Başarı - Muzeyyen Engin Erim

Transkript

Başarı - Muzeyyen Engin Erim
BAŞARI
Tiyatro için oyun : 2 Perde
Yazan : Müzeyyen Engin Erim
KİŞİLER :
_________________________
İHSAN
: Kayınbaba adayı. Kız babası.
NAMIK
: Kayınbaba adayı. Oğlan babası.
FERİT
: Damat adayı. NAMIK’ın oğlu.
NURDAN
: Dansçı kız.
NEYYİRE
: Pansiyoncu hanım.
SÜLÜN
: NURDAN’ın annesi.
PATRON
: Lokanta sahibi.
GÜLŞEN
: Müşteri ilişkileri sorumlusu.
TARIK
: Muhasebeci.
KEREM
: Genç doktor.
CAN
: Diğer bir genç doktor.
1.GARSON / 2.GARSON / 3.GARSON
BAŞARI
1.PERDE
(Sahne, Doyuran Lokantasının arka sokağa açılan bölümlerinden biridir. Başka
mekânlar için kullanmaya da elverişlidir. Uzunca bir hol gibidir. Bir antika
yazı masası ve bir ofis masası, çekmeceli-raflı dolaplar, kenarlara dayalı açılır
kapanır tahta koltuk ve iskemleler, bir küçük bölmede NURDAN’ın tuvalet
masası, hepsi buradadır. Pek çok yere geçit verir. PATRON’un ofisi de buraya
açılır.)
(NEYYİRE HANIM, tepside kahveler, kolunda ütülenmiş bir ceketle sahneye
girer. NEYYİRE HANIM’da cami yıkılmış, mihrap yerindedir.)
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
(Kenardan aldığı iki sandalyeyi sahnenin önüne açarken) Kahven hazır, canım,
gel.
(Dışarıdan) Ceketimi göremedim?...
Burada, balkonda; yanımda, canım, gel!
(Girer. Onda da mihrap yerli yerindedir.) Yoksa bir de ütüledin mi? Ama, hiç
gerek yoktu... Gene de sağ ol!
Koskoca Ali İhsan Tolon, buruşuk yakayla dolaşamaz! (Ceketi giydirir. Alıcı
gözle bakar.) Niye ille bunu giyiyorsun, anlamıyorum ki... Bir türlü aklım
almıyor!
İşimin gereği! Bir çeşit üniforma say. (Telâşla ceplerini yoklar.)
Zarfını arıyorsan, bende. Korkma! Ellemedim.
Korktum! Evde bıraktım sandım!
Hangi evde?... Yani senin, ayrıca, bir başka evin de mi var!?
Çalıştığım yerde demek istedim!
Anlamamı bekleme. Üzerindeki elbise, eskiciden alınma. Cebinde haftalardır
postaya atmadığın bir mektup gezdiriyorsun. Çalıştığın yere, ev diyorsun...
(Mektup zarfını uzatır.) Al! Bin yıllık dostluğumuz olmasa çoktan açıp içine
bakmıştım. İnsanda merak diye bir şey var.
Aslında bunu postalamama bile gerek yok ya. Vermeye karar vermem yeter.
Üzerindeki adres, zaten çalıştığım yer... (Zarfı iç cebine koyar. Oturup
yerleşir.) Burayı ve seni, benim için hiç değişmemiş bulmak bana ne kadar iyi
geldi bilsen. Gerçekten biz bin yıllık dostuz. Annenle baban, gençlik
yıllarımda bana ailedenmişim gibi davrandılar. Unutamam.
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
(Güler.) Onların niyetleri başkaydı! Avrupa’ya gitmeyeydin, belki de
başarırlardı; kim bilir! Belki de bugün ben, koskoca bir Bayan Tolon’dum!
Ah! Güzel rüya!... Peki ya sen?... Sen de kızını evlendirmek için dönmüştün
hani? Hiç sözünü etmiyorsun. O da mı suya düştü?
Yoo, hayır!... Ben tam gaz, o iş üzerindeyim!... (Sonunda söylemeye karar
vermiştir.) Kızımın gelin gideceği eve, uşak olarak girdim!
Daha neler?!... İnanmam!... İnanayım mı yani?... Ama neden?
Tanımak için.
Soruşturma yani.
Denebilir.
Kızına düşkünlüğünü bilirim ama bu kadarı da fazla.
Hayır, hayır, hiç ilgisi yok. Derdim başka benim. Benim derdim, bakalım bu
insanlar başlarına gelecek belâyı hak ediyorlar mı? (Çok içten) Korkarım
benim kızım onlara lâyık değil, Neyyire.
Hadi canım, sen de! Bu ne biçim konuşma!... Ne biçim babasın sen?...
(Cebine koyduğu zarfı yeniden çıkarır.) Tam Viyana’dan ayrılıyordum;
kızımdan bu mektubu aldım! (Zarftan çıkardığı iki kâğıttan birini ayırır, açar.
NEYYİRE’ye uzatır.) İşte! Zarftan bu çıktı!
(Okur.) “Bir tanem! Bana bir koca buldular. Çok şeker bir çocuk. Hiç bir
itirazım yok. Nikâhtan sonra hür bir kadın oluyorum! Her zaman senin,
Nilüfer’in!” ...(Şaşkın bir şekilde anlamaya çalışarak bir daha okur.) “Bir
tanem! Bana bir koca buldular. ..... Hür bir kadın oluyorum!... Her zaman
senin...!”...
Kızımın mektupları hep böyledir. Bir iki satırlık pusulalar. Herhalde
sevgilisine ve bana ayni anda yazdı ve zarflar karıştı...
(Ağzı açık kalmıştır.) Şimdi ne demek oluyor bu?
Anlamı açık! Kızım, yapacağı evliliğe parasıyla birlikte, aşığını da götürüyor.
Olay, bu! Tatsız bir durum ve ben öğrenmiş bulunuyorum.
Ne yapmayı düşünüyorsun?
Ben karşı tarafın bunu bilmesi gerektiğini düşünüyorum! (NEYYİRE’ye
ikinci kâğıdı verir.)
(Okur.) “Sayın Dünürüm. Kızımın, yanlışlıkla elime geçmiş olan bir
mektubunu ekte gönderiyorum. Karar sizindir. Saygılarımla, Ali İhsan
Tolon.”...........
Bankerimden öğrendim; -Kızımın çöpçatanı odur.- dünürüm olacak adam
belini fena incitmiş, geçici bir uşak arıyormuş. Biz yalnızca mektuplaşmıştık.
Beni tanımaz. Kimliğimi gizledim; işi aldım.
...Hiç akıllı insan işi değil!... Bu bana dediğini yapma. Sakın yapma! Kızının
geleceğiyle oynamak olur.
Yapma demek kolay... Artık onları tanıyorum. Ah, Neyyire! Onlar, çok iyi
insanlar! Yurt dışında kadın erkek ilişkileri bana ters düştükçe, bereket
ülkemizde işler böyle değil diye hep şükretmişimdir. Beni en yakınım
hançerledi.
Amman, canım! Hep söylerim. İnsan, her yerde ayni insan.
Beni kendi kızım hançerledi! Halasına emanetti. Kadının yüreğine inecek.
Benim anladığım, kadıncağız, senin kızını biraz fazla sıkmış.
En iyi okullarda okudu! Bir ülkede tüm değerler nasıl böyle tepe taklak, ters
yüz olur; yok olup gider?
Aman, canıım!... İnsanlar bozuluyor! Değerlere bir şey olduğu yok. Onlar
oldukları gibi duruyorlar.
Nerede?
Ne bileyim nerede? Bir yerlerde elbet.
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
Ancak özlemlerimizde.
İyi ya, en korunaklı yerde!
...Karar anı geldi, çattı. Mektubu verecek miyim; vermeyecek miyim? Kızım
öbür gün geliyor.
Elbette vermeyeceksin! Tut ki böyle bir mektuptan, aşıktan falan hiç haberin
olmadı.
Ama, oldu. Kader olmasını istedi ve kararı bana bıraktı.
Senin sorumluluk anlayışın zaten insanın başına olmadık işler açar.
Gençliğimizde de, arkadaşınla seviştiğimizi anneme sen söylemiştin.
Ben sana göz kulak olsunlar istedim. Avrupa’ya gidiyordum. Seni nasıl
korunmasız bırakırdım?
İyi ya işte! Beni apar topar ölen kocamla evlendirdiler. Ben ömür boyu
pansiyoncu kaldım. O alçak, Avrupa’ya, senin yanına sığındı. Şimdi
İsviçre’de iki villası var.
Ve de uluslar arası iki de metresi.
Her neyse... Bırak onu şimdi. Bilir bilmez bir skandala ne gerek var? Evliliği
boz; olsun bitsin.
Ah, Neyyire! Şimdi bamtelime bastın işte. İşin bir de öbür kirli yüzü var. Bu
evlilik benim korkunç işime yarıyor. Kamulaştırma parasıyla iyi bir yatırım
yapmazsam biterim. Bizim dünür tam da fabrikasını büyütmek için sermaye
ararken, bu yatırım görünürde tek çarem.
O zaman; bari, üzülme... Hem belki olayı yanlış yorumluyorsun. Bak şimdi
bize! İkimize! Sen benim dairemde banyo yaptın. Bu kuytu balkona
kapanmış sohbet ediyoruz. Hakkımızda ne diyorlardır, acaba?
(Hemen ayağa fırlar.) Ulu Tanrım! Başkaları ne der?... Nasıl
düşünemedim?... Seni zor durumda bıraktım. Bağışla! Bir daha olmaz!
Bırak Allah Aşkına! Keşke daha fazlası olsa... Hangi dünyalardan geldin sen?
Benim artık başkalarına aldırmama lüksüm var! Ben yalnızca duruma
değindim. Bırak konuşsunlar. Ağızlar torba değil. Elbette konuşacaklar...
Gidiyorsun!... Keşke biraz daha kalsaydın... Dur bari seni geçireyim...
(İskemleleri kapatıp kenara çeker. Kahve tepsisini alır. Çıkarlar.)
(Işıklar sönüp yanar. İHSAN antika yazı masasının başında ayaktadır.
Elindeki dosyadan sayfaları çevirip bir şeyler arar.)
NAMIK
NAMIK
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
(Dışarıdan seslenir.) Abuz-ittin? Hangi cehennemdesin!?...
(İHSAN dışarıya doğru bir göz atarak sayfaları çabuk çabuk çevirir.)
(Daha yakından) Abuz-ittin?... Neredesin be adam?...
(İHSAN dosyayı masanın üzerine yerleştirir, çıkar. Az sonra koluyla destek
verdiği NAMIK’ı sahneye getirir. NAMIK, İHSAN’la ayni yaşlarda,
Anadolu’luğunu görünümünde saklamış, şirin ve cin gibi bir adamdır.
Konuşması ise çok düzgündür.)
Bak, Abuzittin! Çağrılınca yetişmekte gecikiyorsun. Sen bu Abuzittin adına,
hiç mi hiç alışamadın.
(NAMIK’a karşı saygılı davranışta hiç kusur etmez.) Haklısınız, Efendim.
Alışması güç bir ad... Ama, inanın tam hak ettiğim ad!
(Masaya tutunup kendisini dikleştirir.) Yook, hayır! Artık bu Abuzittin’i
değiştireceğiz. İçinde ille de ‘it’ olacaksa, başka bir it’lisini buluruz, sen
orasını merak etme.
İzninizle; kafa kâğıdım gelinceye kadar Abuziddin’de anlaşmıştık, Efendim!
Peki nerede kafa kâğıdın? Ha?... Hâlâ gelecek!
Artık kesin konuşabiliyorum, Efendim. Öbür gün elinizde olacak!
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
Demek kesin?!... Öyle olsun bakalım... Oldukça özel bir gün olacak; ne
dersin? Gelinim de o gün geliyor. Oğlumun nişanlısıyla tanışacaksın.
Bakalım, sen onu nasıl bulacaksın. (İç geçirir.)
Sanırım içiniz rahat değil. Acaba bu evlilik yüzünden mi?
İlgisi yok. Midem rahat değil!
(NAMIK’ı özenle oturturken) Ne kızı, ne aileyi tanımıyorsunuz. Ben olsam
endişe ederdim.
Tanısam, tanımasam, ne fark edecek? Soruşturduk; ‘İyi aile’ dendi. Kızın
babası işi büyütecek sermayeyi koyuyor. Daha ne isterim?... (Masanın üzerine
bakar. Çatınır.) Bu masaya ne yaptın sen?
Bir azıcık çekidüzen...
Sana “Masama dokunma!” demiştim! Bu masaya yaklaşmayacaktın bile! Her
şey benim koyduğum gibi duracaktı. Sana tembih etmemiş miydim? Beni
duyuyorsan, cevap ver.
Evet, Efendim!
Ne? Evet Efendim?
Duyuyorum; anlıyorum; ona evet dedim, Efendim.
Dosyalarımla ne işin var senin?... Dur bakayım. Sanayi casusu olmayasın
sen?... Elbette!... (Ayağa kalkar.) Kim hesabına çalışıyorsun? Bana şerefinle
söyle!
Şerefimle temin ederim kendi hesabıma, Efendim!
Niye sana inanayım ki?... Gözünü kırpmadan yalan söylüyor olabilirsin. Şu
üzerindeki elbise, bir beyefendinin eskileriydi; öyle dedin, değil mi?
Evet, Efendim! En eskileri!
Efendim, efendim deyip durma bana boyuna.
İzninizle, efendim demek bana yerimi hatırlatıyor.
Yani, bu evin uşağı olduğunu!
Sizin uşağınız olduğumu!
Evet! Cebinde efendisine yazılmış bir mektupla dolaşan bir uşak! Hâlâ
cebinde mi mektubum?... Göster bakayım!... Ver artık onu bana!
(Çıkarıp gösterdiği zarfı gene cebine koyar.) İzninizle; postaya verilmemiş bir
mektup, yazanına aittir! Kusura bakmayın. Henüz gönderip
göndermeyeceğime karar vermiş değilim. Ayrıca, oğlunuz kapımı vurmadan
odama dalmasaydı, bu mektuptan haberiniz dahi olmayacaktı.
Bulunmaz uşak olduğunu söyleyip şımarttık ya bir kere... Kahrolası bel
ağrılarım olmasa seni hemen kovardım...
Sağ olun, Efendim! Bir uşaktan ne beklenebilecekse, onu yapmaya özen
gösteriyorum.
Ahkâm kesmeyi bırak hadi, bana pijamalarımı getir.
Af buyurun... Az sonra oğlunuz, buraya gelecek. Yani sizi görmek isteyecek.
Yani baba-oğul arasında ufak bir görüşme geçecek. Şuradan biliyorum ki, az
önce ana-oğul konuşurlarken duydum.
Peki, pijamamı giymemle ilgisi ne?
Ehemmm! Sanırım konu az biraz otorite gerektirecek. Yani pijama uygun
kaçmayabilir.
Ne zamandan beri özel işlerimin kâhyası oldun?
Sanırım, bu paylamayı hak ettim. Efendim!
Pijamalarımı buraya getir. Beni burada soy. Beni burada giydir. Açık seçik
anlatabildim mi, uşak beyefendi?
Hay hay, Efendim! (Çıkar.)
(Dolaşırken söylenir.) Az biraz otorite gerektirecekmiş!... Adam beni
çıldırtacak! (Masasının önünde durur.) Bulunmaz uşak olduğu bu dosyayı
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
İHSAN
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
gözümün içine sokmak için açığa koymasından belli. (Dosyayı eline alır.) Ali
İhsan Tolon’un kamulaştırma dosyası!... Ali İhsan Tolon!... Adamın adı bile
ağız dolduruyor... Oğlumun kızıyla evleneceğinden başka hakkında ne
biliyoruz? Bütün işlerini üzerimize yıktı; kendisi Avrupa’da sefasını
sürmekte... Beyzadem!... (Dosyayı masaya fırlatır.) Bu gece bununla
uğraşacak değilim... (Yeniden eline alır.) Gözümün önünde durmasın...
(Eğilip en alt çekmeceye atar. Ancak bir daha doğrulamaz.) Aaah!...
Aaaahhh, belim! Abuzittin; yetiş! Belim, belim, belim!... Yetişsene, be
adam!
(Pijama ve terliklerle girer.) Geldim, Efendim!
Gel! Gel!
Sanırım gene belinizi incittiniz.
Hadi doğrult!
Sizi doğrultmaktansa, belki oturtmak, daha uygun olacak. Kesinlikle daha
kolay olacak... Efendim! (Masanın döner koltuğunu NAMIK’ın arkasından
ona yaklaştırır.) Bir saniye dişinizi sıkın. (Koltuğun gerisinde durur.
Uzanarak pantolon kemerini açmaya çalışır.)
Be adam! Ne yapmaktasın?...
Sabredin! Pantolonu da çıkaralım; bir azapta iki iş!
(İHSAN, pantolonu kalçadan sıyırır. NAMIK’ı koltuğa oturtur. Önüne geçip
ayakkabıları çıkarır. Pantolonu ayaktan sıyırırken FERİT sahneye girer.
Başını hemen başka yana çevirir. Öyle bekler.)
Oooo! Oğlum gelmiş!
Özür dilerim. Zamansız gelmişim.
Bak, nasıl da başını yana döndürür. Utandı, köftehor; alışkın değil... Beni
böyle don paça görmemiştir.
Niye utanayım? (Gene başka yöne bakar.)
Hani, anasına bak, kızını al, derler ya; bizdeki, anasına bak, oğlunu al, oldu!
Anası, bu çocuğu böyle yaptı. Köftehorun şiir kitabı bile var. Anası bastırdı.
(Pijama pantolonunu giydirmeye çalışarak) İzninizle. Çıplaklığı gizlersek
Küçük Bey rahat edecektir.
(Araya girer.) Baba! İki dakikanızı alabilir miyim?
Elbette alabilirsin. Al! Ama karşımda gözlerini yumma. Görmekten korkma.
Aç da bak! Sen de yaşlanacaksın.
Baba! Ne ilgisi var?
Gerçekleri görmeyi öğren.
Konuya girebilir miyim?
Bu oğlan küfür bile edemez. Bakalım, bin kûsur işçiyi çalıştıracak bir
fabrikayı nasıl yönetecek?
Baba! İlle de gerekiyorsa, benim yerime kükreyecek, tükürüp küfredecek
adamı, parayla da tutarım.
(Ayağa kalkıp aradan çekilir.) İzninizle, oğlunuz haklı, Efendim.
Sen sus; uşak beyefendi! Kazık gibi durma da giydir şu pijamayı artık...
(Yeniden pijama pantolonunu giydirmek için eğilen İHSAN’ın başının
üzerinden) Bu akşam ne yapıyorsun?
Şöyle ufak bir turdan sonra...
Oğluma sordum!...
Anneme harçlığımı bırakmamışsınız.
Yarın bankaya yatırtacağım. Söylemedi mi?
Yarına kadar bana gerekebilir.
Kredi kartlarına ne oldu? Hepsi de mi doldu?
Nakit gerekebilir. Sizin yanınızda vardır.
NAMIK
İHSAN
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
İHSAN
NAMIK
FERİT
NAMIK
İHSAN
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
FERİT
İHSAN
FERİT
NAMIK
FERİT
BABA
FERİT
İHSAN
FERİT
Bu gece de dışarı çıkmayıver. İki gün sonra nişanlın geliyor!
(Yeniden ayağa kalkar.) Bir gün sonra geliyor, Efendim. Yarın değil, öbür
gün. Ama oğlunuzun iki özgür gecesi daha var. Orası, doğru.
Bir gece, iki gece... Har vurup harman savurmasaydı. İşi gücü para öğütmek!
Biraz da evinde otursun.
(Yanına gelen İHSAN’a) Sanki ceplerime para dolduruyordu.
Yarın, hesabında ne kadar olacak, onu biliyor musun sen?
Evet, annem söyledi.
Kızın gözünü kamaştırasın diye onca parayı gözden çıkarıyoruz. Gelmiş, daha
ver, diyorsun.
Baba! Ödünç verin öyleyse; yarın geri vereyim...
(İHSAN’a) Aklı hâlâ havalarda... (FERİT’e) Bir tahvil çıkarma işimizi
beceremedin!
Söyledim size. Tahvil çıkartacak güçte değiliz. Kuralları var!
O zaman anladın mı neden umudumuz o kayınpederin olacak salağın
yatırımında? Ha?...
Salak mı?... Kayınpeder Bey mi salak?
Sen sus, Abuzittin!
Lütfen, baba! Şurada hepsi hepsi iki özgür gecem kaldı. Beni Aslı Nurdan’la
tanıştıracaklar!
O da kimmiş?
(Yetiştirircesine) Doyuran’daki dansçı kızdır, Efendim! (Ferit’e döner.) Sizi
kim tanıştıracak, Küçük Bey? Ben tanıştırabilirdim.
Piyanisleri! Küçüklük arkadaşımın arkadaşı!...
Ne yapalım! Hovardalığa geç soyundun. Artık hevesini nişanlına sakla.
Dansözden ucuza çıkar. Hem de evlenmeyi pekiştirir...
...Siz benden ne yapmamı bekliyorsunuz?
Kızı gebe bırak! Onu da mı beceremezsin?
Baba! Nişanlım iyi aile kızı!
Becermesine becerir, Efendim, de...
(İHSAN’a) Ne geveleyip duruyorsun? De hadi, de!
Belki bu telâşa hiç gerek yoktur. Belki kız da, bu evlenmeye sizin kadar can
atıyordur.
Proje yatırımcımız kızın babası olunca işi sağlama bağlamalı, Abuzittin!
Fabrikayı gecikmeksizin büyütmek zorundayım. Benim sınıf arkadaşlarım yurt
dışından ihaleler alıyorlar. Ülke şişerken sen de şişeceksin. Yoksa ufalanır
gidersin. Bu evlenmeye dört elle sarılmamız gerek.
İyi de, siz başka şeyle sarılıyorsunuz.
Şeyle meyle... Kayınpeder yatırım yapmazsa halimiz duman. Adamı
tanımıyoruz. Avrupa’dan dönecek de, düğün yapılacak da... Gençlere
güvenilmez. O zamana kadar bunlar bin kez nişanı bozarlar. Otursun oturduğu
yerde.
(Yanına gelen İHSAN’a) Ben yandım, Abuziddin!
Geçliğinde o da ne naneler yemiştir. Azıcık pohpohlayın. Yumuşar.
Baba, siz hiç mi genç olmadınız?
Ben mi? Ben salağın tekiydim. Bir kez şeytana uydum; bir ay tedavi gördüm!
(Kırgın bir tavırla) Hiç değilse arabayı alabilir miyim?
Aşırı hızdan gene ceza yemişsin. Yetti! Hayır!
(Usul sesle) Abuziddin! İmdat! Yetiş dedim! Yardım et!
(Buluşundan dolayı keyifli) Sanırım girdiğiniz bahsi babanıza açmalısınız,
Küçük Bey.
(Dişlerinin arasından) Ne bahsi?
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK.
İHSAN
NAMIK
(NAMIK’a) Dansöz kızın kasığındaki ben üzerine, Efendim!... O ben, yıldıza
mı, karanfile mi benziyor?... Bu gece yakın plandan saptama şansı olacağına,
Küçük Bey Doyuran’da bahse girmiş bulunuyorlar.
... Demek benim oğlum, böyle bahislere de giriyor... Peki nesine? Parasına,
deme bana.
Parasına giremedi. Hayır! Küçük Bey kaybederlerse, onların firmaları
hesabına çalışacak! Yani, bir süreliğine.
Ne kadar süreymiş bu?
(Havaya girerek) Üç ay!...
İyi! Ne bulunmaz Hint kumaşı olduğunu onlar da görsün...
(NAMIK ayağa kalkıp arkasını döner. İHSAN hemen gider, bilekteki pijamayı
bele çekip düzeltir. Sonra gene FERİT’in yanına gelir. Bir sessizlik olur.)
İnanmadı...
(Yüzünü döner.) Sana inanmadım, Abuzittin! Benim oğlum, dansöz karılar
uğruna bahse mahse girmez. Nasıl ki ben de girmem. Ama oğlumla bir bahse
varım... (Cüzdanından para çıkarır. Anahtarlarla birlikte Ferit’e uzatır.) Al!...
Geceyi, kızla geçirdiğini bana kanıtla. Araba temelli senin! Beceremezsen,
yarın sabah, atölyede iş başı yapıyorsun, ona göre. Saat yedide!
(Sızlanır.) Baba! Sıfırdan başlamanın modası geçti! Boşuna zaman kaybı!
Saat yedide... Bahse girmiyorsan ver hepsini geri.
Yoo, yoo, girdim, girdim. Hepsi kabul! (Çabucak çıkar.)
(Kıs kıs gülmektedir.) Gördün mü? Otoritenin de modası geçti.
İzninizle, sorabilir miyim? Bu tehlikeli oyuna ne gerek vardı?
Sen çanak tuttun... Hem bir şey değişmez. Arabayı zaten verecektim.
Ya kıza kapılır da gözü başka hiç bir şey görmezse... Bir bakarız, oğlan elden
gitmiş.
Merak etme. O daha şimdiden, senden benden tutucu. Ekonominin
buyruğundan çıkamaz. Evlenmeyi tehlikeye atamaz. Zaten, eğer oğlumu
tanıyorsam, o bu tür kızlarla iş miş beceremez. Bak, becerirse de helâl derim!
Başarı, başarıdır!
Doğrusu bu bana da sürpriz oldu, Efendim! Bir kızcağızı becermeyi başarıdan
sayanlardan olduğunuzu düşünemezdim.
Ben niye herkesten farklı olayım?... Ben bu dünyaya uzaydan mı düştüm,
Abuzittin? (Keyiflenmiş dolaşır.) Yıldız mı, karanfil mi?... Orada herkes
miyop mu?... (Birden durur.) Hepsini sen uydurdun, değil mi?
Bahis gerçek, Efendim! Gerçi bahsi tutuşanlar başkaları. Vitrin fotoğrafları
benleri belgelememiş. Kızsa bir süredir örtündü. Tüllere falan sarındı.
Sen nereden biliyorsun?
İzninizle, Perşembe akşamları yemeğimi orada yiyorum. Kızın dansını,
oğlunuza ben salık verdim.
Demek, izinli olduğun akşamlar, Doyuran’da yemek yiyebiliyorsun...
Herhalde gazinoda yediklerinin parasını da benden çalıyorsundur.
Orası gazino değil, Efendim; lokanta! Ayrıca bana verdiğiniz haftalık, henüz
bir akşam yemeğime yetiyor.
Niye paranı biriktirmiyorsun sen de herkes gibi?
(Eğlenir.) Hiç akıl etmedim, doğrusu... Sanırım; bu uşaklık işini pekalâ
sürdürebilirim!
Pekalâ! Öyleyse tam bir uşak gibi bana hizmet et. Al şu parayı. Bakalım
hafiyeliği becerebilecek misin? Oğlumun peşinden git. Ne yaptığını gör. Bize
üç kâğıt açmasın.
Zevkle, Efendim!
(Parayı sallayarak) Al şunu!
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
Bugün Perşembe. Zaten orada olacağım.
Fazla paranın göz çıkardığı nerede görülmüş?
(Parayı alır. Pantolonla ayakkabıları da alır. Çıkmadan önce durur.) İzninizle,
bir şey sorabilir miyim? Şu dünürünüz... Kendileri neden salak oluyorlar,
acaba?
Kendileri neden mi salak? O herif tam bir salak! Çünkü o paha biçilmez
topraklarında onca zenginliği işleteceğine, yalnızca öküzler gibi otlamış da
ondan salak!... Eee? Bu kez fikrini söylemedin?
Sanırım... Nutkum tutuldu, Efendim!
Dur biraz!... Sence nasıl bir kız... Şu dansçı dediğin... Oğlumun görmeye
koştuğu kız?
Görünüşte, günümüz kızlarından biri... Yani hoş bir şey!... Ama dans ederken;
bambaşka bir şey! Salık veririm, siz de gidin onu seyredin. İnanın, insana çok
iyi geliyor. Özellikle de bana!... İzninizle, Efendim, gidebilir miyim?
Yapacak çok işim var! (Çıkar.)
(Arkasından NAMIK da pijama ceketini alarak sahneden çıkar.)
( Işıklar söner ve hemen yanar. İHSAN cüzdanının içindekileri gözden
geçirerek sahneye girer. Başka yönden giren NEYYİRE ile karşılaşır.)
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
CAN
NEYYİRE
CAN
KEREM
CAN
NEYYİRE
CAN
NEYYİRE
CAN
İHSAN
CAN
İHSAN
CAN
İHSAN
(Şaşırır.) Sen odanda mıydın?
Yalnızca uğradım! Kimlik, kredi kartları falan. Yanıma aldım. Bu gece
Doyuran’dayım ya! Gerekecek. Ayrıca da görevliyim.
Ben oraya hiç gitmedim. Üstelik burnumuzun da dibi.
Gitmelisin. Dansçı kızıyla ünlendi. Yemekleri de çok iyi.
Bir götüren çıkmadı.
Fırsat yarat. Değer.
Demek görevlisin. Ne görevi bu?
Benim damat adayına göz kulak olacağım. Yanlış söyledim. Onu
gözetleyeceğim. Babası, casusu olmamı istedi.
(Takım elbiselerini giyinmiş iki genç, KEREM’le CAN, sahneye girerler.)
Tara-na-naaam!... Huzurlarınızda Kerem-Can ikilisi!... Neyyire Hanım!
Söyleyin. Nasılız?
Her zamanki gibi; sen komiksin!
Beyaz dışında ne giysem bu hanıma çizgi filim karakteriyim!
Vazgeçtim, Can; ben gitmeyeceğim... Nasıl olsa yoğun bakımdan rahat
vermezler. Sen yalnız git!
Asla! Topla tüfekle de olsa benimle geliyorsun. Birlikte gidiyoruz! Oyun
bozanlık yok!
Nereye götürüyorsun onu bakayım?
Doyuran’a! Aslı Nurdan’ı seyretmeye! Nam-ı diğer Benli Nurdan’ı! Aslında,
artık Bensiz Nurdan’ı!...
Haaa, şu kııız! Bıçağın altına yatırdığınız!
Evet! Benlerini aldığımız kız! Onun davetlisiyiz. Bedava yemek! Bedava
gösteri! Biraz da biz yaşayalım, Neyyire Hanımcığım! Biz de insanız... Değil
miyiz?
Bağışlayın; araya giriyorum! “Benlerini aldığımız kız,” dediniz. Aslı Nurdan,
benlerini mi aldırdı?
Aslında ona ben önerdim. Razı oldu, aldık. Ama nedense gizli tutuyor.
Hiç şaşırmadım.
Öyle şeylerin oralarda durması sakıncalıdır.
Demek bahisler yattı.
CAN
İHSAN
NEYYİRE
CAN
NEYYİRE
CAN
NEYYİRE
KEREM
CAN
NEYYİRE
CAN
İHSAN
CAN
İHSAN
CAN
KEREM
İHSAN
CAN
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
İHSAN
NEYYİRE
Efendim?
Önemi yok!
Bana bak! Bu toy atmacaya göz kulak ol. Bunun gibiler o gibi kızlara
tutulmaya teşnedirler, ha!
Ne demek, bunun gibiler, onun gibiler? Benimle açık konuşun, Neyyire
Hanımcığım! Hem, hep Kerem’i düşünürsünüz. Beni kim gözetecek?
Senden yana korkum yok! Sen bir kızı baştan aşağı önce boyayıp, sonra da
fotoğrafını çekeceksin ki, o fotoğrafa aşık olasın. Poster delisi!
Anacığım! İki gözüm! Tam da o dediğin gibi bir fotoğraf çektir ver de, sana
aşık olayım, ne olursun!
Bak! Aklı sen verdin. Sonra pişman olma.
(Telefonla uğraşmıştır.) Hastane bir türlü düşmüyor.
Yetti, yahu! Koca hastanede tek doktor sen misin? Yürü!
Ararlarsa çağırtırım. Orası burnumuzun dibi.
Sakın ha! Hele çağırt; acısını kesin çıkartırım. Yüzünü gerdirmeye elime
düşeceksin. Unutma!
(Önlerine geçerek yollarını keser.) Bu gece ben de Doyuran’da olacağım!...
...Öyle mi?... Güzel! Orada görüşürüz.
Hayır, görüşmemeliyiz! Yani... Acaba karşılaşırsak... Beni görmezden
gelebilir misiniz? Bunu sizden rica edebilir miyim? Çünkü... İşte öyle
gerekebilir!...
Ne demek, Ali İhsan Bey! Biz Doktoruz. Tüm sırlara saygılıyız. (KEREM’i
dürter.) Bundan sonra ancak tanıştırılırsak tanış çıkarız... Bu size yeterli mi?
(KEREM’i bir daha dürter.)
Karşılaşırsak, sizi tanımıyoruz. Anladım. Endişe etmeyin.
(Kenara çekilerek yol verir.) Teşekkür ederim!...
O zaman, hoşça kalın!
(Kerem’le Can, sahneden çıktıktan sonra) Ah, şu güzel gençlik!... Fakat ne
rastlantı! Ferit de, -damadım olacak genç de- bu gece Doyuran’a Aslı
Nurdan’la tanışmaya aynı hevesle gidiyor! Benim için çelişkiler gecesi...
İçimden bir ses, “Bu geceyi engelle, Ferit o kıza kapılabilir,” diyor; ben olsam
kapılırdım çünkü... Hem de, fena kapılırdım! Gerçi, kızımın evliliği suya
düşse, bu bir çözüm olur; vicdanıma iş düşmez. Öte yandan, bu evliliğin
bozulması hiç işime gelmez! Ben hiç bir şeyi bu evlilik kadar istemedim. Her
neyse... Kaderi zorlamak benim göze alacağım şey değil! Gittiği yere kadar
gitsin. Koptuğu yerde kopar. Ben gidiyorum Neyyire, haydi hoşça kal!
(Öne atılarak) Beni de götürsene!
...Efendim?
Beni de götür! Sana eşlik ederim. Beş dakikada hazır olurum...
Bu gece olmaz! Bu gece sanırım elimde bir orkestra değneği olacak. Serbest
olmalıyım. Bağışla!... Başka akşam!... Olmaz mı?... Ama, ah! Ne eşşek
adamım! Niye bunu ben düşünemedim?... Ama telâfi ederim. Söz!...
Boş ver!... Dert etme. Gel hadi seni geçireyim... (Çıkarlar.)
(Piyanodan özgün bir müziğin son notaları duyulur. Az sayıdaki kişinin
alkışları süresince sahne karanlıkta kalır. Işıklarla birlikte 1. ve 2. Garson, ayrı
yönlerden girerler.)
1.GARSON
2.GARSON
1.GARSON
O alkış niyeydi, ‘lan?
Provayı izledik, oğlum!
Tüh, ben kaçırdım!
2. GARSON Dövünme, anam! Nurdan Ablan sana özel gösteri sunar... Uyyy! Nurdan
Ablanın kuzusu!...
(NURDAN girer. PATRON, GÜLŞEN, TARIK ve 3.GARSON, arkasından
girerler. PATRON’un kasketi her zaman başında durur. NURDAN küçük
bölmesinin perdesini açar. Askıdan kimonosunu alır. Dans kostümünün
üzerine geçirir. Aynasının karşısına oturur. Makyajını siler. TARIK doğruca
işlik masasına geçer. Orada işiyle uğraşır.)
PATRON
(NURDAN’ı aynadan izler.) Aferin!... Güzeldi!... Ben bu dansı tuttum!
NURDAN
Sağ olun, Patron!
PATRON
Bu günleri ben daha altı ay öncesinden gördüm ama, değil mi?... Bende As
Yıldızları ayırt etme yeteneği var! (Garsonlara) Ne sallanıyorsunuz ortalıkta?
İşler bitti mi?
3.GARSON Sen buranın müşterisini değiştirdin! Artık millet Doyuran’a tam takım
giyinerek geliyor. Kadınların sürdüğü kokular, eskiden baharat gibi çarpardı
adamın burnuna. Şimdi havada tatlı tatlı uçuşuyor. Eh, ben de her öğün
masalara yeni örtü serdiriyorum. Öyle gerekiyor... Basbayağı sınıf atladık!
2.GARSON (Aldıkları örtülerle çıkarlarken 1.GARSON’a) Bahşişlere de sınıf atlattırsa
ya...
PATRON
Bu gece mayo giy. Ben demiyorum; istek müşteriden.
NURDAN
Bilmem ki... Yeni dansa pek gitmez.
PATRON
Öyleyse giyme. Senin dediğin olur. Sen ne dersen o!... Gülşen nereye
kayboldu gene?
GÜLŞEN
Buradayım, Patron!
PATRON
Beğendin mi sen de bu yeni dansı?
GÜLŞEN
Kıza hakkını vermeli. As Yıldızın olmayı hak ediyor!
PATRON
(NURDAN’a) Gördün mü? Haklıyım!
NURDAN
Sağ ol, Gülşen!
PATRON
Doyuran’da her gece tek bir gösteri vardır. Ama onu gerçek bir As Yıldız
sunar.
GÜLŞEN
Patronuna sor bakalım. Eski As Yıldızlarına ne olmuş onun?
NURDAN
Evlenip gitmişlerdir. Ne olacak?
GÜLŞEN
Hayır!
PATRON
Gene başlama şimdi.
NURDAN
(Şaka yollu) Sahi, ne oldu onlara, onlar şimdi neredeler, Patron?
GÜLŞEN
Ben söyleyeyim. Zavallılar!... Hepsi gazinolara düştüler! Doyuran’ın bütün
As Yıldızları, tanındıkça, kandırılıp iyi para veren gazinolara düşerler. Senin
de başına gelecek. Çünkü burada ücretler asla artmaz!
PATRON
Gene başlama!
GÜLŞEN
Başlamıyorum. Ben yalnız, işi büyütmezsek burada Nurdan dahil, kimse sür
git ayni ücrete çalışmaz, diyorum. Takımından memnunsan artık bir çare
düşüneceksin.
PATRON
Kimse çenesini yormasın. Doyuran’ı gazino yapmam. Ben kanaatkârım. Ahi
dedelerimden geçme; genlerimde var. Siz de kanaat edin. Dinimizde var,
yahu!
TARIK
Şimdiki zaman, eski zaman mı, Patron? Ahi’lik Osmanlı’daydı. O bir
sistemmiş. Fazla kazanca zaten izin yokmuş. Şimdi öyle mi? Kâr için anasını
satanın sırtını sıvazlıyorlar.
PATRON
Sizi enflasyona ezdirmiyorum. Siz ona şükredin. (Yerinden kalkar. Tarık’a)
Seni unutmadım; az sonra çağırtacağım. (Çıkar.)
TARIK
(GÜLŞEN’e) Sakın ortadan kaybolma! Adamın dalga boyundan uzaklaşma.
İstediği an seni elinin altında bulmazsa, bizi kasıp kavuruyor.
GÜLŞEN
1.GARSON
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
1.GARSON
GÜLŞEN
1.GARSON
NURDAN
GÜLŞEN
1.GARSON
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
Beni altında istiyorsa, önce evlenir!... (Tarık’ın önündeki defteri çarparak
kapatıp kalktığını görünce) Sustum, sustum! Otur! Bunun yanında da açık
saçık konuşmaya da gelmiyor. Şurada neşelenesin diye uğraşıyoruz!
(Aralıktan görünür) Patron boşalmış, Tarık Abi. Seni bekliyor. (Kaybolur.)
(Tarık çıktıktan sonra) Zam koparmak peşinde... Karısı zafiyet geçiriyor...
Ama hiç umudu yok!... Burada ondan başka kemik torbası gördün mü sen?
Bir bu, evine artmış yemek götürmez. Öylesine gururludur... Heey! Ağzın
gene açık senin. Boyuna bir şeylere şaşman daha bitmedi mi?
Trajedileri sen komediymiş gibi anlatıyorsun!
Bu dünyayla başka nasıl baş edersin?!... Bak, ben yoksulluktan geldim.
Çıkılan basamakları az çok bilirim. Büyük aşkımı daha on beşimde yaşadım!
Doğal sonuç nedir? Bilmen gerekir. Doğal sonuç, kirletilmek ve yüz üstü
bırakılmaktır. Ailemin yüreğine inmesin diye bir akrabama sığındım.
Okurken, bir yandan çalıştım. İlk kazancımla ne yaptım, bil bakalım... Bir boy
aynası satın aldım. Karşısında fiziğimi eğittim ve kendime kurallar koydum:
Bir daha aşık olmaya ve yüz üstü bırakılmaya paydos!... Artık ağzını
kapatabilirsin; bitti! (Aynanın önünde duran küçük paketi eline alır.) Bu ne?
Bilmem... Benim değil!
Üzerinde adın yazılı. (Pakete iliştirilmiş kartı okur.) “Tapılacak kadına, sadık
hizmetkârından!” İsim misim yok. Kimmiş bu? (Paketin kâğıdını açar.) Bir
takı kutusu! (NURDAN’a verir.) Tapılacak kadın, haydi aç kutunu!
(NURDAN açınca) Oooo! Koca bir zümrüt! Ve de antika! Aile
mücevherlerinden aşırılmış, kesin! Basamakları tırmanıyorsun.
Bunu hemen geri vermeliyim.
Kime?... (Aralıkta bekleyen 1.GARSON’u görür.) Memet! Gel bakayım
buraya. Sen neden orada dikili duruyorsun? Aracı mısın yoksa? Sen mi
koydun bunu buraya?... Kim verdi?
Her gece gelir, ama tanımam. “Aldığını, gör!” dedi. Ondan orda bekledim.
Nasıl biri?... Yaşlı mı, genç mi?... Yakışıklı mı?... Çirkin mi? (MEHMET
hep susunca) Bir daha böyle işlere karışma.
Kötü mü yaptım?
Önemi yok! Bir daha yapma, yeter. Patrona veririz. Geri verir nasılsa. Götür,
kasaya koysun.
Yoo, yoo, Nurdan Ablan Patron’a kendisi verir. Sen git hadi.
Bağışla, Nurdan Abla.
Sersem çocuk! Bağışlamayıp ne yapacak? İşine dön. Git hadi! (1.GARSON
çıkınca) Patron’a kendin ver. Onu bir güzel şaşırt. Biliyorsun, sana
sırılsıklam aşık!
Saçmalama. O sana aşık. Hepimizin bildiği şey.
Kendisi bilmiyorsa, bana ne yararı var? O her zaman As Yıldızına aşıktır!...
Ancak as yıldızı olduğum gün, onu dize getiririm. Bunu biliyorum. Üç yıldır
sesimi buna hazırlıyorum. Ustalardan ders alışım ondan. Niyetim turnayı
gözünden vurmak. Neyse ki senin Patron’da gözün yok. Yok, değil mi?... Sırf
merakımdan şimdi sana bir şey soracağım. Senin buradaki hedefin ne?.. Biri
bunu bana sorsa, gözümü kırpmadan, kendimi güvenceye almak, derim. Senin
beklentin ne? Ulaşmak istediğin ne? Burada senin olsun istediğin ne? (Şaka
yollu) Yoksa her genç kız gibi, iyi bir eş, iyi bir yuva ve de kırmızı yanaklı
çocuklar mı, ha?... (Duraklar.) Yoksa öyle mi?
Bunda aykırı ne var?
Hey Allah’ım!... O zaman senin, burada işin ne?
Hayatımı kazanıyorum, herhalde.
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
Ama yaptığın iş amacına aykırı. Burada kendin değilsin ki sen artık. Sen
burada ‘Benli Nurdan’sın! İşte aykırı olan bu!... Erkeğini burada bulamazsın.
Bulsan bile onu bulduğunu anlayamazsın.
Ben anlarım.
Yook, hayır! Sen kendine başka kader çizmektesin, kızım. Sen burada
gönüller yakacak; yuvalar yıkacaksın. Boş ver! Kırmızı yanaklı çocukları
kendin bile unutursun. (Tarık’ın umutsuzca geri döndüğünü görür.) Vermedi,
değil mi? Namussuz! Gel benimle! Yürü!
(GÜLŞEN, TARIK’ı elinden çekerek sahneden çıkarır. NURDAN, perdesini
çekip kapatarak sahnenin dışında kalır. PATRON, sahneye girerek Patron
masasına oturur. GÜLŞEN’le TARIK, sahneye girerek Patronun önünde
dururlar. TARIK kasvetli, GÜLŞEN saldırgan, PATRON inadına sakindir.)
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
TARIK
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
TARIK
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
TARIK
PATRON
(TARIK’a) Şimdi de avukatınla mı geldin?... (GÜLŞEN’e) Senin işin müşteri
ilişkileri. Personel ilişkileri değil.
Bu adama dediklerini bir daha de de, kendi kulağımla duyayım.
Ona hiçbir şey demedim.
Doğru söylüyor!
Öyleyse dilsiz oyunuyla anlaştınız.
Evet! O bana baktı. Ben ona baktım. Birbirimizi anladık.
Bu adama zam yaptın mı, yapmadın mı?
Kimseye zam yok!
O senin sağ kolun. Ben de ayni ücreti alıyorum. Berber parama yetmiyor.
Sor bakalım ona, o saçını kime kestiriyormuş.
Benim saçımı evde karım keser.
Evde karısı keser. Onun berbere gitmesi gerekmez. Senin gibi zengin koca
avında değil o!
Ben mirasa kondum da ancak öyle koca avına çıkabildim. Senin paranla
geçinirken, burada kimsenin, senin bile gözüne çarpmıyordum.
Senin yaptığın, göze çarpmak değil; göze batmak!
Beğenmiyorsan, söyle!
Senin bileceğin iş...
Şimdi beni geç... Yani şimdi bu adam, namusuyla acından mı ölsün?
Kendi bilir. Ölmeyi seçme biçimi kendi seçimi. Yaptığı iş onu pekalâ yaşatır.
Bal tutan parmak yalamaz, mı demişler?
Onun bütün istediği onuruyla ekmek yemek! Çocuğun başarılı olmaktan
anladığı bu. Sen bu işe namuslu adamı mumla aradın. Şimdi pahasını öde.
Fazlasını veremem. O da biliyor. Burada kaliteyi ucuza verirken göbeğimiz
çatlıyor. Bu fiyatlara o yemekleri çıkartmak kolay mı?
Öyleyse fiyatını arttır.
Gangsterlerin dikkatini çekerim. Sınır burası.
Hangi gangsterlerin? Neredeymiş o gangsterler? Hani? Neredeler?
Bize bulaşmadılarsa yok değiller ya! Burada küçük tüccar yemek yerken
emniyetteydik. Çünkü emniyet de burada yerdi. Şimdi hükümetten gelip
yiyorlar!
Demek istediği, bürokratlar!
Benim Doyuran’ımda bugün pişen, bugün tüketilir. Bizim yemeklerimizde
lezzetin altın kuralı, günlük yemek çıkartmaktır. Onlar tıksırıncaya dek
yiyecekler. Biz sürümden kazanacağız. Yeni müşteri henüz tıka basa yemeğe
de alışmadı. Daha mezeyle doyuyor. Ana yemek çoğu kez el sürülmeden
TARIK
PATRON
TARIK
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
mutfağa geri dönüyor. Benim çalışanlarım her gece evine bir torba azıkla
döner. Bu da karışsın aralarına. Bütün hısım akrabası doyar.
Ben evime artık yemek sokmam.
Artmış yemek!... Sen bilmiyor musun ki, buradan iş kapmak için dışarıda it
dalaşı var.
...Lâğım fareleri!... Senden dilediğim, bari cenazemde şapkanı çıkart, Patron!
Çıkart da kelini göster, yeter bana! (Çıkar.)
(Yerinden kımıldamayan GÜLŞEN’e) Sen niye daha önümde duruyorsun?
Yoksa sen de mi zam istiyorsun?
Komiksin, Patron! Üç kuruşluk zam peşinde kendimi telef mi edeyim?!...
Zengin koca dururken!... (Çıkar.)
(Arkasından giderek) Benim Doyuran’ımda müşterilerime göz süzdürmem.
Beni duyuyor musun?... (Çıkar.)
(TARIK, arkasından gelen 2.GARSON’la sahneye girer. Masasına geçer.)
2.GARSON
TARIK
2.GARSON
TARIK
2.GARSON
3.GARSON
2.GARSON
TARIK
2.GARSON
Bana akıl ver. Gözünü seveyim, Tarık Abi!
O aklı bulsam, kendim kullanacağım.
Bahisten haberin var, değil mi?
Ne bahsi?
(Sahneye giren 3.GARSON’a) Bahisten haberin var mı, ‘lan?
Var oğlum, var... Bize ne?
Bize ne olur mu, oğlum! Para kazanmak istemez misin?
Ne bahsi? Benim haberim yok.
Her gece pistin dibine yerleşen o iki müşteri, Tarık Abi, hani o gıcık olduğun
herifler, bahse tutuşmuşlar. Az önce benden tiyo kapmaya baktılar.
3.GARSON Beni de yokladılar. Herkesi yokluyorlar.
TARIK
Ne bahsi?
2.GARSON Nurdan Ablanın benleri!... Tüh! Servisten bakmaya vakit mi buldum?
Buradan cıbıl çıplak geçiyordu, be Abi! Sen bir iyice görmüşsündür. Onun
öndekinin biçimi, yıldıza mı, karanfile mi benziyor?
TARIK
Tövbe Yarabbi!
3.GARSON Rabbimizi karıştırma, Tarık Abi. Tövbe, tövbe!... Rabbimize ne bundan?
TARIK
Tövbe, tövbe, tövbe!
1.GARSON (Girer. Çay getirmiştir.) Çarpmayın!
TARIK
Sağ ol, Memet!
1.GARSON Benleri mi konuşuyorsunuz?
2.GARSON Ulan, Memet... Sen adama bir şeyler biliyormuş gibi bakıyorsun. Nurdan’ın
benlerini biliyor musun, ‘lan?
1.GARSON Kim bilmiyor?
2. GARSON Uyyy! Zengin olduk gitti! Dur! Onlar duymasın; işi ikimiz kıvıralım. Gel
şurada kıyıda, kulağıma söyle.
1.GARSON Neyi söyleyeyim?
3.GARSON O seni kandırır. Açıktan, hepimize söyle.
2.GARSON Tamam açıktan söyle. O ben, yıldız gibi mi, yoksa karanfile mi benziyor, ‘lan?
1.GARSON Hangi ben?
2.GARSON Nurdan Ablanın beni, sersem! Önündeki beni! Kasığındaki beni!
1.GARSON Gidin işinize, be!
3.GARSON Bir şey bildiği yok bu salağın...
TARIK
Ağzını topla!
3.GARSON Pardon vallahi! Hep bunun avanaklığına kızıp ağzımı bozuyorum.
2. GARSON Buldum! Senin elin çabuktur. Hem de sahne kıyısına servis yapıyorsun. Elini
bir uzat şöyle, tülleri aralayıver!
3.GARSON Eeee?
2.GARSON Gördüğün bize yeter, oğlum!
3.GARSON O kadar tülün arasından, tam oraya nasıl el atacağız? Adam hapse girer, be!
Apaçık belli yere tecavüz!
TARIK
Hapse falan girmez!
2.GARSON Bak! Hapse de girmezmişsin! Girmez, dedin, Tarık Abi!
TARIK
Hele biriniz öyle bir şey yapacak olun... Hapse girmeden ikinizi de ben
temizlerim. Hadi!... Hepiniz artık işinize!!!
(GARSONLAR itişe kakışa önden, arkalarından TARIK, hepsi çıkarlar.)
(Sahne loştur. NURDAN girer. Kimonosunun önü aralıktır. İçinde sahne
mayosu vardır.)
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
TARIK
GÜLŞEN
NURDAN
TARIK
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
PATRON
NURDAN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
(Seslenir.) Tarık!?... Yardım edecek misin?
(TARIK girer. Birlikte NURDAN’ın bölmesine geçerler. İçine ancak sığarlar.
NURDAN bölmenin ışığını açar. Perdesini kapatır. Perdede oluşan
gölgelerden izleriz. Kadın oturmuş, erkek önünde diz çökmüş, başlar kucağa
eğiktir. GÜLŞEN girer. Gölgeleri görür. Derhal perdeyi açar. Bölmedekiler
refleksle toparlanırlar.)
Ne yapıyorsunuz?
(Rahatlamış) Beni korkuttun!
(Ayağa kalkar.) Kendi yapamıyor... Parmağını incitmiş!
Yaa!
Bantlarımı açıyordu.
Kritik yer!
Tek başıma yapamam.
...Amaan! Pekalâ!... Ne yapıyorsanız yapın bitirin hadi. Hayret doğrusu halâ
saf bir yanım var; gözlerime değil, size inanıyorum. (İşi bitirmelerini bekler.
Genel ışıkları açar. Makyaj yapmaya koyulan NURDAN’ı izler.) Benlerin
üzerine büyük bahis dönüyor. Haberin var mı? Bana berberde biçimlerini
sordular. Burada da garsonları yoklamışlar. Garip olanı, herkes kafadan bir
şey atıyor. Kimse bilmiyor.
(Masasında oturmuş çalışan TARIK’ı gösterir.) O biliyor! O bu bahsi
kapattırabilirdi.
Ne yani? Mahrem yerlerinle biliş olduğunu ilân mı etsindi? Tam adamını
buldun. (Tarık’a) Bu kızı gözümüzde fazla büyüttük!
Ben benlerimi aldırdım. Tarık onu biliyor!
... Sen ne yaptın, ne yaptın?...
Kasığımdaki karanfil biçimiydi. Sağ kabamdaki yüreği andırırdı. Bu bilgilerle
bir şey yapabilirseniz, yapın.
İnanamıyorum! Bu kız, aptalların şahı! O paha biçilmez benleri nasıl
aldırırsın?... Sen, Benli Nurdan’sın! Ününü benlerinle yaptın. Şimdi balon
gibi sönersin artık.
(Havalı bir girişle girer. NURDAN’ın yanına gelir.) Dansını filme alacaklar.
Razı mısın?
Siz nasıl isterseniz. Benim için fark etmez.
Mayo giymeni rica ettiler. Bu defa giy. Tamam mı?
Giyemez!
Sana soran var mı?
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
TARIK
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
Bahisçilere yaranacağına kendi adamını koru. Neden o da payını almasın?
(NURDAN’a) Hakkını almadan kabul etme.
Ne bahisçileri? Ne bahsi? Ne hakkı?
Önce sana sorayım. Bakalım biliyor musun? Nurdan’ın önden görünen beni,
yıldıza mı, karanfile mi, benziyor?... Sen bile mi bilmiyorsun?! İşte bahis bu!
Bilen kazanır. İş, saptamaya kalmış. Yakından göstermesi için, ‘Hayır’
diyemeyeceği parayı ödemeye hazırlarken senin sayende beş para vermeden işi
halledecekler.
İyi kurnazlık! Vay angutlar!... Beni de kandıracaklar!... (NURDAN’a)
Bundan böyle benim restoranımda katiyen mayo giymeyeceksin! Giymek yok!
Anladın mı? Yasak!!!... Gösterinde bir daha asla, asla, mayo ya da mayo
benzeri bir şey giymek yok! (Çıkar.)
Çok kızdı!...
Beni niye cezalandırıyor?
Fena mı? Kimse benlerinin alındığını bilmeyecek. Bence iyi sıyırdın.
(TARIK’a) Sence de mi her şeyimi benlerime borçluyum?
Bilemem... (Şarkıyı mırıldanır.) “Gerdanında benleri, benleri olsun!...”
(Üzerine yağmurluğunu geçirir.) Ben eve gidiyorum!
Niye?
Hemen döneceğim. (Arka kapıya yönelir.)
Dur! Yalnız olmaz. Tarık da seninle gelsin. (NURDAN’ın arkasından
çıkarlar.)
(Üzerinde yağmurluğuyla NURDAN, yarı karanlık sahneye girerek ışığı açar.
Dolaplardan birinin çekmecelerini yukardan aşağıya araştırırken SÜLÜN’e
yakalanır.)
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
NURDAN
(Girerek) Aslı?...
Ay!... Korkuttun, anne!
Evine hırsız gibi girersen, korkarsın elbet!
Seni oyunundan kaldırmak istemedim. Bak, elinde iskambil kâğıtlarıyla
gelmişsin. Aradığımı bulayım, gideceğim.
İçeriye bir görün.
Bu kılıkta olmaz.
Bari, birini göndereyim de konuş.
Hayır! Ne olur kimseyi başıma sarma.
Biri seni görsün! Dargın olmadığımızı anlasınlar. Taliplerini zar zor
oyalıyorum.
Anne!... Artık anla. Çevrene topladığın o talipler yüzünden ben bu evden
kaçtım.
Kaçtın da ne oldu? Gittiğin yerde aradığını buldun mu?
Bana biraz zaman tanı. Gerçek bir erkeğe rastlamayı hâlâ umuyorum!
Sen, gerçek bir erkek mi arıyordun?... Keşke bana baştan söyleyeydin...
Gerçek erkek artık yok, kızım; yok, yavrum... Onlar benim gençliğimde vardı.
Ben onları gördüm, evet! Ama artık yoklar... Sen annene güven.
Anlamıyorsun. Ben seni evlenmeye zorlamıyorum. Benim istediğim yalnızca,
yalnızca, her zaman ve her durumda umutlu bir iki koca adayını çevrende
bulundurman. Öğüdüme kulak ver. Evlensen bile kocanın bir yedeği elinin
altında olacak! Bak, ben nasıl açıkta kaldım. Hem ben yalnız senin iyiliğini
düşünmüyorum. Benim de geleceğim sana bağlı.
(Aramayı bırakıp annesine döner.) Onun için mi bana koca diye seçtiklerin hep
kendi flörtlerin?
SÜLÜN
Yapma! Hoşlanmadığım birinin damadım olmasına dayanamam. Asla
dayanamam. Dünyada dayanamayacağım tek şey o! Biliyorsun. Hayır! Bana
nankörlük etmeyeceksin! Emeklerimi boşa çıkarmayacaksın. Dört yaşından
beri seni bale stüdyolarına taşıdım. Bu günkü alımlı haline bakıp öyle doğdun
sanma. On iki yaşında bile kamburunu düzeltememiş, çekingen bir kızdın...
SÜLÜN
Sana nankörlük edemem, anne! Sayende iyi yaptığıma inandığım bir işten para
kazanıyorum. Sana o sözü verebilirim... Damadını seveceksin. Söz!... Sen
hiç bu dolaba dokundun mu?
SÜLÜN
Hayır! Ne arıyorsun?
NURDAN
İspanyol giysim için takma benlerim vardı... Benli Nurdan diye ün yaptığımı
biliyor musun?
SÜLÜN
Hiç şaşmam. Allah’ın verdiğini kuldan gizlemedin ki!
NURDAN
Ben... Benlerimi aldırdım!
SÜLÜN
İyi yapmışsın. Biliyorsun, onları ben aldırtmadım. Kararı büyüdüğün zaman
sana bıraktım. İşine yaradılar!
NURDAN
Şimdi benlerim olmayınca, balon gibi sönecekmişim. Öyle diyorlar.
SÜLÜN
Belki... Aradıklarını asıllarının yerine mi koyacaktın? Unut! Onları orada
tutturamazsın. Düşerler.
ERKEK SESİ (Dışarıdan) Sülün Hanım! Nerede kaldınız, Allah Aşkına?
SÜLÜN
Ne olur sanki, şu çocukla evlensen!
NURDAN
Bir numaralı gözdenle!... Allah korusun!
SÜLÜN
(Kızar.) Yürekliysen benlerin olmadan çık sahneye de görelim bakalım,
dansınla mı, poponla mı bir iş başarmışsın; biz de anlayalım! (NURDAN’a
arkasını dönüp çıkar.)
(NURDAN, annesinin arkasından bir süre bakar. Sonra o da çıkar.)
(Sahne boşken, oyuna özgü piyano parçasının bitişi yinelenir. Bu kez
seyircilerin güçlü alkışı sürerken 2.GARSON girer. TARIK’ın sandalyesine
oturur. Ayaklarını kaldırıp masaya dayar. 3.GARSON girer. Nurdan’ın
bölmesine giderek kimonosunu alır.)
2.GARSON
3.GARSON
2.GARSON
3.GARSON
PATRON
NURDAN
PATRON
NURDAN
PATRON
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
Bahis bu gece de yattı. Patron yasak koymuş. Nurdan Ablanın çıplak mayoyla
sahneye çıkması, yasak!
Kimono bu mu, oğlum? Benden bunu mu istediler?
Evet! O! Ne olacak?
(Kimonoyu götürürken) Bir şeyden haberin yok! Salonda yumruklar konuştu.
Filim gibi... Şşşt! Patron geliyor! Toparlan!
(Önden NURDAN girer. FERİT’le PATRON, arkasından girerler.)
(Kimonoyu 3.GARSON’un elinden alıp NURDAN’ı sarar.) Sen, iyi misin?
İyiyim. Yok bir şeyim... İçeride de iyiydim!
O iki herifi dışarı attırayım, hemen döneceğim.
Hayır! Lütfen! Benim yüzümden yeterince olay çıktı.
Benim Doyuran’ımda zorbalık yapılmaz! Adam resmen yol kesti... Ferit
Bey’e teşekkür etmelisin!
(FERİT’e) Sağ olun! Sayenizde uğruna dövüşülen bar kadınlarına döndüm!...
Asla!... Siz bir Tanrıçasınız!
(Garipseyerek bakar.) Tanrıça mı?... Yani ben, ‘Tapılacak Kadın’ım! Öyle
mi?... O zaman hizmetkârım, sizsiniz!
(Biraz şaşırmış) Seve seve olurum... Olurum! Mutlu olurum!...
(Takı kutusunu aynanın önünden alıp acele FERİT’in eline tutuşturur.) Alın
şunu ve gidin! Kesinlikle tek bir şey duymak istemiyorum! Şimdi izninizle,
PATRON
FERİT
PATRON
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
PATRON
FERİT
İHSAN
FERİT
İHSAN
FERİT
İHSAN
FERİT
İHSAN
FERİT
İHSAN
FERİT
İHSAN
FERİT
İHSAN
Beyler! Giyinip salona döneceğim. Konuklarım var!... (Bölmesinin perdesini
çekip kapatır.)
Konuklarını benim odamda ağırla. Salona dönmeni istemiyorum.
(Kutuyu açmıştır.) Özür dilerim. Bu nedir?
(Kutuyu alır.) Nedir bu? (NURDAN’ın perdenin aralığından uzattığı kartı alır,
okur.) “Tapılacak Kadına, sadık hizmetkârından!”
(PATRON’un avucuna koyduğu kartı ve kutuyu geri verir.) Bunu ben
vermedim. Verebilmeyi isterdim. Ama benim değil! O kartı da ben
yazmadım.
(Acele başını uzatır.) O zaman, ben yanıldım. Çok utandım... Özür dilerim!
Gerçekten! Çok, çok özür dilerim!... O, sizde kalabilir mi, Patron? Sahibi
çıkıncaya kadar kasada dursun. Lütfen!...
Yani şimdi burada giyinmenizi bekleyebilir miyim?
Neden olmasın? Günün kahramanı sizsiniz! (Başını içeri çeker.)
Peki! Bunu kasaya koyuyorum. (Çıkar.)
(Aralıklardan birinde birden beliren İHSAN’ı görmüştür.) Abuziddin!... Sen
de nereden çıktın?
Babanızın emri ile sizi gözetlemekteyim, Küçük Bey!
Öyleyse neden kendini belli ediyorsun?... Bana doğruyu söyle; sen, benden
yana mısın, babamdan yana mı?
Babanızın ekmeğini yiyorum. Ama sanırım, ikinize de hizmet edebilirim.
Vereceğin rapor, bana arabayı kazandırabilir; biliyorsun.
Yardımıma gerek var mı? Bakıyorum, göze girdiniz bile.
Ah, Abuziddin! O benimle alay ediyor. Aslında onu kızdırdım.
Farkındayım, Küçük Bey; fakat üzülmeyin. Dışarıda harika bir gece var. Ay,
sularda yıkanıyor. Belki ufak bir gezinti onu avutur. Sizi de affettirir.
İyi hatırlattın... Arabanın benzini yok! (Anahtarları verir.) Al! Ful doldurt,
getir bu arka kapıya bırak... Hadi, ne bekliyorsun?
Benzin parasını, elbette!
Olamaz!... Borcuma ekleyemez misin? Lütfen!... Sana iki katını veririm.
Daha fazlasını veririm.
Madem, bulunmaz uşak rolündeyim... Peki! Olur!
Anahtarı kontakta bırak! Yoo, yoo! Bırakma, sende dursun. Ama yanında
bekle. Sakın uzaklaşma!
Hay hay, küçük Bey! Bu gecemi tümüyle size bağışlıyorum. Nasılsa bok
ettiniz... (Çıkar.)
(PATRON, GÜLŞEN, KEREM ve CAN girerler. 2. GARSON, donatılmış bir
servis masasını sürerek girer. Sahnede bırakıp gider.)
PATRON
FERİT
PATRON
GÜLŞEN
FERİT
NURDAN
CAN
NURDAN
O giden kimdi?
Babamın hizmetkârıdır!
Bakan falan sandım!
(FERİT’e elini uzatır.) Ben, Gülşen! Sizi tanıştırayım... Doktor Kerem!
Doktor Can!
Kıvanç duydum! Ben, Ferit!
(Perdesini açıp çıkar. Giyinmiştir.) Özür dilerim, salona dönemedim. O tatsız
olay yüzünden!
O olayı hemen unutun, hemen... Durun! Sizi tanıştırayım. Siz ikiniz,
birbirinize değdiniz ama, henüz tanışmadınız. Doktor Kerem!
(Elini uzatır.) Biliyorum!... Ben de Aslı’yım! (KEREM’le el sıkışırken göz
göze kalırlar.)
CAN
NURDAN
CAN
NURDAN
CAN
NURDAN
CAN
NURDAN
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
CAN
KEREM
CAN
GÜLŞEN
PATRON
FERİT
GÜLŞEN
FERİT
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
NURDAN
FERİT
CAN
KEREM
CAN
KEREM
CAN
FERİT
NURDAN
FERİT
GÜLŞEN
FERİT
Evet, Hanımlar, Beyler! Huzurlarınızda... Kerem ile Aslı!.......
(İki doktorun koluna girerek ötekilerden ayırır. Diğerlerine) Kusura
bakmayın. Bir dakika, biz bir şey görüşeceğiz!... (Doktorlara) Benlerimi
aldığınızı, kimseye söylediniz mi?
(Atılır.) Hiç söyler miyiz? Meslek sırrıdır, Nurdan Hanım!
(CAN’a ) Acaba ayni yerlere, yeniden ben koydurabilir miyim?
(KEREM’e bir göz atar. NURDAN’ı KEREM’den uzaklaştırır.) İyi ki rüyada
yaşıyor da sizi duymadı. Bakın, Nurdan Hanım; ben sizi Kerem’e teslim
ettim. Çünkü onun elleri benden ustadır. Çünkü, siz, bir sanat eserisiniz! Ama
şimdi öğüdüm, bundan sonra bir sosyete doktoruna gidin. Onlar, ne isterseniz
yaparlar.
Ayıp ettim, değil mi? Özür dilerim! O benleri aldırmakla yanlış iş yapmışım...
Bir daha mayoyla sahneye çıkamayacağım.
Neden? Sonuç mükemmel!
Seyirci benlerimi ararmış...
Buraya bir oturma köşesi yapmalısın, Patron! As Yıldızın için gerekiyor artık.
İyi fikir... Sen hallet!
Peki!... Hemen yarın!... (Ötekilere) Haydi buyurun; içkilerinizi alın!...
(KEREM’e) Ne oluyoruz dostum, kendine gel!
(NURDAN’dan gözlerini alamamaktadır.) Başıma hiç böyle şey gelmemişti.
Sanırım ben büyülendim!
İyi de bari bu kadar belli etme.
(Herkes içkisini alınca) Kadeh kaldırıyoruz! Aslı Nurdan’a! Patronumun
AsYıldızına!
Günden güne daha iyisin, Nurdan! Bu gece millet nefesini tuttu.
Dansınızın adı ‘Haykırış’mış! Menüde yazıyor. Neden ‘Haykırış’?
Menüde mi?
İşte, bakın! (Cebinden çıkarır.) Bunları aşırıp saklamaya meraklıyımdır.
(Menüye bakar.) İlâhi, Patron! Nurdan’ı gerçekten menüye sokmuşsun.
(NURDAN’a) Tatlıdan sonra sen varsın, bak! Tatlı, peşmelba! Altında da:
Piyanist Soydan Ergün eşliğinde Aslı Nurdan’dan ‘Haykırış’!
Ne olmuş?... Bu gece tabldot gecesi!
Tevekkeli değil, millet Nurdan’ını yemeğe kalkıştı. Git, piyanistini yokla. O
da yemek listesinde.
Hadi, canım! O, erkek!
Erkekse, güvenlikte mi yani? Bu zamanda?...
(FERİT’e) Haykırış, dinlediğiniz müziğin adı. Sorunuzun yanıtı yani.
Soydan’ın üç piyano parçasından biri. Bir esintiyle insanı saran neşenin, git
gide coşkuya dönüşmesi... Evrene haykırıyorum: Varım! Varım! Varım!...
Size öyle gelmedi sanırım...
Benim bütün görebildiğim sizdiniz!
Haydi Kerem, artık gitmeliyiz.
Niye?
Bak saat kaç!
Daha erken.
Bana göre hava hoş. Yarına ameliyatım yok!
Tüllerle dansetmek fikrini, Elizabeth Duncan’dan mı aldınız?
Kimdir o?
Benimle alay etmeyin. Bilmiyor olamazsınız.
Saat bire kadar dans müziğimiz var. Dansetmek isteyen?
Birlikte dener miyiz?... Hadi küçüğüm!... Lütfen!... Beni bağışladığınızı
gösterin.
NURDAN
PATRON
CAN
PATRON
CAN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
KEREM
CAN
KEREM
CAN
(GÜLŞEN’e) Bana “Küçüğüm,” diyor!... (FERİT’e) Neden olmasın?
(Çıkarlar.)
Nurdan’ı ne zamandır tanıyorsunuz?
Yeni! Çok yeni. Hastaneye gelmişti.
Neden?
...Önemli bir nedenle değil.
(GÜLŞEN’e) İlk kez konuğu oluyor!... Demek ki bunlara minnet borcu var!
Bizim Patron, öküzün altında buzağı arar.
Şu oğlan, Nurdan’a asılıyor gibi. Ben duruma bir göz atayım. Siz odama
geçin.
Kız karışılmaktan hoşlanmıyor. Bırak kendi başa çıksın... (PATRON söz
dinlemeyip çıkınca) Kusura bakmayın. O duruma göz atarken, ben onun
yanında olmalıyım. Henüz bilmiyor ama, müstakbel kocamdır kendileri.
Yalnız bırakılmaya hiç gelmez. (Çıkar.)
Peki biz niye daha burada duruyoruz?
Gidiyor muyuz? Çok şükür!
Biz de içeriye geçelim!
Sen bile aklını yitirdikten sonra ben akıllı olmak zorunda değilim...
(KEREM’le CAN çıkarlar. 1.GARSON girer. Servisi toplayıp götürür.
NURDAN, arkasında FERİT’le girer.)
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
Herkes gitmiş!... (Bir sandalyeye oturur.)
Özür dilerim. Ben bencillik ettim. Dans seni yordu.
Beni yoran kalabalıkla gürültü! Dans değil! Keşke sonsuz bir kırda
dansetsem... Danstan sonra da hiç kimseyi görmesem...
(NURDAN’ın karşısına gelir durur.) Ben seni o kıra götürebilirim!...
İnanmıyor musun? Bu gece bir kır perisi olabilirsin... Hem ben de sana bir
gösteri yapabilirim. Direksiyondayken ben de evrene haykırıyorum: Varım!
Varım! Varım!
Ben hızdan korkarım.
Çok iyi sürücüyümdür. Bana güven! (Şaka yapar.) Ölmek kaderde yoksa asla
ölmeyiz!... Hadi bana izin ver de seni oraya götüreyim!
Nereye?
Vahşi doğaya! Denize! Bu gece dolunay var. Ay, sularda yıkanıyor dediler.
Üşürüm.
Küçüğüm, arabada her şey var! Uyku tulumu bile!
Belki Soydan da bizimle gelir...
Öyleyse gidiyoruz!
Onun işi saat birde biter.
Bu gece seni kaçırıyorum, küçüğüm! Yanımıza hiç kimseyi almıyoruz.
(NURDAN’ı elinden tutmuş götürürken) Komik bir şey mi söyledim?
Bana ‘küçüğüm’ demen, komik... Bir dakika! Birine haber bırakalım.
Sana, seni kaçırıyorum, diyorum! Kaçarken kimseye haber bırakılmaz! Gel!...
(1.GARSON girer. El ele çıkan NURDAN’la FERİT’i görür. Gidip
arkalarından izler. Döndüğünde karşısında NEYYİRE’yi bulur.)
1.GARSON
NEYYİRE
1.GARSON
NEYYİRE
Ne var, teyze? Sen nasıl daldın içeri buraya kadar?
Aslı Nurdan’ı göreceğim.
Nesi olursun?
Elinin körü olurum!
1.GARSON
NEYYİRE
1.GARSON
NEYYİRE
1.GARSON
NEYYİRE
GÜLŞEN
1.GARSON
GÜLŞEN
NEYYİRE
GÜLŞEN
NEYYİRE
GÜLŞEN
NEYYİRE
GÜLŞEN
NEYYİRE
GÜLŞEN
NEYYİRE
GÜLŞEN
NEYYİRE
GÜLŞEN
NEYYİRE
Nurdan Abla yok. Gitti.
Serserinin zoruna bak! Misafirleri içerideyken o nereye gidermiş?
Gitti be, teyze! Misafiriyle şimdi çıktı gitti işte. Na şu kapıdan!
Öyleyse o başka misafiridir! Demek, bizim çaylakları ekmiş.
Sen ne yapacaktın onu?
Hiç! Anka Kuşu’nu bir de ben görecektim.
(Girip, bakınır.) Nurdan nerede, Memet?
Gitti be abla!
Ama, konukları içeride.
Başka bir misafiriyle şu kapıdan sıvışmış.
Olamaz!... Ne yaptı bu kız!
O kız ne yaptı, yavrum?
...Yanlış adamla gitti.
O ne demek, kızım, yavrum?
Yanlış adamı seçti demek... Oysa kısmeti ayağına gelmişti. (Aralıktan
gösterir.) Bakın, şuracıkta duruyor!
(Aralıktan görür.) O, Doktor Kerem’dir!
Tanıyor musunuz?
Yanındaki de, Doktor Can’dır! İkisi de benim pansiyonerlerim.
Nurdan’la birbirlerini seveceklerine, hattâ şimdiden sevdiklerine kalıbımı
basardım. Görseniz; Kerem ile Aslı’ydılar! Sanki adlarıyla bile birbirlerine
yazılmışlar.
Tasası niye seni sarmış; kızım yavrum, onu bilemem. Ama senden ricam,
ekildiklerini fark etmeden benimkilere, “Sizi hastaneden aramışlar,” der
misin? Şurası arka kapıysa ben de görünmeden oradan sıvışayım. Oldu mu?
...Olur!... Söylerim, teyze...
Hıh! Teyzeymiş! (Farklı yönlerden çıkarlar.)
(İHSAN, arka kapıdan girer. Patron masasına yönelir. Az sonra SÜLÜN de
arka kapıdan girer. Gece giysisiyledir ve çok süslüdür.)
SÜLÜN
İHSAN
Bakar mısınız?... Kimsiniz?
(Döner. İnceler.) ...Çok yalnız bir kalp! Bayan!... (Yaklaşarak)
Emrinizdeyim!
SÜLÜN
Siz burada, görevli misiniz?
İHSAN
“Görevini yerine getirmiş biri!” diyelim...
SÜLÜN
Yetiştim mi acaba? Aslı sahneye çıktı mı? Benlerini getirdim!
İHSAN
Bağışlayın, ‘Benlerini’ mi, dediniz?
SÜLÜN
(Saklar.) Öyle mi dedim?
İHSAN
Ben öyle anladım. Taşınabilir nesnelermiş gibi. Yani getirilip götürülebilinirler mi? Düşünün... Gülünmeyi hak ettim!
SÜLÜN
Çağırır mısınız! Ben annesiyim.
İHSAN
Ne yazık ki yetişemediniz, Bayan.
SÜLÜN
Şimdi sahnede mi?
İHSAN
Dansını bitireli çok oldu. Binadan ayrıldılar. Yoklar, çıktılar, gittiler...
SÜLÜN
Anladım!
İHSAN
Mesaj bırakmak ister misiniz?
ERKEK SESİ (Dışarıdan) Sülün Hanım!... Nerede kaldınız Allah Aşkına?
İHSAN
Bunca sabırsızlıkla, sizi mi çağırıyorlar?
SÜLÜN
(Seyirciye dönük) Bu sesin, sahiden beni, sırf beni, benim için beni çağırdığına
bir inansam... İnansam, ne olur sanki?
İHSAN
Bana mı soruyorsunuz?
SÜLÜN
İHSAN
SÜLÜN
İHSAN
Hayır!... Kızıma mesajım yok. Yahut... (Seyirciye dönük) Tam da yedeğe
alınacak harika bir koca adayı!... Erkeklerin de saçlarını boyattığını bilmiyor
mu bu adam?! Aslında yanlışlık bende. Acele, kendi yaşıtlarıma ve ak düşmüş
saçlara alışmam gerek!
Buyurun! Size eşlik edeyim!
Hayır! İstemem! Kimseye mesajım yok! (Çıkar.)
(Arkasından seslenir.) Dolunaylı gecelere dikkat, Bayan!!! Seçimi siz yaptım
sanırsınız. Ama kararı aldırtan, gece olabilir... (Seyirciye dönük) Dışarıda
inanılmaz güzellikte bir gece var. Herkes doludizgin, kaderine koşmakta...
Böyle bir gecede uşaklığa dönmek... Üstelik bütün bunları, kendi başıma
kendim sardım!... (Çıkar.)
PERDE
2.PERDE
(NURDAN’la FERİT, aydınlık sahneye girerler... Başka dünyalardan gelmiş
bir halleri vardır.)
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
(Sahnenin ortasına gelir. Kendi çevresinde döner.) Gökyüzü halâ başımda
dönüyor!
(Kenarda durmaktadır. Seyirciye dönüktür. Kendi kendine) Neden hiç tasa
etmiyor? Neden hiçbir şey umurunda değil? Evsiz barksız kalmış biri için,
neden böylesine mutlu?
(FERİT’e koşar.) Bana yaşadığım en güzel geceyi verdin! Sana ne kadar
teşekkür etsem az. Teşekkür ederim!... Teşekkür ederim! Teşekkür ederim!...
Gerçekten!...
Ama ben çok üzgünüm!
Neden?
Seni evinden ettim.
Benim için üzülme. En kötüsü, annemin evine dönerim!
Soydan’la aranızı açtım.
Soydan’la aramız açılmaz. O haklı! Ben onu incittim. Tepkisi aşırı oldu ama,
o beni anlar.
Peki, ya ben ne olacağım?... Ben evime dönmek istemiyorum. Ben senden
ayrılıp hiçbir yere gitmek istemiyorum. Ben gözlerimi bir an bile senden
almak istemiyorum. Ne düşündüğümü bilmek ister misin? Şimdi ayrılıp
gitmek, ikimize de kötülük olur.
Ayrılmıyoruz ki! Ben buradayım.
Bu yetmez. (Hızla NURDAN’ı omuz başlarından kavrar.) Bizim aramızda bir
şeyler oluyor. Dağdan kopmuş bir sel gibi geliyor. Bak, beni kökümden söktü,
sana attı! Bu ne demek biliyor musun?
Güzel bir şey olduğunu biliyorum.
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
Buradan birlikte gidelim... O zaman hiç ayrılmayız.
Nereye?
Bir arkadaşımın ilgilendiği bir ev var! Bizim için o evi tutmamı ister misin?
Seninle ayni uyku tulumunu paylaştıktan sonra, ayni evi de paylaşırım! Bunu
mu soruyorsun?...
Tanrım! Çağın en büyük sevdası bunca sadelik içinde mi doğuyor?
(Mutlulukla) Abartma!
Hayır; biliyorum! Bizimkinin, gibisi olmayacak! Bu yaşadığımız geceyi,
doğanın o görkemli düğününü düşün!... Şimdi gidip o evi tutacağım.
Olur!...
Ama sonra gene dün geceki yerimize dönelim. Düğünümüz orada olsun.
Uyku tulumumun içinde!
Olur!...
(Çıkarken döner.) Fikrini değiştirmeyeceksin değil mi?
Ben tükürdüğümü yalamam!...
Mert kız!... Seni seviyorum, Küçüğüm! Beni burada bekle, e mi? Bir koşu
gidip geleceğim. Sakın bir yere kaybolma. (Çıkarken döner.) Dün geceyi
lâfla harcadığıma yaşamım süresince pişman olabilirim!
Olma! Bu günü, dün gece getirdi! Seni bütün o anlattıklarınla tanıdım. Hiç
pişman olma!
Sakın kaybolma! (Çıkar.)
(NURDAN bölmesine geçer. Aynanın karşısına oturur. İyice yaklaşıp aynada
yüzünü inceler. GÜLŞEN girer. Bir süre NURDAN’ı izler.)
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
(Seslenir.) Yolculuk nereye kardeş?...
Sen misin?!...
Benim!... İhtiyaç molasında kendine çeki düzen veren yolcu gibisin. Dün
gece neredeydin? Eve gelmemişsin!
Hangi eve?
Saçmalama! Sen Soydan’da kalıyorsun. Evin orası! Gece eve dönmemişsin.
Ateş püskürüyor.
Biliyorum. Provayı aksattım. Oysa ilk kez oluyor. Beni fazla sahiplendi.
Geceyi nerede geçirdin?... (Sabırsız bir bekleyişten sonra) Bana cevap
verecek misin?
Uyku tulumunda!...
Peki, nerede?... O uyku tulumu, neredeydi?...
Neresiydi bilmiyorum... Denize karşı kartal yuvası gibi bir yerdi. Geri
dönmemiz üç saatimizi aldı. Fena halde uykusuzum. Bütün istediğim biraz
uyku.
Kiminleydin?...
(Çok şaşırmış) Ferit’le! Başka kimle olabilirim? Sorgulama sürecek mi?
Seni sorgulamaya hakkım var mı? Benimki sırf merak!
Sormadan söyleyeyim. Uyku tulumunun içinde de Ferit’leydim!
İyi ki söyledin. Ben de saf saf, o iti başından def edeceğini ummuştum.
Sen Ferit’e mi ‘it’ diyorsun?... Nasıl böyle konuşursun? Onu tanımıyorsun
bile!
Hayır, ben onu tanımıyorum; peki, ya sen? Sen onu tanıyor musun?... Ama
onunla uyku tulumuna girmişsin bile işte!... Soydan ne kadar pişman ikinizi
tanıştırdığına.
...Pişman olmasın...
...İş o kadar ciddi mi?
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
GÜLŞEN
1.GARSON
GÜLŞEN
İHSAN
NURDAN
1.GARSON
NURDAN
1.GARSON
NURDAN
1.GARSON
NURDAN
1.GARSON
NURDAN
...O kadar ciddi!
(İç çeker.) Öyleyse öyledir... Ne yapalım!... Sana karışmaya hiç hakkım yok.
Söyle bakalım, sevmek nasıl bir duygu? Ben unutmuş muyum, diye
soruyorum.
Sen aptalsın!... Sevmeden evlenmeyi kafaya koymuşsun diye Patron’u
sevdiğini bir türlü kendine söyleyemiyorsun. Şunu kabul et de rahatla.
Beni geç! Burada seni konuşuyoruz.
Sahi o nerede? Azarlamayan bir o kaldı.
Olayı hazmetsin, ortaya çıkar... Elini sürmediği biricik As Yıldızıydın! Sana
öyle saygısı vardı. Hâlâ anlamıyorum. Kimseyi umursamadan nasıl o çocukla
çıktın gittin?
Belki de beni ‘Küçüğüm,’ diye çağırdığı içindir!... Düşünsene, bana(!)
‘Küçüğüm,’ diyor!
Ya bütün kızlara öyle diyorsa?...
Bana bak! Sen niye ona bu kadar karşısın?
Çünkü o, yanlış adam!
Bu benim kendi seçimim değil mi?
Hiçbir şey anlamıyorsun. Ben burada bütün dengeleri bozmandan söz
ediyorum!
İlk kez birine böylesine güven duydum. Bu duyguyu ilk kez tattım. Yanlış
olamaz. Çok hızlı araba sürdüğü halde hiç korkmadım. Beni denize yarlarla
inen yüksek bir düzlüğe götürdü. Bütün o dalgalar, ışıldayan kayalar, o ay, o
dinmeyen rüzgâr... Sanki doğada düğün vardı... O sonsuz düzlükte ona
dansettim.
...Sonra da uyku tulumunun içinde onunla dansettin. Peki, o nerede şimdi?
Birlikte oturacağımız evi tutmaya gitti.
Mutlu olun!... Artık ne diyebilirim.
Dengeleri bozmak derken, sen ne demek istedin?
...Sevgi, iki kişi arasındadır sanırsın. Ama, hayır; öyle değildir!... O iki kişinin
birbirini sevmesi yetmez. Sevgi kendi dengesini herkese baş eğdirecek güçte
kurmazsa, çevresindeki bütün diğer dengeleri de altüst eder. Öyle ki, sevmek,
sevenlerin yıkımı olur. Bana kulak ver! Bu konuyu çok derin düşünmüş biri
konuşuyor karşında.
İyi de... Ben hiç bir şey anlamadım...
İyi! Zaten, anladığın zaman iş işten geçer.
(Girer.) Gülşen Abla! Ismarladığın kanepe geldi.
(Aralıkta İHSAN’la karşılaşır.) Siz kimsiniz, Beyefendi? Burada
duramazsınız. Memet! İlgilen! Önüne gelen içeri dalıyor. (Çıkar.)
(1.GARSON’a para verir.) Sağ ol, oğlum! Ben göreceğimi gördüm.
Duyacağımı duydum. O giden hanım kızın düşüncelerine aynen katılıyorum.
Bence de bu hanım kız dansını yanlış adamla yaptı... Yalnız, dikkat! Kadın
için adam yanlışsa, erkek için de kadın yanlıştır! Yani durum olağan...
Yani,“Ben uyarmıştım,” demenin kimseye yararı olmaz. (Çıkar.)
Mehmet!
Buyur, Nurdan Abla!
Gel azıcık ensemi ov.
(Ovarken) Nen var, Abla? Hasta mısın?
Değilim.
Üzgün müsün?
Değilim. Nereden çıkarıyorsun? Uykusuzum.
Aspirin alıp geleyim mi?
İlaca alerjim var, Mehmet; içemem.
1.GARSON
NURDAN
1.GARSON
Ovmak iyi geldi mi?
Çok!
Ne olur, burdan gitme, Abla! Her gece seni seyredeyim, başka bir şeycik
istemem.
NURDAN
Bir yere gitmem. Neden gideyim? Yetti! Sağ ol!... (Ayağa kalkar.)
1. GARSON (Başını eğmişken konuşur.) Keşke hiç dost edinmeyeydin, Abla!... (Başını
kaldırıp NURDAN’a bakar. Sonra kaçarcasına çıkar.)
(GÜLŞEN girer. 2.GARSON ve 3.GARSON, sahneye tek başlı bir divan
taşırlar. GÜLŞEN’in gösterdiği yere bırakır çıkarlar.)
NURDAN
(Şaşkınlığını hemen unutur.) Heey! Divan geldi!... (Yaylarını yoklar, hemen
uzanır.) Tam dinlenmek için!... Bütün istediğim biraz uyku!...
GÜLŞEN
Bu sabah ısmarlamış olmasaydım, değişen koşullarda bunu burada zor
görürdün. Bu da iyi! Şu yaptığına bak! Çapraşık sorunların ortasında sen yat,
uyu...
NURDAN
Kimin, çapraşık sorunları var?... (Uyur.)
GÜLŞEN
(Kimonoyu alarak NURDAN’ın üzerini örter.) Aslında sevinmeliyim. Sevgili
Patron, avutulmaya kucak açmış beni bekliyordur. Bulayım da avutayım bari...
(Aralıkta duran İHSAN’ı görür.) Gene mi siz?
İHSAN
(Sahneye girer. İlerler.) Affedin, Bayan! Yaptığım bir telefon konuşması,
geri dönmemi gerektirdi. Sizinle bir ön görüşme yapabilir miyiz?
GÜLŞEN
Neyin ön görüşmesi?
İHSAN
Bakın, Bayan! Buraya birazdan, bir baba, oğlunu geri almaya gelecek. Meğer,
oğlan şu Küçük Hanım’la ‘gibisiz’ bir aşk yaşamaya kalkışmış. Bilirsiniz,
gibisiz, benzersiz demektir. Benzersiz bir aşk, yani!... Az önce ben Baba’yı
aradım. Oğluyla tutuştukları bahsi oğlanın kazandığını bildirdim. Oysa,
benden önce oğul, anayı arayıp ona gibisiz aşk’ı bulduğunu müjdelemiş!
Ozandır da kendisi!...
GÜLŞEN
Bütün bunları anlamamı beklemeyin benden.
İHSAN
Kısacası, Ferit Bey, gibisiz aşkı uğruna nişanını bozmakta.
GÜLŞEN
Siz, Ferit Bey’den söz ediyorsunuz!
İHSAN
Evet! Elbette!
GÜLŞEN
O şu an, Nurdan’la oturacakları evin kira anlaşmasını yapmakta.
İHSAN
Oysa o para kendisine nişanlısıyla harcaması için verilmişti.
GÜLŞEN
Ferit Bey, nişanlı mı?
İHSAN
Sonunda anlatabilmişim!
GÜLŞEN
Kiminle?
İHSAN
Önemli mi? Sizi Nurdan Hanım ilgilendirmeli. Bence işbirliğimiz için yeterli
nedenimiz var. Birazdan Ferit Bey’in babası buraya gelecek. Bakın,
açıklamaya vaktim yok. Her şey olağanmış gibi davranın, bana yeter.
1.GARSON (NAMIK’ı getirerek girer.) Bu adam, Ferit Bey’in babasıymış, Gülşen Abla!
Burada onu bekleyecekmiş.
NAMIK
Bendeniz, Namık, Bayan! Oğlumu da alıp, buradan öyle gideceğim.
GÜLŞEN
Kimse size engel olmaz, Bayım!
NAMIK
Aslı Nurdan Hanım, neredeler?
1.GARSON İşte! Orda! Söyledim. Uyuyor.
GÜLŞEN
Lütfen uyandırmayın. Akşama programa çıkacak.
NAMIK
(İHSAN’ın açtığı kolluklu iskemleye yerleştikten sonra) Bence oğlum
gelmeden, gibisi olmayan aşklarına bir kuruşluk yatırım yapmayacağımı benim
ağzımdan duymalı.
İHSAN
(Aralıktan görerek) Buna zaman kalmadı, Efendim! Zira Küçük Bey de teşrif
ettiler.
FERİT
NAMIK
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NAMIK
NURDAN
NAMIK
GÜLŞEN
NAMIK
GÜLŞEN
FERİT
NAMIK
GÜLŞEN
NURDAN
FERİT
İHSAN
NAMIK
İHSAN
FERİT
İHSAN
NURDAN
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
İHSAN
NURDAN
FERİT
İHSAN
(Girer.) Abuziddin! Sen gene mi buradasın!... Gene babam mı yolladı? Ooo!
Kendisi de buradaymış. Merhaba Baba! Bir dakika... Önce güzel haberimi,
Küçüğüm’e vereyim... (NURDAN’ın yanına oturarak uyandırır.) Evi tuttum!
Buradan derhal benimle ayrılmazsan, seni kendi kaderine terk ederim ve bir
kuruşluk yardım yapmam, bilesin!
(Doğrulur.) Baban mı?...
Önce bir tanışsaydınız, Baba!... Bize yardım etmeseniz de olur. Şu anda yıllık
kirası ödenmiş möbleli bir evimiz, altımızda otomobilimiz, gençliğimiz,
enerjimiz, her şeyimiz var.
Otomobil babanın, demiştin. Bence onu geri vermeliyiz.
Herhalde bunca zaman onunla çalışmamın, ona çalışmamın, onun için
çalışmamın bir karşılığı olmalı.
Otomobili unutabilirim, Hamfendi. Zaten artık oğlumun oldu; onu bahisten
kazandı... (FERİT’e) Peki bundan sonra neyi, neyle, nasıl kazanacaksın?
Senin şimdiye kadar da, hem evin, hem otomobilin vardı ama, üstüne harçlığını
da alırdın. Şimdi harçlığını kim verecek? Bu kız mı?
Neden olmasın?... Benim kazancım ikimize de yeter. O zaten şiirlerini
yazacak. O bir ozan! Şiir yazmak tüm yaşamını doldurur.
Bir dakika! Bir dakika! Oğlumun şiirlerini gördünüz mü siz? Çünkü
görmediyseniz, gördükten sonra konuşun. (Cebinden ince bir kitap çıkarır.)
İşte basılı şiirleri! Okuyun, demiyorum. Bir tek şiirine göz atın; yeter.
(Uzatılan kitabı kimse almayınca, alarak rast gele açar.) ‘Yutma Beni’ şiirini
açmışım! Okuyorum!... ‘Kuşları topla/ Beni yutma!......’... Hepsi bu! ‘Yutma
Beni’ başlıktı!... ‘Kuşları topla. / Beni yutma!’ da gerisi. Yani, şiir!
Gördünüz mü? Bir şey anladınız mı? Siz bu şiire yatırım yapar mısınız?
Size hak veriyorum, Beyefendi! Açık seçik anlamını vermedikçe sözcüklerle
uğraşmak niye? Erişilmeze ulaşan müzik var!... Zaten oğlunuz Nurdan için
yanlış adam!
Hoppalaaa!
Asıl o, oğlum için yanlış kadın!
Ne fark eder?
Bizden böyle söz etmelerine izin verecek miyiz?
Boş ver, ben eğleniyorum! Sen de eğlen. Babam bizi ayıramaz, Küçüğüm.
(Ortaya yürür.) Eğer izin verirseniz...
Sen sus, Abuzittin!
Ama izniniz olsa.... Olursa... Ben bu gençlere, genç bayanın sözünü ettiği
yanlışlığı kanıtlayabilirim, Efendim!
Saçmalama, Abuziddin!
O zaman Küçük Bey nişanlısına döner! Size de, Küçük Hanım, en azından
yıllık kirası ödenmiş möbleli bir ev kalır.
(FERİT’e) Sen nişanlı mısın?
O, birbirimizi bulmadan önceydi.
Gibisi olmayan aşkmış! Sen sorumluluklarını bil!
Daha şiir kitabımı alaya aldığınız gün, sizden olabildiğince uzağa kaçmalıydım
Baba! Size karşı hiçbir sorumluluğum yok benim.
Öyleyse benim sana hiç yok!... Olabildiğince uzağa kaçmakmış! Evden
ayrılman yeterdi.
Lütfen! Hepiniz bana izin verin!...
Siz de kimsiniz?
Dünkü içkiler asıl şimdi olmalıydı.
Hemen! (Aralıktan seslenir.) Oğlum!... Buraya her şeyiyle dört dörtlük bir
içki servisi yollat!
FERİT
NAMIK
İHSAN
NURDAN
İHSAN
NAMIK
FERİT
İHSAN
NURDAN
İHSAN
GÜLŞEN
İHSAN
GÜLŞEN
İHSAN
FERİT
İHSAN
NURDAN
İHSAN
NURDAN
İHSAN
NAMIK
FERİT
GÜLŞEN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
Viski! Viski ve buz da olsun.
Bir dakika! Bir dakika! Paralar kimden, Abuzittin!
Elbette sizden! Burada size oğlunuzu vaat ediyorum! O kadar olsun.
Sorabilir miyim, Beyefendi, siz kimsiniz?
“Ferit Bey’in nişanlısına dönmesinden yarar sağlayacak biri!” diyelim mi? Ya
da, yarar uman biri demek, sanırım daha doğru olur...
Beyefendi, uşağımdır, Küçük Hanım!
Abuziddin! Seni benden yanasın sanıyordum.
Belki de öyleyimdir, Küçük Bey!... Cesur olun! İkiniz de cesur olun. Bırakın
bir deneyeyim.
Neyi?
Bakın, Küçük Hanım! Yaşamda her insanın karşılaşmaktan kaçınamayacağı
bazı durumlar vardır. Ben onlardan bir kaçını sıralayayım; siz içtenlikle kendi
tepkilerinizi verin. Yapacağımız şey bu! Hepsi bu! Gerisi size kalmış. Çünkü
farkı yaratan, her insanın o durumları kendi kişiliğine göre yaşamasıdır.
(NURDAN’a) Bırak, adam işini görsün.
...Güzel! Madem karşı çıkmıyorsunuz, demek ki başlayabilirim... Önce şunu
belirteyim; bana katılacak mısınız, bilemem. Ancak doğrudur... Aslında her
sevgilide insan azıcık kendini sever. Çünkü sevdiğimizin bizi olmak
istediğimiz kişi olarak gördüğünü sanırız. Nasıl ki sevdiğimizde de çoğunlukla
düşlediğimizi görürüz, gerçek olanı değil.... Sonuçta sevgililer birbirlerine
kendi düşlerini yansıtan aynalar gibidirler. Bence yanılgıların başlıca nedeni
bu!
Çok mu karışık?...
Yoo! Çok basittir. Bakın, ben hemen Ferit Bey’e sorayım. (FERİT’e)
Nurdan Hanım, sence nasıl biri?... Onu bize anlatır mısın? Yani sen onu nasıl
görüyorsan, nasıl tanıdıysan, nasıl biliyorsan öyle... Olduğu gibi. Burada içten
olmak çok önemli!
Onu nasıl görüyorsam?!... O benim için, estetik, güzellik ve büyünün
karışımı!... O bütünüyle, bana aşkımın sunuluşu!
Bu kadarı bile yeter. (NURDAN’a) O sende bir aşk kadını görüyor! Peki sen
onun bu dediği kişi misin?
Bir bölümümle evet. Niye olmayayım?
Bakalım bu kişiliği taşıyabilecek misin? Sanırım o bölümünün, bütününle seni
yutması gerekecek! Peki, sen Ferit’i nasıl biri görüyorsun?
Nasıl biri görüyorum?!... O, rastlamayı hep umduğum erkek! Bağlanmanın
anlamını bilecek biri! Güvenmeyi, korunmayı, paylaşmayı, dayanışmayı
onunla yaşayacağım. Onunla hem yaşama sağlamca tutunur, hem sanatçı
yanımı korurum. Ben böyle düşünüyorum!
(Bir sessizlik olur... 1.GARSON servis masasını getirir. Bırakır, çıkar.)
İçkiler geldi!... İçki molası!
Soytarılık istemez, Abuzittin. Ya da her kimsen! Madem herkes katılmayı
kabul etti, ne iş üstlendinse üstesinden gelmeye bak!
(Sahnenin önüne gelir.) Gibisiz bu aşk uğruna bütün gemilerimi yaktım!...
Ben bu aşkı yaşamak istiyorum! Peki ben onun bende gördüğü o kişi miyim?
(Gidip viskisini alır.)
Ben bu oyunu sevdim.
Bu oyun değil, Bayan! Bu, hayat memat meselesi!
Eveeet! Şimdi, kendinizi içinde bulacağınız durumlardan ilki! Neyle, nasıl
geçineceksiniz? Aslında bunu hallettik! (NURDAN’a) Parayı siz
kazanacaktınız!
Bakalım kazancı yetecek mi?
FERİT
NAMIK
NURDAN
İHSAN
NAMIK
İHSAN
FERİT
İHSAN
GÜLŞEN
NURDAN
FERİT
NURDAN
GÜLŞEN
NURDAN
İHSAN
NURDAN
İHSAN
NURDAN
FERİT
İHSAN
NURDAN
İHSAN
GÜLŞEN
İHSAN
GÜLŞEN
Gerekirse ben her yerde iş bulurum.
İş dediği; üst düzey yöneticilik! Yağma yok! Seni ancak sersem baban,
şirketinin başına geçirir.
(İHSAN’a) O, bir ozan! Bir sanatçı! Lütfen! O, şiirlerini yazacak!
Tartışılmaz bile!... Siz kazandınız! O şiirlerini yazmalı. En azından içinizde
ukde kalmaz. (FERİT’e) Sevdiğin, sana inanıyor; ne mutlu!... (Onun içki
içişini izler.) İç bakalım! (Ötekilere) Dikkatinizi çekerim. Bunalınca da,
mutlu olunca da içiyor. İçkiye eğilimini sezmiştim.
Haddini bil, Abuzittin!
Hay hay, Efendim. Çok haklısınız. Haddimi bilmeliyim... Bakın, durum ikiye
geldik bile! Kıskançlık nasıl bir duygudur? Bilir misiniz, Küçük Bey?
Bilmemeyi yeğlerim.
Evet! İnsanı çağ dışı davranışlara iter. Ne yapalım ki insanoğlunun doğasında
var. Herkes bilir; aşkla kıskançlık, at başı gider. Hele duygulara gem
vurulamıyorsa...
Gerçekten... Soydan, Nurdan’a tapar! Nurdan’ın Soydan’la çalışmasını Ferit
Bey nasıl karşılayacak?... Onlar, ikisi birlikte, günde altı saat prova yapıyorlar.
Yalnız ikisi!
Ben danslarımı, Soydan beste yaparken hazırlıyorum...
Ben de izleyemez miyim?
Elbette izlersin.
Bakalım Soydan ister mi?
O, karşı çıkmaz.
Güzel! O halde Ferit de provalara katılacak. Hattâ o da ayni ortamda, ayni
müzikle, şiir yazacak!... (Şiir kitabını rasgele açıp bir şiir daha okur.)
“Duvarlar!... Ben durursam, onlar üzerime geliyor. / Ben yürüyünce, onların
üzerlerine gidiyorum!... / Şimdi anlıyorsunuz ya, neden, / Hep yürümem
gerektiğini!” (Şiire kısa bir saygı duruşundan sonra FERİT’e) Korkarım,
şiirin içerik değiştirecek! Artık gibisi olmayan aşkını evrene duyurmak
zorundasın. Öte yandan, kaçınılmaz biçimde provalar aklında asılı kalacak...
Sana Nurdan’ı bir çeşit paylaşmak gibi gelecek. (FERİT içkisini yeniler.)
İçsin! İçki yardım eder. Zaten gecelerini Nurdan’la Doyuran’da geçirecek
Orada zaten içecek. (Dans müziği başlar.) Hiç müşterilerle dansettiğiniz oldu
mu, Nurdan Hanım?
...Bazen!... Bazen olay çıkmasın diye... Bazen de insan gerçekten dansetmek
ister.
Bu dansı bana lütfeder misiniz?
Bir yönetmene, nasıl hayır derim?
(Dans etmeye başlarlar. İHSAN elini yavaş yavaş Nurdan’ın sırtından aşağıya,
sonra belinden aşağıya kaydırır. NURDAN, İHSAN’ı iterek ayrılır.)
(İHSAN’ı yakasından kavrar.) Bu nasıl cüret?
Kızma... Ben yalnızca olasılığı sergiledim. Onu gene bir bar kadını yerine
koydun. O öyle düşünecek! (FERİT yakayı bırakır.) Gördünüz! Hemen
kıskançlığa yenilecek yapıda. (NURDAN’a) Bir süre sonra dansı bırakmanı
isteyecektir.
Bırakamam ki. Ekmek kapımız!
Tek çözüm; ekmek paranızı Ferit kazanır!... Elveda şiir!... (Bir süre
durduktan sonra) Aranızda hanginiz çocuk sever?
Onlara hiç zaman tanımıyorsunuz.
Ama öyle!... Gibisiz aşklarını yaşarlarken erkek ha bire tohumlayacak.
Tohumlardan biri elbet tutacak. Doğa yasası!
Evet, olabilir ama...
FERİT
İHSAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
İHSAN
FERİT
İHSAN
NURDAN
İHSAN
FERİT
İHSAN
NURDAN
İHSAN
GÜLŞEN
İHSAN
NURDAN
İHSAN
NURDAN
İHSAN
NURDAN
İHSAN
NURDAN
İHSAN
GÜLŞEN
FERİT
NURDAN
İHSAN
NURDAN
GÜLŞEN
İHSAN
GÜLŞEN
Olamaz!...
Ancak kendini kısırlaştırırsan, olamaz.
Her kadın korunmayı bilir.
Benim her tür ilâca alerjim var.
Gördün mü? Gebelik hapı kullanamaz. Hattâ, dün geceden beri, olasılık
şimdiden var... Diyelim ki, var! Çocuk olursa, aldıracak mısınız?
Düşüncemi soruyorsanız, ben çocuk aldırmaya karşıyım.
Ama çocuk aranıza girer. Aşkınızı böler. Dengeler değişir.
Lütfen!... Baba olmaya hazır mıyım? Değil miyim? Biri de bana sorsa...
İşte gördünüz, bayan! Baba olmak istemeyen birine kazık atıyorsunuz!
Kazık mı atıyorum?
Sorun ona! Kazık mı? Değil mi? Baba olmaya hazır mı?
Elbette değilim!
Gönlü olmayan birini baba yapmak, bu çağda sevişme ahlâkına sığmaz, Küçük
Hanım!
(Fazlaca ciddi) Ben kendi çocuğumun sorumluluğunu üstlenebilirim!
Evet ama, çocuk iki kişi ile yapılır. Biri annedir, öbürü de baba! Birlikte
plânlanır... Birlikte büyütülecektir! Haksız mıyım?... (FERİT’e) Ne yapalım!
Görüyorsun, baba olman kaçınılmaz! Şimdi gerçekten iş bulmana sıra geldi.
Bir şirketin muhasebesini yönetirsin artık. En iyi para için, en nefret ettiğin iş!
(Ferit içkisini yeniler.) ...Ancak içerek dayanılır!...
Bu gidişle alkolik olacak!
Durum dörde geçelim mi?
Durum üç, neydi?
Durum üçte, kadın gebe kalır... Durum dörtte çocuk doğar! (FERİT’e divanı
gösterir.) Şunun kıyısından tutar mısın, bir zahmet!... Tut, tut, lütfen!...
(Divan’ı sahne önüne yaklaştırırlar. NURDAN’a) Şuraya uzanabilir misin?
Uzan, uzan! Lütfen!... (Dolaptan kolalı masa örtülerinden birini alır, büker,
divana uzanmış olan NURDAN’ın koluna yatırır.)
Bu nedir?
Bebeğin! Bebeğin doğdu! Hastanedesin.
(Kumaş büklümüne bebeğiymiş gibi bakar.) Oğlan mı?... Bari oğlan olsun!
Tamam! Oğlan oldu.
İlk çocuğum hep oğlan olsun istedim.
(FERİT’e) İlk çocuğu!... Demek sırada sonrakiler var! (FERİT içer.) Evet,
içiyorsun. İçilir! Oğlunun doğuşunu kutladın... Ve de dut gibi sarhoşsun! O
karşı konulmaz gücün seni bu kadına itme nedenini, bir başka açıdan da
kavradın. Çocuğunu kucağına alsana! (Çocuğu alıp FERİT’e verir.) Adını ne
koyacaksınız?
‘Yiğit’ olsun! Ferit’e de uyar.
(Çocuğu, tam sunuş biçiminde, iki elinin üzerinde tutmaktadır.) Ferit? -İt!...
Yiğit? -İt!... Gerçekten uydu... İt oğlu it, bu be Vallaha, it oğlu it!... Hem de
aynan, itin oğlu it... (Bir gülme krizine girer. Çocuğu Nurdan’ın kucağına
atar.)
(Yalvarır.) Artık içmesin. Dayanamıyorum...
Sana evlenme teklif etmedi, değil mi? Ya da henüz etmedi.
Etmedi...
Daha tanıştığı gün uyku tulumuna giren kıza, kim evlenme teklif eder?
Merak ettiğim, çocuğunuz hanginizin soyadını alacak?
Tamam!... Yeter artık! Buraya kadar... Artık sizi dinlemiyoruz! Bitti!...
(Elinden tutup çekerek NURDAN’ı ayağa kaldırır.) Kalk! (Divanı neredeyse
tekmeleyerek eski yerine iter.)
İHSAN
NURDAN
FERİT
NAMIK
NURDAN
NAMIK
NURDAN
NAMIK
İHSAN
NURDAN
NAMIK
NURDAN
NAMIK
NURDAN
GÜLŞEN
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
...Zaten söylenecek çok bir şey kalmadı... Hattâ çok az bir şey kaldı. Ben
ufukta küçük çocuklu bir kadınla alkolik bir adam görüyorum! Ne kadar
sıradan bir kader... Hani, aşkınızın gibisi olmayacaktı?...
(NURDAN’la FERİT, dönüp birbirlerine bakarlar. Birbirlerine doğru
yürüyerek sahnenin ön ortasında karşılıklı dururlar. Birbirlerine ayni anda
konuşurlar.)
Beni seviyor musun?... (İçtenlikle dileyerek) Ne olur, bana beni sevdiğini
söyle...
Beni seviyor musun?... (İçtenlikle dileyerek) Ne olur, bana beni sevdiğini
söyle...
(Soruları karşılıklı yanıtsız kalır. Başlarını eğerek birbirlerinden uzaklaşırlar.)
Benden yardım beklemesinler. (NURDAN’a) Sizi tanımıyorum ve asla
tanımayacağım!
Öyleyse oğlunuzu da yeryüzünden sildiniz.
Yanılıyorsunuz. Oğlum ve biricik varisimdir. Akıbetiyle yakından ilgilenirim.
Sizden kendim için hiç bir şey istemedim.
Oğlum için de isteyemezsiniz. Prensip meselesi... Müstahaktır! Öldüğüm
zamanı bekleyin. Mirasıma konarsınız.
(FERİT, divana oturmak ister. Dik duramaz, yana devrilir.)
(FERİT’i divana yatırır.) Bu, sızdı!...
(Yalvarır.) Lütfen, onu götürün divanımdan! Lütfen, onu alıp götürün
buradan!
(Kendi çabasıyla ayağa kalkar. Divana yaklaşır. Bir süre FERİT’e bakar.
NURDAN’a döner.) Oğluma ne yaptın sen?... Benim oğlumu bir gecede
nasıl bu hale getirdin, kadın?
Bilmiyorum!... Bilmiyorum; bilmiyorum!... Bütün istediğim biraz uyku.
Lütfen; oğlunuzu alıp gidemez misiniz? Benim kanepemde uyuyor!
Küçük Hanım!... Kovulmaya alışkın değilimdir!
(FERİT’in yanına uzanır. Ona sıkıca sarılır.) İyi! Kalın!... İşte, ikimiz de
sığdık. İstediğiniz kadar kalın... (Uyur.)
(NURDAN’ı kimonosuyla örter.) Bu kız gece programa çıkacak. Uykusunu
almalı. (İHSAN’a) Ondan siz sorumlusunuz. Ben berberimi daha fazla
bekletemem. (Çıkar.)
(Uyuyanları seyreder.) ...Kendimi suçlu hissediyorum! Belki de gerçekten
doğabilecek gibisiz bir aşkı, sanırım başarıyla katlettim!...
(Bir süre NURDAN’ı seyreder.) O yanlış kadındı, Abuzittin! Buncağız
yavrucağız, oğlum gibileri çekip çeviremez. Sanırım, o bunu anladı.
Ne diyorsunuz? Tehlike bitti mi yani? Bırakalım burada uyusun mu oğlunuz
kızla birlikte?
Bırakalım ya. Bırakalım uyusunlar... Fabrika dönüşü halâ buradaysa,
oğlumdan ne kaldıysa toplar götürürüz seninle... (Çıkarlar.)
(Işıkları hafif karartılmış sahnede bir koşuşturmadır gider. Garsonlar gürültü
yapmamaya çalışırlar. Girerler, çıkarlar, kirli örtüleri dolaplara tıkar,
temizlerini alır götürürler. Her defasında durup, uyuyanlara bir göz atarlar.
PATRON girer. Kaşları çatıktır. Uyuyanlara göz atar gider. GÜLŞEN girer.
Doğruca uyuyanların başına gelir. Frapan giyinmiş, sahne makyajı yapmıştır.
Garsonlar peş peşe girerek çevresini alırlar.)
1.GARSON
2.GARSON
3.GARSON
Aman, Abla! Geldin, şükürler olsun!
Amman , Gülşen Abla, sonunda geldin!
Mahvettin bizi be Abla, ya’; hiç bu kadar gecikilir mi?
GÜLŞEN
2.GARSON
GÜLŞEN
3.GARSON
2.GARSON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
GÜLŞEN
PATRON
TARIK
PATRON
TARIK
PATRON
TARIK
1.GARSON
NURDAN
1.GARSON
NURDAN
1.GARSON
NURDAN
1.GARSON
TARIK
1.GARSON
TARIK
1.GARSON
TARIK
1.GARSON
TARIK
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
Size ne?
Size ne olur mu, bizi Patron’un eline bıraktın burda.
Geldim işte! Haydi işinize, haydi işinize!
(Çıkarken) Önce Patron’u göreceksin.
(Çıkarken) Gelir gelmez önce beni görsün, dedi.
İyi! Görürüz!... Memet, kaldır şunları; uyansınlar artık!
(Girer. GÜLŞEN’le karşılıklı dikilirler. ) Ne bu kılık? Sahneye mi
çıkıyorsun?
Evet!
Haydi kılığın seni ilgilendirir; ama işin beni! Bak, saat kaç!
Söyler misin bana, ben senin neyinim?
Neyimsin?... Öyle mi?
Evet! Seninle benim ilişkimiz ne? Daha bilmiyorum.
Öyle ya. Bilmiyorsun. Benden niçin maaş alıyorsun acaba?
Cümle alem senden maaş alıyor. Adını koy! Hangi hakla bana zorbalık
yapıyorsun.
Ben mi zorbayım? Ben burayı demokrasiyle yönetiyorum! Cümle alem bilir
be!
Öyleyse bu gece, ve az sonra, senin Demokratik Cumhuriyetinde geçecek bir
olayı sakın kaçırma. Neyin olduğumu sana göstereceğim...... Patron! (Çıkar.)
(Bakınır. 1.GARSON’u görünce) Bunlar uyanınca, ikisini de sokağa at!...
Gözüm görmesin onları bir daha!... (Tam çıkarken, içeri giren TARIK’la
karşılaşır.) Bütün gün hangi cehennemdeydin, habersiz?
İş aradım!...
Ben seni kovdum mu?
Kovmanı bekleyemem. Nasılsa kovamazsın...
Seninle de hesaplaşacağız! Hele bekle! (Çıkar.)
(Arkasından kendi kendine) Ben hep buradayım... Patron! (Masasına oturup
çalışmaya başlar.)
(NURDAN’ın omzuna dokunarak) Nurdan Abla! Uyan! Gece oldu!
(FERİT’in kendine dolanmış kollarını çözerek derhal doğrulur.) Soydan geldi
mi?
Geldi. İçeride.
Saat kaç?
Dokuz!
Peki, Mehmet, uyandım. Sağ ol! Onu ben uyandırırım. Sen git. Bir şey mi
var?
(TARIK’ın masasına gider.) Patron dedi ki...
Evet?
“Bunlar uyanınca, onları sokağa at!” dedi!
O sözün gelişidir. Herhalde kızgındı. Öyle değil mi?
Emir gibi söyledi.
O kadar kızgın olsaydın sen ne yapardın?
Daha patron olmadım ki, ne bileyim?
Gözünü sevdiğim pavyon demokrasisi... Komisinin bile patron olma umudu
var. Sen git! Benim git dediğimi söyle.
(1.GARSON çıkar. NURDAN, FERİT’i uyandırmaya çalışır. Onun, sarılmak
isteyen kollarından sıyrılır.)
(Bakınarak) Bizim burada işimiz ne?
Nerede olmalıydık?
Şimdi her şeyi hatırladım işte!...
Gitmen gerekiyor!... Ben, geceye hazırlanacağım.
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
FERİT
NURDAN
TARIK
CAN
NURDAN
CAN
NEYYİRE
FERİT
NEYYİRE
FERİT
NEYYİRE
FERİT
NURDAN
NEYYİRE
KEREM
NEYYİRE
KEREM
NEYYİRE
KEREM
FERİT
KEREM
KEREM
NAMIK
Bize hükmetmelerine karşı çıkmayacak mıyız?
Biraz geç tepki vermiyor musun?
İlişkimiz yürümeyecek mi?... Onu mu demek istiyorsun?... Daha başlamadan
mı bitecek?...
Bir şey demiyorum; yalnızca git!
Bir yere kımıldamam! Kendi isteğim olmadan beni babama devreden sensin.
Kendi elinle teslim et.
...Tarık!... Ne olur, benim için Doktor Can’ı hastaneden arar mısın? İşte
numarası!
Numarası bende var. Karım zafiyet geçiriyor. Unuttun mu?... Nasıl da
unuturlar... Her koyun kendi bacağından! (Numarayı çevirir. Gelenleri
aralıktan görünce telefonu kapatır. İçeri girenleri gösterir.) İyi olacak
hastanın...!
(CAN’la NEYYİRE girerler.)
Nurdan Hanım, size sevgili Neyyire Hanım’ımızı getirdim! Sizi görmeyi çok
istiyordu.
Ne kadar sevindim! Tam da sizi aratıyordum, Can Bey! (Ferit’i geriye iteler.)
Kalk! Toparlan! Yer aç! (Yeni gelenlere) Bir dakika oturun! Ben şimdi
hazırlanırım... (Bölmesinden bir torba alarak sahneden çıkarken) Hemen
döneceğim!
Merhaba, Ferit Bey!
Ferit Bey mi? O Ferit Bey, bu mu?
(Ayağa kalkar.) Buyurun, oturun!
(FERİT’e) Dün gece Benli Nurdan’la sırra kadem basan sen miydin?
(Seyirciye döner.) Bu da kim?... Nurdan’a, Benli Nurdan dediğine göre,
yakını, hısımı, akrabası değil. Ama bir soruşturma yapıyor; demek bir otorite!
Nereye varabilir ki?... Devir değişti! Sen kızı gebe bıraksan bile artık sorumlu
olmuyorsun.... Ne yapalım; gebe kalmasaydı, deniyor. Gebe kalmaktan, gebe
kalan kız kendi sorumlu! Evet, o sorumlu! Doğrusu da o! Bana masal kuğusu
görünüp, ardından anaç güvercin çıktı. Aslında kazığı yiyen benim. Kimsenin
umurunda değil. Aslında hepsinden kız sorumlu!...
Ne diyorsun sen?... Aslı, senden çocuk mu bekliyor?
...Onu da nereden çıkardınız?... Biz, ‘meselâ’ demiştik!... Meselâ’sı,
gerçeğinden betermiş! O da işin başka yönü!
(Kimonosuyla girer. İçinde mayosu vardır.) Hazırım, Doktor! Bilmek
istediğim, mayoyla dansetmemde bir sakınca var mı? (Bölmesine geçer.
CAN’ın da girmesini bekleyip perdeyi üzerlerine kapatır.)
(Geleni aralıktan görerek) İşte bu, hesapta yoktu!
(Girer.) Neyyire Hanım! Siz neden buradasınız?
Ben Can Bey’le geldim! Aslı Nurdan’ı, bir de ben göreyim istedim.
Can nerede?
Kızı muayene ediyor. İçeride.
(Telâşla) Ona bir şey mi oldu?...
Bir şeyciği yok! Ona bir şey olmaz!
(FERİT’i görür.) Siz misiniz?...
(Seyirciye döner.) Soru diye buna derim. Ben, ben miyim?... Aslında,
kendimden ne toparlayabildiysem oyum. Yani, darmadağınığım!... Biri
kırıklarımı kümeledi, kapısının önüne koydu! Burada yapıştırıcılarımın
gelmesini bekliyorum... (Gelenleri görür.) Neyse! Fazla bekletmediler.
(NAMIK ile İHSAN, girerler.) Gidiyor muyuz?
(İHSAN’ın kenardan getirip açtığı koltuk iskemleye yerleşir.) Hele önce
yediğin haltı ört bas edelim...
FERİT
KEREM
CAN
KEREM
NURDAN
CAN
NEYYİRE
NAMIK
FERİT
NAMIK
NURDAN
NEYYİRE
GÜLŞEN
NURDAN
NEYYİRE
NURDAN
NEYYİRE
Duyan da bir yeni yetmeyi baştan çıkardım sanacak. Burada aldatılan benim!
Kendini aşkların kadını gösteren oydu! Yalan mı?
(Bölmeden çıkan Can’a) Nesi var?...
Yok bir şey... Ameliyat yerlerine baktım! Mayo giyebilir mi? Evet, giyebilir!
İzi kalacak mı? Hayır! Tertemiz! Usta işi!... Sen niye buradasın?
(Bölmeden çıkan NURDAN’a) İyi misiniz?
İyiyim! (Gene birbirlerine bakarak sözsüz dururlar.)
(NEYYİRE HANIM’a) Sana söylemiştim de inanmamıştın. İşte dün olanlar
yineleniyor... Kerem ile Aslı bunlar! Kendilerini birbirlerinden alamıyorlar.
(Kollarına girerek ikisini birbirlerine yaklaştırır.) Nurdan Hanım! Siz dağları
yerinden oynattınız.
(NURDAN’ın öteki koluna girer.) Sevgili yavrum! Aslında biz buraya,
Kerem’in yakınları olarak, bize düşeni yapmaya geldik! Gerçi onun henüz
haberi yok...
Durun bir dakika, Bayan! Önce bizim, Aslı Nurdan’la halledecek bir işimiz
var. Herkes tanık olsun! Ucu dün geceye dayanacak olasılıkları peşinen
karşılamak için buradayız. Bu çek, Küçük Hanım, sizce bütün olasılıkları
karşılar mı? Bir görün!... (Çeki, götürmesini işaret ederek İHSAN’a verir.
İHSAN göz ucuyla çeke bakar. Miktarın büyüklüğünü mimikler.) Yalnız, bir
şartım var, Küçük Hanım. -İnsafına sığınmayı göze alıyorum, Abuzittin!Hiçbir şeyin sürüncemede kalmasına dayanamam. Bize benlerinizi
göstereceksiniz... Hemen! Şimdi! Burada!... Oğlumdan öğrenemedim. Benli
Nurdan’la bir gece geçirmiş ama o da babası gibi salak...
(Dişlerinin arasından) Bu kadar zalim olmak zorunda değilsin, baba!
Burada ortalık yerde, hepimize gösterin de, olsun bitsin!
(Çeki İHSAN’ın elinden çekip alır. Götürüp NAMIK’a verir.) Siz çekinizi
söyleyemeyeceğim biçimde yok edin, Bayım! Ben merakınızı parasız
gidereyim. Bu gece mayoyla dans edeceğim. Misafirim olun. Bu kadarcık da
mı sabredemezsiniz?
(NURDAN’ın yeniden koluna girer. Onu sahnenin önüne çeker.) Bu moruk,
katır tepmesini hak etti etmesine ama senin yerinde ben olsam o çeki de
alırdım. Neyse, aslında şanslı günündesin. Bak, şimdi sana ikinci bir şans
daha var. Bunu da tepme. (KEREM’i gösterir.) Bu adama dünden beri
feleğini şaşırttın. Sana nasıl bakıyor, görüyor musun? Sanki gidip ona el
koymanı bekliyor. O senin! İstersen gider, hemen el koyarsın. Ömür boyu
sana aşık kocayacak bir kocan olur; fena mı? İnsan daha ne ister? Aslan gibi
çocuk! Her şeyine ben kefilim. Seni sevmeye cüret etmiş bir kere. Onun tek
bir şansı var; senin de onu sevmen!... Hadi, git, durma, ona el koy!
(NURDAN’ı KEREM’in yanına doğru sürer. Elini tutup Kerem’in kolunun
üzerine koyar. Çevreye) Tanıksınız! El koyma işlemi tamam!...
(Sahne gerisinde kopan seyirci alkışı hepsini durdurur. GÜLŞEN koşarak
sahneye girer.)
Alkışlar bana!... (NURDAN’ı yakalayarak çevresinde zıplar.) Başardım!...
Başardım! Başardım! Başardım!... Çok iyiydim!
(GÜLŞEN’e aşırı bir coşkuyla sarılarak zıplar.) Kutlarım, canım!... Kutlarım!
Kutlarım!...
Şşşş! Şu anda Nurdan Hanım, Doktor Kerem’den evlenme teklifi almakta!
Kutlamayı az sonra yaparsınız. (NURDAN’a) Hadi kızım, evet, de!
(Şakaya vurmaya çalışarak) Ortada evlenme teklifi falan yok, Neyyire Hanım!
O ömründe bu teklif yapamaz. Onun için onun yerine ben yapıyorum ya.
(KEREM’in sinyal aldığını fark eder.) İşte! Çağrı aldı... Onu hastaneden
arıyorlar! Bütün hayatınız böyle geçecek. Pek çok işi kaşla göz arasına
sığdıracaksınız. Gitmesi gerek. Haydi onu geçirelim! (KEREM’le
NURDAN’ı önüne katar.) Yürü, Can Bey! Biz de gidiyoruz. (Dördü de arka
kapıdan çıkarlar.)
GÜLŞEN
(TARIK’ın yanına gider.) En sonunda başardım!
TARIK
Beklenen şeydi. Üç koca yıl, bu geceye hazırlandın.
GÜLŞEN
Bir işe yaramadı!... Patron’da tıs yok!
TARIK
Bekle... Ancak kavrar.
PATRON
(Girer. NURŞEN’in karşısında durur.) Ne o öyle, emri vaki yapmalar?
GÜLŞEN
Seyirci beğendi. İnkâr edemezsin. Senin As Yıldızınım artık!
PATRON
Hayır; değilsin!... Sahne hayatın başladığı gün bitti. At bütün süslerini! Bir
daha sahneye çıkmıyorsun!
GÜLŞEN
Engel mi olacaksın?
PATRON
(Cebinden bir yüzük çıkarıp GÜLŞEN’in parmağına takar.) Sen benimle
evleniyorsun...
TARIK
Cebinde her zaman bir nişan yüzüğü taşır, derlerdi.
PATRON
Onu ilk kez bir parmağa takıyorum!
GÜLŞEN
(İçeriye dönen NURDAN’a) Sana dememiş miydim? İşte! As Yıldızı oldum;
turnayı gözünden vurdum! Yüzüğüme bak! İnanamıyorum.
PATRON
Ben inanıyor muyum?!... Ama olan oldu.
TARIK
(Ayağa kalkarak defterleri kapatır.) Onlar ermiş muradına!... (Hızla sahneden
çıkıp gider.)
NURDAN
İçeride ilân edelim. Kutlayalım! Haydi!...
GÜLŞEN
(Ağlamaya başlar.) Seninle evlenmek isteyip istemediğimi bile sormadın bana!
PATRON
...Benimle evlenir misin?
GÜLŞEN
Evet!... Evet!... Evet, evet, evet!... Ama dur... Yoo! Hayır! Niye
evleniyormuşum?... Hayır! Seninle evlenmeyeceğim!
PATRON
...Sen ne dedin bakayım?
GÜLŞEN
Evlenme teklifine ‘Hayır,’ diyorum... Sağ ol!
PATRON
Bunca zaman peşimde değil miydin, sen benim?
GÜLŞEN
Koşullar değişti!... Bu yere gelebilmek için üç yılımı verdim. Neden bir
kalemde silip atıyormuşum? Sahneyi seçiyorum. Elveda!
PATRON
Peki! Peki! Tamam! İstediğin olsun! Benim sahnemde sahneye çıkmana izin
veririm...
GÜLŞEN
Senin sahnen, iki As Yıldızı çekemez.
NURDAN
Saçmalama! Biri gidecekse ben giderim.
GÜLŞEN
Onun Doyuran’ı, benim isteyeceğim parayı ödeyemez. Elveda!
PATRON
Canına yandığımın! O zaman gazinoya dönüşürüz!... Program sunarız. Şov
yaparız. Şişeriz, büyürüz. Ne yapalım! Madem ki büyümek gerekiyor...
Madem ki dünyada sağlıklı her şey büyüyor... Sağ kalmak için büyüyor...
Aklım almasa da büyüyor... Lânet olsun! Biz de büyürüz.
GÜLŞEN
(PATRON’un boynuna sarılır. NURDAN’a) Haklısın! Bu adamla, onu
kafeslediğim için evlenmiyorum. Onu sevdiğim için evleniyorum!... Ben bu
adamı seviyorum, seviyorum, seviyorum!...
3.GARSON (Girerken) Dikkat! Patron burada! (2.GARSON girince) Eline bir iş bul!
Oyalanacak bir iş bul! (Kendisi dolaptan örtü çıkarır.) Burada duralım ki azık
torbasıyla önümüzden geçsin. Bizi görmezden gelirdi. Şimdi biz onu
görmezlikten geleceğiz. Ama o bizi görsün.
1. GARSON (Elinde içi dolu bir naylon torba taşıyarak girer.) Yol verin, ‘len!
3. GARSON O ne?
1.GARSON Azık torbası! Görmüyor musun?
PATRON
Kim taşıtıyor onu sana? O kimin torbası?
1.GARSON ...Tarık Abi’nin!
TARIK
PATRON
TARIK
PATRON
TARIK
PATRON
TARIK
PATRON
TARIK
GÜLŞEN
NURDAN
TARIK
GÜLŞEN
PATRON
TARIK
PATRON
NURDAN
PATRON
NURDAN
PATRON
NAMIK
PATRON
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
İHSAN
NURDAN
FERİT
(GÜLŞEN’le NURDAN’ın yüzleri kararır. PATRON kasketini çıkarır. Üçü
de garsonların yanına dizili durmuşlardır. TARIK girer.)
(1.GARSON’un elinden azık torbasını alır. Umursamazmış gibi) Benim için
mi dizildiniz? Bana tören mi yaptırıyorsun, Patron? Sağ ol! Unutmamışsın.
Şapkanı da çıkarmışsın. Uğruma kelini açmışsın, sağ ol!
(Kasketini yere çalar.) Canına yandığımın! Bırak o torbayı!... Seni müdürüm
yaptım!
Ne müdürü?
Ne müdürü olursa! Yarın konuşuruz.
Geç kalmadın mı? Kendini aşağılamış birinden aşağılık işler beklemez misin?
Yeter! Bu günümde beni utandırma.
Bu günün nesi varmış?
Biz evleniyoruz!
İyi! Dilerim mutlu olun!
Ve benim sahne hayatım başlıyor!
Gazino oluyoruz. Yeni kararlaştı.
Oh, oh! Artmış yemeklerinizle kral sofraları kurarsınız.
Hepimize yer var!
(Cebinden para çıkarıp verir.) O torbayı eve götürme. Al sana avans!
Seni mi kıracağız, Patron! (Parayı alır. Torbayı 1.GARSON’a verir. Gayetle
serkeş bir tavırla arka kapıya yönelir.) Onlar ermiş muradına; biz çıkalım
kerevetine... Oradan edelim bu kavanoz dipli dünyanın içine, dibine, her
yerine!... (Çıkar.)
(GARSON’lara) İşinize bakın! İşinize bakın; haydi durmayın!...
(NURDAN’a) Sen de insanları bekletme. Hadi sahneye! Dur bakayım... Dur
bakayım... İçine mayo mu giydin sen?
Evet! (Kimonosunun önünü açar.)
Hayır!... Sana menettim! Açılıp saçılmak istiyorsan, başka gazinolara!... Dur
bakayım; dur bakayım... Hani orandaki benin, senin?
Kusura bakmayın., bu gece mayo giyeceğim. Ben benlerimi aldırdım.
Benlerim yok! Ben men yok! Görsün herkes.
(Hoşuna gider.) Pekalâ!.. Tamam!... Böyle çık!... Ben men yok, görsünler!
O gangster bozuntusu heriflerin suratlarını görmeli şimdi. (NAMIK’a)
Bakıyorum, dekora karışmışsınız, Beyim! Buraya iyice yerleştiniz!
Hoşgörünüze sığınarak oturuyorum. Belimi kıpırdatabileyim, biz de gazinoya
geçeceğiz.
Güzel! Size bir masa ayarlarım.
(Arka kapıdan, hızla girer.) Aslı?
Anne! (Ana-kız sarılırlar.)
Evleniyormuşsun ha? Bir doktorla! Öyle mi?
Kim dedi?
Şimdi Tarık’tan duydum! Başkalarından mı duyacaktım? Nasıl haberim
olmaz? Hayır duamı da mı istemedin? Hani rızamı almadan evlenmeyecektin?
Yeni tanıştığın biriymiş. Adam hakkında ne biliyorsun? Hakkında hiçbir şey
bilmediğimiz biriyle nasıl evlenirsin?
Tasalanmayın, Bayan! Birbirlerini hiç tanımadan ömür geçiren çift çok!
Anne! Sen Tarık’a ne bakıyorsun. (Ayakta sallanmakta olan annesine sarılır.)
Eyvah! Bayılıyor! Yardım edin! (İHSAN yetişir. SÜLÜN’ü tutar. Onu
divana yatırırlar. Nurdan bölmesinden kolonya getirir, şakaklarını ovar.
Kolonya şişesini FERİT’in eline tutuşturur.) Al! Sen yakasını ovuştur!
(Kolonya serptiği yaka aralarını ovuştururken) Şu anda ona pekalâ
‘Kayınvalideciğim!...’ diyebilirdim.
PATRON
SÜLÜN
GÜLŞEN
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
GÜLŞEN
SÜLÜN
GÜLŞEN
SÜLÜN
GÜLŞEN
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
NURDAN
SÜLÜN
NURDAN
FERİT
NAMIK
FERİT
NAMIK
FERİT
NURDAN
NAMIK
FERİT
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
Evlenen biziz. Kadıncağıza söylesenize.
(Gözlerini açar.) Kim bu doktor? Kaç yaşında?
Oooo! Çok genç!
Adı ne?
Anne! Ben kimseye ‘Evet’ demedim.
O adı yaz bir kâğıda ver bana. Araştıracağım. Sakın bana danışmadan ona
evet deme. Bir kere evet dedi mi adam manyak çıksa evlenir bu kız! Söyle
ona, gözüme girmeye baksın. Yoksa evlenmenize izin vermem.
Merak etmeyin, Sülün Hanım; garanti beğenirsiniz... (PATRON’un koluna
girer.) Burada damattan anlayan biri konuşuyor!
(Ayağa kalkarak) Beğenmek zorundayım. Yoksa yaşayamam. Şu çocuklar
insana neleri kabul ettiriyorlar... Kusura bakmayın; kimseye merhaba
diyemedim. Bu kız bana dünyamı şaşırttı.
Evlenen biziz!
Ooooo!... Ama zaten belliydi, canım! İkinizi de kutlarım... (İkisini de öper.)
Kusura bakmayın. Biz içeri geçmeliyiz...
Elbette! Haydi siz işinize bakın. Darısı Aslı’nın başına!
(GÜLŞEN, PATRON’la birlikte çıkar.)
Anne! Sen niye gelmiştin?
Unuttum...
Kal, beni seyret.
Bu kadar heyecan yeter. (NURDAN’la birlikte arka kapıya giderken) Elâlem
bari gazino patronuyla evleniyor. Benim kızım kiminle? Taa elli yaşında, o da
ünlenirse, para kazanacak bir doktorla!... (Çıkmadan önce gözleriyle İHSAN’ı
arar.) Kim o adam?
Dünyada söylemem! Kendin bul. (Arka kapıdan çıkarlar.)
Ben de gidiyorum, Baba.
Gidiyor musun?... Aslı Nurdan’ı seyretmeden mi?
Yarın sabah atölyede işe başlarım. İstediğiniz gibi! Torna tezgâhında.
Niye? Bahsi kazandın.
Hayır! Kazanmadım.... Biz uyku tulumuna sadece ısınmak için girdik.
(FERİT’i işiteceği bir zamanlamayla sahneye girmiştir.) O uyku tulumu çadır
kadar büyük!... (FERİT’e) Yaşadığım en güzel gece! Sayende yaşadım. Bana
sen verdin! Bunu böyle bil! (Bölmesine girer. Perdesini çeker, kapatır.)
Bence bahsi kazandın... (FERİT’in arkasından seslenir.) Yarın nişanlın
geliyor! (FERİT durur.) Nezaketen de olsa karşılayacaksın. Evlen ya da
evlenme. Artık önemi kalmadı. Bugün belli oldu; projeyi kıvıramıyoruz.
Sermaye yetmiyor. Dünürlü de dünürsüz de yetmiyor.
Neden evlenmeyeyim, Baba? Ben iyi aile kızıyla evleniyorum!... (Çıkmadan
önce bir kez daha döner.) Kamulaştırma tapuya işlenmedi. Kayınpederin
arazi ıslah kredisi hazır. Niye çekip fabrikaya yatırmayalım? Onun geri
ödemesi işten değil! En azından bunu yaparız. (Çıkar.)
Keratanın ayak üstü verdiği akla bak!
Evet! İnsana parmak ısırtıyor!... Benim kızım da oğlunuzdan geri kalmaz!
Parmak ısırtmada, demek istiyorum!... (Cebindeki zarfı çıkarıp uzatır.) Bence,
artık zamanı geldi. Buyurun, mektubunuzu!
Şimdi hiç sırası değil, Abuzittin. Evde verirsin.
Bence tam sırası, sevgili Dünürüm; ya şimdi, ya hiç!... (Zarftan çıkardığı
mektup kâğıtlarını NAMIK’ın eline tutuşturur.)
(Üstteki mektuba bakarak) “Sayın Dünürüm!...” Kim bu?
Sizsiniz!
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
(Okur.) “Sayın Dünürüm! Kızımın, yanlışlıkla elime geçmiş olan bir
mektubunu ekte gönderiyorum. Karar sizindir. Saygılarımla, Ali İhsan
Tolon.” Ali İhsan Tolon, mu?
Bendenizim, Efendim!
Neler oluyor, Abuzittin?
Siz devam edin, lütfen...
(Alttaki mektubu okur.) “Bir tanem!... Bana bir koca buldular. Çok şeker bir
çocuk. Hiç bir itirazım yok. Nikâhtan sonra hür bir kadın oluyorum. Her
zaman senin, Nilüfer’in!”
O, kızımın el yazısıdır. O okuduğunuz mektup ben Viyana’dayken elime geçti.
Daha doğrusu kızımdan gelen postadan çıktı. Belli ki kızım onu sevgilisine
yazmış! Yani o bir tanesi, sevgilisi olmalı...
Bir dakika!... Bir dakika!... Sen neyin peşindesin, Abuzittin?
Ali İhsan Tolon, Efendim! Bir an önce kabul etmenizi rica edeceğim.
Buyurun, kimliğim!
(Kimliğe bakar.) Ali İhsan Tolon!...
(Uzatır.) Pasaport!... Ehliyet... Kredi kartları... Ne isterseniz!... Ali İhsan
Tolon!... Dünürünüz!
...Anlaşılan, inanmak zorundayım!... (Bir süre sessiz kalır.) Abuzittin’in
altından bir çapanoğlu çıkacağını biliyordum... Ama ben, arkadaşların bir
azizliği sanıyordum... Kabul etmen gerek, Abuzittin; alışmam zaman alacak...
Ama kim inanır?... Bütün bu kılık değiştirmeler... Aile içine sızmalar...
Büyük çaba!... Peki, neden?
Nedeni, şimdi size gösterdiğim, mektup! Kızım; sanırım, o bir tanesi her
kimse, bir tanesine ve bana, ikimize ayni anda yazıp, mektupları yanlış zarflara
koymuş. Yüzüne vurmanın anlamı yok. Yaptığını zaten fark etmiştir. Nasıl
davranacağıma ben karar veremedim. Size gelin geliyor. Bence karar, sizin
olmalı...
...(Sıkıntıyla) Anladığım kadarıyla, oğluma göstermezsem, o hiç bilmeyecek.
Öyle mi?
Bence bilmeyebilir. Bence başına gelebilecekleri, o, hak ediyor olabilir.
Bence kızımla oğlunuz, pekalâ birbirlerine lâyıklar, denebilir!
...İyi aile kızı!... Hep söylemişimdir. Sen asıl iyi aileden kork! (Çatık kaşlarla
bir süre dolaşır. Sonra İHSAN’ın karşısında durur. Yüzüne dik dik bakarak,
mektup kâğıtlarını ufak parçalara ayırmaya başlar. Yırtıp ufaladıklarını da
cebine koymaktadır.)
Kızımın bir tanesi konusu, demek bu kadar kolay halledilebiliyormuş.
İzninizle, karar vermedeki hızınıza hayran kaldığımı belirtmeliyim. Ben
aylarca kıvrandım...
(Bir süre İHSAN’ın yüzüne baktıktan sonra) Oğlum ‘iyi aile’ kızıyla
evleniyor, Abuziddin! (İsimdeki ‘d’leri artık ‘t’ yapmadan konuşur.) İnandığı
gerçeği ona sorgulatmayacağım! Olanlardan sonra, bir de bunu kaldıramaz.
(Uşak tavrıyla) Anlıyorum, Efendim! Ne diye ortalığı karıştıralım? Nasıl olsa
herkes gibi o da inandığıyla yaşayacak!
(Aniden dost) Bir gecelik daha Abuziddin kal, Abuziddin! Yalnız bu gecelik!
Madem istiyorsunuz...
Evet, istiyorum. Sen oğlumu severdin. Neden şimdi ona kızıyorsun?
Başından yalnızca bu talihsiz macera geçti. Başka ne yaptı sana?
Bir düşüneyim, Efendim!... Sanırım yitip giden gençliğimin acısını
birilerinden çıkartmam gerek... Belki de oğlunuza değil, ben zamane
gençliğine kızıyorum! O gençlik ki, gibisiz aşkını savunamıyor...
Savunmuyor... Savunmaya kalkışmıyor bile!... Aslında oğlunuz iyi bir çocuk!
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NAMIK
İHSAN
NURDAN
İHSAN
NAMIK
İHSAN
Eminim, uşaklıktan kayınbabalığa geçişimle, hep birlikte çok eğleneceğiz. Biz,
efendi-uşak, bence iyi anlaşıyorduk...
Bakalım, dünürler, anlaşabilecek miyiz? Uşşakken bile belliydi. Sen, bey gibi
yaşamaya alışmışsın!
Hayır, Efendim!... Hiç de öyle değil! Ben her zaman gönül adamı olmayı
yeğledim. Hep şöyle dedim. Mutluluk herkese var! Onlar zerreciklerdir.
Sana kadar gelip, değip değip giderler. Başarı, işte o zerrecikleri
yakalayabilmektir. Onlara anlam yüklemenin tadını çıkarabilmek; onları
yaşayabilmektir. (Aniden üzüntülü) Sanırım, artık başarı anlayışım da
değişecek... Artık benim için başarı, anlamak değil, amaç koyup sonuç almak
olacak. Bugün gördünüz. Bir sevgiyi nasıl başarıyla katlettim!
Ooooo!.... İşte o işte gerçekten başarılıydın, Abuziddin. Başarı duygusunu
tatmaya bak. Bu duyguyu tatmıyorsan, sana başarı maşarı yok, bilesin...
Ne diyebilirim...
Hele yaş ilerledi mi, başarıdan başka dört elle sarılabileceğin başka bir şey
bulamayabilirsin. Hazırlıklı ol!
Ne diyebilirim...
Kendini aldatma, yeter. Sen bir beyzadesin. Paran varmış, yemişsin. Şimdi
kamulaştırma, seni yatırıma zorluyor. Ya kalan varını da yiyip bitirip
söneceksin; ya yatırım yapıp şişeceksin. Eşşek gibi çalışan gene ben
olacağım. Seç!...
(Seyirciye dönük) Şişmeyi seçmekten başka ne yapabilirim?... Bütün evren
şişiyor!... Şişe şişe, ne zaman, nerede, nasıl patlayacağımızı , kim bilebilir?...
(NURDAN, yüz makyajını tamamlamış, kimonosu üzerinde, bölmesinin
perdesini açar. Dönüp kendisine bakan iki beye bir an kendini seyrettirir.
Sahneyi geçerken onlara el sallar. Çok şirindir.)
Haydi, siz de gelin!... (Diğer yönden sahneden çıkar.)
(Eğilip NAMIK’ın yüzüne bakar. Parmağını sallayarak) Ahhh!... İşte, o
bakışı yakaladım!... İtiraf edin; bu hanım kızdan siz de en az benim kadar
hoşlanıyorsunuz! Artık içeri geçip onu izleyelim mi? Ne dersiniz? Bu gece
bir Aslı Nurdan izlemeyi ikimiz de hak ettik!
(Ceketini ilikler.) Hay hay; Sayın Dünürüm!... Bence de hak ettik. Buyurun,
gidelim! Buyurun! Siz önden buyurun!
(Arkada kalmaya özen göstererek) Lütfen, lütfen!... Siz, önden buyurun;
Sevgili Dünürüm!... Lütfen, önden, siz buyurun!... (NAMIK yürüyüp önüne
geçince) Biz, uzlaşmada da harika başarılıyız! Ne dersiniz, Dünürüm?...
(Sahne dışında kopan alkış ve bildik piyano müziği eşliğinde hevesli adımlarla
sahneden çıkarlar.)
PERDE