Louis Althusser'i takip ederek – hareket eden bir trene atlamak gibi bir şey olarak algılıyoruz. Bir metaforla açıklarsak müdahale, hâkim ideolojinin karanlığındaki siperleri aydınlatmak için savaş alanına atılmış bir işaret fişeğidir. Müdahale var olan pozisyonları ve bölünmeleri açığa çıkaracak etkiyi üretmek demektir. Daha evvel görünür olmayanı görünür kıldığı için, müdahale bir üretimdir. Hegemonik ikilikleri veya “düzenlenmiş” farklılıkları takip etmeyen farklı bölünmelerin çizilmesine imkân verir. Bunlar eski bölünmelerin temelini değiştirmeye çalışan yeni bölünmelerdir. 20 Bkz. Louis Althusser, For Marx [Marx İçin], The Penguin Press, Londra, 1969, ss. 99‐100. (http://www.marxists.org/reference/archive/althusser/1965/index.htm adresinden erişilebilir.) 21 “Bu nedenle hem temel eğilimi hem de ikincil eğilimleri ve hem birincil riski hem de ikincil riskleri dikkate alarak bir yandan da her zaman doğru pozisyonları işgal etmeye 'çalışarak' her zaman her yerde olmasa bile en azından bir kaç cephede savaşmak gerekmektedir. Bütün bunlar tabii ki mükemmel bir açıklıkla bütün problemlerle mücadele etme kapasitesine sahip bir bilincin getireceği bir mucizeyle meydana gelmeyecektir. Mucize yoktur. Teorik sınıf savaşına müdahale edebilen Marksist bir filozofun, Emek Hareketi tarihindeki teorik savaşlarda tesis edilmiş ve halihazırda tanınmış pozisyonlardan başlaması gerekmektedir. Varolan teorik ve ideolojik 'zemin'i ancak teorik ve pratik olarak bilerek anlayabilir: mücadele içinde ve mücadele yoluyla. Bu çabaları esnasında, gizlenmiş veya açıktaki düşmanlara saldırmak için halihazırda tesis edilmiş pozisyonlardan başlasa bile, mücadele içinde birer sapma olduğu ortaya çıkan ve amaçladığı doğru çizgiye ayak uyduramayan pozisyonlar alacaktır. Burada şaşılacak bir şey yoktur. Önemli olan bu sapmayı fark etmesi ve pozisyonlarını daha doğru hale getirmek için düzeltmesidir. (Louis Althusser, Essays in Self‐Criticism [Özeleştiri Öğeleri], NLB, Londra, 1976, ss. 143‐144.) 22 “Aşırı bir teori üretimi ve teorinin sanatsal ve aktivist etkinliklere (bienaller, büyük sergiler, sosyal forumlar vs. gibi söylemsel platformlar olan teorik konferanslar) dekoratif bir 'ek' olarak ortaya konduğunu görüyoruz. Teorinin 'dekoratifleşmesi', ticarileşmesi ve aşırı üretimine bir çok örnek verebiliriz. Örneğin, en 'moda' isimlere ve metinlere referans veren alıntılarla tıkabasa dolu gayet bilimsel ama ikincil metinler, veya sanat projeleri kapsamında yayınlanan o kalın ama anlaşılmaz kataloglar ve 'teorik dokümanlar'. Bütün bu durum, duruşları ne kadar radikal ve eleştirel olsa da bitmek bilmeyen seminerlerde ve konferanslarda düşünürler ve 'açılış konuşmacıları' olarak dekoratif bir işlev görmeye direnç gösteremeyen entelektüel 'süperstarlar'ın oluşturduğu sistem tarafından taçlanır. (Alexey Penzin / Dmitry Vilensky, “What’s the Use? Art, Philosophy, and Subject Formation. A Chto Delat dialogue”, Chto Delat?, 01‐25, Mart 2009, s 2, aynı zamanda şu adresten erişilebilir: http://www.chtodelat.org/index.php?option=com_content&view=category&id=204&Itemid=282&lang=en) 23 “Boris Buden'ın bahsettiği gibi, 'kültür'ün güncel kullanımının mantığı en açık şekilde neo‐liberal bir strateji olarak siyasi ilişkilerin kültürleştirilmesinde görülür. Bunun gösterdiği şey, modern anlamda 'siyasi alan'ın neredeyse tamamen çökmesinden çok, kayda değer bir şekilde dönüşmesidir. Siyasi mücadelelerin ve toplumsal antagonizmaların ifadesi, siyasi partiler, parlamenter sistem ve Hukuk İdaresi'nin prosedürleri gibi 'klasik' devlet aygıtlarının alanından, rekabet halindeki 'kültürel seçenekler'in dağılmış alanına taşınmıştır. Fakat kültürleştirme siyasi meselelerin kültürel meselelere çevrilmesinden fazla bir şeydir. Kültürleştirme aynı zamanda bir 'kültür okulu'dur: Öznelerin hâkim kültür için eğitimi, yetiştirilmesi ve Sayı #1 30 Sosyalizm Sonrası Özerkliğin Çatışkıları Dušan Grlja ehlileştirme ve en sonunda temellük etme fırsatı sunarlar. Bunu verili her siyasi içeriği ve eğilimi kültürel kılarak ve “aktörleri” sivil kültürel davranış kurallarına – Ötekine tolerans ve saygı – riayet anlamında “kültürleştirerek” yapar. Burası tam da eleştirel ve muhalif duruşun düğümlendiği ve eninde sonunda bizi işlevsel “hoşnutsuzluk tedarikçileri”nden başka bir şey olarak sunmayan “kültürel üretimin” güncel ekonomi politiğinin ihtiyaçları tarafından asimile edildiği yerdir. Bununla birlikte, meşgul olduğumuz “Political Practices of (Post)Yugoslav Art” (Yugoslav [Sonrası] Sanatta Siyasi Pratikler)24 gibi projeler, yerelde Yugo‐nostalji olarak yorumlanabilir, ki bu da resmî ulusal kültürde alenen kabul edilmemiş ama ön saflarda yer alan aşırı‐sağ Lümpenproleterya'nın “ulusal hassasiyetleri”ne ve onların ideologlarına ilham verebilir. Peki sonuç olarak özerk olmak ve öz‐belirleyici bir edimde bulunabilmek ne demektir? Öz‐belirlenim, Hegelyen İdea'nın dışsallaştırma, yabancılaşma ve yabancılaşmanın aşılması yoluyla “kendinde olmak”tan “kendi için olmaya” doğru yaptığı diyalektik hareket olarak kavranan bireysel sürece işaret ettiği için yanıltıcı olabilir. Bu tekil bir bilincin neredeyse mistik bir aydınlanma ile kendinde‐bilince erişmesi olarak ortaya konan klasik bir modeldir. Gerçeklikte, kelimenin tam anlamıyla öz‐belirlenim yoktur, çünkü kendinde bilincin veya öznelliğin oluşması için her zaman bir çeşit “dışsallık” gerekmektedir. Başka bir deyişle, her zaman dışsal bir örnekten farklılaşma ve özdeşleşme için verilen bir mücadelenin sonucu olan öznelliğin (hem öz‐oluşum hem de eğitim anlamında) İnşası'nda (Bildung) diyalektik bir hareket vardır. Fakat bu kesinlikle “tinsel” bir hareket değildir, çünkü her zaman maddi koşullar ve somut olaylarla ilişkili olarak meydana gelir. Sonuç olarak, özerklik bireysel bir başarı değildir, çünkü hâkim toplumsal kurumları değiştirme anlamında kolektif maddi pratiği ve sosyal boyutu gerektirir. Sosyal kurumlar, idarecilerin yerleştiği ve yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir şekilde işleyen karar mekanizmaları ile ayakta tutulan kendine has yapılar olmaktan çok, kurumsallaşmış – iktidar tarafından biçimlenmiş ve toplumsal olarak onaylanmış – davranış veya tutumlardır. Bu nedenle, öz‐belirlenim eylemi tesis edilmiş toplumsal etkileşim yapılarına pratikte karşı gelmekle işe başlamalıdır. Sivil toplum kuruluşlarının organizasyon yapısı söz konusu olduğunda bu, kurumu bir arada tutan rutin ayak işlerini yerine getirmek için Amerikan stili staj sistemine dayanan hâkim kapitalist “STK ekonomisi”nden farklı bir sosyal bağ kurmak demektir. Bu, en başından itibaren mücadele edilmesi gereken burjuva çıraklık projesi – ya da daha açıkça söylersek – dakik ve güncelleştirilmiş kapitalist sömürü sistemidir.25 Özerklik, bu nedenle, özne oluşum süreciyle yakından ilişkilidir. Verili toplumsal sistemin ihtiyaç duyduğu bireylerin pasif üretimini değil, düşünüp taşınan kolektif öznenin öz‐belirleyici oluşum sürecini gerektir. Bu sürecin temelinde etik bir seçim vardır. Bu şekilde öznellik, her zaman verili bir durumda etik bir seçim yaparak hâkim “rasyonellik”ten kopmak gibi kolektif ve maddi bir pratikten doğar. Bu yüzden özerklik, yani öznelliğin İnşası (Bildung), verili “rasyonelliğin” sınırlarını sınama (ve karşı koyma) yoluyla gerçekleşebilir. Her zaman, özerkleştirici bir edimde – olayda – ve ona bağlılıkta ortaya çıkar. Bu nedenle, kişi eleştirisinde sebat göstermeli ve onu bu eleştiriyi – en azından – dile getirmeye iten motivasyonu, öngörüleri ve deneyimleri kamusal olarak ortaya koyma edimine sadık kalmalıdır.26 İngilizceden çeviren: Oyman Başaran üretilmesi. Aynı zamanda 'kültürel alan'ın sunduğu varsayılan 'şiddet içermeyen' sembolik mekanizmaları benimseterek, çatışmaları 'medeni olmayan' yollarla çözmekten vazgeçirmek için bizi de kültürleştirir... Bu yüzden kültürleştirme güncel sosyal antagonizmaları nötralize ederek ve pasifleştirerek bugünün kapitalist sisteminde önemli bir rol oynar.” (Dušan Grlja ve Jelena Vesić, a.g.e.) 24 “Political Practices of (Post)Yugoslav Art” projesi hakkında daha fazla bilgi için: http://www.kuda.org/en?q=node/555 25 Bkz. Dušan Grlja ve Jelena Vesić, a.g.e. 26 “Cesaret [...] kendini imkânsızlıkta sebat etmek yoluyla ortaya koyan bir erdemdir. Bu basitçe imkânsızla anlık bir karşılaşma meselesi değildir: Bu kahramanlık olurdu, cesaret değil. Kahramanlık daima bir duruş olarak sunulmuştur, erdem değil: İnsanın imkânsızla yüzyüze karşılaşmak için döndüğü an. Cesaret erdemi kendini imkânsızlık içinde sebat etmek yoluyla kurar; hammaddesi zamandır.” (Alain Badiou, “The Communist Hypothesis”, New Left Review 49, Ocak‐Şubat 2008, s. 41.) Sayı #1 31 !"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"89)"()%-:)3;0)%!"#"$"%& '($)#*+,-#./#0-& $)10-#-& 2)3)#& +*1-+*& 4)& +5+1-3& 2)3*6$)3)(7& 8"9"#:"& 0"#1-& "3;)3)(*<#0);*3)(3)&=)#%)(3*;3)(&2>+,)($);,)0*(?&@-;*#7&=)#%)(3*;3)(*#&1-#/#0-&A-(;3/3/;3-(&0-&4-(0/(?& B541),&+-#-1*3)6$)+*7&'($)#*+,-#.-& 0)$52(-A*;7& )#0"+,(*1)37&+*1-+*&4)&;"3,"()3&$)(;)%*3)6,*($)1*& 2),*($*67& "3;)& #"AC+C#C#& 1"%0)& DE.C#0-#& A-%3-+/& =-6;)#,,)& 1/F/3$/6,/(?& G-;-,7& B541),& +5#(-+/& +-#-1*+*%3)6$)7& $)(;)%*3)6$)& 1>#)3*$3)(*#*& 0-H-& 0-& 2"93)#0*($*6,*(?& B5+1-3& -0-3),+*%3*F*#& 0)(*#3)6$)+*13)&=*(3*;,)&"3;)&*9*&=>32)+)3&0)#2)+*%3*;3)(&0)&-(,/6&2>+,)($*6,*(?&& & I)()4-#7&2)9&B541),&0>#)$*#0)&;>1J;)#,&4)&)#0"+,(*1)3&=-#3*1>0)#&53C6-#&*;*&;C,CK3C&=*(&6)H*(0*?& L)H*(&$)(;)%*7&0-H-&ME.3*&1/33-(0-&N3)O-#0)(&P-$-#1-#&,-(-A/#0-#&H-%/(3-#-#&6)H*(&K3-#/#/#&2)#)3& K()#+*K3)(*#)& +-0/;& ;-3$/6,/Q& P)$)3& =*(*$*#*& >%)3& 35;-3& ,5K3C3C;3-(/& =-(/#0/(-#& 8-43C<#C#& 53C6,C(0CFC7&2)#*6&+5;-;3-(/7&A-%3-&1";+);&53$-1-#&=*#-3-(/&4)&A)(-H&K-(;3-(/13-7&9-3/6-#3-(&*9*#&=*(& K-(;J6)H*(?& B-#-1*& ;C(C3C63-(/#/#& 0-& 1)(3)6,*F*& =-#3*1>3)(& *+)& ,)(+*#)7& +,-#0-(,7& -3=)#*+*%& =*#-3-(3-& 1-K/3-#0/(/3$/6& 8,-6& :-#2/33-(<& 2>("#"$"#0)10*3)(?& RC& =-#3*1>3)(0)#& =*(*& 53-#& 8!"#)1JR-,/<& $-H-33)+*#*#&,5K3C$&,-(-A/#0-#&8R-#23-0)6<&53-(-;&-#/3$-+/&=56C#-&0)F*3?&& & RC&A-(;/7&+*1-+*&53-(-;7&8$*33*<&4)&8B541),<&A-(;/&6);3*#0)&15(C$3-$-;&$"$;"#0"7&A-;-,&);5#5$*& 4)&/(;&,)$)33*&=-+*,&=*(&;535#1-3&A-(;&0)F*30*&=C?&& & B541),3)(& R*(3*F*.#0)& >#)$3*& 0)():)0)& );5#5$*;& )6*,+*%3*;& =C3C#$-$-;,-7& +5+1-3& ;-,$-#3-6$-& +,-,"1)& 2>()& =)3*(3)#$);,)10*?& R*()1*#& +5+1-3& K5%*+15#C7& 9)6*,3*& ;-,)25(*3)()& -1(/3-#& 8K()+,*S3*<& $),-3-(-&+-H*K&53$-+/&"%)(*#0)#&=)3*(3)#*15(0C?&T()+,*S3*&$),-3-(/#&+)$=53*;&;-K*,-3&0)F)(*&4-(0/U& =C#0-#& 053-1/& -10/#3-(7& B541),3)(& R*(3*F*.#0)& 1";+);& +,-,"1)& +-H*K,*?& R3C:*#7& N$)(*;-#& A*3$3)(*7& ,)1K7& K5(#52(-A*& 2*=*& 8R-,/<& 0-$2-+/& ,-6/1-#& $),-3-(& 0-& =C& +/#/A,-10/?& !)9& B541),& 0>#)$*#0)& '($)#*+,-#.0-& +51C,& +-#-,& 4)& K5K& +-#-,3-& ,)$+*3& )0*3)#& 8-4-#2-(0<& +-#-,/& 0-& =C& +/(-3-$-1-& );3)1)=*3*(*%?& RC& +5#C#:C+C7& 6)H(*#& 2>("#"$"13)& 0)& K-(-3)33*;3)(& -(%& ),$);,)10*U& =C#3-(/#& -(-+/#0-7& 8;5$"#*+,J;-K*,-3*+,& =*(3)6*$*<& +,*3*& )K*%50*;& 1-K/3-(0-#& 8!)#93*;& B-(-1/<#/7& 8V5+*-<& +*#)$-+/#/7&8W4*#<&X,)3*.#*&+-1-=*3*(*%?&& & RC&0C(C$7&-1#/&%-$-#0-&=*(&0*F)(&+*1-+*&A-(;/&2>+,)($);,)10*Q&81)(3*<&4)&81-=-#:/<?& & @-;*#7& =C& ,*K& 1-K/3-(/#& )#& =)3*(2*#& 53-#3-(/& ;-A)3)(0*?& YE.3*& 1/33-(/#& =-63-(/#0-7& B541),& I)()4-#./#& $)(;)%*#0)7& H-3;-& -9/;& K-(;3-(0-& 95;& +-1/0-& ;-A)& 4-(0/?& RC& H-3;-& -9/;& 1)(3)(0)& ,5K3-#-#3-(& 2)#)30)& -10/#3-(0/?& I-%-(3-(& 4)& ()++-$3-(7& 0-H-& +5#(-& 8!3-+#5+,<& 1/33-(/#0-& +*1-+*& A--3*1),& +352-#3-(/#-&0>#"6):);&53-#&A*;*(3)(*&4)&A5($"33)(*&,-(,/6/K&6);*33)#0*(*15(3-(0/?&RC&A5($"33)(& 0-H-& >#:)& =-H+),,*F*$*%& A-(;-& 0-1-#/15(3-(0/Q& 8C3C+-3<& 4)& 83*=)(-3<?& R*(*#*#& $)(;)%*#0)& W-F3/;& Z-(-=-F./#& ;)#0*& ;)#0*#*& *0-()& ),$)& H-;;/& 4-(0/7& 0*F)(*#*#& -$-:/& *+)& >%)3& $"3;*1),*#& 4)& +)(=)+,& K-%-(& );5#5$*+*#*#& 6);*33)#$)+*10*?& [;*#:*& A5($"3"#& ,)%-H"(3)(*#0)#& =*(*& 0)7& B541),& +5#(-+/& '($)#*+,-#./#0-& 1)(-3,/#0-#& 2"#/6/F/#-& 9/;-#& 4)& R-,/3/& %*H#*1),*#& ,-6/1/:/3-(/#0-#& =*(*& 53-#& 2"#:)3& +-#-,,/?& \)+)3)7& +-0):)& +-#-,9/3-(& ,-(-A/#0-#& ,-;0*$& )0*3)#& +-#-,/#& R-,/.0-& 05F$C6& 4)& R-,/& 1-(0/$/13-&2)3*6$);,)&53$-+/&4)&H-,,-&1)()3&0)#)1*$3)(*#&R-,/3/&;-4(-$3-(&153C13-&*A-0)&)0*3$)+*& 0)F*30*?& W-H-& >#)$3*+*7& +-#-,& -3-#/#0-& =C& ;)#0*#*& *A-0)& ),$)& -(-:/#/& 4)& =*9*$*#*& $"$;"#& ;/3-#& 1)#*0)#&1-K/3-#$-7&*;,*0-(&50-F/&53-(-;&R-,/.#/#&(53"&53$-0-#&2)(9);3)6)$)%0*?&& & ]E.3/& 1/33-(0-& 6);*33)#)#& 8B541),& $50)(#*%$*<& $)6(C*1),*#*& $*33*& *;,*0-(0-& -(-0/1+-7& 5#C#3-& +)(,& 9-,/6$-& *9*#)& 2*()#& 8'($)#*& -4-#2-(0/<& 0-& R-,/3/& %*H#*1),*#^*;,*0-(/#& =*(& "("#"10"U& 5& ()+*$3)(*#7& 1)(3)6,*($)3)(*#&4)&4*0)53-(/#&"(),*3$)+*&5#+C%&*$;-#+/%&53C(0C?&W*F)(&,-(-A,-#7&'($)#*&+-#-,/#/#& 4)& =C& -(-0-& 2"#:)3& +-#-,/#& 2)3*6$)+*& *9*#& >%)3& $"3;*1),*#& 1)#*0)#& 0-F/3/$/& $)+)3)+*& >#)$& -(%& ),$);,)10*?& R-63-#2/9,-& @)45#& P)(JT),(5+1-#./#& 3*=)(-3& ()S*$*& ,-(-A/#0-#& 8-4-#2-(0& +-#-,9/3-(-<& H)0*1)&)0*3)#7&0-H-&+5#(-&*+)&V5=)(,&Z59-(1-#./#&8$*33*1),9*<& ()S*$*&,-(-A/#0-#&2)(*&-3/#-#&8_-1J N(,<&=*#-+/&4-;-+/#/&>%)33*;3)&H-,/(3-,$-;,-&A-10-&4-(?&& & '($)#*&2"#:)3&+-#-,/7&80)$5;(-+*7<&8*#+-#&H-;3-(/7<&8K-%-(<&4)&8);5#5$*;&3*=)(-3*%$<&4--%&)0)#& 4)& C3C+3-(-(-+/& ;-K*,-3*#& 0-F/,/$& ;-#-33-(/#0-#& =*(*& H-3*#)& 2)3)#& +)9*3)#3)(& ;)+*$*13)& *3*6;*3*10*& 4)& *3*6;*3*&53$-1-&0)4-$&)0*15(?&& & R)3*(,$);&2)();*(&;*7&+/#/A+-3&;-,$-#3-6$-&4)&;-K*,-3*+,&+/#/A3-(/#&6);*33)#$)+*&V5=)(,&Z59-(1-#./#& H";"$),*&0>#)$*#0)&4)&+-1)+*#0)&,-$-$3-#$/6,/(?&'($)#*+,-#.0-&;-K*,-3*%$*#&6);*33)#$)&+"():*& !"#$%&'% ()% !"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"8!"#$"%&'"()*"%& "9"#:"&0"#1-&"3;)3)(*#0)#&=*(95FC&*9*#&,*K*;,*(?&8[9)(*0)#<&`()+$*&53$-1-#a&-1(/:-3/;3-(&8>%)3&9/;-(& 2(CK3-(/#/<&4)&N4(CK-&$50)33)(*#0)#&95;&A-(;3/&=*(&+*+,)$*&6);*33)#0*($*63)(0*(?& & b)-#JG(-#:5*+& cH)4(*)+.)& 2>()7& 8Z-K*,-3*+,& 2)3*6$)#*#& =)33*& =*(& #5($C& +5+15K53*,*;& 0"%)#& K()#+*K3)(*#0)#&-1(/30/F/#0-&N4(CK-*&$50)3*#&H";$"&%-1/A3-$-1-&=-63-(?&\-(O&;-K*,-3*%$&4)&C3C+J 0)43),& ;5#C+C#0-& =*32*& +-H*=*10*7& A-;-,& d*6-0-$3-(/& 0)43),*.& `+$"$& ,%$#,-,%,.#a& ;-4(-$/#-& -6*#-& 0)F*30*?& R*%& =C2"#7& ,5K3C$C#& (/%-+/13-& ;-=C3& 2>()#& 4)& 1-6-,/3-#& 4)& +/;3/;3-& -#,*0)$5;(-,*;& 4)& 0)$5;(-+*& >#:)+*& 0)#),*$& +*+,)$3)(*#)& =-64C(-#& =C& 1)#*& 0)43),& ,*K*#*& ,-#/15(C%?<e& f3C+3-(-(-+/& A*#-#+&;C(C$3-(/#/#&,-3)=*13)&H";"$),*#&=C2"#)&;-0-(&+/;/&=*(&6);*30)&8g-+H*#2,5#&;5#+)#+"+"<& K()#+*K3)(*#*& ,-;*K& ),$)+*7& '($)#*+,-#h0-& 8*6-0-$3-(/& 0)43),*#*#<& 6);*3)#$)+*#)& >%)33*;3)& ;-,;/& +-F3-$/6,/(?&& & RC&6-(,3-(0-&);5#5$*&="1"1)=*3*(7&H-1-,&+,-#0-(,3-(/&0-&1-4-6&=*(&,)$K513-&1";+)3)=*3*(7&A-;-,&=C& 2)3*6$)3)(&+5#C9,-&0)4(*$:*&)F*3*$3)(*#&95F-3$-+/#-&153&-9-:-;,/(?&& & I)()4-#./#& ,-(*H*& $)(;)%*#*#& 1/;/3$-+/#/#7& +-;*#3)(*#*#& :)=()#& +"("3$)+*#*#& 4)& 1)(*#)& ZC%)1& c-00)+*.#*#& *#6-& )0*3$)+*#*#7& I)()4-#./#& ;-K*,-3*+,& 1)#*0)#& 1-K/3-#$-+/#/#& +)$=53*;& 53-(-;& ,-$-$3-#$-+/& -#3-$/#-& 2)30*F*#*& +>13)1)=*3*(*%?& \-(;& W-4*+.*#& 1-%0/F/& 2*=*7& 8ZC,CK3-6$/6& -(-%*& ;C33-#/$& $50)3*& 4)& #"AC+& 15FC#3CFC7& )+;*& 9-(3/;& ;5#,(53"#"& 4)& /(;9/& 1>#),*$& $-#,/F/#/& H-,/(3-,$-;,-0/(?& i9"#:"& 0"#1-#/#& H)(& 1)(*#0)7& K5+,J;535#*1)3& )3*,3)(& ;535#*1)3& 6)H(*#& A*%*;+)3& >%)33*;3)(*#*#& $*(-+/#/& 0)4(-3-(-;& ="1";& =*(& 6)4;3)& 1)#*0)#& "(),$);,)0*(3)(?& \*33*& ;C(,C3C6& 4)& +5+1-3&)6*,3*;&+>13)$3)(*#)&(-F$)#7&;)#0*&+/#/A+-3&4)&$);-#+-3&-1(/:-3/;3-(/#/&+-4C#$-;&-0/#-&/(;9/& ;535#*1)3&=>32)3)6$)1*&-2()+*A&=*(&6);*30)&C1-(3-$-;,-0/(3-(?<M&& & MEEe& 1/3/#0-& 9/;-(,/3-#& 4)& =)3)0*1)1)& -*,& -(+-3-(/#& -9/;& -(,,/($-13-& +-,/6/#/& $"$;"#& ;/3-#& *%*#7& ;(5#535S*;&-9/0-#&>#)$3*0*(?&X&,-(*H)&;-0-(&-(+-3-(/&+-0):)&;*(-3-$-&*$;j#/&4-(0/?&R*(&0*F)(&>#)$3*& $5,*4-+15#& *+)& 6)H(*& 1-=-#:/& ,C(*+,3)(& *9*#& 9);*:*& ;/3$-& -(%C+C10C?& RC& 0-& =*(& 3";+& -3-#/#/#& 1-(-,/3$-+/&-#3-$/#-&2)3*15(0C?&& & ZC%)1& c-00)+*.#*#& *#6-+/#/& I)()4-#./#& ;-K*,-3*+,& 1)#*0)#& 1-K/3-#$-+/#/#& =)32)+*& 53-(-;& ;-=C3& ),$);& $"$;"#0"(?& k5;& +-1/0-& ;-(-& C3-6/$/& ,"#)33)(*#*#& 1-K/$/& 4)& =*3H-++-& 6)H(*#& $)(;)%*#0)#& 2)9)#& /,$"#& l)H(*.#*#& 1-,-F/#/#& -+A-3,3-#-(-;& #)H(*#& =*(& 1)(-3,/& ;-#-3/#-& 0>#"6,"("3$)+*& 0*;;-,& 9);*:*0*(?& RC(-0-;*& +)$=53*;& -#3-$& -9/;,/(?& l)H(*#& 0*%2*#3)6,*(*3$)+*#*7& ()S*$*#& 6*00),& )13)$3)(*#0)#& =*(*& 53-(-;&2>($);&2)();*(?&R-(5#& _-C++$-##./#&(-0*;-3&1>#),*$*#0);*& eY]E.3-(/#& T-(*+.*#0)& 530CFC& 2*=*7& MEEE.3)(0)& I)()4-#./#& 1)#*0)#& 1-K/3-#0/(/3$-+/& 0-& >%)3& ;-%-#:/#& $-;+*$C$-&9/;-(/3$-+/#-&4)&+5+1-3&0)#),*$*#&+/;/3-6,/(/3$-+/#-&153&-9-(?&@-;*#7&_-C+$-##.3-6$/6& T-(*+.,)#& A-(;3/& 53-(-;7& I)()4-#./#& Z59-(1-#.3-6$-+/7& 5& %-$-#-& ;-0-(& =-#3*1>3)(0)& 4*33-3-(& *#6-& )0)#& 1";+);& +/#/A/#& +*1-+*& 1>#),*$& ;C(C$3-(/#-& ;5#C$& 53-(-;& 1-;/#3-6-=*3$)+*& *9*#& $)(;)%0)& 2)(9);3)6$);,)0*(?&& & B5#C9,-7& '($)#*+,-#&=C(SC4-%*+*7&"9"#:"&0"#1-& "3;)3)(*#*#&H)$)#&H)K+*#0)&530CFC&2*=*7&b)()$1& B)-=(5:;.C#&0)1*6*13)7&8;)#0*&"3;)+*#*#&4-,-#0-6/&53$-;,-#&9/;/K7&K-(-#/#&+-,/H+/%&,5K52(-A*+*#)&-*,& 53-#& 2>9$)#3)()7& %)#2*#3*F*#& 4-,-#+)4)(3)(*#)7& ,-(*A*& %5(& 4)& -3,/#& 1/30/%3/& =*(& H*9=*(& 1)(*#& $*33*1),9*3)(*#)&0>#"6$);,)0*(?<D&& & ZC%)1& c-00)+*.#*& =*(& 0#,"$1)& ,2& %131()7& 1-#*& 15;,-#& =*(& 6)1& 1-(-,$-& 53-(-;& 2>($);& 3-%/$0/(?& c-00)#*#& +C#*3*F*& 1)6*3& -3-#3-(/#& );+*;3*F*13)& 0-H-& 0-& 4C(2C3-#$-;,-0/(?& B-0):)& +-;+/3-(& *9*#0)& 9-3/3-(& 2>%)& 9-(K-(?& !>("#"6)& 2>()7& =C(-+/& '($)#*+,-#./#& 0*;,-,>("& V5=)(,& Z59-(1-#./#& ="1";3"F"#"#& *+K-,/& 53-:-;7& 5#C#& 15;,-#& =*(& 6)1& 1-(-,-=*3$)& ;5#C+C#0-;*& 1),)#)F*#*#& 6-H-0),*#)&0>#"6):);,*(?&& e &mnopqnrsqtru&^&vrwrnrsqtru?&xyzy{|}~&•~€y•&xqnrpq‚7&ƒq•J„‚q•z|q&…yw‚€y7&†q~‚r•&‡qwr{&r&ˆq{u&‰qsr^^& Šonr~r‹q7&ŒrnozoŒru7&rz‹|zz~wo?&•&e7&MEED&Žb)-#JG(-#:5*+&cH)4(*)+7&Z-,H)(*#)&W-4*07&l-01-&P-%*& 8Z"()+)33)6$)^\)0)#*1),&•Q&',*)##)&R-3*=-(&*3)&B>13)6*<7&4)(1$15"6&7,(8,9,6&:"%"$6?e&`MEEDa?•& M &\*;)&W-4*+?&EY&P)$$C%&MEE]?&8_-C++$-##&*#&,H)&P(5K*:+?<&& *++,-../0123456017"+4058019./40.1:"37:.;;)<<((<;.''=>;?=)?;..%-0()+*#0)#&C3-6/3-=*3*(&ŽDE&NFC+,5+&MEE‘•?&& D &b)()$1&B)-=(5:;7&;3,&<1$1,8&)9&$3,&:).$3=&:0,%,8&9#)>&"&?,@,()-1%A&B)#(C&`@5#0(-Q&’)(+57&e‘‘]a7&+?&Mee?& & !"#$%&'% ((% !"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"8!"#$"%&'"()*"%& & V5=)(,& Z59-(1-#& ,-(-A/#0-#& 5(,-1-& ;5#C3-#& 2>("6)& 2>()7& ZC%)1& c-00)+*7& 0-H-& A-%3-& ,C(*+,& 9);)=*3$);&*9*#&I)()4-#./&82"%)33)6,*():);<7&-1#/&%-$-#0-&;"()+)33)6$)#*#&+)$=53"&53-:-;,/(?&& & I)()4-#./#& ;-K*,-3*+,& 1)#*0)#& 1-K/3-#$-+/7& 6*$0*3*;& +-0):)& ="1";& *6& -0-$/& 853*2-(;3-(0-#<& 4)& )33)(*#0)& ="1";& );5#5$*;& 2"9& ,5K3-1-#& -1(/:-3/;3/& 0)43),& -0-$3-(/#0-#& 53C6-#& +*1-+*& 1>#),*:*& ;)+*$*#&1)#*0)#&1-K/3-#$-+/&-#3-$/#-&0-&2)3$);,)10*?&& & Z"3,"()3&-3-#&0-&1)#*0)#&1-K/3-#0/?&'($)#*+,-#7& 0-H-&5#&1/3&>#:)&654&)#0"+,(*+*#*& ="1";&5(-#0-& )+;*& *$K-(-,5(3C;& $)(;)%*& VC+1-.0-#& 4)& '($)#*& 0*-+K5(-+/#0-#& *,H-3& )0)#& =*(& "3;)& ;5#C$C#0-1;)#7&6*$0*7&=C&-9/F/&+-0):)&1)(3*&"(),*$3)&0530C($-;3-&;-3$-1/K&"(),*$*#*&8*H(-9<&0-& ),$);,)0*(?& L54& )#0"+,(*+*7& +*1-+*& 53-(-;& 1>#),*$)& ,-=*& 53$C6& 4)& 2>("#"6)& 2>()7& ,5,-3*,)(& 8+5+1-3*+,& ()-3*%$<*#& ;-K*,-3*+,& =)#%)(*& 53-(-;7& ()S*$*#& ()+$*& +-#-,/& 4)& *0)535S*;& K3-,A5($C& H-3*#)& 2)3$*6,*(?&& & L54& )#0"+,(*+*#*#& =*(& ()+$*& K(5K-2-#0-& -(-:/& H-3*#)& 2)3$)+*7& 1>#),*$*#& ;)#,+)3& -3-#/& ,5K3C& ),;*#3*;3)(7& A)+,*4-33)(7& -9/;H-4-& ;5#+)(3)(*& 4)& K)(A5($-#+3-(& *9*#& ;C33-#$-& *$;j#3-(/#/& 2)#*63),$*6,*(?&& & i%)(3)(*#0)&1)()3&654&)#0"+,(*+*#*#&81/30/%3-(/#/#<&()+*$3)(*&=C3C#-#&=)%&-A*63)(&4)&();3j$&K-#53-(/& +5;-;3-(/& 0530C($C6& 4)& ;)#,& H-1-,/#/#& ,)%-H"(3)(*#*& 0)#),3)(& H-3)& 2)3$*6,*(?& Z"3,"("#& ;-K*,-3*+,& 1)#*0)#&1-K/3-#$-+/&82>+,)(*&,5K3C$C#C#<&6);*33)#$)+*#)&153&-9$/6,/(?&G-;-,&=C&,5K3C$7&82>+,)(*& $),-3-(/#/#<&*9)(*F*&-9/+/#0-#7&R-,/&,5K3C$C&*3)&A-(;&-(%&),$);,)0*(?&'($)#*+,-#.0-;*&1>#),*$7&654& )#0"+,(*+*& +-1)+*#0)7& R-,/& "3;)3)(*#0)& 530CFC& 2*=*& 8H"((*1),<& 4)1-& 80)$5;(-+*<& 0)F*3U& 8()A-H7<& 80)43),7<&8$*33),7<&8+51;/(/$<&4)&=)#%)(*&$),-3-(&,-;0*$&),$);,)0*(?&& RC& 1)#*0)#& 1-K/3-#0/($-3-(7& MEE“& 1/3/#0-;*& K-(3-$)#,5& +)9*$3)(*#0)& )%*:*& =*(& 1)#*32*& -3-#& 8)+;*<& $CH-3)A),*#& ;5#C$C#C& H*++)0*3*(& 0)():)0)& %-1/A3-,$/6,/(?& B-#/(/$7& =C#C#& -+/3& +)=)=*7& 1>#),*$*#& 4)&$CH-3)A),*#&-1#/&2>+,)(*&$),-3-(/#/&;C33-#-(-;7&5,5(*,)(3*F*&)=)0*3)6,*(*K&,-$-$3-1/:/&=*(&C#+C(-& 0>#"6,"($)+*#0)&1-,$-;,-0/(?& & P)$)30)& 2)#93)(0)#& 53C6-#& D>-,"03>,%$& E()05& -03/& 2(CK7& 8)+;*<& $CH-3)A),*& )3)6,*()();& 5(,-1-& 9/;,/?& G--3*1),3)(*& ;-(#-4-3& *9)(*;3*10*& 4)& -;,*4*+,& +-#-,,-#& )+*#3)#$*63)(0*?& 8V5=5,3-6$-1-& H-1/(7& 8,#F"%$("G>"*"& H-1/(& `G(-#+/%:-& ,)F$)#& -#3-$/#-& 2)3)#& 88,#A,%$<& +>%:"F"#)& 2>#0)($)a7& C)C("G>"*"&H-1/(&`8050<&+>%:"F"&'($)#*:)&8-K,-3<&-#3-$/#-&2)3*(a<&+*1-+*&+>13)$*7&=-6;-#&V5=)(,& Z59-(1-#./#7& =-6=-;-#&4)&6*$0*;*&=-6;-#&B)(S&B-(2+1-#./#&4)&V)A-H&'($)#*+,-#./&K-(,*+*#*#& 3*0)(*7& +-=/;-3/& 2)9$*6*& 53-#& 8050<& ,-;$-& -03/& 53*2-(;& !-2*;& W%-(C;1-#./#& *+*$3)(*13)& 1-K/3-#& =*(& ;)3*$)& 51C#C10C?& B)9*$& ;-$K-#1-3-(/#0-& *+)& =C& "9& K53*,*;-:/#/#& K5(,()& A5,5F(-A3-(/#/& ;C33-#$/6& 4)& 1"%3)(*#*#&"+,"#)&=*()(&8WC(<&*6-(),*&1)(3)6,*($*63)(0*?&& & D>-,"03>,%$& E()057& '($)#*+,-#.0-& *3;& 0)A-& 53$-;& "%)()& H)(;)+*#& +*1-+*& +"()9,)#& %)4;& -3$-+/#/& >#2>()#& 1)#*& =*(& K()#+*K& 2),*(0*?& 8'+;*<& $CH-3)A),*#& )3*,*+,& >(2",3)#$)& K()#+*=*#)& ;-(6/7& =C& 1)#*& +*1-+*&H-();),*#&+352-#/&8e”e”e”•<&*0*?&&P-#/#$/6&'($)#*&-(-6,/($-:/&_(-#,&P)(JN=(-H-$1-#7&=C& 1)#*& 532C1C& 6>13)& ,-#/$3-0/Q& 8_-;*;*& K53*,*;-& +5;-;3-(-& 4)& $)10-#3-(-& 0>#"15(?& X,5(*,)(& $CH-3)A),*#& ;(-33/F/#0-& #*H-1),& H-;*;*& =*(& +>%& 0C1C30C?<–& RC& -3/#,/0-& =*3H-++-& $);j#+-3& ,-#/$3-$-3-(-&0*;;-,&),$);&2)();*(?&B-+;*-&B-++)#.*#&1-%0/F/&2*=*Q& & f3C+C#& $);j#/#-& ;/1-+3-& ;)#,+)3& $);j#& K53*,*;-& *9*#& 95;& 0-H-& +5$C,& =*(& -3-#& +-F3-(?& \*33*& +*1-+),& *9*#0)& 2>("#$)%& 53-#& 2-1(*& ()+$*& +*1-+*& -;,>(3)(7& =C(-0-& +*1-+*&+-H#)1)&0-H-&1-;/#0/(3-(&4)&=)3;*&0-H-&0-&>#)$3*+*7&;)#0*3)(*#*&=*()(&+*1-+*& -;,>(& 53-(-;& ;C(2C3-$-3-(/& 0-H-& 53-+/0/(?& !)3*6$*6& ;)#,+)3& );5#5$*#*#& 0*F)(& )43)(*&4)&*6&1)(3)(*#*&1)(*#0)#&)0)();&2*,,*;9)&2)#*63)1)#&3";+&-3-#3-(/&1-(-,$-+/7& +*1-+),*&=)+3)1)#&=*(&532C&H-3*#)&2)3$*6,*(?&L)H*(&$);j#/&-(,/;&)+;*&1)()3&1>#),*:*& )3*,3)(*#& 53C6,C($-1-& 9-3/6,/;3-(/& +*4*3& -3-#& 0)F*37& +*1-+*& =*(& -3-#0/(?& L)H*(& +*1-+),*& 95FC& %-$-#& +5$C,,C(7& ;*,3)+)3& $)01-& ,);#535S*3)(*#)& =-F3/& 53$-;,-#& 95;7& *#+-#3-(& ,-(-A/#0-#& 1-K/3/(?& B5;-;& +*1-+),*7& +)9*$& +*+,)$3)(*& 2*=*& ()+$*& +*1-+*& – !"#$%&'% (>% &H"*5"5"%&'">"%"5&`'($)#*+,-#&—-$-#/a7?&‘M?&& !"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"8!"#$"%&'"()*"%& +*+,)$3)()& 0-1-#$-1-#& 1)#*& +*1-+*& >%#)33*;& =*9*$3)(*#*#& 53C6$-+/#/& $"$;"#& ;/3-(?˜&& & N1#/& %-$-#0-7& MEE“& 1/3/#0-7& :58,("& `R-63-0/a& -0/#/& ,-6/1-#& 1)#*& =*(& +*1-+*& *#*+*1-,*A& A--3*1),3)(*#)& =-63-0/?& Z-$C+-3& -3-#3-(0-7& =-%/& ;-(#-4-34-(*& )13)$3)(& 0"%)#3)0*3)(?& RC& H-();),7& 1)#*& =*(& +*1-+*& >%#)&>(#)F*0*(?&_-();),*#&"1)3)(*#0)#&N(+)#&_-(-,1-#&6>13)&0)$*6,*(Q&8RC&H-();),&A5($-33)6$)1)& =-63-0/F/#0-&;)#0*&*$;j#3-(/#/&;/+/,3-$/6&53-:-;&4)&),(-A/$/%0-&95;&+-1/0-&=C3C#-#&+C#*&BPZ.3-(0-#& =*(*#)& 0>#"6):);,*(?& R*%& >(2",3)#$*6& ;-5+& 0C(C$C#-7& 1-#*& *#-#0/F/$/%& ;-4(-$3-(& H-;;/#0-& ;5#C6$-1-&>#)$&4)(*15(C%?<]& & _*$-&™&GC,=53&™&ED?E“?MEEY& & & & & MEE“&+5#=-H-(/#0-7&"3;)#*#&*3;&=-6;-#/&@)45#&P)(JT),(5+1-#7&e‘&LC=-,&MEEY&=-6;-#3/;&+)9*$3)(*#)& ;-,/3$-;&*9*#&+*1-+*&A--3*1),*#)&2)(*&0>#0"?&P-$&0-7&=C#C#&2*=*&1)#*&+*1-+*&>%#)3)(*&0-1-#-;&1-K$-& #*1),*#0)10*?& RC& 0C(C$7& =*3H-++-& 6)H(*#& $)(;)%*& 1)(3)(*#0)& 9)6*,3*& )13)$3)(& 2)(9);3)6,*()#& 2)#9& *#*+*1-,*A3)(*#&A--3*1),3)(*#)&2"9&4)(0*?&RC(-0-&>%)33*;3)&H1>"&`L*$0*a“&4)&H"$.5&/.%C&`š%)3&P-=C(a Y& -03/& 2)#93*;& *#*+1-,*A3)(*#0)#7& !,#& I"$J& `Z-3;& N1-F-a‘& +*1-+*& H-();),*#0)#7& K1& I3.>-& L8"%)A3%,#& `R*(& !(CK& šF()#:*a& 2)#93*;& H-();),*#0)#7& M,#1$"8"#C& 4"3-"%)A3"5"%%,#& `!)#9& PC,C:C3-(a& BPZ.+/#0-#&4)&N#$&O"P)#"$)#1"&`B-#-,&@-=5(-,C-(/a&;"3,"()3&5(2-#*%-+15#C#0-#&=-H+),$);,)&1-(-(& 4-(?&& & & _*$-&™&GC,=53&™&ED?E“?MEEY& & & RC&$CH-3*A&H)();),*#&=*(&0*F)(&>#)$3*&>%)33*F*&*+)7&1>#),*$&,-(-A/#0-#&0)#),3)#)#&4)&+-#+"(3)#)#& ;*,3)+)3& $)01-1-& ;-(6/& ()00)0*:*& ,C,C$C& 4)& =C#-& -3,)(#-,*A& 53-(-;& 1)#*& 0*S*,-3& ,);#535S*3)(*& ˜ &B-+;*-&B-++)#?&ME&P)$$C%&MEE]?&8G(-2$)#,)0&f(=-#&P5K52(-KH*)+&-#0&PH)*(&f#0)(31*#2&•#,)(:5##):,*5#+?<& H,,KQ^^›5(30J*#A5($-,*5#?5(2^›*5^()-0$)^‘‘MEEDDE‘^ee˜–‘]–YE–^^&-0()+*#0)#&)(*6*3)=*3*(&ŽDE&NFC+,5+&MEE‘•?& ] &8:58,("&[#+*1-,*A*&\*33),4);*33)(*#)&B"K(*%&I-K-:-;<?&N#"@)$7&MD&l*+-#&MEEY?&›››?-(-45,?-$&-0()+*#0)#&)(*6*3)=*3*(?& “ &H,,KQ^^œ=H*$-?=352+K5,?:5$^& Y &H,,KQ^^H-,C;2C#0?05?-$^& ‘ &H,,KQ^^4)(;-,+?:5$^^& !"#$%&'% (=% & !"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"8!"#$"%&'"()*"%& ;C33-#$-+/10/?&RC&1"%0)#&0)&=C&H-();),7&8W’W&0)4(*$*<eE&53-(-;&-03-#0/(/30/?&RC&-13-(0-7&>#)$3*& =*(&;/+$/#/&4*0)5&+-#-,/#/#&53C6,C(0CFC&,5K3-$&=*(&$*315#-&1-;/#&W’W&"(),*30*&4)&0-F/,/30/?&& & [#,)(#),*#& +C#0CFC& *$;j#3-(& *+)& 1)#*& =*(& >(2",3)#$)& -3,1-K/+/& +-F3-$-;,-10/?& \)+)3-7& !,#& I"$8& +*1-+*& -;/$/& 2*=*7& =)3*(,*3)#& 2(CK3-(/#& 95FC7& =-63-#2/9,-& +-#-3& 5(,-$0-& 53C6$C63-(0/?& P"$& =C#3-(7& =-%/&)3)6,*($)#3)()&'($)#*+,-#.0-&K5+,$50)(#*%$*#&+5#-&)(0*F*#0)#&=-H+),$)&*$;j#/&4)(0*?&& & & _*$-&™&B*1-+*&\-H;C$3-(/#&L)H*(0)&I"("1"6"&™&M‘?E–?MEEY& & & _-();),*#& *3;& -6-$-+/7& 1>#),*$*#& =-(/69/3& 2>+,)(*:*3)()& ;-(6/& +*3-H& ;C33-#-(-;7& )#& -%& eE& ;*6*1*& >30"($)+*& +5#C:C& 1-6-#-#& e& \-(,.,-;*& ;-#3/& A-:*-13-& +5#& =C30C?& i3;)0)& 2>+,)(*3)(7& ,5K3-#,/3-(7& *A-0)& >%2"(3"F"& 4)& 0*F)(& H-;& 4)& >%2"(3";3)(& +/#/(3-#0/?& I"%3)(:)& -;,*4*+,& ;)#0*#*& H-K*+,)& =C30C?& I>#),*$7&53-F-#"+,"&Hj3*#&()+$)#&+5#-&)($)+*#0)#&+5#(-&0-&,5K3-#,/7&2>+,)(*&4)&1"("1"63)()&*%*#& 4)($)$);,)0*(?& @-;*#7& -;,*4*+,& 2(CK3-(7& K53*+*#& ;)#0*3)(*#)& ;-(6/& ;-#C#+C%& 2":"#& ,"$& 6);*33)(*#*& ;C33-#$-+/& ;-(6/+/#0-& A--3*1),3)(*#*& 0-H-& 0-& +/;3-6,/(0/3-(?& N;,*4*+,& 2(CK3-(7& 1>#),*$*#& 0)+,)F*#)& +-H*K& KQNI7& H"*"8$"%1& M,#1$"8"#C"5"%& I.8"5$J.$*.%& `'($)#*+,-#& !)#93*;& T-(,*+*a7& K,5& NJA& `P);& \*33),a7& H">,#"G53.$*.%& `f1C$a7& K1"81%& `R*(3*;,)a7& E"J,& `N,$-:-a& 4)& =)#%)(*& A-6*+,& 2(CK3-(/#& A--3*1),3)(*#0)#&0)&%-(-(&2>($);,)0*(3)(?&& & & _-,C;& !C#0& ™& B-4:/#/#& XA*+*#*#& š#"#0)& R-35#3-(& J& MEEY& & 8W’W& 0)4(*$*<& *A-0)+*& *3;& 53-(-;& $CH-3)A),& 3*0)(*& @)45#& P)(JT),(5+1-#& ,-(-A/#0-#& MEEY& =-6;-#3/;& +)9*$3)(*& +/(-+/#0-& ;C33-#/30/& `I)()4-#h0-& 1-K/3-#& 2>+,)(*3)(0)& K(5,)+,5:C3-(/#& -(-3-(/#0-& =C& ;5#C0-& ;5#C6,C;3-(/#/& 0C10CFC#C& +>13)$*6,*a?& N;,*4*+,&2(CK3-(7&2>+,)(*3)(7&,5K3-#,/3-(7&)13)$3)(7&3*0)(3)(*#*#&1-K,/;3-(/&;5#C6$-3-(&H-;;/#0-&=*32*3)(&4)&e&\-(,h,-&K53*+&4)& >%)3& ;C44),3)(3)& 1-6-#-#& 9-,/6$-#/#& 4*0)5& 2>("#,"3)(*#*& *9)()#& W’Wh3)(& "(),,*3)(& 4)& 0-F/,,/3-(?& \):(-& 53-(-;& W’Wh#*#& ;C33-#/3$-+/& $-3%)$)#*#& 2)#*6& =*(& ;)+*$)& 0-F/,/3$-+/#/& $"$;"#& ;/30/?& f12C3-#-#& +/;/& +-#+"(0)#& 053-1/& =C& 2>("#,"3)(*#& ,)3)4*%15#0-& 1-1/#3-#$-+/& $"$;"#& 53-$-%0/?& 'F)(& *#,)(#),,)& 1-1/#3-#+-3-(0/& 0-& 0-H-& -%& +-1/0-& *#+-#& ,-(-A/#0-#& 2>("3)=*3*(3)(0*&9"#;"&*#,)(#),)&)(*6*$&1-12/#&0)F*30*?&RC(-1-&,/;3-1-(-;&-1#/&+/(-3-(0-&-3,/&+-#-,9/&`P*2(-#&ZH-9-,(1-#7&IC(*& \-#4)31-#7& N($-#& !(*25(1-#7& Z-()#& N3);1-#7& Z-()#& R-(+)2H1-#7& N($-#& \-(,*(5+1-#a& ,-(-A/#0-#& '($)#*+,-#h0-;*& 0)4(*$:*& +"()9& H-;;/#0-& 1-%/3-#& 4)& -3,)(#-,*A& =*(& +-#-,+-3& 80)4(*$:*& K(52(-$<& >#)()#& W’W& W)4(*$*& $-#*A)+,5+C#-& C3-6-=*3*(+*#*%?& 10 !"#$%&'% (?% & _*$-& J& •!-%),)& 5;C$-•& J& e& \-(,& X3-13-(/.#/#&-(0/#0-#& ;-$C+-3& -3-#0-& =","#& )13)$3)(& 1-+-;3-#0/;,-#& +5#(-& 1-K/3-#&*3;&)13)$3)(0)#&=*(*?&& !"#$%&'()%*+),&-.$%&-/&0)'&-12%$3$"-4$-5-6)"(-73)03)"8!"#$"%&'"()*"%& & N;,*4*+,&)13)$3)(*#&-#-&$);j#/&ZC%)1&c-00)+*&53$C6,C(?&X3-F-#"+,"&Hj3&0>#)$*#0)&=C(-0-&A-(;3/& $CH-3)A),&2(CK3-(/7&8B*1-+*&!)%*#,*3)(<&-0/#/&4)(0*;3)(*&+K5#,-#)&)13)$3)(&0"%)#3)0*3)(&4)&:-00)0)& 1"("1)();&1-1-&,(-A*F*#*&K53*,*;&=*(&)13)$)&0>#"6,"(0"3)(?&P-=**7&+-0):)&K53*+*#&,)K;*+*#*&9);$);3)& ;-3$-1/K7&A-(;3/&;C(C3C63-(/#&2"4)#3*;&$)#+CK3-(/#/#&0-&6*;j1),*#)&$-%H-(&530C3-(?&& & I)()4-#./#&;-K*,-3*+,&1)#*0)#&1-K/3-#$-+/7&6)H*(&-3-#/#/#&K-(9-3-#$-+/&-#3-$/#-&2)3$);,)0*(?&I)#*& +*1-+*&>%#)3)(*#&$":-0)3)+*7&=*(*#:*3&53-(-;7&;-$C+-3&-3-#3-(&*9*#&4)(*3)#&=*(&$":-0)3)0*(?&& & & & '($)#*:)0)#&9)4*()#Q&W*(-#&@5;$-25%1-#& !"#$%&'% (@% Asyaca Direnmek Oksana Şatalova Romantik bir sözcük olan “direniş”, güncel sanat alanında geniş bir anlamla, sıkça kullanılıyor, çünkü bu sözcük, güncel sanata inancın – kapitalizmin “doğal düzenine” karşı koyma iddiasının ve iradesinin – temel simgelerinden biridir. Somutlaştırırsak; “direniş” sözcüğü, genellikle neo‐avangard aktivist sanatın, yani küresel neoliberalizmin haritasında otonom alanların yaratılması, kurumların ve iktidar yapılarının eleştirisi gibi estetik sahada yapılan politik jestlerin amentüsü olarak görülmektedir. 1960‐70’li yılların Situasyonistleri (Durumcuları) ya da çağdaşımız olan interventionistler (müdahaleciler) bu tür bir “direnişin” örnekleri sayılır. Bu terimi, Orta Asya sanatına, özellikle de Kazakistan Cumhuriyeti sanatına bu anlamıyla uygulamaya kalkarsak, bizim sanatımızın hiç de etkin bir şekilde “direnmediğini” keşfedebiliriz. Fakat bu bir örtmecedir. Bizde bu tür bir “politik” sanat pratiği yoktur. Daha doğrusu, sanatımızın en ilginç ve temsili nitelikteki örnekleri böyle bir gruplamada yer almaz. Bugün, Kazakistan’da bilinen bütün sanat kolektiflerinin parçalanmış olması gibi, “dolaylı bir kanıttan” yola çıkabiliriz; oysa mücadele birlikleri ya da protesto gruplarında birleşen aktivist sanatçıların öz‐örgütlenmesinin tipik biçiminin, benzer düşünceye sahip olanların oluşturacağı bir kolektif olduğunu söyleyebiliriz. Kazakistan’da, geçmişte oluşturulan sanat kolektifleri de genellikle ülkede güncel sanatın ve sanat kurumlarının gelişip kök salmasını destekleyen gruplar olmuş, yani bir şeye karşı olarak değil, yandaş olarak bir araya gelmiştir. SSCB’nin dağılması sırasında ya da hemen sonrasında ortaya çıkan Kazak sanat kolektifleri (Kokserek, Kızıl Traktör, Yeşil Üçgen vb.) bütün farklılıklarına rağmen, ortak bir öncülük pathosunu, “yeni, özgür ve moda sanat” pathosunu, halkçı, hatta peygamberce bir pathosu savunmuştur. Bu, hayvanları kanlı bir şekilde öldürmek gibi radikal eylemler gerçekleştirerek “Öteki” sorunsalını uluslararası bağlamda oldukça konvansiyonel bir şekilde gündeme getiren Kokserek adlı grup için özellikle geçerlidir. Bu döneme manifestolar dönemi denebilir. Esin ve coşku dolu, geçici olarak birleştirebilecek enerjilerin zamanı. Elbette, öncülük pathosu zaman içinde kayboldu. 90’lı yıllarda ortaya çıkan bütün sanatsal gruplaşmalar uygulamada dağıldı. Kollektif manifestolar, yerlerini kişisel araştırma ve ifadelere, post‐avangard kayıtların, belgelerin zamanına ve metaforlar üretmeye bıraktı. Akılcılaştırılması güç olan “Pan‐Asya” mitolojilerini, “üçüncü dünya” imgelerini ya da “imparatorluk kalıntılarının” metaforlarını görselleştiren metaforlar ortaya çıktı. Bu tür görsel imgelerin (anlaşılmaları için şiire ve ironiye duyarlılığa, yaratıcılığa, hatta mantıktan çok sezgiye ihtiyaç duyan imgelerin) üretilmesi, aslında, Orta Asya ve özel olarak da Kazakistan sanatının genel çizgisi ve uzmanlığı oldu. Buna çok çeşitli örnekler vermek mümkündür. Said Atabekov’un iki yıldır üzerinde çalıştığı Daroga v Rim (Roma’ya Giden Yol) adlı fotoğraf dizisi anılabilir. Bozkırda tekbaşına duran figürler – gezginler, hayvanlar, otomobiller, teknik konstrüksiyonlar – kadrajda soldan sağa geçer, bir hareket varmış izlenimi bırakır, ama aynı zamanda da durağan bir şekilde poz verirler. Erbol Meldibekov’un Hallisyunatsiya (Halüsinasyon) adlı fotoğraf dizisinde de, İsveçli modernist Alberto Giacometti’nin çalışmalarının doku ve biçimini yineleyen, ama organik malzemeden (cansız bedenden, etten) yapılmış heykeller yer alır. Aynı sanatçının Pik Pabedi (Zafer Zirvesi) adlı nesneler dizisinde, Amerikan yapımı folyo tabakların ve Sovyet yapımı emaye tencerelerin içinde dağ kabartmaları vardır. Çyorniy Kvadrat (Siyah Kare) adlı videosunda ise, modernizmin “alameti farikası” olan Siyah Kare, rastgele bir figüre, üst üste yığılmış bir kurtçuk tepesine dönüşür. Almagül Menlibayeva’nın video çalışmalarında ise, Asyalı genç kızlar bozkırda Asyalı kimliğinin sabit öğeleri gibi dururlar. Ani bir dönüş yaparsak, Georgiya Tryakina‐Buharov’un at, domuz ve deve atıklarından yapılmış bolca ironi yüklü çöp‐nesnelerini de anabiliriz. Ve benzeri ve benzeri – metaforlar incelikli ve zekice olabilir, keskin ve beklenmedik olabilir; her koşulda, genellikle açık mantıksal kurgularla işleyen politik aktivist sanatın aksi kutbunda yer alırlar. Aslında bugüne kadar Orta Asya’da Batı neoliberalizmi, eleştiriden çok dayanışmaya yönelik eğilimler ortaya çıkardı, çünkü erişilmesi imkansız bir ütopya olarak algılandı. Burada yerleşik bir sanat sistemi yok, bir güncel sanat pazarı yok – kurulması sanatçıların uzun zamandır özlem duyduğu bir hayal. Bizim sanatımız kendisini direnişten çok bir sadakat ve dayanışma alanı olarak Sayı #1 38 Asyaca Direnmek Oksana Şatalova sunar – elbette sözkonusu olan devletin iktidar yapılarıyla değil, küresel kapitalist sistemin meşru bileşenlerinden olan uluslararası sanat sisteminin kurumlarıyla yapılan dayanışmadır. Bu yüzden de güncel sanatın “kurum eleştirisi” gibi dilsel fetişleri, Orta Asya’da çok yavaş yayılıyorlar. Kurumlar eleştirilmez, çünkü tam anlamıyla eleştirilecek bir şey yoktur. Yerel politik gelişmelere tepki veren sanata gelince, durum daha da karmaşıklaşır. Uygulamada herhangi bir açık seçik eleştirel mesaj görülmez – dediğimiz gibi, sadece az çok zekice metaforlar vardır. SSCB’nin dağılmasından sonra Avrasya haritasında tuhaf jeopolitik oluşumların ortaya çıktığını hatırlayalım – kozmetik, kukla demokratik kurumlara sahip Doğulu despot devletler. Kazakistan’da başkanlık sistemi var ve 2007 yılında yapılan sözde “demokratik reformun” ardından “başkanlı parlementer sistemle” yönetilen bir cumhuriyet oldu. Fakat aslında otoriter bir devlet; politik süreçler aşiret rekabetiyle karara bağlanıyor ve aşiret liderleri de ya başkanın ailesinden ya da onun yakın çevresinden kişiler (akrabalar arasında Ortaçağ’da yapılan taht mücadelelerine benzer şeyler yaşanıyor). Muhalefetse, yabancı basının tanımıyla, “evcil ve cepte”, yani görünüşte çoğulculuk olsun diye başkanın kendisi tarafından harekete geçiriliyor ve yurttaşlar da kendilerini devlet yönetiminden tamamen dışlanmış hissediyorlar. Bu nedenle Kazak toplumu apolitikleşti, demokratik kurumlara güvenmiyorlar ve iktidar yapılarına kendinde şeyler gibi bakıyorlar. Apolitiklik ve kayıtsızlık, zaman zaman göksel bir nimet gibi görülen iktidara duyulan bir aşka dönüşüyor – “doğada kötü mevsim diye bir şey yoktur” (tahmin edileceği gibi, korku ve tedbirden doğan bir aşk bu). Resmi propagandayla hipnotize olan yurttaşlar, ona uysalca boyun eğmeye hazır oluyor. “Kriz öncesi” dönemde iktidarın sabit söylemi “istikrar” sloganıydı (yönetim hidrokarbonun fiyatının yükselmesi nedeniyle ekonomik açıdan güçlüydü), şimdiyse “istikrara dönüş” sloganı kullanılıyor. Yurttaşlar iktidara sadık kalıyor. Yabancı medyaya göre, 1990’da Kazakistan’daki seçimlere hile karıştırılmış olsa bile, 2007 yılı meclis seçimlerinde halk, başkanın partisini, yüzde 7 bariyerini aşıp meclise girebilen tek parti olan Nur Otan partisini, oy çokluğuyla destekledi. Devlet, yurttaşları tarafından kapalı, otistik ve erişilmez görülüyor; mistik bir Kafkaesk Şato gibi. Sovyet sonrası Asya’da yaşananlardan bahsetmek, ancak mitlerin dilini hatırlatan imgesel bir dille mümkün olabilir. Ya da – akılcı bir yoldan gidilirse – bu durumu herhangi bir şekilde etkileme hevesine kapılmadan saptamak, belgelemek de mümkündür ve sanatta yansımasını bulan şey tam da budur. *** Eğer Kazakistan sanatında yine de herhangi bir direniş kıvılcımı aranacak olursa, o zaman aktivist sanatın mantığı ve amaçsallığı ile paralellik kurmaktan vazgeçip, “direniş” sözcüğünü varoluşsal, metafizik, hatta akıldışı anlamlarla donatmak gerekir. Elbette, bu tanım, sonsuz derecede genişletilebilir – her sanat eserinin bir şeylere “direndiği” söylenebilir (manyetik fırtınalara bile). Fakat ben yine de, sembolik olarak kendine özgü bir “Asyaca direniş” anlamına gelebilecek bir tanım getirmek istiyorum. Sanatta olduğu gibi, akıldışı bir gerçekliğin betimlenmesi için, burada da şiirsel bir mecaz, metafor kullanmak daha uygun olacak gibi görünüyor. Bu durumda Kazakistanlı video sanatçısı Natalya Dyu’nun, Gusenitsa (Tırtıl) adlı performansını oldukça zeki bir metafor olarak benimsiyorum. Natalya, bu performansta giydiği kostümü, bir urovidy’nin1 zincirleriyle kıyaslamıştı. Performansını gerçekleştirdiği yer olan Almatı, yaz vakti, 1 Kazakistanlı Şatalova, burada Rus kültüründe “urodiviy” denilen dünyadan vazgeçmiş, çileci kişileri örnek veriyor; Türkçede bunun karşılığı delilikle velilik arasında bir mertebede yer aldığına inanılan abdallar, dervişler gibi figürler oluyor. Abdal’ın TDK tanımı, “gezgin derviş; dilenci kılıklı, üstü başı perişan kimse” şeklindedir – ç.n. Sayı #1 39 Asyaca Direnmek Oksana Şatalova ince giysilerle bile dayanılmaz derecede sıcak olur; hantal bir kostümse sokakta olağan bir yürüyüşü bile ciddi bir acıya dönüştürür (performansın ardından Natalya 5 kilo vermişti). Yani, urovidy figürü. Bu figür, Sovyet sonrası sanatta, özellikle de radikal olarak adlandırılan sanatta arada bir ortaya çıktı. Sözgelimi, Siniye Nosi (Mavi Burunlar) grubunun Yeni Urovidyler dizisine ait fotoğrafları, tam da yeni urovidyleri gösteriyordu – grup üyeleri arkalarına Moskova kiliselerini alarak poz vermişlerdi. Natalya’nın tersine, onlar donuyorlardı, çünkü kış vakti sadece don giyerek poz vermişlerdi. Ama yine de, özgün olmasa bile, bu imgeyi bir kez daha canlandırmak istiyorum. Bilindiği gibi, urodiviy, bilinçli olarak deli taklidi yapan ve gündelik davranış etiğine ters düşen kişidir. Bu Slavca sözcük urod (ucube) kökünden gelir, güncel sanatçılar da, genelde kendi yurttaşları tarafından ahlaki ucubeler gibi (daha doğrusu, ahlaksızlar gibi) görülürler. Urovidyler, yaşam tarzlarıyla dünyevi hayatın kusurluluğunu ortaya koyarlardı – “İsa aşkına” kendilerini alçaltarak, kendileri ve başkalarıyla alay ederek, bu dünyadaki her şeyin boş ve geçici olduğunu hatırlatırlardı topluma. Urovidyler, çileci bir yaşam sürerlerdi; yoksulluğa ve acılara bile bile katlanır, zincirler kuşanır ve sembolik giysiler giyer ya da tümden çıplak dolaşırlardı (kış vakti, tıpkı Mavi Burunlar gibi), yanlarındaki köpeklerle uyur, sokaklarda yüksek sesle çarları kınarlardı... Güncel sanatçılar da tuhaf ve bazen kışkırtıcı jestlerini memnuniyetle haklı gösterirler – fakat onlarınki sadece bir kabadayılık değil, yüksek amaçları, topluma yönelen bir mesajı olan bir kabadayılıktır; bir haksızlığı ifşa etmek veya eleştirmek, ezilenlere merhamet etmeye davet etmek olabilir bu. Bu yüksek amaçlar, bir bakıma her tür ucubeliği yapma hakkı verir sanatçılara. Dahası, günümüzün güncel sanatçısı gibi, urovidy de toplumsal bir varlıktır; münzevinin tersine, hep ilgi odağı olmaya çalışır, kalabalığın tepkisini kışkırtır – sanatçı gibi urovidy de jestlerinin skandal yaratma olanağı aracılığıyla halkın ilgisini söyleyeceği şeye çekmeye çalışır. Son olarak, en önemlisi, urovidy, suçlamalarını yalnız başına yapar. Bu tür bir “direniş” Ortaçağa ve genel olarak tutucu toplumlara özgüdür (Büyük Petro’nun urovidylerle mücadeleye girişmesi boşuna değildir). Urovidy, şeylerin mevcut düzenini değiştirmeye yönelmemiştir. O sadece dünyanın tamamlanmamışlığını, kusurlarını belirtmiş, onları kabul etmediğini dile getirmiştir. Urovidy için İsa ve onun Krallığı imgesinde cisimlenen mutlak bir sabit vardır – yeryüzü yaşamını bu sabitle karşı karşıya getirir ve bu karşılaştırma, elbette, ikincisinin yararına olmaz. “Asyaca direnişin” temsilcisi olan bir güncel sanatçı için bu sabitin ne olduğu konusunda ancak varsayımlar getirilebilir – herhalde, şu ya da bu türden bir Kantçı ahlak yasası olabilir bu. Her koşulda sanatçı da dünyanın kusurlu olduğunu görür – ama heyhat, bir aktivistin peşinden “başka bir dünya mümkün” diye tekrar etmez. Kendisi de değişimlere inanmamaktadır. Bu yüzden, otistik ve kusurlu gerçeklikte sıkışmış “Asyaca direnen” sanatçı, dünya yaşamını kutlu ve sonsuz bir dünyanın eşiği olarak gören urovidy figüründen çok daha trajik bir figürdür. İşte, bu tür bir pasif direniş bulabiliriz sanatımızda – protestonun muhatabının tanımdan kaçındığı durumlarda. Ontolojik anlamda bir protesto gibidir bu; otistik, sağır gerçekliğe yöneltilen bir protesto. Bu açıdan Natalya Dyu’nun sanatı tam bir örnek olabilir. Sanatçı her seferinde kendi videolarının kahramanı olmaktadır – son projeleri de aslında birer halk abdallığı (urovidy) uygulamasıdır. Sanatçının Na Zemle (Yerde) adlı performansı, Aralık 2007’de, Hindistan’ın güneyindeki Mumbay kentinde gerçekleşti. Moskova’da, kış vakti, sokakta sadece bazı urovidyler uyurken, tropik bir şehir olan Mumbay’da, kış vakti halkın büyük kısmı kaldırımda yatmaktadır. Beyaz bir kostüm giyen Natalya da asfalta, dilencilerin yanına yattı ve gazete okuyarak uyumaya ya da öylece dinlenmeye çalıştı. Performansı şehrin değişik yerlerinde gerçekleştirildi: “Avrupai” alışveriş Sayı #1 40 Asyaca Direnmek Oksana Şatalova caddesinde, yoksul mahallelerde, pazarda – en az on yerde. Ve her yerde halkın canlı ilgisiyle karşılaştı. Mumbay’ın sokakta uyuyan yerlileri herhangi bir ilgi uyandırmazken, yerel bağlama dahil olmaya karar veren “Öteki”, tam bir heyecan seline yol açmıştı. Yerde yatan Natalya’nın çevresinde sürekli olarak bağrışa çağrışa konuşan, gülüşen, kınayan kalabalıklar oluşuyordu (hatta bir keresinde eylemi sona erdirip koşarak kaçması gerekti, çünkü halk sanatçıyı şişe ve taş yağmuruna tutmuştu). Urovidynin sözü elbette duyulmuştu, ama her zamanki gibi statükoyu etkilememişti. Urovidynin de böyle bir hedefi yoktu zaten; düz bir kayıtsızlık yüzeyinde geçici olarak kabaran, sonra gözden kaybolan bir kaynama noktası yaşanmıştı. Natalya, sürekli bu tür ruhsal eğitimler uyguluyor. Temmuz 2008’in dayanılmaz ölçüde yakıcı bir gününde, neredeyse kışlık denebilecek bir “tırtıl” kılığına büründü ve bu giysinin içinde peş peşe birkaç gün geçirdi, Almatı’lılarla eğlence parklarında geçirdikleri boş vakti paylaştı. Nisan 2009’da da Natalya, ağır bir “salyangoz” kostümü giyerek Almatı’nın kaldırımlarında yavaş yavaş süründü – konuksever toprak üzerinde değil, sert asfalt üzerinde. “Asyaca direnmek” bu şekilde gerçekleşmektedir – bir etki yapmayı beklemeden. Fakat urovidylerin ortaya çıkmasıyla yine de çevrede birtakım değişimler yaşanmaktadır ve bu değişimler urovidylerin kişiliklerinde hem ifade bulmakta hem de sınırlanmaktadırlar. Bu da, bekleyebileceğimizden de fazlasıdır. Rusçadan çeviren: Sabri Gürses. Sayı #1 41 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki I. Giriş: Anti‐faşizm ’95 Lübliyana’da basılan IZI dergisinin [Izbjeglice za izbjeglice – Mülteciler için Mülteciler] Haziran 1995 tarihli 15. sayısında Delo isimli günlük gazete için çalışan bir muhabirin makalesine yer verilmişti. Yazının ana argümanını özetlemek için şu alıntı yeterliydi: “Büyük Britanya hariç bütün Avrupa devletleri pek de direnç gösteremeden Almanların hamleleri karşısında teslim bayrağını çekti ve kısa süre içinde işbirlikçi rejimler oluşturdu… Churchill’in İngilteresi dışında, bugün Avrupa Birliği’ni oluşturan bütün üye devletler 1940’lı yıllarda faşist devletler konumundaydı… Avrupa’nın faşist rejimlerden özgürleşmesi İngilizler ve Amerikalılar tarafından sağlandı… Bu yüzden 9 Mayıs’larda Avrupalıların kutlaması gereken şey faşizme karşı elde edilen zafer değil, faşizmden özgürleşme olmalı.” Devletler sözkonusu olduğunda böyle bir şey söylenebilir gerçekten. Ama benzer bir şeyi Avrupalılar için söylemek mümkün değildir. İkinci Dünya Savaşı başladığında, anti‐faşist Avrupa ve uluslararası anti‐faşist hareket faşizme karşı mücadelesinde yenilgiye uğratılmıştı – İspanyol İç Savaşı’daki yenilgiyi kastediyorum. Avrupa hükümetleri ele geçirilmeden çok önceleri, İtalya’daki zindanlar ve Almanya’daki konsantrasyon kampları faşizme karşı gelenler, onu kabul etmeyenler, kendi zihinlerine sahip olabilenler ve farklı düşünenler tarafından tıkabasa doldurulmuştu. Avrupa’da faşizme (silahlı ya da silahsız; yurdun dahilinde ya da dışarıda, sürgünde; Avrupa’daki muharabe alanlarında ya da başka kıtalarda) bir direnç göstermemiş coğrafya bulmak zordur. 1939 yılına gelindiğinde Avrupalıların faşizme karşı savaşımı yirmi yıllık bir sürece karşılık gelmekteydi bile. Ve sonraki altı yıl dahilinde de sürdü bu savaş. Avrupa devletlerinin faşizm karşısında teslim bayrağını çektiği bir dönemde, Slovenya halkı “kendi” devletlerinin teslimiyetinin üzerinden henüz iki hafta geçmeden Osvobodilna Fronta’yı [Özgürlük Cephesi] kurmuştu. Eski Yugoslavya’nın sınırlarında kalan halklar, Avrupalı devletlerin teslimiyetçi tavrı ve kendi egemen sınıfları arasında yer alan bazı kesimlerin işbirlikçiliği ile yüzleştiklerinde sadece faşizme karşı savaşmakla yetinmediler, başka bir tür devlet oluşturmaya da çalıştılar – bir devrim çıkarabilmelerinin nedeni de buydu. O dönemde, Yugoslavya halkları faşizm, onunla işbirliği yapan devlet ve faşist devlet konusunda zaten uzun sürmüş bir deneyime sahiptiler. Faşizme (İtalyan faşizmi, İspanya’daki Avrupa faşizmi, ve yerel faşizm) karşı savaşım konusunda bir gelenek oluşturmuşlardı bile. İlk kurbanlar arasında onlar da yer alıyorlardı: İtalya’da faşist squadralar iktidara gelmeden önce kontrolden çıkmış ve Trieste’deki Sloven kültür merkezini ateşe vermişlerdi. Direnişi ilk örgütleyenler arasında da onlar vardı: 1927 ile 1929 arasında, TIGR [Adı Trieste, İstria, Gorizia ve Rijeka isimlerinin baş harfleriyle oluşturulmuş örgüt] Sloven ve Hırvat yurtseverlerin güçlerini birleştirmelerini ve faşizme karşı savaşım amacıyla yola çıkan ilk uluslararası örgütü kurmalarını sağlamıştı. Yukarıda adı geçen IZI dergisi Bosna‐Hersek’ten gelen mültecilerin hangi sayılarda, hangi ülkelere geçtiğine dair bilgiler yayınlamıştı. Yayın tarihinde Slovenya’da 22 667 mülteci bulunmaktaydı. Üç sene önce aşağı yukarı 75 000 idi bu sayı. O dönemde Sloven devletinin 120 000 gibi bir rakam verdiğini hatırlamamız, ve 1993’ün Ağustos’unda devletin Bosna‐Hersek’ten sürülenlere sınırlarını kapatma kararı aldığını kesinlikle unutmamamız gerekiyor. Sınırların kapanmasından sonra yapılan bir kamuoyu yoklamasına yanıt veren kişilerin yarısından fazlası, sürgünlerin ülkeye kabul edilmesi yönünde görüş bildirmişti. O zaman da, halk devletten farklı düşünüyordu; o zaman da halk faşizme karşı mücadele veriyordu. Devletlerin faşizm ile yüzyüze geldiklerinde izledikleri politikalar üzerine düşünmek, ve halkların aldığı kararları akılda tutmak gerekiyor. Bu kararları, verilen savaşımları, sıradan bireylerin fedakârlıklarını göz önüne aldığımızda bugün diyebiliyoruz ki: Faşizm 1945 yılında Avrupa halkları tarafından yenilgiye uğratılmıştı. Pekiyi 1995 yılında da aynı şeyi yapıp, yeniden galip gelebilecekler mi? Sayı #1 42 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki Kayıtsızlık ile bugün yaşanan güçsüzlük arasında bir bağ var. Devletler kayıtsızlığı örgütlüyor, faşizm ile sözleşmeler yapıyor, ve sonra da ona yem olabiliyor. Halk hatırlıyor, direniyor, mücadeleyi sürdürüyor. Bugün anti‐faşist bir cephe mevcut değil; onun yerine faşizmin varlığına teslim olmayı reddeden, yaşamda nefretin, sürekli gerginliğin ve savaşın ötesinde bir şeylerin var olduğunu bilen, ve bugünkü devletten yarım yüzyıl önceki devletlerden ve gücü elinde tutanlardan farklı davranmasını talep etme gücüne sahip bireyler var. Bu çözümlemeleri bu yöndeki talepler başarıya ulaşsın, insanlar bu talepleri formüle edebilsinler diye ve bu yüzyılın kâbusunu sona erdirebilsinler diye kaleme alıyorum. Yaşamımızı teslim ederken geride bırakacağımız dünyanın içine doğduğumuz dünyadan daha kötü olmaması dileğiyle yazıyorum. II. Ütopya ve ruhun kendini kandırması Bugün, her tür ütopya gözden düşmüş durumda. Kelimeyi telaffuz eder etmez, egemen ideoloji tarafından disipline edilmişlerin aklına giyotin ya da gulaglar gelmek zorunda. Öte yandan, ütopyacılığın yeniden canlandırılması lehine sarfedilen ve seksenli yıllarda halen karşımıza çıkıyor olmalarına rağmen giderek seyrekleşen ifadeler başlı başına ütopyanın kendisi haline geldiler. Yine de, “ütopyen düşüncenin sonu” şeklindeki felsefi tantanaların popüler varyantlarının siyasal sınıflar tarafından nasıl bir gözüdönmüşlük ile sahiplenildiğine tanık olmak insanda kuşku uyandırıyor. Gençliğimizin entelektüel doxasından geriye kalan ve bayağılaştırılan posaların yeni egemen sınıfların ideolojik avangardının ağzında nasıl da ajit‐prop sloganlara dönüştüğünü görmek oldukça rahatsız edici. Tarih kafamıza vurarak hatırlatıyor bize entelektüel sorumluluğumuzu: hatalar yaptık, ama hata olduklarını çok sonradan farkettik. Karanlıklara çağıran sirenler bir yana, biz halen aydınlanmaya gerektiği ölçüde bağlanmış değiliz: önyargılar ile gerektiği kadar didişmiyoruz. Ve bu önyargılar baskı ve sömürü mekanizmaları içinde maddi varlık kazandıkça, bir zamanlar teori alanının köşe bucağına çekidüzen vermek olarak gözükmüş olabilecek şeyler giderek yanlış çözümlemelere dönüşüyor. Bugün, entelektüel bağıtlanım, teoriyi sürekli ıskaladığı bir kısırdöngü içinde dönenip duruyor. Ya verili konuyu aydınlatmaya vakfediyor kendini, yani sorun sahasının marjındaki ideolojik etkiler ile ilgileniyor ve hiçbir zaman işleme tabi tutamayacağı, idare edemeyeceği alanlar kurmaya çalışarak zaman ve güç kaybediyor; ya da tersine bu marjinal etkinlikleri ihmal ediyor, ve bunun sonucunda entelektüel otlar bürüyor ortalığı ve bunlar yoğunluk kazanıp, ideolojik ve kim bilir nasıl mekanizmalarda “maddi varlık” ediniyorlar; düşünceyi ensesinden kıstırıp, kendini savunmaya zorluyorlar. Temizleme ve yangın söndürme operasyonları arasında özgün kuram üretimine zaman ve takat kalmıyor. Yeni bir durumla karşı karşıya olduğumuzu saptamak önemli, bir şekilde. Durumu ütopyen dürtünün geri çekilişiyle bağlantılandırmak da mümkün. Eğer bu gerektiği ölçüde bir teselli sağlamıyorsa, o zaman ihtiyaç duyduğumuz güvenci, gerçeği söylemek gerekirse, elimizdeki en kasvetli hükümden çıkarabiliriz belki de. Bizim için yeni kafesler inşa ettikleri ve gözlerimizin üzerine perde çektikleri molozlar bir zamanlar kuramsal üretimin meşru kurgu unsurlarına karşılık gelmekteydi. 1. Büyük anlatıların sonu? “Büyük anlatıların sonu” ifadesi üzerine biraz daha düşündüğümüzde, burada özgül bir stratejinin belirleyici etkiye sahip olduğunu görebiliyoruz. Öncelikle, sözkonusu olan “son”, olası alternatif anlatılara uygulanabilir durumda. Egemen olanların ise anlatılanmasına gerek bile yok; kurulu yapı zaten onları kendi iradesiyle ortaya koyuyor. Öteki tüm değerleri bir kenara attığımızda geriye sadece süregiden; sistem içinde kurumsallaştırılmış, yerleşikleştirilmiş, davranış kalıplarına, ekonominin kısıtlarına dair otomatizminin onayını almış olan; gündelik rutinlerin içine işlemiş olan; korku ve tehdit ediliyor olma duygularıyla ve her şeyin ötesinde polis ve ordu tarafından Sayı #1 43 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki muhafaza edilen kalıyor. Burdan çıkarak büyük anlatılara getirilen yasağın kuşku uyandırır biçimde düşüncenin kendisine koyulan yasağa yaklaştığını görüyoruz. Taşlaşmış gündelik rutinin üzerinden defalarca geçilmiş patikasından ayrıldığı anda – ki zevkle yapar bunu! – düşünce dediğimiz şey, gayet de hak ederek, “büyüklük” suçlamasıyla karşılaşıyor; ifadeye döküldüğü anda – ki bunsuz da yapamaz düşünce‐ kamuoyu mahkemesinin “büyük anlatılar”a ayrılmış sanık sandalyesine oturtuluyor. Kurulu sistemin cüceliği oldukça tehlikeli! Geriye kalanlar sadece nüfuzunu gayet emniyetli bir şekilde küçük, ufak şeyler üzerinde, darkafalılık ve şişkoluk üzerinde kullanabilenler; geriye kalan burjuva toplumunun kendi içine kapanan bireyinin ezeli bencilliği. Ve bir de ne görelim, bu beceriksizliğin, cüceliğin ve bakış açısı babındaki yoksulluğun üzerinde şekilleniyor insanlık tarihinin en büyük destanı: küresel kapitalizmin uygun adım yürüyüşü! Büyüklüğün derecesi tabii ki görece bir miktar: “küçük ölçekte” bile düşünmenin mümkün olmadığı, daha geniş çerçevelere başvurulamayacağı ve yerel düşüncenin giderek küresel bilinci gerektirdiği göz önüne alındığında, büyük anlatıların reddi giderek düşüncenin reddine yaklaşıyor. Yasaklama alternatif anlatılara da uygulanıyor ve gerçekte düşüncenin kendisi men ediliyor: sadece uzun erimli biçimde düşünmek yasaklanmış değil, insanın yanındaki çitten ötesine bakması bile imkânsız. Mesele “büyük” ölçeğin yokluğunun, gözetim, eleştiri ve inkâra yönelik küçük ölçekli yanılsamalar, varolan en büyük sistemin beslendiği yanılsamalar üretmesinden ibaret. 2. Tersine çevirerek ıslah etme “Büyük anlatı” eleştirisi her tür saygıya layık bir tür. “Anlatı”ya, anlatılamanın totalizasyon ürettiği suçlaması yöneltilmekteydi bu eleştiri içinde. Anlatı “olay”ları seçmekte, bir “bütün” ile bağlantılandırmakta, ve her şeyin ötesinde bütün bu olay bir “mesele”ye sahip biçimde ideolojik bir mekanizma şeklinde işleyerek kurbanların kendilerine dair kavrayışlarını regüle etmekte, onlar için bir dünya imgesi kurmakta, bugün ile geçmişi yorumlamakta, geleceğin vaatlerini belirlemekte, inançlar empoze etmekte ve nedensellikler üretmekteydi. Bu kuram tarafından eleştiren “büyük anlatılar” Batı emperyalizminin büyük ideolojileriydi – halen sistemin önkoşullarını hazırlamaya çalıştığı dönemlerde, henüz “yerli” [indigenous] bir ürün olarak işlerlik kazanmadan önce. “Önkoşulların hazırlanmasındaki ilk etap” tabii ki savaşlar ve fetihler olmaksızın ilerleyemezdi; idare ve tahakküm olmaksızın, ideolojik bir temel olmaksızın mümkün olamazdı. İdeolojik temellerin büyük anlatıları sadece fütuhatçıları, kâtipleri, toplayıcıları, mühendisler ve inşaatçıları birarada tutmakla kalmaz, yeni kölelik düzeninin ırgat ve emekçileri, liman işçileri ve polis memurları, alt kademe memurları ve yerel entelektüelleri, idareci ve uygulayıcıları olması istenen ruhları ve bedenleri de programlar. Öte yandan, sistem yerleşiklik kazandığında, kendi başına işler hale geldiğinde, işlerliği bir nedenle yarıda kesilmediği ve kendisine gösterilen muhalefet çok büyük olmadığı sürece, “büyük anlatılar”ın sonu hakkındaki yeni anlatı Doğu Avrupa’nın sömürgeleştirilmiş halkları için yeni bir afyona dönüşür. Proletaryanın kapitalizmin yerleşikleşilmesi için bir önkoşul olmasına ve hatta onun temel ürünü olmasına benzer biçimde – artık sanayi devrimi ve Marxist ütopyen kurguların zamanındaki proletarya için değil, sistemin kenarında köşesinde, kör noktalarında yer alan yeni küresel proletarya için geçerli bu, entelektüel sefalet de Adriyatik’ten Sibirya’ya kadar yeni sömürgeler fethedilmesinin önkoşulu, dünya sistemine yeni neferler katacak “proleterleşme”nin neredeyse bir öngerekliliği konumunda – ve tabii yeni yerel sınıf kanunları çıkarmaya yönelik, bize “büyük anlatıların sonu” masalını anlatan bir prelüd. Dünyanın idare edilmesi ideolojisinin mitolojik düşünceye ait bir mekanizmayı kullandığı göze çarpıyor. Bir tür tersine çevrim yardımıyla aynı unsurlardan, aynı matristen tam tersi bir sonuç çıkarıyor. “Beyaz mitoloji”nin genel anlamda yetersizliğine koşut biçimde bu tersine çevrim mekanik bir karakterde işliyor; aynı bilgi unsurunu gönderene geri yansıtmaktan ibaret bu işleyiş; ama gönderen özneyi ifade edilen şeyin üzerine oturduğu varsayımlara yöneltecek bir üslupla. “Büyük anlatılar”a, onların baskıcı karakterine ve “son”una dair bilgi, “sistem”e karşı yöneltiliyor ve sistemin yenilecebileceği vaadini taşıyor ama bunu yapmakla –“de te fabula narratur”, aynı Sayı #1 44 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki ifadeyi (“büyük anlatıların sonu”) eleştirinin varsayımlarına karşı çevirmekle, beyana dair duruma doğru yöneltmekle sistemi geri getirmekten başka bir şey yapmıyor. Dünya emperyalizminin eleştirisi sömürge‐karşıtı devrimi, mazlumun ve mağdurun özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini fazla dışa vurmadan ama belirgin biçimde kendi temeli olarak, referans ve yönelim noktası olarak, kendi beyanatını mümkün kılan şey olarak varsaymamış mıydı? Üçüncü Dünya’ya, bu dünyanın lanetlenmişlerine ve köleliğin efsunladıklarına dair ideoloji ile flört etmemiş miydi, onların başkaldırıları ile, onların büyük anlatıları ile flört etmemiş miydi? Şimdi, diyor büyük anlatıların sonuna dair hikâye, Che’yi dinlememenin, “iki, üç, daha fazla Vietnam” üretememenin, popolarınızı akademik dünyanın tartışma salonlarında oturarak ısıtmanın faturasını ödüyorsunuz! Artık çok geç, büyük anlatıların zamanı geldi geçti. Sistem muhalif ideolojiyi çoktan temellük etti, ya da altmışlı yıllarda kullandığımız ifadeyle ıslah [recuperation] etti. Islahat denen şey işlerlik kazandı çünkü akademik eleştirinin beyanlarda bulunan konumu baştan “sahte” idi, çünkü zaten en baştan sistemin bir parçasıydı. Ama yine de, bu propaganda salon tipi eleştirmenlerin ötesine geçebiliyor. Bu arada, onlar akademik salonlarında postmodernizmleriyle ve yapıbozumlarıyla oynaşırken, dışarıda bir devrim oldu. Amerika’nın sahasında “iki, üç, daha çok Vietnam” olacak yere Afganistan ortaya çıktı – ve bütün bir Sovyet sahası girdi devreye. Ve bize gelince de üzerimize düşeni yaptık – yaşlı Avrupa zıplayıp dans etmediği için, “hic rhodus, hic salta” [ç.n. söylediklerini pratikte kanıtlama] ânı kayıp gitti ve başarısızlığa uğramış uzlaştırımdan geriye kalan bugünün dikenlerinden ibaret. 3. “Anlatıların sonu” ideolojisi ve ulusal maskenin kurumsallaştırılması Ve bu ideolojik makyajın, içinde yaşadığımız güncelliğin öteki yüzü ile, yani konu bütün büyük anlatıların en ilksel modelinin kurumsallaştırılmasına, ulusal destanın kurumsallaştırılmasına geldiğinde aşırı bir hırs, umursamazlık, dik kafalılık, barbarlık ve vahşilikle olaya dahil olan yüzü ile ilişkisi ne? Tek‐parti yönetimine dair geçmişteki analizlerimizde bize empoze edilmiş olan bir ayrıştırmaya başvurmamız gerekiyor sanırım. Hükmedenlerin ideolojisi ile hükmeden ideoloji arasında kurulan ayrıştırımı bir kez daha kullanmamız gerekiyor. Hükmeden ideoloji maddi anlamda kurumsal ağ içinde var olandır ve bu kurumsal ağın güncel tutkalı etnik devlettir. Öte yandan, hükmedenlerin ideolojisi, hükmeden sınıfın ya da en azından onun büyük bölümünün kendini kavrayışındaki eter, siyasal sınıf ile diğer iktidar grupları (ekonomi, yönetim, kamuoyunun üretilmesi mekanizması ve kısmen “kültür” alanlarında) arasında kurulmuş olan anlaşmalara karşılık gelir. Aynı zamanda milliyetçi “büyük anlatı” ufkunda tesis edilmiş, kısa erimli “sivil” uzlaşımların kurulmasında da aracı olarak işler. Bu yapısal zıtlık “komünizm‐sonrası” toplumların artzamanlı gelişimi boyunca yerleşiklik kazandı. Önce milli kıyafetler giyinmiş bir grup kaçık sahneye fırlayıp siyasal kamuoyunun baskıcı biçimde örgütlenmesi aracılığıyla “ilkokul milliyetçiliği”nin maskeli balosunu devrimci bir kurumsallaşma eylemi olarak sundu. Başlangıçtaki ideolojik birikimin pathosu etnik devlet çerçevesinin yasallığa oturtulması sürecinde tüketildiğinde kumanda gündelik kapitalizmin yavanlığı yönünde gelişen normalizasyon sürecini başlatan oturaklı pragmatistlerin eline geçti. Onlar da ancak vampirsi ulusal destan güvenli biçimde yerleşiklik kazandığında ve barikatın diğer yanından başka tür bir “anlatı”nın gelmeyeceğine emin olunduğunda ilan ettiler “büyük anlatılar”ın sonunu. Dolayısıyla anti‐ütopyenizm hükmedenlerin ideolojisinin yapısına ve bu yapının hükmeden ideolojiye olan yaklaşımının ideolojik formülasyonuna eşzamanlı biçimde karşılık geliyor. Hükmeden elitin ideolojisi olarak anti‐ütopyenizm bir tür gündelik bilgeliğe, yeni siyasal sınıfların kapitalist ekonominin “yerli” eğilimleri etrafında manevralar yapabilmelerini sağlayan özgül bir phronesise dönüşmüş vaziyette. Bu eğilimler ulus devletlerde siyasal sınıfların erişimine açık değildir, çünkü temelde daha üst bir seviyede işlerler. Ve bu ideoloji yapısal olarak verili olanı, siyasal olarak arzulanır olan şeklinde yeniden formüle eder. Kapitalist sistemin kendini işler kıldığı uygulamaları, ifade düzleminde, “koruyarak”, ve aslında bu uygulamalara karşı bir ifade beyan etme seviyesinde koruyarak, kendi hükmeden konumunu muhafaza eder, kapitalist eğilimlerde Sayı #1 45 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki gerçekleşen değişikliklerden etkilenmeksizin. Anti‐ütopyen “pragmatizm” daha baştan uğranmış ezeli mağlubiyetin kabulüdür; bu ideolojiye tutunanların denetim altında tutamadıkları durumlara uyum sağlayabilmelerinin bitimsiz mazaretidir. Ve dünya sisteminin yenilgisini kabul ediyor olmak ulus devletin mikrokozmosu içinde edinilecek “zafer”i de garanti altına alır: bu ideolojiyle yeni yerel egemen sınıfların yeniden üretimi gerçekleştirilir. Yeni siyasal sınıf yapısal olarak zaruri olanı siyasal anlamda kendi istediği şey olarak yeniden formüle ederek dünya‐tarihsel konumunu muhafaza edebilirse, ve yapısal olarak zaruri olmayan karşısındaki tavrını bir tavırsızlık olarak ideolojik anlamda yeniden formüle ederek toplum içindeki iktidar konumunu yeniden üretebilirse “gereksiz” olan şey, yani etnik devlet bu perspektiften bakıldığında siyasal iradenin ötesinde kalan bir şey olarak belirmeye başlayacaktır çünkü “irade”yi ya da “iradesiz”liği formüle etmek mümkün olmayacaktır. Anti‐ütopyen ideoloji dünya sistemi konusunda inkâr yani Verleugnung tavrını benimserse, konu ulusal‐etnik devlet sistemine geldiğinde tavrı negasyon, olumsuzlama yani Verneinung oluyor. “Baskı” (kapitalizmin çelişkileri, sınıf mücadelesi, dünya üzerindeki ve ulusal seviyedeki sömürü vs.) anti‐ütopyenizmin “pozitif içeriği”ne karşılık geliyor. “Negasyon” ise hükmedenlerin ideolojisinin hükmeden (etnik‐ milliyetçi) ideolojiye karşı geliştirdikleri tavır konumunda. Eğer anti‐ütopyenizm “içeriğe ilişkin” ve “ilişkisel” olarak tanımlanabilecek iki ayrı unsur kümesini barındırıyorsa, ve eğer, bunun sonucu olarak, anti‐ütopyenizm deforme olmuş ama yine de düşünümle oluşturulmuş, hem öz‐belirlenime dair mekanizmayı (inkâr) hem de kendi ötekisine dair tavrın mekanizmasını (olumsuzlama) içeren bir siyasal konum ise, o zaman negasyonu anti‐ ütopyenizm tarafından üstlenilen unsur hakkında ne söylenebilir? Ütopyenizm ne konumda? 4. Bir imge ve bir eylem olarak ütopya Anti‐ütopyenizmin kendine ait bir ütopya imgesi mevcut. Daha açık söylemek gerekirse, negasyonu aracılığıyla ütopyenizmi özel bir yorum ile tesis etmekte: bir “büyük anlatı” olarak. Bu yoruma göre, ütopya “toplum”un ne olması gerektiğine dair aşağı yukarı tanımlanmış bir kavram; bu yüzden ütopya, bu yorumun görmek istediği gibi, ütopyenizmin ateş ve kılıç ile gerçekleştirmeye çabalayacağı bir taleptir. Giyotin ile gulaglar arasında biraz paldır küldür kurulan bağ da burada ortaya çıkar. (Gulag konusundaki acelecilik her şeyden önce Gulag sistemlerinin gerçekte anti‐ütopyen reaksiyoner sistemler olmasıyla alâkalı; ikinci olarak bu acelecilik gerçek sorunu gözden kaçırmamıza sebep oluyor: açık biçimde söylediğinde ütopyen ideolojinin, Gulag türünde olsun ya da neoliberal sistemlerde olsun, meşruluk kazanmış ve muhafazakâr bir tarzda nasıl işleyebileceği sorunu.) Bu ütopya kavrayışına karşılık gelecek bir ideoloji arıyorsak eğer, güncel faşizm karşımıza en belirgin aday olarak çıkıyor. Daha kesin biçimde söylemek gerekirse, daha uygun bir terim bulamadığımız için güncel faşizm olarak değindiğimiz şey, en tutarlı varyantı bugün savaş, suç ve askeri suç aracılığıyla uygulamaya konan etnik politikalara denk geliyor. Bu tür ideolojilerin özelliklerinden biri “kendi toplumları” hakkında bir kavrayışa sahip oldukları konusunda kendilerini inandırmış olmalarıdır: bugünkü işleyişlerinin temeline bakarak çıkarsayabildiğimiz kadarıyla, bu inancın ütopyen bir nitelik taşıdığını söyleyebiliriz çünkü çevresel kapitalizmleri ve daha az otoriter karakterdeki rejimlere yaslanarak hayatta kalan ve “faşizm” olmaksızın da mümkün olan “yeni‐sömürge” toplumları kapsayabilmekte. “Etnik ütopya” aslında eşyanın tabiatı gereği tam da bu türden çevresel, “yeni‐sömürge” ortamlarda hasıl oluyor ama bu tür ortamların kendilerini böylesi bir ütopya türü içinde örgütlemeleri gibi bir zorunluluk yok kesinlikle. Bütün bunlar şu demek oluyor; güncel anti‐ütopyenizm tarafından olumsuzlanan “ütopya” aslında ütopyen niteliğe sahip, kendi kendine empoze edilmiş bir körlüktür. Kendi kendine empoze edilmiş bu körlük, bazı ortamlarda ve bazı zamanlarda, otoriter politikalar aracılığıyla anti‐ ütopyen ideolojinin hükmetmeyi arzuladığı yine aynı (çevresel) toplumlara empoze edilebiliyor. Bu demek oluyor ki bu boyuttaki anti‐ütopyenizm çevresel toplumların hüküm sürmekte olan siyasal sınıfları dahilindeki ideolojik çatışmayı – taraflardan birinin konumundan yola çıkarak dışa vuruyor. Sayı #1 46 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki İşte şimdi anti‐ütopyen ideolojinin özgül ekonomisi karşımızda beliriyor. Hem etnik kurumsal sistemdeki reaksiyoner romantik gerilimleri değilliyor, hem de aynı zamanda çevresel kapitalizmin bütün bir inşasını (devlet yapısından siyasal hükümranlığın ekonomik zeminine ve meşrulaştırma mekanizmalarına dek) sorgulamaya açan arayışları bloke ediyor. Bu yüzden negasyon aracılığıyla anti‐ütopyenizm siyasal sınıf ve onun geniş toplumsal iktidar çevresi dahilindeki antagonizm‐ olmayan çelişkiye müdahil oluyor ve bu yolla yeni toplumsal (ekonomik, siyasal, idari, kültürel, iletişimsel ve askeri) iktidar ile ezilen, sömürülen ve yeni sistemden dışlananlar arasındaki antagonistik çelişkinin ifade edilmesi ve kurulması olasılığını bloke ediyor. Bu nedenle anti‐ ütopyenizm sermayenin periferisindeki yeni bir hegemonyaya dönüşme ihtimalini içinde barındırıyor. Tabii ki, tam da bu nedenle böylesi bir anti‐ütopyenizm “günümüzün ruhu”ndaki ütopyen potansiyeli ıskalıyor, ve belki de tam da bu nedenle blokajını sürdürmeyi daha fazla beceremeyecek. Çözümleme geliştirmemizi kolaylaştıracak bir manzara elde edebilmek için ütopyenizmin son yükselişine, seksenli yıllara, alternatif toplumsal hareketliliğe bakmak yeterli olacak. Bu dönemler ve hareketlilikler kuşkusuz kaba bir anti‐ütopyen algılayışta “ütopyen” niteliğe karşılık gelmiyordu: ceplerinde geleceğin toplumuna dair bir model mevcut değildi; “geleceğin toplumu” terimini kullanmıyorlardı bile. Yine de “çağın sınırlarının ötesine uzanma arzusu”na sahiptiler – küreselci bir “talep” biçiminde ifade edilmiyor ve kendi başına mevcut düzene direnme biçiminde ortaya konuyor olsa bile bu arzu mevcuttu. Bu ilişkilerin, mukabelelerin, çarpışmaların ve çatışmaların diyalektiği oldukça çapraşıktı: işin bir kısmı teori tarafından derhal çözümlemeye tabi tutuldu, diğer bir kısmı ise halen işlenmeyi bekliyor. Bizi ilgilendiren önemli hususları burada sadece özetleyebileceğiz. Seksenli yıllardaki ütopyenizm bir şekilde Mannheim’ın tanımına denk düşüyor: onun arayışlarının uygulamaya konması güncel ilişkilerin gerçek anlamda lağvedilmesini gerekli kılıyor. Ne var ki, bu kavrama sadece belli bir biçimde, yani, bazı önemli tanım eklemeleriyle yaklaşıyor: dönemin ütopyenizminin en önemli özelliği kendisini bu şekilde anlamamış olması, ve taleplerinin küreselci‐cephesel olmamasıydı. Böyle değiller çünkü bir “program”dan, bir “vizyon”dan değil çeşitli birey ve grupların etkin biçimde icra ettikleri pratiklerden alıyorlardı kaynaklarını. Talepler, kaynaklarını bu pratiklerin ve üretimlerin ürünleri, tarzları ve sonuçlarına ait güncel varsayımlardan alan üretimlerden doğuyordu. Bu “talepler” ablukalara, saldırılara, infazlara, “suç”a, sınırlamalara yanıt olarak şekillendikleri ölçüde yayılmış ve birbirlerinden farklı karakterlere sahip oldular. “Tarihsel gerçeklik” çerçevesindeki önceden var olan ufuklara dayanıyorlardı büyük ölçüde. Hak talep edilen, programatik, siyasal anlar, kurulu düzen ve “sistem”in katı ufku ile alternatif pratikler, üretimler, tarzlar ve sonuçlar arasındaki temas noktalarında kristalize olmuş ve pıhtılaşmıştı. Ve bu ifadelerin geliştirilmesi sürecinde bile kelimenin kaba anlamıyla “ütopyen” bir şey bulmak mümkün değildi. Ufukları, “gerçeklik”leri, “toplumsallaşabilirlik”leri “tarihsel etkinlik”leri zaten tam da alternatife ait çerçeve içinde önceden mevcut idi. Alternatif özkavrayış bu yüzden ilave “ütopya” inşalarına gereksinim duymayacak ölçüde “işin aslı”na mecbur edilmiş hissediyordu kendisini. Ama paradoksal biçimde alternatif dahilinde hakiki ütopyen ânın yakalanabileceği yer tam da burasıydı. Ve kaba anlamda “ütopya”ya bir şekilde karşılık gelen tek özellik de tam da bu anda meydana çıkıyordu: “gerçekleştirilme”si ve tarihsel etkisi kendisine yönelik beklentilere, özlemlere ve “talepler”e sırt çevirmekteydi; ve bu nedenden çıkılarak bakıldığında, sonuç neredeyse bir felaketti. Ütopyen ânı körlük, kendini körleştirme ya da “vahim yanılsama”, kendini kavrayışta bir hamartia [ç.n. Aristo’da karakterde kusur] olarak tanımlayabiliriz. Alternatif, tarihsel durum karşısındaki sorumluluğuna dair bir “kavram”a sahipti aslında, ama bu kavramın “içerik”i bir yanılsama üzerine kuruluydu. Bu körlüğün sahasını, locusunu tam olarak saptayabilmek bile mümkün: alternatifin kendi (zaten meydana gelmekte olan) pratiklerine, üretimlerine, tarzlarına dair olasılıkların önkoşullarını ikna edici kılmak üzere “talepler”ini biçimlendirdiği, sistem ile girdiği “temas noktaları” – ki bu “temaslar”ın formülasyonu sistemin dikte ettirdiği şekilde ilerlemekteydi. Sayı #1 47 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki Bahsi geçen kendini körleştirme bir kaç yoldan kavramsallaştırılabilir. Alternatifin, üstbelirlenim mekanizmalarından yeterince yararlanmadığını söyleyebiliriz – ironik biçimde, bu teorinin siyasal uzanımlarında merkezi bir role sahip olan önkoşullama kavramının tam da alternatifin kendi teorisi tarafından ortaya sürülmüş olmasına rağmen. Ama bu tür bir varsayım yeterli kalmıyor; sağlam bir kavramsallaştırma aynı zamanda kendini körleştirmenin mantığını da içermeli. Bu da söylemsel eklemlenmeler ve “tarihsel konumlar”ın söylemsel kurulumu ile birlikte özneleştirme/tabiyet mekanizmaları anlamına geliyor. Ve bir kültürel girişim olarak alternatif, kelimenin en geniş ve dramatik anlamında, “bağlamsal bir eklemlenme”den başka bir şey değildi. Bu da kendini körleştirmenin “ütopyen” ânının, zaruri, kaçınılmaz ve hatta kurucu niteliğe sahip kendi içsel ânı olduğu anlamına geliyor. Stenografik bir tarzla ve Hegelyen bir jargonla ütopyen ânı “tarihsel konum”un ya da sit venia verbo [ç.n. tabiri maruz görün] “tin seviyesi”nin “kendinde” iken ne olduğu ile “kendi için” ne olduğu arasındaki farka konumlandırabiliriz. “Kendinde”yi temellük edişteki dram tinin fenomenolojisinin temel formülüdür – ki bu dram “materyalist bir yaklaşımla”, “kendinde olan”ın “kendi için olma”nın yarattığı yanılsamaların üzerine saldırdığı, onları şaşırttığı ve engellediği süreçtir; her ne kadar bu yanılsamalar “kendinde olmak” için kurucu nitelik taşıyor olsa da. Bu jargonu teleolojik yükünden kurtardığımızda; ama diğer yandan da yabancılaşma dahilinde varolan “içererek aşma”nın, Aufhebung’un olumlu ânını muhafaza ettiğimizde – yine de ütopyen unsurun olası bir “tin ayaklanması” yönünde olmasa da, tinsel nitelikte bir ayaklanma için kurucu özelliğe sahip olduğu sonucu kalır elimizde. Ütopyen an üzerindeki ısrarın bugün tinin kendini ayartmasını hazırlayabilmesinin nedeni de budur. 5. Düşünmeye izin var mı? Her şeyi etraflıca düşünemeyecek olmamız ve bize düşünmemiz için verilen dar espası bile kendi bütünlüğü içinde düşünemeyecek olmamız gerçeğini kabullenebiliyoruz kolayca. Kaderimiz haline geldiği için pek de erdem sayamayacağımız bu alçakgönüllük bugün bizleri keskin bir etik sorunla karşı karşıya bırakıyor: düşünme iznine sahip miyiz halen? “Düşünülmemiş olan” bu şey dolayımlı ya da olumsal da olsa alternatifin çerçevesi dahilindeyse, ama aynı zamanda kuşkuya yer bırakmayacak şekilde dilimiz tutulmuş biçimde seyrettiğimiz güncel dehşetle de bağı varsa eğer ve diğer yandan “düşünülmemiş olan”, her tür düşünce için kurucu nitelikteyse, halen cesaret edebilecek miyiz, cürret edebilecek miyiz düşünmeye; düşüncelerimizi kamusallığa taşıma küstahlığını gösterebilecek miyiz halen? Arzu edilir ki, ters yönde işleyen bir sofizm aracılığıyla geri çevirebilelim bu sofizmi – tam da düşünmenin meyvesi olan dilemadır bu, Aristotelesçi argümanın dediği gibi … Düşünmeye iznimiz olup olmadığını kendimize sorabilmemiz için, bu soruya ulaşabilmek için zaten düşünmemiz gerekmekte. Bu demek oluyor ki bahsi geçen dilema olabilirliğini kuşkulu bulduğu bir şeyi önceden varsayıyor çünkü bu şey “pragmatik” olarak kendini reddediyor. Yaşanmakta olan dehşeti korkunç bulmamızın nedeninin tam da onla karşılaştığımızda dilimizin tutuluyor olması, düşüncemizin donakalması olduğunu söyleyebiliriz. Bu düşünce ve konuşma, yani düşüncenin konuşması, reddin, muhalefetin, direncin ilk jestini oluşturmakta. Ya da heyecanı ve kendine hayranlığı bir kenara koyarak şöyle tanımlayabiliriz: bugün yaşanan dehşet, her ne kadar bunu kabullenmeyi irkiltici bulsak da, halen bir tür insan topluluğuna karşılık gelen kitlelerin işi; dolayısıyla onları ancak “birleşerek” durdurabiliriz; yani konuşma ile, karşılıklılık ile ve belki de bir gün dayanışma ile. Etik dilemanın ötesinde ve aslında bu dilemayla birlikte pratik düşünme zorunluluğuyla karşı karşıya bırakılmışsak eğer ve ütopyenizm böylesi bir düşüncenin kurucu unsuruysa, o zaman anti‐ ütopyenizm tinin geri çekilişini hazırlar ve bugünün dehşetinde suçortağı konumuna düşer. Bunun karşısında, ütopyenizm tinin kendini savunması ile ibaret kalmaz; tinin savunusu bugüne karşı ve Sayı #1 48 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki onun ötesine atılmış ilk adıma karşılık gelir. Ve bu savununun düşünümsel olduğunu – ve dolayısıyla pratik olduğunu ummak da yeteri kadar “ütopyen” tınlamaktadır. III. Kaç tane faşizm – yeniden Faşizme dair süregiden tartışmaların kamu ya da toplumsal eleştiriden gelen bir ses değil de medya tarafından başlatıldığını hatırlamak önemli. Tartışmalar alternatif tarafından, hele de kurulu siyaset içinden başlatılmış değildi hiç. Aslında siyasal düzenin böyle bir şeyi üstlenmesi bekleniyor değildi çünkü çok‐partili demokrasi döneminin başından bu yana herhangi bir entelektüel tartışma açmış değildi – tam tersine, ortaya çıkan az sayıda tartışmayı da hızla boğmayı başarmıştı. Politik düzen belli bir nedenle aşırı sağı da içeren biçimde sağa eğilim, hatta tercih göstermişti. “Hoşgörü” talep eden her iki partinin de kimi zaman ırkçı türden jargona başvuruyor olması kanıtlıyordu bunu. Sözkonusu eğilime yönelik bir diğer işaret de hükümetin işçi sendikalarıyla olan müzakerelerinde başvurduğu sakınımsız küstahlıktı. Diğer yandan Katolik Kilisesi’nin kurulu düzeniyle kardeşliğini ilan ederken kullandığı baldan tatlı dili de hatırlamak mümkün. Alternatif ve eleştirel renge sahip bilgi tartışmayı gündeme getirmeye çalıştı pek çok defa ama bugüne kadar ancak kısmen başarılı olabildi. Bu yöndeki en son çabanın [1995, editörün notu] ardından geçen bir sene içinde, kuşkusuz pek çok şey değişti ve gelişmeler, özellikle çok‐partili yönetim karşısında büyülenen medyayı dar biçimde tanımlanmış sınırlar dahilinde ele alamadıkları konulara doğru yönlendirdi. En önemli değişiklik muhtemelen “faşistoid semptomlar”ın parlamenter siyaset çerçevesi ile kaynaşması ve aşırı ve popülist partilerin kendilerini kurulu siyaset düzeni içinde varedebilmeleri oldu; öyle ki, “faşizm”in kendini ciddiye alınır bir konu olarak sunabilmesi için parlamenter düzenin entelektüel anlamda herhangi bir şey talep etmeyen tekdüzeliğini terketmek bile gerekmez hale geldi. Bu, faşizm konusundaki tartışmaların ilk paradoksuydu: günümüzdekileri de içine alan belli koşullarda faşizm üzerine geliştirilen kamusal tartışmalar bizzat faşizmin gücüne işaret ediyordu. Bu tür tartışmalar sanki faşizmin kendi kazanımı olarak belirmekteydi; kamusal tartışmanın konusu olarak sayılma hakkını elde etmişti bir kere. Belki de bu yüzden insan tam da “faşizm” terimi kullanıldığında rahatsız hissediyor kendini: bir yandan “şeytanı resmettiğimizi” hissediyoruz; diğer yandan da bu süreç içinde faşizmin kendisi tarafından yönlendiriliyormuş gibi hissediyoruz. “Yeni demokrasiler”in sahasında tartışmayı gerçek anlamda başlatan Milan Popović’in Borba gazetesi olmuştu muhtemelen. 1992’nin ilkbaharında gücü elinde tutanları meşru kılabilmek için kullanılan Nazi teknolojisinin Sırbistan ve Hırvatistan’daki rejimleri gerçek anlamıyla faşist olarak tanımlamaya henüz yetmediği yönünde bir uyarıda bulunmuştu Popović: “ … bu rejimler faşist rejimlere dönüşemezdi çünkü her şeyden önce hiyerarşik dünya düzenine, yani dünya ekomosine aşırı biçimde bağımlı bir (yarı‐)çevresel statüye sahipler”. 1993 yılının ilk aylarındaki seçim kampanyası sırasında aynı yazar konuya aynı gazetede “Faşizm, Her Şeyin Ardından” şeklinde anlamlı bir başlığa sahip makaleyle tekrar değinmişti. Bu kez dünya sisteminin (yarı‐)çevresinde yer alan “komünizm‐sonrası” toplumları, “marjinallik” halini tam da faşistojen dinamiklerin gelişmesinde belirleyici unsur olarak saptayan Chomsky’nin faşizm teorisine (Deterring Democracy, 1991) başvurmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtalya’da ve bazı farklılıklarla Almanya’da, 20. yüzyılın ikinci yarısında Güney Amerika’da ve bugün çeşitli “Üçüncü Dünya” ülkelerinde örneği görülen bu örüntü üç aşama üzerinden ilerlemekteydi: 1. Dünya merkezindeki reaksiyoner iktidarların dolayımlı destek verdikleri ve hatta kimi hallerde faşist tertibatları çevre coğrafyalara doğrudan yerleştirdikleri aşama; 2. (demoktatik) merkez ile (faşist) bağımlı ülke arasında gerilimin tırmandığı aşama; 3. doğrudan ihtilafın ortaya çıktığı aşama. Popović, Immanuel Wallerstein’a göndermede bulunan başka argümanlar da sıralıyordu ve söylemek gerekir ki Popović’in çözümlemeleri en yakından ilgilendiği rejimler bağlamında büyük ölçüde doğrulandı: Milošević rejimi birinci ve ikinci aşamalar arasında salınıp durdu; ve daha çok ikincisine meyletti, Tuđman rejimi de her iki aşama arasında salındı ama şimdilik sadece birinci Sayı #1 49 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki aşamanın sınırlarında durmayı tercih etti. Pekiyi bu teori bizim yerel ilişkimlerizde [Sloven, editorün notu] karşılığını buluyor mu? En azından yerel büyülenimin ana karekterlerinin “ilk aşama”ya dahil olmak konusunda çaba sarfettiği söylenebilir: “komünist komplo”nun “teorileri”, demokrasinin henüz garanti altına alınmadığına ve bu yüzden “ikinci aşama”ya geçmek gerektiğine yönelik uyarılar, “UBDA‐Mafyası” [Sosyalist Devlet Güvenlik Teşkilatı], ve hatta uluslararası rabıtaların bazı özellikleri ilk aşamadaki faşist dinamiklerin mantığıyla alâkalıydı. Bundan yola çıkarak en azından siyasal anlamda ve belki de daha geniş toplumsal bağlamda feşistojen dinamiklerin bizde de harekete geçirilebileceğini söyleyebiliriz. Yine de şüphemizi muhafaza edelim. “Faşizm” teriminin kullanımı konusunda başka sakınımlar da mevcut. Bunlardan ilki saf biçimde yöntembilimsel: geçmişe ait kategorilere dayanarak güncel olayları tartışmak ve bu olayların sahip olduğu önemi, aktüel karakteri ıskalamak konusunda çekince duymak için yeterli neden var. Diğer sakınım ise etik nitelikli: faşizm etiketinin kullanımı tartışmasız biçimde damgalamaya yol açıyor; bu tanımlamanın nasıl istismar edildiğini punk’ın kriminalize edilmeye çalışılması sırasında görmüştük ve siyasal ihtilaflarda bu türden yöntemlerin kullanılmaması gerektiği yönünde beyanlarda bulunmuştuk. Bu kadar uç bir ifadenin rastgele herşeye uygulanması ayrıca siyasal anlamda da sorunlu: bu etiketin üzerine yapıştığı herkes siyasal meşruiyetini yitiriyor. Ve böylelikle bu şahıs, son çözümlemede, gerçek anlamda “faşistoid” eylemlere ve eğilimlere doğru itiliyor. Bu sorunlar yeni değil. Sayılan unsurların neredeyse tamamı Almanya’da ülkenin Nazi geçmişinden kurtulması için gösterilen çabalarda kendini göstermişti. Ve bugün bizim konumumuz Almanya’dan daha çapraşık gözüküyor. Almanya’da esas konu “bellek” ve “geçmişin inşası” üzerine kuruluydu ve devasa boyutlara sahip olsa da tek bir sorun ile alâkalıydı. Bize gelince, biz iki ayrı tarihsel sorundan birden etkilendik; 1945 öncesindeki yerel faşizm ve İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki tek‐parti yönetimi. Bugün iki sorunumuz daha var: Demos partisinin vurgulu Blut und Boden [Kan ve Toprak] retoriğinin eşliğinde, ırkçılığın yerel karşılığı olan “Balkanizm” çeşnisi katılmış, milliyetçilik ruhu ile kurulmuş devlet ve aşırı biçimde sağcı ve popülist siyasetin ortaya çıkışı. Bu sorunlarla yüzyüze gelişimizdeki koşullar eski Federal Almanya Cumhuriyeti’nin karşılaşmış olduklarından çok daha ağır: “Adenauer’in Almanyası”, hakkında eleştirel düşünceye sahip birey ve akımlar tarafından ne tür itirazlar dillendirilmiş ve dillendirilmekte olursa olsun, parlamenter demokrasiye sağlam anayasal bir çerçeve kazandırabilmişti, ve bu kazanıma, bizim ancak seksenli yıllar on sene fazla sürmüş olsa yaklaşabileceğimiz seviyede entelektüel güç ve prestije sahip “bağımsız bir kamusal alan” tarafından da destek gelmişti. Bizde ise anayasal çerçeve halen görece olarak zayıf ve hem yasal sistem açısından hem de Habermas’ın ifadesini kullanırsak, “etik vatandaşların uzlaşımı” anlamında gerekli temellere sahip değil. Bağımsız kamusal alan diye bir şey mevcut değil; daha da kötüsü, yerleşiklik kazanmış bütün siyasal güçler bu tür bir alanı bir şekilde baltalamak için ant içmiş vaziyetteler. Almanya’daki atmışlı yıllardaki hareketlerin, ülkenin geçmişiyle hesaplaşmak amacıyla giriştiği çabalara ve neo‐Nazizme ve sağcı politikaların faşistoid aşırılıklarına karşı yürütülen mücadeleye verdiği büyük katkıyı ve oluşturdukları zengin geleneği gözden geçirdiğimizde kendi yerel tarihimiz ile bir koşutluk bulabiliriz. Parlamenter demokrasinin krurulmasının ardından siyasal kültür ve genel toplumsal ilişkiler alanında giderek düşen standartlara karşı bizi uyaran bir koşutluk. “Parlamento‐dışı muhalefet” ve Batı Avrupa’daki yeni toplumsal hareketlilikler döneminde, bizim ülkemizde de çeşitli kültürel, altkültürel ve karşıkültürel motiflerin harekete geçirdiği toplumsal hareketler, özellikle genişlemekte olan kuramsal üretimin de işbirliğiyle birlikte, o dönemde hüküm süren ve yerleşik konumdaki tek‐parti siyaseti dışında kalan bağumsız ve özgür bir kamusal alanın tohumlarını atmıştı. Yapısal anlamdaki bu toplumsal dönüşüm en sonunda devlet siyasetinin karar teknolojisindeki dönüşümü de tetiklemiş ve parlamenter çok‐partili demokrasinin yerleşmesini hızlandırmıştı. Yakın geçmişi yüzeysel biçimde tarayan bir bakış bile şu gözlemi edinebilir: tarihsel boyutta, geniş anlamıyla toplumsal olaylar düzleminde (ekonomik, siyasal, ideolojik), sürekli olarak “Avrupalı” hadiseler içinde yer almaktaydık zaten. Bunu kanıtlama yolunda kolaycılığa sapmamak için, Sayı #1 50 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki altmışlı yılları bile gözardı edebiliriz, çünkü bu özel onyıl bütün dünya için elverişli koşullar sunmuştu; yine de altmışlı yıllarda belli bir öneme sahip nümayişlerin Berkeley ve Lübliyana’da neredeyse eşzamanlı biçimde gerçekleştiğini, efsaneleşmiş yıl olan 1968’de Belgrad’daki öğrencilerin başka coğrafyalardan çok daha önce üniversiteleri kontrol altına alabildiklerini hatırlamak lazım. Yugoslav etiketli özyönetimsel sosyalizmin ilerici dünya tartışmaları için sahip olduğu önemi ve Yugoslav “üçüncü yol sosyalizmi”nin kuşkuya yer bırakmayacak derecede kuramsal, siyasal ve ideolojik bağlamda sahip olduğu önemi de gözardı edebiliriz. Benzer bir şekilde, Yugoslavya’nın öncü rol üstlendiği ve “bu dünyanın horlananları”nı başarılı biçimde örgütleyebilmiş bağıntısızlar hareketini de bir kenara bırakabiliriz. Ayrıca ülkemizdeki, “dünya tarihine katılım” konusunda pek çok şeyi kendine çekmiş ama aynı zamanda onu sağlamlaştırmış, ileri götürmüş ve aynı zamanda eleştirmiş toplumsal ve siyasal düşüncenin yükselişinden bahsetmeden de geçebiliriz. Kendimizi şimdilik Batı’da görülen “parlamento‐dışı muhalefet” ve onu izleyen toplumsal hareketlilikler ile sınırlandıralım. Parlamenter demokrasiler dahilinde bu yeni siyasal formlar yerleşik siyasal işleyişin dışına çıkmış, yeni bir siyasal yaşam inşa etmiş, yeni örgütlenme biçimleri ve “tarzlar”ı geliştirmiş ve alternatif bir kamusallık üretmişlerdi. Ama bizim durumumuzda, siyasal sistemin doğası gereği zaten en baştan yerleşik düzenin dışında bir durumdaydık; ve yeni biçim, model ve tarzlar geliştirmeye mecburduk; özellikle “yeni” bir kamusallık yani kurulu düzenin “içsel kamusallık”ına ve tek‐parti devletinin biricik ideolojik aygıtı konumundaki “sahte kamusallık”ına alternatif olabilecek gerçek bir kamusallık gerekliliğiyle karşı karşıyaydık. Parlamenter demokrasilerdeki parlamento‐dışı hareketlerin karar verme mekanizmalarına sızma mücadelelerine benzer biçimde biz de “sistem”e sızmanın yollarını bulmak zorundayduk. Parlamenter demokrasilerde bu sızış ilerici ve solcu sistem örgütlenmelerin eleştirisi olmaksızın gerçekleştirilemezdi; bizde de, ortadaki tek partinin, tekelci Komünist Parti’nin eleştirisi gerekmekteydi. Tıpkı Batı’daki parlamento‐dışılığın ve yeni toplumsal hareketliliklerin siyasal düzen içinde dönüşümlere yol açmış olması gibi (“Avrokomünizm”, sosyalist demokrasilerin iktidara gelişi), bizdeki alternatif de siyasal düzeni dönüştürmeyi başarmış; tek‐parti sistemine son vererek parlamenter demokrasiyi işlerliğe açmıştı. Parlamenter demokrasinin uygulamaya konuşu, devlet siyaseti alanının toplumdaki daha derin nitelikli değişikliklere uyum sağlamaya çabalamasından başka bir şey değildi başlangıçta. Güncel gelişmeler ışığında kısmen değinmiş olduğumuz, kısmen de gelecekteki ilave çözümlemelerle değineceğimiz çeşitli sebeplerden ötürü, yaşanan şey büyük ölçüde varılan sonuçların kendini oluşturan nedenleri ortadan kaldırmasıydı. Bu süreç de “Avrupalı” hadiselerle, hatta dünya olaylarıyla yakından ilgiliydi: neoliberalizmin önce metropollerde sonra da dünya çapında yükselişi; reformdan geçmiş komünizmlerin yavaşlayışı; sosyal demokrasinin seçim yenilgileri. Demokratik sistemdeki gelişimin özgül karakterinden dolayı bugün Avrupa ve dünya tarihine yeniden dahil oluyoruz, ama bu kez ilerici değil gerici tarafından; bizim buradaki gelişimimiz “Doğu Avrupa”da günümüzde yaşanan genel gelişimlerin bir parçası konumunda. Bu “katılım”ın pek çok anlamda daha az zorlayıcı biçimler alması, aslında daha en başından, hiç de gerekli olmamasından kaynaklanmaktaydı. Bugüne kadar yapılan çözümlemelerde pratik polemikler nedeniyle sağcıların, Demos’un, reaksiyoner toplulukların ve eski komünistlerin gerici bir sapma yaratan siyasetleriyle didiştik. Ama geriye daha önemli bir ödev kaldı: karşı‐darbeyi mümkün kılmış olan politikaları çözümlemek. Üzerinde düşünmeye değer olan şey alternatifin 1989 ve 1990 arasındaki kısa dönem içinde nasıl da on, on beş sene boyunca inşa ettiği hegemoniyi harcadığı ve kaybettiği. Ayrıca oldukça derin olduğu düşünülen alternatif hegemonyanın toplumsal etkilerinin yerini tedricen muhafazakâr ve hatta reaksiyoner bir “restorasyon”a bırakmış olması da incelemeye değer. Bunlar halen gerçekleştirilmesi gereken çözümlemeler: şimdilik yeni yerel popülizmin, yeni “faşizm”in, yeni sağcı aşırılığın, Avrupa ya da dünya tarihine katılım biçimimiz olduğunu söylemekle yetinelim. Bu tabii ki bu durumun “gerekli” olduğu anlamına gelmiyor kesinlikle: onları ikna edici biçimde ortadan kaldıran da biz olacağız belki. Saptama sadece onların gerçek olduğu, gündelik siyasal karmaşalardan daha derine inen, yerel seviyeden daha geniş bir niteliğe sahip tarihsel “mantık”ın onlar aracılığıyla ortaya konduğu anlamına geliyor. Sayı #1 51 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki “Restorasyon” şokunun boyutları devasa nitelikte: çevresel kapitalizmin bir “yenilenme” ile birlikte sunulması, yani bir şekilde geri kalmış kapitalist ilişkilerin şiddet içeren biçimde sunulması; milliyetçi ideoloji üzerine temellenen bir devletin kuruluşu; bağımsız kamusal alanın ortadan kaldırılması ve siyasal sürecin parti, mülkiyet ve hatta ideolojik “elitler”in elinde tekelleştirilmesi. “Değişim”in son on yıldaki toplumsal dönüşümün edindiği kazanımları büyük ölçüde tahrip eden bu rahatsız edici neticelerinin, toplumun bir bölümünün ve siyasal elitin bir bölümünün faşistoid tepkiler verdiği bir durum yaratmış olduğu anlaşılıyor. Esas mesele şu ya da bu siyasal grubun faşistoid yöntemlere yanaşıyor olması değil; şu ya da bu siyasetçinin onu “lider” vasfına büründürecek davranışı, bu yeteneğe karşılık gelen iradeyi gösterip göstermemesi hiç değil. Esas mesele, aşırı nitelikteki siyasal tasavvurların bir şansa sahip olup olmadığı, otoriter kişiliklerin başarı kazabileceği koşulların var olup olmadığı, ve eğer var ise bu koşulları yaratan şeylerin ne olduğu. Liberal demokrasinin otomatik olarak faşistoid etkiler ürettiği ve parlamenter idare sistemi içinde bu tür “refleksler”in ortadan kaldırılmasının bitimsiz bir ödev olduğu tezi oldukça çekici, ama biraz da bayat. Kötümser versiyonlarında sözkonusu tez, faşizmin parlamenterizm dahilindeki iç ihtilaflara gösterilebilecek tepkilerden biri olduğu ve klasik liberal politikaların faşizm ile mücade yönünde başarılı olamadığı düşüncesini taşımakta. Bunu kabul etsek bile, diyebiliriz ki, yine de basitleştirilmiş bir bakış açısıyla ifade edebiliz ki, liberal demorakrisinin “faşistoid yanürünleri”nin gerçekten dikkate değer bir konuma gelebilmesi için ilave nedenler ve özel koşullar gerekiyor. Bu özel nedenlerden biri nüfusun geniş bölümlerinde bir güvensizlik hissinin yayılmış olmasıdır. Yoğunlaşmış toplumsal katmanlaşma, ekonomik dönüşüm ve çevreselliğin kapitalist sisteme dahil olması gibi mevcut şartlarda bu önkoşul kuşkusuz mevcuttur. Bu nedeni farklı biçimde de tanımlayabiliriz: faşizm, ekonomi ve sömürü arasındaki mevcut ilişkilerdeki gerçek bir krizin çözüm yollarından biri olabilir. Tek‐parti idaresinin krizi ve ona bağlı sömürü sistemi bir süre önce çözülmüş gibi görünmüş olsa da, çevresel Doğu Avrupa kapitalizminin ortaya çıkışı daha derin bir krizi beraberinde getirdi; Sloven toplumunun elde etmiş olduğu tarihsel seviyeye baktığımızda bunun öncelikli nedeninin belki de sistemin anakronik niteliği, ve geri kalmışlığı sebebiyle kritik neticeler üretmesi olduğunu söyleyebiliriz. Bir sonraki neden sosyo‐psikolojik nitelikte: “adaletsizliğin kurbanları” oldukları yönünde bir hisse sahip geniş kesimlere hâkim olan kitlesel ölçekteki ressentiment’ın [ç.n. hınç] önemi. Yeni bir sınıf iktidarı hasıl olduğunda ve sosyolojik araştırmaların gösterdiği gibi eşitlikçiliğin, derinlere nüfuz etmiş bir kitle ideolojisi konumunda olduğu bir toplumda bu önkoşul da karşılanmış durumda. Özellikle nüfusun geniş katmanlarında siyasal karar süreçlerinden uzaklaştırıldıklarına dair derin bir farkındalık ve artan bir güçsüzlük hissi oluşmuşsa. Ortaya çıkan eğilimlerden biri de bazı siyasal grupların bu psikolojik süreçleri işlemeye ve kışkırtmaya çalışması; öte yandan, şimdiye dek hiçbir siyasal grup ne çevresel liberal kapitalizme ne de ekonomik, siyasi ve genel toplumsal iktidarın “yeni sınıf” tarafından tekelleştirilmesine karşı ikna edici bir alternatif üretebilmiş değil. Son olarak, günümüzün parlamenter demokrasilerinde sistemin kelimenin dar anlamıyla siyasal düzenden bağımsız bir özgür kamusal alan tarafından desteklenmeksizin ayakta kalması mümkün değil. Çok‐partili demokrasi ancak çok‐partili parlamentarizmden daha geniş bir “siyasal” ortamda yaşayabilir. Bu önkoşul bizde yerine getirilmiş değil; tersine, tek‐parti idaresinin son yıllarındakinden bile çok daha uzaklara düşmüş vaziyetteyiz. Bu dramatik yetersizliğin belirtilerinden birini çok‐partili sistemin ideolojik aygıtlarıının faşizm tartışması başlatmış olmalarında bulabiliriz. Tartışmanın kamusal bir alanın kurulmasına ve siyasal alanın parti düzeninin ötesine doğru genişlemesine katkıda bulunacağını umabiliriz belki de. Faşizm ile anti‐faşizmi içeren bu son perdenin en zorlayıcı yanı uzun süredir yaşamımıza eşlik eden siyasal faşizm değil, yeni ortaya çıkmaya başlayan kültürel faşizm. Kültür alanında yerleşiklik kazanmış isimlerin önemli bir bölümünün günümüzdeki radikalleşmesine dair geliştirilen ve klişeye kayan izah, demokrasinin tesis edilmesi konusunda kahramanlık göstermiş olan Sayı #1 52 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki “entelektüel elit”in normalizasyon sürecine girildiği anda kendini dışlanmış hisettmesi ve daha keskin söylemlere meyletmesi yönünde. Bu görüşün tersine, “entelektüel elit”in kahramanlığa devam ettiğini, dün olduğu gibi bugün de bağımsız bir kamusal alanın filizlenmesine karşı görevini yerine getirdiğini ve gelişmiş bir demokrasinin mümkün kıldığı böylesi bir entelektüel konumun kurulmasını önlemeye çalıştığını savunuyoruz. Onların örnek aldığı model aslında klasik ahlâkçılığa bağlı yazım – tarihsel olarak 19. yüzyılın ilk yarısına, yani ortadaki tek kamusallığın burjuva‐yazınsal konum olduğu, gerçek anlamda bir siyasal kamunun bulunmadığı döneme ait olan bir bağıtlanma türü… Bunun karşısında güncel entelektüel konumun ilk şekillenişi 19. yüzyılın sonuna doğru, parlamentarizmin, kitlesel ölçekte basının ve parlamenter siyaset çerçevesinin ötesine uzanan, derinlikli bir kamusal alanın gelişmeye başladığı döneme rast geliyor. Bu konum tabii ki emek hareketinin ve sosyalizmin gelişmesinin, okuma‐ yazma oranının artmasının bir ürünü. Sürecin kökeninde Avrupa uygarlığının krizine verilmiş entelektüel bir yanıt yatıyor. Bu kırılmayı anekdot düzeyinde konumlandırabilmek için Dreyfus davasına kadar uzanabiliriz. Entelektüelin rolü o zaman, uzmanlık edinmiş olduğu bilgiyi yakın çevresinin ötesine, yani siyasal nitelikteki kamusal alana taşıdığı zaman ortaya çıkmıştı. Tek‐parti sistemindeki entelektüelin rolü ise, Heinrich Heine’nin dönemindekine benziyor, çünkü o dönemde tıpkı tek‐parti sisteminde olduğu gibi henüz siyasal nitelikli bir kamusal alanın var olduğundan söz etmek mümkün değil. Yine de bu toplumsal konum altmışlı yıllardaki öğrenci hareketiyle birlikte sona erdirilebildi. Daha sonraki dönemde, yeni kuramsal entelijensiya genç kitlelerin kültürel olarak kendilerini örgütledikleri hareketler ve yeni toplumsal hareketlilikler ile işbirliği içinde tek‐partili devlet aygıtının dışında kalan, bağımsız bir siyasal kamu alanının kurulması sürecini başlattılar. Seksenli yılların ortalarında başarılı biçimde sona eren bu tarihsel döngü ile başlayan süreçte klasik “muhalif” konumun herhangi bir rolü olmuş değil; tam tersine, bu konum zaten kültürel yerleşikliğin ideolojik içeriğine bürünmüş ve dolayısıyla barikatın öte yakasına geçmiş durumda. Mandarin düzenine gösterilen güncel rağbet burjuva “yazınsallığı” ve sınırlı “kamu” üzerine kurulu modeli uygulamaya çabalıyor ve radikalizmi aracılığıyla bu tür arkaik bir “entelektüelizm”in tarihsel krizine ve muhtemelen potansiyelinin bittiğine işaret ediyor. Kendi içinde parlamenter demokrasi mekanizmaları işler haldeyken bağımsız ve daha geniş bir siyasal kamu alanının güç kazanmaya başladığını da müjdeliyor belki de; parlamentarizmin başarılı işleyişinin garantisi olacak bu saha aynı zamanda modern Avrupalı bir entelektüel konumun serpilmesini de sağlayabilecek. Eski entelijensiyanın yeni faşizmi ile etrafa yayılan bütün karanlığa rağmen, halen iyimser olabilmemizin nedeni de bu. Doğaldır ki, bahsi geçen radikalleşmenin tarihsel şekillenişindeki başlangıç niteliğindeki unsurları başarılı biçimde geliştirmemiz koşuluna bağlı bu iyimserlik. Bu alanın gelişmesine yardımcı olduğumuzda mandarin hayaletler kendi başlarına buharlaşacaklar. Tarihin çöplüğünden gelen vampirler olsalar bile. IV. Çalınmış devrimin ertesinde Bu kitapçık içinde yer alan metni 1995 yılında, Bosna‐Hersek’teki savaş ve siyasal belirsizlik sürerken, bu devletin [Slovenya] işleyindeki katılık, beceriksizlik, otoriterlik ve paniğin habis karışımı belirgin biçimde hissedilirken kaleme almıştım. Bu yazı aracılığıyla içinde yaşanılan ânın entelektüel aciliyetine yanıt vermeye çalışmıştım. Gramsci’nin sözcükleriyle “entelektüelin toplumsal işlevini ifa” edenlerin aşırı sağcı ideolojilere hareket kazandırmaları ve bu ideolojilerin toplumsal güçleri aracılığıyla ve elit kurumların ve okul düzeninin yardımıyla “yerleşik entelektüel çevreleri”, yani devletin ideolojik aygıtlarının büyük kısmını faşizme doğru yönlendirmeleri bu aciliyet hissini güçlendirmekteydi. Şimdi bir düzelti olarak ekleyebileceğim şey bana üç yıl önce sapma gibi gözüken şeyin aslında çağın normal işleyişi olduğu ve bir süre daha böyle gideceği düşüncesidir. Bir tür acele, hatta neredeyse bir panik hali içinde faşistoid eğilimlere zemin hazırlayan belirli bir koşul zincirini tetiklemiş tarihsel süreçlerin eskizini çıkarmaya çalışmıştım. Öncelikle entelektüel ve ideolojik Sayı #1 53 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki boyutlarla sınırlıydı bahsi geçen koşullar ama aynı zamanda okul aygıtı içinde “ideolojinin maddi varlığı”nı kuşatıyor, siyasal kurguları kendi maddilikleri ve yeniden üretimlerindeki söylemsellik içinde ele alıyordu – ama bununla birlikte, toplumdaki uzun erimli temel süreçleri, özellikle, eğer bu jargonu kullanma müsadem varsa, bugün bağnaz biçimde itibarı düşürülen “ekonomik temel”i ciddi biçimde ihmal ediyor yazdıklarım. Bu yüzden bu ek metinde gelecekte kaleme alınarak genişletilmesi gereken bir şema sunacağım. Temel varsayım, bana öyle geliyor ki, halen aynı: yani soru “Faşizm – evet mi hayır mı?” değil; “Ne kadar faşizm?” sorusu. Bu şu anlama geliyor; stenografik biçimde “faşizm” olarak adlandırdığım şey, yine bana öyle geliyor ki, yerel nitelikli “yarı‐çevresel” kapitalizmin yeniden üretimindeki enstelasyonun yapısal bir unsuru. Bu hipotez, liberalizm ideolojisi ve pek çok Marxizm türü tarafından paylaşılan, kapitalist üretim biçiminin ve ona iliştirilen kapitalist toplum şekillenmesinin ekonomidışı baskı olmaksızın kendilerini yeniden üretebildikleri yönündeki efsaneyle çelişmekte. Bu efsanenin bu kadar süre yaşayabilmiş olması oldukça ilginç çünkü liberalizmin kendi kurucusu olarak algıladığı ve Marxizmin eleştirisinin ana hedefi olarak belirlediği düşünce adamı tamamen farklı düşünmekteydi. Adam Smith “kârdan beslenerek yaşayanlar”ın çıkarları dikkate alındığında, spontane biçimde tekelleşmeye meyleden “serbest pazar”ın içkin mantığının sadece idareyi elinde tutan(lar) tarafından empoze edilecek devlet önlemlerine başvurarak durdurulabileceğini söylemekteydi. Dolayısıyla ilk klasik formülasyon daha en baştan “serbest pazar”ın intihar eğilimini içinde taşıdığı ve onu hayatta tutacak tek şeyin devlet baskısı olduğu teşhisinde bulunmuştu. Neoliberalizm bu klasik tezi uygulamada tasdik etti – Reagan’ın anti‐tekelci yasalarından Britanyalı işçi sendikalarının Margaret Thatcher iktidarı tarafından zalimce baskıya uğramasına kadar. Bugünkü dünyanın hegemonik iktidarı da dünya pazarının “özgürlüğü”nü finansal terör, siyasal şantaj ve askeri “kolluk” aracılığıyla garanti altına alabiliyor – kimi zaman tek başına takılıyor; kimi zaman askeri uzantılar aracılığıyla devreye giriyor; çoğu zaman da IMF (Uluslararası Para Fonu), Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi “dünya” örgütlerini kullanıyor. Mevcut dünya ekonomisi sistemini ayakta tutan güncel “ekonomidışı” pratikler, sistemin yeniden üretiminin pazar ilişkilerinden çok, üretim sahasındaki ilişkilere bağlı olduğuna da işaret ediyor. Böylelikle pazar çözümlemelerinden üretim yöntemlerinin çözümlenişine doğru Karl Marx’ın yaptığı kuramsal geçişi tasdik ediyorlar. Üretim ilişkilerindeki dönüşümler tabii ki “geçiş” süreçlerinin merkezi boyutu konumunda: devlet düzenlemeleri ve devlet yaptırımına bağlı yasal önlemler tarafından tesis ediliyor yeni ilişkiler. “Özelleştirme ve kamusallıktan çıkarma” biçimindeki hukuki‐ekonomik formülün kendisi, hâkim ideolojinin tarihsel sürecin dramatik boyutunu etkisiz kılmakta kullandığı normalleşme söylemine ait bugünlerde. Bu gelişmeleri başka bir formül içinde özetlemeye çalışırsak, devletin elinde tuttuğu, dayanışmanın siyasi‐idari temsilcisi olma yetkisinden soyundurma sürecinin nihayete erdirildiğini söyleyebiliriz. Bunun yerine tesis edilen şey sermayenin özel mülkiyeti üzerine kurulu yeni sivil toplum şeklindeki idare biçimidir. Bu yeni bağlamda yeni üretim ilişkilerinin sömürüye dayanan doğasından ileri gelen ihtilafların denetim altında tutulması, devlete verilen kolluk işlevi tarafından görülecektir. Artık devletin esas yaptığı şey yeni sistemin kaçınılmaz biçimde ürettiği çelişkileri yönlendirmek ve regüle etmek, hakemlik yapmak, ve parlamenter demokrasi prosedürlerine ya da parlamentodışı (geçici) müzakere çözümlerine kanalize edilemeyen ihtilaflarda tampon görevi üstlenmek üzere arada bir baskı işlevini ifa etmektir. Toplumsallaşma artık dayanışma üzerinden değil ihtilaf üzerinden tanımlanmaktadır. Dolayısıyla devletin sürekli olarak faal olan varlığının gerekliliği ile bu liberal devletçiliğin gerekliliği, liberal devletin ilan ettiği siyasal ideolojiye tamamen zıt düşmektedir. Bu nedenle kuru pragmatizmi içinde son derece gaddar, meşrulaştırma söylemleri içinde de son derece siniktir. Devletin “ekonomidışı” şiddeti, özel mülkiyet üzerine temellenen toplumsal ilişkilerin “normal” bir şekilde yeniden üretilebilmesinde vazgeçilmez bir unsurdur. Esaslı bir dönüşümün başlıca belirleyeni niteliğindeki devlet, “geçiş” ile ilişkilendirilen ortamlarda geçici bir dönemde de olsa olağanüstü hal devleti olarak işlemek zorundadır. Özellikla Nikos Poulantzas tarafından geliştirilmiş bu formül devletin faşistleşmesini açıklayan tezlerden biri konumundadır. Dolayısıyla gerçek kuramsal sorun “geçiş” sürecini yaşayan bazı devletlerde faşistleşmenin neden hiç ortaya Sayı #1 54 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki çıkmadığıdır. Pek çok sebep arasında siyasal‐idelojik boyutun önemi öne çıkar: 1. Demokratik devrimin “söylemi, tutkuları ve yanılsamaları” Doğu Avrupa halklarını devrimin kendilerinden “çalınmış” olmasının ertesinde de bir süre büyülemeye devam etti; 2. güçlerini kaybeden, ayrıcalıklardan uzak tutulan kitlelerin toplumsal tepkisi görece olarak geç biçimde ortaya çıktı ve sosyal demokrat programlar öne süren reformist komünist partiler tarafından becerikli sayılabilecek bir şekilde manipüle edildi. Yukarıda sayılanlar burada gerçekleşmedi. İnsan hakları devriminin pathosu “toplumun geniş kesimi”ne milliyetçi ideolojilerin filtresinden geçirilerek yayıldı; belki bunun nedeni paradoksal biçimde Yugoslav demokratik devriminin hiçbir zaman gerektiği kadar coşkulu [pathetic] olmamasındandı. Avant la lettre [ç.n. daha ismi konmadan önce] “siyaseten doğru” ve kibar biçimde aydınlatıcıydı. Komünist liderlik, önceki ideoloji tarafından empoze edilen dayanışmacı sorumluluğu kolayca reddetmiş, ve geçiş dönemi jargonunu şen şakrak kucaklayarak fazla patırtı çıkarmaksızın komünist “yeni sınıf”tan liberal bir “yeni sınıf”a geçivermişti. Reformdan geçen komünist partiler sivil seçmenlerde şaşırtıcı bir güven oluşturmuş olsalar da, yanlış tahminler ve siyasal hataların ardı arkasına gelmesiyle ayrıcalık sahibi olmayan toplumsal katmanların sağcı radikalleşmeye doğru kaymasına izin vermiş ve “aşağıdan faşistleşme” aracılığıyla “yukarıdan faşistleşme”nin ifade bulmasının zeminini hazırlamışlardı. Yerel ilişkilerimize ilişkin olarak ise “hukuk idaresi”nin “geçiş”e ilişkin düzenlemelerine karşı gösterilen şiddet fazlasını ve kamuoyu oluşturmaya yönelik “demokratik” yöntemlere karşı gösterilen ideolojik aşırılık fazlasını açıklamamız gerekiyor. Şu an için üzerine yorum yapılacak başlangıç niteliğinde unsurlar ortaya koymanın ötesine geçmek zor; bu aşamada verilen yanıtlar kuramsal anlamda eklektik, kopuk ve hatta belki de karşılıklı olarak çelişkili olmak zorunda. Bu yüzden kuramsal anlamda tek‐taraflı ve fazlaca basitleştirici bir yapıya sahipler; çözümleme düzleminde bir sentez ortaya koyamadıkları için, bu sentezi “ulusal toplum”un hayaletine bakarak aradıkları konunun tutarlığından çıkarmaya çalışıyorlar. Konunun saptanışı iki kez hatalı: 1. bir yandan, bu yorumlar tarafından analitik biçimde ele alındığı söylenen “hayali cemaat” etkisi, kendilerinin söze gerek bırakmayan ufku olarak kabul görüyor; 2. diğer yandan, ele alınan konunun üretiminde belirleyici olan boyut, yani devlet sosyalizminin ortodoks olmayan bir türevi tarafından tanımlanmış belirli bir toplumsal‐ekonomik mekânın dünya kapitalist sistemi içine “geçişsel” biçimde dahil edilmesi gözden kaçırılıyor. Bu yorumların gösterdikleri zaaflardan sıyrılabilecek bir bakış açısıyla şiddet fazlası ve yerel ilişkilerde aşırılık fazlası olarak biraz da sinik biçimde değindiğimiz şeyi kısaca anlatmaya çalışalım. Sözkonusu radikalleşme örneklerini açıklamakta karşılaşılan sorunlardan biri, eski gerilimlerin ve hüsrana uğramış siyasal programların geriye dönüşlü biçimde “yeniden canlanma”larına dair klişenin çekiminden kurtulamamamız. Bu metinde ideolojik düzlemlerden büyük ölçüde sadece birini, yani egemen olan kültürün “yüksek” katmanına değinen yapısal bir çözümleme geliştirmeye çalıştım. Sadece bahsi geçen formülü izlersek, kendilerini yerel toplumlarda hızlı ve her şeyi kapsar biçimde tesis eden “demode” ya da “anakronik” yapıların stratejik konumu şu şekilde tanımlanabilir. Dünya kapitalizmi sistemine dahil olmaya gösterilen direnişin (yani eşitsizlik ve sömürü içeren güncel ilişkilerin, bugüne dek bir biçimde dünya sistemine “direnmiş” sahalara nüfuz etmesine gösterilen direncin) dayandığı “anakronik” yapılar aynı zamanda bu dahil oluş tarafından teslim alınmış, dünya kapitalist sistemindeki eşitsizlik ve sömürü ilişkilerinin bizzat “yatırımda bulunduğu” yapılar. Ulus denen “sivil toplum” eklentisiyle birlikte ulus devlet bu anakronik kurguların en önde geleni belki de. Bugünün ilişkileri içinde ulus devletin “egemen”liği, dünya sisteminin kısıtlı bir sahası içinde en fazla yargı yetkisi kullanabilme hakkına kadar erimiş vaziyette. “Geçiş” aşamasındaki devletler için ise bu hak şartlara bağlı ve daha çok, hegemon dünyanın ya da “uluslararası” örgütlerin “uzman” ültimatomlarına ve “uluslararası topluluk” olarak adlandırılan mevziden gelen siyasi baskılara boyun eğme zorunluluğu şeklinde icra edilmekte. Yine de bu kısıtlanmışlığı içinde, ulus devletler dünya sisteminin işleyişinde aktif bir unsur olabilmekte ve bazı şartların oluşmasına yardım edebilmekte: “eşitsiz uluslararası değişim” ve yatırım nişleri; devlet elinden düzenlemelerle emeğin değerini düşürme; devlet düzenlemelerinin yokluğu ile ekolojik standartları düşürme; yerel politikalarla yeni meta pazarları, üretim faktörleri ve emek üretme ve onları denetim altında tutma vs. Arkaik karakterleri Sayı #1 55 Extravagantia II: Koliko Fašizma? [Extravagantia II: Ne Kadar Faşizm?] Rastko Močnik’in kitabından bir seçki aracılığıyla ulus devletler dünya ekonomisi görünümüne “sözde‐doğal” bir ton katıyorlar; dünya sermayesinin ürünlerini ve alışverişlerini hareket ettirebileceği yerel görünümler hazırlıyorlar ve böylelikle kâr oranlarındaki düşme eğilimini ve “düşen kârlar”ı telafi ediyorlar başarıyla. Diğer yandan, bu süreçlere gösterilen çeşitli yerel direnç biçimleri ulusal devleti bir kalkan ve savunma silahı olarak görüyor. Dolayısıyla ulusal devlet dahilinde yaşanan siyasal savaşların büyük hatta esas bölümü “kozmopolitizm” ile “yerelcilik” arasındaki sahte ikilemin koordinatları üzerinden yürütülüyor. Bu karşıtlaşmanın iki unsurunu da karakterize eden şey devletin iktidarına karşı duyulan büyülenme ve fiziksel şiddet tekeli karşısında ayartılma hali. Ama bu halen faşistleşmeyi açıklamaya yetmiyor. “Geçiş” halindeki devletlerin tümünün, merkezdeki bir çok devletin ve hatta süper ligdeki bazı devletlerin durumu bu. Daha fazla kaynak aramalıyız: örneğin, ulus devletlerin “yaratmak” ve temellük etmek ile böbürlendikleri gibi sınıf, ittifak ve topluluklara dair kavrayış modelleri ve ideolojik ufuklar. Hüküm süren bu ittifaklar “kendi” devletlerini “koloni” statüsüne getirmeyi başaramadan kendilerini sömürge güçleri olarak algılamaya başladılar. Bu tutumun kök‐modeli Yugoslav Komünistler Birliği’nin son kongresinden ayrılıp ilk uçakla “kendi” devletlerine dönen Sloven komünistler tarafından sunulmuştu. Bu negatif jestin ardından pozitif bir şey yapma fikri gelmemişti akıllarına; Yugoslavya’nın bütününde bir demokratik parçalanma düşüncesi geliştirememişlerdi; bütün Yugoslavya’nın kendilerinden demokratik bir eylem beklediklerini görememişlerdi; tarihsel an tarafından ortaya konan soruya yanıt verebilecek konumda olduklarını bilmek istememişlerdi. Ne onlar, ne de sonra gelen siyasal sınıflar ulusal çitlerinin ötesine bakmayı akıllarına getirememişlerdi. Bu siyasi mafyatik grupların bazıları sınırlarını genişletme ve kendi kısıtlanmışlıklarını “güç kullanarak”, etnik temizlik ve kitlesel cinayetler aracılığıyla ihraç etmeyi arzulamışlardı doğrusu. “Başka halkları baskı altında tutan bir halk özgür değildir!”, doğal olarak – ama dikkate alınması gereken bir başka husus da milliyetçiliğin tuzağına düşmüş bir halkın da özgür olamayacağı. “Özgül” yerel özelliklere dair söylenecek şeyler bu kadar. Ama bunlar da bir açıklama oluşturmaya yetiyor değil. Ek olarak açıklanması gereken şey entelektüel yanı zayıf, antik dönemde kalmış bir ideolojiye ve şematik programa sahip bu siyasal sınıfların nasıl olup da insan hakları yolundaki demokratik devrimi ezebildikleri, nasıl olup da kamuyu tahrip edebildikleri, talancı “Doğu kapitalizmi”ni harekete geçirerek zengin ve farklılık içeren toplumsal mekânı yıkıma uğratabildikleri. İngilizceden çeviren: Erden Kosova Sayı #1 56 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen Örtünün altındaki karmaşa1 Oturduğumuz yerden milliyetçilik üzerine konuşmak başka, Anadolu’yu arşınlayıp yüz yüze görüşmeler yapıp konuşmak başka. “Milletin Bölünmez Bütünlüğü”: Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilik(ler)2 başlıklı ufuk açıcı bir çalışma yapan Ferhat Kentel, Fırat Genç ve Meltem Ahıska’ya kulak veriyoruz... Yaptığınız milliyetçilik araştırmasının fikrî öncülleri nelerdi? Ferhat Kentel: Bu araştırma, TESEV bünyesinde yapılan bir araştırmalar dizisinin sonuncusu. Araştırmaların ortak yanı herhalde “ne” sorusundan çok, “nasıl” sorusuna cevap aramaya çalışmak. Projelerin üst başlığı “Demokratikleşme Programı”ydı. Demokratikleşme sürecinde, Türkiye’de devlet, aile, laiklik, milliyetçilik gibi çeşitli alanlara bakıldı. Çalışmanın koordinatörü Etyen Mahçupyan’dı; bizim araştırmamızın fikir babası da o. Milliyetçilik konusunda, kalkış noktamız basit bir gözlem ya da iddiaya dayanıyordu; “son yıllarda milliyetçilik yükseliyor”... “Acaba öyle mi?”, “nasıl oluyor?” sorularına cevap aradık. Şöyle bir hipotez de vardı: Yaşadığımız dönem tabii ki kendine dair özgüllükler taşıyor, ancak, 6‐7 Eylül 1955’te de milliyetçi dalgalar vardı, Kıbrıs meselesi zamanında da vardı, Kürt meselesi olduğundan beri de sürekli yükselen ya da yükseldiği söylenen milliyetçilik dalgalarından bahsediliyor. Biz bu yükseldiği söylenen milliyetçilik nasıl sahipleniliyor, nasıl bir dil eşliğinde kullanılıyor gibi sorulardan yola çıktık. Meltem Ahıska: TESEV’in araştırma dizisinde, zihniyet kalıplarına vurgu yapılıyordu. Zihniyet kalıbı kendi başına çok açıklayıcı bir kavram değil, çeşitli yerlere çekilebilir. Genellikle, Türkiye’de milliyetçilik, toplumda zaten varolan, zaman zaman daha belirginleşen bir zihniyet, bir düşünce şekli gibi anlaşılıyor. Bu araştırmada bu varsayımı yerinden oynatmayı hedefledik. Varsayılan bir şeyi kültürel düzeyde, zihniyet kalıplarında aramaktansa, “bunlar belli bir tarihsellik, toplumsallık içinde nasıl üretiliyor ve nasıl tüketiliyor?” sorusunu sorduk. Statik bir toplum resmi çıkartmaktansa, varolan algı ve zihniyet yapılarının nelerden etkilendiğini, nasıl hareket halinde olduğunu ve içinde neleri barındırdığını anlamaya çalıştık. “Türkiye’nin kalkınmasının, modernleşmesinin önündeki engeller”, “demokratikleşmeye direnen unsurlar” gibi genel geçer bir söylem vardır. Belirli insan gruplarına yapıştırılan “geri”, “dirençli”, “muhafazakâr”, “geleneksel” gibi birçok yafta var. Biz algı ve zihniyet yapılarının belirli kültürlere, yörelere, insan gruplarına özgü olmaktan çok, daha makro düzeyde, belirli stratejilerle üretildiğinden hareketle, toplumsal süreçle ilişki içinde tüketilirken nasıl yeniden üretildiğine baktık. Dolayısıyla, algıları ve zihniyet kalıplarını sabit kategoriler olarak ele almayan, onları gündeliğin içinde tarihselleştirmeye yönelik bir çalışmaydı. Kentel: Anahtar kavram, sorunsallaştırma aslında. Cumhuriyetin modernleştirme politikalarının sorun olarak gördüğü ve ötekileştirerek aşmaya çalıştığı bazı “yaşam tarzları” var, bunlar “namevcut ötekiler” aslında; yani öyle bir şey yok, modernleştirme politikaları onları öteki olarak kuruyor. Onları sorun olarak tespit ediyorsun, onun üzerine kendini inşa ediyorsun. Bu üst söylem, bu zihniyet kalıpları, içinde yüzdüğümüz, soluduğumuz hava haline geliyor. Bizim yapmaya çalıştığımız bunu sorunsallaştırmak. Genelde milliyetçilik, laiklik araştırmaları, söylemin kendisine esir oluyor ve böylece söylemi yeniden üretmiş oluyor. Belki de bu söylem gerçek değil diyerek, aşağıdan bakmak, dolayısıyla süreci tersine çevirmek istedik. Gerçeklik olarak statikleştirilen, tanımlanan şeyde, bütün farklılıklarıyla, çok daha karmaşık, insanî, psikolojik, sosyolojik, kültürel, yaşam tarzları, habitus’ler denen bir dünya var. O karmaşıklığı gösterip, onun üzerine konuşmak gerekiyor. Buradan da çok siyasî bir sonuç çıkıyor. 1 Bu söyleşi Express Dergisi’nin Ağustos 25‐Eylül 25 2007 tarihli 75. sayısında yayımlanmıştır. Tekrar yayınlamamıza izin verdikleri için Siren İdemen’e ve Express’e teşekkür ederiz. 2 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska, Fırat Genç, “Milletin Bölünmez Bütünlüğü”: Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilik(ler) (İstanbul: TESEV Yayınları, 2007). Kitabın tam metnine http://www.tesev.org.tr/UD.../Milletin%20Bolunmez%20Butunlugu.pdf adresinden ulaşılabilir. Sayı #1 57 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen Araştırmanın kuramsal çerçevesini izah ederken, Pierre Bourdieu, Michel Foucault, Giorgio Agamben ve özellikle Michel de Certeau’ya atıfta bulunuyorsunuz. Araştırma nasıl bir kuramsal ve kavramsal çerçeveye oturuyor? Kentel: Bu düşünürler arasındaki ortaklık esas olarak “gündelik hayat”, gündelik hayatın karmaşıklığı ve yaratıcılığı. Gündelik hayat belli söylemler tarafından her zaman esir alınmaya çalışılıyor. Zümreler, iktidar odakları gündelik hayatı esir alıyor; o zaman, örneğin faşizm de gündelikleşip, sıradanlaşarak yerleşiklik kazanabiliyor. Bu durumda, esir almaya çalışan dillerin karşısında bir direniş alanı olarak, gündelik hayatı yeniden düşünmek gerekiyor. Sözünü ettiğimiz referanslardaki ortak alan bu; Michel de Certeau’nun kullandığı “strateji” kavramı örneğin. De Certeau strateji kavramını bir grup tarafından sahiplenilmiş ve onu sürekli sunan, üreten bir ideoloji olarak görmüyor. Stratejinin olabilmesi için, bizzat aşağıda insanlar tarafından yorumlanarak içine girilmesi lazım; strateji insanların içinde dolaştığı yerdir. Teorik açıdan Michel de Certeau ve Foucault akrabadır. Gündelik hayatın içinde yaşarken, aynı zamanda bu stratejinin içinde dolaşıyoruz, dolayısıyla stratejiyi yeniden üretiyoruz. Ama yeniden üretmemiz, örneğin Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Güneş Dil Teorisi’nin, Türk Tarih Tezi’nin, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın tesis etmiş oldukları şeyler değil. Laiklik, milliyetçilik, Atatürk, hukuk, aile hepsi bizim yorumlarımızla başka şeyler olmuş; geleneklerimizle cevap veriyoruz bunlara. Bunu dediğimiz andan itibaren de strateji gibi herkesin içinde dolaştığı alandan, bireyler, toplumsal aktörler, gruplar tarafından uygulanan taktikler dünyasına gidiyoruz. Strateji daha çok bir mekânı, belirlerken –örneğin Türkiye coğrafyası, misak‐ı millî sınırları, Ankara gibi–, taktikler daha çok zamana ilişkin bir şey; bugünkü ihtiyaçlarım, bugün hissettiklerim, bugün televizyonda izlediğim bir haber... Bunlar üzerinden taktiklerimle Türkiye’yi, milliyetçiliği yorumluyorum. Bunda kurnazlık da olabilir. Sonuçta, bu stratejinin altında hayatı yaşanabilir kılmaya çalışıyorum. Ben bunu yaptıkça, strateji parçalanıyor, değişiyor, yıkılıyor, ama bir yandan da yeniden üretiliyor. Ahıska: Milliyetçilik tarihsel olarak, farklı zamansallıkları ve farklı deneyimleri kendi içinde yok eden, eriten, Benedict Anderson’ın söyleyişiyle içi boş bir zaman yaratan ve belli bir mekân içinde yaşayan insanların hepsi aynı deneyimi aynı anda yaşıyormuşcasına kurgulanan bir ideoloji. Tek başına bunu gerçeklik olarak ele aldığımızda, milliyetçiliği belki gereğinden fazla ciddiye almış, onun terimleriyle düşünmüş oluyoruz. Halbuki, önemli olan “nasıl” sorusu. İnsanların nelere yatırım yaptığı, de Certeau’nun terimleriyle düşünürsek, belirli stratejileri nasıl kullandığı, bu stratejilerin içinde nasıl dolaşıldığı önemli. Bu saydığımız isimler öznellikle nesnellik arasındaki ara yüzleri bulmaya çalışmış, öznelliğin nasıl yaratıldığını ve yaratılırken nasıl farklılaştığını, içinde direnç alanları da taşıyabildiğini anlatan düşünürler. Bizim yapmaya çalıştığımız, farklı zamansallıkları, farklı deneyimleri merkezî temsillerle ilişki içinde, ama bir yandan da ondan farklı olarak başka bir düzlemde anlamaya çalışmak. Bu teorik çerçeveyle saha çalışmasının ilişkisi nasıl oldu? Fırat Genç: Kitapta, gündelik hayat kadar sık kullanılmasa da alttan alta süregiden ikinci bir kavram da tecrübe. Toplumsal özneler olarak, toplumsal yapılar karşısında bir tecrübe sahibi oluyoruz. Tecrübe, örneğin küreselleşme gibi makro durumları da kapsıyor. Ama arada her zaman bir boşluk var, hiçbir zaman o yapıyı, ya da mesela devletin ürettiğini düşündüğümüz milliyetçilik söylemini birebir kabullenip tekrarlamıyoruz, hep bir yorum farkı oluyor. Biz bunu, tüketirken yeniden üretme olarak formüle ettik. Gündelik hayat, bu boşluklu yapısından, arada kaymalara imkân veren zemin olma işlevinden ötürü bizim teorik çerçevemizde esas öneme sahip. Saha çalışmamızda da aradığımız cevabı teyid ettirmekten çok, insanların kendi anlatıları içinden cevapları çekmeye çalıştık. Ahıska: Milliyetçi stratejiler nasıl belirli deneyimleri ve farklı düşünüş, yaşayış şekillerini esir ediyorsa, belirli akademik önkabuller ya da teoriler de belirli şeyleri esir edebilir. Kafanda nasıl bir modelle gidiyorsan, bulduğun şeyleri de onun içine oturtmaya çalışıyorsun. Bizim gündelik hayat konusundaki bulgumuz ve Fırat’ın sözünü ettiği boşluklar bu modellerin kendisini de sorunsallaştırıyor, temsillerin ötesindeki şeyleri duymaya çalışan, kendini de sorgulayan bir yöntem. Yöntemle teori burada birbirine yaklaşıyor. Sayı #1 58 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen Kentel: Biz de sonuçta, o stratejinin içinde, onunla beslenmiş insanlarız; bilim stratejisiyle beslenmiş insanlarız, ama aşağıda, başka türlü bilgi üretimleri var; insanlar o bilgilerle hayatı yaşanabilir kılıyorlar. Onların bilgisiyle bizim bilgimiz arasındaki hiyerarşik farkı kaldırmak gibi bir niyetimiz vardı. Tabii mutlak olarak böyle bir şey sağlanamaz. Çünkü biz entelektüeliz, kelimelerimiz okuduğumuz kitaplarla, araştırmalarla beslenerek, onların üzerine yeni sonuçlar çıkarta çıkarta oluşuyor. Bu ayrımı toptan kaldıracak bir ütopyanın alemi yok belki, ama en azından buna niyet etmek önemli. O insanlarla konuşurken, söylediklerini ciddiye alıyorum. Milliyetçilikten ne anladığını anlattığında, “bunlar çarpılmış zihinler” demek hakkına sahip değilim. Kars’taki bir insan milliyetçiliği bir şekilde anlatırken, İzmir’deki başka bir şey söylüyor, ikisinin söyledikleri ve ben, hepimiz aynı düzeydeyiz. Bu araştırmada en azından o dikotomik ayrımı aşmak ya da o tuzağa düşmemek gibi bir çaba var. Ahıska: Amaç o dikotomiyi aşarken, sadece bir çoğulluk, bir rölativizm olarak göstermek, “herkes farklı düşünüyor, çok fazla ses var” gibi bir şey söylemek değil. Tam tersine, sayıları aslında çok da fazla olmayan stratejilerin, temsillerin, kalıpların farklı toplumsal ilişkiler içinde nasıl kullanıldığını ortaya koymak. Mesele, sadece çoğulluk, görelilik değil. Sınıfsal, bölgesel, cinsiyete bağlı, Kürt olmak, Türk olmak, Müslüman olmak, Müslüman olmamak gibi birçok etkene bağlı olarak, temsillerle nasıl ilişkilenildiğini, bunların nasıl yeniden üretildiğini, nasıl “performe” edildiğini ortaya koyabilmekti amaç. Bütün bu karmaşıklık içinde gözlemlediğiniz en ortak noktalar neler? Kentel: Pek çok şey var ve bunlar birbiriyle bağlantılı galiba. Aslında, milliyetçilik diye bir şey yok! Milliyetçilik diye adlandırılan ve insanları hapseden birtakım temsiller var. İnsanlar bu stratejiyi kullanıyorlar, bu strateji içinde hareket ediyorlarsa da, aslında, başka bir şey anlatmak istiyorlar. Kitabın giriş bölümünde şöyle diyorsunuz: “Milliyetçilik hem her yerde varolan hem de hiçbir yerde elle tutulamayan; duruma göre içi doldurulan, daha sonra içi boşaltılıp tekrar doldurulan, zaman içinde değişen içeriğiyle adeta her şeyi anlatan ve tam da bu yüzden hiçbir şeyi anlatamayan bir kavram haline geliyor. Öyle ki, ulus‐devletlerin kurucu ideolojisi olarak milliyetçilik kavram olarak hayatını sürdürse de, değişen zamanla birlikte çok daha başka gerçeklikleri saklar hale geliyor.” Bunu biraz açar mısınız, gizlenen gerçeklikler neler? Kentel: Sosyal, sınıfsal farklılıkları, sosyal adaletsizliği, aşağılanmışlığı, dışlanmışlığı, güvensizlikleri, korkuları örtüyor, görünmez kılıyor. Dolayısıyla, aslında “itiraz”ı gizliyor. İnsanlar istedikleri kadar milliyetçi, hatta bazen ırkçılığa varan laflar etsinler, aslında anlatmak istedikleri başka şeyler var. Bu örtme mekanizması nasıl işliyor, insanlar niye sorunlarını doğrudan dile getiremiyor? Kentel: Getiremiyor, stratejinin gücü de bu zaten, sanki her şeyi anlatmanın tek yolu bu stratejinin dili... Strateji totaliter bir söylem oluşturduğu için mi? Kentel: Totaliterleşme eğilimi olmasına rağmen, hiçbir zaman totaliter olamıyor. Totaliter söylemin en yoğunlaştığı bir Hitler, bir Mussolini gibi figürleri, Alman ırkı kavramını düşünelim. Ama Türkiye’de stratejinin kendisinde böyle bir şey yok, kimisi “Türk ırkı”, kimisi “Orta Asya’dan gelen Türkler” diyor, kimisi 1923’ten başlatıyor, kimisi “Türk‐İslam sentezi”, kimisi “Türk milliyetçiliği adam öldürmez, pozitiftir” diyor. Kimisi “ben ötekisini tanımıyorum” diyor. Anlatılan hikâyenin totaliterleşme potansiyeli yok. Ahıska: Milliyetçilik dilini sadece bir örtü olarak düşünmemek gerekir. O dil, o düşünme ve eyleme kalıbı, sonuçta belirli pratikler yaratıyor. İnsanları pratikler üzerinden belirli bir kanala sokuyor. Bir örtü var, onu çekip alacağız ve altında da saf, hakiki ve güzel şeyler var gibi bir ikileme düşmemek gerekiyor. Çok fazla kırılmaları olan deneyimlerden bahsediyoruz, bunlar çoğunlukla ifade bulamıyor, ama ifade bulduğu zaman, milliyetçilik dilinin içinden konuşuyor, eyliyor, hatta Sayı #1 59 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen saldırganlık, şiddet şeklinde ortaya çıkabiliyor. Bunu aklamak gibi bir derdimiz yok. İnsanların bu dili kullanma konumları da farklı, bazı insanlar daha fütursuzca kullanabilirken, bazıları daha zorlanarak kullanıyor, en kıyıdakilerse pek kullanamıyor. “Milliyetçilik yok” derken kastettiğimiz, yekpare bir ideoloji olarak milliyetçilik yok. Ama, milliyetçilik dili ve temsilleri, ötekileştirme dili insanlar tarafından değişik şekillerde kullanılıyor. Kentel: Her düzeyde farklı kullanılıyor. Öyle olunca da kuşatıcı, herkesi emebilen, üstkimlik düzeyinde bir ideoloji olmaktan çıkıyor. Görüştüğümüz bir Çorumlu, bunun en bariz örneklerindendi. “Çorum milliyetçisiyim” diyor. Başka biri “Hatay milliyetçiliği”nden bahsediyor... Bazen milliyetçilikle hemşericilik kastediliyor. “Son iki yüzyıla damgasını vuran ve ulus‐devletlerin kurulmasına eşlik eden milliyetçilik ideolojisi, bugün küreselleşmenin sonuçları karşısında önemli bir değişim yaşıyor” diyorsunuz. Küreselleşme milliyetçiliği nasıl etkiliyor? Kentel: Küreselleşme, bir tarafıyla ekonomik, bir tarafıyla kültürel boyutları olan bir süreç. Küreselleşmeyi anlamak için kapitalizme bakmak gerekiyor. Sermaye artık ulusal sınırlar içinde duramayarak küreselleşirken, kültürel süreçler de küreselleşiyor. Bir zamanlar yaratılmış olan “ulusal ev”in denetleyici kapasitesi de kırılıyor. En nötr ifadeyle küreselleşme tarifi böyle, ekonomik, kapitalistik, kültürel vs. sınırların ortadan kalkması. Ama, bu sürecin yararları, zararları, etkileri gibi boyutlara baktığımızda, “sert küreselleşme” ve “yumuşak küreselleşme” diyebileceğimiz iki olguyu görüyoruz. Bu süreç birtakım insanlar için olumsuz sonuçlar yaratıyor, ki buna sert küreselleşme diyebiliriz. Paranın, sermayenin, güçlünün borusunun öttüğü bir dünyada birtakım insanlar, sosyal refah devletinin koruma mekanizmalarından mahrum kalıyorlar. Küreselleşme sürecinden zararlı çıkan insanlar ve kurumlar var, ulus‐devlet de küreselleşme sürecinden çok zarar görüyor. Küreselleşme sürecinde ulus‐devletler bazı alanlarda zayıflayarak geri çekilseler de, özellikle güvenlik üzerinden daha da güçlenmiyorlar mı? Ahıska: Ulus‐devletlerin yok olmasından çok, işlevlerinin dönüşmesinden söz edebiliriz. Ulus‐ devlet ya da milliyetçilik ideolojisi bir dönem, sanata, kültüre de yansıyan daha romantik bir ev, aidiyet imgelerinin oluşturduğu bir alanken, şimdi ulus‐devletlerin giderek jandarmalara dönüşmesiyle ve ulusal kültür meselesinin krize girmesiyle, anti‐kapitalist muhalefeti de içine almaya ve aidiyet hissini yeniden kurmaya çalışan ideolojinin iflasını görüyoruz. Bugün üretilen şey şiddet, saldırganlık; o romantizmden pek eser kalmamış. Birçok yerde böyle ama, hele Türkiye özelinde, “ev” arayışı, aidiyet arayışı, amansız bir çatışma alanı olarak ortaya çıkıyor. Türkiye’de milliyetçilik dili belki geçmişten daha fazla ve yaygın olarak kullanılır hale geldi, ama onun altına baktığımızda, müthiş bir çatışma ve parçalayıcılık görüyoruz. Kentel: Aslında galiba, “paket” bozuldu. Endüstri devrimi, sanayi toplumu, modern toplum, vatandaşlık, sekülarizm, bütün bunların ulusal düzeyde bütünlük duygusu veren devleti... Bunlar birbiriyle uyumlu, birbirini tamamlıyor. Bu bir paketti. Küreselleşmeyle bu paket bozuluyor. Ulusal ekonomiden, ulusal burjuvaziden bahsetmek artık daha zor... Ahıska: Hepsi birer efsane haline geliyor, altı boşalıyor. Mesela, OYAK yabancılara satılıyor. Ulusal kültür, ulusal ekonomi gibi şeyler mitoloji haline geliyor. Ama yine de milliyetçiliğin dili kullanılmaya devam ediliyor. Ulus‐devletin işlevlerinin değişmesine ilginç bir örnek de Baku‐Tiflis‐ Ceyhan boru hattı. Biz bunu, politik bir süreç olarak algılamadık, Türkiye’nin kalkınmasına bir katkı gibi görüldü. Boru hattının geçebilmesi için, Türkiye devleti bu boru hattının etrafındaki bölgenin denetiminden hukuksal olarak feragat etti. Dolayısıyla, oradaki hukukun belirlenmesinde başta BP olmak üzere, bu hattı geçiren özel şirketler söz sahibi, Türkiye devleti değil. Sonuç olarak, devletin hukuksal, kültürel, sosyal boyutlardaki gücünün sınırlarını delen, parçalayan bir süreç. Bütün bunlar küreselleşme dediğimiz sürecin bir parçası. Aynı süreçte, bir yandan da Türkiye devletinden beklenen kendi jandarmasını oranın güvenliği için seferber etmesi; askerî gücü ve jandarma rolü vurgulanıp öne çıkarılarak sürerken, hukukî, ekonomik, kültürel ve toplumsal politikalar anlamında alanı daralıyor. Sayı #1 60 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen Kentel: Klasik ortodoks marksist veya neo‐marksist açılardan devletin burjuvazinin devleti mi yoksa görece özerkliği var mı tartışmalarını düşünürsek, görece özerklik denen şey belki de şimdi mutlak bir şekilde bağımsızlaşmaya başlıyor; bütün bu patırtının içinde ayrı, güçlü bir unsur olarak çok daha bariz olmaya başlıyor. Tarihsel olarak yüklenmiş olduğu bütün işlevlerle oluşmuş belleğiyle, taşıyıcılık kapasitesi de ayrışan bir devlet var. Bu devlet, modern stratejinin bir unsuru olarak küresel strateji karşısında çatışır hale geliyor. Trabzon’daki bir iş adamı mesela, Türk devletinin en hakiki elemanı olduğunu düşünen bir insan; Türk devleti sanki onun sayesinde kendi varlığını devam ettiriyormuş hissinde; sapına kadar milliyetçi. Ama, adamın düşüncesi, ekonomik hayatı tamamen küresel. “Ankara benim neyime” diyor, “ben Türk dünyasıyla, Rusya’yla ilişkiler kurmak istiyorum”. Adam artık “bu sınırlar” içinde düşünmüyor. Sert küreselleşme‐yumuşak küreselleşme ayrımına dönersek, bu “yumuşak küreselleşme” örneği. Biri riskler olarak algılanan, diğeriyse olanaklar, açılımlar olarak görülen iki küreselleşme. Bir yandan da, birçok insan iki süreci birden yaşıyor. Bu da tabii bambaşka bileşimler yaratıyor. Adapazarı’ndan ilginç bir örnek geldi aklıma. Öcalan’ın İtalya’da tutulduğu sırada Türkiye’de İtalyan mallarına karşı kampanyalar yürütülüyor, buzdolapları yakılıyor, gömlekler yırtılıyor... Bu dönemden, tam açmazda olan bir insan örneği: Adam MHP’li ve Adapazarı’ndaki Benetton mağazasının sahibi. Bu durumda dükkânını kapatamıyor tabii ki... Milliyetçilik derken, farklı gruplara, sınıflara, fikirlere, coğrafyalara göre farklı kullanılabilen, farklı tüketilebilen bir dilden bahsediyoruz. İşadamı da, işsiz de bu dili kullanabiliyor, ama aynı şeyi anlatmıyorlar. Biri ezilmişliğine isyan olarak milliyetçiliği kullanırken, öteki yeni zamanlara adaptasyon aracı olarak kullanıyor. Sınıfsal bir yerden konuşuyorlar, ama çok faklı şeyler anlatıyorlar. Biri isyan ediyor, öteki ulusal devlet stratejisinden gelen birtakım kelimeleri seçerek kendisine güç devşirmek istiyor. Sınıf çok gündeme gelmiyor da, mesela Çorumluluk gündeme geliyor: “Amasya’ya havaalanı yaptılar, devlet buraya bir çivi çakmadı” diyor. Burada sınıftan ziyade, kent, cemaat, bir alt kimlik düzeyinden konuşuyor. Genç: Çorum’daki adam küresel ekonomide kentlerin yeni bir işlev kazandığının farkında. Tarihsel olarak resmî yapı, Çorum’u hor görmüş, dışlamış, bunun farkında. “Ankara’dan bir şey görmedik, bundan sonra da bize bulaşmayın, ama bize havaalanı lazım, ticaret yapacağız.” diyor. İşadamı mı bu sözünü ettiğiniz kişi? Genç: Hayır, hiç alâkası yok. Belki de o havaalanını hiç kullanmayacak... Genç: Kesinlikle. Ama Çorumlu kimliğini makro‐ekonomik bir anlayış içinde kuruyor. Bütün o kent hikâyelerinde, aslında sınıfsal bir yön devam ediyor. Kentel: Evet, bazen sınıf çok daha çıplak olarak gösteriyor kendini, bazen de iç içe geçmişliklerle, kültürel olarak ifade ediyor. Türkiye’de doğu‐batı, geleneksel‐modern kalıpları açısından da iki milliyetçilik örneği geliyor aklıma. Çanakkale’den Müslüman, ama bir yandan da kendini modern olarak tanımlayan biri ile, Kars’ta Müslümanlık vurgusu yapan iki adamı düşünelim. Biri yobaz İslam yorumlarına, hurafelere karşı olarak kendini pozisyonlandırıp “gerektiğinde alkol de içerim” derken, bir yandan da başka retorikleri alabildiğine paylaşıyor, “misyonerler Türkiye’yi bölmek istiyor” diye anlatıyor. Okulda başörtüsüyle ilgili tavrı çok net: “Devletin alanı, oraya başörtüsüyle girme, başörtüsü zaten dışarıdan yönlendirilen komplonun bir parçası”. Erzurum’daki lastik dükkânı sahibi de mesela sapına kadar milliyetçi, “bu memleket için biz Anadolu çocukları kan döktük, gerekirse bugün gene kan dökeceğiz” diyen, bir yandan da “kızım başörtülü diye okula sokmuyorlar, devlet beni adam yerine koymuyor” diye şikâyet eden bir adam. Bu anlatılanlarda sınıfsal değil, kültürel bir dil kullanılıyor, ama bir yerde sınıfa eklemleniyor, çünkü “Türkiye’nin batısı” diye bir algı var. “Batı” derken, kararları veren, bütün kaynakları tüketen ve kendini seküler, laik olarak konumlandıran yapıya, zümrelere karşı itirazını dile getiriyor; bunu yaparken dinden beslenen birtakım referanslar kullanıyor. Üst‐orta sınıf, eğitimli, büyük şehirlerde oturan kesimin son dönemde iyice görünürleşen milliyetçiliğini nasıl yorumluyorsunuz? Bu kesimler bayrağa sarılırken, Cumhuriyet mitingleriyle coşarken hangi kaygıları, hangi istekleri dile getiriyor? Sayı #1 61 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen Kentel: Yaşam tarzı herhalde onları harekete geçiriyor. Cumhuriyetin, o seküler “paket”in parçası olarak, sosyal devletin getirileriyle somut birtakım avantajlar elde etmişlerdi. 80’lerin neoliberalizmine kadar, örneğin eğitimle sınıf olarak yükselmiş olan bu insanların bugün yaşadığı o paketin krizi. Yeni toplumsal hareketlerle birlikte, yeni kültürel değerleriyle birtakım yeni toplumsal sınıflar yükselirken, bugüne kadar sahip oldukları yaşam tarzlarını kaybetmekten korkuyorlar. Bir “düşman kültür” geliyor. “Düşman kültür” sadece kültürel olarak gelmiyor, sosyal, sınıfsal pozisyonu kaybetme riskini de getiriyor. Sınıf meselesini hep kültürel olarak yaşadık Türkiye’de. Onu hep kültürler vasıtasıyla anlattık. Farklı bir kültür geldiği zaman, aslında bilinçaltında saklı olan sınıfsal durumuna da iğne sokuyor insanların. Tamamen kültürel olarak ifade ediyor: “taşralı”, “yobaz”... O insanlar sınıfsal pozisyonunu tehdit ettiği için, yaşam tarzını korumak üzere, bayrak gibi, Atatürk gibi en ortak milliyetçi sembolleri onlara karşı kullanıyor. Bu kesimde ağır basan, şeriat ve İslamcılar korkusu mu? Bu insanlarda AB, hatta Avrupa karşıtlığı da yükseliyor. AB onlar için ne anlam ifade ediyor? Kendilerini Avrupalı sanarken ve bununla övünürken, AB sürecinde, Avrupalı olmadıklarını mı gördüler? Hem Avrupa’ya hem de İslamî olan hemen her şeye duyulan tepkinin nedeni ne, bu ikisi arasında bir ilişki var mı? Ahıska: Küreselleşmeyle, çok ciddi çatışmaların, yoksullaşmanın, kutuplaşmanın yaşandığı bir süreçten bahsediyoruz. Bu sosyal çatışmalar karşısında, birleştirici simgelerin, birleştirici dilin yetersizleştiğini, çok güçsüz kaldığını görüyoruz. Üst orta sınıflar bir yandan kendilerini diğerlerinden mekânsal ve kültürel olarak ayırmaya çalışırken kendilerinden uzaklaştırdıklarının tehdidini de enselerinde hissediyorlar. Milliyetçilik, kapitalizmin getirdiği kutuplaşmayı yok sayan bir birlik hayali. Bu insanların varolan kimlikleriyle, yaşam tarzlarıyla, kültürleriyle yaşamaya devam edebilmesi, kendilerini güvence altına alabilmesi için başvuracakları bir şey olarak milliyetçilik yeniden tanımlanıyor. Aşağı konumda olan, giderek yoksullaşan insanlar içinse bir şey kazanmanın, bir yere gelmenin umudu olabiliyor milliyetçilik. Milliyetçilik belki şu anda hiçbir zaman olmadığı kadar ortak bir dil gibi kullanılıyor. Ama, altında yüzlerce farklı çatışma, yüzlerce farklı ihtiyaç, farklı saik var. Türkiye’de 1970’lerde sosyalizm başka bir dil oluşturabiliyordu. Bugün sosyalizmin böyle bir dil olmamasıyla birlikte, insanların haklarını savunmak ya da yaşamlarını sürdürebilmek için başvurabilecekleri tek geçerli dil sanki milliyetçilik gibi görülüyor. Üst orta sınıflar için ortak bir imgelem oluşturmak, “biz”e ait sınırları yeniden çizmek ve bu sınırlar içinde kendi konumunu korumaya çalışmakla ilgili bir şey. Bu yüzden sürekli kışkırtarak, sürekli yeniden düşmanlar yaratarak ortaya sürülen bir dil. AB karşıtlığı ise hınç taşıyor içinde. Yabancı düşmanlığını körükleyerek kendi aidiyetini yaratmaya çalışıyor, hem Batılı hem Batı karşıtı olarak icra edilen bir kimlik bu. Tarihsel bir eziklik ve hınç taşıyor içinde, Batı’ya karşı Batılı olmayı bir nevi “hakikilik” olarak konumlayıp ötekilere karşı üstünlüğe çevirmeye çalışıyor, kendine tehdit olana set çekiyor, ben buna “Garbiyatçılık” diyorum. Kentel: “Paket” olarak adlandırdığım şey, yani dindar, geleneksel bir dünyaya karşı Batı referansıyla yaratılan modern ulus, bir tür Batı’ya doğru gitmek demek. Ama aynı zamanda bu, bir yandan da düşmanına doğru gitmek, yenemediğin düşmanına benzemek olarak da adlandırılabilir. Türk modernleşmesinin yarattığı bir orta sınıf var. Modernleşme temsillerini ve ideallerini en fazla bu orta sınıf özümsedi, içselleştirdi, çünkü okula en fazla onlar gitti. Okulda “doğru”yu, “iyi”yi, “modern”i, “çağdaş”ı öğrendiler. Bu temsillerle en çok onlar sosyalize oldu. Dolayısıyla, bu paket bozulurken, en fazla krize girenler de onlar belki. Onlar krize girerken, en önemli kültürel mücadele araçları din, İslam, İslamcılık olan ve onların yerine göz diken birtakım toplumsal gruplar var. Öbür taraftan, o orta sınıfı küreselleşme de sıkıştırıyor, sıkışmışlığı belki en fazla yaşayan grup onlar. Ötekiler kendi kültürleri, gelenekleriyle birtakım melez durumlar yapıyorlar, ama krize girenlerin melezlikleri de kalmadı. Kendi geçmişleriyle çok fazla mücadele ettiler, cumhuriyetin utandığı her şeyden onlar da utanarak, bunları kendi içlerinde alabildiğine bastırdılar; neredeyse, kendi içlerindeki ötekiye karşı mücadele ediyorlar. Bugün AB, “korunaklı modern orta sınıf alanların artık olmayacak” diyor. Kapitalizmin bütün izdüşümleriyle birlikte, küreselleşme de bunu diyor. Bu sıkışmışlık, Türkiye’deki milliyetçilik dilinin yeniden güçlenmesindeki ya da kullanılır hale gelmesindeki bir parçayı da anlatıyor, onlar kendilerine “ulusalcı” diyorlar. Öz Türkçe bir kelime kullanıyorlar; millet gibi Osmanlı’ya gönderen, devamlılık anlatan bir hikâyeden çok, 1923’ten itibaren başlatıyorlar hikâyeyi. Sayı #1 62 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen Ahıska: Ben biraz daha farklı bakıyorum. 1980 sonrası yaratılan yeni üst ve orta sınıfı da hesaba katmalı. Milliyetçilik bir yandan da bu yeni sınıfın bu koşullarda aktif olma biçimi. 1930’larda Kemalist bir millet, bir millî kültür yaratmaya çalışan üst sınıflarla, elitlerle, 1980 sonrasındaki “liberal” ekonomilerin ortaya çıkardığı sınıf aynı değil. Kendine fütursuzca “beyaz Türk” diyebilen, çok daha ırkçı tepkiler gösterebilen, çok daha saldırgan olabilen, toplumun bütününü düşünmek, toplumun bütünü için politikalar geliştirmek yerine devletin ötesinde etkin olma biçimini bulan bir grup bu. Bu ulusalcı mitingler, bu sınıfların, özellikle de kadınların politik olarak kendini ortaya koyma biçimi. Kentel: Kamusala adım atmak da diyebiliriz. Artık her şey garanti değil, sokağa çıkıp kendi korumak için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ahıska: Ve ırkçılıkla çok iç içe geçiyor... Belki de Türkiye böyle modernleşiyor; Türkiye demokratikleşmedi, ama modernleşti. Bütün Batılı düşünürlerin anlattığı modernleşme bu değil mi: Evsizleşme, ayağının altından toprağın çekilmesi, köylünün toprağını kaybetmesi, proleterleşme, iş güvencesinin yok olması, kültürel dolayımların ve belirsizliğin artması, çatışmaların benzer bir simgesel düzleme taşınması. Kapitalizmin tarihi içinde düşünürsek, bir ev kaybı anlamına geliyor modernleşme. Türkiye’de bizi bu kadar uğraştıran, açmaza sürükleyen modernlik sonunda gerçekleşiyor sanki, modernlik kavramımız başka türlü yüklü olduğu için bunu görmek zor olabilir. Türkiye demokratikleşmiyor, ama modernleşiyor... Bütünleştirmesi, bir arada tutması beklenen milliyetçi dili her kesim diğerine karşı “silah” olarak kullanıyor. Milliyetçilik niçin “dışarı” karşı olmaktan çok, esas olarak toplumu bölen, parçalayan işlev görüyor? Kentel: Strateji, en tepeden en aşağı kadar kesen dikey bir çizgi, bu güzergâhta yol alma yöntemi aslında. Stratejinin temel gözetleme kuleleri, temel gramer kuralları var. (Stratejiyi gramerle ya da dille anlatmak Michel de Certeau’nun çok kullandığı bir metafor.) Bu gramer kurallarını zaman zaman ihlâl ediyoruz, aynı dille küfür de ediyoruz, aşkımızı da anlatıyoruz. Ama bu dilin birtakım tabuları, günah olarak kabul ettikleri, asla söylenmemesi gereken ya da mutlaka söylenmesi gereken şeyleri de var. Milliyetçiliğin de ana gözetleme kulelerinin başında galiba sınır tanımlaması var: Ulus... Burası Türklerin ülkesi; ötekiler, Bulgarlar, Yunanlılar, vs. onlar buranın dışında. Günahlarını, sevaplarını, mutlaklarını, kutsallarını öğrenerek bu dili kullanıyorsanız, gündelik hayatınızda, en ihtiyaç duyduğunuz yerlerde, güvensizliklerinizi aşmak, isyanlarınızı dile getirmek için de bu esaslarla hayatın en dibine kadar indiriyorsunuz dili. En makro düzeyde Türkiye’nin düşmanları varsa, aşağı inin, örneğin, Nişantaşı’nın da düşmanları var, Sünnilerin de var, Alevilerin de var. İnsanlar hayatın her alanında, o gözetleme kulelerinin kontrolları altında kendi dillerini yine aynı esaslarla yeniden üretiyorlar. Dolayısıyla, o yüzden “parçalayan” milliyetçilikler olmaya başlıyor. Cemaat ihtiyacı da bu parçalanmadan mı doğuyor? Ahıska: Ben yine 1980 sonrasına bağlayacağım, politik dil o kadar fakirleşti ki. 70’lerde çok daha zengin bir politik dil konuşuluyordu. Kültür endüstrisiyle de birlikte, başta televizyon olmak üzere basın aracılığıyla milliyetçiliğin bir dil olarak kurgulanması ve yaygınlaştırılması giderek bunu bir model, bir kalıp haline getiriyor. Bu kalıbı alıp istediğin gibi kullanabilmen için sana neredeyse bir meta olarak sunuyor. Aslında, son derece kof, altı boş bir şey. Bayrak üzerinden düşünürsek, her yere bayrak asılıyor, rekor uzunlukta bayraklar üretiliyor, ama o kadar çekiştirilmiş bir şey ki, birleştirici gücü kalmamış, simgesel olarak da zayıflamış. “Ben daha uzun bayrak yaparım”, “ben daha çok bayrak asarım” gibi kıyasıya bir mücadele, ayakta kalmak, karşındakini, düşmanını yok etmek için kullanılan silahlar haline geliyor. Dinin yerine geçen bir inanç sistemi olarak milliyetçilik ve onun kutsallığını oluşturma ideolojisinin bu anlamda iflas ettiğini düşünüyorum. Milliyetçilik Türkiye’de hegemonik olup da insanları kendine çeken bir dil oluşturmuyor, tam tersine silah gibi, bir meta gibi üretilip, kışkırtılıp sunuluyor. Sayı #1 63 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen Kitaptaki alıntıların neredeyse tamamında, sapına kadar milliyetçi Trabzonludan Nişantaşılı ulusalcıya, ortak olan, Türklük tariflerinin hep negatif olması: “tembeliz, beceriksiziz, pisiz, çabuk gaza geliriz... “ Gururlanılan şeyler varsa da, bunlar bölük pörçük bilinen haliyle geçmişte kalmış. Bugüne dair olumlu hiçbir meziyetinden söz edilmiyor Türklerin... Ahıska: Ciddi bir kriz bu, değil mi? Kentel: Galiba yine ev metaforu bunu açıklayabilir. İçinde rahat edilen bir ev değil bu. “Size çok güzel bir ev yaptık, alın oturun” dense bile insanlar onu öyle hissedemiyor. Ahıska: Modernleşme derken, tam da bunu kastediyordum. Artık o eski evler yıkıldı, eski bağlar hızla çözülüyor, onun yerine konabilecek yeni bağlantılar var ama, bunun karşılığı milliyetçilik gibi gösteriliyor. Fakat, birlikte yaşayan insanların ortak bir cemaat oluşturabileceğine dair bir imgelem yaratılamıyor bunun etrafında. Milliyetçiliğin son derece fakir dili yaşanan çatışmaları, çelişkileri, ihtiyaçları ve arzuları ifade etmeye yetmiyor. Marx’ın din üzerine söylediği ünlü “kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir hayatın ruhu” sözü akla geliyor. Milliyetçilik sanki bunun yerini almaya aday gibi. Ahıska: Evet, ama alamıyor da. Ona aday oluyor, onu kışkırtmaya çalışıyor, bütün o uzaklıkları kendine çekmeye çalışıyor, ama bir yandan da öyle bir zemin sunamıyor. Afyon ya da ilaç olamıyor... Ahıska: Evet, acıları dindiremiyor, tam tersine acıları, yaraları kaşıyor. Kentel: Bunu hâlâ, bir ölçüde de olsa, din yapabiliyor, o yüzden milliyetçilik dindarlaşıyor bir yandan da. Milliyetçilik dinsel olarak yaşadığınızın yerine geçmeye çalıştı, ama tam olarak yok edemedi de onu. Bu nedenle de çoğu kişi milliyetçiliği dindar bir okumayla yapıyor. Strateji de kutsalları, kâbeleri, tapınaklarıyla dindarlaşıyor. Ahıska: Ama din de din olmaktan çıkıyor. Üst orta sınıflarda Atatürk dini gibi bir durum var. Saha çalışmalarınızdan edindiğiniz izlenim nasıl, alt sınıflarda da Atatürk vurgusu var mı? Ahıska: Herkesin farklı bir Atatürk’ü var. Genç: İllâ Atatürk olarak ifade edilmese de, törenselleşerek, ritüelleşerek milliyetçilik dinsel karakterini gösteriyor. Alt sınıflarda, üst sınıflardaki kadar net ifade edilen bir Atatürk imgesi yok galiba. Kentel: Bu konuda eğitim çok önemli rol oynuyor. Niye her yerde “eğitim şart” dendiği anlaşılıyor. Üst sınıflarda, Atatürk, Cumhuriyet, semboller konularında sözler daha derli toplu, altı biraz daha dolduruluyor. Kitabı Hrant Dink’in anısına ithaf ediyorsunuz. Giriş bölümünde de “Hrant yaşıyor olsaydı, bu kitabı başka bir şekilde yazmak ve okumak mümkün olacaktı” diyorsunuz. Geçmişte Rumların yaşadığı topraklarda yaşayan nüfus, silah kültü, işsiz ve seçeneksiz gençler, Ermeni meselesi, medyanın bu konudaki kışkırtıcı dilinin etkisi, devletin milliyetçilik ve milliyetçilerle ilişkisi gibi pek çok ara başlığı anlamaya çalışmakta Hrant Dink cinayetinin analizi çok yardımcı olabilir. Bütün bu unsurlar açısından, çalışmanız çerçevesinde Hrant Dink cinayetini nasıl bir yere oturtuyorsunuz? Kentel: Hrant Dink cinayeti, bu araştırmanın anlamaya çalıştığı en zor şeylerden biriydi belki de. Aslında bu, a posteriori bir anlama çabası oldu. Biz görüşmelerimizi bitirdikten birkaç ay sonra Hrant Dink öldürüldü. Ama yaptığımız görüşmelerde, Ermeni meselesi, Ermenilere karşı duyulan nefret geçiyordu. Hrant Dink cinayetinde, kabaca üç ayrı düzeyin üst üste örtüştüğü bir hikâye var. Biri, erkeklik ve ona bağlı olarak kahramanlık, kurucu mit: “Savaştan geçtik, öldük, Sayı #1 64 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen öldürüldük, direndik, yiğit gibi savaştık”. Dolayısıyla, Türklüğe kahraman bir öz atfeden bir taraf var. Bunun en somut yaşanış hali esas olarak erkeklik galiba. Ataerkil bir kültürün askerliğinin, savaşçılığının modern milliyetçi kültür tarafından yeniden yorumlanması, erkek semboller... Çok geniş bir kesim, hatta bütün toplum erkeklik söylemiyle besleniyor. Erkeklik, erkeklerin kadınlar üzerinde uyguladığı bir şey kadar, belki ondan daha çok, erkeklerin kendilerinin de maruz kaldıkları bir şey. Vatan için, Türklük için şehit olmak, kahramanlık yapmak gibi kelimelerle strateji tarafından bu “erkeklik” yeniden üretiliyor. İkinci düzey, can sıkıntısı, sosyal faaliyetsizlik, hatta işe yaramamak, ufuksuzluk... Klasik tabirle sosyal sorun olarak adlandırabileceğimiz durum. Bu sosyal sorun ve tüketilen erkeklik arasında da popüler kültürün alanı var. Bütün o tatminsizlikleri ve tatminsizliklerle söylem arasındaki boşluğu doldurarak söylemin benimsenmesini kolaylaştıran ve o yüzden popüler olan bir kültür üretimi var. Bunun en sembolik örneği “Kurtlar Vadisi” dizisi. O işe yarayamayan insanların nasıl işe yarayabileceklerine dair semboller ve temsiller üretiliyor. Polat Alemdar gibi kahramanlar hayranlık uyandırıyor, hepsi gayrimeşru işler yapıyor, adam öldürüyor, siyah paltolar çekiyorlar... Bu popüler kültür ulusal ya da yerli de değil, tamamen Amerikan bir hikâye. Bu üç unsurun üzerine Trabzon Pelitli’deki O.S.’nin durumu eklemlendi. Trabzon silahın peynir ekmek gibi bulunduğu, sıradan hale geldiği bir coğrafya. Canı sıkılan, popüler kültür tüketen erkek adamın kahraman olmak için peynir ekmek gibi satılan ve kullanılan bir araçla bütünleşmesi. Ancak, bütün bunları paylaşan, can sıkıntısı çeken, sadece televizyon seyreden, maça giden ama O.S.’nin yaptığını yapmayacak olan birçok kişi de var. Eczanede çalışan silah hayranı iki gençle konuştuk mesela, onların ölmek, öldürmek gibi şeylerle alâkaları yok. O cinayeti açıklamak için sadece popüler kültür tek başına yeterli değil, sadece erkeklik yeterli değil, sadece canı sıkılmak da yeterli değil. Çorumlu bir çocuk vardı, müthiş canı sıkılıyordu, yapacak hiçbir şeyi yok; inanılmazdı, masum, uysal, çocuğa sarılasın geliyor, hayatta birini öldürmek kafasından geçmeyecek, belli. Trabzon’da yaptığımız görüşmelerden biri çok öğretici oldu. Trabzonspor Avrupa kupasında Kıbrıs Rum takımı Apoel’le eşleşiyor. Bunun üzerine Fenerbahçe internet sitelerinde, “kardeş takıma düştünüz” diye dalga geçiyorlar, Trabzonluların Rum olduğunu söylüyorlar. Trabzonlu bir genç “Bizim aslında belki de en büyük dertlerimizden biri bu, bir abi de söylemişti bana. Biz Rumlarla bağlantımızı kesmek için belki de bu kadar çok milliyetçi olduk” demişti. Trabzon kültürü denen de belki silah, erkeklik üzerinden milliyetçiliğe girmenin yolu. “Hanım evladı Rumlar” gibi olmamak için erkek, tabanca kullanan adam olarak kendinizi inşa ediyorsunuz. Bunlar tabii spekülasyon. Sonuçta, sadece silah da Hrant Dink’i öldürmek için yeterli bir motif değil. Karmaşıklık da bu zaten. “Niye öldürdü?” “Milliyetçiydi ondan.” Değil işte, bu çocuk, aynı anda bir sürü şey. Bir sürü kanalla besleniyor, taktikler de böyle bir şey. Taktiklerin de bambaşka görünümleri var. Taktikleri sadece, stratejiye direnen pozitif bir şey diye düşünmemek lazım. Hayatı anlamlandırmak için başvurulan taktikler, toplumsal hayat için hiç de olumlu olmayabilecek dünya kadar sonuç yaratabilme potansiyeli de taşıyor. Ahıska: Hrant Dink cinayeti bir dönüm noktası oldu. Tarihi eskiye uzanan bir sürü mesele daha görünürleşti. Artık resmî ideolojinin içinde bunlarla uğraşmak çok kolay değil. Mesela, başından itibaren, Türklüğün tanımlanmasında gayrimüslimlik çok önemli bir yer tutuyordu, tarihsel süreçte “Türklük” hep Müslümanlıkla iç içe geçen bir şey. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinde, gayrımüslimler hep Batı’nın parçaları, hatta maşaları olarak görülmüş, sonra da kimi zaman örtük, kimi zaman çok bariz çatışmalar yaşanmış. Hrant Dink cinayetiyle devletin doğrudan bu işin içinde olduğu, “derin devlet” lafının ne kadar geçersiz olduğu, bunun çok daha tanıdık ağlarla kurulmuş bir şey olduğu ortaya çıktı. İkincisi, yüz bin insanın “hepimiz Ermeniyiz” diye yürümesi çok tarihî bir andı, ciddi bir tehditti. Tarihi başka türlü sahiplenen insanlar vardı ve bunun karşısında duyulan bir telaş vardı. Ama aynı zamanda, cinayetin ardından, bir tribün dolusu insan futbol maçında “Hepimiz Ogün Samast’ız” diye pankart açıp slogan attı. Çok açık bir şekilde cinayeti ve katili hep bir ağızdan sahiplendiler. Ahıska: Ben de oraya gelecektim. Bu baş edilemeyen bir tarih, baş edilemeyen bir karmaşa. Foucault’nun söylem tanımını hatırlarsak, söylem söylenebilenin sınırlarını çizer. Burada, söylenebilirin sınırlarını artık çizemeyen resmî ideolojinin iflası var. Bir yandan da tarihte inkâr edilen, sınırları çizilen şey, küreselleşmenin, kapitalizmin gelişmesiyle de bağlantılı olarak, artık o şekilde sabitlenemiyor, çatışmaların üstünü örtecek, çatışmaları reddedecek dilin tutunamaması Sayı #1 65 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen karşısında, müthiş bir şiddet yaşanıyor. Bir bakıma tam bir dilsizlik, söylenebilirin sınırları da çizilemiyor, çünkü çatışmaların artık üstü sıvanamıyor. Milliyetçilik zaten toplumsal süreçlerin reddi, bir aile kurgusu, “biz” kurgusu, ama o da yapılamıyor, çünkü toplumda ciddi çatışmalar var. Bu, çok garip bir an. Kentel: Bu olay sadece Türkiye’ye özgü bir şey değil. Bu da bir tür Amerikanlaşma. ABD’nin taşıdığı bir güç imgesi var, barış, demokrasi gibi güzel laflar altına sokarak da olsa, her şeyi güçle, şiddetle yapıyor. Adam giriyor, Irak’ı işgal ediyor. Ulus‐devlet de direnirken bile Amerika’yı taklit ediyor. Sert küreselleşmenin bütün tezahürlerini taklit ediyor. Dolayısıyla, Polat Alemdarlar, “Kurtlar Vadisi Irak’ta” falan, Rambo’yu taklit ediyor. Millîlik, yerlilik gibi iddialarına rağmen Amerikan askerleri gibi davranıyorlar aslında. Ulusalcıların bel bağladıkları kurumların başında gelen ordu, en Amerikancı kurum değil mi? Kentel: Her şeyin modeli Amerikan ordusu. Yüzlerini boyayan, bandana bağlayan komandolardan, kıyafetlerine kadar her şey... Bu süreçte 90’lar çok önemli bir dönemeç. Genç: Birkaç momentin örtüştüğü bir dönem 90’lar... Solun çekildiği, küreselleşmenin iyice hissedilmeye başlandığı, Kürt savaşının en sıcak olduğu dönem. Kentel: Liberalizm her şeyi dümdüz ediyor ve o andan itibaren muhteşem bir güç yarışı başlıyor. Liberalizmin temeli, herkesin birey olarak yarışması ve en güçlü olanın kazanması. Dolayısıyla, güçlü olmak için mücadele ediyorsunuz. Ama, herkes konuşulabilir pozisyonda. İlk moment bu. 1980 bunu sağladı: Önceki güçlü toplumsal hareketi, en azından dil olarak solu siliyorsunuz, sağı da görünmez kılıyorsunuz. Böylece, ortada kalan dillerle başbaşa kalıyorsunuz, en önemli dilse İslam’dı. 90’larda Kürtler de konuşmaya başlıyor, Ermeniler de konuşmaya başlıyor. O zamanlar çok gündemde olan “sivil toplum” lafını düşünürsek, sivil toplum, ya da toplumsal hareketler, konuşmaya başlıyor. Toplumsal hareketlerin konuşması demek, devletin başından beri bir tür toplumsal mühendislikle kontrolu altında tutmak ve gerçekleştirmek istediği modernleşme hareketinin dışında, başka modernleşmelerin olabilme potansiyelini ortaya çıkarıyor. Devletin tarihiyle, yurttaşlık bilgisiyle, sosyalizasyon süreçleriyle denetlemeye çalıştığı yapının dışında, başka olanaklar çıkmaya başlıyor. Bu olanaklar karşısında, devletin aldığı önlemleri izliyoruz. AKP’nin iktidara gelmesiyle, özellikle AB konusunda net adımlar atmaya başlamasıyla beraber, devletin çok daha radikalleşen muhafaza çabaları var. AB’ye girmek varolan paketi, düzeni, bütün yapıları bozmak anlamına gelecekti, o yapıları korumak için devletin içinden bir yerlerden operasyon başladı. Kendini korumaya çalışan bir devletin politikaları bunlar. Danıştay saldırısı örneğin, birçok şeyi çok bariz gösteriyor. Danıştay’a saldıran adam kim? Bir piyon. Bunun İslamcı tepki olmadığı çok açık. Alenen çeteleri görüyorsunuz işin içinde. Tepki tamamen toplumsal değişime. Bütün bu değişimler yaşanırken, insanların gündelik hayatlarında iyileşmeler olabilseydi, bu sürecin toplumun lehine işlediği duygusu olsaydı, Genelkurmay’ın psikolojik harekâtları, stratejinin çeşitli manevraları toplumda karşılık bulmayabilirdi belki... Genç: Ya da alternatif bir politik tahayyül yaratılmış olsaydı, böyle olmayabilirdi. Araştırmanın sonuçlarını tartışırken, Mesut Yeğen’in güzel bir müdahalesi olmuştu: Küreselleşme her yerde yaşanıyor, her yerde benzer dinamikleri harekete geçiriyor. Türkiye’de ve mesela Sırbistan’da benzer bir hikâye varken, Latin Amerika’da niye başka bir hikâye var? Niye orada insanlar daha faşizan tepkiler ortaya koymuyor da sol hareketlerde kendini ifade ediyor? Elbette ki Latin Amerika ülkeleriyle bizim aramızda birden fazla düzlemi kesen yapısal farklılıklar var, burada kastedilen “niye orada öyle de, biz de böyle değil” gibi basit bir karşıtlık kurmak değil, fakat iki izlek arasındaki farkların nerelerde izlenebileceğine işaret etmek. Burada alternatif bir politik tahayyül yaratabilmiş olsaydık, durum çok farklı olurdu kanısındayım. Ayrıca, hâlâ da yaratabiliriz, bu parçalanma ya da dağılma hali, alternatif bir politik tahayyül inşası için de bir zemin yaratıyor bence. Sayı #1 66 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen Latin Amerika bizden çok önce neoliberal düzene geçti ve çok büyük bir tahribata uğradı. Ayrıca, cuntaları da bizden daha ağır ve uzun yaşadılar. Bizimle Latin Amerika arasındaki en belirleyici fark acaba Latin Amerika’da dinle sosyalizmin karşıtlık içinde olmaması mı? Ahıska: Devlet de çok daha birleştirici orada. Laclau analizlerinde, Latin Amerika’da devletin birleştiriciliğinin, farklılıkları içerici olmasının, vatandaşlık ilkesinin daha geçerli olduğunu; Türkiye, Macaristan gibi ülkelerdeyse vatandaşlık temelinde içermeye çalışan bir politika olmadığını, etnik temelli, dışlayıcı bir milliyetçilik olduğunu anlatıyor. Kentel: Latin Amerika’da Bolivar diye bir fenomen de var. Bu, Latin Amerika birliği düşüncesini mümkün kılıyor. Orada hiçbir zaman, gerçek bir milliyetçilik olamıyor, çünkü sınırların ötesinde de yine Avrupa’dan göçmüş insanlarla yerliler var. Türkiye’deki modernleşme Fransız modelini yanına alırken, laiklik de dini karşısına alıyor. Latin Amerika’da dini karşısına alan bir model olmadı. İktisadî boyuta dönersek, bir yandan toplum yoksullaşıyor, işsizleşiyor, çaresizleşiyor; eş zamanlı olarak da önemli kaynakların yabancı sermayeye satıldığını görüyor. Bu da milliyetçiliği besleyen bir süreç herhalde. Solun siyasal alandan çekildiği bir ortamda, neoliberalizmin faşizme ya da reaksiyoner, sert milliyetçiliğe, yabancı düşmanlığına açılmaması mümkün olabilir miydi? Genç: Alternatif bir politik tahayyül – ki bunun adı bence sol – olmadığı müddetçe, küreselleşme doğru tarif edilemeyecek, doğru tarif edilemeyen küreselleşmeye de doğru bir muhalefet geliştirilemeyecek. Dolayısıyla, bunun bizi götüreceği en kestirme sonuç, faşizm olmasa da yabancı düşmanlığı olacak. Ahıska: Yabancı düşmanlığı ve toplum düşmanlığı bence. Meseleyi toplumsal olarak görmek yerine, hep yakınlık terimleri, aile terimleri, erkeklik vs. üzerinden gördüğünüz ve konuştuğunuz zaman, tepkiler de onunla ilgili olarak ortaya çıkıyor. Kentel: 1990’larla birlikte toplum konuşmaya başladı dedik ya, ama konuşmak için kullandığı, kültürel bir dil. Kapitalizmin kültürel promosyon ve satış malzemesi, postmodernizm. İnsanlar da ancak böyle ifade edebiliyorlar kendilerini. Küreselleşen kapitalizm, neoliberalizm insanların kendilerini kültürel düzeyde ifade etmelerinin yolunu açtı, ekonomik dili, sınıfsal dili unuttuk. Liberalizm için bulunmaz bir nimet bu. Yönetenler açısından, insanlar sınıf olarak kalkıp isyan edeceğine, “kültür mültür gibi yerlerden takılıyor”. Dolayısıyla, kültürel kimlikler kendilerini ifade eder, kültürel taleplerde bulunurken, bu sadece bir özgürleşme doğurmadı; aynı zamanda, kendi içine kapanan, hatta totaliterleşen cemaatleri de yarattı. Kültürel kimlik özgürlük ifade ederken, milliyetçilik böyle bir şey de ifade edemiyor. O zaman nereye gideceksiniz? Belki de faşizm gibi bir duruma düşeceksiniz, hakikaten dibe vuracaksınız. Burnun duvara sürtüldüğü an, “Eyvah! Artık başka bir şey bulmam lazım, bu dil beni kurtarmıyor” hali gelecek muhtemelen. O zaman, alternatif dilin solun en önemli programı olması lazım. Kültürel kimlikler meselesini gözardı etmeden –çünkü o alan her ne kadar kapitalizmin işine yaradıysa da bir özgürlük talebiydi– sınıfsal olanın yeniden konuşulabileceği bir dil olması lazım. Belki de bu sunulana karşı yeni bir cemaat, bütün hikâyelerimi barındırabilecek, bana sıcak bir yuva verecek yeni bir ev kurulabilmeli. Ve ancak öyle direnilebilecek herhalde. “Cemaat”i yeniden yorumlayabilir, başka şekilde kurgulayabiliriz. Richard Sennett geliyor aklıma, örneğin, kenti yeniden bir arada yaşamanın bir modeli olarak düşünebiliriz. Beni hem anonimleştiren, geleneksel cemaatimden kurtaran, ama bir yandan da bütün o karmaşıklığın içinde bana yeni bir kimlik veren kent. Bir arada olmaları paradoksal gibi görünen “kent” ve “cemaat” kelimeleri beraber düşünülebilirse, siyasal tahayyülün de önü açılabilir. Modernitenin bize öğrettiği, kentleşerek cemaatten kurtulacağımızdı. O cemaatten kurtulabiliriz ama, kentte de başka türlü kurguladığımız cemaatle beraber düşünebiliriz. “Ulus‐devletin hayalinin özdeşleştiği erkekçe temsillerin, sembollerin çökmesiyle birlikte toplum alttan görünmeye başlıyor. Ancak bu görünen toplum, seküler milliyetçiliğin öngördüğü “rasyonel”, “eril” temsillerin hegemonyası altında zapt‐ı rapt altına alınan toplum değil. (...) Üzerine sürdüğü cila çatlayınca, altından bütün kadınsılığıyla toplum çıkıyor. Ve o güne kadar Sayı #1 67 Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’le Milliyetçilik Üzerine Söyleşi: Siren İdemen kendini hep erkek olarak, erkeklik sembolleriyle öğrenmiş olan toplum kadınsılığını fark ediyor” diyorsunuz. Bu kadınlaşma halini biraz açar mısınız? Kentel: Ulus‐devlet eril temsillerle kendini yeniden üreten bir ideolojiyse, bu ideolojinin aldığı her darbe, onun erilliğini zora sokuyor. Demin konuştuğumuz “biz Türkler hep kötü şeyler yapıyoruz” yakınması örneğin, güvenini kaybetmiş olmak demek, halbuki erkek “kendine güvenen”dir. Milliyetçilik artık güven vermekten çıkıyor, hayatın karmaşası çok daha görünür hale geliyor. Artık herkes karmaşık. Milliyetçi, erkekçi ideoloji bakımından bu “kadınlık” haline tekabül ediyor. Millet kadınlaşıyor. “Erkeklik”le özdeşleşmiş bir toplumdan farklı olarak, kolayca ağlayan, gerçekten aşık olan, duygularıyla konuşan, bazen sessiz ve itaatkâr, bazen çığlık çığlığa isyan eden, yalvaran, kendisiyle çelişen, “kadın gibi” bir toplum. Nasıl, geçmişimde dindarlığımı, gelenekselliğimi, etnik durumumu unutmam vazedildiyse milliyetçilik tarafından, aynı zamanda kadınlığımı da unutmam vazedilmişti. Kemalist Türk kadını da bu vatana gürbüz çocuklar yetiştirecek “erkek” bir kadındır. Ama bugün, bu karmaşıklıkta, herkes kırılgan, herkes kadın gibi davranıyor. Bir taraftan, çok iyi bir şey; erkekler kadınlık halini deneyimliyorlar. Ama aynı zamanda, kendi içimde istemediğim bir şey karşıma çıkıyor. Toplum kadınlaşırken, milliyetçilik de daha fazla erkekleşiyor, kendi kendiyle mücadele eder hale geliyor. Araştırmaya başladığınız noktayla, yayınlanması arasında, zihnen ve ruhen bir farklılık, bakışınızda değişiklikler oldu mu? Ahıska: Temsillerin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Bu, sınıfsal çatışmaların, iktisadî yapıların önemsiz olduğu anlamına gelmiyor, ama dil meselesinin, tahayyülün, kalıpların ne kadar önemli olduğunu düşündüm araştırmanın sonunda. Tahayyülün oluşturulması meselesinin aydınlarla ilgili bir yanı da var, iktidar karşıtı, muhalif bir topluluk tahayyülünün yaratılmasında çok bocaladığımızı düşünüyorum; akademik araştırmalardaki tahayyüller, basında oluşturulan tahayyüller de buna dahil. Ben “alternatif” lafını çok benimsemiyorum. Marx’ın Ruge’ye yazdığı bir mektuptaydı galiba, “dünyaya nasıl davranması gerektiğini öğretemeyiz” diyordu. Sonuçta, tarihsel olarak karşımıza çıkan mücadelelerin içinden bir eleştiri üretmek, onların içindeki anlamı farklı bir şekilde göstermek durumundayız; toplumsal kesimlere “mücadeleni durdur, işte sana gerçek, onun karşısında diz çök” diyemeyiz, yeni düşünce şekillerini sıfırdan yaratamayız. Bu araştırmanın bir önemi de bu oldu benim için: Çeşitli ifadelerin altındaki arayışları görebilmek ve oralardan “farklı” bir dilin hayalini kurmaya başlamak. Genç: Meltem’le farklı kelimelerle ifade etsek de, çok farklı bir yerde durmadığımız kanısındayım; ben alternatif bir tahayyülün tam da bu tecrübe içinden çıkacağını düşünüyorum. Belki de toplumsal tecrübenin önemini vurgulamak açısından “karşıt bir tahayyül” demek daha doğru olur. Araştırmaya başlarken, bir sosyal bilimler öğrencisi olarak, “tecrübeyi sahiplenmek” gibi afili, ama ne anlama geldiğini –bugünden baktığımda– tam olarak çözemediğim laflar ediyordum. Kafamda, memleketin çok milliyetçi olduğu, bu güçlü milliyetçi damarın çok rahatsız edici bir şey olduğu düşüncesi vardı. Ama araştırma sırasında, milliyetçiliğin ilk anda görüldüğü kadar güçlü olmadığını, her şeyi tutamadığını anladım. Alternatif bir tahayyülün uçlarını işte bu tutamama hali sayesinde yakalayabileceğimiz kanaatindeyim. Leonard Cohen’in pek güzel söylediği gibi: “Her şeyde bir çatlak var / Böyle girer içeri ışık.” Kentel: Milliyetçiliğin ne kadar karmaşık olduğunu görmenin benim için siyasal sonucu şu oldu: Bütün bu gördüklerimize, bunların düşündürdüklerine rağmen, hatta bunlarla beraber, umudum arttı. Belki popülist gelebilir ama, benim de içinde olduğum bu topluma acıma duygusu oluştu. Hakikaten bu kadar acıklı bir toplumla karşılaşacağımı düşünmüyordum açıkçası. Sert birtakım insanlar bekliyordum, halbuki o sertliklerin arkasında inanılmaz kırılmışlıklar, çaresizlikler var. Böyle bir hale ancak kendini yeniden düşünen bir sol cevap verebilir. Bu potansiyel olağanüstü bir şekilde var. İnsanlar konuşmak istiyorlar, sol bu sesleri duymalı. Net renkler, keskin ayrımlar ortadan kalkınca, aradaki iç içe geçişleri, karmaşayı görmek, bu karışıklık haliyle konuşabilecek dilin, bu halleri görebilecek yeni bir sol dil olabileceğini düşündürdü. Solun, içine yeni birtakım unsurları katarak yeniden doğabileceği bayağı mühim bir potansiyel olduğunu düşünüyorum. Bu da bende umut yaratıyor. Bu toplumla beraber direnme umudumu besleme gücünü buluyorum. Sayı #1 68 Exception [İstisna] – Sırbistan’da Genç Kosovalı Sanatçılar Sergisi Vakası Jelena Vesić, Dušan Grlja, Vladimir Jerić Vlidi Bu bölümde Exception – Contemporary art scene of Prishtina [İstisna – Priştine Güncel Sanat Sahnesi] başlıklı sergi ve bu serginin Şubat 2008’de Belgrad’da vahşi bir biçimde açılma(ma)sı “vakası” ele alınıyor. Sergiyle aşağı yukarı aynı zamanlarda yerel Kosova liderliğinin Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etmesinden hemen önce ve sonrasında patlak veren kitlesel siyasi fırtınanın gölgesinde kalan bu olay, Belgrad’ın “eleştirel sanat ve aktivizm sahnesi” diye tanımlayabileceğimiz çevrelerde bir dizi mitsel yananlamlar kazandı. Bu bölüme aldığımız üç metnin amacı, böyle bir olayın ortaya çıkmasına katkıda bulunan koşulları ve kümelenmeleri incelemek, tüm bu olanların tam olarak ne anlama geldiğini anlamaya çalışmak ve doğurduğu sonuçları analiz etmek. Yayımlanmasının hemen ardından çeyrek milyon defa tıklanan bu video klibin şu anda eski Yugoslavya diye bilinen bölgede yaşayan çağdaş toplumların içinde bulunduğu koşullar hakkında çok şey söylediği kanaatindeyiz (bu videonun yeni bir versiyonunu buraya yeniden yükledik. Burada, yaratıcısının bir nevi savunmasını yapan bir açıklamanın İngilizce çevirisi bulunuyor. Bu metni okumak için “more info”ya tıklayın.) Videoda bulunan tek tük konuşmalar Sırpça, fakat görüntülerin oradaki toplumsal gerilimi ve “geçiş halindeki bir toplum”un çözümsüz bulmacası ile günümüzün küresel kapitalizminin “periferi”si olarak algılanan şeyi “normalize” eden bir araç olarak “kimlik politikaları”nin kararsızlığı içine sıkışmış “küçük bireyin” çaresiz konumunu anlatmaya yettiğine inanıyoruz. Aşağıda, bu sergiyi çevreleyen olayların bir kronolojisini ve konuyla ilgili “İstisna vakası”nın ardından yapılan kimi tartışmalara verilen tepkileri de içeren bazı linkler bulabilirsiniz. Jelena Vesić, Dušan Grlja ve Vladimir Jerić Vlidi ‐ “Sergileme Politikaları ve Güncel Sanatta Ulusal Temsilin Sorunları” Jelena Vesić ‐ “Dört Perde ve Bir Çift Çorap” Vladimir Jerić Vlidi ‐ “İstisna ve Olağanüstü Hal” Dušan Grlja Sayı #1 69 Exception [İstisna] – Sırbistan’da Genç Kosovalı Sanatçılar Sergisi Vakası Jelena Vesić, Dušan Grlja, Vladimir Jerić Vlidi Olayların Kronolojisi: Hazırlayan: Marko Miletić 22 Ocak 2008 Belgrad’dan Kontekst ve Novi Sad’dan Napon adlı STK’ların düzenlediği İstisna – Priştine Güncel Sanat Sahnesi adlı serginin Novi Sad Voyvodina Çağdaş Sanat Müzesi’nde açılışı 25 Ocak 2008 Sırbistan Demokratik Partisi (DSS) ile Sırbistan Sosyalist Partisi’nin (SPS) belediye komitelerinin yanı sıra Kosova’dan Atılan ve Tahliye Edilen Sırplar Derneği, Belediye yetkililerinin sergiyi kapatmalarını talep ediyor, yoksa medyada da duyurmuş oldukları gibi sergiyi kendilerinin kapatacağını bildiriyorlar. Aynı gün Dren Maliqi’nin Face to Face [Yüz Yüze] adlı işi pek çok medya organında manipülasyon aracı olarak kullanılıyor. 3 Şubat 2008 Başkanlık seçimlerinin ikinci turu yapılıyor. Demokratik Partinin (DS) adayı Boris Tadić seçiliyor. 6 Şubat 2008 İstisna sergisi, Belgrad’daki Kontekst Galeri’ye taşınıyor. Aşırı sağcı Otečestveni pokret Obraz [Vatansever Hareketin Onuru] tüm vatanseverlere serginin açılmasını engellemek üzere web sitesinden ve çeşitli günlük gazetelerden çağrı yapılıyor. 7 Şubat 2008 3 pm: Polis, sergi organizatörlerini, pek çok aşırı grubun sergiyi basıp açılışı engelleyeceklerini ilan ettiklerini söyleyerek uyarıyor. 6 pm: Sivil kıyafetler içinde birkaç düzine polis galeriye ve çevre sokaklara geliyor. 6.15 pm: Çevre sokaklara, aşırı grupların galeriye yaklaşmalarını ve girmelerini engellemek üzere polis kordonları kuruluyor. 6.40 pm: Kimliği belirlenemeyen bir kişi, galeriye girmeyi ve Dren Maliqi’nin Adem Jashari’yi resmeden işinin bazı kısımlarını yırtmayı başarıyor. Suç ortağı eserin tamamını parçalayarak görevi tamamlıyor. 6.50 pm: Organizatörler, parçalara ayrılmış işi olduğu yerde bırakarak açılışa devam etme kararı alıyorlar. 7.05 pm: Açılış konuşmaları başlıyor. Küratörlerin ilk birkaç cümlesin ardından orada bulunan aynı zamanda bir ressam ve Sırp Sanat ve Bilim Akademisi üyesi bir “vatansever” elinde tuttuğu taşı sallayarak organizatörlere hakaret ediyor ve konuşmayı kesiyor. Ona birkaç kişi katılıyor, aralarında yanında iki çocuğu olan bir kadın var, çocuklarını “terörist Şiptar sanatına” tükürmeleri için oraya getirmiş. 7.15 pm: Organizatörler polisin, açılışa devam edebilmeleri için müdahele etmesini istiyor. Olayda yetkili polis memuru insanların ifade özgürlüklerin kısıtlayamayacaklarını söylüyor. 7.20 pm: Polis organizatörlere açılışı durdurmalarını, zira artık etkinliğin güvenliğini sağlayamayacaklarını söylüyor. Daha sonra 11 pm’e kadar: Organizatörler ve sergiyi görmeye gelenlerin bir kısmı bu olaydan etkilenerek Center for Cultural Decontamination [Kültürel Arınma Merkezi] adli merkezde bir araya geliyor ve Workers in Culture (RUK) [Kültür İşçileri] adlı bir grup kurarak serginin tekrardan açılabilmesi için kamuya açık bir mücadele başlatma kararı alıyorlar. 8 Şubat 2008 6 pm: Kontekst Galeri’nin cam kapısı ve galerinin tabelası kırılıyor. Polis organizatörlere, güvenlik gerekçesiyle o gece galeriden sanat işlerini kaldırmalarını tavsiye ediyor. Sayı #1 70 Exception [İstisna] – Sırbistan’da Genç Kosovalı Sanatçılar Sergisi Vakası Jelena Vesić, Dušan Grlja, Vladimir Jerić Vlidi 11 Şubat 2008 3 pm: Belgrad Üniversitesi’nden öğrenciler Avrupa’nın Alternatifi Yok adlı bir protesto organize ediyorlar. Hükümet AB üyelik anlaşmasını imzalamazsa, Sırbistan Başbakanı Vojislav Koštunica’nın istifa etmesini istiyorlar. 13 Şubat 2008 12 am: RUK, Belgrad Medya Merkezi’nde, İstisna sergisinin açılışını engelleyen şiddet olaylarıyla ilgili bir basın toplantısı düzenliyor. 17 Şubat 2008 12 am: Kosova Parlamentosu’nun özel bir oturumunda Bağımsızlık Bildirgesi ilan ediliyor. 7 pm: Fanatik gruplar Belgrad’da olay çıkarıyor, ABD, Slovenya büyükelçilikleri ile Liberal Demokrat Parti’nin (LDP) bürolarına ve McDonalds restoranlarına saldırıyorlar. Pek çok gazeteci saldırıya uğruyor, dayak yiyor, otuzun üzerinde kişi yaralanıyor. Polis olaylara gecikerek müdahale ediyor. 20 Şubat 2008 Avrupa’nın Alternatifi Yok başlıklı panel Belgrad Medya Merkezi’nde yapılıyor. Çoğu Belgrad Üniversitesi profesörlerinden oluşan konuşmacılara, faşist örgüt taraftarları sözlü saldırılarda bulunuyor. 21 Şubat 2008 Belgrad’da, Kosova Sırbistan’dır başlıklı gösteriler düzenleniyor. Gösteriler sırasında ve sonrasında aşırı sağcı fanatik gruplar ABD büyükelçiliği ile McDonalds restoranlarını ateşe veriyor, Hırvatistan, Türkiye ve Almanya büyükelçiliklerinin yanı sıra bazı yabancı bankaların bürolarını yıkıyorlar. Pek çok gazeteci dövülüyor, bazı dükkânlar yağmalanıyor. İki yüzün üstünde kişi yaralanıyor. Bir kişinin öldüğü teyit ediliyor. Polis gecikerek müdahale ediyor. 28 Şubat 2008 Polis, öğrencilerin Avrupa’nın Alternatifi Yok hareketinin düzenlediği Avrupa’ya Açılan Bir Pencere adlı toplantıyı yasaklıyor. Bu yasaklamanın ardından bu harekete bağlı bazı kişiler, Slovenya büyükelçisiyle beraber, Slovenya büyükelçiliğinin kırılan camın yerine yenisini takıyorlar. 7 Mart 2008 Polis, öğrencilerin Avrupa’nın Alternatifi Yok hareketi tarafından organize edilen Bir Başbakan Aranıyor adlı eylemini yasaklıyor. 8 Mart 2008 Polis, Siyahlı Kadınlar adlı STK’nın organize ettiği halka açık Uluslararası Kadın Günü’nü yasaklıyor. 4 pm: Sırbistan Başbakanı Vojislav Koštunica bir basın toplantısı düzenleyerek Kosova ve Avrupa ile bütünleşme konularında iktidardaki koalisyonda bir fikir birliği kalmadığını ilan ediyor ve 5 Mayıs 2008’de erken seçim yapılacağını duyuruyor. 7th of February [7 Şubat] gazetesinden çevrilmiştir, s.9 http://radniciukulturi.net/files/7februar_Glasilo%20Radnika%20u%20kulturi.pdf Sayı #1 71 Exception [İstisna] – Sırbistan’da Genç Kosovalı Sanatçılar Sergisi Vakası Jelena Vesić, Dušan Grlja, Vladimir Jerić Vlidi Linkler: 1. "Exception ‐ Contemporary art scene of Prishtina” sergi kataloğu: http://www.kontekstgalerija.org/pdf_08/odstupanje.pdf 2. RUK! açıklaması: http://radniciukulturi.net/ruk 3. RUK! gazetesi: http://radniciukulturi.net/files/7februar_Glasilo%20Radnika%20u%20kulturi.pdf 4. Reartikulacija dergisinde çıkan serginin kapatılmasıyla ilgili tepkiler : http://www.reartikulacija.org/RE3/ENG/stateofexception3_ENG_excep.html 5. Rekapitulacija http://www.msuv.org/publications/rekapitulacija2008/rekapitulacija2008.pdf 6. Kontekst arşivi 06/07/08 http://www.kontekstgalerija.org/pdf_08/KontekstArhiva.pdf 7. ‘Exception: Contemporary Art Scene of Prishtina’ sergisinin basılması – iki görgü tanığı anlatıyor – Jelena ve Vlidi’nin blog yazıları http://www.labforculture.org/en/members/jelena‐vesic/blog/the‐interruption‐of‐the‐ exhibition‐%27exception‐contemporary‐art‐scene‐from‐prishtina%27‐two‐eyewitness‐ account‐part‐i 8. Alkatraz Galerisi’ndeki tartışma: http://www.kudmreza.org/alkatraz/arhiv/razstave/2008_04a_eng_kontekst.html 9. “Force of trauma”, Sezgin Boynik’in bir metni http://victims.labforculture.org/site/texts/force‐of‐trauma 10. Adem Jashari’nin Priştine’deki 12 metre uzunluğundaki imgesi üzerine: http://www.bookcase.com/~claudia/mt/archives/000812.html Sergi ile ilgili yazılar: 1. http://www.cunterview.net/index.php/Artists‐Reviews/Belgrade‐Exhibition‐EXCEPTION‐ forced‐to‐close‐before‐opening.html 2. http://www.newkosovareport.com/index2.php?option=com_content&task=view&id=51 8&pop=1&page=75&Itemid=39 3. http://www.reuters.com/article/entertainmentNews/idUSL0716728920080207 4. http://www.osservatoriobalcani.org/article/articleview/9779/1/407 5. http://www.ecopolis.org/statement‐of‐support‐for‐artists‐of‐the‐exhibition‐exception‐ contemporary‐art‐scene‐from‐prishtina/ 6. http://www.juliagorin.com/wordpress/?m=200902 İngilizceden çeviren: Çiçek Öztek Sayı #1 72 !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(( 0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(( 8"&"2-(9"6%:( !"#$%&'()*+*,(-).*/0&'1&1*20(3*40'15&')$*!"#$%#&'()(*+%,$%&-.%(/-&0(1'&'$02.'+3('4.2(#-+5%6%(7.8,$8+'&( 9%:%+;(0-<+-.-6-&(%,=%+.%>%('>.'+2(<-(:?+'$@+6-.(4?,?&A-(%.-(%,.-+('+'#2&4':%(%.%,:%;(=8(:7&84'(,%B4%6-( 4-:( #@6.-&-&.-+%&( 4?,?&4?+-=%.-A->%( :'4'+( ='#%$( =%+( B-#-.-( 4->%.4%+C( D7&8( 4-+:-&( =%.E'##'( #-+5%&%&(#'.42+2.'+.'(:'F'$2.B'#2(G<':'H#2&2(:'#$-4%67+8BC(1@I(:7&8#8(#-+5%&%&(5-+0-:.-,$%+%.B-#%&%&( $-B-.( B7$%<'#67&.'+2&4'&( =%+%( =-.:%( 4-;( J-.5+'4( 5?&A-.( #'&'$( 0-<+-.-+%&%&;( KLLL( 62.2&4'&( #7&+'( G+-#B-&H(B-64'&'(02:B2,(5-&0(<-(A'&.2(D7#7<'( #'&'$(7+$'B2&'( 48648:.'+2( @I-.( %.5%4%+C(".5%&0(=%+( 4%>-+( &7:$'( %#-;( 6-+-.( 5?&A-.( #'&'$( 7+$'B.'+2&2&( GJ'$2( J'.:'&.'+H4'( [email protected]( '&%4-&( G#-+F%.B-#%H;( 07>8(I'B'&(0-,%$.%(6'='&A2(:8+8.8,.'+4'&(5-.-&(@&-B.%(B%:$'+4'(F'+'(':2,26.'(%.%,:%.%64%(<-(EM.M(4'( %.%,:%.%C( ( ( NOOLP.'+2&(%:%&A%(6'+2#2&4';(J-.5+'4P4':%(/?&A-.(1'&'$(Q-+:-I%P&%&(:8+8.48>8(#2+'.'+4';(6(0(1*/789* :(%;-3*<()-(%.-($'B(4'([email protected](=%+(%.%,:%(#@I(:7&8#8648=*R-B-&(E-B-&('6&2(I'B'&.'+4';(D7#7<'P4'* E'6.%( 5-.%,B%,( =%+( 5?&A-.( #'&'$( 7+$'B2( =8.8&867+( 7.B'#2&'( +'>B-&;( -&( 5-&0( :8,':( D7#7<'.2( #'&'$02.'+2&;(8.8#.'+'+'#2(7+$'B4'(=76(5@#$-+B-:(%0%&(KLLL(62.2&'(4-:(=-:.-B-.-+%(5-+-:B%,$%+(<-( 8.8#.'+'+'#2( 5@+?&?+.?:( :'I'&B'.'+2( &-+-4-6#-( #2+9( >-;&-01&'2&-).* ?$1* @-)?$1* F+75+'B.'+2;( =%.E'##'(4'(A'11').*B?$)&'&C*!D'62F(D%B.%:3(*+7S-#%1*#'6-#%&4-(7.B8,$8+C(T?FE-#%I(=8(#?+-0(4'%B'( 4'E'( 5-&%,( =%+( S-7F7.%$%:( 5?&4-B-( %.%,:%&( 7.'+':( A-+-6'&( -$B-:$-4%+( <-( =8+'4':%( 5?&4-B( 4-( 0'$2,B'( #7&+'#2( 4%6-( $'=%+( -4%.-&( $7F.8B.'+4';( :?.$?+?&;( G4-B7:+'$%:.-,B-H( <-( G&7+B'..-,B-H( #?+-0.-+%&%&( =%+( F'+0'#2( 7.B':( ?I-+-( +-#B%( 7.'+':( 5@+-<.-&4%+%.B-#%4%+C( U&A':( [email protected]#%( S-7F7.%$%:( :2#2$.'B'.'+( 7.B'#2;( 48+8B8&( VE-B( J-.5+'4( E-B( 4-( *+%,$%&-( #'&'$( 7+$'B.'+2&2&( 0-,%$.%( ,-:%..-+4-( '02:0'( 5@#$-+4%>%( 5%=%W( ( 4'E'( %.-+.-B-A%( <-( @I5?+.-,$%+%A%( 4%>-+( 'B'0.'+( %0%&( :8..'&2.'B'6'A'>2( '&.'B2&'(5-.B-B%,$%+C(( ( (( J'E#%( 5-0-&( :8+8.8,.'+2&( -$:%&.%:.-+%6.-( '6&2( I'B'&.'+4';( J-.5+'4( #'&'$( 0-<+-.-+%&4-;( D7#7<'P&2&( 6-&%( #'&'$( 7+$'B2&'( 6@&-.%:( @I-.( =%+( %.5%( 4-( =-.%+B-6-( =',.'B2,$2+C( Q8E$-B-.-&( =8( %.5%;( 5?&?B?I4-( B-<A8$( 7.B'42>2( 6'( 4'( '+$2:( #@&?F( 5%$B%,( 7.48>8( 4?,?&?.-&( =%+( ,-6-( )( 6'&%;( A%44%( B%:$'+4'(#'&'$(?+-$%B%&%&(6'&2(#2+';(E-B(F7.%$%:(<-(B%I'E%;(E-B(4-(6-+-.(<-(8.8#.'+'+'#2(4?I-64-( %6%(='>.'&$2.'+(:8+B8,(<-(@+5?$.-&B%,(7.'+':('.52.'&'&(-&-+S%:(<-(5?0.?(=%+(5?&A-.(#'&'$(7+$'B2&'()(( 4868.'&( =%+( $?+( @I.-B.-( %.%,:%.%4%+C( J8( &7#$'.S%( F'+'47:#'.( =%+( ,-:%.4-;( NOOLP.'+2&( %:%&A%( 6'+2#2&'( 47>+8;( =%.E'##'( J-.5+'4( V17+7#W( /?&A-.( 1'&'$( Q-+:-I%P&%&( V/1QWK( -$:%&.%:.-+%&-( 6@&-.B%,$%+C( U&.',2.'&;( #@I( :7&8#8( 0-<+-.-+4-:%( -5-B-&( =':2,( '02#2&'( 5@+-;( J-.5+'4( 5?&A-.( #'&'$( 7+$'B2( )( /1QP&%&(#7&(F+7S-#%( 7.'&()( KLLX(Y857#.'<(/-&0( 1'&'$02.'+( J%-&'.%P&%&Z('+42&4'&($?:-&B%,(6'(4'( -&('I2&4'&(0-,%$.%(6@&.-+-(4'>2.B2,$2+C( N ([?I-&.-6%A%.-+%&()(D7#7<'P4':%(DE)'*@(F'*G)1E)'*/0EH&803E;E0*A$09$I'(<-(DJ01$;*6E)E&;E0*KEF(0E&-E08P6.'(%,=%+.%>%(%0%&4-:%( !LB:(DM)#$;*6E)E&*!)1&'&M1MN*G%$9()($'=%+%6.-;(A'11').*B?$)&'&C(=%+.-,%:(=%+(8.8#'.(:%B.%>%&(7.8,$8+8.B'#2&'(6@&-.%:(5%+%,%B.-+%( #7+58.'B':$'(<-(9'+:.2.2>2&(:7+8&B'#2&2(#'<8&B':$'42+C(*+7S-('6+2A'(D7#7<'P4'(67:.8>8(E%##-4%.-&(:?.$?+-.;(4%.#-.(<-(-$&%:( 0-,%$.%.%>-(4'%+(#'&'$#'.(=%+(5-+0-:.%:(6'+'$B'62('B'0.'B':$'42+C(J:I\(E$$F\]]^^^CF+7S-:$_ +-.'$%7&#C4-]-&]-`F.7+-]B%##%&5a%4-&$%$6]%&4-`CFEF( K (@$;.0E?*DM)#$;*6E)E&*A$09$I';(#-+5%.-+;(:7&9-+'&#.'+;(#8&8B.'+;(5@#$-+%B.-+(<-(#-B%&-+.-+(4?I-&.-6-+-:(12+=%#$'&(<-( J'.:'&.'+P4'(#'&'$(<-(:?.$?+(?+-$%B%&%(5-.%,$%+B-:(<-(4-#$-:.-B-:('B'A26.'(NOOX(62.2&4'(:8+8.B8,$8+C(/?&A-.(1'&'$( Q-+:-I%;(07>8(I'B'&(6-&%(#'&'$(?+-$%B%&-(=?$0-(#'>.'6'&(=%+(G62..2:(#-+5%.-+H(5-.-&->%(7.8,$8+B'#2(#'6-#%&4-;(6-&%(=%+( :?.$?+-.($7F.8.8:(6'+'$2.B'#2&4'(<-(6-&%(:8,':(#'&'$02.'+2&(4-#$-:.-&B-#%&4-(=','+2(5@#$-+B%,$%+C(U&A':(NOOX(%.-(NOOO( 62..'+2('+'#2&4'(12+=%#$'&P4':%(#'&'$(?+-$%B%(&'4%+-&(F7.%$%:(=%+(67.(%I.-B%,(<-(07>8&.8:.'(E9&'2*$1#E%'13()(07:(#'624'( $7F.8B#'.(<-(:?.$?+-.(,'E#%6-$%&;(62:2A2(=%+(#7#6'.(7+$'B.'(:'+,2(:'+,26'6:-&(B'+8I(:'.42:.'+2(G8I':.',B':(6'(4'(:'$2.B':H( %:%.-B%&%(G%0(7+$'B.'+'H(0-:%.-+-:(0@I?B.-B-:(?I-+-($-+A%E(-$$%:.-+%;(F7.%$%:(:7&97+B%IB(<-(#7#6'.('F'$%('+'#2(=%+(#-0-&-:()( 4%6-(&%$-.-&4%+%.-&(48+8B4'(:'.B2,$2+(!E9&'2*$1#E%'13*E'::2&4'(4'E'(9'I.'(=%.5%(%0%&(=:IC\(/0&*')*,-.(1;EO'E*PQQRSPQQT;( J-.5+'4(/?&A-.(1'&'$(Q-+:-I%;(NOOb(<-(U)*V(03E;'&CW*/0&*')*6$0F'E*PQXQ*+*RYYP*!c7+B'..%:(dI-+%&-\(12+=%#$'&P4'(1'&'$( NOeO()(KLLN3(()((#-+5%(:'$'.7>8;(Q%A';(J-.5+'4;((KLLf3C(Q-+:-I;(NOOOP4'&(#7&+';(G3.$*:E0'5'*O$*>-0E38*U9-;-P&8&( -$:%&.%:.-+%6.-(E'6'$'(5-0-&('.$-+&'$%9(->%$%B(F+7S-#%6.-(4'E'(#7B8$(=%+(-.-,$%+-._F7.%$%:(47>+8.$86'(6@&-.B%,$%+C(g:8.8&* 0'.2,B'.'+2;(E-B(->%$%BA%.-+%(E-B(4-(@>+-&A%.-+%(%0-+-&(<-(-.-,$%+-.(#'&'$02.'+;(:8+'BA2.'+(<-(:?+'$@+.-+4-&(7.8,'&(6-&%(=%+( $7F.8.8:(B-64'&'(5-$%+B%,;([email protected](KLLN(62.2&4'&(=-+%(-$:%&(7.'&(40$;(3*)(Z(-0)E;*2(0*B3E.$1*E)?*4(;'&'#1P%&(!*+-.7B()( "B5-(<-(*7.%$%:'([-+5%#%3(:8+8.B'#2&'(4'(67.('0B2,$2+C( Z (Y857#.'<6'(/-&0(1'&'$02.'+(J%-&'.%;(h%S-:'P4'(VR2+<'$%#$'&W(4?I-&.-&B%,$%+;('&A':(NOOLP.'+2&(=',2&4'(#'<',(=',.'42>2&4'( i+j'AP'( V12+=%#$'&W( $',2&B2,$2+C( D8+8B8&( $-B-.( %,.-<%( 6-&%( :8,':( #'&'$02.'+( 6-$%,$%+B-:( <-( 5-&0( #'&'$02.'+2( 4-#$-:.-B-:( 7.B8,$8+C( KLLX( 62.2&4'( 5-+0-:.-,-&( [)&'&;$?* \E1* ,$&]* !"#%B#%I(VR-&?IW3( =',.2:.2( J%-&'.;( =',:'( :7&8.'+2&( 6'&2#2+'( kF-+%9-+%:P( =%-&'..-+( :'<+'B2&2( <-( =8( =%-&'..-+%&( #'&'$( #%#$-B%&4-:%( +7..-+%&%( %&A-.-B%,$%+C( 1@I( :7&8#8( -$:%&.%:;( 8.8#.'+'+'#2( =%+( #-+5%( 7.'+':(5-+0-:.-,$%+-&(%.:(Y857#.'<(J%-&'.%(7.B':.'(=%+.%:$-;(#7&(Y857#.'<(J%-&'.%(4-(7.B8,$8+C(i+j'AP2&(6-&%(:-&$(6-$:%.%.-+%(=8( 5-.-&->%(9-#E-$B%,(<-(:-&$(#8&8A8.'+2&4'(6-+('.'&(J%-&'.(^-=#%$-#%6.-(=%+.%:$-;(%&$-+&-$(?I-+%&4-&(-+%,%.-=%.%+($?B(=-.5-.-+%( :'.42+B2,.'+42+C(((( !"#$%&'% ()% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* ( KLLL(62.2&4'&;(f(l:%B(7.'6.'+2&2&(5-$%+4%>%(G4->%,%BH4-&(=8(6'&';(7+$'B(F-:(07:(#'&'$02&2&(+-#B%( :?.$?+( :8+8B.'+2&'( 5%+B-.-+%&-( 7.'&':( <-+B%,$%+C( ( J%+( 6'&4'&;( B-+:-I( ?#.-+4-&( =%+%;( #7&( 62..'+2&( 6-+-.( #'&'$( $'+%E%&%( :8+58.'B'( <-( =?6?:( 8.8#.'+'+'#2( #-+5%.-+( 4?I-&.-B-( %,.-<%&-( E%IB-$( -4-&( /?&A-.( 1'&'$( Q?I-#%( 7.B8,$8+C( m$-( 6'&4'&;( #'&'$( :8+8B.'+2&2&( 07>8;( #'$2.'=%.%+( &-#&-_#'&'$;( $%A'+%( $'#'+2B;( :8+8B( #'&'$2( <-(I%E%&#-.( ->.-&A-.-+%( %0-+-&( F%6'#'_5?4?B.?( =%+( -:.-:$%#%IB%( $-+A%E( -$B%,.-+4%+( )( /'.-+%( h-B78&$;( /'.-+%( n<7&7;( /'.-+%( gI7&-( <-( 0-,%$.%( #'&'$( <-( B8.$%B-46'( B-+:-I.-+%&%&( =-&%B#-4%>%( 6':.',2B( =8( 7.B8,$8+C( >()&$91&( /'.-+%* %,$-* [email protected]( =%+( ='>.'B4'( 9''.%6-$-(5-0B%,$%+C(Y-&%(5'.-+%&%&(%.:(-$:%&.%:.-+%&4-&(=%+%;(@&A-#%&4-(/1Q(J-.5+'4P2&(F+75+'B2&4'( 6-+('.'&(5-&0(#'&'$02.'+'(6@&-.%:(Q'&5-.7#(m4?.?P6.-(%.5%.-&B-:(7.B8,$8+C(J8(%#-;(5-&0(#'&'$02.'+( <-(6-&%(5-.%,-&(#'&'$(%.-(47>+84'&(B-,58.(7.B':.'(5@+-<.%(=%+(:8+8B(+7.?(?#$.-&B-:()(6'(4'(=',:'( =%+( 4-6%,.-;( /1QP&%&( -$:%&.%:.-+%&%( #-B=7.%:( =%+( ,-:%.4-( #?+4?+B-:( )( '&.'B2&'( 5-.B-:$-4%+C( [7.'62#26.'( /'.-+%( D7&$-:#$( $7F.8B#'.( B-#-.-.-+.-( %.5%.-&-&( #'&'$2&( 3$9`)8* 7.'+':( @&-( 02:B2,$2+C( U&A':( =8( &7:$'4'( ,@6.-( =%+( #7+8( 6@&-.$-=%.%+%I\( =8( :'<+'B;( #'&'$2&;( 8I.',B'A2( <-( $'+$2,B'A2( =%+( :2.2>'( =?+?&4?>?( $-B#%.o( :'B8#'.( '.'&( 9%:+%&%( $-B-.( '.'&;( =%.%&4%:( #%<%._4-B7:+'$%:( F7.%$%I'#67&8&4'&( $'B( 7.'+':( &-( ,-:%.4-( 9'+:.242+p( J-.:%( 4-( $'B( 4'( '02.42>2( 5?&( :'F'$2.'&( !"#$%&'()N* ,(-).* /0&'1&1* 20(3* 40'15&')$( #-+5%#%( <':'#2&2&( '&'.%I%;( =8( :?.$?+-._F7.%$%:( 6':.',2B2&( %0%&4-(6'$'&(#7+8&.'+2&(='I2.'+2&2([email protected]+(@&?&-(#-+-=%.%+C( * q(q(q( ( 1@I(:7&8#8(#-+5%6.-(#7+58.'&'&($-B-.(B-#-.-.-+4-&(=%+%;(5?&A-.(#'&'$(%.-(8.8#'.($-B#%.('+'#2&4':%( %.%,:%4%+C( 1-+5%&%&( 97+B8;( =-.%+.%( =%+( 4%F.7B'#%( 8#8.?( )( 6'&%( D7#7<'.2( #'&'$02.'+2&( c7<%( 1'4( <-( J-.5+'4P2( I%6'+-$( -$B-.-+%( <-( :?.$?+-.( <-( #'&'$#'.( 7.'6.'+.'( %.5%.-&-&( 6-+-.( E'.:.'( '.2,<-+%,.-+%( )( ?I-+%&-( :8+8.B8,$8+C( D?+'$@+.-+%&( 6'I42:.'+2&'( 5@+-;( 680F'1&E)* F-.M)N* EC)8* J)#$9'* ()* C8;;E0?E* (;?-a-*.'F'N*>(1(OEb?E9'*/0)EO-&*9M;&M0M)M*O$*&(%;-3-)-*&E)83E3E9&E?80*c===d*40(e$N*>(1(OEb?E9'* 1E)E&8N* 9M;&M0M* O$* &(%;-3-* JI$;;'9;$* 680F'1&E)* O$* >(1(OE* E0E18)?E9'* 1E)E&1E;* O$* 9M;&M0$;* ';'H9';$0$* (?E9;E)E0E9* &E0&8HE#E9* 9E?8)* O$* $09$9* 1E)E&78;E08N* 9-0E3#8;E08* O$* 9M;&M0* E;E)8)?E* $&9')* 9'H';$0'* &E9?'3*$&3$9&$?'0CX(( ( /?&A-.( #'&'$( 4%.%&4-;( 8.8#'.( $-B#%.-( 4'6'.2( #-+5%.-+;( 5-&-..%:.-( 6-&%( ->%.%B.-+%&( 8.8#'.( #'&'$( 7+$'B.'+2&4'($'&2$2.B'#26.'(='>.'&$2.242+(V@+&->%&(,$)'*<0E)18I*6E)E&8N*DM)M3MI*G).';'I*6E)E&8;(<=WC( D?.$?+-( %.%,:%&( =8( 8.8#'.( F+7S-.-+;( '#.2&4'( 8.8#'.( 97&( <-( :8+8B.'+2&( 4-#$-:.-+%6.-( <-( 4%F.7B'$%:( :?.$?+( $-B#%.A%.-+%( <-( B-+:-I.-+%&%&( :'$:2.'+26.';( G$-F-4-&H( 4?I-&.-&B%,( [email protected]( 8.8#'.( :?.$?+?&( $-B#%.( -4%.B-#%&%&( 4-<.-$%&( %,.-+%&4-&( =%+%( 7.48>8&8( $-6%$( -4-+W( 7.B'.'+2&'( +'>B-&;( ,?FE-#%I( GB%..%6-$0%.%:H(<-(G8.8#(#7+8&8H((:'<+'B.'+26.'(='>.'&$2.2(,-:%.4-(#8&8.B'B':$'42+.'+C(J8(48+8B8&;( G:?.$?+-.(-BF-+6'.%IBH(-$%:-$%&%&(6-+%&%('.'&(V<-( :8..'&2.B'#2&2( @&A-4-&(-&5-..-6-&W(J'$2(5?&A-.( #'&'$2&2&( G-<+-&#-.( 4%.H%&%&( 4-<+-6-( 5%+B-#%&%&( =%+( #7&8A8( 7.B'#2( :8<<-$.-( B8E$-B-.4%+C% KLC( 6?I62.( 8.8#( 4-<.-$.-+%&%&( :8+8.8,.'+2&4'( 6'652&( =%+( 9-&7B-&( 7.'+':;( :?.$?+( E-+( ,-64-&( @&A-( 8.8#.'+2&( '+'#2&4':%( '.2,<-+%,%( $-B-.( '.267+48( )( #7#6'.%#$( Y857#.'<6'P4'( 6'='&A2( 5?&A-.( #'&'$2&( #8&8.B'#2(4'(#2:.2:.'([email protected]%C((( ( /?&?B?I4-;( 9'+:.2( 97+B'$( <-( :'F#'B4':%( $-B'$%:( <-( 4-+.-B-( $?+?&4-( #-+5%.-+( <'#2$'#26.'( #'E&-.-&-&(:?.$?+-.('.2,<-+%,%&(='>.'B2;(07>8&.8:.'(8.8#.'+'+'#242+C(['E'#2(=85?&(8.8#.'+'+'#2(=%+( #-+5%(6'FB':;(:?.$?+?&(5?&A-..%:('&.'62,2&2&(=%+($?+(4'6'$B'#242+r((#-+5%;(,'6-$(8.8#.'+'+'#2(4->%.#-( G6-$-+%&A-( 5?&A-.H( 4-( 4->%.4%+C( Y%&-( 4-( =8( 8.8#.'+'+'#2.2:( ,-B#%6-#%&%&( '.$2&4'( -#:%;( =%.%&4%:( #?+-0.-+(%,.-B-6-(4-<'B(-$B-:$-4%+r(I%+'(=%.E'##'(GF-+%9-+%H4-&(#'&'$02.'+(#@I(:7&8#8(7.48>8&4';( #'&'$02.'+2&( 48+8,.'+2( EM.M( $-B-.4-;( 8.8#'.( $-B#%.( B-:'&%IB'#26.'( =-.%+.-&B-:$-4%+C( l<+-&#-.( 5?&A-..%:( F'+'4%5B'#2( V:'$2.2B( 97&.'+2( &-+-4-6#-( E%0=%+( I'B'&( #@I( :7&8#8( -4%.B-4%>%&4-&( 8.8#'.( :%B.%:.-+%( @&-B#%I(5@I?:-&W(J'$2(?.:-.-+%(#'&'$02.'+2&2&($'+$2,B'#2I('6+2A'.2>2(7.B'62(#?+4?+?+:-&;( GF-+%9-+%H;( G@$-:%.%:H( 7.'+':( 5@I?:B-:$-( <-( [email protected]( 07::?.$?+.?.?:( 6'&.2#2( G4?&6'( %&#'&.'+2H( %B5-#%&%($'B'B.'B'(+7.?&?(6-+%&-(5-$%+B-:$-4%+C(( ( X (J:IC(D'$'.75(U?1&-%E)e$W*6EO0$3$)E*-3$&)'#9E*1#$)E*40'f&')$*g*!"#$%&'()W*h()&$3%(0E0C*/0&'1&'#*1#$)$*20(3*40'15&')$* !"#$%#&'\(*+%,$%&-P4-:%(/?&A-.(1'&'$(g+$'B23;(/%+%,;(i%4'(D&-s-<%A;(D+%#$%'&(t8:%u;(v<'&'(Q'+S'&7<%u(<-(/7+4'&'(c%:7.%u;(#'69'( NO;((E$$F\]]^^^C:7&$-:#$5'.-+%S'C7+5]F49aLe]74#$8F'&S-CF49( !"#$%&'% (*% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* ( ( ;53,(<*5(,!-./-0-1%2-3-14=(!5.56%789-0-:%;<<'( ( h'#$:7( Q7w&%:P-( 5@+-( :%B.%:( %4-7.7S%:( =%+( 4?I-&-:$%+( <-( =8( &-4-&.-( @&A-.%:.-( 4-<.-$( 4?I-&.-B-.-+%&4-( B'44%( =%+( <'+.2>'( #'E%F$%+\( [;-1E;* \9M;&M0$;]* 9'3;'9N* ?$O;$&')* 1E)E&* E;E)8)E* 3M?E5E;$1')'* 3$H0-;EH&8080* O$* )'5EC$&')?$N* 9(&E;E0* OF=* .'F'* 9(0-3E#8* J);$3;$0'* 5E9;8* .J1&$0'0=* /@b)')* i/O0-%Ej* 9(&E18* .$&'03'H* O$* i9M;&M0$;* 7$H'&;';'9j* E?8)EN* 9M;&M0;$0')* JI$;;$H3$* O$* &'#E0';$H3$1')'* F$;'0;'* J;7M?$* CEOEH;E&38H* (;3E18* ';.')7&'0=* /);EH8;E)N* i7$H'&;';'9Nj* i9'3;'9;$0j?$)N* E1;8)?E*?E5E*.$)'H*F'0*/O0-%E*FE98H*E7818)?E)*.J0M;?MaM*H$9;'C;$*FE51$&3$9&$?'0=*UC1E*CE98)?E)* FE98;?8a8)?E* 5$0* '9'* 9EO0E3* ?E* CE)8;&8#8* .JIM93$9&$?'0W* PQ=* CMIC8;* 3';;'C$&7'* $)&$;$9&M$;;$0')')* ?$1&$9;$?'a'* 2(;9;(0'9* 5$O$1')* 1E?$;$H3'H* F'0* 7$H'?')'* E)?80E)* F'0* E);EC8H;EN* 9M;&M0;$0')* 5(3(e$)* 9M&;$;$0* (;?-a-)-* OE01EC3E9&E?80;E0=T* [7.'62#26.';( !"#$%&'()( #-+5%#%6.-( 6?+?$?.B?,( V=','+2#2IW( 4%F.7B'$%:( -$:%&.%>%&( '+:'( F.'&2&2( 4'E'( %6%( '&.'B':( %0%&;( D7#7<'( <-( 12+=%#$'&( 5?&A-.( #'&'$( 7+$'B.'+2&2&(5-.%,%B.-+%&-;(6'.&2IA'(:?.$?+-.(:%B.%:(<-(8.8#'.( 4-<.-$(5?&4-B.-+%6.-( %.%,:%.-+%( %0%&4-( 4->%.;(4'E'(5-&%,(U<+8F'(='>.'B26.'(%.%,:%.-+%(%0%&4-(4-(6':2&4'&(=':B'B2I(5-+-:%+C(( ( D7#7<'.2( 5?&A-.( #'&'$02.'+;( E-B( %&,'( E'.%&4-:%( D7#7<'( 4-<.-$%&%&;( E-B( 4-( :7&8&8&( 0@I?B.-&B-#%&4-(6-$:%.%(8.8#.'+?#$?(F7.%$%:(:8+8.8,.'+2&;(+--.(F7.%$%:'('.'&2&4'(B-<A8$(7.'&(k8.8#( #7+8&.'+2P&'(:'<+'B#'.(<-($-B#%.o(4?I-64-(47>+84'&(6-+(<-+-&(07:(#'624'(%,(?+-$B%,.-+4%+Cb(J8&8&( @+&-:.-+%&4-&( =%+%;( 17:7.( J-x%+%P&%&;( :?0?:( U+&'<8$.8:( ='6+':.'+2( $',26'&( <-( ky8A:( Y78P( %9'4-#%&%;( V#2:.2:.'(G4-&%IA%.%:(%,'+-$.-+%H6.-(:'+2,$2+2.'&W(#-B'97+(='6+':(%,'+-$.-+%(#%#$-B%(:8..'&'+':(#'+9(-4-&( 6',.24'&(5-&A-(#2+'.'&B2,(=%+(5+8F(%&#'&2(5@#$-+-&(<-#9*,(-*!1%:$%+%&(/%4%&3('4.2(%,%4%+(VKLLNWC( ( >&?-2%-2(;&-$(*2(+@"(A**2(,=01">?/6?.%7"#0"@$%=#"%A$./$4:%B0C81%!D.56566-:%;<<+% f ( (J:IC(h'#$:7(Q7w&%:;(Gv4-&$%$6('&4($E-('+$#H;(h()&$3%(0E0C*/0&*E)?*VE&'()E;'13*%0%&4-;(4-+C(Q%&&'(R-&+%:##7&(<-(1-I5%&( J76&%:;(lzv{(/?&A-.(1'&'$(l&#$%$?#?(](G/'&%(J7=%H("&#'&%(U+',$2+B'.'+(QQ(Q-+:-I%;(*+%,$%&-;(KLL|C( b ( D7&86'( %.%,:%&( 4'E'( 9'I.'( =%.5%( %0%&( =:IC( 1-I5%&( J76&%:;( G{E-7+%-#( 79( c'$%7&'.%#B( '&4( }7&$-BF7+'+6( U+$( %&( D7#7<7H;( h()&$3%(0E0C*/0&*E)?*VE&'()E;'13;('C5C-C( !"#$%&'% (+% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* ( l4%(Q8:'P&2&(=-.%+$$%>%(5%=%;(G#@I(:7&8#8(%,;(#'&'$02&2&(%0%&4-(=8.8&48>8()(=%+(6'&4'(B%..%6-$0%.%:;( 4%>-+(6'&4'(4'(E'.:2&2&(8.8#.'+'+'#2(F7.%$%:('+-&'4':%(5@+?&B-I.%>%('+'#2&4'(#2:2,$2>2()(5?0(:7&8B8( %9'4-(-$B-:$-4%+HC|(J%+(4%>-+(@+&-:(4-(l+I-&(1E:7.7..%P&%&;('62&(6?I-6%&-(U+&'<8$.8:(='6+'>2(4%:-&( =%+('#$+7&7$(5@+?&$?#?&4-&(7.8,'&(G5?.?&0H(B7&$'S242+(V/;FE)'E)*<;E.*()*&5$*A(()(!U+&'<8$.8:( J'6+'>2( U6'( ~2:$23;( KLLfWC( Gg.'6H( R'I%+'&( NOOOP4'( 5-0B-:$-4%+( )( cU{g( :'+'( =%+.%:.-+%&%&( D7#7<'( $7F+':.'+2&'( 5%+%F( #7&+'#2&4'( 4'( 02:B'42:.'+2( $'+%E-( 4-&:( 4?,B-:$-4%+C( U.=-+$( R-$'( 4'( :7&86'( %.%,:%&( 0-,%$.%( %,.-+( ?+-$B%,$%+C( D-&4%#%;( D'+'4'>P4':%( 1-$%&6-( J%-&'.%( :'F#'B2&4';( $':$%:( -6.-B.-( 1-$%&6-P4-:%( 12+F( l.0%.%>%P&-( U+&'<8$.8:( ='6+'>2( 6-+.-,$%+B%,$%+( V:5$( !3FE11C* (2* &5$* k$%-F;'#* (2* >(1(OE* !D7#7<'( }8BE8+%6-$%( l.0%.%>%3;( KLLXWC( 1@I( :7&8#8( %,;( E'.:;( B-46'( <-( #'&'$( :8+8B.'+2( $'+'92&4'&(#'&#?+-(8>+'$2.B2,(<-(J-.5+'4(<-(*+%,$%&-P4-:%(0-,%$.%(-&$-.-:$?-.(<-(#'&'$#'.(0-<+-.-+4-( $'+$2,2.B2,;(&%E'6-$%&4-(E-B(%.-+.-B-A%(E-B(4-($8$8A8(7.'+':(4->-+.-&4%+%.B%,$%+C(1'&'$02(6'.&2IA'( =%+(62.(#7&+';('#.2&4'(B-<A8$(7.B'6'&(>(1(OE0*4EO';'()*')*^$)'#$P%*!i-&-4%:$-:%(D7#7<'(*'<67&83** * 7@"%B'?-66C(*D(+@"(E"F5?&%3(*D(G*6*/-(,F5G5>"%H?ID?0-#8/-%B6J-6-@-4=%=6K80/%L8/":%;<<*% % * %&$-+&-$( ?I-+%&4-&( =%+( E'=-+( =7B='+42B'&26.'( $'&2$2+C( J8( B-46'( :7+#'&.2>2&4'( R-$';( 1%#.-S( zE'9'P&2&( U+&'<8$.8:( F'<67&8&8&4'( #-+5%.-&-&( %,%&%( :8..'&B':$';( [email protected]( 8.8#.'+'+'#2( #'&'$( A'B%'#2&2&(U+&'<8$.8:( F'<67&8(<-(7.'#2(=%+(D7#7<'(F'<67&8('+'#2&4'('6+2B(6'F'B'62,26.'( 4'.5'( 5-0B-:$-4%+C( •.8#'.( :%B.%>-( %.%,:%&( =8( =%.4%+%.-+-( 1E:7.7..%P&%&( VKLLKW( l$C* ,(-* !R-6( 1%I3( '4.2( ?&.?( %,%&%(4-(-:.-6-=%.%+%I()(#@I(:7&8#8(<%4-74'(F7F?.-+(E'.:(,'+:2A2#2(1:8+$-(y-SI'P&2&(#@6.-4%>%(,'+:2&2&( #@I.-+%( ,@6.-4%+\( ===* l$C* /O0-%EN* 1'I$* F'0* 3$9&-F-3* OE0* m* !19'* /0)EO-&;-9b&E)* F'0* /0)EO-&* (;E0E9* 1(0E083*m*Ua-;;E083*)E18;;E0n*m*DJ7&M9;$0')'* 'C'*F';'01')'I===*m*lE&80;E0*3818)8I*&(%0E9;E0838n*m* :M3* /0)EO-&;E08)* F'0* OE&E)?E* (;?-a-* .M);$0'* 5E&80;8C(0* 3-1-)-Io* m* 68)80;E08* )E18;* ?E* F'7&')'Ip* m* >E0?$H;$0'3*?8HE08?E*9E;?8;E0o*m*>E0&E;8*'9'*%E07ECE*EC80?8)8I*===(m( ( (( 12+=%#$'&.2( 6'( 4'( 4'E'( 47>+8#8( J-.5+'4.2( @I5?+.?:0?( -&$-.-:$?-..-+;( 5?&A-.( D7#7<'( #'&'$2&4'( 6-+( =8.'&(8.8#'(<-(4-<.-$(%&,'#2&'(4'%+(#7+8.'+2($-B-.4-(G='>2B#2I.2:(E'+-:-$%H(B-+A->%&4-&(%I.-6-+-:;( =%+( 4-:7.7&%I'#67&( B?A'4-.-#%( 6'( 4'( 6-&%( 8.8#( 4-<.-$.-+%&( G@I5?+.-,B-H( #?+-A%( 7.'+':( 67+8B.'B':$'42+.'+C( l5-B-&( %4-7.7S%( <-( 7&8&( %:%( 80.8( #-0-&-:.-+%( 0-+0-<-#%&4-( V$?B( %9'4-.-+%&;( D7#7<'P&2&( ='>2B#2I.2>2&4'&( CE)E( B2( 67:#'( 7&'( 9E0H8* B2( 7.48:.'+2&'( 5@+-( 4->-+.-&4%+%.4%>%( =%+( ='>.'B4'W;( #@I( :7&8#8( %,.-+%&( GB%..%6-$0%H( 7.B':.'( -.-,$%+%.B-#%( =?#=?$?&( 7.'&':#2I( 5@I?:B-:$-4%+C( R-+( -.-,$%+%;( 12+F( B%..%6-$0%.%>%&%&]<'$'&#-<-+.%>%&%&( =%+( 6'B'#2( 7.'+':( | !"#$%&'% (E% (J:IC(E$$F\]]^^^CA8.$8+-='#-C&-$]'+$%#$CFEFpNXff( !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* 67+8B.'&'A':;( %,.-+%&( E-+E'&5%( =%+( ,-:%.4-( 7&'6.'&B'.'+2( %#-( V-&( 'I2&4'&( 6-+-.( 4?I-64-W( <'$'&( E'%&.%>%(7.'+':(5@+?.-A-:$%+C(( ( H"C(<*5%,L8#%!-C4:%B0C81%!.D56566-:%;<<;% ( ( 12+=%#$'&.2( #'&'$02.'+( 4';( 5?&A-.( #'&'$( 0-+0-<-#%&4-( <-( Y857#.'<6'P&2&( 4'>2.B'#2&2( %I.-6-&( :+%I( ='>.'B2&4';( 8.8#'.( :%B.%:( B-#-.-.-+%6.-( <-( 4-<.-$( %&,'#2( F+7S-#%6.-( B-,58.( 7.B8,.'+42+C( U&A':( 5@+?&?,-(=':2.2+#';(-&('I2&4'&(-.-,$%+-.(#'&'$(4%6-($'=%+(-4%.-&('.'&4';(B?#F-$(=%+(6':.',2B'(4'E'( #-6+-:( =',<8+B8,.'+42+C( D(&&* ;'$F&* ?'$* 6$0F$)( !{'&+2( 12+F.'+2( 1-<%67+3( VNOeOP4'&( 5?&?B?I-W( '4.2( %,%&4-( h'j'( {747#%S-<%u;( NOOLP.'+4'( 6-&%4-&( 4%+%.-&( 8.8#'.( B%$.-+%&( F'+74%#%&%( 6'FB':$';( 7&.'+2( 12+=%#$'&( 4-<.-$%&%&( -5-B-&( %4-7.7S%#%&%&( 4%&o_9',%IB( F7.%$%:'.'+2&2&( :8+8A8( 8+8( 7.'+':( $'&2B.'B':$'42+(V=8(%,$-:%(G/74(t7<-#($E-(1-+=#H(!{'&+2(12+F.'+2(1-<%67+3(#.75'&2;(9',%IB(#-B=7.?( 7.'&( 5'B'.2( E'0( %B5-#%6.-( %.%,:%.-&4%+%.B%,$%+WC( J%+( 4%>-+( @+&-:( %#-( Q%.%A'( {7B%uP%&;( 8.8#'.( :%B.%:( 9%:+%&%;(F7#$B74-+&(5@+-.%.%:(:?..%6'$2(<-(#'&'$02(@I&-&%&(4?&6'(<'$'&4',2(7.'+':('.52.'&B'#2&'(67.( '0'&($7F.8B#'.(:?+-#-..-,B-(0-+0-<-#%&4-(%&A-.-6-&(0'.2,B'#2(B*E3*A';'#E*:(3'_*!CCC3(B*E3*E*6$0FN* <0$)#5N*>(0$E)N*D$03E)N*$&#C(!J-&(Q%.%A'({7B%u*!CCC3(12+=2B;(y+'I2B;(D7+-.%6%B;(U.B'&2B(<#C(<#C3( VNOOeW('4.2(%,%4%+C(1'&'$02(6%&-(4-(=%.4%+%#%&4-;( %,%&%&('+42&4'(6'$'&($-B-.(5?4?&?&;(B%..%6-$0%.%>%&( F7.%$%:( :7,8..'+2&2&;( #'<',2&( <-( I'B'&2&( J-.5+'4( %4'+-#%&%&( ,%44-$%&%&( =%+( #7&8A8( 7.'+':;( E'&5%( B%..-$$-&( 7.48>8&8( 4%.-( 5-$%+B-&%&( 6'( 4'( '02:0'( #@6.-B-&%&( %B:MI.2>2( <-( +-44-4%.B-#%( 7.48>8&8&('.$2&2(0%IB-:$-4%+Ce( ( m$-( 6'&4'&;( NOOLP.'+4':%( D7#7<'( B%$%&%&( Q%.7j-<%u( 4@&-B%&4-( <-( #7&+'#2&4'( 12+=%#$'&P2&( B%..%6-$0%( <-( 9',%#$( F7.%$%:'.'+2&2&( #'&A'>2( E'.%&%( '.B'#2;( =8( 8.8#'.( B%$%( :7&8( '.'&( <-( &%E'6-$%&4-( 6-&%4-&(A'&.'&42+'&(#'&'$#'.($-B#%..-+-(4868.'&( %.5%&%&(A'&.'&B'#26.'(#7&80.'&B2,$2+C(NOeLP.-+%&( #7&8&4'( <-( NOOLP.'+2&( =',2&4'( D7#7<'( B%$%;( $7F.8B#'.( =%+.%>%&( 6-&%( E'+A2( 7.'+':( #7#6'.%#$% e (G[-<.-$(F7.%$%:'#2(='>.'B2&4';(#'&+2.2(=%+(:7.-:$%9(:%B.%:(-$:%#%(6'+'$'&(B*E3*A';'#E*:(3'_=*B*E3*E*6$0F(!J-&(Q%.%A'({7B%uC( 12+=2B3(=%.4%+%#%;(@I=-.%+.-&%B(6'(4'(:%,%#-.(=%+(#-0%B(7.B'('&.'B2&2(6%$%+B-:$-(<-(-5-B-&(%4-7.7S%(:8.?=?&-(G5%+%,(=%.-$%H( #'>.'B':$'42+C( •.8#'.( <-( 4%&#-.( :%B.%>%B%( '.-&-&( +-44-$B-( 6@&?&4-:%( F'+'47:#'.( $-+A%E;( 8.8#'.( =%+( :%B.%>%&( %0-+4%>%( F'+'47:#.'( $-+#( 7+'&$2.242+\( 8.8#'.( :%B.%:( $'B'B-&( 6'F'6( =%+( ?+?&4?+;( '&A':( :%,%#-.( 4?I-64-( 6%&-( 4-( $'B'B-&( 47>'.( <-( I7+8&.8( =%+( ,-:%.4-( 4-&-6%B.-&B-:$-4%+r( 6'&%( E-+( A-B''$( E'6'.%4%+;( 9':'$( 6'.&2IA'( E'6'.%( A-B''$.-+( 5-+0-:$%+CH( Q%.%A'( {7B%u;( 1'&'$02( J%.4%+%#%( NOOe;( J:I\( B)1'?$gU-&1'?$N* B)?$%$)?$)&* E0&'1&1* 20(3* <=k=,-.(1;EO'E* !"0-+%#%][2,'+2#2;( Y857#.'<6'( yC}CP4-&(='>2B#2I(#'&'$02.'+3;(/'.-+%(n'AE-$';(i'+,7<';(KLLL;((#'69'(KK( !"#$%&'% ((% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* 7@"(I"-+@(*D(A5#-+(,N?0"/O$1%P6QIQ4:%R0"S"1%N"68T8>-U%V"W-:%'XM;% ( GD'+4-,.%:( <-( J%+.%:H( %4-7.7S%#%&%&( 6-+%&%( '.B2,$2+C( h--.( F7.%$%:'( '02#2&4'&( =':2.42>2&4';( D7#7<'( #'<',2&2&( NOeO( 62.2&4'( /'I%B-#$'&P4'( :8$.'&'&( bLLC( 62.4@&?B?&4-( #@I( :7&8#8( B%$( 6-&%4-&( A'&.'&B2,( <-( E-B-&( '+42&4'&( Q%.7j-<%u( $?B( 5?A?( :-#%&( 7.'+':( -.-( 5-0%+B%,$%+C( g( I'B'&4'&( %$%='+-&( $'+%E;( 8.8#'.( :@:.-+%( $'&2B.'B'4'( <-( 8.8#'.( :%B.%:.-+%( G$-B-..-&4%+B-H4-( -$:%&( =%+( 5?0( E'.%&%( '.B2,$2+C( 12+=%#$'&( E'.:2&2&( GU<+8F'P&2&( :'F2.'+2&2H( <-( R2+%#$%6'&( 4?&6'62( g#B'&.2( %#$%.'#2&'( :'+,2( #'<8&B':( %0%&( 5@#$-+4%:.-+%( :'E+'B'&A'( 9-4':M+.2:.'+2( :7&8( '.'&( -$&%:_B%..%6-$0%( B%$;( E'6'.( ?+?&?( <-( $'+%E-( '6:2+242+( <-( NOOLP.'+2&( F7.%$%:'.'+2&2&( +-#B%( #@6.-B%&4-( 6-+( '.'&( 07:( #'624'( %,$-;( $'B( 7.'+':( =8( ,-:%.4-( =-.%+B-:$-4%+CO( *'+'4%5B'$%:( @+&-:.-+%&4-&( ='I2.'+2;( [+'5'&( Q'.-j-<%u( {'F%P&%&(:5$*q$E&5*(2*A-0E&(!Q8+'$P2&(m.?B?3(VNOeKW(<-(g.S'(v<'&S%A:%P&%&( {E-(@E&&;$*(2*>(1(O(* !D7#7<'(1'<',23*VNOefW(+-#%B.-+%4%+C( ( 7-Y865% 3?SI8% ZS"#0$% 08GI-% 56"0".% F5G5>."% 3Y8>5Y."% 3-#8% K-6-1-0[% "6KQI% ."W"@$\% ]?S5G6">% 05^.% S0?K?% 7-Y865% 3?SI8O1-1% #83-1^-% G/Q3#5% "6KQIQ\% 7-Y865% R?SI8% "6KQI% ."W"@$13"% _05T% `083-UO-1% Q16Q% 08GI-1-% .?66"13$@$% -J-1:% "6KQI% S0?K?1% -GI-1-% /"a$G"% 3"% #"#S$1% 56"0".% F5G5>."% 3Y8>5Y."% ,F5G5>"6$% ( 7".-084%-GI-%.?66"1$6$#50\%Zb-.-W83-"[% O (D7#7<'(B%$%&%&(47:#'&.'+(12+=%#$'&(#'&'$2&4'(6-&%4-&(A'&.'&B'#2(E'::2&4'(4'E'(9'I.'(=%.5%(%0%&(=:I\(n7+'&(l+%u;(Gh-A6A.%&5( 79(c'$%7&'.(Q6$E#(%&(1-+=%'&(U+$(79($E-(c%&-$%-#H;([3$;$#*B)&$0)E&'()E;;(KLLZ( E$$F\]]^^^C4%<8#CAI]8B-.-A]-&]F'5-#]8B-.-ACFEFp%4€NLL|•+7A€KLLZ•A%#€Z‚A.'&-:(( !"#$%&'% (M% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* ['E'#2;(*+-4+'5(c-j:7<%uP%&(>(1(O(*AE'?$)(!D7#7<'.2(J':%+-3(VNOONW(6'(4'(ƒ-47B%+(i'#%uP%&(<')E;* 6(;-&'()(!c%E'%(~@I?B3( VNOOOW(5%=%( %,.-+%6.-( @+&-:.-&4%+%.-=%.-A->%(5%=%;(F7#$B74-+&%IB%&(-:.-:$%:( #@6.-B%;( =8( $-B#%.%( G6-&%( %B5-H( '.'&2&'( :'642+B':( ?I-+-( :-&4%( 0-:%B( :8<<-$%&%( :8..'&B':$'42+C( R-+( %:%( @+&-:$-( 4-( 6'F2.'&( ,-6;( D7#7<'( B%$%&%&;( Y857#.'<6'( D+'..2>2( VNOKe_NOXfW( 4@&-B%&-( '%$( ':'4-B%:_#-&$%B-&$'.%#$(($-B#%..-+%('+'A2.2>26.'(6-&%4-&(4?I-&.-&B-#%(<-(:8..'&2B'(#7:8.B'#242+()( 4'E'( #7B8$( %9'4-( -$B-:( 5-+-:%+#-;( E-+( %:%( %B5-( 4-( •+7j( *+-4%uP%&( VNONOW;( -$&%:( -F%:( ,%%+%&( :'E+'B'&.'+2(7.'&(6'+'.2(=%+(,@<'.6-()(=%+(GD7#7<'(:'E+'B'&2H()(%.-(#7&+'#2&4'(#'<',(B-64'&2&'( 5-.%F(6'+'.26'(=':'&;(6@+-(E'.:2&4'&(5?I-.(<-(B-+E'B-$.%(=%+(5-&0(:2I2(=-$%B.-6-&(>(1(O(*AE'?$)* !D7#7<'.2(J':%+-3*'4.2(+-#B%&-(5@&4-+B-(6'FB':$'42+C("B5-&%&(ƒ-47B%+(i'#%uP%&(%,%&4-(8>+'42>2;( #'<',2&( B%$%:( $-B#%.%&%( #%.-+-:( B'&I'+'62( VD7#7<'( $7F+'>2&2W( $'B'B-&( =7,( =2+':'&( 4%S%$'.( B'&%F?.'#67&8&8( %&A-.-+:-&;( NOOOP4':%( cU{g( B?4'E'.-#%&%( %I.-6-&( <-( D7#7<'P4':%( 12+F( &?98#'( 6@&-.%:( G-$&%:( $-B%I.%>-H( 6'F2.'&( %B'62( 5@+B-I4-&( 5-.B-B%I( F-:( B?B:?&( 4->%.4%+C( 12+F.'+2&( 5%4%,%&%&( '+42&4'&( B'&I'+'&2&( %I.-6%A%6-( =7,( =7,( =':267+( 7.B'#2;( U+&'<8$( &?98#8&( 67:( #'62.B'#2( '&.'B2&'( 5-.4%>%( 5%=%;( $7F+':.'+2&( :'6=2&2&( B-.'&:7.%:( =%+( +-#B%4%+( 4-r( 6'&%( 12+=%#$'&( }8BE8+%6-$%P&%&(B%..%6-$0%(4-<.-$(%4-7.7S%#%&-(E-+('024'&(86B':$'42+C(( ( G*6*/*(A-%J"2%,F5G5>"6$%7".-084:%`0830"S%c8T.5>-U:%'XX'% ( ( ;%2-&(!*&5+%*2(,c-D"-%AdCQI4=()*6+(!3#%F+5':%e835I-0%f"G-U:%;<<(% !"#$%&'% (X% ( !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* ( y':'$( F7.%$%:( '024'&( -&( ':$%9( <-( %,.-<#-.( #-9-+=-+( -$B-( 5?A?&?;( n4+'<:7( „7$+'P&2&* :5$* @E&&;$* (2* >(1(O(( !D7#7<'( 1'<',23( VNOeOW(9%.B%&4-(5@+?+?IC({'+%E#-.(7.58.'+';( B%$7.7S%6-( <-( #%&-B'( :?.$?+?&-( '.42+2.B'4'&( 07:( :2#'( =%+( #?+-4-( 0-:%.-&( 9%.B%&( %.-$$%>%( $-B-.( B-#'S;( #'<',2&( :'02&2.B'I.2>2&'( 4'%+4%+C( 1'<',2&( :'E+'B'&.'+2;( =%+( $?+( :'B%:'I-_E'0.2.'+NL( 7.'+':( +-#B-4%.B%,$%+( )( 5@+?&-&( 7( :%;( E-+E'&5%( =%+( F7.%$%:( 5?&4-B.-+%( 7.B':#2I2&;( R2+%#$%6'&.2>2&( 7&8+8&8( Q?#.?B'&( :M9%+.-+4-&( :7+8B':( 8>+8&'( #-<-( #-<-( <-( #7+58#8I( #8'.#%I( @.?B-( :7,B':$'42+.'+C( NOOOP4';( cU{gP&8&( 12+=%#$'&P2( =7B='.'B'6'( =',.'B'#2&4'&( VGD7#7<'(%0%&(%:%&A%(#'<',H(4%6-(4868+8.'&( 7.'6W(@&A-:%(':,'B(8.8#'.(:'&'.4'(6'F2.'&( @I-.( 6'62&.'( #8&8.B'#26.';( 9%.B%&;( $2F:2( 4'E'( @&A-( J7#&'P4':%( #'<',.'+'( 6'( 4'( D7#7<'P4':%( U+&'<8$( &?98#8&( 8>+'42>2( I8.B-( %.%,:%&( :'B8( 5@+?,?&?&( =%0%B.-&4%+%.B-#%&4-( :8..'&2.B'#2&4'( ( 7.48>8( 5%=%;( 47>+84'&( F7.%$%:( =%+( '+'0( 7@"( K-++&"( *D( G*6*/*% ,F5G5>"% !">"a$4:% g30">.5% h5/0":% E'.%&-( 5-$%+%.%,%( [email protected]+( @&?&-( #-+%.B%,$%+C( 'XMX% h-#B%( 8.8#'.( $'+%E( 6'I2B2&2&;( NZeO( $'+%E.%( D7#7<'( 1'<',2P&2&( F7.%$%:( &-4-&.-+%&-( <-( 4?I-&%&-( 4'%+( #7+8.'+2( -.-,$%+-.( =%+( ,-:%.4-( %&A-.-B-( :7&8#8&4':%( #?+-5-.-&( %&:M+2;( =8( B%$%&( -&( =?6?:( 8.8#'.( $'=8.'+( '+'#2&'( #7:8.B'#2&'( :'$:24'( =8.8&B':$'42+C((( ( J8(&7:$'4';(D7#7<'(B%$%&%&(Y857#.'<(#7#6'.%#$(B74-+&%IB(4@&-B%()(v&97+B=%+7P4'&(VD7B%&97+BW( :7FB'#2&2&('+42&4'&(Y857#.'<6'P&2&(1$'.%&%#$(#7#6'.%#$(5-+0-:0%.%:(4%:$-#%&4-&(@I5?+.-,B-(,-:.%&%( $-B#%.(-4-&(:?.$?+-.(<-(F7.%$%:(F+7S-NN()(#?+-#%&A-(5-0%+4%>%(=%0%B#-.(4@&?,?B.-+%(4-(4%::'$-('.B':( @&-B.%4%+C( 1'7( *'8.7( J%-&'.%P&4-;( Y857#.'<( +-##'B( *-$'+( t8='+4'( G6?:#-:( B74-+&%IBH( @+&->%( 7.'+':( :-&4%( :5$* @E&&;$* (2* >(1(O(* !D7#7<'( 1'<',23( VNOfZW( #-+%.-+%&%( #-+5%.-+C( Q%$( =8+'4'( 8.8##8I.',$2+2.B':$'( <-( B'I.8B8&( I'.%B-( 6'( 4'( I'6292&( 5?0.?6-( :'+,2( B?A'4-.-#%&%&( -<+-&#-.( F7.%$%:'.'+2&'( $M=%( $8$8.B':$'42+( <-( B-<A8$( %4-7.7S%:( 7+$'B4';( #2&29( B?A'4-.-#%( <-( 9',%IB-( :'+,2( #'<',2&( V6'&%( Y857#.'<( F'+$%I'&.'+2&( 4'E'( :8<<-$.%( 4?,B'&'( :'+,2( #'<',.'+2&2&W( G$'#.'>2H( 7.'+':( 7:8&'=%.%+C( ( ( ( NL ( Y'( 4'( 5?&?B?I( G:@:$-&A%.-+H%&%&( $-B#%.( -4%.B-.-+%&-( =-&I-+( =%+( ,-:%.4-;( -#:%( $?+( =%+( %&$%E'+( =7B='A2.'+2( B'&5'#2( 5%=%( =-$%B.-&B%,(7.48:.'+2(4'(#@6.-&-=%.%+\(Gn'.%BH(6'(4'(G%#$%.'A2H(4%6-('.52.'&'&(E'#2B.'+'(:'+,2(#'<',.'+2&4'(6-$-+.%(5?A-(#'E%F( 7.B'6'&;( '&A':( G@4?.H.-+%&%( 9'&%( 4->%.( G-=-4%H( 6','B4'( '.'A':.'+2( 4?,?&A-#%6.-;( 4-I'<'&$'S.'+2&2( #'<','( E'6'$.'+2&2( 6'$2+'+':( <-( G5%I.%H( E'+-:-$( $':$%:.-+%( :8..'&'+':( $-.'9%( -$B-6-( :'+'+( <-+B%,( =%+( $7F.8.8:( E'.%&4-4%+.-+C( *'+'4%5B'$%:( =%+( 4%>-+( @+&-:( %#-( g#B'&.2( #8.$'&2( <-( =',:7B8$'&2( Q8+'$P2&( V$'+%E#-.( =%+( 9%5?+( 7.'&( vC( Q8+'$W( @.4?+?.B-#%( B%$%4%+\( Q8+'$;( #8.$'&'(=768&(->B-:(?I-+-(5-.B%,(&8B'+'#2(6'F'+':(6'&2&'(6':.','&(12+F(,@<'.6-(Q%.7j(g=%.%u(V$'+%E#-.(=%+(,'E#%6-$(7.48>8( -.4-:%(<-+%.-+.-( $-6%$(-4%.B-B%,$%+W( $'+'92&4'&(=20':.'&B2,$2+C( D%$'=2(Q8:'44-#P4-:%(6()*,$3$9(B%$%&%('&42+'&(B%$-(5@+-;( #8%:'#$(B-:M&2&4'(@.4?+?.?<-+%.-&(g=%.%u;(@&A-:%(':,'B(12+F(J',:7B8$'&2(t'I'+($'+'92&4'&(4?I-&.-&-&(':,'B(6-B->%&4-( R2+%#$%6'&.2:(%0%&(:-&4%#%&%(:8+='&(-$B-6-(E'I2+(7.48>8&8(=%.4%+B%,$%+C( 11 ( tS%.S'&'( J.'57S-<%uP%&( @&-( #?+4?>?( ?I-+-;( #7#6'.%#$( B74-+&%IB( 0%9$-( 4->%..-B-( ?I-+%&-( :8+8.848+\( =%+( 6'&4'( %:%( 4?&6'( #'<',2( '+'#2( B74-+&%IB%&%&;( @+&->%&( :'F%$'.%IB%&( ?+?&.-+%( #'62.'&( %,.-<#-.A%.%:( <-( :7&#$+?:$%<%IB%&( +-44-4%.B-#%;( 4%>-+( 6'&4'(%#-(G=%0%BA%(-:.-:$%#%IBH(-#$-$%>%&4-(@+&->%&%(=8.'&(17<6-$(B74-.%&4-&('.2&'&(B-#'9-(#@I(:7&8#848+C(J:IC(tS%.S'&'( J.'57S-<%u;(GR%5E(R7F-#;(y'.#-(*+-B%#-#;('&4(J.-':(y8$8+-\({E-(}'#-(79(c-^(J-.5+'4-H;(A(?$0)'&C*')*,[(%0%&4-;(J-.5+'4\( /?&A-.(1'&'$(Q?I-#%;(KLLL;(#C(f(( !"#$%&'% M<% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* 7@"(K-++&"(*D(G*6*/*%,F5G5>"%!">"a$4:%`8/"0%i?K"03":%'X+)% ( ( q(q(q( ( 1-+5%&%&( :?+'$@+.-+%&%&( <-( 4?I-&.-6%A%.-+%&%&( #@I.-+%&-( 5@+-( !"#$%&'()( F+7S-#%&%&( :?.$?+-._F7.%$%:( 'B'0.'+2&4'&(=%+%(7.'&(12+=%#$'&(<-(D7#7<'.2(#'&'$02.'+2&($'&2,B'#2(<-('.2,<-+%,%;(6-+-.(4?I-64-;(%:%( $7F.8B8&( :-&4%( %0.-+%&4-( <-( 8.8#.'+2&( V'+'.'+2&4':%W( '.2,<-+%,.-+%( =%0%B%&4-( 5-+0-:.-,B-:( 6-+%&-;( $-B-.4-( G42,'+24'H;( #@I4-( 8.8#.'+'+'#2( ='>.'B4'( A-+-6'&( -$B-:$-64%C( J%+( %#$%#&';NOOLP.'+2&( #7&8&4'( J-.5+'4P4':%( D?.$?+-.( U+2&B'( Q-+:-I%P&4-( 5-+0-:.-,$%+%.-&( <-( 5?&?B?I4-( -$:%&.%:.-+%&%( #?+4?+-&( D7#7<'.2( #'&'$02.'+2&( %,.-+%&%( #-+5%.-6-&( <-( E-B( #-+5%( B-:M&2( E-B( 4-( B?$-<'I2( 97+B'$2&4'&(47.'62(J-.5+'4.2(6-$:%.%.-+%&(8.8#'.A2(+'4'+.'+2&4'&(=%+(,-:%.4-(:'0'&(4r0&$e(#-+5%#%4%+CNK( D7#7<'P4':%( $-F:%.-+( 5@I( @&?&-( '.2&42>2&4';( =8( &7:$'4'( #'&'$02( 17:7.( J-x%+%P&%&( '&2.'+2&4'&( ='E#-$B-:( 6-+%&4-( 7.'A':$2+\( qMI$);$C'#';$0* E7818)?E)* )E18;?8* F';3'C(0-3N* E3E* F'I* 7$H'&;'* &M0?$* &$%9';$0$* 5EI80;89;8C?89=* /3E* C')$* ?$* &$%9';$0* C898#8* ?$a';?'=* @EH838IE* .$;$)* $)* 9J&M* H$CN* F'I$* 5E')* CE2&E18*CE%8H&808;3E18C?8=(40'H&')$b?$9'*6E)E&*<E9M;&$1'b)?$)*F'0*%0(2$1J0*F-)-*F'0*.EI$&$*OE18&E18C;E* 9E3-CE*E789*F'0*H$9';?$*CE%&8=(NZ( ( @E;9E);E0* (?E9;8( 0-,%$.%( #-+5%.-+NX( 0-+0-<-#%&4-;( 12+=%#$'&( <-( D7#7<'.2( #'&'$02.'+( '+'#2&4':%( '.2,<-+%,%&( :?+'$@+.?>?;( $-B-.4-( GU<+8F'( VJ%+.%>%W( -&$-5+'#67&( F7.%$%:'#2H&';( 6'&%( G5-+0-:;( #7+8B.8.8:(<-(8I.',B'H(6'(4'(0'$2,B'.'+2&(47>8+48>8(#7&80.'+2(#'&'$(<-(:?.$?+(<'#2$'#26.'(',B'( #@6.-B%&-( 4'6'&267+48C( Q-<A8$( :?.$?+-._F7.%$%:( 5?&4-B%( 7&'6.'B':( ?I-+-;( =8( $7F.8B.'+2&( G5-A%:B%,( B74-+&.%>%&-H;( :?.$?+-.( 5-+%( :'.B2,.2>2&'( <-( )( Q'+%S'( {747+7<'Nf( $'+'92&4'&( 12 (G*…+$-SH(#-+5%#%(R'I%+'&(NOO|P4-(J-.5+'4P4':%(>M;&M0$;*/08)3E*A$09$I'P&4-(4?I-&.-&B%,$%+(<-(=8+'4'(Q'5I8$(i-I5%#E%;( Q-EB-$(J-E.8.%;(17:7.(J-x%+%(<-(=-#$-A%(v.%+(J'S+%P&%&(%,.-+%(#-+5%.-&B%,$%+C(1-+5%&%&(:?+'$@+?(1E:-.I-&(Q'.%x%;(4?I-&.-6%A%.-+( 4-( DM)#$;* 6E)E&* A$09$I';( /789* :(%;-3* <()-* <-( }nD[P4%+C( VG*…+$-SG;( U+&'<8$0'( GC-9E08?EN* J&$?$N* ?8H8)?EN* J&$9'* &E0E2&Ej* '&.'B2&'(5-.B-:$-4%+CW( NZ (J:IC(U)*V(03E;'&CW*/0&*')*6$0F'E*PQXQ*S*RYYP;(!c7+B'..%:(dI-+%&-\(12+=%#$'&P4'(1'&'$(NOeO()(KLLN3(#-+5%(:'$'.7>8;(Qg}UJ( KLLf;(#'69'(ZbOC(( 14 ( GJ'.:'&.'+( 1-+5%.-+%H( ,8&.'+42+\( B)* 6$E0#5* (2* @E;9E)'E* !J'.:'&6'P&2&( *-,%&4-3;( c-8-( /'.-+%-( 'B( t'&4-#B8#-8B( †7'&&-8B;(/+'I;(U<8#$8+6';(KLLK;(:?+'$@+.-+\(*-$-+(‡-%=-.;(h75-+(}7&7<-+(<-(l4'(}89-+s*@;((?*t*l()$CN*:5$*2-&-0$*'1*')* &5$*@E;9E)1(!D'&(<-(J'.;(/-.-A-:(J'.:'&.'+4'3( 1'BB.8&5(l##.(D8&#$(4-+(/-5-&^'+$;(D.7#$-+&-8=8+5]i%6'&';(U<8#$8+6';( KLLZ;( :?+'$@+\( R'+'.4( 1I--B'&&r( B)* &5$* D(0.$1* (2* &5$* @E;9E)1* !J'.:'&.'+2&( ['+( /-0%$.-+%&4-3;( D8&#$E'..-( y+%4-+%A%'&8B;( D'##-.;(U.B'&6';(KLLZ;(:?+'$@+\(h-&-(J.7A:C( Nf (Q'+%S'({747+7<';(ˆvB'5%&'+&%(J'.:'&ˆ;(@'F;'(&$9E*LL*O$9*$?'&'();(J-.5+'4;(KLLbC( !"#$%&'% M'% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* :'<+'B#'..',$2+2.'&( )( GR'6'.%( J'.:'&.'+H'( @I5?( -$&%:( B%..%6-$0%.%>-( <-( 8.8#'.( B?A'4-.-.-+-( 4'%+( 5@+?&$?.-+( #-0%.B%,$%C( J8( #-+5%.-B-( ='>.'B2&4'( #'&'$02&2&( :7&8B8;( G='>.'B'( $-+A?B'&.2:( -$B-H6-( 6'( 4'( G0'.2,$2>2( :?.$?+-.( 0-<+-&%&( F'+'4%5B'( <-( #$-+-7$%F.-+%&%( 6'$2F( 6-&%4-&( 67+8B.'6'+':(:?.$?+-.(9'+:.2.2:.'+2(=-$%B.-B-6-HNb(%&4%+5-&B%,$%C(( ( [email protected](=%+(6':.',2B4'&(9'+:.2(7.'+':;(D7&$-:#$(/'.-+%(:-&4%#%&%(=',$'&(%$%='+-&(#'&'$(':$%<%IB%&-(<-( F7.%$%:(#'&'$(-$:%&.%:.-+%&-('6+2.B2,(=%+(B-:M&(7.'+':(7+$'6'(:76B8,;(0-,%$.%('I2&.2:.'+2&(#7+8&.'+26.'( B-,58.(7.'&(#-+5%.-+%(<8+58.'B2,(<-(.-I=%6-&.%:(<-(9-B%&%IB(B-#-.-.-+%&4-&;(:?+-#-..-,B-(:'+,2$2( 5+8F( <-( F+7S-.-+.-( %,=%+.%:.-+%&-( <-( GF-+%9-+%&%&( #'&'$2&2H( $'+$2,B'6'( 8I'&'&( 5-&%,( =%+( 6-.F'I-6-( 6'62.'&(:7&8.'+'(6-+(<-+B%,$%+C%D7&$-:#$(:?+'$@+.-+%;(KLLe(62.2&2&(%.:('6.'+2&4';(4'E'(0'.2,B'.'+2&'( =',.'+:-&;( *+%,$%&-( <-( J-.5+'4P4'&( ='I2( :8+'BA2( <-( #'&'$02.'+2( %0-+-&( <-( :'B8#'.( '.'&4'( E%0=%+( 5@+?&?+( :'+2,2:.2:( 6'( 4'( '&.',B'I.2:( 47>8+B'6'&( =%+( 4%I%( #-B%&-+;( $'+$2,B'( <-( 5@#$-+%B( 4?I-&.-B%,.-+4%+C( J8( -$:%&.%:.-+( '6&2( I'B'&4'( *+%,$%&-.%( 5-&0( #'&'$02.'+( #-+5%#%&-( =%+( 5%+%,( &%$-.%>%&4-(7.B8,$8+C( ( D?+'$@+.-+-(5@+-;*!"#$%&'()(#-+5%#%(%:%(:'<+'B#'.(=%+%B4-&(7.8,B':$'642\(G;9'N*>(1(OE;8*1E)E&78;E08)N* @E&8b)8)* $.$3$);'a')?$9'* 9M0$1$;* 1E)E&*&$31';'* O$* 1E)E&* %'CE1E18* E;E)8)E* $;$H&'0$;* 3M?E5E;$;$0')'* '7$0'C(0?-s*?'a$0*F'0'3*'1$*&(%;-31E;*#')1'C$&*O$*-;-1E;*9'3;'9;$0')*1(0-);E08)E*(?E9;E)E0E9N*>(1(OE* &(%;-3-)-)* 1(0-);E08C;E* O$* i')HE* 5E;')?$j( (;3E* ?-0-3-* VO$* ?$O;$&')* FJC;$* F'0* ?-0-3?E* (;3E18)8)pW*1(0-)-C;E*-a0EHE)*'H;$0'*9E%1E3E9&E?80CN|(1-+5%&%&(#'.42+2.'+.'(:'F'$2.2,2&'($-F:%(7.'+':( 02:'&($?B($7F.8B#'.(-.-,$%+%.-+;(E-B(#-+5%.-&-&(%,.-+(%.-(6@&-.$%.B%,(#7+8.'+4';(E-B(4-(:?+'$@+6-.( 9%:%+4-(I'$-&(B-<A8$(7.48>8&4'&;(=8+'4':%('B'A2B;(#-+5%(-$+'92&4'(5-.%,-&(7.'6.'+2(47>+84'&(-.-( '.B':( 4->%.;( #-+5%&%&( :-&4%#%&%( %&A-.-B-:$%+C( 1-+5%&%&( :'F'$2.B'#2&2&( '+42&4'&;( 5@+?&-&( 7( :%( :?+'$@+.-+%&(<-(#'&'$02.'+2&(<-('#.2&4'(%:%(5+8=8&(7+$':(0'='#2;(%:%($'+'9$'&(=%+($?+(:'=8.(5@+?67+48\( E-B(9',%#$(@+5?$.-+(<-(4-<.-$%&(='#:2A2('652$.'+2&4'&;(E-B(4-(4?I5?&(=%+(,-:%.4-(6-&%4-&('02.'&'( 4-:( #-+5%&%&( %0-+%>%&-( 4'%+( $'+$2,B'.'+'( G6'#':H( 5-$%+%.B-#%&4-&( 47.'62( 48+8B8( :-&4%.-+%&-( B'.( -4-&(F+79-#67&-..-+;(%I.-6%A%.-+(<-(0-,%$.%(5+8F.'+4'&C( ( D//Wjkklll\W">"08G-"8.5G5>8G\^5I:%=0/"1%7"6"Y\% ( ( D7#7<'P4':%(/-&0(1'&'$(7+$'B2&2&(#7+8&.'+2&4'&(=%+%(<-(!"#$%&'()(#-+5%#%&%&(4-('02:0'(5@#$-+4%>%( B-#-.-;( D7#7<'( 4-<.-$%&%&( :8+8.8,8&'( <-( 6-&%( 8.8#'.( :%B.%>%&( 7.8,8B8&'( 4'%+( #7+8&.'+2( -.-,$%+-.( 7.B'6'&(=%+(6':.',2B.'(-.-('.'&(<-([email protected].%:.-(4-(%,#%I.%:;(G<'E,%H(@I-..-,$%+B-(<-(5-&-.(-:7&7B%&%&( 8.8#.'+'+'#2( ='>2,( <-( 6'$2+2B.'+'( ='>2B.2.2>2( 5%=%( 4'E'( 'A%.( #7+8&.'+4'&( #':2&'&( 07:( #'624'( %,( =8.8&B'#242+C(J8(48+8B'(<-+%.-=%.-A-:(-&(=-.%+5%&(@+&-:;(5-&0(#'&'$02(U+$'&(J'.'SP2&(,-B'$%:(=%+( 5+8F( 9%5?+?( 5@#$-+-&( B-46'( %,%( ^^^CF'<'+-#%'-:7#7<-#CA7BP48+( V^^^C%&4-F-&4-&A-79:7#7<7CA7B( 7.'+':( $-+A?B-( -4%.-&( %,-( ,8( '&( -+%,%B( 67:$8+W\( l>%$%BA%( =%+( 16 (J:IC(l+4-&(D7#7<';(G{E-(*+7=.-B'$%A(79(c'$%7&'.(v4-&$%$6('&4(17A%'.(l&5'5-B-&$(%&($E-(}7&$-BF7+'+6(U+$(( *+'A$%A-(%&($E-(J'.:'&#;(c'$%7&'.%#B('&4(}7&$-BF7+'+6(U+$H((V4-+CW(1-I5%&(J76&%:(<-(Q%&'(R-&&+%:#7&(%0%&4-;(#'69'(N||C( N| (J:IC(D'$'.75(U?1&-%E)e$W*6EO0$3$)E*-3$&)'#9E*1#$)E*40'f&')$*g*!"#$%&'()W*h()&$3%(0E0C*/0&'1&'#*1#$)$*20(3*40'15&')$;( /%+%,;(i%4'(D&-s-<%A;(D+%#$%'&(t8:%u;(v<'&'(Q'+S'&7<%u(<-(/7+4'&'(c%:7.%u;(#C(KL( !"#$%&'% M;% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* 9%5?+;( D7#7<'P4':%( =?+7:+'$%:( =%+( B-:'&%IB'&2&( )•cQ"DP%&( )( 8.8#.'+'+'#2( $-B#%.A%#%;( @>+-&A%( 9%5?+.-+%( 4-( D7#7<'( $7F.8B8&8&( $-B#%.A%.-+%( 7.'+':( 7+'4'( =8.8&B':$'42+C( J8( #2+'4'( #''$( NK\XXP?( 5@#$-+B-:$-(<-(%.-+.-B-B-:$-4%+C(J8(+':'B.'+;(5-0%A%(=%+(JQ(6@&-$%B%&%&(D7#7<'P6'(67..'&42>2(<-( =%+( $'+'9$'&( 6-&%( 4-<.-$%&( :8+8B.'+2&2&( 7.8,$8+8.B'( #?+-A%&%&( =',.'&52A2( 7.'+':( 5@+?.-&;( @$-:%( $'+'9$'&(%#-(D7#7<'P&2&(12+=%#$'&P2&(=%+(F'+0'#2(7.B'#2&2(4'E'('6+2&$2.2(4->-+.-&4%+B-6-(6@&-.%:(=%+( :'+'+( 7.'+':( 67+8B.'&'&;( 47.'62#26.'( [email protected]&%&( :'.2A2( =%+( 0@I?B( :7&8#8&4':%( G'+'4'( :'.B2,.2>2&2H( #?+4?+-&(NKXX(&8B'+'.2(JQ(:'+'+2&2($-B#%.(-$B-:$-4%+C(D?+'$@+6-.(%44%'6'(5@+-(D7#7<'P4'&(02:'&( =8( &'4%+( 6-&%( B-46'( #'&'$2( %,%;( *+%,$%&-P&%&( G%&,'( E'.%&4-:%H( E?:?B-$%&%( 4?,?&B-:( '02#2&4'&( %.-+%6-(47>+8(=%+(E'B.-(6'FB'B':$'42+()($-:(6'F$2>2(7.'&2($7$7.7S%:(=%+($'+I4'(6%&-.-B-:$%+C(( ( ( U6+2A'(y%$7+-(v8#89%()(D7S';(U.:-$'(zE'9'(<-(c8+E'&( ‰-E'S'P&2&( 9-B%&%#$( %,.-+%;( 9-B%&%#$( @I5?+.-,B-( B-#-.-#%&%&(EM.M(8.8#'.(@I5?+.-,B-(B-#-.-#%&-(#2:2( #2:26'( ='>.2( 7.'+':( 5@+?.4?>?&?( '02:0'( 7+$'6'( :76B':$'42+C( 1'&'$02.'+;( %,.-+%( =8( B-$%&4-( 4'E'( @&A-( $'+$2,2.B2,;( @&A-:%( :8,'>'( B-F( -+:-:( B-#.-:$',.'+2&2&( :8..'&42>2&'( =-&I-+( =%+( #$+'$-S%6%( 6%&-.-6-+-:;( ='6+':;( 'B=.-B( <-( B'+,( 5%=%( 8.8#'.( #%B5-.-+%( %,.-+%&%&( %0%&-( :'$B':$'42+.'+C( U&A':( =8( 8.8#'.( #%B5-.-+;( G#'F$2+2.B2,( V?$&(-0)$?W( %B5-.-+H( =%0%B%&4-( =-.%+B-:$-4%+.-+( )( 02F.':( :'42&2&( 8.8#'.( B'+,2('A'6%F(=%+(,-:%.4-($-+#$-&(#@6.-B-#%(Vc8+E'&( ‰-E'S';(:5$*<;E.(!J'6+':3;(KLLbW;(5-+4-:(5-A-#%&%&( '+42&4'&(=-6'I(0'+,'9$'(:'.'&(:'&(.-:-#%&4-(<?A8$( =8.'&( B8E'9'I':M+.2:( <-( '$'-+:%..%>%&( ='6+'>2( Vy%$7+-(v8#89%()(D7S';(ZE%E)(!†'F7&6'3;(KLLbW(6'(4'( 8.8#'.A2( <-( B'07( $7F.8B4'( :'42&2&( 4-:7+'$%9( :7&8B8&8( @I-$.-6-&;( 02F.':( =%+( .'B='_:'42&2&( 5%64%>%( $-:( :26'9-$( 7.'&( ,7+$8&( ?I-+%&4-( 6-+( '.'&( 8.8#'._-$&%:(0%9$(=',.2(:'+$'.('B=.-B%(VU.:-$'(zE'9';( @EFC* q(;;g:5$* ?EC* /2&$0* !J'=6( [7..]l+$-#%( /?&3;* KLL|W( 5%=%C( /?&?B?I( D7#7<'P#2&4'( :'42&.'+2&( :7&8B.'+2&'( <-( $-B#%..-+%&-( 4'%+( -.-,$%+-.( $8$8B.'+2&'( +'>B-&( #'&'$02.'+( -.-,$%+-.( [email protected]+%&%( 8.8#( 4-<.-$( %&,'#2( 0-+0-<-#%&-( ( 6-+.-,$%+B-:$-4%+.-+( <-( [email protected].%:.-( F'+'47:#'.( =%+( K-?C( I*&&L7@"( J-C( >D+"#( MK-?C( I*&&LB#+"6%( =%0%B4-( -.-,$%+B-6-( 0'.2,$2:.'+2( $7F.8B.'( '6&2( 012N:%=6.8/"%mD"n":%;<<(% 0%I5%4-(48+B':$'42+.'+C( ( ( ['E'#2;( =8( $?+( %,.-+%( 8.8#'._$-B#%._7.'+':_#-+5%( ='>.'B2&'( 6-+.-,$%+B-:;( 5?&A-.( #'&'$2&;( B-46'( #'&'$2(B?4'E'.-#%(6'(4'(9-B%&%#$(-.-,$%+%(5%=%('+'0.'+2&2&;(+-#B%(8.8#'.(:%B.%>%&(B-,+8.',$2+2.B'#2&'( 6@&-.%:(F+'5B'$%:(E-4-9.-+.-(&'#2.(#2&2+.'&'=%.-A->%&%&(6'&2(#2+';(B8E'9'I':M+(F7.%$%:'.'+2&(5?&A-.( #'&'$2( :-&4%( 'B'0.'+2( %0%&( &'#2.( $-B-..?:( -4-=%.-A->%&%( <-( :8..'&'=%.-A->%&%( 4-( [email protected]+( @&?&-( #-+B-:$-4%+C( U&A':( 4?&6'( F'+'47:#.'+( ?I-+%&-( :8+8.848+( <-( 67.( =768&A'( :'+,2B2I'( 02:'&( E-+( F'+'47:#.'(#'<',B':;(7+%S%&'.(B-#'S2&(67.('0'=%.-A->%($?B(#7&80.'+2(<-(5%+-=%.-A->%($?B(='>.'B.'+2( @&5@+B-:(5?0$?+C(y%$7+-(v8#89%()(D7S';(U.:-$'(zE'9'(<-(c8+E'&(‰-E'S'P&2&(%,.-+%;(@+&->%&(#@B?+5-( #7&+'#2(B?A'4-.-4-(:'42&.'+2&(F7I%#67&8&8&($'+%E#-.(=%+(@I-$%&%(<-+-&(=',:'(=%+(#-+5%(='>.'B2&4'( =-.:%(9'+:.2(%,.-<(5@+-=%.%+.-+4%()('&A':(=8(:?+'$@+6-.('&.'$24';(@I5?+.-,$%+B-(7.'&':.'+2;(12+=%#$'&(<-( D7#7<'('+'#2&4':%(4%F.7B'$%:('.2,<-+%,(F+75+'B2&A'(:8,'$2.B2,(7.48>8&4'&;(#2&2+.2(:'.B':$'42+C(( ( !"#$%&'% M)% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* 8-F-2(,o"W51#"4:%p-/508%q?G?n-%r%F5Y":%;<<E% ( U&A':( #-+5%4-( 6-+( '.'&( %,.-+%&( ='I2.'+2;( 8.8#'.( $-B#%.( #7+8&.'+2&'( <-( 5?&A-.( #'&'$( '.'&2&4':%( 5-&-.( #7+8&.'+'( 5-+0-:$-&( 4-( '02:0'( %,'+-$( -$B-:$-4%+C( t8.I%B( n-x%+%P%&( %,%;( #'&'$02&2&( 8.8#'.( :%B.%:( F7.%$%:'.'+2( 5?4?B?&4-( :7&8B.'&42+2.B'#2( %.-( &-7.%=-+'.( :'F#'62A2.2>2&;( Y%&( <-( Y'&5( :'<+'B.'+2( 5%=%( &'#2.( =%+=%+.-+%&-( 868,8+;( G5?0( <-+%+H( <-( =%+=%+.-+%&%( G=-#.-+H( 7.48:.'+2&2( 5@#$-+-+-:;( 5?&A-.( #'&'$( '.'&2&4':%( =8( F'+'47:#.'+2( ,?FE-6-( 6-+( ( =2+':B'I( =%+( ,-:%.4-( [email protected]+( @&?&-( H"#*"6(,F"D0"I"16"04:%i?6C-I%g89-0-:%;<<)% #-+B-:$-4%+C(n-x%+%;(l$0($1*!D'E+'B'&.'+3* VKLLZW( '4.2( <%4-7#8&4'( D7#7<'Š4':%( V'$'-+:%.W( U+&'<8$( $7F.8B8&8&( -+:-:( ?6-.-+%&%&( ':,'B.'+2&2( ,'+:2( #@6.-6-+-:( <-( 6@+-6-( @I5?;( B'&47.%&( =-&I-+%( =%+( 0'.52( 7.'&( HE0.'E( %.-( -F%:( :'E+'B'&.2:( ,'+:2.'+2( 0'.'+':( 5-0%+4%:.-+%;( 5-.-&-:#-.( -,6'6.'( 4@,-&B%,( $%F%:( =%+( :@6( B-:M&2&4'&( =%+( #'E&-( #8&B':$'42+C(1'&'$02(=8(%,$-(#@6.-&-&(,'+:26'(6-&%(:'E+'B'&.'+(:'$B':$'42+()(-:.-&-&.-+;(D7#7<'( 5?&A-.( #'&'$( 7+$'B2&2&( ?&.?( %#%B.-+%4%+( V='I2( %44%'.'+'( 5@+-;( :%B%( $7F.8B.'+2&;( g.%BF%6'$( 768&.'+2&'( 6'( 4'( 0-,%$.%( 98$=7.( ,'BF%67&'.'+2&'( <#( 07:( #'624'( $':2B.'( :'$2.267+( 7.B':$'&( 58+8+.'&B'.'+2&'( =-&I-+( ,-:%.4-;( 5-&0( D7#7<'( $7F.8B8( 4'( =%+( J'.:'&.'+( #-+5%#%&-( D7#7<'Š4'&( #-:%I(#'&'$026.'(:'$2.B'.'+2&4'&(47.'62(07:(58+8+.'&B2,$2+NeWC(R'.:(,'+:2A2.'+2;(D7#7<'.2(#'&'$02.'+2&( :'E+'B'&A'($'<2+.'+2&2;(@&-B.%(8.8#.'+'+'#2(-$:%&.%:.-+-(VQ'&%9-#$';("#$'&=8.(J%-&'.%;(D'##-.(1-+5%#%W( :'$2.B'.'+2&2(:7&8('.'&;(=8(6?I4-&(4-(G%&,'(E'.%&4-:%H(D7#7<'(4-<.-$%&%&(8.8#'.(:?.$?+-.(5-.%,%B%;( %.-+.-B-#%(<-(B74-+&%I'#67&8&'(=%+(,-:%.4-(4->%&-&(-F%:(,'+:262(#@6.-B-:$-4%+.-+C( ( (( /@+?&?,-( =':2.2+#';( #@I( :7&8#8( %,( =%+( E8#8#( ?I-+%&4-( 4'E'( 48+B':$'42+( <-( D7#7<'.2( #'&'$02.'+2&( 8.8#'.( :%B.%>%&%&( %:%( '024'&( '+'0#'..',$2+2.42>2&2( =-.%+$B-:$-4%+\( ".:( 7.'+':;( Y857#.'<6'( #7&+'#2( Ne (J:IC(1-I5%&(J76&%:;(E=.=$=;(#'69'(KNeC( !"#$%&'% M*% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* :8+8.'&(4-<.-$.-+4-(6-&%(8.8#'.(:%B.%:.-+%&(%&,'#2&'(%.%,:%&(5-&-.(->%.%B(4ME%.%&4-(V=',:'(=%+(4-6%,.-;( E-+( 4-<.-$;( %&,'#2&'( :'$:24'( =8.8&B'6'( E%IB-$( -4-A-:( :-&4%( 5?&A-.( #'&'$2&'( %E$%6'0( 486B':$'42+WNO(<-(%:%&A%(7.'+':(4';(#'&'$#'.(%,%&(&%$-.%>%&%&(<-($-B'$%:(:'F#'B2&2&(6-$-+.%(7.B'42>2(( <-( 5@:.-+-( 02:'+2.'&( GE-+,-6%( :'F#'6'&( 8.8#.'+'#2.2:H( %B'S2&2( 5-+0-:.-,$%+B-:( ?I-+-( GD7#7<'.2H( 5@#$-+-&%&-(4-(%E$%6'0(4868.48>8(9-0-3*(;E0E9*-;-1;E0E0E18*1E)E&*(0&E38(4ME%.%&4-C(l#-+(?I-+%&-( 6'I2.'&( B-$%&;( %,%&4-( 5@+4?:.-+%B-( %.%,:%&( 7.'+':;( #'&'$02( t8.I%B( n-x%+%Š&%&( :%,%#-.( 48+8,8&8&( &-( 7.48>8&'( 4'%+( F-:( =%+( ,-6( 7+$'6'( :76B'B':$'42+( V:-&4%#%&%&( u5'&$( AE%( ( !J-6'I( R'+%$'3( =',.2:.2( 4%>-+(%,%;(J'.:'&.'+4':%(0'$2,B'&2&(I'B'I(=%+( %B5-#%&%(#8&B':$'(<-(#$-+-7$%F%:($-B#%.%&%&($?B( @I-..%:.-+%&%(='+2&42+B':$'42+W(<-(V:-&4%.-+%&%(D7#7<'Š&2&(5-&0(#'&'$(7+$'B2&2(:'F#'62A2(=%+(,-:%.4-( 4-+.-B-6-('4'B2,(7.B'.'+2(=%+(6'&'W(=8(%,%(#-+5%('.'&2&'(6-+.-,$%+%+:-&(:?+'$@+.-+%&(48+8,8&8&(&-( 7.48>8&8('&A':($'EB%&(-4-=%.B-:$-6%BC(U&A':(:%,%#-.([email protected]%B;(t8.I%BP%&(l$0($1(!D'E+'B'&.'+3( %,%&4-:%(=8(#-+5%4-:%(%,.-<%&%&([8AE'BFŠ2&(4'11('0(!*%#8'+3('4.2(%,%6.-('6&2(7.48>8(6@&?&4-(7.'A':$2+( )(E-+(%:%#%(4-;(5-0%A%(7.'+':(6-+.-,$%+%.4%:.-+%(#-+5%( 4?I-&%&-(<-(:8+8B#'.(='>.'B'( %,'+-$(-4-+:-&;( :-&4%(%4-7.7S%:(%,.-<.-+%&%(4-(:-,9-4-+.-+C(( ( Y8:'+24'( ='E#%( 5-0-&( l$0($1* '4.2( %,;* 8.8#( 6'( 4'( 8.8#'.( :%B.%:( B-#-.-#%&%&( V5?&?B?I( 8.8#.'+'+'#2.2>2&2&( E-5-B7&%:( $-B#%.%( 4ME%.%&4-W( 9'I.'#26.'( 8.8#.'+'+'#2( 7.48>8&8( <-( GF-+%9-+%H4-&( 5-.-&( #'&'$02&2&( 8.8#'.( :%B.%>%&%&;( ='#:2&( #-+5%( E'I2+.'B'( B74-.%&4-( <-( 5?&A-.( #'&'$(#%#$-B%&4-( I'$-&( E-F( %0-+%.4%>%&%( 4-( 5@#$-+B-:$-4%+C( D?+'$@+.-+%&( #-+5%4-( /0&'1&N* #-0E&(0N* 3E09$&( !1'&'$02;( :?+'$@+;(F%6'#'3(=@.?B?&-(=-.%+5%&(=%+(6-+('62+B'6'(<-(#'&'$(#%#$-B%&%&(6'F2#2&2;(E%6-+'+,%.-+%&%(<-( 5?0( 4-&5-#%&%( '&'.%I( -$B-6-( :'+'+( <-+B-.-+%&%&( &-4-&%( =8( 7.'=%.%+CCC( J-&( V8.8#'.W( :?.$?+( $-B#%.%( :'<+'B2&2(4'(=8+'6'(-:.-+4%BC*!"#$%&'()*,(-).*E0&'1&*20(3*40'15&')$*#-+5%#%&%&(:?+'$@+.-+%(#'&'$( (( #%#$-B%&-(6@&-.%:(-.-,$%+%.-+%&4-(07>8&.8:.';(U<+8F'_U$.'&$%:(-&$-5+'#67&8&4'(<-(J'$2(J'.:'&.'+( '42(<-+%.-&([email protected](:?+-#-.(#-+B'6-6-(I-B%&(E'I2+.'&B'#2('02#2&4'&(:-&4%.-+%&A-(=-.%+.%(=%+(+7.( 76&'6'&( J'.:'&.'+( #-+5%.-+%&-( 74':.'&B2,.'+42+C( Y'&%( :?+'$@+.-+( <-( #'&'$02.'+;( J'.:'&.'+P4':%( 0'$2,B'.'+2&( B%$.-,$%+%.B%,( <-( B-$'.',$2+2.B2,( $-B#%..-+%&%&( ?+-$%.B-#%( :7&8#8&4'( :-&4%( :7&8B( <-(5@+?,.-+%&%(7+$'6'(:76B8,.'+42+C( ( U6+2A'( ?&.?( J'$2.2( :?+'$@+.-+%&( 6-&%( <-( E-&?I( 9'+:( -4%.B-B%,( F'I'+.'+2( =%+-+( 6-$-&-:( :'6&'>2( 7.'+':( :-,9-$B-( +7.?( B-#-.-#%&%( 4-( 5?&4-B-( 5-$%+B%,.-+4%+C( J8( :7&868( -.-( '.'&( %,.-+-( @+&-:( 7.'+':;(†':8F(y-++%P&%&(6EO$*A$N*l$;%*A$(!D8+$'+2&( J-&%;(Y'+42B(l4%&(J'&'3('4.2(%,%;(R'S+-4%&%;(y-++%(<-( n-x%+%Š&%&( 7+$':( %,%( :5$* [)#;$1;( uE'&').* 2(0* E* h-0E&(0*!UBA'.'+;(J%+(D?+'$@+(J-:.-+:-&3(<-(U.='&( Q8S'Š&2&* <0$$* ,(-0* A')?( !n%E&%&%I%( mI5?+.-,$%+%&3( '4.2( %,%( <-+%.-=%.%+C( [+%$7&( R'S+-4%&%;( J'$2.2( 8IB'&( :?+'$@+.-+%&( D7#7<']J'.:'&.'+][7>8( U<+8F'( #'&'$2&4':%( 5?A?&4-&( ='E#-$B-:( ?I-+-( UB-+%:'Š&2&(8.8#'.(#%B5-#%&%()(1'B(UBA'(9%5?+?( )( ( V?&.?( GJ%+.-,%:( [-<.-$.-+( g+48#8( %0%&( 1-&%( 7@"(423&"6%,=I^"6"04:%R0-/51%L"Y083-1-\% "#$%67+8BH( A?B.-#%&%( G/?&A-.( 1'&'$( g+48#8( %0%&( 1-&%( "#$%67+8Bˆ( %.-( 4->%,$%+-+-:W( :8..'&2+:-&;( †':8F( y-++%( 4-( [7>8( #'&'$2&'( 6'F2.'&( <-( :-&4%#%&-( 5@+-(G#'&'$02&2&(?&?&?&;(B-$'&2&(4->-+%&%(:'$.'6'&(-$:-&(7.B'(F7$'&#%6-.%&%(-#'#('.'&H(6'$2+2B2&( B'&$2>2&'( 4%::'$( 0-:B-:$-4%+C( {?B( =8( %,.-+( G'.$?#$( -4%A%( !1-FO$01'O$3( 7&'6.'B'HKL( #$+'$-S%#%&%( $-B-.( '.B':$'42+( )( =8;( #'&'$02&2&]':$%<%#$%&( #7#6'.;( F7.%$%:( 6'( 4'( -:7&7B%:( =%+( #@6.-B4-( +7.( 19 (l5-B-&(#'&'$($'+%E%&-(5@+-(NOOLP.'+(@&A-#%&4-(D7#7<'P4'(5?&A-.(#'&'$(67:$8C(m+&->%&(U)*V(03E;'&C*#-+5%#%*:'$'.7>8 %0%&(6'F2.'&(+@F7+$'S4'(17:7.(J-x%+%(,@6.-(4-B-:$-4%+\(ˆ/?&?B?I(D7#7<'(#'&'$(7+$'B2&2&('+:'(F.'&2&4'(=-&A-(=?6?:(=%+( =','+2( <-( -&-+S%( <'+C( J8.8,B'.'+2B2I4'&( =%+%&4-( J+'&:7( [%B%$+%S-<%uP%&( #'+9( -$$%>%( ,8( #@I.-+-( $'B'B-&( :'$2.42>2B2( 4'( #@6.-6-=%.%+%B\( >(1(OE;8* .$)7* 1E)E&78;E0* F'0* E);E3?E* 18280* )(9&E18)?E)* FEH;8C(0;E0s* F-* ();E08* &M3* .$;$)$9;$0')* F(C-)?-0-a-)?E)*9-0&E08C(0*O$*i&E3E3$)*.M)#$;j*(;3E*9()-3-)E*&EH8C(0=*J:IC(U)*V(03E;'&CW*/0&*')*6$0F'E*PQXQ*+*RYYP( V#-+5%(:'$'.7>8W;(Q%A';(J-.5+'4;(KLLf;(#C(Z|OC( KL (v&:-(U+&#(<-(16.<%'(1'##-;(G(k18=<-+#%<-(U99%+B'$%7&PH\(g&(Q%B-#%#('#(1$+'$-56(79(h-#%#$'&A-H;(AE19E(VtS8=.S'&'W(A%.$(zzv;( &7(Z_X(VOe_OOW;(#'69'(bC( !"#$%&'% M+% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* '.B'#2&'( <-( #@6.-B%( 7&'6.'+;( #'E%F.-&%+( <-( $?:-$%+:-&;( '6&2( I'B'&4'( 7&'6.'&'&.'( '+'#2&'( =%+( B-#'9-(:76B'#2&'(7.'&':(<-+-&(=%+($':$%:$%+C({-B-.4-&(0?+?$-+-:(7&'62(:'+,2$2&'(0-<%+B-:$-4%+C( ( (( J8(6':.',2B(-#:%(Y857#.'<6'([email protected]#%&4-:%(?+-$%B%&(=?6?:(:2#B2&2&($%F%:(=%+(@I-..%>%4%+(<-(:'<+'B#'.( #'&'$( 4-&-6%B%&%( <-( 7&8&( G$-B#%.]&-#&-H( ?+-$B-:$-&( =%+( G$8$8B]=%.4%+%H( %.-$B-6-( 4@&?,B-#%&%( $-B-.( '.B':$'42+CKN( J8( '024'&;( #@I( :7&8#8( %,.-+%&( :'#$%( &'%9.%:.-+%;( .%=-+'.( J'$2( u$;&E)1#5E--).b-* !4?&6'( 5@+?,?3( %.-( I7+.'( @I4-,.-,$%+%.B-6-( B-64'&( 7:86'&( %+7&%:( =%+( '+'0( 7.'+':( $-I'E?+( -4-+C( 1'&'$02.'+( k#'&'$( 7+$'B2P&4';( 8.8#'.( :@:-&.-+%( %#%B.-+%&4-&( '#.'( '6+2( $8$8.'B'6'&( kF-+%9-+%4-&( @I&-.-+P( 7.'+':( =-.%+%+.-+r( 6'&%( -6.-B-( %B:M&.'+2&2&( =8( =-.%+.-B-.-+.-( 07:$'&( #'F$'&B2,( <-( #2&2+.'&B2,(7.48>8(#@6.-&-=%.%+C(% ( [+%$7&(R'S+-4%&%P&%&(6')*!/?&'E3('4.2(%,%&%(4-(=8(0-+0-<-4-(67+8B.'6'=%.%+%IC(i%4-7;(Q?&#$-+Š4-:%( =%+( R2+%#$%6'&( :%.%#-#%&4-( 5-+0-:.-,$%+%.B%,( <-( 5%I.%( :'B-+'6.'( :'64-4%.B%,( =%+( -$:%&.%>%( =-.5-.-B-:$-4%+C( 1'&'$02( V[+%$7&( R'S+-4%&%W( 5?&'E( 02:'+B'( E?A+-#%&-( 5%+B-:$-( <-( F'F'I'( 5?&'E( 02:'+$B':$'42+C( g&'( '.2,2.B2,2&( 42,2&4';( ,@6.-( #7+8.'+( #7+'+\( @$)* E1;8)?E* AM1;M3E)83N* E3E* >(1(OEv?E* ?(a3-H* F'0* /0)EO-&* (;3E)8)* .M)E5* (;-%* (;3E?8a8)8* 1'I$* 1(03E9* '1&$?'3=* @'0* H$9';?$* .M)E5* ?$)';$F';'0* 3'* F-)En( D'9'#2( :'+2,'&( F'F'I( %#-( ,@6.-( =%+( 6'&2$( <-+%+\( lEC80=* DM)E5* ?$a';?'0=* DM)E5* F'I* ')1E);E08)* 9$)?'* JI.M0* '0E?$;$0'3'I;$* CE%&8a838I* O$* :E)08v)8)* $3'0;$0')$* EC9808* (;E)* F'0* H$C?'0=*",%&($8E'92;($-+#$-&(5%4-+-:(4-(=%+(#7&80(02:'+'=%.%+(<-(8.8#'.(:%B.%>%&(<-(8.8#'.A2.2>2&(@I5?+( %+'4-6-(='>.2(7.B'42>2(<-(=8(&-4-&.-(4-({'&+2Š&2&(-B%+.-+%6.-(868B(%0%&4-(7.48>8&8(#@6.-6-=%.%+%IC( ( q(q(q( ( D?+'$@+.-+%&;( #7&+'#2&4'( =',:'( F-:( 07:( :%,%( $'+'92&4'&( 4'( 6%&-.-&B%,( =':2,( '02.'+2&'( 5@+-;( !"#$%&'()(F+7S-#%(U+&'<8$.8:(:?.$?+?&?(=%+(,-:%.4-($'&2B'6'(%.%,:%&4%+()(4%>-+(=%+(4-6%,.-;(%.:(4-9'( :'+,2B2I'( 02:'A':( =%+( G@$-:%.%:H.-( %.5%.%4%+C( 1'&'$( '.'&2&4':%( =8( 4%F.7B'$%:( #$+'$-S%;( U<+8F'.2( <-( 8.8#.'+'+'#2( :8+8.8,.'+2&( F7.%$%:( %.:-.-+%&-( $'B'B-&( 86B':$'42+( <-( #7#6'.( F+75+'B.'+2&'( E%IB-$( -$B-:$-4%+r( #@I( :7&8#8( %.:-.-+-( 5@+-( 4-( :?.$?+;( G:?.$?+-.( 9'+:.2.2>'H( #'652( 5@#$-+B-6%( B?B:?&( :2.B':(%0%&(G@$-:%&%($'&2$2+H(<-([email protected](G0'$2,B'&2&($'+'9.'+2('+'#2&4'(8I.',B'(#'>.'&2+HC([1').*(2* h-;&-0$*E)?*/0&*')*h()2;'#&*k$1(;-&'()*')*h()&$3%(0E0C*:'3$1(!/?&?B?I4-(~'$2,B'(~@I?B?&4-( D?.$?+( <-( 1'&'$2&( D8..'&2.B'#23( =',.2:.2;( F+75+'B( &%$-.%>%&4-:%( B-$%&;( 5?&A-.( #'&'$2&( B?I':-+-( $-:&%:.-+%6.-( <-( G:8..'&2B( 4->-+%H6.-( %.5%.%( -5-B-&( @&6'+52.'+2&( =%+( 5@#$-+5-#%( #'62.'=%.%+C( J8( B-$%&4-( ,@6.-( 4-&B-:$-4%+\( G*7.%$%:( 5@+?,B-.-+( <-( 4%F.7B'$%:( -$:%&.%:.-+( %:%( ?.:-( '+'#2&4':%( 5-+%.%B%('I'.$2+:-&;(+-##'B.'+;(B?I%#6-&.-+;(9%.B(6'F2BA2.'+2(<-(4%>-+(#'&'$02.'+(4'(#'B%B%6-$(<-(%6%( %.%,:%.-+(:8+B':(?I-+-($-B'#.'+4'(=8.8&'A':.'+42+CHKK( ( (( ".5%&0$%+(:%(#-+5%&%&(#'.42+2.'+.'(:'F'$2.B'#2(<-(=8(7.'6'('+'A2.2:(<-(-,.%:(-4-&(B-46'(#'.42+2#2;([email protected]( =%+(=':2,('02#2&'(:'+,2(:76'&(7.58.'+('+I(-$B-:$-(<-(#'&'$#'.(9''.%6-$.-+%&(:8+8B#'..',B'#2&'(4'%+( =8($?+(=%+(6':.',2B2(5-+%(0-<%+B-:$-4%+C(J-#=-..%(!"#$%&'()*#-+5%#%&4-;(#-+5%&%&(5-+0-:.-,B-#%(%0%&( 97&( #'>.'6'=%.-A-:( $-:( 97+B'$( k8.8#'.( #-0%BP( 7.48>8( %0%&( @6.-( =%+( 67.( #-0%.B%,$%( )( F'+'47:#'.( =%+( ,-:%.4-;( #-+5%&%&( #'.42+2.'+.'( :'F'$2.B'#2( %.-( :@:$-&( +-44-4%.-&( 4-;( =%II'$( [email protected]( =%+( G?+-$%B( #'>.'B'H( F.'$97+B8( 7.B8,$8+C( Q-$&%B%I%&( =',2&'( 4@&-A-:( 7.8+#':;( #-+5%&%&( 97+B8&'( <-( 97+B'$2&';(6'&%(:?+'$@+?&(?+-$%B(4?I-&->%&4-(&'#2.(=%+(67.( %I.-4%>%&-( 4'%+(#7+868(,%B4%(6-&%4-&( 6@&-.$-=%.%+%IC(T'6-$(#-+5%;(%:%(8.8#'.(:?.$?+('+'#2&4'(4%F.7B'$%:('+'A2.2:(+7.?(?#$.-&B-6-A-:(9'+:.2( <-(G7$7&7BH(=%+('.'&4'(#8&8.'A':(,-:%.4-($'#'+.'&B2,(7.#'642;KZ(9'+:.2( =%+(#7&80(B-64'&'(5-$%+%+( KN (J'I2(@+&-:.-+%;(i.'4%B%+(c%:7.%u(<-(i-+'(i-w'&#:%P&%&(VJ-.5+'4W(l(w*&(*@$#(3$*E*D0$E&*/0&'1&(!c'#2.(J?6?:(=%+( 1'&'$02( g.8&8+p3;( c%:7.-$'( Q'+:7<%u( <-( n#7.$( D7<'A#P2&( VJ-.5+'4W( h5((1$* K'2$( !Y','B2( 1-0%&3( <-( *+%B7s( c7<':P2&( VtS8=.S'&'W( !"%;(1'()(!*'$.'B'3('4.2(%,.-+%4%+(<-(4'E'(F-:(07:(@+&-:(=8.8&B':$'42+C({?B(=8(%,.-+(V'6&2(*+%,$%&-.%(5-&0(#'&'$02.'+2&(%,.-+%( 5%=%W;( )( $?B?;( 5-0%,( #?+-A%&4-:%( $7F.8B.'+4':%( #'&'$#'.( ?+-$%B-( -,.%:( -4-&( 9-&7B-&.-+( 7.'&( )( #'&'$$'( F'I'+.'B'( $':2&$2#2&';( :-&4%( :-&4%&%( #'$B'6'( <-( %.%,:%.-+( :8+B'( #'F.'&$2#2&'( :'+,2( %+7&%:( 48+8,.'+2&2( %9'4-( -$B-:( ?I-+-( =-&I-+( =%+( #$+'$-S%(:8..'&B':$'42+.'+C( KK (Q-$%&(,8('&(-+%,%.-=%.%+(5@I?:B-B-:$-4%+()(6'(4'(E%0=%+('+'B'(B7$7+86.'(=8.8&'B'B':$'42+C(( KZ (Q-<A8$(48+8B4'(:?+'$@+.-+(#'&'$('.'&2&2($'B'B-&(9'+:.2(=%+(,-:%.4-(<-($-B#%.A%(F7.%$%:'.'+.'(47>+84'&( ='>.'&$2.'&42+'+':($'&2B.'B2,.'+42+C(6E)E&N*FEH9E*H$C;$0')*CE)8180EN*')1E);E08)*3$?CE?E*O$*%E0;E3$)&(?E*9E3-CE*E789* H$9';?$*9()-H-;3E18*.$0$9$)N*.$73'HN*O$*.$;$#$9&$*F-*E;E)?E*F'0;'9&$*OE0*(;3E9*3$1$;$1'*5E998)?E*9()-H&-9;E08*F'0*E;E)?80* O$*JI)$;$0')*9$)?'1')'*F'0$F'0*';.';$)?'0'0=*J:IC(D'$'.75(U?1&-%E)e$W*6EO0$3$)E*-3$&)'#9E*1#$)E*40'f&')$*g*!"#$%&'()W* h()&$3%(0E0C*/0&'1&'#*1#$)$*20(3*40'15&')$;(/%+%,;(i%4'(D&-s-<%A;(D+%#$%&'(t8:%u;(v<'&'(Q'+S'&7<%u(<-(/7+4'&'(c%:7.%u;(#'69'( NOC( !"#$%&'% ME% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* B%64%;(6'(4'(4'E'(<-+%B.%(=%+($'+$2,B'('.'&2('0'+(B2642p(m+&->%&([email protected]:%($?B(#'&'$02.'+2&(7+$':( #7+8&.'+2&2($-B#%.(-4-&(<-(5-0$%>%B%I(7&(62..'+4'(E-F%B%I%&($'&2:(7.48>8(8.8#(%&,'#2(B-#-.-.-+%(4-( 4ME%.( 7.B':( ?I-+-;( GF-+%9-+%4-:%( [email protected]+H4-( :?.$?+?&( 6-+%&%( <-( +7.?&?( -.-( '.'&( -.-,$%+-.( %,.-+%&( #-+5%.-&B-#%( [email protected]( 4-( #-+5%&%&( G@$-:%.%:H( 4->%.( G'6&2.2:H( %.:-#%( ?I-+%&-( :8+8.8( 7.B'#2W( 9'+:.2( -$:%.-+(47>8+8+(B8648p(( ( (( /-.%&-&( &7:$'4'&( =':2.42>2&4';( @6.-( 7.'=%.%+B%,( 5%=%( 5-.%67+C( !"#$%&'()( #-+5%#%( 07:( #7B8$( -.-,$%+%( F7$'&#%6-..-+%( ='+2&42+267+48r( '&A':( =8( $?+( #7+8.'+2&( :'B8&8&( %&A-.-B-#%&-( <-( $'+$2,B'#2&'( #8&8.B'#2( %B:M&2&2( -$:%&( =%+( ,-:%.4-( -&5-..-6-&;( #-+5%&%&( 97+B'$26.'( %.5%.%( #-0%B4%C( !"#$%&'()( #-+5%#%;(97+B'$(7.'+':(#'&'$#'.(7+$'B2&(8.8#'.($-B#%.%&%(#-0-+-:;(:'F#'B2&2(D7#7<'P&2&(='>2B#2I.2>2( :7&8#8&4'* CE)?EH( 6'E8$( 9E0H8&( 7.B':.'( #2&2+.'B2,;( [email protected]( 4-( 0$$;* %(;'&'9E( '.'&2&4':%( B-<A8$( #-0-&-:.-+-(<-(=8(#-0-&-:.-+%&(B-<A8$($7F.8B#'.(:8$8F.',B'.'+2&'(4'%+(<-+%.%(0-+0-<-6.-(868B.8( =%+( 6-+-( 7$8+B8,$8+C( J8( =':2B4'&;( 6-+-.( ='>.'B4'( =-:.-&-&( 5%4%,'$2( $-6%$( -$B-:$-&( =',:'( =%+( 5-$%+%#%(7.B'B2,$2+\( =%+(6'&4'(U+&'<8$.'+'(6@&-.%:(12+F(9',%IB%6.-;(4%>-+(6'&4'(4'(:'B8#'.(7.'+':( %9'4-( -$B-( E'::2&2( 4'( %0-+-&( %&#'&( E':.'+2( F7.%$%:'.'+2&2&( %E.'.%&%&( :2&'&B'#26.'( :'+,2( :'+,26'( :'.2&B2,$2+‹(g6#'(#'&'$2&(5@+-<%;(4'E'(5-&%,(4?,?&B-:(<-(-5-B-&(:?.$?+(F7.%$%:'.'+2&2&(4'6'$$2>2( <-+%.%(#-0-&-:.-+%&(42,2&4'(-.=-$(=8.8&'=%.-A-:(k:-,9-4%.B-B%,(7.'&':.'+2P(:-,9-$B-:$%+C( ( 7@"(O'-$"%,sI"Y4:(c-.568/"%N"0.5>-U% ( 7?%08G-I38%Sd03Q@QIQC%Z=01">?/%K"#0"@$%tIQ3"D"68G-1-1u%"6/$13"[:%G*6*/-(G-@#-'-2&-#.(>2.+.("36$:%'X'<% #$6$13"% "."38I-G#81% v50w8% o5>"15>-U% /"0"n$13"1% !$0K-G/"1x$1% I80.8C-138.-% F0?T8>"^% a8D0-138% #"W$6"1% D8#.86-1% K-0% 08W053Q.G-#51?3?0\% L8#.86% /-W-.% K-0% GdIQ0S8^-% B3*&"( J"( K"-5P( >#+( 18G18G-% d018@-3-0% >8% I-66-#8/J-% 05I"1/-CI% d@8680-% /"a$0\% ;<<)% #$6$13"% G"1"/J$% c-.568/"% N"0.5>-U% K?% 08GI-1% .5W#"6"0$1$% K-0% G80-% D"6-138% K-0% S"680-1-1% 3?>"06"0$1"% "GI"#$% d1803-\% F5G5>"% ."D0"I"1$% 75T.5% o?S5>-Ux-1% Z!$0W% 8W-.% a--0-138% tF5G5>"%!">"a$u%3d1SQGQ1381%"6$1"1%K-0%."0"./80[%K"#0"@$%#80-18%=01">?/%K"#0"@$1$%.?66"13$\%!dC%.51?G?% ( !"#$%&'% M(% !"#$%&"'"()*&%+%,-&-#.(/"(0123"&(!-2-++-(4&56-&(7"'6%&%2(!*#52&-#.(( Z$;$)E*^$1'_* 8/.-16-.% c-.568/"% N"0.5>-Ux-1% 35@3?@?% a8D-0% 56"1% F0?T8>"^x3"% "J/$@$% K-0% .-a-G86% G80S-#3-% n"."/% F0?T8>"^% _6?G"6%NQC8G-x1-1%3-08./d0Q%/"0"n$13"1%-W/"6%83-63-\%=#1$%8G80:%]81-%L80G8.x38%ZF"0"K"@[%3QC8168181%t)(/D\% b-1/80%!"651u%,)(\%F$a%!"651?4%"36$%G80S-38%38%G50?1%#"0"//$\%!80S-%.Q0"/d0Q%70"1-G6">% R-I-/0-Y8>-U%G80S-#8% tW56-/-.% "0/$% 38@80% >8% 8.G-.% G"1"/u% -J8081% K-0% K".$a6"% #".6"aI".6"% G?J6"13$% >8% G51?J% 56"0".% .Q0"/d06Q.% Sd08>-1-%K$0"./$\%R56"#$G$#6"%K?%#"C$#$%t!$0Wy6$.u%>8%t=01">?/y6?.u%>8%D80%-.-G-1-1%38%#Q^86/-6I8G-%"0"G$13"%-.-% K"a6$% K-0% D"#>"1"% K81C80% K-0% -6-a.-% .?0"1% K-0% G"1"/% 8G80-#68% K-/-0-#50?I\% 7?% 8G80% D8I% I-66-#8/J-% -IS8680% -J80-#50% D8I% 38% G5G#"6% 56"0".% "1S"Y8% G"1"/% W0"/-@-% -J80-G-138% K-0% K"a."% K"a"0$G$C% t3-W65I"/-.% #".6"a$Iu% d018@-%56?a/?0?#50\% ( ( ( ( ( ( (( !"#$%&'% MM% "&5%.%IA-4-&(0-<%+-&\(/?.%&(l:%&A%(( !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% )1/('2+#%3'#+4% ! "#$#%!&'(!&')*+,+-)+!&./).-.)0*1! 2'(!34)'5'%.,0!6+7+6!&'(!8+(9'!.$806:! ! ;1!<#6%#!3.(.8060!=+('(!.$.(0*!7'-+!7#/#6#-4(7>(1! ;1!<#6%#!&>!'/5+6!&'(!$0%.(0!4).,.?060!7#/#6#-4(7>(1! ;1!<#6%#!&>!-.3.&')+,+?'!&'(!'/5'(1! ! @+!74?(>!,+=.3111!;A! ! BC=+5D!-.3.&')'('EDF!7#/#6,+8'D!&+)%'!%>E+-!G0(&'85.6!+-.)+5'!@4-=47'6.!HE+(%!2I)9+8'!&./%+65'!J4='! G.7K7.D!"484=.!L('/5'6+K7+6!9+6$!8.6.5$0).(06!B!"#$%&'()F!MN85'86.O*&./)0%)0!8+(9'8'6'D!.$*.!%.(.(060! %'/'8+)! 4).(.%! .)0(%+6! E.*.606! C-.)+5! P+,)'8! 2./%.60! 24Q.6! "485(+RK'6! 5+(,'S! +55'?'! 7>(>/! 4)*>/! 4).&')'(1! 2+)%'! 7+! 4(9.6'E.5I()+(! =+! -.30*,0).(! 46>! &>! 8+(9'-'! .$*.-.! 7.=+5! +5*'/5'(T! &')7'?'*! %.7.(0-).! &>! %+8'6)'%)+! *#*%#61! 2>6>! 8I-)+(%+6! %.U.*7.! IE+))'%)+! @4-=47'6.! V#6,+)! G.6.5! P#E+8'! W'(+%5I(#! X'=%4! V(4E7.6'Y! V+(.! =.(D! %+67'8'! 7+?'/'%! 3(4Q+)+('6! %.*>4->67.! 7>->(>)*.80606! &'(! .(.,0! 4).(.%! %.*>4->67.! B8%.67.)).(F! =+! B,.6! 80%0,0! 7>(>*).(F! -.(.5*.606! U.-7.806.!&.('E!&'(!/+%')7+!'6.60(1!Z.!7.!&+)%'!2.-!"485(+R!%+67'!%+67'6+!&>!%.(.(0!.)*0/50(!=+-.!&>! 8+(9'6'6! -.30)*.80606! 9+(+%)'! &'(! /+-! 4)7>?>! -I6#67+! &'(')+('! 46.! 5.=8'-+! =+-.! 5.)'*.5! =+(*'/5'(T! I5+! -.67.6D! &>(.7.! 6+! 9'&'! $0%.().(! 8IE! %46>8>! 4)7>?>! 9+($+%5+! I6+*)'! 7+?')1! H6+*)'! 4).6! &>! 8+(9'-'! -.3*0/! 4)7>?>! 9+($+?'! =+! 8+(9'6'6! [+3+-\! 5.S*'6! +7')+&')'(! 846>$).(0111! ;%5'U! &'(! &I)9+! 34)'5'%.,080! 4).(.%! "485(+R! &>! 8+(9'! &.?).*067.! %+67'6'! =+! %'/'8+)! 8'-.8.)! 9I(#/)+('6'! =+-.! %+67'! 9#6,+)! 8.6.5! E+=%'6'! 5+*8')! +7+*+-+,+?'6'! &')'-4(! 4)*.)0-70T! S.55.! [4! 80(.7.! &./%.60! 4)7>?>\! @4-=47'6.! P+,)'8'K6'! 7.S'! [8.7+,+! =+! 8.7+,+! &#(4%(.5'%! .6).*7.! 4)*.606! 70/067.\! 5+*8')! +7+*+E7'D!E'(.!P+,)'8!&>!8+(9'!.$0)70?0!80(.7.!*>S.)'U!8'-.8.)!&)4%).(!.(.8067.%'!%.=9.).(7.6!74).-0! 3.(.*3.($.!4)*.%5.-70!=+![S+(!E.*.6!4)7>?>!9'&'\!'/)+=8'E!S.)+!9+)*+6'6!+/'?'67+-7'T!74).-080-).! &>!8+(9'-'!.$.(%+6!5+*8')!+55'?'!8.7+,+!%+67'!8'-.8'!3.(5'8'!@4-=47'6.!G48-.)!W+*4%5.(5).(!2'()'?'! []G@\! =+! 46>6! +6! &#-#%! 85(.5+Q'%! *#55+U'?'D! B84*>5F! 8'-.8'! &'(! &)4%! 4).6! W+*4%(.5'%! L.(5'! [WG\! 4).&')'(7'! &+)%'1! ^).-06! E.*.6).*.806.! &.%50?0*0E7.D! S+(! /+-'6! _``a! ^,.%! .-067.! 4)7>?>6>! 9I(#-4(>ET! -.6'! [S+3! 4)7>?>! 9'&'\! +3+-! $.(+8'E! =+! B%'()'F! 9+$+6! 8+$'*! %.*3.6-.80606! 5.*! 9I&+?'67+! =+! G0(&'85.6! 2./%.6)0%! 8+$'*)+('6'6! [&'(! 846>$! $0%*.-.6\! &'('6,'! =+! [4! E.*.6).(! 846>,>67.6!$4%!%>/%>!7>->).6\!'%'6,'!5>(>6>6!.(.8067.1!"485(+RK'6!5+*8')!+55'?'!B;2!-.6)080F!8'-.8'! &)4%D! ')%! 5>(7.D! )'7+()'?'6'! b.7'%.)! L.(5'K6'6! -.350?0! *'))'-+5$'! 8.?,0! 8'-.8'! &)4%).! 6+(+7+-8+! .-60! 4(.67.! 4-! .)70! [&>! -#E7+6! B'%'6,'! 4-).*.F! -.30)70\1! @+! B7I6+%! +-.)+5F! "484=.! 5.*! 4! 80(.7.D! *+=,>5![4(5.).*.!G0(3!34)'5'%.,0).(067.6!7.S.!B'-'F!=+-.!7.S.!B%I5#F!=+-.!I-)+!=+-.!&I-)+!7.S.! B*+/(>F!4)>3!4)*.70?060!8I-)+*+%!'$'6!&'(!8+&+3!4)*.-.6\!B5+*8'),')+('F!%.6.)0-).D!'%'!S.U5.!'$'67+! B&.?0*80E)0?060F! ').6! +7+,+?'6'! &')7'(7'1! P+7-.! B"484=.! G0(&'85.6K70(F! /'.(060! 7.S.! 4! E.*.6).(! %>(*.-.! &./).*0/50T! &.E0).(0D! 9+$*'/5+! 3+%! $4%! 7+U.! -.350?0! 9'&'! '68.6).(0! -'6+! 8').S! %>/.6*.-.! 7.=+5! +7'-4(7>D! &.E0).(0! 7.! "484=.K-0! 5.60*.-0! .%)0606! >,>67.6! 9+$'(+6! S+(S.69'! &'(! G0(3! 34)'5'%.,0606!84->67.6!9+)+6!c``1!%>/.%5.6!%'/')+(+!7.S.!/'*7'7+6!).6+5)+(!-.?70(*.-.!&./).*0/50! =+! *+7-.606! &#-#%! &'(! %+8'*'! 7+! &'('6+! BS.'6F! 7+*+6'6! 4).&')+,+%! S+(! 5#()#! =.(-.8-46>6>! 846! 7+(+,+!-.(.50,0!&'(!/+%')7+!%+/U+5*+%)+!*+/9>)7#111! !"#$%&'% ()% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* ! ! +,-,.%"/0"1$.2"%#,-#,-3%4%5"60".7$0%"2"#7"/$%% 89:;17"<%=;097;>%?!@!A%:;77;#3BC;A%,1B%0D63E%<3%F9/;1%% 8"2;>%?G!A%HF%#".7$1$A "6"I$%0D63E%% ! % J32#"%0":K".#"1$! ! 2>67.6!8.7+,+!74%>E!8+6+!I6,+%'!J;d^!BS.=.!.%060F606![&>!'U.7+-'!/I-)+!4%>->6e!f$!.-!&4->6,.! G0(&'85.6K06! S+(! 9#6! &4*&.).6*.80606\! 8+*&4)'%! [=+! *#*%#6! 4).6! 5+%! 4)9>8.)\! B6+7+6'F! 4).6! B"484=.F! %+)'*+8'6'6! 5.*! 7.! %+67'8'6'6D! &>! ,4?(.U-.7.! *'))'! S.88.8'-+5'6! >E>6! E.*.670(! +6! &./.(0)0! 7'6.*'5! U'5')'! 4)7>?>! 4(5.-.! $0%501! 2+8&+))'! %.$060)*.E! 3.5).*.-.! 74?(>! 9+('! 8.-0*! &./).*0/50111! 2>! 5'3! 543)>*8.)! &'(! 7+69+[8'E)'%\! %+67'6+! IE9#! '6'/)+('! $0%0/).(0! &.(0670(0(D! U.%.5! 4! 7I6+*D!%('5'%!64%5.-.!$4%!-.%0670%!=+!&>!*+8+)+-)+!')'/%')'!S+(S.69'!&'(!/+-D!'85+(!B%#$#,#%F!'85+(! B*.(Q'6.)F!4)8>6D!E'6,'()+*+!&'(!(+.%8'-46>!&./).5.&')'(!9'&'!9IE#%#-4(7>1!! 2>9#67+6! 9+$*'/+! &.%06,.! &')'-4(>E! %'! B5+).UU>E! 7.S'! +7')+*+-+6F! /+-! 4)7>! =+! "484=.K606! &.?0*80E)0?0D!8IE!+55'?'*'E!9#6)+(7+6!&'(%.$!S.U5.!846(.!cg!h>&.5!_``aK7+!').6!+7')7'T!*+7-.7.!&>! *+8+)+6'6! -.680*.).(06.! 7.'(! IE+5! &'(! &')9'! =+(*+%! .$08067.6D! 2i_16+5! .(/'='67+6! 4! 9#6)+(+! .'5D! 7I6+*'6!*+7-.80-).!')9')'!3.(.7'9*.5'%!4)7>?>6>!7#/#67#?#*!&'(%.$!*.6/+5!=+(*+%!'85'-4(>*e!! 34567)* 89$0').$* :-0-,7* ;-0<* =,(;$):-* >8:8?$,@','A'* B-,.707:-* CA0-.7* D* E>F* ;$* E>6)')* G(B(;-* %(,'&'?-,-07)-*?-0H7*.89$),$)$)*IJB&$0',$0*B70-B7).-*$)*-9*K5*%(,'B<*K5*B';',*:-0-,-).7L* =70M'B&-)<* G(B(;-6)7)* M-A7/B79,7?* ',-)7)7* ',I-* $&&'* D* N',,$&;$?','* +(O'B,-;* G(P&C)'#-* MCI8)* C,CB-* B$B,$)$0$?*$&)'?*E0)-;C&,-07)*&$?*:-),7*(,-0-?*G(B(;-6)7)*M-A7/B79,7A7)7*',-)*$&&'?,$0')'*M',.'0.'L* !&)'?*E0)-;C&,-0*G(B(;-6)7)*M-A7/B79,7A7)7* ',-)*$&&'*D*E0)-;C&,-0*MCI8)*E;0C%-*B--&':,$*QRS556.-* &$?*:-),7*(,-0-?*=70M'B&-)*$:-,$&'*G(B(;-6)7)*M-A7/B79,7A7)7*',-)*$&&'L* E>F* (,-:7* ?-:.-* .$A$0* MC,.C<* TCB:-* ',-)7)* '%&-,* $.',/$B')'* 'B&':(0* D* E/$0'?-* >'0,$H'?* F$;,$&,$0'<* G(B(;-,7*E0)-;C&,-07)*&$?*:-),7*M-A7/B79,7?*',-)7)7*?-:.-*.$A$0*MC,.CL* >N*UG*:-07)*-#',*&(%,-)7:(0*D*>'0,$H/'H*N',,$&,$0*U8;$),'?*G()B$:'*:-07)*G(B(;-6:7*IJ08H/$?*89$0$* -#',*(,-0-?*&(%,-)7:(0L* >CBV* G(B(;-6.-* H'..$&* (,/-B7)* .':(0* D* E>F* >-H?-)7* U$(0I$* >CBV<* G(B(;-6.-* H'..$&')* $)I$,,$)/$B'* '@')* /8&&$W'?,$0':,$* 'HM'0,'A'* :-%-#-A7)7* BJ:,$.'L !"#$%&'% )*% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* G(B(;-6:7* ',?* E0)-;C&,C?* ;$* =C.'* E0-M'B&-)* /7* &-)7:-#-?X>$&-* Y-M$0* EO-)B7<* M'0* -)-,'9$* IJ0$* G(B(;-6)7)*&$?*:-),7*M-A7/B79,7?*',-)7)7)<*',?*(,-0-?*M-97*N8B,8/-)*8,?$,$0*&-0-W7).-)*&-)7)-#-A7)7* BJ:,8:(0L* * Z$?* :-B-* ?(:C#C,-0<* C,CB,-0-0-B7* &(%,C,CAC* =70M'B&-)67* .$B&$?,$/$:$* .-;$&* $.':(0* D* >'0* I0C%* Z$?* :-B-*?(:C#C*MCI8)<*G(B(;-6)7)*&$?*:-),7*M-A7/B79,7?*',-)7)-*&$%?',$0')'*.',$*I$&'0.'L* E>F6,'*-)-,'B&,$0*M$,'0I')<*-:.7),7?*M'0*G(B(;-*&-M,(BC*@'9':(0*D*1(V)*>(,&()<*G(B(;-6)7)*M-A7/B79,7?* ',-)7<*>-,?-),-067)*'B&'?0-07)7*M(9-#-?*.':(0L[* * ! ! ! 5/6'%$.%-/6'%L+,-%#,-3M%4%G/3.%J"7;N;O.;.%=9<;%!"2O2"% 13/P;73.3.%;6;% J32#"%0":K".#"1$%Q! * j.%.5!5#*!&>!4).-).(7.6!I6,+%'!&'(%.$!S.U5.)0%!7I6+*+D!L('/5'6+)'!9+6$!8.6.5$0).(06!J4='!G.7K7.%'! 8+(9'8'6'6!.$0)0/06.!7I6+)'*1!2>!8+(9'-'!.$*.!%46>8>67.!5.=8'-+!=+-.!5.)'*.5!.)*0/!4)8>6!4)*.806D! %+67'!34E'8-46>6>6D!B7>(>*F>6!BS.88.8'-+5'F6'6!=+!4).80!846>$).(0606!&')'6,'67+!'8+!24Q.6!"485(+R! 6+7+6!&I-)+!&'(!/+-!-.3806:!"485(+RK'6!&>!8+(9'-'!.$*.8067.%'!4).80!6+7+6)+(!6+!4)>(8.!4)8>6D!&>! +-)+*'6! 46>6! =+! .'5! 4)7>?>! 8'-.8'! &)4?>6! .=.65.Q06.! =+-.! $0%.(06.! 4)7>?>! ./'%k(T! S+(! &'(! 4).80)0%! 6+7'(! 6+! 7+?')7'(! *+8+)+8'6+! 9'(*+7+6D! '85+(! -.30).6! -.50(0*06! 74?(>).6*.80! 4)8>6! [@4-=47'6.! V#6,+)! G.6.5! P#E+8'! 7+=)+5! =+! +-.)+5! $+8'67+6! U46! .)0-4(\! '85+(! &+)'()'! 7+?+()+('6! 5.6050*0606! -.30)*.80! 4)8>6! [&I-)+! &'(! /+-! -.3*.%! 846! 7+(+,+! ;=(>3.)0! &'(! /+-D! 7+?')! *':\! '85+(! 5+*8')! +55'?'! 8'-.8'! &)4?>6! 9#,#6#! 9I85+(*+8'! 4)8>6! [8.?,0).(! 6+! 7+(8+! 7+8'6D! &.%06! &'E+D! B+=+5D! &'E! 7+! -.3.&')'('EF\D!&'(!5#(!&.('E!$0%.(!8IE!%46>8>!4)*.8.!"485(+R!&>!'/+!&>)./*.E701!! ! "'!&>!7.!S+*+6!.(7067.6!9+)+6!84(>-.!&'E'!9+5'('-4(!9.)'&.e!G+(9'6'6!B-.(.50,0).(0F606D!-.30*,0).(0606!=+! 4(9.6'E.5I()+('6'6D!&>!34)'5'%.,0606![=+-.!S+(S.69'!&'(!34)'5'%.,0606\!8+(9'-'!.$*.8067.6!6+7+6!&'(!$0%.(0! 4)8>6:! ! ! ! !"#$%&'% )'% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* ! R#S.7"/%5"67"1$.% ! lllll! h'*7'!80(.D!g!h>&.5!_``a!.%/.*0!G()&$?B&! V.)+('K7+! =+! ,'=.(7.%'! 84%.%).(7.! 4).6! &'5+6)+('! [&'(! %+E! 7.S.\! 5.(50/*.! =.%5'! 9+)7'1!^!.%/.*D!B!"#$%&'()S*\(C)I*G(B(;-* E0&'B&BF!MN85'86.e!V+6$!"484=.)0!G.6.5$0).(O! 8+(9'8'6'6!2+)9(.7K7.!&./.(080E!4).6!.$0)*.! 9'('/'*'! =+! IE+))'%)+! 7+! &'(! 8.6.5! '/'6'6! %.85+6! 5.S('3! +7')*+8'! ')+! S.50().6.,.%1! ;8)067.!&>!+3+-!%08.!&'(!S'%k-+!4).&')'(7'D! S.55.!5+%!,#*)+)'%!&'(!S'%k-+1!hI-)+!%'e!B2>! 8+(9'606! J4='! G.7K7.6! 846(.! 2+)9(.7K7.! .$0)*.80!9+(+%'-4(7>D!U.%.5!U./'85!&'(!)'6$$'! 9#(>S!&>!9'('/'*'6!I6#6+!9+$5'D!9#(>S!+6! 3(4=4%.5'U! 4).(.%! 9I(7#?#! &'(! '/'! 3.($.).70D! 8+(9'6'6! 9+('! %.).6! %08*0! 7.! 7+(7+85! +7')'3! 543).670D! &'(! 7.S.! .8).! .$0)*.*.%! #E+(+! 4(.7.6! >E.%)./50(0)701F! C=+5! 5#*! &>! B4)9>).(DF! ./.?0! ->%.(0! B74?(>F! 4).&')'(1! j.%.5! &'E! &>(.7.! 8.7+,+! 5.*0! 5.*06.! 6+! 4)7>?>-).! ')9')+6*'-4(>ET! &I-)+8'! &'(! &')9'6'6! 3+%! U.E).! &'(! .6).*0! 4)*.E70D! 4).6).(06! 6+7+6! 4)7>?>6>! =+! S.69'! '%5'7.(! %#*+)+6*+)+('6'6! ! 9+($+%)+/5'(7'?'6'! .6).*.-.! $.)0/*.E8.%! R#S.7"/%5"67"1$.%Q%4% U.E).! &'(! '/'*'E+! 7+! -.(.*.E70111! 2+6'*! T919<"%!$/5;1B".2$/%#"-$#9/U%T$7$C%VWT%":573:;.3% &>(.7.! -.3*.%! '85+7'?'*! /+-! 5.&'.50-).! 1"K7".:$6U% %'/'8+)! &'(! 9IE)+*'*'! 7')+! 9+5'(*+%1! 2+)%'! &'(! S'%k-+! 9'&'! 7'6)+(8'6'ED! I-)+! 7+1! V+6+)7+! .7).670(0)70?0! /+%)'-)+! &'(! +)+/5'('! =+-.! -4(>*! S.55.! &>9#6)+(7+!3+%!9IE7+!4).6!5+('*)+!B*+5'6F!4).(.%!7+?')!7#3+7#E!&'(!S'%k-+!9'&'111! !"#$%&'% )Q% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* ! G.-080E! 5+%(.(! 5+%(.(! .6).50*).(! =+! -4(>*).(7.6! 846(.! &>! S'%k-+! &.E0! -+(+)! 543)>*8.)! $+=(+)+(! .$08067.6D! -.6'! B+)+/5'(+)! 8.6.5F.! =+-.! B8'=')! 543)>*! .%5'='E*'F6+! &>)./.6).(! .$08067.6! 9#6,+)! 8.6.5! 5.('S'6+! 9'(7'D! I5+! -.67.6! -'6+! .-60! -+(+)! &I)9+7+%'! %'*'! 543)>*8.)! $+=(+)+('6! &#-#%! %08*060-8.! E+((+! %.7.(! ')9')+67'(*+7'T! 4).-.! *#7.S')! 4).6).(! .$08067.6! &>! S'%k-+! &'(! U./'E*D! &'(! /'77+5!S'%k-+8'6+!7I6#/5#!=+-.!S>%>%!7+=)+5'6'6!4)*.-0/0-).!=+!8.6.506!IE+(%)'?'6'6!'6%k(0-).!')9')'! &'(!S'%k-+-+1!^).-).(0!9.E+5+!*.6/+5)+('67+6!5.%'3!+7+6!543)>*>6!9+('!%.).6!%08*0!.$08067.6!7.! 8.7+,+!&'(!S.&+(!%0(065080!4).(.%!&'(!3.().-03!&'(!8I67#D!&'(!7.S.!8>!-#E#6+!.8).!$0%*.*.%!#E+(+1! L+%! $4%).(0D! 7>(>*>6! %+67'6'! 9.-+5! '-'! .$0%).70?060! '77'.! +7+&')'(! m! 9I85+(')+(+D! 3(45+854! -#(#-#/)+('6+! .'5! 9I(#65#)+(D! &.?0*80E)0?060! %>5).-.6! "484=.D! 2+)9(.7! 84%.%).(067.! %.(9./.! =+! -.?*.D! ='5('6)+('6! %0(0)*.80D! 7#%%k6).(06! =+! +)$')'%! &'6.).(0606! .5+/+! =+(')*+8'D! 8+$'*! 846(.80! 4).&')+,+%! %4.)'8-46! 'S5'*.))+('! %.(/08067.! 5'(! 5'(! 5'5(+-+6! 34)'5'%.,0).(111! @+! .%)060E.! 9+)+&')+,+%! #6!9.E+5+)+(7+6!=+!+%(.6).(7.6!g!9#6!_n!8..5!&+6E+(!'*9+)+(!8.?6.%!9'&'!-.?701!^!E.*.6).(! '85+7'?'!%.7.(!80(.!70/0!=+!3(4=4%.5'U!4)8>6D!846>,>!7.!'85+7'?'!%.7.(!3.(.7'9*.5'%!=+!7.S.!9+6'/! &'(! 543)>*8.)! I)$+%5+! +5%')'! 4)8>6! &.?0*80E! &'(! 9.)+('7+%'! .)$.%9I6#))#! &'(! 8+(9'! *+7-.7.! &'(%.$! 9#67+6!U.E).!S.-.55.!%.).*.E701! ;)90).60/0! =+! 'U.7+! +7')'/'-)+! ')9')'! .-(0650).(.! U.E).! 9'(*+7+6! 8+(9'-'! 7+85+%)+*+-+! %.(.(! =+(+6! %'/')+(7+6! &'('-7'*D! &.E0! .$0).(7.6! +3+-! %>8>()>! &>)8.*! 7.1! 2>! 5#(! 5+*8'))+('6! +6! &.('E! %>8>().(067.6! &'('D! L('/5'6+)'! 8.6.5$0).(06! B;(6.=>5F! 74).-080-).! B.-(0)0%$0F! 4)*.%).! IE7+/)+/5'(')*+%5+6! %.$*.).(0606! *#*%#6! 4)*.70?0! B%'*)'%! 34)'5'%.).(0F! $+($+=+8'67+! 5+*8')! +7')*+)+('!84(>6>7>(1!NE)+-',')+('6!'8+!8.7+,+!'%'!8+$+6+%)+('!=.(70(e!2>!8+(9'-+!9+)*+!6+7+6'6'E!-.! B;(6.=>5)>%! 7.=.80F60! 7+85+%)+*+%! -.! 7.! BG0(3! 543(.%).(0606! #6)#?#6#! 8.=>6*.%F50(111! j.%.5! S+(!/+-!&'(!-.6.!8+(9'!B3(4U+8-46+)F!&'(!+/!7485!.S&.3!$+=(+8'!5.(.U067.6D!-'6+!./.?0!->%.(0!4!.-60! $+=(+6'6!#-+)+('!=+!7+85+%$')+('!'$'6!-.30)*0/50(!=+!8+(9'-'!$+=(+)+-+6!B%0/%0(50,0)0%F!8+(9'-+!8.7+,+! &'(.E! 7.S.!U.E).!%.*>4->! ')9'8'!=+!*+7-.7.!9I(#6#()#%!8.?).-.&')7'(7'D!%'! &>! 7.!9#6,+)!+)+/5'(+)! 8.6.5! 9IE! I6#6+! .)0670?067.! 9+6+)7+! 80U0(06! .)5067.70(1! C=+5D! 7+?'/'%! 8.?,0! 9(>3).(7.6! =+! S4)'9.6! $+5+)+('67+6! 9#$)#! &'(! 5+3%'! 9+)*+8'6'D! U./'85! U4(>*).(7.! =+! o+&! 8'5+)+('67+! &'(! S.(+%+5)+6*+! 4)*.8060D!>)5(.!*'))'-+5$'!,+3S+6'6!&'(!%+E!7.S.!/'77+5)'!U>5&4)8+=+(!%.).&.)0%).(0!=+!8.=./!8>$)>8>! 5.(.U5.().(060! =+! -.%06! 9+$*'/5+6! *+/S>(! 9.6985+()+('! +*+))+('6+! .)+5! +5*+8'6'! &+%)'-4(7>*D! 74).-080-).!%+67'*'!846!7+(+,+!9+(9'6!&'(!.5*48U+(+!=+!34)'8'6!8+(5!*#7.S.)+8'6+!S.E0().*0/50*T! +=+5!&'E!&>(.).(7.D!%.*>-.!.$0%! '/)+('*'E7+!BE4(F!%4/>)).(.!.)0/*0/50%1!2I-)+,+!8+(9'!J4='!G.7K7.! .$0)*0/!=+!&'(!/+%')7+!S.-.55.!%.)*0/50D!I-)+-8+!&+6E+(!&'(!7>(>*!2+)9(.7K7.!7.!4).&')'(7'D!-.!7.!+6! .E067.6!&+6!I-)+!7#/#6*#/5#*1! j.%.5! +8.8! B.$0)0/F.! 9'5*+-'! &./.(.*.70*1! ^).-).(06! %(464)4Q'8'6+D! p+)+6.! =+! &+6'*! 4! 9+,+6'6! &+)'()'! .6).(067.%'! 3+(83+%5'U'*'E7+6D! 7>-.&')7'%)+('*'ED! 9I(+&')7'%)+('*'E+! &.%*.%! '85+(8+6'ED! 4).-).(06!S+*+6!.(7067.6!-.E70?0*0E!M,(IK.!9IE!.5.&')'(8'6'Ee!Z.&.6,0!&'(!4%>(!4).(.%D!&>!.7(+85+%'! )'6%)+(7+6! &>! %.*>-.! .$0%! 3+(U4(*.6806! &.E0! &+)'()+-','! IE+))'%)+('! S.%%067.! &')9'! .).&')'(8'6'E1! ^! 9+,+D! 34)'8! %4(746>6>D! $+/'5)'! IU%+)'! $+5+)+('! =+! 7'?+(! B+69+))+(F'! ./.(.%! 6'S.-+5'67+! 9.)+('-+! >)./*.-0!&./.(70%5.6!846(.!%+67'!%#$#%!.7)'!84(>/5>(*.*0!-.350*!=+!&>!84(>/5>(*.-.!7.-.6.(.%! ./.?07.! .6).5.,.?0*! 7(.*0! %>(9>).70*1! 2>! 7(.*7.! #$! .%5I(! =+! &'(! $'U5! q.)5+(! 2+6Q.*'6! $4(.&0! 4-6>-4(1!H-)+-8+!4->6!&./).806111! ! ! ! ! ! ! ! !"#$%&'% )X% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* R5/"-%#".2"67"/$%K97;1%09/29.S.S.S%"6"/"0%T9.B301B%Z"73/;O#3%S7"6:"#"%C"7$6$#9/U% [BBK\]]^^^U#9SBS53U_9:]^"B_[`<a^bcQd"efK0V% ! g0;._;%h3/23! 2>! 4->67.%'! .%5I()+(! 8.S6+-+! B'%46F! 4).(.%! $0%50).(T! %+67'! '*9+)+('6+! 9I*#)#! 4).(.%1! N%'8'! 7+! 9.)+('7+! .-.%5.! 7>(>-4(7>D! &'('6'6! ;7+*! p.8S.('! I5+%'6'6! C)='8! L(+8)+-! 4)7>?>! .6)./0)0-4(7>1! 2'('6,'8'! 8.=./$0r./'(+5! 9'-8')+('! '$'67+D! +)'67+! 80(.7.6D! 9#67+)'%! &'(! '/*'/! 9'&'! &'(! 454*.5'%! 8').S! 5>5>-4(7>T! '%'6,'6'68+! E.*.6067.! ;67-! q.(S4)K>6! (+8*+55'?'! 9'&'! #E+('67+! %4=&4-! 9'-8')+('! =.(70D! +)'67+%'! 8').S0! $+%*'/D!46.!&.%.6).(.!$+='(*'/5'1!N%'8'!7+!W(+6! P.)'s'K6'6! Bj.,+! 54! j.,+F! MZ#E! Z#E+O! &./)0%)0! '/'6'6! &'(! 3.($.80! 4).(.%! 4(.-0! E'-.(+5! +5*+-+! 9+)*'/5'1! f$#6,#! B'%46F! 7.! p.8S.('K6'6! %.(/0806.! $0%.(0)*.%! #E+(+! 9.)+('6'6! I6#6+! 9+5'(')*'/5'e! G.=./! =+! 64(*.)! E.*.6).(06! *+/S>(! 8>$)>8>! ]+9'Q.1! t.*.606! G0(&'85.6! 2./&.%.60! t4(.6! u'6v',K'! I)7#(*+%5+6! 846>67.! S#%#*! 9'-+6! =+! S.38+! .50).6! ]+9'Q.1! ! h>! &'E'*! )'6$$'! =+! >)5(.! *'))'-+5$'! 9#(>S! 4(.-.! G/3.%J"7;N;O.;.%;6;.23%H23:%i"1["/;%;:P31;U% ]+9'Q.K606! 9+($+%! &4->5).(7.%'! (+8*'6'! &'(! 9+5'(7'D! p.8S.('! '*9+8'6'6! B8').S)0! '/9.)'F! 4).(.%! .)90).70%).(0! /+-7+6! 46).(0! %4(>*.80! '$'61! w'$! /#3S+8'ED! &>! I)*#/! ;(6.=>5! '8-.6,0606! '*9+8'6'6! Bp.8S.('K6'6! %+67'8'F! 4)7>?>6.! 9+($+%5+6! '6.60-4().(70T!p.8S.('!7+!&')'6+6!S'%k-+8'6+!&.%0)0(8.D!.,0*.80E)0%D!/'77+5!=+!9IE!%0(3*.7.6!'/)+6+6! %4(%>6$!,'6.-+5)+(!%46>8>67.!]+9'Q.K7.6!3+%!U.(%)0!&'('8'!7+?')7'1!p.8S.('!*+E.(067.6!S4(5).*0/!&'(! %+E! 7.S.! BG0(3).(.F! *>8.)).5! 4)*>/5>! 8.6%'1! V.)'&.! 46).(.! 9I(+! &>! 8+U+(! "484=.! '8-.60-).! *#,.7+)+6'6!7+S/+5'!9#6+-7+!&'(!-+()+(7+D!7.?).(7.D!B%>58.)!"484=.!543(.%).(0F!4).(.%!9I(7#%)+('D! U.%.5! 3+%! $4?>6>6! .8)067.! S'$! 9I(*+*'/! 4)7>%).(0D! 74).-080-).! 8.7+,+! $.?7./! *'54)4Q'7+D! d@! +%(.6).(0606!.(7067.!=+!&4-.)0!&.8067.!=.(!4).6!4!-+(7+!7+?')D!2+)9(.7K06!*+(%+E'67+!-./.60-4(7>1! w.85.)0%)0! &'(! /+%')7+1! W4).-080-).! #6'U4(*.80! =+! /0%0(! /0%0(! 8.=./! 6'/.6).(0D! *.7.)-.).(0! '$'67+! ]+9'Q.K606! 9+($+%! &4->5).(7.%'! 34(5(+8'6'! 4(.-.D! &>! 9#$)#! 8>$)>r8.=./! %.S(.*.60606! 4(.7.%'! B/+-5.6! $0%.(*.! %.*3.6-.80F6.! =+! 4! &#-#%! 5+S7'7'! 9.)+('7+6! =+! 9+6+)! .6).*7.! !"#$%&'% )Y% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* B543)>*>*>E7.6F! %4=.).*.-.! &'EE.5! %+67'8'6'6! I67+()'%! +7+,+?'6+! '6.6.(.%! 9+5'(7')+(1! H)#! ;7+*!p.8S.('K6'6!'*9+8'6'6D!"484=.)0!34)'5'%.,0).(06!(+8*x!&.?0*80E)0%!').60606!.(7067.6!G0(&'85.6K0! '/9.)! 9'('/'*'6'! *#Q7+)+*+%! #E+(+! 9+5'(')7'?'6+! '6.6*0/! 4)*.)0).(1! BW>(>*F! 7.S.! ,'77'! 4).*.E70e! G0(&'85.6! %>/.5*.! .)5067.70(! =+! ')%! 7#/*.6! %4*.674! &'()'%)+('D! 2+)9(.7K06! 5.*! %.)&'67+! %46>*).(060! .)*.-.! -+6'! &./).*0/).(70(1! 2I-)+,+! +))+('67+%'6'6! +6! '-'8'6'! 4(.-.! 9I67+(7')+(e! C)'*'E7+%'!+6!'-')+('!S.(+%+5+!9+$'(+(+%!46).(.!%.(/0)0%!=+(*+)'-'E111!]+9'Q.K-0!9I67+(+)'*A! ! jC,._,%h3/23% % 2>!7(.*7.%'!%46>*).60/).(.!9+)'(8+%111!2>! .%5I(y'*9+)+('6! &./).690$! %46>*).(0! />! /+%')7+-7'e!p.8S.('!=+!C)='8!9.)+('7+D!-#E)+('! &'(&'('6+! 7I6#%! =.E'-+55+! .-.%5.! 7>(*.%5.70(T! ]+9'Q.! '8+! 70/.(07.! 84%.%5.70(D! -#E#! 9.)+('-+! $+=(')'7'(1! V.)+('7+%'! &>! '%'! '*9+! .(.8067.%'! 7'-.)49! 846! 7+(+,+! 9+(9'67'e! 2>! '*9+)+(7+6! &'('D! "484=.)0!;(6.=>5).(06!&.E0).(0D!-.!7.!&#-#%! 'S5'*.))+! &#-#%! $4?>6)>?>! 5.(.U067.6D! 9.-+5! %>/%>)>! 7.! 4)8.D! 8').S)0! &.?0*80E)0%! S.(+%+5'6'6!%.S(.*.60!4).(.%!.)90).6.6!&'(! %'/'-'D! I5+%'! 7+! $.?7./! %.3'5.)'E*'6! S0E)0! .70*).().! ')+()+-+6! 5#%+5',')'%! $0)906)0?0606! =+! 6'S')'E*'6'6! &>)>58>! 3+(7+8'6'! 5+*8')! +7'-4(7>1!Z#E)+('!&'(&'('6+!7I6#%!I-)+,+!7>(>-4().(701!N)%!8').S!$+%+6!C)='8!4)7>D!7>(>*>6!U.(%06.! =.(.*.-.6D! 74).-080-).! S.E0()0%80E! -.%.).6.6! p.8S.('! %.(/08067.! &.('E! &'(! .=.65.Q0! =.(701! G46>$! %.$060)*.E70e!p.8S.('!-+(+!-0?0)701!! k3P;l"O.$.%/31:;A%#,-,%P"73/;#3%2D.,0U%% C?+(! '*9+)+('6! q.(S4)+8%! 5.(E7.! (+8*+7')*+8'6'6D! B%'*'6! +85+5'%r34)'5'%! Sk%'*'-+5'F! 4)7>?>6.! '/.(+5! +55'%)+('! .6).*06.! 9+)7'?'6'! 7#/#6#(8+%D! &+)%'! 7+! $4%5.6! B-0?0)*0/50F! E.5+61! 2>! /+%')7+! (+8*+7')+6! p.8S.('D! 74?(>7.6! 5'/I(5)+('! =+! %.S=+! %>3.).(060! =+! %.(53485.)).(0! =+! .%)060E.! 9+)+6! &')>*>*! /+-)+('! &4-).(T! '$'67+! S'85+('%! 5#%+5',')'?'! &.(0670(.6! 343y*'))'-+5$')'?'6! %'5)+! %#)5#(#6#6! *+5.)./50(0)*0/!'*9+8'!S.)'6+!9+)'(1!W4).-080-).!-+(+!-0?0)*.%).!%.)*.*0/D!%.)0650).(0D!'*9+8'D!BC)='8! ')%+8'F6'6!Sk%'*'-+5'6+!S'E*+5!+5*+-+!7+=.*!+7+(1!"484=.)0!;(6.=>5).(!BU.(%)0!4)*.%F!=+!B%+67'! %'*)'%)+('6'! &>)*.%F! '$'6! 6+! %.7.(! &#-#%! &'(! .(.-0/! '$'67+! 4)>(8.! 4)8>6).(D! 6+! %.7.(! *#,.7+)+! +7+(8+! +58'6)+(D! &>! %'*)'%! p.8S.('K6'6! &>! 5.)'S8'E! U.%.5! [9I(#6#/5+\! %.$060)*.E! 4).6! '*9+8'67+! 8>6>)7>?>67.! 7.S.! /'*7'7+6! &./.(080E! 4)*.-.! =+! w4))-o447! =+-.! B@'=.! ].8! @+9.8F06! $'E7'?'! .6).*!$+($+=+8'!'$'67+D!5#%+5','!%#)5#(#6!=+!34)'5'%.).(06!Bd+%!7#6-.!5+%!7#/F!/'.(0606!&'(!3.($.80! 4)*.-.!*.S%z*!4)*>/5>111! ! F;/;._;%h3/23% % C?+(! W(+6! P.)'s'! L('/5'6+K7+! '/'! #E+('6+! 7#/#6#(%+6! %.U.8067.%'! 84(>68.)D! %.3'5.)'E*! =+! %#)5#(+)! S+9+*46-.! =+! 9+$'/! S.)'67+%'! $.?7./! 543)>*).(! =+! $+)'/%')+('! =+! %46>*).(0! ')+! ')9')'-7'-8+D! &>! '/D! G0(&'85.6!70/067.!S+(S.69'!&'(!-+(7+!&>!/+%')7+!4%>6.&')'(e!G0(&'85.6D!&>!'*9+6'6!U.(%)0!&'(!.6).*.! 9+)+&')+,+?'! -+(7'(1! p.8S.('K6'6! &'(+! &'(! %.(/0)./50%).(067.! C)='8K'! 9I)9+7+! &0(.%.&')+,+?'! =+! 9+$','! 4).(.%! E.U+()+! $0%.&')+,+?'D! B.6).*0F606! 7.S.! .?0(! 9+)+&')+,+?'! 5+%! -+(! G(0&'85.6K70(1! j.%.5! -'6+! p.8S.('K6'6! B.6).*F0606D! P.)'s'K6'6! &>! '%'8'6'! &>(.7.! %.(/0! %.(/0-.! 9+5'('(%+6! &#-#%! 'S5'*.))+! %.85+55'?'!/+-7+6!U.(%)0!4).&')+,+?'!5+%!-+(!7+!G0(&'85.6K70(e!C)='8!B.(%.7.6F!'/!$+='(*+!5.%5'%)+('6+! &./! =>(*.%! E4(>67.! %.)*0/50(T! -+(+)! &.?).*7.D! p.8S.('K6'6! 8+88'ED! 6+(+7+-8+! 9I(#6*+E! +8%4(5>! 9'&'!9I(#6#(D!S.)&>%'!I6,+7+6!]+9'Q.K606!46>!3>8>7.!&+%)+*+8'!.-.().6*0/50(D!&I-)+,+!p.8S.('!5.*! 4! 64%5.7.! $.3(.E! .5+/! 4(5.8067.! %.).,.%50(1! j.%.5! C)='8! &>6>! 6.80)! -.3*0/50(:! C)='8! ')+! ]+9'Q.! .(.8067.%'! &>! 5>S.U! '55'U.%! 6+-'6! 6+8'7'(! =+! &>! 6.80)! 9+($+%! 4)*>/5>(:! C)='8D! ]+9'Q.K-.! I6,+7+6! 5+)+U46! +7'3D! BP+(S.&.! &+6! C)='81! ;8)067.! &+6'! 8+=*+7'?'6'! =+! 343! '%46>! 4).(.%! %'*'! -+(+)! $+56'%)+('! =+-.! +6! .E067.6! />! G5.))46+! 7+6+6! S+('U'! 5+(,'S! +55'?'6'! &')'-4(>*T! .*.! 6+-8+! I6+*)'! 7+?')!/'*7'1![2>!64%5.7.!4!7+('6!->*>/.%!8+8'-)+!/.(%0!8I-)+*+-+!&./).(e!=(()*]^,,*M$*;'B'&')I*_'&V* !"#$%&'% )d% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* &V$* ()$* :(C* 0$-,,:* V-&$<* -).* ]* #-)* .$,';$0* V'/* &(* :(C* ()* &V$* %,-&$<* B(* V$0$^B* &V$* %,-#$* -).* &V$* .-&$111!MZ.%067.!4!$4%!6+U(+5!+55'?'6!%'/'!')+!&'()'%5+!8+6'!E'-.(+5+!9+)+,+?'*D!=+!46>!8.6.!&'(!5.&.%! #85#67+!8>6.&')'('*D!'/5+!8.6.!-+('!=+!5.('S'!=+('-4(>*111O![/'*7'!543.().60(D!-'6+!,'77'-+5+!7I6+(e\! h>! p.8S.('! 7+6+6! S+('U'! 4-.).-.,.?0*D! &.6.! &.%*.8060! 8.?).-.,.?0*D! 8+6! 7+! 4! 80(.7.! .(%.7.6! -.=./$.! 80E.(806! =+! 6+! -.3.,.%8.6! -.3.(8061! 2+6! 4(.7.! 7+?')*'/'*! =+! 8.6.! 5+)+U46! U.).6! +5*+*'/'*! 9'&'! 7.=(.6*.6! -+5+()'D! 5.*.*! *0:F! 2>(.7.! ]+9'Q.K-0! -#E#67+! &'(! 80(050/).! C)='8K'! 7'6)+(%+6!S.-.)!+7+&')'('ED!I5+!-.67.6!&>!5'3!'/)+(7+!5+,(#&+)'! 4)7>?>!'$'6!46.!S+(!'S5'*.)+!%.(/0! /I-)+! 84(.(e! B2>6>6! %.(/0)0?067.! 6+! '85'-4(8>6:F! @+! C)='8! ,+=.3! =+('(e! Bw'$&'(! /+-1! 2+6'*! '$'6! E+=%5'(1!G.7+,+!.(.70?0*0!>6>5!-+5+(DF!7+(!=+!5+)+U46>!%.3.50(1!! jC%2"0;0"2"%"C$7$6%<3%0"K".$6\%P"73/;.;.%;C;.23%97".7"/%% % [BBK\]]^^^U#9SBS53U_9:]^"B_[`<al@!-V!^_b_n ! N*9+)+('! /I-)+! -4(>*).-.&')'('Ee! p.8S.('D! C)='8K'6! 5.! +6! &./5.6! &+('! %+67'8'! '$'6! 3).6).70?0! /+-'6! U.(%067.!7+?')7'(T!74).-080-).!')%!8').S0!$+%+6'6!C)='8!4)7>?>6>!9I(#6,+!/./0(0(1!2>!*.650?0!'E)+-+(+%! p.8S.('K6'6D! ]+9'Q.K606! %+67'! $I3)#?#67+! ]+9'Q.! ')+! %.(/0)./*.-.! 7.! &'(! 4! %.7.(! .E! S.E0()0%)0! 4)7>?>6>! 7#/#6+&')'('Ee! G46>$5.! &>! S'%k-+7+! 46>6! 9IE#! C)='8K'6! #E+('67+-7':! P#55+U'%'! 8.670?0! &'('6'6!5+S7'5%k(!&'(!/+%')7+!%+67'8'6+!8').S!$+%*+8'6'!.6).*.-.!$.)0/0-4(7>1!H-)+-8+D!7'-+&')'('E!%'! p.8S.('D! 8.7+,+! G0(&'85.6K7.! I6+*)'! 4).606! C)='8! 7+?')! %+67'8'! 4)7>?>6>! 7#/#6*+! -.60)90806.! 7#/+&')'(7'!=+!S+*+6!.(7067.6!7.!%>7>(*>/!]+9'Q.K606!.(%.7.6!8.)70(0806.!*.(>E!%.)701!2>!.(.7.! C)='8! 7+! B8+-'(,')+('6F! .(.8067.! 9#)*+%5+-7'111! 2>! 4->67.! p.8S.('K6'6! -+(+! -0?0)*.%5.6! &./%.! 3+%! &'(!8+$+6+?'!9+($+%5+6!7+!-4%!9'&'7'(e!G5.5'%!=+!'%'!&4->5)>!'*9+8'6'6!5.*!7.!74?.80!9+(+?'D!8.7+,+! &'(!-I6+!74?(>!&.%.&')'(D!-.6'!C)='8K+1!;(%.8067.!4).6!]+9'Q.K-.!%.(/0!'8+!&'(!/+-!-.3.*.ET!-#E#6#! ]+9'Q.K-.!7I68+!&>!8+U+(!7+!S4(4E>!$+%')*'/!8').S0-).!C)='8K+!80(5060!7I6*+%!E4(>67.!%.).,.%50(111! W(+6!P.)'s'K6'6!%.U.8067.!8.7+,+!5+%!&'(!S'%k-+!=.(70!9'&'!9I(#6#-4(e!p.8S.('!')+!L(+8)+-!.(.8067.D! -.6'! #(+5'*'6'6! 5./+(46)>?>! L('/5'6+K-+! =+(')*'/! 5k&'! %0)06*0/! -+6'! IE6+))'%)+(! .(.8067.%'! 7'-.)49! [=+-.! 7.S.! '-'8'D! '%'! %.5*.6)0! 7(.*.5'%! &'(! *464)49\! =+! &>! IE6+))'%)+('6! B.6.! %.(.(9kS0F! -.6'! B%.-6.%! %47>F! +5(.U067.! &'(! S'%k-+1! V#6#*#E#6! %#(+8+)! &4->55.%'! S'3+(%.3'5.)'E*'6'6! -+8'67+%'! (.7'%.)! /+%')7+! -+6'! IE6+))'%)+('6! 4).6.%[80E\)0%).(0-).! ')9')'! =+! 9#6,+)! B&')7'?'*'E! /+%)'-)+! 7#6-.F606! 8060().(0! 4).(.%! B%'*)'%! 3.E.(0F! ')+! ')9')'! &'(! S'%k-+1! j.%.5! &>! I5+%'! 5.*.*0-).! U.(%)0! S'%k-+-+D! -.6'! 3>8>7.%'! ]+9'Q.K606! 7.! '/'6! '$'6+! %.(0/50?0! S'%k-+-+! 9I(+D! C)='8K'6! 8'68'! '*9+8'! +/)'?'67+%'! p.8S.('! '*9+)+('D! 9I85+('6'6! 4(9.6'E.5I()+('! =+! -.30*,0).(0! 5.(.U067.6! 7.=+5! +7')*'/5'(1! ^6).(! =+! 846>67.! P.)'s'! .$08067.6D! '/'6! 5.('S8+)r*.77'! =+$S+)+('6'6! =+! -.(.50,080606! B4('Q'6.)F! !"#$%&'% )m% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* 34E'8-46>6>6!U.(%)0!&'(!/+%')7+!.6).*).670(0)*.80606!.6,.%!G0(&'85.6K7.!*#*%#6!4).&')+,+?'!./'%k(! 4)*>/!4)*.)01!Z.6'!'/'6D!8060U!7+?')!>)>8!U'%('6'!84(9>).*.80T!=+!+)+/5'('!S+7+U'6'6D!&'(!E'6,'(!*.?.E.! =+-.! &'(! &.6%.606! .6.! *+(%+E'! -.! 7.! d@! +%(.60606! .(%.! -#E#! 7+?')D! +6! -.%06! >)>8.)! 8060(06! I5+8'! 4)*.801! C)='8K'6D! 846! 7+(+,+! %.38.*)0! 5+)+U46! (+S&+('67+! ]+9'Q.K606! 5+)+U46! 6>*.(.80606! S0E)0! .(.*.! '$'6! %.-7+7')*'/! 4)7>?>6>! &')'-4(! 4)*.)0).(1! 2>! 64%5.7.! /I-)+! &'(! 6+='! 5+(.3'! 6'5+)'?'67+%'! 3.(.64-.-.! %+67'*'! &0(.%*.*.! 'E'6! =+('6e! C)='8K'6D! 4(.).(7.! &'(! -+()+(7+! =.(! 4).6! 5#*! 5+)+U46! 6>*.(.).(0606! &>)>67>?>! &'(! 5+)+U46! (+S&+('6'6! 4)7>?>6>! 7#/#6#-4(>*! &.E+6D! S.55.! S+6#E! %.-05)0!.&46+)+('!4)*.-.6!6>*.(.).(!7.S'!=.(!4!(+S&+(7+111!! 2>!5'3!&'(!B-.6)0/!4%>*.F!.6,.%!=+!.6,.%!8+(9'D!'U.7+!+7')7'?'!9'&'!&'(!>)>8.)!%#)5#(!5+*8')'!&'$'*'67+! 9+($+%)+/5'(')*+8+-7'! &+(5.(.U! +7')+&')'(7'D! +?+(! I-)+! 4)*.8.-70D! p.8S.('K6'6! '*9+8'6'6! 4)*.80606! '85+67'?'!34E'8-46D!&>!%.7.(!%4).-!L(+8)+-K'6!3).60606!%>(&.60!S.)'6+!9+)+*+E7'1!j.%.5!&>!B>)>8.)! 8+$%'F! 8+6.(-48>! $+($+=+8'67+! &'(! U.-7.! 8.?).-.&')+,+%! 5+%! %'/'! C)='8K5'D! I-)+! 7+! 4)7>e! 2>! #$! %'/'! .(.8067.%'! I6,+7+6! 3).6).6*0/! -#E)+/*+6'6! S0E)0! &'(! 846>,>D! p.8S.('K6'6! ]+9'Q.K606! .7.*).(0! 5.(.U067.6!3.(.*3.($.!+7')*'/!=.E'-+55+!-+(7+!'%'!74%8.6!-.5*.80!=+!]+9'Q.K606!%+67'8'6'6!7+!34)'8! 5.(.U067.6! %4).-,.! 8.%'6)+/5'(')'3! >E.%)./50(0)*.80-701! h>! .67.! &'(! *.S%z*7>1! 2'(! E.*.6).(! '-'! 9#6)+('67+! &I-)+8'6+! (+E')! &'(! *>.*+)+-'! S.-.)! 7.S'! +7+*+E%+6! 846(.! &'(! S#%#*)#! 4).6! =+! B9+($+%! 3.5(46).(06F! 46>! +5(.U5.D! &I-)+! 7#/#%! 8+='-+)'! 84%.%! $.3>),>)>?>! 9'&'! %'()'! '/)+(! '$'6! %>)).6*.%! 70/067.! 3+%! 9I(*+%! '85+*+7'%)+('! &'(! %'/'1! 2>! 64%5.7.! >U.%! &'(! 645e! 2>! *+5'67+! .80)! 7+(7'*'E'6!p.8S.('!U.).6!4)7>?>6>!7#/#6*+-'6D!.-(0,.!&>!8+6.(-46>6!-.E.(0!46>!&'(!5#(!B%>(&.6F! 9'&'! U').6! 9I(*#-4(T! &>(.7.! .80)! ')9')+67'?'*'E! /+-! 8IE! %46>8>! 7'-.)4?>6! %+67'8'T! %'*'! I6+*)'! ')'/%')+('!9I(#6#(!%0).6!7'-.)49D!%'!4!')'/%')+(7+6!7.S.!$4%!/+-!I?(+6*+%!'$'6!S+3!$4%!$.&.).*.)0-0ET! '85+7'?'! %.7.(! p.8S.('K6'6D! C)='8K'6! 8I-)+7'?'! S+(! /+-'! 3.3.?.6! 9'&'D! &'(.E! 7.! &4E>)*>/! &'(! /+%')7+! 5+%(.().70?0!&'(!7'-.)49!4)8>6![')+('!-./).(7.!&'(!%'/'6'6!-+6'!E4(!&'(!-.&.6,0!7')'!I?(+6*+-+!$.)0/*.80! 9'&'1\!h>!.67.!+%8'%!4).6!/+-D!p.8S.('K6'6!=+-.!&+6E+('!&'(!7+69'6'6!S.55.!C)='8K'6!$.(3050)*0/!.-6.! '*9+8'6'6!.6'7+6!4(5.7.6!%.-&4)*.8067.6!74).-0!%+8')+6D!8+88'E)+/5'(')+6!&>!7'-.)497>(e!;*.!5.&''!! G/3.%J"7;N;O.;.%5/6'%$.%5/6'%"27$%;6;.;.%B"[/;K% % 32;7:31;A%T9.B301B%Z"773/#A%o pS5"BA%Q**(U% ! &')'(8'6'ED! C)='8! .).-! +7')*+%5+6! S4/).6*.E1! N/)+('6'6! 'U/.! 4)*.8060D! >)>! 4(5.! %46>/>)*.8060! 7.! '85+*+E1! p.8S.('! ')+! ')'/%'8'! =+-.! ]+9'Q.! ')+! -.350?0! 5+)+U46! 9I(#/*+)+('! %.*>4->6>! ')9')+67'(+,+%! /+-)+(!7+?')7'(1!".*>4->!6+E7'67+!,'77'-+!.)06*.%!'85+(!S+(!E.*.61!;(50%!8.S6+!0/0%).(0606!#E+('6+! $+=(')*+8'6+!'S5'-.,0!-4%5>(D!6+!7+!&>67.6!S4/).60(D!E'(.!4!&>9#6!.(50%!%4$)>%!=+!+?'5'*!'/'67+7'(D! 503%0! b>8! &.)+8'6'6! 'S5'-.(! 3('*.7466.80606! /'*7'! -+6'! 6+8'))+(+! +?'5'*! =+('-4(! 4)*.80! 9'&'e! V+($+%5+6! %0(0/0%).(0! 9IE#%*+E1! H5+! -.67.6! />! .67.! I?(+6,')+('6+! I?(+55'?'! /+-! *.6/+5)+(+! $0%*.%D!8.S6+!0/0%).(0!.)5067.!'-'!9I(#65#!=+(*+%5'(!m!=+!&>6>6!'$'6!6+!9+(+%'(8+1!! ! ! ! ! ! ! ! ! !"#$%&'% )o% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* GD/2,._,%h3/23% % H#"0B"%0"7".%19.%"2":% % % @+! +=+5111! 9+$*'/5+! S+3! 4)7>?>! 9'&'! C)='8! -'6+! S'%k-+6'6! &./067.! &./.(0-).! 4(5.7.6! %.-&4)>(D! S'%k-+6'6!846>67.!.-.%5.!%.).,.%!846!.7.*!4)*.%!#E+(+111!2>!&'E+!q.)5+(!2+6Q.*'6K'6!S'%k-+8'6'! =+! $4,>%)>?>67.! $4(.3).(.! 7>-7>?>! S+-+,.60! S.50().50(1! "+67'! %.)+*+! .)70?0! S.50(.).(067.! [>')* F(?C9*\89,$0')*>-H7).-*>$0,')6.$*Z(#C?,C?D!Z.30!"(+7'!Z.-D!_``i\!.6).550?06.!9I(+D!2+6Q.*'6)+('6! +='67+!$4(.3).(!74).&.!%46>(*>/!=+!I-)+!&'(!/+%')7+!8.(0)03!8.(*.).60(*0/!%'!%#$#%!q.)5+(!46).(06! S+3D! .8)067.! B,+3F! 4)7>?>6>! 7#/#67#?#! &'(! /+-)+('6! '$'67+! 7>(.6! &'(+(! BS+7'-+F! 4)7>%).(060! 7#/#6#(*#/1!{+35+!8.%)0!4).6!S+7'-+-'!+)+!9+$'(*+%!#E+(+!9'('/5'?'!S+(!7'%%.5)'!*#7.S.)+7+!4!/+-'! .$*.%! E4(>67.! %.)0(*0/! =+! '$'67+%'6'6! S+7'-+! U.).6! 4)*.70?0! 4(5.-.! $0%.(*0/D! B,+&'6F! %+67'8'! %.-&4)>(! =+! 4(5.-.! .6'7+6! BS.%'%'F! 4).(.%! $0%.6! #$#6,#! /+-! &'(! $4(.3! 4)>(*>/1! 2>! S'%k-+6'6! 9+($+%5+! 6+! .6).*.! 9+)7'?'6+! 7.'(! U.(%)0! -4(>*).(! =.(D! &>6).(06! &'(%.$! 5.6+8'6'! 7+! 2+6Q.*'6K'6! %+67'8'!-.3*0/1!2>!-4(>*).(!.(.8067.!+6!&')'6+6'!/>7>(e!B2'$'*!=+!'$+('%D!I(5#!=+!I(5#)+6!/+-'6!.-60! 4)7>?>6>! I?(+55'! &>! S'%k-+! &.6.DF! 7+(! 2+6Q.*'61! 2'(%.$! -0)! 846(.! 7.! />! 7#/#6,+-'! +%)+(e! B^6).(! [-.6'!S+7'-+!')+!,+3\!.-60!/+-7'!=+!+*'6'*!&>!'%'8'!#$#6,#!&'(!/+-7'!7+e!WI6#/*#/!4)7>%).(0!$4(.31F! 2>D!&.E0!2+6Q.*'6!S'%k-+)+('67+!6+7+6D![543!9'&'D!454*.5!9'&'\!&'(!/+-'6!.(%.8067.!8.%)0!&+%)+-+6! &'(!/+-)+(![,#,+!9'&'!&'(!/+-\!4)7>?>6>!.$0%)0-4(!4).&')'(1!2+6E+(!/+%')7+D!p.8S.('!=+!]+9'Q.!.(.8067.! -./.6.6! /+-'6! IE#6#6! 6+! 4)7>?>6>! 5+83'5! +5*+-+! $.)0/0(%+6! 3+%! $4%! %'/'6'6! B'%46).(06! 8.=./0F! 4).(.%!9I(*#/!4).&')+,+?'!/+-'6!4(5.8067.D!%'*'6!%.E.6*0/!4).&')+,+?'6'!.6).*.-.!$.)0/0(%+6![%'!&'(! 8.=./06! 846>,>! .6,.%! =+! .6,.%! E.U+(! 4)*.)070(\D! &'(! .67.! S+*! p.8S.('K6'6! S+*! ]+9'Q.K606! &>S.(! 4)>3! 9'55'?'6'D! 9+('-+! 8.7+,+! C)='8K'6! %.)70?060D! 84(>).(0*0E.! ,+=.3! =+(*+%! #E+(+! B9.'35+6! 4(5.-.! $0%50?060F!%+/U+7+('E111! j.%.5!B$4(.3!S'%k-+8'F!&>(.7.!&'5*+*'/+!&+6E'-4(1! ! % % % % % !"#$%&'% )(% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* % b3%H70$6% ! ;-60!/+-!B!"#$%&'()F!8+(9'8'6'6!+5(.U067.!7I6+6! 4).-).(7.! 7.! 4)*>/! 4).&')'(1! 2>D! `0'H&')$6.$)* I$)@* B-)-&@7,-07)* B$0I'B'! 4).,.%50! 9#-.D! .*.! 6'S.-+5'67+!8+(9'!U.).6!4)*.70![.8).!.$0)*.70\!=+! .-(0,.! +5(.U5.! L('/5'6+)'! 8.6.5$0! U.).6! 7.! 4)*.70! [&>!5.*.*+6!.-(0!&'(!S'%k-+D!.6.)'E!+7')*+8'!+6! .E!I5+%'!%.7.(!I6+*)'D!U.%.5!&>!&.?).*7.!7+?')! &./%.!&'(!&.?).*7.\T!S+(!6+-8+D!846>$5.!4(5.-.! $0%.(.%! B=.(! 4).6F! /+-! b|"A! 4)7>D! 2+)9(.7! 9#6,+)! +)+/5'(+)! 8.6.5! 8.S6+8'67+D! %+67')+('6+! B%#)5#(!'/$')+('F!7'-+6)+(!5.(.U067.6!%>(>).6!!.7y S4,! &'(! 9'('/'*1! b|"A! [&+6! 7+! &>! 9(>&>6! &'(! /+%')7+! &'(! 3.($.80-70*\D! 8.6.5! %>(>*>6>6! IE+(%)'?'6+!U./'85)+(7+6!=+!>)5(.!*'))'-+5$')+(7+6! 9+)+6! 8.)70(0-.D! B%#)5#(! .).60F! 4).(.%! .)90).6.6! /+*8'-+6'6!.)5067.!&'()+/*'/!'68.6).(7.6!4)>/.6! &'(! 9(>&>6! 4(9.6'E+! 5+3%'8'-)+! ,+=.3! =+(')*+8'! 9+(+?'6'!7>-7>1!@+!/>!7.!&'(!9+($+%!%'D!8+(9'-'!=+! -.(.50,0).(060!B%4(>*.%F!'$'6!(+8*x!%>(>*).(7.6! S+(S.69'! &'('! 5.(.U067.6! &'(! 9'('/'*! 4)*.70D! 8+*&4)'%!.6).*7.!7.S'1!L4)'8D!B7>(>*>F!%465(4)! .)506.! .)*.%! '$'6! -.8.)! .6).*7.! .89.('! 9I(+='6'! -+('6+! 9+5'(7'D! %+67'! B>-9>6F! 9I(7#?#! /+%')7+1! h97;1%B"/"e$.2".%09/S.".%1"."B%313/;U%% d.%5'%)+('D! '68.606! .%)06.D! 9.)+('6'6! '$'67+! P.)'s'K6'6! '/'6'6! 3.(.*3.($.! +7')*+8'! %.6.)0-).! B%465(4))#! &'(! 3.5).*.F606! 8.?).6*.80! 4)7>?>! 'S5'*.)'6'! 9+5'('-4(1! W0/.(07.! 84%.%5.! &>! ./0(0! 9+(')'*! -#%)#! .5*48U+('6! 7.S.! 7.! 50(*.6*.8060! +69+))+*+%! '$'61! 2>! 7.! .$0%$.D! 9.)+('7+%'! '/)+('! B9.-('! 8.6.58.)F! 9I(7#%)+('6'! 9I85+('-4(D! '$+('7+! 34)'8)'%! 9I(+=)+('6'! 'S*.)! +55'%)+('6+! 9I(+1! Z4%8.! S+(! .$07.6! 8.6.50! %4(>*.%! 46).(06! 9I(+='! 7+?')! *':! w+*! 8+*&4)'%! S+*! 5.('S8+)r*.77'! .6).*7.:! j.%.5! /+-)+('6! &>! 7#E+6'67+! ')%! S.(+%+5! k60D! %.646)./50(*.606!-I6+5')7'?'!-+(!4)*.)070(T!&'(!'%5'7.(!k60T!+5(.U5.!74)./03D!3.(*.?0-).!(.859+)+!&'(! /+-)+('!'/.(+5!+7'3D!B2>!8.6.51!2>!7.!8.6.51!2>!7+?')1!2>!7.!7+?')111F!7'-+(+%1!L4)'8!.(%.7.6!-#(#-4(D! 645).(! .)0-4(D! 4(5.*06! 7#E+6'6+! 7.'(! )'85+)+(! -.30-4(D! 846(.! 7.! B8.6.5F! 4).(.%! &+)'()+6+6! /+-)+('6! +5(.U06.D! 46).(.! 34)'8)'%! +5*+%! #E+(+! &'()'%)+('6'! -+()+/5'('-4(1! "46>/5>?>*>E! 4).-! .$08067.6! &.%.(8.%D! 8IE! %46>8>! %.646)./50(*.606! &./).50)*.80! 9+(+%+6! -+('6! 5.*! 7.! %+67'8'D! 9#$8#E! =+-.! -.6)0/! -.! 7.! 7#3+7#E! B8'85+*'6! 70/067.F! .)90).670T! 74).-080-).! 7.! 34)'8! %+67'! %+67'6+D! %4(>*.%).! 9I(+=)+67'(')7'?'!/+-'6!B8.6.5F!7+?')!B%.*>!7#E+6'F!4)7>?>6.!%.(.(!=+(7'1!2./%.!&'(!7+-'/)+!34)'8D! p.8S.('K6'6! '*9+8'6'6! =+-.! &>! 8+(9'! %.38.*06.! .)06.6! 7'?+(! '*9+! =+! 6+86+)+('6D! B8.6.5F! 4).(.%! .7).670(0).&')+,+?'!645).(!.)*.-0!(+77+55'1!L4)'8!5.(.U067.6!&>!9I(+='!(+77+5*+!S.)'!7+=.*!+55'(')7'D! 8+(9'6'6! &'(! 7.S.! .$0).*.-.,.?060! 8I-)+7')+(! 08(.().D! 9+('-+! %.).6! B6+86+)+('6F! 4(.7.6! +6! %08.! 8#(+7+! .)0603! 9I5#(#)*+8'6'! '85+7')+(D! E'(.! 8+(9'! 4(9.6'E.5I()+('6'6D! E'-.(+5$')+('6! =+! '/)+('6! B9#=+6)'?'6'! 8.?).*.-0! 9.(.65'F! +7+*+-+,+%)+(7'e! V+($+%5+6! "465+%85! V.)+('K6'6! 7+! >-*.%! E4(>67.! 4)7>?>! &'(! %.(.(1! Z'6+! 5+%(.().(8.%D! 34)'8D! &>! 4).-06! &>! 8+(9'! $+($+=+8'67+! %.646)./50(0).*.8060D!4(.7.%'!B/+-)+('6DF!B8.6.5F!4)7>%).(0606!74?(>).6*.8060!7.!(+77+55'1!2I-)+,+! b|"AD! &>! 9+6'/! %.38.*)0! 4(5.%! 9'('/'*! %.6.)0-).D! &>! %.646)./50(*.-0! >-9>).*.%! #E+(+! &'(! '%5'7.(! 34E'8-46>!+)7+!+5*+%!#E+(+!&./%.!=+!7.S.!&./.(0)0!&'(!9'('/'*!-.30)*.806.!%.(.(!=+(7'D!&.E0!B7.S.! 45>(*>/F!%'/')+('D!7.S.!9#$)#!4).(.%!9I(#)+6!B%#)5#(!'/$')+('6'F!7+!'/'6!'$'6+!%.5.(.%1! !"#$%&'% ))% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* ! +,-%#,-3A%"/0"%"/0"#"% ! V+)'6! 9I(#6! %'! 7'?+(! (+8*x! B%>(>*).(F! %+67'! B'/)+=8+)! .89.('F! 84(>*)>)>%).(060! 7.S'! -+('6+! 9+5'(*+-+!5+6+EE#)!+5*+7')+(T!+6!.E067.6!/'77+5+!%.(/0!&'(!&.806!&')7'('8'D!&'(!.$0%).*.D!&'(!%06.*.! =+r=+-.! 8+(9'6'6! .$0)*.80! =+! '68.6).(06! +('/'*'6+! 8>6>)*.80! /+%)'67+%'! &'(! $.?(0! U4(*>67.! &')+111! 2'(.E! 9.('3! 9+)'-4(! $#6%#! b|"AK>6! 9.-('! (+8*x! I67+()+('! .(.8067.! "#)5#(! 2.%.6)0?0D! |)>8.)! V#6,+)! G.6.5!P#E+8'D!$+/'5)'!#6'=+(8'5+)+(!=+!Gd"K).(7.!6#U>E)>!34E'8-46).(7.!&>)>6.6! '68.6).(!7.!=.(701! h>! 7.! 7'%%.5+! /.-.6! &'(! 7>(>*e! d#*! 4! -#%8+%! 3(4U'))'! %.*>-.! *.)! 4)*>/! U'9#()+('6! S+38'D! (+8*x! 34E'8-46).(067.6! 7+?')! /.S08! 4).(.%! S.(+%+5! +5*+-+! %.(.(! =+(7'1! 2>! 7.D! I6,+%'! 543)>*8.)! 543)./*.-0D!b|"AK>6!4(5.-.!$0%0/!%4/>)).(060!=+!+-)+*)+('6'6!846>,>6>!.6).*.%!'85'-4(8.%!.%)0*0E06! %I/+8'67+! 5>5*.*0E! =+! 7.S.! 7+('6)+*+8'6+! .6.)'E! +5*+*'E! 9+(+%+6! $4%! I6+*)'! &'(! 64%5.! 9'&'! 9I(#6#-4(1! d.&''! &>! S.(+%+5'6! &'(! 7+! B%+67'6'! *.(Q'6.))+/5'(*+F! k60! =.(D! %'! &>D! 80(U! &>! IE9#)! 9'('/'*'6! 7+?')! 3+%! $4%! &./%.! 9'('/'*'6! 7+! 5'3'%! &'(! IE+))'?'1! ;6,.%! &>! I(6+%5+! /'*7'! 4! (45.-0! %+/U+5*+-+,+?'E1! L+%'! %.)70?0*0E! -+(7+6! 7+=.*! +7+)'*1! G46(.! 6+! *'! 4)7>:! b|"AK>6! 4).-06! .(7067.6!9+)+6![+3+-!7+!S.(+%+5)'!9+$+6\!&'(!7'E'!543).6508067.D!.-(0,.!3+%!$4%!%#$#%!9(>3).(!.(.80! U'%'(!.)0/=+('/)+('6'6!-.30)70?0!IE+)!543).6507.!#(+55'?'!7#/#6,+)+('6!.(7067.6!S+3!7I(5!&./0!*.*>(! &'(!%>(>*8.)!8+88'E)'%!9+)7'1!C=+5!5#*!&>6).(06!846>67.!&'(!9.E+5+!$0%50!=+!S.)%.!.$0%!&'(!%46U+(.68! 7#E+6)+67'D!U.%.5!S+(!/+-'6!846>,>67.!4(5.-.!$0%.6!(+8'*!.3.$0%e!2>!'68.6).(!9(>&>6>6D!I6,+7+6! B8.6.5!+8+(F)'%)+('! (+77+7')+6)+('!%.646.! 7.S')!+5*+!9#,#!-4%*>/1!2>D!&>!S.(+%+5'6!.%5I()+('6'6! &.E0).(06.! &'(.E! /./0(50,0! 9I(#67#T! E'(.! 9.)'&.! %'/'8+)! .7).(0606D! 8.6.5).! ')9')'! S+(! /+-7+D! B%.*>8.)! 8I-)+*F!6+E7'67+!=.(!4).6!'%5'7.(06!$4?>6.!8.S'3!4)7>?>6>!7#/#6#-4().(70T!.-(0,.!&I-)+!'6.6*.%! '$'6! &.E0! 9+(+%$+)+('! 7+! 4)*>/! 4).&')'(D! U.%.5! &>! &./%.! &'(! .6.)'E'6! %46>8>! 4)8>61! C)&+55+! 4).-).(0! /+6)'%! &'55'%5+6! 846(.D! &+)'()'! &'(! 5.('S8+)! *+8.U+!3+(83+%5'U'67+6! .6.)'E! +5*+%! $4%! %4).-70(D! BS+(! /+-!4)>3!&'5*'/%+61F!;80)!%>69yU>K->D!4).-06!9#6,+))'?'67+!.6.)'E!+7+(%+6!-.3.(0E1! ! ! ! ! ! * * * * * !"#$%&'% '**% !"#$%&'#('%)'%*+#%,+-$%,.#/0% +,-.$/'0*1$0'2* * a!9',$),$0')* I$,$)$A'<* M'9$* '@').$* :-H-.7A7/79* b(,-A-)8B&8* V-,6')* I$0@$?&$* ?C0-,* (,.CAC)C* JA0$&'0L* \-%/-/79* I$0$?$)<* MC* .C0C/-* C:IC)* .8H$#$?* M'0* &-0'V* ?-;0-/7)-* C,-H/-?&70L* c* 9-/-)* I$0@$?* -),-/.-* (,-A-)8B&8* V-,6')* (,CH&C0C,/-B7<* IJ98/89.$* M'0* IJ0$;* )'&$,'A':,$*M$,'0$#$?&'0d*MJ:,$#$*.$*W-H'9/$* ?-0H7* :808&8,$)* ?-;I-.-?'* ?()C/C/C9<* .-V-*':'*M'0*?()C/*(,-#-?&70L*e-H'9/')*M'0* H-)B7* .-<* W-H'9/$* ?-0H7* (,-),-07)* ()C* ',$0,$/$* -.7)-* &-0'VB$,* M'0* ?C0-,* B-:/-,-07.70L* \-H-.7?,-07/797)* :'0/')#'* :89:7,.-* bVf,f6* (,-M',/$B'* ?-0H7B7).-* .C:C,-)* H-H?7),7?<* W$,B$W$*-),-/7).-*M'0*H-H?7),7?*.$A',.'0L*>C* H-H?7),7?<* ?$).'B')$* ?-:)-?,7?* $.$)* &-0'V* -),-:7H7)7)* B-;C)C,-/-:-#-A7* M',')/$.'A'* B80$#$<*V'@M'0*M',/$*B80$#')')*M-H,-)I7#7)7* (,CH&C0-/-9L[* ! ! q.)5+(!2+6Q.*'6D!Bd.('S!".=(.*0!fE+('6+FD!`-B-O,-0*'$'67+D!$+=1!;S*+5!{+*.)![N85.6&>)e!Z.30!"(+7'! Z.-06).(0D!}1!&.8%0D!_``c\D!81nc1!! ! ! N69')'E,+7+6!$+='(+6e!<'$+%!HE5+%! !"#$%&'% '*'% İstisna ve Olağanüstü Hal Dušan Grlja Kosova’nın başkenti Priştine’den genç Arnavut sanatçıların sergisine “Exception” [İstisna] gibi bir ad vermek ve bu sergiyi, Sırbistan’ın en büyük iki şehri Belgrad ve Novi Sad’da sergilemek ilk bakışta oldukça uygun görünebilir. Çok keskin iki kutbun olduğu böyle bir durumda, Kosova ve Sırbistan’dan insanları bir araya getiren bu tip bir sergi organize etmek şüphesiz istisna olarak görülebilir (on yıllardır süren bir savaş, bir tarafta Kosova’nın tek yanlı olarak bağımsızlığını ilan etmesiyle bir sonuca bağlanıyor, öbür tarafta Sırbistan yönetiminin, Kosova’nın, uluslararası arenada tanınan Sırbistan devletinin bir parçası olarak kalması yönündeki kesin tavrı var.) Yine de serginin gerçekleş(me)mesiyle sonuçlanan olaylar dizisi, olan bitenlerin çoğunun istisna değil, neredeyse, periferideki kültür politikaları diye adlandırabileceğimiz oyunun kaidesi olduğunu gösterdi bize. İstisna: Bu Ad Bize Ne Söylüyor? Sadece serginin adına bakarak bile organizatörlerin1 tutarsızlık gösterdiğini fark edebiliriz ki bu da, nihayetinde olayların bir istisna olmaktan fersah fersah uzakta bir yöne doğru yönelmesini mümkün kıldı. Priştinelilerle bu sanat etkinliklerinin kavramsal çerçevesini oluşturma ve tartışma sürecinde ilk başta sergi adının İngilizce konması herkese normal gelmişti, ancak bu kelimenin Sırpçaya “çevirisi” en hafifinden biraz tuhaftı. Sergi adı “Exception” Sırpçaya “odstupanje” olarak çevrilmişti. Aslında İngilizce “exception” kelimesinin Sırpçaya doğru çevirisi “izuzetak”tır, tam olarak, kurallardan veya işlerin normal gidişatından muaf olmak anlamına gelir. Bunun aksine “odstupanje” kelimesinin iki katmanlı bir anlamı vardır. Birincisi askeri terminolojide birliklerin taktik gereği geri çekilmesidir, gündelik konuşmada ise basitçe geri durmak, yani gerçek anlamda bir şeyden çekilmek demektir. Organizatörlerin kafasında bu sergiyi planlarken kesinlikle bu anlam yoktu. Halbuki etkinliğe musallat olan anlam tam da bu oldu; zira sergi birkaç defa ertelendi ve nihayetinde Belgrad’daki açılış asla gerçekleşemedi. “Odstupanje” kelimesinin ikinci anlamıysa anormallik hatta sapkınlıktır. Kontekst Galeri küratörleri ve Priştine’den bazı arkadaşlarımız, meslektaşlarımızla yazışırken benim kafamda olan bu ikinci anlamdı (Prelom kolektiv Belgrad’da, sergi bağlamında yapılması planlanan tartışmaların hazırlık aşamasında davet edilmişti.) Ben bu sergi adını, dayatılan politik tercihlerden sapma anlamında anladım. Bu dayatılan politik tercihler hep düzmecedir, çünkü üzerine hâkim politik söylemin kurulduğu ikilikleri temsil ederler. Bu da şu anlama gelir: Tüm olan bitenlerde var olan akut kutuplaşma verili kabul edilerek insanlar bu iki verili politik duruştan birini seçmek zorundadır güya. Bu somut örneğe bakarsak “seçim” şu iki duruş arasında yapılabilirdi: Ya Kosova’nın bağımsızlığı taraftarısınızdır (bu da ya Kosovalı bir Arnavut veya “Sırbistan ulusal özüne” ihanet eden birisinizdir anlamına gelir) ya da aleyhtarı (bu da ya sadık bir Sırp vatandaşısınız veya Kosova’ya ihanet ediyorsunuz demektir.)2 Bu “alternatifler”in, tam da politik olanaklar alanını sınırlandırma ve kapatmaya hizmet edeceği çok açıktır, zira bu iki seçenekten hangisini seçerseniz seçin, kendinizi her zaman hâkim politik söylemin sınırladığı ve belirlediği duruşların içinde bulursunuz. Şimdi serginin adının anlamları meselesine dönersek, serginin adı ve Sırpça çevirisi arasındaki uyuşmazlık, çoğunlukla Avrupa ve ABD kurumlarından fon alan yerel STK’ların sorunlu işleme biçimlerinin bir semptomudur.3 Bir “proje” üzerinde çalışmanın kaçınılmaz ikiliğini yansıtır. Fon 1 Bu sergi, Belgrad’dan Kontekst (www.kontekstgalerija.org) ile Novi Sad’dan Esnek Kültürler ve Teknolojiler Enstitüsü Napon (www.napon.org) adlı STK’lar tarafından organize edildi. Sergi küratörleri Vida Knežević, Kristian Lukić, Ivana Marjanović ve Gordana Nikolić idi. 2 Bazı yorumculara göre, hâkim Sırp politik ikiliğinin yaratılmasındaki temel suçlu medya. “Böylesine kritik olan makro politik koşullarda, Sırbistan’da sergi haberlerini veren kitle iletişim araçları büyük ölçüde çuvalladı, geçmişte pek çok defa olduğu gibi. Ya ayrıntılı bir politik planın bir parçası olarak ya da basitçe kamusal söylem konusunda sorumsuz oldukları için halk arasında gerilimin ve ayrılıkların tırmanmasında önemli bir rol oynadılar. Halkı şu iki duruşdan birini kabul etmeye zorladılar: Serginin TARAFTARI (Avrupa, demokrasi, tolerans, enternasyonalizm) veya ALEYHTARI (Sırbistan, milliyetçilik, tarihi değerlerin korunması, milli onur, Avro‐Atlantik entergasyon karşıtlığı, tolerans karşıtlığı). (Ana Vujanović, “İstisna Yok!” Kontekst arşivi 06/07/08 Kontekst, Belgrad, 2008, s. 168, bkz. http://www.kontekstgalerija.org/pdf_08/KontekstArhiva.pdf. Bu metnin bir önceki versiyonu Reartikluacija 3 gazetesinde de basıldı, ayrıca bkz. http://www.reartikulacija.org/RE3/ENG/stateofexception3_ENG_excep.html) 3 Janović ve Močnik, periferideki kültürel işleyişlerle ilgili kaleme aldıkları metinde, “bağımsız kültür aktivistleri” hakkında son derece aydınlatıcı bir betimleme yapıyorlar: “Kültür odaklı marjinal failler grubu, çeşitli alternatif kültürel üretimciler Sayı #1 102 İstisna ve Olağanüstü Hal Dušan Grlja alabilmek için başvurunuzu, o kurumların verdiği rehber ilkeler doğrultusunda formüle etmek zorundasınızdır, ki o ilkeler de baskın bir şekilde çağdaş neoliberal kültürlerarasıcılık politikaları ruhuyla formüle edilmişlerdir: Bu, resmi AB kültür politikalarında kullanılan bir terimdir. İçinde bulunduğumuz iki kutuplu dünya sonrası dönemde hâkim politik ayrımlar artık 20. yüzyılın önde gelen iki politik ideolojisi üzerinden yapılmıyor, artık özgül ve farklı kültürel kimlikler atfedilerek çeşitlendiriliyor. Kültürlerarasıcı politikalar, “Öteki’yle buluşma”yı kolaylaştırmayı, o “Öteki” hakkında bilgilenerek onu anlamayı, takdir etmeyi, ona saygı gösterebilmeyi, aynı zamanda eskiden savaş halinde olan tarafların, yani “Ötekiler”in savaş sonrası dönemde iletişimlerini mümkün kılmayı ve uzlaşma süreçlerine destek olmayı amaçlıyor. Öyleyse bir “proje” ile gerçekten ne yapılacağı, projeyi gerçekleştirmek için gereken finansmanı sağlayabilmek için projeyi tamı tamına o rehber ilkelerin talep ettiği şekilde sunma becerisine bağlı. Somut “İstisna” sergisi örneğine gelirsek, bunun, neredeyse kesin bir biçimde projeyi, güya tekil iki kültür arasında, savaşın kesintiye uğrattığı iletişimi yeniden mümkün kılabilecek bir proje olarak sunmak anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Projenin organizatörleri, bu görünüşte asil ve kesinlikle zorlu görevle kendilerini ciddi bir biçimde özdeşleştirmişlerdi ve bunu sergi kataloğunda da açık bir biçimde ifade etmişlerdi zaten: “[G]ünümüz Sırbistan toplumunun bugün Kosova’daki Arnavutluk kültürü ve toplumunu tanımaması şaşırtıcı değildir; bu geçmiş onyıllarda da böyleydi. Sırbistan medyasında Kosova’daki Arnavutlar hakkında enformasyona tam, Kosova’daki Sırplar hakkında enformasyona kısmi bir abluka uygulanması belli bir huzursuzluk duygusu yaratıyor; Kosova’da yaşayan insanlar hakkında konuşmak uygun görülmüyor, bu da enformasyon alanında bir nevi soykırım anlamına geliyor. “Exception” sergisinin ardında yatan fikir, önümüzdeki dönemde gerçekleşecek yuvarlak masa toplantıları, sunumlar ve hazırlanacak yayınlarla birlikte, Sırbistan’da yaşayan ortalama bir kişinin bilmesine izin verilmeyen veya bilmek istemediği bazı olguları analiz etmek. […] Peki bu örnekte sanat alanı ne demektir? Sanat alanı insanların, başka şeylerin yanı sıra kamuya açık bir ortamda, medyada ve parlamentoda konuşulması gereken şeyleri konuştukları bir yerdir ve bu, bu alanda bir arada var olmanın geçmişi ve geleceği meselesidir, tam da o öznelerin meselesidir.”4 Şimdi eğer bu proje tamamen bu iki kültür arasındaki iletişimin, birbiri hakkında bilgi sahibi olmak çerçevesinde (yeniden) kurulmasına odaklanacak şekilde tasarlandıysa, o zaman körü körüne yukarıda söz edilen rehber ilkelere uymuş olurdu. Herkesi “Öteki”siyle bir araya getirmeyi planlayan kültürlerarasıcı program aslında – her zaman resmi olarak iddia edildiği gibi – o kadar da ilerici bir hamle değildir, çünkü bu hamle aynı zamanda bu kültürel kimlikleri birbirinden ayrı, birbirlerine – “kültürel hakları” çerçevesinde – tolerans göstermeyi, saygı duymayı öğrenmek zorunda olan karşılaştırılamaz “Ötekiler” olarak onaylar sadece. Organizatörlerin, sergiye yuvarlak masa ve panel tartışmalarının eşlik etmesi gerektiği şeklindeki düşüncesi, açıkça planlanan etkinliklerin bu kültürlerarasıcı “iletişim paradigması”nın çok ötesine gitmiş olması gerektiğini gösteriyor. Tam da bu tartışmalar kanalıyla, sanat ve kültür aktivizmi alanlarının yanı sıra genel toplumsal ve politik ortak sorunların, durumların ve stratejilerin irdelenmesi temelinde gerçek bir alışveriş kurulabilirdi.5 Bu, Kontekst Galeri küratörlerinden Vida Knežević tarafından, İtalyan bir ve izleyicilerden oluşur. Bu insanlar güncel kültürel sahnenin kapalı dünyasında mücadele ederler, “küçük ölçekli işler” yaparlar veya “sosyo‐kültür” kisvesine bürünürler, “kültürel çeşitlilik” ve “azınlık” politikalarına parazit olurlar, ulusötesi oligopolilerin tarafını tutan yasal düzenlemelerin boşluklarından faydalanırlar veya henüz “serbest ticaret” yasaları kapsamında düzenlenmemiş mekânlar icat ederler. Tüm bu alternatif formların ortak yanı, kültürel üretimin güncel araçlarının toplumsallaşmış karakterini ve çağdaş iletişim teknolojilerinin, özel ilişkilerin aracılığı olmaksızın dünya çapında izleyici kitleleri oluşturma kabiliyeti olan toplumsal açıdan üretici potansiyelini doğrudan kabul etmeleridir. Başka bir deyişle, alternatif kültürel pratikler, birey ile onun toplumsallığı arasındaki ayrımı baskılar, 19. yüzyılın, sanayi kapitalizmini mümkün kılmış olan tipik bir özelliği Trennung, Scheidung’u maddi anlamda tasfiye eder. Alternatif pratikler bu yolla doğrudan, tarihsel ve maddi anlamda zaten toplumsallaşmış olanı kendine mal eden ulusötesi sermayenin çabalarının karşısına dikilir, onunla çarpışır. […] Üçüncü grubun politikaları, alternatif toplumsallaşma ve kültürel üretim mekânları yaratırken bir yandan da, hem iktidardakiler tarafından marjinalleştirilir ve yasal anlamda suçlu duruma düşürülür, hem de sistematik ıslah ve ticari sömürü süreçlerinin yarattığı baskılara maruz kalır. […] Alternatif kültürel üretim açısından, bağlantısal akış, yaratım ve hayatta kalmak için en önemli ve olmazsa olmaz koşuldur.” (Nikola Janović ve Rastko Močnik, “Three Nexal Registers: Identity, Peripheral Cultural Industry, Alternative Cultures”, http://www.pozitiv.si/petrovaradintribe/pages/Rastko‐Nikola‐PolicyBook%5B1%5D.doc, s. 9‐10). 4 http://www.kontekstgalerija.org/pdf_08/odstupanje.pdf, s.19. 5 Sonraki olaylar, kimi organizatörlerin ve katılımcıların, sanat eserlerinin de bu yaklaşımı destekleyeceği yönündeki neredeyse naif fikirlere sahip olduklarını gösterdi: “Bu nefret ve kör yıkım tepkilerini özünde tetikleyen şey Sırp kültürel Sayı #1 103 İstisna ve Olağanüstü Hal Dušan Grlja gazeteciyle yaptığı bir tartışmada, sergi kataloğundakinden daha açık bir şekilde dile getirilen bir görüştür: ““[S]ırplar ile Arnavutlar arasındaki hâkim önyargılara, sessizliklere ve tabulara bir istisna oluşturmak istiyoruz. Bu sergi, burada olup bitenlere dair bizim istisnamız olmalıydı.”6 Buradaki temel düşünce sadece bir şeyleri tartışmak değil, kolektif maddi pratikleri irdelemek, ifade etmek ve genişletmek üzere tartışmaktı, tüm bu sergi‐etkinlik tasarısının öngördüğü gibi. Bu, hâkim kültür politikalarına karşı aktif bir muhalefet pratiği içine girerek, hakikaten bir istisna yaratmak anlamına gelebilirdi. Devlet Politikalarının Sığ Sularında Bu özgürleştirici plana rağmen olayların akışı, bu tip bir istisnanın mümkün olma şansının sıfıra yakın olduğunu ve tüm olan bitenin, istisnai değil malesef beklenen sonuçlar doğurduğunu ortaya çıkardı, zira proje, devlet politikasının sığ sularında karaya oturdu. Bu, Novi Sad’daki sergi açılışındaki konuşmalardan birini, Sırbistan başkanlık seçim kampanyası kapsamında yerel bir politikacının vermesiyle oldukça açık seçik görüldü. Böyle bir konuşmaya izin vererek organizatörler Novi Sad’da, serginin bir tür politikleşmesinin baraj kapaklarını açtılar, halbuki kesinlikle böyle bir şey amaçlamıyorlardı. Bu olay hızla, medyanın skandallara olan doymak bilmez iştahının ve politikacıların bıkkın kitleleri ve kime oy vereceğini bilemeyen seçmenleri (ilk denemelerde başarılı olamayan seçimler beşinci kez tekrarlanıyordu) acilen harekete geçirme ihtiyacının insafına kaldı. Gelişmeler, serginin “Kosova’yı Sırp Ortodoksluğunun ezeli dokusundan koparıp almaya” yönelik bir hamle olarak görülmesiyle ve milliyetçi “haklı öfke” patlamalarının hedefi haline getirilmesiye sonuçlandı. Novi Sad’dan sonra Belgrad’daki Kontekst Galeri’de 7 Şubat’ta açılması hedeflenen sergi, “gerçek şey”e verilecek tepkinin bir provası, bir ön uygulaması olacaktı: Yani, on gün sonra tek yönlü olarak ilan edilecek olan Kosova’nın bağımsızlığına. Planlanan tartışmalar iptal edilince – Priştine’den katılımcılar, haklı olarak Belgrad’daki varlıkları konusunda gönülsüz olmuşlardı – ve bariz şekilde kötüye giden olaylar dizisi Kontekst Galeri’nin aşırı sağ örgütlerin hedefi haline geleceğini doğrulayınca galeri küratörleri, 1990’ların ortalarından beri “Öteki Sırbistan”7 diye anılan çevrelerin bir kısmının yardım ve desteğine başvurdular. Sonunda serginin siyasal rotasını mühürleyen de bu hamle oldu, zira hâkim Sırp siyasi ikiliğine tamı tamına denk düşmüştü: Avrupa yanlısı demokratik güçler karşısında milliyetçi‐şovenist güçler. Böylece kaçınılmaz olan için sahne kurulmuş oldu: “Obraz” [“Onur”] üyelerinden bir grup genç, galerinin önünde toplanıp protesto ederken, içeri giren birkaç kişinin de (Sırp Sanatçı Derneği ve Kosova’dan Sınırdışı Edilen ve Sığınmacı Olan Sırplar Derneği üyesi) mikrofonu ele geçirmesi ve Dren Maliqui’nin “Face to Face” [Yüz Yüze] adlı işini yırtmasından ve yetkili polisin de serginin güvenliğini sağlayamayacağını, galerinin derhal kapatılması gerektiğini söylemesinden dolayı sergi açılamadı. Kosova’dan gelecek Arnavut misafirlerin yokluğunda bu olay, “Sırp milli onurunun savunucuları” ile “ona ihanet edenler”, yani medeni davranışların, yurttaşlık hakları ve “Öteki”ne karşı toleransın şefkatli “savunucuları” arasında bir çatışmaya dönüştü. Tüm olayın süresi hızla medya ve genel anlamda kamuoyu nezdinde doldu, zira Kosova’nın bağımsızlık ilanı yaklaşıyordu; bir yandan da bazı gruplar ve girişimler, resmi kurumlardan serginin (yeniden) açılmasını talep etmeye başladılar. Bu girişimlerden biri de RUK (Radnici u kulturi ırkçılığının, ‘gayri medeni Arnavut’ stereotipinin Priştine güncel sanat sahnesinin mükemmelen ifade edilmiş sanatsal konumlanışları tarafından tamamen aksi bir şekilde gösterilmesine, dolayısıyla bu stereotipin sıfırlanmasına katlanamamasıdır.” (““Exception Proves to be a Rule: A Report by Eduard Freudmann and Ivana Marjanović” Kontekst arşivi 06/07/08, Kontekst, Belgrad, 2008, s.175, bkz. http://www.kontekstgalerija.org/pdf_08/KontekstArhiva.pdf). 6 Bkz. http://www.osservatoriobalcani.org/article/articleview/9779/1/407 7 “Öteki Sırbistan” terimi, özellikle, 1996/97 tarihli Milošević rejimi karşıtı kitle protestolarından sonra geçerlilik kazandı. Bu protestolar tüm Sırbistan’da üç ay boyunca kesintisiz devam etti. Bu, Batılı söylemde “otoriteryen”, totaliteryen” ve “milliyetçi‐şovenist” “İlk Sırbistan” diye nitelenen Milošević’in “resmi” Sırbistanıyla taban tabana zıt “Öteki”, Batı yanlısı, sivil ve demokratik Sırbistan’ın tam alamıyla kendini gösterdiği andı. Bu “Öteki Sırbistan” 1990’lı yıllarda patlayan muhalif partiler ve STK sektöründen oluşuyordu, ancak siyasal açıdan bakıldığında epey büyük bir çeşitlilik gösteriyordu. Geleneksel liberallerden, Milošević’ten daha radikal olan milliyetçilere değin kesimleri kapsıyordu. Bu protestolar sonrası ve nihayetinde 2000 yılında gerçekleşen ve Milošević’in devrilmesiyle sonuçlanan “5 Ekim Devrimi”, Sırbistan’ın bu taban tabana zıt temsilcilerinin de aslında ötekilerin ayna görüntüleri olduğunu ve değişimin neredeyse her alanda yüzeysel kaldığını gösterdi: Aynı, suç sayılabilecek özelleştirme yöntemleri, çete tipi örgütlenmeler ve utanmazca yapılan sömürüler, Sırbistan’ın imajını AB ve “uluslararası toplum”a daha çekici göstermek üzere yapılan estetik cerrahinin altından kendini göstermeye devam etti. Sayı #1 104 İstisna ve Olağanüstü Hal Dušan Grlja [Kültür İşçileri]) adlı çalışma grubuna aitti. Grupta serginin tüm küratörleri de vardı ve 7 Şubat adlı bir gazete dahi çıkardılar. Kendilerini kültür işçileri8 olarak atamalarının akla getirdiği bariz sorunu bir kenara koyarsak – girişimin üyelerinden bazıları bir zamanlar veya hâlâ devlete bağlı çeşitli kültür kurumlarında yüksek pozisyonlarda bulunan insanlardı, örneğin aralarında bir Kültür Bakanlığı müsteşarı, Belgrad Üniversitesi Sanat Fakültesi Dekanı veya Güncel Sanat Müzesi baş küratörü de vardı – RUK gazetesine yöneltilen temel itiraz, serginin sorunlarını, Belgrad ve bu şehrin sanat ve kültür ortamı gibi son derece kısıtlı bir çerçeveyle sınırlamasıydı. Bu daraltma, editörlerin, sergiyi hâlâ açılacak gibi düşünmek ve sadece ve sadece vahşi açıl(may)ış olayına odaklanmak şeklindeki kararlarının bir sonucuydu.9 Bu şu anlama geliyordu: Serginin bu şekilde politikleşmesinde10 hayati bir önem taşıyan Novi Sad’daki olaylardan söz edilmemişti ve küratörlerin kafasındaki düşünce veya sanat işleri hakkında herhangi bir tartışma olamazdı, zira sergiyi kimse ziyaret edememişti. Olaya verilen eleştirel tepkilerin çoğu gibi RUK grubu ve gazetesinde, serginin kapatılması, yani açılamamasındaki en büyük suçlunun Sırp devleti ile onun hükümeti ve yönetimsel ve emniyet birimleri olduğu dile getirildi. Eleştiri hedefine Sırp devlet aygıtlarının tepkisini veya daha doğrusu tepkisizliğini alırken temel düşünce, sözlü veya fiziksel anlamda tehlike altında olan sanat(çılar)ın haklarının yetkililer tarafından korunması meselesine odaklandı.11 Bu, vatandaşlarının temel vatandaşlık haklarını sağlama ve koruma konusunda yetersiz kalan devlete yöneltilen bir itiraz oldu.12 Bunun nihai sonucu, tüm yapabileceğimizin, “normal” durumu ve sanatın özerkliğine saygı duyulduğu ve özerkliğinin resmi olarak kabul edildiği normatif koşulları yeniden sağlamaları için devlet aygıtlarına başvurmak ve harekete geçmelerini beklemek olduğudur. Dahası, Anayasa tarafından garanti altına alınan vatandaşlık haklarının uygulanmasına yapılan vurgu ve bunu yapmayan devlete yöneltilen eleştiri, RUK’u etkin bir şekilde hâkim politik ikiliğin bir tarafında konumlandırdı. Hatta bu gazetede yayımlanan yazılardan biri “ilerici” vatandaşları “gerici” olanlarla ilişkilendirdi.13 Bu “ilerici” ve “gerici” vatandaşlar arasındaki karşıtlık tamı tamına yukarıda söz edilen hâkim Sırp siyasi ikiliğini yansıtıyor ve dolayısıyla RUK’un, bırakın onu eleştirel anlamda ters yüz etmeyi, ondan kaçma konusundaki beceriksizliği ve nihayetinde yetersizliğini gösteriyor. Tüm bu nedenlerden dolayı RUK çabası – pek çok eleştirel tepkinin başına geldiği gibi – hâkim politikaların çeperlerinde kalıyor, asla gerçekte onu radikal bir şekilde sorgulamayı başaramıyor. Hâkim politikalar bu çabaları, aşırı milliyetçi grupları nasıl kullanıyorsa aynı şekilde kullanıyor: Sadece anayasal çerçevede işlevsel bir politik karşıtlık yaratmak, muhalif tarafları birbirine 8 Tam da “7 Şubat” gazetesinde, çeşitli alanlardan profesyonellerin etkinlikle ilgili görüşlerinin, etkinliğe gidip gitmediklerinin ve bunun nedenlerinin sorulduğu bir ankete yanıt verdikleri bir bölümde, Nebojša Milikić’in yönelttiği bir “sınıf temelli” eleştiri de yayımlandı. Milikić Belgrad’daki Rex adlı külür merkezinin program koordinatörü (bu merkez, B92 altında çalışıyor, B92 ise zamanında özelleştirilmiş olan bir Sırp medya kuruluşu, bugün en büyük kuruluşlardan biri.) Milikić şöyle diyor: “Kültür dünyasında çalışan bir grup yöneticinin kendilerine kültür işçisi demesi çok garip. Bu, burjuvazinin teatral bir şekilde işçi sınıfı kostümleri giymesi vakasıdır […]” (Nebojša Milikić, “Everyone speaks…” The 7th of February, s. 6 [İngilizce çevirisi Dušan Grlja’ya ait]). Bir kültür işçisi olarak imza atan Milikić’in kendisinin gözden kaçırdığı şey, kendi işçi taraftarlığının, tam da, yönetici sınıfa ayrılmış yapısal yerleri hali hazırda işgal etmek gibi günahlara tövbe etmek için kullanılan bir burjuva aygıtı olduğudur. 9 “Bu gazetenin ilk sayısı, kesintiye uğratılan sergi açılışı olayını, yanı sıra bunun ardında yatan politikaları gözler önüne serip analiz etmeyi amaçlıyor. Serginin boş mekanında geriye olay kaldı!” (“Why the Newspaper of Workers in Culture?” editoryal yazısı, The 7th of February, s. 1 [İngilizce çevirisi Dušan Grlja’ya ait]) 10 Aslında şayet Novi Sad’daki olaylar olmamış olsaydı, Kontekst’teki Belgrad sergisi büyük ihtimalle herhangi bir kesintiye uğratılmadan açılabilirdi – tıpkı Kontekst’in 2006’da, Kosovalı genç sanatçıların işlerini ilk defa sunmak üzere düzenlediği sergi gibi – zira bu tip etkinlikler marjinal görülür, önemli bir kamuoyu ilgisi çekmez ve neredeyse hiç dikkat çekmeden gelir giderler. 11 “Belki de KONTEKST Galeri’de olan olayı, içinde bulunduğumuz beyaz kübün duvarlarının artık güvenebileceğimiz bir sığınak olmayıp sanatsal ifade özgürülüğü hayali kurduğumuz hayali bir yer olduğu konusunda bizi uyaran bir alarm zilidir...” (Dejan Sretenović, “Alarmni signal” [“Alarm Zili”], The 7th of February, s. 5 [İngilizce çevirisi Dušan Grlja’ya ait]). 12 RUK gazetesinin editörleri şöyle açıklıyorlar: “Sanatın politik uzamı ortadan kaldırılmıştır ve Anasaya ile korunan düşünce ve ifade özgürlüğü yasaklanmıştır.” (“Why the Newspaper of Workers in Culture?” editoryal yazısı, The 7th of February, s. 1 [İngilizce çevirisi Dušan Grlja’ya ait]) “Şu andan itibaren Sırbistan vatandaşlarının insan hakları ve siyasal haklarının varlığının göstergesi bir şeyin varlığına bağlı: Exception sergisinin. Şayet bu sergi kapalı kalmaya devam ederse, apartheid ve iç savaş matrisi hala iktidarda ve onun vatandaşları da insan haklarından ve siyasal haklarından yoksun demektir.” (Branimir Stojanović, “Tamo gde je bio Šiptar biće savremena umetnost” [“Şiptar’ın Arnavut] Olduğu Yerde Güncel Sanat da Olacaktır”], The 7th of February, s. 3 [İngilizce çevirisi Dušan Grlja’ya ait]). 13 Bkz. Branimir Stojanović, a.g.e. Sayı #1 105 İstisna ve Olağanüstü Hal Dušan Grlja düşürmek ve bu çatışmayı, nihayetinde kendi dokunulmazlığını ve iktidarının devamını sağlamak üzere yönetmek için. Otoriteler bu tip “aşırı” grupların kamusal politika ortamına girmelerine, “halkın emprovize performansının [happening]” sahnelenmesine bir ortam yaratmak ve bunu, “kamuoyu iradesi”nin bir tezahürü olarak sunmak için izin verirler. Bu şekilde sadece omuz silkip, “Ne yapabiliriz? Bu açıkça anayasal yapımızın büyük bir parçasının iradesidir, ve biz de seçilmiş temsilcileri olarak buna saygı göstermek zorundayız,” diyebilecekleri bir ortam yaratırlar. Bu kesinlikle, “aşırı” gruplar karşısında devlet iktidarının görevden sakınması değildir, çünkü o iktidar mekanizmalarının zaten bir parçasını oluşturur. Öte yandan yetkililer, hareketlerini veya bir harekette bulunmamış olmalarını “uluslararası topluluk” nezdinde şöyle diyerek doğrulama ihtiyacı da duyarlar: “Biz AB entergrasyon politikalarını destekliyoruz ve tüm vatandaşlarımızın vatandaşlık haklarını koruma bağlamında Hukuk İdaresi taraftarıyız, ancak anayasamız kültürel anlamda biraz geri olduğu için hiçbir şey yapamıyoruz ve demokrasi kültürünün ve başka kültürlere ve hayat tarzlarına saygının insanlarımızda kök salması biraz vakit alacak.” Bu tam da, hâkim kültür politikalarının kısır döngüsünü tamamlayan şeydir, zira periferideki halkların “kültürleştirilmesi” için daha çok miktarda uluslararası fonun verilmesi, bunun sonucu olarak da resmi jeo‐politik gündemin uygulanması için bir gerekçe oluşturur. Olağanüstü Hal ve Kimlik Tabanlı Devletin Yükselişi Gazete, alt tarafında tek bir satır olan beyaz bir sayfayla bitiyor: “RUK grubu, sanatta olağanüstü halin başladığını düşünüyor!”14 Olağanüstü hali, temel açıklayıcı kavram olarak almak bu serginin açıl(ma)yışı hakkında kaleme alınan eleştirel yazıların çoğunda neredeyse zorunlu hale geldi.15 Bugün tüm modern devletler, mevcut toplumsal düzenin korunması veya düzen kaybolduysa yeniden kurulması için bazı olağanüstü önlemler alınmasını gerektiren anlar ve dönemlerin ortaya çıktığı durumların olduğunu kabul ediyor – doğal felaketler, sivil itaatsizlik, iç savaş veya savaş ilanı gibi. Öyleyse olağanüstü hal, hükümetin ilan ettiği ve kendi bazı normal işlevlerini askıya alabileceği, yürütmeyle ilgili gücünün yetki alanını genişletebileceği, sıkıyönetim ilan edebileceği, dolayısıyla fiilen anayasanın güvence altına aldığı özgürlükleri (özellikle de habeas corpus, yani ihzar emrini) durumdur. “Olağanüstü hal” terimi 9/11 olayları ve ardından, George W. Bush’un ilan ettiği “terörizmle savaş” ile birlikte (yeniden) küresel kabul gördü. Olağanüstü hal ABD’nin hem ülke içi hem uluslararası politikalarında kullandığı kalıcı bir aygıta dönüştüğü için, bu durumu eleştirenler, yine olağanüstü halin kalıcılaştığı başka bir tarihsel dönemle paralellikler kurdular: Adolf Hitler’in Weimar Almanyasında iktidara gelişi ve ardından gelen Nazi yönetimi dönemiyle. Hatta bazı kuramcılar, olağanüstü halin, demokratik hukuksal süreçlerin, özel gruplara karşı yöneltilen hukuk dışı devlet şiddeti lehine askıya alınmasıyla nitelenen bir yönetişim formu olarak ele alınmasını önerdi. Guantánamo, bu tip yönetişimin bariz bir örneğidir; oradaki uygulamalarda iş, “tehdit oluşturan unsurların” kovuşturulması ve hapse atılmasına kadar varıyor. Otoriteler bu tip “unsurları”n ellerinden hukuksal haklarını alıp onları – Fransız Devrimi’nden iyi bilinen bir terim kullanırsak – hors la loi [hukuk sisteminin dışında olma] durumuna sokuyorlar. Tam da devletin, belirli bireyler veya gruplar üzerinde uyguladığı bu hukuk dışı tecavüzler, “kutsal” insan hakları ihlallerine karşı post‐hümanist seslerin çıkmasına neden oldu. Eski Soğuk Savaş dönemi totaliteryanizmi neredeyse hiç vakit geçirmeden, bir kez daha bu işi görmek üzere göreve çağrıldı ve kendini eleştiri için kuramsal‐siyasal bir temel olarak sundu. Giorgio Agamben gibi son derece saygın bir radikal solcu bile bu perspektifi onaylıyor gibi görünüyor: “Modern totaliteryanizmi, sadece siyasi karşıtlarını değil, nüfusunun siyasal sisteme entegre olmaya direnç gösteren gruplarının bütününün, olağanüstü hal aracılığıyla elimine edilmesini mümkün kılan yasal bir iç savaş kurumu olarak tanımlayabiliriz. Böylece, kalıcı bir olağanüstü halin gönüllü olarak yaratılması (teknik anlamda ilan edilmiş olmasa da), demokratik diye adlandırılanlar dahil tüm 14 Schmitt’in, egemenliğin, bir olağanüstü hal ilan etme gücünden oluştuğunu söyleyen görüşünü takip ederek, babaerkil (veya hatta anaerkil) devlet figürü otoritesiyle özdeşleşen böyle hayali bir ifade bulma anını analiz etme işinin peşine düşülebilir. 15 “[S]erginin korunmayışı, Milošević’in 2000 yılında devrilmesinin ardından Sırbistan kamusal alanında var olan olağanüstü halin devamıdır.” (“Exception Proves to be a Rule: A Report by Eduard Freudmann and Ivana Marjanović” metninden.) Sayı #1 106 İstisna ve Olağanüstü Hal Dušan Grlja çağdaş devletlerin temel pratiklerinden biri haline geldi.”16 Dolayısıyla, olağanüstü hal ve onun yasallaşmış şiddet biçimi, Hukuk İdaresi’ni tehdit eder ve sivil toplumun özerkliğini ortadan kaldırır, oysa bunlar anayasal demokrasinin iki yüz yılında elde edilen en önemli iki kazanımdır. Söz konusu serginin açılmasını engelleyen olayın eleştirel çözümlemesinde bu olağanüstü hal nosyonunun kullanımının etrafını saran tüm o muamma, tam da hâkim kültürel‐siyasal gündemin kucak açtığı bir duruşa yol açıyor. Yerel demokrasilerin henüz – “medeni dünyadaki” liberal demokratik sistemlerin güya uzun zaman önce benimsediği – tolerans, rasyonel diyalog kültürü ve Hukuk İdaresi’ne ait gerçekten demokratik prosedürlerin kurulması konusunda gerekli olgunluğa erişmediği şeklindeki duruşu doğuruyor. Dolayısıyla bu duruş, periferideki devletlerin kültürel ve siyasal anlamda güya “geriden gelmeleri” durumunu yerleştirmeye ve nihayetinde de bu durumu sürekli kılmaya, dolayısıyla da Batılı “liberal demokrasilerin” tüm diğerleri için bir ölçü olmasına, büyük güçlerin kendilerini daha iyi hissetmesine hizmet ediyor. Halbuki herhangi bir anayasaya dayalı ulusal parlamenter demokrasi, bu “olağanüstü hal” denen şeyin aşağı yukarı gizli izlerini bünyesinde barındırır, zira bu, üzerinde çağdaş ulus‐devletin ve onun vatandaşlık ilkesinin yükseldiği dışlama politikalarının kurucu bir parçasıdır (buna yakın tarihten verilecek örnekler arasında Fransa’daki sans‐papier’ler veya coğrafi olarak daha yakın bir örnek vermek gerekirse, Slovenya’daki “silinenler” bulunuyor.) Eski Yugoslavya bölgesinde yeni kurulan ulus‐devletlerin ortaya çıkışı, güya sadece olağanüstü hal önlemleriyle çözülebilecek bir durumun içinden oldu. Kosova örneğinde, “Merciful Angel” [Şefkatli Melek] adı verilen NATO bombardımanı bu şekilde nitelenebilir, çünkü uluslararası hukuğun temel ilkelerinden birini, yani egemenlik ilkesini askıya almıştır. Dahası olağanüstü hal bu bölgede gerçekten kalıcı olma eğiliminde gibi görünüyor.17 Burada temel nokta, tüm bu yeni kurulan devletlerin etnik çoğunluk ilkesine dayanması – anayasal olarak Slovenya Slovenyalıların devleti, Hırvatistan Hırvatların devleti, Sırbistan Sırpların devleti vs. oldu – yani bu devletlerin hiçbirinin tüm vatandaşlarını, etnik kökenlerinden bağımsız olarak bünyesine alamaması. Bu ulus‐ devletlerin kimliğe dayalı devlet olarak adlandırılmasının tek nedeni de bu değil.18 Hiçbiri, etnik ve dinsel köken açısından homojen olmadığı için, her zaman hepsinin bünyesinde, mevcut siyasal ve yasal yapılara entegre edilmesi gereken veya aksi takdirde hors la loi ilan edilecek “ötekiler” – çeşitli azınlıklar – bulunuyor. Öyleyse bu “ötekiler”in seslerini duyurabilmeleri için ellerinde bulunan tek yol kendi özgül kimliklerine veya “kültür”lerine başvurmaktır. Hâkim söylemde kendilerini bir istisna olarak sunmayı başarabilirlerse, haklarının tanınması gereken özel bir azınlık olarak çokkültürcü “tanıma politikaları”nın kapsamına girmiş olurlar. Başaramazlarsa o zaman da sürekli olağanüstü halde olduğu gibi devletin hukuk dışı şiddetini çekmek zorunda kalırlar. “Varsayılan bir evrenselliğe öztabiyet başarılı olduğunda, tabi olan söylemin özgüllüğü kimlik haline gelir, böylece de kültürleştirme gerçekleşmiş olur. Kültürleştirme, aşırı bir toplumsallık halinin evcilleştirilmesi, kontrol altına alınması, ve indirgenmesidir. Bu operasyon başarısız olunca, aşırılık zaptedilemez hale gelir – o zaman gerekirse, meşru olmayan bir güç tarafından yasadışı ilan edilmelidir.”19 Bu serginin hakiki küresel bağlamını işte tam da bu kültürleştirme20 süreçleri oluşturdu. Kültürleştirme sadece siyasal mücadelelerin modern siyaset alanından sınırdışı edilip sağa sola 16 Giorgio Agamben, State of Exception [Olağanüstü Hal], The University of Chicago Press, Chicago, 2005, s. 5. Bkz. “İstisna Kaide Oluyor: Eduard Freudmann ve Ivana Marjanović’in Raporu”. 18 Bu argüman şu metinde geliştirilmiştir: Nikola Janović ve Rastko Močnik, “Three Nexal Registers: Identity, Peripheral Cultural Industry, Alternative Cultures”, a.g.e. 19 A.g.e., s.15. 20 Kültürleştirme [culturalisation] nosyonu temel olarak Boris Buden ve Rastko Močnik’in yazılarından sonra geçerlilik kazandı. “İlk bakışta kültür alanının acımasızca ekonomi alanı tarafından işgali gibi görünen şey; kültürün, metalaştırma mantığı tarafından yıkımı olarak görülen şey, aslında bir zamanlar toplumsal dayanışma mekanizmaları olan şeylerden geriye kalan, havada serbestçe uçuşan döküntülerin bir kolajı, bir Sargasso Denizi olarak özerk bir kültür alanı kurar. Serbest piyasa ekonomisi ve onun örgütlü baskı aygıtlarının (Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi) hücumu altında. Zaferle çıkan ekonomi ve yükselen kültürel çeşitliliğin arasında gerçekte yok olan şeyse siyaset alanıdır. Sonuç olarak zamanımızın en hayret verici sosyo‐yapısal olayı, ‘kültürel istisna’ savunucularının inanmamızı istediği gibi kültür alanının ekonomi alanı tarafından bastırılması (veya bunun olması tehdidi) değildir. Siyaset alanının yok oluşudur – veya daha doğrusu, toplum ‘yönetimi’nin çeşitli branşlarına dönüşmesidir. Siyasal partiler artık, toplumsal 17 Sayı #1 107 İstisna ve Olağanüstü Hal Dušan Grlja saçılmış birbirine rakip “kültürel seçenekler” alanına girmesi anlamına gelmiyor, “kültür” araçlarını, kültürün sözde şiddet içermeyen sembolik mekanizmalarını kullanarak çatışmaların çözümünde kullanmak üzere öğrenme, kabul etme ve uygulama anlamına da geliyor.21 Dolayısıyla kültürleştirme, günümüzün neo‐liberal kapitalist sisteminde önemli bir rol oynuyor: Çağdaş toplumsal çatışmaları yatıştırma ve nötralize etme rolünü. Serginin, insanların ilgi odağına taşımak istediği çatışmaları. İngilizceden çeviren: Çiçek Öztek grupları veya onların farz edilen çıkarlarını temsil etmiyorlar; hepsi sanki tek bir siyasal aygıtın fraksiyonları gibi el ele vermiş, toplumun tamamının yönetimine soyunmuş durumdalar. Yönetimsel aygıtlarla ve ‘yönetişim’ aygıtlarıyla kaynaşarak, bir toplumsal bütünsellik etkisi yaratıyorlar. […] [P]olitik ‘sorun’ların ‘kültürleştirilmesi’ kendilerinden yasal bir mevcudiyet esirgenen siyasal güçlerin verdiği yetersiz olsa da zorunlu bir tepki değil, tam da yasal siyasal aygıtın kendisinin dönüşümü tarafından kışkırtılan bir şeydir. Ve dolayısıyla da ‘üretken’dir. […]: Burada, bazı devletlerin (veya devlet olarak görülen bazı oluşumların) kendisinin salt ‘kültürel’ yapılar olarak var olmaları noktasına dek uzanan bir üretkenlikten söz ediyoruz.” (Nikola Janović ve Rastko Močnik, “Three Nexal Registers: Identity, Peripheral Cultural Industry, Alternative Cultures”. Bkz. http://www.pozitiv.si/petrovaradintribe/pages/Rastko‐Nikola‐PolicyBook%5B1%5D.doc, s. 11‐12). 21 “[K]ültürleştirme, basitçe siyasal meselelerin kültürel meselelere tercümesi olmaktan çok öte bir anlam taşıyor. Kültürleştirme aynı zamanda bir ‘kültür okulu’dur: Öznelerin, hâkim kültür için eğitilmeleri, yetiştirilmeleri ve beslenmeleri. Dolayısıyla ‘kültür’, ‘halk kitlelerinin’ veya daha uygun bir tabirle kapitalist düzenin öznelerinin (subject: İngilizcedeki hem özne hem teba anlamlarında) ideolojik eğitiminde veya daha doğru bir deyişle formasyonunda sadece bir andır (Almanca Bildung kelimesi hem eğitim hem formasyon anlamını kendinde barındırır). Tolerans kültürü, iletişim kültürü, çevre kültürü, dijital kültür vs. tüm bunlar yeni toplumsal okur‐yazarlığın neo‐liberal biçimleridir (Althusser’in savoir‐faire – doğru şeyi doğru şekilde yapma yetisi – kavramını hatırlayalım).” (Dušan Grlja ve Jelena Vesić, “The Neo‐ liberal Institution of Culture and the Critique of Culturalization”. Bkz. http://eipcp.net/transversal/0208/prelom/en) Sayı #1 108 “Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları” Sergisi ve Sergiye Yapılan Saldırı Üzerine Balca Ergener Evet, bizim anlamamızı anlatılar sağlayabilir. Gelgelelim, fotoğraflar da başka bir şey yapar: Hayaletler gibi üstümüze çöker ve etrafımızda dolanırlar. Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak İstanbul’da yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudilere karşı 6 ve 7 Eylül 1955’te büyük çaplı bir saldırı gerçekleşti.1 20‐30 kişilik gruplar halinde ve birbirleriyle bağlantı içinde hareket eden yaklaşık 100,000 kişi, İstanbul’da gayrimüslimlerin yoğunlukla yaşadığı ve çalıştığı birçok mahalle ve semtte2 şiddet eylemleri gerçekleştirdi. Önceden tedarik edilen çeşitli araç‐gereç (taşlar, kaldıraçlar, latalar, kürekler, testereler ve kaynak makineleri) kullanılarak, benzer yöntemlerle evler ve işyerleri yıkıp döküldü, yağmalandı; içlerindeki eşyalar parçalandı, sokaklara atıldı, taşıtların arkasında sürüklendi; kiliseler, cemaat okulları ve mezarlıklar tahrip edildi. Bu saldırı, gayrimüslimlerin, özellikle de Rum Ortodoks cemaatinin İstanbul’dan yurt dışına göç etmesinin en önemli nedenlerinden birini oluşturdu. Aynı tarihlerde İzmir’de Rumların iş yerlerine, evlerine, kiliselerine ve Yunanistan Konsolosluğu’na saldırılar düzenlendi ve Ankara’da öğrenci gösterileri yapıldı. Bu olayların 50. yıldönümüne denk gelen 6 Eylül 2005 tarihinde, İstanbul’da, Karşı Sanat Çalışmaları’nda3 “Tümamiral Fahri Çoker’in Arşivinden: Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları” adlı bir sergi açıldı. Sergide, olaylar sırasında çekilen ve ilk defa kamusal alanda gösterilen bir dizi fotoğrafın yanı sıra, olayların devlet yöneticileri ve destekledikleri kurumlar tarafından planlandığını gösteren çeşitli belgeler de yer alıyordu. Ayrıca, tarihçi Dilek Güven’in o sırada yayımlanan ve konuyu daha önce yapılan araştırmalardan çok daha geniş bir kapsamda, homojen ulus‐devletin inşası ve dönemin sosyo‐ekonomik politikaları çerçevesinde incelediği Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6‐7 Eylül Olayları başlıklı akademik çalışmasından alıntılanan bilgilere ve tanıklıklara yer veriliyordu. Sergi, açılış gününde 20‐30 kişilik bir grubun saldırısına uğradı. Galeriye giren saldırganlar böyle bir serginin yapılmasını protesto ederek kimi fotoğraflara yumurta attılar, kimi fotoğrafları yırtıp galeri penceresinden aşağı fırlattılar. Bu yazıda, daha önce çok az sayıda kişi tarafından görülen fotoğrafların bu sergi bağlamında, arşiv belgeleriyle ve Dilek Güven’in akademik çalışmasıyla birlikte ilk defa kamusal alanda gösterilmesinin ve sergiye yapılan saldırının anlamları üzerinde duracağım. Fotoğraflar, aynen yazılı belgeler gibi birer kanıt olarak değerlendirilebilirler, ki bu hiç de küçümsenecek bir işlev değildir; ancak bu fotoğrafları sergilemenin ve onlara bakmanın bunun ötesinde ne gibi anlamları ve işlevleri olabilir? Benim üzerinde durmak istediğim özellikle bununla ilgili sorular olacak. 6‐7 Eylül Olayları İstanbul’da gayrimüslimlere karşı bir eylem gerçekleşeceği konusunda dedikodular ve uyarılar olaylardan haftalar önce başlamıştı. 6 Eylül günü devlet radyosunda Mustafa Kemal’in Selanik’te doğduğu eve bombalı bir saldırı yapıldığı haberi verildi ve İstanbul Ekspres gazetesi bu haberi iki ayrı baskıyla duyurdu. (5 Eylül gecesi Selanik’te, Mustafa Kemal’in doğduğu evin yanındaki Türk Konsolosluğu’nun bahçesinde bir bomba patlamış ve camların kırılması dışında bir zarar vermemişti. Yunan makamları patlamayla ilgili Selanik’te devlet bursuyla hukuk eğitimi alan Milli Emniyet Hizmetleri (MAH) üyesi Oktay Engin’i ve konsolosluk bekçisini tutukladı ve haklarında dava açtı. Başkonsolos ve vekili ise patlamayı teşvik etmek ve talimat vermek ile suçlandı.)4 1 Olaylarla ilgili aktardığım tüm bilgiler için Dilek Güven’in konuyla ilgili araştırmasına başvurdum: Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında 6‐7 Eylül Olayları (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005). 2 Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı, Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy ve Adalar. 3 Bkz. http://www.karsi.com/ 4 Dilek Güven Yunan makamlarının söz konusu dört kişi hakkında dava açması üzerine yaşanan gelişmeleri şöyle anlatıyor: “17 Temmuz 1956’da, Atina’daki Türk büyükelçisinin, Selanik’teki Türk Konsolosluğu ile İstanbul’daki Yunan Konsolosluğunun kapatılacağı tehdidinde bulunması üzerine, başkonsolos ve vekiline karşı açılan dava düşürüldü; Uçar ve Sayı #1 109 “Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları” Sergisi ve Sergiye Yapılan Saldırı Üzerine Balca Ergener Öğleden sonra, Taksim’de, “Kıbrıs’taki Türk azınlığı Birleşmiş Milletler ve diğer örgütler karşısında savunmak ve tüm ülkede protesto eylemleri düzenlemek amacıyla” kurulan ve hükümet tarafından desteklenen Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin (KTC) ve ilişkide olduğu öğrenci birliklerinin davetiyle bir protesto mitingi düzenlendi.5 Mitingin ardından İstanbul’un çeşitli mahallelerinde önceden tespit edilmiş ve bazıları işaretlenmiş mekânlara saldırılar başladı. Saldırganların arasında İstanbul’da yaşayanların yanı sıra şehir dışından getirilenler de bulunuyordu, ve saldırganların Kıbrıs sorununu ve “gayrimüslim antipatisini” kullanarak tahrik ettikleri halk da eylemlere katılıyordu. Polis ise olaylara seyirci kalmış, kolaylıkla önleyebileceği durumlarda bile müdahale etmemiş, hatta bazen saldırıları desteklemiş ve yardım etmiştir. İstanbul’da, “mahkeme zabıtlarına göre 4214 ev, 1004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar vb. yerlerin bulunduğu 5317 mekân saldırıya uğramıştır.” 6 Hırsızlık, yaralama ve öldürme vakalarının saldırıların boyutu göz önünde bulundurulduğunda görece az sayıda olması, saldırganların bu eylemlerden kaçınmak üzere talimat almış olmalarıyla açıklanmaktadır. Sayıları 300‐600 civarında ve içinde saldırganların da olduğu yaralıların, Helsinki Watch raporuna göre 15, Türkiye basınına göre 11 can kaybının yanı sıra (rapor edilmiş) 60 tecavüz vakası vardır. Olaylar, 6 Eylül gecesi ilan edilen örfi idare ile bastırılmaya çalışılmıştır. (Saldırılar, ertesi günlerde çeşitli yerlerde devam etmiştir.) Üç ilde, bir şekilde olaylara karışmış olan çeşitli kişiler tutuklanmış ve bu amaçla İstanbul’da kurulan üç, diğer illerde kurulan birer askeri mahkemede kapalı duruşmalarda yargılanmışlardır. 1956 yılının sonunda ise tutuklananların çoğu serbest bırakılmıştır. Dönemin başbakanı Adnan Menderes, ilk açıklamalarında, 6 ve 7 Eylül’de İstanbul ve İzmir’de meydana gelen şiddet olaylarının, basında yer alan iki habere verilen vatansever ve “spontane” bir tepki olduğunu öne sürdü. Bunlardan birincisi Mustafa Kemal’in evinin bombalanması ile ilgili haberdi. İkinci olarak ise, Hürriyet gazetesinde Kıbrıs’ta Rumlar’ın Türkler’e karşı bir saldırı planlamakta olduğu haberine yer verilmiş ve “İstanbul’da saldırabileceğimiz yeteri kadar Rumun yaşadığı” yazılmıştı.7 Menderes, hükümetin gösterilerin planlandığından haberdar olmasına karşın, böyle büyük bir tepkiyi beklemediklerini de eklemiştir. Daha sonra ise, hükümet tarafından olayların suçu “komünist kışkırtıcılara” atılmış ve 7 Eylül günü olaylarla hiçbir ilgisi olmayan, sol eğilimli faaliyetleri olduğu gerekçesiyle takip edilen ve keyfi hazırlanmış bir şüpheliler listesinde bulunan 48 kişi bu sebeple tutuklanmış, yıl sonuna kadar serbest bırakılmamışlardır. Dilek Güven kitabında 6‐7 Eylül Olayları’nın dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, içlerinde Adnan Menderes’in de bulunduğu Demokrat Parti üyeleri, Milli Emniyet Hizmetleri, Kıbrıs Türktür Cemiyeti ile hükümet ve devlet tarafından yönlendirilen öğrenci birlikleri ve işçi sendikaları tarafından organize edilip gerçekleştirildiğini, kanıtlara ve tanıklıklara dayanarak anlatır. İstanbul’da yapılan mahkemelerde hükümet ve MAH üyeleri saldırılar için suçlanmamış ve tutuklanan KTC üyeleri de beraat etmiştir. 1960 askeri darbesinden sonra yapılan Yassıada Mahkemeleri’nde ise sadece Bayar, Menderes ve Dışişleri Bakanı Zorlu diğer suçlamaların yanında olayları teşvik etmek suçuyla mahkum edilmiştir. Güven, devletin ve DP’nin olayları organize etme sebeplerinden biri olarak, aynı tarihte İngiltere’de yapılmakta olan Kıbrıs görüşmelerine işaret eder; bu görüşmelerde, Türk tarafının desteklenmesi için Türkiye’den gelecek bir “tepkiye ihtiyaç duyulmuştur.” Ayrıca DP’nin, iç politikada ve ekonomide yaşadığı zorluklar nedeniyle dikkatleri dış politikaya çekmekten ve sıkı yönetim ve sansür yoluyla denetimini sıkılaştırmaktan çıkarı olduğunu belirtir. Ancak Güven, dönemin sosyo‐ekonomik ve siyasi koşullarına dayanan bir açıklamanın yeterli olmadığını savunur; bu yüzden 6‐7 Eylül Olayları’nı Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren gayrimüslimlere karşı uygulanan politikaların bir devamı olarak inceler ve homojen bir ulus‐devlet ve milli bir burjuva sınıfı yaratma çabaları bağlamında ele alır. Bu sayede Engin de geçici olarak serbest bırakıldılar. Oktay Engin’e, eylemi karşılığında mali yardım ve mevki sözü verilmişti. Komotini / Gümülcine’deki Türk konsolosunun yardımıyla, Engin, 22 Eylül 1956 günü Türkiye’ye getirildi. Başbakan Adnan Menderes ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ın şahsi talimatlarıyla Engin, 1956 yılı sonunda belediyede bir işe yerleştirildi. MAH için çeşitli görevler üstlendikten sonra ise, Nevşehir’e önce kaymakam, sonra da vali oldu.” (Güven, s.71‐72) Konsolos Mehmet Ali Balin, vekili Mehmet Ali Tekinalp, Oktay Engin ve konsolosluk bekçisi Hasan Uçar Yassıada Mahkemeleri’nde “bomba temin etmek ve Selanik’teki başkonsolosluğun bahçesinde patlamaya neden olmakla suçlandılar” fakat suçsuz bulundular. 5 Güven, s. 57. 6 6‐7 Eylül Olayları Fotoğraflar‐Belgeler Fahri Çoker Arşivi (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005), s. ix. 7 Güven, s. 3. Sayı #1 110 “Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları” Sergisi ve Sergiye Yapılan Saldırı Üzerine Balca Ergener 6‐7 Eylül, darbeyle devrilen ve daha sonra mahkum edilen DP’nin gerçekleştirdiği münferit bir olay olmaktan çıkar, ve olayın gayrimüslimlerin ve azınlıkların maruz kaldığı ayrımcılık ve asimilasyon politikalarının diğer örnekleriyle ilişkilendirilmesi mümkün olur. Sergi Karşı Sanat Çalışmaları’nda düzenlenen sergide, 6‐7 Eylül Olayları’ndan hemen sonra İstanbul’da kurulan üç askeri mahkemeden biri olan Beyoğlu Bölgesi Sıkıyönetim Mahkemesi’nde başhakimlik yapan merhum Emekli Tümamiral Fahri Çoker’in Tarih Vakfı’na bağışladığı, ancak kendi ölümünden sonra yayımlanmasını vasiyet ettiği özel arşivinde bulunan ve daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olan fotoğraflardan derlenmiş bir seçki yer alıyordu. Orijinalleri siyah‐beyaz baskı olan fotoğraflar, Karşı Sanat Çalışmaları tarafından büyütülerek tekrar basılmıştı. Sergiyle eş zamanlı olarak, (Dilek Güven’in kendi kitabının yanı sıra) Fahri Çoker’in biyografisinin ve Vakfa bağışladığı tüm fotoğraf ve belgelerin Dilek Güven’in önsözüyle sunulduğu, 6‐7 Eylül Olayları Fotoğraflar‐Belgeler Fahri Çoker Arşivi adlı kitap Tarih Vakfı tarafından yayımlandı. Sergi; Dilek Güven, Karşı Sanat Çalışmaları ve Tarih Vakfı işbirliğiyle ve Dr. Ayhan Aktar, Helsinki Yurttaşlar Derneği ve İnsan Yerleşimleri Derneği’nin desteğiyle hazırlandı. Güven, doktora tezi için yaptığı araştırma sırasında Tarih Vakfı arşivinde bulunan bu fotoğraflar üzerine çalışmış ve birçoğunun çekildikleri yerleri belirlemişti. Fotoğrafların yayımlandığı kitapta bu bilgilere yer verildi. Kendisiyle yaptığım mülakatta, bu sergiyi düzenlemek istemesindeki en önemli nedenin, kamusal alanda sergileyerek bu fotoğrafların varlığını ortaya çıkartmak ve dolayısıyla herhangi bir şekilde “yok olmalarını” engellemek olduğunu söyledi. Bu ifşa etme ve başkalarını tanık olmaya davet ederek fotoğrafların örtbas edilmelerini önleme arzusunun, sergiye yapılan saldırının olası anlamları üzerine düşünmek açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Sergiye yapılan saldırı 2005 yılında açılan sergiye yapılan saldırı, açıkça 6‐7 Eylül Olayları ile benzerlikler taşımaktadır.8 Serginin açılış tarihinden önce Valilik izni alınmış, o zaman Elhamra Pasajı’nın üçüncü katında bulunan galerinin karşısındaki St. Antuan Kilisesi’nin önüne iki yüz kadar polis yerleştirilmiş ve mekânın içerisinde sivil polisler görevlendirilmişti. Açılıştan iki saat önce Kemal Kerinçsiz9, yanında ellerinde kalın ahşap sopalı küçük Türk bayrakları taşıyan iki genç ile birlikte sergi mekânına geldi, “teftiş etti” ve çıktı. Açılış sırasında gerginlik, iki kişinin, sergide olayların yanlış aktarıldığını, Kıbrıs’ta, Batı Trakya’da ve Girit’te Türklere yapılanların anlatılmadığını bağıra bağıra orada bulunanlara ve gazetecilere söylemesi ve şiirler okumasıyla başladı. Daha sonra, aralarında 8 Saldırı konusunda aktardıklarım Karşı Sanat Çalışmaları yöneticisi Feyyaz Yaman’ın anlatısına dayanmaktadır. Kemal Kerinçsiz şu anda Ergenekon davası kapsamında “örgüt üyeliği”, “halkı silahla isyana teşvik etmek” gibi suçlarla yargılanmaktadır. Kendisi aynı zamanda aynı davada Danıştay ve Cumhuriyet Gazetesi’ne yapılan saldırıları planlamaktan yargılanan emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin’in avukatıdır. Kerinçsiz’in “eylemlerinden” bazıları şöyledir: “Ekim 2005’te Kerinçsiz, Hrant Dink'e ‘Türklüğe hakaret’ten verilen cezayı alt sınırdan olduğu için temyiz etti. Orhan Pamuk hakkında ‘orduyu aşağıladığı’ gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. ‘Patrikhane Yunanistan'a kampanyasının içinde yer aldı. Aralık 2005’te Kerinçsiz'in şikayeti üzerine gazeteciler İsmet Berkan, Erol Katırcıoğlu, Murat Belge, Haluk Şahin ve Hasan Cemal hakkında dava açıldı. Hrant Dink, Aydın Engin, Serkis Seropyan ve Arat Dink hakkında da aynı nedenle dava açıldı. Pamuk hakkında açılan davanın duruşmasında ‘misyoner çocukları’ pankartı açıldı. Ocak 2006’da içinde Kerinçsiz'in de bulunduğu grup Fener Rum Patrikhanesi ve Haliç'te yapılan ‘haç atma’ törenlerini protesto etti. ‘Patrik defol’, ‘İstanbul Türk'tür, Türk kalacak’ sloganları atıldı. Haziran 2006’da Kerinçsiz'in suç duyurusu üzerine yazar Elif Şafak hakkında ‘Türklüğü aşağılamak’tan dava açıldı. Ermeni Genel Patriği 2. Karekin'in Heybeliada'yı ziyaretini protesto etmek isteyen Kerinçsiz ve grubundan bir kişi yaşlı bir kadına saldırdı. Temmuz 2006’da TESEV'in göç toplantısında beraberindeki kişilerin şiddet uygulamasını izleyen Kerinçsiz ‘TESEV'in bu toplantıda ettiği sözler PKK örgütünün beyanatıyla aynı. Doğal olarak vatandaşın tepkisi haklı bir tepkidir’ dedi.” (Erhan Üstündağ, “Kerinçsiz İlk Kez ‘Etnik Ayrımcılığın’ Hesabını Verecek”, Bianet, 28 Temmuz 2008, http://bianet.org/bianet/siyaset/108635‐kerincsiz‐ilk‐kez‐etnik‐ayrimciligin‐hesabini‐verecek adresinden erişilebilir [13 Ağustos 2009].) Ayrıca, “2005 Mayıs'ta yapılması planlanırken Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in sert tepkisiyle 23 Eylül'e ertelenen ‘İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri’ konferansını mahkeme kararıyla yasaklatan hukukçu olarak tanındı.” (Nilüfer Zengin, “Bir Hukukçunun Milliyetçi Olarak Portresi: Kemal Kerinçsiz”, Bianet, 23 Ocak 2008, http://bianet.org/bianet/siyaset/104360‐bir‐hukukcunun‐milliyetci‐olarak‐portresi‐kemal‐kerincsiz adresinden erişilebilir [13 Ağustos 2009].) 9 Sayı #1 111 “Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları” Sergisi ve Sergiye Yapılan Saldırı Üzerine Balca Ergener Ramazan Kırkık10 ve İstanbul Ülkü Ocakları eski başkanlarından Levent Temiz’in11 de bulunduğu yaklaşık 20‐30 kişilik bir grup ana salona girdi, "Türkiye Türktür, Türk kalacak", "hainlere ölüm", "ya sev ya terk et", "neden Kıbrıs'taki fotoğrafları değil de, bu fotoğrafları asıyorsunuz", "Atatürk'ün evini yakanları savunmayın" gibi sloganlar atmaya, bildiri dağıtmaya ve fotoğraflara yumurta atmaya başladı.12 Sergi düzenleyicileri, iki kişi içeride bağırarak konuşma yapmaya başladığı andan itibaren sivil polisleri uyarmış ancak bir önlem alınmamış; saldırganlar fotoğrafları yırtmaya ve pencerelerden atmaya başladığında balkonda bulunan ziyaretçiler aşağıdaki polis ekiplerine haber verdiyse de polis ancak yaklaşık on beş dakika sonra yukarı çıkmış ve saldırganları dağıtabilmiştir. Karşı Sanat Çalışmaları Yöneticisi Feyyaz Yaman, o akşam ve daha sonra, dört kez karakol ve adliyelerde ifade vermiş, gözaltına alınan üç kişiyi teşhis etmiştir. Buna rağmen, sadece mülke saldırmak suçuyla açılmış olan dava, saldırıya katılmayan bir sanıkla sonuçsuz bir şekilde devam etmektedir. Bu dava sonuçlanmadan yeni bir dava açılmasının da hukuken imkânı yoktur. Yaptığımız görüşmelerde Dilek Güven, Feyyaz Yaman ve açılışta olaylara tanıklık etmiş olan (Türkiye’de Rumca yayımlanan Apoyevmatini gazetesinin editörü) Mihail Vasiliadis saldırgan grubun küçüklüğü ve sergiye verilen kamusal desteğin yoğunluğundan dolayı o sırada saldırıyı fazla ciddiye almadıklarını söylediler. Sonuçta, sergi çok sayıda kişi tarafından ziyaret edilmiş, ziyaret defterine düzenleyicilere teşekkür edilen yazılar yazılmış, medyada sergiyle ilgili birçok haber yapılmış ve saldırı kınanmıştı. Dilek Güven kendisi için en ilginç olanın, ana akım gazeteler dahil basında olayların, kendi kitabında açıkladığı gibi, devlet, MAH ve hükümet desteğiyle organize edilmiş olduğunun ilk defa yazılması olduğunu söyledi. Saldırının ise özellikle serginin somut içeriğine yönelmediği, sadece gayrimüslimleri ilgilendiren bir sergi olduğu için buna benzer birçok etkinliği basan saldırganlar tarafından düzenlenmiş olduğu aşikârdı. Fotoğraf reprodüksiyonlarına zarar veren bu saldırının elli yıl önce gerçekleşen olayların küçük çaplı ve temsili bir yeniden canlandırması olduğunu düşünebiliriz. Sergi mekânının fotoğrafların birçoğunun çekildiği ve en büyük tahribatın yaşandığı yerlerden biri olan İstiklal Caddesi’nde bulunması da bu etkiyi güçlendiriyordu. Saldırının temsili niteliği, birkaç gün sonra yerlerine asılan yeni baskıların önünde bir basın toplantısı düzenleyen fotoğrafçılar ve Plastik Sanatçılar Derneği üyelerinin eylemiyle de vurgulandı.13 10 “Kırkık, daha önce Halka ve Olaylara Tercüman gazetesinde yer alan habere göre, sergi ve panelin kışkırtma amaçlı olduğunu belirtmiş, ‘Soros destekli bu vakıf, 1955'te yaşanan olayları saptırıp ülkede yeni bir tartışma yaratmak istiyor. Amaçları, Rumların hakkını aramak, Türklerin barbar olduğunu ispatlamak, tazminat ödenmesini sağlamak. Kısacası, ülkede yeni bir tartışma yaratmak. Biz bu sergi ve panele de tepki gösteriyoruz’ demişti. Aynı habere göre, Kırkık'ın üyesi olduğu Türkiye Sivil Toplum Kuruluşları Birliği, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, YÖK Başkanı ve Vakıflar Genel Müdürü'ne mektup göndermiş ve serginin/panelin iptalini istemişti.” (Kemal Özmen, “6‐7 Eylül Sergisine Saldırdılar”, Bianet, 6 Eylül 2005, http://www.bianet.org/bianet/insan‐haklari/66620‐6‐7‐eylul‐sergisine‐saldirdilar adresinden erişilebilir [13 Ağustos 2009].) Kırkık, 12 Eylül 2005’te İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen “50. Yılında 6‐ 7 Eylül Olayları” başlıklı panele de müdahele etmişti. Kırkık’ın katıldığı diğer eylemler arasında, 6 Temmuz 2004’te Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı'nın (TESEV) Zorunlu Göçle Yüzleşmek: Türkiye'de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşası kitabının tanıtımına yapılan saldırı yer alıyor. Kırkık Kerinçsiz’le beraber “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” başlıklı konferansı engellemeye çalışanlar arasında da yer alıyordu. 11 “... Levent Temiz, 26 Şubat 2004'te Agos gazetesi önünde yapılan eylemde, ‘Hrant Dink, bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir’ sloganları atmıştı.” (“Dink Uzun Yıllar Veli Küçük’ün Hedefindeymiş...”, Bianet, 27 Mart 2009, http://www.bianet.org/bianet/ifade‐ozgurlugu/113444‐dink‐uzun‐yillar‐veli‐kucukun‐hedefindeymis adresinden ulaşılabilir [13 Ağustos 2009].) Levent Temiz şu anda Ergenekon davası kapsamında “Silahlı terör örgütüne üye olma; bir adet ateşli silah ve mutat sayıdaki mermileri bulundurmak” suçlarından yargılanyor. (“Ergenekon’da Kim Neyle Suçlanıyor?”, Bianet, 26 Mart 2009, http://www.bianet.org/bianet/insan‐haklari/113395‐ergenekonda‐kim‐neyle‐ suclaniyor adresinden ulaşılabilir [13 Ağustos 2009].) 12 Kemal Özmen, “6‐7 Eylül Sergisine Saldırdılar”, Bianet, 6 Eylül 2005, http://www.bianet.org/bianet/insan‐haklari/66620‐ 6‐7‐eylul‐sergisine‐saldirdilar adresinden erişilebilir [13 Ağustos 2009]. 13 Saldırıya tepki veren en kalabalık grup bir bildiri altına imza atan 424 fotoğrafçıydı. Bildirinin hazırlanmasına önayak olan ve basın toplantısında konuşan fotoğrafçı Özcan Yurdalan’la konuştuğumda, fotoğrafçıların bağlı oldukları gruplar yoluyla değil teker teker itirazlarını dile getirmeleri gerektiğini düşündüklerini ve bu şekilde bir tepkinin kendi söz ve itirazlarını ifade etmek için kullandıkları bir alanı korumak için önemli olduğunu söyledi. Bildiride ise fotoğrafların “vicdanları uyandıran” ve gösterdikleri “organize vahşet ve saldırganlığı” hatırlamamızı sağlayan işlevlerinden bahsediliyor ve “tek‐ kimlikli” bir toplum yaratma politikalarına, şiddete ve baskıya karşı çıkılıyordu. Bildiri metnine şu adresten ulaşılabilir: http://www.fotografvakfi.org/turkce/haberlist.asp?haber_id=139 Yakın zamanda Özcan Yurdalan’ın da dahil olduğu Fotoğraf Vakfı ve Galata Fotoğrafhanesi, benzer bir tepkiyi 6. UFAT Fotoğraf Günleri’nde açılan 8 Mart Kadınlar Günü ve Yerel Seçimler konulu sergilere jandarma tarafından yapılan Sayı #1 112 “Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları” Sergisi ve Sergiye Yapılan Saldırı Üzerine Balca Ergener Fotoğraflar Fotoğrafların kendilerine gelince, yukarıda da bahsettiğim gibi bu fotoğrafları çok özel kılan, şimdiye kadar yayımlanan fotoğraflardan farklı olarak 6‐7 Eylül’den sonra ortaya çıkan yıkım manzarasının yanı sıra, başlangıcından itibaren olayların tezahürünü gösteriyor olmalarıdır. Fotoğraflar, gösterdikleri şeylerin çekildikleri anda varlığına dair “çürütülemez” birer kanıt oluştururlar. Çünkü her fotoğraf, içeriğinin film veya dijital malzeme üzerinde bıraktığı “doğal” izlerden oluşur – insan bedenleri ve nesnelerden yansıyan ışığın yarattığı izler – ve bu işlem deklanşöre bastıktan sonra fotoğrafçının müdahale edemediği bir süreç sonunda gerçekleşir.14 Sergide yer alan fotoğraflar da hem 6‐7 Eylül’de gerçekleşen saldırıları şimdiye kadar yapılmaya çalışıldığı gibi inkâr edilemez kılar hem de saldırıların suçlularını belirlemeye yarayacak önemli birer kanıt niteliği taşırlar. 6 Eylül 1955 akşamı ilan edilen sıkıyönetimle beraber, bir kısmı Milli Emniyet Hizmetleri, bir kısmı da ulusal ve uluslararası gazete muhabirleri tarafından çekilen bu fotoğrafların basında yayımlanması yasaklanmış, yurt içi ve yurt dışı dolaşımı engellenmişti. Fotoğraflar daha sonra emniyet ve mahkemeler tarafından bazı saldırganların tespit edilerek tutuklanması için kullanılmışlardır. Fotoğrafların üstlerindeki işaretler ve arkalarında bulunan ve kitapta alıntılanan “X Cihangir’de şoför Aziz’in oğlu” gibi notlar da bunu gösterir.15 Fakat daha önemlisi fotoğraflar, tek tek saldırganları teşhis etmeyi mümkün kılmaktan öte, olayların organize edilişinde devlet ve devlet destekli kurumların rolünü kanıtlayacak detaylar içerirler. Karşı Sanat’ta yapılacak sergi için arşivdeki 246 fotoğraf arasından bir seçki derlenirken de olayların gelişimini kronolojik olarak gösterecek ve olayların organize edilmiş olduğunu kanıtlayan fotoğrafların seçilmesine özen gösterilmiştir. Sergide (ve yayımlanan kitapta) yer alan fotoğraf dizisi, öğrenci gruplarının ellerinde bayraklarla ve “Kıbrıs Türk’tür” yazan pankartlarla Taksim civarında toplanmaları ile başlar.16 Yaklaşık kırk kişinin konuşmalar yaptığı görünür. Aynı kişilerin birkaç farklı yerde konuşmalar yaptığı belgelenmiştir. Daha sonra Dilek Güven’in çalışmasında “kışkırtıcılar” olarak adlandırdığı, ellerinde bayraklar, pankartlar ve Atatürk ve Celal Bayar portreleriyle halkı saldırılara katılmaya çağıran grupların eylemlerini görürüz. Bu durumda insanların, dükkanlarının ve mallarının (örneğin arabalarının) tahrip edilmesini önlemek için bayrak veya Kıbrıs Türk’tür pankartları veya işyeri sahibinin Müslüman olduğunu belirten yazılar astıkları görülür. Dilek Güven’e göre saldırıları gösteren fotoğraflarla ilgili şu üç nokta çok önemlidir: işyerlerine girilip her şeyin tıpatıp aynı araç gereç ve yöntemlerle tahrip edildiğinin ve polisin pasifliğinin belgelenmiş olması ve saldırganların kıyafetlerinden birçok kişinin şehir dışından getirildiğinin anlaşılması. Şık kıyafetli kadınların saldırganlar arasında bulunmasının nedeniyle ilgili soruma ise bu kadınların kıyafetlerinden o sırada tiyatrodan veya sinemadan çıktıkları ve yağmayı görünce katılmaya karar verdiklerinin anlaşılabileceğini söyledi.17 Bu, saldırı için önceden hazırlanmayan, talimat almayan halkın verdiği farklı tepkilerden biridir; kimi eline baltaları alıp yağmalamaya başlamış, kimi komşularına yardım etmeye çalışmıştır. Fotoğrafların belgelediği ve izleyici üzerinde yarattıkları dehşet duygusunun başlıca nedenlerinden birini oluşturan diğer bir olgu da saldırganların yüzlerindeki coşku ve memnuniyet ifadeleri ve fotoğraflarının çekildiğini anlayınca poz vermeleridir. Bu durumun bir cinnet anına tanıklık ettiğimizi fark ettiriyor olması şeklindeki bir yorum, yetersiz kalır kanımca. Susan Sontag, Ebu Garip hapishanesinde Amerikan askerlerinin Iraklı tutuklulara işkence yaparken çektikleri fotoğraflar hakkında yazarken, bu fotoğrafların gösterdiği vahşetin, fotoğrafların çekilmesinden ve müdahaleyi ve okul yönetimi tarafından verilen kapatma kararını protesto etmek için gösterdi. Bkz. http://www.fotografvakfi.org/turkce/haberlist.asp?haber_id=226 14 Bkz. John Berger, Jean Mohr, Anlatmanın Başka Bir Biçimi (İstanbul: AgoraKitaplığı, 2007). 15 6‐7 Eylül Olayları Fotoğraflar‐Belgeler Fahri Çoker Arşivi, s. x. 16 Bu açıklamalar 6‐7 Eylül Olayları Fotoğraflar‐Belgeler Fahri Çoker Arşivi adlı kitapta da bulunabilir. 17 Fatih Özgüven sergiyle ilgili “Beyoğlu Nostaljisinin Çöküşü...” başlıklı yazısında, bu fotoğraflarla insanların şık giyinmeden çıkmadığı Beyoğlu nostaljisinin “tepetaklak olduğunu” yazar. Radikal, 15 Eylül 2009. Yazıya şu adresten ulaşılabilir: http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=757386&Yazar=FAT%DDH%20%D6ZG%DCV EN&Date=16.02.2009 Sayı #1 113 “Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları” Sergisi ve Sergiye Yapılan Saldırı Üzerine Balca Ergener Amerikan askerlerinin meslektaşlarına poz vermesinden ayrılamayacağını söyler.18 Böyle bir şeyin fotoğraf tarihinde ender olduğunu, örneğin İkinci Dünya Savaşı’nda, Rusya’da ve Polonya’da gerçekleştirdikleri zulmün fotoğraflarını çeken Alman askerlerinin kendilerinin de yer aldığı fotoğrafların çok nadir olduğunu söyler. Ebu Garip hapishanesindeki işkence fotoğrafları ile Amerika’da 1880‐1930 yılları arasında linç edilen siyahların asılan bedenlerinin önünde poz veren beyaz Amerikalıların fotoğrafları arasında bir benzerlik kurar: “Linç fotoğrafları, katılanların yaptıkları konusunda kendilerini tamamen haklı gördükleri kolektif bir eylemin hatıralarıdır. Ebu Garip fotoğrafları da öyle.”19 Karşı Sanat’ta sergilenen fotoğraflar için de benzer bir yorum yapılabilir diye düşünüyorum – her ne kadar vahşetin boyutu farklı olsa ve bu fotoğraflarda saldırıya uğrayanlar gözükmese de. Yaptığımız mülakatta Mihail Vasiliadis’in de dediği gibi bu fotoğraflar, saldırganların “vatani görevlerini” yerine getirdiklerini, yaptıkları işin doğruluğuna dair herhangi bir şüphe duymadıklarını gösterirler; buna işaret ederler. Tüm bu nedenlerden ötürü, Fahri Çoker’in Tarih Vakfı’na bağışladığı fotoğraf arşivi önemli tarihsel belgeler barındırır. Ancak, bunları ve diğer belgeleri – birer tarihsel belge niteliğinde oldukları için – kamusallaştırmanın, göstermenin veya yayımlamanın politik bir eylem olmadığı şeklindeki bir yorum, bu sergi (ve kitaplar) yoluyla bugün hakikatle ve geçmişle kurulmaya çalışan ilişkiyi göz ardı edecektir. Bu bakışa göre, sanki bu sergi yoluyla geçmiş tüm şeffaflığıyla gözlerimizin önümüze serilir ve sergiyi hazırlayanlar ve ziyaretçiler pasif izleyicilere dönüşürler; belgeler ve fotoğraflar nesnel özelliklere sahip objeler olarak, yine nesnel bilgilerin toplamı olan tarihin içinde kendi kendilerine yerlerini alırlar. Böylece 6‐7 Eylül’ün de tarih içinde yer almasını sağlarlar. Halbuki, arşivde yer alan fotoğraf ve belgeler kendi kendilerine bir anlatı kuramaz. Bu nedenle, sergide Dilek Güven’in olayları yeniden kurgulaması ve geri planını farklı kurumların politikaları bağlamında incelemesine dayanılarak oluşturulan bir çerçeve içinde sunulmaları, 6‐7 Eylül’ün etrafındaki muğlaklığı giderme ve olayları anlamlandırmaya çalışma konusunda bir adım atılmasını sağlamıştır. Resmi tarihte yer almayan, inkâr edilen ve hâlâ yaşayan birçok tanığı olmasına rağmen konuşulmayan 6‐7 Eylül Olayları, bu şekilde, fotoğrafların ve tanıklıkların da gücüne başvurularak hatırlatılmış/hatırlanmış ve konuşulmuştur. Ayrıca, bu sergiyle birlikte söz konusu fotoğraf ve belgeler kamusallaştırılarak, Türkiye’de birçok arşivde olduğu gibi, kilit altında kalmaları veya “yok olmaları” engellenmiştir. Sergiye yapılan saldırı ise devletle el birliği içinde örtbas edilmeye devam edilmesi beklenen bir suça dair kanıtların ortaya çıkarılmasına, sessizliğin bozulmasına karşı bir tepkidir. Serginin amacını ve sergiye yapılan saldırıyı anlamakta, Meltem Ahıska’nın, Türkiye’de iktidarın hafıza ve tarihle ilişkisine dair yaptığı tartışmanın ve bu açıdan arşivlerin sunduğu imkânı sorunsallaştırmasının yardımcı olabileceğini düşünüyorum.20 Ahıska, arşivlerin modern ulus‐ devletlerin oluşumuyla beraber hafıza kayıtlarının saklandığı ve kamusallaştırıldığı yerler olarak ortaya çıktığını ve geçmişin tarihin kurgulanmasında başvurulacak “nesnel ve otantik bir alan” olarak kurulmasını mümkün kıldıklarını yazar. Pozitivist tarihçiler ve devletler tarafından arşivlerin barındırdığı kayıtların şeffaf ve tarafsız belgeler olarak varsayılması sayesinde “iktidar ve hakikat arasındaki mesafe yakınlaştırılır”. Arşivler, ulus‐devletler tarafından (düzenlenerek, sınıflandırılarak ve belirli şekillerde kamusallaştırılarak) resmi‐tarihin kurgulanması, geçmişin ve bugünün idare edilmesi ve bugünün meşrulaştırılması için araçsallaştırılırlar. Ancak, geçmişin izlerini saklayan arşivler, tarihin kurgulanması için “nesnel bir alan” sunsa da, tarih içindeki genelleştirme arşivleri oluşturan kayıtların tekilliklerini hiçbir zaman tam olarak kapsayamaz. Arşivler, farklı bağlamlarda farklı anlamlar oluşturmak üzere kullanılabilirler; ve neyin saklanıp neyin saklanmadığı, neyin ne şekilde ve nasıl bir anlatı içinde kamusallaştırıldığı, arşivleri her zaman “bugünü ve geleceği ilgilendiren politik bir mücadelenin alanı” haline getirir. Ahıska’ya göre tarih, tekillikleri “genel bir düzlemin” içine yerleştirme, böylece görelileştirme ve geçmişe bugünü “baskıya almayacak şekilde” bir yer açma imkânı sağlayabilir; hafıza ise, tekil 18 Susan Sontag, “Regarding the Torture of Others”, The New York Times, 23 Mayıs 2004, http://www.nytimes.com/2004/05/23/magazine/23PRISONS.html adresinden ulaşılabilir [14 Ağustos 2009]. 19 A.g.e. 20 Meltem Ahıska, “Arşiv Korkusu ve Karakaplı Nizami Bey: Türkiye’de Tarih, Hafıza ve İktidar”, Türkiye’de İktidarı Yeniden Düşünmek içinde, der. K. Murat Güney (İstanbul: Varlık Yayınları, 2009), s. 59‐93. Sayı #1 114 “Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları” Sergisi ve Sergiye Yapılan Saldırı Üzerine Balca Ergener deneyimleri bugünü anlamlandırmak için çağırmayı mümkün kılar ve arşivler tam da bu dolayımı kurabilirler: “Tarih, tekil deneyimlerin birbiriyle ilişkisini kurabilecek genel bir düzlem sağlar ama ancak bugün içindeki hafıza tarafından sahiplenildiğinde yaşayan bir güç haline gelir.”21 Arşivlerin barındırdığı tekil ve öznel hafızalar, “ötekilerin sesleri”, “farklı adalet talepleri resmi‐tarihi zorlayacak bir anlatıya dönüştürülebilir. Arşivlerin çoğunlukla tahrip edildiği, kamusallaştırılmadığı ve yok olmaya terk edildiği Türkiye’de ise, Ahıska’ya göre, iktidarın bugünü ve geçmişi idare etme yöntemi iki farklı hakikat düzeninin kurulması ve korunması üzerinden işler: “görünürde” ve “göstermelik” olan ve “yabancılara” sunulan ile devlet ve vatandaşlar arasında paylaşılan sırlar, “örtük” bilgiler, davranışlar ve imkânlar; bir başka deyişle, tekillikleri içermeyen “taşlaşmış” hakikat ile bunu bozmadan etrafından dolaşabilecek pratikler. Tekil olan genele uymadığı sürece kabul görmez, “görünür ve yaşanır olan” resmi kayıtlara ve kurallara uymadığı sürece kanıt sayılmaz; ama söylenmeden, göstermeden yapılanlara yer vardır, ve bu bir sır olarak paylaşılır. Devletin kendisi de, “derin devlet” yoluyla resmi hakikatin aslında göstermelik olduğu bilgisinin üzerine kurulan bu ek düzen içinde iktidarını uygular. Bu amaçla arşivlerin tahrip edilmesi ise hafızanın gücünü kaybetmesini sağlar: Arşivler bugünün sorularına yanıt veremez hale gelecek şekilde tahrip edildiğinde, hafızalarımız da sakatlanıyor; artık “başkalarıyla” ve onların acılarıyla ilişkiye geçip görelileşemez, tarih duygusunun geniş evrenine erişemez hale geliyor. Bir başka deyişle hafızaya, tarih içinde bir yer ve hak verilmemiş oluyor. Hatırlama edimi tarihi temellük edemediğinde hafıza da kamusal bir anlam ve itibar kazanamıyor; tam tersine, aynen arşivler gibi şaibeli ve harcanabilir kılınıyor.22 Bir arşiv kaydı olarak fotoğrafa geri dönecek olursak, 20. yüzyılın başlarında fotoğraf teknolojisinin gelişmesinden beri dünyada neredeyse (bilinen) bütün toplumsal “olayların” ve trajedilerin gazeteciler, belgesel fotoğrafçılar, denetim sistemleri veya amatörler tarafından çekilen fotografik kayıtları mevcuttur. Bunlar çeşitli yayın organları tarafından aktarılır ve çeşitli kurumlarda arşivlenirler. Ayrıca fotoğraflar, özellikle de çarpıcı ve şok edici olanlar (ki çoğu zaman fotoğrafın dolaşıma girebilmesi için bu niteliğe sahip olması beklenir) hafızalarda kalıcı imgeler oluştururlar ve tarihi olaylar çoğu zaman çokça yayınlanmış fotoğraflarla hatırlanır.23 Fakat, bu noktada hem Susan Sontag’ın hem de John Berger’in bir iletişim aracı olarak fotoğraf üzerine yazdıklarını, Ahıska’nın arşivlerin farklı kurgulamaları mümkün kılacak şekilde düzenlenebileceği yorumuyla ilişkilendirerek dikkate almak gerekir.24 Fotoğraflar bize içeriklerini anlamamız konusunda fazla yardımcı olamazlar. Çünkü bize geçmişte gerçekleşen bir şeyin sadece (anlık) bir görüntüsünü sunarlar. İçeriklerini zamansal süreklilikten ve gerçekleştiği bağlamdan kopartırlar. Bu nedenle belirsiz ve çok anlamlıdırlar; bizi görünenin ötesini hayal etmeye, spekülasyon yapmaya davet ederler. Fotoğrafların yanlarında yer alan metinler ve gösterildikleri bağlam ise bu çoğul anlamlar kümesini küçültür ve izleyicileri fotoğrafları nasıl anlamaları gerektiği konusunda yönlendirir. Açıktır ki, söz konusu olan acının, vahşetin, savaşın, yoksulluğun fotoğrafları olduğunda “gerçek”, fotoğrafların gösterdiğinden çok daha karmaşıktır. Gördüğümüzü ve fotoğrafların kanıtladığı şeyleri anlamaya çalışmak, bu gösterilen olgulara kimlerin sebep olduğunu ve çoğu zaman da devletlerin şiddet araçlarının ve yöntemlerinin rolünü kavramayı gerektirir. Böyle bir sorgulama yapılmadığında fotoğraflar sadece insan doğasının ve hayatın kötü ve acı verici yanlarını hatırlatan 21 A.g.e., s. 89. A.g.e., s. 80. 23 Örneğin Susan Sontag’ın verdiği örnekteki gibi, nasıl İspanya İç Savaşı’ndan haberdar olan herkes Robert Capa’nın bir Cumhuriyetçi askerin ölüm anını yakaladığı ünlü fotoğrafı zihninde canlandırabiliyorsa, bu yazının konusu olan sergideki fotoğrafların ortaya çıkmasından önce, 6‐7 Eylül Olayları’ndan bahsedildiğinde de zihinlerde İstiklal Caddesi üzerine yığılmış kumaş ve eşya yığınları canlanıyordu sanırım. Sontag’a göre bunun nedenlerinden biri, fotoğrafların bize “(...) enformasyonla dolup taşan bir çağda, bir şeyi kavramanın hızlı bir yolunu ve onu hatırda tutmanın yoğlunlaşmış bir formunu” sunmalarıdır. (Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak [İstanbul: Agora Kitaplığı, 2003], s. 21‐22.) 24 Bkz. Susan Sontag, Fotoğraf Üzerine (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008) ve John Berger, Jean Mohr, Anlatmanın Başka Bir Biçimi (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2007). 22 Sayı #1 115 “Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları” Sergisi ve Sergiye Yapılan Saldırı Üzerine Balca Ergener bir başka imgeye dönüşebilirler. (Aslında Sontag’a göre, birçok fotoğrafın akıbeti budur. Olanlar ve nedenleri unutulur, geriye hafızalarda sabitlenmiş imgeler kalır.25) Tüm bu nedenlerle, Karşı Sanat Çalışmaları’nda düzenlenen sergide fotoğrafların, belgelerin ve sözlü tanıklıkların Dilek Güven’in araştırmasıyla beraber sunulmasının (ve 6‐7 Eylül Olayları Fotoğraflar‐Belgeler Fahri Çoker Arşivi başlıklı kitabın Güven’in sunuşuyla beraber yayımlanmasının) çok önemli olduğunu düşünüyorum. Fotoğraflar bizi gösterdikleri deneyimi paylaşmaya davet ediyorlarmış hissini uyandırsalar da ancak farklı bir bağlamda ve belirli bir mesafeden, deneyimin kısıtlı bir görünümünü izlememizi mümkün kılarlar. Fakat aynı zamanda uzak bir geçmişte ve yerde kaldığı düşünülen olayları bir parça yakınlaştırır, tanıdıklaştırır ve böylece şimdiyle ilişkilendirilmelerini kolaylaştırabilirler. Mihail Vasiliadis, 6‐7 Eylül Olayları’na İstanbul’da tanıklık ettiği için sergide yer alan fotoğrafların kendi üzerinde büyük bir etkisi olmadığını, fakat o gün saldırıya uğrayan ve saldırganların öldürmemek üstüne talimat aldıklarını da bilmedikleri için evleri, işyerleri ve diğer şeyleriyle beraber hayatlarını kaybedeceklerini zanneden insanların korkularını biraz olsun tahayyül etmeye yarayabileceğini söyledi. Fotoğraflar ve sözlü tanıklıklar, saldırıya maruz kalanların ve o gün yaşananlara tanıklık edenlerin deneyimlerini duymamızı ve biraz olsun hayal edebilmemizi mümkün kılarken, kitap, fotoğraflarda ve belgelerde bulunan kanıtlarla desteklenerek tüm bunları anlamlandıracak bir çerçeve sunar. Böylece sergi mekânı politikleşir çünkü, yukarıda Sontag’a göndermeyle anlatmaya çalıştığım gibi, yoksulluk, acı ve vahşet fotoğrafları, sık sık yapıldığı gibi, bir sergi mekânında böyle bir çerçeve sunulmaksızın gösterildiğinde fotoğraflar karşısında (bu çerçeveye önceden sahip olmayan) izleyicinin tepkisi çoğu zaman duygulanmak ve üzülmekten öteye geçemez. Sontag, eğer fotoğrafına baktığımız acıya, adaletsizliğe hemen müdahale etme şansımız yoksa, fotoğrafların gösterdikleri geçmişte kalmışsa (veya olduğumuz yerden uzakta gerçekleşiyorsa) bunun ne anlamı vardır, diye sorar. Cevabı, düşünmektir; tüm bunların yaşandığı ve yaşanmaya devam ettiği bir dünyada yaşadığımızın farkında olmak, teşhir edilen suçlara sebep olanlar ve bunların nasıl durdulabileceği üzerine düşünmek. Aynı, bu yazının konusunu oluşturan sergide olduğu gibi, geçmiş bir olayla ilgili yeni fotoğrafların ortaya çıkması ile ilgili şöyle yazar: “(...) fotoğraflar, o zamana kadar bilinmeyen fotoğrafların gün ışığına çıkmasının harekete geçirdiği şok dalgalarıyla birlikte, daha uzak geçmişe bakışımızın kurulmasına (ve gözden geçirilmesine) katkıda bulunurlar. Herkesin bildiği fotoğraflar, artık bir toplumun hakkında düşünmeyi seçtiği ya da düşünmeyi seçtiğini ilan ettiği şeylerin bütünleyici bir parçasıdır.”26 “Ellinci Yılında 6‐7 Eylül Olayları” sergisinin amacının tam da bu olduğunu söyleyebiliriz. Bu sergi ve benzer etkinliklerin (“İmparatorluğun Son Döneminde Osmanlı Ermenileri Konferansı” ve Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) tarafından hazırlanan Zorunlu Göç ile Yüzleşmek kitabının basın toplantısı gibi) maruz kaldığı saldırıların amacının da bunu önlemek olduğu açıktır. Fakat saldırı yönteminin fotoğrafları tahrip etmek olması, saldırının Ahıska’nın bahsettiği ikili hakikat düzenini korumaya yönelik olduğunu daha da belirginleştirir sanırım. Birer kanıt olarak fotoğraflar. olanların inkâr edilmesini imkânsızlaştırdığı için fotoğraflara saldırıldığını düşünebiliriz, ama aslında bir kere kamusal alanda ortaya çıktıktan sonra tahrip edilmeleri birer kanıt olarak çürütülmelerini sağlamaz. Bu durumda daha az kişi tarafından görülmelerini bile sağlamaz çünkü orijinalleri tahrip edilmediği için sonsuz sayıda çoğaltılabilirler – hatta şimdi bazıları internette yayınlanarak sınırları çizilemeyecek bir dolaşım ağına girdiler. Dolayısıyla, fotoğrafların baskılarına zarar vermek, milli bir sırra ihanet edenlere savrulan bir tehdittir. Gücünü, iktidarın kurduğu hakikati ve resmi‐tarihi arşivlerin ve hafızaların değiştirmeyeceği şekilde koruma kararlılığından alır. Aynı, saldırganların "Atatürk'ün evini yakanları savunmayın" diye bağırarak, 6‐7 Eylül Olayları’nı teşvik etmek ve haklı çıkarmak için planlanan eyleme gönderme yapmaları gibi. 25 “Fotoğraflardaki suçlamaların özgüllüğü, eninde sonunda yok olup gider; belirli bir çatışmanın mahkum edilmesi ve bazı suçların açıkça teşhir edilmesi, bir aşamadan sonra, insanın zalimliğinin, genelde insanın vahşi yanının mahkum edilmesine dönecektir.” (Başkalarının Acısına Bakmak, s.122.) 26 A.g.e., s. 86. Sayı #1 116 !"#"$%&'($')%**! +(,-)%&./.#"% % "#$%&'!()*+&+,(%!%+-./&#$)#-!0+&#!1'%'&#$#%!21#3)#45!0#!)#!267-8*&5!9':#;'0&#!;#-'/&#-/'4!9#-#;9#&! 7$*;(/! #&#-'-'-! 9(0#9#&! +&#-&#! (&(4%(9(! 9+-! )<-*/)*%(! =#>'! ;#$;'4/#&#$'-! 6*;($)(3(! 0+3.-/#0&#! )#?#! =($! <-*/! %#>#-/'4! 6<$7-70+$@! A+%9#-&'! 0'&&#$'-! (%(-8(! 0#$'9'-)#%(! 7$*;(/&*$(! 6<$7-7$! =($! =(1(/)*!%#$#%;*$(>*!*)*-!9(0#9#&!;+-.-!97$)7$7&*=(&/*9(!%+-.9.-)#!#&#-'-!9+-!)<-*/)*!0#4#)'3'! 0#B'9#&!)*3(4(/&*$(-!9+-.8.-)#!8())(!9+$.-&#$!+$;#0#!1'%/'4!6<$7-70+$@!C*&($&(!=($!;.;#$&'&'3#!9#?(B! 9#-#;1'! )(>(&(/&*$(-)*-! =#?9*;/*-(-! D*! =($&(%;*&(%! 7>*$(-*! %.$.&.! 1#&'4/#! =(1(/&*$(! +&.4;.$/#-'-! 6()*$*%! >+$'3'! =($! )<-*/)*! 9(0#9#&&'%&#! (&(4%(! %.$.&#-! >*/(-! 7>*$(-)*! )*! %#0/#&#$! 0#4#-'0+$@! E$+-+&+,(%!=#%'4'-!6*;($)(3(!6*-*&&*/*!D*!(-)($6*/*!$(9%&*$(-(!6<>*!#&'B!%#0)'!=($#>!6*$(0*!9#$#$#%! =#4&#/#0#!1#&'4#8#3'/@!1!!! ! F7$%(0*G)*! 67-7/7>)*%(! 7$*;(/(! 4*%(&&*-)($*-! 9#-#;9#&! %#D$#0'4'-! 6<$9*&! )(&(-(! 9*%9*-&(! 0'&&#$)#! ?#>'$&#/'4H! )*-*09*&&(3*! >*/(-! #1/'4! 9#-#;1'&#$'-! :+$/#90+-&#$'-#! =#%'&)'3'-)#! B*%! 1+3.-.-! 0*;/(4&*$)*! %(;&*9*&&(%! %#>#-/'4! 9+90#&! ?#$*%*;&(&(%&*$*! =($! 4*%(&)*! %#;'&/'4! +&).3.H! )#?#! 1+%! 7-(D*$9(;*! (1(-)*%(! <$67;&*-/*&*$)*! =#4&#-'&#-! B+&(;(%! :##&(0*;&*$(-! )#?#! 9+-$#! 1*4(;&(! <$67;&*/*&*$*! .>#-)'3'! 6<$7&70+$@! C.-.-! 0#-'-)#! =.! ;7$! =#3&#$'-! IJ! K0&7&G7! (>&*0*-! ;$#D/#;(%! %+B.4.-! *$;*9(-*! ;#4'-/#)'3'H! 9(0#9#&&'3'-! 9(&#?! >+$.0&#! #9%'0#! #&'-)'3'! =($! +$;#/)#! =($! 6$.B! 9#-#;1'-'-! 0#$#;'8'! *-*$,(&*$(! 9#-#;#! )#($! *B(9;*/+&+,(%! 0*-(&(%&*$(! (-8*&*/*0*! %#-#&(>*! *;;(%&*$(! 9<0&*-*=(&($! 9#-'$'/@! C*&%(! )*! %#$4''&#-! 1*4(;&(! 1'%'49'>&'%&#$'-! *$;*9(-)*! ;#>*! =($! =#4&#-6'1! #$#0'4'0&#!6($(4(&/(4!+&#-!=(1(/9*&! )*-*0&*$H!C#;'G)#!)#?#!<-8*%(! )<-*/&*$)*!0*$&*4(%&(%!%#>#-/'4! +&#-!E#D$#/9#&!L#-#;!D*!M$;*!N+D*$#!6(=(!#%'/&#$'!;#-'/#!D*!0#-';!D*$/*!1#=#9'0&#!4*%(&&*-/(4;(@! A#$=*! (&*! =($&(%;*! 6*&*-! =707%! ;$#D/#-'-! 0#! )#! 67-8*&! 9(0#9#&! +$;#/#! #(;! ;#$;'4/#&#$'-! B*%! %.&&#-'&/#)'3'H!0#!)#!*-!:#>&#!)+�'/�#$#%!(4&*-)(3(!9<0&*-*=(&($!9#-'$'/@!! ! A#$=*-(-! 0#$#;;'3'! D#%./! (1(-)*! 9<>! #&/#-'-! >+$&.3.! 0#-'-)#! =*&($&*0(8(! +&#-! 4*0&*$)*-! =($(! )*H! 9*%9*-&(!0'&&#$#!#(;!)*-*09*&!9#-#;!#$#0'4&#$'-'-!+!)<-*/)*H!%7$*9*&!)7>&*/)*!+&).3.!6(=(H!07%9*%! /+)*$-(>/(-! 9#-#;#! =(1;(3(! 1*$1*D*)*-! O0#! )#! =.! 1*$1*D*0*! ).0.&#-! %#$4'P9#-#;! ;*B%(&*$(-)*-H! %.$./! *&*4;($(9(-)*-Q! ?*-7>! .>#%/#/'4! +&/#9')'$@! C.! 1*$1*D*! (1(-)*! 9(0#9#&! #&#-! (&*! %7&;7$*&! #&#-! #$#9'-)#! :#>&#! 6*1(4/*! +&/#/#9'! 6*$*%;(3(-*H! 9#-#;'-! #-8#%! %*-)(! =(&(49*&P*9;*;(%! .-9.$&#$'! 7>*$(-)*! 0+3.-#$#%! (&*$&*/*! 6<9;*$*=(&*8*3(-*! D*! +$;#0#! %+0).3.! 0*-(&(%&*$(! %#)*/*&(! +&#$#%! ;+B&./9#&&'3#!0#0#=(&*8*3(-*!D*!=($!%7&;7$*&!#;'&'/!0#$#;#=(&*8*3(-*!(-#-1!).0.&).3.-.!?#;'$&#/#%! &#>'/@! C.-#! 6<$*H! 9#-#;! 9(0#9#&&'3'-! )'4'-)#! )*3*$&*$! 7$*;*$*%H! =#4%#! =($! #&*/(-H! D#$+&.4.-! +&#=(&($&(3(-*! (4#$*;! *)*$*%! 9(0#9#&&'3#! *;%(! *)*8*%;($@! L(0#9#&&'3#! =#4D.$.&).3.! ).$./&#$)#! )#! 8+3$#:(!/*%R-&#$'-!D*!=*&($&(!=#3&#/&#$'-!<>67&&737S9B*9(:(%&(3(-)*!4*%(&!#&#-!9+/.;!9+$.-&#$!0*$(-*! *3$*;(&*/*&*$*H! 8+3$#:0#! D*! =#3&#/'-! 79;7-*! 1'%#-! =($! 9(/6*8(&(3*! =#4D.$.#%;'$@! T$-*3(-! IJ! K0&7&! 8.-;#9'-'-! #8'/#9'>&'3'-#! ,*-*$(%! -(;*&(%;*! =($! *&*%;$(%&(! ()#/! 9#-)#&0*9(-(-! 6<$7-;797! #$#8'&'3'0&#! )*3(-(&*8*%;($H! 0#! )#! )($*-(4! 6<9;*$6*9(! +&#$#%! %+)&#-#-! 6$*D! 1#)'$&#$'! 9+0.;&#-/'4! 716*-&*$! =(1(/(-)*! ;.D#&! 07>*0&*$(-)*! 0*$! ##%;'$! U0#-(H! ?*$?#-6(! =($! 8+3$#:0#)#! (4&*$&(%! D*! #-'&'$&'%! %#>#-#=(&*8*%H! .&.9&#$#$#9'&'%! <&1*3(-*! %#$4'&'%! 6*&*8*%! =($! (%+-+6$#:0#! (&*! %.$.#%;'$! =.!9(0#9#&!=#3@!C($#>!9B*%7&#;(:!=(1(/)*!0*$*&! =#3&#/#!)#($!)+3$.)#-!.-9.$&#$'-!%.&&#-'&/#9'-'-H! *D$*-9*&!9#-#;!)(&(!+&#$#%!6<$7&*-!)7>&*/!(1(-)*!;#4$#&'&'%!=*&($;(9(!+&#$#%!#&6'&#-#=(&*8*3(-*!0<-*&(%! =($!;*)($6(-&(%;*-!)*!=#?9*)(&*=(&($!=*&%(@!! ! A+%9#-&'! 0'&&#$&#! =($&(%;*! 9#-#;! B$#;(3(-)*! 9(0#9#&! +&#-'-! %.&&#-'/'! %+-.9.-)#%(! 9#%'-'/! +$;#)#-! %#&%/#0#! =#4&#)'@! T-8*&(%&*! ! 9(0#9#&! 67-)*/(-! ;*%$#$! '9'-/#0#! =#4&#/#9'H! V./?.$(0*;! ;#$(?(! =+0.-8#! 0#! )#! )#?#! 0+3.-! =(1(/)*! 8.-;#! )<-*/(-)*! )+-).$.*&*-! =#>'! ;*/*&! 6*$(&(/&*$(-! 6<$7-7$&7%!%#>#-/#9'H!=.-#!B#$#&*&!+&#$#%!(19#D#4!)+>.-#!%#)#$!07%9*&*-H!67-)*&(%!0#4#/#!;*9($! *)*-! 4())*;! 0+3.-&.3.H! #$;'%! =#4%#! =($! ;+B&./9#&! /#->#$#! +$;#0#! %+0/#0#! =#4&#/'4;'@! W()*$*%! )#?#! 0#%'8'! =(1(/)*! ?(99*)(&*-! 9#-8'&#$'-! %7&;7$*&! 7$*;(/! #&#-'-#! 0#-9'/#9'-#H! 9#-#;;#! 9(0#9#&! +&#-'-! )(&*! 6*;($(&/*9(-)*! )#?#! 87$$*;&(! )#D$#-'&/#9'-#! <$-*%! ;*4%(&! *)*8*%! B$#;(%&*$! +$;#0#! %+-/#%;#0)'! #$;'%@! X#-(! 9(0#9#&/#0'! ;*;(%&*0*-! =($! #8(&(0*;! ).06.9.! ?#9'&! +&/.4;.! F7$%(0*! <>*&(-)*@! A*D&*;! 9+90#&(>/(-(-! 1<>7&747! 97$*8(-)*! 0#4#-#-! ?#$*%*;&(&(%&*$H! 9+&! )747-8*0*! D*! /#%$+PB+&(;(%! B$+,*&*$*! )#($! ;#$;'4/#&#$! D*! )#?#! 9+/.;! )7>*0)*! E#$#)*-(>! ?#D>#9'! *;$#:'-)#! 9*$=*9;!%#&#-!*-*$,(&*$!)*!=<0&*9(!#1'&'/&#$'!=*9&*0*-!=($!%+-,+-%;7$*&!>*/(-!0#$#;/'4;'@!! I !C.!/*;(-!)#?#!<-8*!M>$#!F7>7-+3&.G-.-!*)(;<$&737-)*!?#>'$&#-#-!!"#$%&%'()*+,"-(./+/0(=#4&'%&'!9*1%()*!0*$!#&/'4! /*;-(-!0*-()*-!1#&'4'&/'4!?#&()($Y!Z.;&*;![?$#1!"#>	'!L#-#;H!\#0'9!J]]^H!_9;#-=.&@( !"#$%&'% ''(% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% ! C.-.-!0#-'-)#H!9#-#;!;#$(?9*&!=($!B*$9B*%;(:;*-!=#%'&)'3'-)#!07%9*%P/+)*$-(>/*!;*B%(!6<9;*$*$*%! 9#-#;!B$#;(3(-)*!/*%R-'H!/*%R-9#&!+&#-'!<-*!1'%#$#-!)#/#$'-!6()*$*%!671&*-)(3(!D*!)+%9#-&'!0'&&#$! (&*!=*$#=*$!/*%R-9#&&'%!D.$6.9.-.-!8+3$#:0#P%7&;7$!D*!%(/&(%!;*/#&#$'-#!=(;(4;(3(!6<$7&/*%;*0)(@! E.4%.9.>! )<-*/(-! %.$#/9#&! #1'&'/&#$'0&#! 0#%'-! =(1(/)*! (&(4%(&(! +&#-! =.! B*$9B*%;(:! )*3(4(/(! 0.$;)'4'-)#!+%./#%;#!+&#-!=#>'!6*-1!9#-#;1'&#$!7>*$(-)*!*;%(&*$!='$#%/'4;'@!\*%R-9#&&'3'!0*-()*-! )747-/*0(!9#3�#-!*-9;#Z+-!:+$/#;'-'!<-*!1'%#$;;'%&#$'!=($!)(>(!1#&'4/#)#!0.$)#!6*$(!)<-*-!=.! 6*-1! 9#-#;1'&#$! 7&%*-(-! %#)*$(-(! *&(-)*! ;.;#-! /(&(;#$(9;H! )*D&*;1(! D*! #;#*$%(&! 0#B'0'! 1*%(-8*9(>8*! *&*4;($/*0*H!F7$%(0*G-(-!;#$(?(-*H!0#%'-!6*1/(4(-*!0#!)#!=.67-7-*!)#($!6<9;*$6*&*$(!;*$*))7;97>! =(1(/)*! (4&*$(-*! ;#4'/#0#H! 67-)*/)*%(! 0#! )#! 6(>(&! =(1(/)*! 9#-8'0#-! 9+$.-&#$#! )*3(-/*0*! =#4&#/'4&#$)'@!KD$*-9*&&(%!D.$6.&.!.&.9&#$P#$#9'8'&'3'-H!0*$*&!=#3&#/'!()*#&!.&.9!;*/9(&(-*!(-)($6*0*-! 0#! )#! +! =#3&#/'! #4/#! ())(#9'-'! ;#4'0#-H! `=.$#)#-G&'%! %.&&#-'/'-)#! =($! ;7$! ;#4$#&'&'%! $(9%(! 6<$*-! B*$9B*%;(:(! 0*$(-*H! (1(-)*! =.&.-.&#-! 8+3$#:0#P%7&;7$! (&*! )()(4*-H! +-.! 07>*0*! 1'%#$#-! (4&*$! 1'%/#%;#0)'!#$;'%@!\(&(;#$(>/(-!B#$&#/*-;*$!)*/+%$#9(!7>*$(-)*%(!;*9($(-(-!;#?%(/!*)(&)(3(H! :#$%&'! /(&&(0*;1(&(%! ;7$&*$(-(-! *4>#/#-&'! =(1(/)*! >*/(-! 6*-(4&*;;(3(H! )*D&*;! *&(0&*! <$67;&*-*-! 4())*;(-! %(;&*&*$! ;#$#:'-)#-! )#! (19*&&*4;($(&)(3(! D*! 4())*;(-! 6*-*&! #-&#/)#! 67-)*&(%&*4;(3(H! (-#-)'$'8'&'3'-'! 0(;($/*0*!=#4�#-!B$+;+;(B&*4;($(&/(4!0.$;;#4!%(/&(3(-(-!#=97$)&*4*-!=($!79&.B&#!*/B+>*!*)(&)(3(H! .&.9#&!(%+-&#$'-!#=#$;'&'!=($!4*%(&)*!:*;(4&*4;($(&)(3(H!#;#*$%(&!)*3*$&*$(-!6*-(4&*/*%;*!+&#-!(&*;(4(/!D*! B+B7&*$!%7&;7$!%#-#&&#$'-#!#)#B;*!*)(&)(3(!=($!+$;#/)#!?#0%'$/#-'-H!%#$4'!9<>!7$*;/*-(-!+	'!=($! >*/(-(!+&#$#%!6<$7&/74;7!6*-(4&*/*%;*!+&#-!=.!9#-#;9#&!(:#)*!#&#-'@!a*$?#-6(!=($!%#$(0*$!.:%.-.-! 9<>%+-.9.! +&/#)'3'H! ;#/! ;*$9(-*! 0#&-'>&'%;#-! =#4%#! =($! 4*0! D##)! *;/*0*-H! 7$*;(&*-! (4&*$(! 6<9;*$*8*%!%.$./&#$'-!)#?(!%';!+&).3.H!D*!9+-$#)#-!())(#!*)(&*8*3(!6(=(!=#;')#-!6*&*-!=($!=#%'4'-! /#-(B7Z+-.-.-!:#&#-!)#!9<>%+-.9.!+&/#)'3'!=($!)<-*/)*!0#4#-/#%;#0)'!=.!6*-(4&*/*@!! ! C.! ;7$! =($! #-;(P/(&&(0*;1(H! #-;(P/(&(;#$(9;! D*! #-;(P)*D&*;1(! ;#D'$H! *-;*&*%;7*&! #-&#/)#! #%#)*/(%! +$;#/)#-! 1'%O#$;'&Q'B! 0#0'-! )7-0#9'-#! 6*1*-! O)*$6(&*$! D*! 0#0'-*D&*$(Q! 9+&P*-;*&*%;7*&! )#/#$)#-! =*9&*-/*%;*0)(@!C($!\#0'9&#$'-!0*-()*-!/*0)#-&#$#!;#4'-/#9'H!T3$*-8(!E++$)(-#90+-.!<$-*3(-)*! +&).3.! 6(=(! 7-(D*$9(;*&*$(-! ?#$*%*;&*-/*9(H! V./#$;*9(! M--*&*$(G-(-! =.&.4/#&#$'! 6(=(! 6<$7-7$&7%! %#>#-#-! +�&#$'-! )#! (4#$*;! *;;(3(! 6(=(! %#&'8'&'%! %#>#-/#/'4! )#! +&9#! 0*-()*-! =($! B+&(;(>#90+-! 97$*8(-*! 6($(&/(4H! ?#0#;'-! =7;7-! #&#-&#$'-'! $#)(%#&(>*! *;/*! #$>.9.! 671&*-/(4;(b! #&;%7&;7$*&! +&.4./&#$'-! 1*4(;&*-/*9(H! <>*&! $#)0+&#$&#! =#4�#-! 0*-(! =($! 9*$=*9;&*4/*! ?(99(0#;'H! B+B7&*$! %7&;7$7-! 6*-(4&*/*9(-*! *&*4;($*&! =($! 0#-';! D*$/*! 1#=#9'H! 0#0'-8'&'%! #&#-'-)#%(! 0*-(! #&;*$-#;(:! #;'&'/&#$H! :*/(-(>/*H! 0#B'9#&8'&'%P9+-$#9'! )747-8*0*! D*! 9</7$6*P9+-$#9'! *&*4;($(0*! 6<9;*$(&*-! (&6(H! 9+&!(1(-)*%(!<>*&*4;($(-(-!6*;($)(3(!#1'&'/&#$!D*!#-#$4(9;!+&.4./&#$'-!+&6.-/#9'-)#!+&).3.!6(=(c!! ! L#-#;! #&#-'-)#! )+%9#-&'! 0'&&#$'-! (&%! 0#$'9'-'! %#$#%;*$(>*! *)*-! *&*4;($*&&(3(-! ;+B&./9#&! #0'%/#0#! 1#3$')#! =.&.-#-H! 8*B?*)*-! D*! 9*$;! 0#B'9'! )+%9#-&#$'-! 9+-.-#! 6*&(-)(3(-)*! =#4%#! =($! 4*0*! )<-74/*0*!=#4&#)'@!d+$/#&&*4/*!97$*8(-(-!)(-#/(%&*$(!+&#$#%!#&6'&#-#-!=($!)(>(!*;/*-!O*%+-+/(%! %$(>(-! ?#:(:&*/*9(H! T8#&#-G'-! [/$#&'! 97$*8(-(-! =#4&#/'4! +&/#9'H! \aNG-(-! %+#&(90+-! +$;#3'! +&#$#%! 0'B$#-/#0#! =#4&#/#9'H! MC! 70*&(3(! %+-.9.-)#%(! (&*$&*/*&*$H! %7$*9*&! 9#-#;! +$;#/'0&#! +&#-! ;#-'4'%&'3'-H!(&(4%(&*$(-!#$;'0+$!+&/#9'!D*!=.-#!=#3&'!+&#$#%!;#-'-'$&'%!%#>#-'&/#9'H!0*-(!7$*;(/&*$*!0*$! D*$*-!=($!%#1!%.$./.-!=*&($/*0*!=#4&#/#9'Q!9'%'4#-!=.?#$'-!=($!%'9/'-'-!9#&'-/#9'-#!%'9#!=($!97$*! (1(-! 0#$)'/8'! +&/.4;.@! A*D&*;(-! ()*+&+,(%! /#-*D$#&#$'-'! 1<>7/&*/*0*! 0<-*&(%! =($! +)#%&#-/#! 0*$(-*! )#?#! 6*-(4&*;(&/(4! =($! B*$9B*%;(:&*! ;#?#%%7/7-! 67-)*&(%! 0#4#/#! )#3'&'/'! 7>*$(-)*! ).$.&/#0#!=#4&#-/'4H!P<-8*)*-!(4&*-*6*&*-!6<1!D*!8(-9*&!%(/&(%!;*/#&#$'-#!)#?#!:#>&#!=*&($6(-&(%! %#>#-)'$'&/'4;'@!C.-.-!0#-'-)#!=($!6$.B!9#-#;1'!%*-)(!9#-#;1'!9;#;7&*$(-(-!/+)*$-S1#3)#4S67-8*&! 9#-#;! ;#$(?(! (1(-)*%(! 0*$(-(! *&*! #&/'4! D*! /*$%*>P1*D$*! (%(&(3(! 7>*$(-*! ($+-(%! ;*$9P1*D$(/&*$! 6*$1*%&*4;($/(4;(@!V+3$#:0#&#$!#$#9'-)#%(!#9(/*;$(%!671!(&(4%(&*$(-(-!*&*4;($(9(!+&).3.!%#)#$!9#-#;'-! %*-)(!(1!$*:*$#-9&#$'-#!D*!9#-#;1'&#$)#%(! -#$9(9;!=($!<>67D*-!07%9*&/*9(-*!)*!(4#$*;!*)(0+$).!=.! ;7$! (4&*$@! d(;*%(/! 8(-9*&&(%H! 9#-#;1'-'-! %*-)(! O*$(&Q! &(=()(-#&! D#$&'3'! D*! =*)*-(! )*! )#?#! (4&*-($! ?#&*! 6*&)(@! K&*4;($*&&(3(-! 79&.=.! %+-.9.-)#! )#?#! *9-*%! D*! /(>#?(! 9;$#;*,(&*$! (>&*-/*0*! =#4&#/'4H! 67-)*&(%!0#4#/!B$#;(%&*$(!)#?(&(-)*%(!)<-74;7$787!.-9.$&#$!7>*$(-)*!).$.&/#0#!=#4&#-/'4;'@!!!! ! A+%9#-&'! 0'&&#$! =+0.-8#! 9#?#-'-! (%(! #$)#4'%! %.4#3'-! %#;'&'/'0&#! 6*-(4&*/*9(0&*! 9+90+&+,(%! =($! 1*4(;&(&(%!9.-/#0#!=#4&#)'3'!)747-7&9*!)*H!=*&%(!)*!9#-#;!:##&(0*;(-(-!*%+-+/(%!6*;($(!B*9B*%;(:(-(-! )747%&737!-*)*-(0&*!=*&($&(!=($!%+$.-#3#!9#?(B!(-9#-&#$'-!)#?#!#3'$!=#9;'3'!9<0&*-*=(&($Y!+$;#!0#!)#! 79;+$;#! 9'-':;#-! 6*&*-&*$)*-H! (0(! *3(;(/! 6<$/74&*$)*-H! [9;#-=.&H! A(0#$=#%'$! D*! =($#>! )#! [>/($! D*! !"#$%&'% '')% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% M-%#$#! 6(=(! /*;$+B+&&*$)*! 0*;(4/(4! (-9#-&#$)#-! +&.4/#%;#0)'! =.! 1*D$*@! e(=*$#&! )*/+%$#9(! #-�'4'-'-! (1*$)(3(! 0.$;;#4&'%! %+-./.-.! ;#%(B! *)*-&*$H! 9+90#&(9;! +&.4./&#$)#! =(>>#;! 0*$! #&#-&#$H! #-#$4(9;! )747-8*-(-! 0*$&*4/*9(-*! %#;%'! D*$/*0*! 1#&'4#-&#$H! #%#)*/(%! =($! /*9#:*)*-! *&*4;($(! 6*;($/*0*! 1#&'4#-&#$H! %*-;9*&! #&;%7&;7$! )(&&*$(! +&.4;.$/#0#! 6($(4*-&*$! D*! =#9(;! =(1(/)*! $#)(%#&! =($! ?#0#;! 97$*-&*$! 9(0#9#&! :#$%'-)#&'%! 7>*$(-)*-! (4&*0*-! =($! *;%(&*4(/! (1(-)*! 0#-0#-#! 6*&*=(&/*%;*0)(&*$@! L(0#9#&! *&*4;($(! %+/B#$;/#-&#$'! #$#9'-)#! =.67-%7! 6(=(! 9*$;! #0$'4/#&#$'-! +&/#)'3'H!.>'&/#>!:#$%&'&'%&#$'-!%*-)(-(!)#0#;/#)'3'H!%#$4'&'%&'! .>'/&#$'-!97$*%&(&(%!#)'-#!6<>*! #&'-)'3'H! %	(%! #-&#/)#! 9#3#! %#$4'! %+-./&#-)'$'&/'4! =($! 9+&! >*/(-! 7>*$(-)*! 9<0&*/9*&! ;.;#$&'&'%! ?#&(-)*-!=#?9*)(&*=(&($)(!O;#=((!=.!>*/(-!7>*$(-)*%(!9#%&'!6*$(&(/&*$*!(4#$*;!*)*-!#>!9#0')#!9#-#;1'! )#!/*D8.;;.Q@! ! L+-! =*4H! #&;'! 9*-*! (1(-)*! 6()*$*%! 0+3.-#-! =($! =(1(/)*! 0#4#-#-! %.$./9#&/#H! =#?9(! 6*1*-! +$6#-(%! 9#-#;1'! )(>(&(/(-(-! 1<>7&/*9(0&*! 9+-.1&#-)'@! N$+:*90+-*&&*4/*-(-! 6*;($)(3(! 1#&'4/#! $(;/(H! *;%(&*4(/(!%.$#-&#$'-!%*-)(!%(4(9*&!#&#-&#$'-#!1*%(&/*0*!=#4&#/#9'-#!0+&!#1/'4;'@!A+%9#-&'!0'&&#$)#%(! #&;0#B'9#&!0+%9.-&.3.-!D*!=.-#!*4&(%!*)*-!>+$.-&.!#0&#%&'%!D*!=+4&.%!?#&(-(-!B#$#)+%9#&!=(1(/)*! 7$*;(/! >*-6(-&(3(-(! ;*;(%&*0*-! =($! =+0.;.! +&).3.! 9<0&*-*=(&($)(! #9&'-)#@! [%(=(-&(! 0'&&#$! (1(-)*! (&*$&*-/*0*! =#4&#-'-8#! 7$*;(/&*$! #$;'%! 9(B#$(4! 7>*$(-*! 0#B'&/#0#H! #$;'%! =($! 2(45! +&#$#%! )*3*$&*-)($(&/*0*! =#4&#-/'4;'@! E7$*9*&! B$+:(&! 0#$'4'-)#! D(;*9! 07%9*&;*-! [9;#-=.&! %*-;(-)*! 0*-(! 9#-#;! %.$./&#$'-#! 0#;'$'/)#! =.&.-#8#%! #%;<$&*$! +$;#0#! 1'%/#0#! =#4&#/'4;'! #0-'! >#/#-)#@! M$;'%! )#?#!1+%!267-8*&52!9#-#;!+&#$#%!#)&#-)'$'&#-!=.!>*/(-H!MC!97$*8(-)*!%#$4''%&#$'!B#$;-*$&*$(-*! %#$4'! %*-)(&*$(-(! %7&;7$*&! #-&#/)#! )#?#! 6*&(4%(-H! (&*$(8(! 6<9;*$/*%;*! %.&&#-'&/#%! 7>*$*H! =.$,.D#! #(&*&*$(! D*! :(-#-9! %.$.&.4&#$'-'-! (&6(! #&#-'-#! 6($/*%;*0)(@! "#$%&'! ;#?#%%7/! (&(4%(&*$(! 0+3.-! =(1(/)*! *&*! #&'-/'4! +&/#9'-#! $#3/*-! *%+-+/(PB+&(;(3(-! 7>*$(-)*! :#>&#! ).$.&/#/'4! +&/#9'! 67-8*&! 9#-#;! #&#-'! (1(-)*%(! %#;'&'/8'&#$'! =.! 0*-(! %+4.&&#$! %#$4'9'-)#! -#9'&! =($! ;#D'$! #&'-#8#3'-#! )#($! :(%($! 6*&(4;($/*%;*! >#0':! ='$#%/'4;'@! A(>(&(/! ?*/! %(4(9*&! 9*1(/&*$! 7>*$(-)*-! ?*/! )*! )#?#! <-8*! =#?9(! 6*1*-! ()*+&+,(%! %+-./&#-/#&#$! 7>*$(-)*-! )#3'&/#0#! =#4&#)'@! C#>'! (-9#-&#$! 9+$.-9.>! =(1(/)*! =.! ;7$! %.$./&#$#! 0#%'-! ).$/#0'! ;*$8(?! *;;(Y! 9#-#;P(1(! 9+$.-9#&&#$'-H! *9;*;(>/(-! D*! B9(%+&+,(>/(-! 9+$.-9.>! /*D>(9(-*! 6*$(! 1*%(&/*%! (9;*0*-&*$! (1(-! 97$*1! >#;*-! ;*$8(?! *)(&($! 0<-)*! (&*$&(0+$).Y! 0#B';&#$'-'-!(1*$(%&*$(-)*!9(0#9#&!=($!%*9%(-&(%!+$;#0#!%+0#-&#$!#$#9'-)#!)#!=.!;7$!9;*$(&!/*%R-&#$)#! 0*$!#&/#%!%+-.9.-)#!9#%'-8#!).0/#0#-&#$!1'%#=(&)(@!C#>'&#$'!>#;*-!;*/B+9.!6()*$*%!)74/74!+&#-! 7$*;(/!#&#-'-#!%#;'&'/!(9;*%&*$(-(!0(;($*$*%!6*$(!1*%(&)(&*$@!C#>'!9#-#;1'&#$!)#!9*$/#0*!(-(9(0#;(:(-)*%(! =.!%.$./9#&/#!*3(&(/(-)*-!$#?#;9'>&'%!).0#$#%!*-*$,(&*$(-(!D*!(&6(&*$(-(!=($!#&;*$-#;(:!9#?#!+&#$#%! =*&($/*0*! =#4�#-! =#3'/9'>! /*%R-! B$+,*&*$(-*! %#0)'$/#0'H! ?#;;#! =.! ;7$! B$+,*&*$(! =(>>#;! =#4&#;/#0'! 0*3*&*)(&*$! O;#=((! 6<=*%=#3&#$'-'-! -*! <&17)*! %*9(&*=(&)(3(H! %*9(&*=(&*8*3(! =.! %+-.)#! ?#&*-! =($! 9+$.! (4#$*;(Q@! C($! =(1(/)*! ;.;#$&'&'%! D*! 97$*%&(&(%! (1*$*-! =($! )(>(&(/)*-! )*3(&H! 0#-0#-#! 6*&/*9(!6()*$*%!>+$#-!%7/*&*$)*-!=#?9*)(&*=(&($)(!#$;'%@!M0$'8#!;*B%(&*$!=.!%7/*&*$(!+&.4;.$#-! (-9#-&#$'-!#$#9'-)#!6()(B!6*&/*%&*!%#&/#0'B!#&#-'-!)'4'-)#-!)#!#&'-/#0#!=#4&#/'4;'@!! ! E(;&*&*$! #$#9'-)#! 0#4#-#-! ;$#,(%! +�&#$#H! 9#D#4&#$'-! (>&*$(-*! 0+3.-! =(1(/)*! 0*$! D*$/(4! +&/#9'-#! $#3/*-!*&*!#&)'3'!%+-.&#$'!?(1=($!>#/#-!=*&($&(!=($!8+3$#:0#!0#!)#!*;-(%!%(/&(%&*!*4&*4;($/*/(4!+&#-! L#$%(9G(-! f*-*)(%G;*! :#$%&'! 8+3$#:0#&#$)#-! 6*&*-! K$/*-(! 9#-#;1'&#$'! =($#$#0#! 6*;($*-! =($! 9*$6(0*! %#;'&/#9'-'-! *$;*9(-)*! 9#-#;! *&*4;($/*-(! L*>*$! F#-9.3G.-! ;#8(>(-*! .3$#/'4! +&/#9'! 8#-! 9'%'8'! =($! ;*B%(! +&#$#%! ?#&*-! ?#;'$&#-/#%;#@! F#-9.3G.-! Z9/#-&'G-'-! /(&&*;! 9(9;*/(! (1(-)*! #0$'8#&'%&'! .-9.$! +&/#-'-! %+/B&*%9&(! =<=7$&*-/*9(-(! D*! ;*?)(;%R$&'3'-'! 0#-9';#-! =($! )(>(! 0#>'9'! OI^^IQ! (-:(#&! .0#-)'$/'4H! D*! /#?%*/*&*$*! ;#4'-#-! +�! +! 67-&*$)*! %*-)(-(! %#)*/*&(! =(1(/)*! #0$'4;'$/#! *3(&(/(-)*!+&#-!0*-(!9#-#;9#&!>*/(-(-H!%+&*%;(:!=($!;#D'$&#!/(&&(0*;1(&(3*!/*9#:*&(!).$).3.-.!=*0#-! *;/*9(0&*! 9+-.1&#-/'4;'@! I^^gG)*! 0(-*! L#$%(9G(-! %#;'&'/8'&#$'! #$#9'-)#! 0*$! #&)'3'! D*! C*$&(-G)*! )7>*-&*-*-! 6$74#8%0( 9*$6(9(-*! (&(4%(-! +&#$#%! B*-;7$! *&*4;($(&*$(! 7>*$(-*! %.$.&.! =($! )*$6()*H! /.?;*/*&*-! a#&(&! M&;'-)*$*G-(-! F7$%! /(&&(0*;1(&(3(-(! *&*4;($)(3(! 1#&'4/#&#$'-#! D*! 9#-#;1'-'-! E7$;! %(/&(3(-*!(9;(-#)*-!2=*9&*!%#$6#0'c5!(:#)*9(!%.&&#-'&/'4;'@!Z!)<-*/)*!1+%!9'%!%#$4''&/#0#-H!-#(:! J ![-6(&(>8*G)*%(!28+-;*/B+$#$0!#$;5!(:#)*9(-*!%#$4'&'%!+&#$#%!(&%(-!21#3)#4!9#-#;5!;*$(/(!%.&&#-'&/#0#!=#4&#-)'@![>&*0*-! 0'&&#$)#!1#3)#4!%*&(/*9(-(-!8./?.$(0*;1(!/.#99'$&'%H!#9$(&(%!(1*$(/&*$(-*!/*9#:*!%+0/#!#$>.9.0&#!267-8*&!9#-#;5!%#D$#/'! <-*$(&)(@!C.!%#D$#/!)#!67-)*&(%&(%!D*!6*&(BP6*1(8(&(%!(&*!<>)*4&*4;($(&*$*%!*&*4;($(&)(@!\*;(-!(1(-)*!=#?9(!6*1*-!2)(>(&(/5! 9<>8737!67-8*&!9#-#;!#&#-'-'-!;7/7-*!%#$4'&'%!6*&/*>%*-H!67-8*&!9#-#;!+&#$#%!;#-'/&#-#8#%!+&#-!#&#-!)#!67-8*&!/#&>*/*! D*!=(1(/*!=#4D.$#-!;7/!9#-#;!7$*;(/&*$(-*!%#$4'&'%!6*&/(0+$@!! !"#$%&'% ''*% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% =(1(/)*! 6*1/(4*! #(;H! >#/#-&#! 1<>7&7B! 6()*8*%! =($! %+>/+B+&(;(>/P%#$4';&'3'! +&#$#%! 6<$7&*-! =.! ;*B%(&*$!J]]h!0'&'-)#-!(;(=#$*-!=($)*-!*9#9&'!=($!/*0)#-!+%.0.4!+&#$#%!+$;#0#!1'%#8#%;'@!! ! II! K0&7&! D*! _$#%G'-! (46#&(! 9+-$#9'-)#! ;*;(%&*-*-! D*! 0*-(! =($! /(&&(0*;1(! )#&6#! (&*! ?#$/#-&#-#-! B#$#-+0#&#$! E7$;! %(/&(3(! D*! K$/*-(! 9+0%'$'/'! *;$#:'-)#! 6*&(4*-! ;#$;'4/#&#$)#! $*9/(! ()*+&+,(0*! *&*4;($(&*$! 6*;($*-! D*! =.! *&*4;($(&*$(! 0.$;)'4'-)#%(! B&#;:+$/&#$)#! )#! )(&*! 6*;($*-! *-;*&*%;7*&&*$(! ?*)*:!#&'$!?#&*!6*&/(4;(@!Z$?#-!N#/.%H!N*$(?#-! \#3)*-!6(=(!;#-'-/'4!(9(/&*$!D*!=#>'!6#>*;*8(&*$! 7>*$(-*!<$67;&7!=(1(/)*!0<-*&;(&*-!=.!<:%*!6*-(4!%*9(/&*$8*!=*-(/9*-)(!D*!=($!>#/#-&#$!<0&*!0#! )#!=<0&*!=($!=&+%!+&#$#%!#&6'&#-#=(&/(4H!0#-0#-#!).$/#-'-!/7/%7-!+&).3.!9#-'&#-!9+&#!#(;!9#?#! (1(-)*!)*$(-!=($!0#$'%!+&.4/#0#!=#4&#)'@!N+&(;(%!#&#-)#!;'$/#-)'$'&#-!%.;.B/#!%7&;7$*&!#&#-'!)#! =*&($6(-!=(1(/)*!*;%(&*$!?#&*!6*&)(@!E*-)(!(1(-)*!?*;*$+,*-!=($!0#B'0#!=7$7-/74!+&#-!67-8*&!9#-#;! #$;'%! )'4#$')#-! =($! =7;7-&7%! +&#$#%! ;#$(:&*-/*0*H! #0$'4;'$/#0#! ;R=(! ;.;.&/#%9'>'-! 0+>/'4&'3'-! %$(9;#&&*4;(3(!=($!#&#-!+&#$#%!6<$7&/*0*!=#4&#)'@!!! ! X#%'-!6*1/(4;*!)#$!=($!#&#-!(1(-)*-!1'%'B!6<$7-7$&7&7%!%#>#-/'4!D*!7&%*0*!)#($!;*/9(&(0*;!(1*$*-! 9*$6(&*$*!)#?#! :#>&#!)#D*;!*)(&($!?#&*!6*&/(4H!#%#)*/(%!+$;#/&#$! (1(-*!9+%.&/.0+$!+&9#!)#!=#4%#! *$%! %#0-#%&#$'-#! .'$! ?#&*! 6*&/(4H! 9*$6(&*/*! +&#-#%&#$'-'-! %'9';&'! +&).3.! (4&*$(-(! .>.-! =($! 97$*! F7$%(0*G)*-! 1+%! /*$%*>! 8+3$#:0#&#$)#! 6<9;*$/(4! +&#-! D*! =.-#! %#$4'&'%! )#?#! *-! =#4;#-! (;(=#$*-! E*/#&(>/(-! 0*-(! 0*-(! 1#;'$)#/#0#! =#4�#-! :#0! ?#;&#$'-#! (4#$*;! *;/(4! +&#-! 67-8*&! 9#-#;! #&#-'! 2=.$#9'5-'! 2)'4#$'50#! 4(%#0*;! *)*-&*$(-! 9#?#9'! +&#$#%! 6<$7&/74H! )'4#$')#-! 2(8#>*;&(5! =($! %+>/+B+&(;(>/(-H!.&.9#&!%(/&(3(!#4'-)'$/#!B&#-&#$'-'-!;#4*$+-&#$'!+&#$#%!;#-'/&#-/'4;'@!2C.$#)#-5! )*3(&&*$)(Y!2(;?#&5!=($! )(&!%.&&#-'0+$&#$)'@!C.!07>)*-!=.$#)#&'3'-!+;#-;(%!;#4'0'8'&#$'! +&).3.-.! ())(#! *)*-&*$(-H! *-! ?#:(:! (:#)*0&*H! (;($#>'-'! ?#%! *)(0+$&#$)'@! A(0#$=#%'$! /*$%*>&(! =($! 7$*;(/(-! =.! #&#-! (1(-)*! B*%! 1+%! /*;$+B+&)*-! )#?#! :##&! =(1(/)*! 0*$! #&/#9'! (&6(-1! =(1(/)*! 9(-($&*$(! =+>.0+$H! )'4! /(?$#%&#$'-! %.$).3.! %+/B&+&#$#! >*/(-! %#>#-)'$'&/#%! (9;*-)(3(! 9+-.8.! 1'%#$'&'0+$).@! \*4?.$! V./?.$(0*;! /(;(-6&*$(-)*! 0.?&#/#&#$! *4&(3(-)*! +%.-#-! D#;#-! ?#(-(! &(9;*&*$(-)*! 2MD$.B#8'&#$5! D*! 2L+$+91.&#$5)#-! 9+-$#! 2W7-8*&! L#-#;1'&#$5! (:#)*9(! )*! 1'3'$'#%;'! -*$*)*09*@! d*)*-! +! )*9;*%&*$! A(0#$=#%'$G#! :#&#-! 6()(0+$! )#H! M-%#$#G0#! 6*&/(0+$! )(0*-&*$(-! O%(! =.-.! 9<0&*0*-&*$! #$#9'-)#! =($! >#/#-&#$!%#D$#/9#&!9#-#;'-!;#4'0'8'9'!+&/.4!(-9#-&#$!)#!D#$)'!#$;'%Q!9+$.0.!<-8*&(%&*!8./?.$(0*;! ;#$(?(!=+0.-8#!(%;()#$)#!=.&.-/.4!%(4(&*$*!0<-*&;/*9(!6*$*%(0+$!?*$?#&)*@3!! ! W7-8*&! 9#-#;'-! )(&(-(! 2(;?#&5! =.&#-&#$'-! #$67/#-&#$'-#! ;*>#;! +&.4;.$#8#%! =(1(/)*! 6*-(4&*0*-! 7$*;(/! #&#-'! <>*&&(%&*! [9;#-=.&G.-! %*-;9*&! %7&;7$7! (1(-*H! #&;%7&;7$*&! :##&(0*;&*$(-! (8$#! *)(&)(3(! /*%R-&#$#!*-;*6$*!+&/.4;.!=(&*@!A#?#!)#!<;*9(-)*!=.!#&#-'-!7$*;;(3(!0#!)#!<-*$)(3(!6<$9*&&(%!D*! /*%R-9#&&'%! %#D$#0'4'-)#%(! .-9.$&#$! )7-0#)#! +&.B! =(;*-&*$)*-! ?#=*$)#$! +&/#%! (9;*0*-&*$! ;#$#:'-)#-! 9*99(>! 9*)#9'>! (19*&&*4;($(&/(4;(@! a#:$(0#;! E#$#%<0G7-! %#;'&'/#! #1'%! =(1(/)*! ?#>'$&#)'3'! 9*$6(&*$!OJ]]iQH!M-;(/(&(;#$(9;!C.&.4/#!9'$#9'-)#!)7>*-&*-*-!%717%!9*$6(!OJ]]hQH!)#?#!9+-$#%(!=($! )<-*/)*!C+3#>(1(!j-(D*$9(;*9(!L+90#&!C(&(/&*$!E.&7=7G-7-!%#/B79!(1(-)*!0#B;'3'!*0&*/&*$!OJ]]gQ! 6(=(! <$-*%&*$)*! 6<$7&)737! 6(=(! *-9;*Z+-H! B*$:+$/#-9! 6(=(! 9.-./! :+$/#;&#$'! =($! (:#)*! #$#8'! +&#$#%!67-8*&!9#-#;!7$*;(/(!)'4'-)#%(!(-9#-&#$!;#$#:'-)#-!%.&&#-'&#=(&($!=($!%+-./#!6*&/(4;(@4!! ! A'4#$')#-!6*&*-!=($!=#%'4'-!(19*&!7$*;(/(!%+4.&&#/#9'!%#1'-'&/#>!=($!4*0@!K3*$!(1*$(!)*-*-!:(>(%9*&!D*! $.?9#&!1*$1*D*0&*!0*;(-(&/*0*8*%9*H!*;%(!#&'B!D*$/*-(-!$(9%&*$(-(!#&/#%!6*$*%*8*%;($@!C(1(/9*&!D*! *B(9;*/+&+,(%!0*-(&(%&*$(!#&/#%!(9*!9+$.-H!$*9(/H!6#&*$(H!9#-#;1'!6(=(!-+90+-&#$'-!)#!=($!>#/#-&#$!=.! 8+3$#:0#)#!2(;?#&!/#&'5!+&/#%&#!9.1&#-)'3'! ?#;'$&#-#=(&($@!A#?#!<-8*!=*&($;;(3(/!6(=(!67-8*&!9#-#;! #&#-'-'-!%*-)(-(!#0$'4;'$/#0#!=#4&#)'3'!)<-*/)*!=($!)'49#&!=#%'4'-!D#$&'3'-)#-!=#?9*;/*%!>+$).$@! C($(&*$(! F7$%(0*G)*! 67-8*&! 9#-#;! 0#B'&9'-! )*)(3(! (1(-! 7$*;(/! 0#B'&/#/'4;'$@! "79.-! Z-.$! 0*;/(4&(! 0'&&#$)#! 71! =+0.;&.! -*9-*! 7$*;;(/(-*! %#D$#/9#&&'%! =+0.;.-.! *%&*)(3(-)*H! =.! %#)'-! )*&(! /(H! )(0*! 9+$.&/.4H! 0#&-'>! ='$#%'&/'4;'$@! W7&97-! E#$#/.9;#:#G-'-! 9*%9*-&(! 0'&&#$! =+0.-8#! ;#/! )#! 2(1*$(5! =#%;'3'H!6<17-!%7&;7$*&!/*&*>&(3(-(!(-8*&*)(3(!1#&'4/#&#$'!#$#=*9%!)(0*!%717/9*-/(4;($@!a#&*!F*-6*$! )+%9#-&'! 0'&&#$'-! =#4'-)#! =($*$! .&.9#&! #&*6+$(H! =($*$! ?#0%'$'4! +&#$#%! (4&*0*-H! ?*B9(! =($=($(-)*-! k !C.!97$*1;*!a#&(&!M&;'-)*$*!(1(-!=<&787!<$67;7-!%7&;7$*&!.>#-;'9'!;#-'/'!=(&*!%.&&#-'&#=(&/(4;(@!I]@![9;#-=.&!C(*-#&(!%7$#;<$7! a+.!a#-$+.G-.-!E*/#&(>/(!*&*4;($*-!%#;#&+6!0#>'9'-#!#%#)*/(%!+$;#/)#-!6*&*-!%'-#/#!D*!II@![9;#-=.&!C(*-#&(G-(-! %7$#;<$&737-7!79;&*-*-!lal!6$.=.-.!a'$D#;!#0$'&'%1'&'3'-'!F7$%(0*G0*!(?$#1!*;/*0*!1#=#&#/#%&#!9.1�#-!?*>*0#-H! 6*$(&(/(-!=.67-*!.>#-#-!?#&%#&#$'-'!+&.4;.$).&#$@!! m !F#=((!67-8*&!9#-#;!9*$6(&*$(0&*!%#$4'/'4!+&/#%!%#)#$H!#&;*$-#;(:!%7$*9*&&*4/*!?#$*%*;&*$(!;#$#:'-)#-!%.&&#-'&#-!6<$9*&! ;*%-(%&*$(!)*!6<$/74!+&/#%!=.!%+-.)#!=*&($&*0(8(!+&).@! !"#$%&'% '+,% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% =*->*$9(>! 0*$&*4;($/*&*$(-(! 6*$1*%&*4;($($%*-! +$;#&#$)#! =#;'&'! =($! %7$#;<$! :#&#-! 0+%;.$@! M0)#-! \.$;*>#+3&.G-.-! 0(-*! )+%9#-&'! 0'&&#$'-! =#4'-)#! )*D&*;! /+)*$-(>/(-(-! 0*$*&! %7&;7$! 7>*$(-)*! 0#$#;;'3'!;$#D/#;(%!*;%(&*$(!*&*!#&)'3'!1#&'4/#&#$'!6<$/*>)*-!6*&(-/(4!0#!)#!.9.&8#!29*-!$*,(/!%#$4';'! /'9'-! 0+%9#5! 9+$.9.! 9+%.4;.$.&/.4;.$@! 2C.$#)#-5! +&/#/#! 9.1&#/#9'! =($! 9#B;#/#! )*3(&H! )'4#$'! (;/*!D*!(1*$(9(-(-!/7&%(0*;(-(!*&*!6*1($/*!#$#0'4')'$H!%(!0*$*&!;#$(?;*!=.!#$#0'4'-!-*!;7$&7!9+-.1&#$! D*$)(3(!?*B(/(>(-!/#&./.@!! ! C#;'! (&*! +&#-! (&(4%(-(-! =#4&#-6'1! #4#/#9'-)#! 1*4(;&(! 9+$.-&#$! (1*$)(3(! )+3$.@! C#4%#! =($! 8+3$#:0#! (&*! %#$4'/#-'-H! )(0#&+3#! 6($/*-(-! ?*0*8#-'0&#H! =.! %#$4'/#-'-! =#3&#/'-'-! )(%%#;&*! (-8*&*-/*)(3(H! +$0#-;#&(>/*! D*! %(/&(%! ;*/9(&&*$(-*! %#0#-! 1*$1*D*&*$)*! 0*$! #&/#! ?#;#9'! 0#B'&/'4Y! 9#-#;1'&#$!%*-)(!7$*;(/&*$(-(-!=#3&#/&#$'-'-!%#0)'$'&)'3'!).$./&#$&#!%#$4'/'4&#$)'@!M/#!).0.&#-! $#?#;9'>&'%! D*! =.! %+-.)#%(! B#0'/&#$! :#$%'-)#&'3'! #$;'$/'4Y! =.! :#$%'-)#&'%H! J]]h! 0'&'-)#! )7>*-&*-*-! 947:$( 6$0/+;:-<( 3"+0$"-( )"#="7-%7-"#! 9*$6(9(-(-! ;+B&.! +&#$#%! ;*$%! *)(&/*9(! <$-*3(-)*! 6<$7&)737! 6(=(! *&*4;($*&! <$67;&*-/*&*$*! .>#-#=(&/(4;(@! C.-.-! 0#-'-)#! =.$#9'-'! )'4#$'0#! #-&#;#-! *;-+6$#:(%!=($!%+-./)#-H!6()(&*-!0*$(-!(1!=#3&#/'!?#%%'-)#!*&*4;($*&!0+$./&#$!(1*$*-!7$*;(/&*$)*! =.&.-/#! +&6.-&.3.-#! )#! *$(4(&/(4;(@! X(-*! )*! <>*&&(%&*! 9+-! )<-*/)*! B+&(;(%! (1*$(%&(! 9#-#;! 7$*;(/(! (1*$*-!B$+,*&*$*!)'4#$')#-!D*$(&*-!)*9;*3(-!(1(!;#/#/*-!=+4#&;'&/'4!0#B#0!.>'/!#&#-&#$'!+$;#0#! %+0).3.!)#!6<$7&/*%;*!?#&(?#>'$)#@!A#?#!<-8*!;+B&./9#&&'%&#!?(1=($!=#3&#-;'!%.$/#0'!)*-*/*/(4! (-9#-&#$'-!+&.4#-!#3<$67&*$!(1(-*!:'$9#;1'!=($!4*%(&)*!*%&*/&*-)(%&*$(-*H!%*-)(&*$(-(!*;-+6$#:(%!9*$6(! -*9-*&*$(-*!)<-74;7$)7%&*$(-*!)*!;#-'%!+&.-/#%;#@!! ! X#B'&#-! =#4%#! #3'$! ?#;#&#$! )#! 67-8*&! 9#-#;'! ?*)*:! #&#-! ;*B%(8(&(3(! %+4.&&#/'4;'b! #&#-'-! %*-)(-*! >*/(-! #1/#%! (9;*$%*-! )(3*$! 6<$9*&! 7$*;(/! =(1(/&*$(-*! %#$4'! =($! 79;7-&7%! ())(#9'-)#! =.&.-/#9'Y! +-&#$'! O)#?#! 9+-$#! %*-)(-*! 0<-*&;(&*8*%! 6*-*&&*/*8(! ;*B%()*! +&).3.! 6(=(Q! #0$'/! 6<>*;/*%9(>(-! 6*$(! %#&/'4! =($! >(?(-9*&&(3(-! 7$7-7! +&#$#%! #4#3'&#/#9'H! -*$*)*09*! #D#-6#$)(9;! =($! %79;#?&'3#! =#4D.$/#9'Y! %7$#;<$&*$! #$#9'-)#! 0#4#-#-! 671! 1#;'4/#&#$'-'-! #-;(B#;(%&(3(H! <>*&&(%&*! J]]k! 0'&'-)#-! 9+-$#%(! B$+:*90+-*&&*4/*! 97$*8(-(-! 6*;($)(3(! )*:+$/#90+-&#$H! #&#-'-! =($! %'9/'-'-! (1(-*! %#B#&'! -*$*)*09*! =($! 2*nB#;5! 8*/##;(-*! )<-74/*9(! 6(=(! +&6.&#$! ;*B%(&*$(-! ?'-1! ;+-.! %#>#-/#9'-'! ?'>&#-)'$/'4;'@!M&#-!(1(-)*!*&*4;($*&!=($!1(>6(0(!;.;;.$/#0#!1#&'4#-&#$'-!=($#$#0#!6*&/*%!%+-.9.-)#! 0*;*$(! %#)#$! =#4#$'&'! +&#/#/#9'H! =#>'! ).$./&#$)#! )#?#! <-8*! =#4#$'&'! +&/.4! 9#-#;9#&! (:#)*&*$*! ;#%'&'B!%#&#$#%!<;*0*!6*1*/*/*!?#&&*$(H!*&*4;($*&!(1*$(3(!B*$:+$/#-9#!)#0#-#-!9.-./!=(1(/&*$(-*! #%;#$#/#/#%H!9#-#;!#&#-'!)'4'-)#!#0-'!)(&(!B#0'%&#$'!(-9#-&#$&#!D*!9(0#9#&!%+-./&#$&#!*;%(&*4(/! %.$/#%;#!6($(4%*-!+&#/#/#%H!%7&;7$7-!%*-;!(1(-)*!=*&($&(!=($!/*$%*>(&(3(-!<;*9(-*!6*1*/*/*9(-*! 6*;($)(%&*$(! *&*4;($(&*$(! 9+/.;! B$+,*&*$*! )<-74;7$*/*/*%H! 9#-#;! (1(-)*! =*->*$! %+-./.! B#0#-! (-9#-&#$'-! 9(0#9#&&'3'-#! =.$.-! =7%/*%H! /*&#-%+&(%! 6*$(! 1*%(&(4&*$H! %(4(9*&! #-/#>&'%&#$'-! =707;7&/*9(! 6(=(! *;%*-&*$! 6<$7-7$! =($! #&;*$-#;(:! +&.4;.$#/#/#-'-! 9'%'-;'9'-'! =*$#=*$(-)*! 6*;($/(4;(@!! ! C<0&*!=($!+$;#/)#!#$)#$)#!0#4#-#-!(%(!+�!=($!;7$!=(&(-1!%*9%(-&*4/*9(!0#$#;;'@!E#$4'!L#-#;G;#!J]]h! K0&7&G7-)*! 6*$1*%&*4;($(&*-! oPi! K0&7&! 9*$6(9(-(-! 7&%787P.&.9#&8'! %+#&(90+-! ;#$#:'-)#-! =#9'&/#9'! D*! 9*$6(&*-*-! :+;+3$#:&#$'-! ;#?$(B! *)(&/*9(0&*! =($&(%;*H! +! 67-*! %#)#$! %#>#-'&/'4! =<&6*! +&#$#$#%! ;#9#DD.$! *)(&*-! %7&;7$*! #0$'&/'4! 9+90#&! /*%R-&#$'-! -#9'&! )#! ;*8#D7>*! #1'%! +&).3.-.-! :#$%'-#! D#$'&/'4H! ;+B&./9#&! *&*4;($(! 6*$*%9(-(/(-(-! 0#-'-)#H! (1(-)*! =.&.-.&#-! 9+/.;! >*/(-(! )*! %+$./#! 67)797!+$;#0#!1'%/'4;'@!M0-'!67-&*$)*H!C.$#%!A*&(*$G(-!^@![9;#-=.&!C(*-#&(G-(-!/(9#:($B*$D*$&(%!#&#-'! (1(-)*!0*$!#&#-!."#;"$0(>:#:?!9*$6(9(-)*%(!1#&'4/#9'!1*4(;&(!;#$;'4/#&#$)#-!9+-$#!9#-#;1'!;#$#:'-)#-! 9*$6()*-!1*%(&/(4;(@!d<=*;!=*%&*0*-!FLE!/*-9.=.!=($!#9%*$*!:(>(%9*&!>#$#$!D*$/*!(/#9'!)#!(1*$*-! :+;+3$#:(%!1#&'4/#!)#?#!9+-$#!9*$6(!%7$#;<$7!a#&(&!M&;'-)*$*G-(-!=#4'-#!(4!#1/'4H!%#;#&+6)#!0*$!#&#-! =#4%#!=#>'!1#&'4/#&#$'-!6<$7-;7&*$(0&*!=($&(%;*!F7$%&73*!?#%#$*;!)#D#9'!#1'&/#9'-'-!-*)*-(!+&/.4;.! Oa#&*!F*-6*$G(-!I^^J!0'&'-)#%(!k@!C(*-#&G)*!0*$!#&#-!@AB-"(C/+D2D7-/#D&(>/#(EE!=#4&'%&'!1#&'4/#9'0&#! F7$%! C#0$#3'-#! ?#%#$*;! 9.1&#/#9'0&#! 0#$6'&#-/#9'-'! ?#;'$&#;'$! =(1(/)*Q@5! Z! )<-*/)*! /#0F%$0! h !A'4#$')#-!6*&*=(&*8*%!:(>(%9*&!;*?)(;!?(99(0#;'!)#?#!9+-$#%(!=($!;#$(?;*!OJ]]iQ!a#:$(0#;!E#$#%<0G)*!)7>*-&*-*-!G--/H( 34#7:$:!9*$6(!=#3&#/'-)#!0#4#-/'4;'@!F*%;#-$'&'!)(-&*$)*%(!;#-$'!+;+$(;*9(!(&*!+;+$(;*$0*-!$*,(/&*$)*%(!B#;*$-#&!<-)*$! :(67$7-7!0#-0#-#!6*;($*-!(4&*$(-!0+3.-&.%;#!+&).3.!9*$6(!?*-7>!#1'&/#)#-!>/7%0!6#>*;*9(!;#$#:'-)#-!?*)*:!6<9;*$(&/(4H! 4())*;!(1*$*-!=($!B$+D+%#90+-!(?;(/#&(!%#$4'9'-)#!#1'&'4#!*/-(0*;!671&*$(!1#3$'&/'4H!#/#!9*$6(0(!%+$./#0#!6*&*-!/*/.$&#$! 9*$6(&*-*-!(4&*$!#$#9'-)#!/#?9.$&.!6<$)7%&*$(-(!(-8*&*/*0*!;R=(!;.;/.4&#$)'@!N+&(9(-!1#3$'&/'4!+&/#9'!)#?#!9+-$#!=#4&'! =#4'-#!=($!;#$;'4/#!97$*8(-(!)*!;*;(%&*/(4;(@!!! !"#$%&'% '+'% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% )*$6(9(-)*!L7$*000#!KD$*-!(&*!=($&(%;*!07$7;;737/7>!)(0#&+6&#$)#!)#!.>.-!=(1(/)*!(4&*-/(4;(6!#/#! <>*;&*H!1#&'4/#-'-!(1*$(3(-)*%(!(/#0'!9+$.-&.!=.&/#-'-!0#-'!9'$#!%.$6.!0#B'9'-#!)#!(;($#>!*;/(4;(/@! L#-#;!B$#;(3(-(-!9(0#9#&&'%!;#$#:'-)#-!#$#19#&'$'&/#9'!6(=(!=($!$#?#;9'>&'3'/!0+%;.H!;#/!;*$9(-*!=.! 1#&'4/#!D*!+-.!<-8*&*0*-H!=#4%#!9#-#;1'&#$#!#(;!=($!)(>(!B$#;(3(-!9(0#9#&&'3'!%.&&#-'/!=(1(/(-(!=#9(;*! (-)($6*)(3(-(Y! (>&*0(8(0(H! 7$*;*-(! D*! 9.-#-'! )#?#! >+$�#=(&*8*%H! )747-7/9*&&(3*! 9*D%*)*=(&*8*%! +	'&'%&#$)#-!.>#%!)74;737-7!9<0&*/*%!(9;*/(4;(/@7!F*%!=($!6<$9*&!*;%(!.-9.$.-#!=(;(4*-!D*!*;%(9(! <-8*)*-!;#9#$&#-/'4!+&#-!4#4'$;/#S%'>)'$/#S67&7/9*;/*!,*9;&*$(!;7%*;(/*!1+%!#1'%!6<$7-70+$).! 17-%7Y!#4'$'P6<$9*&&*4;($/*0*!0<-*&(%!*6*/*-!()*+&+,(0*!/.?#&*:*;!*)*$%*-!1#&'4/#&#$'-!=.!;7$)*! =($! /(-(/#&(>*! *;/*! #-�'4'! 6<9;*$/*9(! 9+$.-&.! 6<>7%70+$).! =#-#@! A+�'/&#/#H! %#;/#-&#-)'$/#! 6(=(! ;*$8(?&*$! )#?#! >*-6(-&*4;($(8(! D*! )($*-1&(0)(! =#-#! 6<$*! U%(! ?#&*-! )*! =<0&*! )747-70+$./@! E+�! #-'&/#! ;*$8(?&*$(-*! 6*;($(&*-! *&*4;($(&*$(-! D*! )+�'/&#/#! D*! (-8*&;/*! ;#&*B&*$(-(-! 9'-':9#&! 67)7&*-/*&*$&*! +$;#0#! 1'%;'3'-'! D*! =.$,.D#! 9'-':'-#! <>67! =($! 9#-#;! %#D$#0'4'-'! 0#-9';;'3'-#! )(%%#;! 1*%/(4;(! ER/(&! p*-+&! )#?#! 9+-$#! 0#0'-&#-#-! =($! 0#>'9'-)#@8! C.67-)*-! 6*$(0*! )+3$.! =#%;'3'/)#! *&*4;($)(3(/! =.! ;7$! 1#&'4/#&#$'! )#?#! :#>&#! 2#-&#)'3'/5'! 9<0&*0*=(&($(/H! /+;(D#90+-&#$'-'-! D*! (4&*D9*&&(%! #$#0'4&#$'-'-! 0*$(-(! ;*9&(/! *)(0+$./Y! #/#! =.! 0<-)*%(! *3(&(/&*$H! 9'-':9#&! ;#9#DD.$! #0$'4/#&#$'-'! #4/#%H! 9#-#;! B$#;(3(-(! =.$,.D#! 0#4#/! #&#-'-'-! %+)&#$'-)#-! .>#%'$/#%H! )#?#! %(;&*9*&! =($! #-'&'$&'3#! .>#-/#%! #$#0'4'0&#! )*3(&H! )#?#! 1+%! 9(0#9(! 67-)*/(-! =*&($&*)(3(! $(;(/! 0+3.-&.3.0&#H! )#0#;;'3'! #8(&(0*;&*! =#4#! 1'%#=(&/*! 1#=#9'0&#H! 9*99(>! %#&#/#/#! ?#&(0&*H!9*99(>&(3*!(90#-!(&*!(&(4%(&*-(0+$!>(?-(/)*@!C<0&*9(!=($!#8(&(0*;(-!%#:#;#9'/'>'-!(1(-*!=($!%.$4.-! 9'8#%&'3'0&#!9'%'#3'!=($!;#$(?!)*!6*&*8*%;(!*&=*;;*@@@!!I^!Z8#%!J]]i@! ! a$#-;G'! %#0=*;/*/(>(-! ?*/*-! *$;*9(-)*! +$;#0#! 1'%#-! =($! 4*0&*$! 0#B/#H! #0'&/#H! ;+B#$&#-/#! ?(99(0#;'! 9#-#;! #&#-'-)#! )#! (>&*$! ='$#%;'@! N*%! 1+%! <$-*%! 9#0'&#=(&($! #/#! +! ;#$(?;*! MB#$;/#-! N$+,*9(G-)*! 6<9;*$(/)*! +&#-! I"#( J"B( )*'"-( K-/,/7( 4*%&(-)*%(! ($+-(%! =#4&'%&'! 9*$6(-(-! (1*$(3(-(-H! 0#4#-#-! ;$#D/#0'! ;#%(=*-! ?'>&'! =(1(/)*! )*3(4;($(&)(3(-(H! 9.(%#9;! 9+-$#9'-)#! +&.4#-! <:%*! D*! 9+$6.&#/#! #$#0'4'-'! 0#-9';#-! (4&*$*! 0*$! D*$(&)(3(-(! ?#;'$�#=(&($(>@! L*$6(! =#4&'3'! )#! =.-#! B#$#&*&! +&#$#%! 8(-#0*;(! ;#%(B! *)*-! 67-! I%=( @%#( J"B( L4-:+2/( )%0&%B4#( 4*%&(-)*! )*3(4;($(&/(4;(@! [$+-(0(! =(&*! %#&)'$/#0#8#%! 9*$;&(%;*! =($! 6*$1*%&(%! ).$/#%;#0)'! %#$4')#@! L*$6(! %#;'&'/8'&#$'-)#-! V*$*-! Z0%.;H! ;7$&7!/#-(B7&#;(:!6#>*;*8(&(%!9;$#;*,(&*$(0&*!=.!8(-#0*;(-!>*/(-(-(-!+&.4/#9'-#!0#$)'/8'!+&/.4!=($! =#9'-!+$6#-'-'!/*$8*%!#&;'-#!#&/'4H!I*##%B"0!6#>*;*9(-(-!&+6+9.!#&;'-#!0*$&*4;($(&*-!D*!'$%1'!(1*$(/*! 9#?(B! +&/#9'-#! $#3/*-! ?#%%'-)#! =.67-*! %#)#$! B*%! 9*9! 1'%#$'&/#/'4! 2F7$%(0*! F7$%&*$(-)($5! 9&+6#-'-'H!)7>*&;(8(!=($!6<$9*&!9#B;'$/#0&#!2F7$%(0*!a#&%&#$'-'-)'$5#!)<-74;7$/74;7@!! ! C*->*$! =($! ?'>&#! 6*$1*%&*4;($(&*-! 1#&'4/#&#$)#-! =($(! )*! 7$*;(/&*$(-(! /+0%F848! (9(/&(! q*=PB$+,*9(! 7>*$(-)*-!)*!(>&*0(8(0*!9.-#-!KD$*-9*&!C*&6(-G(-!a$#-;G#!#;:*-!?#>'$&#)'3'!<&7/!(&#-'!+&/.4;.@!L(0#?! %#$*! (1(-*! 0*$&*4;($(&*-! a$#-;! A(-%! (9/(-(-! #&;'-#! 2J]]iPI^Ih5! ;#$(?&*$(! )747&/74;7@! E	(%! <&7/! (&#-'! *9;*;(3(-(! ;#4'0#-! #/#! =($! 0#-)#-! )#! 9#-#;! ;#$(?(! (1(-)*! r+9*B?! E+9.;?G.-! (&%! )<-*/! %#D$#/9#&! 0#B';&#$'-)#%(! /(-(/#&! *9;*;(3(! )*! ?#;'$&#;#-! %+/B+>(90+-.-! #-#?;#$'! %.4%.9.>! ;#$(?&*$)*%(! ;*$9&(%;(@! a$#-;G'-! <&7/7-7-! #9&'-)#! +-.-! %*-)(-(! #)#)'3'! )#D#-'-! =($! 79;! #1'&'/'-#! 9'1$#/#9'0&#H! 0#-(! =($! #-&#/)#! 0*-()*-P)+3.4.0&#! *4(;&*-/*%;*0)(! J]]i! ;#$(?(@! a$#-;G'-! <&7/7! /(&0+-&#$8#! >(?(-)*! =($! :#$%'-)#&'%! +&.4/#9'-'! 9#3�#8#%;'Y! D*! #-8#%H! <&7/! ;#$(?(0&*! <>)*4*&*4;($(&*-! I^Ih! 9#0'9'-'-! ;#$(?9*&! #3'$&'3'0&#! ?*9#B'&#=(&)(3(-)*! =($! -(?#0*;*! *$*8*%;(! =.! :#$%'-)#&'%! 97$*8(@! [/6*! =($! 0#-)#-! $+>*;! D*! 1'%#$;/#! +&#$#%! #-+/(/! =($! 9.-./&#! a$#-;G'-! 8*-#>*9(! 9'$#9'-)#! B*%! 1+%! 0#%#0#! (&(4;($(&/(4H! )(3*$! 0#-)#-! C*&6(-G(-! #)'-'! #-#-! =($! 9.-./&#! C($W7-!6#>*;*9(!D*!C($(%(/!)*$6(9(!6(=(!0#0'-&#$)#!0*$!=.&/.4;.@!L+-!)*$*8*!=#9(;!=($!)7>*-&*/*0&*! (-8*&(%&(!D*!)+%.-#%&'!=($!1#3$'4'/!)*$(-&(3(!0#%#&#-/'4!D*!9#-#;'-!)'4'-)#!%#&#-!6*-(4!=($!9+90#&&(%! ;#$#:'-)#-H!;$#,(%!=($!%#0='-!9+-$#9'-)#%(!*0&*/&(&(%!(1(-)*!).0.&#-!6<$9*&&(%!6*$*%9(-(/(-*!%#$4'&'%! D*$)(3(! (1(-! =*-(/9*-/(4;(! 1#&'4/#! D*! =($! 9#-#;! *9*$(-(-! 9#?(B! +&).3.-)#-! 1+%! )#?#! 6*-(4! =($! 0#0'&'/#!./'4;'@9!!( o !2N#$$*?*9(#!K)(/(!D*!L#-#;;#!L(0#9#&!Z&#-5H!99@!IPJ]H!/#0F%$0H!-+b!hH!E#9'/!J]]o@!!! !F#=((!%(!=.!)#/#$'-!9#-#;!#&#-'!(1(-)*!9(0#9#&!(&*!+&#-!;*%!;*/#9!+)#3'!+&).3.-.!9<0&70+$!)*3(&(/@!"#$%&'!=($*0&*$(-!0#-'! 9'$#!s.$=#-H!f()*MH!Z)#!N$+,*9(!6(=(!6$.B&#$!:#$%&'!=($!#1')#-!)*3*$&*-)($(&/*&(@!! g !2L#-#;!M&#-'-)#!L'-':!F*/9(&&*$(!D*!W<$7-7/&*$(5H!99@!mIPmgH!/#0F%$0H!-+b!hH!E#9'/!J]]o@! ^ !W7-8*&!9#-#;!B$#;(3(-(-!B*$:+$/#-9!%#-#)'-'-!>#0':&'3'-)#-!=#?9*;/(4;(/@!A+%9#-&'!0'&&#$'-!+$;#9'-)#%(!)(9(B&(-&*$#$#9'&'3'-! 1<>7&/*9(-*!D*!(%(P=+0.;&.!07>*0(!/#&>*/*!+&#$#%!%.&&#-#-!(4&*$(-!0+3.-/#9'-#!=#4%#!0#>'&#$)#!)(%%#;!1*%/(4;(/@!I^! Z8#%G'-!*$;*9(-)*!9#-#;!#&#-'-'-!B*$:+$/#-9!7>*$(-)*-!6*&(4;($*/*)(3(!1<>7/&*$!;(0#;$+)#-!6*&*-!)*9;*%&*!;*&#:(!*)(&)(@! i !"#$%&'% '++% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% !! A*3*$(-)*-! %#0=*;/(4! +&/#9'! 6(=(! =($! 4*0! 9<>%+-.9.! )*3(&! #/#! C*&6(-G(-! ;#9#$&#)'3'! 6<$9*&! )7>*-&*/*-(-! -#9'&! )#! ;*$9(! =($! ()*+&+,(%! :+$/#90+-! ;#$#:'-)#-! ;*/*&&7%! *)(&)(3(-(! ?#;'$&#/#/'>! (1(-H! M:&H:#%B"0! 6#>*;*9(-(-! 2F*?&(%*-(-! "#$%'-)#! \'9'-'>t5! %#/B#-0#9'-#! =#%/#&'0'>@! C*&6(-G(-! %.&&#-)'3'! )(&*! #$;'%! (&?#/! #&/'4&'3'-! )#! <;*9(-)*! 0#%#$#%! 6#>*;*! &+6+9.-.-! #&;'-)#H! ;7/! 9#0:#-'-! )<$;;*! =($(-(! %#B�#8#%! =707%&7%;*! ?#>'$&#-#-! ;#9#$'/)#! 9(0#?! :+-.-! 7>*$(-*! 6</7&7! IggIPJ]]i! ;#$(?&*$(! 0*$! #&'0+$! D*! #&;#! 0*$&*4;($(&*-! *%! 87/&*)*! 2\#0'9! J]]iH! V./?.$=#4%#-&'3'! 9*1(/(! 0#B'&'0+$Y! ;*?&(%*-(-! :#$%'-)#! /'9'-'>t5! (:#)*9(-*! =#4D.$.&.0+$).@! F#$(?&*-)($/*! 0(-*! 9*/#-;(%! =($! /*$8*%;*-! 6*1($(&/(4;(b! M;#;7$%! IggI! 0'&'-)#! )+3).! D*! +-.-! 9#0*9(-)*! %#>#-/'4! +&).3./.>! )*3*$&*$(-! 9+-9.>#! )*%! 0#4#0#8#3'-#! (-#-8'/'>! ;#/)'Y! #/#! *0! D#;#-)#4H! )(3*$! /*D>(&*$)*-!9+-$#!8./?.$=#4%#-&'3'!/#%#/'-'!=($!MEN!%.$/#0'!*&*!6*1($($9*!%#$4'P)*D$(/!97$*8(! ;#/#/&#-#8#%! D*! (4;*! +! >#/#-! M;#;7$%17&7%SE*/#&(>/! )($(! )($(! /*>#$#! 6</7&*8*%Y! 9(>! =.! ;*?&(%*-(-!:#$%'-)#!/'9'-'>H!D*!).$).$/#%!(1(-!=($!4*0!0#B#8#%!/'9'-'>ct( ! [)*+&+,(%! #-&#/)#! <$;747&/*0*-! =($! 67-&7%! 6#>*;*0(! )#?(! *;%(&*/(4! +&/#-'-! 6*;($)(3(! 671! D*! =.! 678*!)#($!=(&(-1!%#)#$H!#8(&(0*;*!0#-';!D*$/*-(-H!67-)*/*!/7)#?(&!+&/#!6($(4(/(-(-!%#$4'9'-#!1'%#-! 9+$.-&#$! )#! /*D8.;@! C*&6(-G(-! J]]iG)*-! =.! 0#-#! 7$*;;(3(! =($! )(>(! 6<$9*&! 1#&'4/#! )#! >#;*-! <-7/7>7-)*-! %#1'O$'&'QB! 6(;/*%;*! +&#-! 67-)*/(! ?'>&'! =(1(/)*! %#D$#0'BH! +-#! *;%(! *;/*! /+;(D#90+-.-.! ;#4'$%*-! 1*4(;&(! ?#-)(%#B&#$&#! %#$4'/'4;'@! C.-&#$)#-! =($(-)*H! 7>*$(-*! 0*$&*4;($(&/(4! /(%$+:+-&#$! D*! %$(9;#&! 9.! 97$#?(&*$(! -*)*-(0&*! /*8&(9! %7$9797! +&).3.-.! )747-)737/7>! 9#?-*)*! 97$#?(! (1(-)*%(! 9'D'-'-! %'>'&! $*-6(! -*)*-(0&*! %#-! +&).3.! 1#3$'4'/'-)#! =.&.-.&.0+$!D*!=.!6<-)*$/*!+!67-&*$)*!1+%!;#$;'4'&#-!E.>*0!_$#%G#!#9%*$(!+B*$#90+-!)7>*-&*/*%! (1(-! ?7%7/*;(-! /*8&(9;*-! (>(-! (9;*/*9(! 97$*8(-*! =#3&#-'0+$).@! C#4%#! ;+B$#%&#$)#! %#-! )<%/*-(-! /*4$.'$'&)'3'! +! 67-&*$)*! C*&6(-G(-! 1#&'4/#9'! 1N8#"$$! )*$6(9(-(-! #$%#! %#B#3'-)#! 0*$! #&)'3'-)#! )+'/#! ?'>&'8#! 6($/(4! D*! ?#;'$'! 9#0'&'$! =($! +$#-)#! +%.0.8.-.-! )(%%#;(-(! 1*%/*0(! =#4#$#=(&/(4;(@! X(-*! C*&6(-H! (-;*$-*;;*-! #&'-;'&#)'3'! #-+/(/! =($! B#9;+$#&! /#->#$#! $*9/(-)*%(! )*$*-(-! 07>*0(-*! 6(>&*)(3(!D*!=#%#-!;#$#:'-)#-!=*&&(!=($!97$*!9+-$#!:#$%*)(&*8*%!+&#-!D*!+-.!4#4'$;/#9'!;#9#$&#-#-!"P Io! 6<&6*&*$(0&*! 0(-*! +! )<-*/)*! 97$/*%;*! +&#-! ?#D#! +B*$#90+-&#$'-'-! ;70&*$(! 7$B*$;*-! ;#?$(B%R$&'3'-#! (4#$*;! *;/*%;*0)(@! Z! 67-7-! =#3&#/'! (1(-)*! 1#$B'8'! =($! *;%(! .0#-)'$#=(&*-! %+/B+>(90+-H! 6*$*%9(-)(3(! ;7$)*! =($! 9.-./! D#9';#9'! *&)*! *)*/*)(3(! (1(-! ='$#%/#0'! ;#9#$&#)'3'! *;%()*-! .>#%! %#&/'4;'@! C.67-! (/6*0&*! %#$4''3'/'>)#H! D.$.8.! *9B$(0(! %#D$#0#=(&/*%! (1(-! 0#! )#! ;#/! #-&#/'0&#! <>67&! 6<-)*$6*&*$*! .#=(&/*%! (1(-H! =($(9(-(-! =(>*! ;#$(?9*&! %+-,+-%;7$7! ?#;'$&#;/#9'-#! 6*$*%9(-(/! ).0.0+$.>@! f*$(/&(&(%! *&)*! *)(&*=(&/*9(! (1(-! %'9#! >#/#-)#! )+'/#! 6($/*9(! 6*$*%(0+$@! C*&6(-G(-! A#$q(-! /#%#&*9(-(-! 9#-97$&*-/*9(! 7>*$(-*! 6*&(4;($)(3(! F7$%(0*! *D$(/! /#->#$#9'-'H!\.?9(-!X#>'8'+3&.!(1(-!)7>*-&*-*-!)*D&*;!;<$*-(-)*%(!;#4%'-!%#;'&'/'!?(8D*;;(3(!0#!)#! $#/#>#-!#0'-'-!=#4&#-6'8'!(&*!_\"!6<$74/*&*$(-(!%*9(4;($)(3(!1#&'4/#&#$'-'!=.!)(>(-(-!)*D#/'!+&#$#%! #-#=(&($(>@10!! ! ./012314%5146728%9:;012<8%=73"2%+,,*% ! ! M8(&(0*;! (&*! 6($(&*-! (&(4%(-(-! 6*;($)(3(! )(3*$! 9+$.&#$! )#! 7$*;(&*-! (/6*-(-! =($! 9#-#;! 0#B';'! +&#$#%! #&6'&#-'BH! #&6'&#-/#0#8#3'H! 9.-.&.B! 9.-.&/#0#8#3'Y! -*! +&).3.-.-! ;#$(:! *)(&/*9(-(-! 6*$*%(B! 6*$*%/*)(3(H!;#9#$�#-'-!(/>#9'-'!;#4'/#9'!/'H!0+%9#!#-+/(/!='$#%'&/#9'!/'!6*$*%;(3(!7>*$(-*c! OD8-/7(GB/7-/#(3:&8/+B/$DP-'-!=($!)(>(!B*$:+$/#-9'!$#)(%#&!9(0#9*;!(&*!%7&;7$*&!7$*;(/!#$#9'-)#%(!%*9(4/*&*$!(1(-!)*3*$&(!=($! <$-*%!;*4%(&!*;;(@!!! I] !M-;(PB+B!B$+,*9(-(!;#%(B!*;/*%!(1(-!=%>@H!qqq@#-;(PB+B@8+/! !"#$%&'% '+-% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% C*&6(-G(-!QRRSFTUTV!1#&'4/#9'-'!9#-#;!(&*!(&(-;(9(!+&/#0#-!=($!=#3&#/)#!%.&&#-/#%!(9;*)(3(-)*-!D*! =.! =#3&#/'-! =($! (/>#0'! 6*$*%;($/*)(3(-)*-! =#?9*;/(4;(/Y! ).$./! %*-)(-(! <-*! 1'%#$/#-'-! 9#06'9'>&'%! +&#$#%! 6<$7&*=(&*8*3(! =($! ).$./).! >($#@! C#4%#! -*)*-&*$! )*! :#(&(-! #)'-'-! 7>*$(-(-! <$;7&/*9(!(?;(0#8'-'!0#$#;#=(&(0+$@!C.-&#$)#-!=($(!)*!6<$9*&!1#&'4/#-'-!=($!%#$4'PB$+D+%#90+-!+&#$#%! ;#9#$&#-)'3'!D*!(/6*0(!?#>'$�#-!:#(&(-!%*-)(-(!D*!9+90#&!+$;#/'!;*$$+$(>*!*;/(4!+)#%&#$'!B$+D+%*! *;/*0*! 1#&'4;'3'H! =.! +)#%&#$! ;#$#:'-)#-! 9#&)'$'0#! .3$#/#! $(9%(-(-! /*D8.;! +&).3.! ).$./&#$@! M-+/(/! %#&#-! =#4%#! <$-*%&*$(-! 0#-'-)#H! =#4&#-6'1;#! #-+/(/! +&/#9'! )747-7&*-! D*! ?#;;#! (&%! +&#$#%! #-+/(/&(%! (1(-)*! 1'%#$;/#S9;(8%*$H! 4#=&+-! 6(=(! 9#-#;P)'4'! /#&>*/*&*$! 7>*$(-)*! )*-*-/(4! =#>'! 1#&'4/#&#$'-! )#?#! 9+-$#! (/>#! %#>#-)'3'-'! D*! 9#-#;! #&#-'! (1(-)*! )*3*$&*-)($(&)(3(-(! ?#;'$�#=(&($(>@! T$-*3(-H! C.$#%! A*&(*$G(-! \aN! =#0$#3'-#! $*:*$#-9&#! ?#>'$&#)'3'! 71! /.>&.! %+/B+>(90+-! <-8*! 9+%#%&#$#! 0#B'4;'$'&/'4H! )#?#! 9+-$#! 1'%'4! /#-;'3'-#! 1+%! )#! .>#%! +&/#0#-! =(1(/)*! a#:$(0#;G;#%(! ."=%&( GW%?-"#%! 9*$6(9(-)*! 0*$! #&/'411Y! 0(-*! \aN! =#0$#3'-#! $*:*$#-9&#! f#?(;! F.-#G-'-! ?#>'$&#)'3'! D*! /(&&(0*;1(&(3(-! (-9#-&'%! (1(-! +&.4;.$).3.! ;*?)()(! (4&*0*-! @%4FI/$/#! (9(/&(! 6<$9*&!)#?#!9+-$#%(!=($!;#$(?;*!=7;7-&7%&7!=($!%+-9*B;!9*$6(-(-!O0(-*!a#:$(0#;H!\#0'9!J]]gQ!=(&*4*-(! +&#$#%!0*-()*-!)*3*$&*-)($(&/(4!O0#-(!%#;/#-&'!=($!#-&#/!%.$6.9.-#!9#?(B!%(4(9*&!9*$6(!=7;7-&737! (1(-)*! =.! /(-(/#&&(%! =#4&#-6'8'-)#%(! #8(&(0*;(-)*-! D*! %'4%'$;'8'&'3'-)#-! 1*%(&*$*%! )747-7/9*&! =($! -(;*&(3*! 0#%'-'$'&/'4;'QY! K$(-1! L*0/*-G(-! )#?#! <-8*! =($! :#->(-! B$+,*9(-)*! (9(/! D*$/*%9(>(-! %.&&#-/#0'!)747-)737H!=($!L\!1(:;(-(-!M-';%#=($G*!)+3$.!07$70747-7!0#-9';#-!D*!M4&"(04(!/22B! 4*%&(-)*%(! =#4&'3'0&#! #-&#/! 716*-(-(! ;#/#/�#-! 1#&'4/#! 0(-*! %(4(9*&! =($! 9*$6(! (1(-)*! )(3*$! 1#&'4/#&#$&#!;*/#;(%!+&#$#%!)(0#&+3#!9+%.&#$#%!9*$6(&*-/(4;(!OG5(X"5$%&%H!W#&*$(9;H!J]]iQ@!! ! ?"@7A%:B2"8%+01-(/218%C"D07#"A%E"0"F;#8%G"#$3%+,,)% ! ! L#0)'3'/! 1#&'4/#&#$! =#?9*;;(3(/! 6(=(! =#4&#-6'1;#! =($! 9#-#;! 0#B';'! +&#$#%! )747-7&/*/(4H! #/#! 9#-#;1'&#$! ;#$#:'-)#-! #8(&(0*;! ).06.9.0&#! 9#-#;'-! D*$(&(! 1*$1*D*9(-(-! )'4'-#! 1'%/#9'! )747-7&*$*%! ;#9#$&#-/'4H12! #/#! =*&($&(! =($! >#/#-! 9+-$#H! *;%(! 6787-*! 9#?(B! +&).3.! )*-*0(/&*-)(3(-)*! :#$%&'! II !M9&'-)#!;#=((!A*&(*$G(-!J]]h!K0&7&G7-)*!<-8*!).D#$&#$#!#-+/(/!=(1(/)*!#9;'3'!#:(4&*$)*!6<9;*$)(3(!#/#!?*/*-!9+-$#9'-)#! ."#;"$0(>:#:?(9*$6(9(-)*!9#-#;!0#B';'!+&#$#%!)#?#!=707%!=+0.;&#$)#!D*!)#?#!B$+:*90+-*&!/#&>*/*0&*!9*$6(&*)(3(!2MC! =#0$#%&'!1#$4#:5!1#&'4/#9'!=.!6*1(4(-!*-!$#)(%#&!<$-*3(!+&#$#%!?#;'$&#-#=(&($@! IJ !A*&(*$G(-!."#;"$0(>:#:?((1(-!;#9#$&#)'3'!1#&'4/#&#$'!(1(-!2(/#,!/7?*-)(9&(3(5!%#D$#/'-'!%.&&#-/'4;'/Y!1+%!)#!B*,+$#;(:!=($! #-&#/&#-)'$/#0&#!%.&&#-/#/'4;'/!=.!%#D$#/'@!M0-'!(:#)*0(!/*;(-)*!=#?9(!6*1*-!)(3*$!1#&'4/#&#$!(1(-!)*!%.&&#-#=(&($(/!P r+?-!a*#$;:(*&)G(-!-*:*9!%*9*-!/($#9'-'-!(>&*$()($!9+-.1;#@!L#-#;1'-'-!I]@![9;#-=.&!C(*-#&(G-)*!9*$6(&*-*-!67D*-&(%! %.DD*;&*$(-(-H!7&%787&*$(-!0#!)#!=#4%#!;7$&7!9#&)'$6#-&#$'-!4())*;(-)*!%+$.-/#%!7>*$*!;#9#$&#)'3'!8/#7/-%+=&*$)*-!(;(=#$*-! !"#$%&'% '+>% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% )+�'/&#/#&#$&#! 9#-#;! #&#-'-'-! (1(-*H! 9.-./! =#3&#/'-#! *%&*-*-! (/>#0&#! 6*$(! 6*;($(&/(4&*$)(@! E#$4''$'&#=(&($! =#4%#! =($! /+)*&! 0.%#$')#! =#?9(! 6*1*-! 6<$9*&! (4&*$(-! *9;*;(3(-*! 1+%! 0#%'-! =($! 0*$&*$)*! ).$#-! 9#-#;P)'4'! =($! B$+,*! ;#$#:'-)#-H! %=( &%H#/7! ;#$#:'-)#-! 6*&(4;($(&)(@13! C($! )747-9*&! 0#%'-&'%! 6$.=.-.-! (4&*0(4(-(-! (1(-)*-! 1'%#-! =.! B$+,*! 1+3.-&.%&#! F7$%(0*G-(-! $*9/(! ;#$(?(-*! )#($! #-&#;'&#$#! (1%(-! 1*&(4%(&*$(! /(>#?(! #-&#/! %#0)'$/#&#$'0&#! #8'/#9'>! =(1(/)*! 9*$(/&*/*0*! 6($(4/(4;(@! u*%*=(&*8*3(! ;*B%(&*$(! )747-*$*%! #-+/(/! %#&/#! %#$#$'-'! (>&*0*-! 6$.B! <-8*! q*=9(;*9(! 7>*$(-)*-! )+'/#! 6($/(4H! %*-)(-(! 1*4(;&(! 9(0#9(! +&.4./&#$'-! 6<$9*&&(%! (?;(0#8'-#! O#:(4! ;#9#$'/'H! 9;(8%*$&*$H! 6$#:(%!%+/B+>(90+-&#$Q!%#$4'&'%9'>!0#-';!D*$*8*%!=($!#$#07>*0!+&#$#%!%+-./&#-)'$/'4H!)#?#!9+-$#! .06.-!6<$)737!D*9(&*&*$)*!9#-#;!#&#-'!(&*!;*/#9;#!=.&.-/.4;.!OX/7:-H!a#:$(0#;H!d(9#-!J]]gQ@! ! a#:$(0#;! E#$#%<0G)*! 79;79;*! #1'&#-! 9*$6(&*$! )*! 6<$9*&! 7$*;(/(-! 67-)*&(%! 0#4#/)#%(! ;*/9(&! /*%#-(>/#&#$'-'-! (4&*0(4(-*H! #%;7*&! 9(0#9#&! %+-.&#$#! /7)#?(&! +&#=(&*8*%! #-&#$! 0#$#;'B! 0#$#;'&#/#0#8#3'-'! ;#$;/#%;#0)'@! X*2/H/-"( =#4&'%&'! 9*$6(! OJ]]iQ! =($! 0#-)#-! 1#3'-! %*-;9*&! )+%.9.-.-!#0$'4/#>!=($!B#$1#9'!?#&(-*!6*&*-!6$#::(;(!D*!4#=&+-!%.&&#-'/'-'!9*$6(!/*%R-'-#!D*!0#%'-! 1*D$*9(-*! 0#0#$#%! )(3*$! 0#-)#-! )#! =.! ;7$! 1#&'4/#&#$'! >#;*-! 0#B/#%;#! +&#-! %(4(&*$(! *;%(-&(3*! 1*%*$*%! 9#-#;! D*! 9#-#;P)'4'H! 9*$6(&*/*! #&#-'! D*! 9+%#%H! %+$.-#%&'! =(1(/)*! %#/.0#! #1'%! #&#-! (&*! (-9#-'-!=#4'-#!?*$!;7$&7!4*0(-!6*&*=(&*8*3(!#1'%&'%;#!#&#-!#$#9'-)#%(!9'-'$&#$'!*9-*;/*0*!6($(4(0+$).@! G-0"#+/0%W(."=%&(GW%?-"#%!)*!OJ]]iQ!0(-*!%*-;9*&!)+%.!7>*$(-*!6*1(8(!=($!)<-*/)*!(4&*$&(%!%#>#-9'-! )(0*! 0#B'4;'$'&/'4! =($! /#&>*/*0(! /(>#?(P*&*4;($*&! =($! 0#%'/&#! 9*$6(! /*%R-'! (1(-)*! 0*-()*-! 7$*;/*0)(@! T$-*%&*/*0*! 1#&'4;'3'/! 1#&'4/#&#$'-! D*! 9*$6(&*$(-! B*%! 1+3.-.-! 7$*;(&/*9(-)*! 6$#:(%! :+$/#90+-.-)#-! 0#! )#! ;*8$7=*9(-)*-! 6*&*-! (9(/&*$(-! 0*$! #&/#9'! OKD$*-9*&! C*&6(-H! f#?(;! F.-#H! Kn;$#/78#)*&*H! (1! /(?$#%Q! 9#-#;'-! #&'4'*&/(4! %*-)(-*! $*:*$#-9&'! %#B#&'&'3'-)#-! .>#%#$#%! /(-(/#&! =($! )(&&*! %(;&*9*&! =($! #&6'�'4'! 0#%#&#/#! 1#=#9'-#! (4#$*;! *)(0+$! +&#=(&($@! L(0#9#&! (1*$(3(-! 6()*$*%!)#?#!:#>&#!q*=!7>*$(-)*-!B#0'&)'3'!D*!*;%(-&(%!%++$)(-#90+-.-!=.!/*)0./!#$#8'&'3'0&#! 9#3&#-)'3'!)(-#/(%!=($!+$;#/)#!(&*;(0(!?'>&'!D*!9+$.-9.>!=(1(/)*!#%;#$/#-'-!;#&*B!*;;(3(!*9;*;(%;*-! )*! =#?9*)(&*=(&($! =.$#)#@! L#-#;'! 9.-.&).3.! )<$;! ).D#$'-! )'4'-#! 1'%#$#=(&/*! )7$;797H! 2+! (&*! 2;*/9(&5!#$#9'-)#%(!)+�'/'H!>#/#-!#$#&'3'-'!*-!#>#!(-)($*=(&/*!1#=#9'!D*!6$#:(3(-!)(&(-)*-!<)7-1! #&'-#-! *9;*;(%! 4<0&*! =($! 0#-! *;%(! 7$*;/(4;(b! .>.-! =($! 97$*! =+0.-8#! *&*4;($(! D*! ;*+$(0(! 7$*;*-! 1*D$*&*$*!6<9;*$(&*-!%#$4'&'%9'>!(&6(!#$;'%!0#D#4!0#D#4!=($!%#$4'&'%&'!*;%(&*4(/*!0+&!D*$/*0*!=#4&#/'4;'@! A#?#! <-8*! ;*%(&! =($! <$-*%! +&#$#%! C#?#$! J]]I! 9#0'9'-'-! %#B#3'-#! a#&*! F*-6*$G(-! !D?/#D( OD7&/2D7Y( O*+7*( I"8( !D?/#D2/B2D7Y( 6="#%( )%#&"2%7Y( O*+7*( I"8( 6="#2"B2%7! (9(/&(! 0*$&*4;($/*9(-(-! OI^^hQ! :+;+3$#:'-'!%+0#-!!"W0"#()*$6(9(!)'4'-)#H!;*+$(%!D*!B+&(;(%!0#0'-&#$)#!=.!8*-#?;#%(!7$*;(/&*$*!B*%! 07>! D*$(&)(3(! 6<$7&/*>)(@! L+-! (%(! 0'&)#! =.! %+-.)#! 8())(! =($! )*3(4(%&(3(-! 0#4#-)'3'! 6<$7&70+$@! C*&6(-G(-! <>*&(-)*! 1N8#"$$! D*! @%#%7%&( )*$6(&*$(-)*-! =#?9*;/(4;(%@! C.! 9#;'$&#$'-! 0#>'&)'3'! 67-)*! B(0#9#)#! +&#-! 1N8#"$$P(-! %#B#%! %+-.9.-.-! II@! [9;#-=.&! C(*-#&(! +&/#9'! D*! 0(-*! @%#%7%&G(-! #%;7*&! 9#0'9'-'-! /*;(-&*$! 0#-'-)#! >*-6(-! =($! 6<$9*&&(%&*! B*%(4;($(&/(4! +&/#9'! =.! %*9(4/*&*$(-! )*D#/&'&'3'! %+-.9.-)#!7/(;!D*$(0+$@14!! ! L#-#;9#&!7$*;(/!(&*!9(0#9#&&'3'-!#$#9'-)#%(!9'-'$&#$'-!$#?#;1#!1(>(&*/*)(3(!O1(>(&/*9(-(-!6*$*%/*)(3(Q! #$#=<&6*&*$(! )*3*$&*-)($/*0*! 0<-*&(%! =($! =#4%#! /+)*&! )*! I^! Z8#%! E+&*%;(:(G-)*! 4*%(&! #&/'4;'@! a$#-;G'-! %#0='-'-! ?*/*-! *$;*9(-)*! -*! 0#B'&#=(&($! 9+$.9.-.! 9+$#-! 9#-#;1'&#$'-H! 0#>#$&#$'-H! %7$#;<$&*$(-! =($#$#0#! 6*&*$*%! +&.4;.$).3.! D*! ;7$&7! 1#&%#-;'&#$! *4&(3(-)*! 0#&B#�#$#%H! 4*%(&! )*3(4;($*$*%H!)#$#&#$#%!=.67-*!6*&*-!%+&*%;(:!=#4&#-6'1!9#:?#9'-)#!9#:!=(1(/)*!=($!9(0#9#&!*0&*/)*! =.&.-/#0'! ;*$8(?! *;;(! D*! %+&*%;(:*! )#?(&! +&#-&#$)#-! +&.4#-! (%(! #0$'! 6$.B! a$#-;G'-! k]I@! /#))*)*-! /#?%./!+&#-!9<>&*$(-(!=#9'-!<-7-)*!0(-*&*0*$*%H!%*-)(&*$(-(-!)*!9.1!(4&*)(3(-(!9<0&*)(&*$!D*!#)&(! 9(9;*/(-! %+-.! ?#%%'-)#! =+8#&#/#9'-'! 9#3&#/#%! 7>*$*! %*-)(&*$(! ?#%%'-)#! 9.1! ).0.$.9.-)#! 0*-(!=($!7$*;(/!D*!9.-./!;#$>'!(>&*)(3(-(H!(/6*!7$*;(/(-)*-!1'%#$#%!B$+,*!;#$>&'!(4&*$*!0<-*&)(3(-(!)*!-+;!)74/*%!&#>'/@! Z.;&*;G;*%(!Z4#&/-(K-&/BD(["22"2%B4#:&\(=#4&'%&'!9*$6()*%(!34+0#/G0/7!(9(/&(!1#&'4/#9'!OJ]]gQ!9*$6(!/*%R-'!)'4'-#!1'%#$)'3'! *&*%;$(%!B$(>(0&*!/*%R-!D*!*;$#:'-)#%(!9+90+&+,(%!0#B'!#$#9'-)#%(!:#$%#!($+-(%!=($!6<-)*$/*)*!=.&.-.$!D*!9(/6*9*&!=($! *4(;&*/*!*)(/(-)*!=.&.-.$%*-H!K0&*/!M%1#0!D*!W7-*4!F*$%+&!(&*!=($&(%;*!6($(4;(3(!D*!6*$*%;(3(-)*!/*%R-!+&#$#%!N[LFG(-! %.&&#-)'3'!.]C]G[)1X@!(9(/&(!.>.-!*$(/&(!B$+,*)*!9+%#%!;+B�'8'&#$'!(&*!6($)(3(!07>07>*!(&(4%(0(H!*;%(&*4(/(H!%#$'4'&'%&'!<3$*-(/! 97$*8(-(H!*4(;&(%1(!=($!+$;#%/#0'!;*/*&!#&/#%;#@!! Ik !?;;BbSS(8/(?$#%@=&+69B+;@8+/S! Im !C.!0#%'-/#0#!=#4%#!=($!<$-*%!+&#$#%!a#:$(0#;!;#0:#9'-'-!C($W7-!6#>*;*9(!(1(-!?#>'$&#)'%&#$'!OF*//.>PM$#&'%!J]]oQ!D*! 9+-$#)#-!%(;#B'$'&#-!1#&'4/#&#$'!D*$*=(&($(>Y!I/W#%B/0(@%#()*+(3/+/0-/+D+,/^Y(E#-#;!E(;#BH!_9;#-=.&!J]]i@!M0$'8#!E#+9We! )*$6(9(-(-!=($!97$*!<-8*!.06.&#-/#0#!=#4�#-!0*-(!:+$/#;'0&#!=($&(%;*!67-8*&!9#-#;!#&#-'-#!6*-(41*!0*$!D*$)(3(!6<$7&70+$@! !"#$%&'% '+H% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% =.&.-).&#$@!A#?#!9+-$#%(!=($!#4#/#)#!9#-#;9#&!#&#-!(1(-)*!=($!4*0!0#B'&'B!0#B'&#/#0#8#3'!%+-.9.! 67-)*/*!6*&)(3(-)*H!%+&*%;(:!70*9(!(9(/&*$(-!+$;#0#!%+-/#)'3'H!%(4(9*&!%(/&(%&*$(-!B#$#-;*>*!! #&'-)'3'H! )+�'9'0&#! ;+B&.! =(1(/)*! #-+/(/! %#&'-#-H! 9#)*8*! %+&*%;(:(-! (/>#9'0&#! (4#$*;&*-*-H!%+&*%;(:*!70*!9#-#;1'&#$'-!=($*09*&! 7$*;(/&*$(-)*-! =#3'/9'>! B$+,*&*$! 7$*;/*! %#$#$'! #&)'&#$@! I^! Z8#%G'-! (&%! 0'&)<-7/7-)*! a#:$(0#;G;#! #1'&#-! X*+W"#%0( (9(/&(! 9*$6()*! IJ! K0&7&! 9+-$#9'-)#! 9(0#9(! 6<$74&*$(-*! 0#! )#! ;#4')'%&#$'! %(/&(%&*$*! (9;(-#)*-H! :#$%&'! 4*%(&&*$)*H! :#$%&'! :#(&&*$! ;#$#:'-)#-! 0#4#/#! ?#%&#$'! 4())*;! %.&&#-'&#$#%! *&&*$(-)*-! #&'-#-! =(-&*$8*! (-9#-'-! (9/(-(! 9*$6(! /*%R-'-)#! 0#-0#-#!6*;($)(&*$Y!D*!=($!#-&#/'0&#!)*D&*;!0#! )#!:#$%&'!<$67;&*-/*&*$!;#$#:'-)#-!=#4D.$.&#-! 4())*;(-! (-9#-! ?#0#;'-'H! (9/(-(! #-+/(/&*4;($*-H! (9;#;(9;(%9*&! $#%#/&#$#! (-)($6*0*-H! /7-:*$(;! 9':#;'0&#! 0+%! 9#0#-! )+3#9'-#! %#$4'! =($! ?#;'$&#/#! 1#3$'9'-)#! =.&.-).&#$@15! ! W7-8*&! 9#-#;'-! )(&(-(! %.&&#-#-&#$! #$#9'-)#! 9(0#9#&!%+-.&#$'!)*$;!*)(-*-H!:#$%&'!=($!9.-./! =#3&#/'! #$#0#-! 9#-#;1'&#$! (&*! :#$%&'! #%;(D(9;! ! 6$.B&#$)#-!6*&*-!(-9#-&#$!#$#9'-)#!;*/#9&#$'-! '*%JK"F%EL41FA7D78%92101M1#7N<8% +&.4;.$.&).3.! :'$9#;&#$! )#! 0#%#&#-#=(&)(! =.! -34(-//8%JK"F%+,,*% 97$*1! (1(-)*@! X(-*! a#:$(0#;! E#$#%<0G)*! e#/=)#! [9;#-=.&! ;#$#:'-)#-! )7>*-&*-*-! X/7:-( 9*$6(9(-(-! OJ]]gQ! 9+90#&(9;H! #-#$4(9;H! :*/(-(9;! ?#$*%*;&*$!(1(-)*!0*$!#&/'4!9#-#;!7$*;(8(&*$(!(&*!v.**$!D*!#-;(P/(&(;#$(9;!1#&'4/#!6$.B&#$'-)#-!6*&(B! )*!)#?#!<-8*!9#-#;!+$;#/'!(1(-)*!)+3$.)#-!=($!1#&'4/#!7$*;/*/(4!0#!)#!6<9;*$/*/(4!+&#-!#/#! 6<$9*&&(%!7>*$(-*!)747-*-H!6<$9*&&(3(-!6787-7!8())(0*!#&#-!(-9#-&#$'!)+3#&&'%&#!0#-0#-#!6*;($*=(&/(4! +&/#9'H!=<0&*!=($!#3<$67-7-!/7/%7-!+&/#9'!?#;'$&#-/#0#!)*3*$@!! ! C.$#)#!4.!-+;.!)74/*%!6*$*%(0+$@!C7;7-!=.!9#0)'3'/!<$-*%&*$!9#-#;'-!%*-)(!(1*!%#B#-'%&'3'-)#-! $#?#;9'>&'%! ).0#-&#$'-H! 9#-#;! B$#;(3(! (&*! 9(0#9#&&'%! #&#-'! #$#9'-)#%(! *;%(&*4(/&*$)*-! =*9&*-*=(&/*H! 7$*;(/&*$(-(-! 9+90#&! -(;*&(%&*$(-(! 6*-(4&*;*=(&/*! #$#0'4'-'-! 0#-9'/#&#$'@! W<$9*&H! B*$:+$/#;(:! D*! (&(4%(9*&! )*-*0&*$)*! =.&.-#$#%H! #&;*$-#;(:! /+)*&&*$! 6*&(4;($/*0*! 1#&'4#$#%! 9(0#9*;! #&#-'-)#! (4&*$&(%! 9#?(=(!+&#-!+&.4./&#$#!(B.1&#$'!9.-/#0#H!D#$+&#-!/78#)*&*&*$!97$*8(-)*!6*$*%(9(/!).0.&#-!;*/9(&! 7$*;(/(-*!)+3$.)#-!)*9;*%!D*$/*0*!1#&'4'0+$&#$@!M/#!9(0#9#&!B$#;(3*!#&;*$-#;(:!=($!=#4%#!=($!#&#-! 9.-.0+$! )*3(&&*$@! E(/9*! =*-! 9(0#9*;! (&*! (&6(&*-/(0+$./H! +-.-! 20*$(-*5! 9(0#9#&! 9#-#;! 7$*;(0+$./H! )*/(0+$Y! 0#-(! %*-)(! 7$*;(/&*$(-(-! )+3$.)#-! 9(0#9#&! #&#-)#%(! :##&(0*;&*$(-*! %#$4'&'%! 6*&)(3(-(! 9<0&70+$!:#&#-!)*3(&&*$@!j$*;;(%&*$(!4*0(-!)747-7/7-!/*9#:*9(-(!;#4')'3'-'-H!;*/9(&(-!)+�'/'-)#-! 6*1;(3(-(-! :#$%'-)#&#$@! E#&)'! %(H! >#;*-! #>! 9#0')#%(! =.! (-9#-&#$'-! 1+3.! )#! 7$*;(/&*$(-(-! 20#-'-)#5! :#$%&'!B+&(;(%!:##&(0*;!#&#-&#$'-)#!/*D8.;!+&/#0'H!%#;'&'/)#!=.&.-/#0'!;*$8(?!*)(0+$&#$@16!! ! C($#$#0#! 6*&/*! ($#)*9(-(-H! =($&(%;*! )747-/*0*H! 1#&'4/#0#H! 7$*;/*0*! 6($(4/*-(-! =#4&'=#4'-#! =($! B+&(;(%!=+0.;.!+&).3.-)#-!=#?9*)(&*=(&($@!C.!($#)*0(!D*!1#=#0'!=($!>#/#-&#$!)*?#!/(;+9.-.!0+3.-! =(1(/)*! =*9&*/(4H! =($*09*&&(3(-! =(&&.$'3'H! L+3.%! L#D#4! 9'$#9'-)#! &(=*$#&! 7;+B0#-'-! *;*! %*/(3*! =7$7-)737! #&#-! +&#$#%! 6<9;*$(&/(4! D*! ?#&*-! )*! %(4(9*&! (/>#! 7>*$(-*! %.$.&.! 0#B'9'-'! 97$)7$/*%;*! +&#-!9#-#;!+$;#/'-)#!6<9;*$*=(&/*%!)*!#0$'!=($!1*%(8(&(%!%#;'0+$!(4(-!(1(-*@!X(-*!)*!%+&*%;(D(;*&*$(-! 97$*%&(&(3(-(! >+$'$#-! 0+$6.-&.%&#$H! %++$)(-*! +&/#! >+$&.%&#$'H! D*$(/9(>&(%! 9+-.8.! 0'&6'-&'%H! D*! %(4(9*&&*4/*0*! /*0&*)*-! 6<$74! #0$'&'%&#$'! 6(=(! .-9.$&#$'! 6<>#$)'! *;/*%! >+$@! K$6*-*%+-! )#D#9'-'-! Ih !E+&*%;(:!)#?#!9+-$#!=*->*$!=($!/+)*&(!F.>&#G)#!0#4#-#-!<&7/&*$!?#%%'-)#!6*&(4;($)(@!a#>'$&#-#-!6<$9*&&*$!97$*&(! 0#0'-&#$)#!D*!q*=!9#0:#&#$'-)#!0*$!=.&).@!! Io !I^!Z8#%!E+&*%;(:(G-(-!(&%!9#:?#9'!=($!(9;(9-#!9#0'&#=(&($!#/#!>#;*-!+!9#:?#)#!%+&*%;(:!%*-)(-(!9#-#;9#&!7$*;(/!7>*$(-)*-!)*3(&! 9(0#9#&!=($!+&.4./!:+$/#;'-)#!;#-'/&#/'4;'@!! !"#$%&'% '+I% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% =#4&#/#9'-'-! ?*/*-! *$;*9(-)*! 6*1(8(! +&#$#%! 6*-*&! =($! ;#-9(0+-! )74/*9(-)*-! 9<>*)(&*=(&9*! =(&*! #$)#$)#! 6*&*-! =($! )(>(! 9+$.-! 0./#3'-'-! =($&(%;*&(%! 7>*$(-*! %.$.&.! B$+,*&*$(H! +$;#/&#$'! 9#$9;'3'H! 0'B$#;;'3'! 6<$7&70+$b! AFNG-(-! (>&*/*9(! 6*$*%*-! B+&(;(%#H! 9+0%'$'/! ;*$(/(H! [9$#(&G(! *&*4;($($%*-! ;.;;.$.#%! ;+-! D*! #-;(P9*/(;(>/! $(9%(H! 4())*;(-! =#>'! ?#&&*$)*! /#$.>! 6<$7&7B! 6<$7&*/*0*8*3(! %+-.9.H! L*D#-! d(4#-0#-G'-! *4(-*! %#$4'! 0#B;'3'! =*$=#;&'3#! %#$4'! #&'-#8#%! ;#D'$H! =(*-#&)*%(! E+1! &+6+9.H! A(0#$=#%'$9B+$! /#1&#$'-)#! +&#-&#$H! =(&(-1#&;'-)#%(! <-0#$6'&#$! 9+-.8.-)#! 0#4#-#-! 97$1/*&*$! 6(=(! O4#?9*-! %#$4'/#! 1'%#-&#$'! 9*$=*9;! =(1(/)*! #-)'3'/Q! %+-.&#$! 7>*$(-)*-! 6*&(4*-! ;#$;'4/#&#$! 6*$(&(/&*$*H! %+B/#&#$#H! )#3'&/#&#$#H! =<&7-/*&*$*! 0+&! #1'0+$H! 71! %(4(0(! 0#-0#-#! 6*;($*=(&/*-(-!>+$'3'!).$./&#$#!*D$(&*=(&(0+$!%+�&'%&#@!! ! \(&&(0*;1(&(%!7>*$(-)*-!6*&(4*-!=707%!%+B.4/#0&#!<>)*4!+&/#0#-!#/#!=($!;7$!97$*%&(&(%!)*!;#4'0#-! (%(-8(! =($! 0#$'&/#-'-! *;$#:'-)#! )+&#-'0+$.>! 4.! 9'$#&#$b! /(&&(0*;1(! ?(8$*;;*-! 9+-$#! 6*$(0*! %#&#-! 9+&! )#?(&(-)*!0#4#-#-!D*!%#$4'&'%&'!B*,+$#;(:!;#-'/&#-)'$/#&#$&#!2&(=*$#&!9+&5!(&*!2+$;+)+%9!9+90#&(>/5! #$#9'-)#!%.$.&#-!6*$(&(/)*-!=#?9*)(0+$./@!M--*P=#=#&#$!(&*!1+8.%&#$'-!#$#9'-'!#1#-!(&%!0#$'&/#-'-! *$;*9(-)*H! #$;'%! )+9;&.%&#$'H! %#$)*4&(%&*$(! +$;#)#-! (%(0*! =<&*=(&*-! =.! #0$'4'/'-! 9#-#;! 7>*$(-*! )*! )+3$.)#-! *;%(! *;;(3(! 9<0&*-*=(&($@! C.-.-! (&%! (B.1&#$'-)#-! =($(-)*H! @%#)*+( 6#>*;*9(-(-! %7&;7$! 9#0:#9'-)#!0#0'-&#-#-!2L+&!(&*!W7-8*&!L#-#;'-![/;(?#-'5!=#4&'%&'!)+90#!%+-.9.-)#!OJg! Z8#%!J]]gQ! 29+&5! (&*! 267-8*&! 9#-#;5'-! =(;*8*%! 6(=(! 6<$7-/*0*-! =($! %#D6#! (1(-)*! +&).3.! 9#B;#-/'4;'@! A#?#! 9+$.-9#&'! #1#$%*-! =7;7-! <-0#$6'&#$'! +$;#0#! %+0#-! =($! :+$/7Z+-).! =.@! 2L+&5! %*&(/*9(! :#$%&'! 9(0#9#&! %+-./&#-/#&#$'H! 6*&*-*%&*$(! %#B9#0#-! =($! 4*/9(0*! %#D$#/#! )*3(&! /.?;*/*&*-! 0#>#$'-! %*-)(9(-(! (1(-)*! ?(99*;;(3(! D*! ?#%(%(! 9+&.! ;*/9(&! *;;(3(-(! )747-)737! 9(0#9#&! B+>(90+-#H! 0#-(! 9+&! (1(-)*%(!:#$%&'!%+-./&#$)#-!=($(-*!%#$4'&'%!6*&(0+$@!T;*!0#-)#-H!267-8*&!9#-#;5!(:#)*9(!(9*!=($!(:#)*! )7>&*/(! 0#! )#! F7$%(0*! <>*&(-)*! ;7$&7! :#$%&'&'%&#$'! =#$'-)'$#-! =($! #&#-! +&#$#%! )*3(&! /+-+&(;(%! =($! 1*$1*D*!+&#$#%!9#B;#-'0+$@!C.!%#$4';'$/#-'-H!1(:;*P6*-*&&*/*-(-!/#-;'3'-'!#1'%�#-!9+$.!4<0&*! :+$/7&*!*)(&(0+$b!2W7-8*&!9#-#;&#!(&6(&*-*-&*$(-!#)'-'-!<-7-*!-(0*!2&(=*$#&5!0#!)#!2%+>/+B+&(;5!6(=(! 9':#;&#$!*%&*-(0+$t5!C*->*$!=($!9+$.0.!=#4%#!=($!%7&;7$*&!7$*;(/!)(9(B&(-(0&*!=($&(%;*!%.&&#-/#%!-#9'&! ;'-&#$!%.&#!=(&/(0+$./b!9(-*/#S*&*%;$+-(%!/7>(%SB*-;7$S/+)*$-!)#-9!(&*!9+&!#$#9'-)#%(!/*9*&*! -*t! M?! E#:%#! -*! %+-:+$/(9;! #)#/)'-! 9*-H! +)#-#! %#B#-'B! 0#>#$! ).$.$).-@! E*-)(! 6<$74&*$(-(-! 9#3&#/#9'-'!0#B#=(&/*%!(1(-!%#$4'9'-#!#&)'3'!%+-./.-!)*3(&&*-/*9(-*!(?;(0#1!).0#-H!+-.-!1#B$#4'%! 0#B'9'-'! (-)($6*0*-H! +-.! /+-+&(;(%! =($! %#$4';! +&#$#%! 9#B;#0#-! =.! =#%'4! #1'9'! 0*$(-*! 4<0&*! =($! 9+$.! :+$/7Z+-.! (>&*-*/*>! /(0)(b! d*)*-! 67-8*&! 9#-#;! +&#$#%! #)&#-)'$'&#-! (:#)*! #&#-'! )(3*$! )(9(B&(-&*$*!+$#-&#!)#?#!?'>&'!D*!0+3.-!=(1(/)*!%#B(;#&(-!/#-;'3'-#!;R=(!%'&'-/#0#!1#&'4'&)'!=.!9+-! +-!0'&! (1(-)*t!C.!;7$!)*9;*%&*$!?#-6(!/+;(D#90+-&#$&#!0+&#!1'%'0+$t!d*!;7$!%+-./&#$!D*!;.;./&#$! %#B(;#&(-! /#-;'3'-'-! (1(-*! 1*%(&*=(&(0+$H! ?#-6(&*$(! )($*-*=(&(0+$H! *&*4;($*&&(3(! %+$.0#=(&(0+$t! M&;*$-#;(:!=($!#&#-'-!%.$.&/#9'-'-!:(>(%(!%+4.&&#$'!-*)($t!"#$%&'!8+3$#:(!D*!%7&;7$*&!=#3&#/&#$)#!97$*1! -#9'&! (4&(0+$t! F7$%(0*G)*! 9#-#;#! %#/.9#&! %#0-#%! #0$'&'0+$! +&9#0)'! )#?#! :#$%&'! =($! /#->#$#! /'! 1'%#8#%;'!%#$4'/'>#!U9#-#;!7$*;(/(-(!+!>#/#-!)#?#!/'!/*4$.!=.#%;'%t@@@!! ! w>.-! =($! 97$*! 6<$*8*! =($! 0+%9.-&.%! #&#-'! (1(-*! 9'%'4/'4H! +$#)#! 9*$B(&/*0(! =#4#$/'4! =($! (:#)*! #&#-'-'-! =($)*-! 9*$/#0*! ;#$#:'-)#-! /+)*$-&(%H! #;'&'/8'&'%H! =#;'&'&'%! 6(=(! =($! 6<$7-;7! %#>#-/#%;#! %.&&#-'&#=(&*8*%! =($! #$#1! +&#$#%! 9*1(&/*9(Y! )#?#! <-8*! ;#$(?(! 0#! )#! /+)*$-! $*9(/! %+&*%9(0+-&#$'-#! #0$'*&*-!%#0-#%&#$'-!=.!#&#-#!%#-#&(>*!*)(&/*9(Y!(1*$(3(H!D(>0+-.!:#&#-!;#%/#%9'>'-!)*$/*!1#;/#! #/#!07>*0)*!6'8'$!6'8'$!%.$./&#$!#1'&/#9'Y!67D*-&(%!/*%#-(>/#&#$'0&#!D*!1*4(;&(!B9(%+&+,(%!.-9.$&#! %.$.&#-!9+90#&!:(&;$*&*$Y!7$*;(/&*$(!.>'/!D*!6<$9*&!;#;/(-*!(-)($6*/*0*!1#&'4#-!9.-./!=(1(/&*$(H! 7$*;(8(&*$! (&*! ;7%*;(8(&*$! 4*%&(-)*! 6*&(4;($(&*-! %*9%(-! #0$'4;'$/#c! =7;7-! =.! #$#>&#$'-! :#$%'-)#&'3'! (1(-)*!*&*4;($*&! =($!%+-./!6*&(4;($/*0*!1#=#!9#$:*)*-&*$(-!9#0'9'!#>!#/#!7$*;(/!9#?#9'-'-! )#$&'3'! )(%%#;*! #&'-)'3'-)#! +$#-'! )(3*$! ?*$?#-6(! =($! (:#)*! #&#-'-)#%(-)*-! )#?#! )747%! :#&#-! )*3(&H! ?#;;#! %*-)(! 9.-./! %+4.&&#$'! 7>*$(-*! )#?#! :#>&#! %#:#! 0+$#-! =#4%#! =($! %7&;7$*&! 7$*;(/! #&#-'! D#$! /'! )(0*! 9+$/#%!)#!/7/%7-t!Z!>#/#-!-*$*)*-!6*&(0+$!67-8*&!9#-#;!+&#$#%!/*9*&*!*)(&*-!4*0*!0<-*&;(&*-! =.! ;+B;#-8'! =#%'4t! X#! )#! *&*4;($*&! 1#=#! *%9(%! =.&.-.0+$9#H! -*)*-! +-.! 671&*-)($/*0*! 1#&'4/#%! 0*$(-*H!=7;7-!=($!#&#-'!;+B;#-!8*?*--*/*!B+9;#&#/#%!;*$8(?!*)(&(0+$t! ! K$6*-*%+-! )#D#9'-'-! #1'&/#9'-'-! *$;*9(-)*! 9+&! (1(-)*! #0$'4/#0'! 0#$#;#-! =#4&'8#! %+-.H! ?#-6(! ;#?#%%7/! (&(4%(9(-(-! <-8*&(%&(! +&#$#%! ?*)*:! #&'-/#9'! 6*$*%;(3(! 7>*$(-*! %.$.&.0).@! K48(-9*&&*$(-! ?#%&#$'!(&*!*/*3(-!?#%&#$'!/*9*&*9(-(!#0-'!)7>&*/*!0*$&*4;($/*%;*!>+$&#-#-!=($!)747-8*!;#$>'!O=.! ;7$! #$67/#-&#$)#! 97$*%&(! +&#$#%! 2*48(-9*&5! %(/&(3(-! %#$4';! %.;.=#! 0*$&*4;($(&/*9(! )*! #0$'! =($! (&6(-1&(%Q! 79;=*&($&*0*-! -(;*&(%&(! =($! ;#?#%%7/! 0#B'9'-'-H! 9(0#9#&! B$+6$#/'-! <-8*&(%&(! ?*)*:(! +&/#9'! !"#$%&'% '+(% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% 6*$*%;(3(-(! 9<0&70+$@! "#$%&'! ;#?#%%7/! =(1(/&*$(-(-! 1#B$#4'%! =(1(/)*! (1(1*! 6*1;(3(! >(-8($! 0./#3'-'! %#D$#0#=(&/*%H! 1<>*=(&/*%! (1(-! 0<-;*/! D*! 6*$*1! 1*4(;&(&(3(! D*! 6*1(4%*-&(3(! %.&&#-/#! :(%$(! 1<>7/! 97$*8(-(! =.&#-)'$#-! =($! :$*%#-9! B#$#>(;(H! =($! %*9(-;(! ?#&(H! >#/#-! D*! *-*$,(! %#0='! +&#$#%! 6<$7&70+$@! L+-! 0($/(H! +;.>! 0'&! (1(-)*! :#$%&'! ;*+$(%! %+-./&#$'-! *;%(&*4(/(! (&*! +&.4;.$.&/.4! >*-6(-&(%! ?(1! )*-*0(/&*-/*/(4!6(=(H!%*-)(!%+-./.-.!?#%%'-)#!9+$.&#$!9+$/#%!D*!=($!;*/%(-&(&(%!D*!;*D#>.!(&*! 9<>! #&/#%! 0*$(-*H! ;*0=(! 6*$(! 9#$#$#%H! #9&'-)#! =*-! ?#%&'0)'/! D*! ?#&*-! )*! ?#%&'0'/! 87/&*9(-)*%(! %*-)(-(!;#9)(%!*;/*!*)(/(-(-!6787!;*$8(?!*)(&(0+$@!! ! L7$*000#!KD$*-G(-!(9#=*;&*!9#B;#)'3'!6(=(!67-8*&!9#-#;!+&#$#%!#)&#-)'$'&#-!%*-)(!(1(-)*!B$+=&*/&(H! #0$'4'%! #&#-! =*&($&(! =($! 9+&! 07%&*-(/! ;7$7-*! 0#4#/'4! +&).3.! =($! ($;(:#! %#0='-'! ?#;'$&#;'0+$@17! [9;*$! 9+&.-!=($!=7;7-!+&#$#%!IJ!K0&7&G)*!0#4#)'3'!;$#D/#;(%!0*-(&6(9(!(&*!(&%!%#D$#/9#&!*3(&(/&*$(-!>*/(-! %#>#-)'3'! 9*%9*-&(! 0'&&#$)#%(! )*-*08(! 9#-#;! #-�'4&#$'-'! *4&*4;($(-H! (9;*$! )*D&*;! 9+90#&(>/(-(-! 1<>7&7470&*!67-8*&!9#-#;'-! =($!#&#-!+&#$#%!=*&($/*9(-(!*4&*4;($(-H!9<>%+-.9.!)<-*/)*!4*%(&!#&/'4! =.!(:#)*!#&#-'H!9+&!(1(-)*%(!=.!%*-)(-)*-!:#>	'0&#!*/(-!#-�'4!(1(-!%*-)(!9<>!%#0='-'!D*!*$;*9(-)*! ).0).3.! 0*$9(>&*4/*! ?(99(-(! 1#3$'4;'$#-! 4*0&*$)*-! =($(! %+-./.-)#@! \#$%9(9;! )747-8*! (1(-)*! %*-)(-(! >*-6(-&*4;($*=(&/(4! %+-./&#$H! 0#B'9#&8'&'%P9+-$#9'! )747-8*H! 9</7$6*P9+-$#9'! *&*4;($(H! :*/(-(>/! (1(-)*! 0*-(&*-*-! %.4#%&#$H! )*D&*;! :*;(4(-(-! <;*9(-*! 6*1*$*%! 6*-(4! ;#?#%%7/! #-#&(>&*$(! 6*;($*-!#-#$4(9;!B+>(90+-&#$H!9#=(;!%(/&(%&*$(!9+$6.0#!#1#-!v.**$!%.$#/H!/+=(&!D*!1+%&.!%(/&(%&*$! 7>*$(-*! (-8*&*/*&*$! D*! =7;7-! =.! %#-#&&#$'-! 9(-*$,(&*$(-)*-! =*9&*-/*0*! 1#&'4/'4! +&#-! 9#-#;1'&#$! =#?9(!6*1*-!9+&!B+>(90+-!(1(-!%*-)(!>#0':/#!97$*8(-(!?#;'$&#;#-!=($!?78$*!+&#$#%!+$;#)#!).$.0+$@! F7$%(0*! <>*&(-)*! *$%*-! )*-*=(&*8*%! =($! >#/#-&#/#0&#! E*/#&(>/*! #(;! (%+-+6$#:(0(! 9#$9/#0#H! #;#*$%(&&(3(-!9(0#9(!(4&*0(4(-(!6<$9*&&*4;($/*0*H!=7;7-!=($!7&%*-(-!8+3$#0#9'!7>*$(-)*!*;%(&(!+&/.4!6<1! +&6.9.-.! (-8*&*/*0*! 1#&'4/'4! O#$;'%! 6*$()*! %#&)'3'! 9<0&*-*=(&*8*%Q! =.! 9<0&*/9*&! ;.;#$&'&'%! D*! 97$*%&(&(%! 1(>6(9(-(-! 7$*;(/(! B*%! )*! =($! 4*0! (:#)*! *;/(0+$! =.! %+-./.-.-! 9#D.-.8.&#$'! (1(-@! Z! 07>)*-! (-#-'&/#9'! 671! =($! ;#?#//7&97>&7%&*! 267-8*&! 9#-#;! )(&(-(-! /.?#&*:*;(! 9'-':9#&! =($! #()(0*;! 7>*$(-*!%.$.&.! +&/#)'3'!97$*8*!*-!:#>&#!-(?(&(>/*!.'$5!6(=(!=($!87/&*!9#$:*)(&*=(&(0+$@!Z&.4/.4! =.! 9<0&*/9*&! >*/(-(! 267-*! *-)*%9&(5! D*! 2&(6?;5! =($! /.?#&(:! )(&*! 9#?(B! +&/#%&#! (;?#/! *)*-! %+-./.-! <-*$)(3(! 9#:! 2?#$)5! )(&(-! 9#-#;! #&#-'-)#%(! <$-*%&*$(-(-! -*! +&).3.-.! /*$#%! *)(0+$./! )+3$.9.@! L#-#;'! (&6(-1! %'&#-! 4*0&*$)*-! =($(! 0#4#/'! =*&($&*0*-! )(-#/(%! >*-6(-&(3(-*! =*%&*-/*)(%! %#B'&#$! #1#=(&/*9(! U! =.-&#$'-! (1(-)*! &(6?;G'! )#! D#$H! ?#$)G'! )#Y! /#D(9(! )*! D#$H! B*/=*9(! )*H! =#4%#! $*-%&*$(!)*c! ! N+&(;(%!+&#-H!=*-(/!B+&(;(%!+&#$#%!-(;*&*)(3(/!4*0)($H!87/&*9(-)*!=#4D.$.&#-!%#&'B!=.67-&*$)*!:#>&#! %.&&#-'&/#0#! =#4&#-)'b! 9+90#&(9;! +&#-H! \#$%9(9;! +&#-H! 9+&! +&#-c! Z;#-;(9(;*-(-! (9B#;&#-/#9'-#! 0<-*&(%! =.! 9#B&#-;'! D*! %*-)(-)*-! 47B?*! *;/*0*-! ).$.4! 0*$*&&(3(-! ;#$(:(! %+-.9.-)#! )#! =*->*$! %$(;*$&*$! 6*;($/*0*! 1#&'4;'3'-)#! =#4%#! ;7$)*-! ()*+&+,(%! 0#B'&#$#! 0#9&#-/#0#! =#4&'0+$@! E#$4'9'-#! %+-./&#-)'$)'3'! (-9#-&#$'-! 2=.$#)#-&'%5! -(;*&(3(-(! ;#4'/#)'3'-'! (/#! *)*$*%H! %*-)(-*! 2=.$#)#-&'%5'-! +;#-;(%! ;#4'0'8'9'! $+&7! #;:*)*$*%! )'4�'8'H! <>87! 1'%/#>&#$#! 9#B/#%! 0*$(-*! :#$%&'! +&#-&#!*;%(&*4(/*!6($/*0*!1#&'4/#%!)#?#!D*$(/&(!+&/#&'@!! ! W7-8*&! 9#-#;! (&*! 9+&! #$#9'-)#H! 2&(6?;5! (&*! 2?#$)5! #$#9'-)#! =($! %#$4';&'%! %.$/#0#! *4&(%! *)*-! ?#/&*&*$)*!=($(!)*!67-8*&!9#-#;'!O0#!)#!+-.-!9(0#9#&&'3#!0#%/#0#!1#&'4#-!<$-*%&*$(-(Q!)+3$.)#-! $#)(%#&! 9(0#9*;*! $#%(B! 1'%/'4H! =<0&*9(! =($! $*%#=*;(! ;#&*B! *;/(4! =($! #&#-/'4! 6(=(! ;#-'/&#/#%! D*! *$;*9(-)*! )*! ;#;/(-%R$! =($! $#)(%#&&(%! 0#$#;#/#)'3'! 9<0&*0*$*%! 0*$(-! )(=(-*! 9+%/#%@! L#-#;! D*! 9(0#9*;! #$#9'-)#%(! 6*1(4%*-&(%&*$*! $#3/*-! ;#-'/&#-/#0#! 1#&'4'&#-! (%(! >*/(-! #$#9'-)#! =($! %#$4''$'&#=(&($&(%! 0#! )#! $*%#=*;! =.&.-/#)'3'-'! <$-*%&*/*0*! #/#! )747-8*&! D*! B$#;(%! #-&#/)#! %#$4'&'%&'! >*-6(-&*4/*! +&#-#%&#$'-'-! )#! D#$! +&).3.-#! (4#$*;! *;/*0*! 1#&'4/'4;'/@! \#&*9*:! #%;(D(9;! 1*D$*&*$! (1(-)*! )*! ).0.&/#0#! =#4&#-#-! #%'&! #&/#>! %#$4''$/#&#$'-! 0#B'&)'3'! 6<$7&70+$@! C#>'! #%;(D(9;!6$.B&#$'-!0#B;'%&#$'!D*!%(/(9(!9+-!)*$*8*!*;%(&*0(8(H!#-&#/&'!$#)(%#&!,*9;&*$!<$-*%&*-*$*%!9(>! =.-.!0#B#=(&(0+$!/.9.-.>Y!0#B#/'0+$9#-'>!9(>(-!7$*;;(3(-(>!9<0&*/*!#$;'%!(?;(0#8'/'>!0+%H!)*-(0+$@! C.!/#-;'3'!;#%(B!*)*$*%H!67-8*&!9#-#;!#&#-'-'-!;7/)*-!(&6#!*)(&/*9(!9+-.8.-#!D#$/#%!>+$! )*3(&! O;#=((! =*->*$! =($! ;#&*B&*$(-! 9(-*/#H! 4(($H! *)*=(0#;! 6(=(! =#4%#! ;7$! %7&;7$*&! 7$*;(/&*$*! 0<-*&;(&/*9(! #%'&&#$)#-! =(&*! 6*1/(0+$! =.! %(4(&*$(-Q@! C<0&*! =($! -+%;#0#! 6*&(-)(3(-)*! )*! >#;*-! %+-.4/#-'-H! 9<0&*4/*-(-H! 67-8*&! 9#-#;! B$#;(3(-(H! )*3*$&*-)($(&*=(&*8*%! =($! )747-7/! #&#-'! +&#$#%! <-*$/*-(-! >*/(-(!)*!+$;#)#-!%#&%'0+$@!! Ii !2d*!L*-(-&*!d*!L*-9(>5H!II@![9;#-=.&!C(*-#&(!E(;#='H!9@!khkPkomH![9;#-=.&H!J]]^@! !"#$%&'% '+)% !"#"$%&'($')%**! 1#2"+(34$45/% ! A#?#! <-8*! 67-8*&! 9#-#;! #&#-'-)#%(! 7$*;(/)*! *%+-+/(! B+&(;(%! )(-#/(3(-(-! )(3*$! ;#?#%%7/! 9(9;*/&*$(-(-! *&*! #&'-'4'-)#%(! %#)#$! )*$(-&(%&(! (4&*-/*)(3(-(! 9<0&*/(4;(/@! X.%#$')#%(! ;7$)*-! =($! ;*B%(8(&(3(-! %#$4'9'-)#! %'$'&6#-&'%! 0#$#;'0+$! +&/#9'-'-! 0#-'-)#! =.! >##:! %.$./9#&! *&*4;($(-(-! 6*&(4/*9(-(!D*!=($!#&;*$-#;(:!#&#-'-!;#9#DD.$!*)(&/*9(!D*!%.$.&/#9'!+	'&'3'-'!)#!9#%#;&'0+$@!C.67-*! %#)#$! +&.4/.4! )*-*0(/! =($(%(/(-)*-! D#>6*1/*%9(>(-H! %#B(;#&(>/*! )#($! *&*4;($*&! )+-#-'/&#$'! )#! #%9#;/#)#-!6*$(0*!%#&#-!#>!9#0')#!;#0:#0&#!>##:&#$'!%#B#;#$#%H!6($(&*-!.>'/&#$'!D*!(1!B#$#)+%9&#$'! 6<$7-7$! %'&#$#%! (&*$&*/*%H! =($*09*&! D*! /*&#-%+&(%! 6*$(! 1*%(&(4&*$! 0*$(-*! 0*-(! %+&*%;(D(;*&*$! 7$*;*=(&/*%! ()*#&! $+;#! 6(=(! 6<$7-70+$@! x+$&.%&#$'! )#! =+&@! C.! %#)#$! 8#-! %'$'3'! (1(-)*! ./.;! =*9&*-*8*%!'4'%!?7>/*&*$(H!0*-(!%.4#%&#$!=*&($*8*%;($!*&=*;@!! !"#$%&'% '+*% İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı Zeynep Gambetti Haziran ayının başında İstanbul’da gerçekleşen “Medeniyetler Arası Diyaloglar” başlıklı bir konferans dizisinde ABD’li bir akademisyen oturduğu koltuktan ayağa fırlayarak, “Benim ailemin altı ferdi Holokost’ta katledildi” diye başlayan bir cümle kurdu. Bu cümle, kendisi hakkında söylenen ve söylenebilecek herşeyi gayri‐meşru ilan etmesinin bahanesi oldu. Ermenilerden özür dileme kampanyasını konu alan bir paneli dinlememiş olmasını bu şekilde gerekçelendirdi. Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkinin kendini ilgilendirmediğini söyleyebildi, ve onu kınayanları kınadı. Kısacası, bir mağduriyeti iktidar aracına dönüştürdü. Aynı konferansta kendine liberal demokrat etiketini yakıştıran yine ABD’li bir akademisyen, ülkesinin Irak’ı işgal etmiş olmasını haklı çıkarmak için vicdan özgürlüğü argümanına başvurdu. Konu laiklik ve sekülarizmin yeniden düşünülmesi idi. Ancak tartışma, laikliği sorgulamak şöyle dursun, önkoşulsuz savunulmasına doğru evrildi. Köktendincilikle mücadele ederken gerekirse yasaklara, zora ve hatta savaşa başvurulmasının meşru olduğu savı dile geldi. Oysa panelin niyeti, laikliğin tek bir tanımının olmadığını, İslam’ın da farklı laiklik‐sekülerlik biçimlerine açık olduğunu konuşabilmekti. Vicdan özgürlüğünden başlayıp Irak’ın işgalinin haklılığına varan mantık zincirinin, doğruluğu veya yanlışlığı bir yana, fiili olarak yaptığı bir şey vardı. Konferansın başından itibaren geçen birkaç gün içinde ABD’li, İtalyan, Türkiyeli, İranlı, Mısırlı akademisyenlerin hasbelkader oluşturdukları dinleme ve anlama pratiklerinin etkisini dağıttı. Hemfikir olmayanların dahi aralarında oluşan yakınlaşma sona erdi, saflar oluştu, bireyler birtakım temsillerin içine sıkıştırıldılar. Taraftarlar birbirlerine alkış tutmaya başladılar. İkna etmek değil, altetmek esas oluverdi. Bu yazının konusu işte çok yakın geçmişte tanık olduğum ve beni çok düşündüren bu diyalektiktir. Söylemde savunduğu çoğulculuk, akılcılık ve ortak fayda prensiplerini fiili olarak ihlal eden bir liberal demokrat; azınlık olmaktan doğan mağduriyetini başka bir azınlığın acısını sahiplenmemenin bahanesine dönüştüren bir mağdur – işte bu tersyüz olma halleri, bu en masum söylemlerin tuhaf bir biçimde kendi tersine dönme, zıt etkiler yaratabilme halleri, bunlar çok sinsi bir şiddetin görünmez yüzleri. Zira kişinin söylediği ile yaptığı arasındaki farkları tesbit edebilen keskin gözler bile, söylerken veya söylemekle yaptıklarını göremeyebiliyor. Özellikle Türkiye’de geçtiğimiz yıl Marksizm ve Ergenekon tartışmalarında beliren bu şiddet, çok eril bir egemenlik refleksinin özgürlüğü savunanların bile içine düştükleri bir tuzak olduğunu gözler önüne serdi. Buradaki şiddet açığa çıkarılmadan, deşifre edilip üzerinde düşünülmeden iktidar ile mücadele ediyor olduğumuzu iddia etmek, kendi kendini kandırmaktan başka birşey değil korkarım ki. Bu yüzden bu yazıda Türkiye’de özgürlüklerin önünü açacak olan sorgulamaların buralardan başlaması gerektiğini iddia ediyorum. Er meydanında laf etme cüreti gösteren bir kadın olarak, eğer zihnimizdeki ve dilimizdeki iktidar sevdasını sorgulamazsak, ister Ergenekon operasyonunu destekleyelim, ister filler tepişiyor diyelim; ister solcu olalım, ister kendimize liberal demokrat etiketini yakıştıralım, hiçbirimizden ne demokrat olur, ne de özgürlük savaşçısı diyorum. Sorun sanırım sözün “salt söz” olarak algılanmasında başlıyor. Batı’nın başat felsefe tarihinde sofistlere karşı amansız bir mücadele veren Eflatun’un başlattığı varsayılan düalist düşünsel sisteme göre sözcüklerin asıl işlevi, bir şeyin özünü teşkil eden Idea’ya gönderme yapmaktır. Eflatun her ne kadar retoriğin pedagojik öneminin farkında olsa da bunun felsefesini yapmadı. Aksine, sözü bir vasıtaya indirgedi. Eflatun’dan beri Batı metafiziğinin belkemiğini oluşturan bu anlayış, sözcüklerin tasvir ve iletişim vasıtaları dışında bir şey olmadıkları, bir şey yapmadıkları konusunda sonsuz bir rahatlık içindedir. Bir fikri tartışmakla, o fikrin gönderme yaptığı gerçekliğin etkilenmeyeceği, zira gerçekliğin sözün dışında varolduğu düşünülür. Keza, liberal demokrasinin üzerine oturduğu zemin olan tartışma kültürü, sözlerin içeriğine odaklanmıştır. John Austin’in kitabının başlığında belirttiği fenomen ile, yani Sözcüklerle Nasıl Şeyler Yapılır ile ilgilenmez.1 Oysa sözcüklerle çok şeyler yapılır. Bunu ilk sofistler anlamışlardı, ancak daha sonraları da teolojiyle eklemlenemediği için Batı felsefesinde yüzyıllar boyunca marjinal kalan farklı akımlar, 1 Sayı #1 130 John Austin, How to Do Things with Words (Cambridge: Harvard University Press, 1962). İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı Zeynep Gambetti sofistlerin kah izinden yürümek, kah onlardan ayrılmak suretiyle, Eflatun’un düalizmini reddettiler. Sözün salt vasıta olmadığını, daha sonra “söz edimi” olarak adlandırılacak olan fiili birtakım etkiler yarattığını iddia etmekten vazgeçmediler. Söz edimini John Austin’in verdiği bir örnekle açıklamak gerekirse, birine evlilik teklif etmenin gönderme yaptığı bir dış gerçeklik yoktur. İki kişi arasındaki evlilik ilişkisinin temeli, bir söz ile kurulur. “Söz kesmek” tabirinin gayet iyi anlattığı gibi, bu durumda sözün kendi dışında bir nesnesi yoktur. Daha doğrusu, sözün nesnesi (biri ile “sözlü” olma durumu), sözün edilme anında oluşan bir nesnedir. Söz edimi, bir sözün hangi etkiyi gözeterek söylendiği ile oluşmaz. Örneğin evlenme teklif edilirken romantik bir tonla konuşursunuz, veya esprili bir tavır takınırsınız, ancak her halükarda sözünüzün edimi “teklif”tir. Bir teklifin “teklif” sayılmasının elbette ki bazı asgari koşulları vardır – birine söylenmeyen bir teklif, teklif değildir mesela. Ancak bu koşullar tuttuğu andan itibaren, yaratılmak istenen etki, edimin kendisini etkilemez. İyi bir tekliften, kötü bir tekliften, kötü ifade edilmiş bir tekliften bahsedebiliriz, ama edilmiş bir teklif vardır.2 Edim ile etki üstüste örtüşmek zorunda değildir. Edimi görünmez kılan da belki budur. Zira hümanist sözcükler içeren, yumuşaklıkla sarfedilmiş sözlerin etkisi, içerdikleri olası baskı veya şiddet edimlerini gizleyebilmektedir. İktidar alanının maddi ve kurumsal birtakım pratikler dışında söz ile de kurulduğu, ve hatta toplumsal alanın tanzim ve tasnif edilmesinde sözün belirleyici bir rol oynadığı kuşku götürmez. İktidarı sadece belirli aktörlerin sahip olduğu bir baskı aracı olarak algılamak çok eksik olur. Muhalefet veya demokratlık da bir –izm’e veya bir gruba içkin değildir. Böyle düşünmenin verdiği rahatlığın bir sakıncası, iktidarın muhalif gibi gözüken alanlarda yeniden üretilmesinin önünde duramamaktır. Mağdur olma halinin iktidardan arınmışlık olduğu sanılır. Oysa iktidarı bir varlık durumu veya sahip olunan bir nesne olarak tasavvur etmek, onun pratikte ve sözde sürekli olarak yeniden kurulan bir ilişkilenme şekli olduğunun üzerini örtmek suretiyle, mağdurları veya muhalefeti de iktidar kurulumuna ortak eder. Dolayısıyla sözün sadece içeriğine değil, yaptığına da bakmak elzemdir. Tartışamamaya dair Aydınlanma’dan beri siyasal hayatta tartışmaya çok büyük normatif anlamlar yüklenmiştir. Tartışma sadece çatışmanın alternatifi olmakla kalmaz, ayrıca birlikte yaşamı mümkün kılan ilkelerin akılcı zeminlere oturtulmasını sağlar. Gerek Kant, gerekse Mill’de tartışma ve münazara kamusal doğruya ulaşmanın yegâne yoludur. Çoğul niteliklere sahip bir toplulukta, birinin hatasının bir diğeri tarafından tartışma aracılığıyla düzeltilmesi, ortak aklın oluşturulmasının şartıdır. Amiyane tabiriyle, insanlar konuşa konuşa anlaşırlar. Tartışmayı engelleyen faktörler ortadan kaldırılırsa, örneğin fikir ve vicdan özgürlüğünün yanı sıra ifade özgürlüğü garanti altına alınırsa, ortak faydayı gözeten bir anlaşmaya veya uzlaşmaya varılacağı konusunda kuvvetli bir inanç gelişmiştir. İyimserlik olarak nitelenebilecek bu inancın gücü öyledir ki, siyasette meclis, senato gibi kanun yapıcı kurumlar birer tartışma forumu olarak tasarlanmıştır. Bu anlayışa göre meclis, toplumdaki farklı çıkarların koltuk sayısı olarak temsil edildiği niceliksel bir alan olmasının yanı sıra, aynı zamanda niteliksel özelliklere sahiptir. Farklı görüşlerin dile gelmesi sayesinde mecliste ortak aklın inşa edileceğine inanılır. Zora veya şiddete başvurmadan birbirleriyle temas içine girecek olan toplumsal kesim ve ideolojiler, salt tartışarak – yani salt sözle – kendi dar çıkarlarının ötesine geçip tüm toplum için doğru olanı belirleyecek yetiye sahip olabileceklerdir. Bu inanca sonsuz saygı duymakla beraber, tartışma ve münazaranın özgürlük ve demokrasiye katkıda bulunabilme koşullarını iyi değerlendirmedikçe, tam aksi yönde gelişmelere tanık olmanın kaçınılmaz olacağına kanaat getirmiş bulunmaktayım. Bu tam bir paradokstur, yani en demokratik, en akılcı, en uzlaşmacı görünen bir yöntemin bile kutuplaşmalara ve bölünmelere yol açması, hatta bunun ötesinde, yeni kutuplaşmalar yaratması ihtimali vardır. 2 Austin’in anlatmak istediği aslında biraz daha karışıktır. Söz, hem bir şeye gönderme yapar (işaret eder, tesbit eder, tarif eder), hem etki yaratır (psikolojik olarak etkiler, iter, çeker), hem de bir edimdir (bir durum peydah eder, bir ilişki kurar). Bu üç boyutu birbirinden ayrılamaz. Sayı #1 131 İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı Zeynep Gambetti Bu paradoksu anlamak için öyle sanırım ki Türkiye fevkalade uygun bir başlangıç noktası teşkil ediyor. Sözün edimsel özelliği ve iktidarla olan ilişkisi, 2008 yılında Marksizm üzerinden dönen bir tartışmanın savrulduğu yönlerde çok belirgin bir hal aldı. Birkaç yıldan beri epey canlı (ve heyecanlı) olan siyasal yaşantımız, günaşırı yeni tartışma malzemesi üretmek suretiyle basını ve kamuoyunu epey meşgul ediyordu zaten. AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana, Güneydoğu’daki 15 yıllık iç savaş döneminde bile asla görülmemiş bir aciliyet hissi içinde sürdürülen tartışmaların ana eksenlerinden biri din‐laiklik hattıydı. Ancak daha sonra Ergenekon operasyonları çerçevesinde ikinci bir hat daha açıldı. Demokrasinin ne olduğunu, gerçek demokratın hangi tarafta durması gerektiği gibi bir duruş kıstası üzerinden belirleyen tartışmanın “gerçek sol”/“liberal sol” gibi bir hat üzerinden ilerlemesi oldukça manidardı. Bu yazıda sorunları düşünsel kalıplarda aramanın ne denli kısıtlı bir bakış açısı olduğunun bilinciyle, bu coğrafyada aydınların mutat kez giriştiği cinsten bir zihniyet analizi yerine, özellikle soldaki son yarılmayı, sözün kurduğu ilişkilenme pratiği üzerinden anlamaya çalışacağım. Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) ve özellikle Birikim dergisi ve Radikal İki etrafında toplanan “özgürlükçü sol” aydınların ideolojik ufuklarını giderek sınıftan uzaklaştırmaları ve kimlik siyasetine kaydırmaları, solda halihazırda bir gerginlik yaratmıştı. Burjuva değerlerini savunmak, üçüncü yolcu olmak ve 1980 sonrasının postmodern söylemine yenik düşmekle suçlanan bu kesim ise kendini demokrasi kavramı üzerinden haklı çıkarmaya yönelmişti. Bunlara göre Soğuk Savaş solculuğu, demokrasiyi burjuva diktatörlüğü ile eşitlerken, Doğu Bloku’nda insan haklarının ne derece ayaklar altına alındığını farkedememiş, etse bile davaya ihanet etmeme uğruna eleştirmemişti. Özgürlükçüleri eleştirenler geçmişte Stalinist totalitarizmin dalkavukluğunu yapmış ve özellikle 1980 sonrasında dünyanın değiştiğini, sınıf olgusunun farklılaştığını, öncü parti taktiğinin artık işe yaramayacağını, sınıfı temelli politikanın dışladığı baskı ve sömürü ilişkilerinin de özgürleştirici bir potansiyel taşıdığını görememişlerdi. Ergenekon ve AKP’yi kapatma davası sürecinde sol içerisindeki ayrılıklar iyice su yüzüne çıktı, yeni polemikler doğurdu. Kabaca özetlemek gerekirse, görünen tartışma sol gelenekten gelen (bundan uzaklaşanların yanı sıra, dünyayı hâlâ sol tahayyül içerisinden anlamlandıran) bir kısım aydının AKP’yi muhafazakâr değil, ilerici veya en azından Türkiye’nin önünü açan bir parti olarak görmesi; bunların çeşitli cemaatlerin gazetelerine ve toplantılarına AB taraftarı ve/veya Kemalist düzen karşıtı katkılarda bulunması; son olarak da Ergenekon operasyonunu desteklemesi yüzünden alevlendi. Bir kesim solcu aydın, diğer solcu kesimleri (ki bunlardan da çeşit çeşit olduğu kuşku götürmez) AKP’nin ve Ergenekon davasının yanında yer almadıkları için suçladı ve kendini yegâne demokrat ilan etti. Bu formüle göre Ergenekon sürecinde “doğru” tarafta değilseniz, demokrat değildiniz. Başka bir deyişle, “‘solcu olduğum için demokratım’ diyenlerle ‘demokrat olduğum için solcuyum’ diyenler arasında radikal bir kopuş yaşanmakta” idi.3 Türkiye’deki “sosyalist sol” devletçi, cuntacı, milliyetçi, dogmatik olmakla suçlanıyordu. Bunu en şiddetle ifade edenlerden biri de Rasim Ozan Kütahyalı’ydı: Türk solu, “Enternasyonal duruş sahibiyiz diyen ama kendi ülkelerindeki etnik çeşitliliği bile kuşatamayan bir sol”, “Ergenekon sürecinde aldıkları pespaye tavırlardan sonra tamamen ‘Etnik Türk solculuğu’ denebilecek bir zavallı pozisyona düşen bir sol”4 idi. “Türk devrimci/sol ve ülkücü/sağ hareketi arasında dış boyalarının farklı olması dışında ideolojik anlamda özsel bir ayrılık”5 yoktu. BirGün gazetesi gibi taraf tutmamayı seçmek veya Ergenekon’u önemsediği halde AKP’den yana olmamak kabul edilemezdi. Öte yandan, diğer solcu kesimlerin her biri (ulusalcısından devrimcisine ve özgürlükçüsüne kadar) liberal solcu olarak nitelendirdikleri bu kesime karşı savaş açmıştı. Örneğin muhafazakârlığı temsil ettiği düşünülen AKP’yi Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik şartlarını yerine getirebilecek yegâne parti olarak görenler “dönek” olarak yaftalanıyorlardı: “bazı eski (gelenekselci) sol kesimlerden gelenler arasında İslamcı harekete yaslanan bir döneklik eğilimi teşvik ediliyor. Bunlar özellikle yeni iktidar güçlerinin elindeki büyük medya imparatorluğu tarafından allanıp pullanıp ortaya 3 Etyen Mahçupyan, Kuyerel.com, 05.08.2008. Kuyerel.com, 29.08.2008. 5 Taraf, 27.05.2008. 4 Sayı #1 132 İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı Zeynep Gambetti sürülüyor ve yarattıkları kafa karışıklığıyla solun etkisizleştirilmesinde büyük katkılar sağlanıyor.”6 Keza, “iktidar tetikçisi istihbarat bülteni, entel‐liboşların ve CIA ajanlarının ‘aşk gemisi’ Taraf’ etrafında toplanan ve “Soros’cu ya da Açık Toplum fedaisi” olan “ömründe 1 Mayıs eylemi görmemiş tatlı su solcuları”7 kendi tutarsızlıklarını gizlemeye bile gerek duymuyorlardı. Akademik tartışmayı eylem sanan salon sosyalistleri ile tabandan gelen solcu arasındaki fark onanamayacak kadar büyüktü. Velhasıl, bir yanda “ortodoks sol” etiketli bir sepet, diğer yanda ‘liberal sol” etiketli bir sepet örülmüş, isteyen isteyeni bunlardan birinin içine atıvermişti. Binbir parçaya bölünmezden önce kimse bir durup düşünmemişti. Türkiye’de sol veya ilerici kesimlerin geçmişini eleştireyim derken, mutat hastalığımız olan garezlenme, kişiselleştirme, etiketleme ve didişmeye kapılma ihtimali kimsenin aklından geçmemişti. Geçmişin hatalarından arındığımızı sandığımız anda bunları yeniden üretiyor olma riski kimseyi duraklatmamıştı. Türkiye’de sadece aydınlara özgü olmayan bir yaftalama hastalığının varlığı elbette ki yadsınamaz. Kaldı ki böylesi refleksler dünyanın sadece siyah‐beyaz kategoriler üzerinden algılanmasına izin veren resmî söylemin basit yan ürünleri değiller. Gayri‐resmî söylemler çok daha karmaşık ilişkisellikler ifade edebiliyor. Aidiyet grupları küçüldükçe daha nüanslı yaftalara rastlanabiliyor örneğin (“bizim köydekiler çok iyidir de, karşı köyün erkekleri içki içer” veya “Kayserililer ticarette kurnaz olur” gibi). En uzak ve hakkında en az fikre sahip olunan Afrikalıları “yamyam” yapmaya kadar uzanan bir spektrumda bu kategoriler sadece kimliklerin sınırlarını çizmekle kalmaz, konuşma hakkını da belirler. Daha doğrusu her yafta, konuşanın nasıl dinlenmesi gerektiğine dair ipuçları barındırır. Herhangi bir iddiayı söylenenin niteliğine değil de, söyleyenin niteliğine göre değerlendirme refleksinin arka planında bu yatmaktadır. Mantıkta ad hominem adı verilen bu argüman biçimine göre, sözün söyleyenden bağımsız bir varlığı ve değeri yoktur, kimin söylediğine göre değişik manalar kazanır. Mantıkta böyle düşünmek bir hatadır tabii, ama formel mantık sözün ettiklerini tüm giriftliğiyle kavramakta acizdir. Ancak burada vurgulamak istediğim olgu, 2000’li yılların sonunda Türkiye solunun içinde bulunduğu durumdur. 1980 darbesi ile dağılan toplumsal tabanını bir daha asla toparlayamayan sol hareketlerin serbest piyasa rejiminin ordu eliyle inşa edildiği ve dünya piyasalarına endekslenme açısından birçok gelişmekte olan ülkeden çok daha fazla yol katetmiş bir Türkiye’de neyi nasıl temsil ettiği bir soru işaretidir. Maddi pratikleri olmayan bir düşün ve yazın evrenine sıkışmış, söyleminde baştacı yaptığı “halk” kavramının gönderme yaptığı gerçekliğin 1980 öncesine nazaran ne denli farklı olduğunu anlamamış veya anlamak istememiş sol grupların, bu yazının sonunda açacağım gibi, birbirlerine düşmeleri belki de kaçınılamazdı. Zira ironik olan, iktidara muhalefet etme iddiasında olan bu grupların, birbirlerinin iktidarla olan ilişkisini deşifre etme yarışına girmeleri ve birbirlerine muhalefet etmeye başlamalarıdır. Başlangıçta Marksizm üzerine, solun yenilenmesi üzerine, demokratlık üzerine yoğunlaşacakmış gibi duran bir tartışmanın ikili bir kodifikasyona doğru sürüklenmesinin nedeni ise, iktidarın yanında veya karşısında olmak gibi bir kıstas üzerinden gerçekleşmiş olmasıdır. Muhalefete muhalefet etmeye dair Ortodoks Marksizmin (paradoksal olarak) liberalizmle paylaştığı kanılardan biri, düşünsel dünya ile faal dünyanın birbirlerinden ayrı gerçeklik düzlemleri olduğudur. Dayanağı “Feuerbach üzerine 11. Tez”dir. Bunun gayet yüzeysel bir okumasına göre artık felsefe değil, devrim yapılacaktır. Oysa çok daha karmaşık ve kıyaslanamayacak derecede daha derin olan birinci tez iyi okunabilseydi, Marx’ın Feuerbach’a itirazının kaba maddeciliğe yöneltilen bir itiraz olduğu, Marx’ın düşünmeden eylemek gibi bir kolaylığa kaçmayacak kadar büyük bir düşünür olduğu, her şeyden önce de eylem adamı değil düşünür olduğu gözden kaçmazdı. Bu yazı açısından önemli olduğu için hatırlatmakta fayda var, Marx birinci tezde teori ve pratik, nesnel ile öznel olan arasındaki diyalektiği mükemmel bir biçimde ifade eder. Ona göre materyalizm gerçekliği bir nesne veya tefekkür edilen pasif varlık olarak algıladığı için, gerçekliğin aktif, öznel şeklini kavrayamamaktadır. İdealizm ise sadece buna bakar, ama soyutlayarak. Bu ikisi arasında bir seçim yapmayı reddeden 6 7 Sayı #1 133 Oğuzhan Müftüoğlu, BirGün, 10.08.2008. Mehmet Gürsan Şenalp, Sendika.org, 29.07.2008. İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı Zeynep Gambetti Marx’ın geliştirdiği kuramın özgünlüğü, yine birinci tezin son cümlesinde “eleştirel‐pratik faaliyet” olarak ifade edilen ve kanımca devrimci gelenek tarafından çok da anlaşılamayan diyalektikte yatar. Frankfurt Okulu’nun eleştirel kuramına ilham kaynağı olan bu diyalektik, gerçekliği bir dışsallık olarak algılamak ve düşünceyi bundan ayırmak yerine; düşünceyi somutluğu ve etkileri olan bir pratik, pratiği de düşünceyi ve öznelliği şekillendiren bir düzen olarak kurar. Bu sayede, gözden kaçan iktidar ilişkilerini ve özgürleşme imkânlarını ortaya çıkarır. Bu açıdan bakıldığında, satır araları çok dolu olan bu polemik, bir fikri tartışmadan ziyade bir hegemonya mücadelesi olarak belirir. Bu anlamda bir iktidar pratiğidir aslında. Sinsi ve görünmez olan da budur. Eleştiri olarak başlayan bir ilişkilenme tarzı, damgalama ve karşısındakinin meşruiyetini elinden alma haline dönüşmesiyle başka bir ilişkiselliği çağırır; bir birlikte düşünme, düzeltme, tamamlama, genişletme jesti olmaktan çıkıp hiçleme jestine evrilir. Farklılıktan ziyade karşıtlık kurar. Farklılık, örtüşmeseler bile iki fikrin yanyana yürüyebilmesini sağlayabilecekken, karşıtlık halinde bir görüş, diğerinin önüne engel olarak çıkar. İki (veya daha çok) sol grubun birbirleriyle karşıtlık ilişkisi içine girmesinin olsa olsa iktidarın işine yarayacağını görmek çok zor değildir. “Böl ve yönet” formülünün maalesef en güzel örneklerine sol muhalefetin tarihinde rastlanır. Ancak kendi dışındaki pozisyonları hiçleme refleksinin kendinin de bir iktidar yarattığı daha az dikkate şayan bulunur. Şiddetin sadece iktidarın tekelinde olduğu inancı; hâkim ideoloji, etnik grup, toplumsal cinsiyet, din ve dilin dışında kalanlara bir tür ‘kendiliğinden demokratlık’ bahşediyor hissi uyandırır zira. Oysa “muhalefetin iktidarı” diye adlandırabileceğimiz olgu bu noktada peydah olur. Muhalefetin iktidarı, iktidarın aynası gibidir. Eleştirdiği ve karşısında durduğunu sandığı şiddeti yeniden üretir. İktidar kadar dışlayıcıdır; sınır çizer, kendi dünya görüşünü paylaşmayanları damgalar, meşruiyetlerini ellerinden alır. Egemen gibi o da bir kanun yapıcı, yasak koyucudur. Üstelik kendi içini ve dışını belirlerken bir değil, iki dışlama mekanizmasını birden harekete geçirir. Bir yandan iktidar olarak belirlediği güç odağıyla mücadele ederken, diğer yandan kendi gibi muhalefette olanlarla da mücadeleye kalkışır. İktidarı yapısal anlamda yeniden üretmekle kalmaz, kendi dışındaki muhalefeti zayıflattığı için fiilî olarak iktidarın ekmeğine yağ sürer. İktidarın karşısında yeraldığını sandığı noktada aslında yanındadır. En masum, en mağdur, en demokrat, en ilericiyi oynarken yarattığı fiilî etki tam tersidir. Kendi dışındaki muhalefeti yerden yere vurarak egosunu sivriltirken nasıl bir ilişkilenme modeli ürettiğinin farkına varamaz. Demokrasiyi savunayım derken bilfiil ezer, parmak sallar, başöğretmenliğe soyunur, laf keser, dinlemez. Birlikten doğacak gücü savunayım derken bilfiil imkânsız kılar. Kendi vizyonunuzun ahlâki üstünlüğünden şüphe duymuyorsanız, pratiklerinizi sorgulama yoluna da gitmezsiniz. Oysa kendini yüzde yüz haklı görmek, her türlü farklılığa ve eleştiriye karşı derhal savunma mekanizmalarını harekete geçirmek iktidara has bir güdüdür; başkalarından önce kendini sorgulama refleksi geliştirmek ise egemen refleksten kurtulmanın olmazsa olmaz şartıdır. Somutlayacak olursak, Türkiye’de özgür ve demokratik toplumsallığın önündeki sayısız yapısal engelden birini (örneğin Kemalizm, neoliberalizm veya muhafazakarlık) seçip diğerlerini azımsamakla, yani varolan sistem içerisinde tek bir tarafı tutmakla, bir iktidar şekline karşı mücadele ederken diğerini desteklemiş oluruz. Konjonktürel olarak açılan bir manevra alanında köşe kapmak politik açıdan doğru bir strateji gibi gözükse de, ne bir sonraki dönemde kalıcı dönüşüm vaadeder, ne de özgül konumumuzdan doğan mikro iktidar alanlarını bertaraf eder. Demokrasi karşıtı güçlerin ekmeğine yağ sürmemek uğruna AKP’nin Kürt sorununu çözmek için son döneme kadar parmağını kıpırdatmamasını, dolu dizgin neoliberal politikalar gütmesini, 1 Mayıs’larda ve başka her fırsatta işçilerin haklı taleplerini copla ve dayakla susturmasını, yeni anayasa sürecini rafa kaldırmasını, Alevilerin ve gayrimüslimlerin hakları konusunda ayak sürmesini, üniversitelerin sorunlarını bilerek ve isteyerek ağırlaştırmasını eleştirmekten kaçınan bir ‘liberal demokrat’, omlet yapacaksanız yumurtaların ne hissettiğini sormazsınız cinsinden bir araçsallığı da bilfiil savunmaktadır. Keza, muhafazakâr güçlerin ekmeğine yağ sürmemek uğruna AKP’nin farklı kesimleri birleştirmeyi bir miktar başarmasını, kendinden gayrı demokratik güçlerin ezikliği veya dağınıklığı karşısında Sayı #1 134 İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı Zeynep Gambetti yegâne demokratik ümit olarak belirmesini, Kemalizm‐cumhuriyet‐ laiklik kavramlarını dogmalıktan kurtarma zemini yaratmasını, TSK ile köşe kapmaca oynama cesareti göstermesini, bugüne dek kamusal alandan dışlanan dindarları, başörtülüleri Kemalizmin pençesinden kurtarmaya çalışmasını, belediyecilikte hasbelkader iyi hizmet vermesini takdir etmek istemeyen bir ‘devrimci solcu’, liberal demokrattan biçimsel anlamda zerre kadar farklı değildir. Onun gözünde de yarınlar adına bugünden harcanmasında sakınca olmayan yumurtalar vardır. Araçlar ile amacın belli bir oranda örtüşmemesi halinde, ortaya çıkacak sonucun, aktörleri koşullandıran bir yapıya dönüşmemesi neredeyse imkânsızdır. Troçkistlere "ben demokratım, sen sosyal faşistsin" diye bağıran bir solcunun sözü sadece söz değil, bir edimdir aynı zamanda. BirGün'ü parmakla gösterip Ergenekon'da taraf tutmadı diye yerden yere vuran bir “liberal solcu”, aynı zamanda bir edimde bulunur: fiili olarak dışlar, meşruiyetini sorgular, kamusal alanda konuşma, sol adına konuşma veya demokrasi adına konuşma hakkını elinden almaya çalışır. Kim daha demokrat üzerinden veya Ergenekon'da nerede duruyorsun üzerinden, gelmiş ve geçmiş tüm solu yargılamaya kalktıklarında, muhalif bir kamusal alandan beklenen alternatif anlam ve dayanışma üretme potansiyeline balta vurmuş olurlar. Bu yüzden kolektif bir güç yaratmak şöyle dursun, varolan muhalif‐alternatif etkileşim alanını kapatacak kadar ağır olan bir düşmanlık ve onur yarası biriktirmiş olurlar. Bu iki anlayış arasında bir üçüncü yol yoktur. ‘Öteki’yle ilişkilenme biçimileri aynıdır. Aynı araçsal mantık, aynı egemenlik sevdası, aynı zihinsel kapalılıktan muzdariptirler. Zira her iki anlayış da kendi konumunu iktidara göre belirler. Güç odaklarının birinin yanında veya karşısındadır. Demokrasiyi kuracak olanın iktidar değil, tabandan gelen bir güç olabileceği, bunun için farklı kesimlerin birleşmesi gerekeceği, birleşme kıstasının hangi normatif duruş veya ideolojiyi benimsediği değil, kendi konum ve davasının mutlaklığını sorgulama yeteneği olabileceği gibi birçok alternatif siyaset zemini tahayyül edebilecekken, varolan tarzlarından birine sıkışır kalır. Bunun fiili olarak etkisi, bir fasit daire yaratmaktır. Öncelik verdiği davada başarılı olsa bile, başka egemenlik reflekslerine dokunmadığı için, demokrasi yine Godot misali nafile beklenen bir hal olmaya devam eder. Masanın ayırdıkları ve birleştirdikleri Bir dava uğruna mücadele idealinin içinin birileriyle ağız dalaşı ile dolmasının, acıklı olmakla birlikte, toplumsallık hakkında anlattığı çok şey vardır. Günlük hayatın somutluğunda yoğrulan mücadele pratiklerinin yokluğu, egoyu temel eksen haline getirir. Hannah Arendt’in kullandığı bir metafor aracılığıyla anlatmak gerekirse, kişilerin arasında ortak bir kaygı/ilgi/çıkar olması bir masa etrafında oturmalarına benzer. Masa, kişileri hem birleştiren, hem de birbirlerinden ayıran maddi bir gerçekliktir. Masanın işaret ettiği maddiyatı Arendt “inter‐est” tabiriyle ifade eder. Çok katmanlı bir kelime oyunudur bu. “Interest” İngilizce’de “çıkar”a tekabül eder, daha çok da maddi çıkarı anlatmak için kullanılır. Ancak “inter” aradalığı anlatır, “est” ise, Latince “esse”nin çekilmiş halidir, yani “olmak” fiilinin. Bu şekilde kavramsallaştırıldığında “inter‐ est”, kişisel‐egoist bir çıkarı değil, ortaklaşabilen bir ilgiyi anlatır. Masa, etrafından oturanların ilgi odağıdır, ortak kaygısıdır. Bizi ortaklaştıran bir somutluğu, bir maddi çıkarı temsil eder. Ancak biz onun etrafında oturduğumuz sürece birbirimizin üzerine düşmekten de alıkoyulmuş oluruz. Aramızda masa vardır zira. Masa hem birleştiren, hem de bizi tekilleştiren, ayırandır. Her birimiz masanın farklı bir yerinde oturur, farklı bir perspektiften bakarız. “Sen” ile “ben” masanın etrafında ayrı uzamlar işgal ettiğimiz için birbirimizle tıpatıp aynı değilizdir. “Sen” masayı ve onun etrafında oturanları belli bir açıdan görürsün, “ben” başka bir açıdan. Peki, aramızdaki masa birdenbire ortadan kalkarsa ne olur? Metaforik olarak biz birbirimize bakan, ama aramızda bizi birleştirecek ve aynı zamanda ayıracak bir maddiyata sahip olmayan şahsiyetlere dönüşürüz. Bu durumda benim yegane ilgi odağım “sen”sindir. “Sen” ile ilişkilenmem masanın dolayımından geçmez artık, birbirimizle doğrudan karşı karşıya kalırız. Ortaklaştıracak somut bir “çıkar”ımız yoktur, “inter‐est”imiz kalmamıştır. Bizi birbirimizle ilişkilendirecek maddiyatın yokluğunda kuracağımız yegane ilişki, senin şahsınla benim şahsın arasındadır. Çıkarlarımız şahsileşmiştir. Biz artık birer egoyuzdur. Sayı #1 135 İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı Zeynep Gambetti Bu metaforla anlatmak istediğim sanırım yeterince açıktır. Somut pratiklerin değişmesi, dönüşmesi için verilen mücadelede egoyu ikinci planda tutan, aynı “çıkar” uğruna mücadele edenlere karşı dönmesini engelleyen şey “inter‐est”tir. Aynılaşmasak bile aynı somut sonuç uğruna mücadele vermekteyizdir. Sonuca ulaşılmasını engelleyen faktörlerin çeşitliliği bizim egolarımızı bastıran, ilgimizi sürekli olarak somut pratiklere çeken bir etkendir. Sözümüz birbirimiz üzerinde iktidar etkisi yaratacak edimlerde somutlaşmak yerine, ortak mücadelemizin bahşettiği bir muktedir olma halini inşa eder. Egolarımızı sınırlayan pratiklerin yokluğunda ise, kendi konumumuzun mutlaklaşmasını engelleyen etkiler azalır. Yukarıda bahsetmiş olduğum ortaklaşamama, birleşememe hali, yani muhalefetin iktidarı olma halinin çoğalması ise, kanımca, tabandan ve somut mücadelelerden kopuk olma durumunun işaretidir. Bu noktada iktidar‐muhalefet ikilemini başka bir açıdan incelemek ve Zapatista örneğini açmak faydalı olacaktır. Özgürleşme’den özgürlüğe Özellikle Foucault’nun etkisiyle son yıllarda üniversite öğrencilerinin ağzından düşmeyen “direniş” kavramının ne denli klostrofobik olduğuyla başlayalım. İkili bir yapıya sahip bir toplumsallık anlayışı içeren bu erken dönem Foucaultcu kavramsallaştırmaya göre, direnişin iktidarı yıkma şansı yoktur. Her ikisi birbirini doğurduğu ve beslediğine göre, başarılı bir direniş yeni bir iktidar inşa edecek; başarısız bir iktidar ise direnişe dönüşecektir. Yani sistem çıkışsızdır. Direniş alanını esas itibariyle iktidar belirler, çünkü direniş iktidara direniştir, feyzini iktidardan alır. Duruş değil, karşı duruştur. Buna rağmen öğrencilerin ve günümüz sosyal bilimcilerinin gözünde çağımızda mücadelenin sloganı haline gelmiştir. Karikatürize ederek tasvir ettiğim bu direniş anlayışının iktidar ile çok şey paylaştığını düşünüyorum. Daha doğrusu, böylesi ikili kodlamaları ontolojik bir tesbit olarak değil, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet olarak görmek gerektiğine inanıyorum. İktidarı yeniden üretmek, etki değil de tepki olarak kurulan varoluşsal alanların mantığına içkindir. Tepki halinin kendi, tıpkı Nietzsche’de efendilerin gücünü çekemeyen esirlerin intikamında olduğu gibi, diyalektik olarak tepki gösterdiği şeye, yani kendi zıddına dönüşür. Etki‐tepki siyaseti dışında bir siyasal alternatif var mıdır? Çok uzun süredir kafamı kurcalayan bir sorudur bu. Yıllarca bağımsızlaşmanın esas olduğuna inanmış, inandırılmış bir kuşak olarak, bir şeyden özgürleşmiş olmakla, yani bizi baskı altında tutan, özgürlüğümüzü engelleyen bir şeyden kurtulmakla, özgürlüğe ulaşmış olur muyuz sorusunu sormaya gerek bile duymamıştım. Oysa artık özgürleşme ile özgürlük arasında doğrudan ve sorunsuz bir ilişki olmadığına kani oldum. Direnmek veya bağımsızlık mücadelesi vermek ile özgür olunmayacağı, yukarıdaki tartışmanın çıkışsızlığından apaçık belli olmuyor mu? İktidarı yeniden ürettiğinin farkında bile olmayan muhaliflerin, baskının aldığı hallerden birini bertaraf etseler bile, başka ve yeni baskı mekanizmaları peydah etmemeleri imkânsız gibi gözüküyor. Kanımca burası, Zapatistaların alternatif bir çıkış yolu sunabilecekleri yerlerden biridir. Zapatistaları biricik kılan, reel politika olarak ifade edilen eril siyasetin, çatışma ve restleşme stratejilerinin, amaca götüren her tür araç mübahtır mantığının, tabandan kopan önder çıkarlarının ve oy kaygısının çok ötesinde, yeni ve ilkeli bir siyaset biçimi geliştirmeye olan bağlılıklarıdır. Öyle ki, Zapatista örgütlenmesinin yedi temel ilkesi kanıksanan siyaset türlerinin çok kolay gözardı edebildiği, hatta harcayabildiği, bir davranışsal etik geliştirmeye yöneliktir: kendine hizmet etmek yerine başkalarına hizmet etmek, emir vermek yerine itaat etmek, başkalarının adına konuşmak yerine onları temsil etmek, yukarı çıkmak yerine aşağıya inmek, alt etmek yerine ikna etmek, yıkmak yerine inşa etmek, dayatmak yerine önermek. Bu denli ilkeliliğin siyasette “idealist” kaçtığını ve mücadeleyi imkânsızlaştırdığını iddia edenlere verilecek en güzel yanıt, hareketin 25 yıldır, ayaklanmanın ise 15 yıldır sürüyor olmasıdır. Meksika ordusunun bölgedeki yoğun paramiliter faaliyetine rağmen, Zapatistalar ile geleneksel sol partiler arasındaki gerginliğe rağmen, bölgenin aşırı yoksul ve yoksun olmasına rağmen direnişin Sayı #1 136 İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı Zeynep Gambetti sürebilmesi aslında bu ilkelilik ile ilintilidir. Zapatistalara verilen uluslararası desteğin bu sayede hiç kesilmediğini, bölgeye akan gönüllü aktivistlerin sayısında bu sayede hiç azalma olmadığını, alternatif bir dünya inşa etme hayallerinin ancak bu sayede mümkün olabildiğini görmek gerekir. Özgürlük ile bağımsızlık arasındaki fark kanımca burada yatıyor. Zapatista anlayışına göre, herhangi bir halk, etnik kimlik, dinî grup veya sınıf, kendini ezen iktidara karşı mücadele veriyor olmakla “özgür” olamaz. Mücadelesinde başarılı olmakla özgürlüğün önkoşulu olan bağımsızlığı garantileyebilir elbet; ancak kendi kaderini tayin etme hakkını elde ettiğini düşündüğü an, yeni efendilere tabi olmayacağının hiçbir garantisi yoktur. “Mağdur” özneden “muktedir” özneye geçmek için dışsal bir iktidara karşı mücadele etmenin yanı sıra, benzeri bir iktidar yapısının içeride oluşmasını önleyecek bir örgütlenme modeli oluşturulmalıdır. Zapatistalar parti kurup varolan siyasi alan içerisinde yer almayı reddederler. Amaçları alternatif bir siyaset şekli yaratmaktır. Bunun ilkeli siyasetin olmazsa olmaz koşulu olduğunu düşünürler; siyasi partilerin yozlaşmalarının, halktan kopmalarının kaçınılmaz olduğuna inanırlar. Şöyle ki: “Yöneticilerini denetim altında tutmayan bir halkın köle olmaya mahkum olduğunu düşünüyoruz; biz özgür olmak için mücadele verdik, altı yılda bir efendi değiştirmek için değil.” Zapatista topluluklarında dönüşümlü olarak idari görevler üstlenen köylüler, 2003’ten beri gerçek anlamda bir özyönetim mekanizması inşa etmektedirler. Kollektif tarım, soyut olmayan bir adalet, alternatif sağlık, devrimci eğitim, otonom yönetimsellik gibi birbirinden farklı alanlarda takdir edilesi bir deneysellik ve yaratıcılık sergilemektedirler. Verilen mücadelenin tek boyutlu olamayacağı, özgürlüğün sadece yerli kimliğine tanınan birtakım haklarla elde edilemeyeceğini anlamış olmanın da ötesinde, tahakkümün çok boyutlu bir sistem olduğunun bilinci birebir bu somut deneyim içinden çıkmıştır. Topraksız bir yerlinin anayasal hak elde etse bile tutsak kalacağını, neoliberal kapitalizme karşı alternatif bir ekonomik model üretmeden salt siyasal bağımsızlığın bir anlamı olmadığını; öte yandan, sadece ekonomiye indirgenmiş bir alternatifin siyasal ve toplumsal özgürlük açısından yetersiz kalacağını süreç içerisinde ve sürece katılımları sayesinde tesbit ederek ilerliyorlar. “Daha önceleri, yani başlangıçta, tüm bunları düşünmüyorduk, yegane düşündüğümüz mücadele etmekti. Ama bugün, otonominin kurulması için çalışıyoruz”, diyor tarım kurulu üyesi. Burada önemle vurgulamak istediğim şudur: bir önceki cümlede “tüm bunlar” olarak özetlenen günlük hayatın somutluğu, Zapatista topluluklarının önüne yalın mantıkların asla kapsayamayacağı karmaşıklıkta bir sorunlar dizisi çıkarmaktadır. Otonomi, herhangi bir –izm’in öngöremeyeceği ve önceden çözüm üretemeyeceği bir çeşitlilik ve değişkenlikle cebelleşmenin adıdır. Örneğin alternatif bir eğitim nasıl olmalı sorusunun yanıtı ancak süreç içerisinde deneyerek, yanılarak, el yordamı çözüm üreterek verilebilmektedir. 2007 Temmuz’unda bizzat katıldığım uluslararası buluşmada beş otonom Zapatista bölgesinden gelen delegeler, alternatifini inşa etmeye çalıştıkları birkaç alanda yaşadıkları sorunları ve ürettikleri çözümleri anlattılar. Dünyanın dört bir yanında gelen benim gibi destekçilerin önünde toplu bir imaj verme derdine düşmek veya birtakım içi boşalmış (“halkların kardeşliği” veya “haklı mücadelemiz” gibi) sloganlar aracılığıyla kendi propagandalarını yapmak yerine, özeleştiri yapmayı seçtiler. Bu coğrafyadan gelmiş birinin “ailenin kirli çamaşırları” veya “dava uğruna” cinsinden argümanlar tarafından susturulmasına alışık olduğu eleştirelliği Zapatistalar “elalem” önünde yapmaktan çekinmiyor, bilakis bunun onları güçlendireceğine inanıyorlardı. Meksika Milli Eğitim Bakanlığı’nın belirlediği müfredata bağlı kalmayan bir eğitim programını belirlerken, çocukların ve toplulukların temel ihtiyaçlarının ne olduğunun düşünülmesi gerekmişti örneğin. Çoğu çiftçi olan topluluklarda hasat vakti çocukları onların emeğine muhtaç olan ailelerinden ayırmak zaten yoksul olan bölgelerde sorun yaratıyordu. Zapatistalar ayrıca not sistemi gibi öğrenciyi bireyselleştiren bir sistemin kapitalizmin gereklerine hizmet etmekten başka faydası olmadığını düşünüyorlardı. Alternatif sistemin kolektivist olması isteniyordu elbet, ama kolektivitenin farklılıkları ezmesi istenmiyordu. Bu ikileme ürettikleri çözümler arasında burada aktarabileceğim ve bana çarpıcı gelen şunlar oldu: Asgari veya azami eğitim süresi diye bir şey yok; çocuklar kendi kapasitelerine ve kendi hızlarına göre ilerliyorlar. Onları bireyselci kılmadan farklılıklarını yok etmemenin yöntemi olarak Sayı #1 137 İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı Zeynep Gambetti düşünülmüş bu. Kimse okuldan atılmadığı gibi, not sistemi de yok. Öğrencilerin başarılarını aileler değerlendiriyorlar. Yatılı okul sistemi kullanılıyor. İhtiyaca göre çocuklar 1 ay okulda kalıyor, sonra 1 ay veya 15 gün ailenin yanına dönüp tarlada veya köydeki görevlerini yerine getiriyorlar. Teorik ve pratik çalışmayı birbirinden ayırmamak için örneğin matematiği meyva ve sebzelerle veya pazarda alışverişle öğrenmek, metrik sistemin yanı sıra karış gibi geleneksel ölçüm sistemleri kullanmak, bireyselden çok ekip çalışmasına önem vermek Zapatista eğitiminde kullanılan yöntemler arasında. Bir eğitimcinin belirttiği gibi, “Eğitim demek, analiz yapmayı öğrenmektir; ne görüyorsan onu yapmayı öğrenmek değil.” Geleneklerin hiç sorgusuz sualsiz çocuğa ezberletilmesi yerine Zapatistalar eleştirel bir düşünce geliştirmeyi, çocuğun yoksulluk, haksızlık, tahakküm gibi olguları hem kavramsal olarak, hem de tarihsel gelişimleri içerisinde anlamasını sağlamayı umuyorlar. Bireyselcilik yerine paylaşımcı ve katılımcı bir etik yerleştirmeye çabalıyorlar. Bir başka örnek vermek gerekirse, travma ile başetme konusunda 11 yıldır topluluklarda çalışan İspanyol bir psikoloğun bana anlattığını burada paylaşmak açıklayıcı olabilir: “Biz Avrupalılar hastalandığımızda derhal doktora koşup tıbbi müdahale talep ederiz. Oysa hastalıkların önemli bir oranı psikosomatiktir. Yerli toplulukları tedaviye önce insanın kalbinden başlıyorlar, yani ruhsal halinden, kendiyle ve çevreyle olan uyumundan. Tütsülerle, bitkilerle, dokunarak veya konuşarak birçok hastalığı tedavi edebildiklerine tanık oldum. Bambaşka bir sağlık anlayışı bu. İnsanı organlarına, dişlerine, vücut parçalarına indirgemeyen bütünlüklü bir bakış sayesinde ilaç veya klinik müdahaleye olan ihtiyacı önemli ölçüde azaltıyorlar.” Keza Zapatistalar kapitalist modernitenin doğallaştırdığı birtakım ölçüt ve kıstaslara karşı çok yönlü bir mücadele veriyorlar. Meta fetişizmini mümkün kılan soyut emeğe karşı, ürettikleri kullanım eşyalarının üzerine fiyatla birlikte üretenin ismini ve harcanan emek süresini yazıyorlar. Emek için harcanan zamanın değişim amacıyla reel zamandan soyutlanması, değişimin öznesinin üreticinin değil ürün olarak ifade bulması, sömürüyü ve artı değeri görünmez kılan meta fetişizminin temel özelliklerindendir. Keza, kapitalizmin verimlilik ve zaman arasında kurduğu bağıntı da Zapatistaların mücadele ettikleri tahayyüllerden biridir. Mesela işyerinde olsun, siyasette olsun kapitalizm bir toplantının “verimli” olmasını, önceden belirlenen bir zaman dilimi içerisinde (1‐2 saat) çoğunluk usulüne göre karar alınması olarak anlar. Oysa Zapatista toplulukları, herkesi ilgilendiren bir sorunun tartışılmasının önünü sayıları fetişize ederek kapamazlar. Karar önemliyse ve görüş ayrılıkları varsa, toplantı üç gün de sürebilir. Bu zaman zarfında aynı mekânda konuşulur, birlikte yiyip içilir, akşam o mekânda kalınır. Çoğunluğun iradesi belirginleştiğinde, hemfikir olmayanların çoğunluğa uymak konusunda çok büyük bir çekincelerinin olup olmadığı sorulur. Karar çoğunluk usulüyle alınsa bile azınlık tartışma ve karar alma sürecinin “adil” olduğuna ikna olmuş olarak oradan ayrılmalıdır. Kapitalizme ve onun empoze ettiği, doğallaştırdığı, genelleştirdiği yaşama, düşünme, iş görme, üretme, sahip olma ve birlikte yaşama şekillerine alternatifler üretme süreçleri içerisinde elbette ki egolar karşı karşıya gelir ve farklı tahayyüller çarpışır. Ancak mücadelenin tabandan, katılımcı bir şekilde ve günlük hayatın somutluğunda veriliyor olmasının avantajı şudur: herhangi bir egonun öngörüsü tek başına tüm sorunları çözmek için yeterli olamaz. Kaldı ki, denendikçe her çözümün eksik ve gedikleri ortaya çıkar, düzeltilmesi, yeniden düşünülmesi gerekir. Dolayısıyla hiçbir ego, haklılığını ve doğruluğunu mutlaklaştıramaz. Otonominin fiilî olarak inşası kadar çetrefilli bir süreçte törpülenen egemenlik refleksleri, ortaklaşmanın önünde engel teşkil etmemeye başlarlar. Ama bundan da önemlisi, bir şeye tepki vermenin negatifliğinden çıkıp, bir şeyi kurmanın pozitifliğine geçerken, yani özgürleşme mücadelesinin ötesinde, özgürlüğün ta kendisini kurmaya çabalarken, ortak düşmanın sağladığı birliğin yerini ortak bir dünyaya duyulan ilginin almasıdır. Bir şeye veya birilerine karşı düşünmek yerine, birileriyle beraber düşünme etiği işte bu süreçte gelişir. Zapatista bir öğretmenin çok çarpıcı ifadesine göre, Zapatistaların yaptığı “şu anda inşa ettiğimiz... farklı bir yolu yürüyecek olan öznelerdir.” Etki‐tepki siyasetinde köşe kapan özneler değildir bunlar. Varolan bir –izm’i veya siyasal duruşu seçip hazır giyim konseptinde olduğu gibi üstüne Sayı #1 138 İktidarın Muhalefeti / Muhalefetin İktidarı Zeynep Gambetti geçiriveren özneler de değildirler. Mücadeleden önce, pratiklerden bağımsız olarak oluşmamışlardır. Tam tersine, bir ilişkilenme, ortaklaşma ve alternatif pratikler üretme girişiminin ürünleridirler. Toplumsallığın ikircikli ve müphem olduğunu hem zihinsel, hem de pratik süreçler aracılığıyla kabullenmenin doğurduğu etik farkındalığa sahiptirler. Demokratik siyasal rejimlerde meclisin üstlendiği, ancak birlikte yaşamın tek bir kurumuna hapsolan ve salt tartışma aracılığıyla gerçekleşmesi umulan ortaklaşma ideali, Zapatista topluluklarının her yaşamsal alanında somut bir gerçeklik kazanır. Aslında bitimsiz olan bu yazıyı bitirir gibi yapmanın en çarpıcı yolu sanırım Coca Cola örneğini vermektir. Gerçek mücadelelerin ürünü olmayan Batılı aktivistlerin klasik sol ve/veya anarşist dünya tahayyüllerinde Coca Cola’nın farklı bir temsil gücü vardır. Coca Cola sadece Amerikan emperyalizminin simgesi olmayıp, aynı zamanda kapitalizmin günlük hayatı kolonize etmesini ve tüketim ideolojisi üzerinden yeni bağımlılıklar inşa etmesini temsil eder. Coca Cola içmeyi reddetmek, sembolik olduğu kadar pratik bir direniş olarak kurgulanır. Örneğin anti‐küreselleşme forumlarında Coca Cola yerine Güney Amerika’nın geleneksel bitki çayı olan maté’yi içmek bir alternatiflik göstergesine dönüşmüştür. Böylesi tahayyüllerle donanmış olan Batılı aktivistler Zapatistaların 2007 Temmuz’unda düzenledikleri ikinci “galaksilerarası” buluşmaya geldiklerinde, gırla Coca Cola tüketilmesi karşısında şok yaşamışlar. Ve hatta bundan duydukları rahatsızlığı dile getirmişler. Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu EZLN’nin ast‐komutanı Marcos’un verdiği cevap ise aşağı yukarı şu olmuş: “Meksika’da su özelleştirilmiş olduğu için 10 pesodur; Coca Cola ise arkasına Amerikan sermayesini alarak ABD’den ithal edildiği için 6 pesodan satılır. Yani Coca Cola sudan ucuzdur. Ben yerli halka Coca Cola yerine su için diye nasıl derim? Ayrıca alternatif üretim biçimleri geliştirmek için birebir mücadele veren biz Zapatistaları, sadece tüketim seçenekleri yüzünden eleştirmek, onlara ahlâk dersi vermeye kalkmak büyük bir saygısızlıktır!” Başka bir deyişle, Zapatista buluşmasına katılan Batılı solcuların anlamadığı (ve belki de anlamayacağı) şudur: Zapatistaları Coca Cola içiyorlar diye eleştirmek, yereldeki mücadelenin giriftliğini ve zorluğunu dümdüz eden bir tasnif ve tanzim edimidir. Zapatistalara burjuva tüketim alışkanlıklarına sahip oldukları gibi bir yafta yapıştırmak, onları “ya alternatiftir ve Coca Cola içmez, ya değildir ve içer” gibi bir ikili kodifikasyon içine hapsetmek demektir; Coca Cola’nın temsil ettiği iktidarı kendi eyleminin ve duruşlarının kıstası haline getirmek demektir. Etki değil, tepki siyaseti demektir. Aynı zamanda bu, iktidara karşı tepkiyle değil, yeni ve alternatif bir yaşam tarzı yaratmak için mücadele eden bir hareketin imajına gölge düşürerek, Batı’dan gelecek ve çok ihtiyaç duydukları yardıma balta vurmak demektir. Kıssadan hisse söyleyeceğim şudur: söylemsel olarak iktidarın karşısında durduğunu sanmakla fiilî olarak muhalif olmak arasındaki hat, hiç de sanıldığı kadar pürüzsüz değildir. Sayı #1 139 Sol, Liberalizm ve Sinizm Tanıl Bora Ergenekon, sol sinizm ve liberal karşı‐sinizm1 Ergenekon davası, celâlli bir atışmaya yol açtı. Neredeyse Ergenekon camiasının, yani devletin gayrınizamî harp aygıtının, para‐legal şebekelerin ve çetecilerin ifraz ettiğine eş bir gayz açığa çıktı bu münakaşalarda.2 Önce, şeksiz şüphesiz söylemek lâzım: Ergenekon davasını önemsizleştirmek, sosyalistlik ve en geniş anlamıyla sol adına gerçekten kabul edilebilir değildir ve solun yapısal bir sorunu olan sinizmin tipik bir örneğidir.3 Ve bu gerçekten sol içinde hatta sosyal ilişkiler içinde bir ayrışma ölçütüdür. Evet, Ergenekon davası, Türkiye’de “devlet geleneği”nin kurucu unsurlarından olduğunu söyleyebileceğimiz gayrınizamî harp aygıtının, para‐legal provokasyon ilişkilerinin sadece örtüsünü sıyırmakta, buzdağının görünen tepesinde gezinmekte, bu şebekenin gerek 70 küsur yıllık tarihimizdeki gerek Fırat’ın doğusundaki korkunç bilançosunu sumen altı etmekte, kovuşturmayı gözden çıkarılmış personelle sınırlı tutmakta, kapsamı dış kapının mandallarına ve bilvesile AKP’nin bazı hasımlarına yayarak işi sulandırmakta, kısacası bu örgütlenmenin ve zihniyetin yapısal mekanizmalarını gözden sakınmaktadır. Ancak böyle bir aygıtın varlığının aleniyet kazanması ve (Demirel lisanıyla söylersek) “bu çeşit işlerin” bir cürüm teşkil ettiği fikrinin resmen tanınması, küçümsenmeyecek bir kazanımdır. Düzenledikleri/denedikleri provokasyonlarla, işlettikleri cinayetlerle ve ekip biçtikleri ırkçı nefret diliyle bu ülkede hayatı zehirleyen bazı figürlerin bir zaman bile olsa hürriyetlerinden – ve “faaliyetlerinden” – alıkonmaları bile, başlı başına, hiç yoksa yürek soğutucudur. Solun, bu davanın yarımlığını, hesaplılığını/hesapçılığını, devletlû ve siyasî hadlerini görmezden gelmesi elbette beklenemez. Ergenekon’un sistem/rejim/iktidar/egemen sınıflar içi bir kapışma nedeniyle ‘patladığını’ görmekten sol elbette imtina edemez. Peki bunları görmezden gelmemek, ‘her şeyi görmek’, ne içindir? Rejimin yapısal çürümüşlüğünü ve iktidarın/AKP’nin oportünizmini bir defa daha teşhir etmek için mi? “Sistem içinde gideceği yer bellidir” diyerek ve “filler tepişiyor” diyerek arkasına yaslanmak için mi? Bu sinizmdir, trajik bir konformizmdir ve basbayağı anti‐politik bir tutumdur.4 Solun refleksi, sinik bir teşhircilikle yetinmek ve Ergenekon’un araçsallaştırılmasına ilişkin – kesinlikle yersiz olmayan – şüphelerine gömülüp steril bir “duruş”ta durakalmak değil, Ergenekon’un köküne inilmesini ve arkasındaki zihniyetle toplumsal bir hesaplaşmayı talep etmek olmalıdır. Enerjisini bu talebin (siyaseten ve hukuken) somutlanmasına ve takibine hasreden bir sol, ahlâkî ‘duruş’tan, – âhlakının da icabı olan –, politik eyleme geçmiş olur, Şükür ki, bunu yapmaya çalışan bir sol yok değil. Birçok sol aydın, kanaat önderi, sol çevre, örgüt, parti, takati yettiğince Ergenekon’un aralanmış örtüsüne asılıyor. Örneğin, steril radikalizmiyle maruf Ezilenlerin Sosyalist Platformu’nun, bu doğrultuda bir kampanya yürütüyor olması, dikkate değerdir. Örneğin, meşhur “Yiyin birbirinizi” manşetiyle sinizmin gözüne vuran ve bu sinik tavrın timsali olarak anılmaya başlayan BirGün gazetesinde de, pekâlâ Ergenekon’un “hakikatine” inmeyi dert edinen yazarlar söz aldığı gibi, bu istikameti gösteren başlıklar, haberler görmedik mi?5 1 Bu makale Birikim dergisinin 234. (Ekim 2008) sayısında yayımlanmıştır. Tekrar yayılamamıza izin verdikleri için Tanıl Bora’ya ve Birikim’e teşekkür ederiz. 2 Virgül’ün 122. sayısında (Eylül 2008) Behçet Çelik de bunu söylüyor: “Buzdağının dibi”, age, s. 57. 3 Solda sinizm meselesini bir zamandır tartışıyorum: “12 Eylül Bozgununun Sürekliliği: Sol ve Sinizm”, Birikim, sayı 198 (Ekim 2005), s. 43‐50 ve “İki Sinizm, İki Pragmatizm – eylemi yeniden düşünmek”, Birikim, sayı 210 (Ekim 2006), s. 16‐23. 4 Jacques Rancière, 1830 devrimi sonrası Paris’indeki grevci işçilerin, liberalizmin hukuksal ve siyasal eşitlik vaadinin maddî koşullar itibarıyla “boş” (yanılsama) olduğunu ortaya koymaya değil, eşitliğin gerçekleşmesini, sözle maddî gerçeklik arasındaki tutarsızlığın giderilmesini talep etmeye konsantre olduklarını anlatır. Siyasalın Kıyısında, çev. Aziz Ufuk Kılıç (İstanbul: Metis Yayınları, 2007), s. 55‐57. 5 Mithat Sancar’ın BirGün’deki yazıları, bu takipçiliğin ve meselenin çok boyutlu analizinin kuvvetli örnekleridir. Özellikle bkz. 7 Temmuz, 14 Temmuz, 18 Temmuz, 28 Temmuz, 26 Ağustos tarihli yazılar. Yazılara şu internet adresinden ulaşılabilir: http://www.birgun.net/writer_index.php. Sayı #1 140 Sol, Liberalizm ve Sinizm Tanıl Bora Evet, solda, sosyalist camiada sinizmin güçlü dayanakları var fakat sol bu sinizmden ibaret değil. Evet, bu temel bir ayrışmadır ancak ayrıştırmak tefrik etmek demekse, yekpâreleştirici genellemelerden sakınmak gerekir. Yine BirGün örneğini ele alırsak; bu zeminin/ortamın kendi içindeki ayrışmayı ve tartışmayı dikkate almayan tasnifler, hakkaniyetsiz olmakla kalmaz, düşünsel ve politik bir billurlaşmanın da önünü keser. Nasıl sol içindeki sinizm, gündeme daha gür bir sesle müdahale imkânına ket vurduysa; enerjisinin büyük bir kısmını (hatta kimileri, kısm‐ı azamîsini) bu sinizmi teşhir etmeye (tartışmaya, sorgulamaya değil, teşhir etmeye!) ayırmak ve solu karalama fırsatı olarak değerlendirmek de aynı şekilde gündem bulandırıcıdır – ve bizzat sinizmden başka bir şey değildir. Soldaki sinizmden ve sola yönelik bir karşı‐sinizmden bahsettik. Bu münakaşa, genellikle, solcular‐ liberaller kavgası olarak etiketlendi. Etiket(ler)in altına yazının devamında bakmak kaydıyla, bu solcular‐liberaller münakaşasının düşündürdüklerine geçelim. İlk soru: bu münakaşadaki hiddet ve celâlin kaynağı nedir? Bu büyük gayz nereden çıkıyor? Liberal kanaat önderlerinin siniri, solun siniri Can Kozanoğlu, yıllar önce, “asabî liberaller” nitelemesine başvurmuştu. O sıralar henüz yeni popülerleşmekte olan liberal kanaat önderleri zümresinin, savundukları serbestî ve hoşgörü düsturlarına pek de uymayan hot zotçu edâlarının ona ettirdiği bir lâftı bu. Gerçekten, Türkiye’deki açıkça, zâhiren veya zımnen liberal çizgideki kanaat önderlerinin çoğu, severek sorguladıkları “pozitivist toplum mühendisliği” anlayışını ve Kemalist otoriterliği tekrarlayan bir bilgiçlikle, “yukarıdan yukarıdan” konuşmaya yatkındırlar.6 Liberal edânın “evrensel” diyebileceğimiz üslûp özelliklerine ilâve bir yerli katkıdır bu (“bize özgü” demek istemiyorum, dünyanın başka yerlerinde de görülür7 ama burada özel bir râyihâsı var). Liberalizmi antipatik kılan o “evrensel” üslûp özellikleri, sinizmle ilgilidir; (bana kalırsa “o sizin sorununuz” veya “bunun için yapabileceğim bir şey yok”un çok iyi temsil ettiği) tuzu kuru dil, liberalizmle karşılaşmalarında, özellikle solun sinirini kaldırır. “Türk liberalizminde” bunun fazlası var; az evvel değindiğim bilgiç‐ hâkimâne tavır… ilâveten, sıklıkla, solu karalamaya yönelik özel bir şevk.8 Şimdi zaten bu şevk üzerinden konuşuyoruz. Bu gayzın nedenini öncelikle, Türkiye’de liberal eğilimli kanaat önderleri ve aydınlar zümresinin, Soğuk Savaş ikliminde milliyetçi‐muhafazakâr toprak ve seralarda yetişmiş olmasında arayabiliriz. 1940’lardan 1980’lere uzanan zamanda jeostrateji odaklı “Hür Dünya” retoriği ve McCarthyiciliği on yıllarca sündüren fanatik anti‐komünizme mesafe alabilmiş bir liberal aydın tesbit etmek, hiç kolay değildir. Bunu ebedî bir genetik miras sayamayız ama koyu bir iz bıraktığını da göz ardı edemeyiz. İ. Melih Gökçek’in, R. Tayyip Erdoğan’ın bir eleştiriyi savuşturmak için ilk el attıkları lâflardan birinin “komünist taktikleri” olması, bu ülkenin politik kültüründe anti‐komünizmin devamlılığını, kalıcılığını göstermiyor mu? Gerçi Soğuk Savaş sonrasının yeni liberal aydınları, eski anti‐komünist ezberlerini, koşullanma ve takıntılarını sorgulamaktan geri kalmadılar. Özellikle de anti‐komünizmin meslek yüksek okullarından olan Yeni Forum’un fideliğinde yetişen Liberal Düşünce Topluluğu’ndaki kimi söz sahipleri, “komünizm tehlikesinin” daimî özgürlük tahdidi olarak kullanımının açık bir özeleştirisini yapmışlardır. Yine de, anti‐komünizmin belki ideolojik avadanlığı değil ama tedirginlik ve hiddeti kullanım dışı kalmış değildir; kimi zaman alaycılığa dönüşerek, berdevamdır. Milliyetçi‐muhafazakârlıktan –İslâmcılığın o çatı altındaki unsurları dahil‐ liberalizme meyleden veya muhafazakâr‐liberal terkipler arayan aydınların bir başka sabiti, “yerlilik”tir. Liberal 6 1 Mayıs teröründen, Tuzla cinayetlerinden bahsetmeyi, statükoyla çarpışan hükümeti zor durumda bırakmaya hatta Ergenekon’u örtmeye matuf teşebbüsler sayarak azarlayan liberallerin tutumu, bunun taze örneğidir. Ümit Kıvanç’ın tanımıyla: “demokratlık polisliği”. Taraf, 21 Haziran 2008. 7 Liberalizmi içinden eleştirenler de, liberal söylemin “katılığına ve hoşgörüsüzlüğüne”, “sivil topluma öfke salmasına”, “evrensel buyurgan otorite ihtirasına”, “kibrine” temas ederler. Bkz. John Gray, Post‐Liberalizm, çev. Müfit Günay (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2004), s. 267 vd., 337 vd. 8 Şükrü Argın da, sol‐liberalizm münakaşasına ilişkin çok yönlü söyleşisinde, bu “acayip” şevke kaş kaldırıyor: “Sol, kendi adına konuşmalı”, Mesele, Eylül 2008, s. 26‐35. Sayı #1 141 Sol, Liberalizm ve Sinizm Tanıl Bora demokratizmi, yerli/millî olanın sahih temsiline indirgeyen bu söylem, yaban/cılıkla damgaladığı solu kriminalize etmeye her zaman amâdedir. Milliyetçi‐muhafazakâr kökenli liberal kanaat önderleri zümresi, sola eninde sonunda uzaklardan bakıyordu. 1980’lerin ortalarından itibaren söz almaya başlayan sol kökenli liberallerin ise, bekleneceği gibi, solla daha derin bir hesaplaşmaları oldu. Belki gerçek bir hesaplaşmadan ziyade, kolayından hesap kesmek isteyen bir tavırdan söz etmeliyiz. Birçok durumda, zamanında sol/sosyalizm adına benimsenmiş bulunan zihniyet kalıplarının, bu zümredekileri esir aldığını görebiliyoruz. Tepkisellik veya tekrar üreten bir esarettir bu. Onu mekanik‐pozitivist bir otomatizm olarak, dogmatik bir rehber olarak, otoriter bir dil olarak “bilenler”, sosyalizmi bu karikatürüne indirgeyip üzerinde tepinerek arınmak istediler. Sosyalizmin tarihsel birikimindeki bu lânetli terekeyle ve hiç küçümsenmeyecek açmazlarla samimi ve ciddi bir hesaplaşmaya bir bardak su taşıyacak bir liberal eleştiri vardıysa, olabilecek idiyse de, bu tepinmede işitilmesi mümkün değildi. Bu fevrî tepkiselliğe, o zihniyet kalıplarının biraz tadilatla tekrarı refakat etti. Solun toplum mühendisliğini, determinizmini alaya alırken, özellikle globalleşme süreci bağlamında ekonomist ve teknolojist bir determinizme kaymak gibi… “Aydınlıkçı” fanatizmini ve demagojisini, liberal bir söylemle devam ettirmek gibi… “Türk liberallerinin” şeditliğinde, gerek Yeni Sağ çığırın global eklemlenmesi içinde gerekse Türkiye’deki “statüko karşıtlığı” bağlamında ANAP ve AKP hükümetlerine hayırhâh yaklaşmalarının veya angaje olmalarının payını da aramalıyız (kuşkusuz angajmanın varlığı ve ölçüsü nisbetinde). Dolaylı iktidar “sorumluluğu”, tutarlılığın müşkülleşmesi pahasına, tutumları kemikleştirir. Taht, asilleştirirken asabileştirir de! “Eski…”lerle, “…‐kökenliler”le sınırlamayalım kendimizi. Zira liberal aydın (ve yarı‐aydın) türü, bir zamandır, sol ve milliyetçi‐muhafazakâr muhitlerin köşe bucağındaki fideliklerden daha geniş bir üreme alanı bulmaya başladı. Bu, orta sınıfların kültür iklimindeki değişimle ilgilidir. Şehirli ve tahsilli orta sınıfların yeni kuşakları içinde, resmî ideolojinin/resmiyetçi politik kültürün pedantizmine olduğu kadar milliyetçi‐muhafazakâr hamâsete de ısınamayan bir kesit var. Çoğun popüler kültürün ve tüketim kültürünün eğlencesiyle bilenen bir zekâyla, “serbestî”ye temayülleri var. “Kimselere benzemeyen biz/ülkemiz” hayranlığına mesafeli, hatta bazen “buralara” karşı hafif alaycı, dünyaya açıklar. Bu sosyal profil, on yıllardır şu veya bu biçimde solun kültürel ve politik etkisi altındaydı. Sola belirli bir ilgiyle, sempatiyle, en azından hayırhâh bakardı. Şimdi, dar bir zümre olmaktan çıkar, çoğalırken, sol da bu çevrelerin külyutmazlığının nesneleri arasına katılıyor. Neden? Zamanın ruhundan... 1980’lerin ve 1990’ların sonlarındaki tazelenme hamleleri de çabuk çürüyen solun cazibesini yitirmesinden, kasılmışlığından... Bunlarla beraber, derinde bir yerde, orta sınıf konformizminden… Neticede, robot resmini çizdiğimiz sosyal profil9 nezdinde sol, bıkkınlık yarattı biraz! Doktriner bir liberalizm olması gerekmez, liberalmeşrep diyebileceğimiz bir tutum, bir nevi “gündelik/sıradan liberalizm”, bu profile daha uygundur. İşte, orta sınıfların yeni kuşaklarında genişleyen bu sosyal profil, yeni bir liberal aydın zümresini içinden çıkartıyor, daha doğrusu onun için zemin oluşturuyor. Yaklaşık üç yıldır var olan Genç Siviller girişimini zannederim bu zemine oturtabiliriz ‐ yeni liberal aydın ve kanaat önderi profilinin yegâne temsili olarak değil, bir örneği, bir ucu, bir belirtisi olarak.10 Bu yeni aydın zümresinin solla didişmeye yatırdığı arzu, taslağını çizdiğimiz sosyal profil içinde bir kopuşu gerçekleştirme cehdiyle irtibatlandırılabilir; orta sınıflar içindeki serbestîciliği sol sempatilerden, sol ezberlerden, sol sinizmden sıyırma gayretiyle açıklanabilir. Aynı zamanda aydınlar arası bir rekabet boyutu vardır bunun. Yeni bir aydın zümresi kendisine alan açma mücadelesindedir ve o alan, esas itibarıyla solun zilyedliğindeki arazide açılacaktır. 9 Bu profili, Ali Şimşek’in Yeni Orta Sınıf kitabındaki (İstanbul: L&M Yayınları, 2005) tasvir ve yorumlarıyla desteklemek, zenginleştirmek mümkündür. Ali Şimşek burada, yeni orta sınıfın “her şeyin kılavuzunu çıkarmak”tan, “her şeyi çözmüşlük”ten bir “boşunalık” türeten sinizmini anlatır. 10 Kabaca tasvir edilen yeni orta sınıf profili ile bu yeni aydın zümresi (ve hususen Genç Siviller) arasında hal ve davranış düzleminde bire bir tekabüliyet aramak yanlış olacaktır. Yeni‐liberal kanaat önderlerinin girişimi, bu konformist ve sinik “tabanı” politize etmeye dönük bir girişim. Ayrıca, Genç Siviller arasında, solu sarakaya alma eğlencesi yanında, milliyetçi‐ muhafazakâr gelenekle hesaplaşmaya dönük bazı çıkışları da not etmeli. Sayı #1 142 Sol, Liberalizm ve Sinizm Tanıl Bora Yeni liberal aydın muhitinin solla didişmekten istifadesi budur. Solu gözde hasım tayin etmesinin arkasında böyle bir toplumsal ve politik mantık vardır. Peki, solda “liberal aydınlara” gösterilen büyük tepkinin, “liberaller”in bütün kötülerden daha kötü ve daha çirkin ilan edilmesinin nedeni nedir? Liberal aydınların (eski veya yeni, muhafazakâr menşeli veya sol menşeli…) insafsız hücumlarına maruz kalmaktan kaynaklanan tepki mi sadece? Liberalizmin “gerçek/çirkin” yüzünü teşhir etmek için fırsatı değerlendirme azmi mi? Yine bununla bağlantılı, liberalizmin solcular saflarındaki artan nüfuzunu önleme çabası? Bu açıklama şekilleri, solun/solculuğun orta sınıfsal varoluşu/görünüşleri veya giderek orta sınıflara sıkışması üzerine düşünmemiz için uyarıyor olmalıdır bizi. Orta sınıflar arasında “gündelik/sıradan liberalizm” diye adlandırabileceğimiz –derli toplu bir liberal söyleme de inkılâp edebilen‐ bir eğilimin güçlenmesi gerçekten de sola ‘dokunur’, zira gerçekten de solun/solculuğun zilyedliğindeki bir alanın kaybı demektir. “Liberal aydınlara” yönelik tepkinin şiddetinde, solculuk –sol kamuoyu yapıları‐ zaten orta sınıflara sıkışmışken, bu (dar) alanda ortaya çıkan rekabetten duyulan tedirginliğin de payını aramalıyız. Bazen galizleşse ve böylelikle imkânsızlaş(tırıl)sa da, ortada bir tartışmanın vuku bulabiliyor olmasının hikmeti de buradadır. Açık ki, sözgelimi bir “Buduncudan”, bir “açık”‐Ergenekoncudan, bir Hizbullahçıdan farklı olarak, muhatabınıza söylediklerinizle üçüncü şahısları –hatta bizzat onu da!‐ ikna edebilme ihtimalini gözeterek, kalabalık bir “kafası karışıklar” grubunu kollayarak konuşuyorsunuzdur. Orta sınıflaşmayı veya orta sınıflarla teması mutlak bir yozlaşma nişânesi olarak düşünüyor değilim. Kendini ciddiye alan bir solun etki ve hitap menzilinin orta sınıflarla sınırlı olması, “en alttakilere”, mâdunlara değmemesi, onları görmemesi elbette zillettir. Hele, zengin‐yoksul kutuplaşmasının en naif sosyal adaletçiliği özlettiği bir zamanda. Ancak buradan, arınıp saf sınıf çizgisine kavuşmayı vaaz eden ve politik açığını ahlâkçı fanatizmle örtmeye kalkışan bir “çocukluk hastalığı” lisanına savrulmamalı. Sosyalist sol, kâh kadroları ve iradeciliği/öncücülüğü bakımından, kâh onları “halk sınıfları” bağlamında içeren popülist stratejileri bakımından, hep orta sınıflarla (eski tabirle küçük burjuvazi) rabıtalıydı. Asıl önemlisi, metalaşmanın hayatın her hücresine sızdığı kapitalizmin genişleyen yeniden üretim çağında, bilhassa şeyleşme/yabancılaşma ‘cinsinden’ toplumsal çelişkiler, (gayrimaddî emek süreçleri bağlamında) orta sınıfları mutazarrır ve ajite etmekle kalmıyor; daha önemlisi sosyalizm açısından verimli bir çelişkiyi (çünkü, yeni bir toplumu/toplumsallığı tasarlamayı tahrik eden bir çelişkiyi) billurlaştırıyor. Kapitalizmin toplumsal çelişkilerinin orta sınıflara nüfuzu, organikleşiyor. Kısacası, zamanımızda sol, mâdunlarla rabıtasız kalamayacağı gibi, orta sınıflardan da sarfınazar edemez. “Emek eksenli mücadele” formülünün galiba yetmediği bir perspektifle, orta sınıfları orta sınıf ideolojisinden arındırma püritanizminin ötesine geçen bir ufukla, eşitlik değerine sarılarak “insanlar”a ve “insanlığa” hitap etmenin yolunu bulmalıdır.11 Ama konumuz bu değil, canımız yetmez. Çok daha basitinden de alabiliriz… İyi ailelerin iyi okullarda okuyan zeki çocuklarının yavaş yavaş soldan uzaklaşıp liberal eğilimlere iltifat etmesini bir sınıfsal “doğa olayı” sayıp rahat mı edeceğiz; yoksa solun entelektüel minesinin solmasının bir işareti sayıp endişelenecek miyiz? Bu soruları terkiye alıp, soldaki anti‐liberalizm “problemini” çözümlemeye devam edelim. Anti‐liberalizmin iğvası Karalamayla eleştiriyi ayırmayı bilmeli. Karalamaya karşı koyar, reddeder, tepki gösterir, failine notunuzu verirsiniz; ancak bir katre eleştirel içerik varsa, mütekabiliyet (“ona bakarsan sen de…”) aramadan, komplekse kapılmadan onu dikkate almak, solun “karakteri” olmalı. Solu, sol ahlâkı ayırt eden, bu değil mi? Hep dönüp kendine bakabilmesi... Sözgelimi Etyen Mahçupyan ve başka liberal yazarlar BirGün gazetesi muhitinde, bilvesile “sol”da, ırkçı‐milliyetçi arazlar tesbit ettiğinde, evet, konu edilen vakanın doğruluğunu sorgulamak, kullanılan toptancı karalama diline tepki göstermek, Türkiye’de ırkçılığın nihâî failinin –Kemalizm üzerinden – sol olduğunu demeye getiren 11 Burada yaptığım, Şükrü Argın’ın çağrısını tekrar etmektir: “Pan‐kapitalizm çağında siyasetin buharlaşması”, Mesele, Nisan 2008, s. 37‐40. Sayı #1 143 Sol, Liberalizm ve Sinizm Tanıl Bora “izahları” reddetmek gerekir, bunlar geçiştirilemez. Beri yandan, varsın bir katre olsun, hakikat payını dikkate alarak sosyalist solda – gerçekten var olan – milliyetçi önyargıları, zihniyet kalıplarını sorun etmek, sorumluluk gereğidir. Unutmamalı ki, politik etik zemininde solcuların imtihanı daha ağırdır; ırkçı‐milliyetçi tutum örneğindeki gibi, sağ zihniyet dünyasında o kadar da problem teşkil etmeyen bir temayül, bir durum, sol açısından problemdir. Beyaz, kirlenmemelidir! Başka şeyler kokabilir; tuz, kokmamalıdır! Uzun bir zamandır, geniş bir sol yelpazede “liberal” adı ve sıfatı, bir hakaret olarak kullanılıyor. “Liberal aydınları” eli kanlı işkencecilerden, katillerden daha vahim bir musibet olarak takdim etmeye varabiliyor iş. Özellikle kendini liberal olarak tanımlamayı tercih etmeyen sol, sosyalist aydınlara da teşmil edildiğinde, hakaret kastı, hakaret olmadığında da “ötekileştirme” vasfı belirginleşiyor. Sosyalist solu liberalizmden ayırt etmek, farkı koymak elbette lüzumlu ve önemli. Ancak solculuk ortamında anti‐liberalizme, bu farkı belirlemenin icabını aşan bir şehvetle sarılınmıyor mu? Anti‐liberalizmin iğvasına kapılmanın götüreceği tehlikeli sular vardır. Faşizmin sosyalizmle liberalizmi aynı soydan düşünmesi boşuna değildir; liberalizmi karalarken başvurulan “yabancılık,” “Batı‐kaynaklılık,” “maddiyatçılık,” “manevî değerlere uzaklık,” “kozmopolitlik,” “entelektüalizm” gibi ithamlar, solu da karalamakta kullanılan “düşkünlükler”dir. Kendisini anti‐ liberalizme fazla kaptıran bir solun böylesi motifleri işlemeye başlaması, görülmedik bir şey değildir. “Liboş” (beraberinde, “entel”) gibi açıkça cinsiyetçi bir küfür sözünün gönül rahatlığıyla benimsenmesine ise hiç girmiyorum. Kısacası “liberalliğin” kolaylıkla hakarete indirgenmesi, hayra alâmet değildir. Sadece bu tehlikeli sulara götürebileceği için değil, sosyalizmin liberalizmle ‘meselesini’ ciddiye almasının önüne geçeceği için de problemlidir. Liberalizm ve sosyalizm: nasıl bir husumet?12 Ömer Laçiner’in Birikim’in geçen sayısında hatırlattığı,13 Marksizm ve sosyalizm ile liberalizm arasındaki ortak köklere ve diyalektik ilişkiye getireceğim sözü. Sosyalizm, 1848 devrimleri sürecinde liberalizmden koparak müstakil bir siyasal akım ve hareket haline geldi. Marx, kendi düşüncesini, liberalizmden gelerek, liberalizmi eleştirerek, sorgulayarak, aşarak geliştirdi. Buradaki aşmak, Marx’ın gözde Hegelci kavramlarından birine müracaatla “aufheben”dir; yani içererek/koruyarak aşmak. Liberalizm eleştirisinin bilhassa Marx’ın sosyalizmi açısından kurucu değeri vardır. Bu, liberalizm eleştirisinin sosyalizme içsel ve devamlılığı olan bir eleştiri olduğu anlamına gelir. Yani, “ustaların” bu büyük fikrî ve politik kopuşu gerçekleştirirken halledip bitirdikleri bir iş değildir; her kuşakta, tarihsel değişimler ve politik deneyimler boyunca yenilenmesi gereken bir eleştiri, bir meydan okumadır. Yalnızca liberalizme karşı tetik durmak için değil, bağışıklık kazandırıcı bir aşılanma için değil; açık havada biraz öksürüp tıksırmayı göze alarak bünyeyi güçlendirmek için. Bir elmassa sosyalizm, böyle yontulacaktır. Ortak köklerden söz ettik. Ortak alan da diyebiliriz. Bu, yalın ve muazzam, haklar ve özgürlükler sorunsalıdır. Liberalizm, soyut insanı esas alan, soyut bir hak ve özgürlük vaadidir. Negatif özgürlük haklarıyla mukayyettir. Formalisttir, demokrasi anlayışı prosedüreldir. Soyut insan, dedik. Liberal düşüncenin kudreti de zaafı da burada. İnsanın somut koşullarına, sıfatlarına ve durumuna bakmadan ona değer ve hak atfetmek, kudretli ve “asil” bir fikirdir. Ancak koşullar, maddî imkânlar, toplumsal engeller, eşitsizlikler, somut insanın soyut haklarını kullanmasına elvermiyorsa, bu hak ve özgürlük vaadi sinizme dönüşür. Soyut özgürlükler ile onların somut imkânsızlığı arasındaki çelişki, liberalizmle sosyalizm arasındaki çatışmanın zübdesidir. Liberalizm, bu noktada sosyalizmin meydan okumasını sineye çekebildiği oranda, bu çelişkiyi tanır ve onunla baş etmeye çalışır. Bu meydan okumayı göze alamayan veya geçiştiren (veya ondan sarfınazar 12 Bu vesileyle, husumet kavramının inceliğini hatırlayalım. Karşı‐globalleşme hareketinin önemli aktörlerinden Susan George, ki bir “liberal‐solcu”dur, rakip kavramını “fazla sportmence”, düşman kavramını ise mutlak zafer ve öteki tarafın tamamen ortadan kalkması dışında bir düşündürmemesi, bunun da her şeyden önce imkânsız olması nedeniyle, “hasım”lardan söz etmeyi yeğliyor. Hasımlarla mücadele, “bilgi, politik judo ve uzun vadeli muharebeyi gerektirir” ona göre. Susan George , Başka Bir Dünya Mümkün, Eğer…, çev. Ali Tonak (İstanbul: Metis Yayınları, 2005), s. 86‐7. 13 Ömer Laçiner, “Yolun sonu/başlangıcı”, Birikim 232/233 (Ağustos‐Eylül 2008), s. 20‐21. Sayı #1 144 Sol, Liberalizm ve Sinizm Tanıl Bora edecek kadar “rahatlamış,” “serbestlemiş”) liberalizm: ultra‐liberalizm,14 mutlak ve çirkin sinizm halini alır ve gerçekten de son kertede kapitalizmin meşrulaştırıcılığına irca olur. Liberalizmin sinizmden de öte zifirî bir sarkastizme dönüştüğü, piyasa mecazından öte bir “fikri” ve etiği olmayan neo‐liberalizm, bunun uç noktasıdır. Sosyalizm, herkesin eşit ama bazılarının daha eşit olmasını sorgulamasıyla; hak ve özgürlüklerin pozitif içeriğine ve maddî‐nesnel gerçekleşme koşullarına “takmasıyla” liberalizmden ayrışır. Koşullara bakmasıyla ve “gidiş yoluna” yoğunlaşmasıyla; bu, sosyalizmin, liberalizmin sadece ilkelerini değil hedeflerini de içererek‐aşmasını sağlar. Sosyalizmin özgürlüğü, ayağını zorunluluktan veya zorlamadan azâde olmaya, serbestliğe basan liberal anlamından öte; bir ufka açılan, içi yapmayla, kurmayla, yaratmayla dolu bir özgürlüktür. Demokrasinin prosedürel‐ biçimsel düzlemde tüketilmesine rıza göstermez; demokrasi, özgürleşmenin yolu/koşulu/ilkesidir ama özgürleşme projesini, ütopyasını ikame etmez onun kitabında. Sosyalizmin de, liberal eleştiriden “alacakları” vardır. Nesnelciliğin ve beşerî süreçlere iradî müdahale cehdinin pozitivist ve velayetçi‐vesayetçi bir tutuma dönüşmesi riskine karşı, ‐ki sosyalizm tarihinden biliyoruz ki bu risk varittir‐, liberal eleştiri uyarıcıdır. Soyut‐bireyi esas alan bir özgürlük anlayışının sinizmine karşı, hak ve özgürlüklerle ilgili genel bir sinizmin yerleşikleşmesi, hâlâ oldukça güçlü bir savrulmadır; liberalizmle “tartışmayı” bırakmak bu savrulmaya itki verir. Bu öz‐eleştiri için liberalizme muhtaç olunmadığı söylenecektir. Doğrudur; ama işte zaten sosyalizmin liberalizmi içererek‐aşma bilincini koruduğu ölçüde doğrudur. Nitekim “tek ülkede sosyalizm” ve reel sosyalizm deneyimleri esnasında bu dikkat ve duyarlılığı gösterenler de, çoğunlukla o zamanın “liberal‐solcuları/sosyalistleri” olmuştur; belki daha doğru deyişle, bu dikkatlerinden ötürü “liberal‐sol” şüphesiyle kovuşturulanlar. Kısacası, liberalizmle tartışmanın, teşhir etmenin değil sahiden tartışmanın hakkını vermeyen, veremeyen bir anti‐liberalizm, solu güdük bırakır ve sadece yarasını örtmeye yarar. Sol‐liberal, liberal‐sol Yeri gelmişken, “sol” ve “liberal” terkiplerinde bu terimlerin isim veya sıfat hallerine göre bir ayrım yapmanın da önemli olduğunu kaydetmeliyiz. Bu ayrımın, düşünsel açıdan da, politik açıdan da, stratejik açıdan da “anlamlı” olduğunu düşünüyorum. Sol‐liberaller, eşitlik ve sosyal adalet meselelerine nisbeten duyarlı liberallerdir. Liberal‐solcular ise, negatif haklar ve özgürlüklerle ilgili meselelere tutkuyla bağlanmış, sosyalizme veya sosyal‐demokrasiye angajmanları bununla mukayyet olan solcular. Bu karikatür için bir aile mecazı kullanacaksak, “arı duru” sosyalistler/solcular, daha doğrusu böyle bir arı‐duruluk arayan solcular için (bu da bir “soyut insan” türü sayılabilir!), liberal‐solcular kardeşlerdir (kimisi ruh gibi yakın, kimisi nizalı), sol‐ liberaller ise kuzenler/kuzinler ve yeğenler (kimisi birinci dereceden, kimisi üçüncü göbekten). Liberal‐sol politik düşüncenin ve tutumun, köklü bir geleneği olduğunu da unutmamalı. Kökleri kimilerince (benim sol‐liberal olarak konumlandırmayı yeğleyeceğim) John Stuart Mill’e kadar uzatılan; has örnekleri olan John Dewey, Bernhard Shaw, Bertrand Russell, C. B. Macpherson üzerinden Jürgen Habermas’a, (yine sol‐liberallikle tavsif etmeyi yeğleyeceğim) John Rawls’a kadar çatallanan, farklı kaynaklardan beslenen bir delta. İnsan esenliğinin ve beşerî çoğul‐ değerliliğin nesnel yapısının, liberalizmin temel unsurlarıyla (bireycilik, [yasa önünde] eşitlik, evrensellik, iyimserlik) bağdaşmadığını, hak temelli bir toplum tasarımı kurulamayacağını, hatta liberal ideolojinin temel liberal değerleri yozlaştırdığını; liberalizmin siyasal felsefesinin tek geçerli bakiyesinin (özgürlüğün temel güvencelerini sağlayan ve yönetimleri sınırlayan, çoğulcu) sivil toplum olduğunu savunan post‐liberalizmi15 de bu aileye katabiliriz. 14 Francisco Vergara, Liberalizmin Felsefi Temelleri, çev. Bülent Arıbaş (İstanbul: İletişim Yayınları, 2006), s. 166‐189. Bu konuda, 6. dipnotta andığım, John Gray’ın kitabı aydınlatıcıdır (bilhassa son bölüm: “Liberalizmde ne öldü ne kaldı?”, s. 305‐352). 15 Sayı #1 145 Sol, Liberalizm ve Sinizm Tanıl Bora Bu gelenek içinde anılan İtalyan düşünür Norberto Bobbio’nun16 politik macerası üzerine Perry Anderson’ın yazdığı lâtif makale, liberal‐sol düşüncenin ufku ve kısıtları hakkında nasıl da zihin açıcıdır!17 Bobbio, İtalya’nın faşizm, anti‐faşist mücadele ve faşizm‐sonrası demokratikleşme mücadeleleriyle belirlenen özgül koşullarında, liberal ve sosyalist gelenekleri sentezleyerek ikisi arasında bir “üçüncü yol” (neler duyuyoruz!) açmaya çalışageldi. Anderson’ın, liberalizmin İtalya’daki paradoksal mevkiiyle ilgili söylediklerini, Türkiye için de üzerinde düşünmeye değer buluyorum – benzetmekten ziyade, mukayese etmek ve farkları düşünmek için: “Liberalizmin klasik ideallerinin İtalya’da bir yandan yüceltilirken bir yandan da parodiye dönüştürülmesi, bu ideallerin başka yerlerde yitirdiği normatif gücü korumasını sağlamış, böylece kurulu düzene muhalefette en beklenmedik ve güçlü unsurları oluşturmuşlardır.” 18 Bobbio için sosyalizm, liberal ideali de kapsayan bir idealdir – oysa tersi mümkün değildir (bunu liberal‐solu sol‐liberallikten ayıran sağlam bir ölçüt sayabiliriz). Müphem bir “proletarya diktatörlüğü” adına, liberal demokrasinin kazanımlarını feda etmeye yanaşmaz. Liberal kurumları, maddî kültüre ait sayar – o denli tartışılmaz, “nötr”. Onun liberalizme tutunduğu yer, doğal haklar mefhumu ve temel insan haklarının anayasal güvencesine verdiği aslî önemle ilgilidir. Anderson’un deyişiyle, “piyasaya karşı özel bir bağlılıktan ziyade anayasal devlete derin bir bağlılık” duyar.19 Ancak, defalarca hayal kırıklığına uğrasa da, “iyi niyet” kurbanı olsa da, Bobbio’nun gözleri burjuva devlet aygıtının gerçekliğine kapalı değildir. Angaje bir anti‐faşist olarak onun Gladio ülkesinden yaptığı şu tesbiti, biz Ergenekon ülkesinde iyi anlarız: “Temsilî devlet, hiçbir zaman idarî devleti kendisine tabi kılamamıştır. Ordu, bürokrasi ve gizli servisler, parlamenter demokrasinin altındaki gizli unsurlardır. En iyi anayasa bile, sadece günümüz devletinin muazzam, karmaşık yapısının aldatıcı görünümünü sergiler. Onun – en derin kısımları şöyle dursun – gerisinde ya da içerisinde saklı olanları, hemen hemen hiç göstermez.”20 Bobbio’un düşüncesinde kapitalizmin “nerede” durduğunu Perry Anderson şöyle rasat ediyor: “Adaletsiz bir dağıtım sistemi olmanın ötesinde, bir üretim sistemi olarak kapitalizm, Bobbio için, bazı açılardan, aşırıya kaçmadan eleştirilecek bir arka plandan öteye gitmez – bütününde reddedilen ama hiçbir zaman çözümlenmeyen bir sistem.”21 Sosyalizm nokta‐i nazarından bakıldığında, liberal‐solun temel kısıtı, problemi, zaafı tam burasıdır. Kapitalizmi de neredeyse “maddî kültürün” bir vakıası kabul etmek… Kapitalizmle ilgili bir hoşnutsuzluk, ahlâkî bir anti‐kapitalizm eksik değildir, liberal‐solda veya Bobbio’nun kendisini tanımladığı üzere liberal‐sosyalizmde. Ancak kâh yenilgilerin yol açtığı hayal kırıklığı, kâh politik konjonktürün veya kuvvetin kapitalizme alternatif yaratmaya elverişsiz görülmesi; çoğu zaman daha âcil, yakıcı sorunların öne alınması, demokrasi ve insan hakları gündeminin ağır basması; kimi zaman da kapitalizmin gerçekten “maddî medeniyetin” bir vakıası olarak görülmesi (ki burası liberal‐soldan sol‐liberalliğe geçişin eşiğidir), Bobbio gibi umumiyetle liberal‐solu kapitalizmi sorunsallaştırmaktan (daha doğrusu bu sorunu güncel bağlamlarda siyasallaştırmaktan) ve sınıfsal meselelere eğilmekten uzak tutar. 16 Onun “iki kutuplu dünyanın yıkılışından” sonra yazdığı kitap, ideolojilerin sonuna ve sağ‐sol ayrımının bittiğine dair ilan ve tebliğler karşısında, bu temel ayrımın “ezel‐ebed” mâhiyetine dair gayet alçakgönüllü ama son derece sarih bir cevaptır. Norberto Bobbio, Sağ ve Sol, çev. Zuhal Yılmaz (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 1999). 17 Perry Anderson, “Norberto Bobbio”nun Yakınlıkları”, Tarihten Siyasete Eleştiri Yazıları içinde, çev. Simten Coşar, yay. haz. Elçin Gen, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2003), s. 131‐184. 18 A.g.e., s. 147‐8. 19 A,g.e., s.152. 20 A.g.e,, s. 165. 21 A.g.e., s.173. Sayı #1 146 Sol, Liberalizm ve Sinizm Tanıl Bora Her fâni gibi Bobbio’nun da politik macerasında ve düşüncesinde görülen savrulmalar, boşluklar, bazen de tutarsızlıklar; liberal‐sol tutumu tam teşekküllü bir doktrin, kaskatı bir pozisyon olmaktan ziyade düşünsel‐politik bir uğrak olarak almak gerektiğine dair bir uyarı olmalı. Düşüncenin ve eylemin “uğradığı” bir yer, kavramın sözel çağrışımıyla; Praxis’in bir ânı… “Liberal” gündem ve “sol” gündem “Liberaller” ve “solcular”, Tuzla için kolay kolay beraber yürüyemezler. (Teorik olarak, pekâlâ yürüye de bilirler aslında; ancak memleket liberallerinin sesli çoğunluğunun Tuzla’ya ilgisi “memlekette adam gibi solcu olsa Tuzla’yla ilgilenir” sinizminden öteye gitmedikçe, fiilen zor.) Fakat “liberaller” ve “solcular”, biliyoruz ki Hrant Dink için birlikte yürüdüler. Ya da, Kürt meselesiyle ilgili birtakım müşterek bildirilere imza verebildiler, verebiliyorlar. Kitabî bir solculuk açısından, temel haklarla ve özgürlüklerle ilgili sorunların ve kimlik meselelerinin gündemi kaplaması, sınıfsal perspektifin kaybolmasıyla ve liberalizmin ideolojik hegemonyasıyla ilgilidir. “Globalleşmenin başımıza çıkardığı fuzulî işler” olarak bakılır bunlara. “Saygı duymak” gerekir ama esas gereken, gündemi değiştirmek, kendi konularımızı ve her konuda “esas meseleyi” öne çıkarmaktır. Bereket versin, dogmatik sola –dağ gibi kapitalizm dururken – “talî” görünen meselelerin; yani etno‐kültürel ayrımcılığın, yani yurttaşlık statüsündeki erozyonun, yani patriyarki ve cinsiyet rejiminin, yani ekolojik yıkımın, pekâlâ kapitalist egemenlikle alâkalı olduğunu gören bir sol da var. Şu ayrımları da yaparak: Bir yandan, bu çelişkiler kapitalizmin içsel ve bünyevî çelişkileridir; kapitalizm kendini bunlarla yeniden üretir; bununla beraber, şimdi metalaşma ve sermayenin yeniden üretim sürecinin formatladığı bu çelişkilerin kapitalizmden önce de bir hayatı vardı, dolayısıyla hem bu tarihselliğe bağlı olarak hem de deneyimin (uyumlanmanın, uyarlanmanın, direnişin…) özgüllüğüne bağlı bir özerklikleri vardır. Bu çelişkiler kapitalizme mutlaka/her durumda/topyekûn emek‐sermaye ilişkisinin “mantığıyla” eklemlenmezler; deyim yerindeyse içselleşmiş dışsal etkenler olarak, çarpma‐bölme işleminden çok toplama‐çıkarma işlemine benzetilebilecek bir matris içinde emek‐sermaye ilişkisine/çelişkisine bağlanırlar. Ekonomi‐dışı zorun ve kayıt‐dışı ekonominin kapitalist iktisadiyat içinde “kurallı” istisnâlar, yapısal mekanizmalar olması gibi. Etno‐kültürel, cinsiyetçi vb. ayrımların, eşitsizliklerin, tahakküm mekanizmalarının kapitalizmdeki eklemlenmesi de, bunların emek‐sermaye çelişkisine kalansız olarak bölünebilir hale gelmesi biçiminde olmuyor. Bir bakiye var – elbette yine kapitalizmin hesabına geçen bir bakiye! “Nesnel açıdan”, kapitalizmin matrisi dışında ele alındığında, ancak bakiyesiyle, artığıyla meşgul olunabilir bu çelişkilerin ve doğurdukları toplumsal ve politik sorunların. Ama unutmamalı, bazen bir durumu fark etmek, çözümlemek, onun “ekstra” görünümleri üzerinden mümkün olur. Sol‐liberalizm husumetinde, demokrasi tartışmaları bağlamında hep anılan “Küçükömer paradoksu” üzerinden açabiliriz bu noktayı. Devlet seçkinlerinin/bürokrasinin/ordunun/kapıkulu zümresinin tahakküm ve vesayetini Türkiye’de demokratik mücadelenin biricik ekseni olarak koymak, liberal (sol‐liberal) bir pozisyondur. (Bunu Türkiye tarihine‐toplumuna has özgül sınıf çelişkisi olarak koymak, asker‐sivil bürokratik seçkinleri “the” Türk egemen sınıfı olarak görmek; liberal‐sol bir pozisyon.) Sınıf çelişkisinin âmir hükümlerini kanıtlamak adına Türkiye’de devletin vesayetçi‐otoriter baskı ve ideoloji aygıtlarını görmezden gelmek veya onları tam tekmil sermaye tarafından massedilmiş saymak, dogmatik sol bir pozisyon. Başka bir sol pozisyondan, devlet “geleneğinin” tahakkümü ile sermaye egemenliğinin eklemlenme biçimlerini dikkate almak mümkün; bize lâzım olan da budur. Bu eklemlenme biçimlerinin elbette kapitalizmin “üst‐ belirleyiciliğine” tabi olmakla beraber sabitlenmemesi ve hiç de dümdüz ilerlemiyor olması, politikanın, Praxis’in hayatiyet kaynağıdır. Bütün kötülüklerin kaynağının kapitalizm olduğunu bilmek kuvvetlendirir; ama her kötülükte sırf bunu görmenin, her kötülükten sırf bunu bilmenin tehlikesi, kanlı canlı “bir” kötülükle baş etmeye çalışan insanları sinizme sevk edebilecek olmasıdır. “Liberal” gündem ile “sol/sosyalist” gündem, bazen gerçekten çarpışırlar. Eşitlik sorunsalında, kamu mefhumu etrafında, sosyal devlet fikri etrafında olabileceği gibi. “Liberal” gündem ile Sayı #1 147 Sol, Liberalizm ve Sinizm Tanıl Bora “sol/sosyalist” gündem, bazen de irtibatlı veya irtibatlanmaya müsaittirler. Hak, özgürlük ve kimliklerin tanınma talepleri ile sınıfsal çelişkiler ve yoksulluk meselesi arasında belirgin ilik yerleri vardır. Ama yine de açıkta düğme kalabilir. Örneğin Kürt meselesini sınıfsal ayrıma ve yoksulluğa indirgemek, “abartılırsa”, bir solcuyu Bülent Ecevit’in pozisyonuna yaklaştırabilir. Kaskatı “duruşlar”, pozisyonlar üzerinden değil uğraklar üzerinden düşünme davetimi hatırlatayım; işte burada, liberal‐sol bir uğrak vardır – veya liberal‐sol bir gerilim. Bu uğrağın veya gerilimin tezahürünü, Immanuel Wallerstein’ın Liberalizmden Sonra’sında da görebiliriz. Wallerstein, liberalizmin bir buçuk yüzyıldır sosyalizmi de muhafazakârlığı da asimile eden hegemonyasının, paradigmatik hâkimiyetinin 20. yüzyıl biterken sona ermesinin ardından, politik direnişin ve gelecek perspektifinin püf noktasını, liberalizmin vaadlerini talep etmek olarak koyar.22 Bu radikal bir taleptir; çünkü bütün insanlara temel hak ve özgürlükler ve eşit yurttaş statüsü vaadinin yerine getirilmesi kapitalizm içinde imkânsızlaşmış veya imkânsızlığı ayan beyan ortaya çıkmıştır. Wallerstein, bu karanlık zamanda, muhalif politik taleplerin dikişsiz bir eklemlenmesini sağlamakta, onları organik bir biçimde iç içe geçirmekte ısrar yerine, bunların yan yana yürümesine açık bir politikayı önerir.23 Evet, “zor” zamanlarda yaşıyoruz. Zor ve karmaşık. Belâlı ve kötü. Üstelik zayıfız, çok etkisiziz. Toplumsal deneyimin fragmantasyonu, “gündem”in sürat ve karmaşıklığıyla çarpıldığında, olup biteni politik olarak anlamlandırmayı müşkülleştiriyor. Tek tek belâları ve kötülükleri birbirine bağlamak, “tutarlılık” sağlamak müşkülleşiyor. Bu kaosta meselelerin ortak paydasını “yakalayanların”, işin köküne inenlerin hınçla o ortak paydaya, o köke sarılması, olağan. Basit, “açık ve net” bir izah tarzına sarılmak, bununla beraber bir Biz’e, bir kimliğe sarılmak, kendini tanımlayabilmek, konumlandırabilmek insana iyi geliyor. Fakat bunun yan tesiri, politik aklı, politik tutumu bir “pozisyona” kitlemesi, bir kimliğe indirgemesidir. Bunun yan tesiri, – az evvelki sinizm tehlikesi bahsini tekrarlayacağım –, insanların somut meselelerle dolaysız ilişkilerini, bunlarla ilgili canlı deneyimlerini görmez, bunlarla temas edemez hale gelmektir. Kimliğe indirgenmek, solu kurutur. “Solcular”, Sol’u ikame edemez.24 Kopuş, ayrışmak, devrimci sosyalizmin romantikleştirdiği bir düşünsel ve politik deneyim. Hatta giderek fetişleştirildiği oldu bunun; neredeyse politik etkinliğin nihâî kertesi haline gelen bir “arınma” şiârının nasıl kıyıcı bir tasfiyeciliğe varabildiğini biliyoruz. Kriz zamanlarında, yenilgi koşullarında, gerilerken, zaaflı unsurlardan arınarak, safraları atarak, kendini ayrıştırarak haklılığının teyidini aramak, hazin ve vahim bir tesellidir. Sosyalizm ile “sol‐liberalizm/liberal‐ solculuk” arasında ayrım koymak, bu ayrımı politik verimleriyle geliştirmek… Evet, buna ihtiyacımız var. Ama bu yol, “liberal gündemin” konularını men eden, giderek “biçimsel özgürlüklere”, “biçimsel demokrasiye” yönelik eleştiriyi sinizme dönüştüren bir arınma seferberliğiyle kat edilemez. Sosyalizm, “anti”lerinin kafesine kapatılamaz; liberalizm, böyle kısır bir anti‐liberalizmle aşılamaz. Kimlik müdafaası ve kopuş/ayrışma fetişizminin enerjisiyle gerçekleştirilen bir ayrışma, verimsiz bir ufalanma olur. Sol, liberalizmle arasındaki gerilim hatlarından enerji almayı bilmelidir. Asla sadece ve bilhassa oradan değil – ama oradan da… Evet, teorik‐politik berraklaşmaya ihtiyaç var; lâkin bu, geniş mezhepli bir sol tanımının lüzumunu ve hayatiyetini ortadan kaldırmıyor ‐ “en geniş kitle içinde en dar kadro çalışması” düsturunu akıl‐ fikir düzlemine uyarlayarak düşünün! 22 Bu yazıda istifade etmediğim liberal‐liberter ayrımına da atıfla, bu tutumun berrak bir savunusu: Yavuz Yıldırım, “Liberal değil liberter”, Radikal İki, 14 Eylül 2008. 23 Immanuel Wallerstein, Liberalizmden Sonra, çev. Erol Öz (İstanbul: Metis Yayınları, 1998), s. 252‐3. 24 Yine Şükrü Argın’ın vurguladığı bir nokta, bkz. Mesele’nin Eylül 2008 sayısındaki söyleşi. Sayı #1 148