Sayı 14 - Akdeniz Koruma Derneği

Transkript

Sayı 14 - Akdeniz Koruma Derneği
EDİTÖR’DEN
KÜNYE
Akdeniz Koruma Derneği
Bülten, Sayı:13/2015
Adres: Doğa Park Villaları 3360 Sokak
No: 7/16 Kalabak, Urla, 35430, İzmir
Telefon (Merkez): (+90) 232 812 6459
Telefon (Mobil): (+90) 530 115 3405
Web Site:
http://www.akdenizkoruma.org.tr/
E-mail: [email protected]
Yönetim Kurulu
Zafer Kızılkaya (Başkan)
Bültenimizin yeni sayısından herkese merhaba.
Bornova Belediyesi Mevlana Toplum ve Bilim Merkezi
tarafından organize edilen Bilim Şenliği etkinliği 16-19
Eylül 2015 tarihleri arasında Bornova Âşık Veysel
Rekreasyon alanında yapıldı. Etkinlikte hedef olarak
belirlenen 7-15 yaş arasındaki çocuklara atölye
çalışmaları, bilim gösterileri ve bilim kafe etkinlikleri
yapıldı. 600 kişinin katılımıyla gerçekleşen etkinliğin ana
teması “Temiz Enerji, Temiz Çevre” olarak belirlendi.
Etkinliğe dernek olarak biz de katkıda bulunarak
Akdeniz’i Koruma bilincini ve yaşayan Akdeniz
politikasını bu parlayan yıldızlara ve ailelerine aktarmaya
çalıştık. Etkinliğin her aşamasına katkı koyarak bilgi,
beceri ve tecrübelerini paylaşan Derya Yıldırım, Mert
Ardar, Sait Aydar, Özüm Baykaş, Ayşegül Kozak ve
özellikle de Efe Ulutürk’e huzurlarınızda teşekkür
ediyorum.
Bültenimizin bu sayısını etkinlikte tanıştığımız, arkadaş
olduğumuz parlayan yıldızlara ve ailelerine armağan
ediyoruz. Keyifli okumalar.
Umut UYAN
İnci Tüney
Sinan Şekerci
Elizabeth Grace Tunka Eronat
Mert Ardar
Editör
Umut Uyan
Redaktör
Bahar Kalyoncu
Kapak Tasarımı
Sait Aytar
Yazarlar
Özlem Uyan Kalenderoğlu, Korel Kubilay, Bahar
Kalyoncu, Müge Karaşahin, Ayşenur Yılmaz,
Sibel Yıldız, Mehmet Arda Tonay, Baran
Yoğurtçuoğlu, Taylan Doğaroğlu
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
1
İÇİNDEKİLER
Ne Güzel Şeysin Sen Bisiklet
Çocukken bisiklet üzerinde bir hayli vakit geçirmiştim.
Şanslıydık ki o zamanlar sokağa çıkmak, sabahın
köründen akşamın geç vakitlerine kadar sokakta
oynamak, kir-pas içerisinde eve dönmek normal bir
durumdu, bütün çocuklar böyleydi. Mahallelerde yüzler
daha tanıdık, sokaklardan geçen araç sayısı ise daha azdı.
Devamı için...
Teknede kadın
Yaklaşık yirmi yıl önce rahmetli öncü denizcilerimizden
Sadun Boro’nun Pupa Yelkeni isimli kitabını okuyarak
iyice aşıyı almıştım.
Öyle çok etkilenmiştim ki
okuduklarımdan, hemen hemen kitabının her sayfasında
yer alan Kısmet’in logosunu, sağ bileğime dövme
yaptırıvermiştim. . Hatta, Sadun Hoca ile Gökova’da her
karşılaştığımızda bana hemen dövmemi göstermemi
isterdi, ‘’Hala duruyor mu kız ‘’diye sorardı. Her
gördüğünde gözleri pırıl pırıl parlar sevinirdi Kısmet’inin
dövmesini bileğimde gördüğünde. Devamı için...
Ozon’un Tarihçesi
Geçtiğimiz Eylül ayı, içerisinde tüm dünyayı yakından
ilgilendiren bir gün barındırmaktaydı: 16 Eylül Dünya
Uluslar arası Ozon Tabakasının Korunması Günü. Tüm
dünyada kabul görmüş bu konu hakkında bilgi sahibi
olabilmek için biraz geçmişe dönmemiz gerekiyor.
Devamı için...
Sürdürülebilir Mimari
Son yıllarda özellikle küresel ısınmanın etkilerinin yavaş
yavaş görülmeye başlanması, hızla erimekte olan
buzullar, yükselen su seviyeleri, tehlike altına giren canlı
türleri gibi sorunlarla karşılaştıkça sürdürülebilirliğin
hayatımızın her alanında gerekliliği, önemle
vurgulanmaya başlandı. Peki nedir sürdürülebilirlik?
Devamı için...
özelliğidir. Atomlardan doğal olarak veya uyarılma
sonucu yayılabilen: 1) girgin (yâni maddenin içine nüfuz
edebilen) elektromagnetik dalgalar (ɣ ışınları) ya da 2)
elektron, proton, nötron ve α (alfa) gibi tânecikler,
genellikle, radyasyon adı altında toplanır. Devamı için...
CetaGen Projesi
Projenin amacı; periyodik saha çalışmaları ve ihbarlar ile
toplanacak örneklerden ve son 15 yılda Türkiye
kıyılarında halihazırda örneklenmiş 253 deri dokusundan
DNA örneği izole ederek, elde edilen DNA örneklerinin
mitokondriyal DNA (mtDNA) ve çekirdek DNA’sı (RAD
Dizileme) belirteçlerini kullanarak türlerin genetik
yapılarını incelemektir. Devamı için...
Dünyadan
2014 Ozon Deliği Güncellemesi
Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) ve Ulusal
Okyanus ve Atmosfer Dairesi’nden (NOAA) bilim
adamları Antarktik ozon deliği boyutunun 11 Eylül’de
yılın en yüksek noktasına ulaştığını belirttiler. Bu yılın
ozon deliği büyüklüğü ise 24,1 milyon km 2, yani yaklaşık
Kuzey Amerika Kıtası kadar bir büyüklüğe sahip. Devamı
için...
Deniz Kaplumbağalarının Yeni Bir Özelliği
Keşfedildi
Bilim adamları tehlike altında olan bir deniz
kaplumbağası türünün sürüngenlerde daha önce hiç
görülmemiş şaşırtıcı bir özelliğe sahip olduğunu ve mavi
ışığa maruz kaldıklarında yeşil ve kırmızı neon şeklinde
parladıklarını keşfettiler. Devamı için...
Mantarlarda Olası Radroaktivite Birikimi
ve Etkileri
197 Radyoaktivite veya radyoaktiflik; kararsız
nükleitlerin, parçalar ya da elektromanyetik ışıma
(fotonlar) yayımlayarak kendiliğinden kütle yitirme
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
2
NE GÜZEL ŞEYSİN SEN BİSİKLET
Yazan: Özlem Uyan Kalenderoğlu
Bisikletsever
Çocukken bisiklet üzerinde bir hayli vakit geçirmiştim.
Şanslıydık ki o zamanlar sokağa çıkmak, sabahın
köründen akşamın geç vakitlerine kadar sokakta
oynamak, kir-pas içerisinde eve dönmek normal bir
durumdu, bütün çocuklar böyleydi. Mahallelerde yüzler
daha tanıdık, sokaklardan geçen araç sayısı ise daha azdı.
Tabii şimdi yaşadığım İstanbul’a göre daha küçük bir
şehirde büyüdüğümü de belirtmeliyim.
Yine şanslıydım ki çocukken ufak tefek diz-dirsek
yaralarının dışında büyük bir kaza geçirmemiştim, ne bir
dikiş ne de bir kırık… Şu an ise bu satırları, çenesinde iki
dikiş olan otuz yaşında bir kadın olarak yazıyorum. Ne mi
oldu? Bisikletten düştüm.
İstanbul’da yaşıyorsanız, bir de bu trafik keşmekeşini
içerisinde bisiklete binmeye çalışıyorsanız, üzgünüm
ama işiniz biraz zor. İlk başlarda “ben stres atmak, doğa
ile bütünleşmek için yeniden bisiklete binmeye başladım
ama bu mücadele beni daha çok strese sokuyor”
diyordum. Sonra yavaş yavaş trafiğe ve araçlara alışmaya
başladım. Hala beni ürkütüyorlar ve gerçekten trafiğin
içindeyken zorlanıyorum ama başka şansım da yok.
İstanbul, bisiklet dostu bir şehir değil. Ne araçlar ne de
yayalar bisikletlere alışkın. Biz bisikletliler de - yıllardır
İstanbul’da bisiklete binenleri hariç tutuyorum –
araçların içinde pedal çevirmeye pek alışkın değiliz. Bu
sebeple, bu biraz zorlama bir birliktelik oluyor. Peki,
gerçekten böyle olmak zorunda mı?
Avrupa şehirlerinde en az bir kez bulunmuş olanlar,
bisikletin bir hayat tarzı olduğunu hemen fark ederler.
Yani bisiklet bir gezinti aracından ziyade bir ulaşım
aracıdır. Bisiklet yolları sadece sahillerde değil hemen
hemen her yerdedir, özel trafik ışıkları vardır. Tabi
burada ülkenin refah seviyesini ve uzun yıllardır
süregelen yaşam şeklini de dikkate almak gerekiyor.
Sadece bir günde gerçekleşen bir dönüşüm değil
oralarda da bisikletin hayatın içinde yer alması.
Fotoğraflar: Özlem Uyan Kalenderoğlu – Bisiklet dostu Barselona
sokakları
Bisiklet dostu şehirlere sahip olmadığımız bir gerçek.
Hele bisikleti bir ulaşım aracı olarak kullanabilmek büyük
bir kesim için hayalden öteye gidemiyor. Yine de bir
yerden başlamamak için bir sebep göremiyorum.
Değişimi talep etmek ve bunun için mücadele etmek
elimizde.
İşte bu sebeple bisikletliler birer kader ortağı…
Karşılaştıklarında tanışmamalarına rağmen birbirlerine
korna çalar, selam verirler. “Kendini yalnız hissetme,
beraber var olmaya çalışıyoruz” mesajıdır bu aynı
zamanda. Sayımız ne kadar artarsa, ne kadar çok “yollar
aynı zamanda bizlere de ait!” mesajı verebilirsek
görünürlüğümüz o kadar artar. İki dikişin beni
yıldıracağını sanmıyorsunuz değil mi? Tabii ki ilk fırsatta
yine pedal çevirmeye devam edeceğim.
20 Eylül 2015 Pazar günü, henüz bisikletten düşmemiş
ve hayatımın ilk dikişleri ile tanışmamıştım. Güzel,
güneşli, yazdan kalma bir sonbahar günüydü ve yine
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
3
bisiklet sevdalısı bir arkadaşımız sayesinde o gün
gerçekleşecek bir etkinlikten haberdar olmuştuk: Dünya
Otomobilsiz Yaşam Günü. Tam da ilk evlilik
yıldönümümüze denk gelen bu etkinlik, bize İstanbul’un
büyük bir bölümünü pedal çevirerek gezme fırsatı
verecekti, nasıl kayıtsız kalalım? Avrupa Birlilği,
Bisikletliler Derneği ve belediyelerin katkıları ile
düzenlenen bu etkinliğin Taksim’den başlayan ikinci
etabına katıldığımızda, ilk etabı tamamlayan bisikletliler
sabah saat dokuz gibi Merter’den yola çıkmış ve buluşma
noktasına ulaşmıştı. Onları görünce sevindik “ ne kadar
kalabalık varmış, ne kadar çok bisiklete binen, buna
gönül veren insan varmış” dedik, şaşırdık. Sonra hep
birlikte hareket ettik ve bölüm bölüm - kısa süreli trafiğe
kapatılan yollardan Beşiktaş’a yöneldik, köprüye
bağlanıverdik. O an çok etkileyiciydi, hep araçların
içindeyken geçtiğimiz köprünün bisikletlerimizle
üzerindeydik, boğaz boylu boyunca altımızda uzanıyordu
ve önümüz, arkamız yüzlerce bisikletli ile doluydu. Sonra
Beylerbeyi’ne ulaştık, güzelim Kuzguncuk’tan bizleri
alkışlayan insanlara el sallayarak geçtik ve sırasıyla tüm
sahil hattını pedallayarak devam ettik; Üsküdar, Harem
ve Kadıköy. Biraz dinlendik ve Bağdat Caddesi’ne doğru
devam ettik. Moda Sahili girişinde artık iyice
yorulmuştum, bacaklarım sızlıyordu. Böylece ekibe veda
ederek ayrıldık, kendimizi sahilde çimenlere bıraktık.
Günü tamamlarken, bisikletle vapura ve fünikülere bile
bindik, İstiklal Caddesi’nden elimizde bisikletlerimizle
yürüyerek geçtik. Yıllarca unutamayacağım, güzel bir
deneyimdi.
iyiye gitmeyecek. Alternatif ulaşım araçlarından başka
çaremiz yok. Bisiklet ise hem doğa dostu oluşu hem de
rahat bir ulaşım aracı olması sebebi ile değerlendirilmesi,
yaygınlaştırılması gereken en ideal alternatif. Bunun için
kişisel çabalardan ziyade ilgili otoriteler tarafından
desteklenerek teşvik edilmeli. Biliyorum, uzun bir yol var
önümüzde, üstelik bir kadın olarak bisiklete binmenin
zorluklarından, kadın bisikletli sayısının azlığından
bahsetmiyorum bile (buna belki başka bir yazıda
değinilebilir).
Yollara her geçen gün yeni bir otomobil ekleniyor. Bir
yazarın da söylediği gibi aslında hayat kalitesini
yükseltmek, ulaşımı kolaylaştırmak için icat edilen ama
tam aksine ulaşımı her geçen gün daha da zorlaştıran ve
deyim yerindeyse işkence haline getiren, insanları
canavarlaştırırken dünya kaynaklarını da tüketen, bizi
her gün metal, plastik, egzoz, gürültü ile boğuşmak
zorunda bırakan, çevreyi kirletirken küresel ısınmayı
tetikleyen bir araç otomobil. Tüm bu avantajları(!)
sebebi ile de daha iyisini, bir üst modelini almak için deli
gibi emek harcanıyor. Aslında konfor içinde olduğumuzu
düşünürken gayet konforsuz bir gerçekliğin içerisine
sürükleniyoruz. Tabii ki her mesafeye bisikletle ulaşmak,
tüm mevsim şartlarında bisiklet kullanmak mümkün
olmayabiliyor yine de otomobili daha az, bisikleti ise
daha çok kullanarak bu dünya ve içinde yaşayan biz
canlılar için gerçekten güzel bir şey yapabiliriz.
Somut bir örneği hava kirliliğinin artık ölçülemeyecek bir
düzeye çıktığı Çin’den verebiliriz. Pekin, hava kirliliğinin
en yoğun yaşandığı bölgelerden birisi ve bu sebeple
yetkililer geçtiğimiz günlerde, kısa bir süreliğine 2.5
milyon aracın trafiğe çıkışını yasakladılar. Bu
uygulamadan sonra, Pekin sakinleri aylardır hasret
oldukları mavi gökyüzüne kavuşabildiler. İnternette
yayınlanan karşılaştırmalı fotoğraflar aradaki farkı net
bir şekilde ortaya koyuyor.
Bisiklet özgürlüktür ve yollar aynı zamanda bisikletlilere
de aittir. İçinde yaşadığımız bu dünyayı daha yaşanabilir
kılmak için yılmadan pedal çevirmeye devam…
Fotoğraf: Oktay Kalenderoğlu- Etkinlikten bir kare
İstanbul zor bir şehir… Trafiği ise zorluklarından sadece
bir tanesi. Görünen o ki yıllar geçtikçe bu durum daha
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
4
TEKNEDE KADIN
Yazan: Korel Kubilay
Eski Manken Son Model Denizci
İstedim ki, anlatayım bilsin cümle alem.
Tekne hayatı kadınlara göre mi?
Evet, tam da Kadınlara göre hem de en alasından
Hatta diyorum ki kadınsız tekne olmaz, olmamalı
Haydi hanımlar !!!
“Teknede kadın olmaz” diyenlere, gösterelim.
Okuyun, izleyin ve siz de aşka gelin: Deniz aşkına
Denizde yaşamın tek ihtiyacı, paylaşmaktır.
zaten. Denizde vakit geçirmeyi seven bir çocuk olarak
büyütüldüm sevgili annem ve babam sayesinde. Şimdi
de denizden gelen sevgili eşim Kuntay Ballar ile
paylaşıyorum bu şahane hayatı. Hissediyorum ve hatta
eminim, canım babam bizi gülümseyerek izliyor.
Yaklaşık yirmi yıl önce rahmetli öncü denizcilerimizden
Sadun Boro’nun Pupa Yelkeni isimli kitabını okuyarak
iyice aşıyı almıştım.
Öyle çok etkilenmiştim ki
okuduklarımdan, hemen hemen kitabının her sayfasında
yer alan Kısmet’in logosunu, sağ bileğime dövme
yaptırıvermiştim. Hatta, Sadun Hoca ile Gökova’da her
karşılaştığımızda bana hemen dövmemi göstermemi
isterdi, ‘’Hala duruyor mu kız ‘’diye sorardı. Her
gördüğünde gözleri pırıl pırıl parlar sevinirdi Kısmet’inin
dövmesini bileğimde gördüğünde. Bundan yaklaşık altı
yıl önce Kuntay ile tanıştım yine bir balıkçı kasabası olan
Eski Foça’da. O sene kışlamak için gelmişti Foça’ya Gina
ile. Gina, kızımızın adı. Tekneler hep dişidir ve genelde
kadın isimleri takılır. Biraz da sanırım çok para yedikleri
için kadına benzetiliyor. Nazlı ve çok masraflılar.
Ben paylaşmayı seçiyorum sizlerle,
Artık etrafımda benim dilimden anlayacak denizci
kadınlar görmek istiyorum.
Denizci kadın sayısı artsın istiyorum.
Tekne yaşamı ile ilgili konuşmak, gülmek, eğlenmek ve
bilgilerimizi paylaşmak adına.
Haydi cesur hatunlar,
Ben başarabiliyorsam -denizde tek başına yüzmekten
korkan bir kadın olarak-teknede bir kadın olmayı, siz niye
başaramayasınız !!!
Bir gün, denizde herhangi bir koyda karşılaşmak üzere.
Bugün itibariyle yazmaya karar verdim, artık tembellik
yok. Vakit buldukça yaşadığım bu şahane hayatı
kelimelere dökmeye çalışıp sizlerle paylaşacağım.
Günahı ve sevabı ile. Bugün, Vatan gazetesinde Kunti’m
ile benim birlikte ilk röportajımız yayınlandı. Füsun
Saka’ya buradan teşekkür ediyorum, bana tekrar
yazmayı hatırlattığı için.
Sevgili rahmetli Babam (Yalçın Kubilay) ile hayalimizdi;
bir yelkenlimiz olsun koy koy gezelim hatta dünya turu
yapalım. Hep bir küçük yelkenlimiz ya da kayığımız vardı
Gina’yı ilk gördüğümde vurulmuştum. Kuntay ile öyle
bütünleşmişlerdi ki; tekneye girdiğimde hissetmememe
imkan yoktu. Gina 1998 model Krie Feeling 486 Fransız
yapımı denizci bir teknedir. Fransız asıllı Hırvat güzeli
diyorum ben ona. Çünkü Gina’yı Hırvatistan’dan almış.
Geniş karınlı, sivri kıçlı suya yakın gerçek bir yelkenli.
Kuntay, parasını denizden kazanan ve hep denizin
üstünde yaşayan bir adamdır. Hatta ilk tanışmamızda
hemen bileğimdeki dövmemi göstermiştim ve çok
şaşırmıştı. Kuntay’la bir araya gelerek birbirimizin
hayatını paylaşmaya başladık. İyi anlaşmamızın en
önemli sebeplerinden biri ikimizin de sade, yalın ve bir o
kadar da karmaşasız bir hayatı seçmemizdir.
Olabildiğince şehirden uzak ve doğanın ortasında… Onun
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
5
teknesi benim küçük taş evim. Her şey sadece ihtiyacımız
olduğu kadar. Ne eksik ne de fazla. Aynı teknedeki yaşam
gibi. Kışın Foça’daki taş evimizde dört ay geçiriyor, geri
kalan sekiz ayı da kızımız Gina’da yaşıyoruz. Kuntay yazın
yelken eğitimi ve haftalık Mavi Tur yaparak, kışın da
Yunanistan’daki önemli bir tekne markasının Türkiye
temsilciliğini yaparak tekne satışı ile parasını kazanıyor.
Sayesinde koluma bir bilezik daha takarak ben de Kaptan
Korel oldum. Ama benim ilgimi kaptanlıktan çok
denizcilik ve gemi adamı olmak çekti. Demir atmak,
denizciliğin raconunu öğrenmek, Poseidon’a saygı
duymak, rüzgarı hesaplamak, yanaşmak, ayrılmak ve
bitmek tükenmek bilmeyen bir bilgi kaynağıdır
denizcilik. Yelkenci olmak ise bambaşka bir spordur. Biz,
yelkeni bilen önce teknemizin, sonra kendimizin ve
etrafımızın güvenini sağlayarak denizde yaşayan insanlar
arasından sadece iki kişiyiz. Gemiciliği, dümende
olmaktan daha çok seviyorum. Çünkü oraya buraya
koşuşturmak, Kuntay’ın bana güvenerek demir atması,
olaylara olan hakimiyetim beni daha diri tutuyor.
Sanırım biraz da fazla sorumluluk sahibi kişiliğimden olsa
gerek. Boş durmayı sevmeyen hep bir şeyler yapmak
isteyen ben.
Kuntay’ın bana ihtiyacı olmadığı sürece dümene
geçmem. Ama tabii dümende olmak da çok havalıdır. Hiç
yapmıyor değilim yanlış anlaşılmasın. Bugüne bugün
Kaptan Korel Ballar’ım. Hatta bu sene kız kıza ve gay
gruplarla charter’a bile başladım.
İşte biz böyle bir çiftiz. Birbirimizin hayatını paylaşan ve
paramızı denizden kazanan biraz yabani ama her şeyin
farkındalığını sonuna kadar hissedip yaşayan iki kişiyiz.
Pardon üç: Kunti Korel Gina.
Farkındalık dediğim de bildiğiniz farkındalık değil.
Denizin üstündeki yaşam… Bundan önce ben de şehirde
yaşayan işe gidip gelen, uykum geldiğinde kafam rahat
yatağa uzanan birisiydim. Ne zaman ki denizde
yaşamaya başladım, işte o zaman gerçekten
varolduğumu hissettim. Çünkü denizde her zaman vahşi
bir hayvan gibi tetikte olmanız gerekir. Seyir sırasında,
alargada (güvenli bir koyda demirde kalmak), hatta
uykunuzda bile. Çünkü siz uykudayken bile hiç hesapta
olmayan arızalar veya hava patlamaları ile
karşılaşabilirsiniz. Ve tüm bu yaşananlar sizi daha çok
disipline eder.
Bundan dört yıl önceydi sanırım. Marmaris civarlarında
Serçe koyundaydık. Benim daha çömez zamanlarımdı;
hoş çömezlik ömür boyu sürer denizde. Sadece başınıza
gelen her şeyden donatıyorsunuz bilgilerinizi, o kadar.
Serçe koyu’na ilk gelişimdi, Kuntay hep anlatırdı çok
güzel olduğunu. Küçük küçük koyların olduğu ve sadece
bir teknenin bağlanabileceği minik koylar. Yani aslında
size özel koy. Sadece size ait denize girip yüzebileceğiniz
bir alan. Demirimizi attık, kıçtan karamızı-hem demirden
hem de kıç halatları ile karadaki ağaçlara veya babalara
bağlanmak- yaptık, yerleştik. Keyfimiz her zamanki gibi
yerindeydi. Akşam yemeği için havuzluğumuzdaki
masayı kaldırıp şahane bir ziyafet çekmeye başladık,
soframızın arkadaşları rakı kadehlerimizle. Sohbetti
oydu buydu derken bir anda hava hiç beklemediğimiz bir
hal aldı. Sanırım gece on birdi ve hiç ay ışığı yoktu. Önce
bir sorun yok zannettik; ta ki koltuk halatlarımızı fenerle
kontrol edene kadar. Bir de baktık ki, kayalık olan karaya
sadece 2 metre kalmış. Gina’nın su kesimi 2 metre
10 santimetre. Yani hem teknenin kıç tarafını
parçalayacağız hem de neredeyse karaya oturacağız.
Yemek sofrası da hala kalkmamıştı ve teknemiz netateknenin tüm donanımlarının, halatlarının, havuzluğun
ve teknenin içinin düzenli olması- değildi. Kuntay’ın
hemen içeriden keskin bir bıçak getirmemi söylemesi ile
ayağımı kolumu masaya merdivenlere çarpa çarpa
aşağıya inmem bir oldu. O an şunu anladım ki,
havuzlukta her daim keskin bir bıçak hazırda duracak ve
bıçak aramakla vakit geçirmeyeceksin. Yoksa o boşa
geçen dakikalar büyük felakete yol açabilir. O günden
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
6
sonra her gece yatmadan önce havuzluktaki masa
temizlenir, indirilir ve öyle uykuya gidilir. Her şey neta
edilir. İşte bu durum size denizde güvenli ve disiplinli
olmayı öğreten ufacık bir detaydır.
Hemen motoru çalıştırıp halatları keserek demirimizi
toplayıp yola çıktık. Her şey çok hızlı gelişmişti. İkinci
kere gece seyirim olacaktı ve elim ayağıma dolanmıştı.
Sofrada her yer dağınıktı; bardaklar, tabaklar, şişeler
vs…ve gece seyri yapmak zorundaydık. Sadece
teknemizin ışıkları ile gecenin bir karanlığında sert bir
havada Bozukkale’ye girmek zorunda kalmış ve bir
yandan etrafı toplayıp tekneyi neta etmekle
uğraşmıştım. En yakın ve alargada kalabileceğimiz tek
güvenli koy olduğu için Bozukkale’ye girdik. Demirimizi
attık ve rahat rahat yattık. Kuntay da ben de herhangi
bir koyda iken, kıçtan karada kalmaktansa, alargada
sadece demirde kalmayı daha çok severiz: Daha güvende
olduğumuzu hissettiğimiz için. Çünkü alargada kalırken
tekne daha özgürdür. Kendi etrafında kafasını rüzgara
vererek döner ve siz daha güvende olursunuz, (teknenin
airo dinamiğinden dolayı ) tabii dibinize başka tekneler
demir atmadığı sürece.
Denizde yaşamak hayata bakış açınızı ve farkındalığınızı
arttırır. Siz evinizde yatağınızda horul horul uyurken biz
ise; “Aman fırtına mı çıktı? Başka bir tekne üstümüze
demir mi attı? Yağmur mu başladı?” gibi sorularla
boğuşuruz. Hooop kalk tüm hatch’leri kapat,
havuzluktan minderleri topla, demirini kontrol et derken
şehirdeki veya evinizdeki konforu ister istemez arar
oluyorsunuz. Ve hep diri, yarı uyanık ve çevik olmak
zorundasınız ki, denizin sürprizleri ile karşı karşıya
geldiğinizde, hazırlıklı olmalısınız. İşte o zaman
farkındalığın dibinde olarak yaşama lüksüne sahip
oluyorsunuz. Yılın dört ayını evde geçiren sizlerden biri
olarak söylüyorum. Evdeyken; “Yağmur mu yağmış?
Fırtına mı çıkmış? Elektrikler mi kesilmiş? Su mu
akmıyormuş?” inanın umurumuzda olmuyor. Sıcacık
yatağımıza girip cayır cayır yanan kuzinemiz eşliğinde
horul horul uyuyoruz.
Ama tabii şehirde yaşayanlara ve diğer insanlara göre
çok daha özgürüz ve kendimize güven hissi içinde
yaşıyoruz. Çünkü bizler komşularımızı beğenip
beğenmeme ve değiştirme şansına sahip insanlarız.
Kalabalıktan uzaklaşabilme lüksüne sahibiz. Demirde
olduğumuz bir koyda diğer komşu teknelerin
gürültüsünden ya da herhangi bir aksilikten dolayı
rahatsız olduysak, demirimizi toplayıp başka bir koyda
kalma şansına sahibiz. Bu, sadece özgürlüğümüzün minik
örneklerinden biri. Asıl özgürlüğümüzü anlatmayı
unutuyordum; Allah’tan şimdi yaptık da aklıma geldi.
Hazır mısınız? Yapabileceğiniz ve kendinizi en iyi
hissedebileceğiniz bir an: her daim çıplak olmak. Evet,
yanlış okumadınız. Eğer bulunduğunuz koyda etrafınız
da başka tekne yoksa gün boyunca teknede anadan
doğma çırılçıplak dolaşmak, işinizi yapmak, havuzlukta
uzanmak, kitap okumak ve tabii ki denize girmek kadar
keyifli bir şey yok. İşte bu, sizi tam anlamıyla hür
hissettirir. Denizin suyunu teninizin her yerinde
hissetmek ve özgürce kendinizi suya bırakmak sadece
bizim gibi denizcilere nasip oluyor sanki. İşte bu da
herkesin her zaman yapmak istediği ama yapamadığı
şeylerden biridir aslında. Denizde yaşam insanı disipline
ettiği gibi özgürleştirir de. Her şey denge içinde yürür
gider.
Haberin Kaynağı:
https://teknedekadinblog.wordpress.com/2015/09/27/teknedekadin/
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
7
OZON’UN TARİHÇESİ
Yazan: Bahar Kalyoncu
Çevre Mühendisi
Geçtiğimiz Eylül ayı, içerisinde tüm dünyayı yakından
ilgilendiren bir gün barındırmaktaydı: 16 Eylül Dünya
Uluslar arası Ozon Tabakasının Korunması Günü. Tüm
dünyada kabul görmüş bu konu hakkında bilgi sahibi
olabilmek için biraz geçmişe dönmemiz gerekiyor.
Bilindiği üzere ozon tabakası, üç adet oksijen atomundan
oluşan şeffaf bir gaz olan ozon (O3) gazından oluşur ve
yer yüzeyinden 10-50 km yüksekte bulunan bir
tabakadır. Tabakanın esas amacı ultraviyole olarak
adlandırılan güneşin zararlı ışınlarından bizleri
korumaktır. Stratosferdeki ozon tabakası 2400
Angström ve daha küçük ışınları soğurarak, uzaydan
gelen ve organizmalara zararı olan ışınların büyük bir
kısmını dünyamıza geçirmez. Ozon tabakasının,
dünyanın genel iklimi üzerinde de etkileri vardır. Mor
ötesi ışınlarının soğurulması sıcaklığı düşürmekte ve ısı
dengesinin düzenlenmesine yardımcı olmaktadır.
Ozon tabakasının incelmesi sonucunda yeryüzüne daha
fazla oranda UV ulaşır, bu durum sonucunda da güneş
yanıkları, deri kanseri, gözlerde hasar ve bağışıklık
sisteminde çöküş meydana gelebilir. Bağışıklık sistemi
ise halk arasında insan vücudundaki ikinci beyin olarak
bilinir ve hastalıklara karşı koymamızı sağlayan bir
sistemdir. Bu sistem zayıfladığı zaman hastalıklara karşı
koyma ve savaşma yeteneğimiz de zayıflamış olacaktır.
Ozon tabakasının canlılar üzerindeki etkisi bunlarla sınırlı
kalmamakta, stratosferik ozondaki incelme ve küresel
troposferik ozondaki artışlar, iklim değişikliğine katkıda
bulunmaktadır. Böylece yeryüzündeki ozon miktarındaki
değişim, dolaylı olarak sera gazı etkisinde artışa ve
küresel ısınmaya neden olmaktadır.
Ozon tabakasının incelmesi konusu ilk kez 1976 yılında
Birleşmiş Milletler Çevre Programı(UNEP)’nın Yönetim
Konseyi’nde tartışılmıştır. UNEP ve Dünya Meteoroloji
Örgütü (WMO)’nün ozon incelmesini periyodik olarak
değerlendirmek için kurdukları Ozon Tabakası
Koordinasyon Komitesi (CCOL) sonrası, ozon tabakası
konusundaki uzmanlar 1977 yılında bir toplantıda bir
araya gelmişlerdir. Ozon tabakasını incelten maddelerin
(OTİM) azaltılmasına ilişkin olarak ilk hükümetler arası
temaslar ise 1981 yılında başlamış ve bu girişim Mart
1985’de Ozon Tabakasının Korunması için Viyana
Sözleşmesi’nin kabulü ile neticelenmiştir. Viyana
Sözleşmesi, araştırma, ozon tabakasının sistematik
gözlenmesi, CFC üretiminin izlenmesi ve bilgi paylaşımı
hususlarında hükümetler arası işbirliğinin sağlanmasını
teşvik etmiştir. Sözleşme tarafları, ozon tabakasının
yapısını değiştiren insan kaynaklı faaliyetlere karşı çevre
ve insan sağlığını korumaya yönelik olarak genel
önlemler almakla görevlendirmektedir.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
8
Sözleşme üzerindeki anlaşmayı takiben, vakit
kaybedilmeden ozon tabakasını incelten maddelerin
kullanımının ve üretiminin kontrol altına alınmasını
sağlayacak olan bir protokol üzerinde çalışmalar
başlatılmıştır. 16 Eylül 1987’de Ozon Tabakasını İncelten
Maddelere İlişkin Montreal Protokolü kabul edilmiştir ve
dünyada her yıl bu gün Ozon Tabakasının Korunması
Günü olarak kutlanmaktadır. 1985 yılında Antartika
üzerindeki ozon deliğinin tespit edilmesi ile hükümetler,
birçok CFC’nin ve bazı halonların üretimini ve tüketimini
azaltacak katı önlemlere ihtiyaç olduğu yargısına
varmışlardır. Montreal Protokolü, periyodik olarak
yapılan bilimsel ve teknolojik değerlendirmeleri temel
alarak azaltım takviminin revize edilebileceği şekilde
oluşturulmuştur. Bu teknik ve bilimsel değerlendirmeleri
takiben, söz konusu Protokole ait takvimdeki azaltımın
hızlandırılması
için
1990’da
(Londra),1992’de
(Kopenhag), 1995’de (Viyana), 1997’de (Montreal),
1999’da (Pekin), 2007’de (Montreal) ve 2012 (Rio) tekrar
düzenlenmiştir. Ayrıca bu düzenlemeler, yeni kontrol
maddelerinin ve yeni önlemlerin de anlaşmaya dahil
edilmesine neden olmuştur.
196 ülkenin taraf olduğu Montreal Protokolü, çevre
konusunda oluşturulmuş en başarılı çok taraflı anlaşma
olarak tanımlanmaktadır.
Haziran 1990 yılında,
Londra’da protokolün büyük bir başarısı olarak görülen
ve gelişmiş ülkelerin katkıları ile oluşturulan bir "Çok
Taraflı Fon (MLF)" kurulmuştur. Bu fon, gelişmekte olan
ülkelerin endüstrisine, OTİM'lerin giderilmesine yönelik
projelerde teknik uzmanlaşma, yeni teknolojiler ve
ekipmanlar için kullandırılmaktadır.
Ülkemizde üretimi yasak olan maddelerin ithalatına
yönelik sıkı kota önlemleri uygulanmaktadır. 2009
yılında başlayan kota uygulamasının ardından Ozon
Tabakasını İncelten Maddelerin ithalatına izin verilen
miktar 15 bin ton iken 2015 yılında ise servis amaçlı
ithalat 500 tona düşürülerek önümüzdeki yıllarda
tamamen sonlandırılması hedeflenmektedir. Yapılan
çalışmaların meyvesi olarak ülkemiz 2014 yılında
“Avrupa ve Orta Asya Bölgesel Ozon Ağı Ozon Tabakasını
Koruma Onur Madalyasına” layık görülmüştür.
Dünya’da ve Türkiye’de 30 yıldır yapılan ve yapılmakta
olan çalışmalar ve alınan önlemler sonucunda BBC haber
kanalında yayınlanan ve Birleşmiş Milletler’in yapmış
olduğu bir araştırma neticesinde, dünyamızı kansere
neden olan zararlı ışınlardan koruyan ozon tabakasının
kalınlaşmaya
başladığı
belirtilmiştir.
Birleşmiş
Milletler'in (BM) yürüttüğü araştırma sonucunda
yıllardır dünyada artan karbondioksit ve zararlı kimyasal
salımı yüzünden incelen ve üzerinde yer yer yırtıklar
oluşan ozon tabakasında 'kalınlaşmanın ilk aşamalarının'
görüldüğü ve Antartika üzerinde oluşan ozon tabakası
yırtığının da genişlemesinin durduğu ifade edilmiştir.
Bir zamanların en önemli çevresel sorunlarından biri
olarak görülen ozon tabakasının delinmesi ve
incelmesinin,
doğru
politikalar
neticesinde
durdurulabiliyor olduğunu görmek, ülkelerin “çevre”
konusuna sonunda hak ettiği değeri verdiğini gösteriyor
bizlere. Daha temiz bir dünyada yaşamak dileğiyle…
Ülkemiz Montreal Protokolüne 1991 yılında taraf olmuş
ve tüm değişikliklerini kabul etmiştir. Protokole ilişkin
ulusal ve uluslar arası çalışmalar Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın
koordinasyonunda
yürütülmektedir.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
9
SÜRDÜRÜLEBİLİR MİMARİ
Yazan: Müge Karaşahin
Yeşil Mimar, Yelkenci, Balinasever
Son yıllarda özellikle küresel ısınmanın etkilerinin yavaş
yavaş görülmeye başlanması, hızla erimekte olan
buzullar, yükselen su seviyeleri, tehlike altına giren canlı
türleri gibi sorunlarla karşılaştıkça sürdürülebilirliğin
hayatımızın her alanında gerekliliği, önemle
vurgulanmaya başlandı. Peki nedir sürdürülebilirlik?
Sözlük anlamı ile sürdürülebilirlik, daimi olma yeteneği
olarak adlandırılabilir. Birleşmiş Milletler Çevre Kalkınma
Komisyonu’nun 1987 yılı tanımına göre: “İnsanlık,
gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme
yeteneğini tehlike altına atmadan, günlük ihtiyaçlarını
temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma
yeteneğine sahiptir. Dünya geneline bakacak olursak
binalar toplam enerji tüketiminin %40’ından,
hammaddelerin %30’undan ve karbon emisyonlarının
%35’inden sorumludur. Vaktimizin %90’ını da bina
içinde geçirdiğimizi düşünürsek mimaride de
sürdürülebilirlik bir zorunluluk halini almıştır.
Mimaride sürdürülebilirliğe iki açıdan bakabiliriz. İlki
daha az teknoloji içeren, daha yerel yaklaşımlardır.
Binanın yapılacağı arazinin çevresel koşulları, güneşin
açısı, hakim rüzgarlar, arazide bulunan ağaçların katkısı,
mikroklima gibi bilgilerin değerlendirilip bunlara en
uyumlu pasif tasarımlı binaların tasarlanmasıdır. Mimari
tasarım özellikleri ile güneşin kışın sürekli binanın içinde
olması ama yazın güneşin dik açısı sayesinde binaya
girmemesi, hakim rüzgarlar ile binanın soğutulması, yeşil
çatı ile hem izolasyon, hem doğal habitat alanı yaratma,
yağmur suyu toplayıp bu suyu bahçe sulamada ya da
tuvaletlerde kullanma, mümkün olduğunca gün
ışığından yararlanma, kışın hakim kuzey rüzgarlarını
engellemek için arazide uygun ağaçlandırma, binanın
güney cephesinde ısı tutan duvarlar ve gece oluşan
sıcaklık farklını kullanarak bu duvardan eve sıcaklık
sağlanması gibi uygulamalar pasif binaların bazı
özellikleridir.
İkinci yaklaşım ise en son teknolojileri içeren akıllı
binalardır. Tabii ki bu binalar da tasarlanırken bulunduğu
yerin iklim koşulları tasarımın çıkış noktası olmalıdır. Son
teknoloji enerji verimli mekanik sistemler- ısıtma,
soğutma, havalandırma- enerji tasarrufu sağlayan
aydınlatma sistemleri- led ampüller, gün ışığı ve kullanıcı
sensörleri- enerji tüketen sistemlerin ölçülendirilmesi,
bina otomasyon sistemleri, CO2 sensörleri ile
desteklenen akıllı taze hava sistemleri, PV panellerle
elektrik üretimi, bu tip binalara örnek olabilir. Her
ikisinde de amaç verimli yaşam ve çalışma alanları
yaratmak, doğal kaynakları minimum seviyede
kullanmak, bazı durumlarda yıl içerisinde tükettiği kadar
enerji üreterek net enerji performansı sağlayabilmektir.
Tipik bir arazi analizi - Binanın yönlenişi, güneşin yolu, hakim rüzgarlar
Bu tip yapıların sürdürülebilirlik performansı nasıl
ölçülüyor? Dünya üzerinde birçok yeşil bina sertifikasyon
sistemi mevcuttur. Bunlardan en çok bilinen ve
kullanılanlar
LEED
ve
BREEAM
sertifikasyon
sistemleridir. LEED ( Leadership in Energy and
Environmental Design) bir Amerikan sistemi, BREEAM
(Building Research Establishment Environmental
Assessment Methodology) ise bir İngiliz sistemidir. 1993
senesinde kurulan USGBC (US Green Building Council /
Birleşik Devletler Yeşil Bina Konseyi), 1998 senesinde ilk
pilot LEED sertifikasyon sistemini yayınlamıştır.
Günümüze kadar bu sistem beş defa güncellenerek şu an
dünya üzerinde en çok kullanılan sistem halini almıştır.
Bu
sistemde
binalar
110
puan
üzerinden
değerlendirilmektedir.
Bina
belirtilen
kredileri
tamamlayıp 40 puan alırsa LEED CerOfied, 50 puan alırsa
LEED Silver, 60 puan alırsa LEED Gold, 80 veya üzeri puan
alırsa LEED Platinum sertifikası almaya hak
kazanmaktadır. Bu sistem ile sadece yeni yapılan binalar
değil var olan binalar da işletimlerindeki verimlilik
artırılarak sertifika sahibi olabilmektedir.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
10
Sistemdeki ana değerlendirme kategorileri:
1. Sürdürülebilir Araziler; Arazide tasarlanan yeşil
alanlar, yağmursuyu tasarımları, bina kullanıcılarının
binaya toplu taşıma ya da bisikletle gelmesinin teşviki, ısı
adası etkisine karşı çatıda ve yüzeylerde yansıtıcı özelliği
olan malzeme kullanımı gibi krediler içermektedir.
2. Su Verimliliği; Su tüketimi az vitrifiye seçimler,
yağmur suyu toplama ve kullanma, gri su kullanımı gibi
uygulamalar ile ilgili kredileri içermektedir.
3. Enerji ve Atmosfer; Binada kullanılan elektromekanik
ekipmanların enerji verimliliği, soğutucu ekipmanlarda
kullanılan gazların ozon tabakasına zarar vermeyen tip
olması zorunluluğu, arazide enerji üretimi, enerji
ölçümleri ve temiz enerji alımı teşvikleri ile ilgili kredileri
içermektedir.
4. Malzeme ve Kaynaklar; Yerel malzeme ve geri
dönüşüm içeriği olan malzeme kullanımı, inşaat atık
yönetimi ve sertifikalı ahşap kullanım ile ilgili kredileri
içermektedir.
5. İç Ortam Kalitesi; Bina kullanıcılarına daha sağlıklı bir
ortam sunmak amacı ile bina içi kirliliğinin azaltılması,
gün ışığı kullanımı, kullanılan malzemelerdeki gaz
salınımlarının denetlenmesi, inşaat sürecinde iç ortam
hava kalitesinin korunması, taze hava sağlanması ile ilgili
kredileri içermektedir.
Bu tür sertifikasyon sistemlerin tercih sebebi öncelikle
binaya bir benchmarking sağlaması ve böylelikle entegre
edilen sürdürülebilirlik uygulamalarının sonuçlarının
ispatlayabiliyor olmasıdır. Örneğin LEED Gold sertifikası
olan bir binada %35 enerji verimliliği, %25 su verimliliği
elde edilmesi gibi veriler ortaya çıkabilmektedir. Bu aynı
zamanda bir pazarlama aracı olarak da kullanılmakta,
çünkü bu tip bir sertifika projenin değerini artırmaktadır.
Verimlilik faturalara yansımakta, işletim maliyetleri
düşürmektedir. Bina kullanıcılarına daha sağlıklı bir
ortam sağlandığından çalışanların verimliliği artırmakta,
okullarda ise başarı oranlarını artırmaktadır. Fakat en
önemlisi bu binaların doğa dostu tasarımı, kirliliğin
indirgenmesindeki katkıları, doğal kaynaklar üzerindeki
talebin indirgenmesi ve karbon emisyonlarının
azaltılmasıdır. Ne yazık ki yeşil binaların tasarımında
öncelik bu faktörler olmasa da, sebepleri ne olursa olsun
yeşil binaların yapılması doğaya katkı sağlamaktadır.
TAIPEI 101, Tayvan - LEED v2009 O&M Platinum Sertfikalı
Türkiye’de ki yeşil bina konseyi ÇEDBİK – Çevre Dostu
Yeşil Binalar Derneği- 2007 yılında kurulmuştur. 2009
yılında ilk LEED Gold sertifikasını Samsung Gebze Tesisi,
ilk LEED Platinum sertifikasını 2011 yılında Ankara’da
bulunan Eser Holding Merkez Ofisi almıştır. İstanbul ve
Ankara başta olmak üzere LEED ve BREEAM sertifikaları
ülkemizde yaygınlaşmaktadır. 2015 yılının temmuz
ayında USGBC’nin açıklamasına göre aday projesi ile
Türkiye, ABD hariç tüm dünya ülkeleri arasında 9. sırada
yerini almıştır.
Türkiye Müteahhitler Birliği Merkez Binası, LEED NC Platinum
Sertifikalı
Türkiye Müteahhitler Birliği Merkez Binası, LEED NC
Platinum Sertifikalı ÇEDBİK tarafından geliştirilme
aşamasında olan “Yeşil Bina Sertifika Kılavuzu” ile
beraber bir yerli sertifikasyon sistemimiz de
oluşmaktadır. Henüz Amerika’da bazı eyaletlerde
uygulanan bütün devlet binalarının LEED Gold sertifikası
olma zorunluluğu gibi yaptırımlar, devlet teşviği ve
desteği bizim ülkemizde bulunmamakta fakat
popülaritesi hızla artmaya devam eden yeşil bina akımı
ile yakın gelecekte bu seviyelere ulaşmamız mümkün
gözükmektedir.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
11
yayınladıkları ɣ (gamma) ışınları ise çok daha girgin
(nüfûz edici) ışınrardır (Özemre ve ark., 2010).
MANTARLARDA OLASI RADYOAKTİVİTE
BİRİKİMİ VE ETKİLERİ
Yazarlar: Ayşenur Yılmaz, Prof. Dr. Sibel Yıldız
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Orman Fakültesi,
Orman Endüstri Mühendisliği, Orman Biyolojisi ve
Odun Koruma Teknolojisi Anabilim dalı, Trabzon
Şekil 2 : Malzeme içerisine difüzyon oranı
Radyoaktivite
Radyoaktivite veya radyoaktiflik; kararsız nükleitlerin,
parçalar ya da elektromanyetik ışıma (fotonlar)
yayımlayarak kendiliğinden kütle yitirme özelliğidir.
Atomlardan doğal olarak veya uyarılma sonucu
yayılabilen: 1) girgin (yâni maddenin içine nüfuz
edebilen) elektromagnetik dalgalar (ɣ ışınları) ya da 2)
elektron, proton, nötron ve α (alfa) gibi tânecikler,
genellikle, radyasyon adı altında toplanır.
Şekil 1: Işığın dalga boyu
Elektromagnetik radyasyonun en çok bilinen örneği
gözümüzün çeşitli renk nüansları olarak algıladığı ışık'tır.
Görünen ışığın dalgaboyu çok kısadır ve bunu ifâde
etmekte kullanılan birim ise angström'dür. 1 angström =
0,000 000 01 cm'dir. Görünen ışığın dalgaboyu 4000 ilâ
8000 angström arasında değişir. 4000 angströmün
ötesinde kalan ve gözle görülemeyen ışığa morötesi (ya
da ültraviyole), 8000 angströmün berisinde kalana da
kızılötesi (ya da infraruj, infrared) ışık adı verilir(Şekil 1).
Bir elektromagnetik dalga radyasyonunun dalga boyu ne
kadar küçükse, onun bir maddenin içine girme (nüfûz
etme) yeteneği de o kadar büyük olur. Meselâ, güneş’in
ışığı bir insanın vücûduna ancak derisi düzeyinde nüfûz
ederken, röntgen aygıtında kullanılan ve dalgaboyu
görünen ışığınkinden yaklaşık 1000 defa daha küçük olan
X-ışınları insanın bütün vücûdunu boydan boya geçip
içindeki kemiklerin bile görünmesini sağlamaktadır. Şekil
2’de de görüldüğü üzere Radyoaktif atomların
Değişik nitelikteki radyasyon kaynakları sürekli insan ve
canlılar üzerinde etkili olmaktadır (Cooke, 1991;
Akdoğan, 2010).
Radyoaktivitenin kaynağı
Doğal ve yapay radyonüklitler, atmosferik, karasal ve
sucul ortamlardaki çevresel radyasyonun kaynağını
oluşturmaktadır. Bu radyonüklitler ve bunların bozunma
ürünleri toprak, kayalar, gıda maddeleri, su ve hava gibi
çevresel ortamlarda bulunmakta ve alfa, beta ve gama
radyasyonları ile organizmaları ışınlamaktadır (TAEK,
2007).
Doğal radyoaktivitenin temel kaynağını, yerkabuğunda
bulunan uranyum/radyum (uranyum-238/radyum-226),
toryum (toryum-232) ve aktinyum (uranyum-235) doğal
radyoaktif serilerine ait radyoniklitler ile potasyum-40,
rubidyum-87, lantan-138, samaryum-147 ve lütesyum176 radyoniklitleri ve bunların bozunma ürünleri
oluşturmaktadır. Doğal radyoaktivitenin ikinci kaynağı,
atmosferin üst tabakalarında kozmik radyasyonun sebep
olduğu nükleer dönüşüm olayıdır.
Yapay radyoniklitlerin kaynağı ise atmosferde
gerçekleştirilen nükleer silah denemeleri ve büyük
nükleer kazalardır. Yapay radyonüklitler, özellikle 19451980 yılları arasında toplam 543 atmosferik nükleer
denemesi ve 1986 yılında meydana gelen Çernobil
Nükleer Santrali kazası sonrasında doğrudan çevreye
salınmıştır (TAEK, 2007).
Biyolojik birikim
Bazı kirleticilerin hava, su ve toprakta düşük miktarlarda
bulunmalarına karşın, besin zincirlerinin birbirini izleyen
halkalarındaki tüketicilerde giderek artan yoğunluklarda
bulunmasına
biyolojik
birikim
denilmektedir.
Organizmalar
içinde
yasadıkları
ortamdan
radyonüklidleri sudan, besinden veya hem su ve hem de
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
12
besinden biriktirebilmektedirler. Bazı sucul organizmalar
radyonüklidleri sudaki konsantrasyonuna göre 10, 100,
1000, 10.000 kere daha fazla biriktirebilmektedir.
Örneğin, nükleer santral artıklarıyla göl suyuna karısan
stronsiyum-90'ın, bu göldeki birkaç halkalı bir besin
zincirinin en üst halkasındaki etobur balığın
kemiklerinde 3000 kata ulaştığı bildirilmektedir
(Kışlalıoğlu ve Berkes, 1994: 168).
Biyobirikim olayı; radyonüklidin fıziksel ve kimyasal
formu, organizmanın büyüklüğü, fizyolojisi, yeme
alışkanlığı gibi birçok çevresel ve biyolojik faktör
tarafından kontrol edilmektedir. Biyobirikimi saptanan
radyonüklidler bazı tüketicilerde onları ciddi bir biçimde
etkileyecek konsantrasyona erişebilmektedir.
Organizmalarda biyolojik birikimi gözlenen stronsiyum90, sezyum- 137, iyot-131 gibi radyoaktif maddeler
dokular tarafından seçici olarak alınıp biriktirilmektedir.
Örneğin, sezyum-137 kas ve bazı iç organlarda,
stronsiyum- 90 kemiklerde, iyot-131 ise tiroitte
biriktirilmektedir (Arıkan, 2007).
Fotoğraf 2 : Hydum rufescens (yenebilen tür)
Mantarlarda radyoaktivite
Özellikle Avrupa ülkelerinde doğadan toplanan
yenilebilir yabani mantarların, kültür mantarlarına göre
çok daha fazla talep gördüğü bildirilmektedir (Kalac,
2009). Yabani mantar tüketimi birçok ülkede lezzetli bir
besin olarak tüketilmekte, hatta bazı yerlerde tüketim
miktarı kişi başı 10 kg/yıl’ı geçmektedir (Svoboda vd,
2002). Doğadan toplanan yenebilen ve yenmeyen bazı
mantarlara ait fotoğraflar Resim 1, 2 ve 3’de
gösterilmiştir.
Fotoğraf 3: Amanita muscaria (Zehirli tür)
Fotoğraf 1: Lactarius vellereus (yenebilen tür)
Ağır metaller, ağır metal bileşikleri, tabiatta çok zor
bozunan bazı organik bileşikler (Dioksinler, DDT, 2,4,5Triklorfenoksiasetikasit vb.) gibi insanlar için oldukça
zehirli olabilen maddeler; zaman zaman bitkilerde ve
hayvanlarda depo edilebilmektedirler. Dolayısıyla gerek
bitkileri, gerekse de hayvanları gıda maddesi olarak
tüketen insan ırkı için potansiyel bir zararlı atık
depolama riski söz konusudur.
(Pehlivan,1995).
Mantarlar; hem insan kaynaklı hem de kendiliğinden
oluşan radyonüklitleri bünyelerinde biriktirebilen gıda
maddelerinden biridir. Özellikle radyoaktif kazalardan
dolayı (örneğin Çernobil faciası) kontamine olmuş
topraklarda yetişen mantarın içerdikleri bu maddeler
sağlık için bir risk yaratabilmektedir. (Horyna, 1991;
Mietelski & Jasinska, 1996; Skuterud vd, 1997).
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
13
İnsanların direk ya da dolaylı yollardan maruz kaldığı
radyasyon seviyelerini kontrol etmek için, çevredeki ve
gıda maddelerindeki radyoaktiviteyi belirlemek çok
önemlidir. Özellikle de insanların vücutlarına aldıkları
137Cs, 238U, 232Th ve 210Pb gibi radyonüklitleri
bünyelerinde bulunduran mantarlar için bu konunun
önemi artmaktadır (Ruhm vd, 1997; Rosa vd, 2011).
Bundan dolayı gıda maddelerinde izin verilen maksimum
radyonüklit ve toksik element seviyelerinin belirlenmesi
çok gerekli görülmektedir. Buna rağmen mantarlardaki
radyoaktif maddelerin belirlenmesi konusuna çok fazla
olmayan ilgi dikkat çekici bulunmaktadır (Melquiades &
Appoloni, 2004).
benzer limit de Uluslararası Atomik Enerji Kurumu (IAEA,
1994) tarafından 1000 Bq / 1 kg taze gıda olarak
açıklanmıştır. Her birimin farklı limit değerleri vermesi ve
Çernobil’den sonra bu rakamların artırılması ise
düşündürücü bir durumdur.
Diğer yandan; mantarlar cıva, kadmiyum, kurşun, bakır,
arsenik gibi ağır metalleri ve 137Cs, 134Cs gibi radyoaktif
kalıntıları bünyelerinde toplayabilmeleri dolayısıyla
doğal sistem ekolojisi için çok önemli biyoindikatörler
olarak da düşünülmektedirler (Kalac, 2001; Falandysza
vd., 2003; Turhan vd., 2007).
E = Y x Z x dk ,
Mantarlarda bulunan/bulunabilen radyonüklitler
Çevirme faktörü 137Cs için 1.3x10-8 , 134Cs için 1.9x108 , 40K için ise 6.2x10-9 Sv Bq-1 dir.
Toprakta yetişen ve potasyum, fosfor gibi elementler
içeren her gıda maddesi doğal olarak radyoaktiftir.
Bunun sonucu olarak, meselâ 70 kiloluk bir insanın
vücûdunda sürekli olarak 17 miligram kadar radyasyon
yayınlayan bir radyoaktif element deposu bulunur
(Özemre ve ark., 2010).
Mantarlarda bulunan ve kendiliğinden oluşan
radyoniklitler: potasyum, uranyum, toryum, radyum,
kurşun, polonyum ve berilyumdur (Guillen & Baeza,
2014).
Mantarların bünyelerine topladıkları insan kaynaklı
oluşan radyonükitlitler: sezyum (Sz), strontiyum,
plutonyum, amerikum ve kısa ömürlü radyonüklitlerdir
(gümüş, antimon, rutenyum, iyot) (Guillen & Baeza,
2014).
Mantarlarda izin verilen radyoaktif madde dozu ve risk
ölçütü
Herhangi bir madde saniyede bir parçalanma veriyorsa
bu maddenin aktivitesi 1 Becquerel’dir. Genel olarak
yasal radyoaktivite limiti gıdalar için bir kilogram taze
gıdada 600 Bq’dir. Örneğin 1 kilogram mantarda
yenilebilmesi için izin verilen en yüksek radyoaktif
madde miktarı 600 Bq’ dir. Buna karşılık Çernobil’den
sonra Avrupa Toplulukları, gıdalarda izin verilen
maksimum radyoaktivite sınırlarını açıklamak için 1987
yılında Konsey Yönetmeliğini (CEC, 1987) yayınlamış ve
bu yönetmeliğe göre gıdalarda örneğin mantarlarda izin
verilen maksimum radyosezyum(137Cs) sınırını bir
kilogram taze mantarda 1250 Bq olarak açıklamıştır. Bir
İnsan sağlığı için radyoaktivitenin muhtemel riski bir
yılda alınan ve birimi mSV (millisievert) olan efektif
doz(E) ile açıklanır. Bir yetişkin birey için yıllık izin verilen
radyoaktivite miktarı Uluslararası Radyasyondan
Koruma Komisyonu’na göre 5 mSV olmalıdır. Bir yılda
mantarlardan alınan efektif doz bir yetişkin birey için
aşağıdaki gibi hesaplanır (ICRP, 1996).
Y = Bir yılda tüketilen mantar (kg/kişi)
Z = Radyonüklitin aktivite konsantrasyonu (Bq/ kg)
dk =Çevirme faktörü
Formülden anlaşılacağı üzere, yenilen mantardaki
radyoaktivite konsantrasyonu ve/veya bu mantarları
tüketim miktarı ne kadar yüksekse efektif doz da aynı
oranda artacaktır.
Çernobil kazasından etkilenen ülkelerden biri de
Türkiye’dir yani ülkemizdir. 2008 yılında ‘Çevresel
Radyoaktivitenin Belirlenmesi Amacıyla Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu ile Çevre Bakanlığı Arasında Yapılan
İşbirliğine Dair Protokol’ gereğince 2005 yılında
ülkemizin en kuzeyindeki illerden, 2006 yılında ise 81 ili
kapsayacak şekilde her ilden toprak numunesi alınmış ve
topraklardaki radyonüklitlerin ölçümleri yapılmıştır.
Alındığı bölgeyi en iyi temsil edecek şekilde toplanmış
toprak
örneklerine
ait
analiz
sonuçları
haritalandırılmıştır (Şekil 3). Şekil 3’de de görüldüğü
üzere yüzey toprağındaki 137Cs aktivite derişimi
ortalamaları her ilçe için farklılık göstermekle birlikte,
Doğu
Karadeniz
Bölgesi’nden
alınan
toprak
numunelerindeki aktivite oranı diğer bölgelere oranla
daha yüksek bulunmuştur.
Şekil 3: Yüzey toprağında Cs-137 aktivite derişimi ilçe ortalamaları
(TAEK,2013)
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
14
Haritalandırılmış analiz sonuçlarına göre, özellikle Doğu
Karadeniz Bölgesi’ndeki illerde kendiliğinden yetişen
mantarların bünyelerine daha fazla miktarda
radyosezyum toplayabildiklerini söylemek mümkündür.


Radyasyonun Canlılar Üzerindeki Etkisi
Yüksek dozdaki radyasyonun canlı hücreleri tahrip etme
ya da en azından, hücrede oluşturdukları (O) ve (OH)
radikalleri aracılığıyla hücreye zarar verici kimyasal
reaksiyonlara yol açma olasılıkları vardır. Canlıların
radyasyona mâruz kalmaları ise akut ve kronik olmak
üzere iki ayrı durum altında incelenir. Akut ışınlanmalar;
meselâ bir radyasyon kazâsında olduğu gibi, kısa bir
sürede alınan yüksek radyasyon dozlarının rol oynadığı
ışınlanmalardır. Kronik ışınlanmalar ise, normal çalışma
ve hayat şartlarında uzun süreler boyunca alınan düşük
radyasyon dozlarıdır. Dolayısıyla radyoaktif kalıntıları
bünyelerinde bulundurabilen gıdalardan dolayı maruz
kalınan ışınlama tipi; kronik ışınlama olmaktadır..
Bir canlının vücûdunda radyasyon hasarlarına karşı
oluşan tepkiler, ışığa mâruz kalan organ ve dokuların: 1)
radyasyona karşı duyarlılığına, ve 2) bu organ ve
dokuların işlevlerine bağlıdır. Meselâ beyin dâhil olmak
üzere bütün sinir dokusu ve kalp dâhil olmak üzere
bütün kas dokusu, genel olarak, radyasyona karşı duyarlı
değildir (Özemre ve ark., 2010)












Radyasyona Karşı Alınması Gereken Tedbirler
*Çevreye radyasyon yayan kaynakların kullanımının
azaltılması.

*Nükleer faaliyetlerin azaltılması, düzenlenmesi.
*Nükleer enerji yerine
kaynaklarına yönelilmesi.
temiz
alternatif
enerji

*Radyasyon kaynaklarından uzak durulması.
*Ozon tabakasının korunması.
*Gıdalar için izin verilen üst limitlerin belirlenmesi,
gıdalarda bu analizlerin yapılması ve limiti aşan gıda
maddelerinin tüketilmemesi.
Kaynaklar



Akdoğan, Ç., 2010. Radon Kirliliği ve Halk Sağlığı İlişkisi,
Bitirme Tezi, Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İzmir.
Arıkan, İ.H., 2007. Çevresel Radyasyonun Canlılığın
Sürdürülebilirliğine Etkileri, Doktora Tezi, Ankara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Çevre Bilimler
Anabilim Dalı.
CEC (Council Regulation), 1987. EURATOM No. 3954/87,
Laying Down Maximum Permitted Levels of Radioactive
Contamination of Foodstuffs and of Feedingstuffs
Following a Nuclear Accident or Any Case of Radiological



Emergency. Official Journal of the European Communities,
371, 11–13.
Cooke, B., T.F., 1991. Indoor Air Pollutants, A Literature
Rewiev, Rewiews of Environmental Health, 9, 3.
Falandysza, J., Kawano, M., Swieczkowski, A., Brzostowski,
A. ve Dadej, M., 2003. Total Mercury in Wild-grown
Highermushrooms and Underlying Soil From Wdzydze
Landscape Park, Northern Poland., Food Chem., 81, 21–26.
Guillen, J. ve Baeza, A., 2014. Radioactivity in Mushrooms:
A Health Hazard?, Food Chemistry, 154 , 14–25.
Horyna, J., 1991. Wild mushrooms – The most significant
source of internal contamination. Isotopenpraxis, 27(1),
23–24.
IAEA (International Atomic Energy Agency), 1994.
Intervention criteria in a Nuclear or Radiation Emergency,
Safety Series No. 109.
ICRP (International Comission on Radiological Protection),
1996. Radiological Protection and Safety in Medicine.
Kalac, P., 2001. A Review of Edible Mushroom
Radioactivity, Food Chem., 75, 29–35.
Kalac, P., 2009. Chemical Composition and Nutritional
Value of European Species of Wild Growing Mushrooms: A
review, Food Chemistry, 69, 273–281
Kışlalıoğlu, M. ve Berkes, F., 1994. Ekoloji ve Çevre Bilimleri,
Remzi Kitabevi, İstanbul.
Melquiades, F.L. ve Appoloni, C.R., 2004. Natural Radiation
Levels in Powdered Milk Samples. Ciência. Tecnologia de
Alimentos, 24, 4, 501-504.
Mietelski, J. W. ve Jasinska, M., 1996. Radiocesium in
Billberries from Poland: Comparison with Data for
Mushroom Samples, Journal of Radioecology, 4, 15–25.
Özemre, A.Y., Bayülken, A., Gençay, Ş., 2000. 50 Soruda
Türkiye’nin nükleer enerji sorunu.
Pehlivan, M., 1995. Çevre Eğitimi ve Kimyasal Çevre Kirüliği2, Ekoloji çevre dergisi, 14.
Rosa, M. M. L. , Maihara, V.A., Taddei, M.H.T., Silva, M.A.,
Ferreira, M.T., Determination of 228th, 232th, And 228ra In
Wild Mushroom From A Naturally High Radioactive Region
in Brazil, 2011 International Nuclear Atlantic Conference INAC 2011,Belo Horizonte, MG, Brazil, October 24-28, 201.
Ruhm,W., Kammere,L., Hiersche,L., Wirth,E., The
137Cs/134Cs ratio in fungi as indicator of the major
mycelium location in forest soil, Journal of Environmental
Radioactivity, Vol. 35(2), pp.129-148 (1997).
Skuterud, L., Travnikova, I.G., Balonov, M.I., Strand, P. ve
Howard, B.J., 1997. Contribution of Fungi to Radiocaesium
Intake by Rural Populations in Russia, Science of the Total
Environment, 193, 237–242.
Svoboda,L., Kalac, P., Spicka,J., Janouskova, D., 2002.
Leaching of cadmium, lead and mercury from fresh and
differently preserved edible mushroom, Xerocomus
badius, during soaking and boiling, Food Chemistry, 79,41–
45.
TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu), 2007. Türkiye İçin
Doz Değerlendirmeleri, ISBN 975-8898-19-1, Çernobil Serisi
No: 7, 2. Basım, Ankara.
Turhan, Ş., Köse, A. ve Varınlıoğlu, A., 2007. Radioactivity
Levels in Some Wild Edible Mushroom Species in Turkey,
Isotopes in Environmental and Health Studies, 43, 3, 249–
256.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
15
CETAGEN PROJESİ
Yazan: Dr. Arda M. Tonay
İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Araştırma
Görevlisi
Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Başkan Yardımcısı
Türkiye denizlerinde en sık gözlenen Cetacea takımına
ait 3 yunus türü; afalina (Tursiops truncatus), tırtak
(Delphinus delphis) ve mutur (Phocoena phocoena)’dur.
Afalina ve tırtak türleri tüm denizlerimizde, mutur ise
Karadeniz’de, ender olarak Türk Boğazlar Sistemi
(TBS)’nde ve Ege Denizi’nde yaşamaktadır. Tesadüfi ağa
yakalanma, aşırı balıkçılığa bağlı besin azalması, kirlilik ve
hastalıklara bağlı toplu ölümler gibi birçok nedenle
nesilleri tehdit altında olan bu türlerin genetik yapıları
global anlamda incelenmiştir. Fakat ülkemizde yapılan
çalışmalar kısıtlı ve türlerin popülasyon dinamiklerinin
anlaşılmasına olanak sağlayacak düzeyde değildir.
mtDNA analizleri sonuçlarına bakılarak Marmara
Denizi’nde izole bir popülasyonu olduğu tahmin edilen
mutur örneklerinin çekirdek DNA analizleri yapılacak ve
mtDNA sonuçları yeni nesil bir dizileme yöntemi olan
RAD Dizileme ile desteklenecektir. RAD Dizileme, son
dönemde popülasyon genetiği çalışmalarında en yaygın
olarak kullanılan genotiplendirme yöntemlerden biri
haline gelmiş ve şimdiye kadar Türkiye’de daha önce
Türk Boğazlar Sistemi (TBS) ve Ege Denizi’nde yaşayan
herhangi bir canlı türünün genetik yapısının
belirlenmesinde kullanılmamıştır.
Fotoğraf: Arda Tonay/TUDAV- Karaya vuran bir Afalina
Fotoğraf: Arda Tonay/TUDAV- Mutur (Phocoena phocoena)
Projenin amacı; periyodik saha çalışmaları ve ihbarlar ile
toplanacak örneklerden ve son 15 yılda Türkiye
kıyılarında halihazırda örneklenmiş 253 deri dokusundan
DNA örneği izole ederek, elde edilen DNA örneklerinin
mitokondriyal DNA (mtDNA) ve çekirdek DNA’sı (RAD
Dizileme) belirteçlerini kullanarak türlerin genetik
yapılarını incelemektir. Bu şekilde; Türkiye denizlerinde
üç türün genetik olarak birbirinden farklılaşmış birden
fazla popülasyonunun var olup olmadığı araştırılacak ve
Türkiye’deki popülasyonlar diğer dünya denizlerindeki
popülasyonlar ile karşılaştırılacaktır. Aynı zamanda,
Genetik analizlerin yanısıra, projedeki saha çalışmaları
sayesinde örnek sayıları artırılacak, Batı Karadeniz’de
karaya vuran yunusların aylık olarak uzun dönemli
izlenmesine devam edilecek, Güney Marmara ve ilk defa
Kuzey Ege (Saroz Körfezi)’de karaya vuran deniz
memelileri hakkında periyodik izleme çalışması
yapılacaktır. Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇK) olan Saroz
Körfezi’nde mutur türünün varlığı ile ilgili ilk elden
bilgilere ulaşılacak olması ve bölgenin yüksek biyolojik
çeşitliliğine bağlı olarak hedeflenen üç tür dışında diğer
deniz memelilerinin de kaydedilme ihtimali mevcuttur.
Periyodik saha çalışmaları dışında, gelen ihbarlara
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
16
anında cevap verilerek örnekleme alanının tüm Türkiye
kıyılarını kapsamasına çalışılacaktır.
sonraki bilimsel araştırmalar için kaynak oluşturması
sağlanacaktır. Bu çalışma ve ileriki yıllarda devamlılığı
sağlanacak moleküler belirteçler kullanılarak yapılması
planlanan çalışmalar, Türkiye denizlerinde yaşayan
Cetacea türlerinin popülasyon yapılarıyla ilgili genetik
bilgilerin tamamlamasına katkıda bulunacaktır.
Proje’ye sizde gördüğünüz ölü yunusları yetkililere
bildirerek destek olabilirsiniz.
İrtibat numaraları : 0(216) 4240772 ve 0(212) 4555700
Haberin Kaynağı:
http://www.tudav.org/index.php/tr/cetagen
Fotoğraf: Ece Sönmez- Laboratuvar çalışması
Türkiye denizlerindeki Afalinalar üzerine yapılan genetik
çalışmalar çok kısıtlı ve tırtaklar üzerine ise şimdiye
kadar hiç genetik çalışma yapılmamış olmasından dolayı,
bu türlerin genetik yapılarının mtDNA belirteci
kullanarak incelenmesi, aynı zamanda, yüksek örnek
sayısı ile muturların çekirdek DNA’sı üzerinde yeni nesil
RAD Dizileme yönteminin kullanılacak olması ve Saroz
Körfezi ÖÇK bölgesinde karaya vuran deniz
memelilerinin izlenecek olması bu projenin özgün
değerleridir.
Proje sonuçlarına göre, Türkiye denizlerinde yaşayan ve
1983 yılından beri ulusal ve uluslararası anlaşmalar ile
koruma altında olan üç Cetacea türünün koruma
stratejileri için temel veri oluşturulacak ve bu verinin
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
17
DÜNYADAN
2014 OZON DELİĞİ GÜNCELLEMESİ
Yazan: Dr. Tony Phillips
Çeviren: Baran Yoğurtçuoğlu
Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü
Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) ve Ulusal
Okyanus ve Atmosfer Dairesi’nden (NOAA) bilim
adamları Antarktik ozon deliği boyutunun 11 Eylül’de
yılın en yüksek noktasına ulaştığını belirttiler. Bu yılın
ozon deliği büyüklüğü ise 24,1 milyon km 2, yani yaklaşık
Kuzey Amerika Kıtası kadar bir büyüklüğe sahip.
açısından zararlı ultraviyole ışınlarına bir kalkan görevi
teşkil ederek korur.
1987’de başlayan Montreal protokolü anlaşması ile klor
içeren kloroflorokarbon ve brom içeren halojenler gibi
ozon tüketen bileşiklerin salınımına bir düzenleme
getirilmiştir. Bu bileşiklerin Antarktika üzerindeki
seviyelerinin kaydedilmiş en yüksek değer olan 2000
yılına göre % 9 azaldığı tespit edilmiştir. NASA Goddard
Uzay Uçuş Merkezi atmosfer baş uzmanı Paul A.
Newman’ın belirttiğine göre “hava koşullarının yıldan
yıla gösterdiği değişkenlik Antarktik ozonunu önemli
ölçüde etkilemektedir, zira yüksek stratosfer sıcaklıkları
ozon tükenmesini azaltmaktadır,”. Bununla birlikte
“ozon deliği büyüklüğü şu anda 1990’ların sonu ve
2000’lerin başında gördüğümüz değerlerden düşük ve
biliyoruz ki klor düzeyleri de azalmaktadır. Ancak halen
Antarktik stratosfer sıcaklıklarındaki uzun vadeli artışın
ozon tabakası tükenişini azaltıp azaltmadığı konusunda
emin değiliz”.
Bilim adamları son yıllardaki ozon deliği eğiliminin klor
azalmasından mı yoksa sıcaklık artışından mı
kaynaklandığını belirlemeye çalışmaktadırlar. Antarktika
üzerindeki bir stratosfer sıcaklığı artışı ozon deliği alanını
düşürecektir. Uydu ve yer-tabanlı ölçümler klor
seviyesinin düşmekte olduğunu, ancak bu bölgedeki
stratosfer sıcaklığı analizlerinin uzun vadeli eğilimlerin
belirlenmesinde
daha
az
güvenilir
olduğu
belirtilmektedir.
Günlük en yüksek alan, 2013 yılında 24 milyon km2’ye
(9,3 milyon mil-kare) ulaşan değer ile hemen hemen aynı
ölçütte. Uydu tarafından bugüne kadar kaydedilen en
yüksek günlük ozon deliği büyüklüğü ise 9 Eylül 2000
yılında ölçülen 29,9 milyon km2’dir. Genel olarak
bakıldığında, 2014 yılı ozon deliği büyüklüğü 1998–2006
yılları arasındaki değerden küçük ve 2010, 2012 ve 2013
ile karşılaştırılabilir ölçüttedir.
Antarktik ozon deliği atmosferik klorun 1980’lerden bu
yana artmasıyla birlikte oluşmuş ve Güney Yarım küre
ilkbaharları (Ağustos ve Eylül) boyunca genişlemiştir.
Ozon tabakası yeryüzündeki yaşamı potansiyel olarak
zararlı olan, deri kanserine yol açabilen ve bitkiler
Bilim adamları aynı zamanda, ozon tabakasının bu yılki
en düşük kalınlığını 30 Eylül’de 114 Dobson birimi olarak
kaydetmişlerdir (1960’lar ile karşılaştırıldığında bu değer
250—300 Dobson birimiydi). Son 50 yıl içerisinde,
Antarktika üzerinde alınan uydu ve yer-tabanlı kayıtlar
ozon kolonu miktarının 100 ila 400 dobson birimi
arasında değiştiğini ortaya koymaktadır. Bu da tüm
ozonun yüzeye indirildiği varsayıldığında, yaklaşık olarak
1 ile 5 mm ozona tekabül etmektedir.
Elimizdeki ozon verilerine NASA’nın Aura uydusu
üzerindeki Alman-Fin Ozon İzleme Cihazı ve NASANOAA’nın ortak kutupsal yörüngeli uydusu üzerindeki
Ozon İzleme ve Profilleme cihaz takımından
ulaşılmaktadır. NOAA Kuzey Kutup istasyonundaki
ölçümleri bu alandaki ozon tabakasını Dobson
spektrofotometre yardımıyla izlemekte ve düzenli ozonsondaj balonları ile tabaka kalınlığı ve dikey dağılımını
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
18
kaydetmektedir. Klor miktarı ise NOAA ve NASA yer
ölçümleri ve NASA’nın Aura uydusunda bulunan
Mikrodalga
Kanat
Sonda
gözlemleri
ile
hesaplanmaktadır.
NASA ve NOAA Temiz Hava Yasası (Clean Air Act) direktifi
altında ozon-tüketici gazları ve ozonun stratosferdeki
incelmesini izlemekle yükümlüdür. NASA ve NOAA’da
görev alan bilim insanları ozon tabakasını ve ozon
tüketen bileşiklerin derişimlerini ve bozulma ürünlerini
yerden ve uydularda yer alan çeşitli cihazlar ve balonlar
yardımıyla 1970’lerden bu yana izlemektedir. Bu
gözlemler bize ozon miktarının uzun vadeli ve yıldan yıla
değişen evrimini izlemek adına sürekli ve uzun-dönemli
kayıt elde etme olanağını sağlamaktadır.
Haberin Kaynaği:
http://www.google.com/url?q=http%3A%2F%2Fscienc
e.nasa.gov%2Fscience-news%2Fscience-atnasa%2F2014%2F30oct_ozonehole%2F&sa=D&sntz=1
&usg=AFQjCNFEM5Crrg63ZPWLhHif2Tjg_Uc-ag
DENİZ KAPLUMBAĞALARININ YENİ BİR ÖZELLİĞİ
KEŞFEDİLDİ
Kaynak: Emily Chung
Çeviren Araş. Gör. Taylan Doğaroğlu
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Biyoloji Bölümü
organizmasının biyofloresan özelliği kullandığını ifade
etmiştir. Biyofloresan deniz canlıları; denizanaları,
mercanlar
ve
karidesler
gibi
invertebratları
içermektedir. Son zamanlarda Gruber 200’den fazla yeni
biyofloresan balık türünün keşfinde görev almıştır.
Gruber TBA21 Academy tarafından finanse edilen bir
keşif gezisi sırasında kaplumbağaların tamamen farklı bir
canlı grubu olmaları nedeni ile kendilerini çok
şaşırttıklarını ifade etmiştir.
Köpekbalığı Arayışı
Gruber, Solomon Adası’nda gece saatleride biyofloresan
köpekbalıklarını
görüntülemeye
çalışırken
bir
kaplumbağa ile karşılaşmış. Deniz suyu boyunca en iyi
ilerleyen ışık mavi renkli olduğu için biyofloresan özellik
gösteren birçok canlı mavi ışığı absorblarken yeşil, sarı ya
da kırmızı ışık yayarlar. Floresan renkleri gündüz
görebilmek mümkün olsa da gece gerçekleştirilen
kamera kayıtları sırasında mavi ışık biyofloresan
canlıların daha belirgin bir biçimde ışıldamalarını
sağlamaktadır.
Gruber, suyun 20 metre altındayken 40 dakikalık bir dalış
esnasında hiç beklenmedik bir şeyle karşılaşmış. Ve o
anki şaşkınlığını “kamera kaydı sırasında bu yeşil ve
kırmızı uzay gemisi kameramın önünde süzülüyordu”
şeklinde dile getirmiştir. Gruber’e göre yetişkin
kaplumbağanının bir metre genişliğindeki kabuğu
boyunca yeşil parlak ışıldamalar bulunuyordu.
Gruber’in bir süre takibinden sonra kaplumbağa
kayalıklar arasında gözden kaybolmuş. Gruber o anki
duygularını “bu böyle bir olaya ilk kez tanık olduğumuz
güzel bir andı” ifadesiyle aktarmaktadır.
Bilim adamları tehlike altında olan bir deniz
kaplumbağası türünün sürüngenlerde daha önce hiç
görülmemiş şaşırtıcı bir özelliğe sahip olduğunu ve mavi
ışığa maruz kaldıklarında yeşil ve kırmızı neon şeklinde
parladıklarını keşfettiler.
Hawksbill (şahin gagalı kaplumbağalar) deniz
kağlumbağalarında görülen bu durum bir organizmanın
ışığı absorblama ve farklı renklerdeki ışıkları yayması
olarak bilinen biyofloresan özelliği sayesinde
gerçekleşmektedir.
New York- City Üniversitesi’ nde deniz biyoloğu olan
David Gruber sadece mavi ışığın derinlere kadar
ilerleyebildiği denizlerde diğer renkleri üretebilme
özelliğinin avantajları nedeni ile birçok deniz
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
19
Fotoğraf: Brian Witte- Curacao sahil resiflerinde gezintiye çıkmış bir
Hawksbill kaplumbağası. Kaplumbağanın floresan renkleri gündüz
saatlerinde oldukça zor görülmektedir.
Diğer hawksbill kaplubağalarının da biyofloresan özellik
gösterip göstermeyeceğini merak eden Gruber, genç
kaplumbağaları yetiştiren bir kaplumbağa çiftliğini
ziyaret etmiş ve mavi ışık altında bu genç
kaplumbağaların da yeşil ışık yaydığını fark etmiş ancak
herhangi bir kırmızı ışık yansıması gözlemlememiş.
Gruber bu kırmızılıkların nedeninin alglerden mi yoksa
kaplumbağanın yaşından mı kaynaklandığı konusunda
tam olarak emin değil.
Daha fazla biyofloresan kaplumbağa
Hawksbill ilk keşfdilen biyofloresan özellikteki
kaplumbağa türü olsa da artık bu özellikteki tek tür değil.
Gruber daha sonra Caretta caretta’ları bulunduran bir
akvaryumu ziyaret etmiş ve bu kaplumbağalarında yeşil
floresan özellik gösterdiklerini fark etmiş.
Kaplumbağalarda gözlenen biyofloresan özelliği ile ilgili,
bu olayın nasıl gerçekleştiği gibi birçok nokta gizemini
korumaya devam ediyor. Diğer deniz canlılarının özel
floresan proteinleri ürettiği ve bu proteinlerin
denzianaları ve balıklar gibi türlere göre farklılıklar
gösterdikleri biliniyor. Benzer şekilde kaplumbağaların
neden biyofloresan özellik gösterdikleri de bilinmeyen
konulardan bir diğeri. Gaos’a göre bu durum
beraberinde bir çok araştırma ve keşif için yeni kapılar
açıyor.
Haberin Kaynağı:
http://www.cbc.ca/news/technology/biofluorescenthawksbill-turlte-1.3250895
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 14
20

Benzer belgeler

Mart 2015 - Sayı 9 - Akdeniz Koruma Derneği

Mart 2015 - Sayı 9 - Akdeniz Koruma Derneği buluşma çok kısa sürüyor. Doğanın tüm enerjisi evlerimizdeki tablolarda, halılardaki desenlerde... kalıyor. Ama bunun böyle olmadığı hayatların var olduğunu bilmek içimize bir nebze de olsa su serp...

Detaylı