sayi 41 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 41 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
EDİTÖRDEN
Tütün ürünleri ile mücadelede
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
örnek ülke TÜRKİYE
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı
31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü daha sağlıklı bir dünya için bireyin sağlığını
dolayısıyla da toplumun sağlığını korumak adına yapılan çalışmaların değerlendirildiği ve bütün ülkelerle paylaşıldığı önemli bir gün. Türkiye yaklaşık 5 yıldan bu yana 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü’ne damgasını vuran ülke oluyor.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de ülkemizin tütün ürünleri ile ilgili mücadele çalışmalarını yıllardır yakından izliyor, değerlendiriyor ve 5 yıldan bu yana bütün
dünyaya örnek gösteriyor.
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Prof. Dr. Haydar SUR
Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı, Medeniyet Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı
Adana Milletvekili
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
Bu konuda, Başbakanlığı döneminden bu yana verdiği destek ve katkılarından
dolayı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a, Eski Sağlık Bakanı
Prof. Dr. Recep AKDAĞ’a, TBMM Eski Sağlık Komisyonu Başkanı Ankara Milletvekili Prof. Dr. Cevdet ERDÖL’e, Sağlık Bakanı Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU’na,
Türkiye Yeşilay Cemiyeti’ne, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu
(TAPDK)’na ödüller veren WHO, tüm ülkelerin Türkiye örneğini incelemesini ve
dersler çıkarmasını da istiyor.
Biz de her yıl olduğu gibi bu yıl da Mayıs sayımızın kapak dosyasını 31 Mayıs
Dünya Tütünsüz Günü’ne ayırdık. Dosyamızda, tütün ürünleri ile mücadele zirveyi yıllardır kimseye kaptırmayan ülkemizin bu konuda verdiği mücadeleyi,
yapılan çalışmaları ve elde edilen başarıları yeniden ve farklı yazılarla dikkatinize sunduk. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele Daire Başkanlığımızın süreci anlatan çalışması, TAPDK Başkanı Suat EVCİMEN’in yazısı, Prof. Dr. Recep AKDUR ve Prof.
Dr. İsmail ÇELİK’in makaleleri konunun değişik boyutlarına ışık tutuyor. Prof.
Dr. Murat EMİROĞLU, Op. Dr. Hakan ÖZÖRNEK ve Dr. Sibel Meryem ALPAR da
kapak dosyamıza katkı sunan diğer isimler. Türk Toraks Derneği Genel Başkanı
Prof. Dr. Arzu YORGANCIOĞLU da Dünya Astım Günü ile ilgili bir çalışması ile
Mayıs sayımızın konuğu oldu.
Mayıs sayımızın Röportaj Konuğu Türk Kızılayı Genel Başkanı Ahmet Lütfi
AKAR. “Bağışlanan 1 Kan Kurtarılan 3 Can” sloganı ile çok önemli çalışmalar
yapan Türk Kızılayımızın kan bağışı, kan ürünlerinin toplanması ve değerlendirilmesi ile ilgili önemli bilgileri bu röportajda bulabileceksiniz.
Sağlık ve İnsan Dergisi sağlığın farklı alanlarında ilgi ve takdir topluyor. Türk
Böbrek Vakfı tarafından bu yıl ikinci kez düzenlenen “Türk Böbrek Vakfı Medya Ödülleri” kapsamında “Yazılı Basın Dergi Röportaj” dalında dergimiz ödüle
layık görüldü. “Türkiye’de Organ Bağışı ve Organ Nakli” başlıklı haberiyle dergimize ödül getiren Yayın Editörümüz Esra ÖZ’e tebrik ve teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Sigarasız, nargilesiz, dumansız ve daha sağlıklı yarınlarda, daha nitelikli sayılarda buluşmak üzere sağlıcakla kalın diyor, sizlerden de destek ve katkılarınızı
bekliyoruz.
Sevgi ve saygılarımızla…
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 4 Sayı: 41 • MAYIS 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
EsasMedya Ltd. Şti. adına
/saglikinsandrg
Ayşe Aydın
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı:
Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83
Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54
Basım Tarihi: Mayıs 2015, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir.
Ülkemizdeki Tütün Kontrol Çalışmaları
04 ve Dünya Liderliğine Giden Yol
12
TAPDK ve Tütün Kontrolü
Röportaj
22 Tütün Kontrolü ve Sağlığımız
48 Erişkinler Aşılarını İhmal Ediyor
Türk Kızılayı Genel Başkanı
34 AHMET LÜTFİ AKAR
64
İlişkinizin Anahtarı Sizde
76
Zonguldak Üzerine...
kapakkonusu
ÜLKEMİZDEKİ TÜTÜN KONTROL
ÇALIŞMALARI VE DÜNYA
LİDERLİĞİNE GİDEN YOL
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı
Maddelerle Mücadele Daire Başkanlığı
Tütün kullanımı, önemli ve önlenebilir bir halk sağlığı sorunudur. Buna
rağmen tütün firmalarının agresif
satış yöntemleri ve maalesef ülke
yöneticilerinin konu hakkında yeterli
duyarlılığı gösterememeleri sebebiyle dünya genelinde tütün kullanımına bağlı hastalıklar yılda 6 milyon
insanın ölümüne sebep olmaktadır.
Sigara kullanımı insan hayatında sağlık sorunları, ölümler, yangınlar, çevre
kirliliği, ekonomik kayıplar vb. pek
çok soruna yol açmaktadır. Tüm bu
kayıplar konunun ne denli önemli olduğunu ve hassasiyetle yaklaşılması
gerektiğini göstermektedir.
Zararları saymakla bitmeyecek kadar
çok olmasına rağmen toplum tarafından bu kadar yaygın kullanılan sigara
ve onunla mücadele, bugünün, gelecek nesillerin, sağlığını korumaya
yönelik hizmetler arasında en başta
gelmelidir. Bu kadar zararlı olmasına
ve bunların genel toplum tarafından
kısmen de olsa bilinmesine rağmen
gerçekten tütün kontrolü politikalarını uygulamak ve toplum tarafından
benimsenmesini sağlamak kolay bir
iş değildir. Bu kapsamda tütün kontrolü alanında ilk uluslararası halk sağlığı anlaşması olan Tütün Kontrolü
Çerçeve Sözleşmesi’yle (TKÇS) uyumlu kendi ülkemizin ilk tütün kontrol
programı akademisyenler, kamu ve
medya temsilcileri ile sivil toplumun
desteğini alarak 2008-2012 yıllarını
kapsayacak şekilde hazırlanmış ve
başarılı bir şekilde uygulanmıştır.
Yeni Ulusal Tütün Kontrol Programı
Eylem Planımız ise (2015-2018) ülke-
4
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
miz ihtiyaçları doğrultusunda TKÇS’
nin ruhuna uygun olarak güncellenmiştir. Yeni Eylem Planında, 2008 yılında Başbakanlık Genelgesi ekinde
yayımlanan ve güçlendirilerek devam etmesi gereken faaliyetlere ilave
olarak yeni amaç, hedef ve stratejiler
ile bunlara ulaşılması için yapılması gereken aktiviteler belirlenmiştir.
Ulusal Tütün Kontrol Programı Eylem
Planı (2015-2018) 27 Ocak 2015 tarihli ve 29249 sayılı Resmi Gazete ’de
yayımlanan 2015/1 sayılı Başbakanlık
Genelgesi ile yürürlüğe girmiştir. Eylem Planında (2015 – 2018) yer alan
bazı hususların uygulanmasına yönelik çalışmaların başlatılmasına dair
Bakanlığımızın Tütün Kontrolü Uygulamaları Genelgesi 2015/6 tarihinde
yayımlanmıştır.
Genelgemiz ile;
• Havaalanı, otobüs terminali, tren
garı, alışveriş merkezi, sinema, tiyatro, sağlık kurum ve kuruluşları
gibi insanların yoğun olarak kullandıkları ve toplu halde giriş çıkışın olduğu kapalı alan mahiyetindeki yerlerin giriş kapılarına asgari
5 metre mesafede olacak şekilde
tütün ve tütün ürünlerinin tüketilmesinin önlenmesi,
• Kamu kurum ve kuruluşlarımızın
açık alanların yalnızca belirlenmiş
yerlerinde tütün mamulü tüketimine müsaade etmeleri, bu alanların toplam açık alana oranının %
30’dan fazla olmaması ve giriş kapısından en az 10 metre mesafede
olmasına riayet ederek, Dumansız
Kampüs uygulamalarının yaygınlaştırılması,
• Kamuya açık çocuk parkı gibi te-
melde çocukların faydalandığı
tüm açık alanlarda ve yürüyüş
yolu, aletli egzersiz yapılan kısımlar gibi vatandaşların spor yapmaları için kurumlarca oluşturulmuş
alanlarda tütün ve tütün ürünü
kullanımının önlenmesine yönelik
çalışmaların yapılması hususlarında düzenlemeler yapılmıştır.
• Yeni Eylem Planımız, önceki planda olduğu gibi üç temel amaç üzerine oturtulmuştur. Bunlar:
• Özellikle gençlerimiz başta olmak
üzere sigara kullanmayan ancak
başlama riski olan toplumun her
kesimini korumak,
• Kendisi
sigara içmediği halde
başkalarının içtiği sigaranın zehrinden etkilenen kişileri korumayı
yani pasif etkilenimi önlemek,
• Bir de geçmişte sigaraya başlamış
ancak gelinen noktada sigaranın
zararlarının farkına vararak, bırakmak isteyenlere yardımcı olmaktır.
Ulusal Tütün Kontrol Programı ve
Eylem Planında yer alan faaliyetlerin
il düzeyinde yerine getirilmesinin
koordinasyonu ve takibini sağlamak
amacıyla, Bakanlığımızın 24.05.2007
tarih ve 11083 sayılı 2007/38 nolu
Genelgesi ile tüm illerde İl Hıfzıssıhha
Meclisi kararı ile “İl Tütün Kontrol Kurulları” kurulmuştur. Kurullarımız, ilde
bulunan kamu kurum ve kuruluşları,
üniversite, yerel basın kuruluşları,
spor kulübü, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin katılımıyla ayda bir
kez vali ya da vali yardımcısı başkanlığında toplanmaktadır.
İl Tütün Kontrol Kurullarının Temel
Görevleri:
a.İlde yürütülen tütün kontrolü çalışmalarını gözden geçirmek varsa
aksaklıklara yönelik tedbirleri almak,
b. İlde özellikle kadınların ve gençlerin sigaraya başlamalarını önlemeye yönelik çalışmalar yapmak,
c. Tütün ve tütün ürünleri kullanımının yasak olduğu alanlarda dene-
timler yapmak üzere yeteri kadar
ekip oluşturulmasını sağlamak,
d.İlde tütün karşıtı görüş oluşturmak için stratejiler ve projeler geliştirmek,
e.İlde vali ve yardımcıları başta olmak üzere, üst düzey yöneticilerin,
toplum önderi olan ve rol model
olarak benimsenen kişilerin yerel
medyada yer almalarını sağlayarak toplumda tütün karşıtı tutum
oluşturulmasını sağlamak,
f. Tütünle mücadele çalışmaları ile
ilgili kurum ve kuruluşların eşgüdüm içerisinde çalışmalarını sağlamak,
g.Önemli gün ve haftalarda tütün
bağımlılığı ile ilgili farkındalığı artırmaya yönelik faaliyetler yapılmasını sağlamak,
h.
Yasanın uygulanması sırasında
gerekli cezai işlemlerin yetkili birimlerce yerinde ve zamanında
uygulanmasını sağlayarak cezai
işlemlerin takibini yapmak,
i.Sigaranın inan sağlığına zararlı
etkileri, dumansız çalışma ortamlarının oluşturulmasının gereği ve
önemi gibi konularda toplum bilincini artıracak panel, konferans
gibi faaliyetlerin düzenlenmesini
sağlamak,
j. İşletme sahipleri ya da temsilcileri,
belediye başkanları, ilin üst düzey
kamu görevlileri, dernek, vakıf gibi
sivil toplum kuruluşu temsilcileri
ve yerel medya temsilcileri ile düzenli toplantı /ziyaretler gerçekleştirerek yasa ve uygulama usulleri hakkında bilgilendirilmesini
sağlamak,
k. İlde tütünle mücadele konusunda
toplumun farkındalığını ve desteğini artırmak amacıyla teşvik edici uygulamaları hayata geçirmek
(yarışmalar düzenlenmesini sağlamak, sigarasız köy, mahalle, kurum
ve okul gibi),
l. Kurulun faaliyetleri ile ilgili faaliyet raporlarını üç ayda bir, Türkiye
Halk Sağlığı Kurumu Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle
Mücadele Daire Başkanlığına göndermek,
m.
Denetim ekiplerinin 4207 sayılı
Kanun ve uygulamaları hakkında
periyodik aralıklarla gerekli ve detaylı hizmet içi eğitimlerin alınmasını sağlamak,
Kanunla yasaklanmıştır. Kanun hükümlerine uyumun sağlanabilmesi
için de 81 ilimizde denetim ekipleri
oluşturulmuştur.
n.İl denetimlerinin etkin bir şekilde
yapılmasına yönelik ildeki gerekli
kaynakları sağlamak,
Denetim ekipleri; ildeki kamu kurum
ve kuruluşlarında (Sağlık Müdürlüğü, Emniyet Müdürlüğü, Milli Eğitim
Müdürlüğü, Belediyeler, vs.) görev
yapan, valilik ve kaymakamlıklarca
yetkilendirilmiş asgari 2 kamu personeli ve kolluk kuvveti (polis, jandarma) temsilcisinden oluşmaktadır.
o.Başarılı denetim ekiplerinin ödüllendirilmesini sağlamaktır.
Tütünle mücadelenin en önemli
unsurlarından birini de, insanların
başkasının sigarasıyla zehirlenmesini önlemeye yönelik tedbirler ve
faaliyetler oluşturmaktır. Ülkemizde
de insanların temiz bir çevrede yaşayabilme haklarının korunmasına ve
sigara dumanına pasif olarak maruz
kalınmasını önlemeye yönelik olarak,
kamuya açık tüm kapalı alanlarda
tütün mamulü kullanımı 4207 sayılı
7/24 esasına göre ülke genelinde sürdürülen denetimlerde şahıslara cezai
işlem uygulama yetkisi Kabahatler
Kanunu uyarınca sadece kolluk kuvvetlerine verilen bir yetki olmakla
birlikte, işletmelere kolluk kuvveti
olmadan valilikler tarafından yetkilendirilen denetim ekipleri de cezai
işlem uygulayabilmektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
5
Dumansız Hava Sahası Denetim Sistemi
(DHSDS)
4207 sayılı Kanun kapsamında gerçekleştirilen denetimlerin;
• Daha hızlı ve etkin yapılması,
• Denetim verilerinin anlık olarak izlenip değerlendirilebilmesi,
• Denetimlerin bir program dahilin-
de yapılması aşamasında il bazında tüm işletmelerin denetlenmesinin sağlanması,
• Bizzat
denetim ekiplerince ihlal
tekerrürlerinin sistem üzerinden
görülerek takip edilmesi,
• İhlallerin
tespit edilmesi durumunda delil niteliği taşıyacak fotoğrafların ve video kayıtlarının
yapılarak merkeze iletilmesi gibi
amaçlarla, 30 Eylül 2012 tarihinden itibaren GPS Mobil Cihaz
İzleme Sisteminin kullanıldığı
Dumansız Hava Sahası Denetim
Sistemi (DHSDS) hayata geçirildi.
Bu kapsamda illere 1500 adet tablet bilgisayar dağıtıldı.
Tablo 1: Yıllara Göre Toplam Denetim Sayıları
DHSDS Kapsamında;
• İl, ilçe ve denetim ekibi bazında
gerçekleştirilen denetim sayısı,
• Tespit edilen ihlal sayısı,
• Denetim ekibi sayısı,
• Gerçekleştirilen denetim
sonucu
ihlal tespit edilip edilmediği,
• Denetimde
hangi denetim elemanlarının bulunduğu,
• İşletmelerde daha önce kaç de-
netim yapıldığı ve kaç ihlal tespit
edildiği,
• İhlal
tespitinden sonra sürecin
hangi aşamada olduğu (mahalli mülki amir tarafından cezanın
onaylanması, cezanın ilgili kuruma gönderilmesi ve tahsil edilmesi gibi)
• Gelen ihbar sayısı ve ihbar sonu-
cu gerçekleştirilen denetimlerin
sonucu gibi birçok veriye anlık ve
online olarak ulaşılabilmektedir.
• 4207
sayılı Kanun kapsamında 2010-2014 yılları arasında
8.850.280 adet denetim gerçekleştirilmiştir. Denetimler sonucunda Mart 2015 sonu itibariyle
110.089.873 TL cezai işlem uygulanmıştır.
6
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Tablo 2: 4207 Sayılı Kanun İhlalleri Kapsamında Uygulanan
İdari Para Cezalarının Yıllara Göre Dağılımı (*)
*(Maliye Bakanlığı Verileri)
ALO 184 Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi
(SABİM) Tütün İhbar Hattı
Denetimler, ildeki tüm işletmeleri
kapsayacak şekilde oluşturulan program dahilinde yapılan rutin denetimler şeklinde gerçekleştirilmesinin
yanı sıra, kapalı alanda tütün tüketimine şahit olan vatandaşlarımızdan
gelen ihbarlara müdahale şeklinde
de gerçekleştirilmektedir.
Bakanlığımızın iletişim hattı olan
ALO 184 SABİM hattını, kapalı alanlarda sigara içilmesine yönelik ihbar
ve şikayetleri alacak şekilde yapılandırarak DHSDS ile entegre çalışması
sağlanmıştır. DHSDS’ne hayata geçtiği 30 Eylül 2012 tarihinden 30 Nisan
2015 tarihine kadar 85.667 ihbar kaydedilmiştir. Bu kapsamda;
• 4207
sayılı Kanun hükümlerinin
ihlallerine yönelik ihbar ve şikayet
çağrıları, ALO 184 SABİM’ de görevli tütün kontrolü eğitimi almış
operatörler aracılığıyla karşılanmakta,
• Merkez tarafından değerlendirilen
ihbar ve şikayetler ilgili adrese en
yakın denetim ekibine görev olarak atanmakta,
• İhbarı alan ekip ivedilikle verilen
adrese gidip ihbarı yerinde değerlendirmekte,
• İhlal tespit ederse gerekli işlemleri
yaparak denetime ait görüntü ve
tutanakları sistem üzerinden merkeze iletmektedir.
4207 sayılı Kanun ile 19 Temmuz
2009 tarihinden itibaren kamuya
açık tüm kapalı alanlar dumansız
hale getirilmiştir. Ancak tütün kontrolü çalışmalarının sadece yasal düzenlemeler sonucunda getirilen kısıtlamalarla istenen sonuca ulaşması
mümkün değildir. Bu sebeple halkın
bilgi düzeyini artıracak ve konuyla ilgili bilinçlenmelerini sağlayacak halk
eğitimleri ve ulusal nitelikte medya
kampanyaları düzenlenmiştir. Yürüttüğümüz medya kampanyaları kapsamında birçok eğitici kamu spotu
yayınlanmıştır.
ALO 171 SİGARA BIRAKMA DANIŞMA HATTI
Sigarayı bırakmak isteyen vatandaşlarımıza destek olacak şekilde;
• Kişiyi bırakma girişiminde bulunmak için motive etmek,
• Bırakmaya
karar vermiş kişilere
nasıl bırakacakları konusunda yardımcı olmak,
• Bırakma
sürecinde ortaya çıkan
yoksunluk semptomları ile ilgili
tavsiyelerde bulunmak,
• Sigara
bırakma hizmeti sunan
sağlık personelleri ve birimleri
hakkında bilgi sunarak gerekirse
randevularını almak amacıyla 27
Ekim 2010’da Alo 171 Sigara Bırakma Danışma Hattı kurulmuştur.
yöntemleri gibi konularını içermektedir. Bunların yanı sıra operatör adayları iletişim ve çağrı operatörü teknik
eğitimlerine de tabi tutulmaktadır.
Sabit hatlardan ücretsiz olarak aranabilen GSM hatlarından arandığında
ilgili firmanın tarifesi doğrultusunda
fiyatlandırılan ve 7 gün 24 saat canlı operatörlerle kesintisiz ve kaliteli
hizmet veren danışma hattımız bu
özellikleriyle dünyadaki en kapsamlı
sigara bırakma danışma hattıdır.
ALO 171 EĞİTİM KONULARI
Söz konusu danışma hattında görevli
personelimiz, çeşitli üniversitelerde
ve Sağlık Bakanlığı kadrolarında görevli hocalarımız tarafından 40 saati
teorik ders şeklinde 8 saati de pratik
eğitim olacak şekilde kapsamlı bir
eğitimden geçmektedir. Eğitim programı içeriğinde ülkemizde ve dünyadaki tütün kontrolü uygulamaları ile
birlikte mevzuat bilgisinden sigara
bırakma tedavilerine kadar birçok
konuda teorik bilgiler yer almaktadır.
Eğitimciler tarafından oluşturulmuş
pratik eğitim içeriği ise danışma hattı
aracılığı ile sigara içme alışkanlığının
bırakılması sürecinin senaryolaştırılarak canlandırılması ve sigara bırakma
polikliniklerine bizzat gidilerek sigara
bağımlısına profesyonel müdahale
• Dünyada Tütün Kontrolü Uygula-
• Tütün Kontrolünün Gerekçeleri
• Tütün Kullanımının Sağlık Etkileri
• Pasif Etkilenim ve Önleme Programları
• Tütün Kullanımı ve Özel Gruplar
(Gençler, hamileler)
maları
• Türkiye’de Tütün Kontrolü
• Tütün Bağımlılığı; Bağımlılık Nasıl
Oluşur?
• Tütün Bağımlısına Yaklaşım; Temel
Çerçeve
• Tütün Bağımlılığı Tedavisi
• Tütün Endüstrisi ve Taktikleri
• Bırakma Hattı Çalışmaları Deneyimleri
• Bırakma Hattı; Demonstrasyon ve
Uygulamalar
• Etkili Danışmanlık-İletişim Teknikleri
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
7
• Doğru ve Etkili Konuşma
• Danışanla İletişim Sürecinde Dikkat Edilmesi Gereken İfade ve Konular
• Danışanla İletişim Sürecinde Kaçınılması Gereken İfade ve Konular
• Oyunlaştırma-Tütün
Bağımlısına
Yaklaşım
• Sigara Bırakma Poliklinikleri Ziyareti
Tüm bu eğitimlerin sonunda yapılan
teorik sınavdan 70 ve üzeri alanlar ile
mülakatta başarılı olanlar danışma
hattında çalışmaya başlatılmaktadır.
Operatörlerimizin çağrı karşılamadaki performansları takım liderleri
tarafından izlenmekte karşılaşılan
en küçük problem danışma hattında görev yapan profesyonel sağlık
personelimize (hemşire, ebe) aktarılmaktadır. Tütün ve Diğer Bağımlılık
Yapıcı Maddelerle Mücadele Daire
Başkanlığı personeli danışma hattını
sürekli olarak takip ederek destek olmakta ve operatörlerin ihtiyacı olan
hizmet içi eğitimleri vermektedirler.
Danışma hattı santraline 2010-2014
yılları arasında kadar 17.467.091
çağrı girişi gerçekleşmiştir.
Danışma hattını arayan kişilere sigaranın zararları hakkında bilgi verildikten sonra sigara kullanımı alışkanlığını tespit etmeye yönelik bağımlılık
testi (fagerstrom) operatörler tarafından uygulanmaktadır.
Tespit edilen bağımlılık düzeyine
göre; kişiye özel sigara bırakma planı
yapılmakta ya da hekim kontrolünde
sigarayı bırakmak isteyenlere sigara
bırakma hizmeti sunan sağlık birimleri hakkında bilgilendirme yapılarak, sigara bırakma polikliniklerine
yönlendirilmektedir. Kişinin talep etmesi halinde, operatörler tarafından
kendisine en yakın sigara bırakma
polikliniğinden randevusu da alınmaktadır.
Sigara bırakma planı yapılanlara, çağrı merkezinde görevli operatörlerimiz tarafından belli periyodlarla geri
dönüş aramaları yapılmaktadır. Bu
aramalarla kişilerin sigarayı bırakma
durumları takip edilerek sigara bırakma sürecinde kendileri cesaretlendirilerek motivasyonlarının arttırılması
sağlanmaktadır. Bu süreçte ve tüm
8
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Grafik 1: ALO 171 Çağrı Merkezinde Yıllara Göre
Cevaplanan Çağrı Sayılarının Dağılımı
algoritma boyunca sigara bırakma
danışma hattı tarafından hiçbir şekilde ilaç önerisinde bulunulmamakta
ve yönlendirme yapılmamaktadır.
Sigara bırakma sürecine başlamış kişiler tarafından da, kendisi için sıkıntı
oluşturan konularla ilgili bilgi ve yardım almak amacıyla danışma hattımız 7 gün 24 saat aranabilmektedir.
Böyle bir durumda kişiye çok küçük
öneriler yapılarak o anki sigara içme
isteğini bastırmaları konusunda yardımcı olunabilmektedir. Örneğin
sigara içme isteği oluştuğunda; diş
fırçalamanın, 10 dakikalık yürüyüşün
kendileri için çok faydalı olacağı, vb.
ifade edilmektedir.
Bağımlılık düzeyi düşük ya da orta
düzeyde olan ve danışma hattı aracılığı ile sigarayı bırakmak isteyenlere
sigara bırakma planı yapılmaktadır.
Bu kapsamda hattı arayanların arama
sebeplerine ve yapılan müdahaleye
göre yüzde dağılımı aşağıdaki gibidir:
Sigara Bırakma Danışma Hattı aracılığı ile plan yapılanların ortalama
%6,3’nün bir yılın sonunda sigarayı
bıraktıkları tespit edilmiştir. Bu başarı
oranı dünya ortalamasının yaklaşık 3
katı civarındadır. Dünya genelindeki
bırakma hattı başarı oranları ortalama %1-2 civarındadır. Bizdeki başarı
oranının yüksek olmasının sebebi tütün kontrol politikalarının bir bütün
halinde kararlılıkla uygulanmasıdır.
1 Ocak 2012- 31 Aralık 2014 tarihleri
arasında toplam 208.573 kişiye sigara
bırakma planı yapmıştır.
Sigara Bırakma Poliklinikleri
Sigara kullanan ancak bırakmak isteyenlerin yanında ve süreç içinde yardımcı olan bir diğer hizmetimiz de
sigara bırakma poliklinikleridir. Tüm
sigara bırakma polikliniklerimizde
görev yapan hekimlerimiz standart
bir eğitim sonunda girdikleri sınavdan başarılı olmaları halinde sigara
bırakma polikliniklerinde görev yapmaya başlamaktadır. Ülke genelinde
2009 yılında 62 olan sigara bırakma
polikliniği sayısı bugün itibarıyla
415’dir.
Tüm bu çalışmalar sonucunda, 15
Yaş Üzeri Nüfusun Sigara İçme Oranı
2008 yılında %31,2 iken bu oran 2012
yılı için %27,1 e geriledi. Yani 2008 yılına göre 2.2 milyon kişi sigarayı bırakmıştır.
Çağrı Dağılımı
%
Sigara Bırakma Planı Yapılan
14
Sigara Bırakma Polikliniğine Yönlendirilen
58
Bilgilendirme Yapılarak Danışmanlık Hizmeti Sunulan
27
Öneri-Şikayet ve Teşekkür Çağrıları
1
Toplam
100
Tablo 3: 2014 Yılı ALO 171 Sigara Bırakma Hattı’nda Cevaplanan Çağrıların Dağılımı
Grafik 2: Sigara Bırakma Planı Yapılan Danışanlarda Geri Dönüş Aramaları Sonrası Sigara Bırakma Oranları
Halkımızın sağlığını koruduğumuz
ve iyi sonuçlar elde ettiğimiz için tabi
ki çok mutluyuz. Bu başarımızın diğer
ülkeler tarafından görülmesi ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından
takdir edilerek tüm dünyaya örnek
gösterilmesi bizi daha da mutlu kılmaktadır. Türkiye’nin yaptığı çalışmalar artık tüm dünyada örnek gösterilmekte ve çok sayıda ülke tarafından
incelenmektedir. 2009 yılından bu
yana başarımızı izlemek amacıyla birçok ülke heyeti ülkemize ziyaretlerde
bulunmuş ve bulunmaya devam etmektedir.
DSÖ tarafından 2003 yılında hazırlanarak ülkelere sunulan TKÇS’ yi 2004
yılında 43. Ülke olarak imzaladık. Maratona 43. olarak biraz geriden küçük
ama hızlı adımlarla başladık. Fakat
bugün itibariyle taraf olan 180 ülke
içerisinde DSÖ tarafından ülkelerin
tütün kontrolü çalışmalarına rehberlik etmesi için geliştirdiği politika paketindeki (M-POWER) tüm kriterleri
kendi ülkesine uyarlayarak tamamını
yerine getiren ilk ve tek ülke konumuna gelerek bu uzun maratonda ipi
göğüsleyen birinci ülke olduk.
Geldiğimiz bu noktada yakaladığımız başarıyı devam ettirerek daha
ilerilere taşımamız gerektiğinin bilincindeyiz.
Çünkü tütün sektörü, sigara firmaları
hiçbir zaman mücadeleden vazgeçmeyecekler. Onlar ürünlerini satmak
için uğraştıkça bizler de toplumumuzun her kesiminin desteğini alarak
çocuklarımızı ve yarınlarımızı korumak için mücadeleye devam edeceğiz.
Bu süreçte birçok kurum, Bakanlığımızla işbirliği içerisinde sigara bırakma kampanyası düzenlemiştir.
Bu kampanyaların özellikle topluma
örnek olan meslek gruplarını kapsaması, toplumdaki etkisinin daha fazla olmasını sağlamıştır. Bu anlamda
2013 yılında Meclis Genel Sekreterliği ve bakanlığımız işbirliğinde sayın
milletvekilleri ve TBMM personeline
yönelik başlatılan sigara bırakma
kampanyası çok önemliydi. Sayın Danıştay Başkanlığı tarafından, çalışanlarına yönelik düzenledikleri sigara
bırakma kampanyası birçok kurum
ve kuruluşa örnek olmasının yanı sıra
topluma güçlü bir mesaj vererek bu
mücadeleyi daha da pekiştirmiştir.
Sigaranın zararları artık toplumun
her kesimi tarafından bilinmeye başlamıştır ancak çıkar çevreleri yeni
zehirleri insanlara zararsızmış gibi
sunmaya ve yeni çıkış kapıları aramaya başlamışlardır. Bunlar elektronik
sigara ve nargiledir. Ülkemizde siga-
radaki yasakların tamamı bu tehlikeli
maddeler için de geçerlidir. Şöyle ki;
12 Temmuz 2012 tarihinde çıkarılan
6354 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerle sigara paketlerinde olduğu
gibi nargile şişelerinin üzerine de
sağlığa zararlı olduğuna dair uyarı
yazılarının konulması hükmü getirilmiştir. Tütün paketleri ve nargile şişeleri üzerine iki yüzünden her birine
bu yüzlerin alanlarının %65’inden az
olmamak üzere özel çerçeve içinde
tütün ürünlerinin zararlarını belirten
resimli Türkçe uyarı veya mesajların
konulması zorunlu kılınmıştır. Tütün
ürünü ihtiva eden ve etmeyen nargile ile benzerlerinin 18 yaşını doldurmamış kişilere satılamayacağı ve
onların tüketimine sunulamayacağı
belirtilmiştir.
11.06.2013 tarih ve 28674 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı Bazı Kanunlar ile
375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun’un 26. ve 27’ nci maddeleriyle,
4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’da değişikler yapılmıştır.
Bu değişiklikler ile tütün içermeyen
ancak tütün mamulünü taklit eder
tarzda kullanılan her türlü nargile ve
sigara, tütün ürünü kabul edilmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
9
Nargile kullanımına tıpkı sigara gibi
çevreden kabul görme, ait olma isteği, arkadaş baskısı gibi sosyal nedenler ile başlanılmaktadır. Nargilenin
sigaradan daha az zararlıymış gibi
düşünülmesi, düşük fiyatı ve sosyal
bir aktiviteymiş gibi yanlış algılanması sebebiyle gençler arasında popülerliğinin hızla artmasına neden
olmuştur.
Nargile kullanıcıları, nargileyi sigaradan farklı algılasa da nargilenin de
sigara gibi bağımlılık yapıcı etkiye
sahip olduğu ve sağlığa olan zararlarının sigaradan daha fazla olduğu
bilinmektedir. Bunlardan bazıları;
kalp ve damar hastalıkları, solunum
yetersizliği, akciğer kanseri, diş eti
hastalıkları, mesane kanseri, bronşit,
yemek borusu kanseri, depresyon,
yüksek tansiyon, parkinson hastalığı, ülser, ağız kanseri, akciğer rahatsızlığı, enfeksiyon ve kısırlık gibi
hastalıklardır.
Bilimsel çalışmalara göre nargilenin
dumanında ciddi boyutta karbon
10
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
monoksit, ağır metaller ve kanser yapıcı kimyasallar bulunmaktadır. Nargile içimi ile katran, karbon monoksit
ve dumana maruz kalınmaktadır. Sık
sık dumanı içine çekmek, derin solumak ve nargile seansının uzun oluşu,
bu maddelerin yüksek oranda vücuda alınmasına neden olmaktadır.
Nargile dumanının sudan geçirilerek
solunması sanıldığı gibi bu zararlı
maddeleri arındırmamaktadır. Ayrıca
nargile yakılmasında kullanılan kömür ve odun dumanı içindeki toksik
maddeler de nargile dumanının içerdiği karbon monoksit, ağır metaller
ve kanser yapıcı kimyasallara eklenmektedir.
Nargilenin sağlığa sigaradan daha az
zarar verici gibi algılanması için yapılan uygulamalardan birisi de katılan
meyve esansları ile kokusunun değiştirilmesidir. Geleneksel nargileden
farklı olarak günümüzdeki nargile
tütünü aroma ve esans ilave edilerek
gençleri kullanımı özendirilmektedir.
Tütüne ilave edilen meyve parçaları
sadece koku özelliğini değiştirmekte,
buna mukabil kullanımını özendirdiği için sağlık üzerine olan zararlı etkilerini artırmaktadır. Bitki özlü nargile
ile de kullanıcılar ve beraberindeki
diğer insanlar, tütün konulmasa bile
kömür ve odunun yanmasıyla oluşan
dumandaki karbon monoksit, ağır
metaller ve kanser yapıcı kimyasallara maruz kalmaktadır.
Dolayısıyla her türlü tütün mamulünden uzak durulmalı, kullanmaya
hiç başlanılmamalıdır, başlandıysa da
kendimiz ve sevdiklerimiz için derhal
bırakılmalıdır.
Tütün mamullerini bırakmak isteyenler; bırakma sürecinde yalnız
değildirler. ALO 171 Sigara Bırakma
Danışma Hattı ve sigara bırakma polikliniklerimiz ile onların yanındayız.
Küçük davranış değişiklikleriyle tıpkı
2008 yılından 2012 yılına kadar sigarayı bırakan 2,2 milyon kişi gibi onların da bırakabileceklerini biliyoruz.
Bırakacak olanları şimdiden kutluyor
ve başarılar diliyoruz.
kapakkonusu
TAPDK VE TÜTÜN KONTROLÜ
Suat EVCİMEN
Tütün ve Alkol Piyasası
Düzenleme Kurumu Başkanı
Tütün ve alkol piyasaları ekonomik
açıdan olduğu kadar toplum sağlığı açısından da stratejik önemi haiz
eksik rekabet kurallarının işlediği
duyarlı kamusal alan olmaları nedeniyle, devlet tekelinin tam anlamıyla
sona erdiği 2002 yılında, 4733 sayılı
Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme
Kurumu’nun Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun ile Tütün ve Alkol
Piyasası Düzenleme Kurumu kurulmuştur.
12
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Kurumumuzun yaklaşık vergisel anlamda 35 milyar TL ekonomik büyüklüğü bulunan tütün ve alkol piyasalarındaki temel fonksiyonu; üretim,
ithalat, ihracat, ambalajlama, depolama, satış, dağıtım ve reklam başta olmak üzere tüm sektör faaliyetlerinin
kayıt altına alınması, düzenlenmesi,
nihai tüketiciye ulaşıncaya dek sistematik, etkin takibi ve denetlenmesinin sağlanmasıdır.
4733 sayılı Kanun ile Kurumumuzun
“tütün ve alkol kontrolü”ne yönelik
görev, yetki ve sorumluluk alanının
çerçevesi belirlenmiş olup, 2008 yılında 4733 sayılı Kanun’da ve 4207
sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının
Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında
Kanun’da yapılan kapsamlı ve önemli
değişiklikler ile Kurumumuzun tütün
ve alkol kontrolü konusundaki görev,
yetki ve sorumlulukları genişletilmiş
ve bu suretle etkinliği de artırılmıştır.
Ayrıca, 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu, 5607 sayılı
Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 4703
sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına
Dair Kanun ile Ulusal Tütün Kontrol
Programı ve Eylem Planı (2015-2018)
gibi eylem planlarında ve politika
belgelerinde tütün ve alkol kontrolü
kapsamında TAPDK’ya yüklenmiş görevler bulunmaktadır.
Ülkemizin 2004 yılında imzalayarak
taraf olduğu Dünya Sağlık Örgütü
Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi
kapsamında da başta Sağlık Bakanlığımız olmak üzere ulusal ve uluslararası alanda ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde çalışmalar
yürütmekteyiz.
Kurum olarak temel amaç ve hedefimiz; uluslararası toplumda kabul görmüş, etkin ve uygulanabilir nitelikteki
tütün ve alkol kontrolü stratejilerinin
ve önlemlerinin ülkemizin ve toplumumuzun ihtiyaçlarına uygun olarak
şekillendirilmesi ve bunların ulusal
bazda benimsenmesi, geliştirilmesi
ve uygulanmasını sağlamaktır.
Bunun için tütün ve alkol kontrolü
politikalarının belirlenmesinde ve
uygulanmasında iktisadi ve idari regülasyonların yanı sıra sosyal regülasyon görevinin de kamu güvenliği
ve esenliği açısından önemli olduğuna inanmaktayız.
Bilindiği üzere, her yılın 31 Mayıs
günü, tütün salgınına ve onun yol açtığı önlenebilir ölüm ve hastalıklara
dikkat çekmek üzere, Dünya Sağlık
Örgütü tarafından Dünya Sigarasız
Günü olarak ilan edilmiştir.
Bu yılın Dünya Sigarasız Günü münasebetiyle, Kurumumuzun son
dönemde tütün kontrolü alanında
yaptığı çalışmalardan bahsetmek isterim.
Tütün mamullerinin üretim, içerik,
tüketim ve ticaretiyle ilgili yapmış
olduğu ve birey ve halk sağlığı ile
doğrudan ilgili önemli tütün kontrolü tedbirleri ve uygulamaları olan
teknik düzenlemelerimiz özetle şu
şekildedir:
• Tütün
mamullerinde kullanılan
girdiler, daha anlaşılabilir tabirle
katkı maddeleri ile ilgili incelemelerimiz devam etmektedir. Ülkemizde ilk defa 2012 yılında söz
konusu katkı maddelerine yasaklama/kısıtlama getirilmiştir. Toksikolojik, kanserojenik ve mutajenik olan katkı maddeleri ile tütün
mamulüne sağlığa yararlı izlenimi
veren, enerji veren katkı maddeleri yasaklanmış, etil vanilin ve vanilin gibi tatlandırıcıların kullanımı
da sınırlandırılmıştır. Çok değer
verdiğim, her biri konusunda çok
başarılı olan yedi bilim insanından oluşan Bilimsel Komisyon
bu hususta çalışmalarına devam
etmektedir. Bilimsel gelişmeler,
diğer ülke uygulamaları ve Tütün
Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi hükümleri değerlendirilerek söz konusu yasaklı listenin geliştirilmesi
hedeflenmektedir.
• Tütün
mamullerinde kullanılan
girdiler ile ilgili yapılan bu düzen-
lemelerin yanı sıra vatandaşın bilgilendirilmesi için de çalışmalar
yapılmaktadır. 2013 yılında sigara,
sarmalık kıyılmış tütün mamulü, nargile, pipo, puro ve sigarillo
üretilirken tütüne hangi maddeler
eklenmiş, kâğıdına ne eklenmiş,
sargısına ne eklenmiş, bütün bu
bilgiler Kurumumuz internet sitesinde yayımlanarak halkın bilgisine sunulmuştur. Bununla birlikte,
bir Avrupa Birliği projesi olan PITOC (Tütün Kontrolü Kamuoyu
Bilgilendirmesi) projesine dâhil
olunmuş ve tütün mamullerinde
en çok kullanılan şeker, kakao,
mentol, meyankökünün de aralarında bulunduğu 14 katkı maddesi ile bu katkı maddeleri neden
kullanılır, insan sağlığına etkisi nedir gibi soruların bilimsel yayınlara
dayanılarak cevaplandığı dokümanlar Kurum internet sitemizden
yayımlanmıştır.
• 2014 yılında ise tütün mamullerinin
filtresi ile ilgili teknik düzenlemeler
yapılmıştır. Filtrede tütün, tatlandırıcı ve nikotin kullanımı yasaklanırken, filtreleme maddesi olarak
kullanılan girdilere de sınırlama getirilmiş, en çok ses getiren uygulama
da mentolün filtrede eser miktarda
dahi kullanılmasının yasaklanması
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
13
1 inci Uluslararası Tütün Kontrolü Araştırma Çalıştayı, 24-26 Mart 2015, Ankara
olmuştur. Aynı zamanda, filtrenin
havalandırma delikleri sayesinde emisyon salınım miktarlarının
değiştirildiği bilindiğinden bu tip
bilgilerin de firmalardan alınması
uygulaması başlatılmıştır.
• Katkı maddeleri ile ilgili düzen-
lemeler dışında tütün mamulleri
arz ambalajları ile ilgili de ileri düzenlemeler yapılmıştır. En önemli
uygulama, 2012 yılında birleşik
sağlık uyarılarının paket üzerinde
kapladığı alanın % 30’dan
% 65’e çıkarılmasıdır. Böylelikle,
sağlık uyarılarının görünürlüğü
arttırılmış olup tütün kontrolü
açısından önemli bir adım atılmıştır. ALO 171 sigara bırakma hattı
bilgisi paket üzerinde yer almaya
başlamıştır. Diğer taraftan, tütün
mamullerinin markalarına ilişkin
kısıtlama da getirilmiştir, tütün
mamulü sektörü dışında kullanılan bir isim, marka, logo tütün mamullerinde kullanılamazken
yine aynı şekilde tütün
mamulü
markaları
isimleri ve logoları da mevzuatımız
çerçevesinde,
bu
sektör dışında kullanılamamaktadır.
Bu düzenleme ile
marka gibi çeşitli unsurlar sayesinde tütün
mamullerinin
çekici bir unsur
haline gelmesi ve örtülü
reklamının
yapılması
engellenm e k t e d i r.
Ayrıca; sigaraların,
tüketici
tercihlerini teşvik edici nitelikte, tüketiciyi özendirici, yenilikçi
paket tipleri ile piyasaya arzının
sınırlandırılması amacıyla 2015
Nisan ayında bir düzenleme yapılmış olup, iç panel kullanılmak
suretiyle görünebilir herhangi bir
yüzey alanı ölçüsünü değiştiren,
yüzey alanını genişleten, yeni yüzey alanları oluşturan özelliklere
haiz birim paketler ile sigaraların
piyasaya arzı yasaklanmıştır. Tütün
mamulleri paketleri üzerinde yer
alan sağlık uyarıları resimleri yeni
Avrupa Birliği Direktifine istinaden
değiştirilecek daha etkili ve iddialı
resimler paketlerin üzerinde 2017
yılından itibaren yer almaya başlayacaktır.
• Dünyada ilk defa nargile şişeleri
üzerine sağlık uyarıları Türkiye’de
uygulanmaya başlamış olup nargilelik tütün mamulü sunumu yapan işyerlerine ait alanlara ilk defa
sunum uygunluk belgesi verilmesi
ile bu yerlerin işletilmesinde uyulması gerekli hususlar düzenlenmiştir.
• Kurumumuz, teknik düzenlemele-
rin yanı sıra halkı bilgilendirme ve
tütün salgınına ilişkin farkındalık
düzeyinin hem halk hem profesyoneller nezdinde artırılması için
yoğun faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu faaliyetlerden bazı örnekler
şu şekildedir:
• Halkı bilgilendirme ve bilinçlen-
dirme amacıyla “Babalar Günü”
vesilesiyle yapılan “Babacım, Yenik Düşme!” mesajı taşıyan afişler
14
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Ankara’da muhtelif semtlerde yer
alan billboardlarda sergilenmiştir.
• Yine “Babalar Günü” için hazırla-
nan “Değerli Anlar” ve “Hadi Baba!”
isimli kamu spotları ulusal kanallarda gösterilmektedir.
• “31 Mayıs Dünya Sigarasız Günü”
etkinliklerimiz arasında, Milli Piyango İdaresi’nin 29/05/2014 tarihli çekilişine ait biletler üzerinde
“Sigaraya ödenen bedel” mesajlı
grafik kullanılmak suretiyle tütün
ürünleri kullanımının zararları
konusunda kamuoyu bilgilendirilmiştir. Bu yıl da Milli Piyango
İdaresi’nin 29/05/2015 tarihli çekişine ait biletlerde pasif etkilenimi
vurgulayan bir grafik kullanılmıştır.
• 2014 yılında “31 Mayıs Dünya Tü-
tünsüz Günü Etkinliği ve Sağlıklı
Yaşam Yürüyüşü” organizasyonunu Sağlık Bakanlığımız, DSÖ ve
Türkiye Yeşilay Cemiyeti ile birlikte
gerçekleştirilmiştir.
• Son bir yıl içerisinde tütün kont-
rolü alanında Kurumumuz tarafından, ilgili Kurumların işbirliği ile iki
adet uluslararası katılımlı çalıştay
gerçekleştirilmiştir. Bunlardan biri
TKÇS’nin 5.3 üncü maddesi konusunda Bolu’da yaptığımız çalıştay, diğeri 2015 yılı Mart ayında
Ankara’da düzenlediğimiz 1 inci
Uluslararası Tütün Kontrolü Araştırma Çalıştayı’dır.
• Yurtiçinde
6 ncı Avrupa Tütün
ve Sağlık Konferansı’na (ECTOH
2014), Sigara ve Sağlık Ulusal
Komitesi’nin, Ankara ve İzmir İl
Tütün Kontrol Kurullarının, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Sigara
Savaş Grubunun (SİSAG) toplantılarına Kurumumuzca katkı ve katılım sağlanmıştır.
• Kurumumuz
TKÇS toplantıları
başta olmak üzere uluslararası tütün kontrolü platformlarında aktif olarak yer almaktadır. TKÇS’nin
Rusya’da düzenlenen 6 ncı Taraflar
Konferansı (COP 6), Cenevre’de düzenlenen “TKÇS’nin 9 ve 10 uncu
maddelerine ilişkin çalışma grubu” ve “TKÇS’nin uygulanması için
sürüdürülebilir önlemler çalışma
grubu” toplantıları, Birleşik Arap
Emirlikleri’nde
düzenlenen 16 ncı Dünya Tütün veya Sağlık Konferansı
(WCTOH 2015), İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC)
tarafından Malezya’da düzenlenen ve eğitici olarak yer aldığımız
program, yurtdışında iştirak ederek katkı sağladığımız çalışmalar
arasındadır.
• Tabi
olduğumuz mevzuat, ilgili mevzuat ve paydaş olarak yer
aldığımız eylem planları çalışmalarımızda kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra sivil toplum
kuruluşları ile işbirliğini zorunlu ve
gerekli kılmaktadır. Kurumumuz
tütün ve alkol kontrolü alanında
faaliyet gösteren sivil toplum-kamu kuruluşlarının çalışmalarına
kamu sağlığını ve esenliğini gözeterek önemli katkılar sağlamaktadır. Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin
“Nargile Farkındalık Kampanyası”
ve “Bağımlılıklarla Mücadele Bilimsel Çalışmalar Programı” projeleri,
Bolu-Gerede Kaymakamlığı’nın
“Sigaradan Bizi Koruyun!” projesi,
Ankara Üniversitesi’nin “Bisikletli
Yaşam Merhaba” projesi, son dönemde destek sağlanan projelerdir. Kurumumuz ayrıca, 2015-2018
yıllarını kapsayan Ulusal Tütün
Kontrol Programı Eylem Planı’nda
yer alan toplam 57 stratejinin
18’inde “sorumlu” 22’sinde ise “işbirliği yapılacak” kurum/kuruluşlar arasında yer almaktadır.
• Tütün mamulleri ve alkollü içkile-
rin yasadışı ticaretinin önlenmesine yönelik eğitim ve koordinasyon
çalışmalarına önem verilerek yurtiçi ve yurt dışı toplantılara katılım
sağlanmaktadır. İlgili kurumlara
sürekli maddi, teknik ve eğitim
desteği verilmektedir. Kolluk kuvvetleri tarafından el konulan ürünlerin ülkemizde üretilip üretilmediği, söz konusu ürünlerin kaçak
mı sahte mi olduğu belirlenip rapor hazırlanmakta ve bu raporlar
mahkemeye sunulmaktadır.
Bütün bu uygulamalar ve paydaş
kurumlarımızın diğer uygulamaları
sayesinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından hazırlanan ve 10/07/2013
tarihinde Panama’da açıklanan “2013
Küresel Tütün Epidemisi Raporu”nda,
Türkiye’nin MPOWER kriterlerinin tamamını karşılayan ilk ve tek ülke olduğu, tütün kontrolü çalışmalarında
tüm dünyaya örnek gösterildiği resmen ilan edilmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
15
kapakkonusu
SİGARANIN DERİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Prof. Dr. Murat EMİROĞLU
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Sigara kullanımı derinin normal yaşlanma sürecini hızlandıran önemli
etkenlerdendir. Bu değişiklikler 10 yıl
sigara kullanımını takiben oluşmaya
başlar. İçilen sigara miktarı ve süresi
arttıkça kırışıklıklar ve deri kalitesindeki bozulma da giderek artar. Sigara içenlerin derisi daha kuru ve kaba
görünümlüdür. Ayrıca, düzensiz renk
değişiklikleri de olabilir. Bu kalıcı değişiklikler başlangıçta belirgin olmamakla beraber zamanla belirgin hale
gelir. Sigara kullanımının etkisi yalnız
yüz derisine değil vücudun tamamını
örten deri üzerine etkilidir. Vücuttaki
sarkmaların da sigara kullanımı ile
16
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
hızı artar. Günde 30 sigara içen bir
kişi 70 yaşına geldiğinde, derisi yaşıtlarına oranla 14 yıl daha fazla yaşlanmıştır.
Sigaranın içeriğinde bulunan nikotin,
yüzeyel deri damarlarının daralmasına neden olur. Böylece deriye ulaşan kan miktarı azalır. Deriye gelen
kan miktarının azalması, oksijen ve
A vitamini gibi önemli elemanların
deriye ulaşmasını engeller. Sigarada bulunan 4000’den fazla kimyasal
maddenin çoğu derinin sağlamlığını
ve elastikiyrtini sağlayan kollajen ve
elastik liflerin harabolmasına neden
olur. Bunun sonucunda da kırışıklıklar ve sarkıklıklar meydana gelir.
Bunlara ek olarak; yanan sigaradan
gelen ısı ve sigara içerken yapılan
hareketler (dudakların büzülmesi,
dumandan korunmak için gözlerin
kısılması vb.) de kırışıklıkların artışına
katkıda bulunur.
Sigara içenlerde yara iyileşmesi de
bozulur. Ameliyatlar sonrasındaki
iyileşme dönemleri uzar, diyabetik kişilerde ayak ve bacaklarda oluşabilen
ülserlerin görülme riski artar.
Sigara içilmesi deri kanseri riskini de
iki kat arttırır. Ayrıca, ağız içinde görülen ve kansere dönüşüm riski olan
lökoplakilerin gelişimi daha sıktır.
Prof. Dr. Murat EMİROĞLU
7.09 .1984
12. 09. 20 14
Geleceği birlikte güvenle
büyütüyoruz.
kapakkonusu
TÜTÜNÜN TARİHSEL YOLCULUĞUNDA
HEDEF KADINLAR VE ÇOCUKLAR
Prof. Dr. Recep AKDUR
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Sigara
Tekellerinin Gelişimi
Amerika kıtasının doğal bitki örtüsünde bulunan tütün, patlıcan,
patates ve biberin de üyesi olduğu
patlıcangiller ailesine mensup bir
bitki. Doğada varlığının İsa’dan Önce
6000 yıllarına dek gittiği tahmin
edilmektedir. Keyif ve cesaret verici
özelliğinden ötürü, Amerikan yerlileri arasında dini törenlerde dumanını
soluyarak kullanıldığına ilişkin İ.Ö
1500.–1000. yılından itibaren yazılı
belgeler var. Zamanla barış çubuğu
adı altında diğer toplantılarda da kullanılır olmuş.
Bu kullanıma koşut olarak baş, diş ağrısını gidermek için çiğneyerek ya da
yaraların ağrısını kesmek için üstüne
sarılarak, göğüs sorunları için dumanını soluyarak tıbbi nedenlerle de
kullanıldığına ilişkin bilgilere rastlanıyor. Mayaların ve Azteklerin tütünü
tıbbi amaçlarla kullandığına ilişkin
birçok bulgu ve bilgi var.
Kristof Kolomb, 15 Ekim 1492’de
Amerika’yı keşfettiğinde yerliler barış çubuğu ikram etmişler. Ayrıca
Avrupa’ya götürmesi için hediye
olarak kuru tütün yaprağı vermişler.
İzleyen yıllarda Amerika’ya giden
gemicilerin Avrupa dönüşünde getirdikleri hediyeler arasında kuru tütün
yaprağı ve tohumu mutlaka bulunur
olmuş.
Fransız Kralı II. Henry 1560 yılında
öldüğünde, dul karısı Catherine de
Medicis depresyona girmiş. Portekiz’deki Fransız elçisi Jean Nicot
tedavisinde kullanılması için tütün
tohumu göndermiş. Saray bahçesine ekilen tohumların çiçek açtıktan
sonra yaprağı kraliçenin hem depresyonuna hem de migrenine iyi gelmiş.
18
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Bu nedenle de Avrupalı halk arasında
kralice otu olarak da adlandırılmış. Bu
olaydan sonra daha da ünlenmiş ve
tüm Avrupa’da yetiştirilir ve kullanılır
olmuş.
O zamanlar tütünün her derde deva
olduğuna aynı zamanda din adamı
da olan hekimler bile inanırmış. İspanyol Doktor Nicolas Monardes,
1571 yılında “Yeni Dünyadaki Tıbbi
Bitkilerin Tarihi” adlı bir kitap yazmış.
Kitabında tütün için “bedendeki her
türlü derde devadır adeta mucizevidir, soğuk bir madde olduğu için
uygulandığında derdi alır götürür”
diyerek 36 hastalığı tedavi ettiğini
yazmış. Fransız Jaques Gohory 1572
yılında yazdığı “Tütün Tedavisi” adlı
kitabında “tütünün her derde deva
olduğunu ve adının medicine olması
gerektiğini” söylemiş. Sağlıklı bir yaşam için günde en az bir doz tütün
alınması gerektiğini tavsiye edenler
bile varmış. Bundan ötürü kullanımı
hızla yaygınlaşmış ve piyasada öylesine kıymet kazanmış ki en önemli
takas maddelerinden biri haline gelmiş.
Yeni kıtaya göç eden Avrupalılar tütün ekimine ilk kez 1531 yılında başlamışlar. Ticari tütün tarımının ilkini
ise 1612 yılında Virginia’da John Rolfe gerçekleştirmiş. İlk tütün ihracatı
1619 yılında Virginya’dan Londra’ya
dokuz tonluk kuru tütün yaprağı halinde yapılmış. İlk tütün şirket ve fabrikası Pierre Lorillard tarafından 1760
yılında Nevyork’ta kurulmuştur. Bu
şirket bugün de varlığını sürdürmektedir.
Amerika ile Avrupa arasındaki tütün
ticareti 1775–1783 Amerika Bağımsızlık Savaşı sırasında sıçrama yapmış.
Çünkü Amerikalılar savaşı Fransa’dan
tütün ile ödemek üzere aldıkları borç
para ile finanse etmişler. Çok karlı bir sektör haline gelmesi üzerine
1947’de Phillip Morris şirketi kurulmuş. Hemen arkasından 1849’da J.E.
Liggett ve kardeşi tarafından St. Louis, Mo ve 1875 ‘de de R.J. Reynolds
Tobacco Company kurulmuştur. Piyasada Phillip Morris el sarması tütün
ile Reynolds Tobacco ise aliminyum
folyoya sarılmış çiğneme tütünü ile
ünlenmiş. Phillip Morris ünlü sigarası Malboroyu 1902 yılında, R.J. Reynolds ise ünlü sigarası Camel’i 1913
yılında piyasaya sürmüş. Bu tarihlerden itibaren, sigara dünyada en
yaygın kullanılan tütün ürünü haline
gelmiş.
Askerler arasında sigara kullanımının
yaygınlaşması Birinci Dünya Savaşı (1914–1918) iledir. Asker sigarası
kavramı bu dönemde türetilmiş. Rusya ve Anadolu’ya tütünü askerler taşımış ve oralarda da yaygın kullanılan
bir madde haline gelmiştir.
Şirketler arasındaki pazar savaşı
1920’li yıllarda kızışmaya başlamış.
Phillip Morris kadınları da tüketicileri arasına katmak isteyince 1924
yılında “Mild as May” Malboro kadın sigarasını üretmeye başlamış ve
piyasaya kadın sigarası kavramını
sokmuştur. Bunun üzerine American
Tobacco Company, “Lucky Strike”
adlı kadın sigarası ile atak yapmış ve
böylece 1925-35 yılları arsında kadın
ve gençler arasında sigara kullanımı
büyük bir sıçrama yapmış. American
Tobacco Company 1939’da üretmeye başladığı Pall Mall sigarası ile
Amerika’nın en büyük şirketi haline
Prof. Dr. Recep AKDUR
gelmiş.
İkinci Dünya Savaşında (1939–1945),
askerlere bedava sigara dağıtan
şirketler, sigarayı onlar için günlük
yaşamın bir vazgeçilmezi haline getirmişler. Sonuçta sigaranın, askerler
için tıpkı gıda ya da giyecek gibi bir
hakediş/ istihkak haline gelmesini
sağlamışlar. Bunlar evlerine sıkı birer
bağımlı olarak dönmüş. Asker ocakları önemli birer sigara eğitim ocağı
gibi işlev görmeye başlamış. RJ Reynolds 1954’de filtreli Winston sigarasını ve 1956’da da filtreli ve mentollü
Salem sigarasını piyasaya sürmüş.
Tütün karşıtı hareketlerin gelişmesi
üzerine, sigara şirketleri gelişmiş ülkelerde ciddi kanuni sınırlamalarla
karşı karşıya kaldı ve sigara içnelerin
sayısı hızla azaldı. Örneğin Amerika
Birleşik Devletleri’nde 1965-2006 yılları arasında erişkinler arasında sigara kullanım sıklığı %42’den %20,8’e
düştü. Buna karşılık gelişmekte olan
ülkelerde kullnana ların sıklığı her yıl
%3,4 artmaya devam etmiştir.
1980’li yıllar başta ABD olmak üzere
birçok ülkede, tütün nedeniyle sağlığını kaybedenler şirketlere karşı davalar açmaya başladı. Şirketler büyük
tazminatlara mahkum edildi. Bunun
üzerine tütün şirketleri kuruluşlarını
ABD dışına özellikle Asya’daki geri
kalmış ülkelere kaydırmaya başladı.
Sovyetlerin 1990’dan sonra dağılması ve IMF’in baskısı ile Kore, Tayvan,
Türkiye ve Moldova gibi birçok ülkedeki yerli tekellerin özelleştirilmesi
ile uluslararası sigara şirketlerinin
bunlara sahip olması sigara üretiminin ağırlık merkezinin Amerika’dan
gelişmekte olan ülkelere kaymasına
neden olmuş. Günümüzde tekeller
50 ülkede tütün işliyor ve 10-12 kadar ülkeden de kuru tütün yaprağı
alıyorlar.
Günümüzde dünyanın en büyük
beş tütün şirketi, China National Tobacco, Philip Morris Cos’un (Altria ve
British American Tobacco), Imperial
Tobacco, Japan Tobacco ve Philip
Morris International’dır. Philip Morris
International’in ayrı bir şirket haline
gelmesi 2008 yılında olmuş. Bu beş
şirket diğer ülkelerdeki yerli üretim
şirket veya tekellerinin ya tamamını
satın almış ya da büyük ortağı haline gelmiştir. Dolayısı ile her biri birer
uluslararası tekeldir.
FAO verilerine göre, günümüzde tütün üretimi büyük bir hızla artarak
devam etmektedir. Dünyada1971
yılında 4,2 milyon ton tütün üretilirken bu miktar 2012 yılı itibari ile
7.490.661 tona yükselmiştir. Bunu
üreten il beş sıradaki ülke ve ürettikleri tütün miktarı sırası ile şöyedir:
Çin 3.200.000 ton(%42,72), Hindistan 875.000 ton (%11,68), Brezilya
810.550 tonu (%10,82 ), ABD 345.837
ton (%4.62) ve Endonezya 226.700
ton(%3.03).
Tütün Savunuculuğunun Gelişmesi
Tütünün zararlarının fark edilmesi
ve bu konudan bahseddilmeye başlaması 1600 yıllarına denk gelir. Sir
Francis Bacon, 1610 yılında bu kötü
alışkanlıktan kurtulmanın çok zor
olduğundan söz eder. Yıllar geçtikçe
birçok bilim insanı tütündeki kimyasalların varlığından ve sağlık sakıncalarını dile getirmeye başlamıştır.
Japonya’da 1607, Osmanlı’da 1911
İsveç ve Danimarka’da 1632 ve aynı
yıl Massachusetts’te halka açık alanlarda sigara içilmesi yasaklanmıştır.
Ancak bu yasaklama sağlık endişesinden çok inançlara saygının bir gereğidir. İngiltere’de1660 yılında tütün
ekiminin yasaklanmasından sonra
tüm dünyada sigaranın zararları konusundaki farkındalık yaygınlaşmaya
başlamıştır.
Saf nikotin 1826’da keşfedildi ve izleyen yıllarda bilim insanları nikotinin
tehlikeli bir zehir olduğunu söylemeye başladılar. Samuel Green 1836’da
tütünün zehirli bir ensektisit olduğunu ve insanları öldürebileceğini yazdı. Böylece tütün karşıtı akım gittikçe
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
19
yayılan bir düşünce haline geldi.
Tütünün akciğer kanseri ile ilişkisi
1950 yılında kesinleşti. Tütün şirketleri düşük katranlı ve filtreli sigaralar üretmeye başladılar. P. Lorillard
1952’de”micronite” filtreli Kent’i piyasaya sürdü. Ancak bunun aspestos
içerdiği ve sigaradan daha tehlikeli
olduğu anlaşılınca 1956’da piyasadan
kaldırdı. Dr. Ernst L. Wynders 1953 yılında sigara katranı koyduğu farelerde tümör oluştuğunu gösterdi.
Sigaranın sağlık zararları konusundaki raporların sayısı1960 yılından
sonra hızla artmaya başladı. Bunlar
içinde 1964 yılında ilki yayımlanan
Amerikan Genel Cerrahi Derneğinin
“Sigara ve Sağlık” adlı raporu önemli
bir dönüm noktasıdır. İzleyen yıllarda
tütün konusundaki sınırlamalar peş
peşe gelmeye başladı. İngiltere’de
1965 yılında televizyonda tütün reklamının yasaklanması bunun ilk örneklerinden biri oldu.
ABD Genel Cerrahi Derneği 1979 yılı
raporunda kadınlar arasındaki tütün
kullamının hızlı artışına dikkat çekerek, böyle giderse 1985 yılında kadınlar arasında meme kanserinin yerine
akciğer kanserini birinci sıraya oturacağını belirtti. 1982 yılı raporunda
dumana ikinci el sunuk kalmanın
akciğer kanser sıklığını çok artırdığını ve halka açık yerlerde sigara içiminin yasaklanması gerektiğine dikkati
çekti. Bunun üzerine halka açık yerlerde sigara içiminin yasaklanması
genel bir politika haline gelmeye
başladı.1987 yılında uçaklarda sigara
içimi yasaklandı.
Konu Birleşmiş Milletler organlarında
tartışılmaya başladı. Hızla artan tütün tüketimini uluslarası bir yasa ile
sınırlama fikri ilk kez Mayıs 1995’de
toplanan 48. Dünya Sağlık Örgütü
Asamblesi’nde gündeme geldi. Bu işi
yürütmek üzere hazırlıklara başlandı.
DSÖ Başkanlığına eski Norveç Başbakanı Dr.Gro Harlem Brundtland’ın seçilmesi ve 21 Temmuz 1998 tarihinde
göreve başlaması ile uluslararası “Tütün Kontrolu Çerçeve Anlaşması”nın
(WHO Framework Convention on
Tobacco Control) kabul süreci çok
20
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
hızlandı. Ve nihayet tütün kulanımının sağlığa zararının anlaşılmasının
üzerinden 50 yıl, pasif kullanımın
zararının anlaşılmasından ise 20 yıl
geçmesinden sonra 23 Mayıs 2003
tarihinde kabul edildi. Bugüne dek
191 üye devlet tarafından imzalandı
ve 40 ülkenin meclisi tarafından yerel
yasa haline getirildi.
Tütün, kullanıcıların yarıya yakınını
öldürmektedir. Buna karşılık dünyadaki yetişkin nüfusun yaklaşık ¼’ü
yani bir milyardan fazla insan tütün
kullanmakta ve her yıl beş milyondan
fazla insan ölmektedir. Oysaki günümüzde en kolay önlenebilir ölümlerirn başında tütün ölümleri gelmektedir. Buna karşılık tütün şirketlerinin
saldırgan pazarlama yöntemleri nedeniyle özellikle gelişmekte olan ülkelerde her geçen yıl tütün kullanım
sıklığı artmaktadır. Bu artış durdurulmaz ise 2030 yılında bir yılda sekiz
milyondan fazla insan ölecek ve bunları ¾’ü orta ve düşük gelirli ülkelerde
görülecektir.
“Tütün Kontrolu Çerçeve Anlaşması”ndn sonra birçok gelişmiş ülke
ciddi kanuni önlemler alınmaya başlanmış, buna karşılık gelişmekte olan
ve geri kalmış ülkelerde herhangi
bir ciddi önlem alınmamaktadır. Bu
nedenle de şirketler tüm üretim ve
pazarlama ağırlıklarını bu ülkelere
kaydırmışlardır.
Ayrıca sigara üzerinde baskı artmaya başlayınca şirketler sigaralarını ve
ürünlerini değiştirmeye ve çeşitlendirmeye başladılar. Özellikle gıda sanayi ile ortaklıklar kurdular. Örneğin
Phillip Morris Miller Brewing şirketi
ile birleşerek Miller Beer, Miller Lite,
and Red Dog Beer markalı biraların
ortağı /sahibi oldu.
Hedef Çocuklar ve Kadınlar
Sigara salgınının devamı yeni yetişen
geçlerin sigaraya başlamasına bağlı. Çünkü yapılan araştırmalar tütün
bağımlılarının %90’nın tütün kullanmaya çocukluk, gençlik ya da erken
erişkinlik döneminde başladığını
gösteriyor. Ergenliğini atlatmış ve
yirmi yaşına dek tütüne başlamamış
olan insanlar arasında sigaraya başlayanların oranı çok küçük, 26 yaşını
geçenler ise bir daha asla sigaraya
başlamıyor. Bu nedenle de eğer yeni
yetişen gençler sigaraya başlamaz
ise bir süre sonra dünyada sigara
içen kimse kalmayacak. Tıpkı yeni
doğumlar olmayan bir toplum gibi.
Bunu çok iyi bilen tütün endüstrisi,
geleceğini çocukların sigaraya başlamasına bağlı olduğunun farkındadır.
Bundan ötürü, 1950’den beri çocukları sigaraya başlatmak için her türlü
yola başvurmaktadır. Bu amaçla doğrudan çocukları hedefleyen kampanyalara milyarlarca dolar harcıyor.
Günümüzde bir milyar iki yüz elli milyon kişi sigara kullanıyor. Bunlardan
her yıl 5.4 milyonu sigaraya bağlı nedenlerle ölüyor. Sigara şirketlerinin,
sigara pazarını koruyabilmesi için her
yıl ölen bu 5,4 milyon kişinin yerine,
yeni yetişen gençleri sigaraya başlatması gerekiyor. Aksi durumda sigara
pazarı devamlı daralır ve sonunda
biter.
Yılların ilerlemesi ile dünyada sigara
içenlerin sayısı azalacağına aksine
hızla büyüyor ve 2030 yılında 8,3
milyona ulaşacak. Önlem alınmaz ise
2030 yılına varıldığında bir yılda 175
milyon kişi sigaraya bağlı nedenlerle
ölecek. 2031 yılına gelindiğinde 2030
yılındaki sayıya eşit miktarda sigara
içenin var olabilmesi için geçen bir
yıl içinde 175 milyon gencin sigaraya
başlaması gerekiyor. Şirketler bunu
başarıyor. Her sene salgını sürdürecek hatta büyütecek sayıda genci sigaraya başlatıyorlar.
Yaptıkları tüm çalışmalarda gençleri
hedefliyorlar. Her yıl sigaradan ölen
kişi sayısından daha fazla sayıda gencin sigaraya başlaması için her yola
başvuruyorlar. Bu amaçla milyarlarca
dolar harcayarak, saldırgan bir propaganda ve pazarlama çalışmalarının yanında, yasa dışı faaliyetlerde de
bulunuyorlar.
Kampanyalarının tüm stratejilerini
21 yaşın altındaki genç ve çocuklar
üzerine kuruyorlar. Reklamlarını özellikle ve ağırlıkla oyun alanları, okul
civarında ve çocukların görebileceği
şekilde yürütüyorlar. Ağırlıkla gençlerin duygularına hitap edecek şekilde düzenliyorlar. Özgürlük, çekici
görünme, popular olma, risk alma,
bağımsız olma gibi ergen duygularını sömürüyorlar. Sonuçta salgını büyüterek sürdürüyorlar.
Şirketler reklam için her gün 24 milyon her sene ise 8,8 milyar dolar
harcıyor ve bunun önemli bir miktarı çocuk genç ve kadınlarla yönelik.
Dünya çapında yapılan çalışmalar,
ortaokul çocuklarının %90,7’sinin lise
çağındaki çocukların ise %92,9’unun
mağaza, dergi ve internet ortamlarından birinde sigara reklamlarına
maruz kaldığını gösteriyor. Sigara
şirketleri promosyon ve indirimli satış uygulamalarını okul yakınlarında
ve fırsat buldukça da öğrencilerin/
gençlerin katıldığı eğlence, festival
ve sportif etkinliklerde yapıyor.
İLO verilerine göre çocukların en
yaygın çalıştırıldığı alanlardan birisi
tarım. Bu bağlamda çocukların en
kötü kullanıldığı alan ise tütün tarımıdır. Tütüm üretiminin yoğun olduğu Çin, Hindistan, Brezilya, Arjantin,
Endonezya, Malawi ve Zimbabve’de
çocuklar bir yandan tütün tarlalarında çok düşük ücretlerle günde 10-12
saat ağır bir işçi olarak çalıştırılırken
öte yandan erişkinlerin kötü muamelesine, fiziksel şiddetine hatta cinsel
tacizine uğramaktadır. Tütün kırıp,
dizerken nikotin ile zehirlenmekte
(Green Tobacco Sickness) akut zehirlenme sıkıntıları çekmekte daha da
kötüsü kalıcı beyin hasarı ve yetersizliğine uğramaktadır. Ayrıca da ağır
bir bağımlı haline getirilerek, genç
yaşında sağlığını kaybetmektedir.
Tüm dünyada kadın ve kızların çeşitli inanç ve gelenekleri nedeniyle
erkeklere göre çok daha az sigara içtiği bilinmektedir. Başka bir söylemle
kadınlar ve kızlar tütün şirketleri için
zor ulaşılan bir pazardır. Bu pazara
ulaşılmadıkça potansiyel pazarın yarısını oluşturan erkek nüfus ile yetinilmek zorunda kalınacaktır. Oysa ki
pazarını büyütmek isteyen şirketler
yeni kullanıcılar yaratmak zorundadır. Bu nedenle de tütün şirketlerinin
kampanya stratejilerinin önemli bir
ağırlık merkezini gençler ve çocuklar
oluştururken diğer ağırlık merkezini
de kadınlar ve kızlar oluşturmaktadır.
ümidi doğurmuştur. Bundan ötürü
şirketler, kadınlar arasında tütün kullanımının yaygınlaşması için elinden
gelen her şeyi yapmaktadır. Bu nedenledir ki “kadınlar hedef”tedir.
Agresif reklam ve pazarlama yöntemlerinin yanında kadın ve kızlara
ulaşabilmenin yollarını bulmak üzere büyük araştırmalar yapılmaktadır.
Özellikle özgürlük, kadın bağımsızlığı, çekici olma gibi duygulara hitap eden, gelenek ve göreneklere
başkaldırıyı esas alan kampanyalar
düzenlemektedir Her türden kadın
etkinliklerine sponsor olmaya çalışılmaktadır.
Yararlanılan Kaynaklar
Bu strateji çok başarılı olmuş ve
1990’lardan sonra kızlar ve kadınlar
arasında sigara kullanımı büyük bir
atak yapmıştır. Günümüzde, yüksek
okuldaki kızlar arasında sigara içenlerin oranı %15,0 erişkin kadınlarda ise
%20’lere ulaşmıştır. Dünya genelinde
5 sigara içicisinden birisi kadındır.
Her geçen yıl daha çok sayıda kadın
sigara bağımlısı olmaktadır.
Ekinci S.,Akdur R.: Sosya Kültürel Faktörler ve Sigara, Mercimek H.V. Akçiçek
İ.E.Mucizeden belaya Yoculuk Tütün, Tarihçi
Kitabevi İstanbul Ocak 2014 s:437-467
Kadın ve kızlara yönelik saldırının en
önemli aracı kadın sigaraları, az katranlı ve düşük nikotinli sigara kandırmacalarıdır. Tütün endüstrisi kazançlarına kazanç katmak için kadınları
hedef seçmiştir. Kadınların sosyoekonomik bağımsızlıklarını kazanması tütün şirtketleri için yeni bir pazar
Baran E.,Yılmaz T.D., Akdur R.: What is advocacy occording to Publich Health, Turkish
Journal of Publich Health 5:(2)78-85, 2007
Barış İ: Tütün Kullanımının Tarihçesi http://
www.toraks.org.tr/userfiles/file/ TuTuN_
KULLANIMININ_TARiHcESi-I_Baris.pdf ( erişim 23 Nisan 2015)
Çakmak F.Ç.,Akçiçek İ.E.: Sağlık Tarihinde Tütün
Mercimek H.V. Akçiçek İ.E.Mucizeden belaya Yoculuk Tütün, Tarihçi Kitabevi İstanbul
Ocak 2014 s:487 -509
Ergüder T.:Dünyada/ Tütünle Türkiye’de Mücadelede Gelişmeler, Mercimek H.V. Akçiçek
İ.E.Mucizeden belaya Yoculuk Tütün, Tarihçi
Kitabevi İstanbul Ocak 2014 s:469-487
Içli F, Calışkan D, Gönüllü U, Sunguroğlu K, Akdur R, Akbulut H, Ozkan A, Olmez S, Gönüllü I, Ibiş E.:Fighting Against Cigarette Smoking Among Medical Students: A Success
Story.J Cancer Educ. 2013 Nov 5. [Epub
ahead of print]
Pınar T., Akdur R., Tunçbilek A.: Sigaranın Baş
Boyun Tümörlerinin Etiyolojisindeki Rolü,
Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi,2001, Cilt 9(2): 88-92
Sungur İ.,Akdur R.,Piyal B,:Türkiye’deki Trafik
Kazalarının Analizi, Ankara Medical Journal cilt:14 sayı3(2014) s:114-124
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
21
kapakkonusu
TÜTÜN KONTROLÜ VE SAĞLIĞIMIZ
Prof. Dr. İsmail ÇELİK
Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü
İç Hastalıkları
ve Medikal Onkoloji Uzmanı
Kanser Epidemiyolojisi Bilim Uzmanı
Sigara dumanında 4000’e yakın sayıda kimyasal madde bulunmakta olup
bunun 50’ye yakını kanserojendir:
a. Bağımlılık yapıcı madde olarak
Nikotin,
b. Zehirli maddelerden karbonmonoksit (Egzos gazı, şofben ve kömürden zehirlenmelerin nedeni),
hidrojen siyanür (gaz odalarında
kullanılır), azotoksitler, amonyak
(temizleyici), uçucu aminler, aseton (oje çıkarıcı), akrolein, toluen
(tiner) vb.
c. Kanserojenlerden arsenik, benzen, kadmiyum (araba aküsü),
DDT (böcek ilacı), formaldehid,
kurşun vb, Polonyum-210 (kanserojen), Radon (radyasyon), metanol, vb.
Bunların dışında sigaranın kağıdının
imalatında bile 269’u (yanmış) katkı maddesi olmak üzere 602 farklı
madde kullanılır: Sigara kağıdı için
22
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
25 (yanmış), kenar ek yeri yapıştırıcısı için 9 (yanmış), sigara kağıdı
üzerindeki mürekkepte 35 (yanmış),
filtreleme için 39 (yanmamış), filtre
sargısında 51 (yanmamış), filtre yapıştırıcısında 37 (yanmamış), uç kağıdı ve mürekkebinde 137 (yanmamış).
Tütün kullanımı herçeşit kanseri arttırır. Tüm kanserlerin yaklaşık yarısının sebebi tütün ve tütün mamülleri
kullanımıdır. Sigara, kanser ile ilişkisi
ortaya konmuş en önemli tüketim
maddesidir. Sigaranın başta akciğer
kanseri olmak üzere larenks, farinks,
ağız boşluğu, özofagus, mesane,
böbrek, pankreas, idrar yolları ve
serviks kanserine neden olduğu bilinmektedir. Özellikle akciğer kanseri
ile içilen sigara miktarı arasında açık
bir ilişki vardır. Sigaraya başlama yaşı,
sigara kullanma süresi, inhalasyon
miktarı ve günlük tüketilen sigara
miktarı, kanser riskini belirlemektedir. Sigaranın zararlı etkisi, sigara
bırakıldıktan 10-15 yıl sonra bile devam etmektedir.
Dünyada, 15 yaş üstü 1.2 milyar kişi
sigara içmekte olup bu rakamın
2025’te 1.6 milyara ulaşması beklenmektedir. Dünya lideri 246 milyon
erkek içiciyle Çin. Dünyada
3.9 milyon yetişkin
kadın
sigara
kullanıyor. Oran, yüzde 13.7. Dünya
lideri 17.7 milyon ile ABD. Türkiye’yi
geçen Avrupa ülkeleri Almanya (6.9
milyon), Fransa (6.4 milyon), İtalya
(5.2 milyon), Britanya (4.9 milyon),
İspanya (4.2 milyon) ve Polonya (3.9
milyon). 15 yaşın altındaki erkek çocukların yüzde 10.2’si, kız çocuklarının yüzde 5.3’ü sigara tiryakisi.
Her yıl dünyada 5 milyon insan sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir: diğer bir deyişle
“6 saniyede 1 kişi” ölmektedir. (2.
Dünya savaşında 20 milyon, 1. Dünya
savaşında 8.5 milyon kişi öldü, dünya
tarihindeki en büyük deprem 1976
Çin’de 800,000 kişi hayatını kaybetti,
Atom bombası yüzünden 1945 yılında Hiroshima ve Nagazaki’de ölüm
sayısı ise 220,000’dir). 2030’da ise 8
milyon kişinin sigara ve tütün kullanımına bağlı hastalıklardan hayatını
kaybedeceği ve bu ölümlerin
yüzde 70’inin de gelişmekte olan ülkelerde
olacağı öngörülmektedir.
70 milyonluk Türkiye nüfusunun 20
milyonu aktif olarak sigara kullanıyor
(%30). Kentlerde sigara kullananların
oranı – yüzde 33, kırsal kesimde sigara kullananların oranı – yüzde 27,2.
Türkiye, 2014’te dünyada en çok sigara tüketen 8’inci ülke. İlk sırada yer
alan Çin, tek başına neredeyse tüm
dünya tüketiminin yarısının sahibi.
Türkiye’de yaşayan 10.6 milyon erkek, her gün sigara içiyor. Yani erkeklerin yüzde 39.2’si sigara tiryakisi. Tür-
kiye’deki erkek sigara tiryakisi sayısını
geçen Avrupa ülkesi yok.
Ülkemizde yılda 120 bin insan sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir. Bu günde yaklaşık
300 kişinin ölmesi anlamına gelir.
Aktif olarak sigara kullanmakta olup
sigaraya bağlı hastalıklardan ölen
kişi sayısı, trafik kazalarında ölenlerin
(5000 kişi) 25 katı, İzmit depreminde resmi rakamlara göre ölü sayısı
35,000’in 4 katıdır.
Pasif içicilik de kanser sebebidir. Tütün dumanı ana akım ve yan akım olmak üzere ikiye ayrılır. Bir sigaradan
ortama saçılan dumanın çok büyük
çoğunluğu yan akımdan oluşmaktadır. Bazı kanser yapıcı maddelerin
miktarı yan akım dumanda ana akıma göre 10-200 kat daha fazladır.
Çevresel tütün dumanına maruziyet akciğer ve meme kanseri riskini
arttırmaktadır. Pasif içicilikten her yıl
dünyada milyonlarca, ülkemizde ise
yaklaşık 17,000 kişi hayatını kaybetmektedir. Çevreye yayılan duman,
sigarada süzülmeyip direkt havaya
karıştığı için içerdiği zehirli maddeler
açısından daha zengindir. ABD Çevre
Koruma Örgütü havaya karışan sigara dumanını, hardal gazı, benzen ve
arseniğin de içinde bulunduğu “A
Grubu insan kanserojen” grubuna
almıştır.
Pasif sigara içiciliği ile, akciğer kanseri
de dahil olmak üzere meme kanseri,
rahim ağzı kanseri, kan kanseri gibi
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
23
sigara içen kişide görülen her türlü
kanser çeşidi ve bronşit, amfizem,
kalp krizi gibi her türlü hastalık artmış oranda görülmektedir. Evde ailesi sigara içen çocuklar günde 5 sigara
içmiş kadar zehirlenmekte ve kocası
sigara içen kadınların akciğer kanserinden ölme riski 2-3 kat, meme kanseri gelişme riski ise 2 kat daha fazla
olmaktadır.
Türk halkı sigara ve tütün mamullerine yılda 20 milyar dolar harcıyor.
Yaklaşık 30 milyar dolar da sigara
içenlerin hastalık tedavilerine gittiği
için ülkenin sigara nedeniyle maddi
kaybı yılda 50 milyar doları buluyor.
Günde en ucuz sigaradan 10 adet
(yarım paket) almak isteyen bir Türk,
bunun için ortalama yıllık gelirinin
yüzde 6.9’unu harcamak zorunda.
• Hastalarını
2)Sigara fiyatları yükseltilmeli ve alınan vergi arttırılmalıdır.
• Kişileri sigara bağımlılığından kur-
3) İçen kişilere sigara bırakma tedavileri sunulmalıdır.
Sigara hem fiziksel, hem psikolojik
bağımlılık yaptığından destek almadan bırakılması zordur. Ancak unutulmamalıdır ki sigarayı bırakmak
için hiç bir yaş geç değildir.
Sigarayı Bıraktığınız Zaman;
20 dakika içinde;
Kan basıncı normale döner
8 saat içinde;
Kandaki karbondioksit seviyesi normale iner. Kandaki oksijen seviyesi
normale döner.
4207 sayılı yasada değişiklik yapan
5727 sayılı yasanın 1-d bendinin 19
Temmuz’da yürürlüğe girmesi ile
“Özel hukuk kişilerine ait olan lokantalar ile kahvehane, kafeterya, birahane gibi eğlence hizmeti verilen
işletmelerde de sigara içilememektedir”.
Dolaşım iyileşir. Akciğer fonksiyonları
%30 oranında artar.
Tütün kontrolünde 3 esasa tamamen
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
meleri, içiyorlarsa mutlaka bırakmaları,
1)Kapalı alanlarda sigara içmeyi engellenmelidir.
3 Ocak 2008’de çıkarılan 5727 Sayılı
Kanun’la, 07.11.1996 tarih ve 4207
Sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun’un
adı “Tütün Ürünlerinin Zararlarının
Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında
Kanun” şeklinde değiştirilmiş ve tanımlanan kamusal ve özel kapalı
alanlarda sigara kullanım yasağı getirilmiştir.
Bu kanun ile Türkiye Tütünsüz Kanunu olan Dünya’daki 6. Avrupa’daki 3.
ülke olmuş ve kanunla birlikte 4 ayda
sigara satışlarının yüzde 30 düşmüştür. 19 Temmuz’dan itibaren kahvehanaler ve restoranlar, barlar dahil
olmak üzere kapalı alanlarda sigara
içmek artık yasak. “Dumansız Hava
Sahası”na her kesimden destek büyük. Yasağa uymayanları ALO SABİM
184, Yasal uyarı yazısı üzerinde telefon numarası bulunan kolluk kuvvetini hemen arayabilir veya olay yerine
göre 155 polis, ya da 156 jandarmaya
ihbarda bulunabilirsiniz.
24
uyulmalıdır:
24 saat içinde;
Kalp krizi riski azalmaya başlar.
3 gün içinde;
Nefes alma kolaylaşır.
2- 3 ay içinde;
1- 9 ay içinde;
Enfeksiyon riski azalır. Enerjiniz artar.
1 yıl içinde;
Koroner kalp hastalığı riski hemen
hemen içmeyenlere eşit hale gelir.
5 yıl içinde;
Akciğer kanserinden ölüm oranı yarı
yarıya azalır.
10 yıl içinde;
Akciğer kanserinden ölüm oranı, sigara içmeyenler ile hemen hemen
eşit hale gelir.
15 yıl içinde;
Koroner damar hastalık riski hiç sigara içmemiş biri ile eşit hale gelir.
Tütün kontrolünde tüm hekimlere
önemli görevler düşmektedir:
• Bir rol model olarak sigara içme-
sigaradan uzaklaşma
konusunda ikna edebilmeleri,
tulmak için doğru ve bilimsel yollara, yerlere ve yöntemlere yönlendirmeleri,
• Toplumu ve toplulukları bu konu-
da bilgilendirebilecek ve yönlendirebilecek ortamlara konuşmacı
ve tartışmacı olarak katılmaları,
Hekimler, sigara ile ilişkili hastalıkların tedavisini profesyonel uğraşıları
olarak yerine getirirken tedavi önerileri içerisinde , sigarayı bırakmanın
önemini ve gerekliliğini yeteri kadar vurgulamazsa; bir kardiyoloğun
ASKH, bir endokrinoloğun Diabet,
bir göğüs hastalıkları uzmanının
KOAH veya Astım, bir nöroloğun
serebrovaskular hastalıktaki tedavi programlarında ciddi bir eksiklik
olacağı tartışılmazdır. Çünkü bu tip
hastalar sigarayı bırakabilmek için
gerekli en önemli motivasyonu doktorlarından almaktadır. Kendilerini
izleyen doktorlarının bu konudaki
net ve kararlı yaklaşımları, hastaların sigara bırakma oranlarını ciddi
olarak arttırmaktadır. Önümüzdeki
dönemde, özellikle; kardiyologlar,
göğüs hastalıkları uzmanları, onkologlar, nörologlar, çocuk sağlığı
uzmanları, aile hekimliği ve iç hastalıkları uzmanları gibi bazı uzmanlık
alanlarında görev yapan hekimlerin
ciddi bir yaklaşım değişikliği sergilemeleri zorunludur.
Tütün ve tütün mamullerini kullanan kişinin hemen bırakma girişiminde bulunması ve bunun için
tıp kuruluşlarına bağlı profesyonel
sigara bırakma merkezlerinden
yardım alması gerekmektedir. Sigara bağımlığında tıbbi destek çok
önemlidir ve ancak farmakolojik
tedavi ile başarı oranı artmaktadır.
Destek almaksızın kendisi sigara bırakan kişilerde bir yıl sonunda sigara içmeme oranı yüzde 5’de kalmakta, profesyonel destekle başarı şansı
yüzde 15’e çıkmakta, farmakolojik
tedaviyle yüzde 25-30’ların üzerinde başarı sağlanmaktadır.
kapakkonusu
SİGARA ÜREME SAĞLIĞINI
OLUMSUZ ETKİLİYOR
Op. Dr. Hakan ÖZÖRNEK
Eurofertil Tüp Bebek Merkezleri
Medikal Direktörü
Günde bir paketten fazla sigara içen
erkeklerin sperm sayısı ve hareketliliğinde azalma görülürken, sperm şekillerinde bozulmalar ortaya çıkıyor.
Sigaranın erkekler üzerinde kısırlığa
yol açtığı yapılan araştırmalarla ortaya konulmuş durumda; “Britanya’da
120 bin erkek üzerinde yapılan bir
araştırma sigaranın erkekler üzerindeki olumsuz etkilerini ortaya koydu.”
Kalp, damar hastalıklarından akciğer
hastalıklarına kadar pek çok sağlık
sorununun temel sebebi olan sigara,
kadın ve erkek üreme sağlığı üzerinde de olumsuz etkiler yaratarak kısırlığa davetiye çıkartıyor. Sigaranın
gebe kalma şansını azaltmasının yanı
sıra tüp bebek tedavisini de olumsuz
etkiliyor. Tüp bebek tedavisi sırasında
kadınların sigara içmesi kullanılacak
yumurta kalitesini azaltarak gebelik
şansını düşürmektedir.
26
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Sigaranın olumsuz etkileri üzerine
yapılan bilimsel çalışmalar, sigara içiminin doğurganlık üzerinde olumsuz
etkileri olduğunu ortaya koyuyor. Kadınlarda ve erkeklerde üreme sağlığı
üzerinde olumsuz etkileri olan sigara,
kadınların yumurtalıklarına olumsuz
yönde etki ediyor. Sigaranın yumurtalıklar üzerinde yarattığı zarar sigara
içme süresiyle doğru orantı. Sigara
tütününde bulunan nikotin maddesi, yumurtalık hücrelerinin kadınlık
hormonu salgılamasını azaltıyor ve
yumurta hücrelerinde genetik anormallikler yaratıyor. Ayrıca, yumurtalıklarda depolanan yumurta hücreleri sigara içimine bağlı olarak hızla
azalırken bu durum kadınlarda erken
menopoz yaşanma riskini ortaya çıkarıyor.
120 bin erkek üzerinde yapılan bir
araştırma sigaranın erkekler üzerindeki olumsuz etkilerini ortaya koydu.
Araştırmaya göre; sigara erkeklerde
kısırlığa yol açıyor.”
Tüp bebek tedavisini olumsuz etkiliyor
Tüp bebek tedavisi sırasında sigara
içmeye devam eden kadınların döllenmede kullanılacak yumurta sayısı
önemli oranda azalıyor. Sigara içmeye devam etmek gebelik ve doğum
Erkeklerde kısırlığa neden oluyor
Günde bir paketten fazla sigara içen
erkeklerin sperm sayısı ve hareketliliğinde azalma görülürken, sperm şekillerinde bozulmalar ortaya çıkıyor.
Sigaranın erkekler üzerinde kısırlığa
yol açtığının yapılan araştırmalarla
ortaya konulmuştur : “Britanya’da
Op. Dr. Hakan Özörnek
şansını olumsuz yönde etkiliyor ve
düşük riskini arttırıyor. Tüp bebek tedavisine başlamadan en az 2 ay önce
sigarayı bırakmanın gebelik şansını
arttırdığı da yapılan çalışmalarla ortaya konuyor. Her ne kadar uzun süreli
sigara içilmesi kadın yumurta hücrelerinde kalıcı hasara neden olsa da,
tedaviye başlamadan sigaranın bırakılması başarı şansını olumlu yönde
etkilemektedir. Gebeliği süresince
sigara kullanan kadınlarda, düşük
yapma ve prematür bebek doğurma
riski artmaktadır.
Yapılan bir çalışmada, aktif olarak sigara içen kadınların bir günde içtikleri sigara sayısına bağlı olarak gebe
kalmada sorun yaşamadıkları ve sigara içmeyen kadınlarla karşılaştırıldığında bu kadınların en az 3-12 ay
daha geç bir sürede gebe kaldıkları
belirlenmiştir. Bunun yanında, kadının eşinin sigara içmesi nedeniyle
pasif sigara dumanına maruz kalması
da kadınların üreme fonksiyonlarını
olumsuz olarak etkilemektedir.
Sigara içen kadınlarda yumurtalıklarından salgılanan estrojen hormonu
düzeyindeki azalma, yumurtalıkların
fonksiyonlarında azalmaya neden
olmakta ve yumurtalıklarda folikül
hücrelerinin gelişmesini sağlayan
hormon (FSH) düzeyini yükseltmektedir. Yumurta hücresinin gelişmesini sağlayan hormon düzeyleri (FSH)
sigara içen kadınlarda, içmeyenlere
göre önemli oranda yüksektir. Yapılan bir çalışmada, yumurta hücresinin gelişmesini sağlayan hormon
(FSH) seviyesinin aktif olarak sigara
içenlerde içmeyenlere göre %66;
pasif olarak sigara dumanına maruz
kalanlarda ise %39 oranında daha
yüksek olduğu belirtilmektedir.
Sigara en önemli kanser nedeni. Kanser tedavileri hem kadınlarda hem de
erkeklerde kalıcı kısırlığa neden oluyor. Tedavi öncesi sperm ve yumurta
dondurulması anne ve baba olma
şansını sağlıyor.
Sigara tüm dünyada kanserin en
önemli önlenebilir nedenidir.
Sigara; Türkiye’deki kanser kaynaklı
ölümlerin 4’ünden biri ve tüm kanserlerin neredeyse yaklaşık beşine
açıklama getirmektedir. Beş akciğer
kanseri vakasının dördünden daha
fazlası sigaradan kaynaklanmaktadır.
Akciğer kanseri tüm kanserler içinde
hayatta kalma oranı en düşük olandır
ve Türkiye’deki kanser ölümlerinin en
yaygın olanıdır. İyi haber ise şudur:
bu ölümlerin çoğu sigaranın vaktinde bırakılması ile önlenebilir.
Sigara kullanmak ayrıca over (yumurtalık) kanserinin bir türü ve bazı lösemi türlerinin yanı sıra ağız, larenks
(gırtlak), farenks (üst yutak), burun ve
sinüsler, özefagus (yemek borusu),
karaciğer, pankreas, mide, böbrek,
mesane, serviks ve bağırsak kanserleri de dahil olmak üzere bir düzine
kansere yakalanma riskini de arttırmaktadır.
Sigara kullanmak ayrıca akut miyeloid lösemi adı verilen bir kan kanseri
ve kadınlarda servikal kanser riskini
de arttırmaktadır.
Kanser tedavileri kalıcı olarak kısırlığa neden olsa bile üreme sağlığını
koruma seçenekleri kanser sonrasında çocuk sahibi olabilmek için
büyük umutlar sağlamaktadır. Kanser hastaları, doğurganlıklarını korumak için çok kısa bir zaman dilimine
sahiptir ve hastalar için bu zaman
çok önemlidir. Örneğin çoğu hasta
ameliyat ile tedavi arasında sadece
2 ila 6 haftalık boşluğa sahiptir. Bu
boşluk üreme sağlığını korumak için
uygundur. Kanser hastalığı doğası
gereği tedavisi ertelenemez bir önceliğe sahiptir. Kanserin erken teşhis
edilmesi ve tedavideki gelişmeler
hastalığın giderilmesinde büyük başarılara ve dolayısıyla da hastalıksız
geçirilen yaşam süresine uzamasına
neden olmaktadır. Bu amaçla yapılan kemoterapi ve radyoterapi gibi
ağır tedaviler maalesef üreme ile ilgili hücre ve sistemleri olumsuz yönde
etkilemektedir.”
Erkekler İçin Durum
İlk olarak bilinmesi gereken nokta;
kanser tedavisi gören kişilerde kullanılan kemoterapi-radyoterapinin
sperm hücreleri üzerinde olumsuz
etkilediğidir. Ayrıca erkeklerde testisleri (yumurtalıkları) ilgilendiren
tümörlerde yumurtalıkların alınması
da söz konusu olabilir. Bu bağlamda
kanser tanısı almış erkeklerde gerek
cerrahi gerek tedavi üreme fonksiyonlarını etkilemektedir.
Alternatif Yöntem: Sperm Dondurmak
Tüp bebek tedavilerinde sperm
dondurma 30 yılı aşkın süredir başarıyla uygulanmaktadır. Dondurulmuş spermle yıllar sonra bile sağlıklı
gebelikler elde edilebilmektedir.
Dondurulmuş spermle elde edilen
gebeliklerde bebeklerde herhangi bir olumsuz gözlenmemektedir.
Sperm dondurma basit ve nispeten
daha ekonomik bir işlemdir. Burada
önemli olan kanser tanısı almış üreme çağındaki erkeklerin bilgilendirilmesidir. Kanser sonrası hayatlarında
üreme fonksiyonlarını kaybetmemek
için sperm dondurma alternatif olarak değerlendirilmelidir. Sperm dondurma ülkemizde birçok merkezde
başarıyla uygulanmaktadır.
Kadınlar için durum
Üreme çağında görülen kanserlerin
tedavisi amacı ile verilen kemoterapi
ve radyoterapiden sonra yumurtalık
fonksiyonlarında belirgin bir azalma,
adetlerin tamamen kesilmesi ve doğurganlığın kısmen veya tamamen
kaybı söz konusu olabilmektedir.
Olumsuz etki tedavinin yapıldığı yaşla doğru orantılı olup 30’lu yaşlardan
sonra verilen kemoterapi ve radyoterapi sonrasında önlem alınmadığı
takdirde doğurganlık neredeyse tamamen kaybolmaktadır. Yirmi yaşından önce tedavi gören kadınlarda
ve genç kızlarda, adetten tamamen
kesilme oranı %17 ve kendiliğinden
gebe kalma oranı %28 iken, 25 yaşından sonra aynı oranlar %90 ve %5’tir
. Kemik iliği nakli yapılan kadınların ise teorik olarak gebe kalabilme
şansları sıfıra düşmektedir. Radyasyon tedavisi uygulanacak kadınlarda
ise radyasyonun olumsuz etkisinden
yumurtalıkları korumak amacı ile laparoskopi ile yumurtalıkların yerlerinin değiştirilmesi gerekir. Bu şekilde
yumurtalık fonksiyonları %60 - 100
oranında korunacaktır.
Doğurganlık temelde yumurtalığın bir fonksiyonudur. Yumurtalığın
içindeki yumurta sayısının doğumla
birlikte başlayarak giderek azaldığı
kabul edile gelmiştir. Kadınlar belirli
bir sayıda yumurta hücresi ile doğmakta, yıllar içerisinde yumurta sayısı gittikçe azalmakta ve menopozda
artık yumurtalıklarda yumurta hücresi kalmamaktadır. Bu durum, özellikle ileri yaşta çocuk sahibi olmak
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
27
isteyen kadınlarda büyük zorluklar
doğurmaktadır. Kısırlık tedavisinde
de yumurtalık kapasitesi çok önemli
bir değişkendir. Tüp bebek tedavilerinde tedavinin başarısı en derinden
etkileyen faktör kadının yumurtalık
kapasitesidir. Kapasitenin azalmasına
bağlı olarak yumurtalıklardan yeterli
yanıt alınamıyorsa tedavide başarı
şansı belirgin olarak düşmektedir.
Son zamanlarda yapılan bazı araştırmalarda yumurtalık içinde döl hücresi oluşturma kapasitesine sahip kök
hücrelerin varlığı dikkati çekmiştir.
Yumurtalıklar içerisinde yer alan ve
sayı kısıtlılığı bulunmayan yüzeysel hücreler, belirli şartlarda kültüre
edildiklerinde yumurta hücresine
dönüşebilmektedir. Dolayısıyla bu
hücreler kök hücre görevi üstlenerek yeni bir yumurta hücresi kaynağı
oluşturmaktadır. Bu çalışmaların klinik uygulamaya geçirilebilmesi için
zamana ve daha ileri araştırmalara
ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak yine de
devrim niteliğinde sayılabilecek bu
gelişmelerin kadınların doğurganlık ve menopoz gibi hayatlarının en
önemli sayılabilecek dönemlerindeki
sorunlara çare olabileceği açıktır. Diğer bir gelişme ise kök hücrelerden
kadın ve erkek döl hücresi geliştirilmesi ile ilgili çalışmalardır. Üremeye
yönelik olmayan klonlama teknikleri
ile elde edilen embryonik kök hücrelerin kültür ortamında gamet adı verilen döl hücrelerine dönüştürülmesi
ile ilgili çalışmalar devam etmektedir.
Hayvanlar ve özellikle fareler üzerinde yapılan bu çalışmalarda embryonik kök hücrelerden döl hücresi
benzeri hücreler geliştirilmiş ancak
bu hücrelerin bölünmelerinde problemlerin olduğu dikkati çekmiştir .
Yumurtalık içindeki kök hücrelerden
yeni yumurta yapımı veya klonlanmış embryonik kök hücrelerden yumurta veya sperm yapımı gelecekte
önemli teknolojik gelişmeler olarak
klinik uygulamalarımızda yerlerini
alana dek bugün elimizin altındaki seçenekler nelerdir? Bugün için
evli ve doğurganlığını ertelemek
niyetinde olan kadınların özellikle
37 yaşın üzerindekilerin tüp bebek
tedavisi yaptırıp döllenmiş yumurtlarını (embryo) dondurarak saklama
seçeneğini ciddi olarak düşünmeleri
gerekir. Bunun bir seçenek olmadığı
veya istenmediği durumlarda ise elimizdeki olasılıklar şunlardır:
28
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Yumurta dondurulması: Yumurtaların
dondurulması için iki yöntem mevcuttur. Bunlarda ilki yumurtalıkların
tüp bebek yönteminde olduğu gibi
ilaçlarla uyarılmasını takiben yumurtaların toplanması ve döllenmeden
dondurulmasıdır. Diğeri ise ilaç ile
uyarılma yapılmadan olgunlaşmamış
yumurtaların toplanması ve dondurulmasıdır. Özellikle son yıllardaki
gelişmeler (kültür vasatları, vitrifikasyon yöntemleri, CryoTop) sonrasında
yumurta dondurulması daha başarılı
hale gelmiş ve gebelikler bildirilmeye
başlanmıştır. Ancak yumurtanın bölünme ile ilgili yapılarının dondurulma
ve çözülmeye karşı olan hassasiyeti
bu yöntemin taze yumurtalar ile yapılan tüp bebek uygulamaları ile kıyaslandığında daha başarısız olmasına
neden olmaktadır. Buna rağmen yumurta dondurulmasında artan başarı
ile bu yöntemin doğurganlığını korumak isteyen kadınlarda giderek daha
fazla kullanılacağı açıktır. Yumurtalık
uyarılmadan toplanan olgunlaşmamış yumurtaların dondurulması diğer
bir yöntemdir ve az sayıda gebelik bildirilmiştir. Bu yöntem henüz deneysel
olarak kabul edilmektedir.
Yumurtalık dokusu dondurulması:
Yumurtalık dokusu dondurulması
son zamanlarda gündeme gelmiş bir
uygulama olup henüz bu yöntemle
doğum yapan dünyada 2 kadın mevcuttur. Cerrahi yöntemler (genellikle
lapasokopi) ile alınan yumurtalık dokusu veya yumurtalığın tamamı dondurulur. Dondurmadan önce doku
ince şeritler şeklinde kesilir. Gerektiğinde bu doku ortotopik (yumurtalığın anatomik olarak bulunduğu yere)
veya heterotopik (vücutta başka bir
yere ) nakledilir. Ortotopik transplantasyon sonrası bir gebelik bildirilmiş
ise de bunun transplante edilen yumurtalık dokusundan mı yoksa yerinde duran yumurtalıktan mı oluştuğu
konusunda bilimsel camiada tartışmalar olmuştur . Heterotopik transplantasyon sonrasında ise yumurta
elde edilmiş ve 4 hücreli embryo aşamasına kadar getirilmesine rağmen
gebelik henüz elde edilmemiştir
Uygulanan tedavinin şekli, dozu, süresi ve hastaların yaşı kanser tedavisi
sonrası erken menopoz riskinin ne
oranda olacağını belirlemektedir;
1. 33-35 yaş ve üzerindeki hastalar
2. Alkilleyici denilen kemoterapi ilaç-
larını alan hastalar (örneğin siklofosfamid)
3. Kemik iliği nakli öncesi yüksek doz
kemoterapi ve ışın tedavisi alan
hastalar
4. Etkisi henüz bilinmeyen yeni tedavi formlarını alan hastalar
5. Az toksik etkili tedavileri yüksek
dozda veya uzun süre alması gereken 33-35 yaş üzerindeki hastalarda kalıcı yumurtalık yetmezliği ve
erken menopoz riski daha fazladır.
Seçenekler
Tek bir fertilite koruyucu seçenek olmayıp hastanın yaşı, cinsel olarak aktif olması ve partnerinin bulunup bulunmaması gibi pek çok faktöre bağlı
olarak değişmektedir. Aşağıdaki tablo mevcut stratejileri özetlemektedir.
Yumurtalık Dokusu Dondurulması
Yumurtalık dokusu dondurulması
özellikle blu çağı öncesi çocuk hastalar ile yumurta veya embryo dondurulmasının bekar veya partneri
olmayan erişkin hasta grubunda düşünülmelidir.
Embryo Dondurma
Eğer hastanın eşi veya partneri varsa ve kanser tedavisi öncesi yeterli
zaman varsa embryo dondurma en
oturmuş tedavi şeklidir. Östrojen ve
metabolitleri meme kanseri hücrelerinin çoğalması ve yayılmasında rol
oynadıkları için meme kanserli olgularda standard tüp bebek protokolleri yapılamaz. Bu hastalarda yakın zamanda yapılan çalışmalarda
meme kanserinin tedavisinde zaten kullanılan aromataz inhibitörleri
(letrozol) ile tüp bebek yapılarak elde
edilen embryoların dondurulabileceği biildirilmektedir. Uzun dönem sonuçlar henüz bilinmemektedir.
Yumurta (Oosit) Dondurma
Oosit dondurulması genç adolesan
hastalar ile erişkin dönemde olupta eşi veya partneri olmayan veya
oositinin verici sperm ile döllenip
saklanmasını istemeyen hastalarda
düşünülmesi gereken bir seçenektir.
Ancak ne varki embryo dondurulmasının tersine başarı oranları hala çok
düşüktür.
kapakkonusu
BİR TANE
SİGARA
ÖMÜRDEN
5 DAKİKA
KISALTIYOR
Dr. Sibel Meryem ALPAR
Göğüs Hastalıkları Uzmanı
Sigara, ‘zehirli bir bitki olan tütünün
ince bir kağıt içine sıkıştırılarak sarılmış hali› olarak tanımlanır. Sigara dumanında vücut için zararlı 4 binden
fazla madde bulunur ve bunlardan
en tehlikelileri nikotin, karbonmonoksit, katrandır. Sigara içenlerde el
ve ağız alışkanlığı bulunur. Günde içilen sigara sayısı ne kadar fazlaysa, bu
alışkanlık o kadar güçlüdür.
Sigara ‘kendi kendine bırakma’ ve ‘etkinliğini kanıtlamış tıbbi tedavi’ ile bırakılabilir. Bağımlıların bir kısmı sigarayı birden, kendi kendine bırakabilir.
Kendi kendine bırakmakta zorlanan
kişilerde en etkili tedavi ise hekim
gözetiminde bilimsel yöntemlerin
kullanılmasıdır. İlaç tedavisi hekim
kontrolü ve danışmanlığında uygulanmalıdır. Sigarayı bırakmak için 3
yöntem uygulanabilir, bunlar nikotin
yerine koyma tedavisi, bupropion
HCl tedavisi ve varaniklin tartarat
30
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
tedavisidir. Nikotin yerine koyma tedavisi bağımlılarda sigara bırakırken
oluşan yoksunluk belirtilerini giderir.
Bunun nikotin bandı, nikotin sakızı,
nikotin burun spreyi ve nikotin kartuşu gibi farklı formları vardır.
Sigarayı bırakamayacağınızı asla düşünmeyin, karamsarlığa izin vermeyin. Bırakmak için kendinize bir gün
belirleyin ve o gün bırakma konusunda kararlılığınızı koruyun. Sigarayı bırakmayı isteme nedenlerinizi
listeleyin. Bırakma nedenleri listesini
her zaman görebileceğiniz yerlerde
bulundurun. Yanınızda taşıyın, çevrenize asın. Bırakma kararınızı arkadaşlarınız ve ailenizle paylaşın ve size
destek olmalarını isteyin. Evinizde
ve iş yerinizde sigara ve sigarayı hatırlatacak çakmak, sigaralık ve küllük
gibi eşyaları kaldırın. Cebinizde veya
çantanızda sigara, çakmak taşımamaya çalışın. Bağımlılık yapıcı bir
maddeden kurtulmak güçtür; ancak
imkânsız değildir. Kararlılıkla başarılır.
Pek çok bağımlının zorlandığı nikotin
yoksunluk belirtileri geçicidir ve en
çok zorlayacağı süre ilk 2-3 haftadır.
İçilen bir tane sigara, insan yaşamından 5 dakika kısaltır. Sigaraya harca-
nan para ile Türkiye’de yılda 4 fabrika
yapılabilir. 9 ile 17 yaş arası gençlerimizin yüzde 16’sı sigara, yüzde 11’i
alkol, yüzde 2,9’u uyuşturucu kullanıyor. Dünyada yaklaşık 184 milyon
kişi uyuşturucu bağımlısı... Cinayet,
boşanma, hırsızlık, intihar, trafik
kazaları gibi suçların yüzde 80’inin
sebebi alkoldür. Ülkemiz sigaraya
bağlı hastalıkların tedavisi için her
yıl 8,5 milyar dolar harcamaktadır.
Türkiye’de her yıl 200 bin, dünyada
ise her 13 saniyede 1 kişi sigara sebebiyle ölmektedir
Dr. Sibel Meryem Alpar
Prof. Dr. Arzu YORGANCIOĞLU
Türk Toraks Derneği Genel Başkanı
Astım, hava yollarının ataklar (krizler)
halinde gelen tıkanmaları ile karakterize bir hava yolu hastalığıdır.
Hava yollarında mikrobik olmayan
bir iltihap vardır bu nedenle şiş ve
ödemlidir ve dolayısıyla da uyaranlara aşırı duyarlıdır. Hastalar ataklar
arasında kendilerini iyi hissederler.
Ancak toz, duman koku gibi uyaranlar ile sağlıklı kişilerde ortaya çıkmayan hemen öksürük, nefes darlığı ve
göğüste baskı hissi gibi yakınmalar
ortaya çıkar. Astım her yaştan bireyi
etkileyebilen ve kontrol altına alınamadığında kişinin günlük yaşam
kalitesini ciddi olarak sınırlayabilen
kronik (müzmin) bir hastalıktır.
Astım tüm dünyada yaklaşık 300
milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen ciddi bir halk sağlığı sorunudur.
Ülkemizde yaklaşık her 100 erişkinden 5-7’sinde, her 100 çocuktan 1315’inde görülmektedir.
Genetik ve çevresel risk faktörlerinin
etkisiyle ortaya çıkmaktadır.
Bu hastalığa farkındalığı artırmak
adına her yıl “ Mayıs ayının ilk Salı
günü” tüm dünyada etkinlikler düzenlenmektedir.
Ülkemizde de Sağlık Bakanlığı, Türk
Toraks Derneği ve Türkiye Ulusal Allerji ve Klinik İmmünoloji derneği ile
işbirliği içinde, Dünya Sağlık Örgütünce kurulan GARD (Global Alliance
Against Respiratory Diseases) Türkiye
Projesi (www.gard.org.tr ) çatısı altında 5 mayıs 2015 de hastalar , hasta
yakınları ve sağlık çalışanları için ülkemizin bir çok ilinde eğitim toplantıları düzenlenmektedir bu toplantılar için amaç doktorla yakın iş birliği
ve düzenli ilaç tedavisi ile astımlıların
hayatlarını kısıtlanmadan yaşayabileceklerini vurgulamaktır.
astım alevlenme (atak) nedeniyle acil
servise başvurmaktadır. Astım kontrolünü güçleştiren etkenler arasında
ilaçların doğru teknikle ve düzenli
kullanılmamasının yanı sıra, sigara
dumanı, alerjenler ve kimyasallar gibi
tetikleyicilere maruz kalmak ve obezite sayılabilir. Ülkemizde astımlı hastaların %10’undan fazlasının halen
sigara içmekte olduğu ve %30-40’nın
obez olduğu bildirilmiştir. Yapılan
araştırmalarda sigarayı bırakmanın
ve obez hastaların kilo vermesinin,
astımın kontrolünü kolaylaştırdığı
gösterilmiştir.
Bu nedenle bu yıl sloganımız “Astımınızı kontrol altına alabilirsiniz” ve
“Astım ilaçlarımı doktorumun önerdiği şekilde kullanıyorum, astımdan
korkmuyorum” dır.
Astımla tamamen normal bir yaşam
mümkündür ve bu ulaşılması zor bir
hedef değildir. Burada kilit nokta hasta-hekim işbirliği, yol arkadaşlığıdır.
haber
DÜNYA ASTIM GÜNÜ
Astım tedavisinin amacı işte bu kontrolün sağlanmasıdır. Uygun ilaç tedavisi ile, astımlılar iş ve okul dahil
günlük yaşamlarına, hastalık nedeni
ile herhangi bir kısıtlanma olmadan
devam edebilirler. Spor ve hobilerini
yapabilirler. Astım ilaçlarının büyük
bir kısmı soluk alma yolu (inhalasyon) ile kullanılan ilaçlardır ve bu
yolla daha az yan etki ile direk hava
yollarında istenen tedavi edici etkiyi
oluştururlar.
Astımı tamamen kontrol altında olan
hasta sayısı dünyada ve ülkemizde
ne yazık ki halen istenen düzeyde
değildir. 4 astımlıdan biri yılda bir kez
Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
31
HACETTEPE DAHİLİYE ALBÜMÜ
Doç.Dr. Ömer KARADAĞ
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Romatoloji Bilim Dalı
Önceleri öğrencisi, sonra asistanı bugün ise Öğretim Üyesi olma onur ve
gururunu yaşadığım Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
Anabilim Dalında ‘Dahiliye’ anlayışı
ile yetişmenin hastalara yaklaşımda
farklılığını hep hissettim.
Üniversite, Tıp Fakültemiz ve Anabilim Dalımızın bu günlere gelişinde
ve ‘Dahiliye Anlayışı’nın oluşmasında,
başta Sayın Prof. Dr. İhsan Doğramacı ve Sayın Prof. Dr. Şeref Zileli olmak
üzere birbirinden değerli ve özverili
hocalarımız katkıda bulunmuş ve
Hocabey’in ‘Daha ileriye en ileriye’
düsturu yol gösterici olmuştur.
Meslek hayatım boyunca tıp eğitiminin sadece amfi veya servislerden
ibaret olmadığı ve her türlü bilginin
bazen farkında olmadan difüzyonla
da öğrenildiği, belki de usta-çırak ilişkisinin başka başka normlarla yaşandığı bir süreç olduğunu düşündüm.
Bu sürecin bizden sonraki nesillere
aktarımı ve bizden sonraki arkadaşların bu meşaleyi daha ileriye taşıyabilmelerinde kısmen de olsa destek
olabilmek için böyle bir albümü hazırlamayı amaçladık.
32
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Hacettepe İç Hastalıkları Anabilim
Dalı’nın vizyonu, hangi yan bilim dalında olursa olsun, yola önce iyi bir
dahiliyeci olarak başlanırsa daha iyi,
daha bilgili ve daha güçlü bir yan dal
uzmanı olunabileceği şeklindedir.
Ayrıca bilgili ve tam donanımlı dahiliyeciler yetiştirmeyi kendine misyon
olarak kabul etmiştir. Dahiliye eğitimi
de bu kapsamda bir bütün olarak değerlendirilmelidir.
2015 yılında da geçmişinde olduğu
gibi, Hacettepe İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nın multidisipliner bir bütün
olması gerekliliği, Anabilim Dalımız
öğretim üye ve elemanlarının çoğunluğunun ortak görüşüdür.
Bu misyon gereği dahiliye uzmanları, özellikle tanının güç konulduğu
kompleks hastaların bakımı için eğitim alırlar. Bu kapsamlı eğitimde, bir
hastadaki değişik vücut sistemlerini
etkileyen problemlerin tanı ve tedavisinde ustalık edinmekte ve hastalığın hastada yaratacağı sosyal ve psikolojik yönleriyle de ilgilenmek üzere
eğitilmektedirler.
seminer ve çalışma grubu toplantıları ile hem hasta hem de hekimlere
yönelik eğitim çalışmalarına devam
edilmektedir. Bu eğitim Mezuniyet
öncesi ve sonrası dönemleri kapsamaktadır.
Sayın Dr. Serhat Ünal ve Dr. Mustafa
Arıcı ile 2012 yılında tohumlarını attığımız ‘Hacettepe Dahiliye Albümü’
ne mutlu ki baskı formatına erişti.
Bu albüm kıdemli hocalarımızın anıları, fotoğrafları, Rektörlük, Dekanlık
ve Anabilim Dalı arşivleri ile Mantar
Dergilerinden yararlanılarak oluşturulmuştur. Katkıda bulunan hocalarımıza, mesai arkadaşlarıma ve Anabilim Dalımız tüm çalışanlarına sonsuz
şükranlarımı sunarım.
Bu albüm, yetişmemizde emeği geçen tüm büyüklerimize ithaf olunmuştur.
Kurulduğu günden 2015 yılı başına
kadar toplam 467 iç hastalıkları uzmanı ihtisasını tamamlamış ve gerek
yurtiçi gerekse yurtdışı çeşitli kurumlarda uzman, öğretim üyesi, klinik şefi
veya araştırmacı olarak çalışmalarına
devam etmiş ve etmeye devam etmektedir.
Ulusal ve uluslararası birçok kongre,
Doç. Dr. Ömer KARADAĞ
röportaj
Türk Kızılayı Genel Başkanı
AHMET LÜTFİ AKAR:
“BAĞIŞLANAN 1 KAN KURTARILAN 3 CAN”
Kan bağışı konusunda önemli mesafeler kat eden ve Türkiye’nin ihtiyacı olan kanın tamamını
karşılamak için çalışan, TÜRKÖK projesi ile kemik iliği bekleyen hastalara da umut olan
Kızılay’ın bu alandaki çalışmalarını anlatan Türk Kızılayı Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar,
gelecek dönem çalışmalarına ilişkin de detayları paylaştı.
Kızılay’ın yarım asırdan daha fazla
kan bağışı aldığını ama 2005 yılında
başlatılan Güvenli Kan Temini Projesi
ile bu alanda atılım gerçekleştirdiğini, Türkiye’nin en önemli problemlerinden birine köklü çözüm getirdiğini söyleyen Genel Başkan Akar, “2005
yılında yaklaşık 300 bin ünite kan
aldık. Aradan 10 yıl geçti. Şimdi 2 milyon rakamından bahsediyoruz. 2015
yılı hedefimizi 2 milyon 32 bin olarak
belirledik. Bu çok önemli bir gelişmedir. Gurur duyuyoruz” dedi.
Kan, tek kaynağı insan olan hayati
bir sıvıdır. Bu açıdan değerlendirecek
olursak, kan vermenin önemine değinir
misiniz?
Sizin de belirttiğiniz gibi kanın tek
kaynağı insan olunca daha fazla üzerinde durulması, ciddiye alınması
34
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
ve tüm toplumun özen göstermesi
gereken bir konu oluyor. Bu işi toplum adına Türk Kızılayı yürütüyor.
Toplumu bilinçlendiriyor, kan bağışının önemini anlatıyor, kan bağışına
özendiriyor ve Türkiye’nin dört bir tarafında kan merkezleri açıp, her gün
yüzlerce ekiple vatandaşın ayağına
gidip kan bağışı alıyor.
ğışçısı adayı olabilir. Türk Kızılayı olarak 18 yaşını dolduran her bireyin
kan bağışçısı olması için çalışmalarımız hızla devam ediyor. Özellikle
üniversitelerde Hedef 25 projesi yürütüyoruz ve önemli mesafe aldık.
Her geçen gün daha fazla gencimiz
düzenli kan bağışçısı oluyor.
Bizim bir sloganımız var: “Bağışlanan
1 kan kurtarılan 3 can”. İşte tam da bu
nedenle kan bağışlamak çok önemli.
Ülkemizin hemen her hastanesinde
kan bekleyen hastalarımız var. Hepimizin bunu düşünmesi, sağlıklı her
bireyin de kan bağışında bulunması
gerekiyor.
Kimler kan veremez?
Kimler kan verebilir?
Kan bağışı asıl olarak hasta bir kişiye
şifa vermek demektir. Bu nedenle kanın hastalıklı olmaması esastır. Kan
bağışlamak isteyen kişiye yönelttiğimiz sorular ve kan bağışı aldıktan
sonra uyguladığımız testlerin tamamı kanın her yönüyle hastaya nakledilmesine elverişli olmasını garantiye
almak içindir.
18-65 yaş aralığında, 50 kilogramın
üzerindeki her sağlıklı birey kan ba-
Hepatit B ve Hepatit C hastaları, tedavilerini tamamlamış olsalar bile
kan bağışında bulunamazlar. AIDS
hastalarından da kesinlikle kan bağışı
kabul edilmez. Hamilelerden de kan
bağışı alınmaz. Kısacası sağlıklı bireylerin haricindeki kimseden kan bağışı kabul etmiyoruz. Eğer kişi sorulan
sorulara yanıltıcı bilgi vermişse bile
laboratuvarlarımızda uyguladığımız
testler gerçeği ortaya çıkarıyor. Eğer
bağışlanan kanda bulaşanlar tespit
edilirse imha ediliyor ve kişiye de konuyla ilgi bilgi veriliyor.
Sağlıklı bireylerin ne sıklıkla kan
vermesini öneriyorsunuz?
Cinsiyete göre kan bağışı aralığı değişiklik gösteriyor. Erkekler 90 gün
arayla kan bağışında bulunurken, kadınlardan 120 gün arayla kan bağışı
alınıyor.
Kan vermenin kişiye ne tür olumlu
dönüşleri olur?
Kan bağışlamanın sağlığa herhangi bir zararı olmadığı gibi faydası da
tıbbi olarak kanıtlanmış değil. Kan
bağışçısına manevi olarak doyum
sağlar. Yapmış olduğu bağış ile tanımadığı üç kişinin hayatını kurtarmak
bağışçıyı mutlu eder. Sadece kana
ihtiyacı olan hastalara faydası vardır.
Hayat kurtarıcıdır.
Kan verme hakkında bilinen yanlışlar
nelerdir? Kuşkusuz ki doğru bilinen bu
yanlışlar, kan bağışının önüne geçiyor.
Türk Kızılayı olarak Türkiye’nin ihtiyacı olan kanın tamamını karşılamak için çalışırken diğer taraftan da
vatandaşlarımızı bilgilendirmek için
gayret gösteriyoruz. Bu çalışmalar
içinde yanlış bilinenler önemli bir
yere sahip.
Kan bağışlamanın kilo aldıracağı, bağımlılık yaratacağı veya kişiyi kansız
bırakacağı gibi yanlış inanışlar var.
Ramazan ayında yaşadığımız yanlış inanışlardan biri ise kan bağışlamanın orucu bozduğu yönünde.
Mücadelemizden biri de bu yanlışı
düzeltmek. Ramazan’da oruçlu vatandaşlarımızın kan bağışında bulunmasının uygunluğu fetva ile de
bildirilmiş olmakla birlikte, kan bağışlarında düşüş yaşanmaktadır. Kan
bağışçısının kanun ve rehberde belirtildiği şekilde, yorgun, aç ve uykusuz
olmaması gerekmektedir. Ramazan
ayında yaşanan kan bağışı düşüşlerini azaltmak için iftar sonrası da kan
bağışı alımı çalışmalarını sahur vaktine kadar düzenliyoruz. Yurt genelindeki tüm ekiplerimiz planlamalarını
bu şekilde organize etti. Kan bağışlarında düşüşün yaşandığı Ramazan
ayında hastaların kan ihtiyacının karşılanmasına vatandaşlarımızın duyarsız kalmamasını, sağlıklı herkesin
düzenli olarak kan bağışında bulunmasını bekliyoruz.
Türkiye’de kan verme oranlarına değinir
misiniz?
“Güvenli Kan Temini Programı”nın
başladığı 2005 yılından bu yana gerçekleştirdiğimiz çalışmalarımız sonucunda kan bağışında sürekli artış eğilimi görülüyor. 2005 yılında 342 bin
ünite olan kan bağışı rakamı 2013 yılı
sonu itibariyle 1 milyon 640 bin 882
üniteye ulaştı.
Ülkemizin yıllık kan ihtiyacı tam bilinmemekle birlikte 2.350.000 ünite
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
35
olduğu tahmin edilmektedir. 2014
yılında bu oranı daha fazla yukarı
çekmiş olacağız. Yıl sonu kan bağışı
hedefimizi ise 1 milyon 868 bin olarak belirledik ve bu hedefe ulaştık.
2015’te ise 2 milyon 32 bin ünite kan
almayı hedefliyoruz. İlk 3 ayda 470
bin ünite kan aldık. Bu hedeflerimizi
yakalayacağımız anlamına geliyor.
Sizce, Türkiye kan bağışı konusunda
yeterli hassasiyete sahip mi? Yeterli
olmayan bağışları artırmak için neler
tavsiye ediyorsunuz?
Yıllara göre kan bağışı artışlarına
baktığımızda vatandaşlarımızın bilinçlendiğini, düzenli kan bağışçısı
sayısını her geçen gün arttığını görüyoruz. Önümüzdeki birkaç yıl içinde
Türkiye’nin ihtiyacı olan kanın tamamını karşılamış olacağız.
Bu noktada belirtmek istediğim bir
konu daha var. Kan acil değil sürekli
ihtiyaçtır. O nedenle kan alımını yıl
boyunca, aralıksız gerçekleştiriyoruz.
Ramazan ayında ve yaz mevsiminde
yaşanan kan bağış oranlarındaki düşüş, şifa bekleyen hastalar için sorun
oluşturuyor. Vatandaşlarımızdan isteğimiz, düzenli ve sürekli kan bağışçısı
olmalarıdır.
36
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
“Kızılay” kan bağışını artırmak için ne
gibi projeler yürütüyor?
Türk insanı kan bağışını çok sevdi.
Bizim yapmak istediğimiz de buydu.
Bunun için titiz bir çalışma gerçekleştirdik. Milyonlarca insana ulaştık,
ulaşmaya devam ediyoruz.
Bağışların yüzde 60’ını sürekli bağışçılardan sağlamak yönünde, yurt
genelinde projeler hayata geçiriyoruz. Kan bağışını artırmaya yönelik
yıl boyunca devam eden reklam
kampanyaları yapıyoruz. Tüm Türkiye
genelinde ise kan bağışının önemini
anlatıyoruz, toplantılar düzenliyoruz. Kan merkezlerimizdeki uzmanlar toplu kan bağışı alınacak kurum
ve kuruluşlarla irtibata geçiyorlar.
Son dönemde bunun olumlu sonuçlarını daha fazla almaya başladık.
Türkiye’nin dört bir tarafında kan bağışı rekoru kırmak için çaba gösteren
kurum ve kuruluşlar var. Özellikle belediyeler bu konuda önemli destekte bulunuyorlar. Tüm bu çalışmalar
vatandaşlarımızı kan vermeye, hayat
kurtarmaya yönlendiriyor. Gelişmeler hem bizim, hem de Türkiye için
sevindirici. Vatandaşlarımızın Türk
Kızılayı’na güveni ise gurur verici.
Kızılay’ın uygulamaya soktuğu Nat testi
nedir? Kandan hastalık bulaşmaması
için bu testin öneminden bahsedebilir
misiniz?
Sağlık Bakanlığının ülkemizde, kan
bankacılığında standart olan Hepatit ve AIDS için yapılan ELISA testlerine ek olarak, NAT testlerinin de
standart olan tüm kan bağışlarında
uygulanmasına karar vermiştir. Kan
bankacılığında rutin kan bankacılığında uygulaması henüz ülkemizde
bulunmamaktadır. Kan bankacılığına
yönelik büyük bir NAT laboratuvarı
da bulunmamaktadır. Karara istinaden hazırlıklar başlatılmış olup ihale
tamamlanmıştır. Sağlık Bakanlığının
karar gereği Ağustos 2014 ‘de NAT
testlerinin rutin olarak uygulamaya
geçilmesine yönelik hazırlıklar ve çalışmalar devam etmektedir.
NAT laboratuvarlarının kurulması
laboratuvarların merkezileştirilmesi
kadar kritik bir karardır ve halen merkezi laboratuvarlarımızın bulunduğu
yerlere ikinci bir laboratuvar açılmasını gerektirmiştir.
Yapılacak olan NAT testleri sayesinde,
kan bankacılığındaki en büyük risklerden birisi olan pencere dönemle-
rinde hastalık bulaşlarına yönelik ekstra bir önlem alınmış olacaktır. Halen
kullanılmakta olan ELİSA testlerine
göre pencere dönemleri aşağıdaki
şekilde daha aşağılara çekilecektir;
HIV (AIDS) :Mevcut durumda 16-20
günken NAT testleri ile 11. güne kadar inebilecektir
Hepatit B : Mevcut durumda 56 günken NAT testleri ile 36. güne kadar
inebilecektir
Hepatit C : Mevcut durumda 60 günken NAT testleri ile 41. güne kadar
inebilecektir.
Bir de TÜRKÖK diye adlandırılan ulusal
kemik iliği bankası çalışmanız var. Bu
çalışmayı hangi aşamada?
2013 yılında Sağlık Bakanlığı ile imzalanan işbirliği protokolü çerçevesinde Kök Hücre Vericisi Kazanımına
yönelik çalışmalar yapılarak TÜRKÖK
Projesindeki en önemli adımlardan
birisi atılacaktır. Protokol kapsamında gönüllü kök hücre verici adayları
bulunacak, bilgilendirilecek ve toplanan numune tüpleri doku tiplemesi
yapılacak laboratuvarlara gönderilecektir. Böylelikle bir kök hücre vericisi
veri tabanı oluşturulacaktır. Hastaların doku tipi ile uyumlu bir numune
bulunabilirse, ilgili kök hücre bağışçısı bilgilendirilerek Sağlık Bakanlığına
yönlendirilecektir. Daha sonrasında
bağışçıdan kök hücrenin elde edilmesi ve diğer işlemler Sağlık bakanlığı sorumluluğundadır. Türk Kızılayı
olarak Kan Bankacılığı ile direkt ilgili
olmayan bir proje olmakla birlikte,
gönüllü bağışçı kazanımı söz konusu olduğu için birikim ve tecrübemiz
göz önünde bulundurularak bağışçı
kazanımından Türk Kızılayı sorumlu
tutulmuştur.
olmalarını sağlamaktır. Sağlık Bakanlığının Doku Tipleme Laboratuvarını
kurmasını takiben, bağış almaya başladık. 2014 ağustosundan bu güne
kadar 40 bin kök hücre bağışçısına
ulaştık.
İnfeksiyon
İnfeksiyon
etkeni
HIV/AIDS
Hepatit C
Hepatit B
HIV
İlk yıl için hedef 50.000 bağışçı olarak
belirlenmiştir. 3 yıl sonunda 250.000
bağışçıya ulaşılması hedeflenmektedir.
Şekil: (Nat testi ile bulaş tespiti için
kazanılan zaman)
Test Yöntemi
İnfeksiyonun
en erken
saptandığı
dönem
Anti-HIV Testi
HIV Ag+Ab Testi
21. günden
16. günden
NAT Testi
10. günden
Anti -HCV Testi
70. günden
Kazanç
(yaklaşık)
6-11 gün
58 gün
HCV
NAT Testi
12. günden
HBsAg Testi
56. günden
20 gün
HBV
NAT Testi
36. günden
Protokol imzalanması sonrasında
Sağlık Bakanlığını hazırlıkları ile paralel olarak Türk Kızılayı yapılanmasına
yönelik hazırlıklar belirlenmiş olan
iş takvimine göre götürülmektedir.
Mayıs ayı içerisinde Teknik eğitimler
tamamlanmış olacaktır. Bu amaçla
Bölge Kan Merkezleri bünyesinde birer “Kök Hücre Verici Merkezi” kurulmaktadır. İlk hedef gönüllü, düzenli
kan bağışçılarını bu konuda bilgilendirerek onların kök hücre verici adayı
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
37
sağlığımıziçin
6-12 MAYIS KAN BAĞIŞI HAFTASI
UNUTMAYIN KAN HAYAT KURTARIR
Sosyal medya kanallarının gelişmesiyle internet ve mobil cihazlar üzerinden kan arama
oranlarının artması üzerine genç girişimci Taylan Bolat tarafından oluşturulan “Kanbul”
projesi ile acil kan ihtiyacı olan kişiler kan vermek isteyenleri buluşturuyor.
Genç girişimci tarafından sadece
mobil uygulama ile başlatılan Kanbul projesi ile hiçbir ticari çıkar gözetilmiyor. Amaç sadece; acil kan
ihtiyacı olan kişileri, kan vermek isteyenlerle buluşturarak hayati bir
meseleye toplumsal çözüm sunmak,
insanları kan bağışına teşvik etmek,
toplumun bu konuda bilinçlenmesini sağlamak. Acil kana ihtiyacı olan
kişiler Kanbul projesinde sisteme
kan grubunu, adını, soyadını, bulunduğu şehir ve telefon numarası gibi
iletişim bilgilerini yazarak üye kaydını
yaparken, kan vermek isteyen duyarlı
vatandaşlar da ihtiyaç sahiplerine irtibat için bırakılan telefon numarası
ile ulaşabiliyor.
38
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Tek Yapmanız Gereken Üye Olmak
Kan ihtiyacı olan vatandaşların mobil cihazlar üzerinden kan bağışcılarına en hızlı şekilde ulaşabileceği bir
mobil uygulama portalı olan Kanbul,
kan bağışında bulunmak isteyen
vatandaşların sanal ortamda bağış
yapmalarına olanak sağlıyor. Kanbul Mobil Uygulamasını Apple Store
ve Google Play’den indirilmesiyle
sistem mobil cihaza yüklenerek, uygulama kullanıma hazır hale geliyor.
Unutmayın, kan hayat kurtarır, hiçbir
ücret ödemeden Kanbul’a üye olun
ve siz de bir hayat kurtarın.
Türkiye’de kullanılan mobil cihaz istatistikleri de şöyle:
Türkiye’de mobil internet kullanıcı sayısı: 23.7 milyon. (Kaynak: BTK)
Mobil internet kullanıcılarının %45’i
İOS, %31 ANDROİD işletim sistemli
cihaz kullanmakta.
Yüklenen
mobil
uygulamalar;
1-Oyun %53. 2-Müzik %39, 3-Sosyal
ağlar %33, 12-Sağlık %9.
ETİKTEN BİYOETİĞE, BİYOETİKTEN ÇEVRE
ETİĞİNE BİYOPOLİTİKALAR ÇEVRESEL BİYOETİK
Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği
ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı
Etik, insan - insan ilişkilerinde açık
uçlu sorulara “iyi - kötü” değerlendirmeleri ile yanıtlar bulmaya çalışırken,
onun önemli bir bileşeni olan sorumluluk insanla sınırlı tutulmaktaydı. İnsanın sorumluluk alanı biyoetik kavramıyla hayvanlar, bitkiler gibi tüm
canlıları kapsarken; çevre etiği ile
hava, su gibi tüm bileşenleriyle birlikte ekosistemle olan ilişkisine kadar
genişletilmiştir.
Geçmişte değerler felsefesi dar bir
mekanda, dar bir zaman diliminde
40
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
oluşan ikilemleri irdelerken, teknolojideki sınırsız, hızlı ve görünüşte gelişmenin yansımasıyla, günümüzde,
gelecek kuşaklar ve evren kavramları da ikilemlerde belirleyen olarak
önem kazanmıştır. Çevresel biyoetik
anlayışı toplumsal politikalar, çevre
sorunları, biyoetik kavramlar ile yakından ilgili olmalıdır
Çevre etiğinde başlıca iki yaklaşım
söz konusudur. İnsan merkezli “antroposentrik” görüş, ekosisteme insan için yararı ölçüsünde araç olarak
değer vermektedir; buna karşılık
ekosisteme özsel değer veren, amaç
olarak benimseyen “ekosentrik” bakış açısı ile çevre etiği, çevreyi kendi
değerinden ötürü özneleştirirken
sorumluluğu insana yüklemektedir.
Değer sisteminin, düşünen ve davranışlarından sorumlu olan varlıklar
olarak, insanlar için geçerli olduğu
ve değerlerin öznesinin insandan
başka bir şey olamayacağı, bu nedenle insan dışında (çevre, hayvan,
hava, bütün olarak ekosistem…)
varlıkların değer dünyamızda kendi
varlıklarından kaynaklanan ve amaç
olarak benimsenen değeri nedeniyle
olamayacağı savunuluyordu. Çevre
etiğinde düşünsel gelişmelerin sonucunda, ekosistemin sadece insana
yararı nedeniyle değil, kendi içsel değeri nedeniyle etiğin konusu olduğu savunulmaktadır. Bu bağlamda
çevresel biyoetik kavramı tüm canlı
varlıklardan, ekosisteme kadar genişleyen ilişkiler ağında ortaya çıkan etik
sorunları irdeler.
Diğer alanlarda da olduğu gibi, çevre
alanında da doğru eylem, ilgiyi izleyen bilginin sonucudur. Biyoetik bir
terim olan “buzda kaymak” konusunda çevre etiği açısından da dikkatli
olmak gerekir. (Buzda kaymak; eylemin tüm sonuçlarını kestiremediğimiz durumlarda iyi niyetle, doğru bir
amaca yönelik attığımız adımların insanlığı ve gelecek kuşakları felakete
sürükleyebilecek sonuçlar doğurabilme olasılığını ifade eden bir biyoetik
kavramıdır.) Bilgi veya ilgi eksikliği
çevre felaketleriyle sonuçlanmaktadır. Çevre etiğinin doğuşu, aslında
insanların kendi hayatta kalabilme
çabalarının bir sonucudur. Çevre etiği, devletlerin ve ülkelerin etkinlikleri
olarak evrensel düzeyde, profesyonel
düzeyde ve birey düzeyinde ele alınabilir. Günümüz insanı, ekosistem
ve sosyal hizmetlerin bozulmasından
kaynaklanan yetersiz beslenme, kirlilik ve hastalıklar nedeniyle yaşam
potansiyelini tam olarak kullanamamaktadır. Sosyal hizmetlerin bozulmasının yanında ekosistem de bu
bütünlük ve sağlığa yönelik önemli
tehditleri bünyesinde barındırmaktadır. Her ne kadar sosyal-sistemin
ve ekosistemin fonksiyonlarını tam
olarak yerine getiremediği gittikçe
kabul görse de, her iki sistemin sürdürülebilirliğine yönelik çok az sayıda girişim bulunmaktadır. Sürdürülebilirliğin sağlanmasına yönelik etik
yaklaşımlar çerçevesinde uygulamalı
etik, insanların ekosistem ve insan
sağlığı ile tekrar bütünleşmesini
sağlayacak sürdürülebilir bir toplum
oluşturmaya yönelik yönlendirici fikirler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Genel bir tanımlamayla biyoetiğin
konusu yaşamdır; sadece tıp etiğinin
ana konusu olan insan hayatı değil,
doğada var olan tüm organizmaların
yaşamıdır. Çevre etiğinin konusu ise
canlı ve cansız tüm öğeleri ile doğadır. Belki de biyoetikle çevre merkezci etiğin, ya da kısaca çevre etiğinin
arasındaki o ince ayrım, yaşam ve
doğa arasındaki ayrımın tanımlanmasıyla anlaşılabilir. Kavramları içerik
bakımından incelediğimizde doğa,
yaşamı da içinde barındıran bir anlam yüküne sahiptir. Doğa, hayatın
devamını sağlayan, onu besleyen,
koruyan, değiştiren ve kendini yeniden kendinden üretmesini sağlayan
bir yaşam ortamındır. Yaşamın olmadığı bir doğa düşünülebilir ancak,
doğanın olmadığı bir yaşam düşünülemez. Yaşamı doğuran doğadır. Bu
noktada, anlam yükü bakımından,
bir çok düşün insanının da savunduğu gibi biyoetik çevre etiğinin içindedir demek yanlış olmaz. Ancak konuya uygulama açısından bakarsak
yaşam, doğayı korumadan kendini
devam ettiremeyeceği için doğanın
tüm öğelerini tanımak ve kapsamak
zorundadır. Merkeze yaşamı koyan
bir görüş, kendini doğasından soyutlayamaz. Bir diğer söylemle biyoetik,
çevre etiğini de kapsayan geniş bir
alandır artık. İnsan eylemleri sonucunda tehlikeye atılan biyo-çevrenin
geleceği zamanımızın önemli bir sorunudur. Bu sorunun etik bir boyutu
bulunmaktadır. İnsanlığın varlığı,
yeryüzündeki tüm yaşamla sıkı bir
biçimde ilgili ve bağımlıdır. O zaman,
varlığımızla yaşamın (ya da bios’un)
hızla yok edilmesini nasıl uzlaştırabiliriz? Tam da bu noktada, biyo, yani
yaşam merkezli bakışın hayata geçirilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu değişim de daha önce de
belirtildiği gibi yaşamın her alanında
gerçekleşmesi gereken bir değişimdir. İnsanlık, alacağı her kararın, uygulayacağı her politikanın merkezine
kendisini değil; kendisinin de bir parçası olduğu yaşamı koymak zorunluluğundadır. Biyoetik de tam da böyle
bir gereklilik sonucunda ortaya çıkan
bir kavramdır. Bununla birlikte çevreden soyut bir yaşam düşünülemeyeceğine göre çevresel biyoetik, çevre
etiği ve biyoetiğin kesişim kümesinde karşımıza çıkan bir kavram olarak
belirmektedir.
Kamu politikaları oluşturulurken
karşılaştığımız güncel etik sorun kümelerinin çözümünde, “çevresel biyoetik” kavramıyla temellendirilmiş
biyopolitikalar ile daha iyi sonuçlara
ulaşacağimizi düşünüyorum.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
41
PRP- TROMBOSİTTEN
ZENGİN PLAZMA
Prof. Dr. Murat EMİROĞLU
Kan plazması içindeki trombositlerin daha yoğun hale getirilmesinden
elde edilen ürüne PRP (trombositten zengin plazma) adı verilir. Fibrin
yapısındaki pıhtı ve trombositlerin
hemostatik (kanama durdurucu) ve
doku iyileşmesini artırıcı etkilerinin
olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Trombositlerden oluşturulan jelin
göz korneasını yapıştırmak üzere kullanımına dair bir makale 1975 yılında
yayınlanmıştır. Bundan birkaç yıl sonra, hayvanlarda yapılan deneylerle
trombositler ve fibrinin yara iyileştirici hücre göçünü, kollajen oluşumunu
ve yeni damar oluşumunu arttırarak
yara iyileşmesini desteklediği gösterilmiştir. Daha sonra, 1986 da trombositerin yara iyileşmesine insanlarda
da katkıda bulunduğu ispatlanmıştır.
PRP nin kemik iyileşmesini arttırıcı
rolü de 1997 de gösterilmiştir.
Trombositlerdeki α-granüllerin içinde çeşitli büyüme faktörleri bulunur.
Bunlar; trombosit kökenli büyüme
faktörü (PDGF), transforme edici bü42
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
yüme faktörü (TGF), damar endoteli
büyüme faktörü (VEGF), insülin benzeri büyüme faktörü (IGF) dir. Bazı
çalışmalarda, trombositlerin ödem
ve ağrı giderici etkilerinin de olduğu
ve salgıladıkları antimikrobiyal proteinler aracılığı ile antibiyotik etkileinin
de olduğu tespit edilmiştir. PRP nin
içerisinde 800 den fazla türde protein
zinciri bulunur. Bu protein zincirlerinin kemik, kıkırdak, bağ dokusu, adale ve tendon iyileşmeleri üzerinde
etkili olduğu anlaşılmıştır.
Günümüzde PRP çeşitli amaçlarla
kronik yara iyileşmesinde, yumuşak doku yaralanmalarında, ağız içi
cerrahilerinde, yüz kırıklarının tedavisinde, ortopedi ve travma cerrahisinde, omurilik cerrahisinde, bypass
ameliyatlarında, kozmetik amaçlı
cerrahilerde ve sindirim sistemi ameliyatlarında kullanılmaktadır. Saç dökülmesinin engellenmesinde ve saç
ekimi ameliyatları sonrasında yaşayan kıl kökü oranını arttırmak amaçlı
da kullanılır. En çok yaygınlaşan kullanım alanı ise cilt yenilenmesidir.
Deri Yaşlanmasındaki Kullanımı
Yaşlanan deride çeşitli renk değişik-
likleri, kuruluk ve kırışıklık meydana
gelir. Yaşlanmayla birlikte hücre yenilenmesi ve yara iyileşmesi ise azalır,
bunun sonucunda da deride sarkıklıklar ve kırışıklıklar meydana gelir.
Yaşlanan deride, derinin iki farklı katı
olan dermis ve epidermis bileşkesindeki ondülan yapı düzleşir. Kollajen
yapımından sorumlu fibroblast denilen hücrelerdeki azalma da yaşlanma prosesini hızlandırır. Derinin
bütünlüğünü sağlayan proteinler de
fibroblastlar tarafından salgılanır. Büyüme faktörleri ve sitokin adı verilen
moleküller fibroblastların üretimini
tetikler.
Ultraviyole ise; deri kanserleri, derinin bağışıklık sisteminde azalma,
kırışıklık oluşumu, deri renginde koyulaşma ve yaşlanmaya neden olan
en önemli dış etkendir. Ultraviyole
ışınlara fazla maruz kalınması kollajen dizilimini bozarak derinin elastik
yapısını kaybetmesine neden olur.
Ultraviyole ışınları, derinin rengini veren melanin, DNA, RNA, ekstraselüler
matriks proteinleri, lipidler, aromatik
aminoasitler gibi maddelerin yapısını
etkiler. Bunun sonucunda reaktif oksijen ürünleri ortaya çıkar. Bu ürünler
de dermoepidermal bileşkede düz-
leşmeye ve bazı deri katmanlarında
kalınlaşmaya neden olur.
rarası sıvı sentezi ve kollajen liflerin
kalınlıklarının düzenlenmesi üzerine
de etkilidir. Bütün bunlar sayesinde
deri elastikiyetinin artmasına neden
olur.
Yapılan çalışmalar, fibroblast büyüme faktörü (FGF1) nün deri hücrelerinin çoğalmasını ve kollajen
üretiminin artmasını desteklediğini
göstermiştir.
PRP’nin Klinik Etkileri
Deriye yönelik yaşlanmayı önleyici
uygulamaların çoğunun amacı fibroblastların ekstraselüler matriks proteini üretimini arttırmak amaçlıdır.
Baş-boyun bölgesindeki kozmetik
amaçlı PRP uygulamalarının umut
veren sonuçları son yıllarda bir çok
bilimsel makalenin konusu olmuştur.
PRP’nin Yaşlanmayı Önleyici Etki
Mekanizması
PRP, sitokinler ve büyüme faktörleri
yönünden zengin bir plazma konsantresidir. Bu maddeler, enjekte ediledikleri bölgedeki hücre yüzeyine
yapışarak, bu hücrelerin çoğalmasını ve ekstraselüler matriks proteini
salgılamasını tetiklerler. Hücre göçü,
hücre ve damar çoğalmasıile doku
onarım hızı artar.
PRP’nin diğer bir deri gençleştirici
etkisi ise hyaluronik asit yapımını
arttırarak gerçekleşir. Hyaluronik asit,
derinin su tutmasını, dolayısı ile de
hacim kazanmasını sağlayan maddedir. Ayrıca, hücre çoğalması, hücrele-
PRP uygulamaları derinin yüzeyel ve
derin katmanlarının gençleşme yönünden uyarılması amacı ile kullanılmaktadır. Yüzeyel uygulama ile hücre
çoğalması ve gençleşmenin uyarılması, derin uygulama ile de dolgunluk yaratma etkisinden yararlanılır.
Yüzeyel uygulama, çok ince iğneler
aracılığı ile PRP’nin deri içine verilmesi ile yapılır. Bu yolla derinin yapısının
iyileştirilmesi, kalınlığının ve su tutma özelliğinin artttırılması sağlanır.
Deneyimli ellerde uygulama teknik
olarak kolaydır ve yan etkisi yoktur.
Tek başına uygulanabildiği gibi, lazer
ve roller uygulamaları ile de kombine
edilebilir. Yapılan bir bilimsel çalışmada; PRP uygulamasının gebelerde,
emzirenlerde, bağışıklık sistemi ve
kan hastalıkları olanlarda yapılmaması gerektiğine değinilmiştir.
Özetle, PRP’nin deri gençleştirilmesi ve deriye genel bir hacim kazandırılması üzerine olan etkisi bir
çok bilimsel yayın tarafından desteklenmektedir. PRP, hızlı ve uzun
süreli etki yaratan, derinin hacmini
destekleyen, doğal sonuçlar yaratan
güvenli bir biyolojik uyarıcıdır. Hasta
memnuniyet düzeyi, uygulayıcıların
deneyim kazanması ile giderek artmaktadır.
Prof. Dr. Murat EMİROĞLU
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
43
dijitalsağlık
HASTALAR DİJİTAL İLETİŞİM
KANALLARINDAN NE BEKLİYOR?
Dr. Sertaç DOĞANAY
Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu
Eskiden hastaların doktorlardan belki de en büyük beklentisi “gözlerinin
içine bakarak onları dinlemeleri” idi.
2015 yılının ilk yarısını bitirmekte
olduğumuz şu günlerde durum çok
farklı. Geçtiğimiz ay Amerika’da, eClinicalWorks adına Harris Poll tarafından iki online anket yapıldı. 18
yaş üstü 2033 yetişkin birey arasında
yapılan bu online anketler; hastaların, doktorlarıyla daha derin bir dijital
iletişim kurmayı istediklerini ortaya
çıkardı. Anketlerin sonuçlarına göre;
katılımcıların beşte üçünün teklif
edildiği takdirde, telesağlık muayenelerini tercih ederken, doktorların
ise %61’inin, hastalarına bu tip muayeneyi teklif ettiği görülüyor.
Ilk ankete göre:
• Hastaların
%84’ü, doktorlarının
internet üzerinde hastalarıyla iletişime geçebilecekleri bir hasta portallarının olduğunu söylüyor.
• Bu insanların 3’te 1’i de (%37) her
gün düzenli olarak giyilebilir bir
sağlık cihazı ya da fitness tracker
tarzı bir ürün kullanmaktalar.
• Bu bireylerin %78’inin ise; bu ci-
hazlarla elde ettikleri bilgilere
44
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
doktorlarının ayda birkaç kez ulaşabilmelerini faydalı buluyorlar.
• 5 yetişkinden 3’ü (%64) özellikle
de takip gerektiren rahatsızlıklarda, eğer böyle bir seçenekleri
varsa; birebir muayene yerine telesağlık muayene yöntemini tercih
ediyorlar.
• %27’lik bir kısım ise; her zaman bu
seçeneği tercih edeceğini söylüyor.
• Evde 18 yaş altı çocuğu olan ye-
olduğunu düşünüyor.
• Ayrıca 4 doktordan 3’ü (%75), bu
sistemlerin bir başka faydasının
da; otomatik uyarılar ve hatırlatmalar olduğunu söylüyor.
• Doktorların
yarısından fazlası
(%56), hastanın randevu alması ya
da randevu gününü değiştirebilmesinin, bu sistemlerin en büyük
faydası olduğunu vurguluyor.
• Hastalarıyla
aktif olarak internet
portalı üzerinden iletişime geçen
doktorların;
tişkinlerin (%76) bu tip muayene
yöntemini, öyle olmayan yetişkinlerden (%61) daha fazla tercih ettiği görülüyor.
• % 67’sinin; portallar, sağlık uygu-
böyle bir imkanları varsa randevularını hasta portallarından ya da
güvenli bir web sitesi üzerinden
aldıkları görülüyor.
• %61’inin, ara sıra da olsa hastaları-
• Bireylerin 5’te 3’ünün (%60) eğer
İkinci anket ise daha çok sağlık kuruluşlarının bakış açısını görmek için
yapılmış. Elektronik sağlık kayıtları,
randevu sistemleri ve telesağlık muayeneleri hakkında doktorların ne söylediğini, aşağıda bulabilirsiniz.
İkinci ankete göre:
• 4 doktordan 3’ü (%75), hastaların
kendi sağlık kayıtlarına kolayca
ulaşmalarına ve bunları doktorlarıyla paylaşmalarına olanak tanıyan bu tarz sistemlerin çok faydalı
lamaları ve giyilebilir cihazlar kullanılabilir hale geldiğinden beri,
hasta ile iletişimlerinin gözle görülür oranda değiştiğini,
na telesağlık yöntemiyle muayene
olmayı teklif ettiğini,
• Bu doktorların yarıdan fazlasının,
hastalarının bilgilerine erişimi sağlayabilmek için, giyilebili cihazlar
ve fitness tracker gibi uygulamaların yardımına ihtiyaç duyduklarını
söylüyorlar.
Anketin yapıldığı ülke her ne kadar
Türkiye olmasa da hastaların benzer
taleplerinin olduğu şüphe götürmez
bir gerçek. Önümüzdeki dönemde
bu konuda sizleri bilgilendirmeye
devam edeceğim.
HEMATOLOJİK MALİGNİTELERDE
FARKINDALIK
Doç. Dr. Sinem CİVRİZ BOZDAĞ
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hematoloji Bilim Dalı
Hematolojik malignensiler, Avrupa’daki tüm kanser insidansının
%6’sını oluşturmaktadır. 2012 yılı itibari ile 40 Avrupa ülkesinde 232 binden fazla yeni hematolojik malignite
tanısı almış hasta olduğu ve bunların
120 binden fazlasının aynı hastalıklar
nedeni ile öldüğü düşünülmektedir.
Hematolojik malignensiler her yaş
grubunda gelişebilmekle birlikte
yaşlı erişkinlerde sıklığın arttığı bilinmektedir.
Etnik farklılıkların hematolojik malignensilerin görülme sıklığı üzerinde
etkili olduğu düşünülmektedir. Yaşa
göre düzenlenmiş olan hematolojik
malignite insidansı Japonya’da Amerika Birleşik Devletleri(ABD)’nindeki
insidans oranların yarısını oluşturmaktadır. Non Hodgkin ve Hodgkin
lenfoma sıklığı Japonya’da yıllar içinde artış gösterirken, ABD ‘de ise benzer oranlarda seyrettiği görülmüştür.
İngiltere’de yapılan bir çalışmada
etnik alt gruplara göre hematolojik
46
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
malignite sıklığının büyük oranda
değiştiği gösterilmiştir.
EUROCARE-5 çalışmasında 560.444
hematolojik malignensi vakası incelendiğinde en çok non Hodgkin
lenfoma tanısı konulduğu görülmüştür. Tüm hasta grubunun %54’ünün
erkek hastalardan oluştuğu saptanmıştır. Myelodisplastik sendrom, kronik lenfositik lösemi ve multipl myeloma hastalarının yarıya yakınının 75
yaş üzeri olduğu, bununla birlikte
Hodgkin lenfoma vakalarının ise diğer malignitelere göre daha erken
yaşta tanı aldığı görülmüştür. Lenfoid malignitelerden en sık multipl
myeloma, Myeloid malignitelerden
ise en sık akut myeloblastik lösemiye rastlanmıştır. Lenfoid maligniteler
için son 5 yıllık sağkalım sonuçlarının
en çok arttığı hastalıklar folliküler
ve diffüz büyük B hücreli lenfoma
iken, myeloid malignitelerden kronik
myeloid lösemi de sonuçların geçmiş yıllara göre daha başarılı olduğu
görülmüştür.
Hastaların geçmiş dekadlara göre
daha erken tanı almaları, risk faktörlerinin daha iyi tanınıyor olması ve
tedavideki yenilikler sağ kalımdaki
gelişmelere katkıda bulunmaktadır.
Etiyolojik faktörler kesin olarak belirlenememiş olmakla birlikte immunyetmezlik, otoimmün hastalık varlığı
ve bazı infeksiyonların lenfoma gelişimi ile ilişkilendirildiği bilinmektedir.
HIV pozitifliği olan bireylerde diffüz
büyük B hücreli (DBBHCL) NHL gelişimi HIV pozitif olmayanlara göre
100 kat daha fazla bulunmuştur. Yeni
yayımlanan bir makalede otoimmün
hastalık, hepatit C seropozitivitesi,
ailede non hodgkin lenfoma öyküsü, yüksek vücut kitle indeksi fazla
güneşe maruziyet, atopik hastalıklar ve yüksek sosyoekonomik status
DBBHCL gelişimi ile birlikte bulunmuştur. Üç binin üstünde hastanın
Doç. Dr. Sinem CİVRİZ BOZDAĞ
incelendiği bir başka makalede ise
indolen lenfomalardan olan folliküler lenfoma ile aile öyküsü yanında
mesleği sprey boya ile ilgili olanlar ve
Sjögren hastalığı tanısı ile ilişki gösterilmiştir. Pestisid maruziyetinin ve saç
boyası kullanımının lenfoma riskini
artırdığı görülmüştür.
Ebstein Barr virüsü ile Burkitt ve
Hodgkin lenfoma birlikteliği, Hepatit C virüsü ile marginal zon lenfoma
birlikteliği de yapılan çalışmalarla kesinleşmiştir. Yine helicobacter pylori
pozitifliği ekstranodal lenfomalardan
biri olan gastrik marginal zon lenfoma ile birlikte seyretmektedir.
Hastalar geçmiş dekadlara göre daha
erken tanı alıyor olsalar da halen
hematologa ulaşılana kadar geçen
sürelerin uzun olduğu gösterilmiştir.
Hastalıkların prezentasyon şekillerinin çeşitli olması ve non spesifik bulguların ön plana çıkabilmesi nedeni
ile tanıda gecikmeler olabilmektedir.
Myeloma hastalarının üç ana prezentasyon şekli vardır. En sık olarak
kemik ağrısı ve malign hücrelerin
iskelet sistemini infiltre etmesinden
kaynaklanan patolojik fraktürlerdir.
İkinci prezentasyon şeklinde hasta
başka bir inceleme sırasında kanda
veya idrarda paraprotein saptanarak
hekime başvurulabilir. Üçüncü olarak
ise kemik iliğinde plazma hücrelerinin artması nedeni ile gelişen anemi,
enfeksiyonlara meyil, paraproteinin
bir komplikasyonu olarak böbrek
yetmezliği veya iskelet tutulumuna
bağlı hiperkalsemi tablosu ile başvurabilir. Myeloma hastaları üzerinde
yapılan bir çalışmada, 103 hastanın
%55’inin ilk başvuru yerlerinin ilk basamak merkezleri olduğu, hastaların
buradan hematoloji kliniğine refere
olma sürelerinin %56’sında 6 aydan
uzun, %33’ünde ise 12 aydan uzun
olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada
gecikmiş tanının genel sağ kalım
üzerine etkisi gösterilemese de hastalıksız sağ kalım üzerine belirgin etkisi olduğu rapor edilmiştir. Tanı için
gerekli süre geciktikçe komplikasyon
görülme sıklığının da arttığı görülmüştür. Başka bir çalışmada ise hastaların anemi ve kemik ağrısına başka komorbiditelerinin eşlik etmesi
tanıdaki gecikmeyi etkileyen önemli
faktörlerden biri olarak saptanmıştır.
Lenfoma hastaları üzerinde yapılan
benzer bir çalışmada ise, hastaların
ilk basamak merkezlerden hastanelere 2 haftada ulaştıkları, hastanelerde ise tomografi değerlendirmeleri
ve kemik iliği biopsileri arasında 2-3
hafta gibi bir süre bekledikleri, yine
tanı konulduktan tedaviye kadarki
sürenin ise 2-3 hafta olduğu sonuç
olarak 10 haftalık bir süre total gecikme olduğu saptanmıştır.
Günümüzde hematolojik malignitelerin tedavisindeki en önemli gelişmeler hedefe yönelik tedavi yaklaşımlarının geliştirilmiş olmasıdır.
Örneğin non Hodgkin lenfoma hastalarının tedavisinde kullanılan monoklonal antikorlar ile uzun dönem
sağ kalım sonuçları elde edilmiştir.
Yine geçmiş dekadlarda en sık kök
hücre nakli endikasyonu olarak bilinen kronik myelositer lösemi hastalığında ise günümüzde sadece oral
tirozin kinaz inhibitörleri ile normal
yaşamlarına devam edebilmektedirler. Bununla birlikte kök hücre nakli
halen hematolojik malignitelerin tedavisinde küratif tedavi seçeneği olarak yerini korumaktadır.
Sonuç olarak, hematolojik malignitelerin hergeçen gün özellikle de yaşlı
popülasyonda arttığı bilinmektedir.
Tüm tanı ve tedavi alanındaki gelişmelere rağmen hastanın hematoloğa ulaşmasının zaman aldığı görülmektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
47
sağlığımıziçin
ERİŞKİNLER
AŞILARINI İHMAL EDİYOR
Erişkinler grip ve zatürre gibi aşı ile önlenebilir hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybettiğini belirten Türk
Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr.
Esin Şenol, “Sadece zatürrenin dünyada yılda 1 milyon kişinin ölümüne yol açtığı vurgulanıyor” dedi.
“Avrupa Aşı Haftası”yla toplumun
aşılama ve aşı ile korunulabilir hastalıklar konusundaki farkındalığının
artırılması ve bilgilendirilmesi hedefleniyor. Bu amaçla 22 Nisan’da
düzenlenen basın toplantısında
aşıyla birçok hastalıktan korunmanın mümkün olduğunu belirten Prof.
Dr. Mehmet Ceyhan ve Prof. Dr. Esin
Şenol son yıllarda yapılan çalışmalar
sonucunda aşılamayla önlenebilen
enfeksiyon hastalıklarında önemli
başarılar sağlandığını vurguladı.
Başka hiçbir koruyucu tedbirin yapamadığını gerçekleştiren aşılar, koruyucu sağlık hizmetlerinde en önemli
yaklaşım olarak kabul ediliyor. Hastalıkları ortadan kaldırabilen tek koruyucu önlem olma özelliği taşıyan
aşılar koruyucu sağlık hizmetlerinde
bilimin gerçekleştirdiği en önemli
başarılardan biridir.
Aşıların korunmanın yanı sıra tasarruf
sağladığını, işgücü kaybını engelleyerek sağlık harcamalarını azalttığını söyleyen Ceyhan şunları söyledi:
48
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
“Aşı ilaçtan farklıdır. Hasta olmadan
olası riske karşı alınan bir önlemdir.
Dünyada her yıl 25 milyon kişi aşılar
sayesinde hayata tutunuyor. Türkiye
‘de Ulusal Aşı Programı’nda yer alan
13 aşı uygulamasının durdurulması
halinde bu aşılarla önlenebilen hastalıklara yakalanacak kişi sayısı yıllık 3
milyon 19 bin 176 olarak hesaplandı.
Oluşabilecek yıllık ölüm sayısı 14 bin
296 kişi, oluşabilecek hastalıkların
toplam maliyeti ise 23 milyar 38 milyon 413 bin 420 TL olarak hesaplanmaktadır. Bugün Türkiye’de yılda 14
binden fazla çocuğun 13 farklı hastalıktan kaybedilmesinin önüne geçen
Genişletilmiş Bağışıklama Programı
(GBP) ile etkin aşılama uygulamaları
sonucunda, çiçek hastalığı dünyada
ortadan kalkmış ve aşılama durdurulmuştur. Çocuk felcine de 16 yıldır
Türkiye’de rastlanmamaktadır.”
Aşılar Bütün Toplum İçin Önem Taşıyor
Aşıların bebeklikten itibaren sağladığı korumayla, hastalıkları tedavi
etmekten yüzlerce kat daha ucuz bir
yöntem olma özelliği taşıdığını belirten Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ilaç-aşı
farkı hakkında şu görüşleri ifade etti:
“İlaçlar sadece uyguladığınız kişiyi
iyileştirebilirken ve bir kısmı dirence
neden olarak topluma zarar veriyorken aşılama bazen aşılamadığınız
kişileri de bebeklikten itibaren koruyarak bütün toplum için önem taşıyor. Ayrıca bir kişinin aşılanmaması
sadece kendine değil, o hastalığın
toplumda varlığını devam ettirmesi
nedeniyle tüm topluma zarar veriyor.
Yaptığımız maliyet yarar analizine
göre aşı giderleri ile aşısız olmanın
neden olduğu gider farklılığı bir yılda
20 milyar liradır, yani kitlesel aşılama
ile bu miktar her yıl tasarruf edilmektedir.”
Zatürre Yılda 1 Milyon 600 Bin Kişinin
Ölümüne Neden Oluyor
KLİMİK Derneği Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr.
Esin Şenol, hastalıkların kökünün
kazınması için aşılamanın yalnızca
bebeklikte değil doğumdan ölüme
kadar devam etmesi gerektiğini söyledi. Erişkinler grip ve zatürre gibi aşı
ile önlenebilir hastalıklar nedeniyle
hayatlarını kaybettiğini belirten Şenol, şunları söyledi: “Sadece zatürrenin dünyada yılda 1 milyon 600
bin kişinin ölümüne neden olduğu
vurgulanıyor. Grip için, yıldan yıla
ve toplumdan topluma farklılıklar
her yıl fazladan ortalama 20- 40 bin
arası ölüme, 300 bin kadar fazladan
hastaneye yatışa yol açmaktadır.
Kanada’dan yapılmış bir çalışma, influenza yani gribin özellikle 65 yaş
üzerindekilerde yüzde 10’dan fazla
ölümcül olabileceğini göstermektedir. Önleyici tıp her zaman tedavi
edici olandan önceliklidir. Dünya ile
ilişkili bu rakamlarda aşıların toplumsal sağlık bakımından önemini göstermektedir.”
Çocukluk çağı aşıları arasında yer
alan hepatit B, hepatit A, suçiçeği, kızamık gibi aşıların tamamlanmasının
önemine dikkati çeken Şenol, yeni
aşıların da izlenmesi ve uygulanması gerektiğini ifade etti. Şenol, “HPV
aşısı ya da zoster aşısı gibi, yeni geliştirilmiş bir aşı söz konusudur. Yaşla
birlikte çocukken yapılmış aşının koruyuculuk düzeyinde azalma ve bu
hastalığa karşı duyarlılığında bir artış
vardır. Bunlara tetanos ile uygulanan
difteri ve boğmaca aşısı örnektir.
Çünkü, tetanos aşısı yalnızca ayağa
çivi battığında yapılan bir aşı olmayıp
her erişkine 10 yılda bir tekrarlanmalıdır” açıklamasında bulundu.
ne dek yapılmış en büyük aşı etkinlik çalışmalarından biri olan CAPiTA
(Erişkinlerde Toplumdan Edinilmiş
Pnömoniye Karşı Bağışıklama) Çalışması sonuçlarını şöyle değerlendirdi: “65 yaş ve üstü yaklaşık 85 bin
erişkinin dahil edilmesiyle en büyük
aşı etkinlik çalışmalarından biri olan
araştırmaya göre aşı uygulanan yaşlı erişkinlerde toplumdan edinilen
pnömokok bakterisi kaynaklı pnömoni, yani zatürrede anlamlı oranda
azalma kaydedildiği ortaya kondu”
diye konuştu.
Sağlık Çalışanları Mutlaka Aşılanmalıdır
Çocukluk çağında yapılması gereken
aşılarını yaptırmamış ya da aşıların
tekrarlarını atlamış kişiler, yaşam stili
ya da sağlık çalışanları gibi mesleği
nedeniyle riske maruz kalanlar mutlaka aşılanması gerektiğini vurgulayan Şenol, şunları söyledi: “Hepatit
B gibi uzun vadede karaciğer sirozu
ve kanserin önemli nedeni olan hastalıktan sağlık personelinin korunmasının neredeyse tek yolu hepatit
B aşısının yapılmasıdır. Bağışıklık sisteminde yetmezliğe neden olan kanser kemoterapisi alanlar ya da diyaliz
hastaları, diyabet hastalarında grip,
zatürre gibi hastalıklara karşı aşılama
özel bir önem taşımaktadır. Bunun
dışında 65 yaş üzeri de enfeksiyon
hastalıklarının sıklık ve ölümcül potansiyelinin arttığı bir dönemdir.”
Zatürrede Anlamlı Oranda Azalma
Kaydedildi
Şenol, “Hollanda’da yapılan ve bugü-
Aşı Kartı Taşınmalı
Seyahatler nedeniyle çok yer değiştiren, bazı hastalıkların yaygın olduğu
bölgelere yolculuk eden erişkinlerin
de aşı kartı taşıması gerektiğini söyleyen Şenol, şu değerlendirmede bulundu: “Dünyada her yıl, difteri nedeniyle 30 bin çocuk hastalanmakta ve
3 bin çocuk ölmekte, boğmaca nedeniyle 39 milyon çocuk hastalanmakta ve 300 bin çocuk ölmekte, yeni
doğan tetanosu nedeniyle 200 bin
bebek ölmektedir. Kızamık nedeniyle
30 milyon çocuk hastalanmakta, 888
bin çocuk ölmektedir. Hepatit B nedeniyle 6 milyon kişi hastalanmakta,
500 bin kişi yaşamını yitirmektedir.
Verem nedeniyle 2 milyon kişi, zatürre nedeniyle 1 milyon 600 bin kişi
ölmektedir. Oysa ki bu hastalıkların
hepsi aşı ile önlenebilir.”
Prof. Dr. Şenol, erişkinlerin de çocuklarınki gibi bir aşı kartının olması gerektiğini dile getirdi.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
49
sağlığımıziçin
BAHAR YORGUNLUĞUNDAN
SAĞLIKLI BESLENEREK KURTULUN
Her mevsim geçişinde yaşanan adaptasyon süreci bahar aylarında kendini
daha ağır hissettiriyor. Uyku hali, ağrılar, halsizlik ve depresif ruh hali ile
kendini belli eden bahar yorgunluğu
yaşam kalitesini azaltıyor. Bahar yorgunluğunun etkilerini azaltmak ve
baharın tadını çıkarmak için uzman
kontrolünde dengeli ve düzenli beslenmek gerekiyor. Beslenme ve Diyet
Bölümü’nden Dyt. Emine Yüzbaşıoğlu, bahar aylarında sağlıklı beslenme
hakkında ipuçları verdi.
Kahvaltıda meyve suyu değil meyvenin
kendisini tercih edin
Bahar yorgunluğu ihmal edilmemesi
gereken ve beraberinde bazı hastalıkları da getirebilecek olan önemli
bir tablodur. Öncelikle sağlıklı beslenmek için bu konuda deneyimli
bir beslenme uzmanına danışılmalıdır. Bahar sabahlarında uyanmak ve
güne başlamak daha zordur. Bu zorluğu aşmanın en basit çözümü güne
sağlıklı bir kahvaltıyla başlamaktır.
Yumurta, beyaz peynir, bol yeşillik,
1 tatlı kaşığı bal veya pekmez, posalı
ekmek sağlıklı bir kahvaltı mönüsüdür. Genelde sağlıklı olarak düşünerek içilen taze sıkılmış meyve suları
içerisinde bulunan meyve şekeri
sebebiyle fazla kalori alımına
neden olurken, kahvaltıdan
kısa bir süre sonra tekrar
açlık hissi oluşmasına
neden olur. Bu sebeple kahvaltıda
50
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
meyve suyu yerine meyvenin kendisinin yenmesi sağlık açısından daha
uygundur.
Öğün aralarını sıklaştırın
ve lifli gıdalar tüketin
Sağlıklı beslenmenin başlıca kuralı az
ve sık yemektir. Uzun süre aç kalmak
şekerin düşmesine (hipoglisemiye)
neden olur. Hipoglisemi; stres, baş
dönmesi, halsizlik gibi şikayetleri
beraberinde getirir. Bahar yorgunluğunda bu istenmeyen durumları
yaşamamak için öğün aralarını sıklaştırmalı, 2-2,5 saat de bir sağlıklı
atıştırmalar yapılmalıdır. Sağlıklı ara
öğün olarak; meyve, süt veya ayran,
galeta, hafif sütlü tatlılar tüketilebilir.
Baharın gelmesiyle baş gösteren sindirim sistemi problemlerini ortadan
kaldırmak için, günlük alınan posa
miktarını artırmak gerekir. Öğünlerde salata yemek, kabuğu ile yenebilen meyveleri soymadan tüketmek,
tam buğday, kepek, çavdar gibi posalı ekmek tercih etmek bu problemleri
önlemek için başlıca çözümler arasında sayılabilir.
Adaçayı, papatya çayı, yeşil çay gibi
bitki çayları rahatlatıcı ve ödem artırıcı etkisiyle bahar aylarında tercih
edilmelidir. Ayrıca bahar aylarında su
tüketimi artırılmalıdır.
Diyeti fiziksel aktiviteyle destekleyin
Havaların ısınmasıyla beraber incelen kıyafetler kışın alınan kilolarla
yüzleşmeye neden olur. Bu durum da
sağlıksız diyetlerle çabuk kilo verme
isteğini beraber getirir. Az kalorili diyetler, tek yönlü beslenme (protein
ağırlıklı diyetler) ve ağır fiziksel aktiviteyi kapsayan bu sağlıksız diyetler
kişinin hızlı kilo vermesini sağlarken
sağlığını olumsuz yönde etkiler. Haftada 1-1,5 kilo kaybı sağlıklı kabul
edilir. Diyet kişiye özel olmalı, boyuna, yaşına, kilosuna ve beslenme
alışkanlıklarına uygun olmalı, fiziksel
aktiviteyle desteklenmelidir.
Çay ve kahve tüketimini sınırlandırın
Fazla çay, kahve tüketimi içindeki
tanenler sebebiyle vücutta su tutulmasına neden olur. Mevsim değişikliklerinde vücudun adaptasyonu sürecinde vücutta ödem oluşur.
Tüketilen tanenli içecekler ödemli
durumu artıracağından, baharda
bu tür içecekler sınırlandırılmalıdır.
Dyt. Emine YÜZBAŞIOĞLU
Hastanelerinizin
daha etkin
yönetimi ve
verimliliği için...
sağlığımıziçin
LAZER UYGULAMALARI
HEKİMLERE EMANET
Doç. Dr. Emel Erdal ÇALIKOĞLU
Türk Dermatoloji Derneği
Genel Sekreteri
Son yıllarda cilt sağlının korunması, estetik ve kozmetik tedavilerde
dermatoloji alanında uygulanan son
teknolojiler, dünya ülkeleri ile eş zamanlı olarak Türkiye’de de başarı ile
uygulanmaktadır.
Bu yenilikler arasında yer alan uygulamalardan biri de birçok deri hastalığının tedavisinde ve yanı sıra estetik
amaçla da kullanılan lazer ve fotoepilasyon (IPL) cihazlarıdır.
Lazer ve IPL cihazları, özellikle epilasyon, cilt gençleştirme, damarsal
lezyonların tedavilerinde, cilt lekeleri,
çil, siğil, yara izleri, cilt çatlakları, akne,
gül hastalığı, mavi-yeşil dövmelerin çıkarılması, vitiligo, sedef, atopik
dermatit gibi hastalıkların tedavisinde uygulanmaktadır. Ancak hekim
kontrolünde yapılmayan lazer uygulamaları, özellikle ciltte ileri dereceye
kadar ulaşabilen yanık, kalıcı iz ve lekelenmelere yol açabilmektedir.
Bu uygulamalar, vücutta bulunan
benlerin üzerine yapıldığında “deri
kanseri oluşumu” gibi geri dönüşü olmayan yan etkiler oluşturabilir. Bu nedenle, lazer ve IPL’in derinin özellikleri
konusunda tıbbi eğitimi olmayan kişiler tarafından tek başına, kontrolsüz
52
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
şekilde yapılmaması önem taşımaktadır. Hekim kontrolünde yapılmayan
uygulamalar, yan etkilerin oluşma
olasılığını artırmaktadır.
Avrupa’da Lazer Uygulamaları
Hekimlere Emanet
Doğru ve güvenilir bir tedavi programı ve uygulanacak cihazın tipine,
Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi veya dermatoloji uzmanlarının
karar vermesi gerekmektedir.
Hekim, ilk uygulamada uygulanacak
enerji dozunun hastada yarattığı reaksiyonu gözleyerek, buna uygun
olarak her hastaya özel cihaz, enerji
dozu, uygulama sıklığı ve yöntem seçimi gibi kararlar vermektedir. Tedavi
planlaması ve cihazın ayarları yapıldıktan sonra, uygulama “Hekim” veya
onun gözetiminde “Güzellik Uzmanı /
Estetisyen” tarafından yapılabilir.
Tedavi sonrasında hastanın takibi,
Dermatoloji veya Plastik rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi uzmanı bir hekim tarafından yapılmalıdır. Nitekim,
Avrupa ülkelerinde de yasal olarak
tüy dökmek için kullanılan lazer epilasyonunun dahi estetisyenler değil,
yalnızca yetkili doktorlar tarafından
uygulanmasına karar verilmiştir.
Lazer epilasyonunun estetisyenler tarafından kullanımı Fransa ve
İsviçre’den sonra Lüksemburg’da da
yasaklanmıştır. Bu yasağın tüm Avrupa ülkelerini
kapsaması için çalışmalar devam
etmektedir. Düzenlemeyle birlikte
artık kırışıklık ve istenmeyen tüylerin azaltılmasında kullanılan lazerler
yalnızca yetkili hekimler tarafından
yapılabilecektir. Bakım merkezleri ve
estetisyenler, artık lazer operasyonu
işlemi yapamayacaktır.
Türkiye’de de uygulama hekimlerin
kontrolüne bırakıldı
Ülkemizde de istenmeyen tüylerin
yok edilmesinde yaygın olarak kullanılan IPL ve lazer tedavileri, yasal
olarak sadece doktor diploması olan
kişilerin ya da bu kişilerin gözetiminde çalışan eğitilmiş personelin yapabileceği tıbbi tedavilerdir.
Öte yandan mevcut yasalara göre
güzellik salonları tıbbi işletme değillerdir ve içlerinde herhangi bir tıbbi
işlem yapılamaz. Ancak yapılan tüm
bu yasal düzenlemelere rağmen,
güzellik salonlarında hekim kontrolü gereken bu tip uygulamalar
yapılmaktadır. Yasaya göre, güzellik
salonlarında botoks, dolgu, PRP, iple
yüz germe uygulaması gibi tıbbi estetik ve kozmetik işlemleri sadece tıp
doktorları tarafından ve yine tıbbi tedaviler olan lazer ve IPL tedavileri ise
doktorların gözetiminde olmak üzere sağlık işletmesi olarak tanımlanan
poliklinik, tıp merkezi, özel hastane
ve muayenehanelerde uygulanabilmektedir.
haber
YOUTH AG-SUMMİT’E DAVET EDİLEN
100 GENÇ LİDER ARASINDA
TÜRKİYE’DEN DE 2 GENÇ VAR
Avustralya Geleceğin Çiftçileri Birliği ve Bayer CropScience tarafından bu yıl ikincisi düzenlenecek olan küresel
Youth Ag-Summit’in katılımcıları belirlendi. 33 ülkeden seçilen ve yaşları 18 ile 25 arasında değişen 100 genç
liderin arasında Türkiye’den de 2 katılımcı bulunuyor. 24 – 28 Ağustos tarihleri arasında Avustralya’nın başkenti
Canberra’da gerçekleşecek olan zirvenin bu yılki teması “Aç Bir Gezegeni Beslemek”.
Avustralya Geleceğin Çiftçileri Birliği
Başkanı George Aley konuyla ilgili
olarak “Aç Bir Gezegeni Beslemek”
teması hakkında yaklaşık iki bin rapor aldık. Oldukça zengin içeriklere
sahip raporlarda mevcut olan problemler ve çözüm önerileri Youth AgSummit’in bu değerlendirmelerin
yapılabilmesi için oldukça elverişli bir
platform olduğunu vurguluyordu.
Proje ortağımız Bayer CropScience
ile Ağustos ayında gelecek misafirlerimizi sabırsızlıkla bekliyoruz,” dedi.
ruz. Youth Ag-Summit, gençlere bu
konudaki tecrübelerini ve bilgilerini geliştirmeleri için fırsat sunuyor,”
dedi.
Bayer CropScience CEO’su Liam Condon, “Genç liderlerin, besleyici ve
güvenli gıda konularında küresel ihtiyaca yönelik sürdürülebilir tarımsal
çözümler bulabilecekleri bir platforma ihtiyaçları olduğunu düşünüyo-
Zirveye katılmaya hak kazanan gençler; sürdürülebilir, yenilikçi ve uygulanabilir çözümler üretme amacıyla
33 mentor ile Canberra’da bir araya
gelerek, münazaralara, grup çalışmalarına ve sanayi turlarına katılacak.
Youth Ag-Summit’e katılmak için
başvuran gençlerin gıda israfı, yerli
üretim, eğitim ve tarımsal uygulamalar hakkında farkındalık gibi başlıklara değindiği raporlar, sektördeki
tecrübeli profesyoneller tarafından
fikirlerin özgünlüğüne göre değerlendirildi.
Katılımcılar küresel çaptaki tarım ile
ilgili fikirlerini paylaşacak ve yeni fikirler üretecek. Bu ortak çalışma ile
katılımcıların fikirleri kendi ülkelerine
de taşımaları ve kişisel kariyerlerinde
de uygulamaları hedefleniyor.
Katılımcılar ve konuyla ilgili daha fazla bilgi www.youthagsummit.com
adresinden alınabiliyor.
100 genç lider Avustralya’da buluşacak
• 87 ülkeden iki bine yakın rapor ile
başvuru yapıldı.
• Youth Ag-Summit 24 – 28 Ağustos
tarihleri arasında Avustralya’nın
başkenti Canberra’da gerçekleşecek.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
53
ROBOTİK GÖĞÜS CERRAHİSİ
OPERASYONLARI
Op. Dr. Murat AKKUŞ
İstanbul Mehmet Akif Ersoy
Göğüs-Kalp ve Damar Cerrahisi
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Göğüs Cerrahisi Kliniği
Türkiye’de Robotik Göğüs Cerrahi
operasyonların yapıldığı ilk kamu
hastanesi, İstanbul Mehmet Akif Ersoy Göğüs-Kalp ve Damar Cerrahisi
ve Göğüs Cerrahisi Kliniğidir.
Son yıllarda gelişen Robotik cerrahi
sayesinde kapalı operasyonlar daha
avantajlı hale geldi. Mehmet Akif Ersoy Göğüs Kalp ve Damar Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahisi
Kliniği de, Türkiye’de tek olduğu bu
alanda uzmanlığı ve başarılı operasyonlarıyla öne çıkıyor.
Göğüs Cerrahisi’nde Da Vinci
Robotu’nun kullanımı oldukça yenidir. Kapalı ameliyatların başlamasının
ardından uygun vakalarda açık operasyonlara üstünlüklerinin ortaya çıktığı görülmüştür. Kapalı ameliyatların
bir sonraki aşaması, yeni geliştirilen
54
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
el aletlerinin hızla ilerlemesinin de
yardımıyla Robotik Operasyonlar olmuştur.
Avrupa’da ilk robotik akciğer rezeksiyonu (Lobektomi) Şubat 2001’de Pisa
Üniversitesi- İtalya’da yapılmıştır. Pisa
Üniversitesi, 2002 yılında bilimsel bir
dergide 107 vakalık geniş serilerini
sunarak, kapalı göğüs operasyonlarının (Robotik Cerrahi- VATS) açık operasyonlarla (Torokotomi) karşılaştırmasını yapmıştır.
Ülkemizde ilk Robotik Göğüs Cerrahisi operasyonu (Lobektomi) 2010
yılında yapılmış ve arkasından bir kaç
merkezde Robotik Göğüs Cerrahisi
operasyonları başlamıştır. Üroloji,
Kalp Damar Cerrahisi operasyonları gibi başka branşlarda başarıyla
kullanılan Da Vinci Robotu, Göğüs
Cerrahisi’nde de yoğun bir ilgiyle karşılanmış ve hızla kullanıma geçmiştir.
Robotun geliştirilmesinin ilham kaynağı olan kapalı operasyonların, uygun vakalarda açık operasyonlara
karşı birçok üstünlüğü mevcuttur.
Birkaç küçük kesiyle yapılan operasyonlar sayesinde en az açık operasyondaki kadar başarılı ameliyatlar
yapılabildiği görülmüştür. Hastalar
operasyon sonrası dönemde daha az
ağrı ve kanama yaşamış, ayrıca daha
kısa süreli hastanede kalış süreleriyle
daha ekonomik olmuştur. Göğüs cerrahisinde zamanla kapalı operasyonların sayısı arttığı gibi, gelişen aletlerle yapılabilen operasyon sayısı da
artmıştır. Bütün bu tecrübeler ise Da
Vinci Robotu’nun devreye girmesiyle
yapılan operasyonlarda da kullanılmaya başlanmıştır. Robotik cerrahi
sayesinde kapalı operasyonlar daha
da avantajlı hale gelmiştir.
Gerek Kapalı Göğüs Cerrahisi, gerekse Robotik Göğüs Cerrahisi ile yapılabilen tüm operasyonlarda, açık
vakalara üstünlükleri kanıtlanmıştır.
Video-kamera sayesinde, daha yüksek bir ışıklandırma altında görüntünün büyütülerek görülmesi ve hassas
el aletleri kullanılarak operasyon yapılması komplikasyonları azaltmaktadır. Robotik Göğüs Cerrahisi’nin
Vidotorakoskopik Göğüs Cerrahisine
(VATS) avantajları ise bu noktada başlamaktadır. VATS ile görüntü 2X veya
3X oranında büyütülebilirken, Da
Vinci Robot’ta bu oran 10X-12X’e kadar çıkabilmektedir. Yine VATS 2D (iki
boyutlu) görüntü sağlarken, DaVinci Robot 3D (üç boyutlu) yani çıplak
gözle gördüğümüz görüntü kalitesini verebilmektedir. Da Vinci Robot’ta
kullanılan kolların ucundaki aletlerin
hareket açılarının 540 dereceye kadar çıkması, bu aletlerin el bileği kadar hareketli olmasını sağlamaktadır.
Bu imkan VATS aletlerinde mümkün
değildir. El titremesini filtreleme sistemi kanama oranını azaltmaktadır.
Da Vinci Robotu aletlerinin manevra
kabiliyetinin VATS’dan daha yüksek
olması sayesinde özellikle kanser
ameliyatlarında dar bölgelerden
beze çıkarma işlemi kolaylaşmaktadır. Bu avantajlar sayesinde Robotik
operasyonlar; daha az kanama ve
ağrı ile kısa süreli hastanede yatış ve
iyileşme sağlamaktadır.
İstanbul Mehmet Akif Ersoy Göğüs
Kalp ve Damar Cerrahisi Hastanesi Göğüs Cerrahisi Kliniği olarak
Türkiye’de Robotik Göğüs Cerrahisi
yapılan tek kamu kuruluşu durumundayız. 2014 yılında Kliniğimizde,
25 adet Robotik Göğüs Cerrahisi operasyonu yapılmıştır. Akciğer Kanseri
başta olmak üzere tüm Robotik operasyonlar Göğüs Cerrahisi kliniğimizde başarıyla uygulanmaktadır.
içeriye doğru büyümüş göğüs duvarı
tümörleri, yine robotik olarak 3 adet
1,5cm’lik kesilerden bir bütün olarak
çıkarılmıştır.
Göğüs cerrahisinde şu anda ülkemizde robotik vaka yapılan merkez sayısı
oldukça sınırlıdır. Az sayıda özel merkez robotik göğüs cerrahisi yapabilmektedir ve bu merkezler oldukça
yüksek maliyetle yapmaktadır. Kamuda tek robotik operasyon yapılan
kliniğimizde ise hiçbir ücret alınmamaktadır. Bu durum robotik olarak
ameliyat olmak isteyen ama yüksek
maliyetler nedeniyle olamayanlar
için büyük bir şanstır.
Robotik operasyonlar, şimdiden birçok vakada tercih edilir duruma gelmiştir. Bu yöntem geleceğin operasyon biçimi olmaya adaydır. Dünyanın
her yerinde bu konuda büyük yatırımlar yapılmaktadır. Bu nedenle bu
operasyonlara erkenden başlamak
ve hızla yol almanın hem kliniğimiz,
hem ülkemiz için avantaj olduğu
açıktır. Robotik operasyonların sınırları hızla ülke sınırlarını aşmakta, bu
sayede ülkemiz sağlık turizminden
daha büyük pay alabilmektedir. Hastanemizde Kalp ve Damar Cerrahisi
Kliniği, bu konuda ülkemizde öncü
klinik olarak yer almaktadır. Robotla
kalp operasyonlarının çektiği ilgiyi
Göğüs Cerrahisinde de görüleceği
açıktır. Maliyeti yüksek ve özellikli
bu operasyonlar ağırlıkla özel hastanelerde yapılırken, Küçükçekmece
Kamu Hastaneler Birliği içinde Mehmet Akif Ersoy Göğüs-Kalp ve Damar
Cerrahisi Hastanesi bu yarışta ilk sıralarda yer almıştır. Hastanemizin Göğüs Cerrahisi Kliniği, şu an ülkemizde
en çok Robotik Göğüs Cerrahisi yapan ikinci merkez olmanın gururunu
yaşamaktadır. En yeni teknolojiyi en
kısa sürede başarı ile uygulayabilen Göğüs Cerrahisi kliniğimiz hasta
memnuniyeti ile de adından sıkça
söz ettirmektedir.
Hastanemizde geçtiğimiz yıl yapılan
çok sayıda robotik operasyon arasında önemli vakalar yer almıştır. Bunlar arasında dikkat çeken bir vaka;
yine hastanemizde kalp operasyonu
olmuş bir hastada akciğer kanseri
saptanması olmuştur. Hastanın sol
akciğer alt parçası, robotik operasyonla başarılı biçimde alınarak kalp
operasyonu olmuş hastaların, robotla akciğer kanseri sol tarafdan da olsa
ameliyat edilebildikleri gösterilmiştir.
Literatürde kalp operasyonu olmuş,
akciğer kanseri saptanan ve robotla
ameliyat edilen olguya rastlanmadığı
için bu ameliyatın ilk defa yapıldığı
kabul edilmiştir.
Akciğer kanserleri dışında akciğerde kanser oluşturmayan iyi huylu
çok sayıda akciğer tümörü robotla
çıkarılmıştır. Kalbin zarını tutan hastalıklarda, kalp zarının operasyonları
ve kalbin zarının kistleri yine aynı
dönemde robotik olarak başarıyla
ameliyatları yapılmış ve bu hastalar
kısa sürede sağlıklarına kavuşmuşlardır. Göğüs duvarının iç yüzünde
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
55
sağlığımıziçin
HASTA İLETİŞİMİ
Yrd. Doç. Dr. Yasin BULDUKLU
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi
Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
Hasta iletişimi nedir?
Hasta iletişiminden önce hastayı tanımlamak gerektiği kanaatindeyim.
Olağan koşullarda hasta iletişimi
veya hastalarla iletişim denildiğinde
kişilerarası iletişimin temel ilkelerinin
hasta ile iletişimde de etkili olduğu
kabul edilir. Ancak hasta ile iletişim
normal koşullardaki diğer bireylerle iletişim kurmaktan farklıdır. Zira
hasta zaten normal fizyolojik ve psikolojik bağlamından sapmıştır ve bulunduğu durumdan hoşnut olmayan
kişidir. Onun bu içsel rahatsızlığı kodlara daha fazla anlam atfetmesine ve
iletişimin bağlamını farklı değerlen56
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
dirmesine neden olmaktadır. Hasta
iletişimi, bu haliyle olağan koşullarda
karşılaşılma olasılığı oldukça zayıf
olan kişiler arasında gerçekleşen,
tarafların eşit olmadığı ve çoğunlukla yaşamsal düzeyde cereyan eden
hasta ile sağlık hizmeti sunucusu
arasındaki iletişimdir. Hasta iletişimi,
tarafların içinde bulunduğu duruma,
inançlara, değerlere ve kültürel ögelere göre değişkenlik gösteren yapıdadır. Kişinin yargıları, acıyla başa çıkma düzeyi ve kaderci olup olmaması
gibi koşullar da iletişimin üzerinde
etkili olmaktadır. İletişimin etkililiği,
sunucu – hasta ilişkilerinde tedavide istenen sonuçların ve tarafların
memnuniyetinin önemli bir bileşenidir. İletişimin eşitler arası olmayışı ve
bilgi sahipliğindeki dengesizlik, tarafların birbirlerini daha çok anlamaya yönelik çabalara yoğunlaşmasını
gerektirmektedir. Bu anlamda hasta
ile iletişimin en önemli unsurunun
empati olduğu söylenebilir.
Kaç tip hasta ve hasta yakını var? Bu
hastalara yaklaşımda nelere dikkat
edilmesini önerirsiniz?
Aslında her hasta farklıdır ve her
hasta kendine özgüdür. Ancak bazı
karakteristik özelliklere göre bir
genelleme yapılabilir. Bu durumda
da daha çok sorun ortaya çıkarma-
Yrd. Doç. Dr. Yasin BULDUKLU
sı olası hasta tiplerinin kategorize
edilmesi, iletişim sırasında bu özelliklerin göz önüne alınması iletişim
kazalarının daha az yaşanması sonucunu ortaya çıkarabilir. Bu çerçevede “Hastalarla İletişim” kitabında
literatür bağlamında yapılan kişilik
çalışmalarının sonuçları çerçevesinde dokuz hasta tipolojisine kitapta
yer verdim. Bu artırılabilir. Ancak dediğim gibi iletişim sorunu yaşanması
olası bu dokuz tipin tanınması ve bu
özelliklerine göre onlara yaklaşım
sergilenmesi, hem hizmet sunucusu
hem de hasta açısından yararlı olacaktır. Bu hasta tiplerine ilişkin ayrı
ayrı yaklaşımlardan söz edilebilir.
Ancak burada hepsine ayrı ayrı değinmek yerine zor hastalarla iletişim
konusunda genel bir şeyler söylemek yerinde olabilir.
Sağlık hizmeti sunucularının genel
tavrı, iletişimsel anlamda zor olarak
nitelenebilecek kişilik yapısındaki
hastalarla fazlaca uğraşmamak ve
hatta onlardan uzak durmak yönündedir. Genellikle de bu tip hastalar,
sağlık hizmeti sunucuları açısından
sorunlara yol açmaktadırlar. Onlardan kaçınmak yerine basit bazı taktiklerle onlarla iletişim kurmaya çalışmak, uzun vadede ortaya çıkması
olası sorunların önüne geçmeyi sağlayacaktır.
Hasta tiplerine ilişkin olarak en temel
öneri, sahip olunan önyargıları bir
kenara bırakmak ve bu kişilik tiplerine veya iletişim biçimlerine sahip
kişilerin özelliklerinin onların bir parçası olduğunu kabul etmektir. Etkili
sonuçlara erişmek için bu kabullenme, bir başlangıç olarak belirlenebilir. Hasta tiplerine göre iletişimde
hastanın tek kişi olmadığı da göz ardı
edilmemelidir. Zaten hizmet almaya
da hasta genellikle birilerinin refakatinde gelmektedir. Örneğin geveze
bir hasta ile iletişim kurmaya çalışırken geveze bir hasta yakını ile de
başa çıkmak zorunda kalınabilmektedir. Bu noktada bu türden hasta ve
yakınlarının nasıl konunun çerçevesi
içinde tutacağınızı bildiğinizde en
basit kazanım, zamandan tasarruf
etmektir.
Zor hastalarla iletişimde sağlık
çalışanlarına öneriniz nedir?
En temel yaklaşım, önyargısız biçimde bu kişilerle iletişim kurmaya çalışmak ve içinde bulundukları duruma
göre onları değerlendirmektir. Ancak
zor hastalarla iletişimde en önemli
aşama; bu hastaları tanımak, doğru
kategorize etmek ve onlara uygun
iletişim deseninde ilişkiyi yapılandırmaktır. Böylelikle olası iletişim kazaları da engellenebilecektir. Sağlık
hizmeti sunucularının unutmaması
gereken esas nokta, hastanın kişilik
yapısı zor bile olsa doğru iletişim stratejileri ile herkesle etkin iletişim kurulabileceğidir. Daha genel bir ifade ile
herkesin anlayabileceği bir iletişim
dili vardır. İletişimin “sahne oyunu”
gibi olduğu hizmeti sunanlarca unutulmamalıdır. Hizmeti sunan ne denli
başarılı iletişim kodlarını aktarırsa zor
olarak nitelenen kişilerin buna geribildirimleri de o denli olumlu olacaktır. Elbette sağlık hizmeti sunucuları,
emek yoğun bir sektörün çalışanlarıdır ve herkese istediği nispette ilgi
göstermekte zorlanabilirler. Onların
da özel yaşamlarında sorunları vardır.
Ancak sağlık hizmetleri bu noktada
diğer sektörlerden ayrılır. Özellikle
hastanın giderek hizmet sunumunun
merkezine yerleşmeye başlaması,
hastayı anlamanın ve ona uygun iletişim deseninin seçilmesinin önemini de giderek artırmaktadır. Sağlık
sunucusunun bu düşüncesinde göz
ardı etmemesi gereken esas husus,
başlangıçta ortaya koyarak ikna etmediği hasta için sonra çok daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalacağı
olmalıdır. Sağlık sunucuları birkaç
küçük ipucu yardımıyla bu hastalarla
iletişimi yönetebilirler.
Doktordan ve tedaviden kaçan hasta
nasıl ikna edilir?
Doktora ya da tedaviye uymama
bizim ülkemizde en çok rastlanan
durumdur. Birçok kişi sadece hekime gitmekle sorunun çözüldüğünü
düşünür. Hatta çoğumuz hekimlere
bir şeyimiz olmadığını söylesin diye
gideriz. Olumsuz bir şey söylediğinde de eğer o hekime tam güvenmiyorsak başka bir hekim aksini söyle-
sin diye ona gideriz. Bu durumda da
sağlık hizmeti sunucusunun ve özelde hekimin iletişim becerisi ortaya
çıkmaktadır. Hastanın tam anlamıyla
ikna edilememesi, aslında sağlık kaynaklarının da etkinsizliğine neden
olmaktadır. İkna olmayan hastanın
başka diğer hekimlere, sağlık kurumlarına veya alternatif uygulamalara
yönelmesi, aşırı kaynak tüketimine
de neden olmaktadır. Hastanın ikna
edilmesi ve onunla aynı noktaya bakıldığının sağlanması, sadece hastayı
korkutarak başarılabilecek bir durum
değildir. Onunla iyi iletişim kurmak,
onu sadece hasta olarak değil de bir
birey olarak, kendi hayatının farkında olması gereken bir uzman olarak
görmek iknanın ilk adımı olarak kabul edilebilir. Kendini paternalist bir
yaklaşımla üstün olarak konumlandırmak yerine hastanın toplumsal
konumu, yaşı, kültürel bağlamı gibi
hususları göz önünde bulundurarak
iletişim kurmak yararlı olabilir. Bazı
hastalar, hekim kendine sert davrandığında talimatlara uyarken diğerleri,
söylenilen somut olarak gösterildiğinde ikna olabilmektedir. Yine ikna
konusunda hekimlerin soyut ifadelerle durumu açıklamaktan ziyade
somuta yönelik yaklaşım sergilemeleri de daha düşük sağlık okuryazarı
kişilerin kolay ikna edilmesine yardımcı olabilir. Bu anlamda görsellerin ve operasyon görüntülerinin
somut zemine oturtmakta yararlı
olacağını ifade etmek isterim. Yine
özellikle kronik rahatsızlığı olan kişilerin durumsal bıkkınlıkları, önerileri
dinlememek, tedaviden kaçmak ve
keyfine göre hekim bulmak arayışını
en çok ortaya çıkaran etkenlerin başında gelmektedir. Böyle durumlarda
aile bireylerinden yardım almak ve
onlara sorumluluk vermek de yararlı
olabilir. Örneğin sigara içen ve sağlık
açısından ivedilikle bırakması istenen
dedenin üzerinde torunu oldukça
etkili olabilmektedir. Torundan aldığınız yardım ile dedeyi daha çabuk
ikna etmeniz yüksek olasılıktır.
Hastalar, sağlık profesyoneli ile doğru
iletişimde nelere dikkat etmeli?
Buraya kadar hep sağlık sunucularının sorumluluğunda bir iletişim
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
57
biçiminden söz ettik. Ancak iletişim
iki yönlü bir süreçtir ve bunun hasta
tarafı da sorumluluk almalıdır. Hasta ya da yakınları sorumluluk almadan doğru sonuca erişmek olanaklı
değildir. Hasta ile hekimin etkileşiminde tarafların tatminini etkileyen
beklenti düzeyi, iletişimin kalitesini etkileme potansiyeline sahiptir.
Öncelikle hekimler sihirli değneğe
sahip kişiler değillerdir ve onlardan
şapkadan tavşan çıkarmalarını beklememek gerekir. Hasta anlattığı
şeylerden hekimin hemen durumu
anlamasını ve sorunu anında halletmesini bekliyorsa bu gerçekçi bir
beklenti olmayacaktır. Aynı şekilde
hekimin durumu tam anlamıyla algılayıp durumdan en az hasta kadar
mustarip olmasını beklemek de gerçekçi değildir. Ama her koşulda hastanın yapması gereken en önemli
şey, sorunu tam, açık ve doğru biçimde hekime ya da hizmetin diğer
sunucularına aktarmasıdır. Olabildiğince sade ve amaç odaklı sorunun
aktarılması, taraflara hem zaman kazandıracak hem de sorunun ortadan
kaldırılmasını sağlayacaktır. Hizmeti
sunana durumun aktarımı sırasında
utanma, sıkılma, çekinme gibi motivasyonlarla bastırılması da tedaviyi
olumsuz etkileyebilmektedir. Hekimle iletişimde bu duyguları bir kenara bırakmak iletişimi olumlu yönde etkileyecektir. Hastalar özellikle
bedelini ceplerinden ödediklerinde
hizmeti sunanın tüm zamanını satın
aldıklarını düşünürler. Onun çalışma
alanını da bu nedenle uzun uzun
işgal etmekte bir sorun görmezler;
hatta bunu hakları gibi düşünürler.
Onların bu bakış açısı, hizmet sunucularına karşı olumsuz tutumları ortaya çıkarabildiği gibi; tedavi etkinliğinin de azalması sonucunu ortaya
çıkarabilmektedir. Hastanın kendi
yaşadığı deneyimin uzmanı olarak
hekimle ortaklık kurmaya yönelik
çaba göstermesi ve önyargılarını bir
tarafa bırakması tedavi sonuçlarını
olumlu etkileyeceğinin bilincinde
olması gerekir. Elbette hasta hakları
vardır. Ancak hastalar hakları kadar
sorumluluklarının da bilincinde olmalıdırlar. Üzerine düşen sorumlu58
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
lukları yerine getirmeden sadece
hizmeti sunanı suçlamak, en basit
haliyle haksızlıktır.
Kriz anında neler yapılmalıdır?
Sağlık hizmetleri, doğası gereği pek
çok riski bünyesinde taşımaktadır.
Yapılan küçük bir girişim bile kişinin
yaşamını ve yaşam kalitesini etkileyebilmektedir. Hizmeti sunan, alanında ne kadar uzmanlaşmış olursa olsun; diğer etkenlerden doğan
bazı sonuçların engellenebilmesi
neredeyse imkansızdır. Hatta zaman zaman yapılan işte aşırı uzman
olunduğunun hissedilmesi de beklenmeyen bir durumu ortaya çıkarabilmektedir. Beklenmeyen gelişmeler, sağlık hizmetini sunanın veya
sağlık kurumunun ve hatta sağlık
sisteminin kriz ortamına sürüklenmesi sonucunu ortaya çıkarabilir.
Kriz doğası gereği, zarar, ziyan, hasar
ve kayıp ile sonuçlanan durumları
yaratır. Krizin doğru yönetilebilmesi ile de bunların etkisi azaltılabilir.
Hatta moda ifadeyle kriz fırsata dönüştürülebilir. Sağlık hizmeti sunumunda krize yanıt en önemli aşama
olarak görülmektedir. Kriz başlangıç
aşamasında doğru kontrol edilebilir
ve hazırlıklı olunabilirse etkileri daha
az olmaktadır. Kurumların ya da kişilerin kriz durumlarında en sık başvurdukları yöntem, duyarsız kalmak,
sorumluluğu inkar etmek ya da bir
başkasını suçlu ilan etmek biçimindedir. Kriz durumları bunların aksine
açıklığa ve doğru iletişime en çok
ihtiyacın olduğu dönemlerdir. Yine
krizin ortaya çıkmasına yönelik tüm
çabalara rağmen; sağlık alanı, krizin
engellenmesi en zor olduğu sektördür. Bu noktada genellikle krizi onarıcı adımlar öne çıkmaktadır. Eğer
kriz sağlık kuruluşunu etkileyecek
nitelikteyse bu durumda ilk adım,
tek bir sesin dışarıya yansıtılması ya
da her kafadan bir ses çıkmamasının
önlenmesi olmalıdır. Krizin odağındaki bir kişi ise bu durumda da profesyonel bir iletişim yöneticisi ile çalışmak yararlı olabilir. Ancak hem kişi
hem de kurum için kriz durumunda
hızın ve gerçekçiliğin önemli olduğu
unutulmamalıdır. Medyanın kriz yö-
netiminde en stratejik araç olduğu
bilinmeli, onlara doğru bilgi tek kaynaktan hızlı biçimde aktarılmalıdır.
Bu arada sağlık hizmetlerinde bazı
krize neden olma olasılığı önceden
belirli olan olaylar için beklenti yönetiminden de kısaca söz etmek yararlı olur kanaatindeyim. Bazı sağlık
girişimlerinde hizmeti sunanlar hastaya pozitif olmak adına bazı önerileri iyimser biçimde aktarma eğilimi
göstermektedirler. Böyle durumlarda hastanın sonuç beklentisi düzeyi
yükselmekte ve olası küçük aksilikler
bile kriz sonucunu doğurmaktadır.
Böyle durumlarda da açık biçimde
bilgi vermek, beklenti düzeyinin
yükselmemesine neden olacaktır.
Bu noktada açık olmak ile acımasız
olmak arasındaki çizgiye de dikkat
etmek gerekir.
Sağlıklı iletişimin olmazsa olmazı size
göre nedir?
En başta sağlık iletişimi sadece kişilerarası iletişim boyutuna sıkıştırılamayacak kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Yani sadece hekim – hasta
iletişimi boyutu ile konuyu ele almak
sağlık iletişimini çok dar bir bakış
açısı ile değerlendirmek anlamına
gelmektedir. Oysa sağlık iletişimi çok
boyutlu bir kavramdır. Genel anlamda sağlık iletişiminde iletinin anlaşılır
ve açık olması, doğru bilgiyi içermesi
ve hedef kitle bağlamında kodlamanın yapılması önemli hususlar olarak
sıralanabilir. Ancak ben burada hizmet sunan – hasta iletişimi konusunda en önemli husus nedir? Sorusuna
cevap vereyim. Bana göre hasta ile
iletişiminin en önemli unsuru “insanı
sevmek”tir. İnsanı sevmeden, çaresiz
gözlerden rahatsız olmadan bu işin
başarılı biçimde yapılmasının imkansız olduğunu düşünüyorum. Hastaya
ya da yakınına yardımcı olunduğunda veya doğru iletişim kurulduğunda onların gözlerindeki mutluluğun
tarifsiz olduğunu anlamadan bu hizmetin etkili sunumu olanaksızdır. Sadece para, sadece statü ya da sadece
bireysel yarar için tatmin edici sağlık
hizmeti sunulamaz. Dolayısıyla insanı
sevmeden de sağlıklı iletişimden söz
edilemez.
sağlığımıziçin
SOLARYUM, KANSERE
DAVETİYE ÇIKARIYOR
Prof. Dr. Şükran TUNALI
Dermatokozmetoloji Derneği Başkanı
Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı
(IARC - The International Agency for
Research on Cancer) tarafından yapılan 20’den fazla epidemiyolojik çalışmalar, 30 yaşından önce solaryum
ışınlarına maruz kalanlarda kanseri
riskinin yüzde 75 oranında arttığını
kanıtladı.
Elde edilen verilen veriler doğrultusunda, Dünya Sağlık Örgütü (WHO),
UVA ve UVB ışınlarına aşırına maruziyetten mutlaka kaçınılması gerektiği
uyarısında bulundu.
Dünyanın farklı yerlerinde yapılan bi-
60
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
limsel araştırmalara göre, Ultraviyole
ışınları insanlar üzerinde kanserojen
etki yaratıyor. Bu ışınlar güneş gibi
ister doğal kaynaklı olsun, ister solarium gibi yapay kaynaklı olsun, ciltle
aşırı teması durumunda kanser gelişme riskini büyük oranda artırıyor. Bu
risk, özellikle 30 yaşından önce solaryum cihazlarını kullananlarda daha
da artıyor.
Bronzlaşma Merakı Canınızı Almasın
İngiltere Kanser Araştırma Enstitüsü
tarafından yapılan araştırmaya göre,
her yıl yaklaşık 14 bin kişi cilt kanserine yakalanıyor ve buna bağlı olarak 2
binden fazla kişi hayatını kaybediyor.
Bu verilerin 40 yıl öncesine nazaran
10 katına çıktığını belirten kurum, bu
artışın solaryuma giren insan sayısının artmasıyla doğru orantılı olduğuna dikkati çekiyor.
Yapılan farklı bilimsel araştırma sonuçlarına göre, UV ışınları göz retinasına ve konjonktiva tabakasına ciddi
zararlar veriyor . Solaryum ışınlarına
maruz kalan kişilerde en çok rastlanan ciddi göz hastalıkları arasında
makula dejenerasyonu, solar makulopati, gözde et büyümesi (pterjiyum), katarakt ve göz kapaklarını
kaplayan deride ve konjonktiva tabakasında kanser oluşumu yer alıyor.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre,
ultraviyole ışınlarına aşırı maruz kalan kişilerin ciltleri elastikiyetini kaybediyor ve bundan ötürü cilt daha
çabuk yaşlanıyor
CPHI İSTANBUL
Turgut TOKGÖZ
İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS)
Genel Sekreter
Dünyanın en önemli ilaç etkin madde fuarı olan CPhI Worldwide yelpazesinin bir parçası olarak, bölgesinin
merkezi niteliğindeki ve ilaç endüstrisi için önem taşıyan ülkelerde (CPhI
India, CPhI China, CPhI Rusia gibi)
bölgesel fuarlar düzenleniyor.
Bu kapsamda, ülkemizde düzenlenmesi için gösterdiğimiz yoğun çabalarımız sonucunda, CPhI İstanbul,
geçtiğimiz yıl ilk defa Sendikamızın
resmi ortaklığında ve Türkiye İlaç ve
Tıbbi Cihaz Kurumu’nun desteğiyle düzenlendi. Fuar, beklenenin çok
üzerinde bir katılımla, 86 ülkeden
4.000’in üzerinde ziyaretçi ve 19 ülkeden 191 fuar katılımcısıyla gerçekleşti.
Söz konusu etkinlik, bu sene 3-5 Haziran 2015 tarihleri arasında İstanbul
Kongre Merkezi’nde düzenleniyor.
Ülkemiz ve ilaç endüstrimiz için
önemli kazanımlar sağlayan fuarın
bu sene de resmi ortağı olmaktan kıvanç duyuyoruz.
Etkinliğin, geçtiğimiz yıl olduğu gibi,
Avrupa, Orta Doğu, Uzak Doğu, Orta
ve Güney Asya, Balkanlar ve Kuzey
Afrika bölgelerinden gelen katılımcı
profili ile ilaç endüstrisi için uluslararası düzeyde etkili bir fuar olacağına
içtenlikle inanıyoruz.
Sendikamız kurulduğu günden bugüne, ülkemizin daha güçlü bir ilaç
endüstrisine kavuşması yolunda çalışmalarını sürdürüyor. Bu kapsamda,
endüstrimiz için hedefimiz, dünyanın
önde gelen ilaç üreticilerinden ve ihracatçılarından birisi konumuna gelmek. Nitekim, bu hedefi gerçekleştirmek için güçlü, köklü ve uluslararası
standartlarda bir endüstriye sahibiz.
Gerekli koşullar oluşturulduğunda,
Türkiye ilaç endüstrisinin uluslararası
rekabet gücünü artıracağına ve küresel üretim merkezi haline geleceğine
şüphemiz yok. Bu alanda çalışmalarımıza kararlılıkla devam ediyoruz.
CPhI İstanbul’un resmi ortağı olmamızın sebebi de bu kararlılığımız.
Ülkemizin kilogram başına ortalama
ihracat değerinin 2 dolar, endüstrimizin ihracat değerinin ise yaklaşık
35 dolar olduğu göz önüne alındığında, endüstrimizin ihracat açısından
önemi ortaya çıkıyor. Uzun yıllara
dayanan uluslararası kalite standartlarında üretim deneyimi, kaliteli insan gücü ve yüksek teknolojisi ile
gelişmiş ülkelerle rekabet edebilecek
potansiyele sahip olan endüstrimizin
ürünleri, Avrupa Birliği (AB), Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), Kuzey
Afrika ve Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere 170 ülkeye ihraç ediliyor.
İlaç ihracatımız son üç senedir ülkemizin toplam ihracatından daha hızlı
bir şekilde, çift haneli olarak büyüyor.
İhracatın ithalatı karşılama oranı son
üç senede %12’den %18’e yükseldi.
2009 yılında 474 milyon ABD doları
seviyesinde olan ilaç ihracatımız 5
yılda %80 düzeyinde artarak 2014
yılında 856 milyon ABD dolarına
ulaştı. Ancak, özellikle 2012 ve 2013
yıllarında yakalanan çift haneli büyüme rakamlarını takiben 2014 yılında
ihracattaki büyüme hız keserek %4,7
seviyesinde kaldı.
Türkiye’de uygulanan düşük fiyat politikaları, son dönemde ilaç ihracatının hızının azalmasında rol oynayan
önemli faktörlerden birisi haline gelmiştir. Ticari bir malın ucuzlamasının
onun dış pazarlardaki rekabetçi konumunu artırması beklenirken tersine sonuç doğurması bir paradoks
olarak algılanabilir. Ancak, serbest
piyasa şartlarında belirlenmeyen fiyatlar ve yine serbest ticarete konu
olmayan bir ürün olması nedeniyle
ilaç pazarında farklı formlarda anomaliler ortaya çıkabilmektedir.
Nitekim, ihracat pazarlarındaki sağlık
otoriteleri Türkiye’deki düşük fiyatları kaynak olarak almak suretiyle
kendi ülkelerine ihraç edilen ürünlerimizde ruhsatlandırma yaparken
bu fiyatları talep etmektedirler. Bu
durum bir yandan ülkemiz üreticilerinin dış pazarlarda yetersiz kar
marjlarıyla etkin tanıtım yapabilmelerini engellemekte, diğer yandan
da üreticilerimizi doğrudan ihracat
yapmak yerine ilgili ülkede daha yüksek fiyat alabilmek adına o ülkede
fason üretim yaptırmaya itmektedir.
Endüstrimizin küresel üretimden
yüksek pay alması ve ihracatını artırabilmesi için ilk aşamada iç pazarda
sürdürülebilirliğin ve öngörülebilirliğin sağlanması büyük önem taşımaktadır.
Umut ediyoruz ki, önümüzdeki dönemde ilaç politikaları stratejik öneme sahip endüstrimizin rekabet
gücünü ve verimliliğini artıracak ve
gelişiminin önünü açacak biçimde
düzenlenir. Türkiye ilaç endüstrisini
ancak, tüm tarafların yakın ve yapıcı işbirliğiyle, etkin koordinasyon ve
doğru destek mekanizmalarıyla küresel bir oyuncu haline getirebiliriz.
Turgut TOKGÖZ
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
61
sektörden
ASANSÖRDE YENİ BİR KONSEPT:
HAVA İLE ÇALIŞAN VAKUM ASANSÖRLER
HMF Asansör, hava ile çalışan ENI vakum asansörlerini piyasa sundu. Asansör kuyusu ve makine
dairesi gerektirmeyen ev, işyeri, kamu kuruluşları gibi her yapıya kolaylıkla uygulanabilen
vakum asansörler asansör sektörüne yeni bir konsept getirecek.
asansörleri, evinizin istediğiniz bir
kısmına rahatça uygulanabilir.
Minimum alan kullanımı ile yapılara
kolayca uyum sağladığı için yeni inşaa edilen veya var olan bir projeye
rahatlıkla montajı gerçekleştirilir. Yolcu kapasitesi 1 ila 3 kişi arasında değişen asansörler son derece yumuşak kalkış ve duruş mekanizmasına
sahiptir. Yenilikçi ve modern tasarıma
sahip 360o panoramik görüş sağlayan
vakum asansörler ile evinize ferah ve
şık bir görünüm kazandırabilirsiniz.
Güvenli ve Çevre Dostu Asansör
Vakum Asansör Nedir ve Nasıl Çalışır?
Dikey silindir içerisinde hava basıncı yardımıyla hareket eden vakum
asansör elektrik süpürgesi mantığıyla çalışır. Asansörün en üstünde bulunan hava tahliye valfi ile hava akımı
kontrol edilerek kabinin ve yolcuların
yukarı doğru hareketi sağlanır.
Farklı talepleri karşılamak amacıyla
2 ayrı tipte üretilen ve 15 m yüksekliğe ulaşabilen vakum asansörler, 2
ila 6 duraklı olup tekerlekli sandalye
kullanıcılarına uygun modeli de mevcuttur. Asansör kuyusu veya makine
dairesi gerektirmediği için kurulumu
son derece kolay olan ENI vakum
Devrimsel nitelikteki ENI vakum
asansörleri kalkış sırasında minimum enerji harcarken iniş sırasında
hiçbir enerjiye ihtiyaç duymaz, yerçekiminden yararlanarak inişini tamamlar. Kablo, makara veya piston
bulunmadığı için yağlama ve bakım
gereksinimi de minimum düzeydedir. Her türlü binaya uyum sağlayan
yapısı sayesinde 1-2 günde montajı
gerçekleştirilir, istenmesi halinde
kolayca demonte edilerek başka bir
mekana taşınabilir.
2012 yılında İspanya’da faaliyetlerine
başlayan ENI vakum asansörleri, son
derece güvenli yapılardır. Herhangi
bir elektrik kesintisi sırasında, asansör kabini otomatik olarak en düşük
seviyeye iner ve kapılarını açarak yolcuların dışarı çıkmasına olanak tanır.
Üstelik bunları yapmak için hiçbir
enerjiye ihtiyaç duymaz. Ayrıca kullanılan devreler 12 V olup elektrik
çarpma riskini ortadan kaldıracak şekilde tasarlanmıştır.
Standart 3 rengin dışında opsiyonel
renk seçeneklerinin de mevcut olduğu vakum asansörler ile teknoloji ve
şıklığı bir arada yaşayın.
62
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
İLİŞKİNİZİN ANAHTARI SİZDE
Özlem KÖSE
Uzman Evlilik ve Aile Terapisti
İkili ilişkilerde güven nasıl oluşur?
Güven, bir ilişkinin başlaması ve devam edebilmesi için en önemli yapıtaşı. Son yıllarda ilişkilerle ilgili yapılan pek çok araştırmada “Eşinizde ya
da sevgilinizde aradığınız en önemli
kişilik özelliği nedir?” sorusu katılımcıların “güvenilir” olması diye yanıtladığını görüyoruz. Daha güzel, daha
zengin ya da daha çekici bir eş aramıyor kimse; sözüne güvenilebilen, sırtını ona yaslayabileceği bir eş istiyor.
Amerika’nın ve dünyanın en ünlü evlilik araştırmacısı John Gottman’ın yaptığı araştırmaların sonuçlarına göre
güveni oluşturmak için şunlar gerekli:
1. Eşimizin neler yaşadığının ve ne
hissettiğinin farkında olmak
2. Eşimizin zor anında arkamızı dönmek yerine ona yanında olduğumuzu hissettirmek
3. Eşimizin bizden farklı bir bakış açısına sahip olabileceğini kabullenmek ve bu farklılığı hoş görmek
4. Eşimizin duruma nereden baktığını anlamaya çabalamak
5.Savunmacı bir yaklaşımla tepki
vermekten kaçınmak
64
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
6. Empati yapmaya çalışarak duruma
yaklaşmak
İlişkilerde güvenle ilgili sorunlar
oluşmaya başladığında Gottman’ın
bu önerilerini yapabilmek elbette
zorlaşıyor. Çiftler güvenin kolayca ve
kendiliğinden gelişebilen bir durum
olduğunu düşünüp oluşması için
yeterince çaba göstermiyor, güven
kaybolunca onu aramaya başlıyor.
Güven oldukça pahalı bir şey; milyonlarınız olsa satın alamazsınız kaybettikten sonra. Önemli olan, daha
ilişkinin başındayken ve ilişkinin bulutsuz günlerinde biraz önce söylediğim önerileri uygulamaya çalışmak.
Kaybettikten sonra yeniden kazanma sürecinde profesyonel desteğe
ihtiyacınız olabilir.
Güven oluşurken iletişim becerilerimiz kadar hormonlarımız da oldukça
önemli bir rol oynuyor. Cinsel ilişkideki orgazm sırasında kadınlar oksitosin, erkeklerse vasopressin dediğimiz hormonu salgılıyor. Gottman ve
arkadaşlarının yaptığı araştırmalara
göre bağlanma hormonu olarak da
bilinen bu iki hormon hem kadında
hem de erkekte fiziksel ve duygusal
bağın orgazm yoluyla perçinlenmesine katkıda bulunuyor.
Güvenle ilgili daha geniş kapsamlı
bilgi sahibi olmak isteyenler için Dr.
Gottman ve Silver’in “What Makes
Love Last?: How to Build Trust and
Avoid Betrayal” adlı kitabını okumalarını öneririm.
Güven sorunu yaşayan kadın ya da
erkekler neler yapmalı?
“Seni, uçurumun kenarında tutunduğum dal bileyim” diyor ya şair, iste
eşimizden ya da partnerimizden aldığımız ve ona verdiğimiz en önemli
mesaj bu, güvenle ilgili kaygılarımızı
gidermek için. Eğer esimizin/partnerimizin ihtiyacımız olduğunda
yanımızda olacağına inanıyorsak ve
bunu davranışlarıyla gösteriyor olmasına rağmen hala kuşkulanıyor ve
onu sadakatsiz olmakla ya da dürüst
olmamakla suçluyorsak, bu durum
bizim geçmişte yasadığımız ilişkilerimizden getirdiğimiz bir güven problemi ya da yine geçmişte tamir edemediğimiz olumsuz duygularla dolu
bir bavulla yeni ilişkimize devam ettiğimiz için basımıza geliyor olabilir.
Daha başka bir ifadeyle, karşılaştığımız durum hem bizim hem de partnerimizin bağlanma stili ve aramızda
oluşan bağın güvenli olup olmaması
ile yakından ilişkili olabilir. Bu durumda, mutlaka hem ilişkilerle ilgili
travmalar hem de yetişkin terapisi
konusunda uzmanlaşmış terapistlerden destek almak ve bağlanma stilimizle ilgili bilgilenmek çok önemli.
Bu konuda Uzm. Psk. Tarik Solmuş’un
her biri diğerinden faydalı olan pek
çok kitabı var, ancak daha fazla bilgi
sahibi olabilmek isterseniz “Kadınlar /
Erkekler Farklılıklar / İlişkiler” adli kitabından başlamanızı öneririm.
İlişkilerin sürdürülebilir olması için neler
yapılmalı?
“Kavgalar aşkın tuzu biberi” denir ya
bizim kültürümüzde, aslında bu bize
gösteriyor ki çatışmalar hayatımızın
bir parçası. Bazen etrafınızdaki kişilerden duyarsınız “kavga bile etmiyorduk ama ilişkimiz bitti” diye. Eğer
hiç tartışmıyorsanız her iki tarafın da
önemsediği ve uğruna savaş verdiği
ortak cidarlarınız azalmış demektir.
En mutlu ilişkilerdeki çiftler bile tartışıyor, ancak onları çatışmalı ve mutsuz çiftlerden ayıran en temel nokta
kavga ettikten sonra çok geçmeden
tamir etmeye ve sorunu düzeltmek
için çaba sarf etmeye çalışmaları.
Sorun yasayabilirsiniz; sorunu denediğiniz yöntemlerle çözemeseniz
bile her iki tarafın da çözüm aradığını
görmeniz ilişkiye olan inancınızı pekiştiriyor.
İlişkilerde zaman zaman ilgisizlik
olduğunda ne yapmalı?
Çiftlerin ortak bir hayalinin olması
ilişkinin verdiği tatmini korumak için
altın değerinde. Bu, bazen beraber
çocuk yetiştirmek de olabilir, birlikte bir proje üretmek, zengin olmaya
çalışmak ya da bir sosyal yârdim kuruluşunda gönüllü olmak da. Düşünsenize; birlikte yürümek istediğiniz
bir yola çıkmışsınız, el elesiniz ama
bir sure sonra yol bitmiş, olduğunuz
yerde sayıyorsunuz. Bu durumda
kim aynı yerde sayarak hayatını geçirmek ister ? Anlamlı bir ortak yolda
atılan adımlarla birleştiremediğiniz
yolun yerini, sudan sebeplerle çıkan
kavgalar alıyor sonrasında; bir bakmışsınız ki hayatlarınızdaki boşluğu
doldurmak için kullanmışsınız çatışmaları. Ne acı... Bazen bunu yaptığını
gördüğüm çiftlere sorarım, “Bu çatışmaların hepsinden sizi kurtardığımızı varsaysak birlikte ilk yapacağınız
şey ne olurdu?” diye, çoğunlukla donakalıyorlar. Anlıyorlar ki çatışmalarla baş etmeye çalışmak olmuş artık
var olma cabalarının adı. O yokken
sanki ne ben ve sen olabiliyorlar, ne
de biz…
Neden ilişkiler uzun sürmüyor?
Pek çok sebebi var aslında ama bir
çift terapisti ve araştırmacı olarak en
sık karşılaştığım nedenlerden bahsetmek isterim. Ülkemizde çatışmadan kaçınarak ilişkilerini yaşamaya
çalışan büyük bir kitle var, bütün
problemlerimizin yarattığı çatışmayı
öteleyerek ve sorunların üstünü örterek üstesinden gelmeye çalışıyoruz.
Artık “kişilerarası nörobiyoloji”den
bahsedebildiğimiz bir çağda yaşıyoruz. Bu alanda yapılan çalışmalar
bize gösteriyor ki yakın ilişkilerdeki tepkilerimizi belirleyen süreçler
beynimizin “duygusal beyin” diye
de tabir edebileceğimiz kısmı olan
amigdalada saklanan duygusal geçmişimizle ilgili. Hiçbir ilişkiye sıfır kilometre başlamıyoruz; amigdalamız
geçmişteki ilişki yaralarımızı, incinmişliklerimizi, travmalarımızı hatırlayıp işlemliyor. Bu bilgiyi, bir tehlikede olup olmadığımızı anlayabilmek
için yaşadığımız çevredeki tehlikeyi
taramak için kullanıyor. Tarasın ki
“savaş, dona kal ya kaç” diyebilelim
ve hayatta kalmamızı sağlayacak
fiziksel tepkiyi gösterelim. Bazılarımız amigdalamızın emriyle donup
kalıyor ve onarmak için adım atamıyor; bazılarımızsa kavganın ateşini
yükseltip hararetiyle yanarak ateşin
içinde kalıyor. Bir süre sonra bu çekilmez hale gelince ayrışma başlıyor ve
yeni yollar yeni insanlarla deniyoruz.
Unutmayın ki gittiğiniz her yeni ilişkiye amigdalanızı da götürüyorsunuz, hem de küllenmişlere eklenmiş
yeni ve taze yaralarla…
Son dönemlerde artan boşanma
oranlarına bakıldığında evliliklerin
sürdürülebilir olmasında da sorun
var. Bunun çözümünde ne önerirsiniz?
Boşanmak çözüm müdür? Sürmek için ne
yapılabilir?
Boşanmak elbette çözüm değil, her
yeni gittiğimiz ilişkiye eski ve bize iyi
gelmeyen ilişki kalıplarını taşıyarak
gidiyoruz. Kimseyle olmayalım, yalnız kalalım gibi bir lüksümüz de yok
çünkü insan diğer bütün memeliler
gibi bu dünyaya bağ kurmak için gelmiş, bağ kurduğunda kendini tam
ve varoluşunu tamamlamış hissediyor. Yapmamız gereken en önemli
Özlem KÖSE
şey bize her ilişkimizde kaybettiren
hatalı ilişki kalıplarımız hakkında
farkındalık kazanmak, güvende hissedemediğimiz, mutlu olmasak da
sırf bitirmek zor geliyor diye ittirerek
götürmeye çalıştığımız ilişkilerimizi
tamir etmek için ya uzman desteği
almak, tamir edemiyorsak da ittirmekten vazgeçip vedalaşmanın yollarını aramak çok önemli. Mutlu olmak ve varoluşumuzu tamamlamak
için evleniyor ya da ilişkiler sürdürüyoruz, her gün bizden götürdüğünü
gördüğümüz ve her geçen gün biraz
daha yarım hissettiren ilişkide kalmak için değil. İlişkiye yeni başlayanlar, ilişkisi devam edenler ya da
yalnız olanlar için kısacası herkese 40
yıldır ilişki araştırmalarının yapıldığı
Seatle’daki aşk laboratuvarından çıkmış John Gottman ve Nan Silver’in “
Evliliği Sürdürmenin Yedi İlkesi” adlı
kitabını mutlaka okumalarını tavsiye
ederim.
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Uzman evlilik ve aile terapistiyim.
Purdue Üniversitesi’nden uzmanlık,
Hacettepe Üniversitesi’nden lisans
derecemi aldım. İstanbul-Etiler’de
Arkabahçe Danışmanlık’ta terapist
olarak çalışmanın yanı sıra ODTU
Kıbrıs ve Alman Araştırma Birliği’nin
ortak yürüttüğü bir uzun kesitli
araştırmada araştırmacı olarak çalışıyorum. Çiftlerle, bireylerle ve çocuklarla yaptığım hem klinik hem
de akademik çalışmaların yanı sıra
travma ve bağımlılık tedavisi üzerine
uzmanlaştım.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
65
haber
GOOGLE SCHOLAR VERİLERİNE GÖRE
BİLİM İNSANLARI LİSTESİ YAYINLANDI
Webometrics isimli web sitesi h indeksi ve atıf sayılarını göz önünde bulundurarak
Türkiye’nin de aralarında olduğu farklı ülkelerin Google Scholar, Web of Science verilerine
göre sıralamasını yaptı.
Avrupa birliği 7. Çerçeve Programı
kapsamında “Project Acumen “ isimli
bir araştırmada Türkiye ve Avrupa’da
bilim insanlarının başarı sıralaması
çıkartıldı.
Daha önce üniversitelerin sıralamasını yaparak adını duyurmuş olan
webometrics isimli web sitesi bu kez
h indeksi ve atıf sayıları göz önünde
bulundurularak Türkiye’nin de aralarında olduğu farklı ülkelerin en
Doç. Dr. Polat Dursun
Jinekolojik Onkoloji Alanında Çalışmalar
2000’den fazla bilim insanı arasından seçilmiş
ve Google Scholar, Web of Science verilerine
göre incelemesi yapılarak oluşturulmuş “En
Başarılı Bilim İnsanları” listesinde, Başkent
Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın hastalıkları ve
Doğum ABD, Jinekolojik Onkoloji Bilim Dalı
öğretim üyesi Doç. Dr. Polat Dursun’da yer
aldı.
Listede tıp alanında yer alan en genç öğretim
üyesi olan Doç. Dr. Polat Dursun “Ülkemizin
en saygın bilim insanlarının yer aldığı bu listede yer almak benim için büyük bir gurur
ve mutluluktur “dedi. Bu listede eksik olan
isimlerinde olduğunu belirten Dursun, listenin zamanla daha doğru olarak yapılacağına
inandığını söyledi.
Listeye bakıldığında daha çok fizik kimya
biyoloji gibi temel bilimler ve mühendislik
bilimlerinden bilim insanlarının yer aldığını
belirten Dr. Dursun, klinik tıp bilimleri içinde
listede yer alan bilim insanları içinde en üst
sıralarda yer aldı.
Jinekoloji ve obstetric alanında 80’in üzerinde
SCI’ya giren uluslararası yayını, binin üzerinde
atıfı, uluslararası ders kitabı olarak okutulan
bir ingilizce kitap editörlüğü, çok sayıda kitap
çevirisi ve bölüm yazarlığı ile kanser tedavisi
ile ilgili patent başvuruları olan Dursun’un rahim ağzı ameliyatlarının sınıflandırılması ile
ilgili uluslararası dergide yayınlanmış bir evreleme sistemi önerisi de bulunuyor.
66
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
başarılı bilim insanları sıralamasını
yaptı. Türkiye’den de en başarılı ilk
2000 bilim insanının listesi http://
www.webometrics.info/en/node/72
isimli web sitesinde yayınlandı.
Prof. Dr. K. Hüsnü Can Başer
Farmakognozi Alanında Yapılan Çalışmalar
Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı öğretim
üyesi Prof. Dr. K. Hüsnü Can Başer, yapılan sıralama ile ilgili şunları söyledi: “Araştırmacıların uluslararası atıf indekslerinde
yer alması yaptıklarının uluslararası takdir gördüğünün bir işaretidir. Bilimin evrensel kurallarına bağlı kalarak araştırmalarını sürdüren ve sonuçlarını uluslararası
dergi ve platformlarda duyuran araştırmacıların gördüğü bu takdir onlar için en
büyük motivasyondur. Ben o listede yer
almamı, araştırma alanıma, çalışma arkadaşlarımla birlikte yaptığımız bilimsel
katkıların kalitesinin evrensel ölçülerde
kabul görmesine bağlıyorum.”
Prof. Dr. Kemal S. Türker
Nörofizyoloji Alanında Çalışmalar
Koç Üniversitesi’nde Nörofizyoloji laboratuvarını kuran ve
2012 yılında Bilim Akademisi Derneği Asli üyeliğine seçilen
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Kemal S. Türker, çalışmaları hakkında
şu bilgileri verdi: “Araştırma konularım genelde insan sinir
sisteminin fonksiyonel haritasını bulmaya yönelik. Bu harita sayesinde sinir kas sisteminde oluşan hastalıklar zamanında teşhis edilecek ve tedavileri için bilimsel yöntemler
geliştirilebilecek. Deneylerimizde gönüllü yetişkinler yer
alıyor. İnsan sinir sistemini bir kara kutuya benzetebiliriz
çünkü sinir sistemi içerisine doğrudan girmek mümkün
değildir. Bu nedenle, kara kutuyu bir şekilde dolaylı olarak
uyarmakta ve uyarı sonucu oluşan etkiyi kaslardan yazdırarak kara kutuda oluşabilecek sinir ağlarını tahmin etmeye
çalışmaktayız. Sinir ağlarının haritasını bilmeden insanda oluşan sinir ve kas hastalıklarının tanı ve sağaltımları
imkânsızdır. Şu ana kadar birçok yolağı tarif edip normal
sınırlarını ortaya çıkarttık. Ancak önümüzde kat edecek çok
yol ve bulunacak pek çok sinir yolağı daha bulunmakta.”
Prof. Dr. Ibrahim C. Haznedaroğlu
Hematoloji Alanında Çalışmalar
“Atıf üretme potansiyeli olan yayınlar yenilik içermeli
ve başka çalışmalar için temel oluşturmalıdır” diyen Hacettepe Üniversitesi Hematoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. İbrahim Haznedaroğlu, “Literatürde bu özelliğe
sahip yayınlarım vardı. İlk ve tek Türk ilacı olan Ankaferd yayınlarımla ilaç hüviyeti kazanmıştır. Literatürde
ilk kez kemik iliğinde lokal bir renin angiotensin sistemi varlığını gösterdim. Bu sistem lösemide önemli rol
oynamaktadır. Çok merkezli çalışmalar da yüksek atıf
alırlar. Kronik Myeloid Lösemi alanında Avrupa Birliği
6. Çerçeve programından fonlanan çalışmalarım oldu.
Multi disipliner çalışmalar da çok atıf alır. PUbMed taramasındaki 300 civarı yayınımdan çoğu multidisiplinerdir” dedi.
Listede ayrıca Vasıf Hasırcı, Nejat Akar, M Necmettin Pamir,
Ayşe Ayhan, Vahit Özmen, Yasemin Gürsoy Özdemir, Tülay
Kansu Alp Dinçer gibi bilim insanları da yer alıyor.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
67
röportaj
‘BENİM İÇİN HAYAT
İLK NEFES ALDIĞIMDA DEĞİL,
İLK NEFESİMİ TUTTUĞUMDA BAŞLADI...’
Astım konusunda bireysel ve toplumsal farkındalık yaratmak amacıyla her yıl Mayıs ayının
ilk Salı günü, Dünya Sağlık örgütü tarafından Dünya Astım Günü olarak ilan edilmiştir. Bu
vesileyle, çocukluğunda astım hastası olarak yola çıkan sonrasında elde ettiği zaferlerle bir
başarı hikayesine dönüşen Şahika Ercümen’i tanıyalım.
Dünya Serbest Dalış Rekortmeni
olan ve Yılın Sporcusu seçilen diyetisyen ve beslenme uzmanı Şahika
Ercümen, alerjik astım hastası olarak
başlayan ve denizden şifa bulmasıyla
ortaya çıkan gerçek bir başarı öyküsünün kahramanı...
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Şahika Ercümen kimdir?
16 Ocak 1985 doğumluyum. Lise
öğrenimimi Çanakkale’deki Milli Piyango Anadolu Lisesi’nde tamamladım. Sonrasında lisans öğrenimimi
68
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Ankara Başkent Üniversitesi’nde,
Beslenme ve Diyetetik bölümünde
tamamladım. 2006 yılında ilk Türkiye
rekorumu kırdım. 2011’de ‘dikey dalış’ kategorisinde dünya rekorunun
sahibi oldum. Aynı gün paletsiz olarak 60 metreye dalarak bir rekor daha
kırdım.
Rekorlarla dolu bir spor hayatınız var. Su
altı sporlarıyla nasıl tanıştınız?
Çanakkale’de doğdum ve büyüdüm.
Alerjik astım hastalığım vardı- o zaman doktorum tedavi sürecinde
bünyemin güçlenmesi için spor yapmamı önermişti. Deniz kenarında
yaşıyordum ve suda olmayı da çok
seviyordum. Nefes tutarak yaptığım
ilk denemelerde başarılı sonuç elde
edince devam ettim. Hatta hastalığımın iyileşme süreci hızlandı. Vücudum güçlendi, kendimi daha zinde
ve sağlıklı hissettim. 13 yaşındayken
Çanakkale Su Altı Kulübü’ndeki kendi takımımın kaptanı olmuştum ve
bu sorumlulukla kendimi geliştirdim.
Yani deniz ve spor benim astımı yenmemi ve kendimi bulmamı sağladı.
Hastalığınız hiç engel olmadı mı?
Astımı yendiğimi düşündükçe kendimi daha iyi hissettim. Akciğer kapasitem yükseldikçe hastalığın izlerinin
azaldığını gördüm. Son rekorumu
kırmaya hazırlanırken astım nüksetti. Temmuz 2014’te yani rekora sayılı
günler kala göğsümde ağrı hissiyle
doktora gittiğimde, akciğerlerimde
kapasite daralması olduğunu öğrendim. Rekora başvuru yaptığım için
denemem gerekiyordu. Sporla yendiğim astım bana kötü bir şaka yaptı
ama 91 metreye inerek bir kez daha
hastalığımı atlatmayı başardım. Ben
doğru nefes egzersizleri, yüzme ve
dalış antrenmanları ile bağışıklık sistemimi kuvvetlendirdim
Su altı sporları için kondisyon çok
önemli. Akciğer kapasitemi geliştir-
mek için sürekli çalışırım. Hareketsiz
(stabil) olarak 6 dakika nefes tutabiliyorum. Rekor için ise genelde 3 dakikayı geçmiyor. Son rekorumda da 91
metreye 3 dakikaya yakın bir zamanda indim.
Yeni projeleriniz var mı?
Ben Çanakkale’de doğdum büyüdüm. Hem yaşadığım kente hem de
bu topraklara borcumu bir kez daha
ödemek için Çanakkale Şehitleri için
dalacağım. Dünya savaşının kaderini değiştiren bu çarpışmalarda şehit
olan atalarımız için rekor deneyeceğim. Tüm dünyada da ilgiyle takip
edilen savaşın 100. yılı nedeniyle 100
metreye dalarak, şehitlerimizi hatırlatmak amacındayım.
HAYALLERİNİ ERTELEMESİNLER
Astım hastalarına bir tavsiyeniz olur mu?
Tüm zorluklara rağmen, gerçekten
istediğinizde, sonuna kadar inandığınızda ve bunun için tüm gücünüzle,
kalbinizle çalıştığınızda önünüzde
hiçbir zorluk duramaz. Astım ve diğer pek çok hastalık da aynı şekilde
hayallerine engel olmasın. Ne kadar
imkansız gibi görünse de mutlaka yol
alsınlar. Bedenlerindeki hastalıklar
engel olmadığı sürece spordan uzak
kalmasınlar. Astım hastası bir genç,
nefes tutarak dünya rekoru kırabiliyorsa herkes çalışarak başarılı olabilir
diye düşünüyorum. Spor hayatın her
anında ve alanında olmalı. Özellikle
gençlerin sporla kendilerini geliştirmeleri çok önemli.
DEVA Solunum Ailesi:
DEVA Holding olarak Şahika Ercümen’e sponsor oldunuz?
Bize kısaca projenizden bahsedebilir misiniz?
DEVA Holding olarak 1958’den beri ülkemizde üretilebilecek her tedaviyi üretmek ve tıbbın hizmetine
sunmak için çalışıyoruz. Onkolojiden kardiyolojiye, solunum sisteminden sinir sistemine 13 farklı terapötik alanda yaklaşık 400 ürünümüz bulunuyor. Sorumluluğunun bilincinde bir ilaç firması olarak tedavi geliştirirek üretmenin yanı sıra, hastalıklarla ilgili farkındalığın artırılmasını da çok önemsiyoruz.
Bu amaçla yola çıktığımız projede Şahika Ercümen’in sponsorluğunu üstlendik. Kendisi astım hastalığının kader olmadığını, istenirse bu hastalığın üstesinden gelinebileceğini gösteren bir başarı hikayesi.
Kendisini gösterdiği başarılardan dolayı tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
69
haber
II. ADLİ PSİKOLOJİ GÜNLERİ
AYDIN’DA GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Aydın’da gerçekleşen II. Adli Psikoloji
Günleri’nde hastaların karar verme
kapasitelerinin değerlendirilmesi konusunda bir konuşma yapan Amerika Birleşik Devletleri Mayo Klinik Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Ulaş
Mehmet Çamsarı, hastaların “karar
verme kapasitesi” değerlendirilmesi
işleminin çoğu zaman adli sonuçları
olabilen ve tüm branş doktorlarının
ilgilendiren çok önemli bir konu olduğunu ve ABD’de genel hastanelerde bu görevi psikiyatri içinde ayrı
bir bölüm olarak yapılanan Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi Servislerinin üstlendiğini belirtti. Dr. Çamsarı,
ülkemizde de Konsültasyon-Liyezon
Psikiyatrisi, diğer adıyla Psikosomatik
Tıp ile uğraşan çok sayıda akademisyenin bulunduğu ve yan dalının hızla
gelişmekte olduğunu ancak yapılandırılmış yandal eğitiminin henüz verilemediğini söyledi.
İnsan davranışları ve zihinsel süreçleri ile birlikte bunların altında yatan
nedenleri bilimsel olarak inceleyen
bir çalışma alanı olarak tanımlanan
psikolojinin bir alt alanı olan adli psikoloji, yasal konulara ve sorunlara
psikolojinin temel ve etik ilkelerini
uygulamak üzere hukuk ile psikoloji arasında kurulan ilişkiden ortaya
çıkmıştır. Hüküm giymiş ya da gözaltında tutulan kişilerin davranışlarını
değerlendirme, velayet, bir sanığın
70
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
zihinsel kapasitesini mahkemede
savunma yapmak için yeterli olup
olmadığı, kişiyi suça iten etmenler,
suçluluğa neden olan faktörlerin incelenmesi ve suçların azalması için
gerekli önleme çalışmaları da adli
psikoloji çalışma alanına girmektedir. Ankara Üniversitesi Adli Bilimler
Enstitüsü ve Adli Bilimciler Derneği
Adli Psikoloji Komisyonu’nun düzenlediği, Gazi Üniversitesi Psikoloji Bölümü, Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü ve Adnan Menderes
Üniversitesi’nin destekleri ile İncirliova Belediye Başkanlığı’nın ev sahipliğinde II. Adli Psikoloji Sempozyumu
gerçekleştirildi.
Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof.
Dr. Hamit Hancı, Ankara Üniversitesi
Adli Bilimler Enstitüsü Adli Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.
Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan ile
Gazi Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı Doç.
Dr. Hatice Demirbaş’ın
başkanlık ettiği sempozyumda adli psikoloji alanında çalışılan
alkol-madde bağımlığı, alan uygulamaları, çocuk ihmal ve
istismarı, suçlu profili
ile sporda şiddet gibi
konular geniş bir yelpazede tartışıldı.
Prof. Dr. Hamit Hancı’nın yaptığı açılış
konuşmasında; temel görevi, otopsi
yapmak, ölüm sebeplerini ve zamanını saptamak, adli bir olaya yönelik
insan vücudu üzerindeki darp izlerini tespit etmek ve cinsel saldırılarda
delil saptamak olan adli tıbbın; dışarıdan bakıldığında sadece otopsi
yapılan ve adli rapor verilen bir bilim
alanı olarak görülmesine karşın son
yıllarda birçok bilim dalıyla ortaklaşa çalışır hale geldiğini belirtti. Hancı, adli biyolojiden adli sanata kadar
35’in üzerinde dalı bulunan adli bilimlerin ana unsurlarından biri olan
adli psikolojinin önemine değindi.
Hastanedeki Tüm Hastaların ‘Karar Verme
Kapasitesi’ Değerlendirmeleri Yapılmalı
Amerika Birleşik Devletleri Mayo Klinik Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi
ve Mayo Klinik Waycross-Georgia
Kampüsü Psikiyatri ve Psikoloji Bölümü Başkanı Dr. Ulaş Çamsarı “Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisinde Karar
Verme Yeterliliği Değerlendirmesi”
konulu konuşmasında, genel tıbbın
tüm branşlarının psikiyatri ile kesiştiği akademik alan olarak tanımlanan
Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi’nin
ABD’de, onkolojik psikiyatri, AIDS
psikiyatrisi, trasplantasyon psikiyatrisi ve perinatal psikiyatri gibi daha
da üst akademik alanlara ayrıldığı
belirtti. ABD’de genel hastanelerde
psikiyatri departmanları içinde ayrı
bir bölüm olarak yapılanan Konsültasyon- Liyezon Servislerinin hastanede yatan hastalar için gerektiğinde
istenen ‘karar verme kapasitesi’ değerlendirmelerini yürüten servis servis olduğunu ekleyen Çamsarı, olgu
sunumları ile interaktif bir sunum
gerçekleştirdi.
Günümüzde Adli Bilimlerin Kesişmediği
Bilim Dalı Sayısı Kesişenlere Göre
Azınlıkta
Çamsarı, toplantı ile ilgili şunları söyledi: “Adli Psikoloji Günleri’nde psikiyatride mental kapasite değerlendirmesi konusunu işledim, konuyla
ilgilenen psikiyatrist ve psikolog katılımcılarla tartışma fırsatı buldum. Konunun ABD’deki uygulamalarını vaka
örnekleriyle detaylandırmaya çalıştım. Adli Tıp Kurumu Başkanı Prof. Dr.
Hamit Hancı’nın da açılış konuşmasında belirttiği gibi günümüzde adli
bilimlerin kesişmediği bilim dalı sayısı kesişenlere göre azınlıkta kalmış
durumda. Bir psikiyatrist olarak diğer
meslek gruplarından çok şey öğrendiğim bir toplantı oldu.”
Sağlık ve İnsan Dergisi Yayın Editörü
Esra Öz “Sağlık Haberciliğinde Psikolojinin Yeri” konulu sunumunda
sağlık haberciliğinde etik ilkelere
uyulmasının birincil gereklilik olduğunu ve psikiyatrik rahatsızlıklar söz
konusu olduğunda bu konuda daha
fazla özen gösterilmesi gerektiğini
aktardı. Etik olmayan haber örneklerine yer veren Öz, sağlık haberciliğinin temel ilkelerinden de bahsetti.
Cezaevleri Bireylerde Umutsuzluk,
Depresyon Gelişmesi Olasılığını Büyük
Ölçüde Arttırıyor
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Psikoloji bölümü öğretim görevlisi Doç.
Dr. Emre Şenol Durak, “Tutuklu ve
Hükümlülerde Depresyon ve Depresyona Psikolojik Müdahale: Özgürlük
Kaybının Yasını Tutmak” konulu sunumunda şunlara değindi: “Bir suçun
faili olup haklarında bir hüküm verilen ya da tutuklu bulunan kişilerin
özgürlüklerinin ellerinden alındığı
ve çeşitli yoksunluklarla karşı karşıya
kaldıkları ortamlar olan cezaevleri
bireylerde umutsuzluk, depresyon
gelişmesi olasılığını büyük ölçüde
arttırıyor. Kendine ait bir doğası olan
cezaevi ortamında bireye sosyal destek sağlanmasına, umutsuzluk ve
intihar düşüncelerinin olup olmadığının belirlenmesine ve sağlıklı baş
etme yöntemleri geliştirilmesine yönelik psikolojik müdahale çalışmaları
yapılmasının uygundur.”
Adli Psikologlar Popülist Olmaktan
Uzak Olmalı
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr.
Mithat Durak’ın “Adli Psikoloji Sanatı”
konulu sunumunda en genel tanımıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün
ifadesi olan sanatın adli psikoloji alanında da hayat bulması gerektiğini
ve bir suç olgusunun değerlendirilirken teorik bilginin yanı sıra alan
deneyimi ile profesyonelliğin çok
önemli olduğunu aktardı. Buna ek
olarak Durak, adli psikoloji alanında
yapılan uygulamalarda bir toplumun
kültürel değerlerinin göz ardı edilemeyeceğini belirterek, adli psikologların popülist olmaktan uzak olmaları
gerektiğini vurguladı.
rın bilgi paylaşımı, özlük hakları ve
mesleki dayanışma konularında birliktelik sağlamalarının önemi üzerinde duruldu.
Adli Psikolojisi Sonuç Bildirgesi
Toplantıdan sonra sonuç bildirgesinde şu maddeler yer aldı:
• Adli olgularda ortak dil birliği ile
etik ilkelerin ivedilikle oluşturulması ve bu hususta akademisyenler ile alanda çalışan psikologların
katılımıyla bir çalışma grubu oluşturulmalı.
• Hukuk
fakültelerinde temel düzeyde psikoloji bilgisinin verilmesi
hususunun ülke genelinde yaygınlaştırılması; Psikoloji bölümlerinde temel düzeyde hukuk bilgisinin verilmesi hususunun ülke
genelinde yaygınlaştırılmalı.
• Okullarda “kişiye ve kişilik haklarına saygı” içerikli ders konulmasının sağlanmalı.
• Adli olgularda yaşanan problem-
leri çözebilecek nitelikli uzman
psikologların yetiştirilmesi amacıyla adli psikoloji lisansüstü eğitim programlarının sayısının arttırılmalı.
• Aile,
çocuk ve çocuk ağır ceza
mahkemelerinde çalışan uzmanların çalışma ortamlarının etik
ilkelere uygun bir şekilde düzenlenmeli. Aktif olarak çalışan psikolog derneklerinin, komisyonlarının ve STK’ların işbirliği ilkesi
çerçevesinde çalışmalı.
Suç olgularının önlenebilmesi
amacıyla,adli psikoloji çalışma alanına giren konularda toplumsal farkındalığın
arttırılması, disiplinlerarası
çalışma gerektiren adli psikoloji alanında ulusal düzeyde mutlak suretle gerek
resmi kurumlar gerekse sivil
toplum kuruluşları arasında
koordinasyonun sağlanması
gerekliliği üzerinde duruldu.
Adli sistemde çalışan psikologlaSAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
71
İNTİHAR EĞİLİMİNE GENETİĞİN KATKISI
Ankara Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü
oluşturduğunu, 15-44 yaş aralığında
görülen ölüm sebepleri arasında ise
önemli yer tuttuğunu göstermektedir (4,5).
İntihar, kişinin gönüllü ve kasıtlı olarak yaşamına son vermesi, öz canına
kıyma eylemi olarak tanımlanabilir
(1). Önemli bir halk sağlığı tehdidi
olan intihar; intihar düşüncesinden,
intihar girişimine ve tamamlanmış
intihara varan kompleks bir eylemler
bütünüdür (2). İntihara yatkınlığı; genetik, biyolojik, psikolojik faktörler ile
toplumsal stres etkenlerinin belirlemesi sebebiyle de multidisipliner bir
çalışma alanıdır (2,3). Her yıl dünya
genelinde yaklaşık olarak 1 milyon
insanın intihar ettiği bilinmektedir
ve yapılan çalışmalar ilk on ölüm sebebi arasında olan intiharla ölümlerin, tüm ölümlerin %1.5’ luk kısmını
İntiharın genetik ve epidemiyolojik
araştırmaları başlığı altında yapılan
aile, ikizler ve evlat edinme çalışmalarından elde edilen birbirini destekleyen nitelikteki kanıtlar, intihar
eğilimine genetiğin katkı da bulunduğunun kuvvetli bir göstergesi olmuştur (6). Aile çalışmaları, intiharda
aile içi riskin, genel populasyondaki
risk ile kıyaslandığında ailesel bir
kümelenme gösterdiğini ortaya
koymuştur (2,7). İkiz çalışmalarında,
monozigot ve dizigot ikizler arasında genetik ve çevresel etkenler değerlendirilerek, monozigot ikizlerde
intihar riskinin daha yüksek olduğu
bildirilmiştir (7,8). Evlat edinme çalışmaları ise, yine genetik ve çevresel
faktörleri değerlendirmek amacıyla
Sinem ÖZCAN
72
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
aynı ve ayrı çevrede yaşayan, doğumdan hemen sonra ayrılan biyolojik kardeşlerle bunların biyolojik
ve biyolojik olmayan aileleri üzerinde yapılan değerlendirmelerde,
evlat edinilmiş çocukların biyolojik
ailelerindeki intihara genetik yatkınlığı gözlemleyerek diğer sonuçlara
Sinem ÖZCAN
katkıda bulunmuştur (1,7). Bu çalışmalar, uzun yıllar, bu eğilimin ailede
bulunan psikiyatrik hastalıklardan
kaynaklandığı düşüncesini tersine
çevirmiştir. İntihar eğilimine tek başına psikiyatrik bozuklukların kısmi
bir etkisi olduğu gösterilmiş, genetik
faktörlerin (kalıtım) ise yaklaşık %3055 ’lik yüksek bir oranla etkili olduğu
belirlenmiştir (9).
İntiharın genetik temelleri, spesifik
genlerin belirlenmesiyle kanıtlanmıştır. Çünkü çevresel etkilere genomun
epigenetik yanıtıyla intiharın kompleks genetik fenotipi tamamlanmaktadır (2). Son yıllarda, genetik etkenlerin rolünü belirlemeye yönelik
olarak yapılan sitogenetik ve moleküler genetik çalışmalarda, teknolojinin de gelişmesiyle büyük aşamalar
kaydedilmiştir. Sitogenetik çalışmalarıyla, intihara aday genlerin hangi
kromozom bandında yerleştiği tespit
edilerek kromozomlardaki kırık noktalar üzerinden gen haritalamaları
yapılmaktadır (7). Moleküler genetik
çalışmalar ise DNA metilasyonu, histon modifikasyonları, gen ifadesinin
bozulması ve linkaj dengesizliği yaklaşımlarıyla intihara neden olmaya
aday/etken genlerin belirlenmesinde yoğun olarak kullanılmaktadır (2).
Moleküler genetik çalışmalar, aday
genlerin nükleotid dizilimlerinin belirlenerek gen polimorfizmlerinin
saptanması prensibine dayanır (8).
Çalışmalarda PCR (polymerase chain
reaction) ve RFLP (restriction fragment length polymorphism) yöntemleri sıklıkla kullanılmakla birlikte (7,10), en çok tek nükleotid
polimorfizmlerinin (TNP, SNP-single
nucleotide polymorphism) gösterildiği aday-gen ilişkilendirme analizleri yapılmaktadır (2,8,11). Aday gen
ilişkilendirme analizleri, intihar gibi
kompleks fenotiplere yol açan gen
varyasyonlarını belirlemek amaçlı
yapılmaktadır. Bu çalışmalar koruyucu ve risk etmeni polimorfik varyantların belirlenmesinde büyük önem
arz etmektedir ve intiharın genetik
faktörlerinin incelenmesinde hala en
popüler metodtur (2).
Son otuz yılda yapılan çalışmalar,
intihar ve intiharın etiyolojisinde bir
takım nörobiyolojik yolların sorumlu
olduğunu göstermiştir. Bu nörobiyo-
lojik yollarla ilişkili genler, hastalıklar
veya endofenotipler öncelikli olarak
çalışma konusu olmuştur. Norepinefrin, dopamin ve serotonin gibi
monoaminerjik transmitter sistemlerin deregülasyonu, nörotransmitter
sistem inhibitörü GABA, glutamaterjik eksitatör sistem, nörotrofik sinyal
faktörleri, kannabinoid sistem, lipit
metabolizması ve HPA aksı (Hipotalamus-hipofiz-adrenal aks) intiharın
artışında rol alabilmektedir (12).
İntihara aday genler olarak, dopaminerjik, adrenarjik sistem reseptör ve
çoğunlukla serotonerjik nörotransmisyonun düzenlenmesini içeren
genler üzerinde çalışmalar yapılmıştır
(13). Bunlar arasında, serotonin metabolizması genleri (TPH), serotonin
transport (5-HTT) ve serotonin reseptörü (5-HTR) genleri bu çalışmalarda
en fazla dikkat çekenleridir (2,7).
Serotonin
(5-hidroksitriptamin;
5-HT), vasküler düz kaslarda, gastrointestinal sistemde ve beyinde
tanımlanmış bir nörotransmitterdir.
Merkezi sinir sisteminde önemli işlevleri olduğu bilinen bu biyolojik
aminler anahtar bir role sahiptir (14).
Yapılan postmortem çalışmalarda,
beynin orbital prefrontal korteksindeki serotonin etkinliğinin azlığının,
serotonerjik disfonksiyonun, intihar
orijinindeki ölüm olgularını artırdığı,
bununla birlikte dürtüsel ve saldırgan davranışlara eğilimle de ilişkili
olduğu bildirilmiştir (13).
Bazı çalışmalarda intihar kurbanlarının beyninde serotonin reseptör
genlerinde artış belirlenmesi, serotonerjik iletimdeki bozukluğu çağrıştırmış ve genetik varyantların bu
bozukluğa ikincil bir yanıt olarak
oluştuğu düşünülerek, intiharın genetik çalışmalarında diğer bir araştırma alanı olarak serotonin reseptörlerine ilginin artmasına neden
olmuştur (8,15). Serotonin sinyal
yoluna katkıda bulunan en büyük
protein grubu, yedi alt aileye ayrılan
serotonin reseptörleridir. Serotonin
reseptör ailesi ile yapılan intiharın
genetik çalışmaları çoğunlukla bu
iki reseptör: HTR1A ve HTR2A ile ilgili olmakla birlikte, HTR1B ve HTR2C
genleri ile de anlamlı çalışmalar yapılmıştır.
Sonuç olarak genomun çevresel etkilere epigenetik yanıtını yansıttığı
gen düzeyindeki araştırmalar sonucu genetik eğilimin gösterilmesi
öncelikli olarak intihar girişiminin
önceden belirlenerek önlenmesini,
öte yandan ölümle sonlanan intihar
olgularında ise olayın orijini ve soruşturmanın derinlik kazanmasını sağlayacaktır.
KAYNAKLAR:
1) Ernst C, Mechawer N, Gustavo T, Suicide
Neurobiology, Progress in Neurobiology,
2009: 89, 315-333.
2) Tsai SJ, Hong CJ, Liou YJ, Recent Molecular Genetic Studies and Methodological
issues in Suicide Research, Progress in Neuro-Psychopharmacology and Biological
Psychiatry, 2011: (35) 809-817.
3) B Bondy, A Buettner, P Zill, Genetics of suicide, Molecular Psychiatry, 2006: 11, 365351.
4) Hawton K, van Heeringen K. Suicide. Lancet 2009;373:1372–81.
5) http://www.who.int/mental_health/prevention/suicide
6) Brent DA, Mann JJ. Family genetic studies,
suicide, and suicidal behavior. Am J Med
Genet C Semin Med Genet 2005;133C:13–
24.
7)Arısoy Ö, Psikiyatrik Genetik, Düşünen
Adam, 2004: 17(2): 109-125.
8) Özalp E, İntihar Davranışının Genetiği, Türk
Psikiyatri Dergisi, 2009: 20(1): 85-93.
9) Voracek M, Loibl LM. Genetics of suicide:
a systematic review of twin studies. Wien
Klin Wochenschr 2007;119:463–75.
10) Taner E, Yüksel N, Affektif Bozuklukların Genetiği, Klinik Psikiyatri, 1998: (1) 5-12.
11) Pregelj P, single Nucleotide Polymorphism
and Suicidal Behavior, Psychiatr Danub.
2012:(1)61-4.
12) Murphy et al.: Risk and protective genetic
variants in suicidal behaviour: association
with SLC1A2, SLC1A3, 5-HTR1B &NTRK2
polymorphisms. Behavioral and Brain
Functions 2011 7:22.
13) Arango V, Huang Y, Underwood MD, Mann
JJ, Genetic of the Serotonergic System in
Suicidal Behavior, Journal of Psychiatry Research, 2003: (37) 375-386.
14) Berker B, Çakmak T, Koçak AÖ, Selamoğlu
T, Türeli T. Mutluluğun İletimi Serotonin ve
İnsan Sağlığı. tip.baskent.edu.tr.
15) Atay İM, Gündoğar D. İntihar Davranışında
Risk Faktörleri: Bir Gözden Geçirme. Kriz
Dergisi, 2004: 12(3): 39-52.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
73
sektörden
SEN ÇOK YAŞA PROJESİ PFİZER
TÜRKİYE’YE ÖDÜL GETİRDİ
Pfizer Türkiye Sen Çok Yaşa Projesi ile 2015 Best Business Awards’da “En İyi Pazarlama
Kategorisi”nde ödüle layık görüldü. Best Business Awards İngiltere’nin en prestijli ödülleri
arasında gösteriliyor. Ödüle layık görülen şirketlerde aranan kriterler arasında yaptıkları işte
mükemmellikten ödün vermemek yer alıyor.
Pfizer Türkiye, sağlıklı yaşama ve yaşlanma bilincini geliştirmeyi hedeflediği ‘Sen Çok Yaşa’ projesi ile gerçekleştirdiği çok boyutlu kamuoyu
iletişimi ve farklı paydaşlarla işbirliği
içinde yürüttüğü bilinçlendirme çalışmalarıyla İngiltere’nin en önemli
pazarlama ödüllerinden biri olan
Best Business Award’a layık görüldü.
İş ve kişisel ödüller alanında faaliyet
gösteren dünya lideri Awards Intelligence tarafından düzenlenen ve
20’den fazla bağımsız ve alanında
uzman jüri kadrosuyla Best Business
Awards, İngiltere’nin en prestijli ödülü olarak görülüyor.
Pfizer Türkiye’nin En İyi Pazarlama
kategorisinde aldığı ödülle ilgili Best
Business Awards 2015 jüri başkanı
Matt Lumb, “Pfizer Türkiye, son derece kararlı bir şekilde yürüttüğü Sen
Çok Yaşa projesi ile her yaştan insanların sağlıklı yaşam konusunda bilgilenmesine yardımcı oluyor. Bu proje
kapsamında ‘Sizin işiniz hayalleriniz
için çalışmak. Bizim Pfizer’deki işimiz
ise onlara ulaşacağınız kadar iyi ve
74
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
çok yaşamanızı sağlamak’ sloganı ile
Pfizer Türkiye, farklı paydaşlarla işbirlikleri, basın ilişkileri, araştırma ve
anketler, belgeseller ve halkla buluştukları etkinlikler gibi araçları yaratıcı
bir şekilde kullanıyor. Projenin dört
ana konusu olan düzenli tarama,
beslenme, egzersiz ve hastalıklardan
korunma hakkında verdiği mesajlarla
Türk halkının sağlığı üzerinde önemli
bir etki bırakıyor” dedi.
Pfizer Türkiye Kurumsal İletişim
Müdürü Seda Tamur Oğralı şunları
söyledi: “Pfizer’in global ölçekte yürüttüğü ‹Get Old’ projesinin Türkiye
ayağı olan ‘Sen Çok Yaşa’ ile yaşlanma
kavramına olan bakış açısını değiştirmeyi hedefliyoruz. Sağlıklı yaşlanma
ve dolu dolu yaşama konuları çerçevesinde yürüttüğümüz uzun soluklu itibar projemiz ‘Sen Çok Yaşa’ ile
Pfizer olarak tüm dünyada bu alanı
sahiplenerek sağlıklı yaşama ve yaşlanma hakkında bir diyalog platformu oluşturmak, sektöre ve topluma
öncülük etmek istiyoruz. Bu şekilde,
bireylerde sağlıklı ve mutlu yaşama
ve yaşlanma bilincini geliştirmeyi,
doğru yaşam tercihleri, koruyucu önlemler gibi pek çok konuda insanların ihtiyaç duydukları bilgiyi sunmayı
hedefliyoruz. Yaptığımız işin uluslararası ölçekte takdir görmesi de bizim
için çok büyük gurur ve mutluluk
kaynağı. Aldığımız bu ödülle, projemizi önümüzdeki günlerde çok daha
motive bir şekilde farklı kanallarda
sürdüreceğiz.’’
Seda Tamur Oğralı
sektörden
GE SAĞLIK, YAŞAM BİLİMLERİ ALANINDA
TÜRKİYE’DE FAALİYETLERİNE BAŞLADI
GE Sağlık Yaşam Bilimleri, Türkiye’deki faaliyetlerine başlamasını, Türkiye’nin ilk çok paydaşlı
Biyolojik İlaç Üretimi Konferansıyla kutladı
Küresel biyolojik kökenli ilaç endüstrisinde araç gereç, ekipman, eğitim
ve hizmet tedariki konusunda lider
olan GE Sağlık Yaşam Bilimleri, endüstri, akademi, araştırma ve devlet
dünyasından 300 katılımcıyı bir araya getirdi. Türkiye’de biyofarmasötik
sektörünün geleceğinin tartışıldığı
ve aynı zamanda Türkiye satış, pazarlama ve hizmet mühendisliği ekiplerinin tanıtıldığı bir toplantıyla GE
Sağlık Yaşam Bilimleri, Türkiye’deki
faaliyetlerine başladı.
GE Sağlık Yaşam Bilimleri Genel Müdürü Myra Eskes, Türkiye Biyolojik
İlaç Konferansının açılışında dünya çapında en çok satılan on ilacın
yedisinin biyolojik kökenli olduğu
belirtti. Eskes “Biyolojik ilaç devrimi,
dünyanın en zorlu hastalıklarından
bazıları ile baş edebilmek için yardımcı oluyor ve ilk biyolojik ilaç çıkış
patenti olarak biyobenzer ilaçların
gelişiyle birlikte Türkiye, bölge pazarına liderlik etmek için çok iyi bir
konuma sahip. Bizler, yerel bir uzman
ekiple bu endüstriyi desteklemek
ve büyümesine yardımcı olmak için
buradayız”dedi ve sözlerine devam
etti:
“Türk endüstrisi, orijinal biyolojik ilaç
geliştiricilerinin elinde olmayan biyolojik üretime ilişkin modern tekno-
lojideki gelişmelerden faydalanabilir
ve böylece hem ülke içi ihtiyaçlara,
hem de daha geniş bölgesel ve
küresel taleplere cevap vererek
mevcut yerel ilaç endüstrisini
geliştirebilir.”
GE Sağlık, Doğu ve Afrika
Gelişen Pazarlar bölgesel
merkezi olarak Türkiye’yi
seçti.
GE Sağlık, İstanbul’da
2015’te açılacak ve sektörde yerel araştırma, akademi
ve endüstri çevrelerini destekleyecek Yaşam Bilimleri Teknoloji
ve Eğitim Laboratuarı’yla yerel satış,
pazarlama ve hizmet mühendisliği
ekibini genişletecek.
İzmir, Türkiye’de Dokuz Eylül Üniversitesi Biyolojik Tıp ve Genom Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mehmet Öztürk
“Bugün, Türkiye için önemli bir gün.
Tarihte ilk kez, endüstri ve akademi
çevreleri aynı anda alanın uzmanlarından biyobenzer ilaçlarhakkında
bilgi alma şansı buldu”dedi.
Toplantıda GE Yaşam Bilimleri Teknolojiden Sorumlu Başkanı Dr. Parrish
Galliher biyobenzer ilaçların üretimine yatırım yapan şirketler için iş
modellerine bir bakış sunarken, GE
Yaşam Bilimleri Kıdemli Stratejik
Müşteri İlişkileri Direktörü Dr. Guenter Jagschies biyobenzer ilaçlar
konusundaki pazar fırsatlarını ve
esnek biyoişlemlerin hızlıca uygulanmasına imkan veren en
son teknolojik trendleri ele
aldı. GE’nin eğitim ve süreç geliştirme konusunda
Küresel Fast Trak Lideri Dr.
Umay Şaplakoğlu konuşmasında, üretim tesislerini
kurma ve çalışan temin etme
açısından müşterileri desteklemek konusuna şirketin yaklaşımını özetledi.
Endüstriyi temsil eden konuşmacılar
arasında Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz
Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Hüseyin Yılmaz, ikisi de Türkiye İlaç ve
Tıbbi Cihaz Kurumu’ndan olan GMP
Müfettişi Eczacı Adem Abay ve Lisanslama Departmanı’ndan Uzman
Eczacı Yasemin Çapar Keçelive biyolojik ilaç transferinde başarılı teknolojilerin en iyi örnekleri hakkında
bilgi veren Glaxo Smith Kline, Belçika
Başkan Yardımcısı Dr. Alain Pralongyer almıştır.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
75
gezelimgörelim
ZONGULDAK ÜZERİNE...
Damla AYDEMİR
Atılım Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Onlarca aileye ekmek olan kömürü, dik yokuşları, sonsuz görünen
merdivenleri, yemyeşil ormanları ve
deniziyle tüm çocukluğumu betimleyen şehir... Zonguldak... Zonguldak
isminin hep bataklık anlamına gelen
“zongalık” kelimesinden geldiğini
sanırdım. Ancak emin olmak için
araştırınca iki tane daha açıklamayla karşılaştım. Birine göre Üzülmez
Deresi’nin eski adı Sandra imiş. Oraya yerleşenler de o bölgeye Sandaraca demiş ve yıllar içinde söylene
söylene Zonguldak halini almış. Diğer açıklama ise, Zonguldak kelimesinin ocakları ilk işleten Fransız ve
Belçikalılar’ın, bölgeye, kendi dillerinde “göldağı kesimi” anlamına gelen “Zone Ghuel Dagh” demesinden
ortaya çıktığını öne sürüyor.
Benim için, isminin nerden geldiğinden çok, geçirdiğim güzel günleri
ile özel bu şehir. Herkes tarafından
kömürle anılır anılmasına da, orada
yaşayanlar nefes kesen o yokuşları,
merdivenleri es geçemez anlatırken.
Tüm oyunlarımızın merkezi merdivenlerdi. Yokuşlar ise hala dizlerimde
izlerini taşıdığım yaraların sebebidir.
Maalesef bisiklet için pek elverişli bir
şehir olmadığını acı yoldan keşfettim.
Bunlara rağmen yine de Zonguldak
denilince aklıma ilk olarak havaların
güzel olduğu zamanlarda yaptığımız
piknikler gelir. Tabii aynı zamanda o
piknikler sırasında dereye düşüşlerim, iki minik ağacın arasına sıkışmam
ve hayvanlar tarafından kovalanmam
76
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
da pek unutulacak tarzda değil. Hava
yağmurlu olsa bile pikniği erteleyip,
deniz kenarına gidip balıkçılarla sohbet ederken o an tutulan balıklardan
yemek bile başlı başına bir keyifti her
zaman.
Zonguldak’tan çıkıp son 10 yılımı
geçirdiğim Ereğli ilçesine yol alırsak
eğer, sevimli bir sahil kenti bizi bekliyor olacak. Yılın her mevsimi yağışı
eksik olmayan, sisi ve kömür kokusu ile meşhur olan karşıdan insana
soğuk görünen Zonguldak’ın küçük
ama gelişmiş, turistlerin ilgi odağı
olan Ereğli ilçesi, içinde nice komşuluklar, dostluklar, sımsıcak ilişkiler
taşıyor. Çoğu insan birbirini tanır bu
ilçede ve sokağa çıktığınız zaman
tanıdık biriyle karşılaşma olasılığınız
epey yüksektir. Neredeyse her mahallede oturanı bilirsiniz, tanıdık yüzler vardır hep etrafınızda. Bu durum
insana güven hissi verirken, diğer bir
yandan da, eğer bir yere yetişmeniz
gerekiyorsa, varacağınız yere geç
kalma olasılığınızın yüksek olması
demektir. Gideceğiniz yere varmanız
10 dakikanızı alacakken, yol boyunca
tanıdıklarla karşılaşmanız nedeni ile
bu yolculuk 40 dakikaya kadar uzayabilir.
En geniş düzlük alan olduğundan
olacak, Ereğli sahili hep insanlarla
doludur. Yokuşlardan uzaklaşıp, rahat
nefes almak isteyenler için ideal bir
yerdir. Havası nispeten daha temizdir. En azından sadece “Hamsi Festivali” için mangal rekoru kırarken o kadar sisli gördüm o şehri. Festivalden
söz açılmışken, Ereğli’yi sevmemin
en büyük nedeni sanırım “Sevgi Barış Dostluk Festivali” gibi anlamlı bir
festivale ev sahipliği yapıyor olması-
dır. İsminden dolayı olsa gerek, orada
sanki kötü hiçbir şey olamaz hissini
yaşardım. 3 gün süren festivalde günün her saati etkinlik olduğu için her
yer insan seli olmasına karşın yine de
başımıza bir şey gelir mi kaygısı taşımazdık. Belki saçma bir düşünceydi
ama o atmosfer bize bunu hissettiriyordu. Kesin bir açıklama olmasa da
sanırım artık bu festival kaldırıldı. Sırf
bu değerlerin hatırlanması için bile,
benim için ayrı bir yeri olan bu festival devam etseydi keşke demeden
geçemiyorum.
Festivallerin yanında, bu şehre özel
olan, Çaycuma yoğurdundan, Devrek simidinden, Osmanlı çileğinden
söz etmeden geçilir mi hiç. Benim
gönlüm her zaman kralların yiyeceği diye anılan “Osmanlı Çileği”nden
yana. Küçücük, pembe, hoş kokulu
ve ömrü kelebeğin ömründen de
kısa olan bir çilek türü. Kaç yıldır zamanında yetişemediğimden konservelerle idare ediyorum ama bu sene
kararlıyım hasada yetişmeye.
Yerli, yabancı turistlerin ilgi odağı
olan doğal güzelliklere de sahip bu
güzel ilçe. Sahilin sonundan itibaren biraz iç taraflarda, ünlü Cehennemağzı Mağaraları var. Hikayesini
ilk duyduğumda çok küçüktüm ve
o mağaranın gerçekten cehnnemin
girişi olduğuna ve Herkül’ün orada
yaşayan üç başlı devasa bir köpeği
öldürdüğüne o kadar inanmıştım ki
biraz büyüyüp mitolojinin ne olduğunu öğrenene kadar hiç gitmedim
oraya. İlk gidişimi ise içimde, derinlerde, sakladığım küçüklük korkumdan
geriye kalanlar yüzünden kalabalık
bir grubun peşinden yürüyerek, onlardan cesaret alarak gerçekleştirdim.
Diğer ilçelerinde yaşamasam da mesafeler kısa olduğu için kolayca gidilebiliyor. Bu yüzden görmediğim bir
yer kalmadı diye tahmin ediyorum.
Hepsi birbirinden güzel ve huzurlu yerler. Huzurlu dememin sebebi,
tamamen benim huzuru, yeşille ve
ağaçla özdeşleştirmemden kaynakla-
nıyor. Büyük şehrin kalabalığından ve
stresinden sonra deniziyle, ormanıyla
her şeyi unutturan bir özelliği var benim üzerimde.
Biraz anılarımdan söz ettiğim, bana
verdiği huzuru ve güzelliklerini anlattığım bu şehir, umarım bundan son-
ra, sadece sisli ve gri bir şehir olarak
gelmez aklınıza. Zonguldak’ın içinde
saklı olan güzellikleri biraz olsun yansıtabildiysem bu yazıyla, ne mutlu
bana. O zaman, şehrin kendisine buradan, yazdıklarım vasıtasıyla minnetimi gösterdim demektir. Eh bu da
bana yeter sanırım.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
77
film
Evren HOŞRİK
Uzm. Psikolog-Yazar
Esila’nın Doğuşu
Var olduğumuzdan beri en büyük
korkumuzdu… Belki de yok olmak,
bir hiç olmaktı asıl endişemiz. Böylece onun, sadece bir başka diyara
yol almak olduğu en büyük inancımız oluverdi bir çırpıda. Bazense,
onu sadece geciktirmek içindi çabalarımız... Gerçekleşeceği günü
bilmemekse ana rahmindeki bir bebeğin duyduğu huzura eşdeğerdi…
Yaşlandığımızda ilk aklımıza gelendi, âşık olduğumuzda ve gün gelip
hastalığa tutulduğumuzda… Umut
gerekti, belki bir mucize ve o; bazen
bir taşın tılsımında, bir kurşunun
78
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
suda eriyişinde, ağaca bağlanan bir
çaputta ve en saf, çaresizce haykırılan dualarda filizlenecekti... Ve Esila,
farkında olmadan, bir umuda tutunarak annesinin kucağında yeniden
doğmak isteyecekti…
Esila’nın Hikâyesi
Ressam, özgür ruhlu ve çekici bir
genç kız olan Esila, eşine ender rastlanan bir olayla karşılaşır. Bir türlü
anlam veremediği bu olay karşısında annesinden destek ister. Annesi
Miray, şımarıkça davrandığını düşünerek kızına karşı başlangıçta ilgisiz
davranır. Daha sonra bir arkadaşının
ısrarıyla kızı Esila’nın yaşadığı soruna çözüm aramaya çalışır. Peki,
Esila’nın yaşadığı ürkütücü ve esrarengiz olay karşısında ne yapacaklardır?
Kadim zamanlardan beri uygulanan
alternatif şifa yaklaşımları hemen
her dönemde insanların dikkatini
çekmiştir. Çoğu zaman kültürel ve
dini öğeler iç içe geçmiş bir şekilde
her toplumun kendine özgü tıbbi
olmayan bir şifa yöntemi olmuştur.
Örneğin, bir siğil tedavisinde, siğilin etrafının kalemle işaretlenerek
okunan dualardan, çeşitli psikolojik
sorunları olan kişilere yapılan cin
ya da şeytan çıkarma ayinlerine,
evlenebilmek ya da gebe kalabilmek için bir hocanın nefesinden,
nazardan ya da birtakım olumsuz
duygulardan kurtulmak için dökülen kurşuna kadar pek çok yönteme
başvurulmuştur; hala da başvurulmaktadır.
Bilimsel olmayan ve çoğu zaman
mistik yöntemlerle tedavi edilmeye
çalışılan pek çok hastalık günümüzde tıp ve psikoloji tarafından tanınmakta ve tedavi edilmektedir. Buna
rağmen insanların kayda değer bir
kısmı bir psikologla görüşmek yerine, bir hocaya gitmeyi tercih etmektedir. Bu film de temelde bu konuya
dikkat çekmek için yapıldı.
Yaklaşık on yıldır, din psikolojisi
alanında çalışan bir psikolog bakış
açısıyla aslında bu konuya Okuyan
Us Yayınevi’nden basılan “Dua” adlı
son kitabımla zaten dikkat çekmeye
çalışmıştım. Şimdi ise kitapta sorduğumuz “Kutsal mı, Bilimsel mi?”
sorusunu bu filmle izleyicinin de
kendi kendine sormasını istiyoruz.
Yani ruhsal pek çok soruna yönelik
yapılan metafizik müdahalelerde
iyileşmeymiş gibi görünen şey mistik bir dokunuş mu, yoksa psikolojik
bir süreç mi, bunu düşündürtmek
istiyoruz. İnsanları düşünmesini ve
soru sormasını istiyoruz. Ki böylece,
deneyimledikleri bedensel ya da
psikolojik hastalıklar daha kötüye
gitmesin, boş yere para harcamasınlar, yaşadıkları soruna bir yenisini
eklemesinler…
Ben bu soruna çalıştığım alanda dikkat çekmeye çalışırken, yönetmenimiz Caner Menemencioğlu’nun bu
konuyu beyaz perdeye aktarmak
istemesiyle ESİLA doğdu diyebiliriz. Önemli bulduğumuz bir amaca
hizmet etmesini istediğimiz “Esila”yı
her zerresiyle ince ince düşündük.
Film tecrübeli bir ekiple kurgulandı,
çekildi. Benim dışımda, pek çok psikoloğun eleştirisi ve katkısıyla öykü
üzerinde kafa yorduk. Paylaşmak
istediğimiz, insanların duymasını
istediğimiz gerçek bir öykü vardı
ve onun gerçekliğini, duygusunu
bozmadan senaryoyu ve kurguyu
içimize siner bir hale getirdik. Çok
yorulduk, ama gönül rahatlığıyla
buna değdi diyebilirim.
Ekip olarak; afişinden jeneriğine
ve müziğine, fragmanından çekim
tekniğine kadar ülkemizin kısa film
sinemasını uluslararası festivallerde
temsil edecek düzeyde bir film ortaya çıkarabilmiş olduğumuzu umuyoruz. Kuşkusuz, bu süreçte en çok
yorulan yönetmenimiz oldu. Sanat
tutkuyla yapıldığında ortaya nasıl
bir ürün çıktığını Caner MENEMENCİOĞLU bize gösterecek.
YÖNETMEN: Caner MENEMENCİOĞLU
Tür: Psikolojik Gerilim Senaryo: Evren HOŞRİK
Kurgu Yönetmeni: Tufan İLBAY Müzik: Tarık KAVUT
Görüntü Yönetmeni: Gökhan PEKDEMİR
Özgün Eser Kitap: “Dua – Kutsal mı, Bilimsel mi?”
Yazar: Evren HOŞRİK, OKUYAN US YAYINEVİ
Caner MENEMENCİOĞLU - Evren HOŞRİK
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
79
kitap
SAĞLIK HABERLERİNE FARKLI BAKIŞ
Türkiye’de ilk defa, sağlık haberciliği alanında çalışan iletişim fakültesi akademisyenleri, sağlık muhabirleri ve bürokratlarla bu alanda yaşanan sorunlar ve
çözüm önerilerinin değerlendirildiği kitap “Sağlık Haberlerine Farklı Bakış” adıyla
yayınlandı. “ Kitapta 49 bürokrat, akademisyen ve gazeteci bir araya geldi, Sağlık
Editörü ve Biyolog Esra Öz yazdı.
Yazar: Esra Öz
Sayfa Sayısı: 428
Yayınevi: Kent Kitap
Yayın Tarihi : 2015
Sayısı artan iletişim kanalları yüzünden güvenilir haberciliğe eskisinden daha fazla ihtiyacımız var. Basındaki ehliyetsiz kişilerin sağlık gibi önemli bir konuyu magazinleştirerek servis etmesi çok ciddi sorunlara yol açabiliyor. Dahası, internet
gazeteciliği yangına adeta benzin döküyor ve tıklanma sayısını artırma amaçlı
başlıklar havada uçuşurken sorumlu gazetecilik ilkelerinden bihaber gazeteciler,
bazen bilerek bazen farkında bile olmadan geniş kitleleri manipüle ederek yanlış
ve eksik bilgilendiriyor. Esra Öz, konunun öneminin farkında bir kalem. Öz, sağlık
haberciliği konusunda metodoloji ve etik sınırları belirleme açısından kaynak sayılabilecek bu kitapla önemli bir boşluğu dolduruyor.
Şahin Ekşioğlu
Popular Science Türkiye Genel Yayın Yönetmeni
KİMSENİN BİLEMEYECEĞİ ŞEYLER
Sinan Canan, fazlasıyla espritüel bir bilim
insanı.
[n]Beyin adlı bilimsel “stand-up” gösterilerinin yıldızı.
Zor sorulara hem komik hem de isabetli cevaplar veriyor:
Kaos teorisi nedir?
Tam olarak kaç tane tabiat kanunu var?
Yazar : Sinan Canan
Yayınevi: TUTİ KİTAP
Sayfa Sayısı: 296
Evrim hakkında neden yanılıyoruz?
Bilinç dışı eylemlerim, bilinçli eylemlerimden katbekat fazlaysa acaba ben, kendim
miyim?
Lost’ta veya Matrix’te yaşıyor olabilir miyiz?
Birbirimizi neden tam olarak anlayamıyoruz?
Aşk bize neler yapıyor?
Cinsellik neden sürekli satıyor ve satacak?
“İnsan beyni; 1,4 kg ağırlığında, su, yağ,
protein, şeker ve tuzdan oluşan bir jöledir.”
diyen yazar, bu jöleye korkusuzca balıklama
dalıyor!
Velhasıl...
Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler, bilmek isteyeceğiniz şeylerle dolu bir kitap.
OPERA KİTABI
Yazar : Pınar Aydın O’dwyer
Yayınevi: Akılçelen Kitaplar
Sayfa Sayısı: 208
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015
Opera hakkındaki bilgileriniz, televizyonda popüler şan yarışmaları izleyerek
edindiğiniz kadar belki… Operayı tanımıyor, bilmiyor, sıkılacağınızı düşünerek
operaya gitmeyi istemiyorsunuz… Belki de sizin için opera anlaşılmaz sözler, boş
yere uzatılarak söylenen şarkılar, hatta bağırır gibi şarkı söyleyen sanatçıların ve
bir grup elitin tekelinde bir sanattan başka bir şey değil… Tam tersine, her fırsatta
soluğu opera salonlarında alan birisiniz belki… Temsilleri büyük bir ilgiyle takip
ediyor, sanatçıların büyük bir yetenekle yorumladığı melodilerin tadına tam anlamıyla varıyor, özetle operayla ilgili her şeyden keyif alıyorsunuz… İster katıksız
bir opera cahili ister bir opera kurdu olun, bu kitapta sizi ilgilendiren bir şeyler
mutlaka bulacaksınız. Opera tarihinden bir opera temsilinin bölümlerine, opera
adabından sahne arkasındakilere, operada geçen bir gecenin detaylarından tanınmış opera toplulukları ve festivallerine; operayla ilgili ne varsa elinizin altında.
Opera, hepimiz için!

Benzer belgeler