Devrimciler genç olur. - Arıyorum İTÜ Gazetesi

Transkript

Devrimciler genç olur. - Arıyorum İTÜ Gazetesi
K.E.K grubu albümcüğü hediye
Türkiye’nin ilk albümcüğünü Arıyorum veriyor!
Sadece 1000 okurumuza... K.E.K grubuyla yapılan özel röportaj 12. sayfada
arıYORUM
itü gazetesi
ondördüncü sayı, aralık ikibinsekiz
ISSN: 1305-4783
İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Basın Yayın Kulübü’nün süreli yayınıdır.
Rektör Şahin ilk kez Arıyorum’a konuştu:
‘Devrimciler genç olur.’
TÜ’nün 6 Ağustos 2008’te göreve gelen
yeni rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin,
İTÜ kamuoyunda fazlaca merak uyandırdı.
Rektörlüğe gelişinden yaptığı ilk icraatlara
kadar çok konuşuldu, çok tartışıldı. Hala
merak konusu olan birçok konuda Prof. Şahin
‘icraatlarıma bakın’ diyerek yanıt verdi.
İ
İTÜ’de nüfus
patlaması
Eğlence mi,
taciz mi?
ontenjanlar arttı
ama İTÜ bu
ağırlığı kaldırabilecek mi? Eğitim
kalitesinde
yaşa-nabilecek
sıkıntılar neler?
Yurt ve yemekhane
başta olmak üzere
kontenjan artışının
eksileri... > 7. sayfa
E
K
lektrik kesintisi
nedeniyle
başlayan yürüyüş
tacize mi dönüştü?
Vadi yurtlarında
kalan öğrencilerin 3
yıldır geleneksel
olarak düzenlediği
yürüyüş bu yıl sert
tartışmalara sahne
oldu. > 8. sayfa
‘Irregular’ olayım mı?
Hazırlık öğrencileri karar vermeden önce bu
yazıyı okumalı! > 11. sayfa
Yaşının, mevcut rektörlere göre genç
olmasına karşılık da ‘devrimciler genç olur’
yanıtını veren Şahin, acaba İTÜ’de devrim
niteliği taşıyacak atılımlar yapabilecek mi?
Rektör Şahin’in projeleri, bakış açısı ve
merak uyandıran bütün konulara cevabı bu
röportajda... > 16-19. sayfa
Bir doktor, bir
fotoğrafçı: Özgür Çakır
elankolistanbul’adını bir sergiye
veren bir fotoğrafçı için ‘içine
kapanık, kısa cümleler kuran, ağzından kerpetenle laf alınan birisi’ tanımlarını uygun
görürdük; tanıştığımızda yanıldığımızı
anladık. Gazetemizin ilk foto-röportajına
Özgür Çakır’la başladık... > 22-23. sayfa
‘M
Aziz İstanbul
Dali: ‘Ben
deli değilim!’
Psikolojik danışma sayfaları
İTÜ Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Merkezi her türlü
sıkıntınıza çözüm buluyor;
yalnızlık, içine kapanıklık,
motivasyon eksikliği ve
dahası... > 14-15. sayfa
Fotoğraf çekmeye
başlıyoruz
Nasıl bir makinaya sahip
olursanız olun, güzel fotoğraf
çekmek size bağlı...> 13. sayfa
Bir çizgiroman klasiği:
Sandman
Prof. Dr. Muhammed Şahin
Doğumunun 20. yılı biterken
farklı ve öncü çizgiroman...
> 27. sayfa
ultanahmet
Meydanı etrafında keşfedilmeyi
bekleyen mütevazı
ama görkemli tarihi
yapılardan yalnızca
ikisi; Küçük
Ayasofya ve Sokullu
Mehmet Paşa
Camii... > 24-25. sayfa
S
ali İstanbul’a
geldi. İspanyol
ressam Salvador
Dali’nin eserleri
Emirgan’da Sakıp
Sabancı Müzesi’nde
sergileniyor. İlginç
ve sıradışı yaşam
öyküsü ile sürrealist
Dali’yi daha iyi
tanımalısınız...
D
> 20-21. sayfa
İTÜ Geliştirme Vakfı’nın katkılarıyla...
arıYORUM
arıYORUM
2
Aralık 2008
Aralık 2008
Kimin gazetesiyiz?
a
Dum
cip
Ne
Fatih Avcı
Bu sayımızda 1000 okurumuz K.E.K albümcüğüne sahip olacak..
öyle yerleşkede tur attığınızda ve
Arıyorum’u sorduğunuzda çeşitli
bilgiler alırsınız. Genel itibari ile çok
olumlu görüşler ortaya çıkıyor. Bu
bizi mutlu ediyor. Bunun yanı sıra
özellikle gazetemizi tanımayanlar
tarafından değişik bilgiler almanız da
olası. Benim bu gazetenin editörü
olduğumu bilmeyenlerin olduğu bir
toplantıda da bu tür konuşmalara
tanık olmuştum; Arıyorum Rektörlüğün gazetesiymiş, bütün masraflarını Rektörlük karşılıyormuş,
hatta YÖK’ten falan destek alıyormuş!
Üstüne üstelik çalışanlar da maaş
alıyormuş... Nüktedan birinin
söylediğini düşünerek gülümsüyoruz
fakat yine de bazı açıklamalar yapmak gerekiyor; en azından bunca yıllık emeğimize saygı açısından.
Biz bugüne kadar Rektörlükten
ufacık da olsa maddi yardım almadık.
İlk sayımızı çıkarttığımız Ocak
2005’ten itibaren hep kendi çabalarımız, sporsor arayışlarımız ve bağışlarla bugüne geldik. İlk sayımızı
çıkardığımızda ne odamız vardı ne de
gazeteyi bastırmaya gücümüz. Çabaladık, uğraştık, zorladık... Çok sıkıntı
yaşadık. Bunları belki ileride daha
ayrıntılı anlatırız ama odamızdan
kovulmalara kadar varan olaylarla
uğraştık. Amacımız İTÜ’de iletişim
ortamı oluşturarak etkileşim sağlamaktı. Başardığımızı düşünüyorum.
Öğrencilerden öğretim üyelerine, personelden mezunlara kadar herkesi
ilgilendiren ve herkese söz hakkı
tanıyan bir gazete olduk. Kimseye
bağlı olmadan ve gerçekten tarafsız
bir şekilde yayınladık bugüne kadar
bu gazeteyi. Bundan sonra da aynı
titizlikte olacağımızdan kuşkunuz
olmasın.
Bu sayımıza kadar gazetemizde
yayın sahibi olarak Prof. Dr. Erkin
Nasuf görünüyordu. Bu konuda da
zaman zaman eleştiriler alıyorduk;
çünkü Erkin Nasuf Rektör yardımcısıydı. Bunu da açıklayalım.
Biz, Arıyorum’un tamamen
kurumsal yapıya sahip olması için
yasal altyapıları sağlam temellere
oturtmak istedik. Bu yüzden de İTÜ
içerisinde kurumsal olarak yayınlanacak bir gazetenin ancak kurumsal
bir temsilcisi olmasıyla mümkün
olduğunu düşündük ve bu yüzden,
aynı zamanda kulübümüzün danışman hocası olan Prof. Dr. Erkin
Nasuf’un, yayın sahipliğini almasını
istedik. Diğer türlü yayın ‘bireysel’
yayın sıfatından öteye geçmekte
güçlük çekiyor. Bunun örneklerine
tanık olduk.
Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum ki ne Erkin Nasuf ne de bir
başkası bizim yayınlarımıza, içeriğimize müdahale etmedi, sansür
uygulamadı. Biz de kendi içimizde bu
anlayışla hareket ediyoruz, edeceğiz.
Bu konuda bize güvenmenizi istiyoruz. Yoksa zaten bugünlere gelemezdi Arıyorum; hala sizlerle paylaşamazdı.
Ş
Bu arada K.E.K grubu gerçekten
övgüye değer müzik üretimi yapıyor.
Hem kendi bestelerini hem de düzenlemelerini büyük bir titizlikle hazırlıyor. Mühendislik okuyup müzisyen
olanlar kervanına katılmaya aday
olan K.E.K grubunu canlı olarak da
mutlaka dinleyin.
Fakat, az da olsa İTÜ içerisinde
oluşmuş olan yanlış algıdan ötürü,
biz yayın politikası olarak bundan
böyle İTÜ yönetiminde olan hocalardan bağımsız hareket edeceğiz. Bu
fikrimi-zi eski yayın sahibimiz Erkin
hocamız-la da konuştuk ve anlayış
gösterdi. Kendisine bugüne kadar
vermiş olduğu katkılardan ötürü
teşekkür ediyoruz. Dolayısıyla bizim
eski veya yeni hiçbir İTÜ yönetimi ile
organik bir bağımız bulunmuyor.
Bununla birlikte Rektörlükle elbette
görüşmeler, söyleşiler yapıyoruz.
Bunlar bizim İTÜ öğrencilerinin
sorunlarını doğrudan iletmemizi ve
bunlara çözüm bulmamızı sağlıyor.
Sözün özü biz sadece kendimizin
gazetesiyiz ve yasal yollarla hareket
ediyoruz. Lütfen bize olan güveninizi
koruyun ve her türlü konuda fikrinizi
belirtmekten çekinmeyin.
Fikirler şiddete dönmemeli
Üniversitelerde gerginlik artıyor.
Artık fikir çatışmalarında şiddete
başvuruluyor. Arıyorum olarak her
türlü şiddete karşı duruyoruz. Bu
sayımızı baskıya vermeden hemen
önce İTÜ’de iki farklı grubun birbiriyle bıçaklı kavgada bulunduğunu
üzülerek öğrendik. Nadir de olsa
İTÜ’de bu tür şiddet eylemlerinin
olması üzücü. Buna aklı başında
hiçbir vatandaş imkan vermemeli.
Rektörlük de bu çatışmaların olmaması için elinden geleni yapmalı. Yine
de en önemli vazife biz öğrencilere
düşüyor. Konuşarak, uzlaşarak tartışmayı öğrenmemiz ve her türlü fikre
saygı duymamız gerekiyor. Hiçbir
olumlu ürünün elde edilemeyeceği
kısır tartışmalarda bulunmanın zarar
verdiği açık.
Rektörle röportaj
Yeni rektörümüzle röportajımız
çok ses getireceğe benziyor. Merak
edilen birçok şeyi sorduk. Belirtelim,
ilerleyen aylarda bu röportajda vaad
edilenlerin durumunu da yine Rektör
beye soracağız. Umarız söylenenler
yarıda kalmaz.
K.E.K grubu ve Türkiye’nin ilk
albümcüğü
Gazetemiz yine bir ilke imza atıyor
ve Türkiye’nin ilk albümcüğünü,
okurlarımızla paylaşmanın sevincini
yaşıyor. K.E.K grubuyla röportaj yapmak için toplandığımızda çıkan bu
fikir hem bizi hem grubu çok heyecanlandırdı. Hızlıca çalışmalara
başladık ve bu sayımızla birlikte bin
adet K.E.K albümcüğünü hazırladık.
Gazetemizi 10 bin basıyoruz ancak bu
bin albümcük, gerçekten ilgi duyan
arkadaşlara, isim ve e-posta karşılığında verilecek. E-postalara daha
sonra atılacak bir mesaj ile albümle
ilgili geri bildirimler istenecek.
İTÜ-Taksim Mekik servisine şikayet
Bali Turizm tarafından İTÜ-Taksim
arasında mekik uygulaması bir
süredir yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde Taksim’de İTÜ’ye dönmek için
servis bekliyorduk. 00.30’da gelmesi
gereken servis 15 dakika sonra geldi
ve geldiğinde içi tamamen doluydu.
Tabii birkaç kişi sıkışa sıkışa bindi
ama AKM önünde bekleyen yaklaşık
20 kişilik kalabalık servise binemedi.
Sırada bekleyen arkadaşlardan da
öğrendik ki servislerde bu sıkıntı hep
yaşanıyormuş. ‘AKM’de az sayıda
bekleyen olursa servis kalkmıyor,
servis kalkması gereken durağa
gelmeden yolcu alıp servisi dolduruyor, saatlere uymuyor, servis şoförü
öğrencilerle gereği gibi konuşmuyor,
lakayıt davranıyor’ gibi şikayetler
aldık. Bunlarla da kalsa iyi; servisin
gelmesini 40 dakika bekledikten sonra
Boğaziçi Üniversitesi’nin servis
şoförünün yardımseverliğine denk
düşüp o sayede İTÜ’ye gelen bayan
arkadaşlar var.
Özellikle bayan arkadaşların yurtlara gelmeleri sıkıntılı. Hem yollar
gereği kadar aydınlık değil, hem
İTÜ’yü koruyan köpeklerin geç
saatlerde koruma içgüdüleri daha da
fazla artıyor, hem de yurtlar İTÜ’nün
giriş kapılarından bir hayli uzak. Bu
durumda mekik servisinin katkısı
büyük. Ancak ‘şu saatte gelecek’
denildiği halde gelmeyen servis
öğrencilerin güvenlerini derinden
sarsıyor.
Gerçi ben bunları Bali Turizm
görevlilerine de söyledim. Yine de
işimizi garantiye alalım, bu sorunu
çözmüş olalım.
Yeni yıl hepimize öncelikle barış
getirsin. Barışın olmadığı bir dünyada mutlu olmak için gereken diğer
konuların önemi kalmıyor.
İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Basın Yayın Kulübü
Arıyorum İTÜ Gazetesi, Süreli Yayın, ISSN: 1305-4783
Yayın Kurulu:
Fatih Avcı, Gökçe Sezgin, Burak Avcı, M. Can İban, Sefa Demir, Necip Duman,
Burak Patpat, İrem Yüzeç, M. Can Çelik, Mehmet Buldu, Şafak Balcı, Meltem Bolluk,
Kürşat Arslan, Samet Aksoy, Başar
Özbent, Özgün Albayrak, Ersin Altın,
Meral Erdoğan, Neşe Şen,
İTÜ Basın Yayın Kulübü
Hakan Selçuk, Berkay Pamuk,
Arıyorum Gazetesi
Kutalmış Okur, Fahrettin Eroğlu,
Kıvanç Akyol, Onur Bülgin,
Olimpik Yüzme Havuzu Binası B girişi No: 306
Begüm Yıldırım, Deniz Çakar,
Ayazağa Yerleşkesi Maslak-İstanbul
Onur Karaca
İstanbul Teknik Üniversitesi Adına;
Yayın Sahibi Y. Doç. Dr. Semra Ahmetolan,
Genel Yayın Yönetmeni Fatih Avcı
Baskı: DPC İstanbul
[email protected]
www.gazete.itu.edu.tr
[email protected]
n, duma
izi
çtiklerim
nderin, se
erinizi gö
lım.
ya
Karikatürl
la
n
yı
ızda ya
bu sayfam
!
31
arıYORUM
Samet Aksoy
kitap
Aralık 2008
İTÜ’DE
Üniversite yönetiminde 10 KASIM
“Women Academics Beyond the
kadınlar Glass
Ceiling:
Kadın rektörler konferansı İTÜ’de gerçekleştirildi
okuyorum
Statü Endişesi - Alain De Botton
Modern yaşamın filozofu kabul edilen
Alain De Botton bu kitabında statü
endişemizin, başkalarının hakkımızda ne
düşündüğü korkusunun kaynakları ve
insanların, tarih boyunca, bunlara nasıl
karşı çıkıp hangi yöntemlerle onların
üstesinden geldiğinden bahsediyor.
Günlük yaşamımızda çokça rast-
ladığımız snobca* davranışlar üzerinde
duran Botton, bu davranışın bizi nasıl
engelleyebileceğini anlatıyor. Bunun
yanında kitabın başında ‘Statü
Endişesi’nin yeteneklerimizi ortaya
çıkarmamızı sağlayan bir iştah olabileceği de söyleniyor. Kitabı okudukça
günlük kaygılarımızın asla gözümüzde
Women Rectors Across Europe”
büyüttüğümüzden
daha
büyük
olmadığını anlıyor ve isteklerimize
dışarıdan bakarak onları yeniden
biçimlendirme olanağı buluyoruz.
*snob: Sosyal statüye fazla değer veren,
seçkin görünmek için bazı çevrelerdeki
düşünceleri benimseyen, hayranlık duyan
ve onlar gibi davranmaya özenen kimse
Bülbülü Öldürmek - Harper Lee
Avukatın 9 yaşındaki kızı babasının bu
suçuna karşılık kasabanın diğer
çocukları tarafından alaya alınıyor; kimi
zaman kızıp kavga ediyor, kimi zaman
sinirinden ellerini sımsıkı yumruk yapmakla yetiniyor. Küçük kız bize anlatıyor; babasının savunma sürecinde neler
yaşadıklarını, ağabeyinin kedisine nasıl
davrandığını, yanlarındaki eve yazları
Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali
Almanya' da bir sergide önce resme,
sonra resimdeki kadının gerçeğine aşık
olan bir adamın hikayesi yaşatılıyor
Kürk Mantolu Madonna' da. Yaşatılıyor;
çünkü o adamla aşık oluyor, gezdiği yerleri geziyor, yaşadığı acıları hissediyorsunuz kitapta. Dışarıdan bakıldığında
sıradan bir memur gibi duran Raif
Efendi Almanya'da ‘Alman Madonnası’
Maria ile geçirdiği aşk dolu zamanların
ardından babasının vefatı sebebiyle
yurda dönmek zorunda kalır; fakat
niyeti Maria' yı da yanına almaktır. Raif
Efendi ve Maria uzun süre birlikte kuracakları hayatın özlemiyle mektuplaşırlar;
ta ki Maria mektuplara cevap atmayı
kesene kadar... Raif yıllarca bekler ne
olduğunu bilmeden, kahrolarak. Artık
ümidi kalmamıştır ve asla mutlu olamayacağı bir aileye, kendi deyimiyle
beslemek zorunda olduğu yabancılara
sahiptir. Bu istemediği hayatı sürdüğü
sırada yaşadığı bir tesadüf; sessiz, içine
kapanık Raif Efendi' nin kitabı oluşturan
günlüğü yazmasına yol açar. Kitap,
isteklerimiz için harekete geçmemiş
olmanın acısını hissetmemize neden
oluyor ve kendimize yolculuğumuzda
kayda değer yol almamızı sağlıyor.
Karadenizin Kıyıcığında - Rıfat Ilgaz
Meral Erdoğan
Baygın bir şekilde kıyıya vuran köyün
yabancısı bir balıkçı, yerli halktan iki kişi
tarafından kurtarılıp yaşama döndürülüyor. Köyün fındık fabrikasında ağır
bir şekilde, yemekten başka geliri olmayarak çalışmaya başlar genç balıkçı.
Gönlüne engel olamayarak fabrika
sahibi ve köyün ağasının oğlunun aşık
olduğu kıza yakınlık duymaya başlar.
Masum bir aşk fabrikada sabahın
köründe, karşılıklı ve gizlice içilen çaylarla başlar. Cinsel arzularını aşk sayan
ağanın oğlu ise kızla evlenebilmek için
elinden geleni ardına koymamaktadır.
Kitapta masum aşka ne kadar hayran
olunuyorsa onu bozmaya çalışanlardan
bir o kadar nefret ediliyor. Ayrıca mekan
ve olaylar bize bir Karadeniz kasabasının belirli bir zaman dilimi içinde
sosyal ve ekonomik yaşamı hakkında
gerçekçi bilgiler sunuyor: fındıklık
açmak için yakılan ormanlar, toprak
sahibi olmanın köyde sağladığı statü,
köy insanlarının aşka dair düşündükleri... Kısacası, kitap bittiğinde, aynı
topraklardaki diğer kültürlerimizi daha
yakından tanıyor ve bir ağa oğlunun
bencilliğine sevgiyle karşı konulmasına
tanık olmuş oluyoruz.
Bir Hürrem Masalı
Yazdığı tarihi macera romanlarına alışık
olduğumuz İngiliz asıllı Avustralyalı
yazar Colin Falconer’in Bir Hürrem
Masalı adlı kitabıyla karşımıza çıkıyor.
Kitabı okurken Osmanlı ile ilgili
bildiğiniz bazı bilgilerin yanlış olduğunu
fark edeceksiniz. Kitap Kanuni Sultan
Süleyman'ın büyük aşkı Tatar güzeli
Hürrem'in kölelikten sultanlığa uzanan
Ulu önder Atatürk ölümünün 70.
yılında İTÜ ‘de anıldı.
kalmaya gelen çocuğa olan aşkını ve en
ince ayrıntısıyla kafamızda betimleyebildiğimiz nefes kesen mahkeme sahnesini. Harper Lee yaşamındaki tek eseri
olan bu romanında temel olarak sevgiyi
kou alıyor. Kitap 1962' de filme çekilmiş
ve 1963 yılında biri başrol oyuncusu
Gregory Peck' e olmak üzere 3 oscar
ödülü almış.
ve akıl almaz entrikalarla biçimlenen
yaşamını, ilk kez bu kadar çarpıcı ayrıntılarla işliyor. Kitaba göre Osmanlı
Tarihinin en güçlü kadını olarak Hürrem
Sultan, Kanuni ve Sadrazam İbrahim
Paşa ile yaşadığı ölümcül iktidar
mücadelesinde amaçlarına ulaşmak için
her şeyi göze alır. Kendisini köle yapanlara karşı beslediği kini, sultan olduktan
sonra intikam ateşiyle alevlendiren
Hürrem, Kanuni'yi de amaçlarına alet
etmeyi başarmış; çocuklarını bile oyunun
birer parçası yapar. Falconer'in ‘Bir
Hürrem Masalı’ diye çevrilen ve dört
baskı yapan romanı, tüm dünyada 16
dile çevrilmiştir. Sadece Almanya'da 200
bin adet satmıştır.
Kasım 2008 tarihinde Süleyman Demirel Kültür
Merkezi’nde düzenlenen törende, İTÜ Rektörü
Prof. Dr. Muhammed Şahin, öğrenciler adına Maden
Fakültesi öğrencisi İsmet Soyocak, Türkiye
Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet
İnönü’nün kızı Özden Toker ve Atatürk’ün manevi
kızı Ülkü Adatepe birer konuşma yaptı.
Saygı duruşunun ardından kürsüye gelen Rektör
Şahin, Atatürk’ün sözleri
üzerinden hazırladığı
konuşmasında anlamlı
mesajlara yer verdi.
Yıllardır matem havasında
yapılan 10 Kasım törenlerinin yerini daha bilinçli
ve Atatürk’e yakışan anma
biçimlerine bırakılması
gerektiğini söyleyen Şahin,
Atatürk gibi bir lidere
sahip
olduğumuzdan
ötürü coşku ve gurur duymamız gerektiğini belirtti. Rektör, konuşmasının
sonunda Halim Yağcıoğlu’nun ‘Atatürk’ten Son
Mektup’ adlı şiirine yer verdi.
Şahin’in
ardından
öğrenciler adına konuşma
yapan İsmet Soyocak, ‘Bu
10 Kasım’da Ata’yı ne
kadar anladığımızı, verdiği mesajları ne kadar izlediğimizi tartışmak yerine,
kısa konuşmamda sözü
daha çok Atatürk’e bırakmak istiyorum.’ diyerek
Nutuk’tan bölümler okudu
ve konuşmasını Atatürk’ün
Gençliğe Hitabesi ile sonlandırdı. Tören, Özden Toker ve Ülkü Adatepe’nin
konuşmalarıyla devam etti.
10
Fotoğraf, Serkan Taycan
Herkesin birbirini tanıdığı küçük ama
köklü bir kasaba... Zencilerin, haksız
yere de olsa, suçlandığında bir daha asla
temize çıkamadığı bir yer... Gün geliyor
siyah tenli bir adam haksız yere
suçlanıyor. Beyaz tenli bir avukat
kendini bu davada zenci ve masum bu
insanı savunmaya, kasaba halkının
önyargılarını kırmaya adıyor.
vrupa’daki kadın
rektörlerin deneyimlerini birbirleriyle
paylaşmaları ve kadın
akademisyenlerin yönetim kademelerinde daha
fazla yer alabilmelerine
ilişkin stratejiler
geliştirebilmek amacıyla
‘Women Academics
Beyond the Glass
Ceiling: Women Rectors
Across Europe’ başlıklı
konferans İstanbul’da
düzenlendi.
A
11-13 Kasım 2008 tarihlerinde
İTÜ’de düzenlenen konferans,
İTÜ
Rektörü
Prof.
Dr.
Muhammed Şahin ve konferans
yürütücüsü Prof. Dr. Gülsün
Sağlamer başkanlığında yapıldı.
Avrupa ve Türkiye’den gelen
kadın rektörlerin katılımı ile
gerçekleştirilen toplantılar İTÜ
Süleyman Demirel Kültür
Merkezi ve Taşkışla yerleşkesinde,
katılımcıların
sunumları ile tamamlandı.
Kadın akademisyenlerin,
yüksek öğretim kurumları yönetimlerinde yeterince temsil edilememesinin vurgulandığı konferansta, üniversite yönetimine
katılmayı
isteyen
kadın
akademisyenlerin sayılarının az
olduğu, bununla birlikte üst
düzey yönetim görevlerine talip
olmak isteyen kadınların da
görünmez engellerle karşılaştığı
belirtildi.
Organizasyona Türkiye ve
Avrupa’da rektör ve rektör
yardımcılığı yapmış veya yapmakta
olan
18
kadın
akademisyen katıldı. Kadın
akademisyenlerin deneyimlerinin paylaşılması, genç
akademisyenlerin üniversite
yönetimlerinde daha aktif rol
almaya teşvik edilmesi ve geleceğe yönelik proje ve işbirliklerin artırılması konusunda
konuşmalar yapıldı. Toplantı
sonucunda bu konuşmaların bir
kitap halinde toplanarak Avrupa
yüksek öğretim camiasına
sunulması kararlaştırıldı.
Türkiye, Finlandiya, İsveç,
Ukrayna, İngiltere, Almanya,
Sırbistan ve Yunanistan’dan
kadın akademisyenlerin katıldığı konferans, 2009 yılında
tekrar İTÜ’nün ev sahipliğinde
yapılacak.
UNICAFE: Türk kadın
akademisyenler önde
Avrupa Birliği 6. Çerçeve
Konferansı kapsamında desteklenen UNICAFE (Survey of the
University Career of Female
Scientists at Life Sciences versus
Technical Universities) projesinin sonuçları da toplantıda
ilk kez açıklandı. Araştırma
sonuçlarına göre, Türkiye yüzde
36’lık kadın araştırmacı oranıyla,
Avusturya,
Finlandiya,
Macaristan ve İtalya’yı geride
bıraktı.
Daha ayrıntılı bilgi için:
www.womenacademics2008.org
www.unicafe.ee
Cahillikler Kitabı
Bildiğiniz düşündüğünüz her şey yanlış!
Örnek verip sizi cahilliklerinizden biraz
olsun kurtaralım. Mesela; Dünya’nın
yedi tane uydusu vardır. Bütün insanların dört burun deliği vardır. Buhar
makinesi eski Yunan’da icat edildi. Bir
mavi balinanın yutabileceği en büyük
şey greyfurttur. Şu ana kadar ölmüş olan
bütün insanların yarısını dişi sivrisinek-
ler öldürmüştür. Dünyadaki en uzun
dağ Mauna Kea’dır. İnsanın en az dokuz
duyusu vardır. Maddenin onbeş hali
vardır. Su mavidir. Amerika, adını,
Amerigo Vespucci’den değil, Richard
Ameryk’ten almıştır. Uzaya giden ilk
hayvan meyve sineğidir. Panter diye bir
şey yoktur. Otuzsekiz Osmanlı padişahı
vardır. Fakat siz yazıyı okumadan önce
iki tane burun deliğimiz olduğunu,
Dünya'nın tek bir uydusunun bulunduğunu, beş duyumuz olduğunu, suyun
renksiz olduğunu, Amerika'nın adının
Amerigo Vespucci'den geldiğini ya da 36
Osmanlı padişahı olduğunu düşünüyorduysanız bu kitabı mutlaka okumalısınız.
AKIL VE BİLİM BAYRAMI YAPILMADI
Geçtiğimiz yıllarda ‘Akıl ve Bilim Bayramı’ başlığı
altında 3 gün süreyle düzenlenen anma etkinliğinin, bu
yıl sade bir şekilde tek gün olarak düzenlenmesi
dikkat çekti.
Begüm Yıldırım
3
4
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
İTÜRO 2009’a sen de
hazır mısın?
M. Can İban
asında ya da okula asılan
afişlerde mutlaka görmüşsünüzdür. İTÜ’de bahar aylarında bir
robot olimpiyatı düzenleniyor birkaç
senedir. Tüm Türkiye’den gelen
robotların, hakemler ve gözlemciler
eşliğinde çeşitli kategorilerde
yarıştığı ve sergilendiği olimpiyatlar
ve bu organizasyonu düzenleyen
OTOKON hakkında Buse Baycan
(kontrol mühendisliği 3. sınıf), Duygu
Sönmez (elektronik mühendisliği 1.
sınıf) ve Alper Yükselen (kontrol
mühendisliği 1. sınıf) ile bir söyleşide
buluştuk. Söylediklerinden yola
çıkarak, belirli konularda yazılması,
çizilmesi gereken şeyler mevcut.
B
OTOKON nedir, ne değildir?
Kontrol ve Otomasyon Kulübü, 2007
yılından beri İstanbul Teknik Üniversitesi’nde robot olimpiyatlarını düzenliyor. Bunun haricinde eğitimler düzenleyip ‘Kontrol’ dergisini çıkarıyor.
Teknik gezilerle birlikte, proje destekli
proje çalışmaları da yapılmakta. Üst
dönemlerin, fikir babası olduğu İTÜ
Robot Olimpiyatları, yeni gelen öğrencilerin katkılarıyla birlikte organize
ediliyor.
Robot Olimpiyatlarının hazırlık süreci
Olimpiyat hazırlıklarında iki evre
var. Birincisi ‘İTÜRO’ya hazırlık’ evresi,
ikincisi de ‘İTÜRO’ya hazır mısın?’
evresi. Birinci evre, teknik bir olimpiyat
olduğu için, Ocak ayına kadar teknik bir
hazırlık sürecini kapsıyor. Şubat sonu
çalışmaları yoğunlaşan ve nisanda
düzenlenen olimpiyata da ‘hazır mısın?’
denilerek duyurusu planlanıyor.
OTOKON, üç ayrı ekip olarak çalışıyor.
Bunlar; organizasyon, tanıtım ve sponsorluk ekipleri. Bu ekipler, kendine
ayrılan görevler dışında, koordinasyonla da ilgilenmekte.
Destek, ilgi ve hedef kitle…
Organizasyonun hedef kitlesi, robotiğe ilgi duyan herkes. Teknik bir organizasyon olduğu için, genelde teknik liseler ve teknik üniversiteler hedef
kitlesinin içinde. Maddi destek veren
tanıtım sponsorlarının yanı sıra
OTOKON, TÜBİTAK ve TÜBİDER gibi
kendilerini kanıtlamış kurumlardan da
destek bekliyor. Daha önceki organizasyonlara gösterilen ilgi, beklentileri genel
olarak karşılamasına karşın, uluslararası
alana açılmak için, ilk önce ulusal alanda kendilerini pekiştirme gerektiği
düşüncesi hakim kulüp içerisinde.
Fotoğraf, M. Can Çelik
Olimpiyatlarda elde edilen başarılar ve
sonuçları
Geçen sene ‘kendini dengeleyen
robot’ kategorisi konuldu. O kategoride
bir adet İTÜ’nün, bir adet de ODTÜ’nün
robotu bulunuyordu. Bu kategoride İTÜ
birinciliği elde etmişti. Bireysel olarak
katılıp derece alanların yanı sıra
ODTÜ’den de dereceler geldi. İTÜ’nün
başarı olarak kabullendiği şey, biraz
daha amaca yönelik. Bu da insanların
robotiğe olan ilgisini arttırmak. Bu ilgiyi
de artırdıklarını, her geçen sene artan
eğilimle görebiliyorlar ve bunu daha da
fazla arttırmayı planlıyorlar.
ODTÜ’deki organizasyonla birlikte,
artık insanların ilgisini İTÜ’deki
olimpiyat da çekmeye başladı.Bu duruma göre organizasyonların çakışmaması
için, uygun tarihler düzenlenmekte.
Turuncu Şapkalılar Projesi
‘Kariyer Koçluğu Eğitimi’ İTÜ’ de
ariyer Planlama ve İş
Geliştirme Derneği (KİPDER),
geçen yıl İstanbul Teknik Üniversitesi ve Kadir Has Üniversitesi'nde pilot olarak uyguladığı
‘Turuncu Şapkalılar Kariyer
Geliştirme Projesi’ni bu yıl, birçok
farklı üniversiteden gönüllü
öğrencilerin desteğiyle, tüm
Türkiye’de uygulamaya çalışıyor.
K
Araştırmalar iş arayan 2,5 milyon
kişinin, 600 bininin üniversite mezunu
olduğunu göstermekte ki bu sayı,
Türkiye’deki tüm üniversitelerden bir
yılda mezun olanların sayısına eşittir.
Aynı zamanda üniversite mezunlarının
yüzde 75’inin öğrenim gördükleri
alanın dışında bir iş kolunda çalıştıkları,
kariyer bilincine sahip olmadıkları için
sık sık iş değiştirdikleri ve kişilikleriyle
örtüşmeyen işlerde çalıştıkları için, performanslarının
düşük
olduğu
görülmektedir.
Turuncu Şapklalılar Kariyer
Geliştirme Projesi de işte bu sorunlara
çözüm oluşturmayı amaçlamakta.
Sponsorların desteği ile gerçekleştirilecek olan proje kapsamında, her üniversiteden 30 öğrenciye kariyer geliştirme
danışmanları tarafından ‘Kariyer
Koçluğu’ eğitimi verilecek ve eğitimi
alan öğrencilerin, lise ve üniversite
öğrencilere koçluk yapması istenecek.
Bunun yanı sıra, her biri farklı
üniversitelerde toplam 6 adet olmak
üzere, farklı sektörlere ilişkin birer gün
sürecek olan sektör zirveleri düzenlenecek. Zirveler süresince kurulacak
olan iş/staj masalarında öğrencilere
kariyer imkanları sunulacak. Bir üniversitede ise tüm Turuncu Şapkalılar'ın
katılacağı büyük bir kariyer organizasyonu düzenlenecek ve bu organizasyona farklı sektörlerden birçok firma
katılacak. Konserlerin de yer alacağı bu
organizasyonda firmalar seminer ve
mülakatlar da düzenleyebilecek.
Bu seneki İTÜ eğitimi 22 Kasım
Cumartesi itibariyle çok eğlenceli bir
şekilde başladı. Eğitimi alan öğrenciler
daha ilk günlerinde yaptıkları çalışmalar ve oyunlarla kendilerini tanımaya
ve keşfetmeye yönelik büyük bir yol
katettiler. ’Kariyer Koçluğu’ eğitiminin
ilk aşamasını güzel anılarla geride
bıraktılar.
Yeni kategoriler
Bu sene yeni bir kategori konulmaması gündemde çünkü her sene yeni
kategori eklemek ile insanlara ve
robotik bilmine bir katkıda bulunulamayacağı sonucuna varılmış.
OTOKON ve İTÜ
OTOKON,
önceki
yıllarda
İTÜ’lülerden gelen katılımın bu sene
artmasını bekliyor. Başlıca katılımın,
İTÜ’den olmasının, teknik üniversiteye
yaraşır bir hareket olduğunu ve başlıca
projelerin de İTÜ’den çıkması gerektiğini düşünüyorlar. Olimpiyatların yanı
sıra, faydalı olabilecek çok sayıdaki
seminerin de, İTÜ’lüleri beklediğini
belirtiyorlar.
OTOKON’un, robot olimpiyatları
dışındaki faaliyetleri
Eğitim ekibi, her dönem başında
toplanıp dönem boyunca devam edecekleri eğitimleri kararlaştırırlar. Bu
dönem üç eğitim verilmekte: C programlama dili, robotik ve C dili ile mikro
denetleyici kullanımı. Bu eğitimleri,
tecrübeli öğrenci arkadaşlar vermekte.
Ayrıca teknik proje faaliyetleri yapılmaya çalışılıyor ama yine daha fazla
katılım olması gerekmekte. Özellikle,
eğitimlere gelen arkadaşların, bu konuda teşvik edilmesine rağmen, bu konuda bir isteksizlik söz konusu…
‘Kontrol’ dergisine ise, kontrolle
ilgilenen tüm arkadaşların yazıları bekleniyor.
İTÜ OTOKON Web sitesi:
www.otokon.itu.edu.tr
Röportajın hazırlanmasında katkılarından dolayı
OTOKON üyesi İTÜ Kontrol Mühendisliği 2.
sınıf öğrencisi Anday Demirsoy’a teşekkür ederiz.
Selahattin İncecik’e
Nobel Teşekkürü
TÜ Uçak-Uzay Bilimleri Fakültesi,
Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
öğretim üyesi Prof. Dr. Selahattin
İncecik’e, çalışmalarına katkıda bulunduğu Intergovernmental Panel on
Climate Change’in (IPCC) Nobel Barış
Ödülü almasında dolayı bir teşekkür
belgesi gönderildi.
İklim değişikliği konusunda
gündem yaratan
çalışmalara
imza
atan
IPCC’in
iki
Türk üyesinden biri olan
İncecik, hava
kirlenmesi
konusunda
yaptığı
araştırmalar ile
tanınıyor.
İ
29
Kısa bir mola
Bu aralar canınız çok mu
sıkıldı? Dersler, ödevler,
vizeler, finaller derken
kendinize zaman mı
ayıramadınız? İşte şimdi
kendiniz için bir şeyler
yapmanın tam sırası...
Meral Erdoğan
GEZİLECEK
İnsan Halleri
( 10 EYLÜL-25 OCAK 2009)
Meissner bulunuyordu. Hicaz demiryolu projesi ile Şam ile Medine ve
Mekke şehirleri birbirine bağlanıyordu.
II.. Abdülhamid Han, 50 bin lira ödeyerek yardımda bulunanlar listesinin en
başında yer aldı. Bütün Müslüman
ülkelerinden özellikle Hindistan, İran,
Tunus, Cezayir, Rusya Müslümanları,
Doğu Türkistan, Sumatra, Java,
Malezya'dan büyük yardımlar gelmiş,
Afganistan Sultan Amir Han da en yüksek yardımı yapan kişiler arasında yer
almıştı. Ve Nihayetinde Bu yardımlar
sonrasında l Eylül 1900'da hicaz
Demiryolu inşaatına başlanıldı. Taksim
Atatürk Kitaplığı’nda 20-30 Kasım tarihleri arasında Abdüsselam Ferşatoğlu’nun ‘Hicaz Demiryolunun 100. Yılı
Fotoğraf Sergisi’ ziyaretçilere açılmıştı.
Bu sergiyi kaçırdınız ancak mutlaka
yeni açılacak sergileri takip edin.
kendilerini devasa ada Madagaskar
sahillerine çıkmış bulurlar. New Yorklu
kahramanlarımızın bu engeli aşmak için
buldukları çözüm yolunda penguenlere
iş düşmektedir. Penguenler yere
çakılmış eski bir uçağı tamir ederler.
Fakat uçağa bindiklerinde Afrika’nın
uçsuz bucaksız düzlüklerini dolaşıp her
yeri görecek kadar uzun süre havada
kalmayı başaramazlar. New York’taki
hayvanat bahçesinde doğup büyümüş
kahramanlarımız, Afrika macerasında
hayatlarında ilk kez kendi cinslerinden
hayvanlarla karşılaşacaktır. Ama Afrika,
Central Park’taki yuvalarından daha iyi
ve daha güvenli midir?
1995'te basılacağı duyurulan ‘Chinese
Democracy’ albümü, 1991 tarihli Use
Your Illusion albümlerinin ardından
piyasaya çıkarılmak üzere hazırlanmıştır. Bu albümün yerine sürpriz bir
şekilde ‘The Sphagetti Incident?’
albümü, Geffen etiketiyle çıkartılmıştır.
Albümün gruba maliyeti, bir tahmine
göre 13 milyon doları aşmıştı. Bunun
üzerine, Geffen yapım şirketi artan
maliyetleri görüşmek üzere projeyi dondurmuştu. Chinese Democracy albümündeki bazı şarkılar daha önce bazı
kesim dinleyicilerin karşısına çıkmıştı.
Örnek olarak Shackler's Revenge adlı
parça Rock Band 2 video oyununda
soundtrack olarak ortaya çıkmıştı. Bu
durumda ilginç bir tepki olarak
Amerikan meşrubat üreticisi Dr. Pepper
da 17 yıldır beklenen Chinese
Democracy albümünün bu yıl içinde
çıkması durumunda ABD'deki herkese
bir kutu bedava meşrubat vereceğini
açıklamıştı.
Demir Demirkan (Devrim Arabaları)
DİNLENECEK
Guns N’ Rose
İZLENECEK
A.R.O.G.
İstanbul Modern Sanat müzesi bu
sefer de "İnsan Halleri" başlıklı yeni
fotoğraf sergisine ev sahipliği yapıyor.
Sıtkı Kösemen, Ergün Turan, Süreyya
Yılmaz Dernek'in fotoğraflarından
oluşan Küratörlüğünü Engin Özendes'in üstlendiği sergide, galerinin bir
duvarında Ergün Turan ve Süreyya
Yılmaz Dernek'in en doğal halleriyle
yoldan gelip geçenleri çektiği, öteki
duvarda ise Sıtkı Kösemen'in ölü taklidi
yapan kişileri saptadığı fotoğraflar yer
alıyor. 52 muhteşem fotoğrafın bulunduğu serginin en ilginç yanı ise sergi
alanında bulunan deftere, numaralı
fotoğraflar üzerine hikâye yazabiliyor
olmanız. 25 Ocak tarihine kadar sürecek
olan sergiye hepimiz davetliyiz.
İstanbul Modern her Perşembe günü,
kapılarını tüm ziyaretçilere açıyor.
Sanatı, her kesimden ziyaretçinin
kültürel yaşamının bir parçası yapma
amacıyla İstanbul Modern, ziyaretçileri
ayda dört defa ücretsiz olarak koleksiyonlarını keşfe davet ediyor.
Nerede: İstanbul Modern Sanat Müzesi
Hicaz Demiryolunun 100. Yılı Fotoğraf
Sergisi
Hicaz Demiryolu, II. Abdülhamit
tarafından 1900-1908 yıllarında Şam ile
Medine arasında inşa ettirilen, Osmanlı
İmparatorluğu'nun
İstanbul'dan
başlayan
demiryollarının
bir
bölümüdür. Demiryolunun teknik
işlerinin başında Alman mühendis
Cem Yılmaz tam 35 hafta gösterimde
kalarak izlenme rekorları kıran
GORA'dan sonra şimdi de A.R.O.G'u
çekti. GORA'nın devamı olarak çekilen
ve GORA’yı aratmayacak kadar komik
görünen A.R.O.G'un fragmanları izlenenler tarafından büyük ilgi gördü.
G.O.R.A.’yı ters yazarak 'A.R.O.G' ismini veren ve filmde de başrolü oynayan
Yılmaz'a, Ozan Güven, Özkan Uğur, Nil
Karaibrahimgil, Zafer Algöz, Özge
Özberk ve Hasan Kaçan eşlik ediyor.
A.R.O.G. filmi, Arif’in G.O.R.A. filminde uzaydan dünyaya getirdiği ve
evlendiği eşi Ceku ile yaşadığı yeni
maceralarını konu alıyor.
MADAKASGAR 2
2005’in olay yaratan animasyonu
“Madagasgar”ın merakla beklenen
devamı Madakasgar 2 izleyicileriyle
buluşuyor. Filmin kahramanları Alex,
Marty, Melman, Gloria, Kral Julien,
Maurice, penguenler ve şempanzeler,
1990'lı yılların ilk döneminde
dünyayı adeta kasıp kavuran, albüm ve
konserleriyle büyük çıkış yapan grup
Guns N’ Roses'ın merakla beklenen ve
çıkışı yılan hikâyesine dönen son
albümü Chinese Democracy 17 yıl
aradan sonra raflarda yerini aldı. Guns
N’ Rose 1985 yılında kurulmuş, tüm
dünyada albümleri 100 milyondan fazla
satmış Hard Rock şampiyonları ünvanlı
Amerikalı ünlü müzik grubudur.
Kurucu üyesi ve eski kadrodan bugüne
kalan tek müzisyen olan 46 yaşındaki
Axl Rose’dur. 1993'teki Use Your
Illusion albümü dünya turnesi için
İstanbul'a da gelen grubun 'köktenci'
hayranları ise, bunca kan kaybından
sonra topluluğa Guns N' Rose denmesini de ayrıca manidar buluyor. İlk defa
Rock sounduyla tanıdığımız Demir
Demirkan, bu kez klasik enstrümanlar
kullanarak ‘Devrim Arabaları’ filmine
ses verdi. İlginç bir şekilde Demir
Demirkan filmi görmeden sadece
senaryoyu okuyup filmin ruhunu notalara dökmeye başlamıştır. Daha önce
‘Gelibolu’ filmi, şimdi de ‘Devrim
Arabaları’ filmine müzik yapan
Demirkan, müziğini yaptığı filmlerin
dönem filmleri olmasına dikkat çekiyor.
Radikal gazetesiyle yaptığı röportajında
Demirkıran şöyle diyor: “Açıkçası
müzik yaptığım iki film de dönem
filmiydi. Günümüzde geçen filmlere
müzik yapmak isterim çünkü her
enstrümanı kullanamıyorsunuz dönem
filmlerinde. Gitar çalamıyorum mesela,
klasik orkestra çalıyor. Ben elektronik
müziğe çok meraklıyım. Gitar çalabildiğim ve elektronik ortamda hazırladığım şarkıları kullanabileceğim bir
filme müzik yapmak isterdim.”
28
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Medeniyetin ‘ufak’
detayları
Mini test
Yağmurlu ve miskin bu
Pazar gününde
Yerleşkemizde spor, kültür,
çevre ve sosyal sorumluluk
alanlarında gözümüzden
kaçan o kadar çok ayrıntı var
ki…
hangi filmi
izleyeyim?
Duygu Özkan
u sene biraz geç de kalmış
olsa, kış sonunda gelip çattı:
Rüzgarlar, yağışlar, soğuklar…
Dışarı çıkıp dolaşmak da güç
geliyor insana böyle havalarda.
Yalnız hafta sonları ayrı bir tadı
oluyor bu gri havaların. Hele ki
günlerden pazarsa…
Güzel bir kahvaltının ardından
biraz miskinlik yapmak için film
izlemek ve tüm gün evde kalmak
ne güzel olur öyle değil mi? Peki
ama hangi filmi izleyeceksiniz?
İşte tam bu noktada size yardımcı olmaya karar verdik ve mini
bir test hazırladık. Bakalım sizin
için seçtiğimiz ‘Pazar günü filmleri’nden hangisi kişiliğiniz
itibariyle size daha uygun?
İyi eğlenceler ve iyi seyirler.
B
ÇEVRE
a)Piller: Günlük hayatımızda birçok
elektronik alet için vazgeçilmez bir
unsur olan pillerin bir tanesinin bile
çöpe karışması sonucu bir ton su kirleniyor. Atık piller için yerleşke
dahilinde hemen her binada pil kutuları
bulunmaktadır. Bu kutuları kullanarak
biraz da olsa çevreye yararlı olunabilir.
Bir tanesi Mustafa İnan Kütüphanesi
içinde ilk orta merdivenin yanındadır.
1) Diyelim ki en yakın arkadaşınızı bir
köşe başında sıkıştırdık ve elimizdeki
bıçakları burnuna doğrultarak bağırıyoruz: ‘Söyle! Onu (Bu kişi ‘siz’ oluyorsunuz) en iyi hangi kelime tanımlar?
Söyleee!’ Can havliyle ne cevap verir
dersiniz?
larınızı saklama gereği duymaksızın,
yüzünüzde ‘Küçük Emrah’ bakışınızla
dönüp sırtınızı gidersiniz.
C) Etrafta çakan şimşekler görür,
aklınızdan Batman’i çağırmayı geçirir,
gözlerinizden kırmızı lazer ışıkları
saçarak dönüp sırtınızı gidersiniz.
A) Dengesiz, değişken
B) Duygusal, romantik
C) Çocuksu, eğlenceli
3) Birkaç ay sonrasını hayal edin,
sevgililer günü gelip çatmış! ‘Aman,
çiçekçi bayramı işte!’ deyip geçmeyin,
sevdiceğiniz gücenebilir. Peki ama, nasıl
bir hediye alacaksınız ona?
2) Öncelikle, tam şu anda 3 kez tahtaya
vurun ve sonra soruya geçelim. ‘Olmaz,
olur’ derler ya hani, oldu da sevgilinizi
başka bir kızla/erkekle sarmaş dolaş
gördünüz, hem de tam da bir zamanlar
size çıkma teklif ettiği bankta…
A) Önce alaycı sözler sarf eder, derken
hıçkırıklara boğulur, sonra en sert ifadenizi takınarak bir tokat nakşeder ve
dönüp sırtınızı gidersiniz.
B) Sel gibi akmaya başlayan gözyaş-
dan büyük ikramiye kazanmışsınız (Çok
mu attık ne?)... Bu hafta sonu sadece size
ve keyfinize terkedilmiş.
A) Bulabileceğim en sıcak memlekete
atarım kendimi. Sahilde bir şezlonga
uzanıp kemiklerimi ısıtmak gibisi var
mı?
B) Bol yağmurlu neresi vardı? Londra
mı? Hafif bir melankoli, yanımda
sevgilim, sükûnet… İşte hayatın tadı!
C) Yıllardır hep Disneyland’i görmek
istemişimdir, bu fırsatı hayatta kaçırmam!
A) Kıpır kıpır, rengarenk, insanın içini
açan cinsten bir şeyler olmalı.
B) Sade, zarif fakat aşkımızı anlatmayı
başaran bir şey tabi ki…
C) En sevdiği süper kahramanın koca
bir oyuncağına kesin o da bayılacaktır.
5) Geldik final sorusuna... Haydi çocukluk günlerinize dönün ve ‘Büyüyünce
ne olacaksın bakayım?’ sorusunu hatırlayın ama bu kez biraz farklı, seçenekleri
de sunuyoruz önünüze. İşte, buyurun:
4) Masal bu ya; vizeler bitmiş, finallere
daha haftalar var, ödevlerden de azat
edilmişsiniz, üstelik bir de kazı kazan-
A) Matador
B) Araba galerisi sahibi
C) Dedektif
dönüşüm kutularını’ kullanınız. Böylece
kutulardaki cam atıklar ücretsiz sağlık
hizmeti veren Lokman Vakfı tarafından
her pazartesi tekrar değerlendirilmesi
amacıyla toplanıyor. Her türlü cam atıklarınızı yerleşkede bulunan cam kumbaralara atmanız yeterli. 75. Yıl Öğrenci
Sosyal Merkezi yanında bir tane var.
d)Sigara izmaritleri: Sigaranın insan
sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bilinen bir gerçektir; sadece insana değil
çevreye de olumsuz etkileri var. Sigara
izmaritleri yeraltı sularına, denize ve
toprağa zehir saçıyor. Bunu engellemek
için her birimin önüne sigara izmaritleri
için birer kap konuluyor.
b) Elektronik parçalar, bilgisayar, CD
ve diğer elektronik atıklar: Bu atıklar
tekrar tekrar değerlendirilebiliyor.
Bunun için Kocaeli’ndeki Doğa Entegre
Tesisleri çalışmaktadır. Elektronik atıklarımızın bu tesislere ulaşması için ise
Maden, Elektrik-Elektronik ve Fen
Edebiyat fakültelerindeki büyükçe
kaplar sizleri bekliyor.
c)Cam: Piller gibi bu maddelerin de
doğada geri dönüşümü çok zor ve
hasarları çok büyük. Bu hasarları önlemek için yerleşkemizde bulunan ‘geri
KÜLTÜR
Öğrencilerin birbirleriyle ders
kitabı, dergi ve roman gibi güncel
yayınları paylaşmaları için özel bir kitaplık oluşturuldu. Mustafa İnan
Kütüphanesi’ndeki bu ‘kitap paylaşım
alanı’ sizlerden gelecek katkıları bekliyor.
SPOR
Yerleşkemiz spor faaliyetleri için
çok uygun bir saha. En güzel örneklerden bir tanesi de bu yeşil ortamda bisiklet sürülebilmesi. Bisiklet sahibi
olmayanlar için bisikletlerin ücretsiz
olarak hizmete gireceği proje tamamlanmak üzere.
SOSYAL SORUMLULUK
İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel
Hizmetler Komitesi tarafından
geçtiğimiz yıllarda kurulan İTÜ Giysi
Odası, Süleyman Demirel Kültür
Merkezi arkasındaki mütevazı odada
hizmet veriyor. Kullanılmamış giysilerin bağış yoluyla kabul edildiği ve
sembolik ücretlerle öğrencilere sunulduğu bu merkez, her Pazartesi ve
Çarşamba günleri 11.00 ve 15.00 saatleri
arasında açıktır.
Deniz Çakar
A’ lar çoğunluktaysa:
B’ler çoğunluktaysa:
C’ler çoğunluktaysa:
İşte sizin için seçtiğimiz pazar film: Habla con Ella!
Diğer adıyla Konuş Onunla (Talk to Her). 2000 yapımı
bu film, ünlü İspanyol yönetmen Pedro Almadovar’ın
bir eseri. Yer yer drama varan bir duygusallığı da,
mizahı da, heyecanı da aynı anda içinde barındırmasıyla sizi yürekten yakalayacağına inandığımız bu
film, ilişkilere, aşka, ve yaşama dair doğal bakışıyla
sizi etkisi altına alacak. Memnuniyet garantisi bizden
değil, www.imdb.com da filme 8.0/10 puan veren
izleyicilerden.
Eğer en çok B şıkkını işaretlemişseniz, bu Pazar
Arizona Dream (Arizona Rüyası) izliyorsunuz
demektir. Bosna’nı yetiştirdiği en büyük yeteneklerden olan Emir Kusturica tarafından 1993’te çekilmiş
olan bu film, açılış sahnesiyle bile gönlünüzü fethedecektir. Baştan sona sürreal bir havada geçen filmde
olağanüstülükle sıradanlığın muhteşem sentezini
izleyebilirsiniz. İnsan ilişkilerini sade ama farklı bir
pencereden yansıtan bu nefis seyirliğin müzikleri ise
Goran Bregovic tarafından hazırlanmış.
Masalları seversiniz öyle değil mi? En çok işaretlediğiniz şıkkın C olması bunu gösteriyor bize. O
halde Amerikan film dünyasının özgün yönetmeni
Tim Burton’un Sleepy Hollow’unu da seveceksinizdir. İçinde maceranın, mizahın ve tabi ki bir
de aşkın olduğu bir Burton masalı. 1999 yapımı filmin
gotik havası da fantastik hikayesi de eminiz hoşunuza
gidecektir. Unutmadan, Sleepy Hollow, Amerika’da
çok bilinen korkunç bir halk efsanesidir aynı zamanda
ve film de bu hikayenin bir uyarlaması.
5
Dumansız hayata doğru...
‘Sonunda bıraktım
şu sigarayı’
M. Can İban
igara paketlerinin üzerinde her
zaman bir ifade bulunur. ‘Sigara
içmek öldürür.’ Herkes, her zaman,
her yerde size doğru der ki: ‘Sigara
sağlığa zararlıdır.’ Bu söyleyen
herkesin dışında kalan herkes ise buna
uymaz. Tüm genellemeler yanlıştır ya
da kurallar çiğnenmek içindir diye
düşünür. Yıllardır, inatla, özenerek
başladığın bembeyaz çubukları, ta ki
turunculaşıncaya kadar içine çeker
durursun. Sahte bir keyif ile…
Yıllar geçer… Bu içtiğin çubukların
artık seni yokuş çıkamayacak, spordan
uzaklaştıracak, sevdiklerinin aklına
kendi kokunla değil de onun kokusuyla getirecek, cebinden bir hayli para
götürecek hale getirmesiyle, sorarsın
kendine : ‘Ben neden bu sigara denen
şeyi içiyorum?’ diye. Her spordan
sonra gelen öksürük krizlerin, sevdiklerini öperken ki onlara koklattığın
koku, paranı sokağa atmak, seni iste-
S
Peki, nasıl oluyor bu tedavi?
Sigarayla Savaşanlar Vakfı’nın
Mecidiyeköy’deki ofisine gitmeniz
gerekiyor. Tabi ki, ilk seansınızda Sigara
Bırakma Kulübü Başkanı H. Anıl
Öztekin size eşlik ediyor. Kendisi bu
konuda yardımını hiç esirgemeyen ve
bu konunun dışında da sayısız sosyal
yükümlülükleri olan bir arkadaşımız.
Vakfın personeli ile tanıştıktan sonra,
tedavi donanımı teknisyeni Ferdi Bey
sizi seans odasına alıyor. 20 dakikalık
seans içersinde tek yapmanız gereken
şey, seans odasındaki rahat koltuğa
oturmak ve Ferdi Bey’in hoş sohbetine
eşlik etmek… Kulak kepçelerinizin belirli noktalarına, burun kenarlarına,
ellerinize ve alnınıza tutulan, zararsız
kızılötesi ışınları tedavinizin ana noktası
oluyor. Bu ışınlar, sigaranın size
alıştırdığı suni keyif yerine, doğamızda
olan endorfin hormonunun salgılanmasının, vücuda yeniden hatırlatılmasını sağlıyor. Fransa’da üretilen ve
Türk Atom Enerjisi Kurumu ve
TÜBİTAK’tan onaylı bu yöntemin uygulanışı ise, bahsettiğim gibi oldukça basit.
Seans süresince, dinlediğiniz birkaç
taktik, önünüzdeki günlerin zorlu
geçmesini engelliyor. Bu yöntemle
sigaraya, yani nikotine olan ihtiyacınız
kayboluyor ama bu yöntemin yok
edemediği, sahip olduğunuz ‘ el ve
dudak alışkanlığı’ için verilen bu taktikler çok işe yarıyor. Örneğin, sigara içme
dürtüsü geldiğinde, sporcu kapaklı
(sigara paketini açmak ve kapatmak
refleksine karşılık) su şişelerinden (suyu
bu şişelerden emdiğiniz için, sigarayı
içine çekme refleksine karşılık) bol su
içmenizi öneriyorlar. Gerçekten de mantıklı ve tutarlı bir yöntem. Sigara
içmediğinize inanmayanlara ve sürekli
sigara ikram edenlere karşı nasıl tepkiler vermeniz gerektiğini de, ilk seans
sonrasında verdikleri kitapçıkta bulabiliyorsunuz. İlk seansımız bittiğinde,
cebinizdeki sigara paketini ve çakmağını
imha ederek, vakıfta bırakmış oluyorsunuz ve kendinizi sigarasız bir yaşamda bulmaya başlıyorsunuz. İlk seanstan
diğin -olmak istediğin- bir insan haline
mi getiriyor? Ben bunları düşünerek,
bir günde sigara bırakma kararı aldım.
Kesin ve sonsuza kadar…
Sigara Bırakma Kulübü’nün çalışmalarını biliyordum ve derhal başvurdum. Işın tedavisine gittiğim ilk günden itibaren, bu ‘bembeyaz çubuklar’
ve onları yakan bir ‘çakmak’ cebimde
bulunmuyor. Tüm kül tablaları tertemiz bir şekilde yerinde duruyor.
En güzeli ise, o gün sürdüğün koku,
sigara kokusunun altında kalmıyor.
Vücuduna baktığını hissediyorsun ve
daha sağlıklı yaşamak için atacağın
adımlara daha kolay karar veriyorsun.
Gözümde büyüyen ve sonunda
öksürük nöbetleri geçireceğim yollar
ve dik yokuşlar beni yormuyor, hatta
isteyerek kat ediyorum onları. Mekik
aracına binmemek mesela… Oksijeni
daha rahat içine çekebilmek, kalıcı
sarılıktaki dişlerden kurtulmak ve de
en önemlisi: ‘Ben sigara içmemeyi tercih ediyorum’ diyebilmek…
sonra çoğunluk sigara içmiyormuş. Ben
de içmedim. Sigara içme dürtüleri
zaman geçtikçe azalmaya başlıyor ve
insanlara sigarayı bırakmanın keyfini ve
gururunu sürekli yansıtmaya başlıyorsunuz. 20 dakikalık bu seansa toplamda
üst üste 3 gün giderek, 1 saatte sigara
bırakma işleminiz tamamlanmış oluyor
ve sigarayla ilgili yaşayacağınız olası her
sorun için yardımcı olacaklarını, dernek
size belirtiyor.
Sokağa ilk çıktığınızda, taraf
değiştirdiğinizi hemen hissedebiliyorsunuz. Sigara içenler cephesinden çıkıp,
içmeyenler cephesine geçtiğinizi hemen
fark edip, içenlerin aslında sayıca ne
kadar üstün olduğunu fark ediyorsunuz. Kaldırımlarda sürekli sigara içenler yürüyor, hatta belediye otobüsü
şoförleri bile… Kısacası kendinizi
sigaradan kurtardığınız için çok şanslı
hissediyorsunuz. Sigara kokusu sinmiş
elbiselerinizi, yeniden yıkayıp,
yaşadığınız mekândan, sigara dumanını
ve kokusunu uzak tutmaya çalışıyorsunuz.
Sigara bırakmaya karar verme
sürecinde olan tüm bireylere,
www.iyilikhareketi.itu.edu.tr adresinden kulüp ile irtibata geçmesini ve
detaylı sorularını oraya yönlendirmesi
öneriyorum. Unutmayın ki; bağımlılık,
kişinin erdeminden çok şey götüren bir
kavramdır. Lütfen sigaraya bağımlılığınızı bırakmakla, yaşamınıza bir
dolu güzellik katacağınızı düşleyin.
6
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Bir hastane
macerası
F. Ülkü Çelik
nnelerimizin hassasiyeti nedeniyle
çocukluk dönemimizde sık sık
ziyaret edilen, iğneli hemşireleri ve hafif
asabi doktorlarıyla çocuk hafızamıza
kazınan yerlerdir hastaneler. Hiç şüphesiz, hastane kelimesini duyar duymaz
aklımızdan geçen düşünceler olumsuz
hislerimizi hareketlendirecek türdendir.
Hele, bir de benim gibi hastalık hastası
kişiliğe sahip bir zat iseniz, o zaman
mesken edindiğiniz bir yer olur çıkar
hastaneler.
Bu alanda ilginç olan durum, hastanelerimizin herkesin farklı hastalıklar
sebebiyle gittiği fakat aynı izlenimlerle
döndüğü bir mekan olmasıdır.
Pozisyon hep aynıdır.
Hastaneye gidersin ve doktor der:
-Hastalığınız nedir?
Üstelik, bazı meslektaşları sadece
‘anlat bakalım’ demekle yetinir. İşte bu
eşsiz cümle karşısında usulca kalkıp
başparmağımı yukarıya doğru kaldırıp
ardından iki sayısını göstererek sessiz
sinema oynayasım gelir.
Doktor rahatsızlığınızı anlatın dediği
an:
-Midem bulanıyor, başım ağrıyor,
boğazımda akıntı var, kulağımda
sivilce çıktı, bir de sık sık başım
dönüyor.
Doktor sana uzaktan bir bakış atar.
Muayeneye ihtiyaç duymadan, bu
bakışlarıyla her şeyi çözmüştür o.
Tam sağlık fişine bir şeyler yazarken sen
atlarsın:
-Şeey, birde boğazımda farenjit var.
Onun için bir fısfıs, iki şıpır şıpır
(burun damlası oluyor) bir de suya
atınca ‘tısss’ diye ses çıkaran haptan
A
BİLİM CEVAP DEĞİL, SORUDUR!
TÜ Ayazağa Yerleşkesi
Süleyman Demirel Kültür
Merkezi' nde düzenlenen konferansta, bilimsel çalışmalarına
değinen Profesör Winston, bunlardan biri olan erkek fareler
arasında sperm hücresi transferi
hakkında ayrıntılı bilgi verdi.
Ayrıca yaşamımızı birebir etkileyebilecek diğer bilimsel çalışmalardan da bahseden Winston,
dünyanın en büyük parçacık fiziği araştırma merkezi CERN‘de
düzenlenen ATLAS deneyinin
düzeneğini ‘Mühendislik Harikası’ olarak nitelendirdi.
Bilimin cevaplara değil sorulara yoğunlaşması gerektiğini
savunan Winston, sözünün
arkasında durdu ve dinleyici-
İ
Sandman
yazarmısınız? Haa, bir de baş harfi A
olan merhemden.
-Nasıl bir merhemdi?
-Şöyle yeşil, yok mavi, mavimsi
tüplü bir kremdi. Yaraya sürüp
yedirince yakıyor.
Doktor o anda gülerek ‘haha falanca
krem’ der. Sen o anda içinden ‘aa nasıl
bildi!’ dersin. Tabi dışardan bozuntuya
vermeden:
-Evet falanca krem. Hay Allah! Nasıl
unuttum adını!
Fişin yazılması bitmiştir.
Sen tam gidecekken incecik bir tonda
hemşire bağırır:
-Bir kültür, bir kan, bir de idrar
tahliliniz var. Sonra bir dee film çektireceksiniz.
Hiç sorun değil. Kültür, kan tahlili,
film hepsini rahatlıkla yapabilirim.
Ancak, idrar tahlilini ben az önce
tuvaletteyken niçin söylemediniz?
Kolaysa bekle… En olmadık anlarda
bizi sıkıştırıp duran, tek görevi sağdan
sola sıçramak olan çişin yolunu gözle…
Elin mahkum ilk işin hastanenin o
nefis kantinine gidip bir şişe su ve
yanında meyve suyu almak olur.
Kantinden çıkana kadar meyve suyunu
çıkardığın garip seslerle birlikte somurursun. Diğer yandan, su şişeni açmaya
çalışırken elin acır ve çok sıkı kapattıkları için üreticilere küfür edersin (Önceden beş litrelik su şişesini ‘bunun kapağı
açık ya!’ diyerek markete geri götüren
senden başkası değildir). Bir yandan
suyu yudumlayarak koşar adımlarla
radyolojinin yolunu tutarsın. Maksat
gün almaktır (Genelde çekim tarihleri
ertesi yıla verildiği için ben buna ‘yıl
almak’ diyorum). Sonra koridorda senin
gibi gün almak için koşuşturan insanları
Profesör Winston İTÜ'deydi
Dünyaca ünlü bilimtoplum profesörü
Robert Winston, 24
Ekim 2008 tarihinde
'Bilim her şeyin cevabı
mı?’ başlıklı bir
konferans verdi.
Doğumunun 20. yılı biterken bir çizgiroman klasiği:
Berkay Pamuk
B
görürsün ve hep birlikte yarışırsınız. Ne
var ki galip gelen, sadece yarıştıklarından bir önce gelerek bekleme kuyruğunda otuz ikinci sırada yer alır. Çünkü
orada önceden gelen otuz bir kişi zaten
vardır. Filim için sırada beklerken öte
yandan çişinin gelip gelmediğini kontrol
etmek maksadıyla sağa sola sallanırsın.
Bir elinde evrak, fiş varken öteki elindeki su şişenle hastane koridorlarında koşturur vaziyette kültür tahlilini vermeye
gelirsin.
-Hanımefendi,kültür tahlilinin
yapıldığı labor... laboratuv... laboratuvarın (telaffuz etmek için inat edersin)
yerini biliyor musunuz?
-Elbette, dahiliyeyi geçince sağa
dönün, düz gidin, sola dönünce ilk
kapı.
Sıcak bir teşekkürün ardından
hanımefendinin gitmesini bekledikten
sonra ardından gelen ilk kişiye :
-Affedersiniz! Dahiliyenin yerini
biliyor musunuz?
Suyunu yudumlarken şişen dibini bulmuştur. Kantinin yolunu telaş içinde
izlerken karşına kocaman bir yazı çıkar:
Kan Alma Ünitesi.
İTÜ Türk Müziği Korosu
çalışmalarına başladı
lerin aklında birçok soru işareti
bırakarak konferansını tamamladı.
WINSTON KIMDIR?
British Council'in 'Bilim
Güzeldir' projesi kapsamında
ülkemize gelen Prof. Winston,
Imperial College London'da
‘Üretkenlik Çalışmaları Fahri
Profesörü’ olarak görev yapmakta ve Üretken ve Gelişimsel
Biyoloji Enstitüsü'nde bir araştırma programı yürütmektedir.
‘Bilim Eğitimi’ konusunda da
çalışmalar yapan Winston’ın,
düzenli olarak BBC, Discovery
ve ABC kanallarında popüler
bilim programları yayınlanmaktadır.
Samet Aksoy
ir akşam gözlerinizde sihirli kumlar,
derin bir uykuya daldığınızı
düşünün. Rüyanızda bir ejderha,
chimera ve unicorn tarafından korunan
bir saraya girdiğinizi hayal edin. Bir
tarafta yazarların düşleyip de yazıya
geçiremedikleri kitaplarla dolu uçsuz
bucaksız bir kütüphane, bir tarafta eskiden insan olan Mathew isimli bir kuzgun dursun. Apayrı bir yerde, periler
diyarından bir elçi, kraliçenin bir ricasını iletmek için sırada bekliyor olsun, bir
kedinin arkasında ve tüm bu karmaşanın ortasında, rüyaların şekillendiricisi, Endlesslardan en işine
düşkünü, rüyaların Morpheus’unu
–namı diğer Sandman- düşleyin.
Sandman’in doğumu 80’lerin sonlarına rastlıyor. İkinci Dünya savaşı sonrası
postmodern bir dünyada, suçluları özel
silahıyla uyutan ve sonra da gözlerine
kum serpen zengin bir kahraman olarak
düşünülüyordu başta Sandman.
Fakat yazar Gaiman ne yapıp ediyor;
Sandman’i tanıdığımız rüyaların ve
uykunun efendisi yapıyor. Bununla da
İçeriye girersin,kan aldırmaktan,
canının yanmasından hatta iğneden
korkmazsın. Tek bir korkun vardır:
panikleyip altına kaçırmak! O kadar
biriktirdiğin ürik asidi bir çırpıda boşa
harcamak. Bu tahammül edilemez bir
acı! Ünite çıkışında seni bir şeyin dürttüğünü hissedersin. Evet, o artık
gelmiştir.
İlk aklına gelen hemşireden bir pet
bardak alıp onu haklamaktır. Tuvalete
gidersin ve işlem biter. Elinde, oraya
buraya damlayan, iğrenç, içi dolu pet
bardağınla laboratuvara gidersin... ve
ömrün boyunca ne zaman o pet bardağını görsen içine edesin gelir.
’Dökmeden getirdin afferin sana!’
demesini beklediğin hemşire sadece
‘elindekini üç numaralı bölüme koy’
der.
Dünyalar senindir artık. İşin en zor
kısmı başarıyla tamamlanmıştır. Bir
hafta sonra sonuçları almak için tekrar
uğramak zorunda olduğun hastaneden
keyifli biçimde evine doğru yol alırsın...
İşte hastanedeki tatsız koşuşturmalarımıza bir de bu açıdan bakın.
7/24 açık
kütüphane!
zun süredir konuşulmasına rağmen bir türlü
değiştirilemeyen yetersiz kütüphane saatleri
sonunda değiştirildi. Rektörlükten yapılan açıklamaya göre 15 Aralık 2008 tarihinden itibaren
Mustafa İnan Kütüphanesi’nin rezerv yayınlar
salonu 7 gün ve 24 saat açık tutulacak. Daha önce
kapalı olduğu cumartesi günleri de çalışma saatleri 11:00-18:00 olarak belirlendi. Bu değişiklik ile
birlikte hem sınavlardan önce kütüphanede
sabahlayamamaktan hem de cumartesi
kütüphaneden faydalanamamaktan şikayet eden
herkesin sorununa çözüm bulunmuş oldu.
kalmayıp, aralarında World Fantesy
Award, Hugo ve Eisner gibi pek çok
ödül alıyor ve adını birçok hayranının
kalbine kazıyor.
88-96 yılları arasında yayınlanan
Sandman, 10 cilt halinde basılmış 75
sayıdan oluşuyor. Konu olarak ise
hemen hemen tüm çizgiromanlardan
farklı: Ne tanrı, ne de ölümlü, tüm
dünyalara etki eden güçlerden sorumlu
Endless ailesinin maceraları anlatılıyor
Sandman’de. Olaylar, ana karakterimiz
Dream’in (rüya) ökült bir grup tarafından tutsak edilmesi ile başlıyor.
Sandman 70 yıl sonra tutsaklıktan kurtulduğunda yokluğunda hem dünyanın
hem de yönettiği rüyalar diyarının
(dreaming)
büyük bir yıkıma
uğradığını görüyor. Tabii, Sandman
ağabeyimiz hiç boş durmuyor; önce çalınan eşyalarını birer birer toplayıp
gücüne geri kavuşuyor, sonra da yıkılan
düzeni yeniden sağlamak için kolları
sıvıyor. Cehennemin anahtarını mitolojik tanrılara açık arttırma ile satmak,
isyan eden birkaç kabusu yakalamak
veya yeni rüyalar şekillendirmek gibi
‘sıradan’ işler yapıyor!
Sandman neden bu kadar başarılı
oldu?
Sandman, başarılı oldu, çünkü görmeye alışık olmadığımız sıra dışı bir
şeyi, kaliteli bir biçimde anlatıyordu.
Çizgiroman dünyasının süper güçler, iyi
ile kötünün bitmeyen savaşı, estetik açıdan mükemmel kahramanlar ile dolup
taştığı bir dönemde, Sandman, derin
konusu, ince esprileri, göndermeleri ve
elbette muhteşem çizimleriyle, çizgiroman dünyasında yeni bir çağ başlattı.
Karakterlerin kişilikleri çok gerçekçiydi.
Ama hepsinden ötesi, gerçekten iyi bir
yapım ekibi vardı. Çizerler arasında
Sam Kieth, Mike Dringenberg, Malkom
Jones, Dave Mckean (kapak resimlerinde) gibi isimler, yazarı da Gaiman
olunca, dünyanın en iyi çizgiromanlarından biri ortaya çıkmış.
U
İTÜ Türk Müziği Korosu, Şef Emel
Güntekin yönetiminde çalışmalarına yeni
akademik yılda da devam ediyor.
Rektörlükçe desteklenen koro, İTÜ’lü
müzikseverlerin katılımıyla, 27 Kasım
2008’de müzik çalışmalarına başladı.
Bütün öğretim üyesi, personel ve öğrencilerin katılımına açık olan koro her
Perşembe 16.00-17.00 saatleri arasında
Kültür ve Sanat Birliği Küçük Salon’da olacak.
İTÜ TÜRK MÜZİĞİ KOROSU
1974 yılında ilk çalışmalarına başlayan İTÜ Türk
Müziği korosu 1995 yılına kadar yoğun bir şekilde
çalışmalar yapmış ve başarılı konserler vermiştir.
1995 yılından itibaren çalışmalarına ara veren İTÜ
Türk Müziği Korosu 2007 yılında öğrenci, öğretim
üyesi ve mensuplarının katılımı ile çalışmalarına
yeniden başlamış olup 2007 ve 2008 Haziran aylarında birer konser vererek müzikseverlerle buluşmuştur.
Ayrıntılı bilgi [email protected] e-posta
adresinden ve 02122853969 numaralı telefondan
edinilebilir.
Akşam yemekleri
de ucuzladı
ğretim yılı başında öğle yemeklerinde yapılan
indirimin ardından 20 Kasım 2008 tarihinde
rektörlük tarafından akşam yemekleri için de
indirim yapıldığı açıklandı. Öğrenciler, memurlar,
uzmanlar ve araştırma görevlileri için akşam
yemeği ücreti 3,5 YTL olurken, bu fiyat öğretim
görevlileri ve okutmanlar için 4,5 YTL olarak belirlendi. Özellikle yurtta barınan öğrencilerin faydalandığı akşam yemekleri öğrencilerin bütçelerinde
önemli bir kısmı oluşturuyordu.
Ö
Ağlayan keman
Farid Farjad
Kemandan çıkarmak
mümkün derler ya
dünyanın en güzel ve en
kötü sesini. Kim eline alsa
çıkarabilir en kötü sesleri;
iyi sesler ise tecrübe,
yetenek ister...
üzik evrenseldir ama insana kendi
coğrafyasının müziği gösterir kendini,
daha bir derinden vurur. Farid Farjad’ın
kemanından dökülen notalar da öyle işte;
M
Orta Asya’nın yetiştirdiği sayısız dahiden,
sanatçıdan birisi de o. Eline aldığı kemanla
akla gelmeyecek bir hüzünle yazdığı tüm o
şarkıları büyük bir ustalıkla ulaştırıyor bize.
O, içinde bu coğrafyadan en ufak bir şey
olan her insanı derinden etkileyecek
muhteşem şarkıların bestecisi, yorumcusu.
İnsanı, en mutlu anlarında bile en büyük
hüzünlere sürükleyebilen bu müzik adamını,
en az bir kere dinlemeden ‘keman dinledim’
demek insanın düşeceği en büyük hatalardan
biridir.
Kemanın ağladığı o şarkı ise ‘Anroozha 4’
albümündeki ilk şarkı olan ‘Taghtam Deh.’
Lütfen es geçmeyin ve sanat dolu dört dakika
için en azından bu şarkıyı kesinlikle dinleyin.
Kürşat Arslan
27
26
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Call of Cthulhu:
Dark Corners Of The Earth
Call of Cthulhu- Dark Corners of
the Earth içinde macera ögeleri
içeren bir korku oyunu.
Berkay Pamuk
yunda ana kahramanımız olan
Jack Walters, Boston 1890
doğumlu, başarılı, ünlü ve saygı
gören bir dedektiftir. Bir gün
Boston’un dışında bir evden silah
sesleri işitilir ve araştırma görevi
kahramanımıza verilir. Araştırma
sırasında gördüğü korkunç şeylerden
dolayı büyük bir şok geçiren Jack,
altı yıl boyunca tedavi görmek
zorunda kalır ve görevden alınır.
O
Bundan sonra hayatına özel dedektif
olarak devam edecektir ama alacağı
ilk görev, onu çok daha büyük bir
dehşete sürükleyecektir.
Oyunun en önemli özelliği,
Howard Philips Lovecraft’ın yarattığı, Cthulhu evreninde geçiyor
olması. Etraftan topladığımız yan
metinler, gördüğümüz işaretler,
karşılaştığımız yaratıklar hep
Lovecraft öyküleri esas alınarak
tasarlanmış. Karanlığın, gölgelerin,
denizin ve hatta rüyaların düşman
olduğu bir dünyada, yalnız ve
neredeyse savunmasız olarak ilerliyor, aklımızı kaybetmeden kurtulmaya çalışıyoruz. Ama dünyanın
derin ve karanlık köşelerinde bizleri
büyük korkular ve vahşet bekliyor.
Oyunda grafikler, günümüz standartlarına göre biraz düşük kalıyor,
ama ürkütücü atmosferi yansıtmakta
hala başarılılar. Müzikler ve çevreyle
etkileşim de oldukça hoş, hatta bir
süre sonra Jack’i unutup, oyunu
yaşamaya başlıyoruz. Bunların
yanında çevreden bulup, kullanabildiğimiz birbirinden değişik
silahlar ve delil olarak topladığımız
metinler oyunu daha etkileyici kılıyor.
Oyundaki en büyük eksikler ise;
bazı bölümlerin çok zor olması ve
kamera açıları olarak özetlenebilir.
Bazı bölümler insanı oyundan soğutacak kadar zor olmuş ve ne kadar
uğraşırsak uğraşalım oyunu yüzde
100 detay ile tamamlayamıyoruz gibi
görünüyor. Kamera açıları ise bazen
(özellikle kaçmamız gereken anlarda)
sorunlar yaratıp insanı çileden
çıkarabiliyor.
TÜ’de gözle görülür bir
kalabalıklaşma söz konusu.
Bu kalabalık, okulumuza
neler getirdi, okulumuzdan
neler götürdü? Hepsinin
cevabını bu yazıda bulmaya
çalıştık.
İ
Son günlerde yerleşkelerde çok sık
kullanılan birkaç cümle var. Örnek vermek gerekirse: ‘Kantin pek de kalabalıkmış; yemekhanede oturulacak yer
kolaylıkla bulamıyorum; yurtlarda yer
yok, dışarıda kalıyorum’ gibi. Alışkın
görünmek bir yana, herkes okulun kalabalığından şikayetçi. Eski öğrenciler ve
akademisyenler, okulun çok kalabalıklaştığını düşünmekteler. Yeniler de,
eskilerin bahsettiği tenhalığı yaşayamamanın şaşkınlığı içersinde… Peki, neydi
bu İTÜ’yü kalabalık yapan şey? Herkes
İTÜ mühendisi / mimarı olmak zorunda mı? Üniversitemiz bu yoğunluğa ne
kadar hazır?
Amerikalı bilimkurgu / korku yazarı.
(D: 20.08.1890, Ö: 15.03.1937)
yaşında babasını kaybetmiştir.
Annesinin yoğun baskı ve ilgisi
nedeniyle, içe kapanık ve asosyal bir
şekilde büyüdü. Aynı dönemde psikolojik kaynaklı alerjiler geliştirmeye
başladı, örneğin belirli bir sıcaklığın
altında bilincini kaybediyordu.
Rahatsızlığı nedeniyle okuluna pek çok
kez ara verdi. 1908’de, bir sinir krizi
geçirdi ve liseden mezun olamadı.
‘The Argosy’ isimli dergiye gönderdiği bir mektup geleceğini şekillendirdi. Dönemin APA (Amateur Press
Association) başkanı Edward Daas,
Lovecraft’tan etkilendi ve onu APA’ya
davet etti. Yazar, bu dönemde Robert
Bloch, Clark A. Smith ve Robert E.
Howard gibi pek çok isimle arkadaş
oldu ve yazdığı edebi mektuplarla
yüzyılın en iyi mektup yazarları arasına
3
Eğer korku oyunlarını seviyorsanız veya bu kapalı havalarda
yapacak bir şeylere ihtiyacınız varsa
Call of Cthulhu: Dark Corners of the
Earth denemeniz için iyi bir alternatif.
İTÜ’de nüfus patlaması
Meltem Bolluk, M. Can İban
Howard Philips
Lovecraft
RAKAMLAR NE DİYOR?
Okulun kalabalık olmadığını düşünenler için birkaç veri sunalım.
ÖSYM’nin verilerine göre, 2006 senesinde UOLP (Uluslararası Ortak Lisans
Programları) ve okul birincisi kontenjanları hariç, fakültelere giren öğrenci
sayısı 2 bin 553 iken; 2008 senesinde bu
sayı 3 bin 5’e çıkmıştır. Oysaki aynı
senelerde, İTÜ’nün verdiği lisans
mezun sayısı bin civarındadır. Bunun
yanında, İstanbul dışından gelen öğrenci yüzdesi ise, 2007 verilerine göre
yüzde 54.91 olarak belirtilmiştir.
ÇEKİLEN BESLENME ÇİLESİ
Bu istatistiki bilgilerden sonra, elimizde var olan altyapıyı bir inceleyelim.
Günde 7 bin kişinin yemek yiyebildiği
yemekhanelerde, özellikle de Maçka
Yabancı Diller Yüksekokulu yemek-
girdi. Lovecraft daha sonra evlenmiş
ancak daha sonra geçim sıkıntısı
nedeniyle boşanmıştır. Yaşamının son
on yılında hayatının en verimli ve en
yoksul yıllarını yaşayan yazar, ‘Charles
Dexter vakası’ ve ‘Delilik Dağlarında’
gibi pek çok önlü eserini bu dönemde
yazmıştır. Yazara 1936 yılında bağırsak
kanseri teşhisi konmuştur, 1937 yılında
da ölmüştür.
Günümüzde Lovecraft’ın adı korku
romanlarıyla anılır durumdadır. 1926
yılında kaleme aldığı Cthulhu teması,
onu ölümsüzlüğe taşımış ve aralarında
Stephen King, Alan Moore ve Nail
Gaiman’ın da bulunduğu pek çok yazarı
etkilemiştir. Eserleri ölümünden sonra
pek çok dile çevrilmiş, yazdığı eserler
pek çok filme ve kitaba konu olmuştur.
7
hanesi ve Maslak 75. Yıl Öğrenci Sosyal
Merkezi Yemekhanesi’nde zararı
hissedilir derecede jeton, kart otomatı
ve yemek alma sıraları oluşuyor.
Üniversite öğrencilerini ve öğretim
üyelerini oldukça büyük vakit kaybına
uğratan bu yoğunluk, en temel
ihtiyaçlardan biri olan beslenmeyi zora
sokmaktadır. Bir üniversitenin sağlaması gereken en önemli hizmetlerden
biri olan ‘beslenme’ Teknik Üniversite’de şu an sağlanması güç, mensupların ve öğrencilerin canını sıkan bir hal
almıştır. Bırakın yemek yiyecek yer bulmayı, merkezin giriş ve çıkışlarında,
yemek saati dahilinde adım atacak,
düzgünce yürüyecek yer bulunamamaktadır. Öğrenci başına düşen alan
bazında yüksek bir sayı tutturmuş
üniversitemizin, böylesi bir mekanda,
öğrencilerini yığılmış bir vaziyette
bırakması, oldukça düşündürücüdür.
Beslenme ihtiyacımızı karşılamak için
alışveriş yapabileceğimiz Şok market
dahi, mevcut ödeme kasası sayısının
azlığından dolayı uzun kuyrukların
önüne engel olamamaktadır. Fakülte
kantinlerindeki durum da, diğer yerlerden farklı değil. Okulun öğrenci başına
düşen beslenme amaçlı alan değeri,
oldukça düşmekte ve bu sıkıntılara derhal bir çözüm üretilmesi gerekmektedir.
2008 GİRİŞLİLER EVSİZ KALDI
İTÜ’de toplam yurt kapasitesi İTÜ
internet sayfalarında 3 bin civarı olarak
belirtilmiştir. Mevcut açık kalan kontenjanlar ve gelen öğrenci sayısı arasındaki
uçurum gittikçe artmakta ve yeni
İTÜ’lülerin temel ihtiyaçlarından biri
olan, ‘barınma’ ihtiyacı da bir sorun
olarak kalmaktadır. İTÜ tanıtımlarında,
İTÜ’nün kampüslerdeki yurtların kontenjan sayısı, her öğrenciyi kapsayacakmış gibi gösterilmekte ve üniversitemizi
tercih eden her öğrenci, bu belirtilen
ama aslında olmayan avantajın varlığını
düşünerek tercihlerine güvenmişlerdir.
2008 girişli İTÜ öğrencilerinin çoğuna İTÜ yurtları çıkmamıştır. Alternatif
olarak pahalı özel yurtlar, cemaat evleri
ve de devlet yurtları söz konusudur.
Bunların getirdiği avantaj sadece
yatak ücretinin daha ucuz olmasıdır.
Ekonomik anlamda Vadi yurtlarının
bile 300 YTL olması iddiası ortaya çıkmışken, bu yurtlara daha rahat biçimde,
daha az para ödüyorsunuz. Hatta
cemaat ev ve yurtlarında bu paraya
yemek de dahil! Aldığı cüzi miktar ve
verdiği büyük hizmetin karşılığı, yurt
giriş-çıkış saatlerindeki katı disiplin ve
bazı kurallara uyulması beklentisidir.
Bunları kabul etmeyenlerin geri kalan
tek seçeneği ise devlet yurtları oldu.
Devlet yurtlarında da çoğunluk, asil
değil ‘misafir’ olarak kalıyor. Devlet
yurtlarında misafir olarak kalan şanslı
kişilerin yaşam şartları aslında pek de
iyi değil. Koğuş tipi 15-30 kişilik odalarda kalıp iki misli ücret ödüyorlar.
Yemek fiyatlarının çok pahalı olması
öğrencilerin cebini yakıyor. Bazı yurtlarda doğal gaz tesisatı eksikliğinden
dolayı sıcak su olmadığından, öğrencilere hamama ya da başka yurtlara
gidilmesi söyleniyor. Temizlik sadece
yer silmekten ibaret. Eğer yurdun
çamaşırhanesi varsa, para verip
çamaşırlarınızı yıkatabilirsiniz, yoksa
ellerinize bakıyor iş. Her türlü elektrikli
aletin yasak (saç kurutma makinesi vs.
hariç) olduğu devlet yurtlarında, sıcak
içme suyunu bile parayla satın alıyorsunuz. Odalarda da priz yokluğu en
büyük problemlerden biri. Dolaplar,
hastane tipi demir dolaplar ve ranza sistemi var. Kısacası sadece yatağınız,
küçük bir dolabınız ve çatınız var.
Geriye kalanlarsa yok, yok ve yok…
Asil öğrencilerin misafirlere göre avantajı ne peki? Sadece odalarının 4-8 kişilik
olması ve aylık yemek fişi almaları.
Gerisi yine yok.
EĞİTİMDE DURUMLAR NASIL?
Bu sene İTÜ’ye yeni giren öğrencilerin hazırlık sınavını geçme oranının
bir hayli artmasına rağmen, Maçka’daki
hazırlık eğitiminde, hoca yetersizliğinden dolayı kurların haftalık ders saatleri
düşürülmüş, sınıfların mevcudu 35’in
üstünde seyretmiştir. Maçka’daki
yoğunluğun bir benzeri Maslak’ta da
yaşanmaktadır. Hazırlığı yeni atlamış
öğrenciler ders kayıtlarını eski öğrencilerden önce yapmalarına karşın, kendi
içlerinde ders alamama gibi sorunlarla
karşılaşmışlardır. Öğrenci yoğunluğundan mı yoksa öğretim görevlisi yoksun-
luğundan mıdır bilinmez, İTÜ Fizik
Bölümü, her sene açılan ve birçok
öğrencinin almayı beklediği Fizik 2
derslerini bu yarıyıl açmamıştır.
Bahsedilen bu sorunlara öğrenciler
dilekçeleriyle cevap bulmaya çalışsalar
da sonuçlar yeterli olamamıştır. Her
zaman şikayet konusu olan kalabalık
derslikler, yine varlığını sürdürüyor. Bir
öğrenciye düşen öğretim üyesi sayısı ve
laboratuar alanı azaldı. Biz İTÜ’de iyi
mühendisler yetiştirildiğini düşünürken, bu yazıyla yetersizliklerin kaliteyi
düşürdüğünü göstermeye çalıştık.
SÖZÜN ÖZÜ
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir
demecinde : ‘Herkes üniversiteli olacak.’
ifadesi vardı. Nitekim dediği de oldu.
Bu sene kontenjanlar Türkiye genelinde
yüzde 10 oranında arttı ve üniversitemiz de bundan nasibini büyük ölçüde
aldı. Herkes üniversiteli oluyor ama bu
durum, okulun adını taşıyan bir diplomanın ötesinde, zorluklarla dolu bir
yaşam ve yetersizliğini yanında getiriyor. Türkiye’de bu kadar çok
mühendis/mimarın ihtiyaç dahilinde
olup
olmadığı
güncel
olarak
tartışılırken, İTÜ’ye bahşedilen bu denli
büyük bir artış anlamsız gözükmektedir. Hatta tüm iş kollarında, işin mizah
yönü de olsa, mühendis sayısı, işçi-usta
sayısından fazla olacak düşüncesi,
kafalarda oluşabilir. Herkes İTÜ’de
okuyacak diye bir kaide yoktur. Her
sene İTÜ’de, bu mevcut durumda,
eğitim alan kişi sayısı artacak diye bir
durum yoktur. Bu artışın iki sorumlusu
vardır. Birincisi; düzenli olarak kontenjan artıran Yükseköğretim Kurumudur
(YÖK). İkincisi de, bazı üniversiteler
gibi bu artışa dur diyemeyen, hatta sektörün ihtiyacını gözetip, okulun
altyapısını düşünmeyerek artışlara ses
çıkarmayan İTÜ Yönetimi’dir. Öğrencilerine yukarıdaki gibi bir üniversite
yaşamı sağlayan şartlara sahip üniversitemiz, öğrencilerinin bu yaşamı hak
ettiklerini düşünmekte midir? Derhal,
beslenme ve barınma sorunlarına
İTÜ’de köklü bir çözüm üretilmeli ve
öncelikler listesinde üst sıralara konulmalıdır. Yoksa sonumuz, Milli Eğitim
Bakanı’nın geçtiğimiz günlerde, kalabalıktan şişmiş Konya Selçuk Üniversitesi’nin ikiye bölünmesini açıklamasına benzer bir sonuç olur.
8
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Eğlence mi,
taciz mi?
Vadi Yurtları olarak da bilinen İMKB Öğrenci Sitesi’nde
barınan bazı öğrencilerin
‘Vadi Yürüyüşü’ adıyla
gelenekselleştirdikleri ve 7
Kasım 2008’de 3. yılını dolduran etkinlik, İTÜ’nün gündemini işgal etmeye devam
ediyor. Olayın üzerinden
epeyce süre geçmesine
rağmen hem yürüyüşün
içeriği hem yürüyüşe
gösterilen tepkiler açısından
tartışmalar devam ediyor.
Gökçe Sezgin
aha önce birçok kez gerçekleştirilmesinden dolayı zaten beklenen
yürüyüş, Vadi Yurdu önünde toplanılmasıyla başladı. Toplanan grup, sırasıyla Verda Üründül Kız Öğrenci Yurdu,
Gölet Yurtları ve Ayazağa Kız Öğrenci
Yurdu önlerinde slogan atıp, eğlenerek
dağıldılar. Önceki yıllarda bu kadar
tepki almayan yürüyüş, grubun bir kısmının küfürlü slogan attığının iddia
edilmesi ve bazı kişilerin yürüyüşe bornozlarıyla katılması yüzünden bu yıl
birçok grubun ve kişinin tepkisini çekti.
D
İTÜ’de taciz var
Yürüyüşün ardından ilk dikkat çekici
tepki, kendi sloganlarını gerçeklercesine
taciz edici derecede yoğun bir şekilde
yerleşkenin çeşitli yerlerine yapıştırılan
ve üzerlerinde ‘İTÜ’de taciz var’ yazan
dosya kağıtları oldu. Önceleri bunun ne
anlama geldiğini yerleşkenin büyük bir
kesimi anlamamasına rağmen bu kağıtların yerleşkede rahatsız edici sayıya
ulaşmasıyla öğrencilerin ‘Ne istiyor bu
insanlar?’ diyerek araştırması sonucu bu
protestonun Vadi Yürüyüşü ile ilgili
olduğu anlaşıldı.
Hürriyet’in haberi
Konuyla ilgili Hürriyet Gazetesi’nin
16.11.2008 günü sürmanşetten verdiği
haberde yürüyüş ile ilgili ‘Geleneksel
Abazan Hareket Yürüyüşü’ ifadesini
kullanması ve olayı tamamen erkeklerin
kızları tacizi olarak kurgulaması İTÜ
içinde tartışmaları daha da alevlendiren
olay oldu. Haberde İTÜ Rektörü
Muhammed Şahin’in olayla ilgili soruşturma başlatmış olması ve gece polis
çağırılması gibi ayrıntıları yer verilmesi,
durumun İTÜ dışından algılanışını da
tamamen değiştirdi. Özellikle haberi
ulusal basından öğrenen kız öğrenci
aileleri bu haberi okuduktan sonra, yerleşke içerisinde güvenliği tehdit eden
bir unsur olduğunu düşünerek telaşa
kapıldılar. Ancak güvenliği tehdit eden
unsur olarak yansıtılan kişilerin de İTÜ
öğrencisi
olduğu
gerçeği
hiç
düşünülmedi.
Çeşitli gruplardan tepkiler
‘İTÜ’de taciz var’ afişlemesi ve
Hürriyet’in haberi ile kısıtlı kalmadı
yürüyüşe tepki. Olayın İTÜ içerisinde
dillendirilmesinin devam etmesi okul
içinde konuya vakıf olan veya olmayan
tüm grupların zamanla tartışmaya katılmasına neden oldu. Siyasi gruplar,
çeşitli öğrenci kulüpleri kimisi sadece
gündeme ortak olarak reklam yapmak
için, kimisi bu yolla konuyu başka noktaya getirmek için, kimisi de sadece
gerçekten bu konuyu tartışmak için
çeşitli bildiriler dağıttılar veya afişleme
yaptılar. Ancak bu kampanyaların en
manidar özelliği tüm grupların ısrarla
kızların rahatsızlığından ve kadın haklarından bahsetmesine karşın, çalışmaların ‘İTÜ’de kızlar kendini savunamaz’ dercesine erkeklerin önderliğinde
yürütülmesiydi. Bu konunun göz
önünde bulundurulmaması bazı platformlarda bu gruplara tepkinin,
İTÜ’nün kendini savunabilen ve erkekler tarafından temsil edilmeye ihtiyacı
olmayan kızlardan gelmesine neden
oldu. Bu konunun çok uzatıldığını ve
kızların adı kullanılarak konunun başka
noktalara çekildiğini düşünen İTÜ’lü
kız öğrenciler 75.Yıl Öğrenci Sosyal
Merkezi önünde zaman zaman bu gruplarla tartışmaya bile girdiler. Sonuç
olarak bazı grup ve kulüplerin düzenlemeye çalıştığı tartışma ortamları grup
içi etkinlikten öteye gidemedi.
Ve gerçekten rahatsız olanlar
Bu yürüyüşten gerçekten rahatsız
olan bir kesim de vardı elbet. Özellikle
grubun içinden bir kesimin rencide
edici ifadeler kullandığını ve küfürler
ettiğini söylüyorlar rahatsız olanlar. Ya
da gecenin geç saatlerinde yurtlar
önünde bu kadar gürültü çıkarmanın
rahatsız edici olduğunu. Rahatsız olan
kız arkadaşlarımızdaki genel kanı,
grubun geçmiş senelerdekinin aksine
otokontrolü yeterince sağlayamadığı ve
etkinliğin gitgide kontrol edilemez bir
hal aldığı yönünde. İlk yürüyüşün
yapıldığı 2006 yılından beri yürüyüşe
katılan Vadi’li arkadaşlardan bazıları da
reddetmiyor zaten bu durumu. Vadi
yürüyüşünün amacından sapmaya
başladığını söylüyorlar kendileri de.
Daha doğrusu kızlar, olayın biraz daha
çirkinleşmesinden ve her gün yüz yüze
baktıkları arkadaşlarıyla başka platformlarda karşılaşmalarından endişe
ediyorlar. Birçoğu da ilk yürüyüşten
örnekler veriyor. 2006 yılındaki ilk
yürüyüşte ve hatta 2007’de de özellikle
Gölet Yurtları’na gidildiğinde yürüyüş
grubundan arkadaşı olan kızlar aşağı
inerek gruba kısa bir süre de olsa
katılmış, en azından arkadaşlarıyla
selamlaşmıştı. Ama görüyoruz ki bu
yılki etkinlikte bunun olma ihtimali söz
konusu değildi. Çünkü açıkça ortadaki
az da olsa oraya sadece ‘eğlenmek’ için
gelmeyen kişiler vardı. Kızların bu
söylemlerine kulak tıkamamak gerekir
elbette.
Vadi ne diyor?
Vadi
Yurtları’nda
barınan
arkadaşların en büyük şikayeti elbette
birçok yerde ‘tacizci’ olarak anılmak
oldu. Gazeteye haber olmaları, okul
içinde birçok grubun hedefi olmaları,
hiç tahmin etmedikleri bir şeydi. Çünkü
çoğu gerçekten sadece eğlenmek için
gitmişti oraya daha önceki yıllarda
olduğu gibi. Bazıları sadece eğlenip
dağıldıklarını düşünürken bazıları bu
yıl işin dozunu kaçıranların olduğunu
ve bir daha katılmayacaklarını söylediler. Çünkü ‘tacizci’ olarak damgalanan
bu grupta da durumdan rahatsız olanlar
olmuştu. Eğlenceye katılmayıp dışarıdan takip edenlerde daha çok “Vadi bu
otokontrolü sağlamalıydı” yorumlarını
yaptılar. Tüm bunlara rağmen hepsinin
buluştuğu tek ortak nokta şuydu ki her
şeye rağmen bu ‘tepki’ haksız ve
abartılıydı. Çünkü dağıtılan broşürlerde, forum sitelerinde iddia edilenlerin birçoğu hiç yapılmamış, birçoğu da
grubun içindeki 3-5 kişi tarafından
yapılmıştı. Buna rağmen grup sanki kız
yurtlarını basmaya gelmiş gibi gösteriliyordu. Vadi’lilerin şimdi tartıştığı
konu ise gelecek sene bu yürüyüşün
yapılıp yapılmayacağı. Kimisi bu
geleneksel bir eğlencedir ve baltalayan
3-5 kişi yüzünden iptal edilmez derken
kimisi de artık bu işin dozunun
kaçtığını ve bir daha yapılmamasının
Vadi’ye yakışan olduğunu düşünüyor.
Soruşturma
Hürriyet gazetesinde, rektörün
soruşturma için talimat verdiğinin yazmasının ardından kafalarda bunun nasıl
yapılacağına dair soru işaretleri vardı.
Çünkü yerleşke içerisindeki kameralar
gece saatlerinde gruptan insanların yüzlerini seçebilecek teknolojiye sahip
değildi. Hatta birçoğu çalışmıyordu bile.
Ancak rektörlük sözünü söylemişti ve
İTÜ’lüler şiddeti
protesto etti
Aralık 2008 tarihinde, İTÜ Maçka
Yerleşkesi’ndeki farklı görüşlere
sahip iki grubun dergi dağıtımı
nedeniyle tartışması sonucu kavga
çıktı. Kavgada 4 öğrenci bıçakla
yaralandı.
Olayın ertesi günü toplanan yaklaşık
300 kişilik İTÜ öğrencisi, yaşanan bu
olayları protesto ederek Rektörlüğün
sorumluları cezalandırmasını istedi.
75. Yıl Öğrenci Sosyal Merkezi’nden
Rektörlük binası önüne kadar yapılan
yürüyüş sonrası basın açıklaması
yapılarak olay protesto edildi.
Olayların artından Maçka’da güvenlik
önlemleri artırıldı.
Yaralı öğrencilerin durumlarının iyi
olduğu belirtildi.
2
artık geri dönüşü yoktu. Bir şekilde bir
soruşturma yapılacaktı. O gece yoklama
listesine imza atmayan insanlar seçildi
hedef kitle olarak. O geceki yoklamada
imzası olmayan herkese soruşturma için
tutanak gönderildi ve kurban bayramı
sonrası için soruşturmaya çağırıldı.
Olaydan sonra konuştuğumuz bazı
arkadaşlarımız o gece yürüyüşte olmamalarına rağmen sırf o gece yoklamada
olmadıkları için kendilerine de tutanak
geldiğini ilettiler bize. Ayrıca o gece
yürüyüşte olup yoklamaya imza atan da
birçok kişi vardı. Onların ise kafaları
rahat şu anda. Soruşturma bayramdan
sonra başlıyor. Bakalım daha neler göreceğiz?
Vadi Yürüyüşü nereden çıktı?
Vadi yürüyüşlerinin başlangıcı 2006
yılında yaşadığımız seri elektrik kesintilerine dayanmaktadır. Yaşanan birkaç
elektrik kesintisinden sonra Vadi
Yurtları’nda kalan arkadaşlarımız yurtlarda jeneratör olmamasını protesto
etmek amacıyla önce camlardan slogan
atmaya başlar ve daha sonra tepki
gösteren kişi sayısının fazla olduğunu
görerek yurtlar önünde toplanılır. 2007
yılındaki yürüyüşleri gazetemiz adına
takip eden Muzaffer Can İban ve
Mümin Çentez’in ifadeleriyle meşale,
darbuka, masa lambası, kaynana zırıltısı
vb. gibi nesnelerin yanı sıra ses getiren
sloganları ile yürüyüşe başlanır. 7
Kasım 2006 tarihinde gerçekleşen bu
yürüyüşün ardından yürüyüşün her
sene tekrar edilmesine karar verilir ve
yürüyüşler 10 Ekim 2007, 22 Ekim 2007,
7 Kasım 2007, 2 Aralık 2007 tarihlerinde
tekrar edilir. Yürüyüşlere engel olunması için Vadi Yurtları’na jeneratör alınmasına rağmen etkinlik sadece jeneratör
protestosu kapsamını çoktan aştığı için
yürüyüş gelenekselleşir.
yokuştan aşağı yürüdükten sonra sağdaki sokağa sapıyoruz. Biraz yürüdüğümüzde Küçük Ayasofya tüm alçak
gönüllüğüyle bizi karşılıyor olacak.
Sergios ve Bakhos Kilisesi olarak inşa
edilen yapı, daha sonra camiye çevrilerek Küçük Ayasofya adını almış.
Meşhur Bizans İmparatoru Justinian
hakkında, daha tahta oturmadan, bir
önceki imparator Anastasias zamanında bir iddia ortaya atılır: Justinian
İmparator’a karşı bir suikast planlamaktadır. İddia ciddidir. Cezası da
ölümdür. Efsane bu ya, ilginç bir rüya
görür bir gece Anastasias. İki aziz
Sergios ve Bakhos, imparatorun rüyasına girip, kulağına Justinian’ın
masum
olduğunu
söylerler.
Anastasias, bu rüyadan etkilenerek
Justinian’in masum olduğuna inanır
ve O’nu affeder. Seneler sonra 527
yılında, Justinian imparator olduğundan azizlere şükranını dile getirmek
için Sergios ve Bakhos Kilisesi’ni yaptırır.
Sergios ve Bakhos, ilginç bir plana
sahip. Düzgün olmayan bir dikdörtgen
üzerine oturan bir sekizgene dayanan,
orta mekân üzerinde köşelerindeki
sekiz büyük ayak ile taşınan 16 dilimli
bir kubbe yer alıyor yapıda. Bu dilimlerden sekizi düz; sekizi de içbükey.
Ana kubbe, dört kemer ve dört yarım
kubbe ile desteklenmiş. Bunların altında bulunan sütunlar ise pembe ve yeşil
somaki mermerinden yapılmış. Oya
gibi işlenmiş, çok ince bir işçiliğe
sahip, üzüm salkımı ve yaprağı motiflerinden oluşan arşitravlar ve sütun
başlıkları insanı büyülüyor. Sütunların
üzerindeki üst galeri boyunca görülen
Yunanca yazılar dikkat çekiyor.
Sergios ve Bakhos Kilisesi’nin
bugünkü camii kullanımına dönüştürülmesi İstanbul’daki Osmanlı uygulamaları arasında ilk örneklerden sayılabilir. İstanbul’un Fethi’nden 30 yıl
sonra, II. Bayezid’ın Darüssade Ağası
Hüseyin Ağa’nın binaya olan hayranlığı sonucunda camiye çevrilen Sergios
ve Bakhos, ‘Küçük Ayasofya’ adını
aldı. Esas yapından bağımsız olarak
inşa edilen minare, iç kısma eklenen
minber, mihrap ve müezzin mahfili ile
camii kimliğine kavuşan Küçük
Ayasofya, avlu çevresine eklenen zaviye hücreleri ile giderek bir külliye niteliği kazandı.
Bu dönüşüm sırasında binanın batı
cephesine müthiş bir uyumlu orantıyla
eklenen son cemaat yeri ve revaklı
bölüm ise Klasik Osmanlı Üslubu’nun
yalın ve zarif bir mimari örneği olarak
tarihsel sürecin kültür zincirini
tamamlıyor.
Küçük Ayasofya, özgün mimari
yapısıyla birçok mimarı derinden etkilemiş;
Bizans
ve
Osmanlı
Uygarlıkları’nın birçok anıtsal yapısına
temel oluşturmuştur. İtalya’daki
Bizanslılar tarafından yapılan Ravenna
Kilisesi ile Almanya’daki Aachen
Katedrali’nın
planları
Küçük
Ayasofya’nın planının eşidir. Diğer
yandan Küçük Ayasofya’nın ilk örneği
olduğu sekizgen plandan yola çıkan
Mimar Sinan, bu planı Selimiye
Camii’nde anıtsal ölçülere uygulamıştır.
Bu küçük kilise, Bizans ve
Osmanlı’nın birçok anıtsal yapısının
arkasında yatan tohum oluyor bir
anlamda. Küçük Ayasofya, mütevazı
kubbesi altında iki büyük medeniyeti
buluşturuyor.
Küçük Ayasofya’yı mutlaka görmelisiniz. Bahçesinde ney dinleyerek içeceğiniz sıcak çay, caminin büyüleyici iç
mekanı, sizi başka alemlere götürecek..
Sinan’ın İstanbul’a Armağanı:
Sokullu Şehit Mehmet Paşa Camii
Küçük Ayasofya’dan çıkıp dümdüz
yukarı doğru tırmandığımızda
Kadırga’ya geliyoruz. İstanbul’da tari-
hi dokusunu koruyabilen ender semtlerden biri olan Kadırga’yı görünce
Yahya Kemal’in ‘Sade bir semtini bile
sevmek bir ömre bedel’ dizesi geliyor
aklımıza. Kadırga’nın sokaklarında
dolaşırken küçük bir camii dikkat çekiyor. Bu yapı, Mimar Sinan’ın ustalık
döneminde yaptığı zarif camilerden
biri olan Sokullu Şehit Mehmet Paşa
Camii’nin ta kendisi.
Sokullu Camii, 1571 yılında
Kanuni’den başlayarak üç padişaha
sadrazamlık yapan Osmanlı tarihinin
en büyük devlet adamlarından
Sokullu Mehmet Paşa’nın adına eşi ve
aynı zamanda II. Selim’in kızı
Esmehan Sultan tarafından yaptırılmıştır.
Sokullu’ya daha girmeden Sinan’ın
mahareti gözler önüne seriliyor.
Camiyi bu kadar dik bir yokuşa tüm
topografik güçlükleri estetik etkiye
çevirerek yerleştirmesi göze çarpıyor.
Dış avlusu olmayan caminin iç
avlusuna kuzey tarafındaki kapıdan
giriyoruz. Giriş kapısından yukarı tırmandıkça adım adım olgunlaşan perspektif insanı büyülüyor. İç avlunun üç
tarafı revaklar ve üzerleri kubbeli on
altı medrese odasıyla çevrelenmiş.
Ortada hoş bir şadırvan var.
Cami, dikdörtgen plan üzerindeki
altıgene oturan bir kubbeye sahip. Bu
kubbeyi dört köşede yan yana duran
ve böylece camiyi enine genişleten
yarım kubbeler destekliyor. Giriş ve
karşısındaki mihrap duvarlarında ise
kemerler var. Caminin özgün planının
verdiği ölçülü mekân duygusu klasik
dönemin benzersiz özelliklere sahip
çinileri ile destekleniyor. Bu çiniler,
daha önce hiçbir camide görülmeyen
bir biçimde mermer mihraptan tavana
kadar olan bölümde, minber külahının
üzerinde, pencere alınlıklarında ve
kubbe kemerlerinde kullanılmış.
Süslemede çininin bolca kullanılmasına rağmen bu durumun mimariyi ezecek boyuta ulaşmaması dikkat çekiyor.
Tüm sessizliğe ve ilgisizliğe rağmen
şüphesiz Sokullu Camii İstanbul’daki
en güzel camilerden biri. Sokullu
Camii büyülüyor insanı. “Selam Olsun
Koca Sinan’a” diyoruz ayrılırken.
Kalbimiz Sokullu’da kalıyor...
Sokullu Mehmet Paşa Camii
25
24
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Aziz İstanbul
Burak Patpat
erhalde biz üniversite öğrencilerinin derslerimizden sonra
kafamıza en çok takılan konu barınmadır. Ailesinin yanında kalma şansına
sahip olmayanlarımız, ya öğrenci yurtlarında ya da kendi tuttukları evlerde
kalırlar.
Amerika’da uzun yıllardır, bazı
üniversitelerin güçlendirme vakıfları,
öğrencilerinin barınmaları için farklı bir
yaklaşım gösteriyorlar. Kooperatif
barınma (Cooperative Housing-COOP)
denilen bu yaklaşım çok özel bir fikir
olmamakla birlikte ülkemizde pek bilinmemekte.
Kooperatif yurdun ilk örneği
Amerika’da ekonomik buhran yıllarında 1924’te Boston Üniversitesinde
ortaya çıktı. Daha sonra, 1934’te,
Amerikan ekonomisindeki büyük gerileme Amerikalı üniversite öğrencilerini
de etkisi altına aldı. Bu sebeple,
mümkün olan her kalemde tasarruf
etmek zorunda olan öğrenciler için,
düşük maliyetli öğrenci yurtları
gerekliliği doğdu. Özellikle Amerikan
kültüründe var olan insanların kendi
harcamaları için her an çalışmak zorunda olmaları gerektiği düşüncesi ucuz
maliyetli yurt arayışıyla birleşince kooperatif yurt fikri iyice popülerleşti.
California eyaletinde California Üniversiteleri Kooperatif Öğrenci Barınma
Kuruluşu (University of California
Cooperative Housing AssociationUCCHA) tarafından büyük sayılarda
kurulmaya başlanan kooperatif yurtlar
daha sonra ülkenin birçok üniversitesinin vakıfları tarafından benimsendi. Halen Amerika’da ve diğer birkaç
ülkede bazı üniversiteler bu şekilde
işletilen yurtlara sahiptir.
Burak Avcı
İstanbul’ denince akla gelen ilk
mekânlardan biri Sultanahmet
Meydanı şüphesiz. Bizans ve Osmanlı
Kültürü’nün görkemli bir izdüşümü;
Ayasofya,
Topkapı
Sarayı,
Sultanahmet Camii gibi anıtsal yapıları
etrafında toplamasıyla İstanbul’u tanımaya hevesli adımların başladığı yer
Sultanahmet Meydanı. Bu kadar ilgi
görmesine rağmen Sultanahmet
Meydanı’nın etrafında, kenarda köşede kalmış, keşfedilmeyi bekleyen
mütevazı ama görkemli o kadar çok
tarihi yapı var ki. Küçük Ayasofya
Camii ve Sokullu Mehmet Paşa Camii
bunlardan yalnızca ikisi.
‘
Avantajları
Kooperatif yurt, adından da anlaşılacağı üzere, paylaşımın esas olduğu bir
organizasyondur. Bir kooperatif yurtta
hiçbir bireye özel muamele yapılamaz.
Yapılan hizmetlerin ve yapılan yemeklerin tamamı paylaşılır. İnsanlar
odalarında özgürdürler ancak yurt
kimse için temizlikçi ya da tamirci tutmaz, özel bir eşya almaz. Ortak alanlarda yapılanlar ya da bu alanlara yapılacak olanlar, tüm yurt sakinlerinin
demokratik onayına ihtiyaç duyar.
Yapılan eğlenceler ve organizasyonlar
oluşturulan bir komisyon tarafından
yapılır. Ortak fayda her zaman amaçlar
içinde birinci sıradadır. Yemekhanede
bu eğilimin dışında kalmaz. Yemekhanenin ürettiği veya hazır aldığı bütün
Adı Küçük Namı Büyük: Küçük
Ayasofya Camii
Sultanahmet Camii’nin meydan
tarafına bakan dış avlu duvarını takip
ediyoruz. Duvarın bittiği yerde sola
dönüyoruz. Bir yokuş göreceğiz. Bu
Fotoğraflar, M. Cansın Özden
Dün, İstanbul’a bir tepeden bakarak bu muhteşem şiiri yazmıştı Yahya
Kemal. Bugün, biz de
bakıyoruz İstanbul’a bir
tepeden. Bakıyoruz,
seyrediyoruz, dinliyoruz
şehri. Bulamıyoruz
Yahya Kemal’in o
‘efsunlu güzellikleri
yaratan’ şehrini.
Bakılmıyor artık
İstanbul’a bir tepeden.
Kendimizi arka
sokaklara atıyoruz.
Bir umut var içimizde.
‘En hoş ve uzun rüyayı’
görmeye dair. Küçük
Ayasofya, Kadırga,
Süleymaniye, Vefa ve
daha nicesi. Her türlü
çirkinliğe rağmen
buluyoruz işte o efsunu,
dalıyoruz hoş bir rüyaya
arka sokaklarında
İstanbul’un. Nemli
gözlerle Yahya Kemal’i
yad ederken soruyorum
kendi kendime: ‘Bu
kadar kötülüğe rağmen
nasıl bu kadar güzel
olabiliyorsun
aziz İstanbul?’
Bir öğrenci yurdu deneyimi
H
Sana dün bir
tepeden bakt
ım aziz İstanb
Görmedim ge
ul!
zmediğim, se
vmediğim hi
Ömrüm oldu
çbir yer.
kça gönül ta
htına keyfin
Sade bir sem
ce kurul!
tini sevmek
bile bir ömre
değer.
Nice revnak
lı şehirler gö
rünür dünyad
Lakin efsunl
a,
u güzellikler
i sensin yara
Yaşamıştır de
tan.
rim en hoş ve
uzun rüyada
Sende çok yı
l yaşayan, se
nde ölen, send
e yatan.
Yahya Kemal
Beyatlı
Küçük Ayasofya Camii
9
yiyecek ve içecekler herkese açıktır.
Herkes kendi ihtiyacı kadar yemek alabilir. Herkesin yemek ihtiyacı değişik
olacağı için kimseye bir kısıtlama getirilmez. Ancak her üye sunulan hizmetlerin kendisine özel olmadığının farkındadır ve kısıtlı kaynakları idareli kullanması gerektiğini bilir. Eğer aşırıya
kaçarsa diğer üyeler tarafından uyarılabilir.
Paylaşımın esas olduğu kooperatif
yurtlarda bütün yönetim ve hizmetler
yurt üyeleri tarafından üstlenildiği için
profesyonel çalışanların sayısı asgari
düzeydedir. Örneğin UCLA(University
of California Los Angeles-California
Üniversitesi Los Angeles) için hizmet
veren kooperatif yurtta 500–600 civarı
öğrenci barınmaktadır, ancak profesyonel çalışanların sayısı yaklaşık 10’dur.Bu
sebeple bütçenin bir kısmı profesyonel
çalışanlara verilecek yerde yurtta kalanların yurt için yaptıkları hizmetler
karşılığında kiralarından düşülmektedir. Bu sayede öğrenciler kendi emeklerini direk olarak değerlendirerek
bütçelerine katkıda bulunmaktadır.
Profesyonel çalışanların olmaması
yurt bütçesine büyük bir katkı sağlamaktadır. Çünkü örneğin UCLA kooperatif yurdu için konuşursak,
California için asgari ücret saat başına
yaklaşık 7 dolardır. Ancak profesyonel
çalışanlar işlerinde uzman olacakları
için saat ücretleri 20–25 dolar civarında
olabilmektedir. Yurt profesyonel
çalışanlarına 20–25 dolar vermek yerine
yurt sakinini asgari ücretten çalıştıracağı
için aradaki farkı tasarruf etmiş olur.
Böylece örneğin UCLA in Los Angeles
şehrinde bulunduğu bölge olan
Westwood’da ortalama bir dairenin
kirası 1400 dolar civarında iken kooperatif yurtta üç öğün yemek ve diğer
bütün hizmetler dahil (elektrik, su,
internet, ısınma) 500 dolar civarında
barınılabilmektedir. O bölgede yurdun
yemeklerine benzer yemeklerin bir
öğünlük masrafının 10 dolar civarında
olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Nasıl Çalışıyor?
Kooperatif yurtlar düzgün çalışmak
için üyelerinin katkısına muhtaç olduklarından, demokratik olarak işletilmeleri
gerekmektedir. Bütün ciddi kararlar
oylamalar sonucu alınır ve bütün üyeler
tarafından benimsenir. Demokratik bir
ülkenin yönetiminde de olduğu gibi her
an genel oylamaya başvurulamayacağı
için, seçimle oluşturulmuş genel konulara bakan iki kurul vardır. Diğer konularla ilgili kurulların dışında tüm yurt
üyelerini ilgilendiren konularda uzmanlaşmış bu iki kuruldan birincisi üyelik
komitesi (Membership committee-
Memcom) ikincisi ise yöneticiler birliğidir (Board of Directors-BOD).
Her iki kurulda yurdun anayasasına
göre belirlenmiş yetkilere sahiptir ve
belirli çalışma süreleri için seçilen üyeler
tarafından oluşturulurlar. Üyelik
komitesi yurt üyelerini doğrudan
ilgilendiren disiplin, uyum sorunları
gibi konularda kararlar verir.
Yöneticiler birliği ise yurdun genel politikalarını belirler ve gelir-gider dengesini kontrol eder. Yani, çalışma şekilleri
göz önünde bulundurulursa, üyelik
komitesi meclis, yöneticiler birliği ise
senatodur.
Bu demokratik yönetim kademelerine karşın tüm yönetim kademeleri nasıl
karar alırlarsa alsınlar bütün yurdun
mülkiyeti vakıfa aittir. Vakıf istediği
kararları dikte ettirebilir. Ancak bu bir
nevi askeri darbe olacağı için kooperatif
yurtların kuruluşundan beri yani yaklaşık 60 yıldır vakıf hiçbir müdahalede
bulunmamıştır.
Yurt asgari düzeyde profesyonel
çalışana sahiptir. Profesyonel çalışanların dışında yurdun bütün çalışanları
yurtta yaşayanlar oldukları için onların
çalışmalarını düzenleyen ve denetleyen
bir sistem vardır. Her yurt elemanı
seçtiği bir alanda (bakım-onarım,
güvenlik, yemekhane) ve zamanda haftada 4 saat çalışmak zorundadır. Üzerine düşen görevi yapmayan yurt sakinleri için çalışma saati başına belirlenmiş
cezalar ve bu cezaları denetleyen
mekanizmalar vardır.
Eksileri
Kooperatif yurtlar düşük maliyetleri
ve üyelerine tanıdıkları özgürlük kadar
sahip olduğu bazı eksilerle de meşhurdur. Bunların başında temizliklerinin
normal bir yurda göre daha kötü olması
gelir. Bütün temizlik hizmetleri asıl
işleri üniversite öğrenciliği olan üyeleri
tarafından yapıldığı için hijyen kuralları
biraz ihmal edilebilir. Ancak yinede
düzgün çalışan bir kooperatif yurdu
birçok devlet yurdundan temizlik
konusunda daha iyi durumdadır.
Kooperatif yurdun bir diğer eksisi ise
her kalemde tasarruf edilmeye çalışılan
kurumlar oldukları için yiyecek-içecek
ürünlerinde ve temizlik malzemelerinde
ortalama kalitenin biraz altında ürünlerin kullanılmasıdır. Yemeklerin içinden böcek çıkmaz, ama özellikle ana
yemekleri çok da severek yemezsiniz.
Güvenlik hizmetinin üyeler tarafından üstlenilmiş olması da yurtların
güvenliğinin normal bir yurda göre
biraz daha düşük olmasına sebep olur.
Ancak büyük bir aile olan kooperatif
yurtlarda güvenlik en az kaygı duyulan
şeydir. Çünkü herkes arkadaştır, en
azından bir vardiyada beraber
çalışmıştır, yaşamak için birbirine muhtaçtır. Dolayısıyla herkes birbirinin
güvenliğine dikkat eder.
Türkiye’de uygulanabilirliği
Kooperatif yurt modeli düşük
maliyetlerinden dolayı Türkiye’de
popüler yurt modeli olabilir. Ancak
Türkiye’nin kendine özgü birkaç handikapı bu yurtların uygulanabilirliğini
sorgulatır. Türk kültürünün kendine
has yapısı, kooperatif yurtların sahip
olduğu, herkesin yurda katkı yapması
prensibiyle çelişebilir. Bazı üyeler çalışma vardiyalarına uyumsuzluk gösterebilir, angarya işlerini yapmak istemeyebilir ve düzensizliğe sebep olabilir.
Kültürümüzün büyük paradokslarından biri olan amiyane tabirle ahbapçavuş ilişkisi, bu vardiyaların denetimlerinde problemlere sebep olabilir ve
hizmetleri aksatabilir.
İkinci bir problem ise yurdun
demokratik yapısından dolayı ortaya
çıkabilir. Kendi içlerinde demokratik
olmayan, iç disiplinleri olan gruplar,
yurt içinde etkinliklerini artırıp seçimleri manüple ederek yurt yönetimini ele
geçirebilir ve kendi elemanlarını yurda
yerleştirebilirler. Bu durumda vakıf
yönetimi olaya müdahale etmek isteyebilir ve tüm kooperatif yurt fikrine ters
olan olaylar sonucunda bütün yurdun
işleyiş mekanizması bozulabilir.
Sonuç
Bütün bu kendi içinde sahip olduğu
eksilerine ve Türkiye’de uygulandığında ortaya çıkabilecek bu ülkeye has
sorunlara rağmen, kooperatif yurtlar
normal yurtlara alternatif olmaktan çok
onları tamamlayıcı bir etkiye sahip olabilirler. Üniversite eğitimi sırasında
yurtta kalmak isteyenlere alternatif
sunar, ekonomik durumu iyi olmayan
öğrencilere destek olur, üyeleri arasında beraberlik ruhunu yükseltir ve yurt
yöneticilerinin omuzlarındaki ağır yükü
alabilirler.
Planlama yapan yöneticilerimizin
dikkatine…
10
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Pasaport sizden,
kurslar BEST’ten
İstanbul Teknik Üniversitesi Kültür ve
Sanat Birliği bünyesinde yer alan
Uluslararası Mühendislik Kulübü’nün,
BEST’in (Board of European Students of
Technology) Türkiye’deki ilk temsilciliğini
almasının ardından dört yıl geçti. Bu
sürede kendisini önemli bir konuma
getiren Yerel BEST Grubu İstanbul, ardı
ardına İTÜ’de düzenlediği beş Teknoloji
Kursu ile artık BEST’te yeni bir rekorun
sahibi. BEST’teki üyeliğini pekiştiren UMK,
bütün İTÜ’lü öğrencilerin de BEST’le tanışması için elinden geleni yapıyor.
TÜ’lü lisans ve lisansüstü öğrencilerinin katılabildiği
BEST Bahar Kursları, 10 ayrı ülkeden 19 farklı başlıkta düzenleniyor. Her yıl düzenlenen bu etkinliklere
başvurmak için yapmanız gereken tek şey istediğiniz
kursu seçmek ve bir motivasyon mektubu yazmak.
Seçildiğinizde yol masraflarınız dışında harcamanız
gereken hiçbir şey yok. Gittiğiniz üniversitede verilen
eğitimden, yeme-içme, konaklama, şehri gezme gibi
tüm ihtiyaçlarınız karşılanacaktır. İşte BEST Bahar
Kursları...
Kurslar hakkında detayları görmek ve başvurmak
için www.best.eu.org sitesine üye olmanız yeterli. Her
türlü sorularınızı da kulübümüzün sitesinden bizlere
ulaştırabilirsiniz.
İ
“On the other side of a screen be creative in multimedia!”
Varşova, Polonya
27 Şubat – 8 Mart 2009
“Cells plus engineering equals life!
Introduction to tissue
engineering”
Belgrad, Sırbistan
27 Mart – 5 Nisan 2009
“Can you feel my big....
ENERGY?”
Bordeaux,Fransa
20 Nisan – 1 Mayıs 2009
“Eat that: Innovation in food
technology and nutrition”
Reykjavik, İzlanda
10 Mart – 18 Mart 2009
“Getting the environment back on
the rails: public transports are our
future!”
Lille, Fransa
25 Nisan – 3 Mayıs 2009
“I'm in CCCP”
Ekaterinburg, Rusya
22 Mart –1 Nisan 2009
“Sea, Science and Sun: marine
and naval activities!!”
Aix-en-Provence, Fransa
27 Nisan – 6 Mayıs 2009
“Watch it, Play it, Change it,
Share it ..... TECHNOLOGIC”
Lion, Fransa
1 Nisan – 11 Nisan 2009
“Take the future in your hand!
We will live in futureland!”
Lviv, Ukrayna
3 Mayıs – 11 Mayıs 2009
“In Green...we trust!”
Selanik, Yunanistan
1 Nisan – 10 Nisan 2009
“BEC to the future - Rome
Against the Machine”
Roma, İtalya
4 Mayıs – 14 Mayıs 2009
“BECommunicative”
Paris, Fransa
4 Nisan – 11 Nisan 2009
“Agrotech 2009: take the robot's
challenge”
Madrid, İspanya
9 Mayıs – 16 Mayıs
www.umk.itu.edu.tr
“Take the lead over the future.
Innovations in automation.”
Moskova, Rusya
4 Nisan – 12 Nisan 2009
“The energy of Sicily! Materials for
energy, the energy of the future!”
Messina, İtalya
9 Mayıs – 16 Mayıs 2009
“Nano Med, Giga Progress... Be
Nursed from Inside!”
Grenoble, Fransa
9 Nisan – 20 Nisan 2009
“PARobotIcS: Discover Innovative
Technology Improving Your Life”
Paris, Fransa
10 Mayıs – 17 Mayıs 2009
“Performance enhancement - how
we can make superman look pretty
small”
Kaiserslautern, Almanya
15 Nisan – 23 Nisan 2009
“Faces of Europe, Looking through
the eyes of other people”
Eindhoven, Hollanda, 25 Mayıs – 29
Mayıs 2009
den ileri geliyordur. Bilemiyorum...
Bizim sizin fotoğraflarınızda gözlemlediğimiz, belgesel fotoğrafçılığın klasiğinin aksine, fotoğraflarınızda estetiğe çok önem veriyorsunuz.
Ben de tam bunu söyleyecektim
aslında bir farklılıktan bahsetmek gerekirse. Takip ettiğim ve benzer kategoride fotoğraf çektiğim kişilerden, kendimce algıladığım fark bu. Ben içeriğin
yanında fotoğrafın estetiğine de önem
veriyorum ve bunu özellikle de yapmıyorum. Fotoğrafı çektikten sonra fark
ediyorum ki, üçte bir kuralı olsun altın
oran olsun, bir şekilde bunlara önem
vermişim. Bu belki üniversitede aldığım
eğitimin izleri olabilir. Aslında bir de
fotoğrafı seçme aşaması var tarzınızı
direkt etkileyen faktörlerden biri olarak.
Dijital fotoğrafçılıkta bu da çok önemli
bir hal almış durumda. Çünkü çok sayıda fotoğraf çekiyorsunuz ve bu seçtiklerinizi arasından sizce güzel olanları seçiyorsunuz. Yani başka biri o dosyadan
bambaşka kareleri çekip çıkarabilir pek
tabi. Bir de fotoğraf işleme aşaması var
o tarzı etkileyen bir başka unsur olarak.
Eskinin karanlık odasının günümüzdeki
karşılığı aydınlık odalar olan fotoğraf
işleme programlarından bahsediyorum.
Bir photoshop canavarı olmak şart değil
ama temel düzenlemeleri bilmek gerek.
Ben bu yönleriyle kendi işimi görecek
kadar iyi bildiğimi düşünüyorum.
Büyük müdahalelerde bulunmuyorum
ama kontrast ayarları ve siyah beyaza
çevirme gibi işlemleri doğru uygulamak
gerekiyor. Nihayetinde bu programlar
marifetiyle ortaya koyacağınız son ürün
görücüye çıkacak olan.
Çıktığınız bir gezide ortalama ne
kadar fotoğraf çıkarıyorsunuz?
Daha önce de belirttiğim gibi sanırım
doğru fotoğraf karelerini eskiye göre
daha çabuk yakalayabiliyorum. Gözün
de eğitilebilir olduğu kesin. Özellikle
belirli bir konuya yönelik çalıştığım
zamanlarda çok daha konsantre olarak
fotoğraf çekiyorum. Artık teknik konular da kendi içinde bir alışkanlığa döndüğü için şansım da yaver giderse az
zamanda görece çok sayıda kalburüstü
fotoğraf üretebiliyorum. Nasıl ki araba
kullanmayı öğrenirken gaz, debriyaj
sıralamalarını düşünerek beynimizin
korteksi ile yönetirken daha
sonra bu alışkanlığa dönüşüyorsa; bunun gibi fazla deklanşöre basan biri için de
fotoğraf çekerken diyafram,
perde hızı ve ISO gibi düşünmeden hallettiği teknik detaylar olabiliyor. Bunların dışında çok iyi fotoğraflar için
elbette ki şans faktörü devreye giriyor.
biliyor. Ben de zaten onları çekmiyorum.
Fotoğrafçılığı profesyonel olarak düşünüyor musunuz? Fotoğrafçılıktan hiç
para kazandınız mı?
Şimdilik profesyonel olarak düşünmüyorum fotoğrafçılığı. Aslında hayatımda çok büyük bir yer kaplıyor ama
ben şu anda yaptığım işi de seviyorum.
Arada para da kazanabiliyorum pek
tabi. Hollanda’da bir dergide yayınlanmıştı fotoğraflarım. Yakında bir kitap
kapağı olarak kullanılacak başka bir
fotoğrafım var. Sergide de fotoğraflarımız satıldı. Ama dediğim gibi şu anda
tamamen profesyonel olarak fotoğrafçılığı düşünmüyorum. İleride belki olabilir elbette. Çünkü fotoğrafçılık yapmak
için herhangi bir yaş sınırı yok ve insanın geleceğe dair bir alternatifi olması
da güzel bir şey.
Serginiz Melankolistanbul için fotoğrafları nasıl seçtiniz ve serginize beklediğiniz ilgiyi bulabildiniz mi?
Aslında ismiyle direkt alakalı olarak
çalışmadık ama İstanbul sokaklarını
çektikçe, sergiyi beraber açtığımız Sina
Demiral ile beraber fotoğraflarımızı
incelediğimizde fotoğrafların çoğunda
melankolik bir havanın hakim olduğunu, ortak duygunun hüzün olduğunu
fark ettik. İsim de buradan geldi.
Sergiye gelince; beklediğimizden fazla
ilgiyle karşılaştık diyebilirim. Özellikle
tanıtımı çok iyi yapıldığından bir fotoğraf sergisi için hatrı sayılır sayıda ziyaretçimiz oldu, bize iletildiği kadarıyla.
Buna rağmen toplam ziyaretçi sayısı birkaç binle sınırlı kaldı. Tabi bu Türkiye
ile ilgili bir durum.
Kullandığınız ekipmanınızdan bahsedebilir misiniz bize?
Bir yıldan biraz uzun bir süredir
Canon EOS 5D kullanıcısıyım. Kendi
çapında zengin sayılabilecek de bir lens
parkım var. Sonunda doğru yolu buldum diyebilirim. Gündüz saatleri
mesaide geçtiğinden, çoğunlukla fotoğraf çektiğim saatler ışığın çok iyi olduğu
zaman diliminde değil. Bu yüzden ISO
performansı benim için çok önemli. Ve
kullandığım ekipmanın muadili firma
yakın zamana kadar ISO performansı
söz konusu olduğunda kötü denebile-
cek düzeyde bile değildi. Halen de 3
senelik bir geçmişi olmasına rağmen
–teknolojik bir ürün için hatrı sayılır bir
süre bu- 5D’nin ISO performansı rakiplerinden daha iyi. Hadi kızdırmayalım
dostları, en azından halen daha kötü
değil diyelim. Ben oldukça memnunum
yani ekipmanımdan.
“Fotoğrafı seven biri kompakt
makine ile de çok güzel fotoğraflar çekebilir.”
Fotoğrafçılığa yeni başlayan birine
neler tavsiye edebilirsiniz peki?
Öncelikle bol bol deklanşöre basmak
gerek. Sürekli fotoğraf çeken birinin
gelişmemesi mümkün değil. Tabi bir de
fotoğraf izlemek gerekli. Eskiden böyle
bir olanak yoktu ya da çok kısıtlıydı.
Ama günümüzde fotoğrafa yeni başlayanlar çok sayıda iyi fotoğrafa çok kısa
sürelerde ulaşabilme şansına sahip.
Fotoğraf izlemek özellikle iyi fotoğraf
izlemek mutlaka izleyenin gözünü ve
görüşünü de geliştirir. Ekipmanın çok
da önemi yok aslında. Fotoğraf makinesi sadece bir araçtır. Fotoğrafı seven biri
kompakt makine ile de çok güzel fotoğraflar çekebilir. Ayrıca fotoğraf için özel
bir yetenek gerektiğini düşünmüyorum.
Çalıştıkça rahatça gelişebileceğiniz bir
alan fotoğrafçılık.
Arıyorum İTÜ Gazetesi olarak size sormak istediğimiz klasik bir sorumuz
var. Özgür Çakır ne arıyor?
Aslında bu soruya felsefi anlamda
cevap vermek oldukça zor. Fotoğraf açısından bakmak gerekirse, hafızalara
kazınacak bir an arıyorum diyebilirim.
Hani “bu fotoğrafı çektikten sonra insan
deklanşöre nasıl basar ki, nasılsa daha
iyisi imkansız artık” denebilecek fotoğraflar vardır ya, öyle bir fotoğrafı arıyorum.
Eskici Pala, Mardin Çarşısı
Sıcak Hava Balonu kalkış hazırlığı, Kapadokya
Fotoğraflarınızdaki insanlarda hep bir doğallık var.
Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
Lenslerim büyük odaklı
olmadığı için çaktırmadan
çekmek gibi bir durumum
yok. Fotoğraf makinemle girdiğim ortamlarda çok fazla
fotoğraf çekiyorum. Gözümü
nerdeyse vizörden hiç ayırmıyorum, gerekirse kalabalık bir
ortamda; misal bir toplu taşıma aracında isem çok doğal
bir şey yapıyormuşum gibi
davranıyorum. İnsanlar bir
süre sonra makinenin ayna
seslerini yadırgamamaya başlıyor. Tabi buna rağmen özellikle poz vermeye çalışanlar
ya da tam tersi fotoğrafının
çekilmesini istemeyenler ola-
Sohbet, İstiklal Caddesi-Beyoğlu
23
Karnabahar Güreşçi kulağı, Hünkar Çayırı Yağlı Güreşleri, Gebze-Kocaeli
22
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Bir doktor, bir fotoğrafçı:
Özgür Çakır
İrem Yüzeç, M. Can Çelik
Fotoğrafla olan ilişkiniz ne zaman başladı?
Tam olarak tarih vermem güç aslında. Fotoğraf makinesiyle ilk tanışmam
altı-yedi yaşlarımda oldu. O zamanlar
“Alamancılara” bir şeyler sipariş etmek
çok modaydı ve babam da bu şekilde
bir SLR makine satın aldı. Doğu Alman
yapımı çok güzel bir analog makineydi
(Revue), üç tane de lensi vardı setin içinde: 28mm, 50mm, 135mm sabit odaklı
lensler. Şu anda bile aslında çok kıymetli bir set ve hala saklıyorum. İlkokul
çağlarında, evde makineyle kimse ilgilenmediği için makine bana kaldı. O
dönemler makinenin pozometresinde
sorun olduğu için –meğer pili bitmişfilm kutularının içinden çıkan yağmurlu
havalar, güneşli havalar, portre, manzara gibi durumlar için önerilen değerlere
göre çekim yapmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Kendi kendime kurcalayarak ve
fotoğrafçılara sorarak perde hızı neymiş, diyafram neymiş ilk o zaman kav-
ÖZGÜR ÇAKIR
1976’da Ankara’da doğan
Özgür Çakır, kendini
‘Karadenizli bir Laz uşağıyım’
diye tanımlıyor. Annesi ve
babası eğitimci olduğu için
sürpriz sayılmayacak bir
şekilde çocukluğu Anadolu’yu
harmanlayarak geçer.
Önce Ankara, sonra Mardin,
Tunceli ve Bursa…
Ortaöğretim dönemini
Bursa’da geçirir. Daha sonra
Hacettepe Tıp Fakültesi’ni
kazanarak Ankara’ya,
doğduğu şehre döner.
Sonrasında uzmanlık için
Bursa ve son beş senedir de
‘aşık olduğum kent’ dediği
İstanbul’da... Hem doktorluk
hem de fotoğrafçılık yapıyor.
radım. Eğitimini almadan önce de fotoğraf makinesiyle haşır neşir olmak benim
için büyük bir artıydı.
Ne yaptığımı bilerek fotoğraf çekmeye başlamam ise daha sonra, üniversitenin ilk yıllarında (1994) okulun fotoğraf
kulübüne (Hacettepe Üniversitesi
Fotoğraf Kulübü) üye olmamla oldu.
Orada halen eğitmenlik yapan Mehmet
Gökağaç’ın derslerinin gelişimime katkısı büyüktür. Ve karanlık oda eğitmenim, üstadım Doruk Salancı’nın… Bu
bağlamda fotoğrafçılığa doğru bir giriş
yaptığımı düşünüyorum. Her sene tekrar tekrar başlangıç seviyesindeki kurslara katıldım hiç sıkılmadan. Tabi devamında ileri seviye kursları da ihmal
etmedim. Halen fotoğraf çekerken, o
slaytlardan öğrendiklerim aklıma gelir.
Okul süresi uzun olduğu için –malum
tıp fakültesi- illa bir şeylerle ilgilenmek
zorunda hissediyorsunuz kendinizi.
Zaten pek çok doktor, paramedikal işlere yönelir. Benim uzmanlık alanım radyoloji, yani aslında işim de görüntüleme
üzerine. Çevreyi algılayış biçimime ve
dikkatime katkısı olduğunu düşünüyorum çünkü radyolojide de asıl işim lezyon tespit etmek ve filmlerdeki patolojileri yakalamak. Artık bu dikkati de bir
alışkanlık haline getirdim sanırım.
Fotoğraf için çıktığımda da bu alışkanlık
sayesinde günüm oldukça verimli geçiyor.
“Üniversite yıllarımda
malum öğrencilik hali, sarma
filmler alırdık, onlar karanlık
odada sarılırdı, tabi bu yüzden kiminden 40 poz kiminden 34 poz çıkardı. Çekim
yapmanın tadı başkaydı.”
Dijital fotoğrafçılığa geçişiniz nasıl
oldu? Analog makinelerle ne kadar
çalıştınız?
Benim dijitale geçişim, her analog
kullanıcısı gibi biraz sancılı oldu.
Analog makineye karşı sevgim hala var.
Sevgi ve özlemle anarım o günleri.
Mesela üniversite yıllarımda malum
Melankolistanbul…
Bir sergiye
bu ismi bulan kişiyi
içine
kapanık, kısa cüm
leler kuran,
ağzından kerpeten
le laf
alacağımız biri ola
rak hayal
etmiştik. Ancak yan
ılmışız...
Özgür Çakır, tüm
bu tasvirlerin
dışında biri olarak
çıktı
karşımıza.
Gazetemizin fotoğ
raf bölümünde
bir foto-röportaj ha
zırlamak
istedik. Bu düşünce
kafamızda
belirdiği anda aklım
ıza ilk gelen
isimlerden biriyle;
fotoğraf paylaşım sitelerinden
beğeniyle
takip ettiğimiz ve
yakın zamanda
sonlanan bir fotoğ
raf sergisi
açmış olan Özgür
Çakır’la sizler
için keyifli bir soh
bet yaptık.
öğrencilik hali, sarma filmler alırdık,
onlar karanlık odada sarılırdı, tabi bu
yüzden kiminden 40 poz kiminden 34
poz çıkardı. Çekim yapmanın tadı başkaydı. O zamanların dijitalden farklı
olarak deklanşöre basarken ayrı, karanlık odadaki işlemler için ayrı düşünüyorduk. Çok seçiciydik film harcarken
de kart harcarken de. Ama bunun sonucunda yıllık üretiminiz de çok kısıtlıydı
haliyle. Gelenekçilerin dijitale duyduğu
öfke biraz da buradan kaynaklanıyor
aslında. Eskiden çok zor olan bir şey
şimdi iki üç dakikalık bir işlem sonucunda ortaya çıkıyor. Ben de dijitale
2004 yılına kadar direndim aslında. O
zamanki dijital makinelerin şimdiki
kadar performanslı olmayışı da bunda
etkiliydi tabi ki. Ama teknolojiye karşı
bu tarzda tepkiler hep olmuştur.
Manuel fokustan oto fokusa geçişte de
bir tepki vardı mesela. İnsanlar ‘kendin
odaklamadıktan sonra fotoğraf çekmenin ne anlamı var ki!’ diye bir tepki göstermişti o zamanlar. 2004 yılından sonra
ben de dijitale geçtim ve şu anda da
zevkle kullanıyorum.
Fotoğraflarınızı internette fotoğraf
paylaşım sitelerinde paylaşıyorsunuz.
Bu konuya karşı olan pek çok fotoğrafçı var. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Öncelikle şunu belirtmeliyim, ben
bağımsız bir fotoğrafçıyım. Herhangi bir
dernek ya da kulüp çatısı altında değilim. Eskiden fotoğrafçılar, fotoğraflarını
derneklerde, sadece belli bir zümre arasında paylaşıyorlardı. Günümüzde her
şey çok farklı. Bu yüzden dernek çatısı
altında kısıtlı bir kalabalık yerine daha
çok izleyiciye ulaşmam gerektiğini
düşünüyorum. Bunu da internet yardımıyla yapıyorum. Bu sitelere girmeden
önce ben de en fazla on kişiyle fotoğraflarımı paylaşıyordum, eşe dosta, kulüpte iken fotoğraf eğitmenlerime gösteriyordum ve benim için tek kıstas onlardı
ama artık internette, yeri geliyor yüzlerce, binlerce kişinin fikirlerini alabiliyorum. Tabi bu insana büyük bir şevk de
veriyor. Her ne kadar aldığım yorumlar
bazen tekdüze de olsa beğenilmek insanı daha çok fotoğraf çekmeye yönlendi-
riyor. Tabi bu sitelerde çok güzel
yorumlar yapanlar da var. Ben memnunum fotoğraf paylaşım sitelerinden. En
basiti benim İTÜ gibi bir okulun gazetesinde röportaj vermemi sağladı. Az şey
mi? Sadece bunu bile sağlamış olması
beni mutlu ediyor şu anda fazlasıyla. Bu
bağlamda isim vermek gerekirse
Türkiye’de fotokritik sitesini aktif bir
şekilde kullanıyorum. Onun dışında
deviantart ve flickr gibi uluslararası sitelere de üyeyim. Bu gibi sitelerin
Türkiye’de fotoğrafçılığa büyük bir
ivme kazandırdığını ve büyük bir tekeli
kırdığını düşünüyorum.
“Belki de Uzakdoğu felsefesindeki Yin-Yang tanımında
olduğu gibi ‘herkesin içinde
aksinin bir tohumu vardır’
meselesinden ileri geliyordur.”
Daha çok hangi tarzda fotoğraflar çekiyorsunuz?
Aslında ne olduğum değil de ne
olmadığımı daha kolay söyleyebilirim.
Ben moda fotoğrafçısı değilim, stüdyo
fotoğrafçısı da değilim, makro fotoğraflar da çekmiyorum mesela. Daha çok
belgesel fotoğrafçılığına yönelik fotoğraflar çekiyorum. Çünkü ben fotoğrafın
anı tespit ettiğine ve çok önemli bir
belge olduğuna inanıyorum. Ama
güzel bir manzara gördüğüm zaman
‘ben belgesel fotoğrafçısıyım bunu çekmem!’ diyerek arkamı dönmüyorum
elbette. Tarz derken nasıl bir stili var bu
fotoğrafçının derseniz eğer, bazen vizörün arkasındaki insanı ben de yadırgıyorum. Tanımadığımdan, fazla yorum
yapmayayım. Samimi bir arkadaşım
yakınlarda “senin fotoğraflarının seninle ilgisi yok, bu fotoğraflar çok daha naif
ve hüzünlü” demişti. Bunun sebebini
bilmiyorum, gerçekten normalde daha
keskin köşeleri olan biraz agresif bir
insanım kabul etmek gerekirse. Belki de
Uzakdoğu felsefesindeki Yin-Yang tanımında olduğu gibi “herkesin içinde
aksinin bir tohumu vardır” meselesin-
11
Irregular olmak
ya da olmamak
Kıvanç Akyol, Samet Aksoy,
Begüm Yıldırım, Berkay Pamuk
- Abi irregular olsak mı?
- Ne irreguları abi? Ben sevmem öyle
düzensiz yaşamı. Hem ben tatil yapacağım.
- Hayır, ben de sevmem düzensiz
yaşamı ama alakası yok o ikisinin.
- Ya benim teyzemin kızı irregular olmuştu,
sonra bir türlü başarılı olamadı derslerden.
Programı da öyle karışıkmış ki, sabah birinci
sınıflarla derse girip, akşam üçüncü sınıftan
derslerle ilgileniyormuş. Hatta bu düzensizlik yüzünden, derece bile yapamamış. Hele
bir de amcamın oğlu var ki hiç sorma…
- Dinle bak, şöyle oluyor; sen A
kurusun. Yani senin yeterlilik sınavına
girebilmen için not ortalamanın 50’nin
üzerinde olması lazım.
- Yanlış hatırlıyorsun abi, B kuruyum ben.
- Ha, öyleyse senin işin biraz daha zor. B
kurlarının yarıyılda yeterliliğe girebilmesi için not ortalamalarının 80‘in
üzerinde olması gerekiyor. C ve D
kurları ise yıl sonunda yapılacak olan
yeterlilik sınavına girebilecek.
- Diyelim ki hallettim seksen barajını. Sonra
ne yapacağız?
- Dur ya dur! Ben sordum öğrendim ne
olduğunu, senin anlattıklarınla bir ilgisi
yok.
- Yarıyıldaki yeterlilik sınavı 9 Ocak’ta,
ona gireceksin önce. O sınavdan altmış
ve üstü alırsan, senin için hazırlık bitmiş
demektir. İkinci dönem için harcını
yatırır, fakültene başlarsın.
- Ee, nedir abi anlat o zaman madem biliyorsun.
- Yatırdık ya harcı senenin başında, yıllık
değil miydi o?
- Yok ya o bir dönemlikti. Ama korkma,
yeni harç hazırlıktaki kadar yüksek
olmayacak. İçinden düşülen bir hazırlık
parası var. Hele bir de katkı kredin
varsa, gerçekten cüzi bir miktar olacak.
- Abi ne yaptın sen ya? Direk harcın tarihine girdin. Geçtim karar vermeyi, tam
olarak anlamadım bile ben mevzuyu.
Artılarından eksilerinden haber ver sen önce
bana.
- Tamam ben sana anlatırım ne varsa da,
sen neleri merak ediyorsun? Sen sor ben
cevaplayayım.
- Hımm, mesela ders programı çok karışmayacak mı? Geçen gün forumda okudum,
yedinci dönemden ders alan adam varmış!
- Olabilir ki, neden olmasın? Ön koşulsuz derslerden ilk senelerde alır, ileriki
senelerini rahatlatırsın. Avantaj sayarım
ben bunu.
- Peki, ikinci dönemde bölüm derslerinin
açılmadığını da söylüyorlar, buna ne diyeceksin mesela?
- Abi lise gibi değil İTÜ, sınıfta kalmak
ya da sınıf geçmek gibi kavramlar yok.
Senin geçmen gereken dersler var,
onların da hangi dönem verildiği o
kadar da önemli değil. Sen aldığın dersi
geçmeye odaklan, dönemlere yıllara
değil.
- Haklısın galiba... Bir de, internette okuyoruz, irregular öğrencilerin dönemlerinden
pek arkadaşı yok diyorlarmış, yalnız kalmak
istemiyorum abi ben irregular olacağım
diye!
- Bir dur, hiddetlenme hemen! Onun da
bir çözümü var. Irregularların ders
programı regular öğrencilerden daha
esnek veya boş olabildiğinden, sosyal
aktivitelerle ilgilenmek için daha çok
vakitleri oluyor. Dönem arkadaşı açığını
rahatça kapatırsın oralardan, hem daha
da eğlenceli olur.
muz gibi istersen üst sınıflardan ders
alır, gelecek senelerini de rahatlatırsın.
- Ee, peki ERASMUS’a başvurmak ya da
ÇAP veya yatay geçiş yapmak istersem gelecekte? Irregularlığın dezavantaj olduğuna
dair bir şeyler okudum forumlardan; beni
kısıtlasın istemem ileride.
- Forumlardan değil de, yetkili biri
tarafından yazılmış bir şey okusan
şaşardım zaten. Bu bahsettiklerin tamamen not ortalamasıyla ilgili şeyler.
İrregular öğrencinin ise, az önce açıkladığım sebepten, yüksek not ortalamalarıyla arası iyidir. İki dönemlik dersleri üç dönemde alır, ileriyi rahatlatır,
ders çalışmaya daha çok süresi vardır
yani. Hatta İTÜ bu eşitsizlik yüzünden
okul birinciliği unvanını irregular
öğrencilere vermiyor. Adama demezler
mi ben de öyle okusam ben de birinci
olurdum diye? İşin kısası, birinciliğe
oynamayacaksan, irregularlığın ERASMUS ve benzerlerine zararı yok, bilakis
faydası var.
- Abi sen baya bir fikrimi değiştirdin benim.
Ama biraz daha düşüneceğim galiba ben bu
konuda. Sen bana bir de yeterlilik sınavından geçip de irregular olmak istemezsem ne
yapacağım, onu anlat.
- Yani diyorsun ki, babam zengin, fazla
para rahatsız ediyor beni. Harcı
yatırırım ama okula gitmem diyorsun.
Harcı her şekilde ödemek zorundasın.
Geciktirirsen yüzde 100 cezalı ödersin.
- Yüzde 100 ceza mı? O nasıl ya?
-26 ocak-30 ocak tarihlerinde harçların
yatırılması gerekiyor.Bu açıklanan son
tarihten bir gün bile geç kalsan yüzde
100 cezası var. Tam iki katını yatırmak
zorunda kalıyorsun yani. Kafan hala
karışıksa, PDR(Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Merkezi) Aralık ayında bu
konuda toplantılar düzenleyecekmiş.
Toplantıyı kaçırma, aklına ne takıldıysa
sor onlara. O zaman ne kadar anlaşılamayan ayrıntı varsa çözümlenmiş olur.
- Öyle mi? Ama nasıl oluyor da, regular
öğrencilerden daha çok vakitleri olabiliyor?
Aldıkları dersler aynı değil mi?
- Birinci sınıfın derslerini, bir dönem
daha erken girdiğin için, üç döneme birden yayabilirsin. Haliyle daha çok boş
vaktin olur. Ayrıca, az önce konuştuğu-
NOT: Hazırlık ve linsans eğitimleri ile
ilgili mutlaka İTÜ’nün ‘Yönetmelikler
ve Senato Esasları’nı inceleyiniz.
www.sis.itu.edu.tr
12
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Cahit Bollu Manisa’dan geliyor İTÜ’ye.
2000 yılında girdiği İTÜ Bilgisayar
Mühendisliği bölümünden 2006’da mezun
oluyor ve halen İTÜ’de ‘Siyaset Çalışmaları’ konusunda yüksek lisans eğitimini sürdürüyor. Aynı zamanda mühendis olarak
da bir şirkette çalışıyor.
K aymaklı
E kmek
K adayıfı
Fatih Avcı
Fotoğraflar, İrem Yüzeç, M. Can Çelik
İTÜ uzun yıllardır, bilinsin bilinmesin,
müzikle içiçe. Konservatuar öğrencilerinin
dışında, amatör olarak müzikle ilgilenenlerin sayısı da bir hayli yüksek. Gerek
müzik kulüpleriyle gerek kendi gruplarıyla gerekse de bağımsız olarak müzik üretimi yapan çok sayıda İTÜ’lü var. Ancak
bütün bu amatör ilgililerin ötesinde bir
grup var ki artık profesyonel hayata adım
atıyor: ‘K.E.K.’
Açılımı ‘kaymaklı ekmek kadayıfı’
olan bu grup, diğer birçok grubun aksine
beste üretimlerine ve yöresel şarkıların
düzenlemelerine ağırlık veriyor. Grup
üyelerinin tamamı küçüklüklerinden beri
müzikle ilgilenmiş, korolara katılmış ve
enstrüman çalıyorlar. Bilhassa Türk Sanat
Müziği ve Halk Müziği çalışmalarında
bulunmuş olan grup üyeleri, yaptığı beste
ve düzenlemelerde bu uğraşlarının
oldukça etkili olduğunu düşünüyor.
Bütün bunların yanında mühendislik eğitimi için İstanbul’a gelen ve birbirleriyle
üniversitede tanışan bu kadro, müziğe
uzun yıllar hizmet edeceğe benziyor.
Grup üç üyesi Cahit, Hakan ve Ozan
2000 yılında İTÜ’ye giriyorlar. Birbirleriyle
tanışmalarının ardından müzik çalışmalarında ortaklaşan bu üç arkadaş 2003
yılında bu grubu faaliyete geçiriyor.
Gruba, kuruluşundan bir yıl sonra katılan
Enis ise İTÜ’ye 2001’de giriyor. Enis’in
müzik yaşamı biraz daha farklı çünkü Enis
cesur bir kararla İTÜ’deki mühendislik
eğitimini bırakıp Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuarına giriyor.
K.E.K’in, birbirinden farklı yörelerden
gelen ve değişik müzik çalışmalarında
bulunan üyelere sahip olması, ortaya
çıkan müziğin de çeşitlilik ve kaliteliliğini
artı yönde etkiliyor. Mühendislik eğitimlerinin de müzik çalışmalarına bakış açısı
olarak katkısı olduğuna inanan K.E.K
müzikte tür ve sınır kaygıları taşımadan
yoluna devam ediyor.
K.E.K bugüne kadar Kadıköy Shaft,
Kemancı, Studio Live, Beyoğlu Numb,
Pulp’ta sahne almış; İTÜ, ODTÜ, Boğaziçi,
Kocaeli ve Kültür üniversitelerinin bahar
şenliklerinde konser vermiştir. Şu an
K.E.K, her Cuma günü K a d ı k ö y
VooDoo’da
sahne alıyor.
VooDoo
u sayımızda gazetemizle birlikte 1.000
okurumuz K.E.K albümcüğüne sahip
olacak. K.E.K grubunun beste ve düzenlemelerinden oluşan bu albümcüğün
gruba şans getireceğini umuyoruz.
Bununla birlikte Türkiye’de ilk kez bir
albümcük hazırlamanın haklı sevincini de
yaşıyoruz.
B
Grubun üç üyesi aynı zamanda mühendislik
yapıyor. Mühendislikle müzik arasında nasıl
bir fark görüyorsunuz? Mühendislikten zevk
alıyor musunuz?
Cahit: İlk işe başladığımda çok zevk alamadım ama şimdi ar-ge bölümünde
çalıştığım için mutluyum. Mühendislik
yapacaksanız gerçekten mühendislik
yapacaksınız, ancak o zaman zevk
alırsınız. Ortada kalınca iyi olmuyor.
Ozan: Bence insan hayatta tek şeyden
zevk almaz. Birkaç şeyden de zevk alabilir
ama zaman ayırma meselesi işte. Şu anda
hem mühendislik hem müzik beraber
gidiyor ama ileride ne olacak pek bir
fikrim yok.
İş hayatınıza katkısı oluyor mu müzikle uğraşmanızın?
Ozan: Pek katkısı olduğunu zannetmiyorum. Hatta zararı oluyor; ‘sen müzikle
uğraştığın için dalgınsın’ diyorlar mesela.
Hakan: Ben daha rahat çalışabildiğimi
düşündüğüm bir şirkette çalışmaya
başladım ama bu kadar rahat olacağını
tahmin etmiyordum. Mühendislik yapıyor
sayılmam. Müzikle ilgili ideallerim
mühendislik hayatımla ilgili fikirlerimi de
değiştirdi tabii.
Üniversiteye gelmeden önce ‘profesyonel
olarak müzikle uğraşmak istiyorum’ diyor
muydunuz?
Hakan: Benim küçüklükten beri hayalim müsizyen olmak. Para kazanmak
konusu mezun olduktan sonra ortaya
çıkıyor. Profesyonel müziği ben ‘zamanı
kazanmak’ olarak düşünüyorum kendim
için. Zaten müzikle uğraşıyorum, uğraşacağım. Profesyonel olarak yaptığım zaman
bu işe daha çok vakit ayırabilir ve gerçekten sevdiğim işi yapabilirim diye
düşünüyorum.
Peki Enis, sen diplomalı bir müzisyen olacaksın. Küçükken böyle hedeflerin var mıydı?
Enis: Ben liseye kadar müzisyon olacağım diye düşünüyordum. Çevrem de bu
yönde devam edeceğimi biliyordu ama
lisede fikirler değişiyor. Dersleri iyi olanlar sayısala yönlendiriliyordu. Şu anki
aklım olsa sözel bölümde okurdum. Kimse
zorlamadı ama benim de yönelimim çevreye göre şekillendi.
Türkiye’de kaliteli müzik azaldı mı?
Enis: Azaldı tabii. Biz 80’lerin başında
doğduk ve hayata gözlerimizi açtığımızdan beri Türkiye hangi yöne gittiyse
müzik de o yöne gitti. İlk popüler müzik
çıktığında bize garip geliyordu ama şimdi
baktığımızda, şu anki müziklere göre
onların mükemmel olduğunu düşünüyorum. 80’lerden sonra çok şey değişti.
Kaliteli müzik denilince ne anlıyorsunuz?
Cahit: Şu an yaşadığımız şartlardan
bağımsız düşünemeyiz müziği. Kaliteli
müziğin ayarını kim belirleyecek? Bence
hem insanların alabileceği hem de çok
fazla piyasa kültürünün olmadığı müzik
kaliteli müziktir.
Peki K.E.K kaliteli müziğin neresinde?
Cahit: Müzikal açıdan çok kaliteli iş
çıkardığımızı düşünüyorum. Yaşadığımız
coğrafyanın çeşitliliğini müziğe yansıtmamız,
duygularımızı
özellikle
Türkiye’nin karmaşık yapısının oluşturduğu duyguları yansıtmamız açısından
kaliteli müzik yaptığımızı düşünüyorum.
Hakan: ‘Sanat toplum için mi sanat için
mi?’ muhabbeti var ya; aslında sanat
sanatçı içindir. Sen eğer kendi yaptığın
müziği seviyorsan, özenerek yapıyorsan o
müzik kalitelidir. Herkesin beğenmesi
değil de senin beğenmen yeterlidir. Ama
bu işten para kazanmak, albüm yapmak
istiyorsan kitlen olmalı. Şu var ki bestenin
özü tasarlanarak çıkmıyor, sen bile şaşırıyorsun. Böyle olunca sanatçı bunun tadına
varıyor ve özeniyor. Özendiği zaman da
kaliteli müzik ortaya çıkıyor.
Siz müzik yaparken özeniyor musunuz?
Hakan: Tabii ki özeniyoruz. Bizim müziğimizde en çekici olan şey caz ve etnik
müziklerin çeşitliliğinin olması. Bir süre
cazla uğraştık, bir süre etkin müzikle
uğraştık, şimdi rock yapmaya başladık.
Türden ziyade yaptığın çalışmalardan
zevk aldığın zaman, bütün yaptığın çalışmalar bir süre sonra sentezleniyor. Bizim
müziğimizdeki bence en ilgi çekici nokta
birçok farklı müziğin harmanlanmış
olması.
Enis: Müzisyenliğin belki de yüzde 1’i
yetenek ve ilhamdır. Gerisi çalışmaktır.
Çalışmak, emek vermek, zaman ayırmak...
İnsanlar sanat dallarını çok kümsedikleri
için olaya bakış açıları sanatçılarınkiyle
aynı değil. Müzisyenlik, olması gereken
konumda olamadı bugüne kadar. Biz
oryantalist müzik kültürüyle Batının
müzik kültürünü dengeliyoruz.
Gruptakilerin ortak bir yönü de sanat veya
halk müzikleriyle ilgilenmiş olmaları galiba?
Ozan: Sonuçta hepsi müzik. Türü
değişik sadece. Keskin bir geçiş yok.
Bağlamadan sonra gitar çaldık. Bağlama
gibi çaldık önce. Caz dinledik, Blues dinledik, onları çalmaya çalıştık. Edinimlerimiz hiçbir zaman kaybolmadı. Bu geçiş
sırasında eskiden yaptığımız müzikler de
yanımızda kaldı, yumuşak bir geçiş oldu.
Aileleriniz müzik çalışmalarınızla ilgili neler
söylüyor?
Hakan: Memnunlar ama ‘hobi için
yapıyorsun ama, değil mi?’ lafını da eksik
etmiyorlar. Profesyonel olarak müzikle
uğraşmak istediğimi yavaş yavaş anlatmaya çalışıyorum.
Ozan: Kendi paramızı kazandığımız
sürece pek birşey diyeceklerini zannetmiyorum. Şu an çoğumuz mühendislikten
para kazanıyoruz ve müzikle de ilgileniyoruz.
Cahit: Benim ailemde de bir görmezden
gelme durumu var. ‘Çalın tabi, demoralize
olun’ diyorlar. Profesyonel müzik
yapacağımızı zannetmiyorlar.
Enis: Aileler için kolay kabul edilebilir
meslek değil müzik. Ben konservatuara
başladığım halde ailem benim müzikle
olan profesyonel ideallerimi tam anlamamıştı. Zamanla kabullenmeye başlıyorlar bunu.
“Müziğe ilgim ortaokulda başladı.
Belediyenin Türk Sanat Müziği korosu
vardı, orada vokaldim. Üniversiteye geldiğimde gitara başladım. Bir sene sonra
Hakan’la tanıştım. Sonra beraber Rock
Kulübü’ne katıldık. Kulübün stüdyosunda
çalışmalara başladık.”
Hakan Görener Eskişehir’den 2000’de
Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği
bölümünü kazanarak İTÜ’ye geliyor.
2005’te mezun oluyor ve şu an mühendis
olarak çalışıyor.
“Ben müziğe orgla başladım kendi kendime. Daha sonra arkadaşların sazlarıyla
uğraştım. Ritmle ilgileniyordum daha çok.
Üniversiteye gelince gitar öğrenmeye başladım. Sonra Cahit ve Ozan’la tanıştım ve
müziğe beraber devam ettik.”
Ozan Tuğrul Antalya’dan kazandı İTÜ’yü.
Elektrik Mühendisliği bölümüne 2000’de
girip 2005’te mezun oldu. Ozan da aynı
zamanda mühendis olarak bir firmada çalışıyor.
“Müzik hayatım
lisede bağlama
çalarak başladı.
Üniversiteye gelince çoğu üniversiteli
genç gibi gitara
b a ş l a d ı m .
Hakan’la tanıştığımda gitar çalmayı henüz öğreniyordum. K.E.K çalışmalarıyla gitarımı geliştirdim.”
Enis Gümüş Samsun’dan 2001 yılında İTÜ
İnşaat Mühendisliği bölümüne geliyor.
Enis birkaç yıl sonra ani bir kararla İTÜ’yü
bırakıyor ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nda
Duysal Tasarım ve
Komposizyon
bölümünde müzik
eğitimine başlıyor.
“Müziğe ilgim ilkokulda başladı.
İlkokuldan sonra
bağlama çalmaya
başladım. Ortaokulda Samsun’un
belediye konservatuarına kaydoldum, halk müziği bölümüne. Üniversiteye
gelince Rock Kulübü faaliyetlerine katılıyordum. Kampüste yankılanan bir müziği
takip edince karşıma K.E.K çıktı.”
değildi ve Dali'nin eserleri kısa sürede
ilgi çekmeye başladı.
Dali, Madrid'de geçirdiği yıllarda,
kendisi gibi avangart sanata meraklı
olan film yapımcısı Louis Buñuel ve şair
Federico García Lorca ile yakın arkadaş
oldu. 1923'te disiplinsizlik yüzünden
geçici olarak okuldan uzaklaştırılan
Dali, aynı yıl Girona'da anarşist gösterilere katıldığı için tutuklandı ve bir süre
gözaltında tutuldu. 1925'te okula geri
döndü ve Barcelona'da ilk kişisel sergisini açtı.
Dali 1926'da Paris'e gitti ve büyük
saygı duyduğu Pablo Picasso ile tanıştı.
Paris gezisinden döndükten kısa süre
sonra okulundan temelli kovulan Dali,
çok geçmeden askere alındı. Ekim
1927'de askerlik hizmetini bitirdi ve
Mart 1928'de sanat eleştirmenleri Lluís
Montanyà ve Sebastià Gasch ile beraber,
sanatta modernizmi ve fütürizmi savunan ‘Sanat Karşıtı Katalan Manifesto’yu
yazdı.
1929'da arkadaşı Luis Buñuel ile
beraber çektikleri Bir Endülüs Köpeği
adlı avangart kısa film, sürrealist sanat
çevrelerinde ikiliye büyük şöhret
kazandırdı. Aynı yıl ikinci kez Paris'e
giden Dali, burada ressam Joan Miró
aracılığıyla sürrealist akımın öncüleri
André Breton ve Paul Éluard ile tanıştı.
Éluard'ın karısı Gala (asıl ismi Helena
İvanovna Diakonova), tanıştıkları andan
itibaren Dali'nin ilgisini çekti ve 1929
yazında Dali ile Gala arasında, sonradan
evliliğe dönüşecek olan tutkulu bir ilişki
başladı.
1931 yılında Dali, en meşhur eseri
olan Belleğin Azmi’ni yaptı. ‘Yumuşak
Saatler’ ya da ‘Eriyen Saatler’ olarak da
bilinen eserde, geniş bir kumsal manzarası önünde eriyen cep saatleri
resmedilmiştir. Eser genel olarak, katı
ve değişmez zaman kavramına karşı bir
protesto olarak yorumlanır. Dali sonradan bu resmin ilhamını, sıcak Ağustos
güneşi altında erimekte olan bir
Camembert peynirinden aldığını yazacaktı.
1929'dan beri beraber yaşayan Dali
ve Gala, 1934'te bir devlet nikhıyla
evlendiler (1958'de bir Katolik
düğünüyle nikah tazeleyeceklerdir).
Aynı yıl New York'ta bir sergi açan Dali,
ABD'de büyük sansasyon yarattı ve
büyük üne kavuştu.
1936'da başlayan ve tüm İspanya'yı
kaosa sürükleyen İspanya İç Savaşı,
1939'da General Francisco Franco'nun
galibiyetiyle sona erince, Dali yeni kurulan faşist rejimi desteklediğini açıkladı.
Bunun üzerine, çoğunluğu Marksist
olan ve Dali'nin abartılı dikkat çekme
çabalarından zaten hoşlanmayan sürrealistler, Dali’ye açıkça sırtlarını
döndüler.
1940'ta Dali ve Gala, tüm Avrupa'yı
etkisi altına almaya başlayan II. Dünya
Savaşı'ndan kaçarak ABD'ye yerleştiler.
Burada dokuz yıl kalacaklardı. 1942
yılında Dali, Salvador Dalí'nin Gizli
Hayatı isimli otobiyografisini yayımladı.
1945-46 yıllarında, Walt Disney ile
beraber Destino, Alfred Hitchcock ile
beraber Spellbound filmlerinin yapımında çalıştı. 1947'de sürrealist bir Picasso
portresi yaptı. 1949' da Dali, karısıyla
beraber Avrupa'ya döndü ve memleketi
Katalonya'ya yerleşti. 10 Haziran
1982'de Dali’nin çok sevdiği karısı,
menajeri, modeli ve ilham perisi Gala
hayatını kaybetti. Dali de 23 Ocak
1989'da kalp yetmezliğinden öldü ve
Figueres'te kendi adını taşıyan müzenin
mahzenine gömüldü.
Yapıtları
Dali, Sigmund Freud’un bilinçaltı
imgelerin erotik çağrışımları üzerine
yazdıklarından ve Paris sürrealistlerinin
bilinçaltını ortaya çıkarma eğilimlerinden büyük ölçüde etkilenmişti.
Sürrealizmde, düşüncenin herhangi bir
mantık çizgisi izlemeden akmasını
temel alan otomatizm kavramını benimsediyse de, bunu öbür sürrealistlerden
daha iyimser bir bakış açısıyla işledi ve
bu eğilime ‘eleştirel paranoya’ adını
verdi.
Yapıtlarında yarattığı düşsel
(büyülü) gerçekçilik, betimlediği
gerçekdışı düşsel mekân ve garip düşsel
imgelem ile bir karşıtlık oluşturuyordu.
Bu yapıtlarda düşle gerçeği ayırmak
neredeyse olanaksızdı. Dali’nin amacı
günlük uğraşıları alaycı bir tavırla
düşsel hale getirmekti. Çoğu kez karanlık bir Katalan manzarası içine yerleştirilmiş, vücudundan yarı açık çekmeceler çıkan insan figürleriyle (‘Yanan
Zürafa’ 1936-37, Sanat Müzesi, Basel)
sanki balmumundan yapılmış ve güneş
ısısıyla eğrilip bükülmüş saatler
(‘Belleğin Israrı’ 1931, Modern Sanat
Müzesi, New York) en sık kullandığı
temalardı. ‘Veristik sürrealizm’ olarak
da anılan bu eğilim içinde Dali birbiriyle
ilişkisiz düşsel imgeleri gerçekçi bir yak-
laşımla bir araya getirmiştir.
Dali’nin imgelerle dolu tarzı hakkında yorum yapabilmek için özellikle,
tekrarladığı belli objelerin ne anlama
geldiğini bilmekte fayda vardır. Mesela,
karıncalar çürümeyi, sapan şeklindeki
obje durumun hassasiyetini, kırmızı
mendil İspanya iç savaşında dökülen
kanı, siyah telefon ikinci dünya savaşından hemen önce yapılan politik
görüşmeleri simgelemektedir. Zaman
kavramı, genelde kurumuş ağaç dalları
üzerinde kayıp gidermişçesine görünen
saat resimleriyle işlenmiştir. Her
eserinde mutlaka bir ekmek, bir koltuk
değneği, bir yumurta bulunmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı esnasında, nükleer mistik tarzında resimler yapmıştır.
Bu resimlerde, merminin çarptığı anda
dağılmış ve zamanın o noktasında, uzayın o boyutunda, dağıldığı şekliyle dönmüş objeleri çizmiştir. Ayrıca yine o
dönemlerin etkisini, tekrar tekrar çizdiği
gri elbiseli, Hitler kolluklu bir
hemşirede de görmek mümkündür.
Savaş bittikten sonraki dönemlerde, bu
dâhi adam kapitalizmin başülkesine
reklam panoları çizmek için davet
edilmiş, paranın tadını alınca, o
dahiyane resimlerine bir süre ara verip,
ince çorap, saat vs. reklamları çizmiştir.
Sürrealizm nedir?
Sürrealizm (Gerçeküstücülük) 20.
yy.ın başlarında Avrupa’da ortaya çıkan
bir sanat akımıdır. Şair ve ressamlar I.
Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkım
karşısında, dehşete kapılmış, akılcı tutuma karşı tavır alarak, bilinç dışının
düşsel
dünyasına
yönelmeye
başlamışlardı. 1924’te yayımladıkları
Gerçeküstücülük
Bildirgesi’nde
düşüncenin aklın denetimi olmadan ve
ahlâk gibi engelleri hiçe sayarak, ortaya
konmasını savundular. Yapıtlarında
nesneleri alışılmamış biçimlerde
betimleyen Gerçeküstücü sanatçılar,
çoğunlukla düşlerin gizli dünyasını dile
getirmeye alıştılar. Bazen de
nesneleri kendi doğal ortamlarından çıkartarak şaşırtıcı,
düşsel bir ortama taşıdılar.
Sergi Hakkında
Sergi, 20 Eylül 2008- 20
Ocak 2009 tarihleri arasında
pazartesi hariç her gün, 10.0018.00
saatleri
arasında
gezilebilecek.
Ramazan
Bayramı’nın ilk günü (30 Eylül
2008) ve Kurban Bayramı’nın
ilk günü (8 Aralık 2008) ile 1
Ocak 2009 tarihinde kapalı
olacak.
Dali sergisi Sakıp Sabancı
Müzesi Sakıp Sabancı Caddesi
No:2 Emirgan adresinde
ziyaret edilebilir. Bilet fiyatları
Tam: 10
YTL, Grup: 7 YTL
ve Öğrenci 3 YTL’dir. 65 yaşın
üstündeki sanatseverlerin de
sergiyi gezmek için 3 YTL
ödemeleri gerekmektedir.
SSM’de, Gala-Salvador Dali
Vakfı’nın işbirliğiyle hazırlanan
hediyelik
eşya
bölümünde dudaklı çantadan
kahve fincanına, kalem, silgi,
defter
gibi
kırtasiye
malzemelerinden çocuk boyama kitabına ve tişörte uzanan,
yaklaşık 21.000 adet ürün
bulunmaktadır.
Telefon (0212) 277 2200
21
Knidos'lu Afrodit'in belirişi
© Salvador Dali, Fundació Gala-Salvador Dalí,
Vegap, Figueres 2007
1981
Tuval üzerine yağlıboya, 140x95 cm
Gala-Salvador Dalí Vakfı, NI 0258
Kürelerin uyumu.
Tek öğede stereoskopik çalışma
© Salvador Dali, Fundació Gala-Salvador Dalí,
Vegap, Figueres 2007
1979
Tuval üzerine yağlıboya, 100 x 100 cm
Gala-Salvador Dalí Vakfı, NI 0249
Napolyon'un hamile kadına dönüştürülmüş burnu
gölgesini özgün yıkıntıların arasında hüzünle
dolaştırıyor
© Salvador Dali, Fundació Gala-Salvador Dalí,
Vegap, Figueres 2007
1945
Tuval üzerine yağlıboya, 51 x 65,5 cm
Gala-Salvador Dalí Vakfı, NI 0378
Çılgın Tristan (II. Perde) için arka perde projesi
© Salvador Dali, Fundació Gala-Salvador Dalí,
Vegap, Figueres 2007
1944
Tuval üzerine yağlıboya, 60 x 96 cm
Gala-Salvador Dalí Vakfı, NI 0046
20
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
çekmeye
fotoğrafbaşlıyoruz
“Bir deliyle aramda tek bir fark var:
Ben deli değilim!”
20.yüzyılın en önemli
sanatçılarından biri olan
İspanyol ressam Salvador
Dali 20 Eylül 2008- 20 Ocak
2009 tarihleri arasında
”İstanbul’da Bir Sürrealist:
Salvador Dali” sloganıyla
Emirgan’da bulunan Sabancı
Üniversitesi Sakıp Sabancı
Müzesi’ne (SSM) konuk
oluyor. Kapsamlı bir
retrospektif (dünden bugüne)
niteliğini taşıyan sergide yağlı
boya tablolar, çizimler ve
grafiklerden oluşan 270 eserin
yanı sıra el yazmaları,
fotoğraflar ve çeşitli dokümanlar da yer alıyor. GalaSalvador Dali Vakfı'nın
işbirliğiyle açılan bu sergi
İspanya dışına çıkan geniş
çaplı ilk Dali sergisi olma
özelliğini taşıyor
Neşe Şen
Neden Dali?
SSM Müdürü Nazan Ölçer Rodin ve
Picasso’dan sonra Türkiye’ye getirmek
için neden Dali’yi seçtiklerini şöyle açıklıyor: “Gerçeküstücülüğün Türk Plastik
Sanatları’nda pek yeri yok. Sözlü edebiyatta çok zengin bir masal dünyamız,
çok zengin hayallere dayanan bir şiir
dünyamız var. Bunu başka kanallara da
yayabilirsiniz ama Türk Plastik
Sanatları’nda batı sanatının tanıdığı gibi
bir gerçeküstücülük yok. Sadece kendi
içimize kapanıp, kendi geçmişimiz ve
sanatımızla övünmekle yetinmeyip
dünyanın başka yerlerindeki en az bizimkisi kadar önemli kültür sanat olaylarının da farkındalığına sahip olmamız
gerekir. Bunun yanı sıra Salvador Dali
ressamlığının dışında pek çok farklı
alanda ürün vermiş; yazarlık,
fotoğrafçılık, heykeltıraşlık yapmış;
sahne ve kostüm tasarımından film
yönetmenliğine uzanmış; ayrıca matematik, fizik, astronomi ve tıpla, DNA
konusuyla yakından ilgilenmiş ve bunu
eserlerine yansıtmış bir sanatçıdır.”
Sergi Kapsamı
Dali, kendi eserlerini sergilemek için
İspanya’da bir tiyatro binasını seçmiştir.
Bu bina yani ‘Dali Tiyatro Müzesi’
Barcelona’dan trenle yaklaşık 3 saat
mesafede, sanatçının doğduğu Figueres
şehrindedir. Sergi küratörü Montse
Aguer Teixido serginin SSM’deki yerleşiminde Dali Tiyatro Müzesinin
atmosferini yansıtmaya çalışmıştır. Bu
sergide sanatçının ilk dönem eserlerinden Michalengelo’ya gönderme
yaptığı son dönem eserlerine kadar pek
çok eseri görülebilir. Toplam 385 parça
eserden oluşan sergide 33 resim, 113
çizim, 111 gravür ve 12 litografi’ye ek
olarak sanatçının el yazıları, defterleri,
mektupları gibi pek çok belgeye yer verilmiştir. Sergi, Dali’nin detaylı biyografisi ve yaşadığı dönem boyunca
dünyada meydana gelen büyük olayların anlatımıyla başlıyor. Aile fertlerine
ait fotoğraflar ile çocukluk fotoğraflarının yer aldığı sergide, Dali’nin ilk
gençlik yıllarına ait, ailesini ve yaşadığı
yeri resmettiği çizimler, öğrencilik yılları, ünlü sanatçılarla geçen gençlik yılları ve nihayetinde Andre Breton’la
başlayan sürrealizmle tanışması ve sonrasında verdiği eserler bulunuyor.
Serginin alt başlıkları Dali’nin ilham
perisi ve hayat arkadaşı Gala ile ilişkisi,
Paris’teki dönemi, Freud ile buluşması,
New York dönemi, klasizme dönüşüve
bilim tutkusu olarak da özetlenebilir.
Dali’nin hayatında resimle birlikte yazı,
sanatsal sinema dünyası ve illüstrasyon
dönemi de büyük yer kaplamaktadır.
Ayrıca bunlardan çok farklı olarak
sanatçı, Parisli modacılarla çalışmış,
şapka ve ayakkabı modelleri çizmiş,
sahne sanatlarından meşhur bestecilerin
bazı operaların veya balelerin kostümlerini ve tasarımlarını yapmıştır. Sergi,
sanatçının bütün bu çok yönlülüğünü
yansıtmayı amaçlamaktadır. Sergide
uzun diziler de yer almaktadır. Örneğin;
‘Don Kişot’ dizileri, ‘Gizli Yaşam’la ilgili
uzun bir dizi ve ‘Ölümsüzlüğün Sırları’
adlı dizi de sergilenen eserler arasındadır. Sergide Dali’nin çoğunluğu
Fransızca
(ilk
gençliğindekiler
İspanyolca ve Katalanca yazılmış) not
defterleri bulunuyor. Dalí çok çalkantılı
bir yüzyıl içinde doğup büyümüş ve
hayatı da bu ortam içinde son bulmuştur. Her sanatçıyı yaşadığı iklim belirler,
onun hamurunu yaşadığı tarih yoğurur
düsturundan yola çıkarak Dalí’nin
yaşamına büyük etkisi olan bu çalkantılı
yüzyılın tarihi verileri de serginin arka
planında yer almaktadır. Ayrıca sergi,
film gösterimi ve konferans gibi etkinliklerle de daha kolay anlaşılır hale
getirilmiştir. Sergi kapsamında yetişkinlere ve çocuklara yönelik atölye çalışmaları düzenlenmektedir.
Salvador Dali Kimdir?
Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí
y Domènech, kısaca Salvador Dali, 11
Mayıs 1904′de İspanya’nın bir köyünde
doğdu. Dali’ye kendisi doğmadan önce
ölen 3 yaşındaki abisi ‘Salvador’un adı
verildi, çünkü Salvador Dali ‘ikame’ bir
çocuk olarak doğmuştu (Psikolojide
‘ikame’ ya da ‘yerine konan’ çocuk
tanımı, çocuklarının ölümünden sonra
onun boşluğunu doldurmak amacıyla
dünyaya getirilen çocuk için kullanılır).
Dali ağabeyinin ölümünden 9 ay 10 gün
sonra dünyaya gelmiştir. Yani bunun
anlamı ağabeyi öldüğünde Dali'nin
doğumuna neden olacak cinsel ilişki
gerçekleşmiştir ve Dali, yas tutan bir aileye katıldığından, ruhsal gereksinimlerine yeterli yanıt alamamıştır.
M. Cansın Özden
rkadaşlarımdan birileri bir sabah
uyanıyorlar ve o günden itibaren
fotoğraf çekmeye başlamaları gerektiğini
hissediyorlar. Eğer siz de yakın zamanda
böyle bir sabah geçirdiyseniz ve etrafınızda sizlerle naçizane birkaç satır bilgisini
paylaşacak birilerine ihtiyaç duyduysanız
bu yazı sizin için yazılmış demektir.
Öncelikle bir noktanın altı çizilmeli, bu
yazı fotoğraf çekmeyi öğrenmek isteyenler
için yazıldı, fotoğrafçı gibi görünmek
isteyenler için değil… Ne yazık ki hergün
sokaklarda ve internette gezerken donanıma çok fazla önem veren ve kocaman
lenslere sahip çok pahalı fotoğraf ekipmanlarına, onları kullanabilmek için
gerekli önbilgiye zerre kadar sahip
olmadan dünyanın parasını yatırmış
sözde fotoğrafçılarla karşılaşıyoruz.
Fotoğraf sanatı bu değil… Olmamalı da…
Fikrimi soran arkadaşlarıma önce ucuz
bir kompakt dijital makina ile başlamalarını tavsiye ediyorum. Kompakt makinalar, hafif olmaları sayesinde, sizi fazla
yormadan yanınızda gezdirebileceğiniz ve
kafa karıştıracak kadar çok özelliği
olmayan makinalardır. Bunlarla bir önceki
sayıda bahsettiğimiz, filmin veya fotoğraf
makinası sensörünün üzerine yansıyan
ışığı denetlememizi sağlayan ISO,
diyafram ve enstantane’nin doğru kullanımını öğrenmenin yanında fotoğrafın
yapısını oluşturan kompozisyon bilgisi
üzerine çalışmalar yapabilirsiniz. Kötü bir
kompozisyona sahip bir fotoğrafı
dünyanın en kaliteli fotoğraf makinesi ile
A
Dali için cinsellik ölümle ilişkilidir
Yaşamının birinci yılındaki gelişimsel
süreci aksamış, kendisine ait olmayan
daha önceden dokunmuş bir kimliğe
bürünmek zorunda kalmak, kendilik
algısının gelişimini örselemiş ve ergenlik döneminde de yoğun biçimde hissettiği değersizlik duyguları gelişmiştir. Bu
nedenlerden dolayı Dali dokunmayı ve
dokunulmayı
sevmez.
‘Great
Masturbator’ kitabında da anlattığı gibi
cinsel ilişkiye girmez, sadece mastürbasyon yapar ve böylece kimsenin
ölümüne neden olmaz, kendisi de
ölmez.
Dali için cinsellik hep ölümle ilişkilidir. Anılarında ve resimlerinde cinsellikle ölümün ilişkilendirildiğini kanıtlayan temalar sık sık karşımıza çıkar.
Dali, hayatı boyunca ölen kardeşiyle
farklı karakterlere sahip olduklarını
kanıtlamaya çalışmıştır. Ailesinin dikkatini çekebilmek için çocukluğunda sık
sık histeri krizlerine girmiştir. Dali,
dikkat çekmek amacıyla 10 yaşında
kendi resmini yapmış ve bu resme
‘Hasta Çocuk’ adını vermiştir. Daha
sonraki yıllarda Stefan Zweig’ın onu
Sigmund Freud’la tanıştırmasıyla birlikte Dali’nin hayatında büyük değişiklikler gözlenmiştir. Resme olan ilgisi artmış, daha uyumlu bir insan haline
gelmiştir. Dali’nin görünümünde de
değişiklikler olmuştur. Uzun saçlarını
kısaltmış, biryantinlemiş, spor kıyafetler
giymeye başlamış ve gülmeyen bir ifade
yüzüne egemen olmuştur. Böylelikle
kardeşinden farklı bir insan olduğuna
kendisini inandırmıştır.
1914'te annesinin desteğiyle özel bir
resim okuluna yazılan Dali, 1919'da
Figueres Belediye Tiyatrosu'nda ilk sergisini açtı. 1922'de Madrid'e taşınan ve
buradaki San Fernando Güzel Sanatlar
Okulu'na yazılan Dali, ilk eserlerinde
Kübizm ve Dadaizm etkileri gösterdi.
Fransa ve İsviçre kökenli olan bu yeni
akımlar, o sıralar Madrid'de pek yaygın
13
Kompakt Makina
bile çekseniz iyi bir çalışma ortaya koyamazsınız. Ama ucuz bir kompakt makine
ile çekilmiş muhteşem fotoğraflara her
gün rastlıyoruz…
Fotoğraf çeken bir çok arkadaşım çalışmalarına Zenit marka nispeten ucuz analog fotoğraf makinalarıyla başlamışlar.
Ama aynı zamanda bu makinalardan
almış ancak nasıl kullanacağını
çözemediği için fotoğraf çekmeye devam
etmemiş pek çok arkadaşım da var. İşte bu
yüzden bir analog makina yerine bir dijital
makina tavsiye ediliyor başlama aşamasında olanlara. Dijital makina, yaptığınız denemenin sonucunu derhal görebilmenizi
sağlar ve bu sayede kısa zamanda ilerleme
kaydedebilirsiniz…
Fotoğrafın Dili, Kompozisyon…
Öğrenilecek diğer bir konu da
fotoğrafın dilidir. Evet, fotoğraflar bir
şeyler anlatır… Ve bu dili öğrenmeye
çalışmadan
deklanşöre
basmak,
bilmediğimiz bir dildeki bir şarkının
nakaratını tekrar etmeye çalışmak
gibidir… Bu nakarattaki kelimelerin nasıl
dilbilgisi kurallarıyla ve ne anlamlar ifade
ederek bir araya geldiğini bilmeden o
dilde kendimizi ifade edemeyiz. Kendini
iyi ifade eden bir fotoğraf da ancak
fotoğrafın dilini iyi kullanabilen bir
fotoğrafçı tarafından çekilebilir. Fotoğrafın
en önemli öğesi olan kompozisyon bilgisi
üzerine kitaplar okumanız tavsiye edilir.
Homer Kitabevi’nden çıkmış Tom Grill ve
Mark Scanlon tarafından yazılıp Nedim
Sipahi tarafından dilimize çevrilmiş
“Fotoğrafta Kompozisyon” başlangıç
seviyesi için oldukça başarılı bir kitaptır.
Kompozisyon bilginiz arttıkça izlediğiniz
fotoğrafları daha iyi anlamaya
başlayacaksınız.
Fotoğrafçının onlarla ifade
etmeye çalıştıklarına daha iyi
anlam vereceksiniz.
Yerli Ustalardan Öğrenmek
Lazım
Yerli ustalardan başlayarak
büyük fotoğrafçıların çalışmalarını izlemek de yine sizleri çok geliştirecektir . Yerli
ustaları izlemenin tavsiye
edilmesinin altında şöyle bir sebep
yatıyor: bu ustalar çok başarılı
kompozisyonları muhteşem renkler, gelişmiş teknikler ve genel
kültürleriyle yoğrulan bir estetik
anlayışı ile ortaya koyabildikleri
için ustadırlar ve onlar sizin
hergün önünden geçtiğiniz bir
sokağı, önemsemediğiniz bir
binayı veya bir insanı sizin görmeye alışkın olduğunuzun çok
dışındaki bir üslupla fotoğraflarına yansıtırlar. Sizin farketmediklerinizi onlar farkedebildiği için
onların usta olduklarını gördüğünüzde fotoğraf sanatının uzun
ve zorlu yolundaki sisler aydınlanmaya başlar. Daha samimi bir dille
şöyle diyelim, ‘iyi fotoğraflar çekebilmek için kaç fırın ekmek yemeniz
gerektiği’nin
farkına
varırsınız. Bunun farkına vardıkDSLR Makina
tan çok kısa bir süre sonra siz de
makinanızda öğrendiğiniz için de bu
çevrenize farklı gözlerle bakmaya başlayafotoğraf makinaları size o kadar da karcaksınız. Kim bilir hergün etrafımızda ne
maşık gelmeyecekler.
muhteşem konular biraraya geliyor bir
SLR’ler, farklı odak uzaklığına sahip
düşünsenize ve biz onların farkına varıp
lensleri kullanmanıza izin verirler. Yüksek
da deklanşöre basamadığımız için ziyan
bir tepeden tek bir kare ile İstanbul’un
oluyorlar…
yarısını fotoğraflayabilecek bir geniş açı
objektifle veya birkaç km ileride zıplayan
İleri Fotoğrafçılık
bir yunusu kadraja sığdıracak bir teleobBu olan bitenin farkına varmaya ve
jektifle çalışmalar yapabilirsiniz. Optik filtkendinizi fotoğraflarınızla ifade edebilmereler kullanarak farklı renk ve görüntü
ye başladıktan sonra bazı sıkıntılar yaşayaetkileri yakalayabilirsiniz. Makro objektifcaksınız. Çünkü kompakt makinanızla bir
lerle çıplak gözle göremeyeceğiniz detaytakım şeyleri ifade edemediğinizi fark edeları gözler önüne serebilir, braketleme
ceksiniz. Örneğin netliğin kompozisyonda
metodu kullanarak HDR yöntemiyle ISO,
dilediğiniz bir konu üzerinde olmasını
enstantane ve diyaframı kullanarak tek bir
arzu edeceksiniz ancak makinanız buna
fotoğrafta ulaşamayacağınız hoş sonuçlar
izin vermeyecek ve en yakındaki nesneye
elde edebilirsiniz.
odaklanacak. Veya diyeceksiniz ki ‘ah
Kısaca özetlersek; bizler bilginin önemikeşke şu çocuğa, ona fark ettirmeden biraz
nin farkında olan üniversite öğrencileriyiz.
daha yaklaşabilseydim’ veya tam tersi
Fotoğrafta da hayatın bu kuralı geçerliliği‘keşke şu kapıyı bu uzaklıktan
ni
koruyor.
Önce okumalı, sormalı, öğrenfotoğraflarken üstteki penceredeki çiçeği
meliyiz. Sonra gerektiği kadar para harcade kadraja dahil edebilmemin bir yolu
malı ve deklanşöre basmalıyız… Kendini
olsaydı.’ İşte böyle ihtiyaçlar duymaya
estetik ve kompozisyon alanında iyi
başladığınızda bir SLR makineye (single
yetiştirmiş herhangi biri ucuz makinalarla
lens refleks) veya DSLR (dijital single lens
da başarılı fotoğraflar çekebilir. Ama
refleks) makinaya ihtiyaç duymaya
kendimizi bu bilgiyle donatmadan optik
başlamışsınız demektir. Fotoğrafı
ve elektronik harikası bir şaheserle bile iyi
denetleyen bir çok özelliği zaten önceki
işler çıkarabilmeyi ummamamız gerekir.
çalışmalarınızda kullandığınız kompakt
Oske Cher
Düş ve Gerçeğin Çelişkisi
Makine: NIKON D70s
Enstantane : 1/3200
Diyafram: f/11.0
Odak Uzaklığı: 80 mm
Makina: Nikon D70S
Enstantane: 1/500
Diyafram: f/4.5
ISO: 200
Bu çekimde amacımız aslında İTÜ
Göleti’nden sabahın erken saatlerinde
yükselen buharı kullanmaktı... Sabah
göletteki dumanları bir fotoğraf
karesinde önplana çıkarabilecek çekimler
yapamadık, belki de sinema için daha
uygun bir görüntüydü. Fakat oradaki bir
karahindiba bize farklı bir fikir verdi ve
güneşe karşı yaptığımız bu çekim, hızlı
enstantanesi sayesinde zarif modelimin
ve çiçeğin formunu hoş bir silüet şeklinde ortaya koydu. Çekimi yaparken
seçtiğim beyaz ayarı sayesinde de bir dijital müdehaleye gerek kalmadan fotoğraf
masalsı bir arkaplan rengine sahip oldu.
4.Levent’te çalışmasına kısa bir mola
vermiş bu çöpçüyü görünce fotoğraf
makinem yanımda olduğu için kendimi
çok şanslı hissetmiştim. Çöpçünün
kovasının rengi ile sırtını yasladığı
duvardaki resimdeki ağaçlar çok önemli
bir bağlantı sağlıyordu. Süpürge ve
faraşın sapı resimdeki agaçların
gövdeleriyle çok benzer çizgiler çiziyordu. Gözüm bir resme, bir çöpçünün
malzemelerine bir de üzerindeki parlak
renklerde üniforması olan çöpçüye
gidiyordu. Çöpçünün elindeki yarım
ekmeği tutuşu ve oturuşu ise çok
duygusal bir hava oluşturuyordu.
Kendisinden izin alarak fotoğrafını çekmeye başladım. Ancak ilgisinin benden
uzaklaşması ve ekmeğine dönmesi için
birkaç dakika geçmesi gerekti ve sonunda bu pozu yakaladım.
14
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
BU SAYFALAR BİR PDR
Merkezi ve ARIYORUM
SİZDİR!
TİDİR ve TABİ Kİ ÜCRET
HİZME
ana;
b
n
tu
tu
e
s
y
le
y
ö
,
m
u
r
Düşüyo
beni!
n
tu
tu
e
s
y
le
y
ö
,
m
u
r
o
düşüy
hazırlayan Cem
jik danışman
Demirbaş, psikolo
İTÜ Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi
TÜ Yabancı Diller Yüksek
Okulu bünyesinde yer alan İTÜ
PDR, araştıran, sorgulayan ve
farkına varan öğrenciler
yetiştirmeyi amaçlamış bir öğrenci
hizmet birimidir. Amaçları arasında öğrencileri, sosyal yetenekleri
gelişmiş, amaçlarını belirlemiş ve
onlara ulaşabilmek için çalışan
birer birey haline getirmek de
bulunuyor.
PDR tarafından verilen ‘bireysel danışma hizmeti’ arkadaşlık
kurmakta zorluk çeken; kendine
güven veya aşırı heyecan sorunu
yaşayan; uyum güçlüğü çeken;
motivasyon eksikliği vb. sorunları
olan öğrencilere sağlanan bir
hizmettir. Bu hizmet öğrencilerin
kendilerini daha iyi tanımalarına
ve günlük yaşamlarında
karşılaştıkları sorunlarla daha
kolay baş edebilmelerine yardımcı
olur.
İTÜ PDR, grup çalışmalarıyla
da öğrencilerin sıkıntılarını
aşmakta yardımcı oluyor. Etkili
İletişim, Sınav Kaygısıyla Başa
Çıkma ve Atılganlık Eğitimi
başlıklı grup çalışmaları PDR’nin
şu an uygulamakta olduğu
hizmetlerden.
PDR Merkezi Nuran Baykal
(koordinatör) ve Cem Demirbaş
(uzman) tarafından yürütülüyor.
PDR Merkezine haftaiçi her gün
09.00-17.00 saatleri arasında
başvurabilirsiniz. Tamamen ücretsiz olan bu merkez Maçka Yabancı
Diller Yüksek Okulu binası giriş
katında, G2 numaralı odada.
(0212) 2931300-2169
[email protected]
[email protected]
‘Yeni’ye başlamak,
‘Yeni’yi yaşamak
Sabahına uyandığımız her gün, kapıda
bekleyen değişimi ve ‘yeni’yi hayatımıza misafir eder. Bunu görmek ve
kanıksamak için sadece etrafımıza bakmak, nelerin nasılda inanılmaz bir hızla
değiştiğini izlemek bile yeter de artar.
Kendi yaşamımızı, hatta dünümüzü
anımsamak, olanca hızla aslında içinde
yüzdüğümüz değişim denizinin ta kendisi olduğumuzu anlamamızı sağlar.
Değişenleri not almak bile imkansızdır.
Ya ‘yeni’ye ne demeli! Amansız bir şekilde karşımızda, hayatımızda bitiveren
yenilere. Sıradanlığımızın bizi çürüten
sığlığında kaybolan milyonlarca insan
var. Her şey aynı, her şey aynı sırayla
ilerler, aynı sokaklar, aynı kaldırımlar,
aynı yüzler, beynimizde gelenekselleşmiş düşünce kalıpları, hep o aynı
genellemeler,
bizi
varedenler
sandığımız sıradanlıklarımız. ‘Yeni’yi
ve değişimi elimizin tersiyle itme cüreti,
reddetmeyi kolay yol olarak görme
aymazlığı... Eski, alıştığımızdır. Aşinalık
bizi rahatlatır. Eskinin kucağında,
değişimden uzak bir hayat yaşamak
kendimize yaptığımız bir ihanettir aslında. İnsan sürekli gelişmeye, mantıklı ve
doğru olanı bulmaya kodlanmıştır. Bu
felsefeciler, insan bilimciler tarafından
ortaya atılmış bir tezden ötededir.
Düşünün bir kere. Eğer böyle olmasaydık koca insanlık tarihini nasıl yazabilirdik? Nasıl gelişirdik; şehirler, ülkeler, medeniyetler kurar, nasıl yaşayabilirdik? ‘Yeni’ denilenin ve değişimin
zorunluluğu sağlar bunu.
Nasıl olur? Nasıl ayak uydururum ki
‘yeni’ye, değişime?
Nasıl alışabilirim ki?
Ne gerek var ki buna?
Durduk yerde, neden kendime eziyet
edeyim ki?
Ne sağlar ki bana, bunun için emek
harcamak?
Değişime ayak uydurmak, ‘yeni’yi
kabullenmek kolay değil ki!
‘Yeni geldiğinde kapını aç çekinmeden, kontrol sende zaten, korkma.’
İ
B
u bizim için ‘yeni’ bir şeydi. İlk
yazımız ve Arıyorum’daki ilk sesimizdi. “Yeni’ye başlamak ve ‘yeni’yi
yaşamak” istedik ki kendi ‘yeni’mizi
yazalım. İlk konumuz bu olsun. Her
yeni gün aslında yeni bir hayat demek
ve inanın ömrümüz ‘yeni’ denilen,
karşımıza aniden çıkan süprizler
toplamıdır. Başarılı insan mı? Elbette
‘yeni’ olana ayak uyduran, değişimi
isteyen ve ‘yeni’ye başlamayı göze alabilen insandır. Yeniler ve değişim,
yaşamımızın her anında karşımıza çıkacak. Bizi, alışkın olmadığımız olaylarla,
olgularla yüzleştirecek. Doğamız gereği
bizi ürküten bir durumdur bu. Ama
inanın
kaçınılmazdır.
Yaşam
pratiğimizde binlerce eylem vardır;
fazlaca düşünmeden, emek vermeden
yaptığımız. Rutinleşmiş, alışılmış olanların yerine ‘yeni’ denileni koymak, her
ne kadar değişime açık olsak da bizlerde
korku ve kaygı uyandırır. Yapımız mevcut olanı korumak ve ‘yeni’nin önünü
kesmek için direnç gösterir, kolayı
seçerek, değişimi ve ‘yeni’ olanı reddeder.
Değişim ve yenilik… İşte yaşam sırrımızın içinde yattığı ayrılmaz iki
kavram. ‘Yeni’ kapımızı çaldığında
yahut değişimin ayak seslerini duyduğumuzda içimiz ürperir. Gözardı
ettiğiz bir nokta vardır ki, o da insanın
zaten değişerek geliştiği ve yaşam
serüvenine devam ettiğidir. Korkulan
bu değişim ve ‘yeni’ kavramı oysa zaten
her an yanıbaşımızda ve her daim, her
yeni gün içimizdedir. Bilinen ama
üzerinden önemsizce geçilen şu felsefe
açılımı kısa yoldan açıklar aslında her
şeyi: ‘Değişmeyen tek şey değişimdir.’
Değişmeye, değişimle, gelişimle
karşımıza çıkan ‘yeni’ye olan ihtiyacımız, insanlık tarihinin yazılmasına,
kurulan medeniyetlere ve en önemlisi
hayatta kalmamıza vesile olmuştur.
İnsanlığın gelinen noktası yerini
değişime borçludur.
Kalk ve silkin. Sıradanlığının seni
rahatsız eden bunaltıcılığından kurtulmak, kendini tanımak, en güzel serüven
olan ‘yaşamın’ başrolünde oynayan bir
maceracı olmak için kucakla ‘yeni’yi ve
seni her köşede bekleyen ‘değişim’i.
Sadece cesaret et ve karşıla seni
geliştirecek olanı. Göze al, üşenme,
erteleme ve vazgeçme yaşamı yakalamaktan. Unutma her sabah yeni bir hayata atılan adımdır. Gözümüzü
açtığımız her yeni gün ‘yeniden doğuş’
sürecimizi başlatır. Bunu sayısız gün
yaşarken, değişimden ‘yeni’den kaçınmak niye?
Evet, tüm bunlar ve bu gibi, sıradanlığımızın, mantıksız inaçlarımızın temellerini oluşturan olumsuz düşüncelerimiz, gelişim sürecimizin yegane engelleridir. Risk alabilme, kendini
değiştirme cüretini gösterebilme, ‘yeni’
kapıyı çaldığında açabilme, kendini
yeniden ayarlayabilme, kendi gelişimin
için değişmeye cesaret edebilme şüphesiz ki zordur, meşakatli bir iştir bu.
Emek ister, dirayet ister, inanç ister.
Ama zaten yaşamak bunu gerektirmez
mi? Elbette gerektirir. ‘Yaşama Sanatı
Uğraşı’ bu dinamikleri içinde barındırır.
‘yeni’yi ve ‘değişim’i reddetmek yaşama
sanatımızı sekteye uğratır.
‘Yaşamak; yenilikler kapıyı çaldığında
cesaretle açmaktır kapıyı.’
Şimdi bu kapıyı açmak mı kolay,
yoksa yine aynı hoş olmayan, bizi gerileten sıradanlıklarımızla yaşamayı tercih etmek mi? Zor olanı seçmek.
Başarının da sırrı burada olsa gerek…
İçinizdeki devi uyandırmak için yapmanız gereken tek şey inanmak ve
güvenmektir kendinize.
Sizinle ‘yeni’yi, ‘değişim’i paylaşmaya çalıştık. Yeniden başlamak,
yeniyi yaşamak... Umarız sıradanlığınız
konusunda, gelişime, değişime olan
kaygılı bakış açılarınız hususunda sizleri rahatsız etmeyi başarmışızdır.
Oturduğunuz yerde beş dakika bile sizi
bu konularda düşünmeye, yaşamınızı
şöyle bir gözden geçirmeye tahrik edebildiysek mutlu oluruz.
Sıradanlıklarından sıkılıp, sıradan
çıkma cüreti gösterebilenlere…
Ne yapmalı, ne etmeli öyleyse? Nelere
ihtiyacımız var?
Cesaret, ama en büyüğünden...
Cüret, tabiki değişimden, değişmekten
utanmadan... Korkuyu ve kuşkuyu
sandıklara kaldırmak. Bilmediklerimiz
için bildiklerimizi riske atabilmek. Bize
faydası olan her değişime, her ‘yeni’ye
merhaba diyebilmek. Sindirebilmek, sırrın değişmekte, yeniyi kabuledebilmekte olduğunu anlamak. Deneyimlerin
toplamı olduğunu unutmamak, yaşam
denilen denizin. ‘Dur’ diyebilmek
sıradanlığa. Hürriyetin, kendin olabilmenin, bir yolu olarak görebilmek
değişimi, yeniyi. Hazır olmak her
zaman, yaşamın bize sunduğu bilinmezlere. Evet bunlar yapılabilir. Bu güç
içinizde. Onu bulup kullanmanızı bekliyor sadece. Neden hala durduğunu bir
düşün. Neleri kaçırdığını, tembelliğinin
anlamsızlığını düşün. Kalk ve yürekten
bir ‘hoş geldin’ de yeni olan, değişik
olan her şeye…
Bana anlatma sakın
Riske girseydin eğer
Yola çıksaydın eğer
Neler yapardın neler
Bana anatma sakın
Yelken açsaydın eğer
Özgür olsaydın eğer
Neler yapardın neler
Sen iskeleye bağlı
Fırtınalardan yoksun
Tatlı rüzgara razı
Ben açık denizdeyim
Deniz bu belli olmaz
Huyunu seveyim…
yor. Biz bunu üniversitedeki öğrencilerimize yansıtmamaya çalışıyoruz. Ben 2
hafta önce mezunlarla birlikte oldum
Ankara’da. Çok güzel bir toplantı geçirdik orada. Üniversiteye fazla katkı sağlayabilecek mezunları kazanmamız
gerekiyor.
Bağışlarda da öncelikli hedefim öğrenci
yurtlarıdır. Bunu Ankara’daki mezunlarımıza da söyledim. ‘Bu öğrencilere yurt
bulamazsam o istenmeyen vakıf yurtlarına gidecekler. Ben yapamazsam siz de
destek vermezseniz bunlar devam edecek.’ dedim. Yurt işi için sadece mezunlara bel bağlamış değilim. Üniversite
kaynaklarının bir kısmını da buraya
yönlendireceğim. Belediye ile de bu
konuda görüşmelerde bulunuyoruz.
HAVUZ BİNASI PROFESYONELLERE VERİLMELİ
İşletilemeyen yerler demiştiniz, havuz
binası gibi. İşletmeciye verildiğinde
fiyatlara yansıması olumsuz olmayacak mı?
Devrederken yapılan anlaşmaya bağlı
tabi, üniversitenin elinde. İşveren sizsiniz. Tapusuyla almıyor ki! Şu anda
mevcut şekliyle efektif kullanılamıyor.
Koskoca havuz binası boş duruyor,
stadyum boş duruyor. Bunların gelir
sağlaması ve bu gelirlerin doğrudan
öğrenciye yönlendirilmesi gerekiyor.
Üniversite olarak yapamıyorsak bunu
profesyonellere vermemiz gerekiyor.
Ben özelleştirme taraftarı değilim.
Öğrenci Sosyal Hizmetler birimini kurarak bu duruşumu gösteriyorum. Ancak
üniversitenin işletemeyeceği, tamamen
profesyonellik gerektiren yerlerin de
işletmeye verilmesi gerekir.
YERLEŞKELERDE
KABLOSUZ AĞ, HER
ÖĞRENCİYE UCUZ LAPTOP
Bilişimle ilgili projeleriniz var.
Kampüsün tamamının kablosuz ağ ile
çevrilmesi ve öğrencilerin dizüstü bilgisayara sahip olması için kolaylık
sağlanması gibi.
Göreve gelir gelmez internet erişim hızı
200 mbps’den 400 mbps’ye çıkarıldı ve
hemen hissedildi bu hız. Bu benim bilişimle ilgili genel bakış açımı gösteriyor.
Bunlar önümüzdeki yıl için bütçelendiriliyor. Dizüstü bilgisayarlarla ilgili
dünyada büyük gelişmeler oluyor; fiyatlarının düşüyor, yeni modeller çıkıyor.
Sanırım önümüzdeki yıl bunlarla ilgili
önemli çalışmalar yapacağız. Kampanya
şeklinde yapmayı düşünüyoruz.
Firmalarla anlaşıp İTÜ’ye özel ve çok
ucuz bilgisayarlar sağlayacağız. Yani
şundan emin olun, baştan söylediğim
gibi ekonomik krizi öğrencilere ve ailelerine yansıtmamaya çalışıyorum.
SANATTA DA ÖNDE İTÜ
İTÜ’nün mühendislik dışında eğitim
veren, sanat üreten bölümleriyle ilgili
yenilikler yapacağınızı söylediniz. Bu
konuda neler yapacaksınız?
Konservatuarla MİAM (Müzikte İleri
Araştırmalar Merkezi) arasında çok başlılık durumu vardı. MİAM mezunumuz
Erol Üçer’in bağışlarıyla kuruldu.
Avrupa’nın en iyi 5 stüdyosundan birine sahip. Diğer taraftan konservatuar
çok önemli. Dışarıda konservatuar
denildiğinde İTÜ geliyor akla.
Konservatuara yeni atanan müdür Prof.
Dr. Cihat Aşkın uluslararası vizyona
sahip, dünyaca tanınan bir insan.
Hayatını müziğe vermiş birisi. Cihat
beye teslim ettik konservatuarı, iki başlılık kalktı. Çok güzel çalışmalar yapılıyor
şimdi. Konservatuarın bir orkestrası
yoktu bugüne kadar, inanabiliyor
musunuz? Şimdi bu konuda çalışmalara
başlandı.
İTÜ’DE SPOR VE ÖĞRENCİ
KULÜPLERİ
Öğrenci kulüplerine yönelik çalışmalarınız olacak mı?
Bana ulaşan her sıkıntıya çözüm üretiyorum. Bugüne kadar görüştüğüm
kulüpler oldu. Hepsinin ihtiyaçlarını
karşıladık. Gerek spor kulüplerine
gerekse de kültür sanat kulüplerine her
türlü desteği vermek isterim.
ATANAN REKTÖR VE
TAYYİP ERDOĞAN DAVETİ
Hocam sormamış olmayalım. Hem
ikinci sıradan atanmanız hem de açılış
törenine başbakanı çağırmanız çok
eleştiri topladı. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Tabi. Ben üniversite seçimlerinde ikinci
oldum. YÖK’te 20 üye var bizim için oy
kullanan. O 20 üyenin dokuzu Sezer
döneminden gelen üyeler. Oradaki
mülakattan sonra yirmi üyenin 17’sinin
oyunu aldım ben. Buradaki seçimlerde
birinci olan hocamız 2, diğer aday da 1
oy aldı. Eğer yazıldığı gibi bir grubun
adayı olmuş alsaydım ya 11 oy alacaktım ya da 9. Üniversite seçimlerinde
ikinci olup YÖK’ten 17 oy alan başka
kimse yok. Niye 17 oy aldım?
Akademik olarak mevcut adaylar içerisinde en güçlü olanı bendim. Üniversitenin sahip olduğu ar-ge bütçesinin beş
buçukta biri benim projelerimindir.
Yurtdışında master ve doktora yapan
tek aday bendim. Benim özgeçmişime
bakın lütfen. Tereddüt etmeyeceksiniz.
İTÜ rektörünün bilimsel yanının, ar-ge
gücünün iyi olması gerekiyor. Demek ki
ben kendi altyapımla Ankara’da 17 oy
aldım. Başbakan Edoğan’a gelince…
Ben Rizeliyim. Rize’de üst düzey toplantılar oluyor, Rizeliler yemeği oluyor,
Rizeliler günü oluyor. Bu toplantılarda
karşı karşıya geliyoruz. Tayyip Erdoğan
hemşerimdir. Onu tanımam kadar
doğal bir şey olamaz. Niye çağırdım?
Ben bu üniversiteye yapmam gereken
çok sözler verdim. Bunlar sadece benim
yapabileceğim şeyler değil. Başbakana
üniversitenin sorunlarını anlatmak için
daha iyi bir fırsat bulamazdım. Üniver-
sitemin sorunlarını o gün orada aktardım ve bir dosya halinde de kendisine
verdim. Benden özel bir isteği olmadı.
Tek söylediği ‘Üniversiteyi ilk 100’e
sokarsan Türkiye kazanır’ oldu.
Söylediğim rakamlar öyle kolay alınabilecek rakamlar değil. İTÜ’yü başbakanın
görmesi gerekiyordu. 235 yıllık üniversite diyorsunuz. Buraya hiç gelmemiş
biri ‘koskoca İTÜ, ne ihtiyacı olacak?’
diyor. Ama bakın sorunlar ortada. 21
bin öğrencinin 18 bini yurt sıkıntısı yaşıyor. İstanbul gibi bir yerde 1.500
YTL’den aşağı kira yok neredeyse.
Benim Başbakan Erdoğan’ı çağırmamdaki amaç üniversitemdeki sorunları
göstermekti. Ben cesur davrandım. Göz
boyamak için getirmeyebilirdim. O
zaman ‘Başbakan’ı çağırmadı, biz yanılmışız.’ diyecekler miydi? Marmara Üniversitesi Rektörü de çağırmıştı başbakanı. Hatta benden önce davet etmiş. Onu
duyunca daha çok ısrar ettim gelmesi
için.
AÇILIŞTAKİ ÖĞRENCİ
GÖZALTILARI
Öğrencilerin Erdoğan’a karşı protestoları vardı. Salona öğrenci alınmadı ve
dışarıdaki öğrencilerden bir kısmı da
gözaltına alındı. Bu törenle de çok
tepki topladınız.
Polisin müdahelesi bizim dışımızda gerçekleşti. Başbakan’ın gelmesiyle ilgili
özel güvenlik önlemleri alındı.
Türkiye’deki terör olaylarının da üst
düzey olduğu bir ortam olmasından
kaynaklı bir uygulamaydı.
Yani sizin polislere ‘şu çocuklara
müdahale edin’ dediğiniz bir şey
değil?
Kesinlikle öyle bir şey yok.
ÜNİVERSİTELERDE
SİYASET VE TÜRBAN
Üniversite-siyaset ilişkisi ile ilgili
fikirleriniz nelerdir? Mesela türban
konusunda rektörlerin tutumu çok tartışıldı. Bu konudaki uygulamalarınız
neler olacak?
İTÜ’ye kimse dışarıdan dayatma yapamaz. Benim geçmişte yaptıklarım herkes tarafından iyi biliniyor. Seçim öncesinde bu sorular bize soruldu. Onla ilgili
19
verdiğim yanıtlar da bellidir. Seçim
öncesinde de sorulduğunda ben karşı
olduğumu belirttim. Ama diğer bir kaç
Rektör adayına aynı soru sorulduğunda
“İTÜ yasalara bağlı bir Üniversitedir,
yasalar neyi gerektiriyorsa onu yaparım” gibi cevaplar verilmiştir.
Yani türbanlı öğrenci giremez okula?
Girebiliyor mu ki?
Giriyor, evet.
Kapıdan giremiyordur. İzin verilmiyor.
Güvenlik görevlileri ile ilgili bu konuyu
inceleyeceğim.
Peki neden karşısınız türbana?
Mesele türban değil aslında. Şimdi
Türkiye’nin sorunları farklı. Türkiye’nin
sorunları çok. Dünya ekonomik bir krizde. Bu türlü şeylerin siyasi gerginliklere
meydan vermesine kimsenin destek
olmaması gerekiyor. Bu konuların
konuşulmaması gerekiyor. Yoksa
özgürlüklere karşı biri değilim. Ama şu
ortamda da bunların tartışılması doğru
değil. Bu tartışmaların ne türban takanlara ne de bu ülkeye faydası olur. Diğer
siyasi konular için de aynı şekilde düşünüyorum. Siyasi gerginliklere meydan
verecek konuların konuşulmaması gerekiyor.
Yani sizin döneminizde İTÜ siyasete
uzak durup bilimle ilgileniyor olacak.
Evet.
Son olarak İTÜ’nün bütün paydaşlarına; öğretim görevlileri, öğrenciler ve
mezunlara ne demek istersiniz?
Benim dönemim içerisinde, sonunda
demiyorum, gerçekten gurur duyacakları bir üniversite yapacağım bu üniversiteyi. Aidiyet duygusunu en üst sıraya
çıkaracağım. Bu mezun ve öğrencilerin
üniversitelerine sahip çıkmaları için çok
önemlidir. Aidiyet duygusu birinci sırada olmadığı zaman kimsenin ‘mezunlar
neden üniversiteyle ilgilenmiyor’ demeye hakkı olmaz. Teknik Üniversite kendini hep birinci görmüştür. Teknik Üniversite, eskiden sınavla öğrenci alan tek
üniversiteydi. Teknik Üniversiteye giremeyen tıp fakültelerine gidiyordu. Üniversiteyi tekrar bu seviyelere getireceğiz.
18
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
DEVRİMCİLER
GENÇ OLUR
ektör Şahin’le ilgili kamuoyunda
sürekli konuşulan bir konu da yaşı
oldu. ‘42 yaşında rektör olur mu, çok
deneyimsiz değil mi, profesör olur
olmaz hemen rektörlüğe aday mı olunur?’ gibi sorular çokça soruluyordu.
Biz de sorduk. Aldığımız cevapsa bir
süre sessiz kalmamızı ve ardından
tebessüm etmemizi sağladı: devrimciler
genç olur.
Rektör Şahin bu yaşların karar almada daha verimli olduğunu söylüyor ve
deneyimsiz olmadığını, aksine 1996’dan
beri İTÜ yönetiminde bulunduğunu ve
bu nedenle İTÜ ile ilgili çok konuda
bilgi sahibi olduğunu belirtiyor.
Genç yaşta olmasının olumsuz yönleri de olmuyor değil. Rektörlüğe geldikten sonra bir misafirini karşılamak için
orta kapıya giden Rektör Şahin’in
güvenlik görevlisiyle diyaloğu da bir
hayli ilginç olmuş. Misafirini beklerken
güvenlik görevlisiyle sohbet etmek istiyor Rektör:
R
- Merhaba, nasılsınız?
- ....?
- Rektörüm ben.
- Hadi be!
- Ee rektörüm!
- Dalga geçmeyin ya! Kimliğinizi
görebilir miyim?
- Kimlik yok ki!
Genç yaşta rektör olmaya aday olmak
sizi korkutmadı mı?
Devrimciler genç olur.
İTÜ’de bir devrim yapmaya geldiniz
yani?
İTÜ’de atılım hedefliyorum. Bunu siz
başka şekilde de tanımlayabilirsiniz
ama önümüzdeki dönem İTÜ, sadece
Türkiye’de değil dünyada konuşulan
bir üniversite olacak. Bu yüzden aday
oldum.
ABET
ABET konusunda mevcut uygulamalara devam edecek misiniz? ABET’le
ilgili birçok eleştiri de var aslında...
ABET’i tabi ki destekliyorum. Nasıl ki
Türkiye’nin AB’ye girmesi için gereken
kriterler varsa dersler için de böyle kriterler olmalı. ABET de öyledir. ABET’i
tekrar canlandıracağım.
İNGİLİZCE EĞİTİM
İngilizce eğitim sürekli tartışılıyor.
Yüzde 30 İngilizce eğitim de fazlaca
eleştiri aldı. Yüzde 100 Türkçe olsun
diyen de var yüzde 100 İngilizce olsun
diyen de? Siz ne düşünüyorsunuz?
Rektörlük seçimleri öncesinde de söylemiştim; şu anki lisans programlarımız
1996 yılındaki programlar. Bunların
günün gereklerine göre yenilenmesi
gerekiyor. Bu kapsamda lisans programlarını yeniden yapılandıracağız
ancak yüzde 30 İngilizce’den vazgeçmeyeceğiz.
HAZIRLIK BİNASI
MASLAK’A GELECEK
Adaylık bildirgenizde hazırlık eğitiminin Ayazağa yerleşkesine taşınması
konusu var. İngilizce eğitimle ilgili
düşündüğünüz değişiklikler neler olacak?
Hazırlıktaki
öğrencilerin
çoğu
Anadoludan geliyor. Yabancı Diller
Yüksekokulu’nun (YDYO) 3000’e yakın
nüfusu var. Bu çok fazla. Üstelik
Maçka’da öğrencinin ders dışında gideceği yer yok. Anadolu’dan geldiği için
birçok yeri de bilmiyor. Yurt olarak da
üniversitenin kapasitesi ortada. Bu
çocukları kampüs içindeki yurtlara da
çekemiyoruz. O zaman şehre gidiyor
veya o istenmeyen gruplar onları belirli
yerlere yönlendiriyor. O çocukları tekrar
kazanmanız çok zorlaşıyor. YDYO’yu
Maslak’a taşımamızdaki amaç bir binayı
ordan buraya taşımak değil. Bunun
arkasında yatan felsefe, bu çocuklara
üniversiteli kültürünü bir an önce aşılamaktır.
Maçkayı boşalttıktan sonra orayı nasıl
değerlendirmeyi düşünüyorsunuz?
Orada İşletme Fakültesi, konservatuar
var. Onlar bir şekilde değerlendirir orasını.
PROJELER EŞZAMANLI
YÜRÜTÜLECEK
“İnsana Yatırım” diyorsunuz tanıtım
kitapçığınıza. Bunu nasıl tanımlıyorsunuz? İnsana yatırım tüm mekansal
sorunlar halledildikten sonra mı yapılacak?
Benim projelerimin hepsi aynı anda başlayan projeler. Size bir üniversite teslim
edildiği zaman siz o kurumun her şeyini
düşünmek zorundasınız. Yapılanmasını, mekansal sorunları, gelişimini, büyümesini planlamak zorundasınız.
Bunların hepsi aynı anda başlamalı.
Mekan ihtiyacının dışında bir üniversiteyi üniversite yapan göstergeler var.
Yayın göstergeleri, ar-ge potansiyeli,
bunları zaman geçirmeden, aynı anda
başlatmanız gerekiyor. Birini önce başlatayım diğeri sonraya kalsın diye bir
mantık olamaz. O yüzden benim başlattığım projelerin hepsi aynı anda başlamıştır. Biri diğeri için ön koşu değildir.
AMACIM İTÜ’YÜ HER ALANDA BİR NUMARA YAPMAK
İlk 4 yılda Türkiye’de bir numara
olmak gibi bir hedefiniz var mı?
Benim amacım İTÜ’yü her alanda bir
numara yapmak. Ben üç aylık rektör
olmama rağmen bunun meyvelerini
almaya başladım. Örneğin bizim DPT
bütçemiz bu yıl ODTÜ’ ten yüzde 35
daha fazla. İTÜ’nün bütçesi 21.5 trilyondu geçen sene. 2009 yılı için 28,5 trilyona yükselttik.
BU YIL BÜTÇE YÜZDE 16
ARTTI
Bu kararlı ve ısrarcı tutumunuzda mı
kaynaklanıyor?
Tabii. Dışarıdan gelecek bütün projeleri
rektör bizzat takip etmeli. İstanbul merkezli büyük projeleri, örneğin deprem
projelerini bile, Türkiye’nin en büyüğü
olan İTÜ İnşaat Fakültesi yerine
Ankara’dan başka bir üniversite alıyor.
Bu benim hazmedemediğim bir durum.
Bakın DPT’de bütçemiz yüzde 35 arttı.
ODTÜ’nün genel bütçesi yüzde 12
bizimki yüzde 16 arttı. Ben iki gün
Maliye Bakanlığı, 3 gün DPT koridorlarındaydım. Genelde oraya daire başkanı
veya en fazla rektör yardımcısı gider.
Bir üniversitenin rektörü doğrudan ilgi-
lenirse bu işlerle üniversite lehine
sonuçlar çabuk alınır. Mesela Ulusal
Yüksek Başarımlı Hesaplama Merkezi
(UYBHM) 2003 yılında DPT’ye sunulmuş bir projedir. 2004 yılında desteklendi. Projeye bina yapılması için ek ödenek istenmiş. Sonuç olarak 2008’e kadar
bu proje başlatılamamış. Bu arada
Kıbrıs’ta bir başka üniversite de başvurmuş DPT’ye bu konuda. ULAKBİLİM
de başvurmuş.
Bu merkezden
Türkiye’de bir tane olmasına izin veriliyor. Proje öyle bir noktaya gelmişti ki 25
milyon YTL’lik bütçesini bile kaybediyordu. Benim bizzat yaptığım görüşmeler sonucunda bu iş çözüldü. 15 dakikalık bir iş için bile kalkar Ankara’ya giderim. Telefonla halletmem, bizzat gidip
kendim konuşurum. O projeyi öyle bir
savundum ki 25 milyon YTL bütçenin
üzerine 20 milyon YTL de bina için
aldım ve 45 milyon YTL ile proje, ben
geldikten sonra başladı. Bu proje tüm
Türkiye’ye hizmet edecek çok önemli
bir proje. Akıllı binalar yapılacak. Ocak
ayında ihale yapacağız ve inşaata başlayacağız. Yine önceki dönemde başlatılan 25 milyon YTL’lik Nanoteknoloji
projesi vardı. O proje de yine bina yapılması ile ilgili ek ödenek istemiş.
Sonrasında DPT’nin askıya aldığı bir
projeydi. Göreve geldikten sonra yaptığım yüzyüze görüşmelerle bu projeyi de
tekrar başlattım.
Üniversite öğretim üyelerinin ofis
malzemesi, bilgisayar gibi ihtiyaçlarını
karşılamak için de proje başlattık.
İnternet üzerinden bir form hazırladık.
Bu formda belirtilen ihtiyaçların büyük
kısmını karşılayacağız. 800’e yakın dizüstü veya masaüstü bilgisayar isteği
geldi. Bu ihtiyaçlar tamamlanmaya başladı. Bununla birlikte laboratuvarlara 3
milyon YTL kaynak ayırdık. Önümüzdeki yıl içerisinde uzun süreli yurtdışı
görevlendirmeleri için de İTÜ
Geliştirme Vakfı tarafından 500 bin
Dolar kaynak ayrıldı.
“İTÜ TEKNOKENTİ 1 MİLYAR DOLAR CİRO YAPABİLİR”
Geçen dönem var olan kaynaklar kullanılmıyor muydu?
Bu bir öncelik meselesi. Bir önceki yönetim ‘bina yapacağız’ dedi ve bu konuya
ağırlık verdi. Daha öncede bahsettiğim
gibi her şey pararel olmalı. Öncelikler
ar-ge üstüne olmalı.
ODTÜ teknokenti 290 milyon dolar
ciro yapıyor. İTÜ rektörü ‘ben 1 milyar
dolar ciro yapabiliyorum’ diyebilmeliydi. Şu anda Teknokent hedeflenen düzeyin onda birini gerçekleştirmiş durumda. Yeni bir süreç başlattık. Önümüzdeki mart ve nisan aylarında yeni bina için
ilk kazmalar vurulacak. Bununla birlikte
Florya’daki arazi için de çeşitli teklifler
alıyoruz
değişik
şirketlerden.
Maçka’daki otopark arazisinin değerlendirilmesiyle ilgili içinde çeşitli teklifler geliyor. Bunları değerlendiriyoruz.
Gerek bina konusu olsun gerek ar-ge
konusu, benim bütün projelerim aynı
anda başlıyor. Eğer önümüzdeki 4 yılda
Teknokentimizi tam kapasiteyle çalıştırabilirsek, İTÜ ekonomik olarak
Ankara’ya bağlı olmaktan çıkacaktır.
Bizim hedefimiz bunu 2 yılda gerçekleştirmektir, gerçekleşmemesi için de fazla
bir neden görmüyorum.
MEZUNLARLA İLİŞKİLER
VE BAĞIŞLAR
Bağışlar konusunda nasıl bir yöntem
izleyeceksiniz?
Biliyorsunuz Türkiye şu an ekonomik
krizde. Bu krizin 2 sene sürmesi bekleni-
DUYURU!
PDR MERKEZİ
‘SAHİBİNDEN SATILIK
YALNIZLIKLAR’ ARIYOR…
Önümüzdeki sayıda ele alacağımız
konu “yalnızlık”. İstedik ki bu
konuyu sizlerle zenginleştirelim.
Biz değilmiyiz hep yalnızlıktan
dem vuran, acıyla söz eden bu
duygudan. Çevremiz yalnızlarla
dolu, değil mi? Bize yalnızlığı anlatan fotoğraflarınızı gönderin. En
yalnız fotoğrafın sahibine
“bir yalnızlık kitabı” hediye edelim.
Köşemizde de yayınlayalım
fotoğrafınızı.
AYIN SORUNU
psikoter abi yanıtlıyor
Bir sorun yarat, yada varolan bir problemini yaz,
başına bir rumuz ekle, aşağıda verilen adrese yolla,
sanal ortamlardan, sorunun anında cevaplansın,
çözüme kavuşsun; hem bilimsel, hem etiksel ve hem
de komiksel olarak.
adres: [email protected]
HAYAT SİLGİSİ DERSLER
İ
(Ofisten canlı yayın, rady
oterapi)
Çok sevdiğim bir atasözü var.
PDR
merkezine gelen her arkada
şla paylaşıyorum
bunu.
Üzgünlere, çıkmazda olduğu
nu, kendini
çaresiz hissettiğini söyleyen
herkese
anlatıyorum bu sözü. Açıklı
yorum uzun
uzadıya… Bu bir çin atasöz
ü.
“Bir şeyin çaresi varsa üzülm
eyeceksin,
çaresi yoksa eğer hiç üzülm
eyeceksin.”
İnanın aldığım her cevap aynı.
-İyi de hocam biz Çinli değiliz
ki…
Sıkca karşılaştığımız bir sorun
varki,
değinmemek elde değil.
-Hocam ben ders çalışamıyorum
, bir türlü
beceremiyorum.
İlginç aslında, Teknik Ünive
rsite’yi
kazanan arkadaşların ders çalışam
aması. Bu
sorunu yaşamaları ilginç.
‘Ne yapıyorsun, nasıl hazırla
nıyorsun ders
çalışmaya azizim?’ diye soruyo
rum.
Aldığımız cevap:
-Hocam şimdi oturuyorum masaya
. Ne bileyim
işte kitaplar, notlar felan. Hepsin
i diziyorum
masaya. Şöyle güzel bir çay demliy
orum.
Atıyorum güzel bir müzik ya da
açıyorum televizyonu...
-Eeee paşam?
-Ee’si hocam, arkadaşlar arıyor
sonra. Müsait
olanları çağırıyorum. Gelenler
oluyor kırmayıp
beni. Çay demleniyor. Arasıra
biz de demleniyoruz. Bir sohbet, bir gırgır şamata
... Sorma gitsin.
- -Nasıl sormayayım azizim
, başka neler
yapıyorsunuz ders çalışma
başlığı altında?”
-Valla hocam ülkede çözülemeyen
ne varsa
çözüyoruz, kurtarıyoruz ülkeyi
bir çırpıda. Vakit
ilerliyor. Bir de bilgisayarı açtık
mı, hele de bağlandık mı internete, değme gitsin
keyfimize.
BÜTÜNÜYLE
KUŞKUDAYIZ
ın
Şüphe… Hayatımız
şeyden
acabaları. Bazen her
riz.
ve herkesden şüpheleni
cimiz.
Kaygılarla dolar bilin
içten içe
Bir kemirgen gibi, bizi
n bu duygu,
çürüten, yiyip bitire
her
olan
yaşamın içinde var
ilir bir
kavram için uygulanab
e!
düşünce yapısıdır. Şüph
le
Bu köşemizi de sizin
istiyoruz.
ak
rlam
hazı
ber
bera
unuzu,
kuşk
her
İçinizde var olan
ne varsa
hem de hayata dair
ruz.
istiyo
aşın
bizimle payl
en
Bir teyakkuz halindeyk
kimden,
ruhunuz, siz neden,
Oyunların, MSN’lerin ardı arkası
kesilmiyor.
Yahu zaman nasıl akıp geçiyor
, farkına bile
varamıyoruz. Çok yoğun olunca
zaten zaman su
gibi akıp gidiyor. Sabaha karşı,
e yoruluyoruz
tabi. Evli evine, köylü köyüne.
Yatıp uyuyorum.
Vallahi ders çalışamıyorum. Sizce
ne yapmam
lazım bu konuda? Nasıl ders çalışab
ilirim
hocam?”
Bazen şaşırıyoruz. Teknik Ünive
rsite’de
sosyal bilimci olmanın zorluğ
unu yaşıyoruz.
Yine de bir iki görüşme sonras
ında
arkadaşlarda bir farkındalık
yaratabiliyoruz.
Yeniden masaya oturup, ders
çalışır hale
geliyorlar…
Bazen kendine gereken önemi
vermeyen,
kendini sevemeyen arkadaşlar
geliyor. Uzun
uzun anlatıyoruz ne denli öneml
i olduklarını.
Hayatlarının, sevenleri için
ne denli
vazgeçilmez olduğunu dile
getiriyoruz.
Kendilerini sevmelerinin, kendil
eriyle barışık
olmalarının altını çiziyoruz.
‘Sevin ve kendinize aşık olun
hatta. Siz
bunu hakediyorsunuz; lütfen
yapın bunu.
Kendinizi önemseyin!’ diyoru
z.
Bazen aldığımız cevaplar karşısı
nda
şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz:
-Hocam ne sevmesi, ne kendin
e aşık olması!
Yapar mıyım hiç böyle bir şeyi?
Yok hocam ben
kendime aşık felan olamam, seveme
m kendimi.
Böyle bir riske giremem.
-Anlamadım?
-Anlamayacak bir şey yok hocam.
Ya bu
kendim beni aldatırsa, yarı yolda
bırakırsa,
terkederse beni ansızın? Hadi
ben onu sevdim.
Ya o beni sevmezse, kendime olan
aşkım kanayan
bir yaraya dönüşürse? Deli divane
gibi koşamam
hocam kendimin peşinden. Bu
iş olmaz.
Sevmeyeyim daha iyi kendimi…
Sonra… sonrası bakışıp, patlatı
yoruz
kahkahayı. Gülüyoruz halimi
ze. Eğleniyoruz
hayatla.
Biriyle gülmek, birini güldü
rmek…
Daha bir severek çıkıyoruz
görüşme odasından kendimizi…
Radyomuz herkese açık. Sadec
e gelmeniz yeterli ofisimize. Heme
n canlı yayın
konuğumuz olabilirsiniz.
unuz.
nasıl şüpheye düşüyors
. Arınalım
Yazın, dile getirelim
mızdan.
hep baraber kuşkuları
olan“Bütünüyle kuşkuda
rum,
lara, şüphe ile yaklaşıyo
e kuşkunüyl
bütü
de
ben
ü
çünk
…
dayım” diyenlere
anlar
Ruhsal yapışk
mekaniği
arkadaşlar;
Sevgili İTÜ’lü
,
’de, derslerde
İstanbul’da, İTÜ
de,
elerde, kantin
viz
,
rde
de
kampüsle
yer
her
z
ayacağını
anl
,
rda
rtla
sizi
yu
rinize yapışan,
ve her şeyde üze canınızı sıkan ne
az
olm
r
olu
an,
boğ
acıtan,
in. Ruhumuzu
varsa bize ilet
niz,
olurdu dediği
olmasa ne iyi
sa
var
ne
en
hissi ver
kıstırılmışlık
laşın.
ede, İTÜ’de pay
kentte, fakült
şik
ışan psi
Ruhumuza yap
lalım.
beraber kurtu
asalaklardan
ar mekaniği
anl
ışk
yap
l
Ruhsa
finali
,
esi
Viz
.
stir
kredisiz bir der
Devam
eğri değildir.
yoktur. Çanı
im listesi
zet
Gö
.
yoktur
zorunluluğu
ilen bir
tarafından ver
boştur. Sizler
arak öğrenme
şay
Ya
.
stir
der
ültedir,
lar. Labları fak
ız
tekniğini uygu
rdir, yaşadığın
file
am
r,
stü
kampü
eden
nuzu rahatsız
kentdir. Ruhu
imle paylaşın…
yapışkanları biz
lıkları:
Dersin ana baş
emet 1, 2, 3
Ruhsal mukav
akademisi
Ruh filimleri
anlar mekaniği
Ruhsal yapışk
teoremi
Psişik oyunlar
Hayat silgisi
1, 2, 3
Ömür törpüsü
malama
Şihir bölge yağ
ı toplamı
Aşkın iç acılar
er
nli denkleml
Hiç bilinmeye
bana;
öyleyse tutun
‘Düşüyorum,
ni.’
leyse tutun be
düşüyorum, öy
15
16
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
17
“Benim dönemimde bu üniversiteden
gerçekten gurur duyacaksınız!”
MUHAMMED
ŞAHİN KİMDİR?
yeni yönetim olarak. Belediye ile görüşmelerde bulunuyoruz. O alanda alışveriş merkezi yapılması planlanıyordu.
Üniversite kar edecek deniliyordu.
Öncelikle yeni rektörlük binasının
önünde böyle bir yapının olması çevre
açısından hoş değil. Şu anki durumundan 24 metre daha yükselecekti, düşünün. Tabi üniversiteye gelir getirecek bir
projeydi ama hesabını yaptım. Şu anda
üniversitenin en önemli sorunu oradan
gelecek gelir değil. Yurt sorunu var. 21
bin öğrenci var ama yurt kapasitemiz 2
bin 900. Rektörün en büyük görevi bu
kapasiteyi artırmak olmalı. Öğrencilerin
yüzde 60’ı İstanbul dışından geliyor.
Devlet yurt yapmıyor. Öğrenciler de
sürekli şikayet edilen o vakıf yurtlarına
gidiyorlar. Ben rektör olarak kendi
dönemimde bu ihtiyaca cevap verecek
yurtları yapmazsam 4 yıl sonra hiçbir
şey söylemeye hakkım olmaz.
ok konuşuldu, çok tartışıldı, çok merak edildi.
Hakkında binbir türlü laflar
dolaşmaya başladı. Tartışılan konularla ilgili açıklamalar yapmadı, ‘icraatlarıma bakın’ dedi. Evet, 6
Ağustos 2008’de göreve
gelen İTÜ’nün çiçeği burnunda genç Rektörü Prof.
Dr. Muhammed Şahin. İki
dönemdir rektör adayıyken
bu seçimlerde Rektör olmayı
başardı. Rektör Şahin’le
göreve gelişini, ilk icraatlarını, projelerini, öğrencilere
yönelik planladıklarını
konuştuk Prof. Şahin,
İTÜ’nün şu anki durumundan memnun olmadığını ve
birkaç yıl içerisinde somut
ilerlemeler katedeceğini
ısrarla belirtiyor ve ‘herkesin gurur duyacağı üniversiteyi tekrar oluşturacağım’
diyor.
İTÜ’nün yeni rektörü
Muhammed Şahin’le birçok
konuyu konuştuk ve ilginç
yanıtlar aldık. Bu röportaj
sizi de şaşırtacak.
Ç
Fatih Avcı, Gökçe Sezgin, Burak Avcı
Rektörle kütüphane
gezisi
Röportaj yaparken fotoğraf çekilmek
için kütüphane civarındaydık. Ani bir
fikirle içeri girip röportaja kütüphanedeki öğrencileri dahil etmek istedik,
birinci ağızdan sıkıntıları ulaştırsınlar
diye. Kütüphanede sorulan sorular ve
sıkıntılar uzun yıllardır tartışılan konulardı. Kütüphanenin 24 saat açık olması,
yurt ve yemekhane sorunu vs. Bu sıkıntılardan birkaçı bu röportajdan birkaç
gün sonra halledildi. Bu tabii öğrencilerin güvenini kazanması açısından
Rektöre artı puan getirdi.
Öncelikle kütüphane gezisindeki
söyleşilerden alıntılar yapmak istiyoruz.
Öğrenciler somut ve net çözümler istiyor. Genel olarak yurt ve yemekhane
sıkıntılarına ağırlık veriyorlar.
(Kütüphanedeki söyleşide bizimle Rektöre
soru soran öğrenciler Anıl İbiş, Yazgı Dilem
Aker, Ömer Cinpir, Oytun Keçecioğlu)
YEMEKHANELER ÇOK
KÜÇÜK
Öncelikle yemekhane sıkıntımız var
uzun yıllardır. Bu konuda neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Maden Fakültesi karşısında yapılan
Öğrenci Evi’nin yemek ihtiyacını karşılamak konusunda katkı sağlayacağını
düşünüyorum. Orada da her ihtiyaca
yönelik küçük küçük yerlerin olduğu
bir konsept olabilir. Bir de bu merkez
açılır açılmaz 75. Yıl Öğrenci Sosyal
Merkezi’nin alt katını da yemekhaneye
çevirsek nasıl olur, daha iyi olur değil
mi? Bununla birlikte yemekhanelere ek
bina çalışması yaptık. Sadece buraya
değil. Maçka’nın durumu daha kötü.
Eski yemekhane de kapatıldı orada.
Maçka’da bazı tespitler yapıldı, nasıl
genişletileceği ile ilgili. Tabi ilk çözüm
sandalye sayılarını artırmak. Bu konu
ile ilgili bir alım yapılacak.
Göreve geldiğinizde öğle yemeği
ücretlerini düşürdünüz ama akşam
yemekleri çok pahalı. Öğle yemeğinin
2 katından da fazla. Üstelik menü öğle
yemeğini de içeriyor. Fiyat düşürme
olasılığı yok mu?
Yemek maliyeti geçen yılın fiyatlarına
göre 4.5 YTL. Öğle yemekleri Rektörlükçe sübvansiye ediliyor. Sizin ödediğiniz
harçlardan karşılanıyor herkes faydalandığı için. Ancak akşam yemekleri
için sübvansiye edilemiyor. Ben yine
araştırayım indirim yapılabilir mi diye
(Bu röportajdan iki gün sonra akşam yemeğine 1 YTL indirim yapıldı) ...
Özellikle yurtta kalanlar için başka
yemek şansı da yok Maslak’ta.
Aslında fiyatların yükselmesi gerekiyor.
Türkiye’de ekonomik kriz var, iki sene
sürecek. 25 YKr’lik indirimin bize maliyeti 150.000 YTL oluyor. Krizden sonra
dışarıda fiyatlar da yükseldi, dolayısıyla
yemekhanelere talep arttı.
Kantin fiyatları da çok yüksek.
Öğrenci Sosyal Hizmetler oluşturuluyor
şu an. Kantinleri bu birim yönetecek.
Argem işletiyor çoğunu biliyorsunuz.
Argem’in sözleşmesi bitince devredilecek. Bu durumda fiyatlarda önemli
düşüşler olacak.
Argem’le ilgili ne düşünüyorsunuz?
Argem’e verilen olanaklar alınacak.
Sözleşmesinin büyük kısmı bitti zaten.
Ama kapı girişlerini beklemek zorundayız. 2003 yılında Gülsün Sağlamer
zamanında 700.000 YTL girdisi vardı
bütçeye o kapılardan geçişlerin. Bugün
eminim 1.5 trilyondur yıllık. Argem’e
verildi ve Argem bunun için 50.000 YTL
ödüyor. Daha önceleri o kapılardan
gelen gelirin yüzde 90’ı öğrenci burslarına gidiyordu. Ancak Argem zarar ediyor hep. Tabi ki kurulma amacı mantıklıdır. Üniversitede rektör istediği harcamaları yapamıyor. Onun için aracı olarak kullandığı bir şirket kuruyor, kazancı da bursa vereceğim diye. Ama şirket
zarar ediyor. Ben İstinye Park’ta balığı,
Argem’in işlettiği Petek Kafe’den daha
ucuza yiyorum. Ama hep zararda
Argem. Zarar eden bir şirketi kapatmaz
mısınız? Bu işletmeler üniversitenin bütçesine girecek.
Yeni şirket kuracak mısınız?
Hayır, yok öyle birşey.
Peki Kültürel A.Ş. ile devam edilecek
mi?
Üzerinde olanlar devam edecek ama
yeni bir çalışma yok. Spor tesisleri ile
ilgili bir düşüncem var. O tesisler de
işletilemiyor. Havuz, stadyum işletilemiyor. Kültürel A.Ş. diğer şirketlerden
farklıdır. İTÜ Geliştirme Vakfı altında
kurulan bir şirkettir ve rektör oranın
başkanıdır. 2004’ten önce Kültürel A.Ş.
daha güçlüydü ve bu gücü hem öğrencilere burs olarak veriyordu hem öğretim
üyelerine yayın teşviği, yurtdışı harcırağı gibi ödemeler yapıyordu. Bu gücü
tekrar hayata geçirmeyi istiyorum. Özellikle bursların artırılması için çok çaba
sarfedeceğim.
METRO
Metro ile ilgili son durum nedir? Ne
zaman açılacak?
Metro projesinde mevcut yapının üzerine 10.000 metrekarelik bir alan yapılması durumu vardı. O projeyi durdurduk
Şu an yurt projesi var mı?
Var tabi. Belediyeyle görüşüyoruz. İptal
ettiğimiz metro üzerinde inşaa edilecek
binaya karşılık yurt yaptıracağım. Kredi
Yurtlar Kurumu ile de görüştük. Tabi
devlet üniversiteye yurt için bütçe vermiyor. Üniversitenin böyle bir imkanı
yok. Bunu bir şekilde halletmemiz
lazım. Belki yap-işlet-devret modelinin
gelmesi gerekir, fiyatları üniversitenin
belirlemesi koşuluyla. En az 6-7 bin kapasiteli yurt sayısına ulaşmamız yani
mevcut kapasiteyi ikiye katlamamız
gerekiyor.
“ASLINDA YURTLAR
SÜREKLİ AÇIK OLMALI”
Yurtlardan konu açılmışken, yurt saatleri ile ilgili şikayetler oluyor.
Eski saatlere göre daha toleranslı bir
saat uygulamasını getirdik biz. Haftaiçi
01.00 haftasonu 02.00’a kadar açık yurtlar. Bana kalırsa yurtların 24 saat açık
olması lazım, böyle kısıtlama olmaması
lazım.
Kütüphane 24 saat açık olunca yurtlar
da öyle olur herhalde.
Kütüphanenin 24 saat açık olması ile
ilgili çalışıyoruz. Personel sorunu var.
Onunla ilgili hazırlık yapıldı. Finallere
yetişecek şekilde kütüphanenin bir
bölümü 24 saat açık olacak (Bu röportajdan birkaç gün sonra kütüphane binasının
24 saat açık kalacağı duyuruldu).
Kampüste başka marketler olmalı.
Vadi yurtlarında kalıyorum ve alışveriş yapacağım yer yok.
Peki.
“İNGİLİZCE’DEN TAVİZ
VERMEK MÜMKÜN DEĞİL”
Bölüm derslerinin Türkçe olması daha
iyi anlayabilmemiz için. İngilizce eğitim konusunda tavrınız ne olacak yeni
dönemde?
İngilizce’den taviz vermek mümkün
değil. Bazı temel derslerin Türkçe verilmesi ile ilgili yeni bir çalışma yapılacak.
Değişik fikirler var, İngilizce derslerin
büyük kısmının seçmeli derslerden sağlanması gibi ama bunlar sistemi sulandırmaktır bence. Tamamen Türkçe öğretim görenlerle kıyaslandığında yüzde 30
İngilizce eğitim öğrencilere vizyon katıyor. Bunları gördük. Daha vizyon sahibi
daha uluslararası standartlara sahip
öğrenci oluyorsunuz. İngilizce size çok
şey katıyor.
Peki yüzde 100 İngilizce’nin Boğaziçi
ve ODTÜ’ye, bize kıyasla avantajı oluyor mu?
İngilizce olarak avantajı var ama Teknik
Üniversite’nin de bir misyonu var.
Boğaziçi ve ODTÜ Amerika destekli
kurulan üniversiteler. Onların misyonuyla bizim misyonumuz ayrıdır.
Teknik üniversite daha fazla vericidir
bu ülke için. Bunun bu şekilde korunması gerekiyor. Türkiyenin her tarafında Teknik Üniversiteliler var. Mesela bir
ODTÜ, Boğaziçi mezunu hepsi yurtdışına gidip dönmez genelde. Ama Teknik
Üniversiteli öyle değildir. Teknik Üniversiteli dönüyor. Mesela ben 5 sene
İngiltere’de kaldım MEB bursuyla.
Dönmeden önce bir iş teklifi almıştım;
NASA’ya proje üreten bir firmaya.
Dedim ki: ‘Bu ülke gelişmekte olan yoksul bir ülke ve 5 sene benim için para
harcadı. Bunun karşılığını vermeliyim.’
Teknik Üniversite ruhu bana bunu söyletti. Mezun olduktan sonra göreceksiniz mezunlarımızın birbirine ne kadar
bağlı olduklarını. Hem üniversitelerine
hem ülkelerine bağlılar.
İTÜ NEDEN GERİLEDİ?
Sıralamada geçmiş yıllara göre
İTÜ’nün beklenenden gerilerde olmasını neye bağlıyorsunuz? Tanıtımı az
mı yapıyoruz?
Öğrencilerin buraya gelmesi reklamla
ilgili değildir. Sayısal göstergelerinize
bağlıdır. Makale sayılarınız, projeleriniz.
Bu dönem bütün göstergeler yukarı
çıkacak. TÜBİTAK ve DPT projelerinde
atılım yapacağız. Bu sene ilk defa DPT
projelerinde yüzde 35 ile ODTÜ’yü geçtik. DPT bütçemiz 21.5 trilyondan 28.5
trilyona yükseldi. Üniversitenin genel
bütçesi yüzde 16 arttı. 2003 yılında başlayan ama faaliyete geçirilemeyen
SuperComputing projesi bu yıl 44.9 trilyon ile desteklendi ve çalışmalarına başladı. İbreler lehimize dönmeye başladı.
Bu rakamları geri çevirmek ar-ge’deki,
makaledeki, teknokentlerdeki başarılara
bağlı. En büyük ayak teknokentler.
OTOMASYON SORUNU
Otomasyonun işleyişi çok kötü. Bu
konuda birşey yapacak mısınız?
Kayıtlarda yaşanan sorun, daha önceki
Banner adlı yazılımdan vazgeçilmesi.
Bu yazılımı tekrar sağlayacağız. Kendi
yazılımımızı yazmak hem daha masraflı
oluyor hem de çok verimli olmuyor.
Yazılımı sıfırdan almıyoruz, güncelleme
yaptıracağız. Özkaynaklarımızla yapılmaya çalışılan yazılım inovasyon değildir, buluş değildir. İşleyişi görüyorsunuz. Bir de otomasyon binasını eski
Rektörük binasına taşıyoruz. Böylece
Rektörlükle iletişimi daha sağlam olacak.
1965 yılının Aralık ayında,
Rize’de
dünyaya gelen Muhammed
Şahin,
1987 yılında İTÜ Jeodezi ve
Fotogrametri Mühendisli
ği
Bölümü’nden birincilikle
mezun
oldu. 1989’da MEB yurt dışı
master ve doktora bursu
sınavında birinci oldu. 1991’d
e
University College Londo
n’dan
master ve 1994’de University
of
Newcastle upon Tyne’dan
doktora
derecelerini aldı ve aynı
üniversitede post-doktora
çalışması yaptı.
1994 sonunda İTÜ’ye gelen
Muhammed Şahin yardım
cı
doçent olarak göreve başlad
ı.
1996 yılında doçent, 2002
yılında
da profesör oldu. Avusturya
Graz
Teknik ve Berlin Teknik’te
kısa
süreli misavir öğretim üyeliğ
i
yaptı.
14 SCI ve 1 EI makalesi ile
65 adet
uluslararası bildirisi bulun
an
Prof. Şahin 1994 – 2008 yılları
arasında 16 adet TÜBİTAK
ve
DPT projesi yaptı (Rektör
olmadan
önceki iki yıla ait yürüttüğü
projelerin toplam bütçesi 10 milyon
YTL).
Prof. Şahin 1994-1996 yılları
arasında Araştırma Fonu
Raportörü; 1996-2003 yılları
arasında Rektör Danışmanı
(Araştırma Fonu, Teknokent,
Akademik Atama Yükseltmele
r, Yurt
Dışı Burslu Görevlendirmeler);
19992000 yılları arasında Yaban
cı
Diller Yüksek Okulu (YDY
O)
Bölüm Başkan Yardımcısı
ve 20012003 yılları arasında YDYO
Müdürü; 2000-2003 yılları
nda
İTÜ DPT İleri Teknolojiler
Yüksek
Lisans ve Doktora Programlar
ı
Yürütücüsü; 2002-2004 yılları
nda
Geomatik Yüksek Lisans
ve
Doktora Program Yürütücüsü
olarak görev yaptı, halen
Ölçme
Tekniği Anabilim Dalı Başka
nı ve
Türkiye Deprem Vakfı Genel
Sekreteri’dir. Rektör Şahin
aynı
zamanda 3 adet uluslararası
sempozyum yürütücülüğü
yapmıştır.
16
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
17
“Benim dönemimde bu üniversiteden
gerçekten gurur duyacaksınız!”
MUHAMMED
ŞAHİN KİMDİR?
yeni yönetim olarak. Belediye ile görüşmelerde bulunuyoruz. O alanda alışveriş merkezi yapılması planlanıyordu.
Üniversite kar edecek deniliyordu.
Öncelikle yeni rektörlük binasının
önünde böyle bir yapının olması çevre
açısından hoş değil. Şu anki durumundan 24 metre daha yükselecekti, düşünün. Tabi üniversiteye gelir getirecek bir
projeydi ama hesabını yaptım. Şu anda
üniversitenin en önemli sorunu oradan
gelecek gelir değil. Yurt sorunu var. 21
bin öğrenci var ama yurt kapasitemiz 2
bin 900. Rektörün en büyük görevi bu
kapasiteyi artırmak olmalı. Öğrencilerin
yüzde 60’ı İstanbul dışından geliyor.
Devlet yurt yapmıyor. Öğrenciler de
sürekli şikayet edilen o vakıf yurtlarına
gidiyorlar. Ben rektör olarak kendi
dönemimde bu ihtiyaca cevap verecek
yurtları yapmazsam 4 yıl sonra hiçbir
şey söylemeye hakkım olmaz.
ok konuşuldu, çok tartışıldı, çok merak edildi.
Hakkında binbir türlü laflar
dolaşmaya başladı. Tartışılan konularla ilgili açıklamalar yapmadı, ‘icraatlarıma bakın’ dedi. Evet, 6
Ağustos 2008’de göreve
gelen İTÜ’nün çiçeği burnunda genç Rektörü Prof.
Dr. Muhammed Şahin. İki
dönemdir rektör adayıyken
bu seçimlerde Rektör olmayı
başardı. Rektör Şahin’le
göreve gelişini, ilk icraatlarını, projelerini, öğrencilere
yönelik planladıklarını
konuştuk Prof. Şahin,
İTÜ’nün şu anki durumundan memnun olmadığını ve
birkaç yıl içerisinde somut
ilerlemeler katedeceğini
ısrarla belirtiyor ve ‘herkesin gurur duyacağı üniversiteyi tekrar oluşturacağım’
diyor.
İTÜ’nün yeni rektörü
Muhammed Şahin’le birçok
konuyu konuştuk ve ilginç
yanıtlar aldık. Bu röportaj
sizi de şaşırtacak.
Ç
Fatih Avcı, Gökçe Sezgin, Burak Avcı
Rektörle kütüphane
gezisi
Röportaj yaparken fotoğraf çekilmek
için kütüphane civarındaydık. Ani bir
fikirle içeri girip röportaja kütüphanedeki öğrencileri dahil etmek istedik,
birinci ağızdan sıkıntıları ulaştırsınlar
diye. Kütüphanede sorulan sorular ve
sıkıntılar uzun yıllardır tartışılan konulardı. Kütüphanenin 24 saat açık olması,
yurt ve yemekhane sorunu vs. Bu sıkıntılardan birkaçı bu röportajdan birkaç
gün sonra halledildi. Bu tabii öğrencilerin güvenini kazanması açısından
Rektöre artı puan getirdi.
Öncelikle kütüphane gezisindeki
söyleşilerden alıntılar yapmak istiyoruz.
Öğrenciler somut ve net çözümler istiyor. Genel olarak yurt ve yemekhane
sıkıntılarına ağırlık veriyorlar.
(Kütüphanedeki söyleşide bizimle Rektöre
soru soran öğrenciler Anıl İbiş, Yazgı Dilem
Aker, Ömer Cinpir, Oytun Keçecioğlu)
YEMEKHANELER ÇOK
KÜÇÜK
Öncelikle yemekhane sıkıntımız var
uzun yıllardır. Bu konuda neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Maden Fakültesi karşısında yapılan
Öğrenci Evi’nin yemek ihtiyacını karşılamak konusunda katkı sağlayacağını
düşünüyorum. Orada da her ihtiyaca
yönelik küçük küçük yerlerin olduğu
bir konsept olabilir. Bir de bu merkez
açılır açılmaz 75. Yıl Öğrenci Sosyal
Merkezi’nin alt katını da yemekhaneye
çevirsek nasıl olur, daha iyi olur değil
mi? Bununla birlikte yemekhanelere ek
bina çalışması yaptık. Sadece buraya
değil. Maçka’nın durumu daha kötü.
Eski yemekhane de kapatıldı orada.
Maçka’da bazı tespitler yapıldı, nasıl
genişletileceği ile ilgili. Tabi ilk çözüm
sandalye sayılarını artırmak. Bu konu
ile ilgili bir alım yapılacak.
Göreve geldiğinizde öğle yemeği
ücretlerini düşürdünüz ama akşam
yemekleri çok pahalı. Öğle yemeğinin
2 katından da fazla. Üstelik menü öğle
yemeğini de içeriyor. Fiyat düşürme
olasılığı yok mu?
Yemek maliyeti geçen yılın fiyatlarına
göre 4.5 YTL. Öğle yemekleri Rektörlükçe sübvansiye ediliyor. Sizin ödediğiniz
harçlardan karşılanıyor herkes faydalandığı için. Ancak akşam yemekleri
için sübvansiye edilemiyor. Ben yine
araştırayım indirim yapılabilir mi diye
(Bu röportajdan iki gün sonra akşam yemeğine 1 YTL indirim yapıldı) ...
Özellikle yurtta kalanlar için başka
yemek şansı da yok Maslak’ta.
Aslında fiyatların yükselmesi gerekiyor.
Türkiye’de ekonomik kriz var, iki sene
sürecek. 25 YKr’lik indirimin bize maliyeti 150.000 YTL oluyor. Krizden sonra
dışarıda fiyatlar da yükseldi, dolayısıyla
yemekhanelere talep arttı.
Kantin fiyatları da çok yüksek.
Öğrenci Sosyal Hizmetler oluşturuluyor
şu an. Kantinleri bu birim yönetecek.
Argem işletiyor çoğunu biliyorsunuz.
Argem’in sözleşmesi bitince devredilecek. Bu durumda fiyatlarda önemli
düşüşler olacak.
Argem’le ilgili ne düşünüyorsunuz?
Argem’e verilen olanaklar alınacak.
Sözleşmesinin büyük kısmı bitti zaten.
Ama kapı girişlerini beklemek zorundayız. 2003 yılında Gülsün Sağlamer
zamanında 700.000 YTL girdisi vardı
bütçeye o kapılardan geçişlerin. Bugün
eminim 1.5 trilyondur yıllık. Argem’e
verildi ve Argem bunun için 50.000 YTL
ödüyor. Daha önceleri o kapılardan
gelen gelirin yüzde 90’ı öğrenci burslarına gidiyordu. Ancak Argem zarar ediyor hep. Tabi ki kurulma amacı mantıklıdır. Üniversitede rektör istediği harcamaları yapamıyor. Onun için aracı olarak kullandığı bir şirket kuruyor, kazancı da bursa vereceğim diye. Ama şirket
zarar ediyor. Ben İstinye Park’ta balığı,
Argem’in işlettiği Petek Kafe’den daha
ucuza yiyorum. Ama hep zararda
Argem. Zarar eden bir şirketi kapatmaz
mısınız? Bu işletmeler üniversitenin bütçesine girecek.
Yeni şirket kuracak mısınız?
Hayır, yok öyle birşey.
Peki Kültürel A.Ş. ile devam edilecek
mi?
Üzerinde olanlar devam edecek ama
yeni bir çalışma yok. Spor tesisleri ile
ilgili bir düşüncem var. O tesisler de
işletilemiyor. Havuz, stadyum işletilemiyor. Kültürel A.Ş. diğer şirketlerden
farklıdır. İTÜ Geliştirme Vakfı altında
kurulan bir şirkettir ve rektör oranın
başkanıdır. 2004’ten önce Kültürel A.Ş.
daha güçlüydü ve bu gücü hem öğrencilere burs olarak veriyordu hem öğretim
üyelerine yayın teşviği, yurtdışı harcırağı gibi ödemeler yapıyordu. Bu gücü
tekrar hayata geçirmeyi istiyorum. Özellikle bursların artırılması için çok çaba
sarfedeceğim.
METRO
Metro ile ilgili son durum nedir? Ne
zaman açılacak?
Metro projesinde mevcut yapının üzerine 10.000 metrekarelik bir alan yapılması durumu vardı. O projeyi durdurduk
Şu an yurt projesi var mı?
Var tabi. Belediyeyle görüşüyoruz. İptal
ettiğimiz metro üzerinde inşaa edilecek
binaya karşılık yurt yaptıracağım. Kredi
Yurtlar Kurumu ile de görüştük. Tabi
devlet üniversiteye yurt için bütçe vermiyor. Üniversitenin böyle bir imkanı
yok. Bunu bir şekilde halletmemiz
lazım. Belki yap-işlet-devret modelinin
gelmesi gerekir, fiyatları üniversitenin
belirlemesi koşuluyla. En az 6-7 bin kapasiteli yurt sayısına ulaşmamız yani
mevcut kapasiteyi ikiye katlamamız
gerekiyor.
“ASLINDA YURTLAR
SÜREKLİ AÇIK OLMALI”
Yurtlardan konu açılmışken, yurt saatleri ile ilgili şikayetler oluyor.
Eski saatlere göre daha toleranslı bir
saat uygulamasını getirdik biz. Haftaiçi
01.00 haftasonu 02.00’a kadar açık yurtlar. Bana kalırsa yurtların 24 saat açık
olması lazım, böyle kısıtlama olmaması
lazım.
Kütüphane 24 saat açık olunca yurtlar
da öyle olur herhalde.
Kütüphanenin 24 saat açık olması ile
ilgili çalışıyoruz. Personel sorunu var.
Onunla ilgili hazırlık yapıldı. Finallere
yetişecek şekilde kütüphanenin bir
bölümü 24 saat açık olacak (Bu röportajdan birkaç gün sonra kütüphane binasının
24 saat açık kalacağı duyuruldu).
Kampüste başka marketler olmalı.
Vadi yurtlarında kalıyorum ve alışveriş yapacağım yer yok.
Peki.
“İNGİLİZCE’DEN TAVİZ
VERMEK MÜMKÜN DEĞİL”
Bölüm derslerinin Türkçe olması daha
iyi anlayabilmemiz için. İngilizce eğitim konusunda tavrınız ne olacak yeni
dönemde?
İngilizce’den taviz vermek mümkün
değil. Bazı temel derslerin Türkçe verilmesi ile ilgili yeni bir çalışma yapılacak.
Değişik fikirler var, İngilizce derslerin
büyük kısmının seçmeli derslerden sağlanması gibi ama bunlar sistemi sulandırmaktır bence. Tamamen Türkçe öğretim görenlerle kıyaslandığında yüzde 30
İngilizce eğitim öğrencilere vizyon katıyor. Bunları gördük. Daha vizyon sahibi
daha uluslararası standartlara sahip
öğrenci oluyorsunuz. İngilizce size çok
şey katıyor.
Peki yüzde 100 İngilizce’nin Boğaziçi
ve ODTÜ’ye, bize kıyasla avantajı oluyor mu?
İngilizce olarak avantajı var ama Teknik
Üniversite’nin de bir misyonu var.
Boğaziçi ve ODTÜ Amerika destekli
kurulan üniversiteler. Onların misyonuyla bizim misyonumuz ayrıdır.
Teknik üniversite daha fazla vericidir
bu ülke için. Bunun bu şekilde korunması gerekiyor. Türkiyenin her tarafında Teknik Üniversiteliler var. Mesela bir
ODTÜ, Boğaziçi mezunu hepsi yurtdışına gidip dönmez genelde. Ama Teknik
Üniversiteli öyle değildir. Teknik Üniversiteli dönüyor. Mesela ben 5 sene
İngiltere’de kaldım MEB bursuyla.
Dönmeden önce bir iş teklifi almıştım;
NASA’ya proje üreten bir firmaya.
Dedim ki: ‘Bu ülke gelişmekte olan yoksul bir ülke ve 5 sene benim için para
harcadı. Bunun karşılığını vermeliyim.’
Teknik Üniversite ruhu bana bunu söyletti. Mezun olduktan sonra göreceksiniz mezunlarımızın birbirine ne kadar
bağlı olduklarını. Hem üniversitelerine
hem ülkelerine bağlılar.
İTÜ NEDEN GERİLEDİ?
Sıralamada geçmiş yıllara göre
İTÜ’nün beklenenden gerilerde olmasını neye bağlıyorsunuz? Tanıtımı az
mı yapıyoruz?
Öğrencilerin buraya gelmesi reklamla
ilgili değildir. Sayısal göstergelerinize
bağlıdır. Makale sayılarınız, projeleriniz.
Bu dönem bütün göstergeler yukarı
çıkacak. TÜBİTAK ve DPT projelerinde
atılım yapacağız. Bu sene ilk defa DPT
projelerinde yüzde 35 ile ODTÜ’yü geçtik. DPT bütçemiz 21.5 trilyondan 28.5
trilyona yükseldi. Üniversitenin genel
bütçesi yüzde 16 arttı. 2003 yılında başlayan ama faaliyete geçirilemeyen
SuperComputing projesi bu yıl 44.9 trilyon ile desteklendi ve çalışmalarına başladı. İbreler lehimize dönmeye başladı.
Bu rakamları geri çevirmek ar-ge’deki,
makaledeki, teknokentlerdeki başarılara
bağlı. En büyük ayak teknokentler.
OTOMASYON SORUNU
Otomasyonun işleyişi çok kötü. Bu
konuda birşey yapacak mısınız?
Kayıtlarda yaşanan sorun, daha önceki
Banner adlı yazılımdan vazgeçilmesi.
Bu yazılımı tekrar sağlayacağız. Kendi
yazılımımızı yazmak hem daha masraflı
oluyor hem de çok verimli olmuyor.
Yazılımı sıfırdan almıyoruz, güncelleme
yaptıracağız. Özkaynaklarımızla yapılmaya çalışılan yazılım inovasyon değildir, buluş değildir. İşleyişi görüyorsunuz. Bir de otomasyon binasını eski
Rektörük binasına taşıyoruz. Böylece
Rektörlükle iletişimi daha sağlam olacak.
1965 yılının Aralık ayında,
Rize’de
dünyaya gelen Muhammed
Şahin,
1987 yılında İTÜ Jeodezi ve
Fotogrametri Mühendisli
ği
Bölümü’nden birincilikle
mezun
oldu. 1989’da MEB yurt dışı
master ve doktora bursu
sınavında birinci oldu. 1991’d
e
University College Londo
n’dan
master ve 1994’de University
of
Newcastle upon Tyne’dan
doktora
derecelerini aldı ve aynı
üniversitede post-doktora
çalışması yaptı.
1994 sonunda İTÜ’ye gelen
Muhammed Şahin yardım
cı
doçent olarak göreve başlad
ı.
1996 yılında doçent, 2002
yılında
da profesör oldu. Avusturya
Graz
Teknik ve Berlin Teknik’te
kısa
süreli misavir öğretim üyeliğ
i
yaptı.
14 SCI ve 1 EI makalesi ile
65 adet
uluslararası bildirisi bulun
an
Prof. Şahin 1994 – 2008 yılları
arasında 16 adet TÜBİTAK
ve
DPT projesi yaptı (Rektör
olmadan
önceki iki yıla ait yürüttüğü
projelerin toplam bütçesi 10 milyon
YTL).
Prof. Şahin 1994-1996 yılları
arasında Araştırma Fonu
Raportörü; 1996-2003 yılları
arasında Rektör Danışmanı
(Araştırma Fonu, Teknokent,
Akademik Atama Yükseltmele
r, Yurt
Dışı Burslu Görevlendirmeler);
19992000 yılları arasında Yaban
cı
Diller Yüksek Okulu (YDY
O)
Bölüm Başkan Yardımcısı
ve 20012003 yılları arasında YDYO
Müdürü; 2000-2003 yılları
nda
İTÜ DPT İleri Teknolojiler
Yüksek
Lisans ve Doktora Programlar
ı
Yürütücüsü; 2002-2004 yılları
nda
Geomatik Yüksek Lisans
ve
Doktora Program Yürütücüsü
olarak görev yaptı, halen
Ölçme
Tekniği Anabilim Dalı Başka
nı ve
Türkiye Deprem Vakfı Genel
Sekreteri’dir. Rektör Şahin
aynı
zamanda 3 adet uluslararası
sempozyum yürütücülüğü
yapmıştır.
18
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
DEVRİMCİLER
GENÇ OLUR
ektör Şahin’le ilgili kamuoyunda
sürekli konuşulan bir konu da yaşı
oldu. ‘42 yaşında rektör olur mu, çok
deneyimsiz değil mi, profesör olur
olmaz hemen rektörlüğe aday mı olunur?’ gibi sorular çokça soruluyordu.
Biz de sorduk. Aldığımız cevapsa bir
süre sessiz kalmamızı ve ardından
tebessüm etmemizi sağladı: devrimciler
genç olur.
Rektör Şahin bu yaşların karar almada daha verimli olduğunu söylüyor ve
deneyimsiz olmadığını, aksine 1996’dan
beri İTÜ yönetiminde bulunduğunu ve
bu nedenle İTÜ ile ilgili çok konuda
bilgi sahibi olduğunu belirtiyor.
Genç yaşta olmasının olumsuz yönleri de olmuyor değil. Rektörlüğe geldikten sonra bir misafirini karşılamak için
orta kapıya giden Rektör Şahin’in
güvenlik görevlisiyle diyaloğu da bir
hayli ilginç olmuş. Misafirini beklerken
güvenlik görevlisiyle sohbet etmek istiyor Rektör:
R
- Merhaba, nasılsınız?
- ....?
- Rektörüm ben.
- Hadi be!
- Ee rektörüm!
- Dalga geçmeyin ya! Kimliğinizi
görebilir miyim?
- Kimlik yok ki!
Genç yaşta rektör olmaya aday olmak
sizi korkutmadı mı?
Devrimciler genç olur.
İTÜ’de bir devrim yapmaya geldiniz
yani?
İTÜ’de atılım hedefliyorum. Bunu siz
başka şekilde de tanımlayabilirsiniz
ama önümüzdeki dönem İTÜ, sadece
Türkiye’de değil dünyada konuşulan
bir üniversite olacak. Bu yüzden aday
oldum.
ABET
ABET konusunda mevcut uygulamalara devam edecek misiniz? ABET’le
ilgili birçok eleştiri de var aslında...
ABET’i tabi ki destekliyorum. Nasıl ki
Türkiye’nin AB’ye girmesi için gereken
kriterler varsa dersler için de böyle kriterler olmalı. ABET de öyledir. ABET’i
tekrar canlandıracağım.
İNGİLİZCE EĞİTİM
İngilizce eğitim sürekli tartışılıyor.
Yüzde 30 İngilizce eğitim de fazlaca
eleştiri aldı. Yüzde 100 Türkçe olsun
diyen de var yüzde 100 İngilizce olsun
diyen de? Siz ne düşünüyorsunuz?
Rektörlük seçimleri öncesinde de söylemiştim; şu anki lisans programlarımız
1996 yılındaki programlar. Bunların
günün gereklerine göre yenilenmesi
gerekiyor. Bu kapsamda lisans programlarını yeniden yapılandıracağız
ancak yüzde 30 İngilizce’den vazgeçmeyeceğiz.
HAZIRLIK BİNASI
MASLAK’A GELECEK
Adaylık bildirgenizde hazırlık eğitiminin Ayazağa yerleşkesine taşınması
konusu var. İngilizce eğitimle ilgili
düşündüğünüz değişiklikler neler olacak?
Hazırlıktaki
öğrencilerin
çoğu
Anadoludan geliyor. Yabancı Diller
Yüksekokulu’nun (YDYO) 3000’e yakın
nüfusu var. Bu çok fazla. Üstelik
Maçka’da öğrencinin ders dışında gideceği yer yok. Anadolu’dan geldiği için
birçok yeri de bilmiyor. Yurt olarak da
üniversitenin kapasitesi ortada. Bu
çocukları kampüs içindeki yurtlara da
çekemiyoruz. O zaman şehre gidiyor
veya o istenmeyen gruplar onları belirli
yerlere yönlendiriyor. O çocukları tekrar
kazanmanız çok zorlaşıyor. YDYO’yu
Maslak’a taşımamızdaki amaç bir binayı
ordan buraya taşımak değil. Bunun
arkasında yatan felsefe, bu çocuklara
üniversiteli kültürünü bir an önce aşılamaktır.
Maçkayı boşalttıktan sonra orayı nasıl
değerlendirmeyi düşünüyorsunuz?
Orada İşletme Fakültesi, konservatuar
var. Onlar bir şekilde değerlendirir orasını.
PROJELER EŞZAMANLI
YÜRÜTÜLECEK
“İnsana Yatırım” diyorsunuz tanıtım
kitapçığınıza. Bunu nasıl tanımlıyorsunuz? İnsana yatırım tüm mekansal
sorunlar halledildikten sonra mı yapılacak?
Benim projelerimin hepsi aynı anda başlayan projeler. Size bir üniversite teslim
edildiği zaman siz o kurumun her şeyini
düşünmek zorundasınız. Yapılanmasını, mekansal sorunları, gelişimini, büyümesini planlamak zorundasınız.
Bunların hepsi aynı anda başlamalı.
Mekan ihtiyacının dışında bir üniversiteyi üniversite yapan göstergeler var.
Yayın göstergeleri, ar-ge potansiyeli,
bunları zaman geçirmeden, aynı anda
başlatmanız gerekiyor. Birini önce başlatayım diğeri sonraya kalsın diye bir
mantık olamaz. O yüzden benim başlattığım projelerin hepsi aynı anda başlamıştır. Biri diğeri için ön koşu değildir.
AMACIM İTÜ’YÜ HER ALANDA BİR NUMARA YAPMAK
İlk 4 yılda Türkiye’de bir numara
olmak gibi bir hedefiniz var mı?
Benim amacım İTÜ’yü her alanda bir
numara yapmak. Ben üç aylık rektör
olmama rağmen bunun meyvelerini
almaya başladım. Örneğin bizim DPT
bütçemiz bu yıl ODTÜ’ ten yüzde 35
daha fazla. İTÜ’nün bütçesi 21.5 trilyondu geçen sene. 2009 yılı için 28,5 trilyona yükselttik.
BU YIL BÜTÇE YÜZDE 16
ARTTI
Bu kararlı ve ısrarcı tutumunuzda mı
kaynaklanıyor?
Tabii. Dışarıdan gelecek bütün projeleri
rektör bizzat takip etmeli. İstanbul merkezli büyük projeleri, örneğin deprem
projelerini bile, Türkiye’nin en büyüğü
olan İTÜ İnşaat Fakültesi yerine
Ankara’dan başka bir üniversite alıyor.
Bu benim hazmedemediğim bir durum.
Bakın DPT’de bütçemiz yüzde 35 arttı.
ODTÜ’nün genel bütçesi yüzde 12
bizimki yüzde 16 arttı. Ben iki gün
Maliye Bakanlığı, 3 gün DPT koridorlarındaydım. Genelde oraya daire başkanı
veya en fazla rektör yardımcısı gider.
Bir üniversitenin rektörü doğrudan ilgi-
lenirse bu işlerle üniversite lehine
sonuçlar çabuk alınır. Mesela Ulusal
Yüksek Başarımlı Hesaplama Merkezi
(UYBHM) 2003 yılında DPT’ye sunulmuş bir projedir. 2004 yılında desteklendi. Projeye bina yapılması için ek ödenek istenmiş. Sonuç olarak 2008’e kadar
bu proje başlatılamamış. Bu arada
Kıbrıs’ta bir başka üniversite de başvurmuş DPT’ye bu konuda. ULAKBİLİM
de başvurmuş.
Bu merkezden
Türkiye’de bir tane olmasına izin veriliyor. Proje öyle bir noktaya gelmişti ki 25
milyon YTL’lik bütçesini bile kaybediyordu. Benim bizzat yaptığım görüşmeler sonucunda bu iş çözüldü. 15 dakikalık bir iş için bile kalkar Ankara’ya giderim. Telefonla halletmem, bizzat gidip
kendim konuşurum. O projeyi öyle bir
savundum ki 25 milyon YTL bütçenin
üzerine 20 milyon YTL de bina için
aldım ve 45 milyon YTL ile proje, ben
geldikten sonra başladı. Bu proje tüm
Türkiye’ye hizmet edecek çok önemli
bir proje. Akıllı binalar yapılacak. Ocak
ayında ihale yapacağız ve inşaata başlayacağız. Yine önceki dönemde başlatılan 25 milyon YTL’lik Nanoteknoloji
projesi vardı. O proje de yine bina yapılması ile ilgili ek ödenek istemiş.
Sonrasında DPT’nin askıya aldığı bir
projeydi. Göreve geldikten sonra yaptığım yüzyüze görüşmelerle bu projeyi de
tekrar başlattım.
Üniversite öğretim üyelerinin ofis
malzemesi, bilgisayar gibi ihtiyaçlarını
karşılamak için de proje başlattık.
İnternet üzerinden bir form hazırladık.
Bu formda belirtilen ihtiyaçların büyük
kısmını karşılayacağız. 800’e yakın dizüstü veya masaüstü bilgisayar isteği
geldi. Bu ihtiyaçlar tamamlanmaya başladı. Bununla birlikte laboratuvarlara 3
milyon YTL kaynak ayırdık. Önümüzdeki yıl içerisinde uzun süreli yurtdışı
görevlendirmeleri için de İTÜ
Geliştirme Vakfı tarafından 500 bin
Dolar kaynak ayrıldı.
“İTÜ TEKNOKENTİ 1 MİLYAR DOLAR CİRO YAPABİLİR”
Geçen dönem var olan kaynaklar kullanılmıyor muydu?
Bu bir öncelik meselesi. Bir önceki yönetim ‘bina yapacağız’ dedi ve bu konuya
ağırlık verdi. Daha öncede bahsettiğim
gibi her şey pararel olmalı. Öncelikler
ar-ge üstüne olmalı.
ODTÜ teknokenti 290 milyon dolar
ciro yapıyor. İTÜ rektörü ‘ben 1 milyar
dolar ciro yapabiliyorum’ diyebilmeliydi. Şu anda Teknokent hedeflenen düzeyin onda birini gerçekleştirmiş durumda. Yeni bir süreç başlattık. Önümüzdeki mart ve nisan aylarında yeni bina için
ilk kazmalar vurulacak. Bununla birlikte
Florya’daki arazi için de çeşitli teklifler
alıyoruz
değişik
şirketlerden.
Maçka’daki otopark arazisinin değerlendirilmesiyle ilgili içinde çeşitli teklifler geliyor. Bunları değerlendiriyoruz.
Gerek bina konusu olsun gerek ar-ge
konusu, benim bütün projelerim aynı
anda başlıyor. Eğer önümüzdeki 4 yılda
Teknokentimizi tam kapasiteyle çalıştırabilirsek, İTÜ ekonomik olarak
Ankara’ya bağlı olmaktan çıkacaktır.
Bizim hedefimiz bunu 2 yılda gerçekleştirmektir, gerçekleşmemesi için de fazla
bir neden görmüyorum.
MEZUNLARLA İLİŞKİLER
VE BAĞIŞLAR
Bağışlar konusunda nasıl bir yöntem
izleyeceksiniz?
Biliyorsunuz Türkiye şu an ekonomik
krizde. Bu krizin 2 sene sürmesi bekleni-
DUYURU!
PDR MERKEZİ
‘SAHİBİNDEN SATILIK
YALNIZLIKLAR’ ARIYOR…
Önümüzdeki sayıda ele alacağımız
konu “yalnızlık”. İstedik ki bu
konuyu sizlerle zenginleştirelim.
Biz değilmiyiz hep yalnızlıktan
dem vuran, acıyla söz eden bu
duygudan. Çevremiz yalnızlarla
dolu, değil mi? Bize yalnızlığı anlatan fotoğraflarınızı gönderin. En
yalnız fotoğrafın sahibine
“bir yalnızlık kitabı” hediye edelim.
Köşemizde de yayınlayalım
fotoğrafınızı.
AYIN SORUNU
psikoter abi yanıtlıyor
Bir sorun yarat, yada varolan bir problemini yaz,
başına bir rumuz ekle, aşağıda verilen adrese yolla,
sanal ortamlardan, sorunun anında cevaplansın,
çözüme kavuşsun; hem bilimsel, hem etiksel ve hem
de komiksel olarak.
adres: [email protected]
HAYAT SİLGİSİ DERSLER
İ
(Ofisten canlı yayın, rady
oterapi)
Çok sevdiğim bir atasözü var.
PDR
merkezine gelen her arkada
şla paylaşıyorum
bunu.
Üzgünlere, çıkmazda olduğu
nu, kendini
çaresiz hissettiğini söyleyen
herkese
anlatıyorum bu sözü. Açıklı
yorum uzun
uzadıya… Bu bir çin atasöz
ü.
“Bir şeyin çaresi varsa üzülm
eyeceksin,
çaresi yoksa eğer hiç üzülm
eyeceksin.”
İnanın aldığım her cevap aynı.
-İyi de hocam biz Çinli değiliz
ki…
Sıkca karşılaştığımız bir sorun
varki,
değinmemek elde değil.
-Hocam ben ders çalışamıyorum
, bir türlü
beceremiyorum.
İlginç aslında, Teknik Ünive
rsite’yi
kazanan arkadaşların ders çalışam
aması. Bu
sorunu yaşamaları ilginç.
‘Ne yapıyorsun, nasıl hazırla
nıyorsun ders
çalışmaya azizim?’ diye soruyo
rum.
Aldığımız cevap:
-Hocam şimdi oturuyorum masaya
. Ne bileyim
işte kitaplar, notlar felan. Hepsin
i diziyorum
masaya. Şöyle güzel bir çay demliy
orum.
Atıyorum güzel bir müzik ya da
açıyorum televizyonu...
-Eeee paşam?
-Ee’si hocam, arkadaşlar arıyor
sonra. Müsait
olanları çağırıyorum. Gelenler
oluyor kırmayıp
beni. Çay demleniyor. Arasıra
biz de demleniyoruz. Bir sohbet, bir gırgır şamata
... Sorma gitsin.
- -Nasıl sormayayım azizim
, başka neler
yapıyorsunuz ders çalışma
başlığı altında?”
-Valla hocam ülkede çözülemeyen
ne varsa
çözüyoruz, kurtarıyoruz ülkeyi
bir çırpıda. Vakit
ilerliyor. Bir de bilgisayarı açtık
mı, hele de bağlandık mı internete, değme gitsin
keyfimize.
BÜTÜNÜYLE
KUŞKUDAYIZ
ın
Şüphe… Hayatımız
şeyden
acabaları. Bazen her
riz.
ve herkesden şüpheleni
cimiz.
Kaygılarla dolar bilin
içten içe
Bir kemirgen gibi, bizi
n bu duygu,
çürüten, yiyip bitire
her
olan
yaşamın içinde var
ilir bir
kavram için uygulanab
e!
düşünce yapısıdır. Şüph
le
Bu köşemizi de sizin
istiyoruz.
ak
rlam
hazı
ber
bera
unuzu,
kuşk
her
İçinizde var olan
ne varsa
hem de hayata dair
ruz.
istiyo
aşın
bizimle payl
en
Bir teyakkuz halindeyk
kimden,
ruhunuz, siz neden,
Oyunların, MSN’lerin ardı arkası
kesilmiyor.
Yahu zaman nasıl akıp geçiyor
, farkına bile
varamıyoruz. Çok yoğun olunca
zaten zaman su
gibi akıp gidiyor. Sabaha karşı,
e yoruluyoruz
tabi. Evli evine, köylü köyüne.
Yatıp uyuyorum.
Vallahi ders çalışamıyorum. Sizce
ne yapmam
lazım bu konuda? Nasıl ders çalışab
ilirim
hocam?”
Bazen şaşırıyoruz. Teknik Ünive
rsite’de
sosyal bilimci olmanın zorluğ
unu yaşıyoruz.
Yine de bir iki görüşme sonras
ında
arkadaşlarda bir farkındalık
yaratabiliyoruz.
Yeniden masaya oturup, ders
çalışır hale
geliyorlar…
Bazen kendine gereken önemi
vermeyen,
kendini sevemeyen arkadaşlar
geliyor. Uzun
uzun anlatıyoruz ne denli öneml
i olduklarını.
Hayatlarının, sevenleri için
ne denli
vazgeçilmez olduğunu dile
getiriyoruz.
Kendilerini sevmelerinin, kendil
eriyle barışık
olmalarının altını çiziyoruz.
‘Sevin ve kendinize aşık olun
hatta. Siz
bunu hakediyorsunuz; lütfen
yapın bunu.
Kendinizi önemseyin!’ diyoru
z.
Bazen aldığımız cevaplar karşısı
nda
şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz:
-Hocam ne sevmesi, ne kendin
e aşık olması!
Yapar mıyım hiç böyle bir şeyi?
Yok hocam ben
kendime aşık felan olamam, seveme
m kendimi.
Böyle bir riske giremem.
-Anlamadım?
-Anlamayacak bir şey yok hocam.
Ya bu
kendim beni aldatırsa, yarı yolda
bırakırsa,
terkederse beni ansızın? Hadi
ben onu sevdim.
Ya o beni sevmezse, kendime olan
aşkım kanayan
bir yaraya dönüşürse? Deli divane
gibi koşamam
hocam kendimin peşinden. Bu
iş olmaz.
Sevmeyeyim daha iyi kendimi…
Sonra… sonrası bakışıp, patlatı
yoruz
kahkahayı. Gülüyoruz halimi
ze. Eğleniyoruz
hayatla.
Biriyle gülmek, birini güldü
rmek…
Daha bir severek çıkıyoruz
görüşme odasından kendimizi…
Radyomuz herkese açık. Sadec
e gelmeniz yeterli ofisimize. Heme
n canlı yayın
konuğumuz olabilirsiniz.
unuz.
nasıl şüpheye düşüyors
. Arınalım
Yazın, dile getirelim
mızdan.
hep baraber kuşkuları
olan“Bütünüyle kuşkuda
rum,
lara, şüphe ile yaklaşıyo
e kuşkunüyl
bütü
de
ben
ü
çünk
…
dayım” diyenlere
anlar
Ruhsal yapışk
mekaniği
arkadaşlar;
Sevgili İTÜ’lü
,
’de, derslerde
İstanbul’da, İTÜ
de,
elerde, kantin
viz
,
rde
de
kampüsle
yer
her
z
ayacağını
anl
,
rda
rtla
sizi
yu
rinize yapışan,
ve her şeyde üze canınızı sıkan ne
az
olm
r
olu
an,
boğ
acıtan,
in. Ruhumuzu
varsa bize ilet
niz,
olurdu dediği
olmasa ne iyi
sa
var
ne
en
hissi ver
kıstırılmışlık
laşın.
ede, İTÜ’de pay
kentte, fakült
şik
ışan psi
Ruhumuza yap
lalım.
beraber kurtu
asalaklardan
ar mekaniği
anl
ışk
yap
l
Ruhsa
finali
,
esi
Viz
.
stir
kredisiz bir der
Devam
eğri değildir.
yoktur. Çanı
im listesi
zet
Gö
.
yoktur
zorunluluğu
ilen bir
tarafından ver
boştur. Sizler
arak öğrenme
şay
Ya
.
stir
der
ültedir,
lar. Labları fak
ız
tekniğini uygu
rdir, yaşadığın
file
am
r,
stü
kampü
eden
nuzu rahatsız
kentdir. Ruhu
imle paylaşın…
yapışkanları biz
lıkları:
Dersin ana baş
emet 1, 2, 3
Ruhsal mukav
akademisi
Ruh filimleri
anlar mekaniği
Ruhsal yapışk
teoremi
Psişik oyunlar
Hayat silgisi
1, 2, 3
Ömür törpüsü
malama
Şihir bölge yağ
ı toplamı
Aşkın iç acılar
er
nli denkleml
Hiç bilinmeye
bana;
öyleyse tutun
‘Düşüyorum,
ni.’
leyse tutun be
düşüyorum, öy
15
14
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
BU SAYFALAR BİR PDR
Merkezi ve ARIYORUM
SİZDİR!
TİDİR ve TABİ Kİ ÜCRET
HİZME
ana;
b
n
tu
tu
e
s
y
le
y
ö
,
m
u
r
Düşüyo
beni!
n
tu
tu
e
s
y
le
y
ö
,
m
u
r
o
düşüy
hazırlayan Cem
jik danışman
Demirbaş, psikolo
İTÜ Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi
TÜ Yabancı Diller Yüksek
Okulu bünyesinde yer alan İTÜ
PDR, araştıran, sorgulayan ve
farkına varan öğrenciler
yetiştirmeyi amaçlamış bir öğrenci
hizmet birimidir. Amaçları arasında öğrencileri, sosyal yetenekleri
gelişmiş, amaçlarını belirlemiş ve
onlara ulaşabilmek için çalışan
birer birey haline getirmek de
bulunuyor.
PDR tarafından verilen ‘bireysel danışma hizmeti’ arkadaşlık
kurmakta zorluk çeken; kendine
güven veya aşırı heyecan sorunu
yaşayan; uyum güçlüğü çeken;
motivasyon eksikliği vb. sorunları
olan öğrencilere sağlanan bir
hizmettir. Bu hizmet öğrencilerin
kendilerini daha iyi tanımalarına
ve günlük yaşamlarında
karşılaştıkları sorunlarla daha
kolay baş edebilmelerine yardımcı
olur.
İTÜ PDR, grup çalışmalarıyla
da öğrencilerin sıkıntılarını
aşmakta yardımcı oluyor. Etkili
İletişim, Sınav Kaygısıyla Başa
Çıkma ve Atılganlık Eğitimi
başlıklı grup çalışmaları PDR’nin
şu an uygulamakta olduğu
hizmetlerden.
PDR Merkezi Nuran Baykal
(koordinatör) ve Cem Demirbaş
(uzman) tarafından yürütülüyor.
PDR Merkezine haftaiçi her gün
09.00-17.00 saatleri arasında
başvurabilirsiniz. Tamamen ücretsiz olan bu merkez Maçka Yabancı
Diller Yüksek Okulu binası giriş
katında, G2 numaralı odada.
(0212) 2931300-2169
[email protected]
[email protected]
‘Yeni’ye başlamak,
‘Yeni’yi yaşamak
Sabahına uyandığımız her gün, kapıda
bekleyen değişimi ve ‘yeni’yi hayatımıza misafir eder. Bunu görmek ve
kanıksamak için sadece etrafımıza bakmak, nelerin nasılda inanılmaz bir hızla
değiştiğini izlemek bile yeter de artar.
Kendi yaşamımızı, hatta dünümüzü
anımsamak, olanca hızla aslında içinde
yüzdüğümüz değişim denizinin ta kendisi olduğumuzu anlamamızı sağlar.
Değişenleri not almak bile imkansızdır.
Ya ‘yeni’ye ne demeli! Amansız bir şekilde karşımızda, hayatımızda bitiveren
yenilere. Sıradanlığımızın bizi çürüten
sığlığında kaybolan milyonlarca insan
var. Her şey aynı, her şey aynı sırayla
ilerler, aynı sokaklar, aynı kaldırımlar,
aynı yüzler, beynimizde gelenekselleşmiş düşünce kalıpları, hep o aynı
genellemeler,
bizi
varedenler
sandığımız sıradanlıklarımız. ‘Yeni’yi
ve değişimi elimizin tersiyle itme cüreti,
reddetmeyi kolay yol olarak görme
aymazlığı... Eski, alıştığımızdır. Aşinalık
bizi rahatlatır. Eskinin kucağında,
değişimden uzak bir hayat yaşamak
kendimize yaptığımız bir ihanettir aslında. İnsan sürekli gelişmeye, mantıklı ve
doğru olanı bulmaya kodlanmıştır. Bu
felsefeciler, insan bilimciler tarafından
ortaya atılmış bir tezden ötededir.
Düşünün bir kere. Eğer böyle olmasaydık koca insanlık tarihini nasıl yazabilirdik? Nasıl gelişirdik; şehirler, ülkeler, medeniyetler kurar, nasıl yaşayabilirdik? ‘Yeni’ denilenin ve değişimin
zorunluluğu sağlar bunu.
Nasıl olur? Nasıl ayak uydururum ki
‘yeni’ye, değişime?
Nasıl alışabilirim ki?
Ne gerek var ki buna?
Durduk yerde, neden kendime eziyet
edeyim ki?
Ne sağlar ki bana, bunun için emek
harcamak?
Değişime ayak uydurmak, ‘yeni’yi
kabullenmek kolay değil ki!
‘Yeni geldiğinde kapını aç çekinmeden, kontrol sende zaten, korkma.’
İ
B
u bizim için ‘yeni’ bir şeydi. İlk
yazımız ve Arıyorum’daki ilk sesimizdi. “Yeni’ye başlamak ve ‘yeni’yi
yaşamak” istedik ki kendi ‘yeni’mizi
yazalım. İlk konumuz bu olsun. Her
yeni gün aslında yeni bir hayat demek
ve inanın ömrümüz ‘yeni’ denilen,
karşımıza aniden çıkan süprizler
toplamıdır. Başarılı insan mı? Elbette
‘yeni’ olana ayak uyduran, değişimi
isteyen ve ‘yeni’ye başlamayı göze alabilen insandır. Yeniler ve değişim,
yaşamımızın her anında karşımıza çıkacak. Bizi, alışkın olmadığımız olaylarla,
olgularla yüzleştirecek. Doğamız gereği
bizi ürküten bir durumdur bu. Ama
inanın
kaçınılmazdır.
Yaşam
pratiğimizde binlerce eylem vardır;
fazlaca düşünmeden, emek vermeden
yaptığımız. Rutinleşmiş, alışılmış olanların yerine ‘yeni’ denileni koymak, her
ne kadar değişime açık olsak da bizlerde
korku ve kaygı uyandırır. Yapımız mevcut olanı korumak ve ‘yeni’nin önünü
kesmek için direnç gösterir, kolayı
seçerek, değişimi ve ‘yeni’ olanı reddeder.
Değişim ve yenilik… İşte yaşam sırrımızın içinde yattığı ayrılmaz iki
kavram. ‘Yeni’ kapımızı çaldığında
yahut değişimin ayak seslerini duyduğumuzda içimiz ürperir. Gözardı
ettiğiz bir nokta vardır ki, o da insanın
zaten değişerek geliştiği ve yaşam
serüvenine devam ettiğidir. Korkulan
bu değişim ve ‘yeni’ kavramı oysa zaten
her an yanıbaşımızda ve her daim, her
yeni gün içimizdedir. Bilinen ama
üzerinden önemsizce geçilen şu felsefe
açılımı kısa yoldan açıklar aslında her
şeyi: ‘Değişmeyen tek şey değişimdir.’
Değişmeye, değişimle, gelişimle
karşımıza çıkan ‘yeni’ye olan ihtiyacımız, insanlık tarihinin yazılmasına,
kurulan medeniyetlere ve en önemlisi
hayatta kalmamıza vesile olmuştur.
İnsanlığın gelinen noktası yerini
değişime borçludur.
Kalk ve silkin. Sıradanlığının seni
rahatsız eden bunaltıcılığından kurtulmak, kendini tanımak, en güzel serüven
olan ‘yaşamın’ başrolünde oynayan bir
maceracı olmak için kucakla ‘yeni’yi ve
seni her köşede bekleyen ‘değişim’i.
Sadece cesaret et ve karşıla seni
geliştirecek olanı. Göze al, üşenme,
erteleme ve vazgeçme yaşamı yakalamaktan. Unutma her sabah yeni bir hayata atılan adımdır. Gözümüzü
açtığımız her yeni gün ‘yeniden doğuş’
sürecimizi başlatır. Bunu sayısız gün
yaşarken, değişimden ‘yeni’den kaçınmak niye?
Evet, tüm bunlar ve bu gibi, sıradanlığımızın, mantıksız inaçlarımızın temellerini oluşturan olumsuz düşüncelerimiz, gelişim sürecimizin yegane engelleridir. Risk alabilme, kendini
değiştirme cüretini gösterebilme, ‘yeni’
kapıyı çaldığında açabilme, kendini
yeniden ayarlayabilme, kendi gelişimin
için değişmeye cesaret edebilme şüphesiz ki zordur, meşakatli bir iştir bu.
Emek ister, dirayet ister, inanç ister.
Ama zaten yaşamak bunu gerektirmez
mi? Elbette gerektirir. ‘Yaşama Sanatı
Uğraşı’ bu dinamikleri içinde barındırır.
‘yeni’yi ve ‘değişim’i reddetmek yaşama
sanatımızı sekteye uğratır.
‘Yaşamak; yenilikler kapıyı çaldığında
cesaretle açmaktır kapıyı.’
Şimdi bu kapıyı açmak mı kolay,
yoksa yine aynı hoş olmayan, bizi gerileten sıradanlıklarımızla yaşamayı tercih etmek mi? Zor olanı seçmek.
Başarının da sırrı burada olsa gerek…
İçinizdeki devi uyandırmak için yapmanız gereken tek şey inanmak ve
güvenmektir kendinize.
Sizinle ‘yeni’yi, ‘değişim’i paylaşmaya çalıştık. Yeniden başlamak,
yeniyi yaşamak... Umarız sıradanlığınız
konusunda, gelişime, değişime olan
kaygılı bakış açılarınız hususunda sizleri rahatsız etmeyi başarmışızdır.
Oturduğunuz yerde beş dakika bile sizi
bu konularda düşünmeye, yaşamınızı
şöyle bir gözden geçirmeye tahrik edebildiysek mutlu oluruz.
Sıradanlıklarından sıkılıp, sıradan
çıkma cüreti gösterebilenlere…
Ne yapmalı, ne etmeli öyleyse? Nelere
ihtiyacımız var?
Cesaret, ama en büyüğünden...
Cüret, tabiki değişimden, değişmekten
utanmadan... Korkuyu ve kuşkuyu
sandıklara kaldırmak. Bilmediklerimiz
için bildiklerimizi riske atabilmek. Bize
faydası olan her değişime, her ‘yeni’ye
merhaba diyebilmek. Sindirebilmek, sırrın değişmekte, yeniyi kabuledebilmekte olduğunu anlamak. Deneyimlerin
toplamı olduğunu unutmamak, yaşam
denilen denizin. ‘Dur’ diyebilmek
sıradanlığa. Hürriyetin, kendin olabilmenin, bir yolu olarak görebilmek
değişimi, yeniyi. Hazır olmak her
zaman, yaşamın bize sunduğu bilinmezlere. Evet bunlar yapılabilir. Bu güç
içinizde. Onu bulup kullanmanızı bekliyor sadece. Neden hala durduğunu bir
düşün. Neleri kaçırdığını, tembelliğinin
anlamsızlığını düşün. Kalk ve yürekten
bir ‘hoş geldin’ de yeni olan, değişik
olan her şeye…
Bana anlatma sakın
Riske girseydin eğer
Yola çıksaydın eğer
Neler yapardın neler
Bana anatma sakın
Yelken açsaydın eğer
Özgür olsaydın eğer
Neler yapardın neler
Sen iskeleye bağlı
Fırtınalardan yoksun
Tatlı rüzgara razı
Ben açık denizdeyim
Deniz bu belli olmaz
Huyunu seveyim…
yor. Biz bunu üniversitedeki öğrencilerimize yansıtmamaya çalışıyoruz. Ben 2
hafta önce mezunlarla birlikte oldum
Ankara’da. Çok güzel bir toplantı geçirdik orada. Üniversiteye fazla katkı sağlayabilecek mezunları kazanmamız
gerekiyor.
Bağışlarda da öncelikli hedefim öğrenci
yurtlarıdır. Bunu Ankara’daki mezunlarımıza da söyledim. ‘Bu öğrencilere yurt
bulamazsam o istenmeyen vakıf yurtlarına gidecekler. Ben yapamazsam siz de
destek vermezseniz bunlar devam edecek.’ dedim. Yurt işi için sadece mezunlara bel bağlamış değilim. Üniversite
kaynaklarının bir kısmını da buraya
yönlendireceğim. Belediye ile de bu
konuda görüşmelerde bulunuyoruz.
HAVUZ BİNASI PROFESYONELLERE VERİLMELİ
İşletilemeyen yerler demiştiniz, havuz
binası gibi. İşletmeciye verildiğinde
fiyatlara yansıması olumsuz olmayacak mı?
Devrederken yapılan anlaşmaya bağlı
tabi, üniversitenin elinde. İşveren sizsiniz. Tapusuyla almıyor ki! Şu anda
mevcut şekliyle efektif kullanılamıyor.
Koskoca havuz binası boş duruyor,
stadyum boş duruyor. Bunların gelir
sağlaması ve bu gelirlerin doğrudan
öğrenciye yönlendirilmesi gerekiyor.
Üniversite olarak yapamıyorsak bunu
profesyonellere vermemiz gerekiyor.
Ben özelleştirme taraftarı değilim.
Öğrenci Sosyal Hizmetler birimini kurarak bu duruşumu gösteriyorum. Ancak
üniversitenin işletemeyeceği, tamamen
profesyonellik gerektiren yerlerin de
işletmeye verilmesi gerekir.
YERLEŞKELERDE
KABLOSUZ AĞ, HER
ÖĞRENCİYE UCUZ LAPTOP
Bilişimle ilgili projeleriniz var.
Kampüsün tamamının kablosuz ağ ile
çevrilmesi ve öğrencilerin dizüstü bilgisayara sahip olması için kolaylık
sağlanması gibi.
Göreve gelir gelmez internet erişim hızı
200 mbps’den 400 mbps’ye çıkarıldı ve
hemen hissedildi bu hız. Bu benim bilişimle ilgili genel bakış açımı gösteriyor.
Bunlar önümüzdeki yıl için bütçelendiriliyor. Dizüstü bilgisayarlarla ilgili
dünyada büyük gelişmeler oluyor; fiyatlarının düşüyor, yeni modeller çıkıyor.
Sanırım önümüzdeki yıl bunlarla ilgili
önemli çalışmalar yapacağız. Kampanya
şeklinde yapmayı düşünüyoruz.
Firmalarla anlaşıp İTÜ’ye özel ve çok
ucuz bilgisayarlar sağlayacağız. Yani
şundan emin olun, baştan söylediğim
gibi ekonomik krizi öğrencilere ve ailelerine yansıtmamaya çalışıyorum.
SANATTA DA ÖNDE İTÜ
İTÜ’nün mühendislik dışında eğitim
veren, sanat üreten bölümleriyle ilgili
yenilikler yapacağınızı söylediniz. Bu
konuda neler yapacaksınız?
Konservatuarla MİAM (Müzikte İleri
Araştırmalar Merkezi) arasında çok başlılık durumu vardı. MİAM mezunumuz
Erol Üçer’in bağışlarıyla kuruldu.
Avrupa’nın en iyi 5 stüdyosundan birine sahip. Diğer taraftan konservatuar
çok önemli. Dışarıda konservatuar
denildiğinde İTÜ geliyor akla.
Konservatuara yeni atanan müdür Prof.
Dr. Cihat Aşkın uluslararası vizyona
sahip, dünyaca tanınan bir insan.
Hayatını müziğe vermiş birisi. Cihat
beye teslim ettik konservatuarı, iki başlılık kalktı. Çok güzel çalışmalar yapılıyor
şimdi. Konservatuarın bir orkestrası
yoktu bugüne kadar, inanabiliyor
musunuz? Şimdi bu konuda çalışmalara
başlandı.
İTÜ’DE SPOR VE ÖĞRENCİ
KULÜPLERİ
Öğrenci kulüplerine yönelik çalışmalarınız olacak mı?
Bana ulaşan her sıkıntıya çözüm üretiyorum. Bugüne kadar görüştüğüm
kulüpler oldu. Hepsinin ihtiyaçlarını
karşıladık. Gerek spor kulüplerine
gerekse de kültür sanat kulüplerine her
türlü desteği vermek isterim.
ATANAN REKTÖR VE
TAYYİP ERDOĞAN DAVETİ
Hocam sormamış olmayalım. Hem
ikinci sıradan atanmanız hem de açılış
törenine başbakanı çağırmanız çok
eleştiri topladı. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Tabi. Ben üniversite seçimlerinde ikinci
oldum. YÖK’te 20 üye var bizim için oy
kullanan. O 20 üyenin dokuzu Sezer
döneminden gelen üyeler. Oradaki
mülakattan sonra yirmi üyenin 17’sinin
oyunu aldım ben. Buradaki seçimlerde
birinci olan hocamız 2, diğer aday da 1
oy aldı. Eğer yazıldığı gibi bir grubun
adayı olmuş alsaydım ya 11 oy alacaktım ya da 9. Üniversite seçimlerinde
ikinci olup YÖK’ten 17 oy alan başka
kimse yok. Niye 17 oy aldım?
Akademik olarak mevcut adaylar içerisinde en güçlü olanı bendim. Üniversitenin sahip olduğu ar-ge bütçesinin beş
buçukta biri benim projelerimindir.
Yurtdışında master ve doktora yapan
tek aday bendim. Benim özgeçmişime
bakın lütfen. Tereddüt etmeyeceksiniz.
İTÜ rektörünün bilimsel yanının, ar-ge
gücünün iyi olması gerekiyor. Demek ki
ben kendi altyapımla Ankara’da 17 oy
aldım. Başbakan Edoğan’a gelince…
Ben Rizeliyim. Rize’de üst düzey toplantılar oluyor, Rizeliler yemeği oluyor,
Rizeliler günü oluyor. Bu toplantılarda
karşı karşıya geliyoruz. Tayyip Erdoğan
hemşerimdir. Onu tanımam kadar
doğal bir şey olamaz. Niye çağırdım?
Ben bu üniversiteye yapmam gereken
çok sözler verdim. Bunlar sadece benim
yapabileceğim şeyler değil. Başbakana
üniversitenin sorunlarını anlatmak için
daha iyi bir fırsat bulamazdım. Üniver-
sitemin sorunlarını o gün orada aktardım ve bir dosya halinde de kendisine
verdim. Benden özel bir isteği olmadı.
Tek söylediği ‘Üniversiteyi ilk 100’e
sokarsan Türkiye kazanır’ oldu.
Söylediğim rakamlar öyle kolay alınabilecek rakamlar değil. İTÜ’yü başbakanın
görmesi gerekiyordu. 235 yıllık üniversite diyorsunuz. Buraya hiç gelmemiş
biri ‘koskoca İTÜ, ne ihtiyacı olacak?’
diyor. Ama bakın sorunlar ortada. 21
bin öğrencinin 18 bini yurt sıkıntısı yaşıyor. İstanbul gibi bir yerde 1.500
YTL’den aşağı kira yok neredeyse.
Benim Başbakan Erdoğan’ı çağırmamdaki amaç üniversitemdeki sorunları
göstermekti. Ben cesur davrandım. Göz
boyamak için getirmeyebilirdim. O
zaman ‘Başbakan’ı çağırmadı, biz yanılmışız.’ diyecekler miydi? Marmara Üniversitesi Rektörü de çağırmıştı başbakanı. Hatta benden önce davet etmiş. Onu
duyunca daha çok ısrar ettim gelmesi
için.
AÇILIŞTAKİ ÖĞRENCİ
GÖZALTILARI
Öğrencilerin Erdoğan’a karşı protestoları vardı. Salona öğrenci alınmadı ve
dışarıdaki öğrencilerden bir kısmı da
gözaltına alındı. Bu törenle de çok
tepki topladınız.
Polisin müdahelesi bizim dışımızda gerçekleşti. Başbakan’ın gelmesiyle ilgili
özel güvenlik önlemleri alındı.
Türkiye’deki terör olaylarının da üst
düzey olduğu bir ortam olmasından
kaynaklı bir uygulamaydı.
Yani sizin polislere ‘şu çocuklara
müdahale edin’ dediğiniz bir şey
değil?
Kesinlikle öyle bir şey yok.
ÜNİVERSİTELERDE
SİYASET VE TÜRBAN
Üniversite-siyaset ilişkisi ile ilgili
fikirleriniz nelerdir? Mesela türban
konusunda rektörlerin tutumu çok tartışıldı. Bu konudaki uygulamalarınız
neler olacak?
İTÜ’ye kimse dışarıdan dayatma yapamaz. Benim geçmişte yaptıklarım herkes tarafından iyi biliniyor. Seçim öncesinde bu sorular bize soruldu. Onla ilgili
19
verdiğim yanıtlar da bellidir. Seçim
öncesinde de sorulduğunda ben karşı
olduğumu belirttim. Ama diğer bir kaç
Rektör adayına aynı soru sorulduğunda
“İTÜ yasalara bağlı bir Üniversitedir,
yasalar neyi gerektiriyorsa onu yaparım” gibi cevaplar verilmiştir.
Yani türbanlı öğrenci giremez okula?
Girebiliyor mu ki?
Giriyor, evet.
Kapıdan giremiyordur. İzin verilmiyor.
Güvenlik görevlileri ile ilgili bu konuyu
inceleyeceğim.
Peki neden karşısınız türbana?
Mesele türban değil aslında. Şimdi
Türkiye’nin sorunları farklı. Türkiye’nin
sorunları çok. Dünya ekonomik bir krizde. Bu türlü şeylerin siyasi gerginliklere
meydan vermesine kimsenin destek
olmaması gerekiyor. Bu konuların
konuşulmaması gerekiyor. Yoksa
özgürlüklere karşı biri değilim. Ama şu
ortamda da bunların tartışılması doğru
değil. Bu tartışmaların ne türban takanlara ne de bu ülkeye faydası olur. Diğer
siyasi konular için de aynı şekilde düşünüyorum. Siyasi gerginliklere meydan
verecek konuların konuşulmaması gerekiyor.
Yani sizin döneminizde İTÜ siyasete
uzak durup bilimle ilgileniyor olacak.
Evet.
Son olarak İTÜ’nün bütün paydaşlarına; öğretim görevlileri, öğrenciler ve
mezunlara ne demek istersiniz?
Benim dönemim içerisinde, sonunda
demiyorum, gerçekten gurur duyacakları bir üniversite yapacağım bu üniversiteyi. Aidiyet duygusunu en üst sıraya
çıkaracağım. Bu mezun ve öğrencilerin
üniversitelerine sahip çıkmaları için çok
önemlidir. Aidiyet duygusu birinci sırada olmadığı zaman kimsenin ‘mezunlar
neden üniversiteyle ilgilenmiyor’ demeye hakkı olmaz. Teknik Üniversite kendini hep birinci görmüştür. Teknik Üniversite, eskiden sınavla öğrenci alan tek
üniversiteydi. Teknik Üniversiteye giremeyen tıp fakültelerine gidiyordu. Üniversiteyi tekrar bu seviyelere getireceğiz.
20
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
çekmeye
fotoğrafbaşlıyoruz
“Bir deliyle aramda tek bir fark var:
Ben deli değilim!”
20.yüzyılın en önemli
sanatçılarından biri olan
İspanyol ressam Salvador
Dali 20 Eylül 2008- 20 Ocak
2009 tarihleri arasında
”İstanbul’da Bir Sürrealist:
Salvador Dali” sloganıyla
Emirgan’da bulunan Sabancı
Üniversitesi Sakıp Sabancı
Müzesi’ne (SSM) konuk
oluyor. Kapsamlı bir
retrospektif (dünden bugüne)
niteliğini taşıyan sergide yağlı
boya tablolar, çizimler ve
grafiklerden oluşan 270 eserin
yanı sıra el yazmaları,
fotoğraflar ve çeşitli dokümanlar da yer alıyor. GalaSalvador Dali Vakfı'nın
işbirliğiyle açılan bu sergi
İspanya dışına çıkan geniş
çaplı ilk Dali sergisi olma
özelliğini taşıyor
Neşe Şen
Neden Dali?
SSM Müdürü Nazan Ölçer Rodin ve
Picasso’dan sonra Türkiye’ye getirmek
için neden Dali’yi seçtiklerini şöyle açıklıyor: “Gerçeküstücülüğün Türk Plastik
Sanatları’nda pek yeri yok. Sözlü edebiyatta çok zengin bir masal dünyamız,
çok zengin hayallere dayanan bir şiir
dünyamız var. Bunu başka kanallara da
yayabilirsiniz ama Türk Plastik
Sanatları’nda batı sanatının tanıdığı gibi
bir gerçeküstücülük yok. Sadece kendi
içimize kapanıp, kendi geçmişimiz ve
sanatımızla övünmekle yetinmeyip
dünyanın başka yerlerindeki en az bizimkisi kadar önemli kültür sanat olaylarının da farkındalığına sahip olmamız
gerekir. Bunun yanı sıra Salvador Dali
ressamlığının dışında pek çok farklı
alanda ürün vermiş; yazarlık,
fotoğrafçılık, heykeltıraşlık yapmış;
sahne ve kostüm tasarımından film
yönetmenliğine uzanmış; ayrıca matematik, fizik, astronomi ve tıpla, DNA
konusuyla yakından ilgilenmiş ve bunu
eserlerine yansıtmış bir sanatçıdır.”
Sergi Kapsamı
Dali, kendi eserlerini sergilemek için
İspanya’da bir tiyatro binasını seçmiştir.
Bu bina yani ‘Dali Tiyatro Müzesi’
Barcelona’dan trenle yaklaşık 3 saat
mesafede, sanatçının doğduğu Figueres
şehrindedir. Sergi küratörü Montse
Aguer Teixido serginin SSM’deki yerleşiminde Dali Tiyatro Müzesinin
atmosferini yansıtmaya çalışmıştır. Bu
sergide sanatçının ilk dönem eserlerinden Michalengelo’ya gönderme
yaptığı son dönem eserlerine kadar pek
çok eseri görülebilir. Toplam 385 parça
eserden oluşan sergide 33 resim, 113
çizim, 111 gravür ve 12 litografi’ye ek
olarak sanatçının el yazıları, defterleri,
mektupları gibi pek çok belgeye yer verilmiştir. Sergi, Dali’nin detaylı biyografisi ve yaşadığı dönem boyunca
dünyada meydana gelen büyük olayların anlatımıyla başlıyor. Aile fertlerine
ait fotoğraflar ile çocukluk fotoğraflarının yer aldığı sergide, Dali’nin ilk
gençlik yıllarına ait, ailesini ve yaşadığı
yeri resmettiği çizimler, öğrencilik yılları, ünlü sanatçılarla geçen gençlik yılları ve nihayetinde Andre Breton’la
başlayan sürrealizmle tanışması ve sonrasında verdiği eserler bulunuyor.
Serginin alt başlıkları Dali’nin ilham
perisi ve hayat arkadaşı Gala ile ilişkisi,
Paris’teki dönemi, Freud ile buluşması,
New York dönemi, klasizme dönüşüve
bilim tutkusu olarak da özetlenebilir.
Dali’nin hayatında resimle birlikte yazı,
sanatsal sinema dünyası ve illüstrasyon
dönemi de büyük yer kaplamaktadır.
Ayrıca bunlardan çok farklı olarak
sanatçı, Parisli modacılarla çalışmış,
şapka ve ayakkabı modelleri çizmiş,
sahne sanatlarından meşhur bestecilerin
bazı operaların veya balelerin kostümlerini ve tasarımlarını yapmıştır. Sergi,
sanatçının bütün bu çok yönlülüğünü
yansıtmayı amaçlamaktadır. Sergide
uzun diziler de yer almaktadır. Örneğin;
‘Don Kişot’ dizileri, ‘Gizli Yaşam’la ilgili
uzun bir dizi ve ‘Ölümsüzlüğün Sırları’
adlı dizi de sergilenen eserler arasındadır. Sergide Dali’nin çoğunluğu
Fransızca
(ilk
gençliğindekiler
İspanyolca ve Katalanca yazılmış) not
defterleri bulunuyor. Dalí çok çalkantılı
bir yüzyıl içinde doğup büyümüş ve
hayatı da bu ortam içinde son bulmuştur. Her sanatçıyı yaşadığı iklim belirler,
onun hamurunu yaşadığı tarih yoğurur
düsturundan yola çıkarak Dalí’nin
yaşamına büyük etkisi olan bu çalkantılı
yüzyılın tarihi verileri de serginin arka
planında yer almaktadır. Ayrıca sergi,
film gösterimi ve konferans gibi etkinliklerle de daha kolay anlaşılır hale
getirilmiştir. Sergi kapsamında yetişkinlere ve çocuklara yönelik atölye çalışmaları düzenlenmektedir.
Salvador Dali Kimdir?
Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí
y Domènech, kısaca Salvador Dali, 11
Mayıs 1904′de İspanya’nın bir köyünde
doğdu. Dali’ye kendisi doğmadan önce
ölen 3 yaşındaki abisi ‘Salvador’un adı
verildi, çünkü Salvador Dali ‘ikame’ bir
çocuk olarak doğmuştu (Psikolojide
‘ikame’ ya da ‘yerine konan’ çocuk
tanımı, çocuklarının ölümünden sonra
onun boşluğunu doldurmak amacıyla
dünyaya getirilen çocuk için kullanılır).
Dali ağabeyinin ölümünden 9 ay 10 gün
sonra dünyaya gelmiştir. Yani bunun
anlamı ağabeyi öldüğünde Dali'nin
doğumuna neden olacak cinsel ilişki
gerçekleşmiştir ve Dali, yas tutan bir aileye katıldığından, ruhsal gereksinimlerine yeterli yanıt alamamıştır.
M. Cansın Özden
rkadaşlarımdan birileri bir sabah
uyanıyorlar ve o günden itibaren
fotoğraf çekmeye başlamaları gerektiğini
hissediyorlar. Eğer siz de yakın zamanda
böyle bir sabah geçirdiyseniz ve etrafınızda sizlerle naçizane birkaç satır bilgisini
paylaşacak birilerine ihtiyaç duyduysanız
bu yazı sizin için yazılmış demektir.
Öncelikle bir noktanın altı çizilmeli, bu
yazı fotoğraf çekmeyi öğrenmek isteyenler
için yazıldı, fotoğrafçı gibi görünmek
isteyenler için değil… Ne yazık ki hergün
sokaklarda ve internette gezerken donanıma çok fazla önem veren ve kocaman
lenslere sahip çok pahalı fotoğraf ekipmanlarına, onları kullanabilmek için
gerekli önbilgiye zerre kadar sahip
olmadan dünyanın parasını yatırmış
sözde fotoğrafçılarla karşılaşıyoruz.
Fotoğraf sanatı bu değil… Olmamalı da…
Fikrimi soran arkadaşlarıma önce ucuz
bir kompakt dijital makina ile başlamalarını tavsiye ediyorum. Kompakt makinalar, hafif olmaları sayesinde, sizi fazla
yormadan yanınızda gezdirebileceğiniz ve
kafa karıştıracak kadar çok özelliği
olmayan makinalardır. Bunlarla bir önceki
sayıda bahsettiğimiz, filmin veya fotoğraf
makinası sensörünün üzerine yansıyan
ışığı denetlememizi sağlayan ISO,
diyafram ve enstantane’nin doğru kullanımını öğrenmenin yanında fotoğrafın
yapısını oluşturan kompozisyon bilgisi
üzerine çalışmalar yapabilirsiniz. Kötü bir
kompozisyona sahip bir fotoğrafı
dünyanın en kaliteli fotoğraf makinesi ile
A
Dali için cinsellik ölümle ilişkilidir
Yaşamının birinci yılındaki gelişimsel
süreci aksamış, kendisine ait olmayan
daha önceden dokunmuş bir kimliğe
bürünmek zorunda kalmak, kendilik
algısının gelişimini örselemiş ve ergenlik döneminde de yoğun biçimde hissettiği değersizlik duyguları gelişmiştir. Bu
nedenlerden dolayı Dali dokunmayı ve
dokunulmayı
sevmez.
‘Great
Masturbator’ kitabında da anlattığı gibi
cinsel ilişkiye girmez, sadece mastürbasyon yapar ve böylece kimsenin
ölümüne neden olmaz, kendisi de
ölmez.
Dali için cinsellik hep ölümle ilişkilidir. Anılarında ve resimlerinde cinsellikle ölümün ilişkilendirildiğini kanıtlayan temalar sık sık karşımıza çıkar.
Dali, hayatı boyunca ölen kardeşiyle
farklı karakterlere sahip olduklarını
kanıtlamaya çalışmıştır. Ailesinin dikkatini çekebilmek için çocukluğunda sık
sık histeri krizlerine girmiştir. Dali,
dikkat çekmek amacıyla 10 yaşında
kendi resmini yapmış ve bu resme
‘Hasta Çocuk’ adını vermiştir. Daha
sonraki yıllarda Stefan Zweig’ın onu
Sigmund Freud’la tanıştırmasıyla birlikte Dali’nin hayatında büyük değişiklikler gözlenmiştir. Resme olan ilgisi artmış, daha uyumlu bir insan haline
gelmiştir. Dali’nin görünümünde de
değişiklikler olmuştur. Uzun saçlarını
kısaltmış, biryantinlemiş, spor kıyafetler
giymeye başlamış ve gülmeyen bir ifade
yüzüne egemen olmuştur. Böylelikle
kardeşinden farklı bir insan olduğuna
kendisini inandırmıştır.
1914'te annesinin desteğiyle özel bir
resim okuluna yazılan Dali, 1919'da
Figueres Belediye Tiyatrosu'nda ilk sergisini açtı. 1922'de Madrid'e taşınan ve
buradaki San Fernando Güzel Sanatlar
Okulu'na yazılan Dali, ilk eserlerinde
Kübizm ve Dadaizm etkileri gösterdi.
Fransa ve İsviçre kökenli olan bu yeni
akımlar, o sıralar Madrid'de pek yaygın
13
Kompakt Makina
bile çekseniz iyi bir çalışma ortaya koyamazsınız. Ama ucuz bir kompakt makine
ile çekilmiş muhteşem fotoğraflara her
gün rastlıyoruz…
Fotoğraf çeken bir çok arkadaşım çalışmalarına Zenit marka nispeten ucuz analog fotoğraf makinalarıyla başlamışlar.
Ama aynı zamanda bu makinalardan
almış ancak nasıl kullanacağını
çözemediği için fotoğraf çekmeye devam
etmemiş pek çok arkadaşım da var. İşte bu
yüzden bir analog makina yerine bir dijital
makina tavsiye ediliyor başlama aşamasında olanlara. Dijital makina, yaptığınız denemenin sonucunu derhal görebilmenizi
sağlar ve bu sayede kısa zamanda ilerleme
kaydedebilirsiniz…
Fotoğrafın Dili, Kompozisyon…
Öğrenilecek diğer bir konu da
fotoğrafın dilidir. Evet, fotoğraflar bir
şeyler anlatır… Ve bu dili öğrenmeye
çalışmadan
deklanşöre
basmak,
bilmediğimiz bir dildeki bir şarkının
nakaratını tekrar etmeye çalışmak
gibidir… Bu nakarattaki kelimelerin nasıl
dilbilgisi kurallarıyla ve ne anlamlar ifade
ederek bir araya geldiğini bilmeden o
dilde kendimizi ifade edemeyiz. Kendini
iyi ifade eden bir fotoğraf da ancak
fotoğrafın dilini iyi kullanabilen bir
fotoğrafçı tarafından çekilebilir. Fotoğrafın
en önemli öğesi olan kompozisyon bilgisi
üzerine kitaplar okumanız tavsiye edilir.
Homer Kitabevi’nden çıkmış Tom Grill ve
Mark Scanlon tarafından yazılıp Nedim
Sipahi tarafından dilimize çevrilmiş
“Fotoğrafta Kompozisyon” başlangıç
seviyesi için oldukça başarılı bir kitaptır.
Kompozisyon bilginiz arttıkça izlediğiniz
fotoğrafları daha iyi anlamaya
başlayacaksınız.
Fotoğrafçının onlarla ifade
etmeye çalıştıklarına daha iyi
anlam vereceksiniz.
Yerli Ustalardan Öğrenmek
Lazım
Yerli ustalardan başlayarak
büyük fotoğrafçıların çalışmalarını izlemek de yine sizleri çok geliştirecektir . Yerli
ustaları izlemenin tavsiye
edilmesinin altında şöyle bir sebep
yatıyor: bu ustalar çok başarılı
kompozisyonları muhteşem renkler, gelişmiş teknikler ve genel
kültürleriyle yoğrulan bir estetik
anlayışı ile ortaya koyabildikleri
için ustadırlar ve onlar sizin
hergün önünden geçtiğiniz bir
sokağı, önemsemediğiniz bir
binayı veya bir insanı sizin görmeye alışkın olduğunuzun çok
dışındaki bir üslupla fotoğraflarına yansıtırlar. Sizin farketmediklerinizi onlar farkedebildiği için
onların usta olduklarını gördüğünüzde fotoğraf sanatının uzun
ve zorlu yolundaki sisler aydınlanmaya başlar. Daha samimi bir dille
şöyle diyelim, ‘iyi fotoğraflar çekebilmek için kaç fırın ekmek yemeniz
gerektiği’nin
farkına
varırsınız. Bunun farkına vardıkDSLR Makina
tan çok kısa bir süre sonra siz de
makinanızda öğrendiğiniz için de bu
çevrenize farklı gözlerle bakmaya başlayafotoğraf makinaları size o kadar da karcaksınız. Kim bilir hergün etrafımızda ne
maşık gelmeyecekler.
muhteşem konular biraraya geliyor bir
SLR’ler, farklı odak uzaklığına sahip
düşünsenize ve biz onların farkına varıp
lensleri kullanmanıza izin verirler. Yüksek
da deklanşöre basamadığımız için ziyan
bir tepeden tek bir kare ile İstanbul’un
oluyorlar…
yarısını fotoğraflayabilecek bir geniş açı
objektifle veya birkaç km ileride zıplayan
İleri Fotoğrafçılık
bir yunusu kadraja sığdıracak bir teleobBu olan bitenin farkına varmaya ve
jektifle çalışmalar yapabilirsiniz. Optik filtkendinizi fotoğraflarınızla ifade edebilmereler kullanarak farklı renk ve görüntü
ye başladıktan sonra bazı sıkıntılar yaşayaetkileri yakalayabilirsiniz. Makro objektifcaksınız. Çünkü kompakt makinanızla bir
lerle çıplak gözle göremeyeceğiniz detaytakım şeyleri ifade edemediğinizi fark edeları gözler önüne serebilir, braketleme
ceksiniz. Örneğin netliğin kompozisyonda
metodu kullanarak HDR yöntemiyle ISO,
dilediğiniz bir konu üzerinde olmasını
enstantane ve diyaframı kullanarak tek bir
arzu edeceksiniz ancak makinanız buna
fotoğrafta ulaşamayacağınız hoş sonuçlar
izin vermeyecek ve en yakındaki nesneye
elde edebilirsiniz.
odaklanacak. Veya diyeceksiniz ki ‘ah
Kısaca özetlersek; bizler bilginin önemikeşke şu çocuğa, ona fark ettirmeden biraz
nin farkında olan üniversite öğrencileriyiz.
daha yaklaşabilseydim’ veya tam tersi
Fotoğrafta da hayatın bu kuralı geçerliliği‘keşke şu kapıyı bu uzaklıktan
ni
koruyor.
Önce okumalı, sormalı, öğrenfotoğraflarken üstteki penceredeki çiçeği
meliyiz. Sonra gerektiği kadar para harcade kadraja dahil edebilmemin bir yolu
malı ve deklanşöre basmalıyız… Kendini
olsaydı.’ İşte böyle ihtiyaçlar duymaya
estetik ve kompozisyon alanında iyi
başladığınızda bir SLR makineye (single
yetiştirmiş herhangi biri ucuz makinalarla
lens refleks) veya DSLR (dijital single lens
da başarılı fotoğraflar çekebilir. Ama
refleks) makinaya ihtiyaç duymaya
kendimizi bu bilgiyle donatmadan optik
başlamışsınız demektir. Fotoğrafı
ve elektronik harikası bir şaheserle bile iyi
denetleyen bir çok özelliği zaten önceki
işler çıkarabilmeyi ummamamız gerekir.
çalışmalarınızda kullandığınız kompakt
Oske Cher
Düş ve Gerçeğin Çelişkisi
Makine: NIKON D70s
Enstantane : 1/3200
Diyafram: f/11.0
Odak Uzaklığı: 80 mm
Makina: Nikon D70S
Enstantane: 1/500
Diyafram: f/4.5
ISO: 200
Bu çekimde amacımız aslında İTÜ
Göleti’nden sabahın erken saatlerinde
yükselen buharı kullanmaktı... Sabah
göletteki dumanları bir fotoğraf
karesinde önplana çıkarabilecek çekimler
yapamadık, belki de sinema için daha
uygun bir görüntüydü. Fakat oradaki bir
karahindiba bize farklı bir fikir verdi ve
güneşe karşı yaptığımız bu çekim, hızlı
enstantanesi sayesinde zarif modelimin
ve çiçeğin formunu hoş bir silüet şeklinde ortaya koydu. Çekimi yaparken
seçtiğim beyaz ayarı sayesinde de bir dijital müdehaleye gerek kalmadan fotoğraf
masalsı bir arkaplan rengine sahip oldu.
4.Levent’te çalışmasına kısa bir mola
vermiş bu çöpçüyü görünce fotoğraf
makinem yanımda olduğu için kendimi
çok şanslı hissetmiştim. Çöpçünün
kovasının rengi ile sırtını yasladığı
duvardaki resimdeki ağaçlar çok önemli
bir bağlantı sağlıyordu. Süpürge ve
faraşın sapı resimdeki agaçların
gövdeleriyle çok benzer çizgiler çiziyordu. Gözüm bir resme, bir çöpçünün
malzemelerine bir de üzerindeki parlak
renklerde üniforması olan çöpçüye
gidiyordu. Çöpçünün elindeki yarım
ekmeği tutuşu ve oturuşu ise çok
duygusal bir hava oluşturuyordu.
Kendisinden izin alarak fotoğrafını çekmeye başladım. Ancak ilgisinin benden
uzaklaşması ve ekmeğine dönmesi için
birkaç dakika geçmesi gerekti ve sonunda bu pozu yakaladım.
12
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Cahit Bollu Manisa’dan geliyor İTÜ’ye.
2000 yılında girdiği İTÜ Bilgisayar
Mühendisliği bölümünden 2006’da mezun
oluyor ve halen İTÜ’de ‘Siyaset Çalışmaları’ konusunda yüksek lisans eğitimini sürdürüyor. Aynı zamanda mühendis olarak
da bir şirkette çalışıyor.
K aymaklı
E kmek
K adayıfı
Fatih Avcı
Fotoğraflar, İrem Yüzeç, M. Can Çelik
İTÜ uzun yıllardır, bilinsin bilinmesin,
müzikle içiçe. Konservatuar öğrencilerinin
dışında, amatör olarak müzikle ilgilenenlerin sayısı da bir hayli yüksek. Gerek
müzik kulüpleriyle gerek kendi gruplarıyla gerekse de bağımsız olarak müzik üretimi yapan çok sayıda İTÜ’lü var. Ancak
bütün bu amatör ilgililerin ötesinde bir
grup var ki artık profesyonel hayata adım
atıyor: ‘K.E.K.’
Açılımı ‘kaymaklı ekmek kadayıfı’
olan bu grup, diğer birçok grubun aksine
beste üretimlerine ve yöresel şarkıların
düzenlemelerine ağırlık veriyor. Grup
üyelerinin tamamı küçüklüklerinden beri
müzikle ilgilenmiş, korolara katılmış ve
enstrüman çalıyorlar. Bilhassa Türk Sanat
Müziği ve Halk Müziği çalışmalarında
bulunmuş olan grup üyeleri, yaptığı beste
ve düzenlemelerde bu uğraşlarının
oldukça etkili olduğunu düşünüyor.
Bütün bunların yanında mühendislik eğitimi için İstanbul’a gelen ve birbirleriyle
üniversitede tanışan bu kadro, müziğe
uzun yıllar hizmet edeceğe benziyor.
Grup üç üyesi Cahit, Hakan ve Ozan
2000 yılında İTÜ’ye giriyorlar. Birbirleriyle
tanışmalarının ardından müzik çalışmalarında ortaklaşan bu üç arkadaş 2003
yılında bu grubu faaliyete geçiriyor.
Gruba, kuruluşundan bir yıl sonra katılan
Enis ise İTÜ’ye 2001’de giriyor. Enis’in
müzik yaşamı biraz daha farklı çünkü Enis
cesur bir kararla İTÜ’deki mühendislik
eğitimini bırakıp Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuarına giriyor.
K.E.K’in, birbirinden farklı yörelerden
gelen ve değişik müzik çalışmalarında
bulunan üyelere sahip olması, ortaya
çıkan müziğin de çeşitlilik ve kaliteliliğini
artı yönde etkiliyor. Mühendislik eğitimlerinin de müzik çalışmalarına bakış açısı
olarak katkısı olduğuna inanan K.E.K
müzikte tür ve sınır kaygıları taşımadan
yoluna devam ediyor.
K.E.K bugüne kadar Kadıköy Shaft,
Kemancı, Studio Live, Beyoğlu Numb,
Pulp’ta sahne almış; İTÜ, ODTÜ, Boğaziçi,
Kocaeli ve Kültür üniversitelerinin bahar
şenliklerinde konser vermiştir. Şu an
K.E.K, her Cuma günü K a d ı k ö y
VooDoo’da
sahne alıyor.
VooDoo
u sayımızda gazetemizle birlikte 1.000
okurumuz K.E.K albümcüğüne sahip
olacak. K.E.K grubunun beste ve düzenlemelerinden oluşan bu albümcüğün
gruba şans getireceğini umuyoruz.
Bununla birlikte Türkiye’de ilk kez bir
albümcük hazırlamanın haklı sevincini de
yaşıyoruz.
B
Grubun üç üyesi aynı zamanda mühendislik
yapıyor. Mühendislikle müzik arasında nasıl
bir fark görüyorsunuz? Mühendislikten zevk
alıyor musunuz?
Cahit: İlk işe başladığımda çok zevk alamadım ama şimdi ar-ge bölümünde
çalıştığım için mutluyum. Mühendislik
yapacaksanız gerçekten mühendislik
yapacaksınız, ancak o zaman zevk
alırsınız. Ortada kalınca iyi olmuyor.
Ozan: Bence insan hayatta tek şeyden
zevk almaz. Birkaç şeyden de zevk alabilir
ama zaman ayırma meselesi işte. Şu anda
hem mühendislik hem müzik beraber
gidiyor ama ileride ne olacak pek bir
fikrim yok.
İş hayatınıza katkısı oluyor mu müzikle uğraşmanızın?
Ozan: Pek katkısı olduğunu zannetmiyorum. Hatta zararı oluyor; ‘sen müzikle
uğraştığın için dalgınsın’ diyorlar mesela.
Hakan: Ben daha rahat çalışabildiğimi
düşündüğüm bir şirkette çalışmaya
başladım ama bu kadar rahat olacağını
tahmin etmiyordum. Mühendislik yapıyor
sayılmam. Müzikle ilgili ideallerim
mühendislik hayatımla ilgili fikirlerimi de
değiştirdi tabii.
Üniversiteye gelmeden önce ‘profesyonel
olarak müzikle uğraşmak istiyorum’ diyor
muydunuz?
Hakan: Benim küçüklükten beri hayalim müsizyen olmak. Para kazanmak
konusu mezun olduktan sonra ortaya
çıkıyor. Profesyonel müziği ben ‘zamanı
kazanmak’ olarak düşünüyorum kendim
için. Zaten müzikle uğraşıyorum, uğraşacağım. Profesyonel olarak yaptığım zaman
bu işe daha çok vakit ayırabilir ve gerçekten sevdiğim işi yapabilirim diye
düşünüyorum.
Peki Enis, sen diplomalı bir müzisyen olacaksın. Küçükken böyle hedeflerin var mıydı?
Enis: Ben liseye kadar müzisyon olacağım diye düşünüyordum. Çevrem de bu
yönde devam edeceğimi biliyordu ama
lisede fikirler değişiyor. Dersleri iyi olanlar sayısala yönlendiriliyordu. Şu anki
aklım olsa sözel bölümde okurdum. Kimse
zorlamadı ama benim de yönelimim çevreye göre şekillendi.
Türkiye’de kaliteli müzik azaldı mı?
Enis: Azaldı tabii. Biz 80’lerin başında
doğduk ve hayata gözlerimizi açtığımızdan beri Türkiye hangi yöne gittiyse
müzik de o yöne gitti. İlk popüler müzik
çıktığında bize garip geliyordu ama şimdi
baktığımızda, şu anki müziklere göre
onların mükemmel olduğunu düşünüyorum. 80’lerden sonra çok şey değişti.
Kaliteli müzik denilince ne anlıyorsunuz?
Cahit: Şu an yaşadığımız şartlardan
bağımsız düşünemeyiz müziği. Kaliteli
müziğin ayarını kim belirleyecek? Bence
hem insanların alabileceği hem de çok
fazla piyasa kültürünün olmadığı müzik
kaliteli müziktir.
Peki K.E.K kaliteli müziğin neresinde?
Cahit: Müzikal açıdan çok kaliteli iş
çıkardığımızı düşünüyorum. Yaşadığımız
coğrafyanın çeşitliliğini müziğe yansıtmamız,
duygularımızı
özellikle
Türkiye’nin karmaşık yapısının oluşturduğu duyguları yansıtmamız açısından
kaliteli müzik yaptığımızı düşünüyorum.
Hakan: ‘Sanat toplum için mi sanat için
mi?’ muhabbeti var ya; aslında sanat
sanatçı içindir. Sen eğer kendi yaptığın
müziği seviyorsan, özenerek yapıyorsan o
müzik kalitelidir. Herkesin beğenmesi
değil de senin beğenmen yeterlidir. Ama
bu işten para kazanmak, albüm yapmak
istiyorsan kitlen olmalı. Şu var ki bestenin
özü tasarlanarak çıkmıyor, sen bile şaşırıyorsun. Böyle olunca sanatçı bunun tadına
varıyor ve özeniyor. Özendiği zaman da
kaliteli müzik ortaya çıkıyor.
Siz müzik yaparken özeniyor musunuz?
Hakan: Tabii ki özeniyoruz. Bizim müziğimizde en çekici olan şey caz ve etnik
müziklerin çeşitliliğinin olması. Bir süre
cazla uğraştık, bir süre etkin müzikle
uğraştık, şimdi rock yapmaya başladık.
Türden ziyade yaptığın çalışmalardan
zevk aldığın zaman, bütün yaptığın çalışmalar bir süre sonra sentezleniyor. Bizim
müziğimizdeki bence en ilgi çekici nokta
birçok farklı müziğin harmanlanmış
olması.
Enis: Müzisyenliğin belki de yüzde 1’i
yetenek ve ilhamdır. Gerisi çalışmaktır.
Çalışmak, emek vermek, zaman ayırmak...
İnsanlar sanat dallarını çok kümsedikleri
için olaya bakış açıları sanatçılarınkiyle
aynı değil. Müzisyenlik, olması gereken
konumda olamadı bugüne kadar. Biz
oryantalist müzik kültürüyle Batının
müzik kültürünü dengeliyoruz.
Gruptakilerin ortak bir yönü de sanat veya
halk müzikleriyle ilgilenmiş olmaları galiba?
Ozan: Sonuçta hepsi müzik. Türü
değişik sadece. Keskin bir geçiş yok.
Bağlamadan sonra gitar çaldık. Bağlama
gibi çaldık önce. Caz dinledik, Blues dinledik, onları çalmaya çalıştık. Edinimlerimiz hiçbir zaman kaybolmadı. Bu geçiş
sırasında eskiden yaptığımız müzikler de
yanımızda kaldı, yumuşak bir geçiş oldu.
Aileleriniz müzik çalışmalarınızla ilgili neler
söylüyor?
Hakan: Memnunlar ama ‘hobi için
yapıyorsun ama, değil mi?’ lafını da eksik
etmiyorlar. Profesyonel olarak müzikle
uğraşmak istediğimi yavaş yavaş anlatmaya çalışıyorum.
Ozan: Kendi paramızı kazandığımız
sürece pek birşey diyeceklerini zannetmiyorum. Şu an çoğumuz mühendislikten
para kazanıyoruz ve müzikle de ilgileniyoruz.
Cahit: Benim ailemde de bir görmezden
gelme durumu var. ‘Çalın tabi, demoralize
olun’ diyorlar. Profesyonel müzik
yapacağımızı zannetmiyorlar.
Enis: Aileler için kolay kabul edilebilir
meslek değil müzik. Ben konservatuara
başladığım halde ailem benim müzikle
olan profesyonel ideallerimi tam anlamamıştı. Zamanla kabullenmeye başlıyorlar bunu.
“Müziğe ilgim ortaokulda başladı.
Belediyenin Türk Sanat Müziği korosu
vardı, orada vokaldim. Üniversiteye geldiğimde gitara başladım. Bir sene sonra
Hakan’la tanıştım. Sonra beraber Rock
Kulübü’ne katıldık. Kulübün stüdyosunda
çalışmalara başladık.”
Hakan Görener Eskişehir’den 2000’de
Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği
bölümünü kazanarak İTÜ’ye geliyor.
2005’te mezun oluyor ve şu an mühendis
olarak çalışıyor.
“Ben müziğe orgla başladım kendi kendime. Daha sonra arkadaşların sazlarıyla
uğraştım. Ritmle ilgileniyordum daha çok.
Üniversiteye gelince gitar öğrenmeye başladım. Sonra Cahit ve Ozan’la tanıştım ve
müziğe beraber devam ettik.”
Ozan Tuğrul Antalya’dan kazandı İTÜ’yü.
Elektrik Mühendisliği bölümüne 2000’de
girip 2005’te mezun oldu. Ozan da aynı
zamanda mühendis olarak bir firmada çalışıyor.
“Müzik hayatım
lisede bağlama
çalarak başladı.
Üniversiteye gelince çoğu üniversiteli
genç gibi gitara
b a ş l a d ı m .
Hakan’la tanıştığımda gitar çalmayı henüz öğreniyordum. K.E.K çalışmalarıyla gitarımı geliştirdim.”
Enis Gümüş Samsun’dan 2001 yılında İTÜ
İnşaat Mühendisliği bölümüne geliyor.
Enis birkaç yıl sonra ani bir kararla İTÜ’yü
bırakıyor ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nda
Duysal Tasarım ve
Komposizyon
bölümünde müzik
eğitimine başlıyor.
“Müziğe ilgim ilkokulda başladı.
İlkokuldan sonra
bağlama çalmaya
başladım. Ortaokulda Samsun’un
belediye konservatuarına kaydoldum, halk müziği bölümüne. Üniversiteye
gelince Rock Kulübü faaliyetlerine katılıyordum. Kampüste yankılanan bir müziği
takip edince karşıma K.E.K çıktı.”
değildi ve Dali'nin eserleri kısa sürede
ilgi çekmeye başladı.
Dali, Madrid'de geçirdiği yıllarda,
kendisi gibi avangart sanata meraklı
olan film yapımcısı Louis Buñuel ve şair
Federico García Lorca ile yakın arkadaş
oldu. 1923'te disiplinsizlik yüzünden
geçici olarak okuldan uzaklaştırılan
Dali, aynı yıl Girona'da anarşist gösterilere katıldığı için tutuklandı ve bir süre
gözaltında tutuldu. 1925'te okula geri
döndü ve Barcelona'da ilk kişisel sergisini açtı.
Dali 1926'da Paris'e gitti ve büyük
saygı duyduğu Pablo Picasso ile tanıştı.
Paris gezisinden döndükten kısa süre
sonra okulundan temelli kovulan Dali,
çok geçmeden askere alındı. Ekim
1927'de askerlik hizmetini bitirdi ve
Mart 1928'de sanat eleştirmenleri Lluís
Montanyà ve Sebastià Gasch ile beraber,
sanatta modernizmi ve fütürizmi savunan ‘Sanat Karşıtı Katalan Manifesto’yu
yazdı.
1929'da arkadaşı Luis Buñuel ile
beraber çektikleri Bir Endülüs Köpeği
adlı avangart kısa film, sürrealist sanat
çevrelerinde ikiliye büyük şöhret
kazandırdı. Aynı yıl ikinci kez Paris'e
giden Dali, burada ressam Joan Miró
aracılığıyla sürrealist akımın öncüleri
André Breton ve Paul Éluard ile tanıştı.
Éluard'ın karısı Gala (asıl ismi Helena
İvanovna Diakonova), tanıştıkları andan
itibaren Dali'nin ilgisini çekti ve 1929
yazında Dali ile Gala arasında, sonradan
evliliğe dönüşecek olan tutkulu bir ilişki
başladı.
1931 yılında Dali, en meşhur eseri
olan Belleğin Azmi’ni yaptı. ‘Yumuşak
Saatler’ ya da ‘Eriyen Saatler’ olarak da
bilinen eserde, geniş bir kumsal manzarası önünde eriyen cep saatleri
resmedilmiştir. Eser genel olarak, katı
ve değişmez zaman kavramına karşı bir
protesto olarak yorumlanır. Dali sonradan bu resmin ilhamını, sıcak Ağustos
güneşi altında erimekte olan bir
Camembert peynirinden aldığını yazacaktı.
1929'dan beri beraber yaşayan Dali
ve Gala, 1934'te bir devlet nikhıyla
evlendiler (1958'de bir Katolik
düğünüyle nikah tazeleyeceklerdir).
Aynı yıl New York'ta bir sergi açan Dali,
ABD'de büyük sansasyon yarattı ve
büyük üne kavuştu.
1936'da başlayan ve tüm İspanya'yı
kaosa sürükleyen İspanya İç Savaşı,
1939'da General Francisco Franco'nun
galibiyetiyle sona erince, Dali yeni kurulan faşist rejimi desteklediğini açıkladı.
Bunun üzerine, çoğunluğu Marksist
olan ve Dali'nin abartılı dikkat çekme
çabalarından zaten hoşlanmayan sürrealistler, Dali’ye açıkça sırtlarını
döndüler.
1940'ta Dali ve Gala, tüm Avrupa'yı
etkisi altına almaya başlayan II. Dünya
Savaşı'ndan kaçarak ABD'ye yerleştiler.
Burada dokuz yıl kalacaklardı. 1942
yılında Dali, Salvador Dalí'nin Gizli
Hayatı isimli otobiyografisini yayımladı.
1945-46 yıllarında, Walt Disney ile
beraber Destino, Alfred Hitchcock ile
beraber Spellbound filmlerinin yapımında çalıştı. 1947'de sürrealist bir Picasso
portresi yaptı. 1949' da Dali, karısıyla
beraber Avrupa'ya döndü ve memleketi
Katalonya'ya yerleşti. 10 Haziran
1982'de Dali’nin çok sevdiği karısı,
menajeri, modeli ve ilham perisi Gala
hayatını kaybetti. Dali de 23 Ocak
1989'da kalp yetmezliğinden öldü ve
Figueres'te kendi adını taşıyan müzenin
mahzenine gömüldü.
Yapıtları
Dali, Sigmund Freud’un bilinçaltı
imgelerin erotik çağrışımları üzerine
yazdıklarından ve Paris sürrealistlerinin
bilinçaltını ortaya çıkarma eğilimlerinden büyük ölçüde etkilenmişti.
Sürrealizmde, düşüncenin herhangi bir
mantık çizgisi izlemeden akmasını
temel alan otomatizm kavramını benimsediyse de, bunu öbür sürrealistlerden
daha iyimser bir bakış açısıyla işledi ve
bu eğilime ‘eleştirel paranoya’ adını
verdi.
Yapıtlarında yarattığı düşsel
(büyülü) gerçekçilik, betimlediği
gerçekdışı düşsel mekân ve garip düşsel
imgelem ile bir karşıtlık oluşturuyordu.
Bu yapıtlarda düşle gerçeği ayırmak
neredeyse olanaksızdı. Dali’nin amacı
günlük uğraşıları alaycı bir tavırla
düşsel hale getirmekti. Çoğu kez karanlık bir Katalan manzarası içine yerleştirilmiş, vücudundan yarı açık çekmeceler çıkan insan figürleriyle (‘Yanan
Zürafa’ 1936-37, Sanat Müzesi, Basel)
sanki balmumundan yapılmış ve güneş
ısısıyla eğrilip bükülmüş saatler
(‘Belleğin Israrı’ 1931, Modern Sanat
Müzesi, New York) en sık kullandığı
temalardı. ‘Veristik sürrealizm’ olarak
da anılan bu eğilim içinde Dali birbiriyle
ilişkisiz düşsel imgeleri gerçekçi bir yak-
laşımla bir araya getirmiştir.
Dali’nin imgelerle dolu tarzı hakkında yorum yapabilmek için özellikle,
tekrarladığı belli objelerin ne anlama
geldiğini bilmekte fayda vardır. Mesela,
karıncalar çürümeyi, sapan şeklindeki
obje durumun hassasiyetini, kırmızı
mendil İspanya iç savaşında dökülen
kanı, siyah telefon ikinci dünya savaşından hemen önce yapılan politik
görüşmeleri simgelemektedir. Zaman
kavramı, genelde kurumuş ağaç dalları
üzerinde kayıp gidermişçesine görünen
saat resimleriyle işlenmiştir. Her
eserinde mutlaka bir ekmek, bir koltuk
değneği, bir yumurta bulunmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı esnasında, nükleer mistik tarzında resimler yapmıştır.
Bu resimlerde, merminin çarptığı anda
dağılmış ve zamanın o noktasında, uzayın o boyutunda, dağıldığı şekliyle dönmüş objeleri çizmiştir. Ayrıca yine o
dönemlerin etkisini, tekrar tekrar çizdiği
gri elbiseli, Hitler kolluklu bir
hemşirede de görmek mümkündür.
Savaş bittikten sonraki dönemlerde, bu
dâhi adam kapitalizmin başülkesine
reklam panoları çizmek için davet
edilmiş, paranın tadını alınca, o
dahiyane resimlerine bir süre ara verip,
ince çorap, saat vs. reklamları çizmiştir.
Sürrealizm nedir?
Sürrealizm (Gerçeküstücülük) 20.
yy.ın başlarında Avrupa’da ortaya çıkan
bir sanat akımıdır. Şair ve ressamlar I.
Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkım
karşısında, dehşete kapılmış, akılcı tutuma karşı tavır alarak, bilinç dışının
düşsel
dünyasına
yönelmeye
başlamışlardı. 1924’te yayımladıkları
Gerçeküstücülük
Bildirgesi’nde
düşüncenin aklın denetimi olmadan ve
ahlâk gibi engelleri hiçe sayarak, ortaya
konmasını savundular. Yapıtlarında
nesneleri alışılmamış biçimlerde
betimleyen Gerçeküstücü sanatçılar,
çoğunlukla düşlerin gizli dünyasını dile
getirmeye alıştılar. Bazen de
nesneleri kendi doğal ortamlarından çıkartarak şaşırtıcı,
düşsel bir ortama taşıdılar.
Sergi Hakkında
Sergi, 20 Eylül 2008- 20
Ocak 2009 tarihleri arasında
pazartesi hariç her gün, 10.0018.00
saatleri
arasında
gezilebilecek.
Ramazan
Bayramı’nın ilk günü (30 Eylül
2008) ve Kurban Bayramı’nın
ilk günü (8 Aralık 2008) ile 1
Ocak 2009 tarihinde kapalı
olacak.
Dali sergisi Sakıp Sabancı
Müzesi Sakıp Sabancı Caddesi
No:2 Emirgan adresinde
ziyaret edilebilir. Bilet fiyatları
Tam: 10
YTL, Grup: 7 YTL
ve Öğrenci 3 YTL’dir. 65 yaşın
üstündeki sanatseverlerin de
sergiyi gezmek için 3 YTL
ödemeleri gerekmektedir.
SSM’de, Gala-Salvador Dali
Vakfı’nın işbirliğiyle hazırlanan
hediyelik
eşya
bölümünde dudaklı çantadan
kahve fincanına, kalem, silgi,
defter
gibi
kırtasiye
malzemelerinden çocuk boyama kitabına ve tişörte uzanan,
yaklaşık 21.000 adet ürün
bulunmaktadır.
Telefon (0212) 277 2200
21
Knidos'lu Afrodit'in belirişi
© Salvador Dali, Fundació Gala-Salvador Dalí,
Vegap, Figueres 2007
1981
Tuval üzerine yağlıboya, 140x95 cm
Gala-Salvador Dalí Vakfı, NI 0258
Kürelerin uyumu.
Tek öğede stereoskopik çalışma
© Salvador Dali, Fundació Gala-Salvador Dalí,
Vegap, Figueres 2007
1979
Tuval üzerine yağlıboya, 100 x 100 cm
Gala-Salvador Dalí Vakfı, NI 0249
Napolyon'un hamile kadına dönüştürülmüş burnu
gölgesini özgün yıkıntıların arasında hüzünle
dolaştırıyor
© Salvador Dali, Fundació Gala-Salvador Dalí,
Vegap, Figueres 2007
1945
Tuval üzerine yağlıboya, 51 x 65,5 cm
Gala-Salvador Dalí Vakfı, NI 0378
Çılgın Tristan (II. Perde) için arka perde projesi
© Salvador Dali, Fundació Gala-Salvador Dalí,
Vegap, Figueres 2007
1944
Tuval üzerine yağlıboya, 60 x 96 cm
Gala-Salvador Dalí Vakfı, NI 0046
22
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Bir doktor, bir fotoğrafçı:
Özgür Çakır
İrem Yüzeç, M. Can Çelik
Fotoğrafla olan ilişkiniz ne zaman başladı?
Tam olarak tarih vermem güç aslında. Fotoğraf makinesiyle ilk tanışmam
altı-yedi yaşlarımda oldu. O zamanlar
“Alamancılara” bir şeyler sipariş etmek
çok modaydı ve babam da bu şekilde
bir SLR makine satın aldı. Doğu Alman
yapımı çok güzel bir analog makineydi
(Revue), üç tane de lensi vardı setin içinde: 28mm, 50mm, 135mm sabit odaklı
lensler. Şu anda bile aslında çok kıymetli bir set ve hala saklıyorum. İlkokul
çağlarında, evde makineyle kimse ilgilenmediği için makine bana kaldı. O
dönemler makinenin pozometresinde
sorun olduğu için –meğer pili bitmişfilm kutularının içinden çıkan yağmurlu
havalar, güneşli havalar, portre, manzara gibi durumlar için önerilen değerlere
göre çekim yapmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Kendi kendime kurcalayarak ve
fotoğrafçılara sorarak perde hızı neymiş, diyafram neymiş ilk o zaman kav-
ÖZGÜR ÇAKIR
1976’da Ankara’da doğan
Özgür Çakır, kendini
‘Karadenizli bir Laz uşağıyım’
diye tanımlıyor. Annesi ve
babası eğitimci olduğu için
sürpriz sayılmayacak bir
şekilde çocukluğu Anadolu’yu
harmanlayarak geçer.
Önce Ankara, sonra Mardin,
Tunceli ve Bursa…
Ortaöğretim dönemini
Bursa’da geçirir. Daha sonra
Hacettepe Tıp Fakültesi’ni
kazanarak Ankara’ya,
doğduğu şehre döner.
Sonrasında uzmanlık için
Bursa ve son beş senedir de
‘aşık olduğum kent’ dediği
İstanbul’da... Hem doktorluk
hem de fotoğrafçılık yapıyor.
radım. Eğitimini almadan önce de fotoğraf makinesiyle haşır neşir olmak benim
için büyük bir artıydı.
Ne yaptığımı bilerek fotoğraf çekmeye başlamam ise daha sonra, üniversitenin ilk yıllarında (1994) okulun fotoğraf
kulübüne (Hacettepe Üniversitesi
Fotoğraf Kulübü) üye olmamla oldu.
Orada halen eğitmenlik yapan Mehmet
Gökağaç’ın derslerinin gelişimime katkısı büyüktür. Ve karanlık oda eğitmenim, üstadım Doruk Salancı’nın… Bu
bağlamda fotoğrafçılığa doğru bir giriş
yaptığımı düşünüyorum. Her sene tekrar tekrar başlangıç seviyesindeki kurslara katıldım hiç sıkılmadan. Tabi devamında ileri seviye kursları da ihmal
etmedim. Halen fotoğraf çekerken, o
slaytlardan öğrendiklerim aklıma gelir.
Okul süresi uzun olduğu için –malum
tıp fakültesi- illa bir şeylerle ilgilenmek
zorunda hissediyorsunuz kendinizi.
Zaten pek çok doktor, paramedikal işlere yönelir. Benim uzmanlık alanım radyoloji, yani aslında işim de görüntüleme
üzerine. Çevreyi algılayış biçimime ve
dikkatime katkısı olduğunu düşünüyorum çünkü radyolojide de asıl işim lezyon tespit etmek ve filmlerdeki patolojileri yakalamak. Artık bu dikkati de bir
alışkanlık haline getirdim sanırım.
Fotoğraf için çıktığımda da bu alışkanlık
sayesinde günüm oldukça verimli geçiyor.
“Üniversite yıllarımda
malum öğrencilik hali, sarma
filmler alırdık, onlar karanlık
odada sarılırdı, tabi bu yüzden kiminden 40 poz kiminden 34 poz çıkardı. Çekim
yapmanın tadı başkaydı.”
Dijital fotoğrafçılığa geçişiniz nasıl
oldu? Analog makinelerle ne kadar
çalıştınız?
Benim dijitale geçişim, her analog
kullanıcısı gibi biraz sancılı oldu.
Analog makineye karşı sevgim hala var.
Sevgi ve özlemle anarım o günleri.
Mesela üniversite yıllarımda malum
Melankolistanbul…
Bir sergiye
bu ismi bulan kişiyi
içine
kapanık, kısa cüm
leler kuran,
ağzından kerpeten
le laf
alacağımız biri ola
rak hayal
etmiştik. Ancak yan
ılmışız...
Özgür Çakır, tüm
bu tasvirlerin
dışında biri olarak
çıktı
karşımıza.
Gazetemizin fotoğ
raf bölümünde
bir foto-röportaj ha
zırlamak
istedik. Bu düşünce
kafamızda
belirdiği anda aklım
ıza ilk gelen
isimlerden biriyle;
fotoğraf paylaşım sitelerinden
beğeniyle
takip ettiğimiz ve
yakın zamanda
sonlanan bir fotoğ
raf sergisi
açmış olan Özgür
Çakır’la sizler
için keyifli bir soh
bet yaptık.
öğrencilik hali, sarma filmler alırdık,
onlar karanlık odada sarılırdı, tabi bu
yüzden kiminden 40 poz kiminden 34
poz çıkardı. Çekim yapmanın tadı başkaydı. O zamanların dijitalden farklı
olarak deklanşöre basarken ayrı, karanlık odadaki işlemler için ayrı düşünüyorduk. Çok seçiciydik film harcarken
de kart harcarken de. Ama bunun sonucunda yıllık üretiminiz de çok kısıtlıydı
haliyle. Gelenekçilerin dijitale duyduğu
öfke biraz da buradan kaynaklanıyor
aslında. Eskiden çok zor olan bir şey
şimdi iki üç dakikalık bir işlem sonucunda ortaya çıkıyor. Ben de dijitale
2004 yılına kadar direndim aslında. O
zamanki dijital makinelerin şimdiki
kadar performanslı olmayışı da bunda
etkiliydi tabi ki. Ama teknolojiye karşı
bu tarzda tepkiler hep olmuştur.
Manuel fokustan oto fokusa geçişte de
bir tepki vardı mesela. İnsanlar ‘kendin
odaklamadıktan sonra fotoğraf çekmenin ne anlamı var ki!’ diye bir tepki göstermişti o zamanlar. 2004 yılından sonra
ben de dijitale geçtim ve şu anda da
zevkle kullanıyorum.
Fotoğraflarınızı internette fotoğraf
paylaşım sitelerinde paylaşıyorsunuz.
Bu konuya karşı olan pek çok fotoğrafçı var. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Öncelikle şunu belirtmeliyim, ben
bağımsız bir fotoğrafçıyım. Herhangi bir
dernek ya da kulüp çatısı altında değilim. Eskiden fotoğrafçılar, fotoğraflarını
derneklerde, sadece belli bir zümre arasında paylaşıyorlardı. Günümüzde her
şey çok farklı. Bu yüzden dernek çatısı
altında kısıtlı bir kalabalık yerine daha
çok izleyiciye ulaşmam gerektiğini
düşünüyorum. Bunu da internet yardımıyla yapıyorum. Bu sitelere girmeden
önce ben de en fazla on kişiyle fotoğraflarımı paylaşıyordum, eşe dosta, kulüpte iken fotoğraf eğitmenlerime gösteriyordum ve benim için tek kıstas onlardı
ama artık internette, yeri geliyor yüzlerce, binlerce kişinin fikirlerini alabiliyorum. Tabi bu insana büyük bir şevk de
veriyor. Her ne kadar aldığım yorumlar
bazen tekdüze de olsa beğenilmek insanı daha çok fotoğraf çekmeye yönlendi-
riyor. Tabi bu sitelerde çok güzel
yorumlar yapanlar da var. Ben memnunum fotoğraf paylaşım sitelerinden. En
basiti benim İTÜ gibi bir okulun gazetesinde röportaj vermemi sağladı. Az şey
mi? Sadece bunu bile sağlamış olması
beni mutlu ediyor şu anda fazlasıyla. Bu
bağlamda isim vermek gerekirse
Türkiye’de fotokritik sitesini aktif bir
şekilde kullanıyorum. Onun dışında
deviantart ve flickr gibi uluslararası sitelere de üyeyim. Bu gibi sitelerin
Türkiye’de fotoğrafçılığa büyük bir
ivme kazandırdığını ve büyük bir tekeli
kırdığını düşünüyorum.
“Belki de Uzakdoğu felsefesindeki Yin-Yang tanımında
olduğu gibi ‘herkesin içinde
aksinin bir tohumu vardır’
meselesinden ileri geliyordur.”
Daha çok hangi tarzda fotoğraflar çekiyorsunuz?
Aslında ne olduğum değil de ne
olmadığımı daha kolay söyleyebilirim.
Ben moda fotoğrafçısı değilim, stüdyo
fotoğrafçısı da değilim, makro fotoğraflar da çekmiyorum mesela. Daha çok
belgesel fotoğrafçılığına yönelik fotoğraflar çekiyorum. Çünkü ben fotoğrafın
anı tespit ettiğine ve çok önemli bir
belge olduğuna inanıyorum. Ama
güzel bir manzara gördüğüm zaman
‘ben belgesel fotoğrafçısıyım bunu çekmem!’ diyerek arkamı dönmüyorum
elbette. Tarz derken nasıl bir stili var bu
fotoğrafçının derseniz eğer, bazen vizörün arkasındaki insanı ben de yadırgıyorum. Tanımadığımdan, fazla yorum
yapmayayım. Samimi bir arkadaşım
yakınlarda “senin fotoğraflarının seninle ilgisi yok, bu fotoğraflar çok daha naif
ve hüzünlü” demişti. Bunun sebebini
bilmiyorum, gerçekten normalde daha
keskin köşeleri olan biraz agresif bir
insanım kabul etmek gerekirse. Belki de
Uzakdoğu felsefesindeki Yin-Yang tanımında olduğu gibi “herkesin içinde
aksinin bir tohumu vardır” meselesin-
11
Irregular olmak
ya da olmamak
Kıvanç Akyol, Samet Aksoy,
Begüm Yıldırım, Berkay Pamuk
- Abi irregular olsak mı?
- Ne irreguları abi? Ben sevmem öyle
düzensiz yaşamı. Hem ben tatil yapacağım.
- Hayır, ben de sevmem düzensiz
yaşamı ama alakası yok o ikisinin.
- Ya benim teyzemin kızı irregular olmuştu,
sonra bir türlü başarılı olamadı derslerden.
Programı da öyle karışıkmış ki, sabah birinci
sınıflarla derse girip, akşam üçüncü sınıftan
derslerle ilgileniyormuş. Hatta bu düzensizlik yüzünden, derece bile yapamamış. Hele
bir de amcamın oğlu var ki hiç sorma…
- Dinle bak, şöyle oluyor; sen A
kurusun. Yani senin yeterlilik sınavına
girebilmen için not ortalamanın 50’nin
üzerinde olması lazım.
- Yanlış hatırlıyorsun abi, B kuruyum ben.
- Ha, öyleyse senin işin biraz daha zor. B
kurlarının yarıyılda yeterliliğe girebilmesi için not ortalamalarının 80‘in
üzerinde olması gerekiyor. C ve D
kurları ise yıl sonunda yapılacak olan
yeterlilik sınavına girebilecek.
- Diyelim ki hallettim seksen barajını. Sonra
ne yapacağız?
- Dur ya dur! Ben sordum öğrendim ne
olduğunu, senin anlattıklarınla bir ilgisi
yok.
- Yarıyıldaki yeterlilik sınavı 9 Ocak’ta,
ona gireceksin önce. O sınavdan altmış
ve üstü alırsan, senin için hazırlık bitmiş
demektir. İkinci dönem için harcını
yatırır, fakültene başlarsın.
- Ee, nedir abi anlat o zaman madem biliyorsun.
- Yatırdık ya harcı senenin başında, yıllık
değil miydi o?
- Yok ya o bir dönemlikti. Ama korkma,
yeni harç hazırlıktaki kadar yüksek
olmayacak. İçinden düşülen bir hazırlık
parası var. Hele bir de katkı kredin
varsa, gerçekten cüzi bir miktar olacak.
- Abi ne yaptın sen ya? Direk harcın tarihine girdin. Geçtim karar vermeyi, tam
olarak anlamadım bile ben mevzuyu.
Artılarından eksilerinden haber ver sen önce
bana.
- Tamam ben sana anlatırım ne varsa da,
sen neleri merak ediyorsun? Sen sor ben
cevaplayayım.
- Hımm, mesela ders programı çok karışmayacak mı? Geçen gün forumda okudum,
yedinci dönemden ders alan adam varmış!
- Olabilir ki, neden olmasın? Ön koşulsuz derslerden ilk senelerde alır, ileriki
senelerini rahatlatırsın. Avantaj sayarım
ben bunu.
- Peki, ikinci dönemde bölüm derslerinin
açılmadığını da söylüyorlar, buna ne diyeceksin mesela?
- Abi lise gibi değil İTÜ, sınıfta kalmak
ya da sınıf geçmek gibi kavramlar yok.
Senin geçmen gereken dersler var,
onların da hangi dönem verildiği o
kadar da önemli değil. Sen aldığın dersi
geçmeye odaklan, dönemlere yıllara
değil.
- Haklısın galiba... Bir de, internette okuyoruz, irregular öğrencilerin dönemlerinden
pek arkadaşı yok diyorlarmış, yalnız kalmak
istemiyorum abi ben irregular olacağım
diye!
- Bir dur, hiddetlenme hemen! Onun da
bir çözümü var. Irregularların ders
programı regular öğrencilerden daha
esnek veya boş olabildiğinden, sosyal
aktivitelerle ilgilenmek için daha çok
vakitleri oluyor. Dönem arkadaşı açığını
rahatça kapatırsın oralardan, hem daha
da eğlenceli olur.
muz gibi istersen üst sınıflardan ders
alır, gelecek senelerini de rahatlatırsın.
- Ee, peki ERASMUS’a başvurmak ya da
ÇAP veya yatay geçiş yapmak istersem gelecekte? Irregularlığın dezavantaj olduğuna
dair bir şeyler okudum forumlardan; beni
kısıtlasın istemem ileride.
- Forumlardan değil de, yetkili biri
tarafından yazılmış bir şey okusan
şaşardım zaten. Bu bahsettiklerin tamamen not ortalamasıyla ilgili şeyler.
İrregular öğrencinin ise, az önce açıkladığım sebepten, yüksek not ortalamalarıyla arası iyidir. İki dönemlik dersleri üç dönemde alır, ileriyi rahatlatır,
ders çalışmaya daha çok süresi vardır
yani. Hatta İTÜ bu eşitsizlik yüzünden
okul birinciliği unvanını irregular
öğrencilere vermiyor. Adama demezler
mi ben de öyle okusam ben de birinci
olurdum diye? İşin kısası, birinciliğe
oynamayacaksan, irregularlığın ERASMUS ve benzerlerine zararı yok, bilakis
faydası var.
- Abi sen baya bir fikrimi değiştirdin benim.
Ama biraz daha düşüneceğim galiba ben bu
konuda. Sen bana bir de yeterlilik sınavından geçip de irregular olmak istemezsem ne
yapacağım, onu anlat.
- Yani diyorsun ki, babam zengin, fazla
para rahatsız ediyor beni. Harcı
yatırırım ama okula gitmem diyorsun.
Harcı her şekilde ödemek zorundasın.
Geciktirirsen yüzde 100 cezalı ödersin.
- Yüzde 100 ceza mı? O nasıl ya?
-26 ocak-30 ocak tarihlerinde harçların
yatırılması gerekiyor.Bu açıklanan son
tarihten bir gün bile geç kalsan yüzde
100 cezası var. Tam iki katını yatırmak
zorunda kalıyorsun yani. Kafan hala
karışıksa, PDR(Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Merkezi) Aralık ayında bu
konuda toplantılar düzenleyecekmiş.
Toplantıyı kaçırma, aklına ne takıldıysa
sor onlara. O zaman ne kadar anlaşılamayan ayrıntı varsa çözümlenmiş olur.
- Öyle mi? Ama nasıl oluyor da, regular
öğrencilerden daha çok vakitleri olabiliyor?
Aldıkları dersler aynı değil mi?
- Birinci sınıfın derslerini, bir dönem
daha erken girdiğin için, üç döneme birden yayabilirsin. Haliyle daha çok boş
vaktin olur. Ayrıca, az önce konuştuğu-
NOT: Hazırlık ve linsans eğitimleri ile
ilgili mutlaka İTÜ’nün ‘Yönetmelikler
ve Senato Esasları’nı inceleyiniz.
www.sis.itu.edu.tr
10
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Pasaport sizden,
kurslar BEST’ten
İstanbul Teknik Üniversitesi Kültür ve
Sanat Birliği bünyesinde yer alan
Uluslararası Mühendislik Kulübü’nün,
BEST’in (Board of European Students of
Technology) Türkiye’deki ilk temsilciliğini
almasının ardından dört yıl geçti. Bu
sürede kendisini önemli bir konuma
getiren Yerel BEST Grubu İstanbul, ardı
ardına İTÜ’de düzenlediği beş Teknoloji
Kursu ile artık BEST’te yeni bir rekorun
sahibi. BEST’teki üyeliğini pekiştiren UMK,
bütün İTÜ’lü öğrencilerin de BEST’le tanışması için elinden geleni yapıyor.
TÜ’lü lisans ve lisansüstü öğrencilerinin katılabildiği
BEST Bahar Kursları, 10 ayrı ülkeden 19 farklı başlıkta düzenleniyor. Her yıl düzenlenen bu etkinliklere
başvurmak için yapmanız gereken tek şey istediğiniz
kursu seçmek ve bir motivasyon mektubu yazmak.
Seçildiğinizde yol masraflarınız dışında harcamanız
gereken hiçbir şey yok. Gittiğiniz üniversitede verilen
eğitimden, yeme-içme, konaklama, şehri gezme gibi
tüm ihtiyaçlarınız karşılanacaktır. İşte BEST Bahar
Kursları...
Kurslar hakkında detayları görmek ve başvurmak
için www.best.eu.org sitesine üye olmanız yeterli. Her
türlü sorularınızı da kulübümüzün sitesinden bizlere
ulaştırabilirsiniz.
İ
“On the other side of a screen be creative in multimedia!”
Varşova, Polonya
27 Şubat – 8 Mart 2009
“Cells plus engineering equals life!
Introduction to tissue
engineering”
Belgrad, Sırbistan
27 Mart – 5 Nisan 2009
“Can you feel my big....
ENERGY?”
Bordeaux,Fransa
20 Nisan – 1 Mayıs 2009
“Eat that: Innovation in food
technology and nutrition”
Reykjavik, İzlanda
10 Mart – 18 Mart 2009
“Getting the environment back on
the rails: public transports are our
future!”
Lille, Fransa
25 Nisan – 3 Mayıs 2009
“I'm in CCCP”
Ekaterinburg, Rusya
22 Mart –1 Nisan 2009
“Sea, Science and Sun: marine
and naval activities!!”
Aix-en-Provence, Fransa
27 Nisan – 6 Mayıs 2009
“Watch it, Play it, Change it,
Share it ..... TECHNOLOGIC”
Lion, Fransa
1 Nisan – 11 Nisan 2009
“Take the future in your hand!
We will live in futureland!”
Lviv, Ukrayna
3 Mayıs – 11 Mayıs 2009
“In Green...we trust!”
Selanik, Yunanistan
1 Nisan – 10 Nisan 2009
“BEC to the future - Rome
Against the Machine”
Roma, İtalya
4 Mayıs – 14 Mayıs 2009
“BECommunicative”
Paris, Fransa
4 Nisan – 11 Nisan 2009
“Agrotech 2009: take the robot's
challenge”
Madrid, İspanya
9 Mayıs – 16 Mayıs
www.umk.itu.edu.tr
“Take the lead over the future.
Innovations in automation.”
Moskova, Rusya
4 Nisan – 12 Nisan 2009
“The energy of Sicily! Materials for
energy, the energy of the future!”
Messina, İtalya
9 Mayıs – 16 Mayıs 2009
“Nano Med, Giga Progress... Be
Nursed from Inside!”
Grenoble, Fransa
9 Nisan – 20 Nisan 2009
“PARobotIcS: Discover Innovative
Technology Improving Your Life”
Paris, Fransa
10 Mayıs – 17 Mayıs 2009
“Performance enhancement - how
we can make superman look pretty
small”
Kaiserslautern, Almanya
15 Nisan – 23 Nisan 2009
“Faces of Europe, Looking through
the eyes of other people”
Eindhoven, Hollanda, 25 Mayıs – 29
Mayıs 2009
den ileri geliyordur. Bilemiyorum...
Bizim sizin fotoğraflarınızda gözlemlediğimiz, belgesel fotoğrafçılığın klasiğinin aksine, fotoğraflarınızda estetiğe çok önem veriyorsunuz.
Ben de tam bunu söyleyecektim
aslında bir farklılıktan bahsetmek gerekirse. Takip ettiğim ve benzer kategoride fotoğraf çektiğim kişilerden, kendimce algıladığım fark bu. Ben içeriğin
yanında fotoğrafın estetiğine de önem
veriyorum ve bunu özellikle de yapmıyorum. Fotoğrafı çektikten sonra fark
ediyorum ki, üçte bir kuralı olsun altın
oran olsun, bir şekilde bunlara önem
vermişim. Bu belki üniversitede aldığım
eğitimin izleri olabilir. Aslında bir de
fotoğrafı seçme aşaması var tarzınızı
direkt etkileyen faktörlerden biri olarak.
Dijital fotoğrafçılıkta bu da çok önemli
bir hal almış durumda. Çünkü çok sayıda fotoğraf çekiyorsunuz ve bu seçtiklerinizi arasından sizce güzel olanları seçiyorsunuz. Yani başka biri o dosyadan
bambaşka kareleri çekip çıkarabilir pek
tabi. Bir de fotoğraf işleme aşaması var
o tarzı etkileyen bir başka unsur olarak.
Eskinin karanlık odasının günümüzdeki
karşılığı aydınlık odalar olan fotoğraf
işleme programlarından bahsediyorum.
Bir photoshop canavarı olmak şart değil
ama temel düzenlemeleri bilmek gerek.
Ben bu yönleriyle kendi işimi görecek
kadar iyi bildiğimi düşünüyorum.
Büyük müdahalelerde bulunmuyorum
ama kontrast ayarları ve siyah beyaza
çevirme gibi işlemleri doğru uygulamak
gerekiyor. Nihayetinde bu programlar
marifetiyle ortaya koyacağınız son ürün
görücüye çıkacak olan.
Çıktığınız bir gezide ortalama ne
kadar fotoğraf çıkarıyorsunuz?
Daha önce de belirttiğim gibi sanırım
doğru fotoğraf karelerini eskiye göre
daha çabuk yakalayabiliyorum. Gözün
de eğitilebilir olduğu kesin. Özellikle
belirli bir konuya yönelik çalıştığım
zamanlarda çok daha konsantre olarak
fotoğraf çekiyorum. Artık teknik konular da kendi içinde bir alışkanlığa döndüğü için şansım da yaver giderse az
zamanda görece çok sayıda kalburüstü
fotoğraf üretebiliyorum. Nasıl ki araba
kullanmayı öğrenirken gaz, debriyaj
sıralamalarını düşünerek beynimizin
korteksi ile yönetirken daha
sonra bu alışkanlığa dönüşüyorsa; bunun gibi fazla deklanşöre basan biri için de
fotoğraf çekerken diyafram,
perde hızı ve ISO gibi düşünmeden hallettiği teknik detaylar olabiliyor. Bunların dışında çok iyi fotoğraflar için
elbette ki şans faktörü devreye giriyor.
biliyor. Ben de zaten onları çekmiyorum.
Fotoğrafçılığı profesyonel olarak düşünüyor musunuz? Fotoğrafçılıktan hiç
para kazandınız mı?
Şimdilik profesyonel olarak düşünmüyorum fotoğrafçılığı. Aslında hayatımda çok büyük bir yer kaplıyor ama
ben şu anda yaptığım işi de seviyorum.
Arada para da kazanabiliyorum pek
tabi. Hollanda’da bir dergide yayınlanmıştı fotoğraflarım. Yakında bir kitap
kapağı olarak kullanılacak başka bir
fotoğrafım var. Sergide de fotoğraflarımız satıldı. Ama dediğim gibi şu anda
tamamen profesyonel olarak fotoğrafçılığı düşünmüyorum. İleride belki olabilir elbette. Çünkü fotoğrafçılık yapmak
için herhangi bir yaş sınırı yok ve insanın geleceğe dair bir alternatifi olması
da güzel bir şey.
Serginiz Melankolistanbul için fotoğrafları nasıl seçtiniz ve serginize beklediğiniz ilgiyi bulabildiniz mi?
Aslında ismiyle direkt alakalı olarak
çalışmadık ama İstanbul sokaklarını
çektikçe, sergiyi beraber açtığımız Sina
Demiral ile beraber fotoğraflarımızı
incelediğimizde fotoğrafların çoğunda
melankolik bir havanın hakim olduğunu, ortak duygunun hüzün olduğunu
fark ettik. İsim de buradan geldi.
Sergiye gelince; beklediğimizden fazla
ilgiyle karşılaştık diyebilirim. Özellikle
tanıtımı çok iyi yapıldığından bir fotoğraf sergisi için hatrı sayılır sayıda ziyaretçimiz oldu, bize iletildiği kadarıyla.
Buna rağmen toplam ziyaretçi sayısı birkaç binle sınırlı kaldı. Tabi bu Türkiye
ile ilgili bir durum.
Kullandığınız ekipmanınızdan bahsedebilir misiniz bize?
Bir yıldan biraz uzun bir süredir
Canon EOS 5D kullanıcısıyım. Kendi
çapında zengin sayılabilecek de bir lens
parkım var. Sonunda doğru yolu buldum diyebilirim. Gündüz saatleri
mesaide geçtiğinden, çoğunlukla fotoğraf çektiğim saatler ışığın çok iyi olduğu
zaman diliminde değil. Bu yüzden ISO
performansı benim için çok önemli. Ve
kullandığım ekipmanın muadili firma
yakın zamana kadar ISO performansı
söz konusu olduğunda kötü denebile-
cek düzeyde bile değildi. Halen de 3
senelik bir geçmişi olmasına rağmen
–teknolojik bir ürün için hatrı sayılır bir
süre bu- 5D’nin ISO performansı rakiplerinden daha iyi. Hadi kızdırmayalım
dostları, en azından halen daha kötü
değil diyelim. Ben oldukça memnunum
yani ekipmanımdan.
“Fotoğrafı seven biri kompakt
makine ile de çok güzel fotoğraflar çekebilir.”
Fotoğrafçılığa yeni başlayan birine
neler tavsiye edebilirsiniz peki?
Öncelikle bol bol deklanşöre basmak
gerek. Sürekli fotoğraf çeken birinin
gelişmemesi mümkün değil. Tabi bir de
fotoğraf izlemek gerekli. Eskiden böyle
bir olanak yoktu ya da çok kısıtlıydı.
Ama günümüzde fotoğrafa yeni başlayanlar çok sayıda iyi fotoğrafa çok kısa
sürelerde ulaşabilme şansına sahip.
Fotoğraf izlemek özellikle iyi fotoğraf
izlemek mutlaka izleyenin gözünü ve
görüşünü de geliştirir. Ekipmanın çok
da önemi yok aslında. Fotoğraf makinesi sadece bir araçtır. Fotoğrafı seven biri
kompakt makine ile de çok güzel fotoğraflar çekebilir. Ayrıca fotoğraf için özel
bir yetenek gerektiğini düşünmüyorum.
Çalıştıkça rahatça gelişebileceğiniz bir
alan fotoğrafçılık.
Arıyorum İTÜ Gazetesi olarak size sormak istediğimiz klasik bir sorumuz
var. Özgür Çakır ne arıyor?
Aslında bu soruya felsefi anlamda
cevap vermek oldukça zor. Fotoğraf açısından bakmak gerekirse, hafızalara
kazınacak bir an arıyorum diyebilirim.
Hani “bu fotoğrafı çektikten sonra insan
deklanşöre nasıl basar ki, nasılsa daha
iyisi imkansız artık” denebilecek fotoğraflar vardır ya, öyle bir fotoğrafı arıyorum.
Eskici Pala, Mardin Çarşısı
Sıcak Hava Balonu kalkış hazırlığı, Kapadokya
Fotoğraflarınızdaki insanlarda hep bir doğallık var.
Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
Lenslerim büyük odaklı
olmadığı için çaktırmadan
çekmek gibi bir durumum
yok. Fotoğraf makinemle girdiğim ortamlarda çok fazla
fotoğraf çekiyorum. Gözümü
nerdeyse vizörden hiç ayırmıyorum, gerekirse kalabalık bir
ortamda; misal bir toplu taşıma aracında isem çok doğal
bir şey yapıyormuşum gibi
davranıyorum. İnsanlar bir
süre sonra makinenin ayna
seslerini yadırgamamaya başlıyor. Tabi buna rağmen özellikle poz vermeye çalışanlar
ya da tam tersi fotoğrafının
çekilmesini istemeyenler ola-
Sohbet, İstiklal Caddesi-Beyoğlu
23
Karnabahar Güreşçi kulağı, Hünkar Çayırı Yağlı Güreşleri, Gebze-Kocaeli
24
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Aziz İstanbul
Burak Patpat
erhalde biz üniversite öğrencilerinin derslerimizden sonra
kafamıza en çok takılan konu barınmadır. Ailesinin yanında kalma şansına
sahip olmayanlarımız, ya öğrenci yurtlarında ya da kendi tuttukları evlerde
kalırlar.
Amerika’da uzun yıllardır, bazı
üniversitelerin güçlendirme vakıfları,
öğrencilerinin barınmaları için farklı bir
yaklaşım gösteriyorlar. Kooperatif
barınma (Cooperative Housing-COOP)
denilen bu yaklaşım çok özel bir fikir
olmamakla birlikte ülkemizde pek bilinmemekte.
Kooperatif yurdun ilk örneği
Amerika’da ekonomik buhran yıllarında 1924’te Boston Üniversitesinde
ortaya çıktı. Daha sonra, 1934’te,
Amerikan ekonomisindeki büyük gerileme Amerikalı üniversite öğrencilerini
de etkisi altına aldı. Bu sebeple,
mümkün olan her kalemde tasarruf
etmek zorunda olan öğrenciler için,
düşük maliyetli öğrenci yurtları
gerekliliği doğdu. Özellikle Amerikan
kültüründe var olan insanların kendi
harcamaları için her an çalışmak zorunda olmaları gerektiği düşüncesi ucuz
maliyetli yurt arayışıyla birleşince kooperatif yurt fikri iyice popülerleşti.
California eyaletinde California Üniversiteleri Kooperatif Öğrenci Barınma
Kuruluşu (University of California
Cooperative Housing AssociationUCCHA) tarafından büyük sayılarda
kurulmaya başlanan kooperatif yurtlar
daha sonra ülkenin birçok üniversitesinin vakıfları tarafından benimsendi. Halen Amerika’da ve diğer birkaç
ülkede bazı üniversiteler bu şekilde
işletilen yurtlara sahiptir.
Burak Avcı
İstanbul’ denince akla gelen ilk
mekânlardan biri Sultanahmet
Meydanı şüphesiz. Bizans ve Osmanlı
Kültürü’nün görkemli bir izdüşümü;
Ayasofya,
Topkapı
Sarayı,
Sultanahmet Camii gibi anıtsal yapıları
etrafında toplamasıyla İstanbul’u tanımaya hevesli adımların başladığı yer
Sultanahmet Meydanı. Bu kadar ilgi
görmesine rağmen Sultanahmet
Meydanı’nın etrafında, kenarda köşede kalmış, keşfedilmeyi bekleyen
mütevazı ama görkemli o kadar çok
tarihi yapı var ki. Küçük Ayasofya
Camii ve Sokullu Mehmet Paşa Camii
bunlardan yalnızca ikisi.
‘
Avantajları
Kooperatif yurt, adından da anlaşılacağı üzere, paylaşımın esas olduğu bir
organizasyondur. Bir kooperatif yurtta
hiçbir bireye özel muamele yapılamaz.
Yapılan hizmetlerin ve yapılan yemeklerin tamamı paylaşılır. İnsanlar
odalarında özgürdürler ancak yurt
kimse için temizlikçi ya da tamirci tutmaz, özel bir eşya almaz. Ortak alanlarda yapılanlar ya da bu alanlara yapılacak olanlar, tüm yurt sakinlerinin
demokratik onayına ihtiyaç duyar.
Yapılan eğlenceler ve organizasyonlar
oluşturulan bir komisyon tarafından
yapılır. Ortak fayda her zaman amaçlar
içinde birinci sıradadır. Yemekhanede
bu eğilimin dışında kalmaz. Yemekhanenin ürettiği veya hazır aldığı bütün
Adı Küçük Namı Büyük: Küçük
Ayasofya Camii
Sultanahmet Camii’nin meydan
tarafına bakan dış avlu duvarını takip
ediyoruz. Duvarın bittiği yerde sola
dönüyoruz. Bir yokuş göreceğiz. Bu
Fotoğraflar, M. Cansın Özden
Dün, İstanbul’a bir tepeden bakarak bu muhteşem şiiri yazmıştı Yahya
Kemal. Bugün, biz de
bakıyoruz İstanbul’a bir
tepeden. Bakıyoruz,
seyrediyoruz, dinliyoruz
şehri. Bulamıyoruz
Yahya Kemal’in o
‘efsunlu güzellikleri
yaratan’ şehrini.
Bakılmıyor artık
İstanbul’a bir tepeden.
Kendimizi arka
sokaklara atıyoruz.
Bir umut var içimizde.
‘En hoş ve uzun rüyayı’
görmeye dair. Küçük
Ayasofya, Kadırga,
Süleymaniye, Vefa ve
daha nicesi. Her türlü
çirkinliğe rağmen
buluyoruz işte o efsunu,
dalıyoruz hoş bir rüyaya
arka sokaklarında
İstanbul’un. Nemli
gözlerle Yahya Kemal’i
yad ederken soruyorum
kendi kendime: ‘Bu
kadar kötülüğe rağmen
nasıl bu kadar güzel
olabiliyorsun
aziz İstanbul?’
Bir öğrenci yurdu deneyimi
H
Sana dün bir
tepeden bakt
ım aziz İstanb
Görmedim ge
ul!
zmediğim, se
vmediğim hi
Ömrüm oldu
çbir yer.
kça gönül ta
htına keyfin
Sade bir sem
ce kurul!
tini sevmek
bile bir ömre
değer.
Nice revnak
lı şehirler gö
rünür dünyad
Lakin efsunl
a,
u güzellikler
i sensin yara
Yaşamıştır de
tan.
rim en hoş ve
uzun rüyada
Sende çok yı
l yaşayan, se
nde ölen, send
e yatan.
Yahya Kemal
Beyatlı
Küçük Ayasofya Camii
9
yiyecek ve içecekler herkese açıktır.
Herkes kendi ihtiyacı kadar yemek alabilir. Herkesin yemek ihtiyacı değişik
olacağı için kimseye bir kısıtlama getirilmez. Ancak her üye sunulan hizmetlerin kendisine özel olmadığının farkındadır ve kısıtlı kaynakları idareli kullanması gerektiğini bilir. Eğer aşırıya
kaçarsa diğer üyeler tarafından uyarılabilir.
Paylaşımın esas olduğu kooperatif
yurtlarda bütün yönetim ve hizmetler
yurt üyeleri tarafından üstlenildiği için
profesyonel çalışanların sayısı asgari
düzeydedir. Örneğin UCLA(University
of California Los Angeles-California
Üniversitesi Los Angeles) için hizmet
veren kooperatif yurtta 500–600 civarı
öğrenci barınmaktadır, ancak profesyonel çalışanların sayısı yaklaşık 10’dur.Bu
sebeple bütçenin bir kısmı profesyonel
çalışanlara verilecek yerde yurtta kalanların yurt için yaptıkları hizmetler
karşılığında kiralarından düşülmektedir. Bu sayede öğrenciler kendi emeklerini direk olarak değerlendirerek
bütçelerine katkıda bulunmaktadır.
Profesyonel çalışanların olmaması
yurt bütçesine büyük bir katkı sağlamaktadır. Çünkü örneğin UCLA kooperatif yurdu için konuşursak,
California için asgari ücret saat başına
yaklaşık 7 dolardır. Ancak profesyonel
çalışanlar işlerinde uzman olacakları
için saat ücretleri 20–25 dolar civarında
olabilmektedir. Yurt profesyonel
çalışanlarına 20–25 dolar vermek yerine
yurt sakinini asgari ücretten çalıştıracağı
için aradaki farkı tasarruf etmiş olur.
Böylece örneğin UCLA in Los Angeles
şehrinde bulunduğu bölge olan
Westwood’da ortalama bir dairenin
kirası 1400 dolar civarında iken kooperatif yurtta üç öğün yemek ve diğer
bütün hizmetler dahil (elektrik, su,
internet, ısınma) 500 dolar civarında
barınılabilmektedir. O bölgede yurdun
yemeklerine benzer yemeklerin bir
öğünlük masrafının 10 dolar civarında
olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Nasıl Çalışıyor?
Kooperatif yurtlar düzgün çalışmak
için üyelerinin katkısına muhtaç olduklarından, demokratik olarak işletilmeleri
gerekmektedir. Bütün ciddi kararlar
oylamalar sonucu alınır ve bütün üyeler
tarafından benimsenir. Demokratik bir
ülkenin yönetiminde de olduğu gibi her
an genel oylamaya başvurulamayacağı
için, seçimle oluşturulmuş genel konulara bakan iki kurul vardır. Diğer konularla ilgili kurulların dışında tüm yurt
üyelerini ilgilendiren konularda uzmanlaşmış bu iki kuruldan birincisi üyelik
komitesi (Membership committee-
Memcom) ikincisi ise yöneticiler birliğidir (Board of Directors-BOD).
Her iki kurulda yurdun anayasasına
göre belirlenmiş yetkilere sahiptir ve
belirli çalışma süreleri için seçilen üyeler
tarafından oluşturulurlar. Üyelik
komitesi yurt üyelerini doğrudan
ilgilendiren disiplin, uyum sorunları
gibi konularda kararlar verir.
Yöneticiler birliği ise yurdun genel politikalarını belirler ve gelir-gider dengesini kontrol eder. Yani, çalışma şekilleri
göz önünde bulundurulursa, üyelik
komitesi meclis, yöneticiler birliği ise
senatodur.
Bu demokratik yönetim kademelerine karşın tüm yönetim kademeleri nasıl
karar alırlarsa alsınlar bütün yurdun
mülkiyeti vakıfa aittir. Vakıf istediği
kararları dikte ettirebilir. Ancak bu bir
nevi askeri darbe olacağı için kooperatif
yurtların kuruluşundan beri yani yaklaşık 60 yıldır vakıf hiçbir müdahalede
bulunmamıştır.
Yurt asgari düzeyde profesyonel
çalışana sahiptir. Profesyonel çalışanların dışında yurdun bütün çalışanları
yurtta yaşayanlar oldukları için onların
çalışmalarını düzenleyen ve denetleyen
bir sistem vardır. Her yurt elemanı
seçtiği bir alanda (bakım-onarım,
güvenlik, yemekhane) ve zamanda haftada 4 saat çalışmak zorundadır. Üzerine düşen görevi yapmayan yurt sakinleri için çalışma saati başına belirlenmiş
cezalar ve bu cezaları denetleyen
mekanizmalar vardır.
Eksileri
Kooperatif yurtlar düşük maliyetleri
ve üyelerine tanıdıkları özgürlük kadar
sahip olduğu bazı eksilerle de meşhurdur. Bunların başında temizliklerinin
normal bir yurda göre daha kötü olması
gelir. Bütün temizlik hizmetleri asıl
işleri üniversite öğrenciliği olan üyeleri
tarafından yapıldığı için hijyen kuralları
biraz ihmal edilebilir. Ancak yinede
düzgün çalışan bir kooperatif yurdu
birçok devlet yurdundan temizlik
konusunda daha iyi durumdadır.
Kooperatif yurdun bir diğer eksisi ise
her kalemde tasarruf edilmeye çalışılan
kurumlar oldukları için yiyecek-içecek
ürünlerinde ve temizlik malzemelerinde
ortalama kalitenin biraz altında ürünlerin kullanılmasıdır. Yemeklerin içinden böcek çıkmaz, ama özellikle ana
yemekleri çok da severek yemezsiniz.
Güvenlik hizmetinin üyeler tarafından üstlenilmiş olması da yurtların
güvenliğinin normal bir yurda göre
biraz daha düşük olmasına sebep olur.
Ancak büyük bir aile olan kooperatif
yurtlarda güvenlik en az kaygı duyulan
şeydir. Çünkü herkes arkadaştır, en
azından bir vardiyada beraber
çalışmıştır, yaşamak için birbirine muhtaçtır. Dolayısıyla herkes birbirinin
güvenliğine dikkat eder.
Türkiye’de uygulanabilirliği
Kooperatif yurt modeli düşük
maliyetlerinden dolayı Türkiye’de
popüler yurt modeli olabilir. Ancak
Türkiye’nin kendine özgü birkaç handikapı bu yurtların uygulanabilirliğini
sorgulatır. Türk kültürünün kendine
has yapısı, kooperatif yurtların sahip
olduğu, herkesin yurda katkı yapması
prensibiyle çelişebilir. Bazı üyeler çalışma vardiyalarına uyumsuzluk gösterebilir, angarya işlerini yapmak istemeyebilir ve düzensizliğe sebep olabilir.
Kültürümüzün büyük paradokslarından biri olan amiyane tabirle ahbapçavuş ilişkisi, bu vardiyaların denetimlerinde problemlere sebep olabilir ve
hizmetleri aksatabilir.
İkinci bir problem ise yurdun
demokratik yapısından dolayı ortaya
çıkabilir. Kendi içlerinde demokratik
olmayan, iç disiplinleri olan gruplar,
yurt içinde etkinliklerini artırıp seçimleri manüple ederek yurt yönetimini ele
geçirebilir ve kendi elemanlarını yurda
yerleştirebilirler. Bu durumda vakıf
yönetimi olaya müdahale etmek isteyebilir ve tüm kooperatif yurt fikrine ters
olan olaylar sonucunda bütün yurdun
işleyiş mekanizması bozulabilir.
Sonuç
Bütün bu kendi içinde sahip olduğu
eksilerine ve Türkiye’de uygulandığında ortaya çıkabilecek bu ülkeye has
sorunlara rağmen, kooperatif yurtlar
normal yurtlara alternatif olmaktan çok
onları tamamlayıcı bir etkiye sahip olabilirler. Üniversite eğitimi sırasında
yurtta kalmak isteyenlere alternatif
sunar, ekonomik durumu iyi olmayan
öğrencilere destek olur, üyeleri arasında beraberlik ruhunu yükseltir ve yurt
yöneticilerinin omuzlarındaki ağır yükü
alabilirler.
Planlama yapan yöneticilerimizin
dikkatine…
8
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Eğlence mi,
taciz mi?
Vadi Yurtları olarak da bilinen İMKB Öğrenci Sitesi’nde
barınan bazı öğrencilerin
‘Vadi Yürüyüşü’ adıyla
gelenekselleştirdikleri ve 7
Kasım 2008’de 3. yılını dolduran etkinlik, İTÜ’nün gündemini işgal etmeye devam
ediyor. Olayın üzerinden
epeyce süre geçmesine
rağmen hem yürüyüşün
içeriği hem yürüyüşe
gösterilen tepkiler açısından
tartışmalar devam ediyor.
Gökçe Sezgin
aha önce birçok kez gerçekleştirilmesinden dolayı zaten beklenen
yürüyüş, Vadi Yurdu önünde toplanılmasıyla başladı. Toplanan grup, sırasıyla Verda Üründül Kız Öğrenci Yurdu,
Gölet Yurtları ve Ayazağa Kız Öğrenci
Yurdu önlerinde slogan atıp, eğlenerek
dağıldılar. Önceki yıllarda bu kadar
tepki almayan yürüyüş, grubun bir kısmının küfürlü slogan attığının iddia
edilmesi ve bazı kişilerin yürüyüşe bornozlarıyla katılması yüzünden bu yıl
birçok grubun ve kişinin tepkisini çekti.
D
İTÜ’de taciz var
Yürüyüşün ardından ilk dikkat çekici
tepki, kendi sloganlarını gerçeklercesine
taciz edici derecede yoğun bir şekilde
yerleşkenin çeşitli yerlerine yapıştırılan
ve üzerlerinde ‘İTÜ’de taciz var’ yazan
dosya kağıtları oldu. Önceleri bunun ne
anlama geldiğini yerleşkenin büyük bir
kesimi anlamamasına rağmen bu kağıtların yerleşkede rahatsız edici sayıya
ulaşmasıyla öğrencilerin ‘Ne istiyor bu
insanlar?’ diyerek araştırması sonucu bu
protestonun Vadi Yürüyüşü ile ilgili
olduğu anlaşıldı.
Hürriyet’in haberi
Konuyla ilgili Hürriyet Gazetesi’nin
16.11.2008 günü sürmanşetten verdiği
haberde yürüyüş ile ilgili ‘Geleneksel
Abazan Hareket Yürüyüşü’ ifadesini
kullanması ve olayı tamamen erkeklerin
kızları tacizi olarak kurgulaması İTÜ
içinde tartışmaları daha da alevlendiren
olay oldu. Haberde İTÜ Rektörü
Muhammed Şahin’in olayla ilgili soruşturma başlatmış olması ve gece polis
çağırılması gibi ayrıntıları yer verilmesi,
durumun İTÜ dışından algılanışını da
tamamen değiştirdi. Özellikle haberi
ulusal basından öğrenen kız öğrenci
aileleri bu haberi okuduktan sonra, yerleşke içerisinde güvenliği tehdit eden
bir unsur olduğunu düşünerek telaşa
kapıldılar. Ancak güvenliği tehdit eden
unsur olarak yansıtılan kişilerin de İTÜ
öğrencisi
olduğu
gerçeği
hiç
düşünülmedi.
Çeşitli gruplardan tepkiler
‘İTÜ’de taciz var’ afişlemesi ve
Hürriyet’in haberi ile kısıtlı kalmadı
yürüyüşe tepki. Olayın İTÜ içerisinde
dillendirilmesinin devam etmesi okul
içinde konuya vakıf olan veya olmayan
tüm grupların zamanla tartışmaya katılmasına neden oldu. Siyasi gruplar,
çeşitli öğrenci kulüpleri kimisi sadece
gündeme ortak olarak reklam yapmak
için, kimisi bu yolla konuyu başka noktaya getirmek için, kimisi de sadece
gerçekten bu konuyu tartışmak için
çeşitli bildiriler dağıttılar veya afişleme
yaptılar. Ancak bu kampanyaların en
manidar özelliği tüm grupların ısrarla
kızların rahatsızlığından ve kadın haklarından bahsetmesine karşın, çalışmaların ‘İTÜ’de kızlar kendini savunamaz’ dercesine erkeklerin önderliğinde
yürütülmesiydi. Bu konunun göz
önünde bulundurulmaması bazı platformlarda bu gruplara tepkinin,
İTÜ’nün kendini savunabilen ve erkekler tarafından temsil edilmeye ihtiyacı
olmayan kızlardan gelmesine neden
oldu. Bu konunun çok uzatıldığını ve
kızların adı kullanılarak konunun başka
noktalara çekildiğini düşünen İTÜ’lü
kız öğrenciler 75.Yıl Öğrenci Sosyal
Merkezi önünde zaman zaman bu gruplarla tartışmaya bile girdiler. Sonuç
olarak bazı grup ve kulüplerin düzenlemeye çalıştığı tartışma ortamları grup
içi etkinlikten öteye gidemedi.
Ve gerçekten rahatsız olanlar
Bu yürüyüşten gerçekten rahatsız
olan bir kesim de vardı elbet. Özellikle
grubun içinden bir kesimin rencide
edici ifadeler kullandığını ve küfürler
ettiğini söylüyorlar rahatsız olanlar. Ya
da gecenin geç saatlerinde yurtlar
önünde bu kadar gürültü çıkarmanın
rahatsız edici olduğunu. Rahatsız olan
kız arkadaşlarımızdaki genel kanı,
grubun geçmiş senelerdekinin aksine
otokontrolü yeterince sağlayamadığı ve
etkinliğin gitgide kontrol edilemez bir
hal aldığı yönünde. İlk yürüyüşün
yapıldığı 2006 yılından beri yürüyüşe
katılan Vadi’li arkadaşlardan bazıları da
reddetmiyor zaten bu durumu. Vadi
yürüyüşünün amacından sapmaya
başladığını söylüyorlar kendileri de.
Daha doğrusu kızlar, olayın biraz daha
çirkinleşmesinden ve her gün yüz yüze
baktıkları arkadaşlarıyla başka platformlarda karşılaşmalarından endişe
ediyorlar. Birçoğu da ilk yürüyüşten
örnekler veriyor. 2006 yılındaki ilk
yürüyüşte ve hatta 2007’de de özellikle
Gölet Yurtları’na gidildiğinde yürüyüş
grubundan arkadaşı olan kızlar aşağı
inerek gruba kısa bir süre de olsa
katılmış, en azından arkadaşlarıyla
selamlaşmıştı. Ama görüyoruz ki bu
yılki etkinlikte bunun olma ihtimali söz
konusu değildi. Çünkü açıkça ortadaki
az da olsa oraya sadece ‘eğlenmek’ için
gelmeyen kişiler vardı. Kızların bu
söylemlerine kulak tıkamamak gerekir
elbette.
Vadi ne diyor?
Vadi
Yurtları’nda
barınan
arkadaşların en büyük şikayeti elbette
birçok yerde ‘tacizci’ olarak anılmak
oldu. Gazeteye haber olmaları, okul
içinde birçok grubun hedefi olmaları,
hiç tahmin etmedikleri bir şeydi. Çünkü
çoğu gerçekten sadece eğlenmek için
gitmişti oraya daha önceki yıllarda
olduğu gibi. Bazıları sadece eğlenip
dağıldıklarını düşünürken bazıları bu
yıl işin dozunu kaçıranların olduğunu
ve bir daha katılmayacaklarını söylediler. Çünkü ‘tacizci’ olarak damgalanan
bu grupta da durumdan rahatsız olanlar
olmuştu. Eğlenceye katılmayıp dışarıdan takip edenlerde daha çok “Vadi bu
otokontrolü sağlamalıydı” yorumlarını
yaptılar. Tüm bunlara rağmen hepsinin
buluştuğu tek ortak nokta şuydu ki her
şeye rağmen bu ‘tepki’ haksız ve
abartılıydı. Çünkü dağıtılan broşürlerde, forum sitelerinde iddia edilenlerin birçoğu hiç yapılmamış, birçoğu da
grubun içindeki 3-5 kişi tarafından
yapılmıştı. Buna rağmen grup sanki kız
yurtlarını basmaya gelmiş gibi gösteriliyordu. Vadi’lilerin şimdi tartıştığı
konu ise gelecek sene bu yürüyüşün
yapılıp yapılmayacağı. Kimisi bu
geleneksel bir eğlencedir ve baltalayan
3-5 kişi yüzünden iptal edilmez derken
kimisi de artık bu işin dozunun
kaçtığını ve bir daha yapılmamasının
Vadi’ye yakışan olduğunu düşünüyor.
Soruşturma
Hürriyet gazetesinde, rektörün
soruşturma için talimat verdiğinin yazmasının ardından kafalarda bunun nasıl
yapılacağına dair soru işaretleri vardı.
Çünkü yerleşke içerisindeki kameralar
gece saatlerinde gruptan insanların yüzlerini seçebilecek teknolojiye sahip
değildi. Hatta birçoğu çalışmıyordu bile.
Ancak rektörlük sözünü söylemişti ve
İTÜ’lüler şiddeti
protesto etti
Aralık 2008 tarihinde, İTÜ Maçka
Yerleşkesi’ndeki farklı görüşlere
sahip iki grubun dergi dağıtımı
nedeniyle tartışması sonucu kavga
çıktı. Kavgada 4 öğrenci bıçakla
yaralandı.
Olayın ertesi günü toplanan yaklaşık
300 kişilik İTÜ öğrencisi, yaşanan bu
olayları protesto ederek Rektörlüğün
sorumluları cezalandırmasını istedi.
75. Yıl Öğrenci Sosyal Merkezi’nden
Rektörlük binası önüne kadar yapılan
yürüyüş sonrası basın açıklaması
yapılarak olay protesto edildi.
Olayların artından Maçka’da güvenlik
önlemleri artırıldı.
Yaralı öğrencilerin durumlarının iyi
olduğu belirtildi.
2
artık geri dönüşü yoktu. Bir şekilde bir
soruşturma yapılacaktı. O gece yoklama
listesine imza atmayan insanlar seçildi
hedef kitle olarak. O geceki yoklamada
imzası olmayan herkese soruşturma için
tutanak gönderildi ve kurban bayramı
sonrası için soruşturmaya çağırıldı.
Olaydan sonra konuştuğumuz bazı
arkadaşlarımız o gece yürüyüşte olmamalarına rağmen sırf o gece yoklamada
olmadıkları için kendilerine de tutanak
geldiğini ilettiler bize. Ayrıca o gece
yürüyüşte olup yoklamaya imza atan da
birçok kişi vardı. Onların ise kafaları
rahat şu anda. Soruşturma bayramdan
sonra başlıyor. Bakalım daha neler göreceğiz?
Vadi Yürüyüşü nereden çıktı?
Vadi yürüyüşlerinin başlangıcı 2006
yılında yaşadığımız seri elektrik kesintilerine dayanmaktadır. Yaşanan birkaç
elektrik kesintisinden sonra Vadi
Yurtları’nda kalan arkadaşlarımız yurtlarda jeneratör olmamasını protesto
etmek amacıyla önce camlardan slogan
atmaya başlar ve daha sonra tepki
gösteren kişi sayısının fazla olduğunu
görerek yurtlar önünde toplanılır. 2007
yılındaki yürüyüşleri gazetemiz adına
takip eden Muzaffer Can İban ve
Mümin Çentez’in ifadeleriyle meşale,
darbuka, masa lambası, kaynana zırıltısı
vb. gibi nesnelerin yanı sıra ses getiren
sloganları ile yürüyüşe başlanır. 7
Kasım 2006 tarihinde gerçekleşen bu
yürüyüşün ardından yürüyüşün her
sene tekrar edilmesine karar verilir ve
yürüyüşler 10 Ekim 2007, 22 Ekim 2007,
7 Kasım 2007, 2 Aralık 2007 tarihlerinde
tekrar edilir. Yürüyüşlere engel olunması için Vadi Yurtları’na jeneratör alınmasına rağmen etkinlik sadece jeneratör
protestosu kapsamını çoktan aştığı için
yürüyüş gelenekselleşir.
yokuştan aşağı yürüdükten sonra sağdaki sokağa sapıyoruz. Biraz yürüdüğümüzde Küçük Ayasofya tüm alçak
gönüllüğüyle bizi karşılıyor olacak.
Sergios ve Bakhos Kilisesi olarak inşa
edilen yapı, daha sonra camiye çevrilerek Küçük Ayasofya adını almış.
Meşhur Bizans İmparatoru Justinian
hakkında, daha tahta oturmadan, bir
önceki imparator Anastasias zamanında bir iddia ortaya atılır: Justinian
İmparator’a karşı bir suikast planlamaktadır. İddia ciddidir. Cezası da
ölümdür. Efsane bu ya, ilginç bir rüya
görür bir gece Anastasias. İki aziz
Sergios ve Bakhos, imparatorun rüyasına girip, kulağına Justinian’ın
masum
olduğunu
söylerler.
Anastasias, bu rüyadan etkilenerek
Justinian’in masum olduğuna inanır
ve O’nu affeder. Seneler sonra 527
yılında, Justinian imparator olduğundan azizlere şükranını dile getirmek
için Sergios ve Bakhos Kilisesi’ni yaptırır.
Sergios ve Bakhos, ilginç bir plana
sahip. Düzgün olmayan bir dikdörtgen
üzerine oturan bir sekizgene dayanan,
orta mekân üzerinde köşelerindeki
sekiz büyük ayak ile taşınan 16 dilimli
bir kubbe yer alıyor yapıda. Bu dilimlerden sekizi düz; sekizi de içbükey.
Ana kubbe, dört kemer ve dört yarım
kubbe ile desteklenmiş. Bunların altında bulunan sütunlar ise pembe ve yeşil
somaki mermerinden yapılmış. Oya
gibi işlenmiş, çok ince bir işçiliğe
sahip, üzüm salkımı ve yaprağı motiflerinden oluşan arşitravlar ve sütun
başlıkları insanı büyülüyor. Sütunların
üzerindeki üst galeri boyunca görülen
Yunanca yazılar dikkat çekiyor.
Sergios ve Bakhos Kilisesi’nin
bugünkü camii kullanımına dönüştürülmesi İstanbul’daki Osmanlı uygulamaları arasında ilk örneklerden sayılabilir. İstanbul’un Fethi’nden 30 yıl
sonra, II. Bayezid’ın Darüssade Ağası
Hüseyin Ağa’nın binaya olan hayranlığı sonucunda camiye çevrilen Sergios
ve Bakhos, ‘Küçük Ayasofya’ adını
aldı. Esas yapından bağımsız olarak
inşa edilen minare, iç kısma eklenen
minber, mihrap ve müezzin mahfili ile
camii kimliğine kavuşan Küçük
Ayasofya, avlu çevresine eklenen zaviye hücreleri ile giderek bir külliye niteliği kazandı.
Bu dönüşüm sırasında binanın batı
cephesine müthiş bir uyumlu orantıyla
eklenen son cemaat yeri ve revaklı
bölüm ise Klasik Osmanlı Üslubu’nun
yalın ve zarif bir mimari örneği olarak
tarihsel sürecin kültür zincirini
tamamlıyor.
Küçük Ayasofya, özgün mimari
yapısıyla birçok mimarı derinden etkilemiş;
Bizans
ve
Osmanlı
Uygarlıkları’nın birçok anıtsal yapısına
temel oluşturmuştur. İtalya’daki
Bizanslılar tarafından yapılan Ravenna
Kilisesi ile Almanya’daki Aachen
Katedrali’nın
planları
Küçük
Ayasofya’nın planının eşidir. Diğer
yandan Küçük Ayasofya’nın ilk örneği
olduğu sekizgen plandan yola çıkan
Mimar Sinan, bu planı Selimiye
Camii’nde anıtsal ölçülere uygulamıştır.
Bu küçük kilise, Bizans ve
Osmanlı’nın birçok anıtsal yapısının
arkasında yatan tohum oluyor bir
anlamda. Küçük Ayasofya, mütevazı
kubbesi altında iki büyük medeniyeti
buluşturuyor.
Küçük Ayasofya’yı mutlaka görmelisiniz. Bahçesinde ney dinleyerek içeceğiniz sıcak çay, caminin büyüleyici iç
mekanı, sizi başka alemlere götürecek..
Sinan’ın İstanbul’a Armağanı:
Sokullu Şehit Mehmet Paşa Camii
Küçük Ayasofya’dan çıkıp dümdüz
yukarı doğru tırmandığımızda
Kadırga’ya geliyoruz. İstanbul’da tari-
hi dokusunu koruyabilen ender semtlerden biri olan Kadırga’yı görünce
Yahya Kemal’in ‘Sade bir semtini bile
sevmek bir ömre bedel’ dizesi geliyor
aklımıza. Kadırga’nın sokaklarında
dolaşırken küçük bir camii dikkat çekiyor. Bu yapı, Mimar Sinan’ın ustalık
döneminde yaptığı zarif camilerden
biri olan Sokullu Şehit Mehmet Paşa
Camii’nin ta kendisi.
Sokullu Camii, 1571 yılında
Kanuni’den başlayarak üç padişaha
sadrazamlık yapan Osmanlı tarihinin
en büyük devlet adamlarından
Sokullu Mehmet Paşa’nın adına eşi ve
aynı zamanda II. Selim’in kızı
Esmehan Sultan tarafından yaptırılmıştır.
Sokullu’ya daha girmeden Sinan’ın
mahareti gözler önüne seriliyor.
Camiyi bu kadar dik bir yokuşa tüm
topografik güçlükleri estetik etkiye
çevirerek yerleştirmesi göze çarpıyor.
Dış avlusu olmayan caminin iç
avlusuna kuzey tarafındaki kapıdan
giriyoruz. Giriş kapısından yukarı tırmandıkça adım adım olgunlaşan perspektif insanı büyülüyor. İç avlunun üç
tarafı revaklar ve üzerleri kubbeli on
altı medrese odasıyla çevrelenmiş.
Ortada hoş bir şadırvan var.
Cami, dikdörtgen plan üzerindeki
altıgene oturan bir kubbeye sahip. Bu
kubbeyi dört köşede yan yana duran
ve böylece camiyi enine genişleten
yarım kubbeler destekliyor. Giriş ve
karşısındaki mihrap duvarlarında ise
kemerler var. Caminin özgün planının
verdiği ölçülü mekân duygusu klasik
dönemin benzersiz özelliklere sahip
çinileri ile destekleniyor. Bu çiniler,
daha önce hiçbir camide görülmeyen
bir biçimde mermer mihraptan tavana
kadar olan bölümde, minber külahının
üzerinde, pencere alınlıklarında ve
kubbe kemerlerinde kullanılmış.
Süslemede çininin bolca kullanılmasına rağmen bu durumun mimariyi ezecek boyuta ulaşmaması dikkat çekiyor.
Tüm sessizliğe ve ilgisizliğe rağmen
şüphesiz Sokullu Camii İstanbul’daki
en güzel camilerden biri. Sokullu
Camii büyülüyor insanı. “Selam Olsun
Koca Sinan’a” diyoruz ayrılırken.
Kalbimiz Sokullu’da kalıyor...
Sokullu Mehmet Paşa Camii
25
26
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Call of Cthulhu:
Dark Corners Of The Earth
Call of Cthulhu- Dark Corners of
the Earth içinde macera ögeleri
içeren bir korku oyunu.
Berkay Pamuk
yunda ana kahramanımız olan
Jack Walters, Boston 1890
doğumlu, başarılı, ünlü ve saygı
gören bir dedektiftir. Bir gün
Boston’un dışında bir evden silah
sesleri işitilir ve araştırma görevi
kahramanımıza verilir. Araştırma
sırasında gördüğü korkunç şeylerden
dolayı büyük bir şok geçiren Jack,
altı yıl boyunca tedavi görmek
zorunda kalır ve görevden alınır.
O
Bundan sonra hayatına özel dedektif
olarak devam edecektir ama alacağı
ilk görev, onu çok daha büyük bir
dehşete sürükleyecektir.
Oyunun en önemli özelliği,
Howard Philips Lovecraft’ın yarattığı, Cthulhu evreninde geçiyor
olması. Etraftan topladığımız yan
metinler, gördüğümüz işaretler,
karşılaştığımız yaratıklar hep
Lovecraft öyküleri esas alınarak
tasarlanmış. Karanlığın, gölgelerin,
denizin ve hatta rüyaların düşman
olduğu bir dünyada, yalnız ve
neredeyse savunmasız olarak ilerliyor, aklımızı kaybetmeden kurtulmaya çalışıyoruz. Ama dünyanın
derin ve karanlık köşelerinde bizleri
büyük korkular ve vahşet bekliyor.
Oyunda grafikler, günümüz standartlarına göre biraz düşük kalıyor,
ama ürkütücü atmosferi yansıtmakta
hala başarılılar. Müzikler ve çevreyle
etkileşim de oldukça hoş, hatta bir
süre sonra Jack’i unutup, oyunu
yaşamaya başlıyoruz. Bunların
yanında çevreden bulup, kullanabildiğimiz birbirinden değişik
silahlar ve delil olarak topladığımız
metinler oyunu daha etkileyici kılıyor.
Oyundaki en büyük eksikler ise;
bazı bölümlerin çok zor olması ve
kamera açıları olarak özetlenebilir.
Bazı bölümler insanı oyundan soğutacak kadar zor olmuş ve ne kadar
uğraşırsak uğraşalım oyunu yüzde
100 detay ile tamamlayamıyoruz gibi
görünüyor. Kamera açıları ise bazen
(özellikle kaçmamız gereken anlarda)
sorunlar yaratıp insanı çileden
çıkarabiliyor.
TÜ’de gözle görülür bir
kalabalıklaşma söz konusu.
Bu kalabalık, okulumuza
neler getirdi, okulumuzdan
neler götürdü? Hepsinin
cevabını bu yazıda bulmaya
çalıştık.
İ
Son günlerde yerleşkelerde çok sık
kullanılan birkaç cümle var. Örnek vermek gerekirse: ‘Kantin pek de kalabalıkmış; yemekhanede oturulacak yer
kolaylıkla bulamıyorum; yurtlarda yer
yok, dışarıda kalıyorum’ gibi. Alışkın
görünmek bir yana, herkes okulun kalabalığından şikayetçi. Eski öğrenciler ve
akademisyenler, okulun çok kalabalıklaştığını düşünmekteler. Yeniler de,
eskilerin bahsettiği tenhalığı yaşayamamanın şaşkınlığı içersinde… Peki, neydi
bu İTÜ’yü kalabalık yapan şey? Herkes
İTÜ mühendisi / mimarı olmak zorunda mı? Üniversitemiz bu yoğunluğa ne
kadar hazır?
Amerikalı bilimkurgu / korku yazarı.
(D: 20.08.1890, Ö: 15.03.1937)
yaşında babasını kaybetmiştir.
Annesinin yoğun baskı ve ilgisi
nedeniyle, içe kapanık ve asosyal bir
şekilde büyüdü. Aynı dönemde psikolojik kaynaklı alerjiler geliştirmeye
başladı, örneğin belirli bir sıcaklığın
altında bilincini kaybediyordu.
Rahatsızlığı nedeniyle okuluna pek çok
kez ara verdi. 1908’de, bir sinir krizi
geçirdi ve liseden mezun olamadı.
‘The Argosy’ isimli dergiye gönderdiği bir mektup geleceğini şekillendirdi. Dönemin APA (Amateur Press
Association) başkanı Edward Daas,
Lovecraft’tan etkilendi ve onu APA’ya
davet etti. Yazar, bu dönemde Robert
Bloch, Clark A. Smith ve Robert E.
Howard gibi pek çok isimle arkadaş
oldu ve yazdığı edebi mektuplarla
yüzyılın en iyi mektup yazarları arasına
3
Eğer korku oyunlarını seviyorsanız veya bu kapalı havalarda
yapacak bir şeylere ihtiyacınız varsa
Call of Cthulhu: Dark Corners of the
Earth denemeniz için iyi bir alternatif.
İTÜ’de nüfus patlaması
Meltem Bolluk, M. Can İban
Howard Philips
Lovecraft
RAKAMLAR NE DİYOR?
Okulun kalabalık olmadığını düşünenler için birkaç veri sunalım.
ÖSYM’nin verilerine göre, 2006 senesinde UOLP (Uluslararası Ortak Lisans
Programları) ve okul birincisi kontenjanları hariç, fakültelere giren öğrenci
sayısı 2 bin 553 iken; 2008 senesinde bu
sayı 3 bin 5’e çıkmıştır. Oysaki aynı
senelerde, İTÜ’nün verdiği lisans
mezun sayısı bin civarındadır. Bunun
yanında, İstanbul dışından gelen öğrenci yüzdesi ise, 2007 verilerine göre
yüzde 54.91 olarak belirtilmiştir.
ÇEKİLEN BESLENME ÇİLESİ
Bu istatistiki bilgilerden sonra, elimizde var olan altyapıyı bir inceleyelim.
Günde 7 bin kişinin yemek yiyebildiği
yemekhanelerde, özellikle de Maçka
Yabancı Diller Yüksekokulu yemek-
girdi. Lovecraft daha sonra evlenmiş
ancak daha sonra geçim sıkıntısı
nedeniyle boşanmıştır. Yaşamının son
on yılında hayatının en verimli ve en
yoksul yıllarını yaşayan yazar, ‘Charles
Dexter vakası’ ve ‘Delilik Dağlarında’
gibi pek çok önlü eserini bu dönemde
yazmıştır. Yazara 1936 yılında bağırsak
kanseri teşhisi konmuştur, 1937 yılında
da ölmüştür.
Günümüzde Lovecraft’ın adı korku
romanlarıyla anılır durumdadır. 1926
yılında kaleme aldığı Cthulhu teması,
onu ölümsüzlüğe taşımış ve aralarında
Stephen King, Alan Moore ve Nail
Gaiman’ın da bulunduğu pek çok yazarı
etkilemiştir. Eserleri ölümünden sonra
pek çok dile çevrilmiş, yazdığı eserler
pek çok filme ve kitaba konu olmuştur.
7
hanesi ve Maslak 75. Yıl Öğrenci Sosyal
Merkezi Yemekhanesi’nde zararı
hissedilir derecede jeton, kart otomatı
ve yemek alma sıraları oluşuyor.
Üniversite öğrencilerini ve öğretim
üyelerini oldukça büyük vakit kaybına
uğratan bu yoğunluk, en temel
ihtiyaçlardan biri olan beslenmeyi zora
sokmaktadır. Bir üniversitenin sağlaması gereken en önemli hizmetlerden
biri olan ‘beslenme’ Teknik Üniversite’de şu an sağlanması güç, mensupların ve öğrencilerin canını sıkan bir hal
almıştır. Bırakın yemek yiyecek yer bulmayı, merkezin giriş ve çıkışlarında,
yemek saati dahilinde adım atacak,
düzgünce yürüyecek yer bulunamamaktadır. Öğrenci başına düşen alan
bazında yüksek bir sayı tutturmuş
üniversitemizin, böylesi bir mekanda,
öğrencilerini yığılmış bir vaziyette
bırakması, oldukça düşündürücüdür.
Beslenme ihtiyacımızı karşılamak için
alışveriş yapabileceğimiz Şok market
dahi, mevcut ödeme kasası sayısının
azlığından dolayı uzun kuyrukların
önüne engel olamamaktadır. Fakülte
kantinlerindeki durum da, diğer yerlerden farklı değil. Okulun öğrenci başına
düşen beslenme amaçlı alan değeri,
oldukça düşmekte ve bu sıkıntılara derhal bir çözüm üretilmesi gerekmektedir.
2008 GİRİŞLİLER EVSİZ KALDI
İTÜ’de toplam yurt kapasitesi İTÜ
internet sayfalarında 3 bin civarı olarak
belirtilmiştir. Mevcut açık kalan kontenjanlar ve gelen öğrenci sayısı arasındaki
uçurum gittikçe artmakta ve yeni
İTÜ’lülerin temel ihtiyaçlarından biri
olan, ‘barınma’ ihtiyacı da bir sorun
olarak kalmaktadır. İTÜ tanıtımlarında,
İTÜ’nün kampüslerdeki yurtların kontenjan sayısı, her öğrenciyi kapsayacakmış gibi gösterilmekte ve üniversitemizi
tercih eden her öğrenci, bu belirtilen
ama aslında olmayan avantajın varlığını
düşünerek tercihlerine güvenmişlerdir.
2008 girişli İTÜ öğrencilerinin çoğuna İTÜ yurtları çıkmamıştır. Alternatif
olarak pahalı özel yurtlar, cemaat evleri
ve de devlet yurtları söz konusudur.
Bunların getirdiği avantaj sadece
yatak ücretinin daha ucuz olmasıdır.
Ekonomik anlamda Vadi yurtlarının
bile 300 YTL olması iddiası ortaya çıkmışken, bu yurtlara daha rahat biçimde,
daha az para ödüyorsunuz. Hatta
cemaat ev ve yurtlarında bu paraya
yemek de dahil! Aldığı cüzi miktar ve
verdiği büyük hizmetin karşılığı, yurt
giriş-çıkış saatlerindeki katı disiplin ve
bazı kurallara uyulması beklentisidir.
Bunları kabul etmeyenlerin geri kalan
tek seçeneği ise devlet yurtları oldu.
Devlet yurtlarında da çoğunluk, asil
değil ‘misafir’ olarak kalıyor. Devlet
yurtlarında misafir olarak kalan şanslı
kişilerin yaşam şartları aslında pek de
iyi değil. Koğuş tipi 15-30 kişilik odalarda kalıp iki misli ücret ödüyorlar.
Yemek fiyatlarının çok pahalı olması
öğrencilerin cebini yakıyor. Bazı yurtlarda doğal gaz tesisatı eksikliğinden
dolayı sıcak su olmadığından, öğrencilere hamama ya da başka yurtlara
gidilmesi söyleniyor. Temizlik sadece
yer silmekten ibaret. Eğer yurdun
çamaşırhanesi varsa, para verip
çamaşırlarınızı yıkatabilirsiniz, yoksa
ellerinize bakıyor iş. Her türlü elektrikli
aletin yasak (saç kurutma makinesi vs.
hariç) olduğu devlet yurtlarında, sıcak
içme suyunu bile parayla satın alıyorsunuz. Odalarda da priz yokluğu en
büyük problemlerden biri. Dolaplar,
hastane tipi demir dolaplar ve ranza sistemi var. Kısacası sadece yatağınız,
küçük bir dolabınız ve çatınız var.
Geriye kalanlarsa yok, yok ve yok…
Asil öğrencilerin misafirlere göre avantajı ne peki? Sadece odalarının 4-8 kişilik
olması ve aylık yemek fişi almaları.
Gerisi yine yok.
EĞİTİMDE DURUMLAR NASIL?
Bu sene İTÜ’ye yeni giren öğrencilerin hazırlık sınavını geçme oranının
bir hayli artmasına rağmen, Maçka’daki
hazırlık eğitiminde, hoca yetersizliğinden dolayı kurların haftalık ders saatleri
düşürülmüş, sınıfların mevcudu 35’in
üstünde seyretmiştir. Maçka’daki
yoğunluğun bir benzeri Maslak’ta da
yaşanmaktadır. Hazırlığı yeni atlamış
öğrenciler ders kayıtlarını eski öğrencilerden önce yapmalarına karşın, kendi
içlerinde ders alamama gibi sorunlarla
karşılaşmışlardır. Öğrenci yoğunluğundan mı yoksa öğretim görevlisi yoksun-
luğundan mıdır bilinmez, İTÜ Fizik
Bölümü, her sene açılan ve birçok
öğrencinin almayı beklediği Fizik 2
derslerini bu yarıyıl açmamıştır.
Bahsedilen bu sorunlara öğrenciler
dilekçeleriyle cevap bulmaya çalışsalar
da sonuçlar yeterli olamamıştır. Her
zaman şikayet konusu olan kalabalık
derslikler, yine varlığını sürdürüyor. Bir
öğrenciye düşen öğretim üyesi sayısı ve
laboratuar alanı azaldı. Biz İTÜ’de iyi
mühendisler yetiştirildiğini düşünürken, bu yazıyla yetersizliklerin kaliteyi
düşürdüğünü göstermeye çalıştık.
SÖZÜN ÖZÜ
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir
demecinde : ‘Herkes üniversiteli olacak.’
ifadesi vardı. Nitekim dediği de oldu.
Bu sene kontenjanlar Türkiye genelinde
yüzde 10 oranında arttı ve üniversitemiz de bundan nasibini büyük ölçüde
aldı. Herkes üniversiteli oluyor ama bu
durum, okulun adını taşıyan bir diplomanın ötesinde, zorluklarla dolu bir
yaşam ve yetersizliğini yanında getiriyor. Türkiye’de bu kadar çok
mühendis/mimarın ihtiyaç dahilinde
olup
olmadığı
güncel
olarak
tartışılırken, İTÜ’ye bahşedilen bu denli
büyük bir artış anlamsız gözükmektedir. Hatta tüm iş kollarında, işin mizah
yönü de olsa, mühendis sayısı, işçi-usta
sayısından fazla olacak düşüncesi,
kafalarda oluşabilir. Herkes İTÜ’de
okuyacak diye bir kaide yoktur. Her
sene İTÜ’de, bu mevcut durumda,
eğitim alan kişi sayısı artacak diye bir
durum yoktur. Bu artışın iki sorumlusu
vardır. Birincisi; düzenli olarak kontenjan artıran Yükseköğretim Kurumudur
(YÖK). İkincisi de, bazı üniversiteler
gibi bu artışa dur diyemeyen, hatta sektörün ihtiyacını gözetip, okulun
altyapısını düşünmeyerek artışlara ses
çıkarmayan İTÜ Yönetimi’dir. Öğrencilerine yukarıdaki gibi bir üniversite
yaşamı sağlayan şartlara sahip üniversitemiz, öğrencilerinin bu yaşamı hak
ettiklerini düşünmekte midir? Derhal,
beslenme ve barınma sorunlarına
İTÜ’de köklü bir çözüm üretilmeli ve
öncelikler listesinde üst sıralara konulmalıdır. Yoksa sonumuz, Milli Eğitim
Bakanı’nın geçtiğimiz günlerde, kalabalıktan şişmiş Konya Selçuk Üniversitesi’nin ikiye bölünmesini açıklamasına benzer bir sonuç olur.
6
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Bir hastane
macerası
F. Ülkü Çelik
nnelerimizin hassasiyeti nedeniyle
çocukluk dönemimizde sık sık
ziyaret edilen, iğneli hemşireleri ve hafif
asabi doktorlarıyla çocuk hafızamıza
kazınan yerlerdir hastaneler. Hiç şüphesiz, hastane kelimesini duyar duymaz
aklımızdan geçen düşünceler olumsuz
hislerimizi hareketlendirecek türdendir.
Hele, bir de benim gibi hastalık hastası
kişiliğe sahip bir zat iseniz, o zaman
mesken edindiğiniz bir yer olur çıkar
hastaneler.
Bu alanda ilginç olan durum, hastanelerimizin herkesin farklı hastalıklar
sebebiyle gittiği fakat aynı izlenimlerle
döndüğü bir mekan olmasıdır.
Pozisyon hep aynıdır.
Hastaneye gidersin ve doktor der:
-Hastalığınız nedir?
Üstelik, bazı meslektaşları sadece
‘anlat bakalım’ demekle yetinir. İşte bu
eşsiz cümle karşısında usulca kalkıp
başparmağımı yukarıya doğru kaldırıp
ardından iki sayısını göstererek sessiz
sinema oynayasım gelir.
Doktor rahatsızlığınızı anlatın dediği
an:
-Midem bulanıyor, başım ağrıyor,
boğazımda akıntı var, kulağımda
sivilce çıktı, bir de sık sık başım
dönüyor.
Doktor sana uzaktan bir bakış atar.
Muayeneye ihtiyaç duymadan, bu
bakışlarıyla her şeyi çözmüştür o.
Tam sağlık fişine bir şeyler yazarken sen
atlarsın:
-Şeey, birde boğazımda farenjit var.
Onun için bir fısfıs, iki şıpır şıpır
(burun damlası oluyor) bir de suya
atınca ‘tısss’ diye ses çıkaran haptan
A
BİLİM CEVAP DEĞİL, SORUDUR!
TÜ Ayazağa Yerleşkesi
Süleyman Demirel Kültür
Merkezi' nde düzenlenen konferansta, bilimsel çalışmalarına
değinen Profesör Winston, bunlardan biri olan erkek fareler
arasında sperm hücresi transferi
hakkında ayrıntılı bilgi verdi.
Ayrıca yaşamımızı birebir etkileyebilecek diğer bilimsel çalışmalardan da bahseden Winston,
dünyanın en büyük parçacık fiziği araştırma merkezi CERN‘de
düzenlenen ATLAS deneyinin
düzeneğini ‘Mühendislik Harikası’ olarak nitelendirdi.
Bilimin cevaplara değil sorulara yoğunlaşması gerektiğini
savunan Winston, sözünün
arkasında durdu ve dinleyici-
İ
Sandman
yazarmısınız? Haa, bir de baş harfi A
olan merhemden.
-Nasıl bir merhemdi?
-Şöyle yeşil, yok mavi, mavimsi
tüplü bir kremdi. Yaraya sürüp
yedirince yakıyor.
Doktor o anda gülerek ‘haha falanca
krem’ der. Sen o anda içinden ‘aa nasıl
bildi!’ dersin. Tabi dışardan bozuntuya
vermeden:
-Evet falanca krem. Hay Allah! Nasıl
unuttum adını!
Fişin yazılması bitmiştir.
Sen tam gidecekken incecik bir tonda
hemşire bağırır:
-Bir kültür, bir kan, bir de idrar
tahliliniz var. Sonra bir dee film çektireceksiniz.
Hiç sorun değil. Kültür, kan tahlili,
film hepsini rahatlıkla yapabilirim.
Ancak, idrar tahlilini ben az önce
tuvaletteyken niçin söylemediniz?
Kolaysa bekle… En olmadık anlarda
bizi sıkıştırıp duran, tek görevi sağdan
sola sıçramak olan çişin yolunu gözle…
Elin mahkum ilk işin hastanenin o
nefis kantinine gidip bir şişe su ve
yanında meyve suyu almak olur.
Kantinden çıkana kadar meyve suyunu
çıkardığın garip seslerle birlikte somurursun. Diğer yandan, su şişeni açmaya
çalışırken elin acır ve çok sıkı kapattıkları için üreticilere küfür edersin (Önceden beş litrelik su şişesini ‘bunun kapağı
açık ya!’ diyerek markete geri götüren
senden başkası değildir). Bir yandan
suyu yudumlayarak koşar adımlarla
radyolojinin yolunu tutarsın. Maksat
gün almaktır (Genelde çekim tarihleri
ertesi yıla verildiği için ben buna ‘yıl
almak’ diyorum). Sonra koridorda senin
gibi gün almak için koşuşturan insanları
Profesör Winston İTÜ'deydi
Dünyaca ünlü bilimtoplum profesörü
Robert Winston, 24
Ekim 2008 tarihinde
'Bilim her şeyin cevabı
mı?’ başlıklı bir
konferans verdi.
Doğumunun 20. yılı biterken bir çizgiroman klasiği:
Berkay Pamuk
B
görürsün ve hep birlikte yarışırsınız. Ne
var ki galip gelen, sadece yarıştıklarından bir önce gelerek bekleme kuyruğunda otuz ikinci sırada yer alır. Çünkü
orada önceden gelen otuz bir kişi zaten
vardır. Filim için sırada beklerken öte
yandan çişinin gelip gelmediğini kontrol
etmek maksadıyla sağa sola sallanırsın.
Bir elinde evrak, fiş varken öteki elindeki su şişenle hastane koridorlarında koşturur vaziyette kültür tahlilini vermeye
gelirsin.
-Hanımefendi,kültür tahlilinin
yapıldığı labor... laboratuv... laboratuvarın (telaffuz etmek için inat edersin)
yerini biliyor musunuz?
-Elbette, dahiliyeyi geçince sağa
dönün, düz gidin, sola dönünce ilk
kapı.
Sıcak bir teşekkürün ardından
hanımefendinin gitmesini bekledikten
sonra ardından gelen ilk kişiye :
-Affedersiniz! Dahiliyenin yerini
biliyor musunuz?
Suyunu yudumlarken şişen dibini bulmuştur. Kantinin yolunu telaş içinde
izlerken karşına kocaman bir yazı çıkar:
Kan Alma Ünitesi.
İTÜ Türk Müziği Korosu
çalışmalarına başladı
lerin aklında birçok soru işareti
bırakarak konferansını tamamladı.
WINSTON KIMDIR?
British Council'in 'Bilim
Güzeldir' projesi kapsamında
ülkemize gelen Prof. Winston,
Imperial College London'da
‘Üretkenlik Çalışmaları Fahri
Profesörü’ olarak görev yapmakta ve Üretken ve Gelişimsel
Biyoloji Enstitüsü'nde bir araştırma programı yürütmektedir.
‘Bilim Eğitimi’ konusunda da
çalışmalar yapan Winston’ın,
düzenli olarak BBC, Discovery
ve ABC kanallarında popüler
bilim programları yayınlanmaktadır.
Samet Aksoy
ir akşam gözlerinizde sihirli kumlar,
derin bir uykuya daldığınızı
düşünün. Rüyanızda bir ejderha,
chimera ve unicorn tarafından korunan
bir saraya girdiğinizi hayal edin. Bir
tarafta yazarların düşleyip de yazıya
geçiremedikleri kitaplarla dolu uçsuz
bucaksız bir kütüphane, bir tarafta eskiden insan olan Mathew isimli bir kuzgun dursun. Apayrı bir yerde, periler
diyarından bir elçi, kraliçenin bir ricasını iletmek için sırada bekliyor olsun, bir
kedinin arkasında ve tüm bu karmaşanın ortasında, rüyaların şekillendiricisi, Endlesslardan en işine
düşkünü, rüyaların Morpheus’unu
–namı diğer Sandman- düşleyin.
Sandman’in doğumu 80’lerin sonlarına rastlıyor. İkinci Dünya savaşı sonrası
postmodern bir dünyada, suçluları özel
silahıyla uyutan ve sonra da gözlerine
kum serpen zengin bir kahraman olarak
düşünülüyordu başta Sandman.
Fakat yazar Gaiman ne yapıp ediyor;
Sandman’i tanıdığımız rüyaların ve
uykunun efendisi yapıyor. Bununla da
İçeriye girersin,kan aldırmaktan,
canının yanmasından hatta iğneden
korkmazsın. Tek bir korkun vardır:
panikleyip altına kaçırmak! O kadar
biriktirdiğin ürik asidi bir çırpıda boşa
harcamak. Bu tahammül edilemez bir
acı! Ünite çıkışında seni bir şeyin dürttüğünü hissedersin. Evet, o artık
gelmiştir.
İlk aklına gelen hemşireden bir pet
bardak alıp onu haklamaktır. Tuvalete
gidersin ve işlem biter. Elinde, oraya
buraya damlayan, iğrenç, içi dolu pet
bardağınla laboratuvara gidersin... ve
ömrün boyunca ne zaman o pet bardağını görsen içine edesin gelir.
’Dökmeden getirdin afferin sana!’
demesini beklediğin hemşire sadece
‘elindekini üç numaralı bölüme koy’
der.
Dünyalar senindir artık. İşin en zor
kısmı başarıyla tamamlanmıştır. Bir
hafta sonra sonuçları almak için tekrar
uğramak zorunda olduğun hastaneden
keyifli biçimde evine doğru yol alırsın...
İşte hastanedeki tatsız koşuşturmalarımıza bir de bu açıdan bakın.
7/24 açık
kütüphane!
zun süredir konuşulmasına rağmen bir türlü
değiştirilemeyen yetersiz kütüphane saatleri
sonunda değiştirildi. Rektörlükten yapılan açıklamaya göre 15 Aralık 2008 tarihinden itibaren
Mustafa İnan Kütüphanesi’nin rezerv yayınlar
salonu 7 gün ve 24 saat açık tutulacak. Daha önce
kapalı olduğu cumartesi günleri de çalışma saatleri 11:00-18:00 olarak belirlendi. Bu değişiklik ile
birlikte hem sınavlardan önce kütüphanede
sabahlayamamaktan hem de cumartesi
kütüphaneden faydalanamamaktan şikayet eden
herkesin sorununa çözüm bulunmuş oldu.
kalmayıp, aralarında World Fantesy
Award, Hugo ve Eisner gibi pek çok
ödül alıyor ve adını birçok hayranının
kalbine kazıyor.
88-96 yılları arasında yayınlanan
Sandman, 10 cilt halinde basılmış 75
sayıdan oluşuyor. Konu olarak ise
hemen hemen tüm çizgiromanlardan
farklı: Ne tanrı, ne de ölümlü, tüm
dünyalara etki eden güçlerden sorumlu
Endless ailesinin maceraları anlatılıyor
Sandman’de. Olaylar, ana karakterimiz
Dream’in (rüya) ökült bir grup tarafından tutsak edilmesi ile başlıyor.
Sandman 70 yıl sonra tutsaklıktan kurtulduğunda yokluğunda hem dünyanın
hem de yönettiği rüyalar diyarının
(dreaming)
büyük bir yıkıma
uğradığını görüyor. Tabii, Sandman
ağabeyimiz hiç boş durmuyor; önce çalınan eşyalarını birer birer toplayıp
gücüne geri kavuşuyor, sonra da yıkılan
düzeni yeniden sağlamak için kolları
sıvıyor. Cehennemin anahtarını mitolojik tanrılara açık arttırma ile satmak,
isyan eden birkaç kabusu yakalamak
veya yeni rüyalar şekillendirmek gibi
‘sıradan’ işler yapıyor!
Sandman neden bu kadar başarılı
oldu?
Sandman, başarılı oldu, çünkü görmeye alışık olmadığımız sıra dışı bir
şeyi, kaliteli bir biçimde anlatıyordu.
Çizgiroman dünyasının süper güçler, iyi
ile kötünün bitmeyen savaşı, estetik açıdan mükemmel kahramanlar ile dolup
taştığı bir dönemde, Sandman, derin
konusu, ince esprileri, göndermeleri ve
elbette muhteşem çizimleriyle, çizgiroman dünyasında yeni bir çağ başlattı.
Karakterlerin kişilikleri çok gerçekçiydi.
Ama hepsinden ötesi, gerçekten iyi bir
yapım ekibi vardı. Çizerler arasında
Sam Kieth, Mike Dringenberg, Malkom
Jones, Dave Mckean (kapak resimlerinde) gibi isimler, yazarı da Gaiman
olunca, dünyanın en iyi çizgiromanlarından biri ortaya çıkmış.
U
İTÜ Türk Müziği Korosu, Şef Emel
Güntekin yönetiminde çalışmalarına yeni
akademik yılda da devam ediyor.
Rektörlükçe desteklenen koro, İTÜ’lü
müzikseverlerin katılımıyla, 27 Kasım
2008’de müzik çalışmalarına başladı.
Bütün öğretim üyesi, personel ve öğrencilerin katılımına açık olan koro her
Perşembe 16.00-17.00 saatleri arasında
Kültür ve Sanat Birliği Küçük Salon’da olacak.
İTÜ TÜRK MÜZİĞİ KOROSU
1974 yılında ilk çalışmalarına başlayan İTÜ Türk
Müziği korosu 1995 yılına kadar yoğun bir şekilde
çalışmalar yapmış ve başarılı konserler vermiştir.
1995 yılından itibaren çalışmalarına ara veren İTÜ
Türk Müziği Korosu 2007 yılında öğrenci, öğretim
üyesi ve mensuplarının katılımı ile çalışmalarına
yeniden başlamış olup 2007 ve 2008 Haziran aylarında birer konser vererek müzikseverlerle buluşmuştur.
Ayrıntılı bilgi [email protected] e-posta
adresinden ve 02122853969 numaralı telefondan
edinilebilir.
Akşam yemekleri
de ucuzladı
ğretim yılı başında öğle yemeklerinde yapılan
indirimin ardından 20 Kasım 2008 tarihinde
rektörlük tarafından akşam yemekleri için de
indirim yapıldığı açıklandı. Öğrenciler, memurlar,
uzmanlar ve araştırma görevlileri için akşam
yemeği ücreti 3,5 YTL olurken, bu fiyat öğretim
görevlileri ve okutmanlar için 4,5 YTL olarak belirlendi. Özellikle yurtta barınan öğrencilerin faydalandığı akşam yemekleri öğrencilerin bütçelerinde
önemli bir kısmı oluşturuyordu.
Ö
Ağlayan keman
Farid Farjad
Kemandan çıkarmak
mümkün derler ya
dünyanın en güzel ve en
kötü sesini. Kim eline alsa
çıkarabilir en kötü sesleri;
iyi sesler ise tecrübe,
yetenek ister...
üzik evrenseldir ama insana kendi
coğrafyasının müziği gösterir kendini,
daha bir derinden vurur. Farid Farjad’ın
kemanından dökülen notalar da öyle işte;
M
Orta Asya’nın yetiştirdiği sayısız dahiden,
sanatçıdan birisi de o. Eline aldığı kemanla
akla gelmeyecek bir hüzünle yazdığı tüm o
şarkıları büyük bir ustalıkla ulaştırıyor bize.
O, içinde bu coğrafyadan en ufak bir şey
olan her insanı derinden etkileyecek
muhteşem şarkıların bestecisi, yorumcusu.
İnsanı, en mutlu anlarında bile en büyük
hüzünlere sürükleyebilen bu müzik adamını,
en az bir kere dinlemeden ‘keman dinledim’
demek insanın düşeceği en büyük hatalardan
biridir.
Kemanın ağladığı o şarkı ise ‘Anroozha 4’
albümündeki ilk şarkı olan ‘Taghtam Deh.’
Lütfen es geçmeyin ve sanat dolu dört dakika
için en azından bu şarkıyı kesinlikle dinleyin.
Kürşat Arslan
27
28
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
Medeniyetin ‘ufak’
detayları
Mini test
Yağmurlu ve miskin bu
Pazar gününde
Yerleşkemizde spor, kültür,
çevre ve sosyal sorumluluk
alanlarında gözümüzden
kaçan o kadar çok ayrıntı var
ki…
hangi filmi
izleyeyim?
Duygu Özkan
u sene biraz geç de kalmış
olsa, kış sonunda gelip çattı:
Rüzgarlar, yağışlar, soğuklar…
Dışarı çıkıp dolaşmak da güç
geliyor insana böyle havalarda.
Yalnız hafta sonları ayrı bir tadı
oluyor bu gri havaların. Hele ki
günlerden pazarsa…
Güzel bir kahvaltının ardından
biraz miskinlik yapmak için film
izlemek ve tüm gün evde kalmak
ne güzel olur öyle değil mi? Peki
ama hangi filmi izleyeceksiniz?
İşte tam bu noktada size yardımcı olmaya karar verdik ve mini
bir test hazırladık. Bakalım sizin
için seçtiğimiz ‘Pazar günü filmleri’nden hangisi kişiliğiniz
itibariyle size daha uygun?
İyi eğlenceler ve iyi seyirler.
B
ÇEVRE
a)Piller: Günlük hayatımızda birçok
elektronik alet için vazgeçilmez bir
unsur olan pillerin bir tanesinin bile
çöpe karışması sonucu bir ton su kirleniyor. Atık piller için yerleşke
dahilinde hemen her binada pil kutuları
bulunmaktadır. Bu kutuları kullanarak
biraz da olsa çevreye yararlı olunabilir.
Bir tanesi Mustafa İnan Kütüphanesi
içinde ilk orta merdivenin yanındadır.
1) Diyelim ki en yakın arkadaşınızı bir
köşe başında sıkıştırdık ve elimizdeki
bıçakları burnuna doğrultarak bağırıyoruz: ‘Söyle! Onu (Bu kişi ‘siz’ oluyorsunuz) en iyi hangi kelime tanımlar?
Söyleee!’ Can havliyle ne cevap verir
dersiniz?
larınızı saklama gereği duymaksızın,
yüzünüzde ‘Küçük Emrah’ bakışınızla
dönüp sırtınızı gidersiniz.
C) Etrafta çakan şimşekler görür,
aklınızdan Batman’i çağırmayı geçirir,
gözlerinizden kırmızı lazer ışıkları
saçarak dönüp sırtınızı gidersiniz.
A) Dengesiz, değişken
B) Duygusal, romantik
C) Çocuksu, eğlenceli
3) Birkaç ay sonrasını hayal edin,
sevgililer günü gelip çatmış! ‘Aman,
çiçekçi bayramı işte!’ deyip geçmeyin,
sevdiceğiniz gücenebilir. Peki ama, nasıl
bir hediye alacaksınız ona?
2) Öncelikle, tam şu anda 3 kez tahtaya
vurun ve sonra soruya geçelim. ‘Olmaz,
olur’ derler ya hani, oldu da sevgilinizi
başka bir kızla/erkekle sarmaş dolaş
gördünüz, hem de tam da bir zamanlar
size çıkma teklif ettiği bankta…
A) Önce alaycı sözler sarf eder, derken
hıçkırıklara boğulur, sonra en sert ifadenizi takınarak bir tokat nakşeder ve
dönüp sırtınızı gidersiniz.
B) Sel gibi akmaya başlayan gözyaş-
dan büyük ikramiye kazanmışsınız (Çok
mu attık ne?)... Bu hafta sonu sadece size
ve keyfinize terkedilmiş.
A) Bulabileceğim en sıcak memlekete
atarım kendimi. Sahilde bir şezlonga
uzanıp kemiklerimi ısıtmak gibisi var
mı?
B) Bol yağmurlu neresi vardı? Londra
mı? Hafif bir melankoli, yanımda
sevgilim, sükûnet… İşte hayatın tadı!
C) Yıllardır hep Disneyland’i görmek
istemişimdir, bu fırsatı hayatta kaçırmam!
A) Kıpır kıpır, rengarenk, insanın içini
açan cinsten bir şeyler olmalı.
B) Sade, zarif fakat aşkımızı anlatmayı
başaran bir şey tabi ki…
C) En sevdiği süper kahramanın koca
bir oyuncağına kesin o da bayılacaktır.
5) Geldik final sorusuna... Haydi çocukluk günlerinize dönün ve ‘Büyüyünce
ne olacaksın bakayım?’ sorusunu hatırlayın ama bu kez biraz farklı, seçenekleri
de sunuyoruz önünüze. İşte, buyurun:
4) Masal bu ya; vizeler bitmiş, finallere
daha haftalar var, ödevlerden de azat
edilmişsiniz, üstelik bir de kazı kazan-
A) Matador
B) Araba galerisi sahibi
C) Dedektif
dönüşüm kutularını’ kullanınız. Böylece
kutulardaki cam atıklar ücretsiz sağlık
hizmeti veren Lokman Vakfı tarafından
her pazartesi tekrar değerlendirilmesi
amacıyla toplanıyor. Her türlü cam atıklarınızı yerleşkede bulunan cam kumbaralara atmanız yeterli. 75. Yıl Öğrenci
Sosyal Merkezi yanında bir tane var.
d)Sigara izmaritleri: Sigaranın insan
sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bilinen bir gerçektir; sadece insana değil
çevreye de olumsuz etkileri var. Sigara
izmaritleri yeraltı sularına, denize ve
toprağa zehir saçıyor. Bunu engellemek
için her birimin önüne sigara izmaritleri
için birer kap konuluyor.
b) Elektronik parçalar, bilgisayar, CD
ve diğer elektronik atıklar: Bu atıklar
tekrar tekrar değerlendirilebiliyor.
Bunun için Kocaeli’ndeki Doğa Entegre
Tesisleri çalışmaktadır. Elektronik atıklarımızın bu tesislere ulaşması için ise
Maden, Elektrik-Elektronik ve Fen
Edebiyat fakültelerindeki büyükçe
kaplar sizleri bekliyor.
c)Cam: Piller gibi bu maddelerin de
doğada geri dönüşümü çok zor ve
hasarları çok büyük. Bu hasarları önlemek için yerleşkemizde bulunan ‘geri
KÜLTÜR
Öğrencilerin birbirleriyle ders
kitabı, dergi ve roman gibi güncel
yayınları paylaşmaları için özel bir kitaplık oluşturuldu. Mustafa İnan
Kütüphanesi’ndeki bu ‘kitap paylaşım
alanı’ sizlerden gelecek katkıları bekliyor.
SPOR
Yerleşkemiz spor faaliyetleri için
çok uygun bir saha. En güzel örneklerden bir tanesi de bu yeşil ortamda bisiklet sürülebilmesi. Bisiklet sahibi
olmayanlar için bisikletlerin ücretsiz
olarak hizmete gireceği proje tamamlanmak üzere.
SOSYAL SORUMLULUK
İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel
Hizmetler Komitesi tarafından
geçtiğimiz yıllarda kurulan İTÜ Giysi
Odası, Süleyman Demirel Kültür
Merkezi arkasındaki mütevazı odada
hizmet veriyor. Kullanılmamış giysilerin bağış yoluyla kabul edildiği ve
sembolik ücretlerle öğrencilere sunulduğu bu merkez, her Pazartesi ve
Çarşamba günleri 11.00 ve 15.00 saatleri
arasında açıktır.
Deniz Çakar
A’ lar çoğunluktaysa:
B’ler çoğunluktaysa:
C’ler çoğunluktaysa:
İşte sizin için seçtiğimiz pazar film: Habla con Ella!
Diğer adıyla Konuş Onunla (Talk to Her). 2000 yapımı
bu film, ünlü İspanyol yönetmen Pedro Almadovar’ın
bir eseri. Yer yer drama varan bir duygusallığı da,
mizahı da, heyecanı da aynı anda içinde barındırmasıyla sizi yürekten yakalayacağına inandığımız bu
film, ilişkilere, aşka, ve yaşama dair doğal bakışıyla
sizi etkisi altına alacak. Memnuniyet garantisi bizden
değil, www.imdb.com da filme 8.0/10 puan veren
izleyicilerden.
Eğer en çok B şıkkını işaretlemişseniz, bu Pazar
Arizona Dream (Arizona Rüyası) izliyorsunuz
demektir. Bosna’nı yetiştirdiği en büyük yeteneklerden olan Emir Kusturica tarafından 1993’te çekilmiş
olan bu film, açılış sahnesiyle bile gönlünüzü fethedecektir. Baştan sona sürreal bir havada geçen filmde
olağanüstülükle sıradanlığın muhteşem sentezini
izleyebilirsiniz. İnsan ilişkilerini sade ama farklı bir
pencereden yansıtan bu nefis seyirliğin müzikleri ise
Goran Bregovic tarafından hazırlanmış.
Masalları seversiniz öyle değil mi? En çok işaretlediğiniz şıkkın C olması bunu gösteriyor bize. O
halde Amerikan film dünyasının özgün yönetmeni
Tim Burton’un Sleepy Hollow’unu da seveceksinizdir. İçinde maceranın, mizahın ve tabi ki bir
de aşkın olduğu bir Burton masalı. 1999 yapımı filmin
gotik havası da fantastik hikayesi de eminiz hoşunuza
gidecektir. Unutmadan, Sleepy Hollow, Amerika’da
çok bilinen korkunç bir halk efsanesidir aynı zamanda
ve film de bu hikayenin bir uyarlaması.
5
Dumansız hayata doğru...
‘Sonunda bıraktım
şu sigarayı’
M. Can İban
igara paketlerinin üzerinde her
zaman bir ifade bulunur. ‘Sigara
içmek öldürür.’ Herkes, her zaman,
her yerde size doğru der ki: ‘Sigara
sağlığa zararlıdır.’ Bu söyleyen
herkesin dışında kalan herkes ise buna
uymaz. Tüm genellemeler yanlıştır ya
da kurallar çiğnenmek içindir diye
düşünür. Yıllardır, inatla, özenerek
başladığın bembeyaz çubukları, ta ki
turunculaşıncaya kadar içine çeker
durursun. Sahte bir keyif ile…
Yıllar geçer… Bu içtiğin çubukların
artık seni yokuş çıkamayacak, spordan
uzaklaştıracak, sevdiklerinin aklına
kendi kokunla değil de onun kokusuyla getirecek, cebinden bir hayli para
götürecek hale getirmesiyle, sorarsın
kendine : ‘Ben neden bu sigara denen
şeyi içiyorum?’ diye. Her spordan
sonra gelen öksürük krizlerin, sevdiklerini öperken ki onlara koklattığın
koku, paranı sokağa atmak, seni iste-
S
Peki, nasıl oluyor bu tedavi?
Sigarayla Savaşanlar Vakfı’nın
Mecidiyeköy’deki ofisine gitmeniz
gerekiyor. Tabi ki, ilk seansınızda Sigara
Bırakma Kulübü Başkanı H. Anıl
Öztekin size eşlik ediyor. Kendisi bu
konuda yardımını hiç esirgemeyen ve
bu konunun dışında da sayısız sosyal
yükümlülükleri olan bir arkadaşımız.
Vakfın personeli ile tanıştıktan sonra,
tedavi donanımı teknisyeni Ferdi Bey
sizi seans odasına alıyor. 20 dakikalık
seans içersinde tek yapmanız gereken
şey, seans odasındaki rahat koltuğa
oturmak ve Ferdi Bey’in hoş sohbetine
eşlik etmek… Kulak kepçelerinizin belirli noktalarına, burun kenarlarına,
ellerinize ve alnınıza tutulan, zararsız
kızılötesi ışınları tedavinizin ana noktası
oluyor. Bu ışınlar, sigaranın size
alıştırdığı suni keyif yerine, doğamızda
olan endorfin hormonunun salgılanmasının, vücuda yeniden hatırlatılmasını sağlıyor. Fransa’da üretilen ve
Türk Atom Enerjisi Kurumu ve
TÜBİTAK’tan onaylı bu yöntemin uygulanışı ise, bahsettiğim gibi oldukça basit.
Seans süresince, dinlediğiniz birkaç
taktik, önünüzdeki günlerin zorlu
geçmesini engelliyor. Bu yöntemle
sigaraya, yani nikotine olan ihtiyacınız
kayboluyor ama bu yöntemin yok
edemediği, sahip olduğunuz ‘ el ve
dudak alışkanlığı’ için verilen bu taktikler çok işe yarıyor. Örneğin, sigara içme
dürtüsü geldiğinde, sporcu kapaklı
(sigara paketini açmak ve kapatmak
refleksine karşılık) su şişelerinden (suyu
bu şişelerden emdiğiniz için, sigarayı
içine çekme refleksine karşılık) bol su
içmenizi öneriyorlar. Gerçekten de mantıklı ve tutarlı bir yöntem. Sigara
içmediğinize inanmayanlara ve sürekli
sigara ikram edenlere karşı nasıl tepkiler vermeniz gerektiğini de, ilk seans
sonrasında verdikleri kitapçıkta bulabiliyorsunuz. İlk seansımız bittiğinde,
cebinizdeki sigara paketini ve çakmağını
imha ederek, vakıfta bırakmış oluyorsunuz ve kendinizi sigarasız bir yaşamda bulmaya başlıyorsunuz. İlk seanstan
diğin -olmak istediğin- bir insan haline
mi getiriyor? Ben bunları düşünerek,
bir günde sigara bırakma kararı aldım.
Kesin ve sonsuza kadar…
Sigara Bırakma Kulübü’nün çalışmalarını biliyordum ve derhal başvurdum. Işın tedavisine gittiğim ilk günden itibaren, bu ‘bembeyaz çubuklar’
ve onları yakan bir ‘çakmak’ cebimde
bulunmuyor. Tüm kül tablaları tertemiz bir şekilde yerinde duruyor.
En güzeli ise, o gün sürdüğün koku,
sigara kokusunun altında kalmıyor.
Vücuduna baktığını hissediyorsun ve
daha sağlıklı yaşamak için atacağın
adımlara daha kolay karar veriyorsun.
Gözümde büyüyen ve sonunda
öksürük nöbetleri geçireceğim yollar
ve dik yokuşlar beni yormuyor, hatta
isteyerek kat ediyorum onları. Mekik
aracına binmemek mesela… Oksijeni
daha rahat içine çekebilmek, kalıcı
sarılıktaki dişlerden kurtulmak ve de
en önemlisi: ‘Ben sigara içmemeyi tercih ediyorum’ diyebilmek…
sonra çoğunluk sigara içmiyormuş. Ben
de içmedim. Sigara içme dürtüleri
zaman geçtikçe azalmaya başlıyor ve
insanlara sigarayı bırakmanın keyfini ve
gururunu sürekli yansıtmaya başlıyorsunuz. 20 dakikalık bu seansa toplamda
üst üste 3 gün giderek, 1 saatte sigara
bırakma işleminiz tamamlanmış oluyor
ve sigarayla ilgili yaşayacağınız olası her
sorun için yardımcı olacaklarını, dernek
size belirtiyor.
Sokağa ilk çıktığınızda, taraf
değiştirdiğinizi hemen hissedebiliyorsunuz. Sigara içenler cephesinden çıkıp,
içmeyenler cephesine geçtiğinizi hemen
fark edip, içenlerin aslında sayıca ne
kadar üstün olduğunu fark ediyorsunuz. Kaldırımlarda sürekli sigara içenler yürüyor, hatta belediye otobüsü
şoförleri bile… Kısacası kendinizi
sigaradan kurtardığınız için çok şanslı
hissediyorsunuz. Sigara kokusu sinmiş
elbiselerinizi, yeniden yıkayıp,
yaşadığınız mekândan, sigara dumanını
ve kokusunu uzak tutmaya çalışıyorsunuz.
Sigara bırakmaya karar verme
sürecinde olan tüm bireylere,
www.iyilikhareketi.itu.edu.tr adresinden kulüp ile irtibata geçmesini ve
detaylı sorularını oraya yönlendirmesi
öneriyorum. Unutmayın ki; bağımlılık,
kişinin erdeminden çok şey götüren bir
kavramdır. Lütfen sigaraya bağımlılığınızı bırakmakla, yaşamınıza bir
dolu güzellik katacağınızı düşleyin.
4
arıYORUM
arıYORUM
Aralık 2008
Aralık 2008
İTÜRO 2009’a sen de
hazır mısın?
M. Can İban
asında ya da okula asılan
afişlerde mutlaka görmüşsünüzdür. İTÜ’de bahar aylarında bir
robot olimpiyatı düzenleniyor birkaç
senedir. Tüm Türkiye’den gelen
robotların, hakemler ve gözlemciler
eşliğinde çeşitli kategorilerde
yarıştığı ve sergilendiği olimpiyatlar
ve bu organizasyonu düzenleyen
OTOKON hakkında Buse Baycan
(kontrol mühendisliği 3. sınıf), Duygu
Sönmez (elektronik mühendisliği 1.
sınıf) ve Alper Yükselen (kontrol
mühendisliği 1. sınıf) ile bir söyleşide
buluştuk. Söylediklerinden yola
çıkarak, belirli konularda yazılması,
çizilmesi gereken şeyler mevcut.
B
OTOKON nedir, ne değildir?
Kontrol ve Otomasyon Kulübü, 2007
yılından beri İstanbul Teknik Üniversitesi’nde robot olimpiyatlarını düzenliyor. Bunun haricinde eğitimler düzenleyip ‘Kontrol’ dergisini çıkarıyor.
Teknik gezilerle birlikte, proje destekli
proje çalışmaları da yapılmakta. Üst
dönemlerin, fikir babası olduğu İTÜ
Robot Olimpiyatları, yeni gelen öğrencilerin katkılarıyla birlikte organize
ediliyor.
Robot Olimpiyatlarının hazırlık süreci
Olimpiyat hazırlıklarında iki evre
var. Birincisi ‘İTÜRO’ya hazırlık’ evresi,
ikincisi de ‘İTÜRO’ya hazır mısın?’
evresi. Birinci evre, teknik bir olimpiyat
olduğu için, Ocak ayına kadar teknik bir
hazırlık sürecini kapsıyor. Şubat sonu
çalışmaları yoğunlaşan ve nisanda
düzenlenen olimpiyata da ‘hazır mısın?’
denilerek duyurusu planlanıyor.
OTOKON, üç ayrı ekip olarak çalışıyor.
Bunlar; organizasyon, tanıtım ve sponsorluk ekipleri. Bu ekipler, kendine
ayrılan görevler dışında, koordinasyonla da ilgilenmekte.
Destek, ilgi ve hedef kitle…
Organizasyonun hedef kitlesi, robotiğe ilgi duyan herkes. Teknik bir organizasyon olduğu için, genelde teknik liseler ve teknik üniversiteler hedef
kitlesinin içinde. Maddi destek veren
tanıtım sponsorlarının yanı sıra
OTOKON, TÜBİTAK ve TÜBİDER gibi
kendilerini kanıtlamış kurumlardan da
destek bekliyor. Daha önceki organizasyonlara gösterilen ilgi, beklentileri genel
olarak karşılamasına karşın, uluslararası
alana açılmak için, ilk önce ulusal alanda kendilerini pekiştirme gerektiği
düşüncesi hakim kulüp içerisinde.
Fotoğraf, M. Can Çelik
Olimpiyatlarda elde edilen başarılar ve
sonuçları
Geçen sene ‘kendini dengeleyen
robot’ kategorisi konuldu. O kategoride
bir adet İTÜ’nün, bir adet de ODTÜ’nün
robotu bulunuyordu. Bu kategoride İTÜ
birinciliği elde etmişti. Bireysel olarak
katılıp derece alanların yanı sıra
ODTÜ’den de dereceler geldi. İTÜ’nün
başarı olarak kabullendiği şey, biraz
daha amaca yönelik. Bu da insanların
robotiğe olan ilgisini arttırmak. Bu ilgiyi
de artırdıklarını, her geçen sene artan
eğilimle görebiliyorlar ve bunu daha da
fazla arttırmayı planlıyorlar.
ODTÜ’deki organizasyonla birlikte,
artık insanların ilgisini İTÜ’deki
olimpiyat da çekmeye başladı.Bu duruma göre organizasyonların çakışmaması
için, uygun tarihler düzenlenmekte.
Turuncu Şapkalılar Projesi
‘Kariyer Koçluğu Eğitimi’ İTÜ’ de
ariyer Planlama ve İş
Geliştirme Derneği (KİPDER),
geçen yıl İstanbul Teknik Üniversitesi ve Kadir Has Üniversitesi'nde pilot olarak uyguladığı
‘Turuncu Şapkalılar Kariyer
Geliştirme Projesi’ni bu yıl, birçok
farklı üniversiteden gönüllü
öğrencilerin desteğiyle, tüm
Türkiye’de uygulamaya çalışıyor.
K
Araştırmalar iş arayan 2,5 milyon
kişinin, 600 bininin üniversite mezunu
olduğunu göstermekte ki bu sayı,
Türkiye’deki tüm üniversitelerden bir
yılda mezun olanların sayısına eşittir.
Aynı zamanda üniversite mezunlarının
yüzde 75’inin öğrenim gördükleri
alanın dışında bir iş kolunda çalıştıkları,
kariyer bilincine sahip olmadıkları için
sık sık iş değiştirdikleri ve kişilikleriyle
örtüşmeyen işlerde çalıştıkları için, performanslarının
düşük
olduğu
görülmektedir.
Turuncu Şapklalılar Kariyer
Geliştirme Projesi de işte bu sorunlara
çözüm oluşturmayı amaçlamakta.
Sponsorların desteği ile gerçekleştirilecek olan proje kapsamında, her üniversiteden 30 öğrenciye kariyer geliştirme
danışmanları tarafından ‘Kariyer
Koçluğu’ eğitimi verilecek ve eğitimi
alan öğrencilerin, lise ve üniversite
öğrencilere koçluk yapması istenecek.
Bunun yanı sıra, her biri farklı
üniversitelerde toplam 6 adet olmak
üzere, farklı sektörlere ilişkin birer gün
sürecek olan sektör zirveleri düzenlenecek. Zirveler süresince kurulacak
olan iş/staj masalarında öğrencilere
kariyer imkanları sunulacak. Bir üniversitede ise tüm Turuncu Şapkalılar'ın
katılacağı büyük bir kariyer organizasyonu düzenlenecek ve bu organizasyona farklı sektörlerden birçok firma
katılacak. Konserlerin de yer alacağı bu
organizasyonda firmalar seminer ve
mülakatlar da düzenleyebilecek.
Bu seneki İTÜ eğitimi 22 Kasım
Cumartesi itibariyle çok eğlenceli bir
şekilde başladı. Eğitimi alan öğrenciler
daha ilk günlerinde yaptıkları çalışmalar ve oyunlarla kendilerini tanımaya
ve keşfetmeye yönelik büyük bir yol
katettiler. ’Kariyer Koçluğu’ eğitiminin
ilk aşamasını güzel anılarla geride
bıraktılar.
Yeni kategoriler
Bu sene yeni bir kategori konulmaması gündemde çünkü her sene yeni
kategori eklemek ile insanlara ve
robotik bilmine bir katkıda bulunulamayacağı sonucuna varılmış.
OTOKON ve İTÜ
OTOKON,
önceki
yıllarda
İTÜ’lülerden gelen katılımın bu sene
artmasını bekliyor. Başlıca katılımın,
İTÜ’den olmasının, teknik üniversiteye
yaraşır bir hareket olduğunu ve başlıca
projelerin de İTÜ’den çıkması gerektiğini düşünüyorlar. Olimpiyatların yanı
sıra, faydalı olabilecek çok sayıdaki
seminerin de, İTÜ’lüleri beklediğini
belirtiyorlar.
OTOKON’un, robot olimpiyatları
dışındaki faaliyetleri
Eğitim ekibi, her dönem başında
toplanıp dönem boyunca devam edecekleri eğitimleri kararlaştırırlar. Bu
dönem üç eğitim verilmekte: C programlama dili, robotik ve C dili ile mikro
denetleyici kullanımı. Bu eğitimleri,
tecrübeli öğrenci arkadaşlar vermekte.
Ayrıca teknik proje faaliyetleri yapılmaya çalışılıyor ama yine daha fazla
katılım olması gerekmekte. Özellikle,
eğitimlere gelen arkadaşların, bu konuda teşvik edilmesine rağmen, bu konuda bir isteksizlik söz konusu…
‘Kontrol’ dergisine ise, kontrolle
ilgilenen tüm arkadaşların yazıları bekleniyor.
İTÜ OTOKON Web sitesi:
www.otokon.itu.edu.tr
Röportajın hazırlanmasında katkılarından dolayı
OTOKON üyesi İTÜ Kontrol Mühendisliği 2.
sınıf öğrencisi Anday Demirsoy’a teşekkür ederiz.
Selahattin İncecik’e
Nobel Teşekkürü
TÜ Uçak-Uzay Bilimleri Fakültesi,
Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
öğretim üyesi Prof. Dr. Selahattin
İncecik’e, çalışmalarına katkıda bulunduğu Intergovernmental Panel on
Climate Change’in (IPCC) Nobel Barış
Ödülü almasında dolayı bir teşekkür
belgesi gönderildi.
İklim değişikliği konusunda
gündem yaratan
çalışmalara
imza
atan
IPCC’in
iki
Türk üyesinden biri olan
İncecik, hava
kirlenmesi
konusunda
yaptığı
araştırmalar ile
tanınıyor.
İ
29
Kısa bir mola
Bu aralar canınız çok mu
sıkıldı? Dersler, ödevler,
vizeler, finaller derken
kendinize zaman mı
ayıramadınız? İşte şimdi
kendiniz için bir şeyler
yapmanın tam sırası...
Meral Erdoğan
GEZİLECEK
İnsan Halleri
( 10 EYLÜL-25 OCAK 2009)
Meissner bulunuyordu. Hicaz demiryolu projesi ile Şam ile Medine ve
Mekke şehirleri birbirine bağlanıyordu.
II.. Abdülhamid Han, 50 bin lira ödeyerek yardımda bulunanlar listesinin en
başında yer aldı. Bütün Müslüman
ülkelerinden özellikle Hindistan, İran,
Tunus, Cezayir, Rusya Müslümanları,
Doğu Türkistan, Sumatra, Java,
Malezya'dan büyük yardımlar gelmiş,
Afganistan Sultan Amir Han da en yüksek yardımı yapan kişiler arasında yer
almıştı. Ve Nihayetinde Bu yardımlar
sonrasında l Eylül 1900'da hicaz
Demiryolu inşaatına başlanıldı. Taksim
Atatürk Kitaplığı’nda 20-30 Kasım tarihleri arasında Abdüsselam Ferşatoğlu’nun ‘Hicaz Demiryolunun 100. Yılı
Fotoğraf Sergisi’ ziyaretçilere açılmıştı.
Bu sergiyi kaçırdınız ancak mutlaka
yeni açılacak sergileri takip edin.
kendilerini devasa ada Madagaskar
sahillerine çıkmış bulurlar. New Yorklu
kahramanlarımızın bu engeli aşmak için
buldukları çözüm yolunda penguenlere
iş düşmektedir. Penguenler yere
çakılmış eski bir uçağı tamir ederler.
Fakat uçağa bindiklerinde Afrika’nın
uçsuz bucaksız düzlüklerini dolaşıp her
yeri görecek kadar uzun süre havada
kalmayı başaramazlar. New York’taki
hayvanat bahçesinde doğup büyümüş
kahramanlarımız, Afrika macerasında
hayatlarında ilk kez kendi cinslerinden
hayvanlarla karşılaşacaktır. Ama Afrika,
Central Park’taki yuvalarından daha iyi
ve daha güvenli midir?
1995'te basılacağı duyurulan ‘Chinese
Democracy’ albümü, 1991 tarihli Use
Your Illusion albümlerinin ardından
piyasaya çıkarılmak üzere hazırlanmıştır. Bu albümün yerine sürpriz bir
şekilde ‘The Sphagetti Incident?’
albümü, Geffen etiketiyle çıkartılmıştır.
Albümün gruba maliyeti, bir tahmine
göre 13 milyon doları aşmıştı. Bunun
üzerine, Geffen yapım şirketi artan
maliyetleri görüşmek üzere projeyi dondurmuştu. Chinese Democracy albümündeki bazı şarkılar daha önce bazı
kesim dinleyicilerin karşısına çıkmıştı.
Örnek olarak Shackler's Revenge adlı
parça Rock Band 2 video oyununda
soundtrack olarak ortaya çıkmıştı. Bu
durumda ilginç bir tepki olarak
Amerikan meşrubat üreticisi Dr. Pepper
da 17 yıldır beklenen Chinese
Democracy albümünün bu yıl içinde
çıkması durumunda ABD'deki herkese
bir kutu bedava meşrubat vereceğini
açıklamıştı.
Demir Demirkan (Devrim Arabaları)
DİNLENECEK
Guns N’ Rose
İZLENECEK
A.R.O.G.
İstanbul Modern Sanat müzesi bu
sefer de "İnsan Halleri" başlıklı yeni
fotoğraf sergisine ev sahipliği yapıyor.
Sıtkı Kösemen, Ergün Turan, Süreyya
Yılmaz Dernek'in fotoğraflarından
oluşan Küratörlüğünü Engin Özendes'in üstlendiği sergide, galerinin bir
duvarında Ergün Turan ve Süreyya
Yılmaz Dernek'in en doğal halleriyle
yoldan gelip geçenleri çektiği, öteki
duvarda ise Sıtkı Kösemen'in ölü taklidi
yapan kişileri saptadığı fotoğraflar yer
alıyor. 52 muhteşem fotoğrafın bulunduğu serginin en ilginç yanı ise sergi
alanında bulunan deftere, numaralı
fotoğraflar üzerine hikâye yazabiliyor
olmanız. 25 Ocak tarihine kadar sürecek
olan sergiye hepimiz davetliyiz.
İstanbul Modern her Perşembe günü,
kapılarını tüm ziyaretçilere açıyor.
Sanatı, her kesimden ziyaretçinin
kültürel yaşamının bir parçası yapma
amacıyla İstanbul Modern, ziyaretçileri
ayda dört defa ücretsiz olarak koleksiyonlarını keşfe davet ediyor.
Nerede: İstanbul Modern Sanat Müzesi
Hicaz Demiryolunun 100. Yılı Fotoğraf
Sergisi
Hicaz Demiryolu, II. Abdülhamit
tarafından 1900-1908 yıllarında Şam ile
Medine arasında inşa ettirilen, Osmanlı
İmparatorluğu'nun
İstanbul'dan
başlayan
demiryollarının
bir
bölümüdür. Demiryolunun teknik
işlerinin başında Alman mühendis
Cem Yılmaz tam 35 hafta gösterimde
kalarak izlenme rekorları kıran
GORA'dan sonra şimdi de A.R.O.G'u
çekti. GORA'nın devamı olarak çekilen
ve GORA’yı aratmayacak kadar komik
görünen A.R.O.G'un fragmanları izlenenler tarafından büyük ilgi gördü.
G.O.R.A.’yı ters yazarak 'A.R.O.G' ismini veren ve filmde de başrolü oynayan
Yılmaz'a, Ozan Güven, Özkan Uğur, Nil
Karaibrahimgil, Zafer Algöz, Özge
Özberk ve Hasan Kaçan eşlik ediyor.
A.R.O.G. filmi, Arif’in G.O.R.A. filminde uzaydan dünyaya getirdiği ve
evlendiği eşi Ceku ile yaşadığı yeni
maceralarını konu alıyor.
MADAKASGAR 2
2005’in olay yaratan animasyonu
“Madagasgar”ın merakla beklenen
devamı Madakasgar 2 izleyicileriyle
buluşuyor. Filmin kahramanları Alex,
Marty, Melman, Gloria, Kral Julien,
Maurice, penguenler ve şempanzeler,
1990'lı yılların ilk döneminde
dünyayı adeta kasıp kavuran, albüm ve
konserleriyle büyük çıkış yapan grup
Guns N’ Roses'ın merakla beklenen ve
çıkışı yılan hikâyesine dönen son
albümü Chinese Democracy 17 yıl
aradan sonra raflarda yerini aldı. Guns
N’ Rose 1985 yılında kurulmuş, tüm
dünyada albümleri 100 milyondan fazla
satmış Hard Rock şampiyonları ünvanlı
Amerikalı ünlü müzik grubudur.
Kurucu üyesi ve eski kadrodan bugüne
kalan tek müzisyen olan 46 yaşındaki
Axl Rose’dur. 1993'teki Use Your
Illusion albümü dünya turnesi için
İstanbul'a da gelen grubun 'köktenci'
hayranları ise, bunca kan kaybından
sonra topluluğa Guns N' Rose denmesini de ayrıca manidar buluyor. İlk defa
Rock sounduyla tanıdığımız Demir
Demirkan, bu kez klasik enstrümanlar
kullanarak ‘Devrim Arabaları’ filmine
ses verdi. İlginç bir şekilde Demir
Demirkan filmi görmeden sadece
senaryoyu okuyup filmin ruhunu notalara dökmeye başlamıştır. Daha önce
‘Gelibolu’ filmi, şimdi de ‘Devrim
Arabaları’ filmine müzik yapan
Demirkan, müziğini yaptığı filmlerin
dönem filmleri olmasına dikkat çekiyor.
Radikal gazetesiyle yaptığı röportajında
Demirkıran şöyle diyor: “Açıkçası
müzik yaptığım iki film de dönem
filmiydi. Günümüzde geçen filmlere
müzik yapmak isterim çünkü her
enstrümanı kullanamıyorsunuz dönem
filmlerinde. Gitar çalamıyorum mesela,
klasik orkestra çalıyor. Ben elektronik
müziğe çok meraklıyım. Gitar çalabildiğim ve elektronik ortamda hazırladığım şarkıları kullanabileceğim bir
filme müzik yapmak isterdim.”
arıYORUM
Samet Aksoy
kitap
Aralık 2008
İTÜ’DE
Üniversite yönetiminde 10 KASIM
“Women Academics Beyond the
kadınlar Glass
Ceiling:
Kadın rektörler konferansı İTÜ’de gerçekleştirildi
okuyorum
Statü Endişesi - Alain De Botton
Modern yaşamın filozofu kabul edilen
Alain De Botton bu kitabında statü
endişemizin, başkalarının hakkımızda ne
düşündüğü korkusunun kaynakları ve
insanların, tarih boyunca, bunlara nasıl
karşı çıkıp hangi yöntemlerle onların
üstesinden geldiğinden bahsediyor.
Günlük yaşamımızda çokça rast-
ladığımız snobca* davranışlar üzerinde
duran Botton, bu davranışın bizi nasıl
engelleyebileceğini anlatıyor. Bunun
yanında kitabın başında ‘Statü
Endişesi’nin yeteneklerimizi ortaya
çıkarmamızı sağlayan bir iştah olabileceği de söyleniyor. Kitabı okudukça
günlük kaygılarımızın asla gözümüzde
Women Rectors Across Europe”
büyüttüğümüzden
daha
büyük
olmadığını anlıyor ve isteklerimize
dışarıdan bakarak onları yeniden
biçimlendirme olanağı buluyoruz.
*snob: Sosyal statüye fazla değer veren,
seçkin görünmek için bazı çevrelerdeki
düşünceleri benimseyen, hayranlık duyan
ve onlar gibi davranmaya özenen kimse
Bülbülü Öldürmek - Harper Lee
Avukatın 9 yaşındaki kızı babasının bu
suçuna karşılık kasabanın diğer
çocukları tarafından alaya alınıyor; kimi
zaman kızıp kavga ediyor, kimi zaman
sinirinden ellerini sımsıkı yumruk yapmakla yetiniyor. Küçük kız bize anlatıyor; babasının savunma sürecinde neler
yaşadıklarını, ağabeyinin kedisine nasıl
davrandığını, yanlarındaki eve yazları
Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali
Almanya' da bir sergide önce resme,
sonra resimdeki kadının gerçeğine aşık
olan bir adamın hikayesi yaşatılıyor
Kürk Mantolu Madonna' da. Yaşatılıyor;
çünkü o adamla aşık oluyor, gezdiği yerleri geziyor, yaşadığı acıları hissediyorsunuz kitapta. Dışarıdan bakıldığında
sıradan bir memur gibi duran Raif
Efendi Almanya'da ‘Alman Madonnası’
Maria ile geçirdiği aşk dolu zamanların
ardından babasının vefatı sebebiyle
yurda dönmek zorunda kalır; fakat
niyeti Maria' yı da yanına almaktır. Raif
Efendi ve Maria uzun süre birlikte kuracakları hayatın özlemiyle mektuplaşırlar;
ta ki Maria mektuplara cevap atmayı
kesene kadar... Raif yıllarca bekler ne
olduğunu bilmeden, kahrolarak. Artık
ümidi kalmamıştır ve asla mutlu olamayacağı bir aileye, kendi deyimiyle
beslemek zorunda olduğu yabancılara
sahiptir. Bu istemediği hayatı sürdüğü
sırada yaşadığı bir tesadüf; sessiz, içine
kapanık Raif Efendi' nin kitabı oluşturan
günlüğü yazmasına yol açar. Kitap,
isteklerimiz için harekete geçmemiş
olmanın acısını hissetmemize neden
oluyor ve kendimize yolculuğumuzda
kayda değer yol almamızı sağlıyor.
Karadenizin Kıyıcığında - Rıfat Ilgaz
Meral Erdoğan
Baygın bir şekilde kıyıya vuran köyün
yabancısı bir balıkçı, yerli halktan iki kişi
tarafından kurtarılıp yaşama döndürülüyor. Köyün fındık fabrikasında ağır
bir şekilde, yemekten başka geliri olmayarak çalışmaya başlar genç balıkçı.
Gönlüne engel olamayarak fabrika
sahibi ve köyün ağasının oğlunun aşık
olduğu kıza yakınlık duymaya başlar.
Masum bir aşk fabrikada sabahın
köründe, karşılıklı ve gizlice içilen çaylarla başlar. Cinsel arzularını aşk sayan
ağanın oğlu ise kızla evlenebilmek için
elinden geleni ardına koymamaktadır.
Kitapta masum aşka ne kadar hayran
olunuyorsa onu bozmaya çalışanlardan
bir o kadar nefret ediliyor. Ayrıca mekan
ve olaylar bize bir Karadeniz kasabasının belirli bir zaman dilimi içinde
sosyal ve ekonomik yaşamı hakkında
gerçekçi bilgiler sunuyor: fındıklık
açmak için yakılan ormanlar, toprak
sahibi olmanın köyde sağladığı statü,
köy insanlarının aşka dair düşündükleri... Kısacası, kitap bittiğinde, aynı
topraklardaki diğer kültürlerimizi daha
yakından tanıyor ve bir ağa oğlunun
bencilliğine sevgiyle karşı konulmasına
tanık olmuş oluyoruz.
Bir Hürrem Masalı
Yazdığı tarihi macera romanlarına alışık
olduğumuz İngiliz asıllı Avustralyalı
yazar Colin Falconer’in Bir Hürrem
Masalı adlı kitabıyla karşımıza çıkıyor.
Kitabı okurken Osmanlı ile ilgili
bildiğiniz bazı bilgilerin yanlış olduğunu
fark edeceksiniz. Kitap Kanuni Sultan
Süleyman'ın büyük aşkı Tatar güzeli
Hürrem'in kölelikten sultanlığa uzanan
Ulu önder Atatürk ölümünün 70.
yılında İTÜ ‘de anıldı.
kalmaya gelen çocuğa olan aşkını ve en
ince ayrıntısıyla kafamızda betimleyebildiğimiz nefes kesen mahkeme sahnesini. Harper Lee yaşamındaki tek eseri
olan bu romanında temel olarak sevgiyi
kou alıyor. Kitap 1962' de filme çekilmiş
ve 1963 yılında biri başrol oyuncusu
Gregory Peck' e olmak üzere 3 oscar
ödülü almış.
ve akıl almaz entrikalarla biçimlenen
yaşamını, ilk kez bu kadar çarpıcı ayrıntılarla işliyor. Kitaba göre Osmanlı
Tarihinin en güçlü kadını olarak Hürrem
Sultan, Kanuni ve Sadrazam İbrahim
Paşa ile yaşadığı ölümcül iktidar
mücadelesinde amaçlarına ulaşmak için
her şeyi göze alır. Kendisini köle yapanlara karşı beslediği kini, sultan olduktan
sonra intikam ateşiyle alevlendiren
Hürrem, Kanuni'yi de amaçlarına alet
etmeyi başarmış; çocuklarını bile oyunun
birer parçası yapar. Falconer'in ‘Bir
Hürrem Masalı’ diye çevrilen ve dört
baskı yapan romanı, tüm dünyada 16
dile çevrilmiştir. Sadece Almanya'da 200
bin adet satmıştır.
Kasım 2008 tarihinde Süleyman Demirel Kültür
Merkezi’nde düzenlenen törende, İTÜ Rektörü
Prof. Dr. Muhammed Şahin, öğrenciler adına Maden
Fakültesi öğrencisi İsmet Soyocak, Türkiye
Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet
İnönü’nün kızı Özden Toker ve Atatürk’ün manevi
kızı Ülkü Adatepe birer konuşma yaptı.
Saygı duruşunun ardından kürsüye gelen Rektör
Şahin, Atatürk’ün sözleri
üzerinden hazırladığı
konuşmasında anlamlı
mesajlara yer verdi.
Yıllardır matem havasında
yapılan 10 Kasım törenlerinin yerini daha bilinçli
ve Atatürk’e yakışan anma
biçimlerine bırakılması
gerektiğini söyleyen Şahin,
Atatürk gibi bir lidere
sahip
olduğumuzdan
ötürü coşku ve gurur duymamız gerektiğini belirtti. Rektör, konuşmasının
sonunda Halim Yağcıoğlu’nun ‘Atatürk’ten Son
Mektup’ adlı şiirine yer verdi.
Şahin’in
ardından
öğrenciler adına konuşma
yapan İsmet Soyocak, ‘Bu
10 Kasım’da Ata’yı ne
kadar anladığımızı, verdiği mesajları ne kadar izlediğimizi tartışmak yerine,
kısa konuşmamda sözü
daha çok Atatürk’e bırakmak istiyorum.’ diyerek
Nutuk’tan bölümler okudu
ve konuşmasını Atatürk’ün
Gençliğe Hitabesi ile sonlandırdı. Tören, Özden Toker ve Ülkü Adatepe’nin
konuşmalarıyla devam etti.
10
Fotoğraf, Serkan Taycan
Herkesin birbirini tanıdığı küçük ama
köklü bir kasaba... Zencilerin, haksız
yere de olsa, suçlandığında bir daha asla
temize çıkamadığı bir yer... Gün geliyor
siyah tenli bir adam haksız yere
suçlanıyor. Beyaz tenli bir avukat
kendini bu davada zenci ve masum bu
insanı savunmaya, kasaba halkının
önyargılarını kırmaya adıyor.
vrupa’daki kadın
rektörlerin deneyimlerini birbirleriyle
paylaşmaları ve kadın
akademisyenlerin yönetim kademelerinde daha
fazla yer alabilmelerine
ilişkin stratejiler
geliştirebilmek amacıyla
‘Women Academics
Beyond the Glass
Ceiling: Women Rectors
Across Europe’ başlıklı
konferans İstanbul’da
düzenlendi.
A
11-13 Kasım 2008 tarihlerinde
İTÜ’de düzenlenen konferans,
İTÜ
Rektörü
Prof.
Dr.
Muhammed Şahin ve konferans
yürütücüsü Prof. Dr. Gülsün
Sağlamer başkanlığında yapıldı.
Avrupa ve Türkiye’den gelen
kadın rektörlerin katılımı ile
gerçekleştirilen toplantılar İTÜ
Süleyman Demirel Kültür
Merkezi ve Taşkışla yerleşkesinde,
katılımcıların
sunumları ile tamamlandı.
Kadın akademisyenlerin,
yüksek öğretim kurumları yönetimlerinde yeterince temsil edilememesinin vurgulandığı konferansta, üniversite yönetimine
katılmayı
isteyen
kadın
akademisyenlerin sayılarının az
olduğu, bununla birlikte üst
düzey yönetim görevlerine talip
olmak isteyen kadınların da
görünmez engellerle karşılaştığı
belirtildi.
Organizasyona Türkiye ve
Avrupa’da rektör ve rektör
yardımcılığı yapmış veya yapmakta
olan
18
kadın
akademisyen katıldı. Kadın
akademisyenlerin deneyimlerinin paylaşılması, genç
akademisyenlerin üniversite
yönetimlerinde daha aktif rol
almaya teşvik edilmesi ve geleceğe yönelik proje ve işbirliklerin artırılması konusunda
konuşmalar yapıldı. Toplantı
sonucunda bu konuşmaların bir
kitap halinde toplanarak Avrupa
yüksek öğretim camiasına
sunulması kararlaştırıldı.
Türkiye, Finlandiya, İsveç,
Ukrayna, İngiltere, Almanya,
Sırbistan ve Yunanistan’dan
kadın akademisyenlerin katıldığı konferans, 2009 yılında
tekrar İTÜ’nün ev sahipliğinde
yapılacak.
UNICAFE: Türk kadın
akademisyenler önde
Avrupa Birliği 6. Çerçeve
Konferansı kapsamında desteklenen UNICAFE (Survey of the
University Career of Female
Scientists at Life Sciences versus
Technical Universities) projesinin sonuçları da toplantıda
ilk kez açıklandı. Araştırma
sonuçlarına göre, Türkiye yüzde
36’lık kadın araştırmacı oranıyla,
Avusturya,
Finlandiya,
Macaristan ve İtalya’yı geride
bıraktı.
Daha ayrıntılı bilgi için:
www.womenacademics2008.org
www.unicafe.ee
Cahillikler Kitabı
Bildiğiniz düşündüğünüz her şey yanlış!
Örnek verip sizi cahilliklerinizden biraz
olsun kurtaralım. Mesela; Dünya’nın
yedi tane uydusu vardır. Bütün insanların dört burun deliği vardır. Buhar
makinesi eski Yunan’da icat edildi. Bir
mavi balinanın yutabileceği en büyük
şey greyfurttur. Şu ana kadar ölmüş olan
bütün insanların yarısını dişi sivrisinek-
ler öldürmüştür. Dünyadaki en uzun
dağ Mauna Kea’dır. İnsanın en az dokuz
duyusu vardır. Maddenin onbeş hali
vardır. Su mavidir. Amerika, adını,
Amerigo Vespucci’den değil, Richard
Ameryk’ten almıştır. Uzaya giden ilk
hayvan meyve sineğidir. Panter diye bir
şey yoktur. Otuzsekiz Osmanlı padişahı
vardır. Fakat siz yazıyı okumadan önce
iki tane burun deliğimiz olduğunu,
Dünya'nın tek bir uydusunun bulunduğunu, beş duyumuz olduğunu, suyun
renksiz olduğunu, Amerika'nın adının
Amerigo Vespucci'den geldiğini ya da 36
Osmanlı padişahı olduğunu düşünüyorduysanız bu kitabı mutlaka okumalısınız.
AKIL VE BİLİM BAYRAMI YAPILMADI
Geçtiğimiz yıllarda ‘Akıl ve Bilim Bayramı’ başlığı
altında 3 gün süreyle düzenlenen anma etkinliğinin, bu
yıl sade bir şekilde tek gün olarak düzenlenmesi
dikkat çekti.
Begüm Yıldırım
3
arıYORUM
arıYORUM
2
Aralık 2008
Aralık 2008
Kimin gazetesiyiz?
a
Dum
cip
Ne
Fatih Avcı
Bu sayımızda 1000 okurumuz K.E.K albümcüğüne sahip olacak..
öyle yerleşkede tur attığınızda ve
Arıyorum’u sorduğunuzda çeşitli
bilgiler alırsınız. Genel itibari ile çok
olumlu görüşler ortaya çıkıyor. Bu
bizi mutlu ediyor. Bunun yanı sıra
özellikle gazetemizi tanımayanlar
tarafından değişik bilgiler almanız da
olası. Benim bu gazetenin editörü
olduğumu bilmeyenlerin olduğu bir
toplantıda da bu tür konuşmalara
tanık olmuştum; Arıyorum Rektörlüğün gazetesiymiş, bütün masraflarını Rektörlük karşılıyormuş,
hatta YÖK’ten falan destek alıyormuş!
Üstüne üstelik çalışanlar da maaş
alıyormuş... Nüktedan birinin
söylediğini düşünerek gülümsüyoruz
fakat yine de bazı açıklamalar yapmak gerekiyor; en azından bunca yıllık emeğimize saygı açısından.
Biz bugüne kadar Rektörlükten
ufacık da olsa maddi yardım almadık.
İlk sayımızı çıkarttığımız Ocak
2005’ten itibaren hep kendi çabalarımız, sporsor arayışlarımız ve bağışlarla bugüne geldik. İlk sayımızı
çıkardığımızda ne odamız vardı ne de
gazeteyi bastırmaya gücümüz. Çabaladık, uğraştık, zorladık... Çok sıkıntı
yaşadık. Bunları belki ileride daha
ayrıntılı anlatırız ama odamızdan
kovulmalara kadar varan olaylarla
uğraştık. Amacımız İTÜ’de iletişim
ortamı oluşturarak etkileşim sağlamaktı. Başardığımızı düşünüyorum.
Öğrencilerden öğretim üyelerine, personelden mezunlara kadar herkesi
ilgilendiren ve herkese söz hakkı
tanıyan bir gazete olduk. Kimseye
bağlı olmadan ve gerçekten tarafsız
bir şekilde yayınladık bugüne kadar
bu gazeteyi. Bundan sonra da aynı
titizlikte olacağımızdan kuşkunuz
olmasın.
Bu sayımıza kadar gazetemizde
yayın sahibi olarak Prof. Dr. Erkin
Nasuf görünüyordu. Bu konuda da
zaman zaman eleştiriler alıyorduk;
çünkü Erkin Nasuf Rektör yardımcısıydı. Bunu da açıklayalım.
Biz, Arıyorum’un tamamen
kurumsal yapıya sahip olması için
yasal altyapıları sağlam temellere
oturtmak istedik. Bu yüzden de İTÜ
içerisinde kurumsal olarak yayınlanacak bir gazetenin ancak kurumsal
bir temsilcisi olmasıyla mümkün
olduğunu düşündük ve bu yüzden,
aynı zamanda kulübümüzün danışman hocası olan Prof. Dr. Erkin
Nasuf’un, yayın sahipliğini almasını
istedik. Diğer türlü yayın ‘bireysel’
yayın sıfatından öteye geçmekte
güçlük çekiyor. Bunun örneklerine
tanık olduk.
Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum ki ne Erkin Nasuf ne de bir
başkası bizim yayınlarımıza, içeriğimize müdahale etmedi, sansür
uygulamadı. Biz de kendi içimizde bu
anlayışla hareket ediyoruz, edeceğiz.
Bu konuda bize güvenmenizi istiyoruz. Yoksa zaten bugünlere gelemezdi Arıyorum; hala sizlerle paylaşamazdı.
Ş
Bu arada K.E.K grubu gerçekten
övgüye değer müzik üretimi yapıyor.
Hem kendi bestelerini hem de düzenlemelerini büyük bir titizlikle hazırlıyor. Mühendislik okuyup müzisyen
olanlar kervanına katılmaya aday
olan K.E.K grubunu canlı olarak da
mutlaka dinleyin.
Fakat, az da olsa İTÜ içerisinde
oluşmuş olan yanlış algıdan ötürü,
biz yayın politikası olarak bundan
böyle İTÜ yönetiminde olan hocalardan bağımsız hareket edeceğiz. Bu
fikrimi-zi eski yayın sahibimiz Erkin
hocamız-la da konuştuk ve anlayış
gösterdi. Kendisine bugüne kadar
vermiş olduğu katkılardan ötürü
teşekkür ediyoruz. Dolayısıyla bizim
eski veya yeni hiçbir İTÜ yönetimi ile
organik bir bağımız bulunmuyor.
Bununla birlikte Rektörlükle elbette
görüşmeler, söyleşiler yapıyoruz.
Bunlar bizim İTÜ öğrencilerinin
sorunlarını doğrudan iletmemizi ve
bunlara çözüm bulmamızı sağlıyor.
Sözün özü biz sadece kendimizin
gazetesiyiz ve yasal yollarla hareket
ediyoruz. Lütfen bize olan güveninizi
koruyun ve her türlü konuda fikrinizi
belirtmekten çekinmeyin.
Fikirler şiddete dönmemeli
Üniversitelerde gerginlik artıyor.
Artık fikir çatışmalarında şiddete
başvuruluyor. Arıyorum olarak her
türlü şiddete karşı duruyoruz. Bu
sayımızı baskıya vermeden hemen
önce İTÜ’de iki farklı grubun birbiriyle bıçaklı kavgada bulunduğunu
üzülerek öğrendik. Nadir de olsa
İTÜ’de bu tür şiddet eylemlerinin
olması üzücü. Buna aklı başında
hiçbir vatandaş imkan vermemeli.
Rektörlük de bu çatışmaların olmaması için elinden geleni yapmalı. Yine
de en önemli vazife biz öğrencilere
düşüyor. Konuşarak, uzlaşarak tartışmayı öğrenmemiz ve her türlü fikre
saygı duymamız gerekiyor. Hiçbir
olumlu ürünün elde edilemeyeceği
kısır tartışmalarda bulunmanın zarar
verdiği açık.
Rektörle röportaj
Yeni rektörümüzle röportajımız
çok ses getireceğe benziyor. Merak
edilen birçok şeyi sorduk. Belirtelim,
ilerleyen aylarda bu röportajda vaad
edilenlerin durumunu da yine Rektör
beye soracağız. Umarız söylenenler
yarıda kalmaz.
K.E.K grubu ve Türkiye’nin ilk
albümcüğü
Gazetemiz yine bir ilke imza atıyor
ve Türkiye’nin ilk albümcüğünü,
okurlarımızla paylaşmanın sevincini
yaşıyor. K.E.K grubuyla röportaj yapmak için toplandığımızda çıkan bu
fikir hem bizi hem grubu çok heyecanlandırdı. Hızlıca çalışmalara
başladık ve bu sayımızla birlikte bin
adet K.E.K albümcüğünü hazırladık.
Gazetemizi 10 bin basıyoruz ancak bu
bin albümcük, gerçekten ilgi duyan
arkadaşlara, isim ve e-posta karşılığında verilecek. E-postalara daha
sonra atılacak bir mesaj ile albümle
ilgili geri bildirimler istenecek.
İTÜ-Taksim Mekik servisine şikayet
Bali Turizm tarafından İTÜ-Taksim
arasında mekik uygulaması bir
süredir yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde Taksim’de İTÜ’ye dönmek için
servis bekliyorduk. 00.30’da gelmesi
gereken servis 15 dakika sonra geldi
ve geldiğinde içi tamamen doluydu.
Tabii birkaç kişi sıkışa sıkışa bindi
ama AKM önünde bekleyen yaklaşık
20 kişilik kalabalık servise binemedi.
Sırada bekleyen arkadaşlardan da
öğrendik ki servislerde bu sıkıntı hep
yaşanıyormuş. ‘AKM’de az sayıda
bekleyen olursa servis kalkmıyor,
servis kalkması gereken durağa
gelmeden yolcu alıp servisi dolduruyor, saatlere uymuyor, servis şoförü
öğrencilerle gereği gibi konuşmuyor,
lakayıt davranıyor’ gibi şikayetler
aldık. Bunlarla da kalsa iyi; servisin
gelmesini 40 dakika bekledikten sonra
Boğaziçi Üniversitesi’nin servis
şoförünün yardımseverliğine denk
düşüp o sayede İTÜ’ye gelen bayan
arkadaşlar var.
Özellikle bayan arkadaşların yurtlara gelmeleri sıkıntılı. Hem yollar
gereği kadar aydınlık değil, hem
İTÜ’yü koruyan köpeklerin geç
saatlerde koruma içgüdüleri daha da
fazla artıyor, hem de yurtlar İTÜ’nün
giriş kapılarından bir hayli uzak. Bu
durumda mekik servisinin katkısı
büyük. Ancak ‘şu saatte gelecek’
denildiği halde gelmeyen servis
öğrencilerin güvenlerini derinden
sarsıyor.
Gerçi ben bunları Bali Turizm
görevlilerine de söyledim. Yine de
işimizi garantiye alalım, bu sorunu
çözmüş olalım.
Yeni yıl hepimize öncelikle barış
getirsin. Barışın olmadığı bir dünyada mutlu olmak için gereken diğer
konuların önemi kalmıyor.
İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Basın Yayın Kulübü
Arıyorum İTÜ Gazetesi, Süreli Yayın, ISSN: 1305-4783
Yayın Kurulu:
Fatih Avcı, Gökçe Sezgin, Burak Avcı, M. Can İban, Sefa Demir, Necip Duman,
Burak Patpat, İrem Yüzeç, M. Can Çelik, Mehmet Buldu, Şafak Balcı, Meltem Bolluk,
Kürşat Arslan, Samet Aksoy, Başar
Özbent, Özgün Albayrak, Ersin Altın,
Meral Erdoğan, Neşe Şen,
İTÜ Basın Yayın Kulübü
Hakan Selçuk, Berkay Pamuk,
Arıyorum Gazetesi
Kutalmış Okur, Fahrettin Eroğlu,
Kıvanç Akyol, Onur Bülgin,
Olimpik Yüzme Havuzu Binası B girişi No: 306
Begüm Yıldırım, Deniz Çakar,
Ayazağa Yerleşkesi Maslak-İstanbul
Onur Karaca
İstanbul Teknik Üniversitesi Adına;
Yayın Sahibi Y. Doç. Dr. Semra Ahmetolan,
Genel Yayın Yönetmeni Fatih Avcı
Baskı: DPC İstanbul
[email protected]
www.gazete.itu.edu.tr
[email protected]
n, duma
izi
çtiklerim
nderin, se
erinizi gö
lım.
ya
Karikatürl
la
n
yı
ızda ya
bu sayfam
!
31
K.E.K grubu albümcüğü hediye
Türkiye’nin ilk albümcüğünü Arıyorum veriyor!
Sadece 1000 okurumuza... K.E.K grubuyla yapılan özel röportaj 12. sayfada
arıYORUM
itü gazetesi
ondördüncü sayı, aralık ikibinsekiz
ISSN: 1305-4783
İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Basın Yayın Kulübü’nün süreli yayınıdır.
Rektör Şahin ilk kez Arıyorum’a konuştu:
‘Devrimciler genç olur.’
TÜ’nün 6 Ağustos 2008’te göreve gelen
yeni rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin,
İTÜ kamuoyunda fazlaca merak uyandırdı.
Rektörlüğe gelişinden yaptığı ilk icraatlara
kadar çok konuşuldu, çok tartışıldı. Hala
merak konusu olan birçok konuda Prof. Şahin
‘icraatlarıma bakın’ diyerek yanıt verdi.
İ
İTÜ’de nüfus
patlaması
Eğlence mi,
taciz mi?
ontenjanlar arttı
ama İTÜ bu
ağırlığı kaldırabilecek mi? Eğitim
kalitesinde
yaşa-nabilecek
sıkıntılar neler?
Yurt ve yemekhane
başta olmak üzere
kontenjan artışının
eksileri... > 7. sayfa
E
K
lektrik kesintisi
nedeniyle
başlayan yürüyüş
tacize mi dönüştü?
Vadi yurtlarında
kalan öğrencilerin 3
yıldır geleneksel
olarak düzenlediği
yürüyüş bu yıl sert
tartışmalara sahne
oldu. > 8. sayfa
‘Irregular’ olayım mı?
Hazırlık öğrencileri karar vermeden önce bu
yazıyı okumalı! > 11. sayfa
Yaşının, mevcut rektörlere göre genç
olmasına karşılık da ‘devrimciler genç olur’
yanıtını veren Şahin, acaba İTÜ’de devrim
niteliği taşıyacak atılımlar yapabilecek mi?
Rektör Şahin’in projeleri, bakış açısı ve
merak uyandıran bütün konulara cevabı bu
röportajda... > 16-19. sayfa
Bir doktor, bir
fotoğrafçı: Özgür Çakır
elankolistanbul’adını bir sergiye
veren bir fotoğrafçı için ‘içine
kapanık, kısa cümleler kuran, ağzından kerpetenle laf alınan birisi’ tanımlarını uygun
görürdük; tanıştığımızda yanıldığımızı
anladık. Gazetemizin ilk foto-röportajına
Özgür Çakır’la başladık... > 22-23. sayfa
‘M
Aziz İstanbul
Dali: ‘Ben
deli değilim!’
Psikolojik danışma sayfaları
İTÜ Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Merkezi her türlü
sıkıntınıza çözüm buluyor;
yalnızlık, içine kapanıklık,
motivasyon eksikliği ve
dahası... > 14-15. sayfa
Fotoğraf çekmeye
başlıyoruz
Nasıl bir makinaya sahip
olursanız olun, güzel fotoğraf
çekmek size bağlı...> 13. sayfa
Bir çizgiroman klasiği:
Sandman
Prof. Dr. Muhammed Şahin
Doğumunun 20. yılı biterken
farklı ve öncü çizgiroman...
> 27. sayfa
ultanahmet
Meydanı etrafında keşfedilmeyi
bekleyen mütevazı
ama görkemli tarihi
yapılardan yalnızca
ikisi; Küçük
Ayasofya ve Sokullu
Mehmet Paşa
Camii... > 24-25. sayfa
S
ali İstanbul’a
geldi. İspanyol
ressam Salvador
Dali’nin eserleri
Emirgan’da Sakıp
Sabancı Müzesi’nde
sergileniyor. İlginç
ve sıradışı yaşam
öyküsü ile sürrealist
Dali’yi daha iyi
tanımalısınız...
D
> 20-21. sayfa
İTÜ Geliştirme Vakfı’nın katkılarıyla...

Benzer belgeler

itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü itü gazetesi

itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü itü gazetesi Kasım 2008 tarihinde Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde düzenlenen törende, İTÜ Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin, öğrenciler adına Maden Fakültesi öğrencisi İsmet Soyocak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ...

Detaylı

Arıyorum İTÜ Gazetesi - İstanbul Teknik Üniversitesi

Arıyorum İTÜ Gazetesi - İstanbul Teknik Üniversitesi Yayın Kurulu: Fatih Avcı, Gökçe Sezgin, Burak Avcı, M. Can İban, Sefa Demir, Necip Duman, Burak Patpat, İrem Yüzeç, M. Can Çelik, Mehmet Buldu, Şafak Balcı, Meltem Bolluk, Kürşat Arslan, Samet Akso...

Detaylı