Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Transkript
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Güz 2011, Sayı : 33 Autumn 2011, Number: 33 İletişim 2003/18 BOŞ SAYFA II G. Ü. İ. F. Adına Sahibi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Rıza AYHAN Nurettin GÜZ Editör Cengiz ANIK Editör Yardımcıları Umur IŞIK Ayşe Gül SONCU Yayın Kurulu Zülfikar DAMLAPINAR Sirel GÖLÖNÜ Yayın Kurulu Sekreteryası Ç. Murat HAZAR Cem YAŞIN Eda TURANCI Danışma Kurulu Ömer AÇIKGÖZ Suat ANAR Nejdet ATABEK Ümit ATABEK Bilal ARIK Nabi AVCI Burhan AYKAÇ Aysel AZİZ Hasan BACANLI Hamza ÇAKIR Dilruba ÇATALBAŞ Yusuf DEVRAN İhsan ERDOĞAN Fatma GEÇİKLİ Suat GEZGİN Nilgün GÜRKAN Nurettin GÜZ Metin IŞIK Seçil DEREN VAN HET HOF Süleman İRVAN Ahmet KALENDER Asker KARTARİ Kurtuluş KAYALI Metin KAZANCI Fahrettin KORKMAZ Hale KÜNÜÇEN Ahmet TOLUNGÜÇ Hasan TOPBAŞ Mustafa YAĞBASAN Kırıkkale Üniversitesi Yeditepe Üniversitesi Anadolu Üniversitesi Yaşar Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi T.B.M.M. Gazi Üniversitesi Yeni Yüz Yıl Üniversitesi Gazi Üniversitesi Erciyes Üniversitesi Galatasaray Üniversitesi Marmara Üniversitesi Gazi Üniversitesi Atatürk Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Gazi Üniversitesi Gazi Üniversitesi Sakarya Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi Selçuk Üniversitesi Kadir Has Üniversitesi Ankara Üniversitesi Ankara Üniversitesi Atatürk Üniversitesi Başkent Üniversitesi Başkent Üniversitesi İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi III ISSN: 1302-146x Copyright © Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. Tüm hakları saklıdır Yayın ve Türü: Yılda iki kez basılan hakemli, yaygın, süreli bir dergidir. Yönetim Merkezi ve Adresi: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara Tel: 90 312 212 6495 Fax: 0 312 212 1832 e-mail: [email protected] Basım yeri: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Basımevi, Emek, Ankara. TÜBİTAK/ULAKBİM SBVT tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir. EBSCO tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir. IV İÇİNDEKİLER Ebubekir AYAN 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi / 1 Analysis Of The Relations Between Mass Media And Banking Sectors During The 1990s Barış YETKİN Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz / 27 Media and Politics Relation in News Discourse: Magazination Erol İLHAN - Nalan DİRİK Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: ABD Örneği / 61 The Politics Of News In The Context Of The War News: The Case Of U.S. A. Fulya ŞEN Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili (Tekel İşçi Eylemi Örneği) / 87 Class Identity In The Face Of The Cultural Identities And Representation Of The Identity Of The Working-Class In Media (A Case Study Of Tekel Workers’ Action) Kadir CANÖZ Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği / 113 The Habits Of Watching Local Television Channels And Motivations: The Example Of The City Of Konya Habibe AKÇAY Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı: Gümüşhane Üniversitesi Üzerine Bir Araştırma /137 Social Media Use With The Context Of Uses And Gratification: A Research On Gumushane Unıversity V Fatma GEÇİKLİ - Neslihan SERÇEOĞLU - Çağla ÜST Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama / 163 Organizational Communication and Communication Statifaction: An Study on Hospitality Industry Tuğba ELMACI Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek Filminde Değişen Kadın İmgesi / 185 The Changing Image Of Woman In The Film Called Gitmek In Context Of The Question How Women Are Represented In New Turkish Cinema V. Ertan YILMAZ Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi / 203 The Importance Of Translation In The Development Of Communicatıon Theory In Turkey VI ‘S U N U Ş’ Dergimizin Güz 2011 33. sayısında yine birlikteyiz. Sunuşa güzel bir haberle başlamak istedik. Dergimiz Bahar 2009 28. sayısı itibari ile 29. 30. 31. 32. sayıları da dahil olmak üzere uluslararası veritabanı EBSCO tarafından Communication & Mass Media alanında taranmaktadır. Dergimizde 2009’dan itibaren makaleleri yayınlanan tüm yazarlarımıza da buradan duyurmuş olalım. Dergimizin bu sayısı dokuz makale ile çıkmıştır. İlk makale Ebubekir Ayan’a ait olup “90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya Ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi” adını taşımaktadır. Bu makalede, 1990’lı yılların Türkiye’de medya sektörü ve bankacılık sektörü tarihleri açısından son derece özel bir öneme sahip olduğu belirtilmektedir. Bu çalışma, söz konusu dönemin daha doğru anlaşılmasına katkı sağlamayı amaçlamaktadır. İkinci makale Barış Yetkin’e ait olup “Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz” adını taşımaktadır. Yazarının ifadesiyle bu çalışma, hegemonya oluşturan siyasal iletişim tarzı olan popülizme ve diğer siyasal stratejilere medyanın nasıl aracı olduğunu ortaya çıkarmayı amaçlamıştır. Bu amaç doğrultusunda, Recep Tayyip Erdoğan’ın silahlı bir saldırı sonucu yaralanan türkücü İbrahim Tatlıses’i, 26 Mart 2011’de hastanede ziyaretine ilişkin haberler incelenmiştir. Üçüncü makale Erol İlhan ve Nalan Dirik’e ait olup “Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: ABD Örneği” adını taşımaktadır. Bu çalışmada, iletişim teknolojileri alanında dünyanın etkin ülkelerinden olan ABD’nin savaşlarda [ Vietnam Savaşı (1965 – 1973), I. Körfez Savaşı (1990 – 1991) ve II. Körfez Savaşı (Irak Savaşı) (2003)] yeni iletişim teknolojilerinden nasıl yararlandığı, bu durumun haber politikalarına nasıl yansıdığı örnekleri ile ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Dördüncü makale A. Fulya Şen’e ait olup “ Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği Ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili (Tekel İşçi Eylemi Örneği)” adını taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı, medyada sınıf kimliğinin temsilini Tekel işçi eylemi örneğinde tartışmaktır. Beşinci makale Kadir Canöz’e ait olup “Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları Ve Motivasyonlar: Konya Örneği” adını taşımaktadır. Ülkemizdeki yerel televizyonların sayısı ve izleyicilerinde belirgin bir artış görülmektedir. Bu artış, yerel televizyon izleme alışkanlık ve motivasyonları konusuna eğilmeyi gerektirmektedir. Böylesi bir ihtiyaçtan ortaya çıkan bu çalışmada, kullanımlar ve VII doyumlar yaklaşımı temel alınarak Konya’daki yerel televizyon izleme alışkanlık ve motivasyonları araştırılmıştır. Altıncı makale Habibe Akçay’a ait olup “Kullanımlar Ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı: Gümüşhane Üniversitesi Üzerine Bir Araştırma” adını taşımaktadır. Günlük hayatımıza girmiş olan sosyal medya kullanımından elde edilen doyumların neler olduğunu belirlemek bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Gümüşhane Üniversitesi’nin akademik, idari personel ve öğrencilerinin sosyal medyayı kullanma sıklıklarını ve amaçlarını tespit etmeye ve kişilerin sosyal medya sitelerini kullanarak elde etmiş oldukları doyumları belirlemeye yönelik bir alan araştırması yapılmıştır. Yedinci makale Fatma Geçikli, Neslihan Serçeoğlu ve Çağla Üst’e ait olup “Örgüt İçi İletişim Ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama” adını taşımaktadır. Araştırmanın amacı, konaklama işletmelerinde çalışan iş görenlerin işletme içindeki iletişimi nasıl algıladıklarını belirlemek ve iletişim tatmini ile ilgili görüşlerini değerlendirmektir. Erzurum il sınırları içerisinde bulunan 10 otelde toplam 242 çalışana anket uygulanmıştır. Sekizinci makale Tuğba Elmacı’ya ait olup “Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek Filminde Değişen Kadın İmgesi” adını taşımaktadır. Bu çalışma, eril nazardan sıyrılmış bir karakter üzerinden yaratılan kadını, özne olarak kurabilen anlatı inşasının olanaklılığının mümkün olduğunun açıklanmasını amaçlamaktadır. Dokuzuncu makale V. Ertan Yılmaz’a ait olup “Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi “ adını taşımaktadır. Bu çalışmada, Türkiye’de iletişim kuramlarının gelişmesi açısından çevirinin önemi üzerinde durulmaktadır. Çalışmada, iletişim biliminin geliştirilmesi için çeviri faaliyetine ağırlıklı bir yer vermenin gerekli olduğu tezi savunulmaktadır. Türkiye’de felsefe, sosyoloji ve siyaset bilimi gibi alanlarda yapılan çevirilerle ilgili akademik değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca, çalışmada iletişim alanında çevirilerin özendirilmesiyle ilgili neler yapılması gerektiği konusunda da öneriler dile getirilmektedir. Dergimizin diğer sayısında görüşmek üzere… Cengiz ANIK Editör VIII Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- 90’LI YILLARDA TÜRKİYE’DE MEDYA VE BANKACILIK SEKTÖRLERİ İLİŞKİLERİNİN ANALİZİ Ebubekir AYAN* ÖZET 1990’lı yıllar Türkiye’de medya sektörü ve bankacılık sektörü tarihleri açısından son derece özel bir öneme sahiptir. Bu yıllarda gelişen ve kendisinden sonraki 10 yılı iktisadi ve siyasi açıdan şekillendiren en temel unsurlardan biri olan medya ve bankacılık sektörleri arasındaki hukuki ve ahlaki açıdan son derece sorunlu işbirliği, sonuçta Türkiye’yi büyük sosyal ve finansal krizlere sürüklemiştir. Bu yıllarda medya ve banka yatırımlarından oluşan şirket karması, sahiplerine çok büyük boyutlu haksız kazançlar sağlarken, ülkedeki temel sorunların daha da derinleşmesine neden olmuştur. Aslında doğal bir kontrol mekanizması da olan medya, bu süreçte sahiplerinin çıkarları amacıyla kullanılan bir silaha dönüşmüştür. Bu yıllarda bankacılık sektörü ise, kaynaklarını ağırlıklı olarak yüksek getirili devlet iç borçlanma senetlerine ve usulsüz biçimde grup şirketlerine aktarmayı tercih etmiş ve çok büyük boyutlu yolsuzluklara aracılık etmiştir. İktisadi ve sosyal hayatın bu iki önemli sektörü, bu yıllardaki işleyiş biçimleriyle, ülkeye katma değer sağlamak yerine, tüm toplumu etkileyen büyük iktisadi ve sosyal zararlara neden olmuştur. Bu çalışma, söz konusu dönemin daha doğru anlaşılmasına katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Medya, Bankacılık Sektörü, Yolsuzluk, Siyasi etki, Finansal Kriz. ANALYSIS OF THE RELATIONS BETWEEN MASS MEDIA AND BANKING SECTORS DURING THE 1990s ABSTRACT The years of 1990s have an extremely essential importance for the mass media and banking sectors in Turkey. The collaboration, which increased during the 1990s between mass media and banking sector were highly problematic in terms of moral and legal aspects. That eventually carried Turkey to the great social and financial crises and largely shaped the following decade. The cooperation established upon the bank and mass media investments provided their owners great amaounts of (ill-gotten) gains and also deteriorated the essential problems of the country. In mentioned period, the media, which is normally a universal mechanism for the guarantee of public rights, turned to a gun used for the owners’ benefits. In these years, the sources held by banking sector were mainly transferred to the government debt securities and to the own group corporations through nonlegal ways. As two important sectors of the economic and social life, mass media and banking sectors caused great damages in economic and social structures rather than providing added value to the country. This paper aims to provide a better and more correct understanding for this period. Keywords: Mass Media, Banking Sector, Corruption, Political Impact, Financial Crisis. * Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi. İletişim 2003/18 2 E. Ayan GİRİŞ Medyanın kamuoyunu etkileme konusundaki benzersiz konumu dolayısıyla, medya-sermaye-siyaset ilişkilerinde meslek ahlakı sınırlarını zorlayan ya da bu sınırların oldukça dışına taşan örnekler, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de uzun yıllardır yaşanagelmektedir. Medya ve siyaset arasındaki bu uygunsuz işbirliği çabaları, medyanın toplum üzerindeki etki gücü sebebiyle, belki de kaçınılmaz bir olgudur. Ancak bir hukuk devletinde, toplumsal yaşamının diğer olguları arasında sayılabilecek, adi ya da nitelikli, bireysel ya da örgütlü tüm suçlar gibi medya hukuksuzluğunun da yaptırımlara tabi olması ve bunun engellenmesine dönük caydırıcı önlemlerin alınması esastır. 90’lı yıllar, bu sorunlu ilişki biçiminin oluşturduğu zeminde Türkiye tarihinin hiçbir döneminde yaşanılmadığı kadar aleni hukuksuzluklara sahne olmuştur. Devlet ve hukuk mekanizmasının, bu uygunsuz işbirliğine uzun yıllar boyunca seyirci kaldığı ya da siyasiler ve üst düzey memurlar marifetiyle bizzat dâhil olduğu, oluşan yağma ortamında kamu kaynaklarının (en zarif ifadeyle) “doğal olmayan yollarla” el değiştirdiği (ya da çalındığı) bu süreç, nihayetinde sürdürülemez bir noktaya ulaşmış ve devletin bekasının dahi tartışılır hale geldiği büyüklükte finansal (ve soysal) krizler üretmiştir. Türk medyasının esas aktör olduğu bu sürecin, ayrıca, medya gücünün sınırlarının olası genişliği konusunda eşsiz bir tecrübe olarak uluslararası literatür açısından da son derece değerli bir örnek olduğu düşünülmektedir. Medya-sermaye-siyaset ilişkilerinin bu olağandışı serüveninin en önemli (ve akçeli) halkasını ise medya sermayedarlarının bankacılık yatırımları oluşturmaktadır. Medya ve bankacılık sektörlerinin bu sorunlu birlikteliği ve bunun sonucu olarak o yıllarda yaşanan tecrübeler, bu dönemi kirli kılan unsurların başında gelmektedir. Çalışmada öncelikle, 90’lı yıllarda bankacılık sektörünü bu denli cazip kılan finansal ve makroekonomik ortam ele alınacak, ardından medya ve bankacılık sektörü ilişkisinin boyutları ve bu ilişkinin sonuçları somut örnekler eşliğinde irdelenecektir. 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan finansal krizler 90’lı yıllardaki bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve o yıllardaki süreçle bütünlük arz ettiği için, çalışmada esas alınan inceleme dönemi 1990-2002 arası olarak belirlenmiştir. 1. 1990’lı Yıllarda Türkiye’de Finans Piyasaları ve Getiri Olanakları 1980’li yılların ilk yarısından itibaren ekonomisini hızla serbestleştirme ve dışa açma çabasına giren Türkiye, serbest piyasanın, temel kurumlarından ve Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 3 denetim işlevinden yoksun bir biçimde işletilemeyeceğini 90’lı yıllarda acı bir biçimde tecrübe etmiştir. Başta kamusal denetim işlevi olmak üzere, serbest piyasanın etkili bir biçimde işlemesini sağlayacak kurumsallaşma çabalarının eksik ya da piyasadaki gelişmelerin oldukça gerisinde kaldığı bu sürecin en önemli finansal aktörleri ise bankalar olmuştur. Sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı 1989 yılından itibaren, artan kamu harcamalarının finansmanına katkıda bulunmak ve ödemeler dengesine katkı sağlamak amacıyla ülkeye yabancı sermaye çekmek için düşük kur politikası izlenmeye başlanmıştır. 1989 ve 1990 yıllarında reel faiz düzeyleri çok yüksek olmasa da, kur artışlarının enflasyon oranının oldukça altında gerçekleşmesi, yabancı sermayeye önemli oranlarda arbitraj getirisi imkânı sunmuştur. Ancak finans piyasalarını yabancı sermaye açısından cazip kılmayı amaçlayan bu uygulama, 1991 yılından itibaren ‘yüksek reel faiz’ politikasına dönüştürülmüş, ortaya çıkan yüksek reel getiri olanakları, başta bankalar olmak üzere yerli yatırımcıların da ilgisini çekmeye başlamıştır. Getiri düzeylerinin yüksekliği ve yurtdışından gelen kaynaklar için sağlanan vergi muafiyetleri, zamanla yerli bankaların yurtdışından borçlanarak sağladıkları kaynakları yurt içinde Türk Lirasına çevirip Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) yatırımlarına aktarmaları sürecini de başlatmıştır (Ayan, 2010: 36-37, ayrıca bkz, Soysal, 2009: 107-115). 1991 yılından itibaren kur artışları enflasyon oranının üzerine çekilmiş, DİBS faiz oranları ise sert bir biçimde yükseltilmiştir. Kur artış oranları ve faiz oranları arasındaki aralık (faiz oranları lehine) çok geniş tutularak, hem yabancı yatırımcılar hem de yurtdışından döviz cinsinden borçlanıp Türkiye’de TL pozisyonuna geçerek parasını DİBS yatırımlarında değerlendiren yerli yatırımcılar (ya da bıyıklı yabancılar) açısından yüksek getirili bir yatırım ortamı oluşturulmuştur. Oluşan bu zahmetsiz ve yüksek kazançlı yatırım ortamı, özellikle banka kârlılıklarını hızlı bir biçimde arttırarak Türkiye’de banka sahibi olmayı son derece cazip hale getirmiştir. Yeni bir banka kurmak ya da mevcut bir bankayı satın almak amacıyla medyanın bir silah olarak kullanıldığı, medya-banka-siyaset üçgeninde yaşanan ve kimi zaman mafyanın da dahil olduğu bu kirli süreç (dönemin Başbakanının yurtdışında bir ülkede yediği ve bu süreçle ilişkilendirilen yumruk da hesaba katıldığında, bu kirli ve kanlı süreç) aşağıdaki başlıklarda ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Genel çerçevesi yukarıda çizilen bu süreçte bankalar ana faaliyet alanlarının ötesinde, yurtdışından önemli tutarlarda döviz cinsinden kısa süreli kaynak edinerek bunları yurt içinde yüksek getirili (TL cinsinden) Hazine bonolarında değerlendirme yoluna gitmiş ve böylelikle, kurların aniden yükselişi olasılığı karşısında yüksek İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 4 E. Ayan düzeyde risk taşımaya başlamışlardır (Ayan, 2007: 46). 1994 yılı nisan ayında, ödemeler dengesindeki sorunlar dolayısıyla ortaya çıkarak piyasaları önemli ölçüde sarsan ve 3 bankanın batmasına neden olan döviz krizi de, ülke ekonomisini önemli risklerle karşı karşıya bırakan bu süreci durduramamış, sadece kısa bir süre için yavaşlatmıştır (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz, Kazgan, 2008). 1994 yılında ağır bir finansal kriz yaşayan ve sonraki 1 yıl boyunca bunun olumsuz etkilerini gidermeye çalışan Türkiye, krizden çok kısa bir süre sonra, 1995 yılından itibaren yeniden ‘düşük kur-yüksek faiz’ politikasına dönmüş ve kısa süreli yabancı sermaye için yeniden bir çekim merkezi haline gelmiştir (Ayan, 2007: s.47). 1990-1999 yıllarında iç borç faizi ödemelerinin konsolide bütçe harcamaları içindeki payı hızla artmış, sırasıyla %14.3, %13.0, %13.8, %19.1, %25.9, %27.8, %33.7, %24.8, %36.1, %35.1 olarak gerçekleşmiştir. Bu oranlar kriz yılları olan 2000 ve 2001’de de hızlı artışını sürdürmüş ve sırasıyla %40.3 ve %46.6 olarak gerçekleşmiştir (TCMB, 2011). Artan kamu harcamalarının ağırlıklı olarak iç borçlarla finanse edildiği ve özel sektörün fon piyasalarından dışlanması pahasına toplanan kaynakların son derece verimsiz biçimde kullanıldığı, dolayısıyla borçlanma ihtiyacının ve borçlanma maliyetlerinin (faiz düzeylerinin) sürekli yükselme eğiliminde olduğu bu yapı, gün geçtikçe çözümü daha da zorlaşan bir sorun yumağına dönüşmeye başlamıştır. Ancak bu sağlıksız makroekonomik ortama rağmen, hatta bu olumsuzlukların düzeyiyle orantılı bir biçimde, Türkiye’de bankacılık sektörünün kârlılığı ve cazibesi hızla artmıştır. Bu yıllarda bankacılık sektörünün sermayedarlar açısından bu denli cazip olmasının tek nedeni, kuşkusuz sadece yüksek getirili DİBS yatırımları değildir. Bunun yanında bazı bankalar, bu konudaki sınırlamaları ve tüm denetim mekanizmalarını aşarak, kaynaklarını kendi (gerçek ya da ‘naylon’) grup şirketlerine son derece cazip koşullarla aktararak ya da kimi zaman doğrudan çalarak büyük haksız kazançlar sağlamıştır. Bu dönemde banka kârlılıkları da oldukça yüksek düzeylere çıkmış, örneğin 1989 yılında %35.1 olan özel sermayeli ticaret bankalarının özsermaye kârlılık oranları 1990-1999 arası dönemde sırasıyla %42.0, %47.3, %40.6, %56.5, %53.7, %77.3, %80, %69.6, %70.8, %65.2 olarak gerçekleşmiştir (TBB, 2011). Aşırı riskli çalışan bazı bankaların karlılık rakamları ise bu ortalamalardan çok daha yüksek seyretmiştir. Örneğin 2000 yılında faaliyetlerini sürdüremez duruma gelerek TMSF’ye devredilmek zorunda kalınan Demirbank’ın özsermaye kârlılığı, 1992 yılından devir tarihine kadar olan dönemde ortalama olarak %100’ün üzerinde gerçekleşmiş, 1995 yılında ise %222.6 düzeyine kadar çıkabilmiştir. Üretimi yeterince finanse etmeyen, ülke ekonomisi açısından yeterli katma değer üretmeyen Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 5 ve makro ekonomik dengelerin bozulmasından beslenen bu Türkiye’ye özgü bankacılık sistemi içerisinde, bazı özel sermayeli bankalar dünyanın en kârlı bankaları arasına girebilmiştir. Sorunların çözümü için 2000 yılından itibaren uygulamaya konulan ekonomik istikrar programı da, ekonominin 90’lı yıllardaki bu temel hastalığı nedeniyle, yani yüksek reel faiz sarmalının neden olduğu makroekonomik olumsuzluklar ve bankacılık sektörünün taşıdığı aşırı riskler dolayısıyla başarısızlığa uğramış ve ülke, Cumhuriyet tarihinin en büyük finansal krizleriyle karşı karşıya kalmıştır. Bankaların gerek yurtiçinden yüksek faizlerle topladıkları TL ve döviz kaynaklarını gerekse yurtdışından borçlanarak edindikleri kısa vadeli döviz kaynaklarını, yüksek getirili Hazine bonolarına ve kendi grup şirketlerine (son derece cazip koşullarla ya da hiç geri ödenmemek üzere) aktararak ülkeyi çok büyük finansal risklerle karşı karşıya bıraktıkları bu sürecin en önemli aktörlerinden biri medya olmuştur. 90’lı yıllardaki yapısal sorunların oluşturduğu zeminden beslenen (ve bu sorunları daha da derinleştiren) bankacılık anlayışının sonucu olarak, 1994-2003 yılları arasında 25 özel sermayeli ticaret bankası, ‘kötü yönetim’ ya da ‘kötü niyetli yönetim’ sonucu faaliyetlerini sürdüremez noktaya gelerek, yaklaşık 23 milyar dolarlık devir zararıyla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmiştir (Bu konuda ayrıntılı bir çalışma için bkz, BDDK, 2009). Devir zararlarının finanse edilmesi amacıyla Hazine tarafından gerçekleştirilen iç borçlanma maliyetleri de hesaba katıldığında, söz konusu maliyetin boyutları çok daha önemli boyutlara ulaşmaktadır. 2. Türkiye’de Medya-Sermaye-Siyaset İlişkilerinin Kısa Tarihi Başlangıçta oldukça sınırlı sayıda bir tüketici kitlesine hitap ederken, dağıtım işlevini kolaylaştıran ve hızlandıran ulaştırma ve iletişim teknolojisindeki gelişmelerle birlikte, basın, çok daha önemli bir toplumsal güç haline gelmeye başlamıştır. Zaman içerisinde gerçekleşen teknolojik yeniliklerle birlikte, yazılı basına başta radyo ve televizyon olmak üzere, diğer elektronik tabanlı iletişim unsurları da eklenmiş ve basın-yayın sektörünün kapsamı ve çeşitliliği hızla artmıştır. Özellikle 1980’li yıllarda iletişim teknolojisinde yaşanan gelişmeler, iletişim olanaklarında sadece nicel değil çok önemli nitel değişmelere de yol açmış ve asıl olarak bu nitel değişmeler nedeniyle, basın olarak bilinen bir dönem kapanmış ve medya olarak adlandırılan yeni bir dönem açılmıştır (Kaya, 2009: 111). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 6 E. Ayan Kitle iletişim araçlarının bu çeşitliliği ve toplumun geniş kesimlerine ulaşmada sağladığı kolaylık ise, doğal olarak medyanın toplum üzerindeki etki gücünü de arttırmıştır. Kitle iletişim araçları, günümüzde toplumsal denetimin sağlanmasında olduğu gibi, toplumsal değişmenin de başlıca araçlarından olan bir güç-iktidar kaynağı olarak görülmektedir (Demir, 2006: 7). Gelinen noktada, yalnızca bireylerin değil, aynı zamanda toplumsal grupların, toplumsal kurumların ve kuruluşların medyanın şekillendirici ve belirleyici etkisinden kaçabilmesi son derece güçtür (Arslan, 2001: 135). Sahip olduğu bu emsalsiz güç, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de medyayı siyasiler açısından özel bir konuma taşımıştır. Siyasetin yüz yüze iletişimden ağırlıklı olarak kitle iletişimine kayması, onu iktidar mücadelesinin de stratejik mecrası haline getirmiştir (Bostancı, 2011: 141). Medyanın siyasilerden gelen bu ilgiyi maddi çıkara tahvil etme çabaları da, yine tüm dünyada yaşanagelen bir olgudur. 1990’lı yıllarda yaşanan ve bu çalışmanın da asıl konusunu oluşturan medya-sermaye(banka)-siyaset üçgenindeki tecrübeler ise, bu tanımlamaların da dışına çıkan çok daha özel olaylardır. Osmanlı’da ilk gazeteler, Batılı ülkelerin mali çıkarlarını savunma aracı olarak 18. yüzyılın sonlarında azınlıklar (gayrimüslimler) tarafından Fransızca olarak yayınlanmıştır. Türkçe gazetelerin yayınlanması ise ancak 19. yüzyılın 2. çeyreğinde mümkün olmuştur. Batı’da gazete (basın), ekonomik, politik ve sosyal şartların bir sonucu olarak ortaya çıkıp gelişirken, Türkiye basını, Batı’dan farklı olarak, toplumsal dinamiklerle değil devlet destekli olarak (devletin uhdesinde) ortaya çıkmıştır. Bu zemin üzerinde gelişen Türkiye basını, sonraki yıllarda da gelişimini Batı’dan farklı bir yapıda, devlet desteğinde ve devlet güdümünde sürdürmüştür (Demir, 2006: 93-94). Osmanlı’da basının siyasetle ilişkileri hiçbir dönem haber boyutu ile sınırlı kalmamış, basın, hep endişe ile bakılan ve bu nedenle de denetim altında tutulması gereken bir araç olarak görülmüştür. Basın siyaset ilişkilerinin başlangıçta böylesi bir zemin üzerine kurulmuş olması ve basının kendisini siyasal erkin karşısında bir güç olarak algılamaya başlaması, karşılıklı bir güvensizlik doğurduğu gibi, basını da asli fonksiyonunun dışına taşımıştır. Devletle karşılıklı güvensizlik ve çıkar ilişkileri zemini üzerinde gelişen Türk basın tarihi, ilk günlerinden itibaren basın ve siyaset arasındaki (işbirlikleri ve) karşılıklı güç gösterilerine sahne olmuştur (Çakır, 2008: 75). Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 7 Cumhuriyet sonrasında toplumu biçimlendiren ve yönlendiren tek parti yönetimi, basını da çeşitli şekillerde denetimi altına almaya ve bu gücü kendi ideolojik amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışmıştır (Demir, 2007: 107). Tek parti ideolojisinin topluma kabul ettirilmesinde basın çeşitli şekillerde, bazen antidemokratik yasal düzenlemelerle, bazen hapis ve tehditlerle, bazen de ikna ve ödüllendirmelerle kullanılmaya çalışılmıştır (Demir, 2007:139). Bu dönemde basın, ilgili üst kurumların emirleri altında tek sesli olarak çalışmıştır. Bu bağlılığı sağlamak için CHP yönetimi basını her açıdan kendisine bağımlı kılmıştır. Örneğin, bu dönemdeki gazete sahiplerinin çoğu milletvekilidir (Koloğlu, 2006: 118). Devletin basın üzerindeki tahakkümü konusundaki tek parti döneminden kalan miras, çok partili yıllarda da etkisini hemen yitirmemiş, 60’lı yıllara kadar, özellikle muhalif basının eleştiri (ve zamanla eleştiri sınırlarını aşan, kimi zaman provokatif) haberlerine tek parti dönemini anımsatan reflekslerle cevap verilmiştir1. Basın özgürlüğü konusunda önemli iyileşmelerin sağlandığı 1960 sonrası dönem ise, basının ticari olarak da güçlenmeye başladığı bir süreç olmuştur. Basın gruplarının ticari açıdan güçlendiği ya da güçlü grupların eline geçtiği bu süreç, devlet-basın ilişkilerinde karşılıklı çıkarların işlemeye başladığı dönem de sayılabilir. (Bu dönem Koloğlu (2006) tarafından ‘basının sanayileşmesi süreci’ olarak isimlendirilmektedir). Kuşkusuz söz konusu çıkar ilişkileri, asıl olarak 1980’lerden itibaren çok daha belirgin hale gelmiştir. 1980’li yıllar, basın-siyaset ilişkilerinde Türkiye açısından çok önemli bir dönemdir. Dünyadaki değişim, ülkede gelişen yeni sermaye yapısı, gazete, radyo ve televizyonla birlikte oluşan yeni (ve daha güçlü) medya yapısı ve medyadaki ticarileşme süreci, bu ilişkilerin daha da karmaşıklaşmasına ve medya-siyaset arasındaki karşılıklı menfaat mücadelesinin farklı bir boyut kazanmasına sebep olmuştur (Demir, 2007: 201). 1990’lı yıllar Türk medya tarihi açısından, medyanın siyasi hayatta ve hükümetler üzerinde olağanüstü biçimde etkili olduğu, medyanın haksız kazanç ve çıkar sağlamak üzere bir silah olarak kullanıldığı, medya sahiplerinin banka satın alma yarışına girdiği, sektör dışındaki sermayedarların da bu olağanüstü güce sahip olmak için gazete-televizyon yatırımlarına giriştiği özel (ve kirli) bir dönemdir2. 1 2 Provokatif haberler ifadesiyle, Türk basınının ülkeyi 27 Mayıs darbesine götüren süreçteki aktif rolü kastedilmektedir. Bu husus bu çalışmanın kapsamı dışında olduğundan, ayrıntıya girilmeyecektir. 1998 yılında, en çok satan gazetelerden birinin (ülkenin en büyük medya grubunun ‘amiral gemisi’nin) genel yayın yönetmeni ile iktidar partisinin önemli bir mensubu arasında geçen ve daha sonra kamuoyuna da yansıyan (söz konusu medya grubunun talep ettiği teşvik kredisi konusundaki) telefon İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 8 E. Ayan Medya gücünün bu sınırsız etkisi, medya patronlarını bu yıllarda tekelleşme arayışlarına da itmiştir. Bazı medya sermayedarlarının bu yıllardaki büyüme girişimleri, küresel rekabet koşullarının bir sonucu olarak birçok sektörde ortaya çıkan ‘yoğunlaşma’ olgusunu aşan bir nitelik taşımaktadır. Özellikle dağıtım ağında oluşturulmaya çalışılan tekelleşme girişimleriyle, bazı rakipleri kendine bağımlı kılma amacının yanı sıra, bir kısım gazetelerin de yaşamlarına kastedilmiştir. Türkiye’ye iktisadi, siyasi ve sosyal açıdan çok önemli maliyetler yükleyen bu ‘sorunlu yayıncılık’ anlayışı, aşağıda ayrıntılı olarak ele alınacaktır. 3. 1990’lı yıllarda Medyanın Bankacılık Sektörü Yatırımlarının Analizi 1990’lı yıllar, iktisadi ve siyasi açıdan olduğu gibi medya açısından da çok özel bir dönemdir. Sektördeki düşük kârlılığa ve kimi zaman önemli zararlara rağmen medya yatırımlarının hızla arttığı, medya unsurlarının ticari güç mücadelesinin en önemli aracı (silahı) olarak kullanıldığı bu yıllarda medya sermayedarları, en önemli kazançlarını kuşkusuz o dönemde sahip oldukları bankalar vasıtasıyla elde etmiştir. Bankaların medya gücü sayesinde edinildiği, tüm sınırlama ve yaptırımlar aşılarak bankaların adeta organize hırsızlık müesseselerine dönüştürüldüğü bu süreç sürdürülemez noktaya vardığında, söz konusu sermayedarların önemli kısmının medya sektöründen çekilmesine ya da küçülme kararı almasına da neden olmuştur. Türkiye’ye her açıdan çok büyük maliyetler yükleyen ve medya ve bankacılık sektörleri ekseninde şekillenen bu dönem aşağıda öncelikle genel hatlarıyla ele alınacak, ardından da söz konusu sürecin hâkim medya grupları ve bunların bankacılık sektörüyle ilgili faaliyetleri incelenecektir. 3.1. 1990’lı Yıllarda Medya ve Bankacılık Sektörü Yukarıda da belirtildiği üzere 90’lı yıllar, medya sermayedarların bir banka sahibi olabilmek için yarışa girdiği, birçok banka sahibinin de medya sektörüne girebilmek için çabaladığı, medyanın merkezinde olduğu bu olağandışı ortamda büyük çaplı yolsuzlukların ve haksız kazançların ülkeyi Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizlerine sürüklediği özel bir dönemdir. Bu sürecin özeti sayılabilecek aşağıdaki tablo, 90’lı yılların sonunda medya ve bankacılık sektörü arasındaki ilişkiyi açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu grupların medya ve finans görüşmesinin içeriği ve üslubu, bu dönemdeki medya-siyaset ilişkilerinin kirlilik derecesi konusunda önemli bir göstergedir. Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 9 sektörü yatırımları aslında tablodakinden çok daha geniştir. Burada finans sektörü yatırımları bankalarla, medya yatırımları ise gazete ve televizyonlarla sınırlandırılmıştır. Tablo-1. Türkiye’de Bankacılık Sektörü - Medya İlişkisi (2000 yılı itibariyle) MEDYA (Bilgin) İmar Bankası Adabank Etibank İHLAS (Ören) İhlas Finans ÇUKUROVA (Karamehmet) Pamukbank Yapı Kredi Bankası Medya Gücü (TVGazete) Kanal D, CNN Türk Hürriyet, Milliyet Radikal, Posta Star TV Star Gazetesi ATV, Sabah TGRT Türkiye Gazetesi Show TV Akşam AVRUPA AMERİKA (Aksoy) İktisat Bankası Cine 5 Holding Banka DOĞAN Dışbank RUMELİ (Uzan) DOĞUŞ BAYINDIR ZEYTİNOĞLU NERGİS Garanti Bankası Osmanlı Bankası Körfezbank Bayındırbank Esbank İnterbank NTV, Kanal E BRT Es TV Olay TV Bu konudaki tüm düzenlemelere ve sınırlamalara rağmen, bankalar aracılığıyla halktan toplanan kaynaklar önemli ölçüde grup şirketlerine aktarılarak ya da genellikle ‘off-shore’ hesaplar yoluyla doğrudan ‘çalınarak’ bankalar önemli ölçüde zarara uğratılmış ve sonuçta bu zararlar finansal sistemin çökmemesi açısından devlet tarafından üstlenilmek zorunda kalınmıştır3. Bunun yanında, banka 3 Egebank’ın TMSF’ye devir kararının alındığı gece, bankanın hâkim ortağının (Murat Demirel) sırtında çuvallarla güvenlik kameralarına yansıyan “Türkiye’ye has” banka soyma görüntüleri, kuşkusuz ayrı bir sınıflandırmayı hak etmektedir. Ayrıca, devir kararının bankaya ve kamuoyuna bildirimi henüz yapılmadan önce, çok az siyasetçi ve bürokratın sahip olduğu bu bilginin Egebank’ın sahibine nasıl ulaştığı hususu, o dönemde kamuoyu vicdanında yanıtını bulmuş bir sorudur. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 10 E. Ayan aracılığıyla toplanan fonları ‘içeriden edinilen’ bilgiler (insider trading) sayesinde çok daha kârlı biçimde kullanmak suretiyle daha modern haksız kazanç yöntemlerini tercih eden sermayedarlar da olmuştur. Piyasalar açısından son derece önemli makamlarda görev yapan bazı üst düzey bürokratların emeklilikleri sonrası büyük sermaye gruplarının yönetiminde görev alması ya da bu gruplarda yöneticilik yapmaktayken piyasalar açısından çok önemli kamusal kurumlara yönetici olarak transfer edilip, söz konusu kamu görevleri bittikten sonra yeniden önceki kurumlarındaki yönetim görevlerine dönmeleri, 90’lı yılların sıkça yaşanan olgularıdır. Bu dönemde, görev süreleri sonunda özel sektörde etkili bir makamda yönetici olabilmek için, görevleri süresince bazı iş adamlarının bir nevi ‘iş takipçiliği’ni yapan çok sayıda yüksek bürokrata rastlamak mümkündür. Bunun da ötesinde, ordunun siyasi hayat üzerinde olağandışı etkisinin yoğun olarak yaşanmaya devam ettiği bu yıllarda, bazı emekli generallere, hiçbir ihtisasları olmamasına rağmen banka yönetim kurullarında yer verildiği de görülmüştür. (Hiçbir mesleki yakınlık olmamasına rağmen bazı emekli generallere Türkiye’nin önde gelen sermaye gruplarının yönetim kademelerinde yer verilmesi, bu dönemde yaygın bir uygulamadır). Paranın banka aracılığıyla kazanıldığı, medyanın ise ahlaki ve hukuki açıdan son derece sorunlu bu sistemin sürdürülebilirliğini sağlamayı üstlendiği bu medyabanka ilişkisinde bankalar, tüm sınırlamalara rağmen uzun yıllar boyunca bu sorunlu işleyiş biçimiyle faaliyetlerine devam edebilmiştir. Bu dönemde medya sermayedarlarının kazançları sadece bankacılık faaliyetleriyle sınırlı kalmamış, bunların yanında, devlet teşviklerinde ve özelleştirme ihalelerinde de medya sahiplerine çok önemli avantajlar sağlanmıştır (Bu konuda ayrıca bkz, Sağnak, 1996: 370-379). 3.2. 1990’lı Yıllarda Türkiye’de Medya-Finans Grupları Aynı zamanda banka sahibi de olan büyük medya grupları 90’lı yıllarda, yüksek reel faiz politikasını benimseyen hükümetlerin yanında yer alarak ve kaynaklarını önemli ölçüde Hazine bonosu ve Devlet tahvillerinde değerlendirerek büyük kazançlar sağlamanın yanında, önemli tutarlarda devlet teşviklerinden de yararlanmayı bilmiştir. Toplumsal katma değer oluşturmayan ve sadece toplumun çok küçük bir kesimine refah sağlayan bu süreç, sonuçta ülkeyi 2000 ve 2001 krizlerine götürmüş, anılan medya sermayedarlarının önemli kısmının piyasadan çekilmek zorunda kalmaları sonucunu doğurmuştur. Çalışmanın bu kısmında, medya Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 11 sahiplerinin bankacılık yatırımları, bu süreçte daha çok öne çıkan ve süreci şekillendiren gruplar çerçevesinde ele alınacaktır. 3.2.1. Doğan Grubu (Doğan Holding) Medya sektörüne 1980 yılında Milliyet gazetesini satın alarak giriş yapan Doğan grubu, iş hayatında asıl büyümesini 90’lı yıllarda ve özellikle bankacılık sektörü yatırımlarından sonra kaydetmiştir (Milliyet gazetesinin satın alınması sürecinde Koç grubunun etkisi konusunda bkz, Topuz, 2003: 334-335). Grubun ilk bankası, Aydın Doğan’ın kuruluş izni için büyük uğraşlar verdiği Alternatifbank’tır. (Bu mücadele konusunda bkz, Karaca, 2003: 103-105). 90’lı yıllarda Türkiye’de banka sahibi olmanın yukarıda anlatılan önemi dikkate alındığında, bir medya sermayedarının banka kurmak için verdiği bu büyük savaş ayrı bir anlam kazanmaktadır. Ancak grubun bankacılık sektöründeki asıl kazançlı yatırımı Türkiye İş Bankası’ndan satın alınan Türk Dış Ticaret Bankası (Dışbank)’tır. 1994 yılında Türkiye İş Bankası’nın Almanya’daki iştirakinden kullanılan (son derece cazip geri ödeme koşullarına sahip) kredilerle Türkiye İş Bankası’ndan satın alınan Dışbank, grubun en kârlı yatırımlarından biri olmuştur4. Medya alanında 90’lı yıllar boyunca büyük bir hızla büyüyen Doğan grubu bu süreçte, başta Hürriyet, Posta ve Radikal gazeteleri ve Kanal D televizyonu olmak üzere, birçok televizyon kanalı, gazete, dergi ve radyoyu bünyesine katarak ve özellikle dağıtım konusunda tekelleşmeye giderek, ülkenin en önemli medya grubu haline gelmiştir. Medya alanındaki bu hızlı büyüme seyri, grubun siyaset ve hükümetler üzerindeki etkisini de aynı ölçüde arttırmıştır. Bu yıllarda hükümetle yakın ilişkisi olan medya patronlarının piyasalar açısından son derece önemli olan idari makamlara yapılacak bürokrat atamaları konusundaki etkisi, artık sıradan bir olguya dönüşmüştür. Söz konusu makamlarda görev yapan kimi bürokratların, görevleri bitiminde, (görev süreleri boyunca önemli gelişme kaydeden) bankalara yönetici olarak atanmaları da, bu yıllarda yine günlük ve sıradan olay mertebesindedir. Kuşkusuz bu bürokrat-yönetici transferlerinin kolayca gerçekleşebilmesinde ve bunun sıradan bir olaymış gibi algılanmasında, bir algı yönetimi unsuru olan medyanın da payı vardır. 4 Bu yıllarda Dışbank’ın alımıyla başlayan ve Petrol Ofisi özelleştirmesiyle devam eden ve her defasında Doğan grubunun lehinde cereyan eden İş Bankası – Doğan grubu işbirliğinde, İş Bankası’nın Doğan grubunun hızla büyümesini finanse eden bu gönüllülüğü, bu çalışmanın kapsamını aşan, ancak ayrıca incelemeye değer bir husustur. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 12 E. Ayan Bu dönemde diğer birçok banka gibi Dışbank da, kaynaklarını önemli ölçüde DİBS yatırımlarına ve (başta özelleştirme ihalesinden İş Bankası’yla birlikte satın alınan Petrol Ofisi olmak üzere) grup şirketlerine uygun ödeme koşullarıyla aktararak, grup açısından oldukça kârlı, ülke ekonomisi açısından ise son derece riskli biçimde faaliyet göstermiştir. Ancak Dışbank’ın Doğan grubuna katkısı sadece bunlarla sınırlı kalmamıştır. 2001 yılı şubat ayında yaşanan ve Cumhuriyet tarihinin en önemli ekonomik krizi olarak gösterilen likidite krizi sürecinde alınan devalüasyon kararının ilan edilmesinden hemen önceki gece, Merkez Bankası’ndan toplamda 5,2 milyar dolar tutarında döviz alan bankalar arasında Dışbank’ın da olduğu belirtilmektedir (Kıvanç, 2008). Krizden önceki gün 688 bin TL seviyesinde olan Dolar kurunun devalüasyon kararı açıklandıktan sonra 962 bin TL seviyesine çıkmış olması, söz konusu bankalara günlük bazda yaklaşık %45 getiri sağlamıştır. Bu bankaların krizin yaşanacağı güne saatler kala böyle bir pozisyon almış olmaları, kuşkusuz ki tesadüfle açıklanamayacak kadar dikkat çekicidir. Bu olay aynı zamanda medya-bankacılık sektörü işbirliğinin ne derece kârlı olabileceğini ortaya koyan somut bir örnektir. Doğan grubu, 90’lı yıllarda yaygın olarak yaşanan bürokrat transferlerini en kârlı biçimde kullanan grupların da başında gelmektedir. Bürokrasi görevinde Doğan grubuna büyük yararlılıklar gösteren ve kamu görevleri sonrası Doğan grubunda üst düzey yönetici olarak işe başlayan çok sayıda bürokrat bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Ancak bürokrat transferleri konusunun en somut örneği kuşkusuz Vural Akışık’tır. 2001 krizi sonrası oluşturulan kamu bankaları ortak yönetim kurulunun başkanlığına, bu süreçte hükümete büyük destek veren Doğan grubunun üst düzey yöneticilerinden Vural Akışık atanmıştır5. 2001 yılında kamu bankalarının aktif büyüklüğünün, bankacılık sektörünün toplam aktif büyüklüğünün üçte birine karşılık geldiği düşünüldüğünde, söz konusu makamın finans sektörü açısından önemi daha iyi anlaşılacaktır. Vural Akışık’ın görev süresi boyunca, bankacılık sektöründe Doğan grubu lehine birçok gelişme yaşanmıştır. Örneğin o dönem TMSF bünyesinde olan Demir-Halkbank’ın satışında, Türkiye Halk Bankası’nın ön alım hakkını kullanmaması sonucu söz konusu banka son derece cazip bir fiyatla Aydın Doğan ve ortağına satılmıştır. Bu satışın gerçekleşmesinde katkısı olan bir diğer bürokrat da kısa bir süre sonra Doğan grubunda ‘yönetim kurulu başkanı danışmanı’ 5 Ülkenin en büyük medya grubunun önemli bir yöneticisinin bu göreve atanabilmiş olması, ancak, 90’lı yılların siyaset ve ekonomi üzerinde neden olduğu ağır tahribatın, ortak akıla ve etik değerlere de sirayet etmiş olmasıyla açıklanabilir. Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 13 sıfatıyla çalışmaya başlamıştır. Vural Akışık, kamu görevi sona erdikten hemen sonra Doğan grubuna geri dönerek Dışbank’ın yönetim kurulu başkanlığına getirilmiştir. Doğan grubu, Türkiye’de bankacılık faaliyetlerine ilişkin getirilen sıkı düzenlemelerin ve iflas durumunda banka sahiplerini, sahiplerin birinci derece yakınlarını ve sorumlu yöneticileri zararlardan tüm mal varlıklarıyla sorumlu tutan kanunun yürürlüğe girmesinin ardından Dışbank’ı yabancı bir bankaya satarak elden çıkarmıştır. Bankanın söz konusu gelişmelerin ardından satışa çıkarılmış olması da son derece anlamlıdır. 3.2.2. Bilgin Grubu (Medya Holding) Gazeteci bir aileden gelen ve gazeteciliğe de bölgesel bir gazete olan Yeni Asır gazetesiyle başlayan Bilgin grubu, 1985’te sabah gazetesini yayınlamaya başlayarak ulusal ölçekte yayın yapan bir basın gücü haline gelmiştir. 90’lı yıllarda ulusal ölçekte yayın yapan çok sayıda gazeteyi daha bünyesine dahil eden ve yazılı basının en etki gruplarından biri haline gelen Bilgin grubunun 1993 yılında kurduğu ve Türkiye’nin ilk özel televizyon kanallarından biri olan ATV, 90’lı yılların görsel medya araçları arasındaki en etkili unsurlarından biri olmuştur. Gruba ait medya organlarının, Türkiye siyasi tarihi açısından olağanüstü bir dönemi temsil eden ’28 şubat’ sürecinde oynadığı etkili (ve kirli) rol, Bilgin grubunu o süreçte kamu ihaleleri ve hükümet iznine tabi faaliyetler konusunda oldukça avantajlı kılmıştır. Bilgin grubunun, ‘28 Şubat gazeteciliği’nin ilk önemli ticari karşılığı Etibank ihalesidir. Son derece sorunlu bir ihale sonrasında Cavit Çağlar ve Dinç Bilgin ortaklığının satın aldığı Etibank’ın özelleştirme ve iflas süreci, bu yıllardaki medyabanka-siyaset ilişkisinin en somut (ve yüz kızartıcı) örneklerinden biridir. Bankanın Bilgin-Çağlar ortaklığına satılması konusunda olağanüstü bir çaba gösteren dönemin devlet bakanı Güneş Taner’in, bakanlık görevi sonrasında Bilgin’in sahibi olduğu Medya Holding’de yönetim kurulu üyesi olarak görev alması ve bankaya el konulma kararından çok kısa bir süre önce bu görevinden istifa etmesi, Etibank’ın 90’lı yıllardaki medya-sermaye-siyaset ilişkileri açısından neden özel bir örnek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 1935 yılında bir İktisadi Devlet Teşekkülü olarak kurulan ve 1994 yılında özelleştirme kapsamına alınan Etibank, 1997 yılındaki ilk özelleştirme ihalesinden sonuç alınamaması üzerine, 1998 yılında yeniden satışa çıkarılmış ve Bilgin-Çağlar İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 14 E. Ayan ortaklığına satılmıştır6. Çağlar'ın hâkim ortak olduğu İnterbank'ın Fon’a devri sonucunda Çağlar, Etibank'taki hisselerini Bilgin grubuna devrederek banka ortaklığından ayrılmıştır. Daha sonra bu devrin usulsüz (geriye dönük ve fiktif) olarak gerçekleştirildiği Bankalar Yeminli Murakıplarınca tespit edilmiş ancak Çağlar grubuna ait Etibank hisselerinin Fon’a devri konusundaki girişimler hayata geçirilememiştir (TMSF, 2009a: 35). Zaten Türkiye'de bu süreçteki asıl sorun gözetim ve denetimin yetersizliğinden değil, büyük ölçüde denetim sonuçlarının uygulanmasındaki gecikmeden, yani siyasi etkilerden kaynaklanmaktadır. O dönem bankaların gözetim işlevini yürüten Merkez Bankası'nın önerilerinin (siyasi etkilere daha açık olan) Hazine Müsteşarlığı tarafından dikkate alınmaması veya Bankalar Yeminli Murakıplarının hazırladığı raporların gereğinin ilgili bakan tarafından yerine getirilmemesi, bankacılık sektöründeki iflasların ve krizlerin önemli bir nedeni olmuştur (Günal, 2001: 49). O dönemde Etibank’ın yönetim kurulunda eski Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın, Etibank’ın ortaklarından Cavit Çağlar’ın diğer bankası olan İnterbank’ın yönetim kurulunda ise eski Jandarma Genel Komutanı’nın yer almış olmaları, bankacılık sektörünün o yıllarda nasıl işlediği (ya da denetim ve gözetimin neden etkili olamadığı) konusunda yeterince fikir vermektedir. 28 Şubat sürecinin şekillendirdiği o yılların siyasi koşulları dikkate alındığında, bu tercihler banka sahipleri açısından (kuşkusuz) son derece akılcıdır. 1998 tarihli Banka Yeminli Murakıpları raporunda, esas itibariyle kısa vadeli ve döviz cinsinden mevduattaki artıştan sağlanan kaynakların çok büyük bir bölümünün kredilere ve menkul kıymetlere aktarıldığı, Etibank'ın kredilendirme politikasının büyük ölçüde Medya grubu ve Nergis grubuna kaynak aktarmak üzerine oluşturulduğu belirtilmektedir. Bu gruplara kullandırılan kredilerin geri ödenmesinde yaşanan sıkıntılar, aktif kalitesini olumsuz etkilemiş, ayrıca, bunlara kaynak aktarmak amacıyla agresif bir kaynak toplama stratejisinin benimsenmesi nedeniyle döviz açık pozisyonları önemli rakamlara ulaşmıştır (TMSF, 2009a: 38). 6 Etibanka talip olan grubun taraflarından biri olan ve siyasi açıdan o dönemin en nüfuzlu kişilerinden olan Cavit Çağlar’ın sahip olduğu (ve bu satıştan çok kısa bir süre sonra Fon’a devredilen) İnterbank’ın yaşadığı ciddi mali sorunlar, satış sürecini son derece sorunlu hale getirmiştir. Bu satışa olumsuz görüş bildiren Hazine müsteşarı istifa etmek zorunda kalmış ve yeni atanan müsteşarla birlikte Hazine’nin görüşü olumluya dönmüştür. Dönemin bir devlet bakanı, bu satışı onaylayan özelleştirme yüksek kurulu üyelerinin yüce divanda yargılanması gerektiğini belirtmiştir. Cavit Çağlar’ın siyasi nüfuzunun kaynağı konusunda ise, o dönemde basında genişçe yer alan ve tartışılan dönemin Cumhurbaşkanının ‘aile fotoğrafı’ tartışmasına bakınız. Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 15 Bu işleyiş biçimi bankanın sermaye yeterliliğini de olumsuz etkilemiş ve yasal alt sınırın oldukça altına çekmiştir. Sonraki süreçte ilgili birimler tarafından yapılan uyarıların gereği banka tarafından yerine getirilmemiş ve bankanın mali bünyesi daha da bozulmuştur. Banka hâkim ortakları ile yönetimin bankanın mali bünyesini iyileştirmeye yönelik talimatları gerçekleştirmekte yetersiz kalması ve grup şirketlerine kaynak aktarılmaya devam edilmesi, off-shore bankalarla işlemlere devam edilmesi, grup şirketlerine iştirak edilmesi, sermayenin artırılmaması ve kredilendirmede emniyet ve verimlilik ilkelerine uyulmaması nedenleriyle 27 Ekim 2000 tarihinde BDDK tarafından Etibank’a el konulmuştur (TMSF, 2009a: 48). 3.2.3. Uzan Grubu (Rumeli Holding) İş yaşamına 1950’li yıllarda inşaat şirketiyle giren, inşaat taahhüt işleriyle hızla büyüyen ve zamanla faaliyet alanını genişleten Uzan grubu, 1984 yılında Türkiye İmar Bankasını satın alıp yine aynı yıl Adabank’ı da kurarak iki bankaya birden sahip olmuştur. Grubun medya alanındaki ilk yatırımı Türkiye’deki ilk özel televizyon kanalı olan ve 1990’da yayına başlayan Star 1 kanalıdır. Sonraki yıllarda çok sayıda radyo kanalı kuran ve televizyon kanalı sayısını arttıran Uzan grubu, böylelikle 90’lı yıllarda görsel ve işitsel medyada son derece etkili bir konuma sahip hale gelmiştir. 90’lı yıllardaki medya-bankacılık sektörleri işbirliğinde, Uzan grubu önce banka sahibi olup, bu yıllarda medyanın önemini görerek daha sonra medya yatırımlarına yönelen bir örneği temsil etmektedir. Uzan grubu, bünyesine bankaların ardından medya yatırımlarını da dâhil ettikten sonra, özellikle özelleştirme ihalelerinde çok etkili olmuş, böylelikle enerji ve çimento sektörlerinde çok sayıda ve büyük ölçekli şirketin sahibi olmuştur. 90’lı yıllar boyunca medya unsurlarını siyaset üzerinde çok etkili bir biçimde kullanan ve çok hızlı bir biçimde büyüyen grup, 1999 yılında Star gazetesini kurarak bu etkili konumunu daha da güçlendirmiştir. Uzan grubunun en etkili ismi olan Cem Uzan 2002 yılında bir parti kurarak siyasete atıldıktan sonra, grubun medya organları daha da politize olmuş, hem rakip bazı medya gruplarıyla hem de dönemin hükümetiyle büyük bir mücadeleye girilmiştir. Grubun bu derece büyümesinin de temel etkeni olan bankacılık alanındaki (büyük haksız kazançlar doğuran) hukuksuz faaliyetleri ve özellikle İmar Bankası’nın risklerinin artık tüm bankacılık ve finans sistemini tehdit eder boyutlara ulaşması sonucunda, bankaya BDDK tarafından el konulmuştur. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 16 E. Ayan Uzan grubunun iş hayatında bu derece büyümesinin en önemli mali dayanağı kuşkusuz İmar Bankası kaynaklarıdır. Ancak bütün kamusal sınırlama ve denetimlere ve hatta tespit edilmiş çok sayıda usulsüzlüğe ilişkin müfettiş raporlarına rağmen banka kaynaklarının (mevduat sahiplerinin paralarının) bu denli rahat biçimde hukuk dışı kullanabilmesinde, medya gücü kuşkusuz önemli bir etkendir. Türk bankacılık sisteminde 90’lı yıllarda gözlenen tüm ‘finansal hastalık’ları bünyesinde taşıyan İmar Bankası, ilk olarak 1994 yılında, kredilerinin neredeyse tamamına yakınını Uzan grubuna kullandırması, bankacılık işlevlerinden uzaklaşması, risk yoğunlaşması yaşaması, gelir-gider dengesinin bozulması, kârlılığının düşmesi, likidite sıkışıklığının artması ve 1994 yılında yaşanan finansal krizin mevcut olumsuzlukları ağırlaştırması nedenleriyle Fon tarafından yakın izleme kapsamına alınmıştır (TMSF, 2009b: 26). Banka yakın izleme kapsamına alındıktan sonra Bankalar Yeminli Murakıplarının yoğun denetimi altına girmiştir. Murakıpların 1994-2000 yılları arasında gerçekleştirdiği denetimlerde; banka kredi portföyünün hemen hemen tamamının grup kredilerinden oluştuğu ve bu kredilerin teminatsız olduğu, KKTC'de kurulmuş olan İmar Off-Shore'a yapılan deponun Uzan grubunun dolaylı finansmanında kullanıldığı ve depo tutarının sürekli büyüdüğü, faaliyet zararları nedeniyle oluşan özkaynak yetersizliği, likidite zafiyeti, tüm yetkilerin yönetim kurulunda toplandığı ve genel müdür ve genel müdür yardımcılarına dahi bazı detaylar dışında yetki devri yapılmadığı hususları tespit edilmiştir. Bu tespitler doğrultusunda banka yönetimi; bankanın Uzan grubu firmalarına kullandırılan kredilerin durdurulması, mevcut kredilerin tahsil edilmesi ve teminatlandırılması, İmar Off-Shore nezdinde tutulan donuk depoların faiziyle birlikte tahsil edilmesi, sermayenin nakit olarak arttırılması ve bankanın yönetim organizasyonu gibi konularda birçok kez uyarmış, ancak tüm bu uyarılardan olumlu bir sonuç alınamamıştır (TMSF, 2009b: 34-36). Yakın izleme kapsamındaki bir bankanın, tüm denetim birimlerinin gözleri önünde ve usulsüzlüklerin gittikçe büyüdüğü tespit edilmiş olduğu halde, tüm finansal sistemi ve ekonomiyi tehdit eder boyuttaki riskleri taşımasına bu kadar uzun süre ‘siyasi sabır’ gösterilmesinde, bankanın medya gücünün ve bu gücün de yardımıyla sağlanan siyasi (ya da siyaset üstü) desteklerin etkisi büyüktür. Bu şartlar altında girilen Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinde İmar Bankası, faiz ve kur risklerine maruz kalmıştır. Bu nedenle BDDK, banka Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 17 yönetimini bir kez daha uyarmış ancak talimatların yerine getirilmemesi ve mali bünyenin düzeltilmesine ilişkin gerçekçi bir plan sunulmaması üzerine bankaya 2001 tarihinde veto yetkisine sahip yönetim kurulu üyesi atanmıştır. Bu süreçte bankanın gerek sermaye artırımlarını, gerekse grup kredilerinden sağlanan tahsilâtı büyük ölçüde ÇEAŞ ve Kepez Elektrik'ten sağladığı kaynaklar vasıtasıyla gerçekleştirdiği anlaşılınca, bu şirketlerin imtiyaz sözleşmelerinin iptali ve bunlara ait tesislere el konulmasıyla başlayan süreçte, banka 2003 yılında Fon’a devredilmiştir7 (TMSF, 2009b: 36-37). Devir sonrası yapılan incelemelerde, bankadaki tasarruf mevduatı tutarının 25 Haziran 2003 tarihinde Merkez Bankası’na resmi olarak bildirilmiş olan 754 milyon TL'nin çok üzerinde ve yaklaşık bu tutarın on katı civarında (8,1 milyar TL) olduğu görülmüştür. Eksik bildirim dolayısıyla yatırılmayan vergiler ve TMSF ve Merkez Bankası nezdinde eksik yerine getirilen yasal yükümlülüklerin yanında, resmi otoritelerden gizlenen mevduat tutarları Uzan grubuna aktarılmıştır (TMSF, 2009b: 34). İmar bankasında, bir kısmı yakın gözetim altındayken raporlanan, bir kısmı ise ancak Fon’a devredildikten sonra ortaya çıkarılabilen çok çeşitli usulsüzlükler tespit edilmiştir. Bunlardan biri de yetkisiz DİBS satışıdır. Bir başka deyişle İmar Bankası tarafından, aslında Hazine’ye ait olmayan (ya da aslında var olmayan) Hazine bonosu satışı yapılmıştır. Bu durum binlerce yıllık devlet geleneği olan bir ülkede, köklü teftiş müesseselerinin ve onun kıdemli bürokratlarının ve diğer (siyasi ya da siyaset üstü) devlet yöneticilerinin gözleri önünde gerçekleşmiştir. Tüm bu anlatılanlar, medya gücünün etkili bir biçimde kullanıldığında ne denli büyük bir silaha dönüşebileceğinin somut kanıtlarıdır. 3.2.4. Ören Grubu (İhlas Holding) 1970 yılında, Türkiye gazetesinin kurulmasıyla temelleri atılan İhlas Holding, ilerleyen yıllarda faaliyet alanını çeşitlendirerek genişletmiş, özellikle inşaat alanında büyüme kaydetmiştir. 90’lı yıllarda hızlı büyüme seyrini daha da arttırarak sürdüren grup, 1993 yılında medya yatırımlarını da hızla arttırmış, İhlas Haber Ajansı ve TGRT televizyon kanalını kurarak ülkenin medya alanındaki etkili gruplarından biri haline gelmiştir. İktidardaki siyasi partilerle uyum içinde bir yayın 7 Grubun diğer bankası olan Adabank ise, bankacılık faaliyetlerini halen BDDK’nın gözetim ve denetimi altında sürdürmekte olup, Fon sadece kurucularda aranan nitelikleri kaybeden Banka ortaklarının ortaklık haklarını kullanmaktadır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 18 E. Ayan politikası izlenmesini titizlikle sürdürülen bir gelenek haline getiren İhlas yayın grubu, 1995 yılında kurdukları İhlas Finans isimli finans kurumuyla bankacılık sektörüne de girmiştir. Kâr payı (faizsiz bankacılık) esasına göre işleyen İhlas Finans, kısa sayılabilecek bir sürede önemli aktif büyüklüklere ulaşarak finans kurumları arasında ilk sıraya oturmuştur. İhlas Finans’ın önemli büyüklüklere ulaşmasından sonra grubun büyüme seyri daha da hızlanmış, özellikle 1998’den itibaren, TGRT kanalına önemli yatırımlar yapılmış, kanalın başlangıçta amaçlanan yayın çizgisinden de çıkılarak izleme oranları (ve dolayısıyla etki gücü) arttırılmıştır. Ören grubu bünyesindeki Türkiye gazetesini ve TGRT televizyonunu diğer medya gruplarından ayıran en temel niteliklerden biri de, bunların kuruluş sermayesinin bir bölümünü dini hassasiyetlerle yapılan bağışların oluşturmasıdır. Yine grubun bu büyüklüklere ulaşmasında, toplumun (tüketicilerin) bir kesiminde gruba karşı dini hassasiyetlere dayalı olarak oluşan güven duygusunun önemi büyüktür. Ören grubunun medya unsurlarının yayın içeriğindeki ticari kaygılarla gerçekleşen ‘sapmalar’ ve İhlas Finans’ın aşağıda belirtilecek iflas etme gerekçeleri bu açıdan değerlendirildiğinde, Ören grubu, 90’lı yıllardaki diğer örneklere göre sosyal ve ahlaki tarafı daha ağır basan, sadece finansal değil duygusal sömürüyü de içeren özel bir örnektir. Ören grubu İhlas Finans vasıtasıyla elde ettiği mali kaynakları hızlı bir biçimde grup şirketlerine aktarmış, ancak başta medya şirketleri olmak üzere, grup şirketleri tarafından bu kaynaklar son derece verimsiz biçimde kullanılmıştır. BDDK’ya devir sonrası hazırlanan ve basına da yansıyan SPK raporuna göre, kurumun sahip olduğu kaynakların tamamına yakını grup şirketlerine aktarılmış ve bu politika önemli ölçüde paravan bayiler aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. İhlas Finans’ın faaliyet izni, yükümlülüklerini yerine getirememesi ve likidite sorununu çözememesi, şirket kaynaklarını hâkim sermayedarlarının grup firmalarına aktarması ve faaliyetine devamının hesap sahipleri bakımından tehlike arz etmesi gibi gerekçelerle 2001 yılı şubat ayında Bakanlar Kurulu kararıyla kaldırılmıştır (BDDK, 2001a ve 2001b). Özel finans kurumları TMSF kapsamında olmadığından, İhlas Finans Fon’a devredilememiş ve tasfiyesi genel hükümler çerçevesinde (herhangi bir anonim şirket gibi) gerçekleştirilmiştir. Aynı yılın mayıs ayında özel finans kurumlarının tasfiyesine ilişkin değişiklikler getirilmiş, ancak bu değişiklik kapsamında yer verilen geçici kanun maddesindeki, daha önce faaliyet izni kaldırılan özel finans kurumları (yani İhlas Finans) hakkında yeni hükümlerin uygulanamayacağı hükmü sayesinde, İhlas Finans’ın tasfiye süreci yeni Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 19 hükümlerden etkilenmemiş ve şirketin batmasına neden olan ortaklar, bir nevi, mağdur mudilerle aynı kefeye konulmuştur. Medya silahının (ve daha önce Ören grubunda yöneticilik yapmış, dönemin nüfuzlu siyasetçilerinin) etkisi, İhlas Finans’ın tasfiye sürecinde çok daha belirgin hale gelmiştir. Tasfiye planına uymayan ve ödeme planını sürekli aksatan İhlas Finans’taki sorunların kalıcı olarak çözülmesi bakımından, İhlas Finans’ın yükümlülüklerini TMSF gözetiminde gerçekleştirmesini öngören ve mecliste tüm partilerin desteğiyle hazırlanan tasarının yasalaşmasının 2005 yılında son anda engellenmesi bu açıdan oldukça anlamlıdır8. İhlas Finans yaklaşık 200 bin mudi ve 1 milyar doları aşkın yükümlülükle piyasadan çekilirken hesap sahiplerini çok büyük maddi ve sosyal sorunlarla baş başa bırakmıştır. Bir kâr zarar ortaklığı birlikteliğinde, ortaya çıkan zararın ağırlıklı olarak buna neden olan ortaklar yerine katılım hesabı sahiplerine yüklenmiş olması, Türkiye’ye özgü bir durum olarak değerlendirilmektedir9. Grup, tasfiye planı kapsamındaki ödemeleri sürekli aksatarak mudilerinin mağduriyetini katlamış, son olarak, tasfiye planı dışında, mudilere alacaklarının başka şirketler üzerine aktarıldığını kabul etmelerini öngören sözleşmeler imzalatılmaya başlanmıştır10. Ören grubunun bu girişimi, basında grubun (tasfiye sürecini ‘bir biçimde’ tamamlayıp) yeni bir banka kurma girişimi olduğu haberleriyle aynı dönemde gerçekleşmiştir. 3.2.5. Karamehmet Grubu (Çukurova Holding) Sanayi, inşaat, iletişim, taşımacılık, finans ve medya sektörlerinde faaliyet gösteren Çukurova grubu, Cumhuriyet tarihinin en eski sermaye gruplarından biridir. Grubun tarım sektörüyle başlayan yatırımları, zaman içinde çeşitlenerek büyümüş ve özellikle 90’lı yıllardan itibaren Çukurova grubu ülkenin en önde gelen 8 9 10 Bu engellemenin bizzat dönemin Başbakan’ının devreye girmesiyle gerçekleştiği iddiası o dönem basında yer bulmuş ve bu iddia muhataplarınca yalanlanmamıştır. Mudilerin mağduriyeti gün geçtikçe artarken, Ören grubu kısa bir süre sonra büyüme çabalarına ve yatırımlarına yeniden başlamıştır. Bu süreçte, büyüme hedefleri doğrultusunda grup tarafından inşa edilen turizm tesislerinin açılışını bizzat dönemin Başbakan’ının yapabilmiş olması, medya-bankasiyaset ilişkileri açısından dikkat çekici bir başka örnektir. Mudilere önerilen söz konusu sözleşmeler alacakları çok daha uzun yıllara yaymaktadır. Yeni şirketlerin hayali olup olmadığı ya da ne derece güvenilir olduğu da son derece tartışmalıdır. Bu sözleşmeleri imzalamayı kabul eden mudiler tasfiye planından çıkarılmakta ve tasfiye halindeki İhlas Finans tarafından ‘gerçekleşmiş ödeme’ olarak kamuoyuna duyurulmaktadır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 20 E. Ayan holdinglerinden biri olmuştur. Özellikle Turkcell yatırımı, gruba çok önemli bir sıçrama imkânı vermiştir. Grubun ilk bankası 1973 yılında satın alınan Pamukbank, ikinci bankası ise 1980 yılında satın alınan Yapı ve Kredi Bankası’dır. 1996 yılında Güneş gazetesini, 1997 yılında ise Akşam gazetesini satın alarak yazılı basında büyümeye başlayan grup, 1999 yılında Show TV ve Digitürk televizyon kanallarını kurarak medya sektörünün önemli aktörlerinden biri haline gelmiştir. Diğer etkili gruplardan farklı olarak medya yatırımlarını ancak 90’lı yılların ikinci yarısında gerçekleştiren Çukurova grubu, bu yıllardan itibaren çok daha hızlı bir büyüme seyrine girmiştir. Grubun ilk bankası olan Pamukbank, özellikle aktif-pasif vade uyumunun bozulması, likidite sorunu, özkaynak yetersizliği ve mali bünyedeki bozulma nedenleriyle 1989 yılında yakın izleme kapsamına alınmıştır (TMSF, 2009c: 20). Bankanın durumu 1994 krizi sırasında yapılan spekülasyonlar nedeniyle daha da kötüleşmiştir. Bu dönemde grup riskleri nedeniyle aktifler donuklaşmış ve likidite baskısı önemli ölçüde artmış, dolayısıyla yüksek kaynak maliyetlerine katlanılmak zorunda kalınmıştır. Pamukbank, grup risklerinden kaynaklanan düşük aktif kalitesi nedeniyle yüksek maliyetli kaynaklarını tasfiye edememiş ve bu durum zararın giderek büyümesine neden olmuştur. Pamukbank, mali bünyesinin iyileştirilmesi hususunda pek çok talimat verilmesine ve mevzuat çerçevesinde mümkün olan kamu desteğinden yararlandırılmasına rağmen, mali yapısını güçlendirici önlemleri yeterince alamamış, bankanın en büyük sorunu olan grup kredilerinin azaltılmasında başarı sağlanamamıştır (TMSF, 2009c: 26). Tüm bu sorunlara rağmen, bu süreçte yatırımlarını hızla arttıran ve bunu önemli ölçüde sahip olduğu banka kaynaklarıyla finanse etmeye çalışan Çukurova grubu, 2000 ve 2001 krizlerinden sonra finansal açıdan daha ciddi sıkıntılar yaşamıştır. 2001 yılı sonundaki denetimlerde sermayesi yetersiz bulunan Pamukbank, 2002 yılında BDDK kararıyla Fon’a devredilmiştir. Yapı ve Kredi bankası ise 2005 yılı itibariyle, Çukurova Grubu ve TMSF’nin sahip olduğu %57,43 oranındaki hisseleri ile Koçbank’ın mülkiyetine geçmiştir. 3.2.6. Aksoy Grubu (Avrupa Amerika Holding) Bankacılık sektörüne 1984 yılında Çukurova grubuyla birlikte satın aldıkları İktisat Bankası’yla giriş yapan ve 1988 yılında bankanın tamamına sahip olan Aksoy grubu, medya sektörüne 1991 yılında kurdukları ve Türkiye’nin ilk özel televizyon kanallarından biri olan Show TV ile girmiştir. İlerleyen yıllarda medyadaki Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 21 ağırlığını hızla arttıran Aksoy grubu, çok sayıda televizyon ve radyo kanalı kurmanın yanı sıra, 1993 yılında Hürriyet gazetesinin %25’ini satın alarak yazılı basında da söz sahibi olmuştur. (Hürriyet gazetesinin %70 hissesi 1994 yılında Doğan grubu tarafından satın alınmış, sonraki yıllarda gazete tamamen Doğan grubunun olmuştur.) Türkiye’de 90’lı yılların geleneksel bankacılığının en önde gelen temsilcilerinden biri olan İktisat Bankası, kaynaklarını önemli ölçüde grup şirketlerine ve bankacılığın ana faaliyet alanı dışındaki para piyasası araçlarına aktararak son derece riskli ve sorunlu bir mali bünyeye sahip hale gelmiştir. 1994 yılında yaşanan ekonomik kriz sonucu kaynak bulmakta zorlanan banka likidite krizine girmiş ve döviz kurlarında yaşanan artış büyük boyutlarda kambiyo zararlarına neden olmuştur (TMSF, 2009d: 25). Bankalar Yeminli Murakıpları tarafından 1994 yılında yapılan incelemelerde; bankanın özkaynaklarının yetersiz kaldığı, kaynak maliyetinin yükseldiği, hızlı mevduat çekilişleri sonucunda bankanın likidite krizine girdiği ve Fransa’daki iştirakine yaptığı kaynak aktarımları sonucu likidite krizinin derinleştiği, döviz kurlarındaki artışın kambiyo zararları ile sonuçlandığı, grup şirketlerine kullandırılan krediler nedeniyle banka aktif yapısının donuklaştığı hususları tespit edilmiştir. Bu nedenlerle iktisat bankası 1995 yılında yakın izlemeye alınmıştır (TMSF, 2009d: 27). 1996 yılında söz konusu uyarılar doğrultusunda bazı iyileşmeler sağlanmışsa da, 1997 yılından itibaren sorunlar gittikçe derinleşerek devam etmiştir. Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmeler üzerine; mali bünyesindeki sorunların giderilmesi kapsamında alınması istenen tedbirleri almayan, kaynaklarını bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde ortaklarının oluşturduğu sermaye grubuna aktaran, zararı özkaynaklarını aşan ve faaliyetlerine bu haliyle devamı mevduat sahiplerinin haklarını ve mali sistemin güven ve istikrarını tehlikeye düşüren İktisat Bankası’nın yönetim ve denetimi 15 Mart 2001 tarihli BDDK kararıyla Fon’a devredilmiştir (TMSF, 2009d: 33). İktisat bankasının 90’lı yılların başından beri sürekli büyüterek ve tüm bankacılık ve finans sistemini tehlikeye sokacak şekilde taşıdığı söz konusu sorunlara bu kadar uzun süre sabredilmiş (ya da göz yumulmuş) olması, kuşkusuz bankanın ait olduğu grubun medyadaki etkili konumuyla doğrudan ilgilidir. Grup, İktisat Bankası’ndaki sorunlar nedeniyle Show TV’deki hisselerinin önemli bölümünü Çukurova grubuna satarak medya sektöründe küçülmeye başlamış, bankanın Fon’a devrinden sonraki süreçte de medyadan çekilmek zorunda kalmıştır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 22 E. Ayan SONUÇ Günümüzde oldukça çeşitli araçları içeren ve hedef kitlesine eskiye kıyasla çok daha kolay biçimde ulaşan medyanın kamuoyu üzerindeki etki düzeyi kaçınılmaz olarak çok yüksektir. Bu etki gücünün başta siyasiler ve bizzat medya sermayedarları olmak üzere birçok çevre tarafından yanlı ve hukuk dışı olarak kullanılma çabaları ise oldukça sık rastlanan olgulardır. Bu cümleden hareketle, medya gücünün sistematik bir biçimde belirli kişilerin ya da grupların lehine (ya da aleyhine) kullanılmasının devlet eliyle engellenmesi, halk egemenliğine dayalı rejimleri diğerlerinden ayıran önemli unsurlardan biri kabul edilebilir. 90’lı yıllarda Türkiye’de banka ve medya sektörleri ekseninde yaşanan ve sonuçta ülkeyi tarihinin en yüksek maliyetli finansal krizlerine sürükleyen süreç ise, bir kısım nüfuzlu yönetici elitin (siyasetçi ya da üst düzey memur) ve sermayedarın egemenliğine dayalı olarak işleyen olağanüstü bir dönemdir. Kurumsal temelleri henüz oluşturulamamış olduğu için son derece aksak ve çarpık biçimde işleyen serbest piyasa uygulamaları ile koalisyonlardan oluşan hükümetlerin popülist ve başarısız yönetimleri, 90’lı yıllarda Türkiye ekonomisinde derin sorunlar oluşturmuştur. Bu sorunların şekillendirdiği siyasi ve makroekonomik ortamda, Türkiye’de bankacılık sektörü önceki yıllara göre çok daha kârlı ve cazip bir alan haline gelmiştir. Önemli bir kısmı döviz cinsinden ve yüksek faizlerle edinilmiş banka kaynaklarının (hiçbir risk yönetim unsuru gözetilmeden) ağırlıklı olarak devlet iç borçlanma senetlerine ya da (kârlılık ve geri ödenebilme kıstasları gözetilmeksizin) usulsüz olarak grup şirketlerine aktarıldığı bu sürecin, denetim ve gözetim otoritelerine ve bu konudaki tüm sınırlamalara rağmen uzun yıllar boyunca sürdürülebilmiş olmasında medya gücünün belirleyici bir rolü olmuştur. 90’lı yılların son derece sorunlu siyasi ve makro iktisadi ortamında oluşan medya-bankacılık sektörü birlikteliği, medyayı asıl işlevinden uzaklaştırarak, haksız kazanç elde etmenin ve devlet ihalesi almanın etkili bir aracı haline dönüştürmüştür. Türkiye medya tarihinin kara sayfalarını oluşturan ‘28 Şubat yayıncılığı’ da bu yozlaşma ortamında hayat bulmuştur. Sonraki yıllarda Türkiye’nin siyasi hayatında çok önemli kırılmalara da yol açan 90’lı yıllardaki bu süreç, sonraki on yılda, başta sahiplik yapısı olmak üzere medya sektöründe de büyük değişimlere neden olmuştur. Devlet iç borçlanma senetleri getirilerinin görece düşüş gösterdiği ve bankaların ana faaliyet konularına (kredilendirme işlevine) ağırlık vermeye başladığı, risk yönetimine ilişkin uluslararası standartların titizlikle uygulandığı ve denetlendiği, banka iflaslarında Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 23 sorumluları çok ağır yaptırımlarla karşı karşıya bırakan kanunların uygulamaya konulduğu bu yeni süreçte, medya-banka ilişkileri eskiye kıyasla çok daha sağlıklı bir işleyişe kavuşmuştur. Medya-siyaset ilişkilerinde ise aynı iyimser tablonun söz konusu olduğunu ifade etmek mümkün değildir. Kuşkusuz medya-sermaye-siyaset ilişkileri açısından 2002-2012 arasındaki yeni 10 yıllık dönem de incelemeye değer önemdedir. Ancak sosyal bilimler çatısı altındaki bu tarz konularda kapsamlı tespitlerin yapılabilmesi, çoğu zaman analiz konusu dönemin üzerinden belli bir sürenin geçmesini gerektirmektedir. Örneğin bu çalışmada esas alınan dönem, zaman içinde güç dengelerinin değişmesi sonucu kamuoyu tarafından bilinmeyen bazı olayların taraflarca dile getirilmesinin, yaşanan hukuksuzluklara ilişkin başlatılan mahkeme süreçlerinin neticelenmesinin, bu konuda kaleme alınmış diğer yayınların ve ilgili kurumlar tarafından sonraki yıllarda hazırlanan nihai raporların ışığında ele alınmıştır. Medya-sermaye-siyaset ilişkileri konusunda Türkiye’nin yarınları için çok önemli dersler içeren bu süreci farklı bir bakış açısı ile analiz etmeyi amaçlayan bu çalışmada dile getirilen temel sorunların bir daha yaşanmaması açısından, son derece etkili bir kontrol mekanizması olan medya gücünün kendi doğal mecrasında işletilmesinin önemli katkısı olacaktır. Piyasaların eskisine göre çok daha kırılgan olduğu ve uluslararası finansal risklerin son derece canlı olduğu günümüzde, medya gücünün çıkar amaçlı olarak finansal piyasalar üzerinde yeniden denenmesinin, bu defa üstesinden gelinemeyecek hasarlara yol açabileceği düşünülmektedir. Bu itibarla, medya sahiplerinin serbest piyasanın işleyişine ve eşit rekabet koşullarına zarar verecek olası tekelleşme çabalarına etkili bir biçimde engel olunmalı, daha önemlisi, medya sermayedarlarının devlet ihalelerine iştirak edebilmeleri hususundaki sınırlamalar daha da katılaştırılmalı ve tavizsiz biçimde uygulanmalıdır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 24 E. Ayan KAYNAKÇA Arslan, A (2001) Türk Medya Elitleri: Bir Durum Tespiti, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Sayı:8, s.135-164. Ayan, E (2007) Bankacılık Risklerinin Yönetiminde Basel-II Uzlaşısı, İstanbul: Beta Yayınları. Ayan, E (2010) Siyasi ve İktisadi Yapı Ekseninde Türk Bankacılık Sektörünün Tarihsel Analizi, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Cilt:47, S:544, s.2746. BDDK (2001a) Basın Açıklaması: İhlas Finans Kurumu A.Ş.’nin Faaliyet İzninin Kaldırılması, http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Duyurular/Basin_ Aciklamalari/208810.02.2001%203.pdf. (Erişim Tarihi: 2 Eylül 2011) BDDK (2001b) BDDK Kararı, İhlas Finans Kurumu A.Ş.’nin Faaliyet İzninin Kaldırılması, http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Duyurular/BDDK_Kurul_ Kararlari/8150171.pdf. (Erişim Tarihi: 2 Eylül 2011) BDDK (2009) Çalışma Tebliği, Krizden İstikrara Türkiye Tecrübesi, İkinci Baskı, http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/7378Krizden %20%C4%B0stikrara%20T%C3%BCrkiye%20Tecr%C3%BCbesi.pdf. (Erişim Tarihi: 2 Eylül 2011). Bostancı, N (2011) Siyaset ve Medya: Alacakaranlığın İki Atlısı, İstanbul: Özgür Yayınları. Çakır, H (2008) Osmanlı Dönemi Basın-Siyaset İlişkilerinde Şantaj, Rüşvet ve Ödenekler, Zülfikar Damlapınar (Der), Medya ve Siyaset, Konya: Eğitim Kitabevi. Demir V (2006) Medya Etiği, İstanbul: Beta Yayınları. Demir, V (2007) Türkiye’de Medya siyaset İlişkisi, İstanbul: Beta Yayınları. Günal, M (2001) Türk Bankacılık Sektörünün Sorunları ve Geleceği, Ankara: Ankara Ticaret Odası Yayınları. Karaca, E (2003) Bir Medya İmparatorunun Öyküsü, İstanbul: Karakutu Yayınları. Kaya, A.R. (2009) İktidar Yumağı: Medya Sermaye-Devlet, İstanbul: İmge Kitabevi. Güz 2011, Sayı:33 90’lı Yıllarda Türkiye’de Medya ve Bankacılık Sektörleri İlişkilerinin Analizi 25 Kazgan, G (2008) Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2001), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Kıvanç, T (2008) Kavgada Yumruk Sayılmaz, Yenişafak, 19.08.2008. Koloğlu, O (2006) Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, İstanbul: Pozitif Yayınları. Sağnak, M (1996) Medya-Politik, İstanbul: Eti Kitapları. Soysal, B (2009) Türkiye’de Bitmeyen Ekonomik Kriz, İstanbul: Kaynak Yayınları. Topuz, H (2003) II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, İstanbul: Remzi Kitabevi. TBB (2011) Banka ve Sektör Bilgileri, İstatistiki Raporlar, Seçilmiş Rasyolar, http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Tum_Raporlar.aspx. (Erişim Tarihi: 5 Eylül 2011) TCMB (2011) EVDS Arşivdeki İstatistikler (Hazine), Konsolide http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html. (Erişim Tarihi: 22 Eylül 2011) Bütçe, TMSF (2009a) Raf Temizliği, Etibank, http://www.raftemizligi.com/. (Erişim Tarihi: 25 Eylül 2011) TMSF (2009b) Raf Temizliği, İmar Bankası, http://www.raftemizligi.com/. (Erişim Tarihi: 25 Eylül 2011) TMSF (2009c) Raf Temizliği, Pamukbank, http://www.raftemizligi.com/. (Erişim Tarihi: 25 Eylül 2011) TMSF (2009d) Raf Temizliği, İktisat Bankası, http://www.raftemizligi.com/. (Erişim Tarihi: 25 Eylül 2011) Uslu, Z K ve Bilgili, C (2009) Medya Eleştirileri 2009: Bilinç Endüstrisinin İktidar ve Siyaset Pratikleri, İstanbul: Beta Yayınları. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 26 E. Ayan Boş Sayfa Güz 2011, Sayı:33 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- HABER SÖYLEMİNDE EGEMEN İDEOLOJİNİN YENİDEN ÜRETİMİ: MAGAZİNLEŞME BAĞLAMINDA BİR ANALİZ Barış YETKİN* ÖZET Siyaset ile popüler kültür arasında önüne geçilemez bir tarihsel anlık söz konusudur. Ancak çeşitli karşılıklı çıkarlar nedeniyle bu savaşa ara verilmektedir. Kimi zaman popüler kültür ürünü olan bir aktörün, şarkıcının veya futbolcunun siyasete girme arzusu, çoğu zaman ise siyasetin geniş halk kitleleri üzerinde hegemonya oluşturmak amacıyla popüler kültürün çeşitli unsurlarını kullanmaya çalışması bu ateşkese neden olur. Bu uzlaşmadan karlı çıkan genellikle siyasettir. Popülizmin başat unsurlarından biri olan “bizden biri” algısının yaratılması, siyasetçinin kişiselleştirme stratejisidir. Bu hegemonik popülist stratejinin büyük halk kitlelerine ulaştırılması için çoğu zaman medya aracılık etmektedir. Bu çalışma, hegemonya oluşturan siyasal iletişim tarzı olan popülizme ve diğer siyasal stratejilere medyanın nasıl aracı olduğunu ortaya çıkarmayı amaçlamıştır. Bu amaç doğrultusunda, magazinleşme olgusu da göz önüne alınarak Posta, Star, Zaman ve Yeni Akit gazeteleri örneklem olarak seçilmiş ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın silahlı bir saldırı sonucu yaralanan türkücü İbrahim Tatlıses’i 26 Mart 2011’de hastanede ziyaret etmesi haberleri eleştirel söylem analizi ile incelenmiştir. Bu gazetelerin haberi yayın politikasına uygun biçimde ve oranda magazinleştirerek yayınladığı belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Siyaset, Popüler Kültür, Haber Çözümlemesi, Magazinleşme, Eleştirel Söylem Analizi. MEDIA AND POLITICS RELATION IN NEWS DISCOURSE: MAGAZINATION ABSTRACT There is an inevitable historical enmity between politics and popular culture. But the war interrupted because of a variety of mutual interests. Sometimes an actor, the singer's or player's which is the product of popular culture desire to enter politics, most of the time in order to create a politics of hegemony on the a large masses of people tried to use the various elements of popular culture, this causes a cease-fire. In this consensus politics generally provides profits. One of the principal components of populism which is “one of us” the establishment of the perception is politician’s personalization strategy. This hegemonic populist strategy for delivery of large masses of people usually is mediated by the media. This study is aimed to reveal how the media is mediated that establishing hegemony by populism as a political communication style and the other political strategies. For this purpose, by considering the phenomenon of magazination Posta, Star, Zaman and Yeni Akit newspapers are selected as the sample and stories about Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan visited singer İbrahim Tatlıses who was injured by an armed attack in the hospital on 26 March 2011 examined by a critical discourse analysis. These newspapers were determined published magazination of news form and rate with their policy. Keywords: Politics, Popular Culture, News Analysis, Magazination, Critical Discourse Analysis. * Doktoro Öğrencisi, Akdeniz Üniversitesi, İletişim Fakültesi. İletişim 2003/18 28 B. Yetkin GİRİŞ Popüler kültür ve ana akım siyasal uygulamalar arasındaki önüne geçilemez boyutta var olan düşmanlığın uzun bir öyküsü vardır. Bu düşmanlık kimi dönemlerde daha çok keskinleşirken kimi zaman ise, karşılıklı çıkarların varlığı nedeniyle ortadan kalkmış gözükmektedir. Örneğin, bu düşmanlığın uzlaşmaya dönüştüğü 19501960’larda siyaset ve siyasetçiler, kaybettikleri güvenirliklerini 1970-1980’lerle beraber popüler kültürü kullanarak yeniden inşa etmeye gayreti içine girmişlerdir. Siyasetin popüler kültürle karışması olarak nitelendirilecek birçok örnek verilebilir. Özellikle kitle iletişim araçlarının gelişiminin yaşandığı 20. Yüzyılda devlet başkanlarının kültür endüstrileri emtialarının taşıyıcıları ile görünür olma çabaları, ayrıca siyasi kampanyaların etkin biçimde kullanılması da söz konusudur1. Siyasetin popüler kültüre yönelişinin yanı sıra popüler kültürün de siyasete yönelişi söz konusudur: Hollywood aktörlerinden Roland Regan siyasete atılarak Birleşik Devlerler Başkanı, Arnold Schwarzenegger’ın ise California Valisi olması gibi örnekler çoğaltılabilir. Türkiye’de de siyasetin tarihsel gelişimine bakıldığında da popüler kültür ile anaakım siyasal uygulamalar arasında bu karışmanın sayısız benzer örneklerini bulmak olasıdır. Ancak güncel bir örnek olarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve hayal kırıklıkları yaşasa da siyasete girebilme hevesi asla sönmemiş olan bir saldırı sonucu ağır yaralanan Arabesk türkücüsü İbrahim Tatlıses’in hastane odasında el sıkışması, siyaset ile popüler kültürün uzlaşmasında önemli bir dönüm noktası olarak gösterilebilir. Turgut Özallı 1980’lerden günümüze kadar siyaset ile popüler kültür bu konuda oldukça yol kat etmiş gözükmektedir. Öyle ki, bu ikili (siyaset-popüler kültür) arasındaki soğuk savaş sona ermiş ve birbiriyle bütünleşmiş olarak her birinin kendi amaçları doğrultusunda olsa bile uyum içinde hareket ettikleri söylenebilir. 1 1930’lardan bu yana Amerikan başkanlarının Broadway ve Hollywood yıldızlarıyla bir arada görünebilme çabalarına, Roosvelt’in Woody Guthrie’nin şarkısına eşlik etmesi, Nixon’un pop ve soft rock şarkıcısı Carpenters’ı beğendiğini hoşlandığını sıklıkla beyan etmesi, Carter’ın Dylan ve The Stone’u kullanması, Reagen’ın Beach Boys’u Beyaz Saray’a davet etmesi gibi Broadway ve Hollywood yıldızlarının da siyasetçi kampanyalara destek geleneği de vardır. Benzer biçimde, Boris Yeltsin, seçim döneminde Rostov’daki bir konserde Rus rock yıldızı Yevgeny Osin ile sahnede dans etmiş ve François Mitterrand tamamen etrafını saran artistlerle medyada yer almayı başarmıştır. Yine benzer biçimde, Hindistan’daki seçimlerde en yaygın bir Hint dizisinin yıldızları, ilahi olarak görülen statüleri seçimi kazanmaya yardımcı olması için kullanılmıştır. Brezilya’da da yerel belediye başkanları, siyasetçi olmak için dizi yıldızlarını kullanılmışlardır. Tüm bu örneklere ek olarak, bağımsız aday Ross Perot’un, siyasi kampanya için olası adaylığı Larry King’in söyleşi programında [Lary King talkshow] duyurması, 1992’nin Amerikan başkanlık seçimleri dönüm noktası olarak gösterilmektedir (van Zoonen, 1998b: 190). Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 29 Medyanın magazinleşmesi -bir diğer adıyla tabloidleşmesi- yine 1980’li yıllara denk düşmektedir. “Bilgiyle ilgili programlara eğlencenin eklenmesi” (Büyükbaykal ve Büyükbaykal, 2007: 52) olarak tanımlanabilen magazinleşme, popüler kültürün “en özlü kısmı” olarak popüler gazeteciliği ortaya çıkarmış ve tabloid gazetelerde öykü ve şehir efsanelerinin çağdaş biçimlerini tabloid öykü olarak sunmuştur (van Zoonen, 1998b: 187). Bu olgunun evrimleşmesinin, siyasetin popüler kültürle bütünleşme gelişimiyle eş zamanlı olduğu söylenebilir. Çünkü devletin ideolojik aygıtlarından olan medya (Althusser, 2006: 67), hegemonya oluşumu ve egemen ideolojinin yayılmasına aracılık etmelidir. Her ne kadar Tatlıses sonradan sağlık nedeniyle adaylık başvurusunu geri çekmiş ve siyasete AKP’den girememiş olsa da, bu uzlaşmanın dönüm noktasında, kamuoyuna iletilmesinde medyanın oynadığı rol, hangi düzeyde, nasıl olduğu haber çözümlemeleriyle ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Gazete haberlerinin nitel ve nicel özelliklerini açığa çıkarma çabası, eleştirel paradigma içerisinde nicel içerik ve eleştirel söylem analizinin uygulanmasıyla olmuştur. Popüler Kültür, Siyasete Karşı Popüler kültür ile ana akım arasındaki tarihsel çelişki görünürde kapanmaz bir boşluk oluşturur. Bu boşluk, van Zoonen’a göre (1998b: 187), popüler kültür ile anaakım siyasetin çatallaşmış sosyal geleneklerin kaynaklarıyla açıklanabilir: (1) Sözlü kültür ve folklorun edebi kültüre ve modernleşmeye karşı olması; (2) sıradan insanların güçlü seçkinlere ve güç bloklarına karşı olmasıdır. Böylesi bir çatallaşma, her iki kesim arasında bir boşluk ve genellikle bir düşmanlık biçiminde ortaya çıkmaktadır (van Zoonen, 1998a: 48). Öyle ki, örneğin 19. yüzyıl sonu 20. Yüzyıl başlarında Latin Amerika’da liberal oligarşiler, ulusal kültür yarattıklarını öne sürerek geniş yerli ve köylü kitlelerini dışarıda bırakarak elit bir kültür yaratmak amacıyla toplumun bazı kesimlerini siyasal olarak kontrol ederek devlet kurmayı başarmışlardır. Dışarıda bırakılan bu kitlelerse, bu dışlanmışlığı binlerce ayaklanmayla karşılık vermişlerdir (Canclini, 1999: 134). Popüler kültürün siyasete olası bakışı, statükonun devam ettiren genel ahlaksal değerleri savunan ve anaakımın dışındaki herkesi kötüleyen muhafazakar güç olarak algılasa da (Bird, 1992’den aktaran van Zoonen, 1998a: 49), “çok anlamlılık ve metinlerarasılığın doğasının tanımlanmasıyla, ilerici ve tutucu güçlerin ikisini de barındırmaktadır” (van Zoonen, 1998a: 49). Buna karşılık, popüler kültür ise, seçkinler tarafından aşağılanır, hor görülür (Alemdar ve Erdoğan, 1994: 115; McGuigan, 1992: İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 30 B. Yetkin 45). Bu çift yönlü kinizmin temelinde halkın çoğunluk; seçkinlerin ise azınlık olmasının yattığı söylenebilir. Siyaset düzeyinde yer alan seçkinlerin kinik (küçümseyen) yoğunluğu, halkı siyasal alandan uzak tutmakta ve ilgisizlik içine sürmektedir (van Zoonen, 1998b: 185). Bu durum, toplumu oluşturan geniş halk kitlelerinde, siyasete ve siyasetçiye güvensizliği arttırmıştır. Bu güvensizliğin ortadan kaldırılması, popüler kültürün halk kültürü olması nedeniyle, siyasal propagandanın da popüler kültürden yararlanarak halkı manipüle edebilmesiyle sonuçlanmaktadır. Ancak, Canclini (1999: 146), siyasal hareketlerin ve ideoloji stratejilerinin etkili incelemesine karşın, “popülist hareketler içinde yer alan popüler katmanların kültürlerine neler oluyor” sorusunun sorulmadığını; popülizmin iktidar yaratmak için kültürü nasıl kullanıldığı hakkında az şey bilindiğini belirtmektedir. Bu nedenle, bu konunun araştırmaya değer olduğunu söylemek olasıdır. Halk kavramı, yalnızca soyut tanımlardan ibaret değildir. Popüler kültürün oluşturulduğu çeşitli olay ve etkinliklerde somutlaşır. Örneğin dünya kupası maçlarında, ulusal anma günlerinde, tüm farklılıklarına karşın birleşmiş bir ulus olarak halk, pek çok popüler kültürel yapı ile bireylere bu şekilde hitap eder ve onları etkiler (Bennett, 1999: 71-72). Popüler özelliklerinin karmaşık, iç içe geçmiş ve çelişik biçimde kurulan, ifade edilen ve maddileştirilen halk oyunu olarak futbol, popüler kültürün odağında yer alarak halka ulaşmanın en kolay ve yaygın kullanılan stratejilerden birini oluşturur. Popüler futbol kültürü, özellikle 1980’li yıllardan itibaren, popüler bilinçteki anlam, tema, kod, mit ve söylemlerin etrafında yoğunlaşan temel bir metin haline gelmiştir. Spor, özellikle de futbol, toplumsal sınıfların yapılışında, milli kimliklerin kuruluşunda, etkin, saldırgan, güçlü erkeklik mitinin cisimleşmesinde, çilecilik ve hazcılık gibi bedene ilişkin ahlaki kategorilerin vücut bulmasında (Erdoğan, 1993: 26-27) kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle seçim süreçlerinde seçmenle (halkla) yüz yüze iletişimi kapsamında siyasetçilerin gittikleri kentin takımının renklerini taşıyan şapka, atkı vb. nesneleri giydiklerine, milli takım maçlarını stadyumda seyrettiklerine veya her kentin futbol takımının bir manevi başkanlığına soyunduklarına sıkça rastlanabilmektedir. Bu uygulamaların, “milletin biz olarak kurulmasını sağlayan bir alan olan spor”a (Clarke ve Clarke, 1982’den aktaran Erdoğan, 1993: 28), siyasetin eklemlenmesi olduğu söylenebilir. Siyasetçilerin, halkın destek ve sempatisini alma stratejilerinden bir diğeri de, “halka onlardan değil, bizden biri” algısının dil ile yaratılmasıdır. Van Zoonen (1998b), sosyal, siyasi ve ekonomik güçlere kendini anlatma ve özel kişilerden daha çok sosyal ajan biçiminde hareket eden insanların halk dilini kullanılmasının siyasetçiler ve siyaset için daha olağan olduğunu belirtmektedir. Siyasetçiler kendilerini özel kişiler değil, Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 31 siyasi kurumların temsilcisi olarak konumlandıran özel dil kullanırlar. Ona göre, halk dili, somut olaylara ve konulara, özel yaşama ve kişisel deneyime odaklanan popüler kültür çeşitleri, komik, eğlenceli, duygulu öyküler ve iletişimin uygun anlamı olan özel dilde gerekliliklerine uymaz: Kaçınılmaz biçimde özel dil kullanımı, bir kurumun temsilcisi olmasından daha çok özel bir kişi olarak konumlandırır. Siyasetçiler tarafından popüler kültür çeşitlerinin artması, yalnızca kendilerini yeni gösterme platformu bulunmasının önemi değil, dilsel biçim yönünün değişmesini de gerektirmekte ve kişiselleştirme olarak yaygın bilinen konumlandırmadır. Sosyal sorunların yapısal doğasını gizlediği genellikle söylenir (van Zoonen, 1998b: 191). Halka ulaşmanın en kolay ve yaygın kullanımı olan “bizden biri” algısının oluşturulmasını sağlayan kişiselleştirme, bir biçimde, siyaset ile popüler kültürün yollarının kesişmesinin fırsatını yaratmakla gerçekleştirilmektedir. Halkın bağrından çıkmış, bir öyküsü, bir miti olan geniş insan toplulukları tarafından yakından izlenen kültür endüstrisinin bir ürünü olan şarkıcı, manken, aktör vb. kişilerle siyasetçinin, kamuoyu önünde veya kamuoyunun gündemine yansıyacak biçimde yollarının kesişmesi sağlanmaya çalışılır. MTV’nin [Music Television] en önde gelen siyasal iletişim kanalı olduğunu belirten van Zoonen (1998b: 197), “modern siyasi kültürde krizler, siyasetçilerin, soğutulmuş seçmenlerden, onlar ve farklı vatandaş grupları arasında toplum ruhu (düşüncesi) yaratma beceriksizlik işareti olarak görülmektedir. Bu soruna popüler çözüm, kayıp modern cenneti yeniden kazanma sayısız girişimlerinden biri” olduğunu belirtmektedir. Van Zoonen (1998b: 197), halk ve temsilcileri arasındaki ilişkilerin restore edilmesi, kamu görevlileri ve onların kamuları arasındaki gerekli toplum algısını yeniden kazanılması için, bugünkü post-modern toplumlarda popüler kültür endüstrisinin sembollerinin yayılması gerektiğini ve bunun da tek yol olabileceğini vurgulamaktadır. Tüm bu ve benzer örneklerden yola çıkılarak, hegemonya oluşturma amacıyla, “popüler kültürün, siyasal kültürün en etkin unsuru” (Deren van Het Hof, 2008: 162) olduğu söylenebilir. Amerikan siyasal kültürünün kapsamlı araştırmasında Hart (1994a’dan aktaran van Zoonen, 1998b: 186), siyasal kampanya yapma, anketleri (kamuoyu yoklamaları) kullanma, siyasetçilerin cümlelerinin anlamları ve olumsuz reklamların karışıklığının tamamen yaygın olan bir anlayışı gerektiren seçimlerde kinizmin baskın (egemen) tutum olduğunu ileri sürmektedir2. Siyaset düzeyindeki kinik (küçümseyen) yoğunluk, insanları 2 Bu araştırmada, ABD’de “hükümetin doğru şeyi yapmak için güvenilebilir olmadığı” hissinde olan insanların, 1958’de % 24’ten 1980’de hemen hemen % 75’e çoğalan miktarı, onun bu iddiasını İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 32 B. Yetkin siyasalın her unsurundan soğutmaktadır. Bunun ana nedeni olarak televizyon ve içerikten daha çok post-modern sitilde olduğuna işaret etmektedir (van Zoonen, 1998b: 186). Benzer bir değişim Avrupa’da da olduğu gözlemlenebilir. Avrupa’da da 1970’lerin başında büyük şirketlere, devlet kurumlarına, hatta siyasi partilere olan güvensizliğin artmasıyla birlikte popüler kültür ve unsurlarının siyasette kullanımı artmıştır3. Geniş halk kitlelerinin oluşturduğu böylesine bir ortamda, sistemi eleştiren Yeni Sol ama ardından özellikle de Yeni Sağ olarak adlandırılan yeni akımların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Taggart (2004: 95), özellikle savaş sonrası ortamlarda filizlenmeye uygun, “yeni faşizmin yeni bir popülizm” dalgasıyla örtüşmesi sonucu yeni popülizm olarak nitelendirilen akımın ortaya çıktığını belirtir. Aşırı sağ kanat olarak nitelendirilen bu akım Kıta Avrupası’nda günden güne güçlenmiştir (Rydgren, 2005: 7). Avrupa’daki bu Yeni Sağ olarak tanımlanan muhafazakar partiler, popüler kültürün nimetlerini kullanarak popülist siyasal iletişimlerini kamufle etmektedirler. Yeni Muhafazakar partiler, seçkinlerin ilerici, liberal, kozmopolit ve demokratik olması beklenen görüşlerine karşı kitlelerin otoriter, ırkçı ve şoven değerlerine dayanan popülist politikaları tepkisel-tutucu popülizm [reactionary populism] (Margaret Canovan, 1981’den aktaran Özkan, 2004: 34) ile eyleme geçirmeye çalışmaktadırlar. Bunu yaparlarken de kamuflaj uygulamaktadırlar. Böylece, örneğin, ünlü kişilerin satışı yapılan emtia ile birlikte görünür olma reklam stratejisi biçiminde, farklı beklentileri olan, farklı toplumsal sınıfların üyelerini birleştirme hegemonyasını oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ancak, Anaakım partiler de, bu yeni sağ partilerin hızına yetişebilmek adına aynı taktikleri kullanmaya gayret etmektedirler. Seçim kampanyaları ve siyasal iletişimin potansiyel seçmenlerle iletişim kuran popüler kültürü hiç olmadığından daha çok yıldızlar, şöhret dergileri çeşitleri, söyleşi ve oyun gösterilerinin kullandığı görüşündedir. Popüler kültürün böylesine kullanılması, siyasetçi ve sosyal seçkinler arasında, ciddi ve rasyonel “siyasal kültür bozulması” 3 destekleyen istatistiklerden biridir. Kamu görevlileri ve hükümet ve büyük şirketler arasındaki ilişkideki sorular, benzer sonuçlar göstermiştir. Holmberg (2000), İsveç’te insanların siyasetçilerden ve siyasi partilerden hoşnutsuzluklarını gösteren “parlamentodaki insanların normal insanların düşüncelerine çok önem vermediği” yargısının kamu görüşü olduğunu ve 1968’de % 46 olan bu görüşün, 1982’de % 60’a, 1998’de ise % 75’e yükseldiğini belirtmektedir. Ayrıca, “partilerin halkın düşünceleriyle değil, oyu ile ilgilendiği” görüşünün 1991’de % 37’den % 68’e ve 1998’de % 75’ yükseldiğinin de altını çizmektedir. Düzen karşıtlığının demokratik ilkelere meydan okuma olarak algılanmadığından, halka özgü ana akım siyasal kurumlara olan hoşnutsuzluğun kışkırtılması yoluyla protesto seferberliği popülist bir parti için hatırı sayılır bir kapsamı vardır (Rydgren, 2005: 7) Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 33 konusunda ahlaki bir panik yaşandığını, bu olayın “siyasetin yeniden feodalleşmesi” söz konusudur. Panik nedeniyle popüler platformda siyasetin çağdaş popülerleşmesi, siyasetçiler ve gösteri işi destekçilerinin görünmesinden daha çok içerir ve aynı zamanda retoriksel biçim değişikliği, popülere veya popülist temaya uyum gerekir (van Zoonen, 1998b: 190). ABD ile Avrupa’nın durumunu karşılaştıran Amerikan olmayan seçim odaklı araştırmalarda (örneğin Klingeman ve Fuchs’ın araştırmalarında4), çoğunlukla seçmende daha az meraklı olmayı tersine çeviren referans çerçevesi sonuçlarına ulaşılmıştır. Pratikte Amerikanlaşma etiketli siyasetler, yaygın olarak ulusal siyasi kültürde çeşitli değişimi suçlamaya hizmet etmektedir. 1998 yılındaki İngiltere’deki seçim sürecinde kampanya alanlarının birinde popüler müziğin olması eleştirilse de, İngiliz Muhafazakarları5 [Tories], Spice Girls’den, İşçi Parti’nin de özellikle, bir hip grubu tarafından seslendirilen seçim şarkısı umulmadık destek almıştır. İngiliz eleştirmenler, bu olgularla Madonna ve Pearl Kam’ın desteğini kazanan 1992 Clinton kampanyasının pop siyaseti arasında bağlantı kurmuşlardır (Boom, 1997’den aktaran van Zoonen, 1998b: 186). Bu noktada denilebilir ki, giriş bölümündeki örneklerde olduğu gibi, yalnızca ABD’de, İngiltere’de değil Kıta Avrupası ve geri kalan tüm ülkelerde gerek sağ, gerekse sol siyasal ideolojiden partiler ve siyasetçilerin kitle iletişim araçlarında hacimlice yer tutabilen popüler kültür endüstrisi emtialarından bir biçimde yararlanmaları söz konusudur. Çünkü hiçbir sınıf, (dinsel, hukuki, siyasal, sendika, haberleşme, kültürel) Devletin İdeolojik Aygıtları içinde ve üstünde kendi hegemonyasını uygulamadan devlet iktidarını kalıcı olarak elinde tutamaz (Althusser, 2006: 67). Böylece bu yolla hegemonya kurabilmekte ve medya da bu egemen ideolojinin yayılmasına aracılık etmektedir. Türkiye’deki siyasetin magazinleşmesi süreci, Batı Avrupa ve diğer ülkelerdekine benzer yol izlemiştir. 12 Eylül Askeri Yönetimi sonrasının yeni siyasi yöneticileri, 1980’lerde hatırı sayılır oy potansiyeline ulaşan gecekondu kesimine yönelik yönlendirme ve destek sağlamak amacı ile Meral Özbek’in değişiyle, bilinçli bir hegemonya oyununa girişmişlerdir (bkz. EK-1). Turgut Özal, 1979’da dönemin başbakanı Süleyman Demirel için, genel seçimlerin kilidini gecekondulardaki yüzergezer oyların açabileceğini vurguladığı bir rapor hazırlamıştır. Demirel hükümeti 4 5 Bkz. Van Zoonen, (1998b), Citizens and the State: Beliefs in Government, Oxford University Press, Vol. 1, New York, 1995. Muhafazakâr Parti (Conservative Party) olarak da bilinen, Resmi adı Muhafazakar ve Birlikçi Parti, Tory'ler olarak da adlandırılırlar. 20. yüzyılın başlarında eski Tory Partisi'nin uzantısı olarak kurulan Muhafazakâr Parti, İngiltere’nin merkez sağ partisidir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 34 B. Yetkin tarafından uygulanmaya geçirilmeyen bu rapor, yıllar sonra ANAP’ın iktidar olmasıyla arabesk ile yaşama geçirilmiştir (Özbek, 1998: 177). Bir zamanlar resmen onaylanmış müzik kategorilerinden hiçbirine uymadığı gerekçesiyle devletçe tanınmayan, radyo ve televizyonda çalınması bile adeta yasak olan arabesk, 1970’lerden itibaren, özellikle de 1980’lerde, Türkiye’nin her yerini sarmıştır: Gazinolarda, minibüs ve taksilerde bangır bangır çalınmış, fabrikalarda, gecekondularda, meyhanelerde keyifle dinlenmiş ve hatta futbol maçlarında bile kullanılır olmuştur. Arabeskin siyasete girişi ise, 1983 seçimlerinde Özal’ın öncülüğünde gerçekleşmiş ve Türkiye’de ilk kez kitlesel tanıtım düzeyinde olmuştur. Özal’ın da her fırsatta hoşlandığını beyan ettiği bu arabesk müziği ANAP, bütün Türklerin aşık olduğu temasını, kendisinin ana siyasal görüşü (aşırı sağ, dinsel sağ, merkez sağ ve sosyal demokrat) saygıyla karşıladığı ve kucakladığı görüşünü desteklemek üzere kullanmıştır. Bunu yapabilme amacıyla da, ANAP tarafından gecekondu insanlarının kültürünü, alışkanlıklarını, zevklerini, hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları şeyleri incelemek üzere Arabesk Grubu adlı bir araştırma birimi oluşturmuştur. Bununla da yetinmeyen ANAP, 1987 ve 1988 yıllarında kendilerine oy verenlere ilişkin verilere dayalı seçmen profili hazırlamak için kamuoyu yoklama kuruluşunu (SİAR) devreye sokmuştur. Bu şirketin araştırmaları, ANAP’a oy verenlerin muhafazakar olduğu, en muhafazakar seçmenlerin bile, demokratik çoğulculuğa ve ekonomik liberalizme sempati duyduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır. Hegemonya oyunu beklenen sonucu vermiş; oy verenlerin yenimuhafazakar ya da yeni-liberaller olduğu anlaşılmıştır (Özbek, 1998: 175-177). Bu verileri iyi okuyabildiği anlaşılan Özal, hem doğrudan ve deklare bir popüler kültür tüketicisi olarak hem de bu kültürel unsurları siyasal retoriğine ekleyerek farklı bir (popüler) dil oluşturmuştur. Popüler kültürün gelenekçi, muhafazakar unsurları yine bu kültürün yenilikçi unsurlarıyla Özal’ın kimliğinde mükemmel bir uyum halinde bütünleşmiştir (Mutlu, 2005: 370) ve bu bütünleşme, basında geniş yer alacak biçimde örüntülenmiştir. Medya Dünyasında Yaşanan Değişiklikler Avrupa’nın pek çok ülkesinde yayıncılık alanının tek egemeni olan kamu hizmeti yayıncılığının istikrarlı yapılarını oluşturan maddi ve zihinsel iklim, 1980’lerle birlikte altüst olmuştur. Küreselleşme, teknolojik gelişmelerle gelen dijitalleşme ve yapısal sonucu olan yöndeşme, deregülasyon denilen ve yayıncılığı düzenleyen kuralların kaldırılması süreçleri, kamu hizmeti yayıncılığının hem etkisini azaltmış (mali ve izleyicilere ulaşma açısından) hem de kendisini yapısal değişime ayak uydurmaya Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 35 zorunlu kılmıştır (Kejanlıoğlu, 2004). Ancak yeni teknolojilerin kullanıma açılması yalnızca televizyon yayıncılığını değil, kitle iletişim dünyasının tamamını dönüştürmüştür. Gazeteler belli başlı birkaç bölgeye uygun baskılar için uzaktan yazılıp düzeltilebilme (Castells, 2008), dijital sayfa düzeni yapabilme ve çok kısa sürelerde çok yüksek tirajlarda baskı yapabilme olanağına ulaşmışlar, ekonomi politik yapıları, tüketici ya da müşteri odaklı yayınları hızlandırmıştır. Kamuoyunun oluşumunda medyanın rolü tartışmasızdır. İletişim teknolojisinin gelişmesi, çeşitli açılardan popülerlik kavramının kapsamını genişletmiştir (Alemdar ve Erdoğan, 1994: 10). Eski toplumsal hiyerarşi ortadan kalkmamış olmakla birlikte, geçmişe oranla zayıflamış olduğundan popüler kültürün yayılma alanında da bir genişleme olmuştur (McGuigan, 1992: 83). Eğer kamuoyunun, belli bir konuda toplumun çoğunluğunun (hatta tümünün) ortak değerlendirmesi ve yargısı olduğu tanımlanması kabul edilecek olursa (Bernays, 1928: 959), halka ait kültür olan popüler kültürün oluşumunda medyanın rolü de kendiliğinden anlaşılabilir.6 Kamuoyu oluşturanlar halktaki eski yerleşmiş düşünceler yerine yenilerini geçirirler (Bernays, 1928, 970). Bu bakımdan da bu çevreler için popüler kültür ortamı en elverişli olanıdır, çünkü seçkin kesimler bu konuda daha dirençlidirler. Siyasal açıdan seçmen oy sayısı, seçkinlerinkinden çok daha fazla olduğu için, hedef kitle halktır. Böylece hedef kitle haline gelen halk çeşitli koşullandırmalarla homojenleştirilir. Folklor gibi, özellikle ulusal kökleriyle çeşitlenen ahlaksal bir karaktere sahip olan popüler gazetecilik (van Zoonen, 1998b: 187) ile bu homojenleştirme gerçekleştirilir. Modern siyaset, siyasi partilerin, kitle örgütlerinin, ticari birliklerin ve her şeyden önce tüm insanların kapsayan kamuoyu oluşturma ve karar vermeyi başaran kitle medyası altyapısıyla karakterize olmuştur. Siyasal düşünce oluşturma için, enformasyonda, gerçeklerde ve rasyonel tartışmada yer alan bilgili vatandaşlık, önceden gerekli olan modern siyaset ve demokrasi için göz önüne alınmaktadır. Ve bu yalnızca uygun bir biçimde olan haber medyasıyla gelebilir (van Zoonen’ın 1998b: 187-188). Medya ve siyasetin kurumsal olarak örgütlenmesi kamusal alanı yok etmiştir. Medya ve siyasetin bu yapısal bütünleşmesi, insanları toplumsal sorunlara ve siyasete etkin katılımcılar olmaktan çıkararak pasif izleyicilere dönüşmüşlerdir. Bir diğer deyişle, kültürel akım üreten kamusal topluluktan kültür tüketicilerine dönüşmüşlerdir (Kejanlıoğlu, 2004) ve bu magazinsellik aracılığıyla sağlanmıştır. 6 Örneğin bkz. Susan Herbst, (1993), The Meaning of Public Opinion: Citizens’ Constructions of Political Reality, Media Culture & Society, (15), s. 437-454. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 36 B. Yetkin Magazinleşme, bilgiyle ilgili programlara eğlencenin eklemlenmesidir. Bu kavram bilgilendirirken eğlenmeyi, iyi zaman geçirtmeyi amaçlayarak, insanları gündelik yaşamlarının sorunlarından bir süreliğine de olsa uzaklaştırmayı tanımlamaktadır (Büyükbaykal ve Büyükbaykal, 2007: 52). Sparks’ın (2000) tanımına göre, bil-eğlence tarzının gelişmiş bir boyutu olan info-tainment magazinleşmenin ikili yapısının birini oluşturur. Birinci boyut, siyasete, ekonomiye ve topluma daha az; spora, skandallara ve popüler eğlenceye çok daha fazla ilgi gösterilmesiyle; kişisel olana, hem ünlülerin, hem de sıradan insanların özel hayatlarına daha fazla ilgi gösterilip siyasal süreçlere, ekonomik ve toplumsal değişimlere daha az ilginin gösterilmesiyle ilgilidir. İkinci boyut, info-tainment ise, medyadaki önceliklerin haber ve bilgiden eğlenceye doğru kaymasıyla ilişkilidir (Gencel Bek, 2004: 10). Çalışmalarında McLachlan ve Golding (2000), magazinleşmenin kodlarını daha az metin, siyasal haber, uluslararası haber ve daha çok görüntü, eğlence ve insani ilgi [human interest] haberi olarak sıralarlar (aktaran Gencel Bek, 2004: 10). Hakan Ergül (2000: 11) ise, haberde magazinleşmeyi hem haber bültenlerinde daha az haber değeri taşıyan öğelerin artması hem de haberde ikincil öneme sahip popüler ve magazin öğelerin öne çıkartılması olarak iki şekilde tanımlar: Birey tarafından üretilen ve bu üretim süreci içerisinde seçilme, değiştirilme, düzeltilme gibi pek çok aşamadan geçen bir haber metninin, her şeyden önce bu aşamalar üzerinde etkili olan bireylerin nesnelliği ile sınırlı olduğu savlanmaktadır. Dolayısıyla haber metninin nesnelliği denildiğinde, toplumsal olayların, deneysel sonuçlar ya da istatistik veriler kadar yansız ve yorumdan uzak yansıtılmasının anlaşılmaması gerekmektedir. Bu ölçüt, daha çok habercinin bireysel değerlerinin haber içeriğine olabildiğince karıştırılmaması ve metninin yazılışında açıkça görüntülenebilecek yorum öğelerinin en aza indirgenmesi gerekliliklerine göndermede bulunmaktadır. (Ergül, 2000: 78) Magazinsel haberin, siyasetin temel konularından olan bütçe açığını ve sağlık sorununu anlamaya uygun bağlamı inşa etmesi Siyasetçilerin ve diğer danışmanların (siyasal aktörlerin), seçmenleriyle iletişim kurmak için popüler kültür türlerine hızla döndüğünü işaret etmektedir. Başkanlık konutu Beyaz Saray’ın Oval Ofisi’nde yaşanan “oral seks” skandalıyla adı kötüye çıkmış olan Bill Clinton’un 1992 kampanyaları süresince Arsenio Hall’da saksafon çalması buna tipik bir örnektir ve bu olayın tüm medya mecralarında yer alması önemlidir. Popüler kültürle modern siyasetin olası olmayan uzlaşması, böyle durumlarda, belirli siyasetlerin ve ideolojilerin temsilcisi olmasından öte, bireysel özelliğiyle insan olarak siyasetçi yapılanmasıyla arada bir kültür koalisyonu sağlanır (van Zoonen, 1998a: 49). Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 37 Genel olarak Türkiye’ye bakıldığında, 1970–1990 döneminde pornografik dergilerin çoğalması, televizyon kültürünün egemenliğinin arttırışı, sanatın büyük sermayenin desteğine girerek metalaşması ve çok çeşitli konulardaki (yemek, eğlence, tatil, ev bakımı moda... vs.) dergilerin tüketim ideolojisini yaymalarının temelini, aslında 1980 darbesinin ardından neo-liberal ekonomi politikalarının ağırlık kazanmasında yatmaktadır (Gencel Bek, 2004: 14). 1980’li yıllarda yaşanan değişimlerin etkisinin olduğu (Büyükbaykal ve Büyükbaykal, 2007: 55) özel Televizyonların 1990’larda ortaya çıkışıyla da, hem sayı, hem de yoğunluk olarak etkisini arttıran bir sürece dönüşmüştür. 2000’ler Türkiyesi’ndeyse artık tüketimin desteklenmesi, Gencel Bek’e (2004: 14) göre, sadece dergilerde değil, özel televizyon kanallarındaki yaşam tarzı [life-style] programlarında, hatta gazetelerde, aslında ana odağı siyaset olagelmiş köşe yazılarında da rastlanabilmektedir. Tüm bunlar aslında, haberin magazinleşmesine işaret etmektedir. Hakan Ergül’e (2000: 78-80) göre, haberde magazinleşme, başka dünyalara ilişkin özlemleri yücelten yaklaşımıyla bireyin gerçeklikle arasındaki ilişkiyi etkileyen önemli bir etkendir: Türkiye’de haberin ABD’de ‘watercooler’ olarak nitelendirilen magazinel içeriğe çevrilmesi süreci televizyon kanallarının özelleşmesiyle başlamıştır. İzlenme oranlarında sürekli tırmanışı hedefleyen bir yayıncılık anlayışıyla haberi çekici kılacak her türlü unsur (dramatizasyon, müzik, aşırı vurgulanmış cinsellik) haber metni içerisine yerleştirilmiştir. (Ergül, 2000: 173) Ergül’ün bu değerlendirmesi, televizyon için geçerli olduğu kadar, aynı sermaye yapısına sahip olan, aynı “karlılığının devamını sağlama” amacındaki ve aynı hedef kitleye yönlenen, paralel yayınlara sahip diğer mecralar içinde geçerli olduğu söylenebilir. ABD ve Avrupa’dakilerden daha az nicelikte olmasına karşın farklı analiz yöntemleri kullanan dikkat çekici araştırmalar bulunmaktadır. Medya-siyaset ilişkisi konusunda yapılan araştırma (Bulut ve Yaylagül, 2004), Türkiye’deki yazılı basında genişçe yer alan Yargıtay ve mafya ilişkisi bağlamında eleştirel söylem analizi ile ortaya çıkarmaya amaçlayan çalışmadır. Gazete haberlerinin metinleri aracılığıyla kurulan eşitsizlik ve tahakküm ilişkileri çıkarılarak endüstriyel yapılar ve dinamikler göz önüne alması açısından önemlidir. Yargıtay-mafya ilişkisinin basına yansımasını inceleyen bu araştırmada kimi zaman desteklediği kimi zaman da özellikle de “sağ basın”ın eleştirdiği, MİT-Mafya ilişkisinin yok sayıldığı bulunmuştur. Erdal Dağtaş’ın (2005) kaleme aldığı “Türkiye’de Magazin Basını ve Habercilik Anlayışı: Magazin Eklerinin Sektör ve Metin Analizi” çalışması, magazinleşme olgusu konusunda Türkiye’de yürütülen tartışmalara alternatif bir katkıda bulunmaktadır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 38 B. Yetkin Türkiye’deki tekelci medya ortamında, küreselleşmenin etkisiyle toplumda egemen hale gelen yeni sağ politikaların, magazin sektörünü ve habercilik anlayışını şekillendirdiği temel varsayımıyla medya içeriklerinin tektipleşmesi, benzeşmesi ve kültürel yaşamın metalaşması analiz edilmiştir. Basın ve siyaset arasındaki ilişkiyi, siyaset ve medya gündemlerindeki konular açısından ele alan ve gündemlerin birbirleri üzerindeki etkisinin, konuların gücüne bağlı olarak şekillendiği varsayımından yola çıkan bir diğer araştırmada (Terkan, 2007), bu iki yapı arasındaki ilişki, gündem belirleme modeli çerçevesinde incelenmiştir. Gazetelerde, hangi konuların ağırlıklı olarak ele alındığı ve hangi tür konu ve olaylarda, gündemler arasında bir paralellik olduğu tespit edilmeye çalışılmıştır. Bir diğer araştırma (Gölcü, 2009), medya-siyaset ilişkisini siyasi seçim kampanyaları sürecinde incelemekte, Türk basınının siyasal partilere nasıl yaklaştığını siyaset kurumu ve medya ilişkisi bağlamında ortaya koymaktır. Çalışma seçim öncesinde yapılan siyasal haberlerin söylem yapılarını çözümleyerek, siyaset ve medya ilişkisini ortaya koymaktadır. İncelenen gazetelerin yayın politikalarının ve mülkiyetlerinin siyaset kurumuyla olan ilişkilerinin, yapılan haberler ve seçim döneminde yayın politikalarını belirlemede çok önemli olduğu gözlenmiştir. Ayrıca gazetelerin aldığı siyasal reklamların da haber söylemlerinin belirlenmesinde etkili bir faktör olduğu ve bu reklamların haberlerin söylemlerini destekleyecek bir biçimde sayfalara yerleştirildiği ortaya çıkmıştır. Medya-siyaset ilişkisinin çoğu zaman ekonomik ve siyasal çıkarlar zemininde gerçekleştiği ve bunların da haberlere yansıdığı varsayıldığı bir diğer çalışmada (Işık ve Oğuzhan Börekçi, 2009); Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan arasında “Deniz Feneri” davası üzerinden yaşanan polemiğin, medya üzerinden nasıl bir çatışma ve kavgaya dönüştüğü incelenmiş ve varsayımı doğrular nitelikte bir sonuç çıkmıştır. Dikkat çeken bir diğer araştırma (Şimşek, 2009) medya alanında da söz sahibi olan patronlar gerek kendi çıkarlarını korumak gerekse ekonomik ya da siyasi olsun ülke gündeminde söz sahibi olabilmek için taraflı davranış sergilediği savlıyla medya organlarının 2009 yerel seçimleri çerçevesinde nasıl hareket ettikleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Elde edilen bulgulardan, medya organlarının hükümetler ve muhalefet partilerinden herhangi birinin lehinde ya da aleyhinde davranış sergiledikleri belirlenmiştir. Bir başka çalışma (Kazaz ve Çoban, 2005), televizyon haberlerinde kullanılan haber çerçeveleriyle egemen söylemin yeniden üretilmesi sürecine nasıl katkı yaptığı Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 39 araştırılmıştır. İçerik çözümlemesi yöntemiyle yapılan analizde, çerçeveler ile kitle iletişim araçlarının ve özellikle de televizyonda sunulan haberin alılmamasına ilişkin sınırları da birlikte aktararak; izleyicinin bilincini, sosyal, kültürel ve politik sonuçları olacak şekilde nasıl oluşturduğu bulunması hedeflenmiştir. İzleyicilerde oluşturduğu gerçeklik duygusuyla, mevcut durumun sürekliliğini sağlamak için televizyon haberlerinin nasıl çerçevelendiği ve özellikle hangi ideoloji inşa stratejilerini kullandıkları tespit edilmeye çalışılmıştır. Birçok çalışmada, basın ve siyaset arasındaki ilişki çeşitli açılardan çeşitli araştırma yöntem ve teknikleriyle incelenmiştir. Ancak bu araştırmanın diğerlerinden farkı, gerek siyasetin gerekse medyanın magazinleşmesiyle oluşan güç ve tahakküm ilişkilerinin gazete haberlerinin makro ve mikro yapılarını çözümleyerek ortaya çıkarılmasını amaçlamış olmasıdır. Kısaca denilebilir ki, popüler kültürün siyaset ile bütünleşmesi çerçevesinde 1980’lerde Türk basınının sermaye yapısındaki değişim (Özgen, 2004: 472) olgusuna bağlı olarak haber içeriklerindeki magazinleşme ve taşıdığı ideoloji bu araştırmanın sorunsalını oluşturmaktadır. Yöntem Bu araştırma, giriş bölümünde de bahsedildiği gibi, siyasetçi kimliği ile 12 Haziran 2011 genel seçimleri sürecinde Başbakan olarak ülkeyi yöneten Recep Tayyip Erdoğan’ın, popüler kültür ürünü olan arabesk tarzı müziğin temsilcilerinden İbrahim Tatlıses’i hastane ziyaret etmesi ve bu buluşmanın gazete haberlerine yansıma biçimini konu almaktadır. Şarkıcılıktan, aktörlüğe, çeşitli alanlardaki ticari etkinlikten müteahhitliğe kadar geniş bir çalışma alanı yelpazesine sahip olan Tatlıses, medyada kimi zaman, inşaat işçiliğinden gelmesine karşın zengin olmasıyla, kimi zaman sahne sanatındaki başarılarıyla, kimi zaman mafya bağlantısı iddialarıyla, kimi zaman da siyaset ve siyasetçilerle olan yakınlaşmasıyla gündeme gelmiştir. Kısacası, Urfa’da yoksul ve çok çocuklu bir ailenin oğlu iken, zengin ve ünlü olması onu adeta mitleştirmiştir. Bu avantajla uzun yıllar siyasette yer bulabilmek adına çok sayıda girişimde bulunmuş, birçok siyasetçi ile yakın ilişkiler kurmuştur (Bkz. Ek 1, 2, 3 ve 4) ama amacına ulamamıştır. 13 Mart 2011 tarihinde bir televizyon programının ardından silahlı saldırı sonucu ağır yaralanmıştır. Bu olay, tüm medyada geniş yer almıştır. Recep Tayyip Erdoğan ise, halkın içinden birisi olarak siyasette alnının teriyle yükselmiş, İstanbul gibi Türkiye’nin en büyük kentinin belediye başkanlığını yapmış, ardından da başbakanlık koltuğuna oturmuş bir siyasi kimliğe sahiptir. Kendini, Milli İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 40 B. Yetkin Görüş kimliğini terk etmiş bir muhafazakar demokrat olarak tanımlamaktadır. Recep Tayyip Erdoğan, muhafazakar kimliğinin yanı sıra protest karakterinin siyasi iletişim tarzına yansımış bir siyasetçidir. Doğduğu ve büyüdüğü yerlerin, aile yapısının, yaşantısının, geçmişinin izlerinin, hem siyasal hem de günlük yaşantısına yansıdığı söylenebilir. Şehzade, devşirme, damat metaforları yoluyla Türk siyasal egemenliğini analiz eden Harputlu’ya (2002) göre, Erdoğan, diğer devlet yönetici tiplerinin hiçbirine girememektedir: “Erdoğan karizmasının biyografisini gözlemlediğimiz zaman, geleneksel iktidar elitliğinden sosyolojik olarak uzak olduklarını görmekteyiz. Çünkü devlet bürokrasisinde çalışma deneyimleri yoktur. Yani devşirme geleneğinden gelmemektedir. Şehzade ve damat da değillerdir. Devletli aile çocuğu olma vasfı da bulunmamaktadır. Erdoğan bir orta kesim sosyolojisinden yükselmektedir. Aile ilişkileri, inanışlar, politik algılayışlar, geçim düzeyi… bütünüyle bu kesimi işaret etmektedir. Buna Kasımpaşalının bıçkınlığı eklenince, ortaya protest politik anlayışın simgesel temsilciliğini çıkarmıştır.” (Harputlu, 2002) Ahmet İnsel (2002: 22-23) ise, Erdoğan’ın yeni orta sınıf aidiyet duygusunun, alttan gelmiş, hakiki bir halk çocuğu olmasından öte bir şey olduğunu, Erdoğan’ın geleneksel Cumhuriyet seçkinlerinin geçtiği yollardan geçmediğini, diğerlerinden farklı olduğunu belirtmektedir. Kısacası halkın dilinden anlayan, halk diliyle konuşan bir siyasetçidir. Tatlıses’in vurulmasından sonra kaldırıldığı hastanede Başbakan Erdoğan’ın ziyareti aslında ilk yakınlaşma değildir. İbrahim Tatlıses, 13 Mart 2011’de yaralanmasından sonra, 15 Mart 2011’de sanat ve siyaset dünyasından birçok kişi tarafından adeta ziyaretçi akınına uğramıştır.7 Ancak bu ziyaretlerden daha da dikkat çekici olan ayrıntı, uzun yıllardır siyasete atılmak istediği kamuoyuna yansımış olan8 Tatlıses’in, 2010 yılının Ekim ayında Erdoğan’a “Hani Gelecektin” adlı açılım türküsü albümünden “Barış” adlı şarkısını dinletmiş olması ve de Başbakan’ın bu dinlediği bu türküyü çok beğendiği gazetelerde haber olarak yer almasıdır (Beyaz Gazete, 14.03.2011; Haber 7, 23.10.2010). 8 Mart 2011 tarihinde AKP kadın kollarına konser veren Tatlıses, silahlı saldırıdan bir gün önce de Erdoğan’a cep telefonuyla mesaj göndermiştir (CNN Türk; Sabah, 15.03.2011). Yakınlaşmanın seyri böyle iken, 25 Mart 7 8 Örneğin, 15 Mart 2011’deki siyasi ziyaretçiler arasında eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel, AKP’den Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, AKP’den Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç dikkat çekmektedir. 2011’in Ocak ayında bir lokantada konser sırasında, “İstanbul'dan aday olmak istiyorum. Nasıl aday olacağım kesin değil ama bu kez Meclis'e gireceğim kesin" diyerek niyetini tekrarlamıştır (Sabah, 31.01.2011) Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 41 2011 tarihinde, Erdoğan, Tatlıses’i hastanede ziyaret etmiş ve bu ziyaretin resimleri basında ağırlıklı olarak yer almıştır (Bkz. Ek 5). Erdoğan, çıkışta gazetecilerin sorusu üzerine ise, memnun olduğu her halinden belli eder biçimde, Tatlıses’in AKP’ye milletvekili adaylık başvurusunu aldığını açıklamakla yetinmiştir. Ancak gazetecilerin siyasi gündemle ilgili sorularına ise ayrıntılı beyanlarda bulunmuştur. Kısa bir süre sonra da, Erdoğan, Irak ziyaretinde Erbil Uluslararası Havalimanı'nın açılışında yaptığı konuşmada, Tatlıses’in şarkısındaki “Fark etmez, ne dili, ne rengi, mademki insandır, saygımız vardır” sözlerini kullanarak (Haber Türk; Sabah, 29.03.2011) vermek istediği mesajını destekleme yoluna gitmiştir. Aslında bu, Kuzey Irak’taki yaşayan halka dolayısıyla tüm Ortadoğu’ya gönderilen bir mesajdır. Ancak, Erdoğan ve diğer partili siyasetçilerin Tatlıses’i ziyaret etmesi, sürekli olarak beyanlar vermesi, AKP’nin yalnızca dış politika değil, seçim sürecinde iç politika malzemesi olarak da kullanma amaçlarının bir işareti olarak görülebilir. Siyasal iletişim içinde, siyasetin popüler kültürü kullanması doğaldır. Siyasetçiler, halka ulaşmak amacıyla kullandıkları popüler kültürü ve ürünleri atacılığıyla biz, bizden, bizim gibi algısı yaratmaya çalışmaktadırlar. Bu yolda çeşitli aracıları devreye sokmaktadırlar. Bu aracılardan biri de medyadır. İşte bu aşamada, medyanın üstlendiği rol önem kazanmaktadır. Makro boyutta medya, mikro boyutta ise gazeteler, siyasi hegemonyayı oluşturulmasında nasıl işlev görmektedirler? Bu yönde haberlerini sayfalarına nasıl yansıtmaktadırlar? Hegemonya oluşturma sürecinde medyanın işlevi, gazete haberlerinin söylem çözümlemesiyle ortaya çıkarılmıştır. Bu amaçla aşağıdaki varsayımlar ileri sürülmüştür: V1: Anaakım (merkez) gazeteler, haberleri magazinsel unsurlarla süsler. V2: Medya kuruluşları merkezden uzaklaştıkça, haberlerinde popüler kültürsiyaset ilişkisini içeren unsurlara daha az yer verir. V3: Medya kuruluşları, yayın politikalarının siyasi ağırlıkta olması haberi, siyasi olarak yansıtmasına; magazin ağırlıkta olması, haberi magazinsel olarak yansıtmasına neden olmaktadır. V4: Haberin magazinselliği arttıkça, daha çok egemen ideolojinin taşıyıcılığı ve ileticiliği görevini yerine getirir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 42 B. Yetkin Örneklem oluşturabilmek amacıyla, Türkiye’deki bazı gazetelerin ideoloji yörüngesi aşağıda çizilmeye çalışılmıştır9. Şekil 1: Gazetelerin İdeoloji Yörüngesi. Liberal popüler basın, demokratik sol basın ve muhafazakar sağ basının aynı olaylara ilişkin olarak haberi yayımlamada farklılıklar gösterdiklerine yönelik genel bir eğilim olduğundan bahsedilebilir. Liberal popüler basın toplumdaki iktidar odaklarının var olan hegemonyacı söylemlerini dolayımlamakta ve kendisi bizzat egemen ideolojinin gönderim çerçevelerini üretirken, diğerleri ise, olayların niteliğine göre, bu olayları ideolojilerine uygun hale getirdikten sonra ya olumlayıcı ya da karşıt tutumlar sergileyerek ilettikleri söylenebilir. Basının bu muhalif tutumu, olayı görmezden gelerek ya da haberi küçülterek okuyucuya sunma biçiminde görülebilir. (Duruoğlu, 2007: 6-7). Bu nedenle, egemen ideolojinin kitle iletişim araçları yoluyla dolayımlanmasının sağlıklı biçimde analiz edilebilmesi amacıyla Yeni Sağ görüşlü iktidara yakın olan gazeteler örneklem olarak seçilmiştir, bunun dışında kalan merkez sol ve radikal sol gazeteler örneklem içine katılmamıştır. Araştırmanın evrenini oluşturan gazetelerde yer alan söz konusu haber çerçevesinde nicel içerik analizi ve ardından da haberlerin içeriklerine dair eleştirel söylem analizi uygulanmıştır. Nicel içerik analizi, örneklem olarak seçilen gazetelerin 9 Gazetelerin ideolojik görüşlerinin haritasının oluşturulması, Deren van Het Hof ve Açıkalın’ın 2007 yılında yaptıkları, “2007 Seçimleri Basın Reklamları: Anaakım Gazeteler ve Merkez Partiler” adlı çalışmadan da yararlanılmıştır. Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 43 vitrini olarak nitelendirilebilecek birinci sayfalarındaki, resim ve metin alanları ölçülmüştür. Bunun yanı sıra, Güç/bilgi, politik ve ideolojik ilişkilere yönelip bu ilişkilerin belli bir söylem etrafında nasıl bir değişime- dönüşüme uğradığını, insanların dil ile ne yaptıkları sorusu üzerine odaklanan, içerik analizinin tersine varsayımdan değil, belirsizlikten hareket eden (Sözen, 1999’dan aktaran Gökçe, 2006: 42-46) söylem analizine başvurulmuştur. Güç eşitsizliğini ve tahakküm ilişkilerini merkeze alan, Teun A. van Dijk’in (1988; 1991; 1995; 2009) geliştirdiği eleştirel haber söylem çözümlemesi kullanılarak, haberlerin makro ve mikro yapılarını içeren söylem analizi yapılmıştır. Araştırmanın amacı, bir magazin olayının öyküleştirilmesi gibi görünen haberlerin hegemonya oluşturmada nasıl kullanıldıklarını ortaya çıkarmak olduğundan, bu doğrultuda, magazinsel habercilik yapandan daha az magazinsel habercilik yapana doğru Posta, Star, Zaman ve Yeni Akit gazetelerindeki konuyla ilgili haberlere göz atılmıştır. Örnekleme dahil edilirken bu gazetelerin ideolojileri göz önünde bulundurulmuş ama seçim rastlantısal olarak yapılmıştır. Araştırmanın sorunsalına yanıt verme potansiyeline sahip bu gazetelerin birinci sayfalarındaki haberlerin yüzölçümü yapılmış ve ardından söylem analizi uygulanmıştır. Ayrıca, örneklemi oluşturan ve örneklem dışı kalan ama konuyu haber yapan tüm diğer gazeteler Ajans Press adlı kuruluştan alınmıştır. Bulgular ve Yorum Niceliksel İçerik Analizi İlk sayfalar gazetelerin vitrinidir. Gazete yöneticileri, zarar etmemek ve karlılığını arttırabilmek adına satış rakamlarını tirajlarına (basım miktarı) yakın tutmaya özen gösterirler. Bu nedenle, gazete stantlarında okuyucunun ilgisini çekebilmek, ardından da satışın gerçekleşmesini sağlayabilmek amacıyla, yapılan gazetelerin birinci (kapak) sayfalarının mizanpajları, kullanılan haber başlıkları ve haber fotoğraflarının önemi artar. Gazetelerin vitrini sayılan birinci sayfalara bakıldığında, magazin haberciliği yapan gazeteden ideolojik gazetelere doğru, “az yazı, çok fotoğraf”tan “çok yazı, az fotoğraf”a bir değişim yaşandığı görülmektedir. Ancak, Star gazetesinin resim ve yazı kullanım (R/Y: 0,56) oranı, Posta gazetesine göre (R/Y: 11,11) oldukça aykırı görünmektedir. Ancak, haberin iç sayfalarındaki devamları, araştırmanın öngörüldüğü gibi “az yazı, çok fotoğraf”tan “çok yazı, az fotoğraf”a doğru ilerlemektedir. Zaman gazetesinde haberin kapladığı alan (454,95 cm2) Star gazetesinden (398,98 cm2) daha çoktur. Star gazetesi, hastanede Tatlıses’e ziyaretinin fotoğrafını kullanıp haberin iç sayfadaki devamına yönlendirmeyi yeğlemiştir. Haberin başlığı ve spot göz önüne alındığında, Bu durumun İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 44 B. Yetkin haberin magazinsel bir boyutu ile okuyucunun ilgisini çekmeye ve ideolojik boyutun magazinsellikle gizlenmeye çalışıldığı ileri sürülebilir. Zaman gazetesi, Recep Tayyip Erdoğan ile İbrahim Tatlıses’in buluşması haberine az yer vermesine karşın Başbakan’ın hastane çıkışında verdiği beyanları bu haberle kaynaştırmıştır. Hatta Erdoğan’ın gazetecilerin sorularına yaptığı açıklamalarla hastane ziyaretini ilişkilendirmemiş, buna karşın tek başlık altında yansıtmıştır. Bunun nedeninin haberin çekiciliğini arttırmaya çalışmak olduğu ileri sürülebilir.10 Tablo 1: Birinci sayfada yer alan haberin kapladığı alan. Haberin Tüm Sayfada Resim Alanı Yazı Alanı Haber Alanı R/Y R/H Y/H Kapladığı (cm2) (cm2) (cm2) Oranı Oranı Oranı Alan (%) Posta 164,58 294,88 Star 350,00 31,51 Zaman 92,08 Y. Akit 42,50 498,89 0,56 0,33 0,59 26,77 398,98 11,11 0,88 0,08 21,21 264,56 454,95 0,35 0,20 0,58 24,41 76,13 127,88 0,56 0,33 0,60 6,86 Haberlerin bulundukları sayfalarda kapladıkları alanların oranları, magazin gazetelerinden ideolojik olana doğru azalırken, magazinsel habercilikten ideolojik haberciliğe doğru azalmaktadır (Tablo 1). Haberlerin iç sayfalardaki devamlarının oranları ise, ideolojik olana doğru artmaktadır (Tablo 2). Bu oranlar, kendilerine ayrılan bölümde resim alanlarının haber alanlarına oranı (R/Y) ile doğru orantılı gitmektedir. 10 Her iki gazetedeki bu haberin iç sayfalardaki devam bölümleri ters orantılı bir değişim göstermiştir. Buna karşın, araştırmanın niceliksel bölümünde Zaman gazetesinin, “Neler oluyormuş bu ülkede diye sorsak daha isabetli olur” başlığı altındaki haberin ölçümü yapılmamış; her iki haber metni içinde birbiriyle ilişkilendirecek bulguya rastlanmadığı için yalnızca Erdoğan ile Tatlıses karşılaşması bölümünün ölçümü yapılmıştır. Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 45 Tablo 2: Devam sayfalarında yer alan haberin kapladığı alan. Haberin Tüm Sayfada Resim Alanı Yazı Alanı Haber Alanı R/Y R/H Y/H Kapladığı (cm2) (cm2) Oranı Oranı Oranı Alan (%) (cm2) Posta 350,20 92,30 454,30 3,79 0,77 0,20 24,38 Star 265,91 337,65 644,33 0,79 0,41 0,52 34,25 Zaman 152,02 306,75 598,76 0,50 0,25 0,51 32,13 Y. Akit 179,74 316,53 690,56 0,57 0,26 0,46 37,05 Her iki tablodaki veriler (birleştirilerek yorumlandırılırsa), araştırmanın varsayımı doğrultusunda oluşturulan “Gazetelerin İdeolojik Yörüngesi”ni (Şekil 1) desteklemektedir. Buna karşılık, yine her iki tablo göz önüne alındığında, Star gazetesinin tiraj kaygısıyla kendisini daha çok merkeze çekme gayreti içinde olduğu söylenebilir. Haberlerin (Makro ve Mikro Yapılarının) Çözümlenmesi Söylem analizi dilin kullanım biçimini ve işlevlerini inceler. Kelimeler, cümleler ve diğer metinsel ifadeler, arka plan bilgisine dayanılarak çıkarımda bulunulabilecek içerikleri ya da iddiaları, ima yoluyla ortaya koyabilme özelliğindeki söylem ve iletişim önemli ideolojik boyutlara sahiptir (van Dijk, 1991: 114). Analizin amacı da, bu boyutlarda haber metinlerinde kullanılan dilin eşitsizliğin ve tahakküm ilişkilerinin yer aldığı toplumsal sistemin nasıl yeniden üretildiğini ortaya koymak ve böylece, söylem analizi aracılığıyla medya metinlerinin yapıları ve stratejileri belirlemektir (Bulut ve Yaylagül, 2004: 126). Makro yapı haber başlıkları, giriş, sonuç genel fikir verirken, haberin ana metininde esas olay, arka plan bilgileri bağlam ve yorumlar yer alır. En önemli bilgiler öncelikle verilerek okuyucuya neyin daha önemli olduğunu işaret etmektedir (Bulut ve Yaylagül, 2004: 126). Mikro yapıda ise, sözcük seçimleri, sözcükler arası bölgesel uyumu, peşi sıra gelen cümlelerin birbiriyle ilişkisi incelenir. Ayrıca haberin retoriğini ortaya çıkarmak amacıyla da, cümlelerin uzunluğu-kısalığı, basit ya da birleşik, etken ya da edilgen olması, fotoğraflar ve haberin inandırıcılığı için kullanılan grafik, sayısal veriler göz önünde bulundurulur (Mora, 2007). Teun Van Dijk’e (1994) göre, toplumsal İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 46 B. Yetkin iktidarın uygulanmasının ve korunmasının gereği olan ideoloji, söylem yoluyla kazanılır, onaylanır ya da yeniden üretilir. Böylece iktidar, “çeşitli söylem türleri, içerikleri ve stillerine, farklı erişme derecelerine sahip olunması yoluyla, dolaylı ya da dolaysız olarak uygulanır ve meşrulaştırılır” (274-276). Haberin söz dizimi, açılış ve kapanış söylemi, öykünün kurgulanması, başlıkları, haberin bütünsel anlamı, söylemin konusu, retoriği gibi biçimiyle, bağlamıyla ikna edici soyutlamaların toplumsal bağlama yerleştirilmesiyle gerçekleştirilir.” (van Dijk 1988’den aktaran Bulut ve Yaylagül, 2004: 126) Haber Başlıkları: Van Dijk’e (1991: 111-112) göre, dil kullanıcıları bu tür makro yapıları, bir metni geniş çaplı olarak anlamak ve özetlemek için kullanırlar. Haber söyleminde, bu makro-yapının üst kısmı başlıkta ve giriş paragrafında ifade edilir. Makro yapının parçalarından biri olan başlıklar, haberin giriş ve sonuç kısımlarınki gibi fikir verme işlevine sahiptir. Araştırma kapsamındaki gazetelerin başlıklarına bakıldığında birinci sayfa ile haberin devamındaki iç sayfalarda farklılıklar göze çarpmaktadır. Tablo 3: İncelenen Gazetelerin Haber Başlıkları Gazeteler 1. Sayfa Başlığı 26.03.2011 Devam Sayfası Başlığı Posta • ADAYLIK TAMAM • Muhabbet iyiydi Star • Yeni hayattan ilk kare Zaman Yeni Akit Haberin Devam Sayfası Magazin SayfasıSayfa 7 • Paris’in devre dışı kalması Politika Sayfası Libya için olumlu bir adım • Yargı, araştırma sonuçlarına göre yeni • ‘Neler oluyormuş bu Politika Sayfası ülkede?’ diye sorarsak adımlar atıyor daha isabetli olur • Tatlıses’i ziyaret etti, adaylık başvurusunu aldı • İBRAHİM TATLISES’İ ZİYARET EDEN • ERDOĞAN’DAN ERDOĞAN SORULARI Gündem Sayfası TATLISES’E YANITLADI -Durup ZİYARET dururken yayınevi basılmaz Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 47 Posta gazetesinin birinci sayfadaki haber başlığı siyasi iken devam sayfasındaki haber başlığı tamamen magazinsel bir özelliğe sahiptir. Star gazetesinin birinci sayfasında okuyucunun dikkatini çekecek nitelikte yine magazinsel bir başlık kullanılmıştır. Ancak haberin devamındaki iç sayfadaki başlık siyasi bir özelliğe bürünmektedir. Zaman gazetesi ise, Başbakan’ın açıklamalarını ana haber olarak sunarken, hastane ziyaretini ise ikinci planda, metinde atıfta bulunmadan, bağımsız bir haber unsuru olarak kullanmaktadır. Yeni Akit gazetesi ise, birinci sayfasında hastane ziyaretini spot olarak kullanırken, Erdoğan-Tatlıses buluşmasını okuyucu habere çekilmek için kullandıktan sonra, Başbakan’ın siyasi beyanlarına yer vermektedir. Haberin Girişleri: Haberin giriş bölümlerinde, haberin ana olay, teması, içeriği ve en önemlisi olaya ilişkin gazetenin bakışı (ideolojisi) hakkında ipuçları taşır. Ayrıca dikkatleri çekme özelliğine sahip fotoğrafların yazıları (resim altı yazıları) da giriş bölümleriyle aynı özelliğe sahiptirler. 13 Mart gecesi Kaleşnikoflu saldırıda başından yaralanan İbrahim Tatlıses’i dün hastanede Başbakan Erdoğan ziyaret etti. Bu arada Tatlıses de yoğun bakımda ilk kez görüntülendi. Erdoğan, Tatlıses’in AK Partiden milletvekili aday adaylığı başvurusunu soran gazetecilere ‘Ben şimdi müracaatını aldım’ dedi. (Posta, 26.03.2011-Birinci sayfa) Posta gazetesinin iç sayfasındaki devamında herhangi bir giriş bölümü olmadan doğrudan habere geçilmektedir. Star gazetesi, Erdoğan-Tatlıses buluşması daha önce de bahsedildiği gibi, ziyaret sonrası yapılan açıklamalara ilişkin bir haber yapılmış, hastane ziyareti ise, dolgu malzemesi olarak kullanılmıştır. Silahlı saldırıda ağır yaralanan İbrahim Tatlıses’i dün Başbakan Erdoğan ziyaret etti. Erdoğan, ‘İbrahim Bey’i çok iyi gördüm. Milletvekili aday adaylığı başvurusunu da aldım. Sağ tarafında bir şey yok, birazcık solda var’ dedi. (Star, 26.03.2011-Birinci sayfa) Başbakan Erdoğan Libya operasyonunda komutanın NATO’ya geçmesinin bazı noktalarda rahatlama meydana getirdiğini belirterek ‘Irak ve Afganistan’daki yanlışa düşülmesin’ dedi. (Star, 26.03.2011-Politika sayfası) Zaman ve Yeni Akit gazetelerinde de benzer durum söz konusudur. Yapılan beyanlar ana haber yapılırken, İbrahim Tatlıses’in sağlık durumuyla ilgili bilgiler yer almaktadır. Ancak haberin girişinde buna hiç değinilmemektedir. Mahkemenin ‘örgütsel doküman’ dediği kitap taslağının toplatılmasıyla ilgili Başbakan’dan önemli açıklamalar geldi. Operasyonları yargının yürüttüğünü vurgulayan Erdoğan, ‘Bunlar durup dururken olmuyor. Demek ki her araştırma İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 48 B. Yetkin yenisini getiriyor, yargı da adımlar atıyor” dedi. Başbakan ‘Neler oluyormuş bu ülkede?’ sorusunu herkesin kendine sormasını istedi. (Zaman, 26.03.2011-Birinci sayfa) Başbakan Tayyip Erdoğan, gazeteci Ahmet Şık’a ait ‘örgütsel dokümanlar’a el konulmasıyla ilgili eleştirilere cevap verdi. Gelişmelerin tamamen yargının tasarrufu olduğunu vurgulayan Erdoğan, ‘Demek ki her araştırma yeni bir araştırmayı, yeni bir müdahaleyi getiriyor ve yargı da buna göre adımlar ayıyor’ değerlendirmesinde bulundu. (Zaman, 26.03.2011-Politika sayfası) İbrahim Tatlıses’i ziyaretinin ardından gazetecilerin çeşitli konulardaki sorularını cevaplayan Başbakan Erdoğan, Ahmet Şık’ın kitap taslağının kopyalarının toplanmasına yönelik kitapevi baskını ile ilgili soruya ‘Bunlar yargının konusu ve durup dururken olan şeyler değil. Demek ki, her araştırma yeni bir araştırmayı, yeni bir müdahaleyi getiriyor ve yargı da buna göre adımlar atıyor’ cevabını verdi. (Y. Akit, 26.03.2011-Birinci sayfa) Başbakan Erdoğan, İbrahim Tatlıses’i tedavi gördüğü Acıbadem Maslak Hastanesi’nde ziyaret etti. Erdoğan, Tatlıses’i çok iyi gördüğünü ve milletvekili aday adaylığı ile ilgili müracaatını aldığını söyledi. (Y. Akit, 26.03.2011-Gündem sayfası) Olayın ve Kişilerin Sunuluşu: Gazeteler “hastane ziyaretini” yayın politikaları ve ideolojilerine uygun biçimde değinmektedirler. Başbakan sıfatı ile Recep Tayyip Erdoğan’ın şarkıcı İbrahim Tatlıses’i hastanede ziyaret etmesi magazin yayın politikasına sahip Posta gazetesinden radikal sağın temsilcisi Yeni Akit gazetesine doğru adım adım magazinsel olmadan siyasi olmaya ve hatta gündem olmaya doğru farklı haber değeri yüklendiği görülmektedir. Recep Tayyip Erdoğan, başbakan ve AKP genel başkanı olarak sunulmaktadır. Ancak tüm gazeteler, tüzel kişiliklere sahip Başbakanlık kurumu ile genel seçimler için AKP’yi bir tutulmasına aracılık etmektedirler: Form Teslim Edildi Başbakan Erdoğan, 12 Haziran’da yapılacak genel seçimlerde İbrahim Tatlıses’i AK Parti’den adaya göstermeyeceklerini soran gazetecilere “Ben şimdi müracaatını aldım” diye yanıt verdi. Başbakan hastaneden ayrıldıktan sonra hemen sonra Abdullah Tatlı adlı akrabası Tatlıses’in milletvekili adaylığına ilişkin başvuru formunu Dolmabahçe’deki başbakanlık ofisine götürüp teslim etti. (Posta, 26.03.2011-Birinci sayfa) Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 49 Başbakan Erdoğan, İbrahim Tatlıses’i tedavi gördüğü hastanede ziyaret etti. ….Erdoğan, ‘İbrahim Tatlıses’i AK Parti’den aday gösterecek misiniz?’ sorusuna ise, ‘Ben şimdi müracaatını aldım’ diye yanıtladı. (Star, 26.03.2011-Politika sayfası) Gazetecilerin ‘Tatlıses’i AK Partiden aday gösterecek misiniz?’ sorusuna ‘şimdi müracaatını aldım’ karşılığını verdi. Ziyaretin ardından Tatlıses’in adaylık dilekçesini yeğeni Abdullah Tatlı, Dolmabahçe’deki Başbakanlık çalışma ofisine getirdi. (Zaman, 26.03.2011-Politika sayfası) Başbakan Erdoğan, ‘İbrahim Tatlıses’i AK Parti’den aday gösterecek misiniz?’ sorusunu ise ‘Ben şimdi müracaatını aldım’ diye cevapladı. Gazetecilerin ‘Adayısınız olacak diyebilir miyiz?’ sorusu üzerine de Erdoğan, “Müracaatını aldım’ sözünü tekrarladı. (Y. Akit, 26.03.2011-Gündem sayfası) Posta gazetesi egemen ideolojiye hizmet etmektedir. Gazete, İbrahim Tatlıses’in çocuklarından bahsederken kullandığı “nikahlı eş” ve diğer oğlunun annesinden bahsederken yalnızca adını kullanması, Tatlıses’in Derya Tuna ile nikahsız veya “imam nikahlı” olduğunu akıllara getirmektedir. Bu da, laik dünya görünün dışında kalan İslami yaşam biçimine atıfta bulunmaktadır. Posta gazetesi, popüler kültürü, yaşam kültürünü üretmek veya İslami yaşam biçimine özgü olan çokeşliliği meşrulaştırmaktadır: İbrahim Tatlıses’in nikahlı eşi Adalet Tatlı’dan olan büyük oğlu Ahmet Tatlı Başbakan Erdoğan ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı kapıda karşıladı. Ahmet Tatlı, Erdoğan’ın elini öptü. (Posta, 26.03.2011-Devamı sayfa 7-Resim altı) İbrahim Tatlıses’in Derya Tuna’dan olan oğlu İdo, Tayyip Erdoğan ile Kadir Topbaş’ı hastane kapısına kadar uğurladı. (Posta, 26.03.2011-Devamı sayfa 7Resim altı) Posta’dan farklı olarak Yeni Akit gazetesi ise, haberin son kısmında Erdoğan’ın ziyaret sonrası İstanbul’daki etkinliklerini, çeşitli devlet kademelerinde yer alan kişilerle Cuma namazı kılmasına değinerek, ideolojisine uygun biçimde bahsetmektedir. Başbakan Erdoğan’ı hastaneden, İbrahim Tatlıses’in büyük oğlu Ahmet Tatlı ile küçük oğlu İbrahim Tatlıses elini öperek uğurladı. Öte yandan, Başbakan Erdoğan Cuma namazını Üsküdar’daki Marmara İlahiyat Vakfı Camisi’nde kıldı. Cuma namazını burada kılan Erdoğan’a, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ve AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu da eşlik etti. (Y. Akit, 26.03.2011Gündem sayfası) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 50 B. Yetkin Olayın Bağlamı ve Arka Planı: Olayın bağlamı ve haber değeri gazetelere göre değişmektedir. Örneğin Posta gazetesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyaretini haber yapmıştır. Bu olayı haber yaparken de magazin unsurlarını kullanmıştır: İbrahim Tatlıses 13 Mart’ta ‘İbo Show’un çekimlerinin yapıldığı İstanbul Maslak ‘yaki Nural Plaza’nın içinde bulunan “Efendy Show Center’dan çıkışta otomobilinin içinde Kaleşnikoflu saldırıya uğramıştı. Başından ağır yaralanan Tatlıses, Acıbadem Maslak Hastanesi’nde tedavi altına alınmıştı. İbrahim Tatlıses’i dün sürpriz bir şekilde Başbakan Erdoğan ziyaret etti. (Posta, 26.03.2011-Birinci sayfa) 13 gündür yoğunbakımda olan İbrahim Tatlıses’in traşı yapılmış, saçı ve bıyığı boyanmıştı. Başbakan Erdoğan ile sağ eliyle tokalaşan İbrahim Tatlıses, felç nedeniyle sol tarafını kıpırdatamıyor. (Posta, 26.03.2011-Birinci sayfa) Star gazetesi ise, ziyaret haberinin fotoğraflarını büyük kullanmış, Erdoğan’ın Tatlıses’in sağlık durumuyla ilgili açıklamalarına az yer vermiş, ancak diğer uluslararası gündemi oluşturan Libya operasyonu ve iç siyaseti ilgilendiren “kitap taslağı toplatılma” gündemiyle ilgili açıklamalarını ana habere taşımıştır. Kısaca, Tatlıses ziyaretine ilişkin fotoğraflar, kısa bilgiler okuyucunun dikkatini çekmek için kullanmıştır. Benzer durum Zaman ve Yeni Akit gazetelerinde de ideolojik ağırlıkları artan bir şekilde yoğunlaşmaktadır. Haberin Kaynakları: Medya haberleri üretirken inandırıcılığı arttırmak için resmi kaynakları kullanmayı yeğlemektedirler. Ekonomik zorunluluklar ve karşılıklı çıkarlar, medyanın güçlü haber kaynakları ile ortak-yaşamlı (sembiyotik) bir ilişki kurmasına neden olur. Medya, düzenli ve güvenilir haber hammaddesi akışına muhtaçtır. Hükümet ve şirket kaynakları, konumları ve saygınlıkları dolayısıyla tanınmış ve inandırıcı olma gibi üstünlüklere de sahiptir. Diğer bir deyişle, resmi kurum ve kişilerin verdiği bilgilerin, haberlerin nesnel olduğu varsayılmaktadır. Böylece, medya da haberleri “nesnel” biçimde ilettiği iddiasını desteklemiş olur. Çünkü medya kuruluşları nesnellik izlenimini sürdürmek ve kendisini önyargılı olma eleştirilerinden ve hakaret davalarından kurtarmak için medya, doğruluğu kolayca iddia edilebilecek malzemeye gerek duyarlar. Devlet görevlileri, bürokratlar, siyasetçiler de “haber kaynağı” olarak medyayı kullanarak okuyucu/izleyicilere ulaşmaya çalışırlar (Chomsky ve Herman, 1998: 60-72). Bu durumda, haberin elde edilmesinde ve haber içinde kullanılan alıntılarda sıklıkla, haber kaynaklarının seçimindeki ve kaynak metinlerin kullanımındaki tarafgirlik etkili olabilmektedir (van Dijk, 1991: 115). Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 51 Herman ve Chomsky’nin oluşturdukları “Medyanın Ekonomi Politiği ve Propaganda Modeli”ne uygun biçimde medya çalışanları, izleyemedikleri “hastane ziyareti”nin detaylarını resmi kişi ve kurumlardan elde etmişlerdir. Suikast girişimi ile Türkiye gündeminin neredeyse birinci sırasına oturan İbrahim Tatlıses’in ilk görüntüleri resmi kuruluş olan Anadolu Ajansı tarafından servis edilmiştir. Buna karşılık hastane ziyaretinin ayrıntılarını ise Başbakan sıfatı ile Erdoğan’dan almayı yeğlemektedirler. Söz konusu haberlerde inandırıcılığı arttırmak amacıyla doğrudan Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarını kullanmışlardır. Diğer gazetelerden farklı olarak Zaman gazetesi AKP Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ’ı da kaynak olarak kullanmıştır. Resmi “haber kaynağı” olma vasfını da taşıyan Başbakan Erdoğan da, hastane ziyaretinin yanı sıra siyasi mesajlarını medya aracılığı ile kamuoyuna iletmişlerdir. Haberin Dili ve Sözcük Seçimleri: Dil ve onu oluşturan kelimeler, işaretler belli bir dünya görüşünü yansıtmasından dolayı nesnel değildir. Her sözcük belli bir ideolojik grubun tercihlerini ve vurgularını yansıtır. Bu nedenler dil de toplumsal sınıfların egemenlik için savaşım gösterdikleri bir alanı oluşturur. Haberler de belli bir seçkin grubun düşüncelerini ve dünya görüşlerini yansıtmaktadır (Bulut ve Yaylagül, 2004: 138). Gazetelerin, Başbakan’ın Tatlıses ile aralarındaki “muhabbet” ilişkisi ile ilgili beyanına yer vermeleri, diğer beyanları meşrulaştırmaya yönelik olduğu ileri sürülebilir. Kelimelerin bu türlü kullanımı van Dijk’ın (1991: 116) belirttiği gibi aynı zamanda haber dilinin kültürel bir boyutu olan, tabloid yayınların gündelik, popüler tarzını da gösterir. Daha açık bir ifadeyle medya, Libya operasyonunda NATO’nun –dolayısıyla ABD’nin-, kitap taslağının toplatılması olayının aktörlerinden yargı, emniyet kurumlarının haklılığının meşrulaştırılmasına aracılık etmektedirler. Star, Zaman, Yeni Akit gazetelerinde, yapılan açıklamaların özellikle vurgulanması, “kuvvetler ayrılığı” ilkesini, “kanun ve düzen”in yeniden üretilmesini sağlamaktadır. İbrahim Tatlıses’i ziyaretinin ardından gazetecilerin çeşitli konulardaki sorularını yanıtlayan Başbakan Erdoğan, Ahmet Şık’ın kitap taslağının toplanmasına yönelik kitapevi baskını ile ilgili soruya ‘Bunlar yargının konusu ve durup dururken olan şey değil. Demek ki, her araştırma yeni bir araştırmayı, yeni bir müdahaleyi getiriyor ve yargı da buna göre adımlar atıyor’ cevabını verdi. (Y. Akit, 26.03.2011-Birinci sayfa) Başbakan Erdoğan Libya operasyonunda komutanın NATO’ya geçmesinin bazı noktalarda rahatlama meydana getirdiğini belirterek ‘Irak ve Afganistan’daki yanlışa düşülmesin’ dedi. (Star, 26.03.2011-Birinci sayfa) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 52 B. Yetkin Başbakan, herkesin kendisine ‘Neler oluyormuş bu ülkede?’ sorusunu sormasının daha isabetli olacağını altını çizdi. (Zaman, 26.03.2011-Birinci sayfa) Doğrudan alıntıların yanı sıra, Zaman gazetesinde kullanılan sözcükler (örn. örgüt, terör, propaganda) Başbakan’ın açıklamalarına nesnel bir değer katmaktadırlar. Bu ve benzer sözcüklerin nitelediği kişiler, kanun dışı, toplumun sapkınları olarak gösterilmesine neden olmaktadır (Bulut ve Yaylagül, 2004: 138) SONUÇ İncelenen gazetelerde yer alan olayın fotoğrafı ve haber metni siyaseti ve siyasetçiyi meşrulaştırmaktadır. Posta gazetesi hem bunu hem de egemen sınıfın hegemonyasının pekiştirilmesi işlevini yerine getirirken kendi magazin yayın politikasına uygun biçimde yapmaktadır. Birinci sayfadan verdiği haberin devamı, diğer magazin haberlerinin bulunduğu sayfanın tepesinde yer almaktadır. Star, Zaman ve Yeni akit gazeteleri ise, aynı meşrulaştırmayı daha belirgin biçimde yapmaktadır. Bunu yaparlarken de kendi ideolojilerinin yayılmasını sağlamaya da çalışmaktadırlar. Bu durumun Yeni Akit gazetesinde daha yoğun olduğu söylenebilir. Star ve Zaman gazetelerinin haberi politika sayfasında, Yeni Akit’in ise haberi gündem sayfasında devam ettirmeleri de dikkat çekicidir. Posta gazetesi ise “hastane ziyareti” haberini, diğer sanatçılarla ilgili haberlerin olduğu magazin sayfasında sürdürmüştür. “Anaakım (merkez) gazeteler, haberleri magazinsel unsurlarla süsler” varsayımı inceleme sonucunda doğrulanmakta ve medya kuruluşları merkezden uzaklaştıkça (radikalleştikçe), haberlerinde popüler kültür-siyaset ilişkisini içeren unsurlara daha az yer vermektedirler. Ancak yine de ideolojilerini meşrulaştırmak için kullanmaktan da vaz geçmemektedirler. Bir diğer deyişle, “medya kuruluşları, yayın politikalarının siyasi ağırlıkta olması haberi, siyasi olarak yansıtmasına; magazin ağırlıkta olması, haberi magazinsel olarak yansıtmasına neden olmaktadır” varsayımı doğrulanmaktadır. Araştırmanın son varsayımı olan, “haberin magazinselliği arttıkça, daha çok egemen ideolojinin taşıyıcılığı ve ileticiliği görevini yerine getirir” varsayımı da doğrulanmaktadır. Çünkü medya bunu, okuyucunun tepkisine yol açmayacak biçimde magazinsel unsurlarla süsleyerek yapmaktadır. Örnekleme dahil edilmemiş gazetelerden, radikal sol olarak nitelendirilecek Birgün gazetesinde konuyla ilgili hiçbir habere rastlanmazken, Aydınlık gazetesi ise, yalnızca Erdoğan’ın ziyaretine ve Tatlıses’in aday adaylığı başvurusunu iç sayfada fotoğraflı küçük bir haber olarak yer vermiş; Erdoğan’ın diğer siyasi beyanlarına Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 53 değinmemiştir. Cumhuriyet gazetesi ise, hastane ziyaretini ve Erdoğan’ın Tatlıses’in sağlık durumuyla ilgili beyanlarını haber yapmıştır. Sol ideolojiye sahip gazetelerin, olayla ilgili tutumlarının bu biçimde olması, araştırma kapsamının dışında kalmasına karşın dikkate değerdir. İncelenen gazetelerin haber çerçeveleri içinde, aslında siyaset ile popüler kültür arasında herhangi bir “uzlaşma” olmadığı söylenebilir. İbrahim Tatlıses’in önceki yıllarda siyasetçilerle olan ilişkilerini gösteren basında yer alan fotoğraflara bakılması, aslında bu araştırmanın varsayımını destekler niteliktedir. Cem Uzan ile çekilmiş fotoğraf hariç (Bkz. Ek 3) (Milliyet, 12.06.2007) diğer tümünde Tatlıses, kendisini siyaseten daha aşağı konuma yerleştirmiştir. Kısacası, uzlaşma zemini her durumda siyasetin popüler kültürün tüm unsurlarını amacına ulaşmak için kullanmasından başka bir şey değildir. Medya da, bunu kendi çıkarları için aracılık etmektedir. KAYNAKÇA Alemdar K. ve Erdoğan E. (1994) Popüler Kültür ve İletişim, Ankara: Ümit Yayıncılık. Althusser L. (2006) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbu: İthaki Yayınları. Anadolu Ajansı, 20.02.2000. Bennett T. (1999) Popüler ve Popüler Kültür Politikası, Güngör N. (Der.), Popüler kültür ve İktidar, Ankara: Vadi Yayınları, s. 53-72. Bernays Edward L. (1928), Manipulating Public Opinion: The Why and the How, The American Journal of Sociology, 33(6), s. 958-971. Beyaz Gazete (2011, 14 Mart) Tatlıses’in ‘Biz Türküz Biz Kürdüz’ Şarkısı, http://www.beyazgazete.com/haber/2011/03/14/tatlises-in-biz-turkuz-bizkurduz-sarkisi.html. (Erişim: 16 Mayıs 2011) Bulut S. ve Yaylagül L. (2004) Türkiye’deki Yazılı Basında Yargıtay ve Mafya İlişkisine Yönelik Haberler, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Dergisi, (19), s.119-142. Büyükbaykal G. ve Büyükbaykal C. I. (2007) Günümüzde Türk Basınındaki Magazinleşme Olgusu, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, (29), s.51-62. Canclini N. G. (1999) Kültür ve iktidar Araştırmalarının Durumu, Güngör N. (Der.), Popüler kültür ve İktidar, Ankara: Vadi Yayınları, s. 133-167. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 54 B. Yetkin Castells M. (2008) Ağ Toplumunun Yükselişi Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, Cilt 1, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Chomsky N. ve Herman E. D. (1998) Medya Halka Nasıl Evet Dedirtir, İstanbul: Mirvana Yayınları. CNN Türk (2011, 15 Mart) Erdoğan: ‘Tatlıses 1 Gün Önce Bana Mesaj Attı, http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/03/15/erdogan.tatlises.1.gun.once.bana. mesaj.atti/610039.0/index.html. (Erişim: 15 Mayıs 2011) Dağtaş E. (2005) Türkiye’de Magazin Basını ve Habercilik Anlayışı: Magazin Eklerinin Sektör ve Metin Analizi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ankara. Deren van Het Hof S. ve Açıkalın Ö (2007) 2007 Seçimleri Basın Reklamları: Anaakım Gazeteler ve Merkez Partiler, Türkiye Sosyal Bilimler Derneği 28-30 Kasım 2007 10. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nde Sunulan Basılmamış Bildiri Metni, ODTÜ, Ankara. Deren van Het Hof S. (2008) Popüler Kültür ve Siyaset, Yaylagül L. ve Korkmaz N. (Der.), Medya, Popüler Kültür ve İdeoloji, Ankara: Dipnot Yayınları, s. 155170. Duruoğlu T. (2007) Haber yapmada ideoloji etkeni: 11 Eylül olayı üzerine bir inceleme, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (25), s. 1-42 Erdoğan N. (1993) Popüler Futbol Kültürü ve Milliyetçilik, Birikim Dergisi, (49), s.2633. Ergül H. (2000) Televizyonda Haberin Magazinleşmesi, İstanbul: İletişim Yayıncılık. Gencel Bek M. (2004) Türkiye’de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme, İletişim Araştırmaları, 2(1), s. 9-38. Gökçe O. (2006) İçerik Analizi Kuramsal ve Pratik Bilgiler, Ankara: Siyasal Kitabevi. Gölcü A. (2009) Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri, Gazi Üniversitesi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (29), s. 81102. Haber 7 (2010, 23 Ekim) Erdoğan'ın hayran kaldığı barış türküsü, http://www.haber7.com/haber/20101023/Erdoganin-hayran-kaldigi-baristurkusu-VIDEO.php. (Erişim: 15 Mayıs 2011) Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 55 Haberpan (2011, 20 Mart) Erdoğan isterse İbrahim Tatlıses'i kontenjan adayı yapabilir, http://www.haberpan.com/haber/erdogan-isterse-ibrahim-tatlisesi-kontenjanadayi-yapabilir. (Erişim: 15 Mayıs 2011) Haber Türk (2011, 29 Mart) İbrahim Tatlıses şarkısıyla mesaj, http://www.haberturk.com/ dunya/haber/615374-ibrahim-tatlises-sarkisiylamesaj. (Erişim: 15 Mayıs 2011) Harputlu A. (2002, 7 Kasım) Siyasetin Arkaik Temellerinde AKP’yi Okumak, Zaman Gazetesi, http://arsiv.zaman.com.tr/2002/11/07/yorumlar/default.htm. (Erişim: 15 Mayıs 2011) Herbst S. (1993) The Meaning of Public Opinion: Citizens’ Constructions of Political Reality, Media Culture & Society, (15), s. 437-54. Işık G ve Oğuzhan Börekci Ü.A. (2009) Siyasetçi-Medya İlişkileri Bağlamında Bir İnceleme: “Deniz Feneri Örneği, Gazi Üniversitesi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (29), s. 53-81. İnsel, A. (2002) Olağanlaşan demokrasi ve modern muhafazakârlık, Birikim Dergisi, (163-164), (Kasım-Aralık, 2002), s. 21-28. Kazaz M ve Çoban M. (2005) Televizyon Haberleri ve Egemen Söylemin Yeniden Üretimi Sürecinde İdeoloji İnşa Stratejilerinin Kullanımı, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 6(2), s.191-206. Kejanlıoğlu D. B. (2004) Türkiye’de Medyanın Dönüşümü, Ankara: İmge Kitabevi. McGuigan J. (1992) Cultural Populism, London and New York: Routledge. Milliyet, 12.06.2007. Mora N. (2011, 26 Mart) Haber Söylem Çözümlemesinde van Dijk Yöntemi, htttp://www.neclamora.com/?p:64. (Erişim: 15 Mayıs 2011) Mutlu E. (2005) Globalleşme, Kültür ve Medya, Ankara: Ütopya Yayınevi. Özbek M. (1998) Arabesk Kültür: Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği, Bozdoğan S. ve Kasaba R. (Der.), Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s.168-188. Özgen M., (2004) 1980 Sonrası Türk Medyasında Gelişmeler ve Magazinleşme Olgusu, A Dialogue Between Turkish and American Scholars Vol. 1, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi Yayınları, (26), s. 465-477, 17.03.2004. Özkan F., (2004) 1950’lerin Popülizm Açısından Bir İncelemesi, Journal of Historical Studies, (2), s. 32-47. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 56 B. Yetkin Posta (2011, 26 Mart). Rydgren J. (2005) Radical Right-wing Populism in Sweden and Denmark, The Centre for the Study of European Politics and Society, Working Paper, http://hsf.bgu.ac.il/europe/ uploadDocs/csepspjr.pdf, (Erişim: 26.04.2009). Sabah (2011, 31 Ocak) Meclise kesin gireceğim!, http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/ Magazin/2011/01/31/meclise_kesin_girecegim. (Erişim: 15 Mayıs 2011) Sabah (2011, 15 Mart) Başbakan, Tatlıses’in Yolladığı Mesajı Okudu, http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/15/basbakan_tatlisesin_yolladigi_m esaji_okudu. (Erişim: 15 Mayıs 2011) Sabah (2011, 26 Mart). Sabah (2011, 29 Mart) Başbakan'dan Tatlıses şarkısıyla mesaj, http://www.sabah.com.tr/ Gundem/2011/03/29/basbakandan-tatlises-sarkisiylamesaj. (Erişim: 15 Mayıs 2011) Samanyolu Haber (2011, 25 Mart) İbrahim Tatlıses'in İLK FOTOĞRAFI, http://www.samanyoluhaber.com/h_530354_tatlisesin-saldiridan-sonrayayimlanan-ilk-fotograflari.html. (Erişim: 15 Mayıs 2011) Star (2011, 26 Mart). Şimşek S. (2009) Medya-Siyaset-İktidar Üçgeninde Medya Gerçeği, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 6(1), s.124-143 Taggart P. (2004) Popülizm, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. Terkan B. (2007) Basın ve Siyaset İlişkisinin Gündem Belirleme Modeli Çerçevesinde Bir Analizi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6(17), s. 561-684 Ulurasba A. ve Tümer A. (2004) Cumhuriyetin 80. Yılında Foto Muhabirlerinin Objektifinden Fotoğraflarla Türk Demokrasi Tarihi, Ankara: Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü. Yeni Akit (2011, 26 Mart). van Dijk, Tuen A. (1988). News as Discourse. Hillsdale, New Jersey, London: Lawrance Erlbaum, Associates Publishers. van Dijk T. A. (1991) Media Contents The Interdisciplinary Study of News as Discourse, in K. Bruhn-Jensen & N. Jankowksi (Eds.), Handbook of Qualitative Methods in Mass Communication Research, London: Routledge, pp. 108-120. Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 57 van Dijk T. A. (1995) Aim of Critical Discourse Analysis, Japanese Discourse, (1), s. 1727. van Dijk T. A. (2009) Critical Discourse Studies: A Sociocognitive Approach, in Ruth Wodak & Michael Meyer (Eds.), Methods of critical discourse analysis, London: Sage pp. 62-85. van Zoonen, L. (1998a) Finally, I Have My Mother Back: Politicians and Their Families in Popular Culture, The Harvard International Journal of Press/Politics, (3), s. 48-64. van Zoonen L. (1998b) A day at zoo: political communication, pigs and popular culture, Media Culture Society, (20), s. 183-200. Zaman (2011, 26 Mart). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 58 Ek 1 B. Yetkin Ek 4 (Ulurasba ve Tümer, 2004) Ek 2 (Haberpan, 20.03.2011) Ek 5 (Anadolu Ajansı, 20.02.2000) Ek 3 (Samanyolu Haber, 25 Mart 2011) (Milliyet, 12.06.2007) Güz 2011, Sayı:33 Haber Söyleminde Egemen İdeolojinin Yeniden Üretimi: Magazinleşme Bağlamında Bir Analiz 59 ( Posta, 26.03.2011) ( Star, 26.03.2011) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 60 (Zaman, 26.03.2011) (Yeni Akit, 26.03.2011) Güz 2011, Sayı:33 B. Yetkin Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- SAVAŞ HABERLERİ BAĞLAMINDA HABER POLİTİKALARI: ABD ÖRNEĞİ * Erol İLHAN ** Nalan DİRİK ÖZET “Bilgi” ve “iletişim” tarihin her döneminde gerek toplumlar gerekse devletler için önemli olmuştur. Bu çerçevede, bilgi ve bilginin yayılmasına olanak sağlayan iletişim teknolojileri her çağda takip edilmek, düzenlenmek ve kontrol altında tutulmak istenmiştir. Bu yaklaşımın devletler nezdindeki yöntemi iletişim politikalarıdır. Bu çalışmada, iletişim teknolojileri alanında dünyanın etkin ülkelerinden olan ABD’nin savaşlarda [ Vietnam Savaşı (1965 – 1973), I. Körfez Savaşı (1990 – 1991) ve II. Körfez Savaşı (Irak Savaşı) (2003)] yeni iletişim teknolojilerinden nasıl yararlandığı, bu durumun haber politikalarına nasıl yansıdığı örnekleri ile ortaya konulmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: İletişim Politikası, Savaşlar ve İletişim, Haber Yönetimi, ABD’de İletişim, Medya Teknolojisi THE POLITICS OF NEWS IN THE CONTEXT OF THE WAR NEWS: THE CASE OF U.S. ABSTRACT “Information” and “communication” have been of great importance for both societies and states throughout history. Thus, information and communication technologies which provide for the dissemination of information have always been followed, regulated and controlled. The method applied by the states to this end is, without doubt, communication policies. This study tries to address how the USA, as one of the most efficent countries of the world in communication, used new communication technologies in wars [ Vietnam War (1965 – 1973), I. Gulf War (1990 – 1991) and II. Gulf War (Iraq War) (2003)] and how this was reflected in news policies. Keywords: Communication Policy, Wars and Communication, News Management, Communication in The USA, Media Technology * Yrd.Doç.Dr. Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. Uzman, Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü ** İletişim 2003/18 62 E. İlhan – N. Dirik GİRİŞ “Bilgi” ve “iletişim” tarihin her döneminde insan, toplum ve devletler için önemli olmuştur. İlkel toplumdan tarım toplumuna, tarım toplumundan sanayi toplumuna, sanayi toplumundan yaygın kabul gören ifadeyle günümüzün enformasyon toplumuna kadar sahip olunan bilginin paylaşımına yönelik olarak kurulan iletişim bağı ve şekilleri ile bu paylaşımı sağlayacak olan iletişim teknolojileri belirli bir zamanda, belirli bir yerde, belirli bir siyasi, ekonomik ve toplumsal çerçevede şekillenmiş ve işlev görmüştür. 1970’lerden sonra bilgi işlem ve bilgisayar alanında kaydedilen gelişmelerin iletişim alanına uyarlanmasıyla ortaya çıkan küresel iletişim devriminin en önemli unsuru hiç kuşkusuz yeni medya olarak da adlandırılan yeni iletişim teknolojileridir. Yeni iletişim teknolojileri pek çok ortak özelliği barındırmaktadır. Artık yüz yüze iletişim dışında kalan, yani “teknolojiyle aracılanmış” bütün iletişim süreçleri elektronikleşmiş, sayısallaşma sayesinde haberleşme, telekomünikasyon ve yayıncılık işlevleri gören kitle iletişim araçları ve bilgi işlem sistemleri bütünleşmiş, birbiriyle bağlantılı ve ilişkili hale gelmiş, yöndeşmiş ve yeniden şekillenmiştir. Bu sayede iletişim ortamı etkileşime giderek daha fazla olanak sağlayan, eşzamanlı olarak iletişim halinde bulunma zorunluluğunu ortadan kaldıran ve büyük bir kullanıcı grubu içerisinde bile bireylerle ayrı ayrı iletişim kurulabilmesini sağlayan özellikleriyle giderek yaygınlık kazanmıştır (Geray, 2003: 18-19). II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte çift kutupluluk sistemi içerisinde kapitalist ve sosyalist sistemler arasında yaşanmaya başlanan rekabetin yeni teknolojik gelişmelerin önünü açmasıyla “uzay çağı”nın başladığı ileri sürülmüş ve özellikle 1970’li yıllara gelindiğinde iletişim ve bilişim teknolojileri alanında yaşanan gelişmeler pek çok düşünür tarafından tarım ve sanayi toplumundan tümüyle farklı yeni bir toplumsal düzenin ortaya çıktığı şeklinde yorumlanmıştır (Çelik, 1989: 54). İletişim teknolojilerinin üretilmesinde, geliştirilmesinde ve ihraç edilmesinde hiç kuşkusuz en önde gelen ülkelerden olan Amerika Birleşik Devletleri “enformasyon çağı” ve “enformasyon toplumu” kavramlarını hızla benimsemiş ve siyasetini bu doğrultuda şekillendirmiştir. Özellikle radyo yayıncılığı, uydu iletişimi ve internet ABD hükümetinin koruması altında yürütülen askeri çalışmalar esnasında serpilmişlerdir (McChesney, 2006: 274). Güz 2011, Sayı:33 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği 63 Zaten bilginin bir ekonomik değer olarak açıklandığı enformasyon çağı ve teknoloji kaynaklı ilk çalışma Avusturya asıllı bir Amerikalı ekonomist olan Fritz Machlup’un 1962 yılında yaptığı “ABD’de Bilginin Üretimi ve Dağıtımı” (The Production and Distribution of Knowledge in The USA) isimli çalışmadır. Machlup çalışmasında, enformasyon sektörünün gelişimini ve enformasyon sektörü içerisindeki teknoloji destekli gelişmeyi ABD’den örnekler vererek ortaya koymuştur. Machlup’un araştırmasına göre enformasyon sektörünün ABD’nin Gayri Safi Yurtiçi Üretiminde payı %29’a, emek gücü içerisindeki payı ise % 31’e ulaşmıştır. Bu rakamlar, 1947-1959 yıllarıyla karşılaştırıldığında iki kat büyümeyi işaret etmektedir. Machlup, benzer diğer göstergeleri de yorumlayarak ABD’nin hızla bir enformasyon toplumu haline geldiği sonucuna varmıştır (Törenli, 2004: 42). Ardından, Marc Uri Porat ABD Ticaret Bakanlığı’nın desteğiyle 1977 yılında “Enformasyon Ekonomisi” (The Information Economy) başlıklı bir çalışma yapmıştır. Porat çalışmasında Machlup’un çalışmasından hareketle enformasyonun üretimini ve üretilmiş enformasyonun dağıtımını da kapsayan daha geniş kapsamlı sonuçlara ulaşmış ve enformasyon sektörünün ABD ekonomisi içerisindeki önemini ortaya koymuştur. Porat’ın çalışmasına göre, 1860 – 1908 yılları arasında ABD işgücünün büyük çoğunluğunun tarım sektöründe çalıştığı bir tarım toplumu; 1906 – 1954 yılları arasında sanayide çalışan işgücünün ağır bastığı bir sanayi toplumudur. 1950 yılından başlayarak sanayide istihdam edilen işgücünde bir düşüş söz konusu olmuştur. 1954 – 1980 yılları arasında ise işgücünün çoğunluğunun enformasyon sektöründe çalıştığı görülmektedir. 1860’da ABD’nin toplam işgücünün yaklaşık %5’i enformasyon sektöründe çalışırken 1980’e gelindiğinde bu oran %46’ya yükselmiştir. Bu verilerle ABD ekonomisinde çok önemli bir dönüşüm yaşanmakta olduğunu ortaya koyan Porat’a göre; ABD artık “enformasyon tabanlı” bir ekonomidir (Uğur, 2002: 191-Törenli, 2004: 47-Geray, 2003: 118-119). Bu doğrultuda, ABD özellikle 1980’lerde egemen olmaya başlayan neoliberal politikalar ışığında ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla tek kutuplu hale gelen dünyada kurmak istediği “Yeni Dünya Düzeni” açısından ulusal bilgi altyapıları, enformasyon otoyolları ve bilgi toplumu politikaları gibi yeni iletişim politikaları oluşturmaya başlamıştır. McChesney ve Schiller’in ifadesiyle medya ve telekomünikasyon alanında kendi iletişim modelini tüm dünyaya ihraç eden (http://www.unrisd.org/,2011), İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 64 E. İlhan – N. Dirik Mattelart’ın ifadesiyle de teknik-elektronik devrimin en önemli yayıcısı olan ABD (2004:73) bu politikaları da çeşitli uluslararası kurum ve kuruluşlar aracılığıyla diğer ülkelere yayarak küresel bilgi altyapısı ve küresel bilgi otoyolları oluşturmayı amaçlamıştır: “Made in USA teknik-bilimsel devrim, insanlığın imgelemini tümüyle büyülediğinden daha az ilerlemiş ulusları bu buluş kutbuna uymaya yöneltmesi ve onun tekniklerini, yöntemlerini ve yönetim uygulamalarını alarak öykünmeye kışkırtması kaçınılmazdır” (Mattelart, 2004: 74). Bu hususlardan hareketle, bu çalışma kapsamında “enformasyon çağı” ya da “küresel iletişim devrimi” olarak adlandırılan ve Amerika’da ortaya çıkarak tüm dünyayı etkisi altına alan yeni iletişim teknolojilerinin gelişme ve yaygınlaşma sürecinde ABD’nin savaş politikalarına ne gibi etkileri olduğu ortaya konulmaya çalışılacaktır. ABD’de Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları İletişim teknolojileri ile savaşlar arasında çok yakın bir ilişki vardır. Denilebilir ki, devletlerin iletişim ve haber politikaları en belirgin ve görünür hale savaş zamanlarında gelmektedir. Yazılı basın, broşürler ve propaganda I. Dünya Savaşı’nda büyük önem kazanmıştır. Savaş sırasında uçaklardan siperlere broşürler atılması uygulanan propaganda yöntemlerinin en yaygın olanıdır. II. Dünya Savaşı yıllarının en önemli iletişim aracı ise hiç kuşkusuz radyodur. Savaş, dünyanın her yerinde hem askerleri hem de kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla kurulan radyo istasyonları aracılığıyla takip edilmiştir. Ayrıca bu dönemde ABD ordusu yayınladığı “Stars and Stripes” gazetesine ilaveten “Yank” adlı bir dergi de çıkarmaya başlamıştır (Mutlu, 2003: 189). Bundan sonraki dönemde de, özellikle ABD tarihindeki savaşlara bakıldığında her yeni savaşta yeni bir iletişim teknolojisinin ön plana çıktığı görülmektedir. Bu doğrultuda, ABD gelişen teknoloji karşısında iletişim alanında yeni politikalar, uygulamalar ve düzenlemeler ortaya koymuştur. Vietnam Savaşı (1965 – 1973) Vietnam savaşına damgasını vuran iletişim teknolojisi televizyon olmuş, hatta bu iletişim aracı savaşın seyrini tamamen değiştirmiştir. Güz 2011, Sayı:33 65 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği Vietnam savaşı başladığında televizyon ABD’de oldukça yaygınlaşmaya başlamıştır. O dönemde yapılan araştırmalar haberlerin çoğunun artık gazete ya da radyodan değil, televizyondan takip edildiğini göstermektedir. Amerikan medyası başlangıçta Vietnam Savaşı’nı desteklemektedir. Bu dönemde ABD medyasının genel tutumunu Mutlu şu şekilde anlatmaktadır: “Gazetelerde Vietnam ile ilgili haberlerde sık sık ‘Komünist saldırılarına karşı amansız mücadele’, ‘Güneydoğu Asya ülkelerinin domino taşları gibi birbiri arkasından komünizmin pençesine düşmesi’, ‘Komünizmin hür dünyanın güvenliğini tehdit etmesi’ gibi temel görüş ve sloganlara bir hayli yer verildiği gözlemlenmektedir. Yine bu dönemde, Amerikan televizyonlarının, Vietnam Savaşı’nın siyasi bir icraat, olay olmaktan çok; bir insani faaliyet veya ABD’nin kendi kendisini ifadesi olarak sunmağa çalıştıkları görülür” (Mutlu, 2003: 211). Gazetecilerin akreditasyon sistemi çerçevesinde savaş alanında birliklerle birlikte yer değiştirmeleri ve seyahat etmeleri serbesttir. Hatta ulaşımları ABD ordusu tarafından sağlanmış ya da desteklenmiştir (Oates, 2008: 116). Bu nedenle Vietnam Savaşı savaş alanında basın özgürlüğünün en ileri seviyede uygulandığı savaştır (Yalçınkaya, 2008: 34). Vietnam Savaşı’nın sonucunda ve savaşın ABD kamuoyunda algılanış biçiminde dönüm noktası olan olay, 1968 yılının Şubat ayında ABD ve Güney Vietnam’a karşı başlatılan Tet saldırısı olmuştur. Bu saldırıdan sonra ABD kamuoyunda savaşa karşı tepkiler dile getirilmeye başlanmış ve savaşın kazanılamayacağı görüşü oldukça yaygınlaşmıştır. ABD medyası da savaşı desteklemekten vazgeçerek neredeyse savaş karşıtı bir tutum sergilemeye başlamıştır. Tet saldırısından önceki dönemde ABD’nin en önemli üç televizyon şebekesi olan ABC, CBS ve NBC’nin savaşla ilgili haberlerde devletin üst düzey yöneticileri tarafından verilen talimat sonucunda bir nevi iç sansür uyguladıkları iddia edilmektedir. Bu uygulamanın üç temel sebepten kaynaklandığı ileri sürülmektedir: Televizyon şebekelerinin kârlarını göz önüne alarak devlet ve geniş halk kitlelerine karşı gözükmeme konusundaki çıkar hesapları, sponsorlarını kaybetme korkusu ve bu şebekelere abone olan yerel televizyon yöneticilerinin kanlı savaş görüntülerine fazla yer verilmemesi konusundaki baskıları (Williams, 1992: 315). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 66 E. İlhan – N. Dirik Daniel Hallin tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Tet saldırısı öncesinde haber bültenlerinin %22’sinde gerçek savaş sahnelerinin yer aldığı belirlenmiştir. Bu sahnelerin çoğu da havan atışları, pusuya yatan askerlerin ateş açmaları, görünmeyen düşmanı hedef alan hava saldırılarından oluşmaktadır. Araştırmada televizyonda savaşla ilgili haberlerin yalnızca %24’ünde yaralı ve ölülere ait görüntülerin olduğu, bu sahnelerin çoğunun da yaralı askerlerin helikoptere konulup nakledilmesinden ibaret olduğu sonucuna varılmıştır. Tet saldırısı öncesi döneme ait 167 haber bülteninden yalnızca 16’sında birden fazla ölü ve yaralı görüntüsü bulunduğu da araştırmada tespit edilenler arasındadır (Mutlu, 2003: 223). Hallin, ayrıca, savaşa ilişkin haberlerin Washington’daki elit kesim savaş karşıtı hale gelene kadar eleştirel olmadığını da tespit etmiştir (Oates, 2008: 116). Ancak Tet saldırısından sonraki dönemde ABD medyası savaşı sorgulayan, hatta savaş karşıtı bir tavır takınmaya başlamıştır. Çünkü saldırı ile birlikte ABD için askeri bir zaferin imkânsız olduğu anlaşılmıştır. Bu dönemde savaşa halk desteğinin azalmasında da televizyonun büyük rolü olduğu kabul edilmektedir. Bunda Vietnam Savaşı’nın televizyonun ilk defa kullanıldığı savaş olmasının etkili olduğu görüşü hâkimdir. O dönemde Vietnam’da çekilen savaş görüntüleri uydu teknolojisi henüz gelişmediği için uçakla ABD’ye gitmekle ve genellikle 24 ila 36 saat arasında bir gecikmeyle yayınlanabilmektedir. Amerikalılar akşam yemeklerini yerken ana haber bülteninde bu savaşın gerçekleriyle karşı karşıya gelmiştir. Bu nedenle, Vietnam Savaşı ABD’de “oturma odası savaşı” (Living room war) olarak da adlandırılmaktadır. Bu deyimle vurgulanan bir başka gerçek de savaşın gerçeklerinin televizyon sayesinde oturma odalarına kadar girmesidir. McLuhan Vietnam Savaşı ile ilgili olarak “Televizyon savaşın barbarlığını oturma odalarına kadar getirdi. Vietnam Savaşı, savaş alanında değil Amerikalıların oturma odalarında kaybedildi.” Demiştir (Lovett, 2011: s.y.). 1963 – 1969 yılları arasında Vietnam Savaşı esnasında ABD Başkanı olan ve dönemi sona erdiğinde bir daha aday olmayacağını açıklayan Lyndon Johnson savaştan sonra yaptığı değerlendirmede “Vietnam Savaşını televizyon yüzünden kaybettik. Çünkü Vietnam Savaşı tarihte televizyondan naklen yayınlanan ilk savaştı.” Demiştir (Aktaran Mutlu, 2003: 236). Başkan Johnson’dan sonra 1969 – 1974 yılları arasında görev yapan Başkan Richard M. Nixon da medyayı kontrol altına almaya çalışmıştır. Bu dönemi Mutlu şu şekilde anlatmaktadır: Güz 2011, Sayı:33 67 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği “Başkan Yardımcısı Agnew, 13 Kasım 1969’da Cumhuriyetçi Parti’nin Iowa Kongresi’nde yaptığı konuşmada basını çok ağır bir dille suçladı. Agnew ‘gerekirse basın özgürlüğünün sınırlandırılabileceğini’ belirterek, ‘televizyonların ruhsatlarının iptal edilebileceği’ sinyalini verdi. Nixon yönetiminin basını açıkça tehdit eden, korkutan tavrı televizyon ruhsatlarını, dolayısıyla çok karlı işlerini kaybetmek istemeyen televizyon yöneticileri üzerinde çok etkili oldu. Bu dönemde haberlerde savaştan çok, Paris’te devam eden barış görüşmelerine ağırlık verildi.” (Mutlu, 2003: 240). Vietnam Savaşı’na desteğin azalmasındaki bir başka önemli neden de Pentagon Belgeleri’nin yayınlanmasıdır. Pentagon Belgeleri (Pentagon Papers), ABD Savunma Bakanı Robert McNamara‘nın talimatı üzerine 1967 yılında 18 ayda hazırlanan ABD’nin Vietnam Politikasındaki Karar Verme Yöntemi Tarihi (History of The US Decision Making Process on Vietnam Policy) adlı 3000 sayfalık metin ve 4000 sayfalık ek belgelerden oluşan 47 ciltlik bir çalışmadır (İnceoğlu, 2004: 73). Belgeler, raporların hazırlanmasında görev alan Daniel Elsberg adlı bir askeri araştırmacı tarafından basına sızdırılmış ve 1971 yılının Haziran ayında The New York Times ve The Washington Post gazeteleri tarafından yayınlanmaya başlamıştır. The New York Times, 13 Haziran 1971’de ilk bölümü yayınlamıştır. Bunun üzerine, ABD hükümeti ve Adalet Bakanlığı belgelerin yayınlanmasının ABD’nin ulusal çıkarlarına zarar vereceği gerekçesiyle yayının durdurulması için mahkemeye başvurmuşlardır. ABD Bölge Mahkemesi yayının geçici olarak durdurulması yönünde karar vermişse de The New York Times ve elinde aynı dosyaların bir kopyası bulunan The Washington Post kararı kaldırmak için bir hukuk savaşı başlatmışlardır. 30 Haziran 1971’de ABD Yüksek Mahkemesi 3’e karşı 6 oyla gazetelerin belgeleri yayınlamasını serbest bırakma kararı almış, ABD Anayasası’nın basının kısıtlanmasını yasaklayan hükmüne dayanarak ve hükümetin belgelerin ulusal güvenlikle bir ilgisi olduğunu ispat edememesi nedeniyle zafer basının olmuştur (İnceoğlu, 2004: 74). Pentagon belgelerinin yayınlanması ile ABD’nin Vietnam’a askeri müdahalesinin meşruluğu konusundaki yalanlar ortaya çıkmış ve Vietnam Savaşı’na destek önemli ölçüde azalmıştır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 68 E. İlhan – N. Dirik Pentagon belgeleri olayının ABD iletişim tarihindeki bir diğer önemli yanı da, basın özgürlüğünün adalet yoluyla engellenmeye çalışılmasına rağmen basın özgürlüğü ilkesinin galip gelmesidir. Ancak Vietnam Savaşı’ndan çıkarılan dersler yalnızca savaşın kamuoyu üzerindeki etkisini değiştirmemiştir. “Vietnam sendromu” artık basın için de geçerli olacaktır: “ABD Vietnam Savaşı’nın kötü deneyiminin de etkisiyle, yasalarına aykırı düşmeyen sansürü uyguladı. Çünkü gazetecilerin başıboş bırakılmalarının, onların sorumsuz yazılar yazmaya sevk edeceğini, böyle yazıların da hükümetin saygınlığını sarsacağından endişe duyulmaktaydı”(İnceoğlu, 2004: 75). Vietnam deneyiminden alınan dersler tüm Batılı devletler için yeni uygulamaları zorunlu kılmıştır. Artık gazetecileri mümkün olduğunca savaşın dışında tutmak ve onlara sadece dünyaya yansıtmaları istenenleri göstermek için ciddi bir “haber yönetimi” (news management) uygulaması başlatılmıştır (Çatalbaş, 2003: 245). Vietnam Savaşı’ndan alınan derslerden ilk kez İngiltere bir savaşta yararlanmıştır. 1982 yılında İngiltere ile Arjantin arasında gerçekleşen Falkland Savaşı’nda basına sansür uygulanmış, savaşta yaralanan ve ölenlere ait görüntülere gazete ve televizyonlarda yer verilmemiş, basın İngiliz Ordusu’nu zor durumda bırakacak haber ve görüntüleri yayınlamamıştır. Amerikan Deniz Kuvvetleri Basınla İlişkiler Bölümü’nden Yüzbaşı Arthur A.Humphries Falkland Savaşı’nın basınla ilişkiler konusundaki uygulamalarından ABD’nin dersler çıkarması gerektiğini The Naval War College Review dergisinin 1983 yılı Mayıs ayı sayısında yazmıştır. Buna göre, savaşlarda halk desteğinin sağlanması için yönetimin ve ordunun merhametsiz ya da barbar olarak görülmemesi, savaş amacına halkın duyduğu inancın ve güvenin kaybolmaması için vatanın oğullarının sakatlanması ya da ölmesi gibi görüntülere televizyon ekranlarında yer verilmemesi ve bu nedenle de gazetecilerin savaş alanına girişlerinin kontrol edilmesi gerekmektedir. Kısacası, Vietnam Savaşı ile medyanın savaşlarda kamuoyu oluşumunu önemli ölçüde etkileyebileceğini gören ABD, bundan sonra gireceği savaşlarda kamuoyunun desteğini arkasına alabilmek için medyaya bir takım sınırlamalar ve kısmi sansür getirme ihtiyacı hissetmiş, medyanın cepheden uzak tutulması ve enformasyon akışının sınırlandırılması prensiplerini benimsemiştir. Güz 2011, Sayı:33 69 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği I. Körfez Savaşı (1990 – 1991) Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine Sovyet Rusya’nın lideri olduğu Varşova Paktı’nın çökmesiyle birlikte kurulan “Yeni Dünya Düzeni” içerisinde ABD’nin kendine biçtiği rol çerçevesinde ABD liderliğindeki müttefikler 1991 yılında başlayan hava saldırılarıyla Irak’a savaş açmışlardır. Başlangıçta, yapılan yayınlarda savaşın kaçınılmaz olduğu görüşü hâkimdir. Yapılan bir araştırmada, savaştan önceki altı ay içerisinde, konunun ele alındığı toplam 48 saatlik haber süresinde savaşın gerekli olmadığı, alternatifler üretilebileceği yönündeki karşıt görüşlere yalnızca 29 dakikalık bir zaman diliminde yani %1 oranında yer verilmiştir (Oates, 2008: 121). Bu haberlerde de Saddam Hüseyin’den çoğunlukla canavar, şeytan, zalim, barbar gibi sıfatlar kullanılarak bahsedilmiştir. Bir başka araştırmada, savaştan üç gün önce tamamlanan bir ankette ABD halkı askeri bir müdahale ile ilgili olarak görüş ayrılıklarına sahiptir. The New York Times – CBS News tarafından yapılan ankette halkın %47’si askeri bir müdahaleden yanayken %46’sı ambargo ve ekonomik yaptırımların işe yarayıp yaramayacağını görmek için beklenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Savaş başladıktan sonra yinelenen anket sonuçlarına göre ise %76 müdahalenin haklı olduğu görüşünü savunurken yalnızca % 19 ekonomik yaptırımlar için süre tanınmış olması gerektiğini ifade etmiştir. Aynı araştırmada, Başkan Bush’a verilen desteğin de %67’den %84’e çıktığı tespit edilmiştir (Iyengar&Reeves,1997: 296). Bu süreçte, Körfez’e askeri müdahalenin gündeme gelmesiyle birlikte bunun yeni bir Vietnam olmayacağı gerek Başkan Bush gerekse Genelkurmay Başkanı General Colin Powell tarafından sıklıkla yinelenmiş, böylece I. Körfez Savaşı’na hazırlık sürecinde Vietnam’dan alınan derslerin tekrar edilmemesine özen gösterildiği anlaşılmıştır (Mutlu, 2004: 312). ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan aldığı ders basına getirilen sınırlama ve sansürlerde de kendisini hissettirmiştir: “Vietnam’ın acısını çıkarırcasına I. Körfez Savaşı’nda tüm ipler Pentagon’un elindeydi” (Can, 2005: 72). New York Üniversitesi profesörlerinden Marc Christin Miller, bu durumu şöyle açıklamıştır: “Bu harekât Batı basını ve Amerikan halkı için bir felaket oldu, çünkü her şey bir koreografi gibi düzenlenmiş ve Pentagon tarafından yönetilmişti. Medya bunu kabullendi. ABD bu savaş manevrasını Thatcher hükümetinden öğrenmişti. Falkland Adaları’nın işgali, gösteriye egemen olacak ve basını İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 70 E. İlhan – N. Dirik harekâttan uzak tutacak bir şemaya göre yürütülmüştü. İngilizler, Vietnam’da olup bitenlerden iyi ders almışlardı. Pentagon’da kendi hesabına Grenada’da ve Panama’da eğitim görmüş, Çöl Fırtınası’nı uygulamaya hazır hale gelmişti.” (http://www.milliyet.com.tr/,2011) Öncelikle ABD’den Körfez’e gönderilen gazetecilerden çoğu Bush yönetimine yakın olarak bilinen gazetecilerden oluşmuştur. Diğer gazeteciler için ise Pentagon örnekleme yöntemiyle seçtiği gazetecilere bir anket uygulamış ve verdikleri yanıtlara göre savaş bölgesine göndermiştir. I. Körfez Savaşı’nı toplam 1600 gazeteci izlemiştir. Savaşı izlemek isteyen gazetecilere vize verilmesi konusu da sorun teşkil etmiştir. Kuveyt’in işgali sürecinde çoğu basın yayın organının Washington temsilcileri Suudi Arabistan vizesi alamamıştır. Pentagon sorumluluğu Suudi Arabistan’a atsa da Suudi yetkililer de verilecek vize sayısının azaltılması konusunda Pentagon’un baskı yaptığını ifade etmişlerdir (Mutlu, 2003: 317). Gazetecilerin çoğu savaşı Suudi Arabistan’daki Dahran Havaalanı yakınlarındaki Dahran International Hotel’den takip etmiş, yalnızca sınırlı sayıda gazetecinin cepheye gitmesine izin verilmiştir. Bu sayı yalnızca 180’dir ve gazeteciler cepheye dönüşümlü olarak gitmişlerdir. Askeri yetkililer tarafından basın için düzenli brifingler verilmiştir. Time muhabiri John Stacks I. Körfez Savaşı’nı 20. Yüzyılın kapıları en sıkı kapalı savaşı olarak nitelendirmiştir (Can, 2005: 72). Savaşı izleyecek gazetecilere Pentagon tarafından iki sayfalık bir yasaklar listesi verilmiştir. Bu liste, geceleri ışık kullanımının sınırlandırılması gibi genel kuralların yanında yapacakları haberlere ilişkin yasakları da içermektedir. Gazetecilerin ölü ve yaralı isimlerini, askeri birliklerin konaklama ve nakline ait, düşürülen uçaklarla ilgili, askeri harekâtın ve harekâtta görevli personelin güvenliğini tehlikeye atabilecek, gerçekleştirilecek askeri harekât ve taaruzlarla ilgili, askeri birliklerin yeri ve güvenlik derecelerine ilişkin, müttefiklerin savaş mağlubiyeti ya da askeri görevlilere ilişkin kayıplar gibi ABD birlikleri aleyhine kullanılabilecek harekât ya da lojistik destekle ilgili her türlü bilgiyi haberlerinde kullanmaları düşmana bilgi sızmasını önlemek ve birlikler ile halkın moralini yüksek tutmak amacıyla yasaklanmıştır (Mutlu, 2003: 319). Havuz sistemi ile bu gazetecilerce yapılan haberler, çekilen fotoğraflar ya da videolar Pentagon yetkilileri tarafından kontrol edilmiş ve bunlara sansür uygulanmıştır: Güz 2011, Sayı:33 71 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği “Yazılan her haberi önce gazeteciyi izleyen eskort okudu, sonra birinci Zırhlı Tümen’in basın görevlisi okudu, ardından haber Tümen Kurmay Başkanına gitti. Haber daha sonra 7. Orduya iletildi, burada birkaç basın sorumlusunun denetiminden geçti. Daha sonra Merkez Komutanlığının bir subayınca okundu” (Mutlu, 2003: 319). Onaylanan haberler haber havuzuna girerek tüm gazetecilerin kullanımı serbest bırakılmıştır. Böylece ancak Pentagon tarafından onaylanan haberler tüm dünyada takip edilebilmiştir. Bu nedenle, savaş kamuoyuna kansız, temiz bir savaş olarak yansıtılmıştır. Oysa tarihin ilk ileri teknoloji savaşı olarak da adlandırılan I. Körfez Savaşı’nda yalnızca Bağdat’a tonlarca bomba atılmış, savaşta yaklaşık 150 bin Irak’lı asker ölmüş, 200 bin Irak’lı asker de yaralanmış; Irak adeta yerle bir olmuştur. Savaşta, kullanılan ileri teknoloji sayesinde sivillerin değil binaların ve askeri tesislerin hedef alındığı, dolayısıyla sivillerin ölmediği düşüncesi işlenmiştir. Böylece savaş Irak üzerine ateş açan uçakların kameralarından alınan görüntülerle tüm dünya kamuoyunda bir video ya da bilgisayar oyunu gibi izlenmiştir (Akıner, 2004: 139). I. Körfez Savaşı, Bağdat’ta kalmasına izin verilen tek basın kuruluşu olan CNN aracılığıyla tüm dünyada izlenmiştir. Böylece ABD savaşı tüm dünyaya kendi bakış açısından yansıtmıştır. İletişim teknolojilerindeki yenilikler bu kez savaşın naklen, canlı yayında izlenmesine olanak sağlasa da CNN muhabirleri Peter Arnett, John Holymann ve Bernard Shav Bağdat’ta olayları yaklaşık beş kilometre uzaktan, El-Raşid Oteli’nden takip edebilmişlerdir. 1980 yılında Ted Turner tarafından kurulan ve 24 saat haber yayını yapan ilk televizyon kanalı olan CNN, I. Körfez Savaşı’nda rakipleri ABC, CBS ve NBC’nin bir adım önüne geçerek habercilik anlayışını değiştirmiştir. Savaşta kullanılan diğer yeni iletişim teknolojileri ise taşınabilir bilgisayar, dijital resim iletimi, hareketsiz videolar, karanlıkta görme aletleri, fakslar, uydu bağlantılı taşınır telefonlar, uydu fotoğrafları gibi uygulamalardır. Yeni iletişim teknolojileri ve değişen habercilik anlayışı ABD halkının savaşı takip etme ilgisini de arttırmıştır. Savaşın başlangıcında yapılan bir araştırmada ABD halkının %71’i savaş ile ilgili haberleri “çok yakından” takip ettiklerini, yaklaşık %80’i de savaş ile ilgili haberleri izlemek için gece geç saatlere kadar uyanık kaldıklarını ifade etmişlerdir. Bu dönemde CNN’in reytingleri iki haneli rakamlara ulaşmıştır (Iyengar&Reeves, 1997: 248). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 72 E. İlhan – N. Dirik Öte yandan, I. Körfez Savaşı’ndan hemen sonra ABD’de yapılan bir araştırmada 1 Ağustos 1990 – 28 Şubat 1991 tarihleri arasında yazılı basında çıkan 66 bin haber taranmıştır. Bu haberlerde yazılı basında en çok kullanılan sözcük 7 bin kez kullanılan Vietnam sözcüğüdür (Mutlu, 2004: 312) Kısacası Amerikan medyası da Vietnam sendromundan kurtulamamıştır. I. Körfez Savaşı’ndaki sistemden memnun kalmayan basın Pentagon’dan çatışma ve savaşları izlerken daha özgür çalışabilmeleri için bir takım değişiklikler talep etmişlerdir. Bunun sonucunda, 11 Mart 1992 tarihinde Pentagon ile ABD basını arasında dokuz maddeden oluşan bir protokol imzalanmıştır (Gökdağ, 2001: 81) Söz konusu protokol pek çok yönden eleştirilmiştir. Özellikle 4. maddede yer alan kurallara uymayan gazetecilerin savaş alanından uzaklaştırılacak olması ve bölgeden haber geçmesinin yasaklanacak olması ve 6. maddede yer alan askeri yetkililerin ulusal güvenliği ilgilendiren bilgilerin sızdırılmaması amacıyla medyaya müdahale edebilecek olması hususları belirsiz ifadelere dayanmaları ve askerlere verilen müdahale yetkisinin sınırlarının kesin olmaması nedeniyle önemli ölçüde eleştiri almıştır. Medya kuruluşları, savaş bölgelerinde görev yapacak gazetecilerin gönderecekleri fotoğraf ve haberlerin güvenlik kontrolü kapsamında olmasını ve bu maddenin değiştirilmesini istemiştir. Ancak Pentagon, operasyonların güvenliğini ileri sürerek protokolde bir değişikliğe gidilmesini istememiştir. Sonuç olarak protokole iki taraf da birer tavsiye kararı eklemiştir: “Savaş muhabirleri Amerikan halkının güvenliğini yakından ilgilendiren bilgiler konusunda son derece duyarlı ve dikkatli bir davranış içindedirler. Amerikan medyasının bu konuda belirlenen kurallara uyacağı tartışılmaz bir konudur. Vietnam ve Körfez Savaşı’nda görev alan habercilerin çalışmaları buna örnektir. Pentagon’un bu konuyu ön plana çıkararak savaş bölgelerinden yapılacak yayınları kontrol yetkisi gereksizdir. Pentagon’un gelecekte olası bir savaş durumunda uygulamayı düşündüğü bu kuralın değiştirilmesinden yanayız” (Gökdağ, 2001: 82). Pentagon da bu tavsiye kararına karşılık olarak protokole şu açıklamayı ekletmiştir: “Operasyonların başarısı ve askerlerin can güvenliği göz önüne alındığında, cepheden yapılacak haberlerin denetimi Pentagon’un vazgeçemeyeceği bir kuraldır. Amaç medyanın göndereceği haberleri Güz 2011, Sayı:33 73 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği kontrol değil, askerin üstlendiği görevin başarıyla tamamlanmasıdır. Haberler için uygulanacak bu güvenlik denetimi operasyonlara katılan üst düzey askeri yetkililerce yapılacak ve kurallara uymayan gazetecilerin bölgeyi terk etmesi sağlanacak” (Gökdağ, 2001: 82). II. Körfez Savaşı (Irak Savaşı) (2003) 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırılardan sonra ABD, “teröre karşı savaş” söylemi çerçevesinde, 20 Mart 2003 tarihinde Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarına sahip olduğu ve Irak’ın El Kaide’ye yataklık ettiği iddialarını gerekçe göstererek, 20 Mart 2003 tarihinde Irak’a savaş açmıştır. Savaş öncesinde Beyaz Saray Saddam Hüseyin’in I. Körfez Savaşı’ndan beri gerçekleştirdiği dezenformasyon ve propagandaları anlatan bir rapor yayınlamıştır. “Propaganda ve Yalanların Aletleri – Saddam’ın Dezenformasyon ve Propagandaları” (Apparatus of Lies – Saddam’s Disinformation and Propaganda) isimli 21 Ocak 2003 tarihinde yayımlanan raporda, Saddam’ın trajedi yaratmak için sivil halkı, askeri birliklerin ve askeri malzemelerin yakınına yerleştirerek Irak halkını insan kalkanı olarak kullandığını, askeri ekipmanları cami ve kültürel hazinelerin yakınlarına yerleştirdiği, ülkesinin açlık ve ilaç sıkıntısı çektiğini söyleyerek Birleşmiş Milletler, ABD ve müttefiklerine duygu sömürüsü yaptığı, İslam dinini sömürdüğü gibi iddialar yer almaktadır (Akıner, 2004: 103-104). II. Körfez Savaşı, iletişim politikaları ve savaş – medya ilişkisine yeni bir boyut kazandırmış ve savaş haberciliğinde ortaya Türkçeye “iliştirilmiş gazetecilik” (embedded journalism) olarak geçen yeni bir kavram ortaya çıkmıştır. İliştirilmiş gazetecilik en genel anlamıyla askeri birliklerle beraber hareket eden anlamında kullanılmıştır. İliştirilmiş gazeteciler askeri birliklerle beraber yaşayan, seyahat eden, yemek yiyen, uyuyan ve onlarla tüm profesyonel ve kişisel aktivitelerinde beraber olan gazetecilerdir (Yalçınkaya, 2008: 48). Ancak gerek kavramın kendisi, gerekse Türkçeye çevirisi bir takım tartışmalara neden olmuştur. İngilizce “embedded” kavramın özünde parça ile bütün arasında sıkı bir ilişki, yapışmışlık, içine gömülmüşlük bir şeyin parçası olma anlamları bulunmaktadır. Bu nedenle kavramın Türkçe çevirisi olarak medyada en yaygın kullanılan “iliştirilmiş” ifadesinin yetersiz ve “fazlasıyla” yansız bir ifade olduğu konusu gündeme getirilmiştir. Türkçede bu kavrama ilişkin sıkça kullanılan diğer karşılıklar ise “bitişik gazeteci” ve “gömme gazeteci” olmuştur. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 74 E. İlhan – N. Dirik İliştirilmiş gazetecilik kavramının ortaya çıkmasında 11 Eylül sonrası dönemde ABD’de etkinliği artan vatanseverliğin gazetecilik üzerinde önemli bir rol oynaması yatmaktadır. “Rumsfeld doktrini” çerçevesinde “onurlu, pozitif ve vatansever bir savaş haberciliği yapacak” gazetecilik kavramı üzerinde düşünülmüştür (Akıner, 2004: 139). Kavram, Pentagon sözcüsü Victoria Clarke ve danışmanları tarafından geliştirilmiş olup iliştirilmiş gazeteci olmanın kuralları Pentagon ile basın yayın kuruluşları temsilcileri arasında görüşülerek kararlaştırılmıştır. Aslında iliştirilmiş gazeteciliğin ilk örnekleri 1990’lı yılların sonunda Bosna Hersek ve Kosova’da gerçekleştirilen operasyonlarda görülmüştür. Ancak bunlar Irak Savaşı’nda olduğu kadar sistematik bir uygulamanın sonucu değildir (Yalçınkaya, 2008: 48). Irak Savaşı sırasında iliştirilmiş gazetecilik kapsamına yalnızca Fox, CNN, NBC ve CBS gibi büyük televizyon kanalları ile USA Today, The New York Times, The Washington Post, The Washington Times ve The Los Angeles Times gibi çok okunan gazeteler değil ayrıca MTV, Rolling Stones, People, Men’s Health gibi esas ilgi alanı politika ve savaş olmayan basın kuruluşlarından muhabirler de alınmıştır (Can, 2005: 112). İliştirilmiş gazeteciliğin şimdiye kadar kullanılan yöntemlerden bir diğer farkı da akreditasyon yönteminin ilk defa değişikliğe uğramış olmasıdır. İliştirilmiş gazetecilikten önce bir olayı izleyecek olan gazeteci ilgili kurumuna başvurup gerekli bürokratik işlemleri yerine getirdikten sonra akredite edilirken artık gazeteci ile haber kaynağı arasındaki resmiyet ve mesafe ortadan kalkmıştır. (http://bianet.org,2010) Yani iliştirilmiş gazeteciler bizzat haberin öznesidir. ABD, olası bir Irak saldırısının konuşulmaya başlandığı Kasım – Aralık aylarından itibaren çatışmayı takip etmek isteyen iliştirilmiş gazeteci adaylarını askeri kamplara çağırmış ve bu gazeteciler 2 - 3 ay boyunca 24 saatlerini kara, hava ve deniz kuvvetlerine ait askeri kamplarda geçirerek eğitim almışlardır. İliştirilmiş gazeteciler bundan sonra Kuveyt’e götürülmüşlerdir ve gazeteciler burada Pentagon tarafından hazırlanan dört ayrı anlaşmayı imzalamak ve anlaşmadaki hükümlere uyacaklarını taahhüt etmek zorunda kalmışlardır. İlk sözleşme genel olarak sistemin nasıl işleyeceğinin çerçevesini çizen bir belgedir. Anlaşmada taraflar uzun ve detaylı bir şekilde tarif edilirken, Pentagon ileride kendilerine karşı açılabilecek davalara karşı her türlü detayı titizlikle düzenlemiştir. Güz 2011, Sayı:33 75 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği Söz konusu protokolde, iliştirilmiş gazetecilerin uyması gereken genel kuralların yanı sıra ABD birliklerinin haberlere yapabilecekleri müdahaleler ve gazetecilere getirilen yasaklar da yer almıştır. Protokole göre haber yapılabilecek konu ve durumlar şunlardır: - Onaylanması şartıyla tanık olunan birlik kayıpları, - Bir önceki saldırının askeri hedeflerinin yeri ve bilgileri, - Onaylanması şartıyla askeri birliklerin ve servis üyelerinin isimleri ve memleketleri, - Düşman birliklerden alıkoyulan ya da esir alınan personelin sayısı, - Operasyonların kod adı, - Yapılan sortilerin sayısı (Akıner, 2004: 144). Protokolün haberlerin içeriğine ilişkin getirdiği yasaklar ise şunlardır: - Güvenlik seviyesini gösterecek fotoğraf çekmek ve görüntü almak, - Yaralanan, sakatlanan veya hastalanan personel ile özel bakım hakkında bilgi vermek ve görüntü yayınlamak, - Sürmekte olan ya da planlanmış arama kurtarma çalışmaları hakkında ve faaliyetler sırasında düşen ya da kaybolan araç ya da uçaklar hakkında bilgi vermek, - Savaş tutsaklarının ya da alıkoyulan kişilerin yüzlerinin ya da tanınmalarını sağlayacak diğer özelliklerinin fotoğrafını ya da görüntüsünü çekmek ve yayınlamak, - Ertelenen ya da iptal edilen operasyonlar hakkında bilgi, - Birimlerin sayısı; uçak, gemi, tank gibi askeri araçların bulundukları yerler, - Özel operasyon birimleri hakkında bilgi, - Düşmanın etkinliği hakkında bilgi, - Haber alma yöntemleri hakkında bilgi (Akıner, 2004: 144). İliştirilmiş gazetecilik sözleşmesi metninde ilgi çeken pek çok husus vardır. Metin temelde yapılamayacakların, yasakların listesini içermektedir. Bunların yer İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 76 E. İlhan – N. Dirik aldığı maddelerde “güvenlik nedenleriyle” ifadesi çok sık yer almaktadır. Sık kullanılan bir başka ifade de "komutanın onayı”dır. Bu onay kimi zaman Merkez komutanlığının, kimi zaman da savaş alanındaki komutanın onayıdır. Birçok maddede de bazı bilgilerin, “daha önce Pentagon ya da Merkez Komutanlığı tarafından açıklanmışsa” yayınlanabileceği ifade edilmektedir. Ragıp Duran, Amerikalı bir iliştirilmiş gazetecinin söz konusu protokole ilişkin genel izlenimlerini şöyle aktarmaktadır: “Amerikan birlikleri hakkında öğrendiklerimiz, bazı bilgiler, düşman açısından değerli olduğu için yazılamıyor. Ama biz hangi bilginin düşman açısından önemli ve değerli olduğunu bilmediğimiz için, genel olarak başımızdaki askeri yetkiliye soruyoruz. Askerlerin en çok önem verdikleri konu zaman ve mekan. Ne zaman nereye gittik, bunların yazılmasını istemiyorlar. Eğitimde bize genel, askeri ve siyasi konularda haber yazmamız yerine, askerlerimizin moral durumunu aktaran haberler yazmamızı, human interest-human touch (İnsani yanları ön plana çıkaran magazin) haber ve feature'lar (Haber-yorum, izlenim, not) yazmamızı salık verdiler.” (http://bianet.org,2010) Savaşı izlemek için Türkiye’den giden üç iliştirilmiş gazeteciden biri olan Cüneyt Özdemir’e göre ise sözleşme tek taraflı, Pentagon’un çıkarlarını öne çıkartabileceği, gazetecileri de bilgilendirip kendi istediği gibi yönlendirebileceği şekilde oluşturulmuştur. Ancak dikkatli incelendiğinde sözleşmede kimi ucu açık maddelerin, gazetecilere sahada avantajlar sağlayan kimi detayların varlığı söz konusudur. Özdemir’e göre, örneğin “kasetlere el konulmaması” ve “editoryal bir müdahalenin olmaması” avantaj olarak kabul edilmektedir (Özdemir, 2003: 251). Savaştan önceki dönemde iliştirilmiş gazetecilik kavramı ilk kez ortaya atıldığında Amerikan medyası olayı büyük bir özgürlük olarak değerlendirmiş, sanki Pentagon gazetecilere büyük bir kolaylık sağlıyor havası yaratılmıştır. Ayrıca, Akıner’e göre gazetecilerin bu dönemde Saddam ve ABD yönetimi açısından sahip olduğu iki büyük korku sistemin gazeteciler arasında kabulünü kolaylaştırmıştır. Bunlar Irak yönetimi tarafından canlı kalkan olarak kullanılma ve rehin alınma korkusu ile Pentagon tarafından tıpkı Grenada, Panama ve I. Körfez Savaşı’nda olduğu gibi habere ulaşımın engellenmesi ve sansürdür (Akıner, 2004: 140). İliştirilmiş gazeteciler, savaşı izlemek için ABD yönetimine başvuran yaklaşık 3.000 gazeteci içerisinden seçilen yaklaşık 40 yabancı basın mensubu da dâhil olmak üzere toplam 600 kişidir. Gazeteciler, ABD birliklerinin koruması altında onlarla birlikte cephede yer almışlar, tanklara ya da helikopterlere binerek Güz 2011, Sayı:33 77 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği işgal altındaki bölgelere de gitmişlerdir. Tek fark, gazetecilerin sivil ve silahsız olmasıdır. İliştirilmiş gazeteciliğin, sansürü teknik olarak ortadan kaldırması ve görüntü imkânlarının daha zengin olması gibi faydalarının olduğu ifade edilse de sistem pek çok nedenle eleştirilmiştir. İliştirilmiş gazeteciliğin savaşa ilişkin haber üretmek yerine propaganda ürettiği, gazetecilerin birliklerle kendilerini fazlasıyla özdeşleştirerek nesnellikten uzaklaştıkları ve savaşı kişisel deneyimleriyle anlattıkları bu eleştirilerden en sık rastlananlarıdır: “Meslektaşlarından uzak bırakılan gazeteciler, günlerce, aynı askerlerle birlikte yiyip içti, onlarla birlikte düşmanın nereden çıkacağından korktu, onlarla birlikte taarruzun heyecanını, onlarla birlikte Irak’ı işgal etmenin, savaşı kazanmanın gururunu yaşadı. ABD basını bu savaşta halkına tüm nesnelliğini yitiren gazeteciler aracılığıyla seslendi. Ölüm kalım mücadelesinde kendisini koruyan askerlerle bütünleşen gazeteciler, kaçınılmaz olarak haber vermekten çok birliklerinin halkla ilişkiler temsilcisi oldular. Basın savaşın habercisi değil, aynı füzeler, tanklar ve tüfekler gibi savaşın bir unsuru oldu. Sözde küreselleşen dünyada sanki iki ayrı savaş yaşandı. Biri ABD’ye yansıdığı şekilde, diğeri dünyanın geri kalan kısmında.” (http://www.radikal.com.tr/,2011) İliştirilmiş gazetecilik sisteminde, ayrıca, gazetecilerin ne kadar tarafsız olabileceği ya da ne kadar özgür haber yapabilecekleri de ayrı bir konudur çünkü emirlere karşı gelen gazeteciler “disembedded” olmakta, yani birlikten atılmakta eve geri gönderilmektedir. Savaş sırasında bu duruma örnek teşkil edecek pek çok olay yaşanmıştır. Örneğin, çatışmada ölen bir Amerikalı askerin fotoğrafını yayınlayan Times Haber Ajansı’nın cephedeki tüm muhabirleri geri gönderilmiştir. Aynı şekilde, CNN’de canlı yayında, katıldığı Amerikan birliğinin Bağdat’ın 96 km güneyinde olduğunu, pozisyonunu ve hangi yönde, ne amaçla ilerlediğini aktaran muhabirin, birlik komutanının kararıyla ve Pentagon’un emriyle cepheden gönderildiği açıklanmıştır. İliştirilmiş gazeteciliğe getirilen eleştirilere neden olan kaygıları desteklercesine Colombia Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi’nin desteğiyle “Gazetecilikte Mükemmellik Projesi” (Project for Excellence in Journalism - PEJ) adı verilen bir araştırmada Irak Savası’nın 6. gününde iliştirilmiş gazetecilerin ilk üç gün içinde yaptıkları haberler incelenmiştir. Araştırma sonucunda elde edilen İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 78 E. İlhan – N. Dirik bulgulara göre incelenen 3 günde 40.5 saatlik süre içinde 108 haberin yayınlandığı ve iliştirilmiş gazeteciliğin büyük ölçüde anekdot aktarımına dayandığı ortaya konulmuştur. Genellikle, canlı yayınlarla ve editör kontrolünden geçmeden yapılan savaş odaklı haberlerin çoğu, bir bağlama oturtulmayan ancak ayrıntı açısından zengin haberlerdir. Haberlerin %94’ü büyük ölçüde verilere dayanan ve olayları yorumsuz aktaran haberlerdir. İliştirilmiş gazetecilerin yaptığı haberlerin hiçbirinde ne Amerikalıların ne de Iraklıların öldürülmelerine ya da yaralanmalarına dair görüntülere yer verilmemiştir. Haberlerde bizzat ceset gösterilmemekle birlikte kask, çamura batmış bir Iraklı askerin eli, botlar gibi ölü bir insana ait olduğu belli olan çeşitli simgesel görüntüler kullanılmıştır. 10 haberden 6’sı canlı yayın haberidir ve bir editörün denetiminden geçmemiştir. Bu da, haberlerde pek çok hata yapılmasına neden olmuştur. Ayrıca, 10 haberden 8’inde sadece muhabirler konuşmakta, izleyiciler sadece geri kalan 2 haberde askerler ya da diğer kişilerden haber almaktadır. Araştırmanın en çok endişe veren kısmı, iliştirilmiş gazetecilerin sivillerle ilgili verdikleri haberlerin oranıdır. Haberler genelde hep askerlerle ilgilidir. Sivillere dair haberler yok denecek kadar azdır. Haberlerin % 47’si yani yarısına yakını ya askeri harekâtı ya da sonuçlarını betimlemektedir. (Özdemir, 2003: 253-265 - Akıner, 2004: 144 -145). Zülal Kalkandelen o günlerde ABD basınında yapılan yayınları şöyle anlatmaktadır: “Gazetelerde yer alan savaşla ilgili haberler, daha çok koalisyon güçlerinin başarıları üzerine kuruluydu. Amerikalıların en çok itibar ettiği günlük gazete The New York Times, savaş başladıktan hemen sonra ‘Savaşta Bir Ulus’ (A Nation At War) başlığı ile özel bir ek yayınlamaya başladı. Bu ekte, büyük boy fotoğraflarla Amerikan askerlerinin kahramanlığı ve başarılarıyla ilgili yazılara yer verildi. Amerika’da çok satılan ucuz tabloid gazeteleri ise, Bush yönetimine ve savaşa açıkça destek verir biçimde yayın yaptılar. Fotoğrafların kullanılışından, dev puntolarla atılan başlıklara kadar haberlerin yansıtılışı, Amerikan ordusunun haklı bir savaşı yürüttüğü görüşünü yaydı topluma. Bu gazetelerden The New York Post, Amerikan askerlerinin tek bir kayıp bile vermeden 300 Iraklı askeri öldürdüğünü kapaktan verdiği büyük boy bir fotoğrafla müjdeledi” (Kalkandelen, 2004: 3334). II. Körfez Savaşı’nda artık pek çok kanal savaşı canlı yayınlarla iletebilmektedir. Bu kanallardan önde gelenler Amerikan CNN, NBC, ABC, Fox vb. kanallardır. Savaş sürerken Irak’tan canlı yayınlar gerçekleştirilmiş, bölgedeki iliştirilmiş gazetecilerden son durum hakkında bilgiler alınmış ve Amerikalı Güz 2011, Sayı:33 79 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği askerlerle yapılan röportajlar yayınlanmıştır. Bu süreçte Pentagon’dan verilen bilgiler de haber bültenlerinde düzenli olarak kullanılmıştır. ABD’nin muhafazakâr ve cumhuriyetçi bir söyleme sahip ilk büyük televizyon kanalı olarak bilinen Fox televizyonu Irak Savaşı’nda yaptığı vatansever ve milliyetçi yayınlarla özellikle ön plan açıkmış ve Amerika’da en çok seyredilen televizyon kanallarından olmuştur. Ancak bu kez naklen savaş yayını konusunda Amerikan kanallarının karşısına Arap kökenli güçlü rakip kanallar çıkmıştır. Bunda en büyük pay, hiç kuşkusuz, yeni iletişim teknolojilerinindir. İleri teknoloji ve kanal çeşitliliğinin sayesinde artık, I. Körfez Savaşı’nın aksine, yayınlanması istenmeyen görüntüleri ve bilgileri saklamak kolay olmamıştır. İnsanlar savaşa ilişkin alternatif kareleri, eleştirel görüşleri farklı kanallar aracılığıyla takip edebilmiştir. Bu kanallar arasında Arap kökenli Katar televizyonu El Cezire özellikle dikkat çekmiştir. Afganistan Harekâtı sırasında yıldızı parlayan El Cezire, El Arabiye ve Abu Dabi televizyonları Irak Savaşı sırasında Bağdat’tan yaptıkları canlı yayınlarla Amerikan kanallarının hâkimiyetini kırmaya çalışmışlardır. Hatta “Arap Dünyasının CNN’i” olarak da adlandırılan El Cezire televizyonu, Batılı büyük medya organlarının yanında alternatif görüntüler sunma konusunda çok önemli bir rol oynamış; bu sayede daha önce insansız savaş görüntülerine alışmış olan dünya kamuoyu ilk kez savaşın gerçek yüzüyle, gerçek savaş görüntüleriyle karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle El Cezire, tüm dünyada Irak Savaşının Amerikan medyası bakış açısıyla izlenmesini engelleyen en önemli televizyon kanalı olmuştur: “90’larda yaşanan iletişim devrimi ortaya yeni ürünler çıkardı. Körfez Savaşı CNN Yayıncılığı demekti. 11 Eylül ve Irak Savaşı ise blog alemini ve El Cezire (Körfez) gerçeğini yarattı. Merkezi Katar’da olan El Cezire, Irak Savaşı öncesinde ve işgalin her aşamasında Amerikan medyasından farklı bir Irak Savaşı anlattı. Ekrana sivil halkı taşıdı. Ölen Iraklı kadın ve çocukların haberini yapıyordu. Amerikan medyası teröre karşı savaş derken El Cezire işgal diyordu. Kitle imha silahları hakkında en tutarlı haberleri El Cezire veriyordu. Bu arada El Cezire hızla globalleşti. Batı Medyası El Cezire’nin haberlerini kaynak olarak kullanmaya başladı” (Atikkan, 2006: 425). Savaş sırasında ABD basınının uyguladığı oto sansür de dikkat çekici olmuştur. Amerikalı savaş esirlerinin Iraklı askerler tarafından sorgulandığı görüntüler Amerikan kanallarında etik açıdan uygun bulunmadığı için yayınlanmamış, sadece çok kısa bir haber olarak haber bültenlerinde yer almıştır. Ancak görüntüler El Cezire Televizyonu başta olmak üzere tüm dünyada İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 80 E. İlhan – N. Dirik yayınlanmıştır. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, görüntülerin yayınlanmasının Cenevre Konvansiyonu’na aykırı olduğunu ve Irak’ın yaptığı propagandanın bir parçası olduğunu söylemiştir (Can, 2005: 146). İliştirilmiş gazetecilikle özdeşleşen bir başka konu da gazetecilerin kurdukları internet siteleri aracılığıyla savaş sırasında ve sonrasında yaşadıklarını yazmaları, yani internet üzerinden “blog”lar aracılığıyla günlük tutmalarıdır. İnternet yayıncılığının gelişmesiyle bloglar aracılığıyla tutulan online günlükler oldukça yaygınlaşmıştır. Irak savaşı sırasında iliştirilmiş gazetecilerin tuttuğu günlükler “warblogs” (savaş günlükleri) adlı yeni bir gazetecilik türünün doğmasına yol açmıştır. Savaşın farklı yönleriyle aktarılmasında da önemli bir aracı olan savaş günlüklerinin en ilginç örneklerinden biri Irak Savaşı sırasında CNN muhabiri Kevin Sites’ın tuttuğu günlüklerdir. Sites’ın www.kevinsites.net adlı sitesinde paylaştığı savaş günlüklerinin önemi, burada yazdıklarında CNN’e iliştirilmiş gazetecilik anlaşması gereğince geçtiği haberlerden farklı olarak daha insani, daha duygusal ve kişisel bir yaklaşım sergilemesidir. Sites’ın günlükleri o dönemde yoğun ilgi görmüş, bu durum, “hassas askeri bilgilerin” dışarı sızacağından endişe eden Amerikan yönetiminin ve CNN’in tepkisini çekmiştir. CNN, Sites’dan CNN için çalışmanın full-time bir görev olduğu ve Sites’in sadece bu işe yoğunlaşmasının rica edildiğini bildiren bir basın açıklamasıyla savaş günlüğüne son vermesini istemiştir. Savaş günlükleri pek çok tartışmaya da konu olmuştur. Duran’a göre embedded muhabirler, internet üzerinden savaş izlenimlerini aktararak bir anlamda vicdanlarını temizlemektedir. Çünkü bir muhabir, tanık olup yaşadıklarını, araştırıp öğrendiklerini, kendi çalıştığı gazete, televizyon ve radyonun dışında bir başka medyada yayınlamak ihtiyacını duyuyorsa, bu başlı başına ne kadar büyük bir kısıtlama ve sınırlama içinde çalıştığını göstermektedir. (http://bianet.org/,2010) Bu anlamda savaş günlükleri, Irak Savaşı sırasında hem kamuoyuna farklı, içerden bilgi ve izlenimler aktarması açısından hem de iliştirilmiş gazetecilik sisteminin sorunlu bir yanını gözler önüne sermesi açısından önemlidir. ABD’nin Irak Savaşı ve sonrasında uyguladığı iletişim politikaları arasında en dikkat çekici olanlardan biri de kendi kurdurduğu basın yayın organları aracılığıyla bizzat Irak medyasında faaliyet göstermesidir. Bunlardan ilki, 2003 yılının Temmuz ayında piyasaya çıkan El Sabah gazetesidir. 2003 yılının Ocak ayında Pentagon, Irak’ta yeni basın yayın organlarının kurulması için 96 milyon dolarlık bir ihale açmış ve ihaleyi ABD’li Güz 2011, Sayı:33 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği 81 Harris şirketi kazanmıştır. Ancak daha sonra gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İsmail Zayir başta olmak üzere tüm yayın kadrosu toplu olarak istifa etmiştir. İsmail Zayir, gazetenin birinci sayfasından yayınlanan başyazıda ABD kontrolünden kurtulmak için topluca istifa ettiklerini, Irak’ta özgür basın yaratmak isterken ABD’nin bunun engellediğini yazmıştır (Can, 2005: 131). Yine 2003 yılının Temmuz ayında finansmanı ABD dışişleri Bakanlığı tarafından sağlanan ve yıllık 4.2 milyon dolar ayrılan Arapça yayınlanan gençlik dergisi Hi yayın hayatına başlamıştır. Derginin hedef kitlesi 18 – 35 yaş arası Arap gençlerdir. Dergide “ABD Dışişleri Bakanlığı Yabancı Medya Ofisi adına basılmıştır” ifadesi yer almaktadır. Dergi yayın hayatına başladığında ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir sözcü derginin amacını Arap halkının Amerikalılara karşı duyduğu nefreti en aza indirmek, Arap ve Amerikan gençleri arasındaki benzerlikleri vurgulamak ve Arap gençlerinin Amerikan yaşam tarzını benimsemesini sağlamak olarak açıklamıştır. Dergi, Irak dışında Mısır, Lübnan, Ürdün, Tunus, Sudan, İsrail, Kuveyt, Yemen, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne de dağıtılmıştır (Akıner, 2004: 234). Aynı anlayışla ABD, El Cezire televizyonuna karşı yayın yapacak bir kanalın kurulmasını da desteklemiştir. Bu kanal, 14 Şubat 2004 tarihinde yayına başlayan ve Türkçe karşılığı “Özgür” olan El Hurra’dır. El Hurra, 1942 yılında yayına başlayan ABD’nin Sesi (Voice of America) radyosundan sonraki en büyük uluslararası medya projesidir (Can, 2005: 131). SONUÇ Çağımız; kitle iletişimi, telekomünikasyon ve özellikle de bilişim alanında yaşanan gelişmeler sonucunda “enformasyon çağı” olarak adlandırılan, yeni iletişim teknolojileri sayesinde üretilen ve dağıtılan bilgi ve enformasyonu içeren çeşitli iletişim ağlarının dünyamızı kuşattığı bir çağdır. Yaşadığımız yüzyıla damgasını vuran bu iletişim teknolojileri gelişmiş ülkelerde ortaya çıkmış ve tüm dünyaya yayılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri, iletişim teknolojilerini üreten, geliştiren ve ihraç eden gelişmiş ülkelerin başında gelmektedir. Radyo ve internet gibi iletişim alanına damgasını vuran ve geleneksel iletişim yöntemlerini değiştiren yeni iletişim teknolojileri II. Dünya Savaşı sonrası ortamda önce Amerika Birleşik Devletleri’ne ait askeri-endüstriyel yapılarda askeri amaçlı İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 82 E. İlhan – N. Dirik çalışmalarla ortaya çıkmış, geliştirilmiş ve kitle iletişimi alanında daha sonra kullanılmaya başlanmıştır. Medya teknolojisindeki ve iletişim alanındaki gelişmeler ABD’nin iletişim ve haber politikalarını da önemli ölçüde etkilemiştir. Bu durumun en belirgin ve en çarpıcı örnekleri de ABD’nin giriştiği çeşitli savaşlarda görülmektedir. Vietnam Savaşı esnasında gazeteciler akreditasyon sistemi sayesinde askeri imkânları kullanarak savaş alanında rahatça hareket ederek özgürce haber ve yayın yapabilmişlerdir. Savaş sırasında yeni iletişim teknolojisi olarak ön plana çıkan televizyon aracılığıyla ise Amerikan halkı savaşın kanlı yüzünü ilk kez bu kadar açık ve çarpıcı şekilde görmüştür. Bu durum, savaşa verilen halk desteğinin giderek azalmasına yol açmış ve ABD yönetiminde bundan sonra girilen savaşlarda yeni iletişim teknolojilerin kullanımına ve gazetecilerin savaşları izleme şekline ilişkin düzenlemelere giderek, yeni haber yönetim sistemleri geliştirme gereği doğurmuştur. ABD yönetimi Vietnam Savaşı’ndan çıkarılan dersler sonucunda geliştirilen “havuz sistemi”ni ilk olarak küçük çaplı müdahaleler olan Grenada ve Panama müdahalelerinde denemiş ve I. Körfez Savaşı’nda uygulamıştır. 11 Eylül sonrası dönemin siyasi ve toplumsal konjonktürüne uygun olarak ise Irak Savaşı’nda yeni bir haber yönetim sistemi olarak “iliştirilmiş gazetecilik” ortaya konulmuş ve savaş zamanında yönetimi destekleyecek bir gazetecilik anlayışının ortaya çıkması ve yeni iletişim teknolojileri aracılığıyla Vietnam Savaşı örneğinde olduğu gibi devletin çıkarlarına aykırı haber üretiminin kesin olarak önlenmesi amaçlanmıştır. Böylece kamuoyunun neyi ne kadar öğrenmesi gerektiği belirlenerek kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır. Güz 2011, Sayı:33 83 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği Tablo 1. Savaşlar ve ABD’nin İletişim Politikaları Savaş Haberlerinin Yönetim Derecesi Vietnam I. Körfez Savaşı II. Körfez Savaşı Medya Sistemi Gazetecilerin Savaş Algısı Öne Çıkan Yeni İletişim Teknolojisi ve Haber Sunumu Destekleyenler, Sorgulayanlar Televizyon haberleri Destekleyenler 24 saat canlı savaş yayını (CNN) Destekleyenler İnternet gazeteciliği, savaş günlükleri (Fox) (El Cezire) Cephede Asker – Medya İlişkisi Yok/Az Akreditasyon Sistemi Özgürlükçü Yoğun Havuz Sistemi Özgürlükçü (Vatansever) Yoğun İliştirilmiş Gazetecilik Özgürlükçü (Vatansever) Tablo 1’de görüldüğü gibi akreditasyon sisteminin uygulandığı Vietnam Savaşı sırasında haber yönetimi yapılmamıştır ya da çok az düzeyde yapılmıştır. Ancak Vietnam’dan sonraki tüm savaşlarda gerek havuz sisteminde gerekse iliştirilmiş gazetecilikte yoğun bir haber yönetimi uygulaması mevcuttur. Denilebilir ki, gelişen teknoloji karşısında savaş ile ilgili enformasyona ulaşmak gazeteciler açısından giderek daha kolay hale gelmiş, bu nedenle devreye haber yönetimine ilişkin yeni uygulamalar ve düzenlemeler girmiştir. Tüm savaşlarda medya sistemi özgürlükçü (libertarian) olmakla birlikte Vietnam’dan sonra medya giderek daha vatansever hale gelmiştir. Bu durum en çok 11 Eylül sonrası dönemde kendini hissettirmektedir. Gazetecilerin savaş algısı da Vietnam’dan sonra farklılık göstermiştir. Vietnam Savaşı’nı destekleyenler kadar sorgulayanlar da varken Vietnam sonrasında gazetecilerin savaşları genel anlamda desteklediği görülmektedir. Yine Vietnam’dan itibaren hemen her bir savaşta yeni bir iletişim teknolojisinin ya da haber sunum yönteminin ön plana çıktığı görülmektedir. Vietnam televizyondan ilk kez izlenebilen savaş olmuştur. Panama müdahalesi ilk kez saat başı yayınlarla takip edilmiş, I. Körfez Savaşı’nın getirdiği yenilik ise 24 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 84 E. İlhan – N. Dirik saat canlı savaş yayını olmuştur. Irak Savaşı’nda internet gazeteciliği ve savaş günlükleri en önemli iletişim araçlarıdır. Sonuç olarak, ABD II. Dünya Savaşı sonrasında gücünün zirvesinde ve uluslararası kamuoyunda lider durumdayken, Vietnam Savaşı esnasında medyanın etkisiyle yaratılan Vietnam Sendromu ve savaşın dünya kamuoyundaki olumsuz yansımaları nedeniyle bu konumundan geriye düşmeye başlamıştır. ABD bu durumu tersine çevirmek amacıyla Vietnam Sendromunun uzun süren etkisinden sonra I. Körfez Savaşı’na girişmiştir. Ancak 11 Eylül saldırıları yeni bir dönüm noktası olmuştur. Amerikan halkı saldırılardan büyük ölçüde etkilenmiş ve ABD’nin I. Körfez Savaşı’ndan sonra iyice sağlamlaştırdığı sarsılmaz imajı büyük yara almıştır. Bu nedenle, saldırıları bahane eden ABD aynı yönteme başvurarak Afganistan’a ve ikinci kez Irak’a saldırmıştır. Bu süreçte medyayı cephe dışında verdiği psikolojik savaşın bir aracı olarak kullanmak isteyen ABD başta gazetecilerin savaşı izleme şekilleri olmak üzere medya ile ilişkilerinde bir takım değişikliklere gitmiş ve haber yönetimi uygulamaya başlamıştır. Özellikle II. Körfez Savaşı sırasında ABD basını aracılığıyla tüm dünyaya kabul ettirilmeye çalışılan “Irak’ı özgürlüğüne kavuşturmak” ve ”akıllı bomba” gibi söylemler göz önüne alındığında bunu büyük ölçüde başardığı söylenebilir. KAYNAKLAR Akıner, N (2001) Düşman Değiliz: 11Eylül’ün Ardından Amerikan Milliyetçiliği, İstanbul, Karakutu Yayınları. Atikkan, Z (2006) 11 Eylül Amerika’yı Nasıl Değiştirdi?: Amerikan Cinneti, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları. Can, F (2005) Bilgi Çağının Güdümlü Silahı Medya, İstanbul, Alfa. Çatalbaş, D (2003) “Savaşı Aktarmak ve Anlamlandırmak: Gazeteciliğin Profesyonel Değerleri ve Yaygın Medyanın Tutumu”, Doğu-Batı Dergisi, Yıl:6 Sayı:24, s.245-253. Çelik, A (1998) “Bilgi Toplumu Üzerine Bazı Notlar”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Sayı1. Duran, R (2010) “Embedded: İliştirilmiş Değil Askeri Yatılı”, http://bianet.org/bianet/medya/18038-embedded-ilistirilmis-degil-askeriyatili, (Erişim: 12 Kasım 2010) Geray, H (2003), İletişim ve Teknoloji, Ankara, Ütopya Yayınevi. Güz 2011, Sayı:33 85 Savaş Haberleri Bağlamında Haber Politikaları: Abd Örneği Gökdağ, R (2001) Amerikan Medyasında 11 Eylül, İstanbul, E Yayınları, Iyengar, S ve Reeves, R (1997) Do The Media Govern?, California, Sage. İnceoğlu, Y., G (2004) Uluslararası Medya: Medya Eleştirileri, İstanbul, Der Yayınları. Kalkandelen, Z (2004) 30 Saniyede Bush:Amerika’da Medya ve Siyaset, İstanbul, Remzi. Lovett, J (2011) “The Media and The Vietnam War”, http://www.suite101.com/article.cfm/military_movies/58294/3,15.04.2011, ( Erişim: 15 Nisan 2011) Mattelart, A (2004) Bilgi Toplumunun Tarihi, İstanbul, İletişim. Mcchesney, R. W (2006) 21. Yüzyılda İletişim Politikaları: Medyanın Sorunu, İstanbul: Kalkedon. Mcchesney, R. W ve Schiller, D (2011) “The Political Economy of International Communications”,http://www.unrisd.org/unrisd/website/document.nsf/0/C9 DCBA6C7DB78C2AC1256BDF0049A774?OpenDocument, (Erişim: 26 Mayıs 2011) Mutlu, M (2003) Vietnam’dan Körfez’e Savaşlarda Kamuoyu Oluşumu, İstanbul, Okumuş Adam Yayınları. Oates, S (2008, Introduction to Media and Politics, London, SAGE Publications. Özdemir, C (2003) Onlarlaydım Ama Onlardan Değildim, İstanbul, Dogan Kitap. Sazak, D (2011) “Felluce İnfazı ve Namlunun Ucundaki Medya”, http://www.milliyet.com.tr/2004/11/26/ombudsman/okur01.html, (Erişim: 5 Mayıs 2011) Smith, A., F (2011), The Amerıcan Forum For Global Educatıon, “American Intervention in Grenada”, http://www.globaled.org/curriculum/cm6g.html, (Erişim: 12 Nisan 2011) Törenli, N (2004) Enformasyon Toplumu ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, Ankara, Bilim ve Sanat. Uğur, A (2002) “Enformasyon Toplumu ve Medya”, Bilgi Toplumuna Geçiş:Sorunlar/Görüşler/Yorumlar/Eleştiriler ve Tartışmalar, Ed. İlhan Tekeli vd., Ankara, TÜBA. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 86 Vassaf, E. İlhan – N. Dirik G (2011) “Bir Savaş Nasıl Satılır”, http://www.radikal.com.tr/ Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=667319&Yazar=G%DCND %DCZ%20VASSAF&Date=20.04.2003&CategoryID=113, (Erişim: 20 Mayıs 2011) Williams, M., C. (1992) Vietnam At The Crossroads, Washington, Chatham House Papers. Yalçınkaya, H (2011) “Savaşlarda Asker-Medya İlişkilerinin Geldiği Son Aşama: İliştirilmiş Gazetecilik”, http://www.uidergisi.com/wp-content/uploads/ 2011/06/Savaslarda-Asker-Medya-Il%C4%B1skilerinin-Geldigi-SonAsama.pdf, (Erişim: 05 Mart 2011) Güz 2011, Sayı:33 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- KÜLTÜREL KİMLİKLER KARŞISINDA SINIF KİMLİĞİ VE İŞÇİ SINIFI KİMLİĞİNİN MEDYADA TEMSİLİ (TEKEL İŞÇİ EYLEMİ ÖRNEĞİ) A. Fulya ŞEN* ÖZET Küreselleşme sürecinde kültürel kimliklere/farklılıklara dayalı ayrıştırıcı politikalar ön plana çıkmış ve modern ulus-devletin ekonomik ve toplumsal hakları temel alan yurttaşlık anlayışı geri plana itilmiştir. Küreselleşmenin yurttaşlığın ekonomik ve toplumsal yönünü geriletmesi, küresel kapitalizm sürecinde işçi sınıfı kimliğinin önemini yitirmesi ve egemen ideolojinin hegemonya aracı olarak medyanın sınıf kimliğine bakışı bu çalışmanın temel problematiğini oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı, son yılların önemli tartışma konularından olan kimlik konusunu incelemek ve medyada sınıf kimliğinin temsilini Tekel işçi eylemi örneğinde tartışmaktır. Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, kimlik, işçi sınıfı, medya, temsil. CLASS IDENTITY IN THE FACE OF THE CULTURAL IDENTITIES AND REPRESENTATION OF THE IDENTITY OF THE WORKING-CLASS IN MEDIA (A CASE STUDY OF TEKEL WORKERS’ ACTION) ABSTRACT The differentiation politics based on cultural identities/diversities have been risen and the importance of citizenship of modern nation-state has been declined in process of globalization. The problematic of this study is weakening of economic and social aspects of citizenship by globalization, the losing of importance of working-class identity in the process of global capitalism, and media’s view of the class identity as the tool of the hegemony of global capitalism. The purpose of this study is to examine the issue of identity which is the important topic in recent years and to debate the representation of working-class identity through the case study of Tekel workers’ action in media. Keywords: Globalization, identity, working class, media, representation. * Yrd. Doç. Dr. Fırat Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü. İletişim 2003/18 88 A. Fulya Şen GİRİŞ Küresel kapitalizm sürecinde etnisite, cinsiyet, din gibi kavramlar üzerinden yükselen kültürel kimlik tartışmalarının ön plana çıkartıldığı, yurttaşlık ve sınıf kimliği vurgusunun geri plana itildiği görülmektedir. 1970’lerde esmeye başlayan neoliberalizm rüzgârlarıyla birlikte, öteki kavramının kutsandığı bir dönem başlamış ve kimlik tartışmaları ortaya çıkmıştır. Günümüzdeki en önemli sorunlardan biri, kimlik kaygısının yaygınlaşmış olmasıdır. Hall’a göre (1998: 67-68), ulus devletin ve ulusal ekonomilerin kendine yeterlilikleri temelinde kurulan ulusal kimliklerin zayıflamaya başlaması ile kolektif toplumsal kimliğin parçalanması ve aşınması eş zamanlı olarak meydana gelmiştir. Kolektif toplumsal kimlikler, Batı’da sanayileşme, kapitalizm, kentleşme, dünya piyasasının oluşumu, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü, bireysel ve toplumsal yaşamın kamu ve özel şeklindeki bir ayrımı, ulus devletin egemenliği ile modern anlayış arasındaki özdeşleşme tarafından ortaya konan ve sağlamlaştırılan kimliklerdir. Kolektif kimlikler yok olmaktadır ve artık geçmişte verdikleri gibi bir kimlik kodu verememektedir. Günümüzde, farklı kültürel kimliklere dayalı yeni toplumsal hareketlerin yükselmesi ve sınıfa dayalı politikaların görece öneminin azalmasıyla birlikte kimlik politikaları, sınıfsal olmayan çelişkilere odaklanmış ve emek-sermaye çelişkisinin dışında kalan yaşam tarzı, bireysel kendini gerçekleştirme, cinsiyet, sivil haklar ve çevre gibi konular ekseninde şekillenmiştir. Baudrillard’ın (2004:98) da belirttiği gibi, “Günümüzde bireyin birey olarak gerekli ve hemen hemen yeri doldurulamaz olduğu yer tüketici konumudur.” Laclau ve Mouffe’a göre, anti-otoriter, antikurumsal, anti-ırkçı, feminist ve ekolojik gruplardan ve etnik-dini-cinsel azınlıklardan oluşan yeni toplumsal hareketlerin ortak paydası, işçi ve sınıf mücadelesinden ayrışmış olmasıdır. Yeni toplumsal hareketler, sınıfların ayrıcalıklı statüleri üzerine kurulan söylemin kalıcılığına vurgu yapan yeni antagonizmalar/karşıtlıkların dışında üretim ilişkileri düzeyinde çok farklı bir dizi mücadeleyi birleştirmektedir (1990: 159). Bu çerçevede, küresel güçlerin yaratmaya çalıştığı yeni dünya düzeninde insan kavramına verilmek istenen yeni biçim, yurttaşlık kavramının içini boşaltmaktadır. Ulus ve yurttaşlık gibi ortak bağların yok olduğu günümüzde, aynılıkları değil farklılıkları öne çıkaran bir kimlik siyaseti yükselişe geçmiştir. İnsan, hukukî olmasının yanı sıra sosyal ve ekonomik bir boyutu da içeren yurttaşlık bağından uzaklaştığı ölçüde metalaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Haklar temelindeki yurttaşlık anlayışı, artık bir saldırı altındadır. Kimliği ve kültürel farklılığı temel alan hareketler, Aydınlanma döneminden beri Batı’da siyasetin Güz 2011, Sayı:33 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 89 merkezinde olan yurttaşlık kavramını sorgulamaya başlamıştır. Aydınlanmanın ve modernleşmenin kriziyle birlikte sekülerizm, ulusal birlik, sınıfsallık gibi kavramlar gözden düşürülmüş ve adeta geçerliliğini yitirmiştir. Kimliği ve farklılıkları temel alan yaklaşımlara karşılık, yeni toplumsal hareketlerin sınıf perspektifiyle açıklanmasını ve sınıfsal karakterinden koparılmamasını savunan görüşler de bulunmaktadır. Williams, çevre, barış, insan hakları gibi sorunların hepsinin sanayi üretim tarzının başlıca sistemleriyle ve özellikle de sınıf sistemiyle ilişkili olduğunu savunmaktadır. Wallerstein da kültürel kimlik hareketlerinin sınıf dışı sayılamayacağına ilişkin savları desteklemektedir. Wallerstein’a göre kapitalizm, artı değeri artırmak için ücretli emekle çalışanların çoğalmasına neden olmakta ve buna bağlı olarak da emek gücünün değerini azaltmak için ücretli emek arasında tabakalaşmalar yaratmaktadır. Cinsiyetçilik ve ırk üzerinden yapılan ayrımlar, kapitalizmin lehine işleyen farklılaşmış bir ücretli emek ortaya çıkarmaktadır. Kültürel kimliğe dayalı yeni toplumsal hareketlerin yükselmesinde teknolojik gelişmeler, üretim yapısında esnek üretime doğru gerçekleşen değişimler ve hizmet sektörünün büyümesi etkili olmuştur. Yeni toplumsal hareketlerin gelişme süreci, kapitalizmin gerçekleşme seyrinden ve gelişme alanlarından bağımsız bir yol izlememiştir. Kadınların veya etnik azınlıkların da ücretli emeğe katılması, yeni toplumsal hareketleri oluşturan unsurlar ile kapitalizm arasında çok güçlü bağlar olduğunu göstermektedir (Erbaş ve Coşkun, 2007: 12-17). Günümüz solunun “öteki” anlayışı, klasik Marksizmin sınıf siyasetine karşı alternatif olma iddiası ile ortaya çıkmıştır. Ötekilerle ilgilenen küçük burjuvanın farklılık siyaseti, neoliberal politikalarla büyük bir uyum içindedir ve sömürüye karşı suskundur (Çelik, 2001: 175). Dinsel, cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi ve benzeri sınıf dışı ideolojilerin yükselmesi ile küreselleşmenin getirdiği yeni dünya düzeni arasında güçlü bir ilişki olduğunu söylemek mümkündür. Kapitalizmin bir dünya sistemi olarak varlığını sürdürebilmesi, sınıfsal çelişkilerin ikincil düzeyde kalmasına bağlıdır. Bu koşullar, ancak, toplumsal dokunun kültürel parçalanması, bağımlı sınıfların kendi içinde etnik, dinsel vb. temellerde bölünüp türdeşliğini yitirmesi, ulusal ve küresel ölçekte sınıf mücadelesinden uzaklaşması ve bu temeldeki örgütlülük ve dayanışma bilincinin zayıflamasıyla geçekleşebilecektir. İşsizliğin tırmandığı, yoksulluğun arttığı ve buna bağlı olarak sistemle ilgili ciddi kuşkuların doğduğu kriz dönemlerinde sınıf çatışması potansiyeli yükselmekte, bu tür durumlarda tehlikeyi bertaraf etmek, toplumsal muhalefeti bastırmak ve kontrol etmek amacıyla bireyler kültür temelli bir çatışmanın içine çekilmektedir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 90 A. Fulya Şen Küreselleşme politikalarının yurttaşlığın ekonomik ve toplumsal boyutlarını geriletmesi ve küresel kapitalizm sürecinde işçi sınıfı kimliğinin ve varlığının görece önemini yitirmesi bağlamında küresel kapitalizmin belirlediği iktidar ilişkileri medya aracılığıyla meşrulaştırılmakta, ekonomik ve kültürel olarak avantajlı konumda olanların medyada sesini daha çok duyurması ile eşitsiz iktidar ilişkileri yeniden üretilmektedir. Medya, ideolojilerin anlam oluşturma ve oluşmuş anlamların temsili açısından bir mücadele alanıdır. Küresel kapitalizm sürecinde esnek ve güvencesiz çalışma sisteminin hızla artması ve bir norm haline dönüşmesi bir meşruiyet krizine işaret etmekte ve sınıf kimliği mücadelesinde yeni bir eşiği temsil etmektedir. Ekonomik ve toplumsal temelli yurttaşlık haklarının kimlik/farklılık politikalarının gerisine düşmesi ve Türkiye’de işçi sınıfının güvencesiz ve esnek çalışma koşullarına direnişini simgeleyen Tekel işçi eylemine ilişkin ulusal medyada kurulan anlamlandırma çerçevesi bu çalışmanın temel problematiğini oluşturmaktadır. Amaç Bu çalışmada, neoliberalizm döneminde kültürel politikaların yükselişinin arka planı sorgulanmaya çalışılmakta, yurttaşlık kimliğinin, “modern” kazanımları olan ekonomik ve toplumsal hakların önemine vurgu yapılmakta ve Türkiye’de medyanın sınıf kimliği karşısındaki tutumunu örneklemek amacıyla haber medyasında Tekel işçi eylemine ilişkin egemen anlamların oluşturulma ve aktarılma biçimleri üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmanın amacı, haber üretiminde sınıf perspektiflerine yönelik yanlılığı ve egemen medyanın sınıf kimliğini dışlama eğilimini ortaya koymak ve medyada işçi sınıfı kimliğinin temsilini Tekel işçi eylemleri örneğinde tartışmaktır. Yöntem Tekel işçilerinin direnişi örneği üzerinden işçi sınıfı kimliğinin medyadaki temsil süreçlerini ele alan bu çalışmada, farklı ideolojik yönelimlere sahip gazetelerin haber sunumlarındaki farklılaşmayı göstermek amacıyla, neoliberal egemen ideolojiyi temsil eden Hürriyet ve Sabah gazeteleri ile modern yurttaşlık değerlerini temsil eden Kemalist-sol çizgideki Cumhuriyet Gazetesi incelenmiştir. Tekel işçilerinin 4/C’li olmamak için verdikleri 78 günlük mücadele, esnek istihdamın yaygınlaştırılmasına ve neoliberal politikalara karşı direnişin bir simgesi olmuştur. Tekel işçi eylemi, 15 Aralık 2009 tarihinde Türk-İş'e bağlı Tek Gıda-İş Güz 2011, Sayı:33 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 91 Sendikası'na kayıtlı Tekel işçileri tarafından Ankara'da başlatılan ve 1980 sonrasının en büyük toplu iş bırakma eylemiyle tüm Türkiye'ye yayılan bir işçi eylemidir. Eylem, ülke çapında gündemin ilk sıralarında bulunmasının ve geniş bir kesim tarafından da desteklenmesinin yanı sıra uluslararası çapta bir destek de kazanmıştır. Tekel direnişi, işçi olduklarına dair kuşku duymayan, ancak aralarındaki sosyo-kültürel ve mekânsal uzaklıklar nedeniyle etnik, siyasî ve yerel kimlikleri daha öne çıkan, yıllarca iş güvencesi ile yaşadıktan sonra bu güvenceleri ellerinden alındığında dışarıdan bilinçle değil, kendi refleksleriyle harekete geçen, sendikal örgütlülük deneyiminin getirdiği kolektif mücadele anlayışını içselleştirmiş bir işçi kuşağının hareketidir. Tekel direnişi, işçi sınıfına aidiyet anlamında sınıf bilinci yüksek, ama güvencesizlik deneyimi yeni olan işçilerin ortak bir durum olarak güvencesizliklerinin farkına varma süreci olarak gelişmiştir (Oğuz, 2011: 21). Tekel işçilerinin bu direnişini, T.H. Marshall’ın (2006) kapitalizmin tüm olumsuz etkilerini dengeleyici bir aktör olarak refah devletini yücelten yurttaşlık kavrayışının üçüncü boyutunu oluşturan toplumsal haklar çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Marshall’ın katkısı, kapitalizmin yarattığı eşitsizliğin, refah devleti uygulamaları ile geliştirilen yurttaşlık anlayışı ile telafi edilmesi olmuştur. Ancak, küreselleşme söylemi, Marshall’ın yurttaşlık kavramsallaştırmasının temelinde yer alan ulusdevlet, ulusal politikalar ve ulusal sanayi kapitalizmi gibi referansları etkisiz hale getirmiştir. Kolektif bir kimlik olarak işçi sınıfının medyadaki temsili çözümlenirken araştırma için gerekli veriler içerik çözümlemesi yöntemiyle toplanmış ve niteliksel çözümlemeler yapılmıştır. İdeolojik içerik çözümleme yönteminin kullanıldığı bu çalışmada, haberdeki olumluluk/olumsuzluk, haberde görüşlerine yer verilen kişilerin/kurumların bakış açıları, haber dili, sözcük seçimleri ve cümle yapıları incelenmiştir. Araştırma kapsamında, Tekel işçi eyleminin ilk günü olan 15 Aralık 2009 tarihi ve takip eden üç gün ile 26 Aralık 2009 tarihinde yapılan miting ve 4 Şubat 2010 tarihinde ülke genelinde yapılan grev ile ilgili haberler incelenmiştir. Bu spesifik tarihlerin seçilmesinin nedeni, bu tarihlerde eylemin yarattığı toplumsal etkinin ve medyadaki haberlerin yoğunlaşmasıdır. 1. Kuramsal Çerçeve 1.1. Küreselleşme Sürecinde Kimlik Tartışmaları ve Sınıf Kimliği Kimlik arayışı, modern toplumun yarattığı bireyselleşme ve özerkleşme süreçleriyle birlikte gündeme gelmiştir. Modernlik, toplumsal konumla İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 92 A. Fulya Şen belirlenmenin yerine, zorunlu bir öz-belirlenmeyi koymuştur. Çağımızın en önemli sorunlarından biri, kimlik kaygısının yaygınlaşması/öne çıkmasıdır. Modernlik öncesinde bireyler, doğal varsayılan kimliklerine oranın verili sakinleriymiş gibi yerleşmek zorunda iken, günümüzde ise bireylerin içine yerleşebilecekleri kimlikler, büyük bir istikrarsızlık göstermektedir. Bu yeni kırılganlık, bireylerin bir yaşam boyu sürecek projelere ve bu projelere denk düşen toplumsal ve kimliksel konumlara yerleşmelerini engellemektedir (Tutal, 2005:102). Bauman’a göre, modernliğin temel bileşenlerinden biri olan bireyselleşme, bireyin kendisine miras kalan ve toplumsal kimliği dolayısıyla doğuştan kazandığı şeylerden özgürleşmesi anlamına gelmektedir. Bu anlamda bireyselleşme, modern insanlık durumunun en belirgin ve en özgün niteliğini oluşturmaktadır. Böylece, bireyselleşme, insan kimliğinin verili bir şey olmaktan çıkıp, bir göreve dönüşmesi anlamına gelmektedir. Kimlikler, günümüzde hemen benimsenebilecek ve kolayca terk edilebilecek kimlik biçimini almıştır. Bu kimlikler, özgür ve bireysel tercihlere dayansalar bile, bu tercihi yapan bireylerin bu kimliklere ömür boyu sadık kalacakları anlamına gelmemektedir (Aktaran: Tutal, 2005: 102). Tam bir özerklik ve bağımsızlık, bireyi bağlılıkları ve bir kimliğe ait referansları olmayan özgül bir özneye dönüştürmektedir. Özne, herhangi bir kültürel tikelciliğe başvurmadan da var olabilmekte, kimliğe ve gruba boyun eğmeyi reddederek kendisini oluşturabilmektedir. Öznellik, her şeyden önce kişinin özerklik talebi olarak tanımlandığında, kimliğin özerklikle zorunlu olarak karmaşık bir ilişki içinde olduğu söylenebilir. Özne, toplumsal bir kimliğe gereksinim duyabildiği gibi, aynı zamanda bu kimlikten uzaklaşabilmekte de özgür olmalıdır. Aslında özne, kimliğe ve kimlikten uzaklaşmaya aynı anda gereksinim duymaktadır (Tutal, 2005: 103-104). Günümüzde, kimlik ve farklılık tartışmaları çerçevesinde oluşan yeni toplumsal hareketlerin sınıf temeline dayanmadığı görülmektedir. Bu alanda yapılan tartışmalar, artık sınıf temelli kitlesel hareketlerin miadını doldurduğu temel tezi ekseninde şekillenmektedir. Bu tartışmalar üç düzeyde yapılmaktadır: 1) Günümüz toplumlarının sınıf yapısının değiştiği ve bu nedenle eski sınıf yapısının yerini yeni orta sınıfların aldığı, 2) Bu değişimle birlikte sınıf ve sınıf kimliğine dayanan eski toplumsal hareketlerin yerini kültürel kimliklere dayanan yeni toplumsal hareketlere bıraktığı, 3) Kültürel kimlikler üzerinde yükselen bu yeni toplumsal hareketlerin demokrasiyi geliştireceği varsayımları genel olarak kabul görmektedir. Bu noktada, kültürel kimliğin temsilinin bireyin özgürleşmesinin belirleyeni olduğu ön kabulünden yola çıkılarak bireyin özgürlüğü ile toplumun demokratikleşmesi arasında özdeşlik kurulmaktadır (Erbaş ve Coşkun, 2007:6). Çokkültürlülük ve Güz 2011, Sayı:33 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 93 kimlik tartışmalarında, kültürelci söylem üzerinden yükselen ve sınıf ile siyaset arasındaki ilişkiyi koparan yaklaşımlar egemen söylem haline gelmiştir. Kültürel kimlik hareketlerinin, sistemi dönüştürme potansiyelinin oldukça zayıf olduğunu söylemek mümkündür. Ekonomik ve siyasal haklar temelinde eşitlikçi ve demokratik talepler üretmeyen yaklaşımlar, kapitalist sisteme eklemlenmektedir. Yurttaşlık ile toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiyi inceleyen T.H. Marshall, haklar temelindeki yurttaşlık kuramında ekonomik eşitsizlikler üzerinde durmaktadır. Yurttaşlığın toplumsal boyutunu vurgulayan T.H. Marshall, yurttaşlığı, kapitalizmin eşitsizliklerini en aza indirme işlevi gören bir kurum olarak kavramsallaştırmaktadır. Ona göre yurttaşlık, merkezî kapitalist devletin, sistem karşıtı grupları birtakım haklar vererek merkeze çekebilmek amacıyla kullanılan bir ideolojidir. Marshall, tarihsel gelişim sürecinde ortaya çıkan medenî, siyasî ve toplumsal hakların, yurttaşlığın üç temel boyutunu oluşturduğunu belirtmektedir. Medenî haklar; hukuk önünde eşitliği, ifade ve düşünce özgürlüğünü, sözleşme ve mülkiyet hakkını ifade etmektedir. Siyasal haklar, 18-19. yüzyıllarda modern demokrasinin oluşmaya başlamasıyla birlikte gündeme gelen seçme-seçilme ve örgütlenme hakkıdır. 20. yüzyılda ortaya çıkan toplumsal haklar ise eğitim ve sağlık hizmetleri, adil bir ücret, çalışma ve sosyal güvenlik hakkı, grev ve toplu sözleşme hakkı, sendika ve örgütlenme hakkı, işsizlik ücreti gibi hakları kapsamaktadır. Toplumsal yurttaşlık hakları, özellikle piyasanın getirdiği birtakım eşitsizlikleri dengeleyerek sınıf ilişkilerini dönüşüme uğratmıştır (Marshall ve Bottomore, 2006; Kaya, 2006). Kimlik politikalarını sınıf paradigmasının ötesinde ele alan yeni toplumsal hareketler, statü, sivil toplum ve eylem sistemi yaklaşımlarına odaklanmışlardır. Tanınma siyasetine vurgu yapan Fraser’a göre, 21.yy’da tanınma ve kimlik sorunları merkezî bir konuma yerleşmiş ve farklılıkların tanınması hareketleri ivme kazanmıştır. Günümüzde Sovyet tarzı komünizmin çökmesi ve küreselleşme süreci ile birlikte eşitlikçi yeniden dağıtım siyasetinin politik dili görece önemini yitirmiş, kaynakların ve zenginliğin eşit paylaşımını talep eden hareketler görünmez hale gelmiştir. Küreselleşme sürecinde neoliberal retoriğin eşitlikçi anlayışa saldırması, uygulanabilir sosyalist modelin olmaması ve Keynesyen devletin yaşayabilirliğine şüpheyle bakılması sonucunda eşitlik ve toplumsal adalet vurgusu azalmıştır. Bu noktada karşımıza iki sorun çıkmaktadır: Birincisi, ekonomik küreselleşmenin hızla yayılması ve kapitalizmin ekonomik eşitsizliği radikal bir şekilde derinleştirmesi yeniden dağıtım siyasetini marjinalleştirmiş, bir anlamda “yerinden etmiş”tir. İkincisi, yoğun göç ve küresel medya aracılığıyla artan kültürlerarası etkileşim ve İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 94 A. Fulya Şen iletişim ortamında tanınma mücadeleleri oluşmaya başlamıştır. Ancak, çokkültürlü bağlam içindeki bu mücadeleler, saygılı bir etkileşim içinde değil, grup kimliklerini büyük ölçüde cisimleştirme ve basitleştirme şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu grup kimlikleri, ayrılıkçılığı, hoşgörüsüzlüğü ve şovenizmi, ataerkilliği ve otoriterliği teşvik etme eğiliminde olmuştur. Fraser, bunu da “şeyleştirme” olarak adlandırmıştır. Şeyleştirme ve yerinden etme problemlerinin her ikisi de oldukça önemlidir. Yeniden dağıtım siyaseti, tanınma siyasetiyle değiştirildiği sürece ekonomik eşitsizlikler artacak, grup kimliklerinin şeyleştirilmesi durumunda ise insan hakları ihlalleri riski ortaya çıkacaktır. Bu durum, bazıları için cinsiyet, etnisite, ırk gibi kimliklerin sınıf kimliğinden daha öncelikli olduğu anlamına gelirken, bazıları için ekonomizmi diriltmek anlamına gelmektedir (2000: 107-108). Yeniden dağıtım ve tanınma siyaseti arasındaki ikilemi formüle eden Fraser, siyasal alandaki adaletsizlik olgusunu iki farklı yönüyle incelemiştir. Bunlardan birincisi, sosyo-ekonomik adaletsizliktir. Toplumun siyasî-ekonomik yapısı içinde kök salan sosyo-ekonomik adaletsizlik, sömürüyü, ekonomik marjinalleştirmeyi (istenmeyen işlere verilme veya emek piyasasından tümüyle dışlanma), düşük ücretli işi ve yoksunluğu yaratmaktadır. İkinci adaletsizlik türü ise kültürel veya semboliktir. Toplumsal temsil, yorum ve iletişim biçimlerine kök salan kültürel adaletsizlik ise kültürel egemenlik, tanınmama ve saygı göstermeme şeklinde tezahür etmektedir. Aralarındaki farklılığa rağmen, çağdaş toplumlarda yaygın olan ekonomik ve kültürel adaletsizlik, dezavantajlı bazı grupların sistematik bir şekilde maruz kaldığı uygulamalardan ve süreçlerden oluşmaktadır (1998: 21-22). Fraser’e göre, ekonomi-politik ve kültürel yaklaşımdan her biri diğerini dışlamakta, yaşanan eşitsizlikleri kendi kavramsal çerçevesi içinde açıklamakta ve ideal topluluk modelleri için kendi yapısal erdemlerini çözüm olarak görmektedir. Kültürel tanınma ve ekonomi-politik yeniden dağıtım yaklaşımlarının tek başına çözüm üretemeyeceğini savunan Fraser, bunu şöyle bir örnekle açıklamaktadır: Cinselliğe ilişkin sosyal ayrımcılık ekonomi-politiğin konusu değildir. Eşcinseller, kapitalist toplumun sınıfsal yapısının tümüne dağılmışlar, emek bölünmesi içinde ayrı bir pozisyon işgal etmemişler ve sömürülen bir sınıf olmamışlardır. Onların yaşadığı sorun, toplumun kültürel yapısıyla ilgili olup, tanınmama sorunudur. Dolayısıyla, dezavantajlı grupların eşitsizlik sorununa getirilen çözümler, her grup için farklılık gösterebilmektedir. Kadınlara ve siyahlara yönelik bir çözüm olarak görülen pozitif ayrımcılık uygulamaları, kendi içinde farklı bir dışlanmışlıklar yarattığı için yeni tartışmaları da beraberinde getirmektedir (1998: 25-26,40). Pietsch’e göre, sınıf politikası yerine kimlik politikasının egemen hale gelmesinin pek çok olumsuz tarafı Güz 2011, Sayı:33 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 95 bulunmaktadır. Kimlik politikası, kimlik gruplarını, bir ortak eşitlik ve adalet arayışında birleştirmek yerine birbirlerine karşı kışkırtmaktadır. Bu durum, sivil toplumu da tehdit etmektedir. Her kimlik grubunun kendini mağduriyetleri üzerinden tanımlaması, grup üyelerinin sadece kendi grubuna güvenebilmesi düşüncesini yaratmakta ve bunun sonucunda herkesin sivil toplumda yabancılaşmasına neden olmaktadır. Kimlik politikası, insanlığın ortak Aydınlanma düşüncesinin terk edilmesi anlamına gelmektedir (2007: 337-346). İşçi sınıfının ve kimliğinin, geç kapitalist toplumlarda bütün ayrışmalarına rağmen varlığını sürdürdüğünü ve işçi sınıfı kimliğinin cinsiyet ve ırktan daha belirleyici bir etken olduğunu savunan Marksist yaklaşıma göre, işçi sınıfının varlığını sürdürmesine yol açan çelişkiler aslında yeni toplumsal hareketlerin üyelerini de kapsamaktadır. Bu nedenle, toplumsal kimliklerin en önemli unsuru sınıfsal pozisyonlarıdır. İşçi sınıfı mücadeleleri, yeni toplumsal hareketlerin hedeflerinin birçoğunu içermektedir (Miliband, 1989: 29-31). Gray’e göre, Marksist yaklaşım, insan özünün dinden, aileden, yerellikten, zamanın bütün olaylarından kopmuş, çatışmalardan arınmış ve olumsallıktan kurtulmuş olması mitine dayanmaktadır. Marksist felsefî antropoloji, somut bir tarihsel gerçekliğe ulaşmış tüm insanî kimlik biçimlerinin, insanın üretici güçlerinin gelişmesindeki kaçınılmaz evreler olduğu, ancak bunların insanın özünü açıklamaktan çok gizlediği görüşünü kabul etmektedir. İnsanlar, zannettikleri gibi Polonyalı, İspanyol, İngiliz, Katolik, Yahudi veya Müslüman değillerdir. Onlar, sadece belli bir tarihsel aşamada belli bir sınıfa ait olmalarından dolayı yapay bir kültürel kimlik kazanmış erkek ve kadınlardır. Bu özselci antropolojideki temel nokta, ekonomik koşulların yapılanmasında aracı olmalarının dışında, insan kimliğinin tüm tarihsel gerçekliğinin insan özünün gerçekliğine yabancı ve muhalif olmasıdır (2004: 277). Komünist siyasetin pratik sonucunun, insanları yapay kültürel kimliklerinden özgürleştirmek değil, onun yerine onların sahip olduğu kimliklere savaş açmak olduğunu belirten Gray, tarihsel ve yerel bağlarından kopmuş evrensel bir insan kimliği oluşturma temeline dayanan Marksist projeyi, komünist uygulama tarihi içinde kendisini çürütmesi olarak görmektedir. Öyle ki, Bolşevik Devrimi’nden sonra, Sovyet sisteminin uyruklarının çoğunun kimliklerini sınıfsal veya siyasal terimlerle değil, hâlâ dinsel ve ulusal terimlerle tanımlamaktadır. Onlar Polonyalı, Ukraynalı, Müslüman ve Hristiyan’dır (2004: 278, 280). Kimlik, çokkültürlülük, ötekilik ve farklılık politikası gibi konuların, maddî koşullardan ve siyasî projeden soyutlanamayacağını savunan Harvey, ABD’de Kuzey Caroline’da küçük bir kasaba olan Hamlet’te Imperial Foods tarafından İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 96 A. Fulya Şen çalıştırılan bir tavuk işleme fabrikasında yaşanan emek sömürüsü ve 1991 yılında fabrikada çıkan yangında çok sayıda kişinin ölümüyle sonuçlanan iş kazası örneği üzerinden, adil bir toplumsal düzen arayışı sorunsalını tartışmıştır. Fabrikada çalışan işçilerin -yoksulluk sınırının altında- saatte 4.25 USD ücret aldıklarını, Hamlet’te başka bir iş alternatifinin olmaması sonucu çalışanların olumsuz koşullara katlandığını, coğrafî açıdan yalıtılmış bu tip bir kır kasabasında yaşayanların ucuz, örgütsüz ve kolayca kontrol altında tutulabilen bir işgücü olduğunu belirten Harvey, bu fabrikada çıkan yangına siyasî çevrelerin ve medyanın ilgisiz kaldığına dikkat çekmiştir. Harvey’e göre, Hamlet’te ölen 25 kişiden 18’inin kadın ve 12’sinin Afrika kökenli Amerikalı olması gerçeği, ırk ve toplumsal cinsiyetin ortak paydasının bariz bir şekilde sınıf olduğunu göstermiştir. Buna göre, geleneksel bir sınıf politikası, beyaz erkeklerin olduğu kadar kadınların ve azınlıkların da çıkarlarını koruyacaktır (2001: 173-177). Zizek, çokkültürcülüğü küresel kapitalizmin ideal ideoloji formu olarak görmektedir. Yani, geleneksel emperyalist sömürgecilik ile küresel kapitalist sömürgeleştirme arasındaki ilişki, Batı kültürel emperyalizmi ile çokkültürcülük arasındaki ilişkinin aynısıdır. Ona göre, çokkültürcülük kendi tikel kültüründe kök salmadan, yerel kültürlere karşı tepeden bakan Avrupa merkezci mesafe ve/veya saygıyı içermektedir. Başka bir deyişle, çokkültürcülük, tersine çevrilmiş, göndermesi kendinde bir ırkçılık biçimidir, “mesafeli bir ırkçılıktır”. Çokkültürcünün ötekinin özgüllüğüne duyduğu saygı, tam da kendi üstünlüğünü beyan etme biçimidir. Zizek, günümüzde kendini dayatan çokkültürcülük sorunsalının evrensel bir dünya sistemi olarak kapitalizmin görünüş biçimlerinden biri olduğunu, bu tikel biçimlerin dünyanın mutlak şekilde homojenleşmesi sürecine tanıklık ettiğini ve kapitalizmin kalıcı olduğunu herkes kabul ettiği için eleştirel enerjinin kapitalist dünya sisteminin temelindeki homojenliğe dokunamayınca, kültürel farklılıklar adına savaşmayı bunun yerine ikame ettiğini belirterek çokkültürcülük taraftarlarına bir eleştiri getirmektedir. Böylece, kapitalizm zafer yürüyüşünü devam ettirirken, etnik azınlık ve eşcinsel hakları adına savaşlar verilmektedir. “Kültürel çalışmalar” kılığına bürünmüş günümüz eleştirel teorisi, kapitalizmin ağır varlığını görünmezleştirmeye yönelik ideolojik çabaya aktif bir biçimde katılarak kapitalizmin sınırsız gelişimine nihaî hizmeti sunmaktadır (2001: 165-168). Balibar ve Wallerstein da, ırkçı ve cinsiyetçi ayrımları, kapitalist dünya ekonomisine uygun bir ideoloji olarak görmektedir. Balibar ve Wallerstein’a göre kapitalizm, her şeyi metalaştıran ve dünya pazarı içinde mal, sermaye ve emek Güz 2011, Sayı:33 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 97 gücünün serbestçe akışını sağlayan bir sistem olarak, bu akışı kısıtlayan her şeyi engellemeye çalışmaktadır. Kapitalist sistem, sermaye birikimini sağlamak için emek gücüne ihtiyaç duymaktadır. Sermaye birikimini en üst seviyeye çıkarmak gerekiyorsa, üretim maliyetlerini, bu yüzden de emek protestolarını en aza indirmek gerekmektedir. Irkçılık ve cinsiyetçilik, bu hedefleri bir araya getiren sihirli bir formüldür. Emek gücünün değerini azaltmak için ücretli emek arasında yapısal bölünmeler yaratılmaktadır. Cinsiyetçilik ve ırk ayrımcılığı türünden ayrımlar, kapitalizm lehine farklılaşmış bir ücretli emek ortaya çıkarmakta, iş gücünün etnikleşmesi ise emek gücünün tüm kesimleri için çok düşük ücretlere zemin hazırlamaktadır (2000: 39-49). Küreselleşme sürecinde kimlik, kişinin toplumsal yeniden üretim süreci içindeki yerinden çok, kendi eylemlerinin ürünü olmayıp doğuştan hazır bulduğu ve kendi bireysel varlığı açısından doğal boyutuna tekabül eden bedensel özellikleri ve ailesel, aşiretsel, yöresel, etnik, dinsel mezhepsel vb. aidiyetleri çerçevesinde belirlenir hale gelmiştir. Bu durum, uluslar-aşırı kapitalin dünyayı her türlü sınırdan arınmış tek bir pazar halinde küresel kılma projesiyle uyum içinde işlemektedir (Cangızbay, 2000: 127). Modern ulus-devlet, tekil çıkarlardan kısmen bağımsız bir ortak alanın varlığına dayanmıştır. Modernliğin başlangıcından bu yana, temel yörünge giderek daha fazla kesimi ve tekil çıkarları bu ortak alana çekme yönünde olmuştur. Neoliberalizmle birlikte bu tarihsel gelişim çizgisi tersine dönmeye başlamış, toplumdaki kutuplaşma ve parçalanma potansiyelinin güçlenmesi nedeniyle artık tekil çıkarlardan bir ortak çıkar oluşturma kapasitesi azalmıştır. Siyasal alana katılmak isteyen yeni talepler ve kimlikler, örgütlü modernliğin çözülmesi sürecinde çok artmıştır. Neoliberal iktidar pratikleri, kamusal alanı tahrip ederek çıkarların ve kimliklerin daha da tekilleşmesine ve birbirlerinden ayrılmalarına neden olmuştur. Böylece, modern siyasal toplum çözülmeye başlamış, ortaklığa vurgu yapan kurum ve kavramların içi boşaltılmıştır (Özkazanç, 2009:263). Küreselleşme sürecinde kimlik ve farklılık vurgusu yapan toplumsal hareketlerin yükselmesinin koşullarını hazırlayan neoliberalizm sürecinde mevcut ve potansiyel kaynaklar kamusal yarar anlayışına göre değil, çok uluslu şirketlerin yararına kullanılmaktadır. Özelleştirmeler, ucuz iş gücü yaratılması, istihdamın kuralsızlaştırılması ve daraltılması, devletin küçültülmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin kârlılık temelinde yeniden örgütlenmesi, sosyal güvencelerin kısıtlanması veya kaldırılması gibi bir dizi uygulama, dünya ölçeğinde derin bir yoksulluğa, dışlanmaya ve marjinalleşmeye neden olmaktadır. Yoksullaşan, dışlanan ve marjinalleş(-tiril)en toplumsal kesimler ise, sistem açısından potansiyel bir tehdit İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 98 A. Fulya Şen oluşturmaktadır. Ancak, yoksulluğu azaltma/ortadan kaldırmayı amaçlayan toplumsal politikalar (işsizlik sigortası, sosyal ödentiler, toplumsal konutlar, ücretsiz ve düşük ücretli sağlık hizmetleri, sübvansiyonlar, v.b.) neoliberalizmin doğasına aykırı olduğundan, bu kesimleri bertaraf edecek yeni yöntemlerin geliştirilmesi gerekmiştir. Böylece, yoksullaşmanın getirdiği sorunlara karşı birincil dayanışma grupları –aile, mahalle, soy grubu, kabile/aşiret, hemşehriler grubu, cemaat, tarikat, v.s.- ve kimlikler bir çözüm olarak sunulmuş ve yoksulların, hayatta kalmanın maliyetini kendi aralarında paylaşmaları öngörülmüştür. Genellikle, yoksulları devşiren bir aidiyet duygusu olarak etnisite, etnik tutunum ve dayanışma, toplumsal maliyeti hafifleten yönüyle neoliberalizm açısından oldukça önemli bir işlevi yerine getirmektedir (Özbudun, 2006: 123-125). Neoliberal politikaların uygulanmasıyla birlikte, toplumun alt katmanlarında bulunan bazı gruplar kapitalist sistemin dışına itilmişlerdir. Toplumsal yurttaşlık kurumunun zayıflamasına neden olan neoliberal ideolojinin sistem dışına ittiği ve sınıf altı olarak adlandırılan bu gruplar, ABD ve Avrupa’da geniş kesimleri oluşturmaktadır. Bu kesimler, modern yurttaşlık kurumunun gerektirdiği medenî, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel haklardan pay alamadıkları ölçüde, ekonomik güçlerini yitirmekte ve geleneksel sınıfsal sistemin dışında kalmaktadır. Bazı halk kitlelerinin bu haklardan yararlanamamasının nedeni, neoliberalizmin özgürlük anlayışıdır. Neoliberalizm için makbul yurttaş, girişimci bireylerdir. Eşitliğin sağlanamadığı yapılarda özgürlük, eşitsizliğin artmasına neden olmaktadır. Özgürlük, ancak toplumsal eşitliğin garanti altına alınması ile mümkündür. Sistem dışına itilen bu kesimlerin, yeniden sistemle bütünleşmesini sağlamak için toplumsal yurttaşlık kavramını yeniden düşünmek gerekmektedir (Kaya, 2006: 109). 1.2. Medyada İşçi Sınıfı Kimliği ve Hegemonyanın Kuruluşu Kitle iletişim kuram ve araştırmalarında eleştirel perspektif içinde yer alan ekonomi-politik yaklaşım, ideolojiye değil, ekonomik temele yaptığı vurguyla kapitalist üretim dinamiklerine yönelirken, ekonomik indirgemeciliğe karşı olarak güçlenen kültürel çalışmalar ise, medyayı toplumsal rızanın kazanıldığı veya kaybedildiği bir mücadele alanı olarak ele almışlardır. Eleştirel kuramlar, temelde Marksizmi referans almışlar, ancak belli noktalarda Ortodoks Marksist görüşlerden ayrılmışlardır. Marx, kültürü ve ideolojiyi üst yapının unsurları olarak görmüştür. Toplumsal gelişmeleri anlamada kültür ve ideolojinin rolü üzerinde düşünen Batılı Marksistler, toplumsal ilişkilerin korunmasında ve yeniden üretilmesinde kültür ve Güz 2011, Sayı:33 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 99 ideolojinin önemli bir rolü olduğunu görmüşlerdir. İşçi sınıfı bilincinin ve ideolojisinin gelişme(me)sinde kapitalist kültürün ve ideolojinin önemine dikkat çeken bu düşünürlere göre, kitle iletişim araçları, kapitalist sınıfın egemen fikir ve görüşlerini topluma aktaran aygıtlardır. Kitle iletişim araçlarını kültürel ve ideolojik aygıtlar olarak gören yaklaşımlar (Frankfurt Okulu, Gramsci, Althusser, İngiliz kültürel incelemeler geleneği ve yapısalcı dil bilim çözümlemeleri), medya içeriklerinin ideolojik yorumunu yapmakta ve medyanın olay ve olguları belirli anlam çerçeveleri içinde biçimlendirdiğini ve böylece egemen sınıfın ideolojisini yaydığını ileri sürmektedir. Buna göre medyanın, olayları ve durumları açıklamak için kimlerin görüşüne başvurduğu, hangi haberleri/kişileri ön plana çıkarırken kimleri geri planda tuttuğu, olayların ve durumların açıklanmasında nasıl bir temsil yöntemini seçtiği, bu yaklaşımların odaklandığı temel sorunsallardır. Günümüzde kitle iletişim araçları, toplumsal yapıların ve pratiklerin oluşturduğu alanın bir parçası haline gelmektedir. İletişim kurumları ve ilişkileri, toplumsal alanı tanımlamakta, siyasal alanın inşasına yardım etmekte ve modern endüstriyel sistemler içinde maddi bir güç oluşturmaktadır (Hall, 1997: 84). Medya içeriği, toplumdaki iktidar ilişkilerinin kabataslak bir haritasını göstermekte ve iktidar, medya aracılığıyla ideolojik düzeyde iktidarını sürdürmektedir. İdeolojik düzey, toplumdaki en yüksek iktidar odakları yararına çalışmaktadır. İdeolojik düzeyde medya, toplumdaki güçlü çıkar gruplarının bir uzantısı olma işlevini yerine getirmekte, egemen ideolojinin yeniden üretiminde ve kontrol sisteminin sürdürülmesinde rutinleri, değerleri ve kurumsal yapıları bir arada tutmaktadır. Medya rutinleri genelde güçlü kaynaklar yararına işlemekte ve ideolojik düzeyde bu güçlü kaynaklar, bireyler olarak değil sınıf olarak kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir (Shoemaker ve Reese, 1997: 102-103). Gelişmiş kapitalist toplumların kültürel ve ideolojik süreçlerini anlamaya yönelik yeni kuramsal çabaların sorduğu temel soru, kapitalizmin nasıl olup da açık bir şiddete ve zorbalığa başvurmadan kitleleri yönetme becerisini gösterebildiğidir. Üretim pratiklerinin yarattığı toplumsal çarpıklıklara rağmen, kapitalizmin, parlamenter demokratik bir siyasal sistem içinde, yönetilen sınıfların onayını nasıl kazandığı sorusuna cevap aranmaktadır. Kapitalizmin istikrar içinde yaşayabilmesi için, yönetilenlerin onayına dayalı, egemen sınıf çıkarlarının üretimini sağlayacak ve kapitalist devletin açık şiddete başvurmasına gerek bırakmayacak bir ideolojik ve politik oluşum gerekmektedir (Üşür, 1997: 26-27). Eleştirel kuramlar, kapitalizmin kültürel ve ideolojik boyutta kendini nasıl yeniden ürettiğini ve yenilediğini çözümlemeye çalışmaktadır. Bu noktada, Marksist İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 100 A. Fulya Şen kuramcıların rıza yaratma ve egemen ideoloji üzerine ortaya koyduğu fikirler, medyanın ideolojik işleyiş biçiminin kavranmasına ışık tutmaktadır. Gramsci’nin hegemonya kuramı, kapitalist devletin zora dayalı iktidarını görünmez kılan iktidar biçimlerini açıklamaktadır. Kurama göre, devlet ve sivil toplum arasındaki ilişki, hegemonya kavramına dayanmaktadır. Hegemonya, belirlenmiş nesnel koşullar ile yönetici grubun gerçek üstünlüğünün bitişme noktasıdır; bu bitişme sivil toplum içinde oluşmaktadır. Gramsci’de sivil toplum, yapısal değil, üst yapısal bir momente aittir ve karşılıklı maddi ilişkileri değil, ideolojik-kültürel ilişkilerin tümünü kapsamaktadır (Bobbio ve Texier, 1982:19,36). Hegemonya, yönetici sınıfın egemenliğinin sürdürme araçlarına gönderme yapmaktadır ve ideoloji hegemonyanın bir aracıdır. Kitle iletişim araçları, yönetici güçlerin toplumsal yapıyı tahakküm altına almalarını ve yönetilenlerin kendi rızaları ile bu sürece katılmalarını sağlayarak, sistemi yeniden üreten ve haklılaştıran bir ortak duyusal değerler ve mekanizmalar üreterek hegemonyacı bir işlev görmektedir (Shoemaker ve Reese, 1997:116). Yapısalcı Marksist kuramcı Althusser’e göre, günümüzde devlet zor kullanmaktan çok ideolojiyi kullanarak yönetileni belli sınırlar içinde tutmaya çalışmakta ve bunun için ideolojik aygıtlarını devreye sokmaktadır. Devletin ideolojik aygıtları, baskı aygıtıyla aynı şey değildir. Marksist teoride devlet aygıtı; hükümet, yönetim, ordu, polis, mahkemeler ve hapishanelerden oluşmaktadır. Devletin ideolojik aygıtları arasında din ve eğitim kurumları, aile, hukuk, değişik partileri içeren siyasal sistem, sendikalar, kültür ve kitle iletişim araçları yer almaktadır. Bu araçların en önemli özelliği, ideolojiyi kullanarak işlemeleridir. Devletin ideolojik aygıtlarının çeşitliliğini birleştiren bu ideolojik işleyiş, egemen ideoloji altında her zaman birliğe sahiptir. Hiçbir sınıf, devletin ideolojik aygıtları üzerinde hegemonyasını kurmadan devlet iktidarını sürdürememektedir (Althusser, 1994:33-36). Althusser, yönetici ideolojiyi düşünceler ve temsiller sistemi olarak tanımlamaktadır. İdeolojide sunulan, insanın yaşamını yöneten gerçek ilişkiler sistemi değil, insanların içinde yaşadıkları gerçek ilişkilere dayalı hayali ilişkidir (Erdoğan ve Alemdar, 2002: 372). İdeoloji, insanların bilinçaltına yönelik bir yapıdır ve bu yapı gerçek dünyayı temsil etmez. Örneğin, zor koşullar altında çalışan Tekel işçileri greve giderek devrimci proleter bir eylem gerçekleştirdiklerini düşünerek ideolojik alanda kendilerini rahatlatırlar. Ancak, gerçek yaşamlarında değişen hiçbir şey yoktur (Güngör, 2011: 196). İngiliz Kültürel Çalışmalar geleneği içinde medya, egemen sınıfın görüş ve düşüncelerini topluma yayan ideolojik bir aygıt olarak görülmektedir. Althusser’in Güz 2011, Sayı:33 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 101 “devletin ideolojik aygıtları” ve Gramsci’nin “hegemonya” kavramsallaştırmasına dayanan bu yaklaşıma göre medya, egemen bakış açısını topluma yayarak işçi sınıfı ve alt kültürler arasında eleştirel bir bakışın gelişmesini engellemektedir. Çünkü medya, gerçeği olduğu gibi göstermemekte, onu yanlış bir şekilde sunarak mevcut eşitsizlikleri ve iktidar yapılarını doğallaştırmakta ve meşrulaştırmaktadır (Yaylagül, 2010: 132). Medya aracılığıyla hegemonyanın kurulması tartışmalarına, eleştirel kuramlar içinde iki farklı bakışı temsil eden kültürel çalışmalar ve ekonomi-politik yaklaşımları farklı açılardan katkıda bulunmaktadır. Kültürel çalışmalar, kültürel pratiklerin ürünü olarak yaşantıyı vurgularken, ekonomik indirgemeciliğe karşı çıkmaktadır. Kültürel süreçlerin analizine odaklanan bu yaklaşım iki koldan gelişmiştir: Birincisi, bir kültürel ve tarihsel uğrak içinde özneye ve metnin iktidarı üzerinde verilen mücadeleye bir yeniden dönüştür. İkincisi ise, toplumdaki grupların ve bireylerin toplumsal pratikleriyle zorunlu ve sürekli olarak kesişen medyanın ideolojik etkisinin ele alınışıdır (Hardt, 1999: 54-55). Kültürel çalışmaların önemli bir temsilcisi olan Hall, ideolojiyi anlamlar çerçevesinde yer alan bir mücadele alanı olarak görmektedir. Hall, ideolojinin kökenlerini bulmaya çalışmak yerine, somut etkilerini betimlemeye çalışmaktadır. İdeoloji özneleri tamamen egemenliği altına almamakta, daha çok egemen ve muhalif ideolojiler arasında bir mücadele sürecine yerleştirmektedir. Sonuçta ideoloji, üretim tarzının saf bir yansıması değildir. Cinsiyete ve ırka ilişkin pratikler de en az ekonomik pratikler kadar temel niteliktedir (Sholle, 1999: 279). İdeolojinin sonuçlarının belli bir tarihsel konjonktürdeki güçler dengesine ve anlamlandırma siyasetine bağlı olduğunu belirten Hall’a göre, iktidar ideolojik iktidardır, yani olayları belli bir yönde anlamlandırma iktidarıdır. Örneğin, her işçiişveren çatışmasının ülkenin ekonomik hayatına ve ulusal çıkara tehdit olarak anlamlandırıldığı bir durumda böylesi anlamlandırmalar, ekonomik nitelikli konuları, işçi-işveren çatışmasını, üretimin sürekliliğini kesintiye uğratan herhangi bir şeyi karalarken; üretimin sürekliliğini koruyan herhangi bir şeyi destekleyen, işverenlerin ve hissedarların genel çıkarlarını koruyan, hükümetlerin grev hakkını sınırlandırmaya veya sendikaların gücünü zayıflatmaya çalışan siyasalarına güven veren ekonomik stratejileri olumlu terimler içinde inşa edecek veya tanımlayacaktır. Bu şekilde yapılan anlamlandırmalar, emek ve sermayeyi birbirine bağlayan bağların, toplumu emek ve sermaye şeklinde bölen rahatsızlıklardan daha güçlü ve meşru olduğu bir toplumda yaşamakta olduğumuz varsayımına dayandırılmaktadır. Burada, söyleme uygun bir özne inşa edilmektedir. Öznesi, işçilere karşı işveren İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 102 A. Fulya Şen olan bir söylem, öznesi kolektif veya biz olan bir söyleme tercüme edilmektedir (Hall, 1999a: 95-96). İşçi-işveren anlaşmazlıklarının bir bütün olarak bu şekilde anlamlandırıldığını ortaya koyan Glasgow Üniversitesi Medya Grubu (GUMG), haber üretim sürecine ve haberin tarafsızlığı üzerine yoğunlaştıkları “Bad News” isimli çalışmalarında medya içeriğiyle ilgili oldukça kapsamlı bir inceleme yapmışlardır. Bu çalışmada, endüstriyel uyuşmazlıklarda şirket yönetimlerinden çok işçi sendikalarının nasıl suçlandığını göstermişler ve televizyon haberlerinin, toplumda işçi sınıfı gibi daha az güçlü gruplara karşı güçlü aktörler lehine ön yargılı olduğunu iddia etmişlerdir. Araştırmacılar, BBC ve ITN’in haber odalarında haber üretim sürecine ilişkin gözlem yapmışlar ve endüstri işçilerinin grevinin haberlere nasıl yansıtıldığını incelemişlerdir. Görüşlerine başvurulan patronlar genellikle stüdyoda konuk edilirken, işçiler ve sendika temsilcilerinin kısa sokak röportajlarıyla konuya dahil edildikleri gözlenmiştir. Greve karşı olanların, destek verenlere oranla, haberlerde daha geniş bir şekilde yer aldıkları saptanmıştır (GUMG, 1976). Buradan çıkan sonuç, anlamlandırma iktidarının yansız bir güç olmadığıdır. Anlamlandırmalar, çekişmeli ve çatışmalı konulara bir güç olarak katılmakta ve sonuçları etkilemektedir (Hall, 1999a: 96). Hall, tahakkümlerin ideolojik zorla değil, kültürel önderlikle sağlandığını, hegemonyanın hukuksal ve meşru zorun yanı sıra tabi sınıfların ve toplumsal grupların aktif rızalarının kazanılması yoluyla başarıldığını belirtmektedir. Tahakküm, dil ve söylem aracılığıyla gerçekleştirilmektedir (1999a: 119). İdeolojinin işlendiği temel ortam dil ve bilinç pratiğidir, çünkü anlam dil yoluyla verilmektedir. Bu şekilde anlam vermek, temel olarak kendimizi, tecrübemizi ve koşullarımızı, zaten nesnelleştirilmiş ideolojik söylemlere ve önceden oluşturulmuş “tecrübe etmeler” dizilerine yerleştirmektir (Hall, 1999b: 208). Hall’a göre anlamlar, yapısalcı işlevselciliğin ve maddeciliğin indirgemeci biçimlerinin öne sürdüğü gibi kökenlerinde içerilmiş değildir. Bunlar, belirli bir toplumsal veya sınıfsal yapının ikinci düzey sonuçları değildir. Öte yandan, anlam, başat paradigmanın görüngübilimsel ve yorumbilimsel dallarının ileri sürdüğü gibi içinde hiçbir iktidarın bulunmadığı ideal-idealist konuşma durumları olan açık konuşmalarda da içerilmemektedir. Anlamlar, tümüyle toplumsal ilişki ve yapılarda içerilmektedir. Belirli kültürel ve siyasal pratikler aracılığıyla çeşitli toplumsal konumlara eklemlenebildikleri, toplumsal özneleri oluşturdukları ve yeniden oluşturdukları ölçüde toplumsal olarak işlev görmekte ve işlemektedir. Anlam, iktidar ilişkilerinin oyun alanının dışında kavramsallaştırılamaz. Bundan dolayı, “medya ideolojiktir.” Güz 2011, Sayı:33 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 103 Başka bir ifadeyle, ideolojik olanın daima kendine özgü toplumsal, siyasal ve kültürel varoluş koşulları bulunmaktadır. İletişim sistemleriyle ilgili bir çalışmayı, toplumda temsil sistemlerinin konumlandırıldığı toplumsal, teknolojik, ekonomik ve siyasal koşulları anlamadan geliştirmenin yolu yoktur ve iletişim kuram ve araştırmasının ideoloji sorunuyla ilgilenmekten kaçınması olanaksızdır (Hall, 1997: 91). Hall, söylemle fazla meşgul olması ve kitle iletişim kuramına katkısının bununla sınırlı kalması yönünden eleştirilmiştir. Stevenson’a göre Hall, ideolojik stratejilerin birleştirici gücünü abartırken, kitle iletişiminin somut ekonomi politiğini sunmayı ihmal etmiş, ekonomi ve devletin kültürel üretimi nasıl şekillendirdiğine ilişkin ayrıntılı bir değerlendirme yapmamıştır. Hall, mülkiyet yapılarının medya içeriğini doğrudan belirlediği düşüncesini göz ardı ederek maddi yapılar ile simgesel biçimler arasındaki ilişkiyi koparmıştır. Hall’un ideoloji ve hegemonya tartışmasındaki bir diğer eksiklik, semiyotiğe olan aşırı ilgisi nedeniyle medyanın nasıl demokratikleştirilebileceğine ilişkin bir analiz sunmamış olmasıdır. Ayrıca, Hall, 1980’lerde egemen olan Thatcherizmin yeni kimlikler eklemleme kapasitesini abartmıştır. Hall’un iddialarının aksine Thatcherizm, siyasal gündemi etrafında hayali bir konsensüs kurmuş değildir. Thatcherizmin ideolojik çekiciliğinden daha önemli olan, siyasal muhalefet arasındaki bölünmeler ve emek piyasasındaki ekonomik değişimler olmuştur. Thatcherizm, vergi indirimleri ve özelleştirilmiş hizmetler aracılığıyla pragmatik biçimde hoş görünürken, yoksulları evrensel yurttaşlık biçimlerine dahil etme girişiminden kademeli olarak vazgeçmiştir. Neoliberalizmin, 1980’ler boyunca süren egemenliği, ideolojikten daha çok ekonomik ve siyasal veçheler içermektedir. Dolayısıyla Hall, Thatcherizmin söylemsel kalıplarına ağırlık vererek diğer analiz düzeyleri konusunda körleşmiş ve fazlasıyla kültürel bir hegemonya açıklaması yapmıştır (Stevenson, 2008: 78-82). Kültürel çalışmaların kültürü ve ideolojiyi özerk olarak değerlendirmesi ve ekonomik determinizmi çözümleme çerçevesinin dışında bırakmasına karşılık, ekonomi-politikçiler ekonomik ve sınıfsal ilişkilerin belirleyici olduğu görüşünü savunmuşlardır. Eleştirel ekonomi politik, iletişimsel etkinliğin, maddi ve simgesel kaynakların eşit olmayan paylaşımı tarafından yapılandırılma tarzıyla ilgilenmektedir. Kültürün eleştirel bir ekonomi politiği için medyanın gelişmesi, şirket menzilinin genişlemesi, metalaştırma ve devlet/hükümet müdahalesinin değişen rolü olmak üzere dört farklı tarihsel sürece özel bir önem atfedilmektedir. İletişimin ekonomi-politiği için temel soru, kültürel üretim ve dağıtım üzerinde kontrol uygulayan güçlerin etkinlik alanlarındaki değişimlerin kamusal alanı nasıl İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 104 A. Fulya Şen sınırlandırdığını veya özgürleştirdiğini araştırmaktır. Bu noktada iki temel konu üzerinde durulmaktadır: Birincisi, bu tür kurumların mülkiyet yapısının ve etkinlikler üzerindeki kontrolünün yarattığı sonuçlardır. İkincisi de devlet düzenlemesi ile iletişim kurumları arasındaki ilişkinin içeriğidir (Golding ve Murdock, 1997: 55-62). Medyanın mülkiyet yapısındaki değişimlerin sonuçlarından biri, medya kurumlarının ait oldukları dev kartellerin etkinliklerini araştırmaktan veya eleştirmekten kaçınmaları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Medyanın mülkiyet yapısındaki değişimler, medyanın hükümetle ilişkilerini de etkilemektedir. Medya kartelleri, hükümet üzerinde popüler bir denetim kaynağı olmaktan çok, devlet üzerinde dolaylı etkide bulunan başat ekonomik güçlerin araçlarından biri haline gelmektedir. Medyanın kapitalizmle bütünleşmesi, sermayeyi destekleyen söylemlerin onaylanması sürecini beraberinde getirmektedir (Curran, 1997: 148149). Ekonomi-politiğin ekonomi ve sınıf temelli yaklaşımının, tüm iktidar yapıları için yeterli bir açıklama getirmediğini belirten Grossberg, özellikle ırk ve cinsiyet gibi kimliklerin kapitalist ilişkilere eklemlenme sürecini sadece ekonomiyle açıklamanın yetersiz kalacağını düşünmektedir (2008: 141). Ekonomi-politik yaklaşımın sınırlılığından bahseden Kellner’e göre ise, medya kültürü kapitalist değerleri kapsayıcı bir biçimde desteklemektedir. Aynı zamanda farklı ırk, sınıf, toplumsal cinsiyet ve toplumsal gruplar arasında yoğun bir mücadele vardır. Kellner, sınıf olgusunun yanında, ırk, cinsiyet gibi diğer toplumsal ilişkilerin de önemli olduğunu, medyanın kültürel hegemonyayı kurma pratiklerine işaret ederek göstermekte; buna göre, medya kültüründeki temsillerin ya sınıf, ırk, cinsiyet imajlarımızın inşasına yardım ettiğini ya da sınıf benzeri olguları sınıfsız toplum düşlemleriyle ve sınıfın pek de hafife alınamayacak biçimde ihmal edilmesiyle izleyicinin görüş alanından bütünüyle silindiğini belirtmektedir (2008: 117, 157). 2. Bulgular ve Değerlendirme 2.1. Haber Başlıklarının Tekel İşçi Eylemine Bakışı Tekel işçi eylemleri 15 Aralık 2009 tarihinde başlamış, eylemin üçüncü günü olan 18 Aralık 2009 tarihinde polis, eylemcilere müdahale etmiştir. Polisin şiddet dozu yüksek müdahalesi kamuoyunda oldukça geniş yankı bulmuştur. Buna göre, 15-19 Aralık tarihleri, Tekel işçi eylemleri dayanışma mitinginin yapıldığı 26 Aralık 2009 tarihi ve 4 Şubat 2010 tarihinde ülke genelinde yapılan genel grev eylemleri, Tekel direnişinin en hareketli ve yoğun gündemleri olarak öne çıkmıştır. Güz 2011, Sayı:33 105 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili Belirtilen tarihlerde üç gazetede toplam 28 haber yer almıştır. Bu haberlerin 10’unun başlığı olumsuz bir tonlama içermektedir. Geriye kalanların 13’ü olumlu, 5’i de nötr bir başlıkla verilmiştir. Ancak, burada dikkatimizi çeken husus, Tekel işçi eylemini olumsuz bir bakışla değerlendiren başlıkların tamamının egemen medyayı temsil eden gazeteler tarafından kullanılmış olmasıdır. Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan 12 haberin tümü ise olumlu başlıklarla verilmiştir. Tablo 1. Haber Başlıklarının Tekel İşçi Eylemine Bakışı Gazete Adı Olumlu Olumsuz Nötr Toplam Hürriyet - 5 4 9 Sabah 1 5 1 7 Cumhuriyet 12 - - 12 Tekel işçilerinin özlük haklarını kazanmak amacıyla 15 Aralık 2009 tarihinde başlattıkları eylemlere ilişkin haberler belirtilen gazetelerde şu başlıklarla verilmiştir: “AKP’nin önü emekçinin eylem yeri” (Cumhuriyet, 16 Aralık 2009) “İşçiden AKP’ye protesto” (Cumhuriyet, 16 Aralık 2009) “Direnişin simgesi oldular” (Cumhuriyet, 19 Aralık 2009) “AKP’nin açılımı emekçiye dayak” (Cumhuriyet, 18 Aralık 2009) “Çalışanlar eylem yaptı, trenler durdu” (Hürriyet, 17 Aralık 2009) “Tekel işçisi suya ve biber gazına boğuldu, destekçi milletvekili de payını aldı” (Hürriyet, 18 Aralık 2009) “AKP’li vekiller biber gazı mağduru işçilerden polis kordonuyla kurtuldu” (Hürriyet, 19 Aralık 2009) “İşçinin sesini biber gazı boğdu” (Sabah, 17 Aralık 2009) “16 TCDD çalışanı için trenler durdu” (Sabah, 17 Aralık 2009) “Polis TEKEL işçisini de vekilleri de ağlattı” (Sabah, 18 Aralık 2009) Yukarıda belirtilen örneklerde, Hürriyet ve Sabah’ın haber başlıklarında pejoratif bir dil kullandığı, Cumhuriyet’in ise işçi eylemlerini destekleyen ifadeler İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 106 A. Fulya Şen seçtiği görülmektedir. Hürriyet Gazetesi’nin başlığında, çalışanların eylem yapması sonucunda trenlerin durması bir tür suçlama iması içermektedir. İşçilerin meşru hakkı olan iş bırakma hakkı burada örtük olarak eleştirilmiştir. Ayrıca, işçi eylemlerine destek vermesinin bir sonucu olarak biber gazına maruz kalan milletvekilinin durumu ise bir tür “hak etme” olarak gösterilmiştir. AKP’li vekilleri işçilerin elinden polis kordonuyla kurtaran bir haber başlığı kurgusu, işçilerin tehlikeli ve zararlı bir grup, milletvekillerinin ise onlardan korunması gereken değerli seçkinler olduğu imalarını içermektedir. Benzer bir yaklaşımı Sabah Gazetesi’nde de görmek mümkündür. Sabah Gazetesi de biber gazını, işçilerin sesini boğmaya yarayacak meşru bir araç olarak göstermiştir. Bu anlayışa göre, işçilerin sesi o kadar çok çıkmıştır ki, bu sesin boğulması ve susturulması şart olmuştur. Trenlerin durması da işçilerin suçu olarak yansıtılmış, grev yapmanın yasal bir hak olduğu göz ardı edilmiştir. Bu haber başlıklarında işçiler, biber gazıyla ve polis kordonuyla kontrol altına alınması gereken, şiddet yanlısı ve tehlikeli bir topluluk olarak ifade edilmiştir. Cumhuriyet Gazetesi ise, işçi eylemlerinin odağına iktidar partisi AKP’yi koymuştur. Bu başlıklara göre, işçileri mağdur eden bu neoliberal politikaların sorumlusu AKP’dir. Tekel işçi eylemi, direnişin bir simgesi haline getirilerek yüceltilmiştir. Tekel işçi eylemine destek olmak amacıyla Türkiye genelinde yapılan grevler ise aşağıdaki başlıklarla sunulmuştur: “İşçiler bugün çalışmıyor” (Sabah, 4 Şubat 2010) “Bir günde 420 işçi 4C’ye geçti” (Sabah, 4 Şubat 2010) “Her yer Ankara, her yer direniş” (Cumhuriyet, 4 Şubat 2010) “Tekel işçisi yalnız değil” (Cumhuriyet, 4 Şubat 2010) “4500 işçi parayı kabul etti” (Hürriyet, 4 Şubat 2010) Tekel işçi eylemlerinin 52. gününde, işçilerin Türkiye genelinde iş bırakma eylemi, gazetelerde yukarıdaki başlıklarla verilmiştir. Hürriyet ve Sabah gazeteleri, eylemlerin gerekçesini görmezden gelerek siyasî iktidarın işçilere sunduğu seçeneklere vurgu yapmış, Cumhuriyet Gazetesi ise Tekel işçilerine verilen kolektif desteği ve eylemin toplumsal vicdandaki meşruiyetini öne çıkarmıştır. Sabah ve Hürriyet gazeteleri, Tekel işçilerinin 4C statüsüne geçmeyi ve kıdem tazminatlarını almayı kabul etmelerine atıfta bulunarak, eylemi kamuoyu nezdinde değersizleştirmeye çalışmış ve Tekel işçilerinin kendileri ile toplumun çeşitli kesimleri arasında bir bölünme ve kopma yaratma eğiliminde olmuştur. Güz 2011, Sayı:33 107 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 2.2. Haber İçeriklerinin Tekel İşçi Eylemine Bakışı Haber metinlerinde de başlıklarla benzer bir görünümün ortaya çıktığı ve egemen anlamların inşa edildiği görülmektedir. Cumhuriyet Gazetesi’ndeki haberlerin tümü Tekel işçi eylemini destekleyen ifadeler içerirken, Hürriyet ve Sabah gazetelerindeki haberlerin çoğunda eylemi değersizleştiren, bağlamından koparan ve sokak çatışmalarına indirgeyen bir anlatım biçimi benimsenmiştir. Hürriyet ve Sabah’ta sadece bir haberde işçi eylemlerine destek veren ifadeler yer almıştır. Bu haberlerde, işçi sendikalarının eyleme verdiği desteğe atıfta bulunulmuş ve eylemin haklılığı sadece bu kesimlerin gözünden anlatılmıştır. Hürriyet Gazetesi’ndeki 26 Aralık 2009 tarihli haberin ilk paragrafı şöyledir: “Özelleştirme nedeniyle iş yerleri kapatılıp özlük haklarıyla başka kamu kuruluşlarına nakledilmek istenen Tekel işçilerine, dün Türk-İş üyesi işçiler, işe 1 saat geç başlama eylemi ile destek verdi. DİSK üyeleri de dayanışma adına iş bırakma eylemine katıldı. İşçilerin İstanbul Kartal’daki Tekel yerleşkesi önünde yaptığı eyleme, kadın ve çocuklar da destek verdi.” Bu haberde, işçi sendikalarının Tekel eylemcilerine sahip çıkarak iş bıraktığı, kadın ve çocukların eylemcilere destek verdiği vurgulanmıştır. Eyleme destek veren özneler olarak, toplumun güçsüz ve edilgen kesimlerini oluşturan kadın ve çocuklar gösterilmiştir. Egemen medya, eylemi destekleyen cümlelerini bu aktörler üzerinden kurmuştur. Tablo 2. Haber İçeriklerinin Tekel İşçi Eylemine Bakışı Gazete Adı Destekleyen ifadeler Eleştiren ifadeler Nötr Toplam Hürriyet 1 4 4 9 Sabah 1 5 1 7 Cumhuriyet 12 - - 12 Tekel işçi eyleminin üçüncü gününde, polisin işçilere gazla müdahalede bulunmasına ilişkin haberler gazetelerde şu ifadelerle verilmiştir: “Polis, Tekel işçilerinin eylemine, üçüncü gün, ‘provokatör var’ gerekçesiyle gazlı müdahalede bulundu… Dün sabah saatlerinde ‘eylemcilerin arasında provokatör’ bulunduğu gerekçesiyle dağılma uyarısında bulunan polis bunun için İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 108 A. Fulya Şen saat 15.00’e kadar süre tanıdı (Sabah, 18 Aralık 2009).” Bu haberde, polisin işçilere gazla müdahalede bulunmasının meşru gerekçesi yaratılmış ve provokatör iddiası üzerinden polisin müdahalesi haklı ve yerinde bir uygulama olarak sunulmuştur. Bu ifadeler, işçi eylemine tam bir karşı duruşu içermektedir. İşçileri potansiyel suçlu ve tehlikeli görme anlayışı, başka bir habere şöyle yansımıştır: “Dört gündür Ankara’da eylemlerini sürdüren Tekel işçileri dün Türk-İş genel merkezi önünde toplandı. Gün boyu sokaklarda bekleyen işçilerden habersiz olan Ak Parti Genel Başkan Yardımcıları Abdülkadir Aksu ve Necati Çetinkaya ile eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, öğle saatlerinde genel merkeze üç saat yakındaki bir ofise gitti. İşçilerin bir bölümü söz konusu binanın önünde çıkışlarını bekledi. Yaklaşık 45 dakika binada kalan Aksu, Çetinkaya ve Coşkun çıkışlarında işçilerin tezahüratlarıyla karşılaştı... Aksu, Çetinkaya ve Coşkun, polislerin yoğun gayretiyle makam araçlarına binerek uzaklaştırıldı (Hürriyet, 19 Aralık 2009).” Bu anlatımlar, egemen medyanın işçilere yönelik algısını açıkça ortaya koymaktadır. İktidarın temsilcileri her şeyden habersiz, masum ve korunması gereken önemli aktörler, işçiler ise şiddet eğilimli saldırganlar olarak sunulmuştur. Sol muhalif basını temsil eden Cumhuriyet Gazetesi ise aynı eylemi toplumsal yurttaşlık hakları çerçevesinde yorumlamış ve destekleyen bir perspektifle haber yapmıştır: “Haklarını savunmak için aşırı soğuk altında üç gündür eylem yapan TEKEL işçileri, üzerlerine tazyikli su ve gaz sıkılarak dağıtıldı, sürüklenerek gözaltına alındı. Polisin sert müdahalesinden milletvekilleri de etkilendi (Cumhuriyet, 18 Aralık 2009).” Bir sonraki gün aynı gazetede baş sayfadan verilen haber şöyledir: “Ankara’da 4 gündür eylem yapan TEKEL işçilerini ne gaz, ne basınçlı su, ne soğuk hava ne de yağmur yıldırdı. İşçiler soğuk havaya karşın dün de direnişlerini sürdürdü (Cumhuriyet, 19 Aralık 2009).” Bu ifadelerde işçilerin mağduriyeti ve hak arayışı dile getirilmiş, işçilerin gücüne ve kararlılığına vurgu yapılmıştır. Bu haberlerin bakış açısına göre işçiler, polisin sert müdahalesine maruz kalan ve ekonomik haklarını arayan emekçi yurttaşlardır. Tekel işçilerine destek olmak amacıyla yurt genelinde 4 Şubat 2010 tarihinde gerçekleştirilen bir günlük iş bırakma eylemi de egemen medya tarafından olumsuz bir bakış açısıyla haber yapılmıştır. Sabah Gazetesi eylemi şu ifadelerle vermiştir: “Tekel işçilerine destek olmak için 5 konfederasyonun gerçekleştirdiği bir günlük iş bırakma eylemlerine İstanbul ve Ankara’da sınırlı katılım oldu. İzmir’de ise hayat büyük oranda durdu. Başbakan Erdoğan, eylemi ideolojik olarak nitelendirdi Güz 2011, Sayı:33 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 109 (Sabah, 5 Şubat 2010).” Bu haberde, işçilerin bir günlük iş bırakma eylemi, Ankara ve İstanbul’da sınırlı katılım vurgusuyla önemsiz hale getirilmiş ve iktidar sahibi olarak Başbakan’ın gözünden yorumlanmıştır. Başbakan’ın eylemi ideolojik olarak nitelendirmesine yapılan bu atıf, egemen güçlerin durum tanımlarını yansıtmakta ve eyleme verilen kamuoyu desteğini kırarak eylemin meşru temellerini zayıflatmaktadır. Tekel işçi eyleminin ve işçi sınıfı kimliğinin Hürriyet, Sabah ve Cumhuriyet gazetelerindeki temsilinde haberlerin veriliş yeri, basın organlarının yaklaşımını göstermede önemli bir veri sunmaktadır. Sabah’ta sadece iki haber, Hürriyet’te ise bir haber birinci sayfadan ve devamı iç sayfalardan verilirken, Cumhuriyet’teki haberlerin tamamı hem birinci sayfadan hem de iç tam sayfalardan verilmiştir. Haber metinlerinde durum tanımlayıcısı ve haber kaynağı olarak görüşlerine yer verilen aktörlerin kimlerden seçildiği haberin ideolojik inşasında önemli bir göstergedir. Hürriyet ve Sabah gazeteleri haber içeriklerini oluştururken egemen sınıfı temsil eden iktidar ve sermaye seçkinlerinin görüşlerine ve sözlerine yer vermiş, eylemi bu çerçeveden tanımlamıştır. Ancak, Hürriyet’te sendika temsilcilerinin sözlerinin aktarıldığı iki haber yapılmıştır. Cumhuriyet Gazetesi ise, eylemi ve işçi sınıfını, tamamen işçilerin ve sendika temsilcilerinin gözünden görmüştür. Haber metinlerinde, iktidar seçkinlerinin sözleri ve görüşleri eleştirel bir üslupla aktarılmış, haberin temel öznesi olarak işçiler ve onların mücadeleleri öne çıkarılmıştır. Egemen (ana akım) medyayı temsil eden gazetelerde olaylara ve aktörlere ilişkin bağlam bilgisi verilmemiş, olaylar bu bilgilerle ilişkilendirilmek yerine sonuçlarıyla değerlendirilmiştir. SONUÇ Günümüzde ulus-devlet içinde anlamını bulan ekonomik-toplumsal haklar temelindeki yurttaşlık kavrayışının heterojen toplumların siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarına cevap veremediği görüşünü savunan ve kültürel kimlikleri ön plana çıkaran anlayış, sınıfın artık kimlik inşasında ve toplumsal dönüşüm sürecinde öneminin azaldığı tezine dayanmakta, böylece küresel kapitalizmin yarattığı eşitsizliklere meşruiyet kazandırmaktadır. Sınıf hareketini geri plana iten ve tikelliğe/farklılığa vurgu yapan kimliğe/kültüre dayalı politikalar, toplumlar üzerindeki ayrıştırıcı etkiler yaratmakta, sınırlı ve parçalı bir demokrasi anlayışına hizmet etmektedir. Haber üretiminde sınıf perspektiflerine yönelik yanlılığı ve egemen medyanın sınıf kimliğini dışlama eğilimini ortaya koymayı İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 110 A. Fulya Şen amaçlayan bu çalışmada, haber inşa sürecinde ideolojinin etkisi gösterilmeye çalışılmıştır. Haberdeki anlam üretiminin temel bağlamı, kapitalist sistem ve sınıflı toplum yapısıdır. Dolayısıyla, medya içeriği, toplumdaki iktidar ilişkilerinden bağımsız değildir. Bu çalışmada, egemen medyanın, işçi kesiminin ekonomik haklarını ve hak arama biçimlerini demokrasi çerçevesinin dışında tuttuğu ve toplumdaki iktidar odaklarının hegemonyacı söylemlerini yeniden ürettiği sonucuna ulaşılmış; sınıfsal boyutu olan protesto eylemlerini değersizleştirme, marjinalleştirme ve şiddet kavramıyla çerçeveleme eğiliminde olduğu görülmüştür. Kapitalist sistemin yarattığı eşitsizlik sorununun, köklü bir çözüm getirmeyen kimlik politikaları yerine, ortak haklar temelinde bütüncül bir politika izleyerek çözülmesi toplumsal adaletin sağlanması açısından yeni bir başlangıç olacaktır. Sınıf dışı ideolojiler ile buna dayanan çatışmaların, neoliberal politikalarla eş zamanlı olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, kimlik siyaseti, bölüşüm siyasetine izin vermemektedir. Medya, sınıf kimliğini haber üretim sürecinin dışında bırakmakta ve yurttaşın eleştiri yapabilme kapasitesini geliştirmesine olanak vermemektedir. Üretim ilişkilerine ve sürecine ilişkin bilgiden yoksun bırakılan bir yurttaşlık kurgusunda özgürlükten ve demokrasiden söz etmek mümkün değildir. KAYNAKÇA Althusser, L. (1994). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Yusuf AlpMahmut Özışık, İletişim Yayınları, İstanbul. Balibar, E. ve Wallerstein, I. (2000). Irk, Ulus, Sınıf, Metis Yayınları, İstanbul. Baudrillard, J. (2004). Tüketim Toplumu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Bobbio, N. ve Texier, J. (1982). Gramsci ve Sivil Tolum, Çev. Arda İpek, Kenan Somer, Sevinç Matbaası, Ankara. Cangızbay, K. (2000). Komprador Rejimin Anatomisi, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara. Castells, M. (2006). Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, İkinci Cilt: Kimliğin Gücü, Çev. Ebru Kılıç, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Curran, J. (1997). “Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme”, Medya, Kültür, Siyaset, Der. Süleyman İrvan, Ark Yayınları, Ankara. Çelik, S. K. (2001). “Yabancılaşmadan Ötekileşmeye:Kültürel Bir Hegemonyanın Kuruluş Biçimleri”, Praksis (4), s.144-184. Güz 2011, Sayı:33 Kültürel Kimlikler Karşısında Sınıf Kimliği ve İşçi Sınıfı Kimliğinin Medyada Temsili 111 Erbaş, H. ve Coşkun, M.K. (2007). “Sınıf Kimliğinden Kültürel Kimliğe: Fark/Kimlik Politikalarının Yükselişi”, Fark/Kimlik-Sınıf, Der: Hayriye Erbaş, EOS Yayınları, Ankara. Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2002). Öteki Kuram, Erk Yayınları, Ankara. Fraser, N. (2000). “Rethinking Recognition”, New Left Review 3, May-June 2000, p.107-120. Fraser, N. (1998). “From Redistribution to Recognition? Dilemmas of Justice in a Post-Socialist Age”, Theorizing Multiculturalism: A Guide to the Current Debate, Ed. Cynthia Willet, Blackwell Publishers Ltd, UK. Glasgow University Media Group (1976). Bad News, Routledge&Kegan Paul Ltd., London. Golding, P. ve Murdock, G. (1997). “Kültür, İletişim ve Ekonomi Politik”, Medya, Kültür, Siyaset, Der. Süleyman İrvan, Ark Yayınları, Ankara. Gray, J. (2004). Post-Liberalizm, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara. Grossberg, L. (2008). “Kültürel Çalışmalar Ekonomi Politiğe Karşı: Bu Tartışmadan Başka Sıkılan Var mı?”, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar , Sevilay Çelenk (Derleyen), De Ki Yayınları, Ankara. Güngör, N. (2011). İletişim: Kuramlar ve Yaklaşımlar, Siyasal Kitabevi, Ankara. Hall, S. (1997). “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Medya, Kültür, Siyaset, Der. Süleyman İrvan, Ark Yayınları, Ankara. Hall, S. (1998). “Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik”, Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sistemi, Der: Anthony D. King, Çev: Ümit Hüsrev Yolsal, Gülcan Seçkin, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara. Hall, S. (1999a). “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü”, Medya, İktidar İdeoloji, Der. Mehmet Küçük, Ark Yayınları, Ankara. Hall, S. (1999b). “Kültür, Medya ve İdeolojik Etki”, Medya, İktidar İdeoloji, Der. Mehmet Küçük, Ark Yayınları, Ankara. Hardt, H. (1999). “Eleştirelin Geri Dönüşü ve Radikal Muhalefetin Meydan Okuyuşu: Eleştirel Teori, Kültürel Çalışmalar ve Amerikan Kitle İletişimi Araştırması”, Medya, İktidar İdeoloji, Der. Mehmet Küçük, Ark Yayınları, Ankara. Harvey, D. (2001). “Sınıf İlişkileri, Sosyal Adalet ve Farklılık Politikası”, Çev. Sinan Kadir Çelik ve Ayça Atikoğlu, Praksis (2), s.173-203. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 112 A. Fulya Şen Kaya, A. (2006). “Yurttaşlık, Azınlıklar ve Çokkültürcülük”, (İçinde) T.H. Marshall-Tom Bottomore, Yurttaşlık ve Toplumsal Sınıflar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Kellner, D. (2008). “Ayrımın Üstesinden Gelmek: Kültürel Çalışmalar ve EkonomiPolitik”, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar , Sevilay Çelenk (Derleyen), De Ki Yayınları, Ankara. Laclau, E. ve Mouffe, C. (1990). Hegemony & Socialist Strategy, Verso, LondonNew York. Marshall, T.H. ve Bottomore, T. (2006). Yurttaşlık ve Toplumsal Sınıflar, Çev. Ayhan Kaya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Miliband, R. (1989). “Sınıf Siyaseti”, Birikim, Sayı:5, s.28-31. Oğuz, Ş. (2011). “Tekel Direnişinin Işığında Güvencesiz Çalışma/Yaşama: Proletaryadan ‘Prekarya’ya mı?”, Mülkiye Dergisi, Cilt:XXXV, Sayı: 271, s.7-24. Özbudun, S. (2006). “Etnik Kimlik Tartışmaları ve Toplumsal Sermaye”, Avrupa Birliği ve Çokkültürcülük Yalanı, Sibel Özbudun-Temel Demirer, Ütopya Yayınevi, Ankara. Özkazanç, A. (2009). “Toplumsal Vatandaşlık ve Neo-Liberalizm Sorunu”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 64-1, s.247-274. Pietsch, C. (2007). “Sınıf, Milliyetçilik ve Kimlik Politikaları”, Fark/Kimlik-Sınıf, Der. Hayriye Erbaş, EOS Yayınları, Ankara. Sholle, D. (1999). “Eleştirel Çalışmalar: İdeoloji Teorisinden İktidar/Bilgiye”, Medya, İktidar İdeoloji, Der. Mehmet Küçük, Ark Yayınları, Ankara. Shoemaker, P. ve Reese, S.D. (1997). “İdeolojinin Medya İçeriği Üzerine Etkisi”, Medya, Kültür, Siyaset, Der. Süleyman İrvan, Ark Yayınları, Ankara. Stevenson, N. (2008). Medya Kültürleri, Sosyal Teori ve Kitle İletişimi, Ütopya Yayınevi, Ankara. Tutal, N. (2005). Küreselleşme, İletişim, Kültürlerarasılık, Kırmızı Yayınları, İstanbul. Üşür, S.S. (1997). İdeolojinin Serüveni, İmge Kitabevi, Ankara. Yaylagül, L. (2010). Kitle İletişim Kuramları, Dipnot Yayınları, Ankara. Zizek, S. (2001). “Çokkültürcülük ya da Çokuluslu Kapitalizmin Kültürel Mantığı”, Çev. Tuncay Birkan, Defter, Yıl: 14, Sayı: 44, s.145-175. Güz 2011, Sayı:33 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- YEREL TELEVİZYON İZLEME ALIŞKANLIKLARI VE MOTİVASYONLAR: KONYA ÖRNEĞİ Kadir CANÖZ* ÖZET Günümüzde televizyon izleme alışkanlıkları ve motivasyonları ile ilgili çalışmalar giderek önemini artırmaktadır. Bu çalışmalar genelde ulusal televizyonlar üzerine yoğunlaşmakta yerel düzeydeki araştırmalar sınırlı kalmaktadır. Ancak ülkemizdeki yerel televizyonların sayısı ve izleyicilerinde belirgin bir artış görülmektedir. Bu artış ise, yerel televizyon izleme alışkanlık ve motivasyonları konusuna eğilmeyi gerektirmektedir. Böylesi bir ihtiyaçtan ortaya çıkan bu çalışma da, kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı temel alınarak Konya’daki yerel televizyon izleme alışkanlık ve motivasyonları araştırılmıştır. Konya merkez ilçeler ve mahallelerde yaşayan yerel televizyon izleyicisi 553 katılımcıdan, alan araştırması ile elde edilen verilere göre; insanların televizyon izlemelerinde 3 motivasyon belirlenmiştir. Bunlar önem sırasına göre; Boş Zamanları Değerlendirme-Rahatlama ve Eğlence, Rehberlik ve Sosyal Etkileşim ile Bilgi Arama faktörleridir. Katılımcıların cinsiyeti, eğitimi, mesleği ve medeni durumu; televizyon izleme motivasyonlarını ve televizyon izleme süresini belirleyen temel değişkenler konumundadır. Anahtar Kelimeler: Medya, kitle iletişim, yerel televizyon, izleyici, kullanımlar ve doyumlar. THE HABITS OF WATCHING LOCAL TELEVISION CHANNELS AND MOTIVATIONS: THE EXAMPLE OF THE CITY OF KONYA ABSRTACT Academic studies on the habits of watching TV and their motivations have been increasing their importance day by day. These sort of studies are usually focusing on national TV channels and similar studies on local Tv channels are rather limited. However, the number of local TV cahannels and their audience have been observed to be increased recently in our country. So this meaningful increase deserves to be paid a great deal of attention. In this study which emerged from that kind of need, the habits of watching local TV channels and motivations behind them on the people living in the city of Konya were strictly researched on the basis of the approach of “uses and satisfactions.” In this work, people’s habits of watching local TV channels and their motivations were researched at full length. According to the data which were obtained from 553 participants who live in the central townships and surrounding districts of Konya through a field survey, those people’s three important motivations in watching local TV channels were clearly determined. They are subsequently as follows: Filling their free time with a useful activity, relaxing and entertainment; Guidence and social interaction with Factors of looking for information. At the end of the survey it was obviously understood that the basic factors which affect the motivation and duration of watching TV are the participants’ gender, level of education, occupation and marital status. Keywords: Media, mass communication, local television channel, audience, uses and satisfaction. * Yrd. Doç. Dr Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü. İletişim 2003/18 K. Canöz 114 GİRİŞ Sanayi devrimi üretimde bolluğa, şehirleşmeye, kitleselleşmeye ve bireylerin topluluklar içerisinde yalnızlaşmasına sebep olurken, sosyal yaşantıda da önemli değişimlere neden olmuştur. Özellikle küçük yerleşimlerde/köylerde yaşayan kişilerin karar vermelerinde etkin olan komşular, akrabalar, arkadaş grupları gibi birinci dereceden referans kaynaklarının yerini gazete, dergi, televizyon ve internet gibi kitle iletişim araçlarının almasını sağlamıştır. İnsanların hemen her türden kararında etkili olan kitle iletişim araçları günümüz toplumunda; haber ve bilgi verme, eğitim, eğlendirme, toplumsallaştırma, güdüleme, tartışma ortamı hazırlama, kültür geliştirme ve bütünleştirme (Kaya, 1985:15-16) işlevlerini yerine getirme görevlerini üstlenmiştir. Öyle ki artık, günlük modadan yeme-içme alışkanlıklarına, boş zaman değerlendirmelerinden çalışma şekillerine, eğlenceden siyasi oy verme davranışına kadar birçok alan onlar tarafından düzenlenir olmuştur. Kitle iletişim araçlarının toplumu şekillendirdiği, yönlendirdiği gerçekliği 19. yüzyıldan itibaren sosyal bilimciler tarafından kabul edilen bir gerçeklik olmakla beraber, toplumların/kişilerin bu araçları değişik amaçlarla kullandıkları fikri de gelişmeye başlamıştır. Yani “toplumun ve onu oluşturan bireylerin kitle iletişim araçlarını niçin kullandıkları?” sorusu bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Daha spesifik olarak söylenecek olursa “insanlar kitle iletişim araçlarını hangi amaçla kullanmaktadırlar?” sorusu kendisini hissettirmiştir. Kitle iletişim araçlarının kullanımıyla ilgili oluşan soruya cevap, Elihu Katz tarafından 1940’lı yıllarda keşfedilip 1970’li yıllarda ilk defa ismi konan, “Kullanımlar ve Doyumlar” yaklaşımıyla verilmiştir. İnsanların medyayı kendi yararlarına kullandığını ifade eden bu yaklaşım, Katz, Blumler ve Gurevitch tarafından zaman geçtikçe de sürekli geliştirilmiştir. Bu araştırmacılar, medyayı kullanım amacının, medya seçimi ve kullanımında etkin rol oynadığını belirtmişlerdir (Rossi, 2002). İzleyicilerin, kitle iletişim araçlarını etkin bir şekilde kullandığını savunan Kullanımlar ve Doyumlar yaklaşımı; önceki geleneksel, insanları pasif kabul eden ve medyanın izleyiciye ne yaptığı üzerinde duran iletişim araştırmalarının aksine (Çakır ve Çakır, 2010:47), işlevselci gelenekten geliştirilmiş olan bir tipolojiyle, insanların medyayı ne amaçla kullandıkları sorusunu, bu etkinliği, insanların faal olarak katıldığı bir süreç olarak tanımlayarak cevaplamıştır (Mutlu, 1999:81). Bu yaklaşım kullanıcıların, medya içeriğini bazı doyumlara ulaşma ya da bazı Güz 2011, Sayı:33 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 115 ihtiyaçları gidermede kullanmaları üzerine yoğunlaşmaktadır. İzleyicilerin medyayı takip etme/kullanma nedeninin ise, büyük oranda onların ihtiyaçları ve bilgileri doğrultusunda gerçekleştiğini belirtmektedir (McQuail ve Windahl, 1993:110). Katz’ın ortaya attığı ve daha sonra diğer araştırmacılarla geliştirdiği bu yaklaşımın beş temel varsayımı vardır (Katz, Blumler ve Gurevitch, 1974:21-22): 1-İzleyici Aktiftir: İzleyicinin medya kullanımı büyük oranda kendi amacını gerçekleştirmeye yönelik olmaktadır. 2-İzleyici İnisiyatif Sahibidir: Kitle iletişim sürecinde ilk adım genellikle izleyiciden gelir. Kitle iletişim araçları bireyleri kullanmaz, bireyler kendi gereksinimlerini karşılayacak doğrultuda kitle iletişim araçlarını ya da içeriklerini seçerek kullanırlar. 3-Medya Tek Doyum Kaynağı Değildir: Medya dışında insan ihtiyaçlarını tatmin edebilecek alternatif kaynaklar vardır ki, medya onlarla rekabet içerisine girer. Kitle iletişimi kurmak gereksinimlere hizmet eder. Ancak insanların gereksinimleri çok çeşitli olduğundan medya tüketimi her gereksinimi eşit biçimde karşılamaz. O yüzden gereksinimlerin doyurulmasında medyanın rolü ile ilgili bir bakış açısı, gereksinimleri doyurmada kullanılabilecek farklı, daha eski, geleneksel diğer fonksiyonel alternatifleri de hesaba katmalıdır. 4-İnsanlar Motivlerinin ve Gereksinimlerinin Farkındadır: İnsanlar kendi ilgilerinin ve motivlerinin farkındadır. Anlaşılır sözel formülasonlar içinde bu ilgi ve motivleri ile karşılaştıkları zaman onları tanıyabilirler. Bu yüzden kitle iletişim araçlarının kullanım amaçları ile ilgili veriler doğrudan izleyiciden elde edilir. 5-İzleyici Yönelimleri Araştırılırken, Medyanın Kültürel Önemi Hakkındaki Değer Yargıları Göz Ardı Edilmelidir: İzleyici yönelimleri onların sahip oldukları kavramlar üzerinden keşfedilirken, kitle iletişiminin kültürel önemi/anlamı hakkında değer yargılarının askıya alınması gerekmektedir. Çünkü medyayı izleme kararı veren izleyiciler bireysel davranmakta ve kendi ihtiyaçlarını tatmin noktasında tercihte bulunmaktadır. Öte yandan Katz’a göre medya aracılığıyla bireylerin giderdiği ihtiyaçlar beş gruba ayrılmaktadır (aktaran Gülnar ve Balcı, 2011:29-30): -Bilişsel İhtiyaçlar: Bilgi, kanaat ve anlayışı güçlendirme ile ilgili ihtiyaçlar -Duyuşsal İhtiyaçlar: Estetik, zevk veren duygusal deneyimleri güçlendirme ile ilgili ihtiyaçlar İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi K. Canöz 116 -Bilişsel-Duygusal İhtiyaçlar: Güvenilirliği, kendine güveni, istikrarı ve mevcut durumu güçlendirmeyle ilgili ihtiyaçlar bu sınıftadır. Bu ihtiyaçlar bilişsel ve duyuşsal unsurların bir araya gelmesiyle oluşur ve bütünleştirici olarak nitelenebilir. -Bütünleştirici İhtiyaçlar: Aileyle, arkadaşlarla ve dünya ile bağlantıyı güçlendirme ile ilgili ihtiyaçlar bütünleştirici ihtiyaçlar olarak nitelenmektedir. Bu ihtiyaçlar ayrıca bütünleştirici bir işlevin yerine getirilmesini sağlayabilir. -Kaçış İhtiyacı: Gündelik hayatın sıkıntılarından kaçışla ya da gerilimden kurtulma isteği ile ilgili ihtiyaçlardır. Bu kaçış doğrudan bireyin kendisinden uzaklaşma şeklinde olabileceği gibi sosyal rollerinden uzaklaşma biçiminde de olabilir. Kitle iletişim araçlarından televizyonun yaygınlaşması ve toplumun her kesimini etkileyebilen bir güce ulaşması iletişim araştırmacılarının ilgisinin televizyona yönelmesine neden olmuştur. Son 30-40 yıllık zaman aralığında kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı çerçevesinde yapılan çalışmalara bakıldığında da araştırmaların çoğunun televizyon üzerine odaklandığı dikkati çekmektedir. İşte kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı temel alınmak suretiyle Konya örneğinde yürütülen bu araştırma; insanların yerel televizyon izleme alışkanlıkları ve motivasyonlarını belirlemeyi amaçlamaktadır. 1. Toplumsal Yaşamda Yerel Medya Günümüz toplumlarında “tek bir basın-yayın kuruluşu tarafından aynı isimle tek bir yerleşim biriminde basılan ya da yayınlanan ve yalnızca o yerleşim biriminde dağıtılan ya da izlenen gazete, dergi, bülten, radyo ve televizyon yayınlarına” verilen isim olan yerel medya (Altun, 2005:79-80); 5187 Sayılı Basın Kanunu’nun 2. Maddesi’nde, “tek bir yerleşim biriminde yayımlanan süreli yayınlar ile haftada bir veya daha uzun aralıklarla yayınlanan yaygın ve bölgesel yayınlar” (Basın Kanunu, 2004) şeklinde tanımlamaktadır. Genellikle yerel konuların ele alındığı, yerel kültürün önemli yer kapladığı, yerel bilgi gereksiniminin karşılandığı (Arslan ve Yılmaz, 2007:84) ve yayınlandığı coğrafyadaki insanlara yönelik olan yerel medyanın, toplumsal yaşamda yerine getirdiği bir takım işlevleri vardır. Bunlar: -Yöneten ve yönetilen ilişkisinde kamu hizmetlerinin halka doğru ve eksiksiz bir biçimde duyurulmasını sağlamak Güz 2011, Sayı:33 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 117 -Halk adına yönetenlerin denetimini yapmak -Kamuoyu oluşumunu sağlamak -Yerel yönetim ile yurttaşlar arasında köprü olarak bir iletişim kanalı olmak, -Kentlilik bilincinin, toplumsal sorumluluk bilincinin yerleşmesine yardımcı olmak (Gezgin, 2007: 178-179). -Yerel kültürlerin devamlılığını sağlamak (Arslan ve Yılmaz, 2007:84), -Sosyo-ekonomik gelişime katkı sağlamak, -Toplumsal demokrasinin gelişmesini sağlamak, -Toplumsal konularda veya toplum için önem taşıyan durumlarda toplumsal seferberliği başlatıp yönetmek (Kalender, 1999: 59), -Ulusal çaptaki sermayenin basını ele geçirip yayında tekel oluşturmasını engellemektir. Kamu hizmetlerinin halka doğru ve eksiksiz duyurulması; yerel yönetimlerin kendisini halka doğru aktarabilmesi ve uygulamada ortaya çıkabilecek olan sorunların önlenmesi anlamına gelmektedir. Yerel basın bu işleviyle kamu hizmetini yerine getirirken aynı zamanda toplumsal barışa ve demokrasiye de katkıda bulunmaktadır. Belirli dönemler için iş başına gelen yerel yönetimler, günümüz demokratik toplumlarında sadece karar alıp uygulayan merciler olarak kabul edilmemekte aynı zamanda almış oldukları karar ve uygulamaları halka aktarması gereken yerler olarak da kabul edilmektedir. Ortaya çıkan bu anlayıştan dolayı halkın desteğini alamayan yönetimlerin kısa ömürlü, başarısız ve bir sonraki seçimde yeniden işbaşına gelememesi kaçınılmaz son olarak görülmektedir. Halkın gözü kulağı olduğu kadar yerel yönetimin de dili olan yerel basın (Girgin, 2001:161162), halkı bilgilendirme hususunda sorumluluk hisseden yerel yönetimlerin dışa açılan penceresi olmaktadır. Yönetimi kullananların yönetilenler üzerinde her türlü isteklerini gerçekleştirmeleri ve onlardan asla etkilenmemeleri düşünülemez. İktidar gücünü kullananların eylemleri yönetilenlerin tutum, davranış ve genel özellikleri tarafından sınırlandırılmaktadır (Dursun, 2004:118). Bu sınırlamanın denetimi ise halk adına görev üstlenen basın tarafından yapılmaktadır. Bu çerçevede yerel kamuoyunu oluşturma gücünü elinde bulunduran yerel basın, karar alma ve uygulama gücüne sahip yerel yönetimlerin keyfi kararlar alıp uygulamasını veya sorumluluğu altında bulunan görevleri ihmal etmesini halk adına denetlemekte; yaptıkları ve yapacakları İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 118 K. Canöz işlemlerin kanunlara, geleneklere, topluma, ekonomiye, insanlığa ve uluslar üstü oluşumlara uygun hale gelmesini sağlamaktadır. Toplumsal bir sorun karşısında insanların genelinde oluşan tutum veya kanaatler olan kamuoyu, “ortak bağlarla birbirine bağlı bireylerden oluşan bir kümenin üyelerince belirtilen kişisel kanıların tümü” (Mıhçıoğlu, 1986:41) olarak tanımlanmaktadır. Belirli bir yerleşim biriminde yaşayan insanlar da yerel kamuoyunu oluşturan unsurlar olmaktadır. Bunlar arasındaki bireysel çıkarlar birbiri ile yakın ilişki içindedir. Bu nedenle de ortaya çıkaracakları tepki veya ortak ses de o düzeyde güçlü olabilmektedir (Vural, 1996:1060). Yerel basın ise, kadrosunun niteliğine de bağlı olmak kaydıyla bu güçlü ortak sesin uyandırılmasında ve genel kanaate dönüştürülmesinde ateşleyici, toparlayıcı ve gündem devamlılığını sağlayıcı işlevleri yerine getirmektedir (Vural, 1999:142-146). Bu sayede halkın çoğunluğunun konu hakkındaki istekli, tepkili ve zorlayıcı fikri yerel yönetimlere iletilerek dikkate alınma zorunluluğu yaratılmaktadır. Yerel yönetim ile yurttaşlar arasında bir iletişim kanalı olan yerel basın, yerel halkla ve yerel yönetimle aynı çevreyi paylaşıp aynı hayatı yaşadığı için her türlü gelişmeye çok daha yakın olmakta ve yönetimle, yöre halkını daha iyi algılayabilmektedir. Yerel halkın istek ve beklentilerini yönetime, yönetimin istek ve beklentilerini de halka ulaştırmaktadır. Bu sayede hem yönetim hem de halk kendi sorunlarını, gelişmelerini ve çözüm önerilerini görmekte; her şeyi daha yakından izlemekte, sorunların temelindeki nedenleri bilmekte ve ortak çözüm önerileri geliştirmektedirler. Demokrasinin temel dayanak noktalarından olan “katılım” konusunda yerel basın, bireyleri, toplumun sorunlarına katılmasını kolaylaştırabilecek mekanizmaları geliştirebilmektedir. Bu amaçla yapmış olduğu yayınlarda “biz” duygusu sürekli vurgulanarak beslenmekte, hemen her şeyin kişisellikten ziyade “bizim” için olduğuna işaret edilmektedir. Farklı dünya görüşlerinden ve farklı yaşam tarzlarından insanlar yerel medyanın ortaya koymuş olduğu bu idealler altında bir araya getirilirken; bulunulan mekanda farklı görüşlerin birbirini anlaması ve eleştirmesi için de gereken forum sağlanmış olmaktadır (Bekiroğlu, 2008:136). Yerel politikacıları ve onların icraatlarını haber yaparak halkı, yerel siyasal yaşama ait gündemdeki konulardan haberdar eden yerel basın (Turan, 2011:179), bu işleviyle toplumsal demokrasinin gelişmesine önemli katkıda bulunmaktadır. Yerel basının bilgilendirmesi doğrultusunda, demokrasinin en önemli unsurlarından bir tanesi olan oy kullanma fonksiyonu, yerel halk tarafından yerine getirilmekte ve bu Güz 2011, Sayı:33 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 119 noktada yerel basın, demokratik sürecin sağlıklı işlemesine katkıda bulunmaktadır. Keane’de (1999:164), demokrasinin asıl üstünlüğünün, belirli kararlardan etkilenen yurttaşlara, bu kararların niteliği ve istenmeyen sonuçları hakkındaki yargılarını “yeniden gözden geçirebilme” olanağı vermesinde yattığını belirtmektedir. Yerel basının demokrasi açısından bir başka işlevi yerel kültürlerin devamlılığını sağlamak, yeni kültürleri ve kültürel gelişmeleri duyurmasıdır. Ulusal kültürün haricinde, yaşanılan bölgeler itibariyle yerel kültürlerin varlığı bir gerçekliktir. Ulusal basın da, bu yerel kültürlere ayrıntılı olarak yer verilmesi her zaman mümkün olmamaktadır. Oysa yerel basın, yerel kültürün tanıtılmasında ve gelecek kuşaklara aktarılmasında çok önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Bu bağlamda yerel basın, demokratik toplumlarda kitle iletişim araçlarının üstlenmiş olduğu devamlılık fonksiyonuna hizmet etmekte ve demokrasinin gelişmesine katkıda bulunmaktadır (Kalender, 1999:58). İletişimi grubun dünya görüşüne göre biçimlendiren güvenilir kaynağa kanaat önderi denilir. Kanaat önderleri, konumları ile ilgili iletişim içeriğini seyreder, okur, dinler ve iletirler (Erdoğan, 2011). Kırsalda yaşayan insanlar için muhtar, imam, öğretmen, ağa; kentler de yaşayanlar için ise basın kuruluşları, iş adamları, ticaret odaları, dernek ve birlikler kanaat önderleridirler. Bunlar toplumda her hangi bir konunun yorumlanmasını, anlaşılmasını, toplumsal seferberlik başlatılmasını ve amaç doğrultusunda harekete geçilmesini temin eden kişi veya araçlardır. Sanayi Devrimi sonrasında ortaya çıkan büyük yerleşim birimlerinde, basın kuruluşları önemli kanaat önderleri durumuna gelmiştir. Daha çok; eğitim, sağlık, ekonomi, kalkınma, yönetim, siyaset, din, güvenlik gibi konularda toplumsal seferberlikler başlatmışlardır ki; yerel medya, yerel düzeyde sahip olduğu özellikleri nedeniyle toplumsal seferberliğin başlatılıp yürütülmesinde ve sonuca ulaşmasında en önemli etkileyici unsurların başında gelmiştir. Tüm dünyada, sermayenin belirli ellerde birikmesiyle ortaya çıkan tekelleşme olgusu basın sektöründe de karşımıza çıkmaktadır. Kısaca mevcut sistemin işleyişinin ve gücün tek elde toplanması olarak nitelendirebileceğimiz tekelleşme olgusu, demokrasinin temel taşlarından olan çok seslilik unsurunu tehlikeye atmaktadır. Bir başka ifadeyle insanların, basın organlarına eşit şartlar altında erişimi, kendilerini diğerleriyle eşit oranda yansıtmaları ve dolayısıyla ifade özgürlükleri tehlikeye girmektedir (Bekiroğlu, 2008:136-137). Oysa demokratik bir toplumun çoğulcu ve çok sesli bir toplum olması gerektiği hususunda görüş birliği bulunmaktadır. Bütün sınırlılıklara ve kısıtlı olanaklara rağmen günümüzde bu İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi K. Canöz 120 çoğulculuğu sağlayan en önemli vasıta ise, kendi imkanlarıyla yayın yapan yerel basındır (Alemdar,1992: 88). Kısaca; ülkenin demokratikleşmesinde, yerel ekonomik kalkınmasında, eğitimde, sosyal ve kültürel gelişimin sağlanmasında ve toplumsal yapının iyileştirilmesinde yerel basına önemli görevler düşmektedir. Ayrıca, küreselleşen dünyada bireyin duyabileceği yalnızlık, yakın çevresinden soyutlanma ve yabancılaşma duyguları ile bunun sonucu olan yerel kültüre ve çevreye ilişkin bilgilere duyulan ihtiyacın karşılanmasında, yerel yönetimle yerel halk arasında iletişimin sağlanmasında kilit rol oynamaktadır. 2. Televizyon Kullanimi ve Doyumu Üzerine Yapilan Araştirmalar Dünyada ve ülkemizde televizyon izleyicileri üzerine yapılmış çok sayıda çalışma bulunmaktadır. İnsanların televizyonu farklı nedenlerle izlediklerini ortaya koyan bu çalışmaların belli başlıları Rosengren, Wenner ve Palmgreen’in 1985 yılında “Medya Doyum Araştırmaları” ile Rubin’in 1985’te yaptığı “Üniversite Öğrencilerinin Gündüz Televizyon Kullanım Alışkanlıkları” dır. Bunlar izleyicilerin televizyonu daha çok enformasyon arayışı, eğlence, oyalanma, sosyal fayda, kişisel kimlik ve kişisel ilişkiler nedeniyle izlediklerini bulmuşlardır. McQuail, Blumler ve Brown ise (1972), izleyicilerin televizyonu oyalanma (kaçış, eğlence, duygusal rahatlama), kişisel ilişkiler (arkadaşlık, sosyal fayda), kişisel kimlik (değerlerin pekiştirilmesi ya da içini rahatlatma, kendi kendini anlama, gerçeği keşfetme) ve enformasyon edinme için izlediklerini ortaya koymuşlardır. Clark (2011:3) ise, yerel televizyonu insanların; diğerleriyle iletişimde uygun fikir oluşturmak (sosyal etkileşim), bilgi ve tavsiye sağlamak, kültürel hareketlilik yaşamak (bilgilenme), günlük yaşamda rol-model oluşturmak (gözetim-rehberlik) ve olaylardan haberdar olmak için izlediklerini belirtmektedir. Bu motivasyonlar içerisinden en fazla da rehberlik motivasyonunun önemsendiğini ifade etmektedir. Ülkemizde televizyon kullanımı ve doyumlar üzerine yapılan ilk araştırmalardan birisi Koçak’ın 2001 yılında yapmış olduğu “Televizyon İzleyici Davranışları Televizyon İzleyicilerinin Tercihleri ve Doyumları” isimli çalışmadır. Bu çalışma da Türk izleyicilerinin en başta eğlence/rahatlama/alışkanlık; daha sonra da sırasıyla moral destek, bilgilenme, arkadaşlık, ekonomik enformasyon ve kaçış için televizyonu kullandıkları ortaya konulmuştur (Koçak, 2001: 132-133). Vedat ve Vesile Çakır’ın (2010:162) yapmış olduğu araştırmada ise; insanların gözetim/kişilerarası fayda, eğlence, arkadaşlık/kaçış, boş zamanları Güz 2011, Sayı:33 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 121 değerlendirme/alışkanlık, sosyal etkileşim, rahatlama ve bilgilenme amacıyla televizyon izledikleri ortaya çıkmıştır. Balcı ve arkadaşlarının yapmış oldukları “Televizyon ve Seçmen İlişkisini Yeniden Düşünmek: 2009 Yerel Seçimlerinde İzleyici Motivasyonları” araştırmasında ise insanları televizyon izlemeye yönelten beş temel doyum kategorisi ortaya konulmuştur. Söz konusu motivasyonlar önem sırasına göre eğlence/rahatlama, rehberlik, boş zamanları değerlendirme ve kaçış, bilgi arama, alışkanlık/sosyal etkileşim (Balcı, Akar ve Ayhan, 2011:56) şeklinde belirmiştir. Ancak bu araştırmalar ulusal televizyonlar üzerine yapılmış olan araştırmalardır. Bu zamana kadar ülkemizde yerel televizyonların kullanım ve doyumları üzerine yapılmış her hangi bir araştırma bulunmamaktadır. Bu çalışmada, yukarıdaki literatür taraması ışığında ortaya çıkan sonuçlara göre yerel televizyon izleme alışkanlıkları hakkında aşağıda sıralanan sorulara cevaplar aranmaya çalışılacaktır. Araştırma Sorusu 1. Katılımcıların yerel televizyon izleme alışkanlıkları nasıldır? Araştırma Sorusu 2. Katılımcılar yerel televizyonlarda hangi tür programları daha çok izlemektedirler? Araştırma Sorusu 3. Katılımcılar yerel televizyonları ne derece güvenilir bulmaktadırlar? Araştırma Sorusu 4. Katılımcılar yerel televizyonları hangi motivasyonlarla izlemektedirler? Araştırma Sorusu 5. Katılımcıların yerel televizyon izleme motivasyonlarına verilen önem, demografik değişkenlere göre farklılık gösteriyor mu? Araştırma Sorusu 6: Katılımcıların yerel televizyon izleme motivasyonları arasında ne tür bir ilişki vardır? 3. Yöntem 3.1. Araştirmanin Uygulanmasi ve Örneklem İzleyicilerin yerel televizyon izleme alışkanlıkları ile motivasyonlarını ortaya koymak amacıyla Konya’nın üç merkez ilçesi Selçuklu, Karatay ve Meram’da bir saha araştırması gerçekleştirilmiştir. Araştırma kitle iletişim araçlarının insanlar tarafından ne amaçla kullanıldığını açıklayan, psikolojik içerikli, kullanımlar ve İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi K. Canöz 122 doyumlar modeli temel alınarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmada örneklemin belirlenmesinde amaçlı örneklem esas alınmıştır. Bu nedenle öncelikle insanlara yerel televizyon izleyip izlemedikleri sorulmuş, evet cevabı verenlere anket uygulamasına devam edilmiştir. Saha araştırmasına esas olan veriler yerel televizyon izleyicilerinden 600 kişi ile yüz yüze anket tekniği ile elde edilmiştir. Bu anketlerin ön incelemelerinin sonucunda 553 anket analize tabi tutulmuştur. 3.2. Veri Toplama Araçlari Katılımcıların televizyon izleme davranışları ve motivasyonlarını belirlemek amacıyla 3 bölümden oluşan anket formu hazırlanmıştır. Anketin ilk bölümünde insanların ulusal ve yerel televizyon izleme sıklıklarını belirlemek amacıyla 5’li likert tipinde (1=Hiç İzlemem, 2=Haftada 1-2 Gün İzlerim, 3=Haftada 3-4 Gün İzlerim, 4=Haftada 5-6 Gün İzlerim, 5=Her Gün Düzenli İzlerim), Günlük ortalama televizyon izleme sürelerini belirlemek amacıyla açık uçlu (Günlük ortalama kaç saat televizyon izlersiniz?) ve günün hangi saatleri arasında en fazla televizyon izlediklerini belirlemek amacıyla da kategorik (1=07.00-12.00 saatleri arası, 2=12.01-17.00 saatleri arası, 3=17.01-21.00 saatleri arası, 4=21.01-24.00 saatleri arası, 5=24.01-06.59 saatleri arası) sorular yer almaktadır. Anketin ikinci bölümünde yerel televizyon izleme motivasyonlarını belirlemeye çalışan, kullanımlar ve doyumlar ifadelerinden oluşan 5’li likert tipinde 35 maddelik bir ölçek bulunmaktadır. Ölçek, daha önceki araştırmalarda (McQuail ve arkadaşları 1972, Rubin 1985, Koçak 2001, Çakır ve Çakır 2010, Gülnar ve Balcı 2011, Balcı ve arkadaşları 2011,) kullanılan televizyon izleme motivasyonları temel alınarak ve yerel televizyonlar ekseninde yer yer değişiklikler yapılarak uygulamaya hazır hale getirilmiştir. Rubin tarafından geliştirilen ölçek, kullanımlar ve doyumlar literatüründe yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada ölçeğin güvenilirliği (Cronbach’s α) 0.94 olarak hesaplanmıştır. Bu ölçekte Hiç Katılmıyorum (1), Katılmıyorum (2), Kararsızım (3), Katılıyorum (4) ve Tamamen Katılıyorum (5) aralıklarında cevaplar alınmıştır. Anketin üçüncü bölümü ise; katılımcıların eğitim düzeyi, mesleği, aylık ortalama geliri, medeni durumu, cinsiyeti ve yaşı gibi sosyo-demografik özelliklerini ortaya koyacak sorulardan oluşturulmuştur. Oluşturulan anket formu sahada uygulanmadan önce iki ayrı uzmana yüzey geçerliliği için inceletilmiş ve onların önerileri doğrultusunda gerekli düzenlemelere tabi tutulmuştur. Ayrıca anket formunun anlaşılırlığının gözlemlenmesi ve sahada Güz 2011, Sayı:33 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 123 karşılaşabileceği diğer sorunları önceden görebilme açısından 50 kişi üzerinde preteste (ön-teste) tabi tutulmuş ve son kontroller yapıldıktan sonra da uygulamaya hazır hale getirilmiştir. 3.3. Verilerin Analizi ve Kullanilan Testler Alan araştırması 24 Kasım-7 Aralık 2011 tarihleri arasında Konya’nın merkez ilçelerinde (Meram, Karatay, Selçuklu) katılımcılarla yüz yüze görüşme yoluyla gerçekleştirilmiştir. Elde edilen veriler, SPSS 15.0 istatistik programı kullanılarak elektronik ortamda işlenmiştir. Verilerin analizinde sırasıyla; ankete katılanların demografik özellikleriyle yerel televizyon kullanımına ilişkin bazı davranışlarını ortaya koymak amacıyla aritmetik ortalama ve frekans dağılımları gibi betimleyici istatistik teknikleri esas alınmıştır. Araştırmanın temel amaçlarından olan yerel televizyon izleme motivasyonlarının alt boyutlarının belirlenmesinde, keşfedici faktör analizi kullanılmıştır. Faktör analizi sonucu elde edilen gruplar değişken olarak kaydedilip, demografik özelliklerle olan ilişkisi, Cinsiyet gibi iki şıklılarda Bağımsız Örneklem T-testi (Independent Samples T-Test) ve çok şıklılarda Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) aracılığıyla test edilmiş, anlamlılık düzeyi p=0.05’e eşit ve daha küçük olanlar değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Çoklu karşılaştırmalarda Tukey testi esas alınmıştır. 4. Bulgular ve Yorum 4.1. Katılımcıların Bazı Özellikleri Katılımcıların demografik özelliklerini ifade eden bazı bulgular şu şekildedir: - Ankete katılanların (N=553) cinsiyet bakımından yüzde 53.3’ü erkek, yüzde 47.7’si kadındır. Elde edilen bu oranlar cinsiyet bakımından karşılaştırmanın yapılabileceği bir düzeydedir. - Medeni duruma göre katılımcıların yüzde 60.2’si evli, yüzde 33.6’sı bekâr ve yüzde 6.2’si duldur. - Yaş dağılımının betimleyici istatistikleri incelendiğinde en düşük 16, en yüksek 69 yaşında katılımcılarla görüşüldüğü ortaya çıkmaktadır. Anket sorularını cevaplayanların yaş ortalaması 36.11, dağılımın standart sapması ise 11.12 olarak hesaplanmıştır. Katılımcıların yaşı kategorilendirildiğinde ise; katılımcıların yüzde İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 124 K. Canöz 19.5’i 16-25, yüzde 30.8’i 26-35, yüzde 31.3’ü 36-45, yüzde 13.2’si 46-55, yüzde 3.8’i 56-65 ve yüzde 1.4’ü de 66 ve üzeri yaş grubunda yer almaktadır. - Eğitim durumu açısından katılımcıların yüzde 2.9’u eğitimsiz olduklarını ifade ederken; yüzde 13.2’si ilkokul, yüzde 16.6’sı ortaokul, yüzde 38.5’i lise, yüzde 26.2’si üniversite ve yüzde 2.5’i de lisansüstü eğitimli olduklarını belirtmişlerdir. Ortaya çıkan oranlara bakıldığında katılımcılar arasında lise ve üniversite eğitimi almış kişilerin ağırlığı oluşturduğu görülmektedir. - Mesleğe göre katılımcıların yüzde 18.8’i işçi, yüzde 16.6’sı memur, yüzde 12.1’i esnaf, yüzde 15.6’sı serbest meslek, yüzde 6.7’si emekli, yüzde 1.8’i sanayicitüccar, yüzde 18.8’i ev hanımı ve yüzde 9.6’sı öğrencidir. Mesleğe göre oranlara bakıldığında toplumun farklı meslek grubundan insan araştırma içerisinde yer almaktadır. - Araştırma sorularındaki cevaplarda katılımcıların ailelerinin aylık toplam gelirlerine ilişkin betimleyici istatistik sonuçlarına bakıldığında, en düşük 300 TL, en yüksek 20.000 TL gelire sahip oldukları göze çarpmaktadır. Bu sonuçlara göre aylık gelirle ilgili soruya cevap veren 553 katılımcının ortalama aylık geliri 1852 TL’dir. Aylık gelir kategorilendirildiğinde ise; katılımcıların yüzde 0.7’si 500 TL’den az, yüzde 32.9’u 501-1000 TL, yüzde 21.7’si 1001-1500 TL, yüzde 23.9’u 1501-2000 TL, yüzde 6.5’i 2001-2500 TL, yüzde 6.3’ü 2501-3000 TL, yüzde1.7’si 3001-3500 TL, yüzde 1.1’i 3501-4000 TL, yüzde 0.3’ü 4001-4500 TL, yüzde 2.4’ü 4501-5000 TL ve yüzde 2.5’i 5001 TL ve üzerinde gelire sahiptir. - Katılımcıların yerel televizyonların güvenilirliği hakkındaki düşüncelerini belirlemek üzere 1 ile 10 arasında puan vermelerine yönelik bir skala (1= çok güvensiz, 10= çok güvenli) oluşturulmuştur. Bu çerçevede 553 kişinin verdiği cevaplar doğrultusunda yapılan betimleyici istatistik analizi sonuçları, katılımcıların yerel televizyonları orta düzeyde (Mean = 5.97) güvenli bulduklarını ortaya koymaktadır. - Televizyon izleme süresinin betimleyici istatistik sonuçları incelendiğinde ise; katılımcıların en düşük 15 dakika, en fazla da 750 dakika televizyon izlediği görülmektedir. Buna göre televizyon izleme süresiyle ilgili soruyu yanıtlayan 553 kişinin ortalama televizyon izleme süresi 231 (3 saat 51 dakika) dakikadır. Televizyon izleme süresinin standart sapması 130 dakika olarak bulunmuştur. Günlük ortalama izlenen televizyon süreleri kategorileştirildiğinde ise; 120 dakika ve daha az süre televizyon izleyenler yüzde 26.6 oranındadır. 121-180 dakika arası televizyon izleyenler yüzde 21.0, 181-240 dakika arası televizyon izleyenler yüzde Güz 2011, Sayı:33 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 125 20.0, 241-300 dakika arası izleyenler yüzde 14.9 ve 301-360 dakika arası izleyenler yüzde 7.7, 361 dakika ve üzeri izleyenler yüzde 9.8 oranındadır. - Katılımcıların en çok televizyon izledikleri saatleri ortaya koymak amacıyla yöneltilen soruya verilen cevaplarda; katılımcıların yüzde 46.3’ü 21.01-24.00 saatleri arasında, yüzde 31.8’i 17.01-21.00 saatleri arasında, yüzde 12.1’i 12.0117.00 saatleri arasında, yüzde 5.2’si 24.01-06.59 saatleri arasında ve yüzde 4.5’i ise 07.00-12.00 saatleri arasında izlediklerini belirtmişlerdir. Katılımcıların yüzde 64.9’unun çalışan kesimden oluştuğu göz önüne alındığında en çok izlenme oranlarının çalışma saatleri dışında oluşması doğal bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. 4.2. Televizyon İzleme Davranışları Ulusal ve yerel televizyonların izlenme sıklığı incelendiğinde aritmetik ortalama değerleri açısından en çok ulusal kanalların ikinci sırada da yerel kanalların izlendiği görülmektedir. Hiç Haftada 12 gün Haftada 34 gün Haftada 56 gün Her Gün Düzenli Mean SD Tablo 1. Katılımcıların Haftalık Televizyon İzleme Sıklığı 11 Ulusal Televizyon İzleme 0.7 14.1 18.4 18.6 48.1 3.99 1.13 Yerel Televizyon İzleme 0.0 40.3 27.5 14.7 17.5 3.09 1.11 Tablo 1’de yer alan verilere bakıldığında ulusal televizyonların, katılımcıların yüzde 0.7 gibi çok küçük bir kısmı tarafından hiç izlenmediği, yüzde 14.1’i tarafından haftada bir iki gün, yüzde 18.8’i tarafından haftada üç dört gün, yüzde 18.6’sı tarafından haftada beş altı gün ve yüzde 48.1’i tarafından her gün düzenli olarak izlendiği görülmektedir. Bu sonuçlar araştırmaya katılanların yarıya yakının (yüzde 48.1) düzenli olarak her gün televizyon izlediklerini, geriye kalan önemli kısmın da çeşitli sıklıklarda (1-6 gün arasında) olmak kaydıyla ulusal kanalları izlediğini göstermektedir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi K. Canöz 126 Tablo 1’de yerel televizyon kanallarının katılımcılar tarafından izlenme sıklığına bakıldığında ise; (yüzde 40.3) haftada bir iki gün, (yüzde 27.5) haftada üç dört gün, (yüzde 14.7) haftada beş altı gün ve (yüzde 17.5) her gün düzenli olarak izlediği görülmektedir. Bu sonuçlara göre haftada 1-2 gün yerel televizyon izleyenler izleyiciler içindeki çoğunluğu oluşturmaktadır. Konya’da yayın yapan yerel televizyon kanallarının hangi sıklıkta izlendiklerine aritmetik ortalama değerleri açısından bakıldığında (Tablo 2), ilk sırada Kon TV’nin (Mean=3.50), arkasından sırasıyla Konya TV (Mean=2.71), Ün TV (Mean=2.37), Sun TV (Mean=2.25), ve K TV’nin (Mean=2.06) geldiği görülmektedir. Hiç İzlemem İzlemem Bazen İzlerim İzlerim Çok Sık İzlerim Mean SD Tablo 2. Katılımcıların Yerel Televizyon Kanallarını İzleme Sıklığı Kon TV 7.4 6.5 38.0 24.2 23.9 3.50 1.22 Konya TV 28.2 14.3 28.0 16.8 12.7 2.71 1.36 Ün TV 34.5 16.5 32.2 10.7 6.1 2.37 1.22 Sun TV 36.0 22.1 27.3 9.9 4.7 2.25 1.17 K TV 42.5 22.2 24.1 8.7 2.5 2.06 1.11 Yerel televizyonlarda yayınlanan program türlerinin izlenme sıklığı incelendiğinde (Bkz. Tablo 3.) aritmetik ortalama değerleri açısından en çok izlenen programlar arasında; ana haber bültenleri, haber programları, diziler, yerli filmler ve müzik/eğlence programları ilk beş sırada yer almaktadır. Belgesel, kadın programları ve çizgi filmler ise, katılımcıların en az ilgi gösterdikleri programlar olarak dikkat çekmektedir. Güz 2011, Sayı:33 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 127 Hiç Haftada 1-2 gün Haftada 3-4 gün Haftada 5-6 gün Her Gün Düzenli Mean SD Tablo 3. Yerel Televizyonlarda Program Türlerinin Haftalık İzlenme Sıklığı Ana Haber Bülteni 6.9 16.5 18.7 15.6 42.3 3.69 1.34 Haber Programları 15.2 21.3 15.6 14.8 33.1 3.29 1.48 Diziler 29.3 24.1 15.7 11.8 19.2 2.67 1.48 Yerli Filmler 27.7 25.5 18.3 18.1 10.5 2.58 1.33 Müzik/Eğlence Programları Dini Programlar 28.2 25.7 21.9 12.7 11.6 2.53 1.32 30.4 30.4 17.5 10.1 11.6 2.42 1.32 Spor Programları 38.2 21.7 14.3 12.3 13.6 2.41 1.43 Sağlık Programları 30.2 29.5 20.4 10.7 9.2 2.39 1.26 Yabancı Filmler 36.5 23.3 15.9 12.8 11.4 2.39 1.38 Ekonomi Programları 35.3 24.2 18.3 12.3 9.9 2.37 1.33 Kültür-Sanat Programları Sohbet/Talk Show 30.7 32.2 19.3 10.8 6.9 2.30 1.20 35.3 27.7 16.8 11.4 8.9 2.30 1.29 Programları Eğitim Programları 34.4 27.8 20.6 11.9 5.2 2.25 1.19 Belgesel 36.9 34.5 14.6 8.3 5.6 2.11 1.15 Kadın Programları 53.5 14.6 11.4 9.2 11.2 2.09 1.42 Çizgi Film 70.2 16.6 6.1 3.4 3.6 1.53 1.00 4.3. Yerel Televizyon İzleme Motivasyonları Televizyon izleme araştırmasına katılanların yerel televizyon izleme motivasyonlarını tespit etmek amacıyla hazırlanan likert tipi 35 maddeye verilen cevaplar doğrultusunda faktör analizi uygulanmış; üç faktör grubunun ortaya çıktığı görülmüştür. Ölçekte yer alan ifadelerin faktör yüklemesi, aritmetik ortalama ve standart sapma değerleri Tablo 4’de ele alınmaktadır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi K. Canöz 128 Tablo 4: Yerel Televizyon İzleme Motivasyonlarına Yönelik Faktör Analizi (Principal Component Analysis, Varimax Rotation, N= 553) Boş Zamanları DeğerlendirmeRahatlama ve Eğlencegeçmesine Sıkıldığımda zamanın yardım ediyor Boş zamanlarımı değerlendirmeme yardımcı oluyor Neşelendiriyor Konuşacak kimse olmadığından arkadaşstresinden oluyor kurtarıyor Günün Eğlence ihtiyacımı gideriyor Yapacak daha iyi bir şeyim yok Beni rahatlatıyor Sıkıcı işlerden kurtuluyorum Televizyon izlemekten hoşlanıyorum Alışkanlık oldu Çok canlı ve renkli Dinlendiriyor Yalnız kalmıyorum Çevremdeki sorunlardan uzaklaştırıyor Rehberlik ve Sosyal Etkileşim Başkaları hakkında nasıl düşüneceğime yardımcı oluyor İnsanları etkileyebiliyorum Hayata bakış açımı değiştiriyor Tanıdıklarımla yeni sohbet konuları bulmamı sağlıyor Alacağım ürünün seçimini yapmama yardımcı oluyor Sohbet konularına yabancı kalmıyorum kurtuluyorum Uyuşukluktan Bilgi Arama Yerel yönetimin icraatlarını takip edebiliyorum Yerel kültürümü öğrenip yaşıyorum ilde neler olup bittiğini Yaşadığım öğrenebiliyorum Yerel ekonomik yatırımlarıma yardımcı oluyor konularda bilgi Beni ilgilendiren sahibi Sampling oluyorum Adequacy KMO Barlett’s Test of Sphericity Güz 2011, Sayı:33 Eig. 941 Var. 22.3 α .906 1.96 14.7 .812 1.37 .767 .732 .720 .530 .303 .937 X²=6107.518 Df=351 10.1 .732 M SD Load 3.03 3.16 2.79 2.71 2.84 2.87 2.55 2.88 2.64 3.42 2.92 2.65 2.83 2.48 2.78 1.374 1.333 1.304 1.373 1.304 1.258 1.354 1.283 1.313 1.382 1.373 1.287 1.297 1.450 1.324 .749 .680 .668 .657 .645 .608 .603 .591 .578 .576 .562 .526 .521 .457 .431 2.54 2.38 2.44 2.87 2.60 2.78 2.31 3.41 3.29 3.89 2.80 3.38 1.250 1.192 1.192 1.319 1.299 1.334 1.196 .684 .618 .613 .602 .593 .579 .529 1.356 1.316 1.229 1.438 1.266 p< .000 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 129 Faktör analizinde faktör gruplarının sınıflandırılma ve değerlendirilmesinde Varimax rotasyonlu tablo dikkate alınmıştır. Özdeğeri 1’den büyük ve minimum yükleme büyüklüğü 0.40 ölçütü kullanılan analize dahil edilen maddelerin genel olarak güvenilirlik katsayısı (Cronbach’s α) 0.924 olarak hesaplanmıştır ki; faktör analizinde güvenilirlik katsayısı (Cronbach’s α) 0.700’ün üzerinde olanlar güvenilir ve analiz yapılabilir bulunmaktadır (Özdamar, 1999: 522). Faktör analizinde KaiserMeyer-Olkin (KMO) örnekleme değeri 0.937; Barlett’s testi sonucu 6107.518 değeri ve p< .000 düzeyinde gerçekleşmiştir. Elde edilen sonuçlar; bulguların yüksek derecede gerçekleştiğini ve kabul edilebilir sınırlar içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Analiz sonucunda ortaya çıkan üç faktör yerel televizyon izleme motivasyonlarındaki toplam varyansın %47.2’sini açıklamaktadır. Araştırmaya katılanları yerel televizyon izlemeye yönelten ilk ve en önemli faktör, Boş Zamanları Değerlendirme-Rahatlama ve Eğlence motivasyonudur. Bu faktörün öz değeri 9.41; güvenilirlik derecesi ise .906 gibi oldukça yüksek bir değerdir. Faktörün tanımladığı fark yüzdesi tek başına toplam varyansın (%47.252’nin) %22.3’ünü oluşturmaktadır. Bu faktörü oluşturan maddelere bakıldığında; katılımcıların sıkıldıklarında zaman geçirme, boş zamanları değerlendirme, neşelenme, arkadaş olma, stresten kurtulma, eğlenme, yapacak iş bulamama, rahatlama, sıkıcılıktan kurtulma, tv izlemekten hoşlanma, alışkanlık, canlı ve renkli bulmak, dinlenmek, yalnız kalmamak ve çevredeki sorunlardan uzaklaşmak amacıyla yerel televizyonlara yöneldikleri ortaya çıkmaktadır. Demografik değişkenler açısından Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence faktörü incelendiğinde, cinsiyetin anlamlı bir farklılaşma meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır (t= -2.428; sd.= 551; p< .05). Bir başka deyişle Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence faktörüne verilen önem erkekler (M=2.78) ve kadınlar (M=2.96) arasında farklılık göstermektedir. Kadın izleyicilerin erkek izleyicilere göre Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence motivasyonu nedeniyle yerel televizyonları daha çok kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Katılımcıların eğitim düzeyi ile Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence faktörü arasında ise anlamlı farklılaşma bulunmaktadır (F=4.776; sd.=5; p< .05). Betimleyici istatistikler ve çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde, farklılaşmanın lisans üstü eğitimliler ile eğitimsiz, ilkokul, ortaokul ve lise eğitimliler arasında yaşandığı görülmektedir. Buna göre eğitimsiz, ilkokul, ortaokul ve lise eğitimliler lisans üstü eğitimlilere göre yerel televizyona Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence motivasyonu nedeniyle daha çok yönelmektedirler. Katılımcıların meslekleri ile Boş İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 130 K. Canöz Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence faktörü arasında anlamlı farklılaşma bulunmaktadır (F=6.004; sd.=7; p< .05). İlgili veriler incelendiğinde, farklılaşmanın ev hanımları ile işçi, memur, serbest meslek ve öğrenci arasında yaşandığı görülmektedir. Buna göre ev hanımları işçi, memur, serbest meslek ve öğrencilere göre Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence motivasyonu nedeniyle yerel televizyona daha çok yönelmektedirler. Katılımcıların medeni durumları ile Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence faktörü arasında anlamlı farklılaşma bulunmaktadır (F=9.357; sd.=2; p< .05). Betimleyici istatistikler ve çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde, farklılaşmanın bekarlar ile evli ve dullar arasında yaşandığı görülmektedir. Buna göre bekarlar, evli ve dullardan daha az olarak Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence motivasyonu nedeniyle yerel televizyonlara yönelmektedirler. Yerel televizyon izleme motivasyonlarına ait ikinci önemli faktör “Rehberlik ve Sosyal Etkileşim” motivasyonudur. Rehberlik ve Sosyal Etkileşim motivasyonu tek başına toplam varyansın (%47.2’nin) % 14.7’sini açıklamaktadır. Bu faktörün öz değeri 1.96; güvenilirlik derecesi ise .812 gibi bir değerdir ki; bu tatmin edici düzeydedir. Katılımcılar gündelik yaşantılarında kendilerine rehberlik edecek, sosyalleştirecek ve rol model oluşturacak güvenilir kaynaklara ihtiyaç hissetmeleri nedeniyle yerel televizyonları izlemektedirler. Rehberlik ve sosyal etkileşim motivasyonu faktörünü oluşturan maddeler; başkaları hakkında nasıl düşüneceğine yardımcı olma, insanları etkileyebilme, hayata bakış açısını değiştirme, satın alma davranışında ürün seçimini yapmaya yardımcı olma, sohbet konularına yabancı kalmama, yeni sohbet konuları bulmayı sağlama ve uyuşukluktan kurtulma şeklinde belirmektedir. Demografik değişkenler açısından Rehberlik ve Sosyal Etkileşim faktörü incelendiğinde, cinsiyetin anlamlı bir farklılaşma meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır (t= -2.041; sd.= 551; p< .05). Bu faktöre verilen önem, erkekler (M=2.49) ve kadınlar (M=2.64) arasında farklılık göstermektedir. Kadın izleyicilerin erkek izleyicilere göre Rehberlik ve Sosyal Etkileşim motivasyonu nedeniyle yerel televizyonları daha çok kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Katılımcıların meslekleri ile Rehberlik ve Sosyal Etkileşim faktörü arasında anlamlı farklılaşma bulunmaktadır (F=3.218; sd.=7; p< .05). Betimleyici istatistikler ve çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde, farklılaşmanın ev hanımları ile işçi, memur ve öğrenci arasında yaşandığı görülmektedir. Buna göre ev hanımları işçi, memur ve öğrencilere göre Rehberlik ve Sosyal Etkileşim motivasyonu nedeniyle yerel televizyona daha çok yönelmektedirler. Öte yandan katılımcıların eğitim düzeyi (F= Güz 2011, Sayı:33 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 131 2.702; sd.= 5; p> .05) ve medeni durumları (F= 2.448; sd.= 2; p> .05) ile Rehberlik ve Sosyal Etkileşim faktörü arasında anlamlı bir ilişki söz konusu değildir. Katılımcıların yerel televizyon izleme motivasyonlarına ait üçüncü ve son faktör “Bilgi Arama” motivasyonudur. Bu faktörün öz değeri 1.37; güvenilirlik derecesi ise .732’dir. Faktörün tanımladığı fark yüzdesi tek başına toplam varyansın (%47.252’nin) %10.167’sini oluşturmaktadır. Bu faktörü oluşturan maddelere bakıldığında; yerel yönetimin icraatlarını takip etmek, yerel kültürü öğrenip yaşamak, yaşanılan yöreden haberdar olmak, yerel ekonomik yatırımlara yardımcı olmak ve kişiyi ilgilendiren konularda bilgi sahibi olmak amaçlarından oluştuğu görülmektedir. Demografik değişkenler açısından Bilgi Arama motivasyonu ile cinsiyet arasında anlamlı bir farklılaşmanın olup olmadığına bakıldığında ise, anlamlı bir farklılaşmanın meydana gelmediği görülmektedir (t=0.774; sd.=551; p>.05). Bir başka anlatımla yerel televizyon izlemede Bilgi Arama faktörüne verdikleri önem bakımından erkekler ( M = 3.38) ve kadınlar (M = 3.32) birbirine yakın değerlere sahiptirler. Katılımcıların eğitim düzeyi ile Bilgi Arama faktörü arasında ise anlamlı farklılaşma bulunmaktadır (F= 4.249; sd.= 5; p< .05). Betimleyici istatistikler ve çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde, farklılaşmanın ilkokul mezunları ile üniversite ve lisans üstü eğitimine sahip insanlar arasında yaşandığı ortaya çıkmaktadır. Buna göre üniversite ve lisans üstü eğime sahip katılımcılar ilkokul eğitimine sahip katılımcılara göre yerel televizyonları bilgi arama motivasyonu nedeniyle daha fazla kullanmaktadırlar. Katılımcıların meslekleri ile Bilgi Arama faktörü arasında anlamlı farklılaşma bulunmaktadır (F=3.388; sd.=7; p< .05). Betimleyici istatistikler ve çoklu karşılaştırma tablosu analiz edildiğinde, farklılaşmanın emekliler ile memur, serbest meslek ve öğrenci insanlar arasında yaşandığı ortaya çıkmaktadır. Buna göre emekliler memur, serbest meslek ve öğrenci katılımcılara göre yerel televizyonları bilgi arama motivasyonu nedeniyle daha fazla kullanmaktadırlar. Katılımcıların medeni durumları ile Bilgi Arama faktörü arasında da anlamlı farklılaşma bulunmaktadır (F=10.785; sd.=2; p< .05). İlgili betimleyici istatistikler ve çoklu karşılaştırma tablosu incelendiğinde, farklılaşmanın bekârlar ile evli ve dullar arasında yaşandığı görülmektedir. Buna göre bekârlar, evli ve dullardan daha az olarak Bilgi Arama motivasyonu nedeniyle yerel televizyonları kullanmaktadırlar. Bir başka deyişle evliler ve dullar, yerel televizyonları bekârlara oranla Bilgi Arama motivasyonu nedeniyle daha fazla kullanmaktadırlar. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi K. Canöz 132 SONUÇ Ortaya konulan bu çalışmada kullanımlar ve doyumlar yaklaşımından hareket edilerek Konya’daki insanların yerel televizyon izleme alışkanlıkları ve motivasyonları açıklanmaya çalışılmıştır. Çalışmada öncelikle katılımcıların televizyon izleme alışkanlıkları ve yerel televizyon izleme sıklıklarını ortaya koymaya yönelik sorulara yer verilmiştir. Ortaya çıkan sonuçlar incelendiğinde, katılımcılar günlük ortalama televizyon izleme sürelerinin 3.51 saat olduğunu -ki; bu veriler Balcı, Akar ve Ayhan’ın (2011:60) çalışmalarında da 3.33 saattir-, televizyonu gün içerisinde en çok 21.01 ile 24.00 saatleri arasında izlediklerini ve yarısına yakını her gün düzenli olarak televizyon izlediklerini ifade etmektedirler. Araştırmaya katılanların çoğunluğunun çalışan kesimden oluşmuş olması televizyon izlemenin akşam saatlerinde daha yaygın kullanılıyor olmasının en önemli nedenidir. Ancak burada dikkati çeken, çalışan kesimdeki insanların da günlük 4 saate yakın zamanlarını televizyon karşısında geçiriyor olmasıdır. Katılımcıların yerel televizyonlara güven düzeylerini belirlemek üzere 1 ile 10 arasında puan vermelerine yönelik bir skala oluşturulmuştur. Yapılan betimleyici istatistik analizi sonuçları, katılımcıların yerel televizyonlara orta düzeyde güvene sahip olduklarını ortaya koymuştur. Günümüzde kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesi, hızlanması, dünya ölçeğinde yayın yapabilmesi ve bunların neticesinde bilgiye erişimin kolaylaşması; yerel düzeyde yayın yapan araçların tamamen yerelleşmesine neden olurken, yerel televizyonların orta düzeyde güvene sahip olmasının da temel nedeni olabilmektedir. Konya’daki yerel televizyon kanalları katılımcıların %17.5’i tarafından her gün düzenli olarak izlenmekte; “Kon TV” ise, en sık izlenen yerel televizyon kanalı olmaktadır. Bu veriler ulusal televizyonlar yanında yerel televizyonlarında önemli sayıda kullanıcısının olduğunu, farklı nedenlerden dolayı sürekli kullanılabildiklerini ortaya koymaktadır. Ana haber bültenleri, haber programları, diziler, yerli filmler ve müzik/eğlence programları yerel televizyon kanallarında en sık izlenen; belgeseller, kadın programları ve çizgi filmler ise, en seyrek izlenen programları oluşturmaktadır. Ulusal televizyonları izleme motivasyonları ve doyumlarına yönelik yapılan araştırmalarda genellikle beş ila yedi arasında faktör ortaya çıkmaktadır. Vesile ve Vedat Çakır’ın (2011:141) Konya ölçeğinde yaptığı ulusal televizyon izleme motivasyonları ve doyumları araştırmasında gözetim/kişiler arası fayda faktörü, Güz 2011, Sayı:33 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 133 eğlence faktörü, arkadaş/kaçış faktörü, boş zamanları değerlendirme/alışkanlık faktörü, sosyal etkileşim faktörü, rahatlama faktörü ve bilgilenme faktörü gibi yedi faktör ortaya çıkmıştır. Clark’ın (2011:3) Pennsylvania’daki yerel televizyonlar üzerine yapmış olduğu araştırmada; sosyal etkileşim, bilgilenme ve gözetimrehberlik gibi üç faktör ortaya çıkmıştır. Yerel televizyon izleme motivasyonu ve doyumlarını belirlemek amacıyla Konya ölçeğinde yapılan bu çalışmada da, Boş Zamanları Değerlendirme-Rahatlama ve Eğlence, Rehberlik ve Sosyal Etkileşim ile Bilgi Arama gibi üç faktör ortaya çıkmıştır. Bu durum Konya’daki yerel televizyon izleyicileri ile Pennsylvania’daki yerel televizyon izleyicilerinin, yerel televizyonu izlemede, büyük oranda benzeştiğini ve yerel televizyonların izlenmesindeki en önemli üç nedeni ortaya koymaktadır. “Boş Zamanları Değerlendirme-Rahatlama ve Eğlence” motivasyonu; nedeniyle yerel televizyonu kullananlardan; Kadın izleyiciler erkek izleyicilere göre; Eğitimsiz, ilkokul, ortaokul ve lise eğitimliler lisans üstü eğitimlilere göre; Ev hanımları işçi, memur, serbest meslek ve öğrencilere göre Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence motivasyonu nedeniyle yerel televizyona daha çok yönelmektedirler. Bekarlar ise; Boş Zamanları Değerlendirme – Rahatlama ve Eğlence motivasyonu için yerel televizyonlara evli ve dullardan daha az yönelmektedirler. “Rehberlik ve Sosyal Etkileşim” motivasyonu; nedeniyle yerel televizyonu kullananlardan; Kadın izleyiciler erkek izleyicilere göre; Ev hanımları işçi, memur ve öğrencilere göre “Rehberlik ve Sosyal Etkileşim” motivasyonu nedeniyle yerel televizyona daha çok yönelmektedirler. Eğitim düzeyi ve medeni durum ise, yerel televizyonların kullanımındaki Rehberlik ve Sosyal Etkileşim motivasyonu için belirleyici olmamaktadır. “Bilgi Arama” motivasyonu; nedeniyle yerel televizyonu kullananlardan ise, Üniversite ve lisans üstü eğitimliler ilkokul eğitimlilere göre; Kadın izleyiciler erkek izleyicilere göre; Emekliler; memur, serbest meslek ve öğrencilere göre; Evliler ve Dullar, Bekarlara göre Bilgi Arama motivasyonu nedeniyle yerel televizyonları daha fazla kullanmaktadırlar. Cinsiyet ise, yerel televizyonların kullanımındaki Bilgi Arama motivasyonu için belirleyici olmamaktadır. Erkekler ve kadınlar bilgi arama motivasyonu için birbirlerine yakın ölçüde yerel televizyonları kullanabilmektedirler. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi K. Canöz 134 Sonuç olarak bu araştırma ülkemizde yayın yapan yerel televizyonların insanlar tarafından izlenme alışkanlıkları ve motivasyonlarını tespit etmeye yönelik ilk girişimlerden birini oluşturmakta; yerel televizyon izlenme alışkanlıkları ve motivasyonlarının sonuçları üzerine ilk verileri sunmaktadır. Lokal düzeyde yapılan bu çalışmadan başka ülkenin genelinde ya da farklı bölgelerinde yapılacak yeni çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Böylelikle farklı bölgelerdeki insanların yerel televizyon izleme alışkanlıkları ve motivasyonlarındaki farklılıklar daha iyi ortaya konabilecek ve karşılaştırmalar yapılabilecektir. Bu veriler ise, toplumun yerel televizyonları en çok hangi amaçla kullandıklarını ortaya koyarken, topluma mesaj vermek isteyen siyasetçilerin, yöneticilerin, reklamcıların, kuruluşların ve halkla ilişkiler şirketlerinin işini kolaylaştıracaktır. Bu nedenle gelecekteki çalışmalar belirli bir il ile sınırlandırılmayıp ülke genelindeki yerel kanalların kullanım ve doyumlarını da araştırmalıdır. KAYNAKÇA Alemdar, K (1992) . Demokratikleşmede Yerel Basının İşlevi, Yerel Basın Kurultayı Paneller, Yerel Basın Kurultayı Dizisi: 3, Adana: Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Yayınları Altun, A (2005). Yerel Medya Çalışanlarının Eğitim İhtiyacı ve Yerel Medya Enstitüsü, İletişim Araştırmaları, C.3, S.1-2, s.75-104 Arslan, E ve Yılmaz, S (2007). İşletmelerin Hedef Kitlelerine Ulaşabilmeleri İçin Yerel Radyo Ve Reklamların Kullanımı Ve Etkinliği, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.18, Ağustos 2007, s.83-98 Balcı, Ş., Akar, H. ve Ayhan, B (2011). Televizyon ve Seçmen İlişkisini Yeniden Düşünmek: 2009 Yerel Seçimleri’nde İzleyici Motivasyonları, Selçuk İletişim, C.6, S.4, s.48-63 Basın Kanunu (2004). 5187 sayılı ve 09.06.2004 tarihli Basın Kanunu Bekiroğlu, O (2008). Yerel Kamuoyunun Oluşumunda Yerel Basının Rolü -Trabzon Örneğinde Bir Araştırma-, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.19, s.131-151 Clark, A (2011). Uses and Gratification Theory for Local TV News: Old Theory, New Meaning, http://aaroncclark.weebly.com/uploads/2/8/3/4/2834327/ .pdf, (Erişim Tarihi: 03.11.2011). Çakır, V ve Çakır, V (2010). Televizyon Bağımlılığı, Konya: Literatürk Yayını Güz 2011, Sayı:33 Yerel Televizyon İzleme Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği 135 Çakır, V ve Çakır, V (2011). Yalnızlık ve Televizyon Kullanımı, Selçuk İletişim, C.7, S.1, s.131-147 Dursun, D (2004). Siyaset Bilimi, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım Erdoğan, İ (2011). Lazarsfeld ve Columbia Okulu, (http://www.irfanerdogan.com/ makaleler4/lazarsfeld.pdf), (Erişim Tarihi: 26.12.2011) Gezgin, S (2007). Türkiye’de Yerel Basın, Türkiye’de Yerel Basın içinde, (Editör: Suat Gezgin), İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları, s.177-196. Gülnar, B ve Balcı, Ş (2011). Yeni Medya ve Kültürleşen Toplum, Konya: Literatürk Yayını Kalender, A (1999). Demokrasilerde Yerel Basının Önemi, Yerel Gazetecilikte Meslek İçi Eğitim, Yerel Basın Eğitim Seminerleri Dizisi:13, İstanbul: Erdini Basım ve Yayınevi Katz, E., Blumler, J and Gurevitch, M (1974). Utilization of Mass Communication by the Individual, The Uses of Mass Communications: Currnet Pespectives on Gratifications Research into, Jay G. Blumler ent Elihu Katz (Eds.). California: Beverley Hills, pp.:19-32 Kaya, R (1985). Kitle İletişim Sistemleri, Ankara: Teori Yayınları Keane, J (1999). Medya ve Demokrasi, (Çev. Haluk Şahin), İstanbul: Ayrıntı Yayınları Koçak, A (2001). Televizyon İzleyici Davranışları Televizyon İzleyicilerinin Tercihleri ve Doyumları Üzerine Teorik ve Uygulamalı Bir Çalışma, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi McQuail, D., Blumler, J.G and Brown, J.R (1972). The Television Audience: A Revisted Perspective, in Denis Mc Quail (ed). Sociolgy of Mass Communications, pp.135-165 McQuail, D ve Windahl, S (1993). İletişim Modelleri, (Çeviren: Mehmet Küçükkurt), Ankara: İmaj Yayınları Mıhçıoğlu, C (1986). Kamusal İlişkiler, Ankara: AÜBYYO Yayını Mutlu, E (1999). Televizyon ve Toplum, Ankara: Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Yayını İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi K. Canöz 136 Özdamar, K (1999). Paket Programlar İle İstatistiksel Veri Analizi, Eskişehir: Kaan Kitabevi Rosengren, K., Wenner, L., and Palmgreen, P. (1985). Media Gratifications Research: Current Perspectives. California: Beverly Hills Rossi, E. (2002). Uses & Gratifications/Dependency http://zimmer.csufresno.edu/~johnca/spch100/7-4-uses.htm. Tarihi:15.11.2011) Theory, (Erişim Rubin, A. (1985). Uses of Daytime Television Soap Operas by College Students, Journal of Broadcasting & Electronic Media, 29, pp.67-77 Turan, E (2011). Siyaset Bilimine Giriş, Konya: Palet Yayınları Vural, A.M (1996). Yerel Kamuoyunun Kitle İletişim Aracı Olarak Yerel Basın, Yeni Türkiye, S.12, Eylül-Ekim 1996 Vural, A.M (1999). Yerel Basın ve Kamuoyu, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Yayınları, Güz 2011, Sayı:33 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- KULLANIMLAR VE DOYUMLAR YAKLAŞIMI BAĞLAMINDA SOSYAL MEDYA KULLANIMI: GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Habibe AKÇAY* ÖZET Günlük hayatın içine yeni kavramlar ve sunduğu yeni iletişim tarzı ile birlikte giren internet, bunun yanı sıra kendine özgü yeni iletişim kurma yollarını da hayatımıza dahil etmiştir. Günümüzde, internet denilince çoğu kişinin aklına belli sosyal medya siteleri gelmektedir. Öyle ki kişiler interneti çoğu zaman sadece bu sosyal medya sitelerine bakmak amacıyla kullanmaktadır. Öte yandan kişiler sanal hayatlarında arkadaşlıklar kurmakta, tartışma ortamları oluşturmakta, sanal çiftliklerde hayvanlar besleyip, bitkileri hasat etmekte, en yakın arkadaşlarının doğum günlerini buradan öğrenmekte, her gün görüp de selam verilmeyen karşı komşuyla, video paylaşılıp, fotoğraflara yorum yapmaktadır. Günlük hayatımızın içine sunmuş olduğu kendine özgü yaşam tarzıyla girmiş olan sosyal medya kullanımından elde edilen doyumların neler olduğunu belirlemek bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Gümüşhane Üniversitesi’nin akademik, idari personel ve öğrencilerinin sosyal medyayı kullanma sıklıklarını ve amaçlarını tespit etmeye ve kişilerin sosyal medya sitelerini kullanarak elde etmiş oldukları doyumları belirlemeye yönelik bir alan araştırması yapılmıştır. Anahtar Kelimeler: Sosyal medya, kullanımlar ve doyumlar, Web 2.0. SOCIAL MEDIA USE WITH THE CONTEXT OF USES AND GRATIFICATION: A RESEARCH ON GUMUSHANE UNIVERSITY ABSTRACT The internet which appears with new concepts and new communication style bringing into daily life also welcomes new distinctive communication styles for our life. Nowadays when internet is mentioned, certain social media sites occurs to the most of people. Moreover,in their virtual lives people generally use the internet only by searching these social media sites. On the other hand people make firends, create the platforms, feed animals in virtual farms, harvest the plants, learn the bithdays of their closest friends, share videos, comments on the photographs of the opposite neighbor that they normally don’t contact with. The aim of this research is to identify gratification obtained by social media that takes place in our lives with its distinctive life style. In this context, an area research has been conductud in order to detect how frequently the academic personnel, admistratative personnel, and students in Gümüşhane University use internet, what their goals of using internet are and how much gratified they feel when they use the internet. Keywords: Social Media, uses and gratification, Web 2.0 * Arş.Gör. Gümüşhane Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla ilişkiler ve Tanıtım Bölümü. İletişim 2003/18 138 H. Akçay GİRİŞ Geleneksel kitle iletişim araçlarına yüklenen birçok görevi, günümüzde sosyal medya, yani medya vb. isimlerle anılan, internet alt yapılı enformasyon teknolojisinin yeni araçları üstlenmiştir. İnternetin günlük hayatla bu denli iç içe olması, yeni bir iletişim aracı olarak internetin sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. Bugün dünyanın bir ucunda yaşayan kişi, dilini dahi bilmediği bir başka kişiyle anlık düşünce ve ileti paylaşımında bulunabilmektedir. Bu yeni dünya düzeninde zaman ve mekan kavramlarının anlamları değişmiştir. Bununla birlikte internetin, insanın iletişimde bulunabilme mekanlarına bir yenisini eklediği (Timisi, 2003:147) söylenebilir. Doksanlı yılların sonlarına doğru bireyin gündelik hayatta sıkça görmeye alıştığı internet, netlerin neti, ağların ağı (network of networks) ya da tüm dünyadan yüz binlerce bilgisayar ağının bilgiye erişilmesi amacıyla birbirlerine bağlanmalarından oluşan bir ağ (Duman, 1998) olmasının ötesinde, bireyler arasındaki etkileşimi interaktif olarak gerçekleştirmeye olanak sağlayan en önemli araçlardan biri haline geldiği söylenebilir. Web 2.0, internetin evriminin içindeki ikinci aşamayı oluşturmakta, Web bilgelik, insan merkezli Web, katılımcı Web ve Web okuma/yazma diye adlandırılan Web 2.0, daha interaktif ve işbirlikçi yöntemler kullanıcılarına sosyal etkileşim ve kolektif düşünmeden yararlanarak daha etkili yeni fırsatlar sunmaktadır. Son iki üç yıl içerisinde MySpace, Flicker ve You Tube gibi başarılı Web 2.0 tabanlı sosyal uygulamalar tarafından desteklenen Web 2.0, daha önce hayal dahi edilemeyecek aşamalar kaydetmiştir (Murugesan, 2007: 34). Medya çağında Web 2.0 paradigması, özgür ve açık iletişim sağlaması açısından internette içerik dağıtan bir sosyal olgu olarak karakterize edilebilir. İnternet kullanıcıları günümüzde interneti sadece bilgi elde etmek amacıyla kullanmamakta, bunun yanı sıra internete içerik yükleyebilmekte ve var olan içeriğe müdahalede bulunabilmektedir. Web 1.0 kullanıcısına salt okunan bir ortam sunarken, Web 2.0 okuma ve yazmayı aynı anda sunmaktadır (Thompson, http://innovateonline.info/pdf). Toplumlar, iletişimin içeriğinden çok, iletişimde bulundukları araçlar tarafından biçimlenmektedir (Sartori, 2004:26). İletişim araştırmalarında ise, kullanılan aracın doğası temel işleyiş mantığı sorgulanmaktadır. Tıpkı “araç mesajdır” (McLuhan, 1964: 32) da olduğu gibi. Her yeni medya sosyal anlamda kişilere bir takım değerler katarak onu geliştirir ve yeni kültürel değerlere adapte olmasına ve bu yeni değerlere göre kişinin şekillendirmesine olanak sağlar Güz 2011, Sayı:33 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… 139 (McLuhan, 1964: 32). Yeni iletişim teknolojilerinin en fazla sorgulanması gereken yönünü de bu özellikleri oluşturmaktadır. Yeni iletişim teknolojilerini bu kadar kısa sürede hayatımızın bir parçası haline getiren nedir? Bu yeni teknolojiler ciddi ticari ilişkilerin yaşandığı ağlara dönüşmüştür. İnternet vasıtasıyla bilgi emtiaya dönüşmüş ve bu bilgi karşısında özne konumunda olması gereken birey nesneye dönüşmüştür. Tıpkı McLuhan’ın da belirttiği gibi yeni teknolojiler toplumu ve kişiyi kendi işleyişine göre şekillendirmiştir. İnternet ve dolayısıyla bu yeni enformasyon teknolojileri bireyin karar almada, geçerli ve doğru bilgiye ulaşmada kullandığı bütün aşamaların içinde yer almaya başlamıştır. İnternette sunulan bilgi ise insanların üzerinde en az düşünecekleri şekilde, yani onları en fazla cezbedecek şekilde sunulmaktadır. Bilgi aynı anda birçok duyuya hitap edecek şekilde sunulmakta, bilgi bolluğu içinde Mr Magoo (Levine, 2003:66-67)1’laşan birey kendisi için neyin gerçekten en iyisi olduğu konusunda çoğu zaman karar vermekte zorlanmaktadır. İnsan davranışının nedenini anlamanın bir yolu da onu bu davranışa iten nedenlere bakmaktır. Sosyal paylaşım ağları kişilerin birbirleriyle etkileşim kurdukları platformlardır. Bu bağlamda sosyal medya kullanıcılarının, bu yeni iletişim teknolojisi vasıtasıyla elde ettikleri doyumlar ele alınmakta ve kişileri sosyal medya kullanımına iten sebepler sorgulanmaktadır. Çalışmada, özellikle sosyal medyayı kullanan üniversite öğrencileri ve üniversitede çalışan akademik ve idari personel seçilmiştir. Ayrıca “yaşanılan şehrin sosyal imkanları bireyi sosyal medyayı kullanmaya itmektedir” varsayımı da çalışmada sorgulanmaktadır. 1. Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Kullanımlar ve Doyumlar (Uses and Gratifications) Yaklaşımı’nı ilk kez dile getiren akademisyenlerden biri Elihu Katz’dır (Severin ve Tankard 1994:474). İzler kitle üyelerinin kendileri için en doyurucu olan kitle iletişim içeriklerini şöyle ya da böyle etkin biçimde aradıkları varsayımına dayanan (Mutlu, 2005:189) bu yaklaşım, Berelson’un öne sürdüğü “iletişim araştırmaları alanı ölmüş görünüyor” düşüncesine tepki olarak ortaya çıkmıştır (Severin ve Tankard 1994:474). İnsanların medyayı kullanarak elde etmiş olduğu doyumu sistematik olarak inceleyen bu yaklaşım, 1 Levine ileti bolluğunun açık seçik düşünme ve yorumlama yetisini olumsuz yönde etkilediği gerçeğinden yola çıkarak ileti bombardımanının verileri bulandırdığını ve bireylerin 1960’lı yılların çizgi filmlerinin kahramanı olan ileri derecede miyop olduğu için görüntüleri seçebilen ancak bu görüntüleri çoğunlukla yanlış yorumlayan sakar milyoner Quincy Magoo’ya dönüştürdüğünü dile getirmiştir. Bu durumu Mr Magoo etkisi kavramıyla tanımlamaktadır (Levin, 2003:66-67) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 140 H. Akçay ‘‘İnsanlar medyadan nasıl yararlanıyorlar?’’ sorusunu sorarak ‘‘kullanıcıların doyumu’’ ile izleyici gruplarına ve ileti almaya ilişkin etnografya incelemelerine (Blumler ve Katz 1975’den akt. Mattelart ve Mattelart, 2009,120) vurgu yapılmıştır. Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’nın temelinde izleyicilerin medyadan gidermeye çalıştıkları karmaşık bir gereksinimler dizgesine sahip oldukları inancı yatmaktadır. Bu yaklaşım izleyicinin, en azından gönderici kadar etkili olduğunu varsaymakta ve iletinin göndericinin niyet ettiği şey değil, izleyicinin verdiği anlam olduğunu ima etmektedir (Berger, 1996: 96-97; Lull, 2001: 127: Fiske, 2003: 193194). Öte yandan iletinin göndericinin niyet ettiği şey değil, izleyicinin verdiği anlam olduğunu ima eder ve bu yüzden göstergebilimsel yöntemlerle bazı benzerlikler gösterir (Fiske, 2003, 194-195). Kısacası bu yaklaşıma göre, bir doyum söz konusudur ve buna dayalı olarak da bir kullanım (Küçükkurt ve diğ. 2009: 38) ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle medya ve izleyicisi arasında oluşan etkileşimin anlaşılması için bu süreci anlamak önemlidir. “İzleyici” olgusunu göz önünde bulunduran bu yaklaşım, ‘‘daha önceki iletişim kuramlarına oranla çok daha olumlu, psikolojik ve toplumsal olarak tanımlanması zorunlu bir izleyici imgesi sunmaktadır’’ (Mutlu, 2005: 190). Blumler ve Katz, medyanın doyuma ulaştırdığı gereksinimlerin toplumsal kökenlerinin bulunduğunu vurgulamaktadır. Araştırmacılara göre kullanımlar ve doyumlar çalışmalarının temelleri şu şekildedir (Fiske, 2003, 199): 1. İzleyici etkindir. Medyanın yayınladıklarına karşı edilgen değildir. Bu içerikleri seçerek alır. 2. İzleyici kendi gereksinimlerine en iyi doyumu sağlayacak medyayı ve programı özgürce seçer. Medya yapımcısı programın kullanım biçimlerinin farkında olmayabilir ve farklı izleyiciler aynı programı farklı gereksinimleri gidermek amacıyla kullanabilirler. Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı kitle iletişim sürecindeki gönderici kategorisini ikinci plana iterken, izleyicinin gereksinim ve güdülerini ön plana çıkarır. İzlerkitle bu yaklaşımda iletişim araçlarını belli gereksinimlerini doyurmak amacıyla kullanan bir kategori olarak formüle edilmektedir (Mutlu, 2005: 190). Medyaya bir anlamda “ilan tahtası” (Işık, 2005: 60) işlevi yükleyen, medya içeriğiyle izleyici arasında işlevsel bir ilişki olduğunu kabul eden (Yaylagül, 2008: 62) bu yaklaşım, toplumsal etkileri bir yana bırakıp sadece bireysel etkenlere eğilmesi (Erdoğan ve Alemdar, 2005, 205) nedeniyle eleştirilmektedir. Öte yandan Güz 2011, Sayı:33 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… 141 kitle iletişim deneyimini salt ‘doyum’ alanıyla kısıtlanması (Mutlu, 2005: 190) da eleştirilen bir başka boyutu oluşturmaktadır. İhtiyaçlar sonucunda insanlar, medyadan ve diğer kaynaklardan bu ihtiyaçlarını gidermek için bir takım beklentilere girerler. Medyaya maruz kalma neticesinde bu ihtiyaçlardan bazılarını giderirler. Ancak bunun yanında medyanın etkisi olarak bir takım istenmeyen veya niyet edilmeyen sonuçlar da ortaya çıkabilir (Yaylagül, 2008: 62). Eğer kişiler kitle iletişim araçlarına bağlanırsa, bu araçlar kişilerin temel gereksinimlerine ve amaçlarına hizmet ederler. Fakat bunun gerçekleşebilmesi için öncelikle kitle iletişim aracının doğasının ve yapısının toplumsal, kişisel bir takım kabullerden geçmesi gerekmektedir. İzleyiciler kendi gereksinimlerine göre iletişim araçlarını ve içeriklerini seçmekte ve kendi etkilerini kendileri aramaktadırlar. Bu da önceki araştırmalardaki “Pasif İzleyici” kavramı yerine “Aktif İzleyici” fikrini doğurmuştur. Bu yaklaşım insanları basit bir şekilde davranan kişiler yerine, çevrelerine etki yapan aktif ajanlar olarak kabul etmektedir. Bu ajanlar etkinlikleri seçme yolları arasından amaçlarına uygun tercihler yapma erkine sahiptirler. Kişi kendi enformasyonunu kendi yaratır (Erdoğan ve Alemdar, 2005:209). Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’yla ilgili yapılmış çalışmalar daha çok televizyon, radyo, internetin etkilerine yönelik alan araştırmalarından oluşmaktadır. 1942-1944 yıllarında Paul F. Lazarsfeld ve Herta Herzog’un, radyo dinleyicilerinin hangi ihtiyaçlarını doyurmak için hangi programları tercih ettiklerini araştırmaları (Jensen ve Rosengren 2007: 55’ den akt. Küçükkurt vd., 2009: 38) bu yaklaşımla ilgili yapılmış öncü çalışmalar arasında yer almaktadır. Blumler, McQuail ve Brown’un 1972 yılında İngiltere’deki televizyon izleyicileriyle ilgili çalışmalarında ise kişilerin televizyonu izleyerek elde etmiş oldukları doyumları, oyalanma (eğlence), kişisel ilişkiler, kişisel kimlik ve gözetim (Severin ve Tankard, 1994: 479) şeklinde sınıflandırmıştır. Fiske, Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’na değindiği kitabında, çeşitli medya içerikleri üzerinde gerçekleştirilen araştırmalardan hareketle insanların medyadan elde ettiği doyumları şu şekilde sıralamaktadır (Fiske, 2003: 195-196); yarışma programlarını takip eden izleyicilerin bu programlardan dört temel doyum elde ettiğini belirtmektedir. Bunlar; kendini takdir etme, toplumsal etkileşim, heyecan ve eğitim. Benzer şekilde cinayet dizilerinin takip eden izleyicilerin elde ettikleri doyumlar ise; heyecan/kaçış, bilgi ve kendini güvende hissetmedir. Tüm bu farklı araştırmalardan hareketle izleyicilerin medya içeriklerinden elde ettikleri doyumlar dört temel kategoride sınıflandırılmaktadır (Fiske, 2003: 198): Oyalanma (gündelik yaşamın sınırlamalarından kaçış, sorunların verdiği sıkıntılardan kaçış, duygusal boşalma), kişisel ilişkiler (arkadaş edinme, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 142 H. Akçay toplumsal fayda), kişisel kimlik (kişisel referans, gerçekliğin keşfi, değer pekiştirme), gözetim işlevi. Anık’a göre (2003: 72-73) psikolojik tatmin amacıyla medyaya yönelen insanlar dört nedenle medyayı izlemektedirler; Medyatik ürünlerin tüketicileri ilk olarak eğlence programlarını izleyerek duygusal rahatlık ve gündelik gerginliklerinden arınma hazzı elde etmektedirler. İkincisi, kendisine uygun programlar (genellikle drama) izleyerek kişisel ilişkilerini geliştirme, dost arkadaş edinme ve yalnızlıktan kurtulma yollarını medyadan öğrenmekte ya da bazı özdeşlikler kurarak, buna yönelik ihtiyaçlarını sanal olarak karşılamaktadırlar. Üçüncüsü, izleyiciler; başkalarını etkilemeyi ve onların görüş alanına girmeyi prestij elde etmeyi, taktir-itibar görmeyi, estetik ve edebi beceriler kazanmayı, başarıya kendini motive etmeyi medyayı kullanarak elde etmektedirler. Son olarak insanlar, inandıklarının teyit edildiğini görmek, doğru yolda olduklarından emin olmak, kendisinin ve başkalarının kişiliğini çözümleyerek, kendini ve başkalarını konumlandırmak amaçlarıyla medya içeriklerine bağımlı kalmaktadırlar. Kullanımlar ve doyumlar üzerine Türkiye’de ve dünyada yapılmış araştırmalarda, kişilerin medya içeriklerini izleyerek ve takip ederek elde ettikleri doyumlar genel olarak şu başlıklar altında toplanmaktadır; eğlence, bilgilenme, boş zaman geçirme, rahatlama/stresten uzaklaşma, sosyalleşme (Charney, 1996; Kaye, 1998; Armstrong, 1999; Koçak ve Özcan, 2002; Şeker, 2005; Balcı ve Ayhan, 2005; Balcı ve Tarhan, 2007; Işık, 2007; Toruk, 2008; Balcı ve Ayhan, 2009). 2. Sosyal Medya Kullanımı ve Sağladığı Doyumlar İnternet tabanlı etkileşimin bir sonucu olan sosyal ağlar bireylere özgürlük, özerklik içeriğini kendisini yaratabilme serbestisi sağlamaktadır (Onat; Alikılıç, 2008: 1118). Kullanıcının katılımına yapılan bu vurgu aynı zamanda çoğu yorumcu ve savunucu tarafından sunulan Web 2.0’ın tanımlarını karakterize etmektedir (Thompson, http://innovateonline.info/pdf). Sosyal medyanın, yeni kişilerle tanışma, yeni dostluklar kurma için ortam yaratması gibi avantajları, bu noktada yeni bir kitle iletişim aracı olmasından dolayı sosyal medyayı farklı bir boyuta taşımaktadır. Online sosyal medya sosyal hayatı küçültmesinin yanı sıra, etkileşim ve paylaşımı artırdığı için kişileri daha sosyal bir canlıya dönüştürdüğü söylenebilir (Onat, Alikılıç, 2008: 1113). Bu bağlamda internet sadece bilgisayar ağlarının değil aynı zamanda milyonlarca insanın birbiri ile bağlantı içerisinde, veri alışverişinde bulunduğu ortamın adıdır. Kişiler Güz 2011, Sayı:33 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… 143 kurdukları sosyal ağlarda anlık ileti, resim, video, müzik vb. birçok öğeyi paylaşabilmekte ve fikir alışverişi elde edebilmektedir. İnsanlara anlık etkileşim sağlayan bu ağların birçoğuna (Facebook, Myspace, Yonja, Twitter vb.) ücretsiz erişilebilmektedir. Zaman ve mekan fark etmeden aynı anda milyonlarca kişinin bağlandığı ve birbiri ile online etkileşim içerisinde olduğu bu sosyal paylaşım ağları içerisinde bireyler, pasif ya da aktif olarak ağlarda sunulan her türlü içeriğin de alıcısı durumundadır. Kullanıcı için çok hızlı elde edilen geri bildirimler (Gilbert ve Karahalios, 2009: 2) sayesinde sosyal ağlar pazarlama, halkla ilişkiler ve reklam piyasasının değeri her geçen gün artan mecralarından biri haline gelmiştir. Aynı zamanda halkla ilişkiler literatürü Web 2.0’ın kullanımıyla yeni kavramlarla da tanışmıştır. Yaratıcılık, vizyon, hayal gücü, tutarlılık, değişim, esneklik, hareketlilik, sınırsız coğrafya, düşük bedel, amaç odaklılık, ölçümleme, viral yayılım, paylaşım, katılım, nitelikli veri tabanı gibi etki kategorilerini kullanma cesaretini konumlandıran halkla ilişkiler 2.0, çağdaş teknolojileri etkin kullanarak ikna, taraftar toplama, savunma, itibarı yönetme, bilgiyi yönetme, eğitme ve ilişki yönetimi gibi durumsal rollerini yerine getirmede halkla ilişkilerin doğasını yeniden konumlandırmaktadır. (Güz ve Zafarmand, 2009:12). Öte yandan sosyal ağlar içinde en çok tercih edilenler ise Facebook, Microsoft’un sosyal ağ projesi Myspace, Twitter ve Google’un sosyal ağ projesi Orut’tur. Bu ağlar arasında en ünlüsü olan ve başlangıçta Amerika’da Harvard öğrencisi olanları sanal ortamda bir araya getirmek ve çevrimiçi paylaşım alanı ve bir sosyal ağ oluşturmak üzere kurulan Facebook, bugün akıl almaz bir hızda dünyanın her yanından üyesi olan devasa bir ağa dönüşmüştür. Hızla yayılan bu Web 2.0 çağı ve onun ürünü olan sosyal ağlar, sunmuş oldukları içerik ile kişileri hızla cezbetmeye devam etmektedir. MySpace’e birkaç yıl içerisinde 160 milyondan fazla kullanıcı üye olmuştur ve dünyanın en çok ziyaret edilen sitelerinden biridir. Öğrenciler ise sosyal paylaşım siteleri içerisinde en çok facebooku tercih etmektedirler. Bu sosyal paylaşım ağları, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi bilginin paylaşımı fırsatını kişilere sunmaktadır. Öte yandan bu ağlar aracılığıyla bilginin yayılmasını kolaylaştıran teknolojiler de gelişmektedir (Thompson, http://innovateonline.info/pdf). Kişiler bu sosyal ağlar vasıtasıyla ilkokul arkadaşlarını bulabilmekte, video izleyebilmekte, müzik dinleyebilmekte, birçok bilgiyi ve etkinliği arkadaşları ile paylaşabilir hale gelmiştir. Ayrıca bu tür sosyal ağlara üye olmak ve profil oluşturmak ise sadece birkaç dakikalık bir işlem gerektirmektedir. Sosyal medya platformlarında, kişi günlük hayatında karşılaşamayacağı kişilerle arkadaşlık İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 144 H. Akçay kurmakta, onlarla özel hayatına ilişkin paylaşımlarda bulunmaktadır. Yani kişilerarası iletişimin belki de en temel özelliği olan ortak mekan ve amaç birlikteliği dönüştürülmüş olarak işletilmektedir. Öte yandan sosyal medyanın çok hızlı yayılması onun takibini ve kontrolünü zorlaştırmaktadır (Vural ve Bat, 2010:5). 3. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı Bu araştırmanın amacı, sosyal medya kullanan Gümüşhane Üniversitesi öğrencileri, akademik ve idari personelinin elde etmiş oldukları doyumları ortaya koymak ve kişilerde sosyal medya kullanımının bırakmış olduğu etkileri Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı bağlamında incelemektir. ‘‘İnsanlar sosyal medyayı kullanarak nasıl doyumlar elde ediyor?’’ bu konuyla ilgili sorulabilecek en önemli sorulardan biri ve bu çalışmanın da ana sorunsallarından biridir. Öte yandan insanlar medyayı niçin takip eder? Medyadan elde ettikleri nelerdir? Nasıl bir doyum elde etmektedir? Tüm bu sorular medya hakkında yapılan sayısız araştırmaların konusunu oluşturmaktadır. İnsanların hayatına yeni girmiş olan, biraz da onların var olan kişilerarası iletişim algısından farklı bir şeyi ifade eden sosyal medya kavramı ele alınıyor olması çalışmanın önemini oluşturmaktadır. Sosyal medya kullanıcılarının elde ettikleri doyumları belirlerken, araştırmada kullanılacak kurum, örneklem seçimi, bütçe, zaman vb. sınırlılıklar çalışmanın gerçekleştirilmesinde önem taşımaktadır. Bu nedenle araştırma 2010 Kasım ayında, özellikle öğrencilerin ve üniversite personelinin okulda yoğun olarak bulundukları zaman dilimi seçilmiştir. Çalışmanın örneklemi Gümüşhane Üniversitesi’nde okuyan öğrenciler ve üniversitede görev yapan akademik ve idari personelden oluşmaktadır. Bu kişilerin sosyal medya kullanımından elde ettikleri doyumları belirlemek amacıyla iki aşamalı bir anket formu hazırlanmıştır. Anket formunun ilk bölümünde yer alan 27 soru ile kişilerin, sosyal medya kullanımı ve elde etmiş oldukları doyumların neler olduğunu tespit etmeye yönelikken; ikinci bölümdeki sorular kişilerin sosyal medya kullanım sıklığı, kullanım alışkanlıkları, internete bağlantısı kurdukları yer, ikamet ettikleri yer ve demografik özelliklerini öğrenmeye yönelik olarak hazırlanmıştır. Çalışmada ayrıca geliştirilen ölçeklerin güvenilirlik ve geçerlilik analizlerinin yapılması ve denekler tarafından tam olarak algılanmayan soruların belirlenmesi amacıyla üç örneklem grubundan on kişi üzerinde ön test uygulanmıştır. Son kontrolleri yapılan anket ana örneklem üzerinde uygulanmaya hazır hale getirilmiştir. Güz 2011, Sayı:33 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… 145 3.1. Araştırmanın Hipotezleri İlgili literatür incelemesi sonucunda ‘‘Sosyal medya kullanımı kişilere bir takım doyumlar sağlamaktadır’’ önermesine ulaşılmıştır. Bu önerme sosyal medya günlük hayatta kişilerin iletişim biçimini de önemli derecede dönüştürmüştür ve kişilerin içinde yaşadıkları sosyo-demografik özelliklere göre farklılaşmaktadır. Şeklinde genişlettiğinde çalışmanın hipotezlerinin aşağıdaki gibi belirlenmiştir; Hipotez 1: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile meslekler arasında anlamlı bir fark vardır. Hipotez 2: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile Sosyal medyayı kullanma süresi arasında anlamlı bir fark vardır. Hipotez 3: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile ikamet edilen yer arasında anlamlı bir fark vardır. Hipotez 4: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile internete bağlandığı yerler arasında anlamlı bir fark vardır. Hipotez 5: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile günlük kullanma süresi açısından anlamlı bir fark vardır. Hipotez 6: Sosyal medya kullanımı faktörleri ile cinsiyet arasında anlamlı bir fark vardır. 3.2. Araştırmanın Örneklemi Araştırmanın amacı ve sınırlılıkları doğrultusunda ana kütle Gümüşhane Üniversitesi akademik ve idari personeli ve öğrencilerinde oluşturulmuştur. Üniversitenin ilgili birimlerinden örnek kütleye ilişkin veriler elde edilmiştir. Buna göre toplam akademik personel sayısı 356, idari personel sayısı 134 ve toplam öğrenci sayısı ise 5 bin 536’dır. Veri toplamak için üniversiteden gerekli izinler alındıktan sonra hazırlanan anket formu yüz yüze anket yöntemi ile doldurulmuştur. Veri toplama aşamasında toplam 250 kişiyle görüşülmüş, ön inceleme sonucunda anketlerin 232 tanesi örnekleme dahil edilmiştir. Örneklem dahilinde belirlenen bazı kişilerin sosyal medya kullanmamalarından dolayı, araştırmanın örnekleminin dışında tutulmuştur. Elde edilen bu örneklemin yeterliliği çalışmada kullanılacak istatistiksel analiz yöntemi bağlamında değerlendirilmiştir. Örnek büyüklüğü konusunda çok farklı görüşler bulunmaktadır (Akgül ve Çevik, 2005: 419). Örnek büyüklüğünün en az 50, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 146 H. Akçay mümkünse 100’den büyük olması gerektiği ve örnek büyüklüğünün analiz edilecek değişken sayısının en az 5 katı olması gerektiği ve yine aynı şekilde, araştırmada kullanılan analiz yöntemine bağlı olarak örneklem büyüklüğünün değişeceğini savunan farklı görüşler mevcuttur (Albayrak, 2006: 112). Çalışmada kullanılan örneklemin yeterliliği ayrıca kullanılan analiz yöntemleri bakımından da değerlendirilmiştir. Çalışmada, istatistiksel analiz yöntemi olarak Faktör Analizi kullanılmıştır. Örneklem yeterliliği konusunda, faktör analizi için ileri sürülen görüş; örneklem sayısının, değişken ölçeklerinin madde sayısından büyük olması gerektiği yönündedir (Akgül ve Çevik, 2005: 419). 3.3. Verilerin Analizi ve Bulgular Çalışmada kullanılan ölçek önceki bölümlerde yer verilen literatürden uyarlanmıştır. Bu ölçekte yer alan sorulan 1’den (kesinlikle katılmıyorum) 5’e (Kesinlikle katılıyorum) uzanan 5 noktalı Likert tipi tepki skalası üzerinde yer almıştır. Bu ölçek de yer alan sorular da 5 noktalı Likert ölçeği üzerinde yer almaktadır. Her iki ölçek için düşük skorlar, sosyal medya kullanımından elde edilen düşük doyum olarak kabul edilmektedir. Araştırmaya katılanların sosyo-demografik özellikleri şu şekildedir; %39,2’si Kadın %60,8’ı Erkektir. Araştırmaya katılan deneklerin meslek dağılımları; %30,2’si akademik personel, %16,4’ü idari personel ve %53,4’ü ise öğrencidir. Deneklerin ikamet ettikleri yere göre dağılımlarına göz attığımızda; %19,4’ü ailemle, %31,5’i arkadaşlarımla, %12,1’i yalnız, %36,2’si yurt, %,9’u ise diğer seçeneğini işaretlemiştir. Deneklerin internete bağlandığı yerlere açısından dağılım yüzdesi şu şekildedir; %1,3’ü okuldan, %9,9’u iş yerinden, %16,8’i yurttan, %8,6’si evden, %17,7’si internet kafeden, %4,3 okul ve evden, %10,3’ü okul ve yurttan, %31’i ise işyeri ve evden internete bağlandığını belirtmiştir. Araştırmaya katılanların %54,3’ü gün içinde aklına gelince, %20,3’ü 1 saatten az, %9,5’i 2-5 saat arasında, %2,2’si ise bilgisayarı açık olduğu süre içinde sosyal medya sitelerinin de hep açık olduğunu belirtmiştir. Deneklerin %3’ü 1 aydan az bir süredir, %8,6’sı 2-5 aydır, %72’si 1 seneden fazla bir zamandır, %16,4’ü ise ilk çıktıkları günden beri sosyal medya sitelerini kullandığını ve onlara üye olduğunu belirtmiştir. Güz 2011, Sayı:33 147 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… Tablo 1. Sosyal Medya Kullanımı ve Elde Edilen Doyumlara İlişkin Faktör Analizi Sonuçları Sosyal Medya Kullanımından Elde Edilen Doyumlar Sosyal medya kullanıyorum çünkü… İnternette edindiğim arkadaşlarla çevrem genişliyor. Tanımadığım insanlarla iletişim kurabiliyorum. Yeni arkadaşlar edinebiliyorum. Karşı cinsle daha rahat iletişim kurabiliyorum. Kendimi daha rahat ifade edebiliyorum. Kendimi olduğumdan farklı gösterebiliyorum. Arkadaşlarımla resim, video ve müzik paylaşabiliyorum. Müzik dinleyip video izleyebiliyorum. Çeşitli faaliyetler yaparak eğleniyorum. Oyun oynuyorum. Arkadaşlarımın paylaşımlarına yorum yapıyorum. Böylece onlarla zaman geçirebiliyorum. Günlük koşuşturma içinde rahatlamamı sağlıyor. Sıkıntılarımdan uzaklaşmamı sağlıyor. Günlük hayattaki stresten uzaklaşmamı sağlıyor. Boş zamanlarımı değerlendirebiliyorum. Bilmediğim olayları öğrenebiliyorum. Dünya ve Ülke gündemini takip ediyorum. Günlük olaylarla ilgili yapılmış yorumları takip ediyorum. Herhangi bir durumla ya da zorlukla karşılaştığımda nasıl başa çıkabileceğimi öğreniyorum. Açıklanan Varyans Cronbach’s Alpha İstatistikler Eğlence/ Rahatla Boş ma/Stres Vakit ten Geçirme Uzaklaş ma SS Sosyal Çevre Edinme/ Sosyalleşme 3,01 1,30 ,822 2,67 1,26 ,784 3,01 1,30 ,777 2,29 1,23 ,752 2,57 1,22 ,601 1,82 1,05 ,537 4,00 1,06 ,846 3,94 1,13 ,838 3,11 1,22 ,628 2,70 1,46 ,610 3,39 1,14 ,495 2,97 1,13 ,828 2,81 1,15 ,823 3,12 1,15 ,817 ,511 Bilgi edinme/ Hayatı Tanıma 3,00 1,17 3,09 1,22 ,790 2,80 1,21 ,760 3,15 1,20 ,661 2,18 1,15 ,523 36,785 11,334 8,776 6,972 ,86 ,81 ,85 ,74 KMO, örneklem yeterliliği testi: ,860 Barlet’in Küresellik Testi: 2357,021 (,000) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 148 H. Akçay Faktör analizi sonuçları özetlendiğinde, sosyal medya kullanımı ve elde edilen doyumlar ölçeği için, özdeğeri 1’den büyük 4 faktör elde edilmiştir. Bu faktörler toplam varyansın % 63,86’sını açıklamaktadır. Bu faktörler içerisinde 6 sorudan oluşan sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörü, 5 sorudan oluşan ikinci faktör eğlence/boş vakit geçirme faktörü, 4 sorudan oluşan üçüncü faktör rahatlama/stresten uzaklaşma ve 4 sorudan oluşan son faktör ise bilgi edinme/hayatı tanıma faktörü olarak isimlendirilmiştir. Sosyal medya kullanımı ve elde edilen doyumlar ölçeğinde örneklemin yeterliliğini ölçmeye yarayan Kaiser-Meyer -Olkin (KMO) örneklem yeterliliği ölçütü iyi bir değer olarak nitelendirilebilecek 0.86 olarak hesaplanmıştır. Verilerin çoklu normal dağılımdan gelmeleri ile ilgili bir test olan Barlett Testi’de kabul edilir sınırlar içindedir (p<0.000). Bu sonuçlar elde edilen faktör yapısının kullanılabilir olduğunu göstermektedir. Yapılan faktör analizi sonucunda görülmektedir ki kişileri sosyal medyayı kullanmaya yönelten en temel faktör sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörüdür. Tek başına toplam varyansın %36,785’sini açıklayan sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörünün güvenilirlik değeri (Cronbach’s Alpha: ,86) oldukça tatmin edici bir düzeydedir. Analiz sonucu ortaya çıkan ikinci faktör, ‘‘eğlence/boş vakit geçirme’’ faktörüdür. Güvenilirlik değeri Cronbach’s Alpha: ,81 olan, eğlence/boş vakit geçirme faktörünün toplam varyansın %11,334’ünü açıklamaktadır. ‘‘Rahatlama/stresten uzaklaşma’’ olarak adlandırılan üçüncü faktörün Güvenilirlik değeri Cronbach’s Alpha: ,85’dir. Rahatlama/stresten uzaklaşma faktörü toplam varyansın %8,776’ünü açıklamaktadır. Faktör analizi sonucunda çıkan son faktör ise ‘‘bilgi edinme/hayatı tanıma’’ faktörüdür. Bu faktörün Cronbach’s Alpha değeri:,74 ve faktör toplam varyansın %6,972’sini açıklamaktadır. Bu durum göstermektedir ki insanların sosyal medyayı, hayatı tanıma ve bilgi edinme amacıyla diğer faktörlerden daha az kullanmaktadırlar. 3.4. Değişkenlerle Faktörlerin Karşılaştırılması Faktörlerin demografik özellikler bakımından anlamlı farklılık gösterip göstermediğini incelemek için bağımsız örneklem t testi ve Tek Yönlü Varyans Analizleri (ANOVA) uygulanmıştır. Bulgular ve yorumları aşağıdaki tabloda verilmiştir. Güz 2011, Sayı:33 149 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… Tablo 2. Meslek Değişkeni İle Faktörler Arasındaki Fark Sosyal Çevre Edinme/ Sosyalleşme Eğlence/Boş Vakit Geçirme Rahatlama/Streste n Uzaklaşma Meslek Ortalamalar SD Akademik personel 2,25 ,88 İdari personel 2,29 ,72 Öğrenci 2,68 ,98 Meslek Ortalamalar SD Akademik personel 3,08 ,85 İdari personel 3,49 1,03 Öğrenci 3,61 ,86 Meslek Ortalamalar SD 3,00 ,91 Akademik personel İdari personel Öğrenci Meslek Bilgi edinme/ Hayatı Tanıma 1 Akademik personel İdari personel Öğrenci 2,88 2,99 ,86 1,01 Ortalamalar SD 2,60 ,91 2,73 2,95 ,84 ,88 ANOVA F P 6,06 ,00 ANOVA F P 7,98 ,00 ANOVA F P Post Hoc1 Grup 1 Akademik personel İdari personel Öğrenci Post Hoc1 Grup 1 Akademik personel İdari personel Öğrenci Post Hoc1 Grup 1 Akademik personel ,23 ,79 ANOVA F P İdari personel Öğrenci Post Hoc1 Grup 1 Akademik personel 3,87 ,02 İdari personel Öğrenci Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır. Tablo 2’de özetlendiği gibi denekler meslekleri bakımından 3 grup oluşturacak biçimde sınıflandırılmıştır. Tek yönlü varyans analizi sonuçları, bu meslek grupları arasında sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörü bakımından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark olduğunu ortaya koymaktadır (F=6,06; P<,05). Anlamlı farkın hangi gruplardan kaynaklandığını anlamak için uygulanan “Tukey HSD” Post Hoc testi sonuçları yorumlandığında ise akademik ve idari personel grubunda yer alan deneklerin ortalamalarının öğrenci grubundan anlamlı düzeyde düşük olduğu görülmektedir. Bu sonuç; ‘‘Sosyal medya kullanımı faktörleri ile meslekler arasında anlamlı bir fark vardır.’’ hipotezinin doğrulandığını göstermektedir. Öğrenciler sosyal medyaya sosyal çevre edinme/sosyalleşme açısından daha fazla önem vermektedirler. Başka bir ifadeyle öğrenciler sosyal çevre İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 150 H. Akçay edinme/sosyalleşme açısından sosyal medya araçlarına akademik ve idari personelden daha fazla önem vermektedirler. Bu bağlamda öğrencilerin, özellikle arkadaş edinmek ve arkadaş çevrelerini geliştirmek için sosyal medyadan yararlandıkları söylenebilir. Sosyal medyanın sunmuş olduğu özgürlük ortamında kim olduğunu, sosyo-demografik özelliklerini belli etmeden gerçekleştirilen iletişim, özellikle gençlerin yeni arkadaşlar edinmek ve sosyal çevrelerini geliştirmek için sosyal medya sitelerinden faydalandıklarını göstermektedir. Diğer taraftan öğrencilerden yaş ve eğitim olarak daha üst bir seviyeyi temsil eden akademik personel ve idari personel gruplarının sosyal medyaya, sosyal çevre edinmek/sosyalleşme aracı olarak verdikleri önem daha düşüktür. Öte yandan eğlence/boş vakit geçirme faktörü açısından sonuçlara baktığımızda meslek grupları arasında eğlence/boş vakit geçirme faktörü bakımından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark olduğu ortaya çıkmaktadır (F=7,98; P<,05). Anlamlı farkın hangi gruplardan kaynaklandığını anlamak için uygulanan “Tukey HSD” Post Hoc testi sonuçları yorumlandığında ise akademik personel grubunda yer alan deneklerin ortalamalarının, idari personel ve öğrenci grubundan anlamlı düzeyde düşük olduğu görülmektedir. Bu bağlamda idari personel ve öğrencilerin sosyal medyaya eğlence/boş vakit geçirme açısından akademik personel grubundan daha fazla önem verdikleri söylenebilir. Bu durum, idari personel ve öğrencilerin sosyal medyaya kullanmalarındaki düşüncelerinin akademik personelden farklı olduğunu göstermektedir. Rahatlama/stresten uzaklaşma faktörü açısından meslek gruplarının anlamlı farklılık gösterip göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA) sonuçlarına göre meslek grupları ile Rahatlama/Stresten uzaklaşma Faktörü (F=,23; P>,05), arasında anlamlı düzeyde farklılığa rastlanmamıştır. Benzer şekilde, Bilgi edinme/hayatı tanıma faktörü ile meslek grupları arasında anlamlı düzeyde bir farka rastlanmamıştır (F=3,82; P>,05). Güz 2011, Sayı:33 151 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… Tablo 3. İkamet Değişkeni İle Faktörler Arasındaki Fark Sosyal Çevre Edinme/Sosyalleşme ANOVA İkamet Ortalamalar SD Durumu F P Ailemle 2,21 ,81 Arkadaşlarımla 2,57 ,91 Yalnız 2,32 ,78 2,36 ,05 Yurtta 2,63 1,03 Diğer Eğlence/Boş Vakit Geçirme Rahatlama/Stresten Uzaklaşma Bilgi edinme/ Hayatı Tanıma 1 1,58 ,11 ANOVA İkamet Ortalamalar SD Durumu F P Ailemle 3,06 ,82 Arkadaşlarımla 3,57 ,96 Yalnız 3,08 ,80 4,34 ,00 Yurtta 3,62 ,89 Post Hoc1 Grup 1 Ailemle Arkadaşlarımla Yalnız Yurtta Diğer Post Hoc1 Grup 1 Ailemle Arkadaşlarımla Yalnız Yurtta Diğer 3,50 ,14 Diğer ANOVA Post Hoc1 İkamet Ortalamalar SD Durumu F P Grup 1 Ailemle 2,66 ,92 Ailemle Arkadaşlarımla 3,05 1,05 Arkadaşlarımla Arkadaşlarımla Yalnız 2,80 ,75 Yalnız Yalnız 2,59 ,03 Yurtta Yurtta Yurtta 3,11 ,92 Diğer Diğer 4,00 ,00 1 ANOVA Post Hoc İkamet Ortalamalar SD Durumu F P Grup 1 Ailemle 2,61 ,80 Ailemle Arkadaşlarımla 2,88 ,90 Arkadaşlarımla Arkadaşlarımla Yalnız 2,40 ,93 3,63 ,00 Yalnız Yurtta 2,97 ,88 Yurtta Yurtta Diğer 3,87 ,17 Diğer Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır. Tablo 3’e baktığımızda denekler ikamet ettikleri yere göre 5 gruba ayrılmıştırlar. Tek yönlü varyans analizi sonuçlarına göre, ikamet edilen yerler ile sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörü arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark oluşmadığı görülmektedir (F=2,36; P>,05). Benzer şekilde eğlence/boş vakit geçirme faktörü ile ikamet edilen yerler arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir farka rastlanmamıştır (F=4,34; P>,05). Öten yandan rahatlama/stresten uzaklaşma faktörü ve ikamet edilen yerler arasında anlamlı düzeyde bir farkın İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 152 H. Akçay bulunduğu anlaşılmaktadır (F=2,59; P<,05). Farkın hangi gruplardan kaynaklandığını belirlemek amacıyla yapılan Tukey HSD Post Hoc testi sonuçlarına göre ailesiyle birlikte yaşayan ve diğer (misafirhane, bir yakının yanında ikamet eden vb.) grubundan kaynaklandığı belirlenmiştir. Buna göre ailesiyle birlikte ikamet eden kişiler rahatlama/stresten uzaklaşma açısından sosyal medyaya diğer gruplardan daha az önem vermektedirler. Bu sonuçtan ailesiyle birlikte ikamet eden kişilerin stres atmak amacıyla farklı araçlara yöneldiğini söyleyebiliriz (mesela ailesiyle birlikte vakit geçirme gibi). Diğer taraftan diğer grubunda yer alan kişiler ise rahatlama/stresten uzaklaşma açısından sosyal medyaya diğer gruplardan daha fazla önem verdikleri görülmektedir. Bilgi edinme/Hayatı Tanıma faktörünün ikamet edilen yer bakımından anlamlı farklılık gösterip göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA) sonuçlarına göre bilgi edinme/hayatı tanıma faktörü ile ikamet edilen yer (F=3,63; P<,05) arasında anlamlı düzeyde farklılık bulunmaktadır. Farkın hangi gruplardan kaynaklandığını belirlemek amacıyla yapılan Tukey HSD Post Hoc testi sonuçlarına göre sosyal medyadan bilgi edinme/hayatı tanıma faktörüne en az önem verenler yalnız yaşayanlar ve ailesiyle birlikte yaşayanlardır. diğer grubunda yer alan kişiler ise sosyal medyadan bilgi edinme/hayatı tanımaya diğer gruptakilerden daha fazla önem vermektedirler. Tablo 4. Sosyal Medyayı Kullanma Süresi ile Faktörler Arasındaki Fark Kullanma Süresi Sosyal Çevre Edinme/Sosyalleşme Güz 2011, Sayı:33 ANOVA F Post Hoc1 P Grup 1 1 aydan az 1,92 ,98 1 aydan az 2-5 ay 2-5 ay 2,17 ,64 1 seneden fazla 2,47 ,93 İlk çıktığından beri 2,82 ,98 Kullanma Süresi Eğlence/Boş Vakit Geçirme Ortalamalar SD Ortalamalar SD 1 aydan az 3,28 ,56 2-5 ay 3,04 ,94 1 seneden fazla 3,45 ,92 İlk çıktığından 3,58 ,90 3,30 ,02 2-5 ay 1 seneden 1 seneden fazla fazla İlk çıktığından beri ANOVA F P Post Hoc1 Grup 1 1 aydan az 1,68 ,17 2-5 ay 1 seneden fazla 153 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… beri Kullanma Süresi Rahatlama/Stresten İlk çıktığından beri Ortalamalar SD P Grup 1 2,28 1,46 1 aydan az 2-5 ay 2,68 ,74 2-5 ay 1 seneden fazla 3,00 ,95 2,33 ,07 İlk çıktığından beri 3,15 ,93 Kullanma Süresi 1 aydan az 1 F 1 aydan az Uzaklaşma Bilgi edinme/ Hayatı Tanıma Post Hoc1 ANOVA Ortalamalar SD 2,32 1,10 2-5 ay 1 seneden fazla 1 seneden fazla İlk çıktığından beri ANOVA F P Post Hoc1 Grup 1 1 aydan az 2-5 ay 2,65 ,83 1 seneden fazla 2,82 ,87 1,16 ,32 2-5 ay İlk çıktığından beri 2,93 ,97 1 seneden fazla İlk çıktığından beri Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır. Tablo 4’e baktığımızda denekler sosyal medyayı kullanma süreleri bakımından 4 gruba ayrılmıştırlar. Tek yönlü varyans analizi sonuçlarına göre, sosyal medyayı kullanma süresi ile sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörü arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark oluşmadığı görülmektedir (F=3,30; P<,05). Buna göre 1 aydan az süredir sosyal medyayı kullanan kişiler sosyal medyanın sosyal çevre edinme/sosyalleşme etkisine diğer grupta yer alan kişilerden daha az önem vermektedirler. İlk çıktığı günden beri sosyal medyayı kullanan kişiler ise sosyal medyanın sosyal çevre edinme/sosyalleşme etkisine diğer gruplardan daha fazla önem vermektedirler. Farkı belirlemek amacıyla yapılan Tukey HSD Post Hoc testine göre fark bu iki gruptan kaynaklanmaktadır. Bilgi edinme/hayatı tanıma faktörü (F=1,16; P>,05) ve eğlence/boş vakit geçirme faktörü (F=1,16; P>,05) ile sosyal medyayı kullanma süresi arasında anlamlı düzeyde bir farka rastlanmamıştır. Rahatlama/stresten uzaklaşma faktörü ve sosyal medyayı kullanma süresi arasında anlamlı bir fark olup olmadığını öğrenmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA) sonuçlarına göre rahatlama/stresten uzaklaşma faktörü ile sosyal medyayı kullanma süresi arasında anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (F=2,33; P<,05). Tukey HSD Post Hoc testi sonuçlarına göre 1 aydan az zamandır sosyal medyayı kullananların rahatlama/stresten uzaklaşma faktörüne İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 154 H. Akçay verdikleri önem diğer grupta yer alanlardan anlamlı düzeyde düşüktür. Sosyal medyayı ilk çıktığından beri kulanlar da ise rahatlama/stresten uzaklaşma faktörüne verdikleri önem diğer gruptakilerden anlamlı düzeyde yüksektir. 2-5 aydır kullananlar ile 1 seneden beri kullananlar için ise anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Tablo 5. Günlük Kullanma Sıklığı İle Faktörler Arasındaki Fark Sosyal Çevre Edinme/Sosyalleşme Eğlence/Boş Vakit Geçirme Rahatlama/Stresten Uzaklaşma Bilgi edinme/ Hayatı Tanıma Güz 2011, Sayı:33 ANOVA Post Hoc1 Kullanma Ortalamalar SD Sıklığı F P Grup 1 Aklıma 2,35 ,90 Aklıma gelince gelince 1 saatten az 2,46 ,85 1 saatten az 2-5 saat 2,67 1,04 2,60 ,03 2-5 saat 6 saatten 2,73 ,84 fazla 6 saatten fazla Hep açık 2,90 1,01 Hep açık ANOVA Post Hoc1 Kullanma Ortalamalar SD Sıklığı F P Grup 1 Aklıma Aklıma Aklıma 3,31 ,90 gelince gelince gelince 1 saatten 1 saatten 1 saatten az 3,40 ,90 az az 2-5 saat 3,60 ,70 3,79 ,00 2-5 saat 2-5 saat 6 saatten 2,80 1,09 6 saatten fazla fazla Hep açık 3,90 ,95 Hep açık ANOVA Post Hoc1 Kullanma Ortalamalar SD Sıklığı F P Grup 1 Aklıma 2,79 ,97 Aklıma gelince gelince 1 saatten az 2,95 ,92 1 saatten az 2-5 saat 3,34 ,65 4,73 ,00 2-5 saat 6 saatten fazla 6 saatten 2,85 ,78 fazla Hep açık Hep açık 3,51 ,93 ANOVA Post Hoc1 Kullanma Ortalamalar SD Sıklığı F P Grup 1 Aklıma 2,73 ,92 Aklıma gelince gelince 1,99 ,09 1 saatten az 2,72 ,85 1 saatten az 155 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… 2-5 saat 6 saatten fazla Hep açık 1 2,80 ,88 2-5 saat 3,15 ,57 6 saatten fazla 3,19 ,83 Hep açık Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır. Tablo 5’e baktığımızda denekler sosyal medyayı günlük kullanma süreleri bakımından 5 gruba ayrılmaktadır. Sosyal Çevre Edinme/Sosyalleşme (F=2,60; P>,05), Rahatlama/Stresten Uzaklaşma (F=4,73; P>,05), Bilgi edinme/ Hayatı Tanıma (F=1,99; P>,05) faktörleri ile sosyal medyayı günlük kullanma süresi arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Eğlence/boş vakit geçirme faktörü ve sosyal medyayı günlük kullanma süresi arasında anlamlı bir fark olup olmadığını öğrenmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA) sonuçlarına göre eğlence/boş vakit geçirme faktörü ile sosyal medyayı günlük kullanma süresi arasında anlamlı bir fark olduğu görülmektedir (F=3,79; P<,05). Tukey HSD Post Hoc testi sonuçlarına göre bu fark sosyal medyada günlük 6 saatten fazla kalanlar ile internette bulunduğu süre boyunca sosyal medya siteleri hep açık bulunanlardan kaynaklandığı görülmektedir. Tablo 6. İnternete Bağlanılan Yer ile Faktörler Arasındaki Fark ANOVA Bağlantı Ortalamalar SD Yeri F P okul 2,27 ,96 İş 2,29 ,79 Yurt 2,52 1,05 Sosyal Çevre Edinme/Sosyalleşme Ev 2,63 ,90 1,87 ,07 İnternet kafe 2,66 1,00 Okul/ev 2,93 ,98 Okul/yurt 2,79 1,03 İş/ev 2,24 ,79 ANOVA Bağlantı Ortalamalar SD Yeri F P okul 2,93 1,60 İş 3,16 ,74 Yurt 3,55 ,88 Eğlence/Boş Vakit Geçirme Ev 3,46 ,98 2,01 ,05 İnternet kafe 3,53 ,90 Okul/ev 3,98 ,84 Okul/yurt 3,73 ,82 İş/ev 3,23 ,93 Post Hoc1 Grup 1 okul İş Yurt Ev İnternet Kafe Okul/ev Okul/yurt İş/ev Post Hoc1 Grup 1 okul İş Yurt Ev İnternet Kafe Okul/ev Okul/yurt İş/ev İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 156 H. Akçay ANOVA Post Hoc1 Bağlantı Ortalamalar SD Yeri F P Grup 1 okul 2,16 1,12 okul İş 2,85 ,75 İş Yurt 3,16 1,13 Yurt Rahatlama/Stresten Uzaklaşma Ev 3,01 1,05 Ev ,72 ,65 İnternet kafe 2,90 1,08 İnternet Kafe Okul/ev 2,72 1,12 Okul/ev Okul/yurt 3,06 ,85 Okul/yurt iş/ev 2,98 ,83 İş/ev ANOVA Post Hoc1 Bağlantı Ortalamalar SD Yeri F P Grup 1 okul 1,83 ,52 Okul İş 2,52 ,73 İş İş Yurt 2,83 ,94 Yurt Yurt Ev 2,98 ,82 Ev İnternet kafe 3,01 ,96 İnternet 1,80 ,08 Bilgi edinme/ Hayatı Tanıma kafe 1 Okul/ev 2,95 1,14 Okul/yurt iş/ev 3,05 2,67 ,76 ,87 Okul/ev Okul/yurt iş/ev iş/ev Homojen varyans varsayımı geçerlidir, Tukey HSD Post Hoc Testi Kullanılmıştır Tablo 6’a baktığımızda denekler internete bağlandıkları yer açısından 5 gruba ayrılmaktadır. Sosyal Çevre Edinme/Sosyalleşme (F=1,87; P>,05), Eğlence/Boş Vakit Geçirme (F=2,01; P>,05), Rahatlama/Stresten Uzaklaşma (F=,72; P>,05) faktörleri ile sosyal medyayı günlük kullanma süresi arasında anlamlı bir farka rastlanmamıştır. Bilgi edinme/hayatı tanıma faktörünün internete bağlanılan yer bakımından anlamlı farklılık gösterip göstermediğini analiz etmek için yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA) sonuçlarına göre bilgi edinme/hayatı tanıma faktörü ile internete bağlanılan yer (F=1,80; P<,05) arasında anlamlı düzeyde farklılık bulunmaktadır. Farkın hangi gruplardan kaynaklandığını belirlemek amacıyla yapılan Tukey HSD Post Hoc testi sonuçlarına göre farklılık okuldan, ev, internet kafe, okul/yurt, okul/ev gruplarından kaynaklanmaktadır. Sosyal medyaya bilgilendirme işlevi açısından en az önem verenler ise sosyal medya sitelerine okuldan bağlananlardır. Cinsiyet grupları ile faktörlerin farklılık gösterip göstermediğini test etmek için yapılan bağımsız örneklem t testi sonuçlarına göre cinsiyet grupları ile faktörler arasında fark gözlenememiştir (P>,05). Güz 2011, Sayı:33 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… 157 SONUÇ Bu çalışmada Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı bağlamında kişilerin sosyal medya kullanımları ve bu kullanımdan elde etmiş oldukları doyumlar belirlenmiştir. Sosyal medya kullanımı ve elde edilen doyumlarının test edilmesinde deneklere yöneltilen sorular; sosyal çevre edinme/sosyalleşme, eğlence/boş vakit geçirme, rahatlama/stresten uzaklaşma, bilgi edinme/hayatı tanıma olmak üzere dört faktöre ayrılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre sosyal medya kullanımında etkili olan faktörler arasında, sosyal medya kullanımından elde edilen doyumu açıklayan faktör ‘‘sosyal çevre edinme/sosyalleşme’’dir. Kişiler arası ilişkilerin daha yoğun yaşanabileceği ortamlar olan üniversitelerde, özellikle gençlerin arkadaşlarıyla zaman geçirmek yerine sosyal medya sitelerini tercih etmeleri ve zamanların büyük bölümünü internette geçiriyor olmaları, günümüzde sosyal medyanın kişiler için önemli bir sosyal çevre edinme ve sosyalleşme aracı olduğunu göstermektedir. Sosyal medyanın çift taraflı etkileşim ve oneline iletişime uygun bir ortam sunması, arkadaş sohbetlerinin yerine internet üzerinden farklı bir şehirde yaşayan farklı sosyo-kültürel özellikteki insanlarla iletişime elverişli bir ortam sağlıyor olması, sosyal medyanın kişileri cezbeden bir diğer yönüdür. Bunun yanı sıra özellikle gençlerin karşı cinsle daha rahat iletişim kurabilmeleri ve kendilerini daha rahat ifade edebilmelerini sağlaması yönünden de sosyal medya sosyal ortam kurma ve sosyalleşmede tercih ettikleri iletişim araçlarından biri haline gelmiştir. Öte yandan tek bir Facebook ve Twitter mesajı ile saniyeler içinde binlerce kişiye ulaşılabilmesi, sosyal medyayı sosyalleşme açısından önemli bir araç durumuna getirmektedir. Soysal medya kişilere günlük yaşamda üyesi olamayacağı, gruba aidiyetin belli kurallarla ayrıldığı, sert kuralları olan belli gruplara üye olma ihtiyacını karşılamaktadır. Bireyin belli bir gruba üye olma ihtiyacını da sosyal medya aracılığıyla tatmin ettiği söylenebilir. Öte yandan sosyal medya ile devrimlerin yaşandığı günümüzde birçok marka ve grup destekçilerine sosyal medya aracılığı ile ulaşmaktadır. Araştırmanın sonuçlarına göre sosyal medya kullanımında etkili olan ve sosyal medya kullanımından elde edilen doyumu açıklayan ikinci faktör, ‘‘eğlence/boş vakit geçirme’’ faktörüdür. Kişiler sosyal medya aracılığıyla videolar, resim, müzik vs. gibi paylaşımlar yaparak zaman geçirmektedir. Her ne kadar sosyal medya ve internete insanların kitap okuma, yakınlarıyla zaman geçirme alışkanlıklarını körelttiği yönünde eleştiriler yöneltilse de kişilerin önemli bir bölümü zamanının çoğunu sosyal medya sitelerinde kurdukları arkadaş ortamları ile çeşitli paylaşımlar yaparak geçirmektedirler. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 158 H. Akçay Araştırmada ortaya çıkan sonuçlara göre sosyal medya kullanımını açıklayıcılık bakımından etkili olan üçün faktör ‘‘rahatlama/stresten uzaklaşma’’ faktörüdür. Kişiler günlük yaşamın koşuşturması, stresi ve yorgunluğu içinde sosyal medyaya yönelmekte, sosyal medyayı gündelik hayatın problem ve sıkıntılarından kaçış için bir yol olarak görülmektedir. Araştırmaya göre sosyal medya kullanımını açıklayıcılık bakımından etkili olan dördüncü ve en son faktör ise ‘‘bilgi edinme/hayatı tanıma’’ faktörüdür. İnternet, günlük hayatımızın her ne kadar bir parçası haline gelmiş olsa da, kişilerin interneti bilgi edinme kaynağı olarak görülmediği söylenebilir. İnternette oluşan güvenlik problemleri, yasal boşluklar, günübirlik imajların yok olup gittiği, kişilerin özel hayatlarının hiçbir çekinme olmadan gözler önüne serildiği, her ne karar özgürlük olarak nitelense de aslında insanların hayatlarının ortasında bir kaos olarak durmaktadır. Sosyal medyayı bir aydan az zamandır kullanmakta olanlar yani henüz yeni kullanmaya başlamış kişiler sosyal paylaşım sitelerini, ilk çıktıkları günden beri kullananlara oranla sosyal çevre edinme/sosyalleşme ve rahatlama/stresten uzaklaşma faktörleri açısından daha az önem vermektedirler. Yani kısacası uzun süreden beri sosyal medyayı kullanan kişiler, sosyal medyayı kısa süredir kullananlara oranla daha çok sosyal çevre edinme/sosyalleşme ve rahatlama/stresten uzaklaşma aracı olarak gördüklerini ortaya çıkarmaktadır. Bu durum ‘‘sosyal medyayı kullanma süresi arttıkça, kişilerin sosyal çevre edinme/sosyalleşme faktörüne verilen önem artmaktadır’’ şeklinde formülle edilen hipotez doğrulanmaktadır. Araştırma dahilinde kişilerle yapılan yüz yüze mülakatlarda bir çok kişinin sosyal medyanın çok fazla zamanlarını aldığı, yüz yüze sohbet etme, yakınlarıyla zaman geçirme, telefonla konuşma vb. alışkanlıklarını zayıflattıkları yönünde bir takım yakınmalarının olmasına rağmen sosyal medyayı kullanmaktan vazgeçemediklerini belirtmeleri de ayrı bir inceleme konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Okulların her birinin twitter, facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde hesapları olması gerekmektedir. Seçim kampanyalarının dahi sosyal medyalar aracılığıyla yürütüldüğü bir çağda, üniversitelerin internetten uzak kalması düşünülemez. Böylece okulu tanımak isteyen yabancı öğrenci ve eğitmelere fırsat tanınmaktadır. Dünyada kullanımının yaygınlığının yanı sıra anlık etkileşimi artırması açısından çok daha tercih edilebilir göstermektedir. Öte yandan okulun reklam ve tanıtımını yapmak açısından önemlidir. Güz 2011, Sayı:33 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… 159 KAYNAKÇA Akgül, A ve O Çevik (2005) İstatistiksel Analiz Teknikleri, SPSS’te İşletme Yönetimi Uygulamaları, Ankara: Emek Ofset. Albayrak, A S (2006) Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri, Ankara: Asil Yayın Dağıtım. Anık, C (2003) Bilgi Fabrikaları ve Müşteriler, Ankara: Altın Küre Yayınları. Armstrong, M H (1999) The Gratification Dimensions of the İnternet’s World Wide Web: An Exploratory Study. Unpublished Doctoral Dissertation, The Florida State University: UMI Dissertation Information Service. Balcı, Ş ve Ayhan, B (2007) Üniversite Öğrencilerinin İnternet Kullanım ve Doyumları Üzerine Bir Saha Araştırması, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 5 (1). s.174-197. Balcı, Ş ve Tarhan, A (2007) Siyasal Bilgilenme ve İnternet: 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri’nde Bir Kullanımlar ve Doyumlar Araştırması, Medya ve Siyaset Uluslararası Sempozyumu, Cilt 1. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi, 15– 17 Kasım, İzmir. S.322-335. Berger, A A (1995) Essential of Mass Communication Theory, London: Sage Publication. Büyüköztürk, Ş (2004) Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı, Ankara: PigemA Yayıncılık. Bryman, A ve D Cramer (1997) Quantitative Data Analysis With SPSS For Windows, London:Routledge. Charney, T R (1996) Uses and Gratifications of the Internet. Unpublished Master of Arts Dissertation, Michigan State University:UMI Dissertation Information Service. Çetin, E.; Sosyal İletişim Ağları ve Gençlik :Facebook Örneği, http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/bilim/bilim15.pdf (Erişim: 31.11.2010). Duman, A (1998) İnternet, Öğrenme ve Eğitim Üzerine Bir Deneme, (http://www.dergimiz.biz/internet-ogrenme-ve-egitim-uzerine-birdeneme.htm), (Erişim: 02.11.2010). Erdoğan, İ ve Alemdar, K (1990) İletişim ve Toplum Kitle İletişim Kuramları Tutucu ve Değişimci Yaklaşımlar, Ankara: Bilgi Yayınevi. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 160 H. Akçay Erdoğan, İ ve Alemdar, K (2005) Öteki Kuram (Kitle İletişim Kuram ve Araştırmalarının Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi), Ankara: Erk Yayınları. Fiske, J (2003) İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev.:Süleyman İrvan, Ankara: Bilim ve Sanat. Gilbert, E. ve Karahalıos, K (2009) Predicting Tie Strength With Social Media, CHI, Nisan 4‐9. Güz, H. ve Zafarmand, N. (2009) Sosyal Medya Bağlamında Alternatif Bir Alan:web2.0 ve PR2.0, Birinci Halkla İlişkiler 2.0 Uluslararası Konferansı, Kargozare ravabet umumi yayınevi, Tahran, Kasım 2009, s.107- 119. Işık, M (2005) Kitle İletişim Teorilerine Giriş, Konya: Eğitim Kitabevi. Işık, U. (2007) Medya Bağımlılığı Teorisi Doğrultusunda İnternet Kullanımının Etkileri ve İnternet Bağımlılığı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya. Kaye, B. K. (1998) Uses and Gratifications of the World Wide Web: From Couch Potato to Web Potato, The New Jersey Journal of Communication, 6 (1): 21-40. Küçükkurt, M., Hazar M. Ç. ve Çetin, M. (Temmuz 2009) Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Perspektifinden Üniversite Öğrencilerinin Medyaya Bakışı, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, Cilt:6, Sayı:1,s.37-50. Koçak, A. ve Özcan, Y. Z. (2002) Information or Entertainment?: Use of Internet Among University Students in Turkey, International Conference on Media and Communication in the E-Society of the Century: Access and Participation, Moscow, October 17-19. Levine, M. (2003) Halkla İlişkiler: Bir Gerilla Savaşı, İstanbul: Rota. Lull, J. (2001) Medya İletişim Kültür, Çeviren: N. Güngör, Ankara: Vadi Yayınları. Mattelart, A. ve Mattelart, M. (2009) İletişim Kuramları Tarihi (çev. Melih Zıllıoğlu), İstanbul: İletişim Yayınları. McLuhan, M. (1964) Understanding Media: The Extensions of Man, NY, USA: New American Library. Mutlu, E. (2004) İletişim Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Güz 2011, Sayı:33 Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı:… 161 Murugesan, S. (2007) Understanding Web 2.0, IT Professional, Volume: 9, Issue:4, s.34-41. Nordenstreng, K. (1970) Comments on Gratifications Research in Broadcasting, Public Opinion Quarterly 34: 130- 132. Onat, F. ve Alikılıç, Ö. A. (2008) Sosyal Ağ Sitelerinin Reklam ve Halkla İlişkiler Ortamları Olarak Değerlendirilmesi, Journal of Yasar University, 3(9), s.1111-1143 Sartori, G. (2004) Görmenin İktidarı, Homo Videns: Gören İnsan, Çev. G. Batuş ve B. Ulukan, İstanbul: Karakutu. Severin, W. J. ve Tankard, J. W. (1994) İletişim Kuramları (Kökenleri, Yöntemleri ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımları, Çev: Ali Atıf Bir ve Serdar Sever, Eskişehir: Kibele Sanat Merkezi. Şeker, T. B. (2005) İnternet ve Bilgi Açığı, Konya:Çizgi Kitabevi. Şencan, H. (2005) Sosyal ve Davranışsal Ölçümlerde Güvenilirlik ve Geçerlilik (Reliability and Validity in Social and Behavioral Measurements), Ankara: Seçkin Yayıncılık. Thompson, J; Is Education 1.0 Ready for Web 2.0 Students?, (http://innovateonline.info/pdf/vol3_issue4/Is_Education_1.0_Ready_for_ Web_2.0_Students_.pdf), (Erişim: 02.11.2010). Toruk, İ. (2008) Üniversite Gençliğinin Medya Kullanma Alışkanlıkları Üzerine Bir Analiz, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,Sayı:19, s.475-488. Timisi, N. (2004) İnternet Toplum Kültür (içinde) “Sanallığın Gerçekliği: İnternetin Kimlik ve Topluluk Alanlarına Girişi, Ankara: Epos. Vural, B.Z. ve Bat, M. (2010) Yeni Bir İletişim Ortamı Olarak Sosyal Medya: Ege Üniversitesi İletişim Fakültesine Yönelik Bir Araştırma, Journal of Yasar University 20(5) 3348‐3382. Yaylagül, L. (2008) Kitle İletişim Kuramları(Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar), 2. Baskı, Ankara: Dipnot Yayınları. http://www.emekdunyasi.net/ed/teknoloji/9606-internet-en-cok-tercih-edilenmedya-araci http://www.siberkult.com/blog/?p=291 (Erişim: 01.11.2010) http://www.guvenliweb.org.tr/istatistikler/content/internetkullan%C4%B1m%C4%B 1na-ili%C5%9Fkin-ara%C5%9Ft%C4%B1rma (Erişim: 01.11.2010) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 162 H. Akçay Boş Sayfa Güz 2011, Sayı:33 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- ÖRGÜT İÇİ İLETİŞİM VE İLETİŞİM TATMİNİ KONAKLAMA İŞLETMELERİNDE BİR UYGULAMA Fatma GEÇİKLİ* Neslihan SERÇEOĞLU** Çağla ÜST*** ÖZET Geleneksel anlamdaki yönetim anlayışı yerini örgütün tüm paydaşlarıyla olan ilişki ve iletişimini yönetebileceği daha geniş bir yaklaşıma bırakmıştır. Son yıllarda örgütsel aktifler arasında insan kaynaklarının önemi artmakta, çalışanların daha verimli ve etkin olabilmesi için çalışma ortamında iletişim işleyişi üzerinde önemle durulmaktadır. Bir işin başarısız ya da başarılı olması işin tekniğini bilmekten çok, iletişim kurabilme becerisine bağlıdır. Ortak bir amaca ulaşmak için birlikte çalışan insanlardan meydana gelen bir örgütte iletişim, bu sürecin hayati önem taşıyan bir parçasıdır. Bu bağlamda, örgütsel iletişim yöntem ve süreçlerinin yeterince yerine getirilmemesi ve bu durumun sonucu olarak çalışanlarda görülen tatminsizlik bu çalışmanın sorunsalını oluşturmaktadır. Araştırmanın amacı, konaklama işletmelerinde çalışan iş görenlerin işletme içindeki iletişimi nasıl algıladıklarını belirlemek ve iletişim tatmini ile ilgili görüşlerini değerlendirmektir. Erzurum il sınırları içerisinde bulunan 10 otelde toplam 242 çalışana anket uygulanmıştır. Araştırmada verilerin değerlendirilmesinde SPSS for Windows 16.0 paket programı kullanılmıştır. Anahtar Kelimeler: İletişim, Örgütsel iletişim, İletişim tatmini ORGANIZATIONAL COMMUNICATION AND COMMUNICATION SATISFACTION: AN STUDY ON HOSPITALITY INDUSTRY ABSTRACT Management understanding in traditional sense has been replaced by a broader approach in which all shareholders of the organization can manage the relations and communication. Recently, the importance of human sources among organizational factors and the running of communication has gained significiance at working environment for the employees being more efficient and effective. The failure or success of a task depends on the capability of communicating rather than knowing its techniques. Communication is a vital part of the process in which an organization is made up of people working together to reach a common goal. In this context, insufficiency in performing the organizational communication methods and procedures, and unsatisfaction, as a result of this situation, among amployees build up the problem of this survey. The objective of this study is to determine how the employees working in the organization perceive the communication and to evaluate their views on communication satisfaction. A questionnaire was applied totally to 242 employees in 10 hotels in the city centre of Erzurum. In the assesment of the data, SPSS for Windows 16.0 packet program was used. Keywords: Communication, Organizational Communication, Communication Satisfaction * Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü. Arş. Gör., Atatürk Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu. *** Atatürk Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu. ** İletişim 2003/18 164 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst GİRİŞ Toplumsal yapının en önemli unsurlarından biri olan örgütler, sahip oldukları kurumsal özellikleriyle faaliyetlerini içte ve dışta kurulan bir ilişkiler sistemiyle devam ettirirler. Dinamik bir varlık olan örgütler kendilerine özgü işlevleri gerçekleştirebilmek için hem örgüt içine hem de örgüt dışına yönelik etkili bir iletişime ihtiyaç duyarlar. Ortak bir hedefe ulaşmak için birlikte çalışan insanlardan meydana gelen bir kurumda iletişim, bu sürecin hayati önem taşıyan bir parçası olarak yerini alır. Konaklama işletmeleri de insanı önemli bir unsur olarak görür ve faaliyetlerini de o şekilde sürdürür. İnsanın olduğu yerde iletişimin olması kaçınılmazdır. İnsan gücünün son derece önemli olduğu konaklama işletmelerinde iletişim, iş görenlerin faaliyetlerinin düzenli olarak devam edebilmesi, süreklilik ve motivasyon için çok önemlidir. Çalışanların iletişim tatminlerinin sağlanması ile takım çalışması, örgüt iletişim iklimi, bütünleşme-özdeşleşme ve ast-üst ilişkileri düzelir, performans artar, takım çalışması ve bütünlük sağlanır ve ayrıca hizmet kalitesi de artar. (Ünüvar ve Bilge, 2009: 55) Çalışma temel olarak iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, araştırmanın temelini oluşturan iletişim, iletişim süreci elemanları, örgütsel iletişim, örgütsel iletişimin amaçları ve akış yönü, iletişim tatmini - örgütsel iletişim tatmini ve konaklama işletmeleri gibi kavramlar açıklayıcı olması bakımından kuramsal bilgilerden söz edilmiştir. Bu bölümde genel olarak iletişim kavramı üzerinde durulmuştur. Konaklama işletmelerinin temel özellikleri ve örgütsel iletişim incelenmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde ise ilk bölüme dayanılarak yapılan araştırma ile ilgili bilgiler ve bulgular bulunmaktadır. 1. İletişimin Tanımı ve Önemi İletişim Latince’deki Communicatio ve batı dillerindeki Communication kavramının karşılığıdır. Communicatio kavramının kökeni de ortaklaşa demek olan Communis kavramına dayanmaktadır. Bu bağlamda iletişim en geniş anlamıyla canlılar arasında belirli ortaklaşa unsurlara dayanan bir süreci ifade etmektedir. Bu anlayıştan hareketle iletişimin sadece insanları değil, tüm canlıları kapsadığı söylenebilir. (Özaslan, 2009:2) İletişim sayesinde insanlar, örgütler (kurumlar) ve toplumlar arasında etkileşim kurulur. Bir etkileşimin iletişim olabilmesi için, mutlaka bir değişimin olması veya bir değerin oluşturulması gerekmektedir. İletişim kavramının herkes tarafından kabul edilen tek bir tanımı bulunmamaktadır. İletişim kavramı ile ilgili yapılan tanımlardan bazıları şunlardır: Güz 2011, Sayı:33 Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama 165 • İletişim, herhangi bir kişiden diğer bir kişi veya kişilere bilgi, veri, anlayış ve sezgi aktarmasıdır. • İletişim, iki kişinin duygu, düşünce ve bilgilerini paylaşarak birbirini anlaması ile ilgili bir süreç olarak tanımlanabilir. (Gürgen, 1997:9) • İletişim kavramı, tutum, bilgi, düşünce, duygu ve davranışların, kaynaktan hedefe doğru aktarılması anlamına gelir. İletişim bir kişiden veya gruptan, bir başka kişi veya gruba bilgilerin aktarılması sürecidir. (Lewis, Goodman,1995:389) • İletişim, simgeler aracılığıyla bir kişiden veya gruptan diğerine veya diğerlerine bilginin, fikirlerin, tutumların veya duyguların iletimidir. (Sarıkamış, 2006:37) • İletişim çoğu açıklamalarda olduğu gibi sadece bilgi paylaşımı ve duyguların aktarımı değildir. İletişimin anlam yaratma, etkileme ve değiştirme, etkileme ve yönlendirme gibi birçok işlevi vardır. Ayrıca iletişimin kendi içinde bir yapısı vardır ve bu yapıya temel oluşturan bir planlamaya sahiptir. (Geçikli, 2010: 253) Toplumsal yaşam içerisinde iletişime herkesin ihtiyacı vardır. Çünkü iletişim, insanların birbirini anlamaları için gerekli olan bir köprü konumundadır. İnsanlar ister tek başına, ister toplumla birlikte yaşasın, iletişim kurarak amaçlarına ulaşırlar. İnsanda iletişim kurma ihtiyacı, çevreyi etkileme isteğinden kaynaklanır. İletişim, insanın kendini bir insan olarak gerçekleştirmesi ve sosyal süreçlere girmesi bakımından da önemlidir. Günümüzde iletişimin öneminin artmasının bir diğer nedeni ise iletişimin bugün bir güç kaynağı olan bilgi iletiminin temel aracı olmasıdır. Öte yandan, iletişim toplumda yaşayanlar arasında sağladığı etkileşim ile düşüncelerde, davranışlarda, maçlarda ve değerlerde benzerlik ve uzlaşma olasılığını artırmada da son derece önemli bir rol oynamaktadır. 2. İletişim Süreci Elemanları İletişim süreci, kaynağın bir mesajı anlaşılır bir biçimde kodlayarak alıcıya göndermesiyle başlar. Bu süreç iki şekilde olmaktadır. Bunlar; tek yönlü yani doğrusal iletişim ve çift yönlü yani döngüsel iletişimdir. Tek yönlü-doğrusal iletişimde bilgi, duygu, düşünce, tutum ve kanaatlerin doğrusal bir şekilde aktarımı söz konusudur. Çift yönlü-döngüsel iletişimde ise bilgi-duygu, düşünce, tutum ve kanaatlerin kaynaktan alıcıya gönderilmesi alıcının da bunları alıp anlamlandırarak yorumlaması ve geri bildirimde bulunması şeklinde gerçekleşmektedir. Tek yönlü İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 166 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst iletişim sürecinin temel unsurları; kaynak-mesaj-kanal-alıcı şeklinde sıralanmaktayken çift yönlü iletişim sürecinin unsurları ise; kaynak - kodlama mesaj - kanal - kodaçma - alıcı - geri bildirim şeklinde sıralanmaktadır. (Geçikli, 2010:263) 3. Örgütsel İletişim İletişim; bilginin paylaşıldığı, etkinliklerin organize edildiği ve karar almanın daha da artırıldığı bir yöntemken, örgütsel iletişim; kurumda meydana gelen, kurumla alakalı ve kurumun yaptığı iletişim anlamına gelir. Kurumda olan iletişim denildiğinde ise daha çok örgütsel iletişimin kurum içi ilişkilerini kapsayan süreci ifade eder. (Erdoğan, 2005: 260) İletişim bireysel yaşamın olduğu kadar örgütsel ve toplumsal yaşamında vazgeçilmez aracıdır. Örgütsel iletişim; birden fazla insanın bir amaç etrafında birleşmesini sağlayan ve onların güç birliği yaparak örgüt amaçlarına ulaşma yönünde etkili bir biçimde çalışabilmeleri için, aralarında gerçekleşmesi gereken işbirliğini ve çevresiyle uyumlarını sağlamada önemli bir rolü bulunan, biçimsel ve biçimsel olmayan yapılardaki anlam yükü taşıyan her türlü insan etkinliğinin paylaşılmasıdır. (Ünüvar, 2009: 57) Örgütler, üretime yönelik örgüt içi işbirliği ve ortak amaç etrafında birleşme çabasının dışında, “dış dünya” ile ilişki kurma, çevreden aldıkları bilgiyi örgüt içindeki bilgi işlem merkezlerine aktarıp bir strateji oluşturarak belirsiz, rekabetçi ve dinamik çevre şartlarına uyum gösterebilme çabası içerisindedirler. Gerek örgüt içerisindeki uyum, ortak görüş ve koordinasyon sağlamaya, gerekse de örgüt dışı adaptasyon ve bilgi akışına yönelik bu eylemlerdeki başarı, örgütlerde etkin bir iletişim sistemi oluşturmakta saklıdır. (Özarallı, 1997:71) Örgütte oluşturulan etkin iletişim sistemi, örgütsel düzenin başarısını da yansıtır. Bütün bu örgütsel faaliyetler için örgütsel iletişim zorunlu bir yönetsel araç olarak ortaya çıkar. Örgütsel iletişimin gelişimi; endüstriyel psikolojinin, sosyal psikolojinin, örgütsel davranış ve yönetim biliminin gelişimine eşlik etmiştir. Bu nedenle bu alandaki uzmanlar örgütsel iletişim çalışanlarının tipik olarak türettikleri egemen teorileri, kavramları ve konuları biçimlendirmişlerdir. Örgütsel iletişim üç ana sözlü iletişim geleneğini geliştirmiştir: (Gülnar, 2007:21-22) • Topluluğa hitap etme, • İkna, Güz 2011, Sayı:33 Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama 167 • Bireylerarası, küçük grup ve kitle iletişimi üzerinde sosyal bilim araştırması. Günümüzde örgütler giderek karmaşıklaşan bir yapıya bürünürken, onu meydana getiren bireylerde, çeşitli açılarda karmaşık bir yapıya sahip olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bireysel ve örgütsel anlamdaki bu karmaşık yapı, birbirleri ile ancak etkili bir örgütsel iletişim sayesinde uyumlu ve sistemli bir şekilde bütünlük oluşturabilirler. Bu bağlamda, örgütsel unsurlar arasındaki dayanışma ve koordinasyon, bireyler arasındaki uyum ve iyi ilişkilere temel oluşturan iletişimle mümkündür denilebilir. Bireyler ne kadar yetenekli ve yüksek performans gösterme eğilimine sahip olurlarsa olsunlar, örgütte iletişim sorunları söz konusu ise, örgüt içerisinde bireylerin yada grupların etkin olmaları engellenebilir. Çünkü etkili bir iletişim, bir örgütün etkin ve etkili çalışabilmesi için en önemli ve temel faktörlerden biridir. (Gökçe, 2006:87) Etkili iletişim yeteneği çalışanın ve kurumun verimliliğini artırır. Etkili iletişim kurabilen bir çalışan meslektaşları, çalışanlar, yöneticiler, yatırımcılar ve müşteriler üzerindeki etkisini daha da artırabilir. Örgütsel iletişim bilimsel yönetim, insan ilişkileri yaklaşımı, insan kaynakları yönetimi, sistem yaklaşımı ve kültürel perspektif gibi çeşitli yaklaşımlara dayanmaktadır. Bu yaklaşımlardan her biri iletişim olgusuna ilişkin farklı kavramları ve tanımları öne çıkarmışlardır. 20. yy. sonlarına doğru bir disiplin olarak gelişen örgütsel iletişim alanında, alanın belirgin olarak kimliğini saptama çabaları örgütsel iletişimin gelişimine eşlik etmektedir. Örgütsel iletişim araştırmacıları, alanının geleceği ve sınırlarına ilişkin tanımlamalarına hala devam etmektedirler. (Durgun, 2006:116) 4. Örgütsel İletişimin Amaçları Örgütsel iletişim, örgütteki tüm çalışanların örgütsel amaçlar yönünde etkileşimde bulunmasını sağlayarak, örgütsel bütünlüğü gerçekleştirmede son derece önemli bir işleve sahiptir. Örgütsel bütünlüğünü gerçekleştirebilmek için öncelikle örgüt içerisinde sağlıklı bir iletişim oluşturulması gerekmektedir. İletişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi sonucu örgüt şu faydaları sağlayabilir: (Torrington, Hall; 1987:76) • Yönetime karar almada gerekli bilgiyi elde etme olanağı sağlar. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 168 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst • Yöneticilerin aldığı kararların çalışanlar tarafından algılanması ve uygulamaya dönüştürülmesine yardımcı olur. • Çalışanların örgüte bağlılığını artırarak, müşteri hizmetlerinin iyileşmesini sağlar. • İş tatmini, örgütsel bağlılık ve motivasyon gibi çalışanların davranışları üzerinde olumlu etkiler yaratarak örgütsel performansı artırır. • İş ortamındaki huzursuzlukları ve baskıları azaltır. • Örgütsel faaliyetlerin işbirliği ve istikrar içinde geçmesini sağlar. • Daha az hata yapılmasına ve dolayısıyla giderlerin azalmasına olanak sağlar. 5. Örgüt İçi İletişimin Akış Yönü Örgüt içinde kurulan çok yönlü iletişim ağı, çalışanların serbestçe üstleriyle tartışabilmesi, çeşitli önerilerini iletebilmesi, örgütle ilgili konularda bilgi sahibi olabilmesi, deneyim, düşünce ve duygularını paylaşabilmesi, çalışanlar arasında eşgüdümün sağlanabilmesi ve çalışanların motivasyonları için büyük önem taşımaktadır. Örgütte çalışanlar arasındaki mesajlar birçok farklı yol veya kanallardan iletilir. Bu kanallarda iletişim dikey, yatay ve çapraz olarak üç yönde akmaktadır. (Ünüvar, 2009: 61-62) 5.1. Dikey İletişim Dikey iletişim yönetenler ve astlar arasında kurulan iletişim biçimidir. Dikey iletişim organizasyonda hem aşağı doğru hem de yukarı doğru akar. Yukarıdan aşağıya doğru iletişim üst yöneticiden başlar ve aşağıya doğru en alt düzeydeki çalışana kadar iner. Aşağı doğru iletişimin temel amacı; astlara bilgi verme, onların performansını değerlendirme, örgütün amaç ve politikaları konusunda onları bilgilendirmedir. Yukarı doğru iletişimin temel amacı ise alt birimlerde yaşananlar hakkında üst yönetimi bilgilendirmektir. Bir anlamda formel iletişim türü olarak da kabul edilebilen bu yöntemde astlara resmi kanallardan bilgi ve emirler ulaştırılır. Bu şekilde astların çalışmalarının nasıl değerlendirileceği, başarı veya başarısızlık durumunda çalışanlara ne tür ödül ve cezaların verileceği açık ve net olarak da ortaya konmuş olur. Çalışanlar kendilerine ulaşan bu bilgilerden yola çıkarak, neyi nasıl Güz 2011, Sayı:33 Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama 169 yapacaklarını öğrendikleri gibi, neleri yapmamaları gerektiği konusunda da bilgi sahibi olmuş olurlar. 5.2. Yatay İletişim Yatay iletişim, aynı kademedeki yönetici ve meslektaşlar arasındaki iletişimi içermektedir. Daha çok yönetici pozisyonunda görev yapanlar arasında gerçekleşmektedir. Ekip çalışmasının önemli rol oynadığı örgütsel sorunların çözümünde oldukça etkindir. Yatay iletişimin amacı yalnızca bilgilendirmek değil, birimler arası faaliyetleri koordine etmek, desteklemek ve kolaylaştırmaktır. Bunun sonucunda işlerin verimi ve verilen hizmetin kalitesi artmaktadır. Yatay iletişim, iş görenlerin organizasyonlarda otoriter liderlik anlayışını kontrol etmenin önemli bir aracıdır. Aynı zamanda olumlu yatay iletişim, destekleyici örgütsel iletişim iklimine olumlu katkılar sağlar ve örgütte koordinasyonu iyileştirir. Yatay iletişim, fonksiyonel departmanlar arasında (üretim, pazarlama, personel, halkla ilişkiler vd.) ortaya çıkan sorunların çözümlenmesi, koordinasyon sağlanması veya örgütsel işleyişin hızlandırılması gibi amaçlarla kurulur. Yatay iletişim, sorunları üst kademelere taşımadan ve resmi iletişimin zaman öğütücü kurallarına takılmadan, hızlı ve karşılıklı güvene dayalı olarak yürütülen iletişimdir. Bu kanalın kullanımının öneminin çalışanlar tarafından da bilinmesi etkinliği arttıracaktır. 5.3. Çapraz İletişim Çapraz iletişim, farklı fonksiyonel birimlerde çalışan ast ve üstler arasında gelişen bilgi içerikli iletişimdir. Çapraz iletişim, örgüte yönelik uzlaşmayı, farklı birimlerin birbirine karşı sorumluluklarını daha iyi kavramalarını ve yardımlaşmayı kolaylaştırır. Özellikle ekip çalışmasına ağırlık veren işletmelerde, katılımın yararlı sonuçlar verebilmesi için çapraz iletişime önem verilmesi gerekir. Bazı olağanüstü durumlarda, bir yönetici kendi bölümü dışında çalışan işgörenlerle doğrudan ilişki kurabilir. Karmaşık ve çoğu kes uzun olan dikey kanalların sakıncalarını giderme ve olağanüstü durumlarda zaman kazanma olanağı vermesi bakımından çapraz iletişim önem taşımaktadır. (Demiray, 2000:157) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 170 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst 6. İletişim Tatmini – Örgütsel İletişim Tatmini Tatmin, belirli şartlarda herkesçe kabul görmüş bir bakış açısı tarafından açıklanabilen ve çevreye verilen bir yanıtı ifade eder. En fazla tekrar eden ve en fazla belirgin deneyimler ile bu deneyimlerin sonuçları bireylerin tatmin düzeyini oluşturmaktadır. İletişim tatmini, iletişim etkileşimlerinden ortaya çıkan sosyo-duygusal bir sonuçtur. Başka bir deyişle iletişim tatmini, içsel iletişim tatmini olarak bir başkasıyla başarılı iletişim kurmak ya da bir başkasının birey ile başarılı bir şekilde iletişim kurması olarak tanımlanmaktadır. Bireyin tatmini, çeşitli durumlarda üyesi olduğu örgüt içinde oluşan iletişim olarak görülebilir. Bilgi akışı, örgüt içi ilişki çeşitliliği, çalışanların ve yöneticilerin örgüt içi iletişim algılayışının kapsamlı olması ile özetlenebilir. (Sabuncuoğlu ve Gümüş, 2008: 49) Çalışanlar ve yöneticiler örgüt iletişimden tatmin sağladıklarında daha verimli olurlar. İletişim doyumu bilgi akışını, bilginin niceliğini ve niteliğini, içerik ve örgütsel etkililiği değerlendiren, ölçülebilen bir yapıdır. İletişim tatminini belirlemek örgütsel iletişimin güçlü ve zayıf yönlerini ortaya çıkaracağı için daha iyi ilişkiler, bilgi aktarımının iyileştirilmesi ve bunun sonucunda örgütsel etkililiği iyileştirmek için oluşturulacak iletişim stratejisine dayanak teşkil eder. (Özaslan, 2009: 43) İletişim tatmini örgütün bilgi alışverişinin kalitesini ölçer ve etkili paylaşımına erişebilmek için bir ön koşul olarak kabul edilir. Örgütsel iletişim tatmini, iş performansı ve verimliliği, iş tatmini ve iş sorumluluğu ile bağlantılıdır. Örgüt çalışanlarının iletişim tatminleri ulaşılabilir bilgi miktarı ile doğru orantılıdır. İletişim, iş ile ilgili bilgilerin çalışanlara aktarımını ve işgören tatminini sağlıyor olsa da, sadece işle ilgili değil, kişiler arası tatmin ihtiyaçları açısından çalışanların iş arkadaşlarıyla ve üstleriyle iletişim içinde olmasını da sağlar. (Byrne ve LeMay, 2006: 60) Örgüt içindeki iletişimin kalite algısı, örgütsel performansa, sonuçlara ve iş görenlere önemli ölçüde bağlıdır. Kalite algısı ne kadar yüksek olursa, genel örgüt performansı da o kadar yüksek olur. Yüksek kalitedeki örgüt içi iletişim verimliliği artırır, devamsızlığı azaltır, karşıt fikirli çalışan sayısını azaltır ve tüm servislerdeki kaliteyi artırır. (Özaslan, 2009: 44) Aynı zamanda etkin bir iletişim sisteminin kurulması örgüt çalışanları arasında katılımcılık ruhunun geliştirilmesini de sağlar. Güz 2011, Sayı:33 Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama 171 7. Konaklama İşletmelerinin Tanımı ve Sınıflandırılması Hanlar, kervansaraylarla başlayan konaklama hizmetler, ulaşım araçlarının gelişmesi paralelinde, zamanımızda büyük değişikliğe uğramıştır. Önceleri, yalnız yatak satarak konaklama ihtiyacına cevap veren ve babadan oğula devredilerek işletilen küçük oteller, iş ve başka amaçlarla seyahat eden günümüz insanının ihtiyaçlarına cevap veremez olmuşlardır. Bugün, rekabetin de etkisiyle hizmet anlayışları değişen oteller; restoran, bar, alışveriş merkezleri vb. birimlerin eklenmesiyle eğlence ve dinlenme imkanları da sağlayan birer modern endüstri işletmesi haline gelmişlerdir. Düne kadar hizmet anlayışıyla birlikte hizmet birimleri de değişen otelcilik, büyük yatırım ve organizasyon gösteren, yılın 365 günü, haftanın 7 günü ve 24 saati devamlı insana hizmet eden ve onun mutluluğu için çalışan karlı ve zevkli bir sektör olmuştur. (Gökdeniz ve Dinç, 2003: 9) Konaklama işletmeleri, seyahat eden insanların kendi konutlarının bulunduğu yer dışında geçici olarak asgari barınma ve yeme-içme gibi temel gereksinmeleri karşılamaya yönelik ticari nitelikteki işletme faaliyetleridir. (Çakmakçı, 2002: 1) Konaklama işletmeleri turizm çekiciliğini oluşturan işletmeler içerisinde yer alır. Bu işletmeler içerisinde en önemli grubu oteller oluşturmaktadır. Diğer bir tanıma göre konaklama işletmeleri, birinci derecedeki turizm işletmeleri arasında ilk sırayı alan ve turistik mal ve hizmetlerin üretimini sağlayan, varlıkları turizm olayına bağlı olarak ortaya çıkan ve şekillenip çeşitlenen işletmelerdir. (Gökdeniz ve Dinç, 2003: 9) Konaklama işletmeleri, turistlerin geçici konaklama, yeme-içme, kısmen eğlence ve diğer bazı sosyal ihtiyaçlarını karşılayan işletmelerdir. Konaklama işletmelerinden yararlanan insanların ihtiyaçlarının çok çeşitli olması, bu ihtiyaçları karşılayan işletmelerin de çok çeşitlilik göstermesine neden olmuştur. Gecelemenin yanında insanların diğer ihtiyaçlarının zevklerine ve sosyal yapılarına göre değişmesi birbirinden farklı hizmetler sunan işletmelerin doğmasına neden olmuştur. Bu nedenle konaklama işletmelerinde ayrım yaparken çeşitli kriterlere göre sınıflandırma yapmak gerekir. (Eraslan, 2004: 1) Konaklama işletmeleri, aşağıda belirtilen çeşitli kategorilere göre sınıflamaya tabi tutulabilir. Bunlar: Fiziki Yapılarına Göre; Oteller, Moteller, Tatil Köyleri, Karavaningler, Kampingler, Pansiyonlar, Oberjler, Hosteller Konaklamanın Amacına Göre; Şehir Otelleri, Dinlence ve Eğlence Otelleri, Apart Oteller, Tedavi Otelleri (Kaplıcalar) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 172 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst Faaliyet Sürelerine Göre; Devamlı Oteller, Sezonluk Oteller Yıldızlamaya Göre; 1 Yıldızlı Oteller, 2 Yıldızlı Oteller, 3 Yıldızlı Oteller, 4 Yıldızlı Oteller, 5 Yıldızlı Oteller 8. Konaklama İşletmelerinde İletişim ve Örgütsel İletişim Turizm işletmeleri, geçici bir süre için yer değiştirme sonucu ortaya çıkan, seyahat ve konaklama ihtiyaçlarının ve buna bağlı diğer ihtiyaçların tatminine yarayan mal ve hizmetlerin üretilmesini ve pazarlanmasını sağlayan ekonomik birimlerdir. (Batman, 2003:5) Doğrudan insan gücünün kullanıldığı konaklama işletmelerinde, kişilerin farkında olarak ya da olmadan sözlü ya da sözsüz ortak simgeler aracılığıyla bilgi, düşünce, inanç ve duyguları karşılıklı olarak aktardıkları, zihinlerinde aynı ya da benzer çağrışımlar söz konusu olduğunda aktarılan iletilerin karşılıklı olarak benzer çağrışımlara yol açtığı tüm bu çağrışımların ise ilişkileri olumlu ya da olumsuz yönde etkileyerek tüm işletmeyi doğrudan ilgilendirdiği söylenebilir. (Özaslan, 2009:24-25) Turizm sektöründe kalitenin belli bir düzeyde gerçekleşmesi ve hizmet üretiminin sürekli iyileştirilmesi hizmeti üretecek iş görenlerin iletişim tatmini ile sağlanabilir. Konaklama işletmeleri pek çok işletmeden daha fazla çevreden girdi alıp onu işleyen ve çevreye çıktı veren açık sistemlerdir denebilir. Tüm yıl boyunca ve aralıksız hizmet veren işletmelerdir. Toplumda ve kültürler arası etkileşimi fazlasıyla yerine getiren bu işletmelerde örgüt yapısı içinde iletişim çok önemlidir. (Özaslan, 2009:35) Örgütler, kurdukları iletişim sayesinde gelişir ve çalışmalarını sağlayan hedeflerini ifade ederler. Ayrıca iletişim sayesinde örgüt üyeleri, diğer üyelerin faaliyetleriyle kendi faaliyetlerini eşgüdümleyebilirler. Görevlerin karmaşıklığının düzenlenmesi örgüt içinde birbirine bağımlı yapılmalıdır ve her bir çalışan kendi görevini ancak diğer çalışanlarla karşılıklı iletişim kurarak yapabilir. (Conrad, 1985:6) Tüm bunlardan yola çıkarak iş görenin iletişim tatmini, performansı ve müşteri memnuniyeti artırılabilir. Artan müşteri memnuniyeti sonucu hem müşteri kayıpları önlenir hem de müşterinin sürekliliği sağlanır. 9. Araştırma 9.1. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı Erzurum’da ki konaklama işletmelerinde uygulanan araştırma ile temel olarak çalışanların işletme içindeki iletişimi nasıl değerlendirdikleri belirlenmeye Güz 2011, Sayı:33 Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama 173 çalışılmıştır. Bu kapsamda araştırmaya katılan iş görenlerin işletme içindeki iletişimi nasıl algıladıkları yaş, gelir, eğitim düzeyi, sektörde ve işletmede çalışma süresi, çalışılan departman ve statü açısından farklılık gösterip göstermediğinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışma konaklama işletmelerinde çalışan iş görenlerin iletişim doyumu hakkındaki görüşlerini değerlendirmek suretiyle otel yöneticilerine ve konu ile ilgili bilgiye ihtiyacı olan akademisyen, araştırmacı vb. kişilere fikir verme amacını gütmektedir. Ayrıca çalışma örgütsel memnuniyet ve iletişim doyumunun kurumlar için ne derece hassas konular olduğunu açıklaması bakımından ve bir kurumun devamlılığını sağlayan üstlerle iletişim, yatay iletişim, üst yönetim iletişimi, iletişim araçlarının kalitesi ve bölümler arası iletişim gibi konularla doğrudan ilişkiyi ortaya koyması bakımından önem arz etmektedir. Araştırmanın kapsamını Erzurum il merkezindeki turizm işletme belgeli konaklama işletmelerinde çalışan kişiler oluşturmaktadır. Erzurum il merkezinde turizm işletme belgeli 10 otelde 650 çalışan olduğu tespit edilmiştir. Araştırmada olasılıklı örnekleme yöntemlerinden olan küme örneklem yöntemi uygulanmıştır. Krejcie ve Morgan tarafından evren hacminin büyüklüğüne karşılık örneklem büyüklüğünün ne kadar alınması gerektiğine ilişkin genel bir tablo geliştirilmiştir. Bu tablo kapsamında örneklem sayısı 242 kişidir. (Ural ve Kılıç, 2005: 43) Eksiksiz doldurulan 195 anket araştırmada değerlendirmeye alınmıştır. Anketler SPSS istatistik paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. 9.2. Araştırmanın Metodolojisi 9.2.1. Örnekleme Süreci Erzurum’da ki konaklama işletmelerinde çalışan işgörenlerin iletişim doyumunu etkileyen faktörleri belirlemeyi amaçlayan bu çalışmada, Erzurum’da ki konaklama işletmelerinde çalışan işgörenler örneklem olarak alınmıştır. Araştırmada 158 erkek (%81), 37 bayan (%19) toplam 195 kişiye anket uygulanmıştır. 9.2.2. Veri Toplama Yöntem ve Aracı Bu çalışmada birincil veriler anket yöntemi ile elde edilmiştir. Anket formunda 7 grup soru yer almıştır. Birinci grup ile beşinci grup arası sorular sırasıyla; üstlerle iletişim, yatay iletişim, üst yönetim iletişimi, iletişim araçlarının kalitesi ve bölümler arası iletişimdir. Altıncı grup sorular örgütsel memnuniyeti İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 174 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst belirleyen sorulardır. Yedinci grup sorular ise cevaplayıcıların demografik özelliklerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Anket 31 sorudan oluşmuştur. İlk bölümde 22 soru yer almaktadır. Bu ölçek Karen Zwijze-Koning ve Menno de Jong tarafından geliştirilmiştir. (Zwijze ve Jong, 2007: 273) Ankette yer alan soruların cevaplandırılmasında, demografik özelliklerle ilgili sorularda muhtelif seçenekler sunulmuş, diğer değişkenlerle ilgili sorularda beşli Likert tipi ölçek kullanılmıştır. Likert ölçeğini kullanmanın amacı, sayısal olmayan verilerin sınıflandırılabilmesini ve değerlendirilebilmesini sağlamak amaçlı olup, çalışanların örgütsel işleyişten tatmin olup olmadıkları ile ilgili düşüncelerini ölçmek amaçlı “Tamamen Katılıyorum”, “Katılıyorum”, “Kararsızım”, “Katılmıyorum”, “Kesinlikle Katılmıyorum” şeklinde düzenlenmiştir. Ölçeğimizin alfa değeri 0,94 olarak tespit edilmiştir. Bu sonuç ölçeğimizin yüksek derecede güvenilir olduğunu göstermektedir. (Kalaycı, 2009: 405) 9.2.3. Araştırmanın Modeli Şekil 6.1. Araştırma Modeli Buna göre araştırma modeli 5 temel değişkenden oluşmaktadır. Modelde yer alan demografik özellikler değişkeni; cinsiyet, yaş, gelir, eğitim durumu, medeni hal, sektörde çalışma süresi, işletmede çalışma süresi, işletmedeki statü, çalışılan departman değişkenlerinden oluşmaktadır. Güz 2011, Sayı:33 Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama 175 Üstlerle iletişim 4, yatay iletişim 3, üst yönetim iletişimi 7, iletişim araçları kalitesi 3, bölümler arası iletişim 2’şer sorudan oluşmaktadır. Son olarak örgütsel memnuniyetin tespiti amacıyla 3 soru sorulmuştur. Araştırma modeline göre demografik özellikler ile iletişim doyumu arasında ilişki olup olmadığı ve değişkenlerin örgütsel memnuniyeti etkileyip etkilemediği tespit edilmeye çalışılmıştır. 9.2.4. Araştırmanın Hipotezleri Araştırmanın modeli kapsamında ana hipotezimiz: H1: Model değişkenleri örgütsel memnuniyeti etkiler. Bunun dışında geliştirilen alt hipotezleri şu şekilde sıralamak mümkündür: H2: Yaş ile model değişkenleri arasında ilişki vardır. H3: Üst yönetim iletişimini bay ve bayan çalışanlar farklı algılamaktadır. H4: Eğitim durumu ile model değişkenleri arasında ilişki vardır. H5: Gelir ile model değişkenleri arasında ilişki vardır. H6: Çalışanlar işletmedeki statülerine göre örgütsel memnuniyeti farklı algılamaktadırlar. H7: Çalışanlar işletmedeki statülerine göre iletişim araçları kalitesini farklı algılamaktadırlar. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 176 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst 9.2.5. Verilerin Analizi Yöntemi Tablo 1. Araştırma Örneğinin Demografik Özellikleri CİNSİYET Bay Bayan Toplam MEDENİ HAL Evli Bekar Toplam STATÜ Kadrolu Geçici Sözleşmeli Stajyer Toplam SEKTÖRDE ÇALIŞMA SÜRESİ 1 Yıldan Az 1-5 Yıl 6-10 Yıl 11-15 Yıl 16 + … Toplam AYLIK GELİR Asgari ücret-700 TL 701-901 TL 902-1102 TL 1103-1303 TL 1304 + … Toplam Güz 2011, Sayı:33 Frekans 158 37 195 Frekans 81 114 195 Frekans 86 57 47 5 195 Frekans Yüzde 81 19 100 Yüzde 41,5 58,5 100 Yüzde 44,1 29,2 24,1 2,6 100 Yüzde 62 73 39 18 3 195 Frekans 126 31,9 37,4 20 9,2 1,5 100 Yüzde 64,6 40 20 3 6 195 20,5 10,3 1,5 3,1 100 YAŞ 18-22 23-27 28-32 33-37 38 + … Toplam Frekans 41 66 44 27 17 195 Yüzde 21 33,8 22,6 13,9 8,7 100 EĞİTİM İlk Öğretim Lise Meslek Y.O. Üniversite Toplam İŞLETMEDE ÇALIŞMA SÜRESİ 1 Yıldan Az 1-5 Yıl 6-10 Yıl 11 + … Toplam DEPARTMAN Önbüro Yiyecek-İçecek Frekans 35 125 8 27 195 Frekans Yüzde 17,9 64,1 4,1 13,9 100 Yüzde 74 78 26 17 195 Frekans 25 75 37,9 40 13,3 8,8 100 Yüzde 12,8 38,5 Güvenlik Kat Hizmetleri Teknik Servis Mutfak Diğer Toplam 8 44 9 15 19 195 4,1 22,6 4,6 7,7 9,7 100 177 Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama Cevaplayıcıların % 81’i erkektir. Cevaplayıcıların yaklaşık % 59’u bekardır, yaklaşık % 65’i asgari ücret-700 TL arası aylık gelire sahiptir. Yaş gruplarına bakıldığında yaklaşık % 34’ü 23-27 yaş arası katılımcılar oluşturmaktadır. Çalışanların % 44’ü kadrolu iş görendir, % 64’ü lise mezunudur, %37’si 1-5 yıllık sektör deneyimine sahiptir. İş görenlerin % 40’ı 1-5 yıl ve yaklaşık % 38’i 1 yıldan az süredir şuan çalıştıkları işletmede çalışmaktadırlar. Son olarak cevaplayıcıların % 39’u yiyecek-içecek departmanında çalışmaktadırlar. Tablo 2. Regresyon Analizi Bağımlı Değişken 2 Düzeltilmiş R2 Tahminin Standart Hatası 0,708 R R 0,737 0,544 0,532 Kareler Toplamı Serbestlik Derecesi Kareler Ortalaması F Değeri P Regresyon 113,08 5 22,62 45,02 0,000 Artıklar 94,95 189 0,502 Toplam 208,03 194 Örgütsel Memnuniyet Anova Örgütsel memnuniyet ile değişkenler (üstlerle iletişim, yatay iletişim, üst yönetim iletişimi, iletişim araçları kalitesi, bölümler arası iletişim) arasında pozitif yönlü ve çok kuvvetli bir ilişki vardır. Değişkenler örgütsel memnuniyeti %54 oranında etkilemektedir. Bu verilerden hareketle H1 hipotezimiz kabul edilmiştir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 178 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst Tablo 3. Demografik Özellikler ve Model Değişkenleri Arasındaki İlişkiler Sektör de Çalışm a Süresi İşletme de Çalışma Süresi İşletmede ki Statü Yaş Gelir Eğiti m Üstlerle İletişim 0,086 0,095 0,002 -0,038 -0,017 -0,130 Yatay İletişim 0,152 * 0,029 0,052 0,068 0,089 -0,103 Üst Yönetim İletişimi 0,060 0,140 0,040 -0,085 -0,048 -0,062 İletişim Araçlarının Kalitesi 0,106 0,049 0,008 -0,006 0,027 -0,125 Bölümler Arası İletişim 0,013 0,124 0,059 0,003 -0,035 -0,006 Örgütsel Memnuniyet 0,089 0,057 0,052 0,008 0,013 -0,084 **p<0,01 *p<0,05 Yaş ile yatay iletişim arasında 0,05 önem düzeyinde pozitif ve anlamlı bir ilişki vardır. Bu verilerden hareketle H2 hipotezimiz kabul edilmiştir. Çalışanlar yaşları arttıkça iş arkadaşları arasında iyi bir iletişim iklimi olduğu, kişisel durumları rahatlıkla tartışabildiği ve iş arkadaşlarının kendilerine her zaman destek olduğu konusuna daha olumlu baktıkları söylenebilir. Bay ve bayan çalışanlar, üst yönetim iletişimine farklı bakmaktadırlar. Bu verilerden hareketle H3 hipotezimiz kabul edilmiştir. Yönetim ekibinin birlikte çok iyi çalıştığı, iletişimin açık, anlaşılır, samimi olduğu ve yönetim ekibinin vizyon sahibi olduğu konusuna baylar (3,84) bayanlara (3,55) göre daha olumlu baktıkları söylenebilir. Tablo 3’e göre eğitim durumu ile model değişkenleri arasında ilişki saptanamamıştır. Sonuç olarak H4 hipotezimiz reddedilmiştir. Güz 2011, Sayı:33 Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama 179 Gelir ile model değişkenleri arasında ilişki saptanamamıştır. Sonuç olarak H5 hipotezimiz reddedilmiştir. Tablo 4. İşletmedeki Statü Açısından Örgütsel Memnuniyet ve İletişim Araçları Kalitesi Arasındaki Farklılık İşletmedeki Statü (I) (J) Geçici Kadrolu Sözleşmeli Stajyer Örgütsel Kadrolu Memnuniyet Geçici Sözleşmeli Stajyer Kadrolu Sözleşmeli Geçici Stajyer Kadrolu Stajyer Geçici Sözleşmeli Geçici Kadrolu Sözleşmeli Stajyer Kadrolu İletişim Geçici Sözleşmeli Araçlarının Stajyer Kalitesi Kadrolu Sözleşmeli Geçici Stajyer Kadrolu Stajyer Geçici Sözleşmeli P Ortalam Ortalama Standart Farkı Hata a (I-J) 0.37* 0,17 0,032 3,52 9,48 0,18 0,959 3,89 1,03* 0,46 0,028 2.86 -0,37* 0,17 0,032 3,90 -0,36 0,20 0,069 3,89 0,65 0,47 0,167 2.86 -9,48 0,18 0,959 3,90 0,36 0,20 0,069 3,52 1,02* 0,47 0,033 2.86 -1,03* 0,46 0,028 3,90 -0,65 0,47 0,167 3,52 -1,02* 0,47 0,033 3,89 0,39* 0,12 0,95* -0,39* -0,27 -0,55 -0,12 0,27 0,83 -0,95* -0,55 -0,83 0,16 0,17 0,43 0,16 0,18 0,43 0,17 0,18 0,44 0,43 0,43 0,44 0,014 0,473 0,028 0,014 0,139 0,203 0,473 0,139 0,061 0,028 0,203 0,061 3,29 3,56 2.73 3,68 3,56 2.73 3,68 3,29 2.73 3,68 3,29 3,56 Çalışanlar işletmedeki statülerine göre örgütsel memnuniyeti farklı algılamaktadırlar. Örgütte alınan bilgilerden memnun olunduğu konusunda kadrolu çalışanlar (3,68), stajyerlere (2,73) ve geçici çalışanlara (3,29) göre daha olumlu düşünmektedir. Ayrıca sözleşmeli çalışanlar da (3,56) stajyerlere (2,73) göre daha olumlu düşünmektedir. Bu verilerden hareketle H6 hipotezimiz kabul edilmiştir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 180 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst Çalışanlar işletmedeki statülerine göre (kadrolu, geçici, sözleşmeli, stajyer) iletişim araçları kalitesine farklı bakış açılarına sahiptirler. Posta kutusundan alınan bilgilerin doğruluğu ve e-mail ile yapılan iletişimin iyi çalıştığı konusunda kadrolu çalışanlar (3,90), stajyerlere (2,86) ve geçici çalışanlara (3,52) göre daha olumlu düşünmektedir. Bu verilerden hareketle H7 hipotezimiz kabul edilmiştir. SONUÇ İletişim örgüt içinde bilgi, fikir, duygu ve düşüncelerin bir kimseden diğerine geçmesi sürecidir. İletişim, toplumsal yaşam için ne kadar gerekli ve kaçınılmaz ise örgütsel yaşam içinde aynı derecede kaçınılmaz ve vazgeçilmezdir. Özellikle modern yönetim anlayışından hareketle birer açık sistem olarak tanımladığımız örgütlerin çeşitli alt sistemleri ve çevresi ile gerekli ilişkileri kurması iletişimle mümkün olmaktadır. Örgüt içinde iyi işleyen bir iletişim ağı güdüleyici bir niteliğe sahiptir. Örgütle ilgili konularda bilgi sahibi olmak, yöneticileriyle işlerini ilgilendiren konularda özgürce tartışabilmek, kararlara katılmak çalışanlarda kendilerine değer verildiği inancını güçlendirir. Bu sebeple iletişim çalışanlar üzerinde olumlu etkiler yaratarak onların kendilerine olan güvenlerini pekiştirici özelliktedir. Ayrıca kurumun işleyişini sağlamak ve amaçlarını gerçekleştirmek üzere gerek kurum içi, gerekse kurum ile çevresi arasında girişilen devamlı bir bilgi ve düşünce alışverişine olanak verir. Bu çalışmada iletişim doyumunu oluşturan; üstlerle iletişim, yatay iletişim, üst yönetim iletişimi, iletişim araçları kalitesi ve bölümler arası iletişim değişkenleri ile örgütsel memnuniyet arasındaki ilişki incelenmiş ve şu sonuçlar elde edilmiştir: Yaş ile yatay iletişim arasındaki ilişkiye 28-32 (4,13) yaş grubundaki işgörenler ile 38 (4,25) yaş üzeri işgörenlerin daha olumlu baktıkları tespit edilmiştir. Örgütteki diğer çalışanların yatay iletişim memnuniyetini artırabilmek için örgüt içine yönelik iletişim çalışmaları yapılmalıdır. Örgüt içi iletişim otel işletmelerinde hem departmanların hem de personelin birbiriyle kaynaşması ve bu sayede örgütün uyumlu bir şekilde çalışması açısından önemli bir araçtır. Örgüt içi iletişimden beklenilen bilgi paylaşımı, motivasyon, denetim ve uyum sağlama amaçları doğrultusunda örgüt içi iletişime gereken önemin verilmesi gerektiği söylenebilir. Çalışılan departman ile yatay iletişim arasındaki ilişkiye güvenlik departmanında çalışanlar (4,20), mutfak departmanında çalışanlara (3,44) göre daha olumsuz yanıt vermişlerdir. Departmanların yatay iletişime bakışındaki farklılıkları Güz 2011, Sayı:33 Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama 181 ortadan kaldırmak ve memnuniyeti artırmak için hem departman içi hem de departmanlar arası ekip çalışmasına ağırlık vermek gerekir. Personelin iş hayatı dışında sosyal yaşamlarındaki iletişimini artırabilmek için personel geceleri, toplu eğlenceler, spor, yemek vb. organizasyonlar hazırlamak faydalı olacaktır. Sosyal yaşamda iş arkadaşlarıyla iyi iletişim kurabilen çalışanın örgüt içi iletişim tatmin düzeyi de artırılmış olur. Üst yönetim iletişimine baylar (3,84) bayanlara (3,55) göre daha olumlu bakmaktadır. Bu sonuç işletmelerdeki bayan sayılarının az olmasından veya yöneticilerin çoğunlukla erkek olmasından kaynaklanabilir. Bu farklılıkların olduğu iş ortamında üst yönetim ile bayan çalışanlar arasındaki iletişimi artırabilmek için yapılan tüm organizasyonlara bayan çalışanların katılımı artırılmalıdır. Yüksek empati yetisine sahip bir işgören gerek takım çalışmalarında, gerekse ferdi çalışmalarda karşısındaki kişilerin duygularının farkında olur ve ne hissettiğini anlar. Empati yetisini kazandırmak için kişilere duygusal zeka artırıcı seminerler verilmelidir. Bunların yanı sıra; • Örgüt içi iletişimi kolaylaştırmak için; işletme içinde telefonla ve ilan panolarıyla ve haftalık, on beş günlük veya aylık yayınlarla bilgi aktarımı yapılmalıdır. • Kurumla ilgili verilecek kararlar alınırken yöneticiler toplantılarda ve konsültasyon (görüş alışverişi) çalışmalarında çalışanların görüş ve önerilerini dikkate almalıdır. • Personeller örgütteki tüm departmanlarda görevlendirilmeli, ayrıca genel görev dağılımı belirlenerek bölüm görevleri dışında sorumluluklar dağıtılmalıdır. • Personeli ödüllendirmek için aylık performans düzeylerine göre ödüller verilmelidir. • Örgüt içinde ekstranet (işletme dışı iletişim ağı) ve intranet (işletme içi iletişim ağı) kullanımına ağırlık verilmelidir. Bu sistemler kullanılarak hem işletme içi haberleşme kolaylığı sağlanabilir hem de personelin özel günleri intranet aracılığıyla kutlanarak iş gören motivasyonu da artırılabilir. • Personelin niteliğini ölçmek için aylık performans anketleri, teftiş raporları, bölüm raporları ve aylık istatistikler kullanılmalıdır. Elde edilen İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 182 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst verilerden hareketle işgörenlerin hizmet içi eğitim seminerleri, oryantasyon (işe alıştırma) ve personel el kitapları ile nitelikleri artırılabilir. • Görsel ve işitsel araçlar kullanılabilir. (Kapalı devre televizyon programları) • Görüş alma araştırmaları, iletişim etütleri (örgüt içi iletişimin yeterli olup olmadığı, yeterli değilse önerilerin neler olacağı çalışması), açık kapı günleri (çalışanın yönetici ile olan iletişimi güçlendirmesi), öneri programı, özgür ifade programı ile örgütte iletişim verimliliği artırılabilir. Örgütte iletişime önem vermekle, örgütün farklı kademeleri arasında bilgi akışını güçlendirmek, çalışanın örgüte karşı iyi niyet oluşturmasını ve örgütle bütünleşmesini sağlayacak böylece örgüte karşı yabancılaşma, nitelikli iş görenin örgütten ayrılması, iş gören devri ve sık sık rapor almalarının önüne geçilmiş olacaktır. Etkili iletişim ve iletişim tatmini, örgütte verimliliğin artması, yüksek kaliteli ürün ve hizmetler, yüksek düzeyde yaratıcılık, daha fazla iş tatmini, işe gelmemenin azalması, daha az huzursuzluk ve daha az maliyet gibi faydalar sağlayacaktır. Ayrıca, çalışanların söylenti yoluyla yanlış bilgilenmesini önlemek mümkün olacaktır. KAYNAKÇA Batman, O (2003) Otel İşletmelerinin Yönetimi, İstanbul, Değişim Yayınları. Bryne, Z ve LeMay, E (2006) Different Media for Organizational Communication: Perceptions of Quality and Satisfaction, Journal of Business and Psychology , Volume 21, 2, s.60. Condrad, C (1985) Strategic Organizational Communication, Cultures, Situations and Adaption, New York: CBS College Publishing. Çakmakçı E (2. Baskı-2002) Konaklama İşletmelerinde Önbüro Uygulamaları ve Yönetimi, Ankara: Takav Yayıncılık. Demiray, U (2000) Genel İletişim, Ankara: Pegem Akademi Yayınları. Durgun, S (2006) Örgüt Kültürü ve Örgütsel İletişim, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:II1, Sayı:II, 112-132. Güz 2011, Sayı:33 Örgüt İçi İletişim ve İletişim Tatmini Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama 183 Eraslan N (2004) Konaklama İşletmelerinde Önbüro İşlemleri ve Yönetimi, Isparta: Detay Anatolia Yayıncılık. Erdoğan, İ (2. Baskı-2005) İletişimi Anlamak, Ankara. Geçikli, F (2. Baskı-2010) Halkla İlişkiler ve İletişim, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Gökçe, O (2006) İletişim Bilimine Giriş, Ankara: Siyasal Kitabevi. Gökdeniz, A ve Dinç, Y (3. Baskı-2003) Konaklama İşletmelerinde Önbüro Operasyonları ve Yönetimi, Ankara: Detay Yayıncılık. Gürgen, H (1997) Örgütlerde İletişim Kalitesi, İstanbul: Der Yayınları Kalaycı, Ş (4. Baskı-2009) SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri, Ankara: Asil Yayın. Lewis S, P., ve Goodman H, S. (1995) Management Challenges in the 21st Century, New York: West Publishing CO. Özarallı, N (1997) Etkin Örgütsel İletişim Olarak Etkin Kaynak Alışverişi, Endüstri ve Örgüt Psikolojisi, Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. Özaslan, S (2009) Sözsüz İletişimin Örgütsel İletişim Tatminine Etkileri: Çanakkale’deki Konaklama İşletmelerine Yönelik Bir Araştırma, Çanakkale. Sabuncuoğlu, Z ve Gümüş, M (2008) Örgütlerde İletişim, İstanbul: Arıkan Basın Yayım. Sarıkamış, Ç (2006) Örgüt Kültürü ve Örgütsel İletişim Arasındaki İlişkinin Örgüte Bağlılık ve İş Tatminine Etkisi ve Başarı Teknik Servis A.Ş.’de Bir Uygulama, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi, Sosyal bilimler Enstitüsü. Torrington, D. Ve Hall, L. (1987) Personel Management A New Approach, Prentice Hall, UK. Ural, A ve Kılıç, İ (2005) Bilimsel Araştırma Süreci ve SPSS ile Veri Analizi, Ankara: Detay Yayıncılık. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 184 F. Geçikli – N. Serçeoğlu – Ç. Üst Ünüvar, Ş ve Bilge A (2009) Örgütsel İletişimin Bir Unsuru Olan Örgüt İçi İletişimin konaklama İşletmelerindeki Etkinliği: Örnek Bir Alan Araştırması, Journal of Azerbaijani Studies, Volume 12, 1, s. 55. Zwijze, K ve Jong K (2007) Evaluating the Communication Satisfaction Questionaire as a Communication Audit Tool, Management Communication Quarterly, 20, (3), s. 273. Güz 2011, Sayı:33 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- YENİ TÜRK SİNEMASINDA KADININ TEMSİL SORUNU BAĞLAMINDA GİTMEK FİLMİNDE DEĞİŞEN KADIN İMGESİ Tuğba ELMACI* ÖZET Türk Sineması’nda kadın konusu 1980’li yılara gelene dek çok önemsenmeyen ve yerleşik toplumsal cinsiyet kodlarının dışına çıkamayan bir süreç izlemiştir. Pek çok kadın starın yer aldığı Yeşilçam Sineması’nda kadın salt bir görsel malzeme olarak kullanılmış genellikle özne konumunda değerlendirilmemiştir. 1980’li yıllarda ise yükselen feminist hareketin etkisiyle kadını merkeze alan sinematografik anlatılar üretilmiş fakat kadın sorununu gündeme taşıma gibi iyi niyetli başlangıçlara rağmen çekilen marjinal örneklerle mevcut ortam iyi değerlendirilememiştir. 1990 sonrası gelişen Yeni Türk Sineması ise tam bir erkek sineması olarak gelişme göstermiş ve kadınlar bu sinema içerisinde patriyarkal sistemin dışında resmedilen bir özne konumuna çekilememiştir. Bu dönemde çekilen fakat genel olarak politik sinema içerisinde değerlendirilen Gitmek filmi, yeni sinemanın baskın erilliğinin dışında bir örnek olarak kadının temsil sorunu üzerine yeniden düşünme fırsatı sunmaktadır. Film özgür görünen bir kadın karakterin toplumsal cinsiyet açısından babaerkil ideolojinin karşısında geliştirdiği gündelik taktiklere odaklanırken; kadın karakterin kendisini nispeten özgür bir şekilde ifade edebilme koşulları da yerleşik güzellik algısının dışında yer almasıyla gerçekleşir. Bu çalışma, eril nazardan sıyrılmış bir karakter üzerinden yaratılan kadını, özne olarak kurabilen anlatı inşasının olanaklılığının kısıtlı örneklere rağmen hala mümkün olduğunun açıklanmasını amaçlamaktadır. Örnek film temelde feminist film eleştirisi yöntemi ile incelenmiştir. Toplumsal cinsiyet ekseninde değerlendirilen filmde ayrıca toplumsal ilişkileri deşifre edebilmek için de sosyolojik çözümleme yöntemi de kullanılmıştır. Anahtar Kelimeler: Gitmek Filmi, Yeni Türk Sineması, Kadın İmgesi. THE CHANGING IMAGE OF WOMAN IN THE FILM CALLED GİTMEK IN CONTEXT OF THE QUESTION HOW WOMEN ARE REPRESENTED IN NEW TURKISH CINEMA Summary The woman subject pursued a process which was often disregarded or could not go beyond established gender codes until 1980s. In Yeşilçam Cinema where many female artists take roles, women were used only as a visual component and were not evaluated as a subject. Under the influence of the feminist movement rising in 1980s, cinematographic narrations focusing on women were produced. However, the current environment could not be evaluated in a good way through the marginal examples despite wellmeant beginnings to bringing the woman problem into question. The New Turkish Cinema which appeared after 1990s has developed as a cinema of men. In this cinema, women have not been able to be posited in a position away from the patriarchal system. Gitmek cast shot in this period but considered generally as a political film gives the opportunity to rethink over the representation of women away from the dominant masculinity. While the film focuses on the daily tactics practiced by a seemingly free woman against the patriarchal ideology, the conditions under which this woman expresses her freely are shaped by her being outside the general and established perception of beauty. The goal of this study is to make it clear that it is possible to construct a narration that posits a female character emancipated from the masculine perspective as a subject. The sample film has been analyzed through the method of feminist film criticism. In the film evaluated within the axis of gender, the method of sociological analysis has been used to decipher social relations. Keywords: Gitmek Movie, New Turkish Cinema, Woman Image. * Öğr. Gör. Dr., Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema TV Bölümü. İletişim 2003/18 186 T. Elmacı GİRİŞ Türkiye’de sinemanın başlangıcından itibaren kadın sorunu genelde arka plana itilmiş, susturulmuş bir olgudur. Kadının kültürel temsil alanında bir özne olarak yer alma koşulları uzun yıllar boyunca da gelişememiştir. Kadın starların ön plana çıktığı ve Türkiye’de sinemanın altın çağını yaşadığı Yeşilçam döneminde bile kadınlar toplumsal alana itilmiş ikincil konumlarının dışında bir varlık gösterememişlerdir. Özellikle Melodram türü içerisinde yer alan bu kadın imgeleri de türün kendi yapısı gereği eril iktidarın birer taşıyıcısı, aktarıcısı konumunda kalmıştır. Kadınların toplumsal cinsiyetten sıyrılmış özneler olarak varolabilme koşullarını yaratan toplumsal ortamın da eril iktidarca sıkı bir denetim altında tutulduğu toplumsal yapılarda, bunun tersi de çok mümkün olamamaktadır. Beklenen değişim hatta dönüşüm uzun yıllara yayılmaktadır. Türkiye’de kültürel temsil aracı olarak sinemanın kadın imgesine en ciddi bakışı 1980’li yıllarda gözlenmiş ve iyi niyetli çabalar olarak sinema tarihindeki yerlerini almıştır. Fakat o dönem izleyicisini kaybetmiş bir sinema vardır. Bu filmler de kendi içlerinde nispeten sorunlu anlatımlarla istedikleri etkiyi yaratamamışlardır. 1990 sonrasında kendi sinema dilini yaratmaya çalışan yeni yönetmen kuşağının sinemaya girmesi, ucuzlayan sinema teknolojilerinin film üretim sürecine sağladığı olumlu katkılarla gelişen ve değişen yeni bir sinema ortaya çıkmıştır. Fakat ortaya çıkan bu yeni sinema, odağını kadın imgesi yerine baskın bir eril imge anlatımına çevirmiştir. Dolayısıyla da kadının kültürel temsildeki sorunları, artık yanlış gösterilmesinin ötesinde, görünmez bir hal almıştır. Yeni sinema ağırlıklı olarak eril bireyin varolma sorunları, dostlukları ve kültürel boşalımlarına (özellikle de milliyetçi söylemle) yönelmiştir. Bu amaçla incelen ‘Gitmek’ filmi (Hüseyin Karabey, 2008) yeni sinema içerisinde naif olmakla birlikte politik bağlamından ayrı olarak kadın imgesi üzerinde yeniden düşünme fırsatı vermektedir. Filmin gerek kendi hikayesi, gerekse gösterimi sonrasındaki patriyarkal tartışmaları ile bu anlamda filmi farklı bir alana taşımıştır. Bu nedenle çalışmada seçilen örnek film, baş kadın karakter üzerinden feminist film eleştirisinin temel paradigmaları çerçevesinde incelenmeye çalışılacaktır. Feminist film eleştirisi; perdedeki kadın imgelerinin doğal bir kadınlık durumunu değil, babaerkil ideolojileri uygunluk açısından kullanılan filmsel anlatı stratejilerinin inşa ettiği toplumsal kimliklerin yansıması olduğunun gözler önüne serilmesine yardımcı olmuştur. (Özden 2004:195) Feminist film eleştiri bu anlamda kadının kendi biyolojik cinsel kimliği yerine toplumsal olarak kodlanan ve babaerkil ideolojiyi pazarlayan toplumsal cinsiyetini tartışma olanağı vermektedir. Güz 2011, Sayı:33 Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek… 187 Bu çalışma kapsamında kadının bir özne olarak varolma mücadelesinde nasıl yalnızlaştırıldığı, beden tahakkümünün ve beden mülkiyetçiliğinin kadınlığı ne şekilde kurguladığı ve politik sinemanın odağında yer alan bir film olmasına karşın ‘Gitmek’ filminin kadını merkeze alan hikayesi ile feminist eleştiri perspektifinden yeniden okunmasını amaçlanmaktadır. Toplumsal cinsiyetin ana tartışma konularından biri olması gerçeğinden hareketle feminist film eleştirisine ek olarak, toplumsal ilişkileri ortaya koyabilmek için sosyolojik çözümleme yöntemi de kullanılmıştır. Kadının toplumsal yapı içerisindeki yerinin tam olarak çözümlenebilmesi ona atfedilen toplumsal kodların deşifresi kadının toplumsal yapı içerisindeki hakkettiği konum üzerindeki olumlu düşüncelere zemin hazırlayacaktır. Sosyolojik eleştirinin sağlayacağı bu katkılar mevcut çalışmanın iddia ettiği gibi kadının özgürleşmesi, ona dayatılan rol modelleri reddedebilmesi ve de hakettiği toplumsal konuma ulaşabilmesinin de olanaklarını tartışması açısından önemlidir. Bu çalışmada örnek olarak alınan ‘Gitmek’ filmi (Hüseyin Karabey, 2008) aşağıda belirtilen temel sorular çerçevesinde çözümlenmiştir. -Feminizm ve sinema ilişkisi nedir? -Feminist film teorisinin sinemada kadın temsillerini nasıl algılamaktadır? -Türkiye’de kadın imgesinin sinemada temsil süreci nasıl ilerlemektedir? -Yeni Türk Sineması’nda kadın temsillerinde değişim var mıdır? -Gitmek Filmindeki baş kadın karakter kadının toplumsal konumlanışını nasıl yansıtmaktadır? -Film bağlamında kadının bedeni üzerinde devam edem mülkiyetçi yaklaşımlar günümüzde nasıl algılanmaktadır? 1. Sinemada Kadının Temsil Sorunu ve Feminist Film Teorisi Kadının sinemada temsiline ilişkin ilk ciddi eleştirel yaklaşımlar 60’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. 1968’te ortaya çıkan özgürlükçü hareket de pek çok alanda radikal sayılabilecek çıkışlara ve olaylara düşünsel bir zemin hazırlamıştır. Kadın hareketleri de kendilerini daha radikal düşünüşlerle ifade etmeye başlamış ve eril iktidara sert entellektüel çıkışlar yapmıştır. Feminizmin ilk döneminde sinema ise, kadın hareketi için bir mücadele alanı haline getirilebilecek iletişim araçlarından biri olarak görülmüştür. (Nelmes 1998:78) Bu anlamda feminist film teorisine ilişkin ilk ciddi entelektüel tartışmalar da bundan sonra gelişmeye başlamıştır. Özellikle Marksist düşünürlerin temellendirmeye çalıştığı kuramsal çıkışla birlikte İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 188 T. Elmacı sinemanın salt gösterilenlerden ibaret olmadığı, göstergelerinin de filmsel metinler aracılığıyla dayatıldığı gibi tartışmalar ortaya atılmıştır. Modernist sinemacı Jean Luc Godard’a göre de sinema salt babaerkil ideolojinin dikte aracı değil, diğer insanların bizi temsil etmesine bizim adımıza konuşmasına bize sunulan imgeleri olduğu gibi kabul etmek zorunda oluşumuzun koşullarını yaratmaya dayanan burjuva sunum anlayışını telkin etmeye çalışan bir araçtır. (McBean 1997:81) Tabi ki sinema salt metinsel bir okumanın ötesinde farklı değişkenlerle okunması gereken bir süreci temsil eder. Çünkü temsiller içinde yer alınan kültürlerden devralınır ve içselleştirilerek benliğin bir parçası haline getirilir.(…) Kültürel temsiller de yalnızca psikolojik durumları değerlendirmekle kalmaz toplumsal gerçekliğin nasıl inşa edileceğine ilişkin olarak da, yani, toplumsal yaşamın ve toplumsal kurumların şekillendirilmesinde hangi figür ve sınırların baskın çıkacağı konusunda da çok önemli bir rol oynar. (Ryan, Kellner 1997:219) Bu bağlamda kültürel temsil araçları (tüm kitle iletişim araçları dahil) pek çok farklı görüş açısından da zihinsel dönüşümler için uygun zemini hazırlayabilecek etkiye ve güce sahip olarak görülüyorlardı. Yıllardır film sektöründe değişik ara elemanlar olarak çalışan fakat ana yaratım sürecine pek az kadının dahil olduğu bir sinema pratiği gerçeğinden hareketle feminist hareketlerin kitle iletişim araçlarına dolayısıyla da sinemaya olan yaklaşımları da farklılaştı. Onlara göre; “Film erkeklerin egemenliğindeki medyanın sunduğu tek tipleştirilmiş kadın imgelerine karşı koyacak ve kadınların genellikle bağımlı roller üstlendikleri erkek egemen toplumdaki ikincil konumlarının farkına varmalarını sağlayacak ideolojik bir aygıt olarak kullanılabilirdi. Feminist film yapımının ardındaki amacın ve politik mücadelenin ideolojik özelliği de, feminist bir sinema kuramının gelişimini sağladı. İlk dönem feminist sinema kuramı, özellikle cinsellik ve sunumu ile bunun erkek egemen bir toplumda erkek iktidarının egemenliği ile ilişkilerin ana ilgi odağı olarak benimsedi. (Nelmes 1998:76)” Feminist kuramcı Anneke Smelik de sinemanın eril iktidarın pekiştiriciliğini devam ettiren ve yerleşik toplumsal cinsiyeti yeniden üreten önemli bir araç olma özelliğinin altını çizer. “Hollywood’un sakıncalı oluşunun sebebi, yanlış bilinç üretmesi ve bu filmlerin gerçek kadınları değil sadece ideolojik anlam yüklü kadınlığa ait klişe imgeleri göstermesidir. Artık filmlerin anlamları yansıttığı değil, inşa ettiği düşünülmektedir. (…) Geleneksel sinemanın anlatısal yapısı eril karakteri etkin ve iktidar sahibi olarak kurar. ( Smelik 2008:6)” Güz 2011, Sayı:33 Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek… 189 Özellikle ana akım film üretim sürecindeki klişeler üzerine farklı yaklaşımlar getiren Claire Jonston ve Laura Mulvey feminist sinema kuramı ve pratiği üzerine ilk makaleleri kaleme alan isimler olmuştur. Genel olarak erkek egemen anlayışı koruyan ve devamını sağlayan anaakım sinemaya karşı çıkarlar ve ataerkil düzeni dolayısıyla da onu yansıtan sinema anlayışını reddedecek, erkek egemen bakışı yıkacak bir sinema üretimine yönelinmesi gerektiğini savunurlar. Feminist film teorisine psikanalizin özellikle de Freud, Lacan, yapısalcılar ve Marksist kuramın etkileri olmuştur. Laura Mulvey ‘in psikanalitik kavramlar üzerinden çözümlemeler yaptığı ve sinemanın nasıl hem içeriksel hem de biçimsel olarak eril bakışın hizmetinde olduğunu anlattığı “Visual Pleasure ve Narative Cinema” ( Görsel Haz Ve Öykülü Sinema) adlı makalesi 1970’lerden günümüze kadar bu alandaki çalışmalar için önemli bir referans kaynak olmuştur. 1970’li yıllara gelindiğinde kadın aktivistler daha radikal çözümlerin uygulamaya geçirilmesini savunmaya başladılar. Buradaki amaç pasivize edilmiş ve kendinden geçirilmiş kadın imgesini yeniden yaratmak ve bunu yaparken de babanın dilini yıkarak, gerçek bir özne konumuna getirmekti. Bunu da yapabilecek yegane varlık babanın dilini kullanmayı reddedecek kadın yönetmenlerdi. “ Kadının fallik olan dilde temsil edilmediğini öne süren Irigaray, Cixous’un düşüncesindekine paralel olarak, kadının kendiliğine kavuşabilmesinin yolu olarak kadın özgürleşmesini, onun erkek dilinden ve dünyasından kendisini bağımsızlaştırabilmesine ve kendi dilini kurabilmesine bağlıdır. (Cevizci 2010:564)” Bu bağlamda eğer radikal bir dönüşüm isteniyorsa ilk yapılacak şey babanın dilinin reddi ile işe başlamak gerekmektedir. Feminist sinema bu anlamda avangarde sinema içerisinde daha etkili olacağını düşünüyordu. Çünkü babanın sinemasının hazır ve kalıplaşmış yapısının dışına çıkabilecekleri ve yıkıcı etkinliği gerçekleştirebilecekleri bir alan olarak görüyorlardı. Bazı feminist sinemacılar da Marksist bir feminist sinemanın özellikle de emekçi kadın sınıfı üzerinden daha etkili bir alan olduğunu düşünüyorlardı. Ann Kaplan ise; egemen sinemanın gerçekliğinin uydurma olduğunu açıklamak için bilinen sinemasal gelenekleri kullanmanın daha anlamlı olduğunu belirtir. (Nelmes 1998:77) Çünkü yapılan filmler sınırlı bir izleyici grubuna hitap eden major etkiden uzak dolayısıyla da hedeflenen zihinsel dönüşümün çok gerisinde duran pratikler olarak sinema tarihindeki yerlerini almıştır. Dolayısıyla da en etkin mücadele yöntemi aynı silahı kullanmaktan geçmektedir. Mulvey de daha sonraları sunum konusunu aşırı vurgulamanın tehlikelerinden bahseder ve erkek İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 190 T. Elmacı egemen film üretiminin gelenekleri içinde çalışarak değişime neden olmanın karşı üretim olabileceğini öne sürer. (Nelmes 1998:77) 1980’li yılara kadar feminist teorinin tam olarak bir çizgide ilerlemediği değişik bakış açıları ve çözüm üretimlerine göre farklılaştığı görülmüştür. Özellikle de babanın dilinin reddi konusunda oluşturulan çözümlerin pratikle çok uyuşmaması kuramın dikte edilen zihniyeti değiştirmeye yönelik temel çıkış noktasını da ana odağından kaydırmıştır. Nelmes 1980 sonrası dönemi tartışmalar çerçevesinde şu şekilde özetler: “Bazı feministler 1980'lerin başında hala bir karşı-cinema ve yapı-çözücü sinema talep ediyordu. Ann Kaplan ve Annette Kuhn, egemen sinema biçimlerini parçalama gereksiniminin olduğunu ve izleyicinin edilgin değil etkin, öyküden (narrative) değil, öğrenmekten haz alması gerektiğini öne sürdüler. Feminist karşı-sinema genel hatlarıyla üç kategoriye ayrılabilir: birincisi, filmde kadın sesinin olmayışını ve phallocentric (penis merkezli) bir dil ve imge sistemi içinde kadınların marjinalleş(tiril)mesini inceleyen filmler. Mulvey'in filmleri bu tipten örneklerdir. İkincisi, Lacancı psikanalizi kullanımlarında ortak noktalara sahip olan ve kadınların boş bir kap, erkek sesinin bir uzantısı olarak kullanıldığını gösteren filmler (…) Psikanalize dayanan feminist bir sinema kuramını bütün feministler desteklemedi. Terry Lovell Pictures of Reality (1983) adlı kitabında Lacancı kuramı kolektiften çok bireysele önem verdiği için eleştirdi ve metinden alınan hazzın sadece cinsel arzuya atfedilmesinden çok daha karmaşık olduğunu öne sürdü. Feminizm kesinlikle bölünmüş görünüyor, ama Jane Pilcher birçok kadının, özellikle de 30 yaşın altında olanların en geniş anlamıyla feminizm terimini benimsediğini belirtiyor: Ancak bu insanlar aynı zamanda feminizmi, örneğin kadınların cinsel nesne haline getirilmesi de dahil geniş bir sorunlar dizisi ile ilgili olarak tanımladılar. Diğerleri ise feminizmi, geniş bir alana yayılan bir 'yaşam felsefesi' olarak kabul etti.” (Nelmes 1998:75) Feminist film kuramı ilk dönemlerde önerdiği radikal kopuşçu yöntemin de pratikte uygun olmadığı tezinden yola çıkarak aynı araçlarla savaşmaya yani babanın dilini kullanmaya karar verirken eril sistemden kaçış yollarını da kültürel temsil alanında tıkamıştır. Son kertede önerilen kadını tarihsel bağlamından koparmadan ama yeni bir zihinsel okumadan geçirerek özne konumuna çekme çabaları da kültürel temsil araçlarını akılcı kullanımı ile mümkündür. Tüm bunlar yeni bir okuma ve görme biçimi yaratabilmeyi ve bunu yani bir kuşağa öğretebilmeyi gerektirmektedir. Güz 2011, Sayı:33 Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek… 191 2. Türkiye’deki Sinematografik Anlatıda Kadının Temsil Sorunu Türkiye’de sinematografik anlatıda kadın, cinselliğinden sıyrılmamışsa toplumsal cinsiyet kodlarının dışında kurgulanması söz konusu olamamıştır. Türkiye’de sinema kadınları bu anlamda sadece güzel nesneler olarak kurdumuş, uzun yıllar boyunca kadının kendi içine dönük hiçbir hikayenin odağına yerleşmesine izin vermemiştir. Aslında Türkiye’de sinema genel anlamda hiçbir karaktere birey olma fırsatı vermemiş, toplumsal ahlakın taşıyıcı unsuru olarak kurgulamayı, genel anlamda kaçışçı bir sinemayı ya da Zeynep Tül Akbal Sualp’in deyimiyle ‘ima ile geçiştirmeyi’ uygun bulmuştur. Zahit Atam da Türkiye’de sinema kadın temsillerinin ikinci karakter üzerinden yapıldığını söyler ve temel yanlışlıkları ise genel olarak şu şekilde toparlar: 1. Eğer bir oyuncu, mesela döneminde Türkan Şoray, birinci oyuncu konumuna yükselse bile, bu kadın toplumdaki ikinci karakter rolünü sinemada canlandırmaktaydı. Yani sinemadaki kuralları kadın oyuncu ticari değeri açısından koyabilse bile, aynı kadın oyuncunun beyazperdedeki temsili, toplum içindeki ikinci karakteri canlandırmanın ötesine geçmezdi. 2. Kadınlar iç dünyasız yaratılmışlardır. Bizim sinemamızın ne Antigone’si ne de Medea’sı, hatta bir Rosa Lüksemburg’u hiç olmamıştır. 3.Kadına sinemamızda isyankârlık değil, itaat yakıştırılmıştır. Daha da önemlisi kadın filmsel metinde isyan etmesi durumunda bile, bu kirlenen namusu kurtarmak ya da kirlenmeden önce engellemek, ikincisi ise bozulan nizamı yeniden tesis etmek içindir. Düzen sağlandığında, kadın ikinci karakter rolüne rahatlıkla dönebilecektir. 4.Filmlerimizde kadın için “namus” çok önemli bir sınırı çizer, kadının hareket alanını daraltır, erkek için ise, sonradan kadir kıymetini bilmek ve dahası her zaman tövbe kapısını çalıp, yeniden tam bir adam olmak mümkündür. Ancak kadın sınırı aşınca tövbe değil, Allah affetsinle sınırlı, benden uzak olsun da, bari bundan sonra ıslah olsun anlayışı vardır. 5.Kadınlar filmlerimizde, genellikle erkeklerin tebelleş oldukları, yoldan çıkarmak için çok ciddi uğraştıkları insan olarak çizilir. Aynı şekilde, filmlerimizde kötü kadınlar genel olarak cinselliklerini kullanarak kötülüklerini yaparlar. 6.Filmsel metinde iktidar alanından kadın özellikle uzak tutulmuştur, bu alana girdiğinde kadın “kadın kimliğini kaybetmekte”, falluslu etekli bir kimliğe bürünmektedir. ( Atam ,2011) Zahit Atam’ın farklı maddeler olarak ortaya koyduğu kadının konumlanışında temelde toplumsal cinsiyete sadakat konusunun, temel değişmez İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 192 T. Elmacı olduğu ortadadır. Kadına, gündelik hayatında dikte edilen her türlü toplumsal cinsiyete ilişkin toplumsal kod, genel olarak yeniden üretilerek ve daha ahlakçı söylemlerle sinemamızca topluma dikte edilmiştir. Bu ahlakçı üslubun uzun yıllar sinemada yer alması, kadın bedenini kutsallıkla, edepsizlik sınırında iki uç alanda tutulmasına neden olmuştur. Perdede kadın imgesinin anlamlandırılmasında kadın, siyah beyaz kadar net bir çizgide tutulmuştur. Dolayısıyla yaratılan kadın tipleri derinlikli bir karakter olma yolunda en ufak bir ilerleme kaydedememiştir. Yeşilçam döneminde kadının yerleşik toplumsal kodlarına paralel olarak, tipleştirilme sürecine bakılması ise yeni sinemadaki kadın temsillerinin anlaşılmasını da kolaylaştıracaktır. 2.1. Yeşilçam Sinemasında Kadının Temsili Yeşilçam sinemasında kadının temsili, genel olarak yerleşik toplumsal kodlara uygun bir anlayışla gelişmiştir. Özellikle de melodram türünün dayandığı star sistemi de bu durumun uzun yıllar boyunca yeniden üretilmesinin en önemli aracı durumuna gelmiştir. Dönemin star sistemi içerisinde yer alan kadın oyuncuların da kitlelerini kaybetme korkusu nedeniyle kendi üzerlerine atfedilen yerleşik kodlara uygun rollerde oynamışlardır. Bu durum kalıplaşmış kadın rollerinin devamlılığına sağlayan bir diğeri bir diğer unsur olmuştur. Faruk Kalkan da melodram anlatısı içinde kadının temsil biçiminin erkek egemen ideolojinin kendisine biçtiği değerler ve sembollerle yer alabildiğine dikkati çeker ve “1960’lara kadar kadınlar melodram kalıpları içinde ‘faziletli anne’ ve ‘dokunulmamış sevgili’ olarak idealize edilmektedir. Bunun dışında kalanlar ise kötü kadın, seks bombası, erkekleşmiş kadın, isterik kadın, gizemli cinsellik örneği kadın v.s. olarak tek boyutlu, iyi ya da kötü kadınlar olduğunu ekler (Kalkan 1992:42). 1960’lara kadar olan kadın anlatılarında kadının konumlanışında herhangi bir değişim sözkonusu değilken, 1950’li yıllarla birlikte işgücüne katılan kadınlar toplumsal alanda daha farklı rollerde görünürlük kazanmıştır. Fakat o dönemde sinemada bunun olumlu yansımalarını görmek pek fazla mümkün olamamıştır. Hatta bu değişimi yansıtan pek çok filmde de görüldüğü üzere kadınlar toplumsal yozlaşma ve gelenekten kopma noktasında ilk fireleri verenler olarak sunulmaktadır. Kadın karakterler olumlu bir sunumda gösterildiği filmlerde ise stereotip bellidir: ölünceye kadar bekleyen sadık âşık kadın ile nizamın sürdürücüsü olarak kendini çocuklarına vakfetmiş ve geleneksel değerlerin yaşatıcısı olma durumudur. (Atam 2011). Güz 2011, Sayı:33 Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek… 193 Yeşilçam döneminde melodramların dışında kadın figür merkezinde şekillenen ve Fatma Girik’in canlandırdığı güçlü kadın filmlerinden bahsetmek ve o filmlerin feminist teori açısından yanlış okunmalarının da önüne geçmek gerekmektedir. Bu filmler; Toprak Ana(1973), Ana Ocağı (1977), Meryem ve Oğulları (1977),Gülsüm Ana (1982), Yılanların Öcü (1986) gibi filmlerdir. Fakat bu filmlerde yaşlı fakat güçlü kudretli kadın hikâyelerinin merkeze alınması kadının feminist teori açısından konumlanışındaki yanlışlıkları düzeltmez. Tam aksine kadının cinselliğinden sıyrılarak bir erkek olarak bu toplumsal alanda yaşamasının olanaklılığını açıklar. Kadın olarak güçlü olabilmenin ve toplumdan saygı görebilmenin koşulu kadınlıktan feragatte gizlidir. Bu anlamda güçlü kadın figürler olarak görünen bu filmler, aslında feminist teorinin tam da karşısında durduğu kavramları (toplumsal cinsiyet kodlarına itaat ve onun devamlılığına hizmet) pekiştirmektedir. Yeşilçam döneminde genel olarak kadının konumlandırılışında toplumsal cinsiyete sadık kalınan bir çizgide ilerlenmesine karşın, yükselen feminist harekete tanık olan 1980’li yıllar kadının temsilindeki yanlışlıkların düzeltilme çabalarına da zemin hazırlamıştır. 2.2.1980 döneminde Kadın Filmleri Kapsamında Kadının Temsili 1980’li yıllarda tüm dünyada yeniden yükselen feminist hareket Türkiye’de de kendisini göstermiştir. Özellikle de 1980 öncesi sol örgütlenmelerde yer alan kadın aktivistlerin öncülüğünde, kadın üzerine yazılar, yayınlar ve kadının toplumsal konumlanışı üzerine derin tartışmalar yapılmaya başlanmıştır. Türkiye’nin politik ortamının politika yapmaya yasaklandığı yıllar, feminist düşünce açısından faydalı yıllar olarak geçirilmiştir. Sanat alanında hem konjonktürün getirdiği sıkıntılar hem de Türkiye’de sinema üretiminin değişen koşulları karşısında farklı tematik arayışlara yönelmiştir. Burçak Evren sinema açısından bu dönemi bir fırsat olarak görür ve şöyle tanımlar: “Sinemamıza bireyin girmesi, özellikle erkek odaklı sinemamızda kadının ön plana geçerek tüm tabuların yıkılışı ‐biraz da değişen koşullar gereği‐ altüst edilişi yine 80’li yılların bizlere armağan ettiği değişimler zincirlemesinin önemli bir halkasıdır” (Evren, 1990:7). Kadın sorunlarını odağına taşıyan pek çok aydın, entelektüel ve sanatçı için sinema da modern kadın üzerine fazlasıyla düşünülmesi gereken bir alandı. “Daha önce filmlerde köyde ya da gecekondu, fabrikada kendilerine yer bulmuşlardı. Ama şehir merkezinde kadını ya şarkıcı ya da pavyon kadını olarak tanıyorduk, şimdi modern, yalnız şehirli, işi olan İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 194 T. Elmacı bir kadın olarak karşımızda duruyordu.” (Gündoğdu 1997:12-13) Bu modern şehirli kadının varoluş sorunları üzerine üretilen pek çok filmde ise Yeşilçam ekolünden gelen Atıf Yılmaz imzası vardır. Atıf Yılmaz, Mine (1981), Bir Yudum Sevgi (1984), Dul Bir Kadın (1985), Aaah Belinda (1987), Kadının Adı Yok (1988) gibi filmlerle bu dönemin en aktif yönetmeni olmuştur. Atıf Yılmaz’ı Sinan Çetin, Ömer Kavur, Selim İleri, Şerif Gören gibi isimler izlemiştir. Giovanni Scognamillo ise dönemi iyi niyetli bulsa da şu şekilde eleştirir: “Kadın filmi dendiğinde asıl hedef büyük kentteki, İstanbul gibi bir megapoldeki kadındır. Eski Yeşilçam’ın çokça ve çoğu kez kendince anlattığı kırsal alan ya da kasaba kadını artık pek ilginç değildir, sanki onlara özgü sorunlar çoktan çözülmüştür. Ancak orta yaş ya da dulluk yalnızlığıister kırsal alanda ister karmaşık kentte- pek değişmiyor, cinsel arayışı ise hiç değişmiyor.” (Scognamillo 1998:510) Bu bağlamda üretilen filmler kadının gündelik hayatta karşılaştığı ayrımcılıktan ya da zorluklardan ziyade belli kesim kadının içsel bunalımı ile ilgilenmekle eleştirilmiştir. Bu eleştirilere Nezih Erdoğan daha faklı bir perspektiften eleştirir ve şunları ekler: “Bu filmler, güçlü kadınların güçlerini terk etme fantezilerine oynayarak aslında erkek seyirciye seslendiklerini düşündürtmektedirler. Ancak öykünün daha çok kadın bakış açısından verilmesi ve erkekle özdeşleşme süreçlerinin göz ardı edilmesi filmin hitap ettiği kesim açısından kafa karışıklığı yaratmaktadır.” (Erdoğan 1999:123) Kadını seçkinci bunalımlar içerisinde göstermenin dışında gündelik hayatı içerisinde konumlandıran filmler de üretilir. Bunların en önemlileri: İffet (Kartal Tibet,1982); Fahriye Abla (Yavuz Turgul,1984); Adı Vasfiye (Atıf Yılmaz, 1985) Asiye Nasıl Kurtulur (Atıf Yılmaz, 1985), filmleridir. Kadın filmleri, 1980 darbesi sonrası pek çok alanda sekteye uğrayan anlatım olanakları içerisinde sesini yükseltebilmiş ve de dönemin iktidarı tarafından da zararsız görülmüş bir konu olması açısından kendisine geniş bir üretim alanı bulabilmiştir. Fakat iyi niyete ve kadının toplumsal konumuna eleştirel bir açıdan bakmaya çalışmalarına rağmen pek çok eleştirmen tarafından kadın sorunun yaklaşımı açısından gerçekçi bulunmamış ya da yetersiz bulunmuştur. 2.3. Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsili Yeni sinema içerisinde kadın temsilleri temelde toplumsal cinsiyet kodlarının katı taşıyıcılarının ötesinde farklı şekillerde resmedilmiştir. Bu anlamda Yeşilçam döneminin katı ahlakçı konumlanışının dışında imgeler olarak kendisine yer bulabilmiştir. Kadınlar kadın gibi görünmekte, cinselliklerini özgürce Güz 2011, Sayı:33 Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek… 195 yaşayabilmekte fakat özne olamamaktadırlar. Ayrıca yeni sinemanın daha çok eril hikâyelere odaklanması, merkezine erillik krizini taşıması nedeniyle kadınlar yeni sinema içerisinde geçmişten daha görünmez bir alana taşınmışlardır. Sabri Büyükdüvenci ve Ruken Öztürk yeni sinemanın Yeşilçam’dan farkını şöyle açıklar: “Yeşilçam'da melodramın klasik özellikleri işler; yani aşırı zıtlıklar, tesadüfler, yüce bir aşk ilişkisi; filmdeki gerilim kadın ve erkeğin kavuşup kavuşamamalanna dayanır. Genellikle mutlu sonla biter filmler. Ama bu sürece gelene kadar kötü kadınlar cezalandırılır, iyi kadınlar yola getirilir, genellikle şiddet uygulanarak bunlar gerçekleşir ve sonunda kötü talihlerini yener karakterler. Genellikle evlenirler, ölseler bile birlikte ölerek öte dünyada kavuşacaklarına dair inancımızı pekiştirirler. Günümüzdeki popüler sinemada artık kadınlar bile yer almamakta neredeyse, sadece erkekler var, erkekler arası dayanışma ve erkekler arasındaki ilişkiler yüceltiliyor, erkekliğin yüceltilmesi son dönem filmlerde çoğu zaman milliyetçilikle de kol kola giriyor. (Düvenci, Öztürk 2007:40)” Düvenci ve Öztürk’ün tespit ettiği yeni oluşan sinema erkek sineması olarak yükselirken kadın bu sinemanın odağı olmaktan çok uzaktadır. Kadın figürler genellikle erkek kahramanı harekete geçiren unsurlar olarak kullanılmaktadır. Kadın karakterin harekete geçirici bir unsur olarak kullanıldığı pek çok örnekte ise kadın negatif kurulmuştur. Örneğin Zeki Demirkubuz’un Uğur (Masumiyet, Kader filmlerinin kadın karakteri) karakteri çok güçlü ve istediğinin peşinden koşan bir figür olmasına rağmen kötü bir karakter olarak öykü evreninde yer alır. Dahası hayatına giren tüm erkeklerin, ailesinin de sonunu hazırlayan bir karakterdir. Zeki Demirkubuz’un filmografisinde yer alan hiçbir kadın karakter de bu anlamda masum değildir. Popüler film kanadına bakıldığında filmlerin ya kadını cinsel bir meta olarak pazarlayan örnekleri ile karşılaşılmakta ya da erkek karakteri harekete geçiren unsurlar olarak resmetmektedir (Kahpe Bizans, Mum Kokulu Kadınlar, Ağır Roman, Yandım Ali, Şellale, Gecenin Kanatları, Issız Adam). Popüler olmayan film üretiminde ise yerleşik cinsiyet kodları Yeşilçam dönemindeki kadar vurgulu olmasa da üretilmeye devam etmektedir. Örneğin Zeki Demirkubuz dışında popüler olmayan kanattan bir yönetmen olarak Nuri Bilge Ceylan’ın derinlikli bir şekilde yer verdiği kadın karakterlere bakıldığında ise cinsiyetçi bakışın devamı gözlenmektedir. İklimler’deki (2006) sadakatsiz eşe tahammüle zorlanan, Üç Maymun’daki (2008) yaşadığı yasak ilişki ile ailesini kötülüğe iten kadın karakterler bu bağlamda değerlendirilebilir. Dönemin bir başka önemli ismi olan Semih Kaplanoğlu’nun filmografisi de kadın üzerine düşünmekten çok uzaktır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 196 T. Elmacı Kadınlar 1990’lı yıllarla birlikte yeni sinema olarak adlandırılan dönemde kendilerine geçmişten çok farklı bir konum bulamamışlardır. Hatta kadınlar üzerine inşa edilen anlatılar yeni sinema içerisinde yok denecek kadar azalmıştır. Kadının toplumsal konumlandırılışındaki görece değişim ya da gelişim kültürel üretim alanındaki görünümleri ile paralellik göstermemektedir. Bu da yerleşik zihniyetin hala kültürel alanda devam ettiğinin en önemli göstergesi gibi durmaktadır. Ataerkil yapıyı olağanlaştıran ve devamlılığına hizmet anlayışının hakim olduğu bir yapıda bulunan sinema için derinlikli kadın hikayelerine odaklanmak oldukça zordur. Konjonktürün yükselen milliyetçilik dalgasından etkilenmesi ise daha fazla eril hikayeyi sinemaya kazandırmakta sessiz, kimliksiz kadınlar ve ulusun namusu faziletli anneler olma durumuna daha da yaklaştırılmaktadır. Anlatılarda, kadınlar ikincil konuma çekilmekte, biyolojik fark ataerkil yapı tarafından ideolojik olarak da dayatılmaktadır. 2.3.1. Gitmek Filmi Film, İstanbul'da yaşayan tiyatrocu Ayça ile Kuzey Iraklı tiyatrocu Kürt Hama Ali arasındaki aşk ilişkisini anlatır. Hama Ali ve Ayça Türkiye'de çekilen bir film setinde tanışır ve âşık olurlar. Film çekimleri bittikten sonra Hama Ali Irak'a, Ayça ise İstanbul'daki tiyatro çalışmalarına geri döner. Irak'ta Amerikan işgali ile birlikte savaşın patlamasıyla birbirlerine ulaşmaları zorlaşır. Sadece telefonla birbirlerinden haber alarak ilişkilerini yürütmeye çalışan çift için savaşın ilerleyen zamanlarında telefonla görüşmek bile çok zorlaşır. Hama Ali Ayça’ya sürekli, video mektuplar gönderir. Ayça bu duruma daha fazla katlanamaz ve Kuzey Irak’a aşkının yanına gitmeye karar verir. Önce Irak sınırı, Van, Urumçi (İran) ve İran’da küçük bir kasabada sonlanan yolculuğuna çıkar. Hama Ali ise İran’a Ayça’nın yanına gitmek isterken vurularak ölür. Aslında film feminist eleştiri açısından tehlikeli bir konumdadır. Çünkü Ayça karakteri bir erkek için herşeyi feda edip, geride bırakıp gitmektedir. Bu anlamıyla film, feminist eleştirinin kadını erkeğe göre konumlandıran ve anlamlandıran tavra karşı olan duruşunu sekteye uğratmakta gibi görünmektedir. Fakat burada asıl önemli olan; bir kadının kendi arzuları ve isteğini vatan, namus ya da herhangi bir toplumsal dikte için feda etmemesidir. Bu filmde asıl üzerinde düşünülmesi, odaklanılması gereken alan kadının kendisini bu toplum için yok saymamasıdır. Kadının bedeni toplum tarafından ‘kurulmuş’ olduğu için o yerleşik bir dile aittir. Kadın bedenine ilişkin her türlü imge de bu anlamda yani simgesel alanda bir Güz 2011, Sayı:33 Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek… 197 anlamlar kümesine dahildir. Dolayısıyla da kadın bedeni salt kendi varlığı ile bile bir anlam aracıdır. Çoğu zaman da kadın bedeni üzerindeki mülkiyet, kadının özne konumuna çekilmesi imkansızlaştırır. Feminist kuramcı Elizabeth Grozs da bedeni bu anlamda toplumsaldan bağımsız düşünülemeyeceği gerçeğinden hareketle şunları ekler: Gövde tarih ve kültür ötesi değildir . Hiçbir biçimde doğal olmadığı gibi, her zaman ve her yerde toplumsal süreçler tarafından işaretlenmiş, yazılmış ve kazınmıştır (Akt:Yeğenoğlu 1997:23). Kadın bedeni kültürün önemli bir taşıyıcısı olarak tüm kodlamaların adeta kazındığı bir kamusal pano gibidir. Ayça ise, Zahit Atam’ın özne konumunda yer alabilmek için ‘falluslu etekli bir kimlik’ olarak tanımladığı kategoride bir kadın imgesi değildir. Ayça aksine kendisini kadın gibi hissettiren bir erkeği arzulamakta, onunla birlikte yaşamayı istemektedir. Kahramanın kendisini görece özgür bir şekilde ifade edebilme koşulları da kıyaslamalı güzellik algısının dışında yer almasıyla gerçekleşir. Bu anlamda film, bakılacak kadın imgesi üretmek yerine eylemde bulunan konuşan bir kadını imgeleştirir. İrigeray’ın tanımladığı anlamıyla fallosentrik (erkeğe göre belirlenen anlam) bir okumayla kadının bedeni özel ve seyirlik değildir. Bu da kahramanı özgürleştirir. Pek çok örnekte olduğu gibi kadınlığından ya da görünür cinselliğinden sıyrılmış her kadın özne konumuna çekilebilir. Fakat Ayça karakteri için bu söz konusu değildir. O kendi hikayesini kendisi yazar, ve toplumun kendi kimliğini onun adına kurmasına izin vermez. Örneğin karşı dairesinde oturan yaşlı adamın “Ne idüğü belirsiz bir insansın sen. Evine giren çıkan belli değil! Ahlaksızsın!” bağırışlarına Ayça, kimse bana nasıl yaşayacağımı söyleyemez diyerek direnir. Kadının neler yapabileceği ya da yapamayacağını dikte eden toplumsal kod Ayça’yı da sarmalar. Örneğin gece sokağa çıkmamalı eve akrabası olmayan erkekleri almamalıdır. Toplumsal cinsiyet kodlarının kadını yoksunlaştıran zihniyetine direnir. O kentte kendi başına verdiği mücadelesinde, özgüveni tam bir genç kadın olarak yoluna devam etmektedir. Aslında Hama Ali’den beklentisi naif bir sevgi ve yol arkadaşlığının ötesinde bir şey değildir. Yeşilçam’ın kadınları hayatta kalabilmenin koşulunu bir erkeğin evliliğine mahkum bırakılarak yerine getirir. Ayça ise Yeşilçam kadınları gibi kendisini eksik ya da yoksun düşünerek bir erkeğin varlığını arzulamaz. O toplum tarafından dayatılan ikincilliğe direndiği için aşık olduğu erkeği de onu koruyacak kollayacak bir figür gibi düşünmez. Ayça ayrıca politik eğilimleri belli, toplumun dayattığı politik ideolojinin dışında duruşu olan genç bir kadındır. Ayça bu anlamda sıradan genç bir kadın değildir. Irak’ı işgal protestolarına katılarak siyasal katılımda bulunmaktadır. Mevcut ortamı politik bir gözle okumamakla birlikte, tanık olduklarını ideolojik İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 198 T. Elmacı olarak farklı bir perspektiften değerlendirebilmektedir. Aslında Ayça mevcut politik ortama, kendi konumuna verilen tepkiden daha sert tepki göstermez. Ayça’yı hiddetlendiren iki şey vardır: Birincisi Hama Ali’ye bir türlü ulaşamaması diğeri ise karşı komşusu olan adamın onu bir kadın olarak ahlaksızlıkla suçlamasıdır. Kentte ayakları üzerinde yalnız başına durmaya çalışan bir kadın olarak bu aşağılama ya da hakarete tepkisiz kalmamaktadır. İnsanların onun yaşamına müdahale etmesi noktasında ise oldukça nettir. Aslında sadece karşı komşusu değil, alt katta oturan yaşlı kadınlar da onu rahatsız eder. Apartman kapısının geceleri açık kalmasına ilişkin uyarılarının altında biz senin geceleri geç saatte gelmenden rahatsızız mesajını vermektedirler. Ayça tüm bu toplumsal kontrol mekanizmalarına karşı direniş içerisindedir. Ayça’nın bir kadın olarak yaşadıklarını sadece kadın açısından değerlendirme sığlığına düşmeden farklı bir gerçekliğe de odaklanmak gerekmektedir. Ayça’nın Hama Ali de bulduğu şey sadece kadınlığa ilişkin kaygılar ya da arzular değildir. Ayça için ve de toplumun geriye kalanı için toplumsal ilişkilerin yoz, sığ hatta yok derecesine yaklaşan duyarsızlıkla ilerlemesinin birey üzerinde yarattığı travma söz konusudur. Bu anlamda Ayça salt bir kadın olarak değil, bu toplumla bu topluma rağmen yaşama mücadelesi verirken oldukça yıldırılmaktadır. Zahit Atam 1980 sonrası yıkılan güven ortamının (adalete, devlete, insana) insanları hayat algısını da değiştirmesi üzerinden kadın temsilleri ile ilgili şu okumayı yapar. “Türkiye’nin insanı idealin, vefanın, karşılıksız sevginin, her durumda evladının arkasında duran insan olarak annenin, her yıkıntıya karşın sevgisi için dayanıp bekleyen çileci eşin, tutkuyla sevilecek sevgilinin yitişine ağıt düzmüş, bu anlamda artık genel olarak aşkı ve aşkın temsil edici portesi olan kadın kimliğini de deforme etmiştir.” (Atam, 2011) Ayça’nın aşkının peşinden sürükleniş hatta saplantılı bir şekilde aşkını arayış serüveni de akla Yeşilçam melodramlarındaki sebatla bekleyen ‘deforme edilmiş’ kadınları getirmektedir. Ayça’da Yeşilçam kadınları gibi ağlamakta hıçkırmaktadır fakat, onlardan farklı olarak kadere karşı da gelebilmektedir. Ayrıca Ayça, Yeşilçam kadınlarının aksine aşkını sebatla beklemeyi reddeden bir kadındır. Hama Ali ile yaptığı bir telefon görüşmesinde Hama Ali’ye “ben telefonun başında oturup bekleyecek bir kadın değilim” der. Ayça bu anlamda bekleyen suskun bir kadın değil, aksine amaçları doğrultusunda harekete geçmekten korkmayan cesur bir kadındır. Ayrıca Yeşilçam kadınları gibi güzellik odaklı değildir. Güzel olmayan kadının yaşama şansı bulamadığı Yeşilçam’da Ayça kendi bedeni ile barışık bir genç kadındır. Dolayısıyla Güz 2011, Sayı:33 Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek… 199 o Yeşilçam imgeleri gibi eril nazarın haz alanında yer almaz. Bu anlamda yeni sinema kadını ister merkeze oturtsun isterse erkeğin tamamlayıcısı bir yan role hapsetsin salt güzel olması üzerine odaklamaz. Ayça yeni sinemada kendisine verilen ikincil konumlanmanın dışında bir kadın imge olarak farklılaşan bir karakterdir. Ayça kendisinden beklendiği gibi suskunlukla kendisini anlatmaz. Bağırır, çağırır, küfür eder dahası eyleme geçer. O ne istediği bilen bir kadındır. Kendisine verilene razı olmaz. Bu anlamda Ayça yaşadığı habitusa rağmen özne olmak isteyen, direnen ve bu toplumun kadınları için umut vadeden bir karakterdir. Onu çağdaşı güçlü kadınlardan ayıran da onun bu özgünlüğüdür. Daha önce değinildiği gibi Zeki Demirkubuz’un Masumiyet ve Kader filmlerinin kadın kahramanı Uğur’un güçlü bir kadın figürü temsil ettiği savunulur. Fakat burada Uğur karakterinin kendi isteklerinin peşinde giden, hayatta tek başına mücadele eden bir kadın karakter olmanın dışında feminist eleştiri açısından elle tutulan hiçbir yanı yoktur. Çünkü Uğur karakteri salt kendisini düşünen bencil bir kadındır. Etrafındaki insanlara sadece zarar verir. Kendisine ve ailesine bakan bir adamı öldüren sevgilisi uğruna herkesi yok sayar. Ailesinin felaketine neden olur. Hatta çocuğunu bile hapisteki sevgilisi için günbegün heba eder. Bu bağlamda Uğur karakteri feminist eleştiri açısından özne konumunda bir kadın olmanın ötesinde negatif kurulmuş bir özne olarak yer alır. Ayça ise kendi vicdanı ile hareket eden insanları insan oldukları için seven onlara yalnızca kendi sınırlarını aştıklarında tepki gösteren bir öznedir. Onun ahlakı, başkalarına zarar vermek pahasına salt kendi arzularının peşinde koşmaya izin vermez. O insan olmanın değeri üzerinden kendisini ve çevresini değerlendirir. Bu anlamda yeni sinemanın kötücül kadınlarından farklıdır. SONUÇ Feminist perspektiften değerlendirmeye dayanan bu çalışmada görülmüştür ki; feminist hareket 1960’lı yıllarda ortaya çıktığından bu yana sinemayı kadın hareketi için bir mücadele alanı haline getirilebilecek iletişim aracı olarak görmüştür. Feminist teori sinemanın babanın dilini kullanan ve yerleşik toplumsal cinsiyet algısını yeniden üreten bir araç olmaktan çıkartılması, dahası kadının toplumsal konumlanışında eşitlikçi mücadeleye hizmet etmesini savunmuştur. Özellikle ana akım sinema olarak adlandırılan Hollywood sineması üzerine geliştirdikleri eleştiri ve tartışmalarla bu feminist film pratiğinin ufkunu açacak İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 200 T. Elmacı kuramsal zeminini yaratmaya çalışmışlardır. Amaçları suskun,boyun eğen, edilgen kadın imgesini değiştirmek ve gerçek bir özne konumuna getirmektir. Türkiye’de sinemanın serüvenine bakıldığında ise kadınlar açısından ilk dönem sinema çok da olumlu değildir. Kadınlar sadık eş, fedakâr anne, iffetli kadın olarak sunulmuştur. Toplumsal uylaşıma uygun kadın karakterler, Yeşilçam melodramlarında bolca işlenmiş, yerleşik toplumsal cinsiyet kodları yeniden üretilmiştir. Hatta toplumsal değişim dönemlerinde topluma atfedilen genel yozlaşma belirtileri Gurbet Kuşları filmindeki gibi ilk önce kadın karakter üzerinden sunulmuştur. Kadın kendi cinselliği içerisinde güçlü bir figür olamamıştır. Güçlü olan kadın karakterler de ataerkil düzenin devamlılığından yana eril özelliklidir. Genellikle de cinselliğini terk etmiş yaşlı kadın figürleridir. 1970’li yıllar ayrıca kadın bedenin seks filmleri furyası ile iyice nesneleştirildiği yıllar olarak sinema tarihinde yerini alacaktır. 1980’li yıllarla birlikte kadın konusu üzerinde sıkça düşünülmüş fakat genelde belli sınıftan kadınların içsel sorunları merkeze taşınmış. Kadın sorununa daha derinlikli bakan filmler az sayıda kalmıştır. 1990’larla birlikte yeni bir sinemacı kuşağı sinemaya dahil olmuştur. Fakat bu yeni sinema, kadını geçmiş dönemden daha da olumsuz bir konuma çekmiş, kadını olumsuz bir yan figür olarak resmetme eğiliminde olmuştur. Anlatının odağına aldığında ise baş erkek karakteri güdüleyen bir durumda resmedilmiştir. Yükselen milliyetçi ideoloji ile birlikte yerleşik toplumsal algıyı besleyen anlatılarda görülen kadınlar genellikle suskun ve kaderci bir biçimde resmedilmişlerdir. Gitmek Filmi ise bu anlamda erkek sineması olarak gelişen yeni sinemada toplumsal cinsiyet perspektifinden farklı bir okumayı olanaklı kılan bir filmdir. Gerçekte film kendi içerisinde erilliğin kadın bedeni üzerindeki tahakkümüne ilişkin net referanslar vermemektedir. Fakat filmin "Bir Türk kızı bir Kürt’e aşık olamaz" düşüncesiyle İsviçre'de Türk Kültür Bakanlığı’nın desteklediği ve daha sonra Bakanlığın girişimiyle Culturescapes Festivali'nden çıkarılması filmi bu anlamda farklı bir alana taşımıştır. Kadının bedeni bir ulusun onuru, şerefi, namusunun nesnesi durumuna indirgenmiş ve patriyarkal iktidar kendi hegemonyasını gerçek hayatta bizzat ‘Ayça’nın kendi hür iradesi ile yönlendirmeye çalıştığı bedeni üzerinden devam ettirmiştir. Deniz Kandiyoti de kadın üzerinden gelişen bu devlet tahakkümünü şu şekilde açıklar: “Kadınlar, etnik/ulusal gruplar arasındaki farkların yeniden üretiminde önemli bir rol oynarlar, kültürü taşırlar ve ulusal farkların ayrıcalıklı belirleyicileridirler; ayrıca “ulusun anneleri” (resmi önceliklere uygun biçimde ideolojik olarak tanımlanan bir görev) Güz 2011, Sayı:33 Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında Gitmek… 201 olma yükünü de taşırlar. “Ulus”un talepleri tıpkı soy, aşiret ya da akrabalarla ilgili temel sadakat bağları kadar zorlayıcı olabilir; fark bu tür taleplerin erkekler tarafından değil, devlet tarafından ve devletin yasal yönetim aygıtınca dayatılmaktadır.” (Kandiyoti, 2007:163) Gitmek filmine ilişkin pek çok tartışma kirli eril dil üzerinden gerçekleşmiştir. Filmin ilk okumasında temel olarak politik anlamlar üretmesi ile gelişen süreçte, kadın karakterin Türk, aşık olunan erkeğin ise Kürt olması üzerinden aşırı milliyetçi çizgide sığ eleştiriler yükselmesine neden olmuştur. Bu eleştirilerin ciddiye alınır bir yanı olmamakla birlikte, filme yönelik bu eleştirinin bu çalışma bağlamında, feminist eleştirinin temel problematiklerinden biri olan kadın temsillerinin iktidarın devamlılığına hizmet eden araçlara dönüştürülmesi açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Politik bir araç olarak sunulduğu düşünülen film; toplumsal cinsiyet algısında ‘ikinci sınıfa itilmiş kadınlığın Türk’lükle eşdeğer tutulmasını’ aşağılama olarak gören bir zihniyetin turnusol kağıdına dönüşmüştür. Filmin kadınlığa ya da insanlığa ilişkin gösterdiği naif çaba bir anda politik bir okuma ile yine kadın bedeni üzerinden geliştirilen patriyarkal bir iktidar savaşı yaratmıştır. Kadın bedeni, kadının kendisinden bağımsız olarak üzerinde mülkiyet kurulan bir nesne konumundan kurtulmamakta ve eril hegemonyanın en büyük iktidar alanı olmaya ve bu şekilde okunmaya devam etmektedir. Bu bağlamda feminist yazar Emma Goldman’ın kadının gelişiminde özellikle altını çizdiği kadının kendi varlığını bir birey olarak ortaya koyma süreçlerini Ayça fazlasıyla yerine getirmektedir. Kendisini bir obje olarak değil, bir kişilik olarak ortaya koymaktadır. Hayatını basit, fakat zengin ve derin kılarak; kendi bedeni üzerinde başkalarının iddia ettiği tüm haklara karşı koymakta, tanrının, devletin, bir kulu olmaya karşı çıkmaktadır. Bunu da hayatın tüm karmaşıklığını ve özünü anlamaya çalışarak, yani kendini toplumun fikirlerinden ve yargılarından özgürleştirerek yapmaktadır. (Goldman, 2011) Kadın bedeni üzerinden kurulan kodları ya da pazarlama taktilerini yıkan, gündelik sıradanlığı, naifliği insanın yüzüne vuran bir kadını, anlatının odağına yerleştirmesi, filmi feminist teori açısından kayda değer bir alana taşımıştır. Film aslında Ayça karakterinin doğanın biyolojik olarak farklı kıldığı iki insan cinsinin ataerkil düzen tarafından ideolojik olarak da ayrıştırma çabasına direnme mücadelesidir. Salt politik bir duruşu sergilemenin ötesinde anlamlar üreten, dahası bu kadar erillikle sarmalanmış bir sinemada bir genç kızın saf aşkı üzerinden geliştirilen anlatıların daha iyilerinin önünü açacağına kuşku yoktur. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 202 T. Elmacı KAYNAKÇA Atam, Z (2011) Yeni Türkiye Sineması’nda Kadın http://www.birgun.net/ writer_2010_index.php?category_code=1261404460&news_code=126252 3268&year=2010&month=01&day=03 (Erişim: 20. 10.2011) Büyükdüvenci, S ve Öztürk, R (2007) “Yeni Türk Sineması’nda Estetik arayışı” Felsefe Dünyası Dergisi, sayı:46 Cevizci, A (2010) Felsefe Sözlüğü, İstanbul:Paradigma yayınları. Erdoğan, N (1999) Üç Seyirci: Popüler Eğlence Biçimlenmesi Alımlanması Üzerine Notlar, Doğu Batı Düşünce Dergisi, İstanbul. Evren, B (1990) Türk Sinemasında Yeni Konumlar İstanbul: Broy Yayınları. Goldman, E (2011) http://www.felsefeforumu.com/viewtopic.php?f=45&t=2577 (Erişim: 10.09.2011) Gündoğdu, M (1997) Sinemamızda Bir Dönem Kapanırken, 25. Kare Sinema Dergisi, sayı:18 Ocak Mart, Ankara. Kalkan, F (1992) Türk Sineması Toplumbilimi İzmir:Seçin Yayınları. Kandiyoti, D (2007) Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar, İstanbul:Metis Yayınları Lorant, S, Englehart L, Karabey, H (Yapımcı). & Karabey, H. (Yönetmen). (2008). Gitmek: Benim Marlon Brandom (Sinema Filmi) Türkiye: Asi Filmcilik. McBean, JR (1997 ) Marksist Film Eleştirisinin Kuram ve Uygulaması , E. Yılmaz, (Çev.), Sinemasal, Sayı: Ortak kitap1. Nelmes, J (1998) Sinemada Cinsiyet ve Cinselliğin Sunumu, E. Yılmaz, (Çev.), Sayı:Ortak kitap-2 Özden, Z (2004) Film Eleştirisi. Ankara:İmge Kitabevi. Ryan, M , Kellner, D (1997). Politik Kamera, E. Özsayar (Çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Scognamillo, G (1998). Türk Sinema Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Smelik, A (2008) Feminist Sinema ve Film Teorisi, D. Koç (Çev.), İstanbul:Agora Kitaplığı. Yeğenoğlu, M (1997) Emperyal Özne ve Feminist Söylem Toplumbilim sayı:75 Güz 2011, Sayı:33 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- TÜRKİYE’DE İLETİŞİM KURAMLARININ GELİŞMESİNDE ÇEVİRİNİN ÖNEMİ V. Ertan YILMAZ* ÖZET Bu çalışmada, Türkiye’de iletişim kuramlarının gelişmesi açısından çevirinin önemi üzerinde durulacaktır. Çalışmada, iletişim biliminin geliştirilmesi için çeviri faaliyetine ağırlıklı bir yer vermenin gerekli olduğu tezi savunulacaktır. Türkiye’de felsefe, sosyoloji ve siyaset bilimi gibi alanlarda yapılan çevirilerle ilgili akademik değerlendirmeler yapılmıştır. Ancak, iletişim alanında yapılan çevirilerle ilgili çalışmalar, yeterli düzeye ulaşabilmiş değildir. Bu makalede öncelikli olarak sosyal bilimlerde çevirinin bilimsel gelişme açısından taşıdığı öneme işaret edilecektir. Daha sonra Türkiye’de tarihsel açıdan sosyal bilimlerde çeviri etkinliğinin gelişmesi konusunda bilgiler verilecektir. Bundan başka iletişim kuramları alanında gerçekleştirilen çeviri kitaplar hakkındaki veriler de değerlendirilecektir. Ayrıca, çalışmada iletişim alanında çevirilerin özendirilmesiyle ilgili neler yapılması gerektiği konusunda da öneriler dile getirilecektir. Anahtar Kelimeler: Çeviri, İletişim Kuramları, Bilim Politikaları THE IMPORTANCE OF TRANSLATION IN THE DEVELOPMENT OF COMMUNICATION THEORY IN TURKEY ABSTRACT In this study the importance of translation in the development of communication theory in Turkey will be discussed. For the development communication theory the translation activities are very important. In Turkey, several studies were made on the importance of translation in political science sociology and philosophy. But the level of appereciation translation are not sufficient yet in that area. After putting emphasis on the importance of translation for communication field, The article will give the a short story about the historical development of translation activities. And later the books that were translated into Turkish will be appreciated in order to give on information on each them. Besides, the article will make recommendations for the encourgement of translation activities. Keywords: Translation, Communication Theory, Science Policy * Öğr. Gör. Dr., Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon Sinema Bölümü. İletişim 2003/18 204 V. Ertan Yılmaz GİRİŞ Sosyal Bilimlerin gelişmesinde izlenecek bilim politikalarının büyük bir önemi vardır. Sosyal bilimlerin gelişmesi için neler yapılmalı, nelere ağırlık verilmeli? Bu doğrultuda hedefler belirlendikten sonra hangi yöntemler kullanılmalı? Bu ve benzeri sorulara verilecek yanıtlar, sosyal bilimlerin geliştirilmesinde benimsenecek yaklaşımların genel hatlarını oluşturur. Son yıllarda Türkiye’de Üniversitelerde sosyal bilimlerde gelişmişliğin bir ölçütü olarak yabancı dilde yayınlar başat bir ölçüt olarak kabul edilmeye başlandı. Bir akademisyenin başarısı, yabancı dilde yaptığı yayınlarla ölçülür oldu. Bununla bağlantılı olarak yabancı dilde yapılan yayınlar, sosyal bilimlerin gelişmişliğinin önemli bir göstergesi olarak benimsendi. Bilim politikaları, yabancı dilde yayın eksen alınarak oluşturuldu. Sosyal bilimlerin güçlenmesi için gereken çeviri gibi faaliyetler geri plana atıldı. Oysa çeviri, sosyal bilimlerin gelişmesinde ilk planda düşünülmesi gereken bilimsel faaliyetlerden bir tanesidir. Sağlam, tutarlı bir politikaya dayanan bir çeviri faaliyeti olmadan, çevrede yer alan bir ülkede sosyal bilimlerin gelişmesi mümkün değildir. Bu yargı felsefe, sosyoloji, ekonomi gibi disiplinlerde olduğu gibi iletişim alanı için de aynı ölçüde geçerlidir. Ne var ki, ortada duran bu gerçeğe karşın, Türkiye’de genelde sosyal bilimler alanında, özelde iletişim alanında hala birçok önemli eserin çevirisinden yoksunuz. Bu nedenlerle Türkiye’de iletişim kuramlarının sağlam bir akademik zemin üzerinde geliştirilmesinin en önemli şartlarından biri, çeviri konusunda akademik duyarlılık oluşturmaktır. Bu noktadan hareketle çeviri politikasının temellerini atmak son derece önem arz etmektedir. Bilinçli bir çeviri politikası kapsamında gerçekleştirilecek çalışmaların iletişim kuramlarının gelişmesine yapacağı katkı, bu makalenin çıkış noktasını meydana getirecektir. Bu çalışmada, belirli bir politika doğrultusunda içeriği ve sınırları belirlenmiş bir çeviri hareketinin, Türkiye’de iletişim kuramlarının gelişmesinde ve zenginleşmesinde öncelikli olarak tercih edilmesi gereken bir yol olduğu, değişik açılardan ortaya konularak temellendirilecektir. Bu amaçla ilkin İslam felsefesinin derinlik kazanmasında Yunan felsefesinden yapılan çeviri faaliyetinin ne kadar hayati bir rol oynadığına işaret edeceğiz. Daha sonra Batı uygarlığının önemli dönemeç noktalarından olan Rönesans ve Reform hareketleri döneminde artan çeviri hareketlerinin Batı felsefesine nasıl bir ivme kazandırdığını göstereceğiz. Ardından Türk modernleşmesini besleyen kaynaklardan biri olan çeviri hareketinin ortaya çıkardığı sonuçları tartışacağız. Bu tarihsel perspektif ışığında Türkiye’de iletişim kuramları alanında gerçekleştirilen bazı çeviri eserleri değerlendireceğiz. Güz 2011, Sayı:33 Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi 205 Bu bağlamda ele alacağımız çeviri kitapların doğrudan doğruya iletişim kuramlarıyla ilgili olmasına özen göstereceğiz. 1960’ların sonundan 1990’ların ortalarına kadar iletişim kuramlarıyla ilgili yapılan çevirilerin son derece az olması, dikkate alınması gereken önemli bir noktadır. Bu dönemde çevrilen belli başlı eserlerin hemen hemen tümü, bu incelemeye dâhil edilmiştir. 1990 yılların ortasında iletişim alanında göreli olarak canlanan çeviri hareketi kapsamındaysa özellikle değişik yazarların makalelerini kapsayan derleme kitaplara ağırlık verilmiştir. Çeviriyle iletişim kuramlarının gelişmesi arasındaki ilişkileri tartışan ilk çalışmalardan biri olması nedeniyle makalemizde çevrilen bazı kitaplarla ilgili betimleyici düzeyde bilgilere yer vermekle yetinilmiştir. Çalışmamızın sonunda iletişim alanında çeviri etkinliğinin geliştirilmesi ve sağlıklı bir zemine oturtulabilmesi için yapılması gerekenler, kimi öneriler ışığında tartışmaya açılmıştır. 1. Felsefe ve Bilimin Gelişmesinde Çevirinin Rolü Tarih boyunca felsefenin gelişmesi açısından çevirinin çok önemli bir rolü olmuştur. 9. yüzyıldan sonra, Yunan felsefecilerinden yapılan çeviriler, İslam felsefesinin gelişmesinin ve zenginleşmesinin zeminini hazırlamıştır. Bu dönemde önce mimariyle ilgili eserler, daha sonra Platon ve Aristo’nun eserleri, Arapça’ya çevrilmiştir. Bu yoğun çeviri hareketi sonucunda Arap-İslam düşüncesi kavram ve terminoloji açısından zenginleşmiştir (Erten, 2003:117-121). Bu dönemde gerçekleştirilen büyük tercüme hareketi, İslam felsefesinin gelişmesine ciddi bir katkı yapmıştır (Skirbekk, Gilje, 2006:196-197). Yine, Batı uygarlığı da çeviriye çok şey borçludur: “12. Yüzyılda, Yunanlıların bıraktığı mirasın büyük bir bölümü Batı tarafından ilk kez erişilebilir hale geldi. Yunan eserlerinin Arapça tercümelerinden, bunlarla ilgili Arapça yorumlardan ve Yahudi düşünürlerin Arapça eserlerinden binlercesinin Latinceye tercümesi yapıldı. Kimi zaman Yunanlıların eserleri İbranice tercümeler aracılığıyla Avrupa’ya ulaştı. Daha sonra Yunanca orijinallerden doğrudan Latinceye yapılan tercümeler oldu (Ortaçağ Avrupasında Yunanca pek bilinmiyordu. Bu dilin öğretimi ancak Hümanizm döneminde canlılık kazandı). Daha sonra ise Latinceden artık (henüz yeterli bir felsefe terminolojisi oluşmamış olsa da) tamamen gelişmiş Avrupa milli dillerine tercümeler yapıldı.”(Störig, 2011: 234-235). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 206 V. Ertan Yılmaz Hasan Bülent Kahraman’ın deyimiyle Rönesans “başlı başına ve tepeden tırnağa” bir çeviri sürecidir. Kahraman’a göre, Neoklasizm ve Romantizm dönemleri de Antik Yunan ve Roma kaynaklarından birçok çeviri yapıldı. 18.yüzyıl ortalarında uyanan Helen hayranlığından söz eden Kahraman, Nietzsche'nin, Freud'un bu dönemin ürünleri olduğunu söyler (Kahraman, 2004b). Osmanlı İmparatorluğu’nda Lale döneminde ilk ciddi çevirilerin yapıldığını anlatan Günyol ise, 1859 yılından başlayıp Cumhuriyet’e kadar uzanan döneminin çeviri açısından zengin ve verimli bir dönem olduğunun altını çizer (Günyol,1983:325). Cumhuriyet döneminin ilk ciddi ve planlı çeviri etkinliğinin, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Tercüme Bürosu’yla başlandığını belirten Berk, 1967 yılına kadar binden fazla çevirinin yapıldığının ifade eder (Berk,2004:317). Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in girişimiyle kurulan Tercüme bürosunda Nurullah Ataç, Sebahattin Eyüpoğlu, Azra Erhat gibi dönemin önde gelen edebiyatçıları ve yazarları çalışır. Eski Yunan, Roma uygarlığından ve Fransız edebiyatından birçok eser, Türkçe’ye kazandırılır (Günyol, 1983). Bu düzenli çeviri etkinliğinin, Türk edebiyatı, felsefe ve sosyal bilimlerin gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. Türkiye’de çeviri açısından ikinci altın dönem, 1960’lı yıllarda başlar. 1961 Anayasa’sının getirdiği özgürlükçü ortamda sol yazından önemli eserler, Türkçe’ye çevrilir (Berk,2003:517). Zaman zaman Can Yücel, Sabahattin Eyüboğlu gibi çevirmenler, yaptıkları çevirilerden dolayı, hakim karşısına çıkarlar. Bu soruşturmaların çevirmenler üzerinde olumsuz etkisi olsa da 1980’lere kadar, çeviri etkinliği canlılığını korur. Çevrilen bu eserler de Türkiye’de fikir hayatını beslemiştir. Bu çeviri hareketleri sayesinde yeni yaklaşımlar, etraflı bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. 1980’lerden sonra 12 Eylül Askeri Darbesinin etkisiyle özellikle sol yazından yapılan çeviriler duraklar. Bu dönemde popüler kültür eserlerinin çevirisine ağırlık verilirken sosyal bilimler alanında yeni çeviriler yapılır. Özellikle 1990’larda Ayrıntı, İletişim, Metis, Paradigma, Yapı Kredi Yayınları, edebiyat ve sosyal bilimler alanında önemli eserleri, Türkçe’ye kazandırırlar. Şimdi de Bilgi ve Sabancı gibi bazı vakıf üniversiteleri çeşitli çeviri yapıtları yayınlanmaya devam ediyor. 2. Çeviri: Bilgi Birikiminin Aktarılmasındaki Temel Araç Peki, sosyal bilimlerin gelişmesinde çeviri, neden bu kadar önemli? Türkiye’nin yetiştirdiği önemli felsefecilerden biri olan Hilmi Ziya Ülken, Cumhuriyetin ilk yıllarında, “Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü” adlı kapsamlı eserinde bu sorunun yanıtını aramıştır. Ülken’in ifadesiyle “uyanış devirlerinde Güz 2011, Sayı:33 Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi 207 yaratıcılık kudretini veren tercümedir”(1935:18). Tarihte ortaya çıkan büyük uygarlıkların temelinde tercümenin yattığını vurgulayan Ülken, medeniyetlerin ilk tohumlarının atıldığı uyanış hareketlerinin tercümelerle başladığına işaret eder. Ülken’e göre hem modern hem de geçmiş uygarlıklara ait eserler, Türkçe’ye çevrilmelidir (Ülken, 1935:22). Hasan Bülent Kahraman da Ülken’le benzer görüşleri dile getiriyor. Kahraman’a göre dünyanın her yerinde modernleşme, aktarıma dayalı olarak gerçekleşir: “Şunu iyice bellemek gerek: Dünyanın her yerinde modernite süreçleri, modernleşmenin kendisi bir aktarıma dayanır. Modernleşme denilen olgu son kertede bir çeviri etkinliğidir. Hele söz konusu olan Batı modernitesi ise bu daha çok böyledir. Batı bilincini hazırlayan temel düşüncenin bir başka dile aktarılmasına öncel herhangi bir Batı eksenli modernleşmeden söz açmak olanaksızdır. Kaldı ki, Batı'nın kendisi moderniteyi bu yoldan geçerek ve bu yöntemle inşa etmiştir. Hem de birkaç ayrı dönemde”(Kahraman, 2004b). Bu sorun üzerinde duran bir başka yazar olan Selahattin Hilav’ın ifadesiyle ‘Tarihteki büyük uygarlık geçişlerinin, kültür değişimlerinin ve sentezlerinin temelinde geniş anlamıyla” çeviri olayı yatıyor (Hilav, 1995:195). Türkiye’de çeviri ile batılılaşma arasındaki ilişkileri değerlendiren Berk ise çevirinin kültürü dönüştürmedeki kilit rolüne işaret ediyor. Çevirmenlerin, çeviri eylemiyle bir bağlama ait olan bir dizgeyi bir başka bağlama taşıyarak, kültürler arası bir iletişimi gerçekleştirdiğini anlatan Berk, edebi çevirilerin yanı sıra bilimsel alanda yapılan çevirilerin de bir başka kültürün düşünce hayatını zenginleştirdiğine ve yeni ufukların oluşmasına katkıda bulunduğunu ifade ediyor (Berk, 2004:317). Nedim Gürsel de “Uygarlık ve Çeviri” adlı makalesinde çevirinin, tarihteki büyük kültürel dönüşümlerin gerçekleştirilmesinde oynadığı role dikkat çekiyor. Çeviri, geçmiş kültürlerin aktarılıp özümsenmesinde başvurulan çok önemli bir araç. Ancak, bu aktarılıp değerlendirilen birikim üzerine yeni bir kültürel temel atılabiliyor. Geçmiş çağlara ait başka uygarlıklarının kültürel mirası, yeni tartışmalara, arayışlara zemin hazırlıyor. Gürsel’in ifadesiyle bu çevirinin artzamanlı işlevidir. Bundan başka çeviri, aynı zaman dilimi içinde olan uygarlıkların birbirleriyle iletişim kurmalarına ve kültürel olarak alışveriş yapmalarına da yardımcı oluyor. Buna paralel biçimde, Kahraman da çevirinin yalnızca bir dilden başka bir dile eserlerin aktarılmasıyla sınırlandırılamayacağı görüşünü taşıyor. Kahraman’a göre çeviri, daha genel bir çerçevede insan anlayışı, hoşgörü ve İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 208 V. Ertan Yılmaz özgecilik gibi kavramların bir kültürden başka kültüre aktarılmasıdır (Kahraman, 2004a). Bu duruma birçok örnek verilebilir. Aslında, çeviri, Türkiye’de batılılaşma hareketinin önemli bir parçası olagelmiştir. Berk’in ifadesiyle, “Batılılaşma, aynı zamanda Batı’yı çevirmek anlamına gelmiştir”(Berk, 2003:511) Berk’e göre Cumhuriyetin kurulmasında da bu anlayış kendini belirgin bir biçimde gösterir. “Böylece, Avrupa kültürünün bir parçası olmak isteyen Türkler için bu kültürün kaynaklarını öğrenmek bir zorunluluk olarak kendini göstermiştir. Bu bağlamda, Cumhuriyet’in temellerinin Türkiye’deki sosyo-kültürel hayatın her alanını etkileyen Batı’dan yapılan çeviriler üzerine kurulduğunu da söylememiz mümkün gözükmektedir”(Berk, 2003:513) 3. Türkiye’de İletişim alanıyla ilgili Çeviri Faaliyeti Hilmi Ziya Ülken’in 1935 yılında tercüme konusunda yaptığı vurguya rağmen, Türkiye’de felsefe ve sosyal bilimler alanında çevirinin istenen düzeye geldiğini söyleyebilmek ne yazık ki mümkün değil. Felsefe, sosyoloji ve siyaset bilimi gibi disiplinlerle karşılaştırıldığında ise iletişim kuramları alanında yapılan çevirilerin sayısı deyim yerindeyse bir elin parmaklarını geçmiyor. Kuşkusuz, iletişim alanını ilgilendiren başka disiplinlerden çeviriler yapılıyor. Ancak, çalışmamızda bu çevirileri kapsam dışı bıraktık. Şimdi, burada iletişim kuramları alanında yapılan çevirilerden örnekler vereceğiz. İletişim kuramları alanında yapılan ilk çeviri, Ünsal Oskay 1969 yılında gerçekleştirilen “Kitle Haberleşme Teorilerine Giriş” adlı derleme kitap. Kitap, ana akım içinde yer alan iletişim bilimcilerin sosyal psikoloji, haber ve propaganda konularında yazdıkları makalelerden oluşuyor. 1970’lere gelindiğinde ise, doğrudan doğruya iletişim kuramları içinde değerlendirilebilecek üç kitabın çevrildiği göze çarpıyor. Ayseli Usluata, 1973 yılında Halloran’ın “Televizyonun Etkileri” ve Brian Groombridge’nin “Televizyon ve Toplum” adlı kitaplarını dilimize kazandırıyor. 1977 yılında Mattelart’tan çevrilen “Emperyalist Kültür Sanayii ve W.Disney: Vak Vak Amca Nasıl okunmalı” adlı kitap. Kitap Atilla Aksoy tarafından Türkçe’ye çevriliyor. 1980’lerde ise yine bir derleme eserle karşılaşıyoruz. Korkmaz Alemdar ve Raşit Kaya tarafından iletişim alanında çalışan çeşitli akademisyenlerin makalelerinden derlenen “Kitle İletişimde Temel Yaklaşımlar” adlı kitap. Brown, McOuail, Mcluhan gibi ana akım içinde değerlendirilebilecek yazarların yanı sıra Mosco, Sarti, Oskay gibi daha eleştirel yazarların makalelerinden meydana geliyor. Bu kitap, eleştirel iletişim bilimcilerinin yazılarına ilk kez yer vermesi bakımından önemli. 1991 yılında ise Güz 2011, Sayı:33 Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi 209 Yusuf Kaplan tarafından derlenen “Enformasyon Devrimi Efsanesi” adlı kitap piyasaya çıkıyor. Eserde Türk yazarlarının dışında Kellner, Eco, Schiller gibi yazarların makaleleri ağırlıklı olarak yer alıyor. 1993 yılında Herbert Schiller, “Zihin Yönlendirenler” adlı kitabı, Cevdet Cerit tarafından Türkçe’ye kazandırılıyor. 1994 yılında ise Osman Akınay, Nail Postman’ın “Televizyon: Öldüren Eğlence” adlı önemli eserini Türkçe’ye kazandırıyor. Yine aynı yıl Mehmet Küçük tarafından çıkartılan “Medya, İktidar, İdeoloji” adlı derlemede, Curran, Hall, Murdock gibi iletişim alanında önde gelen akademisyenlerin makalelerine yer veriliyor. Bu derleme kitap, Batı’da son yıllarda iletişim alanında gerçekleştirilen tartışmaları, Türkiye’ye taşıması bakımından büyük önem taşıyor. Denis McQuail’in “Kitle İletişim Kuramlarına Giriş” adlı kitabın Ahmet Haluk Yüksel tarafından 1994 yılında Türkçe’ye çevrildiğini görüyoruz. Yine 1994 yılında Severin ve Tankard’ın “İletişim Kuramları, Kökenler, Yöntemler ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımı” kitabının, Ali Atıf Bir ve Serdar Sever tarafından Türkçe’ye çevriliyor. Yine aynı yıl, Mehmet Küçük, Philip Schlesinger’in, “Medya Devlet ve Ulus / Siyasal Şiddet ve Kolektif Kimlikler” adlı kitabını Türkçe’ye kazandırıyor. 1995 yılında ise Graeme Burton’un “Görünenden Fazlası: Medya analizlerine Giriş” adlı kitabı, Nefin Dinç tarafından Türkçe’ye çevriliyor. Daha sonra Süleyman İrvan tarafından derlenen “Medya, Kültür ve Siyaset” adlı kitapta Fiske, Golding, Hall, Curran, Keane gibi yine hatırı sayılır iletişim bilimcilerin makalelerine yer veriliyor. İletişim alanında önde gelen batılı akademisyenlerin yazılarını, Türk okurlarına tanıtması bakımından bu derleme kitap, önemli bir boşluğu dolduruyor. Yine İrvan, 1996 yılında John Fiske’nin “İletişim Bilimlerine Giriş” ve 1999 yılında “Popüler Kültürü Anlamak” adlı kitaplarını Türkçe’ye çevirdi. Mutlu Binark ve Süleyman İrvan tarafından 1995 yılında çevrilen “Kadın ve Popüler Kültür” adlı derleme kitapta ise feminist yaklaşım içinde yer alan yazarların yazılarına yer veriliyor. 1999 Yılında Nazife Güngör tarafından derlenen “Popüler Kültür ve İktidar” kitapta popüler kültür konusunda çalışmalar yapan Stuart Hall, Lawrence Grosberg gibi çok sayıda yazarın çalışmalarına yer verildiğini görüyoruz. Denis McQuail ve Sven Windahl’ın “Kitle İletişim Modelleri”adlı kitabı önce 1993 Mehmet Küçükkurt tarafından, 1997 yılında ise Konca Yumlu tarafından Türkçe’ye çevriliyor. 1999 yılında Osman Akınay ve Abdullah Yılmaz, Noam Chomsky’in “Medya Gerçeği” adlı kitabını, Türkçe’ye kazandırdılar. 2000 yılında Koray Şahin, John Storey’in “Popüler Kültür ÇalışmalarıKuramlar ve Metotlar” adlı kitabını Türkçe’ye çeviriyor. 2001 yılında İletişim alanına çalışmalarıyla damgasını vuran Marshall Mcluhan’ın Gutenberg Galaksisi: İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 210 V. Ertan Yılmaz Tipografik İnsanın Oluşumu” adlı eserin, Gül Çağalı Güven tarafından Türkçe’ye 2001 yılında çevriliyor. Mcluhan’ın Bruce R Povers ile birlikte yazdıkları bir başka önemli eser olan “Global Köy, 21. Yüzyılda Yeryüzü Yaşamında ve Medyada Meydana Gelecek Dönüşümler” Bahar Öcal Düzgören tarafından 2001 yılında Türkçe’ye kazandırılıyor. Yine aynı yıl Judith Lazar’ın “İletişim Bilimi” adlı kitabı Cengiz Anık tarafından Türkçe’ye çevriliyor. 2003 yılında ise Merih Zıllıoğlu, Armand Mattelart, Michale Mattelart tarafından kaleme alınan “İletişim Kuramları Tarihi” adlı çalışmayı Türkçe’ye kazandırıyor. 2004 yılında ise Halime Yücel Altınel, Armand Mattelart’ın “Bilgi Toplumunun Tarihi” adlı eseri, Türkçe’ye çeviriyor. 2005 yılında gelindiğinde ise iletişimin ekonomi politiği konusunda önemli çalışmaları bulunan Noam Chomsky’in “Medya Denetimi” adlı kitabı Elif Baki tarafından Türkçe’ye kazandırılıyor. Bu arada Raymond Williams’ın iletişim alanını doğrudan ilgilendiren dört önemli eseri de Türkçeye çevrildi. 1990 yılında Esen Tarım, Raymond Williams’ın “Marksizm ve Edebiyat” adlı eserini Türkçe’ye çevirirken 1993 yılında Suavi Aydın, aynı yazarın “Kültür” adlı eserini Türkçe’ye kazandırdı. Daha sonra ise 2003 yılında Ahmet Ulvi Türkbağ yazarın “Televizyon, Teknoloji ve Kültürel Biçim” adlı eserini Türkçeye kazandırırken 2005 yılında Savaş Kılıç, “Anahtar Sözcükler, Kültür ve Toplumun Sözvarlığı” adlı eserini türkçeye çevirdi. 2003 yılında ekonomi politik alanında çalışan McChesney, Wood ve Foster tarafından derlenen “Kapitalizm ve Enformasyon Çağı” adlı kitabı, Nil Senem Çınga, Erhan Baltacı ve Özge Yalçın Türkçe’ye kazandırdı. Bu kitap, ekonomi politik alanında çalışan akademisyenlerin çalışmalarını, Türkiye’de tartışılmasına zemin hazırlaması açısından önemli bir çeviridir. Bu arada Erol Mutlu’nun “Kitle İletişim Kuramları” adıyla daha önce hazırladığı çeviriler, öğrencileri tarafından “Kitle İletişim Kuramları” adıyla kitaplaştırıldı. Mutlu’nun, Frankfurt Okulu, kültürel çalışmalar yaklaşımı içinde yer alan iletişim bilimcilerin makalelerinden çeviriler yaptığını görüyoruz. Buna ek olarak Barış Engin Aksoy ve Göze Orhan tarafından Türkçeye kazandırılan “Medya Kültürleri”(2008) adlı kitap, iletişim kuramlarıyla ilgili gelişen teorik tartışmaları vermesi açısından son derece önemli. Nick Stevenson tarafından yazılan kitapta, ağırlıklı olarak eleştirel iletişim kuramlarıyla ilgili değişik perspektiflere yer veriliyor. Bundan başka, Ali Toprak tarafından Türkçeye çevrilen “Medya Çalışmaları”(2010) adlı kitap, iletişim kuramlarını öğrenmek isteyen okuyucular açısından alanı genel hatlarıyla tanıtan bir kitap niteliğinde. Güz 2011, Sayı:33 Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi 211 SONUÇ Türkiye’de iletişim kuramları alanında yapılan çeviri kitaplara baktığımız zaman, son yıllarda göze çarpan kıpırdanışa rağmen karşımıza çıkan tablonun parlak olduğu söylenemez. Türkiye’de iletişim alanındaki tartışmaları besleyecek ve zenginleştirecek geniş çaplı bir çeviri hareketinden söz edebilmek mümkün değil. Bireysel çabaların sonucunda, yayınevlerinin istekleri doğrultusunda çeviriler gerçekleştiriliyor. Sosyal bilimlerin genelinde olduğu gibi iletişim alanında da çeviri hala kurumsallaşabilmiş değil. Bununla bağlantılı olarak genel olarak belirli bir çeviri politikası da yok. Bu açıdan Shayegan’ın İran’da çeviri konusunda yaptığı gözlemler, Türkiye’ye için de geçerli: “... çeviriler tutarlı bir siyaset ve bütünlüklü bir görüş olmadan yapıldığı için, bir düşünce ekolünü tanımamıza az çok olanak verebilecek uyumlu bilgi blokları olarak sunulmazlar, hiçbir özel bağlamla ilişkilendirilemeyen bilgi parçaları halinde dağılırlar ve okuru özgül bir alanda yönlendirmekten ziyade, insan bilimleri labirentinde kaybederler”(Shayegan, 1992:135). Shayegan göre, Batının düşünce tarihinden rast gele yapılan çeviriler sonucunda okuyucular, tutarlı bir bilgi bütünü oluşturamazlar. Bu nedenle de okuyucular, bu çevirilerden hareketle yanlış yargılarda bulunabilirler. Shayegan’ın ifadesiyle “Kesin yargılar da, kapsamlı ve eleştirel usavurmadan ziyade toptan mahkûm etmeye başvuran o indirgemeci görüşler de bundan ileri gelmektedir”(Shayegan, 1992;135). Benzer şekilde Türkiye’de de, deyim yerindeyse “oradan buradan” yapılan çeviriler aracılığıyla, iletişim bilimlerinde bir yaklaşımı bütünüyle tanımak mümkün olmuyor. Ana akıma dâhil yazarlardan, kültürel çalışmalardan ve az da olsa ekonomi politik yaklaşıma mensup olan yazarlardan çeviriler yapılsa da, büyük emek verilerek yapılan bu çeviriler, belirli bir yaklaşımı bütünüyle tanımamıza ne yazık ki imkân vermiyor. Bunun sonucu olarak 1935 yılında Ülken’in altını kalın çizgilerle çizdiği tercüme ile uygarlığın ve tabii ki bilimin gelişmesi arasındaki ilişki ise, günümüzde akademik dünyada unutulmuşa benziyor. Bunun ise birçok nedeni var. İletişim alanında çevirinin gelişmemesinin önemli nedenlerinden biri, uzun yıllar Türkiye’de iletişim alanıyla ilgili akademik örgütlenmenin Basın Yayın Yüksek Okulları çatısı altında yürütülmüş olması. BYYO’ların diğer fakültelerinin deyim yerindeyse gölgesinde kalmış olması, genel anlamda iletişim alanıyla ilgili akademik çalışmaların yavaş yol almasına neden oldu. Fakültelere dönüşünceye kadar BYYO’ları iletişim alanında sınırlı sayıda bir İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 212 V. Ertan Yılmaz akademik kadroyla faaliyetlerini sürdürmek zorunda kaldılar. Bu durum ister istemez, iletişim alanında gerçekleştirilen akademik faaliyetlere de yansıdı. Bu nedenle çeviri faaliyeti güdük kaldı. Bu işin kurumsal yönüyle ilgilidir. Ama üzerinde durulması ve tartışılması gereken asıl neden, “sosyal bilimleri” nasıl geliştirebiliriz sorusunun yanıtlanma biçimiyle ilgili. Bir disiplinde ya da iletişim bilimi gibi disiplinler arası bir alanda, çok ciddi bir aktarma faaliyeti, bir başka ifadeyle sistemli bir çeviri faaliyeti olmadan gelişme beklemek, bilim politikası açısından yanlış bir tutumdur. Son zamanlarda akademik yükseltmede yabancı yayın gibi başka kriterlerin ağırlık kazanması, bunun tipik bir örneğini oluşturuyor. Bunu söylerken yabancı dille yapılan yayınların önemini yadsımıyoruz. Ancak, bulunduğumuz aşamada çabamızı öncelikli olarak yoğunlaştırmamız gereken alanlardan biri çeviri. Belirli bir yaklaşımın eserlerini özümseyip sindirdikten sonra (ki bunun için belirli bir sürenin geçmesi gerekiyor) kendi yaşadığımız toplumsal gerçekliği de dikkate alarak, oluşan bu temel üzerinde yeni ürünler verebiliriz. Peki, çeviri konusunda bundan sonra ne yapılabilir? Öncelikli olarak, akademik faaliyetlerde çeviriye verilen önemin artması gerekiyor. Akademik yükseltmelerde çeviri, göz önünde bulundurulması gereken temel ölçütlerden biri olmalı. Üniversiteler, fakülteler yapılan nitelikli çevirileri ödüllendirebilirler. Bundan başka bazı üniversitelerin yaptığı gibi komisyonlar kurulup alanla ilgili temel eserler belirlendikten sonra bunların sistemli bir biçimde çevrilmesi işine girişilebilir. Bu konuda TUBA ve RTÜK gibi kamu kurumlarından mali destek sağlanabilir(2). Burada ele alınması gereken bir başka öneri ise İletişim Fakültelerinin yayınlarında çeviriye ağırlık veren yayın evlerine destek vermesi. Böylelikle bu yayın evleri, iletişim serisi altında önemli eserleri Türkçe’ye kazandırabilirler. Bütün bunlar yapılırken dikkat edilmesi gereken husus, çevirilerin belirli bir politikaya dayalı olarak yapılmasını sağlamak. Bunun için de iletişim kuramları alanını çalışmalarıyla yönlendiren isimlerin çalışmalarına ağırlık verilmesi gerekiyor. Buradaki temel hedef, çeviriler sonucunda okuyucunun belirli bir yaklaşımın genel hatlarını anlayabilmesini sağlayabilmek olmalı. Çeviriler de İngiltere ve Amerika Birleşik Devletlerinde iletişim alanında geliştirilen yaklaşımlara ağırlık verildiğini gördük. Almanya, Fransa, Japonya gibi başka ülkelerde iletişim konusunda gerçekleştirilen önemli araştırmaların ve kuramsal çalışmaların da Türkçe’ye aktarılması gerekiyor. Bu ülkelerden yapılan çeviriler de, kuşkusuz yeni bakış açılarının kazanılmasında önemli rol oynayacaktır. Çalışmamızda iletişim kuramlarıyla ilgili yapılan çevirilerin niteliksel açıdan bir değerlendirmesini yapmadık. Yapılan çevirilerin kalitesiyle ilgili sorunlar, başka Güz 2011, Sayı:33 Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi 213 çalışmaların konusu olabilir. Burada, şimdilik üzerinde durulması gereken konu, iletişim alanında yapılan çeviriler ilgili eleştiri yazılarının sıcağı sıcağına yazılması gerektiğidir. Yapılan bu eleştiriler, çevirilerin gelişmesinde önemli katkılar sağlayacaktır. (1) Bu çalışma, 20-21 Ekim 2005 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de İletişim Araştırmaları” sempozyumunda sunulan bildirinin gözden geçirilerek geliştirilmiş halidir. (2) Türkiye Bilimler Akademisi tarafından 2008 yılından bu yana verilen “ders kitapları çeviri” ödülleri, çevirinin özendirilmesi bakımından önemli bir girişim olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından başlatılan “Farklı Kültürlerin Temel Düşünce, Bilim ve Sanat Eserlerini Türkçeye Çeviri hareketi” projesi, çevirinin sistematik ve kurumsal olarak ele alınması açısından olumlu bir çabadır. KAYNAKÇA Berk, Ö (2002) “Batılılaşma ve Çeviri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Modernleşme ve Batıcılık, Der: Uygur Kocabaşoğlu, C.3 İletişim Yayınları: İstanbul. Berk, Ö (2004) “Çevirmenlik Üstüne” Doğan Özleme Armağan, Derleyen: A. Kadir Çüçen, Hatice Nur Erkızan, Güçlü Ateşoğlu, İnkilap Yayınları: İstanbul. Erten, M (2003) “Tercüme ve Kültür: 9-11 Yüzyıllarda İslam Medeniyetinde Çeviri”, Mehmet Küçük’e Armagan, Hazırlayan Doğan Özlem, Doğu-Batı Yayınları: Ankara. Günay, M (2003) “Felsefede ve Sosyal Bilimlerde Çeviri”, Mehmet Küçük’e Armagan, Hazırlayan Doğan Özlem, Doğu-Batı Yayınları: Ankara. Gürsel, N (1983) “Çeviri ve Uygarlık” Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Der: Murat Belge C.2 İletişim Yayınları: İstanbul. Günyol, V (1983) “Türkiye’de Çeviri” Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Der: Murat Belge C.2 İletişim Yayınları: İstanbul. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 214 V. Ertan Yılmaz Hilav, S (1995) Edebiyat Yazıları, Yapı Kredi Yayınları: İstanbul. Kahraman, H, B (2004a) “Çeviriyi Çevirmek” Varlık Dergisi, Sayı:1156. Kahraman, H, B (2004b) “Modernitenin Aynası Çeviri”, 24 Mart 2004, Radikal. Shayegan, D (1991) Yaralı Bilinç, Çev: Haldun Bayrı, Metis Yayınları: İstanbul. Skırberkk, G; Gilje N (2006) Antik Yunan’dan Modern Döneme Felsefe Tarihi, Çev:Emrah Akbaş, Şule Mutlu, Kesit Yayınları: İstanbul. Störig, H, J (2011) Dünya Felsefe Tarihi, Çev: Nilüfer Epçeli, Say Yayınları: İstanbul. Ülken, H, Z (1935) Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, Vakit Yayınları: İstanbul. Güz 2011, Sayı:33 215 Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi TÜRKİYE’DE İLETİŞİM ESERLERDEN BAZI ÖRNEKLER BİLİMİYLE İLGİLİ ÇEVRİLEN Alemdar, K ve Kaya, R, der. (1983) Kitle İletişimde Temel Yaklaşımlar, Savaş Yay: Ankara. Almagor, R, C (2003) İfade, Medya ve Etik, Çev: Nihat Şad, Phoenix Yay: İstanbul. Berger, A, A (1993) Kitle İletişimde Çözümleme Yöntemleri, Çev:Murat Barkan, Nazlı Bayram ve diğerleri, Anadolu Üniversitesi Yay: Eskişehir. Groombridge, B (1976) Televizyon ve Toplum, Çev: Ayseli Usluata, Reklam Yay: İstanbul. Burton, G (1995) Görünenden Fazlası, Çev: Nefin Dinç, Alan yayınları: İstanbul. Charon, J, M (1992) Medya Dünyası, Çev: Yayınları: İstanbul. Debord, G (1996) Gösteri Toplumu, Çev:Ayşen Emekçi, Okşan Taşkent, Ayrıntı Yayınları: İstanbul. Chomsky, N (2005) Medya Denetimi, Çev: Elif Baki, Everest Yayınları: İstanbul. Fiske, J (1996) İletişim Bilimine Giriş, Çev: Süleyman İrvan, Ark Yayınları: Ankara. Fiske, J (1999) Popüler Kültürü Anlamak, Çev: Süleyman İrvan, Ark Yayınları: Ankara. Güngör, N, der.(1999) Popüler Kültür ve İktidar: Popüler Kültür Üzerine Kuramsal İncelemeler, Vadi Yayınları: Ankara. Halloran, J (1973) Televizyonun Etkileri, Çev: Ayseli Usluata, Reklam Yayınları: İstanbul. İrvan, S, der. (2002) Medya Kültür Siyaset, Ark Yayınevi: Ankara. Kaplan, Y (1990) Enformasyon Devrimi Efsanesi, Rey Yayınları: Kayseri. Oya Tatlıpınar, İletişim İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 216 V. Ertan Yılmaz Keane, J (1992) Medya ve Demokrasi, Çev: Haluk Şahin, Ayrıntı Yay: İstanbul. Küçük, M, der.(1994) Medya İktidar İdeoloji, Ark Yayınları: Ankara. Laughey, D (2010) Medya Çalışmaları, Teoriler ve Yaklaşımlar, Çev:Ali Toprak, Kalkedon Yayınları: İstanbul. Lazar, J (2001) İletişim Bilimi, Çev: Cengiz Anık, Vadi Yayınları: Ankara. Lull, J (2001) Medya, İletişim Kültür, Çev: Nazife Güngör, Vadi Yayınları: Ankara. Maıgret, E (2011) Medya ve İletişim Sosyoloji, Çev: Halime Yücel, İletişim Yayınları: İstanbul. McRobbie, A (1999) Postmodernizm ve Popüler Kültür, Çev: Almıla Özdek, Sarmal Yayınları: İstanbul. McChesney, R, W; Wood E, M; Foster, J,W (2003) Kapitalizm ve Enformasyon Çağı, Çev: Nil Senem Çınga, Erhan Baltacı, Özge Yalçın, Epos Yayınları: Ankara. Modleski, T (1998) Eğlence İncelemeleri-Kitle Kültürüne Eleştirel Yaklaşımlar, Çev Nurdan Gürbilek, Metis Yayınları: İstanbul. Mattelart, A; Mattelart, M.( 2003) İletişim Kuramları Tarihi, Çev: Merih Zıllıoğlu, İletişim Yayınları: İstanbul. Mattelart A (2004) Bilgi Toplumunun Tarihi, Çev: Halime Yücel Altınel, İletişim Yayınları: İstanbul. Meyer, T (2004) Medya Demokrasisi, Çev: Ahmet Fethi, İş Bankası Yayınları: İstanbul McQuail, D; Windahl, S (1993) İletişim Modelleri, Çev: Mehmet Küçükkurt, İmaj Yayınları: Ankara. McQuail, D; Windahl, S (1997) Güz 2011, Sayı:33 Kitle İletişim Modelleri, Çev: Konca Yumlu, İmge Yayınları: Ankara. 217 Türkiye’de İletişim Kuramlarının Gelişmesinde Çevirinin Önemi Mutlu, E, der.(2005) Kitle İletişim Kuramları, Ütopya Yayınları, Ankara. Mcluhan, M (2001) Gutenberg Galaksisi: Tipografik İnsanın Oluşumu, Çev: Gül Çağalı Güven. Yapı Kredi Yay, İstanbul. Mcluhan, M; Povers, B (2001) Global Köy: 21. Yüzyılda Yeryüzü Yaşamında ve Meydana Gelecek Dönüşümler, Çev: Bahar Öcal Düzgören, Scala Yayıncılık: İstanbul. Morley, D, Robins K(1997) Kimlik Mekanları-Küresel Medya, Elektronik Ortamlar ve Kültürel Sınırlar, Ayrıntı Yayınları: İstanbul. Oskay, Ü, der. (1969) Kitle Haberleşme Teorileri, Ankara Üniversitesi Basınevi: Ankara . Postman, Nail (1994) Televizyon: Öldüren Eğlence, Çev: Osman Akınay, Ayrıntı Yayınları: İstanbul. Robins, K (1999) İmaj: Görmenin Kültür ve Politikası, Çev: Nurçay Türkoğlu. Ayrıntı Yayınları: İstanbul. Ramonet, İ (2000) Medyanın Zorbalığı, Yayınları: İstanbul. Rowe, D (1996) Popüler Kültürler-Rock ve Sporda Haz Politakası, Çev: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları: İstanbul. Swallow, N (1973) Televizyonun Gerçek Gücü, Çev: Ayseli Usluata, Reklam Yayınları: İstanbul. Schiller, Herbert (1993) Zihin Yönlendirenler, Çev: Cevdet Cerit, Pınar Yayınları: İstanbul. Schlesinger, P (1994) Medya Devlet ve Ulus, Siyasal Şiddet ve Kollektif Kimlikler, Çev: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları: İstanbul Smith, P (2005) Kültürel Kuram, Çev: Selime Güzelsarı, İbrahim Gündoğdu, Babil Yayınları: İstanbul. Çev:Aykut Derman, Om İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 218 V. Ertan Yılmaz Stevenson, N (2008) Medya Kültürleri, Sosyal Teori ve Kitle İletişimi, Çev: Barış Engin Aksoy, Göze Orhan, Ütopya Yayınları: Ankara. Storey, J (2001) Popüler Kültür Çalışmaları: Kuramlar ve Metodlar, Çev: Koray Karaşahin, Babil Yayınları: İstanbul. Williams, R (1990) Marksizm ve Edebiyat, Çev: Esen Tarım, Adam Yayınları: İstanbul. Williams, R (1993) Kültür, Çev: Suavi Aydın, İmge Yayınları: Ankara. Williams, R (2003) Televizyon, Teknoloji ve Kültürel Biçim, Çev:Ahmet Ülvi Türkbağ, Dost Kitabevi: Ankara. Williams, R (2005) Anahtar Sözcükler-Kültür ve Toplumun Sözvarlığı, Çev:Savaş Kılıç, İletişim Yayınları: İstanbul. Güz 2011, Sayı:33 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- Yazı Teslim Kuralları 1. Dergiye gönderilen makaleler başka bir yerde yayınlanmamış veya değerlendirmeye alınmamış olmalıdır. 2. Makalelerde yazı tipi “Times New Roman 12 punto” ve satır aralığı “1.5 satır” olmalıdır. Sayfa yapısı soldan 4, diğer taraflardan 3 cm boşluk bırakılmalıdır. Renkli grafik, şekil ve tablo kullanılmamalıdır. 3. Makalelerin 150-200 sözcük civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özetlere Türkçe ve İngilizce anahtar kelimeler eklenmelidir. 4. Çalışmalarda şu sıranın takip edilmesi uygun olacaktır: Başlık, Özet, Anahtar Sözcükler, Yabancı Dildeki Başlık, Abstract, Key Words, Giriş, Yöntem, Ana Metin, Bulgular, Tartışma, Sonuç ve Kaynakça. 5. Gönderilen basılı kopyalarda kapak sayfası olmalı, kapak sayfasında yazar ismi ya da isimleri, adresler, e-mail ve telefonları bulunmalıdır. Bu bilgiler makaleye ait kapakta bulunmamalıdır. Yazılı kopyalar hakeme isimsiz gönderileceği için makalenin iç sayfalarında değil, makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer almalıdır. 6. Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tavsiye edilir. 7. Basılı kopyalar A4 boyutunda dijital kopyalar “Word” formatında olmalıdır. 8. Dergiye gönderilen makaleler 2 basılı ve 1 dijital kopya olmalı ve “İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Bişkek Caddesi 81.Sokak No:9 06510 Emek/Ankara” adresine posta yoluyla gönderilmelidir. 9. Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler veya yapmaları istenebilir. Makalenin düzeltilmeden yayınlanmasına yayınlanmamasına karar verilebilir. Makaleyi Hakemlerden birisi yayınlanmasına ikincisi yayınlanmamasına karar verdiği takdirde makale üçüncü bir hakeme gönderilir. Makaleye ilişkin raporlar ve makale metni makale yazarına iade edilmez. 10. Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir. 11. Yasal ve etik her türlü sorumluluk makale yazarlarına aittir. Kaynakların Düzenlenmesi 1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir. 2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda yapılan çalışmalar İletişim 2003/18 220 için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır. Kaynakça ve Alıntı Kuralları Metin içi kaynak örnekleri: (Duran, 2003), (Tas, 2005: 16), (Hemdi, 2004; Kimy, 2001) Günay’a göre (2005), (Vert ve Hale, 2005: 71), (Lazersfeld vd., 1944: 23). Kaynakça örnekleri: Tek Yazarlı Dergide Makale Varis, T (1984) International Flow of TV Programmes, Journal of Communication, 34(1), s.143-152. İki Yazarlı Dergide Makale McCombs, M E ve Shaw D L (1972) The Agenda-Setting Function of Mass Media, The Public Opinion Quarterly, 36, (2), s.176-187. Tek Yazarlı Kitap McQuail, D (1987) Mass Communication Theory: An Introduction, Beverly Hills, CA: Sage Pulication Inc. İki Yazarlı Kitap Perelman, C ve Olbrechts-Tyteca, L (1971) The New Rhetoric, Notre Dame: University of Notre Dame Pres. İkiden Çok Yazarlı Kitap Lazarsfeld, P F, Berolson, B ve Gaudet, H (1944) The People Choice, London: Colombia University Press. Editörlü Kitapta Bölüm Schramm, W (1992) Haberleşme Nasıl İşler, Ünsal Oskay (Der.), Kitle Haberleşme Teorilerine Giriş, İstanbul: Derya Yayınları, s.95-134. Çeviri Kitap Mattelart, A ve Mattelart M (1995) İletişim Kuramları Tarihi, M Zıllıoğlu (Çev.), İstanbul: İletişim. İnternet Elçi, O (1991) Futbol, Business Journal, s.11-12. (Erişim: EBSCO Masterfile database, 2 Mayıs 1999) Mel, H (2005) Vücudun dili olmaz, http://www.dnr.org/hra.htm. (Erişim: 12 Mayıs 2005) Türkiye İstatistik Kurumu (2001) Zenginlik indeksleri. http://www.trkist..tr/hra.htm. (Erişim: 1 Mart 2002) Bahar 2009, Cilt 7, Sayı 2