Ee Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Yayınları No: 51
Transkript
Ee Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Yayınları No: 51
SU ÜRÜNLERİ TEMEL BİLİMLER TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ Prof. Dr. Levent BAT Prof. Dr. Murat SEZGİN Doç. Dr. İlhan AYDIN Yrd. Doç. Dr. Fatih ŞAHİN Yrd. Doç. Dr. Yeşim KOÇ Yrd. Doç. Dr. Evrim SÖNMEZ Dr. Bilal AKBULUT Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü ÖNSÖZ Öğrenciler, Latince ve yabancı kelimelerle ilk yarıyıldan mezun olana kadar aldıkları temel derslerde karşılaşırlar. Bu kelimelerin anlamını bilmeden dersleri öğrenmeleri de oldukça güçtür. Bu güçlüğü yenmenin en önemli koşulu bu terimlerin anlamını bilmektir. Bu SÖZLÜK Su Ürünleri Fakültelerinin Su Ürünleri Temel Bilimleri Bölümü derslerinde geçen terimlerin kolay anlaşılması, sık kullanılan kelimelerin ve Türkçe karşılıklarının akılda kalmasını sağlamak amacı ile hazırlanmıştır. Yirmi yılı aşkın süredeki bir birikimin sonucu ile hazırlanan bu Sözlüğün yalnızca lisans ve lisansüstü öğrencilerine değil aynı zamanda konuya ilgi duyan biyolog, öğretmen ve meslektaşlarımıza da yararlı olacağını diliyoruz. Saygılarımızla, Prof. Dr. Levent BAT Prof. Dr. Murat SEZGİN Doç. Dr. İlhan AYDIN Yrd. Doç. Dr. Fatih ŞAHİN Yrd. Doç. Dr. Yeşim KOÇ Yrd. Doç. Dr. Evrim SÖNMEZ Dr. Bilal AKBULUT Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi- Sinop Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü-Trabzon -Aambulakral sistem (İng. ambulacral system) Bazı derisidikenlilerde (Ör. deniz kestanesi, deniz yıldızı) Derisi dikenlilerde (deniz yıldızı, deniz kestanesi) ağızın etrafında onu saran halka kanal ile buradan ayrılan beş radyer kanalın meydana getirdiği sistemdir. Kanallardan su taşınımı ile organizma haretini sağlar. Abant alası (Lat. Salmo trutta abanticus) Kemikli balıkların Salmoniformes takımının Salmonidae familyasından, vücutlarında kahverengi halkalarla sınırlı siyah benekler olan bir tür. abisal bölge (İng. abyssal zone) Okyanusların 4.000 m den 6.000 m ye kadar olan pelajik bölgeleridir. Bu bölge daima karanlıktır ve güneş ışığı almaz.. abdomen (İng. abdomen) 1. Karın bölgesi 2. Karın, sindirim ve döllenme organlarını kapsayan boşluğu çevreleyen alt kısım. abdominal (İng. abdominal) Karına ait, karınla ilgili. abdominal kavite (İng. abdominal cavity) Karın boşluğu. abdüktör (İng. abductor) Uzaklaştıran, uzaklaştırıcı kaslar. abioseston (İng. abioseston) Deniz suyunda asılı halde bulunan inorganik parçacıklardır. abiotik faktör (İng. abiotic factor) Deniz ortamındaki canlı varlıkların yaşamını etkileyen fiziksel ve kimyasal faktörler. abisal (İng. abyssal) 1000 m’yi aşan derinliklerdeki tortul kütleler. abisal bölge (İng. abyssal zone) Bentik bölgenin 3000 m ile 7000 m derinlikleri arasında kalan kısımdır. abisal düzlük (abissal düzlük) (İng. abyssal plain) Kıta sahanlığının ötesinde uzanan ve ortalama derinliğin 4000 m olduğu okyanus tabanı. abisal tepe (İng. abyssal hill) Abisal düzlük üzerinde küçük sedimentlerle örtülü tepecikler. abissopelajik bölge (İng. abysopelagic zone) Pelajik bölgede 4000-6000 m derinlikler arasında kalan su tabakasıdır. abissoplankton (İng. abyssoplanton) 2000 m ile 6000-6500 metreler arasında rastlanan planktondur. abiyogenez (İng. abiogenesis) Hayatın kökeni olarak canlıların cansızlardan meydana gelmesi; mikroorganizmaların ve yüksek organizmaların birdenbire cansızlardan meydana geldiğini ileri süren teori. Aristo zamanından 19. yüzyıla kadar taraftarları olmuş ve Pastör’ün biyogenez teorisini ileri sürmesinden sonra ortadan kalkmıştır. Kendiliğinden oluş. abiyotik çevre (İng. abiotic environment) Organizmanın topografi, jeoloji, iklim, inorganik besin maddeleri gibi biyolojik olmayan faktörlerden oluşan çevresi. abiyotik maddeler (İng. abiotic substances) Çevrenin temel inorganik maddeleri ve organik artıklar. Cansız varlıklar. abiyotrofi (İng. abiotrophy) Vücut hücrelerinde hayatiyetin yavaş yavaş azalması ve yok olması. Sinir hücrelerini ve diğer doku elemanlarını, görünür hiç bir sebep olmadan, sadece hayatları sona erdiği için bozan değişim. abiyoz (İng. abiosis) Yaşama şartlarında olan değişiklik yüzünden hayatın durgunlaşması. aboral (İng aboral) Ağızdan uzakta, ağızın karşıt bölgesinde bulunan. aborsiyon (İng. abortion) Bitkilerde ve hayvanlarda gelişmenin durması. abramis zonu (İng. Abramis zone) Akarsuların durgun akan bölgeleri. abrazyon (deniz aşınımı) (İng. abrasion) Sert madde döküntüleri taşıyan suyun sebep olduğu aşındırma. absisyon tabakası (İng. abscission zone) Yaprak sapının dip kısmında yer alan, birbirleriyle gevşek olarak bağlantılı ince duvarlı hücrelerden oluşan özel bir tabaka. Bu hücre tabakası yaprağın bağlantısını zayıflatır ve yaprak dökümüne olanak verir. absorbe su (İng. absorbed water) Bir maddenin yüzeyine mekaniksel olarak sıkıca tutulmuş su molekülleri. absorpsiyometre (İng. absorpsiometer) Kimya analizlerinde gazların sıvılar tarafından soğurulmasını ölçen alet. absorpsiyon (İng. absorption) 1. Bir maddenin deri ve sindirim kanalı mukozası tarafından alınması veya emilmesi 2. Işık, ısı ve diğer ışınların bir maddeden geçerken kısmen veya tamamen emilmesi. 3. Bir maddenin enerjiyi veya diğer bir maddeyi emebilme, soğurma yeteneğidir. absorpsiyon spektrumu (İng. absorption spectrum) Işığın bir maddeden geçerken emilen özel dalga boylarının enerji miktarı için bir ölçü. Her molekül kendine özgü bir absorpsiyon spektrumuna sahiptir. abundans (İng. abundance) Birim alan veya hacimden alınan örnekteki bir türe ait birey sayısıdır. Bolluk. acı balık (Lat. Rhodeus amarus) Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, sazangiller (Cyprinidae) familyasından, 8-10 cm kadar uzunlukta, dişisi yumurtalarını yumurtlama borusu aracılığıyla bazı midye türlerinin arasına bırakan, erkeği spermlerini bunların yanına bırakan, bir ay sonra yavruların midyeyi terkettiği görülen, iki hayvan arasında ortak yaşam görülen, Avrupa ve Türkiye'de göllerde yasayan bir tür. acı su (İng. brackish water) Tuzluluğu ‰ (ppt) 5 ile ‰ (ppt) 30 arasında olan sulardır; Östarin bölgeler bu karakterde suya sahiptir. Teknik olarak acı su 1 litresinde 0.5 ile 30 gram arasında tuz bulundururlar. Örneğin Karadeniz. ACR (İng. Acute Chronic Ratio) Uygulama faktörünün ters çevrilmişi, LC50’nin MATC’ye bölünmesi, bazı türlerde ise akut LC50’nin MATC ile bölünmesi. actinopterygii (Lat. Actinopterygii) Işınlı yüzgeçliler altsınıfı. açık dolaşım (İng. pulmonary circulation) Kanın damarlardan dokular arasındaki özel boşluklara yayılıp, madde alış-verişi olduktan sonra toplayıcı damarlarla kalbe dönmesine denir. açık dolaşım sistemi (İng. pulmonary circulation system) Hemen hemen bütün eklem bacaklılarda ve yumuşakçaların birçoğunda bulunan arter ve kan boşluğundan meydana gelmiş olan açık bir dolaşım sistemi. açık temas (Lat. zonula adherens) Yanyana gelen epitel hücrelerinin plazma zarları arasında bulunan ve 150-200 A° kadar olan normal aralık. açık tohumlular (Lat. Gymnospermae) Tohumları açıkta gelişen bitkiler. açık yakma (İng. open burning) Atık miktarını (hacmini) azaltmak amacıyla çöplük alanlarında yakılması işlemi. açıklık (Lat. foramen) Yumurta kabuğundaki mikropil, kemik veya zarsı yapılardaki küçük delikler gibi herhangi bir açıklık. açılım (İng. divergence) Tek bir soyun üyelerinin farklı niş ya da adaptif zonlara uyum sağladığı evrimsel bir olay. ada yayı (İng. island arc) Kavisli yanardağ adaları hattı. adambulakral bölge (İng. adambulacral area) Derisi dikenlilerde ambulakral alanlara bitişik olan bölgeler. adaptasyon (İng. adaptation) 1. Bir canlının kendi çevresine uyması, uymayı gerçekleştiren olaylar, 2. Canlının yaşama ve üreme şansını artıran çevreye uyumunu sağlayan ve kalıtsal olan özellikleri. Uyum. adaptif dallanma (İng. adaptive branching) Bir atasal türden farklı habitatlarda yaşayan türlerin evrimselleşmesi. addüktör (İng. adductor) 1. Çeken, yaklaştıran 2. Yaklaştırma, orta çizgiye doğru yaklaştırma hareketi yapan kaslar. addüktör kas (İng. adductor muscle) Bivalvialarda kapağı kapatan esas kaslardır. İşlevsel olarak kapama kasları iki kısma ayrılır. Tetanik kısmı, yüksek miktarda enerji kullanarak kabuğu hızlı bir şekilde kapatır; tonik denen diğer kısmı ise, az miktarda enerji kullanarak kabuğu sıkıca kapatır. adelemorf (İng. adelomorphous) Şekilsiz, belli bir biçimi olmayan. adenin (İng. adenine) Nükleik asitlerin yapılarında bulunan azotlu bir pürin bazıdır. Enerji iletiminde önemi olan nükleik asit ve nükleotidlerin-adenozin trifosfat (ATP), adenozin difosfat (ADP) ve adenilik asit (AMP) bileşeni. adenoblast (İng. adenoblast) Embriyonik bez hücresi. adenosit (İng. adenocyte) Herhangi bir bezin salgı hücresi. adenovirüsler (İng. Adenoviruses, Adenoviridae) Çift zincirli DNA molekülüne sahip virüslere denir. Boyutları 70-80 nm olup hayvanlarda bazı tümörlere neden olur. adenozin (İng. adenosine) Bir pürin bazı olan adeninin riboz ya da deoksiriboz şekerine bağlanması ile oluşan nükleosil. adenozin difosfat (ADP) (İng. adenosine diphosphate) Bir fosfor alarak ATP oluşturan iki fosforlu bileşik. adenozin monofosfot (AMP) (İng. adenosine monophosphate) Fazladan bir fosfor alarak ADP oluştnran bir fosforlu bileşik. adenozin trifosfat (ATP) (İng. adenosine triphosphate) 1.Adenin, riboz ve üç fosfat grubu içeren bir organik madde, biyolojik sistemlerdeki enerji iletiminde birinci derece önemlidir. 2. Canlıların doğrudan kullandığı hücresel enerji molekülü, biyolojik enerji. adezyon (İng. adhesion) 1. Bir sıvının, bazı maddelerinin yüzeyine yapışma eğilimi. 2. Birbirine değmekte olan iki cismi ayırmaya karşı gelen kuvvet. ADH (İng. alcohol dehydrogenase, antidiuretic hormone, vasopressin) 1. Metabolik faaliyetler sonucunda oluşan alkolleri, keton ve aldehit gruplarına çeviren enzimlerden birisi. 2. Antidiüretik hormon, vazopressin. adipogen (İng. adipogenous) Yağ meydana getiren. adipogenez (İng. adipogenesis) Organizmada yağ üretimi. adipoliz (İng. adipolysis) Yağları hazmetme; yedek yağları kullanmak için organizmanın bu yağlarda meydana getirdiği değişiklik. adipolokosit (İng. adipoleukocyte) Böceklerde yağ damlaları taşıyan hücrelere verilen ad. adiposis (İng. adiposis) Vücutta aşırı yağlanma. adipoz (İng. adipose) Yağın depolandığı doku ya da yağ. adipoz yüzgeç (yağ yüzgeci) (İng. adipose fin) Bazı balıklarda sırt yüzgeci ile kuyruk yüzgeci arasındaki ışınsız yüzgeç. adlittoral zon (İng. adlittoral zone) Sublittoral zonun üzerinde yeralan ve denizin etkisiyle ancak belli karasal formların gelişebildiği kıyı bölgesi. adnekse (İng. adnexa) Eklentiler, ekler, parçalar. Bir organa bağlı diğer yan oluşumlar. adrenal bez (İng adrenal gland) Böbreğe yapışık olan iç salgı bezi. adrenal korteks (İng adrenal cortex) Böbrek üstü bezinin sarımsı, pembe görünen dış kısmı. adrenal medulla (İng adrenal medulla) Epinefrin ve norepinefrin denilen iki hormonun salgılandığı, böbrek üstü bezinin merkes bölgesi. adrenalin (İng adrenaline) Adrenal bezin medullası tarafından salgılanan hormon. Böbrek üstü bezinden salgılanan hormon. adrenokortikotropik hormon, ACTH (İng. adrenocorticotropic hormone, adrenocorticotropin) Hipofizin ön lobundan salgılanan, adrenokortikal steroidlerin sentezini, salgılanmasını, büyümeyi ve lipit yıkımını uyaran hormon. adsorpsiyon (İng. adsorption) 1. Bir maddenin diğer bir maddenin yüzeyi üzerinde tutunmasıdır. 2. Moleküllerin katı yüzeylere tutunması. adüktor kas (İng. aductor muscle) Hayvanın vücuduna eklemle bağlı kol, bacak gibi bir uzuv veya benzer bir uzantıyı içeriye veya bir diğer kısma çekmeye yarayan kas. adventif (İng. adventive) Kallustan sürgün ve kök çıkması veya zigottan başka bir kaynaktan embriyo oluşması gibi doğal yerinden başka yerde gelişme. adventif kök (İng. adventive root) Normal olmayan bir yerden, gövdeden çıkan kök. Ek kök. adventisya (İng. adventitia) Çevre doku ve yapılarla ilşkili olan organların en dış tabakasına verilen ad. adyabatik sıcaklık (İng. adiabatic temperature) Deniz ortam sıcaklığı değişmediği halde, sıkışma-gevşeme sonucu oluşan sıcaklıktır. aeroakuatik (İng. aeroaquatic) Suda yaşayan ve havaya sporlar veren organizma. aerob (İng. aerobe) Yalnızca oksijen varlığında yaşayabilen. aerobik (İng. aerobic) Yalnız oksijen varlığında üreyen hava ile yaşayabilme; yaşamak ve üreyebilmek için hava veya serbest oksijene ihtiyaç duymak. aerob organizma (İng. aerobe organism) Ancak oksijen varlığında yaşayabilen organizmalara denir ( tersi "Anaerob"). aerobik ayrışma (İng. aerobic decomposition) Havalı koşullarda faaliyet gösteren mikroorganizmalar veya mantarların organik maddeleri ayrıştırmaları. aerobik bakteri (İng. aerobic bacteri) Elementel oksijenli ortamda üreyebilen bakteridir. aerobik prosesler (İng. aerobic process) Oksijenin olduğu ortamda faaliyet gösteren biyolojik arıtma sistemleridir. Bu sistemlerde havalandırma ekipmanı kullanılır. aerobik solunum (İng. aerobic respiration) 1. Hücrede yalnız moleküler oksijenin kullanıldığı bir solunum şeklidir. 2. Oksijenli solunum. aerobiozi (İng. aerobiosis) Hava ile yaşayan organizmaların yaşama tarzı. aerobiyoloji (İng. aerobiology) Atmosferde süspansiyon halindeki canlı organizmaların dağılışını konu alan bilimdalı. aerobiyont (İng. aerobiont) Aeorob olarak yaşayan organizma. aerobiyoskop (İng. aerobioscope) Hava veya diğer gazlardaki bakterilerin sayımı için kullanılan bir alet. aerobiyöz (İng. aerobiosis) Canlıların oksijen varlığında yaşaması. aerokist (İng. aerocyst) Bazı su yosunlarının talus’larında bulunan ve yüzmelerini sağlayan, gaz (azot) dolu hava keseleri. aerometre (İng. aerometer) Havanın yoğunluğunu ölçmede kullanılan alet. aeroplankton (İng. aerial plankton) Havada dolaşan polenler, sporlar, mikroorganizmalar. aerosol (İng. aerosol) Havada asılı parçacık biçiminde madde. aerotaksi (İng. aerotaxis) Oksijene veya oksijenden uzağa doğru organizmanın hareketi. aerotropizm (İng. aerotropim) Bitkilerin köklerinin ve diğer kısımlarının oksijen basıncının değişmesinde oksijene ve genel olarak gazlara karşı tepkisi. afet alanları (İng. catastrophe areas) Deprem, heyelan, çığ, orman yangını ve taşkın gibi doğal afetlere yatkın alanlar. afferent (İng. afferent) Getirici (damar); içeri, merkeze getiren, merkeze ileten. afital sistem (İng. aphytal system) Bentik bölgede ışıksız olan ve klorofilli deniz bitkilerinin bulunmadığı (fotosentezin gerçekleşemediği) zonlardan oluşmuş bölgedir. afotik bölge (İng. aphotic zone) Göllerin ışık almayan karanlık bölgesidir. Denizlerde fotosentez için yeterli ışığa sahip olmayan bitkisiz derin deniz bölgesidir. afotik (İng. aphotic) Pek az ışık ile veya ışıksız olarak yetişen (bitki). afotometrik (İng. aphotometric) Işığa karşı daima aynı ucunu gösteren organizma. afototaktik (İng. aphototactic) Işık şiddetine karşı reaksiyon göstermeyen. afototrofizm (İng. aphototropism) Hareketli bir organizmanın ışığa daima aynı tarafını göstermesi. afototrop (İng. aphototrop) Işıktan uzakta yetişen; Işık uyarımına karşı aktif fakat negatif reaksiyon gösteren. agamont (İng. agamont) Sporlular gibi bazı protoozonlarda konukçuda çoğa bölünme ile çoğalmanın olduğu evre. agar (İng. agar) 1. Bir takım deniz yosunlarından elde edilen helmeli bir madde. Gıda ve kağıt sanayinde, tekstilde, bakteriyolojide ve eczacılıkta kullanılır. 2. Çok düşük konsantrasyonda kalın jelimsi formda bir alg polisakkarit. ageotropizm (İng. ageotropism) Yer çekimine reaksiyon göstermeme durumu. aglütinasyon (İng. agglutination) Kan hücrelerinin kümeleşerek pıhtılaşması. agnata (İng. Agnatha, Agnathans) Çenesiz balıklar .Lampetra sp., Mixine sp. ve birçok sonu gelmiş türü içeren omurgalı sınıfı. agnati (İng. agnathia) Üstçene veya altçene yokluğu, çenenin eksik gelişmesi, çenesizlik. agonadis (İng. agonadis) Gonadsızlık. Yumurtalık ya da erbezi yokluğu. agranülosit (İng. agranulocyte) Sitoplazmasında granülleri bulunmayan lökosit. agregasyon (İng. aggregation) Sosyete teşkil etmeyen bir türün bireylerinin bir yerde toplanması. ağaç kıyımı (İng. deforestation) Tarım ve yerleşim alanları açmak ya da kereste ve yakıt sağlamak üzere çok sayıda ağacın kesilmesi. ağır su (İng. heavy water, deuterium oxide) 1. Bazı atom pillerinde ağırlaştırıcı olarak kullanılan, suya benzer bir sıvı 2. (D2O) Döteryum oksit. ağız parçaları (İng. mouthparts) Eklem bacaklı hayvanlarda ağız bölgesinde yeralan, mandibula, birinci ve ikinci maksil olmak üzere üç çift olan, bazen ayrıca hipofarinks, alt dudak ve üst dudak gibi yapıların da eklendiği, delmeye, çiğnemeye ya da emmeye göre farklılaşmış parçalar. ağız sifonu (İng. buccal siphon) Tunikatlarda vücudun üçte ikisi ya da yarını teşkil eden yutak boşluğuna açılan bölge. Su ağız sifonundan girerek yutak duvarlarından geçer ve atriyum sifonundan dışarı atılır. ağız hunisi (İng. buccal funnel) İlkel balıklarda vücudun ön kısmında bulunan, tulumba gibi çalışan ve dip kısmında ağız bulunan huni şeklindeki yapı. ağız kısımları (İng. mouthparts) Besinin alınmasında kullanılan ağız yakınındaki yapılar ya da uzantılar. ağız sapı (İng. manubrium, Lat. manubrium,) Bir medüzün alt yüzeyinden aşağı doğru sarkan ve ortasında ağız bulunan sap şeklindeki uzantı. Manubriyum. ağsı tel (İng. argyrophil) Çok ince ve ağ şeklinde düzenlenmiş iplikler halinde bulunan bir tip bağ dokusu teli. Retiküler tel, argirofil iplik. ahermatipik (İng. ahermatypic) Simbiyotik zooxanthellae den yoksun ve resif üretimine yeterli oranda kalsiyum karbonat yapmaya yeteneği olmayan mercan türleri. ahtapot (Lat. Octopus) Yumuşakçalar (Mollusca) şubesinin, kafadan bacaklılar (Cephalopoda) sınıfından, sekiz kollu, kısa ve yuvarlak vücutlu türleri olan bir cins. ak kan (lenf) (İng. lymph) Lenf damarlarında dolaşan renksiz sıvıdır. Kan plazması ile lenfositlerden oluşur. ak kefal (Lat. Squalius cephalus) Sazangiller familyasından, bir tatlı su balığı. ak sülümen (İng. sublimate) Cıva ile klorun birleşimi olan, çok zehirli, beyaz bir toz, süblime, sülümen. akant (İng. acanthus) Diken. akantin (İng. acanthine) Köpekbalığının (Squalis acanthias) karaciğer ve embriyosundan elde edilen ve C15H22N4O4 yapısında bazik bir madde; Bazı ışınlılarda (radiolaria) iskeletin yapısında geniş ölçüde yer alan ve stronsiyum sülfattan zengin madde. akantiyon (İng. acanthion) Ön burun üzerindeki en sivri nokta. akanto (İng. acantho) Diken. akantokarp (Lat. acanthocarpa) Meyveleri dikenli, dikenle kaplı. akantometra (Lat. Acanthometra) Işınlılar takımından bir hücreli cinsi; Bütün sıcak denizlerde rastlanan bir dikenli olup, enine kesitinde silindir biçimi, birbirine aşagı yukarı eşit yirmi iğne bulunur. akantonozomitler (Lat. Acanthonotozomatidae) Vücut zarları kalın ve sert, ön duyargası ek bir kamçı ile donanmış ve genel olarak derince yarık bir telzon taşıyan amfipodlardan bir kabuklular familyası. akantosefal (Lat. Acanthocephala) Kancalı, hortumlu, dikensi başlı kurtlar. akantosit (İng. acanthocyst) Dikengöze. akarina (İng. Acarina) Arachnida sınıfına ait bir altsınıf. Gerçek çene yapıları yerine keliser adı verilen ilkel bir çene yapısına sahip olan eklem bacaklılardan bir grup. akaroloji (İng. Acarology) Akarlar ve kenelerle uğraşan bilim dalı akarsu (İng. stream, river) Yer yüzünde ve yer altında belirli bir, yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su. akarisit (İng. acaricide) Akar ve keneleri öldüren ilaç. akarp (İng. acarpous) Meyvesiz, meyve vermeyen. akarsular (İng. river, tributary) Havadan damla halinde suyun düşüp çoğalarak oluşturduğu dere, ırmak ve nehir sularının tümü. Akarsuları oluşturan yalnız yağmur veya karlar değildir. Çeşitli nedenlerle litosfer altında bulunup ve bazı olaylar sonucu ortaya çıkan doğal kaynaklar da buraya dahildir. Akarsuların temel özelliği hareketli olmasıdır. Suyun hareketliliği de suyun içinde yaşayan canlıların tipini ve çeşitliliğini doğrudan etkilemektedir. Lotik biyotoplar. akaryotik (İng. acaryotic, acaryote) Hücre içinde çekirdek bulunmaması halidir. akaulesent (İng. acaulescent) Çiçek saplarının toprak seviyesinden çıkan ve gövdesi olmayan bitkiler. akbalık (Lat. Alburnus alburnus, İng. Bleak) Sazangillerden, eti kılçıklı, yumurtası ile tarama yapılan bir balık, inci balığı. akciğer (İng. lung) Bir hayvanda gaz alışverişi için özelleşmiş içsel bir odacık. akciğer atardamarı (İng. pulmonary artery) Kanı temizlenmek üzere kalpten akciğere taşıyan damar. akciğer toplardamarı (İng. pulmonary vein) Temiz kanı akciğerlerden kalbe taşıyan damar. akça yel (İng. southeastward) Güneydoğudan esen yel, keşişleme. aken (İng. achene) Alt durumlu ovaryumlarda meydana gelen, perikarpın tohumun testasına sıkıca değdiği fakat tohumdan ayrı olduğu, küçük, kuru bir tohumlu meyve. akıcılık (İng. viscosity) Bakınız viskosite. akışkan atık (İng. fluidized bed) İçinden hava ya da bir gaz üflenen ince parçacıklardan oluşan katı madde yatağı. Üflenen hava ya da gazın denetimi katı maddenin bir sıvı gibi davranmasına yöneliktir. akinet (İng acinete) Flamentli bazı algler tarafından teşkil edilen ve bitkisel çoğalma görevi yapan yağ ve diğer yedek besin maddeleri ihtiva eden kalın çeperli bir hücre. akinezi (İng. akinesia) Devinim yetersizliği yada yokluğu. akivades (Lat. Tapes decussatus) Denizlerde yaşayan bir yumuşakça türü. akiyazmatik (İng. achiasmatic) Mayozda kiyazmanın olmaması. aklimatizasyon (İng. acclimatization) Bir canlının değişen ve yenilenen dış çevre şartlarına kendini ayarlaması. aklan (İng. catchment area) Sularını bir denize veya göle gönderen bölge, maile. akondroplaziya (İng. achondroplasia) Yetersiz kemik oluşumuna ve cüceliğe neden olan kemik gelişim ve olgunlaşmasında kalıtsal bozukluk. akontiyum (İng. acontium) Anthozoa’larda mesenterin iplik (tel, lif) gibi büyümesi (uzaması). Bu mide boşluğuna kadar uzanır ve hatta ağıza kadar çıkıntı yapabilir. Çok sayıda nemotosist taşır ve avının yakalanmasında kullanılır. akramegali (İng. acromegaly) İskelette kol ve bacaklar, burun çene,el ve ayak parmaklarının fazla büyümesi. Hipofiz bezinden büyüme hormonunun fazla salgılanması sonucu oluşabilir. akrenomatik (İng. acrenomatic) Dayanıksız ince fibrilden oluşan bir kamçı tipidir. akrokarpus (İng. acrocarpous) Ana gövdenin dik olduğu durumlarda, büyümenin sınırlandığı uç noktalarda kapsüllerin oluşması durumu. akromasit (İng. achromacyte) Renksiz (rengini kaybetmiş) alyuvar. akromatik (İng. achromatic, achromatous, achromic) Renk meydana getiren en küçük uyartıya duyarsız. Renksiz. akromatin (İng. achromatin) Hücre çekirdeği içindeki ince iplikçiklerden yapılmış kromatin ile boyanmamış olan, kromozomları meydana getiren kısım. akropetal (İng. acropetal) Bir eksenden gelişen ve en gençleri tepede bulunan yapraklar veya çiçekler. akrosentrik kromozom (İng. acrocentric chromosom) İplik biçiminde bir kollu gibi görünen, küçük kolu belli olmayan sentromeri uca yakın olarak bulunan kromozom. akroterm kaynak (İng. acrotherm source) Yüksek, sıcak kaynak (50-70C). akrozom (İng. acrosom) Sperme hayvancığının baş bölgesini örten şapka gibi yapı. aksenik kültür (İng. axenic) Mikroorganizmaların saf kültürü. aksesoryus (İng. accessorius) Eklenti, yardımcı. aksilla (İng. axilla) Pektoral yüzgeç tabanının hemen arkasındaki veya altındaki bölge. aksillar meristem (İng. axillar meristem) Yaprak tabanında bulunan koltuk altı tomurcuklarının apikal meristemi. aksiyon potansiyeli (İng. action potential) Faaliyette bulunan herhangi bir dokuda bir kas kasılırken ve salgı yaparken, inirden impuls geçerken- duyarlı bir aygıtla saptanabilen düşük güçte bir akım. aksolemma (İng. axolemma) Aksonun plazma zarı. akson (İng. axon) 1.Sinir impulsunu hücreden öteye götüren sinir lifi. 2. Hücreden uzaktaki uyarıları ileten ve iletici bir maddeyi serbest bırakabilen bir sinir hücresi iplikçiği. aksonema (İng. axoneme) Ökaryotların sil ve kamçılarının ortasında mikrotüpçüklerin düzenli olarak uzaması ile oluşan yapı. aksopot (İng. axopod) Protozoonların iskelet yapısı. aksoplazma (İng axoplasm) Nöroplazmanın akson içindeki devamına verilen ad. aktif bakteri (İng. active bacterium) Aktif çamur sistemlerinde bulunan organik besin maddelerini kullanarak metabolizma faaliyetini devam ettiren ve çoğalma kabiliyetinde olan bakterilerdir. aktif bölge (İng. active site) Bir enzim molekülünün bir substrat molekülü ile reaksiyona giren kısmı. aktif çamur (İng. active mud) Çözünmüş oksijenin mevcut olduğu ortamda bakteri ve diğer mikroorganizmanın üremesi yoluyla atık suların arıtılması sonucu oluşup biriken biyolojik kütledir. aktif karbon (İng. active carbon) Endüstriyel baca gazlarından kaynaklanan kokuların ve zehirli maddelerin giderilmesine yönelik adsorbsiyon sürecinde kullanılan madde. aktif taşıma (İng. active transport) 1. Bir maddenin enerji harcanmasını gerektiren bir işlemle hücre membranı aracılığıyla, yoğunluk farkına bağlı olarak içe ya da hücre dışına taşınması. 2. Yarı geçirgen bir zarda maddelerin az yoğun ortamdan çok yoğun ortama enerji harcayarak geçmesi olayıdır. Aktif transport. aktin (İng. actin) 1. Kas gözellerinde bulunan aktin miyofilamentinin yapısını oluşturan protein. 2. Kaslarda kasılmayı sağlayan protein yapıdaki ince iplikler. aktinit (İng. actinide) Aktinyum, toryum, protaktinyum, tulyum, plutonyum, amerikanyum, küryum, ve berkelyum radyoaktif elementlerin ortak adı. aktinizm (İng. actinism) Güneş vb. ışınlarının kimyasal değişiklikler meydana getirme özelliği. aktinobiyoloji (İng. actinobiology) Işınımların canlı varlıklar üzerindeki etkisini inceleyen bilimdalı. aktinodrom (İng. actinodromous) Ana damarların petiyol ucundan çıkıp birbirinden uzaklaşması. aktinofarenks (İng. actinopharynx) Denizşakayıklarının yutaklarını anlatmakta kullanılan terim. aktinoform (İng. actinoform) Işıklı şekli olan. aktinofris. (İng. actinophrys) Tek hücreli hayvan. Küre biçimindeki merkezi çekirdeği pek iri olan, çok kabarık atımlı kabarcığı ve aksopotları ile tanınır. aktinogen (İng. actinogen) Radyoaktif element. aktinometri (İng. actinometer) Kimyasal ışımalarının ve özellikle güneş ışımalarının şiddetini ölçme. aktinomorf (İng. actinomorphic, actinomorphous) Bir eksene göre ışınsal simetrili olan; Yıldız biçiminde, bu sebepten radyal olarak simetrik olan ve merkezden geçen birden fazla düzlem tarafından birbirinin aynı iki parçaya bölünebilen. aktinosferyum (İng. actinospharium) Bir hücreli hayvanlardan Kökayaklılar sınıfının Güneş hayvancıkları takımından bir cins. Tatlı sularda yaşar. Küre biçimindedir. A. cichhorni adlı türünde iç plazmada 200 kadar çekirdek, dış plazmada 14 kadar kontraktil koful bulunur. Çapı 1mm dir. aktivasyon (İng. activation) Amino asitlerin veya nükleotit monofosfatların ATP' den bir P grubu alması. akua (İng. aqua) Su, sıvı. akuakültür (İng. aquaculture) 1. Ekonomik öneme sahip akuatik formların yapay yöntemlerle üretilmeleridir. 2. Tatlı veya tuzlu suda yaşayan organizmaların üretimlerinin yapay olarak hızlandırılması yöntemi. akuatik (İng. aquatic) Suda ya da suyun yakınında yaşayan. Sucul. akuatik entomoloji (İng. aquatic entomology) Su böceklerini konu alan Entomolojinin dalı. akuleat (İng. aculeate) Bitkilerde kaide kısmı kalın, kısa, sert, ucu sivri yapılara sahip olan yüzey şekli. akuminat (İng. acuminate) Uç kısma doğru aniden daralarak sivrilmiş olan. akustik çevre (İng. acoustic environment) Belli bir ses kaynağını kuşatan çevre. akustik (İng. acoustic) İşitme ile ilgili. akut (kısa süreli) (İng. acute) Kısa sürede şiddetle ilerleyen (hastalık). akut kronik oranı, ACR (İng. Acute Cronic Rate/Ratio) Uygulama faktörünün ters çevrilmişi, LC50’nin MATC’ye bölünmesi, bazı türlerde ise akut LC50’nin MATC ile bölünmesi. akut zehirlilik (İng. acute poisoning) Etkisi, kısa sürede görülen zehirliliktir. akut zehirlilik deneyi (İng. acute toxicity test) Deney organizmalarında kısa sürede olumsuz değişikliğe sebep olan zehirlilik konsantrasyonlarını belirleme işlemidir. akutifoliat (İng. acutifolia) Yapraklarının ucu sivri olan bitkiler. aküfer (İng. aquifer) 1. İçinde su tutabilen, belli miktarda suyun hareketine olanak sağlayan jeolojik oluşum. 2. Suyun çok uzak mesafelere gitmesini sağlayan, yeraltı sularını pınarlara ve kuyulara ileten gözenekli toprak ya da jeolojik oluşum. 3. Kuyulara ve kaynaklara taban suyu veren geçirgen bir toprak veya jeolojik oluşum. akvaryum (İng. aquarium) Suda yaşayan canlıları ve bitkileri, tabiatta olduğu gibi canlı olarak korumak için kullanılan cam kap. Akya (Lat. Lichia amia, Leerfish) Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, uskumrugiller (Scombridae) familyasından, pulları küçük, dişsiz, büyük boylu, 10-15 bazen de 50-60 kilo gelen bir balık türü. Eti çok lezzetlidir. Akdenizde yaşar. akyuvar (İng. leucocyte) Sitoplazmasında bulunan taneciklerin kimyasal davranışlanna ve çekirdeklerinin biçimine göre granüllü lökositler (bazofil lökosit, eozinofil lökosit, nötrofil lökosit) ve granülsüz lökosit (lenfosit ve monosit) olmak üzere iki esas tipe ayrılan, kemik iliğinde teşekkül eden, bazıları hücresel bağışıklıktan, bazıları da hümoral bağışıklıktan sorumlu olan beyaz kan hücreleri. Lökosit. ala (İng. ala, wing) Bazı meyve ya da tohumların rüzgârla dağılmasını sağlayan zarsı uzantı. alanin (İng. alanine) Bir metil yanzinciri olan basit bir amino asit. alabalık zonu (İng. salmon zone) Akarsuların üst bölümleri ve şelalelerden oluşan bol oksijene gereksinim duyan alabalıkların baskın olduğu tabaka. alabalıkgiller (Lat. Salmonidae) Kemikli balıkların Salmoniformes takımından, 55-60 omurlu, orta büyüklükte ya da küçük pullu, başları pulsuz, yüzmekesesi büyük, sırtyüzgeci karın yüzgecinin üstünde bulunan, yırtıcı, etleri, pembe ve kırmızı renkte, yumuşak, kılçıksız, sindirilmesi kolay, çok değerli, yumurtalarını derelerde, dişinin anal ve kuyruk yüzgeci ile açtığı çukurların içine bırakan, kışın yumurtlayan türleri içeren bir familya. Yağ yüzgeçleri karakteristiktir. Yumurtlamak için tatlı sulara geçerler. alan kayası (Lat. Gobius quadrimaculatus, İng. Four-spotted goby) Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, kayabalığıgiller (Gobiidae) familyasına ait denizlerde yaşayan bir tür. alarga (İng. open sea) Açık deniz, engin. albedo (İng. albedo) Deniz yüzeyinden yansımış ışığın su yüzeyine gelen toplam ışığa oranıdır. albinism (İng. albinism) Pigment yokluğundan beyaz olması. albino (İng. albino) Anorman konjenital renkli pigment noksanlığı. albino balık (İng. albino fish) Hiç pigmenti olmayan balıklar. aldehit (İng. aldehyde) Alkolleri oksitlendirme veya asitleri indirgeme yolu ile elde edilen uçucu bir sıvı. aldrin (İng. aldrin) Özellikle DDT'ye dirençli zararlılara karşı etkili olan, klorlu hidrokarbon pestisit. aldosteron (İng. aldosterone) Böbrek üstü bezinin korteksinden salgılanan, böbrekten potasyum çıkarılması ve sodyum geri emilmesi üzerinde etkili olan bir steroid hormon. alel (İng. allele) 1. Kromozomun belli bir yerinde (lokus) görülebilen, bir genin değişik formları. 2. Bir karakter üzerinde aynı ya da farklı yönde etkili olan iki veya daha fazla genden herbiri. alelomorf (İng. allelomorph) Bir alele özgü bir karakter. alelotip (İng. allelotype) Bir populasyonda farklı alellerin görülmesi. alem (Lat. Regnum, İng. Kingdom) Canlıların sınıflandırılmasında sınıflandırmanın ilk basamağında kullanılan terim. allerjen (İng. allergen) Alerjiye sebep olan herhangi bir madde. alesital yumurta (İng. alecithal) Yumurta sarısı olmayan veya stoplazma içerisine dağılmış olan yumurta tipi. alevin (İng. alevin) 1. Balıklarda yumurtadan yeni çıkan vitellüs keseli yavruya verilen ad. 2. Salmo salar türünde yumurtadan çıkan yavruya verilen ad. alfa faktörü (İng. factor alpha) Aktif çamur ünitelerinde belli bir sıcaklıkta karma çözeltideki oksijen taşıma katsayısının, temiz sulardaki oksijen taşıma katsayısına oranıdır. alfa filokinon (İng. alpha phylocinon) K1 Vitamini. alfa heliks (İng. alpha helix) Proteinin ikincil yapısında bulunan ve düzenli olarak tekrarlanan sarmal yapı. alfa hücreleri (İng. alpha cells) Pankreasın langerhans adacıklarında glukagon salgılayan hücreler. alfa radyasyon (İng. alpha radiation) Nispeten düşük bir nüfuz gücüne sahip radyasyon. Bakınız: Beta radyasyon, Gamma radyasyon. alfa taksonomi (İng. alpha taxonomy) Tür düzeyindeki isimlendirme ve tanımlama ile ilgili taksonomi. alg çiçeklenmesi (İng. algal bloom) Mikroskopik alglerin aşırı çoğalması ve doğada gözle görülen koloniler pluşturması. alginik asit (İng. alginic acid) Esmer deniz yosunlarının hücre duvarları arasını dolduran ve alginat sanayiinin hammaddesini oluşturan polisakkarittir (yosunlarda % 16-42 düzeyinde bulunur). algisit (İng. algaecide) Yosunlara etkili zehirli kimyasal bir madde. algler (İng. Algae) 1. Gelişme sırasında embriyo teşkil etmeyen ve iletim dokusundan yoksun olan klorofil içeren büyük bitki gruplarından biri. 2. Tamamen ya da kısman su altında yaşayan veya nemli yüzeylerde büyüyen, bazı kimyasal elemanların bulunduğu koşullarda hızla çoğalan, klorofil ve diğer fotosentez pigmentleri içeren bitkiler. 3. Vücutları kök, gövde ve yaprak olarak farklılaşmamış, fotosentez yapan, sularda yaşayan prokaryot ya da ilkel bitki grupları. algoit (İng. algoid) Alglere benzeyen veya alglerin karakterini taşıyan. algoloji (İng. Algology, Phycology) Botaniğin, algleri inceleyen bölümüdür. Alg bilimi. alıcı (İng. receiver) Kirlilikten dolayı belirli risklere maruz bulunan canlı ya da cansız nesne. alıcı ortam (İng. receiving environment) Atıkların bırakıldığı çevre. alıcı su ortamı (İng. receiving water environment) Herhangi bir atığın doğrudan veya bir tasfiye işleminden sonra nihai olarak boşaltıldığı su ortamıdır. Alıcı sular. alışma (İng. adaptation) Canlı bir organizmanın yeni bir çevreye alışma ya da o çevreye dayanıklı hale gelme süreci. alimental göç (İng. alimental migration) Canlıların beslenmek amacıyla mevsimsel olarak bulundukları bölgeden başka bir bölgeye göç etmeleri. alimenter kanal (İng. alimentary canal) Sindirim kanalı. alize (İng. trade wind, the Trades) Tropikal bölgelerdeki denizlerde kesiksiz ve düzenli olarak esen bir takım rüzgarların genel adı. alkali (İng. alkali) 1. pH'si 7'nin üzerinde olan. 2. Alkali metallerin hidroksitleriyle amonyum hidroksitinin genel adı. Bu maddelerde, asitlerin kırmızıya çevrilmiş olduğu bitkisel mavi rengi eski durumuna döndürme özelliği vardır. alkali sertlik (İng. alcaline hardness, temporary hardness) Kaynamayla giderilen sertliktir. Bu sertlik, genellikle hidrojen karbonatlarının varlığından ileri gelmektedir. Geçici sertlik. alkali olmayan sertlik (İng. permanent hardness, residual hardness) Kaynatmayla giderilemeyen ve esas itibariyle, kalsiyum ve magnezyumun, sülfat, klorür, nitrat bileşiklerinden kaynaklanan sertliktir. Kalıcı sertlik. alkalilik (İng. alkalinity) Sulu çözeltilerin, hidrojen iyonları ile tepkimeye girebilme nicel kapasitesidir. alkalimetre (İng. alkalimetry) Alkalilerin saflık derecesini belirtmeye yarayan cihaz. alkarna (İng. trawl net) İstiridye, tarak, midye gibi kabuklu deniz hayvanlarını çıkarmak için, deniz dibini taramaya yarayan bir çeşit ağ. alkil (İng. alkyl) Alkol kökü. alkol (İng. alcohol) 1. Bira, şarap gibi sıvıların veya pancar, patates nişastasının şekere dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan glikoz çözeltilerinin mayalanmış özlerinin damıtılmasıyla elde edilen, kokulu, uçucu, yanıcı, renksiz sıvı ( C2H5 OH ), ispirto, etanol, etil alkol 2. İçinde bir ya da birden fazla-OH grubunun bir karbon iskeletine bağlandığı herhangi bir organik bileşik sınıfı. alkol fermantasyonu (İng. alcohol fermantation, ethanol fermentation) Piruvik asitten karboksil grubunun çıkarılmasıyla iki karbonlu asetaldehitin teşekkül ettiği ve bununda NADPH den elektron alması sonucu son ürün olarak etil alkolun oluştuğu metot. allantoyis (İng. allantois) Omurgalı hayvanlarda (memeli, sürüngen, kuş) sindirim kanalının art ucundan meydana gelen, embriyonun solunum ve beslenmesinde görevi olduğu gibi sidik kesesi görevi de yapan zarımsı kese. allogami (İng. allogamy) Karşılıklı döllenme. allogen süksesyonu (İng. allogenic succession) Bir ekosistemde yangın vb. gibi dış çevre koşullan değişimi sonucu oluşan bitki süksesyonları. allojenetik plankton (İng. allogenetic plankton) Belirli bir bölgede yaşayan, üreyen, gelişen fakat su hareketleri vs. ile başka bir yere taşınan plankton. Eksojenetik plankton. allojenik çökelme (İng. allogenic sedimentation) Kimyasal olaylar sonucu denizlerin belli bir bölgesinde oluşan ve daha sonra başka yerlere taşınan katı maddelerin çökelmesi olayıdır. allokarpi (İng. allocarpy) Meyvenin allogamiden sonra oluşumu. allometri (İng. allometry) Büyüme ile vücudun çeşitli kısımları arasındaki oranda değişme. allopatrik türleşme (İng. allopatric speciation) Bir türün farklı populasyonlarının farklı coğrafik alanlarda bulunması sonucu aralarında üreme işlevinin olmaması ve gen transferinin gerçekleşmemesi sonucu zaman içerisinde genotipik ve fenotipik değişimler meydana gelmesi ve bunun sonucu farklı türler ortaya çıkması. allopelajik (İng. allopelagic) Denizin sıcaklık veya soğukluktan etkilenmeyen herhangi bir derinliğinde yaşayan. allopoliployit (İng. allopolyploid) Farklı türlerin melezlenmesi ile elde edilmiş ikiden çok kromozom serisine sahip olan organizma. allorizik kök (İng. allorhizic root) Bitkilerdeki ana kök ve bu kökten meydana gelen yan köklere verilen ad. allosterizm (İng. allosterism) Bir bölgeye substratın bağlanmasının sonucu olarak bir proteinin geri kalan bağlanma yerinin reaktivitesinin artması olayı. allotoksin (İng. allotoxin) Organizma içinde zararlı zehirleri tahrip ederek koruyucu etki gösteren bir madde. Allotötis (Lat. Alloteuthis) Özellikle erkeğinde, vücudun ard kısmı sivri olan Kafadanayaklılar sınıfının Onayaklılar altsınıfından bir çeşit mürekkep balığı. allotrofi (İng allotrophic) Çeşitli gıdalarla beslenme imkanı. allozigot (İng. allozygous) İki homolog genin, kaynaklarının birbirinden bağımsız olduğu düşünülen bir homozigot. almaşık (İng. alternate) Almaşık dizilişte olan; her boğumda bir yaprak ve yapraklar arasında belli bir açı bulunan yaprak dizilişi. Alternat. alosa (Lat. Alosa alosa, İng. Allis shad) Tirsi balığı. alöron tanecikleri (İng. aleurone grains) Bitki tohumlarının endosperminde ve kotiledonlarda bulunan, protein, fitin ve hidrolitik enzimler içeren depo granülleri. alpaks (İng. alpax) Kolayca bükülebilen alüminyum ve silisyum karışımı. alt dudak (İng. labium) Gastropod kabuğunun ağzının iç kenarı. alt durumlu çiçek (İng. hypogin plant) Korolla, kaliks ve stamen halkalarının ovaryumun alt kısmında bulunduğu çiçek durumu. Hipogin çiçek. alt yüzey (İng. ventral) Bir canlının veya onun bir parçasının alt yüzeyi. Ventral. altalem (Lat. subregnum) Canlıların sınıflandırılmasında kullanılan bir terim olup, alemden daha küçük gruplar topluluğudur. altcins (Lat. subgenus) Bir cins içinde kurulan ikinci derecede (daha küçük) bir cins. altdal (Lat. subkladus) Canlıların sınıflandırılmasında daldan daha küçük gruplar topluluğu için kullanılan bir terim. Yeni sınıflandırma sistemlerinde artık kullanılmayan, kladus ile sınıf arasında bir kategori. altfamilya (Lat. subfamilia) Bir familyanın içinde kurulan ikinci derecede bir familya. Canlıların sınıflandırılmasında kullanılan bir terim olup, familyadan daha küçük gruplar topluluğunu anlatır. altfilum (Lat. subphylum) Canlıların sınıflandırılmasında filumdan daha küçük gruplar topluluğu anlamında kullanılan bir terim. altı yarıklı balık (Lat. Hexanchus griseus, İng. Bluntnose sixgill shark) Köpek balıkları (Selachii) takımının, altı yarıklıgiller (Hexanchidae) familyasından, 6-8 m kadar uzunlukta, Atlantik, Hint Okyanusu ve Akdeniz'de yaşayan bir balık türü. altı yarıklıgiller (Lat. Hexanchidae) Omurgalı hayvanlardan, balıklar (Pisces) sınıfının, köpek balıklan (Selachii) takımının, çift omurlular (Diplospondyli) alt takımından, 6-7 çift solungaçlan olan bir familya. altınbaş kefal (Lat. Liza aurata, İng. Golden grey mullet) Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, kefalgiller (Mugilidae) familyasından, solungaç kapaklannın üzerinde birer sarı leke bulunan, 30 cm kadar uzunlukta, Akdeniz ve Karadeniz'de yaşayan, eti lezzetli bir balık türü. altıparmak (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) Yaz aylarında 8-10 kg, kış aylarında 10-12 kg olan dört yaşındaki palamut balıklarına verilen ad. altsınıf (Lat. subclassis) Canlıların sınıflandırılmasında sınıftan daha küçük gruplar topluluğunu ifade eden bir terim; sınıf ile takım arasında bir kategori. Subklasis. altşube (Lat. subphylum, subdivisio) Bir şube içinde kurulan ikinci derecedeki şube. alttakım (Lat. subordo) Canlılann sınıflandınlmasında kullanılan takımdan daha küçük gruplar için kullanılan bir terim; takım ile familya arasında bir kategori. alttür (Lat. subspecies, ssp) Türün diğer alt birimlerinden taksonomik olarak farklı, coğrafik olarak sınırlandırılmış, aralarında gen alışverişi olan bölgesel bir topluluk. alturizm (İng. alturism) Bir bireyin, diğerinin yararı için kendi rahatını feda etme arzusu. alüvyon (İng. alluvion) Akarsular tarafından taşınan kil, kum, çakıl gibi kütle parçalarının, suyun akış hızının azalması sonucu elverişli yerlere birikmesiyle oluşan tortullar. alüvyon baraj gölleri (İng. alluvial dam lakes) Akarsuların akış hızlarının azaldığı alçak bölgelerde taşıdıkları aşınım materyalinin büyük bir bölümünü bırakmaları sonucunda nehir yatağı alüvyon seti ile kapanır ve arkasında sular birikerek bu tip gölü oluştururlar. alveol (İng. alveolus) 1. Akciğerlerde bronşçukların sonlandığı, gaz değişiminin yapıldığı küçük kese biçimindeki boşlukların son ucu. 2. İçi hava ile dolu kesecik, iç salgı hücrelerinin her biri. 3. Torba biçiminde küçük boşluk ya da genişlemiş kısım alveol kemik (İng. alveolus bone) Çene kemiğinin içinde diş kökü bulunan çukuru kapsayan bölge. alveolat (İng. alveolate) Bal peteği gibi oyuklu yüzey şekli. alyuvar (eritrosit) (İng. erythrocyte) Omurgalı hayvanlann kanında bulunan, memelilerde yuvarlak ve çekirdeksiz, sadece lama ve devede diğer omurgalılarda olduğu gibi, oval ve çekirdekli olan, içindeki hemoglobinle oksijeni bağlayarak taşınmasını sağlayan kırmızı renkli kan hücresi. Kırmızı kan hücresi. amber (İng. amber) Amber balığından çıkarılan güzel kokulu, kül renginde bir madde. amber balığı (Lat. Physeter macrocephalus, İng. Sperm whale) Balinagillerden, boyu 25 m’ye kadar çıkan, başı büyük, dişli, çok yırtıcı bir balık, ada balığı. ambulakral ayak (İng. ambulacral foot, tube foot) Tüp ayak. amebosit (İng. amebocytes) Amip benzeri hücreler. Ameboid. amensalizm (İng. amensalism) 1. Biri ötekinden olumsuz olarak etkilendiği halde ikincisinin birinci türün bulunmasından zarar görmeme durumu. 2. Genellikle bitkilerde yaygın olan amensalizm, bir türün sekresyonu ile diğer bir türün gelişmesinin durması halidir. amentum (İng. amentum) Çiçekleri tek eşeyli ve genellikle periantlan bulunmayan, ana ekseni eğilme yeteneğinde olduğundan sarkık duran, başak çiçek durumu. ameoboid (İng. amoeboid) Yalancı ayaklar (pseudopod) yardımı ile hareket eden belirli bir vücut şekline sahip olmayan tek hücreli heterotrof organizma. amerospor (İng. amerospore) Tek hücreli spor. ametal (İng. non-metal) Metal olmayan elementler klor, fosfor, oksijen. ametamorfoz (İng. nonmetamorphic) Bir metamorfoz geçirmeden ergin hale geçen hayvanların gelişme olayı. amfetamin (İng. amphetamine) Merkezi sinir sisteminde güçlü bir uyarıcı etkisin olan uyuşturucu madde. amfiaster (İng. amphiaster) Mitoz hücre bölünmesinde oluşan akromat vasıtasıyla birbirine bağlı yıldız. amfibi (İng. Amphibious) 1. İki yaşayışlı, hem suda hem karada yaşayabilen ing. amphibious. 2. Vertebralılarda kurbağaların da içinde bulunduğu sınıf. amfibiyotik (İng. amphibiotic) Çeşitli sebepler yüzünden yılın ya da ömürlerinin belirli devrelerinde yerlerini değiştiren (göç eden ) balıklardır. amfiblastik (İng. amphiblastic) Tam fakat birbirinden farklı bölünme (segmentasyon) gösteren (yumurta). amfiblastula (İng. amphiblastula) 1. Bazı süngerlerin spiküllerinde bulunan protein yapısındaki madde. 2. Porifera da görülen larva evresi. Bu evrede embriyonun arka kısmı granül halindeki arkeositten ve ön kısmı ise kamçılı hücrelerden ibarettir. amfidiploit (İng. amphidiploid, allotetraploid) Her biri farklı türden gelen iki kromozom takımı taşıyan tetraploit organizma. Allotetraploit. amfidrom (İng. amphidromous) Üreme faaliyeti dışında, hayatlarının belirli dönemlerinde düzenli olarak tatlı sulardan denizlere, denizlerden tatlı sulara göç etme, iki yönde gitme. amfidromik (İng. amphidromous) 1. Çevresinde eşit zamanlı gel-git çizgilerinin belli yönde döndükleri bir sıfır noktası. 2. Nokta okyanusların lokal olarak kapalı özellikteki bölgelerinin, sürtünmenin ve diğer faktörlerin dalga tepelerinin dönmesine neden olan hareketin olmadığı nokta. Dünya okyanuslarında amfidromik nokta mevcuttur. Bu zaman zaman düğüm olarakta adlandırılır. amfigenez (İng.amphigenous) Eşeyli üreme, eşeysel çoğalma. amfigoni (İng.amphigony) İki bireyin birleşmesiyle meydana gelen bir eşeysel çoğalma tipi. amfikarp (İng. amphicarpous) Biçimi veya olgunlaşma zamanı bakımından iki türlü meyvesiı olan. amfikaryon (İng. amphicarion) İki haploid kromozom serisine sahip olan çekirdek. amfinükleolus (İng. amphinucleolus) Çift çekirdekçik. amfinükleus (İng. amphinucleus) Büyük bir karyozoma sahip bir çekirdek. amfipatik (İng. amphiphatic) Bir molekülün yapısında hem hidrofobik hem de hidrofilik grubun bulunması. amfipirenin (İng. amphipyrenin) Çekirdek zarını teşkil eden madde. amfirinal (İng.amphirhinal) İki burun deliğine sahip, iki burun deliği olan. amfisel (İng. amphicoele) Eklemli iki yüzü içbükey olan omurgaya veya omurları bu şekilde olan hayvanlara verilen isim. amfisol (İng. amphicoelous) İki tarafı çukur. amfisperm (İng.amphispermous) Tohumu perikarp ile sıkıca örtülü. amfistilik (İng. amphistylic) 1. Amfistil karakteri gösteren, yani çenesi kafatasına hem dil tabanı kemikleri ve hem de kuadrad kemikleri ile bağlı olan. 2. Köpek balıklarında bir çeşit çene bağlantısı. amfistom (İng. amphistomous) Vücudun her iki ucunda da vantuzu bulunan. amfistomatik (İng. amphistomatous) Her iki yüzünde de gözenekler bulunan. amfistomatik yaprak (İng. amphistomatic leaf) Hem alt hem de üst yüzeyde stoma taşıyan yaprak. amfitesyum (İng. amphithecium) Yosun kapsülünün dış ve çevre kapsülü. Yosunlarda embriyonun dış tabakasını veren doku. amfitoki (İng. amphitoky) Hem erkek ve hem de dişilerin partojenik üremesi. amfitriş (İng. amphitrichous) Bakterinin her iki ucunda da flagellum demetinin bulunması. amfitrop (İng. amphitroph) Tohum taslağının 90° dönerek sapının (funikulus) taslağa yandan bitişik gibi göründüğü tohum taslağı. amfitropal (İng. amphitropical) Yumurtacığı ters dönmüş ve tohum göbeği bir yanın ortasına düşmüş. amfizem (İng. emphysema) Şişirme, şişme, şişkinlik. amfofil (İng. amphophile) Hücre protoplazmasının, hem asit, hem baz boyar maddeleri bağlayan taneciklerine verilen ad. amfolit (İng. ampholyte) Çözücünün (medium) PH değerine göre solüsyona H+ veya CHiyonları verebilen madde. Bir asit veya bir baz rolü oynayarak, aynı anda faklı tipte iki elektrolitik ayrışmaya uğrayan madde. amfolitoit (İng. ampholytoid) Hem asit ve hem de bazik özellik gösteren madde. amfoterik (İng. amphotheric) Hem asit hem baz karakteri taşıyan madde. amfoterik molekül (İng. amphotheric molecule) Aynı zamanda hem asit, hem de baz yüklü olan molekül. amiboyit hareket (İng. amoebism, amoeboid movement) Amibin hareketine benzeyen yani yalancı ayaklarla hareket. Amiboyizm. amiboyizm (İng. amoebism) Tek hücrelilerin yalancı ayakları yardımıyla yer değiştirmesi. amidaz (İng. amidase) Amid bağlantılarını parçalayan fermend. Aminli bileşimler ve azotlu materyalden amonyak ayrışması sağlayan bir enzim. amiiform (Lat. Amiaforma) Balıklarda sadece dorsal yüzgecin kullanılmasıyla yapılan yüzme hareketi. amiksis (İng. amixis) İki tür arasında çaprazlanma imkansızlığı. amiktik (İng. amictic) 1. Döllenmeyen yumurtadan partonegenetik olarak dişi gelişmesi. Böyle yumurtalar geliştiren dişi birey. 2. Yüzeyi her zaman donmuş göller için kullanılır. amiktik göller (İng. amictic lakes) Dikey yönde su sıcaklığında değişimi olmayan ve dolayısıyla termal tabakalaşma göstermeyen göllerdir. amilaz (İng. amylase) Nişastayı parçalıyarak maltoz veya malt şekline çeviren bir sindirim enzimi. Tükürükte bulunan haline “Pityalin" adı da verilmektedir. amilobakter (İng. amilobacteria) Havasız yerde yetişebilen bir bakteri çeşidi. amiloplast (İng. amyloplast) Bitkilerde, renkli olup nişasta oluşumuna yarayan granül. Yedek nişasta meydana getiren plastidler. amilostatolit (İng. amylostatolith) Statolit şeklinde vazife gören bir nişasta granülü. amiloz (İng. amylose) Nişastayı teşkil eden iki uzun polimer moleküllerinden düz zincir seklinde olanı. aminasyon (İng. amination) Organik bir cismin molekülüne NH3 radikalinin sokulması. amino (İng. amine) Organik bileşiklerde bir amin görevi bulunduğunu gösteren ön ek. aminoasit (İng. amino acid) Proteinlerin yapı taşıdır. Bir amino asit, amino grubu (NH 2) ile bir karboksil grubu (COOH) taşıyan bileşiklerdir. Çok sayıda amino asit birleşerek proteinleri oluşturur. amip (İng. amoeba) Kökayaklılar sınıfının Amipler takımından bir cins. Sularda yaşayan tek hücreli hayvanlardır. A. proteus tatlı sularda özgür yaşayan bir amip türüdür. amipler (Lat. Amoebae) Bir hücreli hayvanların (Protozoa) Kökayaklılar sınıfından (Rhizopoda) bir takım (Amoebozoa). Bir veya bazen çok çekirdekli, yalancı ayakları top veya yaprak biçiminde olan, çıplak veya kendi saldıkları bir kabukla örtülü, özgür olarak tatlı su ve denizlerde, asalak olarak insanların bağırsağında yaşayan küçük hayvanlar. amipsi hareket (İng. amoebism) Bir hücrenin yalancı ayaklar yoluyla yaptığı hareket. amitotik bölünme (İng. amitotic division) Hücrenin boğumlanarak ikiye bölünmesi, amitoz bölünme. amitoz (İng. amitosis) Eşeysiz bölünme. amiyoz (İng. ameiosis) Sinapsis sırasında kromozomların çiftleşmemesi. amensalizm (İng. amensalism) Simbiyotik ilişkinin bir çeşiti olan bu ilişkide, türlerden birisi diğerinden zarar görür. Ancak diğeri hiçbir etki (yarar veya zarar) almaz. ammonitler (İng. ammonites) Yumuşakçalardan kafadan ayaklılar (Cephalopoda) sınıfının, bugün tükenmiş olan türlerine ait birçok taşıl olmuş kabuklar. Özellikle mezozoik devrinde bol bulunan, notilus'a (Nautilus) benzer yassı ve yay gibi kıvrılmış olan kabuklar. ammosöt (İng. ammocoete) Yuvarlak ağızlılarda, kendilerini kuma gömerek yaşayan, gözleri deriyle örtülü, etsi ve dişsiz bir oral başlığı ve yutakta besin parçalarını yemek borusuna göndermeye yarayan silli hücreleri bulunan larva tipi. amniyojenez (İng. amniocentesis) Amniyonun oluşumu. amniyon (İng. amnion) Amniyonlu hayvanlarda (sürüngen, kuş, memeli) bulunan ve dölütü örten bir iç zar. Omurgasız hayvanlardan böcekler ve akreplerde de vardır. amniyonlular (İng. Amniota, Amniotes) Embriyonlarında bir amniyona sahip olduklarından yüksek omurgalı hayvanlara verilen genel bir addır. amniyonsuz (İng. anamniote) Embriyonlarında amniyon zarı olmayan. amniyonsuzlar (İng. Anamniotes) Embriyolarında bir amniyona sahip olmadıklarından dolayı ilkel omurgalı hayvanlara (yuvarlak ağızlılar, balıklar, amfibyumlar) verilen genel ad. amniyos (İng. amnios) Dölütü kaplayan zarların en iç taraftaki, blastodermin dış yaprağından meydana gelir ve bir sıvı ile (amniyos suyu) dolu tam bir kesedir. amonifikasyon (İng. ammonification) Amonyak meydana getirmek üzere amino asitlerden amino grubunun çıkarılması. amonyak, NH3 (İng. ammonia) Protein metabolizması sonucu oluşan azot ve hidrojen bileşimi olan keskin kokulu bileşik. amonyaklama (İng. ammonification) Nitratların ve nitritlerin bakterilerce amonyum bileşiklerine indirgenmesi. amonyaklayıcı bakteriler (İng. ammonia-oxidizing bacteria) Atık sularda veya katı atıklarda amonyak açığa çıkaran bakteriler. amonyoliz (İng. ammoniolysis) Bir maddenin, hidroliz olayını andıran bir şekilde, amonyak etkisiyle kimyasal bozulması. amonyum (İng. ammonium) Amonyaklı tuzlarda maden rolü oynayan tek değerli bir bileşim kökü. amorf (İng. amorphous) Belli ve belirli biçimi olmayan. amöbosit (İng. amoebocyte) Amip şekline ve özelliklerine sahip herhangi bir hücre. Yalancı ayaklar yardımıyla hareket eden serbest hücreler. Derisi dikenlilerin sölom sıvısında bulunan bir hücre. amöboyit hücre (İng. ameoboid cells) Süngerlerde dermal tabaka içinde bulunan mezogleaya gömülü amöboyit hareketli hücreler. ampleksikol (İng. amplexicaul) Bitkilerde sapsız yapraklarda, yaprak tabanındaki kulakçıkların gövdeyi tamamen sarması. amplitüd (İng. amplitude) Bir bölgede oluşan gelgit arasındaki farktır. ampulla lorenzini (İng. Ampullae of Lorenzini) Köpek balıklarında duygu epiteli içeren, lümen ve kanalı jelatmimsi sıvı ile dolu, sıcaklığa, elektriksel ve kimyasal maddelere cevap veren organ. Ampulsü organ. ampül (İng. ampullae) Bir echinodermin tüp ayaklarına tutunarak su rezervi gibi rol oynayan yapı. ana akarsu (İng. main stream) Bir havzada mevcut akarsu tali kollarının birleşerek meydaan getirdiği en üst derecede akarsu yatağı. ana atardamar (İng. aorta) Kanı vücuda taşımak üzere kalpten çıkan büyük atardamar. Aort. ana deniz (İng. ocean) Kıtaları birbirinden ayıran engin deniz, okyanus, umman. ana ırmak (İng. main stream) Bir akarsu ağzında genişliği, derinliği ve suyun çokluğu bakımından başta gelen ırmak. anabas (Lat. Anabas testudineus, İng. Climbing perch) Küçük kemikli bir balık olup, dikensi solungaç kapaklarıyla akarsu kenarındaki çalı ve ağaçlara tırmanırlar (Brankia odacıklarında kıvrımlı şeritleri vardır). Hayvan bu sayede atmosferdeki havayı solunur ve böceklerle beslenerek günlerce ağaç üstünde kalabilir. Anabaena (Lat. Anabaena) Planktonik, hücreleri mavi-yeşil, siyahımsı, mor gri flamentler biçiminde olan koloniyal bir mavi-yeşil alg cinsi. anabiyon (İng. anabion) Anabolik işlemlerin katabolik işlemlerden daha fazla olduğu organizma. anabiyoz (İng. anabiosis) Uzun veya kısa bir süre sessizlik halinde yaşadıktan sonra hayata dönüş, tekrar canlanma, dirilme; bazı canlı varlıkkların, tohumların ve sporların, kurudukları halde, kaybetmiş oldukları suya kavuşunca dirilmelerini sağlayan nitelik. anabolik reaksiyonlar (İng. anabolism, anabolic reactions) Enerji toplama, yani hücresel madde yapımını ve büyümeyi sağlamak üzere basit moleküllerin karmaşık molekülleri oluşturmasına neden olan kimyasal reaksiyonlar. Anabolizma. anaç (İng. mature) Büyüyerek yavru veya yemiş verecek duruma gelen. anadolu alabalığı (Lat. Salmo trutta macrostigma) Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, alabalıkgiller (Salmonidae) familyasından, 25-50 cm kadar uzunlukta, üstünde büyük lekeler bulunan, Türkiye' nin tatlı sularında yaşayan bir tür. anadrom balıklar (İng. anadromous fish) Üreme periyodunda denizden tatlısuya geçen (mersinbalıkları ve sombalıkları gibi) balıklardır. Bunlara potamotok adı da verilir. anadrom (İng. anadromous) Her yıl çoğalmak için (som balığı, çığa balığı, deniz alası gibi) denizden (tuzlu sudan) nehirlere (tatlı suya) çıkan balıklar için söylenir. anaerobik (İng. anaerobic) Hava veya serbest oksijenle temasta bulunmaksızın yaşayan ve üreyen mikroorganizmalar. anaerobik bakteri (İng. anaerobic bacteria) Elementel oksijensiz ortamda üreyebilen bakteridir. anaerobik çürüme (İng. anaerobic decomposition) Organik yükü yüksek atık suyun havasız koşullarda arıtılması süreci. anaerobik prosesler (İng. anaerobic process) Oksijenin olmadığı ortamda faaliyet gösteren sistemlerdir. Bu sistemlerde arıtma işleminin hızlandırılması için mekanik karıştırıcılar ve ısıtıcılar kullanılabilir. anaerobik solunum (İng. anaerobic respiration) Hücrede moleküler oksijenin kullanılmadığı bir solunum şeklidir. anaerobiyont Anaerob olarak yaşayan canlı. anaerobiyoz (İng. anaerobiosis) Serbest hava veya oksijen taşımayan bir ortamda yaşama, serbest hava ihtiyacı duymadan yaşama. anafaz (İng. anaphaz) Mitoz ve mayoz bölünmelerinin üçüncü evresi. Mitozda ortalarından yarılmış kromozomların her bir yarımının iğin kutuplarına doğru hareket etmesi, mayozda homolog kromozom çiftlerinin herbirinin bir kutba çekilmesi. anaflaksis (İng. anaphylaxis) Organizmanın yabancı protein ya da başka maddelere karşı normalin üstünde aşırı reaksiyonu anafor (İng. eddy) Su yüzeyine görüntü veren adacık, kaya ve bunlara çarparak bu görüntülerin akıntı altında kalan kuytuluklarında oluşan suyun bir merkezi etrafında dönmesine verilen isim. anagenez (İng. anagenesis) Dokuların yenilenmesi. anakök (İng. primary root) Tohumdan ilk meydana gelen kök olup yer çekimi doğrultusunda uzanır. İkiçenekli bitkilerde uzun ömürlüdür ve üzerinden yan kökler çıkar. Bir çenekli bitkilerde kısa ömürlü olup ortadan kalkar. anal (İng. anal) Anüse ait. anal papilla (İng. anal papilla) Bazı balık gruplarında anüsün arkasında, genital deliğin önünde bulunan çıkıntı. anal yüzgeç (İng. anal fin) Anüsün arkasında bulunan yüzgeç. analog (İng. analogous) Kök bakımından değişik, fakat görev bakımından benzer olan yapı serilerinin herbiri. (Ör Midye ve balık solungaçları). Dış görünüşleriyle birbirine benzeyen organlar. anamorf (İng. anamorph) Yumurtadan çıkan, henüz eklemleri ve ayakları tamamlanmamış olan bazı çok ayaklılar için söylenir. Bunlarda vücudun arka kısmı sonraları farklılaşır. anastomoz (İng. anastomosis) Arterlerin, venlerin, sinirlerin, yaprak damarlarının ve vücudun birçok bölgesindeki çok ince uç dallarının birleşerek ağ meydana getirmesi. anastral mitoz (İng. anastral mitosis) Karakteristik olarak bitkilerde görülen, iğ ipliklerinin oluştuğu, fakat sentriol veya asterlerin bulunmadığı bir mitoz bölünme tipi. anatomi (İng. anatomy) Hayvan ve bitkilerin yapısını, doku özelliklerini, doku ve organların birbiriyle olan ilşkilerini inceleyen biyoloji dalı. anatrop (İng. anatropous) Tohum taslağını plesentaya bağlayan sap olan funikulusa göre 180 derece dönmüş, ters tohum taslağı. ançüez (İng. anchovy) Genellikle hamsi, çaça, sardalye ve tirsi gibi balıklardan yapılan tuzlu ve yağlı ezme androgenez (İng. androgenesis) Dişi gametin çekirdeğinin döllenmeye katılmaması ile sadece babadan gelen kromozomları taşıyan embriyonun gelişmesi. Erkek gametin gelişmesi. androjen (İng. androgen) Testesteron ya da öteki erkek eşey hormonlarından biri gibi erkek özelliğini veren herhangi bir madde. androkeum (İng. androecium) Bitkilerde erkek organlar topluluğu. andromonoik (İng. andromonoecious) Bitkilerde, erkek çiçekler ile beraber er dişi çiçeklerin de bulunması durumu. anemi (İng. anemia) Kanda, hemoglobin ya da kırmızı alyuvarların normalin altında olması. Kansızlık. anemofili (İng. anemophily) Rüzgar yoluyla meydana gelen tozlaşma. Anemogami. anemokor (İng. anemochory) Esas itibariyle rüzgarla dağılan tohumlar için kullanılır. anemometre (İng. anemometer) Rüzgarın hızını ölçen alet. anensefali (İng. anencephaly) Beyine sahip olmama durumu, beyinsizlik. anenteron (İng. anenteron) Supranormal sıcaklığa maruz kaldığı için malformasyona uğramış olan blastula. angiospermae (İng. angiospermae) Kapalı tohumlular sınıfı. angiospermler (İng. angiosperms) Gerçek çiçek ve meyveye sahip, tohumları kapalı bir ovaryum içinde bulunan bitkiler. Kapalı tohumlular. angstrom (İng. ångström) Angström tarafından yapılmış olan bir uzunluk birimi olup, ışığın dalga boyu ölçümünde kullanılır. Milimetrenin on milyonda biri. Sembolü Å. anguilliform (İng. anguilliform) Yılan şekli. angular (İng. angular) Birçok omurgalılarda alt çenede bulunan zarsı kemik. angulat (İng. angulate) Lamina tabanı açı biçiminde olan yapraklar. anhidrik (İng. anhydration) Susuz. anhidrit (İng. Anhydride) Genellikle kaya tuzu ve alçı taşı ile birlikte bulunan doğal, susuz kalsiyum sülfat anhidrobağlar (İng. anhydro bonds) İki molekül arasında su çıkma yoluyla oluşan bağlar, örneğin, bir molekülden OHˉ, ötekinden H iyonu çıkararak. anhidröz (İng. anhydrous) Susuz, su içermeyen. animal kutup (İng. animal pole) Vitellüslü yumurtada yumurtanın vitellüssüz bölgesinin karşı vejetatif kutba göre daha hızla bölünerek blastulanm geliştiği çok sayıda küçük hücrenin bulunduğu kısım. animalia (İng. animalia) 1. Mevcut ya da nesli tükenmiş olan tüm hayvanları içeren taksonomik seviye. 2. Hayvanlar alemi animalis (İng. animal) Canlı ile ilgili. anisospor (İng. anisospore) Morfolojik ve cinsiyet bakımından birbirinden farklı olan sporlardır. anizofili (İng. anisophylly) Bir bitki türünde komşu yapraklar arasında, hatta aynı nodyumdaki yapraklar arasında büyüklük bakımından farklılık olması. anizogamet (İng. anisogamet) Değişik yapı ve büyüklükte olan ve birleşen iki eşey hücresinden herbiri. Eş olmayan gamet veya farklı yapı ve büyüklükte olan ve birleşen iki gametten biridir. Eş olmayan gamet. anizogami (İng. anisogamy) Farklı şekil, büyüklük ve yapıdaki gametlerin birleşimiyle yapılan eşeyli üreme şekli. anizogamik (İng. anisogamous) Oogamik türler tarafından üretilen gametlerin aksine, yalnızca büyüklükleri farklı gametlerin birleşmesiyle gerçekleşen üreme. anizokarp (İng. anisocarpous) Diğer çiçek çemberlerinden daha az karpele sahip. anizokotil (İng. anisocotyly) Bir tohumcuktaki çeneklerin (kotil) farklı büyüklükte olması durumu. anizositoz (İng. anisocytosis) Kırmızı kan hücrelerinin boylarında görülen değişiklikler. anizospor (İng. anisospore) Eşey ve şekil olarak birbirinden farklı olan sporlar. anizotrop (İng. anisotropic) Çift kırılma. Eşit olmayan. anizotropik bant (İng. anisotropic band) A bandı. anket (İng. survey) Bir konu için soru sorarak yapılan işlem annulus (Lat. Annulus) Balıkların kemiksi yapılarında oluşan yıllık halka. anoksia (İng. anoxia) Çevrede canlı için gerekli oksijenin bulunmayışı. Gerekli oksijenin alınamayışı sonucu doku ve organlarda beliren oksijen yokluğu. anomali (İng. anomaly) Doğuştan şekil bozukluğu. anoreksi (Lat. anorexy, İng. anorexia,) İştahsızlık. anot (İng. anode) Bir eloktrolitte elektrik elektrik akımının gelip bağlandığı ve içeri girdiği uç. anovari (İng. anovaria) Yumurtalık yokluğu. anöploidi (İng. aneuploidy) Normal diploid kromozom sayısından bir veya daha fazla kromozomunun eksik ya da fazla olması olgusu. anöploit (İng. aneuploid) Haploit sayının tam katlarından daha az ya da daha fazla sayıda kromozom taşıyan organizma. antagonizm etki (İng. antagonism effect) İki kimyasal maddenin birlikte bulunduğu zaman birbirlerine tesir etmeleri (ör. 2+3=4 veya 3+0=1). antedon (Lat. Antedon) Derisidikenliler altfilumunun, Denizlaleleri sınıfından bir cins. Erginleri özgür hareketli olur. Kolları on tanedir. Antedon mediterranea türü 15cm kadar olup Akdeniz’de yaşar. antedorsal (İng. antedorsal) Balıklarda sırt yüzgecinin önünde bulunan (herhangi bir oluşum). anten bezi (İng. antennal gland) Yengeç ve istakozların boşaltım organları. anten (İng. antenna) Duyarga. antennula (İng. antennul) Duygu filamentleri teşekkül etmemiş olan anten. anter (İng. anther) Çiçekli bir bitkide erkek organlardan biri, içinde haploid mikrospor ya da polen taneciklerinin oluştuğu polen keselerini içeren stamen kısmı. anteridyum (İng. antheridium) Çiçeksiz bitkilerde ve mantarlarda erkek gametleri oluşturan kısa, silindirik yapıdaki kese. anteriyör (İng. anterior) Ön; önde bulunan; ön tarafta bulunan; önde. anterozoid (İng. antherozoid) Mantarlarda hareketli eşeysel hücre. anti (İng. anti) Karşı. antiasit (İng. antacid) Asit giderici. antibakteriyel (İng. antibacterial) Bakteri önleyen. antibiyotikler (İng. antibiotics) Mikroorganizmalar tarafından meydana getirilen ve seyreltik çözelti halinde bakterilerin ve mikroorganizmaların gelişmesini engelleme, ya da onları tahrip etme yeteneğine sahip maddeler, insan, hayvan ve bitki hastalıklarının tedavisinde geniş ölçüde kullanılmıştır. antibiyoz (İng. antibiosis) Karşılıklı antagonizma durumu. antidiüretik hormon (İng. antidiuretic hormone, vasopressin) Böbreklerden suyun geri emilmesini sağlayan ve hipofizin arka lobundan salgılanan hormon. antifouling (İng. anti-fouling) Fouling organizmaların gelişimini engelleyen organizmalardır. antijen (İng. antigen) Bir organizmada özgül antikorların yapılmasını başlatan protein ya da protein polisakarit bileşiminde bir yabancı madde. antikal (İng. antical) Bir dal, sap veya yaprağın üst yüzü. antikoagülan (İng. anticoagulant) Kanın pıhtılaşmasını önleyen madde. antikodon (İng. anticodon) tRNA'daki üçlü baz dizilişi. antikor (İng. antibody) Belli bir antijene bağlanan ve bağışıklık sistemindeki B lenfositleri tarafından üretilen bir protein. antimer (İng. antimeres) İki simetrili bir hayvanın sağ ve sol parçalarının her biri; ışınsal simetrili hayvanların herbir simetrik kısmı. antimetabolitler (İng. antimetabolite) Normal fizyolojik işlev için gereksinen maddelere sıkı yapısal benzerlik gösteren maddeler, esas metabolitin kullanılmasını engelleyerek ya da onun yerini alarak etkisini gösterir. antimikrobiyal (İng. antimicrobial) Mikrobiyal büyümeyi önleyen kimyasal ya da biyolojik maddeler. antioksijen (İng. antioxygen) Az bir miktarı bile, kendinden oksitlenmeyi önleyen maddelere verilen ad. antisepal (İng. antisepalous) Çiçeklerde sepallerin karşısında olan. antiseptik (İng. antiseptic) Vücudun çeşitli kısımlarını mikroplardan arındırmada kullanılan kimyasal madde. antitoksik (İng. antitoxic) Toksin giderici. antitoksin (İng. antitoxin) İnsan ve hayvan vücudunun, içine giren bakteri zehirlerini zararsız duruma getirmek ve onlardan korunmak için çıkardığı madde veya antikor. Panzehir. antiviral protein (İng. antiviral protein) Virus çoğalmasını durduran bir protein. antivirüs (İng. antivirus) Eskitilmiş bakteri kültürlerinde meydana gelen ve mikroplardan süzme veya santrifüj yoluyle ayırt edilebilen spesifik madde. antodyum (İng. anthodium) Bileşik bir bitkide çiçek tepesi. antofil (İng. anthophilous) Çiçek seven. Çiçekler üzerinde beslenen, yaşayan. antofor (Lat. anthos, İng. anthophore) Çiçek zarfının çanak ve taç arasında uzaması. antokarp (İng. anthocarp) Olgunlaşmış yumurtalıkla tohumdan ibaret meyve. antokodiyum (İng. anthocodium) Sölenteratların kolonilerden Alcyonoria’larda beslenme merkezlerinin (oral) uçları. antoksantin (İng. anthoxanthin) Sarı renkli çiçeklerde, tane şeklinde veya erimiş halde bulunan, glikozit tabiatında soluk sarı renkli bir boya maddesi. antosiyan (İng. anthocyans) Hücre kofullarında eriyik halde bulunan, çiçek ve meyvelerin mavi, mor ve erguvani renklerini veren, önemli bir boya (renk) maddesi. antosiyanin (İng. anthocyanins) Kırmızı, mor ve mavi çiçeklerdeki bir renk maddesi. Hidrolize olunca antosiyonidin ve şeker meydana getiren glikozitler. antotaksi (İng. anthotaxis) Çiçeklerin bir eksen üzerindeki dizilişi (düzeni). antropobiyoloji (İng. anthrophobiology) İnsan hayat belirtilerinin ve kurallarının araştırılması. antropocoğrafya (İng. anthropogeography) Coğrafi çevrelerine göre insan toplulklarının yeryüzündeki dağılışını inceleyen coğrafya dalı. antropofil (İng. anthropophily) Bir bölgeye insan eliyle getirilen veya yaşadıkları bölgedeki şartlar insan tarafından hazırlanılan bitkiler için kullanılır. antropofit (İng. antropophyt) Kültivasyon sırasında kazaen olarak ithal edilmiş bitki. antropogen kirlilik (İng. anthropogenic pollution) İnsanlar tarafından sularda meydana getirilen kirlilik (evsel ve endüstriyel atıkların oluşturduğu kirlilik). antropojen (İng. anthropogenic) Doğal bitki örtüsünün insanların çeşitli etkinlikleri sonunda özelliklerini yitirmesiyle ortaya çıkan yeni bitki örtüsü. antropoloji (İng. anthropology) İnsanbilim. antropolojik (İng. anthropological) İnsan etkisiyle oluşan. antrum (İng. antrum) Organizmadaki bazı boşluklara verilen ad. anüs (İng. anus) Sindirilemeyen artıkların çıkarıldığı, sisteminin arka ucundaki açıklık. anyon (İng. anion) Negatif elektrikle yüklü iyon. aort (İng. aorta) Kalbin vücuda kan pompaladığı büyük atardamar; ana atardamar. apandis (İng. appendix) İnce bağırsak ile kalın bağırsağın birleştiği yerde parmak şeklinde bir çıkıntı. apandisit (İng. appendicitis) Apandisin iltihaplanması. aparat (İng. apparatus) Aygıt, gereç, araç apatit (İng. apatite) Doğada kemik dokuda bulunan, içinde flüor veya klor olan doğal kalsiyum fosfat apeks (İng. apex) Salyongoz kabuklarında ilk kıvrımın bulunduğu tepe (uç) bölgesi. apendiks (İng. appendix) Ek. aperiyodik (İng. aperiodic, nonperiodic) Periyodik olmayan, zamansız, süresiz. apertür (İng. aperture) Aralık, delik, açıklık. apertür branşialis (İng. aperture bronchialis) Sayıları balık gruplarında farklı olan ağızdan alınan suyun dışarı verildiği açıklık. Solungaç açıklığı. apetal (İng. apetalous) Taç yaprakları ya da korollası bulunmayan çiçek. apikal (İng. apical) Bir organın tepe veya uç kısmı. apikal meristem (İng. apical meristem) Kök, gövde ve bunların yarı organlarının uçlarında bulunan meristem hücreler. apikül (İng. apiculus) Bazı bir hücreli hayvanların tepe kısmında bulunan küçük bir çıkıntı. aplanogamet (İng. aplanogamete) Hareket yeteneği bulunmayan veya hareket etmeyen gamet. aplanospor (İng. aplanospore) Bazı su yosunları tarafından meydana getirilen kalın duvarlı spor. Hareket etmeyen spor. aplasental (İng. aplacental) Plasentasız. aplazi (İng. aplasia) Vücutta bir organ veya dokunun eksikliği. apnömonlar Denizhıyarları takımından derisidikenliler grubu. Özellikleri, su akciğerleri denilen solunum organlarının olmayışı. apodem (İng. apodeme) Eklembacaklaılrda kütikülün iç iskelet teşkil edecek şekilde gelişmesi. Böceklerde toraksın iç tarafında lateral olarak gelişmiş kitinli bir çıkıntı. apoenzim (İng. apoenzyme) Enzimin protein kısmı; tam işlevsel enzim haline gelmek için özgül bir koenzime gereksinme duyar. apofil (İng. apophyllous) Yaprakları birbirinden ayrı olan (çiçekler). apofiz (İng. apophysis) Kemiğin uç çıkıntısı. apogami (İng. apogamy) Eşey organlarının olaya girmediği bir üreme şekli. apogon (Lat. Apogon) Levrekgiller familyasından, sıcak denizlerde yaşayan kemikli bir balık. Bir Akdeniz türü olan Apogon imberbis yumurtalarını ağzına alarak kuluçka çıkarır. apojini (İng. apogynous) Dişi organlarda eşeysel üreme yeteneğinin kaybolması. apokarp (İng. apocarpous) Birbirinden tamamen farklı iki veya daha fazla karpelden ibaret olan. apomayoz (İng. apomeiosis) Mayoz bölünmeye uğramaksızın meydana gelen tetrasporların, sporlu bitki halinde gelişmesi. apomiksi (İng. apomixis) Bitkilerde görülen ve partenogeneze benzeyen bir üreme şekli. Meyoz bölünmeye uğramamış veya döllenmemiş hücrelerle üreme olup üç şekli vardır Yumurtasız üreme, döllenmesiz üreme, sporlanmaksızın üreme. apopetal (İng. apopetalous) Petalleri noksan olan. apoplast (İng. apoplast) Bir bitkide hücre çeperinden ve hücreler arası alanlardan oluşan ağ. Bitkinin içerisinde hücreler arasında suyun geniş bir şekilde hareketine izin verir. apoptozis (İng. apoptosis) programlanmış hücre ölümü; etraftaki hücrelere zarar vermeden bir hücrenin ölmesi ya da fagositik hücreler tarafından yok edilmesi. aporogami (İng. aporogamy) Çiçek tozu borusunun başka yollardan yumurtalığa girerek döllenme yapması hali. aposit (İng. apocyte) Hücre çeperiyle bölünmemiş çok çekirdekli protoplazma kütlesi. apospori (İng. apospory) Sporla çoğalan bir bitkinin eşeyli devreden sonra, meyoz bölünmeye uğramaksızın, yani sporlanmaksızın gelişmesi. apotip (İng. apotype) Türün tanımı sırasında fotoğrafı çekilmez üzere kullanılan birey. ara faz (İng. interphase) İki mitoz bölünmesi arasındaki evre. Arapayma (İng. Arapaima) Kemiklibalıklar takımının Kemik-dilligiller familyasından bir balık türü. En büyük tatlı su balıklarından biridir. Uzunluğu 5 m, ağırlığı 200 kg olur. Eti yenir. Güney Amerika’nın kuzeyindeki ırmaklarda yaşar. arboretum (İng. arboretum) Doğru biçimde etiketlenmiş odunsu ve otsu bitkilerin teşhisi ve bilimsel araştırmalar amacıyla bir araya getirilip yetiştirildiği ortamlar. arenikola (Lat. Arenicola marina, İng. Lugworm) Kıllıayaklılar (Chaetopoda) sınıfının, çokkıllılar (Polychaeta) takımından, boyu 10-15 cm olan, vücudunun sırt bölgesindeki bazı segmentlerde kırmızı renge sahip dallı solungaçlar bulunan ve sediment içerisine J veya L şeklinde kendini gömerek yaşayan halkalı solucan türü. arıtma (İng. clarification) Atık su veya gazların kirleticilerden temizlenmesi işlemlerinin tümü. arillus (İng. aril) Döllenme sonrasında, bazı tohumların üzerinde oluşan ek örtü. aristo feneri (İng. Aristotle’s lantern) Denizkestanelerinin 20 parçadan yapımış ve fenere benzeyen çiğneme aleti. aritmetik artış (İng. arithmetic growth) Eldeki miktarın her seferinde, sabit bir miktar eklenmesiyle artışı. aritmik (İng. unrythmical) Ritimli olmayan. Düzensiz. arkadaş hücreleri (İng. companion cells) Kapalı tohumlu bitkilerde odun borusu hücrelerinin yanında bulunan özelleşmiş parankima hücreleri. Arkegon (İng. archegonium) Açık tohumlularda ve daha ilkel bitkilerde (yosunlar ve eğreltiotlarında) yumurta hücresini meydana getiren ve içerisinde taşıyan dişi organ . arkegonyofor (İng. archegoniophore) Bir tal taşıyan arkegonların bir dalı. arkegonyum (İng. archegonium) Genellikle şişe biçiminde, bir sıra verimsiz hücre tabakasıyla çevrilmiş boyun, karın kanal hücreleriyle yumurta hücresinden meydana gelmiş üreme organı. arkenteron (İng. archenteron) 1. Gastrulanın ortasında endoderme sarılı boşluk, ilk barsak. 2. Genç bir embriyoda sindirim boşluğunu oluşturacak olan boşluk. arkeosit (İng. archaeocyte) Süngerlerde, besin depolayan amoeboid hücrelere verilen ad. arkeostomat (İng. archaeostomatous) Ağzın oluşumu ile sonuçlanan ilkağızı (blastospor) olan. arkespor (İng. archespore) Çiçekli bitkilerde polen kesesinin en iç kısmını oluşturan ve poleni meydana getiren tabaka. arketip (arkitip) (İng. architype) Bir tür ya da türler grubunun varsayılan atasal tipi. arkiblast (İng. archlblast) Yumurta protoplazması. arkikarp (İng. archicarp) Askomisetlerin dişi dalı veya bunun türü. arkitomi (İng. architomy) Hayvanlarda ikiye bölünme suretiyle bir çeşit eşeysiz çoğalma. arkoplazma (İng. archoplasm) Hücre bölünmesinde sentrozomun çevresini saran ve kısmen hiyoloplazma ile kısmen akromatinden ibaret radyasyon (ışıma) maddesi. arktik (İng. arctic) Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakınında olan. arkus (İng. arcus) Yay; kemer; kavis. arkus branşialis (Lat. Arcus branchialis) Her solungaç yaprağında bulunan kemer biçiminde kıkırdak yapı. Solungaç kemeri veya yayı. arkus hemalis (Lat. Arcus hemalis) Kuyruk bölgesi omurlarının ventralinde yer alan, içinden kan damarlarının geçtiği kemer biçimindeki yapı. arkus nöralis (Lat. Arcus neurales) Omurların dorsalinde omuriliğin geçtiği kanalın üstünde yer alan kemer biçimindeki yapı. aroma (İng. aroma, odor) Bitkisel ve hayvansal çeşitli maddelerden yayılan koku. arsella (Lat. Arcella) Bir hücreliler (Protozoa) altaleminin, kökayaklılar (Rhizopoda) sınıfının, kabuklu amipliler (Thecamoeba) alttakımından iki veya çok sayıda çekirdeği olan, sarımsı veya kahverengimsi kitine sahip yassı kabuğu olan türlere sahip cins. arsenik (İng. arsenic) As sembolü ile bilinen, A.n. 33, A.a. 74,91 olan 5.7 yoğunluğunda, demir kırı renginde, bayağı sıcaklıkta katı iken 400 dereceye doğru gaz hale geçen bir basit element. Ateşe atılınca etrafa sert bir sarımtırak yayarak uçup gider. Oksitlenince zehir olur. arter (İng. artery) Kanı yürekten vücudun çeşitli bölgelerine gfl türeri kalin esnek duvarlı damar. arteriyol (İng. arteriol) Arter ve kılcal damarlar arasında bulunan daha ince arterler. artezyen (İng. artesian) Yeraltında biriken suları burgu ile açılan delikten yukarı fışkırtan kaynak. artık (İng. residue) Bir şeyi herhangi bir biçimde harcadıktan snra ondan geriye kalan kısım veya kısımlar. artikul (İng. articulation) Eklem. artikulasyon (İng. articulation) Eklemleşme. artma (İng. accretion, growth) Cansız maddenin dış yüzeyine doğal etkilerle çeşitli maddelerin eklenmesiyle oluşan büyüme süreci. artrojen (İng. arthrogenous) Ana bitkilerden ayrılmış parçalardan gelişmiş. artropod (İng. arthropod) Böcek yada krustase gibi eklembacaklı bir omurgasız hayvan. artropter (İng. arthropterus) Eklemli yüzgece sahip hayvanlar. artrospor (İng. arthrospore) Bölmeli liflerin parçalanmasıyla oluşan eşeysiz mantar sporu. asalak bilimi (İng. parasitology) Asalakların yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve yaptığı hastalıklarla bu hastalıklara karşı girişilecek savaşı konu alan bilim dalı, parazitoloji. asalak (İng parasite) Bir canlının içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, tufeyli, parazit. asefali (İng. acephalous) Başsız. aseksüel (İng. asexual) Eşeysiz. asellus (Lat. Acellus) Kabuklular (Crustacea) sınıfının eşayaklılar (Isopoda) takımından talısularda yaşayan türlere sahip eklembacaklı cinsi. Asentrik kromozom (İng. acentric) Mitozda veya mayozda kutuplara göç edemeyen sentromersiz kromozom. Akinetik kromozom. asepsi (İng. asepsis) Mikroorganizma bulunmayan ortam. aseptik (İng. aseptic) Hastalık yapabilecek etkenlerin ortadan kaldırılmış olma halidir. asetabulum (İng. acetabulum) Sefalopodlarda kılların üzerindeki vantuzlar. asetilkolin (İng. acetylcholine) Organik bir baz olan kolinin asetikle esteri, normal olarak sinirlerin ucundan salgılanır; sinir impulsunun sinapstan geçişini sağlar. aseton (İng. acetone) Birçok organik maddeyi eritmekte kullanılan uçucu, kolayca alev alır, eter kokusunda bir sıvı. asfeksi (İng. asphyxia) Boğulma, oksijensiz kalma. asidofil (İng. acidophile) Asidi seven. asidofilik (İng. acidophilic, acidophilous). Asit ortamında gelişebilen, asit boyalarla kolayca boyanan. asidozis (İng. acidosis) Vücuttan baz kaybı ya da asit birikmesiyle belirlenen patolojik durum; yüksek hidrojen iyonu yoğunluğuyla belirlenir (düşük pH). asimetri (İng. asymmetry) Herhangi bir simetri tipine sahip olmama durumu. asimilasyon (İng. assimilation) Sindirilen gıdaların, organizmaların sıvılarına yapıcı metabolizma olayı ile geçişi. asinapsis (İng. asynapsis) Mayozda homolog kromozomların çiftleşememesi. asit (İng. acid) Molekül ya da iyonlar su içinde hidrojen iyonlarını (proton) veren bir madde. Asitler ekşi bir tada sahiptir, mavi Turnusol kağıdını kırmızıya çevirir, bazlarla birleşerek tuzları oluşturur. asit tortulanması (İng. acid deposition, acid precipitation) Normal düzeylerden daha fazla asidite taşıyan yağışla toprak veya yüzey sularında pH azalması ve asitleşme. asit yağmuru (İng. acid rain) 1. Asit, sülfür dioksit ve nitrojen oksitleri gibi asit bileşiklerine sahip yağmur. 2. Esas olarak sanayi kuruluşlarından, konutların ısıtılmasından ve motorlu taşıtlardan kaynaklanan, sülfür ve azot oksitleri içeren su buharı emisyonlarının yol açtığı, asit çökeltmesi. asitlenme (İng. acidification) Toprağın ve suyun asitli emisyonlarla kirlenmesi. asitlik (İng. acidity) Sulu çözeltilerin, hidroksil iyonları ile tepkimeye girebilme nicel kapasitesidir. askıda katı maddesi (İng. suspended solid) Suda ve lağım suyunda bulunan, yaklaşık 1 mikron büyüklüğünde veya daha büyük (örneğin kum tanesinden daha küçük) katıları ifade etmek için kullanılan terim. askıdaki katı madde miktarı (İng. suspended solid amount) Karışık sıvı içindeki katı maddelerin kuru haldeki miktarıdır. askogon (İng. ascogonium) Askı mantarların genellikle çomak biçiminde olan eşey organı. askojen (İng. ascogenous) Uçlarında ask meydana getiren mantar miselyumları için kullanılan terim. askokarp (İng. ascocarp) Koruyucu örtü ile çevrili askusu olan meyve. askospor (İng. ascospore) Özel bir spor muhafazası içinde bulunan genellikle sekiz spordan oluşan bir dizi. askus (İng. ascus) Askomycota grubundan bir mantarın uzamış spor kesesi. asölomata (İng. acoelomat) Sölom boşluğuna sahip olmayan canlılar. Endoderm ve ektoderm arası tamamen mezoderm ile doludur. (süngerler, deniz anemonları, mercanlar, nematodlar, rotiferler, platelmintler, nemertean kutları/solucanları). assimilasyon nişastası (İng. assimilation starch) Fotosentez sonucu oluşan nişasta. Bu nişasta tanesi su alarak erir ve tekrar glikoza dönüşerek yedek besin depolarına gider ve levkoplastlarda tekrar nişastaya çevrilir. assosiasyon (İng. association) Belli şartlar karşısında aynı gereksinmelere sahip olan çeşitli türlere ait bireylerin oluşturdukları devamlı bir topluluktur. astaksantin (İng. astaxanthin) Proteinle birleşerek bazı kabuk ve böceklerde pigment maddesini teşkil eden bir karotenoid. astenosfer (İng. astenospher) Dünya'nın mantosunda, sıcak kayaçlardan oluşan 80200 km kalınlığındaki tabaka. aster (İng. aster) Yıldız, yıldız biçimli. asteriskus (İng. asteriscus) Kemikli balıkların iç kulaklarında bulunan üç kemikçikten birisi. aşılama (İng. vaccination, inoculation) Bir biyolojik sisteme uygun mikroorganizmaların ilavesidir. aşınma (İng. erosion) Yüzeylerin çeşitli nedenlerle aşınması. aşırı avlanma (İng. over fishing) Avlanılan stokun tüketilmesi, av gücü arttığı halde, toplam üretimin azalması durumu. ataksi (İng. ataxia) Düzensiz ing. atardamar (İng. arter) Kalpten kanı taşıyan bir kan damarı. ateliozis (İng. ateleozis) Hipofizle ilgili cücelik. atığın yeniden işlenmesi (İng. recycle) Yeniden kullanmak amacıyla atık maddelerin toplanması ve işleme tabi tutulması (örneğin kağıdın, camın, alüminyumun ve plastiğin yeniden işlenmesi gibi). atık (İng. waste) Çevrede başkalaşmaya yol açacak miktarda çevreye boşaltılan, sıvı, katı, gaz ya da radyoaktif istenmeyen her tür madde. atık gömme (İng. landfill, waste burial) Atığın toprak katmanları arasına gömülmesinden ibaret, katı, atık tasfiyesinin en yaygın yöntemi; Atıkların gömüldüğü çukur. atık ısı (İng. waste heat) Çevreye bırakılan kullanılmış ısı. atık kolu (İng. waste stream) Çevreye boşaltılan ve işleme tabi tutulması gereken sıvı ve katı atıkların miktarı. atık özümlemesi (İng. waste assimilation) Doğal bir kaynağın boşaltılan atıkları özümleyerek kendi kendisini temizleyebilmesi. atık su (İng. waste water) Her türlü üretim ve tüketim işleminde kullanıldıktan sonra alıcı ortama geri verilen veya üretim işlemi sırasında ortaya çıkan ve herhangi bir arıtım işlemi yapmaksızın kullanımı mümkün olmayan sulardır. atık su yönetimi (İng. waste water management) İnsan sağlığını ve çevreyi korumak amacıyla, atık suyun izlenmesi, işlenmesi ve tasfiyesiyle ile ilgili sistemler geliştirilmesi ve uygulanması. atık taşınması (İng. waste management) Sıvı ve katı atıkların toplanması ve nakli. atık yakımı (İng. waste incineration) Yanabilen atıkların denetimli biçimde yakılarak zararsız bir kalıntı haline getirilmesi işlemi. Atık hacmi bu yolla yüzde 80-90 azalmış olur. atlas (İng. atlas) Birinci omur; kafatası ile kaynaşarak modifiye olmuş omur. atmosfer (İng. atmosphere) Yeryuvarlağını saran ve daha geniş anlamda herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası. atmosfer basıncı (İng. atmospheric pressure) Atmosferin yer yüzünde bulunan her cisim üzerine yaptığı basınç. Deniz seviyesinde, 760 mm'lik civa sütununun 1 cm2 alana yaptığı basınç "1 atmosfer" basıncıdır. atmosfer bulanıklığı (İng. atmospheric turbidity) Belli bir yerin havasındaki yoğunlaşmış toz parçacıkları. atmosfer kirliliği (İng. air pollution) Temelde insan faaliyetlerinin sonucu olarak, doğrudan doğruya atmosfere verilen ya da atmosferde kimyasal tepkimeler sonucu oluşan gaz ve partikül maddelerin yol açtığı kirlilik oranı. atmosferik sapma oranı (İng. atmospheric refraction) Atmosferin alt tabasında yüksekliğin artması ile oluşan ısı düşmesi oranı. atol (İng. atoll) Ortasında sığ ve okyanusla bağlantısı bulunan; halka şeklindeki mercan adacığı. atom (İng. nuclear) Elemetin kimyasal özelliğine sahip en küçük parçası; proton nötron ve çekirdeğin çevresinde özgül bir yörünge üzerinde dönen elektronlardan oluşmuştur. atom enerjisi (İng. nuclear energy) Nükleer tepkinme sırasında, serbest kalan enerji. Nükleer enerji. atom yörüngesi (İng. nuclear orbit) Atom çekirdeği etrafında bir elektronun izlediği yol. atomik soğurma spektrografisi (İng. atomic absorption spectroscopy) Bir sıvı karışımındaki metal miktarlarını saptayan analiz yöntemi. atreziya (İng. atresia) Normal vücut deliği, geçit ya da boşluğunun yokluğu ya da kapalılığı. atriyum (İng. atrium) Bir başka yapı ya da organa geçme olanağını veren odacık, venadan kanı alan ve karıncığa pompalayan yürek odacığı. Kulakçık. atriyum sifonu (İng. atrial siphon) Tunikatlarda atriyumun dışarıya bağlantısını sağlayan, ağız sifonundan yutağa giden suların yutak duvarından atriyuma geçerek vücudu terkettiği sifon. atrofi (İng. atrophy) 1. Hayvansal veya bitkisel bir dokunun, bir organın, bütün bir canlı varlığın unsurlarında büyümeme hali. 2. Organların sonradan küçülmesi. auditor (İng. auditory) Kulak ve işitmeye ait. auricula (İng. auricula) Derisidikenlilerde bulunan Aristo fenerinin dibi etrafında bulunan radyal sıralanmış kalker yaylar. auricularia larva (İng. auricularia larvae) Denizyıldızları ve denizhıyarlarında görülen larva tipi. Vücudundaki silli bantların varlığı ile karakterize edilmiştir. autojenetik plankton (İng. autogenic plankton) Belirli bir yöreye özgü olan ve orada yaşayan, üreyen ve gelişebilen plankton. avcılık (İng. hunting, fishing) Bir bireyin, başka türden bir bireyle beslenmesi olayı. avikularya (İng. avicularia) Kuş başına benzeyen briyozoa kolonisinin bir üyesi. avikularyum (İng. avicularium) Bryozoa’larda bazı polimorf kolonilerde kuş kafasına benzer değişikliğe uğramış zooyit. Fonksiyonu tam olarak bilinmemekle beraber korunmada kullanıldığı sanılmaktadır. avksin (İng. auxin) Fototropizmanın meydana gelmesinde rol oynayan madde. avlanma alanı (İng. fishing zone) Bir ya da daha çok sayıda hayvanın yaşadığı ve aynı türden olanlar başta olmak üzere diğer hayvanlara karşı savunduğu bölge. avlanma (İng. hunting, fishing) Serbest yaşayan organizmaların diğer organizmalar ile beslenmesi. avrikulat (İng. auriculate) Brakte ya da petal tabanının iki yanında bulunan, yuvarlak ya da değişik şekillerde olabilen eklentili yaprak. ay balığı (Lat. Mola mola, İng. Ocean sunfish) Ay balığıgillerden, 3 m boyunda, görünüşü balık başına benzeyen, kuyruk yüzgeci hilal biçiminde olan, Akdeniz’de yaşayan bir balık türü, pervane balığı, kemer balığı. ay balığıgiller (Lat. Molidae) Balıklar (Pisces) sınıfının, kemiklibalıklar (Teleostei) takımının, çengelçeneliler (Plectognathi) alttakımından, kuyruk yüzgeçleri olmayan Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’de yaşayan türleri bulunan aile. ayak yüzgeci (İng. muscular foot) Kuvvetli kaslardan oluşan ve kabuklu yumuşakçanın hareket etmesini ve yüzmesini sağlayan organdır. ayakçıklılar (Lat. Pediculati, Pediculus) Balıklar (Pisces) sınıfının, kemiklibalıklar (Teleostei) takımından, operkulumları gelişmiş ve deri ile örtülü, derileri pulsuz ve pürtüklü, göğüs yüzgeçleri sap biçiminde uzamış ayakçıklara benzeyen, yüzme kesesi kapalı olan bir alttakım. ayırma gücü (İng. resolution) Bir mikroskobun örnekteki çok yakın iki noktayı birbirinden ayırt edebilme gücü. Çözme gücü. ayrışma (İng. decomposition) Ölmüş bitki ve hayvanların, bakteriler ve mantarlar tarafından parçalanıp, içerdikleri temel kimyasal maddelerin (esas olarak karbon ve azot)açığa çıkarak doğanın çevrimlerinin geri dönmesi. ayrıştırıcılar (İng. Heterotrophs) Organik maddeleri ayrıştıran bakteri ve mantar gibi heterofrof canlılar. Parçalayıcılar. aysberg (İng. iceberg) Kutup denizlerinde bulunan büyük deniz buzulu. Bunlar kutuplardan kopup denizlerde yüzen buz parçalarıdır. Buz dağı. azalan verim ilkesi (İng. diminishing productivity) Birim girdi başına üretim artışının giderek azalması. azamileştirme (İng. maximization) Atık oluşturmadan kaçınma, buna karşılık kaynaklardan gerçekleştirilen üretimin niceliğini ve niteliğini arttırma çalışmalarını içeren koruma önlemi. azgelişmiş alan (İng. underdeveloped area) Ekonomik ve fiziksel gerileme gösteren bölge. azigos (İng. azygous) Tek. Çift olmayan. azigospor (İng. azygospore) Gametlerin birleşmesinden meydana gelmeyen spor şeklindeki döl hücresi. azoik bölge (İng. azoic region) Hayvansal organizmaların yaşamı için uygun olmayan bölgedir. azot döngüsü (İng. nitrogen cycle) Atmosferdeki azotun bitkiler tarafından özümlenmesi, sonra topraktan geçerek atmosfere dönmesi süreci. azot fiksasyonu (İng. nitrogen fixation) Genel olarak, atmosferik azotun organizmalar tarafından daha kullanılabilir maddelere bağlanması. azot oksit (İng. nitric oxide) Yanmadan oluşan, havaya bırakılınca zehirli hale gelen kirletici madde. -B(İng. stack effluents) Sanayi kuruluşlarının bacalarından yayılan gazlar ve asılı parçacıklar. baca gazı (İng. stack gas) Yanmadan sonra, bacalardan çıkan ve azotoksitler, karbonoksitler, su buharı, sülfüroksitler, parçacıklar ve birçok kimyasal kirletici madde içeren, duman. baget (İng. stick) Kimya laboratuarlarında sıvıları karıştırmak için kullanılan cam çubuk. bağ doku (İng. connective tissue) Hücreleri geniş hücreler arası matrikste gömülü olan bir hayvansal doku tipi; ya da diğer dokular ve organların bağlantıları, destekleri ve kuşakları. bağa (İng. carapace) bakınız; karapaks. bağıl transpirasyon (İng. relative transpiration) Belirli bir sürede yaprak yüzeyindeki birim alanda olan transpirasyonun aynı sürede su ile doymuş bir yüzeydeki buharlaşmaya oranı. Rölatif transpirasyon. bağıl nem (İng. relative humidity) Belli bir sıcaklıkta bir hava kütlesinde bulunan nem miktarının yüzde ifadesidir. bağımlı alg (İng. dependent algae) Alglerin bulundukları ortamda bağlı olarak topluluklar halinde yaşamaları. bağışıklık (İng. immunity) Bir organizmada, mikroorganizmalara ve bunların oluşturduğu maddelere karşı oluşturulan normal olmayan şartlara karşı koymayı sağlayan, doğal yada sonradan kazanılmış direnç. bağlantı (İng. linkage) Krossingover yokluğunda, kontrol ettikleri karakterlerin birlikte kalıtlanmasına neden olan aynı kromozom üzerindeki iki ya da daha fazla genin bulunuşu. bağlayıcı kas (İng. linker muscle) İki kabuklularda iki kabuk arasında bulunan, kuvvetli kabukları, kuvvetli olarak kapatmaya yarayan kaslardır. bağlılık (İng. correlation) Organizmanın değişik yapı, özellik ve olaylarında görülen karşılıklı ilgi. Korelasyon. baca atıkları bakir bölgeler (İng. untouched areas) İnsan yerleşmelerinin ya da uygarlıkların ulaşamadığı topraklar. bakka (İng. berry, bacca) Ekzokarpı ince ve zarımsı yapıda, mezokarp ve endokarpı etli olan, açılmayan etli meyve tipi. Üzümsü meyve. bakteri (İng. bacterium) Mikroskop ile görülebilen, filtrelerden geçmeyen, fermantasyon veya çürüme olayları ile çoğalan, tek hücreli ilkel mikroorganizmalardır. bakterionöston (İng. bacterioneuston) Nöstonun en küçük formları olan bakteriler,suyun yüzey filminin hem altında hem de üzerinde(köpüğünde)yaşadıklarınd an Epinöston veya Hiponöstona dahil edilemezler ve bunlara genel olarak bakterionöston adı verilir. bakterisit (İng. bactericide) Bakterileri yok eden madde. bakteriyofaj (İng. bacteriophage) Bakterileri enfekte ederek ölümlerine neden olabilen virüslere verilen genel ad. bakteriyoklorofil (İng. bacteriochlorophyll, bacteriochlorin) Bazı bakterilerde bulunan ve ışığı absorblayan pigment. bakteriyoliz (İng. bacteriolysis) Bakterilerin parçalanması. bakteroit (Lat. bacterion, İng. bacteroid) Bakteri şeklinde, bakteri biçim, bakterimsi. baktofügasyon (İng. bactofugation) İlk olarak Belçika’da kullanılan, sıvılardan özellikle sütten merkezkaç kuvvetiyle küçük canlıları ayırmaya yarayan alet. bal özü (İng. honeydew) Entomofil çiçeklerin içinde salgı dokuları (Nektaryumlar) tarafından salgılanan, bal yapmak için arılar tarafından emilen tatlı sıvı. Balanoglosus (İng. balanoglossus) Hemikordata sınıfından solucan biçiminde, denizlerde yaşayan ve dipte oyuklar kazan türlere sahip bir cins. Balanus (Lat. Balanus) Sülükayaklıların Balanidae familyasından, dünyanın her tarafında, denizlerin yaladığı kayalıklara tutunarak yaşayan bir kabuklu türü. Volkancık. balçık balığı (Lat. Protopterus) Dipnoi takımının Lepidosirenidae familyasına ait Protopterus cinsi. balçık yiyen (Lat. Misgurnus fossilis, İng. Weatherfish) Teleostei üst takımının Acanthopsidae familyasından, 20-30 cm uzunluğunda olabilen Orta ve Doğu Avrupa’nın durgun sularında balçıklarda yaşayan bir tür. balık tüberkülozu (İng. fish tuberculosis) Mikobakterilerin neden olduğu, organlarda küçük tüberküllerin oluşmasıyla belirgin, bulaşıcı bir hastalıktır. balık yetiştirmeciliği (İng. fish breeding) Balık çeşitlerinin denetimli bir ortamda, satılabilir büyüklüğe getirilmesi; tarla balıkçılığı; kültür balıkçılığı. Akuakültür. balıkçılık biyolojisi (İng. fisheries biology) Biyolojik Oseanografinin balık populasyonlarını ve avcılığı inceleyen bölümü. balıkçılık deniz bilimi (İng. science of fisheries) Deniz meteorolojisi ile deniz ekolojisini balıkçılık yönünden inceleyen deniz bilimi bölümüdür. balıklar (İng. fish) Omurgalılar dalının kıkırdaklı ve kemikli balıkları içine alan ikinci sınıfı. Soğukkanlıdırlar. Tamamen suda yaşarlar ve suda erimiş oksijeni solungaçları aracılığıyla solurlar. Ayakları yüzgeç biçiminde gelişmiştir. Vücut genel olarak uzunca ve iki uca doğru sivrilmiş olup üzeri pullarla örtülü veya çıplaktır. Sonda geniş bir kuyruk yüzgeci bulunur. Genel olarak yüzme keseleri vardır. Ayrı eşeylidirler. Yumurtlarlar. Yumurtalar çok sayıda suya bırakılır ve suda döllenir. Birkaç cinsi doğurur. Hareket vücut dalgalanması veya kuyruk yüzgeci ile olur. Bugün en modern hayvan sınıflandırılmalarında gerçek balıklar tükel-ağız adı altında (Teleostomi) toplanır ve diğer balıklar başka gruplara sokulur. Sillur devrinden beri yaşamaktadırlar. Keski-solungaçlılar ve Tükel-ağızlılar olmak üzere iki alt sınıfa ayrılır. balina (Lat. Balaena mysticetus, İng. Greenland rigth whale) Balinalar takımının (Catacea), Gerçek-balinagiller (Balaenidae) familyasından bir memeli türü. Uzunluğu 20-35 m, 200 ton ağırlığındadır. Üst çenenin kenarlarında 5 m olabilen uzun balina çubukları dizilidir. Arktik denizlerde yaşar. balina çubuğu (İng. baleen) Bazı balina ve köpekbalıklarının ağzında bulunan ve sudan plankton ayırmaya yarayan sert kıllar. balsam (İng. balsam) Sıklıkla odunsu bitkilerden elde edilen reçine ve bu reçinelerden yapılan ilaç. Balzam. bankiz (İng. floe) Deniz sularının donmasıyla kutup bölgelerinde meydana gelen buzul topluluğu. Deniz buzulu. banyo süngeri (Lat. Euspongia officinalis, İng. bath sponge) Keratinli süngerler (Cornacuspongida) takımının sıcak denizlerinde yaşayan Akdeniz’de iyi gelişen, iskelet telleri olarak yalnızca spongin telleri olan bir tür. baraj gölleri (İng. dam lakes) Elektrik enerjisi üretmek veya tarımsal araziyi sulamak için nehirlerin dar yerlerinde setler yaparak oluşturdukları barajların meydana getirdiği göller. baraj havuzlar (İng. dam pools) Düz bir vadide vadinin uygun yerinin enine bir set ile kapatılması ile yapılan havuzlardır. Orta meyilli vadilerin uygun bir yerine yüksek olmayan bir baraj yapılarak elde edilen havuzlardır. baraj (İng. dam) Suyun, doğal akışına engel oluşturacak bir nehrin ya da akarsuyun akış yönünü denetlemeye yönelik, duvar, kıyı ya da başka tür bir yapı. barb (Lat. barbellus) Genellikle başta bulunan emici uzantılar; bıyık, sakal. Barbel. Barbunya (Lat. Mullus barbatus, İng. Red mullet) Barbungiller familyasından bir balık türü. Uzunluğu 25-30 cm, ağırlığı 200-300 gr. Rengi pembe-kırmızıdır. Akdeniz, Karadeniz ve Atlantik okyanusundan bir balık türü. Barbus ve Abramis zonu (İng. Barbel and Abramis Zone) Akarsuların yavaş akan bölümlerini içeren tabaka. barhidrometre (İng. manometer) Çeşitli derinliklerin su basıncını ölçmeye yarayan alet. Manometre. barimetre (İng. Sonometer) Gürültünün şiddetini ölçmeye yarayan alet. Sonometre. barisfer (İng. barysphere) Yerküresinin ağırlığı ve yoğunluğu ile diğerlerinden ayrılan içi. Barlam (Lat. Merluccius merluccius, İng. European hake) Kemikli-balıklar takımının, Mezgiller familyasından bir balık türü. Uzunluğu 50 cm. Akdeniz ve Avrupa denizlerinde derinlerde yaşar. barofil (İng. barophile) Çok yüksek basınç altında yaşayabilen mikroorganizmalardır. barofil organizmalar (İng. barophile organisms) Derin deniz diplerindeki yüksek basınçla yaşayabilen organizmalardır. barometre (İng. barometer) Hava basıncını ve dolayısıyla bir yerin yükseltisini ölçmeye yarayan alet. baroskop (İng. baroscope) Havanın içinde bulunan cisimlerin ağırlığı üzerine yaptığı hafifletici etkiyi gösteren alet. barostat (İng. barostat) Bir basıncı sabit bir değerde tutmaya yarayan alet . barotaksi (İng. barotaxis) Organizmaların değişik basınçlara duyarlılığı. Barrakuda (Lat. Sphyraena sphyraena, İng. European barracuda) Kefalgiller familyasından ince, uzun, yırtıcı balıklara verilen cins adı. Tropik ve subtropik derinliklerde yaşar. Bazı türleri yenir. Barramunda (Lat. Scleropages leichhardti, İng. Barramunda) Kemikli-balıklar takımının, Kemik-dilligiller familyasından bir balık türü. Uzunluğu 1 m. Brezilya’nın Nett ve Mary ırmaklarında yaşar. barsam (İng. sting fish) Yüzgeçleri dikenli ve zehirli bir çeşit çarpan balığı. basen (İng. basin) Kıtasal uzantıdan okyanus ortası sırtlarına kadar devam eden ve 4000 – 5000 m derinliği olan deniz dipleridir. basınç (İng. pressure) Bir yüzey üzerine etkide bulunan gücün yüz ölçümü birimine düşen miktarı, tazyik. basınçölçer (İng. barometer) Hava basıncını ölçerek yer yükseltilerini ve hava değişimlerini tespit etmek için kullanılan alet, barometre. basıölçer (İng. manometre) 1. Buharın veya herhangi bir gazın bulunduğu kabın yüzeyine yaptığı basıncı belirleyen alet, manometre. 2. Akışkanların basıncını ölçen araç. basil (Lat. bacillus) Çubuk biçiminde bakteri. basis (İng. basis) Temel, taban. basit geçitler (İng. simple pits) Sekonder hücre duvarı kalınlaşmasının kesintiye uğradığı yerlerdeki delikçikler. basit yaprak (İng. simple leaf) Yaprak ayası parçalara bölünmemiş, sap üzerinde bir parçadan oluşan yaprak. bastard (İng. bastard) Kalıtsal yapıları değişik olan bireylerin, ayrı ırk veya alt ırkların çiftleşmesinden meydana gelen yavrulara verilen ad. baş meridyen (İng. prime meridian) Yeryüzündeki çeşitli noktaların boylamlarını belirlemek için, başlangıç kabul edilen meridyen. başak (Lat. spica, İng. spike) Ana eksen üzerindeki çiçekleri sapsız olan çiçek durumu. başçık (Lat. capitulum, İng. flower head) Sapsız çiçeklerin etlenmiş bir ana eksen üzerinde sık ve çok sayıda yerleşerek oluşturdukları rasemöz çiçek durumu. Kapitulum. başkalaşım (İng. metamorphosis) Bazı böcek ve kurbağa gibi canlıların, yumurtadan çıktıktan sonraki gelişme evrelerinde yapısal değişikliğe uğrayarak atalarına benzer hale gelmeleri. bataklığımsı alan (İng. bog) Yoğun ötrofikasyon sonucu su kaynaklarının zengin organik birikintilerle kaplanarak oluşturduğu alan. bataklık (İng. marsh) Çok derin olmayan sularla örtülü batak bölge. bataklık gazı (İng. marsh gas, methane) Bataklıklarda ve turbalıklarda oluşan gaz (esas olarak metan). batial zon (İng. bathyal zone) Bentik bölgenin 150200 ile 2500-3000 m derinlikleri arasında kalan bölümü. batimetri (İng. bathimetry) Denizin derinliğini ölçme işi. batipelajik bölge (İng. bathypelagic area) Pelajik bölgede 600 m ile 2500 m derinlikler arasında kalan su tabakasıdır. batiplankton (İng. bathyplankton) 600-700 metre ile 2000-2500 metreler arasında yaşayan planktondur. batimetre (İng. bathimeter) Okyanusun derinliğini ölçmeye yarayan alet, derinlikölçer. batisfer (İng. bathysphere) Deniz diplerini incelemek için kulanılan çelik küro. batiskaf (İng. bathyscaphe) Derin deniz diplerini gözlemeye yarayan balon şeklinde dizayn edilmiş, yüzmesi için benzin kullanılan dalma aleti. Batissa (Lat. Batissa) Corbiculidae familyasından, iki kabuklu yumuşakça. Kocaman oval, değirimsi veya üçgenimsi kalın ve sağlam bir kavkısı vardır. batitermograf (İng. bathythermograph) Derinliğe bağlı temperatür değişimlerini saptayan alet. batiyal bölge (İng. bathyal zone) Bentik bölgenin 200 m ile 4000 m derinlikleri arasında kalan kısmıdır. batrak (Lat. Amphioxus lanceolatum, İng. Europan lancelet) İkincil ağızlı hayvanlardan kordalılar alt filumunun kafatassızlar dalından sırt ve anüs yüzgeçleri bulunan, Avrupa denizlerinde yaşayan bir tür. Amfiyoksüs. batolit (İng. batholith) Dipten, çok derinden yerkabuğunun içine yığınlar halinde sokulmuş, fakat yerin yüzüne ulaşamamış kütleler. baz (İng. base) Suda çözündüğünde hidroksi iyonlarının konsantrasyonunu arttıran bir madde. pH'sı 7'den büyüktür. Alkali. bazal (İng. basal) Dal gibi bir yapının kaidesi ya da kaidesinin yanı, tabana ait; yüzgeçlerin tabanında veya yakınında. Tutunma noktası. bazal cisimcik (İng. basal body) Sillerin kaidesinde sitoplazmada bulunan silin büyümesinde görev alan organel. bazal hücreler (İng. basal cells) Herhangi bir organın altında bulunan hücreler. bazal metabolizma (İng. basal metabolism) Hayatın devamı için şart olan asgari metabolizma faaliyeti. bazal metabolizma hızı (İng. basal metabolism rate) Besin alınması ve hareketsiz durumda vücudu canlı tutmak için gerekli enerji tüketimi. bazal yapı (İng. basal body) Sil ve ökaryotik kamçının kaidesinde bulunan sentriyole eş bir yapı. Bir dairede sıralanmış üçlü gruplar halinde dokuz mikrotübülden oluşmuştur. bazalt (İng. basalt) Deniz dibinde genellikle oksijen, silikon magnezyum ve demirden oluşan ağır kaya. Yoğunluğu 2,9 g /cm3 dolaylarındadır. bazeost (İng. baseost) Teleostei’lerde dorsal ve anal yüzgeç ışınlarının her birini destekleyen üç yapıdan ortada olanı. Orta pterigiyofor. bazidiyum (İng. basidium) Yüksek mantarların topuz biçiminde olan ve spor üreten organı. bazihiyal (İng. basihyal) Balıklarda hiyoid yayının kaide ya da ventral bölgesi olan geniş levha. bazofil (İng. basophil) 1. Alkali özelliği üstün toprakları seven. 2. Bazik bir boya olan metilen mavisi ile boyanan iri granüllü lökositler. bazoit (İng. basoid) Bazik özellikler gösteren kolloit. beherglas (İng. beaker) Kimya laboratuarlarında ısıya dayanıklı cam kap. bekçi hücresi (İng. guard cell) Bir yaprağın stoma büyüklüğünü düzenleyen özelleşmiş bir epidermis hücresi. bekletme havzası (İng. detention basin) Taşkını önlemek için sel suyunu denetimli biçimde tutup bırakmaya yönelik havuz yada depo. bekletme süresi (İng. detention period) Birim hacimdeki bir sıvı yada gazın akış sürecinde bir tank yada odada tutulma ortalama süresi. bellek hücreleri (İng. memory cells) Bağışıklık hafızasından sorumlu hücreler. benekli hani (Lat. Serranus hepatus, İng. Brown comber) Kemiklibalıklar takımının, Hanigiller (Serranidae) familyasından bir balık türü. Uzunluğu 25 cm kadardır. Akdeniz’de yaşar. benekli uyuşturan (Lat. Torpedo torpedo, İng. Common torpedo) Chondrichthyes sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Rajiformes takımı, Torpedinidae familyasından, en azından 5 siyah ve sarı şeritlerle çevrili kahverengi gözbeneği olan, Akdeniz'de yaygın, 50 m derinlikteki sıcak suları tercih eden bir tür. bental (İng. benthal) 1. Su zemini. 2. Denizlerin dibinde yaşayan. benthos (İng. benthose) Deniz dibindeki bitki ve hayvanların oluşturduğu topluluk. Bentos. bentik (İng. benthic) Deniz ve tatlı sularda dip ya da taban bölgesine ilişkin. bentik alg (İng. benthic algae) Tatlı veya deniz suyunun kıyıdan itibaren güneş ışığının girebildiği derinliklere kadar olan diplerde yaşayan alg toplulukları. bentik canlı (İng. benthic organism) Zeminde yaşayan canlılara verilen addır. bentograf (İng. benthograph) Çok büyük derinliklerde deniz dibinin fotoğrafını çekmeye yarayan alet. bentoloji (İng. benthology) Biyolojik oseanografinin bentozu inceleyen bölümü. benzen (İng. benzene) Kanser yapan endüstriyel çözücü. berber balığı (Lat. Anthias anthias, İng. Swallowtail seaperch) Teleostei üst takımının Serranidae familyasından 25 cm uzunluğunda olabilen Akdeniz’de yaşayan tür. Bergmann Kuralı (İng. Bergmann’s rule, Bergmann’s Law) Çeşitli coğrafik bölgelerde yaşayan sıcakkanlı hayvan türlerinin sıcak yerlerde küçük boylu, soğuk yerlerde büyük olması kuralı. berlam Bakınız Barlam. berraklık (İng. clarity) Saf su oldukça berraktır. Berrak su içinde ışık çok az bir kayıpla su altında oldukça derinlere kadar girebilir. Bir su kütlesi içinde farklı dalga boyundaki ışığın girebileceği mesafe berraklığın etkisiyledir. Suyun berraklığı bitki ve hayvan ilişkilerinde oldukça önemlidir. Saf su ışığı geçici olarak absorbe eder. Şöyle ki bir ışık spektrumunda kırmızı ışığın absorbsiyonu maviye oranla oldukça fazladır. besi doku (İng. endosperm) Bir tohumun çimlenip ilk yapraklarını verinceye kadar geçen sürede besin ihtiyacını karşılayan doku. besin ağı (İng. food chain) Karşılıklı bağlantı içindeki besin zincirleri dizisi. besin bütçesi (İng. nutrient budget) Belli bir yaşayan sistem açısından, alınan ya da kaybedilen gerekli mineral besinlerin miktarlarını belirlemeye yönelik tahmin. besin devri (İng. nutrient cycles) Ekosistemin canlı ve cansız komponentleri arasındaki element değişimi. besin giderme (İng. nutrient stripping) Alıcı sularda ötrofikasyonu yavaşlatmak amacıyla yada atık suyun yeniden kullanılabilmesi için uygulanan üçüncü derece arıtma. besin kofulu (İng. food vacuole) Protozoa’ların sitoplazmasında besin tanecikleri ve sıvı kapsayan, içinde besin maddelerinin bir zarla çevrili boşlukların her biri. besin (İng. nutrient) Metabolizmada enerji kaynağı ya da yapım maddesi olarak kullanılabilen madde. besin polibi (İng. nutrient polyp, nutritive polyp) Knidli hayvanların meydana getirdikleri kolonilerde iş bölümü sonucu beslenme görevini üzerine almış koloni bireyi. besin zinciri (İng. food chain) Bir toplulukta enerji ve maddenin taşındığı, üretici, tüketici ve ayrıştırıcıları kapsayan organizma zincirleri. besin zinciri basamağı (İng. trophic level) Bir hayvanın besin zincirindeki yeri. besinler (İng. nutritions) Bitkilerin ve hayvanların büyümesi için gerekli maddeler. beslenme (İng. nutrition) 1. Beslenmek işi. 2. Vücut için gerekli besin maddelerinin alımı. beslenme indeksi (İng. nutritional index) Midedeki yem maddeleri ağırlığının (SCW), vücut ağırlığı (BW) ile midedeki yem maddeleri ağırlığı farkına oranıdır. (f=(SCW/BWSCW)100. besleyici maddeler veya tuzlar (İng. nutritional substances and salts) Denizlerde mevcut fotosentez yapan organizmalarca kullanılan inorganik ve organik maddeler. Fosfat, nitrat, silikat birleşikleri ve B12 gibi. beta faktörü (İng. beta factor) Aktif çamur ünitelerinde kullanılan ve belli bir basınç ve sıcaklıkta atık sudaki oksijen doygunluğunun temiz su oksijen doygunluk değerine oranıdır. beta taksonomi (İng. beta taxonomy) Türlerin doğal sınıflandırma içerisinde, daha yüksek taksonlarının tanımlanmasına ve sınıflandırılması. Tür üstü taksonomi. beta polimeraz (İng. beta polymerase) Ökaryotlarda DNA sentezi sırasında oluşan boşlukları dolduran ve bozuklukları tamir eden enzim. betipelajik yumurta (İng. bathypelagic egg) Denizlerin orta tabakalarında yüzen yumurtalardır. beyaz kas (İng. white muscle) Az miktarda miyoglobin ve sitokrom içermesi sebebiyle soluk görünen bir tip iskelet kası. beyaz pulpa (İng. white pulp) Dalakta, lenfosit ve antijen tanıtıcı hücrelerin, arteriyollerin çevresinde oluşturdukları bölge. beyin (Lat. Cerebrum, İng. brain) Omurgalılarda kafatası içindeki merkezi sinir sisteminin bir bölümü. bez (İng. gland) Organizmada kullanılmak yada dışarı çıkarılmak üzere salgı yapan özelleşmiş bir hücre yada özelleşmiş hücreler topluluğu. bifasiyel (İng. bifacial) Üst ve alt yüzeyi belirgin şekilde farklı yassılaşmış yaprak. biküspid (İng. bicuspid) İki sivri uç ya da kapakçığa sahip olma. bilateral (İng. bilateral) Her iki tarafı benzer. bilateral simetri (İng. bilateral symetry) Vücudun tam ortasından geçen bir düzlemin, vücudu iki eş yarıya (sağ ve sol) ayırdığı simetri tipi. bileşik başak (İng. united spike) Ana eksen üzerindeki dalların spikula denen küçük spikalar taşıması. Spika. bileşik lipit (İng. complex lipid) Protein, karbohidrat yada kükürt, azot gibi elementlerle bileşik teşkil eden lipitler. bileşik meyve (İng. united fruit) Dut ve incir gibi sık çiçek durumundan meydana gelen meyveler. bileşik salkım (Lat. panicula, İng. panicle) Yan dalları tekrar dallanmış bir rasemöz. Panikula. bileşik şemsiye (İng. united umbel) Çiçek kümesi sapında ikinci derecede bu sapların üzerinde şemsiye durumunda çiçeklerin bulunması. Umbella. bileşik yaprak (İng. compound leaf) Yaprak ayası parçalara bölünmüş, yaprak çok sayıda yaprakçıklardan meydana gelir. bilirubin (İng. bilirubin) Hemoglobinin parçalanmasyla meydana gelen kırmızı sarı bir safra pigmenti. binoküler (İng. binocular) İki gözle bakma. binominal nomenklatür (İng. binominal nomenclature) İlk defa Linnaeus tarafından tarif edilen, organizmaları cins ve tür adından oluşan iki isimle adlandırma sistemi. İkili adlandırma. binükleer (İng. binuclear) İki çekirdekli. bioassey (İng. bioassay) Biyolojik etken olan bir maddenin etkinliğinin canlı organizma üzerinde göstererek belirleme. biogenesis (İng. biogenesis) Bir canlıdan, yeni bir canlının meydana gelişi. Çoğalma. biokron Hayvanlar aleminin evrimi içinde bir cinsin veya bir türün yaşama süresi. bioluminesans (İng. bioluminescence) Biyolojik olarak ışık üretilmesi. biomas (İng. biomass) Habitatın belli bir hacmi veya alanındaki canlı materyali ağırlığı. biopsie (İng. biopsy) Canlıdan, incelemek üzere alınan doku veya organ parçası. biosfer (İng. biosphere) Yeryuvarının canlıları içeren bölümüdür. biosönoz (İng. biocenose) Bir biotopta karşılıklı olmayan cezblerle bir araya gelmiş ve çeşitli faktörlerin etkisinde özel bir yapı oluşturmuş organizmaların ortaya koyduğu topluluktur. Hayvansal formlar için Zoosönoz, bitkisel formlar için de Fitosönoz terimleri kullanılır. biota (İng. biota) Bir bölgenin fauna (hayvan) ve florası (bitki)’dır. biotekton (İng. biotecton) Taşların yüzeyini örten, Cladopora gibi organizmalar. biotop (İng. biotope) Hayat şartlarında belli özellikler gösteren yüzeysel bir coğrafik saha veya değişken hacimli bir ortamdır. bioturbator (İng. bioturbation) Bir organizmanın, diğer organizmaları arttırmak veya azaltmak için bulunduğu çevreyi değişikliğe uğratması. bipalmat (İng. bipalmate) Lobların lobcuklara ayrılmış durumu. biped (İng. biped) İki ayaklı hayvanlar, bipedal hayvanlar. bipenniform (İng. bipenniform) Tüy gibi bir eksenin iki yanında eşit yapıya sahip olma. bipinnarya larvası (İng. bipinnaria) Derisi dikenlilerden denizyıldızlarında bulunan larva şeklidir. Auricularia’lardan türemeleriyle beraber onlardan sillerin daha sert ve komplike olmalarıyla ayrılırlar. bipolar (İng. bipolar) İki uçlu veya iki kutuplu olma durumu. bipolar nöron (İng. bipolar neuron) Bir dendrit ve bir aksonu olan iki kutuplu sinir hücresi. bir çenekliler (İng. Monocotyledonous) Embrio bir kotiledonlu, temel çiçek formülü P2+3 A3+ 3G3 olan, genel olarak sapsız, laminası tam kenarlı ve paralel damarlı yaprakları olan, genellikle yumrulu ve soğanlı, otsu, bazen odunlu basit gövdeli, saçak köklü bitkileri kapsayan, Kapalıtohumlular alt bölümünün bir sınıfı. biramus (İng. biramous, biramose) Çift loblu. birbirini izleme (İng. succession) Doruk topluluğu oluşana kadar, bir bölgedeki bitki ve hayvan topluluklarının birbirinin yerine geçmesi. birefrigens (İng. birefrigence) Bir maddenin çözelti halinde ışığı farklı konumda değişik olarak kırma özelliği. birey (İng. individual) Bir grup canlının, yapı ve görevleri bakımından tek bir varlık olan tek bir organizması. birikme (İng. accumulation) Denizlerin, akarsuların ya da buzulların, çamur, kum ya da çakılları, kumsal gibi oluşumlar meydana gelecek şekilde biriktirmesi süreci. birim stok (İng. unit stock) Kendi kendini devam ettirebilen bir ırk ya da türden olan, belirli bir bölgede ve belirli bir zamanda üreyen ve diğer stoklardan bağımsız olarak avlanan balık grubudur. birim zar (İng. unit membrane) Elektron mikroskobunda arası açık renk iki koyu çizgi halinde görülen iki protein tabakası halinde bulunan lipit tabakasından oluştuğu varsayılan yapı. birinci bacak (İng. primary leg) Kabukluların avlarını yakalamada yararlandıkları kuvvetli kıskaçlı en iri bir çift bacağıdır. birinci tüketici (İng. primary consumer) Besin zincirinde üreticilerle beslenen tüketici. Primer tüketici. birincil arıtma (İng. primary treatment) Arıtma tesisine giren atık suyun BOİ5’inin en az %20 ve askıda katı maddelerin en az %50 oranında gideriminin sağlandığı fiziksel/mekanik ve/veya kimyasal işlem/işlemler ya da diğer işlemlerle arıtılması. birincil işlem (İng. primary treatment) İşlenmemiş lağım suyunun arıtmanın en yaygın biçimi kaba ve katı maddelerin ayrıldığı ön işlem. birincil haberciler (İng. primary messengers) Hücreye haber ulaştıran ve hücre zarında belli bir reseptöre bağlanan, hormon, nörotransmitter gibi kimyasal maddeler. birleşik zararlı organizma denetimi (İng. integrated pest management) Zararlı organizmaların yayılmasını biyolojik, kültürel ve kimyasal yaklaşımları birleştirerek denetleme yöntemi. Özellikle, en azından bir kimyasal ilaca karşı direnç kazanmış organizmalarla mücadelede kullanılır.birleşik zehirlilik İki veya daha fazla zehirli maddenin birlikte meydana getirdiği etkidir. birleşmiş solungaçlılar (Lat. Symbrabchii) Teleostei takımından solungaç yarıkları karında tek bir yarık meydana getirecek şekilde birleşmiş, yılan balıklarına benzeyen ve yüzme keseleri olmayan türlere sahip bir alttakım. birlik (İng. association) Aynı ekolojik ortamda bulunan aynı ya da farklı türdeki bitkilerden oluşan topluluk. birlikte bulunma (İng. commensalism) İki popülasyon veya bireyden sadece birinin yararlandığı, ötekinin ise hiç etkilenmediği bir ekolojik ilişki; kommensalizm. birlikte evrim (İng. coevolution) Birbirleriyle etkileşim içinde olan iki türün bir arada geçirdikleri evrimsel değişimler; av-avcı ya da konukçu-asalak türlerinin, birbirlerine uyum yapacak şekilde karşılıklı evrimleri. birliktelik (İng. allosterism) Bir bölgeye substratın bağlanmasının sonucu olarak bir proteinin geri kalan bağlanma yerinin reaktivitesinin artması olayı, allosterizm. biseksuel (İng. bisexual) Hem dişi, hem erkek organı taşıyan,hermafrodit. bistüri (İng. bistoury) Anatomide kadavra açımında ve ameliyatlarda kullanılan ucu sivri, keskin yüzlü özel bıçak. bisus iplikçikleri (İng. bysus gland) Midye ayağında yer alan bir bez, saçak veya demet şeklindeki protein yapısında olan kuvvetli iplikler salgılar. Buna bissus iplikçikleri denir ve bunlar aracılığı ile hayvan kendini bir yere bağlanmasını sağlar. bitki anatomisi (İng. Phytotomy) Kök, gövde, yaprak ve çiçekleri taşıyan bitkilerde, kök, gövde ve çiçeklerin iç ve dış yapılarını inceleyen biyoloji koluna verilen ad. bitki coğrafyası (İng. Phytogeography) Bitkilerin yeryüzünde dağılışlarını ve bunu etkileyen faktörleri inceler. Geobotanik. bitki doku kültürü (İng. plant tissue culture) Bitki hücreleri, dokuları organları yada bitkinin tamamının in vitro büyütülmesi ve devam ettirilmesi. bitki ekolojisi (İng. Phytoecology) Bitkiler ile ilişkisi bakımından canlı ve cansız ortamın (iklim, toprak, canlı varlıklar) incelenmesi. bitki fizyolojisi (İng. Phytophysiology) Bitkilerdeki hayatsal olayları fizik ve kimya konularına dayanarak inceleyen bilim dalı. Metabolizma fizyolojisi, büyüme ve gelişme fizyolojisi ve hareket fizyolojisi olmak üzere üçe ayrılır. bitki ıslahı (İng. plant amelioration) Yüksek verimli, hastalıklara dayanıklı ve kaliteli yeni bitki çeşitlerinin elde edilmesi amacı ile yapılan genetik uygulamalar. bitki morfolojisi (İng. plant morphology) Bitkilerin iç ve dış yapılarını inceleyen bilim dalı. Morfolojinin bitkilerin içyapısını inceleyen kısmına Bitki Anatomisi, bitkinin dış yapısını inceleyen kısmına ise Organ Bilimi (Organografi) denir. Bitki Anatomiside Hücre Bilimi (Sitoloji) ve Doku Bilimi (Histoloji) olmak üzere iki kısma ayrılır. bitki öldürücü (İng. herbicide) Zararlı ot öldürücü ve yaprak dökücü olarak kullanılan kimyasal madde. bitki örtüsü (İng. vegetation) Belirli bir alanda yaşayan bitkilerin tümü. bitki sistematiği (İng. plant taxonomy) Bitkilerin birbirleriyle olan doğal akrabalık derecelerini göz önüne alarak sınıflandırılması ve teşhisi ile uğraşan botanik dalı. Bitki taksonomisi. bitki sosyolojisi (İng. phytosociology) Çeşitli bitki topluluklarının hayatlarını inceleyen bilim kolu. bitki suksesyonu (İng. plant succession) Vejetasyon oluşurken aynı arazi parçasının birbirini takiben çeşitli bitki toplulukları tarafından kaplanması. bitkicil (İng. herbivore) Bitki (bitkisel madde) yiyerek beslenen. bitüm (İng. bitumen) Yerkabuğunu meydana getiren taşlar, tabakalar içinde doğal olarak bulunan, karışımında, karbon, hidrojen olan, yanıcı, esmerimsi, yerine göre katı, sıvı, gaz olarak görünen maddeler. bivalent (İng. bivalent) Sentromeri henüz bağlı iki homolog kromozomun kardeş kromatitler oluşturmak üzere kendilerini eşlemesi sonucu oluşan grup. Bivalvia (Lat. Bivalvia) Midye ve istiridye olarak adlandırılan yumuşakçalar şubesine ait hayvan sınıfı. bivyum (İng. bivium) Denizhıyarlarında gövdenin sırt kısmı. biyo (İng. –bio) Pek çok kelimenin yapımında kullanılır ve “hayat“ anlamı verir. biyoakustik (İng. bioacoustics) Hayvanların çeşitli durumda çıkardıkları seslerin incelenmesi. biyoakümülasyon (İng. bioaccumulation) Biyo yoğunlaşma. biyoartırış (İng. bioaugmentation) Biyolojik remedasyonu hızlandırmak maksadıyla besinlere azot, fosfor gibi maddelerin ilavesi. biyo bozulmaya uğramaz (İng. nonbiodegradable) Bakterilerin ayrıştıramadığı organik madde. biyocoğrafya (İng. biogeography) Canlı varlıkların geçmişte veya zamanımızda yeryüzündeki dağılışlarını inceleyen bir bilim dalıdır. biyoçeşitlilik (İng. biodiversity) Belirli bir bölgede bulunan genlerin, türlerin ve ekosistemlerin toplamına biyoçeşitlilik denir. Biyoçeşitlilikten bahsederken, söz konusu alan da belirtilmelidir. Örneğin, Türkiye'nin biyoçeşitliliği, Karadeniz hamsisi gibi. biyodegredasyon (İng. biodegradation) Biyolojik parçalanma. biyodeneme (İng. bioassay) Potansiyel olarak zehirli bileşiklerin niteliğinin ve gücünün, standart test organizmalarıyla etkileşimlerini gözleme yoluyla laboratuvar koşullarında denenmesi. biyodiversite (İng. biodiversity) Değişik kökenlerden gelen canlı türleri arasındaki variyebilite; organizmaların çeşitlerinin alan ya da hacim birimi başına sayısı; belirli bir zamanda belirli bir yerdeki türlerin bileşimi, biyolojik çeşitlilik. biyoekoloji (İng. bioecology) Bulundukları çevre ile canlıların ilişkilerini inceleyen bilim dalı. biyoelektrik (İng. bioelectric) Canlı varlıkların ürettiği elektirik (Torpil balığı, Uyuşturan yılan balığı). biyoelektronik (İng. bioelectronics) Moleküler biyoloji dalı. Hücreleri meydana getiren moleküllerle hücre metabolizmasındaki tepkimelere neden olan maddeler. biyoenerjetik (İng. bioenergetics) Bitkilerle hayvanlar, bitkilerle bitkiler hayvanlarla hayvanlar arasındaki enerji aktarımının incelenmesi. biyoerozyon (İng. bioerosion) Sert tabakaların genellikle kalsiyum karbonatın yaşayan çeşitli organizmalarla çözülmesi veya parçalanması. biyoessey (İng. bioassay) Biyolojik etken bir maddenin etkinliğini, canlı organizma üzerinde göstererek saptama. biyofaj (İng. biophage) Bir organizmanın diğer canlı organizma ile beslenmesi, biyotrof. biyofilm prosesleri (İng. biofilm processes) Biyolojik arıtma sisteminde organik ve diğer maddeleri dönüştüren mikroorganizmaların dolgu malzemesi olarak kullanılan seramik, taş ve plastik malzemelere tutunarak (yapışarak) sıvı ortamda bulunmasıdır. Arıtma içerisinde bulunan dolgu malzemelerine yapışan mikroorganizma topluluğu biyofilm adını alır. biyofitler (İng. biophyte) Parazit bitkiler. biyofizik (İng. biophysics) Canlı organizmaların fiziksel metotlarla incelenmesi, canlı organizmaların ve bunların parçalarının gösterdikleri fiziksel olayların incelenmesi. biyoforlar (İng. biophores) Kromozomlar gibi çok karmaşık yapıları oluşturacak şekilde bir araya gelmiş bulunan son derece küçük elemanlar. biyogenetik rezervler (İng. biogenetic reserves) Soyu tükenmekte ya da genetik çeşitliliği çok azalmakta olan tür ve tür topluluklarını korumaya yönelik uluslar arası düzeyde bir koruma alanı çeşidi. biyogenez (İng. biogenesis) Her canlı maddenin yine bir canlıdan meydana geldiğini kabul eden kuram. biyoindikatör (İng. bioindicator, indicator organism) Bakınız biyomonitör. biyoizlem (İng. biomonitoring) Potansiyel olarak zararlı bir durumda bitki ve hayvan yaşamındaki farklılaşmaları değerlendirmek amacıyla doğal bir ortamın biyolojik konumundaki değişikliklerin izlenmesi. biyojeografi (İng. biogeography) Bitki ve hayvanların yeryüzündeki dağılma şekillerini ve bunun nedenlerini inceleyen bilim dalı. biyojeosenöz (İng. biogeocoenosis) Organizmaların özel yaşadığı çevre ile ilgisine göre bir araya gelmesi. biyokalorimetri (İng. biocalorimetry) Biyolojinin organik etkinlik sonucu ortaya çıkan ısısal olayları inceleyen bölümü. biyokatalizör (İng. biocatalyzer) Canlı dokuların hepsinde çok az bulunan ve hayat için gerekli kimyasal tepkimeleri uyandıran veya kolaylaştıran madde. biyokimya (İng. biochemistry) Hücreden en gelişmişe organa kadar canlı dokuları inceleyen ve bunları oluşturan maddeleri araştıran bilim dalı. biyokimyasal (İng. biochemical) Biyokimya ile ilgili. biyokimyasal döngü (İng. biochemical cycle) Kimyasal elemanların fiziksel çevre ile organizmalar arasındaki döngüsü. biyokimyasal oksidasyon (İng. biochemical oxidation) Oksijenli ortamda sudaki maddelerin (çoğunlukla organik bileşimli) mikroorganizmalar tarafından mineralizasyon işlemidir. biyokimyasal oksijen ihtiyacı, BOİ (İng. biochemical oxygen demand, BOD) Organik kirliliğin bir ölçüsü olarak kullanılan ifade. Bir su veya atık sudaki organik maddelerin biyokimyasal süreçlerle tam ayrışmaları için bu işlemi yapan mikroorganizmaların, suyun birim hacimi başına gereksinim duydukları oksijen miktarı. Evsel atık su işleme süreçlerinin etkinliğini ölçmede de kullanılır. biyoklimatoloji (İng. Bioclimatology) Canlı organizmaların gelişiminde iklimin etkisini araştıran bilim kolu. biyokonsantrasyon faktör, BCF (İng. bioconcentration factor, BCF) Akuatik organizmaların tüm vücutlarında veya herhangi bir dokusunda ölçülen kirletici konsantrasyonu, ya da yaş ağırlık olarak ölçülen bu konsantrasyonun, organizmanın içinde bulunduğu suyun kirletici konsantrasyonuna oranıdır. biyokonsantrasyon (İng. bioconcentration) Kirleticinin organizma tarafından besin yoluyla ya da doğrudan sudan alınmasıdır. biyokrom (İng. bioschroma) Biyolojik pigment, bitki ve hayvanlarda herhangi doğal bir boya maddesi. biyokron (İng. biochron) Hayvanlar aleminin evrimi içerisinde bir cinsin veya bir türün yaşama süresi. biyokütle (İng. biomass) Belli bir alan ya da hacimdeki canlı organizmaların toplam kütlesi yada miktarı. biyokütle enerjisi (İng. biomass energy) Bir biyokütledeki organik atıklar, bitkiler ya da ağaç gibi organik maddelerden üretilen enerji. biyolit (İng. biolithite) Organizmalardan oluşan kaya. biyoloji (İng. biology) Bitki ve hayvanların doğma, gelişme, yapı, çalışma, dağılış, üreme gibi yaşayış gösterilerini inceleyen bilim. biyolojik arıtma (İng. biological clarification) Atık suyun mikroorganizmalar kullanılarak arıtılması. biyolojik artış potansiyeli (İng. biological growth potential) Bir populasyonda, mümkün olabilecek en yüksek artış hızı, biyotik potansiyel. biyolojik ayrışma (İng. biological decomposition) Canlı organizmaların etkileriyle biyokimyasal reaksiyon sonucu sulu ortamdaki organik maddelerin ayrışmasıdır. biyolojik besi maddesi giderimi (İng. biological nutrient removal) Biyolojik arıtma prosesinde azot ve fosforun giderilmesidir. biyolojik birikim (İng. biomagnification) Bazı kirleticilerin hava, su ve toprakta düşük miktarda bulunsalar bile besin zincirinin birbirini inceleyen halkalarındaki tüketicilerinden giderek artan yoğunluklarda bulunması olayı. biyolojik çeşitlilik (İng. biodiversity) Organizmaların çeşitlerinin alan yada hacim birimi başına sayısı; belli bir zamanda belli bir yerdeki türlerin bileşimi. biyolojik çökel (İng. biological sediment) Biyolojik kökenli maddelerin genellikle derin deniz diplerinde birikmesiyle oluşan çökellerdir. biyolojik denge (İng. biological balance) Hayvanlarla bitkiler, bitkilerle bitkiler ve hayvanlarla hayvanlar arasındaki denge. biyolojik deterjanlar (İng. biological detergents) Hücrelerin parçalanması, çözülmesi, zarların daha sıvı hale getirilmesi ve temizlik için kullanılan,yapay yada doğal olarak bulunan, iyonik deterjanlar, iyonik olmayan deterjanlar ve safra tuzları olarak gruplandırılan yüzey aktif maddeler. biyolojik filtre (İng. biological filter) Kendisi bir işleme girmeyen fakat üzerinde bulunan, biyolojik bakımdan aktif bir tabaka yoluyla atık suları temizlemeye yarayan malzeme parçacıklarından oluşan bir yataktır. biyolojik indikatör (İng. indicator organisms, indicator species) Bakınız biyomonitör. biyolojik kalkan (İng. biological shield) Bir nükleer reaktörün personelini ve çevresini korumak amacıyla, nötronları ve gamma radyasyonu absorbe etmek (soğurmak) için nükleer reaktörün merkezi etrafında inşa edilen koruyucu kalkan ya da kalın beton duvar. biyolojik kontrol (İng. biological control) Çeşitli zararlı organizmaların, kendi doğal düşmanları yoluyla denetimi. biyolojik monitör Bakınız biyomonitör. biyolojik nakil (İng. biological transmission) Bir taşıyıcıda üreyen patojenin diğerine geçirilmesi. biyolojik oksidasyon (İng. biological oxidation) Mitokondrideki elektron ileticisi aracılığıyla bir atom ya da molekülden elektron alınması olayı. biyolojik potansiyel (İng. biological potential) Bir organizmanın varlığını sürdürme ve üreme yeteneği. biyolojik saat (İng. biological clock, circadien rhythm) Bir bitki ve hayvanın dış ve iç faaliyetinin, çevresinin düzenli çevrimsel değişmesine uyması. biyolojik tabaka (İng. biofilm) Arıtma sistemlerinde bir katı madde yüzeyinde meydana gelen, canlı organizmalardan teşekkül eden bir tabaka, biyofilm. biyolojik uyum (İng. biological adaptation) Organizmanın çevresiyle uyuşabilmesi için bitki ve hayvan türlerinde meydana gelen biyolojik değişme oluşumu. biyolojik yarı ömür (İng. biological half life) Canlı organizmalar içerisine sokulan yabancı bir maddenin ve özel olarak radyoizotopların organizma tarafından kendi özel yöntemleriyle yarısının elimine edilmesi için geçen zaman. biyolüminesans (İng. bioluminescence) Canlı organizmaların, hücre veya organlarındaki kimyasal reaksiyonlar veya hücresel salgılar sonucu ışık üretmesi olayı. biyom (İng. biome) Yaşam kuşakları. Yeryüzünün geniş alanlarına yayılmış bitki ve hayvanların doğal olarak kümelendirilebilecek özellikte olanlarının bulunduğu yaşama alanları. biyomagnetizma (İng. biomagnetism) Canlı varlıkların yer mıknatıs alanında ve ona denk yoğunlukta suni mıknatıs alanlarında gösterdiği duyarlılık ve tepki. biyomas (İng. biomass) Belirli bir alanda tüm organizmaların ya da seçilmiş bir grup organizmanın herhangi bir zaman periyodunda meydana getirdiği toplam ağırlığı. Biyokütle. biyomekanik (İng. biomechanic) Canlılara özgü olayları mekanik açıdan ele alan biyoloji bölümü. biyometeoroloji (İng. biometeorology) Havanın bitki ve hayvanlar üzerindeki etkisini inceleyen bilim dalı. biyometre (İng. biometer) Küçük organizmalar tarafından çıkarılan CO2 yi ölçen alet. biyometri (İng.biometry, bioistatistics) Canlı varlıkların çok yönlülüğünü, olasılık hesapları yardımıyla istatistik inceleme yöntemleri, organizmalara ait biyoloji gözlemlerinde uygulanan istatistik bilimi. Biyoistatistik. biyomineralizasyon (İng. biomineralization) Canlı organizmaların oluşturduğu tüm ya da kısmi mineralleşme. biyomonitör (İng. bioindicator, indicator organism) Vücutlarında metalleri veya kirleticileri biriktiren en duyarlı ve doğru organizmalar. Biyoindikatör = indikatör. biyomorfoz (İng. biomorphosis) Bir canlının diğer bir canlı üzerindeki etkisi. biyonomi (İng. bionomy) Canlıların çevresiyle ilişkilerini inceleyen bilim. biyoplazma (İng. bioplasm) Canlı madde. biyopsi (İng. biopsy) Canlı doku örneğinin incelenmek üzere alınması. biyoreaktör (İng. bioreactor) Sıcaklık, pH derecesi gibi çevre şartları kontrol edilen fermentasyon kabı. biyoremidasyon (İng. bioremidation) Bir çevre kirleticisini uzaklaştırmak için mikropların kullanılması. biyos (İng. bios) Canlı organizmalar. biyosemez (İng. biocemesis) Nedeni ya çevre soğuması (kış uykusu) ya oksijen azlığı (anoksi) ya su azlığı (anhidrobiyoz) ya da hepsinin bir arada bulunması ile oluşan yaşantıda yavaşlama. biyosenoz (İng. biocenose) Bir biotopta, karşılıklı ilişki olmaksızın bir araya gelmiş ve çevresel faktörlerin etkisiyle kalitatif açıdan özel bir yapı kazanmış organizmalar topluluğu. biyosensör (İng. biosensor) Gösterge olabilecek herhangi bir organizma. biyosentez (İng. biosynthesis) Canlı varlığın kendi içinde yaptığı sentez. biyoseri (İng. bioserie) Kalıtlanan tek bir karakterde görülen peş peşe değişmeler. biyoseston (İng. bioseston) Canlı formlara, yani plankton ve neustona verilen ad. biyosfer (İng. biosphere) Dünyadaki bütün canlıların yaşadığı 16-20 km kalınlığında tabaka. Biyosferin deniz seviyesinden 8-10 km'si atmofere, 8-10 km'si okyanusların dibine doğru uzanır. biyosfer rezervi (İng. biosphere reserve) Dünya çapında ekolojik önem taşıyan bölgeleri korumaya yönelik, Birleşmiş Milletler UNESCO tarafından koordine edilen, uluslararası bir koruma alanı çeşidi. biyosidler (İng. biocide) Organizmaları öldürme yeteneğine sahip kimyasal maddeler; sterilize ediciler. biyospeleoloji (İng. biospeleology) Mağaralarda yaşayan canlıları inceleyen bilim. biyostati (İng. biostatics) Organların bünyesi ile faaliyetleri arasındaki ilişkilerin bilimsel incelenmesi. biyostazi (İng. biostasis) Toprağın biyolojik bakımdan durgunluk evresi. Bu evrede kimyasal aşınma, alkali bazlardan meydana gelen metal tuzların eriyebilen kısmını götürür. biyoşimi (İng. biochemy) Organ dokularındaki kimyasal olayları inceleyen bilim dalı. biyot (İng. biod) Yeryüzünde birim alanda bulunan kuru biyokitle. biyota (İng. biota) Belirli bir bölgede ya da çevrede bulunan bitki ve hayvan yaşamının bütünü. biyotaksi (İng. biotaxis) Fosillerin ve bugünkü canlıların doğal sınıflandırma kurallarını belirleyen bilim dalı. biyotaktizm (İng. biotactism) Bir veya daha çok hücreni herhangi bir hücreyi kendine çekmesi. biyoteknoloji (İng. biotechnology) Teknolojinin biyolojiye uygulanması. biyotekton (İng. biotecton) Taşların üzerini örten organizmalar. Cladophora gibi organizmalar örnek olarak verilebilir. biyotik (İng. biotic) Bir çevredeki bitkiler, hayvanlar ve mikroorganizmalar ile ilgili. Yaşamla ilgili. biyotik potansiyel (İng. biotic potential) Bir populasyonda ölümlerin en az, çoğalmaların en yüksek düzeyde olması sonucu popülasyonun en çok artma oranı. biyotip (İng. biotype) Kalıtsal bazı özellikleri ile yapı ve biçim benzerliği gösteren bireyler topluluğu. biyotipoloji (İng. biotyplogy) Her bireyde, bedenin fizyolojik eğilimleriyle ruhi davranışı arasında kurulabilecek karşılıklı bağlantıları inceleyen bilim. biyotop (İng. biotope) Belirli bir bitki ve hayvan topluluğu için elverişli nitelikteki nispeten bir örnek çevre koşullarının oluşturduğu sınırlı bir bölge. biyotoprizm (İng. biotrophism) Asalak bitkilerin köklerinin büyüme ve gelişme yönsemesi. Bunların kökleri toprağın içinde, değişik türden konak bitkilerin köklerine ve diğer toprak altı organlarına doğru yönelir. bladderwort (İng. bladderwort) Su miğferi olarak bilinen yabancı su bitkisi. blade (İng. blade) Tipik bir algin yapraksı kısmı. blastoma (İng. blastoma) Tomurcuk. blastomer (İng. blastomere) Döletsel gelişiminde zigotun yarıklanması ile oluşan gözlerin her biri. blastopor (İng. blastophore) Embriyoda, dış hücrelerin içeri çökmesiyle oluşan ilkin girintinin açıklık kısmı, ilkin ağız açıklığı. blastosfer Morulla devresinden Blastula devresine geçişte vitellüsün kısımlarına ayrılma evresi. blastosöl (İng. blastocoel) Embriyonun erken safhasında, dış tabakadaki hücrelerin içeriye doğru bir girinti yapması sonucu oluşan, ilkin vücut boşluğu. blastospor (İng. blastospor) 1. Gastrulasyon evresinden sonra oluşan boşluğun dışa açılan ağız kısmı. 2. Tomurcuklanma ile meydana gelen mantar sporu. blastozoit (İng. blastozooid) Hayvan kolonilerinde oozoitin tomurcuklanmasından doğan birey. blastula (İng. blastula) Döllenmiş yumurtanın bölünmeler sonucu, ortası sıvıyla dolu olan bir hücre tabakasından oluşan yapı. blefaroplast (İng. blefaroplast) Mastigophora’larda kamçının dip taneciğine yakın bir yerde bulunan küçük bir cisim. bloom (İng. bloom) Mikroskobik veya yarı mikroskobik canlıların (alglerin) aniden çok kısa bir süre içinde çoğalması ve suyu boyamasıdır. Aşırı çoğalma. bodolar (İng. Bodonida) Kamçılı bir hücreli hayvanlar takımı. Serbest veya asalak olarak yaşar. Bazen iyice küçük olan kamçı organı, biri önde diğeri arkada birbirine denk olmayan iki kamçıdan yapılmıştır. boğum (İng. node) Yaprakların gövde üzerinde bağlı oldukları yer. Nodyum. boring organizma (İng. boring organism) Denizel ortamda doğal olmayan substratumların (örneğin tahta tekneler) içinde yaşayan organizmalardır. boşaltım (İng. extcretion) Metabolik artıkların ve aşırı suyun çıkarılması. boşburun (Lat. Coelorhynchus coelorhynchus, İng. Hollowsnout grenadier) Teleostei üst takımının Macruridae familyasından Akdeniz’in derinlerinde yaşayan bir tür. botanik (İng. botany) Biyoloji biliminin bitkileri inceleyen ve çalışan bir dalı. botridyum (İng. bothridium) Bazı Cestodolar’daki barsak şeridinin başında bulunan emici oluk. Bowman Kapsülü (İng. Bowman’s capsule) Her böbrek borucuğunun ucunda kılcal damar yumağını (glomerulus) saran hücrelerin oluşturduğu çift duvarlı kese. boy-ağırlık ilişkisi (İng. length-weight relationship) Boy ile ağırlık olarak ifade edilen boyutlar arasındaki logaritmik ilişkidir. boyuna kesit (İng. longitudinal section) Uzun eksene paralel kesit. bozulma (İng. pollution) Bir doğal kaynağın kirlenmesi süreci. bölüm (İng. division) Canlıların sınıflandırılmasında kullanılan bir terimdir. Bir bölümlemeden sonra ortaya çıkan kümelerin her biri. Tabiat bilgisinde bölümler sınıftan başlayarak ve sırası ile takım, familya, cins, tür ve çeşitten geçerek bireyde sona erer. bölünme (İng. division) Bir zigotun ya da genç bir embriyonun bölünmesi. bölüt (İng. 1. segment 2. metamere) 1. Eklem bacaklıların vücudunu oluşturan yan yana dizili parçaların her biri, halka. 2. Zigotun bölünmesinden sonra ortaya çıkan ve az çok birbirine benzeyen parçaların her biri. braditelik (İng. bradytelic) Standart hızdan daha düşük hızla gelişme. brakidaktili (İng. brachydactyly) El ve ayak parmaklarının anormal kısalığı. Brakipoda (Lat. Brachiopoda) İki kabuğa ve içte, üzerinde kirpikli tentakülleri bulunan, iki kıvrımlı kola sahip deniz organizmalarının dahil olduğu filum. brakisefal (İng. brachycephalic) Dar kafatasına sahip olan Yuvarlak kafalı; kafatası indeksi 80 ya da daha fazla olan. brakte (İng. bracteole, bractlet) Çiçek sapı yaprakçığı. Çiçek sapının kaidesinde, sapın gövdeye bağlandığı yerde bulunan yaprakçık. brakteol (İng. bracteole) İkinci derecedeki brakte. Çiçek sapının üzerinde bulunan küçük yaprakçık. brakyopot (İng. brachiopod) Yumuşakçalara benzeyen alt kabuğu büyük, üst kabuğu küçük bir hayvan grubu. branchiola larvası (İng. branchiola larvae) Derisidikenlilerden denizyıldızlarında bulunan larva şeklidir. Bipinnaria larvasının ön ağız kısmında üç yapışma kolu oluştuğu andan itibaren aldığı isim. Branchiopoda (Lat. Branchiopoda, Branchiopods) Hayvanlar aleminin Mollusca’lara benzeyen bir grubudur. branş (İng. branchia)Solungaçlar; balıkların solunum organı. branşiyal (İng. branchial) Solungaçlara ait; solungaçlarla ilgili. branşiyokraniyum (İng. branchhiocranium)Solungaç kemerini destekleyen kemiksi iskelet. branşiyostegal (İng. branchiostegal) Branşiyostegal zarı destekliyen kemiksi ışınlar; balığın başının altında, alt çenenin arkasında, operkular kemiklerin alt kısmında ve hiyoid kemere yapışık olan ışınlar. brem (İng. Brem) Sahillerin üst kısmında bulunan ve hemen hemen düz olan bölgelerdir. briyofitler (Lat. Bryophyta, Bryophytes) Yapraklı kara yosunları ile Ciğer yosunlarını kapsayan bitki topluluğu. briyoloji (İng. Bryology) Karayosunlarının inceleyen botanik dalı. bronş (İng. bronchi) Soluk borusundan ayrılan akciğerlere giden iki boru. bronşit (İng. bronchitis) Bronşlarda bakterilerin yerleşip üreyerek iltihaplanması. bronşiyal sifon (İng. bronchial siphon) Yumuşakçalarda solungaçlardan içeri su çekilen sifon. bronşiyal yarıklar (İng. bronchial grooves) Dış yutak yarıkları ya da iç organ yarıkları. brown hareketi (İng. brown movement) Bir çözelti ya da süspansiyon içinde küçük parçacıkların su moleküllerinin çarpmasından ileri gelen hareketi. Briyozoa (İng. Bryozoa) Yosun hayvancıkları. Kayalar üzerinde yosunu andıran dallı güzel görünüşlü bir hayvan türünün kolonisi. bugula (Lat. Bugula, İng. bugula) Yumuşakçamsılar (Molluscoidea) dalının, Yosun hayvanları (Bryozoa) sınıfından bir cins. Koloninin bireyleri ikiden çok sıra yapan ve birbirine değen evcikleri kapsar. buğu (İng. vapour, vapor) Maddenin gaz hali; gaz haline gelmiş su. buğulaşma (İng. vapour, vapor) Sıvı halden gaz haline gelmiş su. buhar (İng. vapour, vapor) Isı etkisiyle sıvıların ve bazı katıların geçtikleri gaz hali. buharlaşma (İng. evaporation) Bir sıvının, gaz ya da buhar haline geçmesi süreci. bukkal (İng. buccal) Ağıza ait, ağız ile ilgili. bukkal kenar (İng. buccolingual) Ağız kenarı, yanak. bulanıklık (İng. turbidity) Suda ve havada asılı bulunan maddelerin neden olduğu, güneş ışınlarının ortama girme ve bitkilerin büyüme düzeylerini denetleyen, içme suyu kalitesi açısından çok zararlı ortam koşulları. bulantı (İng. turbidity) Turbidite. bulba (İng. bulb) Şişkinlik. bulbiformis (İng. bulbilform) Soğan şeklinde. bulbus arteriosus Kalpte karıncık (ventriculus) ile aorta ventralis arasında kemikli balıklarda bulunan ince duvarlı soğan biçiminde genişlemiş bölüm. bulbus (Lat. bulbus) Soğan, soğan şeklinde kalınlaşma. bulla (İng. bulla) Kabarcık. bulut (İng. cloud) Havadaki su buharının yükseklerde yoğunlaşmasından doğan çok küçük su damlacıkları kümesi. bursa (İng. bursa) Torba, kese. burun (İng. cape) Karaların denize doğru çıkıntı yapan kısmı. buzçözer (İng. defroster) Buzu çözen, donmayı önleyen alet, defroster. buzdağı (İng. iceberg) Kutup bölgelerinde buzullardan koparak akıntılarla yer değiştiren büyük buz parçası, aysberg. buzkıran (İng. icebreaking ships) Donmuş deniz, göl veya ırmaklarda ulaşımı öteki gemilere açmakta kullanılan, buzları kırarak yol açmak için yapılmış gemi. buzla (İng. pack ice) Deniz suyunun donmasıyla kutup bölgelerinde oluşan buz alanı, bankiz, aysfild. buzul gölleri (İng. ice lakes) 2500 m’nin üzerindeki yüksek dağlarda buz ve karların sürüklediği materyalin çukurlarının su ile dolması sonucunda veya morenlerin (buzulların getirdiği taş, toprak ve buzul taşları) birikerek baraj oluşturması sonucunda oluşan göller. Glasial göller. buzul dereleri (İng.ice rivers) 2500 m’nin üzerindeki yüksek dağlarda karların ve buzların erimesiyle oluşan dereler. buzul (İng. iceberg) Kutup bölgelerinde veya dağ başlarında aşağıya doğru ağır ağır yer değiştiren büyük kar ve buz kütlesi. büğemek (İng. dam) Suyu önüne bent yaparak toplamak. büğet (İng. pond) Su birikintisi, gölcük. bük (İng. bay) 1. Ovada veya dere kıyısında çalı ve diken topluluğu. 2. Akarsu kıyılarındaki verimli tarlalar. 3. Koy. büret (İng. burette) Volümetrik kimyasal analizlerde ölçülü hacimlerin kolayca alınmasını sağlayan 2-15 mm çapında, 2100 cc çözelti alabilecek kapasitede, alt kısmı cam musluk veya lastik ve pensle kapatılabilen, üzerinde taksimat bulunan, dar ve uzun cam boru. büyük ağızlı balık (Lat. Chauliodus sloani, İng. Sloane's viperfish) Teleostei üst takımınının Stomiatidae familyasından 18 cm kadar uzunlukta Akdeniz, Atlantik ve Hint okyanuslarında yaşayan bir tür. büyük camgöz (Lat. Cetorhinus maximus, İng. Basking shark) Chondrichthyes sınıfının Lamnidae familyasından, dişleri çok küçük, 15 m kadar uzunlukta, (8 ton ağırlıkta), pelajik yaşayan, planktonla beslenen ve yırtıcı olmayan, Akdeniz'de yaşayan bir tür. Dev köpekbalığı. büyük karides (Lat. Panaeus trisulcatus) Crustacea sınıfından 15-20 cm kadar uzunlukta Akdeniz’de bol bulunan tüketilen bir eklem bacaklı türü. büyük kedi balığı (Lat. Scyliorhinus stellaris, İng. Nursehound ) Selachii takımının Scylliorhinidae familyasından, 60-120 cm kadar uzunlukta, Avrupa sularında ve Akdeniz’de yaşayan bir tür. büyük kum yılan balığı (Lat. Hyperoplus lanceolatus, İng. Great sandeel) Teleostei üst takımının Ammodytidae familyasından 30 cm kadar uzunlukta, yeşilimsi renkte, ağız kısmı kara lekeli, kuzey yarımkürede sürüler halinde yaşayan bir tür. büyütme gücü (İng. magnification) Bir optik aygıtın değişik düzeylerde büyütebilme gücü. büyütme oranı (İng. magnification ratio) Optik bir aygıt tarafından oluşturulan görüntünün büyütülme derecesi. büzgen kas (İng. sphincter muscle) Kasılarak tüpsü bir yapıyı kapatabilen halka şeklindeki bir kas. -Cc vitamini (İng. vitamin c, ascorbic acid) Meyve ve sebzelerde bulunan, eksikliğinde bağ dokusunda zayıflamalara yol açan bir vitamin türü. camgöz (Lat. Galeorhinus galeus, İng. Tope shark ) Chondrichthyes sınıfının Carchariidae familyasından, uzun sivri ağızları üst kısımdan hafifçe basık, kuyrukyüzgecinin üst lobu çentikli, balıklarla beslenen, 50400 m derinliklerdeki deniz tabanlarında yaşayan ve tüm Akdeniz'de yaygın olan tür. camgözgiller (Lat. Squalidae) Pisces sınıfının Selachii takımının Cyclospondyli alttakımından, anüs yüzgeçleri bulunmayan, doğurarak çoğalan, sırtları kül rengi olan türlere sahip bir familya. camlı süngerler (Lat. Triaxonida) Metazoa’ların Parazoa bölümünün Porifera filumundan, iskeletleri üç eksenli silis iğnelerinden yapılmış türlere sahip bir takım. canavar balığı (Lat. Carcharodon carcharias, İng. Great white shark) Selachii takımının Lamnidae familyasından, 10-12 m kadar uzunlukta, denizlerin derin kısımlarında yaşayan, Akdeniz’de bulunanları insanlar için tehlikeli olan bir tür. canlı doğal kaynaklar (İng. bio- natural resources) Karada ve denizdeki tüm bitki, hayvan ve mikroorganizmalar, ormanlar ve yaban hayatı, tarım bitki ve hayvanları; ekonomik faaliyetlerin temelini oluşturan doğal kaynaklardan canlı olanları. canlı dokuları boyama (İng. staining) Canlı bitki ya da hayvan dokularını boyama işlemi. canlı madde (İng. living substances) Hayati olayların meydana geldiği protoplazma. canlı toplumları (İng. biomes) Tür toplulukları. cansız çevre (İng. abiotic environment) Doğadaki fiziksel ve cansız kimyasal öğeler. Örneğin, toprak, su, atmosfer. Carnivora (Lat. Carnivora) Etciller. cenin (Lat. foetus, İng. fetus) Gelişmenin erken dönemindeki embriyoya verilen ad. cerata (İng. cerata) Bir nudibranch’ın vücudunda gaz değişimi fonksiyonu yapan sırt çıkıntıları. Cetacea (Lat. Cetacea) Denizlerde yaşayan memelileri içeren ordo. cevap (İng. response) Deneyde kullanılan kirletici maddenin, ölçülmüş biyolojik etkisidir. Bu etki, kısa süreli(akut) kirlilik deneylerinde genellikle ölüm, uzun süreli (kronik) deneylerde ise biyomas değişikliği şeklinde belirlenir. chelae (İng. chelae) Çengel, makas. Chelicerata (Lat. Chelicerata) Arthropoda’lara ait altşubedir. Beslenme yapılarının varlığı keliser olarak adlandırılır ve ağzın yerini almıştır. Chimaera (Lat. Chimeaeridae) Holocephali (Denizkedileri) altsınıfına ait balıklardır. Değişik vücut şekilleri vardır. Kuyrukları ince bir iplik şeklinde uzamıştır. Chiton (Lat. Chiton) Polyplacophera sınıfına ait Tesbih böceği benzeri yumuşakçalardır. Sırt kısmı birbirini kiremit gibi örten ve birbirleriyle eklemli sekiz kabuk plakası taşımasıyla (böylece hayvan tesbihböceği gibi kıvrılabilir) karakterize edilirler. Chondrichthyes (Lat. Chondrichtyes) Çeneli balıklar üst sınıfının kıkırdaklı balıklar sınıfı. Chondrostei (Lat. Chondrostei, Chondrosteans) Kıkırdak pullular üsttakımı. Chordata (Lat. Chordata) Barsağın dorsalinde ve ilk barsak tarafından meydana getirilen elastiki bir çubuğun (chorda dorsalis) ve bunun üstünde ektodermik bir sinir merkezi olan medulla spinalis ile beynin bulunduğu balıklar. Kordalılar. Chrysophyta (Lat. Chrysophyta) Sarı kahverengili algler. CITES (İng. Convention on International Trade in Endangered Species of Wild Fauna and Flora) Neslinin devamı tehlikeye girmiş olan yabani hayvan ve bitki türlerinin uluslararası ticaretini kontrol ederek, bu türlerin yok olmasını önlemeye çalışan uluslararası organizasyon. 166 üyesi olan bu organizasyona Türkiye 23/09/1996 tarihinde üye olmuş ve CITES kuralları 22/12/1996 tarihinden itibaren uygulamaya konuşmuştur. ülkemizde CITES kurallarının sağlıklı uygulanabilmesi için hazırlanan CITES Yönetmeliği 27/12/2001 tarih ve 24623 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Bu yönetmeliğe göre Türkiye'de CITES Yönetim Otoritesi, Çevre ve Orman Bakanlığıdır. cıva (İng. mercury) Besin zincirlerinde, özellikle tatlı su ve deniz organizmalarında yoğun olarak bulunabilen ve zararlı etkilere yol açan zehirli metalik eleman. cıvık mantarlar (Lat. Myxomycetes) Hem bitkisel hemde hayvansal özellik gösteren, gövdeleri ya tek yada çok çekirdek içeren, uygun olmayan şartlarda " Sklerotyum " adı verilen bir kist oluşturan canlılar. Ciguatera (İng. ciguatera) Kaslarında veya organlarında toksin bulunan tropik balıkların tüketilmesiyle insanlarda oluşan hastalık. cikcik Kum midyesi. cins (İng. genus) Biyolojik sınıflandırmada, aralarında benzer ve ortak özellikler bulunan canlı varlık ve nesneler topluluğu. Cins isimleri daima büyük harfle başlar. Cliophora (Lat. Cliophora) Denizlerde ve tatlı sularda yaygın olarak bulunan, gövdeleri saç benzeri kirpiklerle kaplı, iki çekirdekli, protozoaların kirpik organizmalar sınıfıdır. com Deniz dibi kanallarını birden kesen set, kayalık vs. conus arteriosus (İng. conus arterious) Kalpte karıncık ile aorta ventralis arasında yer alan ve kıkırdaklı balıklarda bulunan uzun fıçı biçiminde kalın duvarlı içi kapakçıklı bölümü. corpora allata (İng. corpora allata) Gençlik hormonu bezi corpora cardiaca (İng. corpora cardiaca) Böceklerde deri değiştirme hormonu olan ekdizonu salgılayan iç salgı bezi crassulacean asit metabolizması, CAM (İng. crassulacean acid metabolism) Sıcak ve kurak ortamlarda yetişen bazı bitkilerin fotosentezinde görülen bir değişiklik. Sukkulent benzeri bitkiler stomalarını gündüzleri kapatıp geceleri açarak su kaybını önlerler. Crossopterygii (Lat. Crossopterygii) Kemikli balıklar sınıfının püskül yüzgeçli balıklar alt sınıfı. Crustacea (Lat. Crustacea) Eklembacaklılar şubesine ait kabuklu hayvanlar. cüce gurami (Lat. Colisa lalia, İng. Dwarf gourami) Kemiklibalıklar takımının, Cennetbalığıgiller familyasından bir balık türü. Uzunluğu 6-7 cm. Hindistan’da yaşayan bir süs balığıdır. -Ççaça balığı (Lat. Sprattus sprattus, İng. European sprat) Kemiklibalıklar takımının Hamsigiller (Clupeidae) familyasından 1015 cm oyunda bir balık türü, normal uzunluğu 7-8 bazen 13-17 cm olur. Hamsiye çok benzer. Avrupa denizlerinde yaşar. çağanoz (Lat. Carcinus maenas, İng. shore crab) Kabukluların on ayaklılar alt takımından, eti için avlanan, pavuryaya benzeyen küçük su hayvanı. çağlarca Akarsu yatağının oldukça dikleştiği yerlerde suyun, yatağı yırtarcasına köpüklenerek aktığı yer. çağlayan (İng. waterfall) Irmak veya çaydan küçük bir suyun yüksekten dökülüp aktığı yer. Nehir yataklarında aşınma yüzünden meydana gelen yüksek setlerden akan sular. çakıl (İng. gravel) 5mm’den büyük ve 20 cm’den küçük taş veya mineral parçaları. çalı karidesi (Lat. Crangon crangon, İng. shrimp) Crustacea sınıfından, 5-6 cm uzunlukta, Avrupa ve ülkemiz denizlerinde yaşayan bir tür. çalkanmak (İng. wave) Dalgalanmak. çalpara (Lat. Portunus puber, İng. ladycrebe) Crustacea sınıfından, 3-5 cm uzunlukta, karapaks ve bacakları tüylü olan, Akdeniz’de yaşayan bir tür. çamçak (Lat. Leuciscus leuciscus, İng. Common dace) Sazangiller familyasından Avrupa tatlı sularında ve Türkiye’nin çeşitli göllerinde yaşayan bir tür. Kızılgöz. çamuka (Lat. Atherina hepsetus, İng. Mediterranean sand smelt) Teleostei üst takımının Atherinidae familyasından 10-15 cm kadar uzunlukta, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan bir tür. çamur (İng. mud, sludge) Tabii veya suni işlemler sonucu çeşitli sulardan ayrılan ve dibe çöken katı maddelere havi tortu tabakasıdır. çamur yaşı (İng. sludge age) Mikroorganizmaların havalandırma havuzunda bekletme süresidir. Mikroorganizma konsantrasyonunu sabit tutmak için son çökeltim havuzunda oluşan çamurun bir kısmı havalandırma havuzuna geri devirle verilir. çamur hacim indeksi (İng. sludge volüme index) Çamurun yumak yapısı ve çökelme özellikleri hakkında bilgi edinmek için kullanılan parametredir. Kısaca organik katıların çökelebilme potansiyelini ifade eder. Birimi mL/g’dır. çamur hacim oranı (İng. sludge volüme ratio) Aktif çamurun 30 dakika içerisindeki hareketsiz olarak çökeltilen bir çamur-su karışımında işgal ettiği hacmin toplam hacme oranı. çamurcuk (Lat. Chrondrostoma nasus) Sazangiller familyasından sazandan küçük, eti lezzetsiz bir göz ve bataklık balığı. çan hayvanı (Lat. Vorticella, İng. vorticel) Protozoa’ların Ciliata sınıfının, Peritricha takımından, kendini bir sapla tespit eden, çan biçiminde vücuda sahip, ağız bölgesinde bir sıra hareketli kirpiği olan, tatlısularda yaşayan türleri içine alan bir cins. çanak yaprak (İng. sepal) Çanak yaprağı birbirine bitişik olan yaprak biçimi. çapak balığı (Lat. Abramis brama, İng. Freshwater bream) Teleostei üst takımının Cyprinidae familyasından 50 cm kadar uzunlukta tatlısularda yaşayan bir tür. çapraz bağlama (İng. cross linking) İki DNA ipliğinden birindeki bazların diğer iplikteki bazlara kovalent olarak bağlanması. çapraz kalıtım (criss cross inheritance) Eşeye bağlı karakterlerin, anadan oğla ve babadan kız çocuğa aktarılması. çaprazlama (İng. cross) Değişik soydan gelen ana ve babaların birleştirilmesi. çarpan balığı (Lat. Trachinus draco, İng. Greater weever) Kemikli balıklar takımının Çarpan balığıgiller (Trachinidae) familyasından bir balık türü. Uzunluğu 25-40 cm. Kül rengi kırmızımsıdır. Sırt yüzgecindeki dikenler çok zehirlidir. Eti lezzetlidir. Marmara, Akdeniz ve Atlantik Okyanusunda yaşar. çarpan balığıgiller (Lat. Trachinidae, İng. weevers) Omurgalı hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının, Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, Dikenli yüzgeçliler (Acanthopteryptergii) alt takımına giren bir familyası. Başları büyük ve dikenlidir. Sırt yüzgeçleri zehirli dikenlerden yapılmıştır. Çok acıyan yaralar yaparlar. Akdeniz ve Avrupa denizlerinde yaşarlar. çatal ağız (İng. delta) Bir ırmağın denize kavuştuğu yerde lığların birikmesiyle oluşan üçgen biçimli ova, delta. çay (İng. stream) Çoğunlukla tabii kaynaklardan beslenen küçük akarsudur. çaylan (İng. sandy seashore) Çayın, ırmağın geçit yeri. Kumlu yer, kumsal. çekiç balığı (Lat. Sphyrna zygaena, İng. Smooth hammerhead) Chondrichthyes sınıfının Galeoidei alttakı Sphyrnidae familyasından, 4 m kadar uzunlukta, koyu gri renkli, tabanda yaşayan ve zaman zaman kıyılara yanaşan, Akdeniz'de yaşayan bir tür. çekiç balıkları (Lat. Sphyrnidae, İng. hammerhead sharks) Chondrichthyes sınıfının Galeoidei alttakımından, kafaları çekice benzeyen, büyük ve çevik, insanlar için tehlikeli, tropik ve ılıman denizlerin tabanında yaşayan, doğuran türleri olan familya. çekinik genler (İng. recessive genes) Bir homolog kromozom takımının her iki üyesi tarafından taşınmadıkça fenotipini ifade edemeyen genler, yani etkisini yalnız homozigot durumda ya da "çift-doz" da olunca gösteren genlerdir. çekinik (İng. recessive) Bir kaç kuşak sonra meydana çıkan ve o zamana kadar oradaki döllerle gizli kalan soyaçekim nitelikleri hakkında kullanılır, resesif. çekinik karakter (İng. recessive character) Ana ve babadan birinin sahip olduğu ve melezde ana veya babadan sahip olunan karşıt ve baskın bir karakterle örtülü olan karakter. çekirdek (İng. nucleus) Kromozomları içeren, zarla çevrili büyük bir organel. çekirdek poru (İng. nuclear pore) Ökaryot hücrelerin çekirdek kılıfı üzerinde sitoplazma ile nükleoplazma arasında irtibatı sağlayan, seçici geçirgen bir özellik gösteren yapı. çekmen (İng. sucker) Bazı hayvanlarda kendini bir yere tespit etmeye bağlamaya veya yer değiştirmeye yarayan organ, vantuz. çekum (İng. caecum) Sindirim sistemindeki kör bir çıkıntı, kör bağırsak. çenek (İng. cotyledon) Çim yaprakları, kotiledon tohumlu bitkilerin tohumlarının çimlenmesiyle embriyolarından oluşan ilk yaprak ya da yaprakları. çenesiz balıklar (Lat. Agnatha) Ostracoderm’ ler (zırhlı balıklar) ile yaşayan Lampetra sp., Petromyzon sp. ve Myxine’ leri kapsar. Kaygan ve pulsuz derili, uzunluğu 1 metre kadar olan silindir şeklinde vücutları vardır, çeneleri ve çift yüzgeçleri yoktur. çeşit (İng. variety) Değişik özellikler gösteren, dolayısıyla dış görünümleri de farklı olan fakat aynı türe ait bireyler grubu. çevre (İng. environment) Bir canlının bulunduğu yerdeki fiziksel ve kimyasal koşullar ile diğer canlıların oluşturduğu ortam. çevre analizi (İng. environmental analysis) Belirli bir arazinin topoğrafik, hidrolojik, jeolojik ve kültürel özellikleri gibi çevresel özelliklerinin incelenmesi. çevre bilimi (İng. ecology) Organizmaların kendi aralarında ve çevreleriyle olan karşılıklı ilişkilerini inceleyen biyolojinin bir dalı. Ekoloji. çevre değerlendirmesi (İng. environmental evaluation) Bir eylemin ya da projenin çevre bakımından yararlı olup olmadığını ve çevresel etki raporunun hazırlanması gerekip gerekmediğini belirlemek amacıyla yapılan inceleme. çevre dostu (İng. environmentally friendly, ecofriendly) Ürünlerde normal olarak bulunan zararlı öğelerden bazılarını tasfiye etmek amacıyla tasarlanmış ya da değiştirilmiş ürünleri ifade etmek için kullanılan terim. çevre etki değerlendirmesi, ÇED (İng. environmental impact assessment) Yeni gelişme ve projelerin çevreye olabilecek sürekli ya da geçici potansiyel etkilerinin, sosyal sonuçları ve alternatif çözümleri de içine alacak biçimde analizi ve değerlendirilmesi. çevre kalite hedefi (İng. Environmental Quality Objective, EQO) Çevrenin belirli bir boyutu için amaçlanan kalite düzeyinin ortaya konması. Bu düzey ulaşılır olmayabilir ve nicelik olarak ifade edilebilir. çevre kalite standardı (İng. environmental quality standard) Bir çevrede bir kirletici için izin verilebilir en yüksek düzey ya da çevrenin bazı vasıfları için kabul edilebilir en düşük düzey. çevre koruma (İng. environmental protection) Potansiyel olarak tehlikeli atık maddelerin çevreye boşaltılmasının asgariye indirilmesi ya da önlenmesi amacıyla kaynakların yönetimi. çevre koruma ajansı (İng. environmental protection agency, EPA) Kirleticiler ile ilgili tüm kanun ve yönetmelikleri uygulamak ile görevli Amerikan federal kuruluşu. çevre mühendisliği (İng. environmental engineering) Çevre mühendisliği, çevrenin korunmasına, kirliliğin azaltılmasına vb. elverişli teknoloji sistemlerinin tasarlanmasını ve çevre süreçlerinin incelenmesini, ayrıca belirli binaların bu açıdan iç tasarımlarının gerçekleştirilmesini içerir. çevrecilik (İng. environmentalism) İklim, cografi çevre ve toprağın insan üzerine yaptığı etkileri ele alarak bunları sosyal olayların açıklanmasında kullanma eğiliminde olan bir görüş. çevresel direnç (İng. environmental resistance) Bir türün maksimum çoğalma hızını engelleyen fizyolojik ve biyolojik etmenlerin toplamı. çevresel hücreler (İng. peripheral cells) Herhangi bir organda çevresel olarak yer alan hücreler, periferal hücreler. çevresel sinir sistemi (İng. peripheral nervous system) Beyin ve omurilik dışında kalan sinir dokusunu kapsayan ve vücudun çeşitli kısımlarının merkezi sinir sistemi ile iletişim halinde bulunmasını sağlayan sistem. çevresel tepki (İng. environmental response) Bir populasyonun artışını engelleyici nitelikte her türlü fiziksel, kimyasal ve biyolojık etkenin, populasyonu sınırlayıcı etkisi. çevrinti (İng. whirlpool) Açık denizlerde birkaç akıntının birleşmesinden meydana gelen büyük, dairesel su hareketi. çığa balığı (Lat. Acipenser ruthenus, İng. Sterlet sturgeon) Acipenseriformes takımının Aceripenseridae familyasından, Kuzey Avrupa ve Asya’nın tatlı ve tuzlu sularında yaşayan, 1 m kadar uzunlukta, 6 kg kadar ağırlıkta eti ve havyarı çok lezzetli olan bir tür. Çuka. çiçek (İng. flower) Bitkilerin üreme organlarını taşıyan göz, alıcı renklerle bezenmiş ve çoğu güzel kokulu kısmı. çiçek durumu (İng. inflorescence) Bir bitkide özel olarak bir araya gelen çiçeklerin meydana getirdiği yapı. çift çenekli bitkiler (İng. dicotyledone) Embriyolarında iki çenek yaprak (kotiledon) bulunan bitkiler. İletim demetleri gövdede belirli bir düzende yerleşmiştir. Dikotiledon. çift fizyon (İng. binary fission) Bir hücrenin mitoz dışındaki bir işlem ile önemli ölçüde iki eşit parçaya bölünerek üremesi. çift omurlular (Lat. Diplospondyli) Omurgalı hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının, Keski solungaçlılar (Elasmobranchii) alt sınıfının Köpekbalıkları (Selachii) takımının bir alt takımı. Her omurda ya iki sentrum bulunur ya da her sentrum içinde gelişmiş bir iç sentrum vardır. Solungaç yarıkları 6-7 tanedir.Sırt ve anüs yüzgeçleri birer tanedir. çifte solunumlugiller (Lat. Amphipnoidae) Omurgalı hayvanlardan Pisces sınıfının, Teleostei üst takımının Symbranchii alt takımından, solungaç boşluğunun bir yüzme kesesi olan, hem tatlı hem de tuzlu sularda yaşayan türleri olan bir familya. çiğneyici (İng. chewing mouthparts) Bazı böceklerin çiğnemeye uygun olan ağız parçaları. Bu tipte mandibulalar fazlaca kitinleşmiş olup yanlara doğru hareket ederek ısırır ve çiğner. çimlenme (İng. germination) Bitki tohumunun nemli yerde uç verip yeşermesi, filizlenmesi olayı. çinakop (Lat. Pomatomus saltatrix, İng. Bluefish) Lüfer balığının 10-15 cm boylusuna verilen ad. 16-20 tanesi bir kilo gelir. çingene palamudu (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) 350 gr'dan az olan palamut balıklarına verilen ad. çingene yengeci (Lat. Carcinus maenas) Arthropoda’nın Crustacea sınıfından dere, dere ağızları ve deniz kıyılarında yaşayan küçük boylu bir tür. çipura (Lat. Sparus aurata, İng. Gilthead seabream) Kemiklibalıklar takımının, İzmaritgiller (Sparidae) familyasından bir balık türü. Uzunluğu 50 cm kadar olur. Erdişidir. Ege denizinde bulunur. Eti çok lezzetlidir. Karagöz balığına benzer, eti beyaz bir Akdeniz balığı çiroz Yumurtasını atarak zayıflamış uskumru balığı ve bunun yenmek için kurutulmuşu. çiroz (Lat. Scomber scombrus, İng. Atlantic mackerel) Kemikli balıklardan uskumrugiller (Scombridae) familyasından, yumurtalarını bırakarak zayıflamış uskumru balığı. çiseleme (İng. drizzle) Yağmurun son derece ince olarak, çiseler biçiminde yağması. çitari (Lat. Sarpa salpa, İng. Salema) Kemiklibalıklar takımının İzmaritgiller familyasından, kılçıklı, üzerinde sarı çizgiler bulunan, en büyüğü yarım kiloyu aşmayan, eti lezzetli, rengi ve görünüşü güzel, uzun gövdeli, kılçıklı küçük balık. Boyu 35 cm. Doğu Atlantik Okyanusu kıyısı, Akdeniz ve Karadeniz’de, az olarak da Marmara’da rastlanır çivisiz kalkan (Lat. Scophthalmus rhombus, İng. Brill) Vücudunda çivi yerine benekleri bulunan, eti çok lezzetli kalkan balığı cinsi. çizgili kas (İng. striated muscle) Çalışması isteme bağlı kas telleri üzerinde çizgiler gösteren kas dokusu tipi. İskelet kası. çoçona (Lat. Myliobatis aquila, İng. Common eagle ray) Fulya balığı. çoğalma (İng. reproduction) Bir hücreli ve omurgasız hayvanlar gibi eşey hücreleri olmazsızın üreme yeteneği gösteren canlılar için kullanılır. Bu türlü üreme eşeysiz bir çoğalmadır. Bölünme veya ikiye ayrılma şeklinde olur. Reprodüksiyon. çok ayaklılar (Lat. Myriapoda, İng. myriapods, centipedes, millipedes) Birincil-ağızlılardan Eklembacaklılar (Arthrpoda) dalının Gerçek-eklembacaklılar (Euarthropoda) alt dalının bir sınıfı. Vücutları baş ile benzer bölütleri kapsayan uzun bir gövdeden yapılmıştır. Bir çift duyargaları, üç çift ağız parçaları vardır. Trakea ile solunurlar. Boşaltım organları Malphigi kanalcıklarıdır. Kara hayvanlarıdırlar. Nemli yerlerde taşların altında yaşarlar. çok çekirdekli (İng. multinucleate) Birden çok çekirdeği olan. çok embriyonluluk (İng. polyembryony) Bir zigottan birden çok embriyon meydana gelmesi hali. çok hücreli bez (İng. multicellular gland) Bir çok hücreden oluşmuş bez. Organizmada kullanılmak ya da dışarı çıkarılmak üzere salgı yapan özelleşmiş hücreler topluluğu. çok hücreliler (Lat. Metazoa, İng. metazoons) Hayvanlar (Animalia) aleminin bir altalemi, doku ve organları değişmiş çok sayıda yapılmışlardır. Özel hücrelerden yapılmış sindirim kanalları vardır. İlkel yapılı ve suda yaşayan türler dışta kalmak üzere her zaman eşeyli olarak çoğalırlar. çok saçaklıgiller (Lat. Polypteridae, İng. polypteres) Pisces sınıfının Teleostomi alt sınıfının, Crossopterygii takımından üstü yuvarlak pullarla örtülü, sırt yüzgeci boydan boya uzanan türleri olan bir familya. çok spermalılık (İng. polyspermy) Erkekteki sperma sayısının normalin çok üstünde olması durumu. çok yıllık bitki (İng. perennial plant) Yaşamlarını iki yıldan fazla sürdüren bitkiler. çomak hücreleri (İng. rod cells) Retinada bulunan ve beyaz ışığa karşı duyarlı olan, çubuk şeklindeki hücreler. çotira balığı (Lat. Balistes capriscus, İng. grey triggerfish) Çotiragillerden, dikenli, sert pullu, kısa ve geniş, siyaha yakın esmer bir balık. çotiragiller (Lat. Balistidae, İng. file fishes) Pisces sınıfının Teleostei üst takımının, Plectognathi alt takımından, vücutları yandan basık ve yüksek, üzeri pullarla örtülü türleri olan bir familya. çökeltme (İng. precipitation) Katıların yer çekimi nedeniyle çökelmesi doğal süreci; atık suyun işleme tabi tutulmasında, erozyon güçleri aracılığıyla parçacıkların ayrılması ve taşınması süreci. çöktürme (İng. decantation) Sulardaki askıdaki katı maddelerin çökmesinden veya yüksek yoğunluktaki sıvıdan ayrışmasından sonra üstte kalan sıvının geri alınması işlemidir. Dekantasyon. çölleşme (İng. desertification) Genellikle aşırı otlatma, yaygın ormansızlaştırma ya da aykırı tarım ve sulama uygulamaları sonucunda toprağın çöl haline gelmesi sürece. çöp (İng. waste, garbage, rubbish) Evlerden ya da ticari amaçla gıda hazırlanması ve kullanılmasından kaynaklanan hayvan, sebze ve meyve atığı; genelde tüm atık ürünler için kullanılır. çözelti (İng. solution) İki ya da daha fazla madde molekülünün homojen bir karışımı. Bir ya da daha fazla maddenin (çözünen) çözündüğü ortam. Çözülme sonucunda ortaya çıkan madde. çözmek (İng. dissolve) Bir maddeyi bir çözücü içinde çözündürmek, onun çözeltisini yapmak. çözücü (İng. solvent) İçerisinde bir ya da daha fazla maddenin (çözünen) çözündüğü ortam. çözümleme (İng. resolution) Gözle görülebilen bir cismin ya da bu cismin görüntüsünün ayrıntı derecesi. çözünen (İng. solute, solvated) Çözücünün içerisinde çözünmüş madde. çözünme (İng. dissolution) Birden fazla maddenin bir biri içerisinde çok küçük tanecikler (atom veya moleküller) halinde ve homojen olarak dağılmasıdır. çözünmüş oksijen (İng. dissolved oxygen) Su veya atık su içinde çözünmüş halde bulunan oksijen miktarı. çözünürlük (İng. soluble) Belirli şartlarda bir miktar çözücü içerisinde çözünebilecek en fazla madde miktarıdır. çulluk balığıgiller (Lat. Centriscidae) Pisces sınıfının Teleostei üst takımının Catosteomi alt takımından, ağızları hortum gibi uzamış ve vücutları tıknaz ve ön kısımları zırhlı olan türleri olan bir familya. çurçur balığı (Lat. Symphodus mediterraneus, İng. Axillary wrasse) Lapina familyasından, eti pek sevilmeyen, küçük bir deniz balığı (Crenilabrus) çürükçül (İng. saprozoic) Tabii olarak hayvan ve bitki kalıntılarının üzerinde yaşayan ve onların çürümesine yol açan organizmalar. Saprozoik. çürükçül beslenen (İng. saprophyte, saprotroph) Ölü ya da organik maddelerle beslenen ya da üzerinde yaşayan. Saprofit. çürüme (İng. putrefaction) Organik maddenin aerobik organizmaların etkisiyle hoş olmayan koku yayarak biyolojik ayrışmasıdır. çürümek (İng. putrefy, decay, decompose) Türlü etkilerle ve özellikle mikropların etkisiyle, kimyasal değişikliklere uğrayarak bozulup dağılmak. çürütme (İng. decay) Biyolojik esas anaerobik, işlemlerle çamur içindeki organik maddelerin kararlı (stabil) hale getirilmesidir. -Dd-amino asit (İng. d-amino acid) Bakteri hücre duvarlarının polipeptidlerinde bulunan, proteinlerde bulunmayan amino asit. daktil (İng. dactyl) Son üç yürüme bacağının ilk eklemidir. daktilozoid (İng. dactylozooid) Bazı koloniyal Coelenterata’larda savunma veya koruma polipleri. Dal (İng. phylum) Canlıların sınıflandırılmasında kullanılan ve sınıfların bir araya gelmesi ile oluşan birlik. dalak (İng. spleen) Omurgalı hayvanlarda lenfositlerin farklılaştığı ve alyuvarların parçalandığı, kan damarlarının bol olduğu lenfoid organlardan biri. dalgakıran (İng. breakwater, jetty) Bir limanı akıntılarından ve gelgitlerden korumak amacıyla gelgite açık koylarda, göllerde ya da ırmaklarda gerçekleştirilen yapı. dalyan (İng. fishing weir) Nehirlerin ve lagün göllerinin denizle bağlantılı kısımlarının ahşap, metal ızgaralar ve setlerle kapatıldığı, balıkların girebileceği ve su vasıtalarının girip çıkabileceği kapılar ile balıkların yakalanması için kurulan tuzaklardan oluşan ve balıkların doğal yemlerle beslendiği üretim tesisi. damar (İng. streak) Bitkilerin yapraklarındaki iletim sistemi uzantıları. damıtma (İng. distillation) Yüksek safiyet derecesinde su elde etmek amacıyla başvurulan buharlaştırma ve yoğunlaştırma işlemidir. damıtma tesisleri (İng. distillation facilities) Tuzlu suyu içme suyuna dönüştüren büyük ölçekli tesisler. dayanıklı kimyasallar (İng. persistent chemicals) Zararsız hale getirilmelerini ya da giderilmelerini sağlayacak biyolojik ve kimyasal süreçlere karşı dirençli toprak ve su kirleticileri. Bunlara örnek olarak kurşun, bakır, arsenik, ya da tarım ilaçları, sert deterjanlar (biyolojik olarak bozunmayan) ve radyonüklidler (radyoaktif çekirdekler) gösterilebilir. deaminasyon (İng. deamination) Bir molekülden amino grubunun çıkarılması işlemi. debi (İng. flow) Bir akarsuyun herhangi bir kesiminden saniyede geçen suyun hacmi, akım. debimetre (İng. flowmeter) Bir borudan akan sıvı veya gaz halindeki akışkanın hacim veya kütle cinsinden verdisini kontrol eden, ölçen veya düzenleyen cihaz. defekasyon (İng. defecation) Dışkının dışarı çıkarılması. Dışkılama. defneyaprağı (Lat. Pomatomus saltatrix, İng. Bluefish) Pomatomus saltatrix (lüfer) türlerünün 25-40 tanesinin bir kilo geldiği 10 cm lik olan bireylerine denir. degranülasyon (İng. degranulation) Yerel iltihaplanmalarda yada bazı alerjik durumlarda mast hücreleri, bazofil lökositler vb nin stoplazmasında bulunan granüllerin hücre dışına bırakılması. dehidrasyon (İng. dehydration) İki küçük molekülün birleşerek daha büyük bir molekül oluşturması ve bu sırada suyun ortaya çıkması olayı. dehidrojenasyon (İng. dehydrogenization) Bir molekülden hidrojen atomlarının ayrılması şeklindeki bir oksidasyon tipi. dehidrojenaz (İng. dehydrogenase) Bir molekülden ötekine hidrojen taşıyan enzimler grubu. dehidrojenerasyon etkeni (İng. dehydrogeneration agent) Hidrojen kaybına yol açan maddeler için kullanılır. dejenerasyon (İng. degeneration) Bozulmak. Dokuların bozulması. dekametre (İng. decameter) 10 m değerinde uzunluk ölçüsü. dekante (İng. decantation) Bir kapta (silindir veya beherde) bulunan suspansiyonda çökelme olduktan sonra, berrak çözeltinin bir başka kaba aktarılma işlemidir. dekar (İng. decare) On Ar (1000m2) değerindeki yüzey ölçü birimi. dekarboksilasyon (İng. decarboxylation) Bir organik bileşikten bir -COOH (karboksil) grubunun ayrılması. dekaster (İng. dekaster) 10 metreküplük hacim ölçü birimi. dekomposör (İng. decomposer) Ayrıştırıcı. dekstrin (İng. dextrin) 1. Nişastanın bölünmesinden elde edilen zamklı bir madde 2. Çay şekeri cinsinden bir cins şeker. dekstroz (İng. dextrose) Nişasta şekeri. dekumbent (İng. decumbent) Kalkık uçlu. Yalnız dalların uç kısmı yukarı doğru yükselmiş yerde yatık olarak gelişen bitki. dekurrent (İng. decurrent) Aşağı doğru sarkarak uzayan. Yaprak ayasının gövde üzerine yapışık olarak aşağı doğru uzaması. delaminasyon (İng. delamination) Blastodermin, embriyonik gelişme sırasında, üstte ektoderm ve altta endoderme ayrılması. delesyon (İng. deletion) Bir tip kromozom mutasyonu sonucunda DNA daki bir bazın yada bazların yok olması hali. delikli kanal (İng. membrane channels) Genel olarak elektrosatik gradiyent ve bir hormonun, bir ileticinin-ya da diğer moleküler sinyalin bağlanmasındaki bir değişiklik sonucu oluşan bir sinyale tepki olarak açılan ya da kapanan bir membran kanalı. delikliler (Lat. Foraminifera) Bir hücreliler (Protozoa) altalemine giren, Kökayaklılar (Rhizopoda) sınıfının bir takımı. CaCo3 ve diğer maddelerden yapılmış kabukları vardır ve çoğunlukla kabuk ara bölmelerle bir çok odacıktan yapılmıştır. Kabuk üzerinde birçok delikler vardır ve yalancı ayaklar bu deliklerden dışarı uzatılır. Bu sebeple bu ad verilmiştir. deltat (İng. deltate) Eşkenar üçgen biçiminde. Yaprak sapı üçgeninin tabanının ortasında bulunur. deme (İng. deme) Herhangi bir türün popülasyonunun lokal birimi. demekoloji (İng. demecology) Populasyon ekolojisi de denir. Çeşitli türlere ait bireylerin bolluk değişimlerini ve bu değişimlerin nedenlerini araştırır. demersal (İng. demersal) Göl ya da denizlerin dipte veya dibe yakın kısımlarında yaşama. demersal yumurta (İng. demersal egg) Özgül ağırlığı ortam suyundan daha ağır olan yumurtadır. demineralize su (İng. demineralised water) Mineral tuzları ihtiva etmeyen su. demir yetmezliği (İng. anemia) Kansızlık (anemi) ile belirlenen bir hastalıktır. demografi (İng. demography) Bir popülasyonda organizmaların sayılarının ve bu sayıların zamanla değişimlerinin incelenmesi. denaturasyon (İng. denaturation) Primer yapısını bozmadan bir protein, nukleik asit ya da bir başka makromolekülün fiziksel özelliklerinin ve üç boyutlu yapısının değişimi. dendrit (İng. dendrite) Sinir hücresinin ağaç dalı biçiminde olan ince uzantıları olup, uyarmaları sinir hücresine iletmeye yarar. dendroid (İng. dendroid) Ağaç dalı biçiminde dallanmış tüy. dendroklimatoloji (İng. dendroclimatology) Ağaçların büyüme halkalarına bakılarak geçmiş zamanlardaki iklim şartlarını inceleme metodu. dendroloji (İng. dendrology) Botaniğin ağaç özelliğindeki bitkilerini inceleyen ve araştıran bilim dalı. dendrometre (İng. dendrometer) Ağaçların boyutlarını, özellikle yüksekliğini ölçmeye yarayan alet. deney indikatörleri (İng. experiment indicators) Hangi tip deneylere ihtiyaç duyulduğunu belirlemek amacıyla yapılan temel eleme deneylerinde tespit edilen indikatörlerdir. denge taşlı kese (İng. statocyst) Denge organını oluşturan ve denge taşı kapsayan kese dengeli kalkınma (İng. sustainable development) Doğanın dengesini bozmadan gerçekleştirilen sosyal ve ekonomik gelişme; tüm ekonomi temelde doğal kaynaklara dayandığı için, bu doğal kaynakların korunması yoluyla uzun vadede sürdürülebilir kalkınma; doğal kaynakların tüketilmeden ve akılcı kullanımı. dengeli polimorfizm (İng. balanced polymorphism) Ayrı ve zıt seçme baskısı ile sağlanan heterozigot ve homozigot karışımı. denitrasyon (İng. denitration) Nitrik bir esterin sabunlaştırılması gibi bir cisimden azotlu köklerin çıkarılmasına dayanan kimyasal tepkime. denitrifikasyon (İng. denitrification) 1. Toprak organizmaları özellikle anaerob organizmalar tarafından nitratların nitritlere ve amonyağın serbest azota çevrilmesi. 2. Nitrarı son ürün olarak azot gazına dönüştüren biyolojik sistemdir. deniz (İng. sea) Yerkabuğunun çukur bölmelerini kaplayan, birbirleriyle bağlantılı, tuzlu su kütlesi. deniz alası (Lat. Salmo labrax, İng. Black Sea salmon) Kemikli balıklar takımının alabalıkgiller familyasından denizlerde yaşayan bir türü. deniz ayısı (Lat. Arctocephalus ursinus) 1.5-2 m boyunda, uzun ve yumuşak tüylü postu beğenilen, bitkiyle beslenen bir deniz memelisi. deniz danteli (Lat. Monodon monoceros) Sıcak denizlere özgü taşımsı bir tür polip birikintisi oluşturan deniz hayvanı. deniz dokuzgözlüsü (Lat. Petromyzon marinus) Cyclostomata sınıfı Petromyzonoidea takımından, 50-70 cm kadar uzunlukta, Batı deniz deniz deniz deniz deniz deniz deniz deniz deniz deniz deniz deniz Avrupa'nın, Kuzey Doğu Amerika'nın ve Batı Akdeniz'in nehir, nehirağzı ve denizlerinde yaşarlar. ekolojisi (İng. marine ecology) Denizlerde çevre ile canlı arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalı. ekosistemi (İng. marine ecosystem) Okyanusların ve denizlerin ekosistemleri. inci midyesi (Lat. Meleagrina margaritifera) Mollusca’ların Lamellibranchiata sınıfından 30 cm kadar uzunlukta, kabuğu eşit parçalı olmayan, kabuğundan sedef elde edilen ve inciler meydana getiren Hint Okyanusu’nda yaşayan bir tür. istakozu (Lat. Homarus vulgaris) Arthropoda’ların Crustacea sınıfından 3045 cm kadar uzunlukta, alglerin bol olduğu yerlerde bulunan ve eti değerli bir tür. kadayıfı (Lat. Alaria esclenta) Esmer su yosunlarından bir deniz bitkisi. kaplumbağaları (Lat. Cheloniidea) Denizde yaşayan, ayakları yüzgeç biçimindeki bütün kaplumbağalara verilen ad. kirliliği sözleşmesi (İng. The International Convention for the Prevention of Pollution from Ships, MARPOL) Uluslar arası Deniz Kuruluşunun (IMO) önderliğinde kabul edilen ve yakıt taşıyan tankerlerin deniz kirliliğine yol açmalarını önlemek amacıyla oluşturulan sözleşme. kozalağı (Lat. Conus) Konik biçimli kabuğunda bir yarık bulunan karından bacaklı yumuşakça. levreği (Lat. Dicentrarchus labrax, İng. European seabass) Teleostei üst takımının Percidae familyasından, boyları 40-100 cm, ağırlıkları 16 kg kadar olabilen, sırtları kurşuni gri, karınları gümüşimsi, solungaç kapaklarının ucunda siyah bir benek taşıyan, sürü oluşturan, sığ ve taşlı zeminleri tercih eden, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan yırtıcı, eti lezzetli bir tür. marulu (Lat. Ulva lactuca) Sığ sularda bulunan, ince levhaya benzer yaprakları olan yeşil su yosunu. örümceği (Lat. Maja squinado) En büyük yengeç türü. palamudu (Lat. Balanus) Kıyı kayalarının üzerinde yapışık olarak yaşayan, beyaz kalkerli plakalarla çevrili, koni biçiminde, küçük, kabuklu bir böcek. deniz yılanı (Lat. Hydrophis) Yılanlar takımından çok zehirli, kürek biçiminde yassı kuyruklu, Hint ve Pasifik okyanuslarında yaşayan bir hayvan. denizanası (Lat. Aurelia aurita, İng. jelly fish) Selenteregillerden, yassı bir diske benzeyen, saydam, serbestçe yüzebilen deniz hayvanı, medüz. denizatı (Lat. Hippocampus hippocampus, İng. seahorse) Başı at başına benzeyen, suda dik duran, kuyruk yüzgeci olmayan, 10-15 cm boyunda bir deniz balığı. denizhıyarı (Lat. Holothurion, İng. sea cucumber) Deniz hıyarlarından, boyu 25 cm kadar olabilen, yuvarlak ve yumuşak derisi dikenli. deniziğnesi (Lat. Syngnathus acus, İng. sea pipefish) Yuvarlak somaklı, vücudu ince ve uzun bir deniz balığı. denizineği (Lat. Hydrodamalis gigas) Amerika ve Afrika’nın tropikal kıyı sularında yaşayan, 2-3 m boyunda deniz memelisi. denizkedileri (Lat. Chimaeridae, Holocephali) Chondrichthyes sınıfından, kuyrukları ince bir iplik şeklinde uzamış, ön sırtyüzgeçleri büyük, ön kısımlarında zehir iğnesi olan, ovipar, sadece 100-500 m derinliklerdeki zeminlerde yaşayan, dişileri 2 m kadar uzunlukta, erkekleri daha küçük türlere sahip bir altsınıf. denizkedisi (Lat. Chimaera monstrosa, İng. rabbit fish) Tümbaşlılar takımından, vücudu ince uzun, büyük başlı, derin ve büyük denizlerde yaşayan bir balık. denizkestanesi (Lat. Echinus esculentus, İng. sea urchin) Hareket edebilen dikenlerle örtülü, yuvarlak kalker kabuklu, derisi dikenlilerden bir yumuşakça. denizkulağı (Lat. Haliotis, İng. abalone) Karından ayaklılar (Gastropoda) sınıfının, önden solungaçlılar (Prosobranchia) takımından, kabuğu kulak biçiminde, Hindistan ve Avustralya kıyılarında yaşayan türleri olan bir yumuşakça cinsi. denizlaleleri (Lat. Crinoidea, İng. sea lilies) Vücutları bir sapla deniz dibine bağlı veya serbest olabilen, beş veya daha fazla kollu, toplu durumda yaşayan derisidikenlilerden bir sınıf. denizşakayığı (Lat. Anemonia, İng. sea anemon) Kayalıklara yapışık olarak yaşayan, dokunaçları çok ve uzun, güzel renkli bir polip türü. deniztarağı (Lat. Pecten) İki çenetli kabuklu bir yumuşakça türü. deniztavşanı (Lat. Aplysia sp., İng. Sea hare) Ağız dokunaçları geniş ve etli, uzun, çıplak vücutlu deniz yumuşakçası. denizyıldızı (Lat. Aster) Deniz yıldızlarından yıldız biçiminde beş kolu olan, kayalıklar üzerinde yaşayan bir derisi dikenli. denizyıldızları (Lat. Asteroidea) Örnek hayvanı deniz yıldızı olan derisi dikenliler. dentat (İng. toothed, dentate) İri ve keskin olan dişlerin eksenleri yaprağa dikey durumda olması. dentikulat (Lat. denticulus, İng. denticulate) Küçük diş şeklinde yapılara sahip olma. dentikül (İng. denticle, dermal denticle, denticle toot, placoid scale) Keski solungaçlılarda vücut yüzeyini tamamen örten küçük dişe benzeyen yapılar. dentin (İng. dentin) Kollagen ve kalsiyum tuzlarından yapılmış omurgalı hayvanların dişinin içteki sert kısımı. dentisid kapsula (İng. dentisid capsule) Dişli kapsül. Açılma kapsülün uç kısmındaki dişlerin birleştikleri yerde olur. deoksiribonükleotid (İng. deoxyribonucleotide) DNA'nın yapıtaşı olan molekül. deoksiribonükleik asit (DNA) (İng. deoxyribonucleic acid DNA) Her bir nukleotidinde bir deoksiriboz şekerinin bulunuşuyla karakterize olan, virüslerin çoğunda, tüm bakterilerde, kloroplastlarda, mitokondride ve ökoryotik hücrelerin çekirdeğinde bulunan bir nükleik asit; RNA virüsleri hariç tüm organizmaların kalıtım materyali. deoksiriboz (İng. deoxyribose) C5H10O4 bileşiminde olan ve DNA'nın yapı birimlerinden biri olan şeker. Genel adı pentoz olan monosakkarit. depigmentasyon (İng. depigmentation) Bir hücrenin pigmentini kaybetmesi. deplazmoliz (İng. deplasmolysis) Plazmolize uğramış hücrenin tekrar su alarak eski haline dönmesi. depolarizasyon (İng. depolarization) Zar boyunca elektrik potansiyel farkının azalması. deposit beslenen Substratumun üzerinde veya içindeki partiküllerle beslenen hayvan. deposit beslenme Dipte sedimentten beslenme. depresör kaslar (İng. depressor muscles) Balıklarda yüzgeç ışınlarını geriye doğru yatıran kaslar. dere dokuz gözlüsü (Lat. Lampetra planeria) Yuvarlak ağızlılar (Cyclostomata) sınıfının, taşemenler (Petromyzontes) takımından, yedi yıllık larva evresine sahip türleri olan bir cins. dere iskorpiti (Lat. Cottus gobio, İng. Bullhead) Teleostei üst takımının Cottidae familyasından, 10-15 cm kadar uzunlukta, pulları çok küçük, eti lezzetli ve tatlısularda yaşayan bir tür. dere kayası (Lat. Gobio) Teleostei üst takımının Cyprinidae familyasından, 12-18 cm kadar uzunlukta, Avrupa ve Anadolu tatlı sularında yaşayan türleri olan bir cins. dere (İng. stream) Çok sayıda kaynaklar şeklinde yeryüzüne çıkan sular. dere pisisi (Lat. Platichthys flesus, İng. European flounder) Teleostei üst takımının Pleuronectidae familyasından, vücutları oval, 50 cm kadar uzunlukta, ağız uç konumlu ve altçene ileriye çıkık olan Akdeniz, Karadeniz ve Avrupa kıyılarında yaşayan bir tür. deri değişimi (İng. moulting) Birçok Arthropoda’larda sert olan kutikulanın büyümeye engel olması nedeni ile belirli zamanlarda atılması olayı. deri solunumu (İng. cutaneous respiration) Gaz alışverişinin deri aracılığıyla yapıldığı solunum tipi. derin deniz dibi bölgesi (İng. abyssall benthic zone) Okyanusun en derin yerleri. derisidikenliler (Lat. Echinodermata) Sölomlu hayvanlardan Deuterostomia filumundan, ışınsal simetrili, yumurtaları suda döllenen, gelişimlerinde başkalaşım gösteren, beşli bakışımlı, denizkestaneleri, denizhıyarları, denizyıldızları, yılanyıldızlarını ve denizlalelerini içine alan bir alt filum. derm (İng. derm) Cilt, örtü; doku tabakası. dermatofit (İng. dermatophyte) Deri hastalıklarına sebep olan mantar. dermetmoit (İng. dermethmoid) Balıklarda nörokranyumun bazal bölgesindeki kıkırdak kemiklerinin ortada tek olanı. dermis (İng. dermis) Hayvanlarda derinin alt tabakasına verilen ad. dermosfenotikum (İng. dermosphenoticum) Balıklarda yanal çizgi sisteminin baştaki kanallarını taşıyan ve baş kaslarını koruyan kemiklerin altıncısı. desibar (İng. decibar) Oseonagrafide kullanılan hidrostatik basınç birimi olup, 1m yüksekliğindeki suyun cm2’ye yaptığı basınca eşdeğerdir. desibel, dB (İng. decibel) Sesin şiddetinin ölçülmesinde kullanılan birim. desiduoz (İng. deciduous) Yaprakların her yıl dökülmesi. desikatör (İng. dessicator) Örneklerden suyun çekilmesi ve maddenin kuru halde kalması için içinde nem alıcı madde bulunan sıkıca kapanan kap. deskuamasyon (İng. desquamation) Kutikulanın atılması ya da epidermisin dökülmesi. desmoplankton (İng. desmoplankton) Vücutları bant veya kurdele şeklinde olan plankton. desmozom (İng. desmosome) Karşılıklı iki hücre yüzeyinde kesikli olarak bulunan ve hücrelerarası boşluklarla ayrılan düğme biçimindeki plakalar; hücreleri bir arada tutmaya yararlar. destek hücreleri (İng. supporting cells) Tat alma tomurcuğu gibi bazı organlarda duygu hücrelerinin yanında bulunan ve art arda destek teşkil eden hücreler. deterjanlar (İng. detergents) Yaygın olarak kullanılan, yüzey aktif temizleme maddesi. Bakterileri ve organizmaları da yok eden deterjanlar su kirliliğinin başlıca nedenlerinden biridir. determinasyon (İng. determination) Bir hücrenin belli bir gelişme yolundaki dönülmez olan yönlenmesi. detoksifikasyon (İng. detoxification) Bir maddenin zehirli etkisini azaltan enzimatik olaylar. detritivor (İng. detritivore) Detritusla beslenen organizmalar, suda askı halinde veya dipte bulunan çürümeye terk edilmiş organik parçalarla beslenen organizmalardır. detritus (İng. detritus) Çökmüş ve çürümeye başlamış organik madde. Deuterostomia (Lat. Deuterostomia) Blastopor, ağız yerine anüsü oluşturur. Ağız daha sonra şekillenir. Genellikle, enterosöl sölom ve radial segmentasyon ile birlikte anılır. dev köpekbalıkları (Lat. Lamnidae) Chondrichthyes sınıfının Galeoidei alttakımından, bazıları insanlar için tehlikeli, 12 m kadar uzunlukta, gruplar halinde, 20-30 tanesi bir arada gezen cinsleri olan bir familya. Dikburunlar. dev kulağı (Lat. Strombus gigas) Mollusca’ların Gastropoda sınıfının, Prosobranchia takımından, kabuğu kıvrık, ucu sivri, inci meydana getiren Hint Okyanusu’nda yaşayan bir tür. dezenfeksiyon (İng. disinfection) Bütün zararlı canlıları (patojenleri) uzaklaştırmak veya tesirsiz hale getirmek amacıyla suyun gerekli işleme tabi tutulmasıdır. dezenfektan (İng. disinfectant) Mikrop kırma özelliği olan (madde). dezenfekte (İng. disinfected) Mikroplardan temizlenmiş. dış beslenen (İng. heterotroph) Besini organik maddelerden sağlayan, heterotrof. dış çaprazlama (İng. external crossover) Farklı soylara ait bireyler arasındaki eşleşme. dış döllenme (İng. external fertilization) Erkek ve dişi eşey hücrelerinin vücut dışında birleşmesi ile meydana gelen döllenme tipi. Dış döllenme görülen canlılarda genellikle üreme su varlığına bağımlıdır (suda gerçekleşir). dış parazit (İng. ectoparasite) Başka bir organizmanın vücudunun dış tarafında yaşayan bir asalak. dış sahil bölgesi (İng. tidal basin) Gel-git olaylarında alçalma hattı ile dalga hareketleri sonucu özellikle kumların yayıldığı en üst düzey arasında kalan bölgedir. dış salgı (İng. external secretion) Salgı bezinin (ekzokrin bez) bir kanala boşalan salgısı. dış salgı bezleri (İng exocrine glands) salgı yapıcı kısım ve salgıyı bezin dışına taşıyan kanallar olmak üzere iki kısımdan oluşmuş, basit ve bileşik bezler olarak sınıflandırılan, salgısını kan yerine bir kanala boşaltan bezler, ekzokrin bezler. dış solunum (İng. external respiration) Organizmanın çevresinden solunumla alınan gazın, hücrelere taşınması ile gaz alış verişi olayı, external respirasyon. dışasalak (İng. ectoparasite) Konakçının üzerinde yaşayan ve çoğunlukla kan emen asalak. dışkı (İng. faeces, excreta) Sindirim sisteminden çıkarılan parçalanabilir artıklar. dışkı organizmaları (İng. faeces organisms) İnsanların ve hayvanların bağırsaklarında bulunan bakteri grubu; bu organizmaların çevre sularındaki varlığı, hastalık yapan organizmaların da bu sularda varlığının işareti olarak kabul edilmektedir. dışkılık (İng. cloaca) Sindirim, salgı ve üreme sistemlerin» den maddeleri alan ortak odacık. diadelfus (İng. diadelphous) Stamenlerin filamentinin bir tanesinin serbest diğer filamentlerin bir tüp oluşturacak şekilde birleşik olduğu durum. diagnetik sedimentasyon (İng. diagnetik sedimentation) Sedimentler içindeki kimyasal olaylar sonucu bazı minerallerin oluşması. diandrus (İng. diandrous) Yosunlarda iki anteridyumu olma. diatomik (İng. diatomic) Molekülleri iki atomdan meydana gelmiş cisimler için kullanılır. didinamus (İng. didynamous) İki uzun ve iki kısa stamenin meydana getirdiği erkek organlar topluluğu. diel (İng. diel) Günlük veya her 24 saatte bir kez. dieldrin (İng. dieldrin) Klorlu hidrokarbon sınıfından zehirli bir tarım ilacı. differansiyasyon (İng. diferrentiation) Farklılaşma, daha ergin duruma gelme.Basit bir gözeden özelleşmiş bir göze durumuna gelme. diffüzör (İng. diffuser) Gaz veya sıvıyı, karıştırıldığı ortama daha iyi dağıtmak amacı ile kullanılan ve besleme borusunun ucunda bulunan ince delikli aygıt. difiletik (İng. diphyletic) İki ayrı soydan gelen kökene sahip olma durumu. difiserk kuyruk yüzgeci (İng. diphycercal caudal fin) Hem içyapısı hem dış yapısı bilateral simetrik olan kuyruk yüzgeçleridir. Difiserk kuyruk yüzgeci akciğerli balıklarda (Dipnoi) bulunur. Protoserk kuyruk yüzgeci. difüzyon (İng. diffusion) Moleküllerin kinetik enerjileri nedeniyle çok yoğun bir bölgeden az yoğun bir bölgeye hareketleri. digenez (İng. digenesis) Eşeyli ve eşeysiz üreyen döllerin birbirini izlemesi durumu. digitiformis Parmak biçiminde. dihaploit (İng. dihaploid) Haploit bir hücreden kromozom sayısının iki katına çıkması ile oluşan bir hücre, doku ya da organizma. dihibrit (İng. dihybrid) İki karakter bakımından melez olan bireylere verilen ad. dikasyum (İng. dichasium) Tepe çiçeğin altındaki çiçek saplarının karşılıklı ve aşağı yukarı aynı boyda olması. dikburun (Lat. Lamna nasus, İng. Porbeagle) Chondrichthyes sınıfının Lamnidae familyasından, dişleri büyük, keskin kenarlı, iğne şeklinde ve kesici, 4 m kadar uzunlukta, vücutları koyu gri renkte, 150 m derinliğe kadar bulunan, insanlar için tehlikeli, Akdeniz'de bulunan bir tür. dikence (Lat. Pungitius pungitius, İng. Ninespine stickleback) Teleostei üst takımının, Gasterosteus familyasından, 4-7 cm kadar uzunlukta, tatlı su balıklarının en küçüklerinden, erkek bireyleri yavrularına bakan bir tür. dikenli balık (Lat. Gasterosteus aculeatus aculeatus, İng. Three-spined stickleback) Dikenli balıkgillerden, tatlı sularda yaşayan, göğüs veya karın yüzgeçleri dikenlerden oluşmuş küçük bir balık. dikenli balıkgiller (Lat. Gasterosteidae, İng. sticlebacks) Balıklar sınıfının kemikli balıklar takımına giren bir familya. dikenli yüzgeçliler (Lat. Acanthopterygii) Pisces sınıfının Teleostei üst takımından solungaçkapağı büyük, kemikleri tam, çok defa dikenlerle donatılmış, genellikle ktenoyit pullu, nadiren sikloyit; fizoklist yüzmekeseli, yumurtakanalı olmayan, sırtyüzgeci genellikle iki parçalı olan, öndeki yüzgeç sert ışınlı, arkadaki yumuşak ışınlı familyalara sahip en kalabalık omurgalı takımdır (6000 tür). dikenli vatozlar (Lat. Trygoidae = Dasyatidae) Chondrichthyes sınıfı, Rajiformes takımı Myliobatoidei alttakımından, 2.5 m kadar uzunlukta, dip balıklarıyla beslenen türleri olan bir familya. diklin (İng. diclinous) Bir eşeyli çiçek. Erkek üreme organlarının (andrekeum) ve dişi üreme organlarının (ginekeum) ayrı çiçekler üzerinde bulunması. dikot (İng. dicot) Embriyolarında iki kotiledon bulunmasıyla, yapraklarında damarlanmanın ağsı oluşuyla ve çiçeklerinde petak lerin dörtlü ya da beşli oluşuyla karakterize olan, kapalı tohumluların ya da çiçekli bitkilerin bir alt sınıfının bir üyesi. dikotiledon (İng. dicotyledone) Fincan biçimindeki çukurluk. İki kotiledona (çenek yaprak) sahip bitki. dilatasyon (İng. dilatation) İçi boş organların genişlemesi halidir. dilatatör kas (İng. dilatator muscle) Genişleten, ayıran kas. Bir deliği veya kanalı genişleten kas. dim Belirli bir alanı işgal eden ve kendi aralarında çoğalan benzer organizmaların oluşturduğu popülasyon. dimiktik göller (İng. dimictic lakes) Serin ve ılıman bölge gölleri. dimorf (İng. dimorphic) 1 Polip ve 1 Medüz bireyden oluşan hayvan. İki biçimli. dimorfizm (İng. dimorphism) Bir türün iki farklı forma sahip olma durumu. dioik (İng. dioecious) Dişi ve erkek çiçeklerin ayrı ayrı bitkiler üzerinde bulunması durumu, iki evcikli. dioksin (İng. dioxin) Bitki öldürücülerde bulunan, son derece zehirli maddeler kümesi. dip taneciği (İng. basal granüle, kinetosome) Bazı bir hücreli kamçılı hayvanlarda kamçının kaidesindeki bazal cisimcik. diploblasti (İng. diploblastic) Embriyonik gelişim sürecinde sadece endoderm ve ektodermin oluşması, iki tabakalılık. diploit (İng. diploid) İki takım kromozoma sahip hücre ya da organizma. diplont (İng. diplont) Gametik kromozom sayısı almaşı görülen bir organizma olup Diyatomeler, yeşil su yosunlarından Suphonales takımında ve esmer su yosunlarından Fucus’ da rastlanır. diplozom (İng. diplosome) Gözede yan yana duran iki sentriol içeren sentrozom. Dipnoi (Lat. Dipnoi) Akciğerli balıklar üsttakımı. Kemikli balıklar sınıfının çift solunumlular alt sınıfı. direç (İng. dredge) Deniz dibinden sediment örneği almaya yarayan ve özellikle bentik çalışmalarda kullanılan alettir. direy Belli bir bölgede yaşayan hayvanların topu. diriksel (İng. vital) Diri ile, canlı ile ilgili, canlı üzerine olan. dirim (İng. vital) Yaşayış, yaşama, hayat; Bitki ve hayvanlarda, bireyin korunmasını sağlayan organların görev halinde olması hali. dirim bilimcilik (İng. vitalism) Gerçekliği tek yanlı olarak yalnızca dirim bilimsel açıdan inceleyen, organik yaşamın kavramlarını yaşamın öteki gerçeklik alanlarına da uygulayabilen bir görüş. dirim bilimi (İng. biology) Biyoloji. dirim bilimsel (İng. biological) Biyolojik. dirim kurgu (İng. bionics) Canlılar dünyasını, özellikle beynin çalışmasını taklit eden elektronik aletlerden yararlanmayı konu edinen bilim dalı, biyonik. disakkarit (İng. disaccharide) İki mol monosakkaritin dehidrasyonu sonucu oluşan çift şeker. Maltoz, sakkaroz, laktoz gibi. diseksiyon (İng. dissection) Herhangi bir canlının iç yapısını incelemek üzere kesme olayı. disfotik zon (İng. dysphotic zone) Öfotik ile afotik zon arasında kalan bölgedir. Fotosentez için yeterli ışığa sahip olmayıp hayvanların algılaması için yeterlidir. disimilasyon (İng. disassimilation) Besin maddelerinin ve protoplazmanın enerji meydana getirerek parçalanması. disk çiçekliler Çiçek kısımları disk şeklinde olan, ayrı taçyapraklı ikiçenekli bitkiler grubu. diskeratoz (İng. dyskeratosis) Vücut örtülerinin keratinleşmesi. diskli medüzler (Lat. Acalephae) Medüzlerin iki eski bölümünden biri; deniz ısırganları. Gövde kısmı yassı şemsiye kenarları sekiz loblu, eşeysel bezleri karın boşluğunda bulunan hayvanları kapsar. diskoid (İng. discoid) Disk biçiminde. diskomikoz (İng. discomycosis) Discomycetes takımından, mantarların meydana getirdiği hastalık. diskoplankton (İng. discoplancton) Vücut şekilleri disk veya paraşüt şeklinde olan plankterler. diskromi (İng. dyschromia) Deri renklenmesinde görülen anormallik. dismorfoz (İng. dysmorphosis) Şekil bozukluğu. dismütasyon (İng. dysmutation) Bir maddenin olaya girmesinden önce benzer özellikler gösteren moleküllerinden bir kısmının yükseltgenmesine, bir kısmının da aynı derecede indirgenmesine yol açan bir çeşit kimyasal tepkime. disomi (İng. disomy) Çifte durumlu bir kromozom veya bir kromozom parçası. dispersoit (İng. dispersoid) Bir maddenin katı, sıvı veya gaz halindeki bir ortamda tanecikler şeklinde dağıldığı koloidal sistem. disproteinemi (İng. dysproteinemia) Kan plazmasındaki çeşitli proteinlerin denge ve dağılımında bozukluk. distal (İng. distal) Bazı referans noktalarından (çoğunlukla vücudun ana kısmı, gövde) ayrı bulunmak. distikus (İng. distichous) İki sıralı. Yaprak ve çiçeklerin aynı düzlem üzerinde birbirlerinin ters yönünde sıralanması. distilasyon (İng. distillation) Maddeleri, kaynama noktalarından yararlanarak birbirinden buharlaşma ve kondanse etme yolu ile ayırma. distrof göl (İng. distrophic lake) Çok düşük kireç içeriğine ve yoğun humusa sahip bundan dolayı da suyun kahverengi renk aldığı su ortamı, bataklık gölü. diurnal (İng. diurnal) Günlük 24 saatte bir vuku bulan olay. divergens (İng. divergency) 1. Bitkilerde her tür için sabit olan yapraklar arasındaki belli aralık. 2. Denizlerde dip sularının çeşitli nedenlerle yüzeye çıkması olmasıdır. divergent (İng. divergent) Birbirlerinden ayrılmış ve uzaklaşmış şekilde. divertikül (İng. diverticulum) Bir yarık ya da kanaldan çıkan kör bir kese. diyabet (İng. diabetes) Şeker hastalığı. diyad (İng. diad) Mayoz bölünmenin ilk evresinin zigoten döneminde birbirine yapışık olarak yer alan eş kromozom çifti. diyafiz (İng. diaphysis) Çiçek ekseninin veya seyrek olarak da boğum aralıklarının, anormal şekilde uzaması durumu. diyagnoz (İng. diagnosis) 1. Hastalığın teşhisidir. 2. Bir türü komşu türden ayırt etmek için yapılan bilimsel tanım. diyakinez (İng. diakinesis) Mayoz bölünmenin ilk evresinin beşinci ve son devresi. Bu devrede kromozomların helezonlaşması artar, kiyazma olayları azalır, çekirdekçik ve çekirdek zarı kaybolur. diyakustik (İng. diacoustic) Akustiğin, ses kırılmalarını ve bazı ortamlardan geçerken uğradıkları değişiklikleri inceledikleri bölümü. diyaliz (İng. dialysis) 1. Küçük molekül ve iyonların bir zardan geçirilerek çözeltideki büyük moleküller ve askı halindeki maddelerden ayrılması işlemidir. 2. Atık su arıtımında kullanılan, büyük organik parçacıkları küçüklerden ayırma yöntemi. 3. Bazı maddelerin, başka maddelere oranla, gözenekli zarlardan daha kolay geçmesi özelliğine dayanan kimyasal analiz veya arıtma usulü. diyapedez (İng. diapedesis) Akyuvarların kılcal damarlardan dışarı çıkması. diyapoz (İng. diapause) Bir böceğin hayat devresinde inaktif durumda olduğu evre. diyastaz (İng. diastase) Hayvansal ve bitkisel hücreler tarafından, salgılanıp, suda eriyen meyvelerin adı. diyastol (İng. diastole) Kalbin ve atardamarların dolaşım sırasında genişlemesi. diyatomeler (Lat. Bacillariophyceae, İng. Diatoms) Silis kabuklu, tatlı, acı veya tuzlu sularda yaşayan, mikroskopik, harekertli, bir hücreli esmer suyosunları. Suyun dibinde veya toprağın yüzeyinde kırmızımtrak veya esmer renkte jelatinimsi bir tabaka meydana getirirler. Diatomenin gövdesi değirmi, söbe, dikdörtgen vaya eşkenar dörtgen biçiminde basit bir yassı hücreden meydana gelmiştir. Selüloz zarı silisle karışarak kabuklaşmıştır; bu yüzden çok sert olup yüzeyinde zarif simetrik şekiller bulunur. Diyatome artıkları suyun dibinde birikerek büyük kitleler meydana getirir; diyatome toprak veya çamuru (veya diatomit, kieselguhr, tripoli ) denen bu madde soğurucu veya aşındırıcı niteliklerinden dolayı sanayide kullanılır. 170 cins ve 5000’den fazlatür vardır. diyatomit (İng. diatomite) Diyatomelerin kabuklarının birikmesiyle oluşan tozlaşmış silisli tortu. DNA, deoksiribo nukleik asit (İng. deoxyribonucleic acid, DNA) Kromozomlarda bulunur ve nukleotitlerindeki özel dizilerde kodlanan genetik bilgi içerir. DNA hibridizasyon (İng. DNA hybridization) DNA melezlemesi. doğa koruma alanı (İng. protected area) Doğal çevrenin koruma ve inceleme amaçlarıyla korunduğu alan. doğal ayıklanma (İng. natural selection) Bazı organizmaların belirli bir çevrenin koşullarına daha iyi uymalarından ötürü çoğalarak yaşamlarını sürdürmesi. doğal (İng. native) Doğanın düzenine ve gereklerine uygun.Tabiata uygun. doğal kaynak (İng. natural resource) Çevrede doğal olarak gerçekleşen su, hava ve gaz gibi kaynaklar. doğal radyasyon (İng. natural radiation) Toprakta ve kayalarda, ayrışan uranyumun yol açtığı, radon gibi gazlar çıkaran radyasyon. doğal seçilim (İng. natural selection) Değişik çevre koşullarının yönlendirdiği, bireyler arasındaki genetik farklılıklardan kaynaklanan; bireyin, çevresindeki koşullara uyumunu sağlayan bazı özelliklerin belirginleşmesiyle sonuçlanan bir mekanizma. doğal seleksiyon bk. Doğal seçim. doğalgaz (İng. natural gas) Yer kabuğunun içinde metan, etan gibi çeşitli hidrokarbonlardan oluşan yanıcı gaz. doğay Bir memleket, alan veya devreye özgü hayvanlar topluluğu. doğurganlık (İng. fertility) Bir canlının doğurabilme yetisi. doku (İng. tissue) Aynı ödevi gören, aynı şekilde farklılaşmış, birbirleriyle sıkı ilişki gösteren ve aynı köklerden gelen hücrelerin topluluğu; çok hücreli organizmalarda, embriyo gelişirken, embriyoyu teşkil eden ektoderm, endoderm, mezoderm tabakaları ile mezenşim hücrelerinin, özel bir görevi yapmak üzere belirli bir yönde gelişerek meydana getirdikleri hücre toplulukları. doku bilimi (İng. histology) Canlılardaki dokuların oluşum, evrim ve bileşimini inceleyen biyoloji dalı, histoloji. doku bilimsel (İng. histological) Doku bilimle ilgili, histolojik. dokunaç (İng. tentacle) Birçok omurgasız hayvanların başlarında bulunan ve duyu almaya, dokunmaya, av yakalamaya yarayan ince, uzun yapılar, tentakül. dokunum (İng. feeling) Derinin eşyaya dokunduğu zaman sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık gibi niteliklerden duygulanması yeteneği. dokunma cisimciği (İng. contact reseptor) Dokunma duyusu alan bir zarla çevrili özel sinir uçları, duyu kılları, hücreler vb. dokuzgözlüler (Lat. Petromyzonoidea) Cyclostomata sınıfından, Petromyzones altsınıfının tek takımıdır. Petromyzonidae denen tek bir familyası bu familyanın da 8 cinsi ve 23 türü vardır. Ağızla taşlara ve hayvanlara yapışırlar. Denizlerde ve ılıman bölgelerdeki tatlısularda yaşarlar. Denizel formları yumurtlamak için tatlısuya ve acısuya geçerler (anadrom). Dünyada oldukça geniş bir yayılımları vardır. dolaşım alanı (İng. habitat) Canlının, uygun besin, barınak, eş ve üreme yeri ararken dolaştığı bölge. dolikosefal (İng. dolichocephalic) Uzun kafalı; eni boyunun % 75’inden az olan bir kafatası biçimi. doliolaria larva (İng. doliolaria larvae) Derisi dikenlilerde görülen auricularia larvasından sonra varil şeklinde gelişen, silli bantları parçalanarak silli kemerlere dönüşen larva tipi. doliyolum (Lat. doliolum) Sölomlu hayvanlardan ikincil-ağızlılar (Deuterostomia) filumunun, Gömlekliler (Tunicata) dalının, Doliolidae familyasından bir cins. Vücudu fıçı biçimindedir. Ağız ve çember gibi kapalıdır. Bu çemberler eşeyli dölde 8. eşeysiz dölde 9 adettir. Gelişmesinde metagenez tipi döl değişimi vardır. dolu (İng. hail) Hava (atmosfer) nın üst tabakalarında ani soğumalar sonucu donan ve yuvarlak buz taneleri biçiminde yağan sarı saydam veya saydam olmayan yağmur damlaları. dominansi (İng. dominance) Birim alandan alınan örnekteki bir türe ait bireylerin, bu örnekte rastlanan tüm türlere ait fert sayısı toplamına olan oranının yüzdesidir, baskınlık. dominant (İng. dominant) 1. Bir allelin, aynı genin diğer bir allelinin bulunmasına rağmen, onun fenotipte belirmesini durdurarak ve bastırarak tam fenotipik etki gösteren bir allel. 2. Hakim, başta gelen, başat. domuz balığı (Lat. Phocoena phocoena) Yunus balığıgillerden bir memeli türü. done (İng. information) Bir sonuca varmak için gerekli ilk bilgi. donma (İng. freze) Bir maddenin, akışkan halden (sıvı veya gaz) katı hale geçmesi. Doris (Lat. Doris) Karından ayaklılar (Gastropoda) sınıfının, arttansolungaçlılar (Opisthobranchia) takımının, Dorididae familyasından bir yumuşakça cinsi. Kabuksuzdur. Gövdesi elips şeklinde ve yassıdır. Ağız bir kütikül tabakası ile korunur. Anüs sırt bölgesindedir ve çevresinde kuştüyü biçiminde ikincil solungaçlar sıralanmıştır. Bu solungaçlar geri çevrilebilir. Denizlerde yaşarlar. dormansi (İng. dormancy) Bitkilerde, özellikle tohumlarda ve tomurcuklarda, büyümenin ortamsal koşullar daha uygun hale gelinceye kadar askıya alındığı bir dönem. dorsal (İng. dorsal) Sırt ile ilgili. dorsal kaburga (İng. dorsal rib) Bazı balıklarda miyomerlerin dorsal ve ventral yanlarında bulunan, ligamentlerle omurgaya bağlanan ve balıklara kılçıklı bir görünüm veren, ince kas arası kemikler. dorsalis (İng. dorsal) Sırta bakan, sırta ait. dorsal yüzgeç (İng. dorsal fin) Sırt yüzgeci. dorsoventral (İng. dorsoventral) 1. Dorsalden ventrale doğru yer alan 2. Palizat parankimasının yaprağın sadece bir tarafında bulunduğu yaprak tipi. dorsifiks (İng. dorsifixed) Sırttan bağlı. Flamentin antere sırt kısmından bağlı olması. dosimazi (İng. quantitative analysis) Bazı organlar ve bazı maddeler üzerinde yapılan özel inceleme. doygunluk reaksiyonu (İng. saturation reaction) Suyun oluşumu ile sonuçlanan iki bileşiği birleştiren bir reaksiyon. doyma (İng. saturation) 1. Bir gazın belirli bir sıcaklıkta, o sıcaklığa özgü olan en büyük basınç altında bulunması 2. Bir sıvının içinde belli bir cisimden eriyebilecek en çok miktarının erimiş bulunması, işba. doymuş çözelti (İng. saturated solution) 1. Yeni elementler bağlayamayan ve ancak ornatma veya bozunma yoluyla değişikliğe uğrayan kimyasal bileşikler için kullanılır. 2. Birkaç tuz kristali suya katılacak olursa bunlar kısa bir süre içinde çözünürler, fakat daha fazla tuz katılırsa öyle bir noktaya ulaşır ki artık çözeltinin dibinde çözünmemiş bir miktar tuz kalır. Bu çözeltiye doymuş çözelti denir. doyuran (İng. saturant) Bir sıvının içinde eriyerek onu doyma durumuna getiren (madde) doz (İng. dose, dosage) Bir maddenin, bir bileşiğe veya karışıma giren veya girmesi gereken belli miktarı. döl (İng. generation) Canlıların üremesi sonucu ortaya çıkan yeni birey veya yeni bireylerin bütünü, zürriyet, nesil. döl değişimi (İng. metagenesis) 1. Gelişmekte olan bir organizmanın çeşitli kısımlarının farklı şekilde büyümesi. 2. Çeşitli hayvan gruplarında (rotatorlar, kabuklular, cladoceras, bazı zarkanatlılar ve yarımkanatlılar) görülen döllenmeli (eşeyli) ve döllenmesiz (patenogenez) üreme şekillerinin art arda yer alması. döl yatağı (Lat. uterus, İng. uterus, womb) Dişi üreme sisteminde, fetusu doğuma kadar beslemek ve barındırmakla görevli kas yapısında bir organdır. döllemek (İng. fertilize, inseminate) Erkek gametin bir yumurtacıktaki dişi gametle kaynaşmasını sağlayarak yumurtacığı tam bir hücre haline sokmak, aşılamak. döllenme (İng. fertilization) Bir spermin bir yumurtayla birleşip kaynaşması ve oluşan zigotun gelişmeye başlaması; fertilizasyon. döllenme borusu (İng. fertilization tube) Spermlerin yumurtayla birleştiği ve zigotu oluşturduğu tüp. döllenmemiş yumurta (İng. unfertilized ovum) Yumurtanın organizma dışına atıldığı sırada spermle birleşmemiş olması. döllenmesiz (İng. parthenogenesis) Döllenmemiş olan yumurtanın gelişmesiyle oluşan üreme biçimi, parteogenez. dölüt (İng. foetus) Embriyonun bütün organları belirlendikten sonra aldığı ad. dönence (İng. tropic) Yer küresi üzerinde, güneş ışıklarının yılda iki kez dik açı ile geldiği, sıcak kuşağın kuzey ve güney sınırlarını oluşturan ve eşliğin 23 27’ kuzey ve güneyinden geçen çemberler. dönencel ay (İng. tropical month) Ay’ın ilkbahar noktasından geçen saat dairesinden art arda iki geçişi arasındaki süre (27 gün 1 saat 43 dakika). dönerboyunlular (Lat. Pleurodira, İng. pleurodirans) Omurgalı hayvanlardan Sürüngenler (Reptelia) sınıfının, Kaplumbağalar (Testudinata) takımına giren geniş bir alt takım. Boyunları içeri çekilemez. Dinlenme halinde iken sırt kabuğun altına doğru kıvrılır. Tatlı suda yaşarlar. Çamurculkaplumbağagiller (Pelomedusidae) familyalarını içine alır. dönerböcekgiller (Lat. Gyrinidae) Böcekler (Insecta) sınıfının, Kınkanatlılar (Coleoptera) takımına giren bir familya. Siyah renkli ve oval vücutlu olan bu böcekler su yüzeyinde dönerek yüzerler. İkinci ve üçüncü bacaklar kısa olup yüzgeç biçimindedir. Gözleri bölünmüş olup bir çift başın üstünde, bir çift başın altında bulunur. dönme (İng. torsion) Çember biçiminde dönme; karından ayaklı hayvanlarda vücudun gelişmesi sırasındaki bükülmesi. dönme hastalığı (İng. whirling disease) Myxosoma cerebralis adı verilen protozoonların neden olduğu, kuyruk kısmında koyu pigmentleşme, başın papağanbaş şeklini alması, vücut iskeletindeki eğrilmeler ve balığın ekseni etrafında dönmesi ile belirlenen bir hastalıktır. dönüşümcülük (İng. transformism) 18. yüzyılda Lamarck’ın ortaya attığı ve Darwin’in biraz değiştirip geliştirdiği biyoloji kuramı. Buna göre çeşitli jeolojik çağlarda, canlı varlıklar değişimlere uğrarlar. Bu değişimler hayat şartlarından(çevre), türün ağır bir gelişmesinden veya birden sıçramalarla meydana gelir, şekildeğişimcilik, transformizm. dört dişligiller (Lat. Tetrodontidae, İng. globe fish) Omurgalı hayvanlardan, Balıklar (Pisces) sınıfının, Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, Çengelçeneliler (Plectognathi) alt takımına giren bir familyası. Derileri sert veya dikenlidir. Yüzme keselerini şişirerek su üstünde yüzerler. Çoğunun eti zehirlidir. Tropik ve sıcak denizlerde, birkaçı tatlı sularda yaşarlar. Dört dişli balık (tetrodon lagocephalus), Fahaka (Oidides fahaka ) iyi bilinen türleridir. dört solungaçlılar (İng. tetrabranchiate) Yumuşakçalardan kafadan bacaklılar (Cephalopoda) sınıfına giren bir takım. Ağzın çevresinde 38 tentakül bulunur. Solungaçların ve böbreklerin sayısı iki çifttir. Mürekkep keseleri yoktur. döterostom (Lat. Deuterostomia) Blastoporu arka uçta (ağızdan uzakta) bulunan ve ön uçta yeniden meydana gelen hayvan. dötoplazma (İng. deutoplasm) Yumurtanın sitoplazması içinde bulunan yedek maddeler veya vitellüs maddeleri. Bunlar bazen bütün sitoplazma içerisine dağılmış, bazen sadece yumurtanın bir kutbuna toplanmış küçük kürecikler halindedir. (yumurtadaki besleyici vitellüse çoğu zaman dötoplazma adı verilir.) drepanyum (İng. drepanium) Birbirini takip eden yan dalların hepsinin aynı plan üzerinde olduğu bir bileşik monokasyum tipi. drift (İng. drift) Kutup bölgelerinde, bankizin buz tabakaları (floes) arasındaki serbest su yolu. drog (İng. drug) Hayvan veya bitkilerden, kurutularak veya özel metodlarla toplanarak elde olunan, eczacılık ve kısmen sanayide kullanılan ham veya yarı ham madde. drumlin (İng. drumlin) Eski buzul yatakları, daha çok kıta buzullar tabanı, üzerindeki uzunlamasına sırtlar. Drumlin’ler ya buzultaşlarla az çok gizlenmiş aynı cins kayalardan ya da kıta buzulunun yayılması sırasında kenarlarında biriken kumlarla çakıllardan oluşmuştur. Bunlar, buzun yüzeyden erimesiyle meydana gelirler; noksan kalmış bir yüzeyden erimeye işaret eden tepelerdir. drupa (İng. drupe, stone fruit) Eriksi meyve; mey. ve kabuğunun dış kısmı derimsi, orta kısmı etli ve iç kısmı sertleşmiştir, (erik, kaysı, şeftali v.b.). druz (İng. druse) Bitkilerdeki inorganik atıkların, kalsiyum tuzları ve silikanın anhidritleri şeklinde birikmesi sonucu meydana gelen kristal şeklindeki yapı. dubar (Lat. Mugil cephalus, İng. Flathead grey mullet) Kefal gillerden, 30-40 cm uzunluğunda eti lezzetli bir balık türü. dudak (Lat. labrum, İng. lip) Birçok hayvanda ağız deliğini, çevreleyen ve genel olarak iki parça olan etli yapı. dugong (Lat. Dugong dugon, Halicore dugong) Deniz inekleri (Sirenia) takımının Dugonggiller (dugongidae) familyasından, Hint Okyanusunda, Hindistan’dan Avusturalya’ya ve Afrika Mozambik boğazına kadar sürüler halinde yaşayan, etçil memeli hayvan. Boyu 3m.’yi bulur. Avustralya dugongu (Dugong dugon) ve Hint dugongu (Halicore dugong) iyi bilinen türleridir. Deniz ineği. duktus (Lat. ductus, İng. duct) Kanal, boru, geçit. duman (İng. smoke) Bir maddenin yanmasıyla çıkan ve içinde katı zerrelerle buhu bulunan kara veya esmer renkli gaz. Havalanan tozların veya sisin havada oluşturduğu bulanıklık. duplikasyon (İng. duplication) 1. Bir maddenin ya da yapının iki katı 2. Bir kromozomun bir segmentinin, iki katına çıkmasıyla oluşan bir kromozom anomalisi. durgun su (İng. dead water, still water, ditch water) Akacak yeri olmayan ve hareketsiz duran su birikintisi. durgun sular (İng. quite waters) Atmosferdeki suyun nem, yağmur, dolu veya kar halinde geçirimsiz topraklara düştüğünde birikerek göl, gölet, veya barajları oluşturması, lentik biyotoplar. durgunlar (İng. doldrums) Yer yuvarlağını bir çember gibi saran, en sade durumuyla denizler üstünde belli olan, değişik yerlerin estiği, durgun havanın çok sürdüğü yerler. Bu bölgeler en geniş durumu ile ekvator ile çevresinde uzanır. Burası ısınma yüzünden sürekli olarak doğan bir alçak basınç kuşağıdır. durultma (İng. settling) Çökebilir nitelikteki yüzen katı maddelerin çökeltme, havalandırma ve süzme yoluyla atık sudan ayrılması. dust (İng. dust) İnce tozlar. duyarga (İng. antenna) Eklembacaklılarda başın ön kısmında bulunan ve birçok duyu organını taşıyan uzantı. Kabuklular, kırkayaklar, böcekler vb. ağız parçalarının önünde bulunur. Kabuklularda iki çift olmasına karşılık ötekilerinde bir çift bulunur. Örümceklerde ise hiç yoktur. Anten. duyarlılaştırma (İng. sensitizing) Bir hayvanda önceden mevcut herhangi bir alışkanlığı azaltarak ya da ortadan kaldırarak beklenmedik bir uyan yaralan işlem. duyu (İng. sense) İnsanların veya hayvanların, dıştan gelen uyartıları görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma organlarıyla algılama fonksiyonu. duyu organları (İng. sense organs) Reseptör organlar. duyu reseptörleri (İng. sensory receptors) Duyu alıcılar. duyu siniri (İng. sensory nerve) Bir reseptör hücreden bilgi alan ya da bir uyarıya kendisi tepki gösteren, merkezi sinir sistemine uzanan bir nöron. düden (İng. swallow hole) Kireçli bölgelerde kirecin erimesi veya yeraltındaki karstlı çukur bir tavanının çökmesi sonucu meydana gelen doğal kuyulara verilen ad, obruk, aven. düğüm (İng. nod) Gövde üzerinde yaprakların bağlandığı veya dalların çıktığı yer. düğümler arası (İng. internod) İki düğüm (nodus) arasına verilen ad. (Yaprakların düğümleri arasındaki uzun yapraksız kısımlardır.) dülger balığı (Lat. Zeus faber, İng. John dory) Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, Dülger-balığıgiller (zeidae) familyasından yassı gövdeli, fırlak iri ağızlı, sık dişli bir balık türü. Sırt ve döş yüzgeçlerinin kılçıkları uzun, gövdesinin alt ve üst kenarları dikenlidir. Gümüş rengindedir; her iki böğrünün değirmi ve büyük siyah bir leke bulunur. Uzunluğu 50 cm.’dir. dünya (İng. earth, world) Üstünde yaşadığımız gök cismi. dünyanın kabuğu (İng. litosphere) Dünya sathından Mohoroviç kesintisine kadar olan bölge olup bu tabakanın kalınlığı okyanus dibinden 5 ile 7 km. kadardır. düz dişliler (Lat. Aglyphodonta) Omurgalı hayvanlardan Sürüngenler (Reptilia) sınıfının, Pullu-sürüngenler (Squamata) takımının, Yılanlar (Ophidia) alt takımının, Suyılanları (Colubriformia) bölümünün bir grubu. Dişlerinin oyukları yoktur. Ağızları çok genişleyebilir. Suyılangiller (Colubridae) familyasını içine alır. düz kas (İng. smooth muscle) İç organların hareketini sağlayan ve istemsiz çalışan, demetler alinde, uzun, iğ biçimli, tek çekirdekli kas hücrelerinin bağ dokusu içerisinde meydana getirdiği kas tipi. düzem (İng. dosage) Bir bileşiğe veya bir karışıma girecek madde miktarlarının belirtilmesi, dozaj. düzemek (İng. dosage) Herhangi bir karışımı istenilen orana göre hazırlamak, karışımın dozunu belirlemek. düzensizlik (İng. disorder, disorganization) Bir organizmanın değişik fonksiyonlarında işbirliği ve uyum yokluğu. düzlem küre (İng. planisphere) Yer yuvarlağı üzerindeki biçimleri bütünüyle bir düzlem üzerinde göstermek amacıyla çeşitli haritacılık yöntemlerine baş vurularak hazırlanmış harita. -Eebonit (İng. ebonite) 100 kısım kauçuğun 32 kısım kükürtle işlenmesinden elde edilen plastik madde. ebrialar (Lat. Ebriales) Kamçılı bir hücreliler sınıfı. Silis çomakcıklardan iç iskeletleriyle bazı ışınları andıran deniz ve plankton hayvanlardır. Bugün, soğuk ve ılık denizlerde ebria ve hermesinum adlı iki cinsi yaşar. ebülyoskop (İng. ebullioscope) Cisimlerin kaynama sıcaklığını tespit etmeye yarayan cihaz. ebüliyoskopi (İng. ebullioscopy) Kaynama sıcaklıklarının ölçülmesi. Echinodermata (Lat. Echinodermata) Hayvanlar aleminin derisi dikenlileri içeren ve tamamen denizel olan bir filumu. echinopluteus larva (İng. echinopluteus larvae) Derisidikenlilerden denizkestanesinde görülen, silli bantları taşıyan üyelerinin gelişiminden dolayı geniş üçgen şeklindeki larvalardır. echiurus larva (İng. echiurus larvae) Sipunculida’da bulunan trokofor tipi larva. ecza (İng. chemicals) Kimyasal yollarla elde edilen, ilaç yapmaya yarayan veya sanayide türlü işlerde kullanılan maddelerin genel adı. eczalı (İng. treated, processed) Kimyasal maddeyle kaplanmış, karıştırılmış, işlem görmüş. edafik faktör (İng. soil factor) Toprağın, canlılar üzerindeki kimyasal ve fiziksel özelliklerinden kaynaklanan etkileri. edafoloji (İng edaphology) Toprak bilimi, özellikle toprağın, içinde yaşayan organizmalar üzerindeki etkisi. edafon (İng. edaphon) Toprakta yaşayan organizmaların tümü. edatofi (Lat. edatophi) Toprağın hemen altında veya üzerinde bulunan algler. efektör (İng. effector) Bir organizmanın uyarıya karşı reaksiyon gösteren vücut kısmı, örneğin kas, sil, kamçı. efira (İng. ephyra) Gerçek medüzlerde (Scyphozoa) skifopoliplerden enine bölünmelerle meydana gelip özgür yüzen ve medüzleri verecek olan yapıdır. Ege Denizi (İng. Aegean Sea) Kuzeyde Trakya, doğuda Anadolu, güneyde Akdeniz, batıda balkan yarımadası ile kuşatılan deniz. Yüzölçümü 196,000 km². egzosmos (İng. exozmose) Yoğunlukları farklı iki sıvıyı ayıran bir zarın içinden dışına doğru geçen akım. egzotik (İng. exotic) Başka bir iklimden gelmiş hayvanlar ve bitkiler. eğim ölçer (İng. clinometer, inclinometer) Bir yüzey, düzlem, yol veya cihazın yatay düzleme oranla eğimini ölçen araç, klinometre. eğir kökü (Lat. Acorus calamus) Dere ve durgun su kenarlarında yetişen 50-125 cm yüksekliğinde, çok yıllık ve otsu bir bitki. eğreltiotu (Lat. Pteridophyta, İng. filiz mas) Eğreltiler şubesinin, Eğreltiotları (Filicineae) sınıfının Eufilicales takımından, yapraklarının spor ve spor keseleri taşıyan, rizomlu, çoğunlukla humusça zengin topraklarda yetişen, damarlı çiçeksiz bitki. 10,000’e yakın eğrelti otu türü bilinmektedir. Tropik bölgelerde genellikle ağacımsı olduğu halde ılıman bölgelerde otsudur. Körpe iken kıvrık olan yaprakları büyük ve çok parçalıdır. eğreltiotugiller (Lat. Pteridophyta) Borulu kriptogamlar (Pteridophyta) bölümünün, Eufilicales takımından dünya’nın bütün bölgelerine yayılmış olan, nemli veya kuru yerlerde yetişen, ekserisi rizomlu, otsu bitkileri kapsayan ve yaklaşık olarak 170 cins ve 7000 kadar türü bulunan bir familya. Yaprakları genellikle parçalıdır. Sorus çıplak veya indusyumlu olup yaprağın alt yüzeyinde veya kenarlarında veya kenar kıvrımlarının içinde, değişik şekillerde bulunur. Sporangiyum anulusun ucundan enine yırtılır. Türkiye’de 18 cins ve 50 türü yetişir. Eğridir Gölü (İng. Lake Eğridir) Anadolu’nun güneyinde Türkiye’nin dördüncü büyük gölü. Yüzölçümü 517km² olup suyu tatlı ve balığı boldur. ejektör (İng. ejector) Belli bir hızla hareket eden bir akışkanın boşalmasını sağlayan cihaz. ekdizon (İng. ecdysone) Artropodlarda deri değişimini (ekdizis) sağlayan hormon. ekilibriyum (İng. equilibrium) Birbirine denk karşıt kuvvetlerin durumu. ekimoz (İng. ecchymosis) Kan damarlarının yırtılmasından dolayı deri altına kan toplanması ve bu yüzden o kısmın renginin mor bir hal alması. ekinoks (İng. equinox) Gece ile gündüzün eşit olması. ekistik (İng. ekistics) İnsan yerleşimlerini inceleyen bilim dalı. ekivalan ağırlığı (İng. equivalent weigth) Bir gram hidrojenle birleşen veya yer değiştiren, bir iyon veya bileşiğin gram olarak ağırlığıdır. Atom ağırlığı veya formül ağırlığı birleşme değeri ile bölünerek elde edilir. eklem bacaklılar (Lat. Arthropoda) Sölomlu hayvanların Birincil-ağızlılar (Protostomia) nun en geniş bir dalı. Vücutları baş, göğüs ve karın olmak üzere üç bölgeye ayrılmıştır. Her bölgeçeşitli sayıda bölütlerden yapılmıştır. Bölütlere bağlı olan ekstremiteler daima eklemli parçalardan yapılmışlardır. Kan birincil ve ikincil karın boşluklarının birleşmesinden meydana gelen genel vücut boşluğu veya karın boşluğu içinde dolaşır. Deri zaman zaman atılan kitin bir örtü ile kaplıdır. Petek gözler gelişmiştir. Ayrı eşeylidirler. Kara, su ve havada yaşarlar. 700000 kadar türü vardır. İlkel-eklembacaklılar (Malacopoda) ve Gerçek-eklembacaklılar(Euarthropoda) olmak üzere iki altdal’a ayrılırlar. eklem (İng. articulation, joint) İnsanda ve omurgalı hayvanlarda, vücut kemiklerinin uçucu veya yan yana gelip birleştiği yer. Eklemlerin çoğu kemiklerin devinmesine meydan verecek şekilde olur; Bunlara oynar eklem veya sadece oynak denir. Kafatasını meydana getiren kemikler ise sıkı sıkıya birleşmiş olup oynamadıklarından, bunların eklemlerine oynamaz eklem denir. Zool. Eklemli hayvanların (böcekler) vücudunda çeşitli bölgelerin birleşme yeri. eklem bacaklılar (Lat. Arthropoda, İng. arthropods) Sölomlu hayvanların birincil ağızları (Protostomia) filumundan, vücutları baş, göğüs ve karın olmak üzere üç bölgeye ayrılmış, her bölge çeşitli sayıda bölümlerden oluşan, bölütlere bağlı olan ekstremiteler daima eklemli parçalardan yapılmış olan, kan birincil ve ikincil karın boşluklarının birleşmesinden meydana gelen bir vücut boşluğu (hemosöl) içinde dolaşan, derileri zaman zaman atılan kitin bir örtüyle kaplı olan, petek gözleri gelişmiş, ayrı eşeyli, kara, su ve havada yaşayan, bir milyon türü bulunan, ilkel eklem bacaklılar (Malacopoda) ve gerçek eklem bacaklılar (Euarthropoda) olmak üzere iki alt dala ayrılan geniş bir şube. eklips (İng. eclipse) Tutulma. ekman tabakası (İng. ekman layer) Yakın atmosferde rüzgarın veya okyanuslarda üst akıntıların yükseklik veya derinlikle yön değiştirdiği tabaka. ekolog (İng. ecologist) Ekoloji konusunda çalışan bilimci. ekoloji (İng. ecology) Canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı. ekolojik (İng. ecological) Çevre bilimsel. ekolojik çevre (İng. ecological environment) Bir canlının bulunduğu yerdeki fizikselkimyasal koşullar ile diğer canlıların oluşturduğu ortam. ekolojik döngüler (İng. ecological cycles) Doğada ekolojik önemi olan maddelerin, canlılar ile cansız çevre arasında alınıp, verilmesi. ekolojik enerji (İng. ecological energetics) Ekolojik sistemler içindeki tüm enerji ilişkilerini konu alan alt bilim dalı. ekolojik faktör (İng. ecological factor) Bütün canlılar bulundukları ortamın çok değişken olan iklimsel, edafik (toprak), fiziksel ve kimyasal tesirlerini aynı andaki etkilerine boyun eğerler. Diğer bir deyimle direkt veya endirekt olarak devamlı bir şekilde faktörlerin etkisi altındadırlar. İşte canlı varlıkların yaşam devrelerinin en az bir fazında direkt olarak etkileyen ortamın her elemanına ekolojik faktör denir. ekolojik işlev (İng. ecological function) Bir türün tür topluluğunun ekosistem içindeki yeri ve görevi. ekolojik niş (İng. ecological niche) Bir organizmanın, bir kommünite ya da ekosistem içinde yapısal adaptasyonuna, fizyolojik tepkisine ve davranışına bağlı durumu. ekolojik ömür uzunluğu (İng. ecological life time, ecological longevity) Belirli çevre koşulları altında bir popülasyonun veya buna bağlı bir bireyin yaşadığı hayat süresi. ekolojik rekabet (İng. ecological competition) İki ya da daha fazla organizmadan her birinin, yaşamak için gerekli kaynağı elde etme uğraşı. ekolojik tolerans (İng. ecological tolerance) Bir canlının zarar görmeden dayanabildiği bir çevre faktörünün en düşük ve en yüksek değerleri arasındaki farkın derecesi. ekolojik tür (İng. ecospecies) Belli bir ekolojik nişe bağlı ve bir tür gibi davranan ve çevredeki tür ile üreme yeteneğinde olan bir grup birey. ekolojik valance (İng. ecological valance) Belli ekolojik faktörlerin değişimleri sonucu özelleşmiş farklı ortamlara bir türün yerleşme yeteneği. ekosfer (İng. ecosphere) Yeryüzünün canlıları içeren bölümü; biyosfer ve karşılıklı etkileşimin söz konusu olduğu atmosfer, biyosfer ve litosfer kesiti. Dünya ekosistemi. ekosistem (İng. ecosystem) Organizmaların kendi aralarındaki karşılıklı ilişkileri ve ortam faktörlerinin etkisi sonucu oluşan ekolojik ortamın oluşturduğu kompleks. Bir ekosistem başlıca iki elemandan oluşmuş olup, bunlardan biri organik olan biosönoz, diğer, inorganik veya organik olan biotoptur. eko-sondaj (İng. acoustic drilling) Ses dalgaları göndererek denizaltı yer şekillerini incelemeye ve haritalamaya ya da balıkların yerini bulmaya yarayan yöntem. ekotip (İng. ecotype) Bir türün, belli bir coğrafi alana değil de çevre şartlarına bağlı bir bölümü. ekotoksikoloji (İng. ecotoxicology) İki veya daha fazla faktörün bir aradaki etkilerini hem öldürücü hem de kronik etkiler açısından uzun süreli olarak ekosistem üzerinde inceleyen bilim dalı. ekoton (İng. ecotone) Topluluklar veya biyomlar arasındaki geçiş zonları ya da temas bölgesi. ekotop (İng. ecotope) Bir bölgedeki belli bir habitat. eksentrik (İng. excentric) Merkez dışında, ortada olmayan. eksentrik hücre (İng. excentric cell) Atnalı yengecinin (Limulus) bileşik gözünde ommatidyumdaki sinir hücresi. eksi uç (İng. cathode, negative pole) Elektrikle yapılan temizleme, parlatma vb. işlemlerde yer alan eksi yüklü elektrot. eksitasyon (İng. excitation) Bir organ ya da dokuda çalışma meydana getirilmesi. Uyarım, uyarma. ekskresyon (İng. extcretion) 1. Boşaltım; Organizmadaki metabolik artıkların dışarı atılması. 2. Salgılama, salgı yapma. ekson (İng. exon) Sonuçta ya çevirilen (mRNA'da olduğu gibi) ya da ıRNA gibi bir son üründe kullanılan primer bir bilginin (ve bir genin buna karşılık gelen parçası) bir parçası. eksopod (İng. exopod, exopodite) Kabukluların çift loblu üyelerinin dış, dalsı çıkıntısı. Eksopodit. ekspressivite (İng. expressivity) Bir genin organizmada ifade edilebilirliği. eksternal (İng. external) Dış, dışta bulunan. ekstrakt (İng. extract) Bir organ veya dokunun çıkarılmış özü. Özüt. ekstremite (İng. extremity) Etraf ya da uç parçaları. Omurgasız hayvanlarda bölütlere (segment) bağlı olan ve belirli görevleri bulunan hareket edebilen uzantılar, kollar, bacaklar, duyargalar, ağız parçaları. ekto (İng. ecto-) Dış. ektoderm (İng. ectoderm) Embriyo gelişimi sırasında oluşan 3 tabakadan en dışta olanı, dış deri. ektofit (İng. ectophytic) Konağın dışında, yüzeyinde asalak, kendibeslek veya ortak yaşayan bitkisel organizmalar. ektoparazit (İng. ectoparasite) Bir canlının diğer bir canlı üzerinde yaşaması ve metabolizması konakçıya bağlı olan parazittir. Dış parazit. ektoplazma (İng. ectoplasm) Hücre içerisindeki sitoplazmanın çevresel veya dış bölgesi, dış plazma. ekzoenzim (İng. exoenzyme) Dış ortama salgılanan enzim. ektotermik (İng. ectotherm) Soğuk kanlı, vücut sıcaklığını düzenleyemeyen. ekvator (İng. equator) Yer yuvarının eksenine dik olarak geçtiği ve yer yuvarını iki eşit parçaya böldüğü varsayılan en büyük çember. ekzergonik (İng. exergonic) Dışarı enerji verilmesiyle karakterize edilen reaksiyon. ekzodermis (İng. exodermis) Bitkilerin köklerinde epidermis tabakasının altında yer alan, hücre çeperleri süberin, selüloz ve lignin biriktiren birkaç sıra hücreden oluşmuş tabaka. ekzoftalmus (İng. exophtalmus) Gözün, tek veya çift taraflı dışarı doğru çıkması halidir. ekzoiskelet (İng. exoskeleton) Dış iskelet. ekzokrin (İng. exocrine) Dış salgı. Bir vücut boşluğuna kanal arcılığı ile akıtılan salgı. ekzokrin bezler (İng. exocrine glands) Dış salgı bezleri. ekzokutikula (İng. exocuticle) 1. Eklem bacaklıların kutikulasının esas tabakası 2. Kabuklu hayvanlarda kalsiyum tuzları kapsayan kalın ve sert tabaka. ekzopodit (İng. exopodite) Kabuklulardaki çatallı bacakların dış kolu. ekzoreik akarsu (İng. exoreic river) Denize ulaşan akarsular. Ülkemizdeki akarsuların çoğu denizlere ulaşır. ekzosfer (İng. exosphere) Yaklaşık olarak 100 km. nin üstünde uzanan atmosfer tabakası. Bu tabakadaki hafif moleküller yer çekiminin etkisinden kurtularak yavaş yavaş gezegenler arası boşluğa doğru yayılır. ekzositoz (İng. exocytose) Hücre içindeki bir veziküllün içerdiği maddeleri çevreye atarak hücre membranı ile birleşmesini sağlayan işlem. ekzotoksin (İng. exotoxin) Bakteri hücreleri tarafından dış ortama salınan çok kuvvetli bir zehir. El Niño (İng. El Niño) Alize etkisiyle güney Amerika’nın batı sahillerinde başlayan ve Dünya iklim sistemini etkileyen okyanus ve atmosfer olayları. Elasmobrachii (Lat. Elasmobranchii) Kıkırdaklı balıklar (Chondricthtyes) sınıfının köpek ve vatoz balıklarını içine alan alt sınıfı. elasmoyit pullar (İng. elasmoid scales) Sadece kemik maddesinden oluşmuş, ince kemik plakçıklardır. Sikloyit ve ktenoyit olmak üzere iki tipi vardır. Teleost balıkların puludur. elastin (İng. elastin) Elastin telleri meydana getiren protein olup kaynamaya, asit ve alkalilere dayanıklı bir madde. Elastaz enzimi ile sindirilir. elastomer (İng. elastomer) Esneklik özelliği fazla makro moleküler madde. Çok ilgi çekici esneklik ve kalıcılık özelliği gösteren kimyasal elyaf. elektroplak (İng. electroplax) Elektrikli bazı balıklarda çizgili kasların değişmesiyle, etrafı ana dokuyla çevrili disk şeklinde dizilmiş elektrik oluşturan hücreler. elek plakası (İng. madreporite, steeve plate) Derisi dikenlilerde su kanal sistemine ait taş kanalın (madrepor kanalı) dışarıya açıldığı yerde bulunan kalbur gibi delikli levha, madreporit. elektrik organı (İng. electrical organ) Uyuşurucubalıklarda (Torpidinidae ve Narkidae'de) yan kısımlarında bulunan geniş kas plakaları işlev değiştirerek 'elektrik organları'nı meydana getirmiştir. Bu plakalar, dikey olarak konumlanmış, çok çekirdekli, ve her biri ayrı ayrı sinirlerle donatılmış çok sayıda sütundan meydana gelmiştir. Bu sütunlarda kimyasal yolla elektrik üretilir; öyleki sütunların alt tarafı eksi, üst tarafı artı elektrik yüküne sahip olur. Bu elektrik organları 200V ve 2000 Wattlık bir elektrik şarjını sağlayabilir. Elektrik organları bu balıklarda; elektro-şokla avlarını uyuşturup yakalama, korunma ve algılama olmak üzere üç çeşit işleve sahiptir. elektrikli yılan balığıgiller (Lat. Gymnotidae) Omurgalı hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının, Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, Kemikdestekkeseliler (Ostariophysi) alt takımına giren bir familyası. Yılan balıklarına benzer. Orta ve Güney Amerika’da yaşarlar. Birçok cinsleri arasında yalnız bir cinsin türü (Elektrikli yılan balığı) elektrik organı taşır. elektrikli vatozlar (Lat. Torpedinoidei) Chondrichthyes sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Rajiformes takımından, kas plakalarının içinde avlarını felç etmeye ve korunmaya yarayan elektrik organlarının bulunmasıyla özellik kazanmış, sıcak dip sularında yaşayan bir alttakım. elektrobiyoloji (İng. electro-biology) Canlılarda görülen elektrik olaylarını inceleyen bilim. elektrolit (İng. electrolyte) Çözeltide yüklü partiküllere yani iyonlara ayrılan ve çözeltiden elektrik akımının geçmesini sağlayan madde. elektrolit çözelti (İng. electrolyte solution) Sulu çözeltilerin elektrik akımını ileten bileşiklerdir. Normal koşullarda cıva hariç tüm saf sıvılar elektrik akımını iletmezler. Buna karşın asit, baz ve tuzların sudaki çözeltileri elektrik akımını iletirler. elektron mikroskobu (İng. electron microskope) Görüntüleme amacıyla ışıktan yararlanmak yerine(ışık mikroskobunda olduğu gibi), elektron demetleri (atomaltı parçacıkları) kullanılan mikroskop türü. Birkaç değişik çeşidi vardır. elektron (İng. electron) Negatif yüklü temel atom parçacığı. elektron taşıyıcı sistem (İng. electron transport chain, ETC) Besin moleküllerinden oksijene, elektron ileten mitokondride bulunan enzim sistemi. ETS. elektrosit (İng electrocyte) Elektirikli balıklarda, elektrik organında bulunan değişmiş kas ya da sinir hücresi. elektrostatik kuvvet (İng. electrostatic force) Bir proton ve bir elektron ya da H+ ve OHarasındaki gibi, zıt yüklü parçacıklar arasındaki çekim. Elektrostatik çekim. elektrot (İng. electrode) Bir elektrolitin içine daldırılan iki iletken çubuktan her biri, bunların pozitifine anot, negatifine katot denir. eleme (İng. elimination) Yüzen ve asılı duran iri katı maddeleri lağım suyundan bir tür elek kullanarak gerçekleştirilen ayırma işlemi; bir komposttan yabancı maddelerin ayrılması. element (İng. element) Kimyasal çözümlemeyle ayrıştırılamayan veya birleşim yoluyla elde edilen madde. Yörüngelerde seyreden eşit sayıda elektronlara ve atom çekirdeğinde eşit sayıda protona sahip olan atomlardan oluşmuş doğal ya da yapay, 100 kadar madde tipi. elementum (İng. elementum) Aynı özellikte başak maddelere ayrılmayan saf madde. eliminasyon (İng. elimination, defecate) Emilmemiş artıkların sindirim sisteminden atılması. Dışkı boşaltma. elips (İng. ellipse) Bütün noktaların, odak denilen belirli iki ayrı noktaya olan uzaklılarının toplamı birbirine denk olan kapalı bir eğri. elmas (İng. diamond) Billurlaşmış arı karbon. eltonian piramidi (İng. eltonian pyramid) Beslenme seviyelerinin onda bir şeklinde azalmasıyla oluşan zahiri piramittir. elver (İng. elver) Yılan balığının hayat devresinin ikinci safhası. elitra (İng. elytra) Kın kanat, kitinleşmiş kanat yapısı. emarginat (İng. emarginate) Lamina tepesi ortada az derin ve yayık girintili olan yapraklar. embibisyon (İng. imbibition) Bir sıvının dokular tarafından emilmesi. emboliformis (İng. emboliformis) Tıkaç, tapa biçiminde. embolus (İng. embolus) Kanla taşınıp damarı tıkayan pıhtı ya da herhangi bir parçacık. embriyo (İng. embryo) Bir bitki ya da hayvanın erken gelişme evresi; genel olarak tohum, yumurta ya da rahimde bulunur. embriyoloji (İng. embryology) Döl yatağı içi yaşamda yavrunun gelişmesini inceleyen bilim dalı. embriyomorfoz (İng. embryomorphosis) Yenileme süresi. embryophyta (Lat. Spermatophyta) bakınız tohumlu bitkiler. emeç (İng. mycelium, pipette) Su ve kara yosunlarının kökü andıran tutunma organı. emerjens (İng. emergence) Alt deri hücrelerinin çoğalmasıyla, bir organın (sap ve yaprak) yüzeyinde büyüyen fışkırma. emers bitkiler (İng. emers plants) Bir kısmı su altında bir kısmı su üstünde olan bitkiler. emisyon (İng. emission) Gaz ya da gaz ve partikül karışımlarının atmosfere verilmesi. emisyon standardı (İng. emission standards) Belli koşullarda, belli bir kaynaktan yasal olarak boşaltılabilen en çok kirletici miktarı. emoglobin (İng. hemoglobin) Hemoglobin. empodyum (İng. empodium) Pençesinde, kaidesinde parçalara ayrılmamış şekilde olan tek sert kıl veya tüp. emülgatör (İng. emulgator) Besinlere katılan ve onların kararlı emülsüyon haline gelmesini sağlayan katkı maddesi. emülsiyon (İng. emulsion) Bir sıvının, başak bir sıvı içinde küçük damlacıklar halinde dağılmasıyla meydana gelen heterojen ortam. en düşük öldürücü doz (İng. the lowest lethal dose) Bir deney populasyonunun tamamını bir defada öldüren en küçük dozdur. en yüksek tolerans dozu (İng. the highest tolerance dose) Ölüm meydana getirmeyen en yüksek dozdur. endemik (İng. endemic) Doğal olarak sadece adaptasyon sağladığı belirli bir coğrafik bölgede yaşayan ve bu bölgenin dışında bulunmayan canlı türü. Endemizmden bahsedilirken yer bilgisi de birlikte verilmelidir. Örn. Salmo trutta abanticus (Abant ala balığı) Abant Gölü için endemiktir. endergonik (İng. endergonic) Enerji absorpsiyonu ile karakterize edilen bir reaksiyon; meydana gelmesi için enerji gereklidir. endo (İng. endo) İç, içinde. endoderm (İng. endoderm) 1. Archenteronu çevreleyen gastrulanın en iç tabakası; sindirim sistemini ve bu sisteme ait organları (karaciğer, akciğer ve pankreas)oluşturur. 2. Döletle gelişen iç yaprak. endodermis (İng. endodermis) İletim dokusunu kuşatan ve özellikle köklerde belirgin olan bir bitki dokusu. Endodermis hücrelerinin tümü Kaspari şeritlerine sahiptir. endofauna (İng. endofauna) Substratumun içine gömülü olarak yaşayan hayvanlardır. endofitik (İng. endophytic) Bir bitkinin dokuları arsında veya hücrelerinde bulunan organizmalardır. endofragma (İng. endophragma) Kabukluların göğüs kısmında kütiküla kıvrımlarından oluşmuş iç iskelet. endokardiyum (İng. endocardium) Kalbin iç yüzünü ve kalp kapakçıklarının üzerini örten iç tabaka. endokrin (İng. endocrine) İç salgı. endokrin bez (İng. endocrine glands) İç salgı (hormon) bezi. endokrinoloji (İng. endocrinology) İç salgı bezlerinin ürünü olan hormonları ve etkilerini inceleyen bilim dalı. endokutikula (İng. endocuticle) Eklem bacaklılarda kütikülün en iç tabakası. endolit (İng. endolith) Kayayı oyarak bir oyuk içinde yaşayan organizmalar. endomiksi (İng. endomixis) Hücrede, özellikle çekirdekte meydana gelen bir kısım olaylara verilen ad (Bu olaylar çekirdeğin düzgün aralıklarla yenilenmesi sonucunu doğuran yeni bir kromozom düzeni sağlar. Kültürü yapılan bazı haşlamlılarda görülen endomiksi, yeni bir olay olmadığı gibi gametlerin birleşmesinin yerini de tutmaz). endomitoz (İng. endomitosis) Bazı gözelerde DNA’nın iki katına çıkmasını, kromozomlarının uzunluğuna yarıklanmalarını göze bölünmesi izlemez. İki Katına çıkan DNA ve kromozomlar göze içerisinde kalır. Bu olaya endomitoz denir. endonöryum (İng. endoneurium) Her bir sinir telini çevreleyen bağ dokusu örtü. endoparazit (İng. endoparasite) Bir canlının diğer bir canlının (konakcı) iç organlarında yaşaması ve metabolizması konakçıya bağlı olan parazittir. endopeptidaz (İng. endopeptidase) Protein molekülünün iç bağlarını hidrolize uğratan bir proteinaz türü. endoplazma (İng. endoplasma) Hücre içerisindeki sitoplazmanın orta veya iç bölgesi, iç plazma. endoplazmik retikulum (İng. endoplasmic reticulum, ER) Sitoplazmada zara bağlı kanalların oluşturduğu bir sistem. endoplöston (İng. endopleuston) Yüzey filmine tutunmayan ve ilk 10 cm.lik tabakada yaşayan formlar. endopot (İng. endopode, endopodite) Kabukluların çift loblu üyelerinin iç, dalsı çıkıntısı. Endopodit. endoreik akarsu (İng. endoreic river) Kapalı havuzlara dökülen akarsular. Ülkemizde İç Anadolu bölgesinde bulunurlar. endosimbiyoz (İng. endosymbiose) Bir organizmanın diğer bir organizmanın içinde yaşaması biçiminde ortak yaşama. endositoz (İng. endocytosis) Tek hücreli bir ökaryotun besin maddelerini boğum yaparak hücre içerisine alma işlemi. endoskeleton (İng. endoskeleton) Vücudun içinde destek vazifesi gören kemikli ve kıkırdaklı destek yapı. İç iskelet. endosperm (İng. endosperm) Tohum çimlenip ilk yaprakları oluşuncaya kadar geçen sürede gerekli besini sağlayan 3n kromozomlu doku. Besi doku. endosteum (İng. endosteum) Kemiğin içindeki boşlukları astarlayan iç kemik zarı. endostil (İng. endostyle) Urochordata ve Cephalochordata’larda yutağın tabanına (dibine ) doğru uzanan silli oluk. Mollusk olup, yiyecek (besin) yakalamada kullanılır. endostoma (İng. endostoma) Yumurtalığın tepesinde bulunan ve yumurtacık iç zarı ile tohum kabuğunu birleştiren delik. endotel (İng. endothelium) Vücutta kapalı boşlukları örten epitel kat endotermik (İng. endothermic) Sıcak kanlı, iç vücut sıcaklığını düzenleyebilen. endozoik (İng. endozoic) Hücre içinde veya bir hayvanın dokuları arasında yaşayan organizmalar. endozoit (İng. endozoid) Diğer bir hayvanın içerisinde simbiyotik olarak yaşayan bir hayvan. endrin (İng. endrin) Çok zehirli bir böcek öldürücü; pestisit. endüstriyel atık su (İng. industrial waste water, industrial sewage, industrial waste fluid) Endüstriyel işlemler sonucunda ortaya çıkan atık, özellikle sıvı atıklar. endüstriyel kirlenme (İng. industrial pollution) Endüstriyel atıklarla meydana gelen kirlenme. energid (İng. energid) Hücre zarı olan veya olmayan herhangi bir tek çekirdekli ve canlı sitoplazma birliği. enerji piramidi (İng. energy pyramid) Beslenme düzeylerinden oluşan, piramide benzer şekil. enerjinin sakınımı yasası (the law of conservation of energy, first law of thermodynamics) Bir temel fizik yasası; verilen herhangi bir sistemdeki enerji miktarı sabittir; enerji ne yoktan vardır ne de yok olur, ancak bir biçimden ötekine dönüştürülür. enfeksiyon (İng. infection) Patojen mikroorganizmaların canlı organizmaya girerek yangı semptomlarını oluşturmasıdır. enfektif (İng. infective) Enfeksiyona neden olabilme yeteneğine sahip. enfestasyon (İng. infestation) Organizmaya çok hücreli parazitlerin girmesi ve gelişmesi. enfraruj (İng. infrared) Kızıl ötesi, kızılaltı. engebe (İng. roughness) Yeryüzünü dümdüz olmaktan çıkaran iniş, yokuş, çukur ve tepelerin ortak adı. engel Uskumru cinsinden küçük bir balık. engelleyici (İng. inhibitör) Bir sistemin işleyişini durduran ya da yavaşlatan kimyasal maddeler; bozulmayı önlemek için petrol ürünlerine eklenen madde. engelleyici konsantrasyon, IC50 (İng. inhibitory concentration, IC50) Belirli bir zaman periyodunda organizmaların %50 sinin normal tepkisinin azaltıcı konsantrasyon olup daha çok alg ve bakterilerin büyüme oranları hesaplarında kullanılır. Engina (Lat. Engina) Öndensolungaçlı karındanbacaklıların, Buccinidae familyasından, küçük deniz yumuşakçası. Aklın ve oval kavkısının kenarları düğümlü, ağzı dar koni biçimindedir. Dünyanın sıcak denizlerinde (Hint okyanusu ve Büyük okyanus) rastlanır. enine kesit (İng. cross section, transverse section) Uzun eksene dik açıda kesit. enlem (İng. latitude) Yer yuvarı üzerinde herhangi bir noktadan geçen paralel ile ekvator arasındaki yay parçasının açısal değeri, arz derecesi. ensiform (İng. ensiform ) Kılıç biçiminde. Ensis (Lat. Ensis) Solenidae familyasından, kıyı kumlarına dikine saplanarak yaşayan uzun gövdeli bazı iki çenetli yumuşakçaların cins adı. enteron (İng. enteron) Sölenterlerin vücut boşluğu. enterosöl sölom (İng. enterocoel coelom) Embriyonik gelişim sırasında arkenteron tavanında her iki yanda cepler oluşur. Daha sonra arkenteron ile bağlantılarını yitiren bu cepler, endoderm ve ektoderm arasında ara bir doku halinde gelişir. Bu ceplerin içindeki boşluklar bağırsaktan türediği için “enterosöl" adını alır. Sindirim sisteminden meydana gelen, cep şeklindeki vücut boşluklarıdır. enteroyid (İng. enteroid) Mercanların sindirim bölmelerinin kenarında bulunan, iğri büğrü kordon şeklinde şişkinlik. entogami (İng. entomophily) Böcekler yoluyla tozlaşma. entomografi (İng. entomography) Bir böceğin veya onun hayat evrelerinin betimlenmesi. entomoloji (İng. entomolgy) Böcek bilimi. entomoz (İng. entomosis) Parazit bir böceğin sebep olduğu bir hastalık. entökie (İng. endobiont) Bazı balıkların bir konağın üzerinde ya da içinde, ona zarar vermeden ve onun besinine ortak olmadan yaşaması. entropi (İng. entropy) Bir sistemde düzensizliğin ölçüsü. enzim (İng. enzyme) Canlı bir organizma içinde özel kimyasal reaksiyonları hızlandıran bir protein katalizatör. eolien parçacıklar (İng. eolien particles) Atmosferik sirkülasyon ile taşınmaları sırasında denize düşen parçacıklar. eosen (İng. eocene) Üçüncü çağın, memelilerin oluşturduğu dönemi. eozin (İng. eosin) Gözelerin sitoplazmalarının kırmızıya boyamada en çok kullanılan madde. eozinofil (İng. eosinophile) Asit bir boya olan eozinle boyanan iri granüllü lökositler. Asidofil. EPA (İng. environmental protection agency) Çevre koruma ajansı. ependim (İng. ependim) Üst örtü. Omuriliğin ortasında uzanan kanalın çevresini saran göze tabakası. epi (İng. epi) Üst. epibiosis (İng. epibiosis) Diğer bir organizma üzerinde tespit edilmiş, fakat ondan besin almadan yaşayan organizmalardır. epiboli (İng. epiboly) Bir gastrulasyon tipidir; embriyonun animal kutbundaki küçük blastomerler gelişir ve vegetal hemisferin hücrelerini örter. epibranşial (İng. epibranchial) Solungaç yaylarını oluşturan kıkırdaksı kemik parçalardan ikincisi. epiderm (İng. epiderm) Derinin çok katlı yassı epitelden yapılmış dış tabakası. epidermal (İng. epidermal) Epidermisten köken alan, epidermis yapısından olan. epidermis (İng. epidermis) Epitel dokunun, en üst tabakası (genellikle vücudun en dış yüzeyini örten doku tabakası), üst deri. epididimis (İng. epididymis) Erkek üreme sisteminde, testislerin üzerinde bulunan spermlerin olgunlaştığı ve kısa bir süre depolandığı karmaşık şekilde kıvrılmış tüp. epifauna (İng. epifauna) Substratumun üst yüzeyinde yaşayan hayvanlardır. epifi (İng. ephippia , ephippium) Daphnia türlerinde döllenmiş yumurtaların (kış yumurtaları) bulunduğu zardan kese. epifil (İng. epiphyllous) Yaprak üzerinde gelişen. epifit (İng. epiphyte) Toprakla direkt ilişkisi olmadan diğer bitkiler üzerinde gelişen formlardır. Bunlar konaklarının boyuna bağlı olarak topraktan oldukça uzak tomurcuklar taşırlar. epifitik (İng. epiphytic) Bazı bitkiler üzerinde yaşayan makroskobik organizmalar. epifiz (İng. epiphysis) 1. Beyinin üst bölümünde yer alan çam kozalağına benzeyen iç salgı bezi. 2. Uzun kemiklerde iki uç kısma verilen genel isim. epigeik (İng. epideal, epigean) Toprak üzerinde gelişen. epigenez (İng. epigenesis) Döllenmiş ve farklılaşmış bir yumurtadan başlayarak yeni yapıların ardışık oluşumunu ifade eden yapı. epigon (İng. epigone) Belirli bir hayvan tipinden gelen, ama biçimi değişik olan hayvanlara verilen ad. epigonizm (İng. epigonism) İleriki döllerde ortaya çıkacak bir değişikliğin, yaşayan tiplerdeki belirtisi. epijeni (İng. epigenesis) Irmağın, jeolojik yapısı bakımında içinde aktığı yataktan bütünüyle farklı bir kesimde yatak açması. epikardium (İng. epicardium) Kalp kasının üzerini örten ince tabaka. epikardial tüp (İng. epicardial tube) Urochordata’larda yutağın gelişerek büyümesiyle meydana gelen, iç uzuvlara ait boşluk. epikotil (İng. epicotyl) Bitki embriyosu ya da fidede kotiledonların bağlanma yerinin üstünde kalan eksen kısmı. epiktez Bazı bitkisel hücrelerin, geçişme olayının genel kurallara uymaması. epilimniyon (İng. epilimnion) Göllerde ışığın nüfuz edebildiği oksijence zengin üst tabakası. epilitik (İng. epilithic) Kayaların yarık, çatlak veya üzerinde yaşayan organizmalar. epilitik alg (İng. epilithic alga) Taş üzerinde yetişenler algler. epimatyum (İng. epimatium) Tohum tomurcuğunu taşıyan pul yaprak. epinasti (İng. epinasty) Organın üst kısmının fazla büyüme eğilimi. epineryum (İng. epinerium) Perinöryumla çevrili olan bir siniri bir arada dıştan saran bağ dokusu örtüsü. epinöston (İng. epineuston) Suyun sadece yüzey filmi üzerinde, yani hava tarafında yaşayan ve aktif olarak yer değiştirebilen organizmalar. epipelajik bölge (İng. epipelagic zone) Pelajik bölgenin 0 m ile 100-200 m arasındaki en üst tabakasıdır. epipelajik yumurta (İng. epipelagic egg) Yüzeye yakın halde ayrı ayrı veya jelatinli torbalar içinde yüzen pelajik yumurtalardır. epipelik alg (İng. epipelic) Çamurlu ve kumlu ortamlarda yetişen algler. epiplankton (İng. epiplankton) Epipelajik zonda,diğer bir değişle öfotik zonda yüzeyden ortalama 50 m’ye kadar,bulanık sularda 15-20 metreye kadar ve çok temiz sularda 120 metreye kadar olan kısımda dağılım gösteren yüzey planktonudur. epiplazma (İng. epiplasm) Askılı mantarlarda aksosporların oluşması için doğrudan doğruya kullanılmayan ask protoplazmasının bir kısmı. epipodit (İng. epipodite) Birçok kabukluda üyelerinin kaide segmentinden oluşan, tipik olarak yaprağa benzer görünüme sahip bir uzantı. episerkal kuyruk (İnh. epicercal tail) Dorsal lobu ventral lobundan büyük olan balıkların kuyruk yüzgeci. epistazi (İng. epistasis) Allel olmayan genlerinden birinin diğerinin etkisini örtecek derecede baskın olması hali. epistitie (İng. epistitie) Bazı balıkların diğer bir hayvanın vücudunu öldürünceye kadar yavaş yavaş sömürmesi. epistom (İng. epistoma, epistome) 1. Bryozoa ve Endoprocta’larda lofoforların kaidesinde ve ağızın üzerindeki çıkıntılarda yerleşmiş küçük sırt (kabartı) ya da lob 2. Böceklerde üst dudakla alın arasında bulunan bir bölge. epitel (İng. epithelium) 1. Bir yüzeyi örten veya bir boşluğu yahut bir kanalı astarlayan hücresel bir doku tabakası. Epitelyum. 2. Hem dışsal hem de içsel olmak üzere, tüm serbest vücut yüzeylerinde örtü ya da astar oluşturan hayvansal bir doku. epitelyosit (İng. epitheliocyte) Epitel göze, epitel doku gözesi. epitem (İng. epithem) Bitkilerde suyun çıkmasını sağlayan doku. epitema (İng. epithema) Sulu bir gözeneğin altındaki ince bir damarın ucunu örten, ince çeperli, çok yüzlü renksiz küçük hücreler topluluğu. epitok (İng. epitoky) Bazı poliketlerde eşey hücrelerinin olgunlaşması durumu. epitoki (İng. epitoky) Bazı poliketlerde üreme döneminde başlarında ve paropotlarında meydana gelebilen yapısal değişiklikler. Epizoantus (Lat. Epizoanthus) Bitki görünüşündeki hayvanlardan oluşan mercan kolonisi. Çeşitli şeylere, özellikle sünger, gordon gibi hayvanların ve içinde pavuryaların yaşadığı karındanbacaklı yumuşakça kavkılarının üzerine tutunarak yaşar. epizoik (İng. epizoic) Hayvanlar üzerinde yaşayan algler. epizoit (İng. epizoite) Parazitik olmayıp diğer hayvanların üzerine tutunarak yaşayan hayvan. epizom (İng. episome) Bir hücreye girebilecek ve orada bir kromozomla gevşek bir bağ kurabilecek güçte kromozom parçası veya canlı cisimcik. epizoon (İng. epizoon) Hayvanlar üzerinde tespit edilmiş, fakat ondan besin almadan yaşayan organizmalardır. epizootik (İng. epizootic) Aynı anda birçok hayvanda görülen, hayvanlar arasında bulaşıcı nitelik gösteren. equilibrium türler (İng. equilibrium species) Uzun ömre sahip, uzun sürede cinsi olgunluğa ulaşan, ölüm oranı düşük ve her yıl çok az üreyebilen türler. eradikasyon (İng. eradication) Yok etme, ortadan kaldırma. erdişi (İng. hermaphrodite) Hem erkek hem dişi gamet meydana getirebilen birey. erepsin (İng. erepsine) Proteinlere etki eden ince bağırsak özsularında bulunan enzim. erg (İng. erg, ergon) C.G.S. sisteminde, uygulama noktasını, kuvvet yönünde bir cm hareket ettiren 1 dinlik kuvvetin yaptığı işe eşit olan iş birimi. Enerji birimi. ergasitoplazma (İng. ergastoplasm) Çok sayıda kanalcık ve keseciklerin birbiri üzerine koşut tabakalar yaparak düzenlenen ve çok sayıda ribozom içeren granüllü endoplazmik retikulum. ergastik maddeler (İng. ergastic substances) Hücre faaliyetinin sonucu oluşan yedek veya artık ürünler. Hücrede bulunan başlıca ergastik maddeler tuzlar, erimiş karbonhidratlar, organik asitler, proteinler, yağlar, eterik yağlar, tanen, renk maddeleri, kauçuk ve kristallerdir. ergojenez (İng. ergogenesis) Büyümeyi belirleyen etmenlerin tümü. ergotin (İng. ergotine) Çavdar mahmuzu özütü. İlaç yapımında kullanılır. erimiş anorganik maddeler (İng. dissolved inorganic substances) Akuatik canlılar üzerinde direk veya indirek etkili olan N bileşikleri, P bileşikleri, Fe bileşikleri, Mn bileşikleri ve silikatlar. Ayrıca canlıların iskelet yapısındaki Ca, bitkilerdeki klorofilin yapısındaki Mg ve Na, K gibi elementlerin bileşikleri. erimiş gazlar (İng. dissolved gases) Suyun sıcaklığı, su hareketleri ve tuzluluğa bağlı olarak etkilenen su içindeki erimiş gazların başlıcaları şunlardır O2, CO2, CH4, H2S, N, NH3, H, SO2 ve CO dur. erimiş organik maddeler (İng. dissolved organic substances) Sulardaki organik maddeler başlıca 3 biçimde gözlenir a. Canlı olarak gözlenen organik maddeler (tüm sucul organizmalar) b. Belirli bir süre içinde görülen organik maddeler (süspansiyon, kolloidal, solusyon ya da partiküller halindedir) ve c. Çürümüş organik maddeler. eritici (İng. dissolvent) Eritme özelliği olan. eritroblastoz (İng. erythroblastosis) Eritroblast veya çekirdekli alyuvarların kanda çok bulunması. eritrofagositoz (İng. erythrophagocytosis) Bazı hücrelerin (dalaktaki ağsı hücreler) alyuvarları yutması. eritrofil (İng. erythrophile, erythrophilous) Kırmızıyı seven. eritroliz (İng. eritythrolysis) Alyuvarların tahribi. eritropeni (İng. eythropenia) Eritrosit yokluğu. (İng. erythrocyte) Yapısında oksijen bağlama yeteneği olan hemoglobini bulunduran kırmızı kan hücresi. Alyuvar. eriyik (İng. solution) İçindeki katı bir madde erimiş bulunan sıvı, mahlül. erke birimi (İng. energy unit) Kilogram metrenin yüz binde biri. erlenmayer (İng. erlenmeyer flask) Koni şeklinde boyunlu bir kap olup, kimya laboratuarlarında kullanılır. erozyon (İng. erosion) Ekolojik faktörler nedeniyle toprağın verimli tabakasının bulunduğu yerden, su, rüzgar, dalga ve buz gibi etkenlerle taşınması. erpetoloji (İng. herpetology) Sürüngenleri ve daha geniş anlamda amfibyumları inceleyen zooloji dalı. esansiyel aminoasitler (İng. essential aminoacids) Temel aminoasit. esansiyel olmayan aminoasitler (İng. nonessential amino acids) Temel olmayan aminoasitler. Escherichia coli (Lat. Escherichia coli) İnsan, hayvan ve balıkların bağırsak florasında dominant olarak bulunan gram negatif, fakültatif anaerop, genellikle patojen olmayan Enterobacteriaceae ailesinden hareketli, çomak biçimli bir bakteri, kolibasilus. esiospor (İng. esiospore) İlkbaharda Berberis (kadın tuzluğu) üzerinde gelişen buğday pasının ince duvarlı çift çenekli sporu. esmer suyosunları (Lat. Phaeophyta) Suyosunları sınıfı; bunlarda, klorofilin yeşil rengi esmer bir boya maddesi (fukoksantin veya fikofein) ile gizlenmiş durumdadır. espalye (İng. espalier) Dalları duvara bağlanmış meyve ağaçları dizisi. ester (İng. ester) Oksijenli asitlerle alkollerin aralarından bir su molekülü ayrılması sonucunda verdikleri madde. esterleşme (İng. esterification) Oksijenli asitlerle alkollerin birleşerek ester oluşturması. estivasyon (İng. estivation) Yaz uykusu. estuari (İng. estuary) Nehrin denizle birleştiği yer, tatlı ve tuzlu suyun karıştığı bölge. eş ayaklılar (Lat. Isopoda, İng. isopods) Eklembacaklılardan Gerçek Eklembacaklılar sınıfına giren bir takım. Küçük boyludurlar. Denizde, karada ve tatlı sularda yaşarlar. Hepsinde gövde bağasız ve genellikle sırt karın yönünde yassı, gözler içeri doğru çekilgen, karın bacakları solunuma elverişlidir. Tesbih böceği. eritrosit eş bacaklılar (Lat. Brachiopoda) Denizlerde, karalarda ve tatlı sularda, başka hayvanların asalağı, asalakların ara konakçısı veya özgür olarak yaşayan kabuklular takımı. eş basınç (İng. isobar) Hava basınçları eşit olan yeryüzü noktalarını birleştirdiği varsayılan eğri, izobar eğrisi. eş biçim (İng. isomorph, isomorphous, isomorphic) Başka bir şeyin biçim ve yapı bakımından aynısı olan, izomorf. eş biçimcilik (İng. isomorphism) Benzer yapıda olan maddeler arasındaki billurlaşma benzerliği. 2. Organizmada çeşitli soylardan ileri gelen benzerlik, izomorfizm. eş gamet (İng. isogamete) Eşey hücrelerinin farklı olmaması. eş gametlilik (İng. isogamy) Benzer gametlerin birleşmesi durumu; eş yapıdaki eşey hücrelerinin birleşmesi. İzogami. eş moleküllü (İng. equimolecular) Bileşiminde iki veya daha çok cisimden eşit sayıda molekül bulunan. eş olmayan gamet (İng. anisogamet) Farklı yapı ve büyüklükte olan ve birleşen iki eşey hücresinden (yumurta ve spermatozoon) her biri. Anizogamet. eş olmayan gametlilik (İng. anisogamy) Farklı gametlerin birleşmesi, makrogamet ve mikrogamet gibi benzer yapıda olmayan eşey hücrelerinin birleşmesi durumu. eş omurlular (Lat. Isospondyli) Bazı sınıflandırmalara göre, Balıklar sınıfının, Tükelağızlılar altsınıfına giren Hamsigiller (Clupeidae), Alabalıkgiller (Salmonidae) ve benzerleri olan 50 kadar familyayı içine alan geniş bir takım. Yüzgeç ışınları yumuşaktır. Omurları birbirine benzer. Kemikli balıkların en ilkel yapılı olanlarıdır. eş sıcak (İng. isotherm) Sıcaklığı eşit olan (yer yüzü noktası), izoterm. eş yükselti (İng. izohips) Yükseklikleri birbirlerine eşit olan (yerler), izohips. eşdeğer nüfus (E.N.) (İng. population equivalent) Ham atıksuyun günlük BOİ5 miktarı 60 gr (gr/kişi/gün) esas alınarak endüstriyel atıksu için dikkate alınan biyokimyasal olarak oksitlenebilen organik madde yüküdür. eşey (İng. sex) Cinsiyet. eşey açıklığı (İng. genital pore) Eşey organlarının vücut dışına açıldığı delik. eşey ana hücresi (İng. gametogonium) Eşey organlarında eşey hücrelerini meydana getiren ana hücreler. Gametogonyum). eşey ayrılığı (İng sexual dimorphism) Aynı türün dişi ve erkeği arasında renk, yapı, büyüklük, şekil vb. yönünden meydana gelen farklılıklar. Cinsiyet farkı. eşey bezi (İng. sexual gland) Eşey organlarında eşey hücrelerini meydana getiren ovaryum, testis gibi bezler. eşey faktörleri (İng. sex factors) bakterilerin konjugasyonuna yol açan F faktörü, R faktörü, kolisin plazmitleri gibi plazmit sınıfı. Cinsiyet faktörleri. eşey hormonları (İng. sex hormone) Eşey organları tarafından salgılanan hormonlar. Cinsiyet hormonları. eşey hücresi (İng. gamet, germ sell) Üremeden sorumlu hücre, gamet. eşey kromozomu (İng. sex chromosome) He riki eşeyde de benzer ya da değişik biçimde bulunan ve organizmanın eşeyinden sorumlu olan kromozomlar (X ve Y kromozomları). eşey organı (İng. gonad) Eşey hücreleri meydana getiren organlar. Eşey bezi, yumurtalık (ovaryum), erkek eşey organı (testis) gibi. Gonad. eşeyli üreme (İng. sexual reproduction) Erkek ve dişi bireylerin üreme hücrelerinin birleşmesiyle meydana gelen üreme. eşeylilik (İng. sexuality) Eşeyli olma durumu; eşey görev ve karakterlerine sahip olma. Cinsiyet. eşeysel dimorfizm (İng. sexual dimorphism) Erkek ve dişi eşeyler arasında vücut boyutu ve şekli, renk veya desen bakımından farklılıklar görülmesi durumu. eşeysiz üreme (İng. asexual reproduction) 1. Bir canlının özelleşmiş üreme hücrelerini meydana getirmeden tıpatıp atasına benzer canlıların oluşmasını sağlayan üreme şeklidir. 2. Erkek ve dişi bireylerin ayrı üreme hücrelerinin söz konusu olmadığı, tamamen benzer genetik yapıda bireylerin oluşumunu sağlayan üreme tipi. eşik (İng. thresold) Bir uyartının duyum meydana getiren ya da algılanabilen alt sınır değeri. eşik dozu (İng. threshold dose) Bir maddenin ölçülebilir bir etki yaratmak için uygulanması gereken asgari dozu. Ölçülebilir asgari doz. eşik seviyesi (İng. threshold level) Bir kirleticinin eşik seviyesi zararının görülmeye başladığı konsantrasyonudur. eşik sinyali (İng. threshold potential, threshold signal) Bir sinir hücresinde uyarının zarda değişiklik yapması için gereken minimum potansiyel farkı. eşik tolerans limiti (İng. threshold tolerance limit, TLe50) Zehirlilik deneylerinde en duyarlı organizmanın etkilenmeden yaşayabileceği konsantrasyon seviyesidir. eşik zehirlilik konsantrasyonu (İng. threshold toxic consantration, Tec) Ortamda bulunan birden fazla zehirli maddenin ortak etkisinin belirlenmesinde kullanılan, tec=100/TLe50 veya Tec=c/TLe50 formülü ile hesaplanan bir parametredir. eşit çenetli (İng. bivalvular) İki çeneti birbirine eşit olan (yumuşakça). eşkenar pullular (Lat. Rhomboganoidea) Omurgalı hayvanların, Balıklar sınıfının, Tükelağızlılar (Teleostomi) altsınıfına ait bir takımı. İskeletleri kemiklidir. Bazısı taşıl olmuş ve soyu tükenmiştir. Yaşayan türlerinin üstü parlak, eşkenar pullarla örtülüdür. Kuyrukları heteroserktir. Kemikli turna balığıgiller (Lepisosteidae) familyası vardır. et randımanı (İng. meat yield) Belıkların yenilebilir etlerinin ağırlıklarına olan oranının yüzde olarak ifadesi. Et verimi. etçiller (İng. carnivores) Dişleri et yiyecek biçimde gelişmiş omurgalı memeli hayvanlardan bir takım. Etoburlar. etezyen (İng. etesian winds) Doğu Akdeniz’de yazın dönemli olarak kuzeyden esen rüzgarlar. etholoji (İng. ethology) Canlıların davranışlarını inceleyen bilim dalı. Doğal koşullarda hayvan davranışını ayrıntılarıyla inceleyen bilim dalı. etil (İng. ethyl) Organik birleşiklerin bileşimine giren karbon ve hidrojen atomları grubu. etiolasyon (İng. etiolation) Karanlıkta yetiştirilen bir bitkide klorofil eksikliği nedeniyle sararma; bu durumda bitkiler küçük yapraklara ve uzun, zayıf saplara sahiptir. etiyoloji (İng. etiology) Hastalığı meydana getiren etken veya etkenlerin inceleyen bilim dalı. etiyolojik (İng. etiologic) Hastalığın nedeniyle ilgili. etkilenme süresi (İng. exposure time) Deney organizmalarının kirletici ya da kirleticilerle bir arada bulunma süresidir. etkili konsantrasyon (İng. effective consantration, EC50) Belirli bir zaman periyodunda organizmaların %50 sinin ölmediği fakat etkilendiği konsantrasyon. etobur (İng. carnivore) Et yiyerek enerji sağlayan canlı. Etçil. etüv (İng. stove) Derecesi önceden belirtilen sıcaklığı sürekli olarak muhafaza eden kapalı cihaz; laboratuarlarda mikropları üretmek, fiziksel olayları gerçekleştirmek (kurutma, su kaybettirme) veya yüksekçe bir sıcaklık gerektiren kimyasal tepkimeleri oluşturmak için kullanılır. Eucoelomata (Lat. Eucoelomata) Gerçek sölom boşluğuna sahip canlılar. Endoderm ve ektoderm arasındaki boşluk, tamamen mezoderm ile astarlanmıştır. euriaeribios (İng. euriaeribios) Çeşitli oksijen konsantrasyonları değişiminde yaşantılarını sürdürebilen formlardır. Euteria (Lat. Euteria) Yavrularını oldukça ilerlemiş bir gelişim evresinde doğuran ve çok iyi ilerlemiş bir plasentası bulunan plasentalı memeliler; Monotremata ve Marsupialia hariç bütün canlı memelileri içerir. evajinasyon (İng. evagination) Dışa doğru katlanmış ya da çıkıntı yapan. evcik (İng. protective case) 1. Bazı halkalı solucanların ve yumuşakçamsıların vücutlarını koruyan kalsiyum karbonat ya da kutikuladan oluşmuş kalın kabuk. 2. Bazı çiçeklerde tohumların saklı bulundukları oyuklar. 3. Bazı bir hücrelilerde hücreyi koruyan yapı. eversibl (İng. eversibl) İç kısmını dışa doğru döndürebilen. eversiyon (İng. eversion) Bir organın tersine veya dışa dönmesi. evolusyon (İng. evolution) bakınız; evrim. evren bilimi (İng. cosmology) Evreni yöneten genel yasalar bilimi, kozmoloji. evren (İng. universe) Gök varlıklarının bütünü, kainat, kosmos. evrensel (İng. universal) Bütün insanlığı ilgilendiren, üniversal. evrim (İng. evolution) Bitkilerin veya hayvanların ilk ortaya çıkışlarından bugüne gelinceye kadar geçirmiş oldukları değişimleri inceleyen bilim kolu. evrim teorisi (İng. theory of evolution) Birbiri ardından gelen döller boyunca geçirdiği değişmeler sonucu ortaya çıkmış olan farklılıklarla meydana gelen çeşitli hayvan ve bitkilerin, köklerini daha önce yaşamış tiplerden almış olduklarını ve basit yapılı organizmalardan daha yüksek yapılı organizmalara doğru bir gelişme olduğunu ileri süren teori. evsel atık su (İng. sewage) Yaygın olarak yerleşim bölgelerinden ve çoğunlukla evsel faaliyetler ile insanların günlük yaşam faaliyetlerinin yer aldığı okul, hastane, otel gibi hizmet sektörlerinden kaynaklanan atıksulardır. evsel atık su arıtımı (İng. sewage treatment) Sağlığa ve çevreye yönelik tehlikenin azaltılması amacıyla atık suyun arıtılması işlemi; ilkin mekanik işlemlerin kullanıldığı, daha sonra bunu biyolojik ve kimyasal işlemlerin izlediği bütünsel bir süreç. evsel atık su arıtma tesisi (İng. sewage treatment plant) İçinde atık suyun işleme tabi tutulduğu ve nihai tasfiye aşamasına hazırlandığı yan tesis. -Ffagositoz (İng. phagocytosis) Büyük parçacıkların (besinlerin veya yok edilecek olan yabancı maddelerin), yalancı ayaklar yardımıyla hücre içerisine alınması. fagozom (İng. phagosome) Bir bakteri veya yabancı bir madde hücre içine alınınca meydana gelen ve bir zarla çevrili vakuol. fahaka (Lat. Tetraodon lineatus, İng. Globe fish) Dört dişlilerden (Tetrodontidae) familyasına giren bir kemikli balık türü. Uzunluğu 45 cm olur. Yırtıcıdırlar. Sırtı koyu yeşil-gri, yanları ve karnı sarı olur. Sırt bölgesinden yanlara siyah lekeler uzanır. Yüzgeçleri sarıdır. Yalnız kuyruk yüzgeci koyu yeşil olup kenarları turuncudur. Nil ve Batı Afrika sularında yaşar. faktör (İng. factor) Etken, etmen. fakültatif prosesler (İng. facultative processes) Mikroorganizmaların çözünmüş oksijen konsantrasyonunun çok düşük konsantrasyonlarda faaliyet gösterebildiği biyolojik arıtma sistemidir. falez (İng. cliff) Deniz kıyılarında dalga aşındırmasıyla oluşan duvar şeklindeki sarp kıyı. falyanos (Lat. Balaena mysticetus) Yunus balığının iri bir türü familya (Lat. familia, İng. family) Birçok ortak özelliği sebebiyle bir araya getirilen cinslerin topluluğu, fasile. fanerofit (İng. phanerophyte) Toprak üzerinde tomurcukları taşıyan, filizleri yüksekte olan büyük boylu bitkilerdir. Bunlar nemli ve sıcak iklimlerde boldurlar. fanerogam (Lat. Phanerogamae) Tohumlu bitkiler. fangri (Lat. Pagrus pagrus) Mercan türünden bir balık. faoplankton yumurtalı Yumurtası güneş ışınlarının yeterli derecede nüfuz ettiği üst tabakalarda tutunan. farinks (Lat. pharynx, İng. gullet) Yutak; sindirim sisteminin solungaç keselerini ya da yarıklarını meydana getiren bölümü; ileri omurgalılarda farinks ön tarafta ağız ve burun boşluğu ile , arka tarafta özofagus ve gırtlakla birleşir. farmasötik botanik (İng. pharmaceutical botany) Botaniğin insan ve hayvan sağlığı ve eczalıkla ilgili uygulamalı bir kolu. fasies (İng. facies) 1. Bölgesel bazı ekolojik faktörlerin etkisiyle, bir biosönozda bir veya birkaç türün baskın olarak bulunması. 2. Yüz. fasiyal (İng. facial) Yüze ait, yüz ile ilgili. fauna (İng. fauna) 1. Bir ülke, bölge, özel bir çevre ya da devreye ait tüm hayvanlar. 2. Jeolojik bir dönemle ya da yöreyle ilgili, insanlar dışındaki hayvanların tümünün yaşamı. faz (İng. phase) Evre, devre, safha. fazmit (İng. phasmid) Bazı Nematoda’ların kuyruk bölgesinde yer alan küçük duyu çıkıntılarını andıran yapı. feç (İng. fetch) Açık deniz üzerinde rüzgarın, dalgalan oluşturduğu esiş mesafesi. feçes (İng. faeces) Dışkı. Gaita. fekundasyon (İng. fecundation) Döllenme. fekül (İng. fecula) Bazı bitkilerin yumrularında bol miktarda bulunan yedek madde. feldispat (İng. feldspar) Potasyumlu, sodyumlu ve kalsiyumlu olmak üzere üçe ayrılan en önemli silikatlı mineral grubu. fellem (İng. phellem) Fellogenden meydana gelen çeperleri mantarlaşmış hücreler. felloderm (İng. phelloderm) Selüloz çeperli, gevşek dizilişli canlı hücreler. fellogen (İng. phellogen) Mantar kambiyumu. femtoplankton (İng. femtoplankton) Büyüklüğü 0.02 ile 0.2 gm arasındaki plankton. femur (İng. femur, thigh bone) 1. Omurgalı hayvanlarda art bacakların kalça kemeri ile diz kapağı arasında bulunan uzun kemik. 2. Böcek ve örümceklerde bacak eklemlerinin dipten itibaren üçüncüsü. Uyluk kemiği. fener balığı (Lat. Lophius piscatorius, İng. Angler) Kemikli balıklar takımının, Fener balığıgiller (Lophiidae) familyasından bir balık cinsi. Sıcak ve ılık denizlerde, 500 m’ye kadar derinliklerde yaşayan dip balığıdır. Denizin dibine gömer ve çok büyük olan ağzının çevresindekileri ve başının üstündeki uzantılar ile yakınındaki küçük balıkları avlar. Baş ve kuyruğu büyük, gövdesi küçük, sırtı esmer, karın kısmı beyazdır. fener balığığiller (Lat. Lophiidae) Omurgalı hayvanlardan Balılar sınıfının, Kemikli balıklar takımının, Ayakçıklılar (Pediculati) alt takımına giren bir familya. Vücutları basık ve derileri çıplaktır.Ağızları olağan üstü büyük olur. Atlantik, Pasifik ve Büyük okyanuslarda yaşarlar. Fener balığı (Lophius) türü iyi bilinir. fenokop (İng. phenocope) Çevre şartlarının etkisiyle fenotipi kalıtsal olmayan bir değişikliğe uğramış bir organizma. fenokopi (İng. phenocopy) Çevre şartlarının etkisiyle bir organizmanın fenotipinin kalıtsal olmayan değişikliği. fenoloji (İng. phenology) Çiçek açma, üreme, göç gibi iklime ve çevre koşullarına bağlı, periyodik biyolojik olayların incelenmesi ve kaydı. fenoller (İng. phenols) Tarım ilaçlarının, eczacılıktaki ürünlerin, sepilemedeki etki maddelerinin, reçinelerin ve boyaların üretiminde kullanılan, insan ve su yaşamı bakımından zehirli etki taşıyan endüstriyel atık suda bulunan aromatik bileşikler. fenotip (İng. phenotype) Bir organizmanın genetik yapısına bağlı olarak, dış etkenlerin de etkisiyle ortaya çıkan görünüşü. feral (İng. feral) Yabani koşullarda yaşayan hayvanlar ya da bitkiler. fermentasyon (İng. fermentation) Organik bir bileşiğin bir enzim sistemiyle anaerobik olarak parçalanması; açığa çıkan enerji hücrenin diğer olayları yürütmesinde kullanılır. feromon (İng. pheromone) Alan belirlenmesi, topluluk içinde hiyerarşik düzenin sağlanması ve üreme döneminde eşlerin birbirini bulması gibi durumlarda etkili olan, "dış hormon" olarak da adlandırılabilen kimyasallar. fertil (İng. fertile) Verimli. fertilite (İng. fertility) Verimlilik. fertilizasyon (İng. fertilisation) Seksüel üremede spermanın dişi gameti ile birleşmesi. fertilizin (İng. fertilizin) Yumurta yüzeyinden salgılanan, sperm hücrelerini cezbedici bir özellik taşıyan özel kimyasal madde. fetüs (İng. foetus) Embriyonun bütün organları belirlendikten sonra aldığı ad. fırsatçı türler (İng. opportunistic species) Kısa ömre sahip olan, kısa sürede cinsel olgunluğa ulaşan, yüksek ölüm oranına sahip ve her yıl birçok kez üreyebilen türler. fırtına (İng. storm) Yağmur ve kasırga getiren çok güçlü rüzgar. fırtına dalgaları (İng. storm surges) Kasırga ve tayfun gibi şiddetli fırtınaların estiği zaman oluşan dalgalardır. fırtına kuşu (Lat. Thalassidroma pelaciga) Perde ayaklılardan, kıvrık gagalı, açık denizlerde yaşayan bir kuş, deniz ördeği. fibril (İng. fibrile) Telcik. (miyofibril=kas telciği; nörofibril=sinir telciği). fibrin (İng. fibrin) Kanın pıhtılaşmasıyla oluşan ipliksi, ağsı yapı. fibrinojen (İng. fibrinogen) Fibrine dönüşebilen kan proteini. Fibroblast (İng. fibroblast) Bağ dokusu hücresi. fibroblastom (İng. fibroblastoma) Bağ dokusu hücrelerinden oluşan. fibrokartilaj (İng. fibrocartilage) İçinde kıkırdak tipinde hücreler bulunan sıkı telsel doku. Bazı organlarda özellikle eklemlerde bulunur. fibrosit (İng. fibrocyte) Bağ dokuda en çok bulunan ve bağ doku tellerini yapan göze. fibröz (İng. fibrous) İpliksel, ipliksi fidelite (İng. fidelity) Kantatif olarak ifade edilemeyen sentetik bir parametredir. Bir türün belli bir biosönoza ait olup olmamasını ifade eder. Bağlılık veya doğruluk. fikobilin (İng. phycobilin) Kırmızı alglerde bulunan pigment. fikoeritrin (İng. phycoerythrin) Kırmızı alglerde bulunan kırmızı renkli kromoprotein. Kırmızı suyosunlarına kırmızı rengini veren ve kısa dalgalı ışıkları almasını sağlayan proteik boya maddesi. Kırmızı suyosunları bu sayede 200 m kadar derinlikte yaşayabilir. Kırmızı ışık bu derinliğe kadar ulaşamadığı için, fikoeritrin fotosentez yapamaz; kırmızı boya maddesinin topladığı kırmızı ışık enerjisiyle suyosunu klorofil üretebilir. fikofein (İng. phycophaein) Kaynar suda eriyebilen karotenimsi boya maddesi. fikokrizin (İng. phycochrysin) Kahverengi alglerde (Chrysophyta) bulunan kromatoforlardaki altın sarısı pigment. fikokrom (İng. phycochrome) Deniz yosunlarından elde edilen boya maddesi. fikoloji (İng. phycology) Algleri inceleyen bilim dalı. fiksasyon (İng. fixation) Tespit. fiksatif (İng. fixative) tespit sıvısı. fikosiyanin (İng. phycocyanine) Mavi su yosunlarında hatta bazen kırmızı suyosunlarında bulunan mavi renkli kromoprotein. fikosiyanojen (İng. phycocyanogen) Mavi veya yeşil suyosunlarından elde edilen boya maddesi. filament (İng. filament) İplikçik; iplik şeklinde uzantı. filetik (İng. phyletic) Bir türün geldiği soy ile o türün oluşumuyla sonuçlanan süreçle veya doğal sınıflandırmada çeşitli ana gruplarla ilişkisi olan. filiform (İng. filiform) İplik şekli; iplik şeklinde. filiformis (İng. filiform) İplik biçiminde. filiz (İng. tendril) Sürgün. fillod (İng. phyllode) Yaprak sapının laminaya benzeyen bir şekilde genişlemesiyle meydana gelmiş organ, filogenetik (İng. phylogenetic) Bir türün veya yüksek taksonomik grupların soy gelişimi ve evrim geçmişi. filogenetik sınıflandırma (İng. phylogenetic classification) Canlıların akrabalık derecelerine göre sınıflandırılması. Doğal sınıflandırma. filogeni (İng. phylogeny) Bir organizma grubunun tüm evrimsel tarihi. filopodya (İng. filopodia) 1. Bazı protozoonlarda yalancı ayak benzeri ipliksi uzantılar. 2. Hücre kültürlerinde hücrelerin birbirlerine veya zemine yapışmasını sağlayan ince ipliksi uzantılar. filotaksi (İng. phyllotaxis) Yaprakların gövde üzerine dizilme şekli. filtrasyon (İng. filtration) Sıvı atık arıtımında kullanılan, bakterileri ve diğer organizmaları azaltırken çökelmemiş atık maddeyi ve kolloidleri ayıran ve atığı taneli maddelerden oluşan bir katmandan geçirerek süzme sağlayan işlem. Lağım suyu arıtım filtreleri genellikle kumlu filtrelerdir, basınçlı süzme ise çamurun suyunun ayrılmasında kullanılır. filtre (İng. filter) Akışkan olan sıvı yada gazı süzmeye yarayan gözenekli madde. Akışkandaki asıltı, çamursu ya da katı maddeleri ayırmaya yarar. filum (Lat. phylum) Hayvan ya da bitki dünyasında, ortak bir atadan geldiklerine inanılan organizmaları içeren büyük ana bölüm. Şube. fimbriya (İng. fimbria) Uç, saçak, kemer, püskül. fingerling (İng. fingerling fish) Parmak büyüklüğüne ulaşmış balık; Yılan balığının hayat devresinin üçüncü safhası. fisyon (İng. fission) Organizmanın yaklaşık iki eşit parçaya bölündüğü eşeysiz üreme olayı. fit (İng. feet) İngiliz uzunluk ölçüsü birimi olan foot sözünün çoğulu. fito (İng. phyto-) Yunanca bitki anlamına gelen ön ek. fital sistem (İng. phytal habitat) Bentik bölgede klorofilli bitkilerin mevcut olduğu zonlardan oluşmuş bölgelerdir. fitoaleksin (İng. phytoalexins) Mantar veya bakteri saldırısına uğrayan yeşil bitkilerin, kendilerini savunma amacıyla çıkardıkları, az özgün ve molekül ağırlığı zayıf antibiyotik savunma maddesi. fitobezoar (İng. phytohezoar) Midyede, bitkisel besin artıklarından oluşan yabancı cisim. fitobiyoloji (İng. phytobiology) Bitkisel canlı maddeyi ve fonksiyonlarını inceleyen bilim dalı. Bitki biyolojisi. fitofaj (İng. phytophage) Bitkicil, otçul. fitofaji (İng. phytophagy) Bitki yeme, bitkilerle beslenme. fitofarmasi (İng. phtyopharmacy) Bitki hastalılarına karşı kullanılan, tarımda verimi arttıran, bitkileri hayvansal veya bitkisel asalaklara karşı koruyan ilaçlarla ilgili eczacılık kolu fitohormon (İng. phytohormones) Bitkisel hormonlara verilen ad. fitojen (İng. phytogenous) Bitkilerden elde edilen, bitkisel kökenli. fitoklimogram (İng. phyto-climograph) Bir bitkinin gelişmesi için gerekli en elverişli iklim koşullarını gösteren grafik. fitokrom (İng. phytochrome) Üstün yapılı bitkilerin tane ve yapraklarında, suyosunlarının tellerinde bulunan, ışığa duyarlı bir protein pigmenti. fitoplankton (İng. phytoplankton) Planktonik organizmalar, fotosentezle kendi materyalinin bir kısmını sentezleyebilme yeteneğine sahip olan, yani ototrofik canlılar. Bitkisel plankton. fitosenöz (İng. phytocoenosis) Yeryüzünün aynı özellikleri taşıyan herhangi bir alanında yetişebilen bitkilerin tümü. fitotron (İng. phytotron) Bitkilerin gelişimiyle ilgili iklim koşullarını inceleyen laboratuar. fitotoksin (İng. phytotoxin) Bitkilerden elde edilen herhangi bir zehir. fitoz (İng. phytosis) Bitkisel parazitlerden ileri gelen hastalık fiyort (İng. fiord, fjord) Karaların alçalması sonucu eski buzul vadilerinin sular altında kalmasıyla oluşmuş sarp kenarlı dar ve uzun körfezler. Bazıları karaların çok içlerine kadar uzanabilirler. (En güzel örneklerine Norveç’te, İskoçya ve Kuzey Amerika’da rastlanır). fizalya (Lat. Physalia) Hidralar sınıfının, Sifonoforlar takımına giren bir knidli cinsi. Pnömatoforu büyük bir torba biçimindedir. fizikokimya (İng. physicochemistry) Kimyasal olayları fiziksel yöntemlerle çözümleyen, fizik ve kimya konularını kapsayan bilim. fiziko-kimyasal arıtım (İng. physico-chemical treatment) Atık su arıtımında pıhtılaştırma, yumaklaştırma ve çöktürme gibi fiziksel ve kimyasal süreçleri içeren arıtım basamaklarının tümü. fizoklist (İng. physocliste) Hava keseleri sindirim sistemi ile bağlantılı olmayan. fizoklistik balık (İng. physoclistous fish) Hava kesesi ile özofagus arasında bağlantı (kanal) olmayan balık. fizoklistus (İng. physoclistous) Hava kesesi ile özofagus arasında kanal, (pnömatik kanal) bulunmaması durumu. fizoplankton Vücutları küre veya balon şeklini almış organizmalardır. fizostom (İng. physostomous) Hava kesesinin yemek borusu ile bağlantılı olması durumu. fizostom balık (İng. physostomous fish) Yüzme keseleri sindirim organı ile irtibatlı olan balıklar. fizyoloji (İng. physiology) Canlılardaki yaşamsal olayları (işleyişi) inceleyen bilim dalı. fjeld (İng. fjeld) Buz kütlelerinin pek hareket edemeyeceği kadar düz ve dalgalı yüksek arazide bulunan buzul. flagellata (Lat. Flagellata, Mastigophora) Protozoa'lara ait kamçılılar sınıfı. flagellatlar (Lat. Flagellata) Bir ya da daha fazla sayıda ince, kamçı gibi organı bulunan mikroorganizmalar. flagellum (İng. flagellum) Bir hücrenin yüzeyindeki uzun tüysü hareketli bir organel. Kamçı, flagella. fleksör (İng. flexor) Kol ve bacağın kırılmasını sağlayan kas. floem (İng. phloem) Bitkilerdeki bir tip iletim dokusu; gövde ya da kökte hem yukarı hem de aşağıya doğru organik maddeleri taşır. Soymuk boruları. flokkular (İng. floccular) Yumakçık, küçük yumak şeklinde. flokulasyon (İng. flocculation) Bir süspansiyonun taneciklerinin, sıcaklık, PH, karıştırma veya kimyasal madde etkisiyle birbirine tutunup büyümesi veya başka bir katı maddenin tanecikleri etrafında yığılması, böylece çöktürülebilir karakter kazanması olayının adıdır. flora (İng. flora) Belirli bir alanda bulunan bitkilerin tümü. Bakteriler için de flora kelimesi kullanılır. floresans (İng. fluorescence) Farklı dalga boyunda radyasyon absorbe eden bir maddenin ışık salması, ısıya bağlı olmayan çok hızlı bir olaydır. flüorışısı (İng. fluorescence) Bazı cisimlerin aldıkları ışığı, boyu daha uzun ışık ışınımlarına dönüştürmesi özelliği. flüvyal (İng. fluvial) Açık bir kanal içerisinde, yüzey dalgalarının yayılma daha yavaş akan su akışı için kullanılır. fobi (İng. phobia) Belirli nesneler veya durumlar karşısında duyulan olağan dışı güçlü korku, yılgı. fok (Lat. Phoca vitulina, İng. common seal) Etçiller takımının fokgiller familyasından, 1-2 m boyunda, bostu değerli, memeli deniz hayvanı, ayı balığı. fokgiller (Lat. Phocidae, İng. seals) Soğuk denizlerin kıyılarında yaşayan, etçiller takımının yüzgeç ayaklılar alt takımından bir familya. foli (İng. folio) Yaprak. folikulus (İng. folliculus) Boru, kese. folikül (İng. follicle) 1. Bir yumurtalıkta bir yumurta hücresinin çevresindeki hücrelerin oluşturduğu örtü. 2. Kese şeklindeki çeşitli organların adı. Tek karpelden oluşmuş, çok tohumlu ve olgunlaşmada karpelin birleşme hattı boyunca açılan bir basit meyve tipi 3. Memelilerde yumurtalıkta bulunan ve olgunlaşmış yumurtayı taşıyan kesecik. fonksiyonel antagonizm (İng. functional antagonism) İki kimyasal maddenin eşit bir şekilde aynı fizyolojik fonksiyona karşılıklı opozit etkisi. foramen (İng. foramen) Açıklık, delik Foraminifera (Lat. Foraminifera) Kalkerli ve çok odacıklı kabuk salgılayan ameboid protozoa. Odacıklar üzerindeki deliklerden hayvan yalancı ayaklarını çıkarır. form (İng. shape, form) Şekil, biçim. formaldehid (İng. formaldehyde) Doymuş aldehidlerin ilk üyesi olan, H-CHO formülündeki aldehid. –21o’de sıvılaşır. Mikrop kırıcı olarak tıpta kullanılır. Ayrıca plastik yapımı alanında çok geniş bir kullanım alanı vardır. formasyon (İng. formation) Biçimlenme, oluşma olayı. formol (İng. formol) Formaldehitin %40’lık değişik sulu çözeltisine verilen ad. foronid (İng. phoronids) Protein ya da kitinden yapılmış sert bir boru ya da tüpe gizlenen küçük solucan benzeri lophoporata. fosfataz (İng. phosphatase) Bir molekülden su kullanarak fosfat grubunu ayıran enzim. fosfatlar (İng. phosphates) Bitkiler için gerekli besin niteliği taşıyan ve insan ve hayvan gıdasının normal bileşeni olan fosfor bileşikleri; aynı zamanda lağım suyu ve tarımsal yüzey akışlarında da oluşur ve su oluşumlarında ötrofikasyona neden olur. fosfodiester bağı (İng. phosphodiester bond) DNA'daki fosfat ile şeker arasındaki bağ. fosfolipit (İng. phospholipid) Gliserol, yağ asitleri, bir fosfat grubu ve sıklıkla bir azotlu gruptan oluşmuş bir bileşik. fosfoprotein (İng. phosphoprotein) Protein sentezlendikten o proteine proteinkinazlarla fosfor eklenmiş hali. fosforesens (İng. phosphorescence) Bir molekülün triplet durumundan temel durumuna bozunması sırasında belirli bir ısısı olmaksızın ışık çıkarması. fosforışı (İng. phosphorescence) Bazı cisimlerin veya canlı varlıkların normal sıcaklığında hissedilir bir artış olmadan, karanlıkta ışık verme özelliği. fosforik (İng. phosphoric) Gübre, sabun, deterjan yapımında ve eczacılıkta kullanılan, renksiz sıvı anlamına gelen Fosforik asit teriminde geçer. fosforilasyon (İng. phosphorilation) ATP üretimi. fosgen (İng. phosgene) Karbonmonoksit ve klordan meydana gelen boğucu gaz. fosil (İng. fossil) Eski canlıların jeolojik birikinti ve tortullanma yerleri içinde, özel olayların etkisiyle saklı kalabilmiş olanlarına verilen ad. fosil yakıtlar (İng. fossil fuels) Kömür, petrol, doğal gaz v.b. gibi doğal organik yakıtların tümü. fosseptik (İng. cesspool) Lağım çukuru. fotizm (İng. photism) Hayvanlarda güneş ışığında kalma sonucunda beliren rahatsızlık. fotofaz (İng. photophase) Bazı bitkilerin uzun gün, kısa gece, bazılarının ise uzun gece kısa gün isteyen gelişme devresi. fotofilik (İng. photophil) Işığı seven, ışıkla büyüyen. fotofosforilasyon (İng. photophosphorylation) Işık enerjisi ile, ADP'nin ATP'ye dönüştürülmesinde kullanıldığı işlem. fotogenez (İng. photogenesis) Işık çıkaran organların ışık üretmesi. Fotojeni. fotokinezi (İng. photokinesis) Bazı hayvanları karanlıkta iken ışık, büyük bir aydınlıkta karanlık aramaya iteleyen dürtü. fotolit (İng. photolyte) Işık etkisiyle ayrışan cisim. fotoliz (İng. photolysis) Işık altında bir molekülün ayrışması; örneğin klorofil tarafından absorbe edilen ışın enerjisiyle fotosentezde suyun ayrışması. fotometre (İng. photometer) Işık ölçer. fotomikrograf (İng. photomicrograph) Işık ya da elektron mikroskobuyla elde edilen görüntünün fotoğrafı. fotomorfoz (İng. photomorphose) Canlı varlıkların birey oluş sırasındaki gelişimi üzerinde ışığın yaptığı etki. foton (İng. photon) Elektromanyetik radyasyon partikülü, bir kuantumluk ışınsal enerji. fotonasti (İng. photonasty) Bazı bitkilerin geceleri yapraklarının aşağıya sarkması veya yukarıya doğru kapanması gibi ışıkla ilgili olan nastik hareketler. fotooksidasyon (İng. photo-oxidation) Oksijen moleküllerinin hidrokarbonlarla reaksiyonu sonucu oluşan olay. foto-ototrof (İng. phototroph) Işık enerjisini kullanarak, ihtiyacı olan organik besin maddelerini üretebilen canlılar. fotopati (İng. photopathy) Işığa karşı reaksiyon, (hayvanlarda) ışıktan hoşlanmama. fotoperiyodizm (İng. photoperiodism) Hayvan ve bitkilerin ışık ve karanlık değişimlerine karşı gösterdikleri fizyolojik tepki. fotoreseptör (İng. photoreceptor) Işığı algılayabilen duyu hücresi, almaç. fotosentez (İng. photosynthesis) 1. Bitkilerin, güneş ışığındaki enerjiyi kullanarak kendilerine su. karbondioksit ve minerallerden besin yapma işlemi. 2. Yeşil bitkilerin güneş ışığında su ve karbon dioksit kullanarak glikoz yapmaları olayı. fotosfer (İng. photosphere) Işık yuvarı. fotosil Şiddetli ışığa gereksinme gösteren organizmalardır. fototaksi (İng. phototaxis) Serbest organizmaların ışık uyartılarına karşı olumlu veya olumsuz cevapları. fototaktik (İng. phototactic) Işığa karşı reaksiyon gösterme, ışığa karşı hareket etme veya ışığa cevap vermedir. fototaktizm (İng. phototaxis) Bazı yüzücü canlıların (öglenalar, desmidiler) bir yönden aydınlatıldıklarında ışığın geldiği kaynağa doğru (pozitif fototaktizm) veya aykırı yöne (negatif fototaktizm). fototepkime (İng. photoreaction) Işık etkisiyle meydana gelen kimyasal tepkime. fototrof (İng. phototroph) Besin sentezi yapabilmek için ışık enerjisinden yararlanan (Yalnız klorofilli yeşil bitkiler fototroftur). fototropi (İng. phototropy) Güneş ışınlarına tutulan bazı maddelerin gösterdiği renk değişimine dayanan tersinir nitelikte fotokimyasal olay. fototropizm (İng. phototropism) 1. Organizmaların, özellikle ışık etkisi altında meydana gelen olumlu veya olumsuz ışığa yönelme eğilimi. 2. Organizmanın ışığa karşı büyüme tepkisi. fouling (İng. fouling) Denizel ortamda doğal olmayan substratumlarla (örneğin gemi karinaları) gelişen organizmaların tümü. fovea (Lat. macula lutea, İng. fovea) Bir organın yapısı üzerindeki küçük çukur; özellikle retinanın merkezinde bulunan çukur yalnız kolonileri içerir ve net görüntüyü sağlar. fragmazom (İng. phragmosome) hücre bölünmesi sırasında iki yavru hücre arasında oluşan plazma zarı. fragmospor (İng. phragmospore) Enine en az iki bölmeli spor. freatofit (İng. phreatophyte) Buharlaşma ile çok su kaybeden bitki. frekans (İng. frequency) Bir biosönozdaki populasyon üyelerinin mevcudiyetiyle ilgili bir ekolojik ifadedir. Yani bir türün belli bir sahada bulunma yüzdesidir. Belli bir sahada birden fazla örnekleme yapıldığında bir türe her zaman rastlanmayabilir.İşte rastlanma sayısının tüm örnekleme sayısına oranı, o türün frekansını verir. Rastlama sayısı. frisa (İng. dried herring) Kurutulmuş ringa balığı. frontal (İng. frontal) Alın, alına ait, alınla ilgili. froti (İng. smear) Organik bir sıvının ince bir tabaka halinde yayılmasıyla elde edilen mikroskobik inceleme malzemesi. fruktoz (İng. fructose) Genellikle meyvelerde bulunan ve yapısında 6 karbon atomu içeren bir çeşit şeker molekülü. frunkul hastalığı (İng. fruncle) Aeromonas grubu bakterilerin neden olduğu vücut üzerinde açık yaralar (Frunkuller) şeklinde görülen bir hastalıktır. (furunkulosis) früstül (İng. frustule) Diatomun silika ile çevrili dış hücre duvarlarının valve’lerinin her ikisine birden verilen ad. fukoidin (İng. fukoidin) Esmer denizyosunlarının hücre ara sularında % 5-20 düzeyinde bulunan alfo-fukoz sülfattır. fukoksantin (İng. fucoxanthin) Phaeophceace familyasından suyosunlarına esmer renk vermeye yarayan boya maddesi; bu madde, kırmızı ışığın girmediği derinlikteki sulara girebilen, dalga boyu orta uzunluktaki ışıklardan fotosentez için faydalanma imkanı verir. fulya balığı (Lat. Myliobatis aquila, İng. Common eagle ray) Fulyabalığıgiller (Myliobatidae) familyasına giren bir köpek balığı türü. Uzunluğu 1-1,5 m. olup, kuyruğu testere gibi dişlidir. 6-7 yavru doğurur. Kaldırım taşı gibi dizili dişleri bu hayvanın kabuklarla beslendiğini gösterir. İstiridye tarlaları için bir afettir. Akdeniz, Atlantik okyanusu ve Avusturalya denizlerinde yaşar. Çoçona. fulyabalığıgiller (Lat. Myliobatidae) Omurgalı hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının , Köpekbalıkları (Selachii) takımına giren bir familyası. Göğüs yüzgeçleri büyüktür. Enleri boylarından geniştir. Kuyrukları kamçı biçimindedir. Sırt yüzgeci bir tane olup dikenlidir. fundiformis (İng. fundiform) Sapan biçimi. fundus (Lat. fundus) 1. Bir organın dip kısmı ya da tabanı; içi boş bir organın ağıza en uzak kısmı. 2. Midenin genişlemiş kısmı. Fungi (Lat. Fungi, Mycophyta) Mantar. fungiformis (İng. fungiform) Mantar biçimi, mantarsı. fungivor (İng. fungivorous) Mantar yiyen (hayvanlar ve bitkiler). fungusit (İng. fungucide) Mantarla mücadele ilaçları. funikulus (İng. funicle, seed stalk) Ovülleri plasentaya bağlı sap. furka (İng. furca) 1. Çatal biçiminde ikiye ayrılmış olan yapı. 2. Bazı hayvanlarda karın bölütlerinin sonunda bulunan çatal biçiminde uzantılar. fuziform (İng. fusiform) Her iki uca doğru incelen, torpido şeklinde. -G-gabro (İng. gabbro) Renkli minerallerden oluşan bir tür kütle. gal (İng. gall) Bitkilerde, böcek ya da mantar gibi organizmaların neden olduğu anormal gelişen yapılar. galaktoz (İng. galactose) Altı karbonlu bir tür şeker (aldoz şekeri). galenit (İng. galenite) İçinde doğal kurşun bulunan sülfür. galsama (İng. galsama) Solungaç kapağı. gama ışınları (İng. gamma rays) Radyoaktif cisimler tarafından yayılan X ışınlarından daha kısa dalgalı olan ışınlar. gamaglobülin (İng. gamma globülin) Kanda, lenfte, safrada vb. de bulunan bir protein türü. gamet (İng. gamete, germ cell) Üreme hücresi; eşeysel üremede birleşip kaynaşan yumurta ya da sperm, birleşme sonunda yeni bir fert gelişimini başlatır. gametofit (İng. gametophyte) Bir bitkinin hayat devresinde haploit ya da eşeyli (gamet üreten) evre. gametogenez (İng. gametogenesis) Hayvanlarda üreme hücreleri veya gametlerin meydana gelmesi olayı. gametogonyum (İng. gamet, germ cell) Dişi ya da erkek eşey organlarında meydana gelen ve birleşerek döllenmiş yumurtayı (zigot) oluşturacak dişi hücre (yumurta) ya da erkek hücre (sperm). Gamet. gametosit (İng. gametocyte) Eşey ana hücresinden meydana gelen ve eşey hücrelerini meydana getiren hücre . gamma taksonomi (İng. gamma taxonomy) Türün altındaki taksonların oluşumu (populasyon içi çalışmalar) ve tanımları ile uğraşan taksonomi. Gammarus (Lat. Gammarus) Su tespih böceği. gang (İng. gangue) Bir maddenin cevherini, bir değerli taşı saran değersiz madde. ganglion (İng. ganglion) Merkezi sinir sistemi dışında bulunan sinirlerde hücre gövdelerinin oluşturduğu düğümsü kütle. ganoyin (İng. ganoine) Ganoyit bir pulun dış örtüsünü meydana getiren mineye benzer bir madde. ganoyit pul (İng. ganoid scale) Şekilleri düzensiz, elmas veya baklava dilimine benzeyen, tabanları deri içine gömülü, üzeri ganoin maddesiyle kaplı, mersin balıklarında görülen pul çeşidi. Zamanımızda yaşayan Holostei (kemik pullular) ve Chondrostei'de (kıkırdak pullular) bulunur. gaster (İng. gaster) Mide. gastral tabaka (İng. gastral epithelium) Süngerlerde, vücut hücrelerinin meydana getirdiği iç tabaka olup iç bölgedeki boşlukları çevirir. gastrin (İng. gastrin) Mide suyunun salgılanmasını uyaran ve mideden salgılanan bir peptit hormonu. gastrodermal (İng. gastrodermis) Gastrodermisten köken alan, gastrodermis özelliklerini taşıyan. gastrodermis (İng. gastrodermis) Barsakların içini astarlayan sindirim ve absorbsiyondan sorumlu doku. gastrovasküler boşluk (İng. gastrovascular cavity) 1. Besinleri vücudun her yanına taşıyan, dış tarafa yalnızca bir açıklığı bulunan, çoğunlukla dallanmış sindirim boşluğu. 2. Sölenterler’de olduğu gibi hem sindirime hem dolaşıma yarayan boşluk. gastrozoyit (İng. gastrozoid) Hidra kolonisindeki besici polip. Bir ağzı ve dokunaçları bulunan polipler, koloniyi beslemek için sindirilmiş sıvıyı özel kanallarla koloninin tümüne dağıtır. gastrula (İng. gastrula) Blastuladan sonraki erken embriyonik devre, başlangıçta ektoderm ve endoderm olmak üzere iki tabakadan ve bu iki tabaka arasında kalan boşluktan oluşur, ektoderm ile endoderm arasındaki blastosöl ve arkenteron endodermin içini astarlayan ve blastoporla dışarı açılan invaginasyonla oluşur. gastrulasyon (İng. gastrulation) Genç embriyonun gastrula olduğu ve önce iki, sonra da üç hücre tabakasının oluşmasıyla ilgili olay. gayzer (İng. geyser) Volkan bölgelerinde, belli aralıklarla su ve buhar fışkırtan sıcak kaynak. gaz kromatografisi (İng. gas chromatograph) Bir gaz veya sıvı karışımın içindeki maddelerin (gazların veya uçucu sıvıların) oranlarını belirleyebilen analiz cihazı. gaz (İng. gas) Normal basınç ve sıcaklıkta olduğu gibi kalan, içinde bulunduğu kabın her yanına yayılmak ve bu kabın iç yüzeyinin her noktasına basınç yapma özelliğinde olan akışkan madde. gaz kesesi (İng. air bladder, swim bladder) Birçok kemikli balıkta çeperi sindirim kanalı ile aynı yapıda, içi hava ve diğer gazlarla dolu olan, hidrostatik denge, solunum ses çıkarma ve ses almada görevli yapı. Yüzme kesesi. gaz yuvarı (İng. atmosphere) Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz katmanı, atmosfer. geçici autochthonus populasyon (İng. temporary autochthonous population) Bir yöredeki ana populasyonun devamlılığı su hareketleri, rüzgar vs. ile dışardan gelen planktonun takviyesiyle oluşan populasyon. geçirgen (İng. permeable) Bir membranın içerisinden diğer maddelerin geçmesine izin veren. geçit (İng. pit) Hücre çeperi kalınlaştıktan ve özellikle sekonder tabaka oluştuktan sonra, ince kalan ve hücreler arası madde alışverişini sağlayan kısımlar. gel (İng. flood tide) Deniz seviyesinin yükselmesidir. geleğen (İng. tributary) Ana ırmağa karışan, akarsu. gel-git (İng. high tide–low tide) Ay ve güneşin dünya üzerinde yaptıkları çekim kuvvetleri nedeniyle denizlerin periyodik yükselme ve alçalma hareketleridir. gel-git alanı (İng. tidal area) Kıyı şeridinde suların ortalama yükselme ve ortalama çekilme sınırları arasında kalan alandır. gel-git barajı (İng. tidal dam) Gelgit etkisiyle yükselen ve alçalan suyun enerjisinden elektrik elde etmek için bir haliç boyunca kurulan yapı. gelgit engeli (İng. tide barrier) Bir akarsu kenarına kurulan bir kasaba ya da şehri, gelgit yüzünden meydana gelebilecek taşkına karşı koruyan yapı. gelgit etki alanı (İng. tidal basin) Kıyının, yüksek gelgitte suyla kaplanan ve alçak gelgitte açığa çıkan bölümü. gelgit genliği (İng. tidal range) Yüksek ve alçak gelgitler sırasındaki su yükseklikleri arasındaki fark. gelincik balığı (Lat. Gaidropsarus vulgaris, İng. Three-bearded rockling) Kemikli balıklar takımın, Mezgitgiller (Gadidae) familyasından bir balık türü. Uzunluğu 2040 cm. eti çok beğenilir. Akdeniz ve Atlantik okyanusunda yaşar. gemma (İng. gemma) 1. Bryofitlerde, çanak şekilli vejetatif tomurcuklar, eşeysiz olarak tam bitki haline gelişir. 2. Tomurcuk, filiz, sürgün. gemmatio (İng. gemmation) Tomurcuklanma. gemula (İng. gemmule) 1. Küçük tomurcuk, filiz. 2. Tatlı su Poriferalarının uygun olmayan koşullarda oluşturdukları kist. gen akışı (İng. gene flow) Genlerin gametler aracılığıyla bir populasyonun bir bölümünden diğerine ya da bir populasyondan diğerine. gen bankası (İng. genbank) Genetik kaynakların toplanıp saklandığı merkezleri; özellikle sistemli olarak toplanmış tohum koleksiyonlarının belli ısı ve nemlilikte muhafaza edildiği yerler. gen (İng. gene) 1. DNA molekülünün ortalama 1500 nukleotitten oluşmuş canlının kalıtsal özelliklerinden herhangi birini taşıyan parçası. Kalıtımın temel fiziksel ve işlevsel birimi. Her gen, protein veya RNA molekülü gibi özel bir işlev taşıyan kromozomların belli bir noktasındaki nükleotid dizilerinden oluşur. 2. Döl, oluşma, soy, kök. gen hazinesi (İng. gene pool) Herhangi bir anda, bir türe ait bireyler arasında mevcut olan gen ve gen gruplarının tümü; genetik taban; gen havuzu. genetik (İng. genetic) Canlıların kalıtsal, yani kuşaktan kuşağa aktarılan özelliklerini, molekül ve organizma düzeyinde inceleyen biyolojik bilim dalı. Kalıtım. genetik çeşitlilik (İng. genetic variability) Aynı türden bireylerin kalıtsal yapısındaki çeşitlilik, zenginlik; bir tür içinde çok sayıda çeşidin ve ırkın bulunması hali. genetik denge (İng. genetic equilibrium) Bir populasyonun ardışık kuşaklarında alellerin dağılımının seleksiyon ya da mutasyonla değiştirilmedikçe sabit kalması durumu. genetik mühendislik (İng. henetic engineering) Canlıların genetik yapılarını, doğrudan doğruya hücre içine inerek değiştirme ile ilgili biyokimyasal tekniklerin kullanımı; bir çeşit biyoteknoloji. genetik sürüklenme (İng. genetic drift) Kendi arasında çoğalan küçük populasyonlarda heterozigot gen çiftlerinin, bir ya da öteki alel bakımından doğal seçilim yerine şansa bağlı olarak homozigot duruma gelme eğilimi. genital (İng. genital) Üremeye ait, üreme ile ilgili. geniz (İng. nasal passage) Burun ve ağız boşluğunun arkasındaki kısım. genom (İng. genome) Hücredeki toplam DNA, ökaryotlarda çekirdek ve organel kromozomları; prokaryotlarda ana kromozom, epizomlar ve plazmitler. Virüslerde ve viroyitlerde toplam DNA ya da RNA. genotip (İng. genotype) Bir bireyin hücrelerinde bulunan özel gen kombinasyonu. genus (İng. genus) Yakın akraba türlerin bir araya gelerek oluşturduğu taksonomik kategori. Cins. geofit (İng. geophyte) Ertesi yıla kalan organları, kötü mevsimi toprağın altında, derinde geçiren ve böylece elverişsiz iklimi savuşturan bitki. geofizik (İng. geophysics) Dünyanın fiziksel hali. geoit (İng. geoid) Yer küresinin geometrik olmayan gerçek biçimine (üzerindeki engebeler düşünülmeksizin) verilen ad. geometrik artış (İng. geometric growth) Eldeki miktarın, her seferinde, sabit bir yüzde ile artışı. geometrik dizi (İng. geometric sequence) 2-4-8-1632-64 şeklinde devam eden bir artış şekli. gerçek medüzler (Lat. Scypozoa, İng. jellyfishes) Çok hücrelilerden, Özçokhücreliler (Eumatoza) bölümünün, Knidliler (Cnidaria) filumuna giren bir sınıfı. geribildirim denetimi (İng. feedback mechanism) Bir sistemde reaksiyon ürünlerinin birikiminin ürünlerin yapım hızının azalmasına neden olması ya da ürün eksikliğinin üretim hızı artmasına yol açması. gerilim ölçümü (İng. tensiometry) Sıvılardaki yüzey gerilimlerini belirleme işi, tansiyometri. germen (İng. germen) Canlı yaratıklarda gametlere dayanan ve gametlerle taşınan üreme öğelerinin tümü gevrek yılan yıldızı. gıda katkı maddeleri (İng. food additives) Gıda maddelerine dayanıklılık, çekicilik, tat ya da kıvam ya da kolaylığı sağlamak için; hazırlanmaları ya da işlemleri sırasında, özellikle katılan maddeler. gırgır (İng. purse) Açık denizde balık çevirip avlamak için iki kayık tarafından kullanılan büyük ağ. gibberellin (İng. gibberellin) 1. Bitki büyüme hormonu. 2. Çiçekli bitkilerde büyüme ve gelişmenin denetiminde işlevi olan ve doğal olarak bulunan bir gurup kimyasal madde; bazı türlerin genç bitkilerinde sürgünlerin uzamasını hızlandırır. gigantizm (İng. gigantism) Aynı türe ait bireylerin sıcaklık azalışına paralel olarak boylarının artışıdır. Gimnosperm (İng. gymnosperm) Tohumları ovaryum içinde kapalı olmayan tohumlu bitkiler sınıfı. Çıplaktohumlular. ginekeum (İng. gynoecium) Bir veya birkaç pistilden yapılmış olan çiçeğin dişi organı. Bir kapalı tohumlu çiçeğin en iç dairesini teşkil eden karpellerden gelişmiş dişi organlardır. ginostemyum (İng. gynostemium) Stamenlerle ginekeumun birleşmesiyle meydana gelen organa verilen ad. girdap (İng. whirlpool) Bir engelle karşılaşan su veya hava akıntısının dönerek yaptığı çevrinti, ters akıntıların oluşturduğu dönme, burgaç. girdil (İng. girdle) Diatom hücrelerinin kabuklarını tutan kabuk içi bant. git (İng. ebb tide) Deniz seviyesinin alçalmasıdır. glandula (İng. glandula) Bez. glasiye birizi (İng. glacial breeze) Buza değen havanın soğumasından doğan ve glasiyenin yolu boyunca esen soğuk bir rüzgar. glasiyoloji (İng. glaciology) Buzul bilim. glenoid (İng. glenoid) Oyuklu. glikojen (İng. glycogen) Hayvanlarda besinlerle alınan karbonhidratların karaciğer ve kaslardaki depo şekli. glikokaliks (İng. glycocalyx) Bir hayvan hücresinin plazma membranının hemen dışında, protein ve karbonhidratlardan oluşan bir tabaka; genelde, proteinler membrana tutunmuş, karbonhidratlar ise proteinlere tutunmuş konumdadırlar. glikolipit (İng. glycolipide) Genellikle hücre zarlarında bulunan, lipitlerin şeker moleküllerine kovalent bağlarla bağlanması ile meydana gelen bileşik lipit. glikoliz (İng. glycolysis) Glikozun enzimatik tepkimelerle laktik asit veya pirüvik asite kadar yıkılması. glikoz (İng. glucose) (Heksoz) C6H12O6 molekül yapısındaki karbonhidrat, üzüm şekeri. gliserin (İng. glycerine) Lipidlerin (yağların) yapısına katılan temel bir madde. globijerin (Lat. Globigerina) Bir hücreli hayvanlardan Kökayaklılar (Rhizopoda) sınıfının, Foraminiferler (Foraminifera) takımının (Globigerinidae) familyasından bir cins. Açık denizlerde pelajik olarak yaşar. Kalsiyum karbonattan yapılmış küre biçimindeki odacıklarının üzerinde hayvanın suda sabit durmasını kolaylaştıran birçok ince, uzun dikenler uzanır. globulin (İng. globülin) Kan plazmasında bulunan proteinlerin bir sınıfı, bunlardan bir kısmı (gamma-globulinler) antikor olarak iş görürler. glomerulus (İng. glomerulus) Böbrekteki nefronların bowman kapsülü içinde bulunan kılcal kan damarları ağı. glomiformis Yumak biçimi. glukagon (İng. glucagon) Pankreas tarafından üretilerek kana verilen, kan şekerini artırıcı etki yapan hormon. gluten (İng. gluten) Tutkal. glüsid (İng. gluside) Canlı maddelerin bileşiminde bulunan ve karbon, hidrojen, oksijenden meydana gelen bileşik. gnathobase (İng. gnathobase) Bazı eklembacaklıların kaide parçalarında besini tutmaya yarayan birer uzantı. Gnathhostomata (Lat. Gnathhostomata) Çeneli ağızlılar. goblet (İng. goblet) Kalisiform göze. Örtü epiteli gözeleri arasında serpili bulunan dış salgı olarak mukus salgılayan gözeler. golfstrim (İng. gulf-stream) Atlas Okyanusu’nda, Meksika körfezinden başlayarak Britanya ve İskandinavya kıyılarına kadar ulaşıp Avrupa Rusya’sının kuzey kıyılarına kadar gelen ve Batı Avrupa’nın deniz iklimini yumuşatan sıcak su akıntısı. golgi cisimciği (İng. golgi apparatus) Olgun sperm ve eritrositler hariç tüm hücrelerin sitoplazmasında bulunan bir tip hücre organeli; hücre ürünlerinin salgılanmasında rol oynadığına inanılır. gomfoz (İng. gomphosis) Kemiklerin birbirine geçmesini sağlayan oynamaz eklem. gon (İng. gon) Bir ana eşey hücrenin redüksiyon bölünmesiyle, (kromozom sayısını yarıya indiren bölünme) birbirini izleyen ikili bölünmesi sonucunda kromozom sayısı yarıya inmiş olan 4 yavru eşey hücresi. Döl. gonad (İng. gonad) Yumurta ve spermanın oluştuğu üreme organlarının genel adıdır. gonadosomatik index (İng. gonado-somatic index) Balıklarda yumurtlama mevsiminin tesbitinde kullanılan gonad ağırlığının vücut ağırlığına oranıdır. gonadotropik (İng. gonadotropic) Gonatları uyarıcı. gonadotropin (İng. gonadotrophin) Hipofiz bezinin orta lobundan salgılanan, testisleri ve ovaryumları uyarıcı hormon. goni Eşeysel unsurları taşıyan hücre. gonidyum (İng. gonidium) Bir liken dalında, yani likenin suyosunu kısmında bulunan yeşil hücrelerin adı. gonofor (İng. gonophore) Hidroyid’lerin oluşturdukları kolonilerde üreme işini üzerine almış olan birey. gonopod (İng. gonopodia) Bazı erkek eklembacaklılarda çiftleşme organı haline gelmiş uzantı. gonopodyum (İng. gonopodium) Bazı balıklarda (Gambusia affinis) ventral veya anal yüzgeçlerin bir bölümünün değişikliğe uğrayarak çiftleşme organı şekline dönüşmesi. Dölleme yatağı. gonopor (İng. gonopore, genital por) Eşey açıklığı, eşey organlarının vücut dışına açıldığı delik. gonoteka (İng. gonotheca) Bazı kolonial sölenterlerde üreme polipini kapatan silindirik kapsül. gonozom (İng. gonosome) Hidra kolonilerinde medüzümsü eşeyli hayvanların ve medüzlerin dumura uğramış şekli olan eşeyli organlar. göğüs (Lat. thorax) Baş ile karın arasında kalan vücut bölgesi. göğüs yüzgeci (İng. pectoral fin) Balıkların göğüs bölgesinde, vücudun her iki tarafında bulunan bir çift yüzgeç. Pektoral yüzgeç. gök gurami (Lat. Trichogaster trichopterus, İng. Three spot gourami) Kemiklibalıklar takımının, Cennetbalığıgiller familyasından bir balık türü. Uzunluğu 10 cm. Süs balığı. Tropik Uzakdoğu sularında yaşar. gökkuşağı alabalığı (Lat. Oncorhynchus mykiss, İng. Rainbow trout) Kemikli balıkların Salmoniformes takımının Salmonidae familyasından, Amerika kökenli, yetiştiriciliğe ve ülkemiz tatlısularına uyum gösterebilen yanal çizgisi üzerinde gökkuşağı şeklindeki bantın olması ile diğerlerinden ayırt edilebilen etleri çok lezzetli bir tür. göl (İng. lake) Oluşması genellikle tektonik, volkanik vb. olaylara bağlı olan, toprakla çevrili, derin ve geniş, tuzlu veya tuzsuz durgun su örtüsü. göl alası (Lat. Salmo trutta lacustris) Avrupa ve Anadolu göllerinde yaşayan bir tür alabalık. göl beyaz balığı (Lat. Coregonus clupeaformis, İng. Lake whitefish) Alabalıkgiller familyasına giren bir kemikli balık türü. Kuzey Amerika’nın en değerli tatlı su balığıdır. Sırtı zeytin yeşili, yanları ve karnı gümüşidir. göl depoziteleri (İng. lake deposites) Gölde su seviyelerinin veya arazi seviyesinin alçalması şeklinde meydana çıkan ve göl suyunda biriken materyal. göl esnemesi (İng. extension of the lake) Atmosfer basıncındaki değişiklikler veya rüzgar etkisiyle göl seviyesinin zaman zaman değişmesine yol açan dalgalanma. göl kestanesi (Lat. Trapa natans) Suda yetişen ve meyvesi kestane gibi yenilen bir bitki. göl midyesi (Lat. Anodonta) Yumuşakçalar (Mollusca) dalının Yassısolungaçlılar (Lamellibranchiata) sınıfından bir tür. Kabuğu ince ve bağlantısı dişsiz olur. gölcük (İng. pond) Deniz kıyısındaki türlü yerlerin çevrilmesiyle meydana gelmiş, zamanla suyu tatlılaşmış küçük göl. Bunlar, deniz yüzünden biraz yüksekçe olur. gölcül (İng. limnicoid) Göllerde, göl kıyılarında yetişen veya yaşayan. gölek (İng. water hole, pond) Su birikintisi. Arklarda su almak için açılan çukur. gölet (İng. pond) Genellikle gölden küçük ve havuzdan büyük, doğal yada yapay olan su oluşumu. gölge balığı (Lat. Umbrina cirrosa, İng. Shi drum) 1. Alabalıkgillerden, uzunluğu 20-50 cm, sırt yüzgeci büyük, tatlı su balığı (Thymallus thymallus). 2. Gölge balığıgillerden, büyük, eti lezzetli, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan bir balık, taş levreği, minakop. gölge balığıgiller (Lat. Sciaenidae, İng. sciaenids) Omurgalı hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının, Kemiklibalıklar (Teleostei) takımının, Dikenliyüzgeçliler (Acanthopterygii) alt takımına giren bir familyası. Çoğu denizlerde yaşayan 150 kapsayan geniş bir familya, Gölge balığı, sarı ağız, işkine, trampet balığı iyi bilinen türüdür. göllenmek (İng. ponding) Akar su, çukurlarda birikmek, gölcük olmak. göller bölgesi (İng. lakes region) Yeryüzünde göllerin çok sayıda olarak yan yana bulunduğu bölge. görüntü alanı (İng. field of view) Mikroskop altında görülebilen alanın tümü. gösterge türler (İng. indicator species) Belirli çevre koşullarının ya da tür topluluklarının göstergesi olarak kullanılabilen türler. göze yutarlığı (İng. phagocytosis) Vücuda giren mikropların yutar mikroplar tarafından yutulup yok edilmesi, hücre yutarlığı, fagositoz. gözenek (İng. stigma, stoma, pore) 1. Bitkilerde solunum ve fotosentez için gerekli olan oksijen ve karbondioksit alış verişine, suyun buhar olarak dışarı atılmasına yarayan, yapraklarının alt yüzeyinde çok sayıda bulunan, hücreler arası mikroskobik deliklerden her biri, mesame. 2. Canlı dokularda dış deri üzerindeki küçük, basit açıklık. grab (İng. grab) Dip numune alıcısı. grado Bir sıvının içindeki alkol derecesi. gradyan (İng. gradient) Üzerinde belli bir niteliğin sürekli olarak değiştiği uzun eksen. gram (İng. gram) C.G.S. sisteminde kilogramın binde biri değerindeki kütle birimi. gram kuvvet (İng. gram force) Bir gram kütleye 45 enlemindeki deniz yüzeyine Yerin uyguladığı kuvvet, gram ağırlık. gram santimetre (İng. gram centimeter) Bir gram ağırlığındaki bir cismin, bir santimetre yer değiştirmesini sağlayan. grana (İng. grana) Kloroplast içindeki, ardışık klorofil, protein ve lipid tabakalarını taşıyan ve fotosentezin işlevsel birimi olan küçük yapılar. granit (İng. granite) Başlıca kuvars ve feldispattan oluşan, az miktarda mika amfibol, piroksen ve diğer mineraller içeren mağma kayası yoğunluğu 2.65 ile 2.80 g/cm³. granum (İng. granum) Bir kloroplastta fotosentetik membranların üst üste gelerek gruplaşması. granül (İng. granüle) Sitoplazmada bulunan küçük tanecikler. granülosit (İng. granulocyte) Nötrofil, bazofil ve eozinfil gibi özel granülleri ihtiva eden kan hücresi. grazing (İng. grazing) Partikül halinde bulunan organik maddelerin zoopankterler tarafından besin olarak alınması olayı. gregarin (İng. gregarine) Bir hücreli hayvanların Sporlular (Sporozoa) sınıfına giren bir cins. Vücutları üç bölge olup eklembacaklı hayvanlarda asalak olarak yaşarlar. Birinci bölgede konağa yapışmaya yarayan çengeller bulunur. gri alanlar (İng. grey areas) Morfolojik ve su kalitesi özelliklerine göre kentsel atıksu girdilerinin ötrofikasyon riski oluşturabileceği düşünülen ve/veya potansiyel olarak ötrofikasyon riski taşıdığı tespit edilen ancak veri yetersizliği olan izlenmesi gereken haliçler ve su kıyıları. grils (İng. grilse) Salmo salar’ın denize geçtikten sonra geçirdiği hayat evrelerinden biri. grup (İng. batch, group) Ortak bir istatistik niteliğe sahip bireylerden oluşan bir grubu belirtmek için kullanılan demografik terim. GTP (İng. guanozin trifosfat) Guanozin trifosfat. Hücre içerisinde meydana gelen bazı biyokimyasal reaksiyonlarda enerji için kullanılan bir tür molekül. guanin (İng. guanine) DNA ve RNA nın yapısına katılan bir pürün bazı. guano (İng. guano) Deniz kuşlarının dışkı ve cesetlerini kimi yerde uzun zamandan beri birikip yığılmasından meydana gelen ve gübre olarak kullanılan madde. guatr (İng. goitre) Tiroid bezinin büyümesi sonucu oluşan hastalık. gurami (Lat. Osphronemus goramy, İng. Giant gourami) Kemiklibalıklar takımının, Cennetbalığıgiller (Anabantidae) familyasından bir balık. Sonda adalarında, tatlı ve acı sularda yaşar. Solungaç boşluğunda hava ile solunum yapmaya elverişli organlar (dolambaçlı organlar) bulunur. Erkek gurami, su bitkilerinden, içinde hava kabarcıkları bulunan bir yuva yapar. Başlıca türü Osphramenus alfax’ın uzunluğu 60 cm’yi bulur. Eti çok beğenilir. gutasyon (İng. guttation) Kök basıncı ile yaprak potlarından dışarı itilen ve yaprak üzerinde beliren su damlacığı. Damlama. guyot (İng. guyot) Büyük okyanusta sık rastlanan kesik koni biçiminde denizaltı engebesi. Masadağ. gübreler (İng. fertiliser) Ekinlerin büyümesini sağlamak için toprağa eklenen maddeler. Doğal inorganik gübreler hayvan gübresi, kompost ve talaş içerir; inorganik gübreler ise ezilmiş kireçtaşı, alçıtaşı, kükürt ve kaya fosfatı içerir. Bunun yanı sıra sentetik olarak üretilen büyük miktarlarda azot, potasyum, fosfor ve sülfür bileşikleri kullanılır. gümüş balığı (Lat. Atherina boyeri, İng. Big-scale sand smelt) Kemiklibalıklar takımının, Gümüşbalığıgiller (Atherinidae) familyasından bir balık cinsi. Sırt tarafı genellikle yeşilimsi-sarı, yan tarafları kül rengidir; böğründe Boydan boya oldukça geniş (1-3 pul genişliğinde) çok parlak gümüş renginde bir çizgi bulunur. Karın kısmı gümüşi beyazdır. Planktonla, küçük balık ve kabuklularla beslenir. Eti makbul ve lezzetli bir balıktır. A. presbyter adlı türünün uzunluğu 15-20 cm olup, eti ok beğenilir. Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’de yaşar. A. boyeri türü Akdeniz’de yaşar. gümüş balığıgiller (Lat. Atherinidae) Omurgalı hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının, Kemiklibalıklar takımının, Kefaller (Percesoces) alttakımına giren bir familyası. Denizlerde yaşarlar, fakat tatlı sularda yaşayan birkaç türü süs balığı olarak kullanılır. Gümüş balığı (Atherina presbyter), Çamuka (A. hepsetum), Küba kavanoz balığı (Alepidomus evermanni) iyi bilinen türleridir. gümüşlü balık (Lat. Leuciscus leuciscus, İng. Common dace) Kemiklibalıklar takımının, Sazangiller (Cyprinidae) familyasından bir balık türü. Uzunluğu 20 cm. Avrupa ve Karadeniz’in bütün ırmaklarına yayılmıştır. gün balığı (Lat. Thalassoma pavo, İng. Ornate wrasse) Kemikli balıklar takımının, Lapinagiller (Labridae) familyasından bir balık türü. Uzunluğu 25 cm. Bazen insanları ısırır. Akdeniz ve Avrupa kıyılarında yaşar. gün doğusu rüzgarı (İng. easterly wind) Doğudan esen rüzgar. gün öte Yer yörüngesinin güneşe en uzak bulunduğu nokta. güne doğrulum (İng. heliotropism) Bitkilerde, güneş ışığına doğru dönme ve hareket etme şeklinde görülen olay. güneş balığı (Lat. Lepomis auritus, İng. Redbreast sunfish) Kemiklibalıklar takımının Levrekgiller (Percidae) familyasına giren bir kemikli balık türü. Uzunluğu 15 cm olur. Kuzet Amerika göllerinde yaşar. güneş hayvancıkları (Lat. Helizoa, İng. sun animacules) Birhücreli hayvanlardan kökayaklılar (Rhizopoda) sınıfına giren bir takım. Tatlı sularda yaşayan ışınsal bakışımlı, ışınsal bacaklı, çoğunlukla bir örtü veya iskeletle mikroskobik hayvancıklardır. Çok ağır hareket ederler (vücut yuvarlak veya yumurtamsı biçimdedir; dışta bir plazma, içte ise jelatinimsi veya peltemsi ince bir kılıf içinde bir plazma bulunur) Aktinosferyum cinsi iyi bilinir. gürültü kirliliği (İng. noise pollution) İnsanlar üzerinde olumsuz fizyolojik ve psikolojik etkiler yaratan, arzu edilmeyen sesler. Gürültü kirliliğinin başlıca kaynakları arsında uçakların çalışması, yol trafiği, inşaat ve ağır donanım bulunmaktadır. güvenli konsantrasyon (İng. safe concentration, SC) Organizmaların zararlı etkisini görmediği toksik maddenin en yüksek konsantrasyonu. Gymnospermae (Lat. Gymnospermae) Açık tohumlular. Gymnotidae (Lat. Gymnotidae) Elektrikli yılan balığıgiller. -Hhabitat (İng. habitat) Bir organizmanın yada organizma grubunun yerleştiği, fiziksel çevrenin görece bir örnekliliği ve ilgili bütün biyolojik türlerin sıkı etkileşimi ile belirlenen doğal çevre. Yaşama ortamı çöl, tropik orman, çayırlık alan, kutup tundrası ya da buz denizi olabilir. habituasyon (İng. habituation) Organizmaların bir uyarıcıya alışarak ona tepki gösteremez duruma gelmesi. habitus (İng. habitus) Herhangi bir bitkinin özel halini ve görünüşünü anlatan bir terim olup, bitkinin tabii halini ve o bitkiyi görür görmez tanımaya yardımcı olacak bazı özelliklerinin tümünü ifadeye çalışmaktadır. hadal (İng. hadal) Hadal derinlikler okyanus biliminde 6000 m’yi geçen derinlikler; Hadal derinlikler bölgesi, okyanusların toplam yüzeyinin %1.9’ u kadardır. hadoplankton (İng. hadoplankton) 6000-6500 metreden daha derin yerlerde yaşayan planktonik formlardır. hakiki köpekbalıkları (Lat. Galeoidei) Chondrichthyes sınıfının Elasmobranchii altsınıfı Selachii takımından, üç rostral kıkırdaklı, 5 solungaçyaylı ve solungaçyarıklı, üç kaideye sahip göğüsyüzgeçli, dikensiz iki sırtyüzgeçli, bir analyüzgeçli, ekseni kuvvetli olarak yukarıya doğru kıvrılmış, belirgin olarak geriye çekilmiş ventral loba sahip heteroserk kuyrukyüzgeçli türleri olan alttakımıdır. hakikivatozlar (Lat. Rajioidei) Chondrichthyes sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Rajiformes takımından, sırt yüzgeçleri çok küçük ve kuyruk bölgesine doğru kaymış, dişleri küçük, sivri ya da yassılaşmış, 2 m kadar uzunlukta, dip bölgelerde yaşayan türlere sahip bir alttakım. hakim rüzgar (İng. prevailing wind) Belli bir alanda rüzgarın en sık estiği yön. haliç (İng. inlet, bay) Akarsuların denizlere ulaştığı yerlerde, deniz suyunun akarsu ağzında memba tarafına girmesi sonucu ortaya çıkan tatlı-tuzlu su karışımı bir su ortamıdır. halobiyoz (İng. halobiosis) Denizlerde yaşayan canlıların tümü. (İng. halophile, halophilous) Deniz kıyılarındaki tuzlu ortamlarda yaşayabilen bitki ve hayvan türleridir. halofit (İng. halophyte) Tuza karşı toleranslı olan bitki. haloklin (İng. halocline) Okyanuslarda derinlik artışına bağlı olarak tuzluluğun ani değiştiği tabaka. haloplankton (İng. haloplankton) Tuzlu sularda yaşayan plankton. hamsi (Lat. Engraulis encrasicolus, İng. European anchovy) Omurgalı hayvanlardan Hamsigiller (Engraulidae) familyasına giren bir balık türü. Uzunluğu 10-16 cm kadar olur. Gövdesi uzun ve yandan basıktır. Ağız açıklığı gözlerin gerisine kadar uzanır. Sırt tarafı yeşil-mavi veya siyaha yakın koyu mavi, yan ve karın tarafları gümüşi beyazdır. Eti çok lezzetlidir. Akdeniz, Karadeniz ve Batı Avrupa kıyılarında yaşar. Bir yaşına doğru erginleşir. 2-3 yıl kadar yaşar. Bu türün Karadeniz’in güneyinde yaşayan ırkına Karadeniz hamsisi (Engraulis encrasicolus ponticus), kuzey Karadeniz’de yaşayan ırkına Azak hamsisi (E.e. maeoticus), Avusturalya kıyılarındakine Avustralya hamsisi (E. Australis) ve Pasifik Okyanusu’nda yaşayan hamsiye Japon hamsisi (E. Japonicus) denir. hamsigiller (Lat. Engraulidae) Omurgalı hayvanlardan Balıklar (Pisces) sınıfının, Kemiklibalıklar takımının, Yumuşakyüzgeçliler (Malacopterygii) alttakımına giren bir familyasıdır. Bu küçük familyalıların ağzı geriye doğru çok yarık olup, alt çeneleri gericedir. En ünlü türü E. Encrasicolus’dur. hani (Lat. Serranus cabrilla, İng. Comber) Hanigillerden, Akdeniz’de yaşayan alaca kırmızı renkli, beyaz etli orta büyüklükte bir balık. hanigiller (Lat. Serranidae) Omurgalı hayvanlardan Balıklar sınıfının, Kemiklibalıklar takımının, dikenli yüzgeçliler alt takımına giren bir familyası çoğu denizlerde yaşayan 550 kadar türü vardır. Berber balığı (Serranub anthias), hani (S. Cabrilla), benekli hani (S. Hepatus), yazılı hani (S. Scriba), Sarı hani (Epinepheles gigas), levrek (Morone labrax) iyi bilinirler. haplobiyontik (İng. haplobiont) Haploid durumda yaşayan organizma. halofil haplofaz (İng. haplophase, haploid phase) Bir canlı varlığın, yaşama süresi içinde haploid olduğu evre. haploit (İng. haploid) Olgun bir üreme hücresinde bulunan kromozom sayısı, vücut hücrelerinin sahip olduğu kromozom sayısının yarısına sahiptir. Kromozom sayısının yarıya inmesi sonucu oluşan "n" sayıda kromozom taşıyan hücrelere haploid hücre denir. haplom (İng. haplome) Bir gametin taşıdığı kromozom miktarı. haplomitoz (İng. haplomitosis) Özgül çekirdek bölünmesi; özellikleri boğumlanmayla gerçekleşen amitozu andırır. haplont (İng. haplont) Zigotik kromozom sayısı almaşı görülen organizma. hapteron (İng. hapteron) Bir alg tallusunun kök benzeri, dallanmış esas kısmı. Harengula (Lat. Harengula) Clupeidae familyasından, ringaya benzeyen fakat ondan daha toplu küçük balık. Avrupa kıyılarında yaşar. Diğer türleri daha çok Hint ve Pasifik Okyanuslarında bulunur. hassas su alanı (İng. sensitive water areas) Ötrofik olduğu belirlenen veya gerekli önlemler alınmazsa yakın gelecekte ötrofik hale gelebilecek doğal tatlı su gölleri, diğer tatlı su kaynakları, haliçler ve kıyı suları, önlem alınmaması halinde yüksek nitrat konsantrasyonları içerebilecek içme suyu temini amaçlanan yüzeysel tatlı sular ve daha ileri arıtma gerektiren alanlar. haşlamlılar (Lat. Cnidaria) Bir hücrelilerden, vücutlarında hareketi sağlayan kirpiğimsi, titrek tüyleri veya beslenme işini gören, çekmeleri olan, çoğu sularda yaşayan ve ancak mikroskopla görülen hayvanlar sınıfı. hava kirliliği (İng. air pollution) Toz, gaz, sis, koku, duman yada buhar gibi kirleticilerin insan, bitki ve hayvan yaşamına yada maddi nesnelere zara verecek , yada yaşamdan, maddi nesnelerden rahatça yaralanmasına engel olacak miktar, yoğunluk ve zamanda atmosferde bulunması. hava kuşağı (İng. airshed) Belli bir yörenin atmosfer kuşağı veya bölgesi. hava yuvarı (İng. atmosphere) Yer yuvarını kuşatan çeşitli gaz katmanlarından oluşan örtü, atmosfer. havers kanalları (İng. haversian canals) Kemik matriksi içinde uzanan ve kan damarları ve sinirleri içeren kanallar. havuz balığı (Lat. Carassius auratus auratus, İng. Goldfish) Kemiklibalıklar takımının, Sazangiller familyasından bir balık türü. Uzunluğu 10-25 cm. Anayurdu Çin’dir. Kanallarda, bataklık sularında yaşar; havuzlarda ve akvaryumlarda yetiştirilir. Güzel kırmızı renkli olan bu balık sıcak sularda (havuz, akvaryum) rengini muhafaza ettiği halde, soğuk sularda (dere, göl) kırmızı rengini yitirir. Rengi kirli beyaz renk alır. Bundan yapma olarak küçük, kırmızı-turuncu ırklar elde edilmiştir. Süs balığıdır. hayaletvatozlar (Lat. Mobulidae) Chondrichthyes sınıfı, Myliobatoidei alttakımından, başta besini ağıza ileten bir çift lob bulunan, ağız büyük, dişler küçük, plankton ve küçük balık sürülerini süzerek beslenen türleri içeren bir familya. Şeytanvatozlar. hekistoterm (İng. hekistotherm) Çok soğuk bölgelerde gelişen bitkiler. Soğukçul bitki. heksafil (İng. hexaphyllous) Altı yapraklı veya sepalli. heksagini (İng. hexagynous) Linnaeus sisteminde, çiçeğinde altı dişi organ veya altı dişicik borusu bulunan bitkileri kapsayan takımlara verilen ad. hektakotil kol (İng. hectocotylus tentacle) Yumuşakçaların kafadan bacaklılarında bulunan, sperm transferinde kullanılan özelleşmiş tentakül. hekzokinaz (İng. hexokinase) Hayvan dokularında, mayalar ve mikroorganizmalarda bulunan ve heksozların, özellikle glükozun glükoz 6- fosfat’a dönüşmesini sağlayan enzim hekzos (İng. hexose) Altı karbonlu monosakkarit. heleoplankton (Lat. heleoplankton) Göllerde bulunan plankton. Küçük havuzların planktonu. helezon (İng. spiral) Kıvrımlı, yılankavi şekil. helikaz (İng. helicase) DNA nın kopyalanması sırasında DNA nın helik zincirini fermuar gibi açan enzim. helikospor (İng. helicospore) Salyangoz gibi sarmal, genellikle bölmeli mantar sporu. heliks (İng. helix) Sarım, kıvrım, helezon. Heliozoa (Lat. Heliozoa) Kök bacaklılar sınıfına ait güneşsiler (güneş hayvancıkları) takımı. helmint (İng. helminth) Kurt, solucan. helyograf (İng. heliograph) Güneşten yayılan ısı miktarını ölçmeye yarayan alet. hem cins (İng. fellow, equal, of the same kind) Bir cinsten olan, aynı soydan olan. hemal (İnh. haemal) Kan veya kan damarlarına ait. hemal ark (İnh. haemal canal) Omurgalılarda kan damarının geçmesine yarayan ventral kemer. hemal spina (İng. haemal spina) Omurgalıların ventral çıkıntısı (kuyruk omurlarında). hemati (İng. erythrocyte) Kanın hemoglobinle renklenmiş al yuvarı. hematik (İng. haematic) Kanla ilgili, kana ait. hematofaj (İng. haematophagus) Canlı hayvan kanıyla beslenen. hematozoon (İng. haematozoon) Hücresel mikroparazitler. hemibranş (İng. hemibranch) Balıkların solungaç septumlarının bir yüzeyindekilere verilen ad; yarım solungaç. hemikriptofit (İng. hemicryptophyte) Hibernasyonun önemli olduğu klimatik zonlar için karakteristik olan çok yıllık bitkilerdir. Toprak üstünde kalan organları sıcak ve nemli mevsimlerde çabuk gelişir, uygun olmayan mevsimlerde ise bu organlar ölür; sadece uygun mevsimde tekrar üreyebilen tomurcuklar kalır. Bu gruba kriptogamlar, tatlısu karayosunları, rozet bitkiler ve iki yıllık bitkiler girmektedir. hemiparazit (İng. hemiparazite) Klorofili ve fotosentez yapabilen, üzerinde parazit olarak yaşadıkları konak bitkiden yalnız su ve suda erimiş maddeler alan. hemodilusyon (İng. hemodilution) İçindeki hücrelere ve erimiş maddelere oranla kan plazmasındaki su miktarının arttırılması. hemoglobin (İng. haemoglobin) 1. Eritrositlerin oksijen ve karbondioksit ileten ve pH ayarlanmasında yardımcı olan, kırmızı renkte demir içeren protein pigmenti. 2. Hayvanların kanına kırmızı rengi veren ve oksijen taşıyan organik bileşik; alyuvarların içinde bulunur. hemoklazi (İng. hemoclasis) Kan plazmasının fizyokimyasal durumunun bozulması. hemolenf (İng. haemolymph) Bazı omurgasızlarda, hemosöl adı verilen vücut boşluğu içerisinde bulunan sıvı. hemolitik (İng. haemolytic) Kan hücrelerine zarar veren. hemoliz (İng. hemolysis) Su emerek şişmeleri sonunda alyuvarların bozulması, hemoglobinin eriyerek hücre duvarından dışarıya çıkması olayı. hemopirol (İng. hemopyrrole) Kuvvetli bir asidin hematine etkimesi sonucunda ortaya çıkan oksijensiz bileşik. hemosiderin (İng. hemosiderin) Hemoglobinin yapısında bulunan demirli, sarı kahverengi bir pigment. hemosiyanin (İng. haemocyanin) Yumuşakça ve bazı kabukluların kanlarında bulunan, kana mavi renk veren, oksijenin taşınmasında rol oynayan solunum pigmenti. hemosöl (İng. haemocoel) Eklem bacaklılarda, gerçek sölom boşluğu yerine bulunan ve içinde solunum sıvısının dolaştığı vücut boşluğu. hepar (Lat. hepar, İng. liver) Karaciğer. hepatik (Lat. hepatic) Kraciğere ait; karaciğerle ilgili. hepatit B (İng. hepatitis B virüs) Kan yoluyla bulaşan ve karaciğer rahatsızlıklarına yol açan bir tür virüs. herbaryum (İng. herbarium) Özel şekillerde kurutulup etiketlenmek suretiyle sistematik olarak düzenlenmiş bitki örneklerinden oluşan koleksiyon ve bu koleksiyonun bulunduğu yer veya kurum. herbasöz (İng. herbaceous) Otla ilgili ya da ot özelliği taşıyan; odunsu olmayan. Otsu. herbisit (İng. herbicide) Yabancı otlarla mücadele için kullanılan ajanlar. herbivor (İng. herbivorous) Bitki yiyen hayvan. Otçul. herkogami (İng. hercogamy) Çiçek tozlarının tepecikte birikmesini önleyen ve böylece çiçeğin kendi kendini döllemesini imkansız kılan anatomik engel ve düzeneklerin tümü. hermafrodit (İng. hermaphrodite) Çift eşeyli, her iki eşeyin organlarını birlikte taşıyan, er dişi, monoik. hermafroditizm (İng. hermaphrodism) Aynı organizmada hem erkek hem de dişi eşey organlarının varlığı ile karakterize edilen durum. herpetoloji (İng. herpetology) Sürüngenleri ve daha geniş anlamda amfibyumları inceleyen zooloji dalı. hertz (İng. hertz, hz) Saniyede bir devire eşit bir frekans birimi. heterodont (İng. heterodont) Çeşitli amaçlar için farklılaşmış değişik biçimli dişlere sahip olan. heterofili (İng. heterophylly) Bir bitkinin çeşitli zamanlarda birbirinden farklı tipte yaprak taşıması hali. heterofitizm (İng. heterophytism) Aynı sporlu bitki üzerinde oluşan bütün dörtlü sporları çimlendikten sonra yalnız bir çeşit gamet meydana getiren organizmanın durumu. heterogametlilik (İng. heterogamety) Bir kısmı erkek, diğerleri dişi olmak üzere birbirine eşit sayıda iki çeşit gamet oluşumu. heterogami (İng. heterogamy) Anisogami; Yumurta ve sperm gibi büyüklük ve yapı bakımından ayrı iki gametin birleşmesiyle meydana gelen üreme şekli. heterogon (İng. heterogonic) Erkek ve dişi organları iki ya da üç şekilli olan. heterogoni (İng. heterogony) Ayrı eşeyli döl ile erdişi dölün ve partenogenezle erdişi dölün birbirinin arkasından gelmesi biçiminde olan döl değişimi tipi. heterojen (İng. heterogenous) Değişik karakterlere yada yapılara sahip olan. heteroksi (İng. heterauxis) İntizamsız ve benzersiz üreme. heteroksin (İng. heteroauxin) Oksijenle aynı özellikleri gösteren, fakat sentez yoluyla elde edilen madde. heterolesit (İng. heterolecithal) Vitellüsü eşit dağılmamış. heterolizin (İng. heterolysin) Organizmaya giren yabancı maddeyi tahribe elverişli madde; bunu organizma meydana getirir. heteromorf (İng. heteromorphose) Aynı türden değişik çeşitleri bulunan. heteromorfik (İng. heteromorphic) Farklı iki yapıya sahip, farklı iki formda bitkiler. heteronom (İng. heteronomous) Bölütleri birbirinden değişik yapılışta olan. heteronom metamerizm (İng. heteronomous metamerism) Vücudu oluşturan segmentlerin, birbirinden farklı yapıda olması. heteroserk kuyruk tipi (İng. heterocercal fin) Balıklarda vücudun arka ucu yukarıya doğru kıvrılmış ve kuyruk yüzgecinin dorsal kısmı ventral kısmından çok daha fazla olarak uzamış kuyruk tipi. heteroserkal (İng. heterocercal) Balıkta üst ve alt lobları eşit olmayan kuyruk şekli. heteroserk kuyruk yüzgeci (İng. heterocercal caudal fin) Balıklarda vücudun arka ucu yukarıya doğru kıvrılmış ve kuyruk yüzgecinin dorsal kısmı ventral kısmından çok daha fazla olarak uzamış kuyruk tipi. Köpekbalıklarında gördüğümüz gibi kuyruk asimetriktir. Kemikli balıklardan yalnız kıkırdakpullular (Chondrostei) gerçek heteroserk yüzgece sahiptir. heterospor (İng. heterosporous) Mikrospor ve makrospor gibi morfolojik ve eşey bakımından farklı sporlar. heterostil (İng. heterostilous) Dişicil boruların uzunluğundaki eşitsizlik. Aynı türün değişik çiçeklerinde stilüs’un değişik boyda olması haline verilen ad. heterotal (İng. heterothallic) Erkek ve dişi, gametangları bir bitkinin ayrı dallarında veya iki ayrı bitkide bulunan. heterotrof (İng. heterotroph) İnorganik maddelerden kendi besinini sentez edemeyen ve bu nedenle ya ototroflar ya da çürüyen maddeler üzerinde yaşamak zorunda olan organizma (ardı beslek). heterotrofik (İng. heterotrophic) İnorganik ham maddelerden organik bileşikleri üretememesi nedeniyle, ortamdan organik bileşiklerin alınmasına gereksinim duyan. heteroyid (İng. heteroid) Aynı birey üzerinde bulunan ve değişik biçim gösteren. heterozigot (İng. heterozygote) Homolog kromozomların karşılıklı lokuslarında belirli bir karakter için iki farklı alelin bulunması. heterozis (İng. heterosis) Birbiriyle ilgisi olmayan soylara ait fertlerin birleşmesinden meydana gelen yavruların hayatta kalmak için atalarından daha iyi uyum göstermeleri. Melez gücü. Hg (İng. hg, mercury) Cıva’nın sembolü. Basınç, çoğunlukla mm Hg şeklinde ifade edilir. Uzunluğu milimetrelerle ölçülen bir cıva sütununun yarattığı basınç 0°C de, l mm Hg = 133.3 newton/ metrekaredir. hibernasyon (İng. hibernation) Fiziki şartları değiştirerek ve ecza kullanarak, sıcakkanlı canlılarda, hücrelerin canlılığını ve uyarılganlığını bozmadan metabolizmayı, oksijen alımını ve vücut sıcaklığını azaltmayı sağlayan yavaş yaşama durumu. hibrit (İng. hybrid) Evrimsel biyolojide, İki tür arasındaki bir melez. Genetikte, iki genetik tip arasındaki bir melez. hidatod (İng. hydatode) Bitkide suyu dışarı atmaya yarayan mikroskobik bir organı ifade etmek için Haberlant’ın uydurduğu kelime. Çok nemli ortamlarda yaşayan bitkilerde bulunan ve metamorfoza uğramış epiderma hücrelerinin, tüylerden ve stomaya benzer hücrelerden meydana gelmiş olan salgı bezi. hidralar (Lat. Hydrozoa) Örnek hayvanı hidra olan selentereler bölümü. hidrant (İng. hydranth) Hidralarda polip vücudunun esas kısmı. hidrasyon (İng. hydration) Elektriksel olarak yüklü bir parçacığın çevresinde bir su küresinin oluşması. hidro (İng. hydro) Bileşiminde hidrojen veya suyun bulunduğunu gösteren ön ek. hidrobiyoloji (İng. hydrobiology) Hidrosfer tabakasında ortam şartlarına göre çok farklı karakterlerde oluşan biyotopları inceleyen bilim dalı. hidrofil (İng. hydrophille) Devamlı suda yaşayan organizmalar. hidrofili (İng. hydrophilia) Suya karşı büyük bir kimyasal ilgi gösteren ve su ile kolayca birleşen bazı molekül gruplarının özelliği. Bazı koloidlerin az veya çok miktarda su emme ve tutma özelliği. hidrofilik (İng. hydrophilic) Su ya da diğer polar moleküllerle hidrojen bağı oluşturan çözeltiye kolaylıkla giren. hidrofiller (İng. hydrophyles) Çok nemli ortamda büyüyen bitkilerdir; ya tamamen sucul olurlar ya da kökleri su veya çamur içinde fakat gövde ve yapraklan su üzerinde bulunur. hidrofit (İng. hydrophyte) Yaşama ortamı su olan bitkiler. hidrofob (İng. hydrophobe) Suya karşı büyük bir kimyasal ilgi göstermeyen, su ile kolay kolay birleşmeyen bir molekül grubu için kullanılır. hidrofobi (İng. hydrophobia) Bir molekülün tümü veya bir kısmı ile su arasında kuvvetli çekimlerin veya kimyasal ilgililerin bulunmaması sebebiyle ortaya çıkan molekül özelliği. hidrofobik (İng. hydrophobic) Ne iyonik ne de polar olmayışı nedeniyle suda çözünmeyen moleküller ile çözeltiye giremeyen. hidrogami (İng. hydrogamy) Su aracılığıyla tozlaşma. hidrogenez (İng. hydrogenesis) Su kaynaklarının ve akarsuların araştırılmasını, borularla iletilmesini ve değerlendirilmesini konu alan bilim dalı. hidrografik araştırma (İng. hydrography) Denizcilik, mühendislik projeleri ya da diğer amaçlarla kullanılmak üzere, bir su oluşumunun fiziksel özellikleri ile ilgili veri elde etmek için yapılan araştırma. hidrojen bağı (İng. hydrogen bond) Genellikle en azından birinin, bir hidrojen atomunun elektronca daha negatif bir atoma bağlanmasından oluşan iki polar molekül; elektrostatik olarak birbirlerini çektiklerinde oluşan zayıf bir kimyasal bağ. hidrojen sülfür (İng. hydrogen sulfide) Organik materyalin anaorebik koşullarda ayrışması ile oluşan, çürük yumurta kokusunda, renksiz ve son derce zehirli gaz. Hidrojen sülfür ayrıca petrol rafinerilerinde, sülfür arıtma tesislerinde, bazı metalurjik süreçlerde ve sülfür içeren bileşikler kullanan çeşitli kimya sanayilerinde de oluşur. hidrojenik çökel (İng. hydrogeneus sediment, gley sediment) Denizlerdeki çözünmüş haldeki tuzların ortamın fiziksel, kimyasal etkisiyle katı hale dönüşerek çökelmesiyle oluşan çökeldir. hidrojeoloji (İng. hydrogeology) Yer altı sularının araştırılmasını ve elde edilmesiyle uğraşan jeoloji kolu. hidrokarbon (İng. hydrocarbon) Yalnızca karbon ve hidrojenden yapılmış herhangi bir bileşik. hidroklimatoloji (İng. hydroclimatology) Maden sularının veya ılıcaların ve iklimlerin organizma üzerindeki etkilerini ve hastalıkların tedavisinde kullanılma yollarını inceleyen tedavi bilimi. hidroksil iyonu (İng. hydroxyl ion) OH- iyonu. hidrolitik (İng. hydrolytic) Hidroliz yapan. Bir bileşikteki belirli bazı bağların arasına su girmesiyle bileşiğin parçalara ayrılması. Hidroksil grubu ayrılan bileşiğin bir kısmına, hidrojen atomu da öteki kısmına katılır. hidroliz (İng. hydrolysis) Bir molekülün kovalent bağlarının su ile parçalanarak ayrılan kısımların birine H diğerine OH grubunun eklenmesi. hidroloji (İng. hydrology) Hidrosferi inceleyen bilim kolu. hidrolojik döngü (İng. hydrologic circulation, hydrologic circulation)) Suyun yeryüzünden, özellikle okyanuslardan, buharlaşarak atmosfere geçmesi ve yağış olarak yeryüzüne dönmesi şeklinde cereyan eden tabii dolaşımıdır. hidrometeor (İng. hydrometeor) Atmosferde bulunan su buharının yoğunlaşması veya donmasıyla meydana gelen sulu göktaşı. hidrometri (İng. hydrometry) Su ile özellikle doğal sular ile ilgili bütün konuları inceleyen bilim. hidromorf (İng. hydromorphic) Geçici veya sürekli olarak suya doymuş bir toprak tabakası için kullanılır. hidroperoksidaz (İng. hydroperoxidase) Yüksek bitkilerde, bakterilerde ve bazı hayvan dokularında bulunan, hidrojen peroksdin parçalanmasını katalize eden enzim. hidroponik (İng. hydroponics) kökler besin maddesi bakımından zengin sulu ortamda büyütülürler. Topraksız bitki kültürü. hidrosel (İng. hydrocele) Sıvı dolu kese. hidrosfer (İng. hydrosphere) Yeryüzünün okyanuslar, göller ve ırmaklardan oluşan bölümü. Su küre. hidroskopi (İng. hydroscope) Yer altındaki suları arayıp bulma işi hidrostatik (İng. hydrostatic) 1. Basınç ve akışkanların eşitliği ile ilgili olma. 2. Sıvıların dengesini ve kaplar üzerine yaptıkları basıncı inceleyen fizik dalı. hidrotasyon (İng. hydration) İyonal örgüde hareketsiz halde bulunan anyon ve katyonların su molekülleri ile sarıldığında hareketli hale geçmesi olayıdır. hidroteka (İng. hydrotheca) Çanak biçimde kitinden yapılma kılıf; selenterelerden hidra topluluklarında besleyici polipler bunların içinde bulunur. hidrotermal (İng. hydrothermal) Sıcak maden suyu kaynaklarına ait. hidrotermal kaynaklar (İng. hydrothermal deposit) Okyanusun derinliklerinde okyanus ortası sırtında bulunan, sıcak ve mineral yönünden zengin kaynak. Sıcak su kaynakları. hidrotimetri (İng. hydrotimetry) Bir suyun sertlik derecesinin, yani bileşimindeki kalsiyum ve magnezyum tuzlarının miktarını sabun yardımıyla belirlenmesi. hidroyidler (Lat. Cnidaria) Hidrozoonlar sınıfına giren bir knidli. Hem polip hem medüz dölü olan türleri içine alır. Genellikle denizlerin kıyılarında bazen derinlerde yaşarlar. hidrozoon (Lat. hydrozoan) Haşlamlıların Hydrozoa sınıfına ait genellikle koloni oluşturan organizma. hidrozoonlar (Lat. Hydrozoa) Çok hücrelilerden, sölentereler alt bölümünün, knidliler filumuna giren bir sınıfı. hif (İng. hypha) 1. Bir mantar miselyumunda bulunan çok sayıdaki ipliklerden her biri. 2. Sporların çimlenmesiyle oluşan ve birden fazla çekirdek taşıyan, silindir şeklindeki tüpsü iplikçikler. hifalomiroplankton (İng. hypalmyroplankton) Acı sularda bulunan plankton. higrofil (İng. hygrophile) Nemli yerlerde yetişen bir bitki için kullanılır. higrofit (İng. hygrophyte) Nemli ve bataklık yerlerde yaşayan, epidermaları ince çeperli, büyük hücrelerden yapılmış, gözenekler dışa doğru çıkıntılar teşkil etmiş bitkilerin genel adı. higroma (İng. hygroma) Kese, torba. Kist. higro-megaterm (İng. hygro-megatherm) Sıcak ve yağmurlu iklimde yetişen bitkiler olup, ekvatoriyel ormanları teşkil ederler. higroskop (İng. hygroscope) Nemli, skopain gözlemek. higroskopik (İng. hygroscopic) Nem çeker. hilum (İng. hilum) Nişastanın ilk oluştuğu yer. hipaksiyal kaslar (İng. hypaxial muscels) Balıklarda gövde kaslarının horizontal bir septumla ayrılan ventral kasları. hipantium (İng. hypanthium) Çukur şeklinde olan reseptakuluma (çiçek ekseni) verilen ad. hiper (İng. hyper) Çok fazla; üst. hiperkromi (İng. hyperchromia) Derinin aşırı derecede renklendiği bütün haller için kullanılan genel terim. hiperlökositoz (İng. hyperleucocytosis) Akyuvar sayısının normalin (milimetre küpte 8000) üstüne çıkması. hipermeri (İng. hypermeria) Çok hücreli bir hayvanın vücudundaki ilkel bölütlerin sayısında görülen anormal artış, bazen selenterelerde, belirsiz bir şekilde de diğer şubelerde (sırasıyla omurgalılarda vb.) görülür. hiperplasi (İng. hyperplasia) 1. Dokuda normal hücre sayısının aşırı artışı. 2. Organ veya dokuların gelişerek büyümesi halidir. hipersensitivite (İng. hypersensitivity) Değişik tepki gösterme durumu; anormal olarak artmış duyarlılık. hiperteli (İng. hyperthelia) Bazı organların faydalı sınırı aşarak faydasız, hatta zararlı bir dereceye kadar aşırı gelişmesi. hiperterm kaynak (İng. hypertherm source) Çok yüksek sıcak kaynak (70C ve üstü). hipertoni (İng. hypertony, hypertonia) Molekül yoğunluğu, bir organizmanın veya bir hücrenin iç ortamındaki yoğunluktan üstün olan eriyiğin durumu. hipertonik (İng. hypertonic) Solut molekülü konsantrasyonu daha fazla ve solvent (su) molekülü konsantrasyonu daha az olan çözelti; karşılaştırılmış olduğu çözeltininkine göre daha büyük osmotik basıncı vardır. hipertrofi (İng. hypertrophy) Anormal uzama, aşırı büyüme. hipnotoksin (İng. hypnotoxin) Selenterelerin dokunaçlarında ve yakalayıcı tellerinde bulunan felç edici zehir. hipo (İng. hypo) Az; noksan; alt; altında. hipodermis (İng. hypodermis) Omurgasız hayvanlarda üst deriye, omurgalı hayvanlarda derialtı tabakasına karşılık olan bir terim. hipofiz (İng. hypophysis) Beyinde hipotalamusun hemen altına yerleşmiş olan küçük bir bezdir ve hipotalamusa ince bir sapla bağlanır; ön lop embriyoda ağzın tavanından dış büyümeyle, arka lop ise beynin tabanından aşağıya doğru büyüyerek oluşur. hipofizasyon (İng. hypophysation) Hipofiz bezi ekstraktının balıklara deri altı, kas içi veya karın boşluğu içerisine verilmesi işlemi. hipogeal (İng. hypogeal, hypgean) 1. Çenek yapraklarını toprağın altında bulunduran. 2. Toprak yüzeyinin altında gelişen ya da yaşayan. hipojen (İng. hypogenous) Torak altında büyüyen. hipokalsemi (İng. hypocalcemia) Kadaki kalsiyum miktarının azalması. hipoklorürasyon (İng. hypochloremia) Besinlerle alınan klorürlerin miktarında azalma. hipokon (İng. hypcone) Dinoflagellat hücrelerinin alt veya üst kısmıdır. hipokotil (İng. hypocotyl, embryo exis) Bir bitki embriyosunun bir kısmı ya da fidenin, kotiledon yapraklarının birleşme noktasının altında kalan kısmı. hipokritik Sıcaklığı ve basıncı kritik değerlerden daha düşük değerlerde bulunan bir sıvının durumu için kullanılır. hipoksemi (İng. hypoxemia) Kanda oksijen miktarının azalması. hipoksi (İng. hypoxia) 1. Havada oksijenin azalması, oksijensizlik. 2. Dokuların oksijensiz kalması halidir. hipolimniyon (İng. hypolimnion) Göllerde metalimniondan sonra gelen tabaka. Burada dip suları +4°C ye ulaştğında değişim göstermeyerek sabitleşir. hipolökositoz (İng. hypoleukocytosis) Kanda lökosit azlığı. hipomeri (İng. hypomeria) Çok hücreli hayvanda vücuttaki ilkel bölütlerin sayısındaki anormal azalma. hiponasti (İng. hyponasty) Bir bitki dalının alt kısmından yukarıya doğru kıvrılarak daha seri gelişimi, bir organın alt kısmında iç sebeplerden dolayı fazla büyüme eğilimi. hiponöston (İng. hyponeuston) Suyun yüzey filminin hemen altında yaşayan ve pasif olarak yer değiştiren yani yüzey filminin alt tarafına asılı halde duran veya burada zaman zaman tutunarak yaşayan organizmalar. hipoplazi (İng. hypoplasia) Organ veya dokuların gelişemeyerek küçük kalması halidir. hipotalamus (İng. hypothalamus) Omurgalılarda otonom sinir sisteminin önemli merkezlerini ve duyu merkezlerini içeren, ön beyinin arka kısmı. hipoterm kaynak (İng. hypotherm source) Soğuk kaynak (0-18 C). hipotermi (İng. hypothermia) Vücut sıcaklığının normalin altına düşmesi. hipotez (İng. hypostesis) Kontrollü deneylerle denenebilen ve sonuca temel teşkil eden bir varsayım. hipotonik (İng. hypotonic) İzotonik sıvıdan daha düşük osmotik basınca sahip olan sıvı. Hippocampus hippocampus (Lat. Hippocampus hippocampus) Denizatı. hipural plak (İng. hypural bone) Kaudal yüzgeç ışınlarının yapıştığı modifiye birkaç omur. histiyoblast (İng. hystioblast) Olgunlaşmış bir histiyosit, süngerlerde arkeositlerin bölünmesiyle meydana gelerek vücut hücrelerine değişebilme yeteneği olan hücreler. histiyosit (İng. histiocyte) Bağ dokusunun çok bulunan gözelerinden birisi. Kuvvetli fagositoz özellik gösterirler. histogram (İng. histogram) Tabanları eşit, yükseklikleri ise, gösterilecek miktarlarda orantılı, yan yana yerleştirilmiş dikdörtgenlerden meydana gelen grafik. histoloji (İng. histology) Canlı dokusunu mikroskopik olarak inceleyen bilim dalı. histon (İng. histon) Ökaryotik kromozomların yapısal elementleri olarak iş gören ana bir protein sınıfı. hiyalin (İng. hyaline) Camsı, saydam. hyalin kıkırdak (İng. hyaline cartilage) Saydam, homojen mavimtırak beyaz renkli bir kıkırdak. hiyerarşi (İng. hierarchy) Taksonların, kapsamlıdan sınırlıya doğru dizilimi (hayvanlar alemi tür). hiyoid ark (İng. hyoid ark) Omurgalıların çenesinin arkasının yakınındaki kemer. Dil yayı. hiyoit kemiği (İng. hyoid bone) Ağzın tabanında dili destekleyen kemik. hiyomandibula (İng. hyomandibula) Hiyoid kemerin dorsal elementi (kemik ya da kıkırdak). hiyostilik çene bağlantısı (İng. hyostylistic jaw articulation) Balıkların çoğunda görülen çene bağlantı şekli; üst ve alt çeneler her iki tarafta bir uçları mandibulanın bir tarafına, diğer uçları nörokraniyumla kenetleşir. holarktik (İng. holarctic) Kutup bölgesine ait, arktik bölgeye ait. holdfast (İng. holdfast) Tipik bir algin alıcı ya da tutucu kısmı. holobiyotik (İng. holobiotic) Göç etmeyen balıklar. holoblastik bölünme (İng. holoblastic cleavage) Hücre bölünmesinin, yumurtanın tamamında gerçekleşmesi. holoblastik bölütlenme (İng. holoblastic cleavage, holoblastic segmentation) Yumurtanın her tarafında yer alan birden yer alan bölünme, Vitelüsçe fakir yani oligolesit yumurtalarda görülür holobranş (İng. holobranch) Bir solungaç yayında bulunan yaprakların iki sırasına verilen ad. Tam solungaç. Holocephali (Lat. Holocephali) Kıkırdaklı balıkların altsınıflarından denizkedileri. hologenez (İng. hologenesis) Canlı varlıklarda ne raslantıların ( değşinim gibi ) ne de çevreye ilişkin değiştirici etkilerin sonucu olmayan ve soyun evrim derecesine göre bireyin, büyüme ve yaşlanma ile ulaştığı noktaya kadar varan gelişme süresi. holoparazit (İng. holoparasite) Bütün besini üzerinde yaşadığı konak bitkiden alan klofilsiz ve yaprakları pulsu gelişme gösteren. holoplankton (İng. holoplankton) Tüm yaşamları süresince planktonik olma özelliklerini koruyabilen zooplanktonik organizmalardan oluşur.Bunların tüm yaşam evreleri pelajik bölgede geçer,benthosla ilişkileri yoktur,tamamen planktoniktirler. Holostei (Lat. Holostei) Kemik pullular üsttakımı. holostilik çene bağlantısı (İng. holostylistic jaw articulation) Kıkırdağımsı nörokraniyumun palatoquadrat ile tamamen kaynaşmış olması durumu. holostom (İng. holostome) Tam ağızlı. Ağız açıklığı oluklu değil de biteviye bütün olan karındanbacaklı yumuşakçalar. holotip (İng. holotype) Bir türün tanımına esas alınan birey; tartışma halinde eğer varsa ona başvurulur. Holothuroidea (Lat. Holothuroidea) Deniz hıyarları. Holotüritler. homeostasis (İng. homeostasis) 1. Bir organizmada fizyolojik ve psikolojik kararlılığın sürdürülmesi yönündeki eğilim. 2. Her canlı sistemde bulunan, kendi kendini ayarlama ve bazı durumlarda onarım gücü (kapasitesi). homeotermik (İng. homeothermic) Vücut sıcaklığını kendisi düzenleyebilen. Sıcak kanlı. Çevre sıcaklığı ne olursa olsun iç sıcaklığı değişmeyen canlı varlıkların durumu. Endotermik. homin (İng. hominine) İnsan. homodont (İng. homodont) Aynı şekilli dişlere sahip olma. homofitizm (İng. homophytism) Sporlu bitki evresinde, bütün tetrasporları iki eşeyli gametli bitki veya bir kısmı erkek gametli bitki, bir kısmı dişi gametli bitki veren bitkinin özelliği homogam (İng. homogamous) Erkek ve dişi organları aynı zamanda gelişen çiçek durumu. homogamet (İng. homogamete) Birleşen ve birbirine benzeyen gametlerin her biri. homograft reaksiyon (İng. homograft reaction) Aynı türden fakat farklı genotipteki bir organizmadan alınan bir aşılama dokusunun aşılanan organizma tarafından reddedilmesi. homoiyosmotik (İng. homoismotic) Bazı su hayvanlarının osmotik basınçlarının sabit olması, yani dış ortam ne olursa olsun hipertonik veya hipotonik durumunu saklayabilmesi. homoiyoterm (İng. homoiotherm, endotherm) 1. Az çok sabit bir vücut ısısına sahip olan; sıcakkanlı. 2. Sıcakkanlı hayvanlar. homoiyotermik (İng. homoeothermic) Vücut sıcaklığı sabit olan hayvanlar; çevre sıcaklığındaki değişmelere karşın vücut sıcaklığı değişmeyen kuş ve memeli gibi hayvanlar. Sıcakkanlı hayvanlar. homojen (İng. homogenous) 1. Bir canlı hücre parçasındaki hücre çeperlerinin bozulmasıyla elde edilen homojen görünüşlü madde. 2. Bütün birimleri aynı yapıdaki, aynı nitelikte olan. homolog (İng. homolog) Aynı karakterlerden sorumlu genleri taşıyan kromozomlar, farklı organizmalardaki karakterler için. Ortak bir atadan kalıtılmış karakter. homolog kromozom (İng. homolog chromosome) Biri anneden, diğeri babadan gelen aynı gen çiftine sahip kromozomlar. homolog yapılar (İng. homolog structures) Çeşitli hayvanlardaki ortak ilkel bir yapıdan gelişen, yapı planı ve gelişmede benzerlik gösteren yapılar. homomorf (İng. homomorphous) Aynı şekil ve boyda olan, benzer kısımlardan meydana gelen. homonom (İng. homonomous) Bölütleri birbirinin aynı yapılışta olan. homonom metamerizm (İng. homonomous metamerism) Vücut bölümlerinin birbirine eş bölmelerden oluşması. homoserk (İng. homocercal) Kuyruk yüzgecinin çatalları bakışımlı olan. Bu çeşit balıkların kuyruk yüzgeci difiserk balıklarınkine benzer, fakat onlarınkinden farklı olarak omurga yüzgecin dibinde sona erer ve yanız yüzgecin üst çatalında, çukur şeklinde bir kemik parçası halinde devam eder. homoserk kuyruk yüzgeci (İng. homocercal caudal fin) Kemikli balıkların büyük bir kısmında bulunur. Dış görünüşü itibariyle bilateral simetriktir. Üst ve alt lobları eşit olan kuyruk. homoserkal (İng. homocercal) Alt ve üst parçalan eşit olan kuyruk şekli. homospor (İng. homospor, isospor) Yosun ve eğreltilerde morfolojik olarak birbirinin aynı olmakla birlikte, eşey fonksiyonları negatif, pozitif biçimde olan sporlar, izospor. homotal (İng. homothal) Erkek ve dişi gametangiyumları aynı bitki veya lif üzerinde olan (mantar ve su yosunları hk.). homotalizm (İng. homotallism) Aynı gametli bitkinin,her iki cinse ait üreme organlarını meydana getirmesi. homoterm (İng. homotherm) Eşit ısılı; eşit ısı. homozigot (İng. homozygote) 1. Genlerin biribirine benzeme durumu. 2. Homolog kromozomların karşılıklı lokuslarında belirli bir karakter ya da bütün karakterler için aynı alel çiftinin bulunması. horizontal (İng. horizontal) Yatay. hormomorfoz (İng. homomorphosis) Morfolojik olarak benzer iki hayat devresine sahip bitkilerdir. hormon (İng. hormone) 1. Endokrin bezlerinin salgısı. 2. İç salgı bezleri tarafından meydana getirilen sonra da difüzyonla ya da kan dolaşımıyla diğer kısımlardaki hücrelere taşınarak onların aktivitelerini düzenleyen maddeler. hortum (İng. proboscis, trunk) Böcek, yumuşçalar, halkalı kurt ve nemertinlerin başında bulunan, boru biçiminde uzamış ağız veya burun kısmı. hortumağızlıgiller (Lat. Fistulariidae) Omurgalı hayvanlarda Balıklar sınıfının Kemiklibalıklar takımının, Geri-kemikli-omuzlular (Catosteomi) alt takımına giren bir familyası. Vücutları ince, uzun olup, ağızları boru biçimini almıştır. Huet metodu (İng. Huet’s method) Gölün hektar olarak ortalama alanının, 1 ile 10 arasında değişen biyojenik kapasite değerleri ve su sıcaklığı, pH ve populasyon tipine göre değişen katsayının gölün yıllık verimliliğini, kg/ha olarak tesbit etmeye yarayan metottur. humus (İng. humus) Yaprak, ağaç, kök saman gibi bitkisel maddelerin çürümesinden meydana gelen esmer veya koyu renkte organik toprak. humus çamuru (İng. humus layer) Biyolojik süzme işleminden sonra oluşan ve son çökeltme havuzunda toplanan, içinde mikroorganizmaların bulunduğu çamurdur. humuslaşma (İng. humidification) Toprağa dökülen yaprak ve meyvelerin, ölmüş bitki ve hayvanların veya canlılar tarafından dışarı atılan kalıntıların, bir takım mikroorganizmalar tarafından parçalanması, çürümesi. hunimsi (İng. infundibulum) Biçimi huniyi andıran, taç yaprakları bitişik, düzgün ve borumsu çicekler için kullanılır. hücre dışı sindirim (İng. extracellular digestion) Büyük moleküllü besinlerin, hücrelerin dışarıya verdikleri salgılar ile hücre içine alınmadan, yapı taşlarına ayrılması. hücre döngüsü (İng. cell cycle) Mitozla başlayıp mitozla biten hücresel olaylar döngüsü. hücre içi sindirim (İng. intracellular digestion) Büyük moleküllü besinlerin, hücre içerisine alınarak, hücre içinde yapı taşlarına ayrılması. hücre kuramı (İng. cell thory) Canlıların hücre ve hücre ürünlerinden oluştuğunu, yeni bir hücrenin kendinden önce mevcut olan bir hücreden oluştuğunu, kimyasal bileşen ve işlev bakımından birbirine benzediğini, organizma faaliyetinin bağımsız hücre birimlerinin etkileşiminin sonucu olduğunu ifade eden kuram. hücre öz suyu (İng. cellulary juice) Bir hücre vakuolünün akışkan içeriği. -IIAA (İng. indoleacetic acid) Bitkilerde büyümeyi teşvik eden bir çeşit hormon. İndol asetik asit. ınfranöston (İng. infraneuston) Yüzey filminin altında bulunan organizmalar. Insecta (Lat. Insecta) Böcekler. ırk (İng. race, subspecies) Türün alt birimlerinden biri. Bir ya da daha fazla gen frekansı bakımından başka populasyonlardan farklı olan bir populasyon; bir türün bazı morfolojik ve fizyolojik özellikler bakımından ayrılmış olan bir alt grubu. ırmak (İng. river) Oldukça belirli bir yatak içinde, devamlı veya aralıklı olarak okyanus, deniz veya göllere, karalardaki çukurlara, bataklık veya diğer su yataklarına doğru akan sudur. Nehir. ırmak inci midyesi (Lat. Margaritana margaritifera) Yumuşakçalar (Mollusca) şubesinin, yassı solungaçlılar (Lamellibranchiata) sınıfından derelerde bulunan, incisi makbul sayılmayan bir tür. ırmak taşemeni (Lat. Lampetra fluviatilis, İng. River lamprey) Yuvarlak ağızlılar (Cyclostomata)’dan taşemengiller (Petromyzontidae) familyasından, 50 cm kadar uzunlukta olabilen, dişleri iç içe iki çember üzerinde dizili olup, yumurtlamak için toplu halde ırmaklara geçen, Avrupa, Kuzey Amerika ve japonya’da yaşayan bir tür. ırmak yunus balığıgiller (Lat. Platanistidae) Memeliler (Mammalia) sınıfının, balinalar (Cetacea) takımının, dişli balinalar (Odontoceti) alt takımından, ağızları ince ve yassı bir biçimde uzamış, dişleri çok, sırt yüzgeçleri körelmiş türlere sahip bir familya. ısı kapasitesi (İng. heat capacity) Bir cismin sıcaklığını 1˚ C arttırmak için gerekli ısı miktarı. ısıl kirlenme (İng. thermal pollution) Soğutma sularının yüzeysel sulara deşarjı sonucunda ortaya çıkan sıcaklık artışı. ıskarmoz (Lat. Sphyraena sphyraena, İng. European barracuda ) Kemikli balıklar takımının, Kefalgiller familyasından bir balık türü. Uzunluğu 1 m. Hamsi, sardalya, uskumru, kolyoz gibi küçük balıklarla beslenir. Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’de yaşar.. ıslah (İng. breeding, improvement) Bitki yada hayvanlarda türün iyileştirilmesi işlemi. Isopoda (Lat. Isopoda) Eş ayaklılar. ıstakoz (Lat. Homarus vulgaris, İng. lobster) Astacura grubunun, kabuklular sınıfından denizde yaşayan, büyük kıskaçlı, on ayaklı, bir eklem bacaklı. Yengece benzeyen fakat onlardan iri olan bu hayvanların birinci çift bacaklarının ucunda yengeçlerinki gibi çok iri kıskaçlar bulunur. Rengi koyu yeşil, koyu mavi ise de pişirildiği zaman kırmızı olur. 30-35 cm uzunluğunda ve 5 kg ağırlığında olanları da vardır. Kuzey yarım küre denizlerinde, kayalık kıyılarda iki türü iyi bilinir. Bunlardan H. vulgaris sarı benekli morumsu veya yeşilimsi güzel mavi renktedir; boyu 35-50 cm.’yi geçmez. Türkiye denizlerinde, özellikle Boğaziçi ve Marmara’da oldukça çoktur. ışık veren organ (İng. luminescent organ) Çeşitli hayvanlarda bulunan ve ışık çıkaran organ. ışın yüzgeçliler (Lat. Actinopterygii) Yüzgeçleri normal biçimde, yani dipleri birkaç parçaya bağlı yan yana kılçıklar halinde bulunan kemikli balıklar alt sınıfı. Bunlar iskeletlerinin kemikleşme derecesine göre mersin balıkları, tüm kemikliler ve tükelağızlılar diye üç takıma ayrılır. ışınlılar (Lat. Radiolaria) Bir hücreli hayvanlardan Kökayaklılar sınıfının bir takımı. Vücutları küre biçiminde olup bir iç kapsülleri vardır. Delikli olan kapsülün iç çekirdekli sitoplazmayı, dışı birçok kofulları kapsar. Denizlerde pelajik yaşarlar. Kontraktil kofulları yoktur. Çoğunlukla SiO2 den yapılmış bir iskeleti vardır. Bir hücreli alglerle ortak yaşarlar. ışınsal (İng. radial) Bir merkezden çevreye uzanan eksenlere göre simetri durumu. ışınsal kanal (İng. radial canal) 1. Medüzlerde mideden uzanan ve çember kanalla birleşen dört kanaldan her biri. 2. Derisi dikenlilerde su kanal sisteminin bir kısmı olan ve çember kanallara ayrılan kanallardan her biri, radyal kanal. ışınsal kesit (İng. radial section) Bir yarıçap boyunca uzunlamasına kesit. ışınsal simetri (İng. radial symmetry) Vücut kısımlarının, bir düzlemin iki yanından ziyade merkeze bir eksen çevresinde düzenli olarak sıralandığı (hayvanlarda ağız-anüs ekseninde uzanan) bir simetri tipi. -İiç asalak (İng. endoparasite) Bir hayvan veya bitkide çeşitli dokuların içinde yaşayan asalak; diğer bir organizmanın içinde yaşayan asalak. iç buzul (İng. continental glacier) Birbirine bağlı, bulunduğu bölgeyi boydan boya örten buzullar. iç çevre (İng. internal environment) Çok hücreli organizmalarda her hücrenin içinde bulunduğu temel kimyasal maddelerle dolu sulu ortam. iç deniz (İng. inland sea) Tamamen veya kısmen bir veya birkaç devletin topraklarıyla çevrili olan denizler veya deniz diye anılan göller. iç deri (İng. endoderm) 1. Gastrulanın iç tabakası; hayvanlarda sindirim ve solunum kanallarının iç yüzünü ve sindirim kanallarına bağlı bezleri astarlayan örtü dokusu. 2. Bitkilerin kök, sap ve yapraklarında kabuğun iç kısmı. iç döllenme (İng. internal fertilization) Erkek ve dişi eşey hücrelerinin vücut içinde birleşmesi ile meydana gelen döllenme tipi. Erkek bireyin spermleri, belirli yapılar yardımıyla dişi vücuduna aktarılır ve dişinin vücudu içerisinde yumurta hücresini döller. iç iskelet (İng. endoskeleton, internal skeleton) Omurgalı hayvanların vücudunun iç tarafında bulunan destek yapıları, kemik, kıkırdak. iç plazma (İng. endoplasma) Bir hücreli canlılarda, protoplazmanın iç veya orta bölgesi. Sitoplazmanın ektoplazma ile tonoplast arasında kalan ve granüler yapı gösteren kısmı. iç sahil bölgesi (İng. tidal zone) Gel-git mesafeleri arasında kalan bölgedir. iç salgı (İng. endocrine) Vücuttaki salgı bezlerinin doğrudan doğruya kana karışacak şekilde çıkardıkları salgı. iç salgı bezi (İng. endocrine gland) Salgısını bir kanal aracılığı olmaksızın doğrudan kana veren bezlerden herhangi biri. Endokrin bez. iç solunum (İng. internal respiration) Vücut sıvısı ile dokular arasında olan gaz değişimi. iç sular (İng. freashwater) Denizler ve okyanuslar dışında yeryüzündeki tüm su kaynakları. içfauna (İng. infauna) Dip sedimentlerde yaşayan bentik organizmalar. içgüdü (İng. instinct) 1. Bireyin önce geçirmiş olduğu deneye bağlı olmayan ve genetik olarak belirlenmiş davranış ya da tepki tipi. 2. Davranışa rehberlik eden ve yönlendiren, kalıtılabilir, genetiksel olarak belirlenmiş sinir devresi. idyotrofik (İng. idiotrophic) Yaşayan hücrelerin kendi kendilerine beslenebilmelerine ait. iğ ipliği (İng. spindle) Kromozomların mitoz ve mayozda bağlandığı ipliksi mikrotübüler yapı. iğne balığı (Lat. Carapus acus, İng. Pearl fish) Kemikli balıklar takımının, iğne balığıgiller familyasından bir balık türü. Karın yüzgeci yoktur. Vücudu çıplak ve pulsuzdur. Art kısmı ince ve ucu sivri bir kuyruk biçiminde uzamıştır. Deniz hıyarlarının sindirim boşluğuna ve su ciğerlerine gömülerek veya inci istiridyelerinin çenetleri arasında yaşar. Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’de bulunur. iğne balığıgiller (Lat. Fierasferidae) Omurgalı hayvanlarda balıklar sınıfının, Kemikli balıklar takımının Benzemez omuzlulular (Heteromi) alt takımına giren bir familyası. Vücutları kuyruk gibi uzamıştır. Karın yüzgeçleri bulunmaz. Pulsuzdurlar. Anüs gırtlağın altındadır. İğne balığı (Fierasfer acus) türü iyi bilinir. iğnelivatoz (Lat. Dasyatis pastinaca, Common stingray) Chondrichthyes sınıfı, Rajiformes takımı Myliobatoidei alttakımından, 130 cm kadar uzunlukta, kuyruğunun uzunluğu genişliğine eşit, gövde diskinden daha uzun, zehirli, Akdeniz'de bulunan bir tür. iğnelivatozlar (Lat. Myliobatoidei) Chondrichthyes sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Rajiformes takımından, kuyruk kökü civarında, çok defa sırt tarafında, bir iğne taşıyan ve iğnenin dibinde bir zehir bezi olan bir alttakım. ihtiyokol (İng. ichthyocol) Bazı mersin balıklarının (Huso huso) hava keselerinden üretilen bir çeşit tutkal. ihtiyolamonyum (İng. ichtyolammonium) Balık fosili bakımından zengin bitümlü şistlerin kuru damıtılmasıyla elde edilen saf ürünün sülfürik asitle işlenip daha sonra amonyak çözeltisiyle yansızlaştırılmasından elde edilen madde. ihtiyoloji (İng. ichthyology) Zoolojinin balıklarla ilgilenen bölümüdür. Balıkları tüm yönleriyle inceler. iki değerli (İng. double bound, bivalent) Birleşme değeri iki olan maddeler için kullanılır. iki evcikli (İng. dioecious) Erkek ve dişi çiçeklerin ayrı ayrı bireyler üzerinde bulunan bitkiler. Dioik. iki evciklilik (İng. dioicity) İki evcikli yani erkeği ve dişisi apayrı olan bitkilerin durumu. iki kabuklular (Lat. Bivalvia) Çift kabuklu yumuşakça. iki yaşamlılar (Lat. Amphibia) Omurgalılar dalının, kurbağa ve semenderleri içine alan, balıklar ile sürüngenler arasında birçok karaktere sahip, soğukkanlı, larva evresinde metamorfoz geçiren, larvaları solungaçla, erginleri akciğerlerle solunum yapan, doğuran türleri de bulunan, bazıları zehirli, küçük boylu ve çıplak derili türleri içine alan bir sınıf. Amfibiler. ikili adlandırma (İng. binominal nomenclature) İlk kez Linnaeus tarafından teklif edilen bir türün iki adla adlandırılması ilkesi. Binominal nomenklatür. ikinci tüketiciler (İng. autotroph) Birinci tüketicileri yiyen organizmalar, etobur hayvanlar. ikincil ağızlılar (Lat. Deuterostomia) Çok hücrelilerden (Metazoa), sölomlular (Coelomata) alt bölümünden, gelişmeleri sırasında embriyoda meydana gelen ilk ağız (blastopor) ergin hayvanın anüsünü oluşturan, ağız ventralinde ön uca yakın bir yerden ikincil olarak meydana gelen veya ilk ağız tüm olarak meydana gelen veya ilk ağız tüm olarak kapanıp ergin hayvanda hem ağız hem de anüs yeniden oluşan bir grup. ikincil arıtma (İng. secondary refining) Kentsel atıksuların, Kentsel Atıksu Arıtma Yönetmeliği’nde yer alan Tablo 3.2.’deki şartları sağlayacak şekilde birincil arıtmaya ilave olarak biyolojik arıtma veya diğer proseslerle arıtılması. ikiztür (İng. sibling species) Üreme bakımından yalıtılmış; fakat yapısal olarak birbirine benzeyen türler. iklim (İng. climate) Bir bölgeye özgü ısı, rüzgar, nem oranı ve benzeri hava koşullarının uzun yıllara ait ortalama değeri. iklimlendirme (İng. acclimation) Bir yerin iklim koşullarına alışma veya alıştırma. Akklimasyon. ileri arıtma (İng. ultrapurification, advanced treatment) 1. Biyolojik arıtma sonrası atık suyun kalitesini arttırmak için kullanılan fiziko-kimyasal süreçlerin tümü. 2. Klasik arıtma yöntemlerinin dışında kalan iyon değişimi, filtrasyon ve membran gibi sistemlerden oluşan arıtma teknikleri. iletim demeti (İng. vascular bundle) Bitkilerde organik ve inorganik besin maddelerinin iletiminin yapıldığı odun ve soymuk borularından oluşan yapılar. iletim dokusu (İng. vascular system) Bitkilerde ksilem ve floem, hayvanlarda ise kan ve lenf gibi iç taşıma ile ilgili doku. ilk ağız (İng. blastophore) Blastopor. ilk evre (İng. prophase) Mitoz bölünmesinin birinci evresi; bu evrede kromozonlar ve santrozom değişikliğe uğrar, iğ iplikleri yoktur. ilk tüketiciler (İng. primary consumers, herbivores) Bitkileri yiyen organizmalar. ilkel kemikli balıklar (İng. Holostei) İyi gelişmiş kemik iskeletleri olan, yapı bakımından kemikli balıklara yakın olan bir üst takım. ilkel solucanlar (Lat. Scolecida) Çok hücreli hayvanlardan Birincil ağızlılar (Protostomia) filumunun bir dalı. Bölütleri henüz meydana gelmemiştir. Bağırsakla vücut duvarı arasındaki boşluk birincil karın boşluğuna karşılıktır. İkincil karın boşluğu yalnız eşeylik organlarında bulunur. Boşaltım organları protohefridyum tipidir. Sudan kara hayatına geçmişlerdir. Bazıları asalaktır. Yassıkurtlar (Plathyhelminthes), Yuvarlak kurtlar (Aschelminthes) ve Nemertinler (Nemertini) 3 büyük sınıfını meydana getirir. ilkel yumuşakçalar (Lat. Amphineura) Çok hücreli hayvanlardan Birincil ağızlılar filimunun, Yumuşakçalar dalına giren bir sınıfı. Sinir sistemleri iki çift sinir şeridinden meydana gelir. Yapıları ilkeldir. Kiton (Chiton) iyi bilinen cinsidir. İlkel yumuşakçalar iki takıma ayrılır. Polyplacophora ve Aplacopora. Birinci takımındaki yumuşakçalarla gövde uzun, karın tarafı yassı ve geniş, sırt taraf kabarıktır; vücut, kavkı yerine geçen ve eklemli sekiz kalkerli plaka taşıyan bir örtenekle örtülüdür; bu plakalar, hayvanın tesbih böceği gibi tortop olmasını sağlayacak şekilde ve kiremit biçiminde üst üste biner. Kayalar üzerinde, su yosunları arasında sürünen bu hayvanlar, yalnız denizde yaşar ve bitkilerle beslenir; bir kısmı 4000 m.ye kadar derinliklerde bulunur. 40 türü bilinir. En ilkel sayılan ikinci takımındaki yumuşakçalar ise solucana benzer; bunlarda kaklı yoktur; vücut, kalker dikenlerle kaplı bir örtenekle örtülüdür. Ayak gelişmemiş veya yoktur. Yalnız iki familyası vardır; Neomeniidae familyasından olanlar etçil hayvanlardır; 30-100 m seyrek olarak da 500 m. derinlikte çamurlu diplerde, mercan ve hydra kolonileri arasında yaşar ve bunlarla beslenir. (Avrupa denizlerinde 40 kadar türü vardır); Chaetodermatidae familyasının biricik cinsi, uzun, ayaksız, solucan gibi bir hayvan olan Chaetoderma’dır. imago (İng. imago) Bir insektanın gelişmesinin yetişkin dönemi. imbrikat (İng. imbricate) Balık sırtındaki pullar yada çatı kiremitleri gibi üst üste gelmiş yapılar. immatür (İng. immature) Seksüel olgunluğa ulaşmamış. immatür kemik (İng. immature bone) Primer kemik. immün sistem (İng. immune system) Bağışıklık sistemi. immünoglobulinler (İng. immunoglobulins) IgM, IgG, IgA, IgD ve IgE olarak belirtilen, kan serumunda, diğer vücut sıvılarında, çeşitli organ ve dokularda bulunan, antikor özelliğine sahip proteinler. immünojen (İng. immunogen) İmmün cevabı uyaran herhangi bir madde veya bağışık yanıta neden olan herhangi bir mikroorganizma. immünoloji (İng. immunology) Organizmanın hastalıklara karşı direnç gösteren bağışıklık sistemini inceleyen bilim dalı. immünolojik tolerans (İng. immunologic tolerance) Bir organizmanın, genetik olarak farklı bir organizmadan nakledilen hücreleri kabul edebilme yeteneği; organizmanın belli bir antijene tepki gösterme kapasitesi geliştirmesinden önce oluşan sonuçlar; bundan sonra reaksiyon gösterme yeteneğinin ortaya çıkışı gecikebilir ya da sonsuza dek ertelenir. implantasyon (İng. implantation) Vücudun bir bölgesine bir parça ya da dokunun yerleşmesi; örneğin, gelişmekte olan bir embriyonun uterusun epitel tabakasına (endometrium) tutunması. impuls (İng. impulse) uyarı, uyartı, iti, tepki. in situ (İng. in situ) Doğal ya da orijinal pozisyonunda. in vitro (İng. in vitro) Hücelerin, dokuların, organların ait oldukları organizmaların dışında yapay ortamlar içinde yetiştirilmeleri veya bulunmaları. in vivo (Lat. in vivo) Ait olduğu hücre veya organizma içerisinde yapılan deney. inaktif (İng. inactive) İşlevsiz, çalışmayan. ince ayar odaklama düğmesi (İng. fine adjustment focus knob) Yüksek büyütmeli mercekler için gereken çok ince odaklama ayarı yarayan, mikroskop üzerindeki odaklama düğmesi. inci balığı (Lat. Alburnus alburnus, İng. Bleak) Kemikli balıklılar takımının, Sazangiller familyasından tatlı su balığı. Göl ve nehirlerde sürüler halinde yaşayan, 18-20 cm boyunda bir balık olup anüs yüzgeci uzun, alt çenesi üst çenesinden biraz ileridedir. Üzeri parlak gümüş renginde pullarla kaplıdır. Akbalık da denen A. alburnus adlı türünün uzunluğu 12 cm olup Avrupa ve Anadolu ırmaklarında yaşar. Eti pek makbul değildir. Özellikle inci sanayinde yararlanılır. Bu balığın pulları amonyağa konunca üzerindeki guanın kristalleri serbest hale geçer. Bunlar alkole konarak’balık gümüşü’ adıyla piyasaya çıkarılır. Camdan yapılan inciler içten bu maddeyle sıvanınca gerçek incilere benzer. İnci balığı Türkiye göl ve nehirlerinde yaygındır. Nisan ve mayısta göllere geçer, derin otlu yerlerde yumurtlar. inci gurami (Lat. Trichogaster leeri, İng. Pearl gourami) Mozayik gurami. inci kefali (Lat. Alburnus tarichi, İng. Tarek) Kemikli balıklardan, sazangiller (Cyprinidae) familyasından, boyu 20 cm olabilen, ekonomik öneme sahip bir tür. indikatör (İng. indicator) Belirleyici. Bazı durumlara karşı hassasiyet göstererek ya da cevap oluşturarak, o durumlar hakkında ipucu veren. indikatör plankton (İng. indicator plankton) Suyun kalitesi, besin durumu ve balıkların kümelenmesi ve dağılımları hakkında bilgi veren planktondur. indikatör türler (İng. indicator species) Bir ekosistemde, küçük çevresel değişimlere özellikle duyarlı olması itibariyle, çevre koşulları konusunda bilgi sağlayan ve çevresel tehlikelerle ilgili erken uyarılarda bulunan türler. indirgen (İng. degradative) Kimyasal olaylar sırasında oksit halindeki cisimlerin oksijeni alma, daha düşük bir oksitleme derecesine indirgeme özelliğinde olan madde. indüksiyon (İng. induction) Organizatör ya da başka bir dokunun etkisi aracılığıyla gelişmekte olan embriyonun bir dokusunda özel morfogenetik bir etkinin meydana getirilmesi. inferiyör (İng. inferior) Alt, aşağı, altında bulunan, daha altta bulunan. inflamasyon (İng. inflammation) İltihaplanma. inflüoresans (İng. inflorescence) Bir bitkide özel olarak bir araya gelen çiçeklerin meydana getirdiği yapı. Çiçek durumu. infra (İng. infra) Altında, aşağıda, bir şeyin altında bulunan. infraoral (İng. infraoral) Ağzın altında; Agnatha'larda ağız açıklığının altındaki disk. infraplankton (İng. infraplankton) 200-300 metre ile 600-700 metreler arasında bulunan planktondur. infundibulum (İng. infundibulum) Bazen Taraklılarda yutak olarak da adlandırılan gradyal kanallardan orijinini alan gastrovasküler boşluğun parçası. inhibisyon (İng. inhibition) Enzim aktivitesinin yavaşlatılması veya yok edilmesi olayı. inhibitör (İng. inhibitör) Kimyasal reaksiyonları yavaşlatan veya durduran maddeler. inklinatör kas (İng. inclinator muscle) Bağlı olduğu kemiklerin hareketini sağlayan kas. inkübasyon (İng. incubation) Embriyodan yavrunun meydana gelişine kadar geçen evre. inorganik bileşik (İng. inorganic compound) Karbona dayalı olmayan bir kimyasal bileşik. inorganik madde (İng. inorganic matter) Canlılardan elde edilmeyen ve canlıların yaşadığı çevrede bulunan maddeler (karbondioksit, su, tuz vs.). insan ekolojisi (İng. human ecology) Bireylerin ve insan topluluklarının kendi çevreleriyle olan ilişkisini inceleyen ekoloji dalı. insekt (İng. insect) Böcek. insektivor (İng. insectivore) Böcekler ile beslenen canlılar. insisiv (İng. incisive) Kesen, kesici. insolasyon (İng. insolation) Güneşe maruz bırakma. insülin (İng. insülin) Pankreasın ürettiği kan şekerini azaltan hormon. integüment (İng. integument) Manto, cilt, kabuk ya da diğer koruyucu bir doku. Deri, gövde örtüsü. inter (İng. inter) Arasında. inter operculum (İng. inter-operculum) Solungaç kapağını (operculum) oluşturan dört kemik parçadan birisi. interbrankiyal septum (İng. interbranchial septum) Balık solungaçlarında hemibranşları birbirinden ayıran doku tabakası. İnterbranşiyal septum. interdial (İng. interdial) Gel-git’in alt ve üst sınırı arasındaki sahil hattıdır. interferon (İng. interferon) Virüslü bir enfeksiyona uğrayan kimselerin kanında beliren ve başka türden bütün virüslerin girmesine karşı koyan protein. interkalar meristem (İng. intercalar meristem) Sürekli dokular arasındaki meristemler. intermedyum (İng. intermedium) İki şeyin arasında veya ortasında bulunan. internal (İng. internal) İçe ait; içle ilgili. internod (İng. internode) Flament ve talluslarda iki boğum arasında kalan bölge. internöron (İng. interneuron) Algılayıcı bir nöron (algılama bilgisini alan) ve motor nöronundan (bir kasın üzerinde birleşen) ayrımlandığı gibi, diğer nöronlardan ve sinapslardan bilgi alan bir nöron. interorbital (İng. interorbital) 1. Gözler arası mesafe. 2. Balıklarda iki göz arasında kalan. interradyal (İng. interradial) Balıklarda iki yüzgeç ışını arası. interradyal kaslar (İng. interradial muscles) Yüzgeç ışınları arasında bulunan ve yüzgeçleri yelpaze gibi açıp kapayan kaslar. intersellular (İng. intercellular) Hücreler arası. interspesifik (İng. interspecific) Türler arası. interstisyum (İng. interstitium) Aralık, açıklık, gözeler arası aralık. interstitial (İng. interstitial) Yumuşak zeminlerdeki partiküller arasındaki boşluk. intertidel tabaka (İng. intertidel zone) Bir sahil hattında med-cezir’in en yüksek ve en düşük noktaları arasında kalan deniz tabakası. Bu tabaka en yüksek başlangıç noktasına göre 1’den 4’e kadar dört ayrı habitata ayrılabilir. intestin (İng. intestine) Bağırsak. intestinal (İng. intestinal) Bağırsaklarla ilgili. intoksikasyon (İng. intoxication) Zehirlenme. intrabranşiyal (İng. intrabranchial)Solungaçlar arası. intrabranşiyal septum (İng. intrabranchial septum)Solungaç kemerindeki iki solungaç filamentini ayıran membran. intraspesifik (İng. intraspecific) Tür içi. invajinasyon (İng. invagination) 1. Bir kısmın diğeri içinde katlanması, özellikle gastrulasyon esnasında bir bölgenin çift tabakalı çöküntüyü yapmak üzere katlanması. 2. İçe doğru bükülme, çökme. invazyon (İng. invasion) Bir parazitin canlı organizmaya girmesi olayıdır. inversiyon kromozomal (İng. inversion chromosomal) Kromozomdaki bir segmentin 180° dönüş yaparak aynı kromozoma bağlanması. invertebrata (İng. invertebrate) Omurgası olmayan hayvan. Omurgasız. iridosit (İng. iridocyte) Balıkların derisinde gümüşi rengi veren renk hücreleri. iris (İng. iris) Gözde, pupilla denilen bir açıklığı oluşturan ve göz merceği ile cornea arasında yer alan renkli perde. iskarmoz (Lat. Sphyraena sphyraena) Bakınız: Iskarmoz. iskelet (İng. skeleton) Bir hayvanın destek görevi olan ve vücudu korumaya yarayan sert parçasının tümü; omurgalı hayvanların iç organlarını koruyan ve destekleyen kemik ve az çok kıkırdaklı bir çatı yapısı. iskelet kası (İng. skeletal muscle) Çizgili, istemli kas. iskerlet (Lat. Murex) Dikenli salyangoz. iskorpit (Lat. Scorpaena scrofa, İng. Red scorpionfish) Kemikli balıklar (Teleostei) takımının iskorpitgiller familyasından, 80 cm kadar uzunlukta, açık kırmızı renkli, Atlantik okyanusu, Akdeniz ve Marmara Denizi’nde yaşayan bir tür. iskorpitgiller (Lat. Scorpaenidae) Balıklar (Pisces) sınıfının, kemikli balıklar (Teleostei) takımının, dikenli yüzgeçliler (Acanthopterygii) alt takımından, üstleri ktenoyit pullarla kaplı, sırt yüzgeçleri zehirli bezlere bağlı kuvvetli dikenlerle donanmış, insana batınca önemli yaralar açan türlere sahip bir familya. isognomostoma (Lat. Isognomostoma) Yosun salyangozu.(Bu salyangozun oldukça basık yuvarlak bir kavkısı vardır; göbek kısmı dar yarıklı, kavkı ağzı 3 parçalı, biri yassı ikisi sivri olmak üzere 3 dişlidir. Yosunlar arasında ve kaya yarıklarında yaşar. isopedin (İng. isopedin) Kozmoit pulların en içte bulunan kemik tabakası. ispendek (İng. spotted seabass) Levreklerin küçüklerine verilen ad. istavrit (Lat. Trachurus trachurus, İng. Atlantic horse mackerel) Uskumrugillerden pulsuz ve az kılçıklı bir balık. iyon (İng. ion) Elektriksel olarak yüklü atom. Pozitif veya negatif elektrikle yüklenmiş atomlara iyon adı verilir. Pozitif elektrik yüklü iyonlara katyon, negatif yüklü iyonlara anyon denir. iyon bağı (İng. ionic bond) Birbirine zıt yüklü iyonlar arasında elektrostatik çekim tarafından oluşturulan bir kimyasal bağ. iyon değişmesi (İng. ion exchange) Sıvı atık arıtımında kullanılan, sert suyu yeniden kullanmak için uygulanan yumuşatma işlemi. Bu işlemde sıvıdaki istenmeyen iyonlar sıvının içinden geçirildiği reçinedeki zararsız iyonlarla yer değiştirir. iyon pompası (İng. ion pump) Hücre zarında bulunan ve iyon akışını düzenleyen kompleks protein molekülü. iyonlaşma (İng. ionisation) Nötr bir atomun ya da atom grubunun, elektron kaybı ya da kazanılması yoluyla, elektrik yüklü hale gelmesi. iyonomer (İng. ionomer) Zincirler arasında elektrositatik cinsten iyon bağları bulunan çizgisel polimer. iyonosfer (İng. ionosphere) Hava moleküllerinin ileri derecede iyonlaşmış halde bulunduğu ve dolayısıyla elektrik iletkenli kazandığı yüksek atmosfer bölgelerinin tümü. Atmosferin, yeryüzünden 80 km yükseklikte başlayan son tabakası. izafi zehirlilik (İng. relative toxicity, RT) Atık suyun debisi (Q) ile, zehirlilik konsantrasyonunun (???) çarpımı neticesi bulunan değerdir. RT=Tc.Q. izmarit (Lat. Spicara smaris, İng. Picarel) İzmaritgillerden pullu ve kılçıklı bir çeşit ufak balık. izmaritgiller (Lat. Sparidae) Örnek hayvanı izmarit olan kemikli balıklar familyası. izoenzim (İng. isoenzyme) Bir enzimin amino asitleri veya üç boyutlu yapısındaki çok az farklı şekilleri. izogamet (İng. isogamete) Şekil ve büyüklük bakımından aynı olan gametler. izogami (İng. isogamy) Şekil ve büyüklük bakımından aynı olan dişi ve erkek üreme hücrelerinin birleşimiyle yeni canlı oluşumu. izolasyon (İng. isolation) Ekoloji, fizyoloji, kalıtım, coğrafya vb. ne ait engeller dolayısıyla çiftleşebilen gruplar arasında çiftleşme olanağının ortadan kalkması ve grupların karakter bakımından birbirinden uzaklaşması. izolasyon mekanizması (İng. isolation mechanism) Türler arasında coğrafik bir engel gibi ekstrinsik ya da yapısal ya da davranış uymazlığı gibi intrinsik türler arası birleşme engeli. izolog (İng. isolog, isologous) Karbon yapıları aynı, kimyasal özellikleri farklı maddeler için kullanılır. izomer (İng. isomer) Kimyasal formülü aynı fakat yapısı farklı olan molekül; örneğin, glukoz ve fruktoz. izomeraz (İng. isomerase) Molekül içerisinde atomların yerlerini değiştiren enzim. izometrik büyüme (İng. isometric growth) Balıklarda pul boyu ile balık boyu arasındaki doğrusal ilgiye dayanan büyüme şeklidir. izomorfizm (İng. isomorphism) Farklı ırk ya da türlerin bireylerinin bir şekilde birbirine benzemesi. izoosmotik (İng. isosmotic) Eriyen madde konsantrasyonunun akıcı (sıvı) çevreyle aynı konsantrasyona sahip olması. izoserkal (İng. isocercal) Mezgitte olduğu gibi kuyruğun arka kenarı düz olan şekil; kesik kuyruk. izospor (İng. isospore) Benzer yapıdaki sporlar veya bu tip sporlara sahip canlılar, homospor. izostemon (İng. isostemonous) Erkek organlarının sayısı, çanak veya taç yapraklarının sayısına denk olan çiçeklere denir. izoter (İng. isothere) Ortalama yaz eşsıcaklık eğrileri için kullanılır. izoterm (İng. isotherm) Ortalama olarak aynı sıcaklık derecesinde bulunan, sabit bir ısıya tekabül edilen. izotonik (İng. izotonic) Eşit osmotik basınç. Solut ve solvent konsantrasyonu ve dolayısıyla osmotik basıncı karşılaştırıldığı çözeltininkiyle aynı olan. İzosmotik. izotop (İng. isotope) Bir kimyasal elementin aynı atom numarasına (yani çekirdekteki proton ve yörüngedeki elektron sayısına) fakat farklı atomik kütleye (yani farklı nötron sayısına) sahip diğer formları. izozim (İng. isoenzyme) Aynı enzimatik aktiviteyi gösteren değişik protein molekülleri. İzoenzim. -JJapon yılan balığı (Lat. Anguilla japonica, İng. Japanese eel) Kemikli balıklardan, yılan balıkları (Anguillidae) familyasından, Doğu Asya kıyılarında bulunan bir tür. jejenum (İng. jejenum) İnca bağısağın onikiparmak bağırsağı ile ileum arasında kalan bölgesi. jel (İng. gel) İçerisinde, asılı parçacıkların nispeten düzgün düzenlendiği kolloyit. Katı faz içersinde sıvı fazın yayıldığı kolloidal sistem. jel elektroforez tekniği (İng. gel electrophoresis technique) Aynı elektrik yüklü moleküllerin jel matriks içerisinde büyüklüklerine göre ayrılması tekniği. jelatin (İng. gelatin, jelly) Açık sarı, suda çözünebilen ve hayvanlardan elde edilen pelte kıvamında, suda kaynatıldığı zaman çözünen, oda sıcaklığında katı hale geçen bir protein. jenerasyon (İng. generation) Kuşak, döl, nesil. jeoloji (İng. geology) Dünyanın fiziksel yapısı, faaliyeti ve tarihi ile uğraşan bilim dalı. jeolojik harita (İng. geological map) Kaya oluşumları ile fay hatları gibi diğer fiziksel özelliklerin dağılımlarını ve aralarındaki ilişkileri gösteren harita. jeolojik oseanografi (İng. geological oceanography) Denizleri derinliklerine göre tasnif edip, özellikle zemin yapılarına göre inceleyen bilim dalı. jeolojik tehlikeler (İng. geologic hazards) Faylar, yanardağlar, heyelanlar, depremler ve toprak çökelmeleri gibi, doğal kökenli ya da insan faaliyetinin yol açtığı tehlikeli jeolojik koşullar. jeomorfolojik (İng. geomorphologic) Yer şekillerinin engebe biçimlerine yönelik. jeonemi (İng. geonimia) Yeryüzündeki organizmaların dağılışım ve yaşama şartlarını inceleyen bilim. jeosfer (İng. geosphere) Yeryüzünün, atmosfer, hidrosfer ve biyosfer dışındaki katı, cansız bölümü. jeotaksi (İng. geotaxy) Bazı canlıların büyük eksenlerin yer eksenine göre belirli bir yöne yöneltmesi. jeotermal (İng. geothermal) Yer kabuğunun iç kısımlarında ısınan sıcak su yada bunlarda elde edilen enerji. jeotermal enerji (İng. geothermal energy) Belli elemanların radyoaktif ayrışmasından oluşan yeryüzünün iç ısısı. jeotermi (İng. geothermy) Yer kürede meydana gelen ısı olaylarının incelenmesi. jeotropizma (İng. geotropism) Yere doğru ya da yerden zıt yöndeki bir büyüme tepkisi; büyüme üzerine yerçekiminin etkisi. jeoyid (İng. geoid) Denizlerin her noktasında çekül doğrultusuna dik olmak şartıyla karaların altında da devam ettiği tasarlanan ve gelgitleri göz önüne almaksızın hesaplanan düzey yüzeyi. jerea (İng. jerea) Gövdesi armut, koni veya silindir biçiminde, saplı fosil sünger. jerminal (İng. germinal) Tohum veya tohum hücresiyle ilgili veya bunların özelliğini taşıyan. jerminatif (İng. germinative) Filizlenmeyle ilgili filizlenme yeteneğinde olan, gelişebilen. jermisid (İng. germicide) Mikrop öldürücü. jinofor (İng. gynophore) Bazı bitkilerde (gebreotu, devağacı vb.) dişi organı taşıyan bir çeşit çiçek sapı. Dişi organla erkek organını birbirinden ayıran düğüm arasının uzamasından oluşur. jugal kemik (İng. jugal bone) Balıklarda yan çizgi sisteminin baştaki kanallarını taşıyan ve baş kaslarını koruyan kemik serisinden ikincisi. jugularis (İng. jugularis) Boyuna ait, boyunla ilgili. jugular tip yüzgeç (İng. jugular) 1. Ventral yüzgeçlerin vücuda bağlanma yerlerinin pektorellerinkine nazaran başa daha yakın olması hali. jukstaglomerular hücreler (İng. juxtaglomerular cells) Böbrekte, Bowman kapsülüne giren arteriyolün duvarında bulunan düz kas hücrelerinin farklılaşması ile oluşan, yassı çekirdekli, sitoplazmaları PAS pozitif olan granüllerle dolu, renin salgılayarak kan basıncını ayarlamasında etkili olan hücreler. juvenil (İng. juvenile) Genç. juvenil hormon (İng. juvenile hormone) Deri değiştirme esnasında gençlik morfolojisini koruyan bir artropod hormonu. Yokluğunda ergine doğru bir metamorfoz başlar. Gençlik hormonu. juvenil balık (İng. juvenil fish) Balıkçık. -Kvitaminleri (İng. vitamins K) Kanın pıhtılaşmasında gerekli olan, protrombin oluşmasında görev alan, yeşil yapraklarda ve bazı balıklarda bulunan, bağırsaklarda bakteriler tarafından sentezlenen K1 (alfa filokinon), K2 (beta filokinon, farnokinon), K3 (menadiyon) gibi tipleri bulunan vitamin. kaba ayar odaklama düğmesi (İng. coarse adjutment focus knob) Işık mikroskobunu odaklamaya yarayan, kaba ayar düğmesi. Kaba ayar düşük büyütmeli mercekler için yeterlidir. kaba burun (Lat. Chondrostoma nasus, İng. Common nase) Sazangillerden ırmak ve göllerde yaşayan, eti kılçıklı küçük bir balık. kaba kirlilik (İng. coarse pollution) Katı atığın işlemesi sonucunda ortaya çıkan son ürün. kabarık deniz (İng. high tide) Gel git olaylarında, sular yükseldiğinde suların durumu. kabuk (İng. shell, cortex) 1. Odunlu bitkilerin yaşlı gövdelerinin ve köklerinin dış yüzeylerinde oluşan kabuk kambiyumundan türemiş, suya geçirimsiz bir doku. 2. Dünya'nın dış tabakası. 3. Yumuşakçaların derilerinden çıkardıkları salgıyla oluşan, CaCOз yapısında, şekillerine göre değişik isimlerle adlandırılan koruyucu sert kısımdır. kabuk değiştirme (İng. moulting) Eklem bacaklılarda belirli periyotlarda dış kabuğun atılıp daha büyüğünün üretilmesi işlemidir. kabuk zonu (İng. crust zone) Üzerinde yaşadığımız soğumuş yüzey tabakası. Yoğunluğu 2.72.9 g/cm3 olup yeryuvarının %0.4 lük bölümünü oluşturur. kabuklu amip (Lat. Thecamoeba) Kökayaklılardan Amipler takımına giren bir alt takım. Hücre çevresinde kadeh, şişe, yumurta vb. şekillerde olabilen bir kabuk meydana getirirler. Kabukta bir büyük ve bir veya iki küçük delik bulunur. Buralardan yalancı ayaklar dışarı uzatılır. kabuklular (Lat. Crustacea, İng. crustaceans) 1. Crustacea sınıfından, büyük kısmı denizlerde, bir kısmı tatlı sularda yaşayan, vücutları üstten ve alttan parçalı veya bütün olarak kabukla örtülü bulunan solunumlarını genellikle solungaçlarla yapan ve ayrı eşeyli olan karides, istakoz ve yengeçlerdir. 2. Çok hücreli hayvanlarda K Eklembacaklılar dalının Gerçekeklembacaklılar (Euarthropoda) alt dalına giren bir sınıfı. 450000 kadar bir türü vardır. Vücut, böceksi kabuklularda değişik sayıda, yüksek yapılı kabuklularda belli sayıda halkadan yapılmıştır. Gövdeyi saran kitin tabakası çoğu zaman kireçle karışıktır. Birkaç gövde bölütleriyle birleşerek başlıgöğüslü (sefalotoraks) meydana getirir. Ekstremiteleri yarık ayak tipidir. Çoğunlukla ayrı eşeyli ve erkekleri daha ufak yapılı olur. Gelişmede başkalaşma vardır (Naupilus ve Zoea larvaları). Solunum vücudun genel yüzeyi ile veya solungaçlarla olur. Çoğu denizlerde, azı tatlı su ve karada yaşar. kaçak türler (İng. opportunistic species) Fırsatçı türler. kadavra (İng. cadaver) Tıp öğreniminde üzerinde çalışmak için hazırlanmış ölü insan ya da hayvan vücudu. kadife balığı (Lat. Tinca tinca, İng. Tench) Sazangillerden bir balık türü. kadırga balığı (Lat. Torpedo marmorata, İng. Marbled electric ray) İspermeçet balinası. kafadan bacaklılar (Lat. Cephalopoda) Çok hücreli hayvanlarda Yumuşakçalar dalının bir sınıfı. Başlarının ön bölgesinde kaslı, çekmenli veya çengelli uzun kollar vardır. Kollar hem av yakalamaya, hem çiftleşmeye, hem de karada hareket edebilmeye (ahtapot) yarar. Gövde bazen mekik biçiminde (mürekkep balığı) bazen kase şeklindedir. Gövdenin içinde büyük bir boşluk, boşluğun içinde telek şeklinde solungaçlar bulunur. Gövdeyi sarar derinin her tarafı renk organlarıyla kaplıdır. Kafadanayaklıların birden bire renk değiştirmesini sağlayan bunlardır. Gözleri iyi gelişmiştir. İşitme organı, omurgalılarınkini andırır. Bunların yüreği de çok iyi gelişmiştir. Hayvanın büyük bir karaciğeri, pankreası karmaşık bir bağırsağı ve çok iyi gelişmiş böbrekleri vardır. Başlarının altındaki bir huniden fırlatılan suyun basıncı ile hareket ederler. Küçük bir kabuk, iç-iskelet halinde, vücudun iç bölgesine yerleşmiş bulunur. Hepsi ayrı eşeylidir. Denizlerde yaşarlar. Tehlike karşısında mürekkep bezi kara renkli bir sıvı salar. Ahtapot (Octopus), mürekkep balığı (Sepia officinalis), loligo (Loligo), notilus (Nautilus) iyi bilinirler. kafein (İng. caffeine) Kahve taneleri ve çay yapraklarında bulunan, merkezi sinir sistemi üzerinde uyarıcı etkisi olan, fosfodiesteraz aktivitesini engelleyen bir pürin alkaloit. kalamar (Lat. Loligo) 1. Mürekkep balığının bir türü (Loligo vulgaris) 2. Uzun gövdeli (850cm ) iç kavkılı, yüzücü kafadan bacaklıların birçok çeşidine verilen ad. kalaza (İng. chalaza) Kuş yumurtalarında vitellusu (yumurta sarısı) karşılıklı iki taraftan zara bağlayan iki sarmal banttan her biri. kalıtım (İng. heredity, inheritance) Canlının genetik şifresinin kendisinden sonra gelen nesle/yavrulara aktarılması. kalıtım bilim (İng. genetic) İnsanlarda, bitkilerde ve hayvanlarda soyaçekim olaylarını inceleyen bilim dalı. kaliks (İng. calyx) 1. Mercanlarda, kalsiyum karbonat yapıda olan, kase şeklindeki dış iskelet. 2. Çanak, kap, kadeh, oyuk 3. Fincan biçiminde organ ya da boşluk; bir tam çiçekte en dış halkayı oluşturan yapraklar (sepaller). kaliptra (İng. calyptra) 1. Filamentin ucunda, hücre duvarının kalınlaşmış kısmıdır. 2. Kökün ucunu yüksük gibi saran ve koruyan doku. kalkan balığı (Lat. Scophthalmus maximus, İng. Turbot) Yan yüzergillerden, büyük, yassı, dersi düğme veya çivi denilen bir takım sivri kemiklerle örtül, beyaz etli balık. kalker (İng. calcareous, limestone) Kireçtaşı. kalkerli çökel (İng. calcareous sediment) Sıcak sularda yaşayan kalkerli tek hücreli organizmaların küçük umuşakçaların ve tek hücreli alglerin oluşturduğu biyolojik çökellerdir. kalkerli süngerler (Lat. Calcarea) Çokhücreli hayvanlardan Polifera filumunun, iskeleti kalker iğneciklerinden oluşan ve yakalıkamçılı hücreleri iri olan süngerler sınıfıdır. kalori (İng. calory, calorie) Bir gram suyun sıcaklığını bir derece yükseltmek için (14,5°C den 15,5°C ye) gereken ısı, kilokalori bunun bin katıdır (bir kilo suyun sıcaklığını bir derece yükseltmek için gereken ısı). kalsifikasyon (İng. calcification) 1. Kemikleşme 2. Kireçleşme, kireçleme. kalsifilik (İng. calciphylic) Kalsiyum bakımından zengin sulara iyi adapte olmuş veya olmaya çabalayan organizmalardır. kalsifüj (İng. calcifuge) Kireçten hoşlanmayan bitkilerin adı. kalsitonin (İng. calcitonine) Tiroid bezi tarafından salgılanan, kemiklerde kalsiyum depolanmasını hızlandıran bir hormon. kalsiyum hidroksit (İng. calcium hydroxide) Sönmüş kireç diye de bilinen, arıtma süreçlerinde pH ayarlaması ve pıhtılaştırma işlemlerinde kullanılan kalsiyum bileşiği. kalsiyum yetmezliği (İng. calcium deficiency) Kemik oluşumunda yavaşlama ile belirlenen bir hastalıktır. kambiyum (İng. cambium) Bitkilerin iletim demetlerinde, bir ya da birkaç sıra meristematik hücre tabakasından oluşan, ikincil kalınlaşmayı ve enine büyümeyi sağlayan doku. kamçı (İng. flagellum) Spermatozoitlerde ve bazı bir hücreli hayvanlarda hareketi sağlayan ipliksi organ. kamçılılar (Lat. Flagellata) Hayvanlardan bir hücreliler (Protozoa) alt aleminin bir sınıfı, söbe, küre biçiminde veya uzun vücutlu olurlar. Ön uclarında 1-4 tane hareket sağlayan kamçı taşırlar. Uzunlamasına ikiye bölünerek çoğalırlar; bazı türlerinde eşgametli eşeysel üreme görülür. Bu sınıfta beslenme tarzının her çeşitine raslanır. Özgür, asalak veya çürükçül olarak yaşarlar. Özgür yaşayanlarda klorofil taşıyan kromatoforlar bulunur. Bu bakımdan hayvan evriminde bitkilerle hayvanlar arasında geçittirler ve bitki sınıflandırılmasında yer alırlar. 9 takımı olup öglena (Euglena), nortiluka (Noctiluca), tripanozoma (Trypanosoma), layşmanya (Leishmania), trikomonas (Trichomonas), volvoks (Volvox) bu takımlara giren en iyi bilinen cinsleridir. kamer balığı (Lat. Mola mola, İng. Ocean sunfish) Ay balığı. kamuflaj (İng. camouflage) Bir bitki veya hayvanın, renk ya da desen değiştirerek çevresine benzemesi veya diğer bir canlının görünümünü alması. Taklit. kanal (İng. channel) Bazı bölgelerde sulamak, kurutmak amacıyla veya gemilerin işlemesine elverişli, insan eliyle açılmış su yolu. kanalizasyon sistemi (İng. sewerage system) Atık suyun toplanmasında, işlenmesinde ve tasfiyesinde kullanılan donanım. kancur (Lat. Maenidae) İzmarit balığının küçüğü. kaniniform (İng. caniniform) Köpek dişleri şekli; yırtıcı dişler. kanser (İng. cancer) Organizmada meydana gelen ve hücreleri kontrolsüz büyüyen kötü huylu tümörlere verilen genel ad. kanserojen (İng. carcinogenic) Kansere yol açan etki maddeleri, kanser yapıcı. kanyon (İng. canyon) Bir akarsuyun kalkerli bir alanda oyarak oluşturduğu derin, dar boğaz. Kapuz. kapalı dolaşım (İng. closed circulation) Kanın kalp ve damarlardan oluşan kapalı bir sistem içerisinde dolaşmasıdır. kapalı tohumlular (Lat. Angiospermae) Bitkiler aleminin çiçekli ve meyveli olanlarının, yani kara bitkilerinin büyük bir kısmını kapsayan büyük bir altşube. Açıktohumlularla birlikte tohumlu bitkiler şubesini meydana getiren kapalıtohumlular’ın önemli özelliklerinden biri çifte döllenmedir; yani bu bitkilerde bitki taslağıyla aynı zamanda, ileride olgunlaşırken veya çimlenirken tohumun soğuracağı bir besidokusu oluşur; diğer önemli bir özellik ise yumurtacıkların, yumurtalık adı verilen ve bir veya birçok meyve yaprağının bitişip kaynaşmasıyla oluşan kapalı bir kutu içinde bulunmasıdır. Döllenmeden sonra yumurtalık genellikle etli veya kuru bir meyve haline gelir; meyve ancak olgunlaşınca açılır (fasülye) veya açılmadan öylece yere düşerek çürür (elma). Renkli taş yaprakları, ince telli, topuz biçiminde sarı başçıklı erkek organları, boyuncuklu ve tepecikli yumurtalığı olan tipik çiçekler yalnız kapalı tohumlularda bulunur. Kapalıtohumluluar tohumlarındaki çanak sayısına göre iki sınıfa ayrılır. Birçenekliler ve ikiçenekliler. kapilarite (İng. capillarity) Hidrofılik yüzeye sahip dar tüplerde akışkan sıvıların yükselme eğilimleri. kapiller (İng. capillary) 1. Kan ve doku arasında madde alışverişinin gerçekleştiği bir hücre kalınlığındaki küçük bir kan damarı, kılcal damar 2. Kıl gibi, kıl benzeri. kapillar dalga (İng. capillary wave) Rüzgarın esmeye başlamasıyla deniz yüzeyinde parçacıklar halinde beliren ve hemen gözden kaybolan dalga boyu 1.73 cm’den küçük dalgacıklardır. kapsit (İng. capsid) Virüslerin çekirdek asitlerinin dışında bulunan, tek tip ya da birkaç tip proteinden oluşan kılıf. kapsül (İng. capsule) Bir organı veya yapıyı çevreleyen kese biçimindeki zar. karagöz (Lat. Diplodus vulgaris, İng. Common twobanded seabream) İzmaritgillerden, 25-30 cm uzunluğunda, enli, boz renkli, beyaz etli bir balık. karakter (İng. character) Bir organizmanın herhangi bir yapısı, işlevsel niteliği, davranış ya da diğer özelliği. karakter değişimi (İng. character divergence) Aralarındaki rekabet ve/ veya melezlemeyi minimuma indiren, simpatrik tür özelliklerindeki hızlı divergent evrim. karakteristik türler (İng. characteristic species) Bir biosönozda, diğer türlere nazaran her zaman dominant olarak bulunan türlerdir. karanlık alan aydınlatması (İng. dark field illumination) Saydam cisimleri ayrıntılı biçimde incelemeye yarayan bir aydınlatma yöntemi. Yalnızca cisimden yansıyan ışığın objektife girmesine olanak verir, böylece, karanlık bir fon üzerinde parlak bir görüntü oluşur. karapaks (İng. carapace) Kabuklulardan karides ve istakozlarda baş ve göğüs kısımlarını, yengeçlerde ise bütün vücudu örten, parçalı veya bütün olabilen kitinsi ya da kemiksi kabuk örtüdür. karboksil grup (İng. carboxyl group) Organik asitlerin karekteristik –COOH gurubu. karbon dioksit (İng. carbon dioxyde) Yeterli oksijen koşullarında fosil yakıtların yanmasıyla oluşan, atmosferde mevcut bir bileşik. Soluduğumuz oksijeni yayan klorofili bitkiler için gerekli olup kendi başına zehirli değildir, ancak yoğun haldeyken boğucu olabilir. karbon döngüsü (İng. carbon cycle) Karbon atomlarının fiziksel, jeolojik, kimyasal ve diğer süreçler sonucunda atmosfer, okyanuslar, yeryüzü vb. arasındaki dolaşımı. karbon monoksit (İng. carbon monoxide) Fosil yakıtların yeterince hava ile yanmamasından oluşan, gözle görülmeyen, tatsız, kokusuz ve son derece zehirli bir gaz. karbonhidrat (İng. carbohydrate) Her bir karbona karşı yaklaşık iki hidrojen ve bir oksijen içeren karbon, hidrojen ve oksijenden oluşan bir organik bileşik sınıfı. kardiform (İng. cardiform) İnce uçlu, kısa ve çok sıralı diş çeşidi. kardiyak (İng. cardiac) Kalple ilgili. karın yüzgeci (İng. pelvic fin, ventral fin) Balıklarda vücudun alt tarafında bulunan denge sağlamada ve fren yapmada kullanılan kara omurgalılarının arka bacaklarına karşılık olan bir çift yüzgeç. Pelvik yüzgeç. karışık sıvıda katı madde (İng. mixed liquor suspended solids, MLSS) Havalandırma havuzunda karışık sıvıda bulunan askıda katıları ifade eder. karışık sıvıda uçucu katı madde (İng. mixed liquor volatile suspended solids, MLVSS) Havalandırma havuzunda karışık sıvıda uçucu askıda katı maddeleri ifade eder. karışım (İng. mixture) Birden fazla maddenin kendi özelliklerini koruyarak bir araya gelmesi sonucu oluşan madde. karides (Lat. Crangon crangon) Kabukluların, tuzlu veya tatlı sularda yaşayan, yenebilen bir çok türü bulunan hayvanlara verilen ad. karkariaslar (Lat. Carchariidae) Chondrichthyes sınıfının Galeoidei alttakımından, vücutları iğ şeklinde, kuyrukyüzgeçleri çok kuvvetli olarak asimetrik, 4 m kadar uzunlukta, tropik ve ılıman denizlerde pelajik olarak yaşayan ve bazen kıyılara yanaşan, insanlar için çok tehlikeli, cinslere sahip familyadır. karnivor (Lat. carnivorous) Et yiyerek enerji sağlayan canlı. Etçil, etobur. karoten (İng. carotene) Tatlı patates ve yaprak sebzelerde bulunan sarı, turuncu, kırmızı renk maddesi; hayvan vücudunda A vitaminine dönüştürülür. karotenoid (İng. carotenoid) Sarı, turuncu, kırmızı veya kahverengi olan; yağda çözünebilen, çoğunlukla fotosentez tepkimelerinde de görev alan, bitkilerin çiçek ve meyve kısımlarında bulunan pigment grubu. karpel (İng. carpel) Tohum taslaklarını ve özellikle tohumları örtmek için birkaç makrosporofilin kendi üzerlerine katlanarak ya da biraraya gelerek oluşturdukları tek ya da çok gözlü olabilen tohum zarfları. karpospor (İng. carpospore) Kırmızı yosunlardan Ceramium ve Nemalionales’lerde görülen karposporangiumlarda tek olarak meydana gelen sporlar. karpus (İng. carpus) Crustacealarda son üç çift yürüme bacağının üçüncü eklemidir. karsinoloji (İng. carcinology) Zoolojinin Crustacea grubu ile ilgilenen bölümüdür. karstik göller (İng. karst lake) Kalkerli arazilerde kireç taşı (CaCO3) ve alçı taşı (jips) erimesi sonucu oluşan çukurlarda biriken suların oluşturduğu göl tipi. kartilaj (İng. cartilage) Hücreler arası matriksi kauçukumsu olan bağ dokunun yoğun ipliksi özelleşmiş bir tipi. karyokinez (İng. karyokinesis, mitosis) Mitoz bölünmede çekirdek bölünmesi. karyon (İng. karyon) Çekirdek. Göze çekirdeği. Nükleus. karyoplazma (İng. karyoplasm) Çekirdek sitoplazması. Çekirdek içerisinde bulunan sıvı kısım. karyoteka (İng. karyotheca) Çekirdek zarı. karyotip (İng. karyotype) 1. Bir bireydeki kromozom takımının sayı, büyüklük ve sekil bakımından özelliği. 2. Tek bir göze kromozomlarının düzenli biçimde sıralanması. katabolizma (İng. catabolism) Canlı hücre içinde karmaşık moleküllerin basit moleküllere parçalanmasına ve enerjinin açığa çıkmasına neden olan kimyasal reaksiyonlar. kas (İng. muscle) Hayvanlarda kasılabilir bir doku. kas tonusu (İng. muscular tonus) İskelet kaslarının, dinlenme durumundaki kasılı hali. kaspari şeridi (İng. Casparian strip) Bitkilerde endodermis hücrelerinin radiyal ve teğetsel çeperlerinde suya geçirimsiz bir kalınlaşma. katadrom balıklar (İng. catadromous fishes) Üreme periyodunda tatlısudan denize geçen balıklardır. Bunlara talassotok adı da verilir (yılanbalıkları gibi). katalist (İng. catalyst) Kataliz oluşturan bir madde. kataliz (İng. catalysis) Reaksiyonla kendisi kalıcı olarak değişmeyen bir madde tarafından bir kimyasal re-aksivomın hızlandırılması. katalizör (İng. catalyzer) Bir kimyasal tepkimeyi başlatan ve hızlandıran, ancak kendisi reaksiyondan değişmeden çıkan madde. katı atık (İng. solid waste) Katı özellikteki her türlü atık madde. katkı maddesi (İng. ingredient, additive) İstenen nitelikleri ıslah etmek veya istenmeyen nitelikleri gidermek için eklenen madde. katranbalıkları (Lat. Squalidae) Chondrichthyes sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Squaloidea alttakımından, anal yüzgeçleri olmayan, kuyruk yüzgeçleri asimetrik, vücut tümüyle plakoyit pullarla örtülmüş cinsleri olan familya. katyon (İng. cation) Pozitif yüklü iyon. katyon değişimi (İng. cation exchange) Solüsyondaki bir katyonun, yüzey faaliyeti bulunan bir materyalin (kil kolloidinin) üzerindeki diğer bir katyonla yer değiştirmesi. kaudal (İng. caudal) Kuyrukla ilgili. kaudal pedunkül (İng. caudal peduncle) Anal yüzgeç ile kaudal yüzgeç arasındaki vücudun ince kısmı. kavite (İng. cavity) Boşluk. kaya balığıgiller (Lat. Gobiidae) Kemikli balıklardan, küçük boyda, iri başlı, yüzgeçleri karın üzerinde tekerlek biçiminde olan bir familya. kaygan derili köpekbalıkları (Lat. Mustelidae) Chondrichthyes sınıfının Galeoidei alttakımından, derileri saydam ve doğuran cinsleri olan familya. kaygan yuvarlakağızlılar (Lat. Myxinoidea) Cyclostomata sınıfından Myxini alt sınıfının tek takımıdır. 90 cm kadar uzunlukta, kırmızımsı renkte, Kuzey Avrupa denizlerinde bulunurlar. 500 m derinlere inebilirler. kayıp su (İng. lost water) Buharlaşma, sızıntı vb. faktörlerle uzaklaşan, kullanılamayan su. kayış balığı (Lat. Regalecus glesne, İng. King of herrings) Kağıt balığıgillerden, Kuzey Avrupa denizleriyle Akdeniz’in derinliklerinde yaşayan kemikli bir balık. kaynaklar (İng. spring water) Yer küresinin çeşitli derinliklerinden bir toprak yarığı veya kaya açıklığı bulup yeryüzüne çıkan sular. kaynarca (İng. hot spring, thermal spring) Çok yüksek ısıda olup, vücudun tahammül edemeyeceği kadar sıcak su kaynağı. kazein (İng. casein) Sütte bulunan bir çeşit protein. kazık kök (İng. taproot) Ana kökün yan köklerden daha fazla gelişme göstermesi. kedi balığı (Lat. Scyliorhinus canicula, İng. Smallspotted catshark) Kedi balığıgillerden, dişleri ve solungaç yarıkları küçük bir balık. kedibalıkları (Lat. Scyliorhinidae) Chondrichthyes sınıfının Galeoidei alttakımından, ön tarafları hafifçe basık, göz kapaklarının altında boyuna kıvrımlar olan, ağızları karın tarafında, yumurtlayan, sahillere yakın suların tabanlarında yaşayan ekonomik önemleri olan küçük cinslere sahip bir familya. kefal (Lat. Mugil cephalus, İng. Flathead grey mullet) Kefalgillerden, orta büyüklükte, çok pullu, küt başlı, gümüşi renkte, beyaz etli bir balık. kefalgiller (Lat. Mugilidae, İng. mullets) Kefallarla ona yakın türleri kapsayan kemikli balıklar familyası. kelat (İng. chelat) Deniz suyunda organik materyali ayırmaya yarayan kimyasal ayırma aygıtı; Kelatlamaya yönelik etki maddeleri, köpük oluşumunu önlemek amacıyla deterjanlarda kullanılır. kelebek vatozlar (Lat. Gymnuridae) Chondrichthyes sınıfı, Myliobatoidei alttakımından, göğüsyüzgeçleri kanat gibi genişlemiş, gözleri başın üstünde, zehir dikenli türleri içeren bir familya. keler balığı (Lat. Squatina squatina, İng. Angelshark) Kelergillerden, 1.5 m uzunluğunda bir cins köpek balığı. kelergiller (Lat. Rhinidae) Asıl köpek balıklarıyla vatozlar arasında geçit sayılabilecek balıkları kapsayan kemikli balıklar familyası. keliform (İng. cheliform) Pycnogonida’larda boru şeklindeki ağzın her bir yanında yer alan kol benzeri çıkıntıdır. Uç kısmı bir çene veya keliser gibi olup ağız parçası gibi fonksiyonu vardır. keliped (İng. cheliped) 1. Bazı kabukluların göğsünde bulunan bir kıskaç ile sonlarda oldukça büyük kol veya bacak. 2. Birçok dekapodun ilk çift ayakları pençe şeklinde olup avını yakalamada ve kendini savunmada kullanılır. keliser (İng. chelicere) Eklembacaklılarda bazı hayvanlarda çok defa kıskaç, bazen pençe ya da diken gibi olan ilk üye çiftine denir ve besin almada kullanılır. kelp (İng. kelp) Kahverengi büyük deniz algi(büyük olan phaeophyte’lere ait türler). kemanvatozları (Lat. Rhinobatoidei) Chondrichthyes sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Rajiformes takımından, vücut plakoyit pullarla örtülü, dişler küçük ve yassılaşmış bir alttakım. kemikli balıklar (Lat. Teleostei, İng. bony fishes) Balıklar sınıfından, iskeletleri kıkırdak durumunda kalmayıp kemikleşmiş olan balıklar takımı. kemoreseptör (İng. chemoreseptor) Kimyasal uyarımları alan duygu organı ya da hücresi. kemosentez (İng. chemosynthesis) İnorganik moleküllerden sağlanan enerji ile ototroflar tarafından organik maddelerin sentezlenmesi. kemotropizma (İng. chemotropism) Kimyasal uyarıma büyüme tepkisi. kenar mercan resifi (İng. coastal coral reef) Sahilde oluşan mercan resifidir. kendi beslek (İng. autotrophic) Öz beslenen. kendi kendini temizleme (İng. self cleaning) Bir su oluşumunun, organik atıklarla kirlendikten sonra, yeniden arınma konusundaki doğal yönelimi. kentsel atıksu (İng. municipal sewage) Evsel atıksu ya da evsel atıksuyun endüstriyel atıksu ve/veya yağmur suyu ile karışımı. keratin (İng. keratin, ceratine) Omurgalı hayvanların derisinin, tırnak saç, boynuz gibi yapılarında bulunan, suda çözünmeyen sert protein. kerevit (Lat. Potamobius fluviatilis, İng. crayfish) Kabuklular sınıfından, çamurlu tatlı sularda yaşayanbir eklem bacaklı, tatlı su ıstakozu, karavide. keseli dönem (İng. yolk sac stage) Yumurtadan henüz yeni çıkmış, yumurta kesesi taşıyan, dış beslenme yapmaksızın yumurta kesesinden beslenen, ağzı ve sindirim sistemi henüz görev yapmayan, hareket kabiliyeti olmayan veya çok az olan balık yavrusu. kestane palamudu (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) 250 gr'dan az olan palamut balıklarına verilen ad. Boyu 40-45 cm, ağırlığı 1 kg olan palamut. keton (İng. ketone) Yüksek yoğunluklarda zehirleyici olan tam oksitlenmemiş yağ asitleri; idrarla dışarı atılır, asidozise neden olur. kıkırdaklı balıklar (Lat. Chondrichthyes) İskeletleri kıkırdaktan oluşmuş, gerçek kemikleri olmayan, derileri sert plakoit pullarla kaplı ve bol miktarda mukus bezi içeren, karın yüzgeçleri erkeklerde değişikliğe uğrayarak spermaların dişiye aktarılmasına yarayan kopulasyon organları haline dönüşmüş olan, 5-7 çift solungaçları bulunan sınıf. kıkırdaklı kemikli balıklar (Lat. Chondrostei) Vücutları kuyruk haricinde tamamıyla çıplak veya birkaç sıra zırh biçiminde pullu, kıkırdak iskeletli, bazı bölgelerde kemik yapıları bulunan, heteroserk kuyruk yüzgeçli türlere sahip bir üst takım, kıkırdak pullular. kılcal damar (İng. capillary vessel) 1. Dokularda toplardamar ve atardamar arasındaki bağlantıyı sağlayan ve duvarlarından doku sıvısına madde geçebilen, endotelyum hücreleriyle kaplı kan damarları. 2. Toprakta suyun tutulduğu aralıklar. Kapiler damar. kılcal dalga (İng. capillary wave) Dalga boyu 1.73 cm.den daha az olan zayıf dalga. kılçık (İng. arista, awn) Balıklarda ana iskeletin yanında iskelete bağlı olmayan ve kaslar içerisinde serbest olarak bulunan kemiksi yapılar. kılıç balığı (Lat. Xiphias gladius, İng. Swordfish) Kılıç balığıgillerden, burnunda kılıç biçiminde bir uzantısı bulunan, kılçıksız, eti beyaz ve lezzetli, iri bir balık. kılıç balığıgiller (Lat. Xiphiidae) Tek türü kılıç balığı olan dişsiz ve pulsuz kemikli balıklar familyası. kılıç kuyruk (Lat. Xiphophorus helleri, İng. Green swordtail) Kemikli balıklar takımından, uzunluğu 8-10 cm olan, tropik süs balığı. kırağı (İng. frost, hoarfrost) Soğuk havalarda su buğusunun yerde bitkiler, ağaçlar ve öteki nesneler üzerinde donmasıyla oluşan ince buz billuru. kırlangıç balığı (Lat. Chelidonichthys lucerna, İng. Tub gurnard) Kırlangıç balığıgillerden, yüzgeçleri geniş ve uzun, eti beyaz, kırmızı renkli bir balık. kırlangıç balığıgiller (Lat. Triglidae, İng. gurnards) Kemkli balıklar takımının dikenli yüzgeçliler alt takımına giren bir familya. kış halkası (İng. winter ring) Ilıman bölgelerde sonbahar ve kış döneminde büyümenin oldukça azaldığı hatta durabildiği dönemde kemikli balıkların pullarında sirkulusların birbirine yakın aralıklı, kesikli, kimi türlerde hiç oluşmadığı kısımdır. kışlama göçü (İng. wintering migration) Balıkların yemlenme ve yumurtlama alanlarından, kışı geçirecekleri bölgelere hareketleridir. kıta sahanlığı (İng. continental shelf) Kıtasal uzantının kıyısal bölgeden başlayarak ortalama 130 m derinliğe kadar uzanan bölümüdür. kıta yamacı (İng. continental margin ) Kıta sahanlığından sonra gelen, deniz kabuğu ile karasal kabuk arasındaki geçişi sağlayan, ortalama 4.3˚ ’lik bir eğimle 1400-3200 m derinliğe kadar devam eden bölgedir. kıta yükseltisi (İng. continental rise) Kıta yamacının bittiği yerden başlayan, 4000 m derinliğe kadar devam eden, ortalama eğimi 0.2˚ ve genişliği 40 km olan bölgedir. kıtalar arası deniz (İng. intercontinental sea) Kıtalarla çevrili denizdir. kıtasal kenar (İng. continental margin) Kıyısal bölgeden itibaren karasal kütlenin denize doğru uzantısını oluşturan kıtaların su altında kalmış sahilinden itibaren 4000 m derinliğe veya abissal düzlüklerin başlangıcına kadar devam eden bölümdür. kıyı (İnh. shore, coast) Kıtasal uzantının kara tarafını oluşturan bölümüdür. kıyı boyu akıntısı (İng. longshore current) Dalgaların sahile belli bir açıyla ulaştığı durumlarda kum ya da taşların sahil boyunca yaptıkları hareket. kıyı su bendi (İng. coastal watershed) Sel suyunu depolayıp sonra kıyı sularına bırakarak, su denetim sistemi işlevi gören arazi parçası. kıyısal (İng. coastal) Sahilde ya da sahil yakınında bulunan; sahille ilgili. kıyısal bölge (İng. coastal area) Denizlere bitişik ve deniz suyundan etkilenen karasal bölgedir. kızıl hastalığı (Lat. Vibriosis) Vibrio anguillarum veya Vibria piscium’un neden olduğu anus çevresinde kızarıklık, deride kabarcık ve ülser oluşturan bulaşıcı bir hastalıktır. kızıl kanat (Lat. Scardinius erythrophthalmus, İng. Rudd) Sazangillerden, yüzgeçleri kırmızı, 25-30 cm boyunda, eti kılçıklı bir tatlı su balığı kızıl su yosunları Denizlerin yaklaşık 200 m derinliklerinde yaşayan kırmızı renkli su yosunları. kızılgöz (Lat. Rutilus rutilus, İng. Roach) Teleostei üst takımının Cyprinidae familyasından, 36-40 cm kadar uzunlukta, Avrupa ve Türkiye tatlı sularında yaşayan bir tür. Çamçak. kidonya (İng. kidonia) Et kalitesi ve şekli avikadese benzeyen, kabuk üzeri kemervari tırtılı olan deniz canlısı. kikla (Lat. Labrus bergylta, İng. Ballan wrasse) Lapinagillerden, güzel renkli, 50 cm uzunluğunda bir balık. kil (İng. clay) Tane büyüklüğü çap olarak 0.004 milimetreden daha az olan sediment, sınıflandırmada en küçük sediment. kilit tür (İng. key species) Bir komunitedeki varlığın, orada başka birçok türün yaşamasına olanak veren tür. kimatoloji (İng. kymatology) Dalgaları ve hareketlerini inceleyen bilim dalı. kimyasal işlem (İng. chemical process, chemical teatment) Zehirli, kokulu, yada aşındırıcı nitelikteki gazların ve emisyonların arıtılmasında kullanılan kimyasal yöntem. kimyasal kirlilik (İng. chemical pollution) Gaz, katı yada sıvı haldeki kimyasal maddelerin etkisiyle havada, suda ve toprakta oluşan kirlilik. kimyasal oksijen ihtiyacı KOİ (İng. Chemical Oxygen Demand, COD) Atıksu içerisinde bulunan organik maddelerin asidik ortamda kimyasal oksitleyici ile oksitlenebilen madde miktarının oksijen cinsi değerinde ifadesidir. Biyolojik yolla ayrışmayan bazı maddeleri oksitlediğinden BOİ (Biyolojik oksijen İhtiyacı) değerinden her zaman yüksektir. Kuvvetli oksitleyici olarak potasyum dikromat, katalist olarak gümüş sülfat kullanılır. kimyasal oseanografi (İng. chemical oceanography) Deniz suyunda erimiş olan gazları, organik ve inorganik elementleri, suyun pH’sını inceleyen bilim dalıdır. kinaz (İng. kinase) Bir substratın ATP ile fosforilasyonunu katalize eden bir enzim. kinetokor (İng. kinetochore) Kromozomlarda bulunan boğumlanma yeri. Çoğu kez kromozomun ortasına yakın kısmında bulunur. Bu bölgeye sentromer de denir. kinetonükleus (İng. kinetonucleus) Bazı kamçılı protozoa’larda bleforoplastın yanında bulunan büyük granüler vücut. kinez (İng. kinesis) Bir organizmanın bir uyartıya göstermiş olduğu tepki; tepkinin yönü uyartının yönüne bağlı değildir Taksisteki durumun aksi. kingdom (İng. kingdom) Biyoloji biliminde organizmaların bilimsel sınıflandırmasında kullanılan en üst sınıflandırma birimidir. kinin (İng. quinine) Kanda ve dokularda yapılan ve kan damarlarında düz kasta ve bazı sinir uçlarında iş gören polipeptitler. kinosilyum (İng. kinocillium) Devinimli tüy. Epitel gözesinin serbest yüzünde dik ve birbirine koşut düzenlenmiş çok sayıda, göze başına yaklaşık yüz kadar olan devinimli uzantılar. kirlenme (İng. pollution) Bir bölgenin ve oradaki doğal çevrimlerin yapay maddeler (ya da olağandışı bir biçimde çoğalan doğal maddeler) tarafından kirletilmesi ve bu durumun yol açtığı sorunlar. kirletici (İng. pollutant) Arzu edilmeyen etkilere yol açan katı, sıvı ya da gaz halindeki madde. Birincil kirleticiler gürültü ve lağım suyu gibi doğrudan oluşmuş kirleticileri içerir; ikincil kirleticiler ise kirlenmiş ortamla tepkimeye giren birincil kirleticiler tarafından üretilir, Örn. Ozon. kirlilik yükü (İng. pollution load) Belirli bir periyotta alıcı suya deşarj edilen veya arıtma tesisine giren belirli bir kirleticinin miktarıdır. Genellikle atık su debisi ile madde konsantrasyonu çarpılarak elde edilir. kirpik (İng. cilium) Sil hücrelerin serbest yüzeyi üzerinde kirpiksi sitoplazmik çıkıntı; düzenli titreşerek hücrenin hareketini sağlar. kirpikliler (İng. Ciliata) Bir hücreli hayvanlardan üzerinde hareketlerini sağlayan kirpik biçimindeki uzantılarla kaplı organizmalar sınıfı. kist (İng. cyste) Tek hücrelilerin çoğunun, özellikle tatlı sularda yaşayanlar ve parazit olanlar, ortam koşulları yaşamaları için uygun olmadığı zaman (oksijensizlik, besinsizlik, ekstrem sıcak ve soğuk vb.) kendileri tarafından salınan kalın bir zarla örtülmesi. kitin (İng. chitin) Böceklerin, kabuklu deniz hayvanlarının ve diğer omurgasızların sert dış kabuğunu oluşturan polisakkarit. kiton (Lat. Chiton, İng. chiton) Polyplacophera sınıfına ait Tesbih böceği benzeri yumuşakçalardır. Sırt kısmı birbirini kiremit gibi örten ve birbirleriyle eklemli sekiz kabuk plakası taşımasıyla (böylece hayvan tesbihböceği gibi kıvrılabilir) karakterize edilirler. kladizm (İng. cladism) Soyağacının en son uçlarına göre yapılan taksonomi. klasper (İng. clasper) Köpek ve vatoz balıklarında ventral yüzgecin çiftleşme organı şekline dönüşmüş bölümü. klimaks (İng. climax) Ekolojik süksesyonlar ile ulaşılmış nispeten kararlı bir evre. klimaks kommünite (İng. climax community) Süksesyonda ulaşılan en son ve kararlı kommünite. Klimaks kommünite çevre koşullarıyla denge halinde olup belli bitki ve hayvan türlerine sahiptir. klimatoloji (İng. climatology) İklim bilimi. kloak (İng. cloaca) 1. Aşağı omurgalı hayvanların çoğunda sindirim, boşaltım ve üreme sisteminin açıldığı oda. 2. Sindirim, üriner ve üreme kanallarının birleştiği boşluk; dışarıya tek açıklık. klon (İng. clone) Tek bir atadan eşeysiz olarak türemiş, dolayısıyla kalıtsal olarak özdeş bir hücre ya da organizma grubu. klor (İng. chlorine, Cl) Ağartıcı, oksitleyici etki maddesi olarak su arıtma ya da mikrop giderme amacıyla kullanılan halojen eleman; zehirli bir gaz. klor ihtiyacı (İng. chlorine demand) Belirli bir hacim pis suda bulunan bütün patojenik bakterileri öldürmek için gerekli klor miktarı. klorenkima (İng. chlorenchyma) Klorofilli bitki dokusu. klorinite (İng. chlorinity) 1kg Deniz suyundaki klorid, brom ve iyodür iyonlarının miktarının ölçümü. Klorinite değeri 1.80655 ile çarparak solinite hesaplanabilir. klorisite (İng. chlorisity) 20 °C’deki 1 lt deniz suyunun içerdiği halojenlerin gram olarak ifadesidir. klorlama (İng. chlorination) Mikropları giderme amacıyla içme suyu yada atık suya klor eklenmesi. klorofil (İng. chlorophyll) Fotosentez tepkimelerinde güneş enerjisini kimyasal enerjiye çeviren, yapısında Magnezyum (Mg) içeren, yeşil pigment maddesi. kloroflorokarbonlar (İng. chlorofluorocarbons, CFC) Aerosol püskürtücülerde, soğutmada, plastik köpükte ve endüstriyel çözücülerde kullanılan, ozon tabakasının tükenmesine yol açan ana faktör olduğu ve sera etkisine katkıda bulunduğu düşünülen, son derece kalıcı (kararlı) bileşikler. kloroplast (İng. chloroplast) Bitki hücrelerinin klorofil taşıyan organeli. knephoplankton (İng. knephoplankton) Fotosentez olayının gerçekleşebilmesi için yeterli ışığın nüfuz edebildiği yerlere kadar derinliklerde bulunan fitoplanktonik organizmalar ile zooplanktonik formlardır. knidliler (Lat. Cnidaria) Haşlamlılar da denir. Gerçek doku gelişmiş en basit yapılı çok hücrelilerdir. Genellikle iki tipte olurlar. Polip tipi ve medüz tipi bununda üç sınıfı vardır. Bunlar Hydrozoa (Hidralar), Scyphozoa (Denizanası) ve Anthozoa (Mercanlar)’dır. knidosil (İng. cnidocil) Bir knidosidin sonunda bir tane bulunan ve uyarılma görevi yapan diken veya küçük çubuk benzeri yapı. knidosit (İng. nematocyst) Omurgasızlarda görülen, içinde yakıcı kapsüller taşıyan, savunma veya beslenmede görevli olabilen özelleşmiş hücreler. knot (İng. knot) Denizcilikte hız ölçüsüdür ve mil/saat’ e eşittir. Bir saatte 1 deniz mili (1850 m.) yol alış, hız birimi veya 1 knot adı verilir. koagülasyon (İng. coagulation) Kolloid çözeltilerinde kolloidal taneciklerin karıştırma, PH ayarı, sıcaklık, kimyasal madde katılması gibi bir veya birkaç faktörün etkisiyle çözücü fazından ayrılması. Diğer bir deyimle kolloidal tanelerin kümelenmesidir. koanosit (İng. choanocyte) Bir süngerin vücudunun iç kısmındaki boşluklarda yan yana gelmiş kamçılı, yakalı hücre olup süngerlerde su akışını sağlarlar. kodon (İng. codon) Bir amino asidi ya da translasyonu sonlandırmak için bir bilgiyi belirleyen, üç nükleotit uzunluğundaki kalıtım kodlayan birim. koenzim (İng. coenzyme) Bir enzimin katalitik etkisi için gerekli olan ve yardımcı rol oynayan protein yapısında olmayan organik bir molekül. koevolüsyon (İng. coevolution) Birbirine bağımlı olarak iki organizmanın birlikte evrinmesi. kofaktör (İng. cofactor) Enzimlerin protein yapısında olan kısmı. kofana (Lat. Pomatomus saltatrix, İng. Bluefish) 30 cm'den büyük olan Pomatomus saltatrix (lüfer) türlerine verilen ad olup, bir tanesi 1-2 kg gelir. kohezyon (İng. cohesion) Aynı cins moleküller arasındaki çekim kuvveti. Su moleküllerinin ayrılmasına karşı direnç sağlayan sıvısal bir özellik. kok (İng. coccus) Bir mikrondan küçük yuvarlak bakteri. koklea (İng. cochlea) 1.İç kulakta salyangozda bulunan yapı. 2.Salyangoz. Sümüklü böcek, helezonsu kıvrım. kokon (İng. egg pod) İçine yumurta ya da tohumların bırakıldığı yapı. koksa (İng. coxa) Kalça. koksal bezler (İng. coxal glands) Bazı eklembacaklıların boşaltım organları nefridyumlardan değişerek meydana gelmiş ve prosomadaki üyelerin kaidesinden dışarıya açılan bezler. koksapodit (İng. coxopodite) Birçok kabuklunun çift dallı karın üyelerinin kaideli segmenti. kolan balığı (Lat. Acipenser sturio, İng. Sturgeon) Mersin balığı. koleoptil (İng. coleoptile) Tek çenekli bir bitki sürgününün açılmamış olan yaprağını saran silindir biçimindeki kılıf. kolesitokinin (İng. cholecytokinin) İnce bağırsaktan salgılanan ve karaciğeri uyaran hormon. koleteral (İng. colleterial) Ksilem ve floemin üstüste bulunması. koliform bakteriler (İng. coliform bacteria) İnsanların ve sıcak anlı hayvanların kalın bağırsaklarında yaşayan ve sudaki konsantrasyonu patojenlerin de bulunabileceğini gösteren indikatör bakteriler. kollajen (İng. collagen) Deri, kıkırdak, kemik, tendon ve ligament gibi bağ ve destek dokunun esas yapısını oluşturan ve üçlü heliks biçiminde fibröz yapıdaki protein. kollektör (İng. collector) Gaz, sıvı ya da katılardan kirleticileri ayırıp toplayan, kirlilik denetleme aygıtı. kollenkima (İng. collenchyma) Bitkilerde, çoğunlukla hücre çeperlerinin köşelerinde kalınlaşma görülen destek doku. kolloblast (İng. colloblast) Taraklılar (Ktenoforlar) filumundaki hayvanlarda bulunan dıştaki kaynaşmış epitel tabakası arasında bulunan yapışma hücresi. kolloid (İng. colloid) 1. Katı bir maddenin, suda optik mikroskoplarla görülemeyecek kadar küçük fakat moleküler boyutlardan daha büyük (yaklaşık, 2,10ˉ 5 cm 5,10ˉ7 cm aralığında) tanecikler halinde dağılması sonucu oluşan iki fazlı sisteme denir. 2. Büyüklüğü 10-1000 angstrom arasında değişen, bir başka madde de asılı, çok küçük parçacıklar. kolokyum (İng. colloquium) Doçentlik sözlü sınavı. kolon (İng. column) Kalın bağırsak. koloni (İng. colony) 1. Aralarında işbölümü yapan tek hücreli organizmaların bir araya gelerek topluluk oluşturmaları. 2. Aynı türün birden fazla bireyinin toplu halde yaşamasıdır. koloridye (Lat. Scomber japonicus, İng. Chub mackerel) Kolyoz balığının küçüğü. kolorimetre (İng. colorimeter) Renkölçer. kolostrum (İng. colostrum) Gebelik sonucunda süt bezlerinden salgılanan, sütten farklı ve besin değeri çok yüksek saydam sıvı. kolumela (İng. columella) Salyangozlarda spiral kıvrımların iç çeperleri tepe ile kabuk ağzından geçen eksen üzerinde birbirlerine dayanarak ortada iğ şeklinde bir yapı oluştururlarsa buna denir. Eksen üzerinde bir dayanma olmaz ise bundan dolayı eksen boyunca bir boşluk oluşur. Bu boşluğun dışarı açıldığı yere göbek ya da umbo denir. kolyoz (Lat. Scomber japonicus, İng. Chub mackerel) Uskumrugillerden uzunluğu 3035 cm olan, Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan bir balık türü. kommensal (İng. commensal) Birlikte yaşayan iki canlı türünden birinin fayda sağladığı, diğerinin ise hiçbir şekilde etkilenmediği ortak yaşam biçimi. kommensalizm (İng. commensalism) Bir tarafın yarar, diğerinin ise ne yarar ne de zarar gördüğü bir simbiyotik ilişki. kompakt (İng. compact, tigth) Yoğun, sert, sıkı, tıkız kompas (İng. compas) Küçük uzunlukları, çapları ve kalınlıkları doğru ölçmeye yarayan bir ölçü aracı kompensasyon derinliği (İng. compensation depth) Fotosentez ve solunum işlemlerinin eşit olduğu derinlik. kompensasyon yoğunluğu (İng. compensation density) Su sütununda ışık yoğunluğunun yüzey yoğunluğunun % 1’ine eşit olduğu nokta. kompressiform (İng. compressiform) İki yandan basık şekil. komünite (İng. community) Ekolojide, belirli bir bölgede yaşayan tüm populasyonlardan oluşmuş bir birim. konak (İng. host) Bir parazit canlının üzerinde yaşadığı diğer canlı. kondilus (İng. condylus) Eklem çıkıntısı, eklem başı; kemiğin ucunda olan yumru. kondisyon faktörü (İng. condition factor) Aynı türden farklı bireylerin cinsiyet, üreme mevsimi veya av alanına bağlı karşılaştırılmasında farklılıkların göstergesi olabilen, balıkların beslenme durumunu gösteren, vücut ağırlığının (w), standart boyun (L) küpüne bölümünün yüzdesi olarak ifade edilen bir katsayıdır.(k=W/L3).100. kondrin (İng. chondrin) Kıkırdak yapı hücrelerinin salgıladıkları ara madde. kondroblast (İng. chondroblast) Genç bir kıkırdak hücresi. kondrofor (İng. chondrophore) Bazı yumuşakçaların kabuğunun içinde bulunan iç ligament taşıyan ligament. kondrokraniyum (İng. chondrocranium) Kıkırdağımsı kafatası. kondroplast (İng. chondroplast) Kıkırdak hücreleri içerisinde kapsülün çevirdiği boşluk. kondrosit (İng. chondrocyte) Kıkırdak doku hücreleri. kondüksiyon (İng. conduction) Enerjinin moleküler hareket yoluyla iletilmesi. kondüktör (İng. conductor) İleten, bağlayan, götüren. konformasyon (İng. conformation) Bir proteinin polipoptit zincirlerinin halka yapmasına (sekonder yapı), katlanmasına (tersiyer yapı) ve eğer birden fazla zincir varsa birbirine uygunluk göstermesine (kuvaterner yapı) göre üç boyutlu şekli. koni hücreleri (İng. cone cells) Omurgalıların gözlerinde, retinanın arkasında yer alan, koni şeklindeki, ışığa son derece hassas olan ve renkli görüntünün algılanmasından sorumlu olan hücreler. koniferler (Lat. Coniferae) Sıcak ve soğuğa dayanacak biçimde uyum gösteren iğne yapraklı gimnospermler; kozalaklı bitkiler. konjugasyon (İng. conjugation) Birleşme faaliyeti, iki hücrenin geçici olarak birleşmesi sırasında nükleer maddenin karşılıklı olarak değiştirildiği bir eşeysel çoğalma biçimi; protozoa’dan birçok sillilerde (kirpikliler terliksi hayvan) ve bakterilerde görülür. konjunktiva (İng. conjunctiva) Mukuz salgılayan tabaka; gözün beyaz tabakası. konka (İng. concha) Midye, midye kabuğu. konsantrasyon (İng. concentration) Çözeltilerin belli bir kısmındaki çözünen veya çözünmüş madde miktarına o çözeltinin konsantrasyonu denir. konservatif element (İng. conservative element) Deniz suyundaki diğer elementlere göre daima sabit oranda bulunan elementler. konsomatör (İng. consumer) Tüketici. konstant plankton (İng. constant plankton) Bazı holoplanktonik türler yıl boyunca gözlenir; bu şekilde planktonda devamlı olarak bulunan organizmalar. konstitüsyon (İng. constitution) Vücudun kalıtsal bir iç ırası olup, organların, organ sistemlerinin, karşılıklı ve bir ahenk içerisinde çalışmaları ve toptan vücudun dış şartlara karşı dayanma ve reaksiyon kabiliyeti, dış şartlar altında verimli olma ve yaşama gücüdür. konstriktör (İng. consctrictor) Bağlayan, birleştiren. Büzücü, büzen. konşiyolin (İng. conchiolin) Bir yumurta kabuğunun periyostakumunu yapan protein. kontaminasyon (İng. contamination) Bulaşma. kontinental türler (İng. continental species) Belirli kıtalara yayılmış olan türler. kontraksiyon (İng. contraction) Kasılma, büzülme. kontraktil vakuol (İng. contractile vacuole) Tatlı sularda yaşayan bir hücrelilerde, açılıp büzülerek, fazla suyu ve metabolizma atıklarını hücre dışarına atmada görevli olan organel. kontrol (İng. controlling) Deney süresince, içerisinde kirletici bulunmayan ortamda, diğer deney organizmalarıyla aynı deney koşullarında (sıcaklık, tuzluluk, ışık v.b.) bulundurulan organizmalardır. Deneyde kullanılan organizmaların ölümünün, kirleticilerden mi yoksa diğer sebeplerden mi kaynaklandığını belirleyebilmek için kontrol mutlaka gereklidir. konukçu (İng. host) Parazitin bulunduğu canlı. konveksiyon (İng. convection) Isı enerjisinin karışma ya da türbülansla iletilmesi şekli. konveksiyon olayı (İng. convection) Gölün alt ve üst sularının yılda iki defa yer değiştirmesi olayı. konvergens (İng. convergence) Denizlerde çeşitli nedenlerden dolayı yoğunluğu artan yüzey sularının dibe doğru akış olayıdır. kopulasyon (İng. copulation) 1. Eşeysel birleşme; sperma hücrelerinin birinden ötekine iletilmesi sırasında iki hayvanın fiziksel birleşme faaliyeti. 2. İç döllenme yapan balık türlerinin erkeklerinde spermin taşındığı organ. korakoid bone (İng. coracoid bone) Omuz kemeri kemiği. koralin (İng. coralline) Mercana benzer. koralit (İng. corallite) Mercanın tek polipi. koralivor (İng. corralivore) Mercan tüketen hayvan. korda (İng. chorda) 1. Kordon; kiriş; iplik. 2. Omurgayı oluşturan ilkin iç iskelet (Sırt ipi). dorsalis (Lat. chorda dorsalis) İlkel balıkların embriyonik dönemlerinde omuriliğin geçtiği borunun ventralinde uzanan çubuk biçimindeki oluşum. Sırt ipliği. kordalılar (Lat. Chordata, İng. chordates) Sölomları iyi gelişmiş çok hücreli hayvanlar topluluğu. korelasyon (İng. correlation) Bağlılaşım. korelasyon bağlantı (İng. correlation) Canlının kendisi ile uyaran arasında ilişki kurması. koriyolis etkisi (İng. coriolis effect) Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden dolayı, hakim rüzgar ve akıntıların, kuzey yarımkürede sağa, güney yarımkürede sola sapması. koriyolis kuvveti (İng. coriolis force) Dünyanın dönmesinden oluşan kuvvet olup, Kuzey Yarım Küresinde hareketi sağa, Güney Yarım Küresinde sola doğru saptırır. kormidium (İng. cormidium) Sölenterlerden Sifonoforlarda değişik polip formlarının bir araya toplanması. Her kormidium miğfer şeklinde bir örtü bireyi ve tentaküllü bir besin bireyi ile bir ya da daha çok gonofordan oluşmuştur. kornea (İng. cornea) Gözün en dışta bulunan sert tabakasının yaklaşık 1/6'sını oluşturan ön bölgesi, saydam tabaka. koroloji (İng. chorology) Canlı varlıkların topoğrafik ve coğrafik dağılışlarını inceleyen biyocoğrafya dalıdır. korona (İng. corona) Rotiferlerin baş kısmında bulunan hareket etmelerine ve besin alımında kullanılan killi kısım. kovper bezleri (İng. cowper glands) Seminal sıvının oluşturduğu bezlerden biri. krossing-over (İng. crossing-over) Eşey ana hücrelerinde gerçekleşen mayoz bölünmenin profaz I safhasında oluşan tetratların kromatitleri arasındaki parça değişimi. koroner damarlar (İng. coronary vessels) Kalbi besleyen ince atardamarlar. korpus (İng. corpus) Vücut, gövde. korrosyon (İng. corrosion) Deniz suyu içinde bulunan metalik yapıda bir maddenin fiziksel, kimyasal, biyolojik faktörlerin etkisi sonucu aşınması olayı. korteks (İng. cortex) 1. Beyin ve adrenal bez gibi organların dış tabakası. 2. Bir organın dış tabakası; bitkilerde epidermisin altındaki doku.c. Epidermisin altında çoğunlukla çok korda tabakalı olan ve iletim doku demetleri bulunmayan dokular. c. kabuk. koryon (İng. chorion) Yumurtayı örten kabuk. koryum (İng. corium) Alt deri. kosta (İng. costa) Kaburga. kotil (İng. cotyle) Emeç, vantuz. kotiledon (İng. cotyledon) Bir tohum yaprağı, bir bitki embriyosunun besini parçalayan ve biriktiren kısmı. Çenek yaprak. kovalent bağ (İng. covalent bonds) Bir ya da daha çok elektronun ortaklaşa kullanılmasını gerektiren kimyasal bağ. koy (İng. bay) Denizin, gölün küçük girintiler biçiminde karaya doğru sokulduğu yer. kozmik (İng. cosmic) Yıldızlar arası, uzaylarla ilgili olan. kozmik ışınlar (İng. cosmic rays) Uzaydan gelen alfa, beta ve gamma ışınları. Bu ışınlar yeryüzünü etkileyen karmaşık bir radyasyon ( ışıma ) sistemi oluşturur. kozmik madde (İng. cosmic substance) Evreni meydana getiren madde. kozmin (İng. cosmine) İnce kan damarları taşıyan bir pul tabakası. kozmopolit türler (İng. cosmopolite species) Dünyaya geniş olarak yayılmış türler. kozmoyit pullar (İng. cosmoid scale) Sarcopterygii (et yüzgeçliler)’de bulunan pul tipi. kök ayaklılar (Lat. Rhizopoda, İng. rhizopods) Kök biçiminde, yalancı ayaklar denilen protoplazma uzantılarıyla hareketlenen, besinlerini bulan, amipleri,günsüleri, deliklileri ve ışınlıları içine alan tek hücrelilerden bir sınıf. kök basıncı (İng. root pressure) Bitki köklerindeki özsuyun pozitif basıncı; özsuyun toprakta bulunan suya göre hipertonik oluşu nedeniyle ortaya çıkar. kökçük (İng. rhizoid) Kara yosunlarında olduğu gibi, ilkel bitkilerde bulunan, tek ya da çok hücreden oluşmuş, kök görevini yapan basit yapılar. Rizoit. köpek balığı (Lat. Mustelus mustelus, İng. Smoothhound) Köpek balıklarından gövdesi mekik biçiminde, burun kısmı sivri, solungaç yarıkları boynun iki yanında bulunan, kıkırdaklı, yırtıcı balıklar. köpekbalıkları (Lat. Selachii) Chondrichthyes sınıfının Elasmobranchii altsınıfından bir takımdır. Köpekbalıkları kural olarak kuvvetli bir kuyruğa ve torpido şeklinde vücuda sahiptirler. körfez (İng. gulf) Denizlerin kara içerisinde oluşturdukları geniş girintilerdir. kranyum (İng. cranium) Kafatası. Kafa. krater (volkanik) gölleri (İng. crater lakes) Aktivitesini yitirmiş yanardağların krater çukurlarında oluşan derin ve çanak şekilli göllerdir. Nemrut Gölü Türkiye'nin en büyük krater gölüdür. krenon (İng. krenon) Akarsularda kaynakların bulunduğu kesimdir. Bu bölgelerde farklı tip kaynaklardan çıkan sular arazilerin eğimi boyunca akarlar. Zaman zaman şelaleleri oluştururlar. krenoplankton (İng. krenoplankton) Kaynak veya kuyu sularında yaşayan plankton. kribriform (İng. cribroform) Elek veya kalbur biçiminde. Eleksi. krill (İng. krill) Eklembacaklıların Euphousiacea takımına ait karidese benzer pelajik organizmalardır. Balinaların başlıca besinini oluştururlar. krinotoksin (İng. crinotoxin) Zehirli bir materyalin bir organizmanın dış yüzeyine gizlenmesi. krinoyit (İng. Crinoidea, İng. crinoids) Crinoidea sınıfından olan derisidikenlilerdir. Genellikle ciçek şeklinde görülen sesil organizmalar olup denizlaleleri ve denizzambakları olarak adlandırılırlar. kripta (İng. crypt) Çöküntü. Çukurcuk. Geçit kriptik (İng. cryptic) Gizlemek. kriptofauna (İng. cryptofauna) Mercan resiflerinin üzerinde veya içerisinde yaşayan hayvan. kriyoplankton (İng. cryoplankton) Buzda ve karda yaşayan organizmalardır. kriyosfer (İng. cryosphere) Yeryüzündeki kar ve buz çökeltilerinin bütünü. kromatik (İng. chromatic) Renkle ilgili. kromatin (İng. chromatin) Hücre çekirdeğinin boyanabilen kısmı, çekirdek içinde ağ görünümünde olup DNA ve protein bileşimindedir. kromatit (İng. chromatid) Tek bir kromozom ipliği. kromatofor (İng. chromatophore) Epidermisin alt tabakasında olduğu gibi pigment hücresi ya da renk oluşturan plastid. Bazı bakterilerde klorofil içeren tanecik. kromomer (İng. chromomere) Kromozomu oluşturan teşbih tanesi gibi tanecik dizisi. kromonema (İng. chromonema) Kromozomların anafaz ve telofaz evresinde zikzak ve kıvrımlı bir durum alması. kromoplast (İng. chromoplast) Bitkilerde sarı, kımızı, turuncu renkli pigmentleri taşıyan plastidler. kromoplazma (İng. chromoplasm) Bir mavi ve ya yeşil alg hücresinin dış kısmındaki çevresel plazma. kromatografi (İng. chromatography) Ortamda adsorbsiyonla maddeleri ayırma işlemi. kromozom (İng. chromosome) Hücre çekirdeği içindeki kalıtsal madde, genleri içeren iplik ya da çubuk biçimindeki yapılar. kronik (İng. chronic) Bir hastalığın uzun süre devam etmesi halidir. Uzun süreli. kronik zehirlilik (İng. chronic toxicity) Etkisi uzun sürede ortaya çıkan zehirliliktir. krosingover (İng. crossingover) Mayoz sırasında homolog kromozomların sinapsları oluşturması ve bazı kısımlarını karşılıklı olarak değiştirme olayı. kriyophlora (İng. cryophlora) Kar ve buzlarla kaplı bölgelerdeki alg türü. kuvier tüpleri (İng. cuvier canal) Denizhıyarlarının bazı türleri uyarıldığında ya da kendini tehlikede hissettiğinde, anüs tehlikeye karşı çevrilir ve vücut duvarının kasılmasıyla bu tüpler kloaktan dışarıya fırlatılır. Deniz suyu ile temas ettiğinde bu tüpler yapışkan bir hal alır ve düşmanı sararak hareketine engel olur. ksantofil (İng. xanthophyll) Yeşil yapraklarda, otlarda ve öteki bitkisel maddelerde karotinle birlikte bulunan sarı renkli pigment. ksantofor (İng. xanthophore) Sarı kromotofor. kserofit (İng. xerophyte) Kurakçıl bitkiler; çok az su içeren topraklarda yaşamaya uyum gösteren yuka ve kaktüsler gibi bitkiler. kseroterm (İng. xerothermic) Sıcak ve kurak iklimde gelişen bitkiler. ksilem (İng. xylem) Bitkilerde su ve mineral taşınmasından sorumlu olan borular, odun boruları. Trakeofitlerde su ve suda çözünen tuzları ileten doku; trake ve trakeitlerden oluşur; aynı zamanda bitkiye mekanik desteklik sağlar. ktenidiyum (İng. ctenidium) Akuatik Mollusca’ların solunum yüzeyi ya da tarak solungacı. ktenoforlar (Lat. Ctenophora) Vücudu jel biçiminde bir kümeyi saran iki tabakalı hücreden ibaret olan deniz hayvanları (taraklı medüzler); dış yüzünde tarağa benzeyen biçimde sekiz kirpik sırası vardır, hayvan suda bunlarla hareket eder. ktenoyit pul (İng. ctenoid scale) 1. Deri dışında kalan bölümü taraklı olan yuvarlak şekilli pul. Taraklı pul. 2. En son oluşmuş olan yaş halkasının arka kenarı tarak şeklinde olan ve Teleost balıklarında bulunan pul tipi. kuantum (İng. quantum) Işınım enerji birimi; elektrik yükü yoktur ve çok az kütlesi vardır; bir kuantum enerjisi radyasyonun dalga boyunun ters bir fonksiyonudur. kullanılabilir besin (İng. available nutrient) Büyüme için özümlenebilecek durumdaki besleyici eleman yada bileşik miktarı. kullanılabilir su (İng. available water) Aşırı mineral ya da tuz yoğunluğu taşımayan, insan, hayvan yada bakterilerle ilgili zararlı madde birikimi içermeyen, insanların tüketmesine elverişli su. kum (İng. sand) Çap büyüklüğü 0.002 ile 2 mm arasındaki sediment. kum balığıgiller (Lat. Ammodytidae) Kemikli balıklılar takımının kefaller alt takımına giren bir familya. kum filtresi (İng. sand filter) Atık suda askıda bulunan maddeyi süzmeye yarayan kum dolu yatak. kupes (Lat. Boops boops, İng. bouge) İzmaritgillerden ılıman denizlerde yaşayan bir balık. kuprifuj (İng. cuprifuge) Bakır bakımından zengin topraklarda yaşama yeteneğinde olmayan bitkisel formlar. kuprofit (İng. cuprophyte) Bakırca zengin ortamlarda gelişen fanerogam formlar. kupula (İng. cupule) Fındık tipi meyveyi taşıyan, kadehe benzer yapı. kurakçıl bitki (İng. xerophyte, xerophytic plant) Kurak koşullarda yaşayabilen bitki. kurdele balığı (Lat. Cepola macrophthalma, İng. Red bandfish) Kurdele balığıgillerden, uzun, yassı vücutlu, pulları çok küçük, kuyruk yüzgeci ipliğe benzeyen, kemikli bir Akdeniz balığı, flandra balığı. kurdele balığıgiller (Lat. Cepolidae) Örnek hayvanı kurdele balığı olan balılar familyası. kursak (İng. crop) Kuşlarda, boğazda kese şeklinde genişlemiş ve besin depo edilen bölge. kurşun (İng. lead) Biriken bir zehir olup küçük bir miktarları bile ciddi hastalıklara yada ölümlere yol açan, doğal çevrede bulunan inorganik bir eleman. Bilinen en eski su kirleticilerinden biridir ve kurşun boruları su dağıtım şebekesinde kullanılmaları sonucu oluşur. Havada bulunan kurşunun büyük bölümü benzine katkı maddesi olarak konan tetraetil kurşun bileşiğinden kaynaklanmaktadır. kurum (İng. soot) Kısmi yanmadan oluşan ince karbon parçacıkları ya da yüksek karbon içeriğine sahip parçacıklar. kutikula (İng. cuticula) Yaprakların, böceklerin, vs.nin dış yüzeyinde çoğunluk mumla örtülü bir tabaka. kutikül (İng. cuticle) Bitki ve hayvanların genellikle eksternal olan dış deri veya deri zarı. kutis (İng. cutis) Epidermis ve dermiş tabakalarından oluşan deri. kutup hücresi (İng. pole cell) Hemen hemen nükleustan başka birşey içermeyen küçük hücre; oogenezis sırasında oluşur ve yumurtanın animal kutbunda küçük bir nokta şeklinde görünür. kutuplayıcı mikroskop (İng. polarized microscope) Kutuplayıcı malzemeler içeren bir mikroskop türü. Bunlar normal ışığı kutuplanmış (yalnızca tek bir düzlemdeki) ışığa dönüştürür. Kutuplayıcı mikroskoplar mineral kristallerini incelemek için kullanılır. küçük gelgit (İng. neap tide) Ay ve Güneş'in konumları dik açı oluşturduğunda meydana gelen çok alçak gelgit genliği. küçük kedibalığı (Lat. Scyliorhinus canicula, İng. Small-spotted catshark) Chondrichthyes sınıfının Scyliorhinidae familyasından, 70 cm kadar uzunlukta, vücutları kırmızımsı gri, çok sayıda küçük kahverengi benekleri olan, genellikle 15 m en fazla 100 m derinliklerde yaşaryaa bir tür. küf (İng. mold) Pamuk ya da post şeklinde büyüme gösteren birçok mantardan herhangi biri. kül (İng. ash) Yanan maddelerin bıraktığı kalıntı. kültür bitkileri (İng. cultivated plants) İnsan eliyle yetiştirilen bitkiler. kümeleşme (İng. patchiness, clustering) Fitoplanktonik organizmalarla küçük zooplankterlerin, küçük veya büyük boyutlarda yerel dağılım göstermeleri. küresel ısınma (İng. global warming) Karbon dioksit gibi gazların tuttukları ısı sonucu Dünya'nın sıcaklığında meydana gelen artış. kütin (İng. cutin) Yaprak yüzeyinde su kaybını önleyen mumsu, su geçirmez madde. -Llabirent organı (İng. labyrinth organ) Cennet balıklarının başlarının her iki yanında bulunan organ. labyum (İng. labium) alt dudak. lacinia mobilis (İng. lacinia mobilis) Kabuklulardan Peracarida’larda mandibulanın arkasında beslenmede görev alan küçük, hareketli bir plaka. lagün (İng. lagoon) Denizle yarı bağıntılı kıyısal gölcükler. Sahil baraj gölleri. Dalyan. lahoz (Lat. Epinephelus aeneus, İng. White grouper) Hanigillerden, Akdeniz ve Ege’de yaşayan lezzetli bir balık, kaya hanisi. lakerda (İng. lacerda) Parça halinde tuzlanmış palamut balıklarına verilen ad. laktik asit (İng. lactic acid) Hayvanlarda ve bazı mikroorganizmalarda üretilen fermentasyonla üç karbonlu organik asit. laktoz (İng. lactose) Sütte bulunan ve sütün buharlaşmasıyla kristal halde toplanan bir disakkarit. Süt şekeri. lakün (İng. lacuna) Oyuk, oluk, delik. Kemik ve kıkırdak gözelerin yerleştikleri oyuk. lam (İng. microscope slide) Mikroskopta incelenecek maddelerin üzerine konulduğu dar, uzun cam parçası. lamel (İng. lamella) 1. Mikroskopta yapılan incelemede bazen lamların üstüne kapatılan dört köşe, küçük ve ince cam parçası. 2. İnce tabak benzeri yapı. Hücreler arasındaki zarda oldukça serttir. lamina (İng. lamina) Kat, tabaka, levha, yaprak. lamina branşialis (İng. lamina branchialis) Solungaç yaprağı. laminar akış (İng. laminar flow) Akış çizgileri bir birini kesmeyen su akıntılarıdır. laminarin (İng. laminarin) Esmer denizyosunlarında % 0,5-33 düzeyinde bulunan, kara bitkilerindeki nişastanın yerini alan bir karbonhidrattır. lamizel (İng. lamizel) Sodyum alginat ile kalsiyum alginatın karışımından elde edilen ve iştah açıcı özelliğiyle gıda sanayinde kullanılan bir madde. lanset (İng. lancet) Bıçak benzeri küçük gereç. İşlemce sırasında yumuşak dokuları kesmede kullanılır. lapillus (İng. lapillus) Balıkların iç kulaklarında bulunan üç kemikçikten birisi. lapina (Lat. Labrus bergylta, İng. Ballan wrasse) Lapinagillerden, kayalık kıyılarda, sığ sularda yaşayan 25-30 cm uzunluğunda, kırmızı benekli, mavi veya yeşil balık. Kikla. lapinagiller (İng. Labridae) Kemikli balıklar takımına giren bir familya. larva (İng. larvae) 1. Bir hayvanın hayat devresinde ana babaya benzemeyen çok genç evre. 2. Olgunlaşmamış yavru. 3. Türünden farklı yapıda olan, gelişme durumuna göre ağız, sindirim organları, anüs, solungaç ve hava keseleri gibi önemli organlarından bazıları bulunmayan, besin kesesinden beslenen ve gelişerek balık yavrusuna dönüşecek olan organizmadır. latent eritme ısısı (İng. latent melting heat) Suyun temparatürünü hiç değiştirmeden katı halden sıvı hale dönüştürmeye yarayan ısı. lateral (İng. lateral) Kenara ait, yan. laurer kanalı (İng. Laurer’s canal) Yassısolungaçlardan Digenea’larda yumurta kanalı ve yumurta sarısının birleştiği yerden vücut yüzeyinin dorsaline açılan bir kanal. lav set gölleri (İng. lava lakes) Aktif haldeki yanardağlardan çıkan lavların bir vadiye akıp set oluşturmaları sonucu oluşan göller. lekeliuyuşturan balığı (Lat. Torpedo marmorata, İng. Marbled electric ray) Uyuşturan balığğıgillerden, boyları 1 m'ye ulaşabilen, başları basık ve dış hatları ile yuvarlak ve doğurarak üreyen bir balık (Uyuşturan balığı, Lekelielektrik balığı). lenf (İng. lymph) Lenf damaları içerisinde dolaşan, kan plazması ve lenf proteinlerinden oluşan dolaşım sıvısı, akkan. lenfatik sistem (İng. lymphatic system) Omurgalılarda vücuda yayılmış, kan dolaşım sisteminin uçlarına bağlı ince kılcal ağ. lenfosit (İng. lymphocyte) Yabancı bir antijenin varlığına tepki gösteren beyaz bir kan hücresi. lentik (İng. lentic) Göl, havuz, bataklık gibi kirliliğe maruz durgun sular. lentisel (İng. lenticel) 1. Epidermisi parçalayarak gövdede gözenekli şişlikleri oluşturan ve gaz alışverişini kolaylaştıran hücre kümesi. 2. Kovucuk. Mantar özüne dönüşmüş gövde kısımlarında havanın girip çıkmasını sağlayan aralıklar. lepidosiren (Lat. Dipnoi) Güney Amerika ciğerli balığı. leptomedüz (Lat. leptomedusae) Serbest yüzen tekalı medüzler. leptosefalus (İng. leptocephalus) Yılan balığı larvası. leptoten (İng. leptotene) Mayoz bölünme profazında görülen ve kromatin maddesinin ince iplikler halinde ortaya çıktığı erken evre. letal (İng. lethal) Ölüme yol açan ya da ölüme sebep olmak için yeterli olan. levha (İng. plate) Dünya'nın litosferini oluşturan dev bloklardan her biri. Levhalar, büyük yap-boz parçaları gibi birbirine uyumludur. levrek (Lat. Dicentrarchus labrax, İng. European seabass) Levrekgillerden, eti beyaz, üzeri pullu iri bir balık. levrekgiller (Lat. Percidae) Kemikli balıklardan bir bölümü tatlı sularda yaşayan, yüzgeçleri dikenli bir familya. leydig bezi (İng. leydig gland) Erkek köpek balıklarında spermanın biriktirdiği kese ile böbrekler arasında bulunan ve özel sıvı salgılayan bez. lezyon (İng. lesion) Patolojik değişim gösteren doku bölgesi. lif (İng. fiber, filament) Tel, çok ince parça. ligament (İng. ligamentum) Bir eklemde iki kemiği bağlayan bir bağ doku tipi. ligaz (İng. ligase) Enerji kullanılarak substrat moleküllerinin birbirine bağlanması reaksiyonlarını katalizleyen enzim. lignin (İng. lignin) 1. Bitkide kök ve gövdenin sert ve odunlu yapısını oluşturan madde. 2. Selülozu sertleştirerek daha kırılgan hale getiren bir organik bileşik. liken (İng. lichen) Kayalarda ve ağaçlarda oluşan, sülfürdioksit gibi kirletici maddelerin varlığını gösteren, alg ve mantarlardan oluşan simbiyotik bitki topluluğu. limikol (İng. limicolous) Çamur substratumda yaşayan bentik formlardır. limnobiyoloji (İng. limnobiology) Göllerin biyoloji bakımından incelenmesi. limnobiyoz (İng. limnobios) Tatlı sularda yaşayan hayvansal ve bitkisel organizmaların tümü. limnodrom balık (İng. limnodromous fish) Göl, gölet, baraj gibi iç suların durgun olanlarında yaşamlarını sürdürüp üreme için nehirlere göç eden balıklar. limnofit (İng. limnophyte) Göllerde dip çamuruna kökleriyle tutunan ve vejetatif organları tümüyle suya gömülü ya da su yüzünde bulunan bitki. limnokren (İng. limnocrene) Tektonik olaylar sonucu oluşan çatlaklardan çıkan ve önce kaynak çukurunda toplanan ve daha sonra oluşturdukları su yolundan akan kaynaklar. limnoloji (İng. limnology) İç sulardaki biyolojik yaşamı, verimliliği ve bu olaya etki eden doğal faktörleri çeşitli bilimlerim (kimya, fizik, biyoloji, bakteriyoloji, jeoloji gibi) metot ve yöntemlerinden yararlanarak kalitatif ve kantitatif yönden inceleyen bilim dalı. limnoplankton (İng. limnoplankton) Tatlı sularda yaşayan plankton. lindan (İng. lindane) Klorlanmış hidrokarbonlar ailesinden dayanıklı suda çözünmeyen bir tarım ilacı. linea lateral (İng. linea lateralis) Bir sıra delikli pulun yan yana gelmesinden oluşan ve vücudun yan tarafında uzanan boyuna çizgi. lingual dişler (İng. lingual teeth) Bazı karnivor balıklarda çene ve damaklar dışında dil üzerinde bulunan dişler. linkaj (İng. linkage) Aynı kromozomda bulunan bir gen grubunun yavru döllere bir arada aktarılması eğilimi. Bağlantı. linolenik asit (İng. linolenic acid) Alabalıklar için mutlak gerekli esansiyel yağ asididir. lipaz (İngç lipase) Lipidleri (yağları), yağ asitleri ve gliserine parçalayan sindirim enzimi. lipit (İng. lipid) Suda çözünmeyip, ancak eterlerde ve alkolde çözünebilen bir dizi bileşiğin herhangi biri. lipolizis (İng. lipolysis) Yağın erimesi, yağın çözülüp parçalanmasıdır. lipopeksi (İng. lipopexia) Dokularda yağ toplanması, vücudun yağ bağlaması. lipsos (Lat. Scorpaena porcus, İng. Black scorpionfish) İskorpitgillerden Akdeniz ve Atlas okyanusunda yaşayan, yüzgeçlerindeki dikenlerde yaralara sebep olan bir zehir bulunan, 40 cm uzunluğunda eti çok beğenilen bir balık. litoloji (İng. lithology) Taş bilimi. litoral sistem (İng. littoral system) Sahilden 150200 m derinliğe kadar devam eden bentik bölgedir. litoral zon (İng. littoral zone) 1. Köklü bitki örtüsünün ortaya çıktığı, güneş ışığının su tabanına nüfuz edebildiği yüksek düzeyde fotosentez olayına olanak veren kıyı bölgesinde alçak ve yüksek dalga sınırları arasında kalan sığ su bölgesi. 2. Suların en yüksek olduğu düzeyle en alçak olduğu düzey arasında kalan, sürekli olarak suyla örtülü olmayan sahil bölgesi. litosfer (İng. lithosphere) Yeryuvarı kabuğunun katı maddelerden oluşmuş bölümü. Taş küre. litre (İng. liter) Sıvıları ölçmede kullanılan bir desimetre küp hacmindeki ölçü birimi. liyaz (İng. lyase) Substrattan grupların uzaklaştırılmasını, hidrolizden farklı bir mekanizma ile (su molekülü çıkarmadan molekülü yakan enzimler) gerçekleştirerek çift bağların oluşumunu katalizleyen enzim. lizimetre (İng. lysimeter) Buharlaşma sonucu su kaybı oranını ölçen alet. liziz (İng. lysis) Bir hücre ya da başka bir yapının parçalanması ya da çözünmesi olayı. Hücrelerin erimesi olayıdır. lizogenik (İng. lysogenic) Bakterilerin ayrıştırabilen bakteriyofajı taşıma, yani, diğer bakteri hücrelerini parçalama. lizozom (İng. lysosome) Sindirim enzimlerini biriktiren hücre içi bir organel. lob (İng. lobe) 1. Beyin, karaciğer gibi organların parçaları bölümleri. 2. Kuyruk yüzgecinin genellikle birbirine eşit iki parçasının her birine verilen ad. lofofor (İng. lophophore) Tentaküllülerden Ectopracta, Phoronida ve Brachiopoda’larda sillerle donatılmış dokunaçlara sahip beslenmede ve solunumda görev alan silli, tentaküllü ve at nalı şeklindeki çıkıntılı yapılar. lojistik eğri (İng. logistic curve) Bir populasyonun, önce hızlı, sonra yavaş artıp durarak, dengeye erişmesini gösteren, S-biçimli eğri. lokus (İng. locus) Herhangi bir ıranın ortaya çıkmasını sağlayan bir genin kromozom üzerinde bulunduğu özel nokta. longitudinal (İng. longitudinal) Uzunlamasına; boyuna olan. longoz (İng. deep spot) Deniz veya ırmaklarda birdenbire derinleşen yer. Lorenz Ampulleri (İng. Ampulla of Lorenzini) Köpek balıkları ve vatozlarda bulunan sudaki elektirik uyarıların algılanmasını sağlayan organlar. lorika (İng. lorica) Rotiferlerin bir kısmında gövde bölgesine ait kutikulanın kalınlaşarak bir zırh meydana getirmesi. lota (Lat. Lota lota, İng. Burbot) Tatlı sularda yaşayan bir tür gelincik balığı. lökopeni (İng. leucopenia) Kanda akyuvarların normalden az olması. 1mm3 kanda dört binden az olması. lökoplast (İng. leukoblast) Bitki hücrelerinde veya bazı kamçılılarda sitoplazma içinde bulunan ve genellikle nişasta taneciğini oluşturan renksiz plastitler. lökosit (İng. leucocyte) Beyaz kan hücreleri, amip gibi hareket eden ve fagositoz yapabilen renksiz hücreler. Akyuvarlar. lökositoz (İng. leucocytosis) Kanda akyuvarın normalden fazla olması. Bir mm3 kanda on binin üzerinde bulunması. lösemi (İng. leucemia, leukemia) Beyaz kan hücrelerinde görülen kanserlerin genel adı. lunaris (İng. lunar) Ay biçiminde, ay gibi, aysı. lunatus (İng. lunate) Yarım ay biçiminde. lunula (İng. lunula) Hilal biçiminde herhangi bir yapı. lusiferin (İng. luciferine) Biyoluminesens yapabilen bazı organizmalarda bulunan ve lusiferaz enzimiyle etkilendiğinde ışık veren bir madde. lutr (İng. otter) Su samuru. lüfer (Lat. Pomatomus saltatrix, İng. Bluefish) Hanigillerden, eti beyaz, tadı güzel, gövdesi pullu bir balık. lüks (İng. lux) Işıklandırma birimi, bir adım uzaklıktaki standart bir mum tarafından üretilen bir yüzey ışıklandırması. lümen (İng. lümen) 1.Hücre çeperi içinde bulunan hücre boşluğu. 2. Işık, aydınlık, boşluk. lütein (İng. lutein) Folikül hücrelerinde meydana gelen, yumurta sarısına renk veren pigment. -Mmaddenin sakınımı yasası (İng. law of conservation of matter) Bir kimyasal reaksiyonda atomların yeniden meydana gelmediğini ya da ortadan kalkmadığını, fakat sadece tipini değiştirdiğini ifade eden temel fizik yasası. madencilik atıkları (İng. mining wastes) Madencilik çalışmasının sonucunda, bitki örtüsünü ve su kaynaklarını kirletici etkiye sahip materyal, özellikle kaya ve maden artıkları. madrepor (İng. madrepore) Mercanlar sınıfının kalkerli hayvanları içine alan bir takımı. madreporid (İng. madreporite) Denizyıldızları, yılan yıldızları ve denizkalalereleri gibi derisidikenlide bulunan su kanalına deniz suyu geçişi sağlayan kalbur gibi delikli plaka. magma (İng. magma) Dünya'nın içindeki erimiş kayaç. magnezyum yetmezliği (İng. magnesium deficiency) Titremeler ve böbrek tübüllerinde kireçlenme ile belirlenen bir hastalıktır. magri (Lat. Conger conger, İng. European conger) Yılan balığıgillerden Avrupa kıyılarında yaşayan, eti lezzetli büyük bir balık. mahmuzlu camgöz (Lat. Squalus acanthias, İng. Picked dogfish) Chondrichthyes sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Squaloidea alttakımı Squalidae familyasından, 1 m kadar uzunlukta, vücutları koyu renkli, genç bireylerin sırt tarafları beyaz benekli, doğuran, çamurlu zeminlerde sık olarak bulunan ve Akdeniz'de yaşayan bir tür. makrobesinler (İng. macronutrients) Organizmaların nispeten büyük miktarlar halinde yararlandığı karbon, hidrojen, oksijen, azot fosfor, sülfür, potasyum ve kalsiyum gibi mineral besinler. makrofaj (İng. macrophage, macrophaous) Kan dokusundaki monositlerden farklılaşarak oluşan, bağ dokusunda makrofaj, akciğerlerde alveolar makrofaj, merkezi sinir sisteminde mikroglia ve kemik dokusundaki osteoklastlarla aynı olduğu düşünülen, mikroorganizmaları fagosite edip yok eden bağ dokusu hücresi. makroplankton (İng. macro-plankton) 1mm-1cm arasındaki zooplanktonik formlar. makrospor (İng. macrospore) Megaspor. Makrosporangiumlardan meydana gelen büyük ve dişi olarak kabul edilen sporlar. Çiçekli bitkilerde embriyo kesesine özdeştir. makrosporangiyum (İng. macrosporangium) Makrosporları oluşturan yapı. Megasporangiyum da denir. Çiçekli bitkilerde polen kesesine özdeştir. makrosporofil (İng. macrosporophyll) Makrosporangiyumları taşıyan yapı. Makrofil de denir. Çiçekli bitkilerde pistile özdeştir. makrotüketiciler (İng. macroconsumers) Parçacıklar halindeki organik maddelerle heterotrofik beslenme yoluyla enerjilerini sağlayan organizmalar. maksilla (İng. maxilla) Üst çene. maksiller (İng. maxillary) Üst çeneye ait. maxillary dişleri (İng. maxillary teeth) Balıklarda üst çenede bulunan dişler. maksilliped (İng. maxilliped) Kabuklularda ve bazı eklembacaklı hayvanlarda besin alımında görev alan özel ayaklar. Çene ayağı. maksimum müsaade edilen toksik madde konsantrasyonu (İng. maximum permissible toxicant concentration, MATC) Alıcı sularda olabilen toksik atıkların organizmaya henüz tehlike vermeyen boyutlardaki konsantrasyonu. Yalnızca balık toksisite çalışmalarında kullanılabilir. malakoloji (İng. malacology) Zoolojinin Mollusca grubu ile ilgilenen bölümüdür. malleus (İng. malleus) Weber organı bulunan balıklarda, bu organı oluşturan kemiklerden biri. Çekiç. Malpigi borucukları (İng. Malpighian tubes) Böceklerde ve diğer bazı eklembacaklılarda sindirim sistemindeki bir boşaltım salgı çıkıntısı. Malta palamudu (Lat. Naucrates ductor, İng. Pilotfish) Uskumrugillerden, ılık ve sıcak denizlerde yaşayan, üzerinde enlemesine mavi çizgiler bulunan, gri renkli bir balık. mandibula (İng. mandibula) Eklembacaklılarda çift olarak bulunan ve besini parçalamaya yarayan ağız parçası. Alt çene kemiği. mandibuler (İng. mandibular) Alt çeneye ait; alt çene ile ilgili. mandibular dişleri (İng. mandibular teeth) Balıkların alt çenelerinde bulunan dişler. mangrov (İng. mangrove) Tropikal kuşaktaki kıyılarda , çamurda ve bataklıklarda yetişen bir bitki cinsi. mangrov bataklığı (İng. mangrove swamp) Kıyı kenarında ya da bir haliçte mangrov ağaçlarının büyüdüğü tropik, bataklık alan. manan (İng. manan) Bir çok kırmızı yosunlarda oluşan bir karbonhidrattır. mannitol (İng. mannitol) Esmer, denizyosunlarında %2-17 düzeyinde bulunan, kara bitkilerindeki serbest şekerin yerini alan, renksiz, kokusuz bir hekzahidrik alkoldur. mansap (İng. river mouth) Bir ırmağın denize veya başka bir ırmağa döküldüğü veya kavuştuğu yer, ırmak ağzı. mantar (İng. fungus) Mikroskopik yada makroskopik olan parazit, saprfit yada simbiyoz olarak yaşayan, klorofilsiz, zehirli yada zehirsiz olan canlı yapı. manto (İng. mantle) 1. Yumuşakçalarda kabuk maddesini salgılayan bezleri kapsayan, kabuğun içini döşeyen deri katlanmaları. 2. Dünya'nın kabuğuyla çekirdeği arasında kalan yoğun tabaka. manubrium (İng. manubrium) Birçok sölenterlerde ağız diski kenarında bulunan konik şeklindeki yapı. marangoz balığı (Lat. Pristis pristis, İng. Common sawfish) Testere balığı. mareograf (İng. tide recorder) Gel-git miktarını ölçen alettir. margo (İng. margo) Geçit alanı. marikültür (İng. mariculture) Acısu ve denizel ortamdaki yetiştiricilik. MARPOL (İng. The International Convention for the Prevention of Pollution from Ships, MARPOL) Deniz kirliliği sözleşmesi. Marpolmon (İng. Marine Pollution Monitoring Programme) Deniz kirliliğini izleme programı. maruz kalma (İng. exposure) Organizma ile kimyasal maddelerin temasta bulunması. mast hücresi (İng. mast cell) Bağışıklık tepkisinin bir parçası olarak histamin ve diğer lokal kimyasal aracılar için özelleşmiş olan hücreler. mastaks (İng. mastax) Rotifera şubesinde yer alan hayvanlardaki yapılardan olup kaslı bir farinkstir. Bunun dişli olan yapısına da trofi denir. mastikasyon (İng. mastication) Besinin küçük parçalara ayrılması için çiğnenmesi. Çiğneme. matriks (İng. matrix) 1. İçerisinde bazı şeylerin gömülü olduğu bir kütle. 2. İçinde biyolojik olayların oluştuğu cansız, sıvı ortam. 3. Bağ dokusu hücreleri tarafından salınan ve onların etrafını çeviren cansız madde; genellikle kalın ve ağ şeklinde örülmüş mikroskobik liflerden yapılmıştır. mavi köpekbalığı (Lat. Prionace glauca, İng. Blue shark) Chondrichthyes sınıfının Carchariidae familyasından, gözleri, göğüs ve karınyüzgeçleri mavi, baş sivrilmiş, çeneleri üçgen dişlere sahip, 2-3 m kadar uzunlukta, erkek ve dişi eşey hücrelerini meydana getiren organları pamuk gibi beyaz, insanlar için çok tehlikeli, Akdeniz'de bulunan bir tür. Pamukbalıkları. maya (İng. yeast) Ekmek mayalanmasında kullanılan canlı yada ölü, tek hücreli mantar yada bakteriler. maymun balığı (Lat. Squatina squatina, İng. Angelshark) Yuvarlak başlı bir cins köpek balığı. mayoz bölünme (İng. meiosis) Eşey organlarında eşey hücrelerinin oluşması sırasında diploit ya da somatik kromozom sayısının yarıya indiği ve dört haploit hücrenin oluştuğu hücre bölünmesi. Redüksiyon bölünme. İndirgenme bölünmesi. meckel kıkırdağı (İng. meckel’s cartilage) Çeneli omurgalıların embriyo ve olgun Elasmobranch'ların alt çenelerinde bulunan çubuk şeklindeki kıkırdak. mecra (İng. drain, channel) Yatak, akak, su yolu. medulla (İng. medulla) Özellikle flamentli alglerde gövdenin merkezi veya iç bölgesidir. medüz (İng. jell fish) Bazı sölenterlerin hayat devrelerinde serbest yüzen, şemsiye şeklinde bir form. Deniz anası. megagametofit (İng. megagamete) Heterosporlu bitkilerde dişi gametofit. megaspor (İng. megaspor) Bazı deniz bitkilerinin üreme bölgelerinde meydana gelen, büyük sporlara verilen genel ad. Sporangiyum. meiobentoz (İng. meiobenthos) Büyüklüğü 0.5 mm ile 62 θm arasında olan bentik organizmalar olup genellikle interstitial fauna ile sinonimdir. Meiofauna. mekanoreseptör (İng. mechanoreceptor) Dokunma, basınç işitme ve denge gibi mekanik uyartıları algılayan bir duyu hücresi ya da duyu organı. melanin (İng. melanine) Kahverengi, siyah rengi veren pigment. melanofor (İng. melanophore) Siyah pigment hücresi; siyah pigment taşıyan kromotofor. melatonin (İng. melatonine) Epifiz bezinin salgılanan renk verme aktivitesi sağlayan hormon. melez (İng. hybrid, crossbreed) Herhangi bir karakter yönünden farklı iki arı dölün çaprazlanması sonucu oluşan heterozigot döl. melez gücü (İng. heterosis) Birbiriyle ilgisi olmayan soylardan gelen ve genetik bakımdan farklı olan fertlerin birleşmesi sonunda yavru meydana gelmesi ve bu yavruların yaşamak için atalarından daha iyi uyum göstermesi. melezleme (İng. hybridization, inbreeding, crossbreeding) Genellikle ıslah çalışmalarında kullanılan, iki hayvan ( ya da bitki) çeşidinin çiftleştirilmesiyle ortaya yeni bir çeşidin ya da soyun çıkartılması işlemi; çaprazlama. membran (İng. membrane) Hücreleri ve organelleri kuşatan, başlıca iki fosfolipit tabakasından oluşan bir yapı. membran kanalı (İng. membrane channel) Bir zarda belirli moleküllerin geçebildiği bir delik. memeliler (Lat. Mammalia) Doğurarak üreyen, memeleri olan ,sıcak kanlı, iki akciğerli, yüreğinde dört boşluğu olan, vücutları genellikle tüylerle örtülü omurgalı hayvanlar sınıfı. menderes (İng. meandering water) Bir akarsu yatağının az eğimli koyak tabanlarında ve ova düzlüklerinde çizdiği S harfine benzeyen kıvrım. mentum (İng. mentum) Çene. mercan (Lat. Corallium rubrum) Tropik ve ılık denizlerde yaşayan, geniş resifler oluşturan mercanlar sınıfının örneği olan, kırmızı kalker iskeletli hayvan. mercan polipi (İng. coral polyp) Küçük bir deniz hayvanı. Binlerce yıldır mercan resifleri, ölü. mercan resifi (İng. coral reef) Mercan, kabuklu hayvan ve kalkerli kalıntılarının oluşturduğu yapı. mercek (İng. lens) Gözde ışığın doğru şekilde kırılmaya uğrayarak, ağ tabakaya düşmesini sağlayan yapı. meristem (İng. meristem) Mitoz bölünmeyle başka hücreler yapabilen, sürekli olarak bölünebilme yeteneğine sahip hücrelerin oluşturduğu embriyonik doku. meristem halkası (İng. meristematic ring) Büyüyen bitki ekseninde korteks ile merkezi parenkima dokusu arasında bulunan ve vasküler dokuyu veren meristem dokusu. meristematik doku (İng. meristematic tissue) Mitoz bölünme ile yeni hücrelerin üretiminde iş gören bir bitki dokusu. meristoderm (İng. meristoderm) Alg gövdelerindeki hücrelerin dış tabakası. merkezi sinir sistemi (İng. central nervous system, CNS) Inter nöronları içeren ve sinir sisteminin geri kalan kısmı üzerinde kontrol sağlayan sinir sisteminin bir bölümü. merlanos (Lat. Gaidropsarus mediterraneus, İng. Shore rockling) Bir tür mezgit balığı. meroblastik bölünme (İng. meroblastic division) Hücre bölünmesinin, yumurtanın belirli bir kısmında gerçekleşmesi. meroplankton (İng. mero-plankton) Yaşamlarının belirli bir evresinde veya evrelerinde yumurta, larva veya ergin olarak planktonik olan, daha sonraki evrelerinde benthosa inen ve zemine bağlı olan (örn. Mytilus spp.,Obelia spp.) veya serbest yaşayan (örn. bazı dekapod krustaseler) ya da nektonik olan formlar(balıklar) oluşturur. mersin balığı (Lat. Acipenser stellatus, İng. Starry sturgeon) Mersin balığıgillerden, ılık denizlerde, göllerde yaşayan, tatlı sularda yaşayan, yumurtalarından havyar yapılan bir balık. mersin balığıgiller (Lat. Acipenseridae) Örnek hayvanı mersin balığı olan, vücutları parlak pullarla veya kemik düğmeciklerle örtülü, çoğu yumurtlama zamanında iğ biçiminde uzun balıklar familyası. mersin balıkları (Lat. Acipenseriformes) Mersin balığıgiller familyasını içine alan balıklar takımı. mersin morinası (Lat. Huso huso, İng. Beluga) Mersin balığıgillerden, Karadeniz, Hazar denizi ve bu denizlere dökülen ırmaklarda yaşayan, yumurtasından havyar yapılan bir balık. mesajcı RNA (İng. messenger RNA, m RNA) Nükleusta sentez edilip sitoplazmadaki ribozomlara geçen özel bir RNA çeşidi; ribozomlardaki RNA ile birleşir ve bir enzim ya da diğer bazı özel protein sentezleri için kalıp görevi yapar; elçi RNA; haberci RNA. mesane (İng. bladder) Boşaltım sisteminin idrar toplanan torbası. meşcere (İng. stand) Dış görünüm, tür bileşimi, yaş, yapı bakımından tek düzelik gösteren bitki topluluğudur. metabolizma (İng. metabolism) Moleküllerin, enerjinin serbest kalmasını sağlayacak şekilde parçalanması ve karmaşık moleküllerin ve yeni protoplazmanın sentezi dahil, bir hücre içindeki ya da tam tir organizmada tüm kimyasal reaksiyonlar. metafaz (İng. metaphase) Mitoz bölünmede kromozomların ekvator düzleminde sıralandığı ve uzunlamasına ayrılmış gibi görüldüğü, profazı izleyen evre. metafita (Lat. Metaphyta) Bryophyta ve Tracheophyta filumlarına ait ileri bitkiler; sporofit gelişiminde embriyonik evreler bulunur. metagenez (İng. metagenesis) Eşeyli çoğalan bir döl ile eşeysiz çoğalan bir dölün birbirini izlemesi. Döl değişimi. metal alımı (İng. metal uptake) Bir metalin vücuda girmesi. metal birikimi (İng. heavy metal accumulation) Vücuda giren metallerin belli bir zaman diliminde vücutta kalması. metalimniyon (İng. metalimnion) Göllerde yüzeyden derine doğru inildikçe yavaş yavaş azalan sıcaklığın belli bir derinlikten sonra hızlı bir şekilde düşüş gösterdiği tabaka. Bu tabaka sıcaklık atlaması olarak da adlandırılır. metamer (İng. metamere) Segment, bölüt. metamerizm (İng. metamerism) Annelid ve chodatlarda olduğu gibi dizisel segmentlerden yapılmış olma durumu. metamorfoz (İng. metamorphose) Bazı hayvansal organizmaların, embriyo devresinden başlayarak ergin olana kadar geçirdiği evrelere bağlı olarak geçirdiği yapısal değişikliklerdir. Başkalaşım. metan (İng. methane, marsh gas) Bataklık topraklarda, lağım sularında ve ayrıca kömür madenlerinde organik maddenin anaerobik koşullarda ayrışmasından oluşan, genellikle bataklı gazı olarak adlandırılan, doğal, renksiz gaz. Atmosferde yoğunluğunun artması "sera etki"ne katkıda bulunur. metanefridyum (İng. metanefridium) Sölom boşluğuna açılan boşaltım tüpçükleri. metanefroz (İng. metanephros) 1. Omurgalılarda görülen ve ikincil böbreğin arkasından meydana gelen, en gelişmiş böbrek tipi. 2. Protozoa dışında, hücreleri farklılaşarak dokuları oluşturan tüm çok hücrelileri içine alan hayvanlar dünyasının bir bölümü. metasentrik kromozom (İng. metacentric chromosome) Birbirine eşit veya yaklaşık olarak eşit iki koldan meydana gelen 'V' şeklindeki kromozom. Metazoa (Lat. Metazoa) Çok hücreli hayvanlar. meyve (İng. fruit, product) Bir bitkide tohum ve tohumu çevreleyen kısımları içeren olgunlaşmış ovaryum. mezenşim (İng. mesenchyme) 1. Embriyonun gastrula safhasında aktoderm ve endoderm arasında meydana gelen hücre yığını. 2. Embriyonun mezoderm tabakasından gelişen, daha sonra kas ve bağ dokusunu oluşturacak olan farklılaşmamış hücreler. mezgit (Lat. Merlangius merlangus, İng. Whiting) Mezgitgillerden, Avrupa ve Türkiye denizlerinde yaşayan, uzun vücutlu, büyük ağızlı, eti lezzetli bir balık, tavuk balığı. mezgitgiller (Lat. Gadidae) Balıklar sınıfının, kemikli balıklar takımına giren, genellikle tatlı sularda yaşayan bir familya. mezoderm (Lat. mesoderm) 1. Ektoderm ve endoderm arasında bulunan embriyodaki üç germ tabakasından ortadaki. 2. Orta yaprak. Döletsel yaşamda oluşan üç yapraktan ortada olanı. mezonefrostomal Oligoketlerin nefridyumuna ait nefridyum hunisinin üst kenarının birkaç hücreye kadar azalması. mezofil (İng. mesophyllum) Yaprağın iç kısmında bulunan ince çeperli ve kloroplastca zengin hücreler. mezofit (İng. mesophyte) Orta derecedeki nemli iklimde yaşayan kara bitkileri. mezoglea (İng. mesoglea) Süngerlerde epitellerin (ekto ve endo) arasında bağ doku olarak bulunan jelatinimsi saydam bir matriks. mezonefridyum (İng. mesonephridium) Mezodermden gelişen boşaltım organı. mezonefroz (İng. mesonephrose) Omurgalılarda görülen, orta derecede gelişmiş böbrek tipi. mezopelajik zon (İng. mesopelagic zone) Pelajik bölgenin 200-1000 m arasında kalan kısmı. mezoplankton (İng. meso-plankton) Aydınlanmanın yeterli olmadığı oligofotik tabakanın üst kısmında, mesopelajik zonda,50-200 metreler arasında yaşayan planktondur. mezopoz (İng. mesopause) Mezosferin üst kısmı. mezosaprobik (İng. mesosaprobik) Beher cm3’teki bakteri sayısı 1000-1000000 arasında değişen ve bakteriyel kirlilik açısından orta kirli sular olarak tanımlanan sulardır. mezosfer (İng. mesosphere) Meteoritlerin (göktaşlarının) yanıp yok olduğu sanılan, stratosferlerle termosfer arasındaki bölge. mezoterm (İng. mesothermic) Ilıman iklimde gelişen bitkiler. mezotrofik su (İng. mesotrophic water) Tabi olarak oluşan veya besinlerce zenginleşmeyle meydana gelen oligotrofik ve otrofik durumlar arsında olan orta değerli sudur. mezozom (İng. mesosome) Bakterinin üremesi sırasında bakteri zarından kıvrımlar yaparak meydana gelen mitokondri benzeri yapı. midye (Lat. Mytilus) Yassı solungaçlı yumuşakçalardan, kabukları birbirine eşit denizlerin kayalık yerlerinde kümeler durumunda yaşayan eti yenir bir hayvan. mikoloji (İng. mycology) Mantar bilimi. mikolojik (İng. mycologic) Mantarlardan ileri gelen hastalıklar. mikro kirletici (İng. micropollutant, trace pollutant) Bulunduğu ortamda çok düşük konsantrasyonlarda olmasına rağmen, kirletici olarak etkisini kısa veya uzun dönemlerde gösterebilen maddedir. Eser kirletici. mikrofauna (İng. microfauna) Büyüklüğü 0.1 mm’nin altında olan bentik organizma. mikro nefrostomal Oligoketlerin nefridyumuna ait nefridyum hunisinin üst kenarının kaybolması. mikrobesinler (İng. micronutrients) Organizmaların çok küçük miktarlarda yararlandığı mineral besinler. mikrofibril (İng. microfibril) Küçük telcik. mikrofil/mikrosporofil (İng. micropyle) Tohumsuz bitkilerde bir tek damarlı doku şeridi içeren küçük bir yaprak. Mikrosporangiyumları taşıyan yapı. Çiçekli bitkilerde erkek organa, stamene özdeştir. mikrofilament (İng. microflament) Çoğunlukla aktin proteininden oluşan, uzun, ince bir yapı. mikroiklim (İng. microclimate) Küçük bir alandaki yöresel iklim koşulları. mikrometre (İng. micrometer) Çok küçük mesafeleri ölçmeye yarayan bir gereç. Taba mikrometresi, saydam bir film ya da cam üzerine çizilmiş bir ölçekten oluşur.Bir mikrometre,herhangi bir lam gibi,tablanın üzerine yerleştirilir. mikron (İng. micron, µ) Milimetrenin binde biri (1m =1/1000 mm). mikronütrient (İng. micronutrient) Çok düşük miktarda ihtiyaç duyulan besin maddeleri. Mikrobesin. mikroorganizma (İng. microorganism) 1. Özellikle bakteri, virüs ya da protozoa dan uluşan mikroskobik bir organizma gurubuna verilen ad. 2. Biyolojik işleve tabi tutma süreçlerinde, aktif etki maddesi işlevi gören ya da indirgeme faaliyetine katkıda bulunan; sıvı atıklarda bulunan mikroskobik bitkiler ya da hayvanlar. mikrop (İng. microbe) Çok küçük bitki ya da hayvanlar. mikropil (İng. micropyle) Yumurta üzerinde spermanın içine girmesine yarayan açıklık. mikroplankton (İng. micro-plankton) 50-500 µm (20 ile 200 gm) arasındaki hem büyük fitoplanktonik hem de küçük zooplanktonik organizmalar. mikroprotalyum (İng. micro- prothallium) Anteridyumları oluşturan protal. mikrospor (İng. microspor) 1. Bazı deniz bitkilerinde erkek üreme bölgeleri tarafından üretilen küçük eşey hücreleri. 2. Tohumlu bitkilerde üreme organı olan stamenlerde mayoz bölünmeyle meydana gelen erkek üreme hücreleri, çiçektozu. Çiçekli bitkilerdeki polene özdeştir. mikrosporangiyum (İng. microsporangium) Mikrosporları oluşturmak için mayozla bölünen mikrospor ana hücrelerini içeren küçük polen keseleri. mikroterm (İng. microthermic) Düşük sıcaklıklarda yaşayan organizmalar. mikrotom (İng. microtome) Dokuların ve organ parçalarını mikron düzeyinde kesmeye yarayan araç. mikrotübül (İng. microtubule) Ökaryot hücrelerde, hücre iskeletinin yapısına katılan, kamçılı ve sillilerde ise sillerin yapısına katılan, içi boş tüpçükler. mikrovillus (İng. microvillus) Silindirik yada kübik epitel (örtü) hücrelerinin üst yüzeylerinde emme yüzeyini genişletmek için hücrenin sitoplazmasından dışarı doğru yaptığı uzantılardır. miksohalin (İng. mixohaline) Denizlerde tuzluluğu % 0.05- 0.30 arasında değişen bölgelerdir; Salinitesi ‰ 34’ten aşağı olan sulardır. Acı sular. mikso-oligohalin (İng. mixooligohaline) Tuzluluğu ‰ 0.5-5 arasında değişen bölgelerdir. mikso-polihalin (İng. mixopolyhaline) Tuzluluğu ‰ 18-30 arasında değişen bölgelerdir. miksotrof (İng. mixotroph) Klorofil taşıdığı halde, heterotrof olarak da beslenebilen canlılar. miksotrofik (İng. mixotrophic) Fotosentez veya organik besinlerle beslenme. milyarda kısım (İng. one part per billion, ppb) Ağırlıkça çözünen maddenin bir milyar birim çözelti içerisindeki konsantrasyonudur. milyonda kısım (İng. one part per million, ppm) Ağırlıkça çözünen maddenin bir milyon birim çözelti içerisindeki konsantrasyonunu ifade eder. mimikri (İng. mimicry) Bir organizmanın yaşamını sürdürebilmek amacıyla bazı diğer canlı ya da cansız nesnelere benzeyerek yaptığı uyum. Taklit. minakop (Lat. Umbrina cirrosa, İng. Shi drum) Gölge balığı, taş levreği. mineral (İng. mineral) Biyolojide, su hariç, doğal olarak oluşan herhangi bir inorganik madde. mineralizasyon (İng. mineralization) Organik maddelerin karbondioksit, su, hidratlar, oksitler veya mevcut diğer elementlerin mineral tuzlarına parçalanmasıdır. minimum algistatik konsantrasyon (İng. maximum algistatic concentration, MAC-5) Zehirli ortamda 5 günlük etki süresinde alg üremesini durduran minimum konsantrasyondur. minimum yasası (İng. minimum law) Canların yaşayabilmesi için alınması zorunlu olan besin maddelerinin en azından minimum miktarda alınması. mirasidyum (İng. miracidium) Parazitik trematodların ilk larva evresi. misel (İng. mycelium) 1. Mantarlarda, hiflerin bir araya gelmesiyle oluşmuş yapılar. 2. Yağ moleküllerinin, çözünmediği bir sıvı madde içerisine bırakıldığı zaman oluşturduğu küçük partiküller. mist (İng. mist) Herhangi bir buharın kimyasal olarak buharlaşması neticesinde meydana gelen sıvı zerrecikler. mitilikültür (İng. mussel cultere, culture of Mytilus) Midye yetiştiriciliği. mitokondri (İng. mitochondria) Hücrede enerji üretiminden sorumlu olan (oksijenli solunumun gerçekleştiği) elektron taşıma sistemi ve bazı enzimleri içeren yuvarlak ya da uzamış şekildeki hücre içi organelleri. mitoz bölünme (İng. mitotic division) Ökaryot hücrelerin tipik çekirdek bölünmesi. Kopyalanarak sayısı iki katına çıkmış kromozomların profaz, metafaz, anafaz ve telofaz safhalarını geçirdikten sonra bölünerek diploit sayıda kromozom kapsıyan iki oğul çekirdeğe ayrılmaları. Mitozu takiben sitoplazma bölünmesiyle hücre iki oğul hücreye ayrılır. miyelin kılıf (İng. myelin sheath) Sinir hücrelerinde, hücrenin belirli bir bölümü tarafından meydana getirilen ve akson adı verilen uzantıların üzerini kaplayarak koruma ve sinir iletiminde hız sağlayan örtü. miyofibril (İng. myofibril) Sitoplazmada bulunan ince telcikler. miyokard (İng. myocardium) Kalp kası. miyotom (İng. myotome) Kas demeti; kas segmenti. miyozin (İng. myosin) Kas hücrelerinde kasılmayı sağlayan protein yapıdaki kalın iplikler. mod (İng. mod) Frekansı en çok olan değer. Tepe değeri. modifikasyon (İng. modification) Çevre etkileriyle canlıların fenotiplerinde meydana gelen değişiklikler. modulatör (İng. modulator) Işık kaynağından gelen ışığı, alevdeki örneğin atomize olması sonucu ortaya çıkan ısınmadan ayırt edebilmek için kullanılan aygıt. mol (İng. mole) Sayısal olarak maddenin moleküler ağırlığına eşil, ağırlığı gram cinsinden olan madde miktarı. Bir maddenin bir mol maddesinde, o maddeden 6.023x1023 molekül bulunur. Dolayısıyla bir mol madde herhangi bir diğer maddenin molü ile daima aynı sayıda molekül içerir. molariform dişler (İng. molariform teeth) Azı dişi; öğütücü diş. molarite (İng. molarity) Bir litre çözelti içerisinde çözünen maddenin mol sayısına denir. Litresinde 1 mol gram çözünmüş madde bulunan çözeltiye molar çözelti denir. molekül (İng. molecule) Maddenin büyük ölçüde özelliklerine ve yapısına sahip bir bileşimin ya da kovalen bağlarla bağlı bir elementin en küçük parçası. moleküler ağırlık (İng. molecular weigth) Bir molekülün, onu oluşturan atomların atom ağırlıklarının toplamı olarak hesaplanan ağırlığı. molismoloji (İng. molismology) Doğanın kirlenmesiyle ilgilenen bilim koludur. Mollusca (Lat. Mollusca) Yumuşakçalar şubesi. molt (İng. molt) Tüylerini dökme, deri değiştirme. Monera (Lat. Monera) sistematikte bakteri ve maviyeşil alglerin toplandığı alem. Bu alemin içindeki canlılarda zarla çevrilmiş çekirdek ve organeller bulunmaz. moniliformis (İng. moniliformis) Kolye biçiminde. monofiletik (İng. monophyletic) Tek atadan köken almış. monohibrit (İng. monohybrid) Tek karakter bakımından melez. monoik (İng. monoic) Aynı bitki üzerinde hem erkek hem de dişi çiçekleri ya da kozalakları taşıyan bitki. Tek evcikli. monokotiledon (İng. monocotyledon) Angiospermae sınıfının bir alt sınıfı, tek çenek yaprağı olan bitkileri içerir, buğdaygiller, zambak, orkide gibi. monokramotör (İng. monochromator) İlgili elemente ait emisyon hattını (ışın hattını) diğer ışın hatları arasından ayırt edip izole etmeye yarayan parça özellikle moleküler band emisyonlarında kullanılır. Tek renkli ışın kaynağı olarak da yorumlanabilir. monokültür (İng. monoculture) Tek bir türe ait bireylerin geniş bir alanda yetiştirilmesi. monomer (İng. monomer) Büyük moleküllerin hidrolizi sonucu oluşan en küçük yapı birimi. Diğerlerine bağlanarak polimer yapabilen molekül ağırlığı nisbeten küçük bir bileşiğin basit bir molekülü. monomorfoz (İng. monomorphose) Tek tip hayat devresi, ilkel bitkilerin hayat evresi. monoploid (İng. haploid) Tek (n) sayıda kromozoma sahip hücre. monosakkarit (İng. monosaccharide) Genel formülü (CH2O)n olan en basit şeker molekülü. monosit (İng. monocyte) Yuvarlak, iri ve tek çekirdekli kan dokusu gözesi. Güçlü fagositoz ve diapedez yeteneği vardır. monotipik (İng. monotypical) Bir cinsin tek bir türü, ya da bir türün tek bir alttürü olması. monotonus plankton (İng. monotonus plankton) Böyle bir plankton populasyonunda tekdüzelik göze çarpar. Populasyonu oluşturan bireylerin %75’den fazlası aynı türe aittir. morfogenez (İng. morphogenesis) Vücudun bir kısmının ya da özel bir organın şekil, büyüklük ve diğer yapılarının gelişimi. morfoloji (İng. morphology) Organizmaların ya da organizma kısımlarının şekil ve yapısı. morina (Lat. Gadus morhua, İng. Atlantic cod) Mezgitgillerden, Kuzey denizlerinde yaşayan, eti yenilen, karaciğerinden balık yağı çıkarılan bir balık. mortalite (İng. mortality) Bir populasyonun birim zaman içinde ölen birey sayısı. Ölüm oranı. motile (İng. motile) Kendiliğinden hareket edebilen. motivasyon (İng. motivation) Bir hayvanın davranışının doğrudan nedeni olan içsel bir durum. motor birim (İng. motor unit) Bütün iskelet kası liflerinin tek bir motor nöron tarafından uyarılması. mozaik gelişim (İng. mosaic development) Embriyoya ait hücrelerin her birinin, vücudun farklı bir bölgesini meydana getirmek üzere belirlendiği gelişim tipi. Bu gelişim tipini gösteren canlılarda, embriyodan ayrılan herhangi bir parça, kendi başına tam bir birey olarak gelişemez. mukosit (İng. mucositis) Mukus salgılayan göze. Salgı bezlerinde mükoz son kısımları yapan gözelerden her biri. mukoza (İng. mucous membrane) Sindirim borusu, soluk borusu gibi iç organların iç yüzeyini örten ve mukus sıvısı salgılayan ince tabaka. Mukoz zar, örneğin sindirim kanalını örten zar. mukus (İng. mucous) Mukozada yer alan mukus hücreleri tarafından salgılanan kaygan, sümüksü koruyucu sıvı. multipi aleller (İng. multiple allels) Tek bir lokusun farklı fenotipleri oluşturan üç ya da daha fazla seçenek durumu. multipotent (İng. multipotent) Birden fazla farklı hücre veya doku tipine farklılaşabilme yeteneğine sahip olan. Hidralarda “interstitial hücreler" ve omurgalı embriyolarında “kök hücreler", multipotent karakterdedir. mum (İng. wax) Yağ asitlerinin gliserolden başka alkollerle yaptıkları esterler. Muraena (Lat. Muraena) Yılan balığına benzeyen, çok yırtıcı, sıcak denizlerde yaşayan, göğüs yüzgeci olmayan, eti beğenilen bir deniz balığı. musilaj (İng. mucilage) Alg hücrelerinde bulunan yapışkan, jelatin örtü. Yapışkan ve az akışkan karakterli polimerler. muskularis (İng. muscularis) Kaslı, kasa ait. mutajen (İng. mutagen) Canlı organizmalarda genetik değişikliğe sebep olabilen maddedir. mutant (İng. mutant) DNA’sında değişiklik (mutasyon) meydana gelmiş olan canlı. mutasyon (İng. mutation) Bir canlının kalıtım özelliklerinde meydana gelen birdenbire ve kendiliğinden değişmeler. muton (İng. muton) Değişince organizmanın bir mutantının meydana gelmesine neden olan kromozomun en küçük parçası. mutualizm (İng. mutualism) Ayrı ayrı yaşayamayan, beraber olmaktan yararlanan farklı türden iki organizmanın oluşturduğu birlik. mürein (İng. murein) Bakterilerin hücre duvarında bulunan yapısal bir peptidoglikan. mürekkep balığı (Lat. Sepia officinalis, İng. Cuttlefish) Kafadan bacaklılardan, sıcak ve ılıman denizlerde yaşayan, eti yenen, korunmak için siyah renkte bir sıvı salarak suyu bulandıran bir yumuşakça, supya. Mytilacea (Lat. Mytilacea) Midyeler. Mytilus (Lat. Mytilus) Midye. Myxinoidea (Lat. Myxinoidea) Kaygan yuvarlakağızlılar takımı. -Nnacreous (İng. nacreous) Bazı Bivalvia kabuklarının iç yüzeyinin gökkuşağı renklerine sahip tabaksı. nacreus tabaka (İng. nacreous layer) Bir yumuşakça kabuğunun en içteki tabakası olup kalsiyum karbonatın modifikasyonundan oluşmuştur. Prizmotik tabakadan farklıdır. nanizm (İng. dwarfism) Aynı türe ait bireylerin sıcaklığın artışına paralel olarak boylarının küçülmesidir. Cücelik. nanoplankton (İng. nano-plankton) 5-50 µm (2 ile 20 gm) arasında olan organizmalar. nansen şişesi (İng. nansen bottle) 1. Oşinografik çalışmalarda istenilen derinlikten su örneği almaya yarayan alettir. 2. Fitoplanktonun kantitatif değerlendirmelerinin yapıldığı kapalı su kapları. nasti (İng. nasty, nastic movement) Bitkinin, uyaranın cinsine göre yaptığı fakat uyaranın yönüne bağlı olmayan davranışlar. nauplis (İng. nauplis) Kabukluların ilk larval evresi. Bu evrede ovoid şeklinde, segmentsiz olup uzantı (çıkıntıları) üç çifttir. nazal boşluk (İng. nasal cavity) Burun boşluğu. nazalis (İng. nasalis) Buruna ait, burun ile ilgili. nebat (İng. herb, plant) Bitki. nebatat (İng. botanic, greenery) Bitkiler. nefridiopor (İng. nephridiopore) Omurgasızların boşaltım organları olan nefridyumların vücut dışına açıldıkları açıklık. nefridyum (İng. nephridium) Yer solucanı ve diğer annelidlerde bulunan boşaltım organı, silli bir huni bir boru ile bitişiğindeki anteriyor solom boşluğuna uzanır ve buradan bir delikle vücut dışına açılır. nefrit (İng. nephrite) Böbreklerdeki nefronların iltihaplanması sonucu oluşan hastalık. nefromiksiyum (İng. nephromixium) Birçok poliketlerde eşeysel bezlerin ve salgı organlarının ürünlerini aynı gözenekten (perden) atılmasının sağlamak amacıyla eşeysel kanallarıyla boşaltım organlarının birleşmesi. nefron (İng. nephron) Omurgalı böbreğinin, idrar oluşturan yapısı ve işlev birimi. Böbreğin en küçük ünitesi; böbreğin dış ünitesi. nefrostom (İng. nephrostome) Poliketlerde sölom boşluğuna iç kısımdan açılan mezoderm kökenli silli bir huni. (İng. naphtha) Organik maddelerin ayrışmasından oluşan tutuşur sıvıların bir çoğuna verilen ad. nehir dokuzgözlüsü (Lat. Lampetra fluviatilis, İng. River lamprey) Cyclostomata sınıfı Petromyzonoidea takımından, 30-35 cm kadar uzunlukta, Batı Avrupa, Batı Akdeniz ve Japonya'nın nehir ve kıyılarında yaygındır. Çevre kirlenmesinden dolayı sayıları azalmaktadır. nehir (İng. river) Genişliği 50 m’nin üzerinde olan akarsu. nehirağzı zonu (İng. river-mouth zone) Akarsu ve denizlerin karışım zonu. nekridyum (İng. necridium) Ölü hücre . nekroz (İng. necrosis) Dokunun belli bir bölümünün herhangi bir sebeple canlılığını kaybetmesi. Doku ve hücrelerin lokal ve ani ölümüdür. nektokaliks (İng. nectocalyx) Bazı sifonofonlarda bulunan kese benzeri yüzme çanı olup, su içeri alınarak kesenin ritmik kontraksiyonu ile dışarı pompalanır ve bu fışkırtma itici bir hareket yaratır. nekton (İng. necton) Aktif olarak yüzebilen organizmalar; balıklar, kabuklu hayvanlar ve deniz memelileri. nematosist (İng. nematocyst) Sölenterlerde bulunan tutunma, korunma ve av yakalamaya yarayan küçük sokucu bir yapı. nematosist (İng. nematocyst) 1. Cnidariaların yakıcı hücreleri arasında bulunan yakıcı organel. 2. Knidosit hücrelerinin içeriği ya da kendisi. neme yönelim (İng. hygrotropism) Canlıların zorunlu olarak havanın nemine göre yönelmesi ve yer değiştirmesi, higrotropizm. neoteni (İng. neoteny) Ergin halde larva özelliklerinin görülmesi. neritik (İng. neritic) Kıyı şeridinde deniz kabukları, kum, çakıl gibi şeylerle oluşan yığınakla ilgili. neritik plankton (İng. neritic plankton) Sahilden 200 metre derinliğe kadar olan pelajik bölgede, kendine özgü ekolojik koşulların bulunduğu, sıcaklık ve tuzluluğun büyük farklılıklar gösterdiği sahil sularında bol olarak bulunan organizmalar. nesli tükenme (İng. extinction) Bir türü oluşturan bireylerin sayısının giderek azalması ve sonuçta o türün tümüyle ortadan kalkması. neft netorositler (İng. neterocysts, heterocysts) Nitrojeni birleştirici enzime sahip kalın duvarlı hücreler. Heterositler. Cyanobakteri kolonilerine birleşiktir. nikel (İng. nickel) Normal olarak insana zarar vermeyen, fakat sıcak karbon monoksitle tepkime ilişkisi içine girince öldürücü bir zehir oluşturan eser element. Öldürücü zehir etkisi otomobillerde yanma sırasında gerçekleşir. nikotin (İng. nicotine) Bir nörotransmitter olan asetilkolinin faaliyetini engellediği için zehirli olan ve tütünden elde edilen bir alkaloyid. nimf (İng. nymph) Yarı başkalaşım gösteren böceklerde, dış görünüşü ergine benzeyen, fakat eşey organları ve kanatları tam olarak gelişmemiş evre. niş (İng. niche) Bir organizmanın bulunduğu çevresindeki rolü. nişasta (İng. starch) Bitkilerde depo maddesi olarak meydana getirilen polisakkarit. nitrifikasyon (İng. nitrification) Atıksuda bulunan amonyağın proses içerisinde önce nitrite daha sonra nitrata dönüştürüldüğü biyolojik sistemlerdir. nitrik asit (İng. nitric acid, HNO3) Niterat asidi. Yüksek derecede aşındırıcı, renksiz ve dumanlı sıvı. Zehirleyicidir ve şiddetli yanıklara yol açar. nod (İng. node) Düğüm şeklinde yapı. nodul (İng. nodüle) Küçük düğüm veya yumru. nodyum (İng. node, nodus) Gövde üzerinde yaprak ya da tomurcuğun geliştiği yer; bir şişkinlik ya da kabartı. nokta kaynak (İng. point source) Su kirliliğinin bir su yoluna ulaşabileceği bağımsız ve farklı taşıyıcı; egzos bacası gibi, bağımsız nitelik taşıyan sabit hava kirliliği. nokta mutasyonu (İng. point mutation) DNA kopyalanması sırasında bir baz çiftinde meydana gelen değişiklik. nokturnal (İng. nocturnal) Gece, geceye ait. nomenklatür (İng. nomenclature) İsimler sistemi. nonhomolog (İng. nonhomologous) Aynı genleri taşımayan, bu nedenle de mayoz sırasında çift oluşturmayan iki kromozom. normalite (İng. normality) Bir litre çözeltide çözünen maddenin ekivalan sayısına o çözeltinin normalitesi denir. Litresinde bir ekivalan gram madde bulunduran çözeltilere normal çözeltiler denir. nosyon (İng. notion, idea) Bir şey üzerindeki gerekli bilgi, kavram notokord (İng. notochord) 1. Bütün kordatların embriyosunda ve bazılarının erginlerinde iç iskelet görevi yapan, arka-ön doğrultusunda uzanan çubuk şeklindeki yapı, sırt ipliği 2. Aşağı omurgalılarda ve yüksek omurgalıların embriyolarında sinir kordonunun tam ventralinde uzunlamasına uzanan esneyebilir destek çubuğu. notopodyum (İng. notopodium) Poliket solucanlarının (çok kıllılar) parapodlarının dorsal kısmı. notum (İng. notum) Vücudun sırt kısmı, Artropodlarda her segmentin dorsal elementi. nöral ark (İng. neural arch) Omurgalılarda omuriliğin içinden geçmesine yarayan dorsal kemer. nöral (İng. neural) Sinire ait, sinirle ilgili. nöral spina (İng. neural spina) Omurgaların dorsal çıkıntısı. nörogenez (İng. neuregenesis) Gelişme sırasında sinir sisteminin gelişme safhası Nörolasyon. nöroglia (İng. neuroglia) Sinir dokuda nöronlara desteklik yapan yardımcı hücreler, ara nöronlar. nörokraniyum (İng. neurocranium) Kafatasının beyin ve iç kulağı kapsayan kısmı. nöromast (İng. neuromaste) Linea laterale (yanal çizgi) kanalında bulunan reseptörler. nöron (İng. neuron) Kolleteral ve terminal uzantılarıyla birlikte bir sinir hücresi, sinir sisteminin yapısal birimi. nöropodyum (İng. neuropodium) Poliket solucanlarının parapodlarının vetral lobu. nörosekretor (İng. neurosecretory) Salgı yapan sinirsel hücreler. nörotoksik (İng. neurotoxic) Sinir sistemi üzerinde zararlı etkisi olan zehirli maddeler. nörula (İng. neurula) İlkel sinir sisteminin oluştuğu erken embriyonik evre. nöston (İng. neuston) Deniz suyunun yüzey filmi üzerinde veya 10 cm içinde yaşayan ve biyolojileri hava-su ilişkisine bağlı olan organizmaların oluşturduğu topluluktur. nötr (İng. neutral) Elektriksel yükü sıfıra eşit olan. nötr atom (İng. neutral atom) Elektron ve proton sayısı birbirine eşit olan atom. nötralizm (İng. neutralism) İki organizmanın birbirinden bağımsız olarak yaşaması, yani birinin diğeri üzerinde hiçbir etkisinin olmaması. nötrofil (İng. neutrophile) Küçük granülleri çok hafif boyanan pembe ile mavi arası lökositler. nötron (İng. neutron) Kütlesi l olan hidrojen izotopu hariç bütün elementlerin atom çekirdeğinde protonlarla beraber bulunan elektrik yüksüz madde parçacıkları. Nudibranchia (Lat. Nudibranchia) Kabuğu olmayan ve vücutlarında cerata adı verilen sırt uzantılarına sahip mollüsk. nukleotid (İng. nucleotide) Bir fosfat grubu, bir 5 karbonlu şeker (riboz ya da dezoksiriboz) ve bir azotlu bazdan (pürin ya da primidin) oluşan bir molekül; nükleaz enzimi yardımıyla nükleik asitlerin ayrıştığı bir alt birim. numune (İng. sample, pattern) Belirlenmiş çeşitli özellikleri incelemek için bir su oluşumundan belli aralıklarla veya sürekli olarak alınan ve ideal olarak bu su oluşumunu temsil eden belirli miktardaki sudur. nupleks (İng. nuplex) Sakinlerinin sağlığı ve yaşaması için gerekli her şeyi içeren, nükleer enerji ile çalıştırılması düşünülen konut ve işyerlerinden oluşan yapay mekanlar. nusellus (İng. nucellus) Tohum taslağında embriyo kesesini çevreleyen doku. nükleaz (İng. nuclease) Nükleik asitleri kısa oligonükleotit parçalarına ya da tek nükleotide hidrolize eden enzimler grubu. nükleik asit (İng. nucleic acid) Nükleotit polimerlerinden oluşan ve kalıtsal özelliklerin geçirilmesinde, protein sentezinde ve hücresel aktivitelerin kontrolünde iş gören, çekirdek içinde bulunan, genetik şifreyi taşıyan, yapılarında şeker bulunan asitler (DNA ve RNA). nükleoid (İng. nucleoid) Bir prokaryotik hücrede kromozomun bulunduğu bir zar ile kuşatılmamış bölge. nükleolus (İng. nucleolus) Hücre nükleusu içinde bulunan küre şeklinde yapı; ribonukleik asit bakımından zengin olup ribozomların sentezlendiği yerler olarak bilinirler. nükleoprotein (İng. nucleoprotein) Proteinlerin nukleik asitlerle kurduğu moleküler birlik. nükleotit (İng. nucleotide) Bir pürin ya da pirimidin bağlı, bir fosfat grubuna sahip beş karbonlu bir şekerden oluşan bir kimyasal yapı. Nükleik asitlerin yapı taşı. nükleozom (İng. nucleosome) Birkaç histon proteinin meydana getirdiği makara şeklindeki yapının etrafına, kromozornal DNA'nın sarılmasıyla oluşan kompleks. nükleus (İng. nucleus) Hücre çekirdeği. nütrient (İng. nutrient) Bir organizmanın metabolizması, büyümesi ve üremesi için gerekli olan herhangi bir organik veya inorganik madde. nütrisyon (İng. nutrition) Besin maddelerinin canlılar tarafından alınarak kullanılacak duruma getirilmesi. Beslenme. nüve (İng. nucleus, core) Çekirdek. Bir şeyin özü. -Oobje (İng. object, thing) Nesne. observasyon (İng. observation) Gözlem, gözlemleme. obstrüksiyon (İng. obstruction) Engelleme. odun boruları (İng. xylem) Bitkilerde çeşitli hücre tiplerinden oluşan, su iletimi ve destek görevini yapan doku. Ksilem. odunsu perennial bitkiler (İng. woody plant) İki yıldan çok yaşayan ve bir mantar tabakasıyla kaplı odunlu gövdeye sahip bitkiler; çok yıllık odunlu bitkiler. oksidasyon (İng. oxidation) Elektronların bir atom ya da molekülden ayrılmasını sağlayan kimyasal tepkime. Yükseltgenme. oksidatif fosforilasyon (İng. oxydative phosphorylation) Mitokondrilerin elektron taşıyıcı sisteminde, elektronların aktarılmasıyla bir arada yürüyen reaksiyonlar tarafından inorganik fosfatın, ATP'nin enerjice zengin fosfatına dönüşmesi. oksidoredüktaz (İng. oxireductase) İki substrat arasındaki oksidasyon-redüksiyon olaylarının katalizörü. oksijen çukuru (İng. oxygen sag) Biyolojik solunum nedeniyle, çoğunlukla geceleri, sudaki çözünmüş oksijen yoğunluğundaki düşüş; açık boşaltım nedeni ile bir akarsuda ani çözünmüş oksijen düşüşü. oksijen doygunluk değeri (İng. oxygen saturation value) Sıcaklık, kısmi oksijen basıncı ve tuzluluğa bağlı olarak değişen çözünmüş oksijen konsantrasyonun tabii hallerde havadaki oksijen ile veya saf oksijen ile arıtma tesislerinde dengede olduğu değerdir. oksijen tükenmesi (İng. oxygen depletion) Kimyasal ya da biyolojik kullanımla oksijenin giderilmesi ya da tüketilmesi. oksin (İng. auxin) Bitkide büyüme, gelişme hormonu. oksitaksi (İng. oxytaxis) Oksijenle uyarmaya cevap olan hareket. oksitleme havuzları (İng. oxidation ponds) Atık su arıtımında birincil aşamada atığın stabilizasyonu için kullanılan, atık suyun oksijenlendiği ve arıtıldığı nispeten sığ lagünler ya da havuzlar. oksitleme işlemleri (İng. oxidation processes) Atık suda organizmaların biyolojik büyümesini hızlandıran, böylece organik içeriğini azaltan aerobik lağım suyu işleme süreçleri. oksitleyici (İng. oxidant, oxidizing agent) Yeni bir madde oluşturmak üzere havada kimyasal olarak tepkiyen, oksijen içeren madde; fotokimyasal dumanın (sisin) birincil kaynağı. oksotrof (İng. auxotroph) Ana ve babanın genlerinde bulunmasına karşın kendi büyümesi için gerekli molekülü sentezleyemeyen mutant mikroorganizma. oküler ölçek (İng. ocular scale) Mikroskopta incelenen görüntüleri ölçmek için kullanılan bir ölçek. Oküler ölçek, mikroskobun göz merceğine sığabilecek büyüklükte saydam bir film ya da cam üzerine çizilmiş bir ölçektir. okyanus çukuru (İng. ocean trench) 3000-4000 m derinlikten 6000-7000 m derinliğe devam eden deniz dibi çukurudur. okyanus hendeği (İng. deep ocean trench) İki levhanın karşılaşıp içlerinden birinin ötekinin altına girdiği yerlerde oluşan derin, sualtı vadisi. okyanus (İng. ocean) Kıtaları birbirinden ayıran engin, deniz, ana deniz, umman. okyanus ortası sırtı (İng. mid-oceanic ridge) Litosfer levhalarının birbirinden ayrıldığı yerlerde oluşan uzun, denizaltı dağ sırası. Ortalama 3000 m yüksekliğinde, pürüzlü bir yapısı olan okyanus dibini çevreleyen sırtlardır. olfaktör (İng. olfactory) Koklama işlemine ait. oligofaj (İng. oligophagous) Ancak birkaç çeşit besinle beslenebilen organizma. oligomiktik göller (İng. oligotrophic lakes) Her derinlikte sıcak sulara sahip, su dolaşımı seyrek ve düzensiz göl tipi. oligotrofik göller (İng. olygotrophic lakes) Ayırt edici özellikleri düşük besin düzeyi, derin sulardaki büyük miktarlarda çözünmüş oksijen, duru soğuk su ve sınırlı bitki yaşamı olan göller. olintus (İng. olynthus) Süngerlerde amfiblastula larvasından gelişen son embriyonik dönemi olup larva haline geldiğinde substratuma yapışır ve dışarıya açılan porlar görünmeye başlar. Por kanallarının basit bir sistemi vardır. omnivor (İng. omnivorous) Hem bitkisel hem de hayvansal besinler ile beslenebilen canlılar. omurgalılar (İng. vertebrate) Memelileri, kuşları, amfibyumları, sürüngenleri, yuvarlak ağızlıları ve balıkları içine alan hayvan bölümü. omurilik (İng. spinal cord) Omurga içerisinden geçen sinirsel doku. on ayaklılar (Lat. Decapoda) Çeşitli ıstakoz, yengeç ve karides türlerini içine alan eklembacaklı kabuklular takımı. onkojenik (İng. oncogenic, oncogenous) Kanser yapıcı, karsinojenik. ontogeni (İng. ontogeny) Bireysel bir organizmanın tüm gelişimsel geçmişi. oogami (İng. oogamy) Genellikle büyük hareketsiz dişi gamet ile küçük ve hareketli erkek gametin birleşmesi. oogenez (İng. oogenesis) Ovaryumda meydana gelen gamet oluşumu. oogonium (İng. oogonium) 1. Bir tallofit bitkinin örtülmemiş dişi üreme organı. 2. Ovaryumdaki yumurtayı oluşturan öncül hücre; büyüyerek primer oositi yapar. ookist (İng. oocyst) bir hücreli sporozoonlarda konjugasyon yapan iki gametin çevresinde oluşan kist. oosfer (İng. oosphere) Yumurta hücresi, dişi gamet. oosit (İng. oocyte) Dişi eşey organında eşey hücrelerinin oluşması sırasında oogonyumdan değişen ve iki mayoz bölünmesi geçirecek olan hücre. oospor (İng. oospore) Oomiset mantarlarda, alglerde ve protozoonlarda döllenmiş oosferde gelişen kalın duvarlı zigot. ootip (İng. ootype) Platyhelminthes’lerin Digenea üyelerinde döllenmiş yumurtaların bulunduğu yumurta bırakma kanalının özeleşmiş bölümü, döllenme boşluğu. operatör (İng. operator) Bir kontrol maddesinin bağlanabilmesi nedeniyle transkripsiyon hızını değiştiren bir DNA bölgesi. operatör gen (İng. operator gene) Bakteri yada virüs genomunda repressör (baskılayıcı) proteini bağlayan ve yanındaki genin transkripsiyonunu kontrol eden gen. operkulum (İng. operculum) Salyangozlarda kabuğun ön kısmını kapatan kalker kapakçık. Balıklarda solungaç kapağı. oral (İng. oral) Ağızla ilgili. orfoz (Lat. Epinephelus marginatus, İng. Dusky grouper) Hanigillerden, Ege ve Akdeniz’de bulunan, eti beyaz ve lezzetli, on kg dan 50 kg a kadar ağırlığı olan bir balık türü. organ (İng. organ) Çoğunlukla yapısal ve işlevsel bir birim halinde gruplaşan, vücudun bir kaç dokudan oluşmuş bir bölgesi. organel (İng. organelle) Hücre içinde belirli bir görevi yapmak üzere özelleşmiş ve zarla çevrili yapılar. Çekirdek, mitokondri, kloroplastlar gibi. organik (İng. organic) Bir organizmanın bir bölümünü oluşturan ya da geçmişte oluşturmuş olan (yapısında karbon elementi bulunan) madde. organik madde (İng. organic substance) Doğal olarak bulunmayıp canlı organizmalar tarafından sentezlenen karbon, hidrojen, azot ve oksijen ihtiva eden maddeler. organizma (İng. organism) Canlı bir birey. organogenesis (İng. organogenesis) Embriyo tabakalarından organların meydana gelmesi. orifisiyum (İng. orificium) Delik, ağız, açıklık. orijinal (İng. original) Kaynak, temel, asıl, köken. orikula (İng. auricula) Derisidikenlilerde bulunan Aristo fenerinin dibi etrafında bulunan radyal sıralanmış kalker yaylar. orikularya larva (İng. auricula larva) Deniz yıldızları ve deniz hıyarlarında görülen larva tipi. Vücudundaki silli bantların varlığı ile karakterize edilmiştir. oriyantasyon (İng. orientation) Zamana veya yere uyma. orkinos (Lat. Thunnus thynnus, İng. Atlantic bluefin tuna) Uskumrugillerden, boyu 2.5 m olabilen, eti yenir bir balık, ton balığı. orta lamel (İng. middle lamella) Birbirlerine bitişik bitki hücrelerinin çeperini arasında biriken bir madde tabakası. ortalama etkili konsantrasyon (İng. Effective concentration, EC50) Deney organizmalarının %50’sinde denge kaybı, felç, anormallikler veya vücut bozuklukları gibi, etki meydana getiren konsantrasyondur. ortalama öldürücü konsantrasyon (İng. lethal concentration, LC50) Tatbik edildiği organizmaların yarısını öldüren konsantrasyondur. ortalama ölüm zamanı (İng. lethal concentration, LT50) Zehir etkisi gösteren bir maddenin öldürücü dozunun organizmaya girdikten sonra, organizmaların yarısının ölümü için geçen süredir. ortalama temas süresi (İng. contact time) Deney organizmalarının yarısının hayatta kaldığı süredir. ortalama tolerans limiti (İng. tolerance limite, TL50) Su organizmalarının zehirli ortamda yarısının canlı kalabildiği sınır zehirlilik değeridir. ortam (İng. medium) Canlı bir varlığın içinde bulunduğu doğal ve maddi şartların tümü; hücreleri veya canlı varlıkları doğrudan doğruya çevreleyen mekan; canlı varlıkların sürekli olarak madde ve enerji alışverişi yaptığı ve bu yüzden az veya çok bağlı bulunduğu çevre. ortokinez (İng. orthokinesis) Uygun olmayan çevreyle karşılaşan organizmanın hızını değiştirme hareketi. oseanik bölge (İng. oceanic zone) Neritik bölgenin dışında kalan su kütlesidir. oseanik plankton (İng. oceanic plankton) Genel olarak sıcaklık, tuzluluk ve ekolojik koşulların daha stabil olduğu,200 metreden daha derin yerlerde bulunan plankton. oseanik yükselti (İng. oceanic ridge) Abissal düzlüklerin üzerinde bulunan, birkaç yüz m2’lik alanı 300 m veya daha fazla yüksekliği olan yükseltilerdir. oseanodrom (İng. oceanodromous) Üremek için sadece deniz içerisinde göç yapan balıklar. osein (İng.ossein) Kemik dokunun ara maddesi. osel (İng.ocelus) Omurgasız hayvanların birçok farklı tipinde bulunan basit bir ışık reseptörü; nokta göz. osellus (İng. ocellus) Aralarına duyu hücreleri sokulmuş olan pigment hücrelerinden oluşmuş benek halinde basit bir göz olup bir retina ve merceklerden oluşur. Çoğulu: Ocelli. osfradiyum (İng. osphradium) Bazı yumuşakçalardaki duyu organları olup solungaçlarının kenarlarında yer alırlar. Basit top benzeri göze çarpan veya birçok yaprak benzeri yapılardan oluşmuştur. Kimyasal duyu organları olup, solunum suyunu kontrol ederler. osmokonformers (İng. osmoconformers) Dokuları ve hücreleri solunmayı (dilution) tolere edebilen bir hayvan. ossifikasyon (İng. ossification) Kemikleşme. Osteichthyes (Lat. Osteichthyes) Kemiklibalıklar. Geniş anlamda tür sayısı bakımından en büyük omurgalı sınıfıdır. Yaklaşık 24.000 kemiklibalık türü, yaklaşık 450 familyaya ve yaklaşık 35 takıma, 4-5 üsttakıma ve iki altsınıfa yerleştirilmiştir. osteoblast (İng. osteoblast) 1. Kemik yapımını sağlayan göze. Döletsel yaşamında mezanşim, daha sonra fibroblastlardan dönüşürler. Gözeler arası maddeyi salgılar ve osteositlere dönüşürler. 2. Genç kemik hücreleri. osteogenez (İng. osteogenesis) Kemik yapımı. osteoklast (İng. osteoclast) Kemik yıkımını sağlayan iri, düzensiz büyük gözeler. Kemiğin gelişmekte olan bölgelerinde bulunur. osteoplast (İng. osteoplast) Kemik hücreleri içerisinde kapsül içindeki boşluk. osteosit (İng. osteocyt) Kemik doku gözesi. Kemikte gözeler arası maddenin sağlayıcı işlev yapan madde. ostiyum (İng. ostium) Suyun vücuda girmesini sağlayan delik. ostracoderm (Lat. ostracodermi) Zırhlı balıklar. ostreikültür (İng. ostreiculture) İstiridye türlerinin yapay üretimi. oşinografi (İng. oceanography) Okyanus ve denizlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri üzerine deneysel araştırmalar yapan bilim kolu, ana denizbilimi. otekoloji (İng. autecology) Tek bir türe ait birey veya bireylerin ortamlarıyla olan ilişkilerini inceleyen ekoloji kolu. Bireysel ekoloji. otijenik sediment (İng. authigenic sediment) Direk olarak denizde çökelen sediment aynı zamanda hidrojenik sediment olarak adlandırılır. otizm (İng. autism) İçe yöneliklik. otlanma (İng. grazing) Zooplanktonun fitoplankton ile beslenmesi. otobur (İng. herbivorous) Bitki tüketerek enerji sağlayan heterotrof organizma. Otçul. otofaji (İng. autophagy) Kendi kendini yeme. otogenez (İng. autogenesis) Denizlerin belli bölgelerinde kimyasal olaylar sonucu minerallerin yerinde oluşması olayıdır. otokoloni (İng. autocolony) Eş koloni hücreleri içinde oluşmuş yeni bir kolonidir. otolit (İng. otolith) Balıkların iç kulaklarındaki keseler içerisinde bulunan kalsiyum karbonattan yapılmış sert oluşumlar. Kulaktaşı. Denge taşı. otoliz (İng. autolysis) Kendi enzimlerinin aktiviteleri sonucunda yok olma. otomotiv emisyonlar (İng. automotive emissions)Taşıtlardan kaynaklanan kirlilik. otopotamik (İng. autopomatis) Normal olarak akarsularda bulunan, yaşamlarını akarsularda tamamlayan organizmalardır. Bazen tam planktoniktirler. (İng. autopsy) Ölü veya öldürülmüş balıkların dış ve iç organlarının muayenesi için yapılan operasyondur. otospor (İng. autospore) Ana hücre içinde hücre bölünmesiyle şekillenen iç sporlardır. ototrof (İng. autotroph) Işık enerjisi veya kimyasal enerji kullanarak, inorganik maddelerden kendi organik besinini üretebilen canlılar (kendibeslek). Şeker, nişasta, protein, yağ ve vitamin gibi moleküler yapı oluşturmak için güneş enerjisini tutarak ve kimyasal enerjiye dönüştürerek kendi besinini üreten, kendi kendine beslenen canlılar; fotosentetik bitkiler. ototrof bakteri (İng. autotroph bacteria) Azot ve karbon ihtiyacını inorganik maddelerden sağlayan bakteridir. ototrofi (İng. autotrophy) Öz beslenme. ototrofik (İng. autotrophic) İnorganik ham maddelerden organik besinleri yapabilen. otozom (İng. autosome) Eşey kromozomlarından başka herhangi bir kromozom çifti. otsu (İng. herbaceous) Yumuşak ve sukkulent kalın bir gövdeye sahip olan. ovaryum (İng. ovary)Yumurtaların oluştuğu dişi üreme organıdır. ovidukt (İng. oviduct) Yumurtayı ovaryumdan dışa doğru taşıyan kanal. oviger (İng. oviger) Pycnogonida’larda pedipalpin hemen arkasında yeralan yumurta taşıyan bacaklar. ovipar (İng. ovipar) Bu hayvanlarda dişi döllenmeden sonra yumurtasını dış ortama bırakır, daha sonra bu yumurtadan embriyo gelişir ve yavru çıkar. ovipozitor (İng. ovipositor) Yumurtaları yerleştirmeye yarayan yapı, yumurtlama borusu. ovovivipar (İng. ovoviviparity, ovoviviparous) Bir plasenta oluşumuyla anne-yavru arasında bağlantı olmaksızın, yumurtası vücut içinde gelişen ve yavruyu yumurtadan çıktıktan sonra vücut dışına bırakan, yalancı doğum yapan. ovulasyon (İng. ovulation) Bir yumurtanın ovaryumdan serbest bırakılması. ovum (İng. ovum) Olgun dişi cinsiyet hücresi. Çoğulu: ova. ovül (İng. ovule) Tohumlu bitkilerde döllenmeden sonra bir tohum oluşturan, bir integüment, sporangiyum ve megagametofıtten oluşmuş bir yapı. ozmol (İng. osmole) Ozmotik konsantrasyon otopsi ölçümü. Bir litre çözücü başına, ozmotik olarak aktif parçacıkların toplam molekül sayısı. ozmoregülasyon (İng. osmoregulation) 1. Dış ortamdaki değişikliklere rağmen osmotik konsantrasyonlarının vücut sıvılarını nispeten sabit tutacak şekilde düzenlenmesi. 2. Bitki ve hayvan adele ve hücrelerinde su miktarını kontrol eden fizyolojik faaliyet. 3. Osmotik olayların yönetimi; balıklarda tuz dengesinin ayarlanması. osmotaksi (İng. osmotaxis) Osmatik basınçtaki değişmeye cevap. ozmotik basınç (İng. osmotic pressure) 1. Seçici geçirgen bir zar ile sudan ayrılmış bir çözelti ya da kolloyidi saf su ile eşitlik halinde tutmak için oluşturulması gereken basınç. 2. Çözünen madde taneciklerinin çözelti içinde yaptıkları basınç. ozmoz (İng. osmosis) Çözünmüş moleküllerin, geçirgen zar aracılığıyla az yoğun taraftan çok yoğun tarafa geçmesi. Seçici geçirgen bir zardan su moleküllerinin difüzyonudur. ozon (İng. ozone) Oksijenden geçen elektrik boşaltımı ve radyasyonla oluşan, oksijenin tepkimeci, zehirli biçimi. Solunan atmosferde tahriş edici olabilir, stratosfer de ise mor ötesi ışınları süzdüğü için gereklidir. ozon tabakası (İng. ozone layer) Zararlı morötesi radyasyonu süzen, ozon içeren üst atmosfer katmanı. CFC türünden kimyasal maddelerin atmosfere bırakılması sonucunda ozon tabakasının zayıfladığı, bunun ise cilt kanserinde artışa yol açacağı hesaplanmaktadır. ozonosfer (İng. ozonosphere) Atmosferin ozon gazı içeren ve güneşin zararlı morötesi ışınlarını süzen katmanı. Yeryüzünün 20-50 kilometre üzerindedir. İnsan yapımı birtakım gazların ozon tabakasının incelmesine yol açtığı düşünülmektedir. -Özon (İng. euphotic zone) Okyanusta fotosentezi ve bitkisel planktonun yaşamasını sağlayacak kadar ışık alan açık deniz bölgesi. öglena (Lat. Euglena) Tatlı sularda yaşayan, kamçı biçimindeki uzantısı ile hareket eden mekik biçimindeki bir hücreli. öğrenme (İng. learning) Deneyimin bir sonucu olarak bireyin davranışında uyumsal değişiklikler meydana getiren süreç. öhalin (İng. euhaline) Denizlerde tuzluluğun % 0.30-0.40 arasında değişen bölgelerdir. Öhiponöston (İng. euhyponeuston) Hayatını su yüzeyinden yaklaşık 5 cm derinliğe kadar olan bölgede geçiren canlı organizma. ökaryot hücre (İng. eukaryote cell) Bakteriler hariç, tüm organizmalar için karakteristik olan, belirgin bir zarla çevrili çekirdek içeren bir hücre. ökromatin (İng. euchromatin) Açık ve yaygın. Çekirdekte ince tanecikler halinde dağılan kromatin. öldürücü doz (İng. lethal dose, LD50) Belirli bir zaman periyodunda organizmaların %50 sinin ölümüne neden olan doz olup daha çok fare, tavşan vb. gibi karasal kökenli hayvanların toksisitesinde kullanılır. öldürücü konsantrasyon (İng. lethal concentration, LC50) Belirli bir zaman periyodunda organizmaların %50 sinin ölümüne neden olan solüsyondaki konsantrasyon olup grafik ya da ortalamaların hesabından gidilerek tahmin edilir. Akuatik organizmalar için kullanılır. öldürücü olmayan etki (İng. nonlethal effect, sublethal toxicity of substances) Zehirli maddelerin küçük konsantrasyonlarda organizmalar üzerinde etkili olmayan fakat bu organizmaların enzim sistemleri dış yapıları davranışları v.b. üzerinde gözlenebilen olumsuz değişikliklere sebep olan etkilerdir. öldürücü süre (İng. lethal time, LT50) Belirli bir konsantrasyonda organizmaların %50 sinin öldüğü süre. ölü dokuları boyama (İng. tissue staining) Ölmüş bitki ya da hayvan dokularını boyama işlemi. ön arıtma (İng. pretreatment) Kentsel atıksuyun alıcı ortama deşarj edilmeden, atıksu ile sürüklenen kaba parçaların ve içerisinde bulunan kum, çakıl gibi inert maddelerin öfotik tutulduğu ızgara ve kum tutuculardan oluşan fiziksel arıtma. ön arıtma filtresi (İng. pretreatment filter, preliminary treatment filter) Normal organik yada hidrolik yükleme hızından daha yüksek hızla çalışabilen, aşırı kirli endüstri atık sularında kolaylıkla parçalanabilen fazla miktardaki organik maddeleri azaltmakta kullanılan, biyolojik filtredir. öncü türler (İng. primary species) Boş bir habitatta yetişebilen veya yerleşen ilk türler. önden solungaçlılar (Lat. Prosobranchia) Yumuşakçalar (Mollusca) dalının, karından ayaklılar (Gastropoda) sınıfından, solunum organları kalbin önünde bulunan, kabuklu ya da kabuksuz olan, kabukları kalker ya da keratin bir operkulum ile kapalı olan takım. Paludina, Haliotis, Murex, Purpura, Littorina iyi bilinen cinsleridir. önsel (İng. apriori) Hiçbir denemeye dayanmadan ve yalnız akıl yoluyla, apriori. öplankton (İng. euplankton) Kıyıdan uzakta, açık denizlerdeki plankton. ördek balığı (Lat. Labrus mixtus, İng. Cuckoo wrasse) Lapinagillerden, Akdeniz ve Avrupa kıyılarında yaşayan, 25-35 cm boyunda, çeşitli ve güzel renkleri olan bir balık. öri (İng. eury) Geniş, bol. örifot (İng. euryphotic) Çok geniş ışık şiddetinde yaşayan organizmalar. örifaj (İng. euryphagous) Çok çeşitli besinlerle beslenebilen formlardır. örihalin (İng. euryhaline) Geniş tuzluluk değişimlerinde yaşayabilen formlardır. örihalin plankton (İng. euryhaline plankton) Farklı tuzluluklarda yaşayabilen plankton. öriterm (İng. eurythermic, eurythermous) Çok geniş sıcaklık değişimlerinde yaşama yeteneğinde olan formlardır. öriyök (İng. euryoecious) Çok çeşitli ve değişken özellikteki ortamlara yerleşme yeteneğinde olan formlardır. östrojen (İng. estrogen oestrogen) İkincil eşey karakterlerinin gelişimini sağlayan ovaryum folikülleri tarafından üretilen eşey hormonu. öteli (İng. eutly) Canlının hayatı boyunca vücudunda bulunacak hücre sayısının sabit olması. öterm kaynak (İng. euthermic source) Orta sıcak kaynak (30-50C). ötrof göl (İng. eutroph lake) Verimli göl. ötrofikasyon (İng. eutrophication) Suların, besi maddelerince özellikle azot ve/veya fosfor bileşiklerince, alg ve daha yüksek yapılı bitkilerin üremesini hızlandıracak, böylece sudaki canlıların dengesini bozacak ve su kalitesinde istenmeyen bozulmalara yol açacak şekilde zenginleşmesi. öz kedi balığıgiller (Lat. Rajidae) Köpek balıklarının örtülü omurgalılara giren bir familyası. özarıtım (İng. self-purification) Bir su oluşumunun organik atıklarla kirlendikten sonra yeniden arınma konusundaki doğal yönelimi. özel ekonomik bölge, ÖEB (İng. Special Economic Zone, SEZ) Bir ülkenin kıyılarından 200 deniz mili açığa kadar olan ve yararlanabileceği alan. özgül ağırlık (İng. specific gravity) Suyun T°C deki ve 1 birim hacmindeki ağırlığının T°C deki ve aynı hacimdeki saf suyun oranı. özgül ısı (İng. specific heat) Bir cismin 1 g’nin sıcaklığını 1°C artırmak için gerekli olan ısı miktarı. g cal.= 1 g suyun sıcaklığını 14.5°C den 15.5°C ye yükseltmek için gerekli olan ısı miktarına denir. özofagus (İng. esophagus) Bir sindirim sisteminin ön kısmı. Yemek borusu. özümleme (İng. assimilation) Canlı organizmanın, dışarıdan aldığı besin maddelerini parçalayıp yeniden kendine özgü maddelere dönüştürmesi. Asimilasyon, anabolizma. özüt (İng. extract) Bir doku örneğinin parçalanmış hali. özütleme (İng. extraction) Çözücü bir madde içinde çözünen katı veya sıvıdan bir maddenin ayrıştırılması. Ekstraksiyon. -Ppalamut (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) Uskumrugiller’den, ortalama 1-2 kg gelen, eti esmer, kılçıksız ve pulsuz bir balık paleobotanik (İng. paleobotany) Paleobotanik eski devirlerde yaşamış, bugün ortadan kalkarak yalnız kalıntılarına, fosillerine rastlanan bitkileri inceler. paleontoloji (İng. paleontology) Fosilleri inceleyen, yaşları ve anatomik yapıları hakkında fikir yürüten bilim dalı. palizat hücreleri (İng. palisade cells) Yaprağın üst epidermisine yakın mezofil tabakası içine yerleşmiş olan sık silindirik hücre tabakası. palma (İng. palma) El ayası, avuç içi. palmat (İng. palmate) El ayası gibi palmiye dallarına benzer. palp (İng. Palp, palpus) Omurgasızlarda dudak duygu alıcı ekstremiteleri. pamuk balığı (Lat. Prionace glauca, İng. Blue shark) Ilıman denizlerde yaşayan, sırtı mavi, karnı beyaz, tehlikeli bir köpek balığı. pankreas (İng. pancreas) Barsakların başlangıç bölgesinde yaygın olarak yer alan hem iç (endokrin) hem de dış salgı (ekzokrin) yapan bez. panktomiktik plankton Bu tip plankton populasyonunda çok az tür ve birey bulunur. Bu duruma genellikle kış aylarında veya kirli ortamlarda yaz aylarında yapılan çalışmalarda rastlanır. panthalassik plankton (İng. panthalassic plankton) Bazı türler belirli bir yörede bulunmayıp denizin dağılmış olabilir, hem açık denizde hemde kıyısal sularda bulunan organizmalar. papaz balığı (Lat. Chromis chromis, İng. Damselfish) Küçük bir çeşit kaya balığı. papilla (Lat. papilla) 1. Küçük meme benzeri bir kabarcık 2. Tomur, koni biçimindeki herhangi bir çıkıntı. parafiletik (İng. paraphyletic) Birden fazla atadan köken almış. parametre (İng. parameter) Suyun karakterinin belirlenmesine yarayan özelliklerden her biridir. paramilum (İng. paramylum, paramylon) 1. Euglenalar’da kimyasal bakımdan hem nişasta hem de glikojenden farklı olarak karbonhidrat biriktiren cisimcik. 2. Bazı protozoalarda yedek besin maddesi olarak depo edilen nişastadan farklı bir karbonhidrat. parapodyum (İng. parapodium) Bazı halkalı solucanların, vücut segmentlerinin yanlarından dışarı uzanan ve yer değiştirmeye yarayan, her segmentte bir çift olarak bulunan özel yapılar. parasempatik (İng. parasympathetic) Organların çalışmasına yavaşlatıcı etki yapan otonom sinir sisteminin bölümü. paration (İng. parathion) Son derece zehirli organofosfat tarım ilacı. paratroit hormon (İng. parathyroid hormone, parathormone, PTH) Paratroit bezinden salgılanan, kalsiyumun bağırsaktan emilimini, böbreklerden atılmasını, kemiklerden serbest hale geçirilmesini ve hücreler arasındaki kalsiyum iyon konsantrasyonunu kontrol eden hormon. parazit (İng. parasite) Başka türden bir canlının içinde veya üzerinde, kendisine besin veya barınak sağlayacak şekilde ancak aynı zamanda da diğer canlıya da zarar verecek şekilde yaşayan organizma, asalak. parazitizm (İng. parasitism) Birinin diğerinden yarar sağladığı bir simbiyotik ilişki. parazitlik (İng. parasitism) Hem bitki hem de hayvanlar arasında görülen heterotrof beslenme tipi; parazit, bitki ya da hayvanın (konukçu) vücudu üzerinde ya da içinde yaşar ye bunlardan besinini sağlar. Asalaklık. Parazoa (Lat. Parazoa) Vücutlarında gerçek doku ve organlar bulunmayan, sinir ve kas hücreleri olmayan hayvanlar. parçacık madde (İng. particulate matter) Gaz yada havada asılı durabilen yada görünmeyen, katı yada sıvı, toz, kum, kül ve sis gibi parçacıklar. parenkima (İng. parenchyma) Az özelleşmiş, ince çeperli, klorofil içeren ve tipik olarak oldukça gevşek yapıdaki bitki hücreleridir; fotosentezde ve besinlerin depolanmasında iş görür. parenşim (İng. parenchym) Platyhelminthes’lerde vücudun iç kısmını dolduran ad olup, aynı zamanda mezenşim olarak da adlandırılır. Düzensiz hücreler ve geniş hücreler arası boşluklardan oluşur. Muhtemelen besin maddesinin taşınmasında rol oynarlar. parenşimula (İng. parenchymula) Bazı süngerlerin spiküllerinde bulunan protein yapısındaki madde. parökie Balığın diğer canlıların saldırılarından korunmak için diğer bir canlıya sığınması. parr (İng. parr) Salmo salar türünün alevin döneminden sonraki dönemleri. partenogenez (İng. parthenogenesis) Yumurtanın bir spematozoon ile birleşmeden gelişmesi, bir canlı oluşturması. partikül (İng. particle) Parçacık, küçük parça. pasif hareket (İng. passive movement) Bir canlı veya maddenin üzerinde enerji tüketmeden yapılan yer değiştirmedir. pasif koruma (İng. passive protection) Dişi balıkların, embriyonun uzun süre yaşamını sürdürebilmesi için daha fazla yumurta sarısı sağlamak, yumurtaları ortam bakımından en uygun yerlere yerleştirmek veya düşmanı yumurtadan uzaklaştırmak için zehirli bir madde bırakmaya yönelten kalıtsal içgüdü. paslanma (İng. rusting, oxidation) Genellikle kimyasal etkiyle, bir maddede zamanla oluşan yıpranma. Aşınmaya yol açan etki maddeleri içinde en çok bilinenleri sülfür oksitleri ve klor, fluor vb. bileşikleridir. patojen (İng. pathogen) Hastalık oluşturan herhangi bir etki maddesi veya mikroorganizma; genellikle bu terim, hastalığa yol açan canlı bir organizmayı anlatmakla sınırlı tutulmaktadır. peçuta (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) Beş yaşındaki palamuda verilen isim. pedikül (Lat. pedicle) Bazı kabuklularda sert zemine hayvanın tutunmasını sağlayan sap. pedipalpus (Lat. pedipalpus) Chelicerata’ların ağız sonrası ilk uzantısıdır. Basit, kalın, kuvvetli, dikenli ve uçları makasla sonlanan üyedir. Genellikle avlarının yakalanmasında ve duyu organı olarak kullanılır. pedisel (İng. pedicel) Bazı derisi dikenlilerde vücut yüzeyinde bulunan, özel kaslarla hareket ettirilebilen küçük kıskaçlar taşıyan organlardır. Bunlar korunma, avlanma, vücut yüzeyinde bulunan detrituslarını ve parazitleri temizlemede kullanılır. peduncularis (Lat. peduncular) Sapa veya kola ait. pedünkül (Lat. peduncle) Eklembacaklıların erginlerinde başın her iki tarafında bulunan bileşik gözlerin üzerinde bulunduğu hareketli destek sapı. Bitkilerde çiçek sapı. pekten (Lat. pecten) Tarak, tarak sırtı. pektin (İng. peçtin) Bir bitki hücresi çeperinde selüloz ipliklerini bağlayan ve orta lamelin büyük bir bileşenini oluşturan kompleks bir polisakkarit. pektoral (İng. pectoral) Göğüse ait; göğüsle ilgili. pelagos (İng. pelagos) Yaşamlarını pelajik bölgede sürdüren tüm organizmalar plankton, neuston ve nektonik formların tümüne denir. pelajik (İng. pelagic) Deniz ya da göllerde tabana tutunarak ya da serbest halde yaşayan canlılar. pelikül (İng. pelicle) İnce bir örtü ya da zar. pelvik yüzgeç (İng. pelvic fin) Bir balığın yüzgeçlerinin arka çifti. penetrasyon (İng. penetration) Nüfuz etmek, içine girmek, dalmak. penisilin (İng. penicillin) "Penicillium notatum" isimli bir mantar tarafından üretilen ve bakteri hücre duvarının sentezini engelleyen bir antibiyotik. penna (Lat. penna, İng. contour feather) Tüy, telek. pentacrinoid larvası (İng. pentacrinoid larvae) Antedon gibi serbest yaşayan bazı Krinoyit derisidikenlilerde saplı larva. pepsin (İng. pepsin) Midedeki hücreler tarafından salgılanan bir proteolitik enzimdir. Yalnız çok asitli bir ortamda çalışır ve optimum etkisi pH: 2 de görülür. peptidoglikan (İng. peptidoglycan) Uzun polisakkarit zincirlerinin kısa peptitlerle (protein bağları) bağlandığı büyük moleküller. peptit (İng. peptide) Aminoasitler arasındaki bağlar. peptit bağı (İng. peptide bond) Bir asidin amino grubu ve diğerinin asidik grubu arasında bir kondensasyon reaksiyonu sonucu oluşan iki aminoasit arasındaki bir bağ. pepton (İng. peptone) Vücutta özümlenebilecek duruma gelmiş albüminli besin. perakut (Lat. peracut) Çok hızlı seyreden. pereniyal (İng. perennial) 1. Gölde bütün sene boyunca görülen organizmalar. 2. Çok yıllık bitki. pereyiopot (İng. pereiopod) Eklembacaklıların sefalotoraksta dört çift olarak bulunan yürüme ayakları. periant (İng. perianth) Çiçek örtüsü ve çiçek örtü yaprakları. Taç ve çanak yaprakların tümü. Bir çiçekte erkek organlar ve dişi organ dışında kalan parçalar. periderm (İng. periderm) 1. Yaslı gövde ve köklerin süngerimsi dış kabuğu. 2. Fellem, fellogen ve fellodermden oluşan üç tabakaya birden denir. perifiton (İng. periphyton) Sucul bitkiler üzerindeki diğer canlılar. Örneğin Diatom ve bazı Mollusca türleri. perikard (İng. pericardium) Kalbin en dış örtüsüne verilen ad. perikardiyum (İng. pericardium) Yürek zarı. Yüreği saran ve içine alan seröz nitelikte zar. perikarp (İng. pericarp, fruit coat) Ovaryumun duvarından gelişen, ekzokarp, mezokarp, endokarptan oluşan meyve kabuğu. perikondriyum (İng. perichondrium) Kıkırdak zarı. Kıkırdak dokuyu dıştan saran sıkı bağ dokudan kılıf. Kıkırdağı koruma da ve beslemede görevlidir, ayrıca yenilenmeyi sağlar. periost (İng. periosteum) Kemik zarı. Kemik dokuyu dıştan saran sıkı dokudan zarsı kılıf. Kemik dokunun beslenmesini, korunmasını, yenilenmesini sağlar. periostrakum (İng. periostracum) Birçok yumuşakça kabuklarının dış tabakası. perisark (İng. perisarc) Hidroyit poliplerin koloni oluşturanların saplarının ve stolonlarının etrafını saran boru şeklindeki iskelet. perisit (İng. pericyte) Kılcal damar çevresinde bulunan kasılabilir özgün gözeler. peristaltik (İng. peristaltic) Sindirim sistemi gibi bazı organların çeperlerinde görülen ritmik ve kuvvetli kasılıp gevşeme hareketleri. Bu ritmik kasılma dalgaları organ içindeki maddeyi hareket ettirmeye yardımcı olur. peristom (İng. peristome) Yosunlarda (Bryofitler) kapsül açıldıktan sonra ağızda bir ya da iki sıralı silli halka yapısı. Silyat protozoonlarda, denizyıldızlarında, halkalı solucanlarda, böceklerde, derisi dikenlilerde, vb. ağız çevresi bölgesi. periton (İng. peritoneum) Karın zarı. Karın boşluğu duvarının ve karın boşluğunda bulunan pek çok organı saran ince, beyaz seröz zar. periyodik plankton (İng. periodic plankton) Ya ergin formları veya larval evreleri planktonik olan bazı türler, yılın belirli zamanlarında planktonda bulunurlar. Bu şekilde belirli bir takvime bağlı olarak rastlanan planktonik formlar. periyostakum (İng. periostacum) Bir yumuşakça kabuğunun en dıştaki kabuğu. Konşiyolin proteininden yapılmıştır. permeabilite (İng. permeablty) Geçirgenlik; bir zarın belli maddeleri geçirebilme yeteneği. permeaz (İng. permease) Moleküllerin bir membrandan geçmesine izin veren bir protein. pervane balığı (Lat. Mola mola, İng. Ocean sunfish) Ay balığı. pestisit (İng. pesticide) Bitki hastalıkları, zararlı böcekler ve yabancı otlar gibi tarımsal ürünlerin azalmasına neden olabilecek çeşitli etmenlere karşı kullanılan kimyasal bileşiklerin hepsine birden verilen genel bir ad. Solungaç ve deride nekrozlara, ülserlere ve gözlerde katarakt ile belirlenen bir hastalığa neden olurlar. petal (İng. petal) Bir çiçeğin başkalaşıma uğramış renkli yapraklardan oluşan halkası; sepal halkasıyla stamen halkalarının arasında bulunun tipik parlak renkleri ve çekici kokularıyla tozlaşmayı sağlamak için böcek ve kuşları çeker. Taç yapraklar. petasma (İng. petasma) Karideste erkek üreme organı. petersen grab (İng. petersen grab) Bentik çalışmalarda dipten sediment almaya yarayan alet. petiol (İng. petiole) yaprağı gövdeye bağlayan sap. Yaprak sapı. petrol kirliliği (İng. oil pollution) Petrolün taşınması yada çıkarılması sırasında büyük ölçüde dökülme yada sızma sonucunda kıyı sularının ve bölgelerinin petrolle kirlenmesi. Bu tür kirlenme kuş ölümlerine, deniz kabuklularının kirlenmesine ve kıyı bölgelerinin bozulmasına yol açar. petrol sızıntısı (İng. oil spill) Gemilerin limanlardaki faaliyetlerinin yol açtığı, su yüzeyindeki nispeten küçük miktarlardaki petrol. Petromyzonotidea (Lat. Petromyzonotidea) Dokuzgözlüler takımı. peyzaj (İng. landscape) Bir arazi parçasının ekolojik, biyolojik, yapısal ve tüm doğal özelliklerinin topluca anlatımı. pH (İng. potential of hydrogen, pH) Bir sıvının asit ya da alkalilik derecesini gösteren hidrojen iyon konsantrasyonunun negatif logaritması. phaeoplankton (İng. phaeo-plankton) Işığı seven plankton olup 30 m derinliğe kadar olan yüzey sularında bulunan plankton. phoresie (İng. phoresia) Bazı balıkların diğer bir hayvana emme suretiyle yapışması ve onunla birlikte hareket etmesi. piçota Yaz aylarında 10 kg, kış aylarında 12 kg’dan fazla gelen ve dört yaşını geçmiş palamut balıklarına verilen ad. pigment (İng. pigment) Boya, göze içinde bulunan boya alıcı renkli madde. piknoz (İng. pyknosis) Hücre çekirdeğinin büzülüp küçülmesi. pikoplankton (İng. pikoplankton) Büyüklükleri 2µm den az olan (0.2 ile 2.0 gm arasındaki) plankton. pilidium larvası (İng. pilidium larvae) Nemertea’larda görülen trakoforalara benzerlik gösteren larva olup, doğrudan doğruya ergin gelişmez. pilorik (İng. pyloric) Mide ve barsak arasındaki bağlantı ile ilgili. pilorik seka (İng. pyloric caeca) Balıklarda midenin çıkış bölümünde veya barsakların başlangıcında yer alan, sayıları 1-200 arasında değişen uçları kapalı parmak biçiminde uzantılar. Kör kese. pinakosit (İng. pinacocyte) Süngerlerin epidermisini oluşturan yassı hücreler. Genellikle silleri yoktur. pinnul (İng. pinnula) Hem sırt yüzgeci ile kuyruk yüzgeci, hem de anal yüzgeçle kuyruk yüzgeci arasında yer alan küçük yüzgeçler serisi. Pinnül. pinositoz (İng. pinocytosis) Hücre zarından doğrudan geçemeyecek kadar büyük moleküllü sıvı maddelerin fagositoza benzer biçimde hücreye alınması. pipet (İng. pipette) Sıvıları, solukla içine çekip kaptan kaba aktarmaya yarayan cam boru. pirektin (İng. pyrethrin) Genellikle tarımda kullanılan aerosol böcek öldürücü madde. pirenoyit (İng. pyrenoid) Bazı protozoonlarm kromatoforlanndaki nişasta içeren tanecikli yapılar. piriform (İng. piriform, pyriform) Armut biçiminde, armutsu, armut gibi. pirimidin (İng. pyrimidine) 1. Nükleotitlerde, önemli tek halkalı azotlu bazlardan herhangi biri. 2. Karbon ve azot atomları içeren tek halkalı azotlu bazlar; nükleik asit bileşenleri. piroliz (İng. pyrolysis) Oksijenin bulunmadığı koşullarda atığın sıcaklık etkisiyle yanması. pirometre (İng. pyrometer) Çok yüksek sıcaklıkları ölçmeye yarayan alet. pirüvik asit (İng. pyruvic acid) Glikolizde oluşan üç karbonlu bir bileşik. pisi balığı (Lat. Limanda limanda, İng. Common dab) Kemikli balıklardan, uzunluğu 40 cm kadar olan, sırtı pürtüklü, esmer renkli, yassı bir tür balık. pisikültür (İng. pisciculture) Tatlı sulardaki yetiştiricilik. Pistia (Lat. Pistia) Su marulu adı verilen yüzen bir su bitkisi. pistil (İng. pistil) Ovaryum, stilus ve stigmadan oluşan ve megasporlar üreten çiçek organı. Dişi organ. Plakodermi (Lat. Plakodermi) Yalnız fosillerinden bilinen ilkel çeneli balıklar; bunların hem kemikli hem de kıkırdaklı balıkların ataları olduğuna inanılmaktadır. plakoyit pul (İng. placoid scale) Yassı olan tabanları deriye gömülü, içi boş sivri bir çıkıntı şeklindeki bölümü deri üzerinde bulunan genellikle köpek balıklarında görülen pul çeşidi. plankter (İng. plankter) Plankton çoğul bir ifadedir, tekil olarak planktonik bir organizmaya verilen addır. Planktont. plankton (İng. plankton) İç sular ve denizlerin pelajik bölgesinde yaşayan, hareket etme yetenekleri sınırlı veya hiç olmadığından su içinde dalga, akıntı vb. su hareketleriyle sürüklenen bütün küçük bitki ve hayvan grupları. plankton çoğalması (İng. phytoplankton bloom) Belli bir hacimdeki suda bulunan fitoplankton hücrelerinin sayılarının aniden artması. plankton zenginliği (İng. plankton richness) 1cm3 suda bulunan plankton ağırlığı ya da sayısıdır. planktoloji (İng. planktonology) Planktonu inceleyen bir bilim koludur. Planktonik (İng. planktonic) Plankton yapısında olan ya da planktona ilişkin olan. planospor (İng. planospor) Bilhassa su yosunlarında yaygın olan çeperi bulunmayan bir veya daha fazla kamçı ile hareket eden sporlardır. Planteae (Lat. Planteae) Bitkiler alemi. planula (İng. planula) Sölentera’larda bulunan serbest yüzen silli larva. plasenta (İng. placenta) Kısmen embriyo kısmen de ananın dokularından (uterus duvarından) oluşan ve embriyoya besin maddesi ile oksijen taşıyan ve artık maddeleri atan bir yapı. Etene. plastit (İng. plastit) Bitki hücrelerinde fotozentez ve/veya besin biriktirmede iş gören nispeten büyük organel. plazma (İng. plasma) 1. Kanın sıvı kısmıdır. 2. Sitoplazma. plazma zarı (İng. plasmalemma) Hücreye tüm besin maddelerinin girdiği ve bütün metabolik artık ya da salgıların atıldığı hücrenin canlı işlevsel kısmı. plazmolemma (İng. plasmalemma) Göze zarı. Lipit ve proteinlerden yapılmış göze zarı. plazmit (İng. plasmid) Bir bakteri ya da maya hücresinin sitoplazmasında serbest hücre kromozomundan bağımsız olarak çoğalan küçük halka şeklinde bir DNA parçası. plazmodesma (İng. plasmodesmata) Hücre çeperindeki küçük açıklıklar ile komşu bitki hücreleri arasında oluşmuş bağlantı. plazmodyum (İng. plasmodium) Cıvık mantarların diploid evresini oluşturan çok çekirdekli, amipsi hareket eden canlı madde kütlesi; spor oluşturarak üreyen ve sıtmaya neden olan tek hücreli hayvanlar. plazmoliz (İng. plasmolysis) Hipertonik bir ortamda, bir bitki hücresinin çeperinden içe doğru büzülmesi. plazmosit (İng. plasmocyte) Gerçek bağ doku ile retikuler kan yapıcı bağ dokuda çok bulunan, antikor yapan yuvarlak bağ dokusu gözesi çeşidi. pleitropik (İng. pleiotrophic) Bir genin birden fazla fenotipik etkiye sahip olması. plelotropik gen (İng. pleiotrophic gene) Belli bir bireyde birkaç farklı karaktere birden etki eden gen. pleopod (İng. pleopod) Beş çift olan ve yüzmeyi sağlayan bacaklardır. Yüzme bacakları. pleotelson (İng. pleotelson) Abdominal segmentlerin telson ile oluşturduğu birlik. plevra (İng. pleura) Akciğerleri saran iki katlı zar. Akciğer dış zarı. pleksiform (İng. plexsiformis) Ağsı, ağ gibi. plika (İng. plica) Büklüm, katlantı, kıvrım. plöra (İng. pleura) Karın kısımlarını yanlardan koruyan plakalardır. plöston (İng. pleuston) Deniz veya göl suları yüzeyinde rüzgarın etkisiyle yer değiştirebilen organizmalar. Bazı ekolojistler sularda asılı olarak bulunan organizma ve cisimlerin tümünü seston adı altında tanımlarlar. Seston da plankton (yaşayan organizmalar) ve tripton (organik orijinli detritus) olmak üzere iki bölümde incelenebilir. plutonyum (İng. plutonium) Nükleer enerji sırasında oluşan ve uzun bir yarılanma süresine sahip, zehirli atıkların ortaya çıkmasına yol açan eleman. pnömatofor (İng. pneumatophore) Bazı sölenterelerde mantar gibi rol oynayan içi gazla dolu torba benzeri yapı. poda (Lat. poda) Ayak. poikiloterm (İng. poikilotherm) Değişken vücut ısılı. Vücut ısısı sabit olmayan; ortam ısısına uyum sağlayan canlılar. Soğukkanlı. poikilotermal (İng. poikilothermal) Çevrenin sıcaklığı ile değişen bir vücut sıcaklığına sahip olma, ortam sıcaklığına bağımlı, soğukkanlı, ekzotermik, poikiloterm. polar molekül (İng. polar molecule) Zıt yüklü kısımları olan bir molekül. İyonlardaki yüklerden çok daha zayıf olan yükler, yapıya katılan atomlar arasındaki elektronegativitelik farklılıklarından kökenlenir. polen tanesi (İng. polen) Tohumlu bir bitkinin bir mikrogametofiti. Tohumlu bitkilerin mikrospor kütlesi, dölleyici erkek üreme hücresi. poli (İng. poly) Çok. poligam (İng. polygamous) Çok eşli olan. poligami (İng. polygamy) Çok eşlilik. poligen (İng. polygene) Aynı ırayı eklemeli olarak etkileyen iki ya da daha çok gen çifti. polihalin (İng. polyhaline) Tuzluluk derecesi % 0.18- 0.30 arasında değişen sular. polikistik (İng. polycystic) Çok kesesi olan. poliklorlu bifeniller (İng. polychlorinated bipheyls, PCB) Genellikle tabiatta bozulmayan, gıda zincirinde toplanan, canlı organizmalar üzerine zararlı etkisi olan, pratikte monoklorlu bifenilleri de ihtiva eden, klorlu bileşiklerin bulunduğu fenillerdir. polikültür (İng. polyculture) Marikültürde birden fazla türü yetiştirmek. polimer (İng. polymer) Kondensasyon reaksiyonlarıyla ya da benzer reaksiyonlarla birbirine bağlanmış küçük molekül zincirlerinden oluşmuş büyük bir molekül. polimerize (İng. polymerise) Polimer yapıda, polimer özelliği gösteren. polimeraz (İng. polymerase) Nükleotitlerin polimerleşmesini katalize eden bir enzim kompleksi. polimiktik göller (İng. polimictic lakes) Su sıcaklığı tüm derinliklerde 4°C nin biraz üzerinde olan göller. polimiktik plankton (İng. polimictic plankton) Bu tip plankton populasyonunu oluşturan türlere ait bireyler, kalitatif ve kantitatif bakımdan hemen hemen aynı oranda bulunurlar. polimorfizm (İng. polymorphism) Aynı tür içerisinde işlevsel ve yapısal değerleri farklı olan bireyler bulunması. polinuklear (İng. polynuclear) Çok çekirdeklilik. polioksibiont (İng. polyoxibiont) Akarsularda oksijen miktarının en yüksek değerde bulunma durumu. polip (İng. polyp) Hidra benzeri hayvanlar bazı sölenteratların hayat devresinde sesil evre; mukozadan oluşan çıkıntı. polipeptid (İng. polypeptide) Protein molekülünün yapısında bulunan aminoasit zincirlerinin bir parçası. poliploit (İng. polyploid) İkiden daha çok homolog kromozom takımına sahip olan organizmalar. polisaj (İng. polishing) Makine sanayinde parlatmak. polisakkarit (İng. polysaccharide) Basit şekerlerin bir polimeri olan herhangi bir karbonhidrat. polisaprobi (İng. polysaproby) Çok kirli sular. polisentrik (İng. polycentric) Çok merkezli olan. polispermi (İng. polyspermy) Bir yumurtaya birden fazla sperm girmesi. politipik (İng. polytipic) Bir cinsin birçok türe, bir türün birçok alttüre sahip olmasıdır. politipik tür (İng. polytipic species) İki ya da daha fazla alt türden oluşan türler. politok (İng. polytocous) Bir doğumda birden çok yavru yavru meydana getirme. pollusyon (İng. pollution) Çevrenin insan, bitki ve hayvan yaşamı açısından tehlikeli ya da potansiyel olarak tehlikeli olacak şekilde kirlenmesi; bozulmayan yada dağılmayan atık materyalin çevreye bırakılması. Kirlilik. polosit (İng. polocyte) Kutup göze. Ooosit’in bölünmesinde ortaya çıkan küçük gözelere verilen ad. polypteri (Lat. Polypteridae, Brachyopterygii) Yüzgeçli turnalar üsttakımı. populasyon (İng. population) Belirli bir bölgede yaşayan aynı türe ait bireylerin oluşturduğu topluluk. populasyon dağılımı (İng. population distribution) Bir populasyonun yaşam alanı içinde bireylerin dağılış biçimi. Populasyonların geniş coğrafi bölgeler içindeki dağılımı. populasyon ekolojisi (İng. population ecology) Populasyon ile ilgili olarak ekolojik bakımdan populasyon dinamiği terimi daha çok kullanılır. Populasyon dinamiği çeşitli türlere ait bireylerin bolluk varyasyonlarını inceler ve bu varyasyonlarının nedenlerini araştırır. populasyon yoğunluğu (İng. population density) Birim alana düşen birey sayısı. por (İng. pore) Gözenek, küçük delik. Porifera (Lat. Porifera) Süngerler üzerinde por adı verilen delikler olan çok hücrelilerdir. Organ, gerçek doku ve sinir sistemi yoktur. Hepsi suculdur. Ergin bireyleri her zaman sesildir. porosit (İng. pore cell) Süngerlerin epidermisinden başlayarak iç boşluğa kadar devam eden uzun hücreler. portolon (İng. portolon) Irmak ağzı, liman, haliç, kanal gibi küçük bölgeleri gösteren büyük ölçekli harita. portör (İng. porter) Hastalık etkenini taşıyan, patojen taşıyıcı. post (İng. post, posterior) Sonra; arka; arkasında. posterior (İng. posterior) Sonra veya arkaya olan. Arka, geri, arkadaki. postlarva (İng. postlarvae) Yumurta kesesi çekilmiş, hareket etmeye ve aktif beslenmeye başlamış, ancak morfolojik olarak ebeveynine tam olarak benzemeyen balık larvası. postsentral (İng. postcentral) Bir merkezin arkasında bulunan veya oluşan. potamodrom (İng. potamodromous) Tüm yaşamını tatlı sularda geçiren organizmalar. potamon (İng. potamon) Akarsuyun son kesimi. potanotok Gelişmelerini denizlerde yapıp tatlı sularda yumurtlayan balıklar. pre (İng. pre) Ön, önce, önünde. predasyon (İng. predation) İki tür arasındaki ilişki. Bir tür diğeri üzerinde zararlı etki yapar ancak onsuz yaşayamaz; bu tür diğerini öldürür ve yer. predatör (İng. predator) Canlı organizmaları avlayarak beslenen yırtıcı ve saldırgan organizmalardır. predentin (İng. predentine) Dentinde kalsifiye olmamış iç tabakası. prekursor (İng. precursor) Bir metabolik yol içinde başka maddeden önce gelen bir madde; başka bir maddenin sentezlendiği madde. prelarva (İng. prelarvae) Yumurta kesesine bağımlı yaşayan larva. Keseli dönem. premaksilla (İng. premaxilla) Üst çenenin iki tarafında yer alan ve onun ön bölümünü oluşturan kemik. prensip (İng. principle) Başlıca, ana, önemli, kural, ilke. presanas Mevcudiyet. presumptif (İng. presumptive) Henüz farklılaşmamış olan bir dokunun gelişimsel akibetinin tanımlanması. prevalent plankton (İng. prevalent plankton) Bir plankton populasyonunu oluşturan bireylerin yaklaşık yarısı aynı türe ait ise prevalent planktondan bahsedilir. prey (İng. prey) Predatöre yem olan organizmalardır. primer (İng. primary) Birinci derecedeki, ilkin, esas. primer prodüktivite (İng. primary production) Bir ortamdaki klorofilli ototrof organizmaların sağladığı verim. primitif (İng. primitive) Eski, atasal duruma benzeyen. İlkel. primitif oluk (İng. primitive streak) Mezodermin şekillenmesi ve hücrelerin hareketinin bir sonucu olarak balık, sürüngen, kuş ve memeli yumurtalarındaki embriyonik disk üzerinde gelişen uzunlamasına bir oluk. primordiyum (İng. primordium) Bir organ ya da kısmın embriyonik gelişme sırasında görülen ilk belirtisi. En erken gelişme evresi. priorite (İng. priority) Bir türün ismi hayvanlar aleminde tektir, diğer bir türe ya da katagoriye verilemez. Eğer bir türe iki isim verilmişse birinci verilen isim geçerlidir. Buna priorite denir. İkinci isim ise sinonimdir. prizmatik tabaka (İng. prismatic layer) Bir mollüsk kabuğunun orta tabakasının, kalsiyum karbonat ve protein içeren en yoğun olduğu bölgedir. ppb (İng. parts per billion) Milyarda bir kısım. ppm (İng. parts per million) Milyonda bir kısım. ppt (İng. parts per thousand) Binde bir kısım. proboskis (İng. proboscis) Bir hayvanda genellikle beslenmede kullanılan, burun ya da baş kısmındaki hortuma benzer yapı. prodüksiyon emsali Bir gölün plankton populasyonunu tamamen yenilenme süresi. prodüktivite (İng. productivity) Belli bir zaman periyod içerisinde bir organizma veya kommunite tarafından özümlenen organik maddenin miktarı veya ağırlığı. profaz (İng. prophase) Mitozun ilk evresi. Bu evrede kromatin iplikleri kısalır, kromozomlar belirgin hale gelir ve iğ oluşur. profundal bölge (İng. profundal zone) Hiç ışık almayan ve tek hücrelilerle yalancı ayaklılar dışında hayatın olmadığı bölge. proglotit (İng. proglottid, proglottis) Cestoda’larda görülen vücut segmenti olup sırt-karın yönünde yassılaşmışlardır. prokaryot (İng. prokaryote) Zar ile çevrili olan gerçek organelleri bulunmayan organizmalar, bakteri ve mavi-yeşil algler. Prokaryota (İng. prokaryotes) Prokaryotlar. prokaryotlar (İng. prokaryotes) Çekirdek zarları, plastidleri ve golgi aygıtı olmayan organizmalar; bakteri ve mavi-yeşil algler. prokaryotik hücre (İng. prokaryotic cell) Zarla çevrili bir çekirdeği bulunmayan bir hücre tipi. Yalnızca bakterilerde bulunur. proksimal (İng. proximal) Belirli referans noktasına çoğunlukla vücudun ana bölümüne yakın olan kısım. proliferans (İng. proliferous) Çoğalım, üreme. proliferasyon (İng. proliferation) Hızla bölünme sonucu süratle yeni hücrelerin oluşması. promoter (İng. promoter) Transkripsiyon kompleksinin bağlandığı DNA bölgesi. pronefroz (İng. pronephrose) Omurgalılarda görülen en basit böbrek tipi. protal (İng. protal) Haploit yapıdaki gametofit. protamin (İng. protamine) Küçük, çok bazik, arjinini fazla, balık spermlerinde DNA ile beraber bulunan bir protein. proteaz (İng. protease) Proteinlerin peptit bağlarını koparak yıkılmasından sorumlu olan enzim, proteinaz. protein (İng. protein) Karbon, hidrojen, oksijen, azot ve genellikle kükürt ve fosfor içeren makromoleküller; peptid bağlarıyla bağlanmış aminoasit zincirlerinden oluşur; bütün hücrelerde bulunan ana bileşiklerden birisi. proteoliz (İng. proteolyse) Proteinlerin aminoasitlerine kadar parçalanması işlemi. Protista (Lat. Protista) Protozoa, flagellata, cıvık mantar, bazı alg ve mantarlardan oluşan organizmalar. protofibril (İng. protofibril) Kollagen tellerin yapısında bulunan 15 Ao kalınlığında, 2800 Ao uzunluğunda makro moleküllerden yapılmış ince telcik. protokooperasyon (İng. protocooperation) Birlikte bulundukları zaman birbirlerinden yararlanan iki populasyon arasındaki ilişkiler, ancak birinin yokluğunda diğeri yaşamını sürdürebilir. proton (İng. proton) Bütün atom çekirdeklerinde bulunan pozitif elektrik yükü ve bir nötronunkine eşit kütlesi olan temel partikül. protonefridyum (İng. protonephridium) İlkel omurgasızların ve bazı ileri hayvanların larvalarındaki alev hücresinden oluşan boşaltım organı. protoplazma (İng. protoplasm) Çeşitli organik ve inorganik bileşiklerden oluşmuş kolloid tabiatta yapışkan ve saydam bir kütle. Protoplazmanın cam gibi saydam olan esas maddesi sitoplazma adını alır. protopodit (İng. protopodite) Kabuklularda iki çatallı olan endopodit ve eksopodit üyelerinin kaynaşarak oluşturduğu yapı. Protostomia (Lat. Protostomia) Embriyodaki blastopor, gelişerek ağzı oluşturur. Anüs, ağzın tam karşısında, arka bölgedeki ektodermin çökmesiyle gelişir. Genellikle, şizosöl sölom, spiral segmentasyon, ve mozaik gelişim ile birlikte anılır. Protozoa (Lat. Protozoa) Amoeba, Ciliata, Flagellata ve Sporozoa'yı kapsayan tek hücreli hayvanların filumu. protozoon (İng. protozoon) Tek hücreli canlılara genel olarak verilen ad (örneğin algler, mantarlar, bakteriler vs.). protraktör (İng. protractor) Öne çeken. protraktör kaslar (İng. protractor muscle) Balıklarda yüzgeçleri dikleştiren kaslar. provirüs (İng. provirüs) Virüsün konukçul bir hücrenin kalıtım maddesiyle bütünleşmiş nükleik asiti. psammon (Lat. psammon) Kum ve çamur gibi yumuşak diplerde yaşıyan organizmalar. Örneğin Chrinomid larvaları. Pseudocoelomate (Lat. Pseudocoelomate) Gerçek söloma sahip olmayan canlılar. Embriyonel dönemdeki blastosöl'ün devamıdır. Sadece dış kısmı mezoderm ile çevrilidir. psikrofil (İng. psychrophill) Soğuk seven canlılar. psikrofilik plankton (İng. psychrophilic plankton) Soğuk seven plankton. Psilopsida (Lat. Psilopsida) Tracheophytanın bir alt filumu; en ilkel vasküler bitkiler; günümüzde yaşayan yalnız üç türü bilinmektedir. psödo (İng. pseudo) Asılsız, geçici, yalancı. psödogen (İng. pseudogene) Gene çok benzeyen, transkripsiyonu yapılmamış bir DNA bölgesi. psödopod (İng. pseudopod) Bakınız: Yalancı ayak. psödosölom (İng. pseudocoelam) Mezoderm ve endoderm arasındaki vücut boşluğu; kalıcı bir blastosöl. pterigiyofor (İng. pterygiophore) Balıklarda yüzgeç ışınlarına destek teşkil eden en dıştaki kıkırdaksı çubuk. pteridophyta (Lat. Pteridophyta) Eğreltiler. pteropsida (Lat. Pteropsida) Eğrelti otları, kozalaklılar ve çiçekli bitkileri kapsayan Tracheophytanın bir alt filumu; bitki dünyasındaki en geniş grup. pul (İng. scale) Balıkların, sürüngenlerin ve bazı kuşlarla memelilerin vücutlarını kaplayan boynuzsu sert levhacık. pupa (İng. poop, cocoon) Bir böcek gelişmesinde larva ve ergin dönemleri arasındaki bir evre; beslenmeyen ve hareket etmeyen bir hayat formu. pupilla (İng. pupilla) İris tarafından çevrili olan göz içine ışığın girmesine yarayan delik; Göz bebeği. puplaşma (İng. pupation) Bazı böceklerin larva evrelerinin sonunda beslenmesiz ve hareketsiz belli bir zaman devresine girerek ergin organizmaları meydana getirmesi olayı. purifikasyon (İng. purification) Organik, ayrışabilen materyalin sabit, kararlı materyale dönüştürülmesi işlemi; lağım suyu işleme sürecinin bir bölümü; suya uygulandığında, bu işlem klorlama ya da havalandırma gibi işlemlerle zararlı bakterilerin yok edilmesi anlamına gelir; hava açısından ise atmosferin parçacıklardan temizlenmesi demektir. putamen (İng. putamen) Kabuk. pürin (İng. pürine) Birbirine bağlanmış iki halkada karbon ve azot atomları içeren organik bazlar; nükleik asitlerin, ATP, NAD ve diğer biyolojik aktiviteli maddelerin bileşenleri. pütrefaksiyon (İng. putrefaction) Aminoasit ve proteinlerin enzimatik yoldan anaerobik bozulumu. pygidium (İng. pygidium) Bazı eklembacaklılarda genellikle anüsü taşıyan (fakat her zaman değil) vücudun en son kısmı. -Rradar (İng. radio detection and ranging) Radyo dalgalarının yankısını alarak cismin yerini ve uzaklığını bulabilen genellikle uçak ve gemilerde kullanılan cihaz. Radiolaria (Lat. Radiolaria) Kök bacaklılar sınıfına ait ışınlılar takımı. radius (İng. Radius) Yüzgeçlere desteklik sağlayan kemik veya kıkırdaktan yapılmış çubuksu yapılar Yüzgeç ışınları. radula (İng. radula) 1. Yumuşakçalardan bazılarında ağızda bulunan kaba yapılı, törpüyü andıran, bitkileri kazımaya ve yutmaya yarayan organdır. 2. Kiton, salyangoz, mürekkep balığı ve bazı mollusklarm sindirim sistemindeki törpüye benzer bir yapı. 3. Yumuşakçalarda, üzerinde kitin diş sıraları taşıyan, ağız içi rende organı, dişi dil. radyasyon (İng. radiation) 1. Elektromanyetik dalgalar ya da parçacıklar biçimindeki enerji emisyonu, ya da aktarımı. 2. Işınlanım, ışınlama. radyasyon tehlikesi (İng. radiation hazard) Radyoaktif maddelerin yaydıkları parçacıkların ve ışınların yol açtığı tehlike; büyük dozlar hızlı ölüme neden olur, buna karşılık düşük düzeyde radyasyona maruz kalınması, kanser riskinde artışa yol açar. radyal (İng. radial) 1. Merkezi bir nokta etrafında dönen. 2. Güneş ışığı biçiminde, ışınsal. radyal segmentasyon (İng. radial segmentation) Embriyoda, oluşan yeni hücrelerin birbirinin üzerine veya yanına gelecek şekilde ilerlediği segmentasyon tipi. radyal simetri (İng. radial symetry) Vücuttan diklemesine (yere paralel olarak) geçen tüm düzlemlerin, vücudu eşit iki parçaya ayırdığı simetri tipi, ışınsal simetri. radyoaktif atık (İng. radioactive waste) Nükleer reaktör işlemlerinden ya da tıpta araştırma, askeri ve sanayi etkinlikleri gibi kaynaklardan üretilen atık. radyoaktif atıksu (İng. radioactive waste water) Nükleer enerji üretimi ve radyoaktif enerji teşhis, tedavi ve bilimsel amaçlı kullanımı sonucu oluşan, radyoaktiviteleri nedeniyle karşılaştıkları alıcı ortama doğrudan veya dolaylı olarak zarar verebilen ve alıcı ortamda doğal bileşim ve özelliklerin değişmesine yol açan sulardır. radyoaktif serpinti (İng. radioactive fallout) Radyoaktif parçacıkların yer yüzeyine inmesi; ya da radyoaktif parçacıkların kendisi. radyoaktif tehlike (İng. radioactive hazard) Radyoaktif maddelerin yaydıkları parçacıkların ve ışınların yol açtığı tehlike. radyobiyoloji (İng. radiobiology) Radyasyonun canlılar üzerine nasıl etki ettiğini inceleyen bilim dalı. radyojenik (İng. radiogenic) Radyoaktif ayrışmadan oluşan madde. radyonüklid (İng. radionuclide) Radyoaktif çekirdek. rafidoplankton (İng. raphidoplankton) İğne şeklindeki organizmalar. rafit (İng. raphide) Bakınız kauçuk. ramus (İng. ramus) Dal, kol. reçine (İng. resin) Çam, elma, erik gibi bazı odunlu bitkilerin salgıladıkları katı yada yarı akışkan, yarı saydam, suda çözünmeyen salgı maddeleri. red-tide (İng. red-tide) Kirlilik ve ötrofikasyon sonucunda, deniz planktonu tiplerinin zehirli olabilecek düzeyde yoğunlaşmasıyla kıyı sularının renginin bozulması şekliyle oluşan doğal olay. Dinoflagellata takımında yer alan alglerin, yılın beli dönemlerinde okyanuslarda çok hızlı bir şekilde çoğalmaları ve bu alglerin içerdikleri pigmentin renginin suda yoğunlaşması sonucu ortaya çıkan görüntü, kırmızı kuşak. redüksiyon (İng. reduction) Bir molekül ya da atoma elektronların eklenmesi; oksidasyonun tersi. İndirgenme. redüktaz (İng. reductase) Substratı bir redüktör aracılığıyla indirgeyen enzimler. redya (İng. redia) Trematodların hayat devresindeki ikinci evre. Salyangozda redyalar eşeysiz olarak serkaryaları oluşturur. refleks (İng. reflex) Alınan uyartı sonucunda meydana gelen impulsa, beyne iletilmeksizin verilen ani cevap. Verilen bir uyartıya karşı doğuşsal, otomatik ve istemsiz bir tepki şekli olup işe karışan sinirlerin anatomik ilişkileriyle saptanır. refleks yayı (İng. reflex arc) Duyu, ara ve motor nörondan oluşan en basit mekanizma. reflektör (İng. reflector) Yansıtaç, yansıtıcı. refraksiyon (İng. refraction) Kırılım. regenerasyon (İng. regeneration) Bir organizmanın kopan ya da yaralanan doku parçasının yeniden büyümesi. regülatör (İng. regülatör) Düzenleyici. rejenerasyon (İng. regeneration) Canlılarda eksilen, bozulan bir yapının tamamlanması, onarımı. Yenilenme. rejenere pul (İng. regenerated scale) Herhangi bir nedenle düşen pulun yerine oluşmuş pullardır. rekabet (İng. competition) Ekolojide, aynı, sınırlı kaynağın iki ya da daha fazla birey tarafından ya da iki ya da daha fazla populasyon tarafından kullanılması, her iki tarafın zarar gördüğü bir ilişki. İki ayrı tür veya aynı türün bireyleri aynı bölge, aynı besin ya da aynı miktarda ışık alabilmek için veyahut aynı predatör veya hastalıktan korunabilmek amacıyla birbirleriyle rekabet edebilirler. Yani bu iki tür bir bakıma aynı ekolojik niş için rekabet etmektedir. Rekabet genellikle türlerden birinin ölümüyle veya ekolojik nişini değiştirmekle son bulur. rekapitulasyon (İng. recapitulation) Embriyonun, gelişim seyri içinde evrimsel atalarının embriyonik gelişim evrelerini kısaca tekrar etmesi. rekombinant DNA (İng. recombinant DNA) Farklı biyolojik kaynaklardan elde edilen DNA moleküllerinin birleşmesinden oluşan yapı. rekombinasyon (İng. recombination) Genetikte, eşeyli üreme ve krosing over sonucunda allellerin yeniden düzenlenmesi. rekon (İng. recon) Genetik rekombinasyonun en küçük birimi; genetik maddenin bir boyutlu uzantısındaki en küçük ve kendi arasında yer değiştirebilen fakat rekombinasyonla bölünemiyen elemanı. rektum (İng. rectum, colon) Kalın bağırsağın anüsle sonlanan düz kısmı. rem (İng. roentgen equivalent man) İyonlaştırıcı radyasyon dozu birimi. reniformis (İng. reniform) Böbreksi, böbrek biçiminde renk maddeleri (İng. pigment) Antokyan ve antoksantin gibi vakuollerde erimiş halde bulunan maddeler. Antokyan asidik pH da (çözeltilerde bulunan hidrojen iyonlu konsantrasyon) kırmızı, alkali ya da bazik mavi veya mor renk alır. Antoksantinler sarı veya turuncu renkli maddelerdir. renksemez (İng. achromatic) Beyaz ışığı çözümlemeden veren, akromatik. renkser (İng. chromatic) Renklerle ilgili olan, kromatik. renkser sapınç (İng. chromatic aberration) Tek merceklerle ilgili yaygın bir sorun. Görülebilir (beyaz) ışığın farklı dalga boyları, prizmada olduğu gibi, farklı oranlarda kırılarak görüntünün çevresinde(gökkuşağı renklerini içeren) renkli bir hal oluşturur. replikasyon (İng. replication) DNA'nın kendini eşlemesi. replikon (İng. replicon) DNA molekülünde bir kopyalama kökeni kapsayan ve peş peşe kopyalanan nükleotit dizilerinden oluşan uzunluk. repressör (İng. repressor) Spesifik bir genin protein sentezi yapmasını bastıran regülatör bir genin oluşturduğu protein maddesi. reproduktif (İng. reproductive) Verimli, üretken. reseptör (İng. receptor) 1. Alıcı; duyu organı veya organları duyu alan sinir uçları. 2. Belirli kimyasalların veya uyartıların tanıyıcısı konumunda olan, bazı hallerde de bunların hücreye girmesini veya bunlara karşı bir cevabın oluşturulmasını mümkün hale getiren yer veya yapı, almaç. reseptör antagonizm (İng. receptor antagonism) İki kimyasal maddenin aynı reseptör bölgesine bağlanarak bu maddelerin tek tek etkilerinin toplamından daha az toksik etki göstermesi (ör. 3+4=6) veya bir kimyasal maddenin diğerinin etkisini antagonize etmesi (örn. 0+2=1). resesif (İng. recessive) Çekinik. resesif gen (İng. recessive gene) Etkisini fenotipte gösteremeyen ve çekinik olan gen. resif (İng. reef) Su yüzeyindeki sıra kayalar. respirasyon (İng. respiration) Soluk alma verme, solunum. restis Halat. restriksiyon enzimi (İng. restrictive enzyme) DNA'yı parçalamaya, kesmeye yarayan enzimler. rete mirabile (Lat. rete mirabile, İng. wonderful net) Balıkların hava keselerinde gaz oluşturma bölgesinde, çok küçük bir alanda kılcal damarların yoğun bulunduğu bölüm. Mucize ağ. retikular (İng. reticular) Ağımsı. retikulum (İng. reticulum) Hücre içinde ya da hücreler arası matriksteki fibril ya da lif ağı. retina (İng. retina) Gözde en iç kısımda bulunan, ışığa duyarlı hücrelerin, duyu sinirlerinin ve pigmentlerin bulunduğu, çift katlı ağ tabaka. retinakulum (İng. retinaculum) Bant, şerit. retraktör (İng. retractor) Geri çeken. retrovirüs (İng. retrovirus) Kendi genomundan sonradan konukçulun genomu ile bütünleşecek olan bir DNA kopyasını özel bir enzim vasıtasıyla yapan bir RNA virüsü. reversible (İng. reversible) Geri dönüşlü. rezolusyon (İng. resolution) Çökme, yatışma. rezonans sistemi (İng. resonance system) Yapısındaki atomları hareket ettirmeksizin dıştaki elektronları çeşitli yollarla düzenliyebilen atomların birbirine bağlı olduğu bir sistem. rezorpsiyon (İng. resorption) Yeniden emme. Yıkma. rheofil (İng. rheophile) Akıntı seven organizmalar. rheoplankton (İng. rheoplankton) Akarsularda yaşayan plankton. Potamoplankton. rhitron (İng. rhitron) Akarsuların üst kesimleri. rhizomenon Kökleri ve iletim demetleri olan sucul bitkiler. Rhizopoda (Lat. Rhizopoda) Protozoa'lara ait kök bacaklılar (ayaklılar) sınıfı. Rhodophyta (Lat. Rhodophyta) Kırmızı algler filumu; hemen hemen tümüyle okyanuslarda bulunur. rıhtım (İng. dock, quay) Bir akarsu veya deniz kıyısında doldurularak yapılmış, gemilerin indirme bindirme veya yükleme boşaltma yapabileceği yer. ribonukleik asit (İng. ribonucleic acid, RNA) Riboz şekerini içeren nukleik asit; hem nükleus hem de sitoplazmada bulunur ve protein sentezlenmesinde önemli bir moleküldür. ribozim (İng. ribozyme, ribonucleic acid enzyme) Ortamda herhangi bir protein bulunmadığı zaman enzim özelliği gösteren saf RNA. ribozom (İng. ribosome) Protein ve ribonükleik asitten oluşmuş ya sitoplazmada serbest olarak ya da hücrenin endoplazmik retikulum zarına bağlanmış olan küçük granüller; protein sentezinde iş gören sitoplazmik organel. rigor (İng. rigor) Katılık, sertlik. rijit (İng. rigid) Katılık. rina (Lat. Dipturus batis, İng. Blue skate) Tırpana balığı. ringa (Lat. Clupea harengus, İng. Atlantic herring) Kemikli balıklardan, ılık denizlerde büyük sürüler halinde dolaşan ve tütsü ile kurutulmuşu oldukça sürümlü olan, uskumru iriliğinde bir balık. risk (İng. risk) Bir kimyasal bileşiğin uygulanması sonucunda kabul edilebilir sınırlar çerçevesinde oluşan fizyolojik, biyokimyasal ve histolojik değişimler derecesidir. rivus (İng. rivus) Küçük ırmak, kanal. rizoid (İng. rhizoid) Karayosunları, eğreltiotları, bazı mantar ve likenlerin gövde dibinden çıkan ve kök ödevi gören, renksiz, tüysü emici uzantılar. Kökçük. rizom (İng. rhizome) Buğdaygiller ve eğreltilerde bulunan ve toprak üstü yapraklarını oluşturan bir toprak altı gövde başkalaşımı. RNA (İng. ribonucleic acid) Ribonükleit asit. rna polimeraz (İng. rna polimerase) DNA dan RNA sentezini gerçekleştiren enzim. rodopsin (İng. rhodopsin) Göz organında bulunan ve fotonun ilk olarak çarptığı bir çeşit protein. rosa (İng. rosa) Gül. rostral (İng. rostral) Çıkıntı (uzamış) burun bölgesine, onunla ilgili. rostrum (İng. rostrum) Hayvanlarda çıkıntılı burun bölgesi; gagamsı çıkıntı. rölativite (İng. relativity) Bağıntı, görelik, izafiyet. röleve (İng. relievo) Analizde kullanılacak verilerin elde edilmesi, sayım, ölçüm, tartım ya da ünitelerinin tüm özelliklerinin saptanması anlamına gelen bu aktivitelerin tümüne verilen ad. röntgenografi (İng. roentgenography) Röntgen ışınlarından yararlanılarak doku ve organ yapılarını film üzerine yazma. rubralis Kırmızımsı, kırmızıyla ilgili. rudimenter (İng. rudimentary) Gelişmemiş. rutin hız (İng. routine speed) Balıkların günlük gezintilerinde sahip oldukları hızdır. rüzgar enerjisi (İng. wind power, wind energy) Rüzgar gücü kullanılarak elde edilen enerji. -Ssabit ürün (İng. constant yield) Makroplankton biyoması olarak da bilinen, metrekarede gram olarak ortalama tabii haldeki makroplankton miktarıdır. sabitleştirici (İng. fixer) Koruyucu ya da sabitleştirici etkisi yıkandıktan sonra bile devam eden kimyasal bir madde. Aslında uygulandığı dokunun yapısını değiştirir. sacciform (İng. sacciform) Kese biçiminde. saçak kök (İng. hairy root) Yan köklerin ana kökten daha fazla gelişmesi. safra tuzları (İng. bile salts) Safra kesesinden ince bağırsağa salgılanan ve yağların misellere (küçük partiküller) dönüşümünü sağlayan biyokimyasal maddeler. sagittal kesit (İng. sagittal section) Bilateral simetrili bir hayvanın orta hattı boyunca uzunlamasına dikey kesit. sagittiform (İng. sagittiform) Ok şekli. sakkaroz (İng. saccharose) Bir birim glukoz ve bir birim fruktozdan oluşmuş çiftli şeker. Sofra şekeri. sakkulus (İng. sacculus) 1. Balıkların iç kulağında pars inferior bölümünde yer alan keseciklerden biri. 2. Kesecik, küçük kese. sakkus (İng. saccus) Kese, torba. salgı (İng. secretion) Hücrelerin veya vücuttaki bezlerin kandan ayırıp oluşturdukları ve yeniden kana, başka organa veya dışarıya saldıkları sıvı madde, ifraz. salinometre (İng. salinometer) Elektriksel iletkenliğe dayalı olarak suların tuzluluğunu ölçmeye yarayan alettir. Salmonella (İng. Salmonella) Gıda zehirlenmesine yol açan ve tifo taşıyabilen, hastalık yapıcı bakteriler. sandık balığı (Lat. Rhinesomus triqueter, İng. Smooth trunkfish) Sandık balığıgillerden, tropikal denizlerde yaşayan, vücudu çok kenarlı sert kemik plakalardan oluşan bir zırhla kaplı, boyu yarım metre kadar olabilen bir balık. sandık balığıgiller (Lat. Ostraciidae) Sandık biçimi vücutları kemik plakalarla kaplı omurgalı hayvanlar sınıfı. santrifüjleme (İng. centrifugation) Merkez-kaç kuvvetiyle atık su çamurunun içindeki suyu kısmen uzaklaştırma işlemidir. sapanbalığı (Lat. Alopias vulpinus, İng. Thresher) Chondrichthyes sınıfının Lamnidae familyasından, çeneleri üç kenarlı küçük dişlere sahip, 3 m kadar uzunlukta, koyu gri renkte, açık denizlerde yaşayan, insanlar için tehlikesiz, Akdeniz'de bulunan bir tür. saprofit (İng. saprophyte) Ölmüş ya da çürümüş organizma veya organik maddelerden beslenen organizmalar. saprofit beslenme (İng. saprophyte nutrition) Bir heterotrof beslenme tipi. Bu yolla beslenen organizmalar gerekli besin maddelerini hücredışı sindirimden sonra hücre zarları aracılığıyla sağlar. saprofitik (İng. saprophytic) Çözünmüş organik maddelerle beslenen organizmalar. sapropel (İng. sapropel) Oksijensiz koşullarda derin suda oluşan çökelti katmanı. saprozoik (İng. saprozoic) Partiküler organik madde ile beslenen organizmalar. Sarcopterygii (Lat. Sarcopterygii) Saçak yüzgeçliler (et yüzgeçliler) altsınıfı. sardalya (Lat. Sardina pilchardus, İng. European pilchard) Hamsigillerden konservesi ve tuzlaması yapılan, gümüş renginde, pullu ve 10-15 cm boyunda, küçük bir balık, ateş balığı. sarı hani (Lat. Epinephelus marginatus, İng. Dusky grouper) Kemiklibalıklar takımının, Hanigiller (Serranidae) familyasından kızıl sarı renkte bir hani türü. Uzunluğu 25 cm kadardır. Akdeniz’de yaşar. sarı kanat (Lat. Pomatomus saltatrix, İng. Bluefish) Lüfer türlerinin 10-14 tanesinin bir kilo geldiği 15-20 cm lik olan bireylerine denir. sarkoblast (İng. sarcoblast) kas doku gözesinin oluşturduğu ana göze. sarkolemma (İng. sarcolemma) Çizgili kas çevresinde bulunan hücre zarı. sarkomer (İng. sarcomere) Bir iskelet kası miyofıbrilinin Z kısmından diğerine uzanan bölgesi. İskelet kası kasılmasının işlevsel birimi. sarkoplazma (İng. sarcoplasm) Sarkolemmanın altında kas lifini içinde bulunan akıcı bir ortam. sarkoplazmatik (İng. sarcoplasmatic) Kas doku gözesi zarı ile ilgili. satellifer (İng. satellifer) Uydu taşıyan, uydulu. sazan (Lat. Cyprinus carpio) Sazangillerden, Avrupa, Asya ve Amerika’nın tatlı sularında yaşayan, eti beğenilen kılçıklı bir balık. sazangiller (Lat. Cyprinidae) Tatlı sularda yaşayan kılçıklı balıkların geniş bir familyası. SCUBA (İng. Self Contained Underwater Breathing Apparatus) Sualtında kendi kendine soluma aygıtı anlamına gelen İngilizce sözcüklerin baş harflerinden oluşan kısaltma. sebum (İng. sebum) Yağ. seçicilik oranı (İng. selectivity rate, SR) Bir tür için ortalama LC50 değerinin diğer bir tür için ortalama LC50 değerine bölümü. seçilim baskısı (İng. selection pressure) Bir populasyonda, doğal seçilimden kaynaklanan genetik değişiklik için uygulanan baskı. sedanter (İng. sedentary) 1. Substratum yüzeyinde sürünerek kısa mesafelerde yer değiştiren organizmalardır. 2. Yerleşik. sediment (İng. sediment) Gevşek (seyrek) sıkışık olmayan serbest formdaki organik veya inorganik madde partikülleri. sedimentasyon (İng. sedimentation) Yerçekim kuvvetinin tesiri altında, su veya atık su tarafından taşınmakta olan askıdaki maddelerin ayrılarak dibe çökmesidir. Dibe çökme. sefal (İng. cephal) Baş. sefalik (İng. cephalic) Başa ait; baş ile ilgili. sefalizasyon (İng. cephalization) Vücudun uç bölgesinde sinirleri koordine eden merkezlerin ve duyu organlarının yerleşmesi. sefalotoraks (İng. cephalothorax) Gözler ve 13 çift organın yer aldığı ve abdomene kadar olan baş bölgesidir. segment (İng. segment) Bir yapının, az çok birbirine benzeyen parçalarından her biri, bölüt. segmentasyon (İng. segmentation) 1. Yumurtanın döllendikten sonra kısa bir süre içinde bölünmeye başlaması. Bölünme. 2. Bir organizmanın az ya da çok birbirine eşit sıra halinde dizilmiş birimlere ayrılması. Sekki-diski (İng. Secchi disk) İtalyan araştırıcı Secchi tarafından düşünülen 20 veya 30 cm çaplı 4 eşit parçaya bölünmüş ve tamamı beyaz veya karşılıklı çapraz kısımları siyahbeyaza boyanmış, suyun ışık geçirgenliğini tayin eden alet. sekonder (İng. secondary) ikincil, ikinci derecede önemli olan, yan, tali. sekresyon (İng. secretion) Salgı. sekretin (İng. secretin) On iki parmak bağırsağının salgıladığı hormon. seksiyon (İng. section) Kesme, kesit. Bölüm. seleksiyon (İng. selection) Seçilim, ayıklama. sella (İng. cella) Eğer benzeri çukur. selüloz (İng. cellulose) Bitkilerde hücre yapısının büyük bir bölümünü oluşturan, kağıt yapay ipek ve patlayıcı maddelerin yapımında kullanılan bir karbonhidrat. semi (İng. semi) Yarım anlamına gelen ön ek. semiovalis (İng. semiovale) Yarı oval biçiminde. semptom (İng. symptom) Bir hastalığın organik ve fizyolojik belirtisidir. sendrom (İng. syndrome) Özel bir bozukluğu belirleyen, bir arada görülen, teşhisi kolaylaştıran bulgu ve belirtilerin tümü senositik (İng. coenocytic) Bir sitoplazma kütlesi içinde birden fazla çekirdeğe sahip olma. sensitif (İng. sensitive) Duyusal. sentetik karakterler (İng. synthetic characters) Biosönozdaki analitik karakterlerin tespitinden sonra sentetik karakterlerin açıklanmasına çalışılır. Sentetik karakterlerin araştırılmasında amaç biosönozdaki türlerin dominantlık (baskınlık) derecesini, presans (mevcudiyet) derecesini ve nihayet fidelitelerini (doğruluk veya bağımlılık durumu) ortaya koymaktır. sentez (İng. shynthesis) 1. Bir araya getirmek, birleştirmek, örneklemek, sentez. 2. Mikroorganizmalar tarafından alınan besin maddelerinin hücre protoplazmasına dönüştürülmesi. sentral (İng. central) Merkez. sentriyol (İng. centriole) Hayvan hücrelerinin ve bazı ilkel bitki hücrelerinin çekirdeğinin tam dış kısmında yerleşmiş olan, silindirik sitoplazmik bir organel. sentromer (İng. centromere) Kromozom üzerinde iğ ipliğinin tutunduğu nokta. sentrum (İng. centrum) Merkez. Orta. sepal (İng. sepalous, sepal) Çiçek örtü yapraklarının dış halkasını oluşturan ve genellikle normal yaprakları andıran yeşil yapraklar. Çanak yapraklar. septisemi (İng. septicaemia, sepsis) Vücuda giren mikropların kan yoluyla dokulara yayılmasıdır. septum (İng. septum, ceptum) Bir bölme ya da çeper. Çoğulu: septa. ser (İng. sere) Bir süksesyonun belirli bir alanda, birbirinin yerini alan kommüniteleri; geçici kommüniteler seral evreler adını alır. Serler, yeryüzünün o kesimindeki iklime özgü bir klimaks kommünitesiyle sonlanır. sera etkisi (İng. greenhouse effect) Başta karbon dioksit olmak üzere bazı atmosferik gazlar sera camının etkisini andırır bir etkiye sahiptir; ışığı geçirir ama ısıyı içerde tutar ve ısı artışına yol açar. Atmosfer ile yer arasındaki ısı dengesi, sanayileşmedeki ve fosil yakıtların yanmasındaki artıştan kaynaklanan atmosferik karbon dioksit artışlarından etkilenir; bu ise atmosferdeki ortalama ısıyı yükseltir. Bu gelişmenin, buzulların erimesi ve okyanusun yükselmesi gibi geniş kapsamlı sonuçlar doğuran iklim değişmelerine yol açmasından korkulmaktadır. serbest enerji (İng. free energy) Bir kimyasal sistemde kullanılabilir enerji. serebellum (İng. cerebellum) Beyincik, küçük beyin. serebral (İng. cerebral) Beyin organıyla ilgili yapı. Beyine bağlı. serebrum (İng. cerebrum) Beyin, büyük beyin. serk (İng. cercus, caudal fin) Kuyruk. serkarya (İng. cercaria) Balıklarda kist yapan trematod parazitlerin serbest yüzen son larva evresi. serpinti (İng. nuclear fallout) Nükleer patlamadan sonra atmosferde kalan ve yağmur ya da diğer meteorolojik olaylarla yeryüzüne inen radyoaktif toz. sertlik (İng. water hardness) Bir suyun içerdiği kalsiyum ve magnezyum iyonlarının toplam miktarı. serum (İng. serum) Kanın, pıhtılaşmasından sonra hücrelerinden ayrılmış, açık sarı renkli sıvı kısmı. sesil (İng. sessile) Substratuma tesbit edilmiş halde yaşantılarını sürdüren hayvansal organizmalardır. sessiz mutasyon (İng. silent mutation) Meydana geldiği gen üzerinde, daha sonra bugen tarafından üretilecek proteinin fonksiyonunu değiştirmeyen mutasyonlardır. Etkisiz mutasyon. seston (İng. seston) Deniz suyunda asılı halde bulunan parçacıkların tümüdür. Bunlardan canlı olanlar Bioseston (Plankton), cansız olanlarda Abioseston (Tripton) adını alırlar. set mercan resifi (İng. coral reef barrier) Kıyı ile aralarında lagün bulunan mercan resifidir. seta (İng. seta) Birçok omurgasızda epidermisten teşekkül eden kıl, kitin, diken gibi yapılar. seyrelme (İng. dilution) Alıcı su ortamlarına boşaltılan atık sulardaki çeşitli kirletici parametre konsantrasyonlarının ortamdaki su ile karışması neticesinde azalmasıdır. sferik (İng. spheric) Küre gibi, küremsi. sferik simetri (İng. spherical symmetry) Vücudun herhangi bir yerinden geçen tüm düzlemlerin, vücudu eşit iki parçaya ayırdığı simetri tipi, küresel simetri. sfinkter (İng. sphincter) 1. Kasılarak tüpsü bir yapıyı kapatabilen halka şeklindeki bir kas. 2. Büzgeç, büzücü, kapayıcı. sıcak monomiktik göller (İng. warm monomyctic lake) Dip ve yüzey suları sıcaklığı daima 4°C’ nin üzerinde olan göller. sıcak su kirliliği (İng. thermal pollution) Çeşitli nedenlerle ısınmış suyun su kaynaklarına akıtılmasıyla, ortamın ısının, içindeki canlılar için zararlı sonuçlar yaratacak düzeye gelmesi. Sıcak su kirliliğinin olumsuz etkilerinden birisi, mavi-yeşil suyosunlarının çoğalmasına yardım ederek su ortamındaki ötrofikasyonu hızlandırmasıdır. sıcakkanlı (İng. homeotherm) Vücut sıcaklığı ortam sıcaklığına göre değişmeyen ve hep aynı kalan canlılar (Sabit sıcaklıklı canlılar). sığ (İng. shallow) Derinliği az, dibi yüzeyine yakın olan. sınıflandırma (İng. classification, taxonomy) Taksonların yatay ve dikey olarak, çoğunlukla evrimsel gelişim dizisine göre, sıralandırılması. sınır ötesi kirlilik (İng. transboundary pollution transfrontier pollution) Bir ülkedeki emisyonların, genellikle hava yoluyla ya da su ile taşınarak, bir diğer ülkeyi etkilemesi. sıralı değişim (İng. sequential alternation, succession) Bir bölgede çeşitli türlerin, belli bir süreç içinde, birbirlerini izleyerek, ortaya çıkmaları. sıvı atık (İng. liquid waste) Her türlü üretim ve tüketim faaliyetleri sonucu oluşan fiziksel, kimyasal, bakteriyolojik özellikleriyle karıştıkları alıcı ortamına doğrudan veya dolaylı zarar verebilen ve alıcı ortamda doğal bileşim ve özelliklerin değişmesine yol açan sıvı haldeki maddelerdir. sıvındırmak (İng. liquefy) Bir gazın veya buharın sıcaklık derecesini düşürmek veya basıncını arttırmak yoluyla onu sıvı durumuna getirmek. sıyırma (İng. stripping) Suyun yüzeyinden petrolün ya da pislik katmanının mekanik yöntemle alınması. sızıntı (İng. seepage) Yüzey suyunun topraktan geçerek aşağılara yönelmesi hareketi. siafil Şiddetli ışığa gereksinme duymayan ve ancak gölgede gelişebilen alg türleridir. Hayvanlar için Ombrofil terimi kullanılmaktadır. sibling (İng. sibling) Birbirlerine benzer yakın türler, ikiz. sifon kanalı (İng. siphon) Deniz salyangozlarında beslenme amacı ile su alışverişinin yapıldığı kanaldır. sikas (İng. Sago palm) Tropik ve subtropik bölgelerde yaşayan odunlu tohumlu bitki ordolarından biri; ya kısa yumru biçiminde toprak altı ya da dik silindirik toprak üstü gövdeye sahip bitkiler. siklon kollektörü (İng. cyclone collector) Merkezkaç kuvvetiyle ve mekanik olarak çalışan, büyük parçacıkları ortamdan uzaklaştırarak hava kirliliğini denetlemeye yarayan aygıt. sikloyid pul (İng. cycloid scale)Yuvarlak yapılı Teleost balıklarında bulunan pul tipi. siklozis (İng. cyclosis) Tipik olarak bitkilerin yaprak hücrelerinde görülen, sitoplazmanın dairesel hareketi. siklus (İng. cycle) Çember, çevre, döngü. Süreli, çevrim. sil (İng. cilium) Bazı bir hücrelilerde hareketi sağlayan, bazı organizmaların da akciğer borularında senkronize hareket ederek, toz gibi partikülleri akciğerden uzaklaştıran kamçı benzeri yapı kısa, tüysü hareketli bir organel. silt (İng. silt) 1. Çap büyüklüğü 0.004 ile 0.062 mm olan sediment. 2. İnorganik karakterli çökelti. simbiyont (İng. symbiont) Başka türden bir canlı ile ortak yaşayan canlı. Bu birliktelik, her iki tarafın fayda ya da zarar durumuna göre farklı isimler alır. simbiyoz (İng. symbiosis) Birbirlerine karşılıklı faydalar sağlayan iki organizmanın bir arada yaşamasıdır. Bu tip yaşam mutualizm, kommensalizm, parazitizm ya da amensalizm biçimlerinde olabilir. simbiyoz fajı (İng. symbiosis phage) Enfekte ettikleri bakteriye zarar vermeden yaşayan faj. simetri (İng. symmetry) Bir eksenin iki yanının yapı ve biçim benzerliği. simpatrik (İng. sympatric) Aynı alana sahip olma. simpatrik tür (İng. sympatric species) Aynı coğrafik alanda bulunan türler. simplast (İng. symplast) Bir bitkide, plazmodezmata tarafından birbirine bağlı hücrelerin sitoplazması tarafından oluşturulan sistem. sinaps (İng. synapse) 1. Bir nöronun aksonu ile bir başkasının dendriti arasındaki bağlanma. 2. Mayoz bölünmenin erken evresinde erkek ve dişiye ait homolog kromozomların yan yana gelerek temas etmesi. sindirim (İng. digestion) Karmaşık yapılı besin bileşiklerinin yapıtaşlarının hidrolizi. sinekoloji (İng. synecology) Çeşitli türlerden oluşan veya aynı türün bireylerinin oluşturduğu topluluklar ile ortamları arasındaki ilişkiyi inceleyen ekoloji kolu. Grupsal ekoloji. sinerjik (İng. synergic) Birlikte çalışan, aynı yönde etkili olan. sinerjistik etki (İng. synergistic effect) Kimyasal maddelerin ve süreçlerin öngörülemeyen kombinasyonlar oluşturarak beraber tepkimeye girme ve bunun sonucunda da tek başlarına sahip olduklarından belirgin bir biçimde daha güçlü ya da bütünüyle farklı bir etki gösterme eğilimleri. sinesi (İng. synechia) İki organizmanın düzenli bir şekilde her zaman yan yana bulunmaları durumundaki münasebetleridir. singami (İng. syngamy) Eşeyli üreme; döllenme olayında gametlerin birleşmesi. sinir ağı (İng. neural network) Sölenterlerdeki gibi, herhangi bir kontrol merkezi bulunmayan sinir sistemi tipi. sinir (İng. nerve) Nöron ipliklerinden oluşan bir demet, aksonlar. sinonim (İng. synonym, synonymous) Aynı taksona birden fazla verilen isimlerin her biri. Bunlardan eski olanı, yani ilk verileni taksonun geçerli ismi olarak kullanılır. sinostoz (İng. synostosis) İki kemiğin arada kemik doku ile bir birine kaynaşması. sinsityum (İng. syncytium) Hücrelerin kaynaşmasıyla oluşan çok çekirdekli bir sitoplazma kütlesi. sinüs (İng. sinus) 1. Körfez, koy. Genişlik. 2. Organların ya da dokuların arasındaki boşluk ya da her hangi bir açıklık. sipris larva (İng. cipris larvae) Sirripedlerin Nauplius larvası son evrede deri değiştirir ve şekli Ortakodlara benzerler. Bu evrede larva yine pelajik olup sipris adını alır. Bir sipris larvasının bir çift bileşik gözü vardır ve karapaks iki parçalıdır. Siprid larva. sir (İng. cirrus) Halkalı solucanların solunum ve çiftleşme aygıtı, yine bazı yassı solucanların ve yumuşakçaların çiftleşme aygıtı. Poliket gibi bazı hayvanların vücutlarının değişik bölümlerinde bulunan zayıf, uzun tentakül benzeri yapılar. sirkadiyen ritim (İng. circadian rhythm) 24 saat aralıkla ortaya çıkan ritmik olaylar. sirkulus (İng. circulus) Daire, halka, küçük daire. sirkum (İng. circum) Çepeçevre. sirkülasyon (İng. circulation) Dolaşım. sis (İng. fog) Atmosferde asılı durumdaki görülebilir nem, görüşün 1000 metrenin altına düştüğü atmosfer olayı. sismik araştırma (İng. seismic exploration) Deniz tabanını ya da yerin altında bulunan kayaç ve tortulan, ses ya da şok dalgaları göndererek inceleme yöntemi. sistem (İng. system) Birbirleriyle etkileşim içinde bulunan ve birbirine bağımlı parçacıkların oluşturduğu bütün. sistematik (İng. systematic) Organizmaların farklığı ile uğraşan bilim dalı. sistemik dolaşım (İng. systemic circulation) Gaz değişimi yapan yüzeyler dışındaki vücut kısımlarına madde taşıyan dolaşım sistemi kısmı. sisterna (İng. cisterna) Bir rezervuar olarak iş gören bir boşluk, kese ya da kuşatılmış başka bir alan. sistokarp (İng. cystocarp) Kırmızı alglerde döllenmeden sonra gelişen yapılar. sitoliz (İng. cytolysis) Hücrenin eriyip parçalanması. sitogenez (İng. cytogenesis) Hücre gelişmesi veya hücre oluşumu. sitokinez (İng. cytokinesis) Mitoz ya da mayoz sırasında sitoplazmanın bölünmesi. sitokrom (İng. cytochrome) Solunum ya da fotofosforilasyon sırasında elektron taşınımında önemli, demir içeren herhangi bir enzim grubu. sitoloji (İng. cytology) Hücreyi inceleyen bilim dalı. sitopatik (İng. cytopathic) Hücreye zarar veren yada hastalanmasına neden olan. sitoplazma (İng. cytoplasm) Hücre zarı içerisinde, çekirdek dışında kalan bütün canlı kısım ve bu kısmı dolduran viskoz yapı. sitotoksin (İng. cytotoxin) Hücreyi zehirleyip öldüren yada görevinin değişmesine neden olan herhangi bir madde. sitozol (İng. cytosol) Bir hücrenin organelleri ve zarlı yapıları dışında, bir hücrenin sitoplazmasının nispeten akışkan, az yapılaşmış kısmı. sivri (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) Yaz aylarında 5-8 kg, kış aylarında 7-10 kg olan üç yaşındaki palamut balıklarına verilen ad. siyahağızlı köpekbalığı (Lat. Galeus melastomus, İng. Blackmouth catshark) Chondrichthyes sınıfının Carchariidae familyasından, ağızaçıklıkları siyah, 80 cm kadar uzunlukta, bir çift spirakulumlu, 5 çift solungaç yarıklı, 150-400 m derinlikte yaşayan, Akdeniz'de bulunan bir tür. siyanoz (İng. cyanosis) Mavi. Mavi siyah arası renk. siyanür (İng. cyanide) Hidrosiyanik asitin son derece zararlı tuzları. Siyanür içeren endüstriyel atık su, su kirliliğine önemli katkıda bulunur. skatoplankton (İng. scatoplankton) 1. Bot şeklindeki organizmalar. 2. 500 metreden daha derin sularda yaşayan, karanlık seven pelajik formlardır. sklereit (İng. scleritis) Taş hücreleri. sklerenkima (İng. sclerenchyma) Çeperlerine lignin maddesi yığılmasıyla sekonder çeperleri kalınlaşmış hücrelerden oluşan bitkisel destek dokusu. skleroz (İng. sclerosis) İçinde katılgan dokunun artmasından dolayı bir organ veya dokunun patolojik sertleşmesi. skualen (İng. squalene) Köpekbalıklarının karaciğerinden üretilen yağ. slik (İng. slick) Denizde ya da herhangi bir su yüzeyindeki yağ tabakası veya ince bir tabakadır. smolt (İng. smolt) Salmo salar türünün ergin olurken geçirdiği devrelerden birisi. sodalı göller (İng. soda lakes) Sularının 1 litresinde 500 mg den daha fazla soda içeren göllerdir. Sofar kanalı (İng. Sofar channel) Okyanus ve denizlerde ses hızının en az olduğu ve ince bir tabakada dağılmadan uzak mesafelere taşındığı (tabaka) kanal. soğuk monomiktik göller (İng. cold monomictic lakes) Yüzey suları sıcaklığı hiç bir zaman 4°C nin üzerine çıkmayan göllerdir. soğukkanlı (İng. poikilotherm) Vücut sıcaklığı ortam sıcaklığına göre değişen (balık, kurbağa, sürüngen) hayvanlar. Polikiloterm. soğurucular (İng. absorbers) Kirli bir gaz emisyonunda gaz karşımı içindeki bileşenleri sıvı ortama aktarmakta kullanılan hava kirliliği denetleme cihazları. sol (İng. sol) Sürekli fazın sıvı, çözünen fazın 0.1 ile 0.001 mikron çapındaki katı parçacıklardan oluştuğu bir kolloit sistem. solaris (İng. solar) Güneşle ilgili, güneşe ait. solid (İng. solid) Katı, sağlam. Bütün, tam, bileşik. soliter (İng. solitary) Bireysel olarak yaşayan organizmalardır. solungaç (İng. gill, branchia gill) Suda yaşayan hayvanlarda bulunan, çoğunlukla vücut yüzeyinden ya da sindirim kanalının bir kısmından uzamış ince duvarlı solunum organı. solungaç dikeni (İng. gill raker) Kemikli balıklarda solungaç yaylarının iç bükey yüzeylerinde yer alan, iğne veya diken şeklinde olan uzantılar. solungaç yarığı (İng. gill slit, spiracle) Alçak omurgalılarda devamlı bulunan, yüksek omurgalılarda embriyoda görülen yutağın yanlarından dışarı açılan bir seri yarık. solungaç yayı (İng. gill arch) Balıklarda yutağın yanlarında bulunan ve solungaç ipliklerini kapsayan yay biçimindeki yapılar. solunum (İng. respiration) Bitki ve hayvan hücrelerin oksijen kullanıp, karbondioksit vermesi ve besin maddeleri moleküllerindeki enerjiyi ATP gibi biyolojik olarak kullanışlı formda depoladığı bir olay; soluma işlevi ya da hareketi. solusyon (İng. solution) Bir ya da birden çok maddeden oluşan saydam sıvı. solut (İng. solute) Gerçek bir çözeltide çözünmüş madde; bir çözelti, çözen ve çözünenden oluşur. Çözünen. solvent (İng. solvent) Gerçek bir çözeltide, içinde çözünen moleküllerin çözündüğü sıvı ortam. Çözen. som balığı (Lat. Salmo salar, İng. Atlantic salmon) Kemikli balıklardan, hem denizlerde hem de tatlı sularda yaşayan, eti beğenilen irice bir balık. soma (İng. soma) Vücut, bünye. somatik (İng. somatic) Vücutla ilgili. somatik mutasyon (İng. somatic mutation) Vücut hücrelerinde meydana gelen DNA sayısındaki yada kimyasal yapısındaki değişiklik olup, sadece bu hücrelerden meydana gelecek hücrelere geçer, kalıtsal değildir. somatomotor (İng. somatomotor) Vücudu çalıştıran. somatotropin (İng. somatotrophin) Büyüme hormonu. sombalıkları (Lat. Salmoniformes)Yüzgeç dikenleri olmayan, göğüs yüzgeçleri dar, sikloyit pullu, fizostom yüzme keseli, yağ yüzgecinin bulunan ve yumurta kanalları bulunmayan eti çok lezzetli, çoğunlukla hızlı akan temiz sularda yaşayan, kemikli balıklardan bir takım. sonar (İng. sonar) Su içini dikey (0-90° ) ve yatay (0-180° veya 360°) olarak yansıyan sesleri kullanarak tarayıp, balık sürülerini görüntüleyen veya grafikleyen araçtır. sonlanma kodonu (İng. nonsense codon) Protein sentezinin bitirilmesini sağlayan, karşılığında tRNA’ da antikodonu bulunmayan UAG, UGA ve UAA kodonlarından her biri, terminasyon kodonu. soy (İng. race, natio) Biyolojik özellikleri nesilden nesile değişmeyen kandaş birey topluluğu, ırk. soymuk boruları (İng. phloem) Bitkilerde iletici hücreler olan, kalburlu hücreler ve kalburlu boru elementlerinden oluşan, besin iletimi, depo edilmesi ve destek görevlerini yapan doku. Floem. söl (İng. coel) Boşluk. sölenterler (Lat. Coelenterata) Bitkimsi hayvanlardan deniz analarını, sifonluları ve mercanları içine alan önemli bir bölüm. sölom (İng. coelom) Embriyonik gelişme sırasında periton adı verilen mezodermal zarla (epitel) tamamen astarlanan ikinci bir karın boşluğu. sölom boşluğu (İng. coelom) Üç embriyo tabakasına sahip olan hayvanlarda, iç kısmı tamamen periton zarı ile kaplanmış olan gerçek vücut boşluğu. sölomodak (İng. coelomoduct) Bazı poliketlerde boşaltım organları gibi segmentlerde birer çift olarak bulunan mezodermik kanallar. sönosark (İng. coenosarc) Sölenterler kolonileriyle bireylerin tomurcuklanarak meydana geldiği sap olup, genellikle değişik uzunlukta olabilen kontraktil bir boru şeklindedir. Sönosark boşluğu koloni bireylerinin gastrovasküler kanalları ile bağlantılıdır. sperm (İng. sperm) Erkek üreme hücresi. spermatofor (İng. spermatophore) Bazı canlıların erkek bireylerinde, birçok spermin bir arada taşınmasını sağlayan kapsül. spermatogenez (İng. spermatogenesis) Testislerde erkek gamet hücrelerinin (spermatozoa) oluşumu. spermatozoon (İng. spermatozoon) Olgun erkek cinsiyet hücresi. spesiyes (İng. species) 1. Tür. 2. Bitki ve hayvan sistematiğinde temel sınıflandırma birimi; ortak bir atadan gelen, doğada yalnız kendi aralarında çoğalan, yapısal ve işlevsel özellikleri benzeyen bireylerin oluşturduğu populasyon. spikül (İng. spicule) Süngerlerde bulunan CaCO3 kristallerinden yapılmış iğne. spina (İng. spina) Diken, dikensi. spinoz (İng. spinose) Dikenli, kemiksi, kemik benzeri. spinula (İng. spinule) Dikencik, küçük diken. spiraculum (İng. spiraculum) Elasmobranchii (köpek ve vatoz balıkları) ve chondrostei (mersin balıkları) üyelerinde baş üzerinde gözlerin gerisinde iki tane bulunan ağız boşluğu ve yutak bölgesi ile bağlantılı delik şeklindeki açıklıklar. spirakül (İng. spiraculum) Köpek balıklarında gözlerin arkasındaki açıklık. spiral (İng. spiral) Sarmal, helisel, helezon şeklinde kıvrım. spiral segmentasyon (İng. spiral segmentation) Embriyoda, oluşan yeni hücrelerin birbirinin tam olarak üzerine veya yanına denk gelmeyip, yaklaşık 45 derecelik bir kayma ile birbirinin üzerine oturduğu segmentasyon tipi. spiral valf (İng. spiral valve) Özellikle köpek balıklarında sindirim arttırıcı görev yapan spiral membranlar. spirillum (İng. spirillum) Sipiral şeklindeki bakteri. spongi (İng. spongy) Sünger. spongioblast (İng. spongioblast) Süngerlerde sponjin liflerinin salgılandığı hücreler. spongios (İng. spongio) Süngerimsi. spongosöl (İng. spongocoel) Süngerlerde vücut içi boşluğu. Süngerin vücudu içerisinde su filtre edilen geniş boşluk. sponjin (İng. spongin) Bazı süngerlerin spiküllerinde bulunan protein yapısındaki madde. spor (İng. spore) 1. Eşeysiz üreyen türlerde, küçük ve dayanıklı olan üreme hücresi. 2. Genellikle tek hücreli olan bir eşeysiz üreme elemanı; bir protozoon ya da bir tohumsuz bitkide olduğu gibi doğrudan ergin duruma gelişebilen bir organizma. 3. Uygunsuz ortam koşullarına dayanmak üzere çoğunlukla uyum sağlamış eşeysiz üreme hücresi. sporangiyum (İng. sporangium) Bitkide sporları oluşturan bir yapı. sporofil (İng. sporophyll) Sporları oluşturan değişime uğramış bir yaprak. sporofit (İng. sporophyte) 1. Bitkilerin hayat devresinde döl değişiminin eşeysiz spor üreten diploit evresi. 2. Spor oluşturan diployit bir bitki. sporozoa (İng. sporozoa) Protozoa alt filumunun eşadı; özel bir hareket yönteminden yoksun, parazit hayvanlar; bunlardan biri insanda parazit olup sıtmanın etkenidir. sporozoit (İng. sporozoite) Sporluların sporlarından türeyen ve yetişkin hücreyi veren, çekirdekli küçük sitoplazma parçası. stabilis (İng. stable) Durağan, durgun, sabit, stabil, devinimsiz. stabilizasyon (İng. stabilization) Atıklardaki aktif organik maddenin nötr materyale dönüşmesi. stagnoplankton (İng. stagnoplankton) Durgun sulardaki plankton. stamen (İng. stamen) Erkek organ. Bir çiçekte başçık (anter) ve iplikçik (flamen)’ten oluşan çiçek tozlarını (polen) oluşturan organ. standardlar (İng. standards) Kirleticilere maruz kalma konumunda aşılmaması gereken düzeyleri gösteren kurallar. standart boy (İng. standard length) Balığın burun ucundan kuyruk yüzgeci köküne kadar olan uzunluktur. standart çözelti (İng. standard solution) Konsantrasyonları kesin olarak bilinen çözeltilere denir. statoakustik (İng. statoacoustic) Denge ve işitme ile ilgili. statolit (İng. statolith, otolith) İç kulakta denge taşlı kese içerisinde bulunan salgı maddesi kum ya da kalsiyum karbonat tanecikleri gibi yapılar. Denge taşı. statosist (İng. statocyst) İçerisinde denge taşı bulunan kesecik. stel (İng. stele) Bir kök ya da gövdenin merkezinde, dıştan endodermis tarafından kuşatılan ve iletim demetlerini taşıyan silindirik yapı. stenobat (İng. stenobathic) Belli basınçta yaşayabilen formlardır. stenofot (İng. stenophotic) Az ışık şiddetinde yaşayan organizmalar. stenohalin (İng. stenohalin) Dar tuzluluk sınırları içindeki ortamlara adapte olmak. stenohalin plankton (İng. stenohalin plankton) Belirli tuzluluklarda yaşayan plankton. stenoterm (İng. stenotherm) Dar temperatür limitleri içindeki ortamlara adapte olmak. stenök (İng. stenoeicous) Belli özellikteki ortamlarda yerleşme yeteneğinde olan türlerdir. sterilizasyon (İng. sterilization) Virüsleri olduğu kadar bakterileri ve sporları da içine almak kaydıyla, bütün canlı organizmayı ortamdan uzaklaştırma veya tesirsiz ve zararsız hale getirme işlemidir. sternit (İng. sternite) Karın kısımlarını alttan koruyan plakalardır. steroitler (İng. steroid) Biribirine bağlı dört halkadan oluşan ve karbon atomları içeren karmaşık moleküller bu moleküllerden üçü 6'şar karbon atomu, dördüncüsü ise 5 karbon atomu taşır; erkek ve dişi eşey hormonları ve adrenal kortikal hormonlar bu yapıdadır. stigma (İng. stigma) 1. Eklembacaklılarda, trake sisteminin havayla temas ettiği açıklıklar. 2. Çiçeklerde, dişi üreme organının poleni aldığı uç kısmı. stilet (İng. stilet) Yapışkan organ. stilus (İng. stylus) Bir dişi organın ovaryumla stigmasını birleştiren ince uzun kısmı. Boyuncuk. stimulant (İng. stimulant) Uyarıcı. stimulasyon (İng. stimulation) Uyarı. stimulus (İng. stimulus) Bir reseptör ya da uyarılabilen bir dokuda işlevsel ya da trofik tepki oluşturan herhangi bir etki, etken ya da hareket. Uyartı. stip (İng. stipe) Bazı kahverenkli alglerde vücudun gövdeye benzeyen yapısı ya da kısa sapı. stolon (İng. stolon) Kök filizi. stoma (İng. stoma) Yaprak üzerinde bulunan küçük delik; deliğin her iki yanında, açıklığın daralıp genişlemesini ayarlayan birer bekçi hücresi bulunur. Gözenek. stratopoz (İng. stratopause) Stratosferin üst sınırı. stratosfer (İng. stratosphere) Troposfer üzerinde uzanan ve çok düşük nemlilik koşullarına sahip üst atmosfer katmanı. Atmosferin 1550 km. yükseklik arasındaki tabakası. stratum (İng. stratum) Kat, tabaka, doku tabakası. stres (İng. stress) Zorlanım, sıkıntı, basınç. string (İng. string) Şerit, çizgi. Strobilus (İng. strobile) Bazı bitkilerde gövde ucunda bir grup sporofil tarafından oluşturulan kozalak. stroma (İng. stroma) Kloroplastlar ve mitokondriler gibi organeller içindeki temel madde. su arıtma (İng. water management) Çökeltme, pıhtılaştırma, filtrasyon, dezenfeksiyon, yumuşatma ve havalandırma gibi, sudaki zararlı maddeleri giderici ve suyu kullanılır veya içilir hale getirici işlemler. su buharı (İng. water vapour, aqueous vapor) Buharlaşma sonucu suyun, havada gaz halinde bulunduğu durum. su bünyesi (İng. water body)?????? su ekosistemi (İng. aquatic ecosystem) Tatlı su ve deniz ile ilgili su sistemleri. su kalitesi standardları (İng. water quality standards) 1. Bir kirleticinin maksimum konsantrasyonu ya da mevcut su bünyesini bozmayan diğer karakteristiklerin maksimum ya da minimum seviyeleri. 2. Konutların kullanması, sulama, balık üretimi, endüstriyel kullanım ya da enerji üretimi gibi belirli amaçlarla kullanılacak su ile ilgili olarak uyulması gereken kurallar ve sınırlar. su kaybı (İng. evapotranspiration, dehydration, water loss) Terleme yoluyla bitkilerden ve çeşitli şekillerde yerin yüzeyinden buharlaşan toplam su miktarı. su kaynakları yönetimi (İng. water resources management) Su kaynaklarının sağlanması, kullanılması, korunması ve dağıtım gibi etkinlikleri içeren yönetim. su kirliliği (İng. water pollution) Suyun yararlı kullanımını etkileyecek miktarlarda kimyasal, fiziksel ya da biyolojik maddelerin katılmasıyla kalitesinin bozulması. Su kirlenmesinin en yaygın kaynakları; yetersiz evsel atık su arıtma tesisleri, endüstriyel atıkların boşaltılması, yüzeysel akış, madencilik faaliyetleri ve sulamadır. su koruma (İng. water conservation) Konutların, sanayinin ve tarımın tükettiği su miktarının azaltılmasına yönelik programlar ve yöntemler. Uygulama örnekleri genellikle yüzeysel akışın yeniden kullanılması, rezervuarlardaki buharlaşmanın azaltılması ve yeniden işlenmiş suyun endüstriyel amaçlarla kullanılması gibi alanlarda görülür. Çifte boru tesisatı sisteminin, gelecek yıllarda suyun yeniden işlenme yüzdesinin artması sonucunu doğurması beklenmektedir. su kütlesi (İng. water mass)???????? su mercimeği (Lat. Lemna) Su mercimeğigillerden, mercimeğe benzeyen yaprakları suların yüzünü kaplayan bir su bitkisi. su mercimeğigiller (Lat. Lemnaceae) Bir çeneklilerden örnek bitkisi su mercimeği olan, küçük bir bitki familyası. su örümceği (Lat. Argyroneta aquatica) Su altında kendi ördüğü ipekten kese içinde yaşayan örümcek. su piresi (Lat. Daphnia pulex) Kabuklulardan durgun sularda yaşayan bir hayvan, su biti. su samuru (Lat. Lutra lutra) Sansargillerden, tüyleri koyu kahne rengi, iyi yüzen, kürkü beğenilen, küçük bir tür hayvan. su sarımsağı (Lat. Teucrium) Kurtluca. su sertliği (İng. water hardness) Sudaki Ca ve Mg tuzlarının varlığı ile belirlenir. Suda bulunan karbonat bileşikleri kalıcı, bikarbonat bileşikleri geçici sertliği, her ikisi birden total sertliğe neden olur. Sulardaki sertlik sabun köpürtme özelliğine göre ölçülür. İngiliz, Alman ve Fransız sertlik derecelerinden Türkiye'de kullanılan Fransız sertlik derecesidir. Bir Fransız sertliğinin hidrometrik değeri 5.7 mg/l CaO ya da 4.7 mg/l MgO a eşdeğerdir. Sucul organizmalar için en ideal sertlik koşulları 7.5-20 arasındadır. su teresi (Lat. Nasturium officinale) Turpgillerden, su kenarlarında yetişen, tereye benzeyen, çok yıllık ve otsu bir bitki. su toplama havzası (İng. drainage basin) Yağış sularının belirli bir çıkışa doğru sürekli olarak akmasını sağlayan arazi parçası. su yılanıgiller (İng. Colubridae) Örnek hayvanı su yılanı olan sürüngenler sınıfının bir familyası. su yosunları (İng. Algae) Denizlerde, tatlı ve durgun sularda, daha çok su yüzeyinde yaşayan, yaprak veya tel biçiminde tallı bitkiler alt şubesi, üşniye, algler. suyuvarı (İng. hydrosphere) Denizlerin yer yüzeyinde oluşturduğu yuvar. sub (İng. sub) Alt, altında. subepidermal plexus (İng. subepidermal plexus) Deri altı sinir ağı. subletal doz (İng. sublethal dose) Doğrudan ölüme sebep olan seviyenin altındaki dozdur. sublitoral zon (İng. sublittoral zone) Göllerde (10 m derinlikten itibaren bitkilerin ortadan kalktığı bölgeye kadar olan dipler). submers bitki (İng. submerged plant) Tamamen su altında olan bitkiler. submetasentrik kromozom (İng. submetacentric kromozom) Birbirine eşit olmayan iki koldan meydana gelen 'L' biçimindeki kromozom. substrat (İng. substrate) Biyolojik arıtmada dönüştürülen organik madde veya besi maddesi anlamında kullanılır. substratum (İng. substratum) Bentik formların üzerinde yaşantılarını sürdürdükleri zemindir. Bu zemin katı olabileceği gibi (kaya, gemi karinası, çeşitli organizma kabukları v.b.) yumuşak yapıda da (kum, çamur v.b.) olabilir. subterminal (İng. subterminal) Terminal altı. Suctoria (Lat. Suctoria) Protozoa'lara ait beş sınıftan biri. sudak (Lat. Sander lucioperca, İng. Pike-perch) Levrekgillerden tatlı sularda yaşayan eti beyaz ve lezzetli bir balık. Sudan çıkınca iniltiye benzer bir ses çıkarır. Eti çok lezzetlidir. Atlantik ve Pasifik Okyanuslarında, Karadeniz ve Akdeniz’de bulunur. Birinci sırt yüzgeci 9 adet diken taşır. sukkulent (İng. succulent) Saplarında bol sulu parankima ihtiva eden fanerofit veya kameofit formlardır. Kurak iklimlerin karakteristik bitkilerini teşkil ederler. sulak alanlar (İng. wetlands) Doymuş toprak koşulları gerektiren bitki örtüsünü ya da su yaşamını besleyecek yeterli yer üstü ya da yer altı sularına sahip, turbalık ve bataklık gibi alanlar; birçok balık ve su kuşu türü için yetişme ortamı sağlayan önemli vahşi yaşam ortamları. sulama (İng. irrigation, watering) Tarım arazilerinin kanallar açma ve çeşitli diğer yöntemlerle sulanması. Yanlış yapılan sulama, toprağın üst katmanında aşırı tuz birikmesi ve buna bağlı olarak da toprağın veriminin düşmesi ile sonuçlanabilir. supralitoral zon (İng. supralittoral zone) Su dışında kalan bu bölge zaman zaman dalgalarla ıslatılır. Su dışında kalan göl sahili. Bentik bölgenin suyun dışında kalan fakat denizin etkisinde kalan kısmıdır. Supranöston (İng. supraneuston) Yüzey filminin üstünde yaşayan organizmalar. susallar (İng. aquatic animals and plants) Suda yaşayan bitki veya hayvan familyası. suşamdanları Tatlısu göllerinde bulunan, çok hücreli yeşil algler. süberin (İng. suberin) Endodermis ve mantar hücrelerinin çeperlerinde biriken, su geçirmeyen ve suda erimeyen mumsu bir madde. süksesyon (İng. succesion) Bir bölgede yaşayan çeşitli türlerin belirli bir zaman içinde birbirlerini izleyerek ortaya çıkmaları; ekolojik süksesyon. sülfür dioksit (İng. sulphur dioxide) Sülfürün havada yanmasıyla oluşan renksiz, tahriş edici keskin kokulu gaz; çoğu yakıtta bulunan sülfürün yanmasından oluşan belli başlı hava kirleticilerinden biri. sülfür trioksit (İng. sulphur trioxide) Kükürt dioksitin atmosferde katalitik ya da fotokimyasal süreçlerle yükseltgendiği üç oksijen ve bir kükürt atomundan oluşan bileşik. Havadaki nem ile sülfürik aside dönüşür ve asit yağmuruna neden olur. sülfürik asit (İng. sulphuric acid) Saf haldeyken renksiz durumdaki koyu yağlı sıvı. En yaygın kullanılan, son derece zehirli ve aşındırıcı bir endüstriyel kimyasal maddedir. süngerler (Lat. Porifera) Vücutları, içten dar ve kanalcıklardan oluşan, dıştan bu kanalcıklara açılan deliklerle kaplı, çoğu kayalara tutunmuş olup, koloniler durumunda yaşayan hayvanlar takımı. süperfisyal (İng. superficial) Yüzeysel. süperior (İng. superior) Üst, üst tarafta bulunan, yukarı. sürdürülebilir gelişme (İng. sustainable development) Doğal çevrimleri bozmayan ve ekolojik dengeye zarar vermeyen yöntemlerin kullanımı. sürgen (İng. meristem) Doku bitkilerde kök ve sapların gelişebilecek durumda olan uç bölümlerindeki, çok yüzlü kolay üreyebilir hücrelerden oluşan bir doku türü. sürmenaj (İng. fatigue) Sürekli ve aşırı çalışmadan doğan yorgunluk, bitkinlik. süspansivor (İng. suspensory) Suda asılı halde bulunan parçacıklarla geçinen formlardır. süspansiyon (İng. suspension) Asıltı. Su içinde katı maddelerin erimeden yüzer bir halde bulunması. Süspansiyonlarda sıvı fazı içerisinde dağılmış taneciklerin çapları genellikle 10¯6 cm.den 10.000 A0 dan daha büyüktür. süspansör (İng. suspansor) Döllenmeden sonra bitkilere alt zigotun bölünme ile oluşturduğu hücresel iplik; bitki embriyosu bu ipliğin sonuncu hücresinden oluşur. sütur (İng. suture) Örtü, perde. süzerek beslenme (İng. filter feeding) Sudaki besinleri süzerek beslenen organizma. süzme (İng. filtration) Bir suda mevcut askı halindeki maddelerin, gözenekli bir malzeme tabakasından veya uygun delik açıklığına sahip bulunan bir elekten geçirilerek ortamdan uzaklaştırılmasıdır. Filtrasyon. -Ş(İng. challet) Histolojide preperatların boyanması sırasında kullanılan cam. şelf (İng. shelf) Karaları çevreleyen ve karalardan sayılan, 200 m derinliğe kadar sığ deniz dipleri. şeritler (İng. Cestodes, İng. tapeworms) Vücutları şerit biçiminde ve parçalı olan, asalak olarak insanların ve hayvanların bağırsaklarında yaşayan yassı solucanlar takımı. şeytan minaresi (İng. horn shell) Bazı deniz böceklerinin koni biçimindeki kavkısı. şırınga (İng. enjector) Canlı vücuduna sıvı vermek için kullanılan araç. Enjektör. şişe burunlu yunusgiller (Lat. Stenidae) Memeliler (Mammalia) sınıfının, balinalar (Cetacea) takımından, çeneleri gaga şeklinde uzamış, sırt yüzgeçleri üçgen şeklinde olan, Atlas ve Hint Okyanusu’nda yaşayan türleri olan bir familya. şizogoni (İng. schizogony) Tek hücreli hayvanların çoğa bölünmeleriyle birçok hücrelerin meydana gelmesi biçiminde çoğalma. şizosöl (İng. schizocoel) Embriyonik mezodermin iki tabakaya ayrılmasıyla oluşan bir vücut boşluğu. şizosöl sölom (İng. schizocoel coelom) Erken embriyonik evrede kopan iki blastomer, endoderm ve ektoderm arasına düşerek ilkin mezoderm hücrelerini oluşturur. İki tabakanın ayrılmasıyla mezoderm gelişir. Mezodermden köken alan vücut boşluğudur. şnorkel (İng. şnorkel) Su yüzeyinin biraz altında nefes almak için kullanılan boru. şube (Lat. phylum) Bakınız: Filum. şale -Ttaeniaform (İng. taeniaform) Şerit veya bant biçiminde. tagmata (İng. tagma, tagmata) Kaynaşmış ya da hareketli halde olabilen, özelleşmiş vücut bölümleri. takım (Lat. ordo, İng. order) Canlıların sınıflandırılmasında kullanılan, familya ve sınıf arasındaki bulunan, yakın benzerlik gösteren organizmaların meydana getirdiği taksonomik birlik. Ordo. taksi (İng. taxis) 1. Tek hücrelilerin yer değiştirme hareketi. 2. Bir uyartıya tepki niteliğinde ve uyartının yönüne bağlı uyum hareketi. 3. Hayvanlarda, sürekli olarak yönlendirilmiş basit bir hareket. takson (İng. taxon) Belirli bir kategori içine sokulabilecek ve yeni bir isim verilebilecek kadar fark gösteren taksonomik bir grup. Örneğin Engraulis encrasicolus (Hamsi) (Tür kategorisinde takson), Engraulis (cins kategorisinde takson), Engraulidae (Familya kategorisinde takson). Çoğulu: taxa. taksonomi (İng. taxonomy) Organizmaların sınıflandırılmasında kullanılan yöntemlerin kuramı ve uygulanması. tal Bakınız; tallus. talassopsammon (İng. thalassopsammon) Deniz sularındaki interstitial organizmalar. talipes (İng. talipes) Yumru ayak. tallofitler (Lat. Tallophyta) Embriyo ve iletim demetlerinden yoksun ilkel bitkiler. tallus (İng. thallus) Nispeten az doku farklılaşması gösteren ve gerçek kökleri, gövdeleri ve yaprakları bulunmayan bir bitki yapısı. talus (İng. talus) Litoral zonun alt kısmından başlayarak profundal zona kadar devam eden meyilli bölge. tam asalak (İng. heterophyte) Toprağa ve özümlemeye bağlı tüm besinlerini konakçıdan sağlayan bitki asalağı. tam boy (İng. total length) Balığın burun ucu ile kuyruk yüzgeci ucu arasındaki uzunluktur. tam palamut Boyu 30-35 cm, ağırlığı 700-800 gr olan palamut. tampon (İng. buffer) Konsantrasyonu yükselince H + iyonlarını bağlayarak, düştüğünde ise H+ iyonlarını serbest bırakarak bir çözeltinin pH'sındaki dalgalanmaları en aza indiren bir madde. taraklılar (Lat. Ctenophora) Selenterelerin saydam ve jelatinli deniz hayvanlarını içine alan sınıfı. tarımsal atık su (İng. agricultural waste water) Her türlü tarımsal faaliyetler sonucu oluşan, fiziksel, kimyasal ve bakteriyolojik özellikleriyle karıştıkları alıcı ortama doğrudan veya dolaylı olarak zarar verebilen ve alıcı ortamda doğal bileşim ve özelliklerin değişmesine yol açan sulardır. tarımsal kirlilik (İng. agricultural pollution) Tarımsal faaliyetler sonucu oluşan sıvı ve katı atıklar. taşıma kapasitesi (İng. carrying capacity) Belirli bir ortamda sınırsız desteklenebilen maksimum popülasyon. taşıyıcı (İng. vector) Hastalık, parazit ya da enfeksiyon taşıyan organizma. Vektör. taşıyıcı RNA, t RNA (İng. transfer RNA, tRNA) Bakınız: transfer RNA. tatlı su (İng. freshwater) Tuzluluğu % 0.05’ten az olan sulardır. tatlısu gölleri (İng. freshwater lakes) Çok az veya hiç tuz içermeyen göller. tavuk balığı (Lat. Trisopterus minutus, İng. Poor cod) Mezgitgillerden, sakalı mevgit balığının aksine çok iyi gelişmiş, boyları 40 cm'ye kadar uzanan demersal bir balık. tehdit altındaki türler (İng. endangered species) Bütünüyle ya da önemli bir bölümü itibariyle tükenme tehlikesi altındaki fauna ve flora. tehlikeli atıklar (İng. hazardous wastes) Gereğince yönetilmediği takdirde insan sağlığı ve çevre için tehlike oluşturan, hastalığa yada ölüme yol açabilen maddeler içeren atıklar. Özellikle hidrokarbonlar gibi tutuşabilir atıklar, asitler ve alkaliler gibi aşındırıcı atıklar, kendiliğinden tepkimeye yatkın reaktif atıklar, tarım ilaçları, arsenik bileşikleri, radyoaktif bileşikler, kadmiyum bileşikleri vb. tek çenekliler (İng. monocotyledonous) Embriyolarında tek bir kotiledonun bulunuşu, yapraklarında damarlanmanın paralel ve çiçeklerinde ise petallerin üçlü oluşuyla karakterize olan, angiospremlerin ya da çiçekli bitkilerin bir alt sınıfının bir üyesi. tek yıllık bitki (İng. annual plant) Yaşam devirlerini bir yıl içinde tamamlayan bitkiler. teke Küçük karides, olta yemi olarak da kullanılır. tekir (Lat. Mullus surmuletus, İng. Surmullet) Barbunyaya benzeyen bir balık. tektit (İng. tektite) Atmosfer dışında cam gibi yuvarlak genellikle büyüklüğü 1.5 mm ‘den daha az olan sediment. tektonik göller (İng. tectonic lakes) Kıtaların kayması esnasında yerkabuğu üzerinde oluşan çatlak ve çukurların sular tarafından doldurulmasıyla oluşan göller. Teleostei (Lat. Teleostei) Hakiki kemikli balıklar üsttakımı. telofaz (İng. telophase) Mitoz bölünmenin dört evresinden sonuncusu; bu evrede iki yavru çekirdek belirir ve genellikle sitoplazma bölünür. telosentrik (İng. telocentric) Çomak şeklinde, proksimal uçta sentromeri bulunan ayrıca ikinci bir kolu olmayan kromozomlar. telson (İng. telson) Eklembacaklıların abdomen segmentlerinin son kısmında anüs ile birlikte bulunan ve üye olarak kabul edilmeyen çıkıntı. temel yağ asidi (İng. essential fatty acid) Bir organizmanın gereksinim duyduğu, ancak sentezlenememesi nedeniyle besininde önceden hazırlanmış olarak alınması gereken bir yağ asidi. temiz sular (İng. fresh water) Beher cm3teki bakteri sayısı 1000 adetten daha az olan sular. tendon (İng. tendon) Kası kemiğe bağlayan bir bağ doku tipi. tentakül (Lat. tentakulum, İng. tentacle) 1. Uzantı. 2. Yumuşakçalardan salyangozlarda ve mürekkep balıklarında bulunan duyu ve yakalama organıdır. teori (İng. theory) Büyük ölçüde gözlem ve denemelerle desteklenen formülleşmiş hipotez. Kuram. teratojen (İng. teratogen) Embriyonik gelişme bozukluğu yapan madde. termal su (İng. thermal springs) Yaz ve kış su sıcaklığı değişmeyen kaynak. termik santral (İng. thermal power station) Fosil yakıt kullanan elektrik santrali. terminal (İng. terminal) Karşı; uç. terminal ağız (İng. terminal mouth) Üst ve alt çenelerin eşit olması durumundaki ağız şekli. terminatör gen (İng. terminator gene) RNA polimerazın transkripsiyonu durdurmasına neden olan DNA dizisi. termodinamiğin birinci yasası (İng. first law of thermodynamics) Enerjinin ne yeniden yaratılacağı ne de yok olacağı, ancak bir formdan ötekine dönüşebileceğine ilişkin fizik yasası. termofil (İng. thermophile) Yüksek sıcaklıklarda yaşayabilen mikroorganizmalara verilen genel ad (ısıyı seven). termoklin (İng. thermocline) Metalimnion da denilen bu tabaka sıcaklığın normal seyretmeyip ani olarak sapma gösteren bölgedir. Bu tabaka sıcaklık atlaması olarak da adlandırılır. termogegulasyon (İng. thermoregulation) Vücut ısısının metabolizma yada davranış vasıtası ile kontrolu ile sabit vücut ısısı sağlanması. termosfer (İng. thermosphere) Mezopoz’un üzerinde bulunan ve yükseldikçe ısının arttığı atmosfer katmanı. terofit (İng. therophyte) Yıllık bitkilerdir; uygun olmayan mevsimleri spor veya tohum halinde geçirirler. territorialite (İng. territoriality) Bir hayvanın bir yere sahiplenmesi ve bu alanı aynı türün aynı eşeydeki bireylerine karşı savunmasına ilişkin bir davranış örneği. Yurt edinme. territoriyal alan (İng. territorial area) Özellikle aynı türün olmak üzere, diğer bireylerin ihlaline karşı birey tarafından savunulan belirli bir bölge. ters mikroskop (İng. inverted microscope) Genellikle çift objektif ya da stereo bir mikroskoptur. Tabla tepede, gözlem donanımı ise tabanda yer alır. İki yerde eğimlendirilmiş gözlem tüpünde ışığı kırmak üzere prizmalar kullanılır. Böylece diğer mikroskoplarda olduğu gibi aşağıya doğru baktığınız halde yukarısını görürüz. ters osmoz (İng. reverse osmosis) Yüksek çoğunluktaki çözeltilerde çözücünün basınç altında filtrelerden geçerek daha düşük yoğunluktaki çözeltiye doğru hareketi; arzu edilmeyen çözünmüş katıların ve kolloidlerin giderilmesi için suyun işleme tabi tutulmasında kullanılır. test (İng. test, skeleton) Deniz kestanesinin sert dış iskeleti (kabuğu). testa (İng. testa) Tohum kabuğu. Tohum dış örtüsü. testere balığı (Lat. Pristis pristis, İng. Common sawfish) Testere balığıgillerden, Atlantik okyanusu ve Akdeniz’de yaşayan, burnu uzun ve iki yanı testere gibi dişli olan, köpek balığına benzer iri bir balık, marangoz balığı. testere balığıgiller (Lat. Pristidae) Gövdesi basık, ağzı testere biçiminde, örnek cinsi testere balığı olan bir köpek balığı familyası. testerelivatozlar (Lat. Pristioidei) Chondrichthyes sınıfı, Elasmobranchii altsınıfı, Rajiformes takımından, vücutları kısmen köpek balıklarına benzeyen, heteroserk kuyruk yüzgeçli, plakoyit pullarda örtülü, 9 m kadar uzunlukta, pek az türü tropik ve subtropik denizlerin zemininde yaşayan, birçok türü tatlısuya girebilen bir alttakım. testis (İng. testis) Erkeklerde üreme hücrelerini oluşturan, aynı zamanda eşey hormonları salgılayan bir bez niteliği de taşıyan organ, erbezi. Spermatozoonları üreten erkek gonatı. testosteron (İng. testosterone) Testisler tarafından salgılanan hormon. tetra Yunanca dört anlamına gelen ön ek. tetraploit (İng. tetraploid) Dört takım kromozoma sahip birey ya da hücre. Tetrapoda (Lat. Tetrapoda) Dört ayaklı omurgalılar; amfibiler, sürüngenler, kuşlar ve memeliler. tetrad (İng. tetrad) Birinci mayotik profazın sonunda meydana gelen dört homolog kromozom grubu. tetrazom (İng. tetrasomic) Mayozda dört homolog kromozomun bir araya gelmesi. thalassoplankton (İng. thalassoplankton) Açık deniz planktonu. thelyum (İng. thelium) Karideste dişi üreme organı. thermofilik plankton (İng. thermophilic plankton) Sıcak seven plankton. tırpana (Lat. Taeniura grabata, İng. Round stingray) Öz kedi balığıgillerden, yan kanatları vücuduna yapışık, uzun kuyruklu, iri bir balık, rina. tigmotropizma (İng. thigmotropism) Bir organizmanın dokunma uyartısına tepki olarak durum değiştirme hareketi. tilakoit (İng. thylakoid) Kloroplastın granumlarını oluşturan, zaelar üzerinde klorofil, fotosistem 1 ve 2, elektron taşıma zinciri ve ATP sentezleyen kompleksler bulunan zar katlanmalarından yapılı kesecikler. timin (İng. thymine) DNA yapısına katılan fakat RNA yapısına katılmayan bir primidin bazı. timpanum (İng. tympanum) Orta kulağı oluşturan davul şeklindeki boşluk. Aynı zamanda böceklerin işitme organı, timpanal organ. timus (İng. thymus) Solungaç kemerlerinin dorsal veya ventralinde yer alan iç salgı bezi. tintinnid (Lat. Tintinnida) Vücudunu örten yabancı partiküllerden yapılmış bir lorikaya sahip, silleri ile hareket edebilen ve avını yakalayan planktonik protozoonlardır. tiroid (İng. thyroid) Balıklarda osmoregülasyon metabolizmanın kontrolünde görev yapan iç salgı bezi. tiroksin (İng. thyroxine) Troid bezinden salgılanan ve iyot kapsayan bir hormon. tirsi (Lat. Alosa alosa, İng. Allis shad) Hamsigillerden, uzunluğu 60 cm, yumurtalarını tatlı sulara bırakan bir balık türü. tohum (İng. seed) Bitkide bir kabukla kuşatılmış bir embriyo ve depo besinden oluşan bir çoğalma yapısı. toksik birim (İng. toxic unit, TU) Bir kimyasal maddenin ya da bileşenin gücünü ifade eder. toksik maddeler (İng. toxic substance) Değişik biçimlerde maruz kalma sonucu zarara yol açabilen kimyasal maddeler. toksikoloji (İng. toxicology) Zehirleri ve etkilerini, etkime mekanizmalarını ve arıtılma yöntemlerini inceleyen bilim dalı. toksikolojik etki (İng. toxicity, toxicologic effect) Zararlı kimyasal maddelerin iki veya daha fazlasının birlikte olan etkilerinin tek tek olan etkilerinden farklı olan biyolojik etkileri. toksin (İng. toxin) 1. Bir organizma tarafından üretilen ve genellikle bir başkasının tüm vücudu yerine bir organ ya da organ sistemini etkileyen madde. 2. Organizmanın metabolizması tarafından oluşturulan özel zehir. toksisite (İng. toxicity) Kirleticilerin organizmalar üzerine zararlı etkisidir. Bir kirletici yalnız başına ya da diğer kirleticilerle birlikte bulunabilir. Zehirlilik, konsantrasyona ve zamana bağlı olmakla birlikte, sıcaklılık, tuzluluk ve kirleticilerin kimyasal yapısı gibi çeşitli değişkenlere de bağlıdır. tolerans (İng. tolerance) 1. Bir organizmanın çevresindeki değişimlerin üstesinden gelme yeteneği; insan ya da hayvan besinine uygulanan bir kimyasal maddenin emniyet düzeyi. 2. Medyan test organizmalarının belirsiz bir süre yaşayabildikleri, bir bileşiğin en yüksek konsantrasyonu. tombolo (İng. tying bar, tombolo) Bir adanın zamanla başka bir kara parçasına daha az yükseltisi olan bir toprak setiyle bağlanmasıyla oluşan birikim şeklidir. Örnek: Sinop yarımadası. tomurcuklanma (İng. gemmation, budding) Ana gövdeden ayrılan bir parçanın başlı başına gelişerek tek başına yaşamak ya da bir koloninin üyesi haline gelmesi şeklindeki eşeysiz üreme. ton balığı (Lat. Thunnus thynnus, İng. Atlantic bluefin tuna) Bakınız: Orkinos. tonoplast (İng. tonoplast) Vakuol membranıdır. toplam askıda katı madde (İng. total suspended solid matter) Su numunesi içerisindeki çökebilen ve çökemeyen maddelerin toplamıdır. Toplam Oksijen İhtiyacı, TOİ (İng. Total Oxygen Demand) Mineralizasyon tamamlanması için gerekli olan hesaplanmış oksijen miktarıdır. Toplam Organik Karbon (İng. Total Organic Carbon) Atıksularda organik madde ölçümünde kullanılan yöntemdir. Bu yöntem daha çok sulardaki organik madde konsantrasyonunun az olduğu durumlarda geçerlidir. toplamsal etki (İng. cumulative effect) Toksikolojide iki kimyasal maddenin birlikteki etkileri bu maddelerin tek tek toksik etkilerinin toplamı şeklinde ifade edilir (örn: 1+1=2). toplardamar (İng. vein) Kalbe doğru kan taşıyan kan damarı. topluluk (İng. community) Belli bir coğrafi alana yerleşmiş ve etkileşim içinde bulunan türlerden oluşan grup. topografya (İng. topography) Yer yüzeyinin fiziksel biçimi. topoğrafik (İng. topographic, topographical) Bir yerin görünümüne, engebelerine ilişkin. toraks (Lat. thorax, İng. breast) Göğüs, göğüs kafesi. torasik (İng. thoracic) Ventrallerde pektorallerin vücuda bağlanma yerinin aynı hizada olması. torf (İng. turf, peat) Zengin organik madde içerikli çamur. torik (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) İki yaşındaki palamuda verilen isim. tornaria (İng. tornaria) Serbest yüzen ve birçok bakımdan ekinoderm larvalarını andıran hemikordat larvası. torsiyon (İng. torsion) Gastropoda’larda (Salyangozlar) kabuğun kıvrılması sonucu iç organların 180° dönmesi. torus (İng.m torus) 1. Geçit yastığı. 2. Kabartı, yastık. total boy (İng. total length) Başın ön ucundan, kuyruk yüzgecinin son ucuna kadar olan uzunluk, tam boy. total uzunluk (İng. total length) Başın ön kısmından kuyruk yüzgecinin ucuna kadar olan mesafe. Tracheophyta (Lat. Tracheophyta, İng. tracheophytes) Vasküler bitki, ksilem ve floem dokularına sahip bitki. trake (İng. trachea) 1. Sekonder çeperleri kalın, uç çeperleri çok fazla delikli, oldukça özelleşmiş bir bitki hücresi. 2. Silindir şeklinde üst üste dizili hücrelerin aralarındaki üst ve alt çeperlerinin erimesi ile meydana gelen borulardır. Trakeler bir hücre olmayıp, birbirine bitişik ve ara çeperleri eridiği için boru durumuna gelmiş olan hücrelerdir. c. Bitkilerin odun kısmındaki su taşıyan kılcal borular. Bölmesiz geniş odun boruları. Böceklerde solunum organı. trakeit (İng. tracheid) 1. Ksilemdeki uzamış, ince çeperli, ucu kapalı iletim hücresi. 2. Uzunca silindir veya prizma şeklinde iki uçları çoğunlukla sivri, bağımsız hücrelerdir. Açık tohumlu bitkilerin odununda yalnız trakeitler bulunur. c. Bölmeli ve dar olan odun boruları. Böceklerdeki solunum organının kılcal boruları. transdüksiyon (İng. transduction) 1. Bir genetik parçanın bir hücreden bir başkasına taşınması; örneğin, bir parçanın bir virüs tarafından bir bakteriden bir başkasına taşınması. Bir mikroorganizmadan bir diğerine virüs veya bakteriyofajlar aracılığıyla gen aktarılması olayı. 2. Bir enerjinin diğer bir enerji biçimine dönüşmesi. transfer RNA (İng. transfer RNA, tRNA) Protein sentezinde adaptör moleküller olarak görev yapan ve yaklaşık 70 nükleotitten oluşan bir RNA formu, Bir amino asit özel bir transfer RNA çeşidine bağlanır, sonra kalıp ya da mRNA'daki nükleotit tripleti (kodon)nin tamamlayıcı doğasına ve tRNA'nın triplet antikodonuna göre sıralanır. transformasyon (İng. transformation) Ölü hücrelerden ortama verilmiş DNA parçalarının bakteriler tarafından alınarak kendi DNA'larına bağlanması. transgenik (İng. transgenic) Rekombinant DNA teknolojisiyle yabancı bir genin yerleştirildiği canlı. transkripsiyon (İng. transcription) DNA ipliklerinin birinden genetik bilgilerin yeni sentezlenen mRNA'ya aktarımı. Yazılma. translasyon (İng. translation) mRNA'nın sentezlendikten sonra sitoplazmadaki ribozoma bağlanıp amino asitleri tRNA'lar yardımıyla sıraya koyması. Okuma. translokasyon (İng. translocation) Botanikte, özellikle floem aracılığı ile olmak üzere, bitkinin içinde organik maddelerin bir yerden başka bir yere hareketi. Kalıtımda, homolog olmayan kromozomlar arasında parça değişimi. transmisyon (İng. transmission) İçerisinde renkli bir eriyik bulunan küvetten geçen ışık yoğunluğunun su veya blank içeren aynı küvetten geçen ışık yoğunluğuna oranı. transpirasyon (İng. transpiration) Öncelikle stomalardan olmak üzere, bir bitkinin toprak üstü kısımlarından su buharının dışarıya verilmesi. Terleme. transversal düzlem (İng. transverse section) Sırtkarın ve sol-sağ eksenleri taşıyan bilateral simetrili bir hayvanda ön-arka eksenine dik enine kesit. transversalis (İng. transversalis) Enine olana ait. transversus (İng. transversus) Enine yatay uzanan. Trematod (Lat. Trematoda) Yassı parazitik kurtlardır. triangular (İng. triangular) Üçgen. trikoblast (İng. trichoblast) Kırmızı yosunlarda gövdenin bir dalıdır. trikojin (İng. trichogen) Kırmızı yosunlarda dişi organdır. trikom (İng. trichome) Hücre cidarının dışındaki tüy veya jelatinli kıldır. trikosist (İng. trichocyste) Paramesyum gibi kirpikli tek hücreli hayvanların sitoplazmasında bulunan hücresel bir organel; avı yakalamada ve tutmada iş gören bir kol görevi yapar. trimorfizm (İng. trimorphism) Bir hayat devrinde bir türün çok farklı formlara sahip olma durumu. triplet kod (İng. triplet code) Bir peptit zincirinde bulunan amino asitlerin sırasını belirleyen ve DNA'daki genetik bilgi birimleri olan kodonların (şifre) üç nükleotit sırası. Üçlü şifre. triploblastik (İng. triploblastic) Embriyonik gelişim sürecinde her 3 tabakanın da (endoderm, mezoderm ve ektoderm) oluşması, üç tabakalılık. triploit (İng. tryploid) Üç kromozom takımına sahip bir birey ya da hücre. tripton (İng. tripton) Ölü organizmaların artıkları,organik detritus ve minerallerden ibaret olan cansız parçalara tümü. Abiyoseston. trofi (İng. trophi) Rotiferlerde kaslı farinksin dişli olan yapısı. trofik (İng. trophic) Besleyici, teşvik edici. trofik kademe (İng. trophic level) Aynı beslenme karakterindeki organizmaların oluşturduğu gruplar. trohofor (İng. trochophora) 1. Poliket ve arkiannelitlerin gelişimini simgeleyen ve mollüsk larvasını andıran bir larva formu. 2. Midye larvası. trombosit (İng. thrombocyte, platelet) Kanda bulunan 2-4 mikron çapında çok küçük, çekirdeksiz gözeler. Bir mm 3 insan kanında 200-300 bin kadar bulunur. Kan pulcuğu. tropikal siklon (İng. tropical cyclone) Sıcak okyanuslar üzerinde oluşan, kuvvetli rüzgarların ve aşırı yağmurun eşlik ettiği çok büyük, dairesel fırtına. tropikal zon (İng. tropical zone) Yeryüzünün 23.5˚ N Yengeç Dönencesi ile 23.5˚S Oğlak Dönencesi arasında kalan bölge. tropizma (İng. tropism, taxis) 1. Yer değiştirmeyen bir organizmada bir dış uyartıya karşı meydana gelen bir büyüme tepkisi. 2. Bitkilerde farklı büyüme sonucu bir uyarıya karşı oluşan bir dönme tepkisi. Yönelim hareketi. tropopoz (İng. tropopause) Troposferin üst sınırı. troposfer (İng. troposphere) Yer yüzeyinden 0-16 kilometrelik bir yüksekliğe yayılan hava olaylarının meydana geldiği atmosferin iç katmanı. truncus (İng. truncus) Kök, gövde, sap. t-s diagramı (İng. t-s diagram) Denizlerde bir su sütununda temperatür tuzluluk değerlerini gösteren diagram. Bu diagram ile su kütleleri ayırt edilmektedir. tsunami (İng. tsunami) Sualtında olan büyük bir deprem ya da yanardağ patlaması sonucu oluşan dev dalgalar. tuber (İng. tuber) Patates gibi bazı bitkilerin besin depo eden şişkin yeraltı gövdesi. Yumru gövde. tubülöz (İng. tubulosus) Küçük boru, borucuk. tufa (İng. calcareous tufa) Mavi-yeşil alglerde oluşan kireçli yapıdır. Turbelaria (Lat. Turbelaria) Platyhelminthes'in sınıflarından silli solucanlar. turbidite (İng. turbidity) Suda asılı halde bulunan çamur ve diğer kolloidal taneciklerden ileri gelen bulanıklık. turbinatus (İng. turbinatus) Kıvrılmış, bükülmüş. Kıvrım biçiminde. turgit Sıvı ile şişmiş. turgor (İng. turgor) Bir bitki hücresinin osmozla su alıp şişmesi ve hücre çeperinin gergin hale gelmesi. turgor basıncı (İng. turgor pressure) Bir bitki hücresinin osmozla su alarak şişmesi ve sitoplazmanın çepere basınç yapmasıyla belirlenen hücre içi basınç; bu basınç hücre İçine daha fazla su girmesini önler. turna balığı (Lat. Esox lucius, İng. Northern pike) Tatlı sularda yaşayan yırtıcı bir balık. turnesol kağıdı (İng. papier au tournesol) Bir ortamın asitlik derecesini pratik olarak anlamaya yarayan özel bir kağıt. tutulan su (İng. captured water) Yeryüzüne düşen yağışların bir kısmının daha yeryüzüne ulaşmadan bitkilerin yaprakları tarafından tutulması. tuzluluk (İng. salinity) 1 kg deniz sularında çözünmüş tuzların gram ağırlığıdır. Bu tuzlardan karbonatların oksitlendiği, bromür iodür tuzlarının klorür tuzlarına çevrilerek miktarları verilmekte olup elektrik iletkenliğine, refraktif indeksine göre de tuzluluk hesap edilmektedir. tuzlusulu göller (İng. salt lake) Sularında klorür, sülfat, karbonat ve bikarbonat bileşimlerini içeren göllerdir. Bunların çoğunda tuz konsantrasyonu yüksek olduğundan sınırlı sayıda hayvan ve bitki türü yaşar. Suları tarımda kullanılmaz. Örnek Tuz Gölü, Van Gölü. tüber (İng. tuber) Yumru, şişkinlik. tüberkül (Lat. tuberculum) Topuzcuk şeklindeki küçük ve yuvarlak çıkıntı ya da kabartılar. tübüler (İng. tubular) Boru biçiminde. tübül (İng. tubule) Hücre içerisinde veya doku içerisindeki tüpsü yapılara verilen genel ad. tükenme (İng. depletion) Doğal kaynakların azalması, tükenmesi, kuruması, özellikle tüketim amacıyla kullanım, buharlaşma ya da sızıntı dolayısıyla su kaybı. tüketici (İng. consumer) Üretici organizmaları veya kendilerinden daha zayıf tüketicileri yiyerek enerji sağlayan canlılar. Tüketiciler birincil, ikincil ve üçüncül gibi sınıflara ayrılırlar. Birincil tüketiciler üreticileri yiyerek yaşarlar. İkincil tüketiciler birincil tüketicileri yerler vb. Örneğin ot yiyen bir geyik birincil tüketicidir. Geyiği yiyen aslan ise ikincil tüketici olmaktadır. tüketici organizmalar (İng. heterotrophs, consumers) Bir ekosistemin başka bitki ve hayvanları yiyen hayvansal ve bitkisel öğeleri. tüketmeden kullanım (İng. non-consumptive use) Canlı bir doğal kaynağı, stokunu tüketmeden; yıldan yıla belli bir ürün alabilecek şekilde kullanma. tüm başlılar (Lat. Holocephali) Kemikleri kıkırdak olan, solungaç yarıkları bir deri kıvrımıyla örtülü omurgalı balıklar takımı. tüm kirpikliler (Lat. Holotricha) Kirpikli bir hücrelilerin alt sınıfı. tümör (İng. tumor) Ur. tüp ayak (İng. ambulacral foot) Derisidikenlilerin hareket ve beslenme fonksiyonlarını gerçekleştirdikleri boru şeklindeki yapılar. tür (İng. species) Belirli bir coğrafik bölgeye yayılmış, aynı kimyasal ve fiziksel koşullara aynı şekilde yanıt veren, embriyolojik, morfolojik ve fizyolojik özellikleri aynı olan, birbirleriyle çiftleştiklerinde verimli döl veren canlılar toplumu. tür çeşitliliği (İng. species diversity, biological diversity) Bir ekosistemde ya da tür topluluğundaki türlerin sayısı, zenginliği. tür toplulukları (İng. species communities) Aynı ortamda birlikte bulunan çeşitli türler; tür toplumları; yaşam birlikleri. -U(İng. ubiquist species) birçok biosönozlarda herhangi bir tercih yapmaksızın bulunabilme yeteneğinde olan türlerdir. Bunların ekolojik valansları oldukça yüksektir. İndifferant türler. uç durumlu ağız (İng. terminal mouth) Alt ve üst çenelerin eşit olması durumundaki ağız tipi. uç meristem (İng. apical meristem) Bitkilerin kök ve gövdelerinin en uçlarında bulunan, sürekli bölünerek bitkinin büyümesini sağlayan doku. Meristem dokusu. uçar balık (Lat. Dactylopterus volitans, İng. Flying gurnard) Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, kırlangıç balığıgiller (Triglidae) familyasından, 30-50 cm kadar uzunlukta, kırmızı ya da siyah renkli, göğüs yüzgeçleri çok büyük olan, Akdeniz ve bütün sıcak denizlerde yaşayan bir tür. uçucu (İng. volatile) Nispeten düşük ısılarda buharlaşabilen. ultraplankton (İng. ultraplankton) 5 µ’dan küçük organizmalar. Büyüklüğü 2gm den küçük plankton. umbilik (İng. umbilic) Göbek. umbo (İng. umbo) Bivalviaların kabuğunun menteşesi civarındaki bölge. Bu bölge kabuğun en eski parçasını oluşturur. umbra (İng. umbra) Gölge, karanlık. umbella (İng. umbella, umbrella) Şemsiye. undate (İng. undate) Dalgalı. UNEP (İng. United Nations Environment Programme) Birleşmiş Milletler Çevre Programı. unguis (İng. unguis) Tırnak, pençe. uni (Lat. uni) ‘Bir’ veya ‘tek’ anlamına gelen ön ek. unilateral (İng. unilateral) Tek yanlı, bir yanı olan. unipolar (İng. unipolar) Tek kutuplu olma durumu. Bazı sinir hücreleri yanlız tek bir uzantıya sahip olabilir. uniramus (İng. uniramous) Tek loblu. unisegmental (İng. unisegmental) Tek bölmeli, tek segmentli uranyum (İng. uranium) Nükleer enerji tüketimi, için gerekli radyoaktif metalik eleman. urasil (İng. uracil) Yalnızca RNA yapısına katılan baz. uropod (İng. uropod) Bazı eklembacaklılarda son pleopod çifti diğerlerinden farklı olarak kuvvetli plakalara dönüşürler. Bunlara uropod adı verilir ve telsonla birlikte kuyruk yelpazesini yaparlar. ubikuist urotensin (İng. urotensin) Balıklarda bulunan ürofizis bezinden salgılanan hormon. uskumru (Lat. Scomber scombrus, İng. Atlantic mackerel) Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, uskumrugiller (Scombridae) familyasından, 20-25 cm kadar uzunlukta, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan bir tür. uterus (İng. uterus) Döl yatağı, rahim. utrikulus (İng. utricle) 1. Balıklarda iç kulağın pars superior bölümünde içerisinde lapillus adındaki kulak taşının yer aldığı kesecik, borucuk 2. Küçük hortum. uyarı (İng. stimulation) 1. Bir reseptör tarafından algılanan herhangi bir etmen. 2. Canlılarda belli bir tepkiye yol açan, fiziksel, kimyasal veya biyolojik etken. uyarıcı (İng. stimulator) Embriyolojide, belirli bir yapının hücreleri ya da gelişiminin farklılaşmasını teşvik eden bir madde. Genetikte, belirli genleri etkinleştiren bir madde. uyartı (İng. stimulation, stimulus) Bir uyarının sinir hücresinde oluşturduğu kimyasal veya elektriksel değişmeler. uygulamalı ekoloji (İng. applied ecology) Doğal kaynakların insanlar tarafından düzenlenmesinde ve işletilmesinde ekolojik etkenlerden yararlanan alt bölüm olup ekoteknoloji olarak da adlandırılır. uygun arıtma (İng. water treatment) Kentsel atıksuyun, Kentsel Atıksu Arıtma Yönetmeliği ve diğer ilgili yönetmeliklerin ilgili hükümleri ile kalite amaçlarını karşılayacak şekilde alıcı ortama deşarjını sağlayacak herhangi bir proses ve/veya bertaraf/deşarj sistemiyle arıtılması. uyum sağlama (İng. adaptation) Canlıların kendilerini çevre koşullarına uydurmaları ve bu süreçte geliştirdikleri tüm özellikler. uyuşturan balık (Lat. Torpedo marmorata, İng. Marbled electric ray) Bakınız: Lekelielektrik balığı. uz (İng. ooze) Okyanus diplerinde bulunan ve bazı pelajik organizmaların kabuklarından meydana gelmiş sulu çamur (sediment). uzaktan algılama (İng. remote sensing) elektromanyetik enerjinin bulunmasıyla, sözgelimi havadan fotoğraf çekme gibi, fiziksel özelliklerle ilgili uzak mesafelerden bilgi toplama yöntemi. uzaktan kumandalı araç (UKA) (İng. remotely operated vehicle) Denizaltı araştırmaları için kullanılan küçük, insansız robot. -Üüçlü adlandırma (İng. trinominal nomenclature) Alt türlerin üç isimle gösterilmesi. Örnek: Mus musculus domesticus (Ev faresi). üçüncü tüketiciler (İng. tertiary consumers) İkinci tüketicileri yiyen organizmalardır. üçüncül arıtma (İng. tertiary treatment) İkincil arıtmadan çıkan atıksuyun kalitesini daha fazla iyileştirmek için ikincil arıtma ile birlikte veya ayrıca uygulanan arıtma olup, Kentsel atıksuların genellikle Kentsel Atıksu Arıtma Yönetmeliği’nde yer alan şartlara uygun olacak şekilde azot ve/veya fosfor giderimi. üniversite (İng. university) Birlik, bütünlük. Bilimler topluluğu. üre (İng. urea) Memeli ve diğer hayvanlarda amino asitlerin yıkımı ile oluşan son ürün, azotlu artık madde. üretici (İng. producer) Ototrof, kendi besinini yapan canlı. ürofiz (İng. urophysis) Kuyruk sapı bölgesinde son omur civarında yer alan, su ile iyon metabolizması ile sodyum değişimi ve gaz metabolizmasını düzenleyen iç salgı bezi. -Vvagus (İng. vagus) Beyinden çıkan 10. sinir. Mide, bağırsak, kalp ve akciğerlerin otomatik çalışmalarını sağlar. vahşi yaşam yönetimi (İng. wildlife management) Türlerin doğal ekosistemlerinde bakımı ve geliştirilmesi; çevre dengesinin ve tür çeşitliliğinin korunması. vajil (İng. vagile) Substratum yüzeyinde yer değiştirme yeteneğine sahip hayvansal organizmalardır. vakuol (İng. vacuole) 1. Ökaryot hücrelerin sitoplazması içerisinde sıvı, hava yada kısmen sindirilmiş besin kapsayan tek zarla çevrili yapıların her biri. 2. Sulu bir sıvı ile dolu olan ve sitoplazmanın öteki kısmından bir zarla ayrılan hücre içi küçük boşluk. valans (İng. valence) 1. Hidrojen atomları ya da bunların eşdeğerlerinin sayısal ifadesi. Bir ya da çok sayıda atomlar arası bağlar oluşurken kimyasal bir elementin negatifken kombine halde tutabildiği, ya da pozitifken bir reaksiyonla ayırdığı, kazanılan, kaybedilen ya da ortaklaşa kullanılan elektronların sayısı. 2. Bir atomun bağ yapma kapasitesinin bu atomun dış yörüngesindeki elektronların sayısıyla belirlenen bir ölçüsü. valf (İng. valve) 1. Diatomlarda silika ile zengin hücrenin dış kısmının herbir yarısı. 2. Kapak, kapakçık, kapı. valin (İng. valine) Protein sentezine katılan amino asitlerden birisi. valvularis (İng. valvular) Küçük kapı veya kapakçığa ait, kapakçıkla ilgili. vanadyum (İng. vanadium) İnsan ve hayvanlar için gerekli bir eser (az miktarda bulunan) elementidir. vantuz (İng. sucker, ventouse) Yüzgeçlerden birisinin veya vücudun bir bölgesinin tutunmaya elverişli bir yapı kazanması sonucu ortaya çıkan yapışma organı. varyasyon (İng. variation) Bir türün bireylerindeki aynı karakterin farklı şekilleri, değişiklik, çeşitlilik. vasküler (İng. vascular) Damarlı. vaskular sistem (İng. vascular system) Ksilem ve floemden oluşan bitki dokularında, ksilem tarafından su ve suda erimiş maddelerin, floem tarafından fotosentez ürünlerinin taşınmasını sağlayan iletim sistemi. vatoz (Lat. Raja clavata, İng. Thornback ray) Köpek balıklarından, sırtında büyük dikenleri olan, kuma gömülü olarak yaşayan bir balık. vejetarlizm (İng. vegetarianism) Yalnız bitkisel gıda maddelerine yer veren beslenme rejimi. vejetasyon (İng. vegetation) Bitkilerin sınıflandırılmasındaki, yöreleri gözetmeksizin fizyonomik ve ekolojik bakımdan bir bölgedeki bitki örtüsü. Bir yerdeki ekolojik koşullara bağlı olarak bulunan bitki örtüsü. vejetatif (İng. vegetative) Bitki hücrelerinin ve organlarının üreme için özelleşmemiş olan kısımlarının eşeysiz çoğalma şekli. vejetatif üreme (İng. vegetative reproduction) Yaprak ya da sap gibi vücut bölümlerinden eşeysiz olarak üreme. vektör (İng. vector) Patojenlerin taşıyıcısı. veliger larvası (İng. veliger larvae) Bazı yumuşakçalarda görülen bir tip larva. velum (Lat. velum) 1. Medüzlerde, şemsiye yapısının kenarını çember gibi saran örtü. 2. Basidli mantarlarda, genç basidiokarpları örten yapı. 3. Örtü, yelken, perde. vena (Lat. vena) Kanı kalbe taşıyan damar; kirli kan damarı. Toplardamar. venom (İng. venom) Zehir. venozus (İng. venosus) Toplar damara ait. ventral (İng. ventral) 1. Bir organizmanın karın kısmı (sırt kısmı dorsal). 2. Karın, karın ile ilgili 3. Alt taraf. ventrikulus (İng. ventriculus) Karıncık (kalpte). Küçük boşluk. veri (İng. data) Analizlerde ya da yorumlarda kullanılan, sonuç çıkarmaya yarayan bilgi ya da olgular. verimlilik (İng. fertility) Birim zamanda meydana getirilen yavru sayısı ile ölçülen, bir bireyin yada populasyonun üreme kapasitesi. Fertilite. vermiformis (İng. vermiform) Solucan biçiminde. vermi (Lat. vermi-) Solucan. vertebra (İng. vertebra) Omur. Vertebrata (Lat. Vertebrata) Omurgalı. vertikal (İng. vertical) Dikey, dikine. vesica (İng. vesica) Kese, torba, mesane. vesika notatoria (İng. vesica notatoria) Balıkların büyük çoğunluğunda karın boşluğunda omurganın altında yer alan gazla dolu kese. Yüzme kesesi. Hava kesesi. vezikül (İng. vesicle) Herhangi bir küçük kese ya da boşluk. Kesecik. veziküliform (İng. vesiculiform) Kese veya torba biçiminde. via (İng. via) Yol, geçit. villiform dişler (İng. villiform teeth) Çok sayıda ve ince bir şekilde olup kadifeye benzeyen dişler. villus (İng. villus) Küçük, parmaksı vasküler çıkıntılar; özellikle barsağın iç duvarındaki gibi serbest yüzeyler üzerinde bulunan ince çıkıntılar. viroit (İng viroid) Bitki hücrelerinde hastalık yapan, 400'e kadar ribonükleotitten oluşan, virüslerden daha basit yapılı organizma. virüs (İng. virüs) Mutasyona uğrama ve evrimleşme yetenekleri dahil, normal olarak canlı organizmalarda görülen bazı özellikleri gösteren, bir protein kılıf ve içinde bir nükleik asitten oluşmuş, ışık mikroskobunda görülemeyen ve hücre yapısı göstermeyen, zorunlu parazit özellikte olan bir varlık. viskosite (İng. viscosity) Sıvıların bulunduğu kap ile molokülleri arasında ortaya çıkan sürtünmenin neden olduğu direnç. Akıcılık. viskoz (İng. viscous) Akışkanlığı az olan sıvı. vissera (İng. viscera) Büyük vücut boşluğuna sahip canlıların iç organları. visseral kitle (İng. visceral mass) İç organlar. visseral sinir (İng. visceral nerve) İstemsiz sinirler. vita (İng. vita) Yaşam, hayat. vitamin (İng. vitamin) Bir organizmanın normal metabolik faaliyetleri için küçük miktarlarda gerek duyduğu organik madde; hayvanlar bazı vitaminleri yeterli oranlarda sentezleyemediği için besin içinde hazır olarak almak zorunluluğundadır. vitaminoid (İng. vitaminoid) Vitamin benzeri madde. vitellogenez (İng. vitellogenese) Yumurta sarısının meydana gelişi ve toplanması olayı. vitellus (İng. vitellus) Yumurta sarısı. vitellus kesesi (İng. yolk sac) Bazı omurgalı embriyolarında sindirim sisteminin dışarıya doğru cep biçimindeki çıkıntısı; yumurta sarısı etrafında gelişir ve onu sindirerek organizmanın yararlanacağı duruma getirir. vitrodentin (İng. vitrodentine) Plakoid ve kozmoit pulların çıkıntılı dış kısmı. vivipar (İng. viviparous) 1. Anne vücudu içinde ve yumurtadan gelişen canlı yavruya sahip olma; yavru besinini ya yumurta sarısından ya da embriyonik bir uzantı olan plasenta yoluyla bağlandığı anneden sağlar. 2. Memelilerin hemen hepsi vivipardır. Çok küçük olan memeli yumurtası dişi hayvanın uterusu içinde gelişir ve embriyo, annenin dolaşım sisteminde plasenta ile bağlı olduğu için annenin aldığı besinle beslenir. volkancık Bakınız: balanus. vomer (İng. vomer) Genellikle üçgen şeklinde olup çoğu kez dişleri taşıyan ve ağzın tavanının ön kısmında bulunan kemik. vomer dişi (İng. vomer tooth) Vomer kemiği üzerinde yer alan dişler; Bazı balıklarda damak kemiği üzerinde yer alan ve genellikle çengel şeklinde bir görünüm arz eden dişler. vonoz (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) Palamut, kolyos, uskumru ve sardalye gibi balıkların küçüğüne verilen isim veya balıkların küçük yavruları. -W-XWeber kemikçikleri (İng. Weberian apparatus) Weber organı da denilen, bazı balıklarda özellikle sazangiller familyası üyelerinde, omurganın başlangıcında hava kesesinin ön ucu ile iç kulak arasında yer alan claustrum, stapes, incus ve malleus isimli 4 kemikçikten oluşan bölüme verilen ad. x kromozomu (İng. x-chromosome) Dişi eşey kromozomu. x organı (İng. x organ) Krustaselerde bulunan ve kabuk değiştirmeyi, metabolizmayı, üremeyi ve bileşik gözlerde pigment dağılımını düzenleyen ve vücudun pigmentasyonunu denetleyen organ. -Yy kromozomu (İng. y-chromosome) Erkek eşey kromozomu. yabancı türler (İng. introduced species, invasive species) Bir biosönozda rastlantı sonucu bulunan türlerdir. yadımlama (İng. catabolism) Canlı protoplazmayı yapan büyük ve karmaşık yapılı moleküllerin enerji çıkararak yanması, katabolizma. yağ asidi (İng. fatty acid) Esterlerle bileşikler yaparak yağ moleküllerini meydana getiren maddeler. yağ dokusu (İng. adipose tissue) Hücrelerinde yağ granülleri bulunan özelleşmiş bir bağ dokusu tipi. Esmer yağ dokusu, beyaz yağ dokusu. yağ yüzgeci (İng. adipose fin) Bazı balıklarda değişmiş, ışını olmayan sırt, arka yüzgeci. Adipoz yüzgeci. yakalı kamçılılar (Lat. Choanoflagellata) Deniz veya tatlı sularda kamçılı, bir hücreli hayvanlar familyası. yalancı ayak (İng. pseudopod) 1. Özellikle amip benzeri bir hücreli hayvanlarda ve fagositoz yapan hücrelerde sitoplazma uzantıları. Psödopod. yalancı halka (İng. false annulus) Büyümenin herhangi bir sebeple durakladığı dönemde meydana gelen yer yer kesikli, düzgün olmayan, diğer halkalara göre daha ince halkalardır. yalı (İng. shore, waterfront, waterside) Deniz, göl veya ırmak kenarı, düz ve açık su kıyısı, sahil. yapay göller (İng. artificial lake, pond) Sulama, içme suyu ve hidroelektrik üretmek amacıyla akarsu vadilerinin uygun bölümlerinin insanlar tarafından doldurulması sonucu oluşturulan göllerdir. Bunlara baraj da denir. yapıcı dalga (İng. consctructive wave) Kum ve irili ufaklı çakılları taşıyarak yavaş yavaş kumsalı geliştiren dalga. yapısal gen (İng. structural gene) Hücrenin yapısı ve metabolizması için gerekli RNA'ları kodlayan DNA dizisine verilen genel ad. yapışık çeneliler (Lat. Plectognathi) Çengel çeneliler. yarı geçirgen (İng. semipermeable) Yalnızca çözücülere (çoğunlukla su) geçirgen. Bazı maddelere geçirgen ancak diğerlerine geçirgen olmayan. yarılanma süresi (İng. half life) Bir radyoaktif izotopun atomlarının yarısının parçalanması için gerekli olan süre; kirletici etki süresi açısından tarım ilaçları ve diğer kirleticiler için de bu terim uygulanır. yarım asalak (İng. semiparasite) Üzerinde yaşadığı konakçı bitkiden bazen hazır besin maddesi alan, gerektiğinde kendi beslek yaşayabilen, klorofilli bitkilerde görülen, tam olmayan asalak. yarım sodalı göller (İng. soda lakes) Sularının 1 litresinde 500 mg dan daha az soda içeren göller. yassı solungaçlılar (Lat. Elasmobranchii) Chondrichthyes sınıfının, tüm denizlerde, yer yer de nehirlerin denizlere açıldıkları yerlerde bulunan, iskeletleri kıkırdaktan yapılmış, yer yer kalkerleşmiş, kıkırdak solungaç bölmeleri tam gelişmiş, yüzme keseleri bulunmayan altsınıfıdır. yaş tayini (İng. age determination) Balıkların büyümeleri sırasında pullarında, otolitlerinde, iskeletlerinin çeşitli parçalarında yıllara göre meydana gelen farklılıklardan veya istatistiki metotlardan yararlanarak balıklarda yaş tespit etme işlemidir. yaşam döngüsü (İng. life cycle) Bir canlının yumurta döllenmesinden ölüme kadar geçirdiği değişik aşamalar. yaşam kuşakları (İng. life zones, biota) Genellikle bir örnek iklim ve toprak özelliklerine sahip alanlar ve bunun bir sonucu olarak da, tür, bileşim ve çevreye uyum bakımından son derece bir örneklik gösteren biyota. yaşamın sürmesini sağlayan ekolojik sistemler (İng. ecological systems) Oksijen üretimi, artıkların zararsız hale getirilerek yeniden kullanımı gibi insanları doğrudan ilgilendiren, yaşam için gerekli ekosistem işlevleri; yaşam destekleyen sistemler. yavru balık (İng. fry) Hava kesesi hava ile dolmuş, yüzmeye başlamış, yem almaya alışmış ve larva dönemini tamamlamış balıkçıktır. yayılma alanı (İng. spreading area, distribution area) Belli bir türün yaşadığı yeryüzü kesimi. yayın balığı (Lat. Silurus glanis, İng. Wels catfish) Yayın balığıgillerden, başı büyük, ağzı geniş, derisi pulsuz, vücudu uzun, lezzetli, iri bir tatlı su balığı. yayın balığıgiller (Lat. Siluridae) Örnek hayvanı yayın balığı olan, Amerika, Afrika ve Asya’nın tatlı sularında yaşayan bir familya. yazılı hani (Lat. Serranus scriba, İng. Painted comber) Kemikli balıklar takımının, Hanigiller (Serranidae) familyasından, başının her iki yanında benzer benekleri olan bir hani türü. Uzunluğu 20-30 cm kadardır. Akdeniz’de yaşar. Eti yenir. yedek besinler (İng. reserve nutrition) Organizmanın sindirdikten sonra kullanmayıp depo ettiği karbonhidrat, yağ, protein gibi maddeler. yedek nişasta (İng. reserve starch) Levkoplastlarda meydana gelen nişasta. Depo nişasta. yengeç (Lat. Cancer pagurus) Eklem bacaklılardan, birinci ayak çifti iki kıskaç olarak gelişmiş, eti için avlanan, suda yaşayan bir böcek. yeniden işleme (İng. recycling) Özellikle kağıt, cam ve plastik gibi yararlı ürünlerin üretimi için, atık materyalin yeniden kullanılır hale getirilmesi. yenilenebilir enerji (İng. renewable energy) Güneş ışınları, rüzgar ya da dalgalar gibi tükenmeyen kaynaklardan sağlanan enerji. yenilenebilir enerji kaynakları (İng. renewable energy sources) Güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, jeotermal enerji, su enerjisi, biyokitle enerjisi, gelgit enerjisi ve üretici nükleer enerji reaktörleri gibi kendiliğinden yenilenebilir, kullanmakla eksilmeyen enerji kaynakları. yenilenebilir kaynak (İng. renewable resource) Belli sınırlar içinde, kendi kendini yenileyebilen ya da insan etkisiyle, yenilenebilen, ağaç, hava ya da su gibi doğal kaynaklar. yenilenemez kaynak (İng. nonrenewable resource) Sınırlı olarak bulunan, mineral gibi doğal kaynak. Kural olarak cansızdır. Kendi kendini yenileme yeteneği bulunmayan, tükenen kaynak. yeraltı suyu (İng. underground water) Geçirimli kayaç ve katmanlardan sızarak, yer çekiminin de etkisiyle yer altına inen ve orada akarak veya birikerek yeni bir düzen kuran sular. yer altı suyu kirliliği (İng. groundwater pollution) Yer altı suyu kirliliğinin başlıca kaynakları lağım suyu tesisatı, lağım çukurları vb. ile kıyı bölgelerinde tuzlu su sızıntılarıdır. yer altı suyu zengişlemesi (İng. groundwater recharge) Yağış suyu veya yüzey sularının sızma yoluyla yer altı sularını çoğaltması. yerel çeşitler (İng. landrace) Yetiştirildikleri çevrelerde, bu çevrelere uyum sağlamış bitki veya hayvan çeşitleri. yerey (İng. land) Yer yüzünden bir parça, arazi. yeşil ürünler (İng. green products, eco friendly products, environment friendly products) Yeniden işlenip kullanılan kağıt ürünler ve biyolojik bozulmaya uğrayabilir plastik torbalar gibi, çevre dostu ürünler. yeşil devrim (İng. green revolution) Yoğun gübre ve geliştirilmiş sulama sistemi kullanımı ve özellikle buğday ve pirinç gibi ürün tohumlarının yeni çeşitlerinin benimsenmesi yoluyla daha başarılı tarımsal verim elde edilmesini anlatan kavram. yeşil kuşak (İng. green belt) Bir yerleşim alanı çevresinde yer alan, yapılaşma olmayan toprak kuşağı. yeşil sazan (Lat. Tinca tinca, İng. Tench) Bakınız: Kadife balığı. yetersiz beslenme (İng. malnutrition) Organizmanın varlığını sürdürmesi ve büyümesi için gerekli asli metabolizma öğelerinden birinde ya da birkaçında, genellikle beslenme eksikliğinden kaynaklanan yetersizlik durumu. yıkıcı dalga (İng. tidal wave) Bir sahilin aşınmasına katkıda bulunan dalga. yılan balığı (Lat. Anguilla anguilla, İng. European eel) Yılan balığıgillerden, yılana benzeyen, kaygan derili, ince uzun ve eti beğenilen bir balık. yılan balığıgiller (Lat. Anguillidae) Örnek balığı yılan balığı olan, karınları yüzgeçsiz balıklar familyası. yırtıcı (İng. predator) Avlanarak yaşayan canlı, avcı. yoğunluk (İng. density) 1. Bir yerin nüfusunun, yerleşim birimlerinin yada taban alanının, toprak alanı birimiyle olan ve oran olarak ifade edilen ilişkisi. 2. Birim hacimdeki kütle miktarıdır. Suyun yoğunluğu 1°C deki 1 cm³ suyun g olarak ağırlığıdır. Tam tanımı ise şudur: +4°C deki ve 1 atmosferdeki saf suyun yoğunluğu 1 dir. yolk bezi (İng. yolk sac) Besin maddesi üreten ya da depolayan bez ya da kese. yosun (İng. moss) Tallı bitkilerin, çoğu sularda yetişen, ilkel yapıdaki örneklerine verilen genel ad. yönelim (İng. orientation) Bir ışık kaynağı gibi dışsal bir etmene bağlı olarak kıvrım yapma ya da hareket eylemi. yumak (İng. floc) Bir sıvıda yumaklaşma yoluyla oluşan ve genellikle, yerçekimi etkisiyle veya yüzdürme yoluyla ayrılabilen büyük parçalardır. Flok. yumaklaştırma (İng. flocculation) Genellikle mekaniksel, fiziksel, kimyasal ve biyolojik olayların da yardımıyla, küçük parçacıkların birleşmesiyle ayrılabilir büyük parçaların oluşmasıdır. yumurta (İng. ovum) 1. Bir yumurta hücresi ya da dişi gamet. Özellikle kuşlarda ve sürüngenlerde, embriyonik gelişmenin gerçekleştiği bir yapı. 2. Spermle döllendikten sonra aynı türün yeni bir bireyini verecek olan dişi üreme hücresi. yumurta sarısı (İng. egg yolk) Bir yumurta içinde depolanmış besin maddesi. yumurtalık (İng. ovarium) Dişi bireylerde eşey hücrelerinin üretildiği, aynı zamanda eşey hormonları da salgılayan organ. yumuşak deterjan (İng. mild detergent) Biyolojik olarak parçalanabilen yüzey aktif bileşenler ihtiva eden, yüzey aktiflikleri atık su arıtma işlemleri ile azaltılabilen temizlik maddesidir. yumuşakçalar (Lat. Mollusca) Mollusca takımından, büyük bir kısmı denizlerde, bir kısmı tatlı sularda yaşayan, vücutları genellikle kabukla korunan, kabuk içinde vücutları manto ile askıda tutulan Gastropoda (Salyangoz) Pelecypoda (Yassı Solungaçlılar veya İki Kabuklular) ve Cephalopoda (Kafadan Ayaklılar) sınıflarında toplanan yumuşak vücutlu hayvanlardır. yunus balığı (Lat. Delphinus delphis, İng. Shortbeaked common dolphins) Balinalardan, ılık ve sıcak denizlerde sürüler durumunda yaşayan, boyları 3 m kadar erişebilen, memeli deniz hayvanı. yutak (Lat. pharynx) Ağız boşluğu ve yemek borusu arasındaki kaslı kanal, farinks. yuvarlakağızlılar (Lat. Cyclostomata) Agnatha’ların bir sınıfıdır. Yuvarlak ve uzun vücutlu olup yılanbalıklarına benzerler. Ağız bölgesinde emme görevi yapan kaslı bir dil vardır. Bu dilin üzerinde boynuz maddesinden oluşmuş birçok diş bulunur. yükleme (İng. accumulate) Belirli bir zaman sürecinde ortaya çıkan zararlı maddelerin miktarı. yüzdürme (İng. flotatiton separation) Maddelerin sıvı atıklardan yüzdürülerek ayrılmasına yarayan fiziko-kimyasal arıtma yöntemi. yüzey aktif madde (İng. surfactant, surface active agent) Deterjanlarda kullanılan ve atık sularda bulunduğunda alıcı ortam sularında köpürmeye yol açan bir kimyasal madde. yüzey gerilimi (İng. surface tension) Hava ile ilişkili olan su yüzeyi çok ince bir zarla kaplıymış gibi görülür. Buna yüzey filmi denir. Bir su kütlesinin yüzeyinde su moleküllerinin simetrik olmayan hareketi sonucu, su yüzeyinde ve altında yüzey gerilimi bir direnç oluşturur. Su içindeki moleküller her yönde bağlı oldukları halde yüzeydekiler sadece alttakilere ve yandakilere bağlıdır. Çünkü üstte bağlanacak molekül yoktur içeriye doğru bir hareket olduğu zaman su kütlesinin yüzey gerilimi artar. Böylece suyun üzerinde sıkıca gerilmiş bir tabaka oluşur ki buna yüzey gerilimi denir. Yüzey gerilimi dyn ile ölçülür. yüzey suyu (İng. surface water) Okyanuslarda dahil, yeryüzündeki bütün suları tanımlamakta kullanılan geniş kapsamlı terim. Dar anlamıyla ise akarsu yataklarında bulunan suyu ifade eder. yüzgeç (İng. fin) Balıklarda ve yüzen memelilerde karın ve göğüste çift, sırt, kuyruk ve anüste tek olarak bulunan, hareketli ve dengeyi sağlayan organ. yüzgeç ayaklılar (Lat. Pinnipedia) Omurgalı hayvanlardan memeliler sınıfına giren, morslar ve foklar gibi denizde yaşayan, karada yüzgeçlerini ayak gibi kullanan alt takım. yüzgeç ışını (İng. fin rays) Yüzgeçleri destekleyen boynuzsal yapılar. yüzme bacakları (İng. swimmeret legs) Eklem bacaklı hayvanların karın bölgesinde bulunan ve yüzmeye yarayan bacaklar. yüzme kesesi (İng. swim bladder) 1. Birçok kemikli balıkta çeperi sindirim kanalı ile aynı yapıda, içi hava ve diğer gazlarla dolu olan, hidrostatik denge, solunum, ses çıkarma ve ses almada görevli yapı. 2. Kemikli balıkların büyük çoğunluğunda bulunan ön barsaktan bir kanalla ayrılmış, böbreklerin altında yer alan, kıkırdaklı balıklarda bulunmayan organ. -Zzar (İng. membrane) Hücreyi ve çoğu organelleri çevreleyen lipit ve proteinlerden oluşan yapı. zar proteini (İng. membrane protein) Biyolojik zarların yapısına giren, zarın dış yada iç yüzeyine bağlı olabilen yada zarın lipit tabakasına az yada çok nüfuz eden, zarı kat eden herhangi bir protein. zarar (İng. damage, injury) Bir etkileşim sonunda oluşabilecek toksisite durumudur. zargana (Lat. Belone belone, İng. Garfish) Kemikli balıklar (Teleostei) takımının, uskumrugiller (Scombresocidae) familyasından, 1 m kadar uzunlukta, sürü halinde yaşayan, bütün denizlere yayılmış bir türü. zehir (İng. poison, venom) Organizmada şekillenen veya dışarıdan organizmaya giren, kimyasal yapıları dolayısıyla canlının organ veya organlarını etkileyebilen, canlının sağlığında geçici veya sürekli olarak olumsuz etki yapan maddelerdir. zehir bezi (İng. poison gland) Deriden köken alan, görünümleri mukus bezine benzeyen fakat mukus yerine zehir salgılayan bezler. zehirlilik (İng. toxicity) Sularda tabi dengeyi bozan, organizmaların hayat sürelerini kısaltan ve/veya ortam şartlarını bozan her türlü yabancı etkidir. zigapofiz (İng. zygapophysis) Omurların ön ve arka yüzeylerinde bulunan kısa çıkıntılar. zigot (İng. zygote) 1. İki gametin birleşmesiyle oluşan hücre. 2. Bölünmeye başlamamış döllenmiş yumurta. Döllenmiş yumurta. zigoten (İng. zygoten) Mayoz profazının homolog krozomların çiftler teşkil ettiği safhası. zimogen (İng. zymogen) 1. Bir enzimin inaktif bir öncülü. 2. Proenzim. Maya. zindandelen (Lat. Sarda sarda, İng. Atlantic bonito) Boyu 45-50 cm, ağırlığı 1500-2000 gr olan palamut. zon (İng. zone) Bentik bölgenin vertikal diliminde ortam faktörlerine bağlı olarak oluşan ekolojik habitattır. zooit (İng. zooid) Bir koloni içerisinde farklılaşmış olarak bulunan bireylerin her biri. zooklorella (İng. zoochlorella) Yeşil renkli simbiotik alg. zooloji (İng. zoology) Biyolojinin hayvanları inceleyen, hayvanların sınıflandırılması, dağılımı, davranışı, yapıları ve görevleri ile ilgili bilim dalı. zoonoz (Lat. zoonosis) İnsanlara geçebilen herhangi bir hayvan hastalığı; Hayvansal parazitlerin sebep olduğu herhangi bir hastalık. zooplankton (İng. zooplankton) ortamda bulunan organik partikül ve/veya organizmalarla beslenen yani heterotrofik canlılar. Hayvansal plankton. zoospor (İng. zoospore) 1.Tek hücreli algler ve mantarlarda kamçılı, hareketli eşey hücresi. 2. Silli ya da kamçılı bir bir bitki sporu. 3. Suda yaşayan mantarlarda ve su yosunlarında bulunan, selüloz zardan yoksun, üzerindeki iki veya daha çok titrek tüyle hareket eden üreme hücresi. zootekni (İng. zootechnics) Evcil hayvanları üretme ve yetiştirme bilimi. zootoksin (İng. zootoxin) Hayvan organizması tarafından salgılanan toksik madde, hayvan toksini. zooxanthellae (İng. zooxanthellae) Dinoflagellatların çeşitli deniz omurgasızlarıyla simbiyotik yaşaması. Simbiyontlar kahverengidir. KAYNAKLAR http://www.ims.metu.edu.tr/DenizSozluk/index. asp Akşıray, F. (1954). Türkiye Deniz Balıkları Tayin Anahtarı. İ.Ü.F.F. Hid. Biy.Araş. Enst. Yay. 1, İstanbul. Akşiray, F. (1987). Türkiye Deniz Balıkları ve Tayin Anahtarı. II. Baskı. İ.Ü. Rektörlüğü Yayınları. İstanbul. No.3490, 811 s. Anonim (1988). Türkçe sözlük. Biyoloji terimleri sözlüğü (2 cilt). Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu yayınları 549, sözlük bilim ve uygulama kolu yayınları 1, ISBN: 975-16-0070-7, Ankara. Atatür, M.K., Budak, A. ve Göçmen, B. (2003). Omurgasızlar biyolojisi. Ege Üniversitesi, Fen Fakültesi kitaplar serisi No.187. Ege Üniversitesi Basımevi Bornova, İzmir. Atamanalp, M., Haliloğlu, H.İ. ve Ayık, Ö. (1999). Su Ürünleri Terimleri Sözlüğü. Aktif Yay. Dağ. San. Tic. Ltd. Şti., Bakanlar Media, ERZURUM ISBN 975-6755-06-7, 145 Sayfa. Bat, L., Gündoğdu, A. ve Öztürk, M. (1998-1999). Ağır metaller. S.D.Ü. Eğirdir Su Ürünleri Fak. Der., 6, 166-175. Bat, L., Öztürk, M. ve Öztürk, M. 1998-1999. Akuatik toksikoloji. S.D.Ü. Eğirdir Su Ürünleri Fak. Der., 6, 148-165. Bat, L., Satılmış, H.H., Şahin, F., Üstün, F., Özdemir, Z. B., Ersanlı, E. (2008). Plankton Bilgisi ve Kültürü. Nobel Yayın Dağıtım Ltd. Şti., Ankara, Nobel Yayın No: 1287, ISBN 978605-395-083-7, 1. Baskı, VIII + 248 sayfa. Bat, L., Çulha Türk, S., Gökkurt, O. (2010). Balıklarda iz element analizleri, Bölüm 7. Balık Biyolojisi Araştırma Yöntemleri, (Research Techniques in Fish Biology). Geliştirilmiş 2. Baskı, M. Karataş (Ed.). Nobel Yayın Dağıtım Ltd. Şti., Ankara, Nobel Yayın Nu: 4, ISBN 978-605-89076-3-8, 189-238. Bat, L., Erdem, Y., Ustaoğlu-Tırıl, S., Yardım, Ö. (2011). Balık Sistematiği. Nobel Yayın Dağıtım Ltd. Şti., Ankara, Nobel Yayın Nu: 214, Fen Bilimleri Nu: 20, ISBN: 978-605-133-116-4, 2. Basım, XVIII + 272 sayfa. Bingel, F. (2007). Deniz Biyolojisi ve Balıkçılık Biyolojisi ilgi alanındaki bazı terimler ve tanımları. Bond, C.E. (1979). Biology of Fishes. W.B. Saunders Company, 103 pp. Budak, A. ve Tok, V. (1995). Sık Kullanılan Zooloji Terimleri Sözlüğü. Ege Üni. Fen Fak. Teksirler Serisi, No: 115,35 Sayfa. Can, A. ve Bilecenoğlu, M. (2005). Türkiye Denizleri’nin Dip Deniz Balıkları Atlası. ISBN 975-509-429-6, Arkadaş Yayınevi Ankara, 224 Sayfa. Cirik, S. ve Gökpınar, Ş. (1993). Plankton bilgisi ve kültürü. Ege Üni. Su Ürünleri Fak. Yayınları, No:47, 274 Sayfa. Demir, N. (2006). İhtiyoloji, Nobel Yayın Dağıtım, Yayın No: 924, 423 Sayfa. Demirsoy, A. (1998). Yaşamın Temel Kuralları, Omurgasızlar=İnvertebrata –Böcekler Dışında- Cilt II / Kısım 1, 2. Baskı, Meteksan A.Ş., 1210 Sayfa. Demirsoy, A. (1993). Yaşamın Temel Kuralları, Omurgalılar / Anamniyota Cilt III / Kısım I, II. Baskı, Meteksan A.Ş., Ankara. Demirsoy, A. (1998). Yaşamın Temel Kuralları, Omurgasızlar=İnvertebrata -Böcekler Dışında- Cilt II / Kısım 1, 2. Baskı, Meteksan A.Ş., 1210 Sayfa. Demirsoy, A. (2001). Yaşamın Temel Kuralları. Omurgalılar, Cilt III, 684 s. Ekingen, G. (2001). Balık Anatomisi. Mersin Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi Yayınları No:1, 254 s. Ekingen, G. (2004). Türkiye deniz balıkları tanı anahtarı. T.C. Mersin Üniv. Yay. No: 12, Su Ürünleri Fak. Yay. No: 4, ISBN 975-690015-6, 193 s. Geldiay, R. ve Kocataş, A. (1988). Deniz Biyolojisine Giriş. 2. Baskı, E. Ü. Fen Fak. Kitaplar Ser. No: 31, 459 Sayfa. Hatiboğlu, M.T. (2000). Anatomi Sözlüğü. Hatiboğlu yayınları, 09, Hatiboğlu Basım ve Yayım San. Ve Tic. Ltd. Şti., ANKARA ISBN 975-7527-68-8, 172 Sayfa. http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bilgipaket/canlilar/a nimalia/omurgasiz/hidra.htm http://www.biltek.tubitak.gov.tr/canlilar/sozluk.htm http://bioces.tubitak.gov.tr/ http://tureng.com/ Karataş,M., Başusta N. ve Gökçe, M.A. (2005). Balıklarda Üreme. Balık Biyolojisi Araştırma Yöntemleri. Editör: M.Karataş. Böl: 3 S: 6191. Nobel Yayın No: 772 Fen ve Biyoloji Yayınları Dizi No: 1. ISBN 975-591-757-8. Karol, S., Suludere, Z., Ayvalı, C. (2010). Biyoloji Terimleri Sözlüğü. Türk Dil Kurumu Yayınları, 5. Baskı, Dizin: 725-1061 ss., ISBN 975-16-1012-5, 1067 Sayfa. Kuzkaya, E., Fındık, N., Tan, İ., Şentürk, E., Avaz, G., Baban, A. (2012). Kentsel Atıksu Arıtma Kılavuzu. Tubitak MAM Matbaası Gebze/Kocaeli, 107 Sayfa. Lawrence, E. (2008). Henderson’s Dictionary of Biology. 14. Baskı, Pearson-Benjamin Cummings Yayınları, ISBN-13: 978-0-32150579-8, 759 Sayfa. Üniversitesi Su Ürünleri Fak. Yayınları, No:56, 271. Özel, İ. (1998). Planktonoloji (Cilt II). Denizel zooplankton. Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Yayınları, No:49. Öztürk, B., Aktan, Y., Topaloğlu, B., Keskin, Ç., Karakulak, S., Öztürk, A.A., Dede, A. and Türkozon, O. (2004). Marine life of Turkey in the Aegean and Mediterranean Seas. Turkish Marine Research Foundation (TÜDAV) Publications. Marine Education Series, Number 10. İstanbul, Turkey, 200 p. Öztürk, B. and Başusta, N. (2002).Workshop on the Lessepsian Migration.Proceeding Book, 2021 July.p 115. Polat, N. ve Uğurlu, S. (2007). Samsun ili tatlı su balık faunası. Ladik Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği, Araştırma Dizisi – I, ISBN 978-975-01234-0-5, Samsun, 272 s. Slastenenko, E. (1955-1956). Karadeniz Havzası Balıkları, Et ve Balık Kurumu Umum Müdürlüğü Yayınlarından, İstanbul, 711 s. Sarıeyyüpoğlu, M., Şen, D., Duman, E., Çalta, M., Dörücü, M., Sağlam, N., Köprücü, K., Özdemir, Y., Saler, S., Pala, G., İnanlı A., G. (2009). Su Ürünleri Terimleri Sözlüğü. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yayınları: 964, Terim Sözlükleri Dizisi: 4, ISBN: 978-975-16-21528, 304 Sayfa. Tanyolaç, J. ve Tanyolaç, T. (1996). Genel Zooloji. 4. Basım, Hatipoğlu Yay., ANKARA. Malacological Society of London web sitesi, http: //www. malacsoc.org.uk/MalacologicalBulletin/BUL L44/images/Borgespallets.jpg. Turan, C. (Ed). (2007). Türkiye kemikli deniz balıkları atlası ve sistematiği. Nobel Kitabevi, ISBN 978-9944-73-018-1. 549 s. Marine Science web sitesi, http://iodeweb5.vliz.be/ oceanteacher/ resources/ other/AndersonBook/SampEquip.htm. Monarch University web sitesi, http://arts .monash. edu.au/ ges/ research/ cpp/ampcoef.jpg. Moyle, P.B. and Cech, J.J. (1988). Fishes- An Introduction to Ichthyology. Prentice Hall, Inc., 559 pp. Muss, B.J. and Dahlstrøm, P. (1985). Collins guide to the sea fishes of Britain and North-Western Europe. Butler & Tanner Ltd., Frome, Somerset, ISBN 0 00 219008 7, 244 p. Özel, İ. (1998). Planktonoloji (Cilt I). Plankton ekolojisi ve araştırma yöntemleri. Ege The Thalassa web site, http:// thalassa.gso.uri.edu/ ESphyto/images/th_0038. jpg. Timur, G. (1992). Plankton Bilgisi Ve Plankton Kültürü. Akdeniz Üniversitesi Yayın No: 40. Uyanık, A., Bat, L. (2004) Analitik Kimyacılar için İstatistik. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 117, ISBN 975-7636-52-5 (Miller, J.C. and Miller, J.N. © 1993 Prentice Kall UK’dan çeviri) 210 sayfa. Waller, G. (Ed.). (1996). Sealife. A complete guide to marine environment. Marc Dando, Michael Buchhett and Geoffrey Waller. Pica Press East Sussex, ISBN 1-873403-26-7, 504 p. Whitehead, P.J.P. (1985). FAO species catalogue. 7: Clupeoid Fishes of the World (suborder Clupeioidei). An Annotated and Illustrated Catalogue of the Herrings, Sardines, Pilchards, Sprats, Shads, Anchovies and Wolf-Herrings. (http://www.fishbase.org/Photos/PicturesSumm ary.cfm?StartRow=2&ID=1357&what=species) . Whitehead, P.J.P., Nelson, G.J. and Wongratana, T. (1988). FAO Species Catalogue. 7: Clupeoid Fishes of the World (Suborder Clupeoidei). An Annotated and Illustrated Catalogue of the Herrings, Sardines, Pilchards, Sprats, Shads, Anchovies And Wolf-Herrings. Part 2 Engraulididae. FAO Fish. Synopsis. 125 (7/2): 305-579. Zaitsev, Y. and Öztürk, B. (2001). Exotic Species in the Aegean, Marmara, Black, Azov and Caspian Seas, TUDAV Yay. Istanbul. Zaitsev, Yu. and Mamaev, V. (1997). Marine Biological Diversity in the Black Sea: A Study of Change and Decline. GEF Black Sea Environ. Prog. U.N. Publ., New York.