A truly therapeutic procedure cannot have less an objective than the

Transkript

A truly therapeutic procedure cannot have less an objective than the
“A truly therapeutic procedure cannot have less an objective than the
whole of mankind.”
J.L. MORENO / Founder of Psychodrama
“Gerçek terapötik bir süreç tüm bir insanlıktan daha azını
hedefleyemez.”
J.L.MORENO / Psikodramanın Kurucusu
ULUSLARARASI GRUP PSİKOTERAPİLERİ
VE PSİKODRAMA E-DERGİSİ SAYI 3
İKİ DİLLİ / BI-LINGUAL
INTERNATIONAL GROUP PSYCHOTHERAPIES
AND PSYCHODRAMA E-JOURNAL VOLUME 3
EĞİTİCİ EĞİTİMİ ÖZEL SAYISI
TRAINERS TRAINING SPECIAL VOLUME
Yayın Hakları © 2013 – Uluslararası Grup Psikoterapileri ve Psikodrama E- Dergisi
Her türlü yayın hakkı İstanbul Psikodrama Enstitüsünce saklıdır. Derginin hiçbir parçası izin alınmaksızın
kopyalanamaz ve çoğaltılamaz, başka elektronik ortamlara aktarılamaz. Bilimsel amaçlar ile yazılı basında alıntı
yapılarak kullanılabilir.
Copyright © 2013 – International Group Psychotherapies And Psychodrama E- Journal
All rights reserved by İstanbul Psychodrama Institute. No part of The Journal and articles may be reproduced or
utilized in any form or by any means, electronic or mechanical, including photocopying, recording, or by any
information storage and retrieval system, without permission in writing from the publisher.
Teşvikiye Mah. Şakayık Sokak No: 57/2 Nişantaşı / İSTANBUL
T: 0212 232 12 63 GSM: 0532 213 63 62
[email protected] www.istpsikodrama.com.tr
3
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Sayfa / Page 4:
Üçüncü Sayıya Önsöz / Editorial for Volume Three. Deniz Altınay
Sayfa / Page 6:
IPI’dan Haberler 2015-2016 / News From IPI 2015-2016
Sayfa / Page 10:
Tangodrama; Çift Terapisinde Yeni Bir Eylem Modeli / Tangodrama; A New
Action Method Model for Couples Therapy. Deniz Altınay
Sayfa / Page 18:
Psikodramada İyileştiriciyi Ne İyileştirir? / What Heals the Healer in Psychodrama?
Ayça Atasoy
Sayfa / Page 24:
Psikodramada İnanç ve İnancın Ele Alınması, ‘İnanıyorum Öyleyse Varım’/
Working on Belief in Psychodrama, ‘I Believe Therefore I am’ Esra Bilik
Sayfa / Page 32:
Bağlanma Örüntülerinin Yeniden Yapılandırılmasında ‘Güvenli Üs’ Olarak
Psikodrama / Psychodrama as a Secure Base for Restructuring Early Attachment
Patterns. Yeşim Türköz
Sayfa / Page 39:
Psikodramada ‘An’ Felsefesine Göre Somutlaştırma ve Somutlaştırma Sürecinin
İyileştirici Bir Terapötik Yöntem Olarak Etkisi (Somutlaştırmanın Büyüsü) /
Concretization According to ‘Moment’ Philosophy in Psychodrama and the Impact
of the Concretization Process as a Therapeutic Method (The Magic of
Concretization). Merih Ünsal
Sayfa / Page 51:
Psikodrama ve Tasavvufta Ölüm ve Gelecek Kavramları / Future and Death
Concepts in Sufitic Mysticism and Psychodrama. Şeref Algür
Sayfa / Page 57:
Grupta İyileştirici Unsurların Varolabilmesindeki Temel Bileşen; Grup Birliği
(Kohezyon) ve Psikodrama / Cohesion as a Basic Therapeutic Agent in
Psychodrama. Fulya Kurter
Sayfa / Page 63:
Başkasının Rolünde Protagonist Olmak; Antagonistin İyileşmesi / Being
Protagonist in Role of Other; Healing the Antogonist. Begüm Kodalak Bilik
Sayfa / Page 70:
Grup Psikoterapisi ve Psikodrama Dergisi Yayın Koşulları / Group Psychotherapy
and Psychodrama Journal’s Publication Guidelines and Editorial Principles
4
ÜÇÜNCÜ SAYIYA ÖNSÖZ
İLK EĞİTİCİ EĞİTİMİNİN ARDINDAN
Uzm.Psk.Dnş.Deniz Altınay
Eğitmen Psikodramatist
Enstitü Başkanı
Kuruluşunun 20. Yılını kutlamakta olduğumuz
İstanbul
Psikodrama
Enstitümüz
gençlik
dönemini arkada bırakarak yetişkinlik dönemine
girdiği bu süreçte hedeflerinden birini daha
gerçekleştirdi. Önceliğin enstitümüzde çalışacak
olan ve farklı illerde enstitü ile işbirliği içinde
psikodrama eğitimlerini verecek olan uzmanlara
verildiği bu eğitim süreci başarı ile
gerçekleştirildi. Eğitim sonucunda 7 eğitmen
psikodrama eğitim kadromuza katılmış oldu.
Böylelikle İstanbul dışında Ankara, İzmir ve
Kayseri’de IPI ve FEPTO onaylı psikodrama
eğitimi veren merkezler çalışmalarına bu dönem
itibariyle başlamış oldular. Bu büyük gelişme
tüm sistemlerin içinden geçtiği bir sürece de
tanıklık yapmış oldu. Bu ise yaşayarak geliştirme
sürecidir. Enstitümüzün uzun zamandır üzerinde
çalıştığı eğitici eğitimi programı uygulama içinde
evrilerek ve değişiklikler göstererek başarılı bir
modele dönüştü. Bu model psikodrama sürecinin
yeni sırlarının keşfedilmesine ve öğrenilmesine
de yol açtı. Psikodrama Grup Psikoterapisi ve
Sosyometri sistemi kendi içinde seçimler, tele
ilişkileri ve lider becerileri anlamında bir çok sırrı
barındırmaktadır. Eğitici eğitimlerinde bu
çalışmalara katılan uzmanlarımız bu süreci
yaşayarak
deneyimlediler.
Temel
aşama
eğitimleri ve üst aşama eğitimlerinden daha farklı
olarak sürecin içine kendilerini daha farklı bir
çalışma sürecinin içinde buldular.
Ensitümüz geldiği yer ve konumu itibariyle
düzenli ve sürekli eğitim çalışmasını 20 yıla
yakın süredir sürdürmektedir. Temel aşamaya
başvuran psikolojik danışmanlar, psikologlar ve
pisikiyatristler eğitimlere kabul edildikten sonra
yükümlülüklerini yerine getirerek yardımcı
terapist diplomalarını alabilmektedirler. Üst
aşama süreçleri ise bundan böyle enstitünün
seçim yapması esasına dayanmaktadır. Doğal
olarak eğitici eğitimine giren üyeler de enstitü
tarafından davet edilmektedir ve başvuru kabul
edilmemektedir. Enstitü kararı gereği her iki
yılda bir eğitici eğitimi açılabilecektir. 2015
yılında biten bu ilk eğitimin ardından 2017
yılında eğitici eğitimi yeni grubu için davetleri
yapacağız.
Eğitici eğitiminde grup sürecinin üyelerin varlığı
ile nasıl belirlendiği ve hangi gelişim sürecini
gerekli kıldığı sosyometrik olarak keşfedilerek
ilerlenmiştir. Bu süreç içinde liderlik becerileri,
eğitim
süreçlerindeki
önemli
noktalar,
psikodramanın tüm alt alanları, tüm teknikler,
temel felsefe gibi konular titizlikle ele alınmıştır.
İlk eğitim grubuna katılan ve mezun olan tüm
üyeleri bir kez daha kutluyorum.
Dergimizin bu sayısında her bir eğitmenimizi
bilimsel kimlikleri ile yakından tanıma şansı
bulacaksınız. Bu özel sayı “Eğitmenler” özel
sayısıdır. Okuyacağınız makaleler psikodramaya
önemli katkılar sağlarken aynı zamanda yeni
soruları ve inceleme alanlarını da ortaya
çıkartacaktır. Enstitü olarak alana en büyük
katkılarımızdan birisi yazılı kaynakları üretmek
ve yaymak olmuştur. Elinizdeki çift dilli dergi ve
kitaplarımız bunlardan bazılarıdır. Her geçen gün
psikoterapi dünyamızda yerini daha da
sağlamlaştıran ve yaşamın her alanını ele
alabilme özelliği ile ön plana çıkan psikodrama
grup psikoterapisi ve sosyometri sitemi ülkede
hak ettiği yeri fazlası ile almış ve enstitümüzün
çalışmaları ile de saygın bir yer kazanmıştır.
Bu sayımıza özel Derya Leblebicioğlu’nun
çevirisiyle dünyada ilk kez benim tarafımdan
2005 yılında geliştirilip ismi konan Tangodrama
makalemizi de sizlerle paylaşmaktan mutluyum.
Tüm meslektaşlara, alandaki uzmanlar ve
öğrencilere pozitif bir rekabet ve üretim içinde
yaratıcılıklarını
ve
ürünlerini
arttırmaları
dileklerimle.
5
EDITORIAL FOR VOLUME THREE
AFTER THE TRAINERS’ TRAINING
Deniz Altınay, MA.
Psychodrama Trainer
President of the Institute
As we are celebrating the 20th year of Istanbul
Psychodrama Institute,in a period in which leaving
behind the early phases behind and approaching a
new mature stage, our Institute realised yet another
goal. The Psychodrama Trainers’ training program
has been successfully completed. The priority has
been given to experts within the Institute staff and
experts who will give trainings in collaborator
Institutes in different cities. In the conclusion of
the training 7 new Psychodrama Trainers have
been added to our staff. In this way, apart from
Istanbul, centers in Ankara, İzmir and Kayseri will
be able to give psychodramatist trainings approved
by IPI. This grand development has witnessed a
process, which all of the systems go through. This
process is developing by means of living. Trainers’
training program (which our institute has been
working on for many years) has evolved in practice
and turned out to be a successful model. This new
model has procured to discover and learn new
secrets of psyhodrama. Psyhodrama Group
Psychotherapy and Sociometry harbour many
screts within them in terms of choices, tele
relations and leader skills. In trainers’
training,attendants experienced this process in situ.
They found themselves in a process much different
than Basic and Advanced level trainings.
Given the space and position has emerged from,
our Institute has been continuing constant trainings
for nearly 20 years. Counselors, psychologists and
psychiatrists who apply to Basic Level Training,
after acceptance, complete the obligatory works
and then can achieve co-therapist certificates. In
addition, from now on Advanced Level Training
acceptances are based on Institute’s election.
Naturally, members of the trainers’s training
program are invited by our Institute and all other
applications are declined. According to the
Institute’s decision, trainers’ training program will
be opened every two years. After the first trainers’
training, which ended in 2015, new invitations fort
his training will be held in 2017.
In trainers’ training, the determination of the group
process by the group members and necessary
development processes have been sociometrically
discovered. In this process, subjects like leadership
skills, substantial points in training, all
subdivisions of psychodrama, all the techniques,
elementary philosophy etc. have been thoroghly
approached. I once again would like to
congratulate all members who attended and
graduated.
In this issue of our journal you can get a chance to
acknowledge each trainer by means of their
academic personality. This is the “Trainers”
special issue. The articles within provide very
important contributions to psyhodrama, as well as
create new questions and further investigation
grounds. Our Institute’s one of the greatest
contributions is to produce and spread written
resources. This bilingual journal and our books are
some of these contributions. Day by day,
Psychodrama
Group
Psychotherapy
and
Sociometry System spread out through each field
of life and thus its status is secured in our
psyhotherapy circle. This system holds a rightful
place also in our country and with our Institute’s
contribution deserves its well regarded position.
Particular to this issue, I am glad to share a
speacial subject, a first in the world, developed by
me in 2005 and thereafter named Tangodrama,
with the translation of Derya Leblebicioğlu.
With my best wishes to all colleagues, experts and
students in the field to enhance their creativity and
creations in a positive rivalry.
6
IPI’DAN HABERLER / 2015-2016
NEWS FROM IPI / 2015-2016
21. ULUSLARARASI PSİKODRAMA KONFERANSI
Marcia Karp, Deniz Altınay, Neşe Karabekir, Kate Kirk
‘Psikodramada Rol’
Mayıs 2016
(Enstitümüz her sene yurt dışından gelen değerli psikodramatisleri
ağırlayıp psikodramatistlere yönelik psikodrama konferansları düzenlemektedir).
21ST INTERNATIONAL PSYCHODRAMA CONFERENCE
Marcia Karp, Deniz Altınay, Neşe Karabekir, Kate Kirk
‘Role in Psychodrama’
May 2016
(Every year IPI organizes International Psychodrama Conferences and invites different great
psychodrama leaders to lead for only psychodrama trainees and graduates).
PSİKODRAMA EĞİTİM GRUPLARI
Bünyesinde alan mezunlarına psikodrama eğitimleri vermeye devam eden İstanbul
Psikodrama Enstitüsü’nde, 8 Temel, 2 Üst Aşama olmak üzere toplamda 10 eğitim grubuna
Kasım ayında yeni bir ‘Hazırlık Grubu’ daha eklenecektir.
PSYCHODRAMA TRAINING GROUPS
There are 8 Basic Level and 2 Advanced Level alltogether 10 training groups in IPI right
now. There will be a new Introduction level starts in May.
PSİKODRAMA EĞİTİCİNİN EĞİTİMİ PROGRAMI
IPI’da bu sene başlayan ve psikodrama eğitimcileri yetiştirmeyi hedefleyen ‘Eğiticinin
Eğitimi’ programı IPI’da ilk kez hayata geçirilmiş ve yedi psikodrama eğitimeni mezun
olmuştur.
PSYCHODRAMA TRAINERS TRAINING PROGRAMME
The very first “trainers training programme” has been completed this year in IPI and seven
new psychodrama trainers has completed the trainigs.
PDR VE PSİKOLOJİ ÖĞRENCİLERİ PSİKODRAMA GRUPLARI
Alandaki öğrencilere psikodramatik metodu tanıtmak amacıyla düzenlenen 2 ayrı öğrenci
grubuna bu yıl devam edilmektedir.
PSCHOLOGY AND PSYCHOLOGICAL COUNCELING STUDENTS PSYCHODRAMA
GROUPS
Two different student groups is running this year aimig to introduce psychodrama method for
students in the same field.
7
İSTANBUL SPONTANİTE TİYATROSU GÖSTERİSİ
Her yıl en az 4 gösteri düzenleyen İstanbul Spontanite Tiyatrosu, 2016 Şubat ayında yılın son
gösterisini sergilemiştir.
ISTANBUL PLAYBACK THEATRE-SPONTANEITY
Istanbul Playback Theatre has at least 4 performances every year and successfully performed
the last one of the year 2016 was in February with more then 200 hundered audience.
ÇOCUK PSİKODRAMASI GRUPLARI
IPI bünyesinde Çocuk Psikodraması Grupları’na bu sene de devam edilmiş, bu dönemde
başlayan ve farklı yaş dilimlerine göre düzenlenmiş, 1 tanesi farklı gelişen çocuklara yönelik
olmak üzere toplamda 4 çocuk grubu hala devam etmektedir.
CHILD PSYCHODRAMA GROUPS
This year 4 groups with different age children including one with special education
psychodrama groups have been stil running.
PSİKODRAMA YAŞANTI GRUPLARI
Yetişkinlere yönelik olarak düzenlenen Psikodrama Yaşantı Grupları, bu dönem 3 akşam, 1
tane de gündüz olmak üzere toplamda 4 ayrı grup ile çalışmalarına devam etmektedir.
PSCHODRAMA WITH PATIENTS
Psychodrama for Everybody -Psychodrama Experiantial Groups focuses the adults. There are
3 evening and 1 daytime groups in the Institute.
TANGODRAMA
Deniz Altınay’ın çift terapisine yeni bir soluk getirerek geliştirmiş olduğu Tangodrama
eğitimleri İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nde geçen dönem küçük bir grupla
gerçekleştirilmiştir. Bu dönem çalışmalara devam edilecektir.
TANGODRAMA
Deniz Altınay has developed a new couple therapy approach with Tangodrama trainings has
been startes with small group and will continue next year.
AİLE AĞACI VE PSİKODRAMA
Kuşaklararası psikolojik mirasların psikodramatik olarak incelendiği yetişkinlerden oluşan
yaşantı grupları 6 oturum olarak planlanmıştır.
FAMILY TREE AND PSYCHODRAMA
Transganerational Psychological Transititons are been focused in this adult experiantial
groups for 6 group sessions.
8
PSİKODRAMA ŞİRKET EĞİTİMLERİ
İstanbul Psikodrama Enstitüsü şirketlere yönelik olarak psikodrama, sosyodrama ve
sosyometri sistemiyle çalışmalar düzenlemekte ve eğitimler vermektedir.
PSCHODRAMA APLICATIONS FOR COMPANIES
Istanbul Psychodrama Institute organizes trainings by using psychodrama, sociodrama and
sociometry systems for companies.
PSİKODRAMA OKUL EĞİTİMLERİ
İstanbul Psikodrama Enstitüsü okulların ihtiyaçlarına göre çeşitli psikodrama ve sosyodrama
teknikleri eşliğinde çalışmalar yürütmektedir.
PSCHODRAMA APLICATIONS FOR SCHOOLS
Istanbul Psychodrama Institute organizes trainings with psychodrama, sociodrama and
sociometry techniques according to scholl’s needs.
KONFERANSLAR VE TANITIM VİDEOLARI
IPI Enstitü Başkanı Deniz Altınay’ın çeşitli konularda vermiş olduğu konferans videolarına
enstitünün web sayfasından, linkleri belirtilmiş olan
Web Tv; http://web.tv/list/video/user/denizaltinay
ve
YouTube ; http://www.youtube.com/channel/UCea_vwQ4LqDoj2Dt5PMK0SA
üzerinden ulaşılabilmektedir.
CONFERENCES AND INTRODUCTORY VİDEOS
You can reach President of IPI Mr. Deniz Altınay’s conference videos about different subjects
from Institute’s web site. Here is links that you can fallow:
Web Tv ; http://web.tv/list/video/user/denizaltinay
And
YouTube ; http://www.youtube.com/channel/UCea_vwQ4LqDoj2Dt5PMK0SA
9
ENSTİTÜ YAYINLARI
Enstitümüzün öncülüğünde yayınlanmış kitaplarımızı bu yıl da satışı, dağıtımı ve tanıtımı
sürdürülmüştür. Kitaplar aşağıda listelenmiştir.
IPI PUBLICATIONS
Here is the books published from IPI continues to sell , promote and distribute. Here is the
book list:
•
Psikodrama 400 Isınma Oyunu / Deniz ALTINAY
Psychodrama 400 Warming up Techniques
•
Psikodrama Grup Psikoterapisi El Kitabı / Deniz ALTINAY
Handbook of Psychodrama Group Psychotherapies
•
Sahnede Yaratıcılık (Spontanite Tiyatrosu) / Deniz ALTINAY
Creativity on Stage (Spontaneity Theatre)
•
Çocuk Psikodraması / Deniz ALTINAY
Child Psychodrama
•
Psikodramada Çağdaş Yaklaşımlar / Derleyen: Deniz ALTINAY – Çok Yazarlı.
Contemporary Approaches in Psychodrama”- Multiple Writer
•
Psikodramada Seçme Konular / Derleyen: Deniz ALTINAY- Çok Yazarlı.
Selected Issues in Psychodrama” – Multiple Writer
10
TANGODRAMA
Çift Terapisinde Yeni Bir Eylem Modeli
Uzm.Psk.Dnş. Deniz ALTINAY
Eğitmen Psikodramatist
Enstitü Başkanı
“Tangodrama” dans ve hareket terapisi ile
psikodramanın çok özel koşullarda bir araya
gelmiş bir formudur, kendi sistemi içinde tek olma
özelliğini barındırmaktadır. İlk Olarak 2006
yıllarında üstüne düşünmeye başladığım bu sistem
2008 yılında Boğaziçi Üniveristesi’nde düzenlenen
Uluslar arası Aile ve Çift Terapisleri Kongresinde
sunduğum “ Tangodrama – Çift Terapisinde Yeni
Bir Soluk” başlıklı konferansımla bilim dünyasının
değerlendirmesine sunuldu. Artık uygulama
örneklerinin yaşanmaya başlayacağı bu dönemde
bu kitabın adına çok uygun bir yaklaşım olarak
burada yer alması oldukça anlamlıdır. Psikodrama
yeni modeller ve sistemlere son derece açık bir
yapıyı içinde barındırır ve bu kaynağını temelinde
yatan yaratıcılıktan almaktadır. Tangodrama
dünyada hatrı sayılır bir gelişme gösteren Arjantin
Tangosu’nun kadın erkek ilişkilerine dair içinde
barındırdığı
çok
önemli
unsurlarının
değerlendirilerek psikodrama sahnesinde çiftler
için yeniden yaratılmış bir sağaltım biçimidir.
Arjantin Tangosu geçen yüzyılın sonlarında
Buenos Aires’in varoşlarında, genel evlerinde,
kenar
mahallelerinde
boy
göstermeye
başlamasından bu yana önemli yapısal ve estetik
değişiklilere uğrayarak önce Paris’te ve Avrupa’da
ve sonrasında tüm dünyada günümüze kadar
gelmiştir. Bu değişim toplumun sosyolojik
değişimine uygun olarak bireyde meydana gelen ve
ilişkilere yansıyan psikolojik değişim ve yaklaşım
ile paralellik göstermektedir. Zamanla dansın içine
katılan yeni teknik ve kavramlar kendisini ilişkiler
içinde var olan ve kadın erkek rollerinin
değişmesine paralel olarak gelişen ilişki
dinamikleri içinde var etmiştir. Burada sözü edilen
sosyolojik değişim, bir başka deyişle aile
kavramındaki değişimdir ve doğal olarak
temelindeki çift olgusuna dayanmaktadır. Bu dans,
kadın erkek rolleri üstüne kurulmuş bir
benzetmeler ve kurallar bütününden oluşmaktadır
ve tamamı ile yaşamın içinden doğmuştur. Bu
dansın önemli unsurları “tangodrama”nın var
olmasını ve bu sistem içinde çiftler için önemli
öğrenme ve araştırma ve tedavi şansı sunmaktadır.
Tangodrama çift terapileri içinde psikodramatik bir
yaklaşım olarak kaynağını ve felsefesini ruhsal
gelişim aşamalarından 1. Psişik Evren’e denk
gelen dönem içinde anne-bebek ilişkisiyle var olan
ve en temel ihtiyaçlarımızı belirleyen ve yaşatan
bir erken dönem gelişim aşaması ile ilintilidir. Bu
dönemede anne ve bebek önemli ilklere imza
atarlar, daha sonrasındaki eş seçimlerimiz
öncelikle bu dönemin etkilerini taşır. Bu dönem
sağlıklı geçirilirse bebek anne ile “Birlikte Olma”,
“Birlikte Yapma”, “Birlikte Hissetme” durumlarını
yaşar ve öğrenir. Daha sonrasında eş seçimlerinde
sağlıklı atlatılmış bu dönem benzer şeyleri
yaşabileceğimiz kişileri seçmemizi sağlar, tersi
sağlıksız ihtiyaçlarımızı doyuran sağlıksız ilişki
kişileri seçmemizin sebebidir. Bu seçimler bebeğin
hayatına daha sonradan giren baba tarafından da
belirlenmektedir. Bu iki önemli objeden anne
başkaları ile ilişki yaşama biçimlerimizi etkileyen
en önemli kişidir. Bu erken dönem yaşantıları
hayatımızda sözün olmadığı bir döneme denk gelir
ve sözel olmayan bir yöntemle araştırılmaya
ihtiyaç duyar. Tangodrama bunun için ideal bir
yapı oluşturur.
Psikodramanın hızlı etkin ve devrimci yanı
“Eylem” dir ve bu psikodramada bilinçdışına
açılan kapıdır. Bilinçdışı içerik hem sözün hem
sözün olmadığı metaryallerle doludur ve “aklın”
unuttuklarını hatırlayan “beden” bize ihtiyacımız
olan tüm bilgiyi verir. Tango bir çiftin arasında
olup bitenleri gözler önüne seren eylemler
bütünüdür. Aslında tango bu anlamı ile çiftlerin
bilinçdışının dansıdır ve her eylem ve karşı
eylemde iki bilinçdışı birbiri ile sürekli olarak
iletişim halindedir. Çiftler bunun farkına varmadan
etkisi altına girerler ve dans sürüp gider.
“Tangodrama”da bir çift eylemi olarak tango
araştırmanın başlangıcını oluşturmaktadır. Daha
sonrasında psikodrama işin işine karışmakta ve
ilerleyen aşamalarda yeni denemeler tekrar tango
içinde yapılabilmektedir.
Çift ilişkisi daha sözünü ettiğimiz anne-bebek
ilişkisindeki uyum ve birliktelik temelinde var olur
ve birlikte olma, birlikte hissetme ve birlikte
yapma eylemlerinden doğar. Bu sağlıklı çift
ilişkisinin de tanımlarından bir tanesidir.
Bağımsızlık ve kişisel sınırlar ilişki içinde doğal
olarak var olur ve süreçte etken olurlar. Bir ilişkide
hangi dinamiklerin önemli olduğu bu yazının
sınırlarını
aşmaktadır,
amacımız
sizlere
“Tangodrama”yı tanıtmak olacaktır. Moreno’nu
“Evlilik Rol Kestirim Testi” bir ilişkide kadın ve
erkek rollerini analizidir ve evlilikte her farklı çift
için ideal rol tanımlamalarını tanımlamayı ve
geliştirmeyi hedefler. Bu roller altlarında çok fazla
sayıda alt rol katagorilerini oluştururlar. Bunların
incelenmesi ve bilinmesi “Tangodrama” da
terapistin yaklaşımlarını belirlemede hayati önem
taşırlar.
Tango “Yöneten Erkek” ve “Yönetilen Kadın” ve
/veya tam tersi üstüne kurulu bir danstır ve
ezberlenen figürlere dayalı değildir. Hayatta
olduğu gibi tangoda da zaman içinde her ne kadar
erkek ve kadınlar birbirlerinin dansı ezberlerlerse
de asıl temel ezber olmayan üstünde durmaktadır.
Çift ilişkisi bu temel üstünde durur ve yönetim
sorunu, ilişkinin yönetilmesi ve çiftlerin birbirini
yönetmesi, bu ilişkinin merkezindedir. Bu merkez
üstünden tangoda var olan yönetme metaforu ilişki
içindeki tüm davranış biçimlerini ortaya çıkartır.
Erkek nasıl yönetmektedir? Kadın nasıl cevap
vermektedir? Kim kimin rolünü çalmaktadır? Ya
da
kim
hangi
role
zorlanmaktadır?
“Tangodrama”da bu temel üstünde tüm çatışmalar
çok hızlı bir şekilde kendini gösterir ve çiftler
kendilerini saklamaya vakit dahi bulamadan
bilinçdışı içeriği ve gerçeği sergilemiş olurlar.
Tango içinde erkekler ve kadınlar farklı tutumlar
sergilerler, bunlar arasında kadına göre dans eden
erkekler, müziğe göre dans eden erkekler, çevre
için dans eden kadınlar ve erkekler, kendi kendine
dans eden erkekler, kendi kendine dans eden
kadınlar, erkeğin rolünü çalan kadınlar, kadına hiç
bir
özgürlük
alanı
tanımayan
erkekler,
hırpalanmaktan zevk alan kadınlar, erkekle savaşan
ve ders veren kadınlar, gibi bir çok farklı davranış
kalıbından bahsedebiliriz. Tangodrama bu önemli
başlıklardan hareketle aslında hayat içinde de
kadın ve erkeklerin birebir aynı davranış kalıpları
içinde olduğu gerçeğinden hareketle çiftler bir
farkındalık ve sonrasında değişim ve kabul ile ilgili
bir fırsat sunmaktadır. Tangodrama da sürecin
nasıl işlediği incelendiği zaman bunun nasıl
şekillendiği daha iyi anlaşılacaktır. Bu özelliği ile
tangodrama her şeyden önce doğru bir diagnostik
yöntemdir. Çift terapisinde çiftin her ikisinin
11
tanımladığı sorun ya da ayrı ayrı tanımladıkları
farklı sorunlar terapist tarafından gerçek tanı ile
yer değiştirirler ve bu tedavinin önemli bir
parçasını oluşturur. Tangodrama bu doğru tanıya
ulaşma işini çok kısa bir sürede yoruma ihtiyaç
bırakmadan yapmaktadır. Psikodramatist gerçeği
görerek teşhis koyar ve dolayısı ile doğru tedaviye
hızlıca yönlenebilir. Çiftler diğer çiftleri de
gözlemlerler ve hatta birbirlerinden bu konuda
geribildirimler alma şansını yakalarlar.
Tangodrama yalnızca sorunlu çiftlerin başvurarak
ilişkilerini tedavi ettirdikleri bir psikodrama grup
psikoterapisi değildir. Aynı zamanda çiftlerin
ilişkilerini daha iyiye götürme, geliştirme,
birbirlerini daha iyi tanıma ve ilişiki dansını daha
iyi becerme amaçlı olarak da katılabilecekleri bir
ilişki geliştirme yöntemidir. Bu anlamı ile
psikodramanın doğasına uygundur ve yalnızca
patolojik olanla değil aynı zamanda sağlıklı olanla
ve sağlıklı olanın geliştirilmesi ile de
ilgilenmektedir.
“Tangodarama”da süreç nasıl işlemektedir.
Psikodrama
oturumlarının
ana
yapısı
“Tangodrama”da da kendisini korur. Isınma –
Çalışma - Paylaşım aşamaları ana aşamalar olarak
bulunurlar. Tangodrama içinde tango ve dans
metaforu üstünden ısınılır ve sonrasında ısınma
dansının yapısına uygun olarak ya tüm grup
çalışmaya katılarak devam edilir ve bu çalışmanın
paylaşılması ile grup sonlanır ya da ısınma
dansının hemen arkasında daha fazla ısınan çiftin
grubun merkezi olması sağlanarak tüm grubun
yardımı ile onları ilişkilerine bakılır. Bu bir tür
protagonist çalışması gibi olsa da aslında çiftin
ilişkisinin psikodraması olarak adlandırılmalıdır.
Protagonist çalışmasından bir çok farklılıkları
içinde barındırır.
Süreç
Bir tangodrama oturumu öncelikle çiftlerin
tanışması ile başlar, bu tanışma kısa bir sözel
başlangıcın ardından tango müziği eşliğinde
yürüme ve durma eğzersizleri ile devam eder. Bu
egzersizler
çiftlerin
birbirlerini
yeniden
tanımalarını da hedeflerken aynı zamanda diğer
çiftleri de birlikte çalışabilmelerini olanaklı kılacak
olan bir yakınlıkta hissetmelerini amaçlamaktadır.
Bu çalışmalar ya da bir başka deyişle ısınmalar çok
çeşitlidir ve bu makalenin konusu dışında
kalmaktadır. Bu ısınmalardan sonra çiftlerin neden
gruplara katıldıklarını ayrı ayrı ifade etmeleri
istenir. Bunun amacı çalışmanın rasyonellerini
oluşturmaktır. Bu rasyonellerin dile getirilmesi
bazen çalışmalar içindeki ısınmalarda ortaya
çıkanların
çiftler
tarafından
hızlıca
anlamlandırılmasına olanak tanır.
Bu egzersizler sırasında çiftlerin çatışma veya
problemleri
yeniden
daha
doğru
olarak
tanımlanmaya başlar ve bazı çiftler diğerlerinden
daha fazla ısınarak çalışmayı derinleştirmek
aşamasına gelirler. Bu durumda çiftlerden birisinin
tangodramasına bakılma süreci başlamış olur. Bu
aşamada çok çeşitli tekniklerden yararlanılır. Bu
çalışma esasen bir çatışma çözümleme ve algı
değiştirme çalışması olduğu için psikodramatistin
bu konularda uzmanlaşmış olması gerekmektedir.
Çiftler bu aşamada daha doğru bir şekilde
çatışmalarını ve sorun durumlarını belirlemeye
başlarlar. Çiftler çalışma içinde yeteri kadar
kohezyon sağladıktan sonra farklı eşlerle bazı
egzersizleri de yapmaya başlarlar. Bu dikkatlice
kullanılması gereken bir stratejidir. Çoğunlukla bir
çiftin ilişkisi çalışılmaya başladıktan sonra diğer
üyelerden kendi eşlerini (double) seçmeleri
istenmelidir. Bu noktada sorunların daha net
anlaşılması için psikodramatist ayna tekniğinden
yararlanmaktadır. Çiftler kendi eşlerini seçerler ve
bu eşler çiftlere danslarını yanı ilişkilerini
sergilemeye başlarlar. Tangodramada bu iş için
yetiştirilmiş uzman yardımcı egoların bulunması
iyi olur. Bu sayede ayna tekniği daha iyi
uygulanabilir,
olmadığı
durumlarda
grup
üyelerinin bu rolleri almaları uygundur ve bu
durumunda kendi içinde avantajları vardır. Bu
sayede seçimler üstünden benzer sorunları olan
çiftler kendilerinin de farkına varmış olurlar.
Ortadaki çiftin kendi double’larını seçmeleri
durumunda ortaya çıkan diğer gerçek bu
double’ların benzer sorunları yaşadıklarıdır.
Böylece seçilen çift geri bildirim almaya ve
kendilerine bakmaya başlarlar.
Sorunların netleşmesi ve çatışma durumlarının
yeniden daha doğru bir şekilde tanımlanmasıyla
çiftler protagonist olarak sahneye gelmeye
başlayabilirler.
Ortadaki
çift
terapistin
tangodramaya uygun teknikleri sayesinde ilişki
sorununu önce daha iyi anlarlar ve buradan
hareketle bunun gerçek hayatlarında nasıl ortaya
çıktığını konuşmaya başlarlar ve bu sorunun net
olarak gözüktüğü bir sahneye giderler. Bu sahnede
yapılan çatışma çözümleme çalışmasından sonra
sorunun gözüktüğü tango uygulamasına geri
dönerler ve orada çözümün gelip gelmediğine
bakarlar, eğer hala gelmemişse dans metaforu
üstünden çözümü terapistin yardımı ile keşfeder ve
12
uygularlar. Bu aşamanın tamamlanması ile birlikte
paylaşım aşamasına geçilir ve diğer çifler, sahnede
yer alan yardımcı egolar geri bildirimlerini
vermeye başlarlar. Geri bildirimler aynen
psikodrama grup psikoterapsindeki kurallara göre
yapılır ve çalışma sonlandırılır.
Grup üyeleri, bu durumda çiftler, her zaman bir çift
üstünde çalışarak çalışmaya devam etmek zorunda
değillerdir. Aynı zamanda sadece tangodramaya
özgü temaları barındıran ısınma dansları ile
çalışmaya başlayıp bu şekilde çalışmayı
sürdürebilmektedirler.
Bu
tarz
yapılan
çalışmalardaki
farkındalıklar
ilişkilerinin,
iletişimlerinin ve zaman zaman kişiliklerinin
gelişmesine yardım eder ve aynı zamanda
sorunların bir kısmının da çözümlenmesine
yardımcı olur. Bu aynı zamanda makalenin başında
değindiğimiz sağlıklı çiftlerle çalışılabilmesinin de
olanaklı olmasının koşuludur. Çiftler herhangi bir
sorun tanımlamasalar bile dans ısınmaları
aralarındaki bazı sorunların su yüzene çıkmasına
ve
bunlarla
ilişkili
olarak
içgörülerin
kazanılmasına olanak tanır. Bu çalışmalar sırasında
kullanılabilecek bir çok teknik bulunmaktadır.
“Birlikte Yürüme” egzersizleri önemli bir dans
sınmaları bölümünü oluştururlar. Çok farklı
şekillerde yürüme egzersizleri bulunmaktadır.
“Double ile Dans” bu ısınma danslarında geri
bildirim almayı en kolay sağlayan tekniklerden
birisidir ve zaman zaman ısınma oyunu dışında çift
protagonist açlışması sırasında da bir yardımcı
teknik olarak kullanılır. Böylece herkes kendisi ile
dans etmek şansını yakalamış olacaktır. “Hata
Yapan Eş” çalışması başlı balına bir grup dansı
oyunudur ve grubun ilerleyen aşamalarında
kullanılır.
Eşlerden
birisi
özellikle
hata
yapmaktadır ve çözümler, yaratıcılıklar ve
dolayısıyle tutumlar üzerinde durulmaktadır.
“Dokunmadan
Dans”
iletişimi
arttırmayı
hedefleyen ve bu anlamda daha özel olarak
çiftlerin birbirlerini hissetmelerini arttıran ya da
öğreten bir dans sınması olarak oldukça etkili bir
çalışmadır. “Erkek Nasıl Yönetti” “Kadın Nasıl
Yönetti” birlikte ya da ayrı ayrı kullanılabilecek
olan ısınma dans oyunlarından bir diğer çifti
oluşturur. Bu temel dans egzersizi her grup
çalışmasının içinde defalarca tüm grupla ya da
çiftlerle ayrı ayrı uygulanabilmektedir. “Kim
Yönetiyor” oyunu yine çift gruplarında temel dans
çalışmalarından birisidir. Yönetim çatışmaları
çiftler arasında önemli bir problem grubunu
oluştururlar ve bu alt sorun grubu bir çok ilişkinin
sarsılmasının temel sebeplerindendir. Tüm bu
oyunlar tek başına tangodramanın bir oturumunu
doldurabileceği gibi zaman zaman bazı çiftlerin
daha derin bir çalışma yapmak için ortaya
gelmelerini sağlayan ısınmalara neden olurlar.
13
bununla ilgili bir çalışma grubunun hazırlanması
için çalışmalar sürdürülmektedir.
KAYNAKÇA
Tangodrama Psikodrama Grup Psikoterapisi
sistemi içinde yeni var olmuş ve ismi konmuş bir
oluşumdur. Uzun süren Tango ve Psikodrama
çalışmaların sonucunda yarattığım bir alt çalışma
alanı olarak Çiftler ile Psikoterapide yerini
alacaktır. İstanbul Psikodrama Enstitüsünde
• Altınay. Deniz “Psikodrama El Kitabı”
İstanbul 2016. Epsilon Yayınları.
• Altınay. Deniz “Psikodramada 400 Isınma
Oyunu” İstanbul 2016. Epsilon Yayınları.
14
TANGODRAMA
A New Action Method Model for Couples Therapy
Psych. M.A. Deniz Altınay
Trainer Psychodramatist
President of Istanbul Psychodrama Institute
Tangodrama is a form, combining dance and
movement therapy with psychodrama in very
particular conditions. In its own system, has a
unique characteristic. The first thoughts of this
system emerged in 2006. Then in 2008 in
“International Family and Couples Therapy
Conference” held in Boğaziçi University, I was
able to present this system to scientific
community’s
appreciation
through
my
“Tangodrama - A new approach in Couples
Therapy”
titled
conference
presentation.
Psychodrama contains a structure which is very
much open to all kinds of new models and
systems. This structure is gets its source from
creativity which is the foundation of
Psychodrama. Tangodrama is a therapeutic
method, in which very important elements of
Argentian
Tango
regarding
male-female
relationships are assesed and recreated fort he
couples on the Psychodrama stage.
Argentian Tango first started in the suburbs and
brothels of Buenos Aires in the last century. Since
then it has gone through structural and esthetical
transformations;spreading through the world,
starting from Paris to Europe. This transformation
is relevant and parallel to the changes that take
place
in
the
individual’
psychological
transformation which reflects upon their
relationships and is concurrent with the society’s
sociological transformation. In time, the new
techniques and and concepts which became a part
of this dance were able to exist in the relaitonship
dynamics which cahen according to the
transformation of female and male roles which
exist in the structure of relationships. The
sociological change in question is in other words
the change in the family concept, which naturally
has a base on the couple concept. This dance
consists of an integrity of analogies and rules
based on male-female roles and is born
completely from life itself. The important
elements of this dance evokes the existence of
“tangodrama” and provides couples an important
chance to learn, to investigate and a chance of
therapy in this system. Tangodrama as a
psychodramatic approach in couple therapies,
takes its philosophical roots and principles from
1st psychic development phase. This early phase
is substantial with and related to mother-infant
relationship which determines our basic needs. In
this pahse the mother and the infant go through
their first experiences, and holds a prior impact on
on future partner choices. If they undergo through
this phase in a healthy way, the baby gets to
experience and learn the states of “being
together”, “doing together” and “feeling
together”. When this process is experienced in a
healthy way, it leads to choosing future partners
whom we can live similar experiences. On the
contrary, it is also the reason for choosing partners
who will satisfy our unhealthy needs. These
choices are determined also by the father who
enters into baby’s life later on. The mother, being
one of the important objects, is the most important
person to effect our relationship manners with
others. This early period experiences coincide
with a time where there is no language and needs
to be investigated with nonverbal methods.
Tangodrama holds an ideal structure for this.
Psychodrama’s promt, effective and revolutionary
aspect is “Action” and is an opening to
subconscious in psychodrama. Subconscious is
filled with both verbal and non-verbal materials.
The body which remembers what the mind
forgets, provides all the information we need.
Tango is a sum-total /unity of actions revelaing
everthing going through between a couple. In fact
tango is the couples’ dance of subconscious in this
context. In each action and counter-action, both
subconsciouses
are
continuously
in
communication. The couples without noticing
undergo its effect, and so the dance goes on. In
“tangodrama” tango, as an action of couples,
establishes the beginning of the investigation.
Later on psychodrama gets involved, in the
proceeding phases tango can be used again to test
out new experiences. The dyadic/couple
relationship depends on the fundamentals of
harmony and togetherness based on this motherbaby relationship. Moreoever this dyadic/couple
relationship emerges from being together, feeling
together and doing together actions. This situation
is also one of the definitions of health couple
relationship. Independence and personal borders
exist in the nature of relationship, and are
effective in the relationship process. The
importance of the dynamics of a relationship
oversteps the main aim of this article. Our main
aim is to introduce “tangodrama”. Moreno’
“marriage role prediction test” is the analysis of
female and male roles in a relationship and aims
to define and develop ideal role descriptions for
each separate couple in marriages. These roles
consist of various sub-categories of roles. The
analysis and research of these roles play a crucial
part to determinde the therapist’s approach in
“tangodrama”.
Tango is a dance based on a “leading male” and a
“follower woman”, is not based on memorised
figures or choreography. Just like in real life, the
fundamentals of tango are not based on memory,
although in time male and female memorise each
other’s dances. The dyadic relationship stands on
this basis. The issues of leading, management of
the relationship, the way couples lead eachother
stand in the heart of this relationship. Originating
from this aspect, the metaphor of leading which
exists in tango, reveals all the behaviour patterns
in the relationship. How does the male lead? How
does the female respond? Who steals role? Who
has difficulties in whichever roles? By using
tangodrama in this context, all conflict are
revealed rapidly. The couples lay out their
subconscious contents and their realities, before
they have time to hide themselves.
In tango,
males and females present different manners.
Among these manners, men who dance according
to women, men who dance according to music,
men and women who dance according to and for
their surroundings, men who dance on their own
selves as if they are alone, women who dance on
their own as if they are alone, women who steal
the role of the man, man who leave no space of
freedom to women, women who enjoy being
knocked around during the dance, women who
fight with men, women who teach the men and so
on can be listed. From these grounds,
tangodrama, with reference to the fact that
15
females and males show the same behaviour
patterns in real life, provides an oppurtunity of
awareness, followed by change and acceptance
for the couples. This procedure will be better
understood when the process of Tangordrama is
studied. This aspect of tangodrama makes it an
accurate method of diagnosis. In couples therapy,
the real diagnosis is replaced by the problems
defined by both of the couple, or separate
problems of each couple. This process holds a
very important place in the therapy. This accurate
diagnosis process is shortened by the usage of
tangodrama, without the need of interpretation.
The psychodramatist makes the diagnosis by
seeing the truth; and thus can head towards to the
accurate treatment rapidly. The couples get a
chance to observe other couples, and to exchange
feedbacks on specific subjects.
Tangodrama is not a psychodrama group
psychotherapy only for couples with problems to
cure their problems. It is also a method to
improve relationships through better recognition
of eachother and developing their relationship
dance. In this context, tangodrama is in
accordance with psychodrama; it concerns not
only pathological cases but also the healthy ones
and the improvement of them.
How does the process of “tangodrama” work?
The main structure of Pschodrama sessions is
conserved in “tangodrama”. The phases of warmup—action—sharing subsist as main phases. The
warm up is carried out by tango and the metaphor
of dance. Afterwards, according to the structure
of warm up dance, either the action work
continues with the whole group’s participation or
the session ends with the sharing of this work.
Another possility is when a more warmed up
couple gets to be in the center of the group, and
their relationship can be looked at with the help
of rest of the members. This may appear as a
protagonist work, but indeed should be named
the pyschodrama of couple’s relationship. This
way of psychodramatic work includes differences
than a protagonist work.
The Process
A tangodama session, primarily starts with the
introduction of the couples. After a small verbal
beginning, introduction proceeds with the
exercises of walking and pausing along with tango
music. These exercises aim for the couples to get
reacquainted. Moreover creates an oppurtunity for
the couples to feel closeness for eachother which
will enable them to work together. These actions
or warm ups are various and beside the main point
of this article. After these warm ups, the couples
are asked separately to express their motivations
for attending to this group. The aim of this sharing
is to set the essentials this group work is based on.
The expression of these essentials, help the
couples to interpretate the outcomes from the
warmups. During these exercises the conflicts
and the problems of the couples are more
accurately determined once again. Some of the
couples get more warmed up than the others, and
so reach the phase where they deepen the work.
At this stage, one couple’s tangodrama process
begins. At this point various techniques are used.
Acutally this action is a work of conflict
resolution and alteration of perception. For this
reason the psychodramatist should be an expert on
these subjects. The couples are now more able to
determine their conflicts and problems more
accurately. When the cohesion is insured, the
couples start to do the exercises with other
partners. This strategy should be used very
attentively. Most of the time, when the
psychodramatic work of a couple begins, ther
members are asked to choose their own doubles.
To better understand the problems, the
psychodramatist should use the mirror technique.
The couple choose their doubles. The doubles
demonstrate their dance, in other words their
relationship, to the couple. In tangodrama,
speacialy trained auxilliary egos would be very
useful. This way, mirror technique could be
applied in a better way. When lacking the trained
auxilliaries, other group members can take these
roles. This situation has its own advantages; this
way through the process of choices, couples
which have similar problems may realize
themselves. By the double choices of the couple
in the middle, the reality presents itself that the
doubles have similar issues. This way, the chosen
couple get feedbacks and start to look at
themselves.
When the problems are clear and the conflicts are
accurately re-defined, couples can come to the
stage as protagnists. The couple in the middle,
understand clearly the problem of the relationship
by the use of the tangodramatic techniques of the
therapist. Thus they start to talk about how this
problem has emerged in their real lives. This
conversation takes the couple to a scene where the
problem is seen clearly. In this scene a conflict
reslution work is executed, followed by getting
16
back to tango exercise to check if the resolution is
settled in the dance or not. If the problem persists,
they explore the resolution through the dance
metaphor with the assitance of the therapist and
they start to apply it. When this phase ends,
sharing process follows. Other couples, auxilliary
egos give their feedbacks. Feedbacks and sharing
is applied according to the psychodrama group
psychotherapy rules and thus the work is
concluded.
The group members, in this context
the couples, are not forced to work on a specific
couple at all times. The group process may
continue with warm-up dances which include
tangodrama based themes. The awareness that
evoked through such group work, helps the
relationshipsi communication and sometimes
personalities to develop, in addition to resolution
of some of the problems. Just like it has been
mentioned in the beginning of this article, this
condition provides tangodrama to be applied to
healthy couples as well as pathological
relationships. Even if the couples do not present a
problem, the warm-up dance may reveal hidden
problems and provide insight related to the issues.
Various techniques may be used in the course of
this group work. “Walking Together” exercises
comprise the majority of the dance warmups.
Many different forms of walking exercises exist.
“Dance with the Double” is the technique which
provides the easiest way to get feedbacks and apart
from warm-up process, may be used as an
auxilliart technique during the couple-protagonist
action. This way everyone gets a chance to dance
with themselves. “The partner who makes
mistakes” is a group dance game on its own, and
may be used in the further stages of the group. One
of the partners makes mistake deliberately, and
thus this game focuses on resolutions, creativity
and manners. “Dance without touching” is an
effective warm-up dance exercise which aims to
increase communication, and thus helps and
teaches couples to improve feeling eachother.
“How did the man lead” “how did the woman
lead” are another examples of warm-up dance
games which may be used separately or together.
This basic dance exercise may be used in the every
group work many times, to the whole group or to
separate couples. “who is leading” is another
essential dance exercise. The conflict of leading is
an important section of relationship problems and
is one of the main reasons of shaking up many of
the relationships. All of these games may fill up
one group session. They may also provide some of
the couples to get warmed up so that they come
into the middle to continue with a deeper action.
17
Tangodrama is a newly denominated creation
which is formed in the Psychodrama Group
Psychotherapy system. After a long time studying
of Tango and Psychodrama, it will take its place as
a sub field within Psychotherapy with Couples.
The forming of a group to work with this theme in
Istanbul Psychodrama Institute is in proces.
REFRENCES
• Altınay. Deniz “Psikodrama El Kitabı”
İstanbul 2016. Epsilon Yayınları.
• Altınay. Deniz “Psikodramada 400 Isınma
Oyunu” İstanbul 2016. Epsilon Yayınları.
18
PSİKODRAMADA İYİLEŞTİRİCİYİ NE İYİLEŞTİRİR?
WHAT HEALS THE HEALER IN PSYCHODRAMA?
Ayça Atasoy
Uzm.Psikolojik Danışman
Eğitmen Psikodramatist
ÖZET
Lider rolünü alan bir psikodramatist, her yeni
grup ve her yeni üye üzerinden iyileşme,
yenilenme, bilgilenme, değişme şansına sahiptir.
Her protagonist çalışması ile zenginleşen, bir
başka deyişle iyileşen lider, bu birikimi yeniden
grubuna aktarır. Psikodramanın iyileştirici
faktörleri ile tele, grup, eşleme ve katarsis gibi
unsurları liderin şifa bulması bakımından da
önemlidir. Lider kendi sürecine, hayatının o
dönemindeki duygu, bilgi ve deneyim birikimine
denk düşecek, onu geliştirecek, ilerletecek ve
hatta iyileştirecek bir grubu tele ile seçer. Liderin
telesi, çalışacak olan protagonist adaylarını
seçmede etkili olur. Bir psikodrama oturumunun
tüm süreçlerinde işleyen tele, hem lideri hem de
grup üyelerini korur ve birlikteliği sağlar.
Psikodrama herkesin ihtiyacı olanı alabilmesi için
düzenlenmiş çok iyi işleyen bir sistemdir.
Deneyimli bir liderin görevi psikodrama temel
tekniklerini uygun biçimde uygulamaktır. Bu
sayede psikodrama kusursuz şekilde işleyecek ve
hem lider hem de grup üyeleri için iş görecektir.
Eşleme tekniğini kullanan lider protagonistin
duygu ve düşüncelerini ona fark ettirmeye
çalışırken aynı zamanda kendisi içinde bir şifa
üretmektedir.
Protagonist
için
katarsisi
hazırlayan, katarsis boyunca protagoniste eşlik
eden ve katarsisisin içinde duran lider bu arınma
boyunca kendisi de arınmaktadır. Psikodramanın
iyileştirici
faktörleri
[Terapistin
ustalığı
(yeterlilik, kişilik özellikleri), duygusal süreç
(katarsis, bastırılmış duyguların dışavurumu),
kişilerarası ilişkiler (tele, karşılaşma yoluyla
öğrenme, aktarım-karşıt aktarım] tüm grup için
olduğu gibi grubun içinde duran ve onun bir
parçası olan lider içinde iyileştiricidir.
ABSTRACT
The psychodramatist who is in the role of the
leader has a chance to heal, to renew and to
change himself with every new group and with
every new group member. The leader enriches
and heals himself with working with a new
protagonist and can transmit his/her new
knowledge to the group again. The therapeutic
factors of psychodrama, and the elements of
psychodrama like tele, the group, doubling,
catharsis are also important for the healing of the
psychodramatist who is in the role of the leader.
The leader chooses the group that can heal,
nourish, renew and improve himself/herself by
tele. The tele of the leader is affective on
identifiying the protagonists. Tele, which is
operating in every course of psychodrama,
protects and unites the group members and the
leader. Psychodrama is a well-designed system
for every one to get their share. An experienced
leader’s duty is to apply the techniques of
psychodrama so that psychodrama will operate
perfectly in the interest of groups members and
the leader. While using the doubling technique,
the leader is trying to provide a link between the
proatagonists's internal reality and the external
environment. While doing so, he/she gains
insight and transformation. The leader prepares
the scenes and goes with the protagonist all the
way through catharsis. This also heals the leader.
The therapeutic factors of psychodrama are
important healers for all the members of the
group, including the leader.
19
PSİKODRAMADA LİDER ROLÜNDE ŞİFA BULMA
Lidere Kısa Bir Bakış
Lider (yönetici) psikodramanın varolmasından ve
çalışmasından en üst düzeyde sorumlu olan
kişidir. Yaratıcılık, spontanite ve eylem üzerine
kurulmuş olan psikodrama, bireylerde varolan en
üst düzey yaratıcılık, spontanite ve eylem
kapasitesini harekete geçirmeyi hedefler. Bu
anlamı ile yönetici kendi yaratıcılığının ve
spontanlığının potansiyellerini kullanabilen bir
kişi olmak ve eyleme dönük oluşu en üst
aşamada yaşamak durumundadır. Yöneticinin
duygusal, düşünsel olarak nerede olduğu ve
beceri düzeyi grubun neler yapabileceğinin
habercisidir. Psikodramada lider her zaman aktif
bir rolde bulunur. Açığa çıkarıcı, kolaylaştırıcı,
yön verici, yorumlayıcı gibi rolleri aktif olarak
alır (1).
Liderin gözlemle değerlendirmeye dayanan ve
sözel olmayan perspektif işlevi de vardır. Bu
işlevin tüm psikodrama oturumunun gidişi
yönünden önemi büyüktür. Bütün grubu ve
grubun ilgilendiği üyeyi hazırlayıp harekete
geçirdikten sonra, kendisi geriye çekilir. Oyun
sırasında sahnenin kenarına çekilip, sessizce olan
biteni gözlemleyerek, kendisini yoğun bir
biçimde olanlara verir. Lider diğer zamanlarda
etkin olduğu halde, bu durumda kendisini
tümüyle protagonistin davranışına göre ayarlar.
Onun hiçbir sözünü, duygusal değişimini, tavır
ve hareketini gözden kaçırmamaya çalışır. Oyun
sırasında protagonistte gelişebilecek açıkça
görülebilen ya da bastırılmış duygularında ortaya
çıkışının takibinde olmalıdır. Liderin gözlemci
rolü, oyunda ve grupta olan bitenleri daha iyi
izlemesine
ve
protagonistin,
transferans
yansımalarının dışında kalmasına olanak sağlar.
Bu sayede duygusal ilişki aktarımları, yardımcı
egolara yönelir. Protagonist oyun onlarla yani
eski kişilerle ilgili duygu yansımalarının
taşıyıcıları ile hesaplaşır. Böylece grup üyesi ile
lider arasında transferans görülmez. Gözlemci
durumunda olan lider, protagonistin olayla ilgili
transferans duygularını söndürmeye, engellemeye
çalışmaz. Onları oyunun görüntüsü ve yoğunluğu
içinde izler. Lider gerekli gördüğü durumlarda
geride kalarak sürdürdüğü gözlemci rolünden
çıkarak, protagonisti eşlemeyi seçer ve onun
bilinç dışı, unutulmuş ya da söylemekten
kaçındığı duygularını dile getirir.
Moreno liderin davranışlarının katı formüllere
bağlı kalmamasını özellikle vurgular. Ona göre
lider her an, önceden bilinmesi olanaksız
koşulların gereklerine uyabilecek biçimde
durumunu, tavrını, tekniğini ayarlayacak bir
esnekliği olmalıdır. Moreno’ya göre psikodrama
liderinden dört özellik beklenir: Psikodrama
grubunu yönetmekle yeterli bilgi ve deneyimi
olmak; duygulu, anlayışlı ve açık kalpli olmak;
önceden tahmin edilemeyen güçlüklere kendini
verecek bir cesaret; yaratıcı hayal gücüne sahip
olmak (7).
Bir psikodrama yöneticisi, mesleki bilginin ve
tecrübenin yanı sıra, bazı kişilik özelliklerine de
sahip olmalıdır. Corsini bu özelliklerin,
yaratıcılık, cesaret ve karizma olduğunu
belirtmektedir. Corsini’ye göre psikodrama
yöneticisi, oyunu yönetirken çeşitli tekniklerden
hangisini ne şekilde uygulanacağına karar
verirken, yaratıcı; bu kararı uygulamaya
koyarken cesur olmalıdır. Yine Corsini’ye göre
yönetici, üyelerin spontanlıklarını arttırmak ve
protagonist olmak için onları yüreklendirmek için
de belli bir karizmaya sahip olmalıdır. Tüm
bunları yapabilmek için liderin spontan ve
yaratıcı olması gerekmektedir (3).
Lider rolünü alan bir psikodramatist, her yeni
grup ve her yeni üye üzerinden iyileşme,
yenilenme, bilgilenme, değişme şansına sahiptir.
Her protagonist çalışması ile zenginleşen, bir
başka deyişle iyileşen lider, bu birikimi yeniden
grubuna aktarabilir.
Psikodramada lider rolü çoğu zaman yalnız bir
rol olarak algılanabilir. Psikodramanın diğer
psikoterapi tekniklerinden farklı olarak lideri
koruyan yönü, liderin yalnız olarak algılanmasına
yol açabilir. Oysa ki, lider her grup üyesi ile
empati kuran, eşleme tekniği ile onların duygu ve
düşüncelerinin açığa çıkmasına yardım eden,
gruptaki her üyenin hayatındaki önemli olayları,
kişileri ve üyenin onlar ile olan ilişkilerinde
hissettiği duyguları, düşünceleri sanki kendi
duygularıymış
gibi
hissedebilen
ve
hatırlayabilendir. Ayrıca psikodramadaki ortak
bir duygudaşlık yaratan paylaşım aşamasının da
içinde durur. Bu rolü ile lider yalnız olmaktan
çok uzaktır. Tüm bu bilgi, duygu ve eylem
çeşitliliği lideri kişisel olarak zenginleştirir,
büyütür, iyileştirir. Bu hali ile lider içinden
gökkuşağının geçmesine izin veren, cesaret
edendir. Liderin bu cesur, yaratıcı ve spontan
tavrı grubu olumlu yönde etkileyecek, grupta
etkileşim, kohezyon artacaktır.
PSİKODRAMANIN BAZI UNSURLARININ
LİDERİN ŞİFA BULMASI AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Grup ve Liderin Şifası
Psikodramanın tanımlarından birisi "bireyin grup
içinde tedavisidir." Kişi kendini yöneticinin,
grubun ve psikodrama ortamının yardımı ile grup
içinde yalnızca kendisinin merkezde olduğu bir
çalışma içinde bulur. Psikodramada merkezde
birey vardır ve protagonistin üzerinden diğer
üyelere de yardım edilir. Protagonistin oyununa
katılan bireyler ve oyunu dışarıdan izleyen grup
üyeleri yoğun bir etkileşime maruz kalırlar ve
kendilerine ait birçok yaşantıyı hatırlama ve
zaman zaman çözüm üretme şansını yakalarlar
(1). Lider de bu grubun içinde yer alan bir birey
olarak tüm bu yaşantıları deneyimler. Her yeni
grup ile birlikte lider, kendine ait yaşantıları
hatırlar ve yeniden değerlendirir. Liderin
bilinçaltı süreçleri kendilerini her yeni grup ve
her yeni protagonist çalışması ile yenilerler.
Psikodramada liderin sürekli olarak yeni gruplar
ve yeni protagonist çalışmalarına eşlik ediyor,
birlikte yapıyor ve birlikte hissediyor olması
büyük bir zenginliktir. Bu zenginlik lider rolünde
şifa bulmanın çok önemli bir parçasıdır.
Lider rolünde şifa bulmanın sırrı psikodramanın
en önemli unsurlarından biri olan gruptur. Grup
için lider ne kadar önemli ise lider için de grup o
kadar önemlidir. Hiçbir grubun bir araya gelişi
tesadüfi değildir. Ortak amaç ve hedefleri olan
insanlar bilinçdışı süreçler ve tele ile bir araya
gelirler. Birbirlerine “iyi gelecek” kişiler bir grup
oluştururlar. Bir psikodrama grubunun bir araya
gelmesinde de bu süreçler işler. Bir grubun hangi
lider ile çalışacağı da benzer bir şekilde tesadüfi
değildir. Grup üyeleri tele ile kendilerine iyi
gelecek olan terapisti seçer. Lider açısından da
benzer bir sürecin işlediği düşünülebilir. Lider
kendi sürecine, hayatının o dönemindeki duygu,
bilgi ve deneyim birikimine denk düşecek, onu
geliştirecek, ilerletecek ve hatta iyileştirecek bir
grubu tele ile seçer. Liderin telesi, çalışacak olan
protagonist adaylarını belirlemede etkili olur. Bir
psikodrama oturumunun tüm süreçlerinde işleyen
tele, hem lideri hem de grup üyelerini korur.
Transferans gelişmesini önler. Psikodrama
herkesin
ihtiyacı
olanı
alabilmesi
için
düzenlenmiş çok iyi işleyen bir sistemdir.
20
Deneyimli bir liderin görevi psikodrama temel
tekniklerini uygun biçimde uygulamaktır. Bu
sayede psikodrama kusursuz şekilde işleyecek ve
hem lider hem de grup üyeleri için iş görecektir.
Bir gruptan söz edebilmek için gereken ortak
amaçlar, uyum, ait olma duygusu gibi koşulların
psikodrama
lideri
tarafından
yaratılması
gerekmektedir. Lider bunlar için gereken
atmosferi ve grup ruhunu yaratabilmelidir (1). Bu
atmosferi yaratabilmek için liderin telesi en üst
düzeyde çalışır. Tele liderinde içinde bulunduğu
grup için en uygun koşulları seçmesini
sağlayacaktır. Psikodramada bu durum liderin
spontanitesi, empati becerisi ve yaratıcılığı ile
açıklanabilir. Bu durum, liderin grubu ve
dolayısıyla kendisini iyileştirmesi gibi bir
döngüsel süreci başlatır.
Her grubun bir kimliği vardır. Bu psikodrama
grupları içinde geçerlidir. Katarsis yaşamaya
eğilimli gruplar, koruyucu gruplar, bekleyen
gruplar, üretken, yaratıcı gruplar, tutucu ve
kuralcı gruplar gibi. Grubun lideriyle kurduğu
ilişki de grubun kimliğinin bir başka önemli
parçasıdır. Bu liderin grup için nasıl bir ebeveyn
ve otorite olduğunun işaretidir. Grubun kimliği
lider ve grubun ortak etkileşimleri sonucu oluşur
ve liderleri aynı olan farklı grupların ayrı
kimlikler geliştirmeleri bunun kanıtıdır. Grup
potansiyeldir, bunu değerlendirecek ve işletecek
olan ise liderdir (1). Grubun kimliği liderin de
dahil olduğu yardımcı bilinçdışı ve tele ile
belirlenir.
Her grup liderin de içinde bulunduğu tüm
üyelerine iyi gelecek şekilde bilinçdışı süreçler
ve tele ile şekillenir. Grup oluştuğunda her
üyenin kendisi için gereken şifayı alması için
gerekli bağlantılar sosyometrik olarak belirlenir.
Lider hem kendisinin hem de her grup üyesinin
şifası için bu sosyometrik bağlantıları ortaya
çıkaran, yönlendiren, keşfeden ve arınmaya
götürendir. Bilinçdışı süreçler ve tele ile
belirlenen grubun kimliği her grubun şifasını da
içinde barındırır. Bu anlamda liderin dahil olduğu
her grupta kendisi için bir şifa saklıdır. Farklı
gruplarda farklı şifalar edinir.
Tele ve Liderin Şifası
Moreno, kişilerarası etkileşimlerde empatinin,
transferansın ve telenin önemini vurgulamıştır.
Telenin bunlar arasında Moreno için özel bir
önemi vardır. Moreno’ya göre tele, iki insanın
birbirlerinin iç dünyalarını, neler hissettiklerini
karşılıklı olarak yaşamaları demektir. Moreno,
empatinin tek yönlü olduğunu, telenin ise çift
yönlü olduğunu belirtmekte, empatiyi telenin bir
bileşeni
saymaktadır.
Eğer
bir
insan
karşısındakinin neler hissettiğini hissedebiliyorsa,
bu durum tek yönlü duygu akışıdır ve empati
olarak adlandırılır. Bu duygu akışının iki yönlü
olması halinde, tele ortaya çıkar (5,6). Aralarında
tele ilişkisi bulunan iki insan, birbirleriyle
karşılıklı olarak empati kuruyorlar demektir.
Telenin en başta gelen belirtisi, iki bireyin
karşılıklı olarak birbirlerini, gerçeklerine uygun
bir biçimde değerlendirmesi ve aralarında gene
gerçeğe
dayalı
insanlar
arası
ilişkinin
varolmasıdır. Bu tür ilişkinin transferanstan farkı,
ne hatalı beklentilere ne de yerinde olmayan
korkulara neden olmamasıdır. İki insanın teleye
dayalı, birbirlerini karşılıklı olarak tanımaları ya
da birbirlerinin iç dünyalarına girebilmeleri
sonucu yaklaşma gerçekleşirse, bu tür yaklaşma
zemininde gerçekleşen bir eşlik ilişkisi kendisini
yaratıcılık ile gösterir. Aralarında tele ilişkisi
bulunan kişilerin birbirlerini karşılıklı olarak
seçtiklerini söylenebilir. Bu yönüyle telenin
sosyometrik tercihleri belirleyen önemli bir etken
olduğu düşünülebilir (7). Gerçeğe dayalı bu ilişki
kurma biçimi hem grup hem de lider açısından
iyileştiricidir. Transferans gelişmeden ortaya
çıkan bu sağlıklı ilişki lider rolünde şifa bulmak
bakımından büyük önem taşır. Tele ile kurduğu
gerçek ilişkiler sayesinde liderin yaratıcılığı artar.
Yaratıcılık lideri kaygıya düşmekten kurtarır ve
cesaret ile ilerlemesini sağlar. Açılan tele
protagonist adaylarının belirlenmesinde liderin ve
grup üyelerinin en uygun şifayı alabilmeleri için,
gerçek bağlantıları ortaya çıkaracak biçimde
işler.
Eşleme ve Liderin Şifası
"Terapist nasıl tedavi eder?" sorusunun alt
bileşenlerinden birisi, "terapist hangi teknikleri
kullanır?"
sorusudur.
Psikodrama
ısınma
teknikleri, temel teknikleri, yardımcı teknikleri,
temel stratejileri ve paylaşım tekniklerini
kullanan bir psikoterapi yöntemidir. Bu
tekniklerden bir tanesi olan eşleme, protagonistin
iç benlerinden bir bölümünün bir yardımcı ego ya
da terapist tarafından o rol alınarak oynanması
anlamına gelir. Eşleme psikodrama içinde
terapistin
en
etkili
müdahalesini
gerçekleştirebildiği temel tekniktir. Eşleme
protagonistin farkında olduğu ya da olmadığı
bilinç dışı duygu ve düşüncelerini onun ağzından,
21
terapistin, yardımcı terapistlerin ya da grup
üyelerinin dile getirmeleri, sözcüklere ve
hareketlere dökmeleri olarak tanımlanabilir.
Genel olarak eşlemenin amacı, protagonistin
psikolojik deneyimlerinin en üst noktaya
taşınmasına yardımcı olunarak etkileşimi
arttırmaktır. Eşleme, oyunda terapistin direkt
tedavi
müdahalesinde
bulunduğu
temel
tekniklerden biridir (1).
Eşleme tekniği, Moreno’nun tanımladığı rol
gelişim aşamalarının ilk iki basamağından
kaynaklanmaktadır. Bu basamaklarda çocuk,
kendisi ile dış dünya arasında bir ayırım
yapamaz, annesini ve dış dünyadaki her şeyi
kendisinin bir uzantısı olarak algılar. Bu
dönemde anne, çocuğun birtakım ihtiyaçlarını,
duygularını keşfederek, anlayarak çocuğa
yardımcı olmaya çalışır. Moreno’ya göre, annesi
ve çocuk arasındaki bu etkileşimin bir benzeri,
psikodrama sahnelerinde eşleme yapan kişi ile
eşlenen protagonist arasındaki etkileşime
benzemektedir (7). İster yönetici, isterse grup
üyelerinden birisi olsun, eşlemeyi yapan kişi,
anneleri hatırlatan bir rolü, kendisine eşleme
yapılan protagonist ise çocukları hatırlatan bir
rolü üstlenmektedir. Eşlemeyi yapan kişi,
kendisini eşlediği kişinin yerine koyarak, onun
duygu ve düşüncelerini doğru olarak kavramaya
ve iletmeye çalışır. Bu yaklaşım, eşlenen kişinin
sahip olduğu bazı duygu ve düşüncelerin farkına
varmasına ve onları açıkça ifade edebilmesine
yardımcı olur (3). Eşleme yapan lider anne
rolünden çocuk rolünde olan protagoniste aslında
dış dünya ile bağlantı kurup protagonistin duygu
ve düşüncelerini ona fark ettirme gayreti tıpkı bir
anneyi yapacağı gibi sorumluluk almaya, cesur
olmaya ve ilişki kurmaya yönlendirir. Bu çaba
anneyi/lideri güçlendirir, şifalandırır. Eşleme
yapan anne/lider, çocuğu/protagonisti için en
uygun şifayı kısa bir süre önce kendi deneyimler
sonra çocuğa geçirir.
Eşleme tekniği sayesinde lider protagonistinin
fark etmesini istediği önemli duygu ve
düşünceleri ona iletebilir. Empati becerisi yüksek
olan bir liderin yaptığı eşlemeler protagonistte bir
değişim yarattığı gibi, onun penceresinden
olaylara bakan lider için de yeni ve iyileştirici bir
etki sağlar. Bu bağlamda, lider rolünde yapılan
her
eşlemenin
şifa
verici
etkisinden
bahsedilebilir.
Katarsis ve Liderin Şifası
Katarsisin söz olarak dilimize çevrilişi arınmadır.
Ancak bu yolla bilinç, Evren’in bütünlük
karakterini kavrayabilir ve onun birbirine karşıt
olan yönlerini yaradılışın ilk noktalarında birlik
halinde görebilirdi. J.L. Moreno’ya göre Ben’e
saplanma bizi sürekli olarak yaratıcılığımız
bağlayan çözülmez sorunların içine sokmaktadır.
Çoğu kez sadece köklü bir arınma olarak katarsis,
insana kurtuluş anlamında, yeni bir olanağı verir.
Krizler ve değişmeler bireye içinden yarılıp
doğma biçiminde gelişip ilerleme yolunu açarlar.
Psikodrama katarsisinde de durum böyle olur.
Katarsis bir sarsıntıdır, katılaşmış duyguların
çözülüp dışarıya taşmasıdır. Böylece zamanla
dayanıklılık kazanmış yapıların da sarsılıp
yıkılması anlamını taşır. Katartik boşalma ile
beraber genelde insanın spontanlığının çözülüp
serbest kalması ve yaratıcılığa dönüşmesi söz
konusudur. Moreno, katarsisle sağlanan yeni bir
başlangıç ve insanın yaratıcılığını geliştirme
olanağı nedeniyle yaratıcı bir katarsisten
bahseder (7).
Psikodramada lider protagoniste tüm katarsis
süreci boyunca eşlik eder. Bu süreci onun için
hazırlar ve yönetir. Birlikte olma ve birlikte
yapma ilkeleri ile hareket eden liderin
protagoniste katarsis boyunca eşlik etmesi onu
Ben’e saplanmadan her seferinde kurtarır.
Yaratıcılığını ve spontanlığını arttırır. Her
protagonist ile katarsisin içinde duran lider her
seferinde sarsılır, yıkılır ve spontanlığı çözülüp
serbest kalır. Serbest kalan spontanlık yaratıcılığı
tetikler. Lider için katarsisten gelen şifa onun
saplanmasını, katılığını önlemesindedir. Tekrar
tekrar sarsılmak için hazır olmak, sarsılıp, yıkılıp,
tekrar kalkmak ve devam etmek için liderin esnek
ve an’da olması gerekmektedir.
PSİKODRAMADA İYİLEŞTİRİCİ
FAKTÖRLER
Sosyal atom, tele, ısınma, rol oynama, spontanite,
yaratıcılık gibi kişilik teorilerinin en temel
içerikleri psikodramanın terapötik gücünü
oluşturur. Zerka Moreno, psikodramayı içinde
yaşamanın öğrenildiği, cezalandırmanın olmadığı
bir laboratuar olarak tanımlar. Gerçek ilişki
faktörü olan tele, terapistin içtenliği ve kendini
açması, kabul edici bir grup içinde kendini
açabilme, birlikteliğin katarsisi ve eylem ile
oluşan bir içgörü gibi faktörlerin psikodramadaki
terapötik etkisine inanır. Leutz’a göre,
22
psikodrama sahnesi, spontan oyun, yardımcı
egoların fonksiyonu, eşleme, ayna, rol değiştirme
gibi psikodramatik teknikler psikodramadaki
verimi etkiler. Somutlaştırma bir çatışmanın
görünür olmasının sağlar ve böylece kişi bu
durumu değiştirebilir.
Psikodramadaki iyileştirici faktörler, duygusal,
bilişsel, kişilerarası ve davranışsal öğrenmeleri
kapsar. Kellerman psikodramanın yedi terapötik
etkisinden bahseder:
1. Terapistin ustalığı (yeterlilik, kişilik
özellikleri)
2. Duygusal süreç (katarsis, bastırılmış
duyguların dışavurumu)
3. Bilişsel içgörü (hareketle içgörü, kendini
anlama, farkındalık, entegrasyon, algısal tekrar
yapılandırma)
4. Kişilerarası ilişkiler (tele, karşılaşma
yoluyla öğrenme, aktarım-karşıt aktarım)
5. Davranışsal ve harekete dayalı öğrenme
(acting-out, ödül ve ceza yoluyla yeniden
öğrenme, harekete geçme)
6. Hayali olarak canlandırma (‘miş gibi’
davranışı, oyun, sembolik sunum, oyun olarak
farzetme)
7. Belirli olmayan iyileştirici yardımlar
(ikincil faktörler) (2).
Bir psikodrama oturumunu baştan sona yöneten
lider iyileştirici faktörlerin hepsini ustalıkla
kullanabilen kişidir. Yaratıcılık, spontanlık ve
eyleme dönük olma bir liderin doğal özellikleri
haline gelmesi onun sürekli bir iyi olma halinde
bulunmasını sağlar. Seçimlerini tele ile yapması
lideri transferanslardan korur. Katarsis boyunca
eşlik ettiği her protagonistte kendi de katarsis
sürecinin içinden geçer. Bu bağlamda her
psikodrama oturumu lider için bir şifa bulma
yoludur.
PSİKODRAMADA BAZI İYİLEŞTİRİCİ
FAKTÖRLERİN LİDERİN ŞİFASI
AÇISINDAN İNCELENMESİ
Terapistin ustalığı (yeterlilik, kişilik özellikleri):
Deneyimli bir psikodrama liderinin, bir
psikodrama oturumunda yeni bir duygusal ve
bilişsel anlam yaratma gücü hem grup hem de
kendisi açısından iyileştiricidir. Her defasında
yeniden kullanılan bu yaratıcı güç lideri dikkat
dağınıklığından ve yorgunluktan kurtarır.
Duygusal süreç (katarsis, bastırılmış duyguların
dışavurumu): Psikodramada gülmeye, ağlamaya
ve diğer tüm duyguların özgürce yaşanmasına
izin verildiği gibi aynı zamanda bu durum
desteklenir. Gülme katarsisi tüm grup için ve
aynı zamanda grubun içinde duran lider için
büyük bir rahatlama getirir. Protagonist
çalışmasında katarsisi izlemek ve eşlik etmek de
lider için de iyileştiricidir.
Kişilerarası ilişkiler (tele, karşılaşma yoluyla
öğrenme, aktarım-karşıt aktarım): Psikodrama
oturumları formal analiz içermez. Bu özellik,
oturum sırasında liderin analiz eden rolünü bir
kenara koyması ve sürece protagonist ve grup ile
birlikte araştırıcı bir bakış açısı ile dahil olmasını
sağlar. Grup üyelerini eşleme yapmaları için
cesaretlendirir. Lider, protagonist ve grup, ‘şimdi
ve burada’ ilkesi ile birlikte akar. Liderin sürekli
olarak an’da olması onun iyileşmesinde etkilidir.
Anda olmak liderin telesinin sürekli çalışması
anlamına gelir. Tele lideri iyileştirdiği gibi
transferans gelişmesini önler.
Hayali olarak canlandırma (‘miş gibi’
davranışı, oyun, sembolik sunum, oyun olarak
farzetme): Bir psikodrama oturumu yaratıcı ve
hayal kurmaya yönlendiricidir. Bu da grubun,
protagonistin ve liderin spontanitesini açığa
çıkarır. Lider oturumu yöneten kişi olarak en üst
düzeyde
spontan
olmak
durumundadır.
Spontanlık lideri iyileştirir ve kaygıdan korur.
Kendine güvenini ve cesaretini arttırır. Bir eylem
metodu
olan
psikodrama
liderin
sözel
süreçlerinin aktive olmasını engeller. Sahne
kurma
ve
oyun
esnasında
protagonist
somutlaştırma ile kendi hayatında gerçekte
olanlar ile karşılaşır. Psikodramanın bu
özellikleri liderin direncini bertaraf eder ve
iyileştiricidir.
Sonuç olarak; psikodramada karşılıklı bir
faydadan söz etmek mümkündür. Liderin telesi
çalışacağı grubu seçmesinde etkili olur. Liderin
seçtiği grup onu iyileştirecek gruptur. Lider
grubu, grup da lideri iyileştirir. Liderin telesi tüm
süreç boyunca etkili olur. Belirlenen ısınma
oyunları, liderin o gün grupta yapmayı seçtiği
şakalar, bilgilendirmeler, kurduğu cümlelerin
hepsi çalışan telesinin grubun faydasına olması
bakımından etkilidir. Farklı gruplarda liderlerin
aklına farklı şeylerden bahsetmek gelebilir.
Liderin telesi grubun ihtiyacına göre işlerken,
liderin de o grup üstünden iyileşmesini
23
sağlamaktadır. Eşleme tekniğini kullanan lider
dış dünya ile protagonistin kendi gerçekliği
arasında bir köprü kurmaya çalışır. Bu çaba
liderin iyileşmesinin, içgörü kazanmasının ve
değişiminin anahtarıdır. Protagonisti katarsise
taşıyan, ona bu arınma boyunca eşlik eden ve
katarsisin içinde duran liderin duyguları da aynı
şekilde arınmakta ve yenilenmektedir. Bu da
onun yaratıcılığını arttırmakta ve spontanitesini
açığa çıkarmaktadır.
KAYNAKÇA
• Altınay,
Deniz.
Psikodrama
Grup
Psikoterapisi
El
Kitabı.
İstanbul:Sistem
Yayıncılık,Ocak 2000.
• Altınay,
Deniz.
Psikodramada
Seçme
Konular. İstanbul: Aura Kitapları, Eylül 2004.
• Dökmen, Üstün. Sosyometri ve Psikodrama.
İstanbul: Sistem yayıncılık, Ocak 1995.
• Kellerman,
P.
Transference,
Countertransference
and
Tele.
Group
Psychotherapy, Psychodrama and Sociometry,
32,38-55, 1979.
• Moreno, J.L. Sosyometrinin Temelleri.
İstanbul: İstanbul Yayınevi, 1963.
• Moreno, J.L. Psychodrama, Vol. III, Beacon,
N.Y.: Beacon House Inc., 1975.
• Özbek, A., G. Leutz. Psikodrama: Grup
Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim. Ankara:
Has-Soy Matbaası, 1987.
24
PSİKODRAMADA İNANÇ ve İNANCIN ELE ALINMASI
‘İnanıyorum Öyleyse Varım’
WORKING ON BELIEF IN PSYCHODRAMA
‘I Believe Therefore I am’
Uzm.Psk.Esra BİLİK
Klinik Sinir Bilimleri Uzmanı
Eğitmen Psikodramatist
ÖZET
İnanç, bir çok yerde tanımlandığı şekliyle din ve
imanın ötesindedir. İnanç, bireylerin bir yere ait
olabilmelerini, duyguların içine girebilmelerini,
diğerleri ve yaşam ile bağ kurabilmelerini
sağlayan güçtür. Oldurmanın ön koşuludur ve her
şeyin en başında var olan güdüdür. Moreno’nun
deyişi ile insan kozmik bir varlıktır. Kozmosun
bir parçası olarak dünyaya gelen birey doğasında
yaratıcı gücü ve inancı beraberinde getirmektedir.
Böylelikle, yaşamın ilk anlarından itibaren var
olan inanç, annenin bebeğine inanmasıyla en
önemli ivmesini kazanır ve bebeğin ileriki
dönemlerde diğerlerine, yaşama, hatta evrene ve
yaradılışa kadar olan inanç sistemini büyük
ölçüde belirler. İnanç, psikodramanın felsefesi
içinde de önemli bir yere sahiptir. Moreno’ya
göre sağlıklılığın ön koşullarından bir tanesidir.
Psikodrama’nın yapı taşları olan an felsefesi, tele,
yaratıcılık, spontanite ve grup dinamiğinde
önemli yeri olan bağlar, inanç ile yakından
bağlantılı olan kavramlardır. Bu makale, inancın
psikodramatik kavramlarla olan ilişkisinin
derinliklerini
sunmakta;
aynı
zamanda
uygulamalı olarak psikodrama ve sosyometri ile
yapılan
bir
inanç
araştırması
ışığında
Psikodrama’nın Gelişim Teorileri ile paralel
olarak inancın doğumdan itibaren gelişimini
irdelemektedir.
ABSTRACT
The belief is beyond to the religion and faith as
defined in many places. The belief is a power that
ensures the individuals may belong to
somewhere, ability to enter into emotions, to
bonding with others and life. It is the prior
condition of creation and driving power that exits
at the outset of everything. In the words of
Moreno, the human is a cosmic entity. The
individual who descends to the world as being a
part of the cosmos, brings the creative power and
belief with its nature. Thus, the belief that exists
from the first moments of life gains the most
particular momentum by the believing of mother
to her baby then specifies the belief system of
baby on a large scale for further periods till
others, life, even up to universe and creation.
The belief has a crucial role within the
psychodrama. It is also one of the prior condition
of the mental health according to Moreno. The
bonds, instant philosophy, tele, creativity,
spontaneity that is a building block of
psychodrama are the concept that closely
associated with the belief. This article presents
the depth of the connection of the belief along
with psychodramatic concepts; on the same time
it semtinizes the development of the belief from
birth in direct proportion to Development
Theories of Psychodrama in the light of the belief
research that was done practically through
psychodrama
and
sociometry.
GİRİŞ
İnanç, dünya üzerindeki en büyük güçlerden bir
tanesidir. Bireylerin kendilerini var etmelerinin
ön koşuludur. Esasında her şeyin en başında var
olan itici güçtür. Duygudan, duyumdan ve
algıdan bir önceki, o tanımlayamadığımız zaman
dilimindekidir. Farklı bir perspektiften yaşam
dilimi üzerindeki en büyük ihtiyaçlardan da bir
tanesidir. İnsan yapısı gereği diğerlerine, içinde
bulunduğu yaşama ve yaşamı olduruna inanma
gereksinimi duyar. Bu anlamıyla inanmaya dair
doğan ihtiyaç, kişilerin yaşamın varoluş yükünü
ve kaygılarını hafifletmek için sorumluluğu
kendinden güçlü bir varlığa devretme isteği
olarak da görülebilir.
İnanç, tanrısal bir
özelliktir ve yaratım sürecinin en başından beri
var olmalıdır. O halde her bir bireyin yaşama
doğal bir parçası olarak inancın varlığı ile
başladığı varsayılabilir. Birey, aynı zamanda
psikodramatik çerçevede sağlılıklılığın ön
koşulu olan yaratıcı ve spontan gücü de doğası
içinde beraberinde getirmektedir. Ruh sağlığının
yapı taşları olan bu özellikler varlıklarını,
dünyaya geldikleri çevre ve özellikle de ebeveyn
tutumları doğrultusunda koruyacak ya da
bozulmaya mahkum olacaklardır. Bebek can
almaya başladığı ilk an’dan itibaren yaşam alanı
olan plasenta içinde annesi ile ilk ilişkilerini
kurmaya başlar. Bu an’lar, annenin bebeğe
yansıttığı duygularla paralel olarak inancın da
gelişmeye başladığı an’lardır. Dolayısıyla
doğum travmalarının, yani bebeğin yaşamla
kuracağı ilk ilişkinin bozulmasının, daha en
başlarda
inancın
zedelenmesine
sebep
olabileceği söylenebilir. Bebek, dünyaya
geldiğinde ise en başta ilk tanrıları olan
ebeveynlerine inanmak ya da onlar aracılığı ile
varolan inancını yaşamın içinde de sürdürmek
ister. Sonraki bölümde detaylıca ele alınacak
olan gelişim basamaklarını sağlıklı bir şekilde
tırmanan çocuk, diğerlerine ve yaşama inanmayı
öğrenir. Makalede, bu denli yaşamsal öneme
sahip bir faktör olan inancın psikodramatik
unsurlarla olan bağlantıları ve psikodrama
gelişim
kuramları
çerçevesinde
gelişimi
irdelenmiştir. Aynı zamanda, bu bölümlerde
tartışılanlar ve inancın gelişimi ile ilgili ortaya
atılan teoriler, psikodramatik ve sosyometrik
çalışmaların yapıldığı bir grup süreci ile
desteklenerek makaleyi daha zengin bir hale
getirmiştir.
PSİKODRAMATİK KAVRAMLARIN
‘İNANÇ’ ile BAĞLANTILARI
An’da Olmak İnanmakla Mümkündür
Psikodrama’nın yapı taşlarından biri olan an,
tanım olarak en küçük zaman birimi; varoluşsal
olarak ise yaşamdaki tek gerçekliktir. Geçmişin
geride kaldığı, geleceğin ise ne olacağının
bilinmediği bilgisiyle içinde var olduğumuz an’ın
sahip olduğumuz ve şekillendirebileceğimiz
yegane şey olduğunu biliyoruz. Ve fakat insanın
doğası gereği tamamen anda durabilmesi mümkün
gözükmemektedir. Moreno’ya göre tamamiyle
anda duran tek oluşum Tanrı’dır. An’da
olabilmek, yaratıcı ve spontan olabilmekle
mümkündür. Moreno, insanın varoluşun bir
25
parçası olduğunu ve buna göre de varoluşun temel
unsurları olan spontanlık, eylem ve yaratıcılığı
bünyesinde taşıdığını belirtir.
Moreno spontaniteyi en etkin bir biçimde
yaratıcılığa yol açan fiziksel, zihinsel ve kişiler
arası bir süreç olarak tanımlar. Spontanite, şimdi
ve burada, an’da varolur ve kişiyi yeni bir duruma
karşı yeterli bir tepkiye ya da eski durum
karşısında yeni bir tepkiye iter. Spontanlığın püf
noktası, zihnin akıldışı, içgüdüsel boyutlarına açık
olmanın geliştirilmesi; sonra da daha akılcı ve
iradeye dayanan yeteneklerle birleştirilmesidir
(Blatner, 1988). Spontanite bu noktada kardeşi
olan yaratıcılığa ihtiyaç duyar. Bu ikili ancak
birlikte var olurlarsa sağlıklı bir örüntü haline
gelmiş olurlar. Yaratıcılık, metafizik ve
dinbilimsel bir terim olup kaynağını adını da
almış olduğu yaratan’dan alır ve sadece
sanatçılara mahsus olmayıp, günlük yaşamda
problem çözmek için gereken beceridir. Bu
anlamda yaratıcı ve spontan olmak cesur olmayı
gerektirir. Cesaret, pek çok yerde anlaşılageldiği
üzere sonucu düşünülmeden harekete geçmeyi
temsil
eden
gözü
pek
kavramı
ile
karıştırılmamalıdır. Cesaret, sorumluluk alabilmek
ve
aynı
zamanda
geride
kalanlardan
vazgeçebilmek demektir. Bu yolda bireyi
güdüleyen kaynak inançtır. İnancı kişinin kendine
olan inancı başta olmak üzere, diğerlerine,
oldurduklarına kadar genel bir çerçeye
yerleştirmek gerekir. Cesaretin tersi olan korku
veya kaygı bu sürecin önünde bir engel gibidir.
Kaygı ve korku, aynı zamanda inancın zedelenmiş
olduğunu gösteren duygusal
tepkiler olup,
spontan ve yaratıcı olmayı engeller. Az önce sözü
edilen oldurmak, sürecin bir sonraki adımı olan
eyleme geçmeyi ifade eder. Yani bu öğelerin
tamamlayıcı ve sonuncusu eylem’dir. Yaşamda
eylemin olmadığı hiç bir an yok gibidir.
Eylemsizliğin ortaya çıkması, ancak regresyonun
son hali olan katatonide mümkündür (Altınay,
2001). Katatoni, inancın olmadığı nokta olarak da
tanımlanabilir. Birlikte işleyen bu üçlü Moreno’ya
göre sağlıklı bir birey olmanın ön koşuludur.
Herkes yaratıcının bir parçası olarak ‘yaratım’
gücüne doğuştan sahiptir. Bu güç Moreno’nun
‘kültürel
konserveler’
olarak
adlandırdığı
toplumun kalıp yargıları ve aynılaştırma çabaları
doğrultusunda çocuğun elinden alınmaya başlanır.
Belirli yargıların boyunduruğu altına girmek
kişilere zamanla verdiği ‘sanal’ güvenlik hissi ile
esasında onları uyuşturmaya başlar. Bu kişiler için
artık yeni olana adım atabilmek yani yaratmak
kaygı doğuracaktır. Çünkü yeniye geçebilmek,
belirsizliğe tahammül edebilmeyi gerektirir.
Belirsizliğe tahammül edebilmek için gereken
cesareti verecek olan itici güç inanç’tır. İçinde
bulunuyor olduğumuz sisteme yani yaşama inancı
olan bireyler, geçmiş ve gelecekle ilgili en az
kaygı duyan bireylerdir. İnançsız bireyler ise
güvensizdirler ve yaşadıkları korku ile çoğunlukla
yaşamlarının pek alanında kontrolcü bir tutum
sergiledikleri görülmektedir. Ve bu kimseler
işlerini, eşlerini, çocuklarını, geleceklerini ve
sahip oldukları her şeyi kontrol etmeye
çalışmaktan an’ı hiç bir zaman yakalayamazlar.
Her an yaptıkları planlar dolayısıyla an’dan
uzaklaşırlar. İnanmadan anda varolabilmak
mümkün değildir. Birey inanmadığı bir şeyi asla
var edemez. İnanmak; var etmek yoluyla yaşamda
var olmaktır.
İnancı olan bireyler, yaşamın amacı olan yaratım
sürecini devam ettirmek ve bu yolla yaşamda izler
bırakabilmeyi başarabilirler. Moreno inanmanın
sağlıklı olmanın gerekçesi olduğunu belirtirken,
‘Ben-Tanrı’ terimi ile herkesin yaratıcının rolüne
geçip, içlerindeki yaratıcı ile buluşmasını önemli
bulmuştur. Bu yolla kişiler içlerindeki güçleri
keşfedebilir, kendi yaşamlarını da yaratabilirler.
Moreno’nun deyimi ile, kendiliğindenliğimize ve
yaratıcılığımıza katılarak kendi tanrılarımız
olabiliriz (Holmes, Karp veWatson, 2013). BenTanrı olabilmek, elbette kendine ve sürece
inanmayı gerektirir. Tanrı inançtan bağımsız bir
oluşum olsaydı şu anda içinde yer aldığımız
sistemin varlığından söz edilebilir miydi? Yaratıcı
güç, inancın kendisidir. Bizler ise bu yaratıcı
sürecin birer parçaları olarak yaratıcı, spontan
bireyler olarak dünyaya gelmiş varlıklarız.
Psikodrama ile herkese özünde var olup
baskılanmış olan bu yetiler hatırlatıldığında an’da
durabilmeye başladıkları görülür. Psikodrama
sahnelerinde baskı ve engellerden kurtulan kişiler,
kaygıdan cesarete adım atarken kendi anlarını
yaratırlar. Bu yaratım, yaşamdaki tek gerçeklikle
buluşmak yani iyileşmektir.
İnancın Tele’ye Etkisi
Tele, Moreno’nun, bireyleri birbirine çeken ve
birbirinden iten süreçleri anlatmak için kullandığı
terimdir. Her bir grubun içinde bireylerin
birbirlerine karşı itim, çekim ya da farklı duygular
hissettikleri görülmektedir. Tele, bilincin ötesinde,
sezgilerle çalışır ve işleyişini anlatmak güçtür.
Fakat bir çok psikodrama oturumunda role seçilen
üyelerin o role seçileceklerini bildiklerini
26
paylaştıkları durumlarla karşılaşmışızdır. Tele,
aynı
zamanda
psikodrama
çalışmalarında
iyileşmeyi sağlayan önemli unsurlardan da bir
tanesidir.
Tele, bağların keşfedilmesini ve kurulmasını
sağlayan güç olarak aynı zamanda inancın bir
yansımasıdır. İnanç seçime götüren en güçlü
güdüdür. Bununla birlikte, seçilen kişi ya da
duruma bağlanmayı ve aynı zamanda bağları
sağlıklı bir şekilde sürdürmeyi de sağlamaktadır.
Teleye katkısı olan pek çok etken vardır. Bunlar;
ortak amaçlar, fiziksel, entellektüel, sosyal,
duygusal
çekicilik,
roller
açısından
tamamlayıcılık, ortak ilgiler ve yaşam şekilleri,
mizaç benzerlik ve farklılıkları, aktarım
(transferans) şeklinde örneklendirilebilir (Holmes,
Karp ve Watson, 2013). Teleyi en yaygın olarak
etkileyen ve aynı zamanda tezin hipotezine alt
yapı oluşturan aktarımlar, seçimlerin en önemli
kaynaklarıdırlar. Yaşamda seçimler, bağların ilk
olarak kurulmaya başlandığı ebeveynler ve maruz
kalınan yaşantılar doğrultusunda belirlenir.
Özellikle 1. Psişik Evren’de annenin bebeğine
gösterdiği güvensiz ve kaygılı tutumlar, bebeğin
sağlıklı gelişimini bozarken aynı zamanda
aralarındaki telik süreci de zedeler. Bebek,
anneden aldığı yaşamın kaygı uyandıracak
düzeyde tehlikeli olduğu duygusu ile sağlıklı
inanç örüntüleri geliştiremez. Ona göre de artık
dünya kaygı uyandırıcı bir yerdir. Bireyin sağlıklı
bir şekilde gelişen inançları doğrultuda telik
bağlantılar geliştirmesi beklenmektedir. İnancın
tersi olan şüphe, sezgiler yerine kontrolün devreye
sokulmasını sağlayarak telik süreçleri bozacaktır.
Tele, psikodramanın en önemli kavramlarından
biri olup grup, protagonist çalışmalarına yön
veren kavramdır. Psikodrama gruplarında
protagonist grup üyelerinden birini yaşamındaki
bir kişi olarak role seçerken, o kişinin oradaki en
uygun kişi olduğu bilgisine sahiptir. Bu süreçte
önce inanç, sonra bilgi vardır. Protagonistin
nereden bildiğini bilmeme hali ile yapılan seçim
tele, seçimi yapmasını sağlayan güç ise inanç’tır.
İnanç ve tele birlikte iş yapan iki kardeş gibi,
çoğunlukla
da
iç
içedirler. Psikodrama
sahnelerinde gerçekleştirilen seçimler, yaşamda
gerçekleştirilenlerin birer örneğidir.
Tele, kişinin doğuştan sahip olduğu bir yetidir.
Dolayısıyla bebeğin doğumdan itibaren yaptığı
seçimlerin tümü tele ile gerçekleşir. Hatta farklı
inanç çerçevelerinden bakarsak telenin doğumdan
önce de var olduğu söylenebilir. Doğu dinlerinde
yer alan reenkarnasyon sistemi, ruhların tekamül
için defalarca dünyaya geldiklerine inanan
öğretidir. Buna göre bebek yani ruh, tekamülü için
en uygun aile ve çevreyi doğmadan önce
seçmektedir. Bu sisteme göre telenin ruhun bir
parçası olarak daha dünya üzerine gelmeden
işlemeye başladığını söylemek yanlış olmaz.
Bununla beraber, özellikle sufî öğretilerde yer
alan ‘teslimiyet’, seçimler bazında içlerinde yine
telik süreçleri barındırmaktadır. Yaşamda başına
gelenlerin mutlaka bir sebebinin olduğu, sisteme
ve yaradana teslimiyet inancında, yaradanın
takdirinin de ötesinde en derinlerde gelişimin
ancak seçimler üzerinden gerçekleşeceği bilgisi
mevcuttur. Ve her seçim, kişinin bildiğini
bilmediği ama kendi gelişimi için basamak
oluşturacak olanların sezgisel olarak belirlenmsi
ile gerçekleşir. Moreno’nun tele olarak
tanımladığı
yaşamda
bu
şekliyle
ifade
bulmaktadır. Tele, seçimleri gerçekleştirirken bir
yandan da bağların kurulmasını sağlar.
İnanç ve Bağların Oluşumu
Yaşam boyu yaptığımız ve kimliğimizi
oluşturmamızı sağlayan seçimler, bağların
kurulmasına aracılık ederler. Bağsız bir yaşam
düşünülemez. Bireylerin yaşam ve yaşamdaki
kişi veya unsurlarla kurdukları bağlar, aynı
zamanda onların ruhsal olarak sağlıklı olup
olmadıkları hakkında ipuçları barındırır. Sağlıklı
bağların kurulabilmesi, ancak sağlıklı inanç
örüntülerinin oluşmuş olmasıyla mümkündür.
Sağlıklı inançlar ise, ebeveynlerle kurulan ilk
ilişkiler doğrultusunda şekil almaktadırlar.
Gelişim basamaklarında değinildiği üzere,
bebeğin ebeveynlerinden ihtiyaçlarına yanıt
alabildiğini gördüğünde yaşadığı ‘güven’,
diğerine inanılabileceğini gördüğü an’dır. Bu an
yaşanan duygu ve inanç, bebeğin tüm
hücrelerine işlenmekte ve sonraki adımlarını
belirlemektedir. Güvenli bağlanan bebekler, bir
süre sonra ihtiyacının karşılanacağını bilmenin
huzuru içinde sûkun halinde dururlarken,
güvensiz bağlananlar huzursuz ve kaygılıdırlar.
Bir yerde kırılan zincir halkası ile yola çıkan
bireyler, sonrasında seçimlerini de tele ile bu
yönde gerçekleştirirler. Kendini tekrar eden
döngülerle çoğu zaman daha da kuvvetlenen
olumsuz inançlar, kişilerin sağlıklı bağlar
kurmalarının önündeki en büyük engellerdir.
Psikodramada ‘bağlar’ çok önemlidir. Gruplarda
tanı ve tedavi, bağlar üzerinden gerçekleştirilir.
27
Psikodramanın
tekniklerinden
biri
olan
sosyometri, grupta seçimler üzerinden keşiflerde
bulunmamızı ve protagonistin karanlıkta kalan
taraflarına ışık tutmamızı sağlar. Protagonist,
seçtiği kişilerin grupta kendisine en doğru
bilgileri verecek kişi olduğuna inanarak
seçimlerini gerçekleştirirken seçilen her bir üye
de o rolle bağlantılı olduğunu bilir. Keşif süreci
sadece protagonist için değil, bu esnada role
seçilen yardımcı ego için de başlamıştır ve bu
bazen tedavinin kendisidir. Dolayısıyla grup
sürecinde, yapılan pek çok seçim, bu sayede
keşfedilen ve güçlenen bağlar üzerinden tanı ve
tedavi gerçekleştirilir. Bağların keşfedilmesi
hem grubun kohezyonunu arttırır hem de tedavi
gücünü. Bu süreçte grup üyeleri arasında veya
üyeler ile lider arasında var olan negatif
transferanslar üzerinden iyileşme sağlanarak
sağlıklı bağların oluşturulması sağlanır. Var olan
ya da süreç içinde oluşturulan pozitif bağlar,
grupta ihtiyaç duyulan güvenli ağı yaratır.
Gittikçe derinleşen çalışmalar doğrultusunda
güçlenen bağlar, iyileşmenin önemli bir
parçasını oluşturur. Bu sağaltım süreci
doğrultusunda üyelerin yaşamlarında da
seçimlerinin değiştiği ve artık sağlıklı seçimlere
doğru adım attıkları gözlenmektedir.
İnanç-Bilgi İlişkisi
İnsanoğlu, ‘prefrontal korteksi’ yani ‘üst düzey
bilişsel fonksiyonları’ itibari ile diğer canlı
türlerinden ayrılmaktadır. Beynin ön tarafında
bulunmakta olan bu lob, beynin diğer bölümleri
ile işbirliği halinde düşünme, problem çözme,
hafıza, planlama, soyut düşünce gibi kognitif
yetileri idare eder. Buraya kadar olan bilgiler de
aynı zamanda yine bu lobun ürünü olan
insanoğlunun sonu gelmeyen bilme ihtiyacından
doğmuştur. İnsanlığın ilk oluşundan itibaren
süren bu arayış, bireyin aslında kendini, kainatı,
varoluşunun sebebini öğrenmek istemesinin çok
ötesinde,
kendini
‘güvende
hissetme’
ihtiyacından kaynak almaktadır. İnsan, bilgiye
tutunarak kendine bir dayanak ister. Bilgi ile
koskoca kainatta bir başınalığına bir çare,
yaşamına anlam katmak ister.
Bilgi arayışı en derinlerde insanın septik
yapısının yani şüphenin ürünüdür. İnanç ise
şüphenin olduğu yerde barınamaz. İnanç,
bilginin ötesindedir. Bilgi arayışlar sonucunda
elde edilen ise, inanç baştan beri zaten orada
olandır. Bilme isteği, hayata karşı hep tetikte
olma halidir,
inanmak ise teslimiyet.
Dolayısıyla bilgiye tutunma ihtiyacı arttıkça
inancın azaldığı ya da inanç yoksa bilmeye dair
ihtiyaçların olduğu görülebilir.
Psikodrama, felsefesi ve teknikleri itibariyle
inanç’tan güç alan bir sistemdir. Tıpkı yaşamın
içinde olduğu gibi grubun içerisinde var olan
telik süreçler ve seçimler de inanç sayesinde
gerçekleştirilirler. İnanç, telenin kalbidir ve
kalbin vücuda kanı pompalaması gibi inanç da
teleyi harekete geçirir. Kişiler yaşamlarındaki
kişileri tele sayesinde seçerler. Telik süreçte,
bireyler seçtikleri kişilerin gelişimlerine hizmet
edecek
kişiler
olduklarının
bilgisini
taşımaktadırlar. Bu bilgi halihazırda farkında
olunan bilgi olmayıp, en derinlere yerleşmiş olan
inanç ile seçimlere yön vermektedir. Bu itici
güç, sezgidir.
Sezgi, inanç ile doğrudan
bağlantılı olup, grup dinamiğinde önemli bir
yere sahip olan bir diğer kavramdır. Toplumda
bilgiye ve kanıta dayanan veriler önemsenirken,
sezgilere
hakettiği
önemin
verilmediği,
sezgilerle alınan kararların yanıltıcı olabileceği
önyargılarının bulunduğu görülmektedir. Oysa
sezgi içinde geçmiş deneyimlerin bilgisini
barındıran, inanç ile hareket, tele ile yön bulan
önemli
bir
kavramdır.
Sezgi,
yaşam
birikimlerinin inanç ile harmanlanmış halidir.
Albert Einstein benzer şekilde sezginin önemini
‘Sezgisel zihin kutsal bir armağan, ussal zihin de
sadık bir hizmetkardır. Biz hizmetkarı
onurlandıran ve armağanı unutan bir toplum
yarattık’ sözleriyle dile getirmiştir. Sezgi, çoğu
zaman unuttuğumuz, önemsemediğimiz veya
ussal tarafımız ile üstünü örtmeye çalıştığımız
hazinelerimizdir. Bilgi, buradaki oluş haliyle
sahte bir güç ve esasında duygulardan kaçıştır.
İnanç ancak sezgi ile varolabilirken, bilgi
inançsızlığın verdiği güçsüzlüğü kamufle etme
çabaları için kullanılan bir araçtır. Grup
dinamiğinde
terapist,
süreci
sezgileri
doğrultusunda yönetmekte, üyeler seçimleri
sezgileri ile gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla
önce inanç vardır, sonra bilgi oluşur. Aksi
takdirde bilgi içinde şüphe barındırır.
PSİKODRAMA KURAMLARI
ÇERÇEVİSİNDE ‘İNANÇ GELİŞİMİ’
Yaşama inanarak başlayan bebek, hamilelik
süresince ve doğumdan sonra anne ile kurduğu
bağ doğrultusunda inancını yaşama taşır.
Psikodrama
Kuramları,
bebeğin
gelişim
dönemlerini 4 evrede açıklar. İnancın gelişimi
28
her bir evrede farklı boyutlara da taşınarak
devam eder.
İnancın Embriyonel Dönem’de Gelişimi
Bu dönem, bebeğin anne karnında büyüdüğü ve
doğumundan bir kaç aya kadar olan süreyi
kapsar. Bebeğin kendini annesinin bir uzantısı
olarak algıladığı bu dönemde onun için çevre de
organik plesanta’dır. Bu dönem bebek için tüm
kimliklerin bir olduğu dönemdir ve henüz ayrı
bir kimliği olan bir varlık olduğunun farkındalığı
gelişmemiştir. Bu aşamada bebeğin sahip olduğu
tek rol Somatik Roller’dir. “Yiyen bir varlık
olma” somatik rolün en önemli alt rollerinden
biridir ve bebek anne ile iletişimini bu rolü
vasıtasıyla sürdürür (Altınay, 2007). Anne ile
bütünleşik olan bebek için ondan aldığı tepkiler,
hissettiği duygular yaşam ile kurulan ilk
temaslardır. Annenin bebeğin ihtiyaçlarına yanıt
vermesi bebeğin anneye olduğu kadar yaşama
karşı geliştireceği güven duygusunun da
temellerini oluşturur. İnancın filizleri burada
yeşermeye başlar. Anne-bebek arasında kurulan
ilişki alışverişlerinde sevgi ve kabul temellerinde
karşılıklılığın devamlılığının sağlanması bebeğin
inanç gelişimini de pozitif yönde geliştirir.
Annenin duygudurumu ve ilişki kurma biçimi
şüphesiz buradaki en kritik belirleyicidir. Bebek,
anneden aldığı duyguların yanı sıra dış dünya ile
de anne aracılığıyla iletişim kurar. Anneden
ödünç alınan duygu ve yaklaşımlar bütünü ile
yaşamla ilk bağlar kurulmaya başlanır. İnancı
pozitif yönde gelişmeye başlayan bebek yaşama
da aynı duygu ve güç ile yaklaşacaktır. Diğer
taraftan, annenin özellikle yaşama dair
inançsızlığı ve kaygıları bebeğin de inancını
elinden alarak, anne karnında ölümlere ya da
düşüklere neden olan önemli faktörlerden biri
olarak düşünülebilir. Yaşamda ilk ilişki kurduğu
anne ile gerçekleşen bu alışveriş esnasında
bebeğin ihtiyaçlarının karşılıksız bırakılması,
inancını da zedeler. Kendini annenin bir uzantısı
olarak algılayan bebek için bu durum vücut
uzuvlarından birinin kopması gibidir ve onu
derin bir yalnızlığa sürükler. Böylece bebek için
yeni yeni deneyimlenmeye başlanan yaşam,
inanç
ile
tutunulacak
değil,
bağlarını
kuvvetlendirmekten kaçınılacak bir yer olmaya
başlar.
Bu dönemde kurulan ilk bağlar doğrultusunda
inanç gelişminin zemini hazırlanmış olur. Ve
özellikle ‘güven’ ve ‘yakınlık’ ile ilgili
inançların burada filizlenmeye başlaması
olasıdır. Elbette kurulan ilk bağların diğer
dönemlerde de sağlıklı geçişlerle desteklenmesi
beklenmektedir.
İnancın 1. Psişik Evren’de ‘Anneye İnanç’
Olarak Gelişimi
‘1. Psişik Evren’ olarak adlandırılan ikinci evre,
inanç gelişimi için kritik öneme sahip olan bir
evredir. Bu dönemde bir süre sonra bebek için
‘ben-sen’ ayrımı gerçekleşmeye başlar. Anne,
kendinden bağımsız farklı biri olarak bebek
tarafından
incelenmeye
ve
kendinden
ayrıştırılmaya
başlanır.
Böylece
bebek
yaşamdaki ilk rolünü almış olur. Bu dönemde
Somatik Rollere ek olarak ‘Psişik Roller’ de
eklenir. Yani örneğin, ‘yiyen’ rolüne ‘zevk alan’
rolleri de katılır. Bebek için etkileşimde olduğu
anneden gelecek tepkiler kritik önem taşır.
Sağlıklı gelişim sürecinde, bebeğin ‘emen’
rolüne karşılık, ‘veren’ rolünde olan annenin,
bebeğin ihtiyaçlarını karşılıksız bırakmaması
beklenir. Bu dönem bebek için ‘birlikte olma’,
‘birlikte hissetme’ ve ‘birlikte yapma’
deneyimleri ile ilk ilişki kurma denemelerinin
gerçekleştiği
dönemdir
ve
burada
yaşantılananlar, ileride yaşanacak olan ilişkilerin
niteliğini belirleyecektir (Özbek, 1987). Bebek,
anne ile yaşamında aldığı ilk rollerle iletişim
kurarken, oluşan rol beklentisine karşılık
aldığında, diğerine inanmayı öğrenir. Bu
dönemde yaşanan ilk deneyimler doğrultusunda
bebeğin sağlıklı bir şekilde inancı gelişmiş
olursa ileride ilişkilerinde de diğer’lerine
inanırken, ilk rol denemelerine karşılık alamaz
ise diğerine olan inancı kırılır ve sonraki ilişki
örüntülerine büyük ölçüde yansır. İlk ilişki
denemelerinde yaşanan olumsuz deneyimler,
kişinin diğerine olduğu kadar ilişkilere,
yakınlığa olan inançlarını da kıracaktır. Diğer
taraftan bu dönemde ilk defa deneyimlenmeye
başlanan rol denemelerine aldığı karşılık, kişinin
ileride alacağı roller için belirleyici olacaktır.
Moreno, yaşamda tüm rolleri alabilmenin ruh
sağlığının önemli bir göstergesi olduğunu
belirtirtmiştir. Rol alabilmek, rollerin içine
girebilmek
rolü
sürdürebilmek,
kişinin
geliştirdiği
sağlıklı
inanç
örüntüleri
doğrultusunda gerçekleşecektir.
Dış dünya ile kurulan ‘benlik bütünlüğü’ de bu
evrende ortaya çıkar. Benlik bütünlüğü, bir yere
ait olma ve ait hissetme duygularının temelini
oluşturur. Bu örüntü, bebeğin, anne tarafından
benliğinin kabul edilmesi doğrultusunda
‘kendini kabul etme’ şeklinde sağlıklı olarak
gelişmeye başlar. Bu, annenin bebeğine
29
inanması demektir. Benliğine inanıldığını gören
bebek ileride ‘güvenli, sevilen, istenen’
örüntüleri taşıyarak yaşamını sürdürür. Özellikle
duygular, güven, beden gibi benliğe dair
inançlar kaynağını buradan alır. Tam tersi
olarak cezalandırılan, benliğine olan inancı
zedelenen
bebek,
ilerleyen
dönemlerde
sevilmeye layık olmadığı, belki gördüğü şiddet
doğrultusunda duygularının, bedeninin önemli
olmadığı yönünde çeşitli inançlar geliştirir.
Psikodrama’nın en önemli kavramlarından biri
olan tele ve sezgilerin temelleri de bu dönemde
atılır. Annenin bebeği ile kurduğu telik süreç,
bebeğini hissetmesi, bebeğin sonraki yıllarda
sezgilerine karşılık önyargıları ile hareket
etmesinin kaynağını oluşturur. Bir bireyin diğeri
hakkında algıladıkları, hissettikleri
olarak
açıklanan tele, bir bakıma yaşama, evrene,
kozmosa olan inancın bir ürünüdür. İnancın
gelişemediği bir yerde tele’den bahsetmek
mümkün olamaz. Döllenme ve hatta öncesinde
var olan inanç, annenin bebeğine inanmasıyla en
önemli ivmesini kazanır ve bir bebeğin
bedeninde daha yaşamın içine tohumlarını atar.
Kısaca, annenin bu dönemde bebeğin
ihtiyaçlarına ve denemelerine vereceği tepkiler,
sonraki yıllarda diğerlerine ve yaşama karşı
takınılacak olan ‘güvene karşı güvensizlik’,
‘inanca karşı inaçsızlığın’ temelini oluşturur.
İnancın 2. Psişik Evren’de ‘Sosyal Bir Varlık
Olmaya İnanç’ Olarak Gelişimi
Bir sonraki dönem, yaklaşık bir yaşın sonlarına
doğru geçilen 2.Psişik Evren’dir. Bu dönemde
artık gerçek ve gerçek olmayan (hayaller,
fantaziler) birbirinden ayrılmaya başlar. Bu
dönemde bebeğin yaşamına bir rol repertuarı
daha eklenir; sosyal roller. Sosyal Roller,
toplumun içinde insana belli bir yer sağlayan
rollerdir (Altınay, 2007). Ebeveyn, kardeş, evlat,
çalışan gibi örneklendirilebilecek bu roller
sayesinde insan yalnızca toplumun beklentilerini
karşılamakla kalmaz, aynı zamanda kendini
geliştirmeye ve her defasında daha üst düzey bir
rol almaya doğru çaba sarfeder. Bu aşamada
bireyler, daha önceden birinci psişik evrende
kendilerine ve çevrelerine dair yeterince sağlıklı
inançlar geliştirememiş iseler, dış koşullara
spontan cevaplar veremez, onların üstesinden
gelemez ya da rol esnekliği ve roller arası
geçişlerde sıkıntılar yaşayabilirler.
Bebek bu dönemde annenin rolüne kendini
koyup bu rolü oynamaya başlar. Psikodramanın
temel tekniklerinden olan rol değiştirme’nin ilki
bu dönemde gerçekleştirilmiş olur. Dolayısıyla
annenin cezalandırıcı, ilgisiz ya da fazla
korumacı tutumları bebeğin aldığı rollere dair
inancının kırılmasına sebebiyet verir. Diğer
taraftan ilgili ve cesaretlendiren annelerin
çocuklarının yaşamda aldıkları rollere dair
inançları kuvvetlenir. Bu, ileride çocuğun
alacağı rollere de inanacağı ve dolayısıyla
sağlıklı bir şekilde sahip olduğu rollerin içinde
durabileceğinin göstergesidir. İçerisinde inancın
zehirlenmiş olduğu hiç bir rolü sağlıklı olarak
yerine getirmek mümkün olmaz.
Bu evrede çocuk rol deneyimlerine yaşamdaki
ilk sosyal rolümüz olan ‘evlat’ rolünü almakla
başlar. Annenin tutumları doğrultusunda iyi ya
da kötü bir evlat olduğu yönünde inancı
gelişmeye başlar. Annenin inancı ya da
inançsızlığı, güveni ya da güvensizliği, yüklediği
yükler ve beklentileri çocuğun aldığı role olan
inancının ne yönde gelişeceğini belirler. Çocuk
kendi sahip olduğu rol repertuarı ile beraber,
kurduğu ilişkiler doğultusunda karşıt rollere dair
inançlar da geliştirmeye başlar. Ebeveynlerin ve
varsa kardeşlerin tutumları doğrultusunda
‘anne’, ‘baba’, ‘kardeş’ rolleri ve daha genel
kapsamda ‘aile’ ile ilgili inançlar oluşmaya
başlar. Örneğin, sağlıklı düzeyde korunduğu ve
desteklendiğini hissettiyse ‘Aile, güvenli bir
yerdir’ inancının geliştirilmesi olası iken, tersi
durumlarda aile kavramına dair inançsızlıklar
ortaya çıkabilecektir. Aynı zamanda bir önceki
aşamasında gelişmeye başlayan ilişkilere dair
inançlar, burada da alınan sosyal roller
doğrultusunda gelişimi sürdürmeye devam eder.
İlişkilerin sorun getireceğine, tam olarak güvenli
hiç bir ilişkinin olmayacağına inanan kimi
yetişkinlerin
bu
dönemlerde
travmatik
yaşantıları olması olasıdır. İlişkilerle birlikte
tekrar tekrar yaşanacak olan duygular, sevgi,
yakınlık, güven, adalet gibi kavramlara dair alt
inançların
şekillenmeye
başlamaları
da
beklenmektedir. Bu dönemdeki rollerde yaşanan
problemler, bir sonraki transandent rollere olan
geçişi de engeller.
İnancın 3. Psişik Evren’de ‘Tanrı Rolüne’
Olan İnanç Gelişimi
Daha önceki aşamalarda somatik, psişik ve
sosyal rollerde inanç gelişimi sağlıklı olarak
tamamlayan bireyler 3. ve son dönem olan
Psişik Evren’de sağlıklı Transcendent Rolleri
deneyimleyebileceklerdir. Transcendent Roller,
duruşumuzu tanımlayan tüm rollerdir. Bu role
30
sahip olan bireyler Ben’in dar çerçevesinden
çıkıp evrene, yaşama bakabilir ve anlam
bulabilirler,
yaşamda
kendi
yerlerini
anlayabilirler (Özbek, 1987). Bu aşama, insanın
en üst gelişme ve olgunlaşma dönemidir.
Yaşamın getirdikleri doğrultusunda artık bir oluş
haline varılan noktadır. Bireyin aynı zamanda
Tanrı ile de bütünleştiği roldür. Dolayısıyla
aslında inancın kendisidir.
Bireyin gelişim sürecinde 1. ve 2. Psişik
Evren’lerde deneyimlenmeye başlanan rol
basamakları sağlıklı olarak atladıldı ise son
basamak olan transcendent rollere geçiş
sağlanabilecektir. İlk iki evre, bebeğin ebeveyni
ile kurduğu ilişki doğrultusunda inancın pozitif
ya da negatif yönde gelişim gösterdiği evreler,
bu son evre ise ilk aşamalarda inanç gelişimi
sağlıklı olarak gerçekleşebildi ise varılan
noktadır.
Transcendent roller hayatımızdaki bütün
birikimlerin,
geçmiş
deneyimlerin
görüntüleridirler. Bu aşamaya ulaşmış olan
bireyler deneyim-üstü bir duruş ile varolurlar.
Vardıkları noktada evrensel bütünlüğün bir
parçası olduğunu idrak etmiş bir bilinç ve
yaşamın akışına teslim olmuş bir duygu ile yer
alırlar. Kendini gerçekleştirmiş insanın geçmişle
ve yaşamla hesapları kalmamıştır. Transcendent
rollerin deneyimlendiği bu zamanlar, artık
inancın içinde durulan an’lardır. Bu nokta, tıpkı
Jung’un ‘İnanmıyorum, biliyorum’ sözünde
anlatmak istediği netliği içerir.
Transcendent rollerde olan kişiler, yaşam
deneyimleri doğrultusunda gelmiş oldukları
noktada
önceki
bölümlerde
bahsedilen
inançların üstüne çıkmış; tanrı, ahlak, din, ölüm,
özgürlük gibi varoluşsal konularda inanç
bütünlüklerini oluşturmuş bireylerdir. Bu evre,
yaşamda atlatılan badireler dolayısıyla oluşan
çarpık inançların düzeltilmiş ve kişinin artık
yaşam ile uyum içinde varolmaya başlamış
olduğu an’ları içerir.
Tüm bu aşamalarda yaşanlar toparlanacak
olursa, bebeğin yaratıcıları olan anne ve babası
onun yaşamındaki ilk tanrılarıdır. Bu tanrıların
bebeğe doğumdan itibaren verdikleri her türlü
inanç ve donanım, bebeğin sonraki yıllarında
yaşam ve diğerleriyle kurduğu bağı ve bu bağı
oluşturmasına olanak verecek ‘var etme ve
tutunma inancı’ nı geliştirmesinde belirleyici
olacak en güçlü unsurdur.
PSİKODRAMA ve SOSYOMETRİ ile
‘İNANÇ’ ÜZERİNE BİR GRUP
ÇALIŞMASI
Çalışmanın çıkış noktası, varolmak için bu denli
önemli olan inanç gelişminin, bireyin gelişim
basamaklarında
nelerden
kaynak
alıp
beslendiğini keşfetmek olmuştur. Bu doğrultuda
psikodrama ve sosyemetri ile bireylerin sahip
oldukları inanç örüntülerinin oluşmasında
önemli etkileri olan yaşantıların, ihtiyaç ve
güdülerin keşfedilmesi üzerinde durulmuştur.
Araştırmada, Embriyonel dönem, 1., 2., ve 3.
Psişik Evren’lerde ebeveynlerle ilk kurulan
ilişkilerin,
kişilerin
inanç
süreçlerinin
oluşumunu şekillendiriyor olması, bu doğrultuda
bebeğin yaşamındaki ilk yaratıcıları olarak
ebeveynlerin, kişilerin zihinlerindeki ‘yaratıcı’
ve ‘din’ kavramları ile önemli benzerlikler
göstereceği hipotize edilmiştir. Araştırmaya
İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nde 1 ila 5 yıl
arasında değişen çeşitli sürelerle yaşantı grubuna
dahil olmuş gönüllü 7 yetişkin üye katılmıştır.
Veri toplama aracı olarak ‘Aile Atomu Ölçeği’,
‘Sosyal Atom Ölçeği’, ‘İnanç Atomu Ölçeği’,
‘Travmatik
Yaşantılar
Ölçeği’,
‘Önemli
Yaşantılar Ölçeği’ kullanılmış ve 8 oturumluk
psikodrama çalışması gerçekleştirilmiştir.
Araştırma sonuçlarının çarpıcı ve hipotezleri
destekler nitelikte olduğu görülmüştür. Genel
çerçevede bakıldığında, adil olmayan bir anneye
sahip olduğunu düşünen 2 katılımcı için yaratıcı
da ‘adil değil’ şeklinde; annelerinden şiddet-ceza
görmüş olduklarını belirten 3 katılımcı için de
yaratıcı ‘cezalandırıcı’ olarak tanımlanmıştır.
Küçük yaşta ayrıldığı için bağ kuramadığını
belirten diğer bir katılımcı kendini bir sisteme
aitmiş gibi hissetmediğini belirtmiş, anne
tarafından epey örselenmiş olup üstüne çok fazla
ve çeşitli travmaların çok yaşanmış olduğu
görülen bir diğerinin de belirli bir yaratıcı güç
ile bağ kurmak yerine derin bir felsefeye
bağlanmayı tercih ettiği görülmüştür.
Araştırmadan elde edilen bulgular, çekirdekten
gelen
aktarımların
seçim
süreçlerine
yansımalarına bir kez daha somut olarak tanık
olmamızı sağlamıştır. Tüm katılımcıların
yaşamlarının ileriki yıllarında ebeveynlerine
benzer kişileri seçmiş ve benzer bir döngü içine
girmiş oldukları görülmüştür. Böylelikle
tekrarlayan yaşantıların da deneyimlenmiş
olduğu süreçte, en başta oluşan inançlar,
31
‘kendini gerçekleştiren kehanet’ şeklinde
güçlenerek kemikleşmiş ve bugüne dek
gelmişlerdir. Dolayısıyla en kritik öneme sahip
olanın, gelişim evrelerinde önemi vurgulanan ilk
yaşantılar olduğu bir kez daha anlaşılmıştır.
Kurulan ilk ilişkilerin, kişilerin seçimlerini
etkilerken, pekişen benzer örüntüler ile ‘inanç’
boyutuna kadar ulaşıp, kalıcı bir şekilde yuva
kurmuş olduğunu görmek çarpıcı olmuştur.
Belki de en çarpıcı olanı ise bu inanç
örüntüsünün yaratana kadar gidiyor oluşudur.
İlk tanrılarımız olan ebeveynlerimizin yaşama ve
yaradana yansıtıldığını gördüğümüz çalışmada,
daha da önemlisi anneyi aynalayan bebeğin bu
özellikleri aynı zamanda kendisine de
atfetmesidir. Sahnede ebeveynleriyle yüz yüze
gelen hemen her protagonistin benzemeyi hiç
istememesine karşın onlara benzer özelliklerinin
olduğunu görmesi tesadüf değildir. Yaşama ve
yaradana yansıtılan özellikler, herkesin içinde
bir
yerlerde
mevcudiyetini
sürdürür.
Psikodramada inancın ele alınması, yalnızca bir
dizi keşif sürecinden ibaret değildir. İyileşme
aşamasında, ebeveynler ile barışma yani kişinin
kendisi ile barışması; tanrı ile bütünleşme yani
kendi içindeki yaratıcıyı iyileştirerek her an’ını
ve yaşamını yaratması şeklinde son bulur.
Moreno’nun ‘Ben-Tanrı’ olarak isimlendirdiği
bu nokta, yaratıcı güç ile, cosmos ile buluşulan
ve transcendent rollere geçilen son evredir.
KAYNAKÇA
•
•
•
•
•
•
Altınay, D. (2007). Psikopatoloji Seminer
Notları. İstanbul.
Özbek, A. (1987). Psikodrama Grup
Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim. Ankara:
Grup Psikoterapileri Derneği Yayınları.
Blatner, A. ve Blatner, A. (1988).
Foundations of Psychodrama, History.
Theory&Practice, New York: Springer
Publishing Company.
Altınay, D. (2016). Sahnede Yaratıcılık.
İstanbul: Epsilon Kitapları.
Altınay,D. (2016 ). Psikodrama El Kitabı.
İstanbul: Epsilon Yyaınları.
Holmes, P. ve Karp, M. ve Watson, M.
(2013). Morenodan Bu Yana Psikodrama
(Çev.Ed.:Yrd.Doç.Dr.Nevzat Uçtum Muhtar).
İstanbul: Nobel Yayın.
32
BAĞLANMA ÖRÜNTÜLERİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASINDA “GÜVENLİ
ÜS” OLARAK PSİKODRAMA
PSYCHODRAMA AS A SECURE BASE FOR RESTRUCTURİNG EARLY ATTACHMENT
PATTERNS
Dr. Psk. Yeşim Türköz
Eğitmen Psikodramatist
ÖZET
Psikodrama, sağladığı kişilerarası güvenli
bebeği, seçici bir biçimde koruyucu bir bağlanma
zeminde, kişiyi kendi iç dünyasını keşfe çıkartan,
ilişkisi kurma arayışına yöneltir. Ancak bağlanma
adım adım geçilmesi gereken gelişimsel
sistemindeki erken dönem bozulmalar, kaygılı ya
aşamalardan geçiren, yarım kalmış işleri
da kaçınmacı davranış örüntüleriyle kendini
tamamlama
fırsatı
veren,
eksikleri
gösteren güvensiz bağlanma modelleri yaratır ve
tamamlamasını, yaraları sarmasını ve hayat ile
kişinin hayatı boyunca, yakın ilişkilerde
yeni ve sağlıklı bağlar kurmasını sağlayan bir
bocalamasına neden olur. Bu makalede,
psikoterapi
sistemidir.
Bu
makale,
bağlanma örüntülerinin yeniden yapılanmasında
psikodramanın, erken bağlanma örüntülerinin
psikodramanın, nasıl güvenli ve onarıcı bir zemin
yeniden
yapılandırılması
konusundaki
oluşturduğu ele alınmakta, Moreno’nun Rol
işlevselliğini
göstermektedir.
Bowlby’nin
Kuramı’na göre kişilik gelişimi basamakları ve
bağlanma kuramına göre, bağlanma, doğuştan
bu basamaklara karşılık gelen temel teknikler ile
gelen ve hayatta kalmaya yönelik güdüleme
temel unsurların, bağlanma hasarlarını onarma
özelliği olan temel bir sistemdir. Bu sistem
gücü üzerinde sistematik olarak durulmaktadır.
ABSTRACT
Psychodrama, is an interpersonal psychotherapy
system which provides us with a secure ground
for self discovery, allows gradual personal
growth and new healing bonds with life. This
article emphasizes effectiveness of psychodrama
on restructuring insecure attachment patterns in
human life. Theory of Attachment developed by
Bowlby suggests that attachment is an inborn
mechanism which has a capacity to motivate an
organism for adaptive biological survival. This
system makes baby selectively search for a
secure attachment relationship. The bond which
is mostly formed with the mother serves as a
secure base for discovering the world and a
protective shelter in front of any danger.
Unfortunately not every baby is lucky enough to
begin life within a secure attachment bond. In
some cases insecure attachment styles are
developed which show themselves as anxious
and avoidant behavioral patterns even in adultood
close relationships. For those who developed
insecure attachment patterns psychotherapy has
to be a secure base. In this article, the emphasis is
on the power of psychodrama for providing a
secure and healing ground for restructuring
attachment patterns. It is systematically indicated
how Moreno’s role theory about developmental
stages of personality correspons with basic
techniques and basic elements of psychodrama in
repairing injured bonds of early life.
Bağlanma Kuramı, Sosyometri ve Psikodrama
Bağlanma Kuramının geliştiricisi John Bowlby,
psikoanalitik gelenekte yetişmiş olmasına karşın,
psikoanalitik kuramın, fantazilere ve iç yaşama
odaklanarak gerçek yaşam deneyimlerine çok az
önem vermesini bir eksiklik olarak görmüştür.
Bowlby’nin psikoanalitik geleneğin izini sürerek
geliştirdiği bağlanma kuramına göre bebek ve anne
arasındaki bağlanma, bu ikilinin arasındaki gerçek
ilişkinin doğasına bağlı olarak gelişen bir
oluşumdur. Bağlanma kuramı, içgüdüsel dürtü
kuramını tümüyle redderek, iç dünyanın
gelişiminde dış gerçekliğin önemini vurgulamıştır
(Knox, 1999). Benzer biçimde Moreno da (1953)
kuramında, insanların bir sosyal atom içine
doğduklarını ve bir iç dünya yaratılabilmesi için
birey ve çevre etkileşiminin şart olduğunu
savunmuştur. Moreno, bu sonuca Viyana’da
istismara uğrayan hayat kadınları ve mülteci
kamplarında yaptığı sosyal projeler sonucunda
ulaşmıştır. Kamplarda doktor olarak çalıştığı
dönemde,
göçmenlerin
sosyopsikolojik
durumlarının, fiziksel sağlıklarına etkisi olduğuna
dair gözlemlerde bulunmuş ve kişilerarası etkilerin
önemini gösterecek çalışmalara yönelmiştir.
33
İnsanın Kişilerarası Doğası
Sosyometri ve Bağlanma Örüntüleri
Bowlby’nin yetiştirme yurtlarında yaptığı
gözlemler ile Moreno’nun mülteci kampında
yaptığı gözlemler arasında önemli benzerlikler
vardır. Bowlby, annelerinden ayrılmış olan ve bir
başkasının bakımına muhtaç olan çocuklarda
(1958, 1959, 1960), Moreno da barakalarda
zorunlu olarak biraraya gelmiş kişilerde daha
fazla hastalık ve psikolojik soruna rastlandığını
tespit etmişlerdir (Özbek & Leutz, 1987).
Bowlby’nin çocukları, iyi bakıma rağmen sorun
yaşarken, Moreno’nun göçmenleri arasında da
birbirlerini tercih ederek biraraya gelmiş
olanlarda, şartlar aynı olumsuzlukta olmasına
rağmen daha az hastalık görülmekte idi. Bir
başka deyişle, her ikisi de insan sağlığının
kişilerarası doğasını keşfetmişler ve insanların
önemli ötekilerle olan karşılıklı bağlarının ve
duygu akışının önemini görmüşlerdir. Bowlby,
kendi gözlemlerinden yola çıkarak Bağlanma
Kuramı’nı geliştirmiş, Moreno ise bu araştırma
ve çalışmaları sonucunda, bir sistem olarak
Sosyometri’yi yaratmıştır.
Psikodramada Grubun Güvenli Kozası
Bowlby’ye (1960;1969) göre, sağlıklı duygusal
gelişim için çocuğun yakın ve istikrarlı bir bakım
alma ilişkisine ihtiyacı vardır. Bowlby kuramını,
gerçek deneyim ve ilişkisellik üzerine yaptığı
çalışmaların üzerinde kurmuş ve geliştirmiştir.
Yaşamlarının ilk üç yılı içinde annelerinden ayrılan
ve kurumlarda yaşayan çocuklar ile yaptığı
çalışmalarda, sonradan verilen iyi bakıma rağmen
çocuklarda psikolojik sorunlarla karşılaşılması,
Bowlby'i
psikoanalitik
kuramın
“çocuklar
annelerini, onunla açlık güdüsünün doyurulması
arasında bir çağrışım kurdukları için severler”
görüşünden uzaklaştırmıştır (Hazan ve Shaver,
1994). Bowlby bu çalışmalarında, protesto,
umutsuzluk ve kopma davranışlarının, ayrılığa
gösterilen hayatta kalma tepkileri olduğunu
savunarak çocuklukta da yas yaşama kapasitesinin
olduğunu ve bunun birincil bakıcı ile kurulan bağın
derinliğini gösterdiğini öne sürmüş ve ayrılıktan
etkilenmez görünmenin ya da ayrılıktan aşırı
kaygılanmanın bağlanma ile ilişkili sorunlara işaret
eden davranışlar olduğu düşüncesini ortaya
koymuştur.
Bowlby’nin bağlanma kuramına göre, bağlanma,
doğuştan gelen ve biyolojik uyuma yönelik
güdüleme özelliği olan temel bir sistemdir. Bu
sistem bebeği, seçici bir biçimde bir bağlanma
ilişkisi kurmaya yöneltir. Bağlanma sistemi, hem
bebeğin, bakım verene olan fiziksel yakınlığını
sürdürerek, çevreden gelebilecek tehlikelerden
korunmasına yardım eder, hem de ona çevreyi
keşfetmesi için gerekli koşulları sağlar. Bakım
veren ile bebek arasındaki bu yakınlık, bebeğin
çevresini keşfetmede kullanabileceği “güvenli bir
üs” ve tehlike anında onu koruyacak “sağlam bir
sığınak” işlevi görür (Bowlby, 1969, 1973,
1980).
Bu dönem, Moreno’nun Rol Kuramı açısından
ele alındığında, birinci psişik evren’in özdeşim
bütünlüğü (all identity) evresine denk
düşmektedir. Moreno’ya göre bu dönemde
annenin varlığı, bebeğin dünyasında bütünleyici
bir rol üstlenir ve çocuk kendisini dış dünya ile
özdeşim içinde algılar (Özbek & Leutz, 1987).
Kanımca, bu bütünleşik varoluş durumu,
kendisini ayrı bir varlık olarak hissetmenin
vereceği kaygıya henüz hazır olmayan bebeğin,
hayatta kalmak için ihtiyacı olan güvenlik
34
duygusuna da temel oluşturarak, onun dünyayı
güvenli bir yer olarak algılamasına ve bu sarmal
içinde hayata ısınmasına yardımcı olmaktadır.
Tıpkı bir psikodrama oturumunda, yönetici ve
protagonistin ısınma yürüyüşü yaparken grubun
güven veren kozası içinde yan yana ve temas
halinde yürümeleri gibi…
Bebekliklerinde güvensiz bağlanma örüntüsü
geliştirmiş
kişilerin
çoğu,
yetişkin
dönemlerindeki
yakın
ilişkilerde,
kaygılı
(saplantılı / korkulu) ya da kaçınmacı (reddedici,
kayıtsız) bağlanma stilleri geliştirmekte ve
ilişkilerinde karşılaştıkları zorluklarla başa
çıkmakta güçlük çekmektedirler.
Moreno’ya göre, birinci psişik evrendeki annebebek etkileşim birimi, bir sosyal plasenta işlevi
görür. Pek çok canlıya kıyasla uzun süre bakıma
ihtiyaç duyan insan yavrusunun gelişebilmesi için
doğumdan önceki organik plasenta gibi
doğumdan sonra da bir sosyal plasentaya ihtiyaç
vardır. Bu sayede, yeni doğan için “birlikte olma,
birlikte hissetme, birlikte yapma” mümkün olur
ve gelecekteki kendi varlığına güven duymasının
temelleri atılabilir (Özbek & Leutz, 1987).
Birinci psişik evre sağlıklı geçirilir ise ilerideki eş
seçimlerinin ve ilişkilerin de sağlıklı olması
beklenir (Altınay, 2010).
Bağlanma İlişkisindeki Eşzamanlılık ve
Öznelliklerarası Rezonansın Psikodrama
Sahnesindeki İzdüşümleri
Bowlby’nin kuramında da, benzer şekilde, anneçocuk ilişkisinin, ileriki yıllarda hem kişilerarası
hem de kişinin iç dünyasında olan bitenin kökünü
oluşturduğu söylenir. Anne (bakım veren) ile
yinelenen etkileşim örüntüleri ve günlük
deneyimler sonucunda bebek, bağlanma kişisi ve
kendilik modellerinin temsillerini içeren bilişsel
yapıları ya da Bowlby’nin tanımıyla “içsel
işleyen modeller”i (internal working models)
geliştirir. Bu
modeller, bakım
verenin
ulaşılabilirliğini
ve
olumlu
tepkiselliğini
öngörmede kullanılan bilişsel temsillerdir (Hazan
ve Shaver, 1994; Knox, 1999; Page, 2001).
Bebekler
içsel
modellerini,
annenin
ulaşılabilirliğine ve olumlu tepkiselliğine yönelik
beklentileri üzerine kurarak belirli bağlanma
örüntüleri
geliştirirler.
Bunlar,
güvenli
bağlanma, güvensiz kaygılı bağlanma ve
güvensiz
kaçınmacı
bağlanma
olarak
tanımlanmıştır (Ainsworth ve arkadaşları, 1978).
Bu içsel modeller, bakım verene ilişkin
değerlendirmelerle birlikte, çocuğun bakımı hak
etmeye ilişkin kendilik değerini de içerir (Page,
2001). Güvenli bağlanan bir çocuk, olumlu ve
güvenilir bir bakım veren modeli ile sevgi ve
dikkati hak eden bir kendilik modeli geliştirirerek
bu varsayımı daha sonraki ilişkilerine de
taşıyabilir. Güvensiz bağlanan çocukta ise
dünyaya ve insanlara ilişkin tehdit edici ya da
olumsuz beklentiler ile kendisine ilişkin
değersizlik duyguları gelişir (Knox, 1999);
ilişkilerinde sorunlar yaşama olasılığı artar.
Eş ve Ayna Dönemi
Bağlanma ve beyin gelişimi arasındaki ilişkiyi
inceleyen çok sayıda makale ve kitabın yazarı
olan Allan Schore (2000, 2001, 2002a, 2002b)
bağlanma kuramının, özünde, bir düzenleme
(dyadic emotional regulation) kuramı olduğunu
öne sürmektedir. Bu görüşe göre güvenli bir
bağlanma ilişkisinde anne, sezgisel ve bilinçdışı
düzeyde, sürekli olarak bebeğin değişen uyarım
ve değişen duygudurumunu düzenlemektedir.
Başka bir deyişle burada öznelliklerarası bir
rezonans sözkonusudur. Bu iletişimsel matriks
içinde hem anne, hem de bebeğin psikobiyolojik
durumları birbiriyle uyum içindedir. Bu uyum
eşzamanlı sosyal dikkatlerini ve birbirlerine
yönelik uyarımlarını düzenlemelerini sağlar.
Eşzamanlılık, anne ve bebeğin birbirlerinin
ritmik yapısını öğrenmesi ve kendi davranışlarını
bu
yapıya
uyum
sağlayacak
biçimde
değiştirmeleri sonucu oluşur. Anne, birliktelik
sırasında bebeğin duygudurumunu ne kadar iyi
düzenliyorsa, onun uzaklığı tolere etmesini de o
derece kolaylaştırır. Anne bebeğin yeniden
biraraya gelme ihtiyacına ne kadar duyarlı ise,
ilişki de o denli eşzamanlı olur. Bu karşılıklı
uyumluluk içeren etkileşimler, bebeğin sağlıklı
duygudurum gelişiminin temelini oluşturur.
İlk olarak anne-çocuk ilişkisinde hissedilen bu
öznelliklerarası
rezonansın,
sosyometrik
ölçümlerde ve psikodrama sahnesinde çok güçlü
bir yeri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Zerka Moreno’ya göre (1975) bu ilk dönem,
çocuğun varlığının olumlu olarak onaylanması ve
sayılmasıyla ilgili ihtiyacına denk düşer ve benlik
oluşumu için kritik bir öneme sahiptir. Bu
doğrultuda psikodramadaki “eş” in (double) kökü
erken dönem anne-bebek ilişkisine uzanmaktadır.
İlk eş, yani anne, bebek için ideal bir yardımcı
ego işlevini üstlenerek bebeği için gereken her
şeyi onun yerine yapar. Bu birlikte olma, birlikte
hissetme, birlikte yapma durumudur. Tıpkı
bebeğin hayatta kalmak için kendi başına
yapamadıklarını yapacak ve adeta bedeninin
uzantısı gibi davranacak birine ihtiyacı olması
gibi psikodramada da eş, protagonist ile adeta tek
bir kişi imişcesine onun iç dünyasıyla ilgili
ipuçlarını sağlar ve terapistin protagonisti
anlamasına yardımcı olur.
Tian Dayton (1994) da bu dönemi “Eş (double)
Dönemi” olarak adlandırmıştır. Bu dönem, bebek
açısından, benliğin annenin benliği ile bir bütün
olduğu dönemdir. Bebek, anneyi kendisinin
uzantısı olarak algılar. Annenin doğal ritmi,
bebeğe olduğu gibi yansır. İkili arasında hiçbir
sınır yoktur. İnsan yavrusu ancak bu şekilde
güven duygusu geliştirmeye başlar. Birinci
evrende bebeğin uzantısı olan eş, aynı zamanda
onun dünya ile bağının ve gelecekte kuracağı
ilişkilerin de temelini atar. Bu dönemde
içselleştirilen eş (double), sonraki dönemlerde
kişinin kendilik algısını ve ne kadar görüldüğüne,
onaylandığına, sevildiğine dair hissiyatını
belirler.
Psikodrama oturumlarında eş ve eşlemenin
protagonist üzerinde bu kadar temel bir etkisi
vardır. Protagonist, kendi subjektif gerçekliği
içinden eş’lenme sayesinde iç dünyasını güven
içinde sahneye aktarabilir ve oyunun gelişimi
boyunca, ihtiyacı olan yaşamsal bağları yavaş
yavaş oluşturabilir.
Zerka Moreno, eşlemeyi, ötekinin psişesinin
içinde yürümek olarak tarifler. Bu da iki yönlü
duygu akışı, yani “tele” sayesinde mümkün
olabilir. “Tele”nin temeli de anne-çocuk
arasındaki empatik bağın köklü biçimde
kurulduğu dönem olan özdeşim bütünlüğü
döneminde yatar (Kurter, 2010). Zerka Moreno,
tele ilişkisinin, kendiliğinden doğal biçimde
geliştiğini, Jacob Levy Moreno da bu süreçte
tesadüfe yer olmadığını ve tele ilişkisinin iki
tarafı birden içermesi itibarıyla, gerçekçi
unsurlara
dayandığını
(Blatner,
1994)
vurgularken sanki kişilerarası alanda gerçekleşen
bu karşılıklı duygu akışının, olması gereken
yerde ve anda olduğunu söyler gibidirler. Paul
Holmes da (1992) teleyi, transferansdan farklı
olarak,
içinde
nevrotik
bir
güdülenme
barındırmayan, bir kişiyi diğerine çeken ve
diğerinin gerçek niteliklerinin harekete geçirdiği
duygulardan oluşan karmaşık bir yapı olarak
tanımlamış ve bir psikodrama oturumundaki
terapötik ilerlemenin ancak tele ile mümkün
olabildiğini vurgulamıştır. Adam Blatner’a göre
35
(1994) organizmalardaki seçicilik, doğuştan
gelen bir eğilimdir ve tele bu seçiciliğin bir
uzantısı olarak ortaya çıkar. Ancak insanlar
arasındaki karşılıklı itim ve çekim dinamikleri,
bu olguyu tercih olmaktan çok daha öteye
taşımakta ve karmaşıklaştırmaktadır. Bağlanma
kuramının özünü oluşturan bu ilişkisellik ve
eşzamanlı rezonans, sosyometri ve psikodrama
için hayati önem taşır.
Kanımca, kişilerin öznel tarihlerinden gelen
subjektif gerçeklik, psikodrama sahnesinde gün
ışığına çıkar ve ‘an’a özgü kişilerarası bir
rezonans yaratarak o ‘an’ın objektif gerçekliğini
doğurur. “Tele”, aslında içinde tarihten
izdüşümleri barındıran yeni bir gerçekliktir ve
ortaya çıktığı anın kozasını oluşturarak şimdi ve
burada çalışabilmeyi sağlar. Bu da arkaik ilişki
örüntülerinin şimdi ve burada harekete geçmesine
ve üzerinde çalışılmasına olanak verir. Rol
gelişim basamakları açısından bu durum,
fanteziler dahil her şeyin “o anda” gerçek olduğu
her şey gerçek (all reality) evresine denk düşer.
Hayatın en başında, annenin düzenleyici işlevini
deneyimleyebilen bebek, güvenlik duygusu ile
şarj edilmiş bir merak geliştirir. Bu da kişinin
yeni sosyoemosyonel durumları ve fiziksel
çevreyi keşfetmesine yardım eder. Bir bebeğin,
bilinmeyeni keşfe çıkması için gereken en etkili
eylem biçiminin oyun olduğunu biliyoruz.
Psikodrama oturumlarının başındaki ısınma
oyunları da benzer bir işlev görmekte ve kişilere
bilinmeyene yaklaşmayı sağlayan bir eylem alanı
yaratmaktadır. Isınma oyunları sayesinde üyeler,
keşif davranışlarını harekete geçirmekte ve henüz
bilinmeyene adım adım yaklaşma cesaretini
göstermektedirler.
Eşleme döneminde yeterli ilgi ve sevgiyi gören
bebek, hem dış dünyaya hem de ilgi ve sevgiyi
hak eden bir bebek olarak kendine yeterince
güven geliştirdiği için artık annesinden
ayrışabilecek olgunluğa ulaşmıştır. Kendi
kendine hareket etme cesaretini ve kendi
subjektif gerçekliğinden yavaş yavaş çıkıp dış
dünyadaki
farklı
bilgi
kaynaklarıyla
ilgilenebilecek merakı geliştirmeye başlamıştır.
Tian Dayton (1994) bu dönemi de “Ayna
Dönemi” olarak adlandırmaktadır. Rol kuramı
açısından ikinci psişik evrene geçilmiş, subjektif
ve objektif gerçeklik birbirinden ayrışmaya
başlamıştır.
Ayna, iç ses ile uyumlu olmak zorunda olmayan
bir dışsal bilgi kaynağıdır. Eğer duyarlı ve
dikkatli bir aynalama varsa, benlik ile dış dünya
arasında güvenli geçişler mümkün olur. Bu
sayede çocuk, sadece kendi bakış açısıyla değil,
başkalarının bakış açısıyla da kendine bakmayı
öğrenir. Eğer bebek birinci evrede yeterince
eşlenmiş ise aynalamayı etkili biçimde
kullanabilir. Aynalama, acımasız ve cezalandırıcı
ise benlik ile dış dünya arasındaki geçiş yolları
bozulur. Dışarıdaki yansıma, iç sesiyle uyumlu
olmadığında çocuk, yanlış anlaşıldığı ve
varlığının kabul görmediği hissiyatı geliştirir ve
güven içinde kendine dış bir gözle bakamaz.
Subjektif gerçeklikten objektif gerçekliğe
geçemez.
Psikodramada da yeterli eş fonksiyonu varsa,
protagonist zamanı geldiğinde kendi sahnesinin
dışına çıkabilme ve ayna tekniğini kullanarak
kendi hayatına dışarıdan bakabilme güvenini
oluşturur. Bunun zamanlaması konusunda
terapistin protagonist ile kurduğu tele çok
önemlidir. Ancak kendi sahnesinin ve subjektif
gerçekliğinin içinde yeterince durmuş olan
protagonist, onun dışına çıkıp kendine dışarıdan
bakabilir.
Psikodramatik Olgunlaşma
Yardımcı Ego ve Rol Değiştirme Dönemi
Bowlby’e göre bağlanma ilişkisinde her zaman
optimal uyum yakalanamaz. Bağın bozulduğu,
kırılmaların olduğu anlar vardır. Bu durum,
bebekte otonomik dengenin bozulmasına neden
olur ve onarım gerektirir (Reite ve Capitanio,
1985). Bu kırılma ve onarım örüntüsü içinde
“yeterince iyi” anne (bu terim Winnnicot’a aittir),
çocukta uyanan stres tepkisini ve negatif duygu
durumunu düzenlemeyi, yeni bir uyuma geçmeyi
başarır. Olumsuz bir yaşantının ardından yeniden
olumlu bir yaşantının gelmesi, çocuğa
olumsuzluğun sürdürülebilir ve bitirilebilir bir
durum olduğunu öğretir. Duygu düzenlemesi ve
strese dayanıklılığın gelişebilmesi de anne ve
çocuğun olumlu ve olumsuz duygu durumları
arasında gerekli geçişleri yapabilmesi ile
mümkündür.
Psikodramada, stresin giderek arttığı ve yoğun
duygulanımların biriktiği sahnelerin ardından
gelen katarsis anları, bu geçişlerin en belirgin
şekilde yaşandığı ve protagonistin strese
dayanıklılık becerilerini geliştiren, güvenli bir
zeminde onarımın mümkün olduğu gerçeğini
36
bizzat yaşatan ve bu sayede kendilik
düzenlemesini öğrenerek içselleştirmeyi sağlayan
yaşantılardır. Moreno da terimin etimolojik
anlamını genişleterek, katarsisin yalnızca duygu
boşaltımı değil aynı zamanda bir düzenleme ve
bütünleştirme olduğunu; yalnızca geçmişin
yükünden kurtulma değil, sahici bir biçimde
şimdi ve burada bulunmak olduğunu; yalnızca
pasif ve sözel bir dışavurum değil, aktif bir eylem
olduğunu; yalnızca kişisel bir ritüel değil,
paylaşılan bir şifa olduğunu; yalnızca intrapsişik
bir rahatlama değil, kişilerarası çatışma çözme
yolu olduğunu vurgulamıştır (Kellermann, 1992).
Bu ifadeler, Moreno’nun da katarsisi, yalnızca bir
arınma şekli olarak görmediğini, önemli
ötekilerle
yaşanan
kişilerarası
ilişkiler
bağlamında bizzat kişilerarası alanda eyleme
konulan bir duygu düzenleme yolu olarak
önerdiğini göstermektedir.
Yeterince eşlenmiş, doğru aynalanmış, kırılma ve
onarımlar yoluyla kendilik düzenlemesini
öğrenebilmiş olan çocuk, güçlü bir benlik
duygusu ve empati kurma yeteneği geliştirir.
Kendi benliğini yitirmeden ve bastığı zemini
kaybetmeden başkalarının gerçekliğine girip
çıkma güvenini oluşturmuştur. Tian Dayton’un
yaklaşımına göre bu dönem “Yardımcı Ego
Dönemi” olarak adlandırılır. Çocuğun yüksek
kendilik değerinin verdiği sağlamlık ile
başkalarının varlığını dikkate almaya ve
toplumsallaşmaya başladığı dönemdir. Bu dönem
narsisistik ihtiyaçların ve isteklerin ötesine
geçebilme ve dünyada başkalarının da olduğu
gerçeğini kabullenebilme dönemidir.
Psikodramada yardımcı ego olabilmek, kendi
ihtiyaçlarının
farkında
olarak
onları
bekletebilmek ve kendisinin dışındaki rollere
girmeye hazır olmak çok önemlidir.
Gelişimsel olarak, bundan sonraki dönem, benlik
gelişiminin ve ayrışmanın tamamlanarak benlik
bütünlüğüne ulaşıldığı ve bunun verdiği güven ile
empati kurmanın da ötesinde başkalarının bakış
açısına geçilebildiği dönemdir. Tian Dayton bu
döneme “Rol Değiştirme Dönemi” adını verir.
Rol değiştirmede kendi rolünden tamamen çıkıp
bir başkasının benliğine kısa bir yolculuk yaparak
onun gibi düşünebilme ve hissedebilme yetisine
ihtiyaç vardır. Bunun için sınırların çok net
olması gerekir. Rol değiştirmek bir başkasının
benliği içinde yok olmak değil, onun subjektif
gerçekliğine yapılan anlık bir ziyarettir. Ardından
kişi kendi benliğinin sınırlarına geri döner.
37
Kişinin kendi rolünden çıkıp başka birinin rolünü
alması ve bir süreliğine o rolü oynaması, kişilik
gelişiminindeki temel aşamaların tamamlandığını
gösterir.
Kellermann (1992), rol değiştirme sırasında iki
kişinin
birbirlerinin
öznel
dünyasında
derinleşmeye başlamalarının ve bir süreliğine
“öteki” olmalarının önemine değinmiş ve kişinin
önce diğerini taklit ettiğini, ardından özdeşim
kurduğunu ve son aşamada da içine alarak “o”
olduğunu vurgulamıştır. Görülebileceği gibi bu
süreç, kişinin kendi içsel işleyen modelleri ile
karşılaşmasını, onları yeni gerçeklik içinde ele
almasını ve yeniden yapılandırmasını sağlar.
Hazmedilmeden yutulmuş bir lokmayı çıkartıp,
çiğnedikten sonra yeniden yutmak gibi… Lokma
bu kez sindirilmeye hazır hale getirilebilmiştir.
J.L. Moreno ve Z. Moreno, rol değiştirmenin, 3
yaşına gelmiş bir çocuğun sosyal gelişimi
açısından son derece önemli olduğunu
söylemişlerdir. Bu yaştaki çocuk, yavaş yavaş
benmerkezci evreyi geride bırakmakta ve
karşısındakini tanımaya başlamaktadır. Rol
değiştirme becerisi, çocuğun sağlıklı ve yeterli
bir eşleme deneyimi edinebilmiş olmasına
bağlıdır (Kellermann, 1992).
Psikodramada rol değiştirme temel teknikler
içinde en önemli olanıdır. Bunun anlamı,
gelişimsel süreçte en gelişmiş evreye takabül
etmesidir. Rol değiştirmenin yapılmadığı bir
psikodrama oturumu gelişimsel olarak gereken
basamakların çıkılmadığını gösterir.
tehlikeyle karşılaşmadan birçok yaratıcı yolculuk
yapmak
mümkündür.
Çoğu
zaman
bu
yolculuklar, öznel öyküyü yeniden ve bu kez
daha şifa verici şekilde yazmak için ender
fırsatlarla doludur.
KAYNAKÇA
•
•
•
•
•
•
•
•
Psikodrama Sahnesinde Şifalanmak ve
Büyümek
•
Bir psikodrama oturumu, bütün bu gelişimsel
aşamaları temsili olarak içermek durumunda
olduğundan her oturumda, geçmişten kalan
yaraların sarılması, gelişimsel basamakların
tekrar tekrar çıkılarak insanın en temel ihtiyacı
olan güvenli bağlanma örüntülerinin tesis
edilmesi ya da sağlamlaştırılması yoluyla
benliğin temelleri güçlendirilir.
•
Zerka Moreno, psikodramanın “insana hayatı
nasıl yaşayacağını, ceza çektirmeden öğreten bir
laboratuar” olduğunu söyler (akt. Kellermann,
1992). Gerçekten de psikodrama tıpkı iyi bir anne
çocuk ilişkisinde olduğu gibi insanın her türlü
haliyle var olmasına izin veren güvenli bir üs
gibidir. Bu üsten yola çıkarak herhangi bir
•
•
•
•
Ainsworth, M.D.S., Blehar, M.C., Waters, E.,
ve Wall, S. (1978). Patterns of attachment: A
psychological study of the strange situation.
Hillsdale, NJ: Erlbaum.
Altınay,
D.
(2010).
Tangodrama.
Psikodramada Çağdaş Yaklaşımlar. Ed. Deniz
Altınay. İstanbul: Sistem yayıncılık.
Blatner, A. (1994). Tele. Psychodrama Since
Moreno. Ed by P. Holmes, Blatner, A. (2002).
Psikodramanın Temelleri. Tarihçe, Kuram,
Uygulama (Çev. Gülden Şen). Sistem
Yayıncılık, İstanbul.
Bowlby, J. (1958). The nature of the child’s
tie to his mother. International Journal of
Psycho-Analysis, 39, 350-373.
Bowlby, J. (1959). Separation anxiety.
International Journal of Psycho-Analysis, 41,
1-25.
Bowlby, J. (1960). Grief and mourning in
infancy and early childhood. Psychoanalytic
Study of the Child, 15, 9-52.
Bowlby, J. (1969). Attachment and Loss: Cilt
1. Attachment. New York: Basic Books.
Bowlby, J. (1973). Attachment and Loss: Cilt
2. Separation: Anxiety and anger. New York:
Basic Books.
Bowlby, J. (1980). Attachment and Loss: Cilt
3. Loss: Sadness and depression. New York:
Basic Books.
Dayton, T. (1994). The Drama Within:
Psychodrama and Experiential Therapy,
Florida, Health Communications.
Hazan, C. & Shaver, P.R. (1994). Bağlanma:
Yakın ilişkilerle ilgili araştırmalar için bir
çerçeve (Çev. Ali Dönmez). Türk Psikoloji
Bülteni, 16-17, Mart-Haziran 2000, 29-50.
Holmes, P. (1992). The Inner World Outside:
Object relations theory and psychodrama,
London: Tavistock/Routledge.
Kellermann, P.F. (1992). Focus on
Psychodrama: The Therapeutic Aspects of
Psychodrama. London: Jessica Kingsley.
Knox, J. (1999). The relevance of attachment
theory to a contemporary Jungian view of
internal world: internal working models,
implicit memory and internal objects. Journal
of Analytical Psychology, 44, 511-530.
• Moreno, J.L. (1953). Who Shall Survive? A
New Approach to the Problem of Human
Interrelations. Washington: Nervous and
Mental Disease Publishing Co.
• Moreno, Z.T. (1975). The significance of
doubling and role reversal for cosmic man.
Group Psychotherapy & Psychodrama, 28,
55-59.
• Özbek, A. Ve Leutz, G. (1987). Psikodrama,
Grup Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim.
Ankara: Has-Soy Matbaası
• Page, T.F. (2001). Attachment and personality
disorders:
Exploring
maladaptive
developmental pathways. Child and Adolescent
Social Work Journal, 18(5), 313-334.
• Reite, M. ve Capitanio, J. (1985). On the nature
of social separation and attachment. In M.
Reite and T. Field (Eds.), The Psychobiology of
Attachment and Separation (s.223-255).
Orlando, FL: Academic Press.
• Schore, A. N. (2000). Attachment and the
regulation of the right brain. Attachment and
human development, 2(1), 23-47.
• Schore, A. N. (2001). Effects of a secure
attachment relationship on right brain
development, affect regulation and infant
mental health. Infant Mental Health Journal,
22(1-2), 7-66.
• Schore, A. N. (2002a). Advances in
Neuropsychoanalysis, attachment theory and
trauma research: Implications for self
psychology. Psychoanalytic Inquiry, 22(3), 433484.
• Schore, A. N. (2002b). Dysregulation of the
right brain: a fundamental mechanism of
traumatic
attachment
and
the
psychopathogenesis of posttraumatic stress
disorder. Australian and New Zealand
Journal of Psychiatry, 36, 9-30.
38
39
PSİKODRAMADA ''AN'' FELSEFESİNE GÖRE SOMUTLAŞTIRMA VE
SOMUTLAŞTIRMA SÜRECİNİN İYİLEŞTİRİCİ BİR TERAPÖTİK YÖNTEM
OLARAK ETKİSİ
(SOMUTLAŞTIRMANIN BÜYÜSÜ)
CONCRETIZATION ACCORDING TO “MOMENT” PHILOSOPHY IN
PSYCHODRAMA, AND THE IMPACT OF THE CONCRETIZATION PROCESS AS A
THERAPEUTIC METHOD
(THE MAGIC OF CONCRETIZATION)
Psk. Merih Ünsal
Eğitmen Psikodramatist
ÖZET
''Algılanabilen dünya ideal düşünceler dünyasının bozuk bir siluetidir.'' Plato
Somutlaştırma psikodrama'nın en önemli ve
spontan ve yaratıcı eylem içinde olduğu
güçlü terapötik bir tekniğidir. Moreno,
an’dır. Bunu en iyi psikodrama sahnesinde
evrendeki spontanlık ve yaratıcılık gücüne
deneyimleyebilir. Bu eşsiz sahne bizde var
inanan bir kuramcı ve filozoftu. ''Ben Tanrı''
olan spontanlığın ve yaratabilme gücümüzün
derken insanoğlunun evrenle olan yaratıcı
ortaya çıkmasını eğitilmesini sağlar. Bu
bağına gönderme yapmıştır. İnsan yaratır,
anlamda
somutlaştırma,
psikodrama
ilişki kurar, evrenle ve yaratıcı süreçleriyle de
sahnesinin tüm yerinde vardır. Psikodramanın
bağlantı
kurar.
Yaşamda
temel
tamamı somuttur, gözle görünendir ve ''an'' da
sorumluluklarımızı
alıp,
özgürleşip
gerçekleşir. Keşif yoluyla değişim ve gelişim ,
değişmemizdeki tek adım da budur.
iyileşme yolunda önemli bir avantaj
Somutlaştırmanın gücü bebeğin dünyaya
sağlamaktadır. Somutlaştırma tekniği ile
gelmesi sonucu insanlığın yaratılması ile
geçmiş zamanda bir yaşantıyı bilinçaltında
insanlığa sunulmuştur. Doğum somuttur ve
tekrarlayabilir ve bu tekrarı şimdiki zamanda
gerçektir.
Evren,
somutlaştırmanın
ta
işlevini ortaya çıkartabiliriz. Ne tür olursa
kendisidir. Biliyoruz ki her şey “şimdi ve
olsun geçirdiğimiz bir yaşantıyı psikodrama
burada” gerçekleşmektedir. Moreno’ya göre
sahnesinde tekrar yaşama şansımız vardır. Söz
bunu yaşatabilen en etkin yöntem ise eylem
konusu “tekrar yaşama” geçmişte ki bir olayın
halidir. Ancak eylemde olan canlı “an” da
yeniden yaşanması şeklinde olabileceği gibi
olabilir ve zamansızlığı yaşayabilir. Eylemsiz
geleceğe ilişkin bir hayalin provası şeklinde
hiçbir canlı olmamasına rağmen insanoğlu
olabilir. Bu iyileştirici / tedavi edici işleve
eylemin ‘’An’’ yarattığını ve böylece an
sahiptir. Moreno bu konuda “ikinci kez
içinde hayatını nasıl oluşturduğunun çok fazla
yaşanan her gerçek birincinin verebileceği
farkına varmaz. Fark ettiği an ise onun
zarardan
kurtuluştur”
der.
ABSTRACT
“The perceptible world is a warped silhouette of the world of ideas.” Plato
Concretization is the most essential and
effective therapeutic technigue used in
psycodrama. Moreno was a theorist and
philosopher who believed in the universe’s
force of spontaneity and creativity. When
saying “I, God”, he was referring to the
creative connection between humankind and
the universe. Humankind creates, establishes
relations, and also connects to the universe
and its creative processes. This is the singular
step in our assumption of our responsibilities,
liberation and transformation. The power of
concretization has been provided to humanity
through the advent of the baby and the
40
ensuing creation of humankind. Birth is both
concrete and real. The universe is
concretization itself.
We know that
everything takes place “now and here”.
According to Moreno, action is the most
effective method to keep this alive. Only those
in action may be present in “the moment” but
also live timelesness. Even though there are
no inactive beings, humans do not fully
perceive how action creates “moments” thus
creating life within that moment.
The
moment he does realize this is the moment he
is in spontaneous and creative action. He can
experience this best at a psychodrama scene.
This unparalleled scene enables our inherent
spontaneity and creativity to appear and be
trained. From this perspective, concretization
is present throughout the psychodrama scene.
Psychodrama, in its entirety, is concrete,
visible, and takes place at the “moment”.
Transformation and development through
discovery provides a significant advantage in
the healing process. Through the technique of
concretization, we may re-enact a past
occurrence at the sub-conscious level and find
out its current function. We have the
possibility to re-live all past occurrences in the
psychodrama scene, regardless of their nature.
This “re-living” may be the re-living of a past
occurrence or also the rehearsal of some
future dream. This has healing/therapeutic
results. On this matter, Moreno says “every
second experiencing of any reality is
liberation from the damage which may be
caused by the first”.
PSİKODRAMADA SOMUTLAŞTIRMA
Son yıllarda insanın varoluş sürecinde sosyal,
çevresel, biyolojik, kültürel gelişim ve
teknolojik alandaki ilerlemenin hızı ve
yarattığı etkisi düşünüldüğünde; duygu ve
bilinçaltı dünyamızın dış alanlara yayıldığını
ve nesnelerle ilişkisini anlamlandırmak,
karşılık bulmak zorunda olduğumuzu görürüz.
Moreno’ya göre insan kendi doğası nedeniyle
girişimci, eyleme yönelik bir varlıktır. Diğer
insanlarla ve kozmosla sürekli ilişki içindedir
ve bir insanın mutlu ya da mutsuz oluşu,
yakın ya da sosyal ilişkilerinde iyi ya da kötü
gidiş içinde olması, kişiler arası ilişkisinde
empati, aktarım ve tele’den hangisini
kullanmakta olduğu ile ilişkilidir.” diyerek bu
durumun temel olduğunu açıklamaktadır.
Gerçek yaşamındaki durumunu yok saymadan
kişinin gerçeğe uymayan ya da olumsuz
fantezileri, algıları, duyguları, düşünceleri,
hayalleri, çelişkileri kısaca geçmişi şimdiki
zamanı ve geleceği psikodrama ortamının
güvenli çerçevesinde ele alınarak gerçekliğe
ilişkin
deneme
yapabilmesine,
somutlaştırmasına ve bu yolla iyileşme
sağlanması temel alınır. Kişinin hayal
dünyasındaki yaratım gücünden yoksun
kalması yaşam içinde mutsuz olmasına,
eylemsiz kalmasına, problemlerini çözmede
tıkanmasına,
kendini
var
edebilme
potansiyelini gerçekleştirememesine neden
olmaktadır.
Kişinin
yaşamını
anlamlandıracağı canlandırmalarla hayal
dünyasının fantezi alanının genişletilmesi,
denemeler ve ısınma oyunları ile harekete
geçirilerek gelecek için katılımcı, yaratıcı
davranışlarda bulunmalarının yolu açılmakta,
cesaret kazanmaları desteklenmektedir.
Psikodrama
uygulamalarındaki
somutlaştırmalarda;
protagonistin (baş
oyuncu) geliştirici etkileşim süreci kendi
katılaşmış bakış açısından kurtulma yönünde
oluşan çabalar kendisine oyun görünümü
altında daha spontan daha esnek ve hatta
kendi iç dünyasının belirleyicisi olma olanağı
sağlar. Böylece bireylerin değişik durumlarda
iyi kişiler arası etkileşimleri, ilişkileri
sürdürme becerilerini öğrenmeleri ve geleceğe
taşımaları mümkündür. “Kendilik” kavramı
iletişimde ve başkalarını anlamada önemli bir
etkiye sahiptir. Buna karşın kendini anlama,
bilme zor bir iştir. Çünkü kendimizi nasıl
gördüğümüz, başkalarının bizi nasıl gördüğü
ve gerçekten kim olduğumuzu ayırt etmek her
zaman
kolay
değildir.
Psikodrama
oturumlarında somutlaştırma; kişiye bu
rahatlığı ve konforu sağlayan çok önemli bir
terapötik tekniktir. İçimizde ki bizi rahatsız
eden misafiri yargılamadan, ona direnmeden
sıcak bir şekilde onunla karşılaşarak dıştan içe
doğru
baştan
başa
‘temizleyerek’
değiştirecektir. Esas olan bunun ‘nasıl’
olacağı; özellikle ruhumuzun karanlık bize
dost olmayan hatta kötü taraflarımızla
karşılaştığımızda ne olacağıdır. İnsan ilişkileri
etkinlik denge ve doyum gibi temellere
dayanmaktadır. İşte bu noktada insanın ilişki
sorunlarını ve iç çatışmalarını yine kendisinde
var olan spontanlık, yaratıcılık ve eylem gibi
temel dinamiklerinin doğal ve etkin bir
psikodrama süreci içerisinde kullanılması
sonucunda çözebilmesi olanaklıdır. İnsanın iç
çatışmalarını ve ilişki sorunlarını spontan
olarak oyun içinde rol alması aracılığıyla,
kendine özgü tekniklerle inceleyen, işleyen
psikodrama yöntemini Moreno “insan
doğasına en uygun olan tedavi biçimi” olarak
tanımlamıştır.
Psikodrama
da
bunu
somutlaştırma yolu ve teknikleri ile
yapmaktayız. Somutlaştırma, bu anlamda
kişinin içinde bulunduğu yaratıcı gücün ortaya
çıkmasında, eyleme geçilmesinde ve kişinin
değişime geçmesine hızlı bir şekilde harekete
geçiren çok önemli yardımcı tekniklerden bir
tanesidir.
Psikodramada
insan,
kendi
davranışının bütün olgularına, bütün rollerine
girebilme olanağına sahiptir. Psikodramanın
yalnız söze dayalı etkileşimlere göre daha
aktif, tam katılımcı, yaşamı örnekleyici
olanaklara sahip, hareketli ortamı iyileşmeye
olanak sağlamaktadır.
Somutlaştırma, en geniş anlamı ile üzerinde
çalışılmakta olanın görünür ve yaşanabilir
hale
getirilmesidir.
Bu
anlamda
Psikodrama'nın tamamı somutlaştırmadır.
Somutlaştırmann
yapılmadığı
bir
psikodramadan söz edemeyiz. ''Oturarak
çalışmayı benimseyen liderler, psikodramanın
verimli
yapısından
yeteri
kadar
yararlanamazlar.
Somutlaştırmayı
kullanabilmesi için ise liderin birçok çeşitli
psikodrama
yaşantılarından
geçmesi
gerekmektedir.Buna
bağlı
olarak
da
yaratıcılığını geliştirmiş olmalıdır. Bir
psikodrama oyunu içinde soyut durumlar
mutlak somutlaştırılmalıdır. Örn. İlişkinin
yapış yapış olduğunu söyleyen protagoniste
bunu göstermesi istenir ve bu durumda oyun
devam eder. Bu ise protogonistin gerçek
anlamda eyleme geçmesini kolaylaştırır. (D.
Altınay, Mart 1998).
Psikodramada bütün yaratıcı eylem ve bu
eylemin iletişimsel işlevleri ve olanakları
şaşılacak derecede kapsamlı ve duyarlı bir
şekilde kişinin bilinçaltına nüfuz etmekte ve
her şeyin dile getirilmekte ki gücünü
somutlaştırma
tekniğinden
almaktadır.
Somutlaştırma teknikleri ile her türden rüyayı
41
ve yaşantıyı ‘’geçmiş yaşam‘’ fantezilerini
yaşar hale getirmek aslında psikolojik
çatışmaların çözümlenmesini ve şifa bulmayı
kolaylaştırmak mümkündür. Bireyin egosunun
yüzleşemediği çatışmaları ve duyguları,
tamamlanabilecekleri gerçekçi bir geçmiş
yaşam senaryoya koyabilmesine izin verir.
Moreno; kendi psikodrama çalışmasının ve
Perls de kendi Gestalt terapisinin amaçları
gereğince rüyaları gerçekçi olarak ele
almaktaydılar. Başka bir deyişle, ‘’geçmiş
yaşam’’ içeriklerine tamamen fenomenolojik
muamelesi yapıldığında, yani ‘’gerçekçi’’ ve
tarihsel’’ özellikleri olan imgeler olduğu
söylenildiğin de, bunlar son derece ‘’ şifalı
kurguları’’ güdüleyebilirler. Bu bağlamda
somutlaştırma yapılırken beş duyu ile
algılama göz önüne alınarak yaşantının,
görsel, sessel, bedensel, (temas) ve kokusal
detayları göz önüne alınarak çok boyutlu ele
alınmalıdır.
Psikodramada Somutlaştırmanın Yeri,
Anlamı ve Önemi
“ Bir insan kaç sözcük bilebilir ki?” tüm
yaşamında
yaşadıklarını
bir
çırpıda
anlatabileceği. Günlük konuşmalarımızda kaç
sözcük kullanıyoruz ki? Yüz, iki yüz, üç yüz.
Duygularımız sözcüklere bürünür, sözcüklerle
acıyı, sevinci, iç dünyamızda olan biteni dile
getiririz. Yani aslında dile getirilemeyen
şeylerin hepsini dile sözcüklerle aktarmaya
çalışırız. Romeo, Juliet’e harikulade sözler
söylemişti, son derece parlak ve güçlü. Ama
bu sözler yüreğinden taşan duyguların acaba
yarısını olsun ifade edebiliyor muydu? Kendi
nefesini kesen, Juliet’inse aşktan başka bir şey
düşünmemesine yol açan bütün o duygular.
(Andrey Tarkouski, 2008)
Psikodrama
sahnesinde bir anda tüm olan biteni tek bir
heykel üzerinde görebiliriz.
Somutlaştırma ile geçmiş zamanda bir
yaşantıyı bilinçaltında tekrarlayabilir ve bu
tekrarı şimdiki zamanda işlevini ortaya
çıkartabiliriz. Ne tür olursa olsun geçirdiğimiz
bir yaşantıyı psikodrama sahnesinde tekrar
yaşama şansımız vardır. Söz konusu “tekrar
yaşama” geçmişte ki bir olayın yeniden
yaşanması şeklinde olabileceği gibi geleceğe
ilişkin
bir hayalin
provası şeklinde
olabilir.Birey yaşamındaki her anı, alt zihin ya
da tepkisel zihne kaydeder. Hayat boyu
yaşanan bütün fiziksel acı ve manevi acı
içeren duygular, birey onları bilse de bilmese
de bedensel hafızada tutulur. Hiçbir şey
unutulmaz. Bu yüzden terapilerde bu
acılardan arınmaya, kurtulmaya çalışılır. Tüm
bunlar geçmiş yaşam, yaşanmışlıklarımız
olarak değerlendirilir. Geçmişte ki bu anılara
psikodrama sahnesinde ulaşılır, kayıtlar tüm
detaylarıyla sahnelenir ve canlandırılırlar, eski
anlarda ki bu kayıtlara ulaşılarak, hafıza
bankalarında tekrar ele alınır, yorumlanır,
tecrübe edilir, yeni ve olumlu bir kayıt elde
edilir. Orada olan her şey tekrar onarılır ve
fiziksel, zihinsel varlık yeni baştan yaratılır.
İçinde acıların, travmaların olmadığı yeni bir
olumlu hafıza yaratılır.Acıların, olumsuz
travmaların
yeniden
dosyalanmasında,
insanoğlu haberdar olmadığı başka bir
hatırlama işlevine sahiptir. Kişi, günlük
yaşamında farkında olmadan onu kullanır. Bu
süreç, geri dönüş sürecidir. Tamamen uyanık
olan bir insan bu kayıtları tetiklenerek
hayatında ki herhangi bir döneme geri
dönebilir.Söz konusu “tekrar yaşama”
geçmişte ki bir olayın yeniden yaşanması
şeklinde olabileceği gibi, geleceğe ilişkin bir
hayalin provası şeklinde de olabilir. Bu
iyileştirici / tedavi edici işleve sahiptir.
Moreno bu konuda “ ikinci kez yaşanan her
gerçek, birincinin verebileceği zarardan
kurtuluştur.” der.
Somutlaştırmanın Tarihsel Süreci,
Varoluşu ve Büyüsü
Gerçekte araştırdığımızda psikodramanın
kökenini insanlık tarihinin çok eski çağlarında
görebileceğimizi
ve
somutlaştırma/canlandırma sahnelerine tanık
olabildiğimizi görürüz.
Somutlaştırmanın
yapılmadığı yerde psikodramadan söz
edemeyiz. Nedir onu bu kadar önemli yapan
şey? Taş devrinden bu yana insanoğlu çok
değer vermiştir oyuna, taklide ve onu birlikte
yaşamaya. Bunun iki temel nedeni vardır.
Biri; insanın kendinden ötede olmaya yönelik
içgüdüsel eğilimi,
İkincisi; bilinmeyen şeylere, kutsal ve gizemli
olana karşı takındıkları tavırdadır.
Onların avladıkları hayvanlar, dalından
koparıp yedikleri meyveler, yağmura, baskına
karşı kurdukları evler, ısınmak için kestikleri
ağaçlar, suyu geçmek için yaptıkları saz ipler
doğaya karşı sağladıkları üstünlüğün birer
göstergesidir. Bununda bilincine varmıştır
ilkel insan. Bu bilgisini tartımlı hareketler
42
yapıp sesler çıkararak, dans ederek üstünlük
sağlama yoluna gitmişlerdir. Bu üstünlüğün
anlatımı ise, ilkel insanın topluca düzenlediği
yalın ve yabanıl oyunlarla var olmuşlardır. Bu
ilkel oyunlar giderek daha belirgin ve düzenli
biri duruma gelmiş ve ritüeller ortaya
çıkmıştır. Böylece insanın doğa ile ilişkisinde
büyü var olmuş; çeşitli giysiler, maskeler,
tartımlı hareketler, gizemli sesler ve müzikler,
doğal olanın dışında kalan usluplaşmayı,
başka bir değişle sanatsal /tiyatral/ dramatik/
görsel anlatımı getirmiştir.
Öbür yanda, insanoğlu, dinlenmek, vakit
geçirmek, eğlenmek ve düşünmek için
bulduğu topluca oyunlar, güncel sorunları ve
olayları yansıtmıştır. Doğa ile ilişkisinde
Büyücü’nün yönetiminde törensel gösteriye
giren insanoğlu, günce olayları yansıtan
oyunlarda da homo ludens, yani ‘oynayan
insanı’’ var etmiştir. Ritüel, insanın doğasıyla
çatışmasını simgelerken, ilkel insanın günlük
işlerini yansıtan oyunlar da onun öteki
insanlarla olan ilişkilerini ya da çatışmalarını
anlatmıştır.
Öyleyse, ilkel insan, birlikte ortaya çıkardığı
anlatım ve somutlaştırma biçimleri için iki
kaynaktan hareket etmiştir.
Anlatım
biçimini
düzenleyen
konu
(protagonistin yaşam öyküsü), tarihsel öz.
Dinamik genellemeler.
Bu konunun insan doğasına ilişkin büyülü
yanı ( tele, eylem, spontanite, yaratıcılık,
sezgiler, düşünce, bilinçdışı (yaşamın evrensel
öz değerleri), evrensel öz. İnsanın varoluşunu,
değişmeyen özellikleri içinde değerlendiren
ama bunları tarihsel gelişimin boyutları
açısından ele alan statik, derinlemesine olan
yönelim.
Psikodrama oturumlarının iki yarım küresi,
yani sahne ve seyirci arasındaki birleşmede,
insanoğlunun yaşamında doğrulara yönelik bir
artış sağlama işlemi hiçbir zaman yaşamın
kuru
ve
katı
tanımlaması
değildir.
Somutlaştırılan sahnelerde protagonist, her anı
bütünlüğü içinde yaşarken, tüm duyguları ses,
koku, renk vs. bedeninde hissetmekte,
kendisini bir başkasının
yaşamı ile
görebilmektedir. Beynin iki yarım küresi
olarak da düşünebileceğimiz bu olgu da,
yalnız akıl, mantık ve düşünce değil, duyguyla
ve sezgiyle de hareket etme vardır. Bu
bağlamda sahne ve sahnede oluşturulan
somutlaştırılan oyun, özvarlığımızı fark
etmemize yarayan şeylerin, mutlulukların,
acıların, ağlama ve gülmelerin, sevgilerimizin,
nefretlerimizin,
üstünlüklerimizin
ve
zaaflarımızın büyülü aynasıdır. Oyun yazarı
ve ilk Shakespeare yorumcularından Johann
Elias Schigell, 1764 yılında yazdığı bir
yazısında, ayna olma görevinden şöyle söz
etmiştir.
‘İyi bir tiyatro tüm insanlara, kendine
çekidüzen veren bir kadının ayna karşısında
yaptığını yaptırır.’
Romantik dönem yazarlarından Novalis ise,
tiyatroyu ‘’insanoğlunun canlı yansısı’’ olarak
deyimler.Oyunlarına yazdığı önsözlerle büyük
düşünce hareketleri getiren Bernard Shaw, ‘’
Niçin puritanlara’’ adlı yazısında, sahneyi bir
büyü yeri olarak görür. Bu büyü yerinin cezalı
yığınları,
ellerinde
olmadan
‘’kendini
aramanın yıkılışı’’nı gerçekleştirirler. Sahne
bu anlamda psikodramada büyülendiğimiz
yerdir. Çünkü psikodramada sahnelerinde
günümüzün bocalayan insanlarına çoktandır
kaybolmuş bir töreni yaşatmaktadır. Bu
törende; seyirciye büyüleyici bir düzenle ayna
tutulur. Büyü, yaşam gereğini ‘’artık
gerçeklik ‘’ ile vermektedir.
Günümüzde de bazı ilkel topluluklarda ruhsal
hastalıkların tedavisinde "psikodramatik şok"
tekniğinin
kullanıldığı
bilinmektedir.
Antropolog Bernard Aginski, California
kıyılarında yaşayan Pomo Kızılderililerin de
bu tür yöntemlerin kullanıldığını gözlemiştir.
Aginski'nin tanık olduğu bir olguda,
kendinden geçmiş ve görünürde ölmekte olan
bir adam Pomoluların yaşadığı köyün alanına
getirilir. Anlatılanlara göre yaşlı adam
ormanda gezerken ömründe ilk kez bir yaban
hindisi ile karşılaşınca paniğe kapılmış ve
korkudan bu duruma gelmişti. Olayı
duyduktan sonra kabile sihirbazı yaşlı adamın
bulunduğu alandan ayrılır ve biraz sonra
yardımcıları ile birlikte döner. Olay tüm
ayrıntıları ile yeniden canlandırılır ve sihirbaz,
yaban hindisi rolünü oynar. Yaşlı adam olayı
tekrar yaşar, ancak bu arada hayvanın zararsız
bir yaratık olduğunu da fark etmeye ve
iyileşmeye başlar.
43
Diğer bir tarihsel gelişme ise; Moreno'nun
192I'de
Viyana
operası
yakınında,
Maysedergasse'de
Steigreiftheater'i
(the
Theater of Spontaneity=Doğmaca Tiyatro)
kurduğu ve yönettiği romantik rollerdeki
oyuncuların
evliliklerindeki
ilişkilerinin
düzelmeleri
yönündedir.Bu
tiyatroda
oyuncular bir konuyu belirli bir tekste bağlı
kalmaksızın
içlerinden
geldiğince
oynuyorlardı. Bu tiyatrodaki romantik rolleri
başarı ile oynayan Barbara, Monero'nun
önerisi üzerine Viyana'da bir yabancı
tarafından bıçaklanarak öldürülen bir fahişe
rolünü başarı ile oynar.Uzun dönem romantik
rolleri oynayan Barbara gerçek hayatının son
dönemlerinde hırçın ve küfürbaz biri haline
gelmişken, hizmetçi, oynak sevgili, yalnızlık
çeken evde kalmış kız, kocasından intikam
alan kadın, bar kadını, vb. rolleri oynamaya
başladıktan sonra ise yumuşak huylu biri
haline gelmiş ve aynı tiyatroda rol alan kocası
George ile olan ilişkileri düzelmiştir . George,
giderek bunun bir tedavi yöntemi olduğunu ve
Barbara’nın her akşam sahnede duygularından
arınımının ilişkilerine denge sağladığının
farkına varmaya başlamıştır. Akşamları
Barbara evde bir tartışma başlatsa dahi kısa
bir süre sonra sahnedeki rolünü anımsayarak
gülmeye başlar, George da Barbarayı sahnede
değişik duygusal durumları yaşarken izledikçe
onun içsel dünyasına karşı bir anlayış kazanır.
Daha sonraları Moreno, George'a Barbara ile
birlikte oynamalarını önerir. Böylece, evli çift
her akşam sahnede evlilik sorunlarını,
birbirlerine olan sevgilerini ve geleceğe ilişkin
tasarılarını canlandırmaya başlar. Barbara ve
George evliliklerine ilişkin sorunları sahnede
çözümlerken canlandırdıkları durumlar da
tiyatroda büyük bir başarı sağlar ve seyirci bu
sahnelerin kendilerini neden daha çok
etkilediğini sormaya başlar (tanık -seyirci
tedavisi) (Engin GENÇTAN, MAKALE).
MORENO’NUN ‘’AN’’ FELSEFESİNDE
SOMUTLAŞTIRMANIN ÖNEMİ
Bu gelişmeden de anlaşılacağı üzere,
Psikodramada
Somutlaştırmanın
tarihsel
kökenleri Viyana bahçelerinde, tiyatro
sahnelerinde ve psikoterapi odalarında saklıdır
ve biliyoruz ki iyileşme sürecindeki tüm
sosyometri ve psikodrama kavramları,
spontanite, yaratıcılık, eylem, tele ve sahne
An’dan
temel almaktadır. Yani her şey
“şimdi ve burada” gerçekleşmektedir.
Moreno’ya göre bunu yaşatabilen en etkin
yöntem ise eylem halidir. Ancak eylemde olan
canlı “an” da olabilir ve zamansızlığı
yaşayabilir. Yani her şey “şimdi ve burada”
gerçekleşmektedir. Eylemsiz hiçbir canlı
olmamasına rağmen insanoğlu eylemin ‘’An’’
yarattığını ve böylece an içinde hayatını nasıl
oluşturduğunun çok fazla farkına varmaz.
Fark ettiği an ise onun spontan ve yaratıcı
eylem içinde olduğu an’dır. Bunu en iyi
psikodrama sahnesinde deneyimleyebilir. Bu
eşsiz sahne bizde var olan spontanlığın ve
yaratabilme gücümüzün ortaya çıkmasını
eğitilmesini
sağlar.
Bu
anlamda
somutlaştırma, psikodrama sahnesinin tüm
yerinde vardır.
Moreno’nun An felsefesi ve Tanrı tanımında
ki yüce, güçlü, canlı, yaratıcı, hareketli olduğu
ile ilgili varsayımlarından ve Tanrı kavramı
içinde tanımladığı ve psikodrama grup
terapisin de başlıca kavramları olan
spontanlık, yaratıcılık ve eylemin, psikodrama
sahnelerinde bizi “AN” a götürmesi ve kişinin
bilincinin alt komplekslerinde bir bağlantı
kurması somutlaştırmanın büyülü yanıdır.
Moreno’ ya göre bireyler aslında geniş
anlamıyla evrenin ve dünyanın yaratılması
sürecin içinde bir bütünün parçasıdır. İnsanı
evrenden ayrı düşünmek, soyutlamak, onun
varlığını iyi anlayamamaktır. Bu anlayış
içinde Moreno kozmik dünya olayları olarak
itme-çekme gücü, eylem, spontanlık ve
yaratıcılığı hem insan varlığının bütünleyici
unsurları, hem de sosyometriyi ilk psikodrama
araştırma ve uygulamanın önemli konuları
olarak ele alır. O bu görüşten hareketle
bireysel var oluşun anlam ve değeri ile
evrenin yaratıcı süreci arasında ilişki kurar.
İnsanı kozmik insan olarak görür. ( Özbek,
1987 )
Moreno, insanda bulunan yaratıcı gücün, bir
kaynaktan fışkırırcasına insanı özgür ve
önceden yordanamaz eylemlerde bulunmaya
ittiği görüşündedir. Moreno, insanda ki bu
özelliklerden
yararlanarak
psikodramayı
gerçekleştirmeye çalışmıştır. Psikodrama
sahnesinde, an da kalarak ısınma yoluyla
spontanlıkları arttırılan kişiler içlerinde
bulunan yaratıcı gücü sonsuz seçenekle
eyleme, yeni davranışlara geçirebilirler. Bu
bağlamda düşünüldüğünde somutlaştırma
44
yapılırken, sahnede o an da var olunur her şey
orada yaşanır.
Moreno, Ben- Tanrıyı açıklarken evrenin
sonsuz yaratıcılığının her türlü varoluş
boyutunda gerçekleşmesinin bizi birbirimize
bağladığını, ayrıca geçmişte, şimdi de ve
gelecekte oluşması tüm galaksileri ve her
yaşayan organizmayı birbirine bağladığını
açıklamıştır.
Somut
olan
evren
ve
kosmozdur.Gerçek denen kavram, bizim
deneyimlediğimiz
an
da
ve
biz
deneyimlediğimiz için oluşur. O’nu görerek,
koklayarak, duyarak, düşünerek ya da
hissederek yaratan biziz. Somut olan biziz.
Biz yoksak gerçek de yoktur ve somutlaştırma
evrenin kendisidir. Psikodramada bu anlamda
yaratıcılığın ortaya çıktığı yerdir.
Evrenin bu işleyiş biçimini, makro düzeyden
yani Tanrı boyutundan, mikro düzeye
uygulayabilen
Moreno,
psikodrama
sahnesinde yaşamları somutlaştırırken ‘’Ayna
Tekniği’’ uygulayarak ‘’şimdi ve burada’’
protagonistin gerçeğini keşfetmesini bir
anlamda yeniden yaratıp, deneyimlemesini
sağlamıştır.
Ayna Tekniği sayesinde
somutlaştırdığı sahnesine dışarıdan bakarak, o
anda oluşan farkındalık ve iç görü sayesinde
tekrar o sahneye girip yeni gerçeğini yaratır.
Bu
anlamda,
psikodrama
sahnesinde
somutlaştırılan yaşamlarda gerçekleştirilen
her durum, duygu, olay yaratılırken, bir
durumun veya şeyin hiçbir şeyden ortaya
çıkıp, kendini geçici olarak ‘’şimdi ve
burada’’ gösterip, kendini tekrar yok etmesi
mümkündür.
Somutlaştırma sürecinde
psişemizin gerçeği an be an oluşur. Üstelik
zamana yayılıp, gelişerek aynaya bakmayı
öğrenerek somut gerçekliği oluştururuz.
SOMUTLAŞTIRMA VE EYLEM
(Anlatma yap, söyleme göster.)
Yirminci yüzyıl garip bir yüzyıl olarak
tamamlandı. Yirmi birinci yüzyıl garip bir
yüzyıl olarak başladı. Bir önceki çağın
garipliği, insana getirdiği olağanüstü tanım
genişliğinden kaynaklanıyordu. İnsan artık bir
‘’varlık’’ olmaktan çıkmış. Başlı başına
Moreno ‘nun da kavramı olan robopati ,
(kültürel konserve ) yapı haline dönüşmüştü.
Laboratuvarlarda, kliniklerde, hastanelerde ve
nihayet sanal ve görsel dünyada ele alınan
insan yarattıklarının kölesi olmuştur. Moreno’
ya göre bu şekilde devam edilirse yarınlara
yani geleceğe kimsenin kalamayabileceğini
anlatmaya çalışmıştır. O’na göre evrenin
yasası yaratıcılıktır. İnsanoğlu için hiçbir
kavram inisiyatif, spontanlık ve cesaret kadar
anlamlı ve gerekli değildir. Tüm bunlar
Tanrı’nın özellikleridir ve insanoğlunda da
bulunmaktadır. Moreno insan varlığının
“mutlu insan olmak” noktasında sağlıklı ve
verimli bir birey haline nasıl gelebileceği
konusunda, Aristoteles’in an felsefesinden
etkilenmiş ve “Tanrı” kavramına ve var oluş
üzerine
varsayımlarda
bulunmuş
ve
Psikodramayı ve sosyometriyi üç önemli
kavram üzerine kurmuştur. Spontanlık,
yaratıcılık ve eylem. Somut olan yaratılandır,
sonuçtur ve bir dizi eylemden oluşur. Bu
anlamda varoluş, doğum ve yaradılış evren
gözle gördüğümüz bu dünya somut olandır.
Bu bize an be an oluşan bir evreni anlatır.
“Spontanlık” ve “yaratıcılık”; Bu iki
kavramın ilişkisine bakıldığında, spontanlığın,
yaratıcılık etkinliği için bir katalizör görevi
yaptığını görülür. Birey yaratıcı düşüncelere
sahip olabilir ancak spontanitesi olmadan
bunları yaşama geçirmesi, gerçekleştirmesi
olanaklı değildir. Spontanlık ile impulsif
davranış arasında bir benzerlik yoktur;
impulsif davranış içten gelen ve kontrol
edilemeyen dürtülerle oluşur ve bu
spontanlığın tanımına uymaz.
“Eylem”; Psikodramanın felsefesinde eylem,
bu yaklaşımın farklılığının yaşama geçiş
biçimi olarak çok önemli bir kavramdır.
Somut olan sonuçtur ve içinde bir dizi eylemi
barındırır. Eylem, psikodrama içinde gerçeğin
olduğu gibi görülmesinin garantisidir. İnsan
yalnızca sözcüklerle kurgulanamaz. Bu açıdan
psikodrama,
psikoterapiyi
sözcüklerin
batağından kurtarmıştır. Psikodramada kontrol
altında ortaya çıkan ve sağlıklı olan acting-out
anlamında eylem, psikoterapi sürecinin çok
etkili ve gerekli bir bölümüdür. Yaşam
öyküsünün somutlaştırılmasında eylem çok
önemli bir kavramdır. Kendini ifade
edebilmek de sorun çözmek kadar önemli bir
beceridir ve psikodrama bu gereksinmenin
takdir edilmesine dayanmaktadır. İfadenin
değerli
olmasının
nedeni
duygularla
düşünceleri hem açıklığa kavuşturması hem
de geçerli kılmasıdır. Kendini ifadenin ikinci
işlevi de, duygu ve düşüncelerin başkaları
45
tarafından duyulmasının onlara geçerlilik
kazandırması, onları daha gerçekçi bir hale
getirmesidir.
Somutlaştırılan sahnelerde,
protagonistler yalnızca söylemek istediklerini
konuşarak değil, boş bir koltukta oturan hayali
bir kişi bile olsa, kendi söylediklerini duyarak
daha canlı bir var olma duygusu hissederler.
Bir jest, parmakla göstermek, hareket yapmak,
kalkıp yüz yüze kalmak somutlaştırmayı daha
da etken hale getirir.
Bu bağlamda Moreno; eylem açlığından söz
ederek,
kişilerin
bedenlerinde
bunu
yaşamalarından yarar görürler. Çocuklar bu
şekilde,
oyunlarında
duygularını
somutlaştırarak yaşarlar. Bu açıdan Moreno,
önemli akıl hastalıkları olan insanların açlığını
bastırmak ya da saptırmak yerine, yanılsama
ve sanrılarının canlandırılmasını aktif bir
biçimde somutlaştırmayı önermiştir.
Psikodramada somutlaştırırken öğrenilen
temel ilke her zaman şu dur : ‘’Anlatma yap,
söyleme göster." Psikodrama sahnesinde her
duygu somut halde getirilir.Protagonistten
yaşantısını, duygularıı anlatması değil,
yapması ve bunu göstermesi istenir. Örneğin
İlişkinin yapış yapış olduğunu söyleyen
protagoniste
bunu
göstermesi
istenir
(D.Altınay, Mart 1988).
Bilinçaltı aslında bedenimizdir. Bizim
hayatımızın hikayesini tutar. Eylem ve ilişki
bağlantısını ise somutlaştırma ile kurarız. Rol
sayesinde vücut bize doğru şey söyler ve
kaynağa götürür. Çatışmanın yaşandığı
düğüme götürür. Önceden içselleştirilmiş
gerçeklik deneyimlerine ulaşmamıza yardımcı
olur.Yüzeyde olan her şey mantık ve
düşüncedir. Donmuş olan duygular ise
bedende serbesttir.‘’Zihin unutur, beden
hatırlar ‘’ der J.L. Moreno. Bir çocuk öfkeli
bir ebeveyni tarafından dövüleceği korkusuyla
yaşarsa, başını korumak için büzülmeyi ve
omuzlarını kaldırmayı öğrenir. Bu korkudan
kurtuluşu yoksa, savunmacı omuz zırhlanması
asla gevşemez ve buna karşılık olarak sıkı
sinirli midesi ve tedirgin sığ nefesleri de
gevşemez. Bir süre sonra da çocuk sürekli
olarak ‘’tetikte’’ olmaya öyle uyumlanmış
olur ki korku, organizmasında kronik olarak
adlandırılan kalkık omuzlar, bükülmüş sırt,
sıkışık göğüs ve mide biçimde kilitli halde
kalır. Yıllar içinde bu gibi tutma kalıpları
belirli karakteristik sabit postürlere kadar
uzanabilir. (Reich, 1951) . Bu koşulları
çözemeyiş donmuş beden anısı olarak
sonuçlanır.Somutlaştırma teknikleri ile her
türden rüyayı ve yaşantıyı ‘’geçmiş yaşam‘’
fantezilerini yaşar hale getirmek aslında
psikolojik çatışmaların çözümlenmesini ve
protoganistin
şifa
bulmasını
kolaylaştırmaktadır.
Duyguların
hissedilmediği, düşüncelerin içinde sıkışılıp
kalındığı, kendiliğin ifade edilemediği
durumlarda hiptonik bir farkındalık oluşturur
psikodramadaki somutlaştırma tekniği.‘’Hayal
gücü bilgiden daha önemlidir." der, Einstein.
Hele bir de hayal gücüne eşlik eden, yıkılmış
katılaşmış bakış acısı ve eylemlilik var ise
içimizdeki
bizi rahatsız eden misafiri
yargılamadan, ona direnmeden sıcak bir
şekilde onunla karşılaşarak dıştan içe doğru
baştan başa ‘’temizlenerek yeni bir hayata
merhaba diyebilme şansımız da vardır, yeter
ki sezgisel ve spontan önyargısız bir
somutlaştırma sahnesi yaşansın psikodramada.
''Anlatma göster, söyleme yap'' ilkesine
dayandırılarak
zenginleştirilmiş
somutlaştırma
sahneleri
protagonisti,
düşünceden uzaklaştırarak yaratıcı ve spontan
olmaya
zorlar.
Çoğumuz
günlük
hayatlarımızda
farkında
olmadan
yaşamaktayız. Zihnimizi otomatiğe bağlamış
bir boyutta sadece bilinçsizce yaşamaktayız.
Bilinç yaşamı sürdürmemizde önemli araçtır.
Çevremizin ve kendimizin farkında oldukça,
eylemlerimizi bu farkında olduğumuzu
olaylara göre biçimlendiririz. Yani bilinç,
çevremizdeki gerçekliğin farkında olma
durumudur. Bilinç aynı zamanda bir güçtür.
Bilincin insanda evrimleşmiş ve olgunlaşmış
şekli ise akıldır. Akıl, kavram ve düşünme
gücü kazanmış bir bilinç şeklidir. Akıl
körelince özsaygı ve öz etkinlikte körelir.
Zihin ne kadar az çalışırsa kişinin kendi
yaşamında değişiklikler yapma arzusu da o
ölçüde azalır. Bilinçli yaşamaya çalışmak, her
şeyin farkında olarak yaşamaktır. Farkında
olmak da an da kaldığımızda oluşur.Farkında
olup da bunu eylemek dökemiyorsak bu
kendimize ihanettir. Bu eylemli bir yaşam
değildir. Şimdiyi yaşamak, kendiliğinden olan
olağan bir durum değildir. Bazı insanlar
sürekli geçmişi düşünürler. Bazıları da
gelecekte yaşar kaygıları vardır. ‘’Şöyle
yaparsam ne derler, şöyle olursa ne yaparım
vs.’’Zihnimiz gelecekte ya da geçmiş de
yaşasa da bedenimiz şimdidedir. Geçmişin
46
anıları vardır, geleceğin de umudu.
Yaşamamız için gerçek olan sadece şimdiki
zamandır.Şimdiki
zamanda
beden-zihin
bütünlüğünü sağlamak için bitmemiş işleri
bitirmek
gerekir.
Sönmemiş
ateşleri
söndürmek
gerekir.
Geçmiş
şimdiyi
etkiliyorsa, geçmiş sorun yayıyorsa geçmiş
değildir. Şimdidir. Şimdi ise geçmişe
odaklanmıştır. Geçmişte olmuş olaylar hala
enerjileriyle şimdi ye ulaşıyor demektirler.
İyileşmenin amacı öncelikle bu bulaşmaları
susturmaktır. Psikodrama sahnesinde eyleme
geçtiğimizde, an dayızdır ve gösterdiğimizde
yani somut hale getirdiğimizde iyileşme süreci
de başlamıştır.
Somutlaştırmada Zihin – Beden İlişkisi –
Terapötik Süreç
Bilinçaltı, duyguların, hayallerin, hatıraların,
alışkanlıkların ve sezgilerimizin barındığı
yerdir. Ayrıca kendiliğinden işleyen tüm
beden işlevlerinin düzenlendiği, rüyaların
üretildiği ve üst bilince açılan bir kapıdır. Ve
kendimizi ve dünyayı nasıl algıladığımızı
sağlayan esas ve merkezi yerdir. Bilinçaltını
bu anlamda harekete geçirmek için güçlü
tekniklere ihtiyaç vardır. Psikodramada bunu
birçok teknikle yapabiliyoruz. İyi bir terapi
için de güçlü bir hipnotik durum gerekir.
Somutlaştırmada asla hatırlayamayacağımızı
sandığımız o olumsuz olayları yeniden
canlandırma sağlarız. Buna regresyon
demekteyiz. Hipnotik regresyon, bir kişinin
bilinçaltında yerleşmiş anılarını ‘’yeniden
canlandırma’’ yöntemidir. Somutlaştırma
anında, bu anılar çok daha canlı hale gelir,
duygulara ulaşmak kolaylaşır. Ayrıca bu
durum, yeni iç görülerin çok rahat kazanıldığı
bir durumdur. Çünkü bilinçaltı için hayalle
gerçek aynıdır.Bazen grup üyelerinin ‘’Bu
yaşadıklarım gerçek mi, yoksa hayal mi
görüyorum
‘’
diye
sordukları
olmuştur.Psikodrama sahnelerinde gerçek
iyileşmeye götüren güç regresyondur.
Regresyonla geçmişi hatırlamayız, geçmişi
aynen yaşarız. Söylenen sözler tek tek, kelime
kelime canlanır ve canlandırılır. Bu yeniden
canlandırma sayesinde terapi çok etkili olur.
Psikodrama
bu
iyileştirici
gücü
somutlaştırmadan alır.Bilinçaltımız bilgileri
toplarken yanlış doğru ayrımı yapamaz. İlk
aldığı bilgiyi, daha önce bu bilgiyi
karşılaştıracağı yerleşmiş bir kaydı yoksa
aynen alır. Bu andan itibaren bu bilgi için
bilinç devreye girmiştir. Bundan sonra bu
alınan bilgiyi destekleyen olaylar bilinçaltına
girmeye, desteklenemeyen iletiler ise ret
edilmeye başlanır. Örn. ‘’Erkeklere güven
olmaz’’ ilk bilgi ve kanı bu ise kişi bunu
destekleyen her olay için bilinçaltından onay
alır. Bilinçli olarak bu inancı kaldırmaya
çalışsak da, bilinçaltımız bu çabadan
etkilenmez. En derinlerindeki bu inanç, onun
için çok değerlidir.
Eğer bu inancımızı
değiştirmezsek, sonucumuz ret olacaktır. Bu
nedenle ilk çocukluk yıllarımızda yerleşen bu
bilgiler çok önemlidir. Sorunları yaratan o
anda bilinçaltının o olaya yüklediği olumsuz
duygular ve acıdır. Bu yüklemeyi ne belirler?
Olay anında kişinin yaşadıkları, o anda
hissettikleri.
Bu
arada
savunma
mekanizmaları devreye girer.
Birinci algı; ‘’Ben istenmeyen bir varlığım,
ben değersiz bir varlığım.
İkinci algı : Ölüm korkusudur.
Üçüncü algı ise; Öfkedir. Korkunun
karşısında güç olarak.
Öfke ifade edilmez ise kişi kendini tehlike ile
karı karşıya geldiği durumlarda öfkeyle
karşılık verir. Regresyonda sıkışan duyguların
boşaltılmasına izin verilmelidir. Psikodrama
sahnesinde her duygu somut halde getirilir.
Örn . Somutlaştırma da kullandığımız ''Vücut
da gezen duygular ısınma çalışması'' bu
anlamda bedensel hafızayı da zorlamış olur.
Örn. Sahnede değersizlik duygusu çalışılırken
protagonistin annesinin doğum anına gittiği,
kendi doğum kayıtlarının olumsuzluğu ve
istenmeyen bebek oluşu ve ‘’ben istenmeyen
bir varlığım ‘’ algısı taaaa doğum sırasında
annenin istemediği dönemdeki bilgileri
kaydetmesinden o anda oluşur. Bebekte
algılama o anda olur ama ne algıladığı
sonrasında çözülür. Yani sözler anlam
kazandıktan sonra. Ama iletiler sadece sözde
ibaret değildirler. Farklı boyutlarda, farklı
moleküller bu iletiyi taşır. Psikodrama da
yaşanılan her duygu somutlaştırılarak, tanık
olma ve yeniden değerlendirme bağlamında
özellikle yapılan eylem, grup üyelerinin
davranıştaki daha derin anlamını görmelerini
ve bundan da ‘’eylem bilgisi’’ elde etmelerini
sağlar. Somtlaştırmada herşey canlandırılıp,
görünür hale getirildiği için sembollerde
uyarıcı
ve
belleği
harekete
geçirir
durumundadır.
47
Hatırlama, mekanizmamızı devreye sokan, bir
sembolün uyarıcı haline gelerek, belirli bir
durumu ve tepkiyi tekrar yaratma halidir.
Uyarıcı-tepki durumu. Uyarıcılar yaşamımızın
her anında, her yerde çoğu kez biz farkında
bile olmadan bizim davranışlarımızı belirler.
Kahvenin kokusunu duyduğumuzda canımızın
birden kahve istemesi gibi. Bilinçaltımız
adeta uyarılar ve bunlara bağlı olarak anılarla
doludur. Bu uyarıların farkında olmadığımız
için birçok değişimi yapmakta güçlük çekeriz.
Sadece düşünmek bu bağlamda değişimimiz
için yetmez. Çünkü bilinçaltı beden ve
bilinçle çatışma halinde olduğunda kazanan
ilk çocukluk yıllarımıza ait olan ilk olumlu ya
da olumsuz uyarıcılardan oluşan bilinçaltı
olur. Derin anı süreçlerimiz, kişilerarası
ilişkiler ve aile sistemlerindeki güçlükleri, öz
değer ve kişisel güçlenme sorunlarını;
yetişkinlik veya çocukluk döneminde cinsel
tacize uğramaktan gelen psişik yara kalıntıları,
anksiyete, derin duygusal engeller, fobiler vb.
durumları depolar. Çeşitli şikayetlerin,
somatik
belirtilerin
veya
ayrışma
bozuklukların altında imgeler, semboller
yatıyor olabilir.
Somutlaştırma yapılarak
canlandırılan geçmiş yaşantılar, uyarılan
beden
ve
zihinde
donmuş
kalan
kalıntılarındaki enerjiyi boşaltım için olanak
sağlar. Somutlaşan bu nesne parçaları,
psişenin ayrışmış parçalanmış ya da yanlış
işlenmiş kısımlarını yeniden bütünleşmesinin
yolunu hazırlar.İnsan ana rahmine düştüğü
andan itibaren uyarılarla şekillenen bir
varlıktır. Hamilelik boyunca annenin yaşadığı
deneyimler, hissettiği duygular, beslenme
şekli bebeği şekillendirir. Çocuk istenip
istenmeyen bir bebek olduğunu bile
‘’hisseder’’.
Tüm deneyimler, ana ait beş duyuyla algılanır
ve bilinçdışına kaydedilir. Anlar dolu dolu
tam farkındalıkla yaşandığında geçmişe ait
duygusal bağımlıklarda oluşmaz. Tam
farkındalıkla yaşanan anda gelecek korkusu ve
endişesi yoktur.
Sadece anın
vardır.
Geçmişe ait tam farkındalıkla yaşananlar
duyusal bellek olarak zihnimizde kalır. Eylem
açlığı
ise
beden
hafızasında
kalır.
Somutlaştırma, tam farkındalıkla yaşanmamış
anları geri getirerek
tamamlanmayan
davranış, duygu, söz vs ne ise bunu
tamamlanmasına
yardımcı
olur.
Tamamlanmamış her anı, bu yüzden sürekli
bizi geçmişe doğru çeker. Her şey doğası
gereği tamamlanmak, bütünleşmek, bir olmak
ister. Farkındalıksız ve an da yasamayan insan
zamanla robotlaşır ve mekanik bir insan
olarak sağlıklı bir değerlendirme yapamaz,
özgürleşemez, daima bir şeylere bağımlı olma
ihtiyacı duyar. Dine, kişilere, nesnelere,
unvanlara, eşyalara vb. Böylece güven
gereksinimini sağlayacağını umar.
Somutlaştırmanın izlediği 3 terapötik
stratejisi vardır;
1) Travmatik Kalıntılara Erişim stratejisi :
Ayna Tekniği İşlevi:
Travmatik kalıntılara erişerek hatırlanan veya
imgelenen geçmişten gelen derin anıları
canlandırarak önemli iç figürlerin rol aldıkları
senaryoları ‘’sanki, -mış gibi’’ yaşatarak
yeniden yaşatma ve iç görü ve farkındalık
kazandırma.
2) Bedensel- Duygusal boşaltım (katarsis);
Ayna-rol etkileşimi işlevi
a) Sigmund Freud, psikoterapide
‘’katarsis’’kavramını ilk kez, danışanı Anna
O’nun daha önce bastırılmış olan duygularını
ifade etmesinin ardından tüm belirtilerinin
kaybolduğunu keşfettikten sonra kullandı.
Moreno, katarsisde, Aristo’ya göre toplumun
şifa bulması için katarsisi kasten teşvik eden
Yunan trajedyası ile bir devamlılık
bulmaktadır.
Freud’un
ıskalayıp
da
Moreno’nun fark ettiği şey, katarsisin
bastırılmış öfke, hiddet veya üzüntünün
duygusal
yükünü
salıvermekten
veya
boşaltmaktan daha fazlası olduğuydu. Moreno
bunu, danışanların yeni iç görüler edinip
bunları şu an ki yaşamlarına entegre etmeleri
için bir fırsat olarak görmüştü.
b) Somutlaştırma yolu ile bedenden ve
duygulardan ayrıştırma sağlayarak rahatlama
sağlama. Sözel ve zihinsel çerçeveleme
yoluyla, somatik farkındalığa sistematik
odaklanma
sağlayarak,
bilinç
alanını
genişletme.
c) Katarsis sağlayan nefes çalışmaları ile
hormonların uyarılıp, bedensel farkındalığı ve
hücresel belleğin rahat bırakılması ile
donmuş,
katılaşmış
bedensel-duygusal
enerjilerin salıverilmesi.
3) Olumsuz duygularla çevrelenmiş
benliğin
kayıp
parçalarını
yeniden
bütünleştirme: (Eşleme, rol değiştirme
48
tekniği, ayna, rol alma, rol oynama,
monolog, geleceğe projeksiyon işlevi)
a) Başlangıç yolcuğunda karşılaşılan içsel
figürlerle diyalog kurarak,
b) Mitler, atalar, tarihsel figürler, veya
yüksek alemlerden kişilik ötesi ‘’ruhsal’’
figürlerin
canlandırılıp
sahnede
somutlaştırılması ile kendi benliği ile uzlaşma
sağlayarak,
c) Yaşamının heykeli ve sahnelerin çok
boyutlu canlandırılması ile gömülmüş
bilinçdışı inanç sistemlerini aşarak, yeniden
sağlıklı çerçeveleme yapmak, şimdiye ve
geleceğe taze ve olumlu düşünce tohumlarını
aşılayarak umut aşılamak.
d) Yeni bir davranış ortaya çıkarmak ve
geliştirmek. Yaratıcılık bir teknik değil, bir
bilinç halidir. Yaratıcı bireyler yüksek
düzeyde düşünme tekniğini kullanırlar, fakat
bunu yaparken farkında olmadan, bilinçsizce
yaparlar. Büyük yaratıcılar, en büyük
hayalperestlerdir. Einstein, ‘’Hayal gücü
bilgiden daha önemlidir. ‘’ direk imgelem
gücünün insanlık tarihini yaratmış olduğunu
açıkça vurgulamıştır.
Psikodrama da
somutlaştırma tekniği ile aracılığı ile annesi
ile girdiği çatışmayı o sahnede daha önceden
bilmediği yeni davranış ve yaklaşım yolları
yaratarak, spontanlığını ve yaratıcılığını da
artırmış olur.
Terapötik Somutlaştırma Sürecinin
Aşamaları
Etkili bir somutlaştırma sürecinin başlıca
aşamaları aşağıdaki gibidir:
Sergileme
Gelişim (düğüm)
Çatışma
Doruk
Çözüm (yıkım, son)
* Sergileme: Somutlaştırmada çatışmayı
yaratacak önsavı oluşturur. Konu ve yardımcı
üyeler ve somutlaştırmayı başlatacak ısınma
hareketleri, nesneler, objeler,
sahneler
sunulur.
* Gelişim (düğüm) : Somutlaştırmanın
başında başlatıp devam eden eylemin
yönelimini, olayların iç eğilimini bize
gösteren (abartmaların) uygulandığı, blokların
olduğu, şoklamaların yapıldığı, çelişmelerin
düğümlerinin atıldığı, yeni olanın ortaya
çıkmasının sağlandığı an ‘dır. Burada amaç;
gelişimin nasıl bir sona varacağını vermek
değil belli bir sonuca nasıl bir gelişimle
varılacağını göstermektir. ‘’An’ da kalmak,
uzun sessizlikler, somutlaştırılan ne ise bunun
içinde kalmak’’ çok önemlidir.
*Çatışma:
Doğru
yapılmış
bir
somutlaştırmada;
sergilenen
çelişmeler
çatışma yaratır, somutlaştırmanın çatışmaları
göz önüne seren ve direnci yıkıp eylemi
tetikleyen iç dünya ile bağlantıyı hızlandıran
görüntü, ses, duygu temas vb. olaylar dizisinin
yaşandığı aşamadır.
* Doruk : Gerilimin başladığı, protagonistin
tetiklendiği,
ilgi
ve
heyecan
beden
titreşimlerinin gözle görünür biçimde arttığı
yerdir. Doruk noktasından düğüme sonra
gittikçe sönen bir rahatlamanın olduğu
aşamadır.
* Çözüm (yıkım, son) ise bedenin soğuması
vardır, olumlu duyguların protagoniste
ihtiyacı olanın verilmesini içerir. Verilende
somutlaştırılır. Annenin sevgiyle sarılması,
ilgi ve şefkat duyguları gene somutlaştırılarak
kişiye aktarılır. Çatışmanın temelinde yatan
çelişmelerinde
çözümü
gelir.
Nesnel
gerçeklik, zamanın algılanması vs.. istenir.
Bir somutlaştırmada en can alıcı ve önemli
aşama doruk noktasıdır. Gerilim uç noktası,
çatışmanın en keskin ve yoğun uğrak noktası
bu bölümdür. Eylemin ve beklenenin tam
tersine dönmesi an olarak, bilgisizlikten
bilgiye, farkındalıksızlıktan farkındalığa
geçtiği an dır. Bu süreçde somutlaştırılan an
da gerektiği kadar beklemek çok önemlidir
yoksa beklenilen son oluşmaz.
49
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
KAYNAKÇA
•
• Psikodrama ve Grup Psikoterapisi El Kitabı
(Yaşama Dair Çok Şey). İstanbul: Sistem
Yayıncılık, 2000. Deniz Altınay.
• Beyninize Hoşgeldiniz, Sandra aamdt – Sam
Wang, 2008
• Bir Rol Yaratmak, Konstantin Stanislavski,
2008
• Bir vücut terapisi doğru. Psikanalitik
İnceleme, 61, Moreno, J. L., ve Enneis, J. M.
(1950)
• “Psikodramada Bilişsel Çarpıtmaların
İşlenişi”.Üstün Dökmen
• Sosyometri ve Psikodrama, ( Kuramsal
Temeller - UygulamalardanÖrnekler - Yeni
•
•
•
•
•
•
•
•
Yaklaşımlar). İkinci basım. İstanbul: Sistem
Yayıncılık, 1995.Üstün Dökmen
Drama Sanatı, Özdemir Nutku, 2001
"The Unique Social Climate Experienced in
Group Psychotherapy". Dreikurs, R.
"Therapy in Group Setting". Contemporary
Psychotherapy (Ed. M. FRANK, J.D.
Geçmişin Hipnozunu Bozmak, Bülent
Uran,2008
Gestalt Terapi, Doç. Dr. Ceylan Daş, 2010.
Group Psychotherapy. 1951, 3, 292-299
Grup Psikoterapisi El Kitabı. Derleyen :
Deniz Altınay. İstanbul : Sistem Yayıncılık,
2000
Human Dizayn,Chetan Parkyn, 2009
Hypnodrama ve Psikodrama.Grup
Psikoterapi,10.Weiner, H. (1974). in
Psychotherapy, Vol. III, Grune, N.Y. ı958
“Psikodramanın Değişen Karakteri, Sırada
Ne Var”. Psikodrama, Kipper, David A.
Kökenleri ve Anlamlarıyla Semboller,
işaretler, Alfa, 2008
"About Tele, the Function of the Unconcious
and Acting Out," Group, LEBOVICI, S.
Modern Zihin Sağlığı, Dianetik, L. Ron
Hubbard, 2009
"Psychodrama". American Handbook of
Psychiatry (Ed. S. Arieti), MORENO, J.L.
The First Book of Group Psychotherapy,
Beacon House, N.Y. ı958. MORENO, J.L.
Mühürlenmiş Zaman , Andrey Tarkovski,
1985
Özbek, Abdülkadir ve Grete Leutz.
Psikodrama (Grup Psikoterapisinde
Sahnesel Etkileşim). Ankara : Grup
Psikoterapileri Derneği, 1987.
Psikodrama 400 Isınma Oyunu ve Yardımcı
Teknik, Deniz Altınay, 2009
Psikodrama etkili nedir? GA Leutz yılında
mettre sa Vie en Sahnesi [sahnede hayatını
Putting]. Leutz,G.A.(1985).
Psikodrama odaklanın: psikodrama
terapötik yönleri. Kellermann, P. F.
(1992).Londra: Jessica Kingsley.
Psikodramada Çağdaş Yaklaşımlar, Deniz
Altınay, 2010
Psikodramada Seçme Konular, Deniz
Altınay,2004
Psikodramanın Temelleri, Deniz
Altınay,2002
Psychotherapy, 1955. 8, 177.
Sahnede Yaratıcılık, Deniz Altınay, 2004
Freee Prees, N.Y. 1961., 42-59, Stein
Tanı ve Terapide İmgesel Görüntü
Yaşantısı, Doç.Dr. Ali Nahit Babaoğlu, 1998
• Temas, Gestalt Terapi Dergisi, 2002
• Tiyatro Yolu İle Ruhsal Tedavi
‘’Psikodrama’’ , ODTÜ, Prof . Dr. Engin
Gençtan, Makale
• Tiyatronun ABC ‘si, Aziz Çalışlar, 2009
• Uygulamalı Yaratıcı Monologlar, Yılmaz
Arıkan, 2011
• Uzm. Psikolog Bülent Korkmaz;
Psikodarama nedir ?
• Varoluş Süreci, Michael Brown, 2010
Vol. II, Basic Books, N.Y. 1959.
50
51
PSİKODRAMA VE TASAVVUFTA ÖLÜM VE GELECEK KAVRAMLARI
FUTURE AND DEATH CONCEPTS IN SUFISTIC MYSTICISM AND PSYCHODRAMA
Psk. Şeref Algur
Eğitmen psikodramatist
“İnsanın gerçek benliği ancak ölüm karşısında doğar’’
Saint AUGUSTUNE
ÖZET
Psikodrama ve tasavvufta “An” önemlidir. Her
iki sistemin felsefesinde de gelecekle ilgili
kaygılarımızla çalışmak, onlara bakmak, onları
An’ın bilgisiyle yeniden anlamlandırmak
önemli bir yer tutmaktadır. Ölüm kavramıysa
her insanda varlığını hissettiren, yaşadığımız
tüm kaygıların temel kaynağı olarak düşünülen
bir olgudur. Bu olgu gelecekle ilgili varlığını
sürdürmekte ve şimdiye sürekli endişe
yüklemektedir. Hem tasavvufi açıdan hem de
psikodramatik olarak geleceğin özellikle ölüm
kavramının
çalışılması,
varoluşsal
tüm
kaygıların gelecekte şekillenip şimdiyi hasta
etmesini engelleme amaçlanmaktadır. Geleceği
yani ölümü cesaretle kabullenmek psikolojik
açıdan sağlıklılığın ön koşuludur.
ABSTRACT
Moment is essential in psychodrama and
sufism. In the philosophy of the both system,
working on our anxieties about future,
considering them and giving them a new
meaning with the knowledge of the ‘moment’
have an important place. The death is a fact
which is the main source of the all anxieties that
we have and has an influence in every human
being.
This fact has been continuing its
existence and overloading anxiety to the
present. In the respect of not only sufism but
also psychodrama, working on the future
especially on the death is aimed for the
prevention of being sick with the present by all
existential anxieties’ have been shaped in the
future. Accepting the future or in other words
the death is the prerequisite for being healthy
psychologically.
PSİKODRAMA VE TASAVVUF
Moreno’ya göre herkes, her şey tanrının bir
parçasıdır. Özellikle Tasavvuf ekollerinden
Vahdet-i Vücut anlayışında her şey tanrıya geri
dönecektir. Bununla kastedilen aynı zamanda
şudur! İnsan yaşamı statik değil, dinamiktir.
Psikodrama da ise Moreno’ ya göre
Transscendent aşama, etik ve dinsel rollerle
birlikte insanın kendisini Evrenin bütünlüğü
içinde yaşayabilmesi, Evren ve Tanrı ile
bütünleşebilme duygusudur; Ben’in dar
çerçevesinin üstüne çıkabilmesidir(Özbek ve
Leutz, 1987: 34). Değişim insan yaşamının
içinde sürekli varolur. Ancak yeni davranışlara,
çözüm yollarına ve davranışların terk
edilmesine direnç, sorunların çözümünü
engeller. Gelecek sadece mistizmin değil,
spirütüellerin, astrolojiden fiziğe uzanan pek
çok bilim dalında çözüm bulmaya çalıştığı bir
sorun alanıdır.
Din metafizik olarak adlandırılan pek çok bilgi
ve duyguyu içinde barındırmaktadır. Din
sistemi içindeki birçok kavram, insan doğasının
birçok gerçeğine işaret eder. (An, ölüm,
ölümden sonraki yaşam v.b). Moreno yaratıcı
insanın varoluş ve beden biçimi ile ilgili
düşüncelerinde evrenin başlangıcından itibaren
sürekli olarak var olan üç kozmik olgu
(fenomen) üzerinde durur. Bunlar spontanlık,
eylem ve yaratıcılıktır. Moreno saydığımız bu
üç esas kozmik olgunun insan varoluşundan
çok önceki zaman içinde var olduğunu kabul
eder. Ancak insanlık hastalanmak pahasına,
sahip olduğu ve gereksinim duyduğu
spontaniteden
ve
an’ı
yaşamaktan
uzaklaşmaktadır.
Bu
durumun
nedeni;
spontanite insana sürekli olarak bir varoluş
anksiyetesi
yaşatmaktadır.
Bireyler
bu
durumdan kaçınarak güvenli olanı denemeye
başlamakta,
Konserve
davranışlara
yönelmektedir. Moreno konserve rollerle; yazı
gibi teknik araçlarla korunan, üretilen stabil
rolleri anlatmaktadır. Bunlar belli kurallara,
kalıplara göre önceden biçimlendirilmiştir.
Bunun sonucunda insanlık anlık, belirsiz ve
hazırlıksız olandan uzaklaşmaya, anksiyete
hissetmeye başlamaktadır.
PSİKODRAMA VE TASAVVUFTA ÖLÜM
Ölüm kaygısı; her insanda varlığını hissettiren,
yaşadığımız tüm korkuların temeli olarak
düşünülen bir duygudur. İnsan bir yandan
ölümle uzlaşmaya çalışırken bir yandan da
ölümsüzlüğünü özler. Çeşitli törenlerde ve
inançlarda sergilenen, insan bedenini temsil
ederek
saklama
düşüncesi,
ölümsüzlük
arzusunun en belirgin dışavurumudur. Ölüm
düşüncesini bastırmak ve ölüme karşı duyulan
korkuyu azaltmak için uygulanan, ölüyü
gömmeden önce onu süsleme ve güzelleştirme,
esasen
ölümsüzlüğe
duyulan
özlemi
anlatmaktadır. Ölümü cesaretle kabullenmek
psikolojik olarak sağlıklı yaşamın bir ön koşulu
olarak görülür. Ölüm karşısında alınan tavır,
denge ve uyumunu yitirdikçe bireyin kaygı
düzeyini artırmakta, yaşadığı çevreye uyum
sağlaması güçleşebilmektedir. Kişinin kendi
ölümüyle karşı karşıya gelmesi, onu cesaretle
karşılaması, onu kabul etmesi; deneyimleri
içerisinde, bütünleştirmesi bireye yaşam
deneyiminin zenginliğini ve bütünlüğünü
hissettiren
psikolojik
süreçler
olarak
görülmektedir.
Psikodrama şimdi ve burada bulunan sorunu
çözmek için geçmişle ve benliğin derinlikleriyle
uğraşmasının
yanında,
gelecekle
ilgili
kaygıların geçirilmesi olanağınıda verir.
Hayatın kendisinin insana vermediği gelecek
zaman provalarına ve ön hazırlıklara olanak
sağlar. Bir gelecek tasarımı içinde ilişkilerimizi
ve duygularımızı somutlaştırmaya yardım eder.
Bu bizi varoluş yaklaşımının en temel sorununa
götürür. Ölüm kaygısı ve yalıtılmışlık.İnsanın
ancak ölümle yüzleşmesi onu güçlendirir. Genel
olarak ölüm karşısında bireyin tepkileri
yadsıma, acı çekme ve kabullenme evrelerini
kapsar. Birey ölümlülüğüne dayanamadığı için
52
kendine bitmemiş işler yaratır, Geçmişle göbek
bağının ucuna sarılır ya da her şeyi olduğu
biçimiyle korursa zamanın akışını durduracağı
sanrısıyla
zorlantıların
peşine
takılır.
İyileşmeyen
bir
hastalıkla
baş
başa
kaldığımızda, gerçeği en katı ve en uç
noktasıyla algılama olanağı buluruz. Hatta insan
hayatını gözden geçirir, bu şekilde yaşam ve
ölümle barışma olasılığı yükselir. Bu süreçleri
psikodrama sahnesinde deneyimleyen insan
gerçeklikle güvenli bir alanda doğrudan
karşılaşma ve prova etme şansı bulmuş olur.
Ölüm, Mevlana’nın eserlerinde üzerinde
durduğu
önemli
konulardan
biridir.
Mevlana’nın ölüm anlayışı, onun Allah, evren,
insan, ruh, hayat ve devir hakkındaki
görüşlerinin
ayrılmaz
bir
parçasıdır.
Mevlana’ya göre bir devir sistemi içinde
hayatın anlamı, ruhun ölümsüzlüğü, Allah’a
kavuşmanın ve onda yok olmanın bir yolu
ölümden geçmektedir. Mevlana Tasavvuf
geleneğinde sıkça vurguladığı gibi ölümü “İradi
ölüm” ve “Tabi ölüm” diye ikiye ayırmaktadır.
Buradaki iradi ölüm; ölmeden önce ölünüz
hadisinin Mevlana dilinden söylenişidir.
Mevlana ölümle ilgili şu tespitte bulunmuştur.
“Ey ölümden kaçan can, işin aslını doğrusunu
istersen, sen ölümden korkmuyorsun kendinden
korkuyorsun, çünkü ölüm aynasından ürküp
korktuğun ölümün çehresi değil, senin çirkin
yüzündür. Senin ruhun bir ağaca benzer, ölüm
ise o ağcın yaprağıdır. Her yaprak ağacın
cinsine göredir. O yaprak iyi ise de kötü ise de
senden bitmiştir. Nasıl ki hoş olsun hoş
olmasın, senin gönlüne gelen her hayal, her
düşünce senden, senin kendi varlığından
gelmişse” (Mesnevi 3, 3441- 3443 İbtidanâme,
650-670)
Tasavvufta ölüm, en çarpıcı tarifiyle “Allah’ın
seni
senlikten
öldürmesi,
kendisiyle
diriltmesidir.” Bütün sır buradandır. Yani kendi
benliğinin tanrının benliğinde yok olarak O
olmasıdır. Bu noktada çelişkiler yok olmakta,
ölümle hayat birleşmektedir. Aslında ölüm bir
değişimdir.
Tasavvufi düşüncede ölüm, sadece bedenin
ölümüdür. Ölüm yeni bir doğumun sancısı
gibidir. İnsan her şeyle sürekli ilişki
halindendir. Ölümle o gelmeden çok önce ilgi
kuran tek varlık insandır. İnsan ölümle her an
beraberdir. Çünkü insanın yapısı, var olan
hiçbir şeyden ilgisini kesmesine müsaade
etmez. Yaşam bir bütündür. Her doğum kadar
her ölümde yaşam cümlesindendir. Çünkü her
ölüm yeni bir doğumun parçasıdır. Tasavvufta
ölüm, bir ayrılık değil, ruhun tanrıya
kavuşmasıdır. Ölen kişi, sevgilisine kavuşacak
bir gelin gibidir. Bu nedenle Hz. Mevlâna ölüm
gününü “Şeb-i arûs” (Düğün gecesi) diye
nitelendirmektedir.
İnsan yaşamının en büyük spontanitesi
ölümdür. Psikodramada bitirilmemiş işlerin
tamamlanması, yaşam sahnesinin gözden
geçirilmesi, geçmişin prangasından kurtularak
yeni davranış ve roller denemesine olanak verir.
Bu durum bireyin cesaretini artırır. Psikodrama
sahnesinde bütün korku ve kaygıyla yüzleşme
fırsatı bulur. Başkalarının ölümünü çalışırken
kendi ölüm korkularıyla yüzleşebilir.
PSİKODRAMA VE TASAVVUFTA
GELECEK
Psikodramada yaratıcı olan andır. Kişi için
önemli olan şimdi ve buradan geçer. Sorun olan
şeyde, şimdi ve burada, cereyan ettikleri mekan
içinde çözülmelidir. Böylece geçmişteki
olaylar, geleceğe yönelik umutlar korkular
“psikodrama anı” yada başka bir değişle
şimdiki an’a aktarılırlar. Görüldüğü gibi
psikodramada zaman, fizik ve biyolojik zaman
olmaktan ziyade, psikolojik zamanı da ifade
etmektedir.
Psikodramada her şeyi An’a getirmek değişimi
sağlar. “An” tanrısal bir kavramdır. An insanı
tanrıya yakınlaştırır. Tasavvuf’ta da tanrı
insanları anda yaratmıştır. Tanrı için geçmiş ve
gelecek kavramları yoktur. Mevlana bu konuda
geçmiş ve geleceğin Allah’a karşı bir perde
olduğunu ifade etmiştir.(Mesnevi 1. Cilt)
Moreno; biz şuanda yaşarken aslında gelecek
için,
gelecekte
olacak
şeylerle
ilgili
yaşadığımızı söyler. Böylece bir çeşit hayat
provası ile kaygı uyandıran konuların terapötik
müdahale
ortamına
entegre
edilmesi
gerektiğinden bahseder. Psikodrama hayatın
kendisinin insana vermediği gelecek zaman
provasına, bu duruma karşı ön hazırlık sağlar.
Aslında başkasının yaşamının bitmesine
duyduğu üzüntünün içinde temelde hayatın,
özellikle kendi hayatımızın da kısalığının
farkına varmak ve buna karşı duyulan üzüntüyü
de içinde barındırmaktadır.
53
İnsanın en temel yeteneklerinden birisi,
düşünüp ve hayal ederek yaşamını yaratmasıdır.
Düşüncenin ve hayal edilenin olumlu olması,
cesareti artırır ve kişinin kendi hayatının
yaratıcısı olmasını sağlar. Psikodramada
kullanılan tekniklerden biri olan geleceği
deneme (future projection) yaşamın provası
olarak nitelendirilebilir. Burada protagonist
gelecekte ön gördüğü bir durumu sahnede
somut olarak görür ve bu durumla ilgili duygu
ve düşüncelerini kontrol etme şansı yakalar.
Psikodrama
oturumunda,
kişilerin
çözemeyeceği
hiçbir
sorun,
göremeyip
üstesinden gelemeyecekleri hiçbir çatışma
yoktur. Bu sır psikodramanın yaşamın sırrını
barındırıyor olmasından kaynaklanır. Buda
yaşamın içinde var olan ritme ayak uydurmak
yani diğer bir değişle an’da olabilmekle
olasıdır. Bu durum Mevlana’nın tasavvufta
belirtmiş olduğu devir kavramıyla ilişkilidir.
Psikodrama aslında kişiye “An felsefesi” ile
gerçek bir yaşamın felsefesini sunar. Geçmiş ve
geleceğe saplananlar an’ı ve aslında yaşamı
kaçırırlar. Geçmişe takılı insanlar sürekli
suçluluk hissederler. Bundan dolayı da onların
hep keşkeleri vardır. Gelecek belirsizliği sürekli
kaygı bulaştırır. Aslında geçmiş ve gelecek
sadece bir ilizyondan ibarettir. Kontrolümüzde
olan tek şen şu andır. Psikodrama sahnesinde
her şey mümkündür. Birey geleceği de an’a
getirir. Sürekli an’da olmayı deneyimleyen
birey bu noktadan hareketle an’ın bilgisine yani
yaşamın bilgisine sahip olmaya başlar.
Protagonist geleceğin nasıl olacağına, nasıl bir
yerde olacağına ilişkin düşüncelerini terapistin
ve diğer grup üyelerinin yardımıyla sahnede
canlandırır. Bu teknik protagonistin geleceğini
önceden yaşamasını sağlar. Herkesin geleceğe
ilişkin düşünce ve duygu olarak yatırımları,
planları vardır. Bu teknik yoluyla protagonistin;
a) Gerçekçi olmayan istekleri; ne olduğuyla
ne olmak istediği arasındaki zıtlıkları
b) Geleceği gerçekçi şekilde algılaması,
kaygılarını kontrol altına alabilmesi sağlanır.
Bir anlamda protagonist burada gerçeği test
etmekte ve aynı zamanda gerçeğin bir provasını
yaparak, geleceğe de hazırlamaktadır. Terapist
protagonistten geleceğe yönelik projeksiyonları
olabildiğince
açık
sahnelemesini
ister.
Protagonistin geleceğe ilişkin olasılık getirdiği
resim ne kadar açıksa ilerde bunlarla
karşılaşması ve anlamlandırması o kadar iyi
olacaktır. Protagonistin olabildiğince oyun
sırasındaki bedensel durumunu, kendisini,
çevresinde tasarladığı nesneleri, olayın olduğu
zamanki gerçeklere benzer olarak yaşaması,
şimdiki gerçekleri, o zaman ve oradaki
gerçekler içinde eritip farkındalık geliştirmesi
amaçlanır.
Gelecek beklentileri ve fantezileri, gelecekle
ilgili koşullardan doğan yersiz endişe ve
korkular yanında, gerçeğine uymayan istekler
ve beklentilerde aynı anlayışla, gerçeği yaşama
denemesi, gelecek planı olarak canlandırılırlar.
Böylece oluşturulan gerçek koşullarda, insanın
hayali korkuları yenilir, kendisi ve yetenekleri
hakkında gerçekçi iç görü ve anlayış
geliştirilmesine yardım edilir.
Psikodramada ister geçmişteki, ister şimdiki
sorunları, isterse gelecekteki tasarımları ve
istekleri içermiş olsun, canlandırılacak şey
şimdi ve buradadır. Bu nedenle “şimdi ve
burada” kuralı psikodrama çalışmasının
gerçekliğe ulaşması için en önemli koşullardan
biridir.
Tasavvufi anlayış tarzına göre insanın “ruhsal
yönü” onun bedeni, duygularıyla ve zihniyle bir
bütünlük arz etmekte, onları kapsamakta, onu
mükemmelliğe
götürmektedir.
İnsanın
mükemmelleşmesinin son durağı, onun
tasavvufun
öngördüğü
“İnsan-ı
Kamil”
modeline ulaşmasıdır. Bu modele ulaşan insan
bütün kaygılarından uzaklaşmış, yaratanı ile
bütünleşerek O olmuştur.
Tasavvufa göre zaman dediğimiz şey iki nokta
arasında harekettir. Çünkü “dün” ve “yarın”
ölüdür. İnsanın Allah ile bütünlük kurduğunu
hissettiği zamana
“İbnü’l vakt” denir.
Psikodrama ya göre ise bu düzeydeki insan,
felsefi olarak kendisinin “olağanüstülüğünü”
hisseder arke tip yönünü yaşar. Kişi evrende
insan olarak var olma rolünü , kendi bireysel
kişiliğinden daha önemli olarak kavrar. Dağ,
ağaç, yıldız, deniz ve başka insanlarla da empati
kuarabilir. Geçmişe ve geleceğe takılmadan an’ı
değerlendirmek insanı, Allah’a, kainata ve diğer
insanlara karşı sorumluluk bilinci gelişmiş bir
hale getirir. Kişi “Transcendet” yani
Bütünleyici rolüne ulaştığında endişelerinden
kurtulmuş olacaktır. Zaten endişe ile
geliştirilmiş manevi hayat, kendisini doğuran
endişeyi sürekli bir şekilde geliştirir. “İbnü’l
54
vakt” yani an da bu endişelerden sıyrılmak için
sırlar gizlidir.
Tasavvufun gelecekle ilgili, özellikle varoluş
kaygımızla ilgili kullandığı uygulamalardan biri
“Rabıta”dır. Etimolojik açıdan rabıta sözcüğü
rabt kökünden türemiştir “birleştirmek” ve
“bağlamak” anlamlarına gelmektedir. Rabıta
yapılışında tıpkı psikodramadaki gibi gelecek
an’a getirilir.
Tasavvufi anlayış tarzına göre Rabıta-ı Mevt;
insanın kendi alemini ve cenazesini ölmeden
önce gözünün önünde canlandırıp büyüyüp
ihtiyarladığını, ölüm anını, kabre konuluş anını,
mezarındaki yalnızlığını düşünüp tefekkür
halinde Allah’a, gönlünü de şeyhinin gönlüne
bağlayınca başlar. Bu durum protagonistin
kendi gelecek sahnesini psikodrama sahnesine
koymaya cesaret etmesi, grubuna güven
geliştirmesi ve ayrıca terapistle kurduğu tele
olgusuyla örtüşmektedir. Yeni durumlara uyum
sağlamak cesaretimizle ilgilidir. Cesur olmak
yaşamdaki reflekslerimizi de geliştirmektedir.
Aslında geleceğimizi zihnimizde sürekli
projekte etmekteyiz. Ölüm varoluş sürecimizin
önünde önemli bir tehdittir. Çünkü ölüm her an
gelebilir. Ölüm rabıtasının diğer bir işlevi
tasavvufta mevcut bulunan anın sıkıntılarına ve
varoluş kaygılarına karşı bir rahatlama ve
savunma metodu olmasıdır. Derviş Rabıta-ı
Mevt (ölüm rabıtası) yaparak kaygılardan
sıyrılıp huzur bulmaktadır. Burada geleceği
varoluşsal projekte etmek, gelecekte kalmak
değil, an dahil oluşan kaygılardan kurtulmayı
amaçlamaktadır. Derviş çok huzursuzsa ölüm
sahnesini detaylandırır ve dramatize eder.
Buradaki
amaç,
yaşamdaki
kaygıların
küçüklüğünü algılamayı sağlamaktır.
Ölüm çoğunlukla hayatımızın soğuk yüzü ve
korku ile algıladığımız bir kavram olagelmiştir.
Rabıta-ı Mevt, ölüm duygusunu bir an bile
hatırdan çıkarmamayı hedef alır. Bu durum,
düşünce ve davranışları düzenlemek için gerekli
olduğu kadar, ‘’ölmeden evvel ölüm’’ sırrına
erebilmek ve bedenimizi ölü gibi farz ederek
onun ruh üzerindeki ağırlığı ve bulanıklığını
gidermeye çalışmak içinde gereklidir. Rabıta-ı
Mevt te keşfedilen bu durum, psikodrama da
Morenonun ruhun bedenin dar çerçevesinden
çıkıp özgürleşmesi, aşkın rol yani transandantal
rol kavramı ile örtüşmektedir.
Tasavvuf mistizminde amaç Allah’a ulaşmak
kendini aşarak Allah’la bir olmaktır. Mistik
birey(sufi) dünyaya ait olandan sıyrılıp Allah’a
varma ve onda yok olma şuuruyla yaşar. Sufi
önce bildiğimiz fiziki zamanın içinde hareket
eder. Ancak onu kırmaya, üstüne çıkmaya
çalışır. Zamansızlık sadece Allah’a aittir. Bu
makam
doğmaktan,
doğrulmaktan
kurtulmuşların makamıdır. An yakalanmıştır.
Sufi Ebul- Vakt’lık (zamanın babası) boyutuna
geçmiştir. Zamanın ilmine vakf olmuş ve
zamansızlığı yakalamıştır. Onun öncesini ve
sonrasını görmektedir. Tasavvufta buna tayy-i
zaman ve tayy-i mekan denilmektedir.
Psikodrama sahnesi tayy-i zaman ve tayy-i
mekanı içermektedir. Yani zaman ve mekânlar
arasında geçiş yapılmaktadır. Güneşin doğup
batmasına eksenine endeksli zaman sınırları,
tasavvufi pratiklerin beyin ve bedenimiz
üzerindeki etkileri neticesiyle genişletilip
daraltılabilir. Bu durum protagonistin ısınma
yürüyüşle başlayan sahneleri kurmasıyla açılan
ve daha sonra çekirdek çatışmanın keşfiyle
daralıp keşfedilen bilginin ana aktarılmasıyla
yeniden şekillenen bir gerçekliği temsil
etmektedir. Kişi bu hal içerisindeyken kendini
bu dünyaya ait tüm maddi sınırlardan
soyutlamış ve onun tamamen dışına çıkabilmiş
hisseder. Yani aynı anda asırlar yaşamış gibi
yada dünyevi zaman ile uzun bir süre geçmiş
olmasına rağmen sanki hiç vakit geçmemiş gibi
hissedebilir.
Psikodramada an, yalnızca bir zaman parçası
değil, yaşamda var olan tüm olasılıklardan
yalnızca birinin gerçekleşme noktasıdır.
Psikodrama da an çok değerlidir. Protagonist
bir yaşam sahnesinden diğerine yada geçmişiyle
ilgili bitirilmemiş, tamamlanmamış bir sahneye
gidebilir. Bunun dışında yirmi yıl sonrasına,
beklentilerine
bir
yolculuk
yapabilir.
Psikodramada da zaman biyolojik zaman
olmaktan çok psikolojik zamanı ifade
etmektedir. Psikodrama; geçmişteki ve şimdiki
çatışmaları geleceğe dair kaygı ve beklentileri,
somutlaştırma ve rol oynama teknikleriyle
‘’an’’lar ve ‘’mekanlar’’ arasında özgürce
dolaşma olanağı sunar. Psikodrama ile geçmişi
ve su anı fark etme, anlama, yeniden yaşama,
değiştirme ve gelecekte ne ile karşılaşacağımızı,
ne hissedeceğimizi görmek, deneyimlemek
mümkündür.
Böylelikle
yaşantımızda,
karşılaştığımız,
karşılaşabileceğimiz
durumlarla, yeni ve uygun başa çıkma teknik ve
sosyal becerileri geliştirme olanağı buluruz.
55
Buradan şu sonuca ulaşırız; psikodrama ile
geçmiş, su an ve gelecekte yaşama dair her şey
ve her korku ile çalışılır. Psikodramatik zaman
geçişkenlik gösterir.
Sufiler bireylerin reel olarak zamanın tümü ile
bir ilişkisi olmadığını söylerler. Sufiler
bireylerin zamanla olan ilişkisini ‘’onun vakti’’
şeklinde tanımlamışlardır. Kendisini ‘’art
ardalığın’’ görünürdeki bir dizinden başka bir
şey olmadığı şeklindeki değerlendirmeye
yönlendiren kişi geçmiş ve geleceğin tamamen
sübjektif süreçler olup, gerçekte objektif bir
varlıklarının olmadığını anlar. Herhangi bir
şeyin objektif olarak gerçekte var olup olmadığı
sorusu varlığını korumasına rağmen ‘’gerçek’’,
yegâne referans olarak sadece varoluş anımızı
tanır. İnsanın çektiği acıların büyük bölümü
sufilere göre zamanla kurduğu gerçekte
gereksiz ve yanılsamadan ibaret olan bir
nesneleştirmeden kaynaklanır. Çünkü insanın
sıkıntılarının çoğu geçmişteki bir şeyin
hatırlanması veya gelecekteki bir endişenin
zihni meşgul etmesinden kaynaklanır. Sonuçta
reel olarak var olmayan geçmiş ve gelecek,
insan yaşantısının pratik aşaması içerisinde
olduğu anı hüzün ve endişelerle ıstıraplı hale
getirir. Sufizme göre geçmiş hatırlandığında bir
anı yeniden canlandırılır ancak bu şimdide
yapılır. Gelecek ise hayal edilen bir şimdidir.
Gelecek zihnin bir projeksiyonudur. Ve
geldiğinde ancak şimdi olarak gelir. Gelecek
hakkında düşündüğümüz her şeyi, ancak anda
düşünebiliriz. Buna bir örnek verecek olursak
ay kendi başına bir ışığa sahip olmayıp, sadece
güneşin ışığını yansıtabildiği gibi, geçmiş ve
gelecekte sadece ebedi şimdinin ışığının,
gücünün ve realitesinin solgun yansımalarına
sahiptirler. Onların realitesi ‘’şimdiden’’
alınmıştır. Bu şekilde yorumlanmayan zaman
suçluluk ve kaygıyla benliğimizi sarar.
Psikodrama ve tasavvufta an önemlidir. Her iki
sistemin felsefesinde de gelecekle ilgili
kaygılarımızla çalışmak, onlara bakmak, onları
an’ın bilgisiyle yeniden anlamlandırmak önemli
bir yer tutmaktadır. Kullandıkları yöntemler
itibari ile birbirine referans teşkil eden iki
sistemin benzerliği açıkça ortadır. Psikodrama
sahnesi tasavvufta tayy-i zaman ve tayy-i
mekan olarak ortaya konulmaktadır. Sonuç
olarak
psikodramada
kullanılan
future
projection(geleceği prova etmek) ve tasavvufta
yer alan Rabıta-i mevt çalışmaları amaçladıkları
sağaltım ve kullanılan yöntemler
birbiriyle benzerlik göstermektedir.
56
olarak
KAYNAKÇA
• Altınay Deniz, (2000), Psikodrama Grup
psikoterapisi El Kitabı, Sistem Yayıncılık,
İstanbul
• Altınay Deniz ,(2004), Psikodramada Seçme
Konular, Aura Yayınları, İstanbul
• Cohen Zeynep Pınar, (2010) Zamanda
Yolculuk Edenler An Felsefesinde Zaman
Kavramının Küçük Grupta İncelenmesi, IPI
Yayınlanmış Tez, İstanbul
• Çelik İsa, (2009) Türk Tasavvuf Düşüncesinde
Ölüm.
Atatürk
Üniversitesi
Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 40,
Erzurum
• Doğan Türkan, (2012) Sağlıklı Duygusal
İşişkiler Geliştirmede Psikodramanın Rolü Bir
Olgu Sunumu Türk Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Dergisi 49-60,Ankara
• Kapkın Emre, Psikodramada Ölüm Temasılya
Yüzleşme
Biçimleri,
Abdulkadir
Özbek
Psikodrama Enstitüsü Tez
• Kaner Sema, Psikodramada Kuram, Teknik ve
Araçlar Ankara Üniversitesi Dergisi, Ankara
• Kirli Yusuf, (2015) Tasavvuf Sohbetleri,
Kayseri
• Özbek Abdulkadir, Leutz Gerete (1987) Grup
Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim Verso
Matbaacılık, Ankara
• Öztürk Kaloğlu Zehra ,(2010) Çukurova
Ünüversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı
Hastalıkları Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi
Adana
• Sayın Esma ,(2014) Tasavvuf Terapisi, Nesil
Yayıncılık, İstanbul
• Sayın Perihan, (2013) Psikodrama Yöntemleri
İle Geleceği Yaşatmak IPI Yayınlanmamış Tez,
Ankara
57
GRUPTA İYİLEŞTİRİCİ UNSURLARIN VAROLABILMESİNDEKİ TEMEL
BİLEŞEN; GRUP BİRLİĞİ (KOHEZYON) ve PSİKODRAMA
COHESION AS A BASIC THERAPEUTIC AGENT IN PSYCHODRAMA
Fulya KURTER
Uzm. Psik. Dan.
Eğitmen Psikodramatist
ABSTRACT
The focus of the article is on “cohesion” as a
therapeutic agent that is essential for the
initiation of other therapeutic factors (e.g.
Yalom, 1995) in the group and how different
tools and powerful elements in psychodrama
such as sociometry, tele, spontaneity and some
techniques and rituals can facilitate and
strengthen cohesion in the group, based on
Corey & Corey’s (2002) general assumptions on
cohesion in a group process. Hence the article
discusses the leader’s role to create a cohesion.
The author also emphasizes how an achieved
cohesion in a small group can be a pathway
towards a sense of greater “cohesiveness” and
“oneness” on a larger scale “group”; cosmos.
GRUPTA İYİLEŞTİRİCİ UNSURLARIN VAROLABILMESİNDEKİ TEMEL BİLEŞEN;
GRUP BİRLİĞİ (KOHEZYON) ve PSİKODRAMA
Bu makalenin oluşmasına psikodrama yaşantı
gruplarındaki
(lider/psikoterapist
olarak)
deneyimlerim, devam ettiğim psikoterapi
alanındaki eğitim gruplarındaki öğrenci olarak
güncel keşiflerim ve özellikle Deniz Altınay ile
gruptan “zamansız” ayrıldığı izlenimine
kapıldığım üyelerim hakkındaki “süpervizyon”
görüşmeleri ilham
verdi. Bu yazıda, tüm
teröpatik unsurların varolabilmesindeki temel
bileşen olduğu tezinden hareketle kohezyonu;
grup birliğini kavramsal bir çerçevede
özetlemeye ve psikodramadaki karşılığını
tartışmaya çalıştım. Psikodrama gruplarında
birlikte görünmez bağlarla birbirine bağlı
bireylerin spontanlık içinde birlikte an’da
yaratabileceklerinin sınırsızlığına inanarak…
Grubun Gücü, Grup Terapisi ve
“İyileştirici” Unsurlar
Grup terapisi, psikoterapist ve tek bir kişi
(danışan) dışında başka bireylerin de dahil
olduğu kişilerarası bir süreçtir. Oyun spontan
olması sayesinde bilinçdışına bastırılan
duygulara doğrudan doğruya yaklaşmaya
olanak verir. Bir başka deyişle direnci çözücü
etki gösterir (Altınay, 2015). Çünkü hayat ilk
günden itibaren, farklı ilişki ağları içerisinde
akar, bireyin benliği başta ebeveyn veya bakım
sağlayan diğer yetişkinler olmak üzere ilişkiler
üzerinden inşa olur; İnsan, ilişkiden doğan (
anne ve babanın ilişkisinden), İlişki aracılığıyla
hayatta kalan (anne veya temel bakım sağlayan
kişiler sayesinde) ve gelişen (pek çok farklı
ilişki ağı içinde) bir varlıktır.
İlişkisel psikolojinin temel savını da
oluşturduğu üzere psişenin temel motivasyon
kaynağını,
diğerleriyle
kurulan
ilişkiler
oluşturur. Birey, bu ilişkilerin içinde beslenir
büyürken bir yandan da bazen hafif, bazen ağır
yaralar alarak yol alır. Dolayısıyla ilişkilerle
aldığımız yaralar ancak ve ancak yine ilişkiler
içinde iyileşebilir.
Bireyin grup içinde şifalanmasının tarihi
insanlık tarihi kadar eski olması bu açıdan
tesadüf değildir. Özellikle psikospritüel ve
törensel yaklaşımların esas olduğu yöntemler
grupla beraber (örn. Şamanlar) olmanın gücünü
öne çıkarır.
Örneğin Navaho terapisinde,
Eskimo şamanlarında olduğu gibi hasta bireyin
fiziksel hali ve tutumu kadar sosyal gruba
aidiyeti de dikkate alınarak grup ritüelleri
eşliğinde sağlıklı yaşama geri kazandırılmasının
esas olduğu bilinmektedir. İlkel toplumlarda ve
dinsel şifa gruplarında hasta kişinin toplumdan
izole edilmeksizin topluma dahil edilerek
belirli bir kültürel çevre içinde ele alınmaktadır
(Serlin, 1993).
Bununla beraber, modern psikoloji tarihinde,
“grup terapisi” ve “grup psikoterapisi
terimlerinin ise ilk kez
psikodramanın
kurucusu J.Moreno tarafından resmi olarak
1932’de
Amerikan
Psikiyatri
Derneği
Philadelphia Konferansı’nda dile getirildiği
görülmektedir. Bu tanıma göre, grup
psikoterapisi grubun doğalından gelen bireyin
kendisini düzenleyen mekanizmaları koruyan
ve harekete geçiren bir yöntemdir. Çünkü,
Moreno’ya göre (1953) toplumun en küçük
ünitesi birey değil, sosyal atomdur. Bir başka
değişle toplumun en küçük ünitesi bireyin
kendisini canlandırdığı ve deneyimlediği temel
kişilerarası ilişki ağlarıdır.
Bu açıdan
psikodramatik canlandırma gerçek yaşamın bu
yönünü yansıtmaya en yakın terapidir ve
spontanitenin
gelişebilmesi
için
uygun
koşulların yaratılabilmesi için etkili bir araçtır
(Moreno, Z., 2006).
Şüphesiz iyileştirici bir ortamın varlığı bazı ön
koşullara bağlıdır çünkü her türlü grubun
temelinde üyelerin değişmez ihtiyaçları
bulunmaktadır. Temelde bunlar grup tarafından
kabullenildiğini, ait olduğunu ve güvende
olduğunu hissetmektir (Ohlsen, Horne ve Lawe,
1988). Bu güçlerin eksikliği, grup üyelerinde
düşmanlık, duygusal çekilme ve duyarsızlık
doğurabilmektedir.
Temel ön koşulların
sağlandığı
bir
grupta
gerçekleşen
psikoterapinin bireylere sağladığı yardım ve
“iyi geliş” bazı unsurlarla açıklanabilir; umut
aşılama, evrensellik, katkısal bilgi, özverili
olma, birincil aile özelliklerinin grupta
yinelenmesi ve bunun onarıcı niteliği, kendini
anlama (öz kavrayış), toplumsallaştırıcı
tekniklerin gelişimi, taklitçi davranış, karşılıklı
öğrenme, grup birliği (kohezyon), katarsis,
varoluşsal etmenler (Yalom, 1970, 1995)
bunlar arasındadır. Görebileceği gibi kişilearası;
yalnızca terapist ve danışan ötesinde oluşun
getirdiği
pek
çok
iyileştirici
unsur
bulunmaktadır.
Psikodramada
protogonistlerden
ve
psikodramatistlerden topladığı verilere dayalı
olarak, gruptaki iyileştirici unsurları inceleyen
Kellerman’ın (1992) tanımladığı iyileştici
etmenler arasında “kişilerarası öğrenme ve
canlandırma ile öğrenme” yer almaktadır. Bir
arada ele alınması önerilen bu iki etmen,
yardımcı egoların aldığı rollerle ilişkilerin
58
canlandırılmasının, protagonist ve lider
arasındaki ilişki kadar tedavi edici oluşuna
vurgu yapar ( Moreno, Z., 2006).
Moreno’nun “sosyometrik düşüncelerinin ve
kişilerarası ilişkilere bakışının uzantısı olarak,
gruplar bireylerin toplamı şeklinde hareket
etmekten ötedir. Moreno, grup dinamiklerinin
yalnızca bireylerin yansıttığı geçmiş deneyime
dayalı
beklentilerin
şekillendirdiği
aktarımlardan (transferans) ibaret olmadığını,
karmaşık ve ince bir düzeni yansıttığına vurgu
yapmıştır. “Elle tutulmayan, ancak grup üyeleri
arasında oluşan, sosyometrik ölçümün de temeli
olan “çekim ya da itim”lerin oluşturduğu
dinamiktir “tele”. Tele”, grup üyeleriyle
terapistle ilişkiler bütünü, “kişilerarası kimya”
olarak da tanımlanabilir.
Tele, seçimlerin görünmez kaynağına daha
derin bir bakıştır ve role bağlıdır. Bu esnada
çıkan hassas konuların dikkatle ele alınması
karşılıklı destek veren ilişkilerin olduğu bir
ortamla “grup birliği” ile mümkündür. Bu
destekleyici
çerçeve içinde “ilişkilerin
duygusal açıdan” tehtid edici yönlerini
irdeleyebilecek ve benliklerini ayırt edici bir
biçimde tanımlayabilmeleri için cesaret
toplanmaktadır (Blatner,2002). Moreno’ya göre
tele, toplumsal kohezyonu sağlayan iyileştirici
bir sevgidir (akt.Yıldırım Keskin, 2010).
İyileştirici Etmen olarak Grup Birliği
(Kohezyon)
Bireysel psikoterapide
danışanla ittifak
kurmanın (working alliance), ilişki kalitesinin
iyileştirici
önemine
sıklıkla
vurgu
yapılmaktadır. Grup ortamında da üye-grup
lideri
arasındaki bu ittifak; işbirliği ve
dayanışma duygusu önemini korur. Ancak
grupta, ilişki yalnızca üyeler ve terapist
arasında kurulmaz, üyeler arasında da kurulur
ve grup birliği terapisti de içinde alan, grubu
oluşturan
tüm bireyler arasındaki ilişkiye
dairdir (Burlingame, Fuhriman ve Johnson,
2001).
Bununla beraber, grup birliği belirsiz bir
kavramdır.
Yalom, grup birliğine ilişkin,
“grupta kalmaları için tüm üyeler üzerinde etkili
olan güç ve bir grubun iye için taşıdığı
“çekicilik gibi tanımları kullanmıştır (Karabekir,
2011).
Grup birliğini, iki boyut çerçevesinde ele alan
Dion’a (2000) göre ise, kohezyonu belirleyen
ilişkinin yapısı ve ilişkinin kalitesidir. İlişkinin
yapısı, ilişkinin yönü ve işlevselliğini kapsar.
İlişkinin yönü, dikey
ve yatay bağlam
çerçevesinde gelişir. “Dikey kohezyonda”, grup
üyelerinin
grup
liderinin
yetkinliğine,
sahiciliğine ve sıcaklığına ilişkin algıları
devreye girer. “Yatay kohezyonda” ise, grup
üyelerinin birbirleriyle kurulan ilişkiler ve
grupla kurulan ilişkinin bütünü konusudur.
Grup birliğini oluşturan işlevsellik boyutu ise,
üyelerin ne denli belirlenmiş amaçlara yönelik
çalışmaya çekildikleriyle ilgilidir. Grup
birliğinin yüksek oluşu, üyelerin birbirine
sunduğu duygusal destekten dolayı birbirleriyle
bağlantıda olduklarını göstermektedir (Dion,
2000). Grup birliğinin, bir diğer boyutu olan
ilişkinin kalitesini oluşturan unsurlar ise, son
yıllardaki
araştırma
bulguları
ışığında
netleşmiştir. Buna göre, gruptaki terapötik
ilişkinin varlığı, iki temel değişkene bağlıdır;
Bunlardan ilki önceden de değinildiği üzere ait
olma ve kabul görmeye dair unsurları
içermektedir. Diğeri ise, grubun işbirliği içinde
çalışabilmesi, grubun iklimi, bireysel olarak
çalışmaya kendini verebilme gibi kişilerarası
çalışmayla ilgili olan unsurları kapsamaktadır
(Burlingame, Mackenzie ve Strauss, 2004).
TFI-Kohezyon altölçeği (Lese ve MacNairSemands, 2000) alt maddelerine bakıldığında
ise , ortak bir karara ulaşma konusundaki
üyelerin yatırımı gruba kendini adanmışlık gibi
kavramların
öne
çıktığı
görülmektedir.
Dolayısıyla grup birliği, psikoterapiye yönelik
adımların
atılabilmesinin
ve
terapötik
çalışmalara odaklanabilmenin ön koşuludur.
Özetle, grup içindeki birliktelik duygusu
üyelerin grupta bulunan diğerlerinin desteğini
aldığında, yargılanmadan anlaşıldıklarında ve
birbirlerinin iç dünyalarına tanık olduklarında
oluşan özel bir bağdır. Kendilerini oldukları
gibi kabul eden bir grubun içinde, görülme,
kabul edilme ve aidiyet duygularını yaşarlar.
Grup birliğinin tüm üyeleri grup içinde tutma
işlevi sayesinde, grup üyeleri ancak bu şekilde
kendilerini
ortaya
koyabilme
cesareti
gösterebilecek,
kendisini
daha
fazla
araştırabilecek, diğerleriyle daha sahici ilişkiler
kurabilmede yol alabilecek, kendilerine ait daha
derin
gerçekleri
paylaşmaya
istekli
olabileceklerdir (Corey, 2002 s.144). Bu durum,
gerçek yaşamda yargılama, erken yorum, öneri
59
getirme vb. gibi iletişim biçimlerinin hakim
olduğu ortamdan oldukça farklı olması
nedeniyle onarıcıdır.
Grup birliğini oluşturan; gruptaki kabul,
duygusal iyi oluş, kendini açma, kişilerarası
beğeni, bireysel alana saygı düzeyi gibi
(Burlingame ve ark. 2002) ölçütlerin
davranışsal
düzlemdeki,
gözlemlenebilir
karşılığını ele almak konuyu somutlaştırmak
açısından yardımcı olacaktır. Grup birliğinin
düzeyi, Hornsey, Dwyer ve Oei’e (2007) göre,
devamlılık (katılım), sözel içerik, oturma biçimi
(uzaklık-yakınlık), göz temasının ne denli olup
olmadığı, erkenden grubu bırakmanın derecesi
gibi unsurlarla bağlantılıdır.
Grup birliğini hisseden üyeler, gruptaki “almaverme” ilişkisinde daha dengeli bir tutum
sergiledikleri düşünülebilir. Üyelerin zaman
içinde yeterince etkileşimde bulunması ise
bunun ön koşuludur. Corey ve Corey’in (2002),
vurguladığı gibi, devam eden süreç içinde
gelişen
kardeşlik
duyguları,
bireylerin
birbirleriyle ilişkilerinde aldıkları risklerle
gelişir. Yaşamdaki diğer tüm yakın ilişkilerin
gelişmesi ve güçlenmesi de benzer biçimde
mümkündür.
Kohezyon, grubun süresinden bağımsız bir
değeri olsa da, beş ile dokuz üyeden oluşan ve
12 haftadan daha fazla süren gruplarda, birlik
duygusunun daha da güçlendiğini gösteren
araştırmalar
bulunmaktadır
(Burlingame,
Theobald McClendon ve Alons, 2011) İlerleyen
zaman içinde grupta terapötik çıktıların
deneyimlenmesi de grup birliğini güçlendiren
etmenlerden biridir.
Bununla beraber, gerçek kohezyon, sabit,
değişmez, kendiliğinden; otomatik oluşan bir
koşul değildir. Grup yaşantısı boyunca farklı
aşamalarında
grup birliğinin dalgalanma
gösterme
özelliğine
sahip
olduğu
hatırlanmalıdır (Yalom, 1992, s. 46).
Grup Birliğini Güçlendirmede Kolaylaştırıcı
Araçlar ve Psikodrama
Grup
birliği,
güven
ortamının
erken
aşamalardan
başlayarak
oluşmasının
sağlanmasıyla, grubun amaçları ve bireylerin
amaçlarının uyumuna dikkat edilmesiyle, grup
üyelerinin kendileri hakkında anlamlı bilgileri
paylaşmalarıyla, tüm üyelerin olabildiğince
katılımcı olmasıyla, çatışmaların kabulü ve
üzerinde çalışılmasıyla ve grubun çekiciliği gibi
unsurlarla yakından ilişkilidir (Corey ve Corey,
2002, s.144)
Psikodramada, grup birliğinin, bütünleşmenin
sağlanabilmesi
ise
kısa
bir
sürede
gerçekleşmektedir. Karabekir (2011) bu
durumu , yılların dakikalara indirildiği
çalışmalardaki sahnelemeler yardımıyla oluşuna
vurgu yapmaktadır. Grup üyelerinin aldıkları
roller, tüm grubun protogoniste sunduğu destek
ve katılım, terapistin, ve üyelerin fedakar bir
biçimde hizmet etmesi güvenle beraberlik
duygusunun
oluşmasında
katkıda
bulunmaktadır.
Bu bölümde, Corey ve Corey’in (2002) grup
birliğini oluşturmada değindiği unsurların
psikodramada nasıl
sağlandığı üzerinde
durulacaktır.
Psikodrama, ısınma oyunları sayesinde grup
üyelerinin düşüncelerine ve duygularına saygı
gösterildiği güven ortamının grubun erken
aşamalarında oluşturulmasını daha ilk baştan
sözel bir kontratın ötesine taşımaktadır.
Grubun ilk aşamalarında öne çıkan grup
kurallarının (gizlilik vb.) belirlenmesinin,
tanışma oyunlarının yanı sıra, güven havuzu,
oturan daire vb. bedenin dahil olduğı eyleme
dönük çalışmalarla güven inşa olmaya başlar.
Tanışma, “sözel beyan edilenin” ötesindeki bir
gerçeklikte gerçekleşir. Sosyometrik keşifler ile
bağlar kurulmaya başlar.
Bu noktada
Moreno’nun
“karşılaşma”
kavramı
hatırlanabilir. Moreno’ya göre, (1946, 1970,
1975) kişilerarası ilişkilere yönelik ısınma
sağlanabildiğinde iki insan arasında gerçek
“karşılaşma” mümkündür.
Grup böylece yavaş yavaş lider tarafından ve
grup tarafından “tutulduğunu” hissetmeye
başlar. Grup üyelerinin kendileri hakkında
anlamlı bilgileri paylaşmaları, grup birliğinin ön
koşullarındadır. Herkesin kendisini “açması,
“paylaşması” farklı hızda ve derinlikte olsa da
yakınlık düzeyi arttıkça grup üyelerinin
paylaşımlarının
derinleşmesi
beklenir.
Psikodramanın bu süreci kolaylaştırıcı yönü,
grup üyelerinin kendilerine yönelik içgörülere
ulaşabilmesi ve paylaşabilmesine uygun zemini
açan “eylemdir”. An’da, grup üyelerinin eylem
içinde buluşması, örneğin protagonist merkezli
bir çalışmada üstlenilen roller aracılığıyla ifade
60
bulan gerçeklik ve yapılan keşifler, grup
üyelerinin eylem sonrası paylaşımlarını
kolaylaştırır. “Rolün sunduklarını, “bir diğer
kişi” üzerinden aktarması rahatlatıcıdır. Grup
üyeleri kollektif bir bütünün parçası olarak
konuşurlar. Canlanan “çağrışımlar” aracılığıyla
da kendilerine dair malzemeyi daha rahat
paylaşabilirler. Bu esnada “ yorumlama ve
genellemeden” kaçınma kuralı çerçevesinde
kalınması da grup üyelerini koruyan,
sarmalayan
ve tutan prensiplerdendir.
Terapötik sürecin esası olan “containment”
güvenlik hissi yaratan sınır ve çerçeve ile
bağlantılıdır. “Akış” kadar kaygı ve kafa
karışıklığını engelleyen sınırlara da ihtiyaç
vardır (Csikszentmihalyi, 1990, akt. Farsworth,
2013). Psikoterapinin ve yaşamın bütünü
açısından oldukça geniş bir konudur bu…
Grubun amaçları ve bireylerin amaçlarının
uyumunun sağlanmasının da grup birliğini
güçlendirdiğinden bahsedilmektedir. Spontanite
ve an’ın belirleyeciliği üzerine kurulu
psikodramada önceden belirlenmiş bir program
veya gündem olmadığı üzere, o oturumun
çalışması
grup üyelerinin getirdikleriyle
belirlenir. Eğer protogonist merkezli bir çalışma
gerçekleşecekse, birden fazla aday olması
durumunda grubun seçimiyle çalışılacak konu
belirlenir. Bu prensipler, birey-grup amaç
uyumunu güçlendirmede etkili olmaktadır.
Grup üyelerinin ilgisini çeken konular üzerine
çalışmak da devamında kohezyonu daha da
güçlendirecektir.
Tüm üyelerin olabildiğince katılımcı olması
grup birliği açısından önemlidir. Psikodramada
katılımın ölçütü, sözel paylaşımdan ötedir. Tüm
grubun katılımını teşvik eden oyunlar herkesin
olabildiğince bağlarını güçlendirmede rol
oynar. Ayrıca üyelerin “role seçilmesi”, zaman
zaman liderin yönlendirmesiyle üyelerin
sahneye spontan dahil olması (örn. eşlemeler,
koro vb. teknikler) ve tüm grubu kapsayan
ritüeller (törenler) katılımı daha derin ve
eylemsel düzleme taşır. Bununla beraber
psikodramada katılım kişilerarası seçim ve itim
ve çekimler ;sosyometri ve tele üzerinden
daima işler. Tele, grupların spontanlığını ve
yaratıcılığını tetikler, iki insanın anda
birbirlerinin duygu dünyalarını algılamaları ve
iç dünyalarını hissetmelerinde etkili olur.
Yardımcı bilinç dışı ile bağlantılı olarak
içgüdüsel
bağlantılar
tesadüfi
görünen
seçimlere, duyu ötesi algılamalara, sezgilere
psikodramada yer vardır (Armağan, 2006).
Grup kohezyonu ve tele ilişkisini en iyi aktaran
cümle ise Blatner’in ifadesinde saklıdır;
kohezyon grupta varolan pozitif tele etkileşim
sayısıyla doğru orantılıdır (Blatner, 2006).
Corey ve Corey’in (2002) bahsettiği bir diğer
grup birliğini güçlendirmede dikkat edilmesi
gereken unsur, çatışmanın gruplarda kaçınılmaz
olduğunun
kabulüdür.
Bunun
üzerinde
çalışılması
kohezyonu
daha
da
güçlendirmektedir.
Psikodramadaki
“rol
değiştirme” ve “ayna” gibi büyülü araçları bu
çatışmaların eylem içinde ele alınması
açısından benzersizdir.
Terapötik sürece direncin daha fazla
gözlemlenmesi de grup birliğinin daha az
gelişmiş
olmasıyla
yakından
ilgilidir.
Gözlemlenebilen direnç işaretleri, gündelik
hayattan; havadan sudan konuşmak, sessizliğin
hakim sürmesi, rol almaktan kaçınma,
protagonist adayının çıkmaması şeklindedir
(Drankulic, 2010). Bütün bunların üstesinden
gelinebilmesi şüphesiz liderin varoluşuyla,
yeterlikleriyle ve enerjisiyle bağlantılıdır.
Öncelikli olarak grupta ısınmış, spontan olması
gereken kişi grup lideridir. Şimdi ve burada
kalabilmenin öncüsüdür. Sosyometrinin en
önemli olgularından “birlikte olma, birlikte
hissetme, ve birlikte yapma” deneyiminin
taşıyıcısıdır.
Son olarak, insanlar, sosyal varlıklardır ve ben
merkezcilik eğilimlerine rağmen,
topluluk
olma potansiyeli hazırda bulunmaktadır Bunun
ötesinde birleşme, “ben”in yerini “biz”in alması
gelir (Blatner, 2002). Grup birliği içinde üyeler
psikodramada roller aracılığıyla kendisinin
yansımasını, parçalarını görürken, her dönemle,
yaşla, duyguyla, cinsiyetle, varlıkla buluşur.
Bu açıdan bakıldığında yaşamın genelinde,
“biz”i hissetmede , “daha büyük ölçekli bir
grubun”
birliğine
doğru
ilerlemede,
psikodramanın sunabildikleri heyecan vericidir.
KAYNAKÇA
• Altınay, D. (2016). Psikodrama El Kitabı.
İstanbul. Epsilon Yayıncılık.
• Armağan, B. (2006). Moreno ve Tanrı. D.
Altınay ( Ed.). Psikodrama’da Cağdaş
61
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Yaklaşımlar, 143- 170. İstanbul. Sistem
Yayıncılık.
Blatner,
A.
(2002).
Psikodramanın
Temelleri. Tarihçe, Kuram, Uygulama (Çev.
Gülden Şen). İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Blatner,
A.
(2006).
Erişim:
http://www.blatner.com/adam/pdntbk/tele.ht
m
Burlingame, Gary M.; Fuhriman, Addie;
Johnson, Jennifer E. (2001). Cohesion in
group psychotherapy.
Psychotherapy:
Theory, Research, Practice, Training, 38(4),
373-379.
http://dx.doi.org/10.1037/00333204.38.4.373
Corey, M.S., Corey, G. (2002). Groups,
Process and Practice. (6th Ed.) Belmont:
Brooks/Cole.
Dion, K. L. (2000). Group cohesion: From
“field of forces” to multidi- mensional
construct. Group Dynamics, 4, 7–26.
Farnsworth, J. (2013). Boundary and Flow:
Max Clayton and psychodrama in action.
The Australian and Aotearoa New Zealand
Psychodrama Association Journal (22) 51
http://aanzpa.org/
Hornsey, M., Dwyer, L., & Oei, T. (2007).
Beyond cohesiveness: Reconceptualizing the
link between group processes and outcomes
in group psychotherapy. Small Group
Research, 38, 567–592.
Karabekir, N. (2004). Grup Psikoterapisinde
ve Psikodramada Terapötik Faktörler. D.
Altınay (Ed.) Psikodramada Seçme Konular
(ss. 163-198). İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Kellermann, P. F. (1992). Focus on
Psychodrama: The Therapeutic Aspects of
Psychodrama. London: Jessica Kingsley.
Laplace, P. S. (1951). A philosophical essay
on probabilities. (F. W. Truscott & F. L.
Emory, Trans.). New York, NY: Dover.
(Original work published 1814)
Lese, K. P., & MacNair-Semands, R. R.
(2000). The therapeutic factors inventory:
Development of a scale. Group, 24(4), 303317.
Mindoljević Drakulić, A. (2010). Resistances
in the first session of psychodrama
psychotherapy
group
with
adults.
Psychiatria Danubina, 22(2), 261-265.
Moreno, J. L. (1953). Who Shall Survive?
(2nd ed.) Beacon, NY: Beacon House
Moreno, J. L. (1970). The triadic system,
psychodrama-sociometry-group
•
•
•
•
62
psychotherapy. Group Psychotherapy and
Psychodrama. 23(16). London: Routledge.
Moreno, J. L. (1975). Psychodrama:
Foundations of Psychotherapy. Vol.2.
Beacon, NY: Beacon House .
Moreno, Z. T. (2006). The Quintessential
Zerka: Writings by Zerka Toeman Moreno
on Psychodrama, Sociometry and Group
Psychotherapy.
New
York:
Brunner/Routledge.
Ohlsen, Merle M., Horne, Arthur M., Lawe,
Charles F. (1988). Group Counseling.
Winston Press Inc. US.
Serlin, I. (1993). Root images of healing in
dance therapy. American Journal of Dance
Therapy. 15 (2), 65-76.
• Yalom, I. (1992). Grup Psikoterapisinin
Teori ve Pratiği. (Çev. A. Tangör ve Ö.
Karaçam) Ankara: Nobel Tıp Kitapevleri.
• Yalom, I. D. (1995). The Theory And
Practice of Group Psychotherapy. Basic
Books.
• Yıldırım
Keskin,
M.
(2006).
Çift
Psikodramasında
Genososyogram.
D.
Altınay (Ed.) Psikodrama’da Cağdaş
Yaklaşımlar, 197-.225. İstanbul: Sistem
Yayıncılık.
63
BAŞKASININ ROLÜNDE PROTAGONİST OLMAK
ANTAGONİSTİN İYİLEŞMESİ
BEING PROTAGONIST IN ROLE OF OTHER
HEALİNG THE ANTOGONIST
Psk.Dan.Begüm Kodalak Bilik
Eğitmen Psikodramatist
ÖZET
Psikodramanın önemli amaçlarından birisi
insanlar ya da farklı içsel rol ve figürler arası
teleyi açığa çıkartmak ve bunları yeniden
yapılandırmaktır.
“Başkasının
Rolünde
Protagonist Olmak “ konulu tez çalışmasında
da kişiler arasında bu bağı kurmak ve bir
başkasının rolünden empati sağlamanın nasıl
değişimler
yarattığının
görülmesi
amaçlanmıştır. Protagonist üstlendiği rolde, o
rolün sahibinin gözüyle olaya bakar ve
gerçekten o kişi olur böylece onun iç gerçeği
ile buluşur. Böylece kişi rol değiştirme
yoluyla karşısındakini yaşar. Psikodrama
çalışmalarında protagonist olan kişiler ve
çalışmaları ile bağlantılı olan kişilerde olumlu
değişim ve gelişimler gözlenmektedir. Bu
çalışmada
kişiler
başkalarının
yerine
protagonist olacaklarından çalışma sonunda
yerine çalışma yapacakları kişilerde de olumlu
anlamda değişme ve gelişme olması
beklenmektedir.
Bu
sayede
kişiler
kuşaklararası bir tıkanıklık mevcut ise, ailede
herhangi bir çözümlenmemiş bir sır var ise,
rol karmaşası veya rollerin iade edilmesi
gereken bir durum var ise, herhangi bir direnç
mevcut ise veya problem yaşadığı kişiye
yardım etmek istiyor ise bu teknik
kullanılarak kişilerin şifa bulması sağlanabilir.
Bu çalışma ile ulaşılmak istenen her ne kadar
yerine çalışma yapılan kişilerde
olumlu
anlamda değişimler yaratmak olsa da, aynı
zamanda başkasının rolünden çalışmayı yapan
antagonistler de, çalışma süresince ve sonunda
problem yaşadıkları kişilere karşı “Empati”
geliştirme
şansını
da
yakalamışlardır.
Çalışmanın sonunda; Tele ve bireylerin
ilişkilerinde
yer
alan
transferansın
kökenlerinin daha iyi anlaşılabilmesi ve ortaya
çıkması için yapılacak olan kuşaklararası
psikodrama çalışmalarının gerekliliği ve
önemi de ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak
çalışma sonunda tüm grup üyelerinin yerine
çalışma yaptıkları kişiler ile olan ilişkilerinde
olumlu anlamda bir değişiklik olduğu
gözlenmiştir.
ABSTRACT
One of the important purpose of the psychodrama is to build connection/tele between the
people or between the different inner roles and
figures and rebuilding those connections. In
the dissertation thesis entitled “Being a
protagonist in another person’s role”, the aim
is to observe the kind of changes/impacts
resulting from the built connection between
people or role being emphasized. Even it is
anticipated to reach the goal of producing
positive outcomes for the people whose role is
being empathized (protagonists) in this
research; the antagonists, who performed
another one’s role, could have chance to build
empathy against the people whom they have
problems with, during and at the end of the
research. In addition to the built awareness
and development as the research outcomes as
the result of the research, the need for
conducting the research with the earlier
generations has been identified in order to
better understand the roots of transference
between the people. As a conclusion, it is
observed that all group members had positive
impact on the relationships that they have with
the people whose role is being emphasized.
64
BAŞKASININ ROLÜNDE PROTAGONİST OLMAK
Rol Değiştirme ve Başkasının Rolünde
Protagonist Olma
Psikodramanın ana amacı insanlar ya da farklı
içsel rol ve figürler arası tele kurmak ve
bunları yeniden yapılandırmaktır. Bu amaca
hizmet eden en önemli tekniklerden biri rol
değiştirme tekniğidir. “Başkasının Rolünde
Protagonist Olmak“ başlığı ile yapılan
çalışmada rol değiştirme tekniği ile bireyin
seçtiği başka bir kişi yerine protagonist olması
ve tüm çalışmasını seçtiği kişi olarak
sürdürmesi ve çalışmayı kendi rolünden
tamamlaması amaçlanmıştır. Elbette bu
çalışma ile ulaşılmak istenen her ne kadar
yerine çalışma yapılan kişilerde
olumlu
anlamda değişimler yaratmak ise de, aynı
zamanda çalışmayı yapan kişi içinde
“Empati”
geliştirme
şansını
ortaya
çıkartmıştır. Çalışma ile bu anlamlarda
sağlanan farkındalık ve gelişimler kadar , Tele
yada “Derin İlişki”yi ve bunların bireylerin
tepkilerinde
yer
alan
transferansın
kökenlerinin anlaşılması için çalışmaların
önceki kuşaklar ile yapılması gerekliliğini de
ortaya çıkmıştır.
Bu sayede kişiler kuşaklararası bir tıkanıklık
mevcut
ise,
ailede
herhangi
bir
çözümlenmemiş bir sır var ise, rol karmaşası
veya rollerin iade edilmesi gereken bir durum
var ise, herhangi bir direnç mevcut ise veya
problem yaşadığı kişiye yardım etmek istiyor
ise bu teknik kullanılarak kişilerin şifa
bulması sağlanabilir.
Başkasının yerine
protagonist olmak; kendimizi kullanarak
başkalarına yardım edecek bir yol olduğu gibi
aynı zamanda da kişilerin kuşaklararasında
var olan görünmeyen bağlarından haberdar
olabilmesini ve hatta bu durumları çözüme
kavuşturabilmesini sağlayabilmektedir.
2015 yılında yapılan 21. Uluslararası İstanbul
Psikodrama Konferansında Marcia Karp
yaptığı bir süreç analizinde nesiller arasında
olumsuz bilgi ve inançların nasıl geçtiğini
açıklamış, özellikle rollere ait önemli
inanışların değişmesi için bir önceki kuşak ile
çalışma
yapılması
gerektiğini
bizlere
hatırlatmıştır. Keith Tudor ‘un Psychodrama:
Advances in Theory and Practice ve Karan
Carnabucci’nin Integrating Psychodrama and
Systemic Constellation Work kitaplarında da
önceki kuşakların çalışmasına yönelik önem
vurgulanır.
Bu
noktada;
Psikodramanın
temel
tekniklerden biri olan rol değişimiyle kişi her
açıdan tüm hedeflere ulaşmak için şanslıdır.
Aynı zamanda “Rol değiştirme “ tekniği ile
terapist için de danışana söz konusu
farkındalıkları yaratmak için en önemli araç
sağlanmıştır. Protagonist üstlendiği rolden
hem o rolün sahibinin gözüyle olaya bakmaya
başlar, gerçekten o kişi olur. Hem de bu
sayede o kişinin iç gerçeği ile buluşur.
Tekniğin
kullanımının
kuşaklar
arası
çözümlenememiş olan ve bugüne kadar
süregelen sorunların çözümündeki faydası
kuşkusuzdur.
Özellikle bu teknik ile
öğrenilmiş ve kuşaklararası aktarılmış rol ve
sorumlulukların iade edilmesi, kişinin
kendisine ait olmayan dirençlerin, inançların
şifa bulması sağlanabilir.
Psikodrama
seanslarında sadece çalışan kişinin değil, rol
alan ve katılım sağlayan kişilerinde kendi
süreçlerindeki farkındalıkları ile yaşadıkları
iyileşmelerde dolaylı olarak gözüküyor olsa
da aynı amaca hizmet eder.
Aynı
zamanda
Psikodramada
temel
tekniklerden biri olan rol değişimiyle kişi o
yaşam deneyimini kendi de yaşamış olur.
Geçmiş, bu güne, şimdi ve burada’ya getirilip
yeniden yaşanır. Ama farklı olan duygu dışa
vurumu ile beraber şu anda farklı bakış
açılarıyla yeniden yapılanmasını sağlamış
olur.
Bireyler arasında yaşanan gelişmiş ve sağlıklı
bir ilişki biçimi olan tele sürecinde bir an için
bireyler birbirlerinin iç dünyalarını o sırada
nasıl hissettiklerini kendi içlerinde yaşarlar.
Psikodramada bu süreç protagonist kendi
oyunundaki kişileri role seçmesi ile hatta
protagonistin belirlenmesi ile birlikte başlar
çünkü tele bireyleri sözcükler olmaksızın
görünmez olarak birbirine bağlar. Elbette bir
başkasının yerine yapılan psikodrama
çalışması ile elde edilen empatinin ve
içselleştirilmiş iyileşmenin kişiler arasında
yaratacağı
“Tele”nin
gücü
ayrıca
değerlendirilmelidir. Şüphesiz bu çok daha
güçlü bir bağ yaratacaktır. Çalışmaların
devamında bu yönde bağ sağlanmış kişiler ile
oluşturulacak ayrı çalışma grupları yaratılarak
da devam edilebilir. Bu çalışmalardan elde
edilecek bilgi mutlaka çok daha farklı
olacaktır.
Başkasının Rolünden Protagonist Olmak ve
Tele
Aslında bu durumu sadece “Başkasının
Rolünde Protagonist Olmak” çalışmalarında
değil, bireylerin kendi konuları çercevesinde
yaptıkları
çalışmalarda
da
görebiliriz.
Kişilerin kendi psikodrama çalışmaları
sonrasında yaptıkları paylaşımlarda “Sebepsiz
yere” yada “Nasıl olduğunu anlamadıkları”
şekilde
çevrelerindeki
kişilerin
tutum/davranışlarının değişmesi başka nasıl
açıklanabilir ki?
“Tele” sadece psikodramatist olmayanlara
yabancı bir terimdir. “Derin ilişki”
kelimesinin bu dinamikleri açıklamakta daha
kolay anlaşılır olduğu için tercih edilebilir.
Moreno’nun ve diğerlerinin yorumlarında
telenin aslında “derin ilişki”nin olumlu
gücüne orantılı olarak açığa çıkan bir
dinamiğe işaret ettiği de eklenmelidir.
Telenin; kişilerarası tercih ve karşılıklılık
olarak isimlendirilebilecek iki temel bileşeni
vardır.
Tercih başlığı altındaki yapıları
değerlendirdiğimizde ; biyolojik sistemlerde,
hatta tek hücreli en ilkel hayvan bile
hazmedeceği maddelere yönelik ve kaçacağı
ve yakınlaşacağı mekanlara yönelik seçicilik
görebiliriz. Bunun yanısıra tek hücrelilere
göre daha gelişmiş hayvanlar çoğu yaşam
işlevlerinde (yemek yemek, eş seçmek, oyun
oynamak vs.) ayırım yapabilme kapasitelerini
geliştirmişlerdir. Daha sosyal olan türlerde,
yaşadıkları bölgeyi korumaları, sürü içgüdüsü,
baskınlık ve boyun eğme örüntüleri gibi
konularda daha seçicilik görülür. İnsanlar da
bu örüntüleri ve dahasını sergilemektedirler.
Sinir sisteminin karışıklığı sebebiyle, bizim
türümüz bağlantı kurma, semboller, imajlar ve
duyguların
incelikli
sistemleriyle
bu
içgüdülerin üstüne çıkar. Bu içgüdüsel
süreçlerin hayali yönleri, Carl G. Jung’un
“arketip” olarak adlandırdığı olgunun özünü
içerir. Bu anlamda, tele temel bir seviyede
çalışan psikolojik bir işlev olarak algılanabilir
65
demektir. Daha net ifade edebilirsek, çoğu
zaman yaşayamamak demektir.
Psikodrama sahnesinde kişi, geçmişi ve
geleceği an’a getirir ve çözümler. Sürekli
olarak an‘da olmayı deneyimleyen birey,
gitgide bunu hayatına katmaya başlar. Bu
noktadan hareketle an’ın bilgisine, yani
yaşamın bilgisine sahip olmaya başlar,
düşüncelerinden ve önyargılarından daha
fazlasının çevresinde ve hayatında olduğunu
görür ve bunları algılar. Bu ise yaşamı daha
bütüncül ve kapsayıcı bir pencereden görme
şansını bize verir. An’da durmak, kişiyi
yaratıcı olmaya zorlar, an hazırlıksız olandır
ve hazırlıksız olan kişinin temel varoluş
sebebini ve gerçek fonksiyonunu harekete
geçirir.Yaratıcı birey, yaratıcılığını ortaya
koyan ve nereden bildiğini bilmediği bilgilere
ulaşmasını sağlayan spontanitesi sayesinde
yaşamdaki herşeyi keşfedebileceği; üstelik
keşfederken çözümler üretebileceği gerçeğini
görür.
Rol değiştirme tekniği ile kişi, yerine
protagonist olacağı kişinin rolüne geçerken
tele yardımı ile de o kişinin tüm varlığı ile
empati kurulabilir. Çalışma esnasında kişi
artık protagonist olarak yerine çalışacağı kişi
olur ve bu noktadan itibaren psikodrama
sahnesine o kişinin geçmişte yaşadıkları,
geleceğe ilişkin hayalleri ve ya o kişinin
tıkanıklık yaşadığı durumlar getirilecektir.
Kişinin yerine protagonist olacağı bireyi
seçmesi ile iyileşme süreci başlar. Sonrasında
yerine protagonist olunan kişinin duygu ve
düşünceleri sahneye taşınmaya başlar. Çeşitli
psikodramatik
müdahaleler
ile
yerine
protagonist olunan kişinin teması çalışılır.
Çalışma esnasında yerine protagonist olunan
kişi artık o sahnededir ve sahnedeki bütün
eylemleri yapan kişi de odur. Bu nedenle o
roldeki kişi eyleme geçtiğinden iyileşme de
başlamaktadır. Bu morfik rezonan teorisine
göre şu şekilde açıklanabilir; Shaldrake’e göre
organizmaların
geçmiş
biçimleri
ve
davranışları zaman ve uzayı aşan direk
bağlantılarla sonraki organizmaları direk
olarak
etkilemektedir.
Bir
olay
tekrarlandığında, morfik bir alan oluşuyor ve
bu morfik alanla kurulan rezonans aynı olayın
tekrarlanma olasılığını arttırıyor. Bu sayede
herhangi bir konuda farkındalık yaşandığında
ki bu psikodramada protagonistin kendi
çalışmasını tamamlaması ile birlikte yaşadığı
farkındalık olarak tanımlanabilir. Başka
insanları da aynı konuda farkındalık yaşama
olasılığı artmaktadır. Teorinin önemli noktası
şudur; Morfik rezonansın bir kez yayılmaya
başlaması, tüm uzayda ve zamanda
genişlemesi demektir. Yani, mekanda oluşan
bir morfik alanın anında bütün diğer yerler
üzerinde de etkisi olur. Sonuçta da değişim
bütün dünyada anında yaşanır. Bu teoriye
dayanarak kişi protagonist çalışmasını
yaptıktan sonra çalışmada yer alan tüm
bireyler bu morfik alanda yer aldığından
kişilerdeki değişim protagonist çalışması ile
başlar.
Morfik rezonans teorisine dayanarak kişi
yerine protagonist olacağı kişinin yerine
çalışma yaptığında aslında bu kişi ve
çalışmada yer alan tüm bireyler bu morfik
alanda yer aldığından, kişilerdeki değişim
çalışmanın başlaması ile başlar ve çalışma
esnasında gerçekleşen tüm değişikliklerden
çalışma içindeki tüm bireyler ve özellikle
yerine
çalışılan
protagonist
etkilenir.
Psikodrama sahnesindeki değişimin dış
dünyaya
yansımasını
bu
şekilde
açıklayabiliriz.
Başkasının Rolünde Protagonist Olmak
çalışmalarında esas olarak dikkate alınan,
insan psişesi çoğulculu bir çok rolü
barındırmaktadır.
Başka kişilere yönelik
telemiz, içinde bulunduğumuz kendi rol
ilişkilerimize bağlıdır. Çalışma süresinde bu
ana ilke her zaman dikkate alınmıştır. Rol
ilişkisinin doğasının değişmesi ile telenin de
önemli bir ölçüde çeşitlendiği,kişilerin
“Tele”lerinin önüne geçen transferanslarının
nasıl netleştiği yapılan oturumlarda ve
sonrasında takip edilebilmiştir.
Çalışma sırasında morfik rezonansın etkileri
de net olarak gözlemlenmiştir. Bilindiği gibi
morfik rezonansın bir kez yayılmaya
başlaması, tüm uzayda ve zamanda
genişlemesi demektir. Yani, mekanda oluşan
bir morfik alanın anında bütün diğer yerler
üzerinde de etkisi olur. Sonuçta da değişim
bütün dünyada anında yaşanır. Bu teoriye
dayanarak kişi protagonist çalışmasını
yaptıktan sonra çalışmada yer alan tüm
bireyler bu morfik alanda yer aldığından
kişilerdeki değişim protagonist çalışması ile
başlar.
66
“Başkasının Rolünde Protagonist Olmak“
konusunda yapılan çalışmaya psikodrama
mezunu olan kişiler dahil edilmiştir. Bu
durum; bir grup lideri olarak, telenin en büyük
kullanım alanı, kavram olarak grup üyelerine
öğretilmesi ve böylece çekim ve itimlerine
dair farklı ve karmaşık duygularını
birbirleriyle konuşabilmelerini sağlamıştır.
Grubun “Tele” terimine bu aşinalığı ve bilgisi
ile yola çıkılıp yapılan yorumlarda “ Derin
İlişki”
tanımı
kullanılmamıştır.
Daha
öncesinde bu konu hakkında ,İstanbul
Psikodrama Enstitüsü bünyesinde yapılmış
herhangi bir çalışma olmadığı için ,grubun
yapılandırması
süreç
içerisinde
oluşturulmuştur. Hedeflenen minimum 6
kişilik bir grup oluşturulmuş olup gruptaki
herkes başkası yerine protagonist çalışma
yapmıştır. Bu nedenle grup toplamda 7 hafta
sürmüştür.
Uygulamadan Örnekler
Psikodramada başkasının rolünde protagonist
olunan çalışmalar ile sorun yaşadıkları kişilere
yardım etmeleri ve kişilerin kuşaklararası var
olan
tıkanıklıkları
fark
etmeleri
ve
çözümlemeleri
amacıyla
yapılan
uygulamalarda kişilerin yerine protagonist
oldukları kişilerde olumlu değişim gözlenmesi
amaçlanmıştır.
Çalışmaya psikodrama mezunu olan kişiler
dahil edilmiştir. Bunun sebebi psikodrama
tekniklerine hakim olduklarından dolayı
çalışmanın daha iyi ilerleyebilmesi ve daha
derinden çalışmalar yapılabilmesi içindir.
Aynı zamanda bir grup lideri olarak, telenin
en büyük kullanım alanı, kavram olarak grup
üyelerine öğretilmesi ve böylece çekim ve
itimlerine dair farklı ve karmaşık duygularını
birbirleriyle konuşabilmelerini sağlamaktır.
Daha öncesinde bu konu hakkında yapılmış
herhangi bir çalışma olmadığından grubun
yapılandırması
süreç
içerisinde
oluşturulmuştur. Hedeflenen minimum 6
kişilik bir grup oluşturulmuş olup gruptaki
herkes başkası yerine protagonist çalışma
yapmıştır. Bu nedenle grup toplamda 7 hafta
sürmüştür. Son zamanlarda güncel veya süre
gelmekte olan sorunları olan protagonist
adayları ile oynanan ısınma oyunları
sonrasında protagonist adayları belirlenmiştir.
Protagonist olan üyenin kimin yerine
çalışacağına karar vermesi ile birlikte
protagonist bu süre itibari ile yerine çalışma
yapacağı kişinin rolüne geçmiş ve tüm oturum
boyunca onun rolünden çalışmaya devam
etmiştir. Grup üyelerinin kendi rollerinde ve
kendi istedikleri şekilde çalışmayı bitirmeleri
sağlanmıştır. Çalışmanın son oturumunda tüm
grup üyelerinden teker teker yerine
protagonist çalışma yaptıkları kişi ile şimdiki
ilişkilerini yansıtacak olan ilişki heykellerini
yapmaları istenmiştir. Heykellere bakıldığında
tüm grup üyelerinin yerine protagonist
oldukları kişilerde olumlu anlamda değişiklik
olduğu ve grup üyelerinin de bu kişiler ile
empati kurmaya ve onları daha iyi anlamaya
başladıkları tespit edilmiştir.
GRUP OTURUM ÖRNEĞİ
İkinci hafta gruba 5 kişi katıldı. Grup
üyelerinden bir önceki haftanın paylaşımı
alındı Eylül annesi ile aralarının biraz daha iyi
olduğunu fakat annesinin kaygı durumunun
devam ettiğini grup üyeleri ile paylaştı.
Sonrasında grup üyelerine gönüllü çalışmak
isteyen birinin olup olmadığı soruldu.
Serap’ın gönüllü olması üzerine kendisi
sahneye alındı. Aile fertlerinin olduğu bir aile
heykelini inşa etmesi kendisinden istendi.
Heykelde eşi, kız kardeşi ve annesi
bulunuyordu. Serap tüm aile fertlerinin
rollerine geçerek onları heykelde yerleştirdi.
Serap’ın eşi heykelde tam önünde ona sarılır
halde duruyordu, annesi ise arkasında ve
destek verir bir şekilde dururken kız kardeşi
biraz daha uzakta duruyordu. Serap rolden
çıkartılarak aile heykeline dışardan bakması
sağlandı ve nasıl göründüğü ona soruldu. Kız
kardeşinin biraz uzakta kaldığı onun dışında
heykelin iyi gözüktüğünü söyledi. Daha
sonrasında Serap’ın tüm aile fertlerinin
rollerine geçip hepsine birer cümle vermesi
istendi. Bunun üzerine eşi ona her zaman
yanında olduğunu ve onu sevdiğini söyledi.
Annesi ise canım kızım seni seviyorum dedi
kız kardeşi ise beni anlamanı istiyorum
umarım bir gün anlarsın dedi. Protagonist olan
Serap ise kız kardeşine cevap verdi ve zaten
ben seni anlıyorum! Diyerek yüksek bir sesle
cevap verdi. Sonrasında diğer aile bireyleri
sahneden gönderildi ve Serap kız kardeşi ile
karşılıklı konuşmaya başladı. Bu konuşma
sırasında kız kardeşi Serap’a kendisini hiç
anlamadığını, onun hep iyi çocuk olduğunu
fakat kendisinin bir sürü problemler
yaşadığını, annesinin hep Serap’ın yanında
67
olduğunu fakat onun yanında olmadığını
söyledi. Serap da elinden geldiği kadar onun
yanında olmaya çalıştığını fakat bunun
kendisine yetmediğini kız kardeşine söyledi.
Kız kardeş ise annesinin yeterince yanında
olmadığı
için
böyle
davranışlarda
bulunduğunu paylaştı. Bunun üzerine Serap’a
isterse kız kardeşi yerine çalışabileceğimiz ve
bu durumu halledebileceğimiz söylendi. Serap
da durumu kabul etti ve bundan sonra
çalışmasına ablası rolünden devam etti. Abla
annenin kendisine daha az vakit ayırdığını,
Serap’ı hep daha çok sevdiğini, zor
zamanlarında annesinin ona yeterince
yardımcı olmadığını, hep kötü çocuğun o
olduğunu, problemler yaşadığını fakat o
zamanlarda da annesini yeterince yanında
hissedemediğini anlatması üzerine anne role
seçildi ve abla annesi ile konuşmaya başladı.
Anne ile karşılıklı konuşmaya geçmeden önce
Serap kendisinin ablasına olan öfkesi devreye
girdiği için rolden çıktı ve çalışmaya direnç
gösterdi fakat sonrasında liderin motivasyonu
ile abla rolüne geri dönebildi. Abla anneye
karşı öfkeli olduğunu, çocukluğunda onunla
yeterince ilgilenmediğini, ve sonrasında da
yeterince ilgi göstermediğini ve bu nedenle
çok öfkeli olduğunu, bunun Serap ile bir ilgisi
olmadığını tamamen annenin ilgisizliğinden
kaynaklandığını annesine söyledi. Sonrasında
abla yastıklardan birini annenin ilgisiz tarafı
olarak seçti ve annesine olan öfkesini çıkardı.
Öfke çıkarımı bittikten sonra anne ile
tekrardan bir konuşma gerçekleştirildi. Abla
anneye çocukluğumdan ve benden özür
dilesin dedi. Ablanın çocukluğu role seçildi ve
anne de hem ablanın çocukluğundan hem de
kendisinden özür diledi. Özür dileme
sonrasında Serap rolüne geri döndürüldü ve
bu sahnenin içinde olup olmak istemediği
kendisine soruldu. Hayır ben bu sahnede
izleyici olmak istiyorum, onların aralarına
girmek istemiyorum demesi üzerine Serap
kendi rolüne geri döndükten sonra özür
dileme sahnesi tekrar canlandırıldı. Rol
paylaşımları ve özdeşim paylaşımları alınarak
çalışma burada sonlandırıldı.
SON SÖZ
Genel olarak tüm danışanlar ; çalıştıkları
kişiler ile ilişkilerinin daha sağlam olduğunu,
yüklerinden arınmış olduğunu, korku ve
kaygılarından
kurtulduğunu
artık
anı
yaşamaya başladıklarını paylaşmışlardır.
Artan empati, daha önce rahatsız eden
davranış ve tutumların daha az göze battığı ,
artan ifade yetkinlikleri ile iletişimlerinde
olumlu gelişmeler olmuştur.
Yapılan çalışma sonucuna göre; grup
üyelerinin, yerine protagonist oldukları kişileri
daha çok anlamaya başladıkları, onlarla daha
çok empati yapmaya başladıkları ve onları
olduğu gibi kabul etmeye başladıkları
gözlendi. Bunun yanı sıra kişilerin, yerine
çalıştıkları kişiye karşı olan öfkelerinin ve ona
yardım
edersem
ona
hak
veririm
düşüncelerinin role girme konusunda onları
oldukça etkilediği ve zorladığı görüldü.
Burada kişilerin role girmeye direnmesi, o
rolü almak istememekle ilgili bir durumdur.
Çünkü kişi o rolü alır ise , direnç çözülür ve
bu sayede yakınlığı sağlanır.
Yerine çalışılan kişinin erkek arkadaş ve ya
nişanlı /eş olması halinin çalışmada bir
avantaj olduğu ve bu rollere
geçme
konusunda grup üyelerinin zorlanmadığı tespit
edildi. Yerine çalışılan kişi anne figürü
olduğunda ise grup üyelerinin oldukça
zorlandığı tespit edilmiştir. Anne ve bebeğin
arasındaki ilk bağlanma ve annenin çocuğun
ihtiyaçlarına cevap vermemesi büyük bir
travmaya yol açması sebebiyle grup
üyelerinden annesi ile çalışma yapanlar çocuk
rolünden ben neden ona yardım ediyorum?
sorusunu kendilerine sormaya ve role girme
konusunda
direnç
geliştirmeye
başlamaktadırlar. Buradaki dirençi yaratan
durum ; empatinin gelişmesi ve sonrasında da
çalışma yaptıkları kişileri anlayıp onlara hak
vermeye başlayacak olmalarıdır. Bunun yanı
sıra öfkenin ve patolojinin de ikiye katlanması
söz konusu olur , kişi hem kendi rolünden
annesine öfkesini taşıyor hem de annesinin
rolüne geçtiğinde onun öfkesini de hissetmeye
başlıyor. Temeldeki annenin yaşadığı öfke
veya sorun çözülürse zaten çocuğun yaşamış
olduğu sıkıntılar da otomatik olarak
çözülmeye başlıyor.
Ve yine unutulmamalıdır ki , gelişimsel bir
yönelme açısından , tele transferans çok erken
evrede , ebeveynle bağlanma süreci ile ortaya
çıkar. Bir yetişkinin o dönemden tepkisel
olarak geliştirdiği karşıt transferans ile karşı
karşıya kalmaktadır.
68
Başkasının
yerine
protagonist
olma
çalışmasına katılan her grup üyesinin yerine
çalışma yaptığı kişi ile olan ilişkisinin olumlu
anlamda değiştiği gözlenmiştir. Yapılan
çalışmanın sonucuna göre bu çalışmanın
kuşaklar arası bir çalışmaya uyarlanabileceği
düşünülmüş olup önceki kuşakların yerine
protagonist çalışma yapılmasının geçmiş
kuşakların yaşadıkları olumsuz olayların
şimdiki nesillerde var olan olumsuz etkilerinin
ortadan
kalkmasını
sağlayacağı
düşünülmektedir.
Tele ya da “Derin İlişki”yi ve bunların
bireylerin tepkilerinde yer alan transferansı
çözmesi için çalışmaların önceki kuşaklar ile
yapılması çok daha önemli değişimler
yaratacaktır.
Yapılan tüm seanslarda (önceki kuşak ve anne
rolleri ile yapılanlar dışında) , kişilerin
birbirlerinden beklenti içinde olmaları ve bu
beklentilerini aktarmaları ile karşı tarafta
gücenme-kırgınlık veya tahrik duygularını
ortaya çıkarttığı net olarak görülmektedir.
Unutulmamalıdır ki şifalı iyileşmeyi sağlamak
için olumlu teleye ihtiyaç vardır. Bu
çalışmalar ile hem çalışılan kişinin çalışan
kişiye
olan
tranferanslarında
iyileşme
sağlanmış
bu
sayede
de
olumsuz
transferanslardan ayrılmış gerçekçi ve telesel
etkileşimlere geri dönülmüştür.
KAYNAKÇA
•
•
•
•
•
•
•
•
•
http://www.varoluscuterapi.com/resmipsikolojinin-kurulusu/wilhelm-wundt
http://ferhatceylan.blogcu.com/niyetingucu/7084876
www.ntvmsnbc.com
www.therapeutictouch.org
www.ajanspsikoloji.com
New Scientist Dergisi 2626 nolu
sayısından, 23 Ekim 2007, sayfalar 10-11
Yazan: Zeeya Merali (New Scientist
Dergisi, 23 Ekim 2007) Çeviren: Esin
Tezer
Kaynak Kitap: Ruhsal Şifa, Derleyen:
Dora Kunz. Ege Meta Yayınları
Düşünce Gücüyle Tedavi 1-2, Yazar :
Louise L. Hay. Altın Kitaplar
Psikodrama Grup Psikoterapisi 400
Isınma Oyunu ve Yardımcı Teknik, Uzm.
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
69
Psk. Dnş.Deniz Altınay. Epsilon
Yayıncılık
Psikodrama Grup Psikoterapisi El Kitabı,
Uzm. Psk. Dnş. Deniz Altınay. Epsilon
Yayıncılık
Sezgilerle İyileşme, Laura Alden Kamm.
Kuraldışı Yayınları
Psikodrama’da Eş’in Genososyogram
Uygulamalarındaki Derinliği, Ayça
Atasoy, İstanbul Psikodrama Enstitüsü
Bitirme Tezi, 2010.
Psikodrama Grup Psikoterapilerinde
Kuantum ve Rölative Kuramları Üzerine
Bir İnceleme, Ekrem Demirağ, İstanbul
Psikodrama Enstitüsü Bitirme Tezi, 2009.
Psikodrama’da Tele-Aktarım İlişkisi ve
Roller, Serhat Türktan, İstanbul
Psikodrama Ensitüsü Bitirme Tezi
Tele: The Dynamics Of Rapport,
(Psychodrama Since Moreno 26 February
2006) Adam Blatner
Psikodramada Çağdaş Yaklaşımlar
Sistem Yayıncılık
Psikodramada Seçme Konular Derleyen:
Deniz Altınay, Epsilon Yayıncılık
Sosyometri ve Psikodrama, Prof. Dr.
Üstün Dökmen, Sistem Yayıncılık
Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim
Çatışmaları ve Empati, Prof. Dr. Üstün
Dökmen, Sistem Yayıncılık
Evrensel Enerji, Yazar : Bedri Çetin
(Psychodrama)Psikodrama. Yöntemlerin
Bir Özet Sunumu.Anne Ancelin
Schützenberger. Çeviren: Dr. Abdülkadir
Özbek, 1995.
(Psychodrama)Psikodrama: Grup
Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim. J.L.
Moreno’ya Göre Psikodrama.Dr.
Abdülkadir Özbek ve Dr. Grete Leutz.
Yayına Hazırlayan Ülgen H. Okyayuz
1987, 2003.
Psikodrama Eğitici Eğitimi Ders Notları
(Deniz Altınay).
70
“Grup Psikoterapisi ve Psikodrama Dergisi”
Yayın Koşulları
•
•
•
Grup Psikoterapisi ve Psikodrama Dergisi,
İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nün bir
yayınıdır.
Dergimizin Yayın Amacı:
Meslek
mensuplarına, ilgili diğer meslek gruplarına,
danışmanlık hizmeti alan danışanlara,
öğrencilere ve ilgilenlere;
o Grup Psikoterapisini ve Psikodrama’yı
tanıtmak,
o Alandaki çalışmaları, araştırmaları ve
yenilikleri duyurmak,
o Konu hakkındaki fikir dünyasını ve tartışma
alanlarını geliştirmek,
Dergimiz, enstitü web sayfası üzerinden yılda
2 defa bahar ve güz dönemlerinde yayınlanır.
Dergimizde yayımlanacak yazılara ilişkin koşullar
aşağıdadır:
1-
2-
3-
4-
5-
Yayın Kurulu: E-dergide yayınlanmak üzere
gönderilen her yazı, makale ve arştırmalar
Yayın
ve
Etik
Kurul
tarafından
değerlendirilir.
İçerik, anlam ve etik koşullara uyan yazılar
değerlendirmeye alınır.
Makalelerde dile getirilen düşüncelerden
yazarları sorumludur.
Ancak yazıların içerikleri, derginin amacına,
evrensel, bilimsel etik kurallarına ve kişilik
haklarına saygılı olmalıdır.
Dergimizde yayınlanması istenen yazıların öz
ve kolay anlaşılır biçimde düzenlenmesine
özen gösterilmelidir.
Format: Gönderilen yazılar 1 satır
aralığında, 12 punto büyüklüğünde ve her
türlü tablo, şema dahil
A4 sayfasını
geçmeyecek boyutlarda olmalıdır.
Dergide yayımlanacak yazıların yazım ve
dilbilgisi kurallarına uygun olması şarttır.
Türk Dil Kurumu'nun (TDK) yazım kılavuzu ve
yazım kuralları örnek alınmalıdır. Detaylı bilgi
için TDK'nın web sayfasına bakınız:
www.tdk.gov.tr . Yabancı sözcükler yerine
olabildiğince Türkçe sözlükler kullanılmalıdır.
Türkçe'de alışılmamış sözcükler kullanılırken
ilk geçtiği yerde yabancı dildeki karşılığı
parantez içinde verilebilir.
6- Dergimizin yayın dili Türkçe ve İngilizcedir.
Türkçe yayınların uluslarası literatüre de kaynak
olması için isteyen yazarlar “abstract”
eklemelidirler.
100-150 kelimeyi geçmeyecek İngilizce özet
(Abstract), İngilizce başlık ve Türkçe özet
(Özet) yer alabilir. Özetlerde; amaç, yöntem,
bulgular ve sonuç bilgilerinin yer almasına özen
gösterilmelidir. Anahtar kelimeler (Keywords)
İngilizce ve Türkçe olarak belirtilmelidir.
Özetlerde kısaltma kullanılmamalıdır.
7- Referanslar: Gönderilen yazılar başka bir
kaynaktan alıntı veya farklı bir kaynağa atıfda
bul unuyorsa, mutlaka ana kaynağa referans
yapılmalıdır.
8- Dergide yayımlanacak çeviri yazılarda çevirmen
eserin yazarından ve/veya yayın hakkına sahip
kişi veya kurumdan yazılı yayım izni almak ve
bu izin belgesini yayın kuruluna iletmek
zorundadır.
9- Derginin bir sayısında bir yazarın birden fazla
yazısı yayınlanmaz. Ancak ortak çalışma ürünü
olan ve birden çok yazarlı çalışmalarda bu koşul
aranmaz.
10- Gönderim: Yazılar enstitü’ye e- posta ile
aşağıdaki adrese gönderilir:
[email protected]
[email protected]
11- Yazılar dergi adresine elektronik postayla da
gönderilebilir.
Gönderim Adresi:
[email protected]
12- Yazarlar kendilerine ait haberleşme adreslerini
veya diğer iletişim bilgilerini yayın kuruluna
bildirmelidir.
13- Dergiye basılmak üzere gönderilen yazılar,
disketler ve CD’ler yayımlansın veya
yayımlanmasın yazarına geri gönderilmez.
İSTANBUL PSİKODRAMA ENSTİTÜSÜ
İSTANBUL ULUSLARARASI ZERKA
MORENO ENSTİTÜSÜ
Teşvikiye mah. Şakayık sok. Hera apt. No:57
D:2 Nişantaşı/İSTANBUL
Tel: 0212 232 12 63
GSM: 0532 213 63 62
www.istpsikodrama.com.tr
71
Group Psychotherapy and Psychodrama Journal’s Publication Guidelines and Editorial
Principles
Group Psychotherapy and Psychodrama
Journal is the publicaion of Istanbul
Psychodrama Institute
The aims of our journal is:
1) To introduce group psychotherapy and
psychodrama,
2) To announce the researches and ne
applicaitons of the field,
3) To enchance the ideas about the field
and to develop the discussion areas for
the people it may concern, to th
students, to the clients , to experts from
the field and to the other professionals.
The journal is a refereed journal and
published two times a year in Autumn and
Spring
•
•
•
Here is the Principles and Application
Requirements for the Articles and Papers:
1)
Editorial Board: Having been examined by
the Editorial and Ethic Boards, papers
submitted for publication will be sent to two
other boards specialized on the topic. The
papers should be accepted with context,
meaning and ethical conditions.
The responsibility fo the content of the
articles
and
their
appendices
(pictures,drawings, maps, documents etc)
belongs to the author.But again it must be
respectful to the human rights, the aims of
journal and the conditions of universal and
ethical issues
The articles should be designed with easy
and clear understanding
Principles of Publishing; The Text shall be
12 font size
Authors have to comply with the rules set by
the TDK (Turkish Language Society)
Spelling Guide. Please see the TDK’s web
site for further information www.tdk.gov.tr
2)
3)
4)
5)
htpp://www.tdk.gov.tr/ Turkish words sould
be used in stead of foreign words.
6) The language of the journal is Turkish and
English. In sending the articles and
translations addition to the text itself, Turkish
and English abtracts should be added, each of
them not exceeding 100-150 words. The
abstracts should cover the content, aim and
results fo the paper. Key words must be
written in English and Turkish.
7) References: If the papers have been taken
from other resources or referred by another
article, main references should be clearly
shown.
8) If there is a translated papers, the permission
needs to be taken from the original writer and
present the permission to the editorial board.
9) More then one paper cannot be published
from the same writer in the journal in one
issue. But this rule is not valid if there is cowriters.
10) The papers can be sent to the Institute
through
email
to:
[email protected]
or
[email protected]
11) The writers should send their correspondings
( mail address and phone numbers) to the
editorial boad.
The papers, arcticles, writings and CDs cannot be
returned either they are published or not.
İSTANBUL PSYCHODRAMA INSTITUTE
ULUSLARARASI ZERKA MORENO
INSTITUTE
Teşvikiye mah. Şakayık sok. Hera apt. No:57 D:2
Nişantaşı/İSTANBUL
Phone: +90 212 232 12 63
GSM: +90 532 213 63 62
www.istpsikodrama.com.tr

Benzer belgeler

Psikodrama J - Refika Yazgaç Derslerim

Psikodrama J - Refika Yazgaç Derslerim başvuran psikolojik danışmanlar, psikologlar ve pisikiyatristler eğitimlere kabul edildikten sonra yükümlülüklerini yerine getirerek yardımcı terapist diplomalarını alabilmektedirler. Üst aşama sür...

Detaylı

Psikodrama*t*ist...Hoşgeldiniz

Psikodrama*t*ist...Hoşgeldiniz olarak sürecin içine kendilerini daha farklı bir çalışma sürecinin içinde buldular. Ensitümüz geldiği yer ve konumu itibariyle düzenli ve sürekli eğitim çalışmasını 20 yıla yakın süredir sürdürmekt...

Detaylı

Buradan - İnci Doğaner

Buradan - İnci Doğaner Moreno‟nun eğitim verdiği ilk Avrupalı‟dır. Fransa‟da Françoise Dalto ve R.Gessain tarafından psikoanalist olarak eğitildi. 1947- 1968 arasında bilimsel araĢtırmalar yaptı ve 1968‟de iĢinde kalma h...

Detaylı