Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları

Transkript

Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları
MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI
Abdülkadir ÇEVİK
.
Mağduriyet Psikolojisi ve
Toplumsal Yansımaları
Abdülkadir ÇEVİK
Prof. Dr. A.Ü.Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi; Politik Psikoloji Derneği
Başkanı; A.Ü.Politik Psikoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü, Amerikan Psikanalistler
Cemiyeti Onursal Üyesi.
Özet: Haksızlığa uğramış olma durumu, mazlum olma olarak tanımlanan mağduriyet bireysel ve toplumsal düzeyde yaşanabilir. Doğal afetler gibi insan eliyle
oluşan travmalar neticesinde ortaya çıkan mağduriyet bireyde onarıcı veya yıkıcı
özellikler gösterebilir. Özellikle liderler ve toplumlar açısından belirleyici olan mağduriyet psikolojisi ülkelerin iç ve dış siyasetine yansımaktadır. Bu makalede mağduriyet psikolojisi, mağduriyet bağlamında liderlik, Türkiye’nin mağduriyet
psikolojisi ile bağlantılı iç ve dış ilişkilerine yansıyan etkenler ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: politik psikoloji, mağduriyet, travma, dehümanizasyon,
Türkiye
Abstract: Victimization is a sense of feeling that one is being wronged and can
be experienced on an individual or group level. Natural disasters as well as traumas
caused in the hand of others can result in victimization which can demonstrate
reparative and destructive personality in leaders. The psychology of victimization
which is very essential in regards to the relations between leaders and their followers is reflected in domestic and international relations. This paper will analyze
the psychology of victimization, leadership in regards to victimization and Turkey’s
domestic and foreign relations that is affected by the psychology of victimization.
Key Words: political psychology, victimization, trauma, dehumanization, Turkey
Giriş
Mağdurluk haksızlığa uğramış olma durumu, mazlum olma olarak tanımlanmaktadır. Bazen kurban olma ile benzer anlamda da kullanılabilmektedir. Örneğin
mağdurluk “okullar sistemin kurbanıdır” derken başka, “Mehmet terörün kurbanı
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
65
Abdülkadir ÇEVİK
oldu” derken başka bir anlam ifade etmektedir. Dünyamızda her gün yeni mağdurlar yaratılmaktadır. Mağdurluk kavramının belirsizliği nedeniyle pratik ve teorik yönden birçok güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Mağdurluk dışarıdan gelen bir
tehdit ya da zarar verici bir durumun, travmanın sonucudur. Ancak dıştan gelen
bu travmanın yalnızca bir defaya mı mahsus olduğunu ya da devam eden, tekrarlayan bir durum olduğunu dikkate almak gerekir.
Mağdurluk duygusunun oluşması için bir travmanın yaşanması gerekir. Mağdurluk duygusunun oluşmasını, travmanın insanın iç dünyasında oluşturduğu etkilerdeki
farklılığı dikkate alarak iki temel neden üzerinde değerlendirebiliriz. Travmalar:
1. İnsan eliyle ya da ihmaliyle ortaya çıkan travmalar ve buna bağlı gelişen
mağdurluk
2. Doğal afetler sonucu (depremler, hortumlar, seller gibi) yaşanan travmalar
ve bunun sonucu gelişen mağduriyet
Doğal afetler sonucu gelişen mağduriyetlerde çaresizlik yanında Tanrının gücüne boyun eğmek ön plandadır. Bu tip mağduriyette öç alma ve intikam duygusu
yoktur. İnsan eliyle ya da ihmaliyle oluşan mağduriyetlerde ise öfke, kin, nefret,
intikam ve düşmanlık duyguları vardır.
Mağdurluk bireysel ya da toplumsal boyutlarda yaşanabilir. Bir kişinin veya grubun bir diğer kişi veya grup psikolojisi üzerinde travma yaratması için agresyonun,
şiddetin ortaya konması gerekir. Agresyon ve çatışmanın çok derin duygusal kökenleri
vardır. İnsanoğlunun sağlıklı bir ruhsal ve bedensel gelişimi için “ortalama beklentileri
karşılayacak bir çevreye” ihtiyacı vardır.1 Bu çevre öncelikle onun aile ortamıdır. Doğumdan itibaren insanoğlu iki temel dürtü ile dünyaya gelir. Bunlar agresif dürtüler
ve libidinal dürtülerdir. Libidinal dürtüler insana haz veren, mutluluk veren yaşantılarla bağlantı içinde iken agresif dürtüler insanın engellenmeleri, hoşnutsuzluk yaratan
yaşantıları ile bağlantı içindedir. Kırgınlıklar, istismarlar, şiddete maruz kalma, ilgisizlik, sevgisizlik sonucu yaşanan doyumsuzluklar travmatik etki yaratarak bireyde
agresif duyguların şiddetlenmesine ve bireyin güven duygusunun sarsılmasına yol
açar. Agresif duyguların temeli biyolojik olarak agresif dürtülere dayanır. Gelişim sürecinde yaşanan travmatik olaylar bu duyguyu şiddetlendirir ve biçimlendirir. Bu şekilde şiddete maruz kalarak mağdurluk yaşamış çocuk kendisini mağdur eden, ona
şiddet uygulayan kişiyle özdeşim yaparak kendisinin mağdurluğunu bir an için de
olsa unutabilmektedir. Bu kişiler başkalarını mağdur edemediklerinde içlerinde birikmiş olan öfkeyi kendilerine çevirir ve kendilerine zarar verirler. Yani kendilerini
tahrip edecek davranışlar geliştirirler. Bazı hisler insanda çatışmayı uyarır, geliştirir ya
da kolaylaştırır. Örneğin kızgınlık, öfke, incinme, suçluluk, güvensizlik ve utanç duyguları çatışmayı körükler. Sahip olduğu takıntıları yönetip kontrol etme, başkalarını
mağlup etme arzusu, kurban etme dürtüsü çatışma durumlarında insanın içten gelen
1
66
Hartmann, H., (1958). Ego Psychology and the Problem of Adaptation, New York, International Universities Press.
Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları
çok güçlü ruhsal motivasyon unsurlarıdır. Bir defa çatışma durumuna ulaşılınca intikam duygusu için ortaya çıkan muazzam bir ihtiras, yenilenen agresyon için çok
güçlü bir katalizör işlevi görmektedir. Büyük gruplarda mağduriyet bireysel şiddetin
açıklanmasından daha karmaşıktır. Burada bireyleri birbirine yaklaştıran, bağlayan
ve grupla bir bütün olan ilişkiler ve davranışların dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca lider-grup ilişkisinin önemini de burada vurgulanmalıdır. Bireyin olduğu kadar
liderin kişisel motivasyonu ve iradesi, travmayı ve mağdurluğu tahripkarlık, yıkıcılık
ya da olayları yapıcı olarak biçimlendirmede önemli derecede rol oynar.
Ulusların ya da etnik grupların çatışma durumlarında hangi psikodinamik özelliklerin etkin olduğunu anlayabilmek için kendilik veya ben duygusunun gelişimi
başlangıç noktası olarak alınabilir. Çünkü mağduriyetin başlangıcında erken çocukluk döneminde yaşanmış olan travmaların önemi vardır. Çocukluğunda yeterince sevilmediği, ihmal edildiği, istismar edildiği, şiddete maruz kaldığı
duygusunu yaşamış olan bireylerin, kendilik saygıları zedelenmiştir ve kendilerini
güçsüz olarak algılarlar. Bu olumsuz duyguların üstesinden gelebilmenin bir yolu
da yaşadıklarının aynısını öteki olarak gördüklerine uygulamaktır. Bu sayede içlerindeki güçsüzlük güçlülüğe dönüşebilmektedir.
Çocukluktaki travmatik yaşantılara karşı geliştirilen narsisistik savunmalar erişkin dönemde lider olabilecek kişilerin davranışlarına ve söylemlerine yansımaktadır. Liderler yaşamış oldukları mağduriyetleri yapıcı veya yıkıcı tutumlar
geliştirerek ortaya koyabilirler. Örneğin Hitler’in bunun yıkıcı, Atatürk’ün ise yapıcı örneğini oluşturduğu söylenebilir.2 Keza kendilerini geçmişte mağdur olarak
algılayan bazı liderler, kendileri gibi mağdurluk yaşamış gruplarla özdeşleşip bütünleşerek mağdurluğun sinmiş ezilmiş, pasifize edilmiş duygularından kendilerini
ve gruplarını çıkararak kendilik değerlerini yükseltebilirler. Örneğin Türkiye Cumhuriyetinin 26. Başbakanı Erdoğan çocukluktan ve okul hayatından itibaren yaşamış olduğu mağdurluğu ve bu mağdurluk psikolojisinin ezik yaşama
duygularından kendisini ve takipçilerini çıkarmayı başarabilmiştir. Erdoğan 5 Aralık 2010 tarihinde 6. İmam Hatipliler Kurultayı’nda yaptığı konuşmada her türlü
aşağılamaya, hakarete, baskıya ve engellemeye maruz kaldıklarını ifade ederek şunları söylemiştir. “İçeride dışarıda bize ‘cenaze yıkayıcısı’ dediler. Bize ‘taşralı köylü’
dediler. Bize ‘doktor, mühendis, avukat, kaymakam, vali, siyasetçi olamaz ve hatta
muhtar bile olamazsınız.’ dediler. Allahın izniyle milletimize güvendik, umutsuzluğu yanımıza yaklaştırmadık. İmam Hatip Lisesi’nde okurken ranzaların arasında
sessiz sedasız ağladığımız geceleri hatırlıyorum. Arkadaşlarımızın o hıçkırıklarını
duyduğumuz geceleri hatırlıyorum. Aylarca ailesinden harçlık gelmeyen, bir dilim
ekmekle bütün gün ayakta durmaya çalışan arkadaşlarımızı hatırlıyorum.”3
2
Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (2011). Atatürk Anatürk, İstanbul, Alfa, s.35-39; Post, Jerrold M. (2004). Leaders
and Their Followers in a Dangerous World, New York, Cornell University Press, s.109.
3
Erdoğan 6. İmam Hatip Kurultayı’nda Konuştu, Samanyolu Haber, 5 Aralık 2010, http://www.samanyoluhaber.com/politika/Erdogan-Son-nefesimi-verene-kadar/476816/, “Son Nefesime Kadar Gurur Duyacağım”, DHA,
http://www.dha.com.tr/haberdetay.asp?tarih=17.02.2012&Newsid=127223&Categoryid=3, erişim tarihi: 10 Mayıs 2012.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-’13
67
Abdülkadir ÇEVİK
Erdoğan, yoksulluğa, dışlanmışlığa razı olmadıklarını, aşağılanmalarına prim
vermediklerini ifade etmiştir.
Erdoğan meslek lisesi öğrencileri üniversite okumasın, mühendis olmasın, tıp,
siyasal bilgiler ve hukuk fakültelerine gitmesin, kamu görevlileri olmasın diye çaba
sarf edildiğini ifade ederek sözlerini şöyle sürdürüyor. “Çünkü kapıcının çocuğunun okumasından rahatsız oldular. Bu milletin evlatlarına ‘göbeğini kaşıyan adam’
dediler. ‘Yozgat’ın Erzurum’un çocuğu başımıza kaymakam olmasın, vali olmasın.’
dediler. ‘Yoksul varoşlardan doktor, avukat, hakim, savcı çıkmasın.’ dediler. ‘Başörtüsü’ deyip kızları eve hapsetmek istediler. ‘Onlar sadece ev işlerine baksınlar.
Onlar çay getirip götürsünler. Onlar etkin konumda olmasın.’ dediler, bütün yasaklara rağmen sekiz yıldır Türkiye’yi büyütüyor, bölgenin en itibarlı ülkesi haline
getirmek için çalışıyoruz.”
Başbakan Erdoğan 29 Nisan 2012’de Ankara AK Parti Gençlik Kolları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada mağduriyeti şöyle dile getiriyor. “Bizden öncekiler,
babalarımız, dedelerimiz aynı şekilde çok büyük acılar yaşadılar. Bu ülkenin camileri keyfi gerekçelerle ibadet edilmesin diye kapatıldı. Camiler satıldı, ahıra dönüştürüldü. Çağdaşlaşmak, batılılaşmak adı altında örf adetlerimizi ayaklar altına
aldılar. Selamünaleyküm diyenler hor görüldü. Yıllarca Müslümanlar kaba saba
karikatürize edildiler. Muhafazakarlık, dindarlık on yıllarca köylülük olarak görüldü.”4
Aslında Türk toplumunda travma yaşamamış bir grup hemen hemen yoktur.
Kürtler, Aleviler, Ermeniler, zulüm gördük diyen İslamcılar, komünistler, ülkücüler
ve hatta batıdan çektiklerimizi unutamayan Kemalistler bunlar arasındadır. Ancak
travma yaşayan her grup bunu mağduriyete dönüştürmemektedir. Travma yaşamış
liderler travma yaşamış toplumların acısını mağduriyete dönüştürmede önemli ve
etkin bir rol oynarlar. Böylece liderler takipçileri ile kendilerini bütünleştirirler.
Mağduriyet psikolojisi, yaşanılan travma sonucunda “Ben o kadar mağdur ve mazlumum ki toplumun ve devletin otoritesinin bana mutlaka tatmin edici bir şey
yapması lazım. Benim taleplerim bunlar ve ben bu taleplerimde yüzde yüz haklıyım” biçimindeki düşünce ve duygulara yol açar.5 Oysa gerçekte bu taleplerin tümünü yerine getirseniz bile o travmanın sonucunda oluşan mağduriyetin etkisini
silemezsiniz. Travmadan doğan mağduriyeti geriye dönüp düzeltmek mümkün
değildir. Geçmişte karşılaştığımız travma ruhumuzda yaşamaya devam eder.
Toplumda herkesin kendine göre geçmişinde yaşadığı bir travma olduğu için
siyasilerin kendi travmalarını toplumun travmalarıyla bütünleştirerek dile getirmeleri ve mağduriyeti ön plana çıkarmaları oldukça fazla prim kazandırmaktadır.
4
“Başbakan Erdoğan Konuştu”, Sabah, http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/04/29/basbakan-erdogan-konusuyor, 29
Nisan 2012, erişim tarihi: 10 Mayıs 2012.
5
Bu durum “hak görme ideolojisi” şeklinde açıklanabilir. Bkz. George Kriegman, “ “Entitlement Attitudes: Psychological
and Therapeutic Implications”, Vamık D. Volkan ve Terry C. Rodgers (Eds.), Attitudes of Entitlement: Theoretical and
Clinical Issues, içinde, Charlottesville, University of Virginia Press, ss. 1-21.
68
Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları
Travma yaşayanların tümünde mağdurluk kişiliğin temel özelliği olmayabilir.
Bu kişiler siyasetçi de olsa mağdurluğu kullanmazlar. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel köyde doğmuş, orada çobanlık yapmış (bu nedenle çoban sülü lakabı verilmiş) kendi gayretiyle okuyup mühendis
olmuş ve yıllarca başbakanlık yaptıktan sonra cumhurbaşkanı olmuştur. Yani o da
Erdoğan gibi kırsaldan gelmiş biri olmasını rağmen hiçbir zaman mağduriyeti siyasette kullanmamıştır. Ona takılan Çoban Sülü lakabını gururla taşımıştır, bu lakaptan dolayı kendini horlanmış ve aşağılanmış hissetmemiş olup hayatında
kaydettiği aşamalar nedeniyle gurur duymuştur. Demek ki gerçek hayatta yaşanmış
olan travmalar mağduriyet oluşturmada etkili olsa da aslolan bireyin o travmayı
mağduriyet oluşturacak kadar şiddetli algılamasıdır.
Öyle anlaşılıyor ki erişkin dönemde mağduriyet ön plana çıkarılıyorsa çocukluk
döneminde yaşanmış ve derinlemesine ciddi yaralar açmış travmaların çözümsüz
kalması ya da o karakter yapısında çözüm bulması en önemli etkendir. Özelikle
bir gruba liderlik yapanlar bu travma ve mağduriyeti abartılı bir biçimde yaşar ve
gruplarına yaşatıp algılatırlar. Bu durumun tipik örneği PKK terör örgütü liderinin
(Abdullah Öcalan) çocukluk döneminde yaşamış olduğu aile içindeki travmaların
iç dünyasında yarattığı acıların yansıması onun örgüt liderliğinde, çözümsüz kalmış travma ve mağduriyet psikolojisini Kürt halkıyla özdeşleştirmeye çalışmasında
görülebilir.6 Ancak liderlerin bazıları mağduriyetlerini çözümleme sürecinde yıkıcı
ve bölücü bir tutum sergilerken başka liderler bu süreci daha yapıcı ve bütünleştirici bir söylem ve tutumla çözümlemeye çalışırlar. Örneğin Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk yapıcı bir tutum sergileyenlerdendir. Oysa Atatürk’ün
liderlik sürecinde çocukluk döneminde yaşamış olduğu travmaların yarattığı mağduriyetler yukarıda açıklananların aksine yaratıcı ve yapıcı bir forma dönüştürülerek toplumu mazlum millet duygusundan çıkarmaya yönelik olmuştur.
İnsanoğlu bebekliğinin ilk günlerinden itibaren hoşlanmadığı kişileri ya da acı
veren hisler ve düşünceleri dışlaştırmaya ve kendisine bağlı değil de dış dünyaya
ait şeyler gibi görmeye başlar. Bu dışlaştırma ve yansıtma eğilimleri gruplarda daha
güçlüdür. Kendimizde ve grubumuzda hiç istemediğimiz, nefret ettiğimiz yönleri
düşman olarak göreceğimiz veya gördüğümüz diğer gruplara mal ederiz.
Görüldüğü gibi iç dünyamızda yaşadığımız çatışmaların birçok yönü bulunmaktadır. Aynı şekilde ulusal ve uluslararası düzeyde agresyonun, şiddetin yönetilmesinde üç temel önemli kavramdan veya unsurdan söz edilebilir:
1. Tarihsel düşmanlık: Bu kavram bize ait olan ile olmayanı tanımlamaya
yarar.
2. İnsanlık dışı hale getirmek (Dehumanizasyon): Bu kavram ile bir grup diğer
grubu insanlık dışı ve bir canavar gibi görmektedir. Dehumanizasyon aynı
zamanda iç dünyada yaşanan acılara karşı bir savunma olarak da karşımıza
çıkar.
6
Çevik, Abdülkadir, Ceyhun, Birsen. (1995). Politik Psikoloji Serisi, Ankara, Medikomat Yayınevi, ss. 22-26.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-’13
69
Abdülkadir ÇEVİK
3. Mağduriyet: Dürtülerin kurban edilmek üzere biçimlenmesidir. Mağdurluk
çok şiddetli suçluluk duygularına karşı bir savunma sürecidir.
Tarihsel Düşmanlık
Tarihsel düşmanlıkta iki temel unsur vardır. Ebeveynlerin nesilden nesile aktardığı duygusal unsur ve bireysel öykü unsuru bireyin ve toplumun bilinçdışında
iç içe geçmiştir. Bunun temelinde seçilmiş travmalar vardır. Çözümlenmeyen
travma sonraki kuşaklara aktarılarak çözüm gelecek kuşaklara devredilir. Travmanın tasarımları çözümlenmeden aktarıldıkça, gerçeklikle olan bağlantısını kaybetmeye başlar.
Tarihi düşmanlık geçmiş tarihsel olayların duygusal etkileriyle birlikte bireyin
bilinç dışında oluşan içsel tasarımlar olarak tanımlanır. Örneğin İstanbul’un fethedilmesi tarihi bir olaydır. Ancak bu tarihi olayın duygusal boyutu yaşanan büyük
kayba bağlı Yunanlılarda yas ve bunun hazmedilememesi sonucu Türklere duyulan
öfke ve düşmanlık duygularıdır. Bu duygular kendilerini Bizans’ın kalıntısı olarak
gören Yunanlıların bilinçdışındaki içsel tasarımlarıdır.7 Tarihi düşmanlıklar insanların
grup oluşumunda çok özel bir işlev görür. Tarihi düşmanlıklar bize ait olan ile olmayan grubu tanıyıp belirlememize yardımcı olur. Bir başka deyişle “düşman” ya da
“öteki” sayesinde “biz” duygusu güçlenerek gelişmektedir. Herkes kendi grubunu
daha akıllı, zeki, nazik, becerikli, çekici ve hep daha iyi görür. Diğer grup ise hep
olumsuz algılanır. Bütün bu değer yargılarının kaynağı tarihi düşmanlıklarda, düşmanlığın nasıl toplumda işlendiği, yeniden inşa edildiği ve algılandığında görülür.
Grup liderleri grubun bütünlüğünü güçlendirmek istediğinde bu tarihi düşmanlıkları yeniden canlandırarak harekete geçirir. Bunun en tipik örneğini 1988
yılında Slobodan Miloseviç eski Yugoslavya’da sergilemiştir. Bu dönemde Miloseviç
henüz devlet görevlisi bir komünist bürokrat iken nüfusun çoğunluğu Arnavut
Müslüman olan Kosova’ya gider. Orada küçük bir azınlık olan Sırplar’ın sorunlarını dinler. Gece yarısına kadar dertlerini dinledikten sonra Osmanlı’nın 1389 yılındaki Kosova Meydan Savaşı’nın tarihsel acısını sanki yeni olmuş bir olay gibi
anımsatırcasına Sırplar’ın bu zulümden kurtarılacağını ifade eder. Alınan bir kararla 599 yıl önce savaşta ölen Sırp Prens Lazarus’un sözde kemikleri mezardan
çıkarılıp bir tabuta konur ve bir yıl süreyle Kosova Savaşı’nın yenilgisinin intikamını almak üzere Yugoslavya’daki Sırp köylerinde bu tabut dolaştırılır. Kosova Savaşı’nın altıyüzüncü anma yılı olan 1989’da Yugoslavya iç savaşı patlamıştır.8
Burada Vamık Volkan’ın belirttiği gibi Miloseviç’in kişisel travmaları ve mağdur7
Volkan, Vamık D. (1985). “The Need to Have Enemies and Allies: A Developmental Approach”, Political Psychology, 2, ss.
219-247; Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (1994).Turks and Greeks:Neighbours in Conflict, Cambridge, Eothen Press.
8
The Serbs Show Their Knack For Defeat, The New York Times, http://www.nytimes.com/1995/08/12/opinion/the-serbsshow-their-knack-for-defeat.html, 12 Ağustos 1995, “Upheavel in the East: Yugoslavia, Albanian-Serb Tension Touches
all in Kosovo”, The New York Times, 15 Şubat 1990, http://www.nytimes.com/1990/02/15/world/upheaval-in-the-eastyugoslavia-albanian-serb-tension-touches-all-in-kosovo.html?pagewanted=all&src=pm, erişim tarihi: 27 Mayıs 2012.
70
Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları
luğunun Sırpların travmalarıyla özdeşleştirerek toplumsal mağduriyetin abartılı
olarak yaşanmasına liderlik ettiği görülmektedir.9 Bu örnekte görüldüğü gibi grup
lideri tarihi bir acıya dayanan düşmanlığı canlandırıp tetikleyerek büyük bir iç
savaş ve katliamlara neden olmuştur. Kendilerini mağdur edilmiş olarak algılayan
Sırplar, liderlerinin etkisiyle mağdur eden bir duruma girmişlerdir.
Mağduriyet
İçten gelen ruhsal bir durum olarak mağduriyet tanımlaması belki de en zor
olan kavramdır. Çünkü bu durum davranışlarla kendini görünür biçimde ortaya
koymaktadır. Mağduriyet dürtülerin kurban edilmek üzere biçimlendirilmesidir.
Keza mağduriyet veya mağdurluk çok şiddetli suçluluk duygularına karşı bir savunma sürecidir.
Mağduriyetteki kurban etme olayı muhtemelen insanlık tarihinin çok ilkel
köklerinden kaynaklanmaktadır. Kurban etme ritüelleri insanlık kabileler halinde
yaşamaya başladığından beri vardır. Bu ritüeller sayesinde insanlar rahatlar sakinleşir ve hatta Tanrıyla bir temas halinde olma ve bütünleşme hissini yaşarlar Tanrıya
yakın olurlar. Bunun sonucunda mağduriyet ilkel kabilelerde kolektif suçluluk yoluyla kolektif kaynaşmayı (kohezyonu) temsil eden bir ritüel olur. Böylece mağduriyet ve buna bağlı olarak gelişen ritüeller aşırı rahatsız edici suçluluk
duygularına karşı bir savunma süreci haline gelir.10
Mağduriyet, günah keçisi olma düzeyinden çok ağır fiziksel şiddete varan tarzda
bir eylem yelpazesi içinde ortaya çıkabilir. Böylece mağduriyet psikolojik ya da fiziksel saldırganlık sonucu veyahut her iki biçimde olabilir. Mağduriyette dış çevresel gerçekler psikolojik yaşamın biçimlenmesinde önemli rol oynar. Çevre
gerçekleri ile içsel psikolojik gerçekler sürekli bir etkileşim halindedir. İstismar ve
ihmal sonucu işkence duyguları içinde olduğunu yaşayan çocuklar kendilerine bu
duyguları yaşatanlarla özdeşim yaparlar. Kendileri de büyüdüklerinde aynı şeyleri
başkalarına uygularlar. Mağduriyet psikolojisi içindeki kişiler ayrıca dış gerçekliği
kendi içsel süreçlerine göre düzenlemek için ya dış gerçeklikleri çarpıtarak yaşantılarlar ya da kendi iç süreçlerine uygun bir dış dünyada yaşamayı seçerler. Böylece
sürekli olarak “örseleyenin” olduğu bir dünyada sıkışıp kalırlar.
Jeanne Knutson 1989’da şöyle demiştir: “Mağduriyet terörün içinde doğar, nadiren bazı kritik politik olaylarla oluşur. Bu patlayıcı duygular ve inançların bir
karışımıdır.”11
9
Volkan, Vamık D. (1996). “Bosnia-Herzegovina: Ancient Fuel of a Modern Inferno”, Mind and Human Interaction, No 7,
ss. 110-127.
10
Mack, John E. (1990). “The Psychodynamics of Victimization among National Groups in Conflict”, The Psychodynamics
of International Relationships Vol I., V.D. Volkan, J.V. Montville, D.A. Julius(Eds.), ss. 119-129. Massachusetts, Lexington
Books.
11
Knutson, Jeanne. (1984).“Toward a United States Policy on Terrorism”, Political Psychology, Vol 5, No 2, ss. 287-294.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-’13
71
Abdülkadir ÇEVİK
Şiddet ve terörizmi yaratan ve uzun süre devamını sağlayan ortam ve sebepler
nedir? Gruplar neden kavga etmek gerektiğini hissederler? Bireyler yaşamlarının
ölümcül bir biçimde tehdit edildiğini ve bunun yalnızca bir iki kez değil sürekli
olarak yaşandığını ve gelecekte de yaşanacağına inanıyorlarsa kavga ederler. Bu
inanç mutlaka onlara bir şey yapılmış olduğundan kaynaklanmayabilir. Belki de
kendilerinin belli bir etnik grubun içinde doğmuş olmasının talihsizlik duygusu
içinde oldukları için de böyle düşünürler. Böyle bir grup onlara böyle bir kimlik
vermektedir. Örneğin şu anda yaşamakta olan Yunanlılar 1453’te İstanbul’un kaybedildiğini yaşamamışlardır. Ancak onların atalarının yaşamış olduğu acılar ve
buna bağlı mağduriyet efsaneleştirilerek, nesilden nesile aktarılarak devam ettirilmiş ve sanki halen acı yaşanıyor duygusu gelişmiştir. Burada zaman çökmesi denen
bir psikolojik kavram söz konusudur. Yüzlerce hatta bazen binlerce yıl önce yaşanan bir travma ve acı sanki şimdi olmuş gibi bir duygu ile yaşanabilmektedir. Benzer yaşantıyı Şii Müslümanların yüzyıllar önce Hz Ali’nin öldürülmesi sonucu
yaşanmış olan acıyı, her yıl ritüellerle tekrar etmelerinde görebiliriz.12 Keza aşiret
hayatı yaşayan bazı topluluklarda yüzlerce yıl devam eden kan davaları da yaşanmış
mağduriyetlerin bir sonucudur. Ermeni diasporası atalarının yaşadığı travma ve
mağduriyeti kendileri yaşamış gibi canlı tutmakta ve önemli bir kimlik iddiası olarak sürdürmektedir. Kimlik üzerinden yaşanan acılar ve mağduriyetler o toplumun
tümüne kolaylıkla yayılır. Kimliğe yönelik olmayan diğer acılar ve mağduriyetlerde
olduğu gibi ateş yalnız düştüğü yeri yakmaz.
Mağdurluk Psikolojisi
Mağdurluk bireysel ve kollektif etnik aklın bir durumudur.
Mağdurluk, bir grup içinde üyelerin kendilik değerleri bireysel güvenlik duygularını oluşturan geleneksel yapıları, dıştakiler yani diğer grup tarafından agresif
ya da politik şiddetle tahrip edildiğinde gelişir.
Mağdurlukta en az üç unsurdan söz etmek gerekir. Bunlar:
1. Kişisel yaşantıdan kaynaklanan (Fiziksel veya Psikolojik Şiddet) .
2. Mağdur bireyin ya da mağdur grubun hiçbir şekilde kabul edilemeyecek
bir şiddete maruz kalma durumu, burada kurban olan kişi hukuk ve insan
haklarının ihlal edildiğini bilir. Yine mağdur olan şunu da bilir ki insanların
çoğu kendisinin böyle bir muameleyi hak etmediğinin farkındadır.
3. Karşıt grubun sürekli tehdidi altında olan mağdurlar kendi içlerinde yok
olma tehlikesini yaşarlar.
Mağdurların benliğinde yer etmiş onların tahrip olan yaşamının anlamı ve gü12
72
Onat, Hasan. (2008). “Kerbela’yı Doğru Okumak”, Akademik Ortadoğu, Cilt 2, Sayı 1, ss. 1-9.
Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları
venliğindeki ilkel inançlarını tamir edecek herhangi bir psişik mekanizma ya da
bir dış olayın olmaması kendi içlerinde oluşan öfkenin kaynağını oluşturur. Bu
nedenle kişi hiçbir zaman kendi mağdur kimliğini silemez. Mağdur kendisine yapılan ilk saldırıdan sonra hep tetiktedir. Zaman içinde durum değişse ve tehdit
durumu azalsa bile mağdurun korkusu eski şiddetini yitirmekle birlikte yine de
devam eder. Çünkü bireyin kişisel güvenliğiyle veya yaşamını devam ettirmesi ile
ilgili ilkel temel inanç ve güven sarsılmış ve yıkılmıştır. Mağdur aynı anda hem
geçmiş için yas tutar hem de gelecek için korkar. Temelde gelecek kaygısı oldukça
yoğundur. Mağdur olan grup kendi acısının kaybının yasını tutamadığı gibi karşısındaki grubun yaralanmalarıyla ilgili olarak da yas tutma kapasitesinden yoksundur. Bunun sonucu olarak mağdurlar diğer mağdurları mütemadiyen
tekrarlayan bir döngü içinde nesilden nesile geçecek şekilde öldürüp durmaktadırlar. Örneğin İsrail’in Gazze’den fırlatılan roketlere gösterdiği aşırı duyarlılıkta
aynı acıyı tekrar yaşamak istememesi ile ilgili psikolojinin rol oynadığını söyleyebiliriz. “Never again” ifadesi bunun özeti sayılabilir. Burada pasif olanın daha kolaylıkla kurban olarak seçileceğine ilişkin içsel duygusal algı ve bilgi etkilidir. Politik
şiddetin doğuşundaki inanç şudur: Bireyin ya da grubun sürekli kendini savunması
gelecekte benliğe bir başka deyişle kimliğe yönelik saldırı tehditlerini engellemeyi
amaçlar.
Bireysel mağdurluk ve bu psikolojik temel üzerine gelişen terörizm, genelde o
mağdurluğa neden olan bir şiddet ya da travma sonucunda ortaya çıkar. Bireylerin
yaşadığı bu tür şiddet hareketleri kişisel güvenlik duygusunun kaybına neden olmaktadır. Birey daha ileride ortaya çıkabilecek şiddeti önlemek için sürekli bir savunma gereksinimi duyar. Bireyde işleyen bu süreç bilinçdışıdır. Güvenlik
duygusunun kaybına ya da zedenlenmesine bağlı olarak bireyler, kendileri için güvenli sığınaklar arayabilir veya onları mağdur edenleri cezalandıracak ve mağdur
edecek örgütlere ve yapılanmalara katılabilirler. İsrail’in Filistinlileri yerlerinden
yurtlarından çıkararak mülteci durumuna getirmesi, Filistinlilerin büyük trajedisi
olmuştur. Filistinliler bu mağduriyete karşı şiddetle karşılık veren örgütlenmeler
oluşturdular. Onların terörist olarak görülmesi dahi çok travmatik olabilir. Bir çok
terörist yaşadığı bir mağduriyet sonucu, örneğin gözaltına alındığında şiddete
maruz kalma, işkence görme ya da sözel tacize uğrama sonucu kendisi de şiddete
başvurmaya karar vermiştir. Artık mazlum birey zulmeden birey olmuştur. Nitekim Hitler’in katliamıyla mazlum olan Yahudiler şimdi Filistinlileri mazlum duruma getirirken kendileri zulmeden konumuna gelmiştir. Teröristin diğer bir etnik
ya da ideolojik grubu öç alınacak nesneler olarak seçmesinde grup özdeşiminin
baskısı (seçilmiş zaferler ve travmaları yaşama), tarihsel süreçler (etnik veya ulusal
çadırın sonlanması gibi) rol oynamaktadır. Bazı durumlarda ise mağdur edilecek
kişiyi ve kurbanı seçmede geçmiş yaşantılarının etkisiyle teröristin kişisel tercihleri
ön plana geçmektedir. Örneğin kendi babası ya da ailesiyle travmatik yaşantısı
olan bir kimse babasıyla savaşmak yerine grupta düşman ile savaşmayı yeğler. Bazı
kimseler için güvenilir insan ilişkileri tahrip olmuştur. Kronik olarak mağdur edi21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-’13
73
Abdülkadir ÇEVİK
len kişi ya bir çeşit donmuş pasivite veya duygusuz pasivite durumuna çekilir Kıbrıslı Türklerde olduğu gibi- ya da başka bir regressif ve ilkel davranış biçimleri
geliştirir. Bu nedenle teröristler dehumanizasyonun etkisiyle cinayetlerini çok vahşice gerçekleştirebilmektedir. Kıbrısta 1960’lı yıllarda Türklerin Rumlar tarafından
katledilmeleri, evlerinden sürülüp kapalı bölgelerde (enclave) yaşamak zorunda
bırakılmaları büyük bir travma ve mağduriyet oluşturmuştur. Kıbrıs Türk halkı o
dönemde kafeslerde muhabbet kuşu yetiştirerek acılarını dindirmeye çalışmıştır.13
Mağduriyet ve Dehumanizasyon
Dehumanizasyon içsel bir psikolojik süreç olarak bir grubun üyelerinin diğer
grubun üyelerini insandan aşağıda hatta insan türü dışında bir yaratık olarak görmek olarak tanımlanır. Bu zihinsel mekanizma, düşmanımızı bir vahşi yaratık, canavar olarak görmemizi sağlayan bir savunma mekanizmasıdır. Karşı tarafın
insanlığı benimsenmez, kabul edilmez ve stereotipik olarak diğerleri ürkütücü, rahatsız edici bir makine veya değersiz insanlık dışı bir ürün olarak görülür. Mağdur
kişi veya gruplar onları mağdur edenleri insanlıktan çıkararak her çeşit şiddeti uygular hale gelirler. Dehumanizasyon yaşanan mağduriyetin üstesinden gelebilmenin farklı bir boyutu sayılabilir. Dehumanizasyon sonucunda kişiler bir anlamda,
yaptıkları eylemlerden suçluluk duymaksızın kendilerinde bir hak görme davranışı
sergileyebilirler.14
Dehumanizasyonda acı veren veya kabul edilemeyen içsel durumlara karşı bir
savunma manevrası olarak kullanılır. Aşırı rahatsızlık veren tarihsel utançlar, dayanılmaz derecede yaşanan tarihsel şiddetler dehumanizasyona yol açar. Bireyler
için tarihsel utançlar çocukluk dönemlerinde yaşanan travmalardır. Bunlar ihmal,
istismar, sevgisizlik, şiddet, ensest ve tecavüz gibi durumlardır. Bu travmalar sonucu bireysel mağdurluklar oluşur.
Toplumlar için tarihsel utanç yaratan travmalar savaşlardaki yenilgiler, işgaller,
tecavüzler, işkenceler, zorunlu göçler, terörist saldırılar, adaletsizlikler, aşağılanmalar
gibi durumlar olup bunlar toplumda ağır ve unutulmaz mağdurluklara neden
olurlar. Bütün bu tarihsel travmalar sonucunda toplum kendini aşağılanmış ve insanlık dışına itilmiş olarak algılayabilir. Bu şekilde aşağılanma, horlanma, değersizlik ve insanlık dışı olma duygularına dayanmak çok güçtür. Bu olumsuz acı
veren duygulardan kurtulmak için dışlaştırma ve yansıtma mekanizmaları kullanılarak rahatlamaya çalışılır. Bunun sonucunda bu duygular başkaları yani öteki
olarak algılanan topluluklara mal edilir. Örneğin Hristiyan Avrupa ülkelerinde
Müslüman Türklere karşı yaşanan öfke, öç alma, aşağılama, insanlık dışı yaratık
13
Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (1994). Turks and Greeks: Neighbours in Conflict, London, Eothen Press, ss. 141143.
14
Moses, Rafael. (1990). “On Dehumanizing the Enemy”, Vamık D. Volkan, Demetrios A. Julius, Joseph V. Montville, The
Psychodynamics of International Relations Vol I, Massachusetts: Lexington Books, ss. 112-113.
74
Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları
ve daha aşağı görme duyguları ve yerleşmiş ön yargıların kökeninde Müslüman
Türkler tarafından onlara karşı yapılan savaşlar ve ülkelerinin Osmanlı egemenliğine girmesine bağlı yaşanan utanç duyguları ve mağdur edilmiş oldukları duygularıyla bağlantılı tarihsel düşmanlık ve Türkleri insanlık dışı görme anlayışı
yatmaktadır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra Avrupa’ya iş göçü nedeniyle
giden Türkler, Hıristiyan Avrupalıların bilinçdışında yerleşmiş olan olumsuz Müslüman Osmanlı-Türk imajının yeniden canlanmasına ve Türklere yönelik olumsuzluk ifade eden söylemlerin tekrar gündeme gelmesine neden olmuştur. Onların
bu tavırları ve ön yargıları ise Türklerde mağduriyet yaratmaktadır.15 Özellikle son
birkaç yıldır Avrupa’da yaşayan ekonomik krizin faturası göçmen karşıtı söylemler
geliştiren sağ ve sol partilerin politik stratejilerinde ön sırada yer almıştır. Hatta
Lüksemburg Başbakanı Yunanistan’daki ekonomik krizin faturasını Osmanlı’ya
mal etmiştir.16 Avrupa Birliği Burada en çok Türkler hedef haline gelirken önemli
mağdurlukların yaşanmasına neden olmuştur.
Bir yerde mağdur olduğunu düşünen büyük gruplar diğer gruplara yönelik bu
duyguları aracılığıyla hem öç almakta hem de kendi yaşadıkları acıyı onlara yaşatmaktadırlar. Bunun en tipik örneğini İsrail’de görmek mümkündür. Hitlerin katliamıyla mağdur olan Yahudiler empati kurmak yerine Filistinlilere yaşattıklarıyla
onları mağdur duruma sokmaktadırlar. Yahudiler bu anlamda geçmişte yaşadıkları
edilgen durumu tersine çevirerek, geçmiş travmalarını tekrarlayıcı bir biçimde
kontrol etmeye çalışmaktadırlar. Bu durum bireysel olarak travma yaşamış bir çocuğun travmasını tekrarlayıcı olarak oyunlarla kontrol etmesine benzetilebilir.
Grupta Mağdurluk ve Kendilik Duygusu
Çatışma içindeki ulusal veya etnik grupların psikodinamiğini anlayıp sistematik
bir organizasyon yapabilmemiz için self (kendilik) duygusunun çocuklukta nasıl
geliştiğine bakmamız gerekir. Self (kendilik) hissi ve duygusu çocukta doğumu
müteakip onun anne ve babasıyla kurduğu ilişkiyle oluşup gelişmeye başlar. Gelişim sürecinde iyi ve kötü yaşantılar aynı zamanda ancak birbirine paralel giden
iki doğrultuda gelişir. Erken bebeklik döneminden itibaren hoşlanmadığımız, beğenmediğimiz tüm düşünce, his ve dürtüleri dışımızdakilere atfeder ve onları dışlarız. Bu durum gruplarda daha güçlü ve etkili olur.
Bedenimizin fiziksel sınırları vardır. Ancak kendilik hissinin sınırları bedensel
sınırlarımızın dışına taşar. Hayaller ve fanteziler yoluyla kendimiz (self ) diğerleriyle
bağlantılı olabilir. O diğerleri fiziksel olarak var olmasalar bile bu bağlantı olur.
Çocuk büyüdükçe kendine yakın ve dost bulduğu grup üyeleriyle bağlantılarını
15
Çevik, Abdülkadir. (2009). Politik Psikoloji, Ankara, Dost Yayınları, ss. 60-63.
16
“Euro Group President Blames Otoman Heritage for Grek Crisis”, Hürriyet Daily News, 28 Mayıs 2012,
http://www.hurriyetdailynews.com/euro-group-president-blames-ottoman-heritage-for-greek-crisis.aspx?pageID=238&
nID=21783&NewsCatID=338, erişim tarihi: 1 Haziran 2012.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-’13
75
Abdülkadir ÇEVİK
geliştirir ve aidiyet duygusunu güçlendirir. Aidiyet duygusunun oluşmasında çocuğun içinde yaşadığı toplumun hiç görmediği tarihi kişileri ile psikolojik benliği
arasındaki duygusal psikolojik bağlantılar çok önemli rol oynar.
Adolesan (Ergenlik) döneminde grup bağlantısı ve gruba aiddiyet duygusu
iyice belirginleşir ve pekişir. Grup içinde olmak veya gruba ait olmak ergenin ego
idealinin doyurulması ve ergenin kişiliğindeki boşlukların doldurulmasını sağlar.
Artık birey kendini grubun benliğiyle yani grup ben’i ile bir bütün olarak görür.
Bu durumda grup kimliği bireyin kimliğinin üstüne çıkar. Grup kimliğinin baskınlığı sonucunda bireyler grup kimliğinin devamı ve yaşaması için kendi bireysel
kimliklerini ikinci plana atabilirler. Böyle bir psikolojinin sonucu olarak bireyler
kendi grupları için ölmeye ve öldürmeye hazır olabilmektedirler. Türkiye’de PKK
terör örgütünün gençleri devletin onlara ve ailelerine zarar vermeyeceği garantisiyle
teslim olmaya çağırmasına rağmen silahlı mücadeleye devam edip kendi grup kimlikleri için ölmeyi tercih ediyorlar. Burada birey kimliğinin ikinci planda kaldığını
görmekteyiz. Onların ölümü grubun mağduriyetinin devamını da sağlamaktadır.
Ulusal veya etnik grupların kimliği, sıklıkla grupların zaferleri ve mağdurluklarıyla ilgili tarihi efsanelerle biçimlenir. Yüzlerce ve binlerce yıllık toplum yaşamında her yeni savaş yeni kurbanlar mağdurlar ve aynı zamanda çok derin nefret
edilen düşmanlar ve düşmanlıklar yaratır. Çocukluktan itibaren ebeveynler, akrabalar ve yaygın medya vasıtasıyla iletilen mesajlarla “biz” ve “onlar”, bizden olanlar
ve bizden olmayanlar duygusu gelişir. Kültürel semboller, müzik, bayrak, yiyecek
ve yemekler , dil özellikleri ile üzerinde yaşanılan vatanın fiziki coğrafyası bunların
hepsi güçlü önemli duygusal güçlendiricilerdir. Günümüz dünyasında küreselleşme ulusal ve etnik kimlikleri tehdit eden bir unsur olarak algılanmaktadır. Bununla birlikte aidiyet duygusu da etkilenmekte ve sonuçta mağduriyet duygusu
tetiklenebilmektedir.
Grubun mağdurluğunun psikolojisi, bireyin mağdurluk psikolojisine göre daha
karmaşıktır. Grubun şiddet gösterme duygusunun da anlaşılması için yine daha
farklı psikolojik süreçleri gözden geçirmek gerekmektedir. Mağduriyet duygusu
ve psikolojisi, “biz kimiz” sorusuna cevap bulmak için grubun tutunduğu bir seçilmiş travma niteliğindedir. Bu sayede kendi grup kimliği ile diğer grup arasına
kesin bir sınır çizilmiş olur. Bu sınır belirsizliği ortadan kalkacağından tehdidi azalır ve kaygı hafifler. Bunun için mağdur olan kişinin bireysel öyküsünün ötesinde
paylaşılmış duygusal olayların incelenmesi gerekir. Bu duygusal olaylar bireyleri
ve grubu bir bütün olarak birbirine bağlayan yaşantıların ve öteki grupla ilişkilerinin mercek altına alınıp incelenmesiyle anlaşılır. Türkiye’de Kürt kökenli vatandaşların yoğunluklu yaşadığı Diyarbakır’da şahsen yaptığım mülakatlardan iki
örnek paylaşılmış duygusal travmaları açıklamaktadır.
1980’li yıllardaki askeri ihtilalden sonra Kürtçe konuşmak ve Kürtçe isim kullanmak yasaklanmıştı. Bu yasağı kendi kimliğine bir saldırı olarak algılayan ve ken76
Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları
disi dahil tüm çocuklarının Türkçe ismi olan kişi eşi ile bir çocuk sahibi daha olup
doğacak çocuğuna Kürtçe bir isim koymaya karar veriyor. İkinci örnek ise eşi, çocuklarıyla yolda yürürken sivil polisler tarafından durdurulup soruşturulmak istenen
bir baba polislerin kimliklerini görmek istediğinde eşi ve çocuklarının önünde şiddet ve hakarete maruz kalıyor. Yaşadığı bu travma ve mağduriyetin sonucunda terör
örgütüne sempati geliştiriyor. Bunun gibi bireysel öyküler paylaşıldıkça grubun
mağduriyeti daha çok pekişmekte ve öfke, şiddet eğilimi artabilmektedir.
Bu sistem ve psikolojik güçlerin etkileşim ağında liderlerin halkla ya da onları
takip edenlerle ilişkileri çok önem kazanır. Etnik milliyetçi grupların liderleri kendi
bireysel psikolojik gereksinimlerine, mağdurluklarına ,gerilimlerine ve uluslararası
politik gerçeklerin ideolojik yapılanmalarına bağlı olarak takipçilerini farklı ve çeşitli yönlere hareket ettirmek isterler.
“Biz” (kim benim halkım) ve “onlar” (kim benim halkım değil) duygusu çocukluktan itibaren anne babanın, akrabaların, yakın çevrenin ve medyanın etkisiyle
içselleştirilmeye başlar. Bu içselleştirilme sürecinde müzik, bayrak, yemekler, dil
özellikleri ve sahip olunan coğrafik ülkenin fiziksel özellikleri, kültürel özellikleri
tümüyle bağlantılı güçlü duygusal yatırımı arttırıp kimliği güçlendirme özelliğindedir. Bütün bunlar çocukluk gelişiminde benzerlik ve farklılıklar olarak etnik
milliyetçi duygular içinde yoğun duygularla bilinçdışında depolanırlar. Dost ve
düşman ihtiyacı doğuştan itibaren var olan bir psikolojik gereksinimdir. Özellikle
bireysel kimliğin gelişiminde önemli bir yeri vardır.17
İşte liderler, toplulukları harekete geçirmek istediklerinde bu pozitif ve negatif
duygularla oynayarak toplumları harekete geçirir veya pasifize ederler.
Uluslararası ilişkiler bazen kendilerini kurban veya mağdur edilmiş olarak algılayan ulusal veya etnik grupların çeşitli manevralarıyla yönlendirilir. Bu etnik
veya ulusal gruplar tekrar mağdur ve kurban durumuna düşmemek için sıklıkla
şiddet hareketleriyle yeni mağdurluklar ve intikam döngüleri yaratırlar.
Diğer grup tarafından tekrar tekrar travmatize edilerek acı çeken etnik milliyetçi grupların, diğer grubun acılarını anlama ve paylaşma, onların yasını tutmada
çok az bir kapasiteleri vardır ya da sürekli mağdur olarak hissetmek için, “örseleyici” olarak seçtikleri grubu takıntılı ve sürekli bir biçimde tahrik etmeye çalışırlar.
Bu durum psikolojik savunma düzeneklerinden biri olan yansıtmalı özdeşim yoluyla olmaktadır. (Mazoşist bir biçimde bu davranış sürdürülür). Bunun yanı sıra
kendilerinin savaş benzeri eylemleriyle yarattıkları yeni kurbanlar ve mağdurlar
için de empati kapasiteleri çok zayıftır. Dolayısıyla bir grubun mağdurları ile diğer
grubun mağdurları bitmez tükenmez bir şekilde birbirlerini öldürmeye devam
ederler. Bu durum efsaneleştirilerek hikayeler tarzında nesilden nesile geçirilerek
mağdurluk devam ettirilir.
17
Bkz. Volkan, Vamık D.(1988). The Need to Have Enemies and Allies, New Jersey, Aronson Press.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-’13
77
Abdülkadir ÇEVİK
Mağdurluk Psikolojisinin Türkiye’deki Yansımaları
Mağdurluk psikolojisini ülkemiz açısından değerlendirecek olursak Türkiye’nin
dış dünya ile ilişkileri ve kendi içinde mağdurluğun nasıl kullanıldığına bakılması
gerekmektedir.
Dış Siyasette Mağdurluk: Dış siyasette karşı karşıya kaldığımız mağdurluğu
birkaç bölüme ayırmak mümkündür.
1. Avrupa Ülkeleri: Avrupa ülkeleri daha önce bahsettiğimiz tarihsel nedenlerden ve tarihsel travmalardan dolayı kendilerini Osmanlı İmparatorluğu’nun mağduru olarak görmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti’ni de
Müslümanlık ve Osmanlı ile eşleştiren Avrupa ülkeleri yüzyıllar önce yaşadıkları savaş yenilgilerini ve güçlü Osmanlı’yı hala hatırlamaktadırlar. Öyle
ki Avrupa’lı ailelerin çocuklarını hala Türk korkusuyla yetiştirdikleri bilinmektedir. Bu korkuda Osmanlı ile Avrupa’nın münasebetlerinin payı olduğu açıktır. Son zamanlarda Almanya’da meydana gelen kundaklama ve
yangın olayları, Avrupa’nın bu Türk korkusu ve mağduriyet psikolojisini
göstermektedir. 1960’lı yıllardan itibaren Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerine işçi olarak giden Türkler bu mağduriyetin yeniden gelişmesinde büyük rol oynamışlardır. Öyle ki bu Türkler çoğunlukla Osmanlı’nın
devamı olarak ve hatta ülkelerini işgal eden yığınlar olarak görülmektedir.
Bir önemli nokta da Almanya’da yaşanan bu gibi olayların, mağduriyetin
ötesinde bir ırkçılığı da içermesidir. Avrupa ülkeleri dediğimizde bu ülkelerin Türkiye üzerindeki hedefleri ve stratejilerini de ele almak gerekmektedir. Dış ve iç siyasetteki Avrupa eksenli mağduriyet etnik terör konusunda
bir arada hareket etmektedir. Bölgesel çıkarların haricinde Türkiye’deki
etnik teröre destek veren ülkelerin tarihsel yaraları ile hareket ettikleri de
bir gerçektir. Örneğin hala Viyana Kuşatması’nı büyük bir acıyla hatırlayan
Avusturya kendini Türklerin mağduru olarak görmekte, bu mağduriyetleri
ülkelerindeki Türklerin ekonomik refaha ulaşması veya nüfuslarının artmasıyla hız kazanmaktadır. Bu anlamda güçlü ve AB’de etkin bir Türkiye, Batılı
devletlerde ve toplumlarda bir tehdit olarak algılanabilmektedir. Güçlü bir
Türkiye, geçmiş mağduriyetlerini hatırlatır bir özellik taşımaktadır.
2. Ermeni Diasporası: Özellikle Amerika ve Avrupa’da güçlü olan Ermeni diasporası kimliğini tamamen mağduriyet üzerine kurmuştur. 1. Dünya Savaşı ve Osmanlı’nın çöküşünün yarattığı travma ardında birçok mağdur
bırakmıştır. Örneğin Ermeni çeteler tarafından katledilen bireylerin hayatta
kalan aile üyeleri bu olayın acısını ve mağduriyetini yaşamışlardır. Ancak
Türklerin yaşadığı soykırım dünya çapında ses getirecek biçimde yansıtılmamıştır. Öte yandan tehcir sebebiyle yurtlarından mahrum kalan ve hayatlarını kaybeden Ermeniler bu mağduriyetlerini, sadece kendileri değil
nesilden nesile aktararak abartılı bir biçimde yaşamaya devam etmektedirler.
78
Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları
Örneğin tehciri yaşamamış olan üçüncü nesil Ermenilerin ciddi bir Türk
düşmanlığı beslediği ve ütopik mağduriyetler yarattığı dikkati çekmektedir.
Diaspora Ermenileri mağduriyetlerini pekiştirmek amacıyla çeşitli semboller ve ritüeller kullanmaktadırlar.18 Örneğin özellikle Ağrı Dağı ve Van birçok hikaye ve efsaneye başrol olmaktadır. Öte yandan 1992 yılının 25
Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece Azerbaycan Hocalı’da Ermeniler’in yaptığı
katliamı dünya görmezlikten gelmektedir. Oysa dünyanın öbür ucundaki
Şili Parlamentosu Türklerin soykırım yaptığını söyleyebilmektedir. Bu çifte
standardın psikolojik temelinde Müslüman Türklerin Anadolu’ya gelişlerinden itibaren Hıristiyan dünyasının yaşadığı tarihsel travmanın yasının
bir türlü çözülemediği gerçeği yattığı düşünülebilir. “Ermeni soykırımı” ile
ilgili olarak 3.ülkelerin bu tavırları Ermeni toplumunda yaşadıkları travmanın halen sıcak ve çözülmemiş olarak kalmasına neden olmaktadır. Böylece mağduriyetleri artan bir biçimde kuşaktan kuşağa geçmektedir. Son
zamanlarda da özelikle Fransa Cumhurbaşkanı iken Sarkozy’nin Ermenistan’daki soykırım anıtını ziyaret etmesi ve Fransa Parlamentosundan Ermeni
soykırımını suç sayan yasanın geçmesi ile Ermenilerdeki mağduriyet psikolojisi dolasıyla da öç alma ve bu konuda kendilerinde hak görme davranışlarının beslendiğini söyleyebiliriz.
Avrupa ve diğer devletlerin Türklere yönelik dışlayıcı ötekileştirici politikaları
yanında 1800’lü yılların sonundan başlayarak Balkanlarda gerçekleşen katliamlar
ve zorunlu göçler Türklerin büyük bir travma ve mağduriyet yaşamasına neden
olmuştur. Bu acının Avrupalılar tarafından anlaşılamaması ve yok sayılması Türklerin mağduriyetini daha çok arttırmaktadır. Balkan savaşıyla Osmanlı İmparatorluğu Balkanları kaybedip oradan çekilince milyonlarca Türk yurtlarını terk edip
göç etmek zorunda kalmış ve bunların büyük bölümü yollarda Bulgar ve Yunan
çeteler tarafından katledilmiştir. Avrupalılar tarafından göz ardı edilen, hiç söz
edilmeyen bu travmaların yarattığı mağduriyet duygusu ve bunun izleri günümüzde devam etmektedir. Parçalanarak dağılan ve küçülen Osmanlı İmparatorluğu’nun kötü sonu, son yıllarda yaşanan Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanacağı
kaygılarının depreşmesinde önemli bir oynamaktadır. Kimilerince Sevr paranoyası
olarak adlandırılan durum aslında bir paranoya değil geçmişte tarihte yaşanan
mağdurluğun tekrar yaşanacağı endişesi ile ilgilidir. Mağdur ile mağdur eden arasındaki en önemli ve aşılması gereken duygu güven duygusudur. Türklerin Hıristiyan Batı tarafından geçmişte ve AB üyelik müzakere sürecinde yaşadığı
mağdurluk, onlara duyulan güveni sarsmıştır. Bu güven sarsıntısı Avrupa’nın ve
diğer ülkelerin çifte standardı ile daha çok derinleşmektedir.
İç Siyasette Mağdurluk: Günümüz Türkiye’sinde iç siyasette mağduriyet psikolojisinin kökleri Osmanlı’da yenilikçi hareketlerin başlaması, II. Meşrutiyet ve
18
Çevik-Ersaydı, Bahar Senem (2011). “Politik Psikoloji Bağlamında Diaspora Kimliğinin Siyasallaştırılması”, Gazi Üniversitesi,
Yayımlanmamış doktora tezi.
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-’13
79
Abdülkadir ÇEVİK
bunu izleyen İstiklal Savaşı döneminden başlayarak Cumhuriyet’in kurulmasıyla
birlikte süregelmiştir. İstiklal Savaşı döneminde Kuva-i Milliye’ye karşı güçlerin
yenilgisi sonucu yaşadıkları kayıp ve travma ile ilgili mağdurluk ve buna bağlı
yasın çözümlenememesi, Cumhuriyet’in ardarda gelen devrimleri ile daha çok gelişmiş ve bu grup kendini farklı ve dışarıda hissetmiştir. Kuşkusuz bu algının devam
etmesinde Cumhuriyet’in ilk döneminden sonra gelen yönetimlerin affedici, bağışlayıcı ve kucaklayıcı tavırlar sergilememesi rol oynamış olabilir. Bu durum ile
ilgili yine Sevr’i gerçekleştiremeyen dış güçlerin rolünü hiçbir zaman bir tarafa bırakamayız. Bu güçler özellikle dini ön plana çıkararak bu konuda mağdurluğu
abartarak gündemde tutmuşlardır.
Mağdurluk, din dışında bazı etnik gruplar ve radikal ideoloji savunucuları tarafından iç siyasette kullanılmaktadır. Marksist Leninist ideoloji ile başlayan Apocular daha sonra etnik milliyetçi söylemlerle mağduriyeti ön plana çıkarmışlardır.
1960 İhtilali, 1971 Muhtırası ve 1980 İhtilali de Türkiye’de mağdur kesimler
doğurmuştur. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yıllarca devam eden olağanüstü
hal yönetimi de kendilerini mağdurluk psikolojisi ile bütünleştiren grupların mağdurluğunu pekiştirmiştir. Hatta günümüzde de bu mağdurluğun sürmesi için,
özellikle terör örgütünün bölgedeki devlet güçlerini bilerek tahrik ettiğini ve sansasyon yaratıcı eylemlere kalkıştığını söyleyebiliriz. Böylece mağdurluk devam edecek ve uğruna savaşacakları motivasyonları da sürmüş olacaktır.
Türk toplumunda travma yaşamamış bir kesim hemen hemen yoktur. Sağcısı,
solcusu, Türkü, Kürdü, Alevisi ve Ermenisi her kesimde çeşitli travmatik yaşantı
öyküleri vardır.
Travma yaşamış insanlar mağdurluk duygusu içinde olurlar ve bu duygu onların kimliklerinin temel taşlarından birisini oluşturur. Yaşanan travma ve mağdurluk efsaneleştirilerek nesilden nesile geçirilir.
Ülke içi siyaset, mağduriyet temeline oturtulduğunda toplumsal bütünlük ve
birliktelik kaybolabilir. Bunun sonucunda bölünme kaçınılmaz olur. Çünkü mağdur
varsa, “mağdur eden kötüler vardır eziyet gören varsa eziyet eden vardır.”anlamı çıkar.
Mağduriyet içinde olanlar bir taraftan bundan kurtulmak isterken bir yandan
empati kuramadıkları için kendilerinin bu tutumlarıyla öteki olarak gördüklerini
mağdur ettiklerinin farkına varamazlar. Çünkü kendilerini sürekli haklı görürler.
Bunun sonucudur ki karşı taraf mağdur olmamak için mücadele etmeye başlar
ve kendini tehdit altında hisseder.
Türkiye’de artık herkesin mağdurluk psikolojisini bir kenara bırakıp birbirini
anlaması ve barışması gerekir. Bunun aksi ülkede bölünmüşlüğü daha çok arttıracak ve çıkmaz bir sokakta herkesin o tuzağa düşmesine yol açacaktır.
80
Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları
Sonuç
Mağduriyet hem bireyin, hem de büyük grupların hayatında onların tutum ve
davranışlarını, verecekleri kararları, dolayısıyla ilişkilerini ve geleceklerini önemli
derecede etkileyen bir psikolojik süreçtir. Bu süreç, mağduriyeti yaratan travmaların yasının yaşanması sonucu dünya gerçeklerine dönülebilir. Günlük yaşamda
başkalarıyla ilişkilerimizi dünya gerçekleri ve kendi gerçeklerimiz doğrultusunda
rasyonel bir şekilde yürüttüğümüzü zannederiz. Oysa rasyonel zannettiğimiz
tutum ve davranışlarımızın psikolojik dünyamızdan ne kadar çok etkilendiğinin
farkında olmayabiliriz. Duygusal iç dünyamız ilişkilerimizin tümünde etkin bir
role sahiptir. Duygusal iç dünyamızda yaşadığımız travmalar belirleyici bir rol
oynar. Bu travmalar ve sonucunda gelişen mağduriyetler ilişkilerimize yön verirler.
Büyük gruplar da değişik travmalar yaşarlar. Büyük gruplara özellikle öteki gruplar
tarafından yaşatılan travmalar kabul edilemez boyutlarda grubun kendilik değeri
ve saygısını zedelemişse bu travmanın kabul edilmesi ve hazmedilmesi bazen mümkün olmayabilir. Bu durumda yaşanan travmanın ve kaybın yasını tutmak çok zor
olabilir. Bunun sonucunda travma yaşayan grup sürekli olarak bu travmayı günlük
hayatının içinde tutar ve bu travmayla uğraşıp didinir (preoccupied). Artık bu
grup mağdur kimliğini yaşadığı travmayla bütünleştirerek yaşamını devam ettirirken bu mağduriyetin nesilden nesile aktarıldığını görebiliriz. Bu mağduriyetin
yarattığı huzursuzluk ve sıkıntının üstesinden gelebilmek amacıyla bazen kendilerini de mağdur edenlerin kimliğiyle özdeşleştirip zulmetmeye başlayabilirler. Bu
nedenle mağduriyete bağlı geliştirilen karşıt saldırganlıkların önüne geçebilmek
için mağdurun acısıyla empati yapıp acıyı paylaşmak ve en azından yas tutabilmesine yardımcı olmak önemli bir adım oluşturabilir.
KAYNAKÇA
“Başbakan Erdoğan Konuştu”, Sabah,
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/04/29/basbakan-erdogan-konusuyor, 29 Nisan 2012, erişim tarihi: 10 Mayıs 2012.
“Euro Group President Blames Otoman Heritage for Grek Crisis”, Hürriyet Daily
News, 28 Mayıs 2012, http://www.hurriyetdailynews.com/euro-group-president-blames-ottoman-heritage-for-greek-crisis.aspx?pageID=238&nID
=21783&NewsCatID=338, erişim tarihi: 1 Haziran 2012.
“Son Nefesime Kadar Gurur Duyacağım”, DHA, http://www.dha.com.tr/haberdetay.asp?tarih=17.02.2012&Newsid=127223&Categoryid=3, erişim tarihi:
10 Mayıs 2012.
“Upheavel in the East: Yugoslavia, Albanian-Serb Tension Touches all in Kosovo”,
The New York Times, 15 Şubat 1990,
http://www.nytimes.com/1990/02/15/world/upheaval-in-the-east-yugoslavia21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-’13
81
Abdülkadir ÇEVİK
albanian-serb-tension-touches-all-in-kosovo.html?pagewanted=all&src=pm,
erişim tarihi: 27 Mayıs 2012.
Çevik, Abdülkadir, Ceyhun, Birsen. (1995). Politik Psikoloji Serisi, Ankara, Medikomat Yayınevi, ss. 22-26.
Çevik, Abdülkadir. (2009). Politik Psikoloji, Ankara, Dost Yayınları, ss. 60-63.
Çevik-Ersaydı, Bahar Senem (2011). “Politik Psikoloji Bağlamında Diaspora Kimliğinin Siyasallaştırılması”, Gazi Üniversitesi, Yayımlanmamış doktora tezi.
Erdoğan 6. İmam Hatip Kurultayı’nda Konuştu, Samanyolu Haber, 5 Aralık
2010, http://www.samanyoluhaber.com/politika/Erdogan-Son-nefesimi-verene-kadar/476816/
Hartmann, H., (1958). Ego Psychology and the Problem of Adaptation, New
York, International Universities Press.
Knutson, Jeanne. (1984).“Toward a United States Policy on Terrorism”, Political
Psychology, Vol 5, No 2, ss. 287-294.
Krigman, George. “ “Entitlement Attitudes: Psychological and Therapeutic Implications”, Vamık D. Volkan ve Terry C. Rodgers (Eds.), Attitudes of Entitlement: Theoretical and Clinical Issues, içinde, Charlottesville, University of
Virginia Press, ss. 1-21.
Mack, John E. (1990). “The Psychodynamics of Victimization among National
Groups in Conflict”, The Psychodynamics of International Relationships Vol
I., V.D. Volkan, J.V. Montville, D.A. Julius(Eds.), ss. 119-129. Massachusetts,
Lexington Books.
Moses, Rafael. (1990). “On Dehumanizing the Enemy”, Vamık D. Volkan,
Demetrios A. Julius, Joseph V. Montville, The Psychodynamics of International
Relations Vol I, Massachusetts: Lexington Books, ss. 112-113.
Onat, Hasan. (2008). “Kerbela’yı Doğru Okumak”, Akademik Ortadoğu, Cilt 2,
Sayı 1, ss. 1-9.
Post, Jerrold M. (2004). Leaders and Their Followers in a Dangerous World, New
York, Cornell University Press, s.109.
The Serbs Show Their Knack For Defeat, The New York Times, http://www.nytimes.com/1995/08/12/opinion/the-serbs-show-their-knack-for-defeat.html, 12
Ağustos 1995,
Volkan, Vamık D. (1985). “The Need to Have Enemies and Allies: A Developmental Approach”, Political Psychology, 2, ss. 219-247
82
Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları
Volkan, Vamık D. (1996). “Bosnia-Herzegovina: Ancient Fuel of a Modern Inferno”, Mind and Human Interaction, No 7, ss. 110-127.
Volkan, Vamık D.(1988). The Need to Have Enemies and Allies, New Jersey,
Aronson Press.
Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (1994). Turks and Greeks: Neighbours in
Conflict, London, Eothen Press, ss. 141-143.
Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (1994).Turks and Greeks: Neighbours in
Conflict, Cambridge, Eothen Press.
Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (2011). Atatürk Anatürk, İstanbul, Alfa,
s.35-39
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler
Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-’13
83
84
Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13
21. Yüzyılda Sosyal Bilimler

Benzer belgeler

geniş grup kimliği ve barış sağlama üzerine bazı düşünceler

geniş grup kimliği ve barış sağlama üzerine bazı düşünceler which is very essential in regards to the relations between leaders and their followers is reflected in domestic and international relations. This paper will analyze the psychology of victimization...

Detaylı