TOKUÇÇ Bildiriler Kitabını PDF olarak indirmek için tıklayınız.
Transkript
TOKUÇÇ Bildiriler Kitabını PDF olarak indirmek için tıklayınız.
8-9-10 EKİM 2015 TOKU TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ BİLDİRİLER KİTABI DÜZCE ÜNİVERSİTESİ GÖLYAKA MESLEK YÜKSEKOKULU © 2015 - Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Bu kitabın bütün hakları Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulu’na aittir. Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulu’nun izni alınmaksızın kitabın tamamı veya bir kısmı mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Bu bildiri kitabında yer alan bildirilerin içeriğine dair tüm sorumluluk yazarlara aittir. 1. Basım Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Ekim 2015 Editoryal Kurul Yrd. Doç. Dr. Oğuz KARA Öğr. Gör. Sevgi BAYRAM Öğr. Gör. Nurgül SOYDAŞ Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT Kapak Tasarım Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT Baskı Öncesi Hazırlık Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT Öğr. Gör. Sevgi BAYRAM Yayına Hazırlayanlar Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT Öğr. Gör. Sevgi BAYRAM Öğr. Gör. Nurgül SOYDAŞ Redaksiyon Öğr. Gör. Nurgül SOYDAŞ Öğr. Gör. Tuba PALA Baskı ve Cilt Bizim Dijital Matbaacılık İskitler ANKARA Tel: 0 312 341 00 02 DÜZCE ÜNİVERSİTESİ GÖLYAKA MESLEK YÜKSEKOKULU 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 8-9-10 EKİM 2015 BİLDİRİLER KİTABI Kongre Onursal Başkanı Prof. Dr. Funda SİVRİKAYA ŞERİFOĞLU Kongre Düzenleme Kurulu Yrd. Doç. Dr. Oğuz KARA Yrd. Doç. Dr. Emel FAİZ Yrd. Doç. Dr. Serap BULDUK Öğr. Gör. Nurgül SOYDAŞ Öğr. Gör. Sevgi BAYRAM Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT Öğr. Gör. Hasan BİBEROĞLU Kongre Sekreteryası Öğr. Gör. Tuba PALA Bilim Kurulu Prof. Dr. Nigar DEMİRCAN ÇAKAR Prof. Dr. Melda CİNMAN ŞİMŞEK Prof. Dr. Yasemin GİRİTLİ İNCEOĞLU Prof. Dr. Filiz BALTA PELTEKOĞLU Prof. Dr. Nilüfer SEZER Prof. Dr. Nurhan BABÜR TOSUN Prof. Dr. Özden CANKAYA Prof. Dr. Naci İSPİR Prof. Dr. Ebru GÜZELCİK URAL Prof. Dr. Kahraman ÇATI Prof. Dr. İdil SAYIMER Prof. Dr. Recep KÖK Prof. Dr. Orhan ÇOBAN Prof. Dr. Mete ÇAMDERELİ Prof. Dr. Nurçay TÜRKOĞLU Prof. Dr. Kıymet ÇALIYURT Prof. Dr. Füsun ALVER Prof. Dr. İzzet BOZKURT Prof. Dr. Işıl ZEYBEK Prof. Dr. Nigar PÖSTEKİ Prof. Dr. Jale SARMAŞIK Prof. Dr. Rengin KÜÇÜKERDOĞAN Doç. Dr. Erhan AKYAZI Doç. Dr. Yeşim ULUSU Doç. Dr. Necmi AKSOY Doç. Dr. Yusuf YURDİGÜL Doç. Dr. Derya TELLAN Doç. Dr. Yıldız DİLEK ERTÜRK Doç. Dr. Gülay ÖZTÜRK Doç. Dr. Gözde YILMAZ Doç. Dr. Ebru ÖZGEN Doç. Dr. Birol ERKAN Doç. Dr. Hakan KAHYAOĞLU Yrd. Doç. Dr. Emel GÜLER YILMAZ Yrd. Doç. Dr. Hanzade URALMAN Yrd. Doç. Dr. Yalçın YILMAZ Yrd. Doç. Dr. Özgür SELVİ TAŞDAN Yrd. Doç. Dr. Hakan POLAT Yrd. Doç. Dr. Murat ÇOLAK Yrd. Doç. Dr. M. Nurullah KURUTKAN Yrd. Doç. Dr. Aslı YURDİGÜL Düzce Üniversitesi Rektörü Marmara Üniversitesi Galatasaray Üniversitesi Marmara Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Marmara Üniversitesi Aydın Üniversitesi Atatürk Üniversitesi Beykent Üniversitesi Düzce Üniversitesi Kocaeli Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Selçuk Üniversitesi İstanbul Ticaret Üniversitesi Çukurova Üniversitesi Trakya Üniversitesi Kocaeli Üniversitesi Üsküdar Üniversitesi Kültür Üniversitesi Kocaeli Üniversitesi Giresun Üniversitesi Kültür Üniversitesi Marmara Üniversitesi Bahçeşehir Üniversitesi Düzce Üniversitesi Atatürk Üniversitesi Atatürk Üniversitesi İstanbul Üniversitesi İstanbul Ticaret Üniversitesi Marmara Üniversitesi Marmara Üniversitesi Uşak Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Marmara Üniversitesi Aydın Üniversitesi Marmara Üniversitesi Okan Üniversitesi Düzce Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Düzce Üniversitesi Atatürk Üniversitesi TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ AMAÇ Sağlık İletişimi, Siyasal İletişim, Tüketim, Sosyal Sorumluluk, Etik, Medya ve Kadın, Medya Araştırmaları, Sanat İletişimi, Eğitim İletişimi, Bilgi Teknolojileri, Toplumsal ve Kurumsal Nefret Suçları/söylemler, İnanç ve İletişim, Yeni Toplumsal Hareketlerin toplumsal ve kurumsal çatışmalarda oynadığı/oynayacağı rol; çeşitli kurumlarca yapılan çalışmalar, gelişmeler, uygulamalarda ortaya çıkan sorunlar, çözüm önerileri, yeni araştırmalar, üretimlerin sunulması ve değerlendirilmesidir. Kongrenin iletişim, sosyoloji, siyaset, ekonomi, hukuk, eğitim, turizm, sanat, işletme, sağlık uzmanlarının, bu alanlara ilgi duyan, çalışan, araştırmalar yapan, medyada görev alan kişilerin buluştuğu güzel bir ortama ev sahipliği yapması beklenmektedir. İÇERİK Günümüzün modern toplumlarında çatışmalar toplum ve kurumlar için en hayati hususların başında gelmektedir. Toplumsal ilgi ve dikkatin önemli bir bölümünün en azından dolaylı olarak bireysel ve grupsal, toplumsal temele dayanan çatışmalara yönelmesine neden olmaktadır. Dolayısı ile günümüzde çatışma algısı sözü edilen ilk varsayımların tam olası yönünde değişmiştir. Buna göre, bugün modern ortamlarda çatışmaların kaçınılmazlığı kabul etmekle birlikte, çatışmayı değişimin bir sonucu olarak görmektedir. Çeşitli toplumsal tasarım şekilleri ve insan doğasına dayanan bu kaçınılmazlığın temel nedeni bilmekte ve arz etmektedir. Çatışmaların yok edilmesi gerektiği düşüncesi yerine, çatışmaya yol açan nedenlerin dikkatlice analizi sonucunda sakıncalı çatışmalarla başa çıkma, etkinliği ve verimi arttırıcı yönde yönetilmesi fikrinde toplumların ve kurumların, toplumsal yaşam düzenlerini sürdürebilmeleri sağlanabilir. Bu bağlam da, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel teknolojik ve bilimsel değişmelere uyum sağlayabilmeleri için çatışmalar ve çözümlere ihtiyaç vardır. Sistemsel değişimler, teknolojik gelişmeler ile küreselleşme bu durumu doğrudan etkilemekte ve yeni söylemler üretmeye neden olmaktadır. Sağlık, ulaşım, sosyoloji, eğitim, iletişim ve daha birçok alanda teknolojinin yaygınlaşması beraberinde toplumsal ve kurumsal değişmeleri ve çatışmaları getirmektedir. Bireylerden başlayarak meydana gelen birçok değişim çoğunlukla toplumsal ve kurumsal değişim olarak yaşanmaktadır. Toplumlarda belli oranlarda görülen değişmeler sağlık, doğa, toplumların yaşam tarzı, kurumların varlığı, yaşam tarzları ve davranışları, sosyal ilişkileri de etkilemektedir. Ve yeni biçimlerle topluma, kuruma, bireye yeni süreçler yaşatmaktadır. Bu bağlamda üniversitemizce düzenlenecek olan “1. Ulusal Toplumsal ve Kurumsal Çatışmalar/Çözümler Kongresi” 8-10 Ekim 2015 tarihleri arasında, Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulu ev sahipliğinde Düzce’de düzenlenecektir. Kongrede; toplumsal ve kurumsal çatışmalar/çözümler alanındaki yeni/özgün, orijinal, araştırmaya dayalı, örneklemeli/uygulamalı bildirilere, yeni araştırma metodlarıyla yapılan çalışmalara yer verilecektir. x SUNUŞ Küreselleşme süreciyle ivme kazanan bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, toplumsal reflekslerin değişimine etki etmekte ve sürekli yeni söylemlerin üretilmesinde aktif rol oynamaktadır. Eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim ve daha birçok alanda teknolojinin yaygınlaşması beraberinde toplumsal ve kurumsal değişmeleri ve çatışmaları getirmektedir. Bireysel düzeyde başlayan birçok değişim, zamanla toplumsal ve kurumsal değişime dönüşmektedir. Çatışmayı değişimin bir sonucu olarak görmek mümkündür. Bireylerin veya grupların, kendi ihtiyaç ve çıkarlarını korumak güdüsüyle birbiriyle uyumsuz amaçlar taşımalarına, birbirleriyle uyuşamamalarına, anlaşamama, ters düşme durumlarına “çatışma” denilmesi mümkündür. Çatışmalar normaldir, gereklidir, kaçınılmazdır ve çoğu zaman ya ilişkilerin geliştirilmesine ya da ilişkilerin zarar görmesine yol açmaktadır. Farklı duygu ve düşüncelere sahip olan insanların doğası, ister istemez çatışmaları da beraberinde getirmektedir. Çatışmaların tamamen yok edilmesi mümkün olmasa da en aza indirmesi bireysel, kurumsal, kamusal ve toplumsal boyutta vereceği zararların minimize edilmesi mümkündür. Çatışmaların yok edilmesi gerektiği düşüncesi yerine, çatışmaya yol açan nedenlerin dikkatlice analiz edilerek sakıncalı çatışmalarla başa çıkma, etkinliği ve verimi arttırıcı şekilde yönetilmesi mümkündür. Çatışmaya sebep olan halleri eğitimle izole etmek, iletişim kopukluğunu gidermek, çatışmayı uzlaşmaya dönüştürmek toplumların ve kurumların yaşam düzenlerini sürdürebilmelerine olanak sağlamak mümkündür. Her toplumun, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, teknolojik ve bilimsel değişmelere uyum sağlayabilmeleri için çatışmalara ve bu çatışmaların barışçıl çözüm yöntemlerine ihtiyacı vardır. Pek çok çatışma türünün ve çözüm önerilerinin bilimsel düzeyde tartışılacağı kongremizde, çatışma çözümlerine akademik bir anlayışla yaklaşılarak, çatışmaların barışçıl çözümlerine yönelik katkı sağlamak ve bilgi üretmek amaçlanmıştır. Kongremizde kurumsal ve toplumsal çatışmalar/çözümler alanındaki yeni/özgün, orijinal, araştırmaya dayalı, örneklemeli/uygulamalı bildirilere yer verilmiştir. Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulu ev sahipliğinde düzenlenen “Toplumsal ve Kurumsal Çatışmalar ve Çözüm Önerileri” temalı kongremize katılımınızdan dolayı teşekkür eder, tüm katılımcılara Üniversitemiz, Yüksekokulumuz ve kongre ekibimiz adına saygılar sunarım. Yrd.Doç.Dr. Oğuz KARA Gölyaka Meslek Yüksekokulu Müdürü xi xii İÇİNDEKİLER BİLDİRİLER Prof. Dr. Mehmet Ali KİRMAN - Ömer Faruk IŞIKLI “Grup İçi Çatışmalar: Dini Gruplarda Kadın Ve Statüsü”..............................................................................1 Prof. Dr. Naci İSPİR - Doç. Dr. Yusuf YURDİGÜL “Liberal Demokrasinin Ontolojik Ve Ahlaki Temellerine Yönelik Eleştirel Bir Yaklaşım”............................19 Doç. Dr. Yusuf YURDİGÜL - Prof. Dr. Naci İSPİR “Ötekinin İnşa Edildiği Sorunlu Bir Alan Olarak Oscar Ödül Törenleri (85. Akademi Ödülleri ve “Argo” Filmi Örneği)”.........................................................................................29 Yrd. Doç. Dr. Emel İŞTAR “Türkiye’de Mobbing: Gazete Haberleri Üzerinde Bir İnceleme”................................................................45 Yrd. Doç. Dr. Halil MUTİOĞLU “Büyük Grup Kimliği Farklılığından Doğan Bir Çatışma Alanı Olarak Pkk Terörü Ve Bazı Sivil Toplum Örgütleri Açısından Çözüm Önerileri”.........................................................................59 Yrd. Doç. Dr. İsmail ÖZBAY “Turizm Yönetiminde Bir Bakış Açısı: Çatışmalar Ve Çözümler”.................................................................73 Yrd. Doç. Dr. Kenan DUMAN “Gustave Le Bon’un Sosyal Bulaşma Düşüncesinin Yeni Medyadaki: Yansıması: Dijital Linç Kavramı Ve Twıtter İçerik Analizi”.............................................................................................87 Yrd. Doç. Dr. Serap BULDUK - Öğr. Gör. Esra USTA - Öğr. Gör. Yeliz DİNÇER - Öğr. Gör. Sevgi BAYRAM “Demanslı Yaşlılara Uygulanan Sanat Terapi Yönteminin Bilişsel Durum Üzerine Etkisinin İncelenmesi”..................................................................................................................................103 Uzm. Dr. Canay UMUNÇ “‘Charlıe Hebdo’ Saldırısı Üzerinden Fransız Basınında İslamofobinin Yeniden Üretilmesi: Le Monde Gazetesi Örneği”......................................................................................................................... 117 Dr. Osman SÜMER “Çağdaş demokrasi: çoğulculuk mu? Çok seslilik mi?”..............................................................................135 xiii Öğr. Gör. Hasan BİBEROĞLU - Öğr. Gör. Tuba PALA “Mobil Cihaz Teknolojisi İle Birlikte Gelişen Mobil Uygulamalar Ve Bunların İletişim Boyutunda İncelenmesi Üzerine Bir Araştırma”............................................................................................................151 Öğr. Gör. Murat GÖRAL - Yrd. Doç. Dr. Öznur BOZKURT - Psikolog İlhan BOZKURT “Örgütsel Çatışma Yönetiminin Tükenmişliğe Etkisi: Çağrı Merkezi Çalışanlarına Yönelik Bir Araştırma”..................................................................................163 Öğr. Gör. Nurgül SOYDAŞ - Turgay YAVAŞ “Sosyal Medyada Damgalama: Nihat Doğan Örneği”................................................................................183 Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT “Grafik Tasarımın Meslek Olarak Tanımı Ve Sektörel Durum”...................................................................197 Öğr. Gör. Reyhan SÖNMEZ “Konaklama İşletmesi Müdürleri Ve İşletme Sahiplerinin Çalışma Yaklaşımlarının Departman Faaliyetleri Bazında Değerlendirilmesi Ve İşletme Üzerindeki Etkilerinin Araştırılması”.........................215 Öğr. Gör. Sağbetullah MERİÇ - Yrd. Doç. Dr. Öznur BOZKURT - Öğr. Gör. Kutbettin ERDURUR “Örgütsel Çatışma Ve Kurumların Öğrenme Kapasiteleri Arasındaki İlişki: Bir Kamu Kurumu Örneği”..........................................................................................................................233 Öğr. Gör. Tuba PALA - Öğr. Gör. Hasan BİBEROĞLU “Üniversite Öğrencilerinin Sosyolojik Profilinin Araştırılması Gölyaka Meslek Yüksekokulu Örneği”.........................................................................................................249 Öğr. Gör. Tuba PALA - Öğr. Gör. Hasan BİBEROĞLU “Siber Dünyada Bireysel Güvenlik Ve Mahremiyet Bağlamında, İletişim Ve Sosyal Paylaşım Platformlarından Olan Facebook, Twıtter Ve Instagram Kullanıcılarının, Sosyal Ağları Kullanımı Esnasında Karşılaşabilecekleri Güvenlik Ve Risklerden Haberdar Olma Durumları Üzerine Bir İnceleme”..................................................................................................................................265 Arş. Gör. Damla TOSYALIOĞLU “Kriz Dönemlerinde “Duygusal Emek” Davranışının Ortaya Konulmasına İlişkin Bir İnceleme: Bir Saha Çalışması”..............................................................................................................277 Arş. Gör. Yusuf Bahadır DOĞRU - Sema DOĞRU “Bir Halkla İlişkiler Aracı Olarak Twıtter: Rektörlerin Twıtter Kullanım Analizi”....................................291 Aslı ÖZTÜRK “Kurumsal Güveni Korumada Kriz İletişiminin Rolü”................................................................................309 Berkant YILMAZ “Yeni Medya Ortamlarında Örgütlenme Ve Toplumsal Etkileri: #Sendeanlat Örnek Olay İncelemesi”...........................................................................................................325 Bülent AYDIN - Doç. Dr. Yusuf YURDİGÜL “Bir Sorun Olarak Boş Zaman Etkinliği Bağlamında Yeni Medya”............................................................341 Dzheylyan Y. HALIL (Ceylan HALİL) “Kurumlarda Kriz Yönetimi Ve Kriz Yönetiminde “İç Denetimin” Önemi”................................................353 xiv Esra BÜDÜN “Kriz İletişimi Kampanyalarının Etik Boyutu: Kuş Gribi İletişim Kampanyası”........................................369 Fatih GÜNAYDIN “Kemal Sunal Özelinde Komedi Filmlerinde Din Adamı Ve Dindarlık Olgusu”.........................................387 Gürbüz ÇİMEN “Geçmişten Günümüze Türk Kadının Beyaz Perde Ve Televizyonda Temsil Sorunu”.................................415 Necibe AYDOĞDU “Kentsel Hareketlerde Sosyal Medya’nın Rolü : Gezi Parki Örneği”.........................................................431 Oğuzhan GÖZEK “Derin Beyin Egzersizleri İle Farklılıkla Öğrenme Ve Öğretme Metodu”...................................................445 Sena ÇUBUKÇU “Karikatürler Bağlamında Kadın Temsili”..................................................................................................453 Sait KÖZOĞLU - Latif ERDOĞAN “Sendikaların Tarihsel Gelişimi Ve Toplumsal Barışta Birliktelik Sağlanması,Sendikaların Tarihsel Gelişimi Ve Toplumsal Barışta Birliktelik Sağlanması”.................................................................481 xv 16 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ GRUP İÇİ ÇATIŞMALAR: DİNİ GRUPLARDA KADIN VE STATÜSÜ Mehmet Ali KİRMAN1 Ömer Faruk IŞIKLI2 Özet Dini gruplar, toplumsal yapı içerisinde her zaman kendilerine yer bulmuşlardır. Ancak sosyal bir realite olarak varlıklarını sürdürebilmek için toplum içine yönelerek ve propaganda faaliyetleri yapmak ve yeni üye bulmak durumundadırlar. Bu noktada özellikle yeni toplumsal hareketlerinen önemli toplumsal tabanı olarak bilinen kadınlar üzerinden mesajlar verilerek gruplara katılım artırılmaya çalışılmaktadırAncak ister batı toplumlarında ortaya çıksın ister doğu toplumların da dini grupların içerisinde kadının varlığı ve statüsünün meşruiyeti her zaman tartışmalı bir konu olarak önemini korumuştur. Dini gruplardakadının statüsü genellikle dinden ziyade mevcut sosyal ve kültürel algı perspektifinde şekillenmiş ve kadınaona göre rol biçilmiştir.Bundan dolayı dini gruplarda kadın üyeliğinin grup içinde,özellikle de dini cemaatlerde önemli bir çatışma kaynağı olduğu da bilinmektedir. Bu çalışmada yüz yüze görüşme ve gözlemlerden elde edilen veriler yardımıyla şu sorulara cevap aranması amaçlanmaktadır:Dini gruplarda kadınlar üzerinden nasıl mesajlar verilmektedir(?) Kadın algısı ve statüsü nasıl şekillenmektedir(?) Özellikle İslami gruplarda kadınların dini metinler üzerinden öneminin vurgulanıp, gruba dâhil olduktan sonra nasıl ikincil planda tutulmaktadır(?) Cinsiyet eşitsizliğine yine dini metinler üzerinden meşruiyet kazandırılmasının nedenleri nelerdir(?) Ayrıca grup içi iş bölümü, bu iş bölümü içerisinde statü farklılığı söz konusu mudur? Buna bağlı olarak kadın üyeliği odaklı grup içi ne tür çatışmalar yaşanmaktadır(?) Anahtar Kelimeler:Toplumsal grup, Yeni toplumsal hareketler, Dini cemaat,Grup içi çatışma, Statü, Kadın ve Din 1 Prof. Dr. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi. [email protected] 2 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İlahiyat Fakültesi. Yüksek Lisans Öğrencisi, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1 INTRA-GROUP CONFLICTS: THE RELIGIOUS GROUPS AND WOMEN'S STATUS Abstract Religious groups,have found place them selves in a socialone a every t ime.But they have to find new member to continue their social reality in a society for their proffessionel expenditure. At this point peopletry toadd the women to the society becauset hey are know as the basic group of society. But both in thee astsocietyand west society, place of women always argued in religious group, place of women a genarally dependson social culture not religion. Sothe role of the women has been given accordingto culture not depends on religion. It is know that membership of a women in a religious community it a big conflict. Thiswork’saim is try ingtofindan wers with the help of observationsand face of speech: What kind of messages has been givento there ligious group abaut women(?) How is the perpectionand status of women formed(?) Specially, in Islamic writings they giveim portance to women rights but when the yadd the women their group stheydon’t give sameim portance. And what is there a songivinglegalitytoune quality of sex depends on religion? Besides, is there a statue difference between division of labour(?) And depends on this what kind of confilict zarepossiple according to membership of wom Keywords: Social groups, New social movements, Religious communities, İntra-group conflict, Status, Women and Religion. 2 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.Giriş Çalışmanın temel amacı, tarihsel süreç içerisinde dini grupların oluşumu ve sosyokültürel sebepleri, grup olgusunun ne olduğu, dini grupların çıkış nedenleri, buna bağlı olarak dini grupların toplum içerisinde yaşayabilmesi için ne gibi faaliyetlerde bulunmaları gerektiği, özellikle dini grupların “kadın olgusu” üzerinden çok fazla sosyal içerikli mesajlar vermesinin nedenleri ve dini gruplarda var olan “kadının” rolü, statüsü ve sınıfsal çatışmaların nedenleri gibi sorulara cevap aranmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde doğu-batı toplumlarında inanca dayalı pek çok din ve mezhep ortaya çıkmıştır. Bu dinlerin ve mezheplerin süreç içerisinde farklı dini boyutlar kazanıp, dini grupların ortaya çıkmasına neden olduğunu söylemek mümkündür. Dini grupların kamusal alana çıkarak toplumsal taban bulması ve yaygınlaşmasının özellikle 1950’lerden sonra olduğunusöyleyebiliriz Bunun nedeni dünyada oluşan siyasi etkenler, ekonomik buhranlar ve en önemlisi ise dünya savaşlarıdır. Buna paralel olarak, 17.yüzyılda aydınlanmayla başlayan sanayileşme ve sonucunda oluşan şehirleşmenin yayılması; şehirleşmenin getirdiği modernite ve küreselleşme gibi olguların etkisinin olduğunu söylemek mümkündür.Bu sosyolojik durumun sonuncunda, insanların dine dönüşü, ona sıkı sıkı bağlanma isteği, dini grupların ortaya çıkışı ve toplum nazarında kabul görmesiyle birlikte sosyal hayatın içerisinde kendine yer edindiği söyleyebiliriz. Dini grupların daha çok batı ve uzakdoğu ülkelerinde yaygınlık kazandığını ve dini grup aracılığıyla dine dönüşün olduğunu görmekteyiz. Burada seküler paradigmaların çoğu; sanayileşme ve modernleşmeyle birlikte insanların dinden uzaklaşacağı ve buna bağlı olarak dinin yok olacağı teorileri ortaya atılmıştır. Ancak bu paradigmaların çürüdüğü tarihsel süreç bağlamında görülmektedir. Dinin, dini gruplarla(cemaat) varlığını toplumsal tabanda kabul görmesiyle birlikte varlığını sürdürebildiğini söyleyebiliriz, ki bu noktada bazı seküler paradigmaların dinin yok olmasada, dinin farklı dini gruplara(cemaatlere) bölünerek daha spesifik bir yapı içerisinde varlığını sürdüreceğini ve bunların dini gruplar çerçevesinde olabileceği fikirleri de ortaya atılmıştır(bk. Kirman&Çapcıoğlu 2015). Bu nokta 21.yüzyılda bu tip dini grupların yaygın olarak varlığını sürdürmeye devam ettiğini söyleyebiliriz. Anadolu topraklarında ise dini gruplara tarihi süreçiçerisine baktıgımızda cemaatler, tarikatlar ve tekkeler varlığından bahsedebiliriz. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte bu tip dini grup ve cemaatlerin(tekke ve zaviyeler kanunu, 1925) resmi olarak kaldırıldığı bilinmektedir. Ancak Türkiye’de özellikle dini grupların 1980’li yıllardan sonra görünür hale geldiğini,sosyal hayatın içinde kendi hissettirmeye başlayıp taban bulduğunu ve yaygın bir şekilde sosyal hayata dahil olduğunu görmekteyiz (bk. Kirman 2004). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 3 2. Gruplaşma Olgusu İnsan toplumsal bir varlı olarak İnsanlık tarihi boyunca insanlar birlikte bazı ihtiyaçlarını daha kolay karşılayabileceklerinden dolayı toplum halinde yaşamakta, ancak bu şekilde bütün ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Çünkü nüfusun yoğun olduğu toplumsal kesimlerde insanlar, günlük ihtiyaçlarını ya da uzun vadeli maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kendilerine daha yakın olan ve ilişki kurabilecekleri kişilere ya da gruplara ihiyaç duymaktadır(Akyüz2013). Bu noktada gruplaşma olgusunun toplumsal bir ihtiyaçtan mı kaynaklandığını yoksa insanın toplumsal hayatta varlığını devam ettirmesinin bir realitesi olduğundanmıdır(?) bilinmez ama gruplaşma olgusunun var olan tüm toplumlarda vazgeçilmez bir olgu olarak karşımıza çıkmaya devam edeceğinide söylememiz mümkündür. Grup ve dini grup olgusunun oluşumunun bu sebeplere bağlı olarak ortaya çıkması bir çok sosyoloğun bu konuda farklı kavramlarıve tanımlamaları ifade etmelerine sebep olmuştur. Grup denince akla bazı ortak özellikleri olan bireyler topluluğu gelmektedir. Dış görünüş, dil, sosyo-ekonomik statü veya kültürel değerler ve uygulamalarla diğer insan topluluklarından ayrılırlar. Bir grup çoğu zaman ortak bir kimlik duygusu, üyeleri arasında paylaşılan çıkarlar ve hedefler ile karakterize olur. Fakat bir grup, üyeleri bazı nesnel özellikleri paylaştıkları için var olabilir ve değerleriyle bir grup olarak tanımlanabilir. Ancak sosyolojide yaygın bir kullanım alanı olan toplumsal grubu, yığınlardan ve toplumsal kategorilerden ayırmak gerekir(Kirman2011). Dini grup denince,din sosyolojisinde klasikleşmiş bir tipolojiye göre; tabii bir grubun dinin taşıyıcısı haline gelmesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda doğrudan doğruya dini sebeplerle bir araya gelme veya gruplaşma hali görülmez; önceden var olan grup bağının din aracılığıyla değişik bir şekil alması, bir anlamda daha da güçlenmesi söz konusudur. Bu durumda din, grubun uyumluluğunu arttıran bir işleve sahiptir. Tabii dini gruplar genellikle kabile dinlerine özgü olarak ortaya çıkarlar. Hassaten ya da sırf dini gruplar olarak adlandırılan gruplar ise, üyelerinin özellikle dini yönelişle bir araya gelmeleri sonucu oluşmaktadır. Dinin bizzat kendine özgü bir takım sosyoljik görünümler oluşturma gücünün yansıması olarak ortaya çıkan bu tür gruplar bireylerin önceden var olan grup bağlarının zayıflatarak, bazen hepten yok ederek yeni bir bağ ile bir araya gelmeleri suretiyle yeni bir gruplaşma yaratmalarına yol açar(Wach1987&Kirman2011). Dini grup olgusunun farklı tanımlama yorumlama biçimlerinin de ortaya çıktığını ve bu dini grupların çok yönlü ve karmaşık olan doğalarının anlaşılması için birbirinden farklı tanımlamalar yapıldığı görülmektedir. Bunlar “yeni dinler”, “sekt”, “kült”, “yeni dindarlık biçimleri”, “zararlı örgütler” , “yeni dini hareketler” gibi çok çeşitli kavramlarla ifade edilmeye çalışıldığını ve türkiyede ise söz konusu gruplara “kült grupları”, “tarikatlar”, “Yeni Çağ dinleri”, “yeni dini hareketler” gibi kavramlarla ifade edilmektedir(Kirman2011). 4 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Gruplaşma olgusu, insan var olduğu sürece kendi iç düzeninde bir şekle bürüneceğini ve tarihsel süreç içerisinde grup olgusunun toplum nazarında vazgeçilmez bir kurum olarak kalacağını, bunu da tarihi tecrübe görüldüğünüve göstermeyede devam edeceğini söyleyebiliriz. 3. Grup İçi Çatışma ve İş Bölümü Her toplumsal yapıların içinde sınıfsal bir çatışmanın olması sosyal bir varlık olan insanın realitesi haline geldiğini söyleyebiliriz. Bu sınıfsal çatışmanın daha çok sosyolojide toplumsal gruplara ayırıp, bu oluşan grupların farklı sosyal boyutlar içerisindeki sınıf mücadalelerisosyolojik bir vaka olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle 17.yüzyılda aydınlanmayla birlikte sanayileşmenin küresel hale gelmesi, şehirleşmenin oluşumuyla birlikte toplum içinde farklı gruplaşmanın ortaya çıkmasına neden olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında insanın, varlığını sürdürebilir olması için sosyal yaşam içerisinde kendine ait toplumsal bir iş bölümünün olması kaçınılmazdır. Bu sebepten toplumsal iş bölümünün olması ve bu bölümlerin kendi içinde sınıfsal bölümler halini almasıda süreç içerisinde görülmektedir. Sınıfsal çatışma denince akla ilk olarak Marx, toplumsal iş bölümü denince akla Durkheim gelmektedir. Marx’ın kavramı daha çok ekonomiklik ekseninde oluşan sınıfsal bir mücadele olgusu çerçevesinde şekillenmektedir. Bu kuramın genel çerçevesinde bulunançatışma iki düzeyde belirginleşir, bunlar iktidarı, gücü ve sermayeyi(üretim araçlarını)elinde bulunduran burjuvazi ile bunlara sahip olmayan,sömürülen(ezilen) işçi(proleterya) sınıflarıdır(Fındıkoğlu1975&Keskin2013). Sosyal sınıfları, toplumdaki nesnel olarak yapılaşmış ekonomik eşitsizlikler temelinde, yani bireylerin üretim ilişkilerindeki konumları içinde ele alır. Ekonomik ilişkiler sınıfların temelini oluşturmaktadır. Tüm sınıf ilişkileri sömüren ve sömürülen gruplar arasında oluşmaktadır. Sömüren bir artı değere sahip olurken sömürülenler ise iş-güçlerini satarak yaşamlarının devam ettirmektedirler. Her cemiyet üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin neticesi olarak ortaya çıkan sınıflar halinde organize olmuştur(Türkdoğan2004). Bu çerçevede çizilen sınıfsal çatışmayı, çalışmamızda; iki grubun sınıf mücadelesi çerçevesinde oluşan çatışmayı değil, var olan grubun kendi içinde oluşan kişilerin rol ve statüsünü koruma için yaptığı mücadele üzerine şekillenecektir. Durkheim, toplumsal iş bölümünde oluşan grupları daha çok mekanik iş bölümü ve organik iş bölümü çerçevesinde ele almıştır. Bu iki kavramı toplum içinde oluşan bir konsensüsü sağlamak toplumun bir arada yaşaması üzerinedir. Yani toplumsal bir çatışmanın olmaması ve bir arada yaşamı sürdürelebilir olmasıdır. Mekanik dayanışma, bir benzeşme dayanışmasıdır. Bu dayanışma biçimi bir toplumda egemen olduğu zaman bireyler birbilerinden pek az farklıdırlar. Aynı topluluğun üyeleri aynı duyguları hissettikleri, aynı değerlere katıldıkları, aynı kutsala inandıkları için birbirlerine benzerler. Bireyler farklılaşmadığı için toplum tutarlıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 5 Organik ise karşıt dayanışma biçimi, düşünce birliğinin yani topluluğun tutarlı birliğin farklılaşması ile doğduğu ya da anlatım bulduğu dayanışma biçimidir. Bireyler artık benzer değil, farklıdır ve bir bakıma farklı oldukları için konsensüsü gerçekleştirir(Aron2014). Amaçlar doğrultusunda gruplaşma olgusunun oluştuğunu ve bu grupların kendi içinde aynı değer aynı amaç için oluşan aidiyet duygusuyla birlikte grupların kendi içinde tutarlılığının olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca toplumsal konsensüsün sağlanmaması durumunda,grup içi çatışmaya yol açabileceğinden dolayı dini grupların kendi içinde bu konsensüsü sağlama zorunluluğu da ortaya çıkmaktadır. Şayet konsensüsün sağlanamadığı takdirde dini grupta bölünmelerin olması kaçınılmazdır. Bu çatışma unsurlarn kahirekseriyeti toplumsal cinsiyet bağlamında ortaya çıkmaktadır. Bunun sebebi ise var olan dini grupların, çıktığı din olgusu ve kültürel öğelerin baskın olmasından kaynaklanmaktadır. Dini grupların kendi içinde bazı öğretileride bu minvalde oluşturmaktadır. Gruplar genellikle ister semavi dinler olsun ister olmasın hemen hemen hepsinin erkek egemen(ataerkil) bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Bu bağlamda oluşan dini grupların kadın olgusu konusunda problemli olduğunu söylemek mümkündür. Bu probleminde kadının ikincil bir planda yer alması buna bağlı olarak toplumsal cinsiyet ve grup içinde çatışma unsurlarına neden olmaktadır. Bu toplumsal cinsiyet ayrımı ve çatışma unusuru olarak karşımıza “feminizm” olgusunu ortaya çıkarmaktadır. Feminizm; kadın/erkek için “eşitlik” ve “adalet” olguları çerçevesinde fikirlerini ortaya koymuştur. Buradaki kastımız kadınların erkek egemen anlayışına karşı oluşturduğu birliktelik hareketidir. Bu hareket, dini grup hareketi olarak düşünülmemelidir. Ancak kadın hakları konusunda dini grupların anlayışlarına da ciddi bir etkiside oluğu yadsınamaz bir gerçekliktir. Dini grupların kimliği ve özel mensubiyet duygusu, dini topluluklarla topluluk dışı fertler arasında görünür veya görünmez, esnek ya da katı sınırlar çizmektedir. Grup içindekiler için dahili bir arınma imkanı sunan dini gruplar, aynı zamanda müntesiplerini grup dışı tehlikelere karşı koruyan bir kalkan/sığınak işlevi görmektedir. Kendi normatif grup kimliğinden hareketle dışardakinin “ötekileştirilmesi” potansiyel dini çatışmanın ilk basamağını oluştururken; grup dışı kimlikler “biz” ve “onlar” karşıtlığı içinde algılandığında, çatışmanın zemini kendiliğinden oluşmaya başlamaktadır(Aydınalp2013). Dini grupların kendi içinde kansensüsü saglaması ancak grupları öteki olarak tanımlanması sınıfsal çatışmayı ortaya koymaktadır. Bu unusurlarla birlikte “biz” anlayışı grup içi çatışamanın olmayacagı anlamınada gelmemektedir. Grupların kendi içinde “biz” duyusu oluşsada çatışma unsurları bazı dini gruplarda görülmüştür.Seventh-day (yedinci-gün) adventists’ler olarak bilenen yeni dini gruplardandır. Bu grubun lideri olan kadının(Bayan Ellen White) ortaya attığı kehanetlerinin gerçekleşmemesi grup içi çatışmalarına sebep olmuştur. Özellikle dini konuların da etkili olmasıyla birlikte, liderin ölümünün grup içi çatışmaya bağlı olarak grubun bölünmesiyle sonuçlanmaktadır (Köse2011). 6 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Bu çatışmanın kendi içinde rol çatışmalarınıda tetiklemiş grup liderliği mücadelesine dönüşmüştür. Bu sonuçla kendi içinde farklı dini grup isimleri ve inanç biçimiyle devam etmiştir. Bununu dışında ortaya çıkan bir başka dini grup Mormon’lardır. Yaygın olarak bilinen bir dini gruptur; kadınlar konusunda temel olgusundan biri çokevlilik(poligami) olması ve evlilik konusunda sınırın olmamasıdır. Hatta grup lideri çokeşlilik konusu kamusal alanda doktorin olmasını ilanetmiştir (Mauss1998&Köse2011). Çokeşlilik konusuna kutsal sayılan (The Book Of Mormon) mormon kitabının Alma kitabı:39:5 bölümü dayanak gösterilmektedir.Buna rağmen grup içinde bu konu eleştirilmektedir. Bunun dışında kadınların grup içinde verilen iş bölümü çoğunlukla ikincil bir statüye sahiptir. Örneğin; kadına dini anlamda bir liderlik rolü ve statüsü olan kadın papaz unvanı verilemez. Bu anlayışın olması kadına verilen rol ve çokevllik meselesi grup içinde çatışma sebepleri olmuştur. Grup içinde kopuşlar olmuş, farklı mormon gruplar ortaya çıkmıştır. Bu gruplarda içinde kadınlara haklar verilmesi gerektiğini veçokevliliğin de yasaklanması gerektiğini söylemişlerdir(Köse2011). Bu farklı mormon grupların, grup içi çatışmaya neden olan bu konularda, inanç biçimlerini çatışmaya mahaal vermeden ortaya koymuşlardır. Buda kadının rolü, grup içinde statüsü tartışma ve çatışma vakası olarak karşımıza çıkmaktadır. İslami kökenli olup Türkiye’de oluşan dini gruplar, cemaatler ve tasavvufi tarikatlarda karşımıza çıkmaktadır. Bu grupların, üye kazanma arzusu ve cemaatin üye kazanma faaliyetlerinde bulunması reel gerekliliktir. Bu noktada, bu tip dini grupların kadının kamusal alanda var olması konusunda sosyal mesajlar verilmektedir. Bu sosyal mesajların verilmesi, kadının gruplara dahil olması, toplumsal hayat içerisinde varlığını kabul ettirmesiyle birliktegrup içi çatışma unsurları karşımıza çıkarmaktadır. Örneğin; dini gruba dahil olunmasına bağlı olarak, aile içi eşler arasında oluşan rol çatışmaları gibi... Dini gruplar kendi içinde oluşan toplumsal iş bölümünün olduğu gözlemlerimiz doğrultusunda görülmüştür. Bu bağlamda kadınların oluşturduğu(kadın cemaati) kendi içinde-yine aynı dini grup liderine bağlılığına devam etmekle birlikte-özerk olarak kadınlardan müstakil dini gruplar varolmuştur. Bu noktada kadınlardan oluşan grubun, dini grup liderinin görev verdiği kadının çevresinde oluşan üst yapı(yönetici) şekli görülmektedir. İşte bu durumda oluşan bu üst yapı, grup içinde rollere bağlı sınıfsal çatışma durumları karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca üst yapı içersindekigörüşmelerimizde, kadınların kendi içinde statüsel değişikliklerin olduğunu bu değişikliklerin genelde kadın cemaat lideri olan kişi tarafından grup içinde başarı gösteren(eğitim alan) kadınların (ablalık veya hocalık) statüsüne yükselmesi, kadının grup içinde üst kimlik kazandığını göstermektedir. Buna baglı olarak grup içinde rollere bağlı çatışma durumlar da karşımaza çıkmaktadır. Bu çatışmanın genellikle ablalık ve hocalık kimliğini kullanarak grup içinde grup liderinin yerine kendini koyarak hareket etmesi sebebiyle rollere bağlı çatışmalar görülmüştür. Süreç içerisinde bu tavrı sergiliyen kadınların grupdan ayrılmaları veya uzaklaştırılmaları gözlemlenmiştir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 7 Bu durumun grupdan kopuşlara neden olduğunu söyleyebiliriz. Görüşmelerimizde grup içinde ki kadınları bu duruma sebep olan kişinin grup içinde “fitne” olarak tanımladıkları görülmüştür. Bu çatışma sonucunda grup içinde belli bir statüye yükselen kişinin ve ona bağlı olan küçük kadın guruplarını yanına alarak grup içinde veya dışında ayrı özerk yapı oluşturmak istemesiyle karşılaşılmıştır. Yani grubun bölünmesi, bölünmeye sebep olan kişini etrafında farklı bir üst grup oluşturma şeklidir. Araştırdığımız kadın dini grupları( tasavvufi gruplar “Kadirili ve Nakşilik”) gözlemlerimiz doğrultusunda grup içi sınıfsal çatışma ve rol çatışmaları durumu gözle görülür bir durumdadır. Yukarıda verdiğimiz örnekte kadının var olan bir dini gruba dahil olması ve grup içinde kendine yer edinmesi toplumsal hayat içinde kendini gerçekleştirmiş olma hissi, kadının gruba bağlılığını arttırmaktadır. İşte bu nokta sosyal bir kurum olan ailede eşler arasında sınıfsal ve iş bölümüne (rollere) dayalı çatışmalar olduğunu görüştüğümüz dini gruba üye olan kadınlardan aldığımız bilgilerde karşımıza çıkmaktadır. Görüşme yaptığımız kişilerin kahirekseriyeti erkeklerin; gruptan ayrılması konusunda baskıya maruz kaldıklarını dile getirilmektedir. Çünkü; “eşlerin ev işlerinide ben yapım, çocuklara da ben bakim” vb. toplumsal iş bölümüyle (roller) alakalı argümanlarla uyarılarda bulunması, kadınını gruptan kısmende olsa uzaklaşmaya itmektedir. Hatta görüşmelerimizde; kadın mensubun eşi tarafından bazen bu dini gruba devam edersen “boşanırımtehdidi” ile karşılaştığını beyan etmiştir. Ancak bu tip tehdit ve uyarılara rağmen grup içinde kendisine düşen iş bölümünü(rolleri) en iyi şekilde yaptıklarını ifade eden kadınlarda olmuştur. Ancak tam tersi durumlarda gözlenmiştir. Kadınlar, bu baskılardan dolayıda eşler arasında çatışma olmaması için susup gruptan uzaklaştıklarıda görülmüştür. Bu durumun kadında var olan ataerkil algının etkisi olduğunu düşündürmüştür. Görüldüğü üzere var olan dini gruplar içinde sınıfsal çatışmanın yanında aile içi çatışma durumlarının olduğunu söyleyebiliriz.Toplumsal iş bölümü(roller) hemen hemen sosyal hayatın her noktasında görülmektedir. Ayrıca grup içi çatışma durumları sosyal hayatın içinde konsensüsü sağlanmadığı takdirde sosyal ve sınıfsal çatışma vakalarıyla karşılaşılmaya devam edeceğimizi söyleyebiliriz. Ancak burada akla gelen var olan toplumun sosyal hayat içinde iş bölümünü belirleyici unsurlar ne olduğu veya bu iş bölümünü kimin belirleyeceği sorusu da takılmaktadır. 4. Dini Gruplar ve Kadın Dini grupların genellikle ortaya çıkışı bir çok nedene bağlı olduğunu giriş kısmında belirtmiştik. Bu hususun en temel sebeplerinden biri toplumsal tabanın, bu dini gruplara ihtiyaç duymasıdır. Dini grupların var oluşu, genellikle var olan dinler çerçevesinde oluşmuştur. Toplumsal cinsiyet bağlamında dinin kadın konusunda ne söylediği ile nasıl söylediğinin zaman içerisinde farklı okunup algılandığı, bu okuma ve algılamaların ardındaki dinsel, sosyo-kültürel, bireysel, ekonomik, siyasal vs. faktörlerdir (Yapıcı2013). Tarihsel süreç bağlamında boyut değiştirip farklı algılamaların oluştuğu vebunların içinde dini öğreti ve kültürel olgularla iç içe girerek modernleşme ve sekülerleşme olguların etkisidini grupların varlığını ortaya çıkardığı düşünülmektedir. 8 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Bu dini gruplardan senkretik (çeşitli inanç unsurlarına bağdaştırılmasıyla meydana gelen yapı) özelliğe sahip olanlar da mevcuttur. Burada dini grupları şu şekilde tasnif edip sistemli bir şekilde ifade etmeye çalışacağız: 1. Hristiyan kökenli dini gruplar ve kadın, 2. Uzak-Doğu ve Hint kökenli dini gruplar ve kadın, 3. İslami kökenli olup Türkiye’deki dini gruplar ve kadın, şeklinde ifade edilecektir. Sosyal hayatın içinde her bireyin kendine ait özellikleri ve iş bölümleri vardır. Sosyal bir varlık olan insan toplum içinde bir dayanışma bağlamında yaşamını evrensel boyutta sürdürmektedir. Dini grupların sosyal hayat içerisinde var olması ve kadınların kamusal alanda varlığını bu gruplar aracılığıyla sürdürebilir olmasında özellikle dini grup ve kuruluşların önemli derecede etkinliğinin bulunduğu görülmektedir. Toplumsal cinsiyet bağlamında daha çok feminist hareketlerin etkinliği görüldüğünü ifade etmiştik. Burada feministler; toplumun ve kültürün belirlediği, hatta zamanla erkek hakim bir yapının oluşmasıyla kadınların sosyal, siyasal ve ekonomik hayattan uzaklaştırıldığı, neticede onların sadece kocaya itaat etme, ev işlerini aksatmadan yürütme erkek neslinin devamı için çocuk doğurma ve büyütme ile sınırlı rollere mahküm edildiği kanaatindedirler (Berktay2012; krş.Yapıcı2013). Bu duyguda olmalarının genellikle var olan dinlerin ataerkil yapısı ve dini metinlerin etkisi olduğu düşünülmektedir. Bu nedenlerden dolayı, kadının ikincil duruma düşmesi ve erkek hegemonyası altında kalmasına karşın, kadının kendini sosyal dini grupların aracılığıyla kamusal alanda varlığını ispat etme çabası, grup içinde kendini gerçekleştirmesi, toplumsal tabanda statü kazanması ve gruba aidiyet hissi ile bağlanmasını sağlamaktadır. Bu sebepten dini gruplarda kadınların rolü ve statüsü ne olduğu sorusu ortaya çıkmaktadır. 4.1. Hristiyan kökenli dini gruplar ve kadın Hristiyan kökenli dini grupların oluşumu ve ortaya çıkışı genellikle var olan dini inanç esasları bağlı ve kültürel olgularla şekillenip farklı boyut kazanıp kültler veya mistik bir boyuta dönüşerek sosyal hayat içerisinde toplumsal kabulle yerini almış ve almayada devam etmektedir. Bu dini gruplar farklı şekillerde farklı isimlerde karşımıza çıkmaktadır. Yaygın olarak bilinen adventist(evanjelik) akımlardır. Bu grubun kurucusu “William Miller”dir. Süreç içerisinde grup içinde çatışmaya bağlı olarak kopuşlar meydana gelmiştir. Bunlar kendi içinde üç farklı grup halini almıştır: 1.Yahova şahitleri. 2. Yedinci güm Adventistler ve.3.Branch Daviddians. Bu adventist gruplar içinde en dikkat çekici olan Yedinci gün Adventistsleridir. Çünkü liderin kadındır(Bayan Ellen White)(Köse2011). Dini gruplar içinde kadının varlığı toplumsal tabanda liderlik vasıfları taşıması kadını bu gruptaki rolü ve statüsünü belirgin bir şekilde göstermektedir. Dini gruplar içerisinde olan“Mormonlar”, kadın olgusu konusunda sınıf içi çatışma unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Grup içinde kadının daha çok grup üyesi artışı sağlamak için üreme ve çoğalma aracı olarak görülmüştür. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 9 Çünkü grubun temel doktorinel inanç biçiminde çok eşlilik mevcut olması nedeniyle grup içindeki erkeklerin birden fazla kadınla evliliği tespit edilmiştir. Bununla beraber kutsal mormon kitabında: zinayı, masum kanı dökmekten ve kutsal ruh’uinkar etmekten sonra günahların en iğrenci’(Alma kitabı.39:5) olarak geçmesi çok evlilik konusunu meşrulaştırmıştır. Buna bağlı olarak grubun kurucu kabul edilen Joseph Smith 27 ile 84 arasında eşi olduğu rivayet edilmiş ve sonra gelen diğer liderlerden olan Brigham Young’ın 17 eşinden 56 çocuğu olduğu ifade edilmiştir(Köse2011). Bu grubun kadına tanıdığı rol ve statünün sadece ‘eş’ olarak tanımlması kadının yalnızca üreme oracı olarak kullanıldığı düşündürmüştür. Grubun tarihsel süreç içinde siyasi baskılardan dolayıEylül 1890 yılında yeniMormon kilisesinin başkanı Wilford Woodruff bir bildiri yayınlayarak çok evlilik uygulamasına son vermiştir. Ancak kırsal kesimlerde bu çok evlilik uygulamasına devam edilmektedir. Bununla birlikte aile kurumununun önemi çocuklardan kaynaklanmaktadır.Bir aileye ve çoluk-çocuğa sahip olmanın, çocuk doğurmanın çok derin manevi anlamları vardır. Her şeyden önce, aile ve çocuk ezeli bir varlık olarak görülür. Bu anlamda bu dünyada ezeli bir gelişim çizgisi için önemli kabul edilen fiziksel bedenin, sadece önceden var olan çocukların ruhları için bir ikametgâh vazifesi gördüğüne inanılmaktadır. Bu sebeple Mormon kadınlar, anneliği, kendi hayatlarında en önemli yaşam rollerinden biri olarak görürler. Mormon kadınlar hamileliğin, ezeli-manevi ilişkileri yarattığına ve bir Tanrısal annelik modelini takip ettiğine inanırlar(Işık2006;bk.www.mormonum.org/mormonlar.html).Bu inanç şeklinde kadına verilen rolün annelik vasfından öteye gidemediği ve burada çocuğa verilen eğitimin öneminden dolayı kadın vurgusu karşımıza çıkmaktadır. Hristiyanlığın içinde ortaya çıkan ve senkretikolan“moonculuk”dur, kurucu Sun Yung Moon’dır. Grubla ilgili kadınlara yönelik pek bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak en yaygın olarak bilinen grup içi evliliklerin yapılmasıdır.Moon kurtarıcı ve mesih olmasından dolayı; birbirini belki hiç tanımıyan, hatta farklı milletlerden, farklı dilleri konuşan çiftler Moon tarafından eşleştirerek evlendirilir (Bıyık2003;bk.Kirman2010;Köse2011). Buradaki kişilerin eş tercihi değil, liderin eş tercihi, kadının grup içinde evlilik konusunda sözsahibi olmadığını bize göstermektedir. Ancakbu durumun dışında grubun üye sayısının artması özellikle ABD’de yaygınlık kazanması grubun kurduğu okullarda genellikle eğitim kurumlarında üst yöneticilerin kadın olması ve bu yöneticilerin oluşturduğu projeleri lidere sunmasıyla kabul edilmektedirBodur2015). Projelerin sosyal hayata aktarılması, dini grubun bu konuda kadını çok da geri plana atmadığının göstergesi olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Hristyan kökenli gruplar içinde dikkat çekici olan dini grup,“Chıldren Of God(Tanrının Çocukları)” olarak bilinmektedir. Grubun kurucusu, Devid Berg’dir. Kutsal metin olarak “Mo Mektupları (Mo Letters)” adı verilir. Grubun propaganda faliyetleri kadının cinselliği üzerinedir. Grubun bu faaliyetine “Flirty Fishing” denmektedir. Bu yöntem kadınların cinsel yönlerini kullanarak erkekleri harekete çekme veya onlardan bağış alma yetkisi vermektedir. 10 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Bu yönteme temel dayanak ise “Law Of Sove(Sevgi Kanunu)”adını verdikleri bu öğretiye göre kadın ve erkek gönüllülük esası üzerine, istedikleri şekilde birlikte olabilirlerdi. Ancak grup bu anlayış yüzünden kötü şöhret kazandırdığı için bu yöntemden vazgeçilmiştir(Hunt2003&Köse2011). Ayrıca grup içinde rollere bağlı çatışma unsurlarıda görülmektedir. Bu grup içinde onbeş yıl kalmış, gençlik yıllarını büyük çoğunluğunu bu grubun öğretileri üzerine yaşamış olan “Miriam Willams” gruptan ayrıldıktan sonra grubun içindeki yaşadıklarını kaleme almıştır. Grubun içinde yaşanan cinsel istismarları kadına verilen statü ve rolleri ortaya koymuştur. Kadının gruba üye kazandırmak için erkeklerle cinsel ilişkiyi kullanarak “bu sana tanrının bir armağanı, kalbini İsa’ya açarmısın”(Williams:2003). Şeklindeki ifadeyle gruba yeni katılımlar sağlanmaya çalışıldığını dile getirmiştir. Buradan anlaşıldığı üzere kadının rolü ve statüsü konusu, cinsellik ağırlıklı olarak karşımıza çıkmaktadır. 4.2. Uzak-Doğu ve Hint kökenli dini gruplar ve kadın Uzak-doğu ve Hint kökenli ortaya çıkan grupların var olan dinlerden teşekkül olduğu söylenebilir. Bunların içinde uzak doğuda yaşayan islami kökenli olan dini gruplarda karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte bu gruplar batıda ve ABD de görülmektedir. Yaptığımız teorik araştırmalarda uzak doğu kökenli dini grupların çoğunluğunun erkek egemen bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Bu dini grupların liderlerinin erkek olduğu ve kadına verilen statünün kahirekseriyetinin annelik rolünden öteye gitmediğini görülmüştür. Ayrıca verilen bu rollerden dolayı grup içinde rollere bağlı çatışma unsurlarıda görülmüştür. Ancak bazı istisnai dini gruplar kadını erkekle aynı statüye getirip ve ona göre hareket ettiğide tespit edilmiştir. Bu grupların içinde dikkat çeken grup, “Sai Baba” grubudur. Bu grup Hindu ve İslam karışımı bir yapıya sahiptir. Grubun lideri bu iki dini grup içinde yaşamış bir kişidir. Bu iki dinin öğretileri, Sai Baba grubunun öğretilerinin oluşumunda etkili olduğu görülmektedir. Grubun içinde lidere Sai Baba ifadesi kullanılmaktadır. ‘Sai’ kelimesinin evrensel anlamına geldiğini dolayısıyla Sai Baba’nn anlamının evrenin hem annesi ve hem babası olarak tanımlanmıştır. Ayrıca Tanrı’nın erkeklik ve dişilik boyutunu iddaa ederler. Buradan anlaşıldığı gibi dişilik(kadın) demek annelik özelliği demektir. Grubun kadın olgusu konusunda ortaya çıkan anlayışı şu şekilde ifade etmiştir Sai Baba; insanlar renk, ırk, din ve cinsiyet ayrımına tabi tutulamaz. Bununla birlikte kadının erkek eşitliği konusunda feminist yaklaşıma karşı çıkar. Mesela “anneliğin Tanrı’nın bir lütfu olduğunu, dolayısıyla annelerin iş hayatında bulunmaktansa çocukların gelişimiyle meşgul olmaları gerektiğini” savunur(Köse2011). Bu sebepten kadının rolü grup içi çatışmaya itmektedir. Kadını sosyal hayattan uzaklaştırıp kadını kamusal alanda rolü ve statüsünün ikincil planda da tutmuştur. Liderin kadın konusunda sosyal hayatta içerisinde var olması annelik vasfından öteye gidemeyeceğini, Erkek/Kadın eşitliğinde kadının annelik özelliği konusunda tanrısal bir meşruiyet kazandırdığı görülmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 11 Bir başka dini grup ise “Rajneeshe(The Osho Movement)”dir. Grubun lideri hint kökenli felsefe profösörü olan “Shree Rajnesh”tir. Yapısı ve kadına verilen statü konusunda, erkek egemen ağırlıklı olduğu, liderin yine cinsellik merkezli bir anlayışı olduğu tespit edilmiştir. Cinsellik konusunda her türlü serbestliği mazur görülüp, kürtaj konusunda sınır tanınmamaktadır. Ayrıca grubun kadın müritleri ve Rolls Royce marka arabalarıyla ünlenmiştir(Hunt2003&Köse2011). Grubun cinsellik üzerine söylemi grubun kadın konusunda verilen statüsü cinsel bir meta olmaktan öteye gidememektedir. Bunun dışında karşımıza Budist geleneğinden ortaya çıkan “Soka Gakkai(Nıchıren shoshu budizmi)”dir. Bu dini grup Japonyada ortaya çıkmış, budist geleneklerine bağlı hareket etmiştir. Dini grub üyeleri meslek, yaş veya cinsiyete göre gruplayıp, periyodik olarak toplanılıp, kendileriyle ilgili konuları Budist fikirleri çerçevesinde tartışırlar(Barker1989&Köse2011; bk. www.sgi.org). Grupta dikkat çekici olan grubu cinsiyete göre belirlemesi, grubun kadına verilen müstakil yapısı olduğunu, bu çerçevede kadının statüsel olarak bir yer edindiğini ve kendi grubu içinde tartışmaların yapıldığını bize göstermektedir. Uzak-doğu kökenli dini gruplarda da en dikkat çekici olan, kadının rolü ve statüsü konusunda dünyada bir çok otoriteden destek alan dini grup; “Brahma Kumaris”dir. Grubun kurucusu hindistanda yaşayan “Dada lekh Raj” dır. Bu grubun bu derece dikkat çekmesi kadına verdiği rol ve statü belirginliğidir. Grup lideri 1969’da ölmeden önce hareketin liderliğini kadın üyelere bıraktığını açıklamıştır. Şu anda hareketin liderliğini hareketin başından beri yer alan Bayan Dadi Janki ve iki kadın yardımcısı üstlenmektedir. Grupta “Raja Yoga” adlı meditasyon tekniği uygulanır ve meditasyon bir rehber eşliğinde gerçekleştirilip ve rehberin bayan olmasıda tercih edilir. Grubun organizasyonlarında kadınlara verdiği önemli roller ve kadınların statüleri ile ilgili görüşler batı kamoyunda takdirle karşılanmaktadır.(Chryssides2001&Köse2011; bk. www.brahmakumaris.org). Dini grubta kadının toplumsal hayat içerisinde rolü ve statüsünün net bir şekilde olduğu görülmektedir. Bu sebepten sosyal hayatın içerisinde kadın üye kabulünün artmasını da sağlamaktadır. Mâmafih,yukarıda belirttiğimiz grupların dışında ve tespit ettiğimiz bir çok dini grubun olduğu söyleyebiliriz. Bu gruplar; “Hare Krıshna(Iskcon)”, “Divine Ligt Mission(İlahi Işık Misyonu)”, “Transcendetal Meditation(Transandantal Meditasyon”, “Ananda Marga(Mutluluk Yolu)”, “Reiki(Evrensel Hayat Enerjisi)” gibi grupların olduğu, bu grupların içinde İslami kökenli olan “Subud” grubuda dahil olmak üzere tespit edilmiştir(Köse2011). Bu gruplarınkadın konusunda net bir statüsel bir belirginlik yoktur. Sadece yapılan ibadetlerde gelenek olarak görülen giyim kuşam veya ibadet ritüellerinde farklılık söz konusudur. Buda kadına verilen özel bir statüyü ifade etmemektedir. 12 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 4.3. İslami kökenli olup, Türkiye’deki dini gruplar ve kadın Türkiye’de ortaya çıkan islami kökenli dini gruplar uzun yıllar bu toprak üzerinde varlığını sürdürmüştür. Bu konuda bir çok tasavvufi oluşumlar olan tarikatlar ve cemaatler ortaya çıkmıştır. Tarihsel süreç içerisinde Türkiye’de 1923’de rejim değişikliğine bağlı olarak dini gruplara bakış açısı değişmiş ve bu grupların yasaklanması için hazırlanan tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunu(1925) çıkarılmış ve Türkiye’deki dini gruplar görünürlüğünü kaybetmiştir.Dünyada oluşan modernleşme ve küreselleşme olgusu, Türkiye’yi etkilemesiyle birlikte, 1980’den sonra dini gruplar sosyal hayatın içinde belirginleştiğini, 1990’dan sonra görünür hale geldiğini söyleyebiliriz. Bu süreç içinde de dini grupların yapısal ve fonksiyonel bir değişim ve dönüşümsürecine girmelerini zorunlu kılan birçok sebebin varlığından söz edilebilir.Dini grupların böyle bir dönüşüm sürecine girmelerinde en önemli etken,yeni şartlarda da varlıklarını sürdürmek istemeleridir. Kuşkusuz bu arzunungerçekleşebilmesi, her şeyden önce kendilerine yeni üyeler edinebilmeleri ve toplumsal tabanlarını genişletmeleriyle mümkündür(Kirman2004). Türkiye’deki dini grupların islami kökenli olması ve dininde ataerkil yapıya sahip olması dini gruplarda da kahirekseriyetinin bu şekilde bir algının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu algının bir başka nedeni; toplumun kültürel kabullerinden kaynaklandığını da söyleyebiliriz. Ancak modernleşmeyle dini grupların kadın konusunda sosyal içerikli mesajın vermesi kur’an merkezli eşitlikçi vurgu, özellikle de ayetler bağlamında: Ey insanlar! biz sizi bir erkek bir kadından yarattık(Hucurat49/13) ve buna benzer bir çok ayette(Nisa4/1,Zariyat57/51 vb.) bu vurgu bulunmaktadır. Bu sosyal mesajların kadının dini gruba katılmasıyla birlikte kadının kamusal alan içinde var olması, kadının toplumsal hayatın içinde “bende varım” demesidir. Görüşmelerimiz ve gözlemlerimizdeki dini grupların genelinde kadınlardan oluşan bir alt birimi vardır, bunlar“kadın cemaati” şeklinde ifade edilmektedir.Fakat bazı dini gruplarda erkek ataerkil yapının baskın gelmesi ve kadının ikincil planda tutmasını sağlayan hadis literatüründe bulunan“Başlarına bir kadını geçiren bir topluluk asla iflah olmayacaktır”(Buhari,Meğazi82,Fiten18;Tirmizi,Fiten8;İbnHanbel,43,47,51 vb. bk.Toker2007).Benzerindeki hadislerle kadının grup içinde statüsel olarak ikincil plana kalmasını sağlamaktadır. Buna bağlı olarak geleneksel din algısının etkisiyle kadına çizilen bu alandan kaçıp farklı bir yapısal sisteme dönüşmektedir.Bu yapısal dönüşümetkisiyle dini gruba benzer islamcı sivil toplum örgütleri(Gökkuşağı kadın platformu ve KADEM vb. organizasyonlar) karşımıza çıkmaktadır. Bu grupların geneli sadece kadın oluşumlarıdır. Bu grupların özelliği kendilerine özel alanlar tanımlayan geleneğe eleştiriler getiren, islamcı hareketin aktörleri olarak da kamusal alanda yer almaktadır(Çayır2009). Bu grubun kadının kamusal alanda var olması ve onlarında bir sözü olduğunu kadının toplumsal alanda hem dini gruplarda hemde İslami sivil toplum örgütlerinde görülmüştür, Göle’nin ifadesiyle kadınlar ikincil yedek aktörler değil, tam tersi, hem modernist hem islamcı hareketlerin önemli simge taşıyıcıları ve toplumsalyaşam kurucularıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 13 Günümüz toplumunda kadının daha belirgin önem taşıdığı görülmektedir(Göle2009). Toplum nazarında artık kadının var olduğunu her alanda kurucu olarak ortaya çıkacağını söyleyebiliriz. Görüşmelerimizdeki kadınların kahirekseriyeti tasavvufi dini gruplara(Kadirilik ve Nakşilik vb.) üye olması, tasavvufun kadınının sosyalleşmesini sağladığını düşündürmüştür. Tasavvufun temel anlayışının tasavvufta insaniyet, insaniyetli ve insancıl olmak esas alındığından cevheri ve özü itibariyle erkekle kadın bir, eşit ve aynı hak vesorumluluklara sahip olarak kabul edilir. İnsan olmalarıitibariyle aynı zata, mahiyete ve öze sahip olduklarından aralarında fark gözetilmez.İki cins arasındaki fark zatta ve mahiyette değil, ayrıntı ve görüntüdedir,şekildedir(Uludağ2012). Buradan anlaşıldığı üzere tasavvufi yapılar kadın/erkeğe insan olduğu gözüyle bakmaktadır. Görüştüğümüz kadın cemaatlerin(Kadrilik/Nakşilik grupları ve islamcı sivil toplum kuruluşları vb. ) üye kadınların geneli gruba dahil olduktan sonra kendilerini sosyal hayatın içinde var olduklarını hissetmeleri ve hayır işlerine dahil olmaları onların hem dini bir vecibeyi yerine getirmenin huzurunu yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Özellikle dini gruplarda yaygın olan kermes faaliyetlerinde kadının rolü daha belirgindir. Bu organizasyonda kadının bu faaliyetlerde bulunması kadının sosyal hayatın içinde kurumsal dini ibadetlerin genelinde erkeklere oranla ikincil pozisyonda kalmalarının eksikliğini başka bir takım dini pratiklerle telafi ettikleri ifade edilmekte ve ayrıca bu tip faaliyetler, sosyalleşme konusunda pek az imkanı olan kadınlar için yakın çevrenin dışına çıkmalarına, kendine özel alanla tanımlayan geleneğin geleneksel din anlayışının kalıplarını kırmalarına ve ev dışında kendilerine alan açmalarına imkan verme gibi bir fonksiyonu icra etmektedir(bk.Raudvere2003;Çelik-Şahin2006;Macit2014). Bu durum dini grup içinde toplumsal iş bölümü(rollerini) net bir şekilde gösterdiğini, üreten kadın tipolojisnide karşımıza çıkarmaktadır. Kadının sosyalleşmesi ve bu konuda kadının statüsünün grup içinde ne olduğuna dair bilgilerin belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Mâmafih, Türkiye’de ortaya çıkan dini gruplara kadın ve statüsü konusunda netlik olmakla beraber ikincil durumlarda karşımıza çıktığı da görülmüştür. Sonuç Yaptığımız bu saha çalışması; görüşmeler,gözlemler ve teorik araştırmalarda dini gruplar içinde “kadın olgusu” var olan dinlerin kadın algısı veya toplumun örf, adet ve gelenekleri çerçevesinde şekillendiğini göstermiştir. Ancak bu dini gruplardaki kadının toplumsal alanda var olmasınada engel olamamıştır. Semavi olan ya da olmayan tüm dinlerden teşekkül olmuş dini gruplar kadını statüsü konusunda dinsel metinlerüzerinden etki altına almıştır. Bu hemen hemen tüm dini gruplar için geçerli olduğunu göstermektedir. Bu durum ortaya çıkan dini grupların kendi içindeki dini öğretilerinin oluşumunda da görülmektedir. Tespit ettiğimiz tüm dini grupların kendi içinde farklı bir profil çizdiğini, yine erkek egemen algının baskın gelmesi, dini gruplarda kadına çok farklı statülerin verildiğini görmekteyiz. 14 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Bu statüler kimi gruplar eşitlik ve adalet çerçevesinde oluştuğunu, kimi gruplarda ikincil bir planda olduğunu söyleyebiliriz. Dini grupların, grup içi çatışmaları tespitlerimizde kadın merkezli olmakla beraber aile içi rol çatışmalar da tespit edilmiştir. Genellikle tespit edilen çatışma vakalarında kadının rolü ve statüsü çerçevesinde olduğunu buna bağlı olarak grup içi rol çatışmasının olması ve dini gruplarda bölünmelerin olduğu da görülmüştür. Kadınlardan müstakil olan gruplarda ise grup içinde var olan roller ve statü farklılığının olması, var olan dini gruplarda ki görüşmelerimizde de tespit edilmiş ve ortaya konmuştur. Hristiyan kökenli dinlerde karşımıza çıkan dini grupların(hareketin) kadının statüsü genellikle cinsellik üzerinden veya ikincil planda olarak görülmüştür. Bu durumun olması toplumsal cinsiyet bağlamında feminizm hareketlerinin ortaya çıkmasının nedenlerinden birisidir. Bu durum uzak-doğu ve hint kökenli dini gruplar içinde geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Bu gruplar içinde kadın lider olan dini grupların olduğuda unutulmamalıdır. İslami kökenli dini gruplarda da kadının genellikle ikincil planda kaldığını söyleyebiliriz. Ancak islami kökenli dini grupların çizdiği kadın tipolojisine karşı gelmiş, kendi içinde farklı şekillerde ortaya gruplar çıkmıştır. Bu üç farklı kökende ortaya çıkan dini grupların erkek egemen anlayışının olması yine bizim karşımıza toplumsal cinsiyet farklılığı sorununu çıkarmıştır. Bu durumun oluşması her ne kadar da dini gruplar içinde kadının rolü ve statüsü sorunu olsada bu problematiğin bizim çalışmamızda var olan durumu tespiti olarak ifade edebiliriz. Sonuç olarak dini grupların toplumsal tabanda varolacağını kadın ve statüsünün ne olacağı veya ne olması gerektiği tartışma konusu hep var olmaya devam edeceğini söyleyebiliriz. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 15 Kaynakça 1. Akyüz N., Dini Gruplar Sosyolojisi, Din Sosyolojisi El Kitabı., Grafik Yayınları(ed. N. Akyüz& İ. Çapcıoğlu)., Ankara.s.463-80.(2013). 2. Aron R., Sosyolojik Düşünce Evreleri., Kırmızı Yayınları( çev: K. Alemdar)., İstanbul s229-290. (2014). 3. Aydınalp H., Sosyal Çatışma Sürecinde Din., Din Sosyolojisi El Kitabı., Grafik Yayınları (ed. N. Akyüz& İ.Çapcıoğlu). Ankara.s.645-669 (2013). 4. Berktay F., Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın., Metis Yayınları. İstanbul (2012). 5. Bıyık M., Yeni Dünya Düzenine Küresel Bir Din Modeli: Moonculuk.,Milel ve Nihal, yıl 1 sayı 1 s.93-114. (2003) 6. www.brahmakumaris.org.,28 Temmuz 2015. 7. Bodur H.E., Modern Türkiyede Dini Hareketler Ders Notları., (2015). 8. Çayır K., İslamcı Bir Sivil Toplum Örgütü: Gökkuşağı İstanbul Kadın Platformu., İslam’ın Yeni Kamusal Yüzleri. Metis Yayınları. s.41-67. İstanbul.(2009) 9. Çelik C.&Şahin İ.,Kadın Dindarlığı: Bir Paradoksun Söyledikleri., Toplum Bilimleri Dergisi.,Ocak‐Haziran 1‐3: s.141‐166 (2009). 10. Göle N.,Modernist Kamusal Alan ve İslami Ahlak., İslam’ın Yeni Kamusal Yüzleri. Metis Yayınları. s.19-40. İstanbul.(2009) 11. Hunt S.,AlternativeReligions, AldershotAshgate., (2003). 12. Işık R.,Mormonluk ve Mormon Kilisesi Üzerine Bir Araştırma.Cumhuriyet Üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, cilt X/1, s. 165-190,(2006) 13. Kirman M.A&Çapcıoğlu İ., Sekülerleşme: Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar., Otto Yayınları.Ankara.(2015) 14. Kirman M.A. Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü., Rağbet Yayınları.İstanbul.,(2011). 15. __________Türkiye’deToplumsal Değişme ve “Yeni Dini Cemaatler”.,Muhafazakar Düşünce • Yıl: 1- Sayı:2, s.61-77(2004). 16. __________Yeni Dini Hareketler Sosyolojisi. Birleşik Yayınları. (2010). 16 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 17. Köse A., Milenyum Tarikatları., Timaş Yayınları., İstanbul (2011). 18. Macit M., Geleneksel Hayır Anlayışının Modern Görünümleri: Kermesler., Kültür ve Din (ed. M. A. Kirman& A.Özbolat)., Karahan Yayınları. Adana. s.75-95 (2014). 19. www.mormonum.org/mormonlar.html., 24 Temmuz 2015. 20. Öztürk M., Kur’an-ı Kerim Meali; Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri. Düşün Yayınları.İstanbul (2011). 21. Raudvere C., Çağdaş İstanbul’da Sufi Kadınlar., Çev; D. Acar. Kitap Yayınları. İstanbul. (2003). 22. www.sgi.org., 26 Temmuz 2015. 23. Toker İ., Kadınların Peygamber Algısı Müslüman Kadınlar ve Hz. Muhammed. Usûl İslami Araştırmalar., sayı 7. Ocak-Haziran., s.137-156. (2007) 24. Türkdoğan O., Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi., IQ Yayınları. İstanbul (2004). 25. Uludağ S., Tasavvufta Kadın., Din ve Toplumsal Boyutlarıyla Cinsiyet II.,Tartışmalıİlmi İhtisas Toplantısı 26-27 Mayıs. Üsküdar/İstanbul. s.289-295 (2012). 26. Williams M.,Kutsal Fahişeler., Çev: M. B.Çevikus., Varlık Yayınları. İstanbul. (2003). 27. Yapıcı A., Kimlik, Bilinç ve Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Din ve Kadın., Karahan Yayınları. (2013). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 17 18 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ LİBERAL DEMOKRASİNİN ONTOLOJİK VE AHLAKİ TEMELLERİNE YÖNELİK ELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM Naci İSPİR1 Yusuf YURDİGÜL2 Özet Herhangi bir siyasal ya da toplumsal sistem dayanmış olduğu ontolojik ve ahlaki temellerden bağımsız olarak düşünülemez. Zira her siyasal sistem belli bir insan doğası tanımlamasına, bu insan doğası tanımlaması da genel bir varlık tanımlamasına bağlı olarak ortaya çıkar. İdealist bir ontolojiye dayanan insan doğası tanımlamasıyla, pozitivist ya da materyalist bir ontolojiye dayanan insan doğası tanımlaması kuşkusuz birbirinden farklı olacaktır. 19. Yüzyıl Avrupa’sında siyasal anlamda yaygınlaşan liberalizmin kökleri son 300 yılda gelişen fikirler ve teorilere dayandırılmıştır. Liberal fikirler, Avrupa’da feodalizmin çöküşü ve onun yerine gelişen bir piyasa toplumunun veya kapitalist toplumun sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bir çok açıdan liberalizm, mutlak monarkların ve toprak sahibi aristokratların yerleşik iktidarı ile çatışma halinde büyüyen orta sınıfın özlemlerini yansıtmaktadır. Sanayileşme batı ülkelerinde yaygınlaştıkça, liberal fikirler zafer kazanmıştır. Böylece liberalizm sanayileşmiş Batı’da hakim ideoloji haline gelmiştir. Bu da bize liberalizm ile kapitalizm arasında sıkı bir bağ olduğunu göstermektedir. Öyle ki kapitalizm ayakta kaldığı sürece, liberalizm de alternatif biçimleriyle ayakta kalacaktır. Bu şekliyle liberalizm, kapitalist toplumda mülkiyet sahibi yönetici sınıfın iktisadi çıkarlarının koruyucusu olarak şekillenmiştir. Liberalizme yönelik olumsuz tavırların temelinde, batının endüstriyel gelişim sürecinde, endüstride çalışan insanları sömürmüş olmasının yattığı söylenebilir. Liberalizmin isteyerek ya da istemeyerek esasta 19. Yüzyıl kapitalizmine ait “laisses-faire” ekonomik yöntemiyle aynileştirilmesinin ona yönelik eleştirilere haklılık kazandırdığını söyleyebiliriz. Siyasal anlamda liberalizmin, özgürlüğe dayalı rasyonel bireyi merkeze aldığı için insanın kişiliğini birinci değer olarak kabul ettiği söylenebilir. Buna göre rasyonel bir varlık olan birey kendi amaçlarını gerçekleştirirken hiçbir dış engel ve müdahale ile karşılaşmamalıdır. Bu durum bireysel hak ve özgürlüklerin varlığını ve bunların eşit dağılımını zorunlu kılar. Ancak liberal demokrasi dayanmış olduğu ontolojik ve ahlaki temelleri ile bu iddiasını gerçekleştirmede büyük ölçüde başarısız olmuştur. Biz bu bildiride, kapitalist üretim biçiminden bağımsız olarak düşünülemeyen liberal demokrasiyi, materyalist ontolojiye dayanan sonsuz arzulayıcı, sınırsız sahiplenici ve özellikle yararlılıkların tüketicisi olarak ele aldığı insan doğası tanımlaması ve bu tanımlamaya bağlı olarak dayandığı utilitarist ahlak anlayışıyla bireysel faydanın maksimize edilmesi iddiasını gerçekleştirmede neden başarısız olduğunu tartışmaya açmaya çalışacağız. Anahtar Kelimeler: Demokrasi, Liberal Demokrasi, Kapitalizm, Sahiplenici Bireycilik, Utilitarizm 1 Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü, [email protected] 2 Doç. Dr. Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 19 A CRITICAL APPROACH FOR LIBERAL DEMOCRACY’S ONTOLOGICAL AND MORAL BASIS Abstract Any political or social system can not be considered independently without their ontological and moral foundation. Every political system have certain human nature description and this human nature description also comes up with general being desription. There are definetely dissimilarities between human nature description which based on an idealist ontology and based on a materialist ontology. Liberalism’s roots spreading as political in 19th century Europe based on ideas an theories which have developed in last 300 years. Liberal ideas has emerged as a result of developing or capitalist society or the collapse of feudalism in Europe and a market society devoloping in its place. In many respects, liberalism, reflects the aspirations of the growing middle class in conflict with the entrenched power of the aristocracy and absolute monarchs and landlords. In western countries, as long as industrialization continue to spread, liberal ideas have gained victory. Thus liberalism has become the dominant ideology in the industrialized West. This shows us that there is a close link between capitalism and liberalism. As long as capitalsim stands, libelralism will also stand with alternative forms. In this way, liberalism has been shaped as the guardian of capitalist society property with the economic interests of the ruling class. On the basis of a negative attitude towards liberalism, ın the process of west ındustrialization improvement, it can be said that the west exploit the labour class. We can say that liberalism willingly or unwillingly on the principles of 19th century capitalism “laisses-faire” to be reconciled with economic methods justify critisim about liberalism. Potically ‘’Liberalism’’, because of taking a rational individual freedom based centers, the personality of person can be said to be regarded as the first value. According to these ideas, while person as rational being achieve his/her goals, he or she shouldn’t encounter with any external obstacles and intervention. This makes it necessary to the existence of individual rights and freedoms and the equal distribution. However,based on ontological and moral foundations of liberal democracy has been largely unsuccessful in achieving this claim. Liberal Democracy which can not be thought without capitalist production form, enldless desire based on materialist ontology , unlimited possessive and especially as it addresses consumers’ utility identification of human nature and We will try to open a debate on why we fail utilitarist morality is based on this definition, depending on the individual to realize his claim to maximize benefits. Keywords: Democracy, Liberal Democracy, Capitalism, Possessive individualism, Utilitarism 20 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Giriş Siyasal otoritenin temsili ile hak ve özgürlüklerin dağılımı arasında bir denge kurmaya çalışan liberal demokrasi anlayışı, günümüzde demokrasinin yegâne türü olarak algılanmaktadır. En yalın haliyle bireysel özgürlüğün, hukuki savunmanın ve anayasacı devletin teori ve pratiği olan “liberalizm” ile en basit tanımıyla, halkın halk için halk tarafından yönetimi demek olan “demokrasi” sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan liberal demokrasi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı toplumlarında var olan siyasal kurumları, bu kurumların varoluşlarını güvence altına alan hukuk kurallarını ve bu kurum ve kurallar içinde işlemekte olan siyasal süreci anlatmak üzere kullanılan bir kavramdır (Köker, 1992: 29). 19. yüzyılda siyasal anlamda yaygınlaşan liberalizmin kökleri, son üç yüzyılda gelişen fikirler ve teorilere dayandırılmıştır. Liberal fikirler, Avrupa’da feodalizmin çöküşü ve onun yerine gelişen bir piyasa toplumunun veya kapitalist toplumun bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Birçok açıdan liberalizm, mutlak monarkların ve arazi sahibi aristokratların yerleşik iktidarı ile çatışma halinde büyüyen orta sınıfın özlemlerini yansıtmaktadır. Sanayileşme Batı ülkelerinde yaygınlaştıkça, liberal fikirler de zafer kazanmıştır. Liberaller, yönetimin müdahalesinden bağımsız, sanayileşmiş ve serbest piyasa çerçevesinde işleyen bir iktisadi düzeni savunmuşlardır. Böylece liberalizm, sanayileşmiş Batı’da hâkim ideoloji haline gelmiştir. Bu da bize liberalizm ile kapitalizm arasında sıkı bir bağ olduğunu göstermektedir. Öyle ki Arblester’ in de ifade ettiği gibi kapitalizm ayakta kaldığı sürece, liberalizm de alternatif birimleriyle ayakta kalacaktır(1984:7). Bu iddia, liberalizmi eleştirenler kadar liberalizm taraftarlarınca da dile getirilmiştir. Örneğin, Marksistlere göre liberal fikirler, kapitalist toplumda mülkiyet sahibi “yönetici sınıfın iktisadi çıkarlarının” yansımasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla Marksistler, liberalizmi, “burjuva ideolojisi” nin klasik bir örneği olarak görmektedirler. Öte yandan Friedrich Hayek gibi düşünürler, iktisadi özgürlüğün (özel mülkiyete sahip olma, kullanma ve elden çıkarma hakkı) siyasi özgürlüğün zorunlu teminatı olduğu iddiasındadırlar. Bundan hareketle Hayek, liberal demokratik sistemin ve sivil özgürlüklere saygının sadece kapitalist iktisadi düzen bağlamında gelişebileceğini öne sürer(Vincent, 2006: 33). Liberalizmin temelde, özgürlüğe inanan insanı, rasyonel bireyi merkeze aldığı için insanın kişiliğini birinci değer olarak kabul ettiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle liberalizmde insanın varoluşu ve amaçlara yönelmesi her türlü toplumsal ve siyasal düzenlemenin çıkış noktasıdır. Buna göre rasyonel bir varlık olan birey, kendi amaçlarını gerçekleştirirken hiçbir engel ve müdahale ile karşılaşmamalıdır. Bu durum, bireysel hak ve özgürlüklerin varlığını ve bunların eşit dağılımını zorunlu kılar. Bunun için bireyin dışında kolektif herhangi bir gücün bireye müdahale etmemesi gerekir. Bu haliyle liberalizmin her şeyden önce siyasette, ekonomide, dini ve kültürel hayatta farklılığın yanında yer alarak, plüralist toplumun tesisini ülkü edinmiş olan fikirler manzumesini temsil ettiği söylenebilir. İnsana saygı ve hoşgörüyü temel felsefi tavır olarak belirleyen liberalizmin öngördüğü sosyal-siyasal örgütlenme tarzı da 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 21 buna uygun bir şekilde, özgürlük ve eşitlik ideallerini mümkün en geniş anlamda etekemiğe büründürerek kurumsal yapı ve düzenlemeleri içermelidir. Bu bağlamda siyasal liberalizmin dayandığı temel kavramlar, bireycilik, rasyonellik, özgürlük, hukuk devleti, hoşgörü ve farklılık olarak ortaya çıkmaktadır. Ontolojik Ve Ahlaki Temeller Bağlamında Liberal Demokrasi Tartışmaları Yukarıda özetlemeye çalıştığımız şekliyle siyasal liberalizm ile demokrasi arasında temelde bir çatışma görülmemektedir. Birçok ad ve türü olmasına rağmen, bir yönetim tarzı olarak demokrasinin bazı değişmezleri olduğu da bir gerçektir. Buna göre demokrasi: Profesyonel siyasetçilere ihtiyaç duymaksızın, halkın kendi kendini doğrudan veya dolaylı olarak yönettiği bir hükümet şeklini; hiyerarşi ve imtiyazdan ziyade eşit fırsatlara ve bireysel liyakate dayalı bir toplum yapısını; temel belirleyici kararların halkın çoğunluğu tarafından alındığı çoğunluk yönetimi ilkesine dayalı bir karar verme sistemini; çoğunluğun iktidarının çoğunluğun tahakkümüne dönüşmesini engelleyecek ve bu suretle azınlıkların hak ve çıkarlarını koruyup gözetecek bir kontrol mekanizmasını; kamu görevlilerinin genel ve eşit oyun söz konusu olduğu serbest ve rekabetçi seçimler yoluyla belirlendiği bir yönetim biçimini; kuvvetler ayrılığının yürürlükte olduğu, düşünce ve ifade özgürlüğünün en temel insan hakkı olarak gören, halkın yönetimi mümkün bütün yollarla denetleyebilen bir siyasal örgütlenme biçimidir (Heywood, 2006: 96). Tıpkı demokrasi gibi liberal demokrasi de genel ve eşit oy ilkesini, iktidarın düzenli aralıklarla yapılan gizli oy ve açık sayımlı rekabetçi seçimlerle el değiştirebilmesini, halkın temsil edildiği parlamento gibi kurumların varlığını, hukukun üstünlüğünü, dolayısıyla yargının bağımsızlığını, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü savunur (Holden, 2007: IX). Demokrasi düşüncesinin kökeni, liberalizmden çok daha eskilere dayanır. M.Ö. beşinci yüzyılda ilk defa Antik Yunan’da ortaya çıkan demokrasi düşüncesinin iyi bir yönetim biçimi olarak evrensel kabul görmesi yirminci yüzyılın ilk çeyreğine rastlamaktadır. Demos’u kategorik olarak alt sınıfa yerleştiren anlayıştan ahlaki-niteliksel eşitliğe geçiş için insanlık uzun bir süre boyunca beklemek zorunda kalmıştır. İnsanların doğuştan eşit varlıklar olduğu ve bireyin özgür ve özerk bir varlık olarak aynı temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu düşüncesi ilk çağdaki sofistlerden sonra 17. yüzyıla kadar genel anlamda kabul görmemiş ve başta Platon olmak üzere birçok düşünür tarafından eleştirilmiştir. Bu anlamda ahlaki-niteliksel eşitliğin sistemli olarak ortaya konulması ilk önce Thomas Hobbes, arkasından da John Locke tarafından gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Hobbes’un eşitlik düşüncesiyle liberalizmin müjdecisi, John Locke’un da eşitlik, özgürlük ve mülkiyet düşünceleri ve birey-devlet ilişkisi anlayışlarıyla liberalizmin kurucusu olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Böyle bakıldığında liberal düşüncenin ortaya çıkışıyla Antik Yunan’dan sonra demokrasi düşüncesinin gelişmeye başlaması aynı dönemlere rastlamakta ve aynı düşünsel paradigmanın sonucu olarak gelişmektedir. Dolayısıyla bugün liberal demokrasi olarak ifade ettiğimiz siyasal sistem 22 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ ya da yönetim tarzının, bu iki düşünce yapısının birbirine eklemlenmesiyle tezahür etmesi basit bir tesadüften ibaret değildir. Hem demokrasinin hem de liberalizmin 17. yüzyılda ortaya çıkan yeni ontolojik anlayışa ve buna bağlı olarak gelişen yeni etik kuramla birlikte biçimlendiğini söyleyebiliriz. Söz konusu yeni ontoloji, aydınlanma düşüncesine de bağlı olarak insanın üzerindeki her türlü otoriteyi reddetmiş ve insanı otonom ve özgür bir varlık olarak konumlandırmak için metafizikle olan bağını koparmıştır. Metafiziğin elenmesiyle birlikte pozitivist bir varlık anlayışı ve bu anlayışa bağlı olarak yeni bir insan doğası tanımlaması ve ahlaki yapı ortaya konulmuştur. Bireyin özerkliği, özgürlüğü, rasyonelliği, eşitliği ve gelişimi de bu düşünsel yapı üzerine inşa edilmiştir. Buna göre rasyonel bir varlık olan birey, kendi amaçlarını gerçekleştirirken hiçbir engel ve müdahale ile karşılaşmayacaktır. Bu durum, bireysel hak ve özgürlüklerin varlığını ve bunların eşit dağılımını gerektirir. Ancak bugün liberal demokrasinin dayanmış olduğu bu ontolojik ve ahlaki temelleri ile bu iddiasını gerçekleştirebildiğini söylemek mümkün değildir. Özellikle bireyin kendi yetenek ve kapasitelerini geliştirmesi ve toplumsal refahın paylaşımı açısından ciddi sorunlar yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Liberal demokrasi, bireyin toplum içerisindeki statüsünü onun bireysel yetenek, kabiliyet ve çalışmasına göre belirleyeceğini söyler. Bunu da fırsat eşitliği ilkesiyle sağlamaya çalışır. Bugün bir bireyin binlerce, yüzbinlerce hatta milyonlarca insandan daha fazlasına sahip olmasını da onun yeteneğine ve kabiliyetine bağlar. Bir insan diğerlerinden ne kadar zeki, çalışkan ve kabiliyetlidir ki, milyonlarca insanın toplamından daha fazlasını elde edebilsin? Tam da bu noktada liberalizmin kapitalizmle olan ilişkisi devreye girmektedir. Zira ahlaki-niteliksel eşitler olarak kabul edilen ve aynı doğal özelliklere sahip olan insanlar arasında bu kadar uçurumun olması rasyonel olarak açıklanacak bir durum değildir. Ancak liberal demokrasinin dayandığı ontolojik ve ahlaki temele bağlı olarak yapılan insan tanımlamasına göz attığımızda mevcut durumun anlaşılması hiç de zor görünmemektedir. Geçmişten günümüze kadar düşünce tarihi içerisinde farklı düşünce yapıları kendi ontolojik anlayışlarına göre farklı insan doğası tanımları yapmışlardır. Bu tanımlamaları, çok fazla detaya girmeden üç başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, idealist ve spiritüalistlerin yaptığı gibi insanı sadece tinsel bir varlık olarak ele alır ve onun ahlaki yapısını da bunun üzerine inşa eder. İkincisi, daha çok realistlerin ortaya koyduğu ontolojik yaklaşımdır. Bu yaklaşımda insan, hem bir beden varlığı hem de ruhsal bir varlık olarak tanımlanır ve insan bu iki uç arasında bir denge varlığı olarak görülür. Üçüncüsü ise pozitivistlerin ya da materyalistlerin yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda insan, sadece beden ya da cisimsel bir varlık olarak görülür. Böylece insanın normatif yapısı da bu anlayış üzerine kurulur. Liberal demokrasinin dayandığı ontolojik temel de bir indirgemeci yaklaşım olan pozitivist-materyalist yaklaşımla insanı tanımlar. Buna göre insan, biyolojik ve 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 23 fizyolojik istekler yığını olarak tanımlanır. Bu anlayışta insan, sonsuz arzulayıcı, sınırsız sahiplenici ve özellikle yararlılıkların tüketicisi olarak görülür. Böylece kadim dönemlerdeki potansiyel olarak kendi vasıfların geliştiricisi olan ahlaki değerlerle insan olma potansiyelini geliştiren insan tanımlamasından yalnızca tüketen bir varlık olmaya indirgenir. Zira liberal demokratik sistemde birey olmanın değeri, tüketim değeriyle ölçülür. Ne kadar fazla tüketirsen o kadar bireysin, o kadar insansın. Daha fazlasını tüketmek için daha fazlasına sahip olmak gerekir. Bundan dolayıdır ki Kanadalı düşünür Macpherson, liberal demokrasinin birey anlayışını (possessive individualism) sahiplenici bireycilik olarak tanımlar (1962:9). Sahiplenici bireycilik anlayışına göre birey olmak, bir şeye sahip olmaktır. Burada sahip olmak, birinin yalnızca kendi kişiliğine ve yeteneklerine sahip olmasını değil, aynı zamanda sahip olduğu yetenekleri kullanarak başka şeyleri de elde etme imkânına sahip olması demektir. Dolayısıyla bu anlayışta özgür ve eşit olmak da bir şeye sahip olmaya bağlıdır. Sahiplenici bireycilik anlayışı temel olarak iki nedenden dolayı sorunludur. Birincisi, sahiplenici bireycilik kazanmayı ve tüketimi merkeze alarak insan hayatının daha derin amaçlarını göz ardı ettiği için fakirleşmiş bir hayat anlayışı üretir. İkincisi ise, sahiplenici bireycilik rekabetçi pazar yapısı içinde kaçınılmaz olarak tekelleşmeye yol açar. Bu tekelleşmeyle birlikte çoğu insan emeklerini satmaya zorlanırlar. Bu durumda onlar, yalnızca sözde özgür ve eşit bireylerdir. Gerçekte onlar, sermaye sahiplerine boyun eğmek zorunda kalan kölelerdir. Bu kölelik, serbest piyasa kurallarıyla gerçekleştirilen “net güç transferiyle” gerçekleştirilir. Eğer bir şirket her yıl iki kat büyüdüğü halde, orada çalışanın geliri sabit kalıyorsa, bu net güç transferiyle köleleştirmekten başka bir şey değildir. Liberal demokrasinin dayandığı etik kuram, Bentham’ın sonsuz arzu ve sınırsız sahiplenme şeklinde tanımlanan insan doğasına uygun olarak geliştirdiği utilitarizmdir. Utilitarist ilke, “en çok sayıda insana en fazla mutluluğu sağlayacak” eylemi iyi eylem olarak tanımlar. İki azami iddiayı bir arada dile getiren bu önerme mantıksal olarak tutarsızdır. Zira elinizdekinin en çoğuna sahip olan en fazla mutluluğa sahip olacaktır. Böyle bakıldığında yani mutluluk sahip olunanın çokluğuyla orantılıysa ancak en az sayıdaki insana en çoğunu verebilirsiniz ve en az sayıdaki insanı mutlu edebilirsiniz. liberal demokratik toplumlardaki gelir dağılımlarına bakıldığında tam da böyle olduğunu görebiliriz. Benthamcı biçimiyle liberal kuram, bireysel yararlılıkların en yüksek noktaya çıkarılmasını iyi toplumun kriteri olarak ele almış ve bireyin yararlılıkları en yüksek noktaya çıkarma arzusunun insan doğasının temel özelliği olarak ortaya koymuştur. Bu anlayışa bağlı olarak arzuları tatmin etmeyi istemek, insanın doğasının tanımını oluşturur. Bu haliyle yararcılık, bireysel çıkarları ve istekleri değerlendirmenin bir ölçütü olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki bireylerin tercihleri birbirinden farklıdır ve potansiyel olarak birbiriyle çatışma içindedir. Ancak eşit olmayan mülkiyet ve kâr 24 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ için maddi eşitsizliğin daha önemli olup olmadığına ilişkin tartışmada, yararcılık eşitliği ikinci derecede düşünür (Bentham, 1931:120). Yararcılığın eşitliği ikinci derecede düşünmesinin nedeni çok açıktır. Herhangi bir eşitlik sistemi, sermayenin biriktirilmesi için teşvik ediciliği ortadan kaldıracaktır. Bu da bütün toplumun toplam faydası için elde edilebilir maddi varlığın toplam artışını engelleyecektir. Yararcı etik kuramda insanların refahı(mutluluğu) maddi eşyaların sınırsız artışıyla bir araya getirilmesinde yatar. Yararcılığın, insanı ilk önce maddi yararlılıkların sahiplenicisi ve tüketicisi olarak görmesinin nedeni de budur. Bu anlayışa göre maddi zenginliğin artışıyla, mutluluğun artışı doğru orantılıdır. Eşit olmayan fırsatlarla iki bireyden hangisi daha çok maddi zenginliğe sahipse, o daha çok mutludur. Dolayısıyla refahın en yüksek seviyeye çıkarılması, mutluluğun en yüksek seviyeye çıkarılmasıdır (İspir, 2011:170). Sonuç Açıkça söylemek gerekir ki, liberal demokratik toplum, bireysel tatminini ve faydayı, en üst noktaya çıkarmada ve bireysel seçim özgürlüğünü genişletmede liberal olmayan toplumlara göre çok daha iyi gerçekleştirebilir. Bu iddia yalnızca bireysel arzuların maksimize edilmesini değil, aynı zamanda bunun hakkaniyetle yapılmasını da içerir. Ancak faydacılık, insanlara eşitler olarak davranmaya çalışsa da insanları eşitler olarak değerlendirmenin gerçekte ne anlama geldiği yönündeki çok sayıda inancı hiçe sayar. Bundan dolayı faydacılık, her insanın çıkarını eşit değerlendirme idealini yanlış yorumlamış ve bunun sonucu olarak bazı insanlara yeterince eşit davranmamış, böylece bu insanlara başka insanların amaçlarına yönelik birer araç olarak davranılmasına izin vermiştir. Eşitlik, her bireyin toplu ürüne yaptığı katkıyla orantılı dağılımı gerektirir. Kaynakların ve gelirin dağılımı adil olmadığı takdirde, eşit yararı en yüksek seviyeye çıkarma iddiası boş bir laftan ibaret olarak kalacaktır. Bu yüzden liberal demokrasilerin ahlaki temelde garanti altına almak zorunda oldukları en önemli şey, her bir ferdin kendisi için en iyi olanı gerçekleştirme hususundaki eşit özgürlük hakkıdır. Açıktır ki etik manada bireysel kabiliyetlerin en yüksek seviyeye çıkarılması ile piyasa anlamında bireysel güçlerin en yüksek seviyeye çıkarılması arasındaki çelişkiler çözülmediği sürece, liberal demokrasinin ahlaki temeli sorunlu olmaya devam edecektir. Dolayısıyla liberal demokratik teorinin iddialarını gerçekleştirebilmesi, hem ontolojik hem de ahlaki temelinde yer alan bu sorunları çözmesine bağlıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 25 Kaynakça 1. Köker, L., Demokrasi Üzerine Yazılar. Ankara: İmge Kitabevi (1992). 2. Arblester, A., The Rise and Decline of Western Liberalism, Blackwell Oxford (1984). 3. Vincent , A. , Modern Politik İdeolojiler, Çev. A. Tüfekçi. İstanbul: Paradigma Yayınları (2006). 4. Heywood, A, Siyaset, Çev. B. B. Özipek, B. Şahin ve diğ. Ankara: Liberte Yayınları (2006). 5. Holden, B. , Liberal Demokrasiyi Anlamak, Çev. H. Bal. Ankara: Liberte Yayınları (2007). 6. Macpherson, C.B., The Political Theory of Possessive Individualism, Clarendon Press. Oxford. (1962). 7. Bentham, J., The Theory of Legislation, Ed. C.K. Ogden. Londra (1931). 8. İspir, N., C.B Macpherson’un Liberal Demokrasi Eleştirisi, 2. Baskı . İstanbul: Arı-Sanat Yayınları (2011). 26 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 27 28 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ ÖTEKİNİN İNŞA EDİLDİĞİ SORUNLU BİR ALAN OLARAK OSCAR ÖDÜL TÖRENLERİ (85. Akademi Ödülleri ve “Argo” Filmi Örneği ) Yusuf YURDİGÜL1 Naci İSPİR2 Özet Evrensel bir dil olduğu yolundaki bütün görüşlere rağmen sinema, öteki olanın resmedilmesi için muazzam bir araç olarak iş görmektedir. Görüntü ve sesin uyumu noktasında sinematografik anlatı herkesin anlayabileceği bir dille “biz” bilincini rahatlıkla inşa ederken, diğer yandan “biz” olmanın görünümleri sayılan dil, gelenek, simgeler, kültür, din, kader birliği, etnisite vb. ortak etkenlerin dışında kalanlar açısından “biz” ve “onlar” ayrımına vurguda bulunmakta ve çoğunluğun kabul gördüğü toplumsal ölçütlere, kabul edilmiş tutumlara, kanaatlere ve davranışlara “ötekinin” uygun olmadığını rahatlıkla ilan edebilmektedir. Oscar ödül törenleri de filmler aracılığıyla gerçekleşen bu lokal ilanların küresel düzeyde meşrulaştığı ve normalleştiği bir mecra olarak iş görmektedir. Çalışma; sinematografinin “öteki olanın” resmedilmesine olanak sağlayan bir sanat formu olduğu ön kabulünden hareketle, batının öteki üzerinden kendi ulusal ve dini kimliklerini tanımlama ve yansıtma aracı olarak kullanılan Oscar Ödül törenlerine eleştirel yaklaşmaktadır. Bu amaçla Oscar Akademi ödüllerinde ödül alan filmler içerik itibariyle tartışılmakta, yine ödül törenlerinde gerçekleştirilen uygulamalar irdelenmektedir. Anahtar Kelimeler: Sinema, Öteki, Oscar Ödül Töreni 1 Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon Sinema Bölümü, [email protected] 2 Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon Sinema Bölümü, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 29 OTHER BEING BUILT, AS A PROBLEM AREA: OSCAR AWARD CEREMONIES (85th Academy Awards and the “ Argo “ Movie Example) Abstract Academy Awards are known as the most talked about and most prestigious awards. This year academy awards are held for 87th. Red carpet ritual,humours announcers, award speeches ,from best movie to best actor and every detail of the awards, people all over the world lookng forward to watch these and ceremony. From the beginning of these award ceremonies, these awards are manifest for modern western curiosity to show itself to all its magnificence. These awards’ format is certain and awards are based on western values. These values create an opposite east culture about national and religous. We can define that this is process of othering people and cultures. West describe itself as modern over East which is underdeveloped. This western idea attract attention of academy which define the best. However, Instead of Nazi and communist Soviet paranoias forming cold war, we can see saving ugly asians from monarch’s hand or showing afroamericans as holding head hero who were sold as a slave by themselves once upon time and they awarded these films and try to emphasize West image. Working; cinematography “of the other” from the presumption that an art form that allows depicting movement, which is used as the other via their national and religious identity of western identification and mirroring tool is critical to the Oscar Awards ceremony. According to Academy Awards’ purpose, Academy awards, seleceted as a best films will be discussed because of their contents. Implementations at the awards ceremony held will be discussed again. Keywords: Cinema, Other, Oscar Awards Ceremony 30 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Giriş Sinemanın en çok konuşulan ve en prestijli ödülleri olarak bilinen Akademi Ödülleri 87. kez yapılmasına rağmen kırmızı halı ritüelinden esprili sunucularına, ödül konuşmalarından ara şovlarına, en iyi film kategorisinden en iyi oyuncuya kadar pek çok ayrıntısının tüm dünyada dört gözle beklendiği bir seremonidir. Ödül törenleri en başından bu yana modern batının kendini bütün ihtişamıyla gösterme merakının da önemli bir tezahürüdür. Törenlerin gerçekleşme biçiminden ödüllendirilen filmlere kadar bu tezahür; batı değerleri üzerinden kurulmakta ve gerek ulusal gerekse dini anlamda bir karşıt doğu yaratılması yoluyla ötekileştirici bir süreç olarak iş görmektedir. Kendini “geri kalmış” Doğu üzerinden tanımlayan “medeni” Batı fikri eskiden beri Hollywood’un yanı sıra en iyi olanı belirleyen Akademi’nin de ilgisini çekmektedir. Ancak bir dönem komünist Sovyet paranoyasının ya da Nazi korkusunun şekillendirdiği soğuk savaş konulu filmlerin yerine bugün; “çirkin” Asyalıyı monarşinin elinden kurtararak “şekilsiz” Araba demokrasiyi müjdeleyen ya da dün köle olarak alıp sattığı Afroamerikanı beyaz adama kafa tutan özgürlükçü siyahi bir kahramana dönüştüren, ancak bu sefer üstünlük taslamayan “bizim batı” imajı ödüllendirilmektedir. 1. Ötekilik Kimlik kavramının tanımı iki yönlü ele alınabilir. Biri sosyal bilimlerde yönteme ilişkin bir tanımlama diğeri ise, siyasi ve ekonomik gücü temsil edecek şekilde bir karşıtlık yaratarak “öteki”ne göre kimliği tanımlamadır (Sözen, 1999: 23). Yani ortak bir kimliğin oluşabilmesi için bazı temel yapıların uyumluluk göstermesi gerekmektedir. Ekonomik, politik ve etnik birlikteliklerden oluşan temel yapılarda bazı durumlarda uyumsuzluk sorunu baş göstermektedir. Uyumsuzluk kimliğin oluşumunda yaşanılan ikinci aşamadır. Bu aşamada kimlik etnik, politik, ekonomik ve kültürel birlikteliklerinde dağılma ve sorunsallaşma eğilimlerini yaşamaktadır. Entegrasyon ya da bütünleşme bu uyumsuzluğun yarattığı sorunlardan biridir. Karşılaştığı kimlikleri entegre ederek, bir üst kimlik konumuna geçmek ve bunun devamlılığını sağlamak için etnik, politik ekonomik ve kültürel farklılıklar yaratılır. Bu farklılıklardan ortak bir kimlik yaratan toplum, dışarıya karşı yabancılık duygusu verir. Bu yabancılık duygusu ortak kimliğin korunabilmesi için gerekli olduğu kadar, yabancı düşmanlığı, başka halklara kin ve nefret gibi “öteki”nin yaratılmasını kolaylaştıran bir çok duyguyu da beraberinde getirir (Assman, 2001: 144-147). İlgili literatür incelendiğinde öteki, kimliğin mantığı içerisinde yer eden karşıtlıklar ve farklılıkların yarattığı ayrı bir kimliktir aslında. Kişisel anlamda “ben”in karşısındaki “onun”, sosyal anlamda, “biz”in karşısındaki “onların” kimliğidir. Öteki, bizim sahip olduğumuz özelliklere sahip olmayan bir varlıktır. En basit haliyle, “kendi” (ben) olmayan herkes “ötekidir”. Bir başkasına nekadar yakın olduğumuzu düşünürsek düşünelim, bu başkası bizden ayrı, bizim tamamen dışımızda bir bedensel ve düşünsel yer işgal eder. Kısacası her “ben”, bir başka “ben”i dışlar. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 31 Kimliğimiz yaşamımızdaki diğer bireylerden, toplumsal olaylar ve ortamlardan olduğu kadar, ötekilerden de etkilenerek biçimlenmektedir. Günümüz iletişim ortamlarında bireyin kendine ayırdığı, kendini değerlendirip gerçek anlamda duyumsadığı zaman öylesine azalmıştır ki, bireyler zamanlarının tümünü neredeyse öteki ile geçirmektedirler (Öcel, http: //www.istanbul.edu.tr/4boyut/nocel,öteki.htm, 2012). Kelime anlamı olarak öteki, bilinenden ayrı, öbür, diğer anlamlarına gelmektedir. “Tanımlanmış ve meşruiyet kazanmış” bir dairenin içinden bakıldığında, bu dairenin dışında kalanlar, o dairenin içinde olanlara göre ‘öteki’ olarak adlandırılmaktadır (Özmakas, http://www.anafilya.org/go.php?go=7d3c1e0280512, 2014). Dairenin dışında kalıyor oluşu, ötekini sınırsız, kaçınılmaz, hatta ulaşılmaz yapmaktadır. Dairenin dışında kalmasına neden olan sınır koyucu yapılar ise çoğu zaman kimliğin oluşturulması ve ötekine karşı sergilenen tutumların belirleyicisi olmaktadır. Ötekinin merkeze olan mesafesinin bilinememesi kaygıları attırmakta, ‘öteki’ ve ‘kendi’ arasındaki mesafe kaygısı da ötekilerle birlikte olmayı gerginleştirmektedir. Kimliğin sınır koyucu yapısının bir ürünü olan kendi ve öteki arasındaki mesafenin kimlik ve öteki açısından ne anlama geldiğini Bauman şu şekilde açıklamaktadır. “Bir şehirde yaşamak, zihnimizi aşırı meşgul etmesin ve taşıyabileceğimizden ağır ahlaki yükümlülükler dayatmasın diye fiziksel yakınlığın etkisini “sıfırlama” anlamına gelen karmaşık bir sanatı gerektirir; bütün şehir sakinleri bu sanatı öğrenir ve uygular, fiziksel yakınlığın sıfırlanması öteki kişilere uygulanır, mesafe arttıkça bu duygu zayıflar ve tükenir” (Bauman, 1999: 50). Kimlik bu mesafenin ne kadar az farkındaysa, kaygılarda o kadar sarsılmaz ve az olacaktır. Heidegger ise ‘‘günlük insan ve onlar alanı’’ teziyle, günümüzde ben ve öteki arasındaki mesafenin ortadan kalktığını ve kimliğin öteki ile olan ilişkisinin yüzyüzeleştiğini, bireylerin artık zamanlarının büyük bir kısmını öteki ile geçirdiklerini söylemektedir. Heidegger günlük yaşamı, bütün kimliklerin bir arada bulunduğu “kamusal alan” olarak adlandırmaktadır. Günlük yaşamda, iletişim araçlarının kullanımında, haberleşmede her öteki, diğer ötekinden farksızdır “kamusal alan”da. Ötekilerle birlikte olurken insanın “kendi”si “ötekiler” içinde erir ve her ötekinin kendi farklılık ve özelliği artarak ortadan kalkar. “Herkes” neden hoşlanır ve nasıl eğlenirse, biz de ondan hoşlanır ve öyle eğleniriz (Heidegger, 1999: 9). Yani, günümüz kitle iletişim çağında bireyler zamanlarının tümünü neredeyse öteki ile geçirmekte, bireylerin kendilerine dönük olabilme kabiliyetleri kitle iletişim araçlarının etkisiyle azalmakta ve ‘herkes’ ‘bir’ olmaktadır. Ancak Heidegger’in tespitiyle, bireyler normallik ve hak kazanmayla ilgili kamusal standartlardan oluşan bu ‘herkes’ e dahil olabilmek için yaşamlarının büyük bir bölümünü programlamak zorundadırlar. Bu da, yeni bir ötekilik durumunun ortaya çıkması için ayrı bir süreçtir. Şöyle ki; eğer birey herkes in içinde bulunduğu kamusal standartların oluşturduğu disiplinlerden birini (ya da daha çoğunu) yerine getiremezse, bunun sonucu 32 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ olarak ‘ötekilik’ kategorilerinden birine sıkışıp kalma riskine düşecektir. Bu sınırın biraz ötesinde ise suçluluk, sorumsuzluk, bağımlılık, suç işlemeye yatkınlık, dengesizlik, anormallik, modası geçmişlik, güvenilirlik riski, sapkınlık, kötülük, hastalıklı olma gibi kategorilerden birinin tanımlandığı bir kişi haline gelecektir. Bir anlamda sınır koyucu yapılar olarak da tanımlayabileceğimiz bu anormallik kategorileri bürokratik yola getirme, disiplin, düzenleme, dışlama, yönetimi altına alma, yardım, doğru yola döndürme, teşvik etme, harekete geçirme ve cezalandırma uygulama gibi uygulamalara ruhsat çıkartmaktadır (Connolly, 1995: 39). Buna karşın birey ya herkesin uyma taahhüdünde bulunduğu kurumların dayattığı disiplin ve gereklerinin ince bir biçimde örülmüş ağı içerisinde kendine bir yol açarak “biz” de kalacaktır ya da bütün kuralları reddederek, disiplin ve gerekliliklere karşı savaş açarak “onlara” / ötekilere katılacaktır. O halde kimlik ve öteki arasındaki ilişkide sınır koyucu yapıların olduğu kadar yaşanılan alan (herkes) içerisindeki rollerin de etkili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu roller için en önemli belirleyici etken ise özne/bendir. Kimliğin ilkesel algılanış biçiminde ben (biz, yerli) kuralları koyan, konuşan, strateji geliştiren, planlayan, akılcı olan ve sınırları belirleyendir. Bunun karşısında ‘öteki’ (onlar, yabancı) olan ise, benin/öznenin yaptığı kurallara tabi olan, dinleyen, öznenin yaptığı planlamaya uyması beklenen, taktik geliştiren, duygusal olan, sınırları değişebilir-muğlak olan ve özneye göre esnek olandır ( Demirtaş, 1966: 39). Sosyal bilimlerdeki yönteme ilişkin kimlik ve öteki konulu incelemeleri/yaklaşımları bu şekilde özetlemek mümkündür. Fakat, kimliğin sosyal bilimlerdeki yöntemlere ilişkin bu tür diyalektik yaklaşımların yanı sıra bir de siyasi ve ekonomik gücü temsil edecek şekilde bir karşıtlık zinciri yaratarak “öteki”ne göre kimliği tanımlama söz konusudur ( Sözen, 1999: 23). Bu anlamda ‘öteki’ kavramı, temellerini insanlık tarihiyle atmış bir olgudur. İlkel-köleci toplumların bireyi açısından bir problem yaratmayan “kimlik” olgusu, kendinden başka, ‘ötekiler’i keşfeden birey için problem konusu haline gelmiştir. Çünkü dışa kapalı bir toplumda doğal olarak kendine ‘öteki’ni referans alma ya da kendini ‘öteki’ne göre tanımlama söz konusu değildi. İlkel-köleci/dışa kapalı toplumların bireyi açısından bir problem yaratmayan kimlik konusu, modernite ve küreselleşmeyle birlikte ‘diğerlerini’ keşfeden birey için problem konusu haline gelmiştir (Poyraz, Arıkan, 2003: 62-67). Sonuç olarak sosyal yaşamın ötekilerle birlikte olmayı zorunlu hale getirdiğini söyleyebiliriz. Öteki bir yandan kaçınılan, uzak durulan, diğer yandan da hedeflenen, özdeşleşilen konumdadır. Kişi, birincisi; “onların” bazılarıyla aynı kimliği paylaşmaktan dolayı, ikincisi; kendindeki kendi kimliğini aşan, üzerine gidilmemiş olasılıkların harekete geçirmesi yüzünden ve üçüncüsü; insanlık durumunun inatçı özelliklerine hınç duyması yolundaki baskılarla uğraşması dolayısıyla ötekilerle iç içedir (Connoly, 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 33 1995: 214). Kimlik bunalımın ortadan kaldırılmasına yönelik anlamlı olan arayış ise bir toplumda çatışma yaratmayan, dışlayıcı olmayan ‘öteki’ anlayışlarının nasıl kurulacağıdır. Burada da anahtar kavram, ötekileri yaratan bizlerin bir üstünlük iddiası taşımamalarıdır. Bizler ve ötekiler hiçbir biçimde üstünlük ima etmeyen farklılıklar üzerinde kurulduğunda, ya da, içten ve dıştan sürekli olarak eleştirilerek üstünlük iddialarından arındırılarak sadece farklılıklara indirgendiğinde, bir sorun kalmayacaktır. Buradan yola çıkıldığında ise, kimlikleşme sürecinde çatışmanın yerini uzlaşma ve işbirliğinin almasını sağlayacak öğe olarak “biz” ve “öteki” arasındaki birlikteliğin bir tür zorunluluk olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Kısaca, ‘öteki’nin olmadığı bir toplum arayışı anlamsızdır (Tekeli, 1998: 87). Ötekinin kimliği ne bu, ne de şu kimse, ne insanın kendisi, ne bazı kimseler ne de hepsinin toplamıdır. Ötekinin kimliği “kimse”sizlik ya da “herkes” dir ( Heidegger, 1999: 127). 2. “ Biz” Bilincinin İnşaasında Kitle İletişim Araçları Ve Sinema Bireylerin sahip oldukları kanaatler çoğu zaman kolaylıkla değiştirilmeleri mümkün olmayan şeylerdir ve bireyler kabul etmeye hazır oldukları/olmadıkları görüşlerle karşılaştığında etraftakilerden sosyal destek aramaktadırlar. Birey kendisinin kanaati konusunda hangi düşünce ve inançta ise, aynı inanç ve düşüncelere sahip olan başkalarıyla karşılaşmak istemektedir. Böylesi kimselerden yeter sayıda insan bulunduğunda ise kendisine yeter derecede sosyal destek bulmuş olacak ve bundan itibaren de savunduğu, kendisini ait hissettiği görüşün doğru bir görüş olduğunu iddia edecektir (Festinger, 2000: 69). Başka bir ifadeyle aynı ortak kültüre sahip olmak sınırları belirlenmiş aynı topraklarda yaşamak, aynı ortak geçmişten gelerek aynı geleceği paylaşmak arzusunda olan bireyler “bütün”/”ortak” oldukları bilincinin uyarıldığı zeminlerde bulunmayı istemektedirler. Böylesi ortamlara girildiğinde/muhatap olunduğunda ise birey kendisini unutacak ve bütüne bağlı olmanın sevincini yaşayacaktır. Çünkü, insan sosyal bir varlıktır. Yalnız kalmak istememekte, gruba ait olmak hissini taşımakta ve bir toplumun üyesi ya da parçası olmak istemektedir Guibernou, 1997: 141-143). Bu şekilde birey, sahiplenilme güdüsünün yerine getirilmiş olmasıyla kendinde bulduğu ve bunu paylaştığı özellikleri doğrultusunda yaşamayı kendisine güç saymayacaktır. Zira kendini bir yerlere “ait” hissetmesi bireyin kimliği için son derece önemli bir konudur ve varlığını “ait olma” duygusu/güdüsü ile toplumsala teslim eden birey, inandığı şeyler uğruna aynı ortak özellikleri paylaşan toplumla daha mutlu olacak ve güven duygusunu çok daha yoğun bir biçimde yaşayacaktır (Oran, 1997: 34-36). Toplumsal kimlik olarak da adlandırılabilecek olan bu sosyal “aidiyet” bilinci, ortak bir dilin konuşulması ya da daha genel bir ifadeyle ortak bir simgesel sistemin kullanımı ile ulaşılan ortak bilgi ve belleğe katılıma dayanır (Assman, 2001: 139). Aidiyet bilincinde ise önemli olan kullanılan dil, sınırları belirlenmiş toprak parçası, ortak tarihi geçmiş ve gelecek, aynı kaderi paylaşıyor olma duygusu, gelenekler, korkular, yol ve sınır işaretleri 34 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ vb. gibi ortak simgesel anlamı olan gösterge yapılarıdır. Ortaklığa yönelik bu simgesel gösterim dünyası kimliği, ötekini ve tanımlayıcı unsurları içinde barındırır. Dolayısıyla, aidiyet duygusu, bu duyguyu yaşatan şartlar birlikte düşünüldüğünde aidiyet bilinci, onu biçimlendiren/üreten belli bir göstergeler sistemine denk düşmektedir. Yani, bireylerin içselleştirdiği aidiyet duygusu, ortak kimliğin dayandığı ve kuşaklar boyunca sürdürdüğü bilince ulaşmalarında ya da bu bilinci “gereğince” taşımalarında (Oran, 1997: 35) oldukça etkili bir araç durumundadır. Ancak, belli göstergeler aracılığıyla belli simgesel aidiyet alanlarında gerçekleşen bu ortaklık, ortaklığın farkına varılması ve bilince çıkarılması ile mümkün olur. Toplumun, kültürel tüm kodları/ normları, değerleri, kurumları, toplumsala ilişkin anlamlandırma ve algılama biçimleri alternatifsiz bir dünya düzeni olarak normalleştirilir; böylece, herkes tarafından kabul edilen bir göstergeler düzeneği olarak doğallaşır, kendine özgülüğü sağlanır ve “başka” dünyaların varlığı görünmez hale getirilir. Toplumsal kimliğin aidiyet bilincine çıkarılmasında ve bir göstergeler sistematiği haline dönüşmesinde etkili olan yapı ise “toplumsal etkileşim” düzeneğidir. Yani, kimliği tanımlayan ya da bireylerin o kimliktir varlık bulabilecekleri düşüncesini biçimlendiren dil, toprak parçası, kader birliği, değerler, tarih, simgeler vb. ortak aidiyet alanlarının bilinç düzeyine taşınabilmesi için birbirleriyle ilişki içerisinde olmaları ve karşılıklı bir iletişim halinde bulunmaları gerekir. Kitle iletişim araçları bu unsurlar arasındaki ilişkinin kurulmasında ve güçlenmesinde ve bir simgesel gösteri dünyası haline dönüşmesinde etkileşimin önemli araçlarındandır. Bilincin oluşturulmasına yönelik ortak aidiyet alanlarının kurulmasında, toplumsal yapıyı çerçeveleyen farklı kültürler arasındaki ilişki ve etkileşimin sağlanmasında, toplumsal olarak üretilmiş simgelerin bir değer olarak anlam kazanmasında, kimliğin temel dayanağı olan farklılıklar yaratma politikasının gerçekleştirilmesinde önemli bir sosyalizasyon aracı sayılan kitle iletişim araçları, tarih boyunca toplumsal etkileşim düzeneğinin önemli bir kurucusu olmuştur. Yani toplumun belirli bir birikim neticesinde oluşan tanımlayıcı unsurlarını, değerlerini, simgelerini vb. bilinç düzeyine çıkarmak ve aidiyet tasavvurunda bulunabilmek için tabi olanlar içinde gerçekleşen bir etkileşim sistemine ihtiyaç duyar ve kitle iletişim araçları da bu tasavvurun zihinlere kolaylıkla yerleştirilmesinde önemli bir araç işlevi görür. Kitle iletişim araçları arasında sinema, aidiyet duygusunun bilinç düzeyine çıkarılmasında ve böylece biz tasavvurunun benimsetilmesinde, kimliğe yönelik simge ve sembollerin göstergesel düzeyde etkileyici anlamlar kazanmasında, kendine has söylem ve sanatsal anlatısıyla biçimlenen yeni semboller ve konular yaratılmasında en etkili zemin olmuştur. Topluma daha çok neyi düşünüp kabul etmek, neyi düşünmemek gerektiği (Baker, 1995: 68-69), neyin normal davranış/kimlerin normal insan kabul edilmesi ve gerçekte sapmış olarak adlandırılan hangi davranışların anormal olduğunu tanımlayacak (Burton, 1995: 164) kadar ileri düzeyde bir etki alanına sahip olan sinema, “biz” e yönelik kurgu zeminlerinin yaratılmasında etkili bir araçtır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 35 Kimliğin sinemanın sunduğu aidiyet yaratımındaki bu kurgulama sürecini Habermas’ın kitle iletişim araçlarını ayırt edici iki boyutlu kategorisinde de görmek mümkündür. Habermas’a göre medya, yönlendirici (steering) ve genelleştirilmiş iletişim biçimleri (generalized forms of communication) olmak üzere iki biçimde ayırt edilmektedir. “Yönlendirici medya eylemin eşgüdümünü dilde uylaşım oluşturmaktan tümüyle ayırır ve bir anlaşmaya varma ya da varamama alternatifi hakkında onu nötralize etmektedir. Diğer durumlarda ise yaşam dünyası ard yöresinin kaynaklarına başvurmaya bağlı kalan, uylaşım oluşturmanın dilsel süreçleri bir uzmanlaşma ile uğraşmaktadır. Kitle iletişim araçları bu genelleştirilmiş iletişim biçimlerine aittirler ve iletişim süreçlerini uzamsal ve zamansal açıdan sınırlı bağlanmalarından kurtararak kamusal alanların oluşmasına izin veririler.”( Kejanlıoğlu, 1995: 48) Toplumsallaşmanın yoğun olarak yaşandığı ard alanlardan biri olan sinema, kimliğin yukarıda bahsedilen tanımlayıcılarına yönelik olarak bir etkileşim sistematiğiHabernas’ın tabiriyle Kurallar Hiyerarşisi- kurar/oluşturur. Bu etkileşim sistematiği/ kurallar hiyerarşisi aynı zamanda aidiyet sürecinde belirli bir güç ve toplumsal farklılıkların devam ettirilmesinde ya da yeniden üretilmesinde standartlaşma ve kurumlaşma pratiğine yönelik olarak gelişir. Böylece, kurulan bu etkileşim sistematiği içerisinde kimliğe yönelik olarak yukarıdan aşağıya ya da merkezden çevreye doğru bir sosyal kontrol mekanizması kurulur ve bu mekanizmanın dışında kalmayı yeğleyenler dışarıda bırakılır. Yani, çoğunluğun kanaatinin dışında gelişen bir davranış/tutum nadirdir ve bu biçimdeki bir yapılanma dışarıda/azınlıkta kalmış kanaatlerin yok olmasına yol açarak çoğunluğun kanaatinin hakim olmasını/güçlenmesini sağlayacaktır (Lazar, 2001: 109). Toplumsal kanaatlerin oluşmasında ve bu kanaatlerin süreklilik kazanmasın da önemli bir etkiye sahip bulunan sinema, kimliğe yönelik geliştirilen otoriter kanaatin sağlama alınmasında ve süreklilik kazanmasında da etkilidir. Toplumsala / kamusala ait olan kurallar hiyerarşisini ekrana taşıyarak bunu gerçekleştiren sinema bu kanaatten farklı olmayı/kalmayı yeğleyenlerin yalıtıldığı mekanlardır aynı zamanda. Sinema, bir yandan bilince yönelik aidiyet mekanizmasının bütün kodlarını kurarken diğer yandan aynı ait olmanın görünümleri sayılan dil, gelenek, simgeler, kültür, din, kader birliği, etnisite vb. ortak etkenlerin dışında kalanlar açısından “biz” ve “onlar” ayrımına gider ve “onların” çoğunluğun kabul gördüğü toplumsal ölçütlere, kabul edilmiş tutumlara, kanaatlere ve davranışlara uygun olmadığını ilan eder. Her şeye rağmen bu mekanizma içinde yer almayı reddeden/seçen birey ya da gruplar yalıtılma ve uyumsuzluk korkusuyla ya sessiz kalır ya da otoriter yapı karşısında kendi otorite alınlarını bulmanın yollarını arar. Özetle sinema, “biz” açısından sembolik ama güçlü bir aidiyet duygusu ve bu duygunun bilince çıkarılmakta etkili bir kitle iletişim aracı olarak, ortak kanaatin 36 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ yaygınlaştırılmasında bir toplumsal katılım biçimi/yöntemi sunmanın/kurmanın yanı sıra topluluğa katılım duygusu yaratmaktadır. “Biz” düşüncesinin gerçek yaşanılan bir deneyime, duygusallığa ve gündelik bir olguya dönüştüğü, yaşanılan bir deneyim olarak her gün milyonların katıldığı kitlesel merasim ve geleneklerin temelini oluşturduğu bir ajan (İmançer, 2003: 248) olarak kitle iletişim araçları ve sinema “öteki” ya da “biz” oluşumunu belirleyen unsurlar arasındaki etkileşim sistematiğinin ve kurallar hiyerarşisinin kurulmasında da etkili bir araçtır. 3. Oscar Ödül Törenleri Ve Akademi Amerika Sinema Sanatları ve Bilim Akademisi (Academy of Motion Picture Arts and Sciences ) tarafından 1929 yılından beri sinema alanında verilen en prestijli ve eski ödüller için gerçekleştirilen bir törendir. Sinema çevrelerince esasen Akademi ödülleri olarak geçse de tüm dünya da görkemli törenlerin yapılması sürecinde törenlerde verilen ödül olan “OSCAR” ismiyle itibar bulmaktadır. Törenlere adını veren OSCAR’ın ise bir akademi çalışanının masa üzerindeki ödül heykelciği görüp amcası Oscar’a benzetmesi sonucu ortaya çıktığı söylenmektedir. Sinema dünyasının ticari açıdan en önemli ve prestijli görüldüğü tören kimilerine göre Amerikan sinema endüstrisinin şişirilmiş en iyi balonu ve sanatsal açıdan bir değer ifade etmemekte; film yapım, dağıtım ve gösterim üçlüsünün kurduğu sinema sektörünün oldukça geniş bir kısmı içinse bu törenler olmasa olmaz ritüellerden biri sayılmaktadır. Akademiye katılmak üzere önceden davet edilen 5830 üyeden oluşan akademinin oyladığı filmlere ödülleri Board of Governors vermektedir. Ödül kazanılması akabinde genel olarak davet alan üyelerin seçkin bir sinema kariyerine sahip olmakla birlikte bir alanın önemli temsilcileri sayılmaktadırlar. Oyunculuk, Yönetmenlik, Görüntü yönetmenliği ve Yapımcılık gibi 15 farklı alanda temsilcisi bulunan akademinin her üyesi kendi alanında adayını önerir ve her üye oylamaya katılır ancak kimlerin ödül aldığına ikinci bir oylamayla karar verilir ve her yılın şubat ayında ödülleri ilan eder. En iyi filmden en iyi eser sahne tasarıma ödülüne kadar yaklaşık 25 farklı dalda verilen ödüller sinema çevrelerince çok önemsenmesine rağmen oldukça önemli bir kesim tarafından eleştirilmekte, verilen ödüller önemsiz görünmektedir. Kamuoyunun yakından tanıdığı pek çok filme, oyuncuya ve yönetmene ödül verilmemesi ya da bir oyuncunun ya da filmin birden çok ödüle layık görülmesi pek çok tartışmaya sebep olmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 37 4. Ötekileştirme Sürecinde Oscar Etkisi (85. Akademi Ödülleri ve “Argo” Filmi Örneği) Sinemanın en çok konuşulan ve belki de en prestijli ödülleri olarak bilinen Oscar Akademi ödülleri her yıl büyük ve sansasyonel törenler, seremoniler eşliğinde sahiplerini buluyor. Los Angeles’ta genellikle – son zamanlarda- Kodak Stüdyolarında düzenlenen ödül töreni, ödüllerin hangi filmlere ya da kimlere gideceği konusunda ipuçlarının çok önceden farklı mecralarda verilmesine rağmen her yıl bütün gözlerin üzerinde olduğu bir tören olarak oldukça heyecanlı geçmektedir. Öyle ki bu seremoni 87. kez tekrar edilmesine rağmen kırmızı halı ritüelinden esprili sunucularına, ödül konuşmalarından ara şovlarına kadar pek çok ayrıntısının dört gözle beklendiği bir tören olmaktadır. Ödül törenlerinde hemen her yıl aynı şeyler olmakta ve gelenek üzere filmlerden ziyade tören ve törene dair ayrıntılar uzun bir süre konuşulmaktadır. Örneğin; 42.4 milyon seyirciyle son yılların en çok izlenen törenine Twitter’da dakikada 8 bin tweet atılması, “En Orijinal Müzik” dalında aday gösterilen John Williams’ın tam 48’inci kez aday olması, En iyi belgesel dalında yarışan ‘’5 Broken Cameras’’ın yapımcısı Filistin asıllı Emad Burnat’ın Amerika’ya girişine izin verilmemesi ve bu durumun “asi” belgeselci Michael Moore tarafından sosyal medyada paylaşılması, Ben Affleck’in en iyi yönetmen ödülüne aday gösterilmemesine rağmen yönetmeni olduğu filmle en iyi film ödülünü kazanması, en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan şahsın merdivenlerde tökezlemesi, Adele’in Oscar gecesinde şarkı söylerken heyecanlanmamak için aylar öncesinden psikolojik destek alması, James Bond filmlerinin özel gösteriminde “James Bond 007” filmindeki İstanbul sahnelerine de yer verilmesi, törende takılan mücevherlerin toplam değerinin 14 milyon doları bulması, Oscar kazanan kadın oyuncuların yüzde 63’ünün ödül almalarının üzerinden bir yıl geçmeden eşlerinden boşanması ve bu yüzden gözlerin en iyi yardımcı kadın oyuncu seçilen yeni evli Anne Hathaway’in üzerinde olması, Daniel Day Lewis’in en iyi erkek oyuncu’’ dalında aldığı 3. altın heykelcik ile aynı ödülü üç defa alan ilk oyuncu unvanını elde etmesi ve 85. Törende Oscar’ı Beyaz Saray mı seçiyor tartışmalarının alevlenerek sinema çevrelerine Oscar’a devlet eli mi değdi sorusunu sordurtan en iyi film anonsunun Başkan Obama’nın eşi Michelle Obama tarafından sunulması gibi konular, filmlerden ziyade konuşulan magazinler olarak Oscar’ın popüler ruhunu her geçen gün şad etmektedir. Bu magazinlerin başında yer alan; en iyi film ödülünün sinematografik kriterler doğrultusunda bu ödülü hak edip etmediği sorgusu ya da en iyi film ödülünü alan filmin yönetmenin jüri çevrelerinde yakın tanıdıklarının olması konuları her ne kadar sinema çevrelerince de tartışılıyor olsa da her yıl esas tantana törenin dolayısıyla da Oscar’ın militarize edilip edilmediği sorusu üzerinde kopmaktadır. Özellikle 85. Törende Michelle Obama’nın arkasındaki tören kıyafetli askerler eşliğinde Amerikan halkına hitaben yaptığı konuşması adeta Oscar cininin lambadan çıkmasına neden olmuştur. 38 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Üstelik büyük bir Obama destekçisi olduğunu birçok kez dile getirmiş olan Weisten Kardeşlerden Harwey’nin törenden iki hafta öncesinden ödülü alacak filmi duyurması, tartışmaları iyice alevlendirmekle kalmamış, gerek oylama sürecinin gerekse tören hazırlıklarının büyük bir gizlilik içinde yürütüldüğü efsanesine de gölge düşürmüştür. Weisten kardeşlere ait şirketin Oscar törenindeki organizasyon görevi de hesaba katıldığında çoktan şişeden çıkmış olan cinin bir daha asla o şişeye girmeyeceğini akla getirmiştir. Oysa Akademi ilk defa politize edilmiş, militarist içerikli filmleri ödüllendirmemekte. Kendini “geri kalmış” Doğu üzerinden tanımlayan “medeni” Batı fikri eskiden beri Hollywood’un yanı sıra en iyi olanı belirleyen akademinin de ilgisini çekmekte. Bir dönem Sovyet paranoyasının ya da Nazi korkusunun şekillendirdiği soğuk savaş konulu filmlerin yerine bugün, “çirkin” Asyalıyı monarşinin elinden kurtararak ya da “şekilsiz” Arabı demokrasiye duçar ederek, bu sefer üstünlük taslamayan “bizim batı” imajı ödüllendirilmektedir. The Siege, Alexander, Body of Lies, Midnight Express ve 300 Spartan gibi “ezik doğu” imajı üzerinden kurulu sert oryantalist filmlere Hollywood son zamanlarda çok fazla pirim vermektedir. Örneğin “Bir avuç 300” ün, sayıca kendilerinden çok üstün aptal ve şekilsiz Pers ordularını yenerek adeta ahlaki bir zafer kazanması Hollywood’un Antik Yunan’a yeni bir mitos hediye etme çabasının ürünüdür. FBI ajanının bir yandan ayrılıkçı “terörist” Araplara yapılan işkenceye sesini çıkarmazken diğer yandan gerektiğinde bu teröristlerin uysal “vatandaş” aileleri için pentagona kafa tutan özgürlükçü siyahi bir kahramana dönüştürülmesi ise yine Hollywood’un artık klişe haline gelmiş çok da samimi olmayan Batı eleştirisinin bir tezahürüdür. 52. Akademi ödüllerinde aday olduğu altı dalın ikisinden Oscar alan Midnight Express’de de aşırı dincilik, fanatizm ve cehalet üçgeninde kurgulanan karanlık bir Doğu bulunur. Karanlık doğu olarak bu kez Türkiye’nin seçildiği film Türk insanının dışarıdaki imajını uzunca bir süre oldukça kötü biçimde etkilemiştir. Kitaptan uyarlama yazdığı şeylerin çekim senaryosu aşamasında abartılmış olabileceği konusunda görüş beyan eden ve bunun için Türkiye’den özür de dileyen Oliver Stone, bu kez yönetmenliğini yaptığı bir diğer film İskender’i üstelik tam da özür dilediği yıl vizyona sokmuştur. Neredeyse bütün doğu topraklarını yine bir Yunanlının ayakları altında ezdiren film, batı değerlerini kendinden menkulmüş gibi sunarak doğunun canına ot tıkamıştır. Peki, Oscar’ın en iyi film seçimlerinde neredeyse her zaman etkili olduğu aşikar bu aşırı üstenci batıcı damar bu sefer Akademi tarafından “Argo” da taçlandırılınca kıyamet neden koptu? Çünkü Argo filminde Hollywood’un suret biçmeye çalıştığı İran, Amerikan halkı için bir heyuladır aslında. Oysa İran Hollywood filmlerine konu olacak; ne Nazi Almanya’sının yaptığı gibi bir Yahudi katliamı gerçekleştirmiş ne de Vietnam gibi bir ülke üzerinde hiç denenmemiş silahları kullanmıştır. İran’da geçmişte bir devrim gerçekleşmiştir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 39 Bu devrimin bir İslam devrimi olduğu gerçeği ortalıklarda en sarih bir biçimde duruyorken film 1979 yılında İran’da meydana gelen mevzunun ne olduğunu anlama/ anlamlandırma gayreti içerisine girmiştir. Rehine krizine odaklanmış gibi görünen film aslında bir taraftan sözde dürüst bir yaklaşımla Batı eleştirisi yaparken, diğer taraftan İran’a heyuladan öteye gidemeyen karanlık bir suret biçmiştir. Nasıl ki Amerikan halkı Vietnam sendromuyla yüzleşmek için Hollywood yapımı filmler aracılığıyla rehabilite edildiyse Argo filmi de 1979 yılında meydana gelmiş bir olayla Amerikan halkını yüzleştirmeyi denemiştir. Ancak yüzleşmek bir yana seyirciye yansıyan -Batılı eleştirmenlerin de ifade ettiği gibi – samimiyetsiz bir hesaplaşma olmuştur. Amerikalı rehineleri çölün kavurduğu yanık tenli “çirkinlerden” kurtarmak ve bu kara-nlık topraklarda parıl parıl parıldamak için gönderilen beyaz tenli (J.Goodman bir tarafa) yakışıklı jönler, bir başka orta doğu fatihi Coolony’nin yapımcılığında Amerikan halkına film içinde film çevirmiştir. Bu türlü bir filme üstelik Amerikan başkanının eşinin anonsunu da katarak ödül vermek şüphesiz Oscar’ı ve akademiyi bir şaibe altına sokmuş, sinema çevrelerinin şimşeklerini üzerine çekmiştir. Örneğin Oscar ödüllerine en fazla sayıda aday gösterilen kadın oyuncu unvanını da elinde bulunduran Merly Streep Oscar ödüllerinin giderek siyasi kampanyalara dönüşmesini korkutucu bulduğunu söylemiştir. İranlıların zombi gibi gösterildiğini ve filmdeki en iyi İranlının Kanada Büyükelçisinin hizmetçisi olduğunu söyleyen The Guardian gibi pek çok kesim de filmi aşırı oryantalist bakış açısı bağlamında eleştirmiştir. Filmin öldürmek hakkında bir hikaye olmadığı konusunda ikna içerikli yazılar yayınlayan The New York Times ise, bir yazıda Hollywood’un Humeyni’yi Argo ile zekice nasıl alt ettiğini film yönetmeni Affleck’e sıraladığı methiyeler eşliğinde duyurmuştur. Özetle, yılın en iyi filmi ve senaryo uyarlaması da dahil üç dalda ödül kazanan Argo, Amerikan toplumunun pek hoşuna giden milliyetçilik ve vatanseverlik duygularını tahrik ederek olası bir İran ya da Ortadoğu müdahalesinin meşru gösterilmesi sürecinde kendisine düşecek görevi başarıyla yerine getirmiştir. Başkan Obama’nın eşinin arkasındaki genç askerler eşliğinde, beyaz sarayda ve milliyetçi sayılabilecek bir havada gerçekleştirdiği anonsun politize ettiği tören ise, sinematografinin ve başarı arzusunu kamçılayan Oscar ruhunun önüne geçmiştir. Sonuç Hollywood film endüstrisinin bütün ihtişamıyla kendisini dünyaya gösterdiği Oscar ödül törenleri, filmler aracılığıyla içten içe benimsetilmeye çalışılan üstün batı “biz” inin küresel anlamda tezahürünün gerçekleştiği parıltılı bir mecradır. Çekim açıları, özel efektler, ışık, kurgu ve basit repliklerden kurulu sinematografik anlatıyla “yapılmış” filmler üstün batı fikrinin içeriğini kurarken, Oscar törenleri bu içeriğin ödüllendirildiği mekanlardır. 40 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Oscar; siyahileri acımasız katiller, namus düşmanı ve hırsız olarak betimleyen segregasyon politikalarıyla ulusal kimlik algısına vurgu yapan “Bir Ulusun Doğuşu” türü filmlerden, kölelik tarihiyle hesaplaşıyormuş gibi görünerek ödül alan “12 Yıllık Esaret” türü filmlere, sürekli bir “öteki” yaratılması ya da yorumlaması sürecinin parçası haline dönüşerek Hollywood’un şirin yüzüne bürünmüştür. Kırmızı halı, takılar, elbiseler, sinematografik karakterlerin kahraman edaları ve sosyal medya çılgınlığı gibi magazinler de bu törenin birer ritüeline dönüşerek kitlelerin “öteki” hakkındaki düşüncelerinin ekonomik, siyasal, sosyal ve estetik araçlar doğrultusunda şekillenmesine katkıda bulunmaktadır. Batı medeniyetinin canına ot tıkayacak olan fundamentalist Arap; şehirli masum gençleri uyuşturucuyla zehirleyen insan kaçakçısı Latin Amerikalı; soğuk savaşın komünizmini kutsal topraklara getirecek “dinsizden” zengin ama görgüsüz olana evrilen kaba Rus; komplocu ve duygudan uzak sarı benizli Asyalı; zulüm altında kölelikten başka çıkar yolları olmayan Afro- Amerikalı ve nihayetinde medeniyetten uzak toplumların genel temsilcisi olarak Doğulu; Hollywood filmlerinin ürettiği “ötekiler” olarak filmlerde sürekli rehabilitasyona tabi tutulmaktadır. Üstün “bizin” göstereni Amerika bu “ötekiler” e kimi zaman demokrasi götüren üstün akıl, kimi zaman da girdikleri yollardan geri döndürmek zorunda olan bir cezalandırıcı olarak ortaya çıkmakta ve yapıp ettikleriyle de Oscar ile ödüllendirilmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 41 Kaynaklar 1. Assman, J., Kültürel Bellek – Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama, Politik Kimlik. Çev. A. Tekin, İstanbul: Ayrıntı (2001). 2. Baker, U., “Medyaya Nasıl Direnilir?”, Birikim Dergisi, Medya ve Siyaset Meydanı, Sayı: 68-69 (1995). 3. Burton, G., Görünenden Fazlası Medya Analizlerine Giriş, Çev. N., Dinç, İstanbul: Alan Yayınları, (1995). 4. Connolly E. W., Kimlik ve Farklılık Siyasetin Açmazlarına Dair Çözüm Önerileri, Çev. F. Lekesizalın, İstanbul: Ayrıntı Yayınları (1995). 5. Guıbernau, M., Milliyetçilik, 20. Y.Y.’da Ulusal- Devlet ve Milliyetçilikler, Çev. Nur Domaniç, İstanbul: Sarmal Yayınevi (1997). 6. Heidegger, M., “Günlük İnsan ve Onlar Alanı” Çev. A. Atan, İstanbul: Ders Belgeliği Felsefe Sanat Eğitim Dergisi (1999). 7. İMANÇER, D., “Çağdaş Kimliğin Yapılanma Süreci ve Televizyon”, Doğu Batı Dergisi, Kimlikler, Sayı: 23, (2003). 8. Kejanlıoğlu, D., B., “Kamusal Alan, Televizyon ve Siyaset Meydanı”, Birikim Dergisi, Medya ve Siyaset Meydanı, Sayı: 68-69, (1995). 9. Lazar, J., İletişim Bilimi, Çev. C. Anık, İstanbul: Vadi Yayınları (2001). 10. Oran, B., Az Gelişmiş Ülke Milliyetçiliği- Kara Afrika Modeli, Ankara: Bilgi Yayınevi (1997) 11. Oskay, Ü., Kitle Haberleşme Teorilerine Giriş, İstanbul: Der Yayınları (2000). 12. Öcel, N., “Ötekine Doğru Giden Birey: İç İçe Geçmiş Kimliklerle Başkalaşım”, (çevirimiçi) http://www.istanbul.edu.tr/4boyut/nocel.öteki.htm, 22.03.2002. 13. Özmakas, U. ‘‘Öteki’’, Anafilya, Türkçe Edebiyat Kültür ve Sanat Dergisi, Aralık 2003, Sayı:30, s.40, Çevrimiçi: http://www.anafilya.org/ go.php?go=7d3c1e0280512, 03.10.2006. 14. Poyraz, T., Arıkan, G., ‘‘Avrupa Türkiye İlişkileri ve Dönemsel Olarak Değişen ‘Öteki’ Tanımları’’, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 20, sayı: 2 (2003). 42 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 15. Sibel Demirtaş, S., Diken, B., Gözaydın, İ., B., “Mekan ve Ötekiler”, Defter, Sayı:28, Yaz (1996). 16. Sözen, E., Demir Kafesten Plastiğe Kimliklerimiz Sekülerleşme Sürecinde Kimliklerin İnşası. İstanbul: Birey Yayınları (1999). 17. Tekeli, İ., Tarih Yazımı Üzerine Düşünmek, Ankara: Dost Kitapevi Yayınları (1998). 18. Zygmunt, B., Sosyolojik Düşünmek, Çev. A. Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları (1999). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 43 44 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ TÜRKİYE’DE MOBBİNG: GAZETE HABERLERİ ÜZERİNDE BİR İNCELEME Emel İŞTAR1 Özet Bu çalışmanın amacı gazete haberlerini dikkate alarak Türkiye’de mobbingin nasıl ele alındığını tespit etmek ve mevcut durumun analizi yapabilmektir. Kişiye yönelik, düşmanca ve ahlak dışı bir iletişim şeklinde ortaya çıkan ve bir çeşit psikolojik savaş olarak nitelenebilen mobbing, yazında psikolojik taciz, yıldırma gibi adlarla isimlendirilmektedir. Bu konu özellikle son 5 yıldır sıkça dile getirilen bir husus olmuştur. Özellikle işyerinde yaşanan mobbing, bireyin, akıl ve ruh sağlığını bozmakta, işe ve çalıştığı işyerine olan bağlılığını azaltmaktadır. Bu durum mobbinge tanık olan diğer çalışanları da etkilemektedir. Böylece işyerlerinde devamsızlık yapma, düşük performansla çalışma ve işten ayrılma durumları söz konusu olmaktadır. Diğer yandan, ödenen tazminatlar, mahkeme masrafları gibi maliyetleri- arttırmakta ve şirketleri gerek psikolojik gerek ekonomik yönden zarara sokmaktadır Çalışmada mobbing öncelikle kavramsal çerçevede ele alınmıştır. Daha sonra ise mobbing ile yapılan çalışmalara yer verilmiş, bilhassa işyerinde yaşanan sorunlar üzerinde durulmuştur. Son bölümde ise, gazetelerde mobbing ile ilgili olan yayınlamış haberler içerik ve metin analizi aracılığı ile incelenmiştir. Araştırmanın evrenini internet üzerinde arşivlerini yayınlayan gazeteler oluşturmaktadır. En yüksek tiraja sahip gazetelerden biri olan Sabah Gazetesi örneklem olarak ele alınmış ve burada 1 Ocak 2010 - 29 Mart 2015 tarihleri arasında konu başlığı içerisinde mobbing kelimesi geçen haberler incelenmiştir. Tespit edilen 57 haber üzerinden araştırma gerçekleştirilmiştir. Çalışmada haberler içerisinde en fazla, işyerinde uygulanan mobbingin konu alındığı görülmüştür. Haberlerde ayrıca mobbing ile ilgili davalara ve cezalara sıklıkla yer verildiği tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Mobbing, Yıldırma, Psikolojik Taciz, Gazete Haberleri, Türkiye 1 Yrd.Doç.Dr. Düzce Üniversitesi, İşletme Fakültesi, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 45 MOBBING IN TURKEY: A STUDY ON PAPER NEWS The purpose of this study is to identify how mobbing is approached in Turkey and to analyze the current situation by considering paper news. Mobbing which emerges in an immoral and hostile way and which could be defined as a kind of psychological warfare, is named as psychological abuse or intimidation in the literature. This issue has been discussed specifically in the last 5 years. Especially mobbing at work destroys psychology of the individual and decreases his commitment to work and work place. The action of mobbing at work influences the other staff as well. As a result, the cases of absence, poor performance, and resignations begin to occur. Additionally, the compensations and court charges increases the costs for the companies and this affects them both psychologically and financially. In this study, mobbing was approached initially in a conceptual framework. Then, the previous studies regarding mobbing were discussed and especially mobbing at work was focused. In the last part, the paper news related to mobbing was analyzed through content and textual analysis. The population of the study was composed of the online papers which broadcast their archive. “Sabah” which is one of the newspaper with the widest circulation was used as the sample and the news with the heading of “mobbing” between January 1- March 29, 2015 were examined. The study was conducted on 57 news there was found. The news was found to be mostly in relation to mobbing at work. Moreover, it was seen that the trails and punishments about mobbing were frequently discussed in the news. Key Words: Mobbing, Intimidation, Psychological Abuse, Paper News, Turkey 46 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. Giriş Mobbing kavramı, Leymann’ın ifadeleri ile “bir veya birkaç kişi tarafından, bir diğer kişiye yönelik (nedeni, düşünce ve inanç ayrılığından kıskançlık ve cinsiyet ayrımına kadar çok çeşitli olabilen) sistematik bir biçimde, düşmanca ve ahlak dışı bir iletişim yöneltilmesi şeklinde ortaya çıkan bir çeşit psikolojik terör” olarak tanımlanmaktadır (Tınaz, 2013: 24). Literatürde mobbing yerine psikolojik taciz veya yıldırma ifadeleri de kullanılmaktadır. Mobbing, mağdur veya kurban olarak ifade edilen kişiye yönelik duygusal saldırı durumudur. Özellikle çalışma hayatında işyeri içerisinde maruz kalındığında, mağdurun akıl ve ruh sağlığını bozmakta, işe ve çalıştığı işyerine olan bağlılığını azaltmaktadır. Bu durum saldırıya tanık olan diğer çalışanları da etkilemektedir. Mobbingin görüldüğü işyerlerinde tanıkların da devamsızlık yapma, düşük performansla çalışma ve işten ayrılma durumları söz konusu olmaktadır. Mağdurun ve tanıkların bu durumu, işyerlerini de hastalık izinlerinin artması, çalışanlara ödenen tazminatlar, mahkeme masrafları gibi maliyetleri arttırmakta ve şirketleri gerek psikolojik gerek ekonomik yönden zarara uğratmaktadır (Karatuna, 2013: 115). Mobbinge uğrayan mağdurun çalışma ortamından soğuması, veriminin düşmesi, işe devamsızlığının artması ve nihayetinde işten ayrılması beklenmektedir. Özellikle son yıllarda mobbing nedeniyle sonuçlanan bu işten ayrılmalar, sıkça dile getirilen bir konu olmuştur. Bir bireyin bazı özelliklere sahip olması onun mobbing mağduru olmasına sebebiyet verebilmektedir. Bu özelliklerin başında bireyin başarılı olması gelmektedir. Başarılı ve çalışkan bireyler, genellikle işyerindeki yöneticileri tedirgin etmektedir. Yöneticiler, mağduru kendi yerine geçebilir endişesi ile bu bireyleri dışlamakta, mobbing uygulayarak o işyerinden bir an önce kendi isteği ile gitmelerine çalışmaktadırlar. Başarılı bireyler, işyerindeki diğer çalışanlar tarafından da mağdur konuma düşebilmektedir. Bunun nedenleri arasında mağdurun güçlü bir rakip olarak görülmesi, iş hedeflerinin yukarıya çekilmesine neden olması, yöneticinin çalışanlarından olan beklentilerini yükseltmesi sayılabilmektedir. Diğer yandan bireyin diğer çalışanlar arasında “yalnız bir kişi” konumunda olması da mağdur edilmesinin bir nedenidir. Burada yalnız kişi, erkeklerin yoğun bulunduğu bir işyerinde çalışan kadın personel olabilmektedir. Bazen de “acayip bir kişi” olarak nitelenen bireyler mobbing mağdurlarıdır. Bu bireyler, farklı tarzda giyinen, engelli olan veya yabancı kişiler olduğu gibi, evlilerin çalıştığı bir işyerinde çalışan bekar personel de olabilmektedir. İşyerlerinde genelde azınlık gruba dahil kimselerin mobbing ile karşı karşıya kalma ihtimalleri daha yüksektir (Tınaz, 2006: 20). Mobbingin bireyler üzerindeki etkilerini tespit eden, birçok akademik çalışma bulunmaktadır. Nolfe ve arkadaşlarının çalışmasında (2007: 68) mobbing uygulanılmasının mağdurda davranış bozukluklarına sebep olduğu hatta şizofrenik 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 47 rahatsızlıkların görülebildiği ifade edilmiştir. Aksakal-Kaymakçı’nın (2009: 79) tekstil sektöründe çalışan 377 kişi üzerinde yaptığı araştırmasında, mobbingin performans, verimlilik, fiziksel ve psikolojik sağlık ve sosyal yaşam üzerinde olumsuz etkilerini gösteren bulgular tespit edilmiştir. Çalışma ayrıca, mobbingi uygulayan tarafın, daha çok yönetici ve üstler olduğunu ortaya koymuştur. Filizöz ve Alper-Ay’ın (2011: 229) 138 çalışan üzerinde gerçekleştirdiği araştırma, mobbing ile tükenmişlik arasında pozitif bir ilişkinin varlığını tespit etmiştir. Akça ve İrmiş’in (2006: 181-189) üniversite öğrencileri üzerinde gerçekleştirdiği çalışmada, mobbingin öğrencilerin arasında olmadığı, ancak öğretim üyelerinin öğrenciler üzerinde mobbing uyguladığı ortaya çıkmıştır. Araştırma sonucunda mobbing mağdurlarının öğrenimleriyle ilgili düşük tatmin düzeyine sahip olduğu görülmüştür. Pelit ve Kılıç’ın (2012: 122), 426 otel çalışanı üzerinde gerçekleştirdiği araştırma, psikolojik taciz ile örgütsel bağlılık arasında negatif korelasyon saptamıştır. Yani, artan psikolojik tacizin, işyerine olan bağlılığı azalttığı tespit edilmiştir. Demir’in (2009: 104-110) finans sektörü çalışanları üzerinde gerçekleştirdiği çalışmada mobbing uygulamasının işyerindeki iş stresini arttırırken, iş performansında azalmaya neden olduğu sonucuna varılmıştır. Günümüzde psikolojik taciz, kamu kurumlarının, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin gündeminde geniş yer tutmaktadır. Özellikle Başbakanlığın 19 Mart 2011 tarihli “İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi” konulu genelgesi, ülkemizde bu hususun ne denli önem kazandığını göstermektedir. Diğer yandan Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yayınladığı “Mobbing’in Önlenmesine Dair Usul ve Esaslar” adlı yönetmelik, Çalışma Bakanlığı’nın psikolojik taciz mağdurlarına destek vermek için oluşturduğu ALO 170 telefon hattı ve ÇASGEM gibi kurumların gerçekleştirdikleri eğitim ve bilgilendirme programları (Akgeyik, 2013: 308), psikolojik tacizin önlenmesi yolunda önemli gelişmeleri oluşturmaktadır. Ayrıca, Mobbing ile Mücadele Derneği, Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği gibi derneklerin yaptığı etkinlikler, sendikaların konuyla ilgili yayın ve faaliyetleri, psikolojik taciz konusunda toplumun bilinçlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Türk hukukunda psikolojik taciz davranışlarının önlenmesi ile ilgili İş Kanunu’nda düzenlemeler mevcuttur. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5., 24., 77. ve 83. maddeleri, psikolojik tacize karşı çalışanı koruyucu ifadeler içermektedir. İş Kanunu’nun 5. maddesine göre, işverenin çalışanına eşit davranma borcu bulunmaktadır. Bunun ihlal edilmesi çalışana, işvereninden kötü niyet tazminatı, 4 aylık ücreti tutarında ayrımcılık tazminatı ve yoksun bırakıldığı haklarını almak üzere dava açma hakkı vermektedir. Kanunun 24. maddesine göre, çalışan şeref ve namusuna dokunacak söz veya davranışla karşı karşıya kaldığında ihbar süresini beklemeden, iş akidini haklı nedenlerle feshedebilmektedir. Bu fesih, çalışana ayrıca kıdem tazminatı alma hakkı da vermektedir. Kanunun 77. Maddesi işçiyi gözetme borcunu düzenlemektedir. Buna göre işverenin çalışanına psikolojik 48 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ taciz uygulaması veya bunun diğerleri tarafından uygulanmasına göz yumması, işçiyi gözetme borcuna aykırı düşmektedir. İş Kanunu’nun 83. maddesi ise, çalışana sağlığını tehdit edecek bir unsurla karşılaştığında çalışmama hakkı vermektedir. Böylece mağdur, psikolojik taciz ile karşılaşınca, İşçi Sağlığı ve Güvenliği Kurumu’na başvurup durum tespiti isteme ve tedbir alınıncaya kadar çalışmama hakkında sahip olmaktadır (Mızrahi, 2013: 450). Hukukumuzda İş Kanunu dışında Türk Medeni Kanunu ve Borçlar Kanunu’nda kişilik haklarının korunmasına yönelik hükümler bulunmaktadır. Burada, çalışanların hak ihlallerine karşı koruma davaları ve maddi/manevi tazminat davası önünde bir engel bulunmamaktadır. Bilhassa, 2012 yılında yürürlüğe giren 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nda, ilk kez işverenin işçisini psikolojik tacize uğramaması için korumak zorunda olduğu belirtilmiştir (Akgeyik, Delen & Uşen, 2013: 67). 2. Yöntem Araştırmanın amacı gazetelerde konu başlığı içerisinde “mobbing” ifadesi bulunan haberlerin içeriğini incelemektir. Ayrıca araştırma ile toplumsal yaşamda mobbingin yazılı basında nasıl ve ne sıklıkla yer aldığı tespit edilmek istenmektedir. Mobbing, sadece çalışma ortamlarında değil toplumsal yaşamın her alanında görülebilen bir sorundur. Bu sorunun yazılı basında ne kadar yer aldığını görebilmek, bu konuyla ilgili yazına önemli katkı sağlayacaktır. Ayrıca, mobbingin nasıl ve ne yönden ele alındığının tespit edilmesi mağdurların sıkıntılarına dikkat çekmesi bakımından önem da taşımaktadır. Araştırmanın evrenini internet üzerinde arşivlerini yayınlayan gazeteler oluşturmaktadır. En yüksek tiraja sahip gazetelerden biri olan Sabah Gazetesi örneklem olarak ele alınmış ve burada 1 Ocak 2010 - 29 Mart 2015 tarihleri arasında konu başlığı içerisinde “mobbing” ifadesi geçen haberler incelenmiştir. Tespit edilen 57 haber üzerinden araştırma gerçekleştirilmiştir. Bu araştırmada doküman incelemesi aracılığıyla toplanan verilerin içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. Nitel bir araştırma yöntemi olan içerik analizinde, taranan gazete haberlerinin basılan haberlerin sistemli olarak incelenmesi sağlanmaktadır. İçerik analizi, tümden gelim yöntemine dayalı bir okuma aracıdır. Bu analiz metinler, konuşmalar, reklamlar hatta televizyon programları üzerinden dahi yapılabilmektedir. Bu bağlamda içerik analizi, görünenin içeriğini değil arka planını da inceleme konusu yapan, anlamlı çıkarımlar yapabilmeyi sağlayan bir bilimsel araştırma yöntemidir (Gürel & Alem, 2010: 335-336). Bu yöntemi kullanarak yapılan görüşmelerin kategorik olarak sınıflandırılması ve değerlendirilmesi sağlanmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 49 3. Bulgular Gazetedeki haberlerin taranmasında, gazetenin internet sitesinde arşiv kısmına girilerek son 5 yıllık (1 Ocak 2010 - 29 Mart 2015) veriler buradaki arama motoru aracılığı ile taranmıştır. Tarama sonucu konu başlığında mobbing ifadesi bulunan haberler, iki uzmanın görüşü alınarak kategorilere ayrılmış, böylece çalışmanın geçerlik ve güvenirliği temin edilmiştir. Şekil. 1. Mobbing İfadesi İçeren Bölümler Başlıkları içerisinde “mobbing” ifadesi içeren haberlerin geneline bakıldığında, konunun en fazla gazetenin “yaşam haberleri” kısmında yer aldığı görülmektedir. Taranan 57 haberin 29’u bu bölüm altında ele alınmıştır. Başlığı içerisinde mobbing bulunan haberlerin, daha sonra sırasıyla en fazla gazetenin Gündem (14 haber), Ekonomi (6 haber), Güney (3 haber) ve Ankara Başkent (2 haber) bölümlerinde yer aldığı tespit edilmiştir. Gazetenin diğer bölümleri olan İşte İnsan Haber, Avrupa’dan Futbol ve Sabah Haberler bölümlerinde ise 1’er habere ulaşılmıştır. 50 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Veriler içerik analizi ile incelendiğinde, “mobbing” ifadesini başlığında barındıran haberler üç alt kategoriye ayrılmıştır (bkz. tablo 1) Tablo 1. Mobbing Konulu Haber Kategorileri Haber Kategorisi Eğitim Kurumlarında Mobbing İşyerinde Mobbing Cinsiyet Kaynaklı Mobbing Mobbingle İlgili Gelişmeler Diğer Haberler Toplam Haber Sayısı 15 17 12 7 6 57 Araştırmada, eğitim kurumlarında mobbingi konu alan haberlerin 6 tanesinin gazetenin Gündem bölümünde, 9 tanesinin ise Yaşam Haberleri bölümlerinde bulunduğu tespit edilmiştir. İşyerinde mobing konulu haberler, gazetenin Yaşam haberleri (13 haber), Gündem haberleri (2 haber), Avrupa’dan Futbol (1 haber) ve Ekonomi (1 haber) bölümlerinde yer almıştır. Cinsiyet kaynaklı mobbingi konu alan haberler sırasıyla Yaşam haberleri (6 haber), Güney (2 haber), Gündem (2 haber), Ekonomi (1 haber) ve Sabah haberler (1 haber) bölümlerinde bulunmaktadır. Mobbing ile ilgili farkındalığın ve önlemlerin arttırılmasına yönelik gelişmelerin yer aldığı haberler, gazetenin Yaşam (2 haber), Ekonomi (2 haber), Ankara Başkent (2 haber) ve Güney (1 haber) kısımlarındadır. Sayılan haber kategorilerinin dışında kalan ve başlıklarında mobbing ifadesi bulunan diğer haberler ise sırasıyla Gündem (3 haber), Ekonomi (2 haber) ve İşte İnsan Haber bölümlerinde yar almışlardır. a. Eğitim Kurumlarında Mobbing Ocak 2010- Mart 2015 arası dönemi kapsayan ve yaklaşık 5 yıllık zaman aralığında çıkan haberler incelendiğinde ilk, orta ve yüksek öğrenim sırasında gerek öğrencilerin gerekse eğitimcilerin mobbing ile karşı karşıya kalmış oldukları tespit edilmiştir. Araştırmada eğitim kurumlarında mobbingi konu alan haberlerin 2010-2013 yılları arasında yazılı basında yer aldığı, 2014 ve 2015 yılları arasında ise bu konuda haber yayınlanmadığı görülmüştür. Günümüzde mobbing sadece çalışma yaşamında değil, hayatın tüm safhalarında karşı karşıya kalınabilen bir olgu halini almıştır. Bireyler henüz okul sıralarında iken mağdur konumuna düşebilmektedir. Özellikle kişiler, çalışkan, başarılı veya diğerlerinden üstün özelliklere sahip ise mobbinge uğrama ihtimalleri daha fazla olabilmektedir. Bu durum “Dahi çocuktan ‘mobbing’ suçlaması” (Sabah, 5 Nisan 2011) ve “Dâhi çocuklar›ın mobbing boykotu” (Sabah, 2 Haziran 2011) başlıklı haberlerde kendini göstermektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 51 Haberlerde üstün zekalı çocuklarına gelişimleri için daha fazla ders ve sosyal aktiviteler talep eden velilerin ve öğrencilerin nasıl mağdur edildiği, daha yetkin öğretmenler ve yoğun bir ders programı isteyen dahi çocukların, öğretmenler tarafından ne denli şiddet ve hakarete uğratıldığı göz önüne serilmiştir. Gazete haberlerinde eğitim kurumlarında mobbing uygulanan kişilerin sadece öğrenciler olmadığı öğretmenler ve akademisyenlerin de mağdur konumunda oldukları ortaya çıkmıştır. Üniversitelerde öğretim üyelerine yapılan mobbing haberleri çoğunluktadır. Tespit edildiğine göre eğitim kurumlarında mobbingi konu alan 15 haberin 9’unda mağdur kişiler akademisyenlerdir. Haberlerin içeriğinde mobbing uygulayan kişilere verilen cezalar konu edilmiştir. “Profesöre “mobbing” cezası” (Sabah, 3 Temmuz 2012), “Dekana mobbing cezası” (Sabah, 30 Temmuz 2010) ve “Mobbing’ci dekana 5 yıl hapis” (Sabah, 4 Kasım 2011) başlıklı haberlerde görevi kötüye kullanmakla suçlanan profesörlerin 3 bin lira manevi tazminata mahkum edildiği yazılmıştır. Eğitim kurumlarında mobbing fiziksel ve psikolojik sağlık sorunlarını beraberinde getirmektedir. Bu sorunlar kişinin kendine olan özgüven ve özsaygısının yitirilmesine, işe yaramayan bir insan olma endişesine, hayattan kopmaya hatta intihar eğilimine neden olabilmektedir. Bu durum otomobilini 250 metrelik uçurumdan denize sürerek intihar eden yardımcı doçenti konu alan “Yardımcı doçentin intiharı için mobbing suçlaması” başlıklı haberde yer almıştır (Sabah, 3 Nisan 2010). Haberde, sabahlara kadar çalışıp ABD’de burs kazanan akademisyenin, rektörü tarafından yurtdışına çıkışına izin verilmemesi ve hatta azarlanması üzerine bunalıma girdiği, bu nedenle intihar ettiği; aynı fakültede mobbing nedeniyle 100’e yakın öğretim üyesinin de istifa ettiği veya kovulduğu ifade olunmuştur. b. İşyerinde Mobbing Gazete haberleri üzerinde mobbing başlıklı haberler incelendiğinde büyük çoğunluğunun (57 haberden 17’si) işyerinde mobbingi konu aldığı görülmüştür. İşyerinde yaşanan mobbingin kişiler, kurumlar ve toplum açısından yüksek maliyetleri ve olumsuz sonuçları bulunmaktadır. Mağdur konumunda olan bireylerde yoğun stres ve tükenmişlik görülürken, işe yabancılaşma, işten soğuma, iş doyumu ve örgüte bağlılıkta azalış, çalışma ortamında huzurun kaçması ve örgüt olarak verimliliğin düşmesi söz konusu olabilmektedir. Son yıllarda mobbing konusunda farkındalığın artması ile beraber, bu konuda açılan davalar da gazete haberlerinde sıkça yerini bulmaya başlamıştır. “Mobbing iddiasına hakaret cezası” başlıklı haberde (Sabah, 9 Kasım 2013) bir oyuncunun kendisini mobbing uygulamakla suçlayan ama iddiasını ispat edemeyen tiyatrocuya açtığı tazminat davasını kazandığı, mobbing uygulayan tarafın 5 bin lira tazminat ödemesine karar verildiği ifade olunmuştur. “Dokuz kere görevden alınan müdüre ‘mobbing’ tazminatı” (Sabah, 31 Temmuz 2010) başlıklı haberde 9 kez görevinden alınan 9 kez de mahkeme kararıyla 52 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ dönen müdüre 4 bin TL tazminat kararı verildiği belirtilmiştir. “Başkan mobbing için tazminat ödeyecek” isimli başka bir yazıda da (Sabah, 25 Ekim 2013) tazminatın miktarı daha da artmış, bir çalışanın belediye başkanının kendisini 7 kez görevden alarak mobbing uygulaması üzerine mahkemeye başvurduğu ve mahkemenin de başkanı 10 bin lira tazminat ödeme ile cezalandırdığı belirtilmiştir. İşyerinde mobbing sadece çalışanlar arasında veya çalışan - yönetici ilişkilerinde olmamaktadır. Ortaklık şeklinde kurulmuş işyerlerinde ortaklar arasında da mobbing söz konusu olabilmektedir. Bu hususta “Mobbing yapan ağabeyini öldürdü” başlıklı haberde (Sabah, 14 Ağustos 2013) işyeri ortağı olan iki kardeşten birinin tüm malları üzerine aldığı ve işyerinde baskı yaptığı için öldürüldüğü belirtilmiştir. Bu haberle mobbingin sadece intihara değil cinayetlere de sebep olabileceği görülmektedir. Mobbing, kamu ve özel sektörün önemli sosyal sorunlarından biridir. Gazete haberlerinde mobbingin daha çok kamu sektöründe görüldüğü belirtilmiştir. Bununla ilgili “Kamudaki mobbing özel sektörü solladı” başlıklı yazıda (Sabah, 12 Ağustos 2011) Mobbingle Mücadele Derneği ikinci başkanının, derneklerine başvuran kişilerin çoğunlukla kamu sektöründen olduğunu, mobbinge uğrayan memurların ruh sağlığının bozulduğunu ve intihara sürüklendiklerini ifade ettiği belirtilmektedir. İlgili haberde işten çıkarılma riskinin düşük olduğu kamu sektöründe, çalışanların işlerini kolay kolay bırakmadıkları için, özel sektöre göre daha fazla mobbinge maruz kaldığı; özel sektörde yüzde 4 olan işyerinde psikolojik ve fiziksel şiddetle karşılaşma riskinin, kamuda yüzde 6›ya yükseldiği belirtilmiştir. Buna göre özellikle hizmet sektöründe yaygınlaşan mobbingten en çok sağlık sektörü ve üniversitelerde çalışan personel etkilendiği, sağlık çalışanlarının, hizmet sektöründeki diğer meslek gruplarına göre 16 kat daha fazla psikolojik şiddet görme riski taşıdığı ifade olunmuştur. c. Cinsiyet Kaynaklı Mobbing Günümüzde iş dünyasının yaşadığı en büyük gelişmelerden biri, kadınların giderek artan bir biçimde iş yaşamına katılmaları olmuştur. Kadınların iş hayatının tüm sahalarına girmesi ve üst kademelere ulaşması, kimileri tarafından istenmemiştir. Bu istenmeyiş, çalışma ortamlarında cinsiyet kaynaklı mobbingin görülmesine neden olmuştur. Araştırmada incelenen 57 haber üzerinden 12’sinin cinsiyet kaynaklı mobbing ile ilgili olması toplumsal cinsiyetle ilgili sorunların ciddiyetini göstermektedir. Mobbing özellikle okumuş, mevki sahibi olmuş kadınlarda iş hayatından çıkmaları için yapılmaktadır. Bunun bir örneği “Kadın avukatların mobbing savaşı” başlıklı haberde (Sabah, 5 Mart 2015) geçmektedir. Haberde, bir partinin yönetim kademesinde olan kadın avukatların, kendilerine toplam binden fazla dava dosyası verildiği, sudan sebeplerle ihtar çekilip azar işittikleri, istifaya zorlandıkları ifade edilmiş; mağdurların il müdürüne şikayete gittiklerinde ise kendilerinin azarladığını, idari olarak çözüm bulamadıklarını, yargı yoluyla haklarını arayacakları belirtilmiştir. “Mobingi yazdı kendi başına geldi” başlıklı 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 53 haberde (Sabah, 16 Mayıs 2010) ise, bir sendikada çalışan bayan personele, uzun süre mobbing uygulandığı ifade edilmiştir. Haberde mağdurun işyerlerinde ücret eşitsizliğine maruz kaldığı, telefon bağlatılmadığı, işini yapıp yapmadığıyla ilgili baskı görmesi, birilerinin adamı olup olmadığı hakkında söylentiler çıkarılması ve sonunda işten çıkartılıp yerine erkek bir çalışanın getirildiği belirtilmiştir. Yapılan araştırmada cinsiyet kaynaklı mobbinge maruz kalanların arasında erkeklerin de olması dikkat çekicidir. Tespit edilen 12 haber arasında 4’ü kadınların erkeklere mobbing uyguladığını konu almıştır. Bu hususta “Erkekler mobbingden daha çok şikayetçi” haberinde (Sabah, 2 Aralık 2012) 19 Mart 2011’den Eylül 2012’ye kadar Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi’nin 4 bin 28 mobbing çağrısı alındığı, bu çağrıların 1890 adedinin kadınlardan, 2138 adedinin erkeklerden geldiğini aktarılmıştır. Yaklaşık bir sene sonra yayınlanan benzer konudaki “Erkekler mobbing mağduru çıktı” başlıklı haberde (Sabah, 6 Ekim 2013), 2011’de kurulan Alo 170’i arayarak mobbinge maruz kaldıklarını söyleyenlerin yarıdan fazlasının erkek olduğu, özel sektörden gelen şikayetlerin yüzde 58›inin erkek, yüzde 42’sinin kadın, kamudan gelen şikayetlerin ise yüzde 49’unun erkek bireylere ait olduğu belirtilmiştir. d. Mobbingle İlgili Gelişmeler Son yıllarda insan haklarının önem kazanması çalışma yaşamında mobbingin önlenmesine yönelik çalışmaların yapılmasını beraberinde getirmiştir. Bu husustaki gelişmeler, incelenen 57 haberden 7’sine konu olmuştur. Mobbing ile mücadeleyi güçlendirmek üzere yapılan en önemli gelişmelerden biri Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi, ALO 170 üzerinden psikologlar vasıtasıyla çalışanlara yardım ve destek sağlanmasıdır. ALO 170’e güne 50’den fazla çağrı geldiği “Alo mobbing’e büyük ilgi” (Sabah, 11 Nisan 2012) başlıklı haberde belirtilmiştir. Haberde gelen çağrılar arasında; aynı departmanda çalışan kişilerin özellikle farklı zamanlarda çay isteyerek kendisini bilerek yorduklarını ve mobbing uyguladıklarını söyleyen bir çay-kahve servis elemanı, akrabaların aynı şirkette çalışmasının yasak olduğu bir şirkette, yöneticinin kuzeninin işe alınıp kendi kuzeninin kabul edilmediğinden şikâyet eden bir kişi ve hediye kabulünün yasak olduğu bir şirkette, çalışma arkadaşının ailesinden geldiğini inatla söylemesine rağmen kullandığı birkaç eşyanın tedarikçilerden gelen hediyeler olduğunu iddia eden bir kişi örnek olarak verilmiştir. Mobbing ile ilgili gelişmeler arasında farkındalık kazandırmaya yönelik eğitimler bulunmaktadır. Bu husus “Üniversitede mobbing eğitimi” (Sabah, 13 Ocak 2015) başlıklı haberde yer almıştır. İlgili yazıda üniversitede akademisyenlere ve idari personele bilgilendirme eğitimi verildiği belirtilmiştir. Eğitimin yanı sıra kurumlarda yapılan anketler de mobbing tespit edilmeye çalışmaktadır. “Personele mobbing anketi” (Sabah, 10 Mayıs 2015) başlıklı haberde de bu gelişme konu edilmiştir. 54 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kurumlarda mobbingin önlenmesi önemli bir husustur. Bu konu üzerinde kimi birim yöneticilerinin çalışmaları olurken, kimi kurumlarda insan kaynakları departmanı veya kurulan özel birimler hizmet vermektedir. Bir devlet üniversitesinde “mobbing ofisi” kurulması bir habere konu olmuştur. “Üniversitede mobbing önlemi” (Sabah, 20 Ağustos 2013) başlıklı yazıda üniversite bünyesinde kurulan ofise yüzlerce başvuru yapıldığı, 80’in üzerinde şikayete işlem yapıldığı belirtilmiştir. Kurumların bünyesinin dışında topyekün mobbingin önlenmesi hususunda da çalışmalar mevcuttur. “Mobbing genelgesi” (Sabah, 20 Mart 2011) başlıklı haberde işyerinde psikolojik tacize karşı 8 maddelik bir genelgenin Resmi Gazete’de yayımlandığı ifade edilmiştir. Genelgede; iş verenlerin çalışanların tacize maruz kalmamaları için gerekli bütün önlemleri alması, tüm çalışanların psikolojik taciz olarak değerlendirilebilecek her türlü eylem ve davranıştan uzak durması, toplu iş sözleşmelerine işyerinde psikolojik taciz vakalarının yaşanmaması için önleyici nitelikte hükümler konulmasına özen gösterilmesi, ALO 170 üzerinden psikologlar vasıtasıyla çalışanlara yardım ve destek sağlanması, “Psikolojik Tacizle Mücadele Kurulu” kurulması, denetim elemanlarınca, psikolojik taciz şikâyetlerinin titizlikle incelenmesi, yürütülen iş ve işlemlerde özel yaşamların korunmasına azami özen gösterilmesi ve mobbinge yönelik farkındalık yaratmak amacıyla eğitim toplantıları düzenlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Mobbing ile ilgili gelişmelerin konu alındığı diğer haberler ise çalışanına mobbing uygulayan yöneticiye kredi verilmemesi ile ilgilidir. “Mobbing yapana kredi yok” ve “Mobbing yapan patrona kredi yok” (Sabah, 7 Nisan 2011) başlıklı yazılarda mobbing uyguladığı kesinleşen patrona kredi ve teşvik yasağı istendiği, tacizi yapana veya göz yumana alt sınırı 2 yıl olmak üzere hapis cezası öngörüldüğü bilgisi verilmektedir. 4. Sonuç Yapılan araştırmada, son beş yıl içesinde başlıklarında “mobbing” ifadesi geçen haberler incelenmiş ve dikkat çekici bulgulara ulaşılmıştır. Gazete haberlerinde mobbinge her kesimden bireyin maruz kalabileceği ortaya çıkmıştır. Eğitim kurumlarında mobbingin durumuna bakıldığında, ilkokuldan yüksek öğrenime kadar eğitim alan veya veren olsun her kesimin mağdur olabilme riski ile karşı karşıya kaldığı tespit edilmiştir. Özellikle okullarda çalışkan ve zeki çocukların baskı altında olduğu, hatta velilerin dahi mağdur edilebildiği görülmüştür. Diğer yandan üniversitelerde özellikle akademisyenlere yönelik mobbingin sıklıkla haberlerde yer aldığı görülmüştür. Bu haberlerde akademisyenlerin iş bırakmasına hatta intihar etmesine yol açabilecek baskı ve tehditler altında kaldıkları göz önüne serilmiştir. İşyerinde mobbingi konu alan haberler incelendiğinde, özellikle mobbing sonucu açılan tazminat davalarının sıklığı dikkat çekmektedir. Haberlerde, bu davalarda baskı uygulayan taraflara verilen 3 bin lira ile 10 bin lira arasında değişen para cezalarından söz edilmiştir. Ayrıca işyerinde maruz kalınan mobbingin çeşitli psikolojik rahatsızlıklara yol açtığı, intiharlardan cinayetlere kadar büyük toplumsal sorunların nedeni olduğu ifade edilmiştir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 55 Çalışma yaşamında çalışanlar, kendilerinden zayıf olanı ezmeye çalışmakta, böyle yaparak kendisini öne çıkartacağını düşünmektedir. İşletmelerde genç ve tecrübesiz olan çalışanlara bilgilerini anlatmama, kadın işçilerin çalışmalarına değer vermeme, terfi ve ücretlendirmelerinde haksızlıklar yapma gibi hususlar oldukça sık duyulan problemlerdir. Özellikle kadınlar, duygusal yapıları nedeniyle arka plana itilmekte, çoğu zaman ise görmezden gelinmektedir. Kadınların sadece cinsiyetleri nedeniyle mobbinge maruz kalmaları 57 haberin 8’inde dile getirilmiştir. Diğer yandan bu haberlerin 4’ünün erkeklere yapılan mobbing konusunda olması, bu sorunun sadece kadınlara yönelik olmadığını da gösterir nitelik taşımaktadır. Günümüzde mobbing sorunun önemi kavranmış, mücadele etme yolları aranır olmuştur. Gazete haberlerinde bu mücadele yöntemlerinin bazıları dile getirilmiştir. Haberlerde bu yöntemler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi ALO 170’in hizmete sokulması, mobbingle ile ilgili genelge yayımlanması, kurumlarda bilgilendirme eğitimlerinin düzenlenmesi ve durum tespiti yapan anketlerin uygulamaya konulması olarak ifade olunmuştur. Mobbing, cinsiyet, yaş, kıdem vb. farklılıklar gözetmeksizin herkesin başına gelebilecek bir sorundur. Bu sorunla mücadele için çeşitli önlemler alınmış olsa da, bu önlemlerin yeterliliğinden bahsetmek mümkün değildir. Çalışmada sadece bir gazetenin son beş yılında yayınlanmış mobbing haberleri incelenmiştir. Oysa farklı gazetelerde, daha uzun zaman aralığında çıkan haberlerin incelenmesine ihtiyaç vardır. Diğer yandan mobbinge maruz kalan mağdurlar ile derinlemesine mülakatlar yapılması, sorunların köküne inilmesine ve farklı çözümlerin ortaya çıkmasına sebep verecektir. Araştırmacılara mobbing konusunda nicel tekniklerdense nitel araştırma metodlarını kullanarak sorunların tespitine çalışmaları tavsiye edilmektedir. 56 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça 1. Akça, B. & İrmiş, A., Yıldırma Davranışının Algılama Boyutu: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma, 14. Yönetim Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, Atatürk Üniversitesi, Erzurum, 181-189 (2006). 2. Akgeyik, T., Psikolojik Tacizle Mücadelede Sendikaların Rolü, 1. Çalışma Hayatında Psikolojik Taciz (Mobbing) Panel ve Çalıştayı Bildiriler Kitabı, Der. İsmail Aygün, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi (ÇASGEM) Yayınları, Ankara, 307-316 (2013). 3. Akgeyik, T.,Güngör Delen M. & Uşen Ş., Çalışma Yaşamında Psikolojik Taciz, ÇASGEM Yayınları, Ankara, (2013). 4. Aksakal-Kaymakcı, H., Yıldırma Davranışının Sakarya Tekstil Sektöründe Çalışan İşgörenler Üzerindeki Etkileri, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2/1, 79-107 (2009). 5. Demir, Y., Mobbing’in Kişisel Ve Örgütsel Etkileri Üzerine Bir Araştırma, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Journal of the Institute of Social Sciences S. 3, Bahar, 99-111 (2009). 6. Filizöz, B. & AlperAy F., Örgütlerde Mobbing ve Tükenmişlik Olgusu Arasındaki İlişkilere Yönelik Bir Araştırma, E-Journal of New World Sciences Academy, Vol. 6, No. 2, 229-241 (2011). 7. Gürel, E. & Alem J., Postmodern Bir Durum Komedisi Üzerine İçerik Analizi: Simpsonlar, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 3 (10), 335-336 (2010). 8. Karatuna, I., İşyerinde Psikolojik Tacizle Mücadele Yöntemleri, 1. Çalışma Hayatında Psikolojik Taciz (Mobbing) Panel ve Çalıştayı Bildiriler Kitabı, Der. İsmail Aygün, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi (ÇASGEM) Yayınları, Ankara, 113-119 (2013). 9. Mızrahi, R., Çalışma Hayatında Mobbing ile Mücadele Yöntemleri, Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, C. 5, No:2, 443-452 (2013). 10. Nolfe, G., Petrella C., Blası F., Zontını G. & Nolfe G., Psychopathological Dimensions of Harassment in the Workplace (Mobbing), International Journal of Mental Health, 36 (4), 67–85 (2007). 11. Pelit, E. & Kılıç İ., Mobbing ile Örgütsel Bağlılık İlişkisi: Şehir ve Sayfiye Otellerinde Bir Uygulama, İşletme Araştırmaları Dergisi, 4/2, 122-140 (2012). 12. Tınaz P., İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing), Çalışma ve Toplum, 2006/4, 1328 (2006). 13. Tınaz, P., Çalışma Psikolojisi Boyutlarıyla Mobbing Tanım ve Tanı, 1. Çalışma Hayatında Psikolojik Taciz (Mobbing) Panel ve Çalıştayı Bildiriler Kitabı, Der. İsmail Aygün, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi (ÇASGEM) Yayınları, Ankara, 21-33 (2013). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 57 58 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ BÜYÜK GRUP KİMLİĞİ FARKLILIĞINDAN DOĞAN BİR ÇATIŞMA ALANI OLARAK PKK TERÖRÜ VE BAZI SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ AÇISINDAN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Halil MUTİOĞLU1 “Tarihte en nefret dolu ve gaddar suçlar din ya da asalet adına yapılmıştır” M. Gandhi Özet Bu bildiride terör ve terörizm kavramları tanımladıktan sonra bir terör türü olarak bölücü-ayrılıkçı (etnik) terörizm örneği olarak Partiya Karkêren Kurdistan/Kürdistan İşçi Partisi (PKK) terörü ele alınacaktır. Etnik terörizm kısaca herhangi bir devlet içinde etnik ayrıma göre bir başka devlet kurma amacıyla uygulanan aşırı milliyetçi terörizm çeşidi olarak tanımlanabilir. Bu ayrılıkçı terör, kimi zaman tarihsel süreçlere kimi zaman da ideolojik akımlara dayanır. Hangi temele dayandığı önemli olmaksızın tüm ayrılıkçı hareketler bir şekilde kendi kaderini tayin hakkı (self-determinasyon) ile ilişki kurar. Bu terör türü açıklandıktan sonra Türkiye’de PKK sorununun tanımlanması ve ortadan kaldırılmasına yönelik Türk kamu yönetimi dışında yer alan; Bilge Adamlar Stratejik Araştırma Merkezi (BİLGESAM), Türk Ekonomi ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV), Ankara Strateji Enstitüsü, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Stratejik Düşünce Enstitüsü ve gibi bazı sivil toplum yapılanmalarının görüşleri üzerinde durulacaktır. Anahtar Sözcükler: Büyük Grup Kimliği, Çatışma, Terör, Etnik Terör, Sivil Toplum Örgütü 1 Yrd. Doç. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 59 THE TERROR OF PKK AS AN AREA OF CONFLICT EMANATED FROM LARGE GROUP IDENTITY DIFFERENCE AND SUGGESTIONS FOR SOLUTION BY SOME NON-GOVERNMENTAL ORGANIZATIONS Abstract In this paper, after defining the concepts of terror and terrorism, the terror of PKK will be scrutinized as a factious-separatist (ethnic) terrorism example. Ethnic terrorism can basically be described as a type of nationalist terrorism aiming to found a state within a state based on ethnic difference. This separatist terror is sometimes based on historical processes or sometimes on ideological currents. On whichever they depend, all separatist movements relates to the right of self-determination in a way. After explaining this way of terror, the views of NGO’s such as Wise Men Strategic Research Center (BİLGESAM), Turkish Economy and Social Studies Center (TESEV), Ankara Strategy Institute, Turkish Revolutionist Worker Syndicate Confederation (DİSK), Strategic Thinking Institute and pertaining to defining and resolving of PKK terror will be analyzed. Keywords: Large Group Identity, Conflict, Terror, Ethnic Terror, Non-Governmental Organization 60 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Giriş Bu bildiride terör ve terörizm kavramları tanımlandıktan sonra büyük grup kimliği farklılığından doğan bölücü ayrılıkçı (etnik) terörizm örneği olarak PKK terörü ve bu teröre bazı sivil toplum örgütlerinin getirdikleri çözüm önerileri (yayınladıkları raporlar) ele alınarak tartışılacaktır. 1)Kimlik-Kolektif Kimlik (Büyük Grup Kimliği) Kimlik en açık ve basit tanımıyla “kişilerin, grupların toplum veya toplulukların kimsiniz, kimlerdensiniz sorusuna verdikleri yanıt ya da yanıtlardır (Güvenç, 1993: 3). Tek bir kimliğimiz yoktur. Kimlik sosyal bir fenomendir yani kişinin kendi kendine gerçekleştirdiği bir süreç olmayıp başkaları ile beraber ya da başkalarına karşı sosyal bir çerçevede oluşan süreçlerdir. Bu bakımdan kimliğin sosyal olması bu olgunun başkalık olgusu ile beraber var olduğunu gösterir. Derrida’nın dediği gibi “Bütün kimlikler farklarıyla beraber vardırlar” (Derrida, 1992: 9-10). Bu çalışmada kimliği bir insan topluluğunun kolektif kimliği olarak kavramlaştırmaktayız. Kolektif kimlik, belirli bir alanda kök salmış bir takım grupların (etnik toplulukların) diğer gruplardan farklarını ortaya koyma, vurgulama talebidir (Bilgin, 1995: 59). Kolektif kimliğin oluşması daima onlara karşı “bizin” yaratılmasını gerektirir. Bu kimlikle ilgili tutumlar tutarlı bir fikirler sistemi veya ideoloji içeren bir söylemi de ifade ederler. Aslında bütün bu özelliklerine dikkat ettiğimizde çağımızın kimlik sorunu kolektif kimliklerdir. Özellikle devlet tarafından verilen resmi kimlik topluluğun aradığı geleneksel kimliği ile uyuşuyorsa sorun çıkmamaktadır. Ancak bu iki kimlik arasında bir çelişki ve karşıtlık var ise kimlik sorunu da kaçınılmaz olmaktadır. Bu kimlik bunalımları iç savaşlara bile yol açabilmektedir. Bu bakımdan farklı kolektif kimliklerin sorun olmaması ve çözülme yaratmaması için yasa üstünlüğü sağlayacak etkin, güçlü ve dürüst bir kamu yönetimine ve ayrıca toplumsal yaşamda bireyde demokratik yurttaşlık hak ve ödevler bilincinin gelişmiş olması gerekmektedir. Geleneksel toplumlarda da bireyin kimliği vardır. Fakat kimlik, milli devletlerin ortaya çıkmasıyla güncel bir önem kazanmıştır (Karpat, 1995: 23). Kolektif kimlik konusu farklı ideolojik sesler tarafından yorumlanarak akademik tartışmaların ve siyasal retoriğin odak noktası haline gelmiştir. Bütün bu ve benzeri tartışmalar Türkiye’de bir kimlik kutuplaşması2 yaşandığını bize anlatmaktadır (Mutioğlu, 1997: 300). Hepimiz Türkiye toplumunun giderek kutuplaşmakta ve ayrışmakta olduğundan şikayetçiyiz (Mahçupyan, 1996: 143). Bugün Türkiye’nin en çarpıcı siyasal sorunu farklı kültürel topluluklar temelinde ifadesini bulan siyasal taleplerden kaynaklanmaktadır. Bu talepler farklılıkların korunmasından bağımsız bir devlet kurmaya kadar çeşitlenmektedir. 2 Kimlik siyaseti konusunda Yrd. Doç. Dr. Atakan Hatipoğlu’nun “Sola Yutturulmaya Çalışılan Zoka: Kimlik Siyaseti” adlı çalışmasına bakılabilir. Bkz. Bilim ve Ütopya, Sayı 251, Mayıs 2015, s.2-27 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 61 Bu siyasal talepler Türkiye’de netleşmeye başlayacak olan bütün cevapların tayin edici faktörü olarak kenti ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’de kent ahalisi tutunma ve bunun gibi endişelere bağlı olarak sert ve çıplak mücadele sürecine yönelmekte ve Türkiye’nin birçok kentinde şiddet için katılım artmaktadır. Bu durum günümüzde küresel gündemin de etkisiyle yerellik, etniklik, mezhep, din veya ırk eksenli topluluk biçimleri ve ilişki kurallarını kaçınılmazlaştırmaktadır. Bu yapı, tekçi ve imhacı kimliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Sosyo-kültürel ve siyasal kimliğin3 kendini yeni bir tek etrafında kurma arzusu içine bulunan durumun teklik için savaşmak şeklinde algılanmasına ilham kaynaklığı yapmaktadır. Günümüz dünyasının entelektüel siyasal iklimine zıt ve aslında birbiriyle bağdaşmayan iki ana eğilim hâkimdir. Bunlardan biri evrensel olma iddiasındaki insan haklarının teşvik edilmesi, diğeri de etnik-dini kimliklerin ve genellikle içerdiği kültürel kimliklerin teşvik edilmesidir (Kuçuradi, 1999: 44). Bu durum günümüz dünyasında etno-dini gelişmelerin savaş ve terörizme yol açan en büyük faktör haline gelmesine de neden olmuştur. 2)Terörizm-Etnik Terörizm Terör, terörizm, etnik terör ve savaş gibi olgular insanlık tarihi kadar eski ve önemli olgulardır. Çünkü şiddet tarih boyunca insanlar arası ilişkilerde sorunların çözümünde daima başvurulan yöntemlerden olmuştur (Kongar, 2001: 73). Terörü birey ve toplum açısından değerlendirebiliriz. Toplum açısından değerlendirdiğimizde toplumsal yapı kavramıyla karşı karşıya kalırız. Toplumsal yapı düzenli insan ilişkileri demektir. Toplumlardaki kurumlar; siyaset, ekonomi, hukuk hep bu düzenlenmiş ilişkileri yansıtır. Siyaset-egemenlik ilişkisi, ekonomi, üretim ve bölüşüm ilişkisi, hukuk-adalet ilişkisi üzerine dayalıdır. Terör, sosyolojik olarak siyasal yapıda, yani egemenlik ilişkisi içinde yer alan bir etkinliktir ve egemenlik ilişkisine saldırır. Birey açısından ise hangi duygu ve düşünceler ve nasıl bir kişilik yapısı insanı terörist yapar sorusundan kaynaklanmaktadır. Bu sorulara doğru dürüst bir yanıt verilmeden terör ve terörizm ile başa çıkma olanağı yoktur. Terör, dehşet, aşırı korku, dehşet saçma ve bu amaçla yaralama, yıkma öldürme davranışları (Demirer, 2001: 26) olarak tanımlanabilir. Terör ve terörizm gibi sözcükler Latince köklü olup “terrere” sözcüğünden gelmektedir. Korkudan titreme veya titremeye neden olma anlamlarındadır (Alparslan, 1983: 4). Terörizm çoğunlukla siyasal sonuçlara ulaşmak için şiddetin sistematik kullanımı olarak tanımlanmaktadır, ki bu çoğunlukla da yönetimlerin davranış ve tutumlarını değiştirmek amacıyla korku yaratmaya yöneliktir (Russett ve Starr, 1989: 174). Wardlaw terörizmin kontrol altına alınabilmesindeki en önemli sorunu bu olgunun tanımlanması olduğunu ifade etmiştir (Wardlaw, 1982: 19). Çünkü terörizm hükümet karşıtı bir eylem olarak sunulurken aynı zamanda hükümetler kendi halklarına ya da başkalarının halklarına karşı da terörizme başvurabilmektedirler. Bu çerçevede terörizm, aşırı derecede tartışmalı bir terimdir (Heywood, 2014: 341). 3 Siyasal Kimliğin Oluşumunu Kuramsal Boyutta Ele Alan Siyasal Kimliklerin Oluşumu: Yayına Hazırlayan Ernesto Laclov, Çeviren Ahmet Fethi, Sarmal Yayınları, İstanbul, 1995 62 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Alex Schmid, 1936 ile 1981 yılları arasında terörizmi anlatmak için tam 109 ayrı tanım yapıldığını ifade etmektedir. Bu tanımlarda ortak olan; şiddetin kullanılması, şiddetin devreye sokulma tehdidi, belirlenmiş bir hedefe yönelik strateji veya savaş yöntemi olması, kurban üzerinde korku yaratma amacı taşıması, acımasız ve insanlık dışı bir yapı içermesi ve reklamın temel unsur olarak yer almasıdır (Türkdoğan, 1985: 305). Alex Schmid’in bu tanımlarında öne çıkan beş öğe sırasıyla şöyle tespit edilmiştir (Aydınalp, 2008: 25): a. Terörde şiddet ve zor kullanımı vardır b. Siyasi bir amaç güdülür c. Dehşet ve korku yaratılır d. Tehdit içerir e. Üçüncü kişilerde psikolojik etki uyandırarak toplumda reaksiyon uyandırma beklentisi mevcuttur. Bu açıdan terörizm, siyasi amaçlara ulaşma isteği taşıyan eylem ve örgütlülüğün stratejik yöntemidir. 3) Etnik Kimlik-Etnik Terörizm Günümüz dünyasında benzerlik ve farklılıklarıyla öne çıkan kimlikler bireylerin ve toplulukların kendilerini tanımlarken en çok başvurdukları öğelerin başında yer almaya başlamıştır. Etnik kimlik, etnik grup gibi terimler genellikle kavim, budun anlamında kullanılır. Kelimenin kökeninin eski Yunancadaki ethos’tan (halk, millet) geldiği varsayılmaktadır. Bu kelimenin sıfat olarak kullanılan biçimi “etnicos” Latinceye “ethninus” olarak girmiştir ve bu kelime 14.yüzyıla kadar ötekiler sözcüğü için kullanılmıştır (Karakoç, 2013: 133). Bu kavram 19.yüzyıla kadar geçirdiği sürede kendisine yüklenen anlamı değiştirmiş ve ırksal özellikleri ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Cordell etnikliği bir insan grubuna ortak bir bağlılık duygusu veren, kendisine has olan ve diğerlerinden ayıran ortak geçmiş, kültür, dil, din ve bir toprak parçası üzerindeki egemenlik gibi özellikler olarak tanımlar (Cordell, 1999: 4). Smith ise etnisiteyi ortak soy, tarih ve kültür bir toprak parçası ile özdeşleştirildiğinde ve bu toprak parçası üzerinde yaşayan insanlar dayanışma duygusuna sahip olduklarında ortaya çıkacaktır (Smith, 1981: 26) der. Etnik kimlik çok farklı şekillerde tanımlanmıştır. Ancak bu tanımlamaların içinde çoğunlukla ırk ve kültür alanlarında ortak bir görüş söz konusudur. Irk kimliğini göz ardı etmemek gerekir. Çünkü ırk kimliği ideolojik bir ayrım kriterine dönüşebilmekte ve diğerlerini aşağı görürken kendini üstün gören bir kimlik anlayışına 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 63 doğru evrilmektedir. Etno-milliyetçilik bir yandan etnikler arası yakınlığı yani akrabalık ilişkilerine göre düzenlenmiş politika öncesi soy topluluklarını, diğer yandan, devletsel ya da en azından siyasi bağımsızlık çabasındaki ulusları vurgular (Habermas, 2002: 3738). Etnik terörizmde kısaca herhangi bir devlet içinde etnik ayrıma göre bir başka devlet kurma amacı ile uygulanan aşırı milliyetçi terörizm çeşidi olarak tanımlanabilir. Etnik terör, genellikle bir etnik gruba mensup kişilerin terör örgütlerinde ya da eylemlerinde çoğunlukla yer aldıkları terör türüdür (Çınar, 1997: 245). Bazı kaynaklarda etno-terörizm olarak adlandırılan bu terörizm türü, kendince savunuculuğunu üstlendiği kategoriyi siyasi amaçların merkezine yerleştirmiş bir terörizm ifade etmektedir. Diğer terörizm çeşitlerinden farklı olarak bu terörizmin amacı devletten ayrılmak ve önceden belirlenen bir ideolojiye dayanan bir devlet kurmaktır, fakat bu bazen özerklik ya da çeşitli tavizler koparma şeklinde olabilmektedir. Etniklik, terör olarak kendini egemen gücün baskısı altında gördüğünde görünür olmaktadır. Bunun nedeni etnik teröristlerin kendilerini tehdit edilen kültürel kimliğin bekçileri olarak algılamalarından (Kışlalı, 2006: 47) kaynaklanmaktadır. Kimlik, terör, terörizm, etnik kimlik ve etnik terörizm konularını kavramsal düzeyde ele aldıktan sonra şimdi de kısaca Türk kamu yönetimi içinde PKK terörü ve ardından da terör ve terörizm ile mücadelede kamu yönetimi aygıtı dışında bazı sivil toplum örgütlerinin getirdikleri çözüm önerilerini ele alalım. 4) Terör Ve Terörizm İle Mücadelede Türk Kamu Yönetimi Ve Bu Aygıtın Dışında Bazı Sivil Toplum Örgütlerinin Getirdiği Çözüm Önerileri Terörle mücadele ile terörizm ile mücadele birbirlerinden farklı konulardır. Terör ile mücadelede amaç terörizmin varlığına yönelik çok yönlü ve aktörlü tasfiye, plan ve uygulamaları olmaktan çok terörizmin ortaya çıkardığı şiddetle mücadele plan ve uygulamalarıdır. Teröristle mücadelede salt silahlı mücadele esastır. Terörizm ile mücadelede ise teröristlerle silahlı mücadeleden çok bireylerin terörist olmalarını engellemeye yönelik olarak çok yönlü ve aktörlü bir koordinasyona dayalı mücadele söz konusudur. Bu ayrım ışığında Türkiye’nin uzun yıllar boyunca terörizm ile değil terör ile mücadele ettiğini söylemek mümkündür. PKK, 1978 yılından 2015 yılına gelinceye kadar Ortadoğu gibi bir yerde varlığını sürdürebilmiş, üstelik bir ara gayri resmi olarak! Devletin muhatabı olmuşsa PKK’nın başarısız olduğunu iddia etmek mantık dışıdır. PKK’nın ülkede büyük etki yaratabilmesi için askeri zafere ihtiyacı yoktur, tek ihtiyaç duyduğu varlığını sürdürmek ve davasının propagandasını yapabilmektir (Fuller, 2011: 196). Türkiye’de kamu yönetimi yasama ve yürütme işlevleri çerçevesinde terörle mücadele etmiştir. Türkiye’nin terörizm ile tanışması 1960 döneminde başlayan ve 1980 darbesine denk süren öğrenci hareketleriyle oluşmuşsa da özellikle terörizme eğilen bir kanun PKK terörizminin itici gücü ile çok daha sonra 12 Nisan 1991 tarihinde ortaya konulabilmiştir. Teröre eğilen ilk kanunun bu tarihte doğduğunu söylemek doğru değildir. 1985 tarihinden 64 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ bu yana eve dönüş yasaları ile bireylerin terörist faaliyetlerde bulunması engellenmeye çalışılmıştır. Terörle Mücadele Kanunu (TMK) Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk güvenlik güçleri ile PKK arasındaki çatışmanın zirveye çıktığı dönemlerde kaleme alınmış, yürürlüğe konmuş ve devlet ile toplumun “güvenlikleştirmesi” alanındaki en güçlü yasal araçlardan birisi olmuştur (Aytar, 2013: 1-2). Dönemin özellikleri itibariyle bu kanunun katı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Türkiye’nin terörle mücadelede dönemsel farklılıkları, PKK’nın dönemsel olarak kendisini dönüştürmesi bu kanunda değişiklikler yapılmasını zorunlu kılmıştır. Bir bakıma kanunun ilerleyen yıllarda yumuşatıldığını söyleyebiliriz. Özellikle soyunun bir tarafının Kürt olduğunu söyleyen Özal, Kürt Sorunu üzerindeki gizlilik ve sessizlik perdesini kaldırma yönünde büyük atılımlar gerçekleştirmiş ve bu sorunun güvenlik önlemleri dışında ciddi reformlar gerektiren bir gerçeklik olarak ele alınmasında önemli olmuştur (Fuller vd., 2011: 198). Özal hükümeti ile başlayan ve Özal’ın ölümü ile sekteye uğrayan değişim yanlısı paradigma nihayetinde 2002 seçimlerinde tek başına iktidar olan AKP ile devam etmiştir. PKK, siyasallaşma, şiddet eylemlerinin sayısının azaldığı etkisini artırarak şiddet eylemlerini yıldırma amacı yerine tehdit amacı haline getirmeye, pazarlık kozları elde etmeye ve kendini bir ulusal cephe haline getirmeye çalışmıştır. Bu bakımdan yürütmenin işlevi PKK’yı dağlarda bitirmek yerine bölgedeki PKK’ya destek verilmesini engellemek biçimde yapılandırılmalıdır. Bu amaçla yürütme kanadı tarafından siyasi/idari düzenlemelerin yapılmasını, bunların askeri düzenleme ve faaliyetlerle korunmasını ve halkın da sosyal ve ekonomik düzenlemelerle refaha kavuşturulmasını zorunlu kılmaktadır. Yürütme işlevi yasama işlevinin düzenlemelerini hayata geçirecek gerekli alt yapıyı kurma ve bu düzenlemeleri devamlılığını sağlama konusunda önemli bir yerde durmaktadır. Yine bu iki alan birbirlerini besler ve destekler mahiyette olmak zorundadır. Yürütme işlevi yasama işlevi ile ters düşmemelidir. Bu iki erkin ters düşmesi terörle mücadele konseptinin çöküşünü anlamına gelmektedir. Türkiye’nin en önemli sorunu olan terörizme yönelik önerileri son 30 yıldır neredeyse her kesim ortaya koymaktadır. Elbette sivil toplum kuruluşlarının (STK) terörizm üzerine eğilmesi ve buna yönelik çözüm önerileri sunmaları bu sorunun çözümünde toplumsal mutabakat ve farkındalığın sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadır. STK’ların çözüm önerilerinde terörle mücadeleden çok terörizm ile mücadele yoluna gidildiği gözlemlenmektedir. Bu STK’lardan biri Bilge Adamlar Kurulu’dur (BİLGESAM). Dünyadaki ve yurt içindeki gelişmeleri takip ederek geleceğe yönelik önerilerde bulunmak, Türkiye’nin ikili ve çok taraflı uluslararası ilişkilerini ve güvenlik stratejilerini, yurt içindeki siyasi, ekonomik, teknolojik, çevresel ve sosyo-kültürel problemlerine yönelik bilimsel araştırmalar yapmak; karar alıcılara milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi, dinamik 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 65 çözüm önerileri, karar seçenekleri ve politikalar sunmak Bilgi Adamlar Stratejik Araştımalar Merkezi’nin (BİLGESAM) kuruluş amaçları arasında yer almaktadır (Sandıklı, 2011: iii). Bilge Adamlar Kurulu terörle mücadele stratejisi raporunu demokratikleşme, sos-kültürel ve sosyo-ekonomik, güvenlik ve uluslararası ilişkiler olmak üzere dört boyutlu bir strateji ile terörle mücadeleyi ele almıştır. Bu başlıklar altında açıklanan projeler terörizm ile mücadelenin temel göstergeleri olmakla birlikte PKK’yı bitirebilecek, bölgeyi güçlendirecek yeni ve ayrıntılı, spesifik öneriler içermemektedir. Rapor, eğitimin, ekonominin ve sağlığın geliştirilmesi, diyaloğun kurulmasını, demokratik değerlerin artırılmasını, Kürtlere çeşitli haklar verilmesini, terör ile mücadelede eşgüdüme, güvenliğin artırılmasına ve toplumsa rehabilitasyona vurgu yapmıştır. Bu öneriler terörle mücadele ile ilgisi yanında tüm ülkede yapılması zorunlu uygulamaları içermektedir. Bu bakımdan rapor, bir temenni raporundan öteye gidememektedir. Dahası bu öneriler, devletin temle hedeflerini zaten oluşturmaktadır. Bu STK’lardan bir diğeri Türkiye Ekonomi ve Sosyal Etütler VAKFI (TESEV)’dir. Cengiz Çandar tarafından hazırlanan “Dağdan İniş: PKK Nasıl Silah Bırakır” adlı raporun köklü bir reformu dile getiren bir rapor olduğunu söyleyebiliriz. Rapor, Kürt Sorunu ile PKK ve Öcalan’ın ayrılmazlığına vurgu yapmıştır. Raporun öneriler başlığı altında şu maddeler (Çandar, 2011: 97-103) yer almaktadır: Taraflar (Devlet ve PKK) arasında çözüm yönünde yol alabilmesi için öncelikli bir güven ortamının yaratılması ve bu amaçla KCK Davası’nın düşürülmesi, PKK’nın eylemsizlik halinin sürekli kılınması, Kürtlerin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde en geniş ve gerçekçi temsilinin mümkün kılınması, Kürt Sorununa ilişkin hukuki çerçevenin hayata geçirilmesi, Kürtlere Türkiye’de yeni bir statü kazandırılması, Abdullah Öcalan’ın tutukluluk şartlarında yeni bir düzenleme yapılması ve dağdakiler için aşamalı bir af uygulaması gibi öneriler bulunmaktadır. Bu rapor ilgili maddelerden anlaşıldığı gibi Kürt Sorununun bitişini PKK’nın tepe yöneticisi olan Öcalan’dan militanlara kadar tüm yapısının affına, Kürtlere çeşitli haklar verilmesine ve Kürtlerin kısmi yönetilme mekanizmasına kavuşturulmasına dayandırmıştır. Raporun çözüm bağlamında Kürt Sorununa mı yoksa PKK’nın affına mı odaklandığı tartışılır vaziyettedir. Bu alandaki bir başka STK’da Ankara Strateji Enstitüsü (ASE)’dir. Kürt Sorununun çözüm mantığını anlamak adlı raporda terör sorunu ile Kürt Sorunu içi içe geçmiş olsa bile bu ikisi arasında bir ayrıma gitmek kaçınılmazdır. Kürt Sorununun sosyal, siyasal, ekonomik, temel ve kültürel haklar boyutunda ele alınması gerekliliği üzerinde durulmuştur. Raporda çözüm için öne sürülen başlıklar şunlardır (Kurubaş, 2012: 20-68). Çözümün ön koşulu olarak etnik milliyetçi paradigmalardan kurtulmak birinci derecede önemlidir. Etnik sorunların kaynağı temelde bu ulus devletin etnik milliyetçi politikaları ve ona karşı aynı mantıkla hareket eden etnik grupların başlattıkları milliyetçilikler 66 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ oluşturmaktadır. Buna göre devletin etnik milliyetçilik ve ulus devlet modelini revize etmesi, gerçekçi olmayan “kültürel türdeşlik efsanesinden” ve bunun yansıması olan norm ve uygulamalardan kurtulması çözümün ön koşulu olarak kendini dayatmaktadır. Kürt Sorununun bu bağlamda en önemli sorun alanlarından birisi ulus devletin tek millet dayatması ve buna tepki olarak ortaya çıkan ve şiddetlenen etnik milliyetçi paradigmadır. İkinci olarak üstünde durulan konu kimlik ihtiyacının karşılanmasıdır. Çözüm konusunda iki yanlış noktadan hareket edilmektedir. Bunlardan ilki Kürt Sorunu PKK’ya endekslemek, bu devletin güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasını imkânsız kılarak çözüm yolunu tıkar. İkincisi de hakları terör ile mücadeleye endekslemektir. Bu da Kürtlerin kimlik ihtiyaçlarının karşılanmasını imkânsız kılar. Aslında bu bakımdan sorunun temelinde bir kimliğin algılanan bir tehdide karşı savunulması güdüsü yani toplumsal güvenlik yatmaktadır. Bu sorun sadece grubun kolektif güvenlik sorunu değil aynı zamanda ve her şeyden önce bireysel düzeyde hissedilen bir insani sorundur. Bu nedenle çözüm çabalarının odaklanması gereken asli ve acil yön siyasi değil insani boyutta yatmaktadır. Çözüm bekleyen temel sorun budur. Bu halledilirse PKK’nın varlık nedeni de gerekçesi de ortadan kalkar. Belki bu sayede Kürt siyaseti de şiddetten arınabilir. Buna rağmen terör devam ederse artık karşımızda hiçbir makul gerekçesi kalmayan saf bir güvenlik sorunu var demektir. Çözümüm olmazsa olmazlarından birisi de kültürel haklardır. İddiamız o ki, halen herhangi bir muhataba ve müzakereye gerek olmaksızın tam ve eksiksiz gecikmeden verilecek kültürel haklarla Kürt kimliğinin korunması ve güvence altına alınması sayesinde Kürt Sorununun büyük oranda çözümü mümkündür. Kültürel hakların dört aşamalı bir işlev görmesi gerekmektedir: toplumsal güvenliğin sağlanması, etkin eşitliğin sağlanması, toplumsal bütünleşmenin sağlanması, katılımcı demokrasi ve çoğulcu toplumun inşası. Çözüm yolundaki zorluk Kürt milliyetçiliğinin statü talebidir. Kürt Sorunu, kimlik ve kültürel haklar bağlamında çözüldüğünde PKK, varlık nedenini büyük oranda kaybederek zayıflasa bile tamamen ortadan kalkmayacaktır. Çünkü PKK aynı zamanda artık Kürt milliyetçiliğini de temsil etmektedir ve onun en güçlü damarlarından birisini oluşturmaktadır. Milliyetçi hareketlerin en önemli ayraçlarından birisi ise kendine ait olabildiğince bağımsızlaşmış bir yönetsel birim elde etme çabasıdır. Türkiye’de PKK ile ilişkili ilk görüş önerilerini sunan STK’lardan biride Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)’dir (DİSK, 2010: 3-11). DİSK’in raporunda özellikle dil kullanımı özgürlüğü, bölgesel istihdam ve gelişme, kültürel haklar, demokrasi, koruculuğun kaldırılması ve bölgenin normalleşmesine anayasadaki yurttaş tanımının değişime, PKK militanlarına af getirilmesine ve yerel yönetimlerin daha özgür ve daha bağımsızlaşmasına vurgu yapıldığı görülmektedir. Raporda PKK’nın oradan kalkması yönünde etkin bir öneri bulunmamaktadır. Rapor, Kürt Sorunu algısını kültürel haklar ile ekonomik gelişmişlik ekseninde değerlendirmiş ve bu eksendeki önerilerini Kürt Sorunu ve bu bağlamda PKK terörünün çözümü olarak sunmuştur. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 67 Kürt Sorunu ile ilgili görüş öneri süren bir başka STK ise Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE)’dir. 22 Ocak 2011 tarihinde konuya yakın akademisyenler, siyaset ve kanaat önderlerini bir araya getirmişlerdir. SDE’nin raporunda Kürt Sorununun esası üç aşamalı olarak (SDE, 2011: 7) şöyle tarif edilmiştir: a. Cumhuriyetin tek dilli-tek uluslu olarak kurulması ile ilgilidir b. Bu bahsedilen duruma itiraz ile ilgilidir c. Bu itiraza silahın müdahil olması ile ilgilidir Rapor, Kürt Sorununu ve böylece PKK’yı bitirecek sürecin yönetiminde atılması gereken adımlara ilişkin özetle şunları (SDE, 2011: 15-24) önermiştir: a. Çatışmasızlık ortamının korunması ve şiddetsizlik halinin devamı b. Perspektif ve dil: uzlaşma atmosferine zarar verecek tanımlamalardan kaçınmak ve mümkün olduğunca değer yargısı içermeyen nötr bil dil kullanmak c. Sorunu depolitize edecek üçüncü bir gücün inşası: sorunu siyasi öfke ve tarafgirlik duygularının ötesinde serin kanlı bir zeminde ele alabilmeyi ifade eder. d. Güven arttırıcı adımların atılması e. Yerel yönetimler reformunun gündeme alınması f. Anadilde eğitime ilişkin talep doğrultusunda irade ortaya koymak Sonuç Terörizm konusundaki en önemli sorun onun ortak tanımı konusundaki muğlaklıktır. Terörizmle mücadele konusunda Avrupa ve Ortadoğu’daki en belirgin örneklerden biri Türkiye’dir. Türkiye terörle mücadeleden terörizmle mücadeleye geçiş sürecinde pek çok politik ve askeri hatalar yapmış ve bunların maliyetlerine de katlanmıştır. Bugün kabul edilmektedir ki PKK, Kürt Sorununun en önemli çözüm ayağı olarak karşımızda durmaktadır. PKK’yı siyasallaşmaya zorlayan ve böylece daha da etkili hale getiren yerel ve uluslararası konjonktür aynı şekilde mücadelenin de terörizm ile mücadele biçimimde evrilmesini zorunlu kılmıştır. Yasama terörle mücadele konusunda oldukça düzenleme yapmıştır. Bunların en önemlisi 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ve 2935 Sayılı Olağanüstü Hâl Kanunudur. Bu düzenlemeler terörle mücadele sürecinde güvenlik politikalarının ağırlıklı olduğu dönemlerde oldukça önemli iken Kürt Sorunu, 68 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Türkiye’nin doğusunun geri kalması noktasında ekonomik, Kürtlere etniklik konusunda yapılan kısıtlamalar ile sosyolojik, PKK ile mücadele eden devletin yaptığı hatalar noktasında ise siyasi bir anlam taşımaktadır. Teröre karşı mücadelede otoritenin sağlanması için yapıcı pasifleştirme yöntemlerine başvurmak, acil askeri müdahale dışında askeri çözümlere başvurmaktan daima daha ucuz ve avantajlıdır (Yılmaz, 1994: 77). Terörizmin başlıca amacı siyasal iktidarı ele geçirmek isteyen güçlerin onu yıpratmak ve bu arada sindirdikleri yığınları da sahipsiz kaldıkları inancına yöneltmek için şiddet eylemlerinden yararlanmaktır (Keleş ve Ünsal, 1982: 3). Toplumsal yapılar farklı kültürel, dinsel kümeler barındıran sosyal yapılardır. Yeni Dünya Düzen(siz)liği içinde bu sosyal yapılar önemli gerilimlere gebedir. Gerilimlerin oluşmasını önlemenin en doğal yolu toplum içindeki farklılıkların bir sosyal gerçeklik olduğu ve onlarla yaşanması gerektiğinin anlaşılmasıdır. Törer ile ilgili olarak alınan önlemler ne olursa olsun bu hareketlerin geleceği ve nihai başarısının terörle mücadelenin yapıldığı bölgedeki halkın tutumuna bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Etnik ve dini terör örgütleriyle mücadele halkı onların yanına itecek girişimlerden kaçınmayı gerektirir. Ayrıca devlet ve güvenlik güçleri etno-dini terör örgütlerinin devlete alternatif bir otorite oluşturmasını mutlaka engellemelidir (Mutioğlu, 2000: 266). Üniversitelerimizin ilgili bölümleri de Türkiye’de etnik problemlerin etno-dini terörün ne olduğunu çözümlemeye ve gelecekteki muhtemel sonuçlarının ne olacağının ayrıntılı ampirik bulgular ışığında dikkatli bir analize tabi tutmalıdır. Bu sürece STK’ların verdiği raporlarda kültürel haklar, demokratikleşmeye vurgu, şiddetin durması, insan hakları ve hukukuna vurgu yaptığın söyleyebiliriz. Raporların en önemli farkı ise PKK ve Öcalan’ın çözümde aktör olup olmaması konusunda düğümlenmektedir. Bir diğer fark ise yerel yönetimler reformunun özerkliğe doğru eğilim gösterip göstermeyeceği konusudur. Başkanlık sistemi tartışmaları ile kamuoyu nabzının yoklanmasının sebebi de acaba bu mudur? 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 69 Kaynakça 1. ALPARSLAN, M.Ş., (1983), Kriminoloji ve Hukuk Açısından Tetişçilik, Teknik Yayınları, İstanbul 2. AYDINALP, H., (2008), “İntihar Eylemleri Ekseninde Din ve Terör İlişkisi”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Ana Bilim Dalı Din Sosyolojisi Bilim Dalı), İstanbul 3. BİLGİN, N., (1995), Kolektif Kimlik, Sistem Yayıncılık, İstanbul 4. CORDELL, K., (1999)., Ethnicity and Democratization in the New Europe, Routhledge, New York 5. ÇINAR, B., (1997), Devlet Güvenliği İstihbarat ve Terör, Sam Yayınları, Ankara 6. DEMİRER, T., (2001), “Terörist mi Dediniz” Küreselleşme ve Terör, Der.: Mehmet Ali Civelek, Ütopya Yayınları, Ankara 7. DERRİDA, J., (1992), The Other Heading Reflections on Today’s Europe, Çeviren: P. Brault ve MB Nans Bloomington, Indiana University Press 8. FULLER, F.G., BARKEY, H.J., (2011), Türkiye’nin Kürt Meselesi, Çev.: H.KAYA, Profil Yayıncılık, İstanbul 9. GÜVENÇ, B., (1993), Türk Kimliği, Kültür Tarihinin Kaynakları, Kültür Bakanlığı İnsanlık Tarihi Dizisi 2, Tisamet Basımevi, Ankara 10. HABERMAS, J., (2002), Öteki Olmak Ötekiyle Yaşamak, Çev.: İ.Aka, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 11. HEYWOOD, A., (2014), Küresel Siyaset, Çev.: Nasuh Uslu, Haluk Özdemir, 3. Baskı, Adres Yayınları, Ankara 12. KARAKOÇ, J., (2013), “Konstrüktüvizmde Dış Politika ve Etnik Kimlikler”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 28/2 13. KARPAT, K., (1995), Kimlik Sorununun Türkiye’de Tarihi Sosyal İdeolojik Gelişmesi Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Yay. Haz.: Sabahattin Şen, Bağlam Yayıncılık, İstanbul 14. KELEŞ, R., ÜNSAL, A., (1982), Kent ve Siyasal Şiddet, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No.507 15. KIŞLALI, A.T., (2006), Siyasal Sistemler, İmge Yayınevi, Ankara 16. KONGAR, E., (2001), Küresel Terör ve Türkiye, 2. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul 70 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 17. KUÇURADİ, I., (1999), “İnsan Haklarının Etnik Açıdan Çokluğu ve Dini Açıdan Çokluğu Toplumlar İçin Getirdikleri”, Dünya İslam ve Demokrasi, Konrad Adenauer Vakfı, Ankara 18. MAHÇUPYAN, E., (1996), İdeolojiler ve Modernite, Yay Yayınları, İstanbul 19. MUTİOĞLU, H., (1997), “Göç ve Bütünleşememe Sorunu”, Toplum ve Göç, Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü ve Sosyoloji Derneği Yayınları, Ankara 20. MUTİOĞLU, H., (2000), “Yeni Dünya Düzen(siz)liğinde Terör ve Türkiye”, Birinci Milletlerarası Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu Bildiriler, 27-28-29 Mart, Elazığ 21. RUSSET, B., STARR, H., (1989), World Politics: The Menu For Choice, Freeman and Company (Ed), New Heaven, New York 22. SANDIKLI, A., (2011), Bilge Adamlar Kurulu Raporu Terörle Mücadele Stratejisi, BİLGESAM Yayınları, İstanbul 23. SMİTH, A., (1981), The Ethnic Revival, Cambridge University Press, Cambridge 24. TÜRKDOĞAN, O., (1985), Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, Mayaş Yayınları, Ankara 25. WARDLAW, G., (1982), Political Terrorism: Theory, Tactics and Countermeasures, Cambridge University Press 26. YILMAZ, A., (1994), Etnik Ayrımcılık, Vadi Yayınları, Ankara İnternet Kaynakları 1. AYTAR, V., “Daha Karanlık Bir Geleceğe Doğru Mu? Terörle Mücadele Konusunda Yapılan Değişiklikler”, http://www.tesev.org.tr/assets/publications/ file/TESEVTMKRaporu-VolkanAytar.pdf Erişim Tarihi: 08.05.2015 2. ÇANDAR, C., (2011), “Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır?” http://www. tesev.org.tr/dagdan-inis-pkk-nasil-silah-birakir/Icerik/378.html Erişim Tarihi: 16.05.2015 3. DİSK, (2010), “Kürt Sorunu ve Demokratik Çözüm Konusunda Görüş ve Değerlendirmelerimiz,“http://www.disk.org.tr/content_images/D%C4%B0SK_ KurtSorunuYAZI.pdf, Erişim Tarihi: 30.06.2015 4. KURUBAŞ, E., (2012), “Kürt Sorununun Çözüm Mantığını Anlamak” http:// ankarastrateji.org/raporlar/kurt-sorununun-cozum-mant-n-anlamak-zorluklarzorunluklar-ve-i-dealler/ Erişim Tarihi: 15.06.2015 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 71 72 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ TURİZM YÖNETİMİNDE BİR BAKIŞ AÇISI: ÇATIŞMALAR VE ÇÖZÜMLER İsmail ÖZBAY1 Özet Turizmin ekonomi ve dış ödemeler dengesi üzerine yapmış olduğu olumlu etkileri, ülkeleri, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri, turizmin bir sektör olarak ele alınması ve geliştirilmesi yönünde hareket etmeye itmiştir. Diğer taraftan turizmin sosyal, kültürel, çevre üzerinde, tarihin ve turistik varlıkların korunmasında, toplumsal yapıda olumlu değişimler, yerli halk için eğlence olanaklarının oluşturulması gibi pozitif etkileri de bulunmaktadır. Ancak turizmin bu pozitif etkilerinin yanında sosyal, kültürel alanlarda ve çevre üzerinde olan negatif etkilerinin varlığı da bilinmektedir. Turistlerin ziyaret edilen ülkelerin insanlarının sosyo-kültürel yaşantıları ve alışkanlıkları üzerinde de etkileri bulunmaktadır. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde geleneksel yapı, yerel yaşam, yerel kültür, yerel dil ve alışkanlıklar ( aşırı ticari mantaliteye sahip olmak, kötü alışkanlıklar edinmek.. ) ziyarete gelen turistlerden etkilenerek değişikliğe uğrayabilmektedir. Önceleri hoş görülen, tolere edilen bu etkileşim zamanla ziyaret edilen ülkenin yerli halkı ile ziyaret eden turist arasında bir çatışmaya neden olabilmektedir. Dolayısıyla ziyaret edilen ülkenin yerli halkı ile ülkeyi ziyarete gelen turistler arasında oluşan bu çatışmalar zaman içinde hem yerli halkın hem de ülkeyi ziyaret eden turistin zararına gelişerek turizmin “sürdürülebilir” bir yapıdan uzaklaşmasına neden olabilmektedir. Bu durumda turizmin bilinen pozitif etkilerinin artırılması ve negatif yönlerinin azaltılarak ortadan kaldırılması için yapılması gereken; istekleri farklı ama amaçları aynı ( turizmden maksimum ölçüde fayda-yarar sağlamak ) bu iki tarafın ( yerli halk ve turistler ) karşılaşmasıyla zamanla ortaya çıkabilecek bu önü alınması zor çatışmaların “iyi yönetilebilmesi” turizmin gelişmesini engelleyecek zararların tamamen ortadan kaldırılmasa da azaltılmasına neden olacaktır. Bu önü alınması zor çatışmaların “iyi yönetilmesi” ile turizmin “sürdürülebilir” bir şekilde gelişmesi sağlanarak her iki tarafın turizm olgusundan sürekli bir fayda-yarar elde etmeleri sağlanabilir. Bu durum aynı anda turist kabul eden ülkelerin de menfaatlerine olacaktır. Anahtar Kelimeler: Turizmin olumlu etkileri, Turizmin olumsuz etkileri, Sosyokültürel çatışmalar, Turizm yönetimi, Çözümler. 1 Yrd. Doç. Dr. , Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 73 A POINT OF VIEW ON TOURISM MANAGEMENT; CONFLICTS AND SOLUTIONS Abstract The positive effects of tourism on economy and the balance of foreign payments impelled underdeveloped and developing countries to approach tourism as a sector to be developed. Furthermore, tourism has positive impacts on social, cultural and environmental issues through preserving historical and touristic assets, creating new entertainment facilities for local people and changing social structure positively. On the other hand, in addition to these positive effects, it is known that it has negative effects on social, cultural and environmental fields. Tourists have also influence on the socio-cultural lives and habits of the people of countries they visit. Especially, traditional structure, local life and culture, local language and customs in underdeveoped and developing countries can be changed due to the influence of tourists ( e.g.acquiring extreme commercial mentality, learning bad habits etc. ). Even if viewed pleasantly or tolerated initially,this interaction creates a conflict between tourists and local people in time. Therefore, the conflicts- among tourists who visit the country and local people of the country visited evolve disadvantageously for both sides may cause tourism to diverge from “ sustainability “. In this case, in order to increase the positive effects and to eliminate the negative effects of tourism, ’’ the well management ’’ of these unavoidable hard conflicts among two sides (local people and tourists) who have different demands but the same purposes ( ensure maximum benefits from tourism ) is going to lead to decrease the damages preventing the development of tourism. It can be provided to get maximum for both sides from tourism by “ The well management ’’ of these unavoidable hard conflicts which will give rise to the assurance of “ sustainability ”. The countries receiving tourists will also benefit from this situation. Key Words:Positive effects of tourism, negative effects of tourism, socio-cultural conflicts, tourism management, solutions. 74 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.Giriş Uluslararası turizm dünyada önemli bir aktivite sektörü haline gelmiştir. 2014 yılında tüm dünyada 1 milyar 133 milyon uluslararası ziyaretler yapan turistler 1 trilyon 245 milyar Amerikan dolarını seyahatleri için harcamışlardır. Bu uluslararası turistlerin % 45,3 yani 513 milyonu gelişmekte olan ülkelere gitmişlerdir ve seyahatleri anında 430 milyar Amerikan dolarını yani dünya toplamının %34,5 ini gelişmekte olan ülkelerde harcamışlardır ( e-unwto, 2015, ). Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü verileri bize uluslararası turizmin önemini açıkça göstermektedir. Uluslararası turizm gerçekten, uluslararası ticaretin yanında döviz girdisi sağlama açısından önemli bir kısım oluşturarak ülkelerin, özellikle gelişmekte olan ülkelerin dış ödemeler dengesini olumlu etkilemektedir. Önemli derecede döviz girdisi sağlamanın yanında, devletler, turizmin ülke ekonomisinin kalkınmasındaki yeri ve bu kalkınmaya ne derecede katkıda bulunacağı ile ciddi bir şekilde ilgilenmekteler. Uluslararası turizmin ülkelerin milli gelir üzerine etkileri, ülkede yaratılan istihdamdaki payı, ülke kalkınması için gerekli döviz girdilerinin ne kadarının turizm tarafından sağlandığı ve uluslararası turizmin ödemeler dengesi üzerindeki olumlu etkileri önem arz etmektedir. Uluslararası turizmin bu önemli olumlu ekonomik etkileri yanında sosyal, kültürel, çevre ve toplumsal yapı üzerinde de olumlu ya da olumsuz etkileri bulunmaktadır. Ve uluslararası turizmin iki ana aktörleri olan uluslararası turistler ve onları misafir eden yerel halk arasında, bazen kaçınılması zor, çatışmalar çıkmaktadır. Bu durumda, çatışmaları ortadan kaldırarak ( en azından aza indirerek ), her iki taraf için vazgeçilmez olan turizm olgusunun “sürdürebilir “ olması için “ iyi yönetilmesi” gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmamızda, ilk önce, uluslararası turizmin önemini ortaya koymak için ülkelere olan olumlu katkıları inceledikten sonra, ikinci olarak, uluslararası turizmin muhtemel olabilecek olumsuz etkileri ortaya konacaktır. Son olarak da, uluslararası turizmin tarafı olan uluslararası turistleri kabul eden yerel halk ile ülkeyi ziyarete gelen uluslararası turistler arasında oluşabilecek muhtemel çatışmalardan her iki tarafında zarar görmemesi ve “sürdürülebilir” bir turizm için iyi yönetilmesi gerekliliği işlenecektir. 2.Turizmin Ekonomi Üzerine Olumlu Etkileri Uluslararası turizmin ekonomi üzerine olan olumlu etkilerini şöyle sıralayabiliriz: 1-Uluslararası turizmin ülkedeki milli gelir üzerine etkileri, 2-Uluslararası turizmin ülkede yaratılan istihdam üzerine etkileri, 3-Uluslararası turizmin ülkedeki dış ödemeler dengesi üzerine etkileri (Ünlüönen, Tayfun, Kılıçlar, 2009, ss. 142-164 ) . 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 75 2.1.Uluslararası turizmin ülkedeki milli gelir üzerine etkileri Yabancı ziyaretçilerin turizm adına yapmış oldukları harcamalar ve turizm endüstrisini geliştirmeğe yönelik yabancı sermaye girişleri milli gelire katılmaktadır. Taşıma, konaklama, eğlence, ekskürsiyonlar, hediyelik eşya satışı çalışanlarına ve sunucularına mal ve hizmetleri karşılığı ödemeler ve ücretler verilir. Aşama aşama turizm endüstrisine katılanların tüketim ve harcamalarının artması, turizm sektörünün hizmetinde olan kişiler ve sektörler gelirlerinin artmasına neden olur. Böylece bu tekrarlanır. Biz buna turizmin “ çarpan etkisi “ diyoruz. Ancak turizm adına döviz çıktıları bu gelirleri zamanla azaltmaya neden olur ve bu çarpan etkisinin kaçak katsayısını oluşturur: turistler ne kadar az yerel ürünleri kullanırsa o kadar çok bu kaçak katsayısı büyük olur ( Lanquar, 1986, s. 108 ). 2.2.Uluslararası turizmin ülkede yaratılan istihdam üzerine etkileri Turizmi desteklemek için ileri sürülen temel argümanlardan biri: bu hizmet sektörünün, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, kalifiye olmayan ve/veya yarı kalifiye istihdam yaratmasıdır. Ancak turizm endüstrisi özünde sezonluk bir aktivite olduğu için, sezonda sektörde çalışanlar sezon dışında ki istihdamdan, en az iki katı, daha fazladır. İstihdam oluşturma kapasitesi turizm çeşidine göre değişiklik gösterir. Lüks oteller için yüksek yatırımlarla oluşturulan ziyaretçi başı yaratılan istihdam yüzdesi birinci veya ikinci sınıf otellere göre daha yüksektir( Lanquar, 1986, s. 109 ). Turizm sektörü sayesinde sağlanan istihdam, istihdamın oluştuğu yere ve şekle göre, üç şekilde ortaya çıkmaktadır: 1-Doğrudan istihdam; otel, restoran, taşıma, konaklama, eğlence, hediyelik eşya satan yerler ve bakkal hizmetlerinde olduğu gibi doğrudan turistik mal ve hizmetlerin ticaretinden oluşturulan istihdamdır. 2-Dolaylı istihdam; Turistik harcamalarının turistik işletmelere mal ve hizmet sunan fabrikada ve toptancılarda oluşturduğu istihdam. 3-Uyandırılmış ( yatırıma bağlı ) istihdam; İnşaat ve diğer yatırım ekipmanı endüstrilerindeki yapılan yatırımlarla oluşturulan istihdam. Turizmin gelişmesi sadece turizm işletmelerinde yaratılan istihdam değil aynı zamanda inşaat ve ekipman gibi diğer endüstrilerde de istihdam yaratılır; Mobilya, mutfak eşyaları, cam, porselen, fayans, plastik malzemeler ve sıhhi tesisatlar imalatçılarında olduğu gibi ( Lanquar, 1987, s. 44 ). 2.3.Dış ödemeler dengesi üzerine etkileri Uluslararası turistik gelirler, uluslararası ticaretin gelirleri kadar olmasa da devletlerin dış ödemeler dengesi üzerinde önemli etkisi vardır. Dış ödemeler dengesi bir ülkenin yabancı ülkelerle olan gelir ( kredi ) ve gider ( harcama ) durumunu gösterir, mallar, hizmetler ve sermayeler üzerinden oluşan ticaretini parasal olarak kaydeder. Denge global 76 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ olmalıdır, fazlalıklar, bu dış ödemeler dengesinde, eksik olan kalemler için kullanılır. Bu denge ülkeler için çok önemlidir, bir ülkenin dışarı ile ilgili ekonomik ve finansal ilişkisi hakkında göstergeler sunar. Uluslararası turizm, bu dış ödemeler dengesinde, ya mal ya da hizmetlerin cari işlemlerinde veya sermaye dengesi işlemlerinde etkili olmaktadır ( Lanquar, 1986, ss. 102-103 ). 3.Turizmin Sosyo-Kültürel Çevre Üzerine Olumlu Etkileri Uluslararası turizmin sosyo-kültürel yaşam üzerine olumlu etkileri şöyle sıralanabilir: 1-Farklı toplumlardan gelen bireylerin birbirleri ile bilgi alışverişinde bulunmaları ve kültürel yapılarını daha yakından tanımaları, oluşan dostluk ve arkadaşlıklar sonucunda dünya barışının sağlanmasına katkıda bulunulması. 2-Turist kabul eden ülke halkının turistlerle daha yoğun bir iletişime girebilmek için kendilerini daha fazla okuma ve araştırma zorunluluğunda hissetmeleri sonucunda eğitim ve kültür düzeylerinin yükselmesi. 3-Farklı kültürleri tanımak, yeni yeni arkadaşlar oluşturmak ve bölgeye gelen turistlere yardımcı olabilmek amacıyla bölge halkının yabancı dili öğrenme isteğinin artması. 4-Turizm olgusu tarafından bozulmasını önlemek amacı ile kültürel değerlere sahip çıkılması ve bu değerlere gereken önemin verilmesi. 5-Turizmin kırsal bölgelerin kentleşmesini hızlandırması da bir başka olumlu etkiyi oluşturmaktadır. Turizm endüstrisi tarafından kırsal bölgelerde yaratılan yeni iş alanları, çağdaş endüstri toplumların kültürel değerlerinin benimsenmesi yoluyla kentsel uygarlıkların bütünleşmesini sağlamaktadır. Kırsal bölgelerde turistik kuruluşların ortaya çıkmasıyla, bu bölgelerdeki toplumsal tekdüzelik bozulmakta, toplumda değişik, özellikleri ve yapıları olan kümelerin sayıları artmaktadır. 6-Turizm bir ülkede ulusal bilinci arttırmakta ve yerli halkın sahip oldukları kültür değerleriyle övünmelerine neden olmaktadır.” ( Gürbüz, 2002, ss. 53-54 ). 7-Turizm gençlere, kadınlara ( kentleşmeyle, su, elektirik, ve kentte sunulan diğer hizmetleri satın almak için ikinci, ilave bir maaşa ihtiyaç duyulduğundan, iş arayan kadınlar otel ve benzeri turistik işletmelerde çalışmaya başladılar ) ve etnik gruplara özellikle istihdam alanında avantajlar sağlamaktadır( Kadt, 1979, s. 47 ). 8-Turizm sayesinde yerel halk folklorları, el sanatları, mücevharat, çanak-çömlek sanatları yeniden ortaya çıkarılmış, kaybolmaktan kurtarılmışlardır ( Lanquar, 1989, s. 118 ). 9-Kültür asimilasyonunun, negatif yönü bilinmekle birlikte ( bu çalışmanın, “turizmin 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 77 sosyo-kültürel çevre üzerine olumsuz etkileri” başlığı altında ele alınmıştır ), pozitif yönü de bulunmaktadır; Turizm tarafından oluşturulan asimilasyon işlevinin önemli bir yönü sosyo-ekonomik değişimdir. Ekonomik alanda, turizm tarafından oluşturulan ekonomik işleve geniş bir şekilde yerel halkın katılımının sağlanması yoluyla, kültür alanında, turizm bölgeyi dışa açar, taşra tutuculuğunu kırarak yok eder ve çok dilliliği harekete geçirir. Turizm sayesinde dış dünyaya açılma, özellikle, gelişmeden-ilerlemeden hoşlanan gençlerin dış dünyayı tanıma olanaklarını artırır ( Kadt 1979, s. 144 ). 4.Turizmin Sosyo-Kültürel Çevre Üzerine Olumsuz Etkileri Turizm genelde, barış ve değişim aracı olarak kabul edilmekle birlikte, dünyanın bazı bölgelerinde ( Ortadoğu, Afrika, Asya, Avrupa gibi..), zaman zaman oluşan çatışmalara engel olamamaktadır. Bununla birlikte, yine de turizm, halkların karşılaşmasına, karşılıklı tanışmasına vesile olmakta ve dünyada barışçıl politikaların oluşumunu etkilemektedir. 4.1.Uluslararası turist ile yerel halkın karşılaşması Uluslararası turistlerle, ziyaret edilen ülkenin yerel halkı karşılaşması teorik olarak aslında kısa sürer, maksimum 3-4 haftadır. Ancak fiiliyatta bu süre birkaç saattir; dil, karşılama şekli, turizm konsepti bu karşılaşmanın sınırlı olmasına sebep olmaktadır. Turist en az zamanda en çok şeyi görmek ve yapmak istemekte ve turist kabul eden ev sahibi yerel halk ile doğrudan ilişki için zamanı kalmamaktadır. Turistleri kabul eden mekanların yerel halktan uzak ( yerleşim alanları dışında oluşturulan tatil köyleri ve büyük turistik kopleksler gibi..) fiziki yapılanmaları, bu durumun oluşmasını kolaylaştırır, böylelikle oluşan “ghetto” lar gerçekte karşılıklı anlaşmazlıkların artmasına neden olmaktadır. Psikologlara göre, turistleri karşılayan kişilerin karakterlerine bağlı olarak kötü bir davranış, normal durumda arkadaşça olacak bir teması, bir küçük düşürmeye, bir anlaşmazlığa, hatta bir nefrete dönüşebilmektedir ( Lanquar, 1986. S. 115 ). Genellikle, bir taraftan, yerel halkın kültüründen ziyade “ paketlenmiş “ paracı kültür ( lüks oteller etrafındaki düzgün mahallerdeki insanlar, restoran ve kabarelerde sunulan gerçeğine uygun olmayan folklor ve dans gösterileri ), diğer taraftan, turist sayısının çok olması yerel halkla temasın kurulmasına engel olmaktadır. Çok sayıda turist örf ve adetlerin bozulmasına sebep olmakta ve “ mas kültürü “ ile aslında halklar kültürsüzlüğe itilebilmektedir, yani yerel halk tarafından yabancıların kültürünün kötü bir şekilde edinilmesine neden olunmaktadır. En önemli sosyal dengesizlik, turizmin zamanda ve sahada yoğunlaşması ile oluşmaktadır, bu da çok önemli düzeyde kalabalıklaşma ve yönetim problemleri oluşturmaktadır. Az sayıda turist kabul eden yerlerde misafirperverlik ön planda olmaktadır. Turist sayısı çok olunca bu misafirperverlik yerini ticari turizme bırakınca, 78 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ mantalite değişikliği oluşuyor ve turistlere karşı hisler değişmeğe başlıyor; yeterli bahşiş bırakmadı…, genç kızlara ve kadınlara baktı…çok gürültü yaptı… gibi hoş olmayan reaksiyonlar turistlere karşı oluşabiliyor. Turistik sezon dışı normal yaşantı devam ederken, yeni sezon öncesi, yerel halk yeni gelecek sezonun iyimi, kötümü olacağını merak ediyor ve sorgulamaya başlıyor. Yerel halk tarafından, turist sayısının çok bulunması konusu bölgeden bölgeye mevcut yerel halk sayısına göre değişmektedir. Bazı turistik destinasyonlar 20 defaya varan oranlarda kendi nüfuslarından fazla sayıda ziyaretçiyi turizm sezonunda kabul etmek durumunda kalabiliyorlar ( Lanquar, 1986, s. 116 ). 4.2.Turizmin taklit etkisi Turizmin taklit etkisi, olumsuz bir etki olarak kabul edilir. Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü çoğu turistlerin yerel halkın tüketim alışkanlıklarını cesaretlendirme eğiliminde olduğu ancak bunun yerel halka uygun olmadığı zira yerel halkın gelir seviyesinin, turistlerin gelir seviyesinden çok daha düşük olduğunu tespit etmiştir. Turistlere sınırsızca sunulan hizmetlerin yerel halk tarafından arzulanması, özellikle turizm sektöründe çalışanların, gelir seviyeleri, beklentileri, yaşam biçimleri ile ülkelerinde sosyal olarak aralarında var olan yaşam farkını artırmaya neden oldukları gözlemlenmektedir. Bu da toplumda sosyal bir dengesizlik yaratarak yerel halkta huzursuzluk, hoşnutsuzluk ve hatta çatışma ortamı oluşturabilmektedir ( Lanquar, 1986, ss. 116-117 ). 4.3.Turizm gerçek suçlu mu? Sanayileşmiş toplumun ayrılmaz parçası olan uluslararası turizmin teknik ve ticari yapısı gerçekten turist ile ona ev sahipliği yapan yerel halk arasındaki olması gereken ilişkisini yasaklıyor mu? Acaba seyahat acentelerinin temel fonksiyonlarından biri, günümüzde, turist ile yerel halkın ilişkisini engellemek, sürekli yeni ve etkili araçlar icat ederek turisti seyahat ettiği dünyasından soyutlamak mıdır? Bu sorulara, seyahat eden turistin ve ziyaret edilen destinasyonun durumuna göre cevap verilmelidir. Genellikle, turizmin olumsuz etkileri, gelişmiş büyük bir turizm endüstrisinin olmadığı durumlarda görülmektedir. Turizmin taklit etkisinde, turistik bölgelerde bile suçlu uluslararası turizmden ziyade televizyon, sinema ve ithal edilen programlardır. Turizmin olumsuz etkileri konusundaki bu çelişki örneklerle gözlemlenebilir; bir tarafta Bali ve Endonezya da Amerikalı araştırmacılara göre turizm yerel kültürü güçlendirmiş ve eski örf ve adetleri yeniden canlandırmıştır. Diğer taraftan, Unesco’ nun bir araştırmasına göre turistlerin davranışları ve ticari turizmin dayattıkları ile oluşan olumsuz etkiler bulunmaktadır: yerel sanatsal objelerin yağmalanması, yerel sanatkarların kültürlerinden uzaklaşarak ticarileşmeleri, yerel bayramlar ve dini seromoniler, bunlara katılmak isteyen turistler tarafından dejenere edilmeleri. ( Lanquar, 1986, s. 118 ). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 79 4.4.Kültür alışverişi Uluslararası turistler ile yerel halk arasındaki var olduğu düşünülen ilişkiler aslında düşünüldüğü gibi değildir, zira; 1-Yabancı turistlerin yerel halk ile ilişkisi, düşünülenden daha az sayıda ve daha az yoğundur. 2-Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda ( Afrika ve Asya da ) turistlerle olan ilişki yerel halkın kültürü üzerinde az etkisi vardır zira çok az sayıda yerel halk yabancı ziyaretçilerle doğrudan ilişki kurarlar. 3-Yabancı turistler düşünüldüğünden daha az derinleştirilmiş kültür değişimi konusunda isteklidirler ( Kadt, 1979, s. 136 ). Buna rağmen, Uluslararası turist ile yerel halk arasında yadsınamayacak derecede bir kültür alışverişi mevcuttur; sanayileşmiş gelişmiş ülkelerden turistler ekonomik olarak az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere geldiklerinde iki toplum arasındaki tezat genelde çok sert ve sonuçları çok derin olmaktadır. Uluslararası turistlerin harcamaları kendi memleketlerindeki normal seviyelerini aşabilir ve bu kısa zaman boyunca turistler tutumlu olmazlar. Ama bu geçici, düşünmeden yapılan harcamalar gelişmekte olan ülkeler toplumunun yaşam savaşı verdiği bir ortamda yapılmaktadır. Yerel halkın temel ihtiyaçlarının seviyesi, sanayi toplumlarında kabul edilen minimumunda altındadır. Turistlerin harcama alışkanlıkları ile yerel halkın yaşam şartları arasındaki fark önemli derecede artmıştır ( Kadt, 1979, s. 137 ). 4.5.Kültür alışverişi sonuçları Hızlandırılmış kültür asimilasyonu; sanayi yatırımlarında olduğu gibi turizm merkezleri de gelişmekte olan ülkelerin, genelde, en az gelişmiş, bakir bölgelerinde kurulurlar. Buralardaki yerel halk sosyo-kültürel gelişmeye katılmazlar ve en yakın metropollere göç etmenin yollarını ararlar. Dış ülkelerden gelen yabancı turistler bu göçü yavaşlatır ve yerel halkın bölgede kalmasını sağlarlar. Fakat, aynı anda bu yabancı turistler gelenekçi-tutucu örf ve adetleri zayıflatabilirler ve böylelikle taşraya ait düşünce tarzının yok edilmesine katkıda bulunurlar. Bu değişiklik, önceleri metropollere göç etmenin yollarını arayan yöre gençleri tarafından çok iyi karşılanır ve kendi bölgelerinde kalmayı tercih ederler. Turizm tarafından getirilen yeniliklerin sayesinde bu gençlerin ufukları genişler ve bölgesel izolasyonları sona ermiş olur. Bu kültürel asimilasyon işlevi sürekli tekrar tekrar gelen yeni turistler tarafından hızlandırılabilir, bu da şüphesiz yerel halkın, gelen turistlerle kurulan ilişkinin derecesine sıkıca bağlıdır ( Kadt, 1979, s. 143 ). 80 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 4.6.Turizmin doğal çevre üzerine etkileri Ekoloji alanında, turizm, çevre kirliliği ve kötü kullanma elemanı olarak eleştiriliyor: en iyi siteleri, en kısa zamanda verimli olsun diye, kapatma, sahillerin betonlaşması, arabaların ve uçaklarım egzoz gazları ile atmosferin kirlenmesi, arındırılmamış atıklarla suların kirletilmesi, av, balık tutma, kontrolsüz meyve toplama ile, fauna ve floranın zarar görmesi, ormanların yollar ve diğer alt yapıların yapılmasıyla yok edilmesi, Hava kirliliği, gürültü kirliliği, görüntü kirliliği, kalabalık ve izdiham, saha kullanım problemleri, tarihi ve arkeolojik alanlara verilen zararlar, uygunsuz atık yok etme, ekolojik aksaklıklar ( Kahraman, Türkay, 2014, ss. 60-61 ). Tüm diğer insan aktiviteleri gibi, turizm aktivitesi de çevre üzerinde değişikliklere neden olmaktadır. Turizmin çevre üzerine etkileri; endüstri karakterli bir turizmi ya da vahşi karakterli bir ulusal turizmi tercih edersek eğer yabancı turistleri kabul etmek için iyi planlanmış bir turizme ihtiyaç vardır. Turistik projelerin ve turizm endüstrisinin eksik ya da yetersiz planlanması ve kontrolü ile çevre, turizmin gelişmesinden zarar görmektedir. Her şey iyi düşünüldüğünde ve yapıldığında turizm çevre için pozitif bir faktör olarak görülebilir. Uluslararası turist ( müşteri ) büyük oranda gezmeye, görmeye geldiği ülkenin çevre kalitesine önem vermektedir. Hükümetler bu durumun bilincindeler. Diğer faktörler arasında, uluslararası turizm, örneğin Afrika da, hükümetleri büyük av rezervleri-sahaları, milli parkları oluşturmaya ve geliştirmeye itmiştir. Aynı anda iyi bir ziyaretçi kontrolü ile çevreyi koruyarak ve uluslararası turizm safarisine olanak yaratmış oldular ( Lanquar, 1986, s. 119 ). 5.Sonuç Ve Öneriler Turizm son yıllarda hızlı büyümesiyle, önemli bir endüstri sektörü haline gelmiş, milyonlarca insanın günlük yaşantısının bir parçası olan bir fenomene dönüşmüştür. Günümüzde, turizm başta özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olmak üzere, tüm dünya ülkeleri için önem arz etmektedir. Turizm, gerçekten, tüm ülkelerin sosyo -ekonomik büyüme aracı haline gelmiştir. Uluslararası turizm gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmalarına, milli geliri artırarak, istihdam yaratarak ve döviz girdisi sağlayarak, dış ödemeler dengesinin sağlanmasını destekleyerek, çok önemli bir katkı sunmaktadır. İlaveten, uluslararası turizm olumlu toplumsal etkilere de sahiptir; hoş görü ortamı sağlayarak barışı desteklemek, kırsal yerleşimleri geliştirerek kentleşmelerini sağlamak, kadınları favorize ederek kadın haklarını geliştirmek, boş zamanların iyi değerlendirilmesine olanak sağlamak, temizlik konusunda bilinç oluşturmak, yeni toplum kurumları oluşturmak, yeni meslek türlerinin ortaya çıkmasına aracı olmak, yerel halkın 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 81 kültür ve tarihi değerlerinin korunmasını sağlamak, aile bağlarını kuvvetlendirmek, yabancı dil öğrenmeye teşvik etmek ( Kozak, Akoğlan Kozak, Kozak, 2014, ss. 8991 ). Diğer taraftan, Uluslararası turizm, yerel halk üzerinde bazı olumsuz toplumsal etkilere de sahiptir; yabancı düşmanlığı oluşturmak, suçları artırmak, kültürü ticarete dönüştürmek, turistlerin taklit edilmesi yoluyla bazı sapmalara neden olmak ( Kozak, Akoğlan Kozak, Kozak, 2014, ss. 91-92 ). Görüldüğü gibi, sonuçta uluslararası turizmin gelişmesinin olumlu ya da olumsuz, ekonomik, politik, sosyal, kültürel, çevresel, tarihsel etkileri bulunmaktadır; döviz girdisi sağlayarak, milli gelirin oluşmasına, istihdam yaratılmasına olanaklar sunmanın yanında, genel olarak, uluslararası turizm sosyal, kültürel değişiklikler sağlar. Bu değişiklikler, gerektiği gibi önlemler alınıp kontrol edilmezse, ciddi olarak uluslararası turistlerle, yerel halk arasında çeşitli alanlarda çatışmalara, sürtüşmelere neden olabilmektedir. Turizmi geliştirmeye ve onun olumlu etkilerinden, özellikle ekonomik kalkınmaya katkısı olanlardan, yararlanmaya karar vermeden önce kamu otoriteleri, turizmin, net olarak, ekonomiye getirdikleri olumlu etkilerini, tüm alanlardaki getireceği avantajları ve dezavantajları iyi etüt edip, tanımak ve gerçekçi bir değerlendirme yapmalıdırlar ( Kadt, 1979, s. 110 ). Turistlerle yerel halk arasındaki karşılaşma, genelde, üç şekilde olmaktadır; mal ve hizmet satın alırken, plajda ve/veya gösteri yapılan yer ve alanlarda yan yana gelince, bilgi ve fikir alışverişi yaparken. Bu şekillerde kontak-ilişki halinde olan, karşılaşan yabancı turistler ile yerel halk uyum içinde olurlarsa, uluslararası planda anlaşma oluşarak dünya halklarının kardeşliğini sağlayarak dünya barışına bir şekliyle olumlu destek verilmiş olunur ( Kadt, 1979, s. 50 ). Ancak, gerçek hayatta, fakirliğin hüküm sürdüğü az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki, yabancı turist kabul eden toplumlarda, turizmin avantajlarından gerektiği gibi yararlanamayan yerel halkın, uluslararası turistlerin zenginliklerinden ve sahip oldukları konforlardan rahatsız olmalarıyla, yabancı turistlere karşı, maalesef, olumsuz davranmalarına şahit olunmaktadır. Bu ve buna benzer turizmin olumsuz toplumsal etkilerinden dolayı, uluslararası turistler ile yerel halk arasında bir sürü çatışmalar gözlemlenebilmektedir. Bu çatışmalar “ iyi yönetilmediğin” de her iki tarafın ( uluslararası turistler ve yerel halk ) yararlandığı turizm sektörünün zarar göreceği açıktır. İşte bu sebepten, turizmde “ sürdürülebilir “ bir kalkınma ve gelişme adına, bu tür çatışmaların, hem yerel ( kamu ve özel sektör ), hem de uluslararası turistler tarafından “ iyi yönetilmesi “ mevcut mekanizmaları etkin kullanarak, gerekirse yeni mekanizmaları da devreye sokarak sağlanmalıdır. 82 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ İşe, öncelikle mevcut mekanizmalar etkin kullanılarak başlanabilir. Bilindiği gibi Dünya Turizm Örgütünün öncülüğünde, 1980 yılında, dünya çapında, 107 ülkenin katıldığı, bir uluslararası turizm konferansı, Filipinler’in başkenti Manila’da yapılmıştır. Bu konferansın sonunda yayınlanan “ Manila Deklarasyonu “ tüm dünya ülkelerini, turizmin ekonomik, sosyal, kültürel, barışçıl önemine vurgu yaparak, karşılıklı yarar çerçevesinde, turizmin faydalı yönlerini artırmak ve çatışmalara neden olabilecek, zararlı yönlerinin, el birliğiyle, dayanışma içinde ortadan kaldırılmasına davet etmiştir ( Univeur, 2015a ). Bu çağrıya, tüm dünya ülkeleri cevap vererek, elbirliği ile gereğini yaparak ulusal ve uluslararası seviyede tüm önlem ve tedbirleri almalıdırlar. Hatta bu bağlamda, 1985 yılında, Bulgaristan’ın baş kenti Sofya’da toplanan Dünya Turizm Örgütü genel kurulunda, “ Tourism bill of rights and tourist code - Turizm hakları ve turist yasası ” kabul edilmiştir ( Univeur, 2015b ). Bu belgede, çatışmasız, süreklilik arz edecek şekilde turizmin gelişebilmesi için, turizmin bileşeni olan turistlerin ve yerel halkın, yöneticilerin ( kamu ve özel sektör ) hak ve ödevleri belirtilmiştir. İşte turizmin çatışmalarla gelişmesinin engellenmesinden birinci derecede zarar görecek olan söz konusu bu taraflar, “ Turizm hakları ve turist yasasında” belirtilen sorumluluklarını yerine getirir ve haklarına da sahip çıkarlarsa, turistle yerel halk arasındaki bahsedilen, muhtemel olabilecek “ çatışmalar “, “ iyi yönetilerek “ önlenip ya da aza indirililerek, turizmin “ sürdürülebilir “ gelişmesi sağlanmış olur, yeter ki tüm ülkeler konunun gerçek takipçisi olsunlar. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 83 6-Kaynakça 1. E-unwto, (2015). Tourism highlights. http://www.e-unwto.org/doi/ pdf/10.18111/9789284416899. ( Erişim: 03 Ağustos 2015 ) 2. Gürbüz, A. (2002). Turizmin sosyal çevreye etkisi üzerine bir araştırma. Karabük Üniversitesi: Jestech ( engineering science and technology ) an international journal, cilt: 5, sayı: 1-2, Ocak-Haziran, 49-59. 3. Kadt, E. (1979). Tourism passeport pour le développement? Paris: Les Editions Economica. 4. Kahraman, N., Türkay, O. (2014). Turizm ve çevre. Ankara: Detay yayıncılık. 5. Kozak, N., Akoğlan Kozak, M., Kozak, M. (2014). Genel turizm ilkeler-kavramlar. Ankara: Detay yayıncılık. 6. Lanquar, R. (1986). Le tourisme international. Paris: Presses Universitaires de France. 7. Lanquar, R. (1987). L’économie du tourisme. Paris: Presses Universitaires de France. 8. Univeur, (2015a). Manila declaration on world tourism. http://www.univeur.org/ cuebc/downloads/PDF%20carte/65.%20Manila.PDF. ( Erişim: 29 Ağustos 2015 ). 9. Univeur, (2015b). Tourism bill of rights and tourist code. http://www.univeur.org/ cuebc/downloads/PDF%20carte/67.%20Sofia.PDF. ( Erişim: 29 Ağustos 2015 ) 10. Ünlüönen, K., Tayfun, A., Kılıçlar, A. (2009). Turizm ekonomisi. Ankara: Nobel yayın dağıtım. 84 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 85 86 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ GUSTAVE LE BON’UN SOSYAL BULAŞMA DÜŞÜNCESİNİN YENİ MEDYADAKİ YANSIMASI: DİJİTAL LİNÇ KAVRAMI VE TWITTER İÇERİK ANALİZİ Kenan DUMAN1 Özet Bireylerin kitle içerisine karıştıktan sonra verdikleri kolektif tepkiler çok geniş bir alanın ve disiplinler arası yaklaşımların konusudur. Gustave Le Bon’un kitle psikolojisine açıklık getiren çalışmaları bu anlamda önemli bir yerde tutmaktadır. Le Bon kitle ile ilgili çalışmalarında ‘kalabalık’ kavramına yer vermiş ve bu durumun kendine özgü bir gerçekliği barındırdığını belirtmiştir. Le Bon bireylerin kitle içerisine karıştıktan sonra daha önce kendilerinde rastlanmayan bazı özellikler kazandığı görüşünü savunur. Bu özellikler arasında kalabalık içerisinde bireyin kitlenin gücünü de bünyesinde hissederek farklı bir güce sahip olma duygusuna kapıldığı ve duygu ve davranışların bulaşıcı bir şekilde kitleden bireye geçtiği düşüncesi yer alır. Le Bon’un buradan yola çıkarak kavramsallaştırdığı ‘sosyal bulaşma’ kavramı, topluluk içerisinde hâkim olan fikrin, bireylere aktarılması ve bunun neticesinde kolektif eylemin ortaya çıkmasını anlatır. Le Bon, sosyal bulaşmanın özellikle linç gibi bir anlamda bireylerdeki şiddet eğiliminin kolektif yapıda tezahürüne açıklık getirir. Le Bon, Sosyal bulaşma ile bireylerdeki şiddete yönelik eğilimi tek başlarına eyleme geçirmeyeceklerini ya da geçiremeyecekleri görüşünü savunur. Son dönemde yeni bir kamusal alan olarak kabul edilen sosyal medya platformlarında sosyal bulaşma kavramı farklı bir anlamda yeniden karşımıza çıkmaktadır. Özellikle kamuoyu tarafından bilinen kişiler tarafından oluşturulan içerikler sosyal ağlarda çok hızlı bir şekilde yayılırken bu kişilere ait kimi görüşlerin bazı kesimler tarafından tepki çekebilmesi durumu bu kişilere yönelik bir infial oluşturmasına ve sonunda sosyal medyada ‘dijital linç’ olarak tanımlanacak bir duruma dönüşmesine neden olabilmektedir. Bu çalışmada, sosyal bulaşmanın sosyal medyadaki yansıması olarak kabul ettiğimiz ‘dijital linç’ olgusu kavramsallaştırılarak içerik analizi yöntemi ile değerlendirilecektir. Bu amaçla, küresel bir mikroblog platformu olan twitter üzerinden Türkiye’de sosyal medya ortamında ‘dijital linç’ vakalarının hangi boyutta olduğu tespit edilerek, bu durumun gerçekleşme oranı incelenecektir. Bu amaçla çalışmanın sorunsalının sınanması için Twitter da en çok yer alan konu başlıkları 01.05.201530.05.2015 tarihleri arasında bir aylık dönemde incelenecektir. Anahtar Kelimeler: internet, yeni medya, sosyal bulaşma, dijital linç, twitter 1 Yrd.Doç.Dr. Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 87 THE REFLECTION OF GUSTAVE LE BON’S SOCIAL CONTAGION THEORY ON NEW MEDIA: DIGITAL LYNCH CONCEPT AND TWITTER CONTENT ANALYSIS Abstract The collective responses of individuals that they give after joining the crowd* are the subject of a very large field* and interdisciplinary approach. Gustave Le Bon’s studies clarifying the Crowd psychology holds an important place in this regard. Le Bon included “crowd” concept in his works related to mass and stated that it hosts a distinctive reality. Le Bon argues that individuals gain some features that they don’t have when they join the crowd. The notion of having a different power by feeling the power of the mass in the crowd and the notion that emotion and behaviours pass from crowd to individual in a contagious way are among these features. The “social contagion” concept that Le Bon has conceptualized by starting from this tells the transfer of a dominant idea that is in a society to the individuals and emergence of the collective action as a result of it. Le Bon clarifies the manifestation of violent tendencies in individuals in a collective manner especially in the sense of lynching of social contagion. Le Bon argues that they won’t or they can’t put into action the violence tendency caused by social contagion on dividuals alone. Once again the concept of social contagion emerges in a different way on the social media platforms which have been accepted a new public space recently. The contents created by people especially known by public spread in social network rapidly and some views of these can get reactions of some. And eventually it can cause this to be a situation that can be called “digital lynching” against these people at social media by causing public resentment. In this study “digital lynching” concept that we accept as a reflection of social contagion at social media will be evaluated conceptually by content analysis method. For this purpose, via Twitter which is a global social media microblogging platform, the possibility of this situation will be analyzed by determining at what scale “digital lynching” cases are at social media in Turkey. For this purpose, in order to test the problematic of the study, top titles of Twitter between the dates 01.05.2015 and 30.05.2015 will be examined in one month period. Key words: internet, new media, social contagion, digital lynching, twitter 88 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. Giriş Kitle psikolojisi, kitleleri oluşturan kişilerin sosyal, psikolojik davranış ve tutumlarını kitle hareketleri üzerinden inceleyen çalışmalardır. 19. yüzyılda Fransız sosyal bilimci Gustave Le Bon’un kitle psikolojisine açıklık getiren çalışmaları bu anlamda önemli bir öncü çalışma olarak yer tutmaktadır. Le Bon’un yanısıra, Tarde, Freud, Mc Dougall, Zimbardo vd. tarafından bu alanda önemli çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Tarde; kitle psikolojisi kavramı ve bireyin kitle içerisindeki tutum ve davranışlarına değinen ve merkeze taklit kavramını alan çalışmalar hazırlamıştır. Freud ise, Le Bon’a yakın bir bakış açısı ile incelediği sürü psikolojisinde bireylerin mensubu oldukları topluluklarda “libidinal” ilişkiler şeklinde oluştuğuna dikkat çekmiştir. Le Bon kitle ile ilgili çalışmalarında ilkel, alçak ve korkunç olarak betimlediği ‘kalabalık’ kavramına yer vermiş ve bu durumun kendine özgü bir gerçekliği barındırdığını belirtmiştir. Le Bon kitle kavramını ırkları, meslekleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya toplayan tesadüf her ne olursa olsun, rastgele bir bireyler topluluğunu ifade eder. (Le Bon, 1999, 19) Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise kitle kavramı; bir yerde toplanmış, bir araya gelmiş insan topluluğu, belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan kalabalığı olarak tanımlanmaktadır. (http://www.tdk.gov.tr/) Aynı sözlük içerisinde “Kalabalık” kelimesi ise; çok sayıda insanın bir araya gelmesiyle oluşan insan topluluğu anlamında tanımlanmaktadır. Le Bon bireylerin kitle içerisine karıştıktan sonra daha önce kendilerinde rastlanmayan bazı özellikler kazandığı görüşünü savunur. Bu özellikler arasında kalabalık içerisinde bireyin kitlenin gücünü de bünyesinde hissederek farklı bir güce sahip olma duygusuna kapıldığı ve duygu ve davranışların bulaşıcı bir şekilde kitleden bireye geçtiği düşüncesi yer alır. Yazara göre kitle içerisindeki birey sayısal çoklukla birlikte, kendisinde karşı konulmaz bir güç hissi taşımaya başlar ve bireyde imkânsızlık mefhumunun kaybolmaya başlar. (Le Bon, 24 ) Le Bon, bireyden kitleye dönüşüm sonrası ortaya çıkan üç yeni üç özellikten söz etmektedir. Bunlar; anonimlik, bulaşma ve telkine yatkınlıktır. Le Bon isimsiz (anonim) ve dolayısıyla sorumsuz bireylerin oluşturduğu kitlelerin sorumluluk duygularından tamamen uzaklaştırıldığını ve içgüdülerine daha kolay teslim olduklarını söyler. (Le Bon, 24). Telkine yatkınlık ile de bireylerin kitle içindeki kalabalıklarda bilinçlerini yitirmeye başladıklarını ve bu nedenle sosyal etkiye açık oldukları ifade edilir. (Kayaoğlu, 2003, 207) Anonimlik ve telkine yatkınlığın yanı sıra yeni ortaya çıkan üçüncü bir durumda zihni sirayet, zihinsel yayılma diğer bir deyişle “bulaşma” (contagion) bulaşmadır. (LeBon, 24) Le Bon, bulaşma kavramını açıklaması zor bir mekanizma olarak görür. Bulaşma ile kalabalıkta her tür duygu ve davranışın kolayca yayılabileceği hipnotik bir durumun oluştuğunu kaydeder. Bulaşıcılık, kitlelere has olan özelliklerin oluşumuna sebep olan bir durumdur. Kitle içerisinde, her türlü duygu, eylem bulaşıcıdır. Bu bulaşıcılık o kadar etkin ve güçlüdür ki, birey çok kolay bir şekilde kişisel çıkarlarını kolektif çıkarlar 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 89 uğruna feda edebilmektedir. Le Bon’un buradan yola çıkarak kavramsallaştırdığı ‘sosyal bulaşma’ kavramı, topluluk içerisinde hâkim olan fikrin, bireylere aktarılması ve bunun neticesinde kolektif eylemin ortaya çıkmasını anlatır. Le Bon, sosyal bulaşmanın özellikle linç gibi bir anlamda bireylerdeki şiddet eğiliminin kolektif yapıda tezahürüne açıklık getirir. Le Bon, sosyal bulaşma ile bireylerdeki şiddete yönelik eğilimi tek başlarına eyleme geçirmeyeceklerini ya da geçiremeyecekleri görüşünü savunur.(LeBon, 24) 2. Çevrimiçi Kitleler Ve Dijital (Siber) Linç Kavramı Kitle kavramı, çok sayıda insanın bir özellikleri nedeniyle oluşturdukları bir bütündür. Burada kitlenin birliğini sadece mekânsal birlik olarak algılamak doğru değildir. Kitle zihni anlamda bir birleşme ve ortak paydaşıma durumudur. Kısaca düşünce birliği sonucunda kitleler oluşur. Tarde kitle kavramını, esasen bedenlerin bir araya gelmesiyle oluşan bir ruhsal ve zihinsel bağlantılar yığını olarak betimlemektedir. (Çebi, 2013, 4) 1995 sonrası dönem önce web 1 sonrasında 2004 yılında web 2 teknolojilerinin gelişimi yine bu dönemin öncülü teknolojik gelişmelerle birlikte küresel anlamda bilgi paylaşımının dönüşümü toplumsal yapıları da başkalaştırmıştır. Zaman ve mekan kavramlarında ki dönüşüm bireysel ve toplumsal hayatın yeniden yorumlanmasını neden olmuştur. Ağ toplumu içerisinde bireyler ve kitleler eş zamansız bir ortamda iletişim içinde olma imkânı kazanırken mekân ve zaman kavramı esnemeye uğramış 1970’lerin başında mail ile başlayan bu dönem günümüz itibariyle iletişim anlamında birey mekândan çıkmayı başarmıştır. Geleneksel medya araçlarının ardılı bilgisayar tabanlı yeni medya araçlarının belirgin temel özelliği etkileşim sağlamasıdır. Geleneksel medyaların yerine kullanıcıların etkin bir şekilde iletişim eyleminin içerisinde yeni medyalar, özellikle Web 2 teknolojileri ile gündeme gelen sosyal medya siteleri kullanıcıyı mekân ve zaman sınırı olmadan toplulukların içerisinde bulunabilme olanağı sağlamıştır. Castells Ağ Toplumu’nun Yükselişi eserinde tarihte ilk kez insan iletişiminin yazılı, sözlü, görsel-işitsel biçimlerini aynı sistem içinde bütünleştiren bir hipertext ve meta-dil oluştuğunu, insan ruhunun, boyutlarını beynin, makinelerin ve toplumsal bağlamların iki yanı arasında yeni bir etkileşimde birleştiğinden söz etmektedir. “(Castells, 2008, 440) Castells bu durumu şöyle özetlemektedir, “….Giderek evrensel, sayısal bir dili konuşan yeni bir iletişim sistemi, hem kültürümüzün sözcükleri, sesleri ve imgelerinin üretimini ve dağıtımını küresel olarak entegre hale getiriyor, hem de onları bireylerin kimliklerinin ve halet-i ruhiyelerinin beğenilerine uygun kılıyor. İnteraktif bilgisayar ağları, yeni iletişim biçimleri ve kanalları yaratarak, hayatı şekillendirerek, aynı zamanda hayat tarafından şekillendirilip katlanarak büyüyor. (Castells, 2008, 3 ) Sosyal paylaşım ağları sayesinde bireyler, diğer kişilere karşı kendini temsil edebilir ve kullanıcıya hemen hemen bütün kişilik özelliklerini yansıtma olanağı sunma imkânı buldular. Bireyler, bu sosyal paylaşım ağlarını, arkadaşları ve tanıdıkları ile etkileşim içinde olmanın yanı sıra yeni insanlarla tanışma ve iletişime geçme amacıyla da kullanmaya başladırlar. (Toprak, 2014, 29) Dijital çağda Le Bon ve Tarde’nin düşüncelerini çevrimiçi kitleler üzerinden değerlendirirken yeni medya teknolojilerini 90 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ sağladığı imkânların zihinsel bağlantıları ağlar üzerinden sağladığını görmekteyiz. Sosyal ağ çağında çevrimiçi kalabalıklar ilk dönemlerde ki bedensel ve mekânsal yakınlık olarak temsiliyetlerinin ardından yukarıda da söz ettiğimiz gibi; daha esnek, uyumlu, mobil işletmeler dizisine dönüştüğüne şahit olmaktayız. Online kalabalıklar, sosyal medya araçları olan facebook ve twitter gibi çevrimiçi alanlarda geçici bir kitlenin çevrim içi ya da çevrim dışı olmasına imkân sağlayan iletişim uygulamalarıyla tasarlanmıştır. (Blackman 2012, 26, 27) Le Bon’u düşüncesinden devam edersek mekânsal yakınlık bulunmayan belirli bir grubun aynı zihinsel sirayet (bulaşma) etrafında bulunması durumu da online kalabalıklar içerisinde tasavvur etmektedir. Onun için, kalabalık öncelikle duygusal süreçleri paylaşımı ve zihinsel birlik olma konusunda ise; medya teknolojileri yayma ve modülasyon etkiler tarafından, kalabalık oluşumunu sağlayan araçlar olarak çalışabilirler. Sosyal medya platformlarında ki çevrimiçi kalabalıklar da sosyal bulaşma kavramı farklı bir anlamda yeniden karşımıza çıkmaktadır. Özellikle kamuoyu tarafından bilinen kişiler tarafından oluşturulan içerikler sosyal ağlarda çok hızlı bir şekilde yayılırken bu kişilere ait kimi görüşlerin bazı kesimler tarafından tepki çekebilmesi durumu bu kişilere yönelik bir infial oluşturmasına ve sonunda sosyal medyada ‘dijital linç’ ya da siber linç olarak tanımlanacak bir duruma dönüşmesine neden olabilmektedir. LeBon’un sosyal bulaşma düşüncesinde topluluk içinde hâkim olan düşünce, fertlere “bulaşır” ve bunun neticesinde kollektif eylem belirir. Sosyal bulaşma ile bireyler yaptıkları eylemlerin payını sorumluluğu üzerlerinden atarak azaltırlar. Dijital ya da siber alanda da özellikle sosyal medya araçları ile bireyler benzer durumu gerçekleştirirler. Bireyler sosyal medya araçlarında bir yandan sanal ortamda bir kimlik geliştirme ve sosyalleşme çabası, içinde iken kin, öfke ve nefret gibi duygularla kullanım pratiği geliştirilebilmelerine de olanak tanınmaktadır. Linç kelimesi sözlük anlamı olarak Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak öldürmesi (http://www.tdk.gov.tr/) olarak tanımlanır. Bir başka anlamı ile linç kavramı bir grup insanın, bir veya birkaç kişiye, sembolik veya fiziksel olarak herhangi bir nedenle haksız bir şiddet eylemi gerçekleştirmesidir. Bu tanımı kategori altında toplarsak siyasi ve fiziksel olarak nitelenen adi linç ve sosyal hayatın içinde psikolojik olarak yürütülen sembolik linç olarak kategorelendirebiliriz. Dijital ya da siber linç kavramı ise sosyal medya üzerinden bir kişi ya da kurumun hedef gösterilerek ortak mesajlar ile hakarete uğraması olarak tanımlanabilir. Özellikle sosyal paylaşım ağları 2004’de Facebook 2006’da Twitter’ın yayın hayatına başlamasının ardından kullanıcı odaklı paylaşım ağlarında artan bu davranışta gruplar ya da özün başına diyez işareti (#) eklenerek oluşturulan etiketler ile kişi ya da konularla ilgili başta nefret söylemi olma üzere paylaşımlar yapılmaya başlanmıştır. Ne yazık ki, bireyler genellikle düşünmeden aceleci ve sıcağı sıcağına diğer insanları kınamak için kitleler içinden gelen mesajları ortak alanda paylaşmaktadır. ( www.medialiteracycouncil.sg) Son yıllarda Türkiye’de kurbanı olan kişiler olarak Yavuz Bingöl, Mehmet Ali Alabora, 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 91 Tarık Akan, Oktay Kaynarca, Alev Alatlı, Nihat Doğan, Ersin Düzen, Cüneyt Özdemir, Erkan Oğur, Murat Boz, Murat Dalkılıç, Ceyda Karan, başta olmak üzere çok sayıda ünlü isim sayılabilir. Dijital ya da siber linç kurbanları bir taraftan sosyal gruplar tarafından olumsuz mesajlar ile hakarete uğrarken büyüyen bu nefret sarmalı gerçek dünyada ve geleneksel medya araçlarında da karşılık bulmaktadır. Birçok mağdur iş ve sosyal yaşamında daha sonraki dönemde sorunlar yaşamaktadır. 3. Araştırmanın Yöntemi ve Amacı Bu araştırmada, ‘dijital linç’ olgusunun sosyal medya ortamlarında ne kadar bir alana sahip olduğu sorgulanmaktadır. Bu amaçla, mikroblog platformu olan twitter üzerinden Türkiye’de sosyal medya ortamında ‘dijital linç’ vakaların 1 Mayıs 2015-30 Mayıs 2015 tarihleri arasında düzenli olarak gün içerisinde trend topik olan gündem maddelerinin tamamını niceliksel olarak inceleyen bu çalışmada içerik analizi tekniği kullanılmıştır Araştırmada saatlere göre trend topik olan tüm konular incelenmiştir. İçerik analizi için bir kodlama cetveli hazırlanmış ve bu cetvelde; İçerik analizi uygulaması doğrultusunda toplam 3012 konu başlığı incelenmiştir. Araştırma kapsamında yapılan içerik analizinde kullanılan kodlama cetveli oluşturulurken ilk olarak kategorisel bir ayrıma çalışılmıştır. Twitter trend topik gündemlerinin tahmin edildiği gibi çok değişik konuları ve unsurları kapsadığı görülmüştür. Burada oluşturulan ilk başlıklar gündem ve siyaset, ekonomi, spor, magazin, medya dünyası, twitter camiası ve diğer gibi kategoriler şeklinde belirlenmiştir. Araştırmada twitter kitlesinin linç vakalarına karşı nasıl bir tutum sergilediği alt kategorilerinde gündem tarihi, konu başlığı, gündemin mesaj türü, tweet, retweet, katılımcı sayısı, önemli kişi katılımı ve trend topik süresi, gündem maddelerine kullanıcıların eğilimi (olumlu ve olumsuz olma durumu) şeklinde bölümlere yer verilerek çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu araştırmada incelediğimiz trend topik kavramı ise kullanıcılar tarafından popüler olan konular olarak tanımlanabilir. Günün en trend popüler konuları twitter ana sayfasında kenar bölümde gösterilir. Twitter İçerik Analizi uygulaması için dijital veri tabanı programlarından, twitter mikro blog altyapısı ve starmetre, twitter trend analizleri ve analiz araçları açık kaynak sonuçlarından yararlanılmıştır. Starmetre.com, ziyaretçi alışkanlıklarını incelemek için statcounter.com uygulamaları kullanmaktadır. Bu, kullanıcıların sitede geçirdiği süre, coğrafi konumu ve site kullanımlarına dair bilgi toplama imkanı sunmaktadır. Bu bilgi piksel etiketleri ve/veya çerezler ile toplanmaktadır. Piksel etiketleri ve/veya çerezler aracılığıyla toplanan bilgi anonimdir ve hiçbir kişisel veri ile bağlantılı değildir. Analiz için gereken tüm bilgiler sunucularda depolanmaktadır. (http://www.starmetre.com/) Yaklaşık bir aylık bir dönemde toplam 3012 gündem maddesinin incelendiği bu çalışma çalışmayı hazırlayan kişi ve bir grup yüksekokul öğrencileri tarafından hazırlanmıştır. Önce, içerik analizinde uygulanmak üzere oluşturulan kodlama cetveli araştırma materyalinin yüzde 25’i üzerinde sınanmıştır. Bu süreçten sonra kodlama cetveli araştırmanın amaçları doğrultusunda geliştirilmiştir. Daha sonra inceleme konusu 92 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ olan metinler kodlama cetveline aktarılmıştır. Yaptığımız araştırmanın hipotezleri ise şöyledir; 1. Sosyal medya araçları bireylerin kitleler halinde kişilere linç uygulamaları için ortam hazırlamaktadır. 2. Kitlelerin tahrik edilme yatkınlığında siyasal ve sosyal olaylar önemli yer tutmaktadır. 3. Kitlelerin telkine yatkınlığında ve çabuk inanır lığında kalabalıkların önderleri dijital alanın ünlüleridir. 4. Bulgular Sosyal ağ siteleri bireylerin teknolojik alanda kendilerini kitleye “görünür” hae getirdikleri ve paylaşım gerçekleştirdikleri platformlardır. 2006 yılında ortaya çıkan Twitter, yapı olarak bakıldığında bir blog yazısı olamayacak kadar kısa, çok önemli olmayan ya da kişisel bir takım gelişmeleri paylaşabilmek için geliştirilmiş ve bir “mikro bloglama” servisidir. (Kahraman, 2010, 18) Twitter, kullanıcılarına 140 karaktere sığacak kadar, “tweet” olarak adlandırılan metinler paylaşmalarına izin verir. (Kellsey, 2010, 182) Twitter’ın günümüzde (Mayıs 2015) 302 milyondan fazla aktif kullanıcısı vardır. Kullanıcların günlük olarak gönderdikleri tweetler çoğunlukla mobil cihazlar olan telefon ve tablet gibi elde taşınan cihazlardan gönderildiğinden, Twitter diğer sosyal paylaşım ağlarına göre daha fazla “anındalık” özelliği taşımaktadır. Tablo1: Tüm Zamanların Twitter Türkiye Gündeminde Yer Almış Başlıklardan En Uzun Süre Gündemde Kalanlar (Net Süre Sıralaması) Tarih TT Süresi (dk) #ozgecenarslan 13.02.2015 9804 #sonradedimki 19.10.2014 7744 #Osmanlıca 4.12.2014 6900 #sendeanlat 15.2.2015 4251 Yavuz Bingöl 3.12.2014 4229 Nihat Doğan 15.2.2015 4191 #neyapsamboş 22.11.2014 4027 #anlatmakistediğim 6.11.2014 3779 #sanaverceğimdeğer 11.11.2014 3035 VPN 21.3.2014 3025 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 93 Analiz çalışma için twitter üzerinde Türkiye kullanıcı davranışlarını daha iyi betimlemek için tüm zamanların twitter Türkiye gündeminde yer almış başlıklardan en uzun süre gündemde kalanlar ve tüm zamanların twitter Türkiye gündeminde yer almış başlıklardan en çok katılım almış olan konu ve kişilere ilk olarak dikkat çekilmiştir. Twitter platformu yayın hayatına başladığı 2006 yılından itibaren Türkiye gündeminde en çok dikkat çeken, katılımcı bulan ve konuşulan olay olarak Mersin’in Tarsus ilçesinde 11 Şubat 2015’te tecavüz girişimine direndiği için bir minibüste öldürülen üniversite öğrencisi olan Özgecan Aslan olayı yer almaktadır. Özgecan Aslan cinayetinin ortaya çıkmasının ardından sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlarla ülke çapında öfkenin oluşmasına ve gösteriler düzenlenmesine yol açtı. Olayın ardından başta kadınlar olmak üzere binlerce insan sokaklara dökülür. Özgecan Aslan olayı sosyal medyada da büyük ilgi görür ve ülke çapında pek çok gösterinin düzenlenir. Bu gösterilerin düzenlendiği 16 Şubat 2014 günü ülkede “Kara Pazartesi” olarak anılır. Özgecan Aslan olayı sonrası tepkilerini sosyal medyaya yansıtan kadınlar yaşadıkları taciz olaylarına sessiz kalmayarak #sendeanlat etiketi ile anlatmaları istendi. #sendeanlat hashtag i de tüm zamanların twitter Türkiye gündeminde yer almış başlıkları sıralamasında 4251 dakika trend topik olarak dördüncü sırada yer almıştır. Tablo 2: Tüm Zamanların Twitter Türkiye Gündeminde Yer Almış Başlıklardan En Çok Katılım Almış Olanlar 1 #ozgecenarslan 2 Flappy Bird 3 #soma 4 #berkinElvanOlumsuzdur 5 DNS 6 #gunkomurkarasi 7 #sendeanlat Katılım Tarih Tweet Sayısı ReTweet Sayısı Toplam TT Süresi (dk) 884460 13.2.2015 4,295,856 3,165,599 9804 767051 7.2.2014 766,605 393,185 1118 708722 13.5.2015 2,021,648 1,392,580 1696 583452 11.3.2014 1805286 1217641 1740 427266 20.03.2014 1,035,662 722,342 4029 419042 14.5.2014 935,586 622,482 2007 320466 15.2.2015 1079791 774985 6062 Le Bon Kitleler psikolojisi eserinde oluşum halinde bulunan bir kitlenin ilk vasıflarından olan, bilinçli bireysel kişiliğin kaybolması ve hislerin, düşüncelerin aynı yöne doğru ilerlemesi durumu, aynı zamanda birçok kimsenin aynı yerde bir araya gelmiş olmasını gerektirmez. Birbirinden ayrı binlerce kişi, günün birinde bazı şiddetli heyecanların, meselâ bir millî olayın etkisiyle bir araya gelerek psikolojik bir kitle meydana getirebilirler. Bunları bir araya toplayan her hangi bir tesadüf, bunların davranışlarının kitlenin hareketlerine özel bir şekil almasına sebep olabilir. (Le Bon, 20) Özgecan Aslan olayı için sokaklarda ve sosyal medya içinde bir araya gelen kitleye bakıldığında benzer durumu görmekteyiz. Olaydan 2 gün sonra 13 Şubat 2015 tarihinde 94 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ twitter da trend topik olan konu 8149 dakika en önemli konu olarak kalmıştır. Bu süre içirişinde #ozgecenarslan hashtagi ile bu konu hakkında eylemde bulunan tweet ya da re tweet atan kulanıcı sayısı 884460’dır. Bu kullanıcıların eylemlerine bakıldığında ise 4,295,856 tanesi tweet, 3,165,599 tanesi retweet’tir. Özgecan Alan olayında kullanıcı başına eylem ortalaması 9 kat olarak gerçekleşmiştir. Her kullanıcıya ortalama 9 mesaj eylemi düştüğünü ve toplumsal yada milli bir olay olduğunda kullanıcının buna tepkisinin ne kadar şiddetli olduğunu göstermektedir. 1-30 Mayıs 2015 Twitter Trend Listesinin Konularına Göre Dağılımı tablosuna göz atıldığında 3012 gündem maddesinin analiz edildiği görülmektedir. Belirtilen gündem maddeleri yukarıda da söz ettiğimiz kategori ayrımına gitmiş ve sonrasında bu 3012 gündem maddesinin 1142 adedinin siyaset ve gündem, 667’nin spor, 840’nın twitter camiası ve etiketler üzerine, 114’nün magazin ve ünlü kişiler, 153’nün medya dünyası, 40’nın ekonomi ve 56’sının kategori olarak belirtilmeyen diğer konular olduğu tespit edilmiştir. Bu sayısal verilerin yüzdelik olarak oranları ise grafik 1’de gösterildiği gibi yüzde 38 oranında siyaset ve gündem, yüzde 28 oranında twitter camiası, yüzde 22 spor gündemi, yüzde 5 medya dünyası, yüzde 4 magazin ve ünlü kişiler, yüzde 1 ekonomi olarak görünmektedir. Timisi Twitter’ı “kimliklerin yeniden kurulduğu, kahramanlıkların ve egoların alanı” (Timisi, 2015, 11) olarak niteler. Özellikle hashtagler ve twitter gündemleri üzerine yüzde 28’lik bir oranın ortaya çıkmasında bu durum önemli bir neden olarak görünmektedir. Yine Hood’a göre, Twitter’ın hızla yükselmesine yol açan olgulardan biri olarak ünlülerin istekli ve düzenli bir şekilde düşüncelerini paylaşmaları ve güncellemeleridir. Böylece bireyler, daha önce mümkün olmayan bir biçimde ünlü kişilere erişebilir olmuşlardır. Bu durum normal hayat şartlarında tanışılması olanaksız kişilerle ilişkide olma hissi uyandıran ilginç bir sosyal fenomenin oluşmasını sağlamaktadır. Hâlbuki bu durum daha önce kamuoyu için yasak bölgelerdi. Birdenbire daha önce mümkün olmayan bir biçimde erişilebilir olmuştur. (Hood, 2014, 296) Analizimiz içerisindeki sonuçlarda bu sonucu doğrular nitelikte verilere ulaşılmıştır. Mayıs 2015 tarihinde twitter gündeminin yüzde 9’unu magazin, ünlü kişiler ve medya dünyası oluşturmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 95 Tablo 3: 1-30 Mayıs 2015 Twitter Trend Listesinin Konularına Göre Dağılımı Siyaset ve Gündem Spor Tw i t t e r Magazin-Ünlü Medya Camiası Kişiler Dünyası Ekonomi Diğer Topl 1.5.2015 30 6 34 3 7 0 7 87 2.5.2015 37 29 36 2 5 0 2 111 3.5.2015 30 33 35 1 7 0 3 109 4.5.2015 36 15 24 5 6 1 4 91 5.5.2015 46 10 16 3 7 3 2 87 6.5.2015 50 15 14 6 4 4 4 97 7.5.2015 37 10 12 - 4 1 2 66 8.5.2015 41 17 22 7 4 2 1 95 9.5.2015 38 32 30 2 7 1 3 113 10.5.2015 34 27 31 3 6 1 3 105 11.5.2015 46 18 24 2 9 3 4 106 12.5.2015 47 18 17 2 4 3 1 93 13.5.2015 43 24 22 8 8 1 2 108 14.5.2015 27 33 41 7 3 0 1 112 15.5.2015 43 33 26 2 3 0 4 101 16.5.2015 45 39 28 1 4 0 2 119 17.5.2015 29 33 34 6 5 0 0 107 18.5.2015 30 15 44 7 4 2 0 102 19.5.2015 28 15 49 5 3 0 1 101 20.5.2015 29 15 43 5 2 0 0 94 21.5.2015 31 23 40 7 2 0 0 103 22.5.2015 40 8 25 3 5 0 2 83 23.5.2015 30 18 24 6 9 1 4 92 24.5.2015 30 35 22 4 2 2 3 96 25.5.2015 44 23 18 1 3 1 3 93 26.5.2015 47 18 19 3 1 1 0 89 27.5.2015 33 17 28 1 3 4 0 86 28.5.2015 44 10 20 3 8 0 2 87 29.5.2015 34 18 24 1 5 6 3 91 30.5.2015 40 35 11 1 4 1 0 92 31.5.2015 23 25 27 7 9 2 3 96 Konu Dağılımı 2% 5% 1% 4% siyaset ve gündem spor 38% 28% twitter magazin-ünlü kişiler 22% medya dünyası ekonomi Şekil 1: Twitter Trend Listesi Konu Dağılımı Yüzdelik Dağılımı 96 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Çalışmamızın bir önceki bölümünde söz ettiğimiz dijital linç yada siber linç kavramı kısaca sosyal ağlarda özellikle kamuoyu tarafından bilinen kişileri hedef alan ve çok hızlı bir şekilde yayılan olumsuz mesajlar topluluğu olarak tanımlanabilir. 1-30 Mayıs tarihleri üzerine yaptığımız çalışmada 3012 gündem maddesi üzerinde bir içerik analizi yapılmış ve bu analizler sonucunda 13 ayrı kişi hakkında dijital linç kampanyasının oluştuğunu görüyoruz. 13 kişinin mesleki özelliğine baktığımızda 2 kamu görevlisi,4 medya çalışanı, 2 tiyatro ve sinema sanatçısı,3 siyasetçi, 1 devlet adamı ve 1 futbolcu olduğu görülmektedir. Twitter bireylerin taşkınlıklarını aktarmak için önemli bir araç haline gelmiştir. Bu sosyal medya aracı, kişilere acımasız ve kaba yorumlar yapma ve onları yayma imkânı tanımaktadır. Avustralyalı gazeteci Karl Quinn bu durum karşısında şu cümleleri söylemektedir, “Pek çoğumuz ünlülerin kanlı canlı insanlar mı yoksa yalnızca şöyle güzel bir vuruşu hak eden insan boyutunda pinyatalar mı olduğu konusunda kararsızız. Sorun şu ki çoğumuz bir kurban saptanır saptanmaz yapılan linçe katılma konusunda düşündüğümüzden daha istekliyizdir.” (Hood, 297) Tablo 4’de görüldüğü gibi, 4 Mayıs 2015 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, milyonluk makam aracı tartışmaları nedeniyle sosyal medyada trend topik listesinde yer almıştır. Konu ile ilgili 6994 tweet atılırken, 3662 retweet yapılmış ve 4208 kişi konu ile ilgili katılımda bulunmuştur. Bu konu ile ilgili ayrıca 14 ünlü kişi de paylaşımda bulunmuştur. Prof. Dr. Mehmet Görmez 290 dakika bu gündem ile trend topik olmuştur. Paylaşılan mesajların içerikleri diğer linç vakalarına benzer şekilde alaycı, küçük düşürücü ve argo içerikler ile dolu olduğu tespit edilmiştir. Tablo 4: 1-15 Mayıs Twitter Dijital Linç Vakalarının Dağlımı Günden Tarihi Konu Öznesi Konu Kategorisi Tweet 1.5.2015 --- --- -- -- -- 2.5.2015 --- 3.5.2015 Önemli Kişi Katılım -- ReTweet Katılımcı TT Süresi -- --- 4.5.2015 Mehmet Görmez Siyaset ve Gündem 6994 3662 4208 14 290 DK 5.5.2015 Orhan Öztürk Siyaset ve Gündem 3003 1796 935 - 152 DK 6.5.2015 ACUN Ilıcalı Medya Dünyası 32,055 18555 2941 - 1043 7.5.2015 Defne Halman Magazin-Ünlü Kişiler 696 350 442 20 20 8.5.2015 Mehmet Müezzinoğlu Siyaset ve Gündem 6,905 1,652 2,710 -- --- 9.5.2015 Kenan Evren Siyaset ve Gündem 190,036 131,055 93,563 172 875 10.5.2015 Kenan Evren Siyaset ve Gündem 101,129 75,064 45,787 97 20 11.5.2015 Duygu Çetinkaya Magazin-Ünlü Kişiler 30,001 17,881 2,987 - 797 12.5.2015 Kenan Evren Siyaset ve Gündem 37,055 23,229 22,768 101 1 DK 13.5.2015 Taner Yıldız Siyaset ve Gündem 1327 1073 891 2 5 DK 14.5.2015 Emre Belezoğlu Spor 22996 18648 14556 8 481 DK 15.5.2015 --- --- 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 97 5 Mayıs 2015 tarihli incelemede Bitlis Valisi Orhan Öztürk’ün Diyarbakır üzerine sözleri üzerine twiiter üzerinden trend topik olur. Bitlis valisi kelimesi ile gündem olan vali hem web sitesi linkleri hem kullanıcı yorumları tartışılır. 6 Mayıs 2015 tarihinde medya patronu ve televizyoncu Acun Ilıcalı ve kurumu Acun Medya #SurvivorÜtopyaSmsYokAcuna ve AcunMedya MerveyiKaralama hashtagi ile protesto edilir. 7 Mayıs 2015 tarihinde ise bir başka sosyal medya linç kampanyası başlar. Tiyatro oyuncusu Defne Halman, 20. Sadri Alışık Oyuncu Ödülleri törenindeki konuşmasında “Rumelihisarı sahnesine mescit yapmak isteyenlere izin vermeyelim” sözleri üzerine sosyal medyada karalama kampanyası başlatılır. Twitter’da Sosyal medyada, “Skandal çağrı”, “ödül törenine gölge düşürdü” “Fetih’in sembölü camiye savaş açtılar”, “Tiyatrocuların soyu Bizans olabilir”, “Tiyatrocuları Rumeli Hisarı’ndaki mescide karşı sahneden örgütledi”, “Allah düşmanı” benzeri ifadeler kullanılarak Halman hedef gösterilir. (t24.com.tr) 8 Mayıs 2015 tarihinde gündem belirleme şekli farklı bir kampanya başlatılır. Çoğu linç kampanyalarında geleneksel medya araçlarının ardılları olarak devam eden kampanyanın adresi bu sefer tamamen sosyal alandır. Sağlık Bakanlığı’nda memur olmak için bekleyen kişiler Mueezzinoğlu15MayıstaİstifaET etiketi ile twitter üzerinden örgütlenmiş ve trend topik olmuşlardır. Bu etiket altında Mehmet Müezzinoğlu aleyhinde alaycı ve küçük düşürücü sözler yer almaktadır. Mayıs ayının 9 unda 12 Eylül askeri darbesinin başındaki isim, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren yaşamını yitirince Twitter’da kullanıcılarından yorumları ile 4 gün trend topik olduğu ve linç uygulandığı bir dönem oluşmuştur. Kenan Evren’in darbe yönetimi döneminde 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 14 kişi cezaevlerindeki açlık grevlerinde ölmüş, 171 kişi sorgularda ve cezaevi işkencelerinde can vermiş, 49 kişi idam edilmişti. Kenan Evren için Twitter kullanıcıları ‘Kötü bilirdik‘ ve ‘Helal etmiyoruz‘ başta olmak üzere çok sayıda küçük düşürücü ve alaycı etiketlerini kullanmışlardır. 11 Mayıs 2015 tarihinde Acun Medya ve Survivor yarışması nedeniyle Duygu Çetinkaya linç kampanyası uğramış ve DuyguVarsa Tv8Boykot etiketi trend topik olmuştur. Bu etikete karşı Seviyoruz Seni DuyguCetinkaya etiketi de aynı zaman diliminde bu kampanyaya karşı gündeme gelmiştir. 13 Mayıs tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız #SomaicinAyaktayiz, #Soma #SomayıUnutma etiketleri başta olmak üzere farklı gündem maddeleri ile trend topik olmuş ve kullanıcıların olumsuz mesajları ile karşı karşıya kalmıştır. Yine 14 Mayıs 2015 tarihinde futbolcu Emre Belezoğlu feribotta rakip takım taraftarlarıyla karıştığı olay nedeniyle gündem olmuş ve çok sayıda olumsuz mesajın hedefi olmuştur. 98 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Tablo 5’de 16-31 Mayıs Twitter Dijital Linç Vakalarına göz attığımızda 19 mayıs 2015 tarihinde TRT spor genel yayın yönetmeni Derya Oruçoğlu bir futbol takımına daha yakın olduğu düşüncesi ile #DeryaOruçoğlu İstifa etiketi ile 2 gün bir sosyal medya kampanyasına tutulmuştur. DeryaOruçoğlu etiketini diğer etiketlerden ayıran nokta linç kampanyasını yürüten kitlenin (1148 kişi) konu ile alakasız mesajlara #DeryaOruçoğlu etiketini kullanmaları olmuştur. 21 Mayıs tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile televizyon söyleşisi gerçekleştiren Mehmet Barlas, 22 Mayıs 2015 tarihinde tiyatro sanatçısı Ferhan Şensoy bir oyunu nedeniyle ve 25 Mayıs 2015 tarihinde televizyon programına katılan Eski Bakan Kemal Derviş kitlesel mesajlar ile gündeme gelmişlerdir. Tablo 5: 16-31 Mayıs Twitter Dijital Linç Vakalarının Dağlımı TARİH 16.5.2015 17.5.2015 18.5.2015 19.5.2015 20.5.2015 21.5.2015 22.5.2015 23.5.2015 24.5.2015 25.5.2015 26.5.2015 27.5.2015 28.5.2015 29.5.2015 30.5.2015 KONU BAŞLIĞI TWEET RETWEET KATILIMCI ÖNEMLİ KİŞİ KATILIMI --- TT SÜRESİ --DERYA ORUÇOĞLU 2,639 3 982 - 10 DK DERYA ORUÇOĞLU 2,088 73 1,148 - 1001 MEHMET BARLAS 17,464 11,798 10,091 29 520 dakika FERHAN ŞENSOY 10,473 4,631 3,857 23 600 dakika 1,817 1,133 1,257 8 5 DAKİKA -----KEMAL DERVİS ------------------ Tablo 1’de tüm zamanların Twitter Türkiye gündeminde yer almış başlıklardan En uzun süre gündemde kalanlar ve Tablo 2’de tüm zamanların Twitter Türkiye gündeminde yer almış başlıklardan en çok katılım almış olanlar listesi gösterdiği gibi kitlelerin tahrik edilme yatkınlığında siyasal ve sosyal olaylar önemli yer tutmaktadır. Türkiye gündeminde en uzun kalan 10 olaydan tamamına yakını siyasal ve sosyal olaylardır. Yine aynı durum 2015 Mayıs ayı analizinde görülmektedir. 13 linç vakasının 6’sı siyasal ve sosyal olaylardan oluşmaktadır. Kalabalığa karşı koymaktansa ona katılmak daha kolaydır. Aynı durum Twitter için de geçerlidir. Bireyler güruhun idaresine girerler ayrıca sosyal ağ sitelerine özgü kutuplaşmayla ilgili sorun şudur: bizimle aynı fikirde olanların kışkırtmasıyla veya daha yargılayıcı olma ihtiyacı duyduğumuzda tutumlar ve düşünceler doğal olarak aşırılığa yönelecektir. Çarpık düşüncelerin, derin düşünmeye zaman bırakmayan hızlı iletişimin ve anonimlik örneğindeki gibi uzaklık algısının birleşimiyle sosyal ağlar 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 99 gerçek hayatta olamayacak biçimde davranmamız için mükemmel platformlardır. (Hood, 298) Hazırladığımız içerik analizi bize sosyal medya araçlarının bireylerin kitleler halinde kişilere linç uygulamaları için ortam hazırladığı hipotezini doğrulayan emareler vermektedir. 3012 gündem maddesinin analiz edildiği çalışmada 31 takvim günü içerisinde 17 takvim günü birer örnek oluşturacak sonuca ulaşılmıştır. Çalışma etiket çalışması olduğu ve sadece gün içinde ilk 10 da olan ve trend topik durumundaki etiketleri incelediği için daha detaylı bir çalışma daha fazla veriler verebilecektir. Daha çok insan basit sosyal araçları benimsedikçe ve bu araçlar gittikçe daha hızlı iletişim olanağı tanıdıkça, grup eyleminin hızı da artar ve çok, farklı olduğu için hızı da farklıdır.(Shirky, 2008, 143) Hızın arttığı bu sosyal ağ dünyasında doğrunun hangisinin olduğu da bir başka sorudur. Burada kitlelerin bir referans noktası olarak dün ulaşılmaz gördükleri ünlüler yer almaktadır. Bu yeni kamusal alanda kitlelerin telkine yatkınlığında ve çabuk inanır lığında kalabalıkların önderleri dijital alanın ünlüleri yer almaktadır. Dijital linç vakalarına bakıldığında en fazla katılımcı bulan Kenan Evren vakasında 370 ünlü kişinin katılımı yer almaktadır. Bu güçlü ünlü paylaşımı paylaşılan etiketin daha geniş bir alana bulaşmasında ya da ulaşmasında etkin olmaktadır. Kısaca dijital alanda mesajların sosyal bulaşma ile çok hızlı bir şekilde bireylere geçtiği ve benimsendiği görülmektedir. 5. Sonuç Modern hayatın yalnızlaştırdığı bireyler, sosyal alanda toplumsallaşabilmek ve varoluşlarını anlamlandırabilmek adına sosyal ağ sitelerinde yer almakta ve bir nevi modern kamusal alanlar oluşturmaktadırlar. Birey kitle içerisine karıştığı bu yeni alanda kendi başınayken yapmadığı eylemleri gerçekleştirdiği ve farklı bazı hareketlerde bulunduğu görünmektedir. Çalışmamızın başında da Le Bon üzerinden atıf yaptığımız gibi bireyler kitle içerisine karıştıktan sonra daha önce kendilerinde rastlanmayan bazı özellikler kazanmaktadır. Kalabalık içerisinde bireyin kitlenin gücünü de bünyesinde hissederek farklı bir güce sahip olma duygusuna kapıldığı ve duygu ve davranışların bulaşıcı bir şekilde kitleden bireye geçmektedir. Bulaşma ile kalabalıkta her tür duygu ve davranışın kolayca yayılabileceği hipnotik bir durumun oluşmaktadır. Bulgularımızda söz ettiğimiz gibi kitlenin etiket yoluyla ön plana çıkardığı gündem oluşturduğu düşüncenin benimsenmesi ve bireyin de bu davranışa katılımı daha kolay olmaktadır. Sosyal bulaşmanın dijital alanda bir örneğini incelediğimiz dijital linç kavramının yeni kamusal alanların kitlelerinde bulaşarak yayıldığını görünmektedir. İncelediğimiz Mayıs 2015 tarihinde 3012 gündem maddesi üzerinde 13 linç vakası ile karşılaşılmıştır. Bunlardan vakasının 6’sı siyasal ve sosyal olaylardan oluşmaktadır. Bu durumda kitlelerin tahrik edilme yatkınlığında siyasal ve sosyal olaylar önemli yer tutmaktadır hipotezimizi destekleyen önemli bir yüzdelik dilim bulunmuştur. Yine kitlelerin telkine yatkınlığında ve çabuk inanmasında kalabalıkların önderleri dijital alanın ünlüleridir hipotezimizi içerik analizindeki önemli kişi katılımı kullanıcı oranı yüzdeleri kıyaslamasında önemli bir durum olduğu görülmektedir. Sonuç olarak sosyal medya araçlarının bireylerin kitleler halinde kişilere linç uygulamaları için ortam hazırladığını bu içerik analizi sonucunda söylememiz yanlış olmaz. 100 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 6. Kaynakça 1. Blackman, L. Immaterial Bodies. Affect, Embodiment, Mediation, London: Sage, (2012) 2. Castells, M, Enformasyon Çağı: Ekonomi Kültür ve Toplum, Cilt 1, Ağ Toplumunun Yükselişi, Çev: Ebru Kılıç, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, (2008) 3. Çebi, M. S. Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden Geçirmek, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı 36, Bahar Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, (2013) 4. Hood, B, Benlik Yanılsaması: Sosyal Beyin, Kimliği Nasıl Oluşturur, (Çev.), Eyüphan Özdemir 1. Basım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, (2014) 5. Kahraman, M, Sosyal Medya 101: Pazarlamacılar İçin Sosyal Medyaya Giriş, 1. Baskı, , Mediacat Kitapları, İstanbul, (2010) 6. Kayaoğlu, A. G, Kitlenin psikolojisi ya da sosyal psikolojinin ‘kitle’si: kitlede yeni bir anlayışa doğru, Kurgu Dergisi, ss; 205-218, (2003) 7. Kelsey, T, Social Networking Spaces From Facebook to Twitter and Everything In Between, A Press, New York, (2010) 8. LeBon G., Kitleler Psikolojisi, Çev: Tolga Sağlam, Timaş Yayıncılık, İstanbul, (1999) 9. Shirky, C, Herkese Örgüt, Çev: Pınar Şiraz, Optimist Yayınları, İstanbul , (2008) 10. Timisi, N, Önsöz, Twitter: İletişim Çalışmalarında Dijital Yaklaşımlar içinde (712), Ed: Selva Ersöz Karakulakoğlu ve Özge Uğurlu, 1. Baskı, Heretik Basın Yayın, Ankara, ss, 7-12, (2015) 11. Toprak A, vd., Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: Görülüyorum Öyleyse Varım, 2. Baskı, Kalkedon, İstanbul, (2014) 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 101 102 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ DEMANSLI YAŞLILARA UYGULANAN SANAT TERAPI YÖNTEMININ BILIŞSEL DURUM ÜZERINE ETKISININ İNCELENMESI Serap BULDUK1 Esra USTA2 Yeliz DİNÇER3 Sevgi BAYRAM4 Özet Demans küresel olarak önemli sağlık problemlerinden biridir (World Health Organization, 2012). Demansta tedavi seçeneklerinin ve etkinliğinin sınırlı olması, farmakolojik olmayan müdahaleler ile yaşam kalitesinin artırılması konusundaki çalışmaları yönlendirmiştir (Baines, 2007). Bunlardan biri olan sanat terapisinin demanslı yaşlıların duygu durum ve bilişsel özellikleri üzerinde ki etkileri çeşitli çalışmaların kapsamında incelenmiştir (McFadden ve Basting, 2010; Peisah, Lawrence ve Reutens, 2011; Rusted, Sheppard ve Waller, 2006; Meguro ve Meguro, 2010). Bu doğrultuda bu çalışma yaşlılara yönelik yürütülecek olan sanat terapi yönteminin hafif demansı olan yaşlıların bilişsel durumu üzerine etkisini incelemek amacı ile yarı-deneysel olarak hafif demansı olan 16 yaşlı birey yürütülmüştür. Çalışmanın verileri, araştırmacılar tarafından hazırlanan “Bireysel Bilgi Formu” ve “Standardize Mini Mental Test” (MMT) kullanılarak toplanmıştır. Çalışmada, bu sanat eğitimi almış olan bir araştırmacı tarafından resim, heykel, nesne-canlı resmi boyama, kolaj vb. teknikler kullanılarak “Sanat Terapisi” uygulanmıştır. Katılımcıların yaş ortalaması 73,0±7.70’dır. Yaşlıların sanat terapisi etkinliği öncesi MMT puan ortalaması yaklaşık 21 puan, etkinlikten üç ay sonrası ise 20 puandır. Bu puanlar MMT için hafif demans referans aralığındadır ve etkinlik sonrasında anlamlı bir değişim olmamıştır. Yaşlıların üç ay sonraki MMT puanlarının değişmemiş olması hastalığın ilerleyici özelliği göz önünde bulundurularak makul bir sonuç olarak değerlendirilmiştir. Sanat terapisi demanslı yaşlı bireylerle küçük gruplar halinde düzenli olarak sürdürüldüğünde onların sosyalleşmeleri adına önemli bir kazançtır. Anahtar Kelimeler: Demans, Sanat Terapisi, Bilişsel Yeterlilik, Yaşlılık. 1 Yrd. Doç. Dr. Düzce Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Yaşlı Bakım Programı, [email protected] 2 Öğr. Gör. Düzce Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Yaşlı Bakım Programı, [email protected] 3 Öğr. Gör. Düzce Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Yaşlı Bakım Programı, [email protected] 4 Öğr. Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu, Grafik Tasarımı Programı, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 103 INVESTIGATION OF THE IMPACT OF ART THERAPY METHODOLOGY APPLIED TO THE ELDERLY INDIVIDUALS WITH DEMENTIA ON COGNITIVE STATE Abstract Dementia is one of the most important health problems on a global scale World Health Organization, 2012). The fact that the treatment options and their effectiveness led to studies about enhancing the quality of life through non-pharmacological interventions (Baines, 2007). The impacts of the art therapy, one of such interventions, on the mood and cognitive features of the elderly with dementia has been investigated within the scope of various studies (McFadden and Basting, 2010; Peisah, Lawrence and Reutens, 2011; Rusted, Sheppard and Waller, 2006; Meguro and Meguro, 2010). In line with this, this study was conducted on 16 elderly individuals with slight dementia in order to investigate the impact of art therapy technique that is applied to the elderly on the cognitive state of elderly individuals with slight dementia as a quasi-experimental study. The data of the study was collected through “Individual Information Form”, which was prepared by the researchers and the “Standardized Mini-Mental Test” (SMMT). During the study, “Art Therapy” was implemented by a researcher who received education on art using such techniques as painting, sculpture, painting objects-living things, collage, etc. The average age of the participants is 73.0±7.70. The mean score of the elderly from the SMMT before art therapy implementation is 21, while this figure is 20 three months after the implementation. These scores are in the reference interval of slight dementia For the SMMT and no significant change was observed following the implementation. Considering the progressive feature of the disease, the fact that the SMMT scores of the elderly did not regularly in small groups of elderly individuals with dementia, it becomes a significant acquisition for their socialization. Keywords: Dementia, Art Therapy, Cognitive Competence, Old Age. 104 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Giriş Küresel olarak 36 milyon kişiyi etkileyen demans, önemli sağlık problemlerinden biridir. Demansın global prevelansının 2030 yılında 66 milyon ile iki katına, 2050 yılında 115 milyon ile üç katına çıkması beklenmektedir (1). Demanslı kişiler ve bakım vericilerinin yaşadığı en üzücü klinik özellikler nöropsikiyatrik semptomlardır. Apati, depresyon, sanrılar, halüsinasyonlar, saldırganlık, psikomotor ajitasyon, uygunsuz cinsel davranışlar ve uyku kalitesinin düşüklüğü yaygın olarak görülmekte ve zamanla da artma eğilimi göstermektedir (2, 3). Bu hızlı bilişsel düşüş, günlük yaşam aktivitelerini olumsuz etkilemekte, yaşam kalitesini düşürmekte, hastanede kalış süresini uzatmaktadır (3,4). Diğer taraftan, demansta tedavi seçeneklerinin ve etkinliğinin sınırlı olduğu gösterilmektedir. Demansta farmakolojik olmayan birçok müdahalenin yaşam kalitesini arttırdığına yönelik kanıtlar vardır. Bu kanıtlar içinde sanat terapisinin yararlı olabildiğine yönelik kanıtlarda bulunmaktadır (5). Sanat terapisi, sanat materyallerinin kullanıldığı dışavurumcu bir terapi biçimi olarak belirtilmektedir. Yaratıcı sürecin psikolojik yönünü özellikle farklı sanat materyallerinin duygusal özelliklerini anlama ile geleneksel psikoterapötik teori ve tekniklerin birleşiminden oluşmaktadır. Sanat terapisinin tıbbi amaçlı kullanılması ile kişilerde çeşitli zihinsel tasvirlerin yeniden hatırlanması ve dışa vurumunun sağlanması amaçlanmaktadır (3, 4, 6,7). Sanat terapisi günlük bakım/yatılı bakım ortamındaki yaşlıların duygu durum ve bilişsel özellikleri üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Bir klinik veya bakım ortamında demanslı hastalar ile sanat terapisi genellikle küçük gruplar ile sanat terapisti, sanatçılar ya da kolaylaştırıcı kişiler tarafından yürütülebilir. Demanslı hastalarla yürütülen sanat terapisi, hafıza kaybı olan bireylerin durumlarına ilişkin psikolojik ve manevi sorunlarını çözmelerini, düşünmelerini, kişilik ve öz-değer duygularının bazı bölümlerini geri kazanmalarını sağlayabilmektedir (4). Sanat terapisinin sonuçları çeşitli çalışmalarda kalitatif veya kantitatif olarak değerlendirilmiştir. Gözlemler sanat terapisinin dikkati (8,9), benlik saygısını, fiziksel yeterliliği, zihinsel keskinliği, sosyalliği (8), dinginliği (9), iletişimi (8,10,11) ve olumlu duygu durumunu artırdığını (9,10,12); anksiyete (12) ajitasyon, depresyonu ve stresle ilişki davranışları (13) zalttığını göstermiştir. Türkiye’de yaşlılara yönelik yürütülen sanat terapisinin etkinliğinin değerlendirildiği araştırmalar oldukça azdır. Özdemir ve Akdemir (14) çalışmalarında çoklu duyusal uyaran yönteminin bilişsel durum üzerine etkisini MMT (Mini Mental Test) ile değerlendirmiş ve olumlu yönde anlamlı olduğu saptamıştır. Bu çalışma yaşlılara yönelik yürütülecek olan sanat terapi yönteminin hafif demansı olan yaşlıların bilişsel durumu üzerine etkisini incelemek amacı ile yarı-deneysel olarak planlanmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 105 Gereç Ve Yöntem Araştırmanın tipi: Bu çalışma, yarı deneysel tasarımına sahip olup, tek araştırma grubu kullanılmıştır. Evren ve Örneklem: Araştırmada xxx İlinde Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü’ne bağlı ve toplam 111 yaşlı bireyin bulunduğu tek kurum olan bir huzurevi seçilmiştir. Bu yaşlıların yaklaşık olarak yarısı rehabilitasyon bölümündedir. Araştırmaya alınma kriterlerine uyan 16 yaşlı birey çalışma kapsamına alınmıştır. Çalışmaya alınma kriterleri; - Hafif düzeyde demansı olmak, - İletişime açık olmak, - Sanat terapisi etkinliklerine katılmaya istekli olmak. Veri Toplama Araçları: Çalışmanın verileri, araştırmacılar tarafından hazırlanan “Bireysel Bilgi Formu” ve “Standardize Mini Mental Test” (MMT) kullanılarak toplanmıştır. Mini Mental Test Güngen ve arkadaşları (15) tarafından hafif demans hastalarında geçerlilik-güvenilirliği yapılmış, puan aralığı 0-30 arasında değişen, eşik değeri 23/24 olan bir ölçüm aracıdır. Yönelim, kayıt-hafıza, dikkat-hesap, hatırlama, lisan yeteneklerini test eder. Veri toplama formları hastalarla yapılan yüz yüze görüşmeler ile yaklaşık olarak 20-35 dakikalık bir sürede toplanmıştır. Çalışmada sanat terapisi ile duygusal uyaran verilme yönteminin bilişsel durum üzerine etkisi girişim öncesi, girişimden üç ay sonra yapılan ölçümlerde MMT kullanılarak değerlendirilmiştir. Sanat Terapisi Etkinlikleri: Çalışmada, araştırmacılar içinde yer alan üniversitede grafik tasarımı bölümü öğretim görevlisi tarafından resim, heykel, nesne-canlı resmi boyama, kolaj vb. teknikler kullanılarak “Sanat Terapisi” uygulanmıştır. Çalışmada uygulamalar için kurumda hobi odası olarak düzenlenen bir oda kullanılmış olup sanatsal çalışmalar 24.02.2014-12.05.2014 tarihleri arasında her hafta bir tam gün olacak şekilde yürütülmüştür. 106 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Verilerin değerlendirilmesi: Çalışmadan elde edilen veriler kodlanarak bilgisayar ortamına aktarıldıktan sonra bir istatistik programıyla değerlendirilmiştir. Sürekli değişkenler ortalama±standart sapma veya ortanca [çeyreklikler arası genişlik]; kategorik değişkenler sayı ve yüzde ile gösterilmiştir. Örneklem grubunun öntest ve sontest puanları arasında bir fark olup olmadığını belirlemek amacıyla parametrik olmayan Wilcoxon-işaretli-sıralama testi kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık için güven aralığı <0,05 olarak belirlenmiştir. Etik Konular: Araştırmanın yapılabilmesi için araştırmanın katılımcılardan sözlü onam alınmıştır. yapılacağı kurumdan resmi, Bulgular Yaş ortalaması 73,0±7.70 olan yaşlıların, %62.5’i kadın, %50’si bekâr ve %68,8’inin çocuğu vardır. %43,8’i okur-yazar olup, sadece %12,5’si ilköğretim mezunudur ve eğitim görenlerin toplam eğitim süreleri ise 3,33±2,12 yıldır. Yaşlıların %75’i erişkinlik döneminde aktif olarak çalışma hayatında yer almışlardır. Çalışan yaşlıların çalışma yılı ortalaması 18,5±13,29 yıldır. Ortalama huzur evinde kalış süreleri 28,63±20,18 ay olan yaşlıların %56,3’ünün sosyal güvencesi bulunmaktadır (Tablo 1). Yaşlıların sağlık durumları kendilerine sorulduğunda; %11’i bir ya da daha fazla sağlık sorunu olduğunu ve en çok eklem-kas ağrısı (%37,5), diyabet (%37,5) ve hipertansiyon (%18,8) hastalıklarının olduğunu bildirmiştir. Mevcut kronik hastalıkları doğrultusunda %68,8’inin düzenli ilaç kullandığı ve en çok alınan ilaçların antidiyabetik (%37,5), analjezik (%41,7) ve antihipertansif ilaçlar (%18,8) olduğu belirlenmiştir. (Tablo 2). Yaşlıların %81,3’ü kurum içerisinde boş vakitlerini değerlendirdiklerini bildirmiştir. Boş vakitlerini değerlendirmede yaptıkları aktiviteler arasında spor yapma (%37,5), el işi yapma (%25), kitap okuma (%12,5), müzik dinleme (% 18,8), ibadet etme (%12,5), bulmaca çözme (%6,3), televizyon izleme (%12,5) ve boyama yapma (%12,5) yer almaktadır. Sağ ve sol el kullanımı açısından yaşlıların tamamı aktif olarak sağ ellerini kullanmaktadırlar. Örneklem grubunun ön test ve sanat terapi sonrası son testten aldıkları yönelim, kayıt-hafıza, dikkat-hesap, hatırlama, lisan yetenek alanı puanları ve MMT toplam puan ortalamaları Tablo 3’de verilmiştir. Grubun ön test MMT puan ortalaması 20,63 olup standart sapması 3,40’dır. Grubun son test MMT puan ortalaması ise 19,75 standart sapması 4,86’dır. Yaşlıların yönelim, kayıt-hafıza, hatırlama, lisan yetenek alanı ve MMT toplam son test puan ortalamalarında düşüş olduğu, dikkat-hesap yetenek alanından aldıkları son test puan ortalamalarında ise bir artış olduğu belirlendi (Tablo 3). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 107 Yaşlıların ön test-son test MMT puanları arasındaki farkı test etmek amacıyla yapılan Wilcoxon işaretli sıralama testi sonuçları Tablo 4’de verilmiştir. Test sonuçlarına göre sadece MMT yönelim yetenek alanında son test puan ortancasının ön test puan ortancasına göre daha düşük olduğu, diğer MMT yetenek alanları ve toplam MMT puan ortancalarında herhangi bir değişimin olmadığı görüldü ve sonuçta ön test-son test puanlarında istatistiksel açıdan anlamlı bir farkın olmadığı sonucuna varılmıştır (p>0,05). Tartışma Bu çalışmanın genel amacı demanslı hasta bakımının temel niteliklerinden biri olan yaşam kalitesini sürdürecek terapötik ortamın sağlanmasıdır (2). Bu doğrultuda sanat terapisi, günlük bakım/yatılı bakım ortamındaki demanslı yaşlıların duygu durum ve bilişsel özellikleri üzerinde olumlu etkilere sahip olduğu ile ilgili sonuçların ağırlıklı olarak ortaya konulduğu psikoterapötik bir tekniktir. Buradan yola çıkılarak bu çalışma bir huzurevinde hafif demans hastalarına yönelik yürütülen sanat terapisinin bilişsel durumları üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi amacıyla 16 yaşlı bireyde gerçekleştirilmiştir. Sanat terapisinde kullanılan pek çok yöntem olmakla birlikte bu çalışmada resimsel sanat terapisi tercih edilmiştir. Nitekim resimsel sanat terapisinin psikopatolojik durumlarda kullanımının daha yaygın olduğu belirtilmektedir (7). Çalışmanın yapıldığı kurumda bulunan yaşlılar içinde çalışmaya alınma kriterlerini karşılayan yaşlı sayısının yetersizliği nedeniyle çalışma sadece 16 yaşlı birey ile yürütülmüştür. Bunun en önemli nedeni huzurevindeki yaşlı profilinin, çoğunlukla ağır demans durumunda yaşlılardan oluşması ve yaşlıların çalışmaya katılma konusundaki istekliliklerinin az olmasıdır. Diğer taraftan çalışmaya katılan yaşlıların büyük çoğunluğu (%81) kurum içerisinde boş vakitlerini değerlendirdiklerini belirtmişlerdir. Bu aktiviteler arasında ise sanatsal etkinlik olarak kabul dilebilecek müzik dinleme (%18), boyama yapma (%13) da yer almaktadır. Ancak bu etkinlikler yaşlıların kendi kendilerine organize ettikleri ve herhangi bir danışman tarafından düzenli olarak sürdürülmeyen aktivitelerdir. Ayrıca yaşlıların yaşlılık ile ilgili algılamalarının olumsuz olmasının da çalışmaya katılım konusundaki istekliliği olumsuz bir şekilde etkilemiş olabileceği düşünülmüştür. Bazı yaşlılar “Yaşlılık deyince aklınıza ilk ne geliyor?” sorusuna verdikleri cevaplar ile olumsuz duygularını şu şekilde ifade etmiştir. “Yaşlılık ömrümü bitirdi, dünyadan hiç umudum yok” (MA, Kadın, 74 yaşında), “Yaşlılık buruk bir acı, aynı kivi gibi” (HY, Kadın, 68 yaşında), “Yaşlılık deyince aklıma ilk ölüm geliyor” (İA, Erkek, 88 yaşında), “Halsizlik, yorgunluk, çok yorgunum bir şey yapacak gücüm yok” (SE, Kadın, 81 yaşında), “Yaşlılık deyince aklıma ilk gençlik geliyor, keşke genç olabilseydim”(HM, Erkek, 77 yaşında). 108 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Yaşlıların sanat terapisi etkinliği öncesi MMT puan ortalaması yaklaşık 21 puan, etkinlikten üç ay sonrası ise 20 puandır. Bu puanlar MMT için hafif demans referans aralığındadır ve etkinlik sonrasında anlamlı bir değişim olmamıştır. Yaşlıların MMT alt boyutları açısından yönelim, kayıt-hafıza, hatırlama, lisan puan ortalamalarında düşüş olduğu, dikkat-hesap yetenek alanından aldıkları son test puan ortalamalarında ise bir artış olduğu belirlenmiştir. Ancak bu değişimler açısından da anlamlı bir fark bulunmamıştır. Özdemir ve Akdemir (14) çalışmalarında çoklu uyaran yöntemi ile yürütülen sanat terapisinin yaşlıların müdahale öncesi (19 puan) MMT puanlarına göre müdahale bittikten hemen sonra (28 puan) ve üç hafta sonrasında (27 puan) anlamlı olarak artmış olduğunu saptamıştır. Söz konusu çalışmada ölçümlerin yapıldığı süreler, sanat terapisinin etkinliğinin ölçümsel anlamda değerlendirilebileceği süreler açısından oldukça kısadır. Bu çalışmada en az kısa dönem sonuçlarını ortaya koymak adına üç ay sonra izlemsel ölçümler yapılmıştır. Yaşlıların üç ay sonraki MMT puanlarının değişmemiş olması hastalığın ilerleyici özelliği göz önünde bulundurularak makul bir sonuç olarak değerlendirilmiştir. Benzer şekilde Viola ve arkadaşları (16) orta düzey Alzheimer ve demans hastalarında sanat terapisini de içeren multidisipliner bilişsel rehabilitasyon programının etkinliğini değerlendirmiş (öncesi 23, sonrası 23) ve bilişsel özellikler bakımından deney grubunun sabit olduğunu, hafıza alt boyutunda anlamlılık sınırında bir azalma, dikkat alt boyutunda anlamlılık sınırında bir artış olduğunu belirlemişlerdir. Rusted ve arkadaşları (10) demanslı hastalarda sanat terapisinin etkinliğinin değerlendirildiği randomize kontrollü çalışmalarında bilişsel durum, hafıza ve dikkat üzerinde etkinlikten 1 ay ve 3 ay sonrasında anlamlı bir değişim olmadığını göstermişlerdir. Bu bulgulardan farklı bir şekilde Hattori ve arkadaşlarının (17) orta düzey Alzheimer hastalarında yaptıkları çalışmalarında sanat terapisinin bilişsel ve psikososyal etkileri kontrollü olarak incelenmiş etkinlik öncesi ve sonrası MMT sonuçlarında anlamlı bir artış olduğu belirlenmiştir. Sonuç Sonuç olarak sanat terapisi demans hastalarında yaşam kalitesini yükseltmek için önerilen bir yöntemdir. Sanat terapisi yaşlı bireylerle küçük gruplar halinde düzenli olarak sürdürüldüğünde onların sosyalleşmeleri adına önemli bir kazançtır. Bu çalışmanın sınırlılıkları, çalışma verilerinin çalışmaya katılan 16 yaşlı bireyi yansıtması, çalışmada tek grup üzerinden sanat terapisinin etkinliğinin değerlendirilmesi, sadece hafif düzeydeki demanslı yaşlıların alınması ve test yöntemi olarak sadece nicel yöntemlerin kullanılmasıdır. Gelecekte sanat terapisinin Türkiye’de yaşayan yaşlılardaki sonuçlarını ortaya koyacak kontrollü ve uzun dönem izlemli çalışmalara gereksinim olduğu düşünülmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 109 Tablo 1. Yaşlıların Sosyo-Demografik Özelliklerinin Dağılımı (n=16) Sosyo-Demografik Özellikler n % Kadın 10 62,5 Erkek 6 37,5 Cinsiyet Yaş (Ort±SS yıl) Medeni Durum 73,0±7,70 (Min-Max: 60 - 88) Bekar 8 50 Evli 1 6,3 Dul 7 43,8 Var 11 68,8 Yok 5 31,3 7 43,8 7 43,8 2 12,5 Çocuk Durumu Okur-yazar değil Okur-yazar Eğitim Durumu İlköğretim mezunu Eğitim Süresi(Ort±SS yıl) 3,33±2,12 Yıl (Min-Max: 1-8) Evet 12 75,0 Hayır 4 25,0 Aktif Çalışma Çalışma Süresi(Ort±SS yıl) Huzurevinde Kalma Süresi (Ort±SS ay) 18,5±13,29 (Min-Max: 5 - 43) 28,63±20,18 (Min-Max: 5 – 72) Var 9 56,3 Yok 5 43,8 Sosyal Güvence 110 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Tablo 2. Yaşlıların Sağlık Sorunları ve Kullandığı İlaçların Dağılımı (n=16) Sağlık Sorunları ve Kullanılan İlaçlar Sağlık Sorununun Olması n % Evet 11 68,8 Hayır Evet 5 4 31,3 25,0 Hayır Evet 12 3 75,0 18,8 Hayır Evet 13 6 81,3 37,5 Hayır Evet 10 1 62,5 6,3 Hayır Evet 15 1 93,8 6,3 Hayır Evet 15 11 93,8 68,8 Hayır Evet 5 3 31,3 18,8 Hayır Evet 13 6 81,3 37,5 Hayır Evet 10 5 62,5 41,7 Hayır Evet 7 1 58,3 6,3 Hayır Evet 15 1 93,8 6,3 Hayır 15 93,8 Diyabet Hipertansiyon Eklem ve Kas Ağrısı Uyku Sorunu Solunum Problemleri Düzenli İlaç Kullanımı Antihipertansif İlaçlar Antidiyabetik İlaçlar Analjezik İlaçlar Uyku İlacı KOAH İlacı 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 111 Tablo 3. Yaşlıların Ön test-Son test MMT Puanları MMT Yetenek Alanları MMT Öntest* MMTSontest* Yönelim 8,06±2,14 7,38±2,03 Kayıt-hafıza 2,88±0,34 2,69±0,60 Dikkat-hesap 0,25±0,58 0,63±1,36 Hatırlama 2,06±1,06 1,81±1,11 Lisan 7,38±0,96 7,25±1,44 MMT Toplam 20,63±3,40 19,75±4,86 *Ortalama±Standart Sapma Tablo 4. Yaşlıların Öntest-Sontest MMT Puanlarının Karşılaştırılması Örneklem Grubu genişlik] Yönelim Ön test 8,50[2,75] Yönelim Son test 8,00[4,0] Kayıt-hafıza Ön test Kayıt-hafıza Son test Dikkat-hesap Ön test Dikkathesap Son test Hatırlama Ön test Hatırlama Son test 112 Ortanca[Çeyreklikler arası 3,00[0,0] z p -1,933 0,05 -1732 0,08 -1,342 0,18 -0,877 0,38 -0,229 0,82 -0,949 0,34 3,00[0,75] 0,00[0,0] 0,00[0,75] 2,00[1,75] 2,00[2,00] Lisan Ön test 7,00[1,00] Lisan Son test 7,00[2,75] MMT Ön test 21,50[4,75] MMT Son test 21,50[8,75] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça 1. World Health Organization and Alzheimer’s Disease International. Dementia: A public .health priority, http://www.who.int/mental health/publications/ dementiareport 2012/en/Accessed October 22, 2012. 2. Akyar I. Demanslı hasta bakımı ve bakım modelleri. Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Dergisi 2007; 79-88. 3. McMaster M. Integrating nature into group art therapy interventions for clients with Dementia. Presented in Partial Fulfillment of the Requirements For the Degree of Master of Arts. Concordia University 2013, Montreal, Quebec, Canada. 4. Baines P. Quality demantia care: nurturing the hearth: creativity, art therapy and dementia. The Quality Dementia Care Series 2007; No: 3. 5. Chancellor B, Duncan A, Chatterjee A. Art therapy for Alzheimer’s Disease and other dementias. Journal of Alzheimer’s Disease 2014; 39:1–11. 6. Aydın B. Tıbbi sanat terapisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 2012; 4 (1): 69-83. 7. Utaş Akhan L. Psikopatolojik sanat ve psikiyatrik tedavide sanatın kullanılışı. Yükseköğretim ve Bilim Dergisi 2012; 2(2): 132-135. 8. McFadden SH, Basting AD. Healthy aging persons and their brains: Promoting resilience through creative engagement.Clin GeriatrMed 2010; 26: 149-161. 9. Peisah C, Lawrence G, Reutens S. Creative solutions for severe dementia with BPSD: A case of art therapy used in an inpatient and residential care setting. Int Psychogeriatrics 2011; 23: 1011-1013. 10. Rusted J, Sheppard L, Waller D. A multicentre rondomized control group trial on the use of art therapy for older people with dementia. Group Analysis2006; 39 (4): 517-536. 11. Meguro M, Meguro K. Activated thalamic glucose metabolism after combined donepezil and psychosocial intervention. Br J Neurosci Nurs 2010; 6: 176-180. 12. Safar LT, Press DZ. Art and the brain: Effects of dementia on art production in art therapy. Art Therapy 2011; 28: 96-103. 13. Mimica N, Kalinić D. Art therapy may be benefitial for reducing stress-related behaviours in people with dementia-case report. Psychiatr Danub 2011; 23 (1): 125–128. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 113 14. Özdemir L, Akdemir N. Hafif Alzheimer hastalarına uygulanan çoklu duyusal uyaran yönteminin kognitif durum üzerine etkisi. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2007; 1-11. 15. Güngen C, Ertan T, Eker E ve ark. Reliability and validity of the standardized Mini Mental State Examination in the diagnosis of mild dementia in Turkish population. Turk Psikiyatri Derg 2002;13:273-81. 16. Viola LF, Nunes PV, Yassuda MS et al. Effects of a multidisciplinar cognitive rehabilitation program for patients with mild Alzheimer’s disease. Clinics 2011; 66 (8): 1395-1400. 17. Hattori H, Hattori C, Hokao C et al. Controlled study on the cognitive and psychological effect of coloring and drawing in mild Alzheimer’s disease patients. Geriatr Gerontol Int 2011; 11: 431-437. 114 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 115 116 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ ‘CHARLIE HEBDO’ SALDIRISI ÜZERINDEN FRANSIZ BASININDA İSLAMOFOBININ YENIDEN ÜRETILMESI: LE MONDE GAZETESI ÖRNEĞI Canay UMUNÇ1 Özet İslam korkusu anlamına gelen İslamofobi, 11 Eylül saldırısından sonra batı ülkelerinde yayılmaya başlamıştır. Özellikle son yıllarda Almanya, Danimarka ve Fransa gibi ülkelerde yabancı düşmanlığı, ayrımcılık ve ırkçılık artmıştır. Avrupa’da Müslüman nüfusun artışına duyulan korku ve tedirginlik yabancılara yönelik tepkiye dönüşmüştür. Batı toplumları, Müslüman kültürlerle bütünleşme yönünde endişelidir. Stanley Hoffman’ın dediği gibi bu fobiler, gerçekte kültürel çatışmalara ve ulusal kimliğe dair endişelere dayanmaktadır. İslamofobinin etkisiyle “bizler” ve “onlar” arasında oluşan iletişim çatlağı, “ötekilerin suçlanmasına” değin varmıştır. Batı, kendini insan hakları ve demokrasi bağlamında etik bir özne olarak değerlendirmekte ve Batı dışında kalanlara yani “ötekilere” bu değerlerin öğreticisi rolünü üstlenmektedir. Özellikle Fransa kendini küresel değerlerin temsilcisi olarak görmektedir. Doğuluya ilişkin stereotip, önyargılı bakışlar, haber diline etki edebilmektedir. Batı egemen küresel medyası, bu yaklaşımı pekiştirmekte, farklı etnik kimliklere karşı çifte standartlı davranmaktadır. Batı medyası “Öteki”yi tanımlarken ya da ötekileştirirken, “Biz” ve “Onlar” şeklinde karşıtlıklar oluşturma ekseninde, kendi kimliklerinin olumlu taraflarına vurgu yaparken, geride kalanlara salt olumsuz özellikler yüklemektedir. Etnomerkezci bakış açısına sahip medya, stereotip, ırkçı bir söylem kullanarak etnik kimlikleri simgesel düzeyde yeniden üretmektedir. Son olarak Fransa’da ünlü mizah dergisi ‘Charlie Hebdo’ ya radikal İslamcı örgüt El- Kaide terör örgütü tarafından yapılan saldırı, Müslümanlara karşı önyargı ve nefreti pekiştirmiştir. Fransız siyasası sahip olduğu ideolojik örüntü içerisinde, İslam ülkelerine genellikle temkinli ve şüpheci yaklaşmaktadır. Bir kısım Fransız medyası da egemen söylemlere zemin oluşturarak bu söylemlerin yeniden üretilmesine olanak tanımaktadır. Bu çalışmada, Charlie Hebdo saldırısının üzerinden, Müslümanlara karşı gelişen islamofobi, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve ötekileştirme kavramları bağlamında, Fransa’nın önde gelen gazetelerinden Le Monde gazetesi’nin konuya yaklaşımı eleştirel yöntemle ortaya konmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: İslamofobi, Yabancı düşmanlığı, Irkçılık, Etnik kimlik, Fransız basını. 1 Hitit Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Öğretim Elemanı, Uzman Doktor, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 117 THE REPRODUCTION OF ISLAMOFOBIA IN FRENCH PRESS UPON ‘CHARLIE HEBDO’ ATTACKS : LE MONDE PRESS EXAMPLE Abstract Islamophobia, fear of Islam, has begun to spread in western countries after 11 September attack. Especially in recent years, xenophobia, discrimination and racism have been increasing in countries like Germany, Denmark and France. Fear and anxiety to the population for the increase of Muslims became reaction against to foreigner. Western societies are worried for their integration with the Muslim culture. As Stanley Hoffman said, these phobias are actually based on concerns about cultural conflicts and national identity. Due to Islamophobia, lack of communication formed between ‘us’ and ‘them’ continued until accuse the others. West interprets himself as an ethical subject in the context of democracy and human rights and takes part tutorial of these values for namely outside the West, “the others”. France in particular sees itself as the representative of the global value. The stereotypical and biased overviews against to Easterns, is able to influence the news language. Western dominated global media reinforces this approaches and acts with double standards towards different ethnic identity. Western media while defining “the others” or othering, creates opposition axis between ‘we’ and ‘they’, emphasizes the positive aspects of their identity and attributes negative features only to other people. Media has ethnocentric view, using race stereotypes and racist discourse, reproduces ethnic identity at the symbolic level. Lastly, the attack by radical Islamist terror organizations (El-Kaide), to the famous comic in France ‘Charlie Hebdo’ has reinforced the prejudices to Muslims. French politics in owned ideological pattern, usually approaches to Islamic countries cautious and skeptical. Some French media, creating the basis for the dominant discourse allows the reproduction of these discourses. The goal of this thesis is to explore how the France’s leading newspaper Le Monde approach this topic upon ‘Charlie Hebdo’ Attacks, in the context of Islamophobia, xenophobia, racism, and otherize terms. Keywords: Islamophobia, , xenophobia, racism, ethnic identity, French Press 118 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Giriş “ ‘Charlie Hebdo’ saldırısı üzerinden Fransız basınında İslamofobinin yeniden üretilmesi : Le Monde Gazetesi Örneği” adlı bu çalışmada son yıllarda Batı’da giderek artan İslamofobi ve Fransız basınında bu “islam korkusu”nun yeniden üretimi Le Monde gazetesi örneği ile analiz edilmiştir. Radikal İslamcı El-Kaide terör örgütü Yemen kolu tarafından, 7 Ocak 2015 tarihinde Fransa’da ünlü karikatür dergisi “Charlie Hebdo” karikatüristlerine yönelik gerçekleştirilen saldırı sonucu 7’si karikatürist ve gazeteci 12 kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan olay sonrası, Fransız sol kanat gazetesi Le Monde, 9 Ocak 2015 tarihindeki gazeteyi tamamen bu olaya ayırmıştır. Bu tarihte çıkan görseller ve yazılı metinler eleştirel söylem analizi ile incelenmiştir. Böylelikle haberlerdeki Müslüman imgesi, kavramsallaştırmalar, sunum biçimini incelemek yoluyla dünya kamuoyunda nasıl bir İslam imajı oluşturulduğu, haberi oluşturan aktörlerin arkasındaki ideolojik, toplumsal, kültürel ve dinsel nedenler tartışılmıştır. Yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, ırkçılık ve devamında İslamofobi ekseninde batı medyasının “öteki” olarak Müslümanlara yönelik oluşturduğu algı ortaya konulmaya çalışılmıştır. 1. İslamofobi Kavramı ve Ortaya Çıkışı İslamofobi bir diğer deyişle islam korkusu’nun uzun bir geçmişi vardır. İslamofobi kavramı ilk olarak ortaya çıkıp kullanılmadan önce Haçlı Seferlerine değin aslında batı toplumlarında yaygın izlenen bir olgudur. Haçlı Seferleri, Avrupalıları İslam’ı ve Müslümanların yaşantılarını öğrenmeye sevk etmiştir. Haçlı seferleri ve cihad, Hristiyanlık ve İslam dünyası arasındaki siyasi ilişkilerin bütün gerçekliğini kuşatmakta, Hristiyanların İslam’a Müslümanların Hristiyanlara yönelik yaklaşımlarını kısmen açıklayabilmektedir. İslam, Hristiyan dünyasınca tehdit olarak algılanmaya başlandığı ilk andan itibaren Batılı Hristiyanların ona yönelik tavrı “korku” ve “dehşet” kelimeleriyle tasvir edilmekteydi (Güner, 2008:68). İslamofobi, 1990’lı yıllarda yayılmaya başlamıştır. Sebebi, Batılı olmayan göçmenlerin Batılı toplumlara akınının giderek artmasıdır. Batılılar başka kültür ve dinlerden gelen göçmenler tarafından istila edilmekte olduklarında ve bu göçmenlerin işlerini ellerinden alacaklarından, ülkelerini ele geçireceklerinden, sosyal yardım sisteminin sırtından geçineceklerinden ve yaşam biçimlerine tehdit oluşturacaklarından korkmaktadırlar. Müslüman cemaatler, gerek Almanya’daki Türkler gerek Fransa’daki Cezayirliler olsun, göç ettikleri bu ülkelerin kültürleriyle bütünleşmemektedir ve Avrupalıların endişesine göre de, bu kültürlerle bütünleşecekleri yönünde hiçbir belirti göstermemektedir. (Huntington, 2012: 294). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 119 İslamofobi kavramı ilk kez 1996’da İngiliz Müslümanları ve İslamofobi üzerine bir araştırma komisyonu oluşturan, bağımsız, sosyal politika ve araştırma kuruluşu olan “Runnymade Trust” tarafından kullanılmıştır. Komisyon, Şubat 1997’de İslamofobi’nin özellikleri ve tehlikelerine ilişkin bir rapor yayınlamıştır. Bu rapor, geniş bir medyanın ilgisini uyandırmıştır. Rapor’da islama açık ve kapalı görüşler kategorize edilmiştir. Komisyonun raporu iki yönlüdür 2: a. İslamın iç gelişim, farklılık ve diyaloglardan uzak tek başına monolotik bir sistem olduğu islamofobik varsayımlara karşı çıkmak b. İslamofobinin Müslüman toplumlar ve bütün olarak toplumun refahı açısından yarattığı ve artırdığı temel tehlikelere dikkat çekmek 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’da İkiz kulelere yapılan saldırıdan sonra kavram tekrar gündeme gelmiş ve bundan sonraki süreçte sıklıkla kullanılagelmiştir. Olay, medyada büyük infial yaratmış ve İslamofobi özellikle İslam karşıtı, yabancı düşmanı ve ırkçı çevrelerce pekiştirilmiştir. Kendi gücünü erk ve kendini insan haklarının temsilcisi olarak gören Batı için, “Barbar, cahil, haydut” nitelemeleri sadece Müslümanlara özgüdür. Örneğin 2005 yılında Fransa’da Paris’te Kuzey Afrikalılar’ın yoğun olarak kaldığı mahallede, polisten kaçan iki gencin ölmesi sonrası Afrikalı sakinlerin ayaklandığı olay, Avrupa basınına Müslüman gençlerin terör estirmesi şeklinde yansımıştır (Özdemir,2012). Bir kaynağa göre, 3 göçmen gençten biri Türk’tür. Bu olay farklı sosyal sınıflardan insanların çatışmasına sebep olmuştur. Dönemin İçişleri Bakanı Nicholas Sarkozy “Pislikleri sokaklardan temizleyeceğim!” dediği için gerilimi artırmakla suçlanmıştır (Özer, 2011:199). Ayrıca Sarkozy, olay çıkaranlar için “ayak takımı, haydut” benzetmesi yaparak toplumda dışlanmışlığı ve ötekileştirmeyi derinleştirmiştir (Özdemir, 2012). 2. Le Monde Gazetesi’nin İslamofobi’yi Yeniden Üretimi Le Monde gazetesi 2015 yılı Ocak ayında yaptığı ankette, Fransa’da ne kadar Müslüman yaşadığını, ne kadar cami olduğunu ve ülkede İslamın ağırlığını tespit etmeye çalışmıştır. Bu ankete göre, Fransa’da 2,1 milyon Müslüman yaşamaktadır fakat Le Monde Fransa İçişleri Bakanlığı’nın 4-5 milyon civarında bir rakam verdiğini de hatırlatmaktadır3. Fransa’da ne kadar radikal Müslümanın yaşadığı sorusunu konunun uzmanı Sosyolog Samir Amghar, 2 http://www.runnymedetrust.org/uploads/publications/pdfs/islamophobia.pdf sitesinden 11.08.2015 tarihinde alınmıştır. 3-http://www.lemonde.fr/les-decodeurs/article/2015/01/21/que-pese-l-islam-en-france_4559859_4355770.html sitesinden 11.08.2015 tarihinde alınmıştır. 120 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ La Depeche gazetesine “Arka plan bilgilerine göre, Fransa’da 12.000 ile 15.000 arasında Selefi vardır, fakat selefi mücahitler oldukça azınlıktadır” şeklinde açıklamıştır4. Fransa’da aşırı sağın yükselişe geçmesi İslamofobi’nin artışına etki etmiştir. Aşırı sağın yükselmesinde Avrupa’daki konjonktürün aşırı sağ lehine gelişmesinin yanı sıra Fransa Eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin uzun süredir “ulusal kimlik”, “İslam’ın Fransa’da Yeri” gibi başlıklarla tartışma açması ve ülkenin Hristiyan köklerine sahip çıkan konuşmalar yapması etkili olmuştur (Elmas, Kutlay, 2011). Sol kanat gazete olan Le Monde gazetesi, sağ kanat bir basına nispeten daha az tutucu bir çizgide de olsa dış politika ve farklı etnik kimliklere karşı genel konjoktüre uyum göstermektedir. Edward Said, “Medyada İslam” adlı kitabında Le Monde için “Fransız olmayan ülkeler söz konusu olduğunda misyoner, dinsel, devlet baba tavırlı, “kalp sahibi bir sosyalizm”, onsekizinci yüzyıl Aydınlanması ve ilerici Katolik gibi muhtelif nitelikler taşıyan bir siyaset izler” demiştir. (Said, 2008:199). 30 Eylül 2005’te Danimarka’nın Jyllands-Posten gazetesinin Hz. Muhammed’in hicivsel karikatürlerini yayınlamasıyla başlayan ve Avrupa genelinde gazetelerin olayı desteklemesiyle ortaya çıkan küresel kriz dünyayı etkiledi ve Post-Hristiyan Batı Avrupası ve büyük ölçüde ikonoklastik Arap-İslam dünyası arasındaki çatışmaya zemin hazırladı. 8 Şubat 2006’da Fransız haftalık mizah dergisi Charlie Hebdo, ifade özgürlüğünü savunarak “Köktendincilerden bunalmış Muhammed” (Mohammed Overwhelmed by Fundamentalists) başlıklı özel sayı yayınladı. Danimarka gazetesi Jyllands-Posten’ın peygamber karikatürlerini yeniden üretti ve kendininkileri de kattı. Le Monde gazetesi de bu çekişmeye katıldı. Danimarka gazetesinin karikatürlerinin ikisini yayınladı, birine ön sayfada yer verdi ve online portföy oluşturdu. Fransa tartışmaların ikinci merkez üssü oldu çünkü hem geniş bir Müslüman nüfusa sahipti hem de Galya zekasının uzun soluklu geleneğinden gelen karikatürler Fransız kültürünün önemli bir parçasıdır. Nitekim karikatürler, Fransız gazete ve dergilerini hem süsler hem de hiciv misyonunu yerine getirir (Eko, Berkowitz, 2009). Le Monde gazetesi, Fransız laik cumhuriyeti ideolojisi kadar gazetecilerin dini karikatürler yapma özgürlüğünü desteklemektedir. Gazete, “Küfür, kutsal haktır” (Blasphemy is a Sacred Right) diyerek, gazetecilerin Tanrı’yı karikatürize etme hakkına sahip olduğunu savunmuştur. Gazete, laik demokratik toplumlarda en önemli ilkelerden ifade özgürlüğünün yasaların koruması altında olduğunu vurgular. Arap-İslam ifade özgürlüğü değerleri ile Batınınkiler birbirinden farklıdır. Le Monde’a göre, “Zihinsel süreç batı ve islam’da aynı değildir.” (Eko, Berkowitz, 2009). 4 http://www.ladepeche.fr/article/2012/03/22/1312522-dans-les-banlieues-sensibles-le-jihad-seduit-une-ultraminorite.html sitesinden 11.08.2015 tarihinde alınmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 121 Le Monde gazetesi, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ne göre Jyllands-Posten gazetesinin karikatürleri yayınlama hakkı olduğunu savunurken, gazetenin bir takım etik ihlaller yaptığını da kabul etmiştir. Le Monde’a göre, bu ihlallerden biri, Terörizm ve İslam arasında haksız ve incitici çağrışım yapmaktır. İkincisi, Hristiyan, Yahudi karşıtı karikatürler yayınlamayıp, Müslümanların peygamberini çizip yayınlamakta sakınca görmeyen çifte standartlı yaklaşımdır. Fakat, Le Monde bu eleştirinin sansürü haklı göstermek için olmadığını belirtmiştir ve ifade özgürlüğünden yana durduklarının altını çizmiştir. Le Monde, Charlie Hebdo’yu da aynı şekilde savunarak, Charlie Hebdo’nun zorla alınan okunan bir dergi olmadığını, karikatürlerin düşünce ve ifade özgürlüğünün araçları olduğunu söylemiştir. 2.1. Çalışmanın Yöntemi ve Çözümlemesi “ ‘Charlie Hebdo’ saldırısı üzerinden Fransız basınında İslamofobinin yeniden üretilmesi : Le Monde Gazetesi Örneği” başlıklı bu çalışmanın yöntemi eleştirel söylem analizidir. Eleştirel söylem analizi egemen söylem yoluyla sosyal eşitsizliklerin nasıl kurulduğunu inceler. Dolayısıyla söylem, sosyal gruplar arasındaki ilişkileri etkileyen bir alandır. Eleştirel Söylem aynı zamanda sosyal iktidarın (gücün) makale ve yazılarda nasıl yeniden üretildiğini inceler. Farklı sosyal gruplar ve toplumsal olaylar hakkında benzer sosyal bilişler ortaya konuyorsa, o zaman burada insanların aynı temel anlamlandırma sistemi, yani, aynı ideoloji tarafından izlenildiğini söyleyebiliriz. Böyle bir ideoloji, temel normları, değerleri ve hem grubun hedeflerinin gerçekleştirilmesi üzerinden ve hem de gücünün meşruluğu ve yeniden üretimi üzerinden sistemi oluşturan diğer prensipleri ön plana çıkarır. (Van Dijk, 1977:8 ).Van Dijk’ın sosyo-bilişsel yaklaşımı, söylemin kapsamında yer alan; vurgu ve tonlama, sözcük düzeni, sözcük seçimi, tutarlılık, yalanlama, reddetme gibi bölümsel anlamsal tutumlar, konu seçimi, retorik figürler gibi dilbilimsel göstergeleri de çözümleme kapsamına dâhil eder (Van Dijk, 1999). Haber retoriği, abartma, metaforlar ve rakamları sıklıkla kullanır. Çözümleme kapsamında 9 Ocak 2015 tarihli Le Monde gazetesi alınmıştır. Gazetenin 1. Sayfa manşeti “Fransızların 11 Eylül”ü (Le 11 Septembre Français) şeklindedir. Burada metinler arasılık yapılarak, Amerika’da 2001 yılında El-Kaide terör örgütü tarafından ikiz kulelere yapılan terörist saldırıyı anımsatan başlık kullanılmıştır. Böylelikle Amerika’da gerçekleştirilen terör olayı ile Fransa’daki saldırı arasında bağlantı kurulmuştur. Amerika’daki olayın politik, bu olay ise elde edilen veriler incelendiğinde dini gerekçeyle gerçekleştirildiği, dolayısıyla iki olay arasında doğrudan bir bağlantı olmadığı düşünülmektedir. Kapak resmine baktığımızda “Ben Charlie’yim” (Je Suis Charlie) pankartı taşıyan bir protestocu büyük bir kalabalığın ortasında durmaktadır. Burada “Ben Charlie’yim” pankartlarıyla insanlar kollektif bir biçimde ideolojik bir birlik mesajı vermek istemektedirler (Fotoğraf 1). 122 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2. Sayfada “Özgür, Ayakta, Birlikte” başlığı altında yine birlik mesajı verilmektedir. Terör eylemcileri için “Fanatik İslamcılar” tanımlaması yapılması, İslam ve terörü eşleştiren bir söylem olarak burada etik kod ihlali yapıldığı düşünülmektedir. Ayrıca Le Monde düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan cümleler kullanmıştır, hayatını kaybeden çizerler için “Silahları kalem olan düşünce ve ifade özgürlüğü için mücadeleye devam ettiler.” demiştir. “Plantu’nun gözüyle” köşesinde yer alan karikatürde, Charlie Hebdo mizah dergisi, metonim yapılarak beyaz güvercine benzetilmiştir. Kuşun kanatları gazete sayfası şeklindedir ve ağzında kalem tutmaktadır. Barışı simgeleyen beyaz güvercin ile Charlie Hebdo’nun barış yanlısı bir dergi olduğu hissi verilmek istenmiştir. Oysa ki Charlie Hebdo ifade özgürlüğüne dayanarak yayınladığı peygamber karikatürleriyle Müslüman toplumunu incitmişti. Bu eylem, Müslüman ve batı toplumları arasında çatışmaya zemin oluşturmuştu. 4. Sayfada yer alan ana başlık “Bedelini ödeyeceksiniz çünkü peygamberi aşağıladınız” (Vous allez payer car vous avez insulté le Prophete) şeklindedir. Bu ifade, eylemin dinsel bir amaçla yapıldığına işaret etmektedir. 6. Sayfada spot olarak geçen cümlede “Dünya, mizahın riskli bir meslek olduğu çok hasta bir dünyaya dönüştü.” (Le monde est devenu si malade que l’humour est devenu uné profession â risquies) ifadesine yer verilerek, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında, karikatürlerin özgürce yayınlanması gerektiği ima edilmektedir. 7. Sayfada haber girişi şöyledir: “8 Ocak Perşembe günü François Hollande’ ın Çarşamba günkü isteği doğrultusunda ulusal yas ilan edildi. Kararname ertesi gün Resmi Gazete’de yayımlandı. Milli yaslar Fransa’da çok nadir uygulanır. Bu 1958 yılından bu yana sadece beşincisidir. Bayraklar 3 gün boyunca Cumartesi dahil yarıya indirilecek. Bütün vatandaşlarımızın anmaya katılması gerekir. İşverenler çalışanların katılmasına izin verecektir. İzin aynı zamanda Resmi Gazetede yayımlanan Başbakanlık genelgesinde yayınlanacaktır” 1958 yılından bu yana toplamda 5 eylem gerçekleşmesi, olayın aslında marjinal gruplar tarafından gerçekleştirildiğinin göstergesidir. Burada suç unsuru olarak sürekli Batı ülkeleri tarafından hedef gösterilen Arap-İslam toplumlarının çok fazla olaya karışmadıkları sonucu da çıkarılabilmektedir. 8. Sayfa’da Ara Başlık: “Hazırlıksız bir topluma barbar bir saldırı” (Un acte barbare qui firappe une societe fragilisee) Alt başlık: Charlie Hebdo’nun öldürülmesi ABD’ deki 11 Eylül saldırılarında olduğu gibi mi yoksa ortam paranoyası veya güvenlik reflekslerinin alevlenmesi mi ? ifadeleri Fransa’da 1958 yılından bu yana bu çapta bir saldırı olmayışından dolayı güvenlik zaafiyeti olduğunu göstermektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 123 9. Sayfa’da Fransız Cumhuriyeti’ne yönelik tanımlamalar yapılmıştır: “Bugün bütün cumhuriyet saldırıya uğradı. Cumhuriyet, özgür ifade demektir. Aynı zamanda cumhuriyet kültür, demokrasi ve çoğulculuk demektir. Katiller tarafından hedef alınmıştır. Aynı zamanda birlikte yaşamın temel değerlerini oluşturan basın özgürlüğü ve ulusal sahnede yer almasını sağlayan ideal adalet ve barıştır da.” Le Monde gazetesi bu ifadelerle, Fransa’nın laik cumhuriyetçi ideolojisini ve aynı zamanda özgür ifade hakkını, yeniden sunmaktadır. 9. Sayfa’da, “FN için radikal islama karşı savaş” (Pourle FN, la guerre est ouverte contre l’islam radical) başlıklı haberin girişinde Ulusal Cephe Partisi lideri Marine Le Pen’in Müslüman yuttaşlarla, teröristlerin denkleştirilmemesi gerektiğine dair ifadelerine yer verilmiştir. : Marine le Pen tutunulması zor bir tepede. 7 Ocak Çarşamba günü 12 kişinin ölmesiyle sonuçlanan Charlie Hebdo saldırısından sonra her ne pahasına olursa olsun kazanç suçlamasından kurtulmak isteyen Marine Le Pen “ İslam adıyla öldürmeye inananları” ve “ değerlerine ve ulusumuza bağlı müslüman yurttaşlarımız” arasında herhangi bir denklemi şiddetle red eder. Marine Le Pen daha önce şöyle konuşmuştu: “İnananlar, ister Müslüman, ister Yahudi veya Hristiyan olsunlar, inançlarına saygı duyulma hakkına sahiptirler. Eğer Müslümanların incitici karikatürlerini ayıplarsak, Hristiyanların tanrısını aşağılayan karikatürleri de ayıplamak zorundayız” (Gurrey, 2006). 13. sayfada “Karikatürler: Ateş içinde dünyanın on yılı” (Caricatures : dix ans de fievre planétaire) ana başlıklı haber yer almaktadır. Bu başlıkla ilk olarak 2005 yılında Danimarka’da Jyllands-Posten gazetesinde Müslümanların peygamberinin karikatürünün yayınlanmasından, 2015 yılına kadar geçen 10 yıllık süre kastedilmektedir. Batıda aşırı sağın yükselişi ve bunun beraberinde batı basınında yer alan İslam dinine yönelik karikatürler, 10 yılda İslam toplumlarıyla, batı toplumları arasındaki çatışmayı artırmıştır. Bu çatışmanın haberin başlığına esin kaynağı oluşturduğu düşünülmektedir. Alt başlıkta yer alan “Dünyadaki Müslümanların büyük bir kısmı Muhammed’in karikatürlerini küfür olarak kabul ediyor.” (Une grande partie du monde musulman juge blasphématoires les caricatures de Mahomet) ifadesi, Müslümanların çoğunluğunun peygamberlerine yönelik karikatür çalışmalarının bir tür hakaret olarak görüldüğünü bildirirken, bu yönde gazetenin farkındalığını ortaya koyuyor. Farklı kültür, etnik ve dini özelliklere sahip toplulukların değer ve fikirlerini küçümseyen, aşağılayan ifadeler nefret söylemini oluşturur. 124 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Bizler-Onlar ötekileştirilmesi ekseninde Le Monde gazetesi Müslümanların çoğunluğuna ait olduğunu ifade ettiği görüşe yer vererek dolaylı bir konuşma gerçekleştirmektedir. Çoğu zaman gazeteci karşı çıktığı bir konuyu belirsiz bir şekilde sunma eğilimindedir. Doğrudan karşı çıktığını dile getirmez ve net kavramlar kullanmaktan kaçınır. Örneğin, “ırkçılık” terimi yerine “yaygın hoşnutsuzluk” ya da “kin” gibi bulanık kavramları tercih eder. Belirsizlik, ciddiyeti yumuşatma, örtmece ve dolaylı olarak da yadsıma anlamına gelebilir (Van Dijk, 2003: 67). Le Monde gazetesi, 2005 yılında Danimarka’da JyllandsPosten gazetesinin peygamber karikatürünü yayınlamasını gazetecilerin dini karikatürler yapma özgürlüğü olduğunu söyleyerek desteklemişti. Gazete, “Blasphemy is a Sacred Right” (Küfür, kutsal haktır) diyerek, gazetecilerin Tanrı’yı karikatürize etme hakkına sahip olduğunu savunmuştur (Eko, Berkowitz, 2009). “Karikatürler: Ateş içinde dünyanın on yılı” (Caricatures : dix ans de fievre planétaire) adlı haberin girişinde Le Monde, Danimarkalı karikatürist Kurt Westergaard’ın düşüncelerine yer vererek bu görüşünü bir kez daha dile getirmiştir. Le Monde, Jyllands-Posten gibi Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’nun ifade özgürlüğünü savunan yayınlardan biri olduğunu söyleyerek, ifade özgürlüğü vurgusu yapmıştır. Haberle ilgili özet ve en önemli bilginin haber başlıkları ve giriş olmasından dolayı, burada önceliğin ifade özgürlüğü’ne verildiği görülebilir. Le Monde, Danimarkalı karikatüristin Müslümanlar tarafından tehdit edildiğini söylerken, sahip olduğu ideolojik öngörü doğrultusunda “küfürle suçlanan çizer” ifadesini kullanmıştır. Öte yandan, birçok Müslüman basınında “hakaret eden çizer” veya “küfreden çizer” ifadesi kullanılması kendi kültürel kodlarından kaynaklıdır. Çizer’ in kafasına fiyat konulduğu şeklindeki ifadeler ise Müslümanlara yönelik islamofobi’yi yeniden canlandırmaktadır: “Danimarka radyosunda karikatürist Kurt Westergaard, , 7 Ocak Çarşamba günü birçok meslektaşının öldürüldüğü “Charlie Hebdo” katliamı sonrasında, “Charlie Hebdo ve ben ortak bir kadere sahibiz” dedi. Onların kaderi, Hz. Muhammed karikatürleri meselesi ile birbirine bağlanmıştı. Çizer, 30 Eylül 2005’de, Danimarka gazetesi Jyllands-Posten’da bomba şeklinde türban takan peygamber çizimini yayınlamakla Müslüman toplumunda infial yaratmıştı. Küfürle suçlanan çizer, bir İslamcı grup tarafından kafasına fiyat konulduğunu gördü. Dayanışma içinde, Şubat 2006’da, Avrupalı birçok gazeteci Jyllands-Posten’ın karikatürlerini yayınladı. Fransiz mizah dergiusi, ifade özgürlüğünün savunulmasına bağlılık gösteren gazetelerin ilkiydi.” Haber fotoğrafı’nda (Fotoğraf 2) gösterilen kadınların üzerindeki peçe adı verilen giysi, metaforik bir gönderge olarak İslam dinini temsil etmektedir. Bu fotoğrafta, editör ve muhabirin biliş sürecinden geçerek, Müslüman imgesini temsilen birçok fotoğraf içerisinden seçilmiştir. Şüphesiz, Müslüman imgesi için kullanılabilecek birçok fotoğraf vardır; başörtülü veya başı açık şeklinde. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 125 Medyanın haberlerde kaynak olarak kullandığı, insanlar ve organizasyonlar nüfus içerisindeki bütün sosyal grupları eşit şekilde temsil etmemektedir (Umunç, 2013). Göstericilerin, Arapça ve İngilizce yazılı pankartlar taşıdıkları görülmektedir. “Kuran Mücahidleri Model Okulu” (Minhaj ul quran model school)’na ait olan ve İngilizce yazılı pankartta “Karikatüristler, ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır” (The Cartoonists must be punished severely) cümlesi yer almaktadır. Bu cümlede geçen “Cartoonists” (Karikatüristler) ifadesinde yer alan “O” harflerinin şeytan şeklinde çizilmesi metaforik bir gönderge olarak, karikatüristlere “Şeytan” denildiğine işaret etmektedir. Ayrıca, pankartta idam sehpası ve idam edilen insan figürü kullanılmıştır. “2006’da, ‘Charlie Hebdo’ tarafından Muhammed karikatürlerinin yayınlanmasından sonra İslamabad’da öfkeli gösteri” (Manifestation de colère à Islamabad après la publication des caricatures de Mahomet par ‘Charlie Hebdo’ en 2006) fotoğraf alt yazısı ise, öfkeli Müslüman imgesini vurgulamaktadır. Le Monde’un Beyrut ve Stockholm muhabirlerinin hazırladığı bu haber, batı basının oluşturduğu İslamofobi’yi yeniden sunmaktadır. Resimdeki öfkeli kalabalık ve şiddet içeren ifadeler, Le Monde gazetesinin Müslüman toplumların şiddet eğilimli oldukları yönündeki tezine uygun olarak İslamofobi’yi dolaylı olarak yeniden üretmektedir. Le Monde, haberlerinde sık sık düşünce ve ifade özgürlüğünü vurgulamıştır. 14. sayfada “Özgürlüğü ve doğal laik yapısının kalbinden vurulan Fransa” (La France frappee au coeur ele sa nature laıque et de sa liberte) başlığıyla sunulan haberde , “Katliam Fransız toplumunda, orta doğuda veya batılı ülkelerde baskının işaretidir.” denilerek, Fransa ve diğer batılı ülkelerin İslam baskısı altında olduğu ima edilmiştir. 15. sayfa’da “Savaşın ruhuna direniş” (Rezistans a l’esprit de guerre) adlı haberde meşru nedene rağmen yüzünü değiştirmiş terörizmin Fransa’yı zorlamasını ve sürekli bir korkuyu organize etmesini anlamak gerektiği, batı düşüncesiyle bir krize yanıt vermenin intihar olabileceği belirtilmektedir. Bu ifadeler İslama duyulan mevcut korkuyu yaymaktadır. Le Monde, Uluslararası IMPAC Dublin Edebiyat ödülü sahibi Fas’lı yazar’ın “Katillerin kurbanı İslam (L’islam victime des tueurs)” adlı yazısına yer vermiştir. Yazar yazısında, Fransız toplumunun temelleri saldırıya uğradığı, bununla birlikte Müslümanları damgalayarak teröristlerin oyununa gelmekten kaçınmak gerektiğini söylemektedir. Haberi oluşturan kişinin ideoloji ve görüşleri, haberi olduran bilişsel yapılar açısından önemlidir. Bu yazıyı yazan kişi’nin Müslüman olması nedeniyle, Le Monde’un genel ideolojik duruşu ve haber çerçevelendirmesinde bir değişiklik oluşturmamaktadır. Le Monde, 22. sayfada Charlie Hebdo’nun, din’le ilgili bazı karikatürlerine yer vermiştir. Haftalık mizah dergisi Charlie Hebdo’nun 8 Şubat 2006’da, “Köktendincilerden bunalmış Muhammed” (Mohammed Overwhelmed by Fundamentalists) başlığıyla yayınladığı özel sayıdaki karikatürleri burada tekrar yayınlamıştır. Charlie Hebdo özel sayı’da Danimarka gazetesi Jyllands-Posten’ın peygamber karikatürlerini tekrar yayınlamış ve kendininkileri de katmıştı. 126 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Le Monde gazetesi de Danimarka gazetesinin karikatürlerini tekrar yayınlayarak bu kutuplaşmaya dahil olmuştu. Ötekileştirici ve ayrıştırıcı ideolojik söylemin sürekli yeniden üretimi şeklinde gerçekleşen bu sarmalda Müslümanlar yani ötekilere kötü örneklerle vurgu yapılmakta, İslama karşı duyulan korku ve öfke hiç durmaksızın yaygınlaştırılmaktadır. Saldırıdan iki yıl önce Charlie Hebdo karikarüsti Stéphane “Charb” Charbonnier “İslam en az Katoliklik kadar sıradan bir yoruma ulaşana kadar devam etmeliyiz.”5 diyerek İslamı hedef aldığını açıkça ifade etmişti. Dergide yer alan karikatürlerin hepsi İslam dinini hicvetmektedir. İçlerinde Museviliği, Hristiyanlığı vd. hicveden bir karikatür yoktur. Dolayısıyla burada ideolojik kutuplaştırmaya yönelik çiftestandartlı, iyi değerleri kendine, kötü değerleri ötekilere yükleyen bir söylem kullanılmakta ve karikatürler yoluyla ötekilerin olumsuz temsili gerçekleştirilmektedir. Bu karikatür ve ifadeler şu şekildedir: Resim 1, Charlie Hebdo’nun özel sayısının kapağında, Hz. Muhammed’in yüzünü iki elinin arasına aldığı karikatürdür. Burada “Muhammet, kökten dinciler tarafından aşırılığa maruz kalıyor. Aptallar tarafından sevilmek zor iş” ifadelerine yer verilmiştir. Daha sonra 2008 yılında, belgesele dönüştürülen bu karikatür, Müslümanlara “aptal” denildiği için tüm Müslümanların tepkisini çekmişti. Burada öteki olarak Müslümanlar inançları üzerinden aptal olarak simgeleştirilmiştir. Resim 2, “Muhammedime dokunmayın!” yazısıyla dikkat çeken bu karikatürde, Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık şeklinde 3 dinin temsilcisine yer verilmiştir. Birçok kişinin “Muhammedime dokunmayın!” şeklinde okuduğu bu mesaj, 1980’lerde popüler olan Fransız anti-ırkçı slogan “ Dostuma dokunmayın!” (Touche pas à mon pote) ın bir varyasyonudur6. Çizer, ırkçılık karşıtı olduğunu dolaylı olarak ima etmektedir. Resim 3’de, Resim 2’de olduğu gibi Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık temsili çiziminde “Dini veba bulaşıcıdır” ifadesi yer almaktadır. Din, metaforik bir göndergeye dönüştürülerek bulaşıcı hastalığa benzetilmiştir. “Muhammedin gerçek yüzü” ifadesinin yer aldığı bir karikatürde tüm dünyada “happy face” (mutlu yüz ifadesi) olarak bilinen simge, peygamberin yüzü olarak işaret edilmiştir ve ardından “çok sempatik” denmiştir. Hz. Muhammed’in resminin çizilmemesi, karikatürize edilmemesi Müslüman toplumlarında tabudur. Bu tabuya gönderimde bulunularak “Muhammedi resmedemiyoruz fakat annesini yapabiliriz.” ifadesiyle, peygamberin annesi olarak çizdikleri peçeli kadın figürünün vücudunun belli bölgelerine bomba görünümü verilmiştir. Böylelikle peygamberin annesine ilişkin canlı bomba metaforuyla, Müslümanlık ve terör ilişkilendirilmiştir. Yerde serili Danimarka bayrağı üzerinde kambur ve çirkin olarak resmedilmiş, kandura giymiş bir erkek figürü şöyle demektedir: “Bir seccadeye basmak yanlıştır. 5 “France even more fractured after the Charlie Hebdo rampage”, cbcnews. 19 Eylül 2012. 6-http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/france/9551831/French-magazine-risks-Muslim-ire-withMohammed-cartoons.html adresinden 11.08.2015 tarihinde alınmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 127 Bunun bir Danimarka bayrağı olduğunu sanıyordum.” Orada serili olan Danimarka Bayrağı’dır. Bu şekilde, Müslüman kişinin bunu fark edemeyecek kadar aptal olduğu imasında bulunulmuştur. Ayrıca, bu karikatürde Müslüman bir kimsenin seccadelere, bayraktan daha fazla önem atfettiği imasında da bulunulmuştur. En altta, “İran Cumhurbaşkanı Muhammed’den daha güçlü” ifadesinin yer aldığı karikatürde, çizilen figür İran Cumhurbaşkanını temsil etmektedir. İran Cumhurbaşkanı kafasında füze şeklinde bir şapkayla çizilmiştir. Müslüman bir ülke liderinin, kafasına füze çizilerek resmedilmesi, terörün İslamla bağlantılandırıldığı algısı yaratmaktadır. Sonuç Batı’da aşırı sağın yükselişe geçmesi İslamofobi’nin artışına etki etmiştir. Batı farklı din ve etnik kökenli insanların ülkelerine olan yoğun göçünden dolayı kültürel ve toplumsal bir uyuşmazlık yaşamaktan korkmakta ve sorunların kaynağı olarak bu insanları görmektedir. Müslümanların konumları ve kültürleri toplumun çıkarları ve değerlerine tehdit olarak algılanmaktadır. İslamlaşma yani kendi kültürünü başkalarına kaptırma korkusu, Müslümanlara yönelik bir stereotiptir. Batı basınında da ötekilere karşı basmakalıp düşünceler hakim olmaya başlamıştır. Müslüman toplumlara, inanç ve değerlerine yönelik düşünceler, hakaret, aşağılama, yaftalama halini almıştır. Fransa’nın milli sloganı olan “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” kavramları, farklı din ve etnik kökenli toplumlara karşı çifte standartlı tutumla çelişmektedir. Fransa’nın önde gelen Le Monde gazetesi, Fransız laik Cumhuriyet ideolojisini, etik ihlallere karşın koşulsuz, şartsız desteklemektedir. Le Monde, yayınladığı karikatürlerle genelde Arapİslam kültürünün batı kültürüyle karşılaştırılmasıyla ve özellikle Fransız kültürüyle olan farklılığını gözler önüne serer. Başka kültüre ve dine sahip insanların, inanç ve değerlerinin karikatüre malzeme edilmesi, duygularının incinmesi, kendi inanç ve değerlerinin sürdürülmesi adına mübahtır. Le Monde’a göre, dini karikatürler ifade ve düşünce özgürlüğünün bir tezahürüdür. Hatta biraz daha ileri giderek, küfürü kutsal hak olarak görmektedir. 2005 yılında Danimarka’da Jyllands-Posten gazetesinin başlattığı Müslüman dinine yönelik karikatürler, Le Monde ve Charlie Hebdo’nun içinde olduğu diğer batılı gazetelerin de desteğiyle yeniden yayınlanmış, müslümanlara yönelik olumsuz algılar, öfke, nefret, korku yeniden üretilmiştir. Görsellerde müslüman imgesi kara peçeli, takkeli, kanduralı, asık suratlı, çirkin, kambur, aptal, barbar, terörist, özgürlük düşmanı şeklindedir. Görseller ve söylem yoluyla Müslüman ve terörizm eşleştirilmekte, öte yandan Yahudi ve Hristiyanlık gibi diğer dinlere yönelik karikatürler yayınlanmamakta bu da Le Monde gazetesinin ifade özgürlüğü ve laiklik konusunda çifte standartlılığını ortaya koymaktadır. İster Yahudi, ister Müslüman, ister Hristiyan olsun insanlar dinlerine ve inançlarına saygı duyulma hakkına sahiptirler. Evrensel insan hakları açısından Doğu’nun batı’dan beklediği değerlerine saygı gösterilmesi ve inançlarına saldırılmamasıdır. Söyleme karşı mücadele şiddet yoluyla değil, yine söylem yoluyla ve kitle iletişim araçları aracılığıyla 128 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ gerçekleştirilmelidir. Şiddet, olumsuz etiketlemeleri pekiştirmekten öteye gidemez. Şiddetin ne kadar kabul görmemesi gerekiyorsa, şiddet üzerinden tüm inançlı ve masum insanların genellenmesi de kabul edilemez. Bu da farklı dil, din ve renkteki insanlara öfke ve önyargıyı doğuran şiddetin farklı türlüsüdür. Nefret söylemi ancak farklı kültür ve değerlere sahip toplumların çatışmasını artırır ve bununla mücadele için evrensel bir etik anlayışı benimsenmelidir. Küresel bir etik anlayışı ancak tüm insanlığı ve değerleri kapsadığında anlam kazanır. Doğu medyası gibi Batı medyası da “adalet”, “denge”, “tutarlılık” ve “kapsamlılık”ı etik kodları arasına almalıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 129 EKLER Fotoğraf 1 130 Le Monde, 09 Ocak 2015 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Fotoğraf2Le Monde, 09 Ocak 2015 Resim 1 Le Monde, 09 Ocak 2015Resim 2 Le Monde, 09 Ocak 2015 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 131 Resim 3Le Monde, 09 Ocak 2015 132 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça 1. Eko, L. Berkowitz, D. (2009). Le Monde, French Secular Republicanism And ‘The Mohammed Cartoons Affair’. The International Communication Gazette. Vol. 71(3): 181–202. 2. Elmas, F.Y., Kutlay, M. (2011). “Avrupa’yı Bekleyen Tehlike: Aşırı Sağın Yükselişi”, USAK Analiz,No:11. 3. Gurrey, B. (2006) ‘Embarras et inquiétude chez les responsables politiques français’ [The Perplexity and Disquiet of French Political Leaders], Le Monde 4 February: 4. 4. Güner, S. (2008) Oryantalizmin Ortaçağ Avrupası’ndaki Düşünsel Kökenleri: Batı’nın ‘Ötekileştirdiği’ Müslüman Doğu, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 25(1). 5. Huntington, S. P. (2012). Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, 10. Baskı, İstanbul: Okuyan Us Eğt. Yay. Dan. 6. Özdemir, Ö. B. (2012). “Fransa'da İslamofobik Söylemin Ana Akımlaşması ve Arap Baharı'nın Etkisi”. Middle East Yearbook / Ortadoğu Yıllığı 7. Özer, Ö. (2011). “Haber, Söylem, İdeoloji” , Literatürk, Konya. 8. Said, E. (2008). Medyada İslam, İstanbul: Metis Yayınları. 9. Umunç, C. (2013). 1915 Ermeni Olaylarına Yönelik “Soykırım” Algısı Yaratmada Kullanılan Görsel Materyallerin Eleştirel Söylem Analizi. 1.Uluslararası Medya Çalışmaları Sempozyumu, Antalya, s.305. 10. Van Dijk, T. (1977). Haberlerin söylem olarak disiplinlerarası incelenmesi, (çev. Ö. Çolak, E. Şahin). 11. Van Dijk, T. (1999). Critical discourse studies: A sociocognitive approach, Methods of Critical Discourse, s. 69. 12. Van Dijk, T. (2003). Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım, haz: B. Çoban, 7. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 133 134 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ ÇAĞDAŞ DEMOKRASİ: ÇOĞULCULUK MU? ÇOK SESLİLİK Mİ? Osman SÜMER1 Özet Günümüzde medya ve kişiler arasındaki her ortamda tartışılan “çoğulculuk” ve “çok seslilik” kavramlarının birbiri yerine kullanıldığı sorunsalından yola çıkılarak, yaşanan kavram kargaşasının giderilmesi yönünde tartışma açılması gerekmektedir. Bilindiği gibi “demokrasi”, katılım isteğine sahip insanlarla başlamaktadır. Ve bu yüzden yönetenlerin siyasal kararlara katılımını sağlayacak yöntemler bulunmasını gerekli kılmaktadır. Söz konusu “siyasal katılım” kavramı, toplum üyelerinin siyasal sistemde karar alıcıların aldıkları ve alacakları kararlan etkilemek için giriştikleri faaliyet ve eylemlerin tümünü içermektedir. Oysa bilindiği gibi, “kamusal alan”, açık, görülebilir, kolektif ve herkesin rahatlıkla girebildiği, görünme ve görüşme mekânıdır. Burada ortak çıkarın ve gerçeğin konuşularak elde edilmesi söz konusudur. Yine toplum içerisinde, farklı görüşlere saygı olduğunda, “siyasal iletişim” mekanizmasının etkinliğinde de önemli gelişmeler meydana getirmektedir. Hatta siyasal iletişim, toplumsal sistem içerisinde yer alan çeşitli gruplar arasında uzlaşma ve anlaşma sağlamaktadır. Böylece modern toplumun çoklu karmaşık yapısı içinde oluşan farklı çıkarların ve taleplerin kamusal ifadesi olan “çoğulculuk”, anılan çıkar ve taleplerin, siyasi karar alma süreçlerine aktarılmasına imkân vermektedir. Öte yandan “çok seslilik” ise, toplumda değişik görüşlerin, önerilerin ortaya atılabildiği toplumu ifade etmektedir. Zira “çok seslik”, farklı kitlelere sesini duyurabilmeye ve farklı kitlelere seslenebilmeyi olanağını sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında internet, siyasal katılım düzeyinin arttırmasında yararı bulunmaktadır. Keza internet ortamında, “çoğulculuk” değil, “çok seslilik” söz konusudur. Ne var ki demokrasi, karşıt seslerin birbirlerini duymasını ve iletişim kurmak için uğraşmasını gerektirmektedir. Çalışmamızda “çoğulculuk” ve “çok seslilik” ile ilgili kuramsal ve düşünsel altyapıyı hazırlayan literatür taramasının ardından, çoğulculuk” ve “çok seslilik” arasındaki ilişki teorik olarak tespit edilip, yeni iletişim teknolojileriyle birlikte oluşan “sanal demokrasi” örneği üzerinden eleştirel boyutta sosyolojik bir bakış açısıyla tartışılacaktır. Anahtar kelimeler: Demokrasi, Siyasal Katılım, Kamusal Alan, Siyasal İletişim, Çoğulculuk, Çok seslilik 1 Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Doktor, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 135 CONTEMPORARY DEMOCRACY: IS PLURALISM OR POLYPHONY? Abstract If it is considered that the concepts of pluralism and polyphony that are discussed among the media and people today, it is required to make a debate to eliminate the confusion concept. As known democracy, starts with the people who are eager to participate in it. And therefore, it is required to present methods by the the participation in the political decisions of governing. When it is come to the concept of “political participation”, it is included all the all the activities and actions of the community members’ decisions that they have taken or are going to take in the future. However, as it is known that, “public space”, is clear, visible, collective and everyone can easily enter, and interviews. Here, the common interests and the fact is obtained by talking. Among the community, when there is respect for different ideas, the important improvements come to the surface in terms of “political communication”. Even the political communication, reaches an agreement among the various groups involved in the social system. Therefore, different interests and demands that are formed in the multiple complex of the modern community, refers to “pluralism” gives a chance to be transferred into political decision-making processes. On the other hand, “polyphonic” expresses different opinions ttat can put forward in the commnuity. In addition to this, “polyphonic”, enables people to make their voices heard to the different audiences. When viewed from this point of view, internet helps to increase the level of political participation. Similarly, in the atmosphere of the internet, the important thing is the concept of “polyphonic” not “pluralism”, but democracy is required to communicate of people from different members of the society. In this study, after the research of literature to prepare “pluralism” and “ polyphony” related theoretical and intellectual infrastructure, the relationship between “pluralism” and “polyphony”, is identified theoretically, is going to be discussed in the frame of critical size with a sociological perspective on the example of “virtual” democracy which is made with the new technologies. Key words: Democracy, Political Participation, Public Space, Political Communication, Pluralısm, polyphony 136 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Giriş Demokrasi özünde, yurttaşların kurallarıyla oluşan, bir yönetim şeklidir. (Sørenson, 2008:3) Zira devlet yönetimi için hazırlanan yasa yapımı sürecine katılan yurttaşlar, kendi kurallarını yasalaştırır ve uygulamaya koyarlar. Dolayısıyla yurttaşların yasamaya katıldığı bir sisteme demokrasi denmektedir. (Schmitt, 2009:193) Oysa bilindiği gibi, insanın neden yönetilmek istediği ve bizi kim yönetmeli? Sorusu Demokrasi ile uğraşan Antik çağın düşünürleri tarafından irdelenmiştir. Bu bağlamda, Aristoteles’in zoon politikon’ u (Aristoteles, 2010:9), Ortaçağ’ın “Tanrı Devleti” anlayışında erozyona uğramış gözükse de Hobbes ile tartışmalar başka bir boyuta taşınmaktadır.(Hobbes, 2007:26) Dahası O, her insanda eşit şiddette olmasa da bir zarar verme isteği olduğunu kabul eder. Söz konusu “insan insanın kurdudur anlayışı”, doğal bir duruma karşılık gelir. Hobbes’ un “doğal durumu” birbirlerine güven duymayan insanların kendileri dışındakileri baskı altına almaya çalıştığı, herkesin bir diğeriyle savaş durumunda olduğu, kendi güç ve becerisiyle ayakta durabildiği, adalet ve adaletsizlik, doğru ve yanlış gibi değerlendirmelere ve özel mülkiyete sahip olmaya imkân vermeyen bir durumdur. (Hobbes, 2011:101-102) Hobbes, devleti çok üstün bir güçle bezendirmesini haklı göstermek için, Antik dönemden kalma bir kuram olan sözleşmeyi kullanır. Nitekim sözleşme, yalnızca yurttaşlık statüsünü kazanacak bireyler arasında olur, yoksa bunlarla egemen arasında değil. (Ağaoğulları ve Köker, 2009:213) Şöyle ki, devlet kurmak için insanların, kendi istekleriyle toplandıkları için, onların çoğunluğun vereceği karara bağlı oldukları varsayılır. (2007:100) Zira onun devleti, rıza gösteren bireylerin yapay bir oluşumudur. Sözleşme yapıldıktan sonra devlet, uygun gördüğü tarzda davranmada özgürdür. Onun otoritesine sınır konulmaz. Barışı ve güvenliği gerçekleştirmede her güce sahiptir. Devletin amacı, yurttaşlarının güvenliğini sağlamaktır.(Hobbes, 2011:136) Şöyle ki devlet, yurttaşlarının güvenliğini sağladığı ve barışı koruduğu sürece meşru sayılır ve itaati hak eder. “Doğal hak” kavramından hareketle demokrasi idealinin gerekçelendirilmesine katkıda bulunan Locke’ un doğa durumu ise, insanların akılcı (rasyonel) varlıklar oldukları ve onları toplum sözleşmesi yapmaya götüren temel nedenin de akılcılık olduğu varsayar. Doğa durumundaki insanların bir sözleşme yapmak üzere bir araya gelmeleri ve anlaşmaya varmaları için, bundan elde edecekleri çıkarları olması gerekir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 137 İnsanları sözleşme yapmaya iten çıkarlar, bizi doğa durumunda insanların sahip oldukları bir başka öğeye, “akılcılık” a götürür.(Ağaoğulları ve diğerleri, 2009:168) Dolayısıyla insanların akılcı olduklarını varsaymak, “çıkarlarını artırmak için” bir anlaşma yapabilecekleri anlamına gelir. Bu durumda insanın kendi kişiliğini ve mallarını kullanmakta denetlenmez bir özgürlüğü olmakla birlikte, yine de onun yalnızca korunmasından önemli bir gerekçe sunulmadıkça, kendini ya da sahip olduğu bir varlığı ortadan kaldırmak özgürlüğü yoktur. Doğa durumunu yöneten ve herkesi bağlayan bir doğa yasası vardır. Bu bağlamda, yasadan başka bir şey olmayan akıl, ona danışan bütün insanlığa, eşit ve özgür oldukları, kimsenin başkasının yaşamına, sağlığına, özgürlüğüne ve mallarına zarar vermemesi gerektiğini öğretir. Henüz devletin ortaya çıkmadığı doğa durumunda her bireyin Tanrı tarafından bahşedilmiş, devredilemez, elden alınamaz nitelikte olan hakları vardır. Locke, bunları hayat, özgürlük ve mülkiyet hakları olduğunu belirtmiş ve tamamını genel mülkiyet hakları altında toplamıştır. Bunları doğal haklar olarak kabul eder. Doğa durumunda doğal haklara sahip olan bireyler eşit ve özgür bir biçimde hayatlarını sürdürürler. (Locke, 2004:5-6) Sözleşmenin temel nedeni, mülkiyetin doğa durumunda olduğundan daha iyi bir biçimde korunacağı düşüncesidir. (Ağaoğulları ve diğerleri, 2009:190) Arendt’in sözleşme yaklaşımı, güvenlik elde etmek için değil, eylemi mümkün kılmak için girişilen bir şeydir. Arendt’in eylem anlayışını göz önünde tuttuğumuzda, sözleşme bir şey karşılığında başka bir şeyin elde edilmesi (pazarlıkçılık) değildir. Herhangi bir çıkar elde etmek için verdiğimiz bir “rıza” hiç değildir. Eylem dünyaya yeni bir şey gelmesinin yolunu açan yaratıcılık olduğundan, bu sözleşme, hakların korunmasının ve negatif hakların güvence altına alınmasının çok ötesinde, yeninin doğabilmesini sağlayacak kamusal alanı yaratır. (Berktay, 2011:67-68) Zira “söz verme” ve “bağışlama”, Arendtçi sözleşmenin ayırt edici işaretleridir. Onun klasik sözleşme teorilerinden farkını ortaya koyar. Klasik sözleşme, güvence karşılığında özgürlükten vazgeçilmesini öngörür, rızayı vurgular. Arendt ise, kendi sözleşme versiyonunun “rıza” dan farklı olarak “karşılıklı söz verme” ye dayandığını söyler.(Berktay, 2011:67) Dolayısıyla, günümüze gelene değin demokrasi konusu ile uğraşan düşünürler, demokrasinin kaynağı probleminden çok demokrasinin uygulanmasına olanak veren bir yaşam biçimi olması noktasında birleşirler. Bu bağlamda, Antik Yunan’dan on sekizinci yüzyıla kadar ki iki bin yıl boyunca, demokratik siyasal sistemlerdeki yurttaş topluluğunun ve yönetim biçiminin kent ölçeğinde olması gerektiği egemen bir varsayım olarak kabul görmüştür. 138 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Ulus devletlerin doğuşunun bir sonucu olarak, on sekizinci yüzyıldan itibaren demokrasi düşüncesi uygulamaya konulmasında, kent-devletinden ulusal devlete dönüşmemiş olsaydı, demokrasinin uygulamada herhangi bir geleceği olmazdı. (Dahl, 1993:272-278) Günümüzde demokrasi, bir ölçek sıçramasıyla ulus devletten bütün yer küreyle karşı karşıya olmaktadır.(Hardt ve Negri, 2004:252-253) Bu nedenle de geleneksel, çağdaş anlamı ve pratikleriyle arasındaki ipler çözülmüş bulunmaktadır. Nitekim çağdaş anlamda demokrasiden söz etmek için, yurttaşlara kamusal özne olma yolunun açık olması, bu yolun sadece siyasal partilerin içinde ve belli aralıklarla yapılan seçimlerden geçmemesi gerekir. Yani toplum için, bir şeyler yapma ve bu yolla hayatını anlamlandırma yolunu seçen yurttaşlara alternatif yolların açık olması gerekir. Dahası sağlam ve sürdürülebilir bir demokrasi ve iyi işleyen bir devletin varlığı; birlikte, karşılıklı, bağlantılı ve birbirini güçlendiren serbest ve canlı bir sivil toplumun gelişmesi, otonom bir siyasal toplumun ortaya çıkması gerekir. (Hasanoğlu, 2001: 75) Bu bağlamda David Easton, “siyasal sistemin talepler ve destekler olarak çevreden gelen girdileri, toplum üyeleri arasında değerlere yerleştiren, çıktılara dönüştüren süreçlerden oluştuğunun” altını çizmektedir. (Easton, 1965, 290) Ona göre girdiler; toplumda sosyoekonomik ilişkiler sonunda oluşan toplumsal talep ve desteklerdir. Talepler ve destekler ise, siyasal süreci harekete geçiren unsurlar olarak çevrenin istekleri, değer yargıları ve davranışlarıdır. Girdilerin sonuçları çıktıları meydana getirir. (Tokgöz, 2008:116) Şöyle ki, siyasal yapının kararları ve uygulamaları şeklinde görülmektedir. Ne var ki, demokrasiyi seçim ya da oy kullanma yoluyla karar vermekle özdeşleştirmek, tercihler arasından bir seçim yapmakla sınırlamak ve etkili karar vermeyi onun tek ölçüsü olarak düşünmek demokrasinin en cılızı dışındaki bütün özelliklerini göz ardı etmektir. Demokrasiyi oy vermeye indirgemek, hiç kimsenin yapmadığı zaman bile hazır bir gündemin var olduğunu ima eder. Özel çıkarların “çoğunluklar ve azınlıklar” olarak adlandırıldıkların sonuçları, çok daha zararlı hale gelerek, çoğalmasına yol açar. (Barber, 1995:249) Böylece özel çıkarları aşabilecek bir karşılıklılık siyaseti yaratma yeteneksizliğimize neden olur. Dolayısıyla, çağdaş güçlü bir demokrasinin ideali uzlaşmadır. Ortak tartışma, ortak karar ve ortak çalışmadan doğan; bilinç ve siyasal yargı yoluyla etkin ve sürekli bir biçimde katılmalarına dayandırılan bir anlaşma ile mümkündür.(1995:278) 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 139 Siyasal Katılım Olgusu Demokrasi, katılım isteğine sahip insanlarla başlar. Keza her siyasal sistem, varlığını devam ettirebilmek için asgari düzeyde bile olsa, toplumsal desteğe ihtiyaç duyar. Toplumsal desteğin en önemli göstergelerinden birisi, “siyasal katılım” olarak tanımlanan davranıştır.(Öz, 1992, 39) Ne var ki siyasal katılmayı, yalnızca seçimlerde oy verme olarak ele almak yanlış ve eksik bir yaklaşımdır. Siyasal katılma, siyasete olan basit ilgi ve meraktan başlayıp siyasal eyleme kadar giden geniş bir tutum ve etkinlik alanını kapsamaktadır. (Tokgöz, 2008:177) Öyleyse katılım; “toplumsal düzenin kuruluşu, yönetimi ve denetimine ilişkin politikaların saptanması, kararların alınması ve uygulanmasına ilişkin politikaların saptanması, kararların alınması ve uygulanmasına ilişkin çabaların eylemli olarak içinde bulunulmasıdır.” (Sezen, 2000: 52) Kısacası siyasal katılım, yönetilenlerin yönetimde söz sahibi olmalarıdır.(Eroğul, 1991;13) Aslında konusu katılım, kararların hazırlanması, olgunlaştırılması, alınması ve bu kararların uygulanması aşamalarından birine, birkaçına ve ya bütününe, o karardan doğrudan ya da dolaylı olarak etkileneceklerin katılım ve katkı sağlama imkânına sahip olmalarını ifade eder.(Rhodes, 1997: 15) Dolayısıyla amacı siyasal karar alma mekanizmasını etkilemek olan, otonom olarak bir yöntemi benimseyip bunu uygulayan herkes siyasal katılma eyleminde bulunmaktadır. (Kalaycıoğlu, 1983: 10) Ama yine de katılma, kişinin kendi başı kendi hareketiyle, isteyerek katılması demektir. Yani, katılma yalnızca taraf olmak demek değildir. İstemeyerek şeyin tarafı, ortağı haline getirilmek ise hiç değildir. Katılma kendi kendine harekete geçmektir. Zira, başkasının iradesiyle harekete geçmenin tam tersidir. (Sartori, 1996:124-125) Diğer yandan siyasal katılım, kamusal ihtilafların ve çıkar çatışmalarının üstesinden, onları hiç bitmeyen bir tartışma, karar ve eylem sürecine sokarak gelir.(Barber, 1995:196) Dolayısıyla demokratik siyaset, doğal olarak var olmayan, işbirliğini ve bir bağdaşma arayışını olası kıldığı için potansiyel olarak eşsiz bir açıklık, esneklik ve umut alanıdır. (1995:161) Kamusal Alan Kavramı Kavram, sivil toplum içinde devlete karşı bireyin, siyasal kültürel haklarının özerkliğini vurgulamaktadır. Zira özgür bireylerin, korunaklı bir toplumsal mekânda, siyasi ve ticari otoriteden bağışık olarak, sansüre uğramamış bilgi aracılığıyla katılımlarının kamusallaştırılması ve ortak iyinin tartışma yoluyla uzlaşıma kavuşması kamusal alanın özünü oluşturmaktadır.(Timisi, 2003: 17) 140 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Şöyle ki kamusal alan, “toplum üyelerinin çeşitli medya (basılı, elektronik) yoluyla ve de yüz yüze ilişkilerle, ortak ilgi konusu olan sorunları tartışmak ve böylece bu sorunlar hakkında ortak bir anlayışa erişmek amacıyla bir araya geldikleri bir ortak alanı ifade eder.(Taylor,1995:259) Bu bağlamda Arendt, kamusal alanı yapısı itibariyle eşit olmayan, fakat siyasi açıdan eşit olarak yapılandırılan bireylerin oluşturduğu çokluğu varsayar.(Cohen ve Arato, 2013: 165) Onun için kamu alan, görünürlüğün alanıdır. Anılan durumu, “...kamu alanında gözüken her şey herkes tarafından görülebilir ve duyulabilir...” şeklinde olarak tanımlar.(Arent:1994: 92) Habermas’ın yaklaşımında ise Kamusal alan, yurttaşların toplanma ve katılma özgürlüklerini kullandıkları ve bir kamusal bütünlük olarak bir arada günün sorunlarını, özellikle siyasal sorunlarını tartışmak üzere bir araya geldikleri her an kurulabilir. (Timisi, 2003: 64) Dahası Habermas, yurttaşların eşit bir biçimde kamusal alanda kendilerini ilgilendiren konularda eleştirel ve rasyonel bir biçimde tartışabilmesini demokrasinin temeli olarak kabul etmektedir. (Göle, 2000:7) Zira ona göre, siyasal kamu; vatandaşların oluşturduğu bir kamusal topluluğun müzakereye dayalı kanaat ve irade oluşumunu sağlayacak iletişim koşullara uygun olarak, normatif bir demokrasi teorisinin temel kavramı olmaya elverişlidir. (Habermas, 2012: 43) Bu bağlamda, Habermas için demokrasi, kamusal iletişim içinde tartışmaya dayalı değer ve norm oluşturma süreçleriyle ilgili olan normatif içeriği, elbette ki demokratik hukuk devleti düzleminde uygun kurumsal düzenlemelerden ibaret değildir. Biçimsel bir düzenleme altındaki iletişim ve karar süreçlerinin ötesindedir. (2012: 49) Bu açıdan bakıldığında, katılım anlayışına dayalı kamusal alan, genel toplumsal normlardan ve kolektif politik kararlardan etkilenenlerin, bunların düzenlenmesinde ve benimsenmesinde söz sahibi olabildikleri süreçlerin yaratıldığı demokratik bir alan olarak kavranmaktadır. (Berktay, 2011: 67-68) Nitekim kamusal alanın mevcudiyeti, özgür bir kamusal iletişimin varlığına dayanmaktadır. Böylece, kamusal bilginin ortaya çıkmasını, iletilmesini ve etkililiğini sağlayacak belirli iletişim araçlarını gerektirmektedir. (Timisi, 2003: 65) Siyasal İletişim Kavramı Kavram, belli ideolojik amaçları, toplumda belli gruplara, kitlelere, ülkelere ya da bloklara kabul ettirmek ve gerektiğinde eyleme dönüştürmek, uygulamaya koymak üzere siyasal aktörler tarafından çeşitli iletişim tür ve tekniklerinin kullanılması ile yapılan iletişim olarak tanımlanabilir.(Aziz, 2003:3) 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 141 Aslında siyasal iletişim, bir yönüyle siyasal sistemin işleyişinin denetimini ve şeffaflığını sağlamakta, diğer yönüyle de siyasetçilerin seçmenleri demokratik ikna metotlarıyla etkilemelerine yardımcı olan bir araç görevi görmektedir.(Oktay, 1993: 77) Siyasal iletişimdeki verilen mesajlar, siyasal amaçlıdır. Sonunda kısa, orta ya da uzun soluklu bir eylem söz konusudur. Bu mesajların söylemi, alıcı kitlenin ilgi alanına giren söylem türüdür. Söylemde kullanılan dil ile, hedef kitlenin anlayacağı dilin örtüşmesi gerekir. Bir başka deyişle, mesajlara yüklenen simgeler, anlamlar ile hedef alıcı kitlenin dil dağarcığında bulunan simge ve anlamlarla örtüşmelidir.(Aziz, 2003:6) Çalışmamız siyasal iletişim kavramının, çağdaş demokratik siyasal sistemin işleyişinin denetimini ve şeffaflığını sağlaması yönündeki işlevi değerlendirilmiştir. Bu bağlamda, Kamusal görüşün ve siyasal kararların, yardımcısı siyasal tartışmadır. Tartışma eşduyumu doğurur. Tartışmadan, ortak irade için yarışan sayısız görüş çıkarılır.(Barber, 1995:253) Bu bağlamda Habermas, siyasal süreçler büyük ölçüde uzlaşmalara dayandığını kabul eder. Ona göre, birbirleriyle çatışma içinde olan ve gelecekte konsensüse varma umudunu vermeyen siyasal çıkar ve değer için söylemlerle bir dengelenmeye ihtiyaç vardır. Çekişen çıkarlar arasında kurulmak istenen denge, birbirlerine karşılıklı tehditler savurmayı esas alabilecek taraflar arasındaki bir uzlaşmayla gerçekleşir.(Habermas, 1999: 43) Keza gerçeğe sadece müzakereci bir tutumla ulaşılabileceği ve fikir birliğiyle karar verilebileceği görüşü Habermas’ ın iletişim teorisinin esasını oluşturmaktadır. (Delanty, 2015:121) İletişimsel eylem kavramına yaptığı vurguda Habermas, tarafların bir dünyayla ilişki kurarak karşılıklı kabul edilebilir ya da tartışılabilir geçerlilik iddialarında bulunduğu anlaşma süreçleri içinde dili, araç olarak ön-gerektirdiğini ileri sürer.(Habermas, 2001:127) Onun için dil, anlaşmaya yarayan bir iletişim ortamıdır. Aktörler ise, eylemlerini koordine etmek için birbirleriyle anlaşarak, her defasında belirli hedefleri izlediğini kabul eder. Ayrıca iletişimsel eylemi, söz eylemleriyle örtüşen değil, onlarla koordine edilen bir etkileşimler tipini şeklinde tanımlar.(Habermas, 2001:129) Bu açıdan bakıldığında kamusal alanın iletişimsel yapıları öncelikle toplumun bütününü ilgilendiren sorunlarından doğan baskılarına tepki gösteren ve etkili görüş odaklarını harekete geçiren dalı budaklı bir alıcılar ağı oluşturur. (Habermas, 1999: 48) O halde Benhab’ in belirtiği gibi, karmaşık toplumsal ve siyasal sorunlarda çoğu zaman bireylerin görüşleri ve dilekleri olabilir. Ama sıraya konmuş bir tercihler dizisi yoktur. çünkü böyle bir dizi, onların yalnız tercihler hakkında değil. Aynı zamanda tercihlerinden her birinin ilerideki sonuçları ve göreli üstünlükleri hakkında önceden aydınlanmış olmaları anlamına gelecektir. 142 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Bireyi önceden sahip olduğu görüş ve kanıları üzerine eleştirel düşünmeye sevk ederek böyle bir sonucu olasılıkla yaratacak olan aslında müzakere sürecin kendisidir. (Benhab, 1999:107) Bu açıdan bakıldığında yurttaşlar, özel yararı en üst düzeye çıkarma amacındaki bireyin bakış açısından akıl yürütmek yerine, kamusal müzakere aracılığıyla tercihlerini kamusal amaçlara göre değiştirir. Söz konusu amaçların niteliği ile onları gerçekleştirmek için en iyi araçlar hakkında birlikte akıl yürütürler. (Young, 1999:176) Dahası yurttaşların, fikirleri ve deneyimleriyle etkileşime girdiklerinde, insanların siyasal sorunlar hakkındaki fikirlerin çoğu zaman değişebilir. Diğer taraftan, kolektif eylem veya kamusal politika hakkındaki bir kamusal tartışmada, insanlar herhangi bir haklılık veya doğruluk iddiasını öne sürmeksizin yalnızca ne istediklerini söylerlerse, ciddiye alınmayacaklardır. Ne var ki, haklı veya yararlı olduğunu ve başkalarınca kabul edilmesi gerektiğini iddia ettikleri öneriler sunarak başkalarına hitap etmeleri gerekir. (1999:182) Anılan düşünceden hareketle çağdaş bir demokrasi, siyasal iletişim ve siyasal katılım açısından yeni iletişim teknolojilerinin üstlenmiş olduğu sorumluluk, toplum içerisinde çoğulcu bir mekanizmanın sağlanmasına yönelik olmalıdır. Ayrıca, gerçekleştirdiği faaliyetlerle çoğulcu ve katılıma açık bir sistemin oluşması sürecinde önemli bir rol üstlenmektedir.(Karaçor, 2009: 129-130) Çoğulculuk-Çok Seslilik Olgusu Antik Yunan demokrasi ile çağdaş demokrasi arasındaki fark, bir boyut farkı değil, bir yapı farkıdır. En önemli farklılık, çağdaş demokrasinin oluşturucu öğesi çoğulculuğun kabulünde yatar. Çoğulculuğun bu şekilde kavranması, toplumsal ilişkilerin derin bir dönüşümden kaynaklanır. Aslında, farklıkların, ihtilafın ve bölünmenin meşrulaştırılması, bireysel özgürlüğün ortaya çıkışı ve her için eşit özgürlüğün benimsenmesi söz konusudur. (Mouffe, 1999:348) Şöyle ki çoğulcu siyasal yapılarda, birbiri üzerinde baskı kurmayan, birbirinden ayrı topluluklardan oluşur. her biri makul olan ayrı ve birbiriyle bağdaşmaz değer anlayışları bulunur. Bahse konu anlayışları, kendi pratik akıllarını kullanmaya elverişli koşullarda benimsemişlerdir.(Cohen, 1999:141) Çağdaş bir siyasal demokratik sistemin vazgeçilmez unsuru olan “çoğulculuk”, günümüzde, özellikle iki boyutu ile ortaya çıkmaktadır. Bu boyutlardan biri, “temsili demokrasi anlayışı çerçevesinde, devlet içinde, bazıları genel oya dayalı bir çok kurumun bulunması ve devlet iradesinin, bu değişik kurumlar aracılığı ile ortaya çıkarılmasını” ifade eden “kurumsal çoğulculuk” tur. Diğeri ise, “toplumsal yaşamda, değişik görüşlerin, farklı ideolojilerin bir arada bulunması, kendilerini hiçbir engelleme olmaksızın ifade edebilmeleri” ifade eden “ideolojik çoğulculuk” anlayışıdır.(Batum ve Diğerleri, 2003: 10) 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 143 Tanımı yapılan anlayışlardan hareketle çağdaş bir demokratik siyasal sistemde çoğulcu, çoğunluğu temsil eden siyasi iktidar her zaman hem siyasi hem de hukuki olarak denetlenir. Ayrıca, azınlığın, çoğunluğu denetlemesi ve iktidar olmak için çalışması, değişik görüş ve düşünceler ileri sürebilmesi sağlanır.(2003: 10) Bu bağlamdan Arendt’ ın yaklaşımından hareketle, “eğer insanlar, doğası ya da özü herkes için bir/aynı, ve başka herhangi bir şeyin doğası veya özü kadar da öngörülebilir olan aynı modele göre sonsuz kere yeniden üretilebilir suretler olsalardı, eylem, genel davranış yasaları bakımından gereksiz bir lüks, kaprisli bir müdahale olurdu. Çoğulluk, insani eylemin koşuludur, çünkü hepimiz aynıyız; yani hiç kimsenin şimdiye dek yaşayan, yaşayacak başka herhangi biriyle asla aynı olmayacağı tarzda insanız.”(Arendt, 1994: 37) Bu açıdan bakıldığında toplumsal yapı, çıkarları, öncelikleri ve beklentileri farklılaşmış kesimlerden oluşmaktadır. Üstelik her zaman toplumsal yapıda meydana gelen siyasal süreç, içiçe geçmiş, gönüllü ve özerk grupların çeşitliliğine dayanmayabilir. (Scmitter ve Karl, 1995: 76) Yine çoğulculuk anlayışında halk kavramı; çok çeşitli kurullarda, partilerde, gruplarda, örgütlerde ve birliklerde bir araya gelen üyelerin farklılaşmış bir topluma mensubiyetlerini ifade etmektedir. (Schmidt, 2002:150) Bu bağlamda “çoğulculuk” olgusu çalışmamızda; Toplumsal yapıdaki farklı özellikler taşıyan yurttaşların, diğerlerinin düşüncelerine ve davranışlarına, azami düzeyde saygı gösterilmesi anlaşılmaktadır. Bahse konu olgu, toplumsal birlikteliğin uyumlu bir şekilde sürdürülmesi yönünde, çatışmaların ve problemlerin, eşitlik ve karşılıklı anlayış içerisinde, açık ve serbest biçimde ifade edilmesi kabul edilmektedir. Yine kendi düşünce ve çözüm yollarını kabul ettirmeye zorlamadan, hoşgörülü bir şekilde sorunlar ele alınarak, tartışması ve makul çözüm yollarının bulunulması ön görülmektedir. Ayrıca “çok seslik” olgusu çalışmamızda; Toplumsal yapıda bulunan farklı özellikler taşıyan yurttaşların, diğerlerinin düşüncelerine ve davranışlarına, asgari düzeyde dahi olsa saygı gösteremeyerek, kendi çıkarlarını ön planda tutması anlaşılmaktadır. Bencillik boyutunda toplumsal düzen ve uyumu hiçe sayarak, kendi düşüncelerinin benimsenmesi istenmesi varsayılmaktadır. Toplumsal çatışma ortamlarını giderilmesi veya sorunların çözümünde, hiçbir şekilde karşısındakinin haklarını hiçe sayarak, siyasal sistemin işleyişinin kendince oluşturmak veya oluşturmaya çalışmak şeklinde değerlendirilmektedir. 144 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Sanal Demokrasi Olgusu Siyasal katılım açısından, sanal bir iletişim ortamı olan internetten çok şey beklemektedir. Zira, İnternetin teknik alt yapısı ve gerekli yazılım potansiyeli sayesinde, antik Yunan’ da ki doğrudan demokrasi özgü uygulamaları diriltmek için kullanılabileceğini umulmaktadır. (Meyer ve Hincman, 2014:193) Teknolojideki ilerlemeler internetin, siyasal iletişim forumlarına katılanlara neredeyse sınırsız, esnek, kendi kendini belirleyen, geleneksel toplumsal sınıf ve fiziksel mekân sınırlarından kurtulmuş etkileşim olanakları sunar. Öte yandan temsili demokrasi kurumları öneminin azaldığı yönünde ki bakış açısı değerlendirildiğinde, pek çok yurttaş için demokratik katılım ve karar alma olanaklarının çoğalacağını öngörülmektedir. (2014:169) Bu bağlamda çağdaş demokratik bir siyasal sistemlerde, seçimler ve seçimler dışında ki siyasal iletişim çalışmalarının yapıldığı en önemli mecra kitle iletişim araçları ve internet kullanımından kaynaklanan sanal ortamdır. (Karaçor, 2009: 124) İnternet ağı sayesinde sanal ortam, tüm yurttaşlara kendilerini en çok ilgilendiren konularda söz sahibi olma olanağı vermektedir.(Meyer ve Hincman, 2014:169) Böylelikle yurttaşalar, düşüncelerini doğrudan birbirlerine aktarabilme olanağına kavuşmaktadırlar. O halde Tomas’ ın belirtiği gibi sanal ortam, “...yeni iletişim teknolojileri üzerinde, endüstri sonrası iş/çalışma mantığının bir uzantısı olarak bireylere potansiyel çalışma mekânlarının paralel dünyaları arasında doğrudan ve bütünlüklü bir erişim sağlayan bir alandır.” (Tomas, 1991: 35) Dolayısıyla internet, yalnızca kamuoyunun biçimlenmesinde haber vb. bilgiyi taşıyan bir araç olarak değil. Kendisi bizatihi üzerinde kamusal ilişkilerin gerçekleştiği bir alan olma özelliği ile dikkat çekmektedir. (Timisi, 2003:140) Ayrıca, yüz yüze toplanmalara dayalı konuşma biçiminin internetin dijital sembolleriyle yer değiştirdiği bir noktada, kamusal ve özel alan arasındaki ayrım da giderek ortadan kalkmaktadır.(2003: 24-25) Sonsöz Yerine Demokratik bir siyasal sistem, yurttaşlar arasında siyasi eşitliğin ve çeşitliliğin var olduğu, siyasi bir toplumsal yapı gerekli kılmaktadır. Anılan yapı, doğal olarak çıkarları, öncelikleri ve beklentileri farklılaşmış kesimlerden oluşur. Keza demokrasi, hem farklılıkların korunması, hem siyasal katılım, hem de karar süreçlerinin sağlıklı bir şekilde işlemesi öngörülür. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 145 Ayrıca, toplumsal çatışmalar ve sorunların çözülmesi yönünde demokratik siyasal sistemler, toplumsal bağlayıcılığı olan kolektif kararların alınması ve uygulanması ile ilgilidir. Hatta bütün kararlar, bir tartışma sürecinin izlerini taşımak durumundadır. Zira tartışma, güçlü çağdaş bir demokratik siyasal sistemin merkezindedir. Bu açıdan bakıldığında, internet ve yeni iletişim uygulamalarıyla oluşturulan sanal demokratik ortam, siyasal sistemindeki açmazlara yönelik bir çözüm yolu olarak düşünülmelidir. Nitekim, iletişim teknolojilerinde meydana gelen değişimler, toplumda elde edilebilen enformasyon miktarını genişletmiş ve herkes için ulaşılabilir kılmıştır. Dolayısıyla yurttaşlar, sanal ortamda düşüncelerini ve isteklerini duyura bilmek imkânı bulmaktadır. Böylece, başkalarının fikirleri hakkın rahatlıkla bilgi sahibi olmaktadır. Çağdaş demokratik bir toplumda yurttaşlar, yalnızca seçimlere katılmakla kalmayıp, aynı zamanda en uygun gördükleri örgütlerde, siyasal partilerde ya da yasal gruplarda kendi çıkarlarını ifade etmeleri ve savunmalarıdır. Bu bağlamda, internet farklılıkların birliğini oluşturmaktadır. Sanal bir iletişim ortamı olan internette, eşitlikçi katılım yoluyla; bütün yurttaşların, toplumsal çatışmalar ve sorunlara akılcı-eleştirel bir tartışma ortamında dile getirdiği çözüm ve önerilerinin, toplumsal bağlayıcılığı olan kolektif kararların alınması ve uygulanmasında mevcut siyasal iktidarın kararlarında dikkate alması sağlanmaktadır. Çağdaş demokratik bir siyasal sistemdeki sanal iletişim ortamında, farklı özellikler taşıyan yurttaşların “çok seslik” adına, diğerlerinin düşüncelerine ve davranışlarına, hoşgörü ve saygı göstermeyerek, kendi çıkarlarını ön planda tutması, toplumsal barışı ve düzeni olumsuz yönde etkileyeceğine hiç şüphe yoktur. Belirtilen anlayışta, toplumsal düzeni ve uyumu hiçe sayarak, kendi düşüncelerinin benimsenmesin istenmesi, toplumsal çatışmaların derinleşmesine ve sorunların çözülmez bir yumak haline getirir. Yine, karşısındakinin haklarını hiçe sayarak, siyasal sistemin işleyişinin kendince oluşturması veya oluşturmaya çalışması şeklindeki davranışlar, karışıklıklarla sebebiyet vereceği değerlendirilmektedir. Bu ortamda, demokrasinin gereği, toplumsal bağlayıcılığı olan kolektif kararların alınması ve uygulanması mümkün görülmemektedir. Buna karşın, sanal iletişim ortamında, farklı özellikler taşıyan yurttaşların “çoğulculuk” adına, diğerlerinin düşüncelerine ve davranışlarına, azami düzeyde hoş görü ve saygı göstererek, toplumsal birlikteliğin uyumlu bir şekilde sürdürülmesi için elinden geleni yapması, çatışmaların ve problemlerin çözülmesine olumlu katkı sağlar. Yine “çoğulculuk” anlayış içerisinde, yurttaşların, eşit ve karşılıklı, kendi düşünce ve çözüm yollarını kabul ettirmeye zorlamadan, hoşgörülü bir şekilde sorunlar ele alınarak, tartışması ve makul çözüm yollarının bulunulması, demokrasinin gereği, toplumsal bağlayıcılığı olan kolektif kararların alınması ve uygulanması sağlayacağından hiç şüphe yoktur. Bu açıdan bakıldığında, çağdaş demokratik bir siyasal sistemin en temel unsurun “çoğulculuk” olduğunu değerlendirmektedir. 146 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça 1. Ağaoğulları, M.A. ve Köker, L. (2009). Kral-Devlet yada Ölümlü Tanrı. 4.Baskı, Ankara: İmge Kitabevi. 2. Ağaoğulları, M.A. ve Zabcı, F.Ç. ve Ergün, R. (2009). Kral-Devletten UlusDevlete. 2.Baskı, Ankara: İmge Kitabevi. 3. Arendt, H. (1994). İnsanlık Durumu. (çev.) Bahadır Sina Şener, İstanbul: İletişim Yayıncılık. 4. Aristoteles. (2010). Politika. (çev.)Mete Tunçay, 13.Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi. 5. Aziz, A. (2003). Siyasal İletişim. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. 6. Barber, B. (1995). Güçlü Demokrasi. (çev.)Mehmet Beşikçi), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 7. Batum, S., İnceoğlu, S., Öztezel, A., Tokuzlu L.B.(2003). Çoğulculuk. İstanbul: Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı Yayını. 8. Benhab, S. (1999). Müzakereci Bir Demokratik Meşruiyet Modeline Doğru. (çev.) Zeynep Gürata ve Cem Gürsel. Demokrasi ve Farklılık: Siyasal düzenin sınırlarının tartışmaya açılması. (Yay.Haz.) Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi. 9. Berktay, F. (2011). Politikanın Çağrısı. Üniversitesi Yayınları. 2.Baskı, İstanbul: İstanbul Bilgi 10. Cohen, J. (1999). Müzakereci Demokraside Usul ve Esaslar. (çev.) Zeynep Gürata ve Cem Gürsel, Demokrasi ve Farklılık: Siyasal düzenin sınırlarının tartışmaya açılması. (Yay.Haz.) Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi. 11. Cohen, J.L. ve Arato, A. (2013). Sivil Toplum ve Siyasal Teori, İstanbul: Efil Yayınevi. 12. Dahl, R.A. (1993). Demokrasi ve Eleştirileri. (çev.) Levent Köker, Ankara: Yetkin Basımevi. 13. Delanty, G. (2015). Topluluk. (çev.)F. Bilge Atay, İstanbul: Everest Yayınları. 14. Eroğul, C. (1991). Devlet Yönetimine Katılma Hakkı. Ankara: İmge Kitabevi. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 147 15. Göle, N. (2000). İslamın Yeni Kamusal Yüzleri. İkinci Basım, İstanbul: Metis Yayınları. 16. Habermas, J. (1999). Demokrasinin Üç Normatif Modeli. (çev.) Zeynep Gürata ve Cem Gürsel, Demokrasi ve Farklılık: Siyasal düzenin sınırlarının tartışmaya açılması. (Yay.Haz.) Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi. 17. Habermas, J. (2001). İletişimsel Eylem Kuramı. (çev.) Mustafa Tüzel, İstanbul: Kabalcı Yayınevi. 18. Habermas, J. (2012).Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü. (çev.) Tanıl Bora ve Mithat Sancar, 12.Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları. 19. Hardt, M. ve Negri, A. (2004). Çokluk İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi. (çev.) Barış Yıldırım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 20. Hasanoglu, M. (2001). Küreselleşmenin Devlet Yönetimine Etkileri, Sayıstay Dergisi, 43, 70-78. 21. Hobbes, T. (2007). Elementa Philosophica de Cive/ Yurtaşlık Felsefesinin Temelleri. (çev.) Deniz Zarakolu, İstanbul: Belge Yayınları. 22. Hobbes, T. (2011). Leviathan.(çev.) Semih Lim, 9.baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 23. Kalaycıoğlu, E. (1983). Karşılaştırmalı Siyasal Katılma: Siyasal Eylemin Kökenleri Üzerine Bir İnceleme. İstanbul: İ.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi Yayınları. 24. Karaçor, S.(2009) , Yeni İletişim Teknolojileri, Siyasal Katılım, Demokrasi, Yönetim ve Ekonomi Dergisi,2, 121-131. 25. Locke, J. (2004). Hükümet Üzerine İkinci Deneme, (çev.)Fahri Bakırcı, Ankara: Babil Yayıncılık. 26. Meyer, T. ve Hincman, L. (2014). Medya Demokrasisi. (çev.)Ahmet Fethi), İstanbul: Köprü Kitapları. 27. Mouffe, C. (1999). Demokrasi, İktidar ve Siyasal Düzen. (çev.) Zeynep Gürata ve Cem Gürsel, Demokrasi ve Farklılık: Siyasal düzenin sınırlarının tartışmaya açılması. (Yay.Haz.) Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi. 148 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 28. Rhodes, R.A.W, University Press. (1997). Understanding Governance. Buckingam: Open 29. Sartori, G.(1996). Demokrasi Teorisine Geri Dönüş. (çev.)Tunçer KaramustafaoğluMehmet Turan, Ankara: Yetkin Yayınları. 30. Schmidt, M.G. (2002). Demokrasi Kuramına Giriş. (çev.)M.Emin Köktaş, 2.Baskı, , Ankara: Vadi Yayınları. 31. Schmitt, R. (2009). An Introduction to Social and Political Philosophy: A Question-Based Approach, Plymouth: Rowman & Littlefield Publishers. 32. Scmitter, P.C. ve Karl, T.L. (1995). Demokrasi Nedir…Ne değildir, Demokrasinin Küresel Yükselişi, (Edi.)Larry Diamond-Marc F.Plattner, (çev.)Levent Gönenç, Ankara: Yetkin Yayınları. 33. Sezen, Saim.(2000). Seçim ve Demokrasi. 2.Basım. Ankara: Gündoğan Yayınları. 34. Sørenson, G. (2008). Democracy and Democratization. 3.rd Edi., BoulderColorado: Westview Press. 35. Öz, Esat. (1992). Türkiye’de tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım. Ankara: Gündoğdu Yayınları. 36. Taylor, C. (1995). Liberal Politics and the Public Sphere, Philosophical Arguments, Cambridge, Mass.: Harvard University Press. 37. Timisi, N. (2003).Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi. Ankara: Dost Kitabevi. 38. Tokgöz, O. (2008). Siyasal İletişimi Anlamak. Ankara: İmge Kitabevi. 39. Tomas, D. (1991). Old Rituals for New Space: Rites de Passage and William Gibson’s Cultural Model for Cyberspace, (yay. haz.)M. Benedikt. Cyberspace: First Steps. Cambridge, MA: MİT Press. 40. Young, M.I. (1999). İletişim ve Öteki: Müzakereci Demokrasinin Ötesinde. (çev.) Zeynep Gürata ve Cem Gürsel, Demokrasi ve Farklılık: Siyasal düzenin sınırlarının tartışmaya açılması. (Yay.Haz.) Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 149 150 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ MOBİL CİHAZ TEKNOLOJİSİ İLE BİRLİKTE GELİŞEN MOBİL UYGULAMALAR VE BUNLARIN İLETİŞİM BOYUTUNDA İNCELENMESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Hasan BİBEROĞLU1 Tuba PALA2 Özet Mobil iletişim için kullandığımız cihazlarımızda multimedya içerikli (sesli ve görüntülü) ve yazılı iletişim kurabileceğimiz ve ek olarak da bunu hızlı ve ekonomik olarak gerçekleştirebileceğimiz, masaüstü veya taşınabilir dizüstü bilgisayar gibi cihazlardan web tarayıcısını açarak erişebileceğimiz ücretli ve ücretsiz onlarca uygulama bulunuyor. Bunlardan bazıları ; Apple’ın iPhone ile duyurduğu Facetime, milyonlarca kullanıcısının mobil platformlarda da her şart ve zamanda sohbet etmesini sağlamak için geliştirilmiş Facebook Messenger, iş dünyasının, baş aktörü Skype, ooVooVideo Chat, TangoVideo Calls, Ustream, Fring,Viber, Nimbuzz, whatsapp ve gelişmiş sohbet uygulamaları olarak Touch( Eski adıyla PingChat), Kik Messenger , eBuddy, Meebo servisleri , BlackBerry’nin vazgeçilmezi olan GSM şebekesinden bağımsız veri iletişimi sağlayan BBM (BlackBerryMessenger). Yine sosyal ağ kapsamı içerisinde tanımlanan twitter, instagram, googleplus, linkedln, pinterest gibi paylaşım platformları da sosyal boyutlu iletişim kapsamında geniş yer bulmaktadır. Dünyaca tanınmış mobil mağaza platformlarından birinde chat kelimesini arattığımızda sonuç olarak iki yüz elli adet olan uygulama sayısı ve bunların ek bileşenlerinin sayısı bu söylemin kanıtı olabilir. Sosyal ağ uygulamaları aktif kullanıcı sayıları, uygulamaların aktif kullanıcı değişim grafikleri, sosyal ağ kullanıcılarının 2010-2018 yılları arasındaki kullanıcı sayıları, 2012-2018 twitter kullanıcılarının dünya üzerindeki dağılım istatistikleri, 2015 yılının ilk çeyreğinde facebook kullanıcılarının dünya üzerindeki dağılım durumları, mobil cihazlara mobil uygulama indirme istatistikleri, aylık whatsapp kullanım verileri, en çok tercih edilen sohbet uygulaması ve nedenleri gibi birçok veriyi çalışmada içerik olarak yer almaktadır. Yapılan bu çalışmada, son yıllardaki mobil cihaz teknolojisindeki gelişmelerle aynı doğrultudaki uygulama yazılımlarının gelişimi, bunların içerisinde multimedya iletişim olanağı sağlayan chat ve sosyal ağ uygulamalarının gelişim ve kullanım süreçleri, günlük yaşantımızdaki yeri incelenmiştir. Ayrıca bu konu çerçevesindeki yapılabilecek araştırmalara destek olabilecek mahiyette olması için içerik geniş tutulmuş ve istatistiksel grafik ve sonuçlarla desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler : Mobil Cihaz, Mobil Uygulamaları, Sohbet Uygulamaları, Sosyal Ağlar, İletişim 1 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Bilgisayar Programcılığı Programı, [email protected] 2 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Bilgisayar Programcılığı Programı, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 151 A STUDY OVER MOBILE APPLICATIONS DEVELOPING WITH MOBILE DEVICE TECHNOLOGY AND THEIR INVESTIGATION IN TERMS OF COMMUNICATION Abstract Multimedia content on our devices we use for mobile communications (voice and video) and can establish written communications, and in addition also can do so quickly and economically, desktop or portable laptop has a paid and free dozens of applications can access by opening a web browser from such devices. Some of these ; Apple iPhone announced the Facetime, millions of users of the developed to ensure that the conversation in any condition and time on mobile platforms Facebook Messenger, the business world, the main actors of Skype, oovoovideo Chat tangovideo Calls, Ustream, Fring, Viber, Nimbuzz, WhatsApp and advanced chat in practice Touch (Formerly pingchat), Kik Messenger, eBuddy, Meebo services, which is indispensable for BlackBerry’s BBM providing data communication independently of the GSM network (the blackberrymesseng). Yet social network scope defined in twitter, instagram, GooglePlus, linkedln, sharing platforms like pinterest finds wide communication within the scope of the social dimension. Find the word we chat as a result of one of the world-renowned platform mobile application store, two hundred and fifty units, and the number of them can attest to snap this discourse. A lof of dataare involved in the study, including active user number of social network applications, active user variation graphics, numbers of social network users between 2010-2018 years, variance statistics of 2010-2018 Twitter users over the world, variance situation of Facebook users over the world in the first quarter of 2015, statistcs of mobile application downloading, monthly Whatsapp usage data, the most preferred chat application and reasons. In this research, the investigated areas are application softwares’ development in paralel with developments in mobile device technology in recent years, processes of development and usage of chat and social network applications that prepare the way for multimedia communication among them, and the role in our daily life. Also, the content has a wide coverage in order to support the studies to be done about this subject and is provided with graphics and results. Keywords: Mobile device, mobile applications, chatapplications, socialnetworks, communication. 152 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. Giriş Gelişen teknoloji ile birlikte gelişen iletişim cihazları , hızlı bir şekilde mobil hale gelmekte ve bireylerin sürekli yanlarında bulundurmalarına yönelik geliştirmelerle ilerlemesine devam etmektedir. İletişim cihazlarının mobil hale gelmesiyle, uygulamaların kullanım sıklığı artmakta, bir başka deyişle uygulama kullanım sıklığı artması için iletişim cihazları mobil hale getirilmektedir. Mobil cihazlar içerisinde iletişim amaçlı, yazışma ve sosyal ağ uygulamalarının yanı sıra oyun uygulamaları, video izleme, e-ticaret uygulamaları da kullanım sıklığı açısından kullanıcılar arasında geniş yer bulmaktadır. Başka bir deyişle mobil iletişim ve uygulama yazan firmalar kullanıcıların uzun süre uygulamalarda vakit geçirmesi için geliştirmeler yapmaktadır. 2013 yılı için yapılan araştırmalar, kullanıcıların mobil cihazlarda geçirdikleri sürenin % 80’inde mobil uygulamaları kullandıklarını belirtiyordu [1]. Bu oran 2014 yılının ilk iki çeyreğinde düzenli bir artış göstererek % 86’ya ulaştı. Buna karşın mobil web sitelerinde geçirilen süre de, % 20’lerden % 14’e gerilemiş durumda. En çok tercih edilen uygulama türleri iOS ve Android kullanıcılarının mobil cihazlarında ağırlıklı olarak kullandıkları bazı uygulamaların tercih edilme oranları 2013 için aşağıdaki şekilde gösterilmiştir [1] ; Tablo 1. Mobil cihazlarda uygulama kullanım oranları Oyun Facebook Mesajlaşma uygulamaları Youtube Twitter Eğlence Verimlilik uygulamaları Haber uygulamaları Diğer uygulamalar % 32 % 17 % 9,5 %4 % 1,5 %4 %4 %3 %3 Aslında mobilite yani taşınabilirlik iletişim için faydalı bir özellik olsa da , toplumsal olarak yüz yüze iletişimde geçirilen zamanlarda azalma, beraber vakit geçirememe, mobil cihazlara harcanan paraların ölçüsüzlüğü gibi toplumsal birlikteliğe zarar verebilecek ve sosyal çatışma ortamlarına da zemin hazırlayabilecek birçok faktöre de sebep olabilmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 153 Milyar cinsinden Kullanıcı Sayıları 1.1. 2010 - 2018 Yılları Arası Sosyal Ağ Kullanıcı Sayıları Şekil 1. Milyar Cinsinden 2010-2018 Yılları Arası Sosyal Ağ Kullanıcı Grafiği [2] cinsinden Kullanıcı Sayıları 1.2. 2012 - 2018 Yılları Arası Twitter Kullanıcı Sayıları Şekil 2. 2012 - 2018 Yılları Arası Twitter Kullanıcı Sayıları Grafiği [3] 154 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Milyon cinsinden Kullanıcı Sayıları 1.3. 2008 – 2015 Yılları Arası Çeyrek Dönemlerde Facebook Kullanıcı Sayıları Şekil 3. Milyon cinsinden Kullanıcı Sayıları Grafiği [4] 1.4. Son Üç Ay İçinde İnterneti Kullanan Bireylerin İnterneti İletişim Amaçlı Kullanımı Tablo 2. Türkiye Geneli Bireylerin İnterneti İletişim Amaçlı Kullanım Oranları [ 5] İletişim İçeriği Mesaj Gönderme – Alma ( % ) Video Konferans, Telefon Görüşme ( % ) Sohbet amaçlı kullanım ( % ) Kullanım Bölgesi Türkiye Şehir Merkezi 68,8 71,4 6,0 6,4 Kırsal 52,9 3,5 40,5 44,3 39,8 2. Yöntem Bu çalışmada anket tekniği kullanılmıştır. Çalışmada sunulan veriler, 22-28 Mayıs 2015 tarihlerinde Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulunda aktif olarak devam eden öğrencilere bilgisayar ortamında yapılmıştır. Araştırmanın örneklemi, aktif olarak akıllı telefon ve uygulamalarını kullanan 40 öğrenciden oluşmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 155 3. Bulgular Ve Tartışma 3.1. Akıllı Telefonunuza Sahip Olmak Size Ne Kadara Mal Oldu ? Şekil 4. Örneklemdeki kişilerin akıllı telefona harcadıkları maliyetler Şekil 4’ ten görüleceği üzere, iletişimin mobil yönüne ulaşmak adına , kullanıcılar farklı fiyat aralıklarında ürünler tercih ederek , iletişimin sürekli olması adına kendilerine düşen giriş hamlesini yapmışlardır. Örneklemde yer alan kullanıcılar standart bir fiyat aralığı denebilecek 501-1000 TL aralığındaki ürünleri tercih etmişler ve iletişimin sürekli olması yönünde eğilim göstermişlerdir. Alım durumlarındaki fiyat anlamında arada yüksek farklar olması durumunda toplumsal huzur ve birliktelik adına , ekonomik sıkıntılarda ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Bu bağlamda bakıldığında ortalama bir fiyat aralığında , örneklemin yarısından çoğu alım gücüne sahiptir. Bu da bu örneklem topluluğu için sağlıklı bir durumdur. 3.2. İletişim İçin Mobil Uygulama Kullanıyor musunuz ? Şekil 5. Mobil uygulama kullanma sıklığı 156 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 40 kişilik örneklemin bu yöndeki bir soruya verdiği yanıtlara baktığımızda ilginç olan yanıtlardan biri de akıllı telefonları olmasına rağmen “hiç kullanmadım” seçeneğinin 2 kişi tarafından onaylanmış olmasıdır. Akıllı telefon sahibi olmak popüler uygulamaları ön koşulsuz kullanıyor anlamına gelmemektedir. Fakat bu soruya verilen cevaplardan % 95’ nin olumlu olması , akıllı telefon sahibi olmanın mobil iletişim uygulamaları kullanma amacıyla orantılı olduğu sonucuna büyük oranda varılabildiğini göstermektedir. 3.3. Mobil İletişim uygulamalarından hangilerini kullanıyorsunuz? Şekil 6. Mobil iletişim uygulamaları tercihleri Örneklem içerisindeki bu soruya ait verilen cevaplara bakıldığında yoğun olarak mobil iletişim uygulamalarının kullanıldığı ve yine sosyal ağ kullanımı olan kişilerin direkt olarak kullandığı platformun mobil uygulamasını tercih ettiği de görülmektedir. Bunun yanında whatsapp gibi genelde android işletim sistemiyle yüklü olarak kullanıcılara sunulan bu uygulamaların da kullanıcılar içerisinde populeritesinin olduğu gözler önündedir. Örneklemdeki bazı kişilerin, bu konudaki soruya verilen cevaplardan, birden fazla iletişim uygulamasını kullandığı da görülmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 157 3.4. Mobil İletişim Uygulamalarını Hangi Amaçla Kullanıyorsunuz ? Şekil 7. Mobil iletişim uygulamaları kullanma amaçları Tablo 3. Mobil iletişim uygulamaları kullanma amaçlarına ait oranlar Kullanılma Amacı Kişi Sayısı YAZILI / GÖRÜNTÜLÜ MESAJLAŞMA RESİM PAYLAŞIMI ANLIK HABERLEŞME DOSYA GÖNDERME / ALMA ÇALIŞMA GR UPLARI ARASI DUYURU / İLAN Other(Diğer) 36 29 33 27 22 0 Yüzde Oranı (%) 90% 72.5% 82.5% 67.5% 55% 0% Mobil iletişim uygulamalarından amaç sadece sohbet değildir. Örneklemin içerisinde yer alan kişilerin verdiği cevaplara bakıldığında resim paylaşımı, anlık haberleşme, dosya gönderme alma, çalışma grupları arası duyuru / ilan gibi seçeneklerin yüzdelik oranı %74 ler seviyesindedir. Aslında bu durum , maille bilgilendirme veya dosya gönderme işlemlerinin de artık yerini mobil iletişim cihazlarındaki uygulama içi özelliklerine bıraktığı şeklinde yorumlanabilir. 158 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 3.5. Günlük Olarak Mobil İletişim Uygulamalarında Geçirdiğiniz Süre Sizce Ne Kadardır? Şekil 8. Mobil İletişim uygulamalarında geçirilen süreler Bir önceki soruya istinaden verilen cevaplar ile aynı doğrultuda , dosya göndermealma, resim paylaşımı, duyuru-ilan , yazışma, haberleşme gibi uygulama içi çalışma ve iletişim için ortalama 1 saatten fazla zaman ayrıldığı görülmektedir. Normal gün içi bireysel veya fiziksel çalışma süresinin 8 saat, uyku ve istirahat için 8 saat ayrıldığı bir zaman diliminde 1saatten fazla mobil uygulamalarla iletişime zaman ayrılması oldukça önemli bir süredir. Aile veya sosyal hayat içerisindeki ilişkiler ve iletişime ayrılan zamandan kaybedilen süreler olarak görülebilir. 3.6. Mobil İletişim Uygulamalarında, İfadelerinizde Yer Alan Kelimeleri Biçimsel Olarak Nasıl Kullanıyorsunuz? Şekil 9. Kullanılan İfadelerin Biçimsel Değerlendirilmesi Örneklemde yer alan kişilerin %35 ‘ lik bir kısmının aslında Türkçe diline ait kelime yazımı, cümle kurgusu gibi durumlara çok da hassas olmadığı ve biçimsel olarak dili eksik ve hatalı cümlelerle kullandığı görülmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 159 Hiçbir kelime yazılmadan içinde bulunulan duygu durumu tek bir grafik simge ile karşı tarafa aktarılması, örneğin; az harfle çok şey anlatma çabası ve MSN dili denilen bir dilin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Anlatımı hızlandırmak amaçlı sık kullanılan kelimelerde ünlü harflerin kullanılmaması (slm, nbr, cnm, by, tmm, kib), konuşma dilinin olduğu gibi yansıtılması yazım kurallarının ve noktalama işaretlerinin öğrenilmesin de ve kullanılmasında da sorunlara yol açtığı görülmektedir [6]. 4. Sonuç ve Öneriler Farklı bir çok alanda olduğu gibi teknolojide iletişim uygulamalarının çoğalması toplumsal olarak iletişimin ve insanlar arasındaki ilişkilerin gelişmesini sağlamıştır. Hızlı, görsel, ücretsiz olması gibi nedenlerden dolayı kullanılma sıklığı artan mobil iletişim yazılımlarından olan facebook Messenger, twitter mobile, whatsapp gibi yazılımlar en popüler iletişim ortamlarındandır. Yazılı ve multimedya içerik olarak karşılıklı iletişim kurma imkanı sağlayan bu yazılımlar bireylerin geleneksel sohbet anlayışında dönüşüm gerçekleştirmiş, bunun yanında farkında olmadan sosyalleşmelerine de katkı sağlamıştır. Fakat iletişim amaçlı uygulama yazılımlarının olumlu yanları olduğu gibi olumsuz yanları da mevcuttur. Bu ortamlar sebebiyle , kişilerin kimliklerini gizleme yoluyla yalancılığı, ilişkilerde ve konuşmalarda ölçüsüzlüğü de beraberinde getirebilmektedir. Ayrıca iletişim ortamları, kültürel ve toplumsal dil ve üslup bozukluklarına zemin hazırlayabilmektedir. Ayrıca , sanal dünya , sohbet, oyun, multimedya içerik izleme gibi birçok platformla insanları kendine bağlamakta, bireyler bu şekilde sosyal yaşamdan kopmakta ve zamanlarını büyük bir oranda buralarda harcayarak sosyolojik olarak iletişim anlamında sıkıntılar ortaya çıkabilmektedir. Bu problemleri ortadan kaldırmak ancak teknolojik cihazların , hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın sınırlı ve planlı kullanılmakla mümkün olabilir. Bu çalışmanın devamı olarak, program bazlı özellikler ele alınıp, kişilerin uygulamalardaki eğilimleri üzerine de araştırma yapılabilir. 160 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça 1. İnternet, yukseliste/ http://www.mobiroller.com/tr/mobil-uygulamalar-2014-yilinda-da- 2. İnternet, http://www.statista.com/statistics/278414/number-of-worldwide-socialnetwork-users/ 3. İnternet, http://www.statista.com/statistics/303681/twitter-users-worldwide/ 4. İnternet, http://www.statista.com/statistics/264810/number-of-monthly-activefacebook-users-worldwide/ 5. TÜİK Hane Halkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması, http://www.tuik. gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1028 6. Şişman B.Öğr.Gör.Dr., Sayısal Kültür, Toplum ve Medya : MSN Örneği, Gümüşhane Üniversitesi, İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, Sayı 3, Mart 2012 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 161 162 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ ÖRGÜTSEL ÇATIŞMA YÖNETİMİNİN TÜKENMİŞLİĞE ETKİSİ: ÇAĞRI MERKEZİ ÇALIŞANLARINA YÖNELİK BİR ARAŞTIRMA Murat GÖRAL1 Öznur BOZKURT2 İlhan BOZKURT3 Özet Örgütsel çatışma kaçınılmaz olarak tüm kurumlarda ortaya çıkabilen bir olgudur. Çatışmalar yönetim tarzlarına göre olumlu ya da olumsuz sonuçlar vermektedir. Bu çalışmada çatışma yönetimi türlerinin çalışanların tükenmişliğine etkisi incelenmiştir. Araştırmaya katılan telefon operatörü çalışanlarının orta düzeyde tükenmişliğe sahip olukları ve bu tükenmişlik üzerinde çatışma yönetim türlerinin etkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Özellikle hükmetme, kaçınma ve ödün verme şeklinde çatışmaların çözümlenmesi tükenmişliği artırırken, tümleştirme ve uzlaşma şeklinde çatışmaların çözülmesi tükenmişliği azaltmaktadır. Demografik özellikler açısından tükenmişliğin yalnızca cinsiyet açısından farklılık gösterdiği ve bu farklılığında erkeklerin kadınlara oranla daha yüksek oranda tükenmişlik yaşamasından kaynaklandığı bulunmuştur. Düşük kişisel başarı kaynaklı tükenmişliğin en sık yaşanan tükenmişlik türü olduğu ve çatışmaların çözümünde de en sık tümleştirme yönteminin kullanıldığı araştırma sonucunda ortaya çıkan bir diğer bulgu olmuştur. Anahtar Kelimeler: Çatışma, Örgütsel Çatışma, Çatışma Yönetim Türleri, Tükenmişlik, Tükenmişlik Boyutları THE EFFECT OF ORGANIZATIONAL CONFLICT ON BURNOUT: A 1 Öğr. Gör. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Turizm Bölümü [email protected] 2 Yrd. Doç. Dr. Düzce Üniversitesi İşletme Fakültesi Sigortacılık ve Sosyal Güvenlik Bölümü, [email protected] 3 Psikolog, Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Araştırma Hastanesi [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 163 RESEARCH ON CALL CENTER WORKERS Abstract Conflict is a case that may take place invitably in any institution and may cause positive or negative results according to management styles. In this study, conflict management types were examined as effect on the employee burnout. The sample of research has a medium level burnout and reached the conclusion that the effect of type of conflict management on the burnout. Especially, domination, avoidance and compromising have been reasing burnout, while integration has been reducing. In context of demographics,, only gender differs and it has been found that this difference arises from males encounter burnout more than females. The most common type of burnout is low personal accomplishment burnout type. The another finding of research results the most common method of resolution of the conflict is integrating methot. Keywords: Organizational Conflict, Methods of Conflict Management , Burnout, Dimensions of Burnout. 1.Giriş 164 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Günümüze kadar çatışma ile ilgili yaklaşımlar incelendiğinde temel olarak üç görüşün netleştiği söylenebilir. Bunlardan ilki geleneksel görüş, çatışmanın istenmeyen bir durum olduğu işletmeleri daima negatif yönde etkilediği ve performanslarını düşürdüğü temeline dayanmaktadır. Bu yüzden çatışma işletmelerin kaçınmalarının gerektiği bir durumdur. Bu görüşte çatışma hep şiddet tahrip ve yıkım gibi kavramlarla ilişkilendirilmiştir. Çatışma, kontrol edilmeli azaltılmalı ve en sonunda da tamamen yok edilmelidir. Bu doğrultuda geleneksel görüş, yöneticiye olası çatışmaları önleme ve var olan çatışmaları ise otoriter bir tavır sergileyerek bastırma sorumluluğunu yüklemiştir. İkincisi olan davranışsal görüş ise 1940 lı yılların sonlarında ortaya çıkmış ve 1970 lere kadar etkisi devam etmiştir. Bu görüş çatışmanın doğal ve işletmeler için kaçınılmaz bir süreç olduğunu ayrıca çatışmanın sadece negatif etkilerinin bulunmadığını aynı zamanda nasıl yönetildiğine bağlı olarak pozitif etkilerinin de bulunabileceğini ileri sürmüştür. Çatışma belli bir düzeyde tutulabilirse performansı artıracaktır. Ancak bu düzey aşılır ve ya çözümsüz bırakılırsa performansı düşürecektir. Bu yaklaşım çatışmanın kabulünü ve ortaya çıkmasının rasyonelize edilebileceğini savunur. Çatışmanın olası getirilerinden dolayı yöneticiler onu bastırmak ve yok etmek yerine onu etkin biçimde yönetebilmeye odaklanmalıdır. Etkileşimci yaklaşım olarak da tanımlanan son yaklaşım ise çatışmanın performansı artırabilmek için gerekli olduğunu savunur. Davranışsal yaklaşım çatışmayı kabul ederken etkileşimci yaklaşım kabul etmenin de ötesinde sürekli ahengin, huzurun sakinliğin zamanla beraberinde statik ilgisiz durağan ve yeniliğe cevap veremeyen bir sistemi getireceğinden çatışmayı teşvik eder. Bu yaklaşım yaratıcılığın yenilikçiliği ve eleştirel bakışı geliştirmek için yöneticileri çatışmayı sürekli kabul edilebilir bir düzeyde tutmaları konusunda cesaretlendirir. Sinyalleri ve belirtileri fark edilmeyebilir ancak çatışma yine de vardır. Herhangi bir organizasyon ya da birey farkında oldukları ve ya farkında olmadıkları bir çatışmanın içinde rol sahibidir. hangi bir çatışmada rol alırlar. Çatışma yeniliği teşvik eden gücün ana kaynağı olabileceği gibi örgütler için yıkıcı bir potansiyele de sahiptir(Hoelscher ve Comer, 2002). Kuşkusuz bu yıkıcı etkinin sonuçlarından biri tükenmişliktir. Tükenmişlik herkesin üzerinde birleştiği tek tanımı olan bir kavram olmamasına karşın yine de psikolojik bir sendrom olduğu konusu genel kabul görmüştür. Bireyin dış baskılarla mücadele edebilecek iç kaynaklarının yetersiz kalma durumu olarak tanımlanabilir. Gerek fiziksel, psikolojik gerekse sosyal olsun bu dış baskıların türü fark etmeksizin bireyi tükenme durumuna getirebilir. Bu bağlamda örgütsel çatışma da türüne ve kaynağına bağlı olarak tüm bu dış baskıları meydana getirebilir bir niteliğe sahiptir. Bu nedenle örgütsel çatışma bireylerin tükenmişlik sendromu yaşamasıyla yakından ilgili olabileceği düşüncesinden hareketle bu çalışmada bu iki kavramın birbiriyle ilişkisi incelenmiştir. Bu incelemenin verilerin analiz boyutuyla ilgili sonuçlar 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 165 verilmeden evvel her iki kavramında kaynakları, sonuçları ve türleri gibi noktalardan bir literatür araştırması yapılarak kavramlar arasındaki ilişkiyi güçlendirecek bir zemin hazırlanmıştır. 2. Örgütsel Çatışma Örgütler için kaçınılmaz ola çatışma kaçınılması gereken bir süreç değildir. Eğer kontrollü bir düzeyde tutulabilir ve yönetilebilirse performansı artırıcı bir işlev görmektedir. Çatışmanın belirli bir düzeyde tutulabilmesi içinde birtakım stratejile9rin ve tekniklerin kullanılması sürecine çatışma yönetimi denmektedir (Robbins ve Judge, 2007: 513). Çatışmayı bu şekilde ele aldığımızda, bu oluşumun, çatışma sayesinde örgütlerde değişik içerikli davranış biçimlerinin ve karar seçeneklerinin ortaya çıkarılması açısından bir esneklik sağladığı ve bireylerin yaratıcılığının güçlendirildiği, uzmanlık alanlarının örgütün tüm düzeyine yayılmasına olanak sağladığı bir süreç olduğu ifade edilebilir (Huczynski, 1991, s. 573-574). Çatışma yönetimi sistematik bir süreç olmasına karşın çoğu zaman insanların çatışma durumlarında yaklaşımları da çatışma yönetiminin birer unsuru olarak ele alınmaktadır. Bu yaklaşımlar bu çalışma kapsamında, kaçınma, ödün verme, hükmetme, uzlaşma ve tümleştirme olmak üzere beş başlık altında incelenmiştir. 2.1. Kaçınma: Çatışmayı ortadan kaldırmak için kullanılan en doğal yol, çatışmadan kaçınılmasıdır. Kaçınma yöntemini uygulayan taraf çatışma konusunda, bilinçli olarak, herhangi bir eylemde bulunmaz ve çatışma durumunun dışında kalmaya çalışır (McKenna, 1995, s.23). Kaçınılmaz bir biçimde çatışma çıkmış ise; ya bulundukları bu ortamı terk eder ya da çok önemli uğraşıları varmış gibi, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyip, sadece yaptıkları ise bakarlar. Aslında; çatışan taraflarla konuşulduğunda, sanki hiçbir anlaşmazlık yokmuş gibi, sessiz kaldıkları ya da çatışmayı inkar ettikleri görülür. Kaçınma sonucu görmezden gelinen sorunlar çözülmedikleri için zamanla etkileri daha yıkıcı çatışmalar yaratacak forma dönüşebilirler. Çatışmadan sürekli kaçınanlar kendilerini zayıf hissederler, engellemeler ve problemlerle mücadele için kendilerini güçlü hissetmezler (Sökmen ve Yazıcıoğlu, 2005:6). 2.2. Uzlaşma: Uzlaşma, çatışan tarafların kendi çıkarlarından vazgeçerek ortak çıkarlar doğrultusunda birleşmeleridir (Robbins, 2003, s.169). Her iki taraf da karşılıklı olarak kabul edilebilir bir düşünce oluşturabilmek için ortak fedakarlık yoluyla verip almayı ve paylaşmayı kabul eder. Dolayısıyla kesin olarak kazanan ya da kaybeden bir taraf yoktur (Rahim vd. 2000, s.12). 2.3. Tümleştirme Stratejisi: 166 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Tümleştirme(Bütünleştirme) stratejisinin temelinde, kartları ortaya konulması vardır. Kabul edilebilir bir çözüm için her iki tarafta anlaşmazlık sebebi olan hususları ortaya koyar ve problemi ortadan kaldıracak bir yapıcı bir sonuca ulaşmayı amaçlarlar (Karip, 2003;65). Her iki tarafta problemin kaynağını, nedenlerini ve farklılıklarını ortaya koyduğu için ne yapabilecekleri konusunda daha geniş bir bakış açısına sahip olabilmektedirler (Karakuş ve Cankaya, 2010). Keçecioğlu (1999), çatışmayı bu yöntemle seçecek yöneticinin dikkat etmesi gereken bir takım hususları ifade etmiştir (Öztaş ve Akın,2009 ; 15). Bunlar; • Bilgi paylaşımı sağlamak • Çatışmaların çözümünde problemin kaynağına inmek • Çatışmanın tüm taraflarının kazanacağı bir çözüm geliştirmek • Bireyleri anlamadan yargılamaktan kaçınmak • Yeni yol ve tekniklere açık olmak • Alınan kararı gözden geçirerek doğruluğundan emin olmak 2.4. Ödün Verme: Ödün verme(uyma) davranışı kişinin kendi istek ve ihtiyaçlarını göz ardı ederek karşı tarafın istek ve beklentileri dikkate alınır. Bireyler özellikle ilişkilerinin bozulmamasını ve devam etmesini istedikleri durumlarda bu davranışı sergiler (Tekkanat, 2009)Uyma davranışı gösteren kişiler; karşı tarafla pozitif ilişkilerini sürdürebilme adına, kendi hedeflerinden vazgeçmenin, çatışmanın çözümü için en iyi yol olacağını düşünürler. Başka bir deyişle, bu stratejide; taraflardan birinin, karşı tarafın ilgi ve ihtiyaçların ön plana çıkması karşılığında kendi ilgi ve ihtiyaçlarının doyumundan vazgeçmesi söz konusudur. Kaçınma davranışı sergileyen bireyler gibi uyumlu bireylerin de düşüncesi, çatışmanın olumsuz ve kötü bir durum oldu÷u yönündedir. Fakat söz konusu düşünceye sahip bireyler; kaçınma tarzından farklı olarak, teslim olup, ilişkilerini sürdürmeye çalışırlar (Baykal ve Kovancı, 2008). Birey çatışma durumunda, karşı taraf için kendisinden daha fazla endişeleniyorsa çatışmayı uyma yoluyla çözmeyi isteyebilir. Aynı zamanda yardıma hazır olmak ve karşı koymama şeklinde tasvir edildiği de görülmüştür. (Öztaş ve Akın, 2009; 16) Geleneksel bürokrasinin hakim olduğu kurumlarda astlarla üstler arasında güç mesafesi fazla olduğu için çoğu zaman astlar bu yöntemi seçmek durumda kalmaktadır (Karip, 2003; 64-65) 2.5. Hükmetme: 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 167 Çatışmayı gidermenin bir yolu da yöneticilerin yetkilerini kullanarak çatışan tarafların çatışmayı sonlandırmalarını sağlamak daha doğrusu sonlandırmaya zorlamak. Hükmetme adı verilen bu yöntem yöneticinin otoritesini ve gücünü ifade etmektedir. Yöneticinin kararı ne olursa olsun hatta çatışmanın çözümüne yönelik dahi olmasa uygulanacaktır. Bu yöntem tarafların anlaşmasını sağlamayabilir ya da aradaki anlaşmazlığın kaynağını ortadan kaldırmayabilir ancak çatışmayı sona erdirebilir. Yetki kullanımında çok dikkatli olunmalı kullanılacak yetki çatışma taraflarının tümü tarafından onaylanmalıdır. Söz konusu strateji günümüz işletmelerinin çoğunda sıklıkla kullanılmaktadır. Taraflardan birinin pozisyonu diğer taraftan daha üst ise uygulanması kolay olan bu yönteme başvurur. Bu yöntem de üst kademenin düşüncesi çatışmanın bir an önce sonlandırılmasıdır. Çünkü, çatışma düzensizliği ve asiliği doğurur bu da otoriteyi tehdit eder. Bu yüzden bu yöntemde ast üstün istediği doğrultuda harekete zorlanır. 3. Tükenmişlik Kavramı Tükenmişlik kavramı ilk kez 1974 yılında H. Freudenberger tarafından kullanılmış ve insanların aşırı çalışmaları sonucu işlerinin gereklerini yerine getiremez bir duruma gelmeleri anlamını taşıyan “duygusal tükenme” durumu olarak nitelendirilmiştir(Köse ve Gülova, 2006: 255). Tükenmişlik ile ilgili günümüzde en yaygın kabul gören tanım, C. Maslach’a aittir. Maslach’a (1982)göre tükenmişlik, “işi gereği insanlarla yoğun bir ilişki içerisinde olanlarda görülen duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve düşük kişisel başarı hissi” şeklinde tanımlanmaktadır. Kimi yazarlara göre tükenmişlik, stresle etkin şekilde başa çıkmadaki başarısızlığın bir sonucu olarak değerlendirilmektedir (Friesen ve Sarros,1989:180; Torun,1997,43-44; Kaçmaz,2005:29) Birey bir çok nedenden dolayı kendini sorunlarla mücadele edemez ve tükenmiş hissedebilir. Tükenmede kimi sosyo-demografik verilerle ilgili değişkenlerin önemli olduğu belirlenmiştir. Evli, yaşlı ve çocuklulara göre genç, bekar ve çocuksuz kişilerde, daha uzun süredir çalışan ve daha deneyimlilere göre meslekte daha yeni ve deneyimsiz olanlarda tükenmenin daha yüksek düzeylerde yaşandığı bildirilmektedir. İş yükünün ağır, günlük çalışma süresinin uzun olup çalışma koşullarının olumsuz olarak algılanması da tükenmeyi etkilemektedir. Kadınlarda, bekarlarda, meslekte daha yeni ve deneyimsiz olanlarda tükenme daha yüksek düzeylerde yaşanmaktadır. Öte yandan cinsiyet konusundaki araştırmalar tutarlı sonuçlar ortaya koymamıştır. Kimi çalışmalar kadınlarda, kimileri erkeklerde iş stresi ve tükenmenin daha yoğun yaşandığını bildirirken, kimilerinde cinsiyetler arası farklılıklar bulunamamıştır (Otacıoğlu, 2008). Bunların dışında örgütsel faktörlerde tükenmede oldukça etkilidir. Tükenmeyi etkileyen örgütsel faktörler şu şekilde sıralanabilir (Ardıç ve Polatcı, 2008) • 168 Örgütsel çatışma 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ • • • • • • • • • • • • • • • Kararlara katılamama Çalışma saatlerinin uzunluğu Örgütsel iletişimsizlik Sosyal desteğin olmaması Rol çatışması Rol belirsizliği Çalışma alanının olumsuz fiziksel koşulları İlerleme fırsatlarının olmaması İşyerinde duygusal ve cinsel taciz İş güvenliğinin olmaması Örgüt yapısına uygun olmayan liderlik tipleri İş standardizasyonunun olmaması Örgüt kültürü Yeniden yapılandırma Küçülme (downsizing) Tükenmişliğin Üç alt boyutu bulunmaktadır. Bunlar; 3.1. Duygusal Tükenme: Tükenmenin en kritik boyutu olarak ifade edilen duygusal tükenme, tükenmişliğin içsel boyutudur. (Arı ve Bal, 2008: 133). Ayrıca kişinin stresle mücadele etmedeki başarısı onun duygusal tükenmeye giden süreçteki gücünü de gösterir. İnsan stresle ne kadar iyi basa çıkabilirse tükenme sendromuna yakalanma ihtimali o kadar az olacaktır (Tuğrul ve Celik, 2002: 2). Bu boyut, tükenmişliğin başlangıcı ve en önemli boyutudur. Duygusal olarak tempo içerisinde çalışan birey kendi sınırlarını zorlamakta ve diğer insanların istekleri altında kendini çaresiz hissetmektedir. Böylece duygusal tükenme kişide bu duruma bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır (Maslach ve Jackson, 1981: 101). Kişide tükenmişlik, duygusal tükenmede bir artış olduğunda ortaya çıkmaktadır. Duygusal tükenme, çalışanlarda işlerine kendilerini eskisi gibi verememe, gergin olma durumları oluşturmaktadır. Duygusal tükenme, tükenmişlik durumunun başlangıcı, merkezi ve en önemli bileşenidir. Duygusal yönden yoğun bir çalışma temposu içinde bulunan birey, kendini zorlamakta ve diğer insanların duygusal talepleri altında ezilmektedir. Duygusal tükenme bu duruma bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır (Sat, 2011). 3.2. Duyarsızlaşma: 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 169 Tükenmişliğin ikinci boyutu olan duyarsızlaşmada birey, hizmet sunduğu kişilere karşı birer insan yerine nesne gibi davranırken, hem hizmet sunulan kişilere hem de çalışılan kruma karşı mesafeli, umursamaz, alaycı, küçümseyen, katı ve duygusuz bir tutum içine girmektedirler. Duygusal tükenme, birey için tükenmişliğin içsel boyutunu ifade ederken, duyarsızlaşma bireyler arası ilişkilere yansıyan sonuçlar içermektedir (Arı ve Bal, 2010). Tükenmişliğin ilişkisel boyutu olarak da düşünülebilir duyarsızlaşma boyutu. Çalışanlar diğer iş arkadaşlarına karşı güvenlerini yitirdikleri için onlara karşı soğuk ve uzak bir tutum sergilerler. İşe katılım ve katkıları azalır, eskisi kadar idealist değillerdir. Bunun da sebebi duyarsızlaşmanın, kişinin hayal kırıklığına ve tükenmeye uğrama ihtimaline karşı kendini koruma girişimi olmasıdır (Ören ve Türkoğlu, 2006: 2). Duyarsızlaşma yaşayan kişi, bireyler ile olan ilişkilerini işin yapılabilmesi için lazım olan en düşük seviyeye indirir. Duyarsızlaşma duyguları yaşayan insanlar temas halinde oldukları kişileri obje veya önemsiz görebilirler ve düşmanca tepki gösterebilirler. Duyarsızlaşma kişinin kendisini korumak için dışarıya karşı alaycı bir bakış açısı geliştirdiği bilişsel bir mesafe koymadır. 3.3. Düşük Kişisel Başarı: Kişisel başarı hissi, kişinin bir başkasına olumsuz tepki vermesini ve kişinin bireysel başarılarını depresyonla şekillendirmesini, düşük moral, kişiler arası anlaşmazlık, düşük başarı duygularının eşlik ettiği düşük üretkenlik, baskılar ile başa çıkmada yetersizlik, başarısızlığın getirdiği duygular ve benlik saygısının azalmasını içermektedir (İkiz, 2010: 27). Bireylerin kendileri hakkında olumsuz bu duygulara kapılması neticesinde; çalışma ortamında ve işi gereği iletişim kurduğu insanlarla iletişimde başarısızlık ve yetersizlik başlar. İkili ilişkilerde yetersizlik iş arkadaşları ile çatışma geri çekilme, hizmet alanlara karşı sinirli, duyarsız yaklaşımı da beraberinde getirir. Kişisel başarısızlık hissi temelde çalışanın işindeki yetkinlik ve verimlilik duygularının azalması anlamına gelmektedir. Öz yeterlilik duygusu ile ilgili bu düşüş, iş talepleriyle başa çıkmada yetersizlik ve depresyon ile ilişkilendirilebilmektedir. Sosyal desteğin ve kişisel gelişme olanaklarının yetersiz olması da bu durumu daha da güçlendirmektedir (Yürür, 2011: 41). Bireyin başkaları hakkında geliştirdiği olumsuz düşünceler, bir süre sonra kendisi için de olumsuz düşünceler geliştirmesine neden olmaktadır. Tükenmişlik yaşayan kişi işinde ilerleyemediğini, boşuna çalıştığını, zaman harcadığını düşünerek suçluluk ve yetersizlik duygularına kapılmakta (Silah, 2005: 163). 4. Araştırmanın Amacı ve Önemi 170 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Türü ne olursa olsun çatışma bir uyuşmazlık ve karşıtlık durumudur. Bu karşıtlık insanların birbirleriyle ilişkilerinin yönünü değiştirebilir. Bu durum ise kişinin iş ortamının koşullarına ve iş ile ilgili zorluklara karşı direncinin yitirilmesine ve akabinde de tükenmişlik sendromuna neden olabilir. Çatışmaların nedenini belirlemek ve çatışma türüne ve çatışan kişilerin durumlarına göre uygun yöntem ile çatışmaya yaklaşmak önem arz etmektedir. Çözümlenemeyen çatışmalar kurumlarda kutuplaşmalara ve verimlilik düşüşüne neden olmaktadır. Bu çalışmanın temel amacı, örgütlerde ortaya çıkan çatışmaların çözümünde kullanılan yöntemlerin belirlenmesi ve bu yöntemlerin tükenmişliğe olan etkisini ölçmektir. 5. Araştırmanın Yöntemi Araştırma oldukça yoğun çalışma alanına sahip olan Bingöl İlindeki bir telefon operatöründe çalışan müşteri temsilcilerine yönelik olarak kurgulanmıştır. Toplam 300 çalışana sahip olan GSM operatörü çalışanlarından kolayda örneklem yöntemi ile 114 kişiden veri toplanmıştır. Araştırmada nicel araştırma yöntemi kullanılmış ve veriler anket tekniği ile toplanmıştır. Tükenmişlik ile ilgili veriler, Maslach ve Jackson (1981) tarafından geliştirilen ve Ergin (1993) tarafından Türkçe`ye uyarlanan Maslach Tükenmişlik Envanteri ile toplanırken, örgütsel çatışma ile ilgili veriler ise Rahim örgütsel çatışma envanteri II (ROCI II) kullanılarak toplanmıştır. Ölçekler 5 li likert tipi ölçeklerdir. Çalışmada temel varsayım, örgütsel çatışma yönetimi tarzlarının tükenmişliği etkileyeceği yönündedir. 6. Bulgular Araştırma verileri öncelikli olarak güvenilirlik analizine tabi tutulmuş ve tükenmişlik ölçeğinin%87, çatışma çözüm yöntemleri ölçeğinin ise %91 lik güvenilirlik kat sayısına sahip olduğu görülmüştür. Bu oranlar anketin güvenilir olduğunu göstermektedir, ayrıca veriler normal dağılım göstermektedir ve parametrik testler ile veriler analiz edilmiştir. Öncelikli olarak araştırmaya katılanlara ait demografik özelliklere ait verilere yer verilmiştir. Ardından ise çatışma çözüm yollarına ve tükenmişlik düzeylerine ilişkin temel istatistiklere yer verilmiştir. Araştırmanın cevap aradığı temel soru olan çatışma çözüm yollarının tükenmişliğe etkisi tespit edilmiştir. Aşağıda bu verilere yer verilmiştir. Araştırmaya Katılanların Demografik Özellikleri İle İlgili Bulgular 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 171 Tablo 1. Demografik Özellikler Cinsiyet Medeni Durum Çalışma Süresi Kadın Erkek Evli Bekar 1 yıldan az 1-5yıl 5 yıl ve üstü 70 44 14 100 83 29 Yaş Eğitim 2 20-24 25-29 30-34 35 ve üstü İlköğretim Ortaöğretim Önlisans Lisans 84 18 11 1 3 42 52 20 Araştırmaya katılan 114 müşteri hizmetleri temsilcisinin demografik özelliklerine bakıldığında çoğunluğun kadınlardan(%61) oluştuğu,%88’ nin bekar olduğu, %90’ının 30 yaş altında olduğu,%73’ünün 1 yıldan az çalışma süresine sahip olduğu ve %45’inin önlisans mezunu olduğu görülmektedir. Kısacası müşteri temsilcileri bekar genç bayanlardan oluşmaktadır. Tablo 2. Çatışma Yönetim Türleri Çatışma Yönetimi Tümleştirme Uzlaştırma Hükmetme Kaçınma Ödün verme Ortalama Standart Sapma 3,80 3,77 3,51 3,45 3,34 ,828 ,874 ,988 ,767 ,691 Araştırmaya katılan müşteri temsilcilerinin çatışma çözümü ile ilgili algılarına bakıldığında, tümleştirme yöntemi ve uzlaştırma yöntemini diğer çatışma yönetim türlerine göre yüksek olarak algıladıkları görülmüştür. En düşük ortalamaya sahip olan çatışma çözüm yöntemi ise ödün verme şeklindedir. Kurumda çatışma çözüm yollarının herbirinin orta düzeyde kullanıldığı görülmesine rağmen en sık tümleştirme ve uzlaşmanın kullanılması kurumda biz duygusunun üzerinde durulmaya çalışıldığının bir göstergesidir. Yöneticilerin veya çatışma yaşayan tarafların çatışmayı görmezden gelmesi veya güç kullanarak karşı tarafın isteklerini yok sayarak çatışmanın çözülmesinin düşünülmesi durumunun daha az ortaya çıkması çatışmanın sağlıklı çözülmesi için önemlidir. Tablo 3. Tükenmişlik Boyutları 172 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Tükenmişlik Düşük kişisel başarı Duygusal tükenme Duyarsızlaşma Ortalama 3,52 3,18 2,74 Standart Sapma ,728 ,897 1,068 Yukarıdaki tabloda araştırmaya katılanların orta düzeyde tükenmişlik yaşadıkları görülmektedir. En sık yaşanan tükenmişlik durumu ise düşük kişisel başarı hissetmedir. Bu durum kişinin işe yaramadığını düşünmesi ve çabalarının boşa olduğunun ve kuruma ve çevresine karşı daha az verici olduğunun düşülmesi durumudur. Özellikle işin monotonlaşması veya kişinin beklentileri ile işin uyuşmaması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Diğer bir tükenme boyutu olan duygusal tükenme en sık rastlanan tükenme türü olmasına rağmen burada ikinci sırada çıkmıştır. Kişinin stres ve aşırı iş yükü nedeni ile yaşadığı bu tükenme türünde görev paylaşımında zor işlerin dağılımında aynı kişilere görev verilmesi veya yetenekleri ile işin uyuşmamamı neticesinde ortaya çıkar. Araştırmaya katılanların duyarsızlaşma şeklindeki tükenmişliklerinin ise düşük çıktığı görülmektedir. Bu durum olumlu olarak değerlendirilebilir. Araştırmaya katılanlar kurumlarına, çalışma arkadaşlarına karşı hassaslık göstermekteler ve işlerini en iyi şekilde yapmaya çalışmakta ve iş zamanında gelmekte ve çeşitli bahanelerle işe devamsızlık yapma gibi bir eğilim sergilememektedirler. Tablo 4. Tükenmişlik ve Çatışma Yönetimi Arasındaki İlişki 1 1. Tükenmişlik 2. Ödün verme 3. Tümleştirme 4. Hükmetme 5. Kaçınma 6. Uzlaştırma Pearson Correlation 2 3 4 5 6 1 1 Sig. (2-tailed) Pearson Correlation ,256** 1 Sig. (2-tailed) ,006 Pearson Correlation ,085 ,611** Sig. (2-tailed) ,366 ,000 Pearson Correlation ,205* ,543** 1 ,649** 1 Sig. (2-tailed) ,029 ,000 ,000 Pearson Correlation ,254** ,539** ,635** ,461** Sig. (2-tailed) ,006 ,000 ,000 ,000 Pearson Correlation ,134 ,578** ,774** ,720** ,549** Sig. (2-tailed) ,155 ,000 ,000 ,000 ,000 1 **. Correlation is significant at the 0.01 level (2-tailed). *. Correlation is significant at the 0.05 level (2-tailed). Araştırma yapılan kurumdaki çatışma yönetim tarzları ile tükenmişlik arasındaki ilişkiyi gösteren korelasyon analizine göre, ödün verme, hükmetme ve kaçınma 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 173 yoluyla çatışmanın çözülmesi ile tükenmişlik arasında pozitif yönlü orta düzeyde bir ilişki mevcuttur. Çatışmanın karşılıklı anlaşma yerine bir tarafın kazanıp diğer tarafın kaybettiği ödün verme ile çözme ya da tarafları güç ve otorite ile etkileyerek çatışmayı çözme ve son olarak ta çatışmanın varlığını görmezden gelmeye dayalı kaçınma yöntemi ile çözme eğilimi arttıkça tükenmişlikte artmaktadır. Bu tarz çözümler azaldıkça tükenmişlikte azalmaktadır. Araştırmaya katılanların tükenmişliği üzerinde pozitif yönlü orta düzeyde bir ilişkiye sahip olan ve çatışmanın etkin yönetilememesine neden olan bu tarz çözüm yöntemlerinin tükenmişliğe neden olduğu için kurumda kullanılmaması gerekliliği araştırmanın bir bulgusu olarak ortaya çıkmıştır. Çatışma Çözüm Yöntemlerinin Tükenmişlik Üzerindeki Etkisi Tablo 5. Çatışma Çözüm Yöntemlerinin Duyarsızlaşma Yolu İle Tükenme Üzerindeki Etkisi Standardize Edilmemiş Model 1 Katsayılar B Std. Error Standart katsayı t Anlamlılık Beta (Constant) 1,637 ,539 3,040 ,003 Ödün verme ,324 ,188 ,209 1,722 ,088 Tümleştirme -,425 ,207 -,330 -2,051 ,043 Hükmetme ,186 ,146 ,172 1,271 ,206 Kaçınma ,399 ,168 ,287 2,369 ,020 Uzlaştırma -,104 ,197 -,085 -,526 ,600 F: 2,882, P:,018, R kare: 0,118, R: 0,343 a. Dependent Variable: duyarsızlaşma Çatışma çözüm yollarının tükenmişliğe etkisini belirlemek üzere yapılan regresyon analizine göre, çatışma çözüm yollarından tümleştirme ve kaçınma yöntemleri duyarsızlaşma yolu ile tükenmeyi etkilemektedir. Bu etki kaçınma yönteminde pozitif yönlü iken tümleştirme ile negatif yönlüdür. Yani tümleştirmeyi çatışma yönetiminde kullanmak duyarsızlaşmayı düşürmekte iken kaçınma yöntemi tükenmişliği artırmaktadır. Tablo 6. Çatışma Çözüm Yöntemlerinin Düşük Kişisel Başarı Yolu İle Tükenme 174 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Üzerindeki Etkisi Standardize Edilmemiş Model Katsayılar 1 Standardize Katsayılar t Anlamlılık 5,406 ,000 2,160 ,033 ,109 ,699 ,486 ,096 -,073 -,561 ,576 ,001 ,111 ,001 ,011 ,992 ,140 ,130 ,169 1,079 ,283 B Std. Error Beta (Constant) 1,922 ,355 Ödün verme ,268 ,124 ,254 Tümleştirme ,096 ,137 Hükmetme -,054 Kaçınma Uzlaştırma F: 4,552, P:,001, R kare: 0,174, R: 0,417 a. Dependent Variable: düşük kişisel başarı Yukarıdaki tabloya göre, ödün verme yöntemi ile çatışmaların çözülmesi düşük kişisel başarıyı etkilemektedir. Kişiler çatışmada ödün verdiğinde düşük kişisel başarı hissi ile tükenmeye doğru gitmektedirler. Tablo 7. Çatışma Çözüm Yöntemlerinin Duygusal Tükenme Üzerindeki Etkisi Standardize Edilmemiş Model Katsayılar 1 B Std. Error (Constant) 2,947 ,447 Ödün verme ,108 ,156 Tümleştirme -,508 ,172 Hükmetme ,292 Kaçınma Uzlaştırma Standardize katsayılar t Anlamlılık Beta 6,587 ,000 ,084 ,695 ,489 -,469 -2,948 ,004 ,121 ,321 2,405 ,018 ,352 ,140 ,301 2,514 ,013 -,117 ,164 -,114 -,715 ,476 F: 3,446, P:,006, R kare: 0,138, R: 0,371 a. Dependent Variable: duygusal tükenme Çatışma çözümünde tümleştirmenin kullanılması duygusal tükenmeyi negatif yönlü etkilerken, hükmetme ve kaçınma ile çatışmaların çözümlenmesi tükenmişliği pozitif yönlü etkilemektedir. Yani tümleştirme duygusal tükenmeyi azaltırken, kaçınma ve hükmetme duygusal tükenmeyi artırmaktadır. Demografik Özellikler Açısından Tükenmişlik Yaşanmasındaki Farklılıklar Yaş, eğitim, çalışma süresi açısından tükenmişlik farklılık göstermemekte. Cinsiyet açısından ise tükenmişlik farklılık göstermektedir. Erkeklerin kadınlara oranla daha fazla tükenmişlik yaşadıkları görülmektedir. Düşük kişisel başarı şeklinde ortaya çıkan tükenmişlik en yüksek ortalamaya sahiptir. Duygusal tükenme ve duyarsızlaşma ise 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 175 kişisel başarıyı takip etmektedir. Bu üç boyutta da tükenme erkeklerde ortanın üstünde seyrederken kadınlarda düşüğe yakın ortalamalarda seyretmektedir. Kadınların erkeklere oranla tükenmişliği daha az yaşaması erkeklere oranla işi ikinci planda düşünmelerinden veya sosyal paylaşım unsurundan erkeklere oranla daha fazla yararlanmalarından kaynaklanıyor olabilir. Ayrıca erkeklerin işlerini terk etme güçlüğü nedeni ile zorunlu olarak işte kalmaya devam etmeleri 7. Sonuç Tükenmişlik kavramı stres uzantılı bir sendrom olarak son yıllarda özellikle insan kaynakları uzmanlarınca dikkatle ele alınan bir konu olmuştur. Tükenmişlik üzerinde birçok unsurun etkisi vardır. Kişilikten çevre koşullarına kadar birçok etken az ya da çok tükenmişliğe neden olmaktadır. Tükenmişliğin ortaya çıkması günümüz hızlı yaşam koşullarında kaçınılmaz olarak görülmektedir. İş yükünün artması ve buna bağlı olarak çalışanlardan daha fazla sorumluluk almalarının beklenmesi kişilerde tükenmişliğe neden olmaktadır. Tükenmişlik organizasyondaki yönetimsel uygulamalardaki adaletsizliklerden de kaynaklanmaktadır. Özellikle kişiler arasındaki ayrımcılık tükenmişliği tetikleyen en önemli unsurdur. Kurumsal anlamda tükenmişliğin ortaya çıkmasında ya da tükenmişlik ile mücadelede yöneticilere büyük sorumluluklar düşmektedir. Kurum içinde yaşanan çatışmaların ve bu çatışmaların çözüm yollarının da tükenmişliğe neden olacağı varsayımına dayalı olarak yürütülen bu çalışmada, çatışma çözüm yollarının tükenmişliği azaltma ya da artırma yönlü etkisinin olduğu görülmüştür. Yöneticilerin seçtikleri çatışma çözüm yolları arasında kişilerin sorunlarının nedenini bulmak ve ortadan kaldırmak yerine çatışan tarafları otorite kullanarak yatıştırma yolunu seçmek tükenmişliğin artmasına neden olmaktadır. Ayrıca ödün verici çatışma çözümünü tercih etmek çatışanlardan bir tarafın kazanmasına ve diğer tarafın kaybetmesine neden olduğu için bastırılmış duygulara neden olmakta ve bu durumda tükenmişliği tetikleyici bir etki yapmaktadır. Yine kaçınma şeklinde çatışmanın varlığını görmezden gelerek çözümü erteleme ve çatışmayı yok sayma şeklinde bir çözüm yolu tercih edildiğinde yine tükenmişlik artmaktadır. Bu üç yöntem yerine tümleştirme ve uzlaştırma şeklinde çatışmaların çözümüne yaklaşıldığında tükenmişlik azalmaktadır. Birlik ruhunu vurgulama ve ortak amaçlara yönelme şeklinde ve sadece bir tarafın değil her iki tarafında kabul ettiği ve kazandığı bir uzlaşıyı sağlama tükenmişliği negatif yönde etkilemektedir. Araştırmanın cevap aradığı temel soru olan çatışma çözüm yolarının tükenmişlik üzerindeki etkisi araştırma bulgularında ortaya çıkan bir etki olmuştur. Ayrıca tükenmişlik demografik özellikler açısından sadece cinsiyet açısından ortaya çıkmıştır. Erkek çalışanların kadınlara oran ile daha fazla tükenmesi özellikle araştırma yapılan Bingöl ilindeki alternatif iş olanaklarının olmaması nedeni ile kişilerin bu işyerinde zorunlu olarak çalışmaları gösterilebilir. Ayrıca toplumumuzdaki erkeklerin çalışma ve ekonomik getiri sağlama zorunluluğu şeklindeki rolleri nedeni ile işi daha fazla önemsemeleri ve iş ortamındaki olumsuzluklardan daha fazla etkilenmeleridir. Kadın 176 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ çalışanlar işi geçici olarak düşünüp kolay iş bırakma eğilimi sergileyebilmektedirler. Yaş, eğitim durumu, medeni durum ve çalışma süresi açısından kişiler arasında tükenmişliğin farklılık göstermediği ve tüm gruplar için orta düzeyde tükenmişliğin olduğu araştırma sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu çalışma Bingöl ilinde faaliyet gösteren bir GSM operatörünün çalışanlarına(müşteri temsilcisi) yönelik olarak yapılmıştır. Araştırmanın yapıldığı il özellikle ekonomik faaliyetlerin sınırlılığına ve iş olanaklarının azlığına sahip bir yerdir. İleride bu tür bir çalışmanın iş olanaklarının daha bol olduğu bir bölgede yapılması ve iki çalışmanın bulgularının karşılaştırılması önerilebilir. Ayrıca çatışma yönetim tarzlarının tükenmişliğe etki ettiği bu çalışma ile ortaya konmuştur buradan yola çıkarak çatışma nedenlerinin de tükenmişlik üzerindeki etkisinin araştırılması önerilebilir. Ayrıca araştırma yapılan kuruma, çatışma yönetim tarzını seçerken çatışan tarafların isteklerine ve çatışma konusuna göre farklı yöntemleri seçmeleri önerilebilir. Özellikle yetenekli ve kendilerine üst amaçlar belirlemiş çalışanların olduğu kurumlarda hükmetme tarzından uzak durulması önerilebilir. Ayrıca çatışmaları bastırmak yerine çatışan tarafları dinlemek ve bu çatışmalardan öğrenme odaklı yaralanmakta araştırma yapılan kuruma önerilebilir. Kaynakça 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 177 1. Ardıç , K., Polatcı, S. Tükenmişlik Sendromu Akademisyenler Üzerinden Bir Uygulama (GOÜ Örneği) , Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 10 / 2. (2008) 2. Arı, G. S., Bal, E. C. Tükenmişlik Kavramı: Birey ve Örgütler Açısından Önemi, Celal Bayar Üniversitesi İ.İ. B.F., Yonetim ve Ekonomi, 15/1, 131-148. (2008) 3. Arı, S. G., Bal, H., Bal, Ç. E. İşe Bağlılığın Tükenmişlik ve İşten Ayrılma Niyeti İlişkisindeki Aracılık Etkisi, Yatırım Uzmanları Üzerinde Bir Araştırma, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Sayı:3. (2010) 4. Baykal,K., Kovancı, A. Yönetici Ve Astlar Arasındaki Anlaşmazlıkların Çözümüne Yönelik Bir Araştırma, Havacılık VE Uzay Teknolojileri Dergisi , Cilt 3 Sayı 3.(2008) 5. Çaprı, B. Tükenmişlik Ölçeğinin Türkçe Uyarlaması: Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, cilt 2, sayı 1,. 62-77. (2006) 6. Demir, S. Rahim Organizatioanal Conflict Inventories Türkçe Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. (2006) 7. Freudenberger, Herbert J. “Staff Burn-Out, Journal of Social Issues, Vol.30, Number 1, 159-165. (1974) 8. Friesen,D., Sarros, J. C. Sources of Burnout Among Educators, Journal of Organizational Behavior, 10 (2), April, 179-188. (1989) 9. Hoelscher DC, Comer RW. Conflict recognition- The case of the misdirected faculty. Journal of Dental Education, 66(4): 526-532. (2002). 10. Huczynski, A. ve David A. Buchanan: Organizational Behaviour, Prentice Hall, Second Edition, New York, s. 573-574. (1991), 11. İkiz, F. E. Psikolojik Danışmanların Tükenmişlik Düzeylerinin İncelenmesi, Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 11 (2), 25-43 . (2010) 12. Kaçmaz, N. Tükenmişlik (Burnout) Sendromu ,İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dergisi, Cilt.68, sayı:1,29-32. (2005) 13. Karakuş, M. ve Çankaya, İ.H. Okul Yöneticilerinin Kişilik Özelliklerinin 178 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Çatışma Çözme Stratejileri Üzerindeki Etkisi (The Influence of School Managers’ Personality Traits on Their Conflict Resolution Strategies), Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Vol: 2, No: 3, pp. 111-118. (2010) 14. Karip E. Çatışma Yönetimi, Pegem Yayıncılık, Ankara. (2000). 15. Keçecioğlu, T. Örgütlerde Çatışma ve Yönetimi. Mercek Dergisi. 14. (1999) 16. Koçel, T. İşletme Yöneticiliği; Yönetim ve Organizasyon, Organizasyonlarda Davranışı, Klasik-Modern-Çağdaş Yaklaşımlar, Beta Basım Yayım İstanbul. (1999) 17. Köse, S. & Gülova, A.A. Tükenmişlik (Burnout): Türkiye’deki Genel Cerrahlara Yönelik Bir Araştırma. 14. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, 25-27 Mayıs, Erzurum. (2006). 18. Maslach, C., Jackson, S. E. Themeasurement of experienced Burnout. J. O. Occupational Behavior, 2, 99-113. (1981). 19. Mckenna, S. The Business Impact of Management Attitudes Towards Dealing with Conflict: A Cross-Cultural Assessment. Journal of Managerial Psychology. 10 (7). (1995). 20. Otacıoğlu, S.G. Müzik Öğretmenlerinde Tükenmişlik Sendromu Ve Etkileyen Faktörler İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt: 9 Sayı: 15 s:103–116. (2008) 21. Ören, N.Türkoğlu, H. Öğretmen Adaylarında Tükenmişlik, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 16 (2006). 22. Öztaş U., Akın, O. Örgütsel Çatışma Yönetiminde Cinsiyet Farklılıkları: Antalya Serbest Bölgesinde Bir Araştırma,Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi,C. 1, S. 1. (2009) 23. Rahim, M. A., Magner, R. N. ve Shapiro, L. D. Do Justice Perceptions Influence Styles of Handling Conflict With Supervisors?: What Justice Perceptions, Precisely?. The International Journal of Conflict Management. 11 (1) (2000) 24. Robbins, S. P. & Judge, T. A. Organizational Behavior. Pearson Prentice Hall, New Jersey, 513. (2007) 25. Robbins, S. P. Essentials of Organizational Behavior. (Seventh Edition). New 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 179 Jersey: Prentice Hall Inc, (2003) 26. Sat, S. Örgütsel ve Bireysel Özellikler Açısından İş Doyumu ile Tükenmişlik Düzeyi Arasındaki İlişki: Alanya’da Banka Çalışanları Üzerinde Bir İnceleme Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Ana Bilim Dalı, Adana, 28-93. (2011) 27. Silah, M. Endüstride Çalışma Psikolojisi, Seçkin Yayıncılık, 2. Baskı, Eskişehir. (2005) 28. Sökmen, A., Yazıcıoğlu, İ.Thomas Modeli Kapsamında Yöneticilerin Çatışma Yönetimi Stilleri Ve Tekstil İşletmelerinde Bir Alan Araştırması Ticaret ve Turizm Egitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, 1-19. (2005) 29. Tekkanat, D.İlköğretim Okulu Yöneticilerinin Çatışma Yönetiminde Kullandıkları İletişim Tarzlarına İlişkin Öğretmen Algıları (Edirne İli Örneği). (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Sakarya: Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. (2009) 30. Torun, A. Stres ve Tükenmişlik, Endüstri ve Örgüt Psikolojisi içinde, Ed.Suna Tevrüz, 2.Baskı, Türk Psikologlar Derneği ve Kalite Derneği Ortak Yayını, İstanbul, 43- 53. (1997) 31. Tuğrul, B., Çelik, E. Normal Çocuklarla Çalışan Anaokulu Öğretmenlerinde Tükenmişlik, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 12. (2002) 32. Yürür, S., Sarıkaya, M. Sosyal Çalışmacıların Sosyal Destek Algılarının Tükenmişliğe Etkisi, Ege Akademik Bakış, 11-4 ss. 537-555. (2011) 180 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 181 182 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ SOSYAL MEDYADA DAMGALAMA: NİHAT DOĞAN ÖRNEĞİ Nurgül SOYDAŞ1 Turgay YAVAŞ2 Özet İnternet, kişilerin duygu, düşünce ve deneyimlerini paylaştığı, bilgi edinmek, öğrenmek, araştırmak, eğlenmek amacıyla kullandıkları bir araçtır. Öyle ki sosyal medya günümüz iletişim araçlarından en önemlisi olma yolunda hızla ilerlemektedir. Sosyal medya ise internetin en çekici uygulamaları haline bürünmektedir. Sosyal medya sadece bilgi, duygu, düşünce ve deneyimlerin paylaşıldığı alan haricinde bir tavır alma mecrası haline de bürünmüştür. Psikolojik damgalama (stigmatizasyon), kişinin içinde yaşadığı toplumun “normal” saydığı ölçülerin dışında sayılması nedeniyle, toplumu oluşturan diğer bireyler tarafından, kişiye saygınlığını azaltıcı olması halidir. Sosyal medya üzerinden yaşanan deneyimlerini paylaşan insan bu tavır alma halini bir sosyal medya damgalaması şeklinde ifade etmekte, bunu yapan kişiye toplumca tavır alınması, onların toplum dışına kadar itilmesi sürecine kadar götürmektedir. Bu çalışmada konu ile ilgili yapılacak literatür taramasının ardından kavramlar tartışmaya açılacak ve sosyal medyada damgalama Nihat Doğan örneği ile ilgili bir alan araştırmasına yer verilerek değerlendirme yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: “Sosyal Medya”, “Damgalama”, “ İletişim”. 1 Öğr.Gör.Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu, Halkla İlişkiler Bölümü,[email protected]. tr 2 Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo-Sinema-Televizyon Bölümü, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 183 WATERMARKING SOCIAL MEDIA: NIHAT DOĞAN EXAMPLE Abstract Internet, feelings of the people, sharing their thoughts and experiences that, to learn, learn, investigate, is a tool they use to have fun. So much so that social media is rapidly becoming the most important of today’s communication tools. Social media is morphing into the most attractive applications of the Internet. Social media information only, emotion is wrapped in a manner taking into channels other than space to share ideas and experiences. Psychological stamping (stigmatization), the communities where people live in “normal” because the numbers that count than the measure by other individuals within a society that is already reducing people to dignity. Experienced people who share their experiences through social media to express this attitude take the form of a social media version of the stigma, people who take this attitude by society, leads process to be pushed up out of their community. This work will be done in the following concept of literature on the subject will be discussed and will be given a place in the field of research evaluation related stigmatization Nihat Dogan example in social media. Keywords: “Social Media”, “Branding”, “Contact”. 184 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Sosyal Medya Kavramı Ve Damgalama Giriş Küçük iletişim aletleri ile büyük mesaj gönderimi devri başladığından beri yapılan çalışma ve uygulamalar daha renkli hale gelmiştir. Zira uygulayıcılar için bu araçlar ve sundukları imkanlarının sınırlılıkları sadece uygulayıcıların düşüncelerinin sınırlılıklarından ibarettir. Artık ATM’ler gibi her sokak başında nasıl para çekme imkanımız varsa şimdi de sokakta da internet erişim imkanına sahip olduğumuz bir ürünle sosyal hayatımızı paylaşmaktayız ( Sarı, 13). Sosyal medya sosyal hayatımızı paylaşmamız konusunda büyük bir ivme kazanırken, bu vasıtayla zihinlerde oluşturmak istediğimiz algıyı şekillendirmemize yardımcı bir araç haline de bürünmüştür. Sayısız imkan ve sağladığı faydalarının tartışmasız olarak çok olduğu bu platform, tehlikelerini de beraberinde getirmektedir. Öyle ki doğru yönetilemeyen bir sosyal medya algısı birçok felaketin de habercisi olabilmektedir. İtibar kaybı, yalnızlaşma, damgalama bunlardan yalnızca birkaç tanesidir. Bu çalışmada da sosyal medya ve damgalama teoremine bakış açısı geliştirilmeye çalışılmıştır. 1. Sosyal Medya Kavramı Roberts ve Kraynak, sosyal medyayı, basitçe işbirlikçi, kullanıcı yaratımlı online içerik olarak ifade etmektedir (Roberts ve Kraynak,2008 ) . Blossom sosyal medyayı, her bireyin diğer birey gruplarını kolaylıkla etkilemesini olanaklı kılan yüksek derecede ölçeklenebilir ve erişilebilir iletişim teknolojileri ya da teknikleri olarak tanımlamaktadır (Blossom, 2009). Sosyal medya, kullanıcılara enformasyon, düşünce, ilgi ve bilgi paylaşım imkânı tanıyarak karşılıklı etkileşim yaratan çevrimiçi araçlar ve web siteleri için ortak kullanılan bir tanımdır. İsimden de anlaşılacağı gibi sosyal medya katılımı ve ilgili olmayı teşvik ederek topluluk ve ağ oluşturmaya aracılık etmektedir( Sayımer, s.123). Sosyal medya, web siteleri, bloglar, postcast, mesaj panoları, içerik paylaşım siteleri ve çok yaygın bir şekilde kullanılmakta olan sosyal ağ siteleri ile kullanıcıların dikkatini çekmektedir. Kısaca sosyal medya yalnızlıklarını gidermek, farklılık yaratmak, ben de olmak istiyorum diyen bireylerin ya da kurumların seslerini duyurmak istedikleri platformları oluşturmaktadır (Aydoğan ve Akyüz, 2010, s.61). Daha genel ve sade bir tanımla ise, sosyal medya, sosyalleşmek, diğer kişilerle iletişimde bulunmak, tanıdıkların amaç, yaşam ve hedefleri gibi detayları birbirleriyle paylaştığı anlık gelişmelerle aktarımların birçok kişi tarafınca bilinmesini sağlayan bir iletişim ağıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 185 Sosyal Medya takip edilmeyi ve takip etmeyi, kısacası münferit platformda izlenilebilir olmayı getirir. Sosyal Medya kişilere birbirlerinin hayatlarındaki en son gelişmeleri haber veren bir habercidir (Özbal, 2011). En önemli insani vasıflardan biri olan sosyalleşme olgusu, sosyal medya sayesinde yeni boyutlar kazanmış; kullanıcılarına getirdiği özgürlük ve zaman-mekan kavramlarına getirdiği yenilikle vazgeçilmez olmuştur( Adıgüzel, 2012, 3). Web 2.0’ın ve sosyal medyanın belirlediği zamanın ruhu, insanların kendileri hakkında daha önce hiç duymadığı kadar çok bilgiyi, daha önce hiç olmadığı kadar çok sayıda insanla anında paylaşmanın insanlar için vazgeçilmez bir ihtiyaca dönüşmesiyle mahremiyet anlayışında büyük bir kırılma yaşanmıştır. Aşağıda sosyal medyanın bazı özellikleri sıralanmıştır: • Sosyal medya farklı türlerde (yazı, görüntü, video, ses, vb.) içeriğin son derece kolay paylaşıldığı teknolojik bir ortamdır. • Sosyal medya klasik iletişim modellerinde anlatılan, kaynak ve alıcı kavramlarını iki yönlü hale getiren uygulamalardır. Yani sosyal medyada yer alan herkes ileti alışverişinde bulunabilir. • Sosyal medya, kurumların müşteriyle, paydaşlarıyla ve çalışanlarıyla en hızlı ve etkin şekilde etkileşime geçebildiği bir ortamdır. Günümüz sosyal medya araçlarını sınıflayacak olursak (Mangold ve Faulds, 2009, 52); • Sosyal ağ siteleri ( My Space, Facebook, Faceparty) • Yaratıcı Şeyler Paylaşma Siteleri: • Video paylaşım siteleri (Youtube) • Resim paylaşım siteleri ( Flicker) • Müzik paylaşım siteleri( Jamendo.com) • Destekle birleştirilmiş içerik paylaşımı (Piczo. com) • Genel entelektüel sermaye paylaşım siteleri ( Creative Commons) • Kullanıcı sponsorlu bloglar ( Resmi Apple Blogu, Cnet.com) • Şirket sponsorlu web siteleri/bloglar ( Apple.com, P&G’nin Vocalpoint’i) 186 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ • Şirket sponsorlu haklı neden/yardım siteleri ( Dove’un Gerçek Güzellik (Real Beauty) kampanyası, click2quit.com) • Davet Çağrılı sosyal ağlar ( AsmallWorld.net) • İş ağ siteleri (Linked In) • İşbirliği web siteleri (Wikipedia) • Sanal dünyalar (Second Life) • Ticari topluluklar ( eBay, Amazon.com, Craig’s List, iStockphoto) • Podcastlar (“For Ommediate Release: The Hobson and Holtz Report) • Eğitim materyallerini paylaşma ( Mozilla’nın spreadfirefox.com, Linux.org) • Kullanıcıların online haber, hikaye, müzik, video v.b. gibi öneriler yapmasını imkanlı kılan sosyal işaretleme siteleri (Digg,del.icio.us, Newsvine) Bütün bu sosyal medya özellikleri ve sosyal medya araçlarına baktığımızda; sosyal medya, insanların bireysel olarak diğer kişi ve gruplarla iletişim kurmasını olanaklı kılan bir hale bürünmektedir. Akranlar arası bir ortam olan sosyal medyada gerçekleşen iletişimler, birden çoğa ya da çoktan çoğa olabilmekte ve sosyal medyanın gerçek etki alanını önceden bilmek mümkün olmayabilmektedir (Akar, 2010a:18). Günümüzde sosyal medya sayesinde bireyler kendi düşüncelerini, bakış açılarını yayınlama ve bunu küresel ölçekte deneyimleme fırsatı bulmuşlardır. Sosyal medya, bireyleri yeni etkileyiciler olma yönünde cesaretlendirmektedir (Solis ve Breakenridge, 2009, 12). Sosyal medyanın anahtar unsuru, bireylerin bu medyada kullanım kontrolüne sahip olmalarıdır. Daha da ötesi, insanlar sosyal medyayı çok az ya da sıfır maliyetle ve büyük bir kolaylıkla kullanabilmektedirler. Dolayısıyla sosyal medya, büyük ölçekte bakıldığında coğrafik bariyerlerin ötesine geçen bir iletişim ve işbirliğini mümkün kılmasıyla çok güçlü bir demokratikleşme gücü olarak de ele alınabilir (Lai ve Turban, 2008,389). Sosyal medya, sürekli güncellenebilmesi, çoklu kullanıma açık olması, sanal paylaşıma olanak tanıması gibi açılardan en ideal mecralardan biri olarak kendini göstermektedir. İnsanlar sosyal medyada günlük düşüncelerini yazmakta, bu düşünceler üzerine tartışabilmekte ve yeni fikirler ortaya koyabilmektedirler. Ayrıca kişisel bilgilerin yanında çeşitli fotoğraflar, videolar paylaşabilmekte, iş arayabilmekte ve hatta bulabilmekte ayrıca sıkılmadan gerçek dünyayı sanal ortamda yaşayabilmektedirler. Bu durum gün geçtikçe tüm dikkatlerin bu alana yönelmesine sebep olmakta ve yenilenen sanal dünyaya yeni bir kavramsal çerçeve çizmektedir (Vural ve Bat, 2010, 3349). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 187 2. Damgalama Kavramı Psikolojik damgalama (stigmatizasyon), kişinin içinde yaşadığı toplumun “normal” saydığı ölçülerin dışında sayılması nedeniyle, toplumu oluşturan diğer bireyler tarafından, kişiye saygınlığını azaltıcı bir atıfta bulunulmasıdır. Bu konudaki ilk araştırmaları yapanlardan biri olan Goffman stigmayı ‘daha az değer verme davranışı, bu etiketi taşıyan insanların daha az istenebilir ve neredeyse insan gibi idrak edilmemesi’ olarak tarif etmiştir (Soygür ve Özalp, 2005, 74-80). Damgalama, bazılarına karşı toplumun tavır alması, onları toplumdan dışlamasına kadar giden davranışlar bütünüdür (Kocabaşoğlu ve Aliustaoğlu, 2003, 190-192). Damgalama teorisi Amerika’da 1960’lı yıllarda yaygın olmaya başlamıştır. 1938 yılında Frank Tannnbaum, ‘Kötülüğün Tiyatrosu’ (Dramatization of Evil) adlı makalesi ile damgalama teorisinin kurucusu olarak gösterilmiştir. Tannebaum’e göre, kişinin tutuklanması ve yargılamaya tabi tutulması bir kamusal tanıma işlemidir ve tutuklulardan bir kimseye etiket yapıştırılması toplum tarafından o kimsenin suçlu olduğunu göstermeye yarayan bir işarettir. Sembolik olarak ifadelendirildiğinde, kişi toplumdaki normallerden soyutlanır ve şu şekilde markalanır: ‘bir kere hırsız her zaman hırsızdır’, ‘bir kere suçlu, her zaman suçludur’ (Wickman ve Whitten a.Dursun, 309). Goffman (1963), damgalamaya ilişkin bir tipoloji kurmuştur. Bu tipolojide damga üç türde karşımıza çıkmaktadır. “Bedensel tiksinti/iğrenme”, “bireysel karakterin kusurları” ve “ kabilesel damgalama”. Bunlardan ilki, fiziksel görünüşe yönelik olumsuz yüklemeleri; ikincisi, kişisel karaktere yönelik olumsuz yüklemeleri; üçüncüsü ise, belirli ırksal, dinsel özelliklere sahip bir topluluğa yönelik olumsuz yüklemeleri içermektedir. Kısaca Goffman’a göre damgalama, belirli bir sosyal etkileşim içinde itibarı sarsıcı yüklemelere işaret etmektedir. Becker, davranış sapmalarını da işaret ederek; davranış sapmalarının özel olarak sosyal durumdan kaynaklandığını belirterek göreceli bir politik çelişki modeli ile davranış sapmalarını izah etmiştir. Toplum kurallarının damgalayanlar tarafında damgalananlara karşı sınıf, meslek, cinsiyet ve yaşa göre farklı bir şekilde uygulandığı fikrindedir (Wickman ve Whitten, 191). Birey ya da toplum kendisini ürküten, rahatsız eden bir durumla karşılaştığında sıklıkla onu kendisinden dışlayıp yabancılaştırma yoluna gider. Bu da ayrımcılığın başlangıcıdır. Toplum açısından düzeni bozan, huzursuzluk yaratan ve toplumsal yaşantı için tekin olmayan kişiler damgalanıp toplum dışına itilirler(BG, EL, vd., 2002, 201) ve de damgalamaya maruz kalan kişiler bu durumdan dolayı yanlış anlaşılmış, farklı ya da utanmış hissedebilir. Damgalama eninde sonunda damgalayanlarla sosyal etkileşimlerde zorlanmalara yol açar ve rahatsız eder. Bu süreç yaşam kalitesinden ödün verme, düşük benlik saygısı, depresif semptomlar, işsizlik ve gelir kaybı, sosyal çevrede daha fazla daralma ile sonuçlanır (Taşkın, 2007, 17-30.) 188 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 3. Sosyal Medya ve Damgalama İletişim teknolojileri ve ulaşım araçlarının gelişmesiyle küreselleşmenin önündeki engellerin ortadan kalktığını ifade eden David Harvey’e göre; zaman ve mekan kavramlarının önemini yitirmesiyle, iletişim anlık olarak gerçekleşmektedir. Bu durum zaman sıkışmasına neden olurken; bireylerin çevreleriyle dünyayla kurdukları iletişim, teknolojiciyle aracılanmış bir iletişim biçimine dönüşmektedir. Ancak, modern yaşam, her ne kadar bireysel ve toplumsal arasında daha fazla iletişime yol açsa da; ileri teknoloji, hızlı toplumsal ve kültürel değişimler, gerçek dünyanın sanal alana kayması gibi etkenler, bireylerin uyum mekanizmalarını bozmakta ve bireylerin topluma ve kendi doğalarına uyumsuz hale gelerek sadece bireysel çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlamalarına neden olmaktadır (Karagülle ve Çaycı, 2014, 1) ve bu süreçte sosyal medya bütün bunların oluşumunda birincil rol oynamaktadır. Sonuçta bireyler sosyal medyada, kimlik temsili, performans sergilemek, profil oluşturmak, gözetlemek, gözetlenmek, teşhir etmek, sanal bedenler oluşturmak, örgütlenmek, sanal uzlamda eylem/kampanya yapmak hatta çevrim dışı gündelik yaşama taşımak gibi niyetler oluşturmaktadırlar( Toprak v.d., 2009). Bu niyetlerin yanı sıra sosyal medya kişiler birbirleriyle etkileşimde bulunarak, yeni bilgi edinim ve aktarımı sürecinde birbirleri hakkında fikir sahibi olabilmektedirler. Öyle ki, bireyler kendi kimliklerini inşa edebilmekte, sosyalleşme olgusunu, imaj oluşturma ve itibar yönetme arzularını da bu mecra aracılığıyla yaşamaktadırlar. Diğer insanların zihninde kendileri hakkında fikir oluşturmak, bu fikre diğer insanları inandırmak ve de bunun devamını arzu edebilmektedirler. Bireyler bu durumda, farklı kimlik sunum taktikleri geliştirerek sadece diğer bireylerin kendi kimliğine ilişkin izlenimlerini yönetmemekte aynı zamanda diğer bireylere ilişkin kendi davranış örüntülerini biçimlendirme olanağı elde etmektedirler( Wayne ve Linden, 1995,260). Sosyal medya aracılığıyla; birey fikir, duygu, düşünce, deneyimlerini, görüş ve eleştirilerin paylaşırken ‘kendisi gibi olmayanların’ eleştiri ve davranış biçimlerine maruz kalabilmektedirler. Öyle ki, sosyal medyada damgalama diye nitelendirebileceğimiz, bir davranış örüntüsü meydana gelebilmektedir. Bu çalışmada da iletişimin hızlı bir şekilde gerçekleşmesini sağlayan, etkili-çift yönlü etkileşimi sağlayan bir iletişim ortamı olan sosyal medya araçlarından ‘ twitter’ üzerinden gidilerek sosyal medyada damgalama açıklanmaya çalışılmaktadır. Çünkü, twitter bir mikro-bloggingdir. Kullanıcıları en fazla 140 karakter yazma imkânı tanımaktadır. Twitter cep telefonlarına sms le gönderilip, cep telefonundan sms ile mesaj alabilen bir servistir. Grup içinde yer alan kullanıcılar o anda birbirlerinin nerede, ne yaptığından haberdar olabilir (Güçdemir, 2010, s.33). Twitter’ın hayatımıza dâhil olması ile birlikte kısa ve anlık gelişmelerin paylaşımı da günlük alışkanlıklarımız arasındaki yerini almaya başladı. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 189 Eğer hedef kitleniz tarafından takip edilebilir güncellikte ürün, hizmet ve şirket bilgilerinizi Twitter.com aracılığı ile güncel tutmayı başarabilirseniz o zaman bu size itibar ile birlikte güven kazandıracak ayrıca büyük kampanyalara gereksinim duymaksızın yeniliklerden tüketici kitlenizi haberdar edebileceksiniz demektir (Özbal, 2011). Çalışmanın temeli de twitterin aslında imaj oluşturma, kimlik inşası ve itibar yaratmada etkisinin yadsınamayacağı ve önemli bir mecra olduğunu ispat etmeye yöneliktir. 4. Araştırmanın Amacı Bu araştırma ile sosyal medya ve damgalama kullanımının ölçümlenmesi, bu alana yönelik eğilimlerinin ve davranışlarını tespit etmek amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın uygulama kısmına örnek olarak Nihat Doğan’ın Özge Can Aslan cinayetiyle sosyal medya araçlarından biri olan twitterde yapmış olduğu paylaşım ve neticeleri örneklem seçilmiştir. 4.1. Araştırmanın Veri Toplama Yöntemi ve Aracı Araştırmada Nihat Doğan’ın Özge Can Aslan cinayeti ile ilgili atmış olduğu tweet ve sonuçlarının incelenmesi sürecinde içerik çözümlemesi kullanılmıştır. İçerik çözümlemesi yöntemi, Berelson’un ifadesiyle; iletişimin görünen içeriğinin nesnel, sistematik ve nicel yollardan betimlenmesidir (Bilgin, 2006, 2). 4.2. Kapsam ve Sınırlılıklar Çalışma kapsamında incelenen olayın sosyal medyadaki etkileri incelenmekle birlikte, konunun sosyal medyada yer alması ve ciddi tepkiler doğurmasıyla geleneksel medyada da olaya kısmen de olsa yer verilmesi göz ardı edilmemesi gereken önemli bir konudur. Nihat Doğan’ın 15 Şubat 2015 tarihinde kendi sosyal medya hesabından (twitter) “Siz de mini etek giyip, taciz edildiğinizde bas bas bağırmayacaksınız” şeklinde yaptığı paylaşım, konunun geniş kitlelere yayılmasına ve sosyal medyada önemli tepkiler doğurmasına neden olmuştur. Araştırmada değerlendirme kapsamına alınan veriler, arama portalları üzerinden ulaşılarak oluşturulmuştur. Google arama motorunda 18 Haziran 2015 tarihinde “Nihat Doğan Özgecan Aslan ” parametrelerinin girilmesiyle elde edilen verilerin incelenmesiyle oluşturulmuştur. Bu bulgular ilgili tarih ve parametre kapsamında değerlendirilmelidir. Başka bir tarihte yapılacak aramada ilgili sayfaların kaldırılması, sitelerin kapanması gibi nedenlerden (Twitterde paylaşımı yaptıktan sonra, tweeti silmesi) ötürü bazı sonuçlar paylaşım için ulaşılamayacağı gibi; ifade edilen parametreler nedeniyle bir kısım içeriğin de yorumlama dışında tutulması gibi bir olasılığı da bulunmaktadır. 190 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Yapılan paylaşımın sanatçının aleyhine durumlar oluşturması büyük tepkiler toplaması ve sosyal medyada damgalamaya somut bir örnek oluşturması bakımından Twitter isimli sosyal medya aracı araştırma kapsamında değerlendirilmiştir; fakat ilgili aracın, çalışmada en büyük kısıtını da geçmişe dair verilerin birçoğunun kayıtlı tutulamaması ve sanatçının da kendi aleyhine sonuçlar doğuran paylaşımı silmiş olması oluşturmuştur. 4.3. Bulgular ve Değerlendirme Bu çalışmada, ifade edildiği üzere Google arama motoruna “Nihat Doğan Özgecan Aslan” kelimeleri yazılmak suretiyle yapılan arama sonucunda listelenen 37 sayfada toplam 360 adet haber içeriği tasniflenmiş ve çalışma kapsamında, çalışma evrenini oluşturan 150 adet haber içerik analizine tabi tutulmuştur. Tablo 1. Sosyal Medya İçerik Analizi Yorumlar Twitter 350000 Uludağ sözlük 11 Ekşi Sözlük 10 Tablo 2. Geleneksel Medya İçerik Analizi Kanallar Tarih SHOW TV 15.02.2015 HALK TV 15.02.2015 BEYAZ TV 16.02.2015 SAMANYOLU TV 19.03.2015 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 191 Tablo 3. İnternet Haberleri İçerik Analizi Tarih Haber Sayısı İzlenme Sayısı 14.02.2015 1800 - 15.02.2015 1800 - 16.02.2015 1780 - 17.02.2015 1740 - Olay 15.02.2015 tarihi akşamında sosyal medya üzerinden yayılmıştır ve insanlar tarafından dikkat çekerek büyük etki yaratmıştır. 15.02.2015- 18.02.2015 tarihleri kapsamında ekşi sözlükte, Uludağ sözlükte, twitterda,internet haber portallarında etkisini sürdürmeye devam ederken, gazete manşetlerinde ilgili tarihler arasında sadece 7 gazetenin konuya yer verdiği belirtilmiştir. Olayın televizyon görüntüleri incelendiğinde ise, 2 gün geçtikten sonra yayınladığı, 1 hafta sonra yayınlandığı tespit edilmiştir. Ayrıca haberle ilgili gelişmeler internet üzerinden sürekli aktarılırken, geleneksel medyada böyle bir bulguya rastlanmamıştır. Bu bulgular doğrultusunda sosyal medyada olay yaratan ve geniş kitlelere ulaşan olaya geleneksel medyada yeteri kadar yer verilmemiştir. Sosyal medyada patlak veren olay, çok kısa sürede geniş kitlelere ulaşmış, toplumsal tepki “sosyal tepki” olarak sosyal medya aracılığıyla gösterilmiş, girilen yorumlar, yapılan paylaşımlar sosyal medyada damgalamada somut ve canlı örnek sayılabilecek Nihat Doğan’ı literatüre dahil etmiş, literatürde yer verilen tanımlamalarda ‘nerdeyse insan gibi görülmeme durumu” nu bizzat yaşamış “… Sen insan olamazsın, böyle bir paylaşımda bulunan kişi, toplumda barınmamalıdır..” şeklinde olumsuz etiketlemeler ile damgalamayı destekleyici nitelikli paylaşımların yanı sıra aleyhine başlatılan kampanyalar da araştırmayı destekler niteliktedir. Sosyal medya üzerinden başlatılan dahil olduğu gruplardan ve o dönemde katılmak üzere olduğu yarışma programından ihracının istenmesi, tamamen yalnızlığa itilmesi, toplumdan ve toplumun gözünün önünden uzaklaştırılmasının talep edilmesi, dahil olduğu grup ve üyesi olduğu birliklerden de soyutlanmasının istenmesi sadece birkaç örnektir. 192 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Öyle ki, paylaşımların etkisiyle, Acun Ilıcalı tarafından Survivor takımından çıkartılması, üyesi olduğu Galatasaray Spor Kulubü’nden oy birliği ile ihraç edilmesi, menajerinin kendisiyle yollarını ayırması ve de en nihayetinde ünlü kişiliğine yönelik aldığı olumsuz eleştirilerde doğrudan hedef gösterilmesi doğrudan araştırmanın ileri sürdüğü görüşleri destekler niteliktedir. Sonuç Doğru ve etkili iletişim günümüz dünyasının olmazsa olmaz kavramlarından birisi haline gelmiştir. Artık başarılar ve başarısızlıklar iletişim ve iletişimsizlikle ilişkilendirilmektedir. Büyük başkanlık seçimlerinde, hükümetleri ezip geçen halk devrimlerinde, büyük ve güçlü markaların bir gün içerisinde piyasadan silinmesinde en büyük etkenin etkili iletişim olduğu yadsınamaz bir gerçektir. İletişim kavramının giderek önem kazanan, incelenen ve tartışılan bir konu olmasında sosyal medyanın rolü büyüktür. Yeni iletişim teknolojileriyle iletişimin göz bebeği haline gelen sosyal medya, internet ortamının sadece bilgilenmek için değil, iletişime geçmek için de kullanılmasını mümkün kılmaktadır (Adıgüzel). Özellikle günümüzde, “Teknoloji insanlığın bir uzantısı olmaktan çıkmış; insan teknolojinin bir uzantısı haline gelmiştir”( Bookchin,1996). Bütün bu değişim ve gelişim süreci teknolojinin doğasını değiştirip sosyal medyanın hayatımızdaki etkisini de farkedilir ölçüde arttırmıştır. Öyle ki kullanıcılar gündelik hayatlarında da zamanının çoğunu sosyal medya platformlarında geçirirken çok da dillendiremedikleri duygu, düşünce ve görüşlerini bu platformla ifade edebilmektedirler. İnsanlar artık haberleri sosyal medya platformlarından almakta ve aldıkları haberleri yine aynı kanallar aracılığıyla dağıtmaktalar. Sosyal medya, insanların internet ortamındaki rollerin pasif kullanıcı konumundan aktif üretici konumuna geçişini de simgelemektedir. Bu geçiş sosyal medyanın geribildirim döngüsünü de gündeme getirmektedir. Öyle ki, paylaşımda bulunan kişi görüşleri, fikirleri, duygu, deneyim ve paylaşımları ile taraftar toplayabilirken aleyhine durumlar da oluşabilmektedirler. Öyle ki kimlik inşası, imaj oluşturma, itibar yönetme konusunda ağırlığı yadsınmayacak bir güç olan sosyal medya aleyhi durumlarda da “damgalama” ile en ağır tahribatlara neden olacak sonuçlar doğurabilmektedir. O yüzden sosyal medya, gücü azımsanmayacak, doğru kullanıldığında etkin bir kanal, doğru ve neredeyse ücretsiz itibar yaratma “sanal gönüllü elçiler yaratma” platformu; kullanılamadığında ise en büyük “ zehirli sarmaşık” haline bürünebilen kişinin kendi kendini yok etmeye yarayan bir damgalama aracı olabilmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 193 Kaynakça 1. Adıgüzel, İbrahim. Sosyal Medyanın Müşteri Memnuniyetine Etkisi, 2012, 3. 2. Akar, E. (2010), Sosyal Medya Pazarlaması, Sosyal Webde Pazarlama Stratejileri, Efil : Ankara 3. Akar, Erkan. Sosyal Medya Pazarlaması, Ankara, 2010. 4. Aydoğan, Filiz ve Ayşen Akyüz. İkinci Medya Çağında İnternet, İstanbul: Alfa Yayınları, 2010 5. Bilgin, N. (2006). Sosyal Bilimlerde İçerik Analizi. Ankara: Siyasal Kitabevi.. 6. Bookchin, M. (1996). Ekolojik Bir Topluma Doğru. Abdullah Yılmaz (Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayımları. 7. Dursun, Hasan. Damgalama Teorisi ve Suç.Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1997/3-4. 8. Goffman E (1963) Stigma: the management of spoiled identity.Harmondsworth: Penguin. s. 168. 9. Güçdemir, Yeşim. Sanal Ortamda İletişim, 1. Baskı, İstanbul: Derin Yayıncılık, 2010. 10. Karagülle, Ayşe Elif., Çaycı, Berk. Ağ Toplumunda Sosyalleşme ve Yabancılaşma The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication - TOJDAC January 2014 Volume 4 Issue 1 11. Kocabaşoğlu,N. Ve Aliustaoğlu, S. (2003)“Stigmatizasyon”. Yeni Sempozyum Dergisi. S. 41 (4). ss. 190-192 12. Link BG, Struening EL, Neese-Todd S, Asmussen S, et al. On describing and seeking to change the experience of stigma. Psychiatric Rehabilitation Skills 2002;6:201-31. 13. Mangold, W.G. ve D.J.Faulds (2009), Socail Media: The New Hybrid Element of The Promotion Mix, Business Horizons 52. 14. Roberts, R.R. ve J.Kraynak (2008), Walk Like a Giant, Sell Like a Madman, 15. 12. Blossom,J. (2009), Content Nation-Surviving and Thriving as Social Media Changes Our Work, Our Lives and Our Future, Wiley Publishing, Inc. : Indiana 194 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 16. Sarı, Hasan. Sosyal Medya ve Uygulamalarının Online Halkla İlişkiler Açısından Değerlendirilmesi. 17. Sayımer, İdil. Sanal Ortamda Halkla İlişkiler, İstanbul: Beta Yayınları, 2008. 18. Soygür, H. ve Özalp, E. (2005). “ Şizofreni ve Damgalanma Sorunu”. Turkiye Klinikleri J Int Med Sci Dergisi. S.1(12). ss: 74-80 19. Taşkın EO. Ruhsal Hastalıklarda Damgalama ve Ayrımcılık. İçinde: Taşkın EO, editör. Stigma ruhsal hastalıklara yönelik tutumlar ve damgalama. İzmir: Meta Basım ve Matbaacılık; 2007. s. 17-30. 20. Toprak, A., Yıldırım, A., Aygül, E. Binark, M., Börekçi, S. VE Çomu, T. (2009). Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook. İstanbul: Kalkedon Yayınevi. 21. Wayne, S. & Linswn, R. (1995), Effects of Impression Management on Performance Ratings: A Longitudinal Study , Academy of Management Journal, B8(6). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 195 196 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ GRAFİK TASARIMIN MESLEK OLARAK TANIMI VE SEKTÖREL DURUM Oğuzhan KORKUT1 Özet 20. Yüzyıl sonlarında medya teknolojilerinin gelişimi ve 21. Yüzyılda internet teknolojilerinin gelişimi ile grafik tasarım mesleği köklü bir biçimde etkilenmiştir. Artık grafik tasarım yerine görsel iletişim tasarımı deyimi kullanılmaktadır. Grafik Tasarımın içeriğine, zaman, mekan, ses, hareket ve etkileşim unsurları eklenmiştir. Bu gelişim sürecinde mesleğin yapısında oluşan değişimler, sektörde de çeşitli değişim ve ihtiyaçları ortaya çıkarmaktadır. Bu süreçte, Türkiye’de grafik tasarımın sektördeki yerini ve meslek olarak tanımını -yeni gelişmeler ışığında- ele alarak bir tablo sunmak bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Anahtar Kelimeler: Grafik, Görsel, İletişim, Tasarım, Meslek, Sektör 1 Öğretim Görevlisi, Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulu, Grafik Tasarım Bölümü, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 197 PROFESSION DEFINITION AS THE GRAPHIC DESIGN AND INDUSTRY STATUS Abstract Profession of graphic design has radically affected by Development of media technology end of the 20. Century and development of internet technology in 21. century. Instead of graphic design, visual communication design statement is started using now. Time, space, sound, motion and interactivity elements are added to the content of the graphic design. Resulting changes in the structure of the profession in this development process, uncovers a variety of changes and needs for the industry. In this process, the graphic design in Turkey (with the new development), by taking place in the sector and the definition of the profession is the objective of this study is to provide a statement. Keywords: Graphic, Visual, Communication, Design, Profession, Industry 198 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. Giriş 20. Yüzyıl sonlarında medya teknolojilerinin gelişimi ve 21. Yüzyılda internet teknolojilerinin gelişimi ile grafik tasarım mesleği köklü bir biçimde etkilenmiştir. Artık grafik tasarım yerine görsel iletişim tasarımı deyimi kullanılmaktadır. Grafik Tasarımın içeriğine, zaman, mekan, ses, hareket ve etkileşim unsurları eklenmiştir. Bu gelişim sürecinde mesleğin yapısında oluşan değişimler, sektörde de çeşitli değişim ve ihtiyaçları ortaya çıkarmaktadır. Bu süreçte, Türkiye’de grafik tasarımın sektördeki yerini ve meslek olarak tanımını -yeni gelişmeler ışığında- ele alarak bir tablo sunmak bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır. 1.2. Grafik Tasarım Kısa Tarihi “Batı uygarlığında kabaca 1780 ve 1820 yılları arasında kalan tarihsel dönemde ve bir dizi teknik buluşun, buhar makinesi ve lokomotifin icadının üretim sürecinde, insan gücü ve emeğinin yerini mekanik enerjinin almasına olanak veren süreci başlatan “endüstri devrimi” ortaya çıkmıştır” (Cevizci, 1999:298). Endüstri devrimi ile gelen, sanayileşme ve modern yaşama geçiş, sosyal ve ekonomik yapıda köklü değişikliklere yol açmış; tarım toplumundan endüstri toplumuna geçişin itici gücü olmuştur. Toplumlarda sosyal yapının oluşumu ile iletişim ve ihtiyaçlarıda çoğalmaya başlamıştır. İletişim konusunda ki bu ihtiyaçlara cevap vermek adına grafik tasarım önem kazanmaya ve gelişmeye başlamıştır. “Endüstri devrimi ile birlikte gelişen teknoloji karşısında, tüketici pazarları; dolayısıyla rekabetin arttığı bir pazar ortamı doğmuştur. Dolayısıyla “Endüstri devrimiyle gelen seri imalat ve pazarlama, görsel kimlik ve amblemlerin değer ve önem kazanmasına neden olmuştur” (Bektaş, 1992: 161). Avrupa’da bütün bu sosyal etkiler yaşanırken grafik tasarımı da bu etkilenmeden payını almaya başlamış, yavaş yavaş sanatla olan bağını kopartmıştır. Endüstrinin getirdiği rekabet ortamında kendine yeni bir meslek olarak yer bulmaya başlamıştır. Bu dönemde, sanat ve grafik tasarım konusunda çalışmalar yapanlar kendilerini, geleneğe dönüş ile geleneğe baş kaldıran, estetik ve işlevi bir araya getiren anlayışların içinde bulmuşlardır. Bu hareketlerin tasarım sürecini başlatmaları, yeni teknolojilerin üretimde getirdiği kolaylıklarla birlikte, günümüz kitle iletişim biçiminin ve çağdaş grafik tasarımın gelişme ortamını hazırlamıştır. Modern sanat hareketlerinin de ilk tohumlarının atıldığı bu dönemden başlayarak grafik tasarım, görsel anlatım yoluyla kurulan kitlesel iletişimin başlıca unsuru olmuştur (Ketenci ve Bilgili, 2006: 238). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 199 Grafik tasarım, sanatların içinde en “aynı anda her yerde olan”da diyebiliriz. Yani, aynı anda kişiye ve genele özel olan ihtiyaçlara cevap verir; hem ekonomik hem de estetik, hem sosyal-kültürel bir çok kaygıyı içinde barındırır. Sanat ve mimari, felsefe ve etik, edebiyat ve dil, bilim ve politika ve performansın da içinde bulunduğu birçok alandan bilgi edinir. “Grafik tasarım, görsel bir iletişim sanatıdır. Birinci işlevi de, bir mesaj iletmek ya da bir ürün ya da hizmeti tanıtmaktır. Grafik tasarım terimi ilk kez 20. Yüzyılın ilk yarısında metal kalıplara oyularak yazılan ve çizilen ve daha sonra da çoğaltılmak üzere basılan görsel malzemeler için kullanılmıştır. Teknoloji geliştikçe, sadece basılı malzemeler değil; film aracılığıyla perdeye yansıtılan, video ile ekrana gönderilen ve bilgisayarlar yardımıyla üretilen görsel malzemeler de grafik tasarım kapsamı içine girmiş ve bu terimin anlamı oldukça genişlemiştir” (Becer, 2006:33). Bilgisayar ve iletişim teknolojileri geliştikçe, grafik tasarım için ihtiyaç duyulan alanlarda coğalmıştır. Bugün iletişimin büyük bölümü artık internet ortamlarında yapılmaktadır. Masaüstü ve dizüstü bilgisayarlar, cep telefonları ve tablet bilgisayarlar internete ulaşmak için kullandığımız araçlardır. Hepsi farklı teknolojiler olmalarına rağmen, internete ulaşımda aynı ortak ihtiyaca sahiptirler. Bu ortak ihtiyaç internet sayfası tasarımıdır. Bugün kısaca web tasarım olarak ta anılan bu tasarım alanı, grafik tasarım temel ilkelerine bağlı yeni bir alandır. (Korkut, 2012:29) 2. Günümüzde Grafik Tasarım, Ya da Görsel İletişim Tasarımı ? Günümüzde reklam ürünleri ve kampanyalarının basılı ortamlarla sınırlı kalmayarak masaüstü yayıncılık, televizyon reklamcılığı ve sosyal medya reklamcılığıyla bir arada kullanılmaktadır. Özellikle sosyal medya gelişimi ile web tasarım alanına kendi alt alanı olarak mobil web tasarım alanı eklenmiştir. Stabil (hareketsiz-sabit) tasarımları barındırdığı kadar hareketli ve sesli tasarımlarıda barındıran web tasarım artık daha çok evlerimizde bizi bekleyen masasüstü bilgisayarlara ve dizüstü bilgisayarlara ait bir uygulama ve tasarım alanı olarak tanımlanmaya başlamıştır. Akıllı telefon ve tablet cihazlar sürekli yanımızda taşıyabildiğimiz, herhangi bir yerde sunum ve bilgilendirme, iletişim ve eğlence amaçlı kullanabildiğimiz için ve yazılım, mühendislik, kullanım farklılığından dolayı kendine özgü tasarım ihtiyacı olan mobil web tasarım ya da mobil tasarım türüne sahip olmuştur. 2015 yılı itibari ile, Windows, Mac, Android gibi işletim sistemi üreticilerinin yeni araştırmalarının hedefi ve teknolojileri sonucu olarak internet kullanımı hem masaüstü ve dizüstü bilgisayarlarda, hem de mobil cihazlarda tamamı ile aynı yazılım ve mühendislik altyapısına sahip olacağı şeklindedir. Bir ürün yada etkinlik için hazırlanan web sitesi ve tasarımı her tür bilgisayar ve mobil cihazda aynı şekilde çalışacaktır. Buna göre web tasarım alanı da yavaş yavaş yerini mobil tasarıma bırakacaktır denilebilir. 200 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Grafik tasarıma basit bir şekilde, bir yüzeyin iletişim amaçlı tasarım için kullanılması şeklinde bakarsak; bugün gelinen noktada yüzeylerin sayısının bundan yirmi yıl öncesine göre farklı ve etkili bir şekilde arttığını görebiliriz. Bugüne kadar kullanıla gelen, kağıt, plastik, metal ve kumaş, açıkhava reklamcılığın yüzeyleri olarak adlandırabileceğimiz duvarlar, panolar, billboardlar, dev ekranlar ve projeksiyonlar, eletronik medya, televizyon, beyaz perde... tasarımın sunulduğu ‘yüzeyler’ olarak örneklenebilir. Tüm bu yüzeylerin grafik tasarıma eklediği özellikleri kısaca özetlemeye çalışırsak eğer, günümüzde grafik tasarıma ‘zaman’, ‘mekan’, ‘ses’, ‘hareket’, ‘etkileşim’ özellikleri eklenmiştir denilebilir. Bu özelliklerin eklenmesi ile grafik tasarımın yenilikler ile köklü değişikliklere gittiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Fakat temel grafik tasarım ilkelerinin ve elemanlarının değişmediği gerçeği de unutulmamalıdır. Yine de Amerika ve Avrupa ülkelerinde grafik tasarım için farklı tanımların oluşmaya başladığı görülmektedir. “Jorge Frascara’nın “grafik tasarım”ı dar kapsamlı bularak yerine önerdiği “görsel iletişim tasarımı” nın (visual communication design) yeni tasarım alt alanlarını daha çok kapsamaktadır.” (Tuncer, 2007) Tüm içerik zenginliğine rağmen meslek dalı olarak grafik tasarımın adını ‘görsel iletişim tasarımı’ olarak değiştirmek ne kadar gerekli ya da işlevseldir tartışmaya açıktır. Fakat işlevsel olanın kavram karmaşasından uzak tutmak olduğu kesindir. Örneğin ‘visual’ kelimesi Türkçe’de ‘görsel’ olarak çevirilmiştir. Visual kelimesi İngilizce’de 20. Yy sonlarında ve 21. Yy da sık kullanılmaya başlanmış olan ve ‘direkt olarak’ teknolojik içerikli ve temelli görüntü ve görseller için kullanılan bir kelimedir. Türkçe’de ‘görsel’ kelimesinin bu şekilde bir kullanımı yoktur. Genel kullanımı olan ve önüne ya da sonuna ek alarak türü belirlenen bir kelimedir. Örn. ‘video görseli/görüntüsü’, ‘görsel şölen’, vb. Görsel kelimesi, tasarım sektöründe fotoğraf, çizim ve resimlerin hepsini içine alarak ifade etmek içinde kullanılmaktadır. Fakat, yine, kısıtlı bir öbeği tanımalamak için kullanılmaktadır. Kısacası ‘görsel’ kelimesi Türkçe’de ‘grafik’ kelimesinin kapsadığından daha fazlasını değil aksine daha azını kapsamaktadır. Grafik tasarım tanımı ilk kullanıldığı günden itibaren iletişim ve mesaj iletme amacını içinde barındırmaktadır. Bugün isimde böyle bir değişikliği yapmak tanımı yapılan nesne/ismin yerine, tanımını koymak gibi olacaktır. Bu çalışmanın ilerleyen bölümlerinde de görülebileceği gibi, Türkiye’de grafik tasarım sektörünün ihtiyacı olan asıl önemli nokta; grafik tasarımın meslek olarak tanımının daha ulusal bir ortak noktada kabul edilmesi ve ünvanların oluşturulmasıdır. Bu bağlamda Türkiye’de grafik tasarımın eğitim sürecinin inelenmesi ve düzenlenmesi ayrıca bir çalışma konusu olarak ele alınmalıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 201 3. Reklam Sektörü ve Grafik Tasarım Reklamcılık en dinamik ve rekabetçi sektörlerden birisidir. Uluslararası akımlar ve farklı sektörlerden müşterilere hitap eden sektör, müşteri beklentilerini yeni teknolojileri uygulayarak ürün çeşitliliğini arttırarak hızlı bir şekilde cevaplamaktadır. Reklam ajansı kullanacağı medya kanallarını kararlaştırdıktan sonra geliştirdiği fikirler doğrultusunda yeni ve revize edilmiş anahtar sembol, slogan, resim, video, katalog, afiş ve benzerleriyle reklamı yapılacak olan ürünü hedef kitleye tanıtırlar (Malefyt & Morais, 2010, s. 333, 334). Reklam sektörü grafik tasarım mesleğinin hizmet ettiği ana sektördür. Bu hizmet büyük ajanslar aracılığı ile büyük marka ve kişilerin tanıtılması şeklinde de olabilir veya daha küçük tasarım stüdyolarının tasarım ve tanıtım çalışmaları ile de olabilir. Hatta freelance olarak adlandırılan bağımsız çalışma türünde bir kişi ya da 2-3 kişilik tasarımcı gruplar olarak ta yine aynı sektöre hizmet verebilmektedir. Reklam sektöründe, çalışanların, bu çalışmanın konusuna göre özellikle tasarımcıların ünvanları, uzmanlaştıkları alanlara ve yapmakla yükümlü oldukları işlere göre farklı olarak belirlenmektedir. Bir tasarım ajansının ve/veya tasarımcının uzmanlığına göre hizmet vermesi ve anıldığı ünvanların, ayrımlarının uygulamada yapılıp/yapılmadığı Türkiye’de ve diğer ülkeler olarak ayrı ayrı incelenmiştir. Çalışmamızda da iki ayrı bölüm halinde verilmiştir. 3.1. Amerika ve Avrupa Ülkelerinde Grafik Tasarım Sektörü Yurtdışında grafik tasarım sektörünü incelediğimiz zaman, farklı endsütrilerin farklı mecralarda tasarım uygulamalarına ve bu uygulamaları icra edecek farklı alt dallarda uzmanlaşmış grafik tasarımcılara ihtiyaç duyulduğunu belirlemiş oldukları görülebilmektedir. Buna bağlı olarak bir grafik tasarımcının eğitim sürecini, sektördeki farklı ihtiyaçları giderecek dengede kurmuşlardır. Örneğin, yurtdışında büyük sektörlerden birisi olan video oyunları sektöründe çalışmak isteyebilecek kişiler için, oyun geliştirme, animasyon ve karakter tasarımı okulları mevcuttur. Sektörde kullandıkları ünvanları da incelediğimizde grafik tasarımı bir anadal, alt alanları da alt dallar (sub-fields) olarak daha düzenli bir biçimde ayırdıklarını görebiliriz (Tablo 1). 202 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Tablo 1. Amerika ve Avrupa ülkelerinde Grafik tasarım alt dalları ve ünvanları Grafik tasarımcının kariyer yolu yaratıcı yelpazenin bütün uçlarını kapsar ve bu uçlar genellikle örtüşmektedir. Grafik tasarım da, tasarımcılık, yayıncılık, reklamcılık ve halkla ilişkiler gibi çalışanlar isitihdam edilir ve bu çalışanlar yılda $ 44,150.00 medyan ücret almaktadır (Tablo 2). Bir grafik tasarımcı ana iş sorumluluğu görsel öğelerin herhangi bir nedya yada mecra üzerinde düzenlenmesidir. Sektör içinde iş unvanları değişir ve genellikle ülkeye özgü olabilir. Grafik tasarımcı, sanat yönetmeni, yaratıcı yönetmen, animatör ve giriş seviyesi üretim sanatçısı olarak adlandırılabilirler. Hizmet edilen sektöre bağlı olarak, sorumluluk tipi “DTP Associate” (Masaüstü Yayıncılık Tasarımcısı) veya “Graphic Designer” (Grafik Sanatçısı) gibi farklı ünvanlar olabilir, ancak ünvandaki değişikliklere rağmen, grafik tasarım ilkeleri tutarlı kalır. Sorumlulukları illüstrasyon, fotoğraf, animasyon veya etkileşimli tasarım gibi, özel becerilere isteyebilir veya gerektirebilir. Bugünün mezun grafik tasarım öğrencileri, aldıkları normal grafik tasarım eğitimi içinde tüm bu alanları görmektedirler ve aynı zamanda bu alanlarda rekabetçi olmaları gerektiği aşılanmaktadır. İş başvurularında grafik tasarımcıları güçlü bir rekabet beklemektedir. Kuruluşlar aradıkları pozisyonlar için, ikna edici yetenekleri olan ve üniversite düzeyinde eğitim almış adaylar aramaktadır. Alan gereksinimleri güçlü bir portfolyo ve lisans diploması gerektirmektedir. Teknolojinin de gelişmesiyle, bilgisayar kullanan 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 203 tasarımcıların işe alımları %35 yükselmesi, geleneksel tasarımcılarında daha az bir oranla %16 veya daha düşük oranlarda işe alımları beklenmektedir.2 Tablo 2. Amerika’da Grafik Tasarımcı ve diğer tasarımcıları yıllık rotalama gelirleri3 Grafik tasarımcılar çeşitli ortamlarda çalışabilir. Birçoğu tasarım ajansları, marka ajansları gibi özellikle reklam sektörüne yönelik kuruluşlarda çalışabilirken, bir kısmı da yayınevleri, pazarlama firmaları ve çeşitli iletişim firmalarında çalışabilirler. Özellikle piyasaya kişisel bilgisayarların sunulmasından bu yana, pek çok grafik tasarımcı asıl amacı tasarım olmayan farklı sektördeki firmalar için dışarıdan sivil olarak çalışabilmektedir. Grafik tasarımcılar ayrıca free-lance olarak çalışabilir ve kendilerinin belirlediği şartlarda, fiyatlarda ve fikirler ile hizmet verebilirler. 2 https://en.wikipedia.org/wiki/Graphic_design#Crowdsourcing_in_graphic_design, Erişim Tarihi: 12.06.2015 3 http://study.com/articles/Best_Schools_for_a_Graphic_Design_Bachelors_Degree_School_List.html, Erişim Tarihi: 12.06.2015 204 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Bir grafik tasarımcı Sanat yönetmenine, yaratıcı yönetmene ya da kıdemli medya yöneticisine bağlıdır. Bir tasarımcı daha kıdemli hale geldikçe, tasarıma daha az zaman ayırarak marka geliştirme ve kurumsal kimlik geliştirme gibi daha geniş yaratıcı etkinlikleri yönetmeye ya da diğer tasarımcılara liderlik etmeye doğru ilerleyebilir. Bu durumda onlarda daha fazla müşterilerle direk ilişki içinde olmaları ve brifingleri alıp hazırlamaları beklenir.4 3.2. Türkiye’de Grafik Tasarım ve Reklamcılık Sektörü Ülkemizde grafik tasarım, 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi (Güzel Sanatlar Akademisi)’nin kurulması, ardından Cumhuriyet’in ilk yıllarında İhap Hulusi Görey’in öncü çalışmaları ile ve 1957 yılında İstanbul’da açılan Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun açılması ile bugünkü geldiği noktanın temelleri atılmıştır. Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun endüstriyel sanatlar ve tasarım alanında uzmanlar yetiştirme amacı bugün sahip olduğumuz örgün eğitim destekli sektöre yönelik grafik tasarım eğtiminin başlangıç adımlarından sayılabilir. Türkiye’de reklamcılık, 1840’da Osmanlı’da Türkçe olarak yayımlanan ilk özel gazete olan Ceride-i Havadis gazetesinin ilanat açıklaması ile ortaya çıkmıştır (Koloğlu, 1999). İlk reklam etkinlikleri Batı kültürünün ve yaşam biçiminin Osmanlı’daki ilk taşıyıcıları olan Rum ve Musevi azınlıklarca gerçekleştirilmiştir. İlancılık Kollektif Şirketi’nin kurulması ile profesyonel bir kimlik kazanan reklamcılık, Meşrutiyet’in ilanıyla canlanmıştır. Cumhuriyet döneminde, yabancı firmaların verdiği ilanlarla yerli firmaların da hareketlendiği, harf devrimi ve okuryazarlık seferberliğinin ise gazete tirajlarını artırarak reklamları, gazeteler için önemli bir gelir kaynağı haline getirdiği bilinmektedir. 1950’li yıllarda, gazeteyi takiben radyo, etkin bir reklam kanalı olarak görülmeye başlanmıştır. Türk reklamcılığı açısından asıl dönüm noktası ise televizyonun yayına başlaması (Çetinkaya, 1992) ve 3 Mart 1972’de reklam medyası olarak ilk kez kullanılmasıdır (Özgür, 1994). Piyasa koşullarının egemen olmaya başladığı 1950’li yılları takiben 1961’de, reklam alınmasını ve verilmesini serbest bırakan “Basın İlan Kurumu” kurulmuştur. Reklam harcamaları ile birlikte reklam ajansların sayısını da artıran bu gelişme, reklamcılık tarihi açısından önemli bir kırılma noktası olarak kabul edilmektedir. 1980 sonrasında uygulanan neo-liberal politikalar başarılı olmuş, çokuluslu firmaların Türkiye’deki ajansların %51 hissesini satın almak önkoşuluyla Türk reklamcılığına girmeleri sağlanmıştır. Bu gelişme Türk reklam endüstrisi için yeni bir dönemi başlatmıştır (Çetinkaya, 1992). Bu 4 https://en.wikipedia.org/wiki/Graphic_design#Crowdsourcing_in_graphic_design, Erişim Tarihi: 12.06.2015 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 205 yıllarda, televizyon da yaygınlaşmış ve televizyon izleme oranları %98’e varmıştır. 1983 yılından itibaren renkli yayınların başlamasıyla birlikte televizyon reklamcıların ufuklarını genişleten, reklamların dikkat çekmesi, izlenmesi ve sürekli hatırlanmasını saglayacak bazı görsel efektler için daha önemli bir araç haline gelmiştir (İnselberg, 2008). 1990’lara gelindiğinde televizyon yayıncılığında devlet tekelinin kırılması ve özel televizyon kanallarının sayısının artması reklamcılık alanında tam bir rekabet ortamı yaratmıştır. Şüphesiz bu ilişkiler, eklenen yeni mecralarla gelişmekte, reklam pastası büyümektedir (Töre, 2010). Doksanlı yıllara kadar tv reklamcılığı gelişmeleri devam ederken, masaüstü yayıncılıkta ve diğer basılı tasarım mecralarında olan gelişmelere dair fazla yazılı kaynağa ulaşılamamıştır. Ancak TV reklamcılığındaki gelişmelerin grafik tasarıma ve fotoğrafçılık gibi ilgili alt alanların gelişimine de ivme kazandırdığı bilinmektedir. Bugün Türkiye’de reklam sektöründe işlevsel olarak kullanıla gelen ve yeni kullanılmaya başlayan grafik tasarım mecralarına ve ünvanlar aşağıda verilmiştir (Tablo 3). Tablo 3. Grafik Tasarım alt dalları ve ünvanları. Tabloda yanlış kullanımlar kırmızı ile belirtilmiştir. 206 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Türkiye’de Grafik Tasarım Eğitimi Veren Kurumlar Türkiye’de grafik tasarım eğitimi örgün olarak, devlet üniversiteleri ve özel üniversiteler bünyesinde, 4 yıllık lisans ve 2 yıllık ön lisans programları halinde verilmektedir. Lisans eğitimi için adaylar çoğunlukla yetenek sınavına tabi tutulurken, önlisans programlarına alımlarda yetenek sınavı yapılmamaktadır. 2015-2016 Eğitim Öğretim Yılı ÖSYM Tercih Kılavuzundaki rakamlar itibari ile ülkemizde grafik tasarım bölümü olan üniversite sayısı yaklaşık 40 adettir. Bu sayıya özel ve devlet üniversiteleri dahildir. Bu bölümlerin isimleri ‘Grafik’, ‘Grafik Tasarım’, ‘Grafik Tasarımı’, ‘Görsel İletişim Tasarımı’ şeklinde üniversiteler arasında farklılık göstermektedir. İsimlerinin farklı olması yaında bölüm içerikleri ve mezuniyet hedefleri büyük miktarda aynıdır. Her bölüm ortalama 15-20 öğrenci almakta ve her yıl ortalama 10-15 öğrenci mezun vermektedir. Bu da ülkemizde yılda yaklaşık 600 adet lisans düzeyi grafik tasarımcı mezun olmakta ve sektörde çalışmak üzere yola çıkmaktadır denilebilir. 2015-2016 Eğitim Öğretim Yılı ÖSYM Tercih Kılavuzundaki 2 yıllık eğitim veren grafik tasarım bölümleri olan Meslek Yüksekokullarında, Normal ve İkinci öğretim olarak bulunan Grafik Tasarım programı sayısı yaklaşık 1505 adettir. Meslek Yüksekokulllarında program kontenjanları 20 ile 40 arasında değişmektedir. Ortalama kontenjan 30 olarak kabul edilirse, yılda 4000 civarında (varsayımsal olarak) mezun verilmektedir. Bu bölümlerin mezunları da ayrıca grafik tasarımcı ve/veya grafiker ünvanlarına sahip olmaktadır. Liselerde de grafik tasarım ve matbaacılık bölümleri bulunmaktadır. Her yıl mezun veren bu kurumların vermiş olduğu eğitim, öğrencileri sektöre hazırlamaktan ziyade, alanlarında üniversite eğitimine hazırlamak yönündedir. Bu nedenle sektörde çalışan olarak henüz etkin rolleri olmadığı düşünüldüğünden çalışmanın konusu dışında tutulmuşlardır. Üniversiteler haricinde ülke genelinde yıllardır grafik tasarım programları bulunan bir çok özel mesleki kurs ta mevcuttur. Bu kurslarda grafik tasarım için verilen eğitim akademik yapıda değildir. Bilgisayar programı eğitimi ağırlıklı müfredatlarında, temel tasarım ilkeleri ve elemanları katılımcılara öğretilmemektedir. Bu kurumların sayıları ve mezun kurisyer sayılarına dair elde somut belge bulunmamaktadır. Belediyelerin kendi kursları ile beraber bu özel kurslardan hemen hemen her ilde bir tane olduğu görülebilmektedir. Büyük şehirlerimizde bu sayı onlar ile ifade edilebilir. Bu kurumlarda farklı sürelerde farklı içerikler ile eğitim vermekte ve mezunlarına grafik tasarımcı ünvanı geçen sertifikalar vermektedir. 5 2015-2016 ÖSYM Tercih Kılavuzunda Meslek Yüksekokulları için, burslu, Yarı burslu vb. programlarda bulunmaktadır. Bu programlar çoğunlukla 4-5 öğrenci kontenjanına sahiptirler. Ancak bir okulda hem tam burslu hem yarı burslu gibi birden fazla burslu program kontenjanları bulunduğundan ve bu kontenjan toplamları ortalama 20-30 değerlerine ulaştığından, gerçek program sayısı olan 170, 150 olarak ele alınmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 207 Bugün itibari ile Türkiye’de yalnızca bir özel kuruluşun akademik düzeye uygun yapıda grafik tasarım eğitimi vermeye çalıştığı bilinmektedir. Bunun haricinde bu kursların sadece bilgisayar programı eğitimi vermeleri, grafik tasarım ve yaratıcılık süreçlerini katılımcılara öğretmemeleri, tasarım konusunda gerekli yaratıcı düşünce ortamını sunmamaları, katılımcıların beklentilerini karşılamamakla beraber, bu konuda akademik eğitim almış tasarımcılarında mesleki kalitelerini toplum görüşünde düşürmektedir. 3-6-9 aylık kurlar halinde eğitim veren bu kurslar, 4 yıllık akademik eğitim sürecinde verilmeye çalışılan bilgiyi ve akabinde ‘grafik tasarımcı’ ünvanını katılımcılarına verebildiklerini iddia etmektedirler. Bu konu yıllardır kanayan bir yara olarak artarak devam etmekte. Niteliksiz ve denetimsiz meslek eğitimlerinin nereye kadar bu şekilde devam edecek. Yıllarını bu mesleğe vermiş, üniversitesinde okumuş ya da bir ustanın yanında yetişmiş işinin ehli meslektaşlarımızın, iyi bir eğitim vaadiyle niteliksiz eğitmenler tarafından yetiştirilerek işinin ehli arkadaşlarımızla yer yer kıyaslamaya girilmiştir. Düşük ekonomik şartlarda çalışmayı kabul ettiklerinden dolayı ücretlerin belirli bir seviyeye gelmesini, sosyal hakların gelişip yerleşmemesinde nisbeten etkileri olan bu arkadaşlarımız aslında kendi yaşamlarını daha da zorlaştırıyorlar (Akgün, 2005). Piyasa deneyemi olmayan, ciddi bir iş yerinde işler yapmamış, yalnızca masaüstü yayıncılıkta kullanılan yazılımları tanıyan kişiler rahatlıkla kendilerine özel bir eğitim kuruluşunda eğitmenlik işi bulabiliyorlar. Gazete ilanlarında rastladığımız web tasarımı, grafikerlik kursları vb. eğitim kuruluşlarının ilanlarına baktğımızda, grafik eğitimi verenlerin grafik bilgisinin ne düzeyde olduğunu rahatlıkla görebiliriz (Görsel 1). Kullandıkları tanıtım metaryallerini çoğunlukla programın eğitimcilerine hazırlattıklarından durumun ne olduğunu, bu işin eğitimini verenin elinden çıkmış işlerin niteliksizliği, grafik tasarım alanında eğitimli herhangi bir kişi tarafından kolaylıkla ayırtedilebilir ve tepki gösterilir şekildedir. 208 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Görsel 1. Bazı grafik tasarım kursu tanıtım afişleri Grafik Tasarımcı ve Eğitmen Ceyhun Akgün çalışmasında, bu özel kurslar ile ilgili şunları söylemektedir (Akgün, 2005): ‘Sözde verilen grafik eğitimlerini ele alalım. Bu eğitimi veren hocanın niteliği, eğitim verilen konunun müfredatı, eğitimi alan öğrencilerin düzeyi. Bunlar eğitimin niteliksel durumunu ilgilendiren ilk koşullar. • Üniversitelerin Güzel Sanatlar F.’leri 4 yılda grafiker yetiştiriyor. 4’yıllık bir eğitimi 60, 80, 100, 150 saatlerde nasıl verilebilir. Karşılaştırmaya buradan başlayabiliriz. Çünki kursiyerlere verilen vaatlerde buna benzer duyumlar aldım. • Ardından müfredata gelelim. Hangi eğitim kuruluşu çok açık 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 209 olarak kurs müfredatını öğrencilerine veriyor. Öğrenci bu müfredata baktığında bir bigisayar program eğitimi mi görüyor yoksa bir meslek eğitimi mi görüyor! • Öğrencinin niteliği bu ayrımı yapabilecek bir düzey de mi? • Öğrenciye meslek seçiminde doğru tercih için rehberlik hizmeti ne düzeyde veriliyor! Mesleğimiz artık bilgisayar ve teknolojiyle özdeşleşmiş bir durumda. Bir grafik tasarımcı için FreeHand, Illustrator, Quark, Photoshop, Corel Draw neredeyse kaçınılmaz ve bilinmesi gerekiyor. Konu bilgisayar program eğitimi değil, bir meslek eğitimi. Bu noktada kendi mesleğimiz adına, verdiğimiz emekler adına burada bir ayrım olmalı. Bu işin eğitimini verenlerin denetlenebileceği bir mekanizma olmalı.’ Tüm bu sürecin karmaşıklığının en başında grafik tasarımcının kim olduğunun ve bir kişinin grafik tasarımcı olabilmesi için alması gereken eğitim sürecinin tanımının oturmamış olması gelmektedir. Adı geçen kurumlardan –herbiri farklı eğitim vermesine rağmen- mezun olan kişilerin tamamının ‘grafik tasarımcı’ ünvanı alabilmesi soru-nun ve sorun-un başlangıcıdır. Kurumlar bu ünvanı verirken aynı zaman da toplum içerisinde de grafik tasarım mesleğini icra eden kişilere ünvan olarak kullanılan hitap şekilleri de, ünvan karmaşasını ve ardında yatan eğitim düzensizliğini kanıtlar biçimdedir. Bir grafik tasarımcıya aynı zamanda şu kelimeler ile de hitap edilmektedir: Tasarımcı, Grafiker, Tasarımcı Grafiker, Grafikçi, Logocu... 4. Araştırmanın Yöntemi Bu çalışmada Türkiye’de grafik tasarım sektöründe kapsamlı çalışmalara imza atmış firma örnekleri ve daha küçük çaplı çalışmalar yapan ajanslar ve kuruluşlar üzerinde sistemsiz gözlem yöntemi kullanılmıştır. Çalışmanın kavramsal kısmını oluşturmak için literatür tarama yöntemine başvurulmuştur. 5. Sonuç Çalışmanın bu noktasına kadar Türkiye’de Grafik Tasarım’ın sektördeki durumuna dair toplanan görüşler ve veriler bir araya getirilmeye çalışılmıştır. Ortaya çıkan tabloda sorun teşkil ettiği düşünülen durumlar üç başlık halinde özetlenebilir. 1. Eğitim; birbirinden hem içerik ve yöntem hem de zaman olarak farklı kurum ve kuruluşlar tarafından verilen eğitimler sonucunda, aynı ünvanın kazanılıyor olması. Diploma ve sertifika arasındaki fark akademik düzeyde biliniyor olsa da, sektörde ve toplum içerisinde aynı değerde tutuluyor olması. 2. Ünvan ve kavram karmaşası. 210 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 3. Grafik Tasarımın toplumda bir mimarlık veya mühendislik değerinde saygın bir meslek olarak tanınmıyor olması. Bu üç madde için öneriler şu şekildedir: 1. Grafik tasarımda ihtiyaç olunan ana alt dallara yönelik eleman yetiştirecek şekilde, müfredatlar yeniden düzenlenebilir. Özellikle Lisans ve Ön lisans müfredatları yeniden düzenlenerek; Lisans eğitimi ile ‘Grafik Tasarımcı’, Ön Lisans eğitimi ile ‘Grafiker’ yetiştirilmesi netleştirilebilir. Lisans eğitimi ve müfredatı yaratıcılığı ortaya çıkarmak ve geliştirmek amaçlı olduğu için, lisans mezunlarına ‘Grafik Tasarımcı’ ünvanı verilebilir. Ön lisans eğitimi, müfredatı ve kısıtlı süresi gereğince daha çok ‘teknik’ ara eleman yetiştirmek amaçlıdır. Bu nedenle ön lisans mezunlarına ‘Grafiker’ ünvanı verilebilir. Özel kurslar ve belediye kursları içinde ön lisans müfredatına benzer bir ortak müfredat ile yeniden düzenleme yapılarak, bu kursların mezunlarına da ‘Grafiker’ ünvanı verilebilir. Bu ünvanların açıkça yer alacağı diplomalar ve sertifikalar sayesinde tasarımcı ile teknik eleman arasındaki ayrımı görmek kolaylaştırılabilir. 2. Grafik Tasarımcı: İletilmek istenen mesajı, söz konusu endüstri, çevre, hedef kitle ve kültüre göre inceleyip, en doğru görsel yol ile iletebilen ve bu süreci Grafiker: Grafik tasarımcı tarafından hazırlanmış olan tasarımı, gerekli mecralar ve medyalar üzerinde uygulayacak kişidir. Bir afişin, mobil cihaz ekranlarında uygun görüntülenebilmesi için yeniden ölçülendirilmesi gibi. Tanımlar bu şekilde netleştirilebilir. 3. Grafik tasarımın sektörel kapsamı ve insan hayatında önemli bir meslek olarak varlığı yadsınamaz bir gerçektir. Reklam ve tanıtım ihtiyacı varoldukça gelişecek ve süregidecek bir meslektir. Ve bu mesleği icra eden kişilerin, yaratıcılık yetisini kaznma sürecinde ve eğitimlerinde duygusal ve fiziksel olarak meşakkatli yollardan geçtiğide bilinmektedir. Grafik Tasarımcılar, bazen binlerce kelime ile anlatılabilecek bir mesajı ya da olayı sade bir görsel ile bir daha uutulmayacak bir şekilde insan hafızasına kazıyabilecek güce sahip insanlardır. Bu mesleğin ve bu insanların saygınlığını topluma anlatarak tanıtacak sosyal sorumluluk kampanyaları düzenlenebilir. Bu kampanyalara başta Çalışma Bakanlığı gibi devlet kurumları, ve ilgili dernekler destek vererek, bu alanda yetişmek isteyen gençlere yol gösterebilir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 211 Kaynakça 1. Akgün, C. (2005). Kısa yoldan Grafiker olmak !, http://www.ceyhunakgun.com/ kutuphane/makaleler/grafikerolmak/, Erişim Tarihi: 13.06.2015. 2. Becer, E. (2006). İletişim ve Grafik Tasarım. (5. Baskı). Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. 3. Bektaş, D. (1992). Çağdaş Grafik Tasarımının Gelişimi. İstanbul: Yapı Kredi Yay. 4. Cevizci, A. (1999). Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları. 5. Çetinkaya, Y. (1992). Reklamcılık, Alternatif Üniversite 14, İstanbul: Ağaç Yayıncılık. 6. Ketenci, H. F., Bilgili C. (2006). Görsel İletişim ve Grafik Tasarımı. İstanbul: Beta Basım A.Ş. 7. Korkut, O. (2012). Çankaya İlçesi Milli Eğitim Müdürlüğü›ne Bağlı İlköğretim Okullarına Ait Web Sitelerinin Grafik Tasarım Açısından İncelenmesi Ve Örnek Web Sitesi Tasarımı Hazırlanması, Yayınlanmış Yüksek Lisan Tezi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü , Gazi Üniversitesi, Ankara. 8. Malefyt, T. de W. & Morais, R. J. (2010). Creativity, brands, and the ritual process: Confrontation and resolution in advertising agencies, Culture and Organization, 16(4), 333–347, http://www.tandfonline.com/doi/pdf/10.1080/14759551.2010.51 9927#.VgiHO_ntlBc, Erişim Tarihi: 12.06.2015. 9. Özgür, A. Z. (1994). Televizyon Reklamcılıgı, İstanbul, Der Yayınları. 10. Töre, E.Ö. (2010). “İstanbul’da Kültür Ekonomisini Döndüren Çarklardan Biri: Reklam Endüstrisi, Temel Yapısal Özellikler, Fırsat ve Tehditler, Politika Önerileri Sektörel Araştırma Raporu”, İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi Envanteri 2010, İstanbul, [www.istanbulkulturenvanteri.gov.tr adresinden erişilebilir]. 11. Tuncer, A. S. (2007). ‘Grafik tasarım: İki boyutlu yüzeyde dört boyutlu bir evren yaratmak...’, Makale, http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2007/02/grafik-tasarmiki-boyutlu-yzeyde-drt.html, Erişim tarihi: 24.06.2015. 212 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 213 214 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ KONAKLAMA İŞLETMESİ MÜDÜRLERİ VE İŞLETME SAHİPLERİNİN ÇALIŞMA YAKLAŞIMLARININ DEPARTMAN FAALİYETLERİ BAZINDA DEĞERLENDİRİLMESİ VE İŞLETME ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI Reyhan SÖNMEZ1 Özet Konaklama endüstrisinin ülkemizdeki gelişim eğilimine bakıldığında, özellikle Turizm Teşvik Kanunu’nun 1980’lerin başında uygulamaya geçmesiyle beraber yatırımların katlanarak arttığı görülmektedir. Türkiye’de turizmin geleceğine dönük üretilen proje ve projeksiyonlarda, turist sayısı ve turizm gelirlerinde büyümenin artacağı beklentisi güçlü bir şekilde vurgulanmaktadır. Kamu kurum ve kuruluşlarının da bu cazip yatırım ortamını destekleyici eylemlerde bulunmaları, daha önce konaklama sektörü ile işletmecilik boyutunda karşılaşmamış veya sektörle ilgili hiçbir deneyim ve bilgisi olmayan girişimciler için de yatırım yapılabilir bir alan olarak ön plana çıkmasına neden olmuştur. Ancak turizm sektörü hizmet temelli bir sektör olmasından dolayı, üretim işletmelerine göre özel bir yapısının bulunduğu da şüphe götürmeyen bir faktördür. Özellikle kalifiye yönetici azlığından ve yatırımcının turizm sektörünü tanımayışından dolayı sektörün, hızlı bir büyüme yaşamasına karşın işletmecilik anlamında sağlam bir zemine oturtulmasında güçlüklerin yaşanmasına neden olmuştur. Bu durum konaklama sektöründe oluşabilecek hassas yapının örneğini teşkil etmektedir. Henüz kurumsal yapıya bürünememiş konaklama işletmelerinde, yönetim ve girişimci arasında çeşitli sebeplerden dolayı anlaşmazlıkların, uyumsuzlukların çıkması muhtemeldir. Bu araştırmada, konaklama tesisi müdürleri ile tesis sahipleri arasındaki çalışma ilişkisinde, çatışma yaratan durumların tespit edilmesine öncelik verilerek, ilgili sonuçlar çerçevesinde çözümlerin birbirleriyle paylaşılması amaçlanmıştır. Araştırmada anket tekniği kullanarak, Düzce ilinde yer alan hem yatırımcı hem konaklama tesis müdürünün aynı kişi olmadığı, sadece konaklama işletmesi müdürü ünvanına sahip yöneticiler üzerinde çalışma yapılmasının daha etkin sonuçlar vereceği düşünülmüştür. Uygulama ile birlikte konaklama tesisi müdürlerinden, işletme sahipleri ile aralarındaki çalışma sürecindeki çatışmaların belirleyicisi olan faaliyet alanına giren faktörlerde; yönetim, odalar, yiyecek-içecek, insan kaynakları, muhasebe, teknik servis, pazarlama, güvenlik ve diğer faaliyet alanlarına dair fonksiyonların tatbikine ilişkin tutumlar ortaya konmuştur. Ayrıca çatışma sürecinin işletme üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerine ulaşmak araştırma ile mümkün kılınmıştır. Anahtar Kelimeler: Turizm, Konaklama işletmeleri, Konaklama işletmeleri müdürleri, Konaklama işletmeleri sahipleri, Çatışma. 1 Öğr. Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Otel, Lokanta ve İkram Hizmetleri Bölümü, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 215 THE EVALUATION OF THE WORKING ATTITUDES OF ACCOMMODATION BUSINESS MANAGERS AND OWNERS BY THE PERSPECTIVE OF DEPARTMENT ACTIVITIES AND THE INVESTIGATION OF IT’S EFFECTS ON THE BUSINESS Abstract With a glance to the development trend of accommodation industry in our country, especially since the application of Tourism Promotion Law in 1980, it has been seen that the investments have raised by doubles. In the projects and projections produced towards the future of the tourism in Turkey, the expectation of the growth of tourist count and tourism revenues strongly emphasized. With the supportive actions of govermental organisations about this attractive investment environment, the accommodation industry came forward for even to the investors that have never been faced the accommodation industry as a business or has no experience and knowledge about the sector. However, as a consequence that tourism is a service based sector, it has a spesific construction compared to the manufacturing industry. Especially the lack of qualified managers and the inexpertness of the investors about tourism sector, despite the fast growth of the sector, it has been difficult to set up a strong grounding on business administration. This situation is the example of the delicate construction that may occur at accommodation industry. At the accommodation firms that have not been institutionalized yet, for some reasons there may be some inconsistencies between investors and management. In this study, it has been mainly aimed to identify the situations that cause conflicts between accommodation facility managers and owners and by the perspective of the results, it is also aimed to share the solutions with each other. Survey method has been used in the study and also it has been considered more effective that making the study only on the managers that are not also the owners of the accommodation facilities. In the study, the determinant factors that causing the conflict between owners and managers of accommodation facilities; attitudes about appliance of management, rooms, food and beverage, human resources, accounting, technical service, marketing, security and other issues have been put forth. Also, the study makes it possible to reach the positive and negative effects of the conflict process on the firm. Keywords: Tourism, Accomodation businesses, Managers of accommodation bussinesses, Owners of accommodation bussinesses, Conflict. 216 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. Giriş Turizm sektörünün gelişebilmesi için, bir çok faktörün bir arada hazır bulunması gerekmektedir. Bu faktörler içerisinde yatırım yapmak, yatırımların kanunlarla desteklenmesi ve kalifiye personellerin sektörde istihdam edilmesi öncelikler arasındadır. Bu faktörler bağlamında, ülkemiz için turizmde gelişim adına atılan adımlara bakıldığında; 1955 yılında uluslarası turizm yatırımlarının Türkiye’deki temelini teşkil eden İstanbul Hilton otelinin açılışı, turizm yatırımlarının bakanlık çapında sistemli olarak koordine edilmesi açısından 1957 yılında Basın Yayın ve Turizm Vekaleti’nin kuruluşu, nitelikli turizm personelinin hazırlanması açısından 1961-1962 eğitim öğretim yılında bugünkü Ankara Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesinin açılışı, turizm adına sistematik temellerin atıldığı yıllara denk gelmektedir. Bu sürece bakıldığında 60 yıllık dönemde, gerek Kültür ve Turizm Bakanlığının oluşturduğu gelişimi destekleme ortamı, yetişmiş kalifiye turizm personelinin lise, lisans ve lisans üstü turizm eğitimi ile sektöre nitelikli iş gücünün kazandırılması, gerekse yabancı konaklama zincirlerinin otelcilik standartlarını dünya ölçeğinde belirleyerek, nitelikli hizmet eğilimlerini, ülkemizde de uygulamaları, Türkiye turizminin bu güne gelmesinde etkili olduğu bir durumu oluşturmaktadır. Her ne kadar yerli ve yabancı konaklama işletme zincirleri ve zincir haline gelmemiş bazı konaklama işletmeleri kaliteli hizmet standartlarını oluşturmuş ve bu felsefe üzerinden çalışanlarına bu hizmetleri adapte etmiş olsalarda, bu işletmelerin dışında kalan ve modern konaklama işletmeciliği boyutunda bir takım eksiklikleri bulunan işletmelerin varlığı ülkemiz turizminin bir gerçekliğidir. Bu durumun meydana gelmesinde, işletmenin daha planlama aşamasında yapılan hatalar ve devamında gelen hatalar birbirini desteklemektedir. Özellikle yatırımcı boyutunda, turizm sektörü ile güncel yatırım fırsatları çerçevesinde ilk defa karşılaşan girişimciler, turizm sektörü için dezavantaj yaratacak durumları oluşturabilmektedir. Kendi uzmanlık alanına girmeyen işler konusunda fikir ve yöntemleri uygulamaya geçirmeye çalışan yeni turizm girişimcileri, konaklama işletmesi müdürünü yönlendirme çabalarına girmeleri, profesyonel yöneticilik anlayışı ile bağdaşmayan durumların oluşumuna neden olabilmektedir. Bu durumun yöneticilerin iş değiştirmeleri ile sonlanan olaylara zemin hazırlayan nedenlerin arasında gösterilmesi mümkündür. Ortaya çıkabilecek bu durum, işletme sahibi ve işletme yöneticisi arasındaki çatışma kapsamında değerlendirilmesi mümkündür. Çatışma sürecinin boyutu, sürdürülmesi, çatışmanın ana sebeplerinin irdelenmesi ve departmansal boyutta incelenmesi, konaklama işletmeciliğindeki varolduğuna inanılan bir sorunun işletmeye olan etkilerinin gün yüzüne çıkarılmasına katkı sağlayacaktır. Bu çalışmada Düzce ilinde çalışan konaklama işletmesi müdürlerinin, işletme sahipleri ile ilgili çalışma sürecinde çatışma yaşadıkları konulara açıklık getirmeleri amaçlanmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 217 1.1. Çatışma Kavramına İlişkin Tanımlamalar Çatışma sadece insan oğluna özgü bir kavram değildir. Yeri geldiğinde doğadaki canlılar da hayatta kalabilmek adına, çevre ve çevresinde bulunanlarla başa çıkmak adına bir mücadeleye girişmek durumundadır. Yaşamını sürdüren her canlı, gereksinim duyduğu bir ihtiyaca erişemediğinde, tatminsizlik, hoşnutsuzluk ve sıkıntılı bir vaka durumuyla karşı karşıya kalır. İnsanın içinde bulunduğu çatışma ortamı ve hali, kişinin psiko-sosyal ve fiziksel manada huzursuz ve gergin halde bulunmasına neden olur. Bu şekilde tezahür eden çatışma hali, iş yaşamında da varlığını devam ettirerek çalışma gruplarında uyumsuzluk ve karmaşık ilişkiler bütünü olarak baş gösterebilmektedir (Eren, 2010, s. 563). Bu tanımlardan yola çıkıldığında çatışmayı; en az iki kişi yada daha fazla kişinin dahil olduğu, faklı sebeplerden doğan zıtlıklar ve uyumsuzluklar olarak belirtmek mümkündür. Bu noktada çatışmaya neden olan taraflar, düşüncelerini ve uygulamalarını karşı tarafa kabulettirme arayışına girebilirler. Tarafların çatışama sürecinde galip gelebilmek için farklı enstrümanları kullanmaları da olasılık dahilindedir (Koçel, 2010, s. 646). Klasik yönetim şeklinde çatışma, zararlı sonuçlar doğuran mümkün olduğunca uzaklaşılması gereken bir olay olarak nitelendirilmiştir. Diğer yandan etkileşimci yaklaşımı destekleyenler ise çatışmanın, kurumun en kestirmeden amaçlarına ulaşmasında ve verimliliğine maksimum derecede pozitif etki edecek bir güç olarak vurguladıkları görülmektedir (Akova, Kuşluvan, Çiftçi, 2015, s. 223). 1.2. Çatışma Konusunun Nedenleri ve Karşılaşılan Çeşitler İyi bir yönetici öncelikli olarak kendi kurumu içerisinde çatışma unsurunun varlığını araştırmakla işe başlar. Bu çerçevede çatışmaya ilişkin tespitlerin yapılabilmesi için çatışmaya konu olabilecek nedenler aranabilir. Bu nedenleri konaklama işletmeleri bazında ele aldığımızda; departmanlar arası sizbiz ayrımının yapılması, bazı departmanlar diğer departmanlara karşı kendi içerisinde işbirliğine giderek diğerlerine karşı güç gösterisinde bulunması, departmanlar arası iletişim zayıfsa ve verilen kısıtlı mesajlarında artniyet unsuru taşıyorsa, departman içerisinde kayıplar ve kopmalar yaşandığında bunun nedenini bulmak adına departman içinde suçlular aranıyorsa, departman kendi gücünü olağandan fazla, diğer departmanların gücünüde olağandan az görüyorsa konaklama işletmesi içerisinde çatışmaya zemin hazırlayan nedenlerin günyüzüne çıkması anlamına gelir (Koç, 2008, ss. 135-136). Çatışmalar kurum içerisinde farklı nedenlerden dolayı meydana geldiği görülmektedir. Ancak çatışma sebeplerini belirli bir düzen içerisinde gruplandırmak gerekirse, şu şekilde ifade etmek mümkündür; Şahıs merkezli sebepler, iletişimsel kaynaklı sebepler ve işletmenin türünden ve işleyişinden kaynaklı sebeplerdir (Sökmen, 2010, ss. 245246). 218 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.3. Konaklama İşletmelerinde Karşılaşılan Çatışma Ortamı ve Yönetimi Eskiden çatışma insanların zihninde olumsuz bir olgu olarak karşılık bulmaktaydı. Ancak günümüz profesyonel iş yaşamında kurumlar, çatışmanın örgütsel açıdan gelişimin ve parlak fikirlerin açığa çıkmasında önemli bir argüman olduğunu savunmaktadır. Aynı zamanda çatışma ortamını, işletme açısından faydalı bir yolda yürütmek, yönetimin ve yöneticinin başarısının ortaya koymada bir gösterge olarak ele almakta mümkündür. Öyle ki konaklama işletmeleri yöneticileri çatışma ortamını yokeden değil, kurum için yaratıcı fikirlerin açığa çıkmasına vesile olan bir yaklaşımda bulunması gerekmektedir (Güney, 2007, s. 51). Esasında bu durumu krizi fırsata çevirmek olarak da değerlendirmek mümkündür. Hatta yöneticiler çatışma ortamını destekleyerek, kendi görüşünü savunan tarafların görüşlerini kabul ettirebilmek için orjinal fikirler üretmek durumunda kalacaklardır. Aynı zamanda yeni buluşların ortaya çıkarılması, araştırma geliştirme faaliyetlerine hız kazandırılması anlamını da taşımaktadır. Çatışan bireyler kendi kapasitelerini ölçme ve zayıf kalan yanlarını tespit edebilme fırsatı yakalarlar (Eren, 2011, s. 586). Konaklama işletmelerinde özelikle müdürlerin desteği ile kontrollü ve gelişime olanak sağlayan çatışma ortamı kurgulandığında, işletme açısından verimli sonuçlar almak mümkün olur. Bu kapsamda işletme sahiplerinin de bu yapıcı çatışma ortama dahil edilmesi, çatışmanın yıpratıcı etkisini daha ortaya çıkmadan bertaraf edilmesi için atılmış önemli bir adım olarak kabul edilmesi gerekir. Öyle ki çatışma ortamının baştan sona uyumlu bir şekilde, yönetim mekanizmasının kontrolünde yapıcı bir ürün haline getirilmesinde, konaklama işletmesi yöneticilerine de çok büyük işler düşmektedir. Konaklama işletmesinin yöneticileri bu çatışma ortamının faydalarını hissetmesi ve gönüllü olarak desteklemesi, halinde çatışma ortamından verim alınabilir. Aksi taktirde yöneticiler çatışmanın getirilerine inanmadıkları taktirde, işletme içerisinde verimli çatışma ortamını yaşatmak mümkün olmaz. 1.4. Konaklama İşletmesi Tanımı En önemli turistik ürünler içerisinde yer alan, turistler için çeşitli mal ve hizmet üretimini gerçekleştiren ve bunları gerçekleştirebilmek için hizmet paydaşlarını uyumlu bir biçimde bir araya getiren işletmelere konaklama işletmeleri denir (Usta, 2012, s. 42). Konaklama işletmeleri turizm endüstrisi içerisinde yer alan temel unsurlardan biridir. Konaklama işletmeleri arasında önplana çıkan hiç şüphesiz oteller gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında konaklama işletmeleri, konaklama ihtiyacını karşılayan ve niteliği çerçevesinde vermesi gereken yeme-içme, eğlence gibi hizmetleride vermekle mükellef olan işletmelerdir (Kozak, Akoğlan Kozak, Kozak, 2014, s. 49). Bu çalışmada kullanılan konaklama işletmesi terimi, otel işletmelerini ifade etmede yararlanılanılacaktır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 219 1.5. Konaklama İşletmelerinde Yer Alan Departmanlar Konaklama işletmeleri turizminde içeriğinde olan geçici konaklama vurgusunu, yerine getiren işletmelerdir (Hazar, 2010, s. 93). Konaklama işletmeleri konsepleri gereği, misafilerinin ihtiyaç duyduğu hizmetleri vermektedir. Ancak misafirler tarafından talep edilen lüks, her konaklama işletmesinde olmayabilir. Genellikle lüks kategorisinde yer alan beş yıldızlı konaklama işletmelerinde, üst düzey hizmet almak mümkündür. Konaklama hizmet işletmelerinde günümüz dünyasının şartlarına uygun ve misafir beklentileri çevresinde şekillenmiş, çalışma kısımları mevcuttur (Gökdeniz, 2014, s. 15). Konaklama işletmeleri, sınıfına, türüne, sahiplik durumuna, hizmet verdiği çevreye, büyüklüğe göre farklılıklar gösterdiğinden dolayı, tek tip standart bir organizasyon yapısında faaliyetlerini sürdürmeleri beklenemez. Fonksiyonları ve yerine getirdiği hizmet çeşitliliği çerçevesinde konaklama işletmelerinde, belli bir departmanlaşmayı sağlamak gerekmektedir (Akıncı, 2011, s. 83). Departmalaşma esnasında konaklama işletmelerinde, benzer işlerin aynı çatı altında buluşturulması önemle ele alınmaktadır. Homojen bir departmanlaşma sağlayabilmek için tüm faaliyetlerin aynı işlerden oluşması, hetorojen bir departmanlaşmada ise tüm işlerin birbirinden farklı işleri bünyesinde taşıması gerekmektedir (Efil, 2006, s. 324). Bu kapsamda konaklama işletmelerindeki departmanları gruplandırdığımızda; • Yönetim departmanı, • Odalar departmanı, (Önbüro ve kat hizmetleri) • Yiyecek içecek departmanı, • İnsan kaynakları departmanı, • Muhasebe departmanı, • Teknik servis departmanı, • Pazarlama departamnı, • Güvenlik departmanı, • Diğer faaliyet alanlarına ilişkin departmanlar (Keskin, 2009, s. 40). Bu departmanların özelliklerini ve uğraşılarını özetlemek gerekirse; Konaklama işletmelerinde yönetim faaliyetleri sürecinde, konaklama işletmesi yöneticisi proaktif bir yaklaşım sergileyerek, daha sorunlar meydana gelmeden, oluşabilecek problemleri tespit edip önleme hususunda çalışmalar yapabilmelidir. 220 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Bu kapsamda da planlama, örgütleme, yürütme, koordinasyon ve denetim faaliyetlerini etkin bir şekilde yürütebilmelidir (Nergis, 2012, ss. 30-31). Odalar departmanı, konaklama işletmelerinin gelirleri açısından en yüksek ana kar oranına sahip kısmını oluşturmaktadır. Bu departman içerisinde resepsiyon, üniformalı hizmetler ve kat hizmetleri bir bütünün parçalarını oluşturmaktadır. Misafirler ve diğer departmanlar ile ilişkisi yoğun olmakla birlikte konaklama işletmesinin konaklama faaliyetini sürdürür (Medlik, 1997, ss. 47-48). Konaklama işletmelerinde yiyecek içecek faaliyetlerinin, işletme gelir ekonomisine katkısı %25 ile %50 arasında olmakla birlikte, müşteri ilişkileri açısından da odalar departmanı ile ön sırayı paylaşmaktadır. Yiyecek içecek hizmetlerinde yiyecek üretim ve sunumu mutlaka belli bir ahenk içerisinde gerçekleştirilmelidir (Sökmen, 2008, s. 271). İnsan kaynakları departmanı konaklama işletmeleri açısından, farklı hizmetlerin çeşitli uzmanlık alanına sahip bireyler tarafından sürdürülebilmesini sağlamadaki temel seçim ve gelişim sağlayıcı birim olarak ele alınmaktadır. Bu yaklaşım çerçevesinde çalışan personelin memnuniyeti, misafir memnuniyetine doğrudan etki ettiğinden, insan kaynakları departmanı bu uyumu sağlamada büyük bir sorumluluğun altındadır. Bu departmanda daha personel seçim sürecinde kaliteli hizmetin nitelikli işgücü tarafından karşılanması hedefi güdüldüğünden, verimliliği artıran bir birim olduğu söylenebilir (Çolakoğlu, Kılınç, 2005, s.81). Muhasebe departmanı, misafir hesaplarının doğru işlenmesi, kayıp kaçakların önlenmesi, misafire yönelik indirim tutarlarının kontrolü ve zorunlu olmayan harcamaları engelleyerek, işletme gelirlerini ve giderlerini kontrol altında tutmak görevlerini yürütmektedir. Teknik servis departmanıda, konaklama işletmesinin sınırları dahilinde bakım-onarım, arızaların giderilmesi ve araç-gereçlerin personel tarafından sorunsuz kullanımı konusunda bilgilendirmede bulunur (Akgöz, 2006, s.16). Konaklama işletmelerinin sunduğu turistik nitelikteki mal ve hizmetlerin pazarlanması ve satış faaliyetlerinin sürdürülmesi, sanayi ürünlerinin pazarlama ve satışına kıyasla farklılıklar içermektedir. Bu kapsamda hizmet pazarlaması bileşenlerinin ve pazarlama startejilerinin etkin bir biçimde uygulanması, hem misafir memnuniyeti hemde konaklama işletmesinin karını maksimize etmede önem taşımaktadır (Oral, 2005, ss. 183-185). Güvenlik departmanı, konaklama işletmesi içerisinde, misafir ve personele otel içinden veya dışından gelebilecek tüm tehlikelere karşı korumakla yükümlüdür. Sözlü ve fiziksel taciz anlarında, eşya kaybında, yangın zamanında, kaza ve saldırı süreçlerinde emniyet birimleri ile ortak hareket edebilme ve konaklama işletmesinin itibarını zedelemeyecek yaklaşımlarda bulunmalıdır (Şener, 2009, ss. 311-317). Diğer departmanlar kapsamında, misafir ilişkileri, halkla ilişkiler, çamaşırhane, finans gibi birimlerde konaklama işletmesinin yapısına ve hizmet standartlarına göre bulunabilir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 221 1.6. Konaklama İşletmesi Müdürleri ve İşletme Sahipleri Arasındaki Çalışma Şekli Konaklama işletmelerinin en temel özelliklerinden biri hizmet üretiminden kaynaklı, insan emeğine duyulan gereksinimdir. Bu kapsamda gerek işgörenin gerekse işletme sahiplerinin düşünceleri ve kişisel özellikleri işletme başarısı ve müşteri memnuniyeti açısından doğrudan etkili unsurları oluşturur. Konaklama işletmeleri müdürlerine düşen en önemli görevlerden biride işletme sahiplerini ve işgörenleri algılamaktır. Konaklama işletmesi müdürleri zaman zaman işletme sahipleri ve çalışanlarla yaşadıkları sorunlar karşısında, hemen geri çekilip işletmeden uzaklaşmayı ya da sorunlara göğüs gerip, problemleri çözme kararlılığı göstermeyi seçmektedirler. Müdürlerin iş yaşamında işletme sahiplerine uygulamalarını aktarmaları ve işleyiş hakkında bilgi vermeleri olağandır. Bu süreçte işletme sahibi ile müdür arasında yaşanabilecek çatışmada, müdürün ortaya koyacağı çözümler önemlidir. Konaklama işletmesi müdürleri işletme sahibi ile daha önce yaşadığı çatışmalardan ders çıkararak, aynı zamanda vereceği tepkileri önceden sezip anlayabilirse, çatışma ortamı kazan kazan yöntemine aktarılabilir (Şener, 2007, s. 99). 1.7. Konaklama İşletmesi Müdürleri ve İşletme Sahipleri Arasında Çatışma Yaratabilen Unsurlar Konaklama işletmeleri içerisinde görülen çatışmaların sonuçları, yapıcı ve yıkıcı olarak tezahür edebilmektedir. Yıkıcı nitelikteki çatışmalar, kurum içerisinde stres katsayısını yükseltmekte, yapıcı özellik taşıyan çatışma ortamı ise örgüt için değişimin, gelişimin ve sorunların çözümü için itici güç olabilmektedir. Yöneticiler farklı nedenlerden kaynaklanan çatışmaların çözülmesi ve olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılabilmesi için iş yerinde geçen sürelerinin %20’sinden fazlasını zaman zaman bu konuya harcamaktadır. Bu da iş yerindeki yöneticinin verimliliğini doğrudan etkilemektedir (Tortop, İsbir, Aykaç, Yayman, Özer, 2007, ss. 251-254). Konaklama işletmeleri müdürleri ve işletme sahipleri arasında meydana gelebilecek çatışmaları ortaya çıkaran temel etmenleri aktarmak gerekirse; iletişimde yaşanan uyumsuzluklar, pozisyon içeriğindeki tanımlamaların farklı algılanması, yetki ve denetimdeki güç savaşı, konaklama işletmesi üzerinden diğer kurum ve kişilere menfaat sağlama, kişisel mizaç yönünden çatışmacı bir yapıya sahip olma, kıskanma, biçimsel olmayan iletişim kullanımı, hırslı bir çalışma sitili, personele iltimas, teknolojik gelişmelere ve yeniliklere direnme, sorun çözme yöntemleri, ortak akıl ortamı ve sinerji oluşturulaması (Güney, 2011, ss. 21-22). Tüm bu ifade edilenler ve daha fazlası konaklama işletmesi müdürlerinin işletme sahipleri ile çatışma yaşamasına neden olabilecek çalışma yaklaşımlarıdır. 222 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2. Yöntem Yapılacak uygulama; Düzcede yer alan otel müdürleri ve işletme sahiplerinin çalışma yaklaşımlarının departman faaliyetleri bazında değerlendirilmesi ve işletme üzerindeki etkilerinin araştırılmasını içermektedir. Bu kapsamda araştırmaya konu olan problem, amaç, kısıtlar, uygulamanın evreni, verileri toplama biçimi aktarılacaktır. 2.1. Araştırmaya Konu Olan Problem ve Amacı Düzce ilinin Türkiye turizmindeki geçmişine bakıldığında, gerek turizm bilincinin halka yayılmış olması, gerekse yatırım boyutunda girişimlerin oluşu, ilin turizme yabancı kalmamasına katkı sağlamıştır. Ancak yatırımların ve özellikle yabancı turist sayısının Akdeniz ve Ege bölgesindeki turizm destinasyonlarına oranla daha az olduğu da görülmektedir. Bu nedenle turizm işletmeciliği açısından köklü kurum sayısıda azdır. Ekonomik parametrelerin iyileşmesi ve turizm yatırım ortamının cazip oluşu, birçok girişimcinin konaklama tesisi kurup, çalıştırmasına olanak tanımıştır. Yatırımı yapan kişilerin daha önce turizm endüstrisi ve hatta hizmet sektöründe yer almaması, ayrıca turizm eğitimi almamış olması işletmecilik boyutunda bir takım sıkıntılarıda beraberinde getirebilme ihtimali bulunmaktadır. Öyle ki, bazı girişimciler bu sektörde sorun yaşamamak için, profesyonellere otel yönetimini emanet etmektedirler. Her ne kadar işletme sahipleri otel yönetimini otel müdürüne emanet etselerde, işleyiş sürecinde birlikte hareket etme ortamı oluşmaktadır. İşte bu noktada, otel müdürleri ile işletme sahipleri, turizm sektörü gibi birçok departman alanını kapsayan karmaşık konularda birlikte çalışma ortamına dahil olurlar. Bu çalışma sürecinde ne derece ve hangi alanlarda çatışma yaşanıp, yaşanmadığını ölçmek araştırmanın ana problemini oluşturmaktadır. Bu araştırma ile elde edilecek veriler sayesinde, ilde otel müdürü ve işletme sahiplerinin işletmelerini ileriye götürmek adına çatışmaların olumlu taraflarını görmeleri ve işletmeye yansımalarını görmeleri amaçlanmıştır. 2.2 Araştırmanın Evreni, Örneklem Kitlesi Düzce İl Kültür ve Turizm Müdürülüğünden edinilen bilgiler ışığında 2015 yılı Ağustos ayı verilerine göre ilde; 12 adet turizm işletme belgeli konaklama tesisi, 60 adet belediye belgeli konaklama tesisi ve 6 adette turizm yatırım belgeli konaklama tesisi mevcudiyeti bulunmaktadır. Daha öncede ifade edildiği üzere bu çalışma sadece, Düzce ilindeki otel olarak adlandırılan işletmeler üzerinde uygulama yapılacaktır. Bu ayrımda yatan temel neden, otel dışındaki tesislerde, yönetici ve işletme sahibinin aynı kişilerden oluşmasının yoğunluğudur. Bu açıdan değerlendirildiğinde 60 adet belediye ve özel idare belgeli konaklama tesisinin içinde 24 adedi, Düzce İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce otel olarak adlandırılmış, 1 adedi bungalov, 30 adedi pansiyon, 1 adedi kamping, 1 adedi motel, 2 adedi tatil köyü ve 1 adedi de apart oteldir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 223 Diğer yandan 12 adet turizm işletme belgeli tesisin 10 adedi yıldızlı otel, 1 adedi, köy evi ve 1 adedi de turistik işletme olarak gruplandırılmıştır. 6 adet turizm yatırım belgeli işletmede yatırım aşamasındadır. Her nekadar otel işletmelerinin dışındaki tesislerin, işletme sahibi ile işletme müdürünün aynı kişi olma oranı yüksek olsada, otel işletmelerinin içerisinde de işletme sahibi ile işletme müdürünün aynı olma durumu söz konusudur. İşte bu kapsamda 24 adet belediye belgeli otel işletmesi ve 10 adet yıldızlı otel işletmesi araştırmamızın evreni içerisindeki örneklem kitle içerisinde yer almaktadır. 2.3 Araştırmada Verileri Toplama Biçimi ve Kısıtları Anket tekniği kullanılarak verilere ulaşma hedeflenmiştir. Anketin ilk bölümünde uygulamaya konu olan otel müdürülerinin demografik bilgilerini ölçmeye yarayan sorular ve işletme ile işletme sahibine ilişkin verileri toplamaya yarayacak sorular, 21 maddede geliştirilmiştir. İkinci bölümde 5’li likert usulüne göre şekillendirilen toplam 9 grupta toplanmış 29 ifade ile departmansal bazda yürütülen çalışmalardaki çatışmaları ortaya koyma amaçlı bir ölçek geliştirilmiştir. Bu ölçeğin ilk 5 ifadesi yönetsel açıdan çatışma düzeyini ölçmekte, ardından gelen sırayla,3’er odalar, yiyecek içecek, insan kaynakları, muhasebe, teknik servis, pazarlama, güvenlik ve diğer departman faaliyetlerine ilişkin çatışma durumunu sorgulayan sorular olarak planlanmıştır. 5’li likert derecelendirmesine göre, 1 kesinlikle katılmıyorum, 2 katılmıyorum, 3 kararsızım, 4 katılıyorum ve 5 kasinlikle katılıyorum anlamlarını vermede kullanılmıştır. Anketten elde edilen veriler SPSS 16.0’a işlenmiş ve analizleri ilgili program aracılığı ile yürütülmüştür. Araştırma evreni içerisinde yer alan otel işletmelerine araştırmacı bizzat giderek yüz yüze görüşme olanağı bulmuştur. Ancak bazı otel işletmelerinin sahiplerinin aynı zamanda otel müdürü olması, bazılarının da anketi cevaplamak istememeleri, ayrıca birden fazla otele aynı kişilerin müdürlük yapması, farklı zamanlarda birden fazla aynı otellere gidilmesine rağmen otel müdürlerine ulaşılamaması, araştırmanın kısıtları kapsamında, ankete katılan otel müdürlerinin sayısını düşürmüştür. Bu kısıtlara rağmen 15 otel müdürü ankete cevap vererek, araştırmanın yürütülmesine katkı sağlamıştır. Her bir ifade gerektiğinde açıklanarak, otel müdürlerinin net cevaplaması sağlanmıştır. 3. Bulgular Öncelikle, otel müdürlerinin sosyo demografik özellikleri, işletme ve işletme sahibine ilişkin bilgiler aktarılacaktır. Akabinde otel departman faaliyetleri çerçevesinde otel müdürleri ile otel sahipleri arasındaki çalışma sürecinin çatışmaya yansıması ele alınarak analizleri yapılacaktır. Araştırmanın güvenilirlik analizlerine bakıldığında; ikinci bölümde yer alan 29 ifadeden oluşan departman faaliyetlerindeki çalışmalarda gözlenen çatışmaları betimleyen ölçeğin, Cornbach Alfa güvenirlik oranı; .95 olarak tespit edilmiştir. 224 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 3.1. Otel Müdürlerinin Özelliklerine İlişkin Veriler Araştırmaya katılan otel müdürlerinin sosyo-demografik verileri incelendiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmıştır. Otel müdürlerinin 14’ü erkek (%93,3), 1’i kadındır (%6,7). Otel müdürlerinin 13’ü evli (86,7) ve 2’si bekardır (%13,3). Katılımcıların yaş grupları incelendiğinde; 25 ve altı yaş gubundan 1 kişi (6,7), 26-35 yaş grubundan 5 kişi (%33,3), 36-45 yaş grubundan 5 kişi (%33,3), 46-55 yaş grubundan 2 kişi (%13,3) ve 56 ve üstü yaş grubundan da 2 kişi (%13,3) olduğu görülmektedir. Otel müdürlerinin eğitim durumları irdelendiğinde; 5’inin ortaöğretim (%33,3) ve 10’unun (%67,3) üniversite mezunu olduğu görülmektedir. İlköğretim ve lisansüstü eğitim seviyesinde bulunan otel müdürü bulunmamaktadır. Otel müdürlerinin turizm eğitimi alıp almadıkları sorulduğunda, 4 tanesi (%26,7) turizm eğitimi aldığını, 11 tanesi de (%73,3) turizm eğitimi almadığını belirtmişlerdir. Araştırmaya katılan müdürlerin sektörel bazda uzmanlık alanlarına göre değerlendirilmesi yapıldığında, 2’si (%13,3) muhasebe, 8’i (%53,3) önbüro, 1’i servis (%6,7), diğer alanlarda uzman olduğunu belirtenler ise 4 kişi (%26,7) olup, ankette seçenekler arasında gösterilen mutfak ve pazarlama alanında uzmanlaşmış otel müdürüne rastlanmamıştır. Otel müdürlerinin aylık otelden elde ettikleri gelirler incelendiğinde; 8’i (%53,3) 3000 tl ve altı ücret aldığını, 5’i (%33,3) 3001 tl ile 5000 tl arasında kazandığını, 2’si (%13,3) 5001 tl ile 10000 tl aralığında otelden kazanç elde ettiğini belirtmişlerdir. Araştırma kapsamında 10001 tl ve üstü kazancı olan otel müdürü bulunmamaktadır. Otel müdürlerinin daha önce konaklama işletmelerinden en çok ayrılmalarına neden olan sebebe ilişkin bulgular incelendiğinde; 1’i (%6,7) ailevi sebeplerden, 4’ü (%26,7) daha iyi iş fırsatından, 1’i (%6,7) kurum içi çatışmadan, 3’ü (%20) maaş yetersizliğinden, 1’i (6,7) mesai saatlerinden, 2’si (%13,3) yoğun stresten ve 3’ü (%20) diğer nedenlerden dolayı işten ayrıldıklarını belirtmişlerdir. Otel müdürlerine bir konaklama işletmesinde çalışmaya başlamadan önce aradıkları temel niteliğin ne olduğunu belirlemeye yönelik soruya, 2’si (%13,3) konum, 8’i (%53,3) kurumsallık, 1’i (%6,7) maaş, 4’ü (%26,7) personel kalitesi, yanıtını vermiştir. Marka ve teknolojik donanım seçeneklerine göre tercih yapan otel müdürüne rastlanmamıştır. İşletme yöneticilerinin şuan bulundukları işletmede çalışma sürelerine bakıldığında, 7’si (%46,7) 1-3 yıldır çalışmakta, 4’ü (%26,7) 4-6 yıldır devam etmekte, 1’i (%6,7) 7-10 yıldır ve 3’ü (%20) 11 yıl ve üzeri bir süredir işlerine devam ettikleri görülmektedir. Müdürlerin kaç yılda bir işletme değiştirdiklerini belirlemeye yönelik ifade sonuçlarına göre; 1’i (%6,7) 1-3 yılda, 5’i (%33,3) 4-6 yılda, 2’si (%13,3) 7-10 yılda, 7’si (%46,7) 11 yıl ve üzeri bir sürede işletme değiştirdikleri ortaya konulmaktadır. Çalıştıkları işletmede hala neden devam ettiklerini tespit etmeye yönelik verilen ifadeye yöneticilerin 2’si (%13,3) işletmeye karşı duygusal bir bağım var, yine 2 kişi (%13,3) zor zamanımda bana iş verdiğinden, 1’i (%6,7) çok iyi para kazandığımdan, 3’ü (%20) işletme sahibine saygımdan ve 7’si (%46,7) diğer sebeplerden dolayı devam ettiklerini bildirmişlerdir. Çalışma arkadaşlarımı bırakamam ve daha iyi iş bulamam seçenekleri ankete katılanlarca değerlendirilmemiştir. Otel müdürlerinin turizm sektöründeki 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 225 deneyim süreleri ölçüldüğünde 6’sının (%40) 1-3 yıl arası, 3’ünün (%20) 4-6 yıl arası, 1’inin (%6,7) 7-11 yıl arası, 1’inin (%6,7) 12-15 yıl arası ve 4’ünün (%26,7) 16 yıl ve üstü turizm sektörü deneyimine sahip olduğu sonucuna varılmıştır. 3.2. İşletme Sahibi ve İşletme Özelliklerine İlişkin Bulgular Anket verileri neticesinde, işletme sahiplerinin 1’i (%6,7) ilköğretim, 5’i (%33,3) ortaöğretim, 8’i (%53,3) üniversite ve 1’i (%6,7) lisansüstü eğitime sahiptirler. İşletme sahiplerinin en yoğun faaliyet gösterdiği sektörler tespit edildiğinde, 1’i (%6,7) enerji, 2’si (%13,3) gıda, 5’i (%33,3) inşaat, 1’i (%6,7) tekstil, 3’ü (%20) turizm ve 3’üde (%20) diğer sektörlerde yoğun olarak yer almaktadır. İşletme sahiplerinin otelden beklentileri ölçüldüğünde; 1’i (%6,7) istihdam yaratma, 9’u (%60) kâr, 4’ü (%26,7) prestij ve 1’i de (%6,7) diğer sebeplerden dolayı bir beklentidedir. Ankette yer alan güç beklentisi tercihler arasına girememiştir. İşletme sahibinin otel yatırımından pişman olup olmadığına yönelik ifadeye katılımcıların 2’si (%13,3) evet, 11’i (%73,3) hayır ve 2’side (%13,3) kararsız yanıtını vermiştir. İşletme sahibinin yakınlarının ve akrabalarının oteldeki işleyişe müdahil olup olmadıklarını belirlemeye yönelik ifadeye verilen cevaplara bakıldığında; 8 kişi evet (%53,3), 6 kişi hayır (%40), 1 kişi (%6,7) kararsızım yanıtı vermiştir. İşletme sahibinin otelden kazandığı parayı tekrar otele yatırıp yatırmadığına dair verilen cevaplara göre 11 kişi (%73,3) evet, 2 kişi (%13,3) hayır ve 2 kişide (%13,3) karasızım sonucunu aktarmıştır. Otel sahibi ile işletme müdürü arasındaki çalışma şeklinin kuruma yansımasına olumlu değerlendirme veren 12 kişi (%80), olumsuz değerlendirme veren 1 kişi (%6,7) ve karasız kalan 2 kişi (%13,3) olmuştur. Anket uygulanan müdürlerin çalıştıkları işletmelerin 7’si (%46,7) turizm işletme belgeli ve 8’ide (%53,3) belediye belgeli konaklama tesisleridir. 3.3. Otel Müdürü ve İşletme Sahibi Arasındaki Çalışma Sürecinde Çatışma Yaratabilecek Unsurların Departman Faaliyetleri Bazında İncelenmesi Yönetim departmanındaki faaliyetlere göre, işletme sahibi ile otel müdürü arasındaki işleyişteki çatışmaları incelemede kullanılan ifadelere göre; İşletme sahibi ile otele mal ve hizmet alım sürecinde çatışma yaşanır ifadesine katılımcı müdürler 2,53 ortalama ile kararsızım cevabında yoğunlaştıkları görülmektedir. İşletme sahibi ile otelin geleceğine yönelik karar alımında çatışma yaşanır ifadesine işletme müdürleri 2,46 ile kararsızım şıkkında karar kıldıkları görülmektedir. İşletme sahibi ile iletişim bazlı çatışmalar yaşanır ifadesine katılımcılar 2,93 ortalama ile yine kararsızım yaklaşımında bulunmuşlardır. İşletme sahibi ile sektörel adaptasyon ve değişim sürecinde çatışma yaşanır ifadesine otel müdürleri 2,26 ile katılmıyorum seçeneğini tercih etmişlerdir. İşletme sahibi ile aramızda çalışma stili konusunda çatışma yaşanır ifadesine %40 ile katılıyorum seçeneği ağırlık kazanmış ancak genel orana 226 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ göre 2,73 ortalama ile kararsız kalınmıştır. İşletme sahibi ile otel odalarının konfor ve teknolojik gereksinimleri hususunda çatışmalar yaşanır ifadesine yöneticiler 2,13 ile katılmadıklarını belirtmişlerdir. İşletme sahibi ile önbüro ve kat hizmetlerinin çalışma prensipleri konusunda çatışma yaşanır, işletme sahibi ile oda doluluklarını ve gelirlerini artırma planları konusunda çatışma yaşanır ifadelerine otel müdürlerinin %33,3’ü katılıyorum demiş, ancak 2,66 ile karasızlık belirten ortalamada buluşmuşlardır. İşletme sahibi ile menü planlama sürecinde çatışma yaşanır ifadesine müdürler, 2,4 ortalama ile katılmıyorum şeklinde yanıt vermişlerdir. Yiyecek içecek departmanına ilişikin diğer ifadelerden; işletme sahibi ile yiyecek içecek hizmet çeşitliliği sağlama konusunda çatışma yaşanır’ a 2,46 ve işletme sahibi ile yiyecek içecek fiyatı belirlemede çatışma yaşanır ifadesine 2,66 ile kararsızlık belirten bilgilendirmede bulunmuşlardır. İşletme sahibi ile personel alımında çatışma yaşanır ifadesi, 2,46 ortalama, işletme sahibi ile personel çıkarmada çatışma yaşanır ifadesi, 2,26 oranı ve işletme sahibi ile personel motivasyon uygulamaları konusunda çatışma yaşanır ifadesine de 2,80 ortalama ile kararsızlık ifade eden bir yaklaşım sergilenmiştir. İşletme sahibi ile işletmeye dış kaynak temininde çatışma yaşanır ifadesine katılımcılar 1,73 ile katılmadıklarını beyan etmişlerdir. İşletme sahibi ile gelir ve gider oranları konusunda çatışma yaşanır ifadesine %40 ile katılıyorum yanıtı ağırlık kazanmış olmasına rağmen genel ortalama 2,80’dir. İşletme sahibi ile yeni yatırım yapma sürecinde çatışma yaşanır ifadesine de 2,60 oran ile kararsızım seçeneği ortalamada öne çıkmıştır. İşletme sahibi ile otelin renovasyon kararı hususunda çatışma yaşanır ifadesinde 2,13 ortalama, işletme sahibi ile otel araç gereçlerin bakımı ve yenilenmesi konusunda çatışma yaşanır ifadesinde 2,00 oran ve işletme sahibi ile teknik servis ofis ve personeli gereksinimi konusunda çatışma yaşanır ifadesinde 1,86 ortalama ile karşılık verilmiştir. İşletme sahibi ile reklam ve tanıtım faaliyetlerinin sürdürülmesinde çatışma yaşanır ifadesine otel müdürleri bu çalışmada 2,93 ortalama ile karşılık vermişlerdir. İşletme sahibi ile kongre, fuar ve sergi katılımları hususunda çatışma yaşanır ifadesinde 2,26 ortalama, işletme sahibi ile hedef misafir bölümleri belirlemede çatışma yaşanır ifadesinede 2,06 oran ile katılmıyorum ifadesinin benimsendiği görülmektedir. İşletme sahibi ile otel güvenlik personel istihdamı konusunda çatışma yaşanır ifadesine 1,93 oran, işletme sahibi ile otel güvenlik önlemleri ve yöntemleri hususunda çatışma yaşanır ifadesine 1,73 ortalama, işletme sahibi ile acil durum müdahale yöntemleri hususunda çatışma yaşanır ifadesine de 1,33 ile kesinlikle ve kesinlikle katılmıyorum diyerek karşılık verilmiştir. İşletme sahibi ile misafir memnuniyeti sağlama çalışmaları ve uygulamaları konularında çatışma yaşanır ifadesine otel müdürleri 1,73 ortalama, işletme sahibi ile halkla ilişkiler faaliyetlerini sürdürme hususunda çatışma yaşanır ifadesine de 2,13 ortalama ile katılmıyorum yanıtı vermişlerdir. Son olarak da işletme sahibi ile uygulanacak basın ilişkileri konularında çatışma yaşanır ifadesinde otel müdürleri 2,53 ortalama ile kararsızlık belirten bir oran ortaya koymuşlardır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 227 4. Sonuç Ve Öneriler Araştırma verileri neticesinde ortaya çıkan sonuçları ve etkileri şu şekilde değerlendirmek mümkündür; Araştırma kapsamında ankete katılan Düzce ilindeki otel müdürlerinin arasında bayan otel müdürü sayısının az oluşu cinsiyet anlamında bir dengesizliğin varlığına işaret etmektedir. 26 ila 45 yaş aralığındaki otel müdürü sayısının çoğunluğu oluşturması, yönetimde yaşça genç ve dinamik bir yapının varlığını göstermektedir. Uygulamaya katılan otel müdürlerinin eğitim seviyesine bakıldığında üniversite eğitimi almış olanların çoğunlukta olduğu görülmekle birlikte bu oran turizm eğitimi almış olan müdürlerde tersine dönmekte ve turizm eğitimi almış müdür sayısı azınlıkta kalmaktadır. Araştıma kapsamında otel müdürlerinin çoğunluğunun 3000 tl ve altı bir ücrete çalıştığı ortaya çıkmıştır. Konaklama işletmesinde çalışmaya başlamadan önce otel müdürlerinin işletmede aradıkları temel nitelik, kurumsallık olarak ön plana çıkmaktadır. Araştırmaya konu olan otel müdürlerinin şuan çalışmakta oldukları işletmedeki görev süreleri çoğunlukla 1 ila 3 yıl arasında değişmektedir. Araştırma kapsamında otel sahiplerinin en yoğun faaliyet gösterdiği sektör olarak, inşaat endüstrisinde faaliyet gösteren işletme sahiplerinin diğer sektörlere göre en büyük grubu oluşturduğu görülmektedir. İşletme sahiplerinin büyük bir çoğunluğu otel yatırımı yaptığından dolayı pişmanlık duymamaktadır. Otel sahibinin akraba ve yakınlarının otel işleyişine müdahil olma oranı %50’nin üzerindedir. İşletme sahiplerinin ezici çoğunluğu işletmeden elde ettiği gelirleri ihtiyaç duyulduğunda otele tekar yatırdığı görülmektedir. Otel müdürü nazarında, işletme sahibi ile otel müdürü arasındaki çalışma şeklinin otele yansıması büyük oranda olumlu olarak değerlendirilmiştir. İşletmeye mal ve hizmet alım sürecinde, otelin geleceğine dönük karar almada ve iletişim bazlı işletme sahipleri ve otel müdürleri arasında zaman zaman çatışma yaşanır. Otel müdürleri ve işletme sahipleri arasında yiyecek içecekte çeşitlilik ve fiyat belirlemede çatışmalar yer yer yaşanır. İşletme sahipleri ve otel yöneticileri arasında personel alımı ve motivasyonu konusunda çatışmalar yaşanabilmektedir. İşletme sahibi ile otel müdürü arasında gelir gider oranlarının incelenmesinde ve yeni yatırım kararı sürecinde çatışmaların meydana gelmesi mümkündür. Otel müdürleri ve kuruluş sahipleri reklam ve tanıtım faaliyetleri konusunda bazen çatışmalar yaşadıkları görülmektedir. İşletme sahibi ve otel müdürleri arasında güvenlik önlem ve yöntemleri bazında çatışma çıkmamaktadır. Otel sahipleri ve müdürleri arasında basınla ilişkiler konusunda dönem dönem çatışmaların yaşanması söz konusudur. Ortaya çıkan sonuçlar çerçevesinde Düzce ilindeki otel müdürü ve işletme sahiplerinin özellikleri ve çalışma sürecindeki çatışmalara ilişkin veriler ışığında Düzce ili konaklama işletmeciliği hakkında şu önerilerde bulunulabilir; 228 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ • Otel müdürlerinin çoğunluğunun otelden kazanç durumuna bakıldığında, bu ücretlere uluslararası deneyim ve tecrübeye sahip nitelikli genel müdürlerin Düzce iline gelme ihtimali düşüktür. Otel müdürlerine verilen ücretler ve gelir kalemleri artırılmalıdır. • Pazarlama alanında uzmanlaşmış otel müdürünün olmayışı, Düzce ilinin ihtiyaç duyduğu yeni turist gruplarının önünü açmada bir eksiklik olarak görülebilir. Bu nedenle elinde güçlü turist portföyü olan pazalama departmanında uzmanlaşmış otel müdürlerine de Düzce’de şans verilmelidir. • İşletmelerde istikrarlı bir ekip kurulabilmesi için ve otel müdürü sirkülasyon oranının azaltılması gerekmektedir. • Otel işletmelerinin çalışma düzenine, işletme sahibinin yakını ve akrabalarının yoğun müdahil olması, yönetimde çok başlılığa neden olur. Bu durum verimliliğe etki edeceğinden derhal uzaklaşılmalıdır. • İşletme sahiplerinin otelden kazandıklarını öncelikli olarak otele yatırmaya devam etmelidirler. • İşletme sahipleri otel müdürlerine, mal ve hizmet alımında, otel geleceğine dönük karar almada pozitif bir çalışma ortamı sunmalıdır. • İşletme sahibi ve otel müdürü yiyecek içecek faaliyetlerini sürdürme sürecinde beklentilere göre rasyonel adımlar atmalıdır. • İşletme politikası olarak personel motivasyon uygulamaları konusunda aktif olunmalıdır. • Yeni yatırım kararları aşamasında, bütçe ve kaynaklar gözardı edilmemelidir. • Reklam ve tanıtım faaliyetlerinin gücü hafife alınmamalı ve bütçe ayrılmalıdır. • Konaklama işletmeleri basınla ilişkileri geri planda tutmamalıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 229 5. Kaynakça 1. Akgöz, E. (2006). Önbüro işlemleri. (Gözden geçirilmiş 2. Baskı). Ankara: Nobel yayın dağıtım. 2. Akıncı, Z. (2011). Otel işletmeciliği. Ankara: Nobel. 3. Akova, O., Kuşluvan, H., Çiftçi, İ. (2015). Turizm işletmelerinde örgütsel davranış. O. 4. Akova, İ. Kızılırmak, H. Tanrıverdi, (Ed.). Turizm işletmeciliği temel kavramlar ve uygulamalar. Ankara: Detay yayıncılık. 5. Çolakoğlu, Ü., Kılınç, U. (2005). Seçim. C. Demir, (Ed.). Konaklama işletmelerinde insan kaynakları yönetimi: ilkeler ve uygulamalar. Ankara: Nobel yayın dağıtım. 6. Efil, İ. (2006). İşletmelerde yönetim ve organizasyon. (8. baskı). Alfa aktüel: İstanbul. 7. Eren, E. (2010). Örgütsel davranış ve yönetim psikolojisi. (12. baskı). İsatnbul: Beta. 8. Eren, E. (2011). Yönetim ve organizasyon (Çağdaş ve küresel yaklaşımlar). İstanbul: Beta. 9. Gökdeniz, A. (2014). Butik otel işletmeciliği (Ayvalık Cunda Ortunç otel örneği). Ankara: Detay yayıncılık. 10. Güçlü Nergis, H., (2012). Otel işletmelerinde yönetim. M. Akoğlan Kozak, (Ed.). Otel işletmeciliği. Ankara: Detay yayıncılık. 11. Güney, S. (2007). Yönetim ve organizasyonun bazı temel kavramları. S. Güney, (Ed.). Yönetim ve organizasyon. (Genişletilmiş ve gözden geçirilmiş 2. Baskı) Ankara: Nobel yayın dağıtım. 12. Güney, S. (2011). Örgütsel davranış. Ankara: Nobel yayın dağıtım. 13. Hazar, A. (2010). Meslek yüksekokulları için genel turizm. Ankara: Nobel yayın dağıtım. 14. Keskin, G. (2009). Otel işletmeciliği ve iş tatmini. Ankara: Detay yayıncılık. 15. Koç, E. (2008). Turizm işletmelerinde çatışma yönetimi. F. Okumuş, U. Avcı, (Ed.). Turizm işletmelerinde çağdaş yönetim teknikleri. Ankara: Detay yayıncılık. 230 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 16. Koçel, T. (2010). İşletme yöneticiliği. (Genişletilmiş 12. baskı). İstanbul: Beta. 17. Kozak, N., Akoğlan Kozak, M., Kozak, M. (2014). Genel turizm ilkeler kavramlar (Gözden geçirilmiş 15. Baskı) Ankara: Detay yayıncılık. 18. Medlik, S. (1997). Otel işletmeciliği (Çev. Ömer L. Met). Bursa: Uludağ üniversitesi güçlendirme vakfı yayın no:14. 19. Oral, S. (2005). Otel işletmeciliği ve verimlilik analizleri. Ankara: Detay yayıncılık. 20. Sökmen, A. (2008). Otel işletmelerinde yiyecek ve içecek hizmetleri. N. Kozak, (Ed.). Otel işletmeciliği. Ankara: Detay yayıncılık. 21. Sökmen, A. (2010). Yönetim ve organizasyon. Ankara: Detay yayıncılık. 22. Şener, B. (2007). Modern otel işletmelerinde yönetim ve organizasyon. (Geliştirilmiş 4. baskı). Ankara: Detay yayıncılık. 23. Şener, B. (2009). Konaklama işletmelerinde önbüro yönetimi. (3. Baskı). Ankara: Detay yayıncılık. 24. Tortop, N., İsbir, E., Aykaç, B., Yayman, H., Özer, A. (2007). Yönetim bilimi. (Genişletilmiş ve gözden geçirilmiş 7. baskı). Ankara: Nobel yayın dağıtım. 25. Usta, Ö. (2012). Turizm genel ve yapısal yaklaşım. Ankara: Detay yayıncılık. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 231 232 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ ÖRGÜTSEL ÇATIŞMA VE KURUMLARIN ÖĞRENME KAPASİTELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ: BİR KAMU KURUMU ÖRNEĞİ Sağbetullah MERİÇ1 Öznur BOZKURT2 Kutbettin ERDURUR3 Özet Örgütlerde yaşanan çatışma ve örgütsel öğrenme arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Düzce İl Sağlık Müdürlüğü çalışanlarına yönelik yapılan bu çalışmada, kurumda orta düzeyde bir çatışma ve yine orta düzeyde bir öğrenmenin varlığı tespit edilmiştir. Çatışma nedenleri arasında en öne çıkan unsur ise kişiler arası farklılıklar nedeni ile ortaya çıkan çatışmalardır. Yaşanan çatışmalar demografik özellikler açısından farklılaşmamakta ve her bir grup için aynı düzeyde ortaya çıkmaktadır. Örgütsel öğrenmeyi oluşturan boyutlardan ise en yüksek ortalamaya sahip olan, öğrenmeye olan istek ve kararlılık olurken en düşük ortalamaya sahip boyut paylaşılan vizyon olarak ortaya çıkmıştır. Demografik özellikler açısından örgütsel öğrenmenin farklılık gösterdiği sonucu da yine araştırma sonucunda ulaşılan bir düğer sonuç olmuştur. Öğrenme ve çatışma arasında da pozitif yönlü ilişkinin olduğu araştırma sonucunda orya çıkmıştır. Anahtar Kelimeler: Öğrenme, Örgütsel Öğrenme, Çatışma, Çatışma Nedeni, Çatışma ve Öğrenme İlişkisi 1 Öğr. Gör. Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Y.O. [email protected] 2 Yrd.Doç. Dr. Düzce Üniversitesi, İşletme Fakültesi, Sigortacılık ve Sosyal Güvenlik Bölümü, oznurbozkurt@ duzce.edu.tr 3 Öğr. Gör. Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Gevaş MY.O. [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 233 THE RELATIONSHIP BETWEEN ORGAZINATIONAL CONFLICT AND THE LEARNING CAPACITY OF THE INSTUTIONS: AN EXAMPLE OF PUBLIC INSTUTIONS Abstract In this study which has been made to examine the relationship between the conflict in the organizations and the organizational learning intended for the workers of Düzce Provincial Health Directorate it has been identified that there is a moderate conflict and again a moderate learning in this institution. The most prominent element among the conflict reasons is the conflicts caused by interpersonal differences. Conflicts are not differentiated in terms of demographics and are emerging at the same level for each group. While the factors which have the highest average in organizational learning are the desire of learning and determination; on the other hand the lowest averaged factor is emerged as a shared vision. At the same time another conclusion based on this research is that organizational learning shows differences in terms of demographic characteristics. As a result of this research, it has been emerged that there is a positive relationship between conflict and learning. Keywords: Learning, Organizational Learning, Conflict, Relationship Between Conflict and Learning. 234 Causes of Conflict, 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.Giriş Çatışmalar, toplu halde yaşayan insanoğlunun etkileşimlerinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar olarak insanoğlunun var olduğu günden günümüze kadar gelen bir durumdur. Çatışmaların sadece bireysel anlaşmazlık kapsamında değerlendirilmeyip çevreyi ve diğer kişileri de etkileyen bir olgu olduğu dikkate alındığında, çatışmaların yönetilmesi toplumsal bir arada olmayı etkileyen önemli unsurlardan biridir. Günümüz işletmelerinde yoğun olarak görülen insani ilişkiler, çatışmaların yönetimsel süreçte ele alınmasına neden olmaktadır. Bu kapsamda yönetimsel olarak örgütler ve işletmeler için kritik öneme sahip olan çatışma durumları ve ortaya çıkış nedenleri çalışma kapsamında ele alınarak araştırılmıştır. Ekonomik ve sosyal yaşamdaki hızlı değişimler, işletmeleri ve örgütleri bu hızlı değişime ayak uydurmaya zorlamaktadır. Bu değişimlere uyum sağlamak adına öğrenme süreci stratejik öneme sahiptir. Öğrenmenin sürekli hale getirilmesi ve kurum kültürünün içine yerleştirilmesi rekabet ortamında ayakta kalmak için oldukça önemlidir. Bu çalışma, örgütsel öğrenme kapasitesi ve kurumların yaşadıkları çatışmalar arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla hazırlanmıştır. Cevap aranan temel araştırma sorusu, “öğrenme düzeyi arttıkça çatışmalar azalmakta mıdır, ya da tam tersine çatışmalardaki artışlar örgütsel öğrenmeyi olumsuz etkiler mi” şeklindedir. Bu amaçla bir kamu kurumunun çalışanları araştırmanın yapılacağı alanı oluşturmaktadır. Bu kapsamda öncelikle kavramsal olarak örgütsel çatışma ve örgütsel öğrenme ile ilgili literatür incelenmiş, ve sonra da araştırma bulgularına yer verilmiştir. 2. Örgütsel Çatışma Bireyler arasındaki farklılıkların yol açtığı anlaşmazlıkların bir ürünü olan çatışma, bir kavram olarak ürkütücü gözükmektedir. Çatışma, genellikle olumsuzluklar, acılar, düşmanlıklar ve hatta yakıcı savaşlarla birlikte insan algısında yer etmiş bir kavramdır(Yatkın, 2008). Bireysel bakımdan olduğu kadar örgütsel açıdan da önemli bir kavram olan çatışmaya yönetim biliminde ilk dikkat çeken Marry Parker Follett olmuştur. Follett çatışmayı yönetmek için atılması gereken ilk ve önemli adımın farklılıkları kabul etmek olması gerektiğini vurgulamıştır. Follett, çatışmayı yıkıcı bir savaş olarak değil, farklılıkların bir görüntüsü olarak ifade etmiştir (Bakan vd., 2011). Çatışma en genel ifadeyle, “iki veya daha fazla kişi veya grup arasındaki çeşitli kaynaklardan doğan anlaşmazlık” olarak tanımlanabilir(Koçel, 2005: 664). Farklı bir tanıma göre de çatışma, “Bir örgütte bireyler ve grupların birlikte çalışma sorunlarından kaynaklanan ve normal faaliyetlerin durmasına veya karışmasına neden olan olaylar” olarak ifade edilmektedir(Eren, 2000: 527). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 235 Belli bir amaç doğrultusunda bir araya gelmiş kişilerin oluşturduğu örgütlerde ortaya çıkan çatışmalar, örgütsel çatışma olarak ifade edilmektedir. Örgütsel çatışma, “örgüt içindeki birey ya da grupların, kendi içlerinde, birbirleri aralarında, örgütle aralarında, çeşitli ve farklı nedenlere bağlı olarak uyuşmazlık, anlaşmazlık veya birbirine ters düşme şeklinde ortaya çıkan değişken özelliklere sahip bir etkileşim süreci” şeklinde tanımlanmaktadır(Sökmen ve Yazıcıoğlu, 2005: 3). Örgütlerde kişiler arası çatışma durumları birey ile üstleri, birey ile astları ve birey ile aynı pozisyondaki meslektaşları (denk olan kişiler) arasında gerçekleşebilmektedir(Zembat, 2012: 205). Bir problemle karşılaşıldığında genellikle bir “suçlu” ve sorumlu arama eğilimi görülür. Bu eğilim problemin karmaşık bir hal almasına ve problemle karşılaşan bireyin çözümden çok suçlama üzerinde yoğunlaşmasına neden olur. Bir kez suçlamalara başlandığında çözüm seçenekleri geliştirmek güçleşir(Karip, 2003). Bu durumda da çatışma yönetiminin etkinliği önem arz eder. Çatışma, yönetilme durumuna göre örgüt açısından yapıcı veya yıkıcı sonuçlar ortaya çıkarır. (Hakvoort, 2010). Etkin bir şekilde yönetilemeyen çatışma, düşmanlık hislerine ve saldırganlık davranışlarına, paranın ve enerjinin boşa gitmesine, güven duygusunun kaybına, işletmenin verimliliğinin düşmesine ve örgütte işlerin aksamasına neden olabilir(Aşçıoğlu, 2007). Ancak etkin bir şekilde yönetilen çatışma bireye ve örgüte, daha iyi ilişkilerin oluşturulması, psikolojik olgunluk, bireyin kendisine saygısının geliştirilmesi, bireysel gelişim, etkililiğin ve verimliliğin geliştirilmesi, problemlerin farkına varmak ve problemleri tanımak, daha iyi çözümler oluşturmak, örgütsel değişimi sağlamak, monotonluğu azaltmak, ahenkli bir takım çalışması oluşturmak gibi birçok yarar sağlayabilir(Zembat, 2012). 2.1. Örgütsel Çatışmanın Nedenleri Çatışmalar yaşamın doğal bir sonucudur. Çünkü aynı ortamda bir araya gelen her biri farklı kültürlerde yetişen ve farklı kişilik yapılarına sahip olan bireylerin, düşünceleri, değer yargıları, amaçları farklılık göstermektedir. Bu bireylerin her biri kendi çıkarlarını gerçekleştirmek veya kendi görüşlerini hakim kılmak arzusundadır (Koçel, 2001:534). Çatışmalar, tarafların kıt bir kaynağı paylaşımı, ortak bir eylem veya etkinlikte farklı şeyler yapmak istemeleri, farklı değerlere, tutumlara ve inançlara sahip olmaları gibi bir çok nedenden kaynaklanabilir(Karip, 2003). Bu araştırmada çatışma nedenleri genel olarak dört faktör altında ele alınmaktadır. Bunlar örgütsel belirsizlikler, iş ve personel uyumsuzlukları, yönetimsel nedenler ve kişisel farklılıklar olarak sıralanmaktadır(Aşçıoğlu, 2007). 236 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2.1.1. Örgütsel Belirsizlikler: Örgüt yapısı ve örgütteki belirsizlikler nedeniyle çatışmalar ortaya çıkabilir. Örgüt büyüklüğü ve örgütteki hiyerarşik yapı da çatışmalara neden olan bir diğer etkendir. Küçük örgütlerde büyük örgütlere oranla çatışmanın daha az oluşu örgütsel belirsizliklerin çatışmalara neden olduğunun en belirgin göstergesidir. Örgütsel belirsizliklerden doğan çatışmalar; performans kriterlerinin ya da ödüllendirme sistemlerinin farklılığı, yetki ve sorumluluk belirsizliği, yetki ve sorumluluk dengesinin olmaması, görev tanımlarının belirsiz ya da yapılmamış olması, kıt kaynaklar için rekabet şeklinde sıralanmaktadır. 2.1.2. İş ve personel uyumsuzlukları: Personelin yapılacak iş için uygun olmayışı veya personelin işe ve diğer personele karşı uyumsuz oluşu örgütlerde çatışmalara neden olmaktadır. Bu uyumsuzluk sadece yetenek kapsamında değil, çalışanların işyerindeki çalışma arkadaşları ile uyumsuzluk ve anlaşamama hallerinde de ortaya çıkmaktadır. İş ve personel uyumsuzluklarından doğan çatışmalar; iş doyumunun düşük olması, hizmet içi eğitimin yetersiz olması, görevlerin yeteneklere uygun olmaması, görevlerin alınan öğrenime uygun olmaması, etkin ekip çalışmasının uygulanamayışı şeklinde sıralanmaktadır. 2.1.3. Yönetimsel nedenler: Her yöneticinin, kendine özgü karar verme, planlama, organize etme, koordine etme, yürütme gibi konularda, diğer yöneticilerden farklı yol ve yöntemleri bulunmaktadır. Farklı yönetim biçimlerinin kullanılması ve problemlere her yöneticinin kendi algılama biçimi ile bakması ve değerlendirmesi bazı anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır(Eren, 2000). Bu anlaşmazlıklar sonucu ortaya çıkan çatışmalar yönetimsel nedenler kapsamında ele alınabilir. Yönetimsel nedenlerden doğan çatışmalar iş bölümü ve uzmanlaşma, değişim, bürokrasi, isletme içi güç mücadeleleri, yöneticilerin güç ve uygulamalarındaki farklılıklar şeklinde sıralanmaktadır. 2.1.4. Kişisel farklılıklar: Kişilik, kişinin zihinsel, bedensel ve ruhsal farklılıklarının hepsinin kendi davranış biçimlerine ve yaşama tarzına yansımasıdır. İnsanlar arasında birtakım benzerlikler olsa bile, kişilik kavramı, insanlar arası farklılıklar üzerine kurulmuş bir olgudur(Eroğlu, 1998; 139). Bu farklılıklar da dolayısıyla örgüt içinde çatışmalara neden olabilmektedir. Kişisel farklılıklardan doğan çatışmalar; algılama farklılıkları, amaç farklılıkları ve çıkar farklılıkları şeklinde sıralanmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 237 3. Öğrenen Örgüt Örgüt ve kişilerin gelecek başarılar için, değişimi hayati bir unsur olarak kabullenmeleri gerekmektedir. Örgütsel öğrenme değişimi, değişim de örgütsel öğrenmeyi gerektirir. (Töremen ve Pekinci, 2011). Örgütler, değişime uyum sağlayabilmek için, değişen koşullara uygun bilgiyi toplayıp değerlendirmek, gerektiği şekilde kullanmak ve yine zamanı geldiğinde yenisiyle değiştirmek zorundadır(Erigüç ve Yalçın Balçık, 2008). Bu nedenle işletme yöneticilerinin son zamanlarda en fazla üzerinde durdukları konulardan biri, “hata tespit ve düzeltme süreci” olarak ifade edilen örgütsel öğrenmedir. Çünkü günümüzde işletmelerin en önemli rekabet gücü, örgütsel öğrenme düzeyi, becerisi ve öğrenmeye gösterilen uyumdur(Akdemir ve Çukacı, 2005). Öğrenen Örgüt, kavramına ilk olarak Chris Argyris ve Donald Schön’un çalışmalarında (1978) rastlanmış ve bu anlayış daha sonra Peter M. Senge (1990) tarafından şekillendirilmiştir. Senge’e göre öğrenen örgüt, bulunduğu zaman ve ortamda ne olup bittiğinin farkında olan, istedikleri sonuçları elde etmek için tüm potansiyelini kullanarak kapasitesini genişletip becerilerini geliştirebilen, işine bağlı, takım arkadaşları ile anlamlı bir hedefi ve vizyonu paylaşan kişilerden oluşan; yeni düşünce ve fikirlerin beslendiği ve geliştiği, ortak beklentilerin serbest bırakıldığı, sürekli olarak ekip halinde öğrenmenin nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğinin öğretildiği bir ortamı içeren ve kendi geleceğini oluşturmada etkili olmak isteyen organizasyondur(Bayraktaroğlu ve Kutaniş, 2002). Öğrenen örgütler, çalışanların yeni bilgi yaratmalarını, bu bilgiyi organizasyonun bilgisi haline getirmelerini ve sorunların çözümünde kullanılmalarını esas almaktadır. Süreç olarak bilen-anlayan-düşünen ve öğrenen organizasyon şeklinde gelişmektedir(Koçel, 2005). Bir diğer ifadeyle; çalışanların bilgi, yetenek ve becerilerini kullanarak çevrelerinden bilgi toplayan, bunu kullanarak yeni bilgiler üreten, bu bilgileri geleceklerini şekillendirmek amacıyla kullanmak için örgütsel belleklerinde depolayan örgütler, öğrenen örgüt olarak adlandırılmaktadır(Huber, 1991). Bireyler gibi örgütler de öğrenirler ve belirgin öğrenme biçimleri geliştirirler. Öğrenme bireyde başlar, ancak bireysel öğrenme örgütsel öğrenmeyi sağlamayabilir. Öğrenme ile örgütler değişime adapte olur, hataları tekrarlamaz gerekli bilgileri depolar ve geliştirir. Örgütler değişimi yakalayabilmeyi ve güncel kalabilmeyi öğrenme ile başarır(Avcı ve Küçükusta, 2009). Öğrenen örgütlerin tasarlanmasında dört temel öğe vardır. Bunlar öğrenmeye olan kararlılık, paylaşılan vizyon, açık fikirlilik ve işletme içi bilgi paylaşımı şeklinde sıralanmaktadır(Calantone vd., 2002). 3.1. Öğrenmeye olan kararlılık: Öğrenen örgüt çalışanlarının, işletme faaliyetleri ve işletme çevresi ile ilgili durumlardan bilgiler üretmesi, bilgileri diğer üyelerle paylaşması ve paylaşılan bilgileri örgütsel amaçlardan sapmadan ve örgüt stratejisine destek sağlayacak şekilde kullanması gerekmektedir(Avcı 2009). Bunun başarılması da, her çalışanın bireysel olarak öğrenmeye kararlı ve istekli olmasına bağlıdır. Aksi durumda işletme düzeyinde bir öğrenme oluşmayacak, öğrenme bireylerin öğrendikleri ile sınırlı kalacaktır. 238 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 3.2. Paylaşılan vizyon: Belirli bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş bireylerden oluşan örgütün, “ne ve nereye” sorusuna verdiği cevap örgütün paylaşılan vizyonudur. Vizyon, bir örgütün çalışanlarını ortak bir kimlik ve kader duygusu etrafında toplayabilmesinin araçlarındandır. Eğer bir örgütün paylaşılan bir vizyonu ve amacı yoksa, insanları motive etmekte ve onları öğrenmeye yöneltmede başarılı olması mümkün değildir. Dolayısıyla paylaşılan vizyon, öğrenen örgüt olmada hayati bir öneme sahiptir, çünkü bu şekilde öğrenme için gerekli olan odaklaşma ve enerji sağlanmış olur(Bayraktaroğlu ve Kutaniş, 2002). Liderin veya yöneticinin sahip olduğu vizyon örgüt için yeterli değildir. Örgüt için tüm çalışanların gerçekleştirmek istediği ortak bir vizyona ihtiyaç vardır. Eğer örgütlerinde gerçekten paylaşılan bir vizyon varsa, çalışanlar sadece onlara emredildiği için değil aynı zamanda kendileri istediği için öğrenme sürecine girerler. 3.3. Açık fikirlilik: Açık fikirlilik örgütteki bireylerin fikirlerini ve düşüncelerini ifade etme düzeylerini ifade eder. Öğrenme eğilimi gelişmiş örgütlerin, temel özelliklerinden birisi, çalışanlarına fikirlerini geliştirebilecekleri ve kendilerini ifade edebilecekleri ortamın varlığıdır. Ayrıca, öğrenme yönelimli örgütler açık fikirliliğe oldukça fazla önem vermektedir(Calantone vd., 2002: 517). Açık fikirlilik ortamı, özellikle bireysel düzeyde yaratıcılık üzerinde etkili olmaktadır. Bu ortamın yaratıldığı örgütlerde bireyler daha farklı metotlar deneyebilmekte; bu deneme süreci yeniliğin ortaya çıkma olasılığını arttırmaktadır(Avcı, 2009). 3.4. İşletme içi bilgi paylaşımı: Bilgi paylaşımında, temel olarak bilginin belli bir kaynaktan çıkarak belli bir hedefe ulaşması söz konusudur. Bilgi paylaşımı, her işletmede bireyler ve bölümler arasında farklı seviyelerde farklı şekillerle gerçekleşir. İşletmelerde bilginin paylaşılması bilgi kaynaklarının var olmasından daha önemlidir. Bilgi paylaşıldıkça değer kazanır. Bilginin işletme içi paylaşımında, işletme politikaları ve stratejilerinin yanı sıra çalışanların tutum ve davranışları da belirleyici olmaktadır(Yeniçeri ve Demirel, 2007). Bu da örgütsel öğrenmeyi doğrudan etkilemektedir. 4. Araştırmanın Amacı ve Önemi Çatışmalar, farklı fikirlerin çıkması ya da ileride sorun olabilecek konuların önceden tahmin edilmesi gibi önemli yararlar sağlamaktadır. Ancak örgütlerde çatışmanın etkin bir şekilde yönetilememesi olumsuz etkilere de neden olmaktadır. Bu sonuçlar bireysel olarak çalışanları etkileyebileceği gibi bir bütün olarak kurumu da etkileyebilmektedir. Çatışmanın yönetilmesinde çatışmaya neden olan unsurların belirlenmesi önemlidir. Kaynağını bilmediğiniz sorunları etkin yönetmek ve ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır. Bu çalışmada çatışma nedenleri bireysel ve örgütsel boyutları ile alınmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 239 Ekonomik ve sosyal yaşamdaki hızlı değişimler ve bu değimlere uyum sağlamak adına öğrenme süreci stratejik öneme sahiptir. Öğrenmenin sürekli hale getirilmesi ve kurum kültürünün içine yerleştirilmesi rekabet ortamında ayakta kalmak için kurumların üzerinde ağırlıkla durmaya başladıkları bir konu olmuştur. Öğrenmeyi içselleştirmek ve herhangi bir karar alma noktasında gerekli bilgileri zamanında ve eksiksiz edinmeyi sağlayacak mekanizmaları oluşturmak gerekmektedir. Kurumların öğrenme kapasiteleri arttıkça bilgi edinme ve bu bilgiyi organizasyonda paylaşma ve bu sayede sorun çözme kabiliyeti kazanma olanakları da artacaktır. Bu çalışmada örgütsel öğrenme; öğrenmeye olan bağlılık, paylaşılan vizyon, açık fikirlilik ve örgüt içi bilgi paylaşımı olmak üzere dört boyutta ele alınmıştır. Çalışmanın temel amacı, örgütsel öğrenme kapasitesi ve kurumların yaşadıkları çatışmaların nedenlerini belirlemek ve örgütsel öğrenmeyi oluşturan boyutlar ile çatışmayı oluşturan nedenler arasında bir ilişkinin olup olmadığını ortaya koymaktır. Ayrıca çatışma ve örgütsel öğrenmenin demografik özelliklere göre farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek şeklinde alt amaçları da mevcuttur. 5. Araştırmanın Yöntemi Araştırma verileri, Düzce İl Sağlık Müdürlüğünde masa başında çalışan memurlardan anket tekniği ile toplanmıştır. Valiliğe bağlı çalışan kurumda uygulama yapabilmek için yazılı izinler alınmıştır. Tam sayım yöntemi ile evrenin tamamına ulaşılmaya çalışılmıştır. Ancak anketi cevaplamak istemeyen veya yıllık izin nedeni ile kurum dışında bulunan kişiler çıkarıldığında 98 anket toplanmıştır. Bu anketlerden de 7 tanesi çeşitli eksik ve yanlışlardan dolayı analiz dışında bırakılmıştır. Çalışmada örgütsel öğrenme düzeyini ölçmek için, Calantone, Cavusgil ve Zhao (2002) tarafından geliştirilen ve 17 ifadeden oluşan örgütsel öğrenme ölçeği kullanılmıştır. Kurumlardaki çatışma nedenlerini belirlemek için ise Aşçıoğlu’ nun (2007) de çatışma konusunda hastane çalışanlarına yönelik olarak hazırladığı 31 ifadeli ölçek kullanılmıştır. Bu sorulara ek olarak demografik özellikler açısından çatışma ve öğrenme arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri belirlemek açısından ölçeğe demografik özelliklere ait 5 adet soru eklenmiştir. Çalışmada toplanan veriler SPSS18 programı yardımı ile analiz edilmiştir. Ölçekler aslına uygun olarak kullanılmış ve herhangi bir soruda değişiklik yapılmamıştır. 6. Bulgular Araştırmanın verilerini analiz etmeden önce çalışmada kullanılan ölçeklere ait güvenilirlik analizleri yapılmış ve ölçeklerin toplam güvenilirliği % 85 olarak bulunmuştur. Bu ölçeklerden örgütsel çatışma nedenleri ile ilgili ölçeğin güvenilirlik katsayısı %86, örgütsel öğrenme ile ilgili ölçeğin güvenilirlik katsayısı da %91 olarak elde edilmiştir. Araştırma kapsamında elde edilen verilerle ilgili öncelikli olarak ortalamalar sunulmuş sonrasında analiz sonuçlarına yer verilmiştir. Tablo 1 de araştırmaya katılan kişilere ait bilgilerin yer aldığı demografik özellikler sunulmuştur. 240 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Tablo 1. Demografik Özellikler Cinsiyet Medeni Durum Kadın 44 25 yaş ve altı 12 İlköğretim 2 Erkek 47 26-35 32 Lise 42 Evli 74 36-45 38 Önlisans 24 Bekar 17 46 ve üstü 9 Lisans 22 Lisans Üstü 1 Çalışma 5 yıl ve Süresi altı 6-15yıl 15 yıl ve üstü Yaş 19 Eğitim 38 34 Araştırmaya katılan 91 kişinin %51’ i erkek % 49’u kadındır, % 83’ ü evlidir, %48’ i 35 yaşın altındadır ve %41’ i lise mezunudur. Tablodaki çalışma süresine bakıldığında ise % 38’ i 6-15 yıl arasında çalışma süresine sahiptir. Kamu kurumu olması nedeni ile uzun çalışma yıllarına sahip kişilerin kurumdaki mevcudiyeti normal bir durum olarak görülmektedir. Eğitim seviyelerinin çoğunluklu olarak lise seviyesinde kalmış olması kurumsal öğrenme açısından dezavantajlı bir durum olarak değerlendirilebilir. Tablo 2. Örgütsel Çatışma Nedenleri Çatışma Nedenleri Örgütsel Belirsizlikler Kişisel Farklılıklar İs ve Personel Uyumsuzluğu Yönetimsel Nedenler Ortalama St. Sapma 3.25 3,24 3,21 3,01 ,671 ,729 ,729 ,626 Araştırmaya katılanların yaşadıkları çatışmaların nedenlerinin yer aldığı Tablo 2’ye bakıldığında, öncelikli olarak kurumda orta düzeyde de olsa bir çatışmanın varlığının söz konusu olduğu söylenebilir. Bu çatışmaların nedenlerine baktığımızda örgütsel belirsizliklerin en yüksek ortalamaya sahip olduğu görülmektedir. Bunu kişisel farklılıklar ve iş kişi uyumsuzluğu takip etmektedir. Çatışma nedenler arasında en düşük değere sahip olan ise yönetimsel nedenlerdir. Kısaca kurumsal mevzuattaki sık değişim iş yapış şekillerinden kurumsal ilerlemeler ve görev tanımlarına kadar birçok konuda yeni bir yapılanmayı getirmekte ve buda çalışanlarca belirsizlik olarak algılanmakta ve geleceği net görememe nedeni ile çatışmaların zemini oluşmaktadır. Kurumda çalışanların kişilik yapılarının birbirinden farklı olması ve özellikle işleri birbirine bağlı çalışan kişilerin bu uyumsuzluğu yaşaması ve farklılıklara tolerans göstermemesi de çatışma nedenleri arasında önemli bir olgu olarak görülmektedir. Bu konu ise işe personel alımında ve terfilerde veya görev dağılımlarında kişilik testlerinin yapılmasının ve sonuçlarına göre karar verilmesinin gerekliliğini göstermektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 241 Tablo 3. Örgütsel Öğrenme ve Boyutları Örgütsel Öğrenme Öğrenmeye olan kararlılık Açık fikirlilik İşletme içi bilgi paylaşımı Paylaşılan vizyon Örgütsel öğrenme Ortalama St. Sapma 3,40 3,24 3,16 3,10 3,23 ,907 ,860 ,810 ,817 ,726 Örgütsel öğrenme ile ilgili bulgulara göre, araştırmaya katılanlar orta düzeyde örgütsel öğrenmeye sahiptirler. Öğrenmenin boyutları arasında en yüksek ortalamaya sahip olan ise kişilerin öğrenmeye olan kararlılık ve isteğidir. En düşük ortalamaya sahip olan öğrenme boyutu ise paylaşılan vizyondur. Bu sonucun, özellikle kamu kurumlarındaki hiyerarşik yapının etkisi ile ortaya çıkmış olabileceği söylenebilir. Kurum içindeki çatışmaya rağmen örgütsel öğrenmenin kurumdaki varlığının ortaya çıkması çatışmaların öğrenme ve gelişme odaklı kullanıldığının belirtisi olarak kabul edilebilir. Tablo 4. Örgütsel Öğrenme ve Çatışma Arasındaki İlişki 1 1. Örgütsel öğrenme 2. Örgütsel belirsizlikler 3. İş ve personel uyumsuzluğu 4. Yönetimsel nedenler 5. Kişisel farklılıklar Korelasyon 2 3 4 5 1 Sig. (2-tailed) Korelasyon -,175* 1 Sig. (2-tailed) ,046 Korelasyon -,032 Sig. (2-tailed) ,766 ,001 Korelasyon ,007 ,414** ,330** Sig. (2-tailed) ,944 ,000 ,002 -,216* ,319** ,432** ,261* ,040 ,002 ,000 ,012 Korelasyon Sig. (2-tailed) ,350** 1 1 1 Örgütsel öğrenme ve çatışma arasındaki ilişkiye ait korelasyon analizi sonucuna göre örgütsel belirsizlikler ile öğrenme arasında negatif yönlü bir ilişki söz konusudur. Ayrıca aynı ilişki örgütsel öğrenme ve kişisel farklılıklar arasında da mevcuttur. Örgütsel belirsizlik ve kişisel farklılıkların neden olduğu çatışmalar arttıkça örgütsel öğrenme azalmakta, kişisel farklılıkların ve örgütsel belirsizliklerin neden olduğu çatışmalar azaldıkça örgütsel öğrenme artmaktadır. Diğer çatışma nedenleri ile örgütsel öğrenme arasında anlamlı bir ilişki ortaya çıkmamıştır. Bunun dışında çatışma nedenlerinin kendi arasındaki ilişkiye bakıldığında kişisel farklılıkların neden olduğu çatışma ile iş ve personel uyumsuzluğunun neden olduğu çatışma arsında pozitif yönde bir ilişki vardır. Yönetimsel nedenlerle ortaya çıkan çatışmalar ile örgütsel belirsizlikler nedeni ile ortaya çıkan çatışmalar arasında da pozitif yönlü bir ilişki görülmüştür. 242 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Tablo 5. Örgütsel Çatışmanın Örgütsel Öğrenme Üzerindeki Etkisi Model (Constant) 1 Kişisel farklılıklar Unstandardized Coefficients B Std. Hata 3,862 ,314 -,197 ,094 Standardized Coefficients t Sig. 12,303 ,000 -2,089 ,040 Beta -,216 F: 4.362, R: ,216, R kare: ,047 a. Dependent Variable: örgütsel öğrenme Çatışma nedenlerinin her birinin örgütsel öğrenme üzerindeki etkisini incelemek üzere yapılan regresyon analizi sonucuna göre çatışma nedenlerinden sadece kişisel farklılıklar nedeni ile ortaya çıkan çatışmanın öğrenme üzerinde anlamlı etkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca öğrenmenin dört boyutu ile çatışmanın dört boyutu arasındaki etkileşimde incelenmiş ve kişisel farklılıklar nedeni ile ortaya çıkan çatışmanın işletme içi bilgi paylaşımını ve öğrenmeye olan kararlılığı etkilediği, örgütsel belirsizlikler ve yönetimsel nedenlerle ortaya çıkan çatışmalarında öğrenmenin paylaşılan vizyon boyutunu etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Demografik özellikler açısından örgütsel çatışmanın farklılık gösterip göstermediğini belirlemek üzere yapılan Anova ve T testi sonuçlarına göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık bulunamamış ve her bir grup için çatışma nedenlerinin tamamı orta derecede ortaya çıkmıştır. Örgütsel öğrenmenin demografik özelliklere göre farklılığına bakıldığında ise, yaş açısından öğrenmenin paylaşılan vizyon boyutu farklılık göstermiştir. Bu boyut yaşı 45 in üzerinde olanlarda diğer yaş gruplarına göre(daha küçük) daha düşük düzeyde çıkmıştır. Çalışma süresi açısından da paylaşılan vizyon boyutu 20 yıl ve üstünde çalışma süresine sahip olanların diğer gruplara göre düşük düzeydedir. Diğer boyutlar açısından anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Eğitim, cinsiyet ve medeni durum açısından da anlamlı bir farklılık ortaya çıkmamıştır. 7. Sonuç Çatışma konusu gerek bireysel anlamda gerekse toplumsal anlamda üzerinde önemle durulan bir konudur. Kişiler arası veya kurumsal anlamda yaşanan çatışmalar bundan yaklaşık on yıl öncesine kadar arzu edilmeyen ve mutlaka engellenmesi gereken bir konu olarak görülmekte iken günümüzde çatışmalar yenilikçi fikirlerin ortaya çıkması için teşvik edilmektedir. Çatışmanın kendisinin değil yönetilememesinin sorun olduğu olgusuna sıkça vurgu yapılmaktadır. Çatışmaların nedenleri kişilerden, kurumlardan veya çevresel unsurlardan kaynaklanabilir. Bu çalışmada kişilerin sahip oldukları özellikler, yönetimsel nedenler, iş ve kişilik uyumsuzluğu ve örgütsel belirsizlikler olarak dört başlık altında incelenmiştir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 243 Bu çatışma nedenlerinden kişisel farklılıklar nedeni ile yaşanan çatışmaların kurumda en sık karşılaşılan çatışma nedeni olduğu görülmüştür. Yönetimsel nedenlerle yaşanan çatışmaların ise en düşük düzeyde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çatışma ile ilgili bulgular genel olarak değerlendirildiğinde kurumda orta düzeyde bir çatışmanın olduğu görülmüştür. Kişiler arası farklılıkların ve iş kişilik uyumsuzluğunun çatışma nedeni olması özellikle kamu kurumlarında personel tedarik ve yerleştirmesinde atama yöntemi nedeni ile kişinin kurum ile veya iş ile olan uyumunun değerlendirilmemesinin etkisinden söz etmek mümkündür. Özellikle aynı ortamlarda birbirinin tamamlayıcısı olan işleri yapan kişilerin seçim ve yerleştirmesinde kişinin iş ile uyumunun ve iş ortamı ile uyumunun göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Çalışmada örgütsel öğrenme, bilgi paylaşımı, paylaşılan vizyon, açık fikirlilik ve öğrenmeye olan isteklilik olmak üzere dört boyutta incelenmiştir. Araştırma yapılan Düzce İl Sağlık Müdürlüğü çalışanlarının örgütsel öğrenme algılarının orta düzeyde olduğu görülmüştür. Öğrenmeye olan isteklilik ve kararlılık en yüksek düzeyde ortaya çıkarken paylaşılan vizyon en düşük ortalamaya sahip öğrenme boyutu olarak ortaya çıkmıştır. Demografik özellikler açısından da paylaşılan vizyon, yaşı 45 ten büyük olan ve çalışma süresi diğerlerine göre daha uzun olan kişilerin ki daha düşük olarak bulunmuştur. Örgütlerde yaşanan çatışma ile örgütsel öğrenme arasındaki ilişki incelendiğinde bu iki değişken arasında anlamlı ilişkilerin olduğu sonucu bulunmuştur. Örgütsel belirsizlikler nedeni ile yaşanan çatışma ile örgütsel öğrenme arasında negatif yönlü bir ilişki araştırma bulguları sonucunda ortaya çıkmıştır. Buna göre kurumlar örgütsel öğrenmeyi sağlıklı olarak gerçekleştirmek istiyorlarsa kurumsal anlamda belirsizlikleri ortadan kaldırmalıdırlar. Ayrıca örgütsel öğrenme ve kişisel farklılıklar nedeni ile yaşanan çatışmalar arasında da negatif yönlü bir ilişkinin olduğu görülmüştür. Kişisel farklılıkların neden olduğu çatışmalar arttıkça örgütsel öğrenme azalmakta, kişisel farklılıkların neden olduğu çatışmalar azaldıkça örgütsel öğrenme artmaktadır. Kişisel farklılıklar nedeni ile çatışma yaşanmaması için kurumlarda kişilerin farklılıklara toleransının vurgulanması ve farklılıklara olan saygının vurgulanması gerekmektedir. Farklılıkların yenilikçiliği tetikleyici bir unsur olduğu sürekli vurgulanmalı ve kültürel değer olarak kurum kültürünün içine yerleştirilmelidir. Bu çalışma örgütsel öğrenme ve çatışma arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere bir kamu kurumunda gerçekleştirilmiştir. İleride yapılacak olan çalışmalarda kamu ve özel sektör karşılaştırmalarının yapılması ve aradaki farkların belirlenmesi önerilebilir. Ayrıca öğrenme ve çatışma odaklı çalışmalarda çatışmaya müdahale ve çatışma yönetim tarzları ile öğrenme arasındaki ilişkinin incelenmesi de önerilebilir. Özellikle liderin öğrenme ve çatışmada ki kilit rolünün ana inceleme konusu yapılacağı çalışmaların yapılması da önerilebilir. 244 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça 1. Akdemir, B., Çukacı, Y. C., Örgüt Kültürü Değerleriyle Örgütsel Öğrenme Düzeyi Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi ve Bir Araştırma, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 50(1), 1173- 1192, (2005). 2. Argyris, C., Schön, D., Organizational learning: A theory of action perspective, Reading, Mass: Addison Wesley, (1978). 3. Aşcıoğlu, V., İşletmelerde Çatışma Yönetimi ve Sağlık Sektöründe Bir Uygulama, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, Yönetim ve Organizasyon Programı Yüksek Lisans Tezi, İzmir, (2007). 4. Avcı, N., Küçükusta, D. Konaklama İşletmelerinde Örgütsel Öğrenme, Örgütsel Bağlılık ve İşten Ayrılma Eğilimi Arasındaki İlişki, Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, 20(1), 33-44, (2009). 5. Avcı, U., Öğrenme Yönelimliliğin Yenilik Performansı Üzerine Etkisi: Muğla Mermer Sektöründe Bir İnceleme, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 5(10), 121–138, (2009). 6. Bakan, İ., Eyitmiş, A.M., Erşahan, B., Doğan, İ.F., Bulunmaz, G., Banka Çalışanlarının İş Tatmin Ve Örgütsel Bağlılık Düzeyleri İle Çatışma Tür ve Stratejilerine Bakış Açıları Arasındaki İlişkilere Yönelik Bir Alan Araştırması, Hacettepe Üniversitesi Sosyolojik Araştırmalar E-Dergisi, 1-31, (2011). 7. Bayraktaroğlu, S., Kutanis, R.Ö., Öğrenen Kamu Örgütlerine Doğru, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1(1), 51-65, (2002). 8. Calantone, R. J., Cavusgil, T., Zhao, Y., Learning Orientation, Firm Innovation Capability, and Firm Performance. Industrial Marketing Management, 31(1), 515524, (2002). 9. Eren, E., Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi. İstanbul: Beta Basım Yayım, (2000). 10. Erigüç, G., Yalçın Balçık, P., Öğrenen Örgüt Ve Hemşirelerin Değerlendirmelerine Yönelik Bir Uygulama, Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 10(1), 75-106, (2008). 11. Eroğlu, F., Davranış Bilimleri. İstanbul: Beta Basım Yayım, (1998). 12. Hakvoort, I., The Conflict Pyramid: A Holistic Approach To Structuring Conflict Resolution İn Schools. Journal of Peace Education, 7(2), 157-169, (2010). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 245 13. Huber, G. P., Organizational Learning: The Contributing Processes and the Literatures, Organization Science, 2(1), 88-115, (1991). 14. Karip, E., Çatışma Yönetimi. Ankara: Pegema Yayıncılık, (2003). 15. Koçel, T., İşletme Yöneticiliği. İstanbul: Arıkan Basım Yayım, (2005). 16. Schein, E. H., Organizational and Managerial Culture as a Facilitator or Inhibitor of Organizational Transformation, Working Paper 3831, 1-27, (1995). 17. Senge, P. M., The Fifth Discipline: The Art and Practice of Learning Organization, New York: Doubleday, (1990). 18. Sökmen, A., Yazıcıoğlu, İ., Thomas Modeli Kapsamında Yöneticilerin Çatışma Yönetimi Stilleri ve Tekstil İşletmelerinde Bir Alan Araştırması, Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, 5(1), 1-21, (2005). 19. Töremen, F., Pekince, D., Örgütsel Öğrenmede Grup Dinamizmi: Öğrenen Takımlar, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8(15), 389-406, (2011). 20. Yatkın, A., Örgütsel Çatışmanın ve Performans Değerlemenin İşgören Performansına Etkileri, Fırat Üniversitesi Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları, 6(2), 6-18, (2008). 21. Yeniçeri, Ö., Demirel, Y., Örgüt İçi Bilgi Paylaşımına Yönelik Bireysel ve Örgütsel Engeller Üzerine Bir Araştırma, Selçuk Üniversitesi Karaman İ.İ.B.F. Dergisi, 12(9), 221-234, (2007). 22. Zembat, R., Okul Öncesi Öğretmenlerinin Okul Yöneticisi, Meslektaşları ve Aileler Bağlamında Algıladıkları Çatışma Durumlarının İncelenmesi, Eğitim ve Bilim, 37(163), 203-215, (2012). 246 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 247 248 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN SOSYOLOJİK PROFİLİNİN ARAŞTIRILMASI - GÖLYAKA MESLEK YÜKSEKOKULU ÖRNEĞİ TUBA PALA1 HASAN BIBEROĞLU 2 Özet Yaşadığımız yüzyıl, teknolojik gelişmeler ile birlikte teknolojik savurganlığın birlikte görüldüğü bir yüzyıl olarak görünmeye başlamıştır. Aynı düzlemde yine yaşadığımız bu zamanlar farklı enerji kaynaklarının ortaya çıkarılması ve bunun aksine enerji israfının, bilgiye ulaşma yollarının kolaylaşması ile birlikte bilgi kirliliğinin olduğu bir zaman olmuştur. Yine yaşadığımız bu dönemler küreselleşme ile ekonomik ve sosyal yönden güçlü görünen toplumların diğer toplumlar üzerindeki baskısının arttığı zamanlar olarak tarihteki yerini alacaktır. Yaşanan tüm ekonomik ve sosyal gelişmelerin toplumun her kesimine yansıması olduğu gibi gençliğe de yansıması olmuştur, oluyor ve olacaktır. Bu bağlamda gençlik sosyolojisi, karşılaşacağı tüm olumlu ve olumsuz etkilere karşı nasıl bir profil ortaya koyacağı sorusunun cevabı veya cevapları şüphesiz bireyden bireye değişiklik gösterebilir. Bu değişiklik, kültürler arası, aile yapıları, cinsiyet, mesleki deneyimler, ikamet edilen bölge, alışkanlıklar gibi farklı pek çok etkene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bireylerin ekonomik durumları, teknoloji ile olan bağları, kişilerarası ilişkilerde aktif olmaları veya pasif kalmaları, kültürel ve sportif anlamda aktiviteleri, alışkanlıkları ve ailevi durumları sosyolojik açıdan oldukça önemlidir. Toplumsal yapı ve yaşam kalitesi, toplum içi kalite ve huzur , bireylerin her yönüyle pozitif yönde gelişim göstermesi ile mümkün olacaktır. Bu bağlamda bireylerin , ekonomik ve kültürel özellikleri, tüketim eğilimleri, alışkanlıkları , hobileri, sosyal olaylara bakışları , ülke meselelerine olan ilgileri, ailevi ve ahlaki değerlere bakışları, toplumsal dinamikler ve geleceği planlama adına önemli sorular olarak gözükmektedir.Bu araştırmanın seyri bu sorulara cevap bulma şeklinde gerçekleşmektedir. Bu çalışmada sunulan veriler, 2015 yılında Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulunda aktif olarak devam eden öğrencilere uygulanmıştır. Gençliğin Sosyolojik Profilini belirlemek ve toplumsal yapı ile ilgili fikir oluşması amacıyla yapılan bu araştırmanın sonuçları gelecekte yapılacak farklı analizler için kaynak teşkil edebilir. Anahtar Kelimeler : Sosyolojik profil, kimlik, üniversite gençliği, meslek yüksekokulu 1 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu, Bilgisayar Programcılığı Programı, [email protected] 2 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu, Bilgisayar Programcılığı Programı, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 249 INVESTIGATION OF UNIVERSITY STUDENTS’ SOCIOLOGICAL PROFILES - GÖLYAKA VOCATIONAL HIGH SCHOOL SAMPLE Abstract It seems that the century we live in has been a time period technological extra vagance occurs together with technological developments. In addition, this period we live in has been a time infollution is seen together with finding out different energy sources and contrary to this, waste of energy and easiness of the ways to reach information. Again, these times we live in claim their place in history as the times when the pressure of societies, seeming to be powerful in terms of economy and society, on the other societies is turning up. All the economic and social developments have been reflected, are reclected and will be reflected on the youth as they did on ever part of the society. In this sense, the answers to the question ‘What profile will youth sociology present against all the positive and negative effects it faces?’ can change from person to person. This change can be seen depending on various factors like cultures, family structures, gender, job experiences, residence, habits, etc. Economic status of individuals, ties with technology, be active or passive stay in interpersonal relationships, cultural and sporting sense, activities, habits and family situation are very important from a sociological perspective. Social structure and quality of life, quality and peace within society, individuals will be able to demonstrate a positive development in all aspects. In this context, individuals, Economic and Cultural Properties, consumer trends, habits, hobbies, gaze social events of interest in the country issues, family and moral values glance, it seems to be the social dynamic and important questions come in the name of planning. This course takes place in the form of research to understand the answers to these questions. The data presented in this study were practiced with the students who were active attendants at Gölyaka Vocational High School, Düzce University in 2015. There results of the study carried out to discover Youth’s Sociological Profile can be a source for different analyses to be done in the future. Keywords : sociological profile, identity, university generation, vocational high school. 250 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. Giriş Gelecekte çok önemli yerlerde görev alacak, söz sahibi olacak olan üniversite gençliği, bu değişimleri bireysel veya topluluk olarak yaşayan, ataerkil bir yapıya bağlı yaşama, bir gruba veya bir topluluğa bağlı yaşama veya bağımsız birey düşüncesini de zihninde sorgulayan sosyolojik bir çoğunluk olarak önemli bir değere sahiptir. Bu denli önemli olan bu grup için geliştirilecek tüm stratejiler ve politikaların sonuçlarının olumlu ve verimli olması, üniversite gençliğinin sosyal profilinin belirlenmesi ve çeşitli yönlerden ele alınması ile mümkün olabilir. Bu bildiri Yüksekokulında “Meslek Yüksekokulunda Okuyan Üniversite Gençliğinin Sosyolojik Profili” araştırmasına dayanmaktadır. Araştırma içeriğinde uygulanan anket sonucu ve çıkarılan yorumlar, tüm üniversite gençliğine genelleştirilemez fakat Türkiye’ nin kültürel olarak farklı bölgelerinden gelen öğrencilerin her biri aslında, bir aile ve kendine özgü bir kültürü temsil ettiğinden, araştırma sonuçlarını değerli kılmaktadır. 1. Yöntem Bu bildiride sunulan veriler, 22-28 Mayıs 2015 tarihlerinde Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulunda aktif olarak devam eden öğrencilere bilgisayar ortamında yapılmıştır. Araştırmanın örneklemi 261 öğrenciden oluşmaktadır. Bu bildiride yer alan anket sorularının oluşturulmasında “Gençlik Ve Postmodern Kimlik Örüntüleri Üniversite Gençliğinin Sosyolojik Profili [1]” yayınından yararlanılmıştır. 3. Bulgular ve Tartışma 3. 1. Araştırmaya Katılanların Ekonomik,Kültürel ve Sosyal Özellikleri Örneklemin 134’ü erkek 127’si kız öğrencidir. Yüzde oranı olarak ifade etmek gerekirse; Örneklemin %49‟u kız ve %51‟i erkek öğrencidir. Tablo 1.Örneklemin cinsiyetlere göre dağılımı Cinsiyet Erkek Kız Örneklemin Öğrenci Sayısı 134 127 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Yüzde Olarak Dağılımı (%) 51 49 251 Şekil 1. Örneklemin yaş dağılım grafiği Yaş dağılımı yoğunlukla 18-22 yaş arasındadır. Öğrencilerin ailelerinin yaşadığı bölgeler şu şekildedir: %54 Marmara , % 32 Karadeniz, %5 İç Anadolu , %3 Doğu Anadolu , %3 Güneydoğu Anadolu, %2 Akdeniz ve %1 Ege Bölgeleridir. Tablo 2. Öğrencilerin ailelerin yaşadığı bölgelerin yüzdelik dağılımı Karadeniz Yüzdelik Dilim (%) 32 Akdeniz İç Anadolu Ege 2 5 1 Doğu Güneydoğu Marmara Anadolu Anadolu 3 3 54 Ankete katılanların %32‟sinin ya beş ya da daha fazla, %24‟ünün üç , %15‟inin iki kardeşi, %19‟unun dört, %5‟inin bir kardeşi olmasına karşın %4‟ünün hiç kardeşi yoktur. Buradaki bireylerin %79‟unun sahibi olduğu bir evi, %60‟ının arabası ve %59‟unun kişisel olarak kullanabilecekleri bilgisayarları vardır. Gençlerin %99‟u cep telefonuna sahiptir. %91‟inin cep telefonu akıllı telefondur. Örneklemin en çok kullandığı uygulama türü Sosyal medya uygulamaları ile chat(sohbet) uygulamalarıdır. 3.2. Tüketim Eğilimleri Aldıkları ürünleri, örneklemde yer alanlar, %54‟ü fiyatına, %25‟i modaya %21‟i de markasını daha çok önemsediklerini belirtmişlerdir. Kızlarda giysi alırken modayı önemseme daha fazla iken; erkeklerde ise bu fiyat değişkeni şeklinde farklılık göstermektedir. 252 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Buradan, kızların modayı takip etme yoluyla daha fazla beğenilmek istemeleri, erkeklerin ise markalı ürünleri tercih ederek kendilerine göre saygınlık,beğenilme ve statü sahibi olma gibi değişkenleri ön planda tuttukları görülmektedir (1). Marka ve moda kavramları günümüz bireyleri ve özellikle genç bireyler arasında, sosyal hayatlarında önemli bir yer tutmaktadır. Küreselleşme yoluyla değişen ve gelişen dünyada tüketim,hemen hemen tüm ülkelerde benzer hayat tarzları ortaya çıkarmaktadır. 3.3. Madde Bağımlılığı ve Alışkanlığı Çalışmaya katılan gençlerin %29‟u sigara, %18‟si alkol, %0‟ı uyuşturucu madde kullandıklarını ifade etmiştir. Erkek öğrencilerin %37‟si, kız öğrencilerin %20‟si sigara içmektedir. Erkek öğrencilerin %25‟i, kız öğrencilerin %10‟u alkol kullanmaktadır. 3.4. Çalışmaya Katılanların İnterneti Kullanma Alışkanlığı Ve Amaçları Çalışmaya katılan gençlerin %99‟u internet kullanmaktadır. İnternet erişimlerini öğrencilerin %75‟i Mobil (akıllı telefon, tablet, netbook), %24‟ü Bilgisayar (laptop veya masaüstü) ile gerçekleştirirken , %1‟i İnterneti kullanmıyorum yanıtını vermişlerdir. İnternet kullanım oranlarında en çok sosyal ağlardan Facebook, Twitter, Instagram, MSN (%62) kullanım oranı ile karşılaşılmaktadır. %16‟sı araştırma yapmak, %15‟i Mobil chat (sohbet), %3‟ü gazete okumak, %2‟si oyun ve %2‟si E-mail için kullanmaktadır. İnternet kullanma alışkanlığında, kullanıcıların %44‟ü günde 3-5 saat, %28‟i günde 1-2 saat internet kullanmaktadır. Yine çok uzun süreler olarak belirtebileceğimiz 6 saat ve üzeri internet kullanım yüzdeleri günde 6-8 saat (%17) ile günde 9 saat ve üzeri oran %11‟dir. Aşağıdaki grafikler değerlendirildiğinde kız ve erkek öğrencilerin internet kullanım süreleri benzerlik göstermektedir. Şekil 2. Cinsiyete göre günlük internet kullanım süreleri 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 253 İnternete erişim yolları kız ve erkek öğrenciler için çoğunluklu olarak aynıdır. Şekil 3. Cinsiyete göre İnternet erişimi için kullanılan kaynaklar Şekil 4. Erkekler içerisinde internet kullanım amaçları 254 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Şekil 5. Kızlar içerisinde internet kullanım amaçları Cinsiyete göre değerlendirildiğinde ise: İnterneti, erkekler de kızlar da aynı amaçlarla kullanmaktadırlar. İnternet kullanmayanların oranı kızlarda ve erkeklerde eşit oranda (%1) ve oldukça düşüktür. 3.5. En Fazla Beğenilerek Okunan Kitap Türü Şekil 6. Katılanların tamamı için kitap okuma oranları Ankete katılanlar en çok roman ve hikaye gibi türleri okuduğunu ifade etmişlerdir. Katılımcıların %61‟i romanı ve hikayeyi daha çok tercih ettiklerini ifade etmişlerdir. Toplumsal yapı içerisinde cinsiyete göre değerlendirildiğnde, kızlar erkeklere oranla daha fazla hikaye ve roman okuyor iken; erkeklerin tarihi - siyasi türleri daha fazla tercih ettikleri görülmüştür. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 255 3. 6. En Çok Tercih Edilen Müzik Türü Şekil 7. Katılanların tamamı için müzik türü tercih oranları En çok tercih edilen tür pop müziktir. Rap, arabesk, sanat ve halk rock müziği dinleme oranları erkeklerde kızlardan daha fazla iken pop müzik dinleme oranı kızlarda daha fazladır. 3.7. En Çok Tercih Edilip İzlenilen Televizyon Programı Şekil 8. Katılanların tamamı için TV programı izleme oranları Anket sonuçlarına göre kızlar erkeklere göre daha yoğun bir şekilde film, dizi, müzik ve yarışma programı izlerken; erkekler de spor ve haber programını daha yoğun izlemektedir. 256 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 3.8. İlgi Duydukları Spor Türü Anket sonuçlarına göre, gençler en çok futbola ilgi duymaktadır. Erkekler kızlara göre futbol, basketbol ve boks alanlarına ilgi duyarken; kızlar da daha yoğun bir şekilde voleybol ve tenis sporlarına ilgi duymaktadır. Ayrıca bu örneklem de, hiçbir spor dalına ilgisi olmayanların oranı kızlarda daha fazladır. Genel olarak toplum yapısı düşünüldüğünde futbol ve boksun erkek sporu olarak görüldüğü gerçeği inkar edilemez (1). Şekil 9. Örneklemin tamamı için spor dallarına ilgi oranları dallarına ilgi oranları 3.9. Toplumdaki En Saygın Meslek Şekil 10. Örneklemin tamamı için en iyi ve saygın meslek grubu oranları 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 257 Çalışmaya katılanlara göre en iyi ve saygın meslek en fazla oranda %30 öğretmen ve %29 doktordur. Buradaki sonuçlardan iki farklı yorum yapılabilir. Birincisi doktorluk ve öğretmenliğin toplumdaki değerinden dolayı saygınlığı, ikincisi de doktorlar için iyi gelir kazanıyor olmaları, en saygın meslek olarak doktor ve öğretmenleri ön plana çıkarmaktadır (1). 3.10. Gençliğin Bakışıyla Kendilerinin ve Ülkemizin En Önemli Sorunu Tablo 3. Örneklemin tamamı için Türkiye’ nin en önemli sorunu için oranlar Yüzdelik Dilim ( % ) Anarşi-Terör EğitimSağlık 18 15 Cinsel Toplumsal Psikolojik Ekonomik Sorunlar Baskı Sorunlar Sorunlar 8 19 18 22 Verilen cevapta en başta %22 ile Ekonomik Sorunlar gelmektedir. Diğer sorunlar şu şekilde ifade edilmiştir: Toplumsal sorunlar %19, psikolojik sorunlar %18, anarşi – terör %18, eğitim ve sağlık %15, cinsel sorunlar %8. Ekonomik Sorunların içinde yer alan işsizlik sorunu gençler için en büyük sorun olarak değerlendirilebilir. Cinsel sorunları ifade edenler en fazla kızlardır. 3.11. Yurt Dışında Yaşama Konusundaki Düşünceler “Gelecekteki planlarınızda yurt dışına gitmek varmı?” sorusuna; ankete katılanların %49‟i yurt dışına gitmeyi kısa süreli düşünürken, %37’ si kalıcı olarak gitmeyi, %14’ü de tam aksine yurt dışına çıkma gibi bir düşüncesinin olmadığını ifade etmektedir. Şekil 11. Örneklemin tamamı için yurt dışına göç etme isteği oranları 258 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Yurtdışına kalıcı olarak gitme oranı, kızlarda daha erkeklere göre daha fazladır. Cinsiyet açısından erkeklerin kızlara oranla daha atak ve risk alma eğilimleri daha fazla olması beklenirken günümüzde değişen şartlar kızların erkeklerden daha cesur, risk alma eğilimlerinin daha fazla olduğunu göstermektedir (1). Şekil 12. Erkek ve kız cinsleri olarak en saygın meslek grubu oranları 3.12. Ülkenizin en çok hangi ülke veya ülkeler ile işbirliği yapmasını istersiniz? Bu soruya verilen cevaplar şu şekildedir: %41 AB, %25 İslam Coğrafyasında yer alan Ülkeler, %10 ABD, %8 Orta Asya’da yeralan Türk Cumhuriyetleri, %3 Rusya, %11 ülkemizin başka ülkelerle işbirliği yapmasına gerek yok, %2 Türkiye‟nin ne olacağı konusunda bir fikrim yok , ülkemin ne olacağı beni çok da ilgilendirmiyor. Şekil 13. Örneklemin tamamı için ülke veya ülkelerle işbirliği isteği oranları 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 259 3.13. Katılımcıların Gelecekten Ümit Düzeyleri Gelecekten ümitli olan gençlerin oranı %72‟dir. Genç kızlarda mutluluk oranı %71 iken, genç erkeklerde bu oran %72‟dir. Bu oranlar kız ve erkeklerin eşit düzeyde ümitli olduklarını göstermektedir. “İnsan önce toplumu değil, kendini düşünmelidir” katılmazken; %49‟u katılmaktadır. ifadesine örneklemin %51‟i “Kendi kişisel prensiplerime ters düşse bile, çoğunluğun düşüncesine uyarım” ifadesine örneklemin %55‟i katılmazken, %45‟i katılmaktadır. “Kolay yoldan köşe dönmek iyidir” ifadesine örneklemin %58‟ i katılmazken; %42‟si katılmaktadır. 3.14. Sizin İçin Hayatta En Önemli Şey Para Mıdır, Sorusu Hakkındaki Görüşler “Hayatta en önemli şey paradır” düşüncesine , gençlerin %78‟i katılmazken; %22’ si ise olumlu bakıp, katılmaktadır. Örneklem cinsiyete göre değerlendirildiğnde, kolay yönden köşe dönme, sürü psikolojisi, hayatta en önemli şey paradır görüşüne katılma oranları erkeklerde kızlardan daha fazladır (1). 3.15. Evlilik Öncesi Flört Araştırmaya katılanların %75‟i evlilik öncesi flörtü onaylarken, %25‟i onaylamamıştır. 3.16. “Carpe Diem (Günü Yaşa) Felsefesi” ile İlgili Düşünceler “Günümüz şartlarında en iyisi gün ve gün yaşamak ve yarını yarına bırakmak şarttır” ifadesine gençlerin %38‟i olumsuz; %62‟si olumlu bakmaktadır. 3.17. “Günümüzün gençliğini nasıl tanımlarsınız?” Sorusuna Verilen Cevaplar “Günümüzün gençliğini nasıl tanımlarsınız sorusuna, örneklemin %44‟ü “ülke sorunlarından uzak politikaya ilgisi olmayan” olarak tanımlarken, %28‟i “maddiyatçı gençlik”, %10‟u “çağın gerektirdiği bilgi ve donanıma sahip”, %8‟i “sosyal konulara duyarlı gençlik”, %5‟i “çalışkan ve hırslı bir gençlik”, %5‟i de “maneviyatçı gençlik” olarak tanımlamıştır. 260 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Tablo 4. Örneklemin tamamı için günümüz gençliğini nasıl tanımlarsınız sorusuna verilen cevapların oranları Yüzdelik Dilim Çağın gerektirdiği bilgi ve donanıma sahip 10 Sosyal konulara duyarlı gençlik 8 Ülke Çalışkan sorunlarından Maneviyatçı Maddiyatçı ve hırslı uzak, Gençlik Gençlik bir gençlik politikaya ilgisi olmayan 5 5 44 28 3.18. Sivil Toplum Kuruluşları (STK) Üyeliği Şekil 14. Örneklemin tamamı için STK ‘ larda görev alma durumları oranları “Herhangi bir sivil toplum kuruluşunda (dernek, vakıf vb.) görev aldınız mı/ görev almak ister misiniz?” sorusuna; örneklemin %24‟ü “evet, görev aldım”, %31‟i “evet, görev almak isterim”, %36‟sı “hayır, görev almadım”, %9‟u “hayır görev almak istemem” şeklinde cevap vermiştir . 3.19. Güncel haberleri en çok hangi yöntemle takip ediyorsunuz? Şekil 15. Örneklemin tamamı için günlük haber takip yöntemleri 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 261 “Güncel haberleri en çok hangi yöntemle takip ediyorsunuz” sorusuna, örneklemin %56‟sı “Mobil telefonumdan uygulama yoluyla veya nete girerek” şeklinde tanımlarken, %20‟si “Bilgisayardan internete girip haber sitelerini takip ederek”, %18‟i “TV’ den haberleri takip ederek”, %3‟ü “Günlük gazete takip ederek”, %3‟ü “Güncel haberleri takip etmiyorum”, olarak tanımlamıştır. 4. Sonuç 21.yy Türkiye’sinde tarımsal nüfusun, sanayi alanlarında yoğunlaşan nüfusun, bilişim ve ofis tarzı iş ile uğraşan nüfusun bir araya getirilmesi zaruri şartlar ve ortak hedefler dışında çok da mümkün olmayan bir durumdur. Buna istinaden ortak hedef bağlamında eğitim önem taşımaktadır. Eğitimde ülke geleceğinde aktif rol üstlenen üniversite gençliği kültürel ve küresel birliktelik adına önemli bir topluluktur. Bu denli önemli olan bir sosyolojik topluluk , sosyal yönden olduğu kadar, vizyon ve gelecek olarak da irdelenmelidir. Topluma ve sosyal olaylara bakış, bulunduğumuz güzel ülkemiz Türkiyemizin jeopolitik konumuna bakış, avrupaya bakış, dünyaya bakış oldukça önemlidir. Gençlik hem kültürel hem modern yapısıyla bu çağın sosyolojik yapısını teşkil eder. Kültürel değerlere sahip çıkan gençlik , moderniteyi , teknolojiyi ihmal etmemişse , toplum için değerlidir. Araştırma sonuçlarına bakıldığında , geçmişle kıyaslandığında gerçekten farklılık gösteren değer değişimleri göze çarpmıştır. Araştırma sonuçları içinde , teknolojiye olan bağımlılık ve teknolojiyi takip eden bireylerin sayısının arttığı görülmüştür. Bu araştırma sonuçları aslında teknoloji , bilişim ve sosyolojik hedefler açısından da araştırmacılara bir yol gösterebilir. 262 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça 1. Bayhan, Vehbi (2013): Gençlik Ve Postmodern Kimlik Örüntüleri - Üniversite Gençliğinin Sosyolojik Profili (İnönü Üniversitesi Uygulaması) , Gençlik Araştırmaları Dergisi 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 263 264 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ SİBER DÜNYADA BİREYSEL GÜVENLİK VE MAHREMİYET BAĞLAMINDA, İLETİŞİM VE SOSYAL PAYLAŞIM PLATFORMLARINDAN OLAN FACEBOOK TWITTER VE INSTAGRAM KULLANICILARININ, SOSYAL AĞLARI KULLANIMI ESNASINDA KARŞILAŞABİLECEKLERİ GÜVENLİK VE RİSKLERDEN HABERDAR OLMA DURUMLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME Tuba PALA1 Hasan BİBEROĞLU2 Özet Bilgi teknolojileri ve mobil uygulamalar ile hayatımız giderek sanallaşmaktadır. Böyle bir dönemde, kişilerarası görüşmeler, bireysel ve toplumsal ilişkiler, paylaşımlar, aktarımlar, buluşmalar, sanal sohbetler, ağ üzerinde etkileşimli ve gruplu oyun oynama, vb olaylar sosyal paylaşım siteleri üzerinden de gerçekleşebilmektedir. Artık varsayılan olarak görülen gizlilik ve güvenlik gibi ayarların kullanıcılar tarafından belli periyotlarla kontrol edilememesi nedeniyle , mobil iletişim platformlarında kullanıcıların kendilerine ait verilerin bağlantı yaptığı ağ üzerinden , tanımadığı kişiler tarafından da görülebiliyor. Verilerin sosyal ağlar üzerinde başka patformlara sızdırılması anlamına gelen durumlar da ortaya çıkabiliyor. Güvenlik ve gizlilik deyince aslında bilinen bazı noktalar bulunmaktadır. Bunlardan biri, hem gizlilik hem de güvenlik ayarlarının kişilere özgün yapılıp yapılmadığıdır. Diğeri de sosyal ağların kendi yazılımları içerisinde periyodik olarak değişen özel güvenlik ve gizlilik ayarlarının tekrar varsayılan ve riskli durumuna geri dönüp dönmediğinin kontrolü durumudur. Yazılımsal olarak güvenlik ve gizlilik ayarları , bazı sosyal ağlarda karmaşık ve kolay erişilemeyecek hale getirilmiştir. Bu durumda kullanıcıların istedikleri güvenlik ayarlarını sağlıklı bir şekilde yapmaları engellenmektedir. Bu gibi durumlar , sosyal ağ platformlarındaki bu sıkıntıların giderilip giderilmediğini kontrol eden sitelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sosyal ağ platformlarının kullanıcıları , kendi kişisel ayarlarını güvenli bir şekilde yapmaya çalışılmaktadır. Fakat bu platformların yazılım açıkları bilinemeyeceğinden , yapılması gereken ayarları gerektiği gibi yapamayacaklardır. Bu da kullanıcıları özellikle güvenlik ve gizlilik bağlamında çok ciddi risklere maruz bırakır. Bu problemleri çözme yolunda web tarayıcılara eklenti entegre edilmesi de mümkündür. 1 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Bilgisayar Programcılığı Programı, [email protected] 2 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Bilgisayar Programcılığı Programı, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 265 Bu çalışmada küresel anlamda sıklıkla kullanılan facebook, twitter ve instagramın mobil uygulamaları yoluyla kullanıcıdan talep ettikleri izinlerin risklerin bahsedilmiş, sosyal ağ kullanımında karşılaşılabilecek güvenlik açıkları ve tehlikeleri sınıflandırılmış ve sonuç kısmında da mobil uygulama üzerinde durularak güvenlik önerisi ve izinlerin kısıtlanması anlamında öneriler getirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Güvenlik, sosyal ağlar, facebook, twitter, instagram 266 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ AN INVESTIGATION OVER THE ONES OF COMMUNICATION AND SOCIAL NETWORK PLATFORMS, FACEBOOK, TWITTER, AND INSTAGRAM USERS’ AWARENESS OF THE RISKS AND SECURITY WHILE USING SOCIAL NETWORKS IN THE CONTEXT OF PERSONAL SECURITY AND PRIVACY İN THE CYBER WORLD Abstract Our lives are getting virtual due to Information Technologies and mobile applications. In such a period, interpersonal dialogs, personal and social relations, shares, transfers, meetings, virtual chats, playing interactive and in-groups online games, etc. can take place even on social networking sites. Due to certain periods can no longer be controlled by user settings such as privacy and security appear by default, in the mobile communication platform connecting users over the network made of the data on their own, it can be seen by people who know. On social networks means that data can be leaked to other situations in patform arise. Security and privacy are actually speaking of some well-known spots. One of them is whether there is genuine privacy and security settings to those of both. The other is periodically changing the control of private security and privacy settings that again and returned to the default risk in case the situation in their own software and social networks. As a software of security and privacy settings, some social networking has become too complicated and easily accessible. In this case, the security settings that they want users are prevented to a healthy way. In such cases, their social networking platform that controls the site has led to the emergence of these problems has been resolved. Users of social networking platforms, are trying to secure their own personal settings. However, these platforms can not be known software vulnerabilities, as required by regulation will not be done. This leaves users exposed to the very serious risk, especially in the context of security and privacy. The way to solve these problems, it is also possible to integrate a web browser plug-ins. In the study, the risks of permission globally favorite Facebook, Twitter, Instagram ask the user through mobile applications are mentioned, the security gaps and dangers possible to meet while using social networksa re classified and in the results, focusing on mobile application, some suggestions are presented in terms of security and limitting the permissions. Keywords: security, social networks, facebook, twitter, instagram. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 267 1. Giriş Milyarlarca internet kullanıcısı sosyal ağları, bununla birlikte gelişen sosyal ağların mobil uygulamalarını ve diğer eklentilerini düşünmeden cihazlarına kurup kullanmaktadır. Sosyolojik yapı içerisinde eğitimli, eğitimsiz veya eğitimine devam eden ortaokul, lise ve üniversite öğrencileri arasında kullanımı oldukça yaygın olan bu ortamların kullanımı esnasında yazılımsal veya donanımsal olarak güvenli olup olmadıkları, risk taşıyıp taşımadıkları konusu üzerinde durulmamaktadır. Sosyal ağların kullanımına ilişkin karşılaşılabilecek güvenlik riskleri, bu risklere karşı alınabilecek tedbirler ve riskin gerçekleşmesi durumunda mağduriyetin giderilmesine yönelik yapılabilecek çalışmalar ve uygulamalardan haberdar olma kullanıcıların önemle üzerinde durması gereken bir noktadır. Bu bağlamda ele alınması gereken konuların temelinde, siber dünyada güvenlik ve mahremiyet konusunun tüzel veya özel kişiliklerce ne kadar dikkat edildiği veya edilmediği, önlemler, tedbirler gibi başlıklar yer almaktadır. Sosyal Ağlar ve uygulamalarında bilinçsiz kullanım, özenme, bireysel rekabet gibi başlıklar ön plana çıksa da aslında bunların temelinde merak duygusunun yattığı ortadadır. Merak duygusunun da desteklediği bu duyguların etkisiyle bireyler, bireysel anlamda cihazları ve uygulamaları vasıtasıyla bilinçsizce bir çok güvenlik riskine evet demekte ve en üzücü olanı da bunların farkında olamamalarıdır. Bunun sebebi olarak da, istenilene, özenti duyulan nesneye veya uygulamaya koşulsuz ulaşma isteğinden bahsedilebilir. Bireysel boyutta güvenme veya güven duyma isteği herkeste vardır fakat bilinçsizlik, rekabet ve hırs gibi sebepler bu duygunun törpülenmesine sebep olmaktadır. Bu durum güvenlik zaafiyeti ortaya çıkarabilmektedir. Çalışmanın içeriğinde bireylerin, kullandıkları sosyal ağlar ve uygulamaların güvenlik boyutundan ve risklerinden ne kadar haberdar oldukları konusu ön plana çıkarılmıştır. Güvenlik boyutunda ise yazılımsal ve programlama açılarından bakılarak önlem alma durumları ile ilgili öneriler ortaya koyulmuştur. 268 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.1. Sosyal Ağların Kullanılma Amacı Arkadaş çevresini takip etmek Fotoğraf ve video Gönderip / almak Arkadaş çevresi ile irtibatlı kalmak Fotoğraf ve video Arkadaş çevresinin Gönderip / almak Ne izlediğini Ne dinlediğini Takip etmek Şekil 1. 16-24, 25-34 Yaş Aralıklarına Göre Sosyal Ağ Kullanım Amaçları (1) 2. Yöntem Çalışmada yöntem olarak araştırma sonuçları, ulusal ve uluslar arası güvenlik yazıları, makaleleri, analizler ve istatistiksel veriler incelenmiştir. Bu incelemeler sonucunda yazılımsal, kişisel, toplumsal ve adli olarak farklı bakış açılarından yararlanılıp çıkarımlar yapılmıştır. 3. Bulgular Sosyal medya adı verilen platformların kullanımının aşırı yaygınlaşmasından dolayı, günlük yaptığımız işlemlerin , paylaşımların aslında bir güvenlik açığı doğurabileceğinin çok da farkında değiliz izlenimi oluşmuştur. İnternette sıkça kullanılan sosyal ağlardan olan facebook, twitter ve instagram hakkında kısaca bilgi verilmesinde fayda olacağı kanaati oluşmuştur. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 269 3.1. Facebook Kullanıcılarının kişiye özel bilgilerinin yer aldığı (arkadaşlık bilgileri, kişisel yorumlar, fotoğraflar, yer bildirimleri, ilgi alanları) bir sosyal ağ platformudur. Bu sosyal ağı kullananların sayısının günümüzde 1 milyar 490 milyon civarında olduğu bilinmektedir (2). Ayda 4 milyara yakın aramanın yapıldığı, günde 30 milyonun üzerinde fotoğraf ve video eklenen, üzerinde bugün için 5 milyarın üzerinde fotoğraf bulunan bir sosyal ağ platformudur. 3.2. Twitter Kullanıcıları tarafından anlık ileti atılabilen, geniş kapsamlı içerik paylaşımı yapılabilen sosyal ağ platformudur. Günlük olarak yayınlanan paylaşım arşivlerinin aksine twitter anlık mesajların görüntülenebileceği ve kullanıcılar tarafından istenilen bağlantıların paylaşılabileceği bir yapı sağlamaktadır. Kullanıcıların takip ettikleri diğer kullanıcı sayfalarını ve kişilerin kendi sayfasını takip edilmesi için açmasına olanak tanıyan bir kayıt mekanizması vardır. Twitter sitesinin 2015 yılı ilk 6 aylık döneminde 316 milyon kullanıcıya ulaştığı bilinmektedir (2). 3.3. Instagram Kullanıcılarının anlık fotoğraf paylaşımına izin veren, paylaşım sağlayan bir sosyal ağ platformudur. Kullanıcılar anlık fotoğraf çekip yayınlayabildiği gibi daha önceden çektiği fotoğrafları galeriden de ekleyip paylaşabilir, yorum yazıp beğenebilir. Bu platformun da 2015 yılı ilk 6 aylık döneminde 300 milyon kullanıcıya ulaştığı bilinmektedir (2). 3.4. Sosyal Ağ Platformlarında Bilgi Güvenliği Açısından Yapılan İhlaller Daha önceki yapılan çalışmalar ve analizlerde tespit edilen bazı güvenlik ihlalleri şu şekilde sıralanabilir: • Çocukların ve gençlerin kendileri ile ilgili pek çok bilgiyi farkında olmadan paylaşıma açtıkları • Küçük çocukların çocuk istismarına maruz kaldıkları • Şifrelerin kolay tahmin edilebilecek seviyede olması • Şirketlerin tüketici eğilim bilgileri topladıkları, bunları reklam ve satışlarda kullandıkları • 14 yaş altı çocuklara bu platformlar yasak olmasına rağmen kullandıkları • Kişilerin ad, soyad, telefon, adres gibi özel bilgilerinin herkese açık olduğu 270 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ • Kişilerin farklı yollarla sosyal medya üzerinden maddi olarak dolandırıldıkları veya soyuldukları • Sosyal ağ üzerinden gelen reklam, tanıtıcı program, yama uygulamalara “evet” denilerek kişisel bilgisayarlara kuruldukları • Kişilerin tanımadıkları kişilere güvenerek kamera, mikrofon gibi multimedya araçları yoluyla görüntü ve ses ile iletişim kurdukları görülmüştür. 3.5. Facebook ve Twitter Platformlarının Bilgi Güvenliği Açısından Karşılaştırılması Tablo 1. Facebook-Twitter, Güvenlik Karşılaştırma Tablosu [3] Yukarıdaki tabloda K-kısıtlı, E-evet, H-hayır, ABD-Amerika Birleşik Devletleri anlamlarını taşır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 271 3.6. Özelde Sosyal Ağlarda Genelde İnternet Ortamında Karşılaşılabilecek Tehditler Bu tehditler şu şekilde listelenebilir: • Casus yazılımlar • Veri toplama amaçlı düzenlenen saldırılar • Tüm klavye hareketlerini kaydeden key logger uygulamaları • Kötü amançlı arka planda çalışan yazılımlar • Zararlı amaçlara yönelik sahte linkler • Siteler Arası Kod Çalıştırma (XSS) ve Siteler Arası İstek Sahteciliği (CSRF) Saldırıları • Kullanılan sitenin ara yüzünü taklit ederek veri çalma – phishing • İstenmeyen e-postalar ile veri çalma • İstenmeyen reklam penceresi ve sitelerin açılması ile sistem performansını düşürme 3.7. Sosyal Ağlarda Harcanan Zamanın Masaüstü ve Mobil olarak Dağılımı Şekil 2. Sosyal Medyada Harcanan Zamanın Mobil / Masaüstü Olarak Dağılımı [1] 272 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Yukarıdaki grafikten de görüleceği gibi facebook, twitter ve instagram için mobil cihaz üzerinden kullanım oldukça yaygınlaşmıştır. Bu kadar bariz olarak görünen yaygın kullanıma karşın, bireylerin mobil cihazlara uygulama kurarken nelere dikkat edip etmediği sorgulanmalıdır. 3.8. Facebook, İnstagram ve Twitter Mobil Uygulamalarının Bireylerin Mobil Cihazlarına Kurulurken Verilen izinler • Cihaz ve uygulama geçmişi: Çalışan uygulamaları alma • Kimlik: Bilinen hesapları keşfetme, hesap ekle veya kaldır, profil verilerinizi okur • Takvim: Takvim etkinliklerinizi ve gizli bilgilerinizi okur, ev sahibi bilgisi olmadan takvim olaylarını ekleyin veya değiştirin ve konuklara e-posta gönderin • Kişiler: Kişi bilgilerini okuma, kişi bilgilerini yazma • Konum: Hassas GPS konum, genel ağ tabanlı konum • SMS: SMS veya MMS i okuma • Telefon: Telefon numaralarını doğrudan arama • Fotoğraf / Medya / Dosyalar: Korunan depoya erişimi test etme, USB depolama birimi içeriğini değiştirme, silme • Kamera: Resim ve video çekme • Mikrofon: Ses kaydet • Kablosuz Bağlantı Bilgileri: Wi-Fi durumunu görüntüleme • Cihaz kimliği ve çağrı bilgileri: Telefon durumu ve ID sini oku • Diğer… 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 273 4. Sonuç Ve Öneriler Genel kanı olarak kullanıcıların günde en az 1-9 kez sosyal ağ hesaplarını kontrol ettiğini düşünürsek, hayatımızda ne kadar önemli olduğunu görebiliriz. Kullanıcılar, sosyal ağlara erişmek için kullandıkları interneti, laptop, akıllı telefon, tablet gibi cihazlar yoluyla edinmektedirler. Yine genel bir kanı olarak PC veya masaüstü cihazlar mobil telefon ve tabletlere göre daha güvenlidir diye düşünülmektedir. Garip ve korkutucu olan, kişilerin akıllı telefonları güvenli bulmadıkları halde erişim kolaylığı açısından sıklıkla kullanıyor olmalarıdır. Başka bir sebep olarak da mobil cihazlarda güvenlik anlamında neler yapılabileceğinin bilinmiyor olması da etkilidir. iOS tabanlı IPhone ve IPad gibi cihazlarda web tarayıcısı olan Safari ayarlarında ‘Dolandırıcılık Uyarısı’ ve ‘Pencereleri Engelle’ gibi seçeneklerinin aktif olmasına dikkat edilmeli, Android işletim sistemi yüklü cihazlarda da GPS kullanılmadığında devre dışı yapılmalı ve sosyal ağ uygulamalarının kurulmasında ve kullanılmasında istenen izinlere dikkat edilmelidir. Bu noktada bu izinler verilmezse kurulum veya kullanım gerçekleşmiyor denebilir. Fakat Apps Ops adındaki izinleri düzenleyebilme işlevini etkinleştirmek için Permission Manager uygulaması yardımıyla izinleri kendiniz ayarlayabilirsiniz. Kaynakça 1. İnternet, http://www.statista.com 2. İnternet,http://www.statista.com/statistics/272014/global-social-networksranked-by-number-of-users/ 3. Yavanoğlu U., Sağıroğlu Ş., Çolak İ., Sosyal Ağlarda Bilgi Güvenliği Tehditleri ve Alınması Gereken Önlemler, Politeknik Dergisi, Gazi Üniversitesi, Cilt 15, sayı.1, sayfa 15-27, 2012 274 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 275 276 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ KRİZ DÖNEMLERİNDE “DUYGUSAL EMEK” DAVRANIŞININ ORTAYA KONULMASINA İLİŞKİN BİR İNCELEME: BİR SAHA ÇALIŞMASI Damla TOSYALIOĞLU1 Özet Son yıllarda önem kazanan “duygusal emek” kavramının yükselişi, küreselleşme ile birlikte rekabet ortamının oluşması ve hizmet alan müşterilerin çalışanlarla etkileşiminin artması ile gerçekleşmiştir. İşletmeler için olağanüstü bir dönem olan kriz dönemlerinde ise işletme çalışanlarının her zamankinden daha fazla duygusal emek davranışı göstermesi gerekmektedir. Ancak kriz sürecinin çalışanlar üzerinde yarattığı baskı unsuru duygusal emek davranışının gösterilmesini zorlaştırmaktadır. Duygusal emek davranışı altında “yüzeysel davranma” ve “derinlemesine davranma” olmak üzere iki tür davranış biçimi şekillenmektedir. Kriz dönemlerinde duygusal emek davranışı sergilenmesinin rutin iş dönemlerine göre daha zor olması çalışanların yüzeysel davranış eğiliminde bulunmalarına yol açarken, krizin başarılı bir şekilde atlatılabilmesi içinse derinlemesine davranış biçiminin gerçekleşmesi gerekmektedir. Derinlemesine davranış biçiminin ortaya konulmasının ise işletmelerin uzun dönemde çalışanlarına sundukları hizmet ve işe bağlılıkla yakından ilgili olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışma, rutin iş dönemlerinde ve kriz dönemlerinde duygusal emek davranış biçimlerinin farklılaşmasını ve bu farklılıkların işletmenin kriz sürecini atlatma başarısı üzerindeki etkisini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada, deniz yolu konteyner taşımacılığı sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın müşteri temsilcilerine Grandey’in (1999) doktora tezi için Brotheridge ve Lee’nin (1998) çalışmasından aldığı “Duygusal Emek Davranışları” Testi uygulanmıştır. Katılımcıların rutin iş dönemlerine ek olarak kriz dönemi duygusal emek davranışlarının ölçümlenebilmesi için ek sorular geliştirilmiştir. Test, iki tür duygusal emek davranışı olan “yüzeysel davranma” ve “derinlemesine davranma” olmak üzere 25 soru içermektedir. Elde edilen sonuçlar, kriz dönemlerinde çalışanlar tarafından müşterilere ağırlıklı olarak yüzeysel davranış biçiminin sergilendiğini ve bu durumun davranış samimiyetsizliği olarak karşılanması sebebiyle olumsuz sonuçlara yol açtığını göstermiştir. Kriz dönemlerinde derinlemesine duygusal davranış biçimi sergilenmesi yapılan anket çalışması sonucunda istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Kriz; Kriz Süreci; Kriz Yönetimi; Duygusal Emek; Duygusal Emek Davranış Biçimi 1 Arş. Gör. İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Kişilerarası İletişim Ana Bilim Dalı, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 277 AN EXAMINATION REGARDING MANIFESTATION OF “EMOTIONAL LABOUR” BEHAVIOUR IN TIMES OF CRISIS: A FIELD STUDY Abstract Rise of concept of “emotional labour” that has gained importance in recent years, has actualised with arising competition environment along with globalism and increasing interaction of customers who get service with emloyees. Employees have to show more “emotional labour” behaviour than ever during crisis periods that have extraordinary importance for businesses. But element of oppression on employees created by crisis period makes manifestation of “emotional labour” behaviour complicated. Two courses of action take form, “superficial behaviour” and “profound behaviour”, under “emotional labour behaviour”. While manifesting emotional labour behaviour is more difficult than rutin business periods and this causes employees to manifest superficial behaviour, to get over crisis with success, profound behaviour is needed to be actualised. And manifestation of profound behaviour is detected that it is closely associated with what companies provide their employees service in long-term and work commitment. This study aims to manifest differentiation of emotional labour behaviour types in rutin business periods and crisis periods and impact of these differences on achivement of company about getting over crisis. In this study, customer representatives of a company in sea container transportation field has been tested via emotional labour behaviours test which Grandey (1999) took from Brotheridge and Lee’s work for his phd dissertation, In addition to rutin business period, follow-up questions have been developed to survey participants’ emotional labour behaviours in times of crisis. The test consists of 25 questions as “superficial behaviour” and “ profound behaviour” that are two kinds of “emotional behaviour”. Obtained results has shown that employees having worked in times of crisis predominantly showed superficial behaviours to customers and for it was perceived as behaviour disingenuousness, this situation caused to adverse outcomes. To Show profound emotional behaviour in times of crisis has been found meaningful statistically in consequence of survey study. Key words: Crisis, crisis process, crisis management, emotional labour, emotional labour behaviour 278 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.Giriş Günümüzde küreselleşme ile birlikte bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelere ayak uyduramayan işletmeler örgüt içi ve örgüt dışı bir takım faktörler nedeniyle “kriz” durumlarıyla karşı karşıya kalmaktadır. İşletmelerin zaman zaman karşılaştıkları bu olağanüstü durumlar, kurumun varlığını ve devamlılığını tehdit altına sokan bir unsur olarak başarılı bir kriz yönetim sürecini gerektirmektedir. Kriz sürecinin başarılı bir şekilde atlatılabilmesi ise çalışanların duygusal emek davranışı sergilemelerini zorunlu kılmaktadır. İlk defa Hochschild tarafından gündeme getirilen duygusal emek kavramı çalışanların, hizmet sunarken duygularını kurum politikalarıyla uyumlu bir şekilde yönetmelerini ifade etmektedir. Son yıllarda duygusal emek kavramının ivme kazanması, müşteriler ile birebir ve çoğunlukla yüz yüze iletişimde olan çalışanlar arasındaki etkileşimin öneminin artmasıyla gerçekleşmiştir. Kriz süreci, işletme çalışanlarının her zamankinden daha fazla duygusal emek davranışı göstermesi anlamına gelmektedir. Bu süreçte çalışanın duygusal emek davranışı sergileyebilmesini sağlamak ise işletmenin uzun dönemde çalışanlara yaptığı yatırımların bir karşılığı olarak geri dönmektedir. Kriz dönemlerinin başarılı bir şekilde atlatılabilmesi için önemli olan noktalardan biri ise çalışanın derinlemesine ve yüzeysel davranış biçimlerinden hangisini ortaya koyduğu ile ilgilidir. Kriz döneminin işletme yararına sonuçlanabilmesi derinlemesine duygusal emek davranışı sergilemeyi gerektirirken, kriz dönemlerinde çalışan üzerindeki baskılar daha çok rol yapma olarak da adlandırılabilecek olan yüzeysel davranış biçiminin sergilenmesine yol açmaktadır. 2. Kriz ve Duygusal Emek Kavramlarının Kuramsal Çerçevesi 2.1. Kriz Kavramı ve Yönetimine Genel Bir Bakış Kriz kavramının etimolojik kökeni, Yunancada “krinein” kökünden gelen ve karar vermek anlamını taşıyan “krisis” sözcüğüne dayanmaktadır (Yakar: 2002, 93). Çeşitli alanlarda karşımıza çıkan kriz kavramı ile ilgili olarak ortak bir değerlendirme beklenmedik bir an ve zamanda umulmadık bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Kriz kavramına ilişkin yapılan tanımlardan bir tanesi şu şekildedir: “Kriz, örgütün önlem ve uyum mekanizmalarını yetersiz hale getirerek mevcut değer, amaç ve varsayımlarını tehdit eden beklemediği ve sezemediği gerilim durumudur. Yani kriz; bir örgütün rutin sistemini bozan ve aniden ortaya çıkan istikrarsız bir durumdur” (a.g.m.). Bir başka tanıma göre kriz, bir örgütün öngörme ve önleme mekanizmalarını yetersiz bırakan, üst düzey hedeflerini ve işleyiş düzenini tehdit eden, bazen örgütün yaşamını tehlikeye sokan, karar verilip uygulamaya geçilmeden tepki süresini kısıtlayan ve oluşumuyla da karar vericiler için sürpriz niteliği taşıyarak örgütte gerilim yaratan 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 279 durumdur (Pira ve Sohodol: 2004, 25). Krizlerin temelinde sahip olduğu bazı ortak özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz: Krizler önceden tahmin edilemez, örgütün amaç ve varlığını tehdit eder, plan yapabilmek için yeterli zaman yoktur, acil müdahale gerekmektedir (Akat, Budak ve Budak: 1999, 335). Kriz kavramına ilişkin tanımlamaları toparlayarak genel bir tanım yapacak olursak kriz; beklenmedik bir anda ortaya çıkan, nasıl bir etki bırakacağı tahmin edilemeyen, işletmenin devam etmekte olan olağan düzenine zarar veren ve varlığını tehdit altına sokan, olabilecek en kısa sürede cevap verilmesi gereken bir durumdur. Örgütlerde krize sebep olan birbirinden farklı birçok etmen bulunmakla birlikte, genel olarak krizin ortaya çıkma nedenlerini örgüt içi ve örgüt dışı faktörler olarak iki başlık altında toplayabiliriz. Örgüt çevresi dinamik ve sürekli değişen yapısı ile örgütün kriz durumuna sürüklenebilmesine yol açmaktadır. Krizle karşılaşmamak için örgüt yönetimlerinin tüm çevresel koşulları sürekli ve sistemli bir biçimde takip etmesi, değişiklikleri takip ederek örgütün yönünü bunlara göre ayarlaması gerekmektedir (Dinçer: 1998, 386-387). İşletmelerde krize yol açan bir diğer önemli alan ise örgüt içi problemlerdir. Krize kaynaklık eden pek çok faktör o örgütün işleyişi, yönetim tarzı, örgütün sahip olduğu insan kaynaklarının özellikleri gibi kendi iç dinamikleriyle ilişkilendirilebilir (a.g.e.:387-389). Krizden kurtulma ve kriz ile mücadele etmeyi amaçlayan bir yapı olarak kriz yönetimi; krizin teknik anlamda yönetimine yoğunlaşırken, kriz yönetiminin en temel araçlarından biri olan kriz iletişimi; yaşanmakta olan kriz gerçeği ve alınan önlemlerin algılanmasına yönelik stratejilerin geliştirilmesi ve uygulanmasıdır (Narbay: 2006, 34). Kriz yönetimi, kurumun ileride karşılaşabileceği sorunları önceden belirleyerek, gerçekleşmesi durumunda etkisini azaltmak ya da denetim altına almak için kullanılacak olan iletişim yöntemlerinin planlanmasıdır (a.g.e.). Eğer öngörülü olabilmek için geç kalınmışsa, mevcut sorunlara karşı etkin çözümler üreterek kriz durumunu en az kayıpla atlatabilmek adına gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir. Tutar’a göre kriz yönetim süreci işaretlerin alınması, hazırlık, krizi denetim altına alma, krizi çözme ve öğrenme şeklinde beş aşamayı içeren uzun ve kapsamlı bir süreçtir (Tutar: 2000, 96). Bu noktada örgütün çevresine olan duyarlılığı, çevreden gelebilecek uyarıları algılayabilecek ve yorumlayabilecek bir yöneticinin varlığı, kurum içi analizin başarılı bir şekilde yapılabilmesi krizin başarılı yönetimi için büyük önem taşımaktadır. Özellikle kriz dönemleri işletmenin rutin dönemlerinden farklı olarak olağanüstü bir durumu temsil ettiğinden uygulanacak yönetim ve iletişim politikaları her zamankinden daha hassas ve farklı olacaktır. 280 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2.2. Duygusal Emek Kavramı, Özellikleri ve Kavrama Bakış Açıları Pek çok farklı alanı (psikoloji, reklam, yönetim, moda vb.) doğrudan ilgilendiren bir kavram olarak karşımıza çıkan duygu, genel olarak bireyin bir olaya tepki vermesi durumu olarak anlaşılmaktadır (Sığrı ve Gürbüz: 2014, 74). Örgütlerde tutum ve davranışların oluşmasının temelinde duygular yer almaktadır. Bu sebeple özellikle yöneticiler, çalışanların duygularını şekillendirme çabası içine girmektedirler. Buna bağlı olarak gelişen çalışanların duygularını yönetme ve kontrol altına alma çabaları ise “duygusal emek” kavramını ortaya çıkarmıştır. İlk defa Hochschild (1983) tarafından kullanılan duygusal emek kavramı; kendisi tarafından “müşterilere iyi hizmet vermek için çalışanların müşterilerle etkileşim içindeyken, duygularını yönetmeleri ve bu yönetme sırasında gösterdikleri emek” şeklinde tanımlanmıştır (Hochschild: 1983, 7). Hochschild, duygusal emek kavramıyla ilgili olarak iki tür kontrol üzerinde durmaktadır. Bunlardan birincisi “yüzeysel davranma”, yani hissedilen duyguyu değiştirmeden sadece verilen tepkinin ayarlanmasını kapsamaktadır. Bir diğeri ise “derinlemesine davranış”, yani bireyin davranış kuralları gereği sergilemesi gereken duyguları gerçekten hissetmeye çalışmasıdır. Hochschild, özellikle yüzeysel davranmanın hissedilen duygu ile gösterilen duygu arasında bir fark yaratmasının “duygusal çelişki” oluşmasına sebep olduğu için derinlemesine davranışa kıyasla daha tahrip edici olduğunu söylemektedir. Hochschild, duygusal emek ihtiyacı duyan meslek gruplarının üç özellik taşıdığını ifade etmiştir. Bu özellikleri, duygusal emek gösteren çalışanların müşteriler ile yüz yüze ya da telefonla etkileşim içerisine girmesi, bu çalışanların müşterilerin duygularını ön planda tuttukları, örgütün, bu çalışanların müşteriler ile gerçekleşen aktiviteleri üzerinde kontrolü olduğu şeklinde sıralayabiliriz. Bu özelliklere göre Hochschild, altı meslek grubu çıkarmıştır. Bu meslek grupları ise serbest meslek çalışanları, işletmeci ve yöneticiler, satış görevlileri, memurlar, evde çalışan ve ev dışı çalışan özel hizmetliler olarak karşımıza çıkmaktadır. Hochschild, yaptığı bu gruplandırmanın duygusal emek kavramının anlaşılabilmesi adına başlangıç olduğunu, ileriki dönemlerde duygusal emeğe farklı tanım ve ölçümler bulunabileceğini söylemiştir (Öz: 2007, 5). Ashforth ve Humphrey ise Hoschschild’den farklı olarak davranışların altında yatan nedenler yerine gözlenebilen davranışa odaklanmışlardır. Duygusal emek davranışının bir tür izlenim oluşturma olduğunu savunmuşlar, ayrıca daha önce değindiğimiz yüzeysel davranış ve derinlemesine davranışa ek olarak samimi davranışları da üçüncü bir boyut olarak değerlendirmişlerdir. Samimi davranışları eklemelerinin nedeni ise, çalışanların bazı duyguları zaten doğal olarak hissedebilecekleri ve bu şekliyle müşteriye yansıyabileceği görüşüdür. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 281 Morris ve Feldman ise duygusal emeği, kişilerarası iş süreçlerinde örgütün arzu ettiği duyguları yansıtmada gerekli olan çaba, planlama ve kontrol olarak tanımlamışlardır (a.g.e.: 8-9). Örgüt tarafından gösterilmesi beklenen her duygu için belirli bir çaba düzeyi gerektiğini düşünmektedirler. Duygusal emek davranış biçimlerinden ziyade duygusal emek boyutları olarak ifade ettikleri değişkenleri incelemişlerdir. Morris ve Feldman’a göre duygusal emek davranışı, o an içinde bulunulan koşullara göre değişebilmektedir. Morris ve Feldman tarafından tanımlanan duygusal emek boyutlarından ilki duyguların gösterilişindeki sıklıktır. Çalışanların müşteri ile ne kadar sık karşılaştığına bağlı olarak duygusal emek ihtiyacı artış göstermektedir. Aynı şekilde çalışanların duygularını sergileme süreleri ve bu duyguların yoğunluğu da gerekli duyguları gösterebilmek için daha çok çaba gerektireceğinden duygusal emek de artacaktır. Bunların yanı sıra çalışanlar, ne kadar çok çeşitli duygu göstermek zorunda kalırlarsa o kadar fazla duygusal emek ihtiyacı doğacaktır. Morris ve Feldman tarafından duygusal emeğin bir başka boyutu ise “duygusal çelişki” olarak tanımlanmıştır. Kurumun sergilenmesini istediği duygu ile çalışanın hissettiği duygu arasındaki fark ne kadar genişse o kadar çok duygusal emek ihtiyacı doğacaktır. Grandey (1999) ise duygusal emek kavramını “duygu ayarı” konusu ile birleştirerek farklı bir pencereden bakmıştır. Buna göre duygu ayarlama süreci iki kategoride toplanmaktadır. İlki karşılaşılacak duyguların oluşmasından önce yapılan öncel-odaklı ayarlama, ikincisi ise duyguyu yaşadıktan sonra yapılan ayarlama türü olan tepki-odaklı ayarlamadır. Öncel-odaklı ayarlama süreci, çalışanların kendilerini müşterilere karşı gösterilmesi gereken duyguyu yaşamaya teşvik etmelerini kapsamaktadır ve duygusal emek teorisinde yer alan derinlemesine davranışa karşı gelmektedir. Tepki-odaklı ayarlama ise duygusal emek teorisinde yer alan yüzeysel davranma kavramına karşı gelmektedir. Bu aşamada hizmet çalışanı gerçekte hissetmediği bir duyguyu hisseder haldeymiş gibi yansıtmaktadır (a.g.e.: 13-14). Duygusal emek konusu üzerinde ilk araştırma Hochschild tarafından Delta Havayolları’nın kabin görevlileri üzerinde gerçekleştirilmiştir. Hostes eğitim merkezindeki kurslara katılan Hochschild, burada hosteslerin duygusal emek süreçlerini izlemiştir. Bu eğitimlerde hosteslere gülümsemeleri söylenirken, Hochschild bunun aslında hosteslerin kendi gülümsemeleri olmadığını ve hosteslerin sık sık şikâyet ettiklerini belirtmiştir (a.g.e.). 282 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 3. Kriz Dönemlerinde Duygusal Emek 3.1. Kriz Dönemlerinde İnsan Duygularının Önemi Kriz dönemlerinde özellikle örgütsel bağlılığı artırıcı insan kaynakları uygulamalarının, çalışanların bozulan morallerinin psikolojik olarak düzelmesine katkıda bulunacağı ortaya konulmuştur. Ayrıca kriz dönemini en az zararla atlatabilmek için, çalışanları örgütle bütünleştirmeye yönelik olan kurum içi ve kurum dışı faaliyetler de çalışanların kurumlarına bağlılıkla sarılmalarını sağlama konusunda olumlu sonuç vermektedir. Krizler, çalışanlarda stres, depresyon, ruhsal durumun bozulması gibi bir takım olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Çalışanların yaşadığı bu olumsuz süreç iş performanslarını, verimliliklerini ve örgütsel bağlılıklarını da etkileyebilmektedir. Başarılı bir kriz yönetiminin önemli gereklerinden biri çalışanların morallerinin ve motivasyonların korunması ile psikolojik yapılarının da göz önünde bulundurulmasıdır. Kriz dönemlerinde yönetimin en önemli görevlerinden bir tanesi çalışanların da bu krizden etkilendiklerini göz önüne alarak duyarlı davranmaktır. Kriz dönemlerinde çalışanların performansını da korumakla sorumlu olan yöneticilerden beklenen davranışları şu şekilde sıralayabiliriz (Baltaş ve Baltaş: 2002, 35): Birlikte çalıştığı personelin motivasyonunu yüksek tutmak, çalışanların, yaptıkları işin örgüte olan katkısının ne olduğunu tam olarak anlamalarını, amaç belirleme ve karar alma süreçlerine katılmalarını sağlamak, çalışanlara başarılı olacakları yeni işler yapma fırsatı vererek, kendilerini başarılı ve yeterli hissetmelerini sağlamak, en önemlisi yeni bir bilinç düzeyine geçmek için, kendi beceri düzeyini ve yeteneklerini değerlendirmek, karar verme yeteneğine güven duymak. 3.2. Kriz Dönemlerinde Duygusal Emek Davranışı ve Önemi Rutin iş dönemlerinden farklı olarak olağanüstü durumları ifade eden kriz dönemlerinden çıkabilmek için çalışanların duygusal emek göstermelerinin gerekliliği kaçınılmazdır. Çalışanların bu dönemde, belirsizlik, stres, depresyon, işini kaybetme korkusu gibi birçok negatif duygunun etkisi altında olmalarına rağmen; her zaman gösterdikleri duygusal emeğe oranla daha fazla fiziksel ve duygusal emek ortaya koymaları gerekmektedir. Kriz dönemlerinde kurumla ilgili her gelişme çok önemli olacağından medya ilişkileri de hassas bir süreç yönetimini gerektirmektedir. Kurumu medya karşısında temsil edecek olan üst düzey yöneticiler, kurum sözcüleri ve medya temsilcisi bu süreçte duygusal emek davranış biçimlerinden yüzeysel davranış göstererek kriz sürecini yönetmeye çalışmaktadır. Kriz süresi boyunca medya ile sürekli iletişim halinde olup medya temsilcileri ile olumlu ilişkiler geliştirilmesi gerekmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 283 Kurumun diğer çalışanları içinse süreç biraz daha farklı işlemektedir. Bu dönemde çalışan verimliliği ve motivasyonu önemli olmakla birlikte çalışanların dış güçlere gösterecekleri samimiyet de sürecin gelişimi açısından ayrıca önemlidir. Bu durum ise çalışanların duygusal emek davranış biçimlerinden derinlemesine davranış sergilemesini gerekli kılmaktadır. Çünkü müşteriler kriz dönemlerinde ilgili kurumdan güven, samimiyet ve pozitif davranış beklemektedirler. Ancak bu dönemde çalışanların üzerindeki baskılar, işten çıkarılma korkusu, endişe ve kaygı gibi olumsuz duygular işe olan bağlılıklarını olumsuz etkilemekte ve yeterli duygusal emek davranışının sergilenmesinin önünde de bir engel oluşturmaktadır. Kriz dönemlerinde duygusal emek davranışının bir boyutu da yöneticiler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu dönemde yöneticiler, çalışanlarla aynı kaygı ve endişeleri taşısalar bile kurumdaki birliği sağlama ile moral ve motivasyonu yüksek tutma görevlerinden dolayı kurum dışında olduğu kadar kurum içerisinde de duygularını yönetme gayret ve çabası içine girmektedirler. 3.3. Kriz Dönemlerinde Duygusal Emek Davranışının Sağlanması İşletmeler için kriz döneminde insan faktörünün etkililiği ile kriz sürecinin başarılı tamamlanması arasında doğru orantılı bir ilişki görülmektedir. Ancak bu başarıyı sağlamak için sadece kriz dönemlerinde uygulanacak politikalar yeterli olmayacaktır. Kurumun uzun vadede insan kaynağına yaptığı yatırım, çalışanın örgüte ve yönetime olan güveni, çalışanın işe bağlılığı gibi uzun dönemde kazanılan birçok faktör süreci etkileyecektir. Çalışanların bağlı oldukları örgütleri pozitif değerlendirmeleri, örgütsel güven duyguları üzerinde olumlu etki oluşturarak çalışanın uzun dönemde verimli performansına katkıda bulunup işe olan bağlılığının artmasını sağlayacaktır. İşletmelerin çalışanlara karşı yerine getirmekle yükümlü oldukları temel sorumluluklardan bir tanesi emeklerinin karşılığı olabilecek ücret sisteminin kurulmasıdır. Çalışanın aldığı maaş üzerinde işletme içi ve dışı eşitlik sistemi sağlanarak adil bir dağılım gerçekleştirilmelidir. İşletmelerin çalışanlarına karşı olan önemli sorumluluklarından bir diğeri ise çalışanlar için güvenli çalışma ortamının sağlanabilmesidir. Bugün özellikle sık sık karşılaştığımız iş kazaları işletmeleri açıklanamaz, telafisi olmayan ve duygusal emek davranışı sergilemenin mümkün olmadığı krizlerle karşı karşıya bırakmaktadır. Bunların yanı sıra çalışanların yönetim ve karar alma süreçlerine katılım sadece uzun dönemde örgütsel bağlılık anlamında değil aynı zamanda çalışan motivasyonunun korunmasında da önemli bir yere sahiptir. Örgüt içinde cinsiyet, ırk, din ayrımcılığı yapmamak, eğitim ve kariyer geliştirme faaliyetlerinde tüm personele fırsat eşitliği tanımak, insan kaynağının seçiminde 284 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ adaletli davranmak, çalışan başarı değerlendirme sistemini objektif bir şekilde gerçekleştirebilmek, sözlü ya da fiziksel cinsel tacizlere engel olmak çalışan personelin uzun dönemde işe bağlılığını sağlayacak etmenler arasında yer almaktadır. Kurumların çalışanlarının güvenini kazanmaları ve çalışanların kuruma sadık bir personel olarak görev alması; ancak karşılıklı sorumlulukların yerine getirilmesi ile mümkün olabilecektir. Kriz döneme kadar işletme tarafından hakları ve ihtiyaçları sağlanamamış olan çalışanlar kriz dönemlerini bir fırsat olarak yakalayıp işletme hakkında kamuoyuna yansıttıkları olumsuz haberlerle yeni bir gündem de oluşturabilmektedir. O halde kriz sürecinde duygusal emek davranışının sergilenmesi uzun dönemde örgütsel güven ve bağlılığın sağlanmasını gerektirmektedir. 4. Araştırma 4.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi Araştırmanın temel amacı, deniz yolu konteyner taşımacılığı sektöründe faaliyet gösteren bir firmada müşteri temsilcisi olarak görev alan personelin, rutin iş dönemlerinde ve kriz dönemlerinde duygusal emek davranış biçimlerinin farklılaşmasını ve bu farklılıkların işletmenin kriz sürecini atlatma başarısı üzerindeki etkisini ortaya koymaktır. Yapılan literatür incelemesinde böyle bir çalışmaya rastlanmaması nedeniyle söz konusu çalışma kapsamında elde edilecek verilerin literatüre sağlayacağı katkının yanı sıra gerek yöneticiler gerekse de konuyla ilgilenenler için yararlı sonuçlar içereceği düşünülmektedir. 4.2. Araştırma Hipotezi Kriz dönemlerinde endişe ve kaygı oranlarının artması, hizmet performansını artırma gibi pozitif sonuçlar doğuran derinlemesine davranış biçimi yerine duygusal tükenme ve davranış samimiyetsizliği gibi negatif sonuçlara sebebiyet veren yüzeysel davranış biçiminin sergilenmesine neden olmaktadır. 4.3. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi Araştırma evrenini söz konusu firmada müşteriler ile sürekli olarak iletişim içerisinde olan Müşteri Temsilcileri oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini ise 30 “Müşteri Temsilcisi” temsil etmektedir. Araştırma örnekleminin “Müşteri Temsilcileri” olarak belirlenmesinin sebebi kriz dönemlerinde müşterilerle birebir iletişim içinde olan grubu oluşturmalarıdır. Örneklem ayrıca, Hochschild’ın duygusal emek ihtiyacı duyan meslek gruplarının taşıdığını ifade ettiği üç temel özellik dikkate alınarak belirlenmiştir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 285 4.4. Araştırmada Yararlanılan Veri Toplama Araçları Araştırmada Grandey’in (1999) doktora tezi için Brotheridge ve Lee’nin (1998) çalışmasından aldığı Duygusal Emek Davranışları Testi’nin soruları kullanılmıştır. Katılımcıların rutin iş dönemlerine ek olarak kriz dönemi duygusal emek davranışlarının ölçümlenebilmesi için ek sorular geliştirilmiştir. Sorular iki tür duygusal emek davranışı olan “yüzeysel davranma” ve “derinlemesine davranma” olmak üzere 25 soru içermektedir. 4.5. Araştırmanın Yöntemi Araştırma, anket tekniğine dayanan bir örnek olay çalışmasıdır. Anket iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm araştırmaya katılanlara ilişkin tanımlayıcı bilgileri içermektedir. İkinci bölümde ise rutin dönemlerde ve kriz dönemlerinde duygusal emek kavramına ilişkin ifadeler yer almaktadır. Anket bilgisayar ortamında hazırlanmış ve katılımcıların elektronik posta adreslerine mail yolu ile ulaştırılmıştır. 4.6. Kullanılan İstatiksel Analizler Duygusal emek davranışı ölçeği, excel dosyası üzerinde pivot table programı yardımı ile ortalama değerlere vurulmuştur. Rutin dönemlerde ve kriz dönemlerinde gösterilen duygusal emek davranışları ayrı iki tablo halinde hesaplanarak yorumlaması karşılaştırmalı şekilde gerçekleştirilmiştir. 4.7. Araştırma Kapsamı Araştırma kapsamında örnek olay incelemesi için küresel pazarda da var olan bir deniz nakliye şirketi seçilmiştir. Firma yetkilileri ile görüşülmüş ve şirketin karşılaştığı kriz durumlarına ilişkin detaylı bilgi alınmıştır. Firmanın en sık karşılaştığı kriz durumları aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır: • Satıcı ve alıcı firmalar arasındaki ikili sözleşmelerde yaşanan problemlerden dolayı yaşanan krizler. • Aktarmalı giden yüklerde, çeşitli sebeplerden dolayı ya da kar amaçlı olarak firmanın güzergâh değişikliği yapması ve mağdur durumuna düşen alıcı firmaların işletmeye olan tepkileri. • Belirli meridyenin altına düşülmesi halinde yapısal olarak bozulabilecek ürünlerde güzergâh sıkıntısı yaşanması. • Ülkemizden aşırı derecede metal ihracatı yapılması ve metallerin gemilere ful olarak yüklenmesi sonucu hava sıcaklığından genleşen metallerin konteynerleri parçalaması. 286 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ • Konteynerlerde fark edilemeyen deliklerden sızan yağmurdan dolayı buzdolabı vb. ürünlerin zarara uğraması. • Suudi Arabistan’ın Yemen’i bombalamasının bir sonucu olarak son dönemde Mısır, Yemen ve Libya yönüne giden yüklerin iptali ile ilgili olarak yaşanan krizler. 4.8. Değerlendirme Söz konusu firmada görev alan müşteri temsilcilerine uygulanan “Duygusal Emek Davranışları Testi” sonucunda, kriz dönemlerinde müşterilerle etkileşim içerisinde bulunan bu çalışanların, artan endişe ve kaygılarının duygusal emek davranış biçimini etkilediği ortaya konulmuştur. Rutin iş dönemi için cevaplanan soruların ağırlıklı yüzdesi derinlemesine davranışın sergilendiğini gösterirken, kriz dönemleri için cevaplanan soruların sonucu yüzeysel davranış eğiliminin ağır bastığını göstermektedir. Önceki bölümlerde ortaya koyduğumuz üzere, kriz dönemlerinde çalışanların müşterilere güven verebilmek adına samimi ve içten davranmaları büyük önem taşımaktadır. Ancak söz konusu firma için yapılan bu değerlendirme, kurumun çalışanlarının kriz dönemlerinde davranışın samimiyetsizliği ile ilgili olan yüzeysel davranışa ağırlık vererek rol yapma eğilimi gösterdiklerini ortaya koymuştur. Çalışanların pozitif duyguları sergilemek için derinlemesine, negatif duyguları bastırmak için yüzeysel davranışa başvurmaları düşünüldüğünde bu sonucun kriz döneminin başarılı bir şekilde atlatılmasında bir engel teşkil etmesi söz konusudur. Yüzeysel davranış, duygusal çelişki ile benzer bir yapıyı ifade ettiğinden, kriz dönemi içerisinde bu davranış eğiliminde olan çalışanların duygusal tükenme yaşaması beklenmektedir. Duygusal olarak tükenmiş çalışanlarla kriz sürecinin başarılı bir şekilde atlatılması mümkün değildir. Daha önce yapılan araştırmalardan elde edilen bulgulardan yola çıkılarak yüzeysel davranışın duygusal tükenmeye yol açması, duygusal tükenmenin de işten ayrılma niyetini artırması beklenebilir (Yürür ve Ünlü: 2010, 88). İşten ayrılma niyetinin ise örgütsel ve bireysel açıdan birçok olumsuz sonucu bulunmaktadır. İşten ayrılma niyeti yüksek olan bir çalışanın iş performansı da düşük olacaktır. Ayrılma niyeti taşıyan bir çalışanın kriz dönemlerinde işletme için gerekli duygusal emeği sergilememesi ise muhtemel bir sonuç olarak karşımıza çıkacaktır. 5. Sonuç Kriz dönemlerinde, müşteri ile yüz yüze ya da telefonla doğrudan hizmet sunan çalışanların fiziksel emeklerinin yanı sıra duygusal emeklerini de işlerine katmaları, sürecin başarıyla sonuçlandırılmasının kaçınılmaz şartlarından bir tanesidir. Kriz dönemleri, müşterilere karşı her zamankinden daha anlayışlı ve daha dostça davranmayı gerektirmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 287 Bu da çalışanların üzerindeki duygusal emek davranışı yükünü rutin iş dönemlerine göre artırmaktadır. Ancak çalışanlardan kriz dönemlerinde duygusal emek göstermelerini beklemek, uzun dönemde işletmelerin çalışana karşı sorumluluklarını yerine getirmelerini gerektirmektedir. Çalışanların kuruma duydukları güven ve işe olan bağlılıkları, kriz dönemlerinde şirkete sadık kalmalarının yanı sıra kurumları için gerekli duygusal emeği göstermelerinin de bir sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kriz dönemlerinde duygusal emek davranışının sağlanması kadar hangi davranış biçiminin ne aşamada sergileneceği de büyük önem taşımaktadır. Medya ile ilişkilerde yüzeysel davranma biçimi başarılı sonuçlar getirse bile, çalışanlar tarafından müşterilere bu davranış biçiminin sergilenmesi davranış samimiyetsizliği olarak da karşılanabilmektedir. Bu da çalışanların müşterilere derinlemesine davranış göstermelerinin önemini ortaya koymaktadır. Çalışmada belirtildiği gibi kriz dönemlerinin yönetimi uzun dönemde insana yapılan yatırımlarla doğru orantılı olmakla birlikte ve kurum – çalışan arası karşılıklı fayda anlayışına dayanmaktadır. Kriz dönemleri içerisinde duygusal davranış biçimleri de önemli yer tutmaktadır. 288 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça Kitaplar: 1. Akat, İ., Budak G. ve Budak G., İşletme Yönetimi, Barış Yayınları, İzmir (1999). 2. Baltaş, Z., Baltaş, A., Stres ve Başa Çıkma Yolları, Remzi Kitapevi, İstanbul (2002). 3. Dinçer, Ö., Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Beta Yayıncılık, İstanbul (1998). 4. Hochshild, A. R., The Managed Heart: Commercialization of Human Feeling, University Of California Press, Berkeley (1983). 5. Narbay, M. Ş., Kriz İletişimi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara (2006). 6. Ünler, E. Ö., Duygusal Emek Davranışlarının Çalışanların İş Sonuçlarına Etkisi, Beta Yayınları, İstanbul (2007). 7. Pira A., Sohodol Ç., Kriz Yönetimi: Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme, İletişim Yayınları, İstanbul (2004). 8. Sığrı, Ü., Sait G., Örgütsel Davranış, Beta Yayınları, İstanbul (2014). 9. Tutar, H., Kriz ve Stres Ortamında Yönetim, Hayat Yayıncılık, İstanbul (2000). Makaleler: 1. Yakar, G., “Konaklama İşletmeleri Yönetiminde Krizin Etkileri”, T.C.Turizm Bakanlığı II. Turizm Şurası Bildirileri, Ankara (2002). 2. Yürür S., Ünlü O., Duygusal Emek, Duygusal Tükenme ve İşten Ayrılma Niyeti İlişkisi, “İŞ, GÜÇ” Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, Yalova (2010). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 289 290 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ BİR HALKLA İLİŞKİLER ARACI OLARAK TWITTER: REKTÖRLERİN TWITTER KULLANIM ANALİZİ Yusuf Bahadır DOĞRU1 Özet Sema DOĞRU2 Halkla ilişkiler uygulama alanlarında iletişim kanalı olarak kullanılan yeni medya, geniş kitlelere ulaşma ve karşılıklı iletişim kurma konusunda önemli bir yere sahip olduğu düşünülmektedir. Sosyal medya araçları üniversitelerdeki yöneticiler için iki yönlü iletişim ortamı sunabilen önemli bir araçlardan biri haline gelmiştir. Sosyal medya kullanımının en yoğun olduğu 18-25 yaş grubunu, üniversite öğrencilerinin oluşturduğu bilinmektedir. Bu sebeple üniversite yöneticilerinin sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanması gerektiğinin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu konudan yola çıkarak Türkiye’de Twitter hesabında en çok takipçisi bulunan iki rektör ve en çok tweete sahip olan iki rektör olmak üzere dört rektörün tweetleri, 01-15 Mayıs 2015 tarihleri arasında incelenmiş ve paydaş gruplarına yönelik ne tür paylaşımlar yaptığı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, rektörlerin hangi konularda mesajlar paylaştığı, öğrencilerin sorunlarına yaklaşımı ve iletişimi güçlendirme konusunda takipçileri ile nasıl etkileşim kurduğu, on iki farklı kategoride yapılan Twitter içerik analizine göre incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Üniversite, Rektörler, Çift Yönlü İletişim, Twitter Abstract PR new media used in application areas as the communication channel is considered to have an important role in achieving a wide audience and to establish mutual communication. Which can provide two-way communication environment for university executives in social media tools it has become one of the most important tools. 18-25 age group was the most intensive use of social media, it is known that university students. For this reason, university administrators of social media is emerging importance of the need to use actively. Two presidents and most having tweeter two presidents, including four rector of tweets with the most followers starting about it on his Twitter account in Turkey, May 1 to 15, 2015 period were examined between and stakeholders what for a type of group shares his has been uncovered. In this context, the issue in which messages are shared by the rector, the students how they interact and communicate with followers in strengthening approach to the problem was analyzed according to the Twitter content analysis conducted in twelve different categories. Keywords: Social Media, University President, Two- Way Communications, Twitter 1 Araştırma Görevlisi, Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü, yusufbd@ hotmail.com 2 Doktora Öğrencisi, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Programı , [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 291 Giriş Günümüzün yeni iletişim teknolojileri kullanıcıları tarafından bir alışkanlık haline gelen sosyal medya kullanımı, her kültürden ve her kesimden geniş kitlelerin, sosyal taleplerine yanıt vermektedir. Yeni iletişim ortamlarının gelişmesi, her kesimden bilgi iletişim teknolojilerine olan ilginin artması, sosyal medyanın gücünü arttırmakta, sosyalleşme kavramına da yeni bir boyut kazandırmaktadır. Yeni iletişim teknolojilerinin ortaya çıkması ve gelişmesiyle birlikte yeni medya ortamları iletişim faaliyetlerinin odak noktası haline gelmiştir. Tüm dünyada artan sosyal medya kullanımı karşılıklı iletişime olanak tanıması, zaman ve mekan gibi kavramlardan bağımsız olması, farklı temsillere yer vermesi ve kitlelerin seslerini duyurması açısından önemli bir araçtır. Ayrıca sosyal medya kullanımının en yoğun olduğu 18-25 yaş grubunu, üniversite öğrencilerinin oluşturduğu bilinmektedir (Kara, 2015). Bireylerin demokratik süreçlere katılımı ve bireyler arası ilişkileri kuvvetlendirmesiyle Twitter, son yıllarda toplumun iletişim kurma alışkanlıklarında büyük dönüşüm oluşturmuştur. Etkisi hem ticari, hem ekonomik, hem de toplumsal yaşamda yoğun biçimde hissedilen Twitter, her geçen gün artan kullanıcı sayısıyla da dünya toplumlarının her kesiminde yaygınlaşmaya başlamıştır. 1.Yeni İletişim Teknolojileri Bağlamında Yeni Medya Kavramı Yeni medya kavramını açıklayabilmek için medya olgusunun içeriğinin bilinmesi gerekmektedir. Türkçe’de medya olarak kullandığımız kelime İngilizce ’de media sözcüğünün karşılığı olup; araç veya ortam olarak ifade edebileceğimiz medium sözcüğünün çoğuludur. Kavram genel olarak kitle iletişim araçlarını ifade etmekte olup, kitlelere ulaşılabilen her türlü yazılı, basılı, görsel metin ve imgeleri bünyesinde barındırırken; dergi, gazete, kitap, radyo, televizyon, internet gibi geniş bir iletişim araçları yelpazesini içine almaktadır (Nalçaoğlu, 2001, s. 51-52) Yeni medya ifadesi geleneksel medyadan farklı olarak dijital kodlama sisteminde temellenen eş zamanlı, yoğun yüksek hızda ve multimedya ortamlarına dayanan bir iletişim süreci ve araçlarını tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu bağlamda dijital bir platform olarak da ifade edebileceğimiz yeni medya kavramı gündelik hayatın her alanında karşımıza çıkan bir kavram olup, iletişim, sağlık, kariyer, politika, ticaret gibi insanlığın temel ilgi alanlarında varlık göstermektedir (Binark, 2007, s. 5) Yeni medya internetten, web sitelerine, bilgisayar oyunlarından, DVD’lere kadar sanal gerçekliğin inşa edilmesinde kullanılan bütün unsurları içine almaktadır. Yeni medyanın içerisine dijital formatta çekilen TV programları, bilgisayar üzerinde tasarlanan illüstrasyonlar, reklamlar ya da yeni teknolojileri kullanarak 292 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ çekilen fotoğraflar gibi farklı öğelerin dahil edilip edilemeyeceği bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel geçer yeni medya tanımları enformasyonunun üretiminden çok teknolojik imkanlar aracılığı ile dağıtılması üzerine yoğunlaşmakla beraber; bilgisayar teknolojileri aracılığı üretilen ürün ve bilgi kavram çerçevesinde değerlendirilebilmektedir (Manovich, 2001, s. 20-21) 1.1. Yeni İletişim Teknolojileri Bağlamında Sosyal Medya Kavramı Sosyal medya kavramı gündelik dilde kabul edilmiş sosyal ve medya kelimelerinin birleşiminden meydana gelen bir ifade olup; sosyal sözcüğü insanların birbiri ile iletişim kurmasını ve etkileşim içerisine girmesini karşılayan bir terimdir. Medya kelimesi ise geleneksel olarak dergi, gazete, televizyon gibi kitle iletişim araçlarını kapsayan bir kelimedir. Kitle iletişim araçlarına ek olarak medya sözcüğü haberin oluşturulma ve dağıtım sürecinde etkin olan video, ses ve fotoğraf gibi öğelerinin tamamını da bünyesinde toplamakta olup, sosyal medya kavramının oluşmasında medya kelimesinin bu özellikleri doğrudan etkilidir (Safko & Brake, 2009, s. 3). Sosyal medya kavramı ile ilgili olarak literatürde birbirinden farklı kavramlar ve yaklaşımlar mevcuttur. Sosyal medya, kullanıcılarına enformasyon, düşünce, ilgi ve bilgi paylaşım imkanı tanıyarak karşılıklı etkileşim oluşturan çevrimiçi araçlar ve web siteleri için ortak kullanılan bir terimdir (Sayımer, 2008, s. 123). En geniş anlamı ile sosyal medya, Web 2.0 teknolojileri üzerine kurulan, sosyal etkileşim, sanal toplulukların oluşumu, içerik üretimi gibi alanlarda kullanıcıları bir araya getiren web siteleri olarak ifade edilebilmektedir. Web 2.0 ve sosyal medya kavramı arasında ki fark ise “Web 2.0” ifadesinin teknolojik bir vurguyu bünyesinde taşımasına karşın, sosyal medyanın kullanım ve sosyalizasyon süreçlerini ifade etme amaçlı kullanılması noktasında karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Web 2.0 teknolojileri yüksek düzeyde kişiselleştirilmiş, esnek bir web deneyimi sunan RSS, AJAX gibi veri tabanları ve uygulamaları içerirken, sosyal medya kavramı, Facebook, Twitter, Instagram gibi genel sosyal ağları ya da LinkedIn gibi profesyonel iş ağlarını anlatmak için kullanılmaktadır (Bruns & Bahnisch, 2009, s. 7). Sosyal medya kullanıcıların gönüllü olarak video, ses, resim gibi multimedya içeriklerini paylaşmasına izin veren bir yapıda olup, terim yapı itibari İnternet kullanımının teknolojik boyutuna vurgu yapmakla birlikte; içeriğin üretim ve paylaşım aşamalarına kadar uzanan sosyal rolleri de kapsayan bir yapıyı içermektedir. Sosyal medya, kullanıcılarının meydana getirdiği topluluklar ve sosyal ağlardan meydana gelen bir oluşum olup, bu yapı içerisinde bireyler içerik üreticisi, dağıtıcısı gibi farklı roller üstlenerek sanal bir topluluğun doğrudan parçası olabilmektedirler. Sosyal medya kavramı üretilen içeriğin büyük bir çoğunluğunu kullanıcıların oluşturduğu ve diğer web sitelerinden içerik toplayan bir internet hizmeti olarak da tanımlanabilir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 293 Sosyal medyanın geleneksel medyaya benzer bir biçimde bir okuyucu/izleyici/dinleyici kitlesi olmakla birlikte hedef kitleler arasındaki temel fark içeriğin üretilme ve paylaşılma sürecinde; kullanıcın pasif değil aktif bir rol alması noktasında karşımıza çıkmaktadır. Sosyal medyada alıcı iletiye anında bir geri bildirim sağlayabilmekte, kendisi tarafından üretilen veya başka bir kullanıcıdan kopyaladığı içeriği paylaşabilmektedir (Lietsala & Sirkkunen, 2008, s. 17-20). Sosyal medya kavramı çevrimiçi ağlar ve paylaşım olgusu üzerinden tanımlanırken terim beş temel özellik üzerinden değerlendirilebilmektedir (Mayfield, 2008, s. 5) • Katılım: Sosyal medya, herkesi katkı sağlama ve geri bildirim konusunda cesaretlendirerek medya ve izleyici arasındaki çizgiyi bulanıklaştırmaktadır. • Açıklık: Sosyal medya ağlarının büyük bir bölümü katılım ve geri bildirime açık bir durumdadır. • Diyalog: Geleneksel medya içeriğin izleyiciye iletildiği veya dağıtıldığı bir yayıncılık biçimi olarak karşımıza çıkarken, sosyal medya iletişim alıcıyı da sürece dahil ederek iki yönlü bir iletişim biçimi gerçekleştirmektedir. • Topluluk: Sosyal medya, toplulukların etkili ve hızlı bir biçimde iletişim kurmasına imkan tanırken, ortak ilgi alanlarının paylaşan bireylerin sanal ortamda bir araya gelmelerini sağlamaktadır. • Bağlantılık: Sosyal medya sitelerinin büyük bir çoğunluğu bağlantılı olma temel özelliği ile başka sitelere, kaynaklara ve insanlara erişim imkanı sunabilmektedir. 1.2. Halkla İlişkiler Ortam ve Aracı Olarak Sosyal Medya Kullanımı Halkla ilişkiler, özel ya da tüzel kişinin, yani bir insanın, derneğin, özel ya da kamu kuruluşunun karşılıklı iş yaptığı gruplarla ilişkiler kurması ve ilişkilerini geliştirmesi için çaba gösterilmesidir (Asna, 2012, s.17). Grunig ve Hunt akademik çalışmalarında halkla ilişkileri, organizasyon ile kamuları arasındaki ilişki yönetimi olarak tanımlamışlardır (Sayımer, 2008, s.59). Halkla ilişkiler, demokratik toplumlara özgü bir kamuoyu oluşturma, güven, onay, rıza veya saygınlık elde etme yöntemi olarakta kabul edilmektedir (Biber, 2009). Bu tanımlar ışığında halkla ilişkilerin ana işlevini kişi/kurum ve hedef kitle arasında karşılıklı/çift yönlü bir iletişim olduğu söylenebilir. İnternet, halkla ilişkiler adına birçok şeyi değiştirmiştir. Kuruluşlar/kişiler sadece kullanışlı olan önemli bilgileri internetle sağlamakla kalmaz aynı zamanda sürekli olarak hedef gruplarla iki yönlü iletişim sağlayan bir ortam sunar. Halkla ilişkiler uygulayıcıları interneti kullanarak çok farklı gruplardaki kişilere bloglar, wikiler ve özellikle sosyal medya ağları ile kolaylıkla ulaşabilirler. 294 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Sosyal medya araçları, kişi ya da kurumun direkt olarak hedef kitlesi ile iletişime geçmesine olanak sağlamaktadır. (Breakenridge, 2008, s. 14) Sosyal medya; kullanıcılara kamusal veya yarı kamusal bir profil oluşturmaya izin veren, kullanıcıları belli sistemler içinde birbirine bağlayan ve birbirleriyle etkileşim kurmasını sağlayan hizmetler olarak tanımlanmaktadır. Sosyal medya, tüm bireylerin katılımına olanak tanımasının yanında karşılıklı etkileşim kurma, topluluk oluşturarak kaynaşmayı sağlama, linklerle farklı multimedya içerikleri paylaşma ve içerik üretimine imkân sağlamasıyla diğer medyalardan ayrılmaktadır (Boyd & Ellison, 2008: 2). Sosyal medya zaman ve mekan sınırlaması olmadan, paylaşımın, tartışmanın esas olduğu bir insani iletişim şeklidir. Teknoloji, telekomünikasyon, sosyal iletişimin kelimeler, görseller, ses dosyaları yolu ile sağlandığı bir yapıya sahiptir. İnsanlar hikayelerini ve tecrübelerini bu bağlamda paylaştığı bir çerçeveye de sahiptir. Genel olarak bireylerin internette birbirleriyle yaptığı diyaloglar ve paylaşımlar sosyal medyayı oluşturur. Sosyal medyada, sosyal ağlar ve toplu gruplar yer alır. İnsanlar, kurumlarını tanıtırlar, arkadaş ilişkileri kurarlar, ürün servis, fikir ve nesnelerin içeriğine ilişkin bağlılık gösterirler Avatarlar, profil fotoğraflarımız, renklerimiz bizim online ortamlardaki kimliklerimizi belirlemektedir. (Solis, 2010) Günümüzde hem özel sektör hem de kamu kuruluşları için sosyal medya, varlık gösterilmesi ve etkin kullanılması zorunlu iletişim ortamları haline gelmiştir. Sosyal medya araçları şirketlerin hem tüketicileri hakkında çok daha detaylı bilgi edinmelerini hem de ürün ve hizmetleri hakkında yapılan yorumları, tüketicilerin tutumlarını, tercihlerini, yaşamlarını ve isteklerini eş zamanlı olarak takip edebilmelerini sağlamaktadır (Güçdemir, 2010, s. 29). Sosyal ağ web sitelerinden bloglara, sosyal medya; bütünleşik iletişim kampanyalarının önemli bir bileşenidir. Bu araçlar iletişim profesyonelleri için, daha önce var olmayan değerli iletişim yöntemleri sunmaktadır (Evans, Twomey, & Talan, 2011, s. 6). Kaliteli ürün ve hizmet sunan kurum/kuruluşlar insanların bu konular hakkında konuşmalarını isterler. Ve geleneksel anlamda ağızdan ağza iletişim kurum/kuruluşun kendini anlatabilmesi açısından yeterli olmayacaktır. Eğer kurum/kuruluşların doğru yeni medya stratejileri varsa, temel araçları ve taktikleri kullanıyorsa, yeni medyayı kullanmak bir avantaj olacaktır. Tamamıyla kontrolü elinde bulundurmak pek mümkün olmasa da; önemli bir etki ve tüketiciyle/ hedef kitleyle, çalışanlarla, tedarikçilerle, paydaşlarla, ailelerle, rakiplerle başarılı ilişkiler kurulmasına olanak tanımaktadır. Dikkat edilmesi gerekilen konu; yeni medya, her türlü konuşmalara ve bilgi akışına imkan verir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 295 Bu konuşmaları kontrol etmek mümkün olmamakla birlikte onları etkilemek mümkündür. Ve bu etki, en alt seviyeden başlayarak her türlü kademedeki ilişkiyi inşa edebilir (Özgen, 2011, s. 99-100). İnternet halkla ilişkiler disiplini açısından önemli bir medyadır ve kurumlar sadece internet üzerindeki bilgi akışını yöneten ve denetleyen medya yöneticileri bulundurmalıdırlar. İnternetin hayatımıza girmesiyle başlayan etkileşimli iletişim ortamları olan “yeni medya” Facebook, Twitter, Youtube, Instagram vb. gibi ortamlar kurum ve kuruluşların itibar yönetim araçları içinde önemle yer almaktadır. Sadece kurumlar değil bireyler de kendi imaj ve itibarlarını bu ortamlar üzerinden yönetebilmektedirler. Bu alanda uzman kişileri çalıştırarak, doğru, yerinde bir strateji ve doğru bir planlama ile yönetilmesi gereken ortamlar olduğu önemle vurgulanmalıdır. Dolayısıyla internetin kullanımı kuruluşlar için bir web sitesi kurmak ve bu siteyi sürekli olarak güncellemenin çok ötesine geçmiştir. Ya da diğer bir açıdan internet, bir e-mail zinciriyle yönetilebilecek bir medya değildir (Özgen, 2011, s. 100). Son yıllarda, sosyal ağ sitelerine, on milyonlarca internet kullanıcısı talep gösterdi ve böylece sosyal ağlar hem yetişkin hem de genç kullanıcılarla değerini artırdı. Bu noktada sosyal ağlarla ilgili sayısal verilere bakıldığında büyük önem arz eden rakamlarla karşılaşılmaktadır (Mary Madden vd, 2013); • Gençlerin Twitter kullanımı 2011’ yılındaki araştırmaya oranla %24 artış göstermiştir. • Tipik bir genç Twitter kullanıcısının ortalama 79 varken, ortalama 300 tane Facebook arkadaşı vardır. • Gençlerin %91’i profillerinde fotoğraf kullanmaktadır. • Gençlerin %71’i okul isimlerini ve yaşadıkları şehirleri profillerine yazmaktadırlar. • Gençlerin %92’si gerçek isimlerini kullanmaktadırlar. Son yıllarda gittikçe popüler bir hale gelen Twitter, 140 karakterlik mesaj sınırıyla hedef kitlelere ulaşmada farklı bir sosyal ağ olarak karşımıza çıkmaktadır. Twitter, insanın gerçek hayatta içinde bulunduğu anda ne yaptığını, onu takip edenlere(followers) kısa mesajla özetlediği, durumunu paylaştığı bir platformdur. “şimdi kahve içiyorum”, “deniz kenarındayım”, “kitap okuyorum” gibi mesajlarla o andaki durumunu internete duyurmak söz konusudur. “Ne yapıyorsun” sorununun yanıtını sanki insanlar bir aradalarmış gibi anında yanıt verebilen bu teknolojide iletişim kurmak için erişim kolaylığı açısından Twitter web sitesine girmeye bile gerek olmayabiliyor. 296 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Yazıların mesajları SMS (kısa mesaj servisi) yoluyla veya Google Talk yoluyla da yollamak mümkün olabilmektedir. Twitter’in mesaj servisi parti duyuruları, şirketlerin müşterilerine ulaşmaları gibi alanlarda ilgi görmektedir (Sayımer, 2008, s. 128) GentArt ve Nielsen şirketlerinin yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de Twitter kullanıcılarının yüzde 60’ını erkekler, yüzde 40’ını kadınlar oluşturmaktadır. Kullanıcıların yüzde 64’ü 34 yaşın altında ve yüzde 50’sinin eğitim düzeyi üniversitedir. Twitter’ın Türkiye’de, kendini geliştirmek isteyen, dünyadaki gelişmeleri olduğu kadar modayı da takip eden ve diğer kültürlerle ilgilenen bir kitlesi bulunmaktadır. Mart 2014’te 30 gün süresince 1,000 Twitter kullanıcısının davranışları izlenerek yapılan ankete göre, Twitter’ı her gün kullanan kişilerin oranı yüzde 76’dır. Kullanıcıların yüzde 56’sı ise günde birkaç kez Twitter üzerinde etkileşimde bulunmaktadır. Kullanıcıların yüzde 66’sı da trend haline gelen konuları (TT) kontrol ettiğini söylemekte ve kullanıcıların 5’te 3’ü Twitter’ı en az iki cihaz üzerinden kullanmaktadır. Mobil bir cihazdan Twitter’ı kullandıklarını söyleyenlerin oranı ise yüzde 73’tür. Bu kullanıcıların yüzde 56’sı için Twitter’a öncelikli erişme yöntemi mobil ağlardır. Bu kullanıcılarınsa yüzde 59’u Twitter’ı TV izlerken kullandığını söylemektedir (webrazzi.com/2014/07/17/ genart-ve-nielsenin-turkiyede-twitter-kullanici-istatistikleri/ ET:28.04.2015) Bir başka araştırmaya göre ise Türkiye’de Twitter kullanıcı sayısı yaklaşık olarak 11.5 milyondur. Bu kullanıcılardan yaklaşık olarak 5,6 milyonu aktif kullanıcı durumundadır. Türkiye’de saniyede ortalama 152 tweet atılmaktadır. Günde yaklaşık olarak 13,1 tweet atılmaktadır (http://www.digitalage.com.tr/twitterin-2014-turkiye-karnesi/ET: 28.04.2015). 1.3. Rektörlerin Sosyal Medya Kullanımı Sosyal medyanın giderek yaygınlaştığı ve üniversitelerin hedef kitlesinin sosyal medyayı en çok kullanan bireylerin oluşturması, üniversite yöneticilerini sosyal medya kullanmaya teşvik etmektedir. Fakat üniversite yöneticileri Twitter kullanmaktan çekinmektedirler. Bu çekincelerin nedenleri şu şekilde açıklanabilmektedir (www.mstoner.com/blog/uncategorized/why_college_presidents_arent_more_social ET: 28.04.2015); • Zaman: Rektörlerin üzerlerinde birçok sorumluluğun ve yapacak işlerinin olması sebebiyle sosyal medyaya yeterince zamanının olmaması. • Kontrol: Sosyal medya kamuya açık bir mecra olduğu için verilen mesajların, başka yönlere çekilerek olumsuz bir hale dönüşebilmesi ve bunun kontrolünün zor olması. • Risk: Rektörler gönderdikleri Tweetlerle veya kendisine atılan Tweetlere verdikleri yanıtlarla zor durumda kalabilmektedir. Rektörlerin hukuk danışmanları bu tarz durumlarda kalmamaları için sosyal medyadan uzak durmalarını söylemektedirler. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 297 • Sosyal Baskı: Rektörler çeşitli konularda öğrenciler, aileler ve diğer kişiler tarafından baskı altında tutulmaya çalışılabilir. • Yaş: Bazı rektörler yaşları gereği sosyal medyanın kendine özgü normlarından rahatsız olmaktadırlar. Kendilerini rahat hissetmemektedirler. • Performans Kaygısı: Bir sosyal platformda ilk adımların atılması oldukça zor olmaktadır. Atılan bir Tweet’ in yanlış anlaşılması, yapılan bir hata takipçiler ve kamuoyu nezdinde olumsuz durumlara yol açabilmektedir. 2011 yılında gerçekleştirilen Pew Araştırma şirketinin verilerine göre; Üniversite rektörlerinin %91’i dizüstü bilgisayar, aynı zamanda %87’si masaüstü bilgisayar, %88’i akıllı telefon ve %49’u tablet kullandıklarını belirtmişlerdir. Rektörlerin %50’si Facebook kullanmakta iken Twitter kullanım oranı ise %18’dir. Rektörlerin %18’i günlük olarak Facebook sayfasını kontrol ederken, Twitter sayfasını kontrol edenlerin oranı ise %5’tir. 2.1.Araştırmanın Konusu Türkiye’de üniversite yönetiminde en üst mevkide yer alan rektörlerin, sosyal medya araçlarından biri olan ve kullanımı son yıllarda popüler hale gelen Twitter’ı kullanım pratikleri bu çalışmada incelenecektir. 2.2.Araştırmanın Amacı Bu araştırmanın amacı; tüm dünyada etkinliği, etkisi ve önemi artan sosyal paylaşım ağı Twitter’ın, Türkiye’de ki Üniversite Rektörleri tarafından nasıl kullanıldığını ortaya koymaktır. Twitter’a üye olan ve paylaşımda bulunan rektörlerin, bu mecrayı ne derece etkin kullandıkları, ne amaçla kullandıkları ve hangi iletişim düzeyinde etkileşim kurdukları açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda gerek yurtiçi, gerekse yurtdışında yapılan birçok çalışmada sosyal medya araçlarının öneminin arttığı, özel ve kamu kurumlarının bu araçlarla hedef kitlelerine doğrudan ulaştığı ve geleneksel medyaya göre daha sıcak ve samimi diyalog kurduğu belirlenmiştir. 2.3.Araştırmanın Varsayımları • -Öğrenciler ile olan iletişimde Devlet Üniversitesi ile Vakıf Üniversitesi Rektörleri arasında farklar bulunmaktadır. • -Rektörler, öğrencilerin sorunlarına sosyal medyadan cevap vermektedir ve çözüm aramaktadırlar. • -Rektörler ve öğrenciler Twitter üzerinden interaktif iletişim kurmaktadırlar. 298 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2.4.Araştırmanın Kapsamı Bu çalışmada; arama motoru Google, Twitter ve kurumların web sitesi aracılığıyla yapılan araştırmalar sonucu Türkiye Cumhuriyeti Devletine bağlı 184 Üniversite Rektöründen 80 Rektörün Twitter’da hesabı bulunmasına karşın, 93 Rektörün Twitter’da hesabı bulunmamaktadır. 11 üniversitenin ise YÖK’ün (Yüksek Öğretim Kurulu) resmi sayfasında meslek yüksekokulu olarak ismi geçtiği için rektörleri bulunmamaktadır. Buna bağlı olarak en çok takipçisi olan ve en çok Tweet atan iki rektör olmak üzere toplam dört rektörün Twitter hesapları araştırmaya dahil edilmiştir. Araştırma kapsamında devlet ve vakıf üniversitelerinin rektörlerinin Twitter hesapları arasında anlamlı bir farkın olup olmadığının sorgulanması adına her iki kategoriden de 1 Devlet Üniversitesi Rektörü ve 1 Vakıf Üniversitesi Rektörü çalışmaya dahil edilmiştir. En çok takipçisi olan Rektörler içinde Vakıf Üniversitelerinden, Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan (@drnevzttarhan) 101 bin takipçi ile araştırmaya dahil edilirken, Devlet Üniversitelerinden Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadettin Hülagü (@ ProfDrHulagu) 37 bin takipçi ile bu kategoride araştırmaya dahil edilmiştir. En çok Tweet atan Rektörler arasında İstanbul Aydın Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın (@ProfDrMaydin) 13.700 Tweet ile araştırmada yer alırken, Devlet Üniversitelerinden Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal (@pbattal) 13.900 Tweet ile araştırmaya dahil edilmiştir. Dört Rektörün 1 Mayıs-15 Mayıs tarihleri arasında Twitter aracılığıyla göndermiş olduğu Tweetler içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. 2.5.Araştırmanın Metodu Araştırmada, içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. İçerik analizi kavramı 1940’lı yıllardan beri kullanılmaktadır. Ancak kavramın kökeni, insanoğlunun dili iletişim aracı olarak kullanmasına kadar gitmektedir. Genel olarak sembolik ve çok anlamlı olan bir söylemin altında gizlenen anlamı, sezgi ve sabırlı gözlem yoluyla yorumlamayı amaçlayan bu yöntem, retorik ve mantık üzerine kurulmuştur. İçerik analizinin 19. Yüzyılın başında, Columbia Gazetecilik Okulu’nun gazetelerin nicel analizine ilişkin çalışmalarıyla ortaya çıktığı söylenmekle birlikte, esas gelişiminin 1940’lardan sonraki yıllara dayandığı genel olarak kabul görmektedir (Gökçe, 2001: 22) Bu çalışmada kullanılan kodlama yöntemi, Louisiana Üniversitesinden Haley Edman’ın 2007 yılında “Twittering to the Top: A Content Analysis of Corporate Tweets to Measure Organization-Public Relationships“ başlıklı tezde kullandığı kodlama sisteminden uyarlamıştır. Kurum tarafından hedef kitlelere gönderilen tweetler; mesaj türü, tek yönlü ve çift yönlü iletişim dağılımı, etkileşim düzeyi ve tweet içerikleri olmak üzere 4 kategoride incelenmiştir. Alt kategoriler ise 12 farklı bölüme ayrılmıştır. Mesaj türü, 4’e ayrılmaktadır; orijinal mesaj, retweet, cevap ve tweeti alıntıladır. Orijinal tweetler, kurumun/kişinin kendi gönderdiği tweetleri işaret etmektedir. Retweetler, kurumun/ kişinin takipçilerinden gelen tweetleri paylaşması anlamına gelmektedir. Cevap, kurumun/kişinin bir başka kullanıcıya ismiyle işaret ederek geri dönüşte bulunmasıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 299 Tweeti alıntıla ise, yorum yaparak retweet’leme özelliği diyebileceğimiz “Tweet’i Alınıtla” özelliğinde kullanıcılar bir başka Tweet’e yer verebilecekler. Twitter’ın test ettiği dönemde URL’in kopyalanıp yapıştırıldığı veya bir başka bir Tweet’ in ekran görüntüsünü alarak üstüne yorum yapma yerine, kullanıcılar direkt olarak o Tweet atabilme imkanı sunulmuştur. Tek yönlü iletişim ve çift yönlü iletişim ise kurumun/kişinin gönderdiği tweetlerin karşılıklı iletişime dayanıp dayanmadığını ortaya çıkarmak için kullanılmıştır. Tek yönlü iletişim, kurumun/kişinin kendi gönderdiği, herhangi bir cevap veya ...@ işareti içermeyen tweetler için kullanılmaktadır. Bir tweetin çift yönlü iletişim olarak belirlenmesi için tweetlerin retweet olması veya cevap içermesi gerekmektedir. Etkileşim düzeyi kategorisi; düşük düzey, orta düzey ve yüksek düzey olmak üzere 3’e ayrılmaktadır. Düşük düzey etkileşim, kurumun/kişinin göndermiş olduğu tweette herhangi bir fotoğraf, video, link gibi öğeler kullanmadığında işaretlenmiştir. Orta düzey etkileşim, kurumun/kişinin tweetlerinde fotoğraf, link ve video gibi öğeleri kullandığı veya RT edildiğinde” işaretlenmiştir. Yüksek düzey etkileşim ise, kurumun/kişinin tweetlerinde bir başka kullanıcıyı …@ işaretiyle belirterek cevap verdiği tweetler için kullanılmıştır (Yıldırım, 2014, s. 241-242). Tweet içerikleri kategorisinde ise, Tanıtım, duyurum bölümünde, atılan tweetlerin etkinliği, üniversiteyi ya da bir duyuru içeriği taşıyıp taşımadığına bakılmıştır. Yine aynı kategoride soru-cevap bölümünde ise rektörün öğrencilere ya diğer paydaşlara verdiği yanıtlar değerlendirmeye alınmıştır, diğer kategorisinde ise rektörün göndermiş olduğu özel gün, dini ve milli bayramlarla ilgili tweetler, kişisel tweetler ele alınmıştır. 2.6.Araştırmanın Bulguları Tweet Türleri Yapılan araştırma sonucunda 01 Mayıs 2015- 15 Mayıs 2015 tarihleri arasında atılan tweetlerde, Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın 60 adet orijinal tweeti, 46 adet retweeti, 6 adet cevap tweeti bulunmaktadır. Tarhan, alıntı özelliğini kullanmayıp toplamda 112 adet tweet göndermiştir. Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadettin Hülagü’nün göndermiş olduğu 22 tweetten, 10 tanesi orijinal, 9 adeti retweet ve 3 adeti cevaptır. Hülagü, alıntı özelliğini kullanmamıştır. Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın göndermiş olduğu 296 tweetten, 36 adeti orijinal tweet, 188 tanesi retweet, 14 tanesi alıntı ve 58 tanesi cevaptan oluşmaktadır. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal’ın göndermiş olduğu 328 tweetten, 52 adeti orijinal tweet, 247 adeti retweet ve 29 tanesi cevaptan oluşmaktadır. Battal, alıntı özelliğini kullanmamıştır. Bu sonuçlara göre, Twitter’ın “retweet” özelliği rektörler tarafından yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Uygulamaya yeni giren alıntı özelliği ise henüz aktif bir şekilde kullanılmamaktadır. 300 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Tweet Türleri 350 300 250 200 150 100 50 0 Nevzat Tarhan Sadettin Hülagü Mustafa Aydın 1: Tweet Orijinal Tweet Tablo Retweet AlıntıTürleri Cevap Peyami Battal Toplam İletişim Biçimi Tablo 2, rektörlerin Twitter üzerinden gerçekleştirdiği iletişim biçimini ortaya koymaktadır. Araştırma sonucuna göre, Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın göndermiş olduğu 112 tweetten 60 adeti tek yönlü iletişimi(%54) içermekte, 52 adeti ise çift yönlü iletişimi(%46) içermektedir. Kocaeli Üniversitesi Rektörü Sadettin Hülagü’nün göndermiş olduğu 22 tweetten 10 adeti tek yönlü iletişimi(%45) içermekte iken, 12 adeti çift yönlü iletişimi(%55) içermektedir. Kadir Has Üniversitesi Rektörü Mustafa Aydın’ın göndermiş olduğu 296 tweetten, 30 adeti tek yönlü iletişimi(%10) içermekte iken, 266 adeti çift yönlü iletişimi(%90) içermektedir. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Peyami Battal’ın göndermiş olduğu 328 tweetten, 49 adeti tek yönlü iletişimi(%15) içerirken, 279 adeti çift yönlü iletişimi(%85) içermektedir. Bu bağlamda, rektör Prof. Dr. Nevzat Tarhan Twitter üzerinden ağırlıklı olarak tek yönlü iletişim biçimini kullanmaktadır. Rektör Prof. Dr. Mustafa Aydın ve Prof. Dr. Peyami Battal ise yoğun olarak çift yönlü iletişim biçimini kullanmaktadır. Rektör Prof. Dr. Sadettin Hülagü’ de çift yönlü iletişim biçimini kullanmaktadır. Tablo 2:Rektörlerin Twitter Üzerinden İletişim Biçimleri 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 301 Etkileşim Düzeyleri Tablo 3’te Twitter üzerinden Rektörlerin etkileşim düzeyleri incelendiğinde, dört rektöründe ağırlıklı olarak orta düzey etkileşim kurduğu görülmektedir. Orta düzey etkileşimin büyük bir bölümünü retweetler oluşturmaktadır. Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın diğer rektörlere oranla daha fazla(%25) yüksek düzeyde iletişim kurduğu görülmektedir. Prof. Dr. Mustafa Aydın öğrenci ve paydaşlarla çift yönlü iletişim kurarak, Twitter üzerinden sorulan soruları aktif bir şekilde cevaplandırmaktadır. Üniversite ile ilgili gelişmeleri, sempozyumları, kongreleri ve çalıştayları Twitter üzerinden takipçilerine duyurmaktadır. Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın ağırlıklı olarak orta düzey iletişim kurduğu görülmektedir. Üniversite ile ilgili gelişmeleri, sempozyumları ve bu sempozyumlardaki önemli konuşma başlıklarını retweetlemektedir. Ayrıca Üsküdar Üniversitesi resmi Twitter hesabının göndermiş olduğu tweetleri de retweetlemektedir. Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadettin Hülagü ağırlık olarak orta düzey etkileşim kurmaktadır. Öğrencilerin sorunlarına ve sorunlarına cevap vermektedir. Üniversite ile ilgili gelişmeleri, alınan kararları Twitter üzerinden takipçileri ile paylaşmaktadır. Ayrıca özel gün ve geceleri Twitter üzerinden kutlamaktadır. Türkiye gündemi ile ilgili gelişmeleri de retweet yaparak takipçileriyle paylaşmaktadır. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal, Twitter üzerinden öğrencilerin ve diğer paydaşların sorduğu sorulara cevap vermektedir. Öğrencilerin sorunlarının çözümüne yönelik tweetler göndermektedir. 302 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Ayrıca üniversitede düzenlenen veya düzenlenecek olan çalıştay, sempozyum ve kongrelerin duyurumunu ve bilgisini vermektedir. ” Van Gölü Kirlenmesin” sosyal sorumluluk kampanyasına da Twitter üzerinden hashtaglerle ve göndermiş olduğu tweetler ile yoğun bir şekilde destek vermiştir. YÖK başkanı, bakanların paylaşmış olduğu tweetleri retweetleyerek takipçilerinin dikkatine sunmaktadır. Tablo 3:Rektörlerin Twitter’daki Etkileşim Düzeyleri Etkileşim Düzeyleri 300 250 200 150 100 50 0 Nevzat Tarhan Sadettin Hülagü Düşük Düzey Mustafa Aydın Orta Düzey Peyami Battal Yüksek Düzey 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 303 Tweet İçerikleri Tweet içerikleri incelendiğinde, Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Prof. Dr. Mustafa Aydın Twitter paylaşımları çoğunlukla tanıtım, duyurum şeklindedir. Üniversitede gerçekleştirilen kongrelerin, sempozyumların duyurumları ve tanıtımları yapmaktadırlar. Prof. Dr. Sadettin Hülagü ve Prof. Dr. Peyami Battal farklı türlerde paylaşımlar gerçekleştirmektedir. Bu paylaşımlar, özel gün ve gecelerin kutlanması, ülke gündemi ve ülkede ki öne çıkan kişilerin sözleri ve haberleri ile ilgili paylaşımlar olarak göze çarpmaktadır. Resim 1: Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın Tweet örneği Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadettin Hülagü ve Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın ağırlıklı olarak öğrencilerin sorularına cevaplar vermektedir. Prof. Dr. Mustafa Aydın ve Prof. Dr. Sadettin Hülagü öğrenciler ile karşılıklı olarak sıcak iletişim kurmaktadır, esprili yanıtlarla cevap vermektedirler. Resim 1: Prof. Dr. Sadettin Hülagü’nün Tweet örneği 304 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Tablo 4: Tweet İçerikleri Sonuç Araştırma 01 Mayıs 2015 ve 15 Mayıs 2015 tarihleri kapsamında devlet ve vakıf üniversitelerinin rektörlerinin Twitter hesapları arasında anlamlı bir farkın olup olmadığının sorgulanması adına her iki kategoriden de bir Devlet Üniversitesi Rektörü ve bir Vakıf Üniversitesi Rektörü çalışmaya dahil edilmiştir. Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadettin Hülagü, Kadir Has Üniversitesi Rektörü Mustafa Aydın, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal ve Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın paylaşmış olduğu tweetler içerik analizi kullanılarak incelenmiştir. Araştırmaya dahil edilen tüm rektörler, Twitter’ı aktif bir şekilde kullanmaktadır. Araştırma sonuçlarını özetlemek gerekirse, tweet türleri bağlamında incelendiğinde Twitter’ın “retweet” özelliği rektörler tarafından yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Uygulamaya yeni giren alıntı özelliği ise henüz aktif bir şekilde kullanılmamaktadır. İletişim biçimi bağlamında incelendiğinde ise, rektör Prof. Dr. Nevzat Tarhan Twitter üzerinden ağırlıklı olarak tek yönlü iletişim biçimini kullanmaktadır. Rektör Prof. Dr. Mustafa Aydın, Prof. Dr. Peyami Battal ve Rektör Prof. Dr. Sadettin Hülagü yoğun olarak çift yönlü iletişim biçimini kullanmaktadır. Rektörlerin öğrenciler ve paydaşlar ile interaktif iletişim kurma yönünde ki çabası, yeni iletişim teknolojilerinin olumlu katkıları arasında sayılabilecek, önemli bir etkisidir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 305 Yeni iletişim teknolojileri ile daha kolay hale gelen interaktif iletişim, yeni medya araçlarından Twitter ile hedef kitleye kolay ve hızlı ulaşma açısından avantajlar sağlamaktadır. Twitter üzerinden Rektörlerin etkileşim düzeyleri incelendiğinde, dört rektöründe ağırlıklı olarak orta düzey etkileşim kurduğu görülmektedir. Orta düzey etkileşimin büyük bir bölümünü retweetler oluşturmaktadır. Rektörlerin tweetleri, genellikle üniversiteleri tanıtmak, üniversitelerde yapılmış ve yapılacak olan çalıştay, kongre ve vb. organizasyonlar hakkında gelişmeleri sunmak ve takipçileri bilgilendirmek amacıyla kullandığı ortaya çıkmıştır. 306 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça 1. Binark, M. (2007). Yeni Medya Çalışmaları. Ankara: Dipnot Yayınları. 2. Breakenridge, D. (2008). PR 2.0: New Media, New Tools, New Audiences. New Jersey: FT Press. 3. Bruns, A., & Bahnisch, M. (2009). Social Media: Tools for User-Generated Content Social Drivers behind Growing Consumer Participation in User-Led Content Generation. Smart Services CRC, 1. 4. Digital Age. (2015, Nisan 28). Digital Age: http://www.digitalage.com.tr/ adresinden alındı 5. Evans, A., Twomey, J., & Talan, S. (2011). Twitter as a Public Relations Tool. Public Relations Journal, 5(1), 1-20. 6. Güçdemir, Y. (2010). Sanal Ortamda Halkla İlişkiler Bir Halkla İlişkiler Perspektifi. İstanbul: Derin Yayınları. 7. Lietsala, K., & Sirkkunen, E. (2008). Social Media: Introduction to the tools and processes of participatory economy. Finland: University Of Tampere. 8. Manovich, L. (2001). The Language of New Media. USA: MIT Press. 9. Mary Madden, A. L., & Beaton, M. (2013, Mayıs 21). Teens, Social Media, and Privacy. Nisan 28, 2014 tarihinde http://www.pewinternet.org/2013/05/21/teenssocial-media-and-privacy/ adresinden alındı 10. Mayfield, A. (2008). What is Social Media? iCrossing . 11. Nalçaoğlu, H. (2001). Medya ve Toplum İlişkisini Anlamak Üzere Bir Çerçeve. Bianet Yerel Medya Eğitim Programı. 12. Özgen, E. (2011). Halkla İlişkiler ve Yeni Medyanın İşaret Ettiği Sorunlar Üzerine Bir Tartışma. Global Media Journal(2), 84-105. 13. Safko, L., & Brake, D. K. (2009). The Social Media Bible: Tactics, Tools, and Strategies for Business Success. New Jersey: John Wiley and Sons. 14. Sayımer, İ. (2008). Sanal Ortamda Halkla İlişkiler. İstanbul: Beta Yayınları. 15. Sayımer, İ. (2008). Sanal Ortamda Halkla İlişkiler. İstanbul: Beta Yayınları. 16. Solis, B. (2010, Mart 22). Behaviorgraphics Humanize the Social Web. Nisan 28, 2015 tarihinde http://www.briansolis.com/2010/03/behaviorgraphics-humanizethe-social-web/ adresinden alındı 17. Yıldırım, A. (2014). Bir Halkla İlişkiler Aracı Olarak Twitter: T.C. Sağlık Bakanlığı Twitter Örnek İncelemesi. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 2(4), 234-253. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 307 308 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ KURUMSAL GÜVENİ KORUMADA KRİZ İLETİŞİMİNİN ROLÜ Aslı ÖZTÜRK1 Özet Krizler, çeşitli iç ve dış etkenin bir araya gelmesi ile meydana gelen ve kurumların yok olmasına kadar varan bir süreci ifade etmektedir. Bu durum kurumsal güveni tehdit etmekle birlikte hedef kitlenin zihninde oluşan kurum imajını ve kuruma yönelik iyi niyeti de ortadan kaldırma riskini taşır. Kurumlar için güven, oluşturulması zor, zedelendikten sonra yeniden oluşturması ise daha da zor olan bir kavramdır. Toplumun gözünde kurumsal güveni zedelenmiş bir firma, rakiplere karşı, rekabet, ekonomik kazanç, insan kaynakları, itibar gibi pek çok avantajını kaybetmektedir. Bu bağlamda, krizlerin etkilerinin en aza indirilmesi ve kurumsal güveni korumaya yönelik önlemlerin alınması etkili bir kriz iletişimi ile mümkün olmaktadır. Bu çalışmada kurumlar varlıklarını tehdit edebilecek bir kriz ile karşı karşıya kaldıklarında, etkili bir kriz iletişimi gerçekleştirerek, kurumsal güveni nasıl koruyabileceklerine dönük bir model önerilmiştir. Bu çalışmanın ilk bölümünde, kriz kavramı, etkenleri, özellikleri, güven kavramı, kurumsal güvenin önemi ve bu konuda geliştirilen bazı modeller konusunda literatür araştırması yapılmıştır. İkinci bölümde, yapılan araştırmanın sonucunda, kurumların krizle karşı karşıya kaldığı durumlarda güvenilirliğini kaybetmemeleri için uygulamaları gereken kriz yönetim sürecinden söz edilmiştir. Çalışmanın devamında, Türk medyasında geniş yankı uyandıran Türk Kızılayı’nın ülkemizde yaşadığı, AIDS’li kanın üç hastaya enjekte edilmesiyle başlayan kriz süreci kurumsal güveni korumada kriz iletişimi bağlamında analiz edilmiştir. Çalışmada içerik analizi yönteminden yararlanılmıştır. Yapılan analizin sonucunda, Türk Kızılayı’nın krizi yönetme konusunda başarısız olup, toplumun gözünde güven kaybettiği görülmüştür. Çalışma, gerek toplumsal, gerekse kurumsal anlamda büyük bir kaosa sebep olan bu kriz üzerinden önerilen model vasıtasıyla, kurumlara, kurumsal ve toplumsal çatışmalara sebep olan kriz durumlarına karşı, kendilerine rekabet ve pazar avantajı sağlama yönünde çözüm önerisi getirerek sektöre yarar sağlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Kriz, Kriz iletişimi, Güven, Kurumsal güven, Türk Kızılayı 1 Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler Bölüm, Yüksek Lisans Öğrencisi, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 309 THE ROLE OF CRISIS COMMUNICATION IN PROTECTION OF INSTITUTIONAL TRUST Abstract Crisisrefers to a process that occurs with various internal and external factors and lasts by the destruction of institutions. In this case, institutional trust is threatened and poses a risk of removing the positive image and good intention of target population towards to the institution. Trust for businesses is a concept which is difficult to build confidence and even more difficult to rebuild after any damage. If trust of an institution has been damaged in the eyes of society, it loses its many advantages, such as competition, economic benefits, human resources, reputation against its opponents. In this context, minimizing the effects of the crisis and the measures taken to protect the institutional trust can be achieved by an effective crisis communication. In this study, a model has been proposed to explain how institutions can perform an effective crisis communication and protect their institutional trust in case they are faced with a crisis that could threaten their existence. In the first part of this study, literature researches about the concept of crisis, agents, properties, the concept of trust, importance of institutional trust and some models developed regarding to this subject have been made. In the second chapter, as a result of the research, the crisis management process that should be applied to avoid losing credibility in case the institutions faced with the crisis. In the next parts of the study, a crisis process which occurred in our country and also had a great influence on Turkish media, began with three patients who were injected AIDS infected blood by Turkish Red Crescent. And it was analyzed in the context of crisis communication in the protection of institutional trust in this study. Content analysis was used for this study. As a result of the analysis, it has been observed that the Turkish Red Crescent has failed to manage the crisis and lost confidence in the eyes of society. The study offers solutions in maintaining competition and market advantage to institutions for the benefit of the sector against crisis which causes institutional and social conflicts. It is offered by model through this crisis caused a huge mess for both social and institutional sense. Key Words: Crisis, Crisis Communication, Trust, Institutional Trust, Turkish Red Crescent 310 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Giriş Kurumların, varlıklarını sürdürebilmek için bulundukları iş çevresinde meydana gelen değişim ve gelişmeleri sürekli ve yakından izlemeleri gerekmektedir. Yaşanan değişimlere ayak uyduramayan kurumlar, çevresiyle uyumlu ilişkiler geliştirememeye başlarlar. Bu durum da, kurumların yönetsel ve örgütsel açıdan önemli kayıplara uğramalarına neden olmaktadır. Bu kayıplardan belki de en önemlisi kurumların hedef kitlesinin gözünde güvenini kaybetmesidir. Çalışmanın ilk bölümünde, güven kavramı ve kurumsal güvenin kriz ortamında kurumlar için önemi incelenmiş ve bu konuda ortaya atılmış güven modellerinden söz edilmiştir. İkinci bölümde, krizin kavramsal olarak ne ifade ettiği ve etkenleri araştırılarak, kriz iletişiminin kurumlara sağladığı fayda üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde, kurumsal güveni korumak için kriz iletişiminin planlanma aşamaları oluşturulmuştur. Çalışmada yapılan tüm bu incelemeler sonucunda kriz durumunda güveni korumak için yapılması gerekenlerin belirlendiği bir model tasarlanmıştır. Bu bağlamda yapılan örnek olay incelemesinde, Türk Kızılayı’nın bir kriz durumunda gerçekleştirdiği kriz iletişim çalışması ele alınarak kurumsal güveni korumada kriz iletişiminin önemi değerlendirilmiştir. a. Güven Kavramı 1.1.Güven ve Güven Modelleri Güven, insanlar arası ilişkilerde olduğu gibi, kurumlar arası ilişkilerin de sağlıklı gelişmesinin temelidir. Carnevale ve Wechsler (aktaran Demircan ve Ceylan, 2003:140)’a göre güven, bir grubun veya kişinin davranışları veya niyetlerine inancı ve bağlılığı, ahlaki kurallara dayalı, adil ve yapıcı davranış beklentilerini ve başkalarının haklarını düşünmeyi içermektedir. Güven kavramı ile ilgili yapılan diğer tanımlamalara bakıldığında, bir kısmının diğer taraftan beklentiye, bir kısmının da diğer tarafa karşı savunmasız kalma isteğine yoğunlaştığı görülmektedir. Rousseau’ya göre güven, ‘Bir tarafın karşı taraftan kişisel olarak yarar göreceğine veya en azından istismara ya da zarara uğramayacağına yönelik olumlu beklenti içinde olma özelliği’ olarak tanımlanmaktadır. Shaw’ın tanımlamasına göre güven, ‘Bağlı olduğumuz bireylerin onlardan beklediğimiz şekilde davranacaklarına ve olumlu anlamda beklentilerimizi karşılayacaklarına duyduğumuz inançtır.’ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 311 Diğer tarafa karşı savunmasız kalma isteğine yoğunlaşan tanımlar şöyle sıralanabilir: Mayer, Davis ve Schoorman’ın tanımına göre; ‘Güven bir tarafın (birey, grup veya örgüt), onun doğrudan denetleyemeyeceği, gözlemleyemeyeceği ve kendi çıkarları ile ilgili olan konularda kendisinden beklediği gibi davranacağı konusunda diğer tarafa karşı kendi isteğiyle savunmasız hale gelmesidir’ (Neveu, 2000: Erişim:2015). Güven kavramıyla ilgili yapılan tanımlamaların ortak özellikleri arasında yardımseverlik, fedakarlık, tutarlılık, tahmin edilebilirlik, motivasyon, uzmanlık gibi kavramların ön plana çıktığını görebiliriz. Bu özellikleri destekleyen güvene dair bazı modeller geliştirilmiştir. Mishra Modeli ve Bromiley ve Cummings modelleri bunlarından bazılarıdır. Mishra (1996:114-139), hem örgütler hem de bireyler için geçerli dört boyutlu bir güven modeli oluşturmuş ve bu dört boyutun güven algılamasını yarattığını söylemiştir. Bunlar; yeterlik, açıklık, ilgililik, itimat edilirlik boyutlarıdır. Bromiley ve Cummings (1996:302-319) ise, bireysel ve örgütsel güven ayırımını yapmıştır. Bireysel güven, kişinin ilişkilerinde ve davranışlarındaki beklentileri ifade ederken, örgütsel güven, kişilerin örgütsel ilişkilerden ve davranışlardan beklentilerini ifade etmektedir. Bromiley ve Cummings güveni, “duygusal, bilişsel ve niyetsel” parçalardan oluşan bir olgu olarak tanımlamıştır. Bu tanıma göre güven, açıkça ya da gizli olarak birisi için iyi inanca sahip olma çabasını, dürüst olmayı, şartlar elverse bile diğerinden avantaj sağlamayı beklememeyi beraberinde getiren bir kavramdır. Tüm bu araştırmalar neticesinde güven kavramının kurumlar açısından giderek daha çok önem kazandığı görülmektedir. 1.2. Güven Kavramının Kurumlar İçin Önemi Kurumların yaşamı, tıpkı insan hayatında olduğu gibi, güvene, samimiyete, şeffaflığa, dürüstlüğe vb. dayanan bir süreçtir. Günaydın’a göre (2001:48); ‘Kurum içerisinde güven yaratmak; sorumlulukları ve sözleri yerine getirme, dürüstlüğü paylaşarak açık iletişim, dinleme, güveni muhafaza etme, açık olma, doğru söyleme, saygı gösterme, adil ve tutarlı olma, işbirliği ve yardım için hevesli olma, mazeretlerden ve suçlamalardan kaçınma, yaptığı işten sorumlu olma davranışlarının yerine getirilmesiyle gerçekleşir.’ O halde diyebiliriz ki, kurumsal güven kavramı, kurumlara, paydaşların zihninde güven yaratabilmek, karlılığa katkı sağlanma imkanı ile birlikte, insan kaynaklarının kalitesinin arttırılmasına, müşteri ve dış paydaşlarla olumlu ilişkiler geliştirmesine, kurumun saygınlık ve itibar kazanmasına ve rakiplere karşı rekabet avantajı elde etmesine olanak tanır. Kurumsal güvenin yaratacağı tüm bu olumlu etkiler, kurumların kriz anında ayakta kalmasını sağlayan yegâne unsurdur. Çünkü kriz dönemleri, kurumun güven vermeye hedef kitlenin ise güven duymaya en çok ihtiyaç duyduğu dönemlerdir. Bu güveni sağlamak, hedef kitle ile kurum arasında geliştirilecek etkili iletişim ile mümkündür. Kriz döneminde uygulanan etkili iletişim stratejileri kriz iletişimi kavramı olarak karşımıza çıkmaktadır. 312 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2. Kriz ve Kriz İletişimi Kavramları 2.1. Kriz Kavramı Kriz, beklenmeyen bir anda ortaya çıkan, kurumun hayati varlığını tehdit eden dolayısıyla hızlı kararlar almayı ve uygulamayı gerektiren bir durumdur. Demirtaş (2000:359)’a göre, ‘Örgütsel anlamda kriz, örgütün amaçlarını ve varlığını tehdit eden, örgütün risk önleyici önlemlerini yetersiz kılabilecek nitelikte, örgütün ani tepkisini gerektiren beklenmedik ve hızlı değişikliklerin söz konusu olduğu, planlama ve karar mekanizmalarını olumsuz biçimde etkileyen, gerilimli bir durum olarak değerlendirilmektedir.’ Gün geçtikçe değişen çevresel koşullar, kurumlar ile çevresi arasında belirsizlik ortamı yaratmaktadır. Bu durum, önlem alınmadığı takdirde kurumların planlama ve karar alma mekanizmalarını etkisiz hale getirerek kriz ortamına girmelerine sebep olmaktadır. Kurumları krizle karşı karşıya bırakan bu kaos ortamı, ülkenin içinde bulunduğu sosyal, siyasal, ekonomik ve güvenlik sorunlarından kaynaklanabileceği gibi doğal afetler veya çalışandan, yöneticilerden, teknik sorunlardan da kaynaklanabilmektedir. Krize sebep olan bu gibi etkenler karşısında, kurumun güven kaybetmeden varlığını devam ettirmesini sağlamak için doğru tedbirlerin alınması ve uygulanması gerekmektedir. Bu da ancak etkili bir kriz iletişimi uygulamasıyla mümkündür. Peltekoğlu (2007,445)’na göre; ‘Kriz yönetiminin başarılı olabilmesi önceden hazırlanmış kriz ve kriz iletişim planlarının varlığına bağlıdır. Karşılaşılması olası krizler için senaryolar hazırlanılması, iç ve dış uyaranlara karşı tedbirli olunması krizin önlenmesine ve de krize hazırlıklı olunmasına katkı sağlamaktadır.’ 2.2. Krizle Mücadelenin Temel Unsuru Olarak Kriz İletişimi Krizi etkili bir iletişim planıyla yönetmek, kurumun imajı ve hedef kitleyle iletişimin zedelenmemesi için son derece önemlidir. Aydemir (2001:75)’e göre; ‘Kriz iletişimi, esas olarak, bir birey ya da organizasyonun, planlanmamış ya da beklenmedik biçimde ortaya çıkan kaza ya da tehdit sonrasında bir kriz durumuyla karşı karşıya kaldığında, toplum ya da kamuoyuna bu birey ya da organizasyon tarafından belirli mesajların iletilmesi anlamına gelmektedir.’ Krizle karşı karşıya kalan bir kurumla ilgili olarak kamuoyunun zihninde pek çok soru belirecektir. Bu kafa karışıklığını gidermek, kurum ile hedef kitle arasında kurulacak etkili iletişim ile mümkündür. Bu noktada, krizi yönetmenin en önemli araçlarından birinin iletişim olduğu görülmektedir. Kriz iletişimi, hedef grubun zihninde, krizin etkilerinin en aza indirilerek kendileri lehine sonuçlanacağı algısı yaratmakta ve kuruma olan güvenin korunmasına yardımcı olmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 313 3. Kurumsal Güveni Korumada Kriz İletişimi Kurumlar, beklenmedik bir kriz durumu ile karşı karşıya kaldıklarında kamuoyunun gözünde güven kaybetmemek için, etkili kriz bir iletişim planı uygulayarak bu süreçten en az zararla kurtulmaya çalışmaktadırlar. Başarılı oldukları durumlarda, kurumsal güveni korur aksi takdirde güvene zarar verirler. Aşağıdaki şekilde, kriz dönemlerinde kurumsal güvenin korunduğu ve zarar gördüğü durumlarda kurumların ne gibi sonuçlarla karşılaşacağı belirtilmiştir. Şekilde de görüldüğü gibi, güveni koruyan kurumlar maddi ve manevi pek çok kazanım elde ederken, güveni koruyamayan kurumlar üstesinden gelmesi oldukça zor bir sürece girerler. Doğacak bu sonuçlar dikkate alınarak, güven kaybı yaşamadan krizi atlatmak için, kriz öncesinde, sırasında ve sonrasında yapılması gerekenlerin belirlendiği bir kriz iletişimi planı hazırlanması gerekmektedir. Bu doğrultuda düşünülerek, çalışma modeli şu şekilde oluşturulmuştur: 314 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Şekil 1. Başarılı Kriz İletişimi Planı Tabloda yer alan başarılı kriz iletişim planını ayrıntılarıyla açıklamak gerekirse; 3.1. Kriz Öncesi Kriz İletişimi Nedeni ne olursa olsun, krize karşı hazırlıklı olunabilir ve önlemler alınabilir. Modelimize göre, kriz öncesi yönetim süreci etkinlikleri, planlama ve örgütlenme başlıkları altında toplanmaktadır. Planlama aşamasında (Öztürk, 2010:32), krizin kötü etkilerinden sakınmak için engeller ve zayıf noktalar tespit edilmeli ve daha sonra bunlarla başa çıkma yolları belirlenmelidir. Ardından kaynak planı oluşturulmalı, mevcut krizi çözmek için neye ihtiyaç duyulabileceği, bunların nasıl elde edileceği ve kimin bu işten sorumlu olacağı üzerine düşünülmelidir. Örgütlenme aşamasında ise, yapılması gerekenlerden bütün yönleriyle sorumlu olacak bir kriz takımının oluşturulmalıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 315 Slavitt (1997:39-41)’e göre, ‘Bu takımda, bir kriz takımı yöneticisi, bir sözcü, bir halkla ilişkiler sorumlusu, finansal ve ticari konularda karar alacak bir kişi, bir hukukçu ve çevreden elde edilen bilgileri değerleyen bir uzman, can kayıpları ve yaralanmalar söz konusu ise, bu kişilerin ailelerine ve yakınların haber verecek biri bulunmalıdır. Oluşturulan bu takımın gereksinim duyacağı tüm bilgiler, kriz odası vb. sağlanmalıdır. Önemli bilgilerin hazırlanması da örgütlenme aşamasının önemli bir bölümüdür. Kriz durumunda, örgüt içinde ilişki kurma gereksinimi duyulabilecek kilit insanların tamamını içeren bir liste yapılmalıdır. Bu listeye medya üyeleri, ilgili ajanslar ve yetkililer dahil edilmelidir. Kriz sırasında, hedef kitlenin samimi, dürüst ve etkili şekilde mesajlar veren bir muhatabı olması için bir sözcü belirlenmelidir. Kurumsal bir aktör olarak hedef kitle ile ne kadar doğru iletişim kurulabilirse kurumsal güven o oranda korunacaktır.’ 3.2. Kriz Sırasında Kriz İletişimi Kriz sırasında ilk olarak, ‘Bu bir kriz mi?’ sorusuna yanıt aranarak kriz tanımlanmalıdır. Daha sonraki adımda, krizin boyutları hesaplanır. Bunun için; Kaç kişi bu işin içindedir? Bunlar kimlerdir? Sağlık, para ve itibar açısından şimdiden ortaya çıkan maliyetler nelerdir? Krizi kimin bilmesi gerekmektedir? vb. soruların cevaplanması gerekmektedir (Öztürk, 2010:33). Bir sonraki adımda, kriz kontrol altına alınmalıdır. Bu aşamada SWOT analizi, risk listesi oluşturmak ve kriz takımını harekete geçirmek gerekmektedir. Öztürk (2010:34)’ün söylediği gibi, ‘Artık krizin kontrol altına alınması planlı ve organize bir çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Bu aşamada kurumun hedefi, acilen kanamayı durdurmak olmalıdır. Hızlı bir şekilde karar alınmalıdır. Kriz kontrol edildikten sonra ise, yoğun bir içsel denetimin varlığı söz konusu olmalıdır. Süreci denetleyen yönetici krizin olumsuz sonuçlarını önleyecek eylemlerden hangilerinin, hangi ölçüde uygulandığını denetlemelidir.’ 3.3. Kriz Sonrası Kriz İletişimi Kriz ortamında yapılan müdahalelerin etkili olması durumunda kurum krizden güven kaybı yaşamadan çıkacak, yapılan müdahalelerin yetersiz olması durumunda ise sistemin yaşama şansı azalacaktır. Krizi atlatan kurum, kriz döneminde bozulan düzeni ve var olan kaos ortamını tamir etmelidir. Denge durumuna dönüldükten sonra kriz değerlendirilerek krizden alınan derslerin ve çıkarılan sonuçların ortaya konması, kayıp ve zararların saptanması ve yaşanan krizin tekrar etmemesi için gerekli önlemlerin eksiksiz olarak alınması gerekmektedir. Öztürk (2010:37)’e göre; ‘Kriz atlatılıp, örgüt üzerindeki olumsuz etkileri giderildikten sonra, öğrenme ve değerlendirme aşamasına ulaşılır. Kriz yönetimi sürecinin son safhasında o ana kadar yapılan faaliyetler değerlendirilir ve geleceğe yönelik dersler çıkarılır.’ Kriz iletişim sürecinde sergilenecek olan tüm bu tutumlar, hedef kitlede samimi, dürüst, duyarlı ve şeffaf bir yönetim algısı yaratarak, kurumun, krizi fırsata dönüştürmesine ve güveni koruyarak hayatına devam etmesine olanak tanıyacaktır. 316 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Çalışmamız göstermektedir ki, kriz dönemlerinde bilgi akışı her zamankinden daha büyük önem taşımaktadır. Bu akışı sağlayacak olan kriz iletişimi, krize, öncesinde, sırasında ve sonrasında nasıl müdahale etmemiz gerektiğini tarif etmektedir. 4. Örnek Olay İncelemesi 4.1. Türk Kızılayı’nın AIDS’li Kan Skandalı 4.1.1. Yöntem Kriz, her kurumun kendine özgü bir yöntem uygulayarak en az hasarla atlatmak istediği bir dönemi ifade eder. Bu kapsamda, Türk Kızılayı’nın, kendi kurumundan alınan AIDS’li kanın üç hastaya enjekte edilmesi ile ortaya çıkan krizi, nasıl bir yol izleyerek çözmeye çalıştığı ele alınmıştır. Kurum yetkilisiyle, soru-cevap tekniğine göre yapılan görüşme sonucunda Kızılay’ın kriz öncesinde, sırasında ve sonrasında izlediği kriz iletişim adımlarının neler olduğu tespit edilmiştir. Yapılan görüşme, içerik analizi yönteminden yararlanılarak incelenmiştir. İçerik analizi, sözel, yazılı ve diğer materyallerin nesnel ve sistematik bir şekilde incelenmesine olanak tanıyan bilimsel bir yaklaşımdır (aktaran Serti Kurtoğlu, Akıncı ve Seferoğlu, 2012:353). Aziz (1990, s.119)’e göre ‘İçerik analizi, yazılan ve söylenenin hazırlanan açıklayıcı yönergeye göre ne kadar sıklıkla bulunduğunun saptanmasıdır.’ 4.1.2. Örneklem Araştırmanın örneklemini, 2012 yılı Şubat ayında medyaya konu olan Türk Kızılayı’nın yaşadığı, AIDS’li kan bağışı krizi oluşturmaktadır. Olayın özetine ve basına yansıyan bazı açıklamalara kısaca değinecek olursak; ‘Türk Kızılayı’nın AIDS’li Kan Skandalı’ Türk Kızılayı, kar amacı gütmeyen, yardım ve hizmetleri karşılıksız olan, kamu yararına çalışan, gönüllü bir sosyal hizmet kuruluşudur. 2012 tarihinde, Kızılay tarafından temin edilen kanın, HIV pozitif bir donörden almış olması ve bu kanın üç hastaya enjekte edilmesi söz konusu olmuştur. Hastaların (Böbrek yetmezliği tedavisi gören bir hasta, by-pass ametliyatı geçiren bir hasta ve erken doğum sırasında hamile bir kadının bebeği) ölümü ile sonuçlanan bu vak’a neticesinde Kızılay yetkilileri hakkında “taksirle adam öldürme ve AIDS virüsü bulaştırma” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştur. Hastaların ölümünün ardından açılan davanın üzerine, Türk Kızılay Genel Başkanı Akar tarafından bazı açıklamalar yapılmıştır. Çalışmamız göstermektedir ki, kriz dönemlerinde bilgi akışı her zamankinden daha büyük önem taşımaktadır. Bu akışı sağlayacak olan kriz iletişimi, krize, öncesinde, sırasında ve sonrasında nasıl müdahale etmemiz gerektiğini tarif etmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 317 4. Örnek Olay İncelemesi 4.1. Türk Kızılayı’nın AIDS’li Kan Skandalı 4.1.1. Yöntem Kriz, her kurumun kendine özgü bir yöntem uygulayarak en az hasarla atlatmak istediği bir dönemi ifade eder. Bu kapsamda, Türk Kızılayı’nın, kendi kurumundan alınan AIDS’li kanın üç hastaya enjekte edilmesi ile ortaya çıkan krizi, nasıl bir yol izleyerek çözmeye çalıştığı ele alınmıştır. Kurum yetkilisiyle, soru-cevap tekniğine göre yapılan görüşme sonucunda Kızılay’ın kriz öncesinde, sırasında ve sonrasında izlediği kriz iletişim adımlarının neler olduğu tespit edilmiştir. Yapılan görüşme, içerik analizi yönteminden yararlanılarak incelenmiştir. İçerik analizi, sözel, yazılı ve diğer materyallerin nesnel ve sistematik bir şekilde incelenmesine olanak tanıyan bilimsel bir yaklaşımdır (aktaran Serti Kurtoğlu, Akıncı ve Seferoğlu, 2012:353). Aziz (1990, s.119)’e göre ‘İçerik analizi, yazılan ve söylenenin hazırlanan açıklayıcı yönergeye göre ne kadar sıklıkla bulunduğunun saptanmasıdır.’ 4.1.2. Örneklem Araştırmanın örneklemini, 2012 yılı Şubat ayında medyaya konu olan Türk Kızılayı’nın yaşadığı, AIDS’li kan bağışı krizi oluşturmaktadır. Olayın özetine ve basına yansıyan bazı açıklamalara kısaca değinecek olursak; ‘Türk Kızılayı’nın AIDS’li Kan Skandalı’ Türk Kızılayı, kar amacı gütmeyen, yardım ve hizmetleri karşılıksız olan, kamu yararına çalışan, gönüllü bir sosyal hizmet kuruluşudur. 2012 tarihinde, Kızılay tarafından temin edilen kanın, HIV pozitif bir donörden almış olması ve bu kanın üç hastaya enjekte edilmesi söz konusu olmuştur. Hastaların (Böbrek yetmezliği tedavisi gören bir hasta, by-pass ametliyatı geçiren bir hasta ve erken doğum sırasında hamile bir kadının bebeği) ölümü ile sonuçlanan bu vak’a neticesinde Kızılay yetkilileri hakkında “taksirle adam öldürme ve AIDS virüsü bulaştırma” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştur. Hastaların ölümünün ardından açılan davanın üzerine, Türk Kızılay Genel Başkanı Akar tarafından bazı açıklamalar yapılmıştır. Kriz basına yansıdığında; herhangi bir kriz iletişim planı oluşturulmamıştır. Kriz sırasında atılan adım basın toplantısı düzenlemek olmuştur. Kamuoyuna verilen mesajlar, hatanın bağışçıdan kaynaklandığı, kan bağışlarının hastalık bulaşma riski barındırdığı ve kurumun konu hakkında herhangi bir sorumluluğunun ve ihmalinin olmadığı yönünde olmuştur. 318 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kriz sonrasında ise; kurum bir iç değerlendirme yaparak, sosyal medya üzerindeki iletişimini kuvvetlendirilme girişiminde bulunmuş, kriz ekibi oluşturmuş, kriz durumunda muhatap listesi hazırlamış, kurum dışından bilim ekibi oluşturularak inanırlık sağlanmaya çalışmış ve kanaat önderleri ile daha sıkı bir diyalog ortamı yaratmaya yönelik girişimlerde bulunmuştur. Bunların dışında alınan tedbirlerden bir diğeri de bağışçı sorgulama formunun eksiksiz doldurulması konusunda doktorlara da sorumluluk getirilmesidir. Böylece kurum krizden öğrenerek çıkmış ve yeni bir krizle karşılaşmamak için gerekli tedbirleri almaya başlamıştır. Bu bulgular doğrulusunda hazırlanan tabloda, çalışma modelinde belirlenen kriz iletişim adımları ile Kızılay’ın kriz sürecinde izlediği kriz iletişim adımları karşılaştırılmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 319 Tablo 1. Kriz iletişim süreci bağlamında Kızılay’ın kriz yönetim stratejisi Kriz İletişim Süreci Kriz İletişim Adımları Kızılay’ın Gerçekleştirdiği Kriz İletişimi Kriz Öncesinde Kriz İletişimi Planlama Engeller ve zayıf noktalar tespit edilmeli ve bunlarla başa çıkma yolları belirlenmelidir. Muhtemel krizlere karşı herhangi bir öngörüde bulunulmamış ve önlem alınmamıştır. Örgütleme Kamuoyunun ve krizin mağdurlarının soru ve sorunlarının çözümüne katkı sağlamak için kriz takımının oluşturulması gerekmektedir. Herhangi bir kriz yönetim ekibi mevcut değildir. Kriz Sırasında Kriz İletişimi Krizin Saptanması Hangi hedef kitlenin ne ölçüde etkilendiğinin ve krizin yol açtığı hasarın boyutlarının hesaplanması gereklidir. Kurum, kriz ile ilgili sorumluluk kabul etmemekte ve bağışçı sağduyulu olmadığı takdirde kendileri tarafından alınacak bir önlem olmadığını belirtmektedir. Krizin Kontrol Altına Alınması Medya ile olumlu diyalog kurulması, yalın ve etkili mesajların doğru kanal ve doğru zamanda iletiminin sağlanması sürecin önemli bir parçasıdır. Kriz sırasında geleneksel mecralara dönük bir medya iletişimi gerçekleştirilmiştir. Basın toplantısı yapılarak kriz ile ilgili açıklamalarda bulunulmuştur. Denetleme Süreci denetleyen yönetici tarafından, hangi eylemlerin kriz sırasında ne ölçüde uygulandığı denetlenmelidir. Kriz ortaya çıktığında, kurumun herhangi bir kriz iletişim eylem planı bulunmamaktadır. Kriz Sonrası Kriz İletişimi Denge Durumuna Dönüş Öğrenme – Değerlendirme -1- Öğrenme – Değerlendirme -2- 320 Krizin ardından çevre koşullarına uyum sağlamak için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Söz konusu kriz ile ilgili olarak hukuki ve yönetsel önlemler alınmıştır. Kriz süresince yapılan tüm çalışmaların ve bundan sonra yapılması gerekenlerin tartışılması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Medya ile ilişkilerin geliştirilmesi, kriz ekibinin gerekliliği ve bağışçı sorgulama formunun ciddiyeti gibi konularda tedbirler alınmakta ve çalışmalar yapılmaktadır. Kayıp ve zararlar saptanarak bunların giderilmesi için gerekli önlemler alınmalıdır. Kurum, kan bağışlarında herhangi bir düşüş yaşanmadığını, belirlenen hedeflere ulaşıldığını belirtmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Sonuç ve Öneriler Yapılan bu çalışmada, yaşanan krizlere müdahale etmek için önce kriz olgusunu doğru anlamak gerektiği düşünülerek, krizin kavram olarak ne ifade ettiği incelenmiştir. Bu inceleme sonucunda krizlerin, kurumları yalnızca maddi kayıplara uğratmadığı aynı zamanda kurumsal güveni de olumsuz yönde etkileyen bir kavram olduğu görülmüştür. Kurumların, kriz dönemlerinde yaşamlarına devam edebilmeleri için hedef kitlenin zihninde yaratıkları sadakat, dürüstlük, tutarlılık, açıklık ve yeterlilik gibi değerleri de içinde barındıran güven kavramını koruyabilmeleri gerekmektedir. Yapılan literatür araştırması doğrultusunda, kurumların krizden en az hasarla kurtulmak ve bu süreçte güven kaybı yaşamamak için bir kriz iletişim planı oluşturulmaları gerektiği düşünülmektedir. Bu bağlamda, kurumların kriz sürecinde, hangi adımları izlemeleri gerektiği çalışma modeli ile belirlenmiştir. Yapılan örnek olay incelemesinde, çalışmanın modelini oluşturan adımlarla, Türk Kızılayı’nın kriz sürecinde izlediği, yönetim adımları karşılaştırılmıştır. Elde edilen bulgulardan hareketle görülmüştür ki, Kızılay, ölümle sonuçlanan bu vak’ayı kriz yaşanmadan önce öngörebilmek için herhangi bir çalışma yapmamıştır. Kriz basına yansıdıktan sonra ise, bir basın açıklaması yapılmış ve açıklamanın içeriği sorumluluk kabul etmemek üzerine kurgulanmıştır. Ancak kriz sonrasında kurum iyi bir öğrenme aşamasından geçmiş ve eksiklerini tespit ederek düzeltme yönünde adımlar atmıştır. Krizden sonra kurum tarafından, toplumdaki güven kaybını tespite dönük bir ölçümleme yapılmamış ancak kan bağışlarında herhangi bir düşüş yaşanmadığı görülmüştür. Kurum yetkilisinden alınan bu bilgiler ışığında, Kızılay’ın söz konusu krizi yönetmek konusunda, bir kriz iletişim planının bulunmadığı ve gerekli stratejik önlemlerin alınmadığı görülmektedir. Kurumlar, kriz iletişim planını uygulamaları halinde, krizden güveni koruyarak çıkmayı başarabilirler. Aksi halde krizi başarılı bir şekilde yönettiklerini söylemek mümkün değildir. Çalışmada söz edilen kriz iletişim adımları da kurumların krizi güvenle atlatmayı başarabilmeleri için zemin oluşturmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 321 Kaynakça Kitap Kaynakları: 1. Aziz, A, Araştırma Yöntemleri, Teknikleri ve İletişim, İlad İletişim Yayınları, Ankara (1990). 2. Bromiley, P. ve Cummings L.L. The Organizational Trust Inventory (OTI). Roderick M. Kramer ve Tom R. Tyler (Der.), Trust in Organizations: 302-319. Thousand Oaks: Sage (1996). 3. Mishra, A.K. ‘Organizational Responses to Crisis: the Role of Trust’, Roderick M Kramer ve Rom T.Tyler (Der), Trust in Organizations: Frontiers of Theory and Research, 114-139, sage Publications, London (1996). 4. Peltekoğlu, F.B. ‘Halkla İlişkiler Nedir?’, 5.baskı, Beta Yayınları, İstanbul (2007). Dergi Kaynakları: 1. Demircan, N. ve Ceylan, A. ‘Örgütsel Güven Kavramı: Nedenleri ve Sonuçları’, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 2, Erişim: 2015, http://www2.bayar. edu.tr/yonetimekonomi/dergi/pdf/C10S22003/ndac.pdf (2003). 2. Demirtaş, H. ‘Kriz Yönetimi’, Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi Dergisi, Celal Bayar Üniversitesi, Sayı: 23 (2000). 3. Sert,G, Kurtoğlu, M, Akıncı ,A, Seferoğlu, S, ‘Öğretmenlerin Teknoloji Kullanma Durumlarını İnceleyen Araştırmalara Bir Bakış: Bir İçerik Analizi Çalışması’, Erişim: 2015, http://yunus.hacettepe.edu.tr/~sadi/yayin/AB12_Sert-KurtogluAkinci-Seferoglu_IcerikAnalizi.pdf (2012) Makale Kaynakları: 1. Slavitt, E. ‘Company Crisis Management: A Varying Role for the Lawyer’, Boston Business Journal, Nov. 7 (1997). Tez Kaynakları: 1. Aydemir, E.‘Uluslararası İlişkilerde Kriz ve Kriz İletişimi’, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi (2001). 2. Günaydın, S.C. ‘İşletmelerde Örgütsel Adalet Ve Örgütsel Güven Değişkenlerinin Politik Davranış Algısı ve İşbirliği Yapma Eğilimine Etkisini İnceleyen Bir Çalışma’, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi (2001). 3. Öztürk, B. ‘Kriz Yönetimi ve Örnek Bir Uygulama’, Yıldız Teknik Üniversitesi, Endüstri Mühendisliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi (2010). 322 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ WEB Kaynakları: 1. Neveu, V. ‘Organizational Trust: Definition and Measurement’, Erişim: 2015, www.agrh.org/english/neveu.uk (2000). 2. Haberturk.com, ‘Yine HIV’li kan’, Erişim: 2015, http://www.haberturk.com/ saglik/haber/714069-yine-hivli-kan 3. Kanalb.com, ‘Kızılay’da AIDS’li kan skandalı büyüyor’, Erişim: 2015, http:// www.kanalb.com.tr/haber.php?HaberNo=39470#.VZaP-Pntmko 4. Hurriyet.com, ‘Hata söz konusu değil.’ Erişim: 2015 , http://www.hurriyet.com.tr/ kelebek/saglik/19880906.asp 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 323 324 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ YENİ MEDYA ORTAMLARINDA ÖRGÜTLENME VE TOPLUMSAL ETKİLERİ: #SENDEANLAT ÖRNEK OLAY İNCELEMESİ Berkant YILMAZ1 Özet Bilişim teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak emek toplumunun yerini bilgi toplumuna bırakmasıyla bireylerin toplumsal sorunlara vermiş olduğu tepkinin ve eylemlerin boyutu da değişime uğramıştır. Sahip olduğu etkileşimlilik, zaman mekan sınırının olmayışı vb özellikleri sayesinde Sosyal Medya, başta Twitter olmak üzere bu değişim sürecinde toplumsal örgütlenmenin en önemli mecrası konumuna gelmiştir. Bu örgütlenmelere, ülkemizde yaşanan ve toplumun vicdanında derin yaralara yol açan Özgecan Aslan cinayeti sonrası başlatılan #sendeanlat kampanyasını örnek gösterebiliriz. Bu kampanyanın ışık tutacağı çalışma ile sosyal ağların etkili kullanımın bireylerin örgütlenmesindeki rolü ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Örgütlenme, Sosyal Medya, Twitter, Özgecan Aslan, #sendeanlat 1 Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 325 ORGANIZATION IN SOCIAL MEDIA AND ITS SOCIAL EFFECTS: #TELLYOURSTORY CASE STUDY Abstract Society structure turned into from labor community to information society depending on development of information technology. Thereof people behaviour and size of the action are altered towards social issues. Thanks to Social Media’s features which are interaction, simultaneity etc had been most important factor of society organization during in this alteration process. Especially Twitter has major impact. We can illustrate that organization with Twitter campaigne one sadness event in Turkey. After killing one of University student who is Özgecan Aslan people have initiated #sendeanlat (tellyourstory) hashtag campaign which have been wide-spread participants. This study aims that how to obtain major effect from social media with effective usage. Keywords: Organization, Social Media, Twitter, Özgecan Aslan, #sendeanlat 326 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. Giriş Bilişim teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak emek toplumunun yerini bilgi toplumuna bırakmasıyla bireylerin toplumsal sorunlara vermiş olduğu tepkinin ve eylemlerin boyutu da değişime uğramıştır. Artık bireyler, sorunlu gördüğü durumlara karşı tepki göstermek için sosyal ağları tercih etmektedir. Sosyal paylaşım ağları milyonlarca insanı örgütleyerek yeni bir kamusal alan sağlarken, muhalif seslerin de yükseldiği yeni agoralar gibi değerlendirilmektedir. Kullanım maliyetinin düşüklüğü, yer ve zaman sınırlandırılmasının olmayışı, milyonlarca kişinin eş zamanlı iletişime geçmesi, sosyal paylaşım ağlarını toplumsal örgütlenmenin en önemli mecrası konumuna getirmiştir. Bu örgütlenmelere, ülkemizde yaşanan ve toplumun vicdanında derin yaralara yol açan Özgecan Aslan cinayeti sonrası başlatılan #sendeanlat kampanyasını örnek gösterebiliriz. Twitterda başlatılan #sendeanlat hashtag’i ile birçok kadın sosyal medyanın birleştirici gücünü kullanarak başından geçen taciz anılarını paylaşma ve toplumsal farkındalık yaratma fırsatı bulmuşlardır. Bu kampanya ile birlikte birçok imza kampanyası başlatılmış ve milyonlarca imza toplanmıştır. Bu çalışmanın literatür kısmında yeni medya ortamlarında örgütlenme ve sosyal medyanın örgütlenmede sağladığı kolaylıklar ele alınacaktır.. Litaratür çalışmalarının ardından çalışmanın ise 14 Şubat 2015 tarihinde paylaşılan #sendeanlat hashtag’i üzerinden yapılan paylaşımlara yönelik içerik analizi ve toplumsal etkilerine yönelik örneklendirmeler yapılacaktır. Ayrıca kampanyanın aracı olduğu Change.org üzerinden başlatılan online imza kampanyaları ve bu kampanyalara katılım davranışları incelenecektir. 2. Yeni Medya Ortamlarında Örgütlenme Örgütlenme, belirli amaçlara ulaşmak için bir araya gelmiş insanların işbirliği ve koordinasyon içinde ortak hedeflere yönelik çabalarından oluşan gruplar olarak tanımlamaktadır (Karakaya ve Kızıloğlu, 2014: 553). İnsanlar veya gruplar belirli bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmeleri, örgütlenmeleri ve sonuç almaları 1990’lı yılların başlarına kadar uzun bir zaman alırken, 90’lı yıllardan sonra internet teknolojilerinin gelişmesiyle bu süreç daralmış ve insanlar amaçları doğrultusunda daha kolay örgütlenebilme fırsatı elde etmiştir. İnternetin iletişim aracı olmasının yanında yeni bir iletişim ortamı da yaratması, bireyleri günlük hayatın fiziki sınırlılıklarından arındırmış ve onlara alternatif bir yaşam alanı sunmuştur. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 327 Bu durum, bireyler arası iletişim ve etkileşimin farklı bir boyut kazanmasını ve yeni örgütlenme biçiminin ortaya çıkmasını sağlamıştır. İnternet yalnızca kamuoyunun biçimlenmesinde haber ve bilgiyi taşıyan bir araç olarak değil, kendisi üzerinde kamusal ilişkilerin gerçekleştiği bir alan olma özelliği ile de dikkat çekmektedir (Timisi, 2003: 140). Wellman, ulaşım araçları (araba, uçak vb.) ve iletişim araçlarının (telefon ve bilgisayar ağları) uzak mesafelerdeki insanların birbirleriyle sosyal ilişki kurmasına imkan tanımaya başladığını ifade etmiştir. Buradan hareketle Wellman, sosyal ağları; “sosyal kimlik ve aidiyetin bulunduğu, sosyalleşme ve bilgi paylaşımına imkan veren sosyal örgütlenmeler” şeklinde tanımlamıştır (Wellman, 2001: 228). Teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin sunduğu iletişim olanakları bireylerin çevrelerini algılama ve kritik yapabilme gücünü artırmıştır. Yeni medya, internetin etkileşimli iletişim gücünü anlatmak için kullanılan soyut bir kavramdır ve bu gücü kullanan araçlar da sosyal medya araçları olarak adlandırılmaktadır. Bireyin çevresinde ortaya çıkan sosyal, kültürel, ekonomik, yönetsel gelişmeler sosyal medya araçları üzerinden hızlıca yayılmakta ve insanların bu içerikleri tartışabilmeleri mümkün olmaktadır (Aydın ve Eren, 2014: 197-198). Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlar, kullanıcılarına tanışma ve mesajlaşmanın ötesinde, organizasyon kurma, organize olma, bilgi ve fikir paylaşma, inanç ve düşünceler etrafında gruplaşma imkânlarını da vermiştir (Boyd & Ellison, 2008: 213). Başka bir ifade ile sosyal ağlar, yalnızca kamuoyu oluşumuna katkı sağlamakla kalmamakta, ayrıca sosyal hareketlerin planlandığı, organize edildiği, başlatıldığı ve yönetildiği önemli araçlara dönüşmektedir. Alternatif medya başat temsil pratiklerinin karşısında baskılananların, alt kültürlerin ve toplumda öteki olarak konumlandırılanların kimlik politikalarını, değerlerini, sözlerini ifade eden metinleri dolaşıma sokmaktadır (Binark ve Gencel Bek 2007:186). Geleneksel medyanın tek yönlü iletişimiyle, kendisi gibi düşünen insanlarla iletişimini kaybeden ve sistemin yarattığı suskunluk sarmalında kaybolan bireyler, sosyal medya sayesinde yalnız olmadıklarını keşfederek, birlik olmanın gücünü kullanmaktadırlar (Acar, 2014: 204). Sosyal medyanın bilgiyi bu şekilde kolay erişilebilir ve paylaşılabilir kılması, bireylere eriştikleri veya kendilerine iletilen bilgilerle ilgili tartışma ortamı oluşturabilmesi, diğer bireylerin konuyla ilgili düşüncelerini anlık izleyebilmesine ve bunlara kendilerinin de katılabilmesine imkân sağlaması gibi özellikleri, onun kamuoyu oluşturmadaki rolünü tartışmasız biçimde güçlendirmiştir (Aydın ve Eren, 2014: 197-198). 328 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kullanım maliyetinin düşüklüğü, yer ve zaman sınırlandırılmasının olmayışı, milyonlarca kişinin eş zamanlı iletişime geçmesi, sosyal paylaşım ağlarını toplumsal örgütlenmenin en önemli mecrası konumuna getirerek, farklı amaçlar ve hedefler doğrultusunda bir araya gelen gruplar ve örgütlenmeler yaygınlaşmaya başlamıştır (Demirtaş, 2012: 85). Bu sosyal paylaşım alanlarının başında ise Twitter gelmektedir. Twitter, kullanıcılarına 140 karakterle sınırlı metin, video ve fotoğraf paylaşabilmesini sağlayan mikro blogdur. Twitter sistemi içerisinde yazılan mesajlara verilen genel isim Tweet’dir. Metin, video ya da fotoğraf ayırt etmeksizin paylaşılan her bir mesaja tweet denir. Retweet, başka bir kullanıcı tarafından gönderilen bir tweet’in, kendi hesabınızdaki kişilere aynen iletilmesidir. Herhangi bir tweet’in yaygın hale getirilmesi için kullanılır ve birçok kişinin takip etmesi sağlanır (www.sosyalmedyakulubu.com.tr). Twitter’da yayımlanan bir tweet haber ya da görüş bir anda gündeme oluşturabilmekte ve konuşulabilmektedir. Bunda elbette ki tweeti atan kişinin şahsı konumu ve mevkisi de önem taşımaktadır. Örneğin bir siyasetçi, bir oyuncu, şarkıcı gibi toplumun tanınan bilinen kişilerinin tweetleri gündem olabilmektedir. Artık sosyal medya bir haberin duyurulup yayılması açısından en hızlı mecra olarak kabul edilmektedir. Bir tweet ya da mention gönderildiğinde çok hızlı bir şekilde retweet yapılarak yayılmakta ve son derece de kısa bir sürede süratle kullanıcılar arasında dağıtılmaktadır. Örgütlenme açısından değerlendirildiğinde ise iletilmek istenen mesajı hızlı bir biçimde daha çok kişiye ulaştırmak ve bu kişilerin örgütlenerek sonuç alabilmeleri için Twitter’ı teknik açıdan da etkili kullanmak gerekir bu yollardan biri de etkili hashtag kullanımıdır. Twitter’da başına # işareti konularak yazılan sözcüklerle ifade edilir. Tweet gönderilirken ana başlık gibi konumlanan “hashtag” kullanıcıların ilgilendiği konularda hızlı bilgi yayması ve mesajın doğru kitleye ulaşmasını sağlar. Konu başlığı ya da etiket olarak da nitelendirilebilir (www.sosyalmedyakulubu.com.tr). 3. #Sendeanlat Örnek Olay İncelemesi Mersin’de üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesi tüm Türkiye’de adeta infial yarattı. Kadına yönelik hız kesmeyen, bir türlü dur durak bilmeyen şiddetin ardından yaşanan bu cinayet de büyük tepkiye yol açtı.. Özgecan cinayeti Türkiye’nin dört bir yanında protesto edilirken sosyal medyada da dikkat çekici bir kampanya başlatıldı. Özgecan Aslan adlı genç bir kadının cinsel saldırıya uğrayarak öldürülmesi kadınlar arasında bir “itiraf devrimi” ve “terapi” seansına, erkekler arasındaysa bir “utanca”, hemcinsleri adına “yerin dibine geçiren” bir farkındalığa yol açtı. Bu farkındalıkta en büyük pay #sendeanlat etiketine aittir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 329 #sendeanlat tag’i 14 Şubat günü Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, hukukçu İdil Elveriş tarafından başlatılmıştır. Görsel 1. İdil Elveriş’in #sendeanlat Etiketini Başlattığı Twitter Paylaşımı Tag açıldıktan 48 saat sonra bile yazılanların yaklaşık 1/3›ü orijinal, yani RT’ler hariç tutulduğunda dahi yüz binlerce taciz mağduru kadının hikayesini paylaşmış ve buna erkeklerden de ciddi bir biçimde destek gelmiştir. Tag’in bu denli yayılmasında ünlü oyuncu Beren Saat’in yapmış olduğu paylaşım ön ayak olmuştur. #sendeanlat tag’i hem kısa, hem “sen” hitabıyla samimi bir dile sahip olması ile herkesi katılmaya davet ediyor. Bu yönden oldukça başarılı bir iletişim stratejisini ortaya koymaktadır. Daha sonra ise oyuncu Beren Saat’in kendi başına gelenleri anlattığı bir yazıyı sosyal medyada paylaşmasının ardından Twitter’da #sendeanlat etiketiyle yüzlerce kişi, kendisinin veya yakınlarının başlarına gelen taciz ve şiddet olaylarını anlatmaya başladı. 330 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Görsel 2. Beren Saat’in Twitter Hesabından Yaptığı Paylaşım Ünlü oyuncu Beren Saatin Twitter hesabında takipçi sayısının çok yüksek bir sayıda olması yapmış olduğu paylaşımın daha fazla kişi tarafından görülmesine, RT edilmesine ve yüzbinlere ulaşmasını sağlamıştır. Akademisyen İdil Elveriş’in başlattığı kampanyanın bu denli yayılmasında paylaşımı yapan kişinin ününün etkisi de önemli bir faktördür. Beren Saat’in dışında bir çok oyuncu, müzisyen, sporcu bu kampanyanın yayılmasına ön ayak olmuş ve yapılan araştırmalar sonucunda #sendeanlat etiketine toplamda 1.079.791 tweet gönderilmiştir. Grafik 1. #sendeanlat Etiketine Katılım Rakamları (www.starmetre.com.tr). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 331 Twitter analizleri yapmakta olan Star Metrenin raporuna göre #sendeanlat etiketi 1.079.791 kez tweetlenirken, 774.985 kez ise retweet edilmiştir. Toplam katılım ise 320.466 kişi olarak belirlenmiştir. Grafik 2. #sendeanlat Etiketinin Sayısal Verileri (www.starmetre.com.tr). #sendeanlat etiketi oluşturulduktan 246 dakika sonra 15 Şubat 2015 tarihinde Trend Topic (En çok konuşulan) olmuştur. Toplamda 4251 dakika Trend Topic kalan başlık 1.079.791 kez tweetlenmiş, 774.985 kez ise retweetlenmiştir. Taciz mağduriyeti yaşamış bazı kişilerin duygularını ifade ettiği bazı paylaşımlar şu şekildedir; Görsel 3. Twitter Kullanıcılarının #sendeanlat Aracılığıyla Yaptığı Paylaşımlar 332 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ #sendeanlat etiketi İlkay, Nur Yılmaz ve Özleyen Kadın isimli kullanıcıların korkularını, hissiyatlarını ve başından geçen talihsiz anıları paylaşmalarına aracılık etmiştir. Tüm bu tweetlerin, paylaşılan duyguların kalıcı hale gelmesi ve sorunun çözümüne temel olan sorunları tespit edebilmek amacıyla atılan adımlardan birisi de sendeanlat. com web sitesinin kurulmasıdır. 3.1. Sendeanlat.com Web Sitesi Sen de Anlat, Özgecan Aslan cinayeti sonrasında sosyal medya üzerinden bir araya gelen tümüyle gönüllü bir ekip tarafından oluşturulan, tüm editörlerinin kadın olduğu bir farkındalık projesidir. Cinayeti izleyen günlerde #sendeanlat etiketi üzerinden yapılan paylaşımları, sahiplerinden izin almak kaydıyla bir sitede toplayıp arşivlemek ve geniş kitlelere yaymak için kurulmuştur (www.sendeanlat.com). Görsel 4. sendeanlat.com Web Sitesinin Ana Sayfa Ekran Görüntüsü Kadınların, paylaşmak istediklerini, paylaşmak istedikleri anda, kimliklerinin gizli kalması teminatı ile sitede paylaşabilmeleri için [email protected] e-posta adresi açılmıştır. Böylelikle kadınlar başından geçen olayları açılan e-posta adresine göndererek duygularını paylaşabilme imkanına kavuşmuşlardır. Tüm bunların yanı sıra sanal ortamlarda tepki çığ gibi büyümeye devam etmiş online imza kampanyaları yürüten sitelerde duruma kayıtsız kalamamış ve geniş katılımlı bir kampanya başlatılmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 333 3.2. Change.org İmza Kampanyası “#ÖzgecanYasası çıksın, yasalar kadınları korusun!” “Dünyanın değişim platformu” olarak kendilerini niteleyen change.org sitesinde insanlar rahatsızlık duydukları herhangi bir konuda kampanya başlatabilmekte ve yeterli sayıda imza toplandığında, bunları gerekli mercilere iletmektedirler (Furuncu, 2014: 41). Tüm dünyada ses getiren ve ‘imza toplama sitesi’ olarak bilinen Change.org’da “Özgecan Aslan’a tecavüz edip vahşice katledenlere en ağır cezai yaptırım uygulansın. Özgecan son olsun, kadın cinayetleri durdurulsun!” ismiyle bir imza kampanyası oluşturuldu (www.milliyet.com.tr). Ege Üniversitesi öğrencisi Gözde Salur’ın Özgecan Aslan’ın öldürülmesini protesto etmek amacıyla change.org’da 1 milyon imza hedefiyle başlattığı kampanya tarihi bir desteğe ulaştı. Ege Üniversitesi öğrencisi Gözde Salur change.org üzerinden Türkiye’yi yönetmeye aday 4 partinin liderlerine açıktan mektup yazarak, #ÖzgecanYasası çıksın, yasalar kadınları korusun! taleplerini iletmiştir. Bu kampanya toplamda 1.173.665 kişi tarafından imzalanmıştır (www.change.org). Cumhuriyet Halk Partisi ve Halkların Demokrasi Partisi bu kampanyaya destek vererek 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra bu yasayı meclise getireceklerine söz vermişlerdir. Bu söz üzerine CHP yasa teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmuştur. 3.3. #ÖzgecanYasası Mecliste Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Gülay Yedekçi, kamuoyunda “Özgecan Yasası” olarak bilinen kanun teklifini, 1 milyondan fazla kişinin imzasıyla Meclis Başkanlığı’na sundu. Türk Ceza Kanunu’nun cinsel saldırı suçlarını düzenleyen teklif, 102’nci maddede yer alan ‘iyi hal ve haksız tahrik’ indirimlerinin kaldırılmasını öngörmektedir. Yedekçi’nin sunduğu yasa teklifinde 18 yaşından küçük çocukların evlendirilmesinde ‘rıza‘ kavramının da tamamen ortadan kaldırılması, ayrıca cinsel istismarda şikayet hakkı ve cezaların caydırıcılığının artırılması talep edilmektedir (www.imctv.com.tr). 334 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Görsel 5. Change.org Web Sitesi Üzerinden #ÖzgecanYasasının Mecliste Olduğunun Duyurulması Oyuncu Mert Fırat’ın yer aldığı bir video kampanya esnasında çekilmiş ve de change. org sitesinde sürekli yayınlanmıştır. Bu kamu spotu diyebileceğimiz video aracılığıyla mahkemede takım elbise giyip, kravat taktığı için ceza indirimi alan, pişmanlık veya tahrik yasasından faydalanan kişiler ve hukuki aksaklıklar tasvir edilmeye çalışılmıştır. Bir diğer tepki de bu hazin olaya karşı toplum tarafından genel kabul görmeyen düşüncelerin sanal ortamlarda paylaşımıyla yarattığı infiali arttıran kişilere karşı oluşturulan tutum olmuştur. En bilinir örneği ise ünlü şarkıcı Nihat Doğan’nın talihsiz paylaşımı sonucunda karşı gelişen tepkilerdir. 3.4. Sosyal Medyanın Tutum Belirleme Gücü: Nihat Doğan Örneği Genç üniversite öğrencisi Özgecan Aslanın katledilmesinin hemen ardından ünlü şarkıcı Nihat Doğan Twitter platformu üzerinden @ahusungur1 kullanıcısı ile girdiği tartışma sonucunda paylaşmış olduğu tweet ile gündeme gelmiş ve toplum tarafından büyük bir tepkiyle karşılaşmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 335 Görsel 6. Nihat Doğan’ın Twitter Paylaşımı Twitter başta olmak üzere sosyal ağların hızla yayılma ve kartopu gibi büyüyerek geniş bir etki yaratma özelliği ile kısa bir sürede tepkiler çığla büyümüş hatta o dönemde yeni başlayacak olan Survivor adlı programda yarışacak kişilerden biri olan Nihat Doğan aleyhinde imza kampanyaları başlatılmıştır. Acunn Medyaya hitaben başlatılan imza kampanyasına binlerce kişinin katılması, Survivor programına karşı boykot mesajlarının verilmesi, programın reytinglerini ve itibarını düşürebileceği göz önüne alınarak yarışmacı olacak Nihat Doğanın yarışma başlamadan kadrodan çıkartılmasına neden olmuştur. 4. Sonuç Sosyal medya kullanım maliyetinin düşüklüğü, etkileşim olanağı sağlaması zaman ve mekandan bağımsız olma özelliği ile dünya üzerinde milyonlarca kullanıcıya sahiptir. Dolayısıyla örgütlenme açısından da geleneksel yollara alternatif bir mecra haline gelmiştir. Tüm bunların yanı sıra kitle iletişim araçlarındaki gibi eşik bekçiliğinin olmayışı, kontrolün ve içerik oluşturmanın kullanıcılara bağlı olması, mesajların daha rahat yayılmasını sağlamaktadır. Bu durum ise bireylerin örgütlenmesini kolaylaştıran bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Belli bir amaç doğrultusunda örgütlenen bireyler amaçlarını gerçekleştirmek ve istedikleri sonucu alabilmek için sosyal medyayı etkili bir biçimde kullanmaları gerekmektedir. #sendeanlat örnek olayı da bu duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir. Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesi sonucunda başlatılan bir Twitter kampanyası çok kısa sürede geniş kitlelere yayılmış, bir çok ünlü simanın desteğini kazanmış, imza kampanyalarına ön ayak olmuş hatta Türkiye Büyük Millet Meclisine yasa teklifine kadar önemli bir adım haline gelmiştir. 336 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Ülkemizde şiddet, taciz, tecavüz ve cinsel içerikli suçlar yıllardan kadınlar için önemli bir sorundur. Fakat bu kampanyanın bu kadar geniş katılıma sahip olmasının ve bu kadar büyük bir etki yaratmasında #sendeanlat etiketinin başlatıldığı dönemin de önemi büyüktür. Sıradan bir zamanda böyle bir etiket belki gündeme bile gelmeyecek iken toplumda infial yaratan böylesi hazin bir olaydan sonra etiketin oluşturulması geniş kitlelerin desteğini sağlamıştır. Ayrıca mesajların daha çok kişiye ulaşması için hashtag (#) kullanımı ve dilin samimi bir biçimde seçilerek “sen” gibi içtenlik duygusu hissettirmesi, katılıma yöneltmesi de önemli bir başarı faktörüdür. Ayrıca sosyal ağlarda takipçi sayısı yüksek olan kişilerin konu ile ilgili retweet yapması veya başından geçen olayları anlatarak takipçileriyle paylaşması da katılımın artmasında ve kısa sürede trend topic olmasında önemlidir. Ülkemizde kadına karşı şiddet, taciz ve diğer cinsel saldırılara karşı yeterince koruyucu ve caydırıcı yasaların olmayışı, tecavüz zanlılarına tahrik indirimi adı altında çeşitli cezai indirimler sağlanması bu suçlara karşı kişileri caydırmanın tam tersine cesaretlendirmektedir. #sendeanlat etiketini takip eden süreçte başlatılan imza kampanyalarıyla da bu noksanlığa dikkat çekilmiş ve de siyasilere #ÖzgecanYasası çıkartılması için online imza kampanyası başlatılmış 1 milyondan fazla destek gören kampanya sonucunda ise yasa teklifi meclise gelmiştir. Sonuç almak için öncelikle teşhisi tam olarak ortaya koymak, durumun ne kadar ciddi olduğunu göz önüne sermek gerekir. İşte bu noktada #sendeanlat etiketi kadınların başından geçen çirkin ve talihsiz olayları anlatarak durum tespitine katkıda bulunması, etkili ve hızlı bir çözüm için vahim tabloyu gözler önüne sermesi açısından başarılı bir projedir. Toplum baskısıyla susan, kendini korumak ve daha kötü şeyler olmaması için duygularını bastıran durumdan mağdur kadınlarımız bir nevi suskunluk sarmalına itildiği bu ortamda alternatif bir medya olan sosyal medya aracılığıyla kendilerini ifade edebilme ve örgütlenme fırsatı bularak seslerini duyurma şansını elde etmiştir. Tüm bu olgular bize sosyal medyanın gücünü göstermektedir.. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 337 5. Kaynakça 1. Aydın, A. ve Eren V. (2014). “Sosyal Medyanın Kamuoyu Oluşturmadaki Rolü ve Muhtemel Riskler”, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 16 (Özel Sayı I), 197-205. 2. Acar N. (2014). ”Özgürlük Alanı Olarak Sunulan Sosyal Medya ve Taksim Gezi Parkı Eylemleri” , Akdeniz İletişim Dergisi, 202-217. 3. Timisi N. (2003). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara. 4. Wellman B. (2001). “Physical Place and Cyberplace: The Rise of Personalized Networking”, International Journal of Urban and Regional Research, c. 25 (2) 5. Binark M. (2007). “Yeni Medya Çalışmalarında Yeni Sorular ve Yöntem Sorunu”, M. Binark(der), Yeni Medya Çalışmaları, Dipnot Yayınları, Ankara, 21-44. 6. Boyd, D. ve Ellison N. (2008). “Social Network Sites: Definition, History, and Scholarship”, Journal of Computer-Mediated Communication, 13, 210-230. 7. Demirtaş, M. (2012). “Sosyal Paylaşım Ağlarının Dünya Barışına Katkı Amacıyla Yürüttükleri Faaliyetler : “Facebook’ta Barış Örneği”, (Re) Making and Undoing of Peace/Conflict 3th International Conferance in Communication and Media Studies, Eastern Mediterranean University, 76-90. 8. Furuncu, D. (2014). “Yeni Toplumsal Hareketler, Küreselleşme Ve Dijital Aktivizm: Gezi Parkı Örneği” , Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi, İstanbul. 9. Karakaya E. ve Kızıloğlu S. (2014). “Küçükbaş Hayvancılık İşletmelerinin Örgütlenme Yapısı Bingöl İli Örneği”, Türk Tarım ve Doğa Bilimleri Dergisi 1(4): 552–560. 10. #ÖzgecanYasası İmza Kampanyası, https://change.org/ozgecan 28.05.2015 11. Özgecan Aslan İçin Rekor Katılım, http://www.milliyet.com.tr/ozgecan-aslanicin-rekor-katilim-gundem-2014301/ 28.07.2015 12. Özgecan Yasası Teklifi Meclise Sunuldu, http://www.imctv.com.tr/ozgecanyasasi-teklifi-meclis-baskanligina-sunuldu/ 24.08.2015 13. Sendeanlat.com Hakkımızda, http://sendeanlat.com/#stories. 24.08.2015 14. #sendeanlat Gündem Analizi, http://www.starmetre.com/ttbytime. php?qdate=2015-08-27&qtext=sendeanlat&qtextbutton=Listele 21.07.2015 338 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 339 340 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ BIR SORUN OLARAK BOŞ ZAMAN ETKINLIĞI BAĞLAMINDA YENI MEDYA Bülent AYDIN1 Yusuf YURDİGİL2 Özet Sosyolojik evrede yeni ve belirleyici bir kavram olarak ortaya çıkan boş zaman etkinliği, farklı kullanım ve değerler ile birlikte ön plana çıkmaktadır. Modern toplumla birlikte ortaya çıkan boş zaman etkinliği çağdaş bireyin yaşamında önemli bir yer tutmaktadır. Fakat günümüzde boş zamana yüklenen anlamlar ve ticari belirlenim faktörleri boş zaman etkinliği üzerinde tahakküm kurmuştur. Bu alanı bir yaşam hakkı olmaktan çıkarmıştır. İdeolojik bir sömürü sahası haline getirmiştir. Bu bağlamlarda boş zamanın anlamı değişmiştir. Küreselleşme evresi dünyayı tek merkezli bir yer haline getirmenin yanı sıra bireysel kimlikleri, farklılıkları ve tüketimi de ön plana çıkarmıştır. Dünya tamamen metalarla örtüşmüş bir mekân haline gelmiştir. Bu bağlamada medya, çalışma saatleri dışında bireyleri kendi ekonomi politiği doğrultusunda etkilemeye başlamıştır. Diğer taraftan kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesi ve sosyal medyanın ortaya çıkması bilinç ve eğlence endüstrisinin nüfuzunu artırmıştır. Sosyal medyaya dayalı aktiviteler, bireyin günlük yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bireyler gündelik yaşamın içindeki pratiklerin büyük bir bölümünü sosyal medya üzerinden gerçekleştirmektedir. Özellikle sosyal medyanın boş zaman etkinliği içinde aldığı pay bireyin bu alanla olan ilişkisini bilgi edinme bağlamından kopararak, bu ilişkiyi müzik, sanat, edebiyat, yemek kültürü, moda, sinema gibi beğenilme kaygısının ön planda olduğu bir platforma taşımıştır. Sosyal medya birçok içeriği eğlenceli olarak sunup gençliği iyice kendine çekmiştir. Bu bağlamda sosyal medya boş zaman etkinliğini yapılandırmada işlevsel bir kimliğe bürünmüştür. (Topçuoğlu,1996:16-21) Genel tablodan bakacak olursak bireyler kendileri için değil, başkaları için giyinirler, aç olduklarından dolayı yemezler, başkaları görsün diye yemek salonu seçerler, bilgi sahibi olmak için gezip dolaşmazlar, başkaları görsün diye gezerler. Sonrasında bu eylemleri sosyal medyada paylaşırlar. Nihayetinde kimliklerin inşa edilmesinde ve yıkılmasında aktif rol oynayan moda kavramı kimliklere ilişkin görüşleri etkilemektedir. Elektronik medya kültürü kamusal alanı tek tip bir alan haline getirmektedir. Bu bağlamda küresel kültür biçimi olan moda günümüzde yeni medya olanaklarıyla daha etkindir. Bu sebeple yeni medya boş zaman etkinliği oluşturmada birinci sıradadır. (Harvey,1999:23) Anahtar Kelimeler: Tüketim, Kapitalizm, Boş zaman, Yeni Medya, Küreselleşme 1 Atatürk Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü-Radyo, Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı, (2015) Erzurum Yüksek Lisans Seminer Çalışması, [email protected] 2 Danışman: Doç. Dr. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 341 Abstract The term ‘leisure activity’ in the sociology stage has emerged as a new and decisive concept and come into prominence together with different uses and values. The leisure that emerged with modern society has an important place in the life of modern person. But nowadays assigned meanings to the leisure and commercial determination factors establish domination over the leisure. This has caused the leisure go beyond it be the right to the life. It has changed to an ideological exploitation field. In these contexts, the meaning of leisure has changed. Globalization process has featured the world as a single center as well as the individual identity, differences and consumption. The world has become a place that is completely overlapped with the commodities. In this context, the media has begun to affect people at out of working hours in line with their political economy. On the other hand, diversification of mass communication devices and emerge of social media have increased influence of the consciousness and the entertainment industry. Social media based activities, has become an inseparable part of daily life of people. Individuals have carried out through social media a large part of practical’s inside of daily life. Especially, the taken share in the leisure of social media has carried a platform to this relationship to be at the forefront of favor concerns such as music, art, literature, culture, food, fashion, cinema; breaking off the relation from the obtain information context to the relationship with this field of the individual. Social media has offered many contents as fun, thoroughly attracted toward itself the youth. In this context social media has taken a functional identity in the configuration of leisure. If we look from a general view, individuals not for themselves but dress for others, they choose the dining hall for others, not because of being hungry, they don’t stroll as to have knowledge about, they stroll for others. After then they share these actions on social media. Ultimately the fashion concept which plays an active role in the construction and the abolition of identity has influenced the opinion related to identity. Electronic media culture has deprivatized the public space and has turned this field into one type field. In this context, the fashion as the global culture form is today more efficient with new media opportunities. Therefore new media is in the first queue in creating leisure activities. Keywords: Consumption, Capitalism, Leisure, New Media, Globalization 342 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.Giriş Kapitalizm günümüzde, gerçek yaşamın saatleri dışındaki boş zamanda olduğu gerçeğini topluma yayarak, emek süreci üzerindeki kontrolünü, boş zaman süreçleri üzerindeki kontrolüyle tamamlamaya çalışmaktadır. (Held, 1989: 91) Fabrikalarda çalışan işçilerin, kazandıkları paraları harcamaları, ürettiği ürünleri ve diğer üretim metalarını satın alabilmeleri ve tüketime katkıda bulunabilmeleri için boş zamana ihtiyaçları olmuştur. Kapitalist endüstri bu boş zamanı oluşturmak için hafta sonunu tatil gününe yani tüketime ayırmıştır. Tüketimin teşvik edildiği tatil günlerinin günümüze kadar uzanan açılımı özel günler (anneler günü, sevgililer günü… vs) olmuştur. Bu bağlamda bireylerin üzerinde evrensel bir baskı oluşmuştur. Özel günlerde tüketim yapmak gerekçesiyle kurmaca olarak ortaya konulan bu tatil günü retoriği kapitalizmin işlemesinde işe yarayan önemli stratejilerden biridir. Çağımızın gençlerinin kendisini düşünsel, sosyal ve fiziksel anlamda geliştirip, yaşamını anlamlı ve heyecanlı kılması noktasında önemli bir “zaman ve mekân” alanı olarak boş zaman; tüketim boyutu ile yeni sosyal ilişkilerin, etkileşim biçimlerinin ve yeni yaşam tarzlarının geliştirilmesinde etkili olmaktadır. Boş zaman, yeni ekonomik dinamiklerin sürekli kılındığı bir inşa alanıdır ve bu alan tüketimin farklı ve çeşitli biçimleriyle şekillendirilmektedir. Aynı zamanda gençlerin ihtiyaçlarını, arzularını ve ilişkilerini şekillendiren, farklı türden düşünüş ve davranış biçimlerinin sergilenmesine yol açacak nitelikler içeren bu alan, (Hibbins 1996, s. 22) daha çok seçim, kaçış, kendiliğindenlik ve özgürlükle ilişkilendirilmektedir. Teknolojik olarak gelişen ve değişen kitle iletişim araçları boş zaman doldurmak için günlük hayatta sürekli büyüyen rol oynamaktadır. İletişim araçları kendi diyalektiğini oluşturmanın yanı sıra; bireylerin boş zaman etkinliklerini belirlemektedir. Bu bağlamda bireylere popüler kültür, eğlence, hayal dünyası ve çeşitli fanteziler oluşturmada daha fazla malzeme sunmaktadır.(Kellner,2010,21-22) Böyle bir ortamda medya tüketim ilişkilerini belirleyen en temel yaratıcı haline gelmektedir. (Talimciler,2006:175) Boş zamana ilişkin kuramsal çalışmalar konuya daha çok çalışma ilişkileri-boş zaman ikilemi açısından yaklaşırlar. Çalışmanın insan hayatındaki merkezi rolü ve çalışmanın dinlenme, eğlenme, rahatlama ile organik irtibatı, boş zamanı çalışmayla ilintili ele almaya götürmektedir. Çalışmanın yüceltilmesi, kapitalist düzenin sürekliliği için bir önkoşul olarak kabul ediliyorsa da, toplumbilimciler en az çalışma kadar boş zamanın da önemsenmesi gereğini vurgularlar. (Aytaç 2002: 231-260) 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 343 Adorno ve Horkheimer’e göre, kültür endüstrisi; film, müzik (caz/pop), tv, radyo, diziler, magazin, çizgi roman gibi kitlesel tüketime göre hazırlanmış eğlence ürünlerinden oluşur. Kültür endüstrisi, kitlelerin boş vakitlerini eğlenceli kılmak, her şeyin yolunda gittiği yanılsaması yaratarak, dizgeyle uyumcu bir bütünleşiklik hali meydana getirmek üzere faaliyet gösterir. Kültür endüstrisi, kültürel üretimin tecimsel/ standart/ kolay tüketilebilir tarzda hazırlanarak kitle tüketimine açılmasını sağlar. (Rojeck, 1995: 17). Boş zamanın içeriklendirilmesine ilişkin farklı kuramsal yaklaşımlardan söz edilebilir. Örneğin, bir yandan, boş zamanın çalışmanın bir ürünü, onun tamamlayıcısı ve çalışmaya bağımlı bir zaman dilimi olduğu bundan dolayı da bağımsız bir serbest zaman teorisinin düşünülemeyeceğini ancak genel bir çalışma teorisi içinde varlığının makul görülebileceğini savunan “anakronistik çalışma” teorisine karşılık, bir boş zaman uygarlığından sözeden, “çalışmanın sonunun geldiğini” ileri süren, üretim, emek ve işçi sınıfı gibi kavramların önceligini yadsıyan ütopik yaklaşımlar bulunmaktadır (Argın, l992:30). Marxist kuram için boş zaman, toplumun temel bir sorunsalını oluşturmak yerine daha çok alt yapısal sorunların çözümü ile gerçeklik kazanacak bir boyutunu içerir. Çalışmaya yönelik sorunların aşılması dolaylı olarak bağımlı sınıfın lehine sonuçlanacaktır. Marx’a göre, “artı-emek yaratmak için gerekli emek-zamanı azaltmak değil, toplumun gerekli emeğini belirli bir asgari dereceye düşürmek söz konusudur artık. Bu azalmanın dolaylı sonucuysa, toplumun tüm üyelerinin, herkese tanınmış olan boş zaman ve olanaklar sayesinde, sanat, bilim vb. alanlardaki eğitimlerini geliştirebilmeleridir” (Marx,1997: 26). Marx, boş vakti insan gelişiminin alanı olarak görür. Ona göre, “boş zamanı olmayan, tüm yaşamı uyku, yemek ve benzeri şeylerin getirdiği fiziksel kesintiler dışında kapitalist için çalışmakla geçen kişi, yük hayvanından bile aşağıdır. Kendi dışına yönelik zenginlik üreten bir makinedir yalnızca” (Marx, 1997: 27). Lafargue’ın “Tembellik Hakkı” (1883) adlı eserinde çalışma denilen çılgınlığa karşı insanoğlunun karşı koyması gerektiğini savunur. Çalışmanın tümüyle yadsınması yerine herkesin çalışmasını, buna karşın çalışma sürelerinin günde en fazla 3 saatle sınırlı tutulmasını önerir. Geriye kalan zaman ise, insanların yaratıcı etkinliklerde bulunmaları için serbest bırakılmalı, baskıcı ve müdahaleci etkilerden arındırılmalıdır. Burjuvazinin ancak çalışanın yaşamaya hakkı olduğu şeklindeki “çalışma hakkı” prensibine karşı koyan Lafargue, “Tembellik Hakkı” adı altında “boş zaman hakkı’nı savunur. Lafargue’nun temel amacı bireyin fiziksel ve zihinsel potansiyelini başkası için tüketmesi yerine kendine özgü yaratıcılıklarını sergileyebilecekleri faaliyetler içine girmek suretiyle bilinçleri üzerinde denetimi ortadan kaldırmak ve bireyin kendisini ikamesine olanak tanımaktır (Lafargue, 1999). 344 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Çalışmamızın temelini oluşturacak olan yaklaşım ise Veblen’in “Aylak Sınıf Kuramıdır.”Boş zamana ilk kez sistematik şekilde yaklaşan Veblen, “Aylak Sınıfın Kuramı” adlı eserinde boş zamanı varlıklı sınıfın kendini sunum alanı, boş zaman etkinliklerini de bir tüketim metası olarak görür. Soruna, “gösterişçi tüketim” olgusu açısından yaklaşan Veblen, modern toplumda her şey gibi boş zaman eylemlerine katılımın da nesneleştiği, alınır satılır hale geldiğini ve tüketim toplumunun ilkelerince belirlendiğini ifade eder. Veblen’e göre egemen/aylak sınıfın malları emek verilerek elde edilmemiştir; “şiddet ve hile” ile kazanılmıştır. Gösteriş için tüketim zenginlerin boş yaşam tarzının belirticisidir (Veblen, l995: 68-87). Veblen, gelişmiş endüstriyel toplumlarda, lüksün, ihtiyaç dışı tüketimin bireyin kendisini gösterişçi/kıskandırıcı tatmin isteğinin bir sunumlama yolu olarak öne çıktığını belirtir. Bunun için de, tüketmek, normal bir tavır olmaktan çıkarak, çılgınca yapılan, bireyin yeni imgeler, statüler, saygınlık göstergeleri edindiği, bunu başkalarını kıskandırma içgüdüsüyle yaptığı bir eyleme dönüşmüş olmaktadır.(Aytaç 2002: 231260). 2. Boş Zaman Etkınlığı Ve Tüketım Olgusu Boş zamanı değerlendirme pratiklerinden “ciddi boş zaman” enformasyonun, çeşitli kabiliyetlerin, sistemli ve disiplinli kazanımına dayanan amatör hobiler ya da parasız hizmet aktivitelerini içermektedir. Hayat boyunca bu aktivitelerin, programlı başarı değerlendirmelerini içerecek şekilde kariyer olarak düzenlenmesi söz konusudur. Ciddi boş zaman etkinliğinde gönüllü olarak seçilmiş aktiviteye karşı güçlü bir özdeşim vardır. “Geçici boş zaman” ise, içten gelen ödül, haz ya da fırsatçılık arayışlarıyla başlanan amatör gönüllü aktivitelerdir. Sistematik ve disiplinli örgütlenmeler içermez; katılım, programlanmış bir kariyer kavramına bağlı değildir. Gönüllü zaman bütçeleme kaynaklarının dağılımını, “anlık memnuniyeti” belirler. Gönüllü seçilmiş aktivite alanı ile özdeşim, stratejik ya da tesadüfî olabilir. (Rojek, 2005, s. 178) Gerek ciddi gerekse geçici boş zaman etkinliklerinin sürdürüldüğü boş zaman coğrafyası rasyonel bir araç, yatırım, kaynak ve idari kararlar için düzenleyici mekanizma olma işlevini üstlenmiştir. Boş zaman mekânlarda oluşur, üretilir ve tüketilir. Bu mekânlar materyal ve somut yerler olabilir. Fakat boş zaman coğrafyaları metaforik hatta hayali de olabilir. Hayali mekânlar, sadece sanal yerlerde değil; aynı zamanda tüketicinin hayalinde de (Crouch, 2006, s. 125-127) yer alabilir. Mekânları deneyimleme süreçleri ise, günlük yaşam organizasyonunun önemli bir parçası haline gelmiş “tüketim odaklı bir yaşamın (Van der Poel, 2006, s. 102) çeşitli görünümlerine sahiptir. Hatta bireylerin, tüketici olarak eylemleri ve tüketim odaklı yaşantıları, günümüzde bireyleri topluma bağlayan bir unsur (Warde 2005, s. 54) olarak belirginleşir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 345 Boş zamanın değerlendirilmesi yönünde oldukça etkili olan tüketim birçok amacı ve eğilimi içerir, çok yönlü bir belirleyicidir. Bu bağlamda toplumları değiştirir ve dönüştürür. Bireylerin biyolojik gereksinimlerini ticari ve siyasi sermayeye dönüştürür. Tüketim olgusu, daha çok “boş zaman” üzerinden dönüşmektedir. Yaşanılan bu süreç, boş zaman etkinliğini, bireylerin kendi özerk temsiliyetinden çıkarmaktadır. Boş zaman etkinliğini değerlendirme pratiklerinin giderek tüketimci bir niteliğe bürünmesi ise, (Kart 2014) kapitalist yapının emek karşılığında verdiği ücreti geri alma ve ürettiği ürünleri daha çok boş zamanda tüketime sunma amacından kaynaklanmaktadır. Yaşadığımız çağda boş zaman etkinliklerinin tüketim kültürüne bürünmesi (Aytaç, 2006) ve bu boş zaman etkinliklerinin geldiği noktada tüketim kültürü ile ilişkilendirilmesi (Rojek, 2005, s. 109) yeni bir etkileşimi, kültürü, kaynaşmayı, bu bağlamda yeni bir toplumu ortaya çıkarmıştır. Bu toplum tüketim toplumudur. Jean Baudrillard’a göre gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı tüketim toplumunda birey, tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanır. İnsan bu süreçte bir yandan kendini toplumsal olarak diğerlerinden ayırt ettiğine inanırken, bir yandan da tüketim toplumuyla bütünleşir. Dolayısıyla tüketmek birey için bir zorunluluğa dönüşür. İnsani ilişkiler yerini maddelerle ilişkiye bırakır. Artık geçerli ahlâk, tüketim etkinliğinin ta kendisidir. Günümüzde dönüşümünü hızlandıran toplumsallık biçimi boş zaman etkinliklerini değerlendirme pratiklerini ve tecrübelerini ortaya koyma açısından yapılan analizin önemini artırmaktadır. (Kart, 2014) Boş zaman etkinliğinin literatürel olarak incelenmesinde karşımıza çıkan bir diğer referans noktası ise din ve ideolojilerdir. Örneğin protestan mezhebinin temelini oluşturan Püritanizm ahlakına göre boş zaman “başıboşluk” ve “israf” zamanı olarak görülmüştür. Püritanizm, aylaklığı, hedonizmi, harcamayı, başıboşluğu günah olarak nitelendirmiştir. Çalışmaya, tasarrufa, çileciliğe, hazzı ertelemeye kutsiyet atfederek sermaye oluşumunu teşvik etmiştir. Avrupa’da ve devamında Amerika’da ticaretin ilerlemesinin baş faktörü Püriteryan ahlak olmuştur. İslam’a göre ise “Zaman” lügat açısından “uzun veya kısa vakit” anlamına gelir. Kur’an, zaman yerine daha çok vakit kelimesini tercih eder ve kullanır. Bu kelime lugat yönüyle “bir iş için belirlenen zamanın nihayeti ”demektir. Kur’an-ı Kerim’de zamanla alakalı gün, hafta, yıl, asır, vakit, saat kelimeleri bir fert için hangisi daha önemli ise önem miktarı o kadar tekrar edilmiştir. Fert için en ehemmiyetli gün olduğundan Kur’an’da en çok zikredilen “Yevm” yani “Gün” kelimesidir ki 475 defa zikredilmektedir. Kur’an-ı Kerim ilk sayfalarından itibaren, en son sayfalarına kadar, hiç fasıla vermeden, okuyucusuna zaman mefhumunu hatırlatmaktadır. Hadisi şeriflerde boş zaman anlatılır. Hazreti Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) hadislerinde der ki “İki şey vardır, insanların çoğu onun 346 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ değerini bilmezler: Sıhhat ve boş vakit” “Dünya hayatı bir anlık zamandan ibarettir. O halde onu Allah yolunda geçiriniz.” “Hz Muhammed (SAV) mescide giderken bir adamın boş oturduğunu ve hiçbir şey yapmadığını görür, kendisine selam vermez; döndüğünde yeri eşelediğini görür ve selam verir.” Her şey imanda düğümlenmektedir. Bu sebeple, İslam dini kuru iman ve tatbikatı olmayan ilme itibar etmemiştir. Tatbikatı olmayan ilme “faydasız ilim” demiştir. (Canan 1988: 179) 3. Yeni Medya İnternet, uydu kanalları ve diğer araçlarla dünyayı daraltan, siyasi sınırların ötesine geçerek dünyayı birbirinden haberdar hale getiren küreselleşmeyle birlikte iletişim teknolojileri de gelişerek geleneksel medya yapılanmalarında büyük değişimler meydana getirmiştir. “Yeni” olarak adlandırılan iletişim teknolojilerine bağlı olarak yeni medya politikaları da şekillenmeye başlamış ve insanlara istediklerine erişebilme, istediklerini paylaşabilme imkânı sağlayan bir medya ortamı doğmuştur. Etkileşim ve sanallık üzerine kurulu olan yeni medya zaman ve mekân kısıtlamaları olmayan yeni bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. İletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte mobil iletişim, internet tabanlı medya ve sosyal ağlar gibi yeni medya araçları ortaya çıkmıştır. Yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu yenilikler ve muazzam imkânlarla haber ve gazetecilik de bir dönüşüme uğramıştır. Yeni medya teknolojilerinin kullanımına dönük gelişen medyanın henüz emeklemekte olduğunu söyleyebiliriz. En yaygın kullanım alanı olarak görülen internet gazeteciliğinin yanı sıra sosyal ağlar (google, facebook, twitter, e-book v.b.) ile yine diğerlerine göre çok daha yeni fakat hızla yaygınlaşmaya başlayan -televizyon haberciliğinde son zamanlarda önemli ölçüde kullanılmakta olduğunu gördüğümüz- 3G teknolojisi ön plana çıkmaktadır. (Yurdigül: 2012) Çağımızın iletişim aracı olan yeni medya, özelde internet, sosyolojik ve ekonomik koşulların şartlarını, geleneksel medya araçlarından daha fazla hissettirmektedir. Yerel ve küresel ölçekte, ekonomik, sosyal ve kültürel karşılıklı etkileşimi hızlandırarak, herhangi bir toplumsal gelişmenin, aynı zaman dilimi içinde, toplumların büyük bir bölümünde etkili olmasını sağlamaktadır. Yaşamın tüm alanlarında, zaman ve mekâna ilişkin sınırlamaların anlamsız hale gelmesi, bireyler üzerinde benzer etkiler yaratmakta; benzer tepkilerin geliştirilmesine neden olmaktadır. Özellikle internet, dünya üzerinde tüketime sunulabilecek her şeyin görünürlük kazanmasında etkin bir araç konumundadır. Çoklu tüketimin bir mekânı olarak internet, tüketimi giderek bireyselleştirme, özelleştirme ve farklılaştırma temelinde yeniden üretmektedir. Bir taraftan “beğenilerin küreselleştirilmesi” (Kumar, 2010, s. 79) diğer taraftan, “farklılaştırma”, “bireyselleştirme” ve “başkalaştırma” söylemleri bağlamında dönüştürülen ve yeniden üretilen söz konusu mekânlar, günümüzün sosyo-ekonomik ve kültürel düzeneğin her boyutunda yaşanılan gelişmelerle kurduğu ilişki temelinde, 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 347 boş zamanın ekonomik içeriğini, organizasyonunu ve bileşenlerini belirlemektedir. Boş zaman giderek bir piyasa alanı olmaktadır. (Aytaç: 2006, s. 66) İnternet kullanıcıları, “eş zamanlı” olarak ev ortamındayken, sanal da olsa, bölgesel, ulusal ve ulus ötesi mekânlarla ilişki ve etkileşim kurabilmektedir. Sosyal hayatın içindeyken de yine “eşzamanlı” olarak, hem internette hem sosyal ilişkisi içinde olabilmektedir. Örneğin, bir birey, arkadaşlarıyla kafede otururken, o kafede oturduğuna ilişkin bir paylaşımı diğerlerine sunabilmektedir. Aynı zamanda sunduğu paylaşıma yönelik gelen tepkileri ölçebilmekte, hesaplayabilmekte ve ona göre bir strateji belirleyebilmektedir. (Kart, 2014) 4. Yenı Medya Kımlıklerı Kitle iletişim araçlarının insanlığı taşıdığı son nokta olan yeni iletişim araçları ile birlikte gözetim toplumu (voyörizm) ve beğenilme kaygısı güden (Look) toplumu ortaya çıkmıştır. Voyörizm kavramı, başkasını gizlice izlemekten alınan hazzı ifade etmektedir. Aynı zamanda “dikizcilik” de diyebiliriz. (Köse - 2008) Başta gençler olmak üzere büyük bir kitle boş zamanını yeni medya araçlarını kullanarak harcamaktadır. Bu bağlamda; ticaret, teknoloji, sinema, yemek, oyun, sohbet, siyaset, sanat gibi birçok alan yeni medyaya taşınmıştır. Bu süreçle birlikte yeni bir kimlik, yeni bir kültür oluşmuştur. Bu değişim ve dönüşüm neticesinde ihtiyaç olmayan metalar bireyin zihninde algı oluşturularak ihtiyaçmış gibi gösterilmiştir. Yüz yüze iletişimin yerini sanal iletişim almıştır. Homojenlik kasaba ve kentlerden tüm evrene ulaşmıştır. Aynı giysiler, aynı yemekler, aynı müzikler dünyanın her tarafında tüketilmeye başlanmıştır. 4.1. Voyörizm ve Look Olmak/Kalmak Bireyler internetten yaptığı alışveriş neticesinde takibe alınmıştır. Açtıkları her sayfada ilgili olduğu ürünler reklam banneri olarak belirmiştir. Sosyal medyada paylaşılan kimlik bilgileri listelenerek birçok ticari kuruma satılmış, bireylerin kimlik bilgilerine ve ilgililik bağlamındaki çeşitli seçimlerine ulaşan kurumlar tüketimi artırmak için bu potansiyeli kullanmıştır. Beğenilme kaygısıyla yaşayan Look toplumu; yediği yemeği, satın aldığı yeni elbiseyi, cihazı, gezi yaptığı bölgeyi veya bireysel hayatındaki yeni bir gelişmeyi sosyal medyada paylaşma gereği duymuştur. Paylaşımın sosyal medyada kalma süresi yapılan beğeniyle eş değerde olmuştur. Az like alan bir fotoğraf kullanıcı tarafından genelde kaldırılmıştır. 348 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 4.2. Sahte Kahramancılık Boş zaman etkinliği bağlamında yeni medya araçlarında tüketilen ilginçlik ve absürtlük olumsuz kahramanları ortaya çıkarmada etkili olmuştur. Olumsuz kahramanların diğer kullanıcılar tarafından rağbet görmesi bu kahramanların sayısını artırmıştır. Tutarsız üslupları ile popüler olan olumsuz kahramanların iletileri yeni bir söylem oluşturmuştur. Bu bağlamda sosyal medyadaki takipçiler kahramanın dili ile espri yapmaya başlamıştır (Şekil.1). 5. Sonuç Bireyin diyalektik sürecinde boş zaman etkinliği yaşanılan çağın ekonomik, sosyal ve kültürel olanaklarına göre şekil almıştır. Dinlenme zamanı olan boş zaman etkinliği sanayileşme sonrası kitle iletişim araçlarının da gelişmesi ile birlikte toplumları değişim içine sokmuştur. Dinlenmenin yerini tüketim almıştır. Kapitalist üretim boş zamanı tüketimin doruklara ulaştığı büyük bir fırsata çevirmiştir. Bu bağlamda yeni beklentiler, gereksinimler, algılar, tercihler, eğilimler... Her şey değişime uğramıştır. Değişimden en çok etkilenenler gençler olmuştur. Artık tüketim ihtiyaca göre değil, modaya ve beğenilme kaygısına göre şekillenmiştir. Bu süreçle birlikte boş zaman etkinliği kapitalist sermayenin ürettiği fazla malın tüketimini yapacak bir toplum olmuştur. Küresel sermaye internet vasıtasıyla kar amaçlı organizasyonların temelini oluştururken diğer taraftan da, istediği bağlamda bir birey inşa etmiştir. Günümüzde, enformasyon teknolojisi alanındaki devrimsel gelişmeleri yorumlayan Kumar’a (2010, s. 187-188) göre, en dolaysız ve dramatik etki, iş ve üretim alanından ziyade, boş zaman kullanımı ve tüketim alanında kendini göstermiştir. Bütün büyük iş dünyasının çıkarlarınca yönlendirilen enformasyon teknolojisi, git gide “ev-temelli tüketim”in hizmetine sokulmuş ve bunun en bariz örneği ise, “eğlence” olmuştur. Yine Kumar (2010, s. 188), “dışarı çıkmanın” yerini “evde oturma” almıştır, şeklinde belirterek, yeni bir toplumsal ilişki düzleminin gelişimine dikkat çekmiştir. Yeni iletişim araçlarının ortaya çıkması ile birlikte boş zaman tüketimi yeni kimlikler ve yeni kültürler üretmiştir. Bu yeni kimlik ve kültürleri oluşturan ana unsurlardan biri beğenilme kaygısı güden look tolumu olmuştur. Bu süreç problemlerini de birlikte getirmiştir. Bireyler, gereksinim ve ihtiyaçlar yerine beğeni kapsamlı, markaya, modaya ve yeni mitlerin öncüllük yaptığı kapsama göre tüketim yapmaya başlamıştır. yüz yüze yapılan iletişimin yerini sanal iletişim almıştır. Genç bireyler emeğe daha çok yabancılaşmıştır. Yer bildirimleri ve özel paylaşımlar gözetim olgusunu güçlendirmiştir. Bireylerin bütün bilgileri açık ve net bir şekilde gözetlenebilir hale gelmiştir. Beğenilme kaygısı internette fenomen olan absürt içeriğin öncüllük ettiği olumsuz kahramanları popüler yapmıştır. Sosyal medya kullanıcıları absürt söylemlerden yeni bir dil üretmiş ve bu dili sanal platformdan toplumsal hayata 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 349 taşımışlardır. Neticede yeni medya boş zaman tüketimi bağlamında hızla değişen ve dönüşen yeni bir nesil oluşturmaya başlamıştır. Şekil.1 350 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça 1. Aralık (2012) Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi Sayı 18 ISSN 1304 3846 2. Aytaç Ö. (2006). “Boş Zamanın Değişen Yüzü: Yaşam Deneyimleri ve Kimlik İnşası”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, sayı:15, İzmir: 57-90 3. Crouch D. (2006). “Geographies of Leisure”, A Handbook of Leisure Studies(içinde), Chris Rojek, Susan M. Shaw ve A. J. Veal (ed.), Palgrave Macmillan: 125-139. 4. Elif K. (2014) Boş Zamanın Çoklu Tüketim Mekânı Olarak İnternet Ve Yeni Yaşam Tarzlarının İnşası 5. Sinem G. (2011) Jean Baudrillard ve Tüketim Toplumu 6. Held, D. (1989), Political Theory and The Modern State, Polity Press. 7. Hibbins R. (1996). “Global Leisure”, Social Alternatives, vol 15, No 1:22-25. 8. Hüseyin K. (2008) İnternette “Açık” ve Demokratik Yayıncılık: “Sanal Ortam Günlükleri” ve “Wiki”ler 9. Kumar K. (2010). Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma: Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları, Mehmet Küçük (çev.), Ankara: Dost Kitabevi 10. Rojek C. (2005). Leisure Theory: Principles and Practices, Palgrave Macmillan. 11. Rojek C. (2006). “Identity”, A Handbook of Leisure Studies (içinde), Chris Rojek, Susan M. Shaw ve A. J. Veal (Ed.)., Palgrave Macmillan: 475-491. 12. Topçuoğlu N. (1996). Basında Reklam ve Tüketim Olgusu, Ankara: Vadi Yay 13. İbrahim C. (1988) İslamda Zaman Tanzimi 14. İbrahim K. (2007) Yüksek Öğretim Gençliğinin Boş Zaman Etkinlikleri: Ksü Örneği 15. İbrahim T. Salih G. Rengim S. Türkiyat Araştirmalari Dergisi • 301 Boş Zaman Aktivitelerinin Toplumsal Cinsiyet Ekseninde Medyada Temsili-(Harvey, 1999: 23), (Talimciler,2006:175) 16. Ömer A. (2002) Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt: 12, Sayı: 1, Sayfa: 231-260, Elazığ- Boş Zaman Üzerine Kuramsal Yaklaşımlar. (Argın, l992:30), (Marx,1997: 26). 17. Van der P. H. (2006). “Sociology and Cultural Studies”, A Handbook of Leisure Studies(içinde), Chris Rojek, Susan M. Shaw ve A. J. Veal (Ed.), Palgrave Macmillan: 93-108. 18. Yusuf Y. (2012) Yeni Medyada Haber Dili (Ayşe Paşalı Olayı Üzerinden Geleneksel Medya Ve İnternet Haberciliği Karşılaştırması) 19. Warde A. (2005). “Consumers, İdentity and Belonging Reflections on Some Theses Ofzygmunt Bauman”, The Authority of the Consumer (içinde), Russell Keat, Nigel 20. Whiteley and Nicholas Abercrombie (ed.), Routledge, London and New York: 53-68 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 351 352 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ KURUMLARDA KRİZ YÖNETİMİ VE KRİZ YÖNETİMİNDE “İÇ DENETİMİN” ÖNEMİ Dzheylyan Y. HALIL (Ceylan HALIL)1 Özet Küreselleşmeyle beraber, ülkeler arasındaki ticari sınırlar ortadan kalkmaya başlamıştır. Bu durum, işletmelerin hem ulusal rakipleriyle hem de uluslararası rakipleriyle sürekli rekabet içinde olmalarına zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla işletmeler günümüzde daha sıkı ve zorlu bir rekabet ortamı içinde gelişimlerini ve devamlılıklarını sürdürmek zorundadırlar. İşletmelerin başarılı olmaları için küresel rekabet stratejilerini etkin bir şekilde kullanabilmelerinin yanı sıra krizlerle de mücadele etmek zorundadırlar. Krizler bir yandan kurumların varlıklarını ve örgütsel kaynaklarını tehdit etmekte iken diğer yandan da kurumun ilişkili olduğu alanlara da yayılmakta ve önüne geçilmesi zorlaşmaktadır. Günümüzde henüz pek fazla yaygın olmayan; ancak büyük kurumlar tarafından uygulanan “iç denetim” faaliyetleri sayesinde kurumlar krizleri daha kolay çözümlemekte ve bazen de engellemektedirler. İç denetim uygulaması kurumun iç kontrol, risk tespiti ve mevcut durum değerlendirmesini yapmakta ve kurumun karşılaşabileceği iç ve dış tehlikeleri ortaya koymaktadır. Bir nevi kurumların eksik yanlarını tamamlayan ve koruyan bir mekanizması bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı kurumlar için iç denetimin önem ve gerekliliğini ortaya koymaktır. Sadece kriz dönemlerinde değil; günlük hayatta rutin faaliyetlerin sürdürüldüğü dönemde de iç denetim kavramı gereklidir, çünkü kurumlar için yol gösterici danışma hizmeti sunmaktadır. Kriz kavramı beklenmedik bir anda kurumun üst düzey hedeflerini etkileyen ve kuruma zarar veren bir durumdur. Bu çalışmada krize sebep olan kaynaklar; kriz yönetim araçları ve iç denetim standartları irdelenmiştir. İç denetim uygulaması esnasında ele alınması gereken ilkelere ve kurallara yer verilmiştir. Kurumlara gerek kriz esnasında gerek ise normal faaliyet alanında iç denetim olgusunun sağladığı faydalar ele alınmıştır ve iç denetimin fonksiyonları ile kurumlara katkıları ortaya konulmuştur.. Krizleri çözme ve engelleme potansiyeli olan “ iç denetim” kurumlar için adeta can kurtarıcı ve faaliyetlerini daha verimli ve etkin sürdürmeleri için ne kadar gerekli olduğu vurgulanmıştır. İç denetimin kurumlara etkisini göstermek adına günümüzde uygulama ve uygulamama sonuncunda kurumların karşılaştığı durumlar incelenmiş; kriz esnasında ve öncesinde uygulanan iç denetim faaliyeti sonucunda krizden kurtulan ve iç denetimin bir kriz engelleme aracı olduğunu bize gösteren “TOYOTA” örneği ele alınmıştır. Konuyla ilgili gerekli literatür taraması ardından konu bağlamında vaka çözümlemesi yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: Kriz; Kriz Yönetimi; Kriz İletişimi; İç Denetim; İç Denetim Standartları 1 Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi, E-mail: [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 353 AN İMPORTANCE OF CRİSİS MANAGAMENT AND “İNTERNAL AUDİT” İN CRİSİS MANAGAMENT İN THE İNSTİTUTİONS Abstract Along with globalization, trade barriers between the countries began to disappear. In this case, businesses have been laying the groundwork for being in constant competition with both national competitors with its international competitors. Therefore, enterprises must maintain their current more stringent and development and continuity in a challenging competitive environment. Being able to use strategies to succeed in global competition, businesses must deal effectively with the crisis as well. While on the one hand, the crisis threatens the existence of institutions and organizational resources are associated with the spread to areas where it is difficult to prevent the institutions and on the other hand. Today, not so uncommon; but it applied by large institutions “internal audit” activities of institutions to resolve the crisis through more easily and are sometimes blocked. Internal audit practices of the entity’s internal control, risk assessment and to evaluate the current situation and reveals the institution may face internal and external dangers. There is a mechanism of some sort of institution as missing complementary and efficient. The aim of this study is to show the importance and necessity of internal audit for the institution. Not just in times of crisis; the period in which it is necessary to continue the routine activities of daily life, the concept of internal control, because they offer guidance counseling services for institutions. To show the impact on the organization and implementation of internal audit to today examined the situation faced by the latter institution; survived the crisis and during the crisis as a result of internal audit activities performed before and showing us that there is a crisis prevention instrument’s internal audit “TOYOTA” sample has been analyzed. In the context of the following topics essential literature on the subject of case studies will be conducted. Keywords: Crisis; Crisis management; Crisis Communication; Internal Audit; Internal Audit Standards Giriş 354 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Küresel rekabet içinde sürekli büyüme ve gelişmeyi hedefleyen şirketlerin, kontrol, denetim ve risk yönetimine öncelik vermeleri gerekmektedir. Sermaye ve kardan çok itibar ve sürdürebilirlik kavramlarına önem veren kurumlar günümüz koşullarında sürekli olarak tehlike ve krizlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu önlemek adına kurumsal kaynaklarının ve yönetim stratejilerinin eksiksiz olması gerekmektedir. Ancak bunun tam tespiti yapılması için tarafsız be bağımsız bir iç denetim hizmeti almaları gerekmektedir. Bu sayede hem kurumlarına değer katabilirler hem de karşılaşabilecekleri tehlikelerin risk tespitini görmüş olacaklardır. Bu çalışmada kurumlar için iç denetimin rolü ve etkisi açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle birinci bölümde kurumların karşı karşıya kaldıkları kriz kavramının tanımı; krize sebep olan kaynaklar ve iç denetimi kavramsal anlamı ele alınmaktadır. İç denetçiler ve denetim için belirlene standart ve kurallara da yer verilerek iç denetimin objektifliği vurgulanmaktadır. İkinci bölümde iç denetim olgusunun kurumlara gerek kriz esnasında gerek ise rutin faaliyetlerini sürdürürken sağladığı faydalar ve fonksiyonları ele alınmaktadır. Kurumlara hem mevcut durum analizi yani “iç kontrol” hem de ileriye dönük “risk tespiti” danışmanlığını sunmaktadır. Bu kavramlar ve ilintiler sayesinde kurumlar için iç denetimin olgusunun ne kadar gerekli ve elzem olduğu vurgulanmaktadır. Çalışmanın son bölümünde kurumlar üzerinde daha etkili ve inandırıcı olması açısından iç denetimin uygulandığı ve uygulanmadığı zaman kurumların karşı karşıya geldikleri durumlar ele alınmıştır. İç denetim sayesinde bir krizi engelleyen ve itibarını yükselten kurum olarak TOYOTA ele alınmakta ve vaka analizi yapılmaktadır. Kriz Yönetimi Ve İç Denetim Kavramlarının Tanımı 1- Kavramsal Giriş I. Kriz Yönetimi 1.1. “Kriz” Kavramının Anlamı Çevresel koşulların sıkça değiştiği, teknolojilerin ilerlediği ve küreselleşmenin hakim olduğu bir ortamda örgütler yaşamları boyunca tehditlerle karşı karşıya kalmaktadır. Yaşam ve faaliyetlerini etkileyen bu tehditler birer kriz olarak kurumlarda işlemektedir. Kriz kavramı Yunanca “crisis” kelimesinden dilimize gelmektedir ve Türkçe “buhran”, “bunalım” olarak karşılık bulmaktadır. Kriz, kurumların üst düzey hedeflerini etkileyen, beklenmedik ve zamansız olarak meydana gelen, acil müdahale edilmesi gereken bir durumdur (Güçdemir:2012, 108). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 355 Kurumun rutin faaliyetlerini bozar ve örgütün kaynaklarını ve örgütsel yaşamını tehdit etmektedir. En genel anlamıyla kriz, kurumların yaşamlarını ve amaçlarını doğrudan etkileyen, ivedilikle cevap verilmesi ve kontrol altına alınması gereken bir kavramdır Genellikle krizler kurumların yetersiz kalan ve denetleyemediği iç ve dış kaynaklardan dolayı meydana gelmektedir(Sumer ve Pernsteiner: 2009, 6). Örgütsel anlamda kriz, örgütün amaçlarını ve varlığını tehdit eden, örgütün risk önleyici önlemlerini yetersiz kılabilecek nitelikte, örgütün ani tepkisini gerektiren beklenmedik ve hızlı değişikliklerin söz konusu olduğu, planlama ve karar mekanizmalarını olumsuz biçimde etkileyen, gerilimli bir durum olarak değerlendirilmektedir. 1.2. Krize Neden Olan Kaynaklar Kurumlarda krize neden olan kaynaklar başlıca ikiye ayrılmaktadır. Bunlar örgüt içi ve örgüt dışı faktörlerdir (Sumer ve Pernsteiner: 2009, 6). Örgüt dışı faktörler grubuna çevresel değişiklikler, devlet politikasındaki değişiklikler, teknoloji alanındaki gelişmeler, ekonomik krizler, doğal afetler gibi dışsal faktörler yer almaktadır. Örneğin bir deprem veya da ekonomik bir kriz kurum dışı kaynaklardan dolayı meydana gelmiştir ve yönetilmesi ve kontrol altına alınmadı daha zordur. Yani kurumun kontrolü dışında gelişen kriz faktörüdür ve bu gibi durumlarda müdahaleler sınırlıdır. Bu tip krizlerde birçok sektör etkilenmektedir ve genel bir kriz olarak adlandırılmaktadır. Krize neden olan örgüt içi faktörler olarak yöneticinin eksikliği ve yönetim açısından yetersiz kalması, satışların azalması ve kurumun karlılığının düşüşü, kurum içindeki çalışanlar arasında çatışma, uygun planlamayı yapamama vb. örgüt içi faktörlerdir. Bu tip krizler örgütsel faaliyetler sonucu meydana gelmektedir ve müdahale edilebilir krizlerdir. 1.3. Kurumlarda Kriz Yönetimi İşletmeler günümüzde, geçmişte işlediklerinden daha az sosyal suç işlemektedirler. Hatta, kazalardan ve felaketlerden korunma konusunda daha başarılıdırlar. İşletmeler, ürün güvenliği ve üründen beklenen ahlaki standartlar konusunda daha bilinçli ve bilgili hale gelmektedirler. Buna rağmen devamlılıklarını tehdit edebilecek kriz durumlarıyla karşılaştıkları görülmektedir. Kriz yönetimi kavramı kurumlar açısından bir karar alma aşamasıdır. Kurum içinde başlayan krizleri analiz ederek krizden kurtulma ve kriz ile mücadele amaçlamaktadır(Akım:2010, 30). Denetlenemeyen ve kurumun kontrolü dışında meydana gelen krizlerin ele alınması ve kuruma en az zarar vermesi amaçlanmaktadır. Kriz dönemlerinde kurumlar normal dönemlerdeki kadar seri iş alma ve karar verme potansiyeline sahip değildirler. Bu nedenle kriz yönetimi sürecinde kurum farklı strateji ve politikalar uygulamak durumundadır. 356 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.4. Temel Kriz Yönetim Aracı: Kriz İletişim Kriz yönetiminin temel aracı kriz iletişimidir. Doğru zamanda, etkili bir kriz iletişimi ile kurumlar krizlerden daha başarılı bir şekilde arınmaktadırlar. Kriz dönemlerinde kurumlarda uygulanan geleneksel uygulamalar ne yazık ki yetersiz kalmaktadır. Bu süreçte kurum medya ile sıkı ilişkiler kurarak doğru bir iletişim kurmalıdır. Gerek kamu, gerek paydaşlar gerekse medya mensupları kriz dönemlerinde kurumlardan şeffaf ve doğru bilgiler almayı beklemektedirler (Mengü:2013, 52). Bu nedenle kurumun başlıca görevi bu sorumluluğun farkına vararak doğru bir kriz iletişim stratejisi uygulamaktır. Krizler kurumların sadece maddi kaynaklarını tehdit etmez; aynı zamanda piyasadaki güçlerini, kurum itibarlarını ve hedef kitledeki algılarını zedelemektedir. Çoğu kurum yanlış bir kriz iletişim nedeniyle kriz içinde kriz yaşamaktadırlar. Sorumluluklarını üstlenmekten kaçmakta; zaman konusunda gecikmekte ve krizi görmezden gelerek yayılmayacağını düşünmektedirler. Oysa medya ve kamu önünde bir kriz sözcüsü seçerek ve durumun bir ihmal değil de kontrolleri dışında kalan bir durum olduğunu belirtseler çok daha başarılı bir kriz yönetim süreci yaşayacaklardır. Bu tip durumlarda şeffaf ve dürüst olup sorumluluktan kaçmayarak hatayı üstlenmek kurumlara güç ve itibar katar ve krizi fırsata dönüştürebilmektedir II. İç Denetim 1.5. İç Denetim Nedir? İç Denetimin Amacı ve Özellikleri Yönetimin beş temel fonksiyonundan birisi olan denetim örgütlerin başarısı açısından önemli işlevler üstlenmektedir. Denetim, yönetimin planlama, örgütleme, yöneltme ve koordinasyon, eşgüdümleme fonksiyonlarından sonra gelmekle birlikte, esas itibariyle bu dört fonksiyonun birleşmesi sonucunda meydana gelen çıktı üzerinde bir değerlendirme yapılması ve yeni stratejilerin, politikaların ve hatta yeni bir yönetim felsefesinin belirlenmesi açısından önemlidir. Hem yönetim faaliyetinin geribildirimini sağlayan, hem de mevcut örgüt yapısının dinamik bir yapıya kavuşmasına katkı sağlayan önemli bir yönetim kontrol aracıdır. Bu bakımdan denetim, yönetimin sorumluluğunda olan bir yönetim faaliyetidir. Belirli bir amaç doğrultusunda faaliyet gösteren örgütler/işletmeler, karşı karşıya bulundukları riskleri en aza indirmek zorundadırlar. Bu bağlamda, ileriye dönük kararlarda etkili olması için, genellikle geriye dönük mali tablolar üzerinde duran dış denetimin yanında muhtemel risklerin önüne geçilmesini sağlayacak farklı bir denetim anlayışı gereklidir. İç denetim, kurumun faaliyetlerine değer katmak ve bunları geliştirmek amacıyla tasarlanmış bağımsız, nesnel güvence sağlama ve danışmanlık faaliyetidir (Sumer ve Pernsteiner: 2009, 494-495). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 357 İç denetim süreç odaklı bir faaliyettir birey odaklı değildir. Bütünüyle kurumun performansını, ekilklerini ve karşılabileceği riskleri saptamak üzere yapılan bir denetimdir. Kurumların riskler karşısında almaları gerek tedbirleri, bulundukları durumu ve ilerlemek için gidermeleri gereken eksikleri ortaya koymaktadır. İç denetim risk esasına dayanmaktadır risklerin tanımını ve derecelendirmesini yaparak en uygun çözüm önerilerini üst yönetime sunan bir faaliyettir. Bu riskler başlıça: • Operasyonel ve finansal bilgiler güvenilmez, yanlış veya eksik olabilir; • Operasyonel faaliyetler verimsiz olabilir ve etkin olmayabilir; • Varlıklar ve bilgi veya insan gibi finansal ve diğer varlıklar manipüle edilmiş veya kurumdan çıkartılmış olabilir; • Kurum kanunları, yönetmelikleri veya iç politikaları ihlâl edebilir; • Etik dışı, yasadışı eylemleri veya uygun olmayan davranışları destekliyor olabilir. İç denetimin amacı, örgüt varlıklarının her türlü zararlara karşı korunup korunmadığını, faaliyetlerinin saptanmış politikalarla uyum içinde yürütülüp yürütülmediğini araştırmaktır. İç denetimin özelliklerini başlıca sıralayacak olursak bağımsız bir şekilde, kuruma değer katma, güvence sağlama, risk yönetimi ve yönetişim süreçlerine katkı sağlama, danışmanlık ve standartlara göre yürütme olarak nitelendirilmektedir (Cengiz:2013, 420). İç denetim faaliyeti, denetlediği faaliyetlerden bağımsız olmalıdır. İç denetim faaliyeti, görev kapsamının belirlenmesi, görevlerin yerine getirilmesi ve alınan sonuçların raporlanarak iletilmesi konularında da her türlü müdahaleden uzak olmalıdır. 1.6. İç Denetim Standartları ve Uyulması Gereken Meslek Ahlak Kuralları İç denetim standartları bağımsız ve objektif bir şekilde her kuruma eşit olarak uygulanmaktadır. Ülkeler arası fark eden hukuki ve yasal boyutlar çerçevesinde değişiklikler olsa da ülke çapında her alanda kurumlara uygulanan ve denetlenen stand artlar aynıdır. Söz konusu standartlar kurumun performanslarını teşvik etme, değerlendirme ve geliştirme doğrultusunda düzenlenmişlerdir. Standartlar, nitelik, performans ve uygulama olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. 358 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2- Kriz Yönetiminde “İç Denetimin” Kurumlar Üzerindeki Etkisi Ve Faydaları 2.1. Kurumun Hedeflerini Gerçekleştirme Açısından İç Denetimin Etkisi Kurumlardaki mevcut durumu analiz ederek, kurumları gelecek risklere karşı uyarmak ve kurumsal kaynakları ve hedefleri korumak adına uygulanan iç denetim faaliyeti kurumlara risk değerlendirmesi, iç kontrol ve kurumsal yönetim hizmeti vermektedir. İç denetim faaliyetleri kurumların daha sistemli ve disiplinli ilerlemelerine yardımcı olur ve danışmanlık etmektedir (Sumer ve Pernsteiner: 2009, 500). 2.1.1. İç Kontrol İç kontrol kuruluşun hedeflerini yerine getirmesi açısından kuruluşun kendi kendiniz analiz etmesi ve bulunduğu durumu görmesine yardımcı olmaktadır. İç kontrol sayesinde kurum hedeflerini gerçekleştirmek üzere ihtiyaç duyduğu bütün plan, politika, prosedür ve uygulamaları kapsayan bir yönetim aracıdır. İç kontrol sistemi ile, işletme fonksiyonları alt fonksiyonlara ayrılmakta, her fonksiyona farklı kişiler tahsis edilerek kişilerin birbirlerini kontrol etmeleri sağlanmakta, iyi bir belge, kayıt ve rapor sistemi ile kişilerin sorumlulukları belirlenmekte, hata ve hile yapmaları önlenmekte, varlıklara erişim sınırlanarak örgütte kayıplara ve kötü niyetli davranışlara izin verilmemektedir. Bu yönüyle iç kontrol sistemine, farklı önlemlerden oluşan bir oto kontrol sistemi olarak bakılabilmektedir. İç control kurum içi etkinlik ve verimliliği, mali raporlama yani finansal durum ve güvenirliği ölçmektedir. İç kotrol kurumlarda üç temel amacı yerine getirmektedir. Bunlardan ilgi örgüt içi göredağılımı ve sorumlulukların tanımlanması; ikincisi etkinliği ve faaliyeletleri ölçümlemlek; üçüncüsü de kurum içi yolsuzluk ve hilelerin bir kanıtı olarak mali raporlama güvenirliğidir. Kısaca iç kontrolun temel amacı kurum içi ve kurum dışı kurallara uygunluğunu değerlendirmek ve güvence sağlamaktır. İç denetim sayesinde kurumlar üzerinde iç kontrol sistemi uygulanır ve kurumların karşılaşabileceği tehlikeler tespit olurken bir yandan; bir yandan da kurumun mevcut durumu ve varmak istediği hedefler doğrultusunda yapması gerekenlerin analizi yapılmaktadır. İç kontrolü bu durumda kurumlar için bir check- up değerinde olduğunu ve kurumların kendi analizlerini görme açısından faydalı olduğu söylenebilmektedir. 2.1.2. Risk Yönetimi Kurumlar sık sık değişen toplumsal koşullara ayak uydurmakta zorlanmakta ve farklı tehlike ve krizlerle karşı karşıya kalmaktadır. İç denetim kavramı sayesinde kurumlar karşılaşabilecekleri risk ve tehlikeleri saptama fırsatı bulur ve iyi bir durum analizi yapmaktadırlar. Risk kavramı kurumlar açısından oldukça ağır bedelleri ve kayıpları olan bir kavramdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 359 Yaşadığımız dönemde sermayeden çok itibar ve imaj güçlendirmeye yönelik çalışmalar sürdüren kurumlar karşılaştıkları riskler karşısında verimli bir çalışma yürütemedikleri takdirde ne yazık ki kurumsal itibarlarını ve örgütsel yaşamlarını tehlikeye atmaktadırlar (Aslan:2009, 75). İç denetim risk yönetim ile doğrudan bağlantılıdır; çünkü kurumların dış çevre ve iç çevrede karşılaştıkları veya da karşılaşacakları tehlikeleri saptar ve nedenlerini inceleyerek telafi yolları göstermeye çalışmaktadır. İç denetim işletmedeki risk yönetim sistemine ilişkin yaptığı denetim çalışmaları ve değerlendirmeleri ile bu sistemi etkinleştirmede çok önemli bir role sahiptir. İç denetimin tespit ve bulgularının dikkate alınması, risk yönetim sisteminin etkinleştirilmesine imkan tanıyarak işletmenin faaliyetlerini daha güvenli bir şekilde gerçekleştirilebilmesini mümkün kılacaktır. 2.1.3. Kurumsal Yönetim Son dönemlerde işletmelerin karşılaştıkları olumsuz dış ve iç faktörler neticesinde yaşadıkları kriz durumları ve yüz yüze geldikleri riskler nedeniyle kurumların en alt birimden en üst birime kadar sürdürdükleri yönetim ve stratejileri de etkilenmektedir (Mengü:2013, 112). Adeta bir virüs niteliğinde olan krizler hızlıca yayılır ve tüm örgütü ve örgütün ilişkili olduğu kişi ve kuruluşları etki altına almaktadır. Krizler literatürde aslında bir yönetim eksikliği ve dış çevreye uyumsuzluk sonucunda ortaya çıktığı belirtilmektedir. Bu nedenle kurumsal yönetimin etkilenmemesi mümkün değildir. Bu durumda da imdadına kurumların iç denetçiler yetişmektedir. İç denetim sayesinde kurumlar sadece kurumu tehlikeye sürükleyen riskleri saptayıp finansal performanslarını ve etkinliklerini onarmazlar bunun yanı sıra kurumların olmazsa olmazı olan kurumsal yönetimlerine de katkıda bulunur ve değerlendirirler. Yönetimin beş temel fonksiyonundan biri olan denetim aslında tüm kurumlar tarafından uygulanması gereken bir adımdır. İç denetim sayesinde kurumlar süreçlerin iyileştirilmesi, insan kaynağının gelişimi, kurumsal performans ve verimlilik yönetimi, iç iletişim, iyi uygulamaların paylaşılması, katma değer yaratılmasında önem taşımaktadır. İç denetimin temel amacı kuruma değer katmak olduğu göz ardı edilmezse kurumsal yönetim açısından olduğu görülecektir. Her kurum şeffaflık, adillik, hesap verebilirlik ve sorumluluk ilkelerine uyum sağlamalıdır. Ancak bu doğrultuda hem paydaşlar hem de tüketicilerle doğru bir iletişim ve yönetim stratejisi uygulamış olur. Kurumsal Yönetim; şirket yönetiminde, iş süreçlerinde ve paydaşlarla ilişkilerde, eşitlik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sorumluluk yaklaşımıyla şirket faaliyetlerinin etkinlik ve verimliliği, raporlama güvenirliği, yasal düzenlemelere uygunluk, paydaşların hak ve çıkarlarının korunması için güvence sağlayan yaklaşım ve ilkelerin ifadesi olarak, şirket ve kurumların varlıklarının sürekliliğini hedeflemektedir. 360 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ İç denetim, işletmenin kurumsal yönetim uygulamalarına yönelik yaptığı etkinlik ve verimlilik değerlendirmeleri ile bu uygulamalardaki eksikliklerin giderilmesi, yönetimin bilinçlendirilmesi, adillik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sorumluluk ilkelerine uygun yönetim uygulamalarının geliştirilmesi ve bu şekilde işletmenin kurumsal devamlılığı ve itibarının arttırılarak, amaçlarının gerçekleştirilmesine önemli rol üstlenmekte, şirket ve kurumlarda yönetsel hesap verebilirliğin yerleşmesine katkı sağlamaktadır. 2.2. İç Denetimin Fonksiyonları ve Kuruma Sağladığı Faydalar 2.2.1 Güvence İç denetim, gerek kurum yönetimine gerekse kurumla ilgili olanlara, kurum içerisinde etkin bir iç denetim sisteminin var olduğu; kurumun risk yönetimi, iç kontrol sistemi ve işlem süreçlerinin etkin bir şekilde işlediği; üretilen bilgilerin doğruluğu ve tamlığı; varlıklarının korunduğu; faaliyetlerin etkili, ekonomik, verimli ve kurum politikalarına uygun bir şekilde gerçekleştirildiği konusunda yeterli güvence vermektedir. İç denetim biriminin vereceği güvence mutlak anlamda bir güvence değildir. Çünkü, hem bütün kurum faaliyetlerine nüfuz edilmesinin mümkün olmaması, hem de geleceğin pek çok belirsizlikler içermesi, mutlak bir güvencenin verilmesini imkansız kılmaktadır. İç denetim faaliyetinin iç denetim standartlarına uygun bir şekilde yerine getirilmesi ve bu faaliyeti gerçekleştiren denetçilerin de mesleki ahlak kuralları çerçevesinde hareket etmiş olmaları durumunda iç denetimin makul bir güvence verdiği kabul edilmektedir. 2.2.2. İç Denetim Danışmanlığı İç denetim, kuruma güvence sağlamanın yanında kurumun hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlerinin ve işlem süreçlerinin sistemli ve düzenli bir biçimde değerlendirilmesi ve geliştirilmesine yönelik önerilerde de bulunmaktadır. Yapılan öneriler bir denetim faaliyeti sonunda düzenlenen denetim raporunda yer aldığı gibi, doğrudan iç denetim biriminden istenen danışmanlık faaliyeti kapsamında düzenlenen raporlarda da yer almaktadır. Herhangi bir idari sorumluluk üstlenmeden usul ve yol göstermek, tavsiyede bulunmak, işleri kolaylaştırmak ve eğitim vermek, bu kapsamdaki faaliyet örnekleridir. İdari sorumluluğu olmaması çok önemlidir danışmanlık hizmetleri, tabiatı gereği tavsiye niteliğinde olup genellikle görevlendirmeyi talep edenin özel talebi üzerine gerçekleştirilir. Bu durum da aslında kurumlar üzerinde bir baskı ve yaptırım olmadığını göstermektedir; sadece öneriler ve yapılması gerekenler gösterilir ve karar aşaması idari yöneticiye kalmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 361 2.2.3. Objektif ve Süreç Odaklı Faaliyet En önemli iç denetim fonksiyonu ve özelliği birey değil de süreç odaklı olmasıdır. Ayrıca iç denetim pro-aktif bir yaklaşıma sahiptir. Kriz dönemlerinden çok kriz yaşanmadan önce müdahale ve stratejiler geliştirmekte ve uygulamalarda bulunmaktadır. İç denetimin kurumun bütünüyle hatalarını ve karşılaşabileceği riskleri ortaya koymaktadır. Kurumlarda iç yönetimden kaynaklı olarak meydana gelen bir kriz olmuş olsa da bireyler üzerinden süreci değerlendirmemektedir. Herhangi bir suçlama, küçük düşürme, becerisizmiş gibi hissettirme durumu söz konusu değildir. Aksine oldukça profesyonelce kurumun mevcut durumunu analiz eder ve yapılması gerekenleri ortaya koymaktadır. Tamamen yaşanacak sürece odaklanır ve kurumun bulunduğu durumu nasıl atlatması gerektiğine vurgu yapar; kurumun faaliyetine ve yaşamsal döngüsüne değer katma amacını gütmektedir (Cengiz:2013, 450). 2.2.4. Kurumun Mevcut Durum Analizi: “SWOT” Analiz Etkisi Her geçen gün kullanımı ve uygulaması artan SWOT Analiz kurumların fırsat ve tehditlerini; güçlü ve güçsüz yanlarını yani üstünlük ve zayıflıklarını görmesinde yol gösterici olmaktadır. Kurumlar genelde swot analizlerini bir kurul toplantısı sonucu mevcut durum analizi sonucunda ve varmak istedikleri noktayı belirleyerek saptamaktadırlar (Okay ve Okay:2011, 230). Swot analizi için kurumlar kendileri kadar rekabet ortamlarını da iyice tanıyor olmaları gerekmektedir. Doğru saptanmış bir hedef kitle ve hedef kitlenin kurumdan beklentisi ortaya koyulmalıdır. İç denetim aslında kurumlara swot analizlerini vermiş olur. Tek fark bunu dışarıdan; bağımsız bir kontrol sonucu biri veya bir aç kişi tarafından ortaya konulmasıdır. İç denetim; kurumların mevcut durum analizi; iç kontrol; hedef analizi; rekabet analizi; faaliyet alanı ve kar durumu; risk değerlendirmesi ve yönetimi; çevresel tetkikler doğrultusunda yol göstermektedir. Yani adeta bir swot analiz niteliğinde kurumların analizini yapmakta ve yaşamlarını sürdürmeleri için dikkat etmeleri gereken hususları vurgulamaktadır. Benzer fonksiyona sahip olsa da iç denetim standartları yasal ve hukuki olarak ortaya konulmuştur ve kurumdan bağımsız denetçiler tarafından sürdürülmektedir. Swot analiz ise kurum çalışanları ve yöneticileri tarafından yapıldığı için objektif tarafsız olması biraz daha zorlaşmaktadır ve ayrıca swot analizi için saptanmış standartlar bulunmamaktadır. 2.3. İç Denetim Eksikliğinin Kurumlardaki Etkileri ve Gerekliliği İç denetim uygulaması ülkemizde ne yazık ki zorunlu bir boyuta tabii değildir; kurumların gönüllülük ve isteklerine bağlı olarak bu hizmet sunulmaktadır. İlk olarak Avrupa ve A.B.D’de gelişim göstermeye başlayan bu kavram ülkemizde henüz çok yeni ve uygulama alanı daha yaygın değildir. 362 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Özel sektör açısından Türk Ticaret Kanunu’nda öngörülen bir denetim komitesi söz konusu olsa da, bu kapsamda yapılan denetimleri modern anlamdaki iç denetim kapsamında değerlendirmek pek mümkün değildir. Ancak, her ne kadar yasal bir zorunluluk olmasa da, piyasada faaliyet gösteren büyük ölçekli pek çok işletme kendi bünyesinde modern anlamdaki iç denetim sistemini kurmuş bulunmaktadır. 2000’li yıllara doğru bankacılık alanında yaşanan iflas ve el koymalar sonrasında bu sektöre ait iç denetimle ilgili bazı düzenlemelerin yapılmasının bir zorunluluk arz etmesi karşısında, mevcut Bankalar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır ve bankalar için iç denetim konusunda yasal bir zorunluluk getirilmiş ve “Bankaların İç Denetim ve Risk Yönetimi Sistemleri Hakkında Yönetmelik” çıkarılmıştır. İç denetim sistemiyle ilgili yapılan ve yapılması öngörülen bu değişiklikler sadece özel sektörle sınırlı kalmamış, özellikle ülkemizde yaşanan ekonomik krizle birlikte karşılaşılan yolsuzlukların yanı sıra, Avrupa Birliği uyum ve müzakere süreci sayesinde kamu mali yönetiminde de köklü değişikliklere gidilmiştir. Bu kapsamda çıkarılan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile ilk defa kamuda iç kontrol sistemi, iç denetim ve risk yönetimi ile ilgili uluslararası standartlara uygun yasal düzenlemeler yapılmıştır. İç denetim eksikliği sonucunda kurumlarda meydan gelebilecek durumlar şöyle sıralanabilmektedir: • Etik dışı eylemler «Whistleblowing» • Çalışanlar üzerinde baskı ve statüden faydalanma «mobbing» • Ürün ve hizmetlerin toplum faydası ve sağlığına zarar vermesi ve gereken standartlarda üretilmemesi; • Kurumun yasa dışı faaliyetler sürdürmesi; • Kurumsal yönetimin çökmesi, kurumun güven ve itibar kaybı. 3- Kurumlarda İç Denetimin Başarısını Ve İç Denetim Eksikliğinin Başarısızlığını Gösteren Örnekler 3.1 “TOYOTA- İç Denetimin Krizi Engelleme Etkisi” 3.1.1 Durum Değerlendirmesi Toyota otomotiv sanayi sektöründe önde gelen isimlerdendir. Piyasada uygun fiyatlı, kaliteli ve tercih edilir konumları ve algıları bulunmaktadır. 2006 -2008 yılları arasında üretilen bazı Toyota Yaris, Auris, Corolla, araçlarında bir iç denetim faaliyeti neticesinde sorun olduğu saptanmıştır. Araçlarda elektrikli camlarda kontrol sorunu ortaya atılmıştır ve elektrikli cam ana anahtarının üretimi esnasında koruyucu yağın (gres) her noktaya düzenli olarak yayılamaması sebebiyle kontak noktalarında zaman içerisinde aşınmalar meydana gelmekte ve bu aşınmalar takılma veya zaman içerisinde anahtarın çalışmamasına sebebiyet verebilmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 363 7.4 milyon araçta olabileceği düşünülen bu sorun büyük bir kriz ve müşteri memnuniyetsizliğini engellemesi adına tüm araçlar TOYOTA tarafından geri çağırılmış ve bizzat onarım ve değişimleri sağlanmıştır. Avrupa; Türkiye; Kanada; Çin ve Avustralya’da olduğu araştırılan araçlar iyi bir iletişim çalışmasıyla araç sahiplerine ulaşılmıştır. Toyota’nın kararı, Ford’un 1996’daki 7.9 milyonluk çağırma operasyonundan sonra en yüksek geri çağırma olarak dikkat çekmiştir. Buna benzer olarak Toyota 2014 yılında yapılan yazılı açıklamada, araçlarda tespit edilen fabrika hatasının hidrolik direksiyonu devre dışı bırakarak, kaza riskini artırabileceği belirtmiştir. Şirket, geri çağırmaya neden olan hatanın şimdiye kadar bilinen herhangi bir kaza ya da yaralanmaya yol açmadığını ve çağrılan araç sayısının 112 bin 500 olduğunu bildirmiştir. Sadece bir denetim e ön tedbir olduğunu belirten kurum; ilgili; yenilikçi ve müşteri odaklı çalıştığını bir kez daha göstermiştir. 3.1.2 Araştırmanın Amacı ve Yöntemi Çalışmada içerik çözümlemesi yöntemi kullanılmıştır; veriler toplanarak analiz edilmiştir. Çalışmanın amacı kurumlar için iç denetim kavramının önemini vurgulamak; kriz dönemlerinde de hayat kurtarıcı olduğunu ortaya koymaktır ve kriz yaklaşımının işlevlerinden biri olan engelleme fonksiyonuna yerine getirdiğini göstermektir. 3.1.3 Araştırmanın Hipotezi İç denetim kavramı sayesinde kurumlar risk tespiti ve durum değerlendirmesi yapmaktadırlar; iç kontrol ve sağladığı danışmanlık faaliyeti sayesinde krizleri engelleme işlevine sahiptir. 3.1.4. Örneklem ve Evren Tespiti Araştırmanın evreni Türkiye; örneklem ise Toyota araba satış temsilcilikleri. 3.1.5 Bulgular Kriz yönetiminde var olan iki yaklaşımdan yola çıkarak; kriz engelleme ve kriz çözme yaklaşımı; iç denetimin aslında kurumları önceden bilgilendirerek ve risk değerlendirmesi yaparak onların krizleri yaşamasını engellemektedir. Bu dayanağı ise var olan iç denetim fonksiyon ve kuruma sağladığı yararlardan yola çıkarak söyleyebiliriz. 3.1.6 Veri Toplama Araçları İçerik çözümlemesi yöntemi kullanılan bu araştırmanın veri toplama araçları dijital ortam olmuştur. Günümüzde krizin hızlı yayılmasına neden olan dijital ve sosyal ortam araştırmanın veri toplama aracını oluşturmaktadır. Cnn türk; ntv; hürriyet; sabah vb. siteler ve haber içerikleri ele alınmıştır. 364 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 3.1.7 Araştırma Sonucu Bir denetim sonucu firma kendi hatasını görerek müşterilerinde bir güven oluşturarak araç toplama işlemini başlatan Toyota hem müşteri açısından firmanın dikkatli ve sorumluluk sahibi olduğunu göstermekte hem de kurum açısından olumlu bir itibar; müşteri sadakati; rekabet avantajı ve kar payında yükselme sağlamıştır. Sermayeden çok itibarın önemli ve değerli olduğu günümüzde kuruma çok pahalıya mal olacak olan krizi ortadan kaldırmasına iç denetim sayesinde mümkün kılmıştır. Sorumluluk bilincine sahip; güvenilir bir şirket algısı oluşturmuştur. Tüm haberlerde “Toyota Kriz Yaşıyor” haberi yerine “Toyota Araçlarında Hata ve Sorun Tespit Etti ve Tüm Müşterilerine Çağrıda Bulunuyor” haberleri yer alması firmaya itibar kazandırmıştır. Otomotiv sektöründe rekabet üstünlüğü kazandırmıştır. İç denetimin kurumlarda krizi engelleme işlevine sahip olduğunu da gösteren bir örnek olmuştur. Bu uygulama sonucunda Toyota satışlarını %25 arttırmıştır. Sonuç 21. yüzyılda yaşanan değişimler ile kurumlar ayakta kalabilmek adına daha dikkatli olmak zorundadırlar. Rekabetin karşısında ayakta kalabilmek adına yenilikçi ve farklı olmak gerekirken; karşılaştıkları krizler ile başa çıkmak için daha dikkatli; tedbirli ve taktiksel davranmak durumundalar. Kimi zaman krizleri birer fırsata dönüştürürken kimi zamanda bu kadar şanslı olmayıp varlıklarını sürdüremezler. Sürekli olarak bu tip durumlarla karşılaşmamak adına kurumlar iç denetim olgusuna başvurmalıdırlar. İç denetim kavramı kurumların sadece krize maruz kaldıklarında başvurmalarını gerek bir uygulama değildir; tam aksine krizler tekrarlanabilen ve hızlı yayılan bir özelliği sahip oldukları için kurumlar sürekli takipte ve tetikte olmalılar bu nedenle sürekli bir iç denetim çalışması sürdürmeleri gerekmektedir. İç denetim sayesinde daha güvenli ve sağlıklı ilerlemenin yanı sıra; kurumlar rekabet avantajı sağlamaktadırlar. İç kontrol ve denetim sayesinde onlar sadece mevcut durumdan nasıl kurtulurum değil de ileriye dönük daha emin nasıl ilerlerim sorularına yanıt almaktadırlar, çünkü iç denetim aynı zamanda kurumlara bir danışma hizmeti sağlamaktadır. Çalışmada da incelenmiş olan örnek sayesinde kurumların bu konuda daha tedbirli ve bilinçli davranarak bundan böyle iç denetim uygulamalarına kurumlarında yer verileceğine ve bu kavramın daha çok gelişeceğine inanılmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 365 Kaynakça Kitaplar 1. AKIM, F.(2010) Halkla İlişkilerde Stratejik Karar/ Halkla İlişkiler Uygulayıcı Rolleri, Derin Yayınları, İstanbul 2. GÜÇDEMİR, Y.(2012) Sanal Ortamda İletişim Bir Halkla İlişkiler Perspektifi, Derin Yayınları, İstanbul 3. MENGÜ, S.(2013) Kurumsal İletişim Yönetimi ve Profesyonel Markalar, Derin Yayınları, İstanbul 4. OKAY, A. ; OKAY, A.(2011) Halkla İlişkiler Kavram ve Strateji Uygulamaları, D&R Yayınları, İstanbul 5. SUMER, H & PRENSTEİNER, H. (2009) Kriz Yönetimi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul Makale ve Dergiler 1. ASLAN, B. “Bir Yönetim Fonksiyonu Olarak İç Denetim” Sayıştay Dergisi, Sayı:77; 2009 2. CENGİZ, S. “Kurumlarda Kurumsal İletişimin Kapsamında İç Denetimin Yeri ve Önemi, Afyon Kocatepe Üniversitesi/İİBF Dergisi; Cilt: 15, Sayı: 2, 2013 3. SAĞYAN, S. & BEDÜK, A. Whistleblowing ve Etik İklimi İlişkisi Üzerine Bir Uygulama, Dokuz Eylül Üniversitesi/ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi; Cilt:28, Sayı: 1, 2013 Seminer 1. AYDIN, Ayşenur “ Kurumlarda Kriz ve Kriz Yönetimi, İstanbul/ OPET Kurumsal İletişim Direktörü, İstanbul Üniversitesi, 2013 366 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 367 368 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ KRİZ İLETİŞİMİ KAMPANYALARININ ETİK BOYUTU: KUŞ GRİBİ İLETİŞİM KAMPANYASI Esra BÜDÜN1 Özet Kriz iletişim sistemi şirketlerin erken uyarı sistemi olarak işlev göstermektedir. Şirketlerin temel değerlerini, hayati fonksiyonlarını ve itibarını korumada öncelikle önem verilmesi gereken bir unsurdur. Kriz iletişimi kampanyaları ise, hedef kitleler nezdinde ikna edici iletişim stratejilerini kapsamaktadır. Bu bağlamda kriz iletişimi kampanyaları algıyı değiştirmede ve dönüştürmede vazgeçilmez bir enstrüman olarak karşımıza çıkmaktadır. Kriz iletişimi her ne kadar şirketlerin erken uyarı sistemi görevi görse de uygulanma aşamasında yaşanan etik sorunlar iletişim sürecine gölge düşürmektedir. Bu süreçte belirlenen iletişim stratejileri etik dışı yollarla uygulandığında kriz içinden çıkılamaz bir hal almakta ve örgütün temel değerlerini tehdit etmeye başlamaktadır. Kriz dönemlerinde insanlar her zamankinden daha fazla bilgiye ihtiyaç duymaktadır. Bu yüzden kriz iletişimi süresince, medya kuruluşları, paydaşlar ve ilgili kesim uyumlu ve dengeli şekilde bilgilendirilmeli ve şeffaflıktan ödün verilmemelidir. İlgili iletişim stratejileriyle oluşturulan kriz iletişim kampanyaları da etik kodlarla biçimlendirilmelidir. Bu çalışmada, kriz iletişimi kampanyalarının etik boyutu, Kuş Gribi vakası bağlamında ele alınmıştır. Bu vaka ile ilgili yapılan iletişim kampanyalarının ardında yatan etik dışı uygulamalar ve insanların sağlıklı bilgilendirilememeleri nedeniyle ortaya atılan komplo teorileri tüm yönleriyle irdelenmiştir. Çalışmada ilgili literatürün taranmasının ardından, yazılı ve basılı materyallerin incelenmesinde içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. Çalışmanın amacı, 2005 yılından itibaren Türkiye’yi etkileyen Kuş Gribi vakası ile ilgili yapılan iletişim kampanyalarıyla birlikte kamuoyunda çeşitli etik kaygılar uyandıran; hayvan hakları, mülkiyet hakları, insan hakları ve hatta çocuk haklarını içeren hususları tespit etmek ve o dönemde gerçekleştirilen Kuş Gribi İletişim Kampanyalarını da bu bağlamda irdelemektir. Araştırma Türkiye’de görülen Kuş Gribi vakasına ilişkin olarak yapılan iletişim kampanyalarının başarısına değil, bu iletişim kampanyalarının etik boyutuna odaklandığından bu bakış açısını konu edinen çalışmalara yarar olacağı umulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Kuş Gribi, Etik, Etik Sistemler, Kriz İletişimi, Kriz İletişim Kampanyası 1 MA.Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,Halkla İlişkiler Anabilim Dalı[email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 369 ETHICAL ASPECTS OF CRISIS COMMUNICATION CAMPAIGN: BIRD FLU COMMUNICATION CAMPAIGN Abstract Crisis communication system works as an early warning system of the companies. It is a factor that should be given priority and importance in maintaining the core values, vital functions and reputation of companies. The crisis communication campaigns include convincing communication strategies in the eyes of the target audience. In this context, crisis communication campaigns emerge as indispensable instrument to change and transform the perception. Although the crisis communication works as an early warning system of the companies, ethical problems encountered in the implementation phase damage the communication process. When communication strategies defined in this process are applied in unethical ways, the crisis become inextricable and threaten the core values of the organization. People need information more than usual during crisis process. That’s why media organizations, stakeholders and related sectors should be informed in a harmonious and balanced way and should not be compromised transparency during the crisis communication process. The related crisis communications campaign created with the appropriate communication strategy must be formatted with the ethics code. In this study, the ethical dimension of the crisis communications campaign is discussed in the context of cases of Bird Flu (Avian Flu). The conspiracy theories which were come up with unethical activities lying behind the communication campaigns related with this case and lack of information shared with people examined with all aspects. In this study, the method of content analysis was used to examine the written and printed materials right after scanning the related literature. The aim of this study is to reveal the various factors create ethical anxiety at public opinion with the communication campaigns related with Bird Flu case affecting Turkey since 2005, to make firm the factors consist of animal rights, property rights, human rights and children’s rights and to examine Bird Flu Communication Campaigns performed in that period, in this context. This research focuses on the ethical dimension of communication campaigns –not focuses on the success of the communication campaign related with Bird Flu case; so it is expected to be beneficial for the researches subjects to this perspective. Key Words: Bird Flu, Ethical, Ethical Systems, Crisis Communication, Crisis Communication Campaign 370 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.Giriş Hayatın her alanında hızlı değişimlerin meydana geldiği bir çağı yaşanmaktayız. Bu değişimlerin neden olduğu belirsizlik ve karmaşıklık ise insanlar ve kurumlar açısından birer tehdit unsuru olmaktadır. İster kamu olsun ister özel tüm kurumlar gerek iç gerekse dış çevreden kaynaklanan bu değişimlerden büyük ölçüde etkilenmekte ve kendisini plansız bir şekilde bu değişimin içinde bularak kriz ortamına sürüklenmektedir. Bu kriz ortamında, kurumlar açısından kriz iletişimi proaktif bir anlayışın ürünü olarak birer erken uyarı sistemi şeklinde görev yapmakta ve olası bir krize karşı kurumları koruma altına almaktadır. Böylelikle kurumun hayati fonksiyonları ve temel değerleri korunabilmektedir. Ancak kriz iletişim süreci yürütülürken işletmelerin yaptıkları ve bazı etik kaygı oluşturan unsurlar, krizi büyütebilmekte ve içinden çıkılamaz bir hale getirebilmektedir. Çalışma beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde genel bir giriş yapıldıktan sonra ikinci bölüme geçilmiş; kriz, kriz iletişimi, kriz iletişim yönetimine kavramsal bir giriş yapılmıştır. Üçüncü bölümde etik kavramı ile etik sistemlerin özellikleriyle kriz iletişiminin etik boyutu üzerinde durulmuş ve çalışmanın devamında da, kriz iletişim kampanyaları etik sistemler ve kamuoyu açısından değerlendirilmiştir. Son bölümde ise, Kuş Gribi vakası üzerinden kriz iletişim kampanyalarının etik boyutu irdelenmiştir. 2. Kriz Ve Kriz İletişimi 2.1. Kriz Kavramı Yunanca ‘crise’ sözcüğüne dayanan ve ayırt etme, ayrılmak anlamlarına gelen kriz sözcüğü hakkında yapılmış birçok farklı tanımlama bulunmaktadır. En genel tanımıyla kriz, beklenmedik bir anda ortaya çıkan, örgütün olağan işleyişini bozan ve acil önlem gerektiren bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır (Tüz, 2001:13). Örgütsel anlamda krizler, kriz öncesi dönemde ortaya çıkan acilen çözüm gerektiren bir takım belirtiler ile başlamaktadır. Yaşanılan belirsizlikler gün geçtikçe artmakta ve kriz kendini daha belirgin bir halde hissettirmektedir. Kriz, örgütlerin temel hedeflerini, işleyiş düzeni ve bir takım önemli değerlerini tehdit etmektedir. Önlem alınmakta geç kalınan krizler örgütün üst düzey hedeflerini tehdit edebileceği gibi doğrudan varlığını da tehdit edebilmektedir. Özellikle bu dönemlerde örgütün önleme ve öngörme mekanizmaları yetersiz kalmakta ve zaman baskısı da kendisini hissettirmeye başlamaktadır. (Pira, 2004:23-26). Kurumun temel değerlerini tehdit eden krizlerin temel nedenini; örgütün değişen çevre koşullarına ayak uydurmaması ve kendini geliştirememesi olarak genellemek mümkündür. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 371 Bunların dışında örgütlerde krize neden olan örgütün iç çevresi ile ilgili olan örgüt içi faktörler bulunmaktadır. Bunlar tamamen örgütsel yapı ile ilgili olup, krizlerin ortaya çıkışında önemli rol oynamaktadırlar (Halil, 2005: 395 ). Diğer bir etmen ise işletmenin dışında kalan ve tamamen kontrol edilemeyen unsurları olan örgüt dışı faktörlerdir. Bu faktörlere sürekli değişen çevre koşulları ve belirsizlik hakim olduğundan krizi önceden tahmin etmek zorlaşmaktadır (Dinçer, 1998: 385-386). Örgütlerin iç ve dış çevresi dolayısıyla maruz kaldıkları bu krizlerin üstesinden, doğru planlanmış bir kriz iletişim sistemi ve bu kriz iletişimin etkin bir şekilde yönetilmesiyle gelinebilmektedir. 2.2. Kriz İletişimi ve Kriz İletişim Yönetimi Kriz iletişimi kavramı ilk kez 1986- Çernobil kazasını takip eden süreçte Avrupa’da gündeme gelmiştir. Kazanın ardından hükümetin kriz ile ilgili hiçbir bilgi vermemesi, ardından da eksik ve spekülatif bilgi vermesi ve bunun neden olduğu kötü sonuçlar, krizlerde iletişimin öneminin anlaşılmasını sağlamıştır (König,1991: 30-43’den akt: Genç, 2008:165). Peltekoğlu’na göre(2007:17), kriz iletişimi olası kriz dönemlerinde izlenecek iletişim stratejileri ve taktikleri ile ilgilidir. Krizin gerektiği şekilde yönetilmesi hususunda önemli bir araç olan kriz iletişimi, yalnızca kriz dönemlerinde kullanılan tek seferlik bir araç değil süreklilik arz eden ve işletme faaliyetlerinde her zaman yer verilmesi gereken bir süreç olarak değerlendirilmelidir. Başarılı bir kriz iletişiminin göstergeleri, kriz süresince yürütülen iletişim faaliyetlerinin sonucunda krizden minimum zararla kurtulma ve erken uyarı sistemleriyle krizi fırsata çevirebilmektir. Fırsatlar, işletmelerde tüketici güvenini sağlamalı, diğer işletmelerle karşılaştırıldığında itibarını yükseltmeli, çalışanların çalıştıkları işletmeyle gurur duymalarını sağlamalı ve rekabette avantaj getirmelidir. Bu bağlamda, krizi güçlü bir şekilde yönetebilme yeteneğinin, etkin iletişim stratejilerine bağlı olduğu açıkça görülmektedir(Aydede,2008:162). Sözü geçen stratejik iletişim tekniklerinin kullanıldığı kurumsal değerlerin korunmaya çalışıldığı bu süreç, kriz iletişim yönetimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kriz iletişimi yönetimindeki en önemli amaç; kriz ortamında kurumun güvenilir olduğunu ortaya koymak ve kanaatleri bunun etrafında buluşturmaktır. Bu amaçla ‘bağımsız’ kimliklerin ağzından verilecek mesajların kamuoyu üzerinde daha olumlu sonuçlar doğuracağı kesindir. Kurum sözcülerinin söyledikleri ile kişilerin güvendikleri, inandırıcılıkları konusunda şüphe oluşturmayacak kişilerin söyledikleri buluşursa bu kanaat oluşumu daha farklı bir yönde oluşacaktır (Kadıbeşegil,2003:138’den akt: Özkan,2010:54). Bu tür kanaat oluşturma çalışmalarında ve kriz iletişim sistemi çerçevesinde yapılan uygulamalar etik bağlam çerçevesinde şekillendirilmelidir. Aksi takdirde toplumsal değerlerin bir yansıması olan etik anlayışından uzaklaşan bir iletişim uygulamasının başarıya ulaşması mümkün gözükmemektedir. 372 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 3. Etik Kavramı Etik sözcüğü Yunanca’daki ‘ethos’ sözcüğünden gelmekte ve kullanım olarak ikiye ayrılmaktadır. İlk kullanımda etik, alışkanlık ve töre anlamlarını taşımakta, eylemlerini geçerli töreye uygun olarak eğitim yoluyla düzenlemeye alışkın kişi, genel kabul gören “ahlak yasası” normlarını izlediği sürece etiğe göre davranmaktadır. İkinci kullanımında ise, eylemde bulunan ve davranan kişi, aktarılan eylem kurallarını ve değer ölçülerini sorgulamadan uygulamayıp; aksine kavrayarak ve üzerine düşünerek talep edilen iyiyi gerçekleştirmek için onları alışkanlığa dönüştüren kişidir. Bu kullanıma göre etik kavramı “karakter” anlamını da almakta, “erdemli olmanın temel tavrı” olarak pekişmektedir (Uzun,2009:19). Bir diğer tanımlamaya göre ise etik; “yarar, iyi, kötü, doğru, yanlış gibi kavramları inceleyen, bireysel ve grupsal davranış ilkelerinin hangisi doğru hangisinin yanlış olduğunu belirleyen ahlaki ilkeler, değerler ve standartlar sistemidir”. Türkçede günlük kullanımda etik ve ahlak sözcükleri çoğu zaman aynı anlamda kullanılmaktadır. Ancak bu iki sözcük arasında ayrımlar bulunmaktadır. Ahlak bir insanın yaradılışı gereği gerçekleştirdiği davranışları anlatmakta ve huy, adet, alışkanlık anlamına gelmektedir. Etik ise insan davranışlarını ahlakilik kuralları içinde araştıran ahlak bilimi anlamındadır (Odabaşı ve Oyman, 2007:342). Ahlaki değerler sistemi olarak karşımıza çıkan etiğin, dört farklı boyutu bulunmaktadır. Bu boyutlar kurum açısından faaliyet gösterdiği çevrenin tanınması ve anlaşılması bakımından büyük önem taşımaktadır. 3.1. Etiğin Sistemleri Genel olarak ele alınan etik, toplumsal olarak benimsenmiş değerler sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan etik, insanların meydana getirdiği topluluğun türüne göre bireysel etik, meslek etiği, örgüt etiği, yönetim etiği gibi bölümlere de ayrılmıştır (Kınay, 2005’den akt: Orhan, 2007,22). Bireysel etik, bireylerin neyin doğru ya da iyi olduğu konusundaki değerlerine ve inançlarına dayalı uygulamalı etik kurallarına dikkati çekmektedir. Bu etik türü, kişilerin diğer bireylerle ilişkilerini yönlendiren bireysel standart ve değerlerden meydana gelmektedir. Bireysel etiğin kaynağını genel olarak kişinin ailesi, arkadaşları ve aldığı terbiye ve hayat boyu kazanılan deneyim ve sosyal çevre belirlemektedir (Karakaş,2002:22’den akt:Orhan 2007:22). Örgüt etiği, bireylerin istek ve ihtiyaçlarının örgütün iyi durumuna bağımlı kılınmaları anlamına gelmektedir. Örgütsel etikte birey, bulunduğu örgüte bağlı olmalıdır (Karakaş,2002: 18-19’den akt: Orhan 2007:22). Diğer taraftan örgütsel etik, ortak karar alma sürecinde değerlerin yansıtılma kapasitesi olarak da tanımlanabilmektedir (Şimşek vd., 2003:399). Örgütsel etikte önemli olan örgütün hem iç hem de dış çevresinde dürüstlüğü, güveni, adaleti ilke edinmek ve toplumsal normlar ve standartlarla tutarlı olmasıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 373 Meslek etiği, belirli bir mesleği icra ederken karşılaşılan her durumda, bireyin yapması ya da yapmaması gereken, etik ve hukuksal normlarla ilgili konular üzerinde durur. Bu etik ve hukuksal normlar; uluslararası bildirgeler, sözleşmeler ve meslek ahlakı kodları olarak karşımıza çıkmaktadırlar (Kuçuardi,200:17-20’den akt:Orhan,2007:22). Yönetsel etik ya da kamu hizmeti etiği kavramı ise, hükümetin idari alanında, doğru davranışlara ulaşmak için gerekli olan ilke ve standartları ifade etmektedir. Bu anlamda yönetsel etik, bir yandan kamu yöneticilerinin ahlâk dışı davranışlarda bulunmamaları ile ilgilenirken, diğer yandan yöneticilerin karşılaştıkları çıkar çatışmaları ve ikilemlerin çözümünde onlara yardımcı olacak ilke ve standartların oluşturulmasıyla ilgilenmektedir (Jandarma Etiği Meslek Ahlakı, 2001:11-12’den akt: Orhan,2007). Etik sistemler kurumların hem iç hem de dış çevre değerlerinin anlaşılması bakımından önem taşımaktadır. Dolayısıyla bir kriz ortaya çıktığında etkin bir kriz iletişimi için etik, mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. 3.2. Kriz İletişimi ve Etik Örgütler kriz öncesi, kriz sırası ve kriz sonrası dönemlerde iç ve dış çevre ile iletişimlerini güçlü tutmak zorundadırlar. Çünkü temelleri sağlam atılmış iletişim stratejisi oluşturan bir kurum, kriz dönemlerinde rakiplerine nazaran daha güçlü olmaktadır. Kurumun imajı ve itibarı bu iletişim stratejileri sayesinde olumlu ya da olumsuz şekilde biçimlenmektedir. Bu bağlamda kurumun varlığının tehdide girmemesi, imaj ve itibarını koruması için kriz iletişiminde dikkat etmesi gereken ilkeler bulunmaktadır. Bu ilkeler (Moore,2004:30’dan akt:Akdoğan ve Cingöz:2009:21): • Yaşanan şeyler bizzat firma sözcüleri tarafından ilgili gruplara aktarılmalı, paydaşlar yaşanan krizi ve boyutlarını medya ya da diğer araçlar vasıtasıyla öğrenmemelidirler, • Medya ile iyi ilişkiler kurulmalı ve işbirliği yapılmalıdır, • Olan olayla ilgili sorumluluk alınmalıdır. Bu durum suçu kabul etmekten farklıdır, • Öncelikle krizden direk etkilenenlerle iletişim kurulmalıdır ve tutarlı açıklamalar yapılmalıdır, • İş görenler, yatırımcılar, müşteriler, bağımsız uzmanlar, diğer paydaşlar ve topluluk liderleri ile sürekli ilişkiler kurulmalı ve kritik mesajlar direk olarak bu gruplara iletilmelidir. Bahsi geçen ilkeler kurumlarda kriz iletişim sistemi oluşturulurken dikkat edilmesi gereken unsurlar olarak da karşımıza çıkmaktadır. Kriz durumlarında hem iç hem de dış 374 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ çevrede fazlaca belirsizlik ve kaos ortamı ortaya çıkmaktadır. Bu da insanlarda büyük ve bir o kadar da kritik bir bilgi ihtiyacına neden olmaktadır. Bu ilkelerin uygulanma aşamasında kurumların kendilerini savunma veya koruma süreçlerinde etik yönden tartışmalı durumlar ortaya çıkabilmektedir. Örneğin, yaşanan olaylarla ilgili bilgilerin kamuoyundan saklanması, verilen mesajların doğruluk ve tutarlılık içermemesi ve manipüle edici yanlış bilgiler verilmesi, sorumluluktan kaçınılması veya sorumluluğun başkalarına yıkılmaya çalışılması gibi yanlış uygulamalar kamuoyunda kurumun yanlış algılanmasına neden olabilmektedir. Dolayısıyla bu şekilde bir tavır içerisine girildiğinde kriz iletişim sistemi, krizi önlemede bir araç olarak değil, krizi büyüten ve kurumun hayatını tehdit eden bir hal almaktadır. Krizlerin tehdit edici bir unsur olmasından öte, birer fırsat olarak görülebilmesi, kurumların kriz ile ilgili algılamalarını olumlu yönde etkilemektedir. Böylece kriz iletişim ilkeleriyle biçimlendirilmiş bir kriz iletişim kampanyası başarının anahtarı olacaktır. 4. Kriz İletişimi Kampanyaları Çerçevesinde Etik 4.1. Kriz İletişim Kampanyaları Amacı bakımından planlı bir ikna etme sürecini kapsayan iletişim kampanyaları; çoğu zaman önceden saptanan belirli bir süre içinde yürütülen, hemen her zaman çok sayıda iletişim aracının kullanıldığı ve özgül bir mesaj türünden yararlanmak suretiyle halka ulaşmak ve halkı güdülemek üzere tasarımlanmış, önceden planlanmış bir iletişim etkinlikleri dizisi olarak karşımıza çıkmaktadır (Mutlu, 2004:143-144). Kriz iletişim kampanyaları ise, çoğu zaman önceden belirlenen stratejilerle ve en iyi iletişim teknikleri ile kriz dönemlerinde, kurumsal hedeflere ulaşmak, krize neden olan konu ile ilgili bilgilendirmede bulunmak ve olumsuz algılamaları olumluya çevirebilmek için hedef kitlenin bilgilenme ihtiyacına uygun, doğru, mesajları hedef kitlelere aktarmak suretiyle yapılmaktadır. 4.2. Etik Sistemler ve Kamuoyu Açısından Kriz İletişimi Kampanyaları Kriz iletişimi kampanyaları hedef kitleleri belli bir konuda ikna etme süreçlerini kapsayan çok yönlü iletişim stratejilerinin kullanıldığı planlı çalışmalar bütünüdür. Bu açıdan bakıldığında kriz iletişim kampanyalarında hedef kitleleri ikna ederken bir takım etik ikilemlerin de ortaya çıkabileceği görülebilmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 375 Dolayısıyla kriz iletişim kampanyaları da bu etik boyutlar çerçevesinde şekillenmektedir. Aşağıda verilen tabloda kriz iletişim sistemleri ve kriz iletişim kampanyalarının etik boyutu çerçevesinde bir model önerisi yapılmıştır: Örgütsel ve toplumsal yapıyı etkileyen krizler, beklenmeyen durumlarda aniden ortaya çıkma eğilimindedir. Bu yüzden kurumların kriz ortaya çıkmadan önce proaktif süreçleri göz önüne alarak kriz iletişim sistemine önem vermeleri gerekmektedir. Krizler, kriz iletişim sistemini zorunlu kılmaktadır. Etkin bir kriz iletişimi ve yönetimiyle de krizler şekillenmektedir. Krizlere neden olan iç ve dış çevre koşulları dikkatle izlendiğinde, en önemli sorunlardan biri de etik boyut olarak karşımıza çıkmaktadır. Kriz iletişim sisteminin etik kodlarla şekillendirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde hem kurumsal hem de toplumsal açıdan etik sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Etiğin boyutları olan örgüt etiği, meslek etiği ve yönetsel etik birbirini destekler nitelikte olsa da bireysel etik bu etik boyutlardan farklı bir anlam taşımaktadır. Çünkü bireysel etik, bireysel anlamdaki değer ve inançları kapsamaktadır. 376 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Fakat diğer etik boyutlar tamamen örgütsel yapı ile ilgili olmakta ve bireysel etiğin arka planda kalmasına neden olabilmektedir. Bu noktada kriz döneminde kurumların gerçekleştirdiği uygulamalar sırasında ortaya çıkan etik ihlallerle ilgili kamuoyundan ve sivil toplum kuruluşlarından pek çok eleştirinin yöneltildiği hatta bazı tepkilerin oluştuğu da görülebilmektedir. Örneğin Kuş Gribi Vakası’nda, toplumsal açıdan bir meşruiyet krizinin de ortaya çıktığı söylenebilir. Gerek toplumsal boyutta gerekse sivil toplum örgütleri nazarında, itlaf çalışmaları pek çok huzursuzluk ortaya çıkarmış ayrıca toplumda kanatlı hayvanlara karşı bir önyargı oluşmasına da neden olmuştur. “beyaz et sağlıktır” algısı yerini “beyaz et yemek hasta olmaya neden olur” algısına bırakmıştır. Tüm bunlar ışığında Kuş Gribi vakasında izlenen iletişim kampanyalarındaki bilgi boşluklarının olması, kurumsal hedeflerin toplumsal ihtiyaçlardan ve beklentilerden önce gelmesi, iletişim çalışmalarında kamuoyuna verilen mesajların aşırı kurumsal kaygı taşımaları gibi pek çok neden, etik açıdan eleştirel pek çok durumun ortaya çıkmasına neden olmuştur. 5. Örnek Olay İncelemesi 5.1. Kuş Gribi İletişim Kampanyasının Etik Boyutu Üzerine Bir Araştırma 5.1.1. Araştırmanın Amacı Kamuoyunda, Kuş Gribi Vakası’nın başarılı bir kriz iletişim kampanyasıyla yürütüldüğü yönünde bir algı mevcuttur. Oysa bu vakanın kamuoyuna yansıyan bu görünümünün ardında, medyada pek yer almayan arka yüzünde hayvan hakları, mülkiyet hakları, insan hakları ve hatta çocuk haklarını kapsayacak şekilde ortaya çıkan etik problemler mevcuttur. Çalışmanın amacı da kamuoyuna yansımayan ancak kurum ve kuruluşlar açısından asla göz ardı edilmemesi gerektiğini düşündüğümüz bu hususların yarattığı ve ileride yaratabileceği etik problemleri irdelemektir. 5.1.2. Araştırmanın Hipotezleri Araştırmanın hipotezleri genel olarak beş bölüme ayrılmıştır: 1. İtlaf çalışmaları ile hayvan hakları arasında negatif bir ilişki mevcuttur. 2. Kriz anında kamuoyunun sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmemesi, bilgi boşluğu ortaya çıkartır ve bu boşluğu dedikodu ve söylenti doldurur. 3. İtlaf çalışmaları ile hayvan sahiplerinin duygu durumları arasında travmatik bir bağ vardır. 4. İtlaf çalışmalarının medyada sansürsüz şekilde yayınlanması ile hasta, çocuk ve yaşlıların psikolojik durumları arasında negatif bir ilişki vardır. 5. Yapılan iletişim kampanyaları ile hayvanların itlaf edilmesinin, gayet doğal, yerinde bir tedbir biçimi olarak algılanması arasında pozitif bir ilişki vardır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 377 5.2. Yöntem Bu çalışmada Kuş Gribi Vakası ilgili literatürün sistematik bir şekilde taranmasının ardından, yazılı, basılı ve görsel vb. materyallerin incelenmesiyle oluşturulan içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. İçerik analizi, sözlü veya yazılı materyallerin sistemli bir biçimde analize tabi tutulup, yazılan ya da söylenilenlerin belirli kurallar doğrultusunda kodlanarak, kategorileştirilerek sayısallaştırılması ve ne sıklıkla kullanıldıklarını veya tekrar edildiklerini tespit etme sürecidir (Gökçe,2006:18-27). Araştırma ikincil kaynaklardan elde edilen verilerle, yargısal veri toplam tekniği ile oluşturulmuştur. Web tabanlı veriler ve diğer ilgili dokümanlar kullanılan yöntem doğrultusunda incelenmiştir. Kuş Gribi vakası ile ilgili literatür araştırmasının ardından elde edilen bilgiler, kriz iletişim kampanyası bağlamında değerlendirilmiş ve kamuoyu açısından etik boyutu incelenmiştir. 5.2.1. Örneklem ve Sınırlılıklar Araştırma evrenini Türkiye yaygın basını ile web tabanlı dokümanlar oluşturmaktadır. Bu evren içerisinden ise, amaçlı örneklem bağlamında Türkiye’de yayın yapan ve Kuş Gribi’nin en yoğun şekilde ülkemizi etkilediği 2006 yılının ilk bir aylık (30 gün) süreç içerisinde Kuş Gribi vakası ile ilgili haber yapan gazeteler seçilmiştir. Hürriyet, Milliyet ve Zaman gazeteleri olmak üzere toplamda 3 gazetenin Kuş Gribi içerikli haberleri analiz edilmiştir. Amaçlı örneklem, örnekleme seçilen kişilerin ya da objelerin araştırmacının amaçlarına en uygun yanıtı verebilecek birey ve objeler arasından seçilmesidir (Aziz, 2008:55).Araştırmanın genel amacına uygun olarak gazeteler, tiraj oranlarına ve genel yayın politikalarına göre seçilmiştir. Bunların dışında Kuş gribi vakası ile ilgili içerik barındıran web tabanlı dokümanlar incelenmiştir. Bahsi geçen gazetelerde amaca uygun şekilde yalnızca Türkiye’deki Kuş gribi vakası içerikli yazılı ve görsel haberler analiz edilmiştir. Gazete haberleri dışında, www.sesonline.com adlı haber sitesinin 2006 yılının Ocak ayında yayınlanan 9 adet haber içeriği de incelenmiştir. Kuş Gribi Nedir? Günümüzde Influenza virüs A (H5N1) olarak bilinen Kuş gribi, influenza virüsünün, moleküler yapısındaki farklılıklara göre A, B ve C olmak üzere 3 tipi bulunmaktadır. Kuşların yakalandığı virüs tipine göre hastalık, hafif, ağır ya da ölümcül seyredebilmektedir. Hastalığın çevreden insana bulaşması; enfekte hayvanların gözyaşına, burun ve boğaz akıntılarına veya dışkılarına temasla, enfekte salgı ve dışkılarla kontamine olmuş yüzeylere ve eşyalara temasla ve enfekte tozların solunmasıyla olmaktadır. Kuş gribinin insandan insana bulaştığına dair kanıtlanmış vaka yoktur ancak, virüsün insandan insana geçme özelliği gösteren bir dönüşüme uğrama ihtimali bulunmaktadır (Sağlık Bakanlığı, Kuş Gribi Projesi). 378 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 5.2.2. Veri Toplama Aracı Araştırmaya yönelik veri toplama çalışmaları sırasında, öncelikli olarak araştırma içeriğine uygun şekilde konuyla ilgili daha önceden yapılmış çalışmalar incelenerek literatür taraması yapılmıştır. Araştırma verileri, yayınlanmış yazılı ve görsel kaynaklar ile vakaya ilişkin haber içeriği bulunan ve örneklem seçilen gazetelerin arşivlerindeki haberlerden elde edilmiştir. 5.2.3. Verilerin Analizi Türkiye’yi 2005 yılından itibaren etkilemeye başlayan ve en yoğun etkiyi 2006 yılında yaratan Kuş Gribi Vakası örnek olay kapsamında ele alınmış, elde edilen veriler etik bağlamda incelenmiştir. 5.3. Bulgular Ve Tartışma Tablo 1. Gazetelere göre haber dağılımları Gazeteler Hürriyet Milliyet Zaman Toplam Haber sayısı 163 69 135 367 Kuş Gribi Vakası ile ilgili gazetelerde yayımlanan haberler Tablo 1.’de yer almaktadır. Elde edilen verilere göre vaka ile ilgili belirlenen sınırlılıklar dahilinde en çok haber içeriği olan gazete 163 haberiyle Hürriyet gazetesi iken, en az haber yapan gazete Milliyet’tir. Gazete haberleri dışında incelenen www.sesonline.com adlı haber portalında ise toplamda 9 adet haber yer almıştır. Araştırmanın hipotezleri ve bulgular şu şekilde sıralanmıştır: 1.Hipotez: İtlaf çalışmaları ile hayvan hakları arasında negatif bir ilişki mevcuttur. Hayvanların itlaf ediliş biçimi oldukça rahatsızlık verici olmuştur. Hayvanlar canlı canlı poşetlerin içine koyulmuş ve ağızları sıkıca kapatılarak boğulmuştur. Canlı tavukların üzerlerine greyderlerle toprak atılmış; hayvanlar, gaz sobalarının içine doldurulmuş; daha da vahimi bazı yerlerde tavuklar diri diri yakılmıştır. Hayvanların saygıya layık varlıklar olduğu hiç düşünülmemiş; onlara karşı hiçbir ahlakî değere sahip değillermiş gibi muamele edilmiştir (Başdemir,2006:2). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 379 Anayasa’nın 56/2 maddesi ne göre “...çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir...” ilkesi yer almaktadır. Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre; 1-”Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler. 2- Bütün hayvanlar saygı görme hakkına sahiptir. Bir hayvan türü olan insan, öbür hayvanları yok edemez. Bu hakkı çiğneyerek onları sömüremez. Bilgilerini hayvanların hizmetine sunmakla görevlidir. Bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma ve korunma hakları vardır. 3Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi zorunlu olursa, bu bir anda, acı çektirmeden ve korkutmadan yapılmalıdır. 4- Zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur. 5- Çok sayıda yabani hayvanın öldürülmesi demek olan her davranış bir soykırım, yani bir suçtur. 6Hayvan ölümüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanın öldürüldüğü şiddet sahneleri sinema ve televizyonda yasaklanmalıdır…” Hayvanları Koruma Yasası’na göre; 28. maddenin (j) bendine göre; 13 üncü madde hükümlerine aykırı davrananlara, öldürülen hayvan başına beş yüz milyon lira idari para cezası, aykırı davranışların işletmelerce gösterilmesi halinde öldürülen hayvan başına bir milyar iki yüz elli milyon lira idari para cezası verilir. Türk ceza Kanunu’na göre; sahipli hayvanın öldürülmesi Mala Zarar Verme hükmü ile koruma altına alınmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 151. maddesine göre; “ (1) Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılamaz hale getiren veya kirleten kişi, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Haklı bir neden olmaksızın, sahipli hayvanı öldüren, işe yaramayacak hale getiren veya değerinin azalmasına neden olan kişi hakkında yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır” (Cangi, 2006). Yapılan kriz iletişim çalışmalarına rağmen tespit ettiğimiz ve doğrulanan risk noktaları ile ilintili olarak, sivil toplum örgütleri ve medya tarafından gündeme taşınan pek çok etik tartışma ve iddiaların gündeme geldiğini görmekteyiz. 2. Hipotez: Kriz anında kamuoyunun sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmemesi, bilgi boşluğu ortaya çıkartır ve bu boşluğu dedikodu ve söylenti doldurur. İddia 1: Kuş Gribi Vakası köy tavukçuluğunu bitirmek ve hibrit tavuk (sanayi tipi) üretimi yapan büyük işletmelerin çıkar sağlaması için ortaya atılmış yapay bir olaydır. Dönemin bir bakanının Hürriyet Gazetesi’ne verdiği röportajdan bir kesit: “…kümes hayvancılığı mutlaka gündemden düşürülmelidir. Artık köy yumurtası, köy tavuğu kavramı tarihe karışmak zorundadır” sözleri bu iddiayı destekler niteliktedir (Hürriyet, 2006). İddia 2: İlaç firmalarına çıkar sağlamak. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un listesindeki acil önlemler arasında öncelikli konularından biri Kongre’yi, Kaliforniya’da geliştirilen bir ilaç olan Tamiflu için ek 1 380 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ milyar dolarlık harcamayı kabul etmeye çağırtmaktır. Bu ilaç, Washington ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından, genel veya mevsimsel gribin belirtilerini azaltan tek uygun ilaç olarak ciddi bir şekilde önerilen ilaçtır. O dönemde İsviçre’deki büyük ilaç firması Roche, Tamiflu üretim lisansına sahip tek firmadır. Kuş gribi virüsünün, öldürücü H5N1 türü ve insandan insana bulaşması hakkındaki korkunç hikâyelerin uluslararası ve ABD’deki basın yayınında gittikçe artması, Roche Şirketi’nde siparişlerin birikmesine sebep olmuştur. 2004 yılında Rumsfeld halen Savunma Bakanı iken, ona bağlı olan Sağlık İşleri Sekreter Yardımcısı; Kuş Gribi’ne yönelik bir önerge yayınladı. Bu belgede; “...oseltamir (Tamiflu), kuş gribini önlemede ve tedavi etmede kullanılacaktır. H5N1’in oseltamire duyarlı olduğu konusunda kanıt mevcuttur. Bununla birlikte ilacın temini dünya genelinde sınırlıdır ve kullanımına öncelik verilecektir” diye belirtmektedir.2004 Pentagon önergesi, dünya genelindeki hükümetler tarafından panik halinde Tamiflu alınmasına önemli bir katkıda bulunmuştur (Nevruzoğlu,2009). “Bir Milyon İlaç Siparişi” başlıklı haber “Kuş gribi hastalığının insanlarda görülme olasılığını dikkate alan Sağlık Bakanlığı bir milyon kutu antiviral ilaç siparişi verdi. Bütün dünyada hükümetler ilaç stoklarını artırırken, üretici firma da üretimini iki katına çıkartıyor…”(Milliyet,2005). 3. Hipotez: İtlaf çalışmaları ile hayvan sahiplerinin duygu durumları arasında travmatik bir bağ vardır. İtlaf edilen hayvanların sahiplerinin duygusal tepkileri, yapılan işe yüklenen doğruluğun modalitesinden dolayı, hiç göz önünde bulundurulmamıştır. Hatta itlafa değil; ama itlaf biçimine karşı çıkan bazı insanların üzüntüleri anlaşılamadığı için bu insanlar, “bilinçsiz”, “geri kalmış” olarak nitelendirilmişlerdir. İnsanların çevre ve hayvanlarla olan duygusal bağları tamamen göz ardı edilmiştir (Başdemir, 2006). Fotoğraf 1.Çevre halkı ve itlaf çalışmaları Kaynak:http://www.milliyet.com.tr/ fotogaleri/33205-sicakhaber-kus-gribi-turkiyede/4 Fotoğraf 2. Çevre halkının çalışmalara şahit oluşu. Kaynak:http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/33205sicakhaber-kus-gribi-turkiye-de/6 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 381 3.Hipotez: İtlaf çalışmalarının medyada sansürsüz şekilde yayınlanması ile hasta, çocuk ve yaşlıların psikolojik durumları arasında negatif bir ilişki vardır. Hayvanları itlaf görüntüleri, ailelere her hangi bir uyarı yapılmadan ana haber bültenlerinde yayınlanmıştır. Hayvanların yakılma görüntülerinin yanı sıra çocuklar ve yaşlılar başta olmak üzere birçok insan gaz sobalarını algılayamadıkları için genel olarak insanlar, hayvanların diri diri yakıldığını düşünmüşlerdir. Bu tür görüntüler, insanlarda gereğinden fazla kaygı ve korkuların ortaya çıkmasına neden olmuş ve özellikle çocuklarda hayvanlara ve doğaya mesafeli bir yaklaşımın oluşmasına neden olmuştur. Çocuklukta yaşanan travmalar, hayatın geri kalanında insanların olaylara ve sorunlara karşı tutumunu etkileyeceği düşünülmektedir (Başdemir, 2006:2). Hayvanların itlaf edilme biçimleri, sivil toplum kuruluşları dahil toplumun pek çok kesimi tarafından, hayvan hakları çerçevesinde etik açıdan eleştiriye maruz kaldığı görülmüştür. Bu türden görüntüler toplumda korkuyu pompalayabileceğinden dolayı da yine etik olarak eleştirildiği gözlemlenmiştir. Fotoğraf 3.İtlaf çalışmalarından bir kare. Kaynak:http://arsiv.ntv.com.tr/news/356497.asp Fotoğraf 4.İtlaf edilen hayvan sahiplerinden bir kare. Kaynak:http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/33205sicakhaber-kus-gribi-turkiye-de/9 5. Hipotez: Hayvanların itlaf edilmesinin, yapılan iletişim kampanyaları dolayısıyla insanların zihninde gayet doğal, yerinde bir tedbir biçimi olarak yer edinmesi. Vakanın Türkiye’yi etkilemeye başlamasının ardından yapılan iletişim çalışmalarınca insanların algıları itlafların doğru bir karar olduğu yargısına dönüştüğü söylenebilmektedir. Çünkü iletişim kampanyalarının kanatlıların hastalık taşıyabileceği, bu yüzden itlaf edilmeleri gerektiğine dikkat çekildiği görülmektedir. Çalışmalar sırasında itlaflar, hayvanlara karşı olan toplumsal duyarlılığın ve çocuklarda hayvan sevgisini geliştirme çabasının arka planda kalmasına neden olduğu görülmektedir. Hayvanların saygıya layık varlıklar olduğu hiç düşünülmemiş; onlara karşı hiçbir ahlakî değere sahip değillermiş gibi muamele edilmiştir (Başdemir, 2006:2). 382 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Değerlendirme Çalışma kapsamında gerçekleştirilen analizde, araştırma hipotezlerinin doğrulandığı görülmektedir. Hipotezlerin doğruluğu yayınlanmış fotoğraflar ve haber içerikleri ile konu ile ilgili daha önceden yapılmış bazı çalışmalarca desteklendiği görülmektedir. Yapılan iletişim çalışmalarının araştırma kapsamında sunulan hipotezler bağlamında eksiklik içerdiği söylenebilir. Kuş Gribi Vakası kapsamında yapılan çalışmaların kurumsal iletişim boyutunun güçlü ancak toplumsal insani boyutunun etik açıdan bir takım riskler taşıdığını söylemek mümkündür. Yapılan iletişim çalışmalarında etik boyut dikkate alınmadığı takdirde, kurumun ve toplumun etik kayıplarından söz edilebilmektedir. Toplumsal ve insani çerçeveden bakılırsa, ortaya atılan iddiaların çalışmamızı destek nitelikte olduğu görülebilmektedir. Sonuç Ve Öneriler Krizlerin, kurumsal ve toplumsal açıdan daima zorlu bir süreç olduğunu söylemek mümkündür. Kriz iletişim kampanyaları ise bu zorlu süreci en az hasarla atlatılmasını sağlayan ve krizlerin fırsata çevrilmesine ön ayak olan eşsiz birer enstrümandırlar. Kriz iletişim kampanyalarında kurumsal boyuta verilen önemin toplumsal ve insani boyuta verilmesi gerekmektedir ki burada karşımıza etik anlayışı çıkmaktadır. Etik boyut kurumların yalnızca kriz anlarında değil, kriz öncesi, kriz sırası ve kriz sonrasında da önem vermeleri gereken vazgeçilmez bir unsurdur. Etik boyuta önem verilmesi; toplumsal güven kazanımı veya sürdürülmesi, toplumsal uyum ve dengenin kurulması veya devam ettirilmesi gibi önemli kazançlar elde edilmesini sağlamaktadır. Sonuç olarak bu bilgiler ışığında, kriz iletişim kampanyalarında etik boyuta önem verilmediği durumlarda örnek olay kapsamında ele alınan Kuş Gribi vakasında olduğu gibi çeşitli etik endişelerin ortaya çıkabileceğinin söylenmesi mümkündür. Olası bir krize karşı ise şu önerme geliştirilebilir: Krizler de birer fırsat olarak görülebilmeli ve kriz iletişim kampanyalarında etik boyut dikkate alınarak, hem kurumsal hem de toplumsal fayda göz önünde bulundurulmalıdır. Böylelikle krizle mücadele daha etkin şekilde yürütülebilir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 383 Kaynakça Kitap Kaynakları 1. Aziz, A., Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri ve Teknikleri, Ankara: Nobel Yayınları, (2008). 2. Can H.,Organizasyon ve Yönetim, 7. Basım, Ankara: Siyasal Kitabevi (2005). 3. Dinçer Ö., Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, 5. Basım, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım,(1998). 4. Gökçe O.,İçerik Analizi Kuramsal ve Pratik Bilgiler, 1. Baskı, Ankara: Siyasal Kitabevi,(2006). 5. Mutlu E., İletişim Sözlüğü, Ankara: Bilim Ve Sanat Yayınları,.(2004). 6. Odabaşı Y., Oyman, M., Pazarlama İletişimi Yönetimi, İstanbul:Mediacat Kitapları,(2007). 7. Peltekoğlu F. B., Halkla İlişkiler Nedir, Genişletilmiş 5. Baskı, İstanbul: Beta Yayınları, (2007). 8. Pemsteiner H.,Kriz Yönetimi, Der. Haluk Sumer, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,(2009). 9. Pira A., Çisil S., Kriz Yönetimi-Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme, 1. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları,(2004). 10. Şimşek, M. Ş., Akgemci T. ve Çelik A.; Davranış Bilimlerine Giriş Ve Örgütlerde Davranış, Konya: Adım Matbaacılık ve Ofset,(2003). 11. Tüz M., Kriz ve İşletme Yönetimi, İstanbul: Alfa Yayınları,(2001). 12. Uzun R., İletişim Etiği: Sorunlar ve Sorumluluklar, Ankara: Dipnot Yayınları, (2009). Dergi Kaynakları 1. Aydede Ceyda, “Krizi İletişimle Fırsata Dönüştürmek Elinizde” Inc Türkiye Dergisi, Sayı 1, (2008) 2. Genç Fatma Neval, “Kriz İletişimi ve Marmara Depremi Örneği” Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, Temmuz, (2008). 384 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Makale Kaynakları 1. Başdemir Hasan Yücel, “Kuş Gribi, İtlaf ve Hayvan Hakları”,II. Uygulamalı Etik Kongresi, 18-20 Ekim 2006 Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, (2006). Tez Kaynakları 1. Orhan Fatih, Sağlık Hizmetlerinde Etik Boyut: Hastanelerde Çalışan Personelin Etiksel Sorunlara Yaklaşımlarının Belirlenmesine Yönelik Bir Alan Çalışması, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, (2007). 2. Özkan Güneş, İtibar Yönetiminde Kriz İletişiminin Önemi ve Thy İle Atlasjet Örneklerinin Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, (2010). Web Kaynakları 1. Cangi A. Ali, İzmirli avukatlar: ‘Hayvan katliamı durdurulsun!’http://www. sesonline.net/php/genel_sayfa.php?kartno=40988, Erişim tarihi: Nisan 2015. 2. Hürriyet, Bakan Akdağ: ‘Köy Yumurtası Artık Tarihe Karışmalı…’ 3. http://www.hurriyet.com.tr/index/arsivnews.aspx?id=3761696, Nisan 2015. Erişim tarihi: 4. “Kuş Gribi’nden Üçüncü Ölüm” http://arsiv.ntv.com.tr/news/356497.asp, Erişim Tarihi: Nisan 2015. 5. Milliyet, Bir Milyon İlaç Siparişi, http://www.milliyet.com.tr/bir-milyon-ilacsiparisi/ekonomi/haberdetayarsiv/13.10.2005/131195/default.html, Erişim tarihi: Nisan 2015. 6. Milliyet, Kuş Gribi Türkiye’de, http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/33205sicakhaber-kus-gribi-turkiye-de/1, Erişim Tarihi: Nisan 2015. 7. Nevruzoğlu Hilal, Ölüm Tohumları, http://www.yaklasansaat.com/dunyamiz/ genetik/olum_tohumlari.asp, Erişim tarihi: Nisan 2015. 8. Sağlık Bakanlığı, Kuş Gribi Projesi,http://pydb.saglik.gov.tr/index.php/2014-0904-11-16-56/kus-gribi-projesi-tamamland.html, Erişim tarihi: Nisan 2015. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 385 386 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ KEMAL SUNAL ÖZELINDE KOMEDI FILMLERINDE DIN ADAMI VE DINDARLIK OLGUSU Fatih GÜNAYDIN1 Özet Teknolojik gelişmeler, kitle iletişimini etkilemiş ve sinema gibi araçlarla birey ve toplumun sembolik çevresini değiştirmeye başlamıştır. Bunu gerçekleştirirken sinema, toplumsal gerçeklikten yararlanarak dış dünyadaki gerçekliği kaydetmektedir. Dolayısıyla sinema, dine ve dini öğelere yer vermiş ve bunları çeşitli şekillerde kullanmıştır. Fakat sinema, yaşadığımız sosyal hayatın inanç temelli gerçekliğini objektif olarak topluma sunmaktan uzak kalmıştır. Böylece sinema ile üretilen bu yeni gerçeklik, çok kültürlü bir toplum yapısının oluşmasına katkı sağlaması beklenirken sinemanın, ülkemizde inanç temelli toplumsal çatışma alanlarına zemin hazırladığı görülmektedir. Bu çalışmayla, Türk sinemasında dini unsurlara nasıl yer verildiğini ortaya koymak ve özellikle Kemal Sunal komedi filmlerinde dinin, dindar karakterlerin nasıl yer aldığını, hangi kalıplarla dindarlık olgusunun ortaya koyulduğu göstermek amaçlanmıştır. İncelememizde belirli başlı bazı filmler yerine bireyi ve toplumu diğer film türlerine göre daha fazla etkileyen ve televizyonun yaygınlaşmasıyla da etkisi artan komedi filmleri örneklem alınmıştır. Komedi filmleri, sinema filmleri arasında en çok hâsılat rekorları kıran ve insanlar üzerinde en fazla etkili olabilen bir formata sahiptir. Komedi filmlerinin bu noktada önplana çıkması, komedi filminin, insanların, olayların, durumların gülünç yanlarını ele alan; kişileri, olayları, durumları gülünç bir açıdan işleyen film türü olması nedeniyledir. Kemal Sunal filmleri gösterimde olmasa bile çeşitli televizyon kanallarında günün her saatinde yayınlanması, toplumsal bellekteki tekrar sayısını artırarak toplumsal çatışmayı sürdürmektedir. Sinema, bu kültürel etkiyi yaparken, model alma yoluyla öğrenme ilkesini kullanmakta ve kimlik oluşturma sürecindeki ergen gençleri, komedi filmlerindeki rol modellerle fazlasıyla etkilemektedir. İnceleme sonucunda 82 filmden 45 filmde din adamı ve dine karşı olumsuz durumlar tespit edilmiştir. Bu olumsuz durumlar bildirimizde betimsel analiz yöntemiyle sunulacaktır. Anahtar Kelimeler: Sinema, Komedi, Kemal Sunal, Din, Dindar, Çatışma. 1 Doktora öğrencisi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 387 Abstract Technological developments, had influenced the mass media and started to change with tools such as cinema to the symbolic surroundings of the individual and society. In doing so cinema, has been recording the outside world taking advantage of social reality.Therefore cinema, had given place to religion and religious items, and used them in various ways.But the cinema, remained far from the reality of faith-based of the social life that we live in as objektive to offer to the community.Thus, this new reality produced by cinema, while is expected to contribute to the creation of a multicultural community structure cinema is seen as laying the groundwork for faith-based social conflict in our country. İn this study, it is intended to put forth in the turkish cinema how the religious element gived place to and especially in Kemal Sunal comedies how they were involved in religion, religious characters and which set out the facts of the piety with mold. Our investigation has been headed some sample movies instead of specific individuals and society affecting more and more according to the type of film comedies in effect increased with the widespread television. Comedy movies, breaking the record for the most revenue from cinema films and has a format that can be most effective on people. To go at this point forefront of comedy, the comedy, people, events, addressed the ridiculous side of the status area; people, events, situations are due to the type of film running through a ridiculous angle. Even if not the publication of Kemal Sunal movies any time of day display on various TV channels continues to increase the number of social conflicts again in the collective memory. Cinema, while making this cultural influence, using the principles of learning by making models and adolescents in the process of identity formation is greatly influenced by role models in comedy films. In the outcome of the Review, negative cases against clergy and religious in 45 of the 82 films were identified. This is our report adverse events will be presented by descriptive analysis method. Keywords: Cinema, Comedy, Kemal Sunal, Religion, Religious, Conflict. 388 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.Giriş Sanayileşme ile birlikte modern dönemde teknolojik imkânların gelişmesi ve buna bağlı olarak iletişim teknolojilerinin ilerlemesi, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasını da beraberinde getirmiştir. Sinema ve televizyon gibi görsel iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla, artık kitap ve gazete gibi yazılı iletişim araçlarının yerine geçmesi, duyu organları arasında diğerlerine göre bazılarının ön plana çıkmasına sebep olmuş ve “düşünen insan”dan “gören insan” merkezli bir toplum hayatının oluşmasına neden olmuştur. Bu nedenle birey ve toplum, sözlü bir kültürel yapıdan yazılı bir yapıya, basılı yayınlardan da televizyon ve sinema gibi görüntülü yapılara kaydıkça, gerçeklik ile ilgili fikirleri değişmeye başlamıştır. Yazılı bir söze dayanan bir epistemolojiden ayrılıp fotografi ve sinemaya dayanan bir epistemolojinin yükselmesi kamusal yaşam açısından çeşitli sorunlar ve sonuçlar doğurmuştur (Postman, 2012:34).Bu nedenle modern dönemde görme merkezli temel yapısal değişimlere maruz kalan bireyin ve toplumun sosyo-kültürel hayatını modern medya araçları olarak radyo, televizyon ve sinema gibi zamanın ruhuna uygun araçlar ve formlar etkilemekte ve yeni bir sembolik çevrenin oluşmasına neden olmaktadır. İnsanoğlu, “doğa” düzeninden kültürel bir düzene geçerken hızla gelişen bilim ve teknolojik imkânları kullanmış ve bu imkânlardan aynı zamanda etkilenmiştir. Üretilen her teknolojik araç, içinde doğduğu kültür havzasından beslenmekte ve kültür havzasının rengini ve kokusunu taşımaktadır. Bu nedenle üretilen her teknolojik araç ve ürün içinde saklı bir kültürel kodla topluma verilmektedir. Dolayısıyla tüketim piyasasına sürülen her yeni ürün ve araç, üretildiği toplumun kültür yapısını yansıtmaktadır. Böylece içinde bulunduğu toplumun sembolik çevresini yapılandırarak yeni bir “kültür” oluşmasına da neden olmaktadır (Bauman, 2014:162). Bu noktada kitle iletişim araçlarının önemli bir rol oynaması, toplumda farklı kültürlerin tanınmasına ve onlardan etkilenerek farklı bedenlerin ve düşüncelerin kamusal hayatta var olmasına ve “çok kültürlü” bir toplum yapısına neden olmaktadır. Fakat kapitalist sistem, postmodernist bir yaklaşımla kendini korumak ve sisteme uyumlu bireyler oluşturmak amacıyla üretim ilişkileri yanında buna uygun olarak kültürel bir sistem geliştirmiştir. Kendini bu şekilde sağlama alarak oluşturmaya çalıştığı kültürel sistemi ise kitle iletişim araçlarıyla desteklemektedir. Kitle iletişim araçlarının kültür endüstrisinin piyasa yönelimli sosyal mekanizmalarını şekillendirmesi, toplumsal ve kültürel bir operasyonun alt yapısı olarak görülmektedir (Gerbner, 2014: 115). Bu durum ise, demokrasinin teori ve pratiği açısından yeni çatışma alanları doğurmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 389 Kitle iletişim araçlarından sinema, birey ve toplum için yeni çatışma alanlarının oluşmasında hızlandırıcı bir fonksiyona sahiptir. Sahip olduğu farklı içerik ve yöntemle birey ve toplumun, sinemasal bir bakışın simgesel olarak konumlandırıldığını fark etmesi mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla sinema filmiyle yaşanan deneyim, hakikat gibi algılanmaktadır. Bu açıdan sinemanın bir “İdeoloji vantriloğu” olarak işlev gördüğü söylenmektedir (Diken ve Laustsen, 2014:31). Sinema, birey ve topluma bir yol haritası çizerek onun her türlü korkularını şekillendirme, en mahrem veya aleni arzularını yönlendirme gücüne sahip olmuştur. Aynı zamanda modern yaşamın önünde engel olan ve seküler bir sosyal hayatın varlığına tehdit olarak algılanan aile, ahlak, değer ve din gibi kültürel direnç noktalarının zayıflatılmasında ve sosyal yapıdaki etkinliğinin azaltılmasında sinemanın kullanıldığı bilinmektedir. Dolayısıyla sinema, icat edildiği dönemden günümüze kadar her türlü filmlerinde dini inanç, pratik, uygulama, sembol ve karakter tiplemelerini içeren unsurları da kullanmıştır (Yenen, 2011:12). Bundan dolayı komedi filmlerinde de dine ait unsurların bulunmasının, olası bireysel ve toplumsal çatışmayı oluşturabileceği düşünülmektedir. Yeşilçam’ın din öğelerini nasıl kullandığını ve komedi filmleri özelinde beyazperdeye nasıl yansıttığını bu çalışmayla incelemek bu alana bir katkı sağlayacaktır. Bu çalışmayla, Türk sinemasında dini unsurlara nasıl yer verildiğini ortaya koymak ve özellikle Kemal Sunal komedi filmlerinde dinin, dindar karakterlerin nasıl verildiğini, izleyiciye hangi kalıplarla dindarlık olgusunun sunulduğu incelenmeye gayret edilmiştir. İncelememizde belirli başlı bazı filmler yerine bireyi ve toplumu diğer film türlerine göre daha fazla etkileyen ve televizyonun yaygınlaşmasıyla da eskimeye yüz tutmayan komedi filmleri örneklem alınmıştır. 2.Sinemanın Topluma Etkisi Bireyin ve toplumun hayatında vazgeçilmez bir nokta oluşturmuş kitle iletişim araçlarından sinema, icat edildiği günden itibaren dikkatleri üzerinde toplamış ve toplumsal hayatın ayrılmaz bir parçası konumuna gelmiştir. Bu durum sinemanın, sosyo-kültürel hayat üzerinde toplumsal yapıyla bir etkileşim içerisine girmesine olanak sağlamıştır. Çünkü sinema, zamanın ruhuna uygun bir araç olarak, toplumsal gerçeklikten yararlanarak dış dünyadaki gerçekliği kaydetmektedir. Sinema, toplumu yansıttığı kadar toplumdan etkilenerek yeniden kurgulanmaktadır. Böylece toplumsal belleğe katkıda bulunarak bir “anlam fazlalığı” da üretmektedir (Diken ve Laustsen, 2010:25 ).Böylece sinema; senaryosu, dili, kostümü, oyuncuları ve çekildiği mekanlarla toplumdan aldıklarının üzerine ticari ve ideolojik kaygılarla yeniden yükleme yapmaktadır. Bu durum sosyal yapıdaki sağlık, ekonomi, siyaset, eğitim, din ve aile gibi kültürel direnç noktalarını ve kurumlarını derinden etkilemektedir. 390 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Ne var ki sinema, yaşadığımız sosyal hayatın gerçekliğini olduğu gibi objektif olarak topluma sunmaktan uzak kalmaktadır. Sinema ile üretilen bu yeni gerçeklik, topluma adım adım çeşitli türdeki sinema filmleriyle verilmektedir. Bu özelliğiyle sinema, bireye ve topluma yönelik yapımlarla gündelik hayat, kişisel tutum ve davranışlarını kültürleme, gündem oluşturabilme ve ikincil sosyalleşme potansiyeli gibi geniş bir yelpazede etkinlik alanı meydana getirmektedir (Yenen, 2011:12). Modern dönemde birey ve toplum sürekli bir iletişim ve etkileşim içerisinde olduğundan hayatın her döneminde sosyalleşme devam etmektedir. Bireyin hayatın ilk dönemlerindeki etkileşimi aile ve okul iken sonraki dönemlerindeki yaşanan benlik dönüşümleri “ikincil sosyalleşme” olarak isimlendirilmektedir. Ailede ve diğer sosyal çevredeki birincil sosyalleşmenin yetersizliği ve eksikliği, kitle iletişim araçlarının ve sinemanın bireyin hayatındaki yerinin ve süresinin artması ikincil sosyalleşme durumunun yaşanmasına ve önceki sosyalleşmenin kazanımlarını devre dışı bırakılmasına neden olmaktadır (Bauman, 2014: 44). Diğer taraftan kitle iletişim araçlarından televizyon, sinemaya göre ucuz ve pratik olması sebebiyle, neredeyse her çeşit toplumsal tabakaya ve yaş aralığına rahatlıkla ulaşabilmektedir. Böylece sinemanın olumlu olumsuz her türlü sosyal etkisi televizyonun ulaşabildiği tüm toplumsal yapılara ulaşmakta ve sinemanın etkileri sosyal yapı içinde kolaylıkla dağılmaktadır. Sinema sahip olduğu görüntü, müzik ve çeşitli animasyonlarla “büyülenmiş” bir dünya oluşturarak birey ve toplum üzerindeki etkisini artırmaktadır. Bu etkiyi yaparken sinema, sanal ve sentetik bir gerçeklik üreterek ve “simüle” edilmiş yapay bir mekan kullanarak insanları büyülü bir atmosfer içerisine sokmakta ve karar alma süreçlerine etki etmektedirler. Bireyin ve toplumun karar alma süreçlerine etki yapması, sinemanın imge üretmesi kapasitesi ile ilgilidir. Böylece sinema, imge üreterek kişinin sembolik çevresini değiştirerek başkalarının yaşamlarına katılmayı ve onlarla özdeşleşmeyi mümkün kılar. Diğer bir ifadele sinema insanın yaşadığı dünya arasında etkileşim kapasitesini artırarak ona rol model olmaktadır. Sinema da diğer kitle iletişim araçları gibi bireyin ve toplumun kimlik inşa etme sürecinde aktif rol oynamaktadır. Modern dönemde bireyin anlam arayışına cevap vererek onu piyasa ilkesi gereği ticari reklamlarla oyalayan ve bireye yeni bir kimlik oluşturan sinema, oluşturduğu karakterlerin sosyal bağlamlarının üretilmesini de gerçekleştirmektedir. Böylece sinemanın sunduğu bu kimliklerin getirisi, sosyal onayları alınmış hazır paket olmaları ve toplumsal kabul arayışlarının sıkıntılarının ortadan kolaylıkla kaldırılmış olmasıdır. Sinemanın sağladığı sosyal onay, pazarlanan ürünün ya da ideolojinin kendisinde adeta baştan var olduğu kabul edilmekte; farklı olanın toplumda müzakere edilmesine ihtiyaç kalmamaktadır. (Bauman, 2014:115). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 391 3.Komedi ve Kemal Sunal Kitle İletişim araçlarından sinema, birey ve toplumu sosyo-kültürel açıdan etkisi altına alarak yönlendiren en önemli araç olma özelliğini taşımaktadır (Güçhan:62).Sinema bu özelliğini müzik, ses ve pek çok görüntü efektleri gibi çeşitli teknolojik imkânlarını kullanarak sosyal gerçekliği çok güçlü ve inandırıcı bir şekilde sunmaktadır. Ne var ki sunulan bu toplumsal gerçeklik, değişime ve dönüşüme uğratılmış bir sinemanın yeniden ürettiği gerçeklik olarak kalmaktadır (Monaco, 2009:249). Sinema, bu toplumsal gerçekliği birçok farklı türleriyle, topluma sunsa da komedi filmleri, sinema filmleri arasında en çok hâsılat rekorları kıran ve insanlar üzerinde en fazla etkili olabilen bir formata sahiptir. Komedi filmlerinin bu noktada önplana çıkması, komedi filminin, insanların, olayların, durumların gülünç yanlarını ele alan; kişileri, olayları, durumları gülünç bir açıdan işleyen film türü özelliğine sahip olması nedeniyledir (Özön, 2008:226). Aynı zamanda komedi filmleri bireye ve topluma vermeye çalıştıkları mesajlarını eğlenceli bir ortamda, didaktik bir dil kullanmadan vermektedirler. Böylece komedi filmlerini izleyenler film içeriğine karşı bir savunmaya geçmemekte ve filmi önyargısız bir şekilde izlemektedirler. Bu nedenle toplumun her kesimine hitap etmekte, insanlar üzerinde daha fazla etkili olabilmekte ve mesajlarını daha fazla kişiye ulaştırmaktadırlar (Yorulmaz, 2011:101). Türkiye’de en çok rağbet edilen ve vizyona girdikten sonra gişe rekorları kıran filmler komedi filmleri olmuştur.(Sunal, 2005:27). Halen ülkemizde en fazla izlenme sayısı ile komedi filmleri liste başındaki yerlerini korumaktadır. Bu konudaki istatistiki veriler, Türkiye’de en çok izlenen 10 filmden 6 tanesinin komedi türünde olduğunu göstermektedir (Boxoffice, 2015). Türkiye’de sinema filmlerinde komedi türünün tarihi seyri, “Bican Efendi’nin Mektep Hocası (1921)” ile başlamış ve “Bican Efendi Vekilharç (1921)” ile devam eden ilk serial komedi filmi olarak kayıtlara geçmiştir. Geçiş yıllarından sonra sinemacılar çağı olarak bilinen 1950-1960 arasında komedi türü değer kazanmaya başlamış ve böylece Türk sinema tarihinde komedi filmlerinin temeli atılmıştır (Sunal, 2012:520). 1958–1964 yıllarına gelince arasında Osman F.Seden’in “Cilalı İbo” ile “Adanalı Tayfur”u ve Hulki Saner’in “Turist Ömer”i güldürü sinemasının “üç büyükler”i olarak ortaya çıkmıştır (Özgüç, 2005: 67). 1970’li yıllarda ise Türk Sineması’nın Keloğlan ve Nasreddin Hoca geleneğini devralan Kemal Sunal filmleri, Türk Sineması’nda komedi türünün modern versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır (Sunal, 2012:524). Türk sinema tarihinde Kemal Sunal, güldürü kahramanlarının öncülerinden biri olmuştur. Kemal Sunal, 1972 yılından 1999 yılına kadar toplam 82 filmde rol alarak komedi dünyasında bir fenomen olmayı başarmıştır. Kemal Sunal’ın komedi filmlerindeki 392 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ bu başarısında genel olarak köy-kent arasındaki çatışmayı ele alması etkili olmuştur. Üst kültür ve gelir seviyesine sahip kentli insan ile alt tabakayı oluşturan köylü insanın sosyal yapı içerisindeki mücadelesini filmlerinde işlemiştir. Kemal Sunal komedisinin temelinde toplumsal olgular, mücadeleler, problemler ve çatışmalar bulunmaktadır. Bireyin ve toplumun üzerindeki sıkıntıların sinemayla dile getirilmesi, Kemal Sunal komedisinin ayrıcalığını ortaya koymaktadır (Sunal, 2012:525). Bu nedenle sinema içeriği toplumun hayatında bir özdeşleşme sağlayabilmekte ve bu durum bireyi ve toplumu “Katarsis” e (duygusal boşalmaya) götürmektedir. Böylece komedi filmlerini seyrederek vakitlerini eğlenerek geçirdiklerini düşünen insanlar, bir yandan da biriktirdikleri enerjilerini bu şekilde boşaltarak rahatlamaktadırlar. Bu durum ise, Kemal Sunal komedisinin defalarca bıkmadan seyredilmesi olgusunu beraberinde getirmiştir. Kemal Sunal filmlerinin toplum tarafından defalarca seyredilmesinin ve toplumsal yapıda bir karşılık bulmasının birçok nedeni bulunsa da öncelikle ifade edilmelidir ki bu duruma Türk toplumunun gündelik hayatında televizyonun yer edinmesi etkili olmuştur. 1980’li yıllardan itibaren televizyonun ülkede yaygınlık kazanması, sinema filmlerinin bu arada Kemal Sunal Komedi filmlerinin izleyici kitlesini artırmıştır. Günümüz Türkiye’sinde sayısal veri iletimi, internet ve sosyal medya gibi çeşitli iletişim imkânlarının olmasına rağmen halen televizyon programlarında Kemal Sunal komedi filmlerinin yayınlanmaya devam edildiği görülmektedir. 4.Araştırma Yöntemi Türk sinemasındaki komedi filmlerinde olduğu gibi Kemal Sunal filmografisinde de çoğunlukla din adamına ve dine karşı olumsuz bir tavrın var olması komedi filmleri aracılığıyla topluma verilen mesajları incelemeyi gerektirmektedir. Bu nedenle çalışmamızda Kemal Sunal’ın rol aldığı filmler, youtube.com, dailymotion.com, vimeo. com adlı video sitelerinden izlenmiş ve içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. İçerik analizi sürecinde bulunan negatif durumlara göre tema oluşturulmuş ve bu temalara göre frekans tabloları kodlanmıştır. Daha sonra frekans tablolarındaki temalar 7 üst temada toplanmıştır. İnceleme sonucunda 82 filmden 45 filmde din adamı ve dine karşı olumsuz durumlar tespit edilmiştir. Bu olumsuz durumlar bildirimizde betimsel analiz yöntemiyle sunulmuştur. 5.Bulgular ve Değerlendirme Araştırmamız sonucunda Kemal Sunal komedi filmlerinde din ve dindarlık olgularının olumsuz bir çerçevede ele alındığını görmekteyiz. Çalışmamızda 82 film izlenmiştir ve 45’inde olumsuz içeriğin olduğu tespit edilmiştir. İçerik analizi ile 45 filmde toplam 8 üst tema ve 174 frekans elde edilmiştir. Bu bulgular, kategorize edilerek belirli başlıklar altında verilmeye çalışılacak, ardından ise sosyolojik yorumlarla çözümlenecektir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 393 1 2 3 4 5 6 7 ÜST TEMALAR FREKANS Din adamı ve dindar karakterle alay edilmesi 49 Dini öğelerin küçümsenmesi 38 Din adamı ve dindar karakterleri olumsuz rolde gösterme 21 Dini isimlerin ve sıfatların olumsuz kullanımı 20 Din adamının ve dindar karakterin fiziksel görüntüleri 18 Din adamının ve dindar karakterin ahlaki zaafları 15 Dini bilgi eksiklikleri 13 Tablo-1, İncelenen filmlerde tespit edilen üst temalar ve frekansları 5.1.Din adamı ve dindar karakterle alay edilmesi İncelenen filmlerde din adamının ve dindar kişilerin yapılmamasını öğütlediği ve dinen haram ve günah olan davranışların yapılmasıyla dini kimlik ve statüyle alay edildiği görülmektedir. Rüşvet alan imam (Kibar Feyzo, 12:00), (Şark Bülbülü, 20:00), (Üç kağıtçı (06:40) bu konudaki en çarpıcı örneklerden birisi olmuştur. Müezzinin gıybet etmesi, (Postacı, 54:00), içki masasında müezzinin bulunması ve bardak tokuşturması, (Postacı, 38:15), (Postacı, 38:40) ve imama defin sonrası para verilmesi, (Canım Kardeşim, 28:00) Müezzinin derisini yüzelim, o ırz düşmanının demesi (Postacı, 46:50) İmamın cenazede sopayla adam kovalaması, (Gülen Adam, 11:30) diğer örneklerdir. İncelediğimiz Kemal Sunal komedi filmlerinde dindar kişilere bahis oynatılması (Üç Kağıtçı, 22:30), içki içmeyen kişilerle dalga geçilmesi (Köşeyi Dönen Adam, 13:00), (01:04:50), hacı olan kişiye içki içirilmesi, (Deli Deli Küpeli 55:00), (Köşeyi Dönen Adam, 01:06:00), kızını İtalyan asıllı bir yahudiyle evlendiren Hacı tiplemesi, (Kiracı, 24:00), hacı olan birisinin ailesiyle mahallede giydikleri kıyafetlerle rezil edilmesi, (Köşeyi Dönen Adam, 49:00), hacı ve dindar kişinin süte su katması, (Yüz Numaralı Adam, 32:00), çocukları içki içen hacı tiplemesi, (Kiracı, 47:00), dindar insanın ahlaksız olması, (Kanlı Nigar, 06:30), verebileceğimiz örnekler arasındadır. İncelenen filmlerde tespit edilen diğer bir farklılık ise batıl inanç ve hurafelerin din adamı ve dindar kişiliklerden doğduğu şeklindeki sahne yüklemeleridir. Bu konuda, batıl inançları hocaların söylediği (Salako (56:00); yatıra, türbeye kurban kesilmesi gerektiği (Şark Bülbülü, 20:25), “Hortlak! Hortlak!” diyerek imamın mezarlıktan kaçması, (Şark Bülbülü, 01:43:25), Cin defetme töreni, (Sosyete Şaban, 42:00) Tedavi için hocalara ve yatırlara götürmek, (Gülen Adam, 11:00), Dini öğelerin dilek adamada kullanılması, (Şendul Şaban, 56:15), Cinci kadından medet umma, (İbo ile Güllüşah, 09:00), Başörtülü kadının büyü bozma töreni, (Hanzo, 46:00) örneklerini verebiliriz. 394 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 5.2.Dini öğelerin küçümsenmesi Dini öğeler, dini hatırlatan dinin sembolleridir. Bu nedenle dini bir sembol ya da öğe ile alay edilmesi sosyo-kültürel yapıdaki fonksiyonunun yitirilmesine neden olacaktır. İncelediğimiz filmlere göz attığımızda dini öğelerin kullanımını bazen direkt bir görüntü ile bazen bir diyalog ile bazen de mizahla harmanlanarak filmin alt metnine yedirildiğini görmekteyiz. Bu konuda bazı örneklerin paylaşılması yerinde olacaktır: Kuran İslam dinin temel kaynağıdır. Sadece kötü rolde oynayan kişinin evinin kapısında kuran harfleriyle yazı bulunması, (Kibar Feyzo 24:00), Kuran’ın çarpılma kitabı olarak gösterilmesi (Salako,19:00), Piyango biletinin Kuran-ı Kerim’in içine saklanması (Talih Kuşu, 13:00) Kuran’a karşı bir önyargını olduğunu göstermektedir. Dini öğelerin küçümsenmesi ibadetlerin temeli olan namazda da karşımıza çıkmaktadır. Tefecilik yapan ve kötü karakterde rol alan kişilerin namaz kılması, (İyi Aile Çocuğu, 01:09:40), (Salako (52:44), iki yüzlü sahtekar birisinin kaçmak amacıyla namaza gidiyorum demesi (Keriz, 01:03:00), ölmemek için kişinin namaz kılması (Zübük, 27:00), namaz kılan babaannenin geğirmesi (Kiracı, 01:01:01) ya da söz ile namaz ibadetini aşağılama (Zehir Hafiye, 33:00), namaz kılan kişinin evi yıkılırken bile namaz kılmaya devam etmesi (Salak Milyoner, 01:18:40) verilebilecek örnekler arasındadır. İslam dinin sembollerinden biri de şüphesiz kadınların kıyafetleri olmuştur. İncelenen filmlerde kadının kıyafetlerinin çağdışı olduğu, kadının modernleşmesi ve güzelleşmesi için başörtüsünün çıkarılması gerektiği (Boynu Bükük Küheylan, 39:00), Abuk Sabuk bir Film (36:40), Başörtülü kadınların da alkol aldığı (Gülen Adam, 35:00) ve flört yaptığı (Köşeyi Dönen Adam, 5:45), rol gereği başörtü takan babasına çocuğun “Öcü” demesi (Şendul Şaban, 57:00), yine aynı şekilde başörtüsü için karakterin “yüreğimi karartıyor” demesi (Köşeyi Dönen Adam, 46:30), verilebilecek psikolojik örneklerdir. Toplumsal yapıda başörtü kullanan kadınların sosyo-kültürel açıdan alt düzeyde bulunduğu ve fal bakan, cincilik, dilencilik ve hırsızlık yapan, kurşun döken kadınların başörtülü olmaları (Tokatçı, 23:00), (Şendul Şaban, 54:00 / 56:00), (İbo ile Güllüşah,17:00), (Zehir Hafiye, 39:50), (Boynu Bükük Küheylan, 35:00), (Sevimli Hırsız, 17:00), (Abuk Sabuk bir Film, 45:35), aynı şekilde başörtüsünün sosyal yapıda üst düzeyde temsil edilemeyeceği ve kadının eşinin aday olması sebebiyle sahne arasında başörtüsünü çıkarması, (Zübük, 01:05:50), (Abuk Sabuk bir Film, 29:50), verilebilecek sosyolojik örneklerdir. Diğer taraftan başörtüsünün mahalle baskısı nedeniyle takıldığı (Yakışıklı,12:00), Çarşafla kimliğin gizlenmesi ve insanların kandırılması (Davaro, 1.05.10), (Zübük, 07:11), (Zehir Hafiye, 39:00) bu konuda verilebilecek diğer örneklerdir. Dindar insanların en belirgin fiziksel görünüşlerinde sakallı olmaları kabul edilmiş sosyal bir gerçekliktir. Fakat incelediğimiz filmlerde görülmektedir ki sakallı olmak olumsuz gösterildiği gibi sakallı olan kişilere de kendilerinden beklenmeyen ve dindar insanın yapmayacağı işler yaptırılmaktadır. Bu nokta bazen sakallı insanlarla dalga 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 395 geçilmiş, (Kanlı Nigar, 06:50), bazen sakallı, dindar tipleme için “sakallı, sizi aldatıyor” (Üç kağıtçı, 18:20) diyerek aşağılanmış bazen de randevü evine yapılan baskında sarıklı ve sakallı imamın katılmasıyla (Kanlı Nigar,11:30) gerçekleştirilmiştir. Dini nikahın olumsuz gösterilmesi , (Köşeyi Dönen Adam, 01:00:00), Yemin , kurban , zikir, namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerle alay edilmesi, (Şark Bülbülü, 20:25), (Kanlı Nigar, 20:25), Mezarlıkta içki içilmesi (Zübük, 27:57), Karakterin filmde “Selamün Aleyküm” diyerek kaçması (Zübük, 36:40), Hacı olan karaktere eski kafalı denmesi, (Kiracı, 21:00), fal bakmaya besmele ile başlanması, (Boynu Bükük Küheylan, 35:00), dini öğelerin küçümsenmesine örnek olarak gösterilebilir. 5.3.Din adamı ve dindar karakterleri olumsuz rolde gösterme İncelenen filmlerde, din adamı ve toplumun dindar kesimi sosyal hayattan kopuk yaşayan, gelişmeye ve teknolojiye uzak olarak gösterilmiştir. Bu noktada, geleneklere bağlı olmanın toplumda yeri olmaması, (Boynu Bükük Küheylan, 46:00), Müezzin Efendinin videoya gavur icadı demesi (Postacı, 16:00), yine aynı şekilde sinema ve televizyona karşı bir dindar tiplemesi, (Yüz Numaralı Adam, 28:00) örneklerdir. Din adamı ve dindar insanların maddi çıkar peşinde koştuklarını ve maddiyat için yapmayacakları şeyin olmadığını anlatan sahneler çalışmamızda tespit edilmiştir. Bu konuda imamın başlık parası pazarlığında taraf olması ve başlık parasını dini göstermesi, (Kibar Feyzo, 20:30), (01:05:30), (Zübük (49:40), paragöz, menfaatçi ve ikiyüzlü dindar tiplemesi, (Devlet Kuşu, 16:00), dinin siyasete ve ticarete alet edilmesi, (Zübük, 59:30), (Köşeyi Dönen Adam, 12:40), bir kızın dindar ve sakallı bir kişiyle evlendirilmek istenmesi, (Meraklı Köfteci, 06:20), para karşısında değişen dindar tiplemesi, (Yüz Numaralı Adam, 28:30), dindar karakterin evliyaya rüşvet vermesi (Kanlı Nigar, 01:12.00) verilebilecek örneklerdendir. Bu konudaki diğer örnekler ise “Evimde istemem böyle insanları..” diyerek müezzinin aşağılanması, (Postacı, 17:35), müezzinin kovulması, (Postacı, 54:00), köyün imamının üfürükçü olarak gösterilmesi (Gülen Adam, 05:00), (Zehir Hafiye, 01:16:20), Veli ve evliya türbelerine gitmekle dalga geçilmesi, (Şendul Şaban, 17:00), evliya ile alay edilmesi (Kanlı Nigar, 01:11:30), hocanın yağmur yağdıracağını söylemesi, (Üç Kağıtçı, 06:20), Okuyan hocanın tükürmesiyle (Zehir Hafiye, 01:18:25)alay edilmesidir. 5.4.Dini isimlerin ve sıfatların olumsuz kullanımı Çocuklara isim vermek Müslümanlar için dini bir vecibe olarak algılanmakta ve çocuklarına güzel isim vermek için gayret gösterildiği bilinmektedir. İzlediğimiz filmlerde dini açıdan değerli olan ve sembolik anlamı olan isimlerin olumsuz rolde 396 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ oynayan kişilere verilmesi saptanmıştır. Bu konuda tespit edilen örnekler şunlardır: Fatma isminin sahtekar ve düzenbaz bir kadına verilmesi (Sakar Şakir, 21:00), Ömer isminin çıkarcı, ikiyüzlü, sahtekar bir hacıya verilmesi, (Köşeyi Dönen Adam, 48:30), eşeğe Abdullah isminin verilmesi, (Canım Kardeşim, 23:30), cinci bir kadına Emine isminin verilmesi (İbo ile Güllüşah, 17:00), Üfürükçü hocanın isminin Arif olarak (Üç Kağıtçı, 06:10) verilmesidir. Hac ibadetini yapan kişiye yaygın olarak “Hacı” denilmektedir. Aynı zamanda dindar bir kişilik olarak verilen “Hacı” sıfatına incelediğimiz filmlerde olumsuz yüklemeler yapıldığı görülmektedir. Çıkarcı, menfaatçi bir hacı tiplemesi (Köşeyi Dönen Adam, 02:00), hacı olan kişinin karaborsacılık yaparak bakkal işletmesi, (Deli Deli Küpeli,10:00), hacı olan kişinin at ve eşek eti keserek kasaplık yapması, (Deli Deli Küpeli, 17:00), ikiyüzlü Hacı tiplemesi, (Köşeyi Dönen Adam, 21:00), Hacı olan kişinin başlık parası pazarlığı yapması (İnek Şaban, 12:00), düzenbaz hacı tiplemesi (Sakar Şakir, 03:05), (Yüz Numaralı Adam, 42:00), hacı Teyzenin parayı görünce sözünden dönmesi, (Tarzan Rıfkı, 04:00), paragöz hacı tavrı (Kiracı, 35:10), dindar ve hacı olan kişinin ailesinin soğuk ve tuhaf gösterilmesi (Kiracı, 24:00), kadınlarla konuşmayan hacı tiplemesi, (Kiracı, 20:00, 21:12)verilebilecek örnekler arasındadır. 5.5.Din Adamının ve dindar karakterin fiziksel görüntüsü Kemal Sunal filmleri, komedi filmleri arasında bir fenomen olmayı başarsa da Türk sinemasının dine, din adamına ve dindara karşı olan mesafesini aşamadığı görülmektedir. İlk dönem Türk sinemasındaki Muhsin Ertuğrul ile başlayan din adamı stereotipleri 1960’ lı yıllarda da bir değişikliğe uğramamıştır. Buna göre din adamının fiziki görüntüsü bazen topal bir hoca (Kibar Feyzo, 14:00), bazen şaşı bir kişi (Yoksul, 25:30) bazen çirkin bir kişi (Davaro, 03:18) bazen de şişman (Postacı, 07:10) bir insan olarak karakterize edilmiştir. Din adamı profilinin sürekli düşük tutulduğu ve görsel açıdan sempatik olmayan bir kalıpla filmlere yedirildiği ortaya çıkmaktadır. Sosyal dokuya uyumlu olmayan yaşlı (İyi Aile Çocuğu, 00:26), üfürükçü, halkı kandıran ve sevimsiz sakalı olan imam (Üç Kağıtçı (06:00), (Varyemez, 01:11:00), olarak resmedilmektedir. Yine aynı şekilde toplum karşısında ezik (Keriz, 07:00), kendinden emin olmayan (Canım Kardeşim, 25:40) beden dili ve kıyafet olarak itici olan (Deli Deli Küpeli, 01:13:55), (Üç kağıtçı (06:00), bir durumda gösterilmiştir. Bu olumsuz kalıplar sadece din adamı için değil aynı zamanda filmde dindar (Kanlı Nigar, 05:00), (Kiracı, 21:12), (Devlet Kuşu, 16:00), (Yoksul, 25:30). olarak bilinen insanlar içinde kullanılmıştır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 397 5.6.Din adamının ve dindar karakterin ahlaki zaafları Sinema filminde din adamının ve dindar karakterin fiziki görüntüsünün önemli olduğu kadar kişilik özellikleri ve ahlaki yapısı da önemlidir. Din adamının toplumu sürükleyen toplumun bir aydını olma özelliğini filmlerdeki imam ve dindar tiplemeleriyle azaltmışlardır. Topluma güzel ahlak bakımından örnek olması beklenirken imamın, incelediğimiz sinema filmlerinde bazen evinde misafir olduğu kişinin kızına bakan (Postacı, 07:10) bazen karşı cinse imalı ve şehvetli bakışlar atan bir kişi (Postacı, 39:30) olarak küçük düşürülmektedir. Aynı şekilde filmlerde toplumda dindar olarak tanınmış kişiler de cinsellik konusunda zaafı olan bireyler olarak verilmektedir. Yoldan geçen kadınlara sakallı bir dindar kişinin “Maşallah, maşallah” demesi (Kanlı Nigar, 06:20), (21:40), yine aynı filmde aynı tiplemenin şehvetli bir yüz ifadesiyle kadınlara bakış atması (Kanlı Nigar (21.15), başka bir filmde dindar bir esnaf olduğu belli olan bir kişinin dükkanının önünden geçen kadına laf atması (Şabaniye, 21:00), başında takke olan dindar dedenin erotik kadın resimlerine ilgi duyması ve yaşı ilerlemiş olmasına rağmen azmış bir şekilde evlenmek istemesi (Yakışıklı, 01:30), Hacı olarak bilinen ev sahibinin kiracısının kayınvalidesinin elini tutmak istemesi (Kiracı, 49:45), Almanya’da yaşayan dindar görünümlü bir kişinin cinsel içerikli konuşma yapması (Polizei, 04:00), yine dindar ve köylü bir kişinin kadın ve para karşısındaki zafiyetleri (Abuk Sabuk bir Film, 40:00) bu konuda örnek verilebilecek örneklerdir. 5.7.Dini bilgi eksiklikleri Türk sinemasındaki göze çarpan en büyük eksiklik dini konulardaki bilgi yetersizlikleridir. Bu durum sıklıkla günümüzde de yaşanmaktadır. Sadece komedi filmlerinde değil tüm Yeşilçam’da bu eksiklik hissedilmektedir. İncelenen filmlerde imamlar cenaze hizmetlerinde sorumlu, ölümü ve ölüyü hatırlatan ve sürekli cenaze namazı kıldıran bir görünüme sokulmuşlardır.Fakat bu konuda da dini bilgi yetersizliklerinin giderilmediği ortadadır.Bir cenaze namazında imamın cemaate arkasını dönerek helalleştirme yapması (Davaro, 32:55) dini pratiklere uygun değildir. Yine aynı filmde mevtanın kabire yaklaştırıldığında imamın “Hadi, gömün!” demesi (Davaro, 34:00) bu konuda hiçbir bilginin olmadığını göstermektedir. Kibar Feyzo filminde imamın ve Kemal Sunal’ın yanlış abdest alması (Kibar Feyzo,12:00), Diğer bir filmde ise namaz kılan kişinin namazı yanlış kılması (Zübük, 27:45), namazda öldürülen kişinin şehit gidebileceği (Zübük, 27:30), Kesilen kurban kanının alna sürülmesi (Postacı, 38:00), Aşırı yağmurda cenaze defini yapılması (Canım Kardeşim, 25:50), Ramazan bayramı yerine şeker bayramı denilmesi (Öğretmen, 01:09:00), Dileklerin Allah’tan değil de evliya ve yatırdan istenmesi (Kanlı Nigar, 01:11:50), (Şendul Şaban, 57:20), Sabah ezanının güneş doğduktan sonra okunması (Öğretmen, 52:20), (İnatçı, 38:21), (Garip, 40:25) öne çıkan dini bilgi eksikliklerinden bazılarıdır. 398 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 6.Sonuç ve Öneriler Kitle iletişim araçlarından sinema, sahip olduğu farklı özellikler sebebiyle popülerliğini korumaya ve toplumu yavaş da olsa etkilemeye devam edecektir. Bu nedenle toplumsal çatışmanın yine kitle iletişim araçlarıyla ortadan kaldırılabileceği öngörülmektedir.Türk sineması kurulduğu günden günümüze kadar dine, dindar kesime ve din adamı olgusuna mesafeli yaklaşmış ve belli bir şablon üzerinden filmlerde din olgusuna yer vermiştir. İlk komedi filmleriyle başlayan din olgusu da Yeşilçam’ın genel yaklaşımından nasibi almış ve dindar kesimle aralarındaki buzları eritmekte zorlanmıştır. Yaptığımız çalışmada güldürü sinemasındaki Kemal Sunal’ın filmlerinde de dine ve dindarlık olgusuna karşı bir duruşun olduğu görülmektedir. Dinin asli unsuru bireyi ve toplumu birleştirmek ve çatışmalardan kurtararak ötekine saygı duymayı sağlamak ve çok kültürlü bir ortamda beraber yaşama kültürünün oluşturulmasına katkı sağlamaktır. Dinin bu birleştirici unsurunun sinema filmlerinde ve özellikle de eskimeyen, her zaman ve her toplumsal grup ve yaş aralığında televizyon nedeniyle hala seyredilebilen Kemal Sunal güldürülerinde bulunmadığı, aksine dinin ve dini öğelerin sosyal hayatta mizah konusu ve unsuru olarak verildiği sonucuna ulaşmış bulunmaktayız. Bu durum ise kültürleme kuramına göre televizyon programları izlendikçe ekranda görünenin gerçeği yansıttığına olan inancı artmakta ve toplumsal çatışmayı ortadan kaldırmamaktadır. Bu sebeple, Kemal Sunal filmleri sinema salonlarında artık gösterime sokulmasa bile çeşitli televizyon kanallarında günün her saatinde yayınlanması, toplumsal bellekteki tekrar sayısını artırmakta ve bu olumsuz etkilenmeyi sürdürmektedir. Sinema, bu kültürel etkiyi yaparken, model alma ve özdeşim kurma yoluyla öğrenme ilkesini kullanmakta ve özellikle de örgün eğitimde kimlik oluşturma sürecindeki ergen gençleri, komedi filmlerindeki rol modellerle fazlasıyla etkilemektedir. Sinemanın filmlerinin toplumsal çatışmaya sebep olan etkisinin tahribat oranında tamirat gücüne de sahip olunduğu unutulmamalıdır. Uzun yıllar boyunca din ve dini değerlere sinemayla yapılan olumsuz etki, yapılacak olumlu filmlerin yapılmasıyla ortadan kalkabilir. Çünkü sinemanın yol açtığı toplumsal çatışma yine sinemanın gücünden faydalanılarak giderilebilir. Türk sinemasında dini bilgi eksiklikleri aslında toplumsal bir çatışma alanı olarak kendisini göstermektedir. Ötekiye ait değerlerin bilinmesi, saygı gösterilmesi ve iletişim dilinin ona göre yapılandırılmasını gerektirmektedir. Medyada kameramanından yönetmenine ve yapımcısına kadar görev yapan herkes minimum olarak içinde yaşadığı değerleri tanımalı ve kendisini dini değerlere zarar verici bir tutumdan uzaklaştırmalıdır. Bu sebeple yazılı ve görsel medyamızın, tüm birimleriyle birlikte ve hangi dini, ahlaki, felsefi düşünce ve yaklaşım olursa olsun hepsine eşit yakınlıkta olması, toplumun değerlerini tanıması, bilmesi ve toplumun değerlerine saygı göstermesi ve yine buna göre bir yayın politikası belirlemesi yerinde olacaktır.Senaryo yazım aşamasında ve setlerde film çekilirken alanında uzman bir danışmanın bulunması, abdest alma ve namaz kılma gibi konularda bile sıkça hata yapılmasının önüne geçecektir. Bu nedenle 2013 yılında medya çalışanlarına ve yöneticilerine Diyanet İşleri Başkanımız Prof.Dr. Mehmet GÖRMEZ’in çağrıda bulunarak her televizyon kanalının bir “Din danışmanı” na ihtiyacı olduğunu söylemesi anlamlıdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 399 7. Kaynakça 1. Bauman, Z.(2014). Sosyolojik Düşünmek. 10. basım, İstanbul: Ayrıntı. 2. Diken B., Laustsen C. B. (2014) Filmlerle Sosyoloji. Çev.: Sona Ertekin, 3.basım. İstanbul:Metis. 3. Enderun, M.(2014) Sinemamızda aşağılanan dini isimler. Sızıntı Dergisi, 430/477479. 4. Gerbner, G.(2014).Medyaya karşı. Der.:Michael Morgan, Çev.:Ayas ve Batmaz ve Kovacı, 1. basım, İstanbul:Ayrıntı. 5. Güçhan, Gülseren. “Sinema-Toplum ĠliĢkileri”, Kurgu Dergisi, sy. 12. 6. http://www.boxofficemojo.com/intl/turkey/opening/ ; Erişim:15.08.2015. 7. Monaco, James. (2009).Bir Film Nasıl Okunur?, İstanbul: Oğlak. 8. Özgüç A., (2005), Türlerle Türk Sineması, 1.basım, İstanbul:Globus. 9. Özön, Nijat (2008). Sinema Sanatına Giriş, 1.basım, İstanbul: Agora Kitaplığı. 10. Postman, N.(2012).Televizyon: öldüren eğlence.4. basım, İstanbul: Ayrıntı. 11. Sunal,Gözde (2012). Kemal Sunal güldürülerinde karakterlerin temsili. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 11 Sayı: 21. 12. Yenen, İ.(2011). Toplumsal tezahürleri bağlamında Türk sinemasında din dindarlık ve din adamı olgusu. Yayınlanmamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enst., Ankara. 13. Yorulmaz, B. (2011). Sinema ve din eğitimi. Yayınlanmamış doktora tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. 400 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ KAHİRE ‘SİNE-KENT’ Gizem UYANIK1 Özet Kent sadece maddi yapılardan ibaret değildir. Fiziksel bir bütünlüğe ve somutluğa sahip en büyük toplumsal birim olmasının yanı sıra, kent geniş bir toplumsal ilişkiler ağının hem yaratıcısı hem de düğüm noktasıdır. Kahire yüzyıllardır farklı medeniyetlerin karşılaşmış olduğu bir yerdir ve bu özellik şehirde farklı bir iz bırakmıştır. Bu etkilerin kaynaşması ve farklı görüntüler Kahire’nin doğal tarihinin bir parçasıdır ve bununla her sokak köşesinde karşılaşılır. Mısır toprağı her dönem egemenler için sahip olunası bir cazibe merkezi olmuştur. 17 milyonu aşan nüfusu, iç göçün neden olduğu sorunlarıyla, çok değişik ve zengin bir insan malzemesi sunan, yaşamın tüm çelişkilerini, geri kalmışlığın tüm sorunlarını bağrında taşıyan bir kenttir. Arap ülkeleri arasında en gelişmiş sinema endüstrisine sahip olan Mısır’da sinema sanatı 20. yüzyılın başından bu yana her daim toplumla sıcak ilişkiler içindedir. Şehir çok üretken bir film endüstrisine sahiptir ve ‘Orta Doğu’nun Hollywood’u takma adına layık olacak kadar geniş bir hayal gücü vardır. Sinema filmlerinde yaşamdan kesitler ve parçalar, kısa zaman ve mekanlar içinde sıkıştırılıp izleyiciye sunulur. Böylece fiziksel mekan sosyal veriler ışığında kolayca okunur hale gelir. Bu bakımdan filmler, kentin kendisi kadar mekan oluşumunda da modeldir. Sıradışı yaşantılar, olaylar karakterler ve eylemler, filmsel anlatıya renk katan öğelerdir. Mekan oluşumunda insan ilişkileri ve kapitalist üretim süreçlerinin etkisi vardır. Kapitalist toplumlarda kentsel mekan, insan ve toplum ilişkilerinin düzenlenmesini sağlayan bir araca dönüşür. Büyük metropoller farklı kültür gruplarını ve sosyal eşikleri birarada tutan yerler olarak karşımıza çıkar. Bu bölgelerde yaşayan insanlar etnik yapılarıyla ve zaman içinde oluşturdukları yeni yaşam tarzlarıyla kültürel çeşitlilik yaratırlar. Sinema filmleri alternatif yaşamlar, ilişkiler ve mekanlar hakkında izleyiciye fikir sunar. Anahtar Kelimeler: Kahire, Orta Doğu, Mısır, Sinema, Kent. 1 Yüksek Lisans Öğrencisi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sinema Bilim Dalı , [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 401 CAİRO ‘CINE-CITY’ Abstract Do not only comprise the material structure of the city. The largest social unit with the concreteness and physical integrity, in addition to being both the Creator and the wider network of social relationships is the crux of the city. In Cairo, this property is a place where you are encountering different civilizations over the centuries has left a mark in the city different. These effects and the fusion of different images on every street corner and with it is a part of the Natural History of Cairo can be seen. The land of Egypt, a center of attraction for the rulers of each semester has been owned. A population of more than 17 million, with the problems of Internal Displacement, rich and very varied material, offering all of life’s contradictions, is a town of bosom problems of backwardness. Among Arab countries, which has most advanced the art of cinema a cinema industry in Egypt 20. since the beginning of the century, always a warm relationship with the community. The city has a very prolific film industry, and the ‘Hollywood of the Middle East so as to be worthy of the nickname has a broad imagination. From life in the film and parts sections, short, compressed, and is presented to the viewer in time and space. Thus, in the light of social data in physical space, it easily becomes read only. In this regard, the movies, as much space as a model for the formation of the city itself. Unusual experiences, events, characters, and actions, are items that add color to the filmic narrative. The venue in the formation of human relations and the capitalist process of production has no effect. In capitalist societies, urban space, is a tool that enables the regulation of human and social relations. The great metropolis stands out as the place that holds together different cultural groups and social thresholds. People who live in these regions and over time they created a new lifestyle with the ethnic structure of the cultural diversity they create. Movies alternative lives, relationships, and offers ideas to the viewer about the places. Keywords: Cairo, Egypt, Middle East, Cinema, City. 402 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Giriş Kahire ya da Arapça ifadesiyle El- Kahire “Galip” anlamına gelir ve bu isim birçok çatışmanın karşısında olduğu halde yalnızca ayakta kalmakla yetinmeyip pozitif başarılar da elde etmiş bir şehir için çok uygundur. Kahire Afrika’da en büyük ve en kalabalık başkenttir; Orta Doğu’nun uzun süredir kültürel merkezidir ve Akdeniz toplumunda önemli bir role sahiptir (Levy, 2011: 6). Coğrafi ve kültürel bağlantı noktası olan şehir, 21. yüzyılın aceleci alışveriş merkezlerinin meydanlarını ve kalabalık nüfusun mevcut gerçekleri olan gürültüyü ve kalabalık insan yığınlarını kapsayan, dramatik tezatların karışımının yaşandığı bir yerdir (Levy, 2011: 6). Karmaşık olmayan hayatın erdemleri burada takdir görür. Kahire’de aile hala önemlidir ve modern hayatın baskısına karşı bir tampondur. Burada inanca olan pratik istekler yaşam tarzını da etkilemektedir (Levy, 2011: 16-17). Mısır sinemaya aşina bir ülkedir, Mısırlılar da sinemayı seven insanlardır. Bir zamanlar, Amerika ve Hindistan’dan sonra, dünyanın en çok film yapan üçüncü ülkesi olarak bilinen Mısır, “televizyon icat oldu sinema bozuldu” cümlesinin taşıdığı gerçeklikle, o geçmişteki büyük film endüstrisini, Kahire’deki ünlü film stüdyolarını kaybetmiştir. Geçmişte, Şam’dan Bağdat’a, Beyrut’tan Amman’a kadar tüm büyük Arap kentlerinin sinemalarında gösterilen, hatta bize kadar gelen melodram, müzikal komedi ağırlıklı Mısır filmleri, bir dönemin en çok tercih edilen filmleri arasında yer almıştır (Tuna, 2005: 115). Mısır’a 1920’li yılların başında giren sinema endüstrisi, kısa zamanda büyük gelişme göstererek, üst üste çekilen filmlerin ardından 1936 yılında, dönemin Başbakanı Talat Harp tarafından açılışı yapılan Kahire’deki “Misr Film Stüdyoları”nın hizmete girmesiyle, büyük bir atılım gerçekleşir ve 3000’den fazla film yapılır (Tuna, 2005: 115). Krallık döneminin son yıllarında ise ekonominin dibe vurmasıyla birlikte 1947’de çıkarılan sansür yasası, yoksulluk içinde yüzen mahallelerde, köy evlerinde, sosyal yaşamın acı gerçeklerini yansıtan mekanlarda film çekimlerine sert yasaklamalar getirir. Ancak 1950’li, 60’lı yıllarda Mısır film endüstrisi, altın yumurtlayan tavuk misali, olağanüstü bir yükselişle Arap ve Afrika dünyasının film tekelini tamamen ele geçirir (Tuna, 2005: 116). 1952 ihtilalinden sonra gelen Nasır dönemi de, Mısır sinemasında büyük sinemacı ve sanatçıların yetişmiş olduğu bir rönesans dönemidir. 1970’li yılların başlarından itibaren Kuveyt prenslerinin kendi ülkelerinde açtıkları son teknoloji ile donatılmış stüdyolar, her ne kadar Mısır film endüstrisini etkilemiş olsa da, Mısırlılar için sinemanın düşüşünü getiren asıl etken televizyondur. Televizyonda gösterilen filmler, pembe 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 403 diziler, büyük Mısır filmciliğinin sonunu getirmiştir. Şimdilerde Mısırlılar, bir zamanlar Kahire sinemalarında kapalı gişe oynayan, eskinin o unutulmayan tatlarını, masum aşk öykülerini, televizyon ekranlarından izler. Eski Mısır filmlerinde, o eski Türk ailesi teması da oldukça önemli bir yer tutar. Günümüzde eskisi kadar fazla film çekilmese de, Kahire ve İskenderiye kentleri, her yıl yinelenen, iki büyük uluslararası film festivaline ev sahipliği yapar (Tuna, 2005: 117). Kahire’de Sinema Mısır’da ilk sinematograf gösterisi 5 Ocak 1986 tarihinde İskenderiye’deki Zawani Kahvesi’nde yapılır (Teksoy, 2005: 593). 1910’a kadar on tane gösteri salonuna kavuşan Mısır’da, aynı yıl batılı yapımcıların desteğiyle ilk görüntüler kaydedilmeye başlanır. Umberto Dores, Mario Volpi, Victor Rossito, Stelio Chiarini gibi İtalyan sinemacılar Mısır sineması içinde çalışmaya başlar. İlk Mısırlı yönetmen olarak Orfanelli’den bahsedilir. Mısır’da 1907 ile 1930 arasında 150’ye yakın sessiz film yapılır. Yabancı yapımcılar da bu dönemde kısa kurmaca filmler çeker ancak Mısırlı izleyiciler anlaşılmaz buldukları bu Batılı filmlere ilgi göstermediler. Yabancılar da zaman içinde Mısırlıların hoşlanacağı folklorik özellik taşıyan filmler yapmaya başladılar (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 53-54). 1920’li yıllarda hala devam eden İngiliz mandası altında yaşayan Mısırlılar, her şeye rağmen sinemaya ilgi göstermeye devam ettiler. Bu dönemde yerel yapımcı Talat Harp’ın çabalarıyla Mısır sinemasında yerel stüdyoların sayısı oldukça artar. Yerel yapım şirketleri kurulmasını sağlayan Talat Harp, yerel bir zengindir ve Mısır sinemasının kendi ayakları üzerinde durmasını ister. Genç yeteneklerin Batı ülkelerine eğitim almaları için yollanmasına da katkı sağlayan Harp, yerel bir Mısır sineması kurulmasında ilk dönemin en önemli isimlerinden biridir. Devletin bağımsızlığını sağlayamadığı bu dönemde sistemli bir devlet politikasıyla yapılabilecek birçok yatırım Talat Harp’ın çabalarıyla oluşturulur (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 54). Bu dönemde iki tür ortaya çıkar; melodramlar ve basit güldürüler. Bu yılın melodramları Kouka isimli kadın oyuncuyla tanınır. 1960’lara kadar varlığını devam ettiren bu melodramlara bedevi melodramları da denir. Kadınların sinema içindeki yerinin arttığı bu dönemde; birçok kadın oyuncu, hatta yönetmen sinema sektöründe yerini alır (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 54-55). “Mısır’da stüdyoda film çekme pratiğiyle güçlenen ve uzun bir süre devam eden ‘filme alınan tiyatro’ gayretinin ardından sinema, yalnızca tren garı, hayvanat bahçesi, piramitler vb. Herkes için tanıdık mekanların kullanımıyla değil, aynı zamanda stüdyodaki çekim pratiğini dış mekanın koşullarına da sistemli bir şekilde taşıyarak kenti fethetmiştir. Kente 404 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ doğru yoğun göçün yaşandığı yıllarla ve taşradan gelen göçmenlerin de içerisinde yer aldığı bir kent üzerine kafa yorulmasıyla birlikte yönetmenler bir kent tasavvuru ortaya çıkarmıştır. Bu sayede Kahire’nin geleneksel sinematografik imajı yenilenmiş ve 1980’li yıllarda kentsel dış koşullara eklemlenme ısrarıyla şekillenen, ‘yerel’ bir özgünlük vücut bulmuştur (Besnard, 2008: 240).” Kahire’de özellikle aristokratlar arasında çok tutulan şarkıcılar, sinemanın sesli hale gelmesiyle beraber beyaz perdeye transfer olmaya başlar. Mısır toplumunun sinemayla bağlarının güçlenmesini sağlayan bu ortaklık, zaman içinde bütün sinemayı etkisi altına alır. Başta ünlü şarkıcı Ümmü Gülsüm olmak üzere Muhammed Abdülvahab, Leyla Murad ve Asmahan gibi dönemin en ünlü şarkıcılarının başrol oynadığı filmler inanılmaz bir etki yapar. Filmlerin hemen hepsi müzikli hale gelir. Dramdan komediye konular ne olursa olsun şarkıcılar, dansözler Mısır sinemasından uzun süre eksik olmadılar. Mısır filmlerinin ihracatı da bu dönemde başlar (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 55-56). “Mısır sinemasının son 20 yılında gerçekçiliğin hakim bir eğilim olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Bu eğilimde film, çoğu zaman kent içerisinde kolektif ve oturulan bir halde, arkadaşlar arasında veya aile arasında olması itibariyle korunaklı nitelikler taşıyan bir gezinme biçiminde akmaktadır. Sinema böylece otobüsten daha konforlu, bir kent içi ulaşım aracına dönüşmektedir. Ve insanlar, tıpkı otobüsteki gibi sinemada da arzularının o tekil ve biricik hallerinden uzak tutulmaktadır (Besnard, 2008: 241).” Sinemasal Üretim Bu döneme kadar basit güldürüler ve müzikli filmlerle varlığını devam ettiren Mısır sineması, özellikle İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden etkiler taşıyan yönetmenlerin filmleriyle farklı yapımlara da ev sahipliği yapar. Toplumsal konular sinemada yer almaya başlar, sınıf farklılıklarının toplumdaki yeri sorgulanır (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 57). “Mısır sinemasında mekanlar, hikayelerin iskeletini ve görsel varlık nedenini teşkil etmektedir. Kurgusal yapının gücü ve yarattığı hakikat etkisi, tanıdık mekanlara başvurulmasından ileri gelmektedir. Bu sayede hayatın büyük akışı, ekranda küçük hikayeler olarak belirmektedir. Bu küçük hikayelerin senaryo yanları oldukça zayıftır ama bunun hiçbir önemi yoktur. Zira seyirci, akıp giden hayatın bir eşanlamlısını görebilmenin zevkini öyle dolu dolu yaşar ki senaryoya aldırmaz. Seyirci, ayrıca filmin zamanının etkisiyle, filmin karakterleriyle aynı kentsel çevreye ait olduğuna dair bir yanılsamaya kapılır (Besnard, 2008: 242).” Toplumsal filmlerin filiz vermeye başlamasını bir kenara koyarsak Mısır sineması bilindik temalarla yükselişi sürdürmeye devam eder. Paris’teki film okullarında yetişen Ahmet Badrakhan bu dönemin sinemasının yegane endüstri unsurudur. Bu dönemde 2. Dünya Savaşı’nın etkisiyle ithal filmlerin ülkeye girişleri oldukça azalır. Bu da Mısır 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 405 sinemasının gelişmesini ve yaygınlaşmasını oldukça kolaylaştırır. Aldıkları yabancı filmleri de dublajla ve filmlere verdikleri fon müzikleriyle olabildiğince yerelleştiren Mısırlılar, en çok ithal filmi Hollywood sinemasından yapıyorlardı. Gelişen Mısır sineması için en büyük rol model kuşkusuz Hollywood olmuştur. Mısırlı seyirciler de zaman içinde önemli değişmeler geçirir. Savaş döneminin etkisiyle kara borsacılığın yarattığı zenginler ve zamanla oluşan orta sınıf şehirliler, Mısır sinemasının doğal izleyicileridir. Büyük şehirlerde özellikle Kahire ve İskenderiye’de nüfusun artması sinemayla ilgilenen insanların sayısını da oldukça arttırır. Bu ilgiyle sinema salonlarının sayısı da artar. Kahire’de 1936’da 100 salon varken, 1945’te 400’den fazla sinema salonu faaliyet gösterir hale gelir (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 58-59). “Sokak sahnelerinin kullanımına fazlaca başvurulması, kent kimliğinin yeniden üretilmesinden duyulan keyfe hizmet etmektedir. Merkez, kentin tanıdık cephelerini, su kemerlerini, ayakkabı mağazalarının ve plasik mankenlerin çıplak tenlerinde iç çamaşırların teşhir edildiği kadın giysileri satan dükkanların vitrinlerini keşfetmemize yarar. Filmler, tüm kozlarını üzerimizde bir ayna etkisi yaratma üzerine oynamakta, hem ‘orada’ bulunmanın zevkini sunmanın hem de temsil ettiği unsurları içinde eriyip gitmenin yollarını aramaktadır. Şayet Mısır filmlerinden bir zevk alınabilecekse bunu sağlayan, filmin bünyesinde yerel ortama ait öğeler bulundurmasıdır. Mısır sineması, esas olarak iç tüketime dayanmaktadır (Besnard, 2008: 243).” Arap milliyetçiliğinin sembol isimlerinden biri olan Nasır’ın uzun süren iktidarı boyunca Mısır, Ortadoğu’nun lider ülkesi olarak öne çıkar. Sinema sektörünü de yeniden dizayn eden Nasır, salonları ve stüdyoları devleştirir. Bu yeni dönemde eski tarz filmlerin yapımına devam edilmekle beraber yeni temalar da sinemada yer bulmaya başlar. Kadın hakları, köylüler, işçi dünyası, Arap milliyetçiliği bu dönemin yeni konuları olur. Laik bir yönetimi önemseyen Nasır, kadınların toplumdaki varlığının artmasını, çalışanların üretim gücünü ve Arap milliyetçiliğinin gelişmesini arzular. 1957’deki sinema sektörünü desteklemek için Sinemaya Destek Kurumu kurulur. Aynı yıl Kahire Film Okulu da açılır. Devlet destekli ve devlet kontrollü bir sinema için devletin bütün imkanları kullanılmaya başlanır. 1963 yılında ise Genel Yapım ve Dağıtım Örgütü kurularak filmlerin dağıtımında da devletin desteği ve kontrolü başlar (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011:60). Demokrasi kültürünün yerleşemediği ülkede Nasır’dan sonra asker kökenli Enver Sedat dönemi başlar. Sinema sektörü yeniden yapılanmak zorunda kalır. 1972 yılında Sinema Destek Kurumu kapatılır. Böylece sinema sektöründe yeniden liberal piyasa şartları egemen olmaya başlar. Devletin desteğini çekmesiyle film yapımlarında önemli bir düşüş yaşanır. Said Marzuk, Salah Ebu Sayf ve Yusuf Şahin’in çalışmaları bu dönemin önemli ürünlerindendir (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 62-63). Mısır sinemasının öncü yönetmeni Yusuf Şahin, 1970’lerde çektiği filmlerle filmografisinin nitelikli ürünlerini 406 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ vermeye başlar. Devlet desteğinin olmaması geniş izleyici sayılarını hedefleyen sıradan yapımların da yeniden sektöre egemen olmalarına olanak sağlar (Armes, 2011: 451). Dar sokakların dikkat çekiği Arap kentlerinde sokak, her zaman hareketli bir yaşamın sahnesi, kendini dışa vurmayı, teşhir etmeyi seven bir halkın buluşma yeri olmuştur. Bu alan sadece yetişkin erkeklerin değil, aynı zamanda kadın ve çocukların da haberleşme ve iletişim hattıdır. Kent sokaklarında meddahlar, ozanlar, yılan oynatıcıları, soytarılar, şarlatanlar, berberler, domino oynayanlar, sokaklara canlılık katarlar (Öztürk, 2005: 73). “Mısır sinemasında senaryo, sanatsal gereklilikler bakımından pek yetkin değildir: Biçim ya hiç yoktur ya da çok az ölçüde kullanılır, anlatım birbirini izleyen durumlara, bir o kadar da durak noktaları üzerine kurulur; ama karakterler, salt sanatsal müdahalelerin haricinde hiçbir şekilde geliştirilemez. Mesela anlatım, eylemin başlamasından, bir anlatıma ve yazarın yorumunun meyvesi halindeki özerk bir evrene dahil olmamızdan önceki bir geçmiş zaman ölçeğine göre yoğurulur. Bunu senaryonun inşasındaki bir zayıflıktan ziyade sinematografik eğlencenin kente has bir beğenisi olarak görmek gerekir (Besnard, 2008:243).” Seksenlerle beraber Mısır sinemasında bariz bir çeşitlilik göze çarpar. Film sayılarında önemli bir düşüş yaşansa da; ticari filmler, sanat filmleri, politik ve dini filmler birlikte varlığını devam ettirir. Kahire Sinema Enstitüsü’nden gelen yeni sinemacılar, eski sinemacılara taze bir soluk getirir. Mısır toplumu sinema tutkusundan bu dönemde de vazgeçmese de, sinema o eski ışıltılı günlerinden çok uzaktadır. 1942 doğumlu yönetmen Muhammed Khan ise 60’larda kısa filmler çekerek sinemaya adım atar. Yönetmen, Yusuf Şahin’den sonra uluslararası arenada tanınan ikinci Mısırlı yönetmen olmuştur (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 64-65). Henry Barakat ve Salah Abu Sayf, Mısırlı sinemacıların duayenleridir. Çoğunlukla melodram ve komedi filmleri çekmiş olan Barakat’ın elliye yakın filmi vardır (Braudeau, 2004: 196). Bir Kent Deneyimi Bağdat, İskenderiye, Beyrut, Halep, Şam gibi “dünyevi” kentler düşünülmediğinde, Arap-İslam dünyasının hayati yönden bir çöl olduğu öne sürülebilir. Ortadoğu kentleri, İslamiyet’in görsel kültürü yasaklayan zihniyetinin de etkisiyle son derece cılız kalmıştır. Batı Beyrut, Binbir Gece Masalları ile Yusuf Şahin’in filmleri ise kurtuluşun imgeleridir (Öztürk, 2005: 81-83). İnsanların sinema salonlarında toplanmasına Arap dünyasında nadiren rastlanırken Kahire’de bu alışkanlık varlığını sürdürmektedir. Burada sinema erkek nüfusa özgü bir gündelik pratik değildir. Aksine salonlara ailece gidilmektedir. Sinemaya yönelik ilgideki 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 407 bu direnç, Kahire üzerinde yaşanılan, o esnada geçilen ve ikamet edilen kent olarak üç güçlü ortak referansta buluşan kentli izleyicilerden beslenen bir canlılığı kanıtlamaktadır. Seyirci salondan çıktığı zaman az evvel beyazperdede gördüğünü şimdi sokakta tekrar gördüğünde hem perdede hem de sokakta gördüklerinin aynı kent, aynı dizgeler, aynı meyve suyu satıcıları, aynı ayakkabı vitrinleri ve aynı şamata olduğunu teyit eder. Zaten kendisi de gizli bir biçimde filmin kahramanıyla özdeşleşmiştir; kaldırıma döndüğünde aslında hala filmin içindedir. Burada sokaktan perdeye ve perdeden sokağa geçip durma hali söz konusudur (Besnard, 2008: 243-244). Kahire yüzyıllar boyunca, nerdeyse tüm Ortaçağ’da dünyanın en zengin, kozmopolit ve kalabalık yerleşmelerinden biri olmuştur (Altın, 2003: 107). Global ve geleneksel bir bütün olarak kent, varlığın özgünlüğünün önüne geçmekte ve onu tanımlanmış bir tutumlar akımı içerisine sevk etmektedir. Göstergeyle gösterilen arasındaki ayrımı anlama yetisinden yoksun, düşük eğitim seviyesindeki ‘halkları’ için çalışma iddiasındaki yönetmenler, diğer halkları göz ardı eden sinematografik bir sansür ve oto sansür etkisi meydana getirmektedir. Mısır sineması sinematografik bir tema olarak ‘büyük kent’in çekiciliğine sık sık başvurmakla birlikte seyirciyi filme fazlasıyla dahil etmekte, ona filmi gözlemlemesi için pek bir mesafe bırakmamaktadır. Sinema, seyircinin kentiyle iç içe geçmiştir ve kent seyirciyle birlikte, onun eylemlerini belirleyen bir çerçeve haline gelmiştir. Şu halde artık kenti seyirciye göstermeye gerek yoktur (Besnard, 2008: 245). Sinemada insan öznesi, kendisini sarıp sarmalayan ve aşan bir kentsel dekor içinde tekilliğini yitirmiştir ve bundan böyle dekorla ve dekora aitliğiyle şekillenen bir karakterden ibarettir. Sinema salonunda toplanma eylemi, kentsel hayatın ortak biçimleri içerisinde akıp giden merkezileşmiş arzularını salonla iyice bütünleşerek belli belirsiz bir şekilde tatmin eden bir seyirci kitlesinin üretilmesine neden olur. Burada artık ortak bir alanda her biri kendi yolunu açan kişisel arzular değil, tarihiyle ve akışıyla arzuları yönlendiren bir kent söz konusudur. Filmlerin gerçekçilik yönü, ortak tatmin biçimleri üzerindeki düşsel öğeyi etkisiz hale getirmekte ve böylece kentin kurulu akışına göre işleyen teskin edici bir öğe vazifesi görmektedir (Besnard, 2008: 247). Kent sakinleri, merkezin baş döndürücü yoğunluğuna ve çalkantısına karşı daha sakin alanlara, Nil kıyısına, bahçelere, hisarların ve Golf kulübünün yeşilliklerine, aşıkların kaçamak ettikleri, bunlardan biraz yaratıcı olanlarının da Nil’e girdikleri taraçalara kaçmaktadır. Nil kıyıları gündüz başka, gece başkadır. Buralar gündüz vakti huzur dolu ve sakinken gece her türlü tehlikeye müsaittir. Kent sakini, bu tehlikelerden ancak kentin zamanını doğru bir şekilde kullanarak kaçınabilir. Ayrılma, kenti terk etme ve göç etme arzusu ise filmlerdeki ifadesini seyirciyi süratle kent merkezinin konsolosluklarına, bunların önünde vize alabilmek için bekleşenlerin görüntülerine sürükleyerek bulur (Besnard, 2008: 247-248). 408 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Ortaçağ Avrupa kent merkezlerinde kilise yer alırken, Arap-İslam kentlerinde cami göze çarpar (Öztürk, 2005: 75). Kent merkezinin kaldırımlarındaki yoğunluk, temas ve sürtüşme bölgelerinin sınırlarını durmaksızın yeniler. Sinema, bu temaslardan ve bununla birlikte izdihamın beraberinde getirdiği, kentin kent sakinleri için çekim gücü ve iticiliği arasındaki karşıtlıktan faydalanır. Mısır sinemasındaki birçok kamera kaydırma hareketi örneği, Kahire’nin merkezindeki mağazaların vitrinleri önünde gezinip duran kitleleri görüntüler. Büyük merkezlerin anonimliği, bir yandan özneyi kitle içinde eritirken bir yandan da arzuya herkesin birbirinin gözetimi altında yaşadığı mahalledekine kıyasla daha serbest bir dolaşım imkanı verir (Besnard, 2008: 248). “Braudel’e göre, Müslüman kentlerinin Batı’ya nazaran özgünlükleri, daha erken belirmeleri ve daha büyük boyutlu olmalarıdır. Bu kentler İslam uygarlığının özüne bağlıdır ve yollar, gemiler, kervanlar, hac ziyaretleri, kentlerin hareket demetlerini, dinamik öğelerini dile getirir (Braudel, 1990: 140).” Müslüman kentlerin kendine özgü yazgısı meydanın işlevlerini dağıtır ve mekana farklı bir düzenleme getirir. Kentin merkezinde camiden, cami avlusundan ve bunları çevreleyen medreselerden hanlardan ve hamamlardan başka insanların toplanabileceği yer yoktur (Mumford, 2007: 95). Mısır sineması sürekli ve ısrarlı bir biçimde ikamet edilen yerle gezinme yeri arasındaki farkı vurgular. Hikayelerde şiddetli arzunun karşılığını bulduğu nihai durak, mahalle mahremindeki erkek veya kadın komşudur. Kahramanların oluşumları, sıkı sıkıya kentin baskınlığı tarafından belirlenmektedir (Besnard, 2008: 250). 2011 yılında 30 yıllık Mübarek yönetimi Mısır halkının ısrarlı çabalarıyla sonlanır. Seçilmemiş bir yöneticinin rahatlığı ve yöneticisini seçememenin huzursuzluğu uzun bir süre bir arada yaşandıktan sonra koşullar değişir. Bu dönemde meydanlarda sabahlayan Mısırlıları konu alan belgesel tadında bir kurmaca yapım olan 18 Gün festivalleri dolaşmaya başlar. Mısır’daki değişim esnasında kendilerini aniden olağandışı olayların içinde bulan sıradan Mısırlıların hayatlarını yansıtan yapım, on kısa filmden oluşur. Bu dönemde çekilen filmlerin çoğu, oldukça düşük maliyetlidir. Bu yüzden birçoğunda profesyonel oyunculardan ziyade amatör insanlar rol yapar. Bu da filmlere ayrı bir gerçekçilik ve samimiyet katar. Bütün Ortadoğu’ya film ihraç edilen günler eskide kalır (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 68-69). “Modern Mısır sinemasında filmler, kentteki dönüşümü izlememekte ve ona cevap vermemektedir. Ama yine de kentin içindeki yeni kentler bomboş vaziyette de değildir. Buralar, çölün konuk sevmez havasına, henüz tamamlanmamış ve yerleştirilmemiş apartmanlara indirgenmemiştir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 409 Zaten sinemacıların türlü türlü anlatımlara destek sağlayabilecek böylesine belirsiz mekanlara tamamıyla kayıtsız kalabilmeleri mümkün değildir (Besnard, 2008: 252).” Kahire ‘kenti’ sakinlerinin ondan ürettiklerinden çok daha zengin bir yayılma ve temsil potansiyeli taşımaktadır. Büyük Kahire’de inşa edilen evlere talip çıkmaması, sinema perdesindeki karşılığını bir temsil eksikliğiyle bulmaktadır. Anlaşılan o ki bu yani evlere yönelik talep eksikliği, kaçınılmaz olarak temsilde de bir eksikliği beraberinde getirmektedir. Madem ki sinema bir zaman ve mekan sanatıdır, şu halde Mısır sineması halkın kente dair bu yeni zihniyetini kendisine model almalıdır (Besnard, 2008: 252). Mısır sineması toplumsallaşmanın bu yeni biçimlerini temel alarak seyirciye aşina olmadığı yeni unsurları, değişen kentsel dekoru, varlıklar arasında ortaya çıkan yeni alanı sunmalı, ona yeni atmosferleri, mekanları ve bağları başka türlü hissetme olanağı vermelidir. Madem ki sanatçı, halkın bir adım önünde yer alarak yaşadığı dönemin ruhunu anlama ve dönüşümlere tepki vererek bunları sarsma yetkinliğine sahiptir; o halde sinema da kentsel havanın değişimi üzerine daha dikkatlice eğilmelidir (Besnard, 2008: 254). “Mısır sinemasının sunduğu arzu biçimi, Mısır toplumunun hiçbir şeyin değişmeyeceğine yönelik inancını kuvvetlendirmekte ve yeniden üretmektedir. Bu sinema, uçsuz bucaksız bir kent içinde, dekorlar yeni olsa bile, aynı durumlara yerleştirilmiş aynı tip kişilikleri kullanarak statükoyu merkez-çevre, zengin-fakir, kenttaşra, dürüst-ikiyüzlü şeklindeki ikili ortak sunumların bölünmüşlüğü içerisinde tekrar etmektedir (Besnard, 2008: 254).” Dolayısıyla Kahire’de ki bu sinema, kentsel yaşamı keşfederek onun yaşam anlarını, mekanlarını, atmosferlerini, manzaralarını ve yeni varoluş biçimlerini görünür kılmaktan, yaşanılan alana yönelik alışılmış algıyı dönüştürmekten uzaktır ve bu nedenle özcü ve donuktur. Mısır’da sinema şimdiki zamana karşı daha iyi direnmek için eski biçimlerin tekrarında ısrar ettikçe içine kapanmaktadır ve seyirciye peçeden olan bir beyaz perde önermektedir. Doğu Avrupa, İran ve Uzakdoğu sinemaları, olanakları kısıtlı olmasına rağmen adeta bunları yağmalayarak yükselişe geçerken, Mısır sinemasının içerisinden çıktığı kentin gelişimine ayak uyduramaması ve yaratıcı gücünün zayıf kalması hayli üzücüdür (Besnard, 2008: 254-255). 410 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Sonuç Sinema filmlerinde yaşamdan kesitler ve parçalar, kısa zaman ve mekanlar içinde sıkıştırılıp izleyiciye sunulur. Böylece fiziksel mekan sosyal veriler ışığında kolayca okunur hale gelir. Bu bakımdan filmler, kentin kendisi kadar mekan oluşumunda da modeldir. Sıradışı yaşantılar, olaylar karakterler ve eylemler, filmsel anlatıya renk katan öğelerdir. Mekan oluşumunda insan ilişkileri ve kapitalist üretim süreçlerinin etkisi vardır. Kapitalist toplumlarda kentsel mekan, insan ve toplum ilişkilerinin düzenlenmesini sağlayan bir araca dönüşür. Büyük metropoller farklı kültür gruplarını ve sosyal eşikleri birarada tutan yerler olarak karşımıza çıkar. Bu bölgelerde yaşayan insanlar etnik yapılarıyla ve zaman içinde oluşturdukları yeni yaşam tarzlarıyla kültürel çeşitlilik yaratırlar. Sinema filmleri alternatif yaşamlar, ilişkiler ve mekanlar hakkında izleyiciye fikir sunar. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 411 Kaynakça 1. Altın, E. (2003). Kahire 641-2000. İstanbul: Boyut Yayınları. 2. Armes, R. (2011). Üçüncü Dünya Sineması ve Batı (çev. Z. Atam). İstanbul: Doruk Yayımcılık. 3. Besnard, M. C. (2008) Sinematografik Kentler. İçinde M. Öztürk (der.) Kahire: Arzu Nesnesi. İstanbul: Agora Kitaplığı. 4. Braudeau, M. (2004). Kentte Sinema Sinemada Kent. İçinde M. Öztürk, N. Türkoğlu ve G. Aymaz (der.) Kahire: İmamlar, Sansür ve Video. İstanbul: Yenihayat Kütüphanesi. 5. Braudel, F. (1990). Akdeniz: Mekan ve Tarih (çev. N. Erkurt). İstanbul: Metis Yayınları. 6. Levy, P. (2011). Kahire (çev. E. Özsoy). İstanbul: Pozitif Yayınları. 7. Mumford, L. (2007). Tarih Boyunca Kent (çev. G. Koca. ve T. Tosun). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 8. Oylum, R. ve Kemal, S. (2011). Ortadoğu Sineması. İstanbul: Başka Yerler Yayınları. 9. Öztürk, M. (2005). Sine-masal Kentler. İstanbul: Donkişot Yayınları. 10. Teksoy, R. (2005). Dünya Sinema Tarihi. İstanbul: Oğlak Yayınları. 11. Tuna, T. (2005). Ahlan ve Sahlan Kahire. İstanbul: MB Yayınevi. 412 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 413 414 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRK KADININ BEYAZ PERDE VE TELEVİZYONDA TEMSİL SORUNU Gürbüz ÇİMEN1 Özet Türkiye Cumhuriyeti ilanı sonrasında, Türk toplumunda ciddi oranda ve büyük çapta değişimler yaşanmıştır. Harf devriminden, kılık-kıyafet devrimine kadar pek çok alanda farklılıklar olmaya başlanmıştır. Cumhuriyetin ilanı sonrasında, toplumsal değişimleri inceleyen rahmetli sosyolog Nurettin Topçu’nun tezine göre, devletin yapısı ve milletin iradesi ve hatta demokrasinin işleyişi açısından, devletin yapısının seçkincilerden oluşması gerektiğiydi. Nurettin Topçu’ya göre, Anadolu ve sol kavramları birbirleriyle etkileşerek, “Anadolu Sosyalizmi” şeklini almıştır. Ancak, milletin iradesi, altı yüz yıllık gelenek halinde olan imparatorluk kimliğinden henüz yeni çıktığı için, irade ve yapı aynı şekilde olamayacağından, Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarında seçkinci ve seküler yapıda olması gerektiğiydi. Pek çok alanda yapılan değişiklikler sonrasında, seçkinci kadrolar, ülkenin gidişatına yön verebilmek adına, sanat ve edebiyat alanında bir takım yeni gelişmelere ön ayak olmuşturlar. Sanat dallarından tiyatronun Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri var olması, Cumhuriyet sonrası Muhsin Ertuğrul’un da çabaları ile sinema kültürünün başlamasına katkı sağlamıştır. İkinci dünya savaşı sonrasında, 1950 yıllarından itibaren Türk Sineması gelişmeye başlamış, 1960-1970 yılları arasında da “Altın Çağ” olarak nitelenen ve sinemada en çok istihdamın yaşandığı döneme girilmiştir. Pek çok gel-git yaşayan Türk Sineması, tarih boyunca, hem beyazperdede hem de özel televizyon kanallarının da kurulmasından bugüne dek, pek çok temsil sorunu yaşamıştır. Büyük çapta temsil sorunu da kadınların beyazperde ve televizyonda temsil sorunuydu. Gerek beyazperde gerekse özel televizyon kanallarında kadınlar belirli çerçeveler düzeyinde temsil edilmiştir. Bu bağlamda, bu araştırmada, toplumsal cinsiyet adaleti teması üzerinden, postmodern feminist ve post-modern psikanalist bakış açılarıyla, geçmişten günümüze Türk kadınının medyada nasıl temsil edildiği incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Beyazperde, Televizyon, Post-modern Feminizm, Post-modern Psikanaliz, Türk Kadını 1 Filolog, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyoloji Yüksek Lisans Öğrencisi, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 415 FROM PAST TO PRESENT REPRESENTATION ISSUE OF TURKISH WOMEN ON THE CINEMA AND THE TELEVISION Abstract After the announcement of Turkish Republic, there were many kinds of variations which were felt seriously and substantially by the whole Turkish society. From the alphabet revolution to appearance revolution, it was started to become new changes in numerous fields. After the publicity of republic, according to the deceased sociologist Nurettin Topçu’s thesis, who investigated social changes, in terms of state’s structure and national will and even functional of democracy, structure of state was needed to compose elitists. According to Nurettin Topçu, the concepts of Anatolia and left, which integrated with each other, took the shape of “Anatolian Socialism” However, national will had just got rid of the identity of emperorship which was a six times of centennial, and because will and structure were not the same shape, it was needed to be elitist and secular structure in founding years of Turkish Republic. After the alterations which were taken in many fields, elitist staffs started to ball rolling the new and the number of developments on art and literature fields in order to dominate course of events. Being a theatre as the one of the art branches since the Ottoman Emperorship has supplied with beginning the cinema culture and of course within the efforts of Muhsin Ertuğrul. After WW2, within the 1950s, Turkish Cinematography started to develop, and, it was entered the term which was defined and described as “Golden Age” between the 1960s-1970s. And, at that time, there were employment in cinematography. During history, Turkish Cinematography has been in two minds. It has suffered from a lot of representation issues both on private television channels and cinema up to the present. Women have been the issue of representation on cinema and television on a large scale. Women have been represented specific frames level both on cinema and televisions. In this context, in this research, on the basis of the justice of social gender theme, it will be investigated how the women have been represented on media from past to present with the postmodern feminist and postmodern psychoanalytical perspectives. Key Words: Cinema, Television, Postmodern Feminism, Postmodern Psychoanalysis, Turkish Woman 416 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Geçmişten Günümüze Türk Kadının Beyaz Perde Ve Televizyonda Temsil Sorunu Türk siyasal kültürü ile ilgili yapılan önemli çalışmaların ortak vurgusu, devlet kavramının Türk siyasal kültüründe özel bir öneme sahip olmasıdır. Söz konusu yazarlar, Türkiye’deki devlet algısının oluşumunda ağırlıklı olarak Osmanlı mirasına dikkat çekmişlerdir. Osmanlı mirasının Cumhuriyet dönemi devlet algısının oluşumundaki etkisi tartışılmaz olsa da, Cumhuriyet sonrası şekillenen ve gelişen, Kemalizm dışındaki düşünsel hareketlerin ortaya koydukları devlet tahayyüllerinin söz konusu algıya etkisi, mezkûr çalışmalarda çok fazla gündeme gelmemiştir. Oysa Türkiye’de toplum ve devlet ilişkisinin şekillenmesinde, Kemalizm kadar öteki ideolojilerin de etkili olduğu, Türkiye’nin siyasi tarihi göz önüne alındığında görülebilir. Bu bağlamda siyasal yansımaları itibariyle değerlendirilmesi gereken ideolojik yaklaşımlardan biri de muhafazakârlıktır. Felsefi bir düşünce ve siyasal bir tavır olarak muhafazakârlık, mevcut siyasal, sosyal ve ekonomik düzenin değerine ve bunların mümkün olduğunca korunması gerektiğine inanır. Bu düzen, nesiller boyunca yaratılan gelenekler ve kurumlar, zamanın ve deneyimin zorlu sınavından geçmiş kendini ve doğruluğunu ispatlamıştır. Dolayısıyla muhafazakârlara göre, var olan toplumsal kurumların, doğal bir meşruiyetleri vardır. Değişim ise yavaş ve tedricidir. Muhafazakârlar toplumu süreğen ve karmaşık bir organizma olarak tasavvur eder. Toplumsal kurumlar tedrici bir şekilde, yüzyıllar boyunca yaşanan çeşitli değişim ve deneme – yanılmalar sonucu bugünkü halini almıştır. Karşılaştırıldığında Avrupa’daki muhafazakârlık ana damar itibariyle devletçi bir yaklaşıma sahipken, Türkiye’de muhafazakâr – sağ partilerin siyasi bir pratik olarak devlete daha mesafeli bir duruşu temsil etmeleri ilginç bir konudur. Daha da ilginç olanı devletin toplum üzerindeki etkisini eleştiren Demokrat Parti, ANAP ve son dönem AKParti’nin, paradoksal bir biçimde iktidarlarının ilerleyen yıllarında muhalefet tarafından hep bir otoriterlik eğilimi ile suçlanmış olmalarıdır. Bu suçlamalar ideolojik bir çekişmede dayanılmaz bir çekiciliğe sahip olmaktan kaynaklanabileceği kadar, “Sünni – İslamcılık” ifadesi altında dile getirilen, düşünsel miras siyasal pratikle de alakalı olabilmektedir. Muhafazakârlık, modern zamanlarda doğan ve ona karşı ortaya çıkan bir fikri ve siyasal bir harekettir. Muhafazakâr doktrin, Avrupa uluslarının geleneksel siyasal ve toplumsal düzenini savunmayı amaçlamış ve bununla alakalı olarak anti – modern bir tavrı benimsemiştir. Fransız ihtilalinin sonucunda, özellikle milliyetçiliğin muhafazakârlıkla eklemlenmesinden sonra, devlet milletin cisimleşmesi olarak da kutsiyet kazanmıştır. Türkiye’de muhafazakârlığın, Osmanlı modernleşmesine bir tepki olarak ortaya çıkan kökenlerine rağmen, Cumhuriyet döneminde Kemalizm’e karşı şekillenmiş olması, anlatacağım konuya da derli toplu bir bakış açısı mümkün kılmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 417 Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile birlikte devletin öncelendiği militan bir vatandaşlık kimliği tanımlanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte millet, devlet ve hükümet aynılaştırılmış, milletin iradesine sınırsız bir güç tanınmaması ön görülmüş ve sonuç itibariyle hâkim devlet ve vatandaşlık anlayışında, vatandaş devletin vesayeti ve velayeti altında görülmüştür. Türk muhafazakârlığının Cumhuriyet döneminde devlet eliyle tepeden modernleşme çabalarına cevabı, son zamanlara kadar, devlete atfedilen anlamın eleştirilmesinden öte, daha çok tepeden inmeci modernleşmeyi gerçekleştirmeye çalışan kadrolara yöneliktir. AKParti’nin temsil ettiği muhafazakâr – dindar kitlenin liberal kapitalizme eklemlenmesi hem görece yeni hem de teori ve pratiğin birlikte tecrübe edildiği bir süreçtir. Bu ise Türk muhafazakârlığının değişen siyasal konjonktürde devlet algısıyla ilgili olarak nasıl bir siyasal tepki vereceği sorusunu da beraberinde getirmektedir. Nurettin Topçu hocanın düşüncelerine ilgi gün geçtikçe giderek artmaktadır. Bunun Topçu’nın fikirlerinin Türk düşünce tarihi içinde ayrıksı bir konumu temsil etmesine ve Türk düşünce geleneğine yönelik artan ilgiye bağlamak mümkündür. Topçu bazı yönleriyle özgün, birçok yönüyle eklektik bir düşünürdür. Özellikle onun otoriter devlet algısı, elitizmi, milliyetçiliği, anti – semitizmi, sol ve sosyalizm anlayışı ve demokrasi karşıtlığı, düşüncesinin kökenleri konusunda çeşitli tartışmalara ve bununla ilgili olarak farklı iddiaların ortaya atılmasına sebep olmaktadır. Topçu hocanın devlet düşüncesine tek bir pencereden bakmanın mümkün olmadığı pek çok perspektifte incelenmesi gerektiği aşikârdır. Topçu’nun fikirlerinin oluşumunda “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin” getirdiği sorunların yarattığı zaafları ve arayışları bulmak mümkün. Nurettin Topçu’nun devlet anlayışında bir nevi devrimci muhafazakârlık literatüre girmiş bulunmakta, zira ona göre, cumhuriyet sonrası ülkenin yönetimi seçkinci kadrolarda oluşması ve seküler yapıda olması gerektiğidir. Buradan yola çıkarak, cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte günümüze kadar uzanan toplumsal dinamikler de göz önüne alındığında, devletin ve toplumun kadına beyaz perde ve televizyonda nasıl baktığının toplumsal cinsiyet açısından perspektifleri ele alınmış olacaktır. Makalenin bundan sonraki bölümü örneklerle daha da belirgin hale gelecektir. Ancak konu itibariyle modernizmden post-modernizme geçiş sürecinde kimliğin yapısal sorunları ve dönüşümleri ile ilgili ufak bir hatırlatma yapmak isterim. Kimlik kavramı toplumun sosyal sisteminin en temel ve en önemli kökenini oluşturmaktadır. Kimlik, bireylerin gerek kültürel gerekse yaşadıkları çevrelerdeki sosyal konum ve statülerinin karşılığı olan çok boyutlu, inanç, tutum, değer yargıları gibi yaşam biçimini sembolize eden bir kapsama sahiptir. 418 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kimlik oluşumu çocukluğun ilk yıllarında başlar ve aşamalı bir şekilde bir ömür boyu devam eder. Öncelikle aile içi etkileşimlerle şekillenen kimlik, kendine güven, özsaygı değerlilik duygularıyla olumlu ya da olumsuz bir biçimde gelişmeye başlar. “Ben kimim?” sorusunun dayanağı olan “ben”in tanınması ve tanımlanması, kimliğin sosyal psikolojik temeline işaret eder. Buna, kişinin varlığıyla ilgili tüm değerleri içine alan öznel bir duygu olarak “kişisel kimlik” diyebiliriz. Jacques Lacan, ayna aşamasını, kimlik arayışını oluşturan en önemli aşama olarak nitelemiştir. Ona göre çocuk, aynadaki görüntüsünü, çoğu kez bir tür hayranlıkla ve zevkle seyretmektedir; bu görüntü, ben’in diğeriyle özdeşleşmenin diyalektiğinde objeleşmeden önce temel bir biçime girdiği sembolik bir matristir. Çocuk, bu biçim vasıtasıyla, bireyselliğini ve bedensel birliğini keşfeder ve yavaş yavaş kendini tanımayı ve dolayısıyla özdeşleşmeyi öğrenir… Aynayla ilişki, çocukluk yıllarında çocuğun aynada yansıyan görüntüsüyle, daha sonraki yıllarda ise, diğer insanların bireye ilişkin değerlendirmelerinde yansıyan görüntüyle ilişki biçimini almaktadır. Ayna benlik kavramını ortaya atan Cooley, çocuğun çok erken yaşta kendi hareketlerine bağlı olarak diğerlerinin değişimini fark ettiğini ve anne babası üzerindeki kontrol gücünü keşfettiğini, tıpkı bir el veya oyuncağını yaptığı tarzda, onların davranışlarını da kendi malı bir araç gibi sahiplenip kullandığını öne sürer. Kimlikler ve onları kuşatan makro yapılanmalar (kurumsal pratikler ve zihniyetler) toplumsal cinsiyet kalıplarının oluşmasında önemli bir yere sahiptir. Sadece geleneksel/ modern, köylü/ kentli ikilikleri ile anlaşılamayacak derecede kompleks bir sürecin ürünü olan kimlikler, ilişkisel olarak diğerlerinin tanımlanması yoluyla kurgulanır. Toplum yapısı içinde bireylerin sosyal davranışlarını belirleyen unsurlar (değerler, normlar, statüler, roller) sosyal kimlik belirleyicileri olarak sosyal kategorizasyona ait özelliklerle ilişki halindedir. Değerlerin kaynağının kültürde yer alması, mesleklerin aynı zaman da bir rol ve statüye denk gelmesi gibi. Bireyler, kadın ve erkek ya da farklı mesleklerden olmalarına göre ya da farklı kültürlerin mensubu olarak birbirlerini tanımlar ve sosyal yaşam içerisinde konumlandırırlar. Post-modernistlere göre insan sürekli bir oluşum halindedir; o hem her an çevresinden etkilenir, duyularıyla çevresini algılar, duygulanır, yorumlar ve anlar, hem de çevresini kendi eylem, tavır ve görüşleriyle etkiler. Böylece insandan özgün ve özgür kişiymiş gibi söz etmek, yaşam gerçeğini çarpıtmak olur. Post-modernistler bu nedenle “kişi” sözcüğü yerine “özne” sözcüğünü kullanırlar. Laclau ve Mouffe’nun post yapısalcı ve post Marksist söylem teorisine göre, kimlikler belirsiz ve akışkandır. Kimlikler, söylem farklılıkları tarafından aşırı derecede belirlenmekte ve özne konumları, kimlikleştirmenin çokluğuyla ilgili seçenekler sunmakta, böylece kişilik, temsiliyet ve insan öznelliğinin imkânı garanti altına alınmış olmaktadır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 419 Yapısalcı dilbilime paralel olarak Levi-Strauss’un modelinde de, özne homojen ve kendi kendini denetleyebilir olmaktan uzaktır; özne, varlığının bile farkında olmadığı bir yapı tarafından inşa edilir; yapının ve bu yapıdaki dönüşümlerin nesnesidir. Öznenin yapı, daha doğrusu simge tarafından inşa edilmiş ve ona tabi kılınmış olması yapısalcı çözümlemelerin en çok eleştiri alan noktasıdır. Michel Foucault’ a göre, kimliğin hammaddesi söylemler içinde oluşmakta, sonra bireyler tarafından benimsenip içselleştirilmekte ve süreç içinde bir kimlik duygusu şekillenmektedir. Bireyin çok katlı kimlikleri içselleştirdiğini belirten Foucault, sınıf, etnik köken, ırk, cinsiyet ve cinsellik gibi farklı kimliklerin, birbirleriyle etkileşim halinde olduğunu ileri sürer. Dolayısıyla postmodern dönemde her şey söylem çerçevesinde açıklanır ve kimlik de dil aracılığıyla oluşur görüşü hâkimdir. Bütün bu teorik bilgiler ve fikirler dâhilinde bahsetmeye çalışacağım, geçmişten günümüze Türk Kadınının beyazperde ve televizyonda temsil sorununa örnekler vererek sunumumu tamamlamaya çalışacağım. Türkiye’de beyazperde denilince kadının temsili düşünülünce 1930’lu yıllardan 90’lı hatta 2000’li yıllara taşımamız gerekir gelişim sürecini. “Türk sinemasını ülke sorunlarından, ülkenin gidişatından soyutlamak imkânsızdır.” tespitinden yola çıkılarak, kadının sinemadaki yerini sunumun merkezine koyarken aynı zaman da toplumsal formasyonun ve toplumsal formasyondaki değişim ve dönüşümlerin genel bir özetini de vermeye çalışacağım. 1960’tan itibaren Türk sineması toplumsal ve siyasal olaylara, buhranlara, çalkantılara, hükümet değişikliklerine ve bunların getirdiği özgürlüklere – daha çok sınırlamalaradaha duyarlı olmaya başlıyor. Olmak zorunda kalıyor ve kaçınılmaz bir paralellikle her türlü buhran, umut, hatta en belirgin ve etkin ‘moda’, ‘akım’ ister dolaylı ister dolaysız, -sendikal olaylardan cinselliğe, 12 Eylül öncesinden feminizme kadar- beyazperdede yankısını buluyor. Kadının temsili sorunu temasına bakıldığında Türk Sinemasında kadın üzerine otuz filme imza atan Muhsin Ertuğrul’u görebilmekteyiz. Bu dönemde çekilen filmlerin adlarına baktığımızda bu filmlerin yarısının evlilik, aşk ve kadın temaları üzerine kurulduğunu görürüz. “Mürebbiye” ilk cinsellik taşıyan filmlerimizden birini oluşturduğu gibi, bir kadının kişiliği çevresinde kurulan öyküye de sahip ilk uzun filmlerimizdendir. İlk yıllarda Türk Sinemasında rol alan kadın oyuncuların tamamı yabancı uyruklulardır. Buraya bakıldığında, sinemada yabancı uyruklu bir kadının rol alması muhafazakârlıktan modernizme geçiş noktasında kadının nasıl dönüşüme uğraması gerektiği belirtilmek istenmiştir haliyle Mürebbiye filminde oynayan kadın sinema tarihimizin ilk vamp kadın rolüyle hatıralarımıza kazınmıştır. 420 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Dönemin Türk asıllı en önemli ismi ve sinemamızın ilk kadın oyuncusu Söz Bir Allah Bir filmiyle beyaz perdeye adım atan Cahide Sonku’dur. Cahide Sonku, bir yıl sonra 1934’te kadın kahraman üzerine kurulu Bataklı Damın Kızı Aysel’le parlamıştır. Agâh Özgüç’e göre bu filmde ince, saf bir çocuk kadın dişiliği sergilemiş olan Sonku, daha sonraki filmi Şehvet Kurbanı’nda ise 1940’ların sinemasına baştan çıkarıcı, iç gıcıklayıcı ve de uğursuz bir vamp güzelliğini getirmiştir. Ayrıca Ertuğrul’un “Mavi Melek” filmiyle Türk Sinemasına ilk ve önemli erotizm örneğini kazandırmıştır. 1930’lardan 40’lara Türk sinemasında kadının yerindeki değişimin görülmesi açısından Sonku’nun oynadığı filmler önemlidir. Bu dönemde ele alınan temaların başlıcaları sosyete çevresi, düşen kızlar, metres hayatı yaşayan kadınlar ve bu çevrenin sosyete rezaletlerinin tiplerinin oluşturulduğu kadın motifleridir. Dönemde kırsal kesimdeki kadın tiplemesini anlatan film ise yok denecek kadar azdır. Geneli salon filmleri hafif ve baştan çıkarıcı biçimde ele alınmış kadınların yer aldığı aşk ve melodram filmlerinden oluşur. Kadının temsil biçimi melodram anlatısı içinde erkek egemen ideolojinin kendisine biçtiği değerler ve sembollerle yer almaktadır. 1960’lara kadar kadınlar melodram kalıpları içinde ‘faziletli anne’ ve ‘dokunulmamış sevgili’ olarak idealize edilmektedir. Bunun dışında kalanlar ise kötü kadın, seks bombası, erkekleşmiş kadın, isterik kadın, gizemli cinsellik örneği kadın olarak tek boyutlu, iyi ya da kötü kadınlardır. 1950-60 yılları arasında köy melodramlarında ele alınan kadın temasında ise köy kadınları çileli, bir sürü dert sahibi, bir sürü sorun sahibi, babasından, ağasından, kayınpederi-kayınvalidesinden çeken, masum, ezik, suskun bir tip çizmektedir. Bunun yanı sıra şarkılı-türkülü diye adlandırılan filmlerdeki kadın tipi ise, ezik, erkeğe bağımlı, acılar içinde ya da göz yaşartıcı durumların kahramanı olarak verilmektedir. Dönemde yine ele alınan belli başlı konular, erkek evlat fanatizmi ve kısırlığın neden olduğu kadını hor görme ve ezme, tecavüze uğramış köy güzeli, pavyona düşen kadınlardır. 60’lı yıllarda sosyal ve ekonomik etkenlerle birlikte toplumsal yapıda köklü değişimler olmuştur. Bu değişimin önemli dinamiklerinden biri olan kırdan kente göç ve göçle birlikte değişen yaşamlar Türk sinemasında yer alan konulardan biridir. Göç filmleri aileyi konu alan toplumsal içerikli filmler olmuştur. Bu filmlerde göç eden insanların büyük şehirde karşılaştıkları sorunları çözmede, tutunabilme çabalarında; ailenin ayakta tutulması gerektiği, bu nedenle geleneklerin ve değerlerin önemli olduğu belirtilmekte ve yeni oluşumların eskiden beslendiği ortaya konulmaktadır. Gurbet Kuşları’nın da içinde yer aldığı göç filmlerinin ilk örneklerinde, şehrin yozluğu anlatılır. Örneğin bu filmde, şehre gelen aile şehrin karmaşasında savrulur. Ailenin kızı heveslerinin kurbanı olur ve kötü yola düşer, ailenin kirlenen şerefini kurtarmak için kendini öldürür. Halit Refiğ’in tüm filmlerinde kadının ayrı bir önemi vardır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 421 Bu film büyük kentin yoğurduğu kadın tiplerinin bir tür resmi geçidi içerirken aynı yıl çektiği İstanbul’un Kızları ve Şehrazat filmleri de 1980’lerin ikinci yarısında bir tür moda haline gelen kadın ve cinsellik konusuna öncülük yapan çalışmalardır. Her ne kadar Refiğ filmlerinde kadınlar önemli olmuşsa da, bu filmler kadın filmi olmaktan çok uzaktır. Kadınlar daha çok anlatılan olayları etkileyici kılmak için fon olmuştur. Göçü ve şehir yaşamının yozluğunu konu edinen filmlerin dışında, toplumsal yapıda önemli değişimlerin yaşandığı bu dönemde, sinemada, yeni toplumsal sınıfları ve farklı kadın kimliklerini temsil eden tiplemeler yaratılarak toplumsal yapı içinde kadının durumunu ortaya koyan filmler de yapılmıştır. “O dönemde yapılan filmlerde, kadına iki kadın tipi imajı gösteriliyordu. “Erkeksi Kadın” tipi ve ‘’Hanım Hanımcık Kadın” tipi. Erkeksi kadın tipi ilk başta erkek egemen toplum yapısına bir karşı çıkış gibi görülmekteyse de aslında her iki tipleme ile yaratılmak istenen imaj, o dönemin siyasal, ekonomik ve ideolojik yapısına paralel imajlardır ve geleneksel ataerkil yapıdan bağımsız düşünülmemelidir. 1960’lı yıllarda Türk sinemasında erkeksi kadın tipinin yaratılması bir anlamda sanayileşme ve kentleşme olgularının etkisiyle üretim ilişkilerinin değişmesi ve tüketim toplumuna dönüşümün sonucu olarak statüleri değişen kadınların en belirgin, en abartılı yansımalarıdır. Ancak bu filmlerde kadın kahramanın hayat şartlarının zorlamasıyla erkeksi kıyafetleri ve davranışları sergilemek zorunda kaldığı, bütün bu görünüşün altında çocuksu, sevecen, duygusal bir kadın olarak sunulduğu dikkati çekmektedir. Erkeksi kadın tipini Şoför Nebahat temsil ederken, “hanım hanımcık” kadın tipini ise ‘Küçük Hanımefendi’ serisinde Belgin Doruk’un canlandırdığı ‘Neriman’ tipi çok iyi bir örnektir. “ Neriman; güzelliği, erkeğe uyumu ve sadakatiyle, sorumlulukları ve aile kurma kararıyla biten aşklarıyla, toplumsal yapıyla çelişmeyen bir kadın konumundadır.” Popüler sinema filmlerinde sergilenen aile yapısı gerçek hayatta olduğu gibidir. Kadın aile kurumu içinde, edilgen, özverili ve yapıcı, erkek koruyucu ve aile reisi konumundadır. 70’lerle birlikte Türkiye’de kırdaki ve kentteki aile yapısı değişmekte, bu değişim aile içi ilişkilerin ve rollerin değişimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Üretim ilişkilerinin değişmesi sonucu dışa açılan aile yapısı içinde kadının ailedeki konumu güçlenmekte, baba-oğul dayanışması ise çözülmektedir. Göç ile birlikte erkekler tarım dışı sektörde çalışmakta, köydekine oranla üretime katılma zorunluluğu değişen kadın ise daha iyi bir statüye sahip olmaktadır. Bu dönemde çekilen Gelin, Düğün, Diyet filmlerinden oluşan üçlemede Lütfi Akad büyük kente göç sorununu değişik kişilerin ve ailelerin mücadelesini izleyerek ele alır. Örneğin; Diyet (1974) filminde Anadolu’dan gelen, bir fabrikada çalışan ancak sendikaya girmeyen bir işçi ailesinin dramı anlatılmaktadır. Filmde kocasını desteklemesi ve gösterdiği direnişiyle bilinçlenmeye başlayan bir kadın çizilmektedir. 422 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Böylece kırsal kökenli olup işçi ailesi içinde yer alan kadının bilinçlenme öyküsü, toplumdaki ve aile içindeki değişen konumu ortaya konulmaktadır. Bu dönemdeki kadın-erkek rollerinin toplumsal değişimiyle paralel olarak, bu filmlerde Akad, Hülya Koçyiğit’in canlandırdığı kadın karakterleri birleştirici bir güç ya da olayları toparlayıcı bir unsur olarak kullanmış ve kadın kahramanı olayların akışında daha etkin bir rolde tasvirlemiştir. Yine 1970’lerin ortalarından başlayarak kalıpların dışına çıkıldığı ve iyi kadın tipini temsil eden masum kızların soyunduğu görülmektedir. Kadının kişiliğinin yok edildiği ve vücudunun bir nesne olarak erkeklere sunulduğu bu filmlerde, erkekler egemenliklerini ve güçlerini kadını kişiliği ve bedeniyle yöneterek, hatta örseleyerek ortaya koymaktadır. Şiddete dayalı bir cinsel yaklaşım sergilenmektedir. Erkeğin kadın üzerindeki egemenliği ve güç gösterisi , bu duruma kadının tepkisizliği ile kadın ve erkeğin toplumdaki konumu sürdürülmekte , hatta kadınlara uygulanan baskı ve şiddet olağan gösterilmektedir. Aynı dönemde televizyonun evlere girmesi, videonun yaygınlaşması ve ekonomik krizin etkisiyle sinemaya olan ilginin azalmasıyla şirketler ciddi bir maddi kayıp yaşadı. Atilla Dorsay’ın deyimiyle, sokaktaki adamı sinemaya çekmek için, bir yandan sansürün izin verdiği ölçüde açık filmler çevrilir veya getirtirilirken, diğer yandan da fazla açık bölümler içermeyen ‘normal’ filmlerin arasına Avrupa’dan ithal edilen veya burada ayaküstü çekilen 8 veya 16 mm’lik porno-filmlerden parçalar eklenmeye ve bu filmler tüm yurdu sarmaya koyuldu…bir zamanların aile sinemaları yoktur artık. 80’li yıllara geldiğimizdeyse bir yandan şarkıcı filmleri ve arabesk filmler, diğer yandan da toplum sorunlarını, özellikle de kadın sorunlarını isleyen filmler yapıldığını görmekteyiz. Genel olarak arabesk filmlerdeki kadınlar, 1960’ların ticari filmlerinin tiplemelerine uygun özellikler taşımaktadır. Kadınlar ya namuslu, evinin kadını, çocuklarının anası, cinselliği olmayan( kendi cinsel tercihleri olmayan ) , sevgi dolu, sürekli bağışlayan, ezildiğini hissetse de gözyaşlarını içine akıtıp evin mutluluğunu bozmayan kadınlardır ya da cinselliğinden başka bir şeyi olmayan, kötü, mutlu yuvalara düşman, erkekleri kötü yollara sürükleyen vamp kadınlardır. Ancak bu dönemde toplumsal gerçekçi yönelimin ürünü olarak ortaya çıkan bazı filmlerde kadının bu kalıpların dışında ele alındığı görülmekte, yaşadığı sorunlara ve toplumsal konumuna ilişkin açımlamalar yapılmaktadır. Kadını anlatan ve kadın sorunlarına değinen filmlerin Özellikle 1982-1987 yılları arasında çok sayıda çekildiği gözlenmektedir. Kadın sorunlarını isleyen filmlerde, kadın insan olmasından kaynaklanan tüm özellikleri taşımakta; düşünen, üreten, karsı çıkan, cinsel istek duyan, aynı zamanda iyi bir anne olmaya çalışan bir kadın olarak yansıtılmaktadır. Yazının bu kısmında incelediğimiz 80’li yıllarda çekilen ve kadın sorunlarını konu alan filmlerden örnekler vererek ve filmlerin konularını genel hatlarıyla anlatarak dönemle ilgili değerlendirmeler yapmaya çalışacağız. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 423 Ömer Kavur filmi olan, Kırık Bir Aşk Hikayesi adlı filmde, aydın sayılan, Anadolu’da bir ilçede öğretmenlik yapan , sevgisi uğruna bu küçük çevrenin baskısına direnmeye çalışan , ancak sevgilisinin yeterince güçlü olmadığını görmesiyle sevdiğinden vazgeçerek kaçmayı yeğleyen bir kadının hikayesi anlatılmaktadır. Yavuz Turgul filmi olan, Fahriye Abla adlı filmde, sevdiği ve cinselliği yaşadığı adamın hayırsız çıkmasından sonra hapislere düşen ve vücudunu satmaktan kıl payı kurtulan Fahriye, bir yudum Sevgi’nin Aygül’üne benzer biçimde, kurtuluşu bir fabrikada çalışmakta, işçileşmekte ve emeğini satarak geçinmekte bulacaktır. Cinsel özgürleşme Fahriye’ye gerçek özgürleşmenin kapılarını açacaktır. Özgür kadın; cinsel nesne olmaktan cinsel özne olmaya, yani cinsel seçimlerini erkeği beklemeksizin kendisi yapmaya eğilimli kadın imajı bu filmde somutlanmaktadır. Halit Refiğ filmi olan, Teyzem adlı filmde, İstanbul’da, komşuluk ilişkilerinin sürdüğü, çevrenin denetiminin egemen olduğu, tutucu bir mahallede, genç bir kızın tüm heyecanına rağmen aile ve çevre baskısıyla kıskaç altına alınması ve sonunda içine kapanarak şizofren davranışlara sürüklenmesi anlatılmaktadır. Film, kadının çaresizliğini, yasadığı hayatın boğuculuğunu izleyicisine hissettirebilmektedir. Filmle beraber izleyici de ana karakterin ruh haline bürünür ve karakterin üstündeki baskıyı neredeyse birebir yaşar, bütün bir film ‘kadının’ gözünden kadının yaşadığı baskıyı anlatır. Bilge Olgaç filmi olan, Yarın Cumartesi adlı filmde, Nurten (Duygu Asena), kocası hapisteyken kocasının (Erdal Özyağcılar) erkek kardeşi Fikret’le (Bülent Bilgiç) beraber olur ve ondan hamile kalır. Nurten, kocasını bekle(ye)meyip, ona sadık kal(a)mayıp, cinselliğini dizginle(ye) mez. Birbirlerine âşık oldukları için değil, bir sıcaklık aradıkları ve yan yana oldukları için beraber olurlar. Cinselliğini dizginle(ye)meyen kadının, kocası tarafından cezalandırılmaması Yeşilçam geleneğinin uylaşımlarından farklılık gösterir. Tarık, Fikret’e, “Hiç tanımadığım bir kızla da yirmi gün evli kaldım. Bu yirmi günlük evli olduğum kız beni altı yıl bekleyemezdi. Bunu ondan istemek hakkına sahip değildim. Döndüm ve her şeyi umduğum gibi buldum”, “Çünkü bu altı yıl içinde Nurten’i değil bir kadınla, dişi bir köpekle aldatabileceğim gün oldu. Acılar çeke çeke, utana utana bir kadını çağırdığım geceler yaşadım. O beni bir erkekle aldatmış, evet” gibi sözlerle bu durumu kabul ettiğini ve doğal karşıladığını ifade eder. Film, Tarık ve kardeşi Fikretarasında geçen bu konuşmayla erkek egemen söylemi sorgular ve Nurten’i filmin anlatısı içerisinde haklı kılar. Bilge Olgaç’ın 1988’de yönettiği filminde de evlenmek ve çocuk doğurmak bir kadın için mutlak değerlermiş gibi sunulmaz. Çocuk ve kadın sağlığına ilişkin projeler, aile planlaması kampanyaları, 1980’lerde gündeme gelmiştir Filmin ana kadın karakteri Nurten’in çocuğunu aldırmasıyla, ilk bölümde bahsedildiği gibi, 1983’te yasal olarak da ifadesini bulan gebeliğin kürtajla sona erdirilmesine izin verilmesi konusuna değinilir. 424 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Yeşilçam melodramlarında boşanmış bir esas kadın karakter yer almazken, Yarın Cumartesi’de Nurten ve Tarık boşanırlar. Filmdeki boşanmış bir kadın karakter aracılığıyla toplumda boşanmış kadınlar olduğu gerçeği ifade edilmiş olur. Atıf Yılmaz filmi olan, Kadının Adı Yok adlı filmde, Mine filmi gibi Atıf Yılmaz’ın Kadının Adı Yok filminde de evlilik kurumuna olumsuz yaklaşılır. Işık (Hale Soygazi) küçük bir çocukken babası annesini evdeki hizmetçi kadınla, evlendiğinde de kocası Gürkan (Arif Akkaya) onu başka bir kadınla aldatır. Işık da kocasını is yerinden arkadaşı olan evli ve çocuk sahibi Mehmet’le (Tarık Tarcan) aldatır. Filmde aşk idealize edilmez. Işık asık olduğu Mehmet’e “Ben değiştim görmüyor musun? Her şey değişiyor” diyerek ondan ayrılmak ister ve Yeşilçam melodramlarında olduğu gibi bir ömür tek bir aşk yasamaz. Filmin ana kadın karakteri Işık’ın annesi, “Babalar para kazanır, eve getirir. Çocuklarını en iyi biçimde okutur büyütürler”, “istesek biz de çalışırız ama vakit yok. Sonra sizi kim büyütecek?” gibi sözlerle Işık daha küçük bir çocukken ataerkil söylemin bir kadından beklediklerini kızına aktarsa da, Işık genç bir kadın olduğunda kadına dayatılan geleneksel rolleri annesi gibi kabul etmez ve sorgular. Görüldüğü üzere, kadın idealize, gerçeklikten uzak, “kurgulanmış” bir sinema malzemesi olmaktan çıkıp ayakları yere basan, gerçekçi bir karakter olarak yansımaya başlamıştır beyazperdeye. Bu dönem içinde bazı filmlerde kadını toplumsal yapıdan kopuk, sınıfsal bir bağlanımı olmayan, belli noktalarda gerçeklikten kopuk karakterler olarak görsek de kadının iç dünyasının açıklıkla beyazperdeye yansıması, kadın sorunlarının erkek gözü dışından aktarılması açısından büyük önem taşımaktadır bu filmler. Bununla birlikte, özellikle ana akım film üretim sürecindeki klişeler üzerine farklı yaklaşımlar getiren Claire Jonston ve Laura Mulvey feminist sinema kuramı ve pratiği üzerine ilk makaleleri kaleme alan isimler olmuştur. Genel olarak erkek egemen anlayışı koruyan ve devamını sağlayan ana akım sinemaya karşı çıkarlar ve ataerkil düzeni dolayısıyla da onu yansıtan sinema anlayışını reddedecek, erkek egemen bakışı yıkacak bir sinema üretimine yönelinmesi gerektiğini savunurlar. Feminist film teorisine psikanalizin özellikle de Sigmund Freud, Jacques Lacan, yapısalcılar, post – yapısalcılar ve Marksist kuramın etkileri olmuştur. Laura Mulvey ‘in psikanalitik kavramlar üzerinden çözümlemeler yaptığı ve sinemanın nasıl hem içeriksel hem de biçimsel olarak eril bakışın hizmetinde olduğunu anlattığı görsel haz ve öykülü sinema adlı makalesi 1970’lerden günümüze kadar bu alandaki çalışmalar için önemli bir referans kaynak olmuştur. Türkiye’de sinematografik anlatıda kadın, cinselliğinden sıyrılmamışsa toplumsal cinsiyet kodlarının dışında kurgulanması söz konusu olamamıştır. Türkiye’de sinema kadınları bu anlamda sadece güzel nesneler olarak kurdurmuş, uzun yıllar boyunca kadının kendi içine dönük hiçbir hikâyenin odağına yerleşmesine izin vermemiştir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 425 Aslında Türkiye’de sinema genel anlamda hiçbir karaktere birey olma fırsatı vermemiş, toplumsal ahlakın taşıyıcı unsuru olarak kurgulamayı, genel anlamda kaçışçı bir sinemayı ya da Zeynep Tül Akbal Sualp’in deyimiyle ‘ima ile geçiştirmeyi’ uygun bulmuştur. Türkiye’de beyazperdede yansıtılan kadınlar düşünüldüğünde, Türkan Şoray, her ne kadar döneminde birinci oyuncu olarak yükselse de, bu kadın toplumda ikincil bir kadın temsilini bizlere göstermektedir. Bu nedenledir ki, kadınlar iç dünyasız yaratılmışlardır. Bizim sinemamızın ne bir Antigone’si ne bir Medea’sı, hatta Rosa Lüksemburg’u hiç olmamıştır. Kadına sinemamızda isyankârlık değil, itaat yakıştırılmıştır. Daha da önemlisi kadın filmsel metinde isyan etmesi durumunda bile, bu kirlene namusu kurtarmak ya da kirlenmeden önce engellemek, ikincisi ise bozulan nizamı yeniden tesis etmek içindir. Düzen sağlandığında, kadın ikincil karakter rolüne rahatlıkla dönebilecektir. Filmlerimizde kadın için ‘namus’ çok önemli bir sınırı çizer, kadının hareket alanını daraltır, erkek için ise, sonradan kadir kıymetini bilmek ve dahası her zaman tövbe kapısını çalıp, yeniden tam bir adam olmak mümkündür. Ancak kadın sınırı aşınca tövbe değil, Allah affetsinle sınırlı, benden uzak olsun da, bari bundan sonra ıslah olsun anlayışı vardır. Kadınlar filmlerimizde, genellikle erkeklerin tebelleş oldukları, yoldan çıkarmak için çok ciddi uğraştıkları insan olarak çizilir. Aynı şekilde, filmlerimizde kötü kadınlar genel olarak cinselliklerini kullanarak kötülüklerini yaparlar. Filmsel metinde iktidar alanından kadın özellikle uzak tutulmuştur, bu alana girdiğinde kadın ‘kadın kimliğini kaybetmekte’, falluslu etekli bir kimliğe bürünmektedir. Bununla birlikte akıllı ekran olarak tabir edebileceğimiz, televizyonlarda ise kadınlar daha da rahat metalaştırılmaya müsait ortamlara girmiştir. Örneğin, özel TV kanallarında yer alan “Vasiyet”, “Zerda”, “Gurbet Kadını”, “Toprağa Kan Düştü” gibi Doğu ve Güneydoğu’da geçen televizyon dizilerinde, kuma, kan davası, berdel, başlık parası, imam nikâhı, recm, ağalık, marabalık gibi toplumsal gelişim ve değişime ket vuran törelerin yeniden üretilerek, toplumsal kabul görmesine neden olunmaktadır. Öte yandan kentte yaşayan kadına yansıması ise, biraz daha farklıdır. Kitle iletişim araçları ile oluşturulan kadın imajı, şehirli kadında bir de reklam kadınları ile rekabet etme duygusunu aşılamaktadır. Reklam kadınları, 30 yaşın altında, güzel, bakımlı, becerikli, mutlu, fedakâr, çalışkan cinsel objeler olarak sunulmaktadır. Bütün bunlar göz önüne alındığında da sinemadaki gelişimin tezahürü olarak, televizyon dünyasında da kadınların yer alış biçimleri, hangi program, yazı, araç, görüntü de olursa olsun kısaca şu başlıklar altında toplanabilir. Şiddete maruz kalan kadın, zavallı, korunmaya muhtaç kadın, cinsel obje olarak kadın roller başta olmak üzere, iyi eş, iyi anne; kötü eş, kötü anne, yuva yıkan kadın ve ahlaksız kadın, tüketen kadın ve hatta tükettiren kadın rolleri ayyuka çıkmaktadır. 426 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Sonuç olarak, kapitalist üretim anlayışı, toplumsal değer yargılarına uygun kadınerkek imgesine göre üretim yapmaktadır. Bu bağlamda, kitle iletişim araçları, var olan feodal değerleri olduğu gibi kabul ederek, sorgulamadan yeniden üreterek, erkek egemen ideolojinin toplumsal yaşamda sürmesine katkıda bulunmaktadır. Kitle iletişim araçları ile dayatılan kadın imajı, toplumda kadına yüklenen rollerle özdeştir. Bu rol ya güzel, hoş, iyi eş, iyi anne, iyi ev kadını ya da şiddet mağduru, cinsel obje olarak iyi – kötü olarak tanımlanmaktadır. Biri toplumsal kabul gören kutsal anne-eş, ötekisi ise, aşağılanan dışlanan kadının temsilidir. Kitle iletişim araçlarının bireyler ve toplum üzerinde yaptığı etki düşünüldüğünde, bu araçların yayınlarının da toplumsal sorumluk anlayışı ile bağdaşır nitelikte olması gerekir. Bu bağlamda, kitle iletişim araçlarından, toplumun yapısını, bireyler arasında cereyan eden toplumsal ilişkileri yeniden yaratma, yeniden şekillendirme, yeniden üretme ve yorumlamada, toplumsal sorumluluk anlayışı içinde hareket etmesi beklenmelidir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 427 Kaynakça 1. Bayramoğlu, Yener. (2008) Reklamlar ve Cinsiyet Meselesi, İstanbul: http://www. bianet.org/biamag/toplumsal-cinsiyet/108605-reklamlar-ve-cinsiyet-meselesi 2. Dinçsoy, Asiye. (2012) Türkiye Sinemasında “Kadın” Olmak, İstanbul: http:// www.bianet.org/biamag/sanat/136987-turkiye-sinemasinda-kadin-olmak 3. Doğan, Necmettin. (2011) Türk Muhafazakârlığının Devlet Algısı: Nurettin Topçu Örneği, Doğu-Batı Yayınları, Yıl: 14, Sayı: 58, ss. 213-228 4. Elmacı, Tuğba. (2011) Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek Filminde Değişen Kadın İmgesi, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, ss. 186-196 5. İmançer, Dilek. Ahmet İmançer, (2002) Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler, İletişim Dergisi, ss. 1-20 6. Kalan, Özlem Gündüz. (2010) Reklamda Çocuğun Toplumsal Cinsiyet Teorisi Bağlamında Konumlandırılışı: “Kinder” Reklam Filmleri Üzerine Bir İnceleme, İletişim Fakültesi Dergisi, ss. 75-87 7. Karaduman, Sibel. (2010) Modernizmden Postmodernizme Kimliğin Yapısal Dönüşümü, Yaşar Üniversitesi, ss. 2886-2899 8. Mora, Necla. (2005) Kitle İletişim Araçlarında Yeniden Üretilen Cinsiyetçilik ve Toplumda Yansıması, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, ss. 1-6 9. Mühür, Melike, Sezen Ekin Gücüş. (2010) Türk Filmlerinde Kadın Temsili ve Kadın Filmleri ( 1930-1990), ODTÜ, ss. 1-15 10. Yeşilgöz, Rojda Duygu. (2012) Medyanın Cinsiyetçi Halleri, İstanbul: http:// www.bianet.org/biamag/insan-haklari/136774-medyanin-cinsiyetci-halleri 428 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 429 430 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ KENTSEL HAREKETLERDE SOSYAL MEDYA’NIN ROLÜ : GEZI PARKI ÖRNEĞI Özet Necibe AYDOĞDU1 Kapitalist kent yapısına geçiş ile birlikte antik zamanlardan beri kentlilerin toplanma, haberleşme ve sosyalleşme mekânları olan ‘agoralar’ ın yerini sosyal medya işlevsel anlamda almaya başlamıştır. Kapitalist kent yapısı kentleri tüketim merkezlerine dönüştürmüş ve modern kentleri oluşturmuştur. Artık modern kent, üretimden çok tüketim yapar hale gelmiş, banliyöleşme ile tarımını ve ekolojisini kaybetmiş ve soyut mekânlara dönüşmüştür. Soyut mekânları yeniden somutlaştırma çalışmaları son beş yılda kent hakkı ve yeni toplumsal hareketler üzerinden yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır. Teknolojinin daha bireysel olmaya ittiği insanlar, internet aracılığıyla adım adım sosyal medyaya yönelmektedirler. Düşüncelerine kendi bireysel gazeteleri diyebileceğimiz kişisel sayfalarında yer vererek, toplumsal olaylara bakışlarını ve değerlendirmelerini meydanlara inmeden yapmaktadırlar. Böylece kent meydanlarının boşaldığı ve işlevsizleştiği gösterilerek meydanlar tehdit edilmeye başlanmıştır. Gezi Parkı hareketine konu olduğu üzere meydanlar veya tarihi ‘Emek Sineması’ gibi kentin kültürel mirası kabul edilen mekânlar bir bir yıkılıp yerlerine AVM (Alış-Veriş Merkezi) inşa edilerek artı değer emilimi yapılması için daha fazla alan oluşturulmaktadır. Yapılanlara ses çıkarmak ve tepki göstermek isteyerek kent hakkının gaspına karşı duranların ülkemizdeki tarihi ise elli yıllık eylem tarihimiz içinde, yirmi yıl önce başlanmış, son beş yılda ağırlık kazanmıştır. Dünyada ise son beş yılda ses getiren Arap Baharı ve Occupy Wallstreet hareketleri gibi kentsel hareketlerin en dikkati çeken özelliği sosyal medya üzerinden örgütlenmiş olmalarıdır. Yani sosyal medya kentlilerin/toplumların örgütlenerek bir araya gelmelerini sağlayan ve kent hakkını savunmak için kullanılan bir örgütlenme aracı haline gelmiştir. Diğer taraftan kamu yönetiminde merkezi yönetimin başlıca sakıncalarından olan yönetimin halkın sorunlarından habersiz kalması ve sorunları doğru tespit edememesi hali artık geçerliliğini kaybetmiş görünmektedir. Hatta sosyal medya öncesi dönemlerde tabanda yaşanan sorun ve düşünceler üst düzey yönetici ve bürokratlara neredeyse iletilemezken bugün herhangi bir vatandaş doğrudan cumhurbaşkanına kadar duygu, düşünce ve isteklerini iletebilir hale gelmiştir. Kısaca sosyal medya vatandaş ve iktidar arasındaki eski tip tek yönlü iletişimi diyaloga çevirmiş ve çift yönlü hale getirmiştir. Bu çalışmanın amacı yeni toplumsal hareketlerden olan ‘Gezi Parkı Hareketi’nde etkitepki olarak görülen vatandaş – hükümet iletişiminde sosyal medyanın rolünü ve iletişim döngüsünün analizini şematize ederek konumunu, önemini belirlemektir. Çalışmada, Gezi Parkı Eylemleri sırasında bazı araştırma şirketlerinin yaptığı anketler, istatistiksel veriler ile 27 Mayıs- 30 Haziran 2013 tarihleri arasındaki gazete haberleri üzerinden eylemcilerin hükümet açıklamalarına ve kararlarına verdikleri tepkiler incelenecektir. Niteliksel araştırma yöntemi ile eylemlerle ilgili ikincil veriler üzerinden analiz yapılmaya çalışılacaktır. Anahtar kelimeler: Gezi Parkı, Kentsel hareketler, Sosyal medya 1 Akdeniz Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 431 Abstract ROLE OF SOCIAL MEDIA IN CITY MOVEMENT’S: EXAMPLE OF GEZI PARK Since ancient times, collection, communication and socialization spaces of the citizens which ‘agoras’ s place has begun to take a functional sense from social media with the transition to capitalist city building. The capitalist city structure has turned to consumption centers to cities and has created the modern cities. Now modern city, has become to making consumption more than production, has lost to agriculture and ecology of itself with the suburbanization and has turned into abstract spaces. The studies about re-embody of abstract spaces has been discussed extensively over The right to the city and the new social movements in the last five years. The more people that the technology pushed them to be individual step by step turn to social media by internet.They do their overview and assessments about social events on personal page in individual newspaper can say that giving the place to their ideas without going to squares. Thus squares began to be threatened with showing that the city squares are discharged and dysfunctional. The squares as the subject of Gezi Park actions or the places as ‘Emek Cinema’ that an acceptable the city’s cultural and historical heritage places are demolish one by one to built shopping centers for more places to absorbtion of surplus value. In the world, the urban movements that make sounds in the last five years like Arab Spring and the Occupy Wall street movement ‘s most striking feature is that the yare organized via social media. So social media has become an organizing tool of citizens / communities for used to defend the right to the city and come together with organizing. On the other hand one of the main disadvantages of the central government is remain unaware from the problems of the people by management and the situation of untruly identifying the problems seems now outdated. Even the problems and ideas that live in base while nearly can not transmitted to bureaucrats and senior managers in before periods of social media, today any citizen has become transmit his/her feelings, idea sand wishes directly to the president. Inshort, socialmedia has turned to one-way communication that the old relation form between citizen and government to the dialogue and has made duplex. The purpose of the study is to analyse position of socialmedia in the communication cycle by using a diagram to determine the significance and role of social media seen as impact-response between citizens- the government communication in ‘Gezi Park’ movement from the new social movements. In this study, activists reactions will be examined by using newspaper reports between the date’s of 27 May- 30 June 2013 andstatistical data with surveys made by some research companies during ‘Gezi Park’ actions with qualitative research methods via secondary data will be applied to analyse the subject. Keywords: Gezi Park, The City Movements, Social Media 432 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. Giriş Neoliberal devlet anlayışı ile günümüz kapitalist kent yapısına evrim başlamıştır. Sermaye sahiplerinin önce insanlar sonra doğa üzerinde tahakküm kurmaya başlamasının en son örneklerinden Gezi Parkı eylemleri bu tahakkümün reddedildiğinin en yakın örneğidir. Sermayedarların kontrolünde ve istediği yönde ilerleyen teknolojinin gelişimi, bilgisayarların insanların gündelik yaşamlarının vazgeçilmezi haline gelmesini sağlamıştır. İnternet erişimi ile de her türlü enformasyona ulaşım ve hizmetlerden yararlanmak (sağlık, eğitim, bankacılık, ulaşım vb.) oldukça kolaylaşmıştır. ‘‘İnternet, bilgisayar aracılığıyla iletişimin bel kemiğidir: Bilgisayar ağlarının büyük bölümünü birleştiren ağdır’’ (Castells,2013:463) ‘Sosyal ağlar’, ‘Sosyal medya’ veya ‘Toplumsal Paylaşım Ağları’ (social network sites) adları ile anılan birçok internet sitesi tarafından sunulan bu hizmetlere iletişimi de eklemek gerekmektedir. (Bookchin, 1996; Toprak ve diğerleri,2009) Castells’e göre bireyler artık biri biriyle bağ(ıntı)lı ağ toplumu içerisinde yaşamaktadır. 2. Yöntem Çalışmanın ilk bölümünde sosyal ağların/medyanın ortaya çıkışına değinilerek yaşadığı değişim/dönüşüm, yaygınlaşması ve kimlerin ne amaçla kullandığı konusu ele alınacaktır. İkinci bölümde Kentsel ve Toplumsal hareketlere değinilecektir. Üçüncü bölümde Gezi Parkı eylemleri özelinde toplumsal yaşamımızda ve politik hayatımızda sosyal medyanın üstlendiği rol şematize edilerek incelenecektir. Çalışmanın bu bölümünde bazı araştırma şirketlerinin yaptığı anketlere ve istatistiklere yer verilerek ikincil veriler üzerinden analiz yapılacaktır. Son bölümde ise değerlendirmelere yer verilecektir. 3.Sosyal Medyanın Ortaya Çıkışı ‘‘Haber alma, toplumun düzgün işlemesi için gerekli temel öğe olarak iyi bir iletişim ağı ile haberlerin özgürce ve en üst düzeyde dolaşması’’ (Ramonet, Akt. Yurdigül,2014:74) dolayısı ile demokrasinin en önemli öğelerinden biridir. Demokrasiyi iyi özümsemiş bir toplumda birey haber alma, düşüncesini açıklama ve yayma gibi temel hak ve özgürlüklerini kullanarak kendisi dışında gelişen ve değişen dış dünyaya haberler aracılığı ile ulaşma çabası içindedir. Haberleşme ile edinilen bilgiler, bireyin dış dünyaya ilişkin merak, ilgi ve beklentilerini karşılayarak ihtiyaç duyduğu psikolojik ve sosyolojik rahatlamanın karşılanmasına yardımcı olmakta, bireyi sosyalleştirerek toplumun bir parçası olarak iletişim ağı içerisinde tutmaktadır. Bu nedenle de haber alma ya da haber verme işi basit, ancak bir o kadar önemlidir. ‘Sosyal Medya’ kavramı içeriğinin genişliği itibari ile sadece politik konuları kapsamamakta, anlık görüntü, metin ve video paylaşımına kadar çeşitli imkânlara sahip, oldukça geniş içerikli bir başlığı oluşturmaktadır. Bu yeni kavram internet üzerinden 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 433 uluslararası yapılan, kolay yayılan ancak ana akım medyadan ve hükümetlerin baskı ve engellemelerinden uzak daha özgür bir politika üretim alanı olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Zira Gezi Parkı Eylemleri süresince iletişim sadece Facebook ya da Twitter üzerinden değil, sitelere erişimin engellendiği zamanlarda Whatsapp, Vine veya Viber gibi akıllı telefonlardaki anlık mesajlaşma uygulamaları ile de yürütülmüştür. Bu durum aynı zamanda teknolojinin hayatımızın içerisinde ne derece önemli bir noktaya geldiğini de göstermektedir. TÜİK ‘‘Hane halkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması, 2015’’ adlı araştırmasında ‘‘İnternet kullanım amaçları dikkate alındığında, 2015 yılının ilk üç ayında internet kullanan bireylerin %80,9’u sosyal medya üzerinde profil oluşturma, mesaj gönderme veya fotoğraf vb. içerik paylaşırken, bunu %70,2 ile online haber, gazete ya da dergi okuma, %66,3 ile sağlıkla ilgili bilgi arama, %62,1 ile kendi oluşturduğu metin, görüntü, fotoğraf, video, müzik vb. içerikleri herhangi bir web sitesine paylaşmak üzere yükleme, %59,4 ile mal ve hizmetler hakkında bilgi arama takip etti’’1 açıklaması yapmıştır. Sosyal medya-Toplumsal/Sosyal paylaşım ağı, dar anlamda bireylerin sanal ortamda buluşmasını sağlayan web dayanaklı hizmetleri ifade etmektedir. Ancak teknolojinin gelişmesi ile bu tanımlama oldukça sığ kalmıştır. Arkadaş bulma ve arkadaşlığı sürdürmenin ötesinde gündelik hayatın rutini içerisinde alışkanlık ve yaşam biçimi haline gelmiştir. Bu da son dönemde toplumsal ağların ara yüzlerinin gelişmesinden kaynaklanmaktadır. Bilinen ilk toplumsal paylaşım ağı 1997 yılında kurulan ve 2000 yılına kadar devam eden ‘SixDegrees’dir. İlgiyi sürdürememiş, farklı uygulamalar ile güncellenmemiş, farklı etnik kimliklere ulaşamamış ve arkadaşlık kurulması dışında bir fonksiyonu üstlenememiştir.Onu 2001’de ‘Ryze.com’ takip etmiş ve iş dünyasında iletişim sağlanması ve portföy oluşturulması sağlamayı amaçlamıştır. 2002’de ise Friendster onu takip etmiş ancak hitap ettiği kitleyi daha geniş tutmuştur. Blogcular, Burning Man festivaline katılanların ve eşcinsellerin başta üye olduğu site, arkadaşlık kurma (iletişim), sürdürme ve çevrim içi içerik paylaşma (fotoğraf, video, resim) esası üzerine oluşturulmuştur. Teknolojik alt yapı yetersiz hale gelmeye başlayınca bazı üyeliklerin ücretli hale getirileceği duyumları üzerine popülaritesini kaybetmiştir. Türkiye’de de bazı ağlar kurulmuştur. Bunlarında dünyadakiler ile paralellik taşıdığı gözlemlenmektedir. Mynet ve Yonja bunun en iyi örnekleridir. Bugün bilinen en yaygın sosyal ağ 2004 yılında ‘The Facebook’ adıyla kurulan 2005 yılında ise ‘Facebook’ değiştirilen sitedir. Öyle ki yaklaşık 1,5 milyar aktif üye sayısı olan Facebook ile hayatımıza Duvar (wall), Dürtme (Pokes), Durum (status) vb. kelimeler girmiştir. (Toprak ve Diğerleri,2009:26-33; 2) 434 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Sosyal Medyanın kullanım amaçları aynı zamanda yaygın kullanılmasının da nedenidir. Arkadaş bulmak amaçlı kullanımlarda sanal uzamda toplumsallaşma alanının oluşması söz konusudur. Denetim ve gözetim amaçlı kullanımda ise paylaşım ve görüntüler ile gerek bireylerin birbiri üzerinde gerekse resmi kurumların toplum üzerinde denetlemeleri ve tahakkümleri kolaylaşmaktadır. Video, Resim, Fotoğraf, Müzik ve Fikir paylaşmak amaçlı kullanımlar kişinin kimliği hakkında bilgi verme-edinme özelliği taşımaktadır. Oyun oynamak amaçlı kullanımlar da ise sosyal ağların ilk çıkışından itibaren üyelerin ilgisini canlı tutmak çabasının bulunması etkendir. Teknolojik gelişmeler sayesinde birçok sosyal ağ çeşitli uygulamalar ile kullanıcı ilgisini üstünde tutmak adına kendisini hızla günceller hale gelmiştir. Örgütlenme amaçlı kullanımlarda Facebook kullanıcıları gerçek yaşamda gerçekleşmiş bir olaya karşı hızla cevap verme eğilimi göstermektedir. Siyasal amaçlı kullanımlarda ise siyasi partiler tabanlarına ulaşmak ve tabanlarını genişletmek, beklentisini karşılamak için kendi sosyal medya hesaplarını açarak iletişimi güçlendirmeye, adaylarını tanıtmaya ve diyalog oluşturmaya çalışmaktadırlar. e-Ticaret amaçlı kullanım, sosyal medyanın yaygınlığını reklam amaçlı kullanmayı kapsamaktadır. Böylece CPC ( Cost Per Click) ile yayıncıya tıklama başına ücret verilme sistemi oluşmuştur. Cinsel amaçlı kullanımların ise üyelerin iletişimlerini cinsel istek ve beklentilerini karşılamak amaçlı olarak kurması söz konusudur. Bu gibi amaçlarla oluşturulan profillerden doğan suç ve mağduriyetler olduğu, şantaj ve tehdit amaçlı kullanılabildikleri bilinmektedir. İhbar amaçlı hesaplar bu nedenle de oluşturulmaktadır. Son olarak ise ihbar amaçlı kullanımlar bulanmaktadır. İhbar amaçlı oluşturulan bu hesapları TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) asker kaçaklığı durumunda celp göndermek için kullanması gibi sanal suçların ihbarı için birçok kurumun ihbar hesapları bulunmaktadır.(Toprak ve diğerleri,2009:44-54) 4.Kent Hakkı ve Kentsel –Toplumsal Hareketler Kent, diyalog ve farklılıklardan oluşan zenginliğin kendi içerisinde çatıştığı alandır. Farklı düşünenlerin, farklı edimlerin ve kimliklerin bir arada olduğu zenginlikleri içinde barındırmaktadır. Çatışmaların var olması kentlilerin kent haklarını kullanabilmeleri ile doğru orantılıdır. ‘Kent Hakkı’ Kavramını ilk olarak Henri Lefebvre Paris 1968 öğrenci ayaklanmaları sırasında ortaya atarken daha adil bir kentsel düzeni tahayyül etmektedir. Lefebvre, içinde bulunduğu yeni başlayan Fordist kent tipini, dönemin konut sorununu ve sorunun çözümü adına banliyölere yapılan büyük konut projelerinin inşasını ve köy hayatının, tarımının yok oluşunu gözlemleyerek ‘‘Bu sürece kentsizleşme denilebilir hatta çelişkiyi vurgulamak üzere, kentsiz kentleşme’’ (Çavuşoğlu ve Strutz,2011:1) adını vermiştir. Sanayileşmenin dönüştürdüğü kent artık soyutlaşmış bir mekândır. Kapitalist mekânın üretimini, kullanım değerinden ziyade değişim değeri belirlemektedir. Kapitalistleşen kent artık kullanım değerini kaybetmiştir. Şehrin sermaye veya mülk sahibi olmayan, mekânların değişim değeri üzerinden para kazanamayan sınıfları ise emeğini ücret karşılığı satarak hayatta kalmaya çalışırken şehir üzerinde söz hakkını kaybetmiştir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 435 Aslında, şehir mekânlarının ve kamusal alanların kullanıcılarının hakları bu mekânların kapitalist piyasada değişim değeri üzerinden para kazanan sınıfları tarafından sürekli gasp edilmektedir. Lefebvre, kenti kullananların kentten kar edenlere karşı organize olup toplumsal mücadele yoluyla kent haklarını çekip almaları gerektiğini iddia etmiştir. Aslında burada ifadede kullanılan ‘mücadele ile çekip alma’ yöntemi Thoreau’nun ‘Sivil İtaatsizlik’ kavramı ile ‘Kent Hakkı’nin iç içe geçtiği noktadır. David Harvey (2008,23-40) gibi güncel radikal kentsel kuramcılar ise Lefebvre’nin ‘Kent Hakkı’ kavramının ‘kentin mevcut kaynaklarına ulaşım hakkı’ olarak algılanmasından ziyade, kenti yeniden üreten, siyasi ve iktisadi süreçlere müdahale edebilen, kentin daha adil şekillerde yeniden üretilmesi üzerine geliştirilen toplumsal haklar olarak algılanması gerektiği görüşündedir. Kısaca kentleri tüketim merkezlerinden yeniden üretim merkezlerine dönüştürmek gerekmektedir. Bu da ancak kenti doğru tanımlamaktan geçmektedir. Robert Park’ın ‘‘kent; insanın içinde yaşadığı dünyayı daha çok gönlüne göre yeniden yapmada en başarılı girişimidir’’ (1967:3) tanımından hareketle kentliler kentlerini gönüllerine göre yapmak adına yola çıktığı vakit kendi içlerinde olduğundan çok kent ve ülke yöneticileri ile çatışmaktadır. Kentsel çatışmaların dışavurumu protesto, eylem, toplanma biçimlerinde olmaktadır. Protesto, öncelikle özgürlük, güvenlik ve kimlik kazanma alanlarında insan haklarının gelişimine paralellik göstermiştir. Castells’e göre ortak tüketime dair sorunların yönetsel organlara iletilebilmesi amacıyla yapılan protestoların, işçi sınıfı ve orta sınıf gibi farklı sınıfları birleştirebilme özelliği vardır. Ortak tüketim ve ekonomik sorunların siyasal hareketleri ortaya çıkarmasının ve birleştiriciliğinin üzerine çıkılarak, son yirmi yılda küresel ısınmanın öneminin ve bilincinin artması ile ekolojik hareketlerin ardından kentsel hareketlerde artmıştır. Kentsel hareketler ifadesi, kendi içerisinde toplumsal hareketler ve siyasal hareketler olarak ayrılmaktadır. Zira Ertan, kentsel olanın toplumsal ve siyasal olanı ile kültürel olanı da kapsaması nedeniyle toplumsal ifadesini çıkarıp doğrudan ‘kentsel hareket’ ifadesini daha akla yatkın bulmaktadır(1999,118). Siyasal hareket toplumsal hareketten farklı olarak ‘‘kamu mallarının dağılımını ya da ve kamu kuruluşlarının (işçi sendikaları, siyasal partiler, tüketici kooperatifleri gibi) çıkarlarının dağıtma yöntemini değiştirmeye çalışırlar’’(Ertan,1999:118). Sosyal bir topluluğu örgütlü eylemci grubuna dönüştürebilmesi de yine siyasal hareketlere özgüdür. Ayrıca içerisinde toplumsal unsurlarda taşımaktadır. ‘‘Toplumsal hareket, birçok çelişkiyi içeren yapısal bileşimle karşılaşılması sonucunda belirli bir örgütlenme biçimiyle ortaya çıkmaktadır. Dizge açısından her toplumsal hareket, düzenin korunmasını amaçlayan siyasal aygıtın müdahalesine, diğer bir 436 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ ifadeyle karşı hareketine neden olur. Örgütlenme olmaksızın kentsel çelişkiler, yapısal bir çizgiden yoksun olarak ifade edilebilir. Kentsel dizgedeki temel yapısal çelişkilerin aralarında bir ilişki ya da örgütlenme yönünde doğrusal bir ilişki kurulduğunda kentsel toplumsal hareket ortaya çıkar.’’ (Ertan,1999:118) ‘‘Kentsel mekâna ilişkin tıkanma noktalarını aşmak üzere kentli yurttaşların yönetim dizgesine karşı verdiği mücadelelerin bilinen ilk örnekleri, 1500’lü yıllarda ortaya çıkmış olan kentsel toplumsal hareketler ya da kentsel hareketler olarak adlandırılabilen örgütlü eylemlerdir. 1970’lerde özellikle gelişmiş ülkelerde adeta patlayan kentsel hareketler, mekânı, bu kitlenin özlem ve gereksinimleri yönünde dönüştürmeyi amaçlamıştır. ’’ (Ertan,1999:115) Dünyadaki kentsel hareketler onar yıllık zaman dilimlerine bölündüğünde 1950-1960 yılları arasında görülen hareketler daha çok insan hakları alanında olurken, 1960-1970 arasında çoğunlukla öğrenci hareketleri ve 1970-1980 arası ise çevreci hareketleri ağırlıkla görülmüştür. 5.Gezi Parkı Eylemleri örneğinde sosyal medyanın rolü 2013’ün 27 Mayıs’ında başlayan ve yaklaşık bir ay kadar devam eden Gezi Parkı eylemleri Arap Baharı ile başlayıp ‘İşgal Et’ hareketleri ile devam eden dünyada ses getiren kentsel ve toplumsal hareketlerin sonuncusu olarak genel kabul görmektedir. Bu hareketler her ne kadar birbirlerine yakın tarihlerde gerçekleşmiş ve ‘kentsel kitlesel hareket’ olma özelliği taşısalar da kendi içlerinde bazı farklılıklar içermektedirler. Arap Baharı’nda en belirgin amaç ve nedenler otoriter rejimlere karşıtlık ve ekonomik sıkıntılar iken ‘İşgal et’ hareketlerinde işsizlik, ekonomik sıkıntılar ve yolsuzluk yapan hükümetlere tepki olmuştur. Konda (2014,19)’nın raporuna göre Gezi Parkı’nda ise ‘Taksim yayalaştırma Projesi’ kapsamında yapılacak ağaç kesimlerinden, otoriter hükümet yapısına ve kent hakkının gaspına kadar birçok amaçla gerçekleştirilmiş olması dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Böylece toplumun hemen her kesiminden, hatta bir araya gelmesi mümkün görülmeyen dünya görüşlerinden AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi), MHP (Milliyetçi Hareket Partisi), BDP (Barış ve Demokrasi Partisi), CHP (Cumhuriyet Halk Partisi), vb. bireyler ortak akıl, ortak payda da bir araya gelmiştir. 27 Mayıs 2013’ten başlayarak aynı yılın Haziran ayı sonuna kadar süren eylemlerde İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre Bingöl ve Bayburt dışında kalan 79 ilde, 2.5 milyon insan eylemlere katılmıştır. 4 bin 900 kişi gözaltına alınmış; 4 bine yakın insan yaralanmıştır.3 Aşağıda, Şekil 1 Gezi Parkı eylemleri üzerinden oluşturulmuştur. Ancak ülkemizde gerçekleşen birçok eylem ve olayın gelişiminde paralellik göstermektedir. Kesik çizgiler yeni gelişmelerin yeniden döngüyü etkilemesini ve yeniden haber olmasını, tartışılmasını ifade eden geri beslemeleri göstermektedir. Kalın olanlar ise baskı yönlerini göstermektedir. Diğer ince ve düz çizgiler ise olayların gelişimi ile gerçekleşme akışını göstermektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 437 Şekil 1: Sosyal medyanın politika ve kamuoyu oluşumundaki rolü Bir olayın gerçekleşmesinin (Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmeye başlanması ve Taksim dayanışma Platformu ile Sırrı Süreyya Önder’in iş makinelerinin önüne geçmesi ile park nöbetinin başlamasının) ardından her iki haberleşme kanalından olaya dair paylaşımlar ve yayınlar yapılmaya başlanmaktadır. Böylece Ana Akım Medya (AAM) veya Sosyal Medya’dan birisine haber olarak düşmektedir. Eğer Sosyal medya olay ile ilgili haberi ilk paylaşan kanal olmuş ise; ilk olarak olay yerel kanallarla ya da doğrudan sosyal medya üzerinden yayınlanmıştır. İkinci olarak AAM sansürlenmiş, haber değeri görmeyerek yayınlamamış ya da geç haberdar olmuştur. Diğer taraftan sosyal medya üzerinde gündemin oluşmasının ardından artık haber değeri oluşmuş ve sansürleme de yok ise yine AAM tarafından haberi yapılarak yayınlamaktadır. Örneğin eylemlerin şiddetlendiği 31 Mayıs- 1 Haziran 2013 akşamı AAM’ya gelen sansür ile AAM kanallarından biri olan CNNTÜRK penguen belgeseli yayınlayarak halkın tepkisini çekmiştir. Sadece Halk TV ve Ulus TV’nin yayınladığı olaylar sosyal medyadaki görüntü, duvar yazıları ve tweetler ile duyulmaya başlanmıştır. Konda (2014:64) ’nın anketine göre eylemciler Halk TV ve Ulus TV’nin yayınlarını gerçeğe en yakın en doğru olarak görürken TRT, ATV, Samanyolu ve Kanal 7’nin haberlerini en yanlış veya gerçekten uzak olarak görmektedir. AAM zaman zaman sosyal medyada çok tartışılan konuların halkın gündemi haline gelmiş olması nedeni ile kayıtsız kalamaz hale gelmektedir. Böylece bir yerde halk AAM’nın gündem oluşturmasını beklemeden kendi gündemini oluşturmaktadır. AAM 438 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ için sosyal medya gündemini de takip etmek de mecburi hale gelmiştir. Ayrıca sosyal medya üzerinden, hem AAM haberlerine hem de doğrudan sosyal medya haberlerine ulaşmak mümkündür. Gezi Parkı’nda kolluk kuvvetleri ile eylemcilerin çatıştığı haberi Facebook ve Twitter üzerinden hızla yayılmıştır. Arkadaş listelerinden kolayca yayılsa da Konda’nın ‘Gezi Raporu’na göre Türkiye genelinde %71,3 yine televizyondan öğrenerek parka gelmiştir. Diğer taraftan her beş kişiden biri ilk haberi sosyal medyadan almıştır.(2014:20) Ayrıca araştırma şirketi anketi ikiye ayırmış ve Türkiye genelindeki eylemciler ile Gezi Parkı eylemcilerinin verilerini kıyaslamıştır. Gezi Parkı’na gelen eylemcilerin %69 ilk haberi sosyal medyadan almıştır. Böylece sosyal medya aslında lokasyonu birbirine yakın olan bireylerin toplanmasını kolaylaştırmıştır. Şekil 1’de görülen ‘Uluslararası tepki ve yaptırımlar’, günümüzde birçok ülkeden yine birçok ülkeye giden kınama ve ültimatomlar şeklinde sıklıkla görülmektedir. Çin’in Urimçi’de yaptığı şiddet içeren tutumundan, Suriye’de Beşar Esad’ın halkına karşı uygulamalarına kadar yakın zamanda yine ülkemiz tarafından da yapılmıştır. Politik anlamda ‘duyarsız olunmadığı’, ‘farkındalık yaratma’, ‘destek verme’ ya da ‘baskı oluşturma’ amaçlı yapılan bu açıklamaların benzerleri de Gezi Parkı eylemleri için AB (Avrupa Birliği) Komisyonu tarafından yapılmış ve Türkiye’nin AB üyeliğine aday olduğu hatırlatılmış, düşünce, ifade ve toplanma özgürlüğünü tesis etmesi istenmiştir.4 Uluslararası alandan gelen tepki ve yaptırımlara dair haberler AAM ve sosyal medyaya Şekil 1’de geri besleme olarak ifade edilen yeni haberler ile gündeme katkı yapmaktadır. Paylaşımlara yorum yapma, duygu ve düşünceleri kolayca ifade edebilme imkânı sağlayan sosyal medyanın aynı zamanda yanlış anlaşılmalara neden olduğu ya da her paylaşım yapan üyenin kendi düşüncesine göre gerçekleri değiştirerek yayabileceği ihtimali de bu haberlere ulaşan site üyelerince kabul edildiği varsayılmaktadır. Örneğin eylemlerin zayıflama evresinde BBC Türkiye muhabiri Selin Girit’in Yoğurtçu Parkı’nda yapılan forumdan çıkan görüşü haber olarak Twitter üzerinden paylaşmasının ardından, haber Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından yanlış anlaşılmış ve Selin Girit muhbirlik yapmakla suçlanmıştır.5 Ancak BBC editörü yazılı açıklama ile duruma açıklık getirmiştir.6 Ancak siyasilerin de sosyal medyayı aktif kullanmaya ve doğrudan eylemcilere yönelik ifadelerde bulunmaları eylemciler ile sanal uzamda çeşitli çatışmalara da neden olmuştur. Öyle ki dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eylemcilere yönelik ‘Geziye müdahale ederiz’7, ‘evlerinde tuttuğumuz %50 var’, 8 ‘çapulcu’ ve ‘twitter denilen bela’ ifadelerini kullanması sosyal medya da çok ses getirmiştir.9,10 Başta Twitter olmak üzere bütün sosyal medya mecralarında seslerini duyurmak için harekete geçen protestocuların girişimi ile ‘#ProvokatörTayyip’ hashtag (başlığı)’i dünya TT (Trend Topic) listesinde ikinci sıraya yükselmiştir. 11 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 439 Diğer taraftan Hükümetin ‘dış mihraklar’ olarak ifade ettiği bazı yurtdışı bağlantılı örgütlerin kışkırtması sonucu eylemlerin bu kadar büyüdüğü ve bunu sosyal medya aracılığıyla yaptıkları yönündeki düşüncesini Köchler’in şu ifadesi destekler niteliktedir: ‘‘Son dönemde güvenlik birimleri, internet ve sosyal medyayı kullanarak sivil toplum hareketlerinin içine sızmayı ‘başardı’. Artık her şeyi çok daha kolay bir şekilde takip edebiliyorlar. Gerektiğinde gerçek dışı bilgiler üreterek veya yayarak mevcut karışıklıkları kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirebiliyorlar. … ‘Yeni sosyal medya’ kullanımının yol açabileceği anarşiyi hafife almamak gerektiğini, ilgili ülkelerde siyasi düzeni çok derin bir şekilde istikrarsızlaştırabileceğini özellikle vurgulamak isterim.’’(2014:368-369) Şekil 1’de de görüldüğü üzere gündemin oluşumunun ardından internet yasaklamaları, site kapatmalar ve gözaltılar söz konusu olabilmektedir. Bu duruma örnek olarak Gezi Parkı eylemleri sürerken 5 Haziran 2013’te İzmir’de sosyal medya üzerinden halkı isyana teşvik ettikleri ve propaganda yaptıkları ileri sürülen kişilere yönelik yapılan operasyonda çok sayıda kişi gözaltına alınmıştır.12 Eylemlerin ardından tüm ülkede Facebook’ta paylaşımlar mercek altına alınmış ve gözaltına almalar başlamıştır. Sitelere erişimin engellenmesi, sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlar sonucu bazı gözaltılar göz önüne alındığında düşünce özgürlüğünden bahsetmek mümkün olmamaktadır. Böylece kamu çıkarını ilgilendiren bir konu hakkında halkın genel kanaat ve düşünceleri olarak kısaca tanımlanabilecek olan kamuoyu Şekil 1’de de görüldüğü gibi oluşmaktadır. Kamuoyu oluştuğunu gören hükümetin iki seçeneği bulunmaktadır. İlki halkın beklentisi ve talepleri yönünde düzenlemeler ile memnuniyeti ve huzuru yeniden sağlamaktır. İkincisi ise kamuoyunun oluştuğunu görmezden gelmek ya da bu anlamda açıklamalarda bulunmak ile beklenti ve taleplerin aksine düzenlemeler ile daha otoriter bir ortam oluşturmaya çalışmaktır. Hükümetin daha uygulamalı özgürlük talebinde bulunan halkın beklentisi yönünde düzenlemeler yapmak yerine daha baskıcı, vatandaşlarını daha tahakküm altına alacak, beklenti ve taleplerini görmezden gelecek düzenlemelere yönelmesi olayların akışını değiştiren bir seyre sokmaktadır. Halkın beklentisinin aksine karar verilerek ne olursa olsun projenin uygulanacağının13 ifade edilmesi, Parkı’ın boşaltılması talimatı üzerine polis ile yaşanan çatışmalar ve polisin orantısız güç kullanması sonucu halkın tepkisine neden olmuş ve Park’a gelen eylemci sayısını arttırmıştır. Konda (2014:18) araştırma şirketinin anketine göre eylemcilerin % 49,1’i polis şiddetini görünce, %14,2’si Dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarını duyunca, % 4,3’ü Taksimdeki ortamı görünce,%19’u ağaçları sökmeye giriştiklerinde, %10 taksim projesini duyduğunda ve %3,2’si diğer nedenlerle gelmeye karar vermiştir. 440 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Sonuç Ve Öneriler Gelişen teknoloji ile hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen sosyal medya, iletişimi ve kentsel hareketler açısından ‘hızlı ve esnek bir şekilde örgütlenmeyi’ (Köchler,2014:370) kolaylaştırmıştır. Böylece Kentsel hareketlerinde özellikle demokratik özgürlüklerin güvence altında olduğu ülkelerde gerçekleşmesi kolaylaşmıştır. Gezi parkı eylemlerinde AAM’ya olan güvenin sarsılması ile hemen her vatandaş muhabir olmaya adeta güdülenmiştir. Eylemcilerin Hükümet ve Siyasi partiler tarafından yapılan açıklamalara bireysel kanallardan sosyal medya üzerinden cevap verebildikleri görülmüştür. Sosyal medyanın kentsel hareketler içerisindeki rolü en belirgin olarak örgütleme ve haberleşme olarak görülse de aslında soyut mekânları somutlaştırmada ve çatışmacı (agonistic) demokrasinin de uygulama alanı olma rolünü üstlenmesi çok daha önemli görünmektedir. Kanaat ve görüşler coğrafi şartlardan bağımsız olarak ortaya konularak karşıt ve yakın görüşler ile bir zeminde buluşmaktadır. Böylece iktidar/ hükümet yerelden soyutlanma-uzaklaşma, yerelin taleplerini öğrenememe gibi sorunları artık geride bırakmıştır. Artık vatandaş uygulamalardan yana memnuniyet ve şikâyetlerini doğrudan hükümete, yönetim kadrolarına ve siyasi parti temsilcilerine iletebilmektedir. Ancak yine de eylemcilerin taleplerinin onlar için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaları için protesto, yürüyüş ve toplanma gibi sivil itaatsizlik eylemlerinde bulunmaları gerekmektedir. AAM kitle iletişim araçları arasında önemini muhafaza etmeye devam etmektedir. Ancak iletişim açısından önemi geçmiş yıllara kıyasla oldukça azalmıştır. Sosyal medyayı, gelişen teknoloji ve halkın gündemini takip etmek AAM içinde artık kaçınılmazdır. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 441 Kaynakça 1. BOOKCHIN,M. (1996), Ekolojik Bir Topluma Doğru, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. 2. CASTELLS, M. (2013), Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum Ve Kültür –Ağ Toplumun Yükselişi, Cilt:1, Çev: Ebru Kılıç, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. 3. ÇAVUŞOĞLU, E. ve STRUTZ, J.,(2011), ‘Kent Hakkı Önemli’, Eğitim Bilim Toplum Dergisi, Cilt:9, Sayı:36, s.1-7 4. ÇETİN, M. ve ARİF, B. (2014), ‘‘Geleneksel Medya Gündeminin Belirlenmesinde Sosyal Medyanın Rolü’’ ,Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Süreli Elektronik Dergi, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 38 / Bahar, s.56-73 5. EREN, V., AYDIN, A. (2014), ‘‘Sosyal Medyanın Kamuoyu Oluşturmadaki Rolü ve Muhtemel Riskler’’ ,KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı I): 197-205 6. ERTAN, K.A. (1999), ‘‘Kentsel Hareketlerden Yeni Toplumsal Hareketlere: Castells’in Sorgulaması ve Türkiye Örnekleri’’, Amme İdaresi Dergisi, Cilt:32, Sayı:3, s.115-128, Eylül 7. HARVEY, D. (2008), “The Right tothe City” ,New LeftReview 53, Eylül-Ekim, 23–40. 8. KONDA –Gezi Raporu 2014 9. KÖCHLER, H. (2014), ‘‘Arap Baharı’nda Yeni Sosyal Medyanın Etkisi’’, Ortadoğu Konuşmaları, Çev. Z. Tuba KOR, Bilim ve Sanat Vakfına Küresel Araştırma Merkezi, “New Social Media andtheReshaping of Communication in the 21st Century” başlıklı bir yuvarlak masa toplantısından, s.365-385. 10. PARK, R. (1967), On Social Control and Collective Behavior, Chicago. 11. TOPRAK, A. ve Diğerleri (2009), Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: ‘‘Görülüyorum Öyleyse Varım!’’, Kalkedon Yayınları, Ekim, İstanbul 12. YURDİGÜL, A. (2014), ‘‘Olumsuz Olayların Ana Haber Bültenlerinde Sunumu: ‘‘Soma Faciası’’ Üzerine Bir İnceleme Çalışması’’, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, Cilt:2, Sayı:4, Eylül, Sf. 71-99. 442 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Dipnotlar 1. http://tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do;jsessionid=pn1CVThhjjBD4tpKThlg 1KR2Ndlbjj6DG1yK6mLm4hSPFdGQdYph!-906726151?id=18660 (Erişim Tarihi:19.08.2015) 2. http://teknoyo.com/facebook-kullanici-sayisi-2015/ (Erişim Tarihi: 29.07.2015) 3. http://www.milliyet.com.tr/2-5-milyon-insan-79-ilde-sokaga/gundem/ detay/1726600/default.htm (Erişim tarihi:21.05.2015) 4. http://www.hurriyet.com.tr/planet/23410185.asp (Erişim Tarihi: 27.07.2015) 5. http://www.milliyet.com.tr/gokcek-ten-selin-girit-e-buyuk/gundem/ detay/1726762/default.htm(Erişim Tarihi: 20.07.2015) 6. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/06/130628_nisancioglu_blog_ selingirit(Erişim Tarihi: 20.07.2015) 7. http://www.milliyet.com.tr/erdogan-ak-parti-nin-ankara/siyaset/detay/1723383/ default.htm (Erişim Tarihi: 20.07.2015) 8. http://www.cnnturk.com/2013/turkiye/06/03/basbakan.evlerinde.zorla. tuttugumuz.yuzde.50.var/710432.0/ (Erişim tarihi:27.05.2015) 9. http://www.haberturk.com/gundem/haber/849452-taksime-cami-de-yapacagizchpye-ve-birkac-capulcuya-soracak-degiliz (Erişim Tarihi: 27.07.2015) 10. http://www.haberturk.com/yasam/haber/953184-gezi-analizi 22.07.2015) (Erişim Tarihi: 11. http://www.gazeteciler.com/gundem/provokatortayyip-dunya-tt-listesinde67225h.html (Erişim Tarihi: 22.07.2015) 12. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23438875.asp (Erişim Tarihi: 22.07.2015) 13. http://www.haberturk.com/gundem/haber/849452-taksime-cami-de-yapacagizchpye-ve-birkac-capulcuya-soracak-degiliz (Erişim Tarihi: 27.07.2015) 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 443 444 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ DERIN BEYIN EGZERSIZLERI ILE FARKLILIKLA ÖĞRENME VE ÖĞRETME METODU Oğuzhan GÖZEK1 Özet Hayat her geçen gün daha karmaşık hale geliyor. Bilim gelişiyor. Hayatta ayrıntı daha da önemli hale geliyor. Bu ayrıntıları yakalamak, hizmet alanını genişletmek için acilen tedbirlerin oluşması gerekmektedir. Bunun içinde insanlık neslinin daha donanımlı hale getirilmesi gerekiyor. Daha donanımlı hale getirmenin yolu ise özgür ve özgün düşünme kanallarının açık olmasında yatmaktadır. Durum bu olunca çocukların hayal kurmalarına, kurdukları hayallerde özgür olmalarına, soyut ve somut süreçlerinde prangalardan uzak kendilerini gerçekleştirmeye temel teşkil eder. Oyunlara daha da önem verilmesi gerekiyor. Derin Beyin egzersizleri görsel algı, bilişsel beceriler ve egzersizlerle beyin kapasitesinin artmasını sağlamaktadır. Egzersizlerde en önemli unsurlar, eğlence boyutunun çok etkin olması, bilimsel temellere dayalı olması, her kesimden ve her yaştan bireyler için uygun olmasıdır. Amacımız, günümüz koşullarında bireylerin refahını ve yaşam kalitesinin arttırarak, yenilikçi bir sistem ile sportif sosyal ve kültürel değişiklileri göze alıp, özel egzersizler yolu ile beyin gelişimini destekleyip kişisel gelişim ve başarıyı arttırmaktır. İşbirliği içerisinde olduğumuz bireylere eğlence, yenilik ve bilimselliğin ön planda olduğu bir bilişsel gelişim kazandırmak. Bireylerin konsantrasyon, dikkat, algı, motivasyon, yaratıcılık, koordinasyon, denge, özgüven, öz yeterlilik, stres, çabuk düşünme, karar verme hızı, problem çözme, okuma hızı, hata yapma oranı, zeka artışı, gibi önemli konularda yardımcı olarak, artı motivasyon tekniklerimiz ve yepyeni antrenman metodlarımızla yaşam boyu sağlıklı bir bilişsel ve görsel sistem sunmaktır. Günümüzde egzersizler, eğitimler ve spor, kişisel ve toplumsal sağlığı koruyucu ve geliştirici nitelikler ile önemli bir hizmet sektörü olarak kabul görmektedir. Son yıllarda görülen zihinsel antrenman ağırlıklı çalışmalar, duygusal olarak gevşeme ve rahatlamaya sebep olmakta, stres düzeyini aşağı çekilmesini sağlamakta, bireysel performansta artış sağlamaktadır. Tüm bu etkenler bilişsel antrenmanların ve önem kazanmasına neden olmuştur. Anahtar Kelimeler: Eğitim, zeka, beyin, farkındalık, görsel sistem 1 Gelişim Üniversitesi Hareket ve Antrenman Bilimleri Ana Bilim Dalı, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 445 DIFFERENCE IN LEARNING AND TEACHING METHOD OF DEEP BRAIN EXERCISES Abstract Life is becoming more complicated every day . Science is developing . Life is becoming more important details . To capture these details , it is necessary for the formation of emergency measures to expand the service area . It needs to be better equipped in the human lineage. The way to make it better equipped to be free and original thinking lies in the open channel . That being the children of the dream, to be free in their dreams they build the foundation to perform themselves away from the shackles of abstract and concrete process. The game also needs to be given more importance . Deep Brain exercises in visual perception , providing an increase in the brain with cognitive skills and exercise capacity . The most important factor in exercise is very effective dimension of entertainment , be based on the scientific basis is not appropriate for individuals from all walks and all ages. Our goal is to increase the well-being of individuals and the quality of life in today’s conditions , with an innovative system to take into account sporting , social and cultural changes , special exercise to increase personal growth and success by way of supporting brain development . Entertainment to the individuals we are in cooperation , innovation and scientific cognitive development as a gain in the foreground. Concentration of individuals , attention, perception , motivation, creativity , coordination, balance , self-confidence , self-efficacy , stress , thinking, quick decision-making speed , problem solving, reading speed, make no mistake rate , brain growth, such as help with important issues , plus motivation Our technology and our new training methods to provide a lifetime of healthy cognitive and visual system. Today, exercise , training and sports is regarded as an important personal and social health of the service sector by protecting and improving qualifications. Mental training works mainly seen in recent years, as emotional causes , relaxation , stress level down to ensure the withdrawal , thus increasing the individual performance. All these factors have caused and the importance of cognitive training . Keywords: education, intelligence, brain , awareness, visual system 446 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1.Giriş Hayat her geçen gün daha karmaşık hale geliyor. Bilim gelişiyor. Hayatta ayrıntı daha da önemli hale geliyor. Bu ayrıntıları yakalamak, hizmet alanını genişletmek için acilen tedbirlerin oluşması gerekmektedir. Bunun içinde insanlık neslinin daha donanımlı hale getirilmesi gerekiyor. Daha donanımlı hale getirmenin yolu ise özgür ve özgün düşünme kanallarının açık olmasında yatmaktadır. Durum bu olunca çocukların hayal kurmalarına, kurdukları hayallerde özgür olmalarına, soyut ve somut süreçlerinde prangalardan uzak kendilerini gerçekleştirmeye temel teşkil eder. Oyunlara daha da önem verilmesi gerekiyor. Grafik 1. Toplamda 3 ay süren ve her birinde 1 saatlik braingym çalışması olan toplam 12 çalışma sonucunda öğretmenlere, eğitimcilere, ve ebeveynlere çocukları hakkındaki düşüncelerini sorduk. Sonuç itibariyle çocukların %97’sinde yukarıdaki konularda gelişme görüldü. Grafik 2. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 447 Salzburger Okuma-Tarama Testi: Bu test Avusturya’da uygulandı çünkü onların “Salzburger Readingscreening” isimli bir okuma testleri var. Bu test tüm ilkokullarda uygulandı ve genel amaç olarak öğrencilerin okuma beceresindeki gelişmeleri ölçüldü. Günlük 15-20 dakikalık toplam 4 hafta süren süreç sonunda bu sonuçla karşılaştık: Ortalama ilerleme %62. bir kız çocuğu %2 geriledi ancak tabloda görüldüğü gibi kendisinin ne kadar ileride olduğu (normalden) açık ortada. Bu testte 4 dakika içinde kaç kelime okunduğu, bunlardan kaçının doğru telaffuz edildiği ve metnin ne kadarının anlaşıldığı ölçüldü. Bu kız her iki testte de hiç hata yapmadı ancak, ikinci testte daha kelime okuyabildi. Daha çok göze çarpan ise daha önce çok kötü olan öğrencilerdeki ilerleme oldu. 1,5 yıldır okuma araştırmaları yapmalarına rağmen Braingym ile %280’e varan gelişmeler sergilediler. 2.Sonuç Eklerde bir kısmını sunduğumuz şimdiye kadar yapılan bilimsel çalışmalar doğrultusunda Braingym egzersizleri farklı fiziksel ve bilişsel alanlarda olumlu etkilere sahip olduğu kanıtlanmıştır. Braingym egzersizleri dizaynı klasik öğrenme modelinden farklılık göstermektedir. Antrenmanların en önemli özelliği olan eğlence, sürekli farklı egzersiz gerçekleştirmenin öğrenme, stres ve konsantrasyon üzerinde etkisi olan dopamin ve kortizol seviyeleri üzerinde pozitif etkileri saptanmıştır. Bu motivasyon ve dikkat düzeylerini optimal seviyede tutmaya yarayan önemli bir faktördür. Beynin farklı bölümlerini bir arada daha efektif kullanma imkanı sağlayan egzersizler ile görsel egzersizlerin birleşimi okuma hızında artış, okunan metnin daha hızlı anlaşılması, hafızadaki bilginin daha çabuk hatırlanması ve kullanılması, dolayısıyla daha çabuk ve doğru karar verme, yeni karşılaşılan bir durumda daha hızlı düşünmek gibi mantıksal ve sayısal yeteneği arttırma özelliği taşır. Antrenman desenleri içinde verilen görevler ile yapılan çalışmalar takım çalışması, işleyen bir sistemin parçası olma, sorumluluk alma-verilen göreve bağlı kalma kararı verebilme, Kendine hakim olma, bir işten diğerine çabuk geçiş yapabilme durumdaki verimliliği arttırır. Braingym egzersizleri görsel sistem üzerindeki etkileri göz takibi ve görsel hafızayı geliştirmek ve günlük hayatta da faydalı olmaktadır. Gün içerisinde insan beyni dışarıdan gelen ve 5 farklı duyuyu uyaran bir çok etkiyle karşılaşır aynı zamanda da düşünme, konuşma gibi aktivitelerle meşguldür. Araç sürmek gibi günlük bir aktivitede; radyodan gelen müzik, yanınızdaki insanın size anlattıkları, aracı sürerken mekanik olarak yapmanız gereken koordinasyon gerektiren vites değiştirme direksiyonu çevirme işlemi, silecek çalıştırma eylemi, aynı anda trafiği takip etme, yola çıkan bir engeli fark etme 448 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ ya da trafik ışıklarına dikkat etme gibi uzayıp gidebilecek bir uyaranlar listesi biz fark etmesek de sürekli çevreden bize ulaşmaktadır. Nöron bağlantı sayısının artışı ve sinir iletiminin hızlanması bireyin daha çok uyaranı fark edip bunları daha kolay işlemesini sağlar. Yeni yapılan bilimsel çalışmalar doğrultusunda, öğrenmenin farklı hareketler ve düşüncelerle sağlandığını ortaya koymaktadır. Tekrarlama ile yapılan ise sadece ezber ve otomatikleşmeden ibaret olduğu anlaşılmıştır. Örneğin evinize hep aynı yoldan giderseniz yolu ezberlemiş olursunuz, ancak farklı yollardan eve gitmeniz; evinizin yolunu öğrenmeniz anlamına gelmektedir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 449 Kaynakça 1. Caulfield, J., Kidd, S. & Kocher, T. (2000). Brain-Based Instruction in Action. Educational Leadership. November, 62-64. 2. De Boer, A-L. & Bothma, T. JD. (2003). Thinking styles and their roles in Teaching and Learning. International Association of Technological University Libraries Conference. 3. Vol.13. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara. 4. Dew, J.R. (1996). Are You a Right-Brain or Left-Brain Thinker?. Qality Progress Magazine. April, 91-93. 5. Duyar, M.S. (1996). Fotoğrafik Hafıza Teknikleri. Ankara: Yeni Stratejiler Eğitim Hizmetleri L.Ş. 6. Gazzaniga, M.S. (1998). The Split Brain Revisited. Scientific American. 279 (1), 3539. 7. Yıldırım, R. (2004). Öğrenmeyi Öğrenmek. İstanbul: Sistem Yayıncılık. Wolfe, P. (2001). 450 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 451 452 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ KARİKATÜRLER BAĞLAMINDA KADIN TEMSİLİ Sena ÇUBUKÇU1 Özet Kadın ve erkek kimliğini tanımlayan unsurlar, toplumsal cinsiyet rolleridir. Medya metinleri de bu roller bağlamında kurgulanmaktadır. Yüzyıllardan beridir toplumun her kesiminde var olan kadın- erkek ayrımı, çeşitli medya metinlerinde karşımıza çıkmaktadır. En çok zayıflığıyla ve muhtaçlığıyla medyada yer bulan kadın, sınırlı olarak iyi kadın, iyi anne ve başarılı bir iş kadını olarak temsil edilmektedir. Bunların dışında en çok karşımıza çıkan temsil biçim ise; ev içi alanla sınırlandırılmış, şişman, alışveriş-paraerkek meraklısı ve bilhassa cinsel kimliğiyle temsil edilen kadın figürüdür. Temsillerinin yine erkek egemen söylem üzerinden yapıldığı kadın, diğer alanlarda olduğu gibi medya metinlerinde de kendine ancak ikincil konumda yer bulabilmektedir. Erkek daima güçlü, akıllı ve üstün olan, kadınsa hep bir erkek gücüne muhtaç, aptal ve arzu nesnesi konumunda olandır. Bu durum dizi, haber, reklam ve gazete metinlerinde tekrar edilmektedir. Karikatürlerin ilk sırada yer aldığı bütün medya metinlerinde göze çarpan cinsiyetçi eşitsizlik, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Karikatürler bağlamındaki kadın temsillerini inceleyen çalışmaların sınırlı sayıda olması dolayısıyla literatüre katkı sağlayacak olan çalışma bu yönüyle de önem arz etmektedir. Bu çerçevede çalışmada, Erdil Yaşaroğlu karikatürlerinde yansıtılan kadın temsilleri, belirlenen; arzu nesnesi kadın, paragöz kadın, dedikoducu kadın, alışverişkolik kadın, dırdırcı kadın, erkek meraklısı kadın, aptal ve güçsüz kadın, şişman ve çirkin kadın evinin kadını çocuklarının anası olarak kadın kategorileri bağlamında ele alınarak eleştirel söylem analizi yöntemiyle incelenecektir. Bu kategorilerde göze çarpan; kadına bedene indirgenmiş bir arzu nesnesi olarak yer verilmekle kalmayıp, bizzat yine kadın temsilleri üzerinden bu ikincil konumunun karikatürlerle aracılanılarak desteklenir ve doğrulanır vaziyette temsil edilmesiyle erkek egemen söylemin, hegemonik cinsiyet rejiminin ve cinsiyetçi bakış açısının yeniden üretildiğidir. Anahtar Kelimeler: Kadın, Temsil, Karikatür. 1 Sena Çubukcu, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gazetecilik Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 453 WOMEN REPRESENTATION IN THE CONTEXT OF CARICATURES Abstract Elements that define male and female identity are social gender roles. Media texts are commonly used in the context of these roles. Gender discrimination that exists for centuries in every segment of the society emerges in many media texts. Females, who are described in media mainly as weak and indigent, are scarcely represented as decent women, good mothers and successful businesswomen. Apart from these that are given, the female depiction that is mostly seen is the one, in which women are confined to homes and females are portrayed as fat, shopaholic, and acquisitive nymphomaniacs that are only sexual objects. Accordingly, females that are represented in all texts within male dominated contexts, can merely find themselves a secondary place in those. Males are always described as strong, smart and superior whereas females are always publicized as objects of desire that are stupid and indigent to male power. This case is repeated in soap operas, news, advertisement and newspapers. The scope of this study is gender discrimination that is found in all of the media texts, mainly in caricatures. Due to the fact that there are limited studies analyzing women representation in the context of caricatures, this study is of the importance due to itscontribution to the literature related to this subject. In this scope, female representations in the caricatures of Erdil Yasaroglu will be inspected and analyzed with critical context analysis, in the categories of woman as an object of desire, acquisitive woman, gossiper woman, shopaholic woman, nagger woman, nymphomaniac woman, stupid and weak woman, fat and ugly woman, and lastly woman as a mother and housewife. The remarkable fact that shows up in these categories is the point that females are not only described as objects of desires who are only confined to their body, but their inferior roles are also underlined once again with women representations in the caricatures that clarify and highlight the position of women as secondary and inferior. As a result of this depiction, male dominated context, hegemonic gender regime and gender oriented perspective are reproduced. Keywords: Women, Representation, Caricature. 454 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Birinci bölüm Karikatürler bağlamında kadın temsili Medya, cinsiyet rollerinin belirlenip inşa edildiği bir mecradır. Yalnızca toplumda var olan cinsiyet ilişkilerini yansıtmakla kalmayıp, cinsiyet düzenini yapılandırmada da yardımcı olmaktadır. Toplumda erkeğin kadına göre daha üstün konumlandırıldığı iki cinsiyetli bir düzen vardır. Oluşturulan toplumsal cinsiyete özgü uygulamalar ile birlikte cinsiyet imgeleri de medya aracılığıyla kurulmuş olur. Bu ikili cinsiyet düzenine dayanan hiyerarşik sistem biyolojik bir farklılığın sonucu olarak değil, bilakis toplumsal etkileşim içinde oluşturularak onaylanır ve meşrulaştırılır. Bu bağlamda erkeğin üstünlüğünü varsayan gündelik uygulamalar aracılığı ile hem toplumsal hem de kurumsal düzlemde cinsiyete özgü yapılar ortaya çıkar. ‘Günümüz ataerkil toplum yapısında kadın hakları konusunda düşünsel mücadelelerin sonucu olarak kamusal alanda hukuki olarak eşit haklar elde edilse de, kadının çekirdek aile değerleri ile sınırlandırılması ve ‘kutsal analık efsanesi’ ile ideolojik olarak ikincil cinsiyet olarak konumlandırılması etkinliğini sürdürür. Kitle iletişim araçları da birikmiş ideolojilere dayanan içeriği ile cinsiyet ayrımını doğallaştırmaktadır. Kadınların kültürel olarak ikincil konumlandırılma sorununun aşılması için evcillikle sınırlandırılmışlığının ve ekonomik düzeyde üretim ilişkilerinin değişmesi gerekir’ (İmançer, 2006:36). Bahsedilen birikmiş ideolojiler bütün medya metinlerinde olduğu gibi karikatürlerde de kendini göstermektedir. Birçok şekilde yansıtılan kadın, ister canlı, ister bitki, isterse hayvan olsun karikatürlerde erkek egemen söylem bağlamında temsil edilmektedir. ‘Cinsiyetçi bakış açısı toplumdaki cins rollerine ilişkin geleneksel kalıp yargılar ve bunun sonucunda oluşan davranış biçimleriyle beslenir. Özellikle ataerkil toplumlarda eril ve dişil imajlar kitle iletişim araçları aracılığıyla topluma yayılır’ (Tandaçgüneç ve Gündüz Kalan, 2010: 363). Bu şekilde kalıplaşan inanışlar bilinçli ya da bilinçsizce toplumda dolaşıma sokulur. Günümüzde medya metinlerinde hâkim olan bir ‘kadın’ algısı vardır. Çoğunlukla dırdırcı, arzu nesnesi, alışveriş kolik, erkek meraklısı, evinin kadını çocuklarının anası, zayıf ve aptal ve paragöz kimliğiyle kurgulanan kadın karikatürlerde de kişiliğiyle değil dişiliğiyle kendine yer bulmaktadır. 1.1. Karikatür Ve Ülkemizdeki Gelişimi Karikatür sözcüğünün kökeni İtalyanca doldurmak, yüklemek, mecazi olarak da abartmak, alay etmek anlamına gelen ‘caricare’ sözcüğünden gelir. Karikatür sözcüğünü ilk kez İtalyan ressam Aniballe Carracci kullanmıştır (Encyclopedia, 1993:292). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 455 Bir mizah türü olan karikatürde, kişiler ya da güncel olaylar çizerinin diliyle çizgilere aktarılır. Dünyada çok eskiden beri örneklerine rastladığımız karikatürün ülkemizdeki gelişimi ise Cemal Nadir Güler ve Ramiz Gökçe’nin öncülüğünde başlamıştır. Yusuf Ziya Ortaç’ın ’Akbaba’ isimli dergisi de, döneminin parlayan yıldızlarından bir tanesidir. Osmanlı döneminde ilk karikatür 1867’de yayımlanmıştır. 1870’te Teodor Kasap’ın yayımladığı Diyojen ise ilk Türk gülmece dergisidir. Bu dergiyi başkaları izlemekle birlikte, ilk karikatürlerin yayımlanmasından sonra uzunca bir süre karikatürsüz bir dönem yaşandı. II. Abdülhamid’in baskıcı yönetimi gazete ve dergilerin çıkmasını engellemiş, çıkabilenlerde de eleştiri amaçlı gülmeceye izin verilmemiştir. İlk dönem Türk karikatürünün özelliklerinden biri çizimlerin resim gibi oluşudur. Başka bir deyişle, karikatürler gerçekçi çizimler üstüne kuruluydu. Abartıyı sağlamak için düzenleme ve çizim özelliklerine önem veriliyor, gülmece daha çok yazıya dayanıyordu. Altyazılarda açıklamalar, karşılıklı konuşmalar yer alıyor, ayrıca çizimde gösterilen figürlerin üstüne de kim ya da ne oldukları yazılarak açıklanıyordu. İlk dönem karikatürlerin göze çarpan bir başka özelliği ise karikatürlerde siyasilerin kadına benzetilerek mizah öğesine dönüştürülmeleridir. Daha çok portre biçiminde çizilen karikatürlerde siyasilerle kadına benzetilerek dalga geçilmiş, kadına benzemek bir zayıflık ve komedi unsuru olarak gösterilmiştir. 1.2. İletişim Sürecinde Karikatür ‘Karikatür bir kitle iletişim biçimidir. Karikatürün kaderi gazetelerin, dergilerin ve çeşitli yazıların kaderine benzer. Bireye ulaşmak için aynı yolları izler ve terimin dar anlamında mesaj iletmeye çalışır. Bu ileti gittikçe daha çok birbirine benzeyen bir kitlenin sosyal atomu olan bir kişiye, ya koltuğunda, ya da berberde rahatça oturan bireye ulaşır. Karikatürün ilettiği mesaj, çeşitli durumların çözümüne ve gülmeceye dayanan sanatsal nitelikli ve büyük ölçüde yan anlamlarla yüklü bir mesajdır’ (Hıfzı, 1986: 1). Olayların gülünç, alışılmadık ve çelişkili yönlerini yansıtarak insanı düşündürme, eğlendirme ya da güldürme sanatı olarak nitelendirilen mizah, iletişim aracı olarak karikatürde etkili bir biçimde kullanılmaktadır. ‘Karikatürle iletişim süreci kaynak, mesaj, alıcı ve kanal öğelerinden oluşmaktadır. Burada kaynak; karikatür sanatçısıdır. Mesaj; alıcıya verilmek istenen toplumsal ortamca bilinen simgelerle kodlanmış aktarılmak, paylaşılmak istenen bilgi, duygu ve düşünce ile yüklü karikatürdür. Alıcı ise; karikatürcünün gönderdiği mesajı ve bu mesajın içerdiği kodları çözümleyerek alan, bu mesajdan etkilenen karikatür izleyicisidir. Kanal da; karikatürün alıcıya ulaşması sürecinde çizgi, yazı ve simgeleri taşıyan gazete, dergi, kitap, sergi salonu, bilgisayar ve televizyon gibi araçlardır. 456 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Karikatürcü bir mesajı hazırlarken, yani karikatürünü çizerken ya da çizmeden önce sürekli kendi kendisiyle iletişim içinde olur. Buna İç İletişim denmektedir. Bu iç iletişimde karikatürcü düşüncelerini, hayallerini, üzüntülerini, zevklerini kontrol etmektedir. İç İletişim aslında oldukça karmaşıktır. Özellikle sanatçı için kendi kendisiyle hesaplaşma neredeyse süreklidir. Karikatürcü İç İletişimle çeşitli olayları, duyguları ve düşünceleri kafasında yoğurur, bunlardan soyutlamalar yapar ve kendine has çizgisiyle bir yorum çıkarır. Bu yorum bazen güldürücü, bazen şaşırtıcı, bazen de düşündürücü olabilir’ (http://www.atilaozermuzeevi.com). ‘Karikatürcü çeşitli öğelerin ve repertuarın etkisinde kalarak bir düşünce oluşturur. Bir karikatür taslağı hazırlar. Kendi grafik biçimlerinin repertuarından simgeler seçer ve desenini çizer. Bu kodlamadır. Karikatürcünün bu deseni, onun simgelerini çözecek olan okuyucuya ulaşır; bu kod çizme, yani iletinin okunması evresidir. Bu kod çözme işinde alıcı, yani okuyucu kendi gizli repertuarına başvurur, karikatürcü ile okuyucu arasında ortak bir repertuar bölümünün bulunması gereklidir. Okuyucu bir yandan da kendi simge ve desen repertuarına başvurur. Bu repertuarda da karikatürcünün repertuarı ile ortak bölümlerin bulunması gerekecektir. Bu ortak bölümler yoksa okuyucu iletinin anlamını çözemez, karikatürü anlayamaz. Repertuardaki ortak bölümlerin büyüklüğü kod çözme, karikatürü anlama olanağı sağlar’ (Hıfzı, 1986: 37). ‘Söz konusu olan gizli repertuarına başvurma durumunda açığa çıkan, kişinin konuya ilişkin bilinçaltı ve yargılarıdır. Medya metinlerinin toplumda yarattığı değerler de bu noktada önem kazanmaktadır. Çünkü erkek egemen söylemi yeniden üreten bu metinler topluma ‘erkek üstün ve akıllıdır’ mesajı verir. Sürekli bu metine maruz kalan insanlarda da bu bilinç oluşur. Yine bir medya metni olan karikatürlerde göze çarpan kadın temsilleri, kadının bu zayıf ve ikincil konumunu pekiştirmekle kalmayıp aynı zamanda kadının kendi de bu konumunu destekliyormuş gibi gösterilmektedir. Dolayısıyla medyanın dizi, reklam, haber, karikatür ve diğer tüm mecralarında üretip bilinçli ya da bilinçsiz olarak toplumda dolaşıma soktuğu kalıplaşmış temsil biçimleri, insanlarda oluşturduğu ‘kadın’ bilinci bağlamında da ayrıca bir önem arz etmektedir’ (Hünerli, 1993: 49). 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 457 İkinci Bölüm Erdil Yaşaroğlu Karikatürlerindeki Kadın Temsil Biçimleri ‘Bu çalışma, diğer medya metinlerinde olduğu gibi karikatürlerde de kadın kimliğinin temsili ile var olan erkek egemen söylemin yeniden üretildiği ve bu bağlamda çoğunlukla kadının kendisine yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri içerisinde, bu rollerdeki sapmaları ve bir cinsel nesne olarak mizahi açıdan ele alındığına yönelik bir varsayıma dayanmaktadır’ (Küçükdurur, 2013: 417). Cinsiyetçi bakış açısı ilk dönemlerinden beri karikatürlerde kendini göstermekte, günümüzde de bu durum hız kesmeden devam etmektedir. Türkiye’nin en tanınmış ve başarılı karikatüristlerinden biri olan Erdil Yaşaroğlu, karikatürlerinde sıklıkla kadınlara yer vermektedir. Ancak bu karikatürlerde ilk göze çarpan arzu nesnesi, paragöz ya da aptal olarak konumlandırılmış kadın olmaktadır. Mesleki açıdan genel olarak ev hanımı olarak resmedilen kadın, ister bitki isterse hayvan olsun en sıradan karikatürlerde bile en çok dişilik özelliklerinin ağır bastığı temsil biçimleriyle karşımıza çıkmaktadır. ‘Bu bağlamda, hegemonik erkeklik söylemini yeniden üreten ve kadın-erkek eşitsizliğini meşrulaştıran karikatür metinlerindeki kadın temsilleri, bu eşitsizlik yapısının ezilen ya da baskılanan tarafı olan kadından yana bir bakış açısı benimsenerek çözümlenmektedir’ (Küçükdurur, 2013: 417). 2.1. Arzu Nesnesi Kadın Şekil 2.1.Arzu Nesnesi Kadın 458 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Şekil 2.2.Arzu Nesnesi Kadın Şekil 2.3.Arzu Nesnesi Kadın 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 459 Şekil 2.4.Arzu Nesnesi Kadın İster tahtadan olsun isterse inek, kadın her zaman arzulanandır. Göğüsleri, dudakları, kalçası ve göbeği özellikle ön plana çıkarılan kadın, bedenini adeta beğeniye sunmuş olarak gösterilmektedir. Halinden memnun yansıtılan tavırları ise erkek egemen söylemi perçinlemekte, kadını değersizleştirmektedir. 2.2. Paragöz Kadın Şekil 2.5. Paragöz Kadın 460 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Şekil 2.6. Paragöz Kadın Şekil 2.7. Paragöz Kadın 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 461 Şekil 2.8. Paragöz Kadın Şekil 2.9. Paragöz Kadın İstiridyeden de olsa bir kadın tek taş yüzüğe hayır diyemez. En sinirli olduğu anda bile onu yumuşatacak şey paradır. Cennetten kovulmak değil, kadının umurunda olan yine paradır. Sırf parası için bir erkekle evlenebilir, bir saray uğruna çirkin bir kurbağayı öpmeyi göze alabilir. Yani kadın her yerde ve her şartta kadındır ve paraya kayıtsız kalamayandır. 462 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2.3.Dedikoducu Kadın Şekil 2.10. Dedikoducu Kadın Şekil 2.11. Dedikoducu Kadın Şekil 2.12. Dedikoducu Kadın 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 463 Şekil 2.13. Dedikoducu Kadın Şekil 2.14. Dedikoducu Kadın Kadın=MagazinKadın=Dedikodu Kadını tanımlayan en temel özellikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Aldatılmak bir yana mühim olan sağlam bir dedikodu malzemesi çıkmış olmasıdır. Verilen mesaj ise açık; eğer kadınsa bir köpekbalığı da dedikodu yapabilir ve eşiyle olan cinsel hayatı da dâhil her konuyu bir dedikodu malzemesine dönüştürebilir. 464 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2.4.Alışverişkolik Kadın Şekil 2.15.Alışverişkolik Kadın Şekil 2.16.Alışverişkolik Kadın Şekil 2.17.Alışverişkolik Kadın 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 465 Şekil 2.18.Alışverişkolik Kadın Şekil 2.19.Alışverişkolik Kadın Kadın bir alışveriş bağımlısıdır. Balık ya da koyun olması kadının bu özelliğine ket vurmaz. Kadının hayattaki en temel amacını giyinmek ve süslenmek gibi gösteren bu temsiller, kadını yalnızca bir tüketim nesnesi olarak yansıtmaktadır. 466 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2.5.Dırdırcı Kadın Şekil 2.20. Dırdırcı Kadın Şekil 2.21.Dırdırcı Kadın Şekil 2.22.Dırdırcı Kadın 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 467 Şekil 2.23.Dırdırcı Kadın Şekil 2.24.Dırdırcı Kadın Bu temsillerde ise karşımıza çıkan sürekli konuşan kadın profilidir. Kadın dırdır eden, erkeğin başını yiyendir. Kadın sürekli konuşmakta fakat erkek tarafından dikkate alınmamaktadır. 468 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2.6.Erkek Meraklısı Kadın Şekil 2.25. Erkek Meraklısı Kadın Şekil 2.26.Erkek Meraklısı Kadın Şekil 2.27.Erkek Meraklısı Kadın 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 469 Şekil 2.28.Erkek Meraklısı Kadın Şekil 2.29.Erkek Meraklısı Kadın Bütün temsillerde karşımıza fettan kadın çıkmaktadır. Kalıcı ilişkilerin değil sezonluk sevgililerin peşindedir. Dahası kardan bile olsa kadın, erkeğe hatta bir köpeğe karşı çıkamayan zayıf bir varlık olarak resmedilmiştir. Kadın adeta dişilik özelliklerini kullanarak kendini erkeğin tüketimine sunmuştur. 470 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2.7.Aptal Ve Güçsüz Kadın Şekil 2.30.Aptal ve Güçsüz Kadın Şekil 2.31.Aptal ve Güçsüz Kadın Şekil 2.32.Aptal ve Güçsüz Kadın 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 471 Şekil 2.33.Aptal ve Güçsüz Kadın Şekil 2.34.Aptal ve Güçsüz Kadın Kadın her zaman erkekten daha zayıf ve erkeğe muhtaç olarak resmedilmiştir. Hem muayyen gününde olup hem de beyaz pantolon giyen kadın, en savunmasız halindedir. Asla bir erkekle denk olamaz ve onun kadar güçlü de olamaz. Çünkü kadın zayıftır, çünkü kadın erkeğin aksine aptal olandır. 472 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2.8.Şişman Ve Çirkin Kadın Şekil 2.35.Şişman ve Çirkin Kadın Şekil 2.36.Şişman ve Çirkin Kadın Şekil 2.37.Şişman ve Çirkin Kadın 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 473 Şekil 2.38.Şişman ve Çirkin Kadın Şekil 2.39.Şişman ve Çirkin Kadın İdeal kadın her zaman güzel ve bakımlı olandır. Biraz evvelki örneklerde de görüldüğü gibi kadın sürekli olarak bedeni üzerinden yorumlanmakta, kilosuyla ya da diğer uzuvlarıyla kusursuz olması beklenmektedir. Eğer bunlara aykırıysa değersizdir, çirkin ve istenmeyendir. 474 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 2.9.Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın Şekil 2.40. Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın Şekil 2.41. Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın Şekil 2.42. Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 475 Şekil 2.43.Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın Şekil 2.44.Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın Kadının en temel vazifesi her şeyden evvel anneliktir. Ancak bu temsillerde de fark edildiği gibi kadının anneliği de yine erkek egemen söylem üzerinden yansıtılmaktadır. Anneliğin vermiş olduğu kaygıyla terli terli uçma diyen annenin oğlu bir süpermendir. Bir yuva kur diye nasihat eden annenin karşısında da yine bir halk kahramanı, örümcek adam vardır. Yani annelik kadının doğasında vardır, erkek ise güçlü olandır. 476 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Sonuç Ve Öneriler Ülkemizin en tanınan karikatüristlerinden olan Erdil Yaşaroğlu’nun çizimlerinde yansıttığı kadın temsillerinin incelendiği bu çalışmada, medya metinlerinde üretilen ve tekrar edilen erkek egemen söylemin karikatürlerde de değişmediği, tipik bir dırdırcı, paragöz, alışveriş manyağı ve erkek meraklısı kadın algısı yaratıldığı ve çizimlerle de bu görüşün sıkça betimlendiği tespit edilmiştir. Bu tipik kadın algısı bağlamında görülmektedir ki kadın kişiliğinden öte dişiliğiyle ön plandadır ve daima bir arzu nesnesi, bir ‘beden’ konumundadır. Bu durumun onun salt cinsiyetiyle alakalı olduğu, bir kelebek bir fil ya da bir bitki olmasının onun dişiliğinin önüne geçmeyip adeta doğasıymış gibi yansıtıldığı ve erkeklerde oluşan tipik ‘kadın’ algısını perçinlediği görülmektedir. Yani karikatürlerde de olsa kadın her yerde kadındır. Erkek ise daima güçlü ve akıllı olandır. Muhtaç değil, muhtaç olunandır. Dolayısıyla mizahın en yaygın türlerinden olan karikatürlerde de erkek egemen söylem tekrar ve tekrar üretilerek kadın değersizleştirilmektedir. Buna karşılık medyadan, medya metinlerinden, erkeklerden ve bilhassa kadınlardan beklenen her şeyden evvel farkındalıktır. Çünkü bir hastalığın tedavisinde en önemli süreç ilk önce hastalığın tanısını koymak, sonrasında hastalığı kabullenmektir. Kadının bu ikincil konumunu yaratan her ne kadar erkekler olarak bilinse de aslolan bu durumun erkekler kadar kadınlar tarafından da meydana getirildiğidir. Kadınlar ilk önce kendi değerlerinin farkına varmalı, sonrasında da bu yaygın zihniyeti bütün platformlarda değiştirmeye çalışmalıdırlar. Çünkü bir erkeği de yetiştiren yine kadındır. Dolayısıyla bu değişime zihinlerden, yani insanın temelinden başlamak gerekir. Bir reklam sloganında da olduğu gibi, unutulmamalıdır ki; kafalar değişirse her şey değişir… 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 477 Kaynakça 1. Arık, M.B. (1998). Değişen Toplum Değişen Karikatür. İstanbul: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları 2. Cantek, L. (2011). Şehre Göçen Eşek. İstanbul: İletişim Yayınları 3. Hünerli, S. (1993). Türkiye’de Gazete Karikatürünün Durumu ve Siyasi Karikatürün Söylemi.(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 4. İmançer, D. (2006). Medya ve Kadın. Ankara: Ebabil Yayınları 5. Küçükdurur, E. (2013). “Karikatürde Kadın Kimliğinin Temsili” (bildiri). Bilal Arık, Ahmet Ayhan, ve Onur Öksüz (Eds.). 1. Uluslararası Medya Çalışmaları Sempozyumu Bildirileri, 20-23 Kasım 2013, (ss. 415-430), Antalya: Akdeniz Üniversitesi Yayınları. 6. Tandaçgüneş, N. ve Gündüz Kalan Ö. (2010). “Mizah Dergilerinde Toplumsal Cinsiyet rolleri Bağlamında Dişil İmajın Sunumu” (Bildiri).Önder Barlı ve Derya Tellan(Eds). Gülmenin Arkeolojisi ve Medyada Mizah Olgusu Bildirileri, 13-15 Mayıs (ss.363-377). Erzurum: Atatürk Üniversitesi 7. Topuz, H. (1999). İletişimde Karikatür ve Toplum. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Basımevi Elektronik Kaynaklar 1. www.komikaze.net,Erişim Tarihi- 27.12.2014. 2. http://forumlordum.netErişim Tarihi:28.12.2014. 3. http://erdilyasaroglu.com Erişim Tarihi: 29.12.2014. 4. http://www.penguen.com Erişim Tarihi: 31.12.2014. 5. http://tr.wikipedia.org/wiki/Erdil_Yaşaroğlu Erişim Tarihi- 02.01.2015. 6. http://www.atilaozermuzeevi.com Erişim Tarihi-02.01.2015. 478 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 479 480 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ SENDİKALARIN TARİHSEL GELİŞİMİ VE TOPLUMSAL BARIŞTA BİRLİKTELİK SAĞLANMASI SENDİKALARIN TARİHSEL GELİŞİMİ VE TOPLUMSAL BARIŞTA BİRLİKTELİK SAĞLANMASI Sait KÖZOĞLU1 Özet Latif ERDOĞAN2 Sendika; çalışanların ortak ekonomik, sosyal ve meslekî hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır. İşçi veya işverenler tarafından kânunlara uygun olarak kurulan ve faaliyette bulunan, bağımsız özel hukukla kurulu, tüzel kişiliğe sâhip meslekî teşekkülleridir. Sendikalar, insan onuruna yaraşır bir hayat düzeyi sağlamak için elverişli aylık ücret ile daha iyi çalışma şartları ve mesleki saygınlık kazandırmak gibi temel amaçlar üstlenmiştir. Dünyada 18. yüzyılın sonlarında Avrupa başlayan sendikacılık, ülkemizde ise 19. yüzyılın ortalarında ilk hareketlenmeler başlamıştır. 1876 Kanun-i Esasi’de yapılan değişikliklerle, çalışma hayatına ait bazı düzenlemeler getirilmiştir. Ülkemizde çalışan sayısı ile birlikte sendikaların üye sayılarında sürekli artış olmaktadır. Sendikaların hitap ettiği iş kolları birbirlerinden bağımsız olup çok çeşitlilik göstermekte ve sendikaların çeşitliği sendikacılığın gelişmesine katkı sağlamakta; ayrıca sendikalar arasında yarış oluşturmaktadır. Bu yarış ise sendika yöneticilerin disiplinli ve özverili çalışmasının önünü açmaktadır. Ülkemizde toplam kayıtlı çalışan sayısı 15 milyon civarında olup sendikalı çalışan sayısı 3 milyona yaklaşmıştır. Uluslararası sendikalaşma oranına göre az olmasına rağmen sendikalar, toplumsal barışta göz ardı edilemeyecek nüfusa sahiptirler. Ülkemizde sendika sayısının çok olmasında karşımıza çıkan en büyük sorun ise birlik ve beraberliğin sağlamamasını güçlüğüdür, sorunun çözümü için; sosyal sorunlarda birlikte hareket edilmelidir. Sendikalar, toplum arasında dayanışma, birlik ve beraberliği sağlamayı, toplumsal meseleler karşısında sosyal sorumluluk bilinci ile düşüncelerini ortaya koymayı ve bunlarla mücadele etmek öncelikli amaç olmalıdır. Sendika üyelerinin birlik içinde olmaları, sendikal amaçlara ulaşması mümkün kılacak ve iş motivasyonunun artışına neden olacaktır. Demokratik toplumların bir göstergesi olan sendikalar arasındaki birlik ve beraberlik sonucunda, sosyal barış sağlanacak olup demokrasimizin ileri düzeylere çıkmasına katkı sunacaktır. Anahtar Kelimeler: Sendika, birlik-beraberlik, motivasyon, demokrasi, sosyal barış 1 Belediye ve Özel İdare Çalışanları Sendikası, Konya Şubesi, [email protected] 2 Belediye ve Özel İdare Başkan Yrd., Belediye ve Özel İdare Çalışanları Sendikası, Konya Şubesi Konya Şubesi, [email protected] 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 481 HISTORICAL DEVELOPMENTS OF UNIONS AND PROVIDING ASSOCIATION IN SOCIAL PEACE Abstract The union are the establishments which are formed by the employees for protecting their common economical, social and professional rights and benefits and having legal identity which is formed for the development. They are the professional institutions which have legal identities, are established by independence law, are established pursuant to the laws and carry out activity by employers and employees. The unions have basic objects like providing professional respect and better working conditions with more appropriate salaries for a level of living which is suitable to the human dignity. The unionism which has started at the end of 18th century in the world, has started in our country at the midst of 19th century. Some regulations were made related with the working life with the changes made in 1987 Ottoman Basic Law. Constant increase occurs in the member numbers of the unions together with the numbers of the employees in our country. The work branches which the unions address to, are independent from each other and they vary from each other and the variety of the unions make contributions to the development of the unionism and make a competitions among the unions. This competition leads up the self sacrificing and disciplined working of the union executives. The total registered employees in our country in approximately 15 million and the unionized number of employees is 3 millions. Although this number is low according to the rate of international unionism, the unions have a population which cannot be overlooked in the social peace. Having a large number of the unions in our country causes a problem of not providing unity and solidarity; for the solution of the problem is to act together in the social problems. The unions must have the primary purpose to provide the solidarity and togetherness and present their ideas with the social responsibility awareness against social problems and to fight with them The unity of the union members shall make the reaching to the union objects possible and shall increase the work motivation. The solidarity of unions which are the indications of democratic societies, shall provide social peace and bring the democracy to the advance levels. Keywords: unions, solidarity, motivation, democracy, social peace 482 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Giriş Sendika Kavramı Sendika çalışanların haklarını işverenlere ve devlete karşı korumak ve geliştirmek üzere oluşturulan sivil toplum kuruluşlarıdır. Sendika Çeşitleri • Meslek Sendikaları: Farklı iş kolunda olup farklı iş yerinde çalışsalar dahi aynı meslekten olan çalışanlar tarafından kurulan sendikalardır. • Genel Sendikalar: Her iş kolundan, her meslekten ve her iş yerinden çalışanların aynı çatı altında toplandığı sendikalardır. • İş Yeri Sendikaları: Belirli bir iş yerinde çalışanlar tarafından kurulan sendikalardır. • İş Kolu Sendikaları: Farklı iş yerlerinde çalışan, farklı mesleklerden olan fakat aynı iş koluna dâhil çalışanlardan oluşan sendikalardır. • Federasyon: Sendikaların belli bir sendikal politika çerçevesinde bir araya gelerek oluşturduğu üst yapılanmalardır. • Konfederasyon: Ülkedeki tüm iş kollarında ve bölgelerde faaliyet gösteren belli sayıdaki sendikanın, ülke çapında merkezi bir üst kuruluş olarak yapılanmasıdır. • Uluslararası Sendikal Örgütlenmeler: Ulusal çapta örgütlenen sendikaların, uluslararası alanda dayanışmayı ve ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayarak konfederasyon tipinde yapılanmalardır. Sendikaların Tarihsel Gelişimi Sendikalar sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan çalışanlarla işverenler arasındaki güç eşitsizliğini ortadan kaldırmak için oluşturulmaya başlanmıştır. Önceleri belirli niteliğe sahip çalışanların oluşturduğu ve meslek sendikaları olarak tanımlanan bir yapıdan sonraları vasıfsız işçilerinde yer aldığı genel sendikalara doğru bir evrim geçirmiştir. İşçi veya işverenlerin müşterek, iktisadî, sosyal ve kültürel faydalarını korumak ve geliştirmek için serbestçe, kânunlara uygun olarak kurulan ve faaliyette bulunan, bağımsız özel hukukla kurulu, tüzel kişiliğe sâhip meslekî teşekkülleridir. Bugünkü manâ da sendikalaşma hareketleri, 18. yüzyılın sonunda, sanayileşmeye başlayan Avrupa devletlerinde başlamıştır. Özellikle İngiltere’deki kapitalist ekonomik uygulama; işçilerin dayanışma teşkil edecek hareketlerden uzak kalmalarına, ücretle 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 483 çalışanların derin bir sefalete düşmelerine ve gün geçtikçe bu sefaletin daha da artmasına sebep olmuştur. İşçilerin daha iyi şartlarda yaşamasını temin edecek her hareket, ferdin akit yapma hürriyetine karşı gayri meşru bir müdahale teşebbüsü olarak görülmüştür. Ağır maddî baskı altında kalan işçilerin, düştükleri sefaletten kurtulma çareleri aramaları, onları ortak hareket etmeye yöneltmiştir. İlk hareketler, Fransa’da kalfa ve çıraklar hareketi olarak 1520’lerde başlayarak 1799 yılına kadar aralıklı ve sık olarak devam ettiği görülmüştür. Türkiye ve Fransa gibi ülkelerde ise sendika kavramının başına işçi veya işveren sıfatları getirilerek bu tip örgütlenmeler ifade edilmiştir. Sendika kavramı İngiltere’de ilk defa bir şehir veya bölgede işçilerin genel çıkarlarını korumak için kalfalar arasında kurulup gelişen dostluk örgütlerinin ortak eylemlerini anlatmak için kullanılmıştır. Bu da sendikal örgütlenmenin, lonca kültürünün de etkisiyle, ilk etapta vasıflı işçiler tarafından başlatıldığını göstermektedir. Sendikalar bugünkü anlamını 1839 yılında kazanmıştır. İngiltere’de 1824, ABD’de 1842, Almanya’da 1869, Fransa’da ise 1884 yılında sendikaların serbestçe kurulmasına olanak tanıyan yasalar çıkarılmıştır. Osmanlı Devletinde ve önceki İslâm devletlerinde, işçi-işveren münasebetleri hiçbir zaman problemli olarak kendini göstermemiştir. Devlet nizamının değişmez ilâhî hukuk kaidelerine bağlı kalması ve genel ahlâk anlayışı dolayısı ile işçi teşekküllerinin kurulması ve işçilerin işverenler tarafından sömürülmesi de söz konusu olmamıştır. Aksine, İslâm kültürünün içinde tabiî bir şekilde teşekkül eden Ahî teşkilâtları; çırak, kalfa ve usta münasebetlerini bir hiyerarşi içinde düzenlemiş; sanat ve meslekte ihtisaslaşmayı, ticari ahlâkî en üst seviyeye çıkartmış; böylece birçok sosyal ve içtimai meseleleri bir arada yürütmüştür. Türkiye’de sendikalaşmaya doğru ilk faaliyetler, 19. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. O yıllarda özellikle savaş sanayii, tekstil, gıda, kâğıt ve matbaacılık iş kollarında teşkilatlanmaya başlayan işçiler, 1871 yılında Ameleperver Cemiyetini kurmuşlardır. Bu sıralarda ücret artışı sağlamak gayesiyle bazı grev hareketlerinin olduğu görülmüştür. 1895 tarihinde Tophane fabrika işçileri, ikinci büyük işçi teşkilâtını kurmuştur. 1876 Kanun-i Esasi’de yapılan değişikliklerle, çalışma hayatına ait bazı düzenlemeler getirilmiştir. 1908 Meşrutiyetin ilanından sonra kabul edilen toplantı ve dernek kurma haklarının arasında, işçi teşkilâtlarının 1908 yaz aylarında grev yapmaya kalkıştıkları, ancak Balkan ve Birinci Dünya Savaşları sebebiyle bu hareketlere son verildiği görülmüştür. Kurtuluş Savaşından sonra, İstanbul’da toplanan işçi liderleri 20 iş kolu etrafında birleştirmeyi kararlaştırarak, 1922’de ilk amele birliklerini faaliyete geçirdiler. Bunlar arasında, İstanbul İşçileri Amele Birliği, Zonguldak Amele Birliği ve Balya Amele Birliği en önemlileriydi. Zonguldak Amele Birliği, halen 50 bin üyesiyle faaliyetini sürdürmektedir. 484 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1946 yılında işçi teşkilâtları kurulmaya başladı. 1947-1961 yılları arasında hızlı bir sendikalaşma hareketi olmuştur. 1946’da İşçi Derneği, 1952’de dokuz sendikanın birleşmesiyle Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Türk-İş kurulmuştur. 1950’de 88 olan sendika sayısı 1957’de 440’a yükselmiştir. Bu dönemde, sendikaların grev yapmaları, tehdit altında bulunması ve mali yönden güçsüz olmaları sebebiyle, 1961 senesine kadar bir varlık gösterememişlerdir. 1961 Anayasası ile önceden izin almaksızın, sendika ve sendika birliklerinin kurulmasına, üye olma ve üyelikten serbestçe ayrılmasına dair hükümler getirilmiş, 1963 senesinde 274 sayılı Sendikalar Kânunu ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kânunları çıkartılmıştır. 274 Sayılı Sendikalar Kânununun düzenleme şekli ve bazı mevzuattaki boşluklar, gelişi güzel sendikaların kurulmasına sebebiyet vermiş; aşırı sol ideolojiye sâhip kimselerin yönettiği sendikalarla, başka “bağımsız” adı altında kurulmuş birçok sendika; işçi haklarını aramadan ziyade, devletin sanayisini çökertmek, fabrikaları kapatmak, işçileri sokağa dökmek, yokluk ve sefaleti arttırarak fikir ve düzenleri için ihtilâle hazırlamak siyasetini takip ederek sendikalaşmayı bir siyasi vâsıta olarak kullanmışlardır. Sendikal faaliyetlerin sonucu, kamu ve özel sektöre ait birçok işyerinde grevler başladı. Grevlerin başladığı fabrika ve işyerlerinde millî servete zarar verecek kırıp dökme ve yakmalar oldu. Milyarlarca lira maddî zarar ortaya çıktı. 1963-80 yılları arasında kamu ve özel sektörde 1655 grev olmuş ve 415.440 kişi greve katılmıştır. Bunların toplam işgünü kaybı ise 20.643.885’dir. 12 Eylül 1980 askerî müdahalesinden sonra bazı sendikaların kapatılması veya faaliyetinin durdurulması neticesinde grev ve greve katılan işçi sayısı yok denecek kadar azaldı. Bu sebeple ülkemiz ekonomi ve iktisadi yönden biraz kendini toparladı. Son senelerde ise yine sendikalar bir siyasi vâsıta olarak kullanılmaya başladı, işçiler sokağa döküldü (1994). Grev ve greve katılmalar artmaya başlamıştır. Günümüzde sendikalar, 1982 Anayasası ile, işçilerin ve işverenlerin önceden izin almaksızın sendika kurma, sendikaya üye olma ve ayrılma hakları tanınmış; geçmiş yıllardaki tecrübelerden de istifade edilerek, anayasayla bazı temel esaslar kabul edilmiştir. Buna göre, işçi ve işverenlerin aynı zamanda birden fazla sendikaya üye olamayacakları, sendika ve üst kuruluşlarda yönetici olabilmek için en az on yıl bilfiil işçi olarak çalışmış olması, sendikaların siyasi faaliyet gösteremeyecekleri, siyasi partilerden destek göremeyecekleri gibi destek de olamayacakları, işyerinde sendikal faaliyet göstermenin çalışmamayı haklı gösteremeyeceği, gelirlerini gayeleri dışında kullanamayacağı gibi hükümler getirilmiştir. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 485 Anayasaya bağlı olarak, 1983 yılında yürürlüğe konulan 2821 sayılı Sendikalar Kânunu ile yeni düzenlemelere gidilmiştir. Yeni kânuna göre, Sendika Federasyonları kaldırılmış, sâdece değişik iş kollarından en az beş sendikanın bir araya gelmesiyle kurulan ve tüzel kişiliğe sâhip organların seçimi kontrol altına alınmış; sendikaların gösterdiği faaliyetlerin kontrolü için sendikaların denetlenmesi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca belirli esaslara bağlanmıştır. Türkiye’de sendikalaşma oranı yüzde 9 civarında, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) sendikalaşma oranı ise yüzde 5 civarındadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Temmuz 2014 tarihli verilere göre, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Temmuz 2014 tarihli verilere göre, Türkiye’deki işçi sendika sayısı 140 ve toplam işçi sayısı 12,3 milyon iken bu sendikalara kayıtlı işçi sayısı yaklaşık 1,2 milyon ve sendikalaşma oranı yüzde 9,68 olarak gerçekleşmiştir. 2015 ocak ayı verilerine göre işçi sendika sayısı 147 çıkarak toplam işçi sayısı yaklaşık 100.000 düşmüş ve sendikalılaşma oranı ise 10,65 olmuştur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Temmuz 2014 tarihli verilere göre, Türkiye’deki Kamu Görevlileri sendika sayısı 144 iken 2015 yılında 158’e çıkarak 10 adet konfederasyon bulunmaktadır. Toplam memur sayısı 2,35 milyon iken bu sendikalara kayıtlı memur sayısı 1,679,28 olup sendikalaşma oranı yüzde 71 olarak gözükmektedir. Ülkemizde toplam kayıtlı çalışan sayısı 15 milyon civarında olup sendikalı çalışan sayısı 3 milyona yaklaşmıştır. Uluslar arası sendikalaşma oranına göre az olmasına rağmen sendikalar, toplumsal barışta göz ardı edilemeyecek nüfusa sahiptirler. Sendikalar, insan onuruna yaraşır bir hayat düzeyi sağlamak için elverişli aylık ve ücret ile daha iyi çalışma şartları ve mesleki saygınlık kazandırmak gibi temel amaçlar üstlenmiştir. Ülkemizde çalışan sayısının ile birlikte sendikaların üye sayıları sürekli artış olmakta sendikaların hitap ettiği iş kolları birbirlerinden bağımsız olup çok çeşitlilik göstermektedir. Sendikaların çeşitliği, sendikacılığın gelişmesine katkı sağlamakta; ayrıca sendikalar arasında yarış oluşturmakla sendika yöneticilerin disiplinli ve özverili çalışmasının önünü açmaktadır. Sendika üyelerinin birlik içinde olmaları; sendikal amaçlara ulaşması mümkün kılacak ve iş motivasyonunun artışına neden olacaktır. Demokratik toplumların bir göstergesi olan sendikalar arası birlik ve beraberlik sonucunda sosyal barış sağlanacak olup demokrasimizin ileri düzeylere çıkmasına katkı sunacaktır. 486 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Sendikalar, sadece üyelerinin menfaatlerini koruyan kuruluşlar olma niteliğinden çıkarak, ülkenin bütün sosyal katmanlarını ilgilendiren ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda önemli faaliyetlerde bulunan kuruluşlar haline gelmişler ve kapsadıkları alanlar bakımından iç içe geçmiş durumdadırlar. Sendikaların ekonomik ve siyasal faaliyetlerinin dışında kalan ve üyeleri arasında birlik, beraberlik ve dayanışma bilincini geliştirmek amacıyla tüzel kişiliğin işletme içinde ve işletme dışında gerçekleştirdiği faaliyetlere sendikaların sosyal faaliyetleri denir. Birlikte Hareket Etmek; Sendikalar, küresel ekonomide üyelerinin çalışma hayatlarının kalitesi ulusal ve uluslar arası düzeye çıkarılması için mücadelede etkin rol oynaması gerekmektedir. Uluslararası düzeye ulaşılabilmesi ve toplumun tüm kesiminin ihtiyaçlarına cevap verebilmek ve söz sahibi olabilmek için ülkede yer alan sendikaların ulusal meselelerde birlikte ihtiyacı vardır. Gün geçtikçe faaliyet alanı ve sayıları artan, üyelerin menfaatlerini korumak ve geliştirmek olan sendikalar, üyelerinin de içinde yer aldığı toplumun gelişmesine ve kalkınmasına, dolayısı ile toplumsal barışın sağlanmasına katkı sunmalı ve mücadele etmelidirler. Hz. Mevlana’nın barışa dair düşünceleri ulusal ve uluslararası barışı kapsayıcı nitelikte olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Zira “Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse hayvanlık vasfı.” sözü tüm insanlığı kuşatıcı bir mahiyeti vardır. Bir başka sözünde ise“ Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur.” demektedir. Toplumsal barışa katkı sunacak sendikalar; • Duruşu ne olursa olsun sevgi ve saygı çerçevesinde sorunların çözümünde ortak tavır sergilemeli, çözüm odaklı hareket etmeli, • Sendikalar kendi aralarında etkin iletişim kurmaya başlamalı ve başarıların yanında yaşanan zorlukları da paylaşmalı, • Bireyleri ve toplumu eşitliği teşvik etmek ve ırkçılık, cinsel ayrımcılık ile mücadele etmeli, • Sendikacılar birbirlerinden öğrenmeleri uluslar arası sendikaların ortak sorunlarla nasıl başa çıktığını öğrenmeli. 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 487 • Üyeler arasında sendikal dayanışmayı geliştirmeli, • İhtiyacı olan sendikalara yardım ve destek sağlamalı, • Sorunlarla başa çıkabilmek için bilgi ve fikirleri koordine etmeli, • Haklarla ilgili konularda kampanya düzenlemelidir. Sonuç Sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi ve sağlıklı bir iletişim ortamının yaratılması için geri bildirimlere önem verilmelidir. Sendika sayısının çok olmasında karşımıza çıkan en büyük sorun birlik ve beraberliğin sağlamamasını güçlüğüdür, sorunu çözümü için sosyal sorunlarda birlikte hareket edilmeli, tüm sendika üyeleri arasında dayanışma, birlik ve beraberliği sağlamayı, toplumsal meseleler karşısında sorumluluk bilinci ile düşüncelerini ortaya koymalı ve bunlarla mücadele etmek öncelikli amaç olmalıdır. 488 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ Kaynakça 1. M.İNCELER-Sendika Kavramı ve Tarihsel Gelişimi-Ekim 2012 2. E.MOZAKOĞLU-Dünya’da ve Türkiye’de Sendikacılık Kavramı-Felsebiyat Dergisi 3. F.DEMİR-Sendikaların Kuruluşu ve İşleyişi 4. M.SEZİK-Toplumsal ve Uluslararası Barış İçin Adalet-Değirmen Dergisi 5. http://www.turkcebilgi.com 6. www.etuc.org 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 489 490 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 491 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ 1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ