bümed boğaziçi üniversitesi mezunlar derneği aylık yayını aralık

Transkript

bümed boğaziçi üniversitesi mezunlar derneği aylık yayını aralık
B
BÜMED BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ
MEZUNLAR DERNEĞİ AYLIK YAYINI
ARALIK 2014 SAYI 201
OĞAZİÇİ
ART COLLECTING IS AN INCURABLE DISEASE
YARATICI GENÇLER YENI MESLEKLER
BU ANLATILAN SENIN HIKÂYENDIR
201
Yeni bir yılın arifesindeyiz.
2014’ün ilk günleri sanki dün gibi.
Bu sayıyı hazırlarken fark ettik ki
aslında çok hızlı geçiyor gibi duran
zaman, o kadar da hızlı geçmiyor.
Daha doğrusu zaman geçip
gittiğinde ve biz ardımıza bakma
noktasına geldiğimizde, zamanı
hızla akıp gitmiş gibi algılıyoruz.
6
Zamanı, daha doğrusu zamanın
ne kadar verimli geçtiğini test
etmenin güzel bir yolu, insanın
ürettiklerini eleştirel biçimde
gözden geçirmesi. Buradaki
eleştirel ifadesinden kasıt elbette
zaaflardan kaynaklanan hata
bulma güdüsü veya sübjektif
yanılgılar değil. Başı sonu sağlam,
ölçülebilir, tutarlı kanıtlara
dayanan bir eleştirellik. Biz de,
201 numaralı sayıyı hazırlarken,
geçtiğimiz senelerdeki
sayılar üzerinde çalıştığımız
dönemlerde neler yaşadığımızı,
acı, tatlı birçok kareyi yukarıda
belirttiğim şekliyle eleştirelliğin
ışığında gözden geçirdik.Ve
fark ettik ki biz, dergi ekibi
olarak mutluluklar, gerilimler,
yorgunluklar, güzellikler içinde
yani her şekliyle verimli, dolu dolu
bir dönem yaşamışız. Boğaziçi
Dergisi vesilesiyle okulumuza
ve derneğimize ait haberleri
mezunlara ulaştırmaya çalışırken,
bizler de kendi camiamızı tekrar
ve daha derinden tanıma fırsatı
bulmuşuz; değişik yönlerimizi,
güçlü yanlarımızı, gelişmesi
gereken taraflarımızı görmeye
gayret etmişiz.
167-201 arasındaki sayılar, bizim
son üç yılımızı, hatta biraz daha
net bir biçimde ortaya koymak
gerekirse, hayatımızdaki üç
yılın neredeyse tamamını, her
anını kapsıyor. Üç senenin en
başına döndüğümüzde, bu sayıda
da sıklıkla ele aldığımız yenilik
ve değişim fikirleri önümüzde
duruyordu. Bu fikirleri masamızın
bir köşesine yerleştirerek
çalışmaya başlamıştık.
Bugün değerli mezunlarımıza,
üniversitemizin hocalarına
ulaşmanın yanında dünyanın
sayılı, saygın araştırmacılarına
mikrofon uzatıyoruz, uluslararası
saygın platformlarda anılıyoruz.
Dergi grubu olarak eleştirellik
ölçeğinde bakarsak, bu tablonun
doğru bir yol izlendiğine dair bir
işaret olarak algılanabileceğine
inanıyoruz.
Doğru yol elbette zor olan yoldur,
yolculuk boyunca pek çok engel
çıkar, ama güzel olan şudur ki, o
engeller her zaman aşılır, çünkü
doğru iş eninde sonunda değerini
ve hak ettiği yeri bulur. Biz de bu
hedefle çalışmaya mutlulukla
devam ediyoruz, edeceğiz.
Yeni yılın, tüm camia ve insanlık
için verimli ve güzel geçmesi
dileğiyle…
Aylin Buran ’02
44
70
BOĞAZİÇİ
MENTORLUK PROGRAMI TÜM HIZIYLA BAŞLADI
2003 yılından bu yana devam eden BÜMED Mentorluk Programı, çeşitli alanlarda çalışan
Boğaziçi Üniversitesi mezunlarını öğrencilerimiz ile buluşturmak için Haziran sonuna
kadar sürecek maraton için yola çıktı. Sayın Deniz Kenber’in (‘88) mentor/ mentee
eğitimlerini vermesiyle başlangıcını yapan proje, tüm mentor ve mentee’lerimizin katıldığı
tanışma toplantısı ile hepimize kuşaktan kuşağa iletilen deneyimlerin ne kadar heyecan
verici olduğunu ve olacağını gösterdi.
34
20
HISTORIC BUILDINGS ON THE SOUTH CAMPUS
“Historic Buildings on the South Campus” ismi ile Boğaziçi Üniversitesi tarafından yayımlanan
çalışmada, Robert Kolej’in kuruluşundan bu yana okula özgünlük kazandıran en önemli
bileşenlerden biri olan binaların tarihçesini Prof. Dr. John Freely’nin kaleminden okuyoruz. Bu
sayıdan başlayarak, kitapta yer alan tarihi binalar üzerine kaleme alınmış inceleme yazılarını
sizlerle paylaşacağız.
İÇ VE DIŞ SİYASET ROTASI
Son dönemlerde iç içe geçmiş dış ve iç siyasetin dinamikleri, Ortadoğu’da
yaşananlar ve bu yaşananların iç siyaset dengelerini ne yönde etkileyeceği,
“Yeni Türkiye” ve hukuk kavramlarının ülkemizdeki yeri üzerine sorularımızı
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Ayşen
Candaş’a yönelttik.
YARATICI GENÇLER, YENİ MESLEKLER
2001 yılından beri sanat ve tasarım konusunda yurtdışı eğitim danışmanlığı yapan
mezunumuz Canan Kadıoğlu ’74, Eylül 2010'da Art Academy'i kurarak yurtdışında
sanat ve tasarım konularında eğitim alacak lisans ve lisansüstü seviyesindeki
öğrencilere portfolyo hazırlıklarında danışmanlık yapıyor. Sayın Kadıoğlu’nun
Türkiye ve yurtdışındaki sanat ve tasarım eğitimine dair tespitlerini ve kendi
çalışmalarını paylaştığı röportajımızı sizlere aktarıyoruz.
54
''ART COLLECTING IS AN INCURABLE DISEASE''
2014 yılının bahar aylarında sanat dünyasına internet üzerinden
giriş yapan Art50.net, sanatçı, koleksiyoner ve tüm sanatseverleri
aynı çatı altında buluşturan bir online çağdaş sanat platformu. Sanatı
seven, paylaşan ve sanatla iç içe yaşamak isteyenleri birleştiren Art50.
net üzerine Sayın Güliz Özbek Collini '85 ile gerçekleştirdiğimiz
röportajımızı paylaşıyoruz.
BOĞAZİÇİ DERGİSİ, BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ (BÜMED)
TARAFINDAN YAYIMLANAN AYLIK, ÜCRETSİZ BİR YAYINDIR. ARALIK 2014 SAYI 201
YÖNETİM KURULU ADINA SAHİBİ: HAKAN ZİHNİOĞLU-BÜMED YÖNETİM KURULU BAŞKANI
YAYIN YÖNETMENİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: AYLİN BURAN [email protected]
YAYIN KURULU: TUNÇEL GÜLSOY, MUSTAFA UYAL
YAZI KURULU: GÜNEŞ BAŞAT, CÜNEYT BAYRAKTAR, METİN BİTİK, DUYGU CANKILIÇ,
YASEMİN DUT, AYŞEGÜL GÜNDÜZ, ECE KAVLAK, TANSU OSKAY, SEMİH TEKTEN, PINAR TÜREN
KATKIDA BULUNANLAR: ANIL ALTAŞ, YELDA BALER, ESRA BAL, YEŞİM ÇAYLAKLI, MELİS ERTÜRK,
MURAT GÜLSOY, EVİN İLYASOĞLU, BARIŞ MÜSTECAPLIOĞLU, HANDE ORTAÇ, SEVGİN AKIŞ RONEY,
GÖNENÇ TARAKÇIOĞLU, NALAN YENİGÜN, BURCU ÜNLÜTABAK, OKANER ERTUĞRUL
FOTOĞRAFLAR: YAŞAR ARİF KARAGÜLLE, AHMET KIRAN,
FATİH ÖZTÜRK
EDİTÖRLER: DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT
TEŞEKKÜR EDERİZ: ÖNDER BAHAR, SEFA COŞKUN, HÜSEYİN ÇETİN,
BAHADIR OTMANLI, NAZ VARDAR
TASARIM VE RESİMLEMELER: EMRE SENAN TASARIM VE DANIŞMANLIK [email protected]
REKLAM SATIŞ VE SPONSORLUK: BURCU ALTUNYAY [email protected] 0212 359 58 44
TUĞBA ALARSLAN [email protected] 0212 359 58 16
YÖNETİM YERİ: BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ, LOJMAN KAPI YANI 34342 BEBEK-İSTANBUL
TEL: (0212) 359 58 00 FAKS: (0212) 257 35 68
BASKI: MAS MATBAACILIK SAN. VE TİC. A.Ş.
KAĞITHANE BİNASI, HAMİDİYE MAHALLESİ, SOĞUKSU CAD. NO:3
KAĞITHANE-İSTANBUL TEL: 0212 294 10 00 FAKS: 0212 294 90 80 SERTİFİKA NO: 12055
www.masmat.com.tr
B
7
yönetim kurulundan
esi
ş '02
e d eb a
ulu Üy
D
r
u
ç
K
n
a
et i m
S. İn
em Yön
n
ö
D
.
14
''Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım''
"Dünle birlikte gitti, cancağızım
Ne varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım."
Mevlana
8
Bundan henüz 20 yıl önce
PC’ler yeni yeni kabul görmeye
başlamıştı; cep telefonları ile bugün
yapabildiklerimizin bir kısmıyla
ilgili bile öngörülerini söyleyenlere
garip bakılıyordu. İtiraf etmeliyim
ki, üniversitedeki ilk yılımda Kuzey
Kampus’taki yurt odasında Ali’yi
cep telefonuyla her gördügümde,
bunu gereksiz bir lüks, hatta her an
ulaşılabilir olmayı da biraz işgüzarca
ve zorlama bir ihtiyaç olarak
düşünüyordum. Yanıldığmı fark
etmem ve bu düşüncemi tedavülden
kaldırmam çok uzun sürmedi. Benim
bu öngörüm gibi, üniversitede de bir
dönem hayatımıza girip ve daha sonra
tedavülden kalkan birçok şey vardı.
Arkadaşlarla üniversitede yaşadığımız
değişimi konuştuğumuzda aklımıza
gelenlerden bazıları şunlar: Bilgisayar
laboratuvarında MIRC (daha sonra
ICQ), Windows 95, Altavista; yurtlarda
kat telefonundan oda telefonuna
geçiş, ankesörlu telefonların önündeki
telefon kuyruğu, kayıt için öğrenci
işlerinden alınan formlar ve hocaların
kapılarının önünde uzayan imza
kuyrukları…
Değişim her şeyi inanılmaz bir hızla
eskitiyor. Yeni olan, yaşamın hemen
her alanında eskiyi geçersiz kılıyor.
Değişimi tetikleyen ana faktör
küresel dünyada yaşanan rekabet. Bu
rekabetçi yapının ateşlediği değişim
iş hayatında, maliyet, kalite, hizmet
ve hız gibi çağımızın en önemli
performans ölçülerine odaklanıyor.
Bir yandan endüstriler evrilirken bir
yandan da yaşam tarzları ve değerler
de değişimden etkileniyor. Teknoloji
maliyetlerinin ucuzlaması ile daha da
hızlanacak cihazların birbirini tanır
ve bağlantılı hale gelmesi ve dijital
dönüşüm, fırsatlarla dolu ve değişen
bir oyun alanı yaratmakla kalmıyor;
aynı zamanda hayatımıza giren ve
onu dönüştüren yeni endüstriler ve
iş fikirlerinin de ortaya çıkmasına
neden oluyor. Her yeni endüstri ve
iş fikri, aynı zamanda bu değişim
döngüsünün birer katalizörü oluyor.
Çok değil 20 yıl önce internet
üzerinden kitap satmak üzere
kurulan Amazon, ticareti; henüz altı
yıl önce kurulan ve 33.000 şehirde
iki milyondan fazla odası olan büyük
bir otel diye de tanımlayabileceğimiz
Airbnb, otelciliği (96 yıl önce açılan
Hilton’un 91 ülkede yaklaşık 680.000
odası var); henüz dört yıl önce
lanse edilen ve yaklaşık 19 milyar
dolar değeri olan Uber, taksiciliği
ve yolcu taşımacılığını yeniden
tanımlıyor. Sanat, tasarım, siyaset,
insan kaynakları, sağlık, hukuk, ve
diğer birçok alanda da, değişim her
zamankinden daha hızlı yaşanıyor.
Derginin bu sayısında birçok
alanda yaşanan değişimi okumakla
kalmayacak, okurken yaşanan
değişimi hissedeceksiniz.
Yaşanan değişimler, etrafındaki her
şeyi dönüştürürken, değişimin hızı da
başımızı döndürüyor. Çünkü değişim,
tarih boyunca hep ivmelenerek,
artarak ilerliyor. Önümüzdeki 20
yılda, geçmiş 200 yıldan daha fazla
değişim gerçekleşecek. Değişimin
hızı, teknolojinin gelişimi, bilginin
kolay yayılımının sonucu olarak ortaya
çıkan küreselleşme çerçevesinde
dikkat çekici bir şekilde artıyor. Bilgiye
erişimin kolaylaşması, durumların ve
olguların sabit kalmasını engelliyor;
ve bilgi çağıyla birlikte deneyimlerin
ve tüm bilginin yeni teknolojiye
adapte edilmesi her şeyi hızlandırıyor.
Artık her şey eskisinden daha hızlı
yaşanıyor. Daha hızlı haberleşme,
daha hızlı ulaşım, daha hızlı yemek,
daha hızlı tüketim, daha kısa
sürede daha çok iş yapma…Bir
süre sonra bugün hiç bilmediğimiz
yepyeni ürünler, servisler, işler
girecek hayatımıza ve bunlara
adaptasyonumuz da çok hızlı olacak.
Bugün kullandığımız birçok ürün,
servis için de geçerli bu durum.
Değişimi yorumlarken
genellikle yenilik ve gelişimden
bahsettiğimizden, gelecek senaryoları
genelde pozitif algılanır. Fakat, her
değişim iyi midir? Değişime başka bir
açıdan da bakmak anlamlı olacaktır.
Hızın, değişimin ve teknolojideki
gelişmelerin, yaşamlarımızı daha
pratikleştirip, kendimize daha
fazla vakit ayırmamıza neden
olacağı düşünülürken, ironik bir
şekilde zamanımız daha da kıt ve
mutlu olmak için daha fazla şeyi
yapmaya, daha fazlasına sahip
olmaya odaklanıyoruz. Tüm dünyada
insanlarin, kişisel/özel zamanlarından
feragat edip, her zamankinden daha
çok çalıştığını söyleyebiliriz. Çok daha
makro bir açıdan baktığımızda da,
tüm dünyada küreselleşmeyle birlikte
artan yoksulluk, en zengin %1’lik
dilimin artan geliri ve gelir eşitsizliği;
reel ücretlerin düşüşü, çevre sorunları
ve kaynakların hızlıca tüketilmesi gibi
trendleri görebiliriz. Değişim fetişisti
olmadan, değişen her şey iyidir
demeden önce, değişimi daha iyi
anlayabilmemiz, yorumlayabilmemiz
dileğiyle…
B
9
camiadan haberler
seçenekleriyle hazırlıyor. Detaylar için
www.bogaziciakademi.com.tr sitesine
bakabilirsiniz.
İKİ ÖNEMLİ PROJE
NEXT GENERATION
B
10
Bilgisayar Mühendisliği Bölümü
mezunlarımızdan Nedim Barut ‘04,
2009 yılında kurduğu Next Generation
şirketi ile başarılı girişimciler arasında
bulunuyor. Barut, Türkiye’de online
araştırma pazarının büyümesini,
kurmuş olduğu www.benderimki.com
platformu ile sağlıyor. Ayrıca, pazar
araştırması sektörünün Türkiye’de
lideri olan Ipsos şirketi ile 2014 yılında
iş birliği başlatan ve bu iş birliği ile
birçok başarılı projeye imza atan Next
Generation’ın 2015 yılındaki hedefi,
www.benderimki.com’u Türkiye’nin
bu alandaki lider platformu haline
getirmek.
BOĞAZİÇİ AKADEMİ
Fizik Öğretmenliği Bölümü
mezunlarımızdan Ramazan Çetinkaya
‘08, kolej ve fen lisesinde öğretmenlik
yaparken ülkemizde eğitim sisteminin
eksiklerini yakından gözlemleme
fırsatı buldu. Daha sonra bu sorunların
kişiselleştirilmiş ve esnek eğitim
programlarıyla çözülebileceğini fark
etti. Ardından 2012 yılında kendi
eğitim markasını oluşturdu.
"Boğaziçi Akademi" kişiye özel
akademik eğitim çözümleri üreten bir
anlayışa ve tamamı Boğaziçi mezunu
bir ekibe sahip. Dünyadaki eğitim
standartları ülkemize uyarlanırken
karşılaşılan problemleri güzel bir
takım çalışmasıyla bireye odaklanarak
çözmeyi amaçlıyor. Öğrencileri AP, IB
ve SAT gibi uluslararası programlara
birebir, grup ve online ders
Bisikletle Avrupa turunun ardından,
Türkiye'de ekolojik bilinç oluşmasına
katkıda bulunmak amacıyla bisikletli
sahaf projesini başlatan Sayın Rüzgâr
Yolgezer '14, projelerini kısaca şöyle
dile getiriyor:
kullanımına dur diyoruz. Ekolojik bir
girişim olarak başlattığımız Bisikletli
Sahaf projesi ile doğaya ve çevreye
verdiğimiz rahatsızlıklara laf ile değil
yaptıklarımızla pozitif bir eleştiri
getirmeyi umuyoruz.
ATAMALAR
Makina Mühendisliği Bölümü
mezunumuz Oğuz Uçanlar ‘01,
Anadolu Restoran İşletmeleri Ltd. Şti.’ye
Operasyon Direktörü olarak atandı.
Ekonomi Bölümü mezunumuz Öznur
Önal ‘96, Merck Sharp&Dohme İlaçları
Ltd. Şti.’ye Türkiye Uyum Direktörü
olarak atandı.
İktisat Bölümü mezunumuz Ülfet
Baykent Uysal ‘99, Unilever Sanayi ve
Ticaret Türk A.Ş.’ye Türkiye Bölgesi Satış
ve Pazarlamadan Sorumlu İK Direktörü
olarak atandı.
Parasız Vejetaryen Avrupa Turu
Beş ay süren ve yaklaşık 10.000 km’yi
devirdiğim Parasız Vejetaryen Avrupa
Turu'nu doğaya karşı duyarlılığım
tetikledi. Buna paralel olarak tur
için gerekli olan ekipmanları ve
kıyafetlerimi güvene dayalı bir alışveriş
olan armağan ekonomisiyle sağladım.
Kısacası bisiklet, çadır, yağmurluk
gibi pek çok malzemeyi beş aylığına
ödünç aldım. Bu düşüncelerden
yola çıkarak Belçika’da bana katılan
Filiz ile birlikte, son iki ay tamamen
beş parasız İstanbul’a pedalladık.
Bisikletle Avrupa Turu’nu alternatif bir
yolculuk yapan şey ise, ihtiyaçlarımızı
en aza indirmemizdi. Yiyeceklerimizi
çöpten bulduk veya restoranların artık
yemeklerini yedik. Yolda tanıştığımız
insanların bahçelerinde kamp kurduk.
Bisikletli Sahaf
Düşüncelerimize paralel olarak
başlattığımız bir diğer proje ise:
Bisikletli Sahaf. İkinci el kitapları
sattığımız bu projede, kitap
teslimatlarını bisiklet kurye ile
yapıyoruz. Bu sayede ikinci el kitapları
satarak yenisinin alınmasını önlüyor
ve tüketimi azaltıyoruz, aynı zamanda
da bisikletli kurye ile fosil yakıt
Endüstri Mühendisliği Bölümü
mezunumuz Emre Kozlu ‘02, Philip
Morris Sabancı Pazarlama ve Satış
A.Ş.’ye Makedonya Genel Müdürü
olarak atandı.
İşletme Bölümü mezunumuz İdil Kural
‘94, Ernst&Young Danışmanlık’a Türkiye
Finansal Hizmetlerden Sorumlu Ortak
olarak atandı.
Makina Mühendisliği Bölümü
mezunumuz N. Göksel Öztürk ‘00, VF
Ege Giyim Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye
Genel Müdür olarak atandı.
İşletme Bölümü mezunumuz Mustafa
Tayfun ‘04, Nef Timur Gayrimenkul
Geliştirme Yapı ve Yatırım A.Ş.’ye
Pazarlama Müdürü olarak atandı.
VEFAT
Boyden Danışmanlık Şirketi'nin
Başkanı Sayın Özlem Ergün'ün
('82) annesi, BÜMED 12. Dönem
Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Şükrü
Ergün'ün ('81) kayınvalidesi Sayın
Nurten Kılıçoğlu'nun vefat haberini
üzüntüyle öğrendik. Merhumeye
Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır
diliyoruz.
MADE BY SWEDEN
Zlatan Ibrahimović
İsveç zorlu bir arazidir.
Dik dağlar, sık ormanlar,
uzun mesafeler, kar, güneş,
karanlık, buz ve yağmur.
Bir otomobil düşünün,
tüm bu zorluklara göre
tasarlanmış. Tüm bu koşullara
karşı durabilen Volvo XC60.
Daha fazla bilgi için volvocars.com.tr
VOLVO XC60’I KEŞFET
Volvo XC60 D4 2.0 lt Dizel 181 hp 400 Nm 0-100 km/s Hızlanma: 8,5 sn
Ortalama Yakıt Tüketimi: 4,7 lt/100 km ve Ortalama CO2 Emisyonu: 124 gr/100 km
VOLVOCARS.COM.TR
863
34 BU 1
esnasında, yalnızca Yale Üniversitesi ile
değil, Amerika dışında dokuz ülkeden
gelen mezun dernekleri temsilcileri
birbirleriyle bol bol deneyimlerini
paylaşma imkânı buldular.
YaleGALE 2014’ün ikinci gününde
bir de sunum gerçekleştiren Hakan
Zihnioğlu ’91 ve Emre Kazancıoğlu
’95, organizasyonda sunum yapan tek
misafir katılımcı grup olarak, hem Yale
temsilcilerinden hem de diğer katılımcı
mezun derneklerinden büyük bir
beğeni ve takdir aldılar.
ÜYELİK KAMPANYASI
B
12
BÜMED Üyeliği için yılın en uygun
zamanı!
Avantajlı yıl sonu kampanyamızdan
faydalanın, 2015 gelmeden siz
BÜMED'e gelin! #SensizOlmaz
Ayrıntılı bilgi ve üyelik için:
0212 359 58 80 Call Center
0212 359 58 28 Arzu Haner
0212 359 58 35 Elif Sobacı
0212 359 58 20 Emine Çavak
0212 359 58 13 Tuba Taşyürek
[email protected]
BÜMED YALE GLOBAL ALUMNI
LEADERSHIP FORUM 2014’TEYDİ
Bu sene, 12-15 Kasım tarihleri arasında
New Haven’da, Yale Mezunlar Derneği AYA tarafından düzenlenen Yale Global
Alumni Leadership Forum 2014’te
BÜMED, Yönetim Kurulu Başkanımız
Hakan Zihnioğlu ’91 ve Üye Mezun
İlişkileri Yöneticimiz Emre Kazancıoğlu
’95 tarafından temsil edildi.
Dört gün süren atölye çalışmaları
Bir hafta süren Amerika ziyareti
kapsamında, Fordham, Columbia, Yale,
Harvard ve MIT gibi, Amerika’nın ve
dünyanın en önde gelen üniversiteleri
ile temaslarda bulunulmuş,
önümüzdeki günlere yönelik çalışmalar
başlatılmış ve temeller atılmıştır.
Ayrıca, Yale Üniversitesi’nin bulunduğu
New Haven şehrinin Belediye Başkanı
Bayan Toni Harp’a da bir ziyaret
gerçekleştirilmiş, üniversite ve çevresi
ile olan ilişkiler bir de resmi ağızlardan
dinlenmiştir.
BÜMED adına, uluslararası düzeyde
kurulmuş temaslar anlamında bir ilk
olan bu tür çalışmalar, önümüzdeki
dönemlerde yoğunluğunu ve
çeşitliliğini artırarak devam edecektir.
Bu ziyaretler ve çalışmalarla ilgili
bilgiler, dergimizin gelecek sayılarında
detaylı olarak yer alacaktır.
BUBA - I-FOUR MODEL PANELİ
31 Ekim'de BUBA, IP Conference 2014
bünyesinde "I-Four Model" isimli paneli
düzenledi.
Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen
4. Uluslararası Fikri Mülkiyet Hakları
Konferansı bünyesinde yapılan
panelde, Invention, Investment,
Incubator, Industrializer dörtlüsünün
yarattığı sinerji tartışıldı.
3-18 Kasım arasında da altı
modül halinde girişimci eğitimleri
gerçekleştirildi.
Eğitim modüllerinin isimleri:
BUBA 101 - Fikirden Projeye Geçiş ve
Ekip Oluşturma (3 Kasım)
BUBA 102 - Networking ve Etkili İletişim
Becerileri (4 Kasım)
BUBA 201 - Pazar Araştırması ve
Rekabet Analizi (10 Kasım)
BUBA 202 - Pazarda Farklılaşma,
Rekabet Avantajı Sağlama (11 Kasım)
BUBA 203 - Fiyatlandırma ve Satış
Stratejileri, Gelir Modeli (17 Kasım)
BUBA 301 - Finansman Kaynaklarına
Erişim (18 Kasım)
DANCE NIGHT!
DIGITAL TALKS
18 Kasım akşamı başlayan ve yoğun
talep gören Digital Talks, Aralık ayında
da devam ediyor. 23 Aralık’a kadar her
salı akşamı farklı konuşmacıların yer
alacağı bu etkinliğimize davetlisiniz.
Detaylı bilgi ve kayıt için:
www.digitaltalks.org
27 Aralık akşamı Club House BÜMED'de
dans gecesine davetlisiniz. Latin
dansları hocamız Margarita eşliğinde,
salsadan rumbaya farklı ritimler
eşliğinde dans edebileceğiniz bu
gecede, küçük sürprizlere de hazırlıklı
olun. Kayıt ve rezervasyon için:
[email protected]
0212 359 5821
B
13
BÜMED Ankara
863
06 BU 1
TAURUS’UN 1. YAŞINI
KUTLADIK
Haldun İyidil ’88
B
14
Sevgili arkadaşımız Yasin Şerefoğlu’nun
(‘92) daveti üzerine Ankara'da yaşayan
mezunlar ile birlikte Ankara’nın yeni
AVM'si “Taurus”un 1. yaşını kutladık.
Ankara-Konya yolunda 29 Ekim 2013’te
kapılarını açan Taurus AVM, yerli ve
yabancı sermayeli bir yatırım olarak 2011
yılında AVM yatırımına başlamış. Toplam
yatırımı 200 milyon euro olan AVM ve ofis
karma proje, kısmen özkaynaklar, kısmen
kredi ile finanse edilmiş. AVM, toplamda
140,000 metrekare kapalı alana sahip.
Açıldığı günden beri Taurus AVM’yi bir
yılda yaklaşık 6 milyon kişi ziyaret etmiş.
Taurus AVM, engelli dostu, sanatsever ve
hayvansever bir AVM olmak iddiasında.
Taurus AVM' de her yerde var olan engelli
hizmetlerinin yanı sıra görme ve işitme
engelliler için özel cihazlar ve donanımlar
da mevcut. Diğer yandan Türkiye’de bir
ilk olan Pet Pansiyon, ziyaretçilerin can
dostları olan hayvanlarını rahatlıkla
konaklatabildikleri, ücretsiz hizmet veren
bir mekân. Taurus Sanat Merkezi ise her
ay yeni bir sergiyle Ankaralı sanatseverlere
hizmet vermeye devam ediyor.
Yazın verdiği rehavetle mezun arkadaşlar
olarak uzun zamandır görüşemiyorduk.
Ancak bu etkinliği değerlendirdik ve bir
araya geldik. Hoş sohbet bir havada
geçen iki saatin ardından içeri davet
edildik. Sırada Rusya'dan gelen illüzyon
grubunun gösterisi vardı. Gerçekten
müthiş bir performans sergilediler. Artık
veda vakti gelmişti. Ev sahibine teşekkür
ettik ve soğuk bir Ankara akşamında
evlerimizin yolunu tuttuk.
ANKARA ÜYEMİZDEN
BİR BAŞARI
Sayın Haldun İyidil CE ’88, Doğu Avrupa
Direktörü olarak Uluslararası Boru Hatları
ve Deniz İnşaatları Sanayicileri Birliği'nin
(IPLOCA) Yönetim Kurulu'na seçildi.
IPLOCA, 40 ülkeden 255 üyesi olan ve
aralarında dünyanın en büyük inşaat
sanayicisi şirketlerinin bulunduğu bir
meslek örgütüdür. Çevre, emniyet,
sağlık politikalarını tüm üyeleri için
vazgeçilmez bir standart olarak öngören
ve bu alanlardaki başarılı uygulamaları,
çeşitli kategorilerde her yıl ödüllendiren
IPLOCA'nın en önemli amacı, boru hattı
müteahhitliği sektörünü geliştirmek
ve üye kuruluşlar arasındaki birliği
imkânlarını artırmaktır.
IPLOCA'da üyeler, birçok çalışma
gruplarında ve komitelerde görev
almakta olup, çeşitli dönemsel
toplantılara katılarak ve yılda bir kez
de gelişmelerin ele alındığı büyük bir
organizasyonda bir araya gelmek üzere
çalışmalarını sürdürmektedirler.
Türkiye'den Limak, Tekfen, Alarko
gibi uluslararası platformda projeleri
bulunan inşaat sanayicilerinin üye
olduğu IPLOCA'nın ayrıca Bechtel (ABD),
Fluor (ABD), Saipem (İtalya), Sicim
(İtalya), Nippon Steel (Japonya), Nacap
(Hollanda), CCC (Yunanistan) gibi
uluslararası inşaat şirketlerinin yanı sıra
Basf Gmbh (Almanya), Renault (Fransa),
Thyseenkrupp Mannex (AlmanyaHollanda) gibi ortak üyeleri ve Cranfield
Üniversitesi, Ghent Üniversitesi, Gubkin
Russian Üniversitesi ve Osaka Üniversitesi
gibi akademik üyeleri bulunmaktadır.
İnşaat sanayisi sektörünün önemli
kuruluşu IPLOCA'nın, 13-17 Ekim 2014
tarihlerinde Abu Dhabi'de yapılan
toplantısında Yönetim Kurulu'na seçilen
Sayın İyidil'i kutluyor, başarılarının
devamını diliyoruz.
BÜMED İzmir
863
35 BU 1
HAPPY HOUR
B
16
Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği
İzmir Şubesi olarak etkinliklerimiz devam
ediyor. 15 Ekim 2014 Çarşamba günü
Konak Pier Mezzaluna’da bir aradaydık.
Gün batımında bizim için hazırlanan
bistro ve minik ikramlarla Happy Hour
olarak başlayan buluşma, muhabbetler
koyulaşınca yemeğe dönüştü. Deniz
kenarı İzmir akşamları bir başka güzel
dostlarla… Organizasyonu hazırlayan
Deniz Öngören’e teşekkürler.
İzmir Amerikan Koleji’nden Boğaziçi
mezunu, öğretim görevlisi arkadaşlarımız
ve yeni mezunlarımız da bu keyifli gecede
bize katıldı. Sayı olarak gitgide artıyor ve
çok keyifleniyoruz.
BAKIR NEFESLİLER SEKİZLİSİ
İLE CUMHURİYET KUTLAMASI
25 Ekim 2014 Cumartesi günü 70
kişinin katıldığı İzmir Anglican
Kilisesi’nde çok özel bir Cumhuriyet
Kutlaması gerçekleştirdik.
Konservatuvar öğrencileri ve
hocalarından oluşan Bakır Nefesliler
Sekizlisi grubu harika bir konser
verdi bize. Başkanımız Sevgili Burak
Günday’ın müzik grubunu organize
ettiği konser öncesi bir kokteyl verdik.
Kokteyl ile ilgili ön hazırlıklar ve
incelikle düşünülen her türlü detayı
Yönetim Kurulu Üyemiz Murat Balcı
organize etti. Kendisine çok teşekkür
ediyoruz. Bu etkinlik çok ilgi gördü.
Bu kiliseye normalde dışarıdan
girilemiyor. Alsancak’ta önünden
yıllardır geçip gittiğimiz Anglican
Kilisesi'nin içini hep merak ederdik,
bu etkinlik sayesinde kilisenin içini
de görmüş olduk. Bakır Nefesliler
Sekizlisi bizi kendilerine hayran
bıraktı; konser hiç bitmesin istedik.
Konser sonrası da sohbet, kokteyl
verdiğimiz alanda devam etti. Geceyi
bitirmek istemeyen bir grup toplanıp
Boğaziçi mezunu arkadaşımız Ümit
Özgünter’in işletmesini yaptığı
Alsancak Rox Bar’a gittik. Bize
özel ayrılan locada, harika müzik
eşliğinde, içkilerimizi yudumladık. Bizi
etkinliklerimizde yalnız bırakmayıp
aramıza katılan ve hazırlıklarda emeği
geçen herkese sonsuz teşekkürler.
üniversiteden haberler
Boğaziçi'nde Yapım Mühendisliği
ve Yönetimi İkinci Öğretim Tezsiz
Yüksek Lisans Programı
“Barışın Renkleri Çocukta Başlar’’
B
18
“Barışın Renkleri Çocukta Başlar’’
başlığı ile, 8 Kasım 2014 Cumartesi
günü Güney Kampus Natuk Birkan
Binası İbrahim Bodur Salonu'nda
Boğaziçi Üniversitesi Barış Eğitimi
Uygulama ve Araştırma Merkezi
ve AÇEV (Anne Çocuk Eğitim
Vakfı) sponsorluğunda bir etkinlik
düzenlendi.
ve 15 çocuk katıldı. Bu etkinlik
konuşmalardan sonra üç üniversite
öğrencisinin söylediği şarkılar ve
kokteyl ile devam etti. Aynı anda
çocuklar da kum boyama ve yüz
boyama aktiviteleri ile neşeli saatler
geçirdi. Dileğimiz Dilara’nın başlattığı
bu projenin başkalarına da ilham
kaynağı olması ve hem barışın hem
bağışın hem de sanatın çocukluk
yaşlarından itibaren daimi hale
gelmesidir.
Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri
Bölümü öğretim üyelerimizden
Doç. Dr. Fatma Nevra Seggie’nin
kızı Annabel Dilara Seggie, kişisel
resim sergisi ve AÇEV için bağış
kampanyasına ev sahipliği yaptı.
İlham verici olan, Dilara’nın 5.5
yaşında olması ve bu etkinliği kendi
kişisel girişimi ile başlatmasıdır.
Kendisi resim çizmeyi ve boyamayı
çok seviyor. Bir gün resimlerini kitabı
olmayan çocuklar için kitap haline
getirmek istemiş ve bu kitap da bağış
kampanyasında kullanılmıştır.
Chobani'nin Kurucusu
Hamdi Ulukaya, Boğaziçi
Üniversitesi'ndeydi!
Açılışı bu fikrin nasıl doğduğunu ve
bugünlere nasıl gelindiğini anlatan
Doç. Dr. Fatma Nevra Seggie yaptı.
Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi
Barış Eğitimi Uygulama ve Araştırma
Merkezi Başkanı Prof. Dr. Fatoş
Erkman'ın barış ve çocuk ilişkisi
üzerine yaptığı konuşmayı, AÇEV
adına Jason Lau’nun konuşması
takip etti ve Dilara’nın bu fikrinden
yola çıkarak bir proje geliştirmeye
başladıklarını ifade etti. AÇEV
gönüllüsü rozetini Jason’dan alan
Dilara’nın barışın renklerini temsil
ettiği sergisine 40’a yakın yetişkin
Amerika’nın en çok satan yoğurt
markası Chobani’nin kurucusu ünlü
girişimci Hamdi Ulukaya, 31 Ekim
Cuma günü Boğaziçi Üniversitesi’nde
öğrencilere başarılı girişimciliğin
sırlarını verdi. Türkiye’de ilk defa
bir üniversitede konuşma yaptığını
belirten Hamdi Ulukaya, burada
bulunmaktan onur duyduğunu
sözlerine ekledi. Markalaşmada
özgün bir imajın ve sosyal bilincin
önemine değinen ünlü girişimci,
Chobani’nin “dijital çağda ağızdan
ağıza pazarlama” yöntemi ile
büyüdüğünün de altını çizdi.
2014-2015
Bahar Dönemi
için 15-26 Aralık
2014 tarihleri
arasında başvuru
yapabilirsiniz.
Mülakatlar 12
Ocak 2015 saat
10.00'da İnşaat
Mühendisliği
Bölüm Toplantı Odası'nda
gerçekleşecek.
Detaylı bilgi için : www.cem.boun.
edu.tr
Boğaziçi Kürek Takımı’ndan bir
birincilik daha!
Boğaziçi Kürek Takımı, Ekim ayında
gerçekleştirilen Türkiye Kupası 1.
Etap’ta altın madalyanın ardından
yarışların ikinci etabında da birinciliği
rakiplerine kaptırmadı. Takımın yeni
hedefi ise Şubat 2015’te Belçika’da
gerçekleştirilecek olan Boat Race’e
katılarak Türkiye’ye madalya ile
dönmek.
Boğaziçi Üniversitesi Soma
Dayanışması
Boğaziçi Üniversitesi Soma
Dayanışması, 13 Mayıs 2014’te 301
madencinin hayatını kaybettiği
faciayı masaya yatırdı. Soma benzeri
olayların bir daha yaşanmaması
için, “Soma: Hakikat, Adalet ve
Anma Sempozyumu” ile çözüm
önerileri aradı. Ayrıntılı bilgi: www.
bogazicisomadayanismasi.boun.
edu.tr
The whole world in a click:
Zurich Worldtimer true blue with 24 time zones
NOMOS Glashütte saatlerini Türkiye’de Tevfik Aydın Saat:
Tel: 0212 353 04 38, www.tevfikaydin.com ‘da bulabilirsiniz.
MENTOR OLUN:
SIRADAKİ BOĞAZİÇİ NESLİNE SİZ YOL GÖSTERİN!
MENTEE OLUN:
BİR BOĞAZİÇİLİ SİZE YOL GÖSTERSİN!
B
20
2003 yılından bu yana devam
eden BÜMED Mentorluk
Programı, çeşitli alanlarda
çalışan Boğaziçi Üniversitesi
mezunlarını öğrencilerimiz
ile buluşturmak için Haziran
sonuna kadar sürecek maraton
için yola çıktı.
Geçtiğimiz yıl 130 olan mentor
sayımız 2014-2015 döneminde
300 mentora ulaştı ve toplamda
600 kişilik büyük bir aile olduk.
İşletme mezunumuz Sayın
Deniz Kenber’in (‘88) mentor/
mentee eğitimlerini vermesiyle
başlangıcını yapan proje, tüm
mentor ve mentee’lerimizin
katıldığı tanışma toplantısı
ile hepimize kuşaktan kuşağa
iletilen deneyimlerin ne kadar
heyecan verici olduğunu ve
olacağını gösterdi.
Eşleştirmeleri gerçekleştirilen
mentor ve mentee’lerimiz,
Temmuz ayına kadar program
dâhilinde görüşmelerini
sürdürecekler. Programın
tüm öğrencilerimize ve
mezunlarımıza faydalı olmasını
dileriz.
Mentor/ mentee eğitimlerini
gerçekleştiren Sayın Deniz
Kenber, program, karşılıklı
sorumluluklar ve kazanımlar
hakkında bize görüşlerini ve
tespitlerini aktardı. Kendisinin
röportajı ile sizleri baş başa
bırakıyoruz.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1988 İşletme Bölümü
mezunuyum. Okulu bitirdiğimde
Deniz Kenber
Programın hem mentor’lara
hem de mentee’lere ne gibi
katkıları olabileceğini
düşünüyorsunuz?
dört yıllık reklam ajansı
deneyimim çoktan birikmişti.
hiçbir zaman tipik bir işletme
öğrencisi olamadım. Gündüzleri
işe gider akşamları da
BUO’da tiyatro provalarına
katılırdım. Yani ilgi alanlarım
daha başka yerlerdeydi.
Mezuniyetten sonra bir süre
TRT’de asistan yönetmen olarak
çalışıp ardından Syracuse
University’de sinema televizyon
konusunda yüksek lisansımı
tamamladım. Mesela benim o
yıllar deneyimli bir mentorum
olsaydı belki de bugün vardığım
noktaya çok daha kısa sürede
varabilirdim. Aslında amacım
hep netti; insanlara dokunmak,
onlara ilham vermek. Ancak
aradığımı bulmak 17 yılımı
aldı. Yolda giderken reklam
filmi yönetmenliğinden,
program sunuculuğuna, oradan
çok uluslu reklam ajansında
yöneticiliğe kadar çok farklı
duraklarda konakladım.
Yaptığım her işten büyük
keyif aldım. Şimdi ise geldiğim
noktada kendimi çok şanslı
hissediyorum çünkü son dokuz
yıldır artık işim iş değil de
yaşam şeklim. Yöneticilere
ve yönetici olmak isteyen
gençlere koçluk yapıyor,
eğitimler veriyorum. Kişisel
gelişim atölyeleri tasarlayıp
yönetiyorum. Kurumların insan
öğütme değil de insan parlatma
makinesi olabileceği inancı
ile kurum kültürü ve değişim
projelerinde danışmanlık
yapıyorum. Bu vesile ile
birçok mentorluk projesini
de tasarlayıp uygulamaya
geçirdim.
Her iki taraf da kendi rolünün
hakkını verirse bu programın
birçok açıdan çok kişiye katkısı
olacaktır. Bir kere mentee'ler
açısından muazzam bir manevi
tatmin. Düşünsenize bir gencin
vizyonunu netleştirmesine
veya kariyerinde daha hızlı
yol almasına aracılık ederken
aslında katkı sadece mentee’ye
de değil ki; o kişinin ailesine
de katkınız var, topluma
da. Özellikle yaşı ileri olan
mentee’ler açısından, bence
ikinci çok değerli katkı da
gençleri yakından tanıma
fırsatı. Yöneticilerle
yaptığım atölyelerin neredeyse
hepsinde hep aynı soru
muhakkak sorulur “Hocam
Y’leri nasıl motive edeceğiz?”
Sanki “Y” ler uzaylı, biz de
dünyalı! Mentorluk sayesinde
B
21
B
22
uzaktakini yakından
tanıyabilirsin.
Bir an için hayal edin;
çocuğunuz veya çalışanınız
olmayan bir genç, arada hiçbir
çıkar ilişkisi yokken, gönüllü
olarak, samimiyetle kendisini
size açıyor. Ne çok içgörü
edinebilirsiniz! Mentee’ler
açısından bakarsak, bir
mentor’u olmak ne büyük şans!
Mentor hayat tecrübesini, bakış
açısını ve işe yarar tanıdık
çevresini damıtıp size sunuyor;
bence akıllı mentee bunu
iyi değerlendirendir. Ancak
BÜMED mentorluk progamında
mentor’un aynı
zamanda güçlü sorular
ile düşündüren ve yapıcı
geribildirimler ile ayna tutan
kişi olmasını da öngörüyoruz.
Dolayısı ile ideal durumda bu
projenin mentee’ye verebileceği
belki de en büyük hediye kişisel
farkındalıktır.
Öğrencilere ve deneyimli
mezunlara önerileriniz
nelerdir?
Benim işim öneri vermek,
sabaha kadar devam edebilirim!
Ancak en elzemleri nelerdir
diye sorarsanız, birincisi
AŞİKARI ÇEKİNMEDEN
SÖYLEMEK. Şöyle ki projenin
başlaması ve sürekliliği için üç
önemli ön koşul var: Birincisi
eşleşmenin uygunluğu,
ikincisi karşılıklı isteklilik,
üçüncüsü zaman ayırabilmek.
Dolayısı ile ilk önerim, bu üç
ön koşuldan herhangi birinde
bile problem varsa mentor ve/
veya mentee’nin el frenini çekip
durması ve ortak çözüm için
proje sorumlularını haberdar
etmesi. Yani aşikarı çekinmeden
dile getirmesi. İkinci önerim
mentee kardeşlerime. Mentee
eğtiminde de defalarca tekrar
ettim: “Sorumluluk alın,
GÖRÜŞMELERE HAZIRLIKLI
GELİN!” Siz ne almak
istediğinizi bilmiyorsanız
mentor ne yapsın? Son önerim
de mentor’lara. Ne yapın edin
GÜVEN ORTAMINI YARATIN.
Mentee kendini sizin yanınızda
güvende ve rahat hissetsin,
çekinmesin. Güven ortamı
var diye hemen varsaymayın,
güven ortamı oluşuyor mu
anlamaya çalışın. Anlamak için
de gözlem yapın, açık diyalog ile
teyit edin, mentee’yi dikkatle,
kalbinizi açarak dinleyin ve de
en önemlisi kendinizi sakın çok
ciddiye almayın!
B
23
MENTOR VE MENTEE’LER YANITLIYOR
1. Eğitimle ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?
2. Programla ilgili neler düşünüyorsunuz?
Serhat Yüksel ’08 (İktisat):
Eğitim çok başarılıydı. Çok güzel noktalara değinildiği, eğlenceli ve
iletişimi yüksek bir şekilde geçtiği için çok memnunum.
Benim ilk mentorluğum. Programı çok başarılı buldum. İnşallah katılımcı sayısı da artar ve bu program çok daha iyi yerlere gelir.
Merve Yayla (Matematik Öğretmenliği, 5. Sınıf):
Programa arkadaşlarımın vesilesiyle katılmaya karar verdim. Serhat
Bey ile tanıştığım için gerçekten çok memnunum. Programın oldukça
yararlı olacağını düşünüyorum.
Nuri Özyer ’96 (Bilgisayar Mühendisliği):
Programı biz de aslında Finansbank’ta “koçluk” olarak uyguluyoruz. İş yerinde çok faydalı oldu. Burada da aynı faydanın olacağını
düşünüyorum. Açıkçası bizim dönemimizde de bu program olsaydı,
çok sevinirdim. Pek çok öğrenci aslında mezun olduktan sonra ne
yapacağını bilmiyor ve bazı şeyleri öğrenene kadar da neredeyse
beş yıl geçiyor. Öğrenme süreci bence bu programla ciddi anlamda
kısalacak. Bundan dolayı kıskanmadım da değil aslında.
B
24
İlkan Yudulmaz (Elektrik Elektronik Mühendisliği, 4. Sınıf):
Ben de 2009 girişli Elektrik Elektronik Mühendisliği öğrencisiyim.
2015’te mezun olmayı planlıyorum. Kariyerim ile ilgili soru işaretleri
var zihnimde. Birkaç ay içerisinde Nuri Bey ile bunu çözeceğimize
inanıyorum.
Tuğba Başpınar Kobal ’98 (Sosyoloji):
Program çok güzel. Bir bayrak yarışı içerisinde öğrenciler. Hem okul
hayatında hem de iş hayatında yaşadığımız tecrübelerimizi aktarmak son derece faydalı.
Cüneyt Altınışık ’82 (İşletme):
Heyecanlandırıcı bir program. Menteem ile aynı yaşta bir kızım var.
Kızım da üçüncü sınıfta. “Bir şeyler katabilir miyim?” diye düşünürken, aslında edinebilecek çok şey olduğunu da fark ediyorum ve iki
taraflı bir kazanç olur, diye düşünüyorum.
Harika Paşolar (Kimya Mühendisliği, 3. Sınıf):
“İş hayatında nasıl ilerleyebilirim?” sorusuna yanıt arıyorum ve programın bu anlamda çok yararlı olacağını düşünüyorum.
Canan Karacan ’97 (Psikoloji):
Eğitim çok faydalı geçti. Her şeyden önce bu kadar çok mentoru bir
arada görmek çok gurur verici.
Menteelerimize katkımız olacaksa ne mutlu. Eminim bizim de onlardan öğreneceğimiz çok şey var. Bence çok güzel bir girişim.
Gizem Özbir (PDR, 4. Sınıf):
Programa ikinci kez katılıyorum. Kariyer yolumu çizmek anlamında
programın çok faydasını gördüm. O yüzden şu anda da burada olduğum için çok mutluyum.
Pelin Ülger ’87 (Bilgisayar Programı):
Eğitim yararlıydı. Bizden neler beklendiği, nasıl yardımcı olmamız
gerektiği konularını tanımlamak anlamında iyi. Çünkü iki kişiyi karşı
karşıya getirdiğinizde, iletişim abla-kardeş ilişkisine de dönebilir,
patron-çalışan ilişkisine de.
Program hoşuma gitti açıkçası.
Hazal Kalaycı (Yönetim Bilişim Sistemleri, 3. Sınıf):
Programı duymuştum. Şu an gelecek kaygısı içerisinde olduğum
ve ne yapmam gerektiğini düşündüğüm için programa katılmak
istedim.
Selçuk Tanyeri ’72 (İnşaat Mühendisliği):
İnşallah menteem Hüseyin ile ömür boyu sürecek bir ağabey-kardeş
ilişkisine adım atacağız. Onun fikirlerini dinliyorum, çok güzel planları var geleceğe yönelik. Ben de elimden geldiğince yardımcı olmaya
çalışıyorum. İyi bir iş yaptığıma inanıyorum.
Hüseyin Nalbantoğlu (İnşaat Mühendisliği, 3. Sınıf):
Geleceğe dair yaptığım planları, aklımdaki soruları sormak için bu
programı bir şans olarak gördüm ve dâhil olmak istedim. Selçuk
Bey’in bana çok şey katacağına inanıyorum. İnşallah çok güzel bir
birliktelik olacak.
Merve Salmaz (Uluslararası Ticaret, 3. Sınıf):
Program bizi aynı okulda okumuş mezunlarla bir araya getiriyor.
Ayrıca bizden fikir alıp, kendimizle ilgili de bilgi verebileceğimiz bir
ortam sağlıyor. Bunun için BÜMED’e teşekkür ediyorum.
Cengiz Han Kutlu ’08 (İşletme):
Açıkçası programa az kişinin katılabileceğine dair tereddütlerim
vardı. Ama bu çoğunluğu görünce mutlu oldum. İnsanın, Boğaziçi
Üniversitesi gibi, mezun olduğu bir üniversitede yeni mezun olacak
arkadaşlarla ufak da olsa bir şeyleri paylaşması beni çok mutlu
ediyor. İnşallah arkadaşlarımıza faydalı olabilirim. Bu görüşmeler
sonrasında ileride en azından bir cümlenin hatırlanması bile faydalı
olacaktır eminim. Elbette biz de çok şey öğreniyoruz onlardan. Üniversitenin şu anki durumu hakkında bile çok şey öğrenebileceğime
inanıyorum. O yüzden böyle bir organizasyonda yer aldığım için çok
memnunum.
Murat Akbıyık ’07 (İngilizce Öğretmenliği):
Daha önce BuManzara kapsamında öğrencilere ağabeylik yapmıştım. Mezun olan o dönemden arkadaşlarım ile hâlâ görüşüyoruz.
Artık mezuniyet aşamasında olan genç arkadaşlarımla birlikteyim
bu program ile ve bundan mutluluk duyuyorum. BÜMED sevdiğim bir
ortam aynı zamanda. Eğitimde de bahsedildiği gibi nesiller arasındaki bağlantıyı koparmamak gerekiyor. Ben okutman olduğum için hep
gençlerle bir aradayım; ama bu program tabii daha farklı.
B
25
MENTOR
B
26
MENTEE
B
28
B
29
"MERAK EDEN ÇOCUK"UN PENCERESİNDEN
OKUL VE DEĞİŞİM
Nurcan İnan
BÜMED Moda MEÇ Okulu Müdürü
B
30
Yüzyıllardır okullar eğitimlerini
gözden geçirmiş; çocuklar için
en iyi eğitim modelinin peşinde
olmuşlardır. Bu arayış 1800lü
yıllardan günümüze kadar
sürmektedir. Birçok okul broşüründe
okulların seçtikleri modellerin
isimleri ile karşılaşırız. Kimisinin ismi
tanıdıktır; kimisi yeni bir terim daha
kazandırır lugatımıza. Sadece siz
veliler değil, biz eğitimciler de bazen
detaylı bilmeyiz bu yaklaşımlarım
içeriklerini.
“Motessori”, “Reggıo Emilia”,
“PYP”, “Flipped Classroom” veya
“High Scope”… Hepsi farklı bir
ekoldür, yaklaşımdır, uygulama
ya da müfredattır. Takipçileri ve
uygulayıcıları vardır. Ancak hepsinin
de temel aldığı çocuk merkezli
bir eğitimdir. Artık dünya, diğer
sektörlerde olduğu gibi eğitimde de
“birey”e odaklıdır, bireyin gelişimini
kendi içinde değerlendirmenin
farkındalığını yaşamaktadır. Bazı
yaklaşımlar bunu uzun yıllar
öncesinde fark etmiş olsa da tekrar
tekrar keşfedilirler. Zamanında değer
görmemiş ya da yaygınlaşamamış
bakış açıları günümüzde farklı
eğitim kurumlarınca değer görür ve
eğitim felsefelerinin içine yedirilir.
Biz, Merak Eden Çocuk Okulları’nda
felsefemize şöyle bir cümle yazdık:
“Biz sınıf değil, birey yetiştiriyoruz.”
Bu cümle aslında tüm bu
yaklaşımların bir özeti ya da güzel
bir bütünü. Çocukların farklılıkları
bizim için çok önemli. Her birinin
yeteneklerini önemsiyor, doğal
meraklarından yola çıkarak onlara
beceri geliştiren bir öğretim modeli
sunuyoruz.
Farklılaştırma veya kişiselleştirilmiş
öğretim pek çok geleneksel yol ve
yöntemden farklı olarak “sorgulama”
gerektiriyor. Sorgulama yapabilme
becerisi ilk önce öğretmende
olmalı. Sorgulamayan öğretmenin,
sorgulamayı bilen bir nesil yaratması
çok zor. Bireye özel eğitime aday
olan bir okul ilk önce şu sorularla
başlamalı yolculuğuna: Bütün
öğrencilerin aynı şeyleri aynı
yollarla ve aynı zaman dilimi içinde
öğrenmelerini beklemek mantıklı
mı? Öğrenciler kendi öğrenmelerinin
sorumluluğunu daha fazla nasıl
alabilirler? Ölçme-değerlendirme
modellerimiz eğitimi ne kadar ileriye
götürüyor? Sınıf öğretmeni bütün
öğrenci ihtiyaçları konusunda hakim
bir uzman olmalı mıdır? Müfredat ile
öğrenci farklılıkları uzlaşabilir mi?
Sorular aslında bir öğretim
modelinin yapılandırılması için
önemli bir başlangıçtır. Birçok
yaklaşım, eğitimcilere, soruların bir
bölümüne cevap veren reçeteler
sunar ama asıl olan eğitimcilerin,
her sınıf ve her birey için reçeteler
sunabilme kabiliyetleridir.
Yeni okul modeli artık
bireyselleştirilmiş öğrenme
ortamları yaratan okullardır.
Öğrencinin kapasitesini en üst
düzeye çıkarabilen modeller. Bunun
için farklılaştırma, okullarda pek
çok alanda geliştirilir. Derslerin
dizaynları öğrenenin öğrenme
profiline göre değişir. Öğrencilerin
artık tek bir profile sahip olmadığını
biliyoruz. Kimisi kinestetik, kimisi
görsel, kimi dokunsal… O zaman bir
ders herkese hitap edilecek şekilde
dizayn edilmelidir. Bazen de öğrenci
ihtiyaç ve ilgilerinden hareket
edilir. Dersin içeriğini öğrencinin
merakı üzerine kurarız. Mesela konu
Ayasofya ise, kimisi için mimarisi
öğrenilmeye değerdir, kimisi için
tarihi… Merak eden çocuk olmalıdır.
Öğrenmenin doğal süreci de merak
ile başlar. Kendi öğrenme inisiyatifi
çocuğa verilince zevk alacak,
sınırlarını zorlayacak, araştırmasorgulama becerisini geliştirecektir.
sıkıştırıldığına inanmadan ama
hepsini sorgulayarak; öğrenci
merakını temel alarak geliştiriyor ve
büyütüyoruz okulumuzu. O yüzden
kendimize seçtiğimiz isim de “Merak
Eden Çocuk.” Değişimin, var olan
doğanın içinde gizlediği düzeni fark
etmek ve bilime bilinçle bakmak
olduğunun farkındayız. O yüzden
başlangıç noktamız ve merkezimiz
“çocuk”…
Farklılaştırma bazen de yapabilirlik
ve hazırbulunuşluk ile gereklilik
kazanır. İlkokul 1. sınıf öğrencisi
okuma bilerek gelmişse okula,
okuma yolculuğu durdurulmaz;
aynı sınıftaki diğer çocukların hızları
yavaşlatmaz onu çünkü öğretmeni
her çocuğun kendi seviyesinde
ilerlemesini sağlayan bir ortam
hazırlar.
B
32
Okurken bazen inandırıcı gelmiyor,
bir öğretmen nasıl bölünebilir diyor;
nasıl başarır her çocuğa ulaşmayı.
Bu da meslek sırrı… Biz Merak Eden
Çocuk Okulu olarak aslında tüm
okulların hedeflediği bu değişimin
uygulayıcısı olmanın gururunu
yaşıyoruz. Hedefimiz beş yıl ya da
10 yıl sonrası değil. 20 yıl sonra iş
hayatına atılan bir öğrencimize
beceri kazandırmak; yetişkin olarak
kendine güvenen ve proaktif bir
düşünme yapısına sahip bireyler
yetiştirmek. O yüzden, bilgiden
öte beceri geliştirmenin öneminin
farkındayız. Değişimin aslında var
olanı fark etme olduğunu biliyoruz.
Doğayı inceliyor ve öğrenmenin
doğasını keşfediyoruz.
Öğrenme; çocuk, yetişkin, hayvan
ya da insan için değişen bir süreç
değil. Öğrenme bir döngü. Tekrar
tekrar yenilenen bir süreç. Öğrenme
sürecinde önce “merak” var, sonra
“soru sorma”, sonra “sorunun
cevabını araştırma.” Kendinizi
düşünün; seyahat etmek istediniz.
Önce gideceğiniz yeri merak etmeye
başlamaz mısınız? Sonra sorular
gelir ardından, eşe dosta sorulur,
internette sörf yapılır, kitaplar,
dergiler karıştırılır. Eğer yabancı
bir yer ise gitmek istediğiniz; o
ülkenin dili, kültürü, tarihi ve
doğal güzellikleri, hepsi merak
konunuzdur artık. Kimse size zorla
öğretmez bunları. Sadece belki
de bir bilet davet etmiştir sizi bu
yolculuğa. İşte yeni eğitim sistemi
de tam bu noktadan başlıyor.
Öğretmen, öğretenden öte davet
eden artık. Öğrenci kendi öğrenme
yolculuğunun içinde kapasite ve
yetenekleri ölçüsünde bir hedefe
doğru mutlu adımlarla gidiyor.
Bu yolculuk kısa vadeli sonuçlar
için değil, tüm yaşamı boyunca
kullanacağı becerileri oluşturmak
için önemli.
İşte okullar da bu değişimi yaşıyor
ya da yaşamaya çalışıyor. Biz
bu değişimin bir model içine
Geçenlerde yapmam gereken bir
sunum için gelecekte var olacak
meslekleri araştırdım. Burada da
kısaca birkaçını saymak istiyorum:
Vücut parçacığı imalatçısı, ergonomi
mühendisliği, hafıza artırma
cerrahları, uzay mimarları, kişisel
marka yöneticileri, uzay rehberleri,
iklim değiştirme mühendisleri… Bu
meslekler bizim bildiklerimizden
çok farklı. Bu hızla gelişen ve
değişen dünyada artık bilinenlerle
eğitim yapmak sizce ne kadar
faydalı. Bilinmeze uygun eğitim
programları nasıl hazırlanır peki?
Aslında hepsinin cevabı yukarıda
anlattıklarımda gizli. Artık bilgi
değil, beceri üzerine odaklanmalı
eğitim. İnsanlara; her çağa uyabilen,
problem çözme becerisine sahip,
hızlı adapte olabilen, araştıran
ve sorgulayan bir profil hedefi
konulmalı. Bu profile ulaşmanın
başlangıcı da eğitimde insiyatif
sahibi olabilmek olmalı. Okul ve
eğitimdeki değişimin özeti de bence
bu: Çocuk merakına dayalı bir eğitim
modeli.
KAYNAKÇA
Carol Ann Tomlinson. Differentiated
Classroom. Responding to The Needs of
All Learners. ASCD, 1999.
“Mapping a Route Toward
Differentiated Instruction. Carol Ann
Romlinson. Educational Leadership.
September, 1999.
BROOKLYN’DE OTURUN
İSTANBUL’U YAŞAYIN!
YENİ FİKİRTEPE PARK BULVARI
FÜNİKÜLER
DAİRESEL TRAMVAY HATTI
%1 KDV AVANTAJIYLA
Brooklyn Park İstanbul
@BrooklynParkIST
Brooklyn Park İstanbul
w w w . b r o o k l y n . c o m . t r
B
33
“HISTORIC BUILDINGS ON THE
SOUTH CAMPUS”
“Historic Buildings on the South Campus” ismi ile Boğaziçi Üniversitesi tarafından
yayımlanan çalışmada, Robert Kolej’in kuruluşundan bu yana okula özgünlük kazandıran
en önemli bileşenlerden biri olan binaların tarihçesini Prof. Dr. John Freely’nin kaleminden
okuyoruz. Bu sayıdan başlayarak, kitapta yer alan tarihi binalar üzerine kaleme alınmış
inceleme yazılarını sizlerle paylaşacağız. Bu imkânı dergimize tanıyan Kurumsal İlişkiler
Ofisi'ne teşekkür ederiz.
B
34
DODGE GYMNASIUM
The gymnasium was named for
Cleveland H. Dodge, a trustee of
Robert College and Chairman
of the Board from 1909-26, who
contributed the funds for the
building. The building, which is
made of blue limestone from the
College quarry, was completed in
1904. The first basketball game in
Turkey was played in the gymnasium
during the winter of 1906-07. The
gymnasium was destroyed by fire
on April 3, 1955, but its rebuilding
was undertaken soon afterwards on
a larger scale, using mostly local
funds contributed by alumni. The
most renowed of the College athletes
to use the gymnasium was Michael
Dorizas, a graduate of the Class of
1907. Dorizas won a bronze medal at
the Olympic Games in Athens in 1906
and following year he broke the world
record for the javelin throw. Other
notable athletes of more recent times
are Herkül Milas (RC 1965), who took
first place in the Turkish national
championships in 1962 in the 100
and 200 meter runs; and Ayşegül
Çilli (RC 1965), who held six Turkish
national swimming records.
B
35
THEODORUS HALL
This was originally erected as a
dormitory and classroom for the Robert
College Preparatory Department, which
was later called Robert Academy. The
funds for the building, which cost
$49.000, were given by Miss Olivia
Phelps Stokes of New York City. Miss
Stokes was too modest to allow the
building to be named for her, and so
it was called Theodorus (a gift of God)
Hall. Work on the building began in
the fall of 1900 and it was completed
in September 1902, when the first
students moved in. It is built of the
same blue limestone used for Hamlin
Hall and Albert Long Hall. Theodorus
Hall is five storeys high, including
the basement and mansard roof. As
originally designed, it contained all
the rooms and facilities necessary
for a complete boarding department,
with 75 boarders and 100 day students
and their teachers. Constructed on a
hillside just outside the main college
grounds, Theodorus Hall was provided
with a playground just to its north, on
a terrace supported by heavy retaining
walls. A small gymnasium was erected
on the terrace in 1929. The building is
now used as a woman’s dormitory. It has
now been restored through a gift of one
million dollars from Dr. Natuk Birkan.
The building is known as the Zeynep
Birkan – Ayşe Birkan Kız Yurdu.
C
M
Y
CM
B
36
MY
CY
CMY
K
GATES HALL
This building was originally erected
to house the Engineering School,
which was founded in 1912. It
was named for Caleb Gates, who
had proposed the founding of the
Engineering School in 1910 when
funds became available through
the bequest of the late John Stuart
Kennedy. Gates Hall was designed
by Professor John R. Allen of the
University of Michigan, with the
collaboration of Professor Lynn
Scipio, the first Dean of the Robert
College Engineering School. The
original design called for a U-shaped
building, of which only one wing
was completed when Engineering
School opened in 1913. In 1955 the
architectural firm of Skidmore,
Owens & Merrill examined Gates Hall
and advised against completing the
original plan, suggesting that instead
a new building of the Engineering
School, was completed in 1963, Gates
Hall became the main administration
building of Robert College.
B
38
KENNEDY LODGE
Kennedy Lodge is named for John
Stuart Kennedy (1830-1909), Chairman
of the RC Board of Trustees during the
years 1885-1909. Mr. Kennedy gave
the money to erect this building as
the residence of President of Robert
College. The building which is made of
blue limestone from the same quarry
that was used to build the fortress of
Rumeli Hisarı and Hamlin Hall, was
completed in 1891. The first to live
here was George Washburn, the second
President of Robert College who lived
in Kennedy Lodge were: Caleb Gates
(1903-32), Paul Monroe (1932-35),
Walter Wright (1935-43), Floyd Black
(1944-55), Duncan Ballantine (1955-
62), Patrick Murphy Malin (1962-64),
Dwight Simpson (1965-67), and John
Scott Everton (1968-71).
After the founding of Boğaziçi
University in 1971, Kennedy Lodge
became the faculty dinning-room and
social center, as well as a residence for
guests. The building was restored in
the late 1900s, during Üstün Ergüder’s
term as Rector.
B
40
HAMLIN HALL
Hamlin Hall is the oldest building on
the Robert College Campus. It is named
for Dr. Cyrus Hamlin, founder and the
first President of Robert College, who
designed the building and supervised its
construction. The cornerstone of Hamlin
was laid on July 5, 1868. At that time
Robert College was housed in a building
in Bebek. The College moved to the
present campus when Hamlin Hall was
the first occupied on May 17, 1871. The
building was dedicated on July 4, 1871,
and the first commencement exercises
on the present campus were held here a
month later. There were four graduates in
the Class of 1871, all of them Bulgarians.
One of them was Constantine Stoiloff, who
later became Prime Minister of Bulgaria.
He was one of five Robert College
graduates who became prime minister
or president of their countries. Ivan D.
Guishof (RC 1872) became President of
Eastern Rounelia, which later became
part of Bulgaria. Todor Ivantchof (RC
1875) became Prime Minister of Bulgaria.
Bülent Ecevit ( RC 1944) became Prime
Minister of Turkey, as did Tansu Çiller
(RC 1967), the first woman to hold the
office in Turkey.
The building is made from limestone,
cut from the same quarry that Sultan
Fatih Mehmet 2 used in constructing the
nearby fortress of Rumeli Hisarı in 1452.
The mortar was the same as that used in
constructing the fortress. The iron beams
came from Glasgow in Scotland. The
workmen who constructed the building
included Turks, Greeks, Armenians,
Kurds, and Montenegrins, all supervised
by Dr. Hamlin. Hamlin Hall was designed
in the shape of an old Turkish han, with
a central courtyard surrounded by four
wings. The plan is an almost square
rectangle, 34.44 by 31.38 meters, with
the central courtyard surrounded on
every level by galaries supported on iron
columns. The building has four storeys
above the basement, the uppermost
level having a mansard roof with towers
at the corners. A fifth and somewhat
higher tower rises from the middle of the
side facing the Bosphorus. The central
courtyard was originally left open to
the elements, but it was later roofed in.
The total cost of the building was about
$100,000. The entrance porch, designed
by Professor Godfrey Goodwin, was added
in the 1960s. Hamlin Hall is now the
Men’s Dormitory, a function it has served
since it was first built.
B
42
SLOANE HALL
This was originally the Sloane
Infirmary. The infirmary was the gift
of William Sloane, a former trustee of
Robert College, and was dedicated to
the memory of his father, John Sloane,
who had also been a trustee. The corner
stone waas laid on June 18, 1913, and
the infirmary was opened for use in
1925.
The infirmary was an 18-bed hospital
with lying-in facilities on the second of
its two floors and a clinic on the ground
floor. There were also two apartments
on the ground floor, one at either end
of the building. During the summer of
1967 the infirmary, was moved to its
present site inside the Hisar Gate. This
building here was then converted into a
women’s dormitory, thenceforth known
as Sloane Hall. Sloane Hall was restored
in 1999, during Üstün Ergüder’s
term as Rector, and it now houses the
Psychology and Sociology Departments.
Dünyanın en seçkin çayı Ahmad Tea ile
meyvelerin tadını çıkarın.
twitter.com /Ahmad_Tea_TR
facebook.com/ahmadteaturkiye
w w w. a h m a d t e a . c o m . t r
Doç. Dr. Ayşen Candaş
İÇ VE DIŞ SİYASET ROTASI
Aylin Buran ’02, Duygu Cankılıç ‘11
Son dönemlerde iç içe
geçmiş dış ve iç siyasetin
dinamikleri, Ortadoğu’daki
gelişmeler ve bu gelişmelerin
iç siyaset dengelerini ne yönde
etkileyeceği, “Yeni Türkiye”
ve hukuk kavramlarının
ülkemizdeki yeri üzerine
sorularımızı Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr.
Ayşen Candaş’a yönelttik. Son
derece aydınlatıcı yanıtlar
aldığımız bu verimli söyleşiyi
sizlerle paylaşıyoruz.
İlk olarak ülke gündemini
belirleyen Ortadoğu’daki
gelişmelerin iç siyaseti
hangi yönde etkileyeceğine
yönelik bir sorumuz olacak. Bu
konudaki görüşlerinizi almak
isteriz. Genel tabloyu nasıl
yorumluyorsunuz?
İç siyaset de dış siyaset de bir
süredir duruma göre şekillenebilir
realiteyi dikkate alabilen bir
esneklikte değil. Şöyle bir durum
var: Bir çözüm sürecine girildi
biliyorsunuz ve bu çözüm süreci
de aslında kendiliğinden olan veya
iç dinamiklerle tetiklenen bir şey
olmaktan ziyade, Ortadoğu’daki
gelişmeler sonucunda girilmiş
bir süreçti. Gerek Suriye ve
Irak’taki iç savaş, gerek IŞİD
denen transnasyonel, ümmetçi ve
seri katiller ordusu gibi bir yapı,
Türkiye’de sanıldığının aksine,
aslında bu bölgeden kesinlikle
çıkmak isteyen Amerika’yı, burada
güvenebileceği bir grup arama
yoluna itti. Biliyoruz ki uzun
süredir “ılımlı güç” bulunmaya
çalışılıyor ve bütün bu “ılımlılar”
silahları aldıktan sonra hemen
IŞİD’e katılıyorlar. Bu esnada Kürt
Hareketi bölgede hem IŞİD gibi bir
güce karşı durabileceğini hem de
son derece sekteryan bir şekilde
ilerleyen bir savaş esnasında (din
savaşları yaşanıyor aslında orada)
sektler üstü, mezhepler üstü bir
siyaset sergileyebileceğini gösterdi.
Aslında seküler bölgeler, güvenli
bölgeler yarattı. Suriye ve Irak’ın
içindeki Gayrimüslimlerin ya da
bir din devleti altında yaşamak
istemeyen Sünni Müslümanların
dahi bu bölgelere kaçtığını
gördük; buralarda daha güvenli
bir ortam buldular kendilerine.
Bütün bunlar belki bir süredir rafa
kalktığı düşünülen dört bölgedeki
Kürdistan’ı birleştirmek gibi bir
tarihi hayali, realite olabilecek
bir hale getirmiş durumda ilk
kez. Kürt kuvvetleri birleşmiş
durumda, Barzani’yle de anlaşmış
durumdalar. Kürt Hareketi bu
uluslararası popülaritesinin artışını
aslında bölgede din ve mezhep
savaşları yaşanırken seküler bir güç
olabilmesine ve IŞİD’e karşı başarı
kaydedebilen bir güç olabilmesine
borçlu.
Düşündüğümüzde Türkiye iki
eksende, hem Türk-Kürt ekseninde,
hem de seküler - dindar olma - ve
hatta son dönemde iyice selefiliğe
varan bir dindarlık bu- ekseninde
ayrışmalar yaşayan, büyük çatışma
yaşayan bir ülke. Bölgedeki
gelişmelerin “çözüm süreci” adı
verilen sürece çeşitli şekillerde
etki ettiğini görüyoruz. Bunlardan
bir tanesi şu: Sanırım son 1,5-2
aydır buna tanık oluyoruz, eğer
Kürtlerin bölgede kurumsal bir
ordu olması ve seküler bir güç
olarak mezhepler üstü bir şekilde
bu ümmetçi ve selefi hareketlere
karşı savaşması beklenecekse
uluslararası güçler tarafından,
(çünkü dünya gerçekten endişeli
bu IŞİD meselesi konusunda) o
zaman silahsızlanmayacak demektir
Kürt bölgeleri. Güneyimizden
bahsediyoruz, çünkü biliyorsunuz
elek haline geldi oradaki sınır
bölgeleri. Her ne kadar biz içeriğini
bilmesek de hiçbir şekilde şeffaf
olmayan bir şekilde yürüse de, bize
az çok yansıyan iki tane unsuru vardı
bu çözüm sürecinin:
Bunlardan ilki biliyoruz ki PKK’nin
silahsızlandırılması üstünden
yürüyordu. Bütün bu anlattığım
gelişmeler aslında bu ilk maddenin
hayata geçirilmesini biraz daha zora
sokar hale geldi. İkincisi ise Öcalan’ın
Newrozlar’da Diyarbakır’a yolladığı
mektuplardan ortaya çıkıyordu:
Çözüm sürecinin paradigmasının
Sünni parantezinde bir TürkKürt kardeşliği üstüne kurulu
olduğunu anlıyorduk. Bu çok açıkça
konuşulmuyordu ama böyle zımni
bir anlaşma olduğuna dair bir his
vardı ve iç politika dinamikleriyle de
Türkiye’nin girdiği yörüngeyle de bu
his aslında uyum halindeydi.
Çözüm sürecinin bu ikinci zımni
anlaşma maddesi de önümüzdeki
dönemde belki artık çok devam
ettirilebilir bir anlaşma maddesi
değil çözüm süreci açısından. Çünkü
oradaki Kürt kuvvetleri uluslararası
bir saygınlık kazanmışlarsa, bu
saygınlığı tam da mezhepler
üstü ve seküler bir güç olarak
davranmalarına borçlularsa; Türkiye
için tam tersine Sünni parantezinde
bir anlaşmayla bu işin devam etmesi
de gitgide daha zorlaşacak demektir.
Ben bu iki sebeple Kobani sürecinde,
çözüm sürecinin başında üstünde
B
45
B
46
nispeten zımni bir anlaşmaya
varılmış olan bu maddelerin hepten
tekrar konuşulmaya başlandığını,
bu yüzden pazarlığın tekrar çok
sertleştiğini, bu durumun süreci
bitirmeyeceğini ama üzerinde
anlaşılmış maddelerin tekrar masaya
yatırılmasının açık ki çok büyük bir
kriz olduğunu düşünüyorum. Aynı
dönemde Kürt Hareketi’nin birleşik
Kürt Hareketi haline gelmesi ve
IŞİD’e karşı verdiği savaşta kadın
savaşçılarının Newsweek gibi
yayınlarda yer almalarıyla, tam
olarak sekülerliğinin altını çizen
unsurlarla itibarının bu kadar
artması önemli, üstelik çeşitli Batılı
ülkelerin terör listelerindeyken...
Yine aynı dönemde bunun tam
aksine Türkiye’nin itibarının çok
azalması dikkat çekici. Mezhepçi
ve son derece şiddet yanlısı bir
siyaset güttüğüne dair yaygın bir
kanı, birtakım gruplara ”öfkeli Sünni
gençleri” denebilmiş olduğu gerçeği
var. Yani aynı dönemde Türkiye’nin
itibarının da çok düştüğüne
tanık oluyoruz. Bu tabii çözüm
sürecindeki güç dengesini 2013’ten
bugüne çok değiştirmiş oluyor;
sürece ilk girildiğinde ve 2009’dan
beri hatta, “Türkiye’de bir barış
sürecini yürütebilecek tek demokrat
güç AK Parti’dir,” denebiliyordu.
“Dolayısıyla Kürt hareketi, Kürtler,
HDP, BDP muhtaçtır mecburdur,”
denebiliyordu, ama bütün bunların
şu an altüst oluşuna tanık oluyoruz.
Ama bu bahsettiğim gelişmeler
esnasında, bir yandan bölgede
hiç tahmin edemeyeceğimiz
birtakım eğilimler büyük bir hızla
gerçekleşiyor. Bölgede her şey çok
kaygan bir kum zemin üzerinde
ilerliyor.
Bütün bunların Türkiye’ye etkisi
ne olur? Türkiye, bütün dünya için
2001’den beri çok büyük bir ümitti.
Yani şu açıdan bir ümitti: Türkiye
seküler devlet geleneğini, az çok
Türkiye şartlarında kurabilmiş,
en azından Ortadoğu’nun diğer
çoğunluğu Müslüman ülkelerine
göre kurabilmiş bir ülke. Eğer devam
edebilseydi bu yörüngede, yani
aynı anda dindarlığı dışlamadan
seküler bir devlet olabilseydi;
herkese, her inanca, inanmayışa
eşit mesafede duran bir devlet
anlayışını gerçekleştirebilseydi,
bu, bütün bölge için çok büyük bir
ümit vadedecekti. Fakat Türkiye’nin
gitgide otoriter bir yöne girmesi,
“selefilik”le “ılımlılık” arasında var
olduğunu ve çok keskin olduğunu
düşündüğümüz çizginin, farkın
varlığının daha sorgulanır hale
gelmesine sebep oldu, yani bu
Türkiye’den ziyade Türkiye dışında
tartışılan bir konu haline geldi.
Bütün bu dinamiklere bakarak şunu
söylemek mümkün: Mezhepler üstü,
her türlü inanışa, inanmayışa, her
türlü felsefeye eşit mesafede duran,
herkesin kendinin kapsandığını ve
eşit kapsandığını düşüneceği bir
yeni toplumsal anlaşmayla ancak
biz toplumsal barışı sağlayabiliriz.
Türkiye’nin bu manada bir toplumsal
barış sağlayabilmesi bölge için de
çok büyük önem taşıyor. Çünkü
güneydeki selefi ümmetçi hareket
Türkiye içerisinde de bir taban
yaratmaya başlıyor gibi duruyor. Bu
da endişe verici bir gelişme.
Yeni Türkiye üzerine bir
soru yöneltmek isteriz.
Biz bu ifadeyi ne şekilde
algılamalıyız? Yeni Türkiye
denildiği zaman, siz bu
kavramın bileşenlerini ne
şekilde yorumluyorsunuz?
Ne zaman “modus vivendi,” bir güç
dengesi bozulsa yeni bir resmi
ideoloji kurulmaya başlanır. “Yeni
Türkiye” kavramını da yeni resmi
ideolojinin üst başlığı olarak okumak
mümkün. Türkiye 2002lerden
bugüne vesayetçi olarak adlandırılan
bir sistemden vesayetçi olduğu
düşünülen odakların aslında sivil
yönetimin emri altına verildiği
bir süreç yaşadı. Fakat gerek
prosedürdeki hukuksuzluklar,
gerekse yeni kurulan “modus
vivendi” içerisinde ya da tek
kutuplu bu mutlak hâkimiyet
içerisinde yeni bir vesayet fikrinin
doğduğunu görüyoruz. Burada en
çarpıcı olan şey demokrasilerde
aslında kamunun, herkesin (altını
çizerek söylüyorum) gücü olan
iradenin, “milli irade” adı altında
çoğunlukçu bir şekilde tanımlandığı
ve bunun da tek kişi tarafından
temsil edilebileceği gibi bir yeni
söylem yerleşmiş durumda. Buna
yeni resmi ideolojinin belki de en
önemli köşe taşlarından biri olarak
bakılabilir. Tabii demokratikleşme
yönünde değil, bütün vesayetlerden
kurtulup halkın egemenliğini
kurmak yönünde değil, herkesin
kapsanması, toplumsal barışın
sağlanması yönünde değil; tam
tersine, Türkiye’de aslında var olan,
olgusal olan heterojen olma, çoğul
kimliklere sahip olma, çokkültürlü
olma olgusunun reddedilmesi
üstüne kurulu yeni bir vesayet
anlayışı bu. Tabii bunun sonucunda
yeni birtakım fay hatları beliriyor.
Şu ana kadar konuşmadığımız
Türkiye’nin iki eksende problemi
var diye anlattıklarımın içerisinden
mesela bizim bir Alevi sorunumuz
olmaya başlıyor. Gezi süreci,
sanıyorum önümüzdeki yıllarda
tekrar tekrar dönüp tekrar tekrar
anlamaya çalışacağımız bir
deneyim oldu. O kadar önemli bir
harekettir bence Türkiye tarihinde.
O da çok heterojen bir durumdu.
Aslında orada olan belki, “Yeni
Türkiye” denen yeni vesayet,
yeni ideoloji anlayışının dışarıda
bırakmaya hazırlandığı kesimlerin,
aslında birbirleriyle çok az ortak
noktaları olmalarına karşın sokağa
çıkmalarıydı.
Hukuk, toplumun yaşama
motivasyonlarından bir
tanesini oluşturuyor.
Bireyin kendisini güvende
hissetmesiyle, başına
bir olay geldiğinde ilgili
yerlere başvurabileceğini
bilmesiyle, başvurduğu
merciden hakkaniyetli
bir karar çıkacağına
inanmasıyla toplumsal huzur
sağlanabilir. Son dönemde
hukuk çerçevesinde yaşanan
ve hukukçuların son derece
tepkisini çeken tabloların
toplumsal yansımalarını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durum bizi önümüzdeki
dönemde ne gibi bir boyuta
sürükleyecek?
Yine aynı meseleye dönüyoruz.
Bizim en büyük ihtiyacımız
toplumsal barışı inşa etmek. Bütün
problemlerimiz, üzerine ciddiyetle
gidilmezse, bizi iç savaşlara
sürükleyebilecek nitelikte; bölgedeki
gelişmeler de söz konusu olunca
durum çok daha endişe verici
hale geliyor. Böyle çok ciddi bir
dönemden geçerken, bölgede
inanılmaz kavgalar koparken,
Türkiye’nin hukuk devleti fikrinden
vazgeçmesine tanık oluyoruz.
Zaten hiçbir zaman Türkiye’de
hukuk devleti yerleşik değildi; ama
bir kanun devleti olduğundan
bahsedilebilir.
12 Eylül Dönemi’nden itibaren,
bu kanunlar halen hiçbir şekilde
hukuki değil. Tümüyle istediği gibi
kanun çıkarma yetkisini ele geçirmiş
olan, vesayetlerden de demokratik
denetimden de fren ve denge
mekanizmalarından da kurtulmuş
olan bir hükümet gerçeği var. Her
istediğini anında torba yasalarla
gece yarısı aniden kanunlaştırabilen
bir devlet yapısı ile karşı karşıyayız.
Bu gücü elinde tutan yapıdan, 12
Eylül’ün kalıntısı olan ve son derece
hukuksuz olan yasaları değiştirmesi;
fikir ve ifade özgürlüğünü, inanç
özgürlüğünü, vicdan özgürlüğünü,
basın özgürlüğünü zedeleyen,
bunları reddeden, temel hak ve
hürriyetleri icra edilemez kılan,
siyasi partiler yasası gibi, anti terör
yasası gibi uygulamaları kaldırması
bekleniyordu. Üstelik yıllardır bu
konuda bir mücadele ve beklenti
vardı. Ancak bu beklentinin tersine,
bu kanun devletinin nimetlerinden
B
47
B
48
faydalanılarak sorunların daha da
derinleştirildiği, belki biraz daha
dindarlık ve Sünniliğin de belli bir
yorumu üzerinden ele alındığı, özel
hayata da müdahale eden birtakım
sosyal politikaların söz konusu
olabildiği bir yörüngeye girildiğini
görüyoruz.
geçmişte vesayet dediğimiz şeydi.
Yani ordu başlığı altında, derin
devlet başlığı altında birtakım
şeylerin dokunulmaz olduğu,
kanunların onlara işlemediğini
konuşurken biz şimdi yeni Türkiye
parantezinde bu kez yeni bir şeylerin
kanunlar üstü kılınmasını görüyoruz.
Hukuk devleti olmazsa demokratik
bir devlet olma ihtimali kalmıyor.
Fakat hukuk devletinin ne
olduğu Türkiye’de hiçbir zaman
anlaşılamadı. Vesayet dediğimiz
şeyle bu çok yakından ilgili. Hukuk
devleti demek, hukuki olan, adil
ve kapsayıcı olan, herkesin eşit
özgürlüklerini tanıyan kanunların,
istisnasız şekilde herkese aynı
şekilde ve regüler şekilde
uygulanması demek. Yani bazen
uygulayıp bazen uygulamamak;
bazı kişilere uygulayıp bazı kişilere
uygulamamak; bazı kişileri, bazı
kurumları hukukun üstünde,
kanunun üstünde görmek, kanunun
dokunamayacağı yerlere koymak ya
da normal vatandaş yaptığında suç
olan bir şeyin başkaları yaptığında
başka kurumlar yaptığında suç
addedilmemesi... Bunların hepsi
Dediğim gibi, geçmişte güvenlikçi
yönü ve diyelim ki etnik kimliklere,
özellikle Kürtler’e düşman yönü
ağır basan vesayetçi yapının bugün
çok daha geniş birtakım grupları
güvenlik riski olarak tanımlamasına
tanık oluyoruz. Yeni birtakım
çevrelerin, zaten hukuksuz olan
kanunların da üstünde tanımlanması
söz konusu.
Çok güzel bir ifade vardır siyaset
biliminde, “Hukuksuz, haksız, adalet
içeriği taşımayan bir kanun bile,
eğer sürekli uygulanıyorsa, regüler
bir şekilde uygulanıyorsa, orada hiç
kanun olmamasından iyidir.” Çünkü
orada kişiler ne yaptıkları zaman
onun sonucunun ne olacağına dair
çok net bir kanıya sahip olurlar.
Dolayısıyla gündelik hayatlarını
sürdürürken bilirler, o kanunun
hukuksuz, adil olmadığını ama
uygulanacağını bilirler. Bu bile
insanın hayatına bir “stabilite,” bir
istikrar, bir güven duygusu katar.
Zaten hukuksuz, yani adil olmayan,
kapsayıcı olmayan kanunların bir
de keyfi uygulanıyor olması, bazen
uygulanıyor bazen uygulanmıyor
olması mutlak bir güvensizlik
duygusu yaratıyor ve ne zaman
nereden ne geleceğini bilememe
duygusunu yaratıyor. 1999 depremi
sonrası insanlar geceleri titreyerek,
deprem mi oldu diye uyanırlardı,
öyle bir posttravmatik durum var
diyebiliriz. Sürekli bir teyakkuz hali,
''Şimdi ne olacak, şu şöyle mi olacak,
bu böyle mi olacak?''
Mutlak bir belirsizlik, mutlak bir
keyfiyet hâkim olmuş durumda ve
bu, kuşkusuz ki adaletsiz yasaların
regüler şekilde uygulanmasından
daha da kötü bir belirsizlik ortamı.
AK Parti’nin ilk dönemlerinde
izlediği “liberal politikaların”
zaman geçtikçe daha
otoriterleşmesi, bunun yanında
Gezi sürecinin partiler
üstü bir siyasetin mümkün
olabileceğine yönelik bir
inancı geliştirmesi ve ana
muhalefetin kendi içerisinde
ulusalcı kanatla girdiği
çatışma, HDP’nin Kandil,
İmralı ve güncel siyaset
arasında üstlendiği rolü
bütünüyle düşündüğümüzde,
bu hareketlilik toplumda nasıl
bir karşılık bulur?
Kestirmek çok zor bence.
Hatırlarsanız Gezi de böyle çok
büyük, hiç beklenmeyen bir
hareketti. Dolayısıyla benzer bir
durum olur mu bilemiyoruz.
B
50
Geçen gün bir davetiye geldi. Bu
ay sonunda MÜSİAD’da yapılacak,
Batı’da da ekonomik sistem
sorgulanırken Türkiye’de İslami bir
ekonomi paradigmasına geçişin
tartışılacağını bildiren, Recep Tayyip
Erdoğan’ın konuşma yapacağı bir
toplantı daveti... Son zamanlarda Ali
Babacan da çıkarılmıştı devreden.
Bütün bunlar aslında orta sınıflaşmış
AK Parti’nin tabanı içinde de, bir
huzursuzluk, belirsizlik hissine o
kesimi de çekecek unsurlardır.
Her şeyi yeniden dizayn ediyoruz.
Yeni Türkiye’nin dönüştürmemeyi
garanti ettiği hiçbir şey yok.
Çözüm sürecinde tam olarak ne
olduğunu, ne konuşulduğunu nasıl
bilmiyorsak, yeni Türkiye’de de neyin
değişmeyeceğine dair hiçbir his,
hiçbir güvence yok; ekonomi dâhil.
En değişmeyeceğini düşündüğümüz
unsur o olduğu için altını çizerek
söylüyorum. Bunun bile bir soru
işareti olduğu günlerden geçiyoruz.
Öyle bakıldığında bütün bunlar ne
yaratır? Çok tuhaf şeyler yaratabilir.
Ciddi bir göç yaratabilir, dışa.
Bugün insanlar huzuru, toplumsal
barış istiyorlarsa, ilk ihtiyaçları
huzursa insanların, eğitimli bir orta
sınıfın da yurtdışına beyin göçü
yapabilme gücü varsa, böyle bir şey
olabilir mesela.
“Biz buradan bir örgütlenme
çıkarırız, yeniden bir toplumsal
sözleşmeye varırız. Kartların yeniden
karılması ve her kesimden insanın
bir arada olması, barış ve adalet
ilkelerinin tutarlı uygulanması, eşit
özgürlüklerin, eşit vatandaşlıkların
tanınması ve kimsenin hukuki, adil
kanunların üstünde olmaması için
bir toplumsal anlaşma yapmak
istiyoruz,” gibi bir iradenin ortaya
konması yine de mümkün. Bu
olması gereken, olmaması için bir
sebep olmayan; ama olmayabilecek,
oluşmayabilecek de bir irade.
Mutlak belirsizlik hali olduğu gibi
sürerse dediğim gibi bir kesim
vazgeçebilir Türkiye’den.
Gençler arasında Türkiye’nin siyasi
partilerine, örgütlenmeye karşı
negatif yönlerin vurgulanması
sonucunda içselleşmiş kategorik
şekilde karşı olma, örgütlü siyaseti
reddetme durumu var. 12 Eylül
sonrasında yaşamış nesiller ''örgüt''
sözcüğü duyunca “terör örgütü”
olarak düşünüyorlar. Hâlbuki sivil
toplum da örgütlenme demektir.
Siyasi partiler de örgütlenme
demektir.
Örgütlenmeye karşı genç nesildeki
bu karşı duruş, geleceğimizi
şekillendirecek gençlerin tam da
kullanmaları gereken demokratik
siyasetin araçlarını kullanmaya hiç
niyetlerinin olmadığını gösteriyor,
burada kalsalar bile. Bütün bunların
ışığında size, kesin olarak toplumsal
bir hareket olur gibi bir şey
diyemeyeceğim. Bunun için nesnel
her türlü koşul var. Memnuniyetsizlik
var. Geniş kesimlerden böyle bir
memnuniyetsizliğin olması için her
türlü nesnel sebep var. Çünkü hiçbir
konuda belirlilik yok. Ve bu belirsizlik
ortamı tabii ki insanları, “Bir dakika,
sağlam bir zemin üzerinde gelin
oturalım konuşalım” dedirtecek,
bu noktada en fazla motive edecek
durum. Nesnel koşullar var ama
bütün bu bahsettiğim sebeplerle
bu, çok başka yerlerde enerjisini
tüketebilir. Öyle de olduğunu
görüyoruz.
Bu verimli söyleşi için ve
değerli vaktinizi ayırdığınız
için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
HSBC Premier’den
hoş geldin hediyesi:
500 TL MilPuan.
Yıl sonuna kadar HSBC Premier hesabı açıp Premier
Miles Kredi Kartı’na başvurun, 500 TL değerinde
MilPuan kazanın.
Üstelik Premier Miles sahipleri, yurtdışında yapılan
alışverişlerde her zaman 2 kat MilPuan kazanır, yıl
sonuna kadar 100 USD ve üzeri duty free dahil
yurtdışı alışverişlerde 3 taksit ayrıcalığından
yararlanırlar.
Premier Miles sahibi olmak için “Premier” yazıp
4477’ye SMS gönderin, sizi arayalım.
3 taksit kampanyasından faydalanmak için “YD”
yazıp kartınızın son 6 hanesini 4477’ye göndermeniz
yeterli.
Ayrıntılı bilgi: premier.hsbc.com.tr | 0850 211 0 112
HSBC Bank A.Ş. tarafından yayımlanmıştır. 500 Premier Miles Puan kampanyasından 1-31 Aralık 2014 arasında, bankamızda ilk defa hesap açıp
Premier olan ve Premier Miles Kredi Kartı alan müşterilerimiz yararlanır. MilPuan yüklemesi için 31 Ocak 2015’te varlık bakiyesinin 100.000 TL ve
üzerinde olması gerekir. Premier Miles avantajları asıl kart için 105TL, ek kart için 52 TL yıllık program ücreti ile geçerlidir. 3 taksit kampanyası 31
Aralık 2014’e kadar, 100 USD (200 TL) ve üzeri yurtdışı alışveriş ve yurtiçi “dutyfree” işlemlerinde geçerlidir. Kampanyaya ek kart sahipleri
başvuramaz. Taksitlendirme, başvurudan bir gün sonra ve işlemin kayıt bilgilerinin bankaya ulaşmasını takiben, bankamız döviz satış kuru ile
TL’ye çevirilerek yapılır. KKTC’de yapılan işlemler, KKTC müşterilerinin Türkiye’de yaptığı alışverişler, yasal olarak taksitlendirilemeyen işlemler,
nakit avans işlemleri, şirket ticari kart işlemleri ve ekstresi gecikmede olan müşteriler kampanyaya dahil değildir. SMS müşterinin tarifesi üzerinden
ücretlendirilir, yurtiçinden gönderilmesi tavsiye edilir.
İNSAN KAYNAKLARINDA GÜNCEL ANLAYIŞLAR
Yasemin Dut ’10
Değişim, her alanda olduğu
gibi mesleklerin icra edilme
biçimlerinde de kendini
gösteriyor. Esnekleşen
çalışma şekilleri, yeni meslek
ve uzmanlık alanları ile
karşı karşıya kalıyoruz.
İnsan kaynakları alanında
son yıllardaki gidişatı, yeni
perspektifleri taze bir yılın
başındayken gözden geçirmek
istedik. İnsan kaynakları
alanında kariyerini devam
ettiren Sayın Ahu Dizdar ’03
bu çerçevedeki sorularımızı
yanıtladı.
B
52
Geçmiş dönemki
deneyimleriniz
ile bugünküleri mukayese
ederseniz, kariyer yaşamına
yeni başlayacak olan adayların
sosyal ve toplumsal olarak
kendilerini ifade biçiminde
farklılıklar gözlemliyor
musunuz?
Toplam 11 yıllık
tecrübem içinde dünden
bugüne mülakatları
değerlendirdiğimde, özellikle
genç adayların, sosyal
medya, internet ve bunlarla
bağlantılı olarak haber alma,
bilgi edinme kanallarının
artması sonucunda, kendi
değerlendirmelerini
daha çok veri elde ederek
yapabildiklerini, daha net
görüş ifade edebildiklerini
görüyorum. Tabii, bunu aileleri
tarafından bilinçli ve kendi
seçim haklarının farkında
olarak yetiştirilen kişilerde
daha sık gözlemliyorum.
Öte yandan, kendi düşünme
potansiyelini geliştirememiş,
büyükleri tarafından buna
Ahu Dizdar
izin verilmemiş, sınırlı bir
vizyonla yaklaşılmış, ya da
yeterince kaynağa ulaşamamış
gençlerin kendilerini daha
sınırlı şekilde tanıdıklarını
ve ifade becerilerinin de
sınırlı olduğunu görüyorum.
Y kuşağı dediğimiz, şu anda
iş yaşamında yerini alıp
ilerlemiş genç kuşağın
birbirinden çabuk haberdar
olup birlikte hareket etme,
birlikte görüş oluşturma,
inanmadıkları hiçbir
şeye saygı duymama ve
sorgulama eğilimlerini çok sık
gözlemliyorum.
Gelişen yeni meslek dallarını
düşündüğümüzde, çalışma
disiplininin de değişikliğe
uğradığını görüyoruz.
Verimlilik ve verimsizlik
bağlamında esnekleşen
çalışma biçimlerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Kuşak farklılıklarını çok
irdelediğimiz, bunlar üzerine
yönetim kurguları yaptığımız
bir dönemdeyiz. “Özel hayat,
iş hayatı dengesi” söylemini
her geçen gün daha sık
duyuyoruz. Burada bence
önemli nokta, kişinin yaptığı
işten varoluşsal bir tatmin
duyması, bir amaca hizmet
duygusunu yaşaması. Bunu
yaşadığı zaman, çalışmak
hayatın akışı içindeki bir
aktivite haline geliyor,
yalnızca hayatı devam
ettirmek için zorunlu bir para
kazanma
aracı olmaktan çıkıyor.
Böylelikle klasik, sabahtan
akşama belli saatlerle sınırlı
çalışma döngüsünün yerini
kişinin verimli hissettiği ve
sorumluluk duygusu ile sonuna
kadar zevkle işini yaptığı anlar
alıyor.
İnsan kaynakları alanında
son yıllarda en belirgin olarak
gözlemlediğiniz gidişat nedir?
Örneğin adayların donanımları
ile ilgili işverenlerin/
kurumların beklentilerinde
değişiklikler oluyor mu?
Oluyorsa ne yönde?
İnsan kaynakları alanındaki
en belirgin gidişat liderliğe
verilen önemin her geçen
yıl artması oldu. Liderlik
yetkinlikleri kurumların
gelişim, kariyer yönetimi
faaliyetlerinin temelini
oluşturdu. Liderlik, yetenek
ve performans yönetimi
birbirinden ayrılamaz bir yapı
içerisinde yürümeye başladı
ve liderlik bir numaralı konu
olarak şirketlerin gündeminde
olmaya devam edecek. Hem
işe hem insana liderlik
etmek artık profesyonel iş
dünyasında tartışılmaz bir
gerçek olarak önümüzde
duruyor. Ancak doğru bir
liderlik yaklaşımı ile yetenek
ve performans yönetimi
işlevsel araçlardır. İK
departmanının rolü liderlere
kullanmaları için doğru
araçları sunmak ve bu araçları
birbiriyle konuşan sistemler
olarak yaşatabilmek.
Adaylar tarafında teknolojik
beceriler çok önem kazandı.
Adayların donanımlarında
teknik bilgi ve becerilerin
yanı sıra temel yetkinliklerle
birlikte potansiyeli ortaya
çıkaracak, etki düzeyini ortaya
koyacak yetkinlikler aranıyor.
Önümüzdeki dönemlere yönelik
alanınıza dair öngörüleriniz
nedir? Mesela gelecekte
yok olacak iş kolları olacak
mı ve/veya yeni meslekler
gündemimize gelecek mi?
İK alanında, lider gelişimi,
kariyer yönetimi, çalışan algısı
yönetimi, işveren algısının,
işveren markasının yönetimi
ve çalışan bağlılığı konularının
öne çıktığını görüyorum.
Dıştan içe İK, müşteriyi,
toplumu, çevreyi, sosyal
dengeyi, sosyal sorumluluğu
anlayan İK yaklaşımı
gelişti. Buradan hareketle,
özellikle işveren algısı
çalışma alanlarının
artacağını, yaygınlaşacağını
düşünüyorum. Örneğin, bizim
de kendi kurumumuzda
yaptığımız gibi İK içindeki iç ve
dış iletişim birimleri artacak.
Sosyal medya uzmanları
çoğalacak. Orta ve üst düzey
yöneticilerin yarattığı iklimi
yönetecek iklim koçları,
lider koçları kurum içine
taşınmaya devam edecek. Yine
şu an uyguladığımız “Ters
Mentorluk” gibi uygulamalar
artacak. Bu konulara
hakim uzmanlıklar ortaya
çıkacak. Genç kuşakların
beklentilerini anlamak
üzere oluşturduğumuz bir
uygulamamız olan “Genç
Platform” gibi iç uygulamalar
artacak.
B
53
YARATICI GENÇLER, YENİ MESLEKLER
Yasemin Dut ’10, Yaşar Arif Karagülle
2001 yılından beri sanat ve
tasarım konusunda yurtdışı eğitim
danışmanlığı yapan mezunumuz
Canan Kadıoğlu ’74, Eylül 2010'da
kurduğu Art Academy aracılığıyla,
yurtdışında sanat ve tasarım
konularında eğitim alacak lisans
ve lisansüstü seviyesindeki
öğrencilere portfolyo hazırlıklarında
danışmanlık yapıyor. Sayın
Kadıoğlu’nun Türkiye'deki ve
yurtdışındaki sanat ve tasarım
eğitimine dair tespitlerini ve
kendi çalışmalarını paylaştığı
röportajımızı sizlere aktarıyoruz.
B
54
Öncelikle sizi kısaca tanıyarak
başlayabilir miyiz? Neden özellikle
sanat ve tasarım alanında bir eğitim
danışmanlığı yapmak istediniz?
1974’de İşletme Bölümü’nden
mezun olduktan sonra ABD’de TEV
bursu ile UCLA’de MBA yaptım.
Yurtdışından dönünce Koç Holding
Planlama şirketinde planlama uzmanı
olarak ve Ram Dış Ticaret'te satış
koordinatörü olarak çalıştım. Oğlum
doğduktan sonra da 12 yıl Boğaziçi
Üniversite’sinde öğretim görevlisi
olarak, daha sonra da Yapı Kredi Kültür
Sanat’ta yönetici olarak çalıştım.
Oğlum Robert Kolej’in son sınıfında
okurken Computer Animation
okumak istediğini söyleyince, bu
eğitimin neleri içerdiğini, neleri
gerektirdiğini araştırmaya başladım.
İngiltere ve Amerika’daki okulları
inceledim, çeşitli okulları gezdik,
yetkililerle görüştük ve bu konunun
sanat ve tasarım alanında bir bölüm
olduğunu ve akademik başarı
dışında portfolyo denen çizim ve
sanat projelerini içeren bir dosya
gerektirdiğini öğrendik. Bu arada tabii
bu ve buna benzer sanat ve tasarım
alanındaki yeni meslekleri ve bunların
iş olanaklarını araştırma imkânım
oldu. Sonrasında birkaç öğrenciye
yardım edeyim, bilgi vereyim derken
profesyonel anlamda danışmanlık
yapmaya başladım. Kısa bir süre sonra
sanat ve tasarım alanında İngiltere’nin
ve Avrupa’nın en iyi okullarından biri
olan University of the Arts, London
Türkiye temsilcisi olmamı önerdi. Bu
üniversite yurdumuzda daha çok
Central Saint Martins olarak bilinir
ve CSM üniversitenin altı okulundan
biridir; farklı program ve bölümleri
olan altı ayrı kolej bir üniversiteyi
oluşturur. 14 yıl önce UAL'in resmi
Türkiye temsilcisi oldum ve o
zamandan beri de hem İngiltere’deki
sanat ve tasarım okullarına, hem
Amerika, İtalya veya Avrupa’daki tüm
sanat ve tasarım okullarına öğrenci
hazırlıyorum ve yolluyorum. Son beş
yıldır da 4. Levent'te Art Academy
isminde bir atölyem var. Orada sanat
hocamızla beraber, öğrencilere
yurtdışındaki okulların talep ettiği
portfolyonun hazırlanma sürecinde
yardımcı oluyoruz.
Benim bu konuya yönelmemdeki ana
sebep artık yeni mesleklerin gençlere
çok farklı olanaklar sunduğunu
fark etmem oldu. Herkes artık
mutlaka mühendis olmak, işletme,
ekonomi, tıp, hukuk okumak zorunda
değil; gençler kendi ilgi alanlarına
göre de kendi yaratıcılıklarını
kullanabilecekleri, akademik
başarının dışındaki yeteneklerini de
değerlendirebilecekleri meslekleri
tercih edebiliyorlar ve bu alanlarda
iş olanakları bulabiliyorlar. Bu çok
önemli bence. Hem yaptıkları
işi severek yapıyor, hem de en
az klasik meslekler kadar maddi
getiri sağlayabiliyor ve kendilerini
geliştirme olanakları bulabiliyorlar.
Başarının tek ölçüsü akademik
başarı değil, gençlerin farklı
değerlendirmeleri, hayatı algılama
biçimleri, iletişim yöntemleri
var ve meslekler de buna göre
şekillenebiliyor. Ayrıca bu konularda
onları yönlendirebilecek, detaylı
bilgiye sahip olan çok kişinin
olmadığını da fark ettim, bu biraz
uzmanlık gerektiren bir konuydu ve
faydalı olabileceğime inandım.
Gençlere yardımcı olabilmek, ileride
onların mutlu oldukları işi yaptıklarını
görmek çok güzel bir duygu.
Üstelik de genelde öğrencilerimizin
gittikleri yurtdışındaki okullarında
başarılı, donanımlı, iyi hazırlanmış
bulunduklarını öğrenmek de çok
sevindirici oluyor tabii ki.
Türkiye’deki sanat ve tasarım
eğitimiyle yurtdışındaki eğitim
arasında nasıl farklılıklar
gözlemliyorsunuz?
Sanat ve tasarım eğitimi Türkiye’de
ve yurtdışında çok farklı. Bunu daha
öğrenciyi seçme kriterlerinden
anlıyorsunuz. Burada öğrenciyi
yetenek sınavıyla, sadece çizim
yeteneğine bakarak üniversiteye
alıyorlar. Halbuki yurtdışında
öğrencinin sanat dosyası dediğimiz
portfolyosuna bakarak, yaratıcılığına,
sanat algısına, yaptığı çalışmaların
arkasındaki fikrine, hatta sanatsal
işlerini, tasarımlarını besleyecek
genel kültürüne, dünya problemleri
hakkındaki görüşlerine bakarak
değerlendirme yapıyorlar. Özetle
öğrencide çizim, desen yeteneğinden,
teknik beceriden daha da farklı
özellikler arıyorlar. Ayrıca başvurular
için yazdıkları niyet yazılarında veya
yapılan mülakatlarda öğrencinin
gerçekten ne kadar konusunda
tutkulu ve motive olduğunu, ileriye
dönük planlarını belirlemeye
çalışıyorlar, kendini neden bu işe
B
55
Canan Kadıoğlu
uygun gördüğünü anlamlı bir
şekilde ifade etmesini bekliyorlar.
Sanat ve tasarım eğitimine bakış
açıları, eğitim yöntemleri de daha
farklı. Yurtdışındaki üniversitelerde,
hocaların çoğu kendi alanında
endüstride de çalışan uzmanlar.
Genellikle sadece akademisyen
değiller, dolayısıyla öğrenciye
mesleklerindeki deneyimlerini, güncel
gelişimleri, trendleri aktarıyorlar.
Öğrencinin de eğitimi boyunca
iş alanında projelere katılımını,
endüstri deneyimi edinmesini
bekliyorlar ve bunun olanaklarını
hazırlıyorlar. Özetle, endüstri ile
üniversite çok iç içe yurtdışında.
Bu da öğrenciye mesleğiyle ilgili
iş olanaklarını, şartlarını daha
öğrenciyken anlama ve networking
yani endüstride çalışanları bilme,
tanıma olanağı sağlıyor. Tabii bu
yöntem mezun olunca iş imkânlarını
kolaylaştırıyor. Ayrıca da öğrencinin
eğitimi sürecince sanat ve tasarım
alanında kültür edinmesine çok önem
veriyorlar, haftanın belli günlerinde
öğrenciden, müzelere, sergilere,
galerilere gitmesini, araştırma
yapmasını bekliyorlar. Dolayısıyla
güncel tasarımcıları, sanatçıları,
gelişen eğilimleri öğrenmesini, bu
işin kültürünü almasını, görgüsünü
geliştirmesini sağlıyorlar. Örneğin,
ben Türkiye’deki üniversitelerden
yurtdışına yüksek lisansa başvurmak
üzere öğrenciler bana müracaat
ettiklerinde, bu eksikliği çok net
görüyorum. Genellikle öğrenciler
güncel sanatın sergilerinden,
kişilerinden, sanatçılarından haberdar
olmuyorlar, okul dışında hocaları
ile birlikte sergileri kritik etmek
üzere ziyaret etmiş olmuyorlar.
Tabii kendi meraklı olanlar kendi
özel gayretleriyle bunu yapıyorlar
ama genelde okullarının böyle
bir yönlendirmesi, özendirmesi
olmuyor. Ancak sanat ve tasarım
eğitimi günümüzde giderek önem
kazanıyor. Çünkü gelişmiş dünya ile
ortak değerleri paylaşabilmemiz,
bizim Cumhuriyet değerlerine sahip
çıkabilmemiz için sanat önemli
bir araç. Sanatın ortak değerlerini
paylaştığınız zaman dünya ile de
bütünleşebiliyorsunuz ve batılı
değerlere, bakış açısına, yaşam
görüşüne de sahip çıkabiliyorsunuz.
B
56
Başladığınız dönemden bu yana
talepleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de giderek canlanan sanat
yaşamı, sürekli yapılan etkinlikler,
açılan sergiler, galeriler, sanat
konferansları, yarışmalar, örneğin
bir galeri yöneticisi, küratör, iletişim
tasarımcısı talebini artırmaya başladı.
Ben on beş yıldır profesyonel
danışmanlık yapıyorum ve sanat
ve tasarım alanında eğitim alma
talebi her geçen gün artıyor çünkü
iş olanakları da dünyada olduğu gibi
ülkemizde de sürekli artıyor. Örneğin,
bilgisayar oyunları tasarımı alanında,
Türkiye’de de geniş iş olanakları var
artık. Bizzat oğlum bu işin içinde
olduğu için yakından biliyorum.
Geçenlerde gazetede “Yeni Dünyanın
Şampiyonları” diye bir yazı çıktı,
milyonlarca genç, yaşlı, erkek, kadın
online oyunları oynuyor ve tabii iş
olanakları da göreceli olarak artıyor.
Oğlum RC'den bu konuda eğitim
almak isteyen ilk öğrenci olmuştu,
halbuki şimdi birçok öğrenci çok
sevdiği bu işi mesleğe dönüştürmek
üzere eğitim alıyor ve hayatını da
kazanma olanağı buluyor. Oğlum
da Türkiye’de ve dünyanın başka
şehirlerinde de ofisi bulunan bir
Yurtdışında eğitim almak maddi
olarak çok kolay değil, tabii. Ama bazı
burs olanakları da sağlanabiliyor.
Yurtdışındaki okulların, başvurusunu
başarılı buldukları öğrencilere
verdikleri burslar var. Bunun dışında
ihracatçı birlikleri, giyim sanayicileri
odaları gibi kurumlar da yarışmalar
düzenleyerek, kazanan öğrencilere
Ekonomi Bakanlığı destekli burs
veriyorlar. Ayrıca bazı üniversitelerde
taksitli ödeme olanakları da
bulunuyor.
Amerikan şirketinde çalışıyor.
Eskiden bir öğrenci iletişim tasarımı,
endüstriyel tasarım v.s. okuyacağı
zaman genellikle veliler, mezun
olunca iş bulmaları konusunda
endişeler yaşarlardı. Şimdi bu
mesleklerin yurtdışında olduğu kadar
yurtiçinde de çok alanı var. Örneğin,
Türkiye’de birçok endüstri şirketi,
beyaz eşya, mobilya, otomotiv, ev
eşyaları v.s. şirketleri endüstriyel
tasarımcı çalıştırıyorlar ve bir
tasarım bütçeleri var. Ayrıca sanat
ürünleri yöneticiliği, küratörlük,
moda yöneticiliği gibi portfolyo
gerektirmeyen bölümler de var.
Türkiye’de de artık bu mesleklere
çok ihtiyaç duyulmaya başlandı.
Modanın tasarımı dışında, bir de
yöneticiliği var. Öğrenci moda
yöneticiliği eğitimi aldığında
ülkemizin önemli sektörlerinden biri
olan moda alanında çeşitli yöneticilik
kademelerinde iş bulabiliyor. Tabii
bir de gelişen teknolojiyle birlikte
gençler sosyal medya ve iletişim
ağlarını sıkça kullandıklarından
e- ticaret gibi alanlarda da, örneğin
web tasarımı da, talep gören bir iş
oldu. Bugün birçok şirket bir web
tasarımcısı kullanıyor ve bu tür işler
freelance yapılabildiği için zaman
esnekliği veya home office çalışma
olanağı da sağlıyor.
Bu konunun maddi boyutlarından
bahseder misiniz lütfen?
Genel olarak nerelerden başvurular
oluyor?
Türkiye’deki bütün büyük iyi
liselerden, yabancı dil ile eğitim
yapan okullar başta olmak üzere,
diğer devlet ve özel Türk liselerinden
de yurtdışında çeşitli konularda
sanat ve tasarım eğitimi almak üzere
öğrenciler bize başvuruyorlar. Ben bu
işe başlarken böyle büyük bir talep
beklemiyordum doğrusu, şimdi gece
gündüz yoğun çalışma temposu
içindeyiz ama gençlerle çalışmak çok
keyifli.
Öğrencilerden bu süreçte nasıl bir
çaba gerekiyor?
Ben Istanbul ‘daki belli başlı liselere
ve sanat tasarım fakültesi olan
üniversitelere giderek öğrencilere
ve hocalara programlar, hazırlanma
yolları, istenenler, portfolyo
özellikleri v.s. konularında tanıtımlar
yapıyorum. Ayrıca Art Academy'de
de ''workshop''lar düzenliyor,
yurtdışından gelen yetkililerin
de öğrencilere örneklerle sunum
yapmasını sağlıyoruz.
Lise öğrencileri, lise 2, lise 3 veya son
sınıfta- genelde daha erken yıllarda
işe koyulmalarını tercih ediyoruzbu eğitime yönelmeye karar
verdikleri noktada bize geliyorlar.
Atölyemizde onlara temel teknik
Türkiye’nin Gayrimenkul
Alanında En İyi Sağlık Projesi
İstanbul Florence Nightingale
İstanbul Florence Nightingale, Sign Of The City Awards
En İyi Sağlık Projesi, Tamamlanmış Projeler kategorisinde ödül kazandı.
Bir başarıya daha imza atmaktan dolayı gurur duyuyor, deneyimli
sağlık grubu olarak ülkemiz için değer yaratmaya devam ediyoruz.
C: 0 M:0 Y:0 K:100
İSTANBUL
www.florence.com.tr I 444 0 436
HASTANESİ
B
58
eğitimden sonra gereken projeleri
içeren portfolyoları, başvuracakları
okullara göre hazırlatıyoruz ve
başvurularını tamamlıyoruz. Bu arada
çeşitli projeler yaparken araştırma
yöntemlerini, güncel sanatçıları,
proses geliştirme, sonuca varma
yöntemlerini de öğretiyoruz. Bizim
liselerimizin birçoğunda sanat ve
resim eğitimi zaten yeterli değil. IB
(International Baccalauriat) veya
high level art dersi olan okullar var
ve tabii bu, büyük bir avantaj, yine
de öğrenciler çalışmalarına Art
Academy'de devam ediyorlar. Çünkü
daha detaylı projeler yapmaları,
kendilerini geliştirmeleri gerekiyor.
Bazı liselerde sanat dersleri hiç yok
zaten, dolayısıyla onlar liseden o
konuda hiçbir yardım alamamış
oluyorlar ve ilk aşamadan son
aşamaya kadar bizim verdiğimiz
bilgiler, yardım, destek doğrultusunda
portfolyolarını hazırlıyorlar ve
başvuru yapıyorlar.
Yurtiçindeki üniversitelerde ise, bu
eğitime bakış açısı çok farklı olduğu
için ortaya çıkan portfolyo işleri
yurtdışı okullarının beklentisinden
çok farklı oluyor ve lisansüstü
programlara başvuru yaparken
yine öğrencilerin ektra çalışmaları
gerekiyor. Örneğin, yurtdışı okulları
projenin sadece bitmiş, en son
halini ve sadece dijital olarak
görmek istemiyorlar. Bütün projenin
geçirdiği aşamaları, araştırma
safhası, prosesin gelişimiyle birlikte
tümünü görmek istiyorlar. Dolayısıyla
da başvuracak öğrencilere biz
''feedback'' veriyoruz ve projelerini
nasıl değiştirmeleri, nasıl yurtdışının
kabul edebileceği şekle getirmeleri
gerektiğini tartışıyoruz, anlatıyoruz,
örnekler gösteriyoruz. Ondan sonra
yine bizimle Art Academy'de bir
süre çalıştıktan sonra veya bizim
verdiğimiz bilgi çerçevesinde
portfolyolarını revize ettikten sonra
başvuru yapabiliyoruz.
Daha önce de belirttiğiniz gibi
yurtdışında okumak maddi olarak
refah ile çok ilgili.
Fakat enteresan bir şekilde ailelerin
büyük fedakârlıklara katlanarak
çocuklarını yolladıklarını da
görüyoruz birçok durumda. Yani
sadece ekonomik durumu çok rahat
olan aileler değil, orta gelir grubunda
da sanat kültürü olan, buna değer
veren ve en önemlisi kızının veya
oğlunun arzu ettiği, mutlu olacağı,
yeteneği olduğu alanda eğitim
almasının önemini anlayan aileler de
çok oluyor.
Boğaziçili öğrencilerden başvuru
oluyor mu?
Boğaziçi’nde işletme, ekonomi
bölümünü bitirmiş, “Ben bunları
ailem istediği için okudum,
ben aslında sanat veya tasarım
okumak istiyordum,” diye yeniden
üniversiteye başvurmak için gelen
mezunlar oluyor. Bir de portfolyo
gerektirmeyen sanat yöneticiliği,
stratejik moda pazarlama ve
yöneticiliği, inovasyon yönetimi,
medya iletişim gibi lisansüstü
diploma veya master programları var
ki bunlara BÜ, Sabancı, Koç gibi tüm
üniversitelerin farklı bölümlerinden
mezun öğrenciler başvuru
yapabiliyorlar.
Dil faktörü de çok önemli aslında
değil mi?
Tabii, portfolyonun dışında baktıkları
şey akademik başarı yani okul notları,
tavsiye mektupları. Ama tabii dil,
işin olmazsa olmazı. Yani TOEFL
veya IELTS sınavında belli bir puan
isteniyor. Ayrıca bazı ABD okulları için
SAT sınav sonucu gerekiyor. Yabancı
lise öğrencileri bunları kolaylıkla
halledebiliyorlar, fakat dil eğitiminin
zayıf olduğu düz liselerden olan
öğrencilerin bu konuda da destek
almaları, çaba sarf etmeleri gerekiyor.
Özellikle lisansüstü programlarda bu
sorun çok karşımıza çıkıyor. Örneğin,
Mimar Sinan Üniversitesi'nden
mezun olan öğrencilerden master
programına kabul alıp ancak yeterli
İngilizce puanını alamadığı için
gidemeyen öğrencilerimiz oldu. Hatta
Ekonomi Bakanlığı’ndan burs almış,
yarışma kazanmış bazı öğrenciler
bu olanağı değerlendiremediler, dil
sınavını geçemedikleri için. Tabii, bu
yurtdışındaki tüm eğitim programları
için geçerli. Aslında sanat ve tasarım
programlarının gerektirdiği dil
puanı biraz daha düşük olduğundan
bir kolaylık var çünkü öğrencinin
yaratıcılığına, tasarımlarına, yaptığı
işlere, portfolyosuna bakarak
değerlendirdikleri için gerekli dil
puanı biraz daha aşağıda olabiliyor.
Ama yine de olmazsa olmaz bir seviye
var tabii.
Eğitmen eksikliğinden de
bahsedebilir miyiz? O da önemli bir
konu.
Çok önemli. Özellikle böyle uzmanlık
gerektiren bir alanda öğrencilere
yardımcı olabilmek için sanat
hocalarının çok donanımlı olmaları
gerekiyor. Ayrıca öğrencilerin yalnızca
teknik becerilerini geliştirmeleri
yeterli değil, onların yaratıcılıklarının
da geliştirilmesi, bakış açılarının,
vizyonlarının genişletilmesi de
gerekiyor. Bu da hiç kolay bir iş değil.
Ben de yıllarca UAL'in İstanbul'da yılda
iki kez gerçekleştirdiği öğrenci seçme
mülakatlarında bizzat bulunduğum
için neler istendiğini, öğrencinin
hangi kriterlere göre seçildiğini,
nasıl hazırlanması gerektiğini gayet
iyi öğrendim. Böylece de faydalı
olabiliyorum öğrencilerime, diye
düşünüyorum.
KARTANESİ ASLI
Duygu Cankılıç ’11
B
60
12 Ocak 2012 yılında Erzurum
Konaklı Kayak Merkezi’nde
antrenman sırasında Milli
kayakçımız Sayın Aslı
Nemutlu’yu kaybetmiştik.
Eylül 2012 sayımızda Aslı
Nemutlu’nun ailesi ile
bir araya gelerek, yaşananlar
ve hukuki süreç hakkında
görüşmüştük. Bu sayımızda
ise aradan geçen zaman
dilimde yaşananları, Aslı
Nemutlu Genç Sporcular
Derneği’nin faaliyetlerini ve
Aslı Nemutlu adına yapılan
heykelin hikâyesini sevgili
Aslı’nın annesi Sayın Ayşe
Nemutlu’dan ('91) dinledik.
Dergimizin 2012 Eylül
sayısında sizinle bir röportaj
yapmıştık. Hepimizi derin bir
üzüntüye boğan hadisenin
ardından yasal zeminde
sorumluların gerekli
cezayı almaları için bir
süreç başlatıldığını bizlere
aktarmıştınız. Geçen zaman
içerisinde gelinen noktayı
bizimle paylaşır mısınız
lütfen?
İki seneyi aşkın bir zamandır
Erzurum’da mahkememiz devam
ediyor. 2014 Ocak ayında eski Kayak
Federasyonu Başkanı ile Aslı’nın
yarıştığı kulübün antrenörünün de
sanık olarak yargılamasına devam
edilen taksirle ölüme sebebiyet
verme ana davamızın bilirkişi
aşamasına gelinmiş ve Erzurum
Konaklı Kayak Pisti’nde olay yerinde
keşif kararı alınmıştı.
Bilirkişi olarak atanan hocalardan
birisi keşif gününe üç gün kala
mazeret belirterek bilirkişilikten
çekildiğini bildirdi. Bu sebepten
üç kişilik heyetten bir kişi görevi
kabul etmeyince keşif iptal edildi.
Tekrardan ileri bir tarihe ikinci keşif
günü alınmasına mahkeme karar
verdi. Mart ayına verilen keşfe de
sanık baskısından dolayı bilirkişi
hocalarından biri gelmeyerek ikinci
keşfin iptal edilmesine sebebiyet
verdi. İptal sonrası eski federasyon
başkanının avukatı haddini iyice
aşarak ana mahkememizin hâkimini
‘’taraflı davranıyor ‘’ diyerek reddi
hâkim talebi ile bir üst mahkemeye
şikâyet etti ve bir süre davamızın
durmasına neden oldu.
Bu arada görevlerini kötüye
kullanarak ölümlü olaya sebebiyet
vermekten dolayı hakkında dava
açılan dokuz kamu görevlisinin ceza
davası mahkemesi devam ediyordu.
İki duruşma sonucunda mahkeme
hâkimi davada görevsizlik kararı
vererek devam eden ana davamıza
bu davanın da ilave edilmesine
karar verdi. Böylelikle iki davanın
birleşmesiyle sanık sayımız 15 kişiyi
bulmuş oldu.
Birleşen davamız araya yaz tatilinin
girmesiyle ilk defa geçen ay görüldü
ve mahkeme hakimi üçüncü kez
bilirkişi heyetini belirledi ve Aralık
2014 tarihine üçüncü kez keşif tarihi
verdi.
Bilirkişi heyetini belirlemeden önce
mahkeme hakimi takribi 12 ay
önce Türkiye deki 10 üniversiteye
yazı göndererek kayak konusunda
bilgili öğretim görevlilerinin adlarını
istemişti. Altı üniversiteden olumlu
cevap gelmiş ve isim listesini
göndermişlerdi. Bu üniversiteler
içerisinden üç üniversite
görevlilerine taraflar itiraz etmiş ve
bilirkişiliğini kabul etmemişti. Kalan
üniversitelerden iki üniversiteye
de hâkim görevlendirme yazısı
göndermiş ancak keşif günlerine
Gerçek arkadaşlık, içten dostluk
onun için çok önemliydi. Kız erkek
bütün sporcular onun kardeşiydi;
herkesin gözünün içine bakarak
karşılıksız sevgisini gösterdi.
Sıkıntısı olana belli etmeden
yardım elini uzattı. Bu olgunluğa 17
yaşında ulaşan kızımıza aramızdan
ayrılışından sonra en güzel hediye
‘’Heykel‘’i olur düşüncesiyle projeye
destek verdik. Ortaya muazzam
bir heykel çıktı. Neslihan Hoca’ya
şükranlarımızı sunarız.
Bugün Kalamış Parkı’nda Aslı’nın
heykeli bir sembol oldu, onun
heykeli etrafında gülümseyerek
kolkola dolaşan gençleri, bisiklete
binen çocukları görüyorum.
Herhalde ‘’o’’ da mutlu oluyordur.
Aslı Nemutlu
iki gün kala keşifler iptal olmuştu.
Geçen ayki duruşmada mahkeme
hâkimi artık elindeki son üniversite
görevlilerine çağrıda bulundu.
Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti'ndeki
konusunda uzman tüm görevlilere
davamız ile ilgili bilirkişilik daveti
gitmiş oldu. Eğer bir aksilik olursa
artık mahkeme hâkiminin elinde
liste kalmamış oluyor. O zaman ne
yapabilir bilemiyoruz. Komik değil
mi!!!!! Koskoca Türkiye’nin bilirkişilik
camiasının durumu böyle.
Aslı Nemutlu için yapılan
heykelin açılışı bizleri çok
duygulandırdı. Heykelin
oluşum fikri nasıl gelişti? Bu
konudaki hissiyatınızı bizlerle
paylaşır mısınız?
Dostlarımızın gayretleri ile sevgili
eski Kadıköy Belediye Başkanı
Selami Öztürk Bey bizimle irtibata
geçti. Selami Bey ‘’Artık Aslı
NEMUTLU ismi Nemutlu ailesini
aştı, o etrafınızdaki binlerce ailenin
çok sevdiği Kartanesi Aslı oldu.
Biz de kızımız Aslımızın gelecek
genç kuşaklara bir sembol olmasını
istiyoruz. O sebeple adını yaşatmak
adına Kalamış Parkı’na Kadıköy
Belediyesi’nin katkıları ile heykeltıraş
Prof. Dr. Neslihan Pala’nın hayat
vereceği Aslı’nın bir heykelini
dikmek istiyoruz. Kalamış Parkı
Aslı’nın her gün okuluna giderken
(Saint Joseph Lisesi) önünden
geçtiği parktı. O park artık onun evi
olsun. Aslı heykeli ile kendi evinde
bizlere her zaman 'MERHABA' desin,''
diyerek fikrini paylaştı. Kendisine çok
teşekkür ederiz.
Aslı çok çalıştı, çok azmetti, hep en
iyisini ve en doğrusunu yapmaya
gayret gösterdi, örnek bir sporcu
örnek bir öğrenci hepsinden
önemlisi erdemli ÖRNEK BİR TÜRK
GENCİ olmak için çok çaba sarf etti.
Aslı Nemutlu adına açılan
derneğin faaliyetleri ile ilgili
sizden bilgi alabilir miyiz?
Bizler, sevenleri, Aslı’nın adını
yaşatmak için bir dernek kurduk.
Aslı Nemutlu Genç Sporcular
Derneği adı altında kurulan bu
derneğimizin amacı, kış ve kayak
sporlarına ilgi duyan, spor ve
eğitim hayatında maddi desteğe
ihtiyacı olan, zeki, kabiliyetli, sporcu
kültür ve ahlakına uygun yetişen
çocuklarımıza ve gençlerimize
sportif burs yardımı ile destek
vermek, Türk sporuna pırıl pırıl
sporcular yetiştirmektir.
Aslı’nın özlemini çektiğimiz bu
başarılarla mutlu ve huzurlu
olacağına, ailesi olarak bizlerin
de ortaya çıkacak anlamlı
başarılarla Aslı’nın adını hep
yaşatacağımıza ve Aslı ile gurur
duyacağımıza inanıyoruz. Siz
değerli dostlarımızdan, üniversite
mezunlarından ve öğrencilerinden
B
61
her zaman yanımızda olarak bu
anlamlı projeye destek vermenizi
bekliyoruz.
Bugün derneğimizde Erzurum’da
yaşayan kız/erkek, yaşları yedi ile
13 arasında değişen 10 öğrenci
çocuğumuzun kayak eğitimlerine
kar öncesi kara antrenmanları ile
başlandı. Derneğimizde görevli
gönüllü iki kayak hocamızın desteği
ile hayatlarında ayaklarına hiç kayak
takmamış çocuklarımızı kayak sporu
ile tanıştırmak anne baba olarak
bizi çok heyecanlandırıyor hem
de çok duygulandırıyor. Hedefimiz
inşallah üç ay sonra Erzurum ili
seçme yarışlarında çocuklarımızı
yarıştırmak.
B
62
Son olarak ülkemizdeki spor
anlayışına dair eksiklikleri
ve giderilmesi gereken
büyük problemleri görme
fırsatımız oldu. Bu konuda
geçmiş olaylardan edinilen
tecrübelerle olumlu yönde
bir gelişme, çaba ve özeleştiri
anlayışı olduğunu düşünüyor
musunuz?
Aslı’nın kaybı ve yaşadığımız
rezaletler sonucu maalesef tam
anlamıyla kayak sporunun iki yıl
içerisinde Türkiye’de çöküşünü
izledik ve izliyoruz. Dört ay önce
yeni federasyon seçildi. Yeni
yönetim, ileriye dönük kalıcı
çalışmalarla, örnek ülke modelleriyle
umarız doğru bir yapılanmaya
gider ve çöküşü durdurur. Sadece
kayakta değil sporun her alanında
rehabilitasyona ihtiyaç var. Bu
yıl yaşanan olimpiyatlarda ve
dünya şampiyonalarında ülke
sporumuzun geldiği içler acısı
durumu hep birlikte izledik. Bizler
izledik, bizlerle beraber devlet
organlarının yöneticileri de izlediler.
Çocuklarımıza bu ülkede neyi miras
bırakacağız bilemiyoruz. Sporun,
kültürün yozlaştığı Türk toplumunda
erdemli, kabiliyetli ve başarılı
genç sporcular nasıl yetiştirilir?
Çocuklarımızın önünde örnek
alacakları kendi jenerasyonlarından
sporcu isimler kalmadı. Bugün 4050-60 yaşlarındaki eski sporcuların
başarılarını anlatarak zamanımızı
geçiriyoruz. Erozyon net bir biçimde
ortada.
Ülkenin başarıya ulaşması için
bana göre Çin gibi devletin 10 yıllık
hedef koyarak ülke sporunu masaya
yatırması lazım, tabii spordan
anlayan uzmanlarla.
T.E.V. ile süregelen çalışmanız
hangi aşamadadır?
Aslı Nemutlu Genç Sporcular
Derneği bünyesinde yetiştirdiğimiz
sporcu çocuklarımızın dışında,
T.E.V. Aslı Nemutlu Burs Fonu’ndan
eğitim bursu verilen ve her
konuda desteklediğimiz, geleceğin
büyük sporcularından biri olacak
Muhammed Ali Bedir isminde,
çok yetenekli milli kayaklı kule
atlama sporcumuz bulunuyor.
Biz de bir anne bana olarak
kendisinin gelişimini memnuniyetle
takip ediyoruz. Amacımız T.E.V.
kapsamında Aslı’nın fonundan daha
çok çocuğumuzu desteklemektir.
Umarım başarırız.
''BU ANLATILAN SENİN
HIKÂYENDIR’''
Serhat Uyurkulak
Batı Dilleri ve Edebiyatları Öğretim Üyesi
Her tarihsel döneme özgü belli başlı
kültürel çelişkiler vardır ama
bizimkisi, yani Boğaziçi’nde
''Humanities''derslerinin tekrar
verilmeye başladığı 2008 yılı ve
sonrasını da kapsayan dönem, tüm
dünyada beşeri bilimler eğitimini
yakından ilgilendiren çok çarpıcı
kültürel çelişkiler ve farklılıklar
barındırıyor.
B
64
1990’ların başında ortaya çıkan ve
belki de en açık ifadesini Francis
Fukuyama’nın ''Tarihin Sonu ve Son
İnsan'' kitabında bulan bir tür
''sonculuk’' anlayışının halen
sürdüğünü, bütün ülkelerde
üniversite eğitiminin de bu tarihselkültürel çerçeve içinde verilmekte
olduğunu söylemek mümkün. Bu
anlayışa göre insanlık tarihinin
sonuna gelinmiştir ve şu anda var
olan en kapsayıcı ekonomik, siyasal,
kültürel sistemlerin yahut yapıların
ötesinde, onlardan köklü biçimde
farklılaşan alternatifler düşünmek
zaman kaybıdır. Bundan böyle geniş
insan topluluklarının hayatlarını
gerçek anlamda etkileyecek bir
gelişmeden söz edilemez; dolayısıyla
bu tarihsel aşamayı yaşayan bizler
de ''son insanlar''oluruz.
Bu tip bir düşünme tarzının nasıl bir
fetişizm yaratacağını görmek zor
değil. Eğer tarih bizimle ve bizim
sistemlerimizle, hayatımızı üretme
ve sürdürme tarzlarımızla bitiyorsa,
içinde yaşadığımız dönem tarihin
en ayrıcalıklı, üzerinde düşünmeye
en değer dönemi olur. Hatta daha
ötesi olmayan kendi zamanımızda
yazılan kitaplar, edilen sözler,
üretilen müzikler, imajlar, filmler,
video oyunları, semboller vb. dışında
okunmaya, işitilmeye, deneyimlenip
ciddiye alınmaya değen bir şey
neredeyse olamaz. Geçmiş ve
şimdiki zaman arasında bu denli
şiddetli bir kopuş yaşandığında,
geçmişle beraber gözden kaybolan
topyekun tarih olur; kültür ve siyaset
tarihi, sanat ve edebiyat tarihi,
tarihsel varlıklar olma bilincimizin ta
kendisi kaybolur gider.
İçinde yaşadığımız en kapsayıcı
toplumsal kurum ve sistemler bize
tarihin sonundayız duygusunu
verirken, özellikle teknoloji
alanında yaşanan gelişmeler, her
şeyin durmaksızın ''yenisi'' ile yer
değiştirdiği, baş döndürücü bir
hızda değişen ve ''yenilenen'' bir
dünyada yaşadığımızı hissettiriyor.
Bir yanda örneğin Göbeklitepe’nin
veya tanrı parçacığının keşfi gibi
bilimlerde görülen yenilikler veya
bulgular yer alırken, diğer yanda
modelleri her yıl değişen akıllı
telefonlar veya otomobiller gibi
nesneler bulunuyor. Bir diğer
yanda ise kendini öngörülemeyen
tarzda yenileme potansiyeline
sahip iletişim ve bilişim teknolojisi
duruyor. Göbeklitepe kazıları, CERN
çalışmaları veya internetin kendisi
gibi gerçek bir yenilik ve farklılık
içeren gelişmeler, bize sadece
insanlığın değil aynı zamanda
evrenin de hala sürmekte olan
tarihini hatırlatıyorsa da, her biri
neredeyse diğerinin aynı olan
tüketim nesneleri, ''yepyeni'' olma
iddialarına rağmen bizden zaman ve
dolayısıyla da tarih duygusunu alıp
götürüyor.
İlginçtir ki, 1990’ların başından
itibaren dünya tarihinin en eski
aidiyet veya kimlik biçimleri adına
verilen, doğaya ve tarihe sahip
çıkmak veya kendi tarihini hem
geçmişe hem de geleceğe dönük
olarak yazabilmek için yürütülen
mücadeleler sürekli olarak arttı.
İçinde bulunduğumuz çağın genel
bakışı insanlığın mümkün olan
en iyi ve en yüksek biçimlerine
ulaştığımızı söylese de, aynı fikirde
olmayanların sayısı azımsanmayacak
kadar fazla. Kültür, dinsel veya
etnik kimlik, ahlak, doğa ile ilişkiler,
medeniyet, insan olmanın ve hatta
varlığın mahiyeti, insani ve doğal
ekonominin anlamı, toplumsal
bellek ve daha sayamadığım
birçok konu, bugünün değerler
ve öncelikler evreninde gözden
düşmüş veya geçmişe terk edilmiş
olabilir. Ama niyet bu olsa da aslında
yaşanan ve yaşanması gereken bu
değil. Eğer toplumu ve dünyayı
anlamak, onunla anlamlı bir ilişki
içinde olmak, gerçekten sona ermiş
ve silinmiş olanla hala güncel,
hatta düpedüz yeni olanı ayırt
edebilmek istiyorsak, dahası bunu
genç nesillerle beraber yapabilmek
amacındaysak ''Humanities''
derslerine de ihtiyacımız var
demektir.
Kendi adıma ''Humanities'' dersinin
üst başlığı olarak Horatius’un
''Satirler'' kitabındaki ''De te fabula
narratur''– ''Bu anlatılan senin
hikayendir'' deyişini görüyorum.
Kayda alınışı MÖ 2000 yıllarına
tarihlenen ''Gılgamış Destanı''yla,
yani medeniyetin Anadolu’da
doğuşu ile başlayan ve kendi
çağımıza kadar gelen bir hatta,
tarihin farklı dönemleri ve dünyanın
farklı coğrafyaları arasındaki
derin bağlantıları ve süreklilikleri
açığa çıkarmaya, bu açıdan daha
kuvvetli bir tarihsellik anlayışına
dikkat çekmeye çalışan bir ders
''Humanities.'' Fakat bunu yaparken
süreklilik içindeki sahici farklılıkların
ve kopuşların da görülmesini
hedefliyoruz. Yukarıda bahsettiğim
ve daha da çoğaltılabilecek
ana temalar veya sorgulamalar
üzerinden, kendi dönemlerinin
en başat edebi, felsefi, bilimsel ve
sanatsal metinlerinde bu temaların
ele alınış şekillerini inceleyerek,
öğrencilerin bugünün sorunlarını
daha derinlikli ve kapsamlı bir bakış
açısıyla ele almalarını sağlamayı
amaçlıyoruz.
B
65
FÜTÜRİST BAKIŞ AÇISIYLA:
YENİLİKLER VE ÜNİVERSİTEDEKİ DEĞİŞİM
Mehmet Nuri Çankaya, Fütüristler Derneği Başkanı
B
66
Geleceği anlamak, olası
gelecek senaryolarını
geliştirerek geleceği
tasarlamak çok önemli. Bu
sebeple bu yazımızda sizlerle
gerçekleşmesi muhtemel
gelecek senaryolarını
paylaşarak sizlerin geleceğe
farklı bir açıdan bakmanızı
istedik. Nesnelerin interneti,
bulut bilişim, artırılmış
gerçeklik, yapay zekâ, bilgi
mühendisliği, nano teknoloji ve
biyoteknoloji hayatımızı nasıl
etkileyecek, gelin hep birlikte
inceleyelim.
Nesnelerin İnterneti Neleri
Değiştirecek?
2015 yılına damga vuracak konu
Nesnelerin İnterneti (Internet of
Things /IoT) olacak. Internetin
görünmez hale geldiği, cihazların
birbiriyle entegre olduğu bir
dünyada sensörler ve bulut bilişimle
birlikte bambaşka bir dünyaya
doğru ilerliyoruz. İnsanoğlu beş
duyu organıyla dünyayı hissederek
anlamaya çalışırken internet
dünyası yeni donanımlarla birlikte
bize yepyeni duyu organları
kazandırdı. İngilizce “sense” yani
his kelimesinden türeyen sensör
yani hisseden cihazlar hayatımızda
görünmeden yer alıyorlar. Birkaç
örnek vererek başlayalım sensörlere;
örneğin trafik lambalarının
üzerine yerleştirilen sensörler
trafik yoğunluğunu gözlemleyerek
ne kadar kırmızı ne kadar yeşil
ışık yanacağına karar vererek en
etkin trafik akışını sağlıyorlar.
Trafik merkezlerinden de hem
yollara yerleştirilen sensörler hem
de bu sensörler sayesinde bilgi
anlamlandırılarak tüm internet
kullancılarıyla paylaşılıyor. Evlere
yerleştirilen bir akıllı termometre
ısıyı ölçmekle kalmıyor, dışarıdaki
ısıyı, elektrik ve su şebekesinin hangi
saatlerde ekonomik tüketime izin
verdiğini hesaplayarak en çevreci ve
ekonomik şekilde bulaşık makinası,
çamaşır makinası gibi ev elektroniği
cihazlarını kendi çalıştırıyor, evdeki
ısıyı ayalardığı gibi camlardaki
güneş enerjisi yakalayıcı panellerle
iletişime geçip bizler için kararlar
veriyor. Özellikle sağlık sektöründe
çok büyük bir değişim yapmasını
beklediğimiz nesnelerin interneti
sayesinde kanser oluşumlarını 10 yıl
öncesinden tahmin etmek mümkün
olabiliyor. Bu sensörlerin çok ucuz
olduğu bir dünyada yapılacak
yeniliklerin yaşam biçimlerimizi nasıl
değiştireceği hayal gücüyle sınırlı.
Bugün Ne Giysem?
Kıyafetlerimizin üzerinde yakın
gelecekte sensörler olacak ve
hava durumunu algılayarak
üzerindeki nanoteknolojik kumaşı
biçimlendirecek, eğer hava
soğuksa daha sıkılaşarak vücut
ısısını koruyacak, eğer sıcaksa
kumaşın dokusunu genişleterek
vücudun hava almasını sağlayacak
ve böylece terlemeyi önleyecek.
Böylelikle hasta olma oranlarında
ciddi düşüşler yaşanması olası hale
gelebilecek. Giymiş olduğumuz
kıyafetler sensörlerden aldığı verileri
daha evden çıkmadan hava durumu
servisleriyle kontrol edeceği için
hangi kıyafetleri giymemiz o gün
içerisinde daha anlamlı olacaksa
onu gardrop içerisinde özel bir
görsel led ışığı ile kıyafetler üzerinde
belirecek, böylece seçim yapmamız
kolaylaşmış olacak. Buradaki
en önemli etkenler sensörlerin
ucuzlaması olduğu kadar her yerden
mobil ve kablosuz erişime sahip
olmamız aslında.
Gerçek Dünya ve Sanal Dünya
Buluşuyor...
Yakın gelecekte birçok web sitesi 3D
teknolojisini kullanan yeni arayüzler
geliştirecek. ında web siteleri birer
servis halini alacakları için artık
alışkın olduğumuz bir tarayıcı ile
erişmek yerine her istediğimiz
an kullanabileceğimiz bir hizmet
olarak karşımıza gelecekler. Tek
bir cümleyle artırılmış gerçeklik
(augmented reality) konusunu
anlatacak olursak şunu derdik:
“Gerçek dünyanın üzerine sanal bir
dünya daha inşa etmek.” Örneğin,
cep telefonunuzun kamerasını
açtınız ve Taksim meydanında
sağa sola çeviriyorsunuz;
karşınızda Taksim meydanının
görüntüsü yanında ek görüntüler
de görebileceksiniz. Bunlar sizin
eklemiş olduğunuz yazılımlar
sayesinde gerçekte görünmeyen
ama sizin görmek istediğiniz
görüntüler olacak. Örneğin bir
fırsat sitesine üyesiniz ve bugün
Taksim’deki hangi restoranda
fırsat olduğunu kolayca görmek
istiyorsunuz, kameranızı Taksim
meydanında dolaştırdığınızda
otomatik olarak %50 indirim
alabildiğiniz günün restoranı
karşınıza çıkıyor. Aynı şekilde
alışveriş yapaken hangi mağazada
indirim var diye kolayca takip
edebilirsiniz. Gerçek dünyada
B
67
Mehmet Nuri Çankaya
ayrıştırmakta zorlandığınız birçok
içeriği, artırılmış gerçeklik kullanarak
kolayca erişilebilir hale getirmek
olası.
Bilgi Mühendisliği Güçtür
Bilgi güçtür demiş Balzac,
gerçekten de günümüzde de
geçmişte de gelecekte de bilgi
güç olmaya devam edecek. Bu
durumda bilgiyi öğrenebilmek,
aktarabilmek ve saklayabilmek çok
önemli. Bilgi mühendisliği, bilgiyi
sonradan kolayca öğrenilebilir ve
mükemmelleştirilmiş bir halde
insanoğluna aktarabilmektir.
Öğrenme hücreleri bilgiyi depolayan
hücreler olarak tasarlanacaklardır
ve bir insanda oluşan, ardından
mükemmelleştirilerek başka
bir insana transfer edilebilen
bilgi çoklayıcıları olacaklardır.
Örnek verecek olursak hiç araba
kullanmayan bir kişinin araba
kullanmayı öğrenebilmesi,
hayatında hiç kitap okumamış
birinin yüzlerce kitabı bir anda
okumuş olabilmesi iki çarpıcı
örnektir. Hiç araba kullanmamış
biri için araba kullanmak oldukça
fazla bilgiyi barındırmalıdır, hatta
aslında günümüzde her araba
kullanmayı bilen de tüm arabaları
kullanamamaktadır, bir otomatik
vites araba sürücüsü düz vites
bir arabayı kullanamayabilir ama
eğer bilgi bir bilgi hücresi şeklinde
tüm olasılıkları içerecek şekilde
aktarılırsa, içerisinde binlerce
araba tipine göre bilgi bulunabilir.
Bilgi mühendisliğinin gelecekte
birçok üniversitede mühendislik
fakültesi, bir lisans programı veya
sosyal bilimler enstitüsü altında
bir yüksek lisans programı olarak
açılması beklenebilir. Mühendislik
fakültesi olmasının sebebi tamamen
yapılacak bilgi toplama ve işleme
yöntemlerinin çok yoğun matematik
ve biyoloji bilgisi gerektirmesi ve
ancak yoğun analitik işlemler sonrası
bilginin depolanabilmesidir.
Yapay Zekâ İle Neler
Yapılabilir?
B
68
Yapay zekâ cihazların ve sistemlerin
birbiriyle konuştuğu bir dünyada
kendini geliştirebilir; “öğrenme”
yapay zekâdaki en zorlu evrelerden
biridir. Böylece sürekli olarak
kendini geliştiren bir sistem ile
adım adım ilerleyerek henüz çözüm
bulunamamış problemlere çözüm
bulunması sağlanabilmektedir.
Kendi kendine düşünebilen
mekanizmalar kendi kendilerine
kararlar da alabilmekte, böylelikle
insan hatası olabilecek birçok
sorun henüz oluşmadan giderilmiş
olacaktır. Yapay zekâ konusunda
hâlâ atılması gereken adımlar
bulunmaktadır. Bu konuların,
önümüzdeki yıllar içerisinde
çözümlenmesini bekleyebiliriz.
Bu sorunlar, kendi kendine
öğrenebilme, sebep-sonuç ilişkisi
kurabilme, doğal dil işleme,
algılama, sosyal zekâ yeteneği,
yaratıcılık, problem çözebilme ve
son olarak da hareket yeteneğidir.
Özellikle duygudan yoksun olması
insan hareket ve davranışlarını
algılamakta ve anlamlandırmakta
yapay zekâ sistemlerini
zorlamaktadır, kişiliğin belirlenmesi
üzerine çalışmaların yapılması
ve yapay zekânın kişilik analizleri
yaparak çıkarsamalara gitmesi yakın
gelecekte olasıdır.
Nereden Çıktı Bu
Nanoteknoloji?
Yunanca “cüce” anlamına gelen
nano milyarda biri simgelemektedir.
Malzeme dünyasında yaşanan en
büyük değişim günümüzde nano
boyutta yani malzemenin milyarda
biri boyutlarında gerçekleşmektedir.
Günümüzde çok büyük bir sorun
olan kanser hastalıkları, bu gibi
minik robotlar ile çok kolay bir
şekilde tedavi edilebileceği gibi
aynı zamanda yaşlanmaya neden
olan hücreler bulunup tedavileri
yapılabilecek, şişmanlamaya neden
olan hücreler yok edilebilecek; hatta
işi bir adım daha öteye taşırsak,
genetik kodlarda yapılacak küçük
değişikliklerle bu gibi özellikler daha
doğmadan önce değiştirilebiliyor
olacak.
Genetik’deki Sır ve
Biyoteknoloji
Bilgisayar “1” ve “0” sayılarından
oluşan kodlarla çalışır. Eğer bu
1 ve 0’ların sayısını ve yerini
değiştirirseniz anlam tamamen
değişir, artık o kod bambaşka bir
anlam taşır. Genetik kodlar A, T, C,
G harflerinden oluşan kodlardır.
Böcekler, bakteriler, bitkiler,
hayvanlar, insanlar genetik dizilere
sahiptirler. Eğer bu kodu bilgisayar
dosyasındaki gibi değiştirirseniz,
yani bir A yerine bir T veya C yerine
G koymanız durumunda sonucu
değiştirebilirsiniz. Örneğin kod
değişikliği ile meyvelerin boyunu,
tadını, rengini hatta biçimini
değiştirebilirsiniz. Düşünün, bir
meyve yerken aslında vücudunuzda
oluşmakta olan bir kanser
hücresini yok edebilecek ilaç almış
olabileceksiniz veya sivrisinek sizi
ısırdığında aşılanmanız mümkün
olabilecek.
İnsanın genetik kodunda üç
milyar harf vardır ve bu kod sahip
olduğumuz elli trilyon hücrenin her
birinin içinde tekrarlanır. Bu genetik
kodda tek bir harf değişikliği farklı
bir insan ortaya çıkmasını sağlar,
bir insanla öteki arasındaki gerçek
fark yüzde 0,0003’den azdır. Ve
1900lü yıllarda ortalama yaşam
ömrü bulaşıcı hastalıklar yüzünden
46 idi, 2000 yılında bu rakam 76’ya
çıkmıştır. 2020 yılında ortalama
100 yılın üzerinde yaşayacağımız
istatistikleri vardır. Artık ölümlerin
sebebi trafik kazaları ve depresyon
olmaktadır, bulaşıcı hastalıklardan
ölüm oranı çok aza düşmüştür
ve genetik sayesinde düşecektir.
Bu genişleme ancak yapay zekâ
sistemlerinin silikon mimarisi
üzerine değil genetik mimari üzerine
kurulması ile mümkün olacaktır.
Sizin geleceğiniz, çocuklarınızın
geleceği ve ülkemizin geleceği
teknolojiyle ilerleyen küresel
ekonomiyi anlamamıza bağlıdır.
Kodları anlamak, özellikle de genetik
kodları anlamak, geleceğin en güçlü
yatırımı olacaktır.
Fütüristler Derneği
Hakkında
“2005 yılından bu yana faaliyette
olan derneğimizin vizyonu
geleceği tahmin etmek değil
anlamaya çalışmak; birey, kurum
ve toplumlara ilişkin olası,
olanaklı ve tercih edilen gelecek
senaryolarını gerçekleştirmek
için atılması gereken adımları
ilkeli ve bütünsel olarak hayata
geçirmektir. Amacımız geleceğe
katılmak veya katlanmak değil
geleceği tasarlamak. Bunu da
derneğimizin çok değerli üyeleri ile
gerçekleştirebileceğizden şüphemiz
yok. Derneğimize üye olmak ve
detaylı bilgi almak için adres:
www.futurizm.org”
B
69
“ART COLLECTING IS AN INCURABLE DISEASE”
Emine Çavak
B
70
2014 yılının bahar aylarında
sanat dünyasına internet
üzerinden giriş yapan Art50.
net, sanatçı, koleksiyoner ve
tüm sanatseverleri aynı çatı
altında buluşturan bir online
çağdaş sanat platformu.
Sanatı seven, paylaşan
ve sanatla iç içe yaşamak
isteyenleri birleştiren Art50.
net, takipçilerine zaman ve yer
kısıtlaması olmadan yepyeni
sanatçıları ve orijinal sanat
eserlerlerini keşfetme fırsatı
sunuyor. Özellikle bağımsız
ve yükselen sanatçıları
desteklemeyi hedefleyen
Art50.net, sitesinde sunduğu
eserleri küratör, akademisyen
ve koleksiyonerlerden oluşan
danışmanları ile birlikte
seçiyor.
Yüzde 100 orijinal ve imzalı
sanat eserleri bulunan site,
koleksiyonerliği teşvik etmeyi
amaçlıyor. Sitenin Artlog
bölümünde koleksiyonerliğe
giriş bilgileri, sanat
dünyasından uzmanlarla
röportajlar, sanatçılarla eserleri
hakkında sohbetler ve kitap
önerileri gibi sanatseverlerin
ilgisini çekecek konulara dair
bilgileri edinmek mümkün
Art50.net, online platformuna
ek olarak zaman zaman özel
sergi ve aktivite projeleri ile
sanatçılarıyla sanatseverleri
bir araya getiriyor. Ayrıca
sanatseverler, diledikleri eseri
yakından görmek isterlerse,
önceden randevu almak
kaydı ile Asmalı Mescit’teki
Art50.net ofisini ziyaret
edebiliyorlar.
Bu sayımızda Art50.net'in
kurucusu, Sayın Güliz
Özbek Collini'den ('85) bu
sanat macerasının arka
planını öğrendik. Toplumsal
olayların sanata yansıma
biçimleri, sanat eseri ve
ulaşılabilirlik, koleksiyonerlik
de ele aldığımız diğer konu
başlıklarıydı.
Web sitenizde “Art is an incurable
disease” şeklinde bir alıntı var. Bu
ifadeyi biraz açmanız mümkün
olabilir mi?
Bu cümle, sanat dünyasında çok
ünlü, İsviçreli eski bir mezatçı ve
koleksiyoner olan Simon de Pury’nin
sanat koleksiyonerliği hakkında
yaptığı bir konuşmasından alıntı:
“Art collecting is an incurable
disease,” şeklinde. Genel olarak
sanat koleksiyonerliğinin nasıl
önüne geçilmesi zor bir tutku
olduğundan bahsediyor.
Biz de sanat koleksiyonerliğinin bir
kere başlanınca sürekli devam edip
ilerleyecek, keyif veren bir tutku
olduğuna inandığımız için bu söze
sitemizde yer verdik.
Modern ve post modern
olarak ayrıştırılan üretimlerin
hangi noktalarda ayrıştırılıp
ortaklaştırıldığını düşünüyorsunuz?
Türkiye’de modern ve postmodern
sanat akımları üzerine birçok
eleştiri var. Modernizmi henüz
sorunlaştırmadan, postmodernizme
birden ve sert bir geçiş olduğu
yönünde tartışmalar var. Bizim
sanatçı ve eser seçimlemizde
özellikle baz olarak aldığımız bir
kriter değil bu. Fakat sanatçının
kendi ''statement''ına yansıyabilecek
bir unsur, kuşkusuz.
Sanat ve ulaşılabilirlik dediğimizde
neler söylersiniz? Sanat ulaşılır mı
olmalıdır?
Birincisi, sanat ürünlerinin fiyat
açısından “ulaşılabilir” (affordable)
olması söz konusu. Son yıllarda
artan sanat üretimiyle beraber,
genç sanatçıların daha fazla
kendilerini duyurma olanaklarının
olmasıyla ve baskı/edisyon
tekniklerinin ilerlemesiyle daha
çok kişi daha uygun fiyatlara özgün
eser alabiliyor. İkinci konu ise son
zamanlarda ilerleyen teknoloji,
özellikle de internet. Bu sayede
müze ya da galerilere gitmeden
sanata ulaşımın son derece
hızlanması ve artması söz konusu.
Dünyada Saatchi Art, Artsy gibi
online platformlar her türlü sanatı
ve sanatla ilgili bilgiyi milyonlara
ulaştırıyor. Türkiye’de ise Art50.net
gibi platformlar, sanatseverlere
birçok sanatçı ve esere uygun fiyata
7/24 ulaşma olanağı veriyor.
Kayda geçmiş tüm halk
ayaklanmalarının edebiyatta,
müzikte, resimde ve sanatın diğer
dallarına yansımış olduğunu
görüyoruz. Ancak bu olayların bir
kısmı toplumsal travmaya neden
olduğu için döneminden çok sonra
ele alındığı gözlemleniyor. Son
süreçte Ortadoğu ve ülkemizde
yaşanan kırılmaları göz önüne
alırsanız, bu koşulların sanata
yansımaları sizce nasıl olacak?
Güliz Özbek Collini
Sanatın ulaşılabilir olup olmaması
gerektiği sanat teorisyenlerinin
ve düşünürlerin üzerinde
tartışabileceği kavramsal bir konu.
Fakat emin olduğumuz bir şey
var. O da, sanat ve ulaşılabilirlik
kavramlarının özellikle son
zamanlarda öne çıkan konulardan
biri olduğu. Çağımızda, gerek
müzelerde, galerilerde ve birçok
kurumda sanatın daha geniş
kitlelere ulaşmasına yönelik
çalışmalar yapılıyor.
Sanat artık sınırlı elit bir kitleden
çok daha fazlasına ve çok hızlı
şekilde ulaşıyor. Ulaşılabilirlik
konusunu iki farklı açıdan
yorumlarsak şunları söyleyebiliriz:
Çağdaş sanatta sanatçıların
güncel ve politik konuları cesurca
ele aldıklarına tanık oluyoruz.
Günümüzde de süregelen
bahsettiğiniz “kırılmalar”ın
yansımalarını sanatta artık anında
görmek mümkün. Bu durumlarda
sanatçı, sadece sanatını icra ederek
hareketin bir parçası olabilir, ya
da bazı sanatçıların tercih ettiği
B
71
gibi, süreç içinde sanatçı kimliğiyle
değil, aktivist kimliğiyle var olabilir.
Ya da iki durum birleşir ve aktivist
sanat ortaya çıkar. Gezi sırasında,
örneğin, stencil ile yapılan işler,
hazırlanan pankartlar, yaratılan
sloganlar arasında çok özgün sanat
eserleri vardı. Bu, birden olmuş bir
durum değil tabii ki. Fakat internet
gibi yeni araçlarla, sadece ana akım
medyadan değil, birçok mecradan
beslenen, çok daha hızlı yayılarak
artan bir güç.
B
72
anlayışı değiştirip, koleksiyonerliği
desteklemeyi hedefleyen Art50.net
sitesinde, sanatseverler için farklı
zevk ve bütçelere hitap eden, özenle
seçilip bir araya getirilen seçenekler
yer alıyor. Şu ana kadar bizden eser
alarak koleksiyonerliğe başlayan, ya
da koleksiyonunu geliştiren 24 – 75
gibi çok geniş bir yaş aralığındaki
bir sanatsever kitlesine ulaştığımızı
görmekten büyük mutluluk
duyuyoruz.
Güliz Özbek Collini Kimdir?
Koleksiyoner olmak isteyen
sanatseverlere tavsiyeleriniz
nelerdir? Eser toplarken kriterleri ne
olmalıdır?
Art50.net'in kurucusu Güliz
Özbek Collini, 1985 Boğaziçi
Üniversitesi İşletme Fakültesi
mezunu. Sonrasında Indiana
University ve San Diego State
University’de International
Marketing odaklı MBA yapan
Özbek, 25 yıllık pazarlama
kariyerinde, Pirelli, McCann
Erickson, Toyota ve Hilton
Worldwide şirketlerinde
çalıştı. Kurumsal kariyerini
bitirip sanata olan ilgisini
profesyonel boyuta taşımak
için yoğun şekilde e-ticaret,
girişimcilik ve sanat piyasası
kurslarını bitiren Özbek, Nisan
2014’te Art50.net projesini
hayata geçirdi.
Sanatseverlere tavsiyelerimiz
mümkün olduğunca çok müze, sergi
ve galeri gezip, sanat yayınlarını
takip edip, kitap ve sanatçılarla
söyleşileri okuyup kendilerini
geliştirmeleri ve bilgilendirmeleri.
Bu esnada kendi zevklerini keşfetmiş
veya rafine etmiş olacaklar, neyin
peşinden gitmek istediklerini daha
iyi anlamış olacaklardır.
Daha sonra bütçelerine ve yaşam
alanlarının ihtiyaçlarına göre
eserlere ulaşabilirler.
Art50.net sitemizin Artlog
bölümünde koleksiyonerliğe girişle,
yukarıdaki önerileri detaylandıran
bir bölüm bulunmakta. Burada
ayrıca uzmanlarla röportajlara,
haberlere ve koleksiyonerlikle ilgili
kitap önerilerilerine yer veriliyor.
Sanattaki gelişmeleri yakından
takip edip, kendinizi sanatla
besledikten sonra bir koleksiyoner
olarak kriterleri kendinize göre
belirleyebilirsiniz.
Türkiye’de koleksiyonerliğin sadece
büyük bütçelerle yapılacağına dair
Saliha Yılmaz- Yaşayan2
BÜMED’DE TAZE BİR LEZZET: AÇAİ
Yasemin Dut ‘10
BÜMED’de farklı bir tat ve taze
bir lezzet konuklara sunuluyor:
Açai. Brezilya’nın Amazon
ormanlarında yetişen bir üzüm
olan bu meyvenin ayrıcalıklı
tadına derneğimizde bakmak
mümkün. Açai hakkında
detaylı bilgi almak üzere
Altınboynuz’dan Sayın Kerem
Sanus ile bir araya geldik.
Öncelikle Açai ile tanışmanızın
hikâyesini dinleyelim
dilerseniz?
B
74
Spor kulübüm Checkmat İstanbul
ile Avrupa’da katıldığım çeşitli
Brazilian Jiu Jitsu turnuvalarında
açai üzümünü tanıdım. Bu senenin
başından beri ülkemizde ilk defa
mucizevi açai üzümünü/meyvesini
tanıtıyorum ve Açaimania markasının
Türkiye temsilciliğini yapıyorum.
2013 Haziran ayında gittiğim ve
üçüncülük kazandığım Roma’da
düzenlenen BJJ turnuvasında, açai
satılan stantlar vardı. Ben bundan
önce açaiyi biliyordum fakat
hiç görmemiş ve tatmamıştım.
Hocalarıma “Nasıl, siz yediniz mi?”
diye sorardım. Herkes inanılmaz
bir şey olduğunu söylerdi. İlk
deneyişimde hoşuma gitmedi.
‘’Bu muymuş?’’ dedim. Ertesi gün
hocamın maçlarını beklerken altı
porsiyon açai yedim. Döndüğümde
gıda sektöründe olan yakınlarıma
ve ağabeylerime ne kadar sormuş
olsam da ülkemizde açai bulamadım.
Önümdeki altı ay boyuncada açaiyi
araştırdım. 2014 Ocak ayında
Lizbon’da 4.000 kişinin katıldığı
BJJ Avrupa Şampiyonası’na gittim.
Orada işletmeyi yapan açai firmasıyla
görüştüm ve İstanbul’a10 kilo açai
ile birlikte döndüm. Tadına bakan
herkes bayılıyor ve bir daha yemek
istiyordu.
Açai hakkında biraz daha
detaylı bilgi alabilir miyiz
lütfen?
Açai meyvesi Brezilya’nın Amazon
ormanlarında yetişen bir üzüm.
Amazon ormanı diğer bölgelere
kıyasla çok zengin ve bozulmamış
bir toprağa sahip. Bu yüzden de
burada yetişen meyveler başka
hiçbir meyveye benzemeyen
besin değerleri taşıyor. Açai
kanıtlanmış olarak dünyadaki en
yüksek ORAC değerlerinden birine
sahip. ORAC değerleri besinlerde
bulunan antioksidanların insan
vücudunda kanseri ortaya çıkaran
serbest radikalleri öldürmesini
gösteriyor. Açai çok yüksek
derecede antioksidan barındırdığı
için vücudumuzdaki serbest
radikalleri öldürerek hücrelerimizin
ölmesini engellerken aynı zamanda
büyümeye ve gelişmeye yardımcı
oluyor. Açai, antioksidan özelliğinin
yanı sıra, süt ve et ürünlerinden
aldığımız insan vücudunun
üretmediği esansiyel amino
asitleri barındırıyor. Bu sayede kas
yapılanmasına da yardımcı oluyor.
Açainin bir diğer öne çıkan özelliği
de yağ asitleri barındırması. Omega
6 ve Omega 9 yağ asitleri kaliteli
yağlar olarak bilinir ve vücudun yağ
yakmasına yardımcıdır. İşlenmesi
de, yıkanıp temizlenmesi sonrası
posa ve meyve özünün su halinde
çekirdekten ayrıştırılması ile
oluyor. Bu tamamen geleneksel ve
sağlıklı bir metotla yapılıyormuş.
Brezilya’nın herhangi bir şehrinde,
Afrika’da, Amerika’da, Avrupa’da,
Türkiye’de hiçbir yerde meyvenin
kendisini yemeniz veya bulmanız
mümkün değil; Amazon dışarısında
sadece dondurulmuş meyve özü
olarak veya kurutulmuş toz olarak
açai bulabilirsiniz.
Sporculara yönelik bir ürün
gibi özellikle...
Ürün, sporcular için çok elverişli bir
ürün. Çünkü düşük karbonhidrat ve
güzel değerler içeriyor. İçerisinde
yapay şeker yok. % 4,5 gram yağ
var, bu yağlar da kolay kolay
bulunmayan, bizim genelde balık
gibi sağlıklı besinlerden aldığımız
esansiyel omega yağ asitleri... Lif
değeri çok yüksek olduğundan
tokluk hissi veriyor. Süt ürünlerine
yakın değerde bir kalsiyum içeriyor.
Bu yüzden midenizi şişirecek bir
ürün değil. Aksine guarana enerji
veren bir şey olduğu için vücut ve
beyin uyarılıyor ve daha enerjik
oluyorsunuz. Antioksidan seviyesi
çok yüksek olduğu için Amerika’da
yapılan bir araştırmada kansere iyi
geldiğine dair bulgular var. Aynı
zamanda başka şirketlerin, sağlık
kurumlarının yaptığı araştırmalarda
yüksek kilosu olan insanlar
günde ikişer defa yüz gram açai
tükettiklerinde otuz gün sonunda
kolesterol değerlerinde düşüşler
olmuş. İnsülin, şeker değerlerinde
düşüşler olmuş. Kesinlikle “Açai
yerseniz iyileşirsiniz,” denmiyor.
Çünkü bu bir ilaç değil, takviye değil.
Besinin kendisi. Bizim üzümümüze,
armudumuza kıyasla amazon
toprağının zenginliği sayesinde
vücuda daha iyi gelen bir ürün.
Nasıl ulaşılabilir Türkiye’de?
Türkiye’de şu an internetten satışı
var. Çeşitli spor salonlarında satışı
başladı. Büyük restoran zincirleriyle
anlaşıyorum ve menülerine yakında
eklenmiş olacak. Bazı spor salonu
menülerinde de var. Yani insanların
daha henüz tanımadığı, bilmediği
bir ürün. Kulaktan kulağa yayılıyor
ve her hafta siparişler artıyor. Bir
defa alan müşterim elbet bir daha
B
75
Kerem Sanus
alıyor ve çok memnun kaldığını da
belirtiyor. BÜMED’de de bu ürünü
servis ediyoruz.
Açai Avrupa’da marketlerde
dondurmaların yanında satılan
bir ürün. Çünkü dondurmaya,
dondurulmuş yoğurtlara çok
sağlıklı bir alternatif. -18 derecede
saklanması zorunlu bir ürün. Ürünü
doğrudan çıkardığınız zaman bazı
dondurmaların aksine kaşıkla top
olarak alabiliyorsunuz. Kıvamı çok
güzel. Aldığınız zaman serttir, otuz
saniye, bir dakika sonra yenebilecek
hale gelir. Ürünü açıp bir kaşık
yiyip geri kaldırabilirsiniz, ürünü iki
ayda bitirebilirsiniz veya iki günde
bitirebilirsiniz. Saklama açısından
böyle sıkıntıları yok. -18 derecede
saklayıp son kullanma tarihini
geçirmediğiniz sürece her zaman
yenebilecek bir ürün.
Amerika'da 25 açai firmasının beş
tanesinin gerçekten doğru açai
kullandığı kanıtlanmış. Açainin rengi
koyu mordur. Orman meyvelerini
andırır ama piyasada kahverengi
açailer de olmuş, yurtdışında.
Zayıflatan açai diye Türkiye’de
çok önceden reklamlar yapılmış.
Zayıflatıcı bir açai ürünü var
piyasada ve bu açainin hapı. Hapın
içeriği gerçek midir, değil midir biz
bilmiyoruz, ben bilmiyorum. Bizimle
bir alakası yok. Bizim ürünümüz gıda
takviyesi değil, ilaç değil, Türkiye
Tarım Bakanlığı’ndan onaylanmış bir
gıda. Biz de bunun ithalatını yaptık.
Kimyasal değerleri alındı, izni çıktı,
o koşullarda yapıldı. Gerçekten çok
farklı bir ürün. Tadına bakınca da
umarım beğenirsiniz.
ÇEVRE DOSYASI
“SOMA’YI HATIRLAMAK: HAKIKAT, ADALET,
MÜCADELE” SEMPOZYUMU
Boğaziçi Üniversitesi Soma Dayanışması
- Adalet sadece intikam ya da sadece failleri cezalandırmak değildir. Adalet bir
adaletsizliğin tekrarlanmamasını sağlayacak bir yaşamı mümkün kılmaktır -
B
76
Boğaziçi Soma Dayanışması’nın
düzenlediği, “Soma’yı Hatırlamak:
Hakikat, Adalet, Mücadele”
başlıklı sempozyum 24-25 Ekim
2014 tarihlerinde Boğaziçi
Üniversitesi’nde gerçekleştirildi.
Akademisyenler, uzmanlar,
öğrenciler ve basın mensupları
yanında, Soma ve Kınık bölgesinden
madenciler, madenci yakınları,
çiftçiler ve bölgede etkinlik yürüten
sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin
de katıldığı sempozyumda,
“Türkiye’de Birikim Rejimi ve Sosyal
Politikalar”, “Emeğin esnekleşmesi,
taşeronlaşma ve sendikal
mücadele”, “Tarımda serbestleşme
ve çiftçilerin yoksullaştırılması”,
“Yeraltında çalışma koşulları ve
olayın incelenmesi”, “İş cinayetleri/
kazaları ve hukuki boyut”, “Soma’yla
dayanışma deneyimleri”, “Soma’da
kadın olmak” ve “Ekonomiyi, emeği
ve sendikayı yeniden düşünmek”
başlıklı oturumlar yer aldı.1
Ayrıca, Boğaziçi Üniversitesi Folklor
Klübü’nün de katkılarıyla bir anma
yapıldı. Gündeme gelen sorun
alanlarıyla ilgili gelecekte neler
yapılabileceğine dair görüşlerin ve
alternatiflerin tartışıldığı bir forumla
sona eren sempozyumda, Boğaziçi
Soma Dayanışması grubunun
hazırlamış olduğu “Soma İş Cinayeti/
Kazası: Gözlem ve Aktarım Ön
Raporu” da sunuldu.
ardından durum tespiti ve
dayanışma amacıyla bölgeye
ziyaretler gerçekleştiren Boğaziçili
öğrenciler ve akademisyenlerden
oluşuyor. Facianın hemen ardından
Mayıs’ta yapılan ziyaretten sonra,
Temmuz ve Eylül aylarında da
grup üyeleri bölgeye ziyaretlerde
bulunarak; madenciler, yakınını
kaybetmiş olan ya da kaybetmemiş
olsa da olayın travmasını ve
sonuçlarını yaşayan eşler, kardeşler
ve ebeveynlerle, bölgede çalışan
sivil toplum kuruluşu temsilcileri
ve çeşitli gönüllülerle, ayrıca
sendika temsilcileri ve avukatlarla
görüşmeler yaptılar.
Bunun yanında, nasıl bir dayanışma
yürütülebileceğini düşünüp
tartıştıkları haftalık toplantılar
düzenlemeye başladılar. Soma’daki
facianın ve bunu hazırlayan
nedenlerin enine boyuna
tartışılıp, felaketin unutulmaması
ve tekrarlanmamasına katkı
sunacak, ayrıca bundan sonra
nasıl bir mücadele, örgütlenme
ve dayanışma yürütülebileceğinin
çeşitli çevrelerden geniş bir katılımla
ele alınabileceği bir sempozyum
düzenleme fikri bu toplantılarda
ortaya çıktı. Küçük bir grup
Boğaziçi Soma Dayanışması, 13
Mayıs 2014’te Soma’da meydana
gelen ve 301 işçinin ölümüyle
sonuçlanan maden felaketinin
1) Boğaziçi Soma Daynışması’nın hazırlamış
olduğu rapora
http://www.bogazicisomadayanismasi.boun.edu.
tr/node/18 adresinden ulaşılabilir.
Foto: Etkin Haber Ajansı
akademisyen ve öğrencinin gönüllü
emeği ve Boğaziçi Üniversitesi
Rektörlüğü’nün desteğiyle yürütülen
çalışmalar, ilgili çevrelerden oldukça
geniş bir katılımın sağlandığı bu
sempozyumdan sonra konuyla
ilgili kuruluşlar ve tüm paydaşlarla
işbirliği içinde ve üniversiteden
katılım ve desteğin de artması
ümidiyle devam ettirilecek.
Sempozyumun “Türkiye’de Birikim
Rejimi ve Sosyal Politikalar” başlıklı
ilk oturumunda, yaşanan felaketin
özellikle ekonomi politikaları ile
bağlantılı arka planı sunulurken,
Türkiye’deki birikim rejiminin
“büyüme” öncelikli oluşuyla, insan
hayatında, çalışma koşullarında,
doğada ve bununla bağlantılı
yaşam alanlarında yaptığı tahribat
ele alındı. Ayşe Buğra ve Fikret
Adaman’ın birer sunuş yaptığı
bu bölümde, Türkiye’de ortalama
çalışma saatlerinin uzunluğu,
istihdam yaratmayan büyüme, iş
kazaları ve cinayetlerinin yüksek
oluşu, denetimlerin yetersizliği,
son dönemdeki tarım politikaları,
kayıtdışı ekonominin büyüklüğünün
yol açtığı sorunlar, çalışan yoksullar,
düşük sendikalaşma oranları,
gelir dağılımındaki eşitsizlik,
kamunun sosyal harcamalarındaki
yetersizlik ve sosyal politikaların
hak temelli olmayışı önemli sorun
alanları olarak gündeme getirildi.
Bu girişin ardından, Boğaziçi
Soma Dayanışması’nın bölgeye
ziyaretlerinin ardından kaleme almış
olduğu rapor paylaşıldı.
Dev-Maden İş örgütlenme
uzmanı Ethem Akdoğan, iktisatçı
Erhan Bilgin, “Emek ve Haysiyet
Foto: Etkin Haber Ajansı
Mücadelesi: Günümüz Türkiyesi’de
Üç İşçi Hareketinin Etnografisi”
başlıklı kitabın yazarı Alpkan Birelma
ve Soma’dan işçilerin katılımıyla
gerçekleşen ikinci oturumda,
esnek çalışma ve taşeronlaşmanın
yaygınlaşması ve yol açtıkları
sonuçlar enine boyuna tartışılarak,
sendikal örgütlenmenin yetersizliği
ve etkisizliği, “sarı sendikalar”ın
işçinin değil, işverenin yanında oluşu
sonucunda çalışanların ödediği
bedel konuşuldu.
Çiftçi-Sen genel başkanı Abdullah
Aysu, Tütün-Sen başkanı Ali Bülent
Erdem, Tarih Bölümü öğretim
üyesi Huricihan İslamoğlu ve
Soma’dan çiftçilerin yer aldığı
üçüncü oturumda Türkiye’de
izlenen tarım politikalarının çiftçileri
nasıl tarımdan uzaklaştırdığı ve
yoksullaştırdığı, Soma özelinde
de madene ve kötü çalışma
koşullarına mecbur bıraktığı
anlatıldı. Geçmişte çok önemli
bir tütün üretim bölgesiyken,
2000’lerin başından itibaren Dünya
Bankası ve IMF’nin yönlendirmesi ile
uygulanan ARIP (Agricultural Reform
Implementation Project/Tarımsal
Reform Programı) ertesinde tarımın
çözülüşü, yerini geçim kaynağı
olarak madenciliğin alışı, bölgede
faaliyete geçen termik santraller ve
bu gelişmelerin çevrede ve insan
hayatında yarattığı tahribat, halen
Yırca’da zeytinliklerini yeni bir
termik santral yapmak için talan
eden şirketlerin elinden kurtarmak
için mücadele veren çiftçilerin
tanıklıklarıyla aktarıldı.
Sempozyumun ikinci günü,
“Kaza İncelemesi Raporu”nun
üniversitemiz öğretim üyesi Nuri
Ersoy tarafından sunulması ve
bilirkişi raporunun tartışılmasıyla
başladı. Facia öncesindeki ağır
ihmaller ve kurtarma çalışmaları
sırasındaki yetersizlik raporlarda
ayrıntılı şekilde yer buldu.
Ardından gelen hukuki süreç
ve mücadele ile ilgili oturumda,
Adalet Komisyonu’ndan avukat
Ceren Uysal, Halkevleri Hukuk
Dairesi’nden Aziz Aytaç ve Manisa
milletvekili Özgür Özel konuşmacı
olarak yer aldılar. Denetim
mekanizmalarının yetersizliği, cezai
yaptırımların caydırıcı olmayışı
ve çalışma koşullarıyla ilgili yasal
düzenlemelerde acilen yapılması
gereken değişiklikler ele alındı.
“Soma’yla Dayanışma Deneyimleri:
Gözlem ve Aktarımlar” başlıklı
oturumda, Soma ve Kınık’ta
çeşitli etkinliklerle dayanışma
çalışmaları yürütmekte olan
Toplumcu Psikologlar ve Toplumsal
Dayanışma için Psikologlar (TODAP)
Dernekleri, Halkevleri ve Eğitim Sen
temsilcileri yaptıkları çalışmalar
ve bölgedeki gözlemleri hakkında
bilgi vererek, yaşanan travmanın
sadece bireysel psikolojik boyutuyla
değil, toplumsal boyutlarıyla da ele
alınmasının önemine dikkat çektiler.
“Soma’da Kadın Olmak” konulu
forumda, bölgeden sempozyuma
katılan kadınlar, madenci eşi
olmanın zorluklarını, eşin kaybı
durumunda bu zorlukların
katlanarak artışını ve ekonomik
ve sosyal hayata eşit katılımla
ilgili yaşadıkları sorunları
aktardılar. Bölgede kadınlar için iş
olanaklarının çok kısıtlı oluşu, kreş
imkânlarının olmayışı ve özellikle
eşin ölümü durumunda toplumun
muhafazakârlığının hayatlarını ve
seçimlerini nasıl kısıtladığından
bahsettiler.
Kapanış forumundan önceki son
oturumda, alternatif ekonomiler ve
alternatif sendikal örgütlenmeler
konuşuldu. Bengi Akbulut,
Ceren Özselçuk ve Gökkuşağı
hareketinden Bahadır Altan’ın
birer sunuş yaptığı oturumda
büyüme odaklı ekonomilerin yol
açtığı sonuçlar eleştirel bir şekilde
değerlendirilirken, alternatif
bir ekonominin nasıl farklı ilişki
biçimlerine dayanabileceği, katılımcı
bir ekonomide bölgesel çözümler
üretilmesinin imkânı ve hiyerarşik
olmayan, işçilerin seslerini duyurma
ve sorunlarını çözmede etkili
olabilecek sendikal örgütlenme
biçimleri ele alındı.
Sempozyumun kapanış forumunda,
B
77
B
78
oturumlarda ele alınan sorunları
çözmek için neler yapılabileceği ve
nasıl bir dayanışmanın etkili olacağı
konusunda görüşler paylaşıldı. Kısa
vade için en çok üzerinde durulan
konular: Yırca’da zeytinliklerini
korumak isteyen köylülerin
mücadelesine destek verilmesi
ve zeytinlik alanlarla ilgili yeni
yasanın geçmemesi için kamuoyu
oluşturulması; bölgede kadınların
iş yaşamına katılımını artıracak
koşulların sağlanması için çalışmalar
yapmak, kooperatif oluşumları ve
kreş hakkı kampanyalarına destek
vermek; alternatif ve etkili bir
sendikal örgütlenmeyle yürütülecek
mücadeleyi desteklemek; üretici
ve tüketici kooperatiflerinin
etkinliklerini artırarak bölgedeki
üreticileri şehirli tüketiciyle uygun
koşullarda buluşturmak; işçi sağlığı
ve güvenliği ile ilgili mücadelelere
katkı sunmak; hak temelli sosyal
politikaların savunuculuğunu
yapmak ve hukuki sürecin takipçisi
olmak.2
Boğaziçi Soma Dayanışması grubu
bundan sonraki süreçte neler
yapılabileceğini tartışmak ve
sempozyumda ele alınan konuları
gündemde tutmak üzere planlarını
hayata geçirmek için her hafta
toplanmaya devam ediyor ve
yeni katılımcıların da desteklerini
bekliyor.
Boğaziçi Soma Dayanışması
web sitesi http://www.
bogazicisomadayanismasi.boun.
edu.tr/node/2 ve iletişim adresi:
[email protected]
2) Sempozyum sonuç bildirgesi Boğaziçi Soma
Dayanışması web sayfasında yer almaktadır:
http://www.bogazicisomadayanismasi.boun.edu.
tr/node/15
Foto: Etkin Haber Ajansı
Boğaziçi Soma Dayanışması’nın
bölgeye yaptıkları ziyaretler sonrası
hazırlamış oldukları “Soma İş
Cinayeti/Kazası Gözlem ve Aktarım
Ön Raporu”ndan alıntılar:
Maden faciasında eşini kaybetmiş
bir kadın:
- “Yani adamlar diyor ki;
çalışmayacak mısın, çalışma!
Var zaten bir sürü iş arayan. E o
n’apsın zeytine mi gitsin? Yok ki
zeytin! Tütüne mi gitsin? Yok ki
tütün. Nereye gidecek bu insanlar?
Mecbur yerin altına giriyorlar.
Mecbur ölümüne gidiyorlar. Her gün
ölümüne gidiyorlar...”
Bir çiftçi:
- “10 yıl önce 60 haneli köyden
kimse madenlerde çalışmazken
şu an köyün 40 hanesi geçimini
madenlerden sağlıyor. Tütün üretimi
de devam ediyor fakat maliyetini
kurtarmıyor. Üretim son 10 yıl içinde
yüzde 15'e inmiş durumda. Son
zamanlarda zeytin yetiştirilmeye
başlandıysa da verim düşük
olduğundan, sadece kendi yemeklik
ihtiyaçlarını karşılayacak kadar
üretebiliyorlar. Sahip oldukları
tarım arazileri çorak olduğu için
tütün dışındaki alternatif ürünlere
yönelemiyorlar.”
Madenciler:
- “İşten yerüstüne çıktıktan sonra
‘Geçmiş olsun’ denilen tek yerdir
maden. Kime geçmiş olsun denilir?
Hastaya. Her gün, bugün de sağ
salim çıktık diyorsun.”
- “Günlük 3 bin ton kömür isteniyor.
Aylık yüz binin altına düşerse
gözünün önüne gelmiyor güvenlik
önlemleri. Hata olduğunda gerekli
müdahale yapılmadan üstünkörü
devam etmek zorundasın. Kablo
bozulmuşsa basit bir tamirle
atlatılıyor bu sorun. Bir şey söylersen
‘s... git’ çıkışını versinler deyip
gönderiyorlar. Ne yapacaksın
eve ekmek götürmek zorundasın.
Örneğin daha önce iş güvenliğine
dikkat eden bir müdür işten
çıkarılıyor. Sırf daha fazla kömür
diye yeni bir müdür getiriliyor. Asıl
olan ‘Kömür, kömür, kömür... Para
para para’.”
- “Gerektiği zaman makineleri
durdurabilirler. Ama yapmıyorlar.
Sorun görseler, çalışma durmadan
tamir etmeye çalışıyorlar. Makineyi
durdurursan yevmiyeden kesiyorlar.”
- “18 yıllık madenciyim. Üretimin
durduğunu görmedim. Yanda ölüm
olur. Üretim devam eder.”
Foto: Ece Sevim Öztürk, Çağdaş Ses
- “Ekip başı işe alıyor. Git
memleketten bulabildiğin kadar
işçi getir diyor şirket. Kafa başına
para alıyor. Sözleşme neredeyse
yok. Sayfalarca şeyi hiç okumadan
doldurup imzalıyorsun. Eğer
okursan işe alınmazsın. Sözleşmenin
fiiliyatta bir değeri yok.”
- “İşe alım genelde tanıdıklar
üzerinden gerçekleşiyor. Özellikle
dışarıdan ve köylerden gelen işçiler
için ‘dayıbaşılık’ daha da önemlidir.
Dışarıdan gelen işçiler zaten
şehirde ‘yabancı’. Bir de aynı yerden
gelen işçileri aynı bacada (timde)
çalıştırıyorlar ki diğerleriyle bir
araya gelemesinler, tanışamasınlar,
konuşamasınlar.”
- “Dayıbaşıların ücreti işçiyi ezmesine
göre artabilir. Bu ay 200 m ilerle der,
işçiye 50 TL prim alır verir. Dayıbaşı
80 bin TL alır. Dayıbaşıları arasında
rekabet var. Biz mutlu olamayız.
Çünkü baştakiler çok çalıyor.”
- “Sendika işçiye yardımcı olmuyor,
aksine kötü davranıyor. Bir işçi
sendikaya şikâyetleri ile gittiğinde
bu seninle patronun arasında bir
sıkıntı diyerek azarlanıyor ve geri
gönderiliyor. Sendika üstüne düşen
vazifeyi yerine getirmiyor, üstüne bir
de işçiyi azarlıyor.”
- “1980li yıllarda maden işçilerinin
güvencesi olduğu için, hakkını
daha çok arayabiliyordu. İş
koşullarının iyi olmadığı zamanlar,
yavaşlatma eylemleri yapılıyor ve
herkes katılıyordu. Bu da Türkiye
için problemdi; bizler üretim
yapmadığımızda, elektrik kesintileri
oluyordu. Çünkü Türkiye’nin
elektrik ihtiyacının %11’i Soma’dan
karşılanıyordu. 1991 yılında, Büyük
Yürüyüş eylemleri zamanı madenci
%300 zam hakkını kazandı. Maden
işletmeciliği devlete aitken, madende
bir sıkıntı olduğunda madenleri
boşaltır, sensörler uyarı verdiğinde
ise kesinlikle madene girmezdik; o
zamanlar maden kazaları olmaz,
göçüklerde bile ölüm vakası ile
karşılaşılmazdı. Ayrıca, 1980 öncesi
2,5 milyon sendikalı sayısı varken,
şu an 500 bin işçi sendikalı. Nüfusun
ve maden işçi sayısının artmasına
rağmen, sendikalı sayısının
azalışının en büyük sebebi ise
taşeronlaşma sistemi.”
-“Burası devletten alınmış. Üstünde
zaten çalışma olmuş. Soma
Holding’ten önce işleten Park
Holding bunu anlayıp madeni
devretmiş. Devrederken de madenin
sorunlu bir maden olduğunu,
önceden işlendiği için tehlikeli
olduğunu Soma Holding yetkililerine
bildirmiş. Yangına yol vermişler.”
- “Hastayım deme şansın yok, ona
rağmen devam etmek zorundasın.
Eğer hasta olur da bir günlük rapor
alırsan, yevmiyen kesiliyor ve [ay
sonu verilen] primi alamıyorsun.”
- “Yemek molası 15 dakika filan
sürer. Sırayla yemek yenir. Özel
yemek yeri de yok, bir köşe bulurum.
Su kendi suyun. Yemek yemeden
geldiğim zamanlar çok olur. Tuvalet
yok. Her yer tuvalet.”
Bir madenci eşi:
- “Kocam son üç haftadır çok
terliyordu. Yüksek sıcaklıktan
şikâyet ediyordu, başı çok ağrıyordu.
Elektrikçi olduğu için hep madenin
altındaydı. Cesedi beşinci gün
çıkartıldı. 10 gün önce rapor
tutulmuş, ‘Gaz yoruyor, halsiziz’
diye. Yukarıdakilerin haberi var.”
...
Foto: Ece Sevim Öztürk, Çağdaş Ses
B
79
ÖFKE DÜŞMANINIZ DEĞİL
Cenk Erdem ‘98
İnsanlar çok karmaşık
canlılardır hepimiz biliriz;
ayrıca her türlü adımımızda
sadece tüm bilinçliliğimizle
ya da aklımızla değil, dozları
her bireyde farklı olduğu halde
az ya da çok duygularımızla
hareket ettiğimizi de
biliriz. Duygularla hareket
etmek güzeldir, cesaret
ister fakat duyguları güzel
yönetebilmek bir marifettir.
Tüm duygularımız içinde en
çok pişmanlık yaratanlardan
biri de öfkedir. Aslında öfke de
bir duygu olduğuna göre, doğal
olarak psikoloji bilimi uzunca
bir zamandır sadece öfkeyle
başa çıkabilmenin yollarını
değil, öfkeyi en güzel şekilde
ifade edebilmenin de yollarını
keşfetmeyi sürdürüyor…
DESEN: ERCÜMENT GÜRKUT
B
80
Öfke meselesinden en fazla
zarar edenler de mizaçları
gereği öfkelenmeye en
yatkın olanlardır. Ancak
öfkelendiğimizde ağzımızdan
çıkanlar ya da öfkeyle
verdiğimiz kararlar birer vicdan
yükü olarak geri dönebilir;
hatta ilişkilerimize ve bizlere
zannettiğimizden çok daha
fazla zarar verebilir. Öfke güçlü
bir duygudur; ancak öfkeyi
yönetebilmek üzere psikolojinin
önerdiği son derece pratik yollar
da var:
Biraz Zaman
Tepkinizi göstermeden önce
biraz zaman geçmesini bekleyin.
Kimi zaman herhangi bir olay
ya da bir söz bizi kızdırdığında
ya da öfkelendirdiğinde, o
anda vereceğimiz tepkiyle
yakın arkadaşlarımızı veya
iş arkadaşlarımızı, hatta
ailemizi veya sevgilimizi bile
üzebiliyoruz ve maalesef
sonrasında da büyük bir
pişmanlık duyuyoruz. Tepkimizi
göstermeden önce en güzeli
biraz zaman geçmesini
beklemek ve karşı tarafı
dinlemeye de gayret etmek…
Sezen Aksu’nun bir şarkısında
dediği gibi “Zaman sadece
birazcık zaman…” Misal,
mümkünse içimizden en az
birden ona kadar saymak bile
işe yarayabilir…
Aksiyon
Biriken öfkeyi canavar gibi
patlatıp, taşan son damla ile ışık
hızıyla ilişkileri yıkmak yerine,
mümkünse kısa bir yürüyüşe
çıkıp dönmek, ofisi veya evi
düzenlemek ya da temizlemek,
öfkeyi kontrol etmenin en
kestirme yollarından biri. Hatta
buna “derleme toplama” terapisi
diyebilirsiniz ve sizi oldukça
rahatlatabilir, aklınızda olsun!
Stresli dönemlerde müthiş
bir deşarj sağlayan spora
her zaman motivasyonunuz
olmasa bile, en azından uzun
bir yürüyüşe çıkarak öfkenizi
yatıştırabileceğinizi de yine
aklınızın bir köşesine yazın.
Kendini Sakinleştirmenin
Yolları
Psikolojide öfkeyi kontrol
edebilmek için samimiyetle
tavsiye edilen yöntemlerden
biri de, derin derin nefes
alarak, gözünüzün önünde
sizi çok keyiflendirecek
veya rahatlatacak bir yer
hayal etmektir. O güzel
hayalle sakinleşerek, üstüne
ruhunuza iyi gelecek müzikler
de dinleyebilirsiniz. Ayrıca
bilişsel davranışçı müdahale
yöntemlerinden biri de,
duygularınızı olduğu gibi
kağıda dökmek ya da günümüze
uyarlayacak olursak bir
blog açarak kendinizi ifade
etmek olabilir… Elbette
öfkeli anlarınızda ağzınızdan
çıkabilecekleri sosyal medyada
paylaşmayı öneriyor değilim
aman yanlış anlaşılmasın.
Daha geniş zamanlarda
huzurlu olabilmek için yoga ve
meditasyon da işe yarayabilir
ki, özellikle büyük şehirlerde
neden herkes yoga peşinde
belli…
Cenk Erdem Kimdir?
Öfke Bir Duygudur
Öfkeli olduğunuzda kendinize
biraz zaman verdikten sonra,
kendinizi ifade etmenin uygun
bir yolunu bulmayı da ihmal
etmeyin. Öfkeli olduğunuz
zamanlarda öfkeyle başa
çıkabilmenin ilk adımı öncelikle
öfkenizi kabul etmektir.
Öfkeliyken ağzınızdan neler
çıktığına ve nasıl çıktığına
dikkat ettiğiniz sürece kimi
zaman haklı olarak öfkenizi
göstermeniz de gerekebilir.
Öfke bir duygudur ve ifade
edilmelidir, ancak zekice
ve nezaketle ifade edildiği
sürece, karşı tarafı çok daha
güzel sıkıştırabileceğinizi
de unutmayın. Karşınızdaki
insanlar her zaman kaliteli
davranmayabilir ve sizi
davranışlarıyla ve sözleriyle
kalitesizliğe çekebilirler. Siz
öfkenizi ifade ederken bile kendi
kalitenizden ödün vermeyin.
Aman Dikkat
Öfkeyi psikolojik bir
olgunlukla kontrol etmenin
en önemli sırlarından biri
de sizi öfkelendiren her
ne varsa, başka alanlara
taşırmamaktır. Öfkelendiğiniz
bir iş arkadaşınız olabilir
veya sevgiliniz olabilir, aynı
şekilde iş yerinde veya aile
içinde sizi kızdıran bir durumla
karşılaşmış da olabilirsiniz.
Ancak kızdığınız her neyse
başka kişilere defalarca
anlatırsanız, sadece öfkenizi
azdırmış olursunuz. Doğru
olan uygun zamanı bekleyip,
sizi öfkelendiren her kimse ve
o mesele hangi ortamdaysa,
yine aynı kişiyle ve aynı
ortamda öfkenizi ifade etmektir.
Öfkelenmek insancadır ve
duygularımızdan biridir ve
ifade edilmek ister, siz yeter ki
güzel bir yolunu bulun…
"Boğaziçi Üniversitesi", "Eğitim
Fakültesi, Rehberlik ve Psikolojik
Danışmanlık" bölümüyle birlikte
aynı zamanda "Fen-Edebiyat
Fakültesi, Psikoloji" mezunu olan
Cenk Erdem, hem bölüm birinciliği
hem de, çift anadal birinciliğiyle
okulunu bitirmiş. İstanbul Bilgi
Üniversitesi'nde Sinema-Tv
yüksek lisansına devam eden
Erdem, Cerrahpaşa Çocuk Kliniği
Onkoloji servisinde 4 yıl boyunca
psikolog olarak çalıştıktan sonra
2004 senesinde Houston'da,Texas
Children’s Hospital'da, "Oyun
terapisi" eğitimi almış. Adolesan
Sağlığı Derneği üyesi olan Cenk
Erdem, bir psikolog olarak "Müzik
ve psikoloji ilişkisi "üzerine
seminerler veriyor.
1993 yılından beri dj'lik mesleğini
de sürdüren Erdem, 10 yılı Kiss FmRadio City’de olmak üzere 13 yıl
radyo programları yapmış. Roxy,
Studio Live, Balans, Garage gibi
İstanbul'un ünlü gece kulüplerinde
çalan Erdem özel gecelerde
sunuculuk ve dj'lik yapıyor.
Erdem, psikolog kimliğiyle
Hürriyet Kampüs ekindeki köşesini
sürdürüyor ve Cosmopolitan dergisi
için de psikoloji ve müzik üzerine
yazıyor. Cenk Erdem Akşam, Sabah,
Cumhuriyet gibi birçok gazete için
de yine dünyaca ünlü yıldızlarla
söyleşiler gerçekleştiriyor.
B
81
BILIŞEN KÖŞE
AŞKIN YENİ HALİ
Başak Çaprak
B
82
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte sosyal
ilişkilerimiz de bambaşka bir boyuta
taşındı. Tanışmak, arkadaş/sevgili
olmak, küsmek, barışmak, ayrılmak
artık eskisi gibi değil.
Facebook, Swarm, Instagram, Twitter,
Shapchat, Whatsapp, Tinder sayesinde
3G hızında, internet paketimizin limiti
kadar ilişkiler yaşıyoruz.
Bir Tanışma Yöntemi Olarak Internet
Son yıllarda hayatımıza online
ortamda tanışıp evlenen çift öyküleri
girmeye başladı. Sosyal ortamlarda
ortak beğenileri paylaşan insanların
ortak arkadaş vasıtasıyla tanışması
senaryosu artık online ortamda.
Tinder ile birlikte ortak yönlerinizin,
ortak arkadaşlarınızın olduğu sevgili
adaylarınız bir “tık” uzağınızda.
Arkadaşının doğum gününde tanışmak
out, Tinder in!
Bir Tanıma Yöntemi Olarak
“Stalk”lamak
Sosyal medyanın yarattığı paylaşma
duygusu fikirlerimizi ve yaşantımızı
kendi ellerimizle gözler önüne
sermemize sebep oldu. Internet
sayesinde tanışmadan birbirimizi
tanır olduk. Facebook’ta kimlerle
arkadaşmış, Instagram’da hangi
fotoğrafları paylaşmış, Swarm’da
nerelere gitmiş, en son hangi yemeği
yemiş, Snapchat’te en çok fotoğraf
gönderdiği insan kimmiş? “Stalk” artık
bir yaşam biçimi, Google yeni çağın
altıncı hissi.
“Dün gece online olmuşsun?!”
Teknolojinin getirdiği şeffaflıkla ve
erişilebilirlikle birlikte ilişkilerdeki özel
hayat algısı da biraz değişti. Hesap
vermekle haber vermek arasındaki
çizgi bulanıklaşıyor.
“Mesajım gitmiş mi, okumuş mu,
okumuşsa neden cevap yazmamış,
evdeyim demişti dışarda 'check in'
yapmış,” paranoyası kendimiz olmak
için ayırdığımız alanı kısıtladı. İlişkileri
yürütmek artık daha zor.
Bakalım teknoloji daha neler yapacak,
daha ne yuvalar yıkacak!
İnsanoğlu bu kadar bağlı, şeffaf bir
hayatı sürdürebilir mi, yoksa biraz
gizlilik isteyip 3310’lara geri döner mi?
Göreceğiz...
KARİA YOLU 2014
Ayşegül Akgil '86
B
84
2009 yılında Likya yolunun
ilk kilometrelerini yürümeye
başladıktan sonra her bahar
kendimizi dağ bayır yürüyüşe
vermeden edemez olduk. Doğanın
canlanmasına şahit olmak inanılmaz
bir enerji veriyordu insana. Doğa,
yeşilin her tonuyla, her çiçeğinin
farklı rengiyle, kokusuyla bizi
hayretlere düşürüyordu. Sadece bitki
örtüsü değil, kuzuların, oğlakların
peşisıra koşmak da çok güzeldi. Bu
yürüyüş ayrıca yolumuz üzerindeki
tarihi ve kültürel zenginlikleri de
tanımamıza olanak sağlıyordu.
Tüm bu güzelliklerin sonucunda, 3
yıl arka arkaya yürüdüğümüz Likya
yolunu bitirince başka yürüyüş
parkurları aramamız kaçınılmaz
oldu. İşte bu sırada karşımıza Karia
yolu çıktı. Karia, Anadolu’nun
güney batısında, Menderes Irmağı
ile Dalaman Çayı arasında kalan
bölgenin antik dönemdeki adıdır.
Son yıllarda Beşparmak Dağlarında
yapılan çalışmalar sonucunda bu
bölgede yaşamın Neolitik Döneme
kadar uzandığı ortaya çıkarılmıştır.
Bu bölgelerdeki mağaralarda
bulunan kaya resimleri, M.Ö. 8 bine
kadar uzanmaktadır.
Karia yolunun ortaya çıkışı da,
Yunus Özdemir ve Altay Özcan isimli
iki arkadaşın bu işe kalkışmasıyla
gerçekleşmiş. Bu yolu açmak için
2009 yılında onların öncülüğünde
başlayan macera, tam 4 kış sürmüş
ve yol 2013 yılında resmi olarak
açılmış. Bu iki doğa aşığı arkadaşın;
antik yolları, çoban patikalarını
ve orman yollarını keşfetmeleri
ve bu patikaları kaplayan gür
bitki örtüsünü temizlemeleriyle
Türkiye’nin 820 km’lik en uzun
yürüyüş parkuru ortaya çıkmış.
Karia yolu genel olarak, Bozburun
ve Datça yarımadasıyla Gökova
Körfezinin kuzeyinden geçiyor.
Bu parkura ek olarak Bozalan’dan
Bodrum’ a ve Akyaka’ dan Eskihisar’a
giden iki alternatif yol da var. Yine
Yunus ve Altay’ ın arkadaşlarıyla
birlikte hazırladıkları kitapta,
yürüyüş için gerekli tüm bilgiler var.
Tüm yol, çeşitli parkurlara bölünmüş.
Bu parkurlar kitapta detaylı olarak
tanıtılmış. Size düşen, tercih ettiğiniz
rotadaki parkurların uzunluklarına
bakarak yürüyebileceğiniz
uzunluktakileri seçmek.
iki gece de orada kalacak ve bu
sefer de Bozburun Yarımadası'ndaki
parkurları yürüyecektik. Tüm bu
gezimiz boyunca yanımızda bu
yolları ortaya çıkartan rehberimiz
Altay da bizimle olacaktı. Kasabalar
arasındaki transferlerimizle yürüyüş
parkurlarının başlangıcına varışımız
için de bir minibüsümüz olacaktı.
Tabii tüm bunlar ve konaklama
yerleri de şirket tarafından önceden
ayarlanmıştı.
Biz, Likya yolunda potansiyelimizi
ve rota tercihlerimizi iyicene
tanıdığımızdan rehberimizden de
görüş alarak rotamızı belirledik.
Ortalama günde 15 km civarı
yürümeyi tercih ettiğimizden buna
uygun parkurları seçtik. Konaklamak
için de arabayla en az seyahat
etmemize olanak sağlayacak yerleri
seçtik. Sonuçta rotamız şöyle oluştu.
Dalaman’ a uçup oradan Akyaka’
ya gidecek ve 2 gece Akyaka’ da
kalacaktık. Burada kaldığımız
sürece Gökova Körfezi civarındaki
parkurların bazılarını yürüyecektik.
Buradan Selimiye’ ye arabayla geçip
Hazırlıklar tamam olunca bize de
batonlarımızı alıp yola düşmek
kalmıştı. İlk gün Akyaka’ daki
otelimize bavulları atar atmaz
yürüyüşe başlamak için hazırdık.
Ancak yola çıkmadan önce öğle
yemeğimizi yemeliydik. Akyaka’
da Azmak deresinin yamacındaki
lokantada yemeklerimizi yerken
yanımıza gelen ördekler ve
yavruları, bizi önümüzdeki günlerde
yaşayacağımız hoş süprizlere
hazırlıyordu. Oradan minibüse
binip Kovacık köyünün yakınında
başlayan ilk parkurumuza vardık.
Ara ara yapılan kısa ve nispeten
rahat tırmanışlar sonrasında genelde
tarlalardan ve zeytinlikler arasından
geçen patikalardan inişe geçtik.
Hava güneşli, hafif bir rüzgarla tam
yürüyüş havası.
Bu yollarda yolunuzu kaybetmeden
yürüyebilmeniz için parkurlar,
Türkiye’nin diğer uzun mesafeli
yürüyüş yollarında olduğu
gibi kırmızı ve beyaz çizgilerle
işaretlenmiş. Bu işaretler çoğu
zaman büyük kayaların üzerine
boyanmış ama ağaçlara da işaret
konduğu olmuş. Kolay patikalarda
200 metrede bir işaretleme
yapılırken zor olanlarda daha sık
yapıldığı görülüyor.
Gökova körfezine paralel yürürken
aşağıda Akyaka’yı, otelimizin
bulunduğu küçük koyu ve ileride
Datça’ yı görüyorduk. Çamlar
arasından gözüken körfeze dağılmış
küçük adacıkların seyrine doyamıyor
insan. Yolumuz üzerinde dağ
lalesi ve yabani orkideleri gördük.
Sonrasında bizi görünce deliler
gibi havlamaya başlayan küçücük
bir çoban köpeğinin koruduğu bir
ağaç kesicilerin kampıyla karşılaştık.
Kampta o anda tek başına olan köylü
kadın bize, oralarda ne aradığımızı
sordu. Hedefimizin sadece yürümek
olduğunu anlatmaya çalıştık ama
sanırım pek başarılı olamadık.
İlk günkü 6 km’lik parkurumuz bizi
pek zorlamamış, sonraki günler
için bir hazırlık gibi olmuştu. Güneş
alçalırken Akyaka’ ya vardık
.
Akyaka, doğal güzelliklerinin
yanısıra özellikle meşhur
arkeoloğumuz Halet Çambel ve
eşi, şair ve mimar Nail Çakırhan’ın
da burada yaşamış olmasıyla
ünlenmiş. Nail Çakırhan 1970 yılında
taşındığı burada, geleneksel mimari
özelliklerini günümüz şartlarıyla
buluşturan, çevre ve doğayla
uyumlu özel bir ev inşaa etmiş.
Ardından arkadaşlarından, özel
kişilerden ve turizm işletmelerinden
benzer evler yapması için
teklifler almış ve alanında bugün
Akyaka Evleri diye bilinen ekolü
oluşturmuş. Bugün de bu mirasa
değer verildiğinden yeni Akyaka
evleri bu mimariye uygun olarak
yapılmaktadır. Sezon dışı olması
nedeniyle oldukça ıssız olan
Akyaka’nın sokaklarında dolaşırken
evlerine ve bakımlı bahçelerine
hayran kaldık.
İkinci gün otelimizin iskelesinin
üzerindeki kahvaltımızdan ayrılmak
zor oldu ama bugün bizi uzun bir
yürüyüş beklediğinden çok da
oyalanmamak lazım. 11:00 gibi
Turnalı köyünün yakınlarından
yürüyüşe başladık. Yaklaşık 4 saat
süren kayalık alandaki tırmanış
bizi epeycene terletti. Başlangıçta
ağaçların arasında giden yol bir süre
sonra makilerin arasından gitmeye
başlayınca güneşten korunacak yer
pek az olduğundan terliyoruz ve sık
sık su molası veriyoruz.
Tepeye vardığımızda herkes
çimenlere seriliyor. Ilık rüzgarın
da etkisiyle kısa süre sonra
kendimize geldiğimizde bu sefer
de manzaranın güzelliğinden
kendimizden geçiyoruz. Tepeden
Gökova körfezinin mavisi göz
alıyor. O yükseklikten dipteki taşları
saymak mümkün adeta.
Bugün yine güneşli ve az rüzgarlı.
Tepeden inişe geçtiğimizde bizi
çok hoş bir parkurun beklediğini
görüyoruz. Geniş bir toprak yol, ulu
B
85
B
86
çam ağaçalarının arasından geçiyor.
Çok zevkli bir yürüyüş ile saat 16:00
civarı Sarnıç köyüne vardık. Öğle
yemeğimizi bir köy evinde yiyoruz.
Menü; tarhana çorbası, ıspanak
ve taze sarımsak saplarından
yapılmış gözleme, salata, cacık. O
yorgunluğun üzerine bunların nasıl
güzel geldiğini anlatmamın imkanı
yok. Ev sahibimizin yaşlıcana annesi
ile sohbet çok hoştu.
alıştığından çok zorlanmadan
yürüdük. Yolda zaman zaman yine
nefis deniz manzaraları karşımıza
çıkıyor, bir ara Çiftlik köyünü de
tepeden seyrettik. Bir Bizans Dönemi
kilisesinde kısa bir mola verdik. Hava
sıcaklığı 23 derece, parçalı bulutlu ve
zaman zaman rüzgar sertleşiyor.
Mükellef bir piknik sofrasında öğle
yemeğimizi yedikten sonra tekrar
yürüyüşe geçtik.
Sonrasında minibüsle kısa bir
yolculukla Akbük’ de bitecek olan
3 km’lik yeni bir parkura başladık.
Günün sonunda Akbük plajına
vardığımızda bayağı yorulmuştuk.
Sahilde yorgun ayaklarımızı denize
sokup biraz dinlendikten sonra
iskele üzerinde biralarımızı ve
çaylarımızı içerek günü bitirdik.
Bugün yürüdüğümüz toplam mesafe
12 km.
Eski zamanlarda ulaşım için
kullanılan patikalardan geçip Bayır
köyünün Kayalıözü mevkinde
minibüsümüze kavuştuk. Ancak
yürüyüş öyle hoşumuza gitmişti
ki kimse hemen otele dönmek
istemeyince yürüyüşe devam ettik.
Yolda günün yorgunluğuyla ağır
ağır yürürken bir ara yoğun ve
Ertesi gün Akyaka’yı terk
edeceğimizden otelden
ayrılırken bavullarımızı minibüse
koyuyoruz. Planın biraz
gerisinde olduğumuzdan Turunç
yakınlarındaki antik Amos şehrini
gezemedik, uzaktan kalıntılarını
görebildik. İçmeler ve Turunç’u
geçtikten sonra saat 11:00 civarı
Kumlubük plajından yürüyüşe
başladık. Bu seferki parkurumuz çam
ormanı içinde tırmanışla başladı
ama eğim insanı çok yormuyor.
Ayaklarımız da artık tempoya
yüksek perdeden melemeleri
duyunca yoldan çıkıp tarlaya
daldık. Tarlanın ilerisindeki çitlerle
çevrili bir ağılın içinde bir sürü keçi
yavrusu görmeyelim mi. Yavrular
bizi görünce melemelerini daha bir
arttırdılar. Bunun üzerine sahipleri
olan bir köylü kadının gelmesi çok
sürmedi tabii. Bazı arkadaşlarımız
oğlakları sevmek için çitleri aştı
ve küçük yavruların paçalarını
çekiştirmelerine, ayakkabılarını
koklamalarına razı olarak yavruları
bolca sevdiler. Oğlakların yanında
oldukça uzun bir süre kaldığımızı
rehberimizin uyarılarılarıyla fark
ettik ve tekrar yola koyulduk.
Köye yaklaşırken patikada çöpler
artıyor. Bu maalesef genellikle her
tarafta böyle. Yolda gördüğümüz
çöpleri özellikle pet şişeleri
toplayıp mümkün olduğu kadar sırt
çantamızda aşağıya kadar taşımaya
çalışıyoruz.
19:30 gibi Bayır köyüne
varabildiğimizde meydanda çok
büyük bir çınar ağacı gördük.
Altındaki tabelada tam 1880 yıllık
olduğu yazılı. Boyu 35 m, çapı 2.8
m, çevresi 8.7 m. Altındaki plakette,
ağacın etrafında dönüldüğünde,
insanların daha mutlu ve daha uzun
yaşam süreceğine inanılmaktadır
yazıyor. Vakit oldukça geç
olduğundan bu güzel meydanın
keyfini çıkaramadan hemen
minibüse atlayıp bu sefer
Selimiye’ deki otelimize vardık.
Bugün kat ettiğimiz toplam
mesafe 13 km. Dördüncü günkü
parkurumuz Bahçeli köyünden
başladı. Kısa bir tırmanış sonrasında
genelde kayalık bir araziden vadi
boyunca yürüdük. Bu yürüyüşlerin
en güzel tarafı, her günü farklı bir
doğa içinde geçiriyor olabilmek.
Bir gün çam ağaçları arasındaki
bir toprak yoldan giderken başka
bir gün kayalık çıplak bir arazide,
diğer gün deniz manzaralı, başka
bir gün dağ başlarında, kimi zaman
tarlalarda kimi zaman kayalar
üzerinde yürüyebiliyorsunuz. Bir
gün kuzuları, oğlakları severken
ertesi gün kaplumbağları takip edip
çekirgeleri zıplatabilir, ertesi gün
yolunuzu açmak için örümcekleri
temizleyebilirsiniz. Kokular da
tabii değişiklik gösteriyor. En çok
rastladığımız adaçayı ve kekik
kokuları. Baygın limon ve portakal
çiçeği kokuları da insanı kendinden
geçiriyor.
Hemen hemen tüm gün Taşlıca
köyünün adının hakkını verircesine
bol taşlı bir parkurda yürüdük. Bir
ara taşların çok düzenli olduğunu
fark ettiğimizde rehberimiz orasının
antik bir yol olduğunu söyledi.
Yolda yabani atlar gördük. Dağ
başında özgürce dolaşırlarken çok
etkileyiciydiler. Bizden rahatsız
olup uzaklaştıklarında daha fazla
yaklaşmadık yanlarına. Patikamız
asfalt yola varınca minibüse bindik
ve kısa bir yolculuktan sonra diğer
parkura vardık. Yol kenarından
daldığımız patika, aşağıdaki koyda
bulununa Cumhuriyet köyüne
iniyor. Deniz manzaralı dar yolun
kimi yerleri gür yeşilliklerle hemen
hemen kapanmıştı. Rehberimiz en
önde örümcekleri temizleyerek bize
yol açıyordu. Akşam üstü güneşi
denize vururken katırtırnaklarını
andıran sarı çiçeklerin arasından
nefis kokular içinden geçip köye
vardık. Toplam 15 km’ lik yürüyüş
sonrasında sahildeki koltuklara
çöküp yine bira ve çay seremonisini
başlattık.
Son günümüze, oteldeki zengin
kahvaltıyı kısa keserek erkenden
başladık. Öncelikli planımız,
yürüyüşe başlamadan önce
Bayır köyünün ulu çınarını
tekrar ziyaret edip altında bir
kahve içmek. Bu arzumuzu da
gerçekleştirdikten sonra minibüsle
yine kısa bir yolculuktan sonra son
parkurumuzun başına vardık. Biz
yürüyüş hazırlıklarını yaparken yol
kenarındaki iskemlesine oturup bizi
seyreden köylü amcayı fark ettik.
Mustafa amca, bizim neyi niçin
yaptığımızı sıkı bir sorgulamayla
anladıktan sonra kızların her birine,
bahçesinden kopardığı süsenleri
hediye etti. Kendisine çok teşekkür
edip çiçekleri yakamıza iliştirerek
yolumuza koyulduk.
Bugünkü rota orman içinde kısa
tırmanışlarla geçiyor. Hava bugün
biraz daha serin; ama güneşli.
Tırmanışlarda terledikten sonra
molalarda rüzgara dikkat etmek
gerekiyor. Fark etmeden şifayı
kapabilir insan. Sonrasında tarla ve
dere kenarından rahat bir şekilde
devam eden yürüyüşümüz Turgut
Şelalesinde sona erdi. Çok yoğun
ağaçlar arasında akan dere çok
büyük değil ama üzeri tamamen
yapraklarla kapanınca yemyeşil bir
dünya yaratmış. Şelale 2-3 m ve
döküldüğü yerde masmavi bir gölet
olmuş. Etrafta çok sayıda yabancı
turist gördük. Çevre tatil yerlerinden
jeep safari ile de buraya gelmek
mümkünmüş.
Şelale, bu yürüyüşümüzün son
noktası oldu. Bu gün katettiğimiz
mesafe 6 km. Böylece Karia Yolunun
52 km’ sini tamamlamış olduk,
kaldı 768 km… Ömür biter bu
yollar bitmez demiyoruz ama biz.
Daha yürürken bir sonraki rotayı
belirlemiştik bile. Hatta bir sonraki
yılı beklemek yerine bu sene Ekim
ayında yürümeye karar verdik.
Bakalım doğa sonbaharda önümüze
hangi güzelliklerini serecek. İnsan
bir kere alıştı mı bu güzelliğe, tekrar
aramaması gerçekten imkansız.
(www.swturkey.com, www.kariayolu.
com, Karia Yolu – ISBN 978-60563825-0-5)
B
87
KARAKTER TESTİ SONUÇLARI
Mizah temalı Kasım 2014
sayımızdaki Karakter Testi
başlıklı yazıda yer alan
sorularımızın yanıtlarını
aşağıdaki listede
bulabilirsiniz.
B
88
1 Rin Tin Tin
2 Billy the Kid
3 Calamity Jane
4 Düldül
5 Red Kit
6 Averell Dalton
7 William Dalton
8 Jack Dalton
9 Jo Dalton
10 Garfield
11 Odie
12 Bayırgülü
13 Casper
14 Barbar Conan
15 Kinova/ Sam Boyle
16 Eşek Herif
17 Tonton
18 Şaban
19 Arap Kadri
20 Martin Mystere
21 Sally
22 Linus
23 Woodstock veya
Peppermint patty
24 Lucy
25 Charlie Brown
26 Snoopy
27 Deli Ziya
28 Fester bester tester
29 Avanak Avni
30 Archie
31 Hüdaverdi
32 Jane Bond
33 Basri
34 Fatoş
35 Valiant
36 Alfred e. Neuman (MAD)
37 Güngörmez Dursun
38 Küçük Prens
39 Abdülcanbaz
40 Safinaz
41 Temel Reis
42 Kabasakal
43 Köfteci Ton Ton
44 Mister No
45 Abdullah
46 Mandrake
47 Robot Ali
48 Cırcır Böceği Muhlis Bey
49 Yavrum Mithat
50 Profesör Oklitüs
51 Rodi
52 Çelik Bilek
53 Gamlı Baykuş
54 Kit Willer
55 Tex Willer
56 Kit Carson
57 Tiger Jack
58 Kaptan Haddok
59 Tenten
60 Dupont ve Dupond
61 Fındık/ Boncuk
62 Çiko
63 Zagor Tenay
64 Jon
65 66 Spy vs Spy
67 Konyakçı
68 Tommiks
69 Doktor Sallaso
70 Rasmus
71 Zembla
72 Ye ye
73 Tom braks
BOGAZIÇI
MAAS
M.A. in Asian
Studies
@ Boğaziçi University
Boğaziçi University
M.A. Program in Asian Studies (MAAS)
B Bebek, Istanbul, Turkey
90
90
Phone: 90-212-359 4586
Fax: 90-212-359 6546
Email: [email protected]
Study
ASIA
Get ready for the Asian century!
Boğaziçi University
M.A. in Asian Studies
Applications
invited for
Spring 2015
semester
Application period
15-26 December 2014
For more information:
www.maas.boun.edu.tr
Contact:
Program coordination office
Saadet Özen
Buket Köse
[email protected]
0212 359 4586
The rise of Asia is defining global processes in all
respects, which makes it absolutely necessary for
individuals from any walk of life to have a better
understanding of the dynamics behind the ascent of
the Asian continent. The Master of Arts Program in
Asian Studies (MAAS) aims to provide students with a
solid foundation in this field, and to prepare them for
the challenges of the 21st century. Combining a multidisciplinary approach incorporating political,
economic, social and cultural studies of Asia with
language courses the program prepares students for a
wide range of career options in today’s and tomorrow’s
world where Asia is to play an increasingly assertive
role.
MAAS is offered by Boğazici University Institute for
Graduate Studies in Social Sciences, supported by the
Asian Studies Center and the Department of History.
Students can choose a two-year thesis track or a oneyear non-thesis track for their degree.
BÜMED'IN
OBJEKTIFINDEN
BÜMED'in sosyal medya hesaplarında beğenilen
fotoğrafları derlemeye devam ediyoruz. Sizler de çektiğiniz
dernek ve okul fotoğraflarınızı yayımlatmak üzere bize
gönderebilirsiniz: [email protected]
B
92
B
93
Konstantin ve Justinyanus'un Ayak İzleriyle
BİZANS'IN İSTANBUL'U - 2
Doğu Roma imparatorluğunun başkenti Constantinopolis ' i günümüze kadar süregelmiş yapı ve yıkıntılar arasında keşfedelim.
BU gezi
GÖRÜLECEK YERLER
•Aya İrini Kilisesi •Million Anıtı •Yerebatan Sarnıcı
•Ayasofya ( Müze Kart ) •Aya İrene ve Sampson Hastanesi
•Saray Mozaik Müzesi •İmparatorluk Sarayı Koridorları
•Hippodrome ve Sphendone •Saray Yıkıntıları
•Küçük Ayasofya ( Sergeius & Bacchaus Kilisesi )
Tarih: 20 Aralık 2014, Cumartesi
Saat: 09.00 – 16.00
Katılım 40 kişi ile sınırlıdır.
Buluşma Yeri Saati: Ayasofya Müzesi girişi, 09.00
KATILIM BEDELİ
Üye:110 TL (Müze kart sahipleri 90 TL)
Misafir:140 TL( Müze kart sahipleri 120 TL)
(Öğle yemeği fiyata dahil değildir.)
Bilgi ve Kayıt için: 212 3595813 [email protected]
/bumedofficial
/bumedofficial
www.bumed.org.tr
in /bumed
BU gezi
&
işbirliği ile ...
BİR KIŞ MASALI: ESKİŞEHİR
Eski ile yeniyi, tarih ile modern zamanı birleştiren şehir: Eskişehir. Tarihi konakları, parkları, genç
nüfusu, şehrin vazgeçilmezi Porsuk Çayı, keyifli gece hayatı, tarih boyunca farklı kültürlerin etkisinde
gelişen mutfağı ile Eskişehir, hızlı tren ile artık daha yakın. BUgezi ile bir kış yolculuğuna davetlisiniz…
GEZİLECEK YERLER
•Devrim Arabası
•Odunpazarı Evleri
•Kurşunlu Cami ve Külliyesi
•Osmanlı Evi
•Çağdaş Cam Sanatları Müzesi
•Yılmaz Büyükerşen
Balmumu Heykel Müzesi
•Atlıhan El Sanatları Çarşısı
•Şelale Park
•Atatürk ve Kültür Müzesi
•Lületaşı Müzesi
•Porsuk Çayı
Tarih: 17-18 Ocak 2015, Cumartesi - Pazar
Katılım 20 kişi ile sınırlıdır.
Buluşma Yeri Saati: 07.15 - Pendik Tren İstasyonu
KATILIM BEDELİ
Üye:
395 TL (İki kişilik odada kişibaşı)
Misafir: 445 TL (İki kişilik odada kişibaşı)
Tek kişilik konaklama farkı: 75 TL
Firuze Konak Butik Otel’de oda&kahvaltı konaklama, tren bileti, rehberlik hizmeti, özel araç ile ulaşım, programda belirtilen turlar,
müze giriş ücretleri, iki öğle yemeği, TÜRSAB seyahat sigortası
Bilgi ve Kayıt için: 2123595813 - [email protected]
/bumedofficial
/bumedofficial
www.bumed.org.tr
in /bumed
+90 212 317 22 00 / WWW.RADO.COM