kırım`dan anadolu`ya yapılan tatar göçleri

Transkript

kırım`dan anadolu`ya yapılan tatar göçleri
nogaytürk - 02
P D F DERGİ FORMATINDA HAZIRLAYAN : HAKAN BENLİ
NOGAY GENÇLERİ DERNEĞİ
ADINA
YAYIN KURULU,
AZİZ OZİL
SAHİBİ
Erhan BAYAR
İLYAS ORAK
EMİNE ÇAĞDAŞ
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Aziz ÖZİL
KEVSER KIZILDAĞ
İRTİBAT ADRESİ
MÜKERREM MELİKE ATAY
Demetgül Mah.7.Sk.No:24/21
Yenimahalle / ANKARA
TEL : (0312) 309 46 ..
HAKAN BENLİ
ERHAN BAYAR
NOGAYTÜRK DERGİSİ, Nogay Gençleri Derneği yayın organıdır.
NOGAYTÜRK DERGİSİ YURTİÇİ VE YURTDIŞI TEMSİLCİLİKLERİ
Temsilcilerin iletişim bilgileri için – [email protected]
ADANA -Dr.Fatih KARAYANDI İSTANBUL -Cemil AKDAĞ – Emre ORAK
ANKARA İlyas ORAK Ankara- Eryaman : Erdem GÜNAY Ankara- Batıkent : Elif YILMAZ
Ankara- Keçiören : Asım PEKCAN - Erhan ÇAĞDAŞ Ankara - Balgat : Derya POLAT
Ankara - Demetevler : Eyüp TANATAR Ankara - Sincan : Yahya ALTINKAYA
Ankara- Etlik : M.Burak TAŞKIRAN Ş.KOÇHİSAR ( merkez ): Turhan BAYAR
Ş.KOÇHİSAR- Akin Köyü : Adem ESENBAY Ş.KOÇHİSAR- Doğankaya Köyü : Elif YILMAZ
Ş.KOÇHİSAR- Şeker Köyü : Kasım KIZILTAŞ GÖLBAŞI ( merkez ) : Abdulhamit ÖZCAN
GÖLBAŞI- Ahiboz Köyü : Z.Sebla ALSAÇ HAYMANA-Cingirli Köyü : Yavuz ÇİFTÇİ
POLATLI (Merkez): Kevser KIZILDAĞ POLATLI -Tatlıkuyu Köyü : Özgür NAYMAN
KONYA Merkez : Serkan TANDOĞDU KULU ( merkez ) : Hakan BENLİ
KULU - Seyitahmetli Köyü : Murat BENLİ KULU - Ağılbaşı – (Mandıra)Köyü : Recep
DEĞİRMENCİ KULU - Boğazören Köyü ( Köstengil ) : Engin GÜNER
KULU - Kırkkuyu Köyü : Selman YILMAZ
AMASYA Kader TANATAR ESKİŞEHİR Cihan TANRIBAK
YURTDIŞI TEMSİLCİLİKLER
K.K.T.C : C.Giray ERGİN
HOLLANDA : Mehmet PEKCAN
AVUSTURYA : Hacer TAŞYARAN – Rukiye TEKER
ALMANYA : Fatih POLAT
nogaytürk - 03
İÇİNDEKİLER
KARİKATÜR
SÖYLEŞİ
Kübra ERGİN
NOGAYTÜRK HBR.MRK.
Nogay Gençleri Dernek Başkanı
EDİTÖRDEN
Erhan BAYAR………………..……………22
KÜLTÜRÜMÜZ
Dr. H. Murat ARABACI
TEKNOLOJİ
KIRIMDAN ANADOLU’YA
YAPILAN TATAR GÖÇLERİ (I) ..……..06
CEP TELEFONLARININ EVRİMİ……..23
Cemil AKDAĞ
MAKALE
KÜLTÜRÜMÜZ
Hakan BENLİ
Mehmet TAŞKIRAN
BEN NOGAY TÜRK’ÜYÜM……………..09
KÜLTÜRÜMÜZ
NOGAY KÜLTÜRÜNDE ÇOCUK
OYUNLARI ( I ) ………………………….24
BİLGİ - TARIM
M. Aziz SÜTBAŞ
KAFKASYADA SAVAŞ YILLARI VE
NOGAYLARIN TÜRKİYE’ YE
GÖÇLERİ………………………………….10
Zir. Yük.Müh. Burcu IŞIK
SİLAJ NEDİR ?............................................26
DİNİ
Dilek Dinçer BAYAR
NOGAY EDEBİYATI
Fatih POLAT
ŞAL – KİYİZ TİLİNŞİ ULİ………………12
EY ALLAH’IN KULLARI
KARDEŞ OLUN…..………………………28
SAĞLIK
NOGAYTÜRK EDEBİYAT
İn. Dr. Cihangül BAYAR
Alparslan SÜTBAŞ
AH O ESKİLER…………...........................13
NOGAY EDEBİYATI
DİKKAT
KENELER DEĞİŞTİ…..…………………..30
ÇOCUK SAĞLIĞI
Celal ÇAĞDAŞ
NOGAY ANONİM
EDEBİYATINDA ŞINLAR……………...14
ERTENGİ
Dr. Kamil AKDAĞ
EVDE İÇİLEN SİGARANIN
ÇOCUK SAĞLIĞINA ETKİSİ…………..32
GENEL
Necdet ÖZEN
ALELİY’MEN BALELİY….……………16
RÖPORTAJ
Esra ESGEN ( KISCIK)
NOGAY FORUM…………….…………….33
Aziz ÖZİL – Erhan .AĞDAŞ – Burcu IŞIK
İlker POLAT – Erhan BAYAR
LEZZET
HASAN SAĞINDIK….…………………..18
TAVA BÖREK..…………………………….34
YÖRELERİMİZ
ŞİİR
Burak TAŞKIRAN
Foto : M.Melike ATAY – Kanime BULDUK
Bülent AKINCI ( CALGIZ )
Emine ÇAĞDAŞ
BOGAZÖREN – KÖSTENGİL….……….20
PAPATYA FALI……………………..…….35
SON SÖZ
NOGAYTÜRK DERGİSİ
TEŞEKKÜR…………………………………36
nogaytürk - 04
EDİTÖRDEN
--------------------------------------------------------
Selamların en güzeliyle,
Dergimizin ilk sayısını çıkarabilecek miyiz diye düşünürken çok şükür ikinci sayısıyla
karşınızdayız. Dergi çıkarma fikri ne zamandır gündemimizdeydi. Ama bir türlü bunu
fiiliyata dökemiyorduk. “zor iş” deniyordu. Evet gerçekten zor bir işmiş ve aslında bu
birazda gönül işiymiş.
Nogayların ortak bir dergisi olacaktı. Ve kararlarda ortak alınmalıydı. Gerek forumda
gerek toplantılarda fikirler tek tek masaya yatırıldı. Konuşuldu. Kimi zaman tartışıldı. Ama
nihayetinde ortak bir zemin üzerinde buluşuldu.
Bu işe gönüllerini ortaya koyan bütün kardeşlerime teşekkür ediyorum. Maddi ve
manevi yönden desteklerini esirgemeyen nogay halkına da ayrıca şükranlarımı sunuyorum.
Nogay gençleri olarak bizi yalnız bırakmadıkları ve bizi destekleyip yüreklendikleri için de
teşekkür ediyorum.
Bir bahar ayında ilk dergiyi çıkarmanın mutluluğuna eriştik şükür. Çiçeği burnunda
dergimiz artık dağıtıma hazırdı. Mis gibi tap taze dergimiz tomurcukların kıpırtısına
karışıverdi. Yüreklerimizdeki kıpırtı ise bambaşkaydı.
NogayTürk dergisinin asıl hedefi nogayları bir araya getirip nogay geleneğini, örf ve
adetlerini tanıtmaktır. Kaybolan değerleri ortaya çıkarıp bunu kültür hazinemize mal
etmektir.
İlk sayıya verdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür ediyorum. Takdir dolu telefonlarınız, bizi
destekleyen sözleriniz olmasaydı ikinci sayı için bu kadar cesaret edebilirmiydik bilmiyorum.
Bazen insanın yüreğine umutsuzluk çökse de
yeniden doğrulmayı başardık
hamdolsun. Her şeye rağmen yola devam etmeliydik. Çünkü talip olmuştuk artık bu yola.
NogayTürk farklı fikirlerin buluştuğu bir dergi oldu. Bir çok düşünceye hitap ettiğine
inanıyorum. Zira dergi tek bir kalıptan oluşmuyor. Derginin içeriğini zengin tutmaya
çalıştık. Açıp okunduğunda herkes kendince bir şeyler bulsun diye…
Eleştirilerinizi, önerilerinizi ve dergi hakkında düşüncelerinizi bekliyoruz.
Hepinizi Allah’a emanet ediyor 3. sayıda buluşmak dileğiyle…
nogaytürk – 05
K Ü L T Ü R Ü M Ü Z
Dr. H.Murat ARABACI
Dumlupınar Üniversitesi
KIRIM’DAN ANADOLU’YA
YAPILAN TATAR GÖÇLERİ ( I )
İnsanlık tarihi kadar eski olan “göç” kavramı,
genel olarak, insan ve insan topluluklarının bulundukları
bölgelerden, geçici veya sürekli olmak üzere başka
bölgelere gitmeleri ve yerleşmeleri suretiyle meydana gelen
“yer değiştirme hareketi”dir. Göç hareketleri, ortaya çıkış
sebepleri, cereyan ettiği mekânları, katılan insan sayısını
dikkate almak suretiyle tasnif edilebilmektedir. Göçler
genellikle “iç göçler” ve “dış (uluslar arası) göçler” diye
ikiye ayrılmaktadır. Beşeri coğrafya ilmi uluslar arası
göçleri, münferit-kitlesel, kademeli-kademesiz, serbest ve
mecburi şeklinde tarif etmektedirler. Mecburi göçler,
insanların bulundukları bölgede yaşayabilmesi için gerekli
asgari şartların ortadan kalkması halinde yapılan göçlerdir.
Bunlar; Coğrafi ve tabii şartların zorlaması, Sosyo-kültürel
sebeplere bağlı zorunluluk, Savaş ve uluslar arası
anlaşmalar dolayısıyla yapılan mübadele ve bir devletin
sömürge ve asimilasyon politikaları sonucu meydana
gelebilir. (Saydam, 1997; 1-4).
19. Yüzyılda bilhassa Müslümanlara tatbik edilen
tehcir politikaları sonucunda (iç ve dış göç şeklinde) en
fazla göç alan ülkelerin başında şüphesiz, merkezî Osmanlı
Devleti’nin geldiği söylenebilir. Umumiyetle Türkiye’de bu
günkü göç ve göçmen meselelerine bakıldığında
görülecektir ki, en önemli faktör Avrupa devletlerinin
sömürgeci siyaseti ve bilhassa Hıristiyan olmayan milletlere
dini farklılıkları dolayısıyla anlayış göstermemeleri ve bu
milletlere bir nevi insan hak ve hürriyetini layık
görmemelerinin tepkileri en başta gelen sebeptir. Nitekim
XIX. Asrın ikinci yarısı ve XX. Asır başlarında göçmen
meselesinden dolayı dünyanın pek çok yerinde felaketler ve
ızdıraplar devam ettiği sırada Avrupa devletleri çok kere bu
faciaları görmezlikten gelmiştir. Hatta, 1922 yılına kadar
Avrupa devletleri Türk ve İslam göçmenlerinin meselelerine
önemsiz bir dava olarak bakarken, Aynı dönemde Osmanlı
Devleti’nde Tanzimat devri vesikalarında görülebileceği
üzere ırk, din, milliyet, mezhep gibi farklılıklar
gözetilmeksizin nizamnameler çıkarılmaktadır (Eren, 1966;
28-30).
Yukarıdaki tasnife bakıldığında, Kırım Türklerinin göçleri
uluslar arası, kitlesel, daimi ve mecburi göç özelliklerini
taşımaktadır. Bilhassa Dünya tarihinin 18. ve 19. asırları
sömürgecilik hareketlerinin en kesif yaşandığı ve insanlığın
en çok acı çektiği asırlardır. Bu yüzden denilebilir ki, son
yüz elli yılda Türkiye’ye yönelik göçlerin temel sebeplerine
baktığımızda “güvenlik faktörü” yani sırf emniyetli bir
hayat sürebilmek için insanlar yurtlarını terk etmiştir.
(Saydam, 1997; 7).
A. Kırım Tatarlarının Göçleri ve Sebepleri
1. Kırım’dan Yapılan Göçlerin Dönemleri
Kırım Türkleri, bölgenin Rus istilasına girmesiyle
başlayan ve yaklaşık olarak II. Dünya Savaşı sonrasına kadar
süren zorunlu göç hareketine tabi olmuşlardır. Bu göçlerin
büyük ekseriyeti, Türkiye’ye yapılmış, daha sonra sırasıyla
Romanya, Bulgaristan ve az sayıda başka coğrafyalara
gerçekleşmiştir.
Kırımdan yapılan göçler, 1783’ten sonra başlayarak,
bazen kitle halinde bazen de münferit olarak cereyan etmiştir.
Tarihi şartların oluşumu itibarıyla umumiyetle dikkati çeken
19. Yüzyılda yapılan Osmanlı-Rus harplerinin arifesinde
veya sonrasında göçler hızlanmaktadır. Çünkü Kırım
Tatarları Rusya idaresi tarafından Osmanlıların müttefikleri
olarak görülmekte özellikle savaş zamanlarında Türklerin
varlıklarından büyük huzursuzluk duyulmaktadır. Böyle
dönemlerde baskılar büyük ölçüde artmakta ve hele savaşın
bitiminde Çarlık rejiminin daha büyük bir hınçla üzerlerine
geleceği endişesi çoğu zaman bizzat Rusya idarecileri
tarafından çıkartılan söylentilerle giderek artmakta ve henüz
vakit varken İslâm Halifesi’nin toprağına gitme düşüncesi
ağırlık kazanmaktadır. Esasen, Bu tür endişeler bütünüyle
temelsiz de değildir ( Kırımlı, 2004; 8).
Kırım Türkleri ile Osmanlı Devleti arasındaki siyasi
ve kültürel ilişkiler eski tarihlere dayanmakla birlikte, 1783
sonrasından itibaren daha farklı bir boyut kazanmıştır. Çünkü
Kırım'dan Türkiye'ye XIX. yüzyıl boyunca ardı arkası
kesilmeksizin devam eden göçler öylesine anormal bir
tablonun doğmasına yol açtı ki, Osmanlı ülkesinin muhtelif
bölgelerine yerleştirilmiş olan Kırım Tatar muhacirlerinin
sayısı, Kırım'da kalanların sayısını kat kat aştı. Bu süreç
zaman içinde daha da artan oranda devam etmiştir. Bu
bakımdan, o yıllarda Kırım’da Türkiye'de her hangi bir
akraba ve yakını bulunmayan bir Kırım Tatarına rast gelmek
âdeta imkânsız hale gelmiştir (Kırımlı,1996;177).
Kırım’dan Anadolu’ya yapılan kitle göçlerini dönem
itibarıyla bakıldığında; bu konuda şimdiye kadar yapılan
çalışmalarda çeşitli tasnifler dikkati çekmektedir. Meselâ
İlber Ortaylı, genel bir bakışla bu göçleri şöyle
sınıflandırmaktadır: a) Kırım savaşı öncesi gelen Kırımlılar
b) Kırım savaşı sonrası göçen Müslüman ve Yahudi
Kırımlılar c) 1877-78 Osmanlı Rus savaşı sonrası bilhassa
Dobruca ve Bulgarya (eski Tuna vilayeti)'daki Kırımlılar d)
1917 sonrası özellikle Kırım aristokrasisi ve toprak ve mülk
sahipleri ve
nogaytürk – 06
milliyetçi kurultay hükümeti aza, mebus ve
memurları e) 1948'de II. Dünya Savaşı sonrası göç (Ortaylı,
2002; 60).
Ancak, büyük kitle göçleri ve onlardan sayıca daha
az olarak yapılan göçleri dikkate aldığımızda, büyük kitle
göçleri 1783 sonrası, 1856 sonrası ve II. Dünya savaşı
sonrası sürgünü olarak en çok sayıda vuku bulmuştur. Sair
dönemlerde yapılan göçler mütemadiyen sürmekle birlikte
bahsettiğimiz dönemler kadar kalabalık olarak vuku
bulmamıştır.
Yapılan göçleri yıl olarak ifade edecek olursak:
“1783'de Kırım'ın ilhakından hemen sonra, 1790'larda,
1812'de, 1829'da, hiçbiriyle karşılaştırılamayacak ölçüde
büyük olarak 1860-1861'de, 1874'de, 1878'de, 1890'larda,
1903'de, 1918-1922 arasında, ve 1933'de, ve hatta 2. Dünya
Harbi’nden sonraki mültecileri de katarsak 1944'de
Kırım'dan Türkiye'ye büyük çaplı göçler oldu” (Mermerci
ve Arı, 2004; 3).
2. Kırım’dan Yapılan Göçlerin Sebepleri
Kırım’dan Osmanlı Devletine doğru yapılan göçler, dini,
iktisadi ve siyasi sebeplerle açıklanabilir ve tüm bu
cihetleriyle göçler oldukça geniş boyutludur. Bu göçlerde
daha ziyade ‘zorlayıcı unsurlar’ ön planda olduğu; göç
edenlerin şahsi istek ve tercihlerinin ancak ikinci planda
olduğu görülmektedir. Göç hareketlerin ortaya çıkışında
göçmenlerle onları gönderen devlet arasındaki ilişkiler
hakim rol oynamıştır. Yani Rusya’nın yeni işgal ettiği
topraklarda göç etmek zorunda kalanlara karşı güttüğü
politikalar, göç hadisesinin temel sebebidir. Yani
Rusya’nın ele geçirdiği topraklardaki insanlara yönelik
tehcir politikası,
mütemadiyen değişiklik göstermeden sürüp gitmiştir.
Yapılan baskılar ve zorlamalar beraberinde tepki olarak göçü
getirmiştir. Dolayısıyla göçler, öncelikle Rus zulmünden
kurtulmanın yolu olarak gündeme gelmiştir.
Osmanlı Devleti’nin ister siyasi sınırlarında, isterse
dini ve kültürel hinterlandında olsun, işgale uğramış hemen
tüm Müslüman toplumlar için Osmanlı, hilafet merkezi
olması hasebiyle, ‘başı sıkıştığında başvurabileceği, tehlike
anında sığınabileceği güvenilir bir liman’dı. Rus işgalinin ilk
dönemlerinde Müslüman Kırım Türkleri, Türkistan ve Kazan
örneklerinde de görüldüğü gibi, kendilerini işgalci idareye ve
topluma karşı fiilen tecrid etmişler, bir bakıma bu şekilde
asimile olmaktan da korunmuşlardır. Nihayet çaresiz kalınca
da tabii olarak göç etmeye başlamışlardır.
Rusya’nın istila ettiği bölgelerde asimilasyon ve
tehcir uygulamaları ilk olarak 1552’de Kazan’ın ele
geçirilmesinden sonra başlamıştır. Rus yönetimi, daha
sonra ele geçirdiği bölgelerde, genellikle Türk veya
Müslüman kitleleri imha ve asimilasyon maksatlı bir
siyaset geliştirmiştir. Esasen fethedilen yerlerde
demografik düzenlemeler yapılması uygulaması hemen
her ülke için geçerlidir. Ancak, Rusya’nın demografik
düzenlemeleri normal yerleşim sisteminden; mesela bir
Osmanlı Devleti’nin uygulamasından farklı olarak baskı,
el koyma ve tehcir esasına dayanmaktadır.
Rusya’nın bu politikasını Kırım ve Kafkasya üzerine
uygulamaya başlaması 1768-1774 yılları arasındaki savaşa
dayanmaktadır. Hatta bu savaş öncesi ve esnasında Kazan,
Güney Volga, Kuzey Kafkasya ve İtil havalisinde yaşayan
nogaytürk – 07
KÜLTÜRÜMÜZ
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Türk, Tatar ve Moğollara karşı “ıslahat projesi” adı
altında büyük bir tehcir politikasına başlanmış, Bölgede yaşayan
birçok Türk çeşitli bölgelere özellikle de Osmanlı topraklarına
göç ettirilmiştir. Bu sırada binden fazla Türk yerleşim yeri tahrip
edilmiş, Ancak asıl Ruslaştırma faaliyeti, Kırım’ın ilhakından
sonra olmuştur (Ocaklı, 2004; 2).
Bu
Ruslaştırma
politikası
aynı
zamanda
Hıristiyanlaştırma anlamına da gelmektedir. Çarlık Rusya’sının
Müslüman halkı göçe sevk eden en önemli nedenlerin başında
kuşkusuz dini, siyasi baskı ve yıldırma gelmektedir ki, bunların
yoğunluğu, devletin içinde bulunduğu iç ve dış şartlarla orantılı
olarak değişmektedir. Bazen de baskı rejiminin artacağı
söylentileri bile, Müslümanlar üzerinde olumsuz etki
yapmaktadır. Kazanlı Yazar (G)aliasgar Gafur(ov)-Çıgtay
(1867-1942), ‘Tutam’ adlı hikayesinde bu konuyu
anlatmaktadır. Hikâyede 1894 yılında hükümetin Müslümanları
Hıristiyanlaştırmak için kanun çıkaracağı haberi üzerine Äbi ve
Karmış adlı köylerin ahalisinin Türkiye’ye göçleri
anlatılmaktadır” (Ocaklı, 2004; 2).
İslam dininin gayrı Müslim baskılarının olduğu
yerlerden İslam topraklarına hicret etmeyi bizzat İslam
peygamberinin sünneti olarak görmesi bu göçleri kolaylaştırıcı
dini bir neden oluşturmaktadır. “Türkiye’ye yerleşenler,
hatıralarında çarlık hükümetinin Müslüman mektep ve
medreselerini kapatacağı ve Kuran’da geçen “kâfir” (Ruslar bu
sözcükle
kendilerinin
kastedildiğini
düşünüyorlardı)
sözcüklerinin çıkartarak yeniden bastıracağı haberlerinin
yayılması üzerine, yurtlarını terk ettiklerini belirtiyorlardı”
(Ocaklı, 2004; 2). Bu arada Ruslar, göçü teşvik etmek için
Kırım’ın her tarafında halife namına yazılmış ve halkı göçe
teşvik eden fermanlar yayınlıyorlardı (Gözaydın, 1948; 6).
Rusların Kuran-ı Kerim üzerinde yaptıkları tahrifat,
Müslümanlar arasında büyük tepkiye neden oluyordu. Nitekim
Petersburg’daki Osmanlı Elçiliğinden ulaşan 28 Aralık 1890
tarihli bir habere göre, Rus hükümetinin Kuran’ın bazı surelerini
sansür etmesi Müslüman halkın nefretini çekmiş, hatta Buhara
Emiri ve Hive Hanı bir dilekçeyle Çar’a başvurarak bu
sansürden sorumlu Rus görevlinin cezalandırılmasını
istemişlerdir (Ocaklı, 2004; 4).
Ruslar asimilasyon politikasına karşı yerli halkın gösterdiği
direncin mensup oldukları dinden kaynaklandığı inancı ile
(Kazan, Türkistan ve Kafkasya’da olduğu gibi) doğrudan dini
müesseseleri hedef seçtiler. Sadece tahrif etmekle kalmadılar ve
yok etmeye çalıştıkları kitaplar sadece Kuranı Kerim’den ibaret
değildi. 1736-1833 yılları arasındaki savaşlarda Ruslar
tarafından Kırım’da çok sayıda kütüphane neredeyse tamamen
yakılmıştı. 1833’de aralarında dini, tarihi felsefi, coğrafya türü
kitaplarının da bulunduğu çok sayıda eser bu kez evlerden
toplatılmak suretiyle imha edilmiştir (Vozgrin, 2000; 473).
Kırım'ın Rus askerleri tarafından işgalini müteakip ilk
yıllar içinde Kırım Türkleri istilaya karşı silâhlı mukavemet
göstermeye çalışmışlardır. Lakin Kırım halkı Osmanlı Rus
Savaşları boyunca çok zayıf düşmüş ve yıkıntıya uğramıştır.
Bu sebeplerden, Kırımlıların sömürgecilere başarıyla karşı
koyabilecek güçleri kalmamıştır. Zaten o ana kadar
kendisinden daha zayıf komşularından büyük ölçüde topraklar
ilhak etmeyi başarmış olan Rusya, esareti altına aldığı ve
topraklarına el koyduğu halkların direnişlerini bastırma
yönünde büyük bir tecrübeye sahipti. Böylelikle, Kezlev ve
Bahçesaray'dakiler olmak üzere Kırım Türkleri tarafından
birbiri ardına kalkışılan bir kaç ayaklanma da şiddetle
bastırılmıştır. Kırım'daki hâkimiyetini sürdürmek isteyen
Rusya, Kazan ve Hacı Tarhan (Astrahan) Hanlıkları'nı
istilâsını müteakip uygulamış olduğu metotları çok daha sert
ve sistematik bir tarzda tekrarladı. Bunun açık sebepleri vardı;
Kırım yarımadasının tabiî şartları ve coğrafî mevkii,
Karadenize hakim olmanın Rus ekonomisi için ehemmiyeti,
Rusya için bütün evvelce ilhak ettiği topraklarla mukayese
edilemez derecede büyük önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra,
Rusya'nın İstanbul'u ele geçirme ve Akdeniz'e bir çıkış temin
etme yönündeki müteakip yayılmacılık plânları için de
Kırım'a sahip olması şarttır (Kırımoğlu, 1994; 4).
Ayrıca, Rus çarları aynı dönemlerde pek çok Avrupalı
sömürgeci devletin yaptığı gibi, bir yandan Roma
İmparatorluğu’nun varisi olma iddiası, bir yandan da, dini ve
ilahi yükümlülükleri olduğu inancı ile yerli halka yaptıkları
uygulamaları haklı görüyordu.
Rus idarecileri, Kırımlıların kolay bir şekilde topraklarından
ve mülkiyetlerinden vazgeçip kendilerine hemen boyun
eğeceklerine inanmıyorlardı. Bu yüzden, Rusya'nın Kırım'daki
temel stratejisi mümkün olan en çabuk tarzda uygulamak ve
buranın yerli halkını oradan çıkartarak, yerine Rusya'nın iç
vilâyetlerinden
getirilecek
insanları
yerleştirmek
doğrultusundaydı. Nitekim bu gayenin hayata geçirilebilmesi
için zengin tecrübelere dayanan evvelce tatbik edilmiş
metotlara müracaat edildi: Suçsuz halk şiddete ve sistematik
soygunlara maruz bırakıldı, en bereketli topraklar Çarlık
erkânı tarafından gasp edildi ve Kırım Türkleri ziraat için
uygun olmayan arazilere sürülerek hayatlarını idame
imkânlarından mahrum bırakıldılar. Miri ve Vakıf arazilerine
el koymaktan başka daha da ileri giderek, senelerdir toprağın
üzerinde yaşayan köylüleri de o toprağın malı kabul ederek,
toprakla beraber köylüye de el koymak, köleleştirmek
istemişlerdir. Çünkü o yıllarda Rusya kendi ülkesinde bu
sistemi uygulamaktadır. 1891 yılı sonuna kadar buradaki
torakların üçte ikisi hile ve oyunlarla ya Rus hazinesine ya da
Rusların istedikleri kişilere verilmiştir. Hanedan mensuplarına
ait topraklar ve miri araziler hazine malı sayılmıştır. Hayır
kurumları ve dini kurumlara ait topraklar da sahipsiz
gerekçesiyle hazineye devredilmiştir. Bazı topraklar zorla
senet imzalatmak suretiyle zapt edilmiştir. Mahkemelere
başvuran halk buradan da sonuç alamamış,
nogaytürk - 08
dosyalar ya sürüncemede bırakılmış ya da aleyh de
sonuçlandırılmıştır (Saydam; 1997; 65).
Halbuki Kırım’da, Rus istilasına kadar hiçbir zaman
toprağa bağlı kölelik sistemi yoktu. Kırım’da herkes aynı
haklara sahip idi. Rusya’da ise, yukarıda ifade ettiğimiz gibi
eski dönemlerden beri uygulana gelen toprak köleliği mevcut
idi. ‘Köylü köleliği’ denilen sistemde çiftlik sahipleri köleleri
diledikleri gibi alıp satabilir veya Sibirya’ya sürgüne
gönderebilirdi (Kazas, 1994; 4). Kırım’ın istilası ile birlikte
karşılaşan bu iki idari sistemde tabii olarak birinden birinin
gitmesi kaçınılmaz oldu.
Bölgeyi Türklerden tamamen arındırmak maksadıyla,
halka acımasız baskılar yapılıyordu. 1783 yılında Kırım
Ruslar tarafından ilhak olunurken, Ruslar tarafından bir
beyanname yayınlanmıştır1. Buna göre Kırım halkına birtakım
haklar vaat ediliyordu. Ancak bu vaatler yerine getirilmediği
gibi, beyannameden kısa bir süre sonra Potemkin tarafından,
yirmi dört saat içerisinde “dağlık ve çöl olan mıntıkalardaki
bütün Tatarların yarımadadan uzaklaştırılması” istenmekte idi.
Bu devirde bozkırdaki köylerde yaşamak artık
imkansız hale geldi. Çünkü Rus askerleri ve istilacılar, mesela
seyyar satıcılar bile Tatarlara karşı anlaşılması zor bir nefret
içinde kuyuların kovalarına taşlar atıyor, ağaçlardan yapılmış
çitleri, yalakları ve su kovalarını yakmak için götürüyorlardı”
(Vozgrin, 2000; 475). Ruslar, bu şekilde su kuyularını tahrip
ederek, halkın susuzluktan topraklarını bırakıp gitmesini
istiyordu.
(GELECEK SAYIMIZDA DEVAM EDECEK)
……………….
1
Nisan 1783 tarihli bu beyannamede şöyle deniliyordu: “Bu
manifestimizle kendimiz ve haleflerimiz tarafından Kırım ahalisine
taahhüt ederiz ki, haklarında bizim eski tebaamız gibi muamele
olunacaktır. Bizim himayemizde olmalarıyla şahısları, malları, mabetleri
ve dinleri korunacak, dini merasimi alenen icra eylemeleri hususunda
asla tazyik olunmayarak din ve mezhep umurunda tamamen serbest
tutulacak ve her biri bizim eski tebaalarımızın nail oldukları faydalar ve
imtiyazlarda müşterek ve müsavi olacaklardır”. Hatta bu hususta bizzat
Potemkin’e 28 Haziran 1783 tarihinde gönderilen bir emirde “Kırım
Tatarlarının dinlerine tecavüz edilmemesi” tembih edilmişti. (Gözaydın,
1948; 66-67 ve Saydam, 1997; 64).
BEN NOGAY TÜRK’ÜYÜM
Mehmet TAŞKIRAN
Ben bir Nogay Türk’üyüm, benim aslımın değerleri vardı, nesil olarak yaşatmak ve neslimden sahip çıkmasını
istemek gibi bir zorunluluğum var. Sadece Nogay adının yaşatılmasını ve kültürünün yaşamasını istemek gibi bir
mecburiyetim var. Bu mecburiyetimin şahsileştirilmesine kültürümün uygunlaştırılmasına asla ve asla izin vermem.
Ben mutsuz Nogayın hüznüyüm, ben hasta Nogayın sabrıyım, ben borçlu Nogayın edasıyım, ben garip Nogayın
sedasıyım, şiirlerimde sevdalarını, destanlarını, küylerini, hasretlerini ve vuslatlarını anlatırım. Oturur iki satır yazı yazıp
meramlarını dile getiririm. Köylerinin arasındaki mesafeleri yazılarımda eritirim, adetlerinin, örflerinin farklılıklarını
Nogay kazanında yoğurur, harmanlar birbirine kardeş ederim.
Susarım alim’lerin bol yerinde, coşarım gariplerin gönüllerinde. Dedem Korkutun küylerini rehber ettim kendime,
Edigenin fedakârlığında yoğrulduğumu hissettim. Şora Batır’in biniti gibiyim cenk meydanlarında. Umut bakışlarının
daneleriyim sevda harmanlarında. Ben Nogayım eserim yaylaların yükseklerine taşımak için sevda Türkülerini,
ulaştırmak için destanın küylerini
Ben Nogayım şer uğramaz semtime, kem bakmam yaratılana, girmez meclisime nasohbet. Ben Nogay Türküyüm
memleketimin sınırlarına nöbetçiyim, şehidim cephelerinde boy verip yatarım Akin Köyünde. Köstengilin şehidiyim Adım
Abdurrahman, beni hainlik için var etmedi yüce Yaradan. Gazilerim var Hamit’ten Mustafa’dan Osman’dan, onların
torunlarıyım çiğnetmem göğsünü yurdumun namerde. Yaylaların çelik suyuyum damarlarına ey TÜRK-oğlu-TÜRK
dorukların beyaz kar’ıyım vicdanlarında insanlığın.
Yaşatırım adını hep başucumda. Hangi bedbaht yurduma göz koymuşsa; süngümün ucunda. Kalplerin baharıyım
yaşarlarken mevsimleri altın yazdızlarla süslerim yazarlarken isimleri,
Ben Nogay’ım insan’dır en büyük değerim, eğer uyarsa HAKK’ın yoluna derim, Susarım, usulca çekilirim, Şerlik
içinden. En gür ses olur duyulurum şenlik içinden. Benim adım NOGAY, soyadım TÜRK, bir sevdam var ki yurduma;
alemlerden büyük.
Yağmaladılar bir yurdunu Moskoflar, Ama yaşattı dedem kesmedi soğuklar. Sürüldük ama Anadolu’m vardı,
muhabbetle ve haşmetle beni kucakladı. Yetiştirdi bağrında beni Anadolu, yıkamaz artık beni Moskof oğlu, Anadolu
Vatanım, onunla var oldum, her zamanda varım, TÜRK elinde artık kalmadı efkârım.
Sevdalarım erdi vuslata. Yurdum bitirdi hasreti. İlelebet var olacak bu Cennet vatanda bende hep var olacağım.
nogaytürk - 09
KÜLTÜRÜMÜZ
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Çeviri : M. Aziz SÜTBAŞ
Aylana akkan ak koban
Ayrım ayrım keng togay
Kayda ketıp yoyıldı
Yagasına yayılıp kongan köp nogay
Koban boyu kök ağaş
Ağaş bası burlendı
Töh ay nege ettı
Yaman yalgan dunya basımızda turlendı
Kapıstaman badrajan kara suvda kaynasa
Üyrenmegen yaslar dep bızım nogay ullardı
Patışa tutup kıynasa
Ol zaman da ne etermız?
Eğer patışa yol berse Istanbulga ketermız
Ketsek ne zat etermız
Aylak terıs etermız
Ketkenımız ne taptı?
Mıng uş yuz otuz sanede
Ya kayırga ya şerge dep
Istanbulga halk köştü
Köştü bolsa ne taptı?
Alpıska kelgen karalar
Emşekteğı balalar
Beren kalgır turk yerinde
Yayav yurup suv tappay
Akırında kum taptı
Kayırga dep el köştü
Kayır kaydan tabılsın
Kayır suvga ketken song
Yerı yennet suvu serbet
Keşınmege kütınmege kolaylı
Erıkken kun dombaylı
El suklangan ak kobandıng toppa tolu nogaylı
Yeryüzününg körkü dep
Ağaşay bar karagan
Şorkragı şor şor etıp ağagan
Kıyıvlu yağa koban bar
Kobanda ayrı kuyruk saban bar
Kobanda taram taram toğay bar
Toğay tolu nogay bar
Bu ne degen koban tolu el edık
Ne şık yaşay turu edık
Yarlıkban yalgızlık bızge yos boldu
Kalım şerkeş köp nogay
Teng yaşagan tolu koban bos boldu
Azgana kalgan nogayga
Ak kobandan ayırmay
Mavlemız bırge köştü
El suklangan ak kobandı kaldırıp
Yer yartısı kara dengız kak yarıp
Köp nogayım turk yerıne yetken song
Yayılıp kırda yaşagan
Kımızıman koy yılığın aşagan
Ellerden el ötüp maktalgan
Aytuvlı nogay yurdu tas boldu
Kıl yalavlı kalmık bızge kas boldı
Esap etıp karasang köp saneler avustu
Köbsıngen iyt mırzalar erisıp
Alem maytak, köp nogay, kalım nogay
Avur yurttu tavüstü
Edıl Yayık ekı suv
Bır sanede yayıkkada sıymadık
Türkiye ye göç eden nogayların ardından söylenen yukarıdaki dizeler bir hikayeyi değil gerçekleri ifade etmektedir.
nogaytürk - 10
Rus-Kafkas Savaşı 1763 - 21 Mayıs 1864
Türkiye’deki nogayların Kafkasya’daki tarihi
vatanlarından zorla çıkarılmsına delil oluşturan birçok
gerçek hikaye vardır. Ancak Bu insanların zamanın güçlü
devletleri olan İngiltere, Avusturya, Türkiye ve Rusya
arasında nasıl mücadele edebildiğini sadece birkaç kişi
bilmektedir. Bu insanlar o zaman 200 yıldır iyi eğitimli ve
zırhlı orduları olan Rusya İmparatorluğu na direnebilecek
kadar büyük bir ulus değildi.
1742 de Kafkasya nın kuzey ve batısındaki
topraklarda islamiyet yayılamaya başladı. Rusya bu
fırsatı kendi askeri operasyonlarına bahane bulmak için
Kafkasya ve Avrupa nın Müslüman korkusu üzerine
kullanmaya çalıştı.
1763-1777 te Mezdağ kalesi yakınında askeri
faaliyet başladı ve sonra Terek boyunca bütün toprakları
içine aldı.
II Ekaterine Kafkasya ya 120.000 askerden
oluşan bir kuvvet gönderdi.Savaş sırasında Kafkasyalılar
30.000 ölü kayıp verdi.1774 te Osmanlı İmparatorluğu
Kafkasyalılara yardım için bir ordu gönderdi, ancak çok
geçti. Ruslar Koban ve Taman yarımadasını işgal etti.
Türkler Kafkasya nın ana yurdunu geri almayı bile
denemeden boş döndü.
1793 te general Suvorov Koban nehri üzerinde
yaşayan Şapsuğ ve Bzeduğ topraklarını elinde tutan
Nogay boylarını üzerine yürüyerek katliam yaptı.
Bu durum 1794 te Osmanlı ve Rus
İmparatorlukları arasında Kafkasya yı bağımsız bırakan
Belgrad belgesi imzalanana kadar devam etti. Osmanlı
ve Rus İmparatorluklarının Kafkasya nın bağımsızlığının
tanımasında anlaşmaya varmaları oldukça komik bir
gerçektir. Ancak bu arada gerçek şudur ki Kafkasyalılar
onlara katılmadı.
1808
de
Petersburg
ta
temel
amacı
Kafkasyalıların Rusya ya karşı bütün askeri faaliyetlerini
terk etmelerini sağlamak ve egemenliğini kabul ettirmek
üzere mümkün olan her faaliyeti yapmak olan komisyon
kuruldu.Komisyon aşağıdaki kararları aldı:
Kafkasya yı tamamen silahlardan ve o zamana
kadar olan askeri faaliyetlerden temizlemek için askeri
güç kullanımı.
Dağlık bölgeler askeri faaliyetlere oldukça
elverişli olduğu ve ovalarda yaşamayla zamanla
yeteneklerini
kaybedeceklerinden
Kafkasyalıları
dağlardan ovalara indirmek. Kafkasyalıların yerine
Rusları ve Kazakları yerleştirerek yerli halkı çözmek için
yapılacak faaliyetler.
Kafkasyalıları ana vatanlarından Türkiye ye
techir ettirmek (Bu konuda Türkiye ve Rusya arasında
anlaşma yapıldı.)
Kafkasya ulusal konseyi bu hareketine karşı
Rusya ya bir protesto notası verdi. Fazin Kafkasya nın
lideri olarak seçildi. Oldukça popüler ve iyi bilinen II.
Ekaterine onu kendi saflarına çekebilmek için birçok
pahalı hediye gönderdi.Buna karşın Fazin şu sözlerle
kabul etmedi: "Ben ulusum tarafından seçildim ve onun
gelenek ve ananelerinin hakkını vermek zorundayım.
Majestelerine özürümü iletiniz ama hediyeleri kabul
edemem.
14 Eylül 1829 da Turkiye büyük Rusya nın Kafkasya
toprakları üzerindeki bütün haklarını kabul etti. (Turkiye
Devlet Arşivleri).
1839 da Kafkasyalılar
tarafından ilan edilen
bağımsızlık belgesinde müslüanlara hitaben şöyle
deniyordu.: ‘’100000 kişilik iyi teçhizatlı Rus ordusu
Kafakasyalılar ile savaştadır. Belki de Ruslar yarın sizin
topraklarınızı da işgal edecekler. Şimdi onların Kafkas
dağlarına ihtiyaçları var, yarın oradan geri inecekler sizin
güzel yeşil ovalarınızı alacaklar. Şimdi onalrın önünde son
kale olarak bizim dağlarımız ve cesur yiğitlerimiz
durmaktadır. Türkye, İran ve Hindistan müslümanlarını
korumaktadır. Eğer bize yardım etmezseniz siz işgal
edilecek ve yağmalanacaksınız.
Biz 4000000 kişiyiz. Birçok boylara bölündük.
Ancak tore ve geleneklerimize, bağlı baş ve yöntemlerimize
sahibiz. Birleşik bir kanunumuz yok ancak bizim
atalarımızın gelenekleri bizi herhangi bir modern ülkenin
yaptığı kanundan daha iyi kontrol eder’’
21 Mayıs 1864 Rusya-Kafkasya savaşının
tamamlandığı tarihtir. (Kafkasya halkının matem günü).
Kafkasyalılar görüşmeler için delegeler gönderdi ancak
bütün teşebbüslerin boşuna olduğu ispatlandı. Genel
komisyon onlara şu duyuruyu yaptı: "Biz terk etmek isteyen
Kafkasyalılara engel olmayacağımıza dair Türkiye ile
anlaşma yaptık. Kalan herkes bizim göstereceğimiz yerlere
taşınacaktır.
"Haziran 1864 te Rusya nın duyurusu:
"Kafkasyanın tüm yerleşimcileri evlerini terketmek ve bir ay
içinde göç etmek zorundadır, aksi taktirde vatan haini
olarak görülecekler ve Sibirya ya gönderileceklerdir.
"Kafkasya halkının trajedisinin başlangıcıydı. Bu
korkunç tarihten önce de Kafkasyalıların Türkiye ye
göçlerine dair birçok olay vardı.
Turkiye hükümeti Kafkasya göçmenlerinin 1866
daki kesin sayınını vermeyi kabul etmemektedir ancak
1000000 tahmin edilmektedir.
Wisconsin Universitesi(USA). komisyonu merkez
bilimsel araştırmalar üyesi Profesör Kamal Karpat "Türkiye
arşivlerinden elde ettiğimiz araştırmalarda 1859 den 1879
ye kadar 1400000 kişinin Kafkasyadan tahliye edildiğini ve
sadece 1000000 kişinin Türkiye ye ulaştığını tesbit ettik".
Sadece geldiklerinde göçmenlerin % 20 si
hastalıktan ve açlıktan öldü . Örneğin Mayıs 1864 te başka
topraklardaki 4 aydan sonra 40000 kişi öldü (Samsun,
Turkiye), ve 1865 in sonlarına kadar Trabzon da 53000 kişi
öldü.
Başka kaynaklardan 1877 de Trabzon dan 19000
genç Kafkasyalının Balkan savaşına katılmak üzere askere
alındığı bilinmektedir.Bu savaşta tamamından 30000
Kafkasyalı Türk ordusunun bir parçasını oluşturdu.
1864 te biten Rusya Kafakasya savaşının sonunda
1000000 Kafkasyalı Atayurdunu terketmek zorunda kaldı
ve sadece beli bir gün geri dönebilme umudu ile Türkiye ye
gitti.
Birçok tarihçinin iddialarına göre bu sayının sadece yarısı
Türkiye ye ulaşabildi.
Kaynaklar:
1.Isam Hatk (Journal "Al-Waha"-"Oasis", Amman,
1992.,
51,
p.10-15
Çevirive özet:M.Aziz SÜTBAŞ
2. Şiirler: Karaçay Çerkez Cumhuriyeti Nogay
radio-televizyonu
nogaytürk - 11
N O G A Y E D E B İ Y A T I
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Fatih POLAT
görme imkânı sağlar. Bu sebepten dolayıdır ki Şal Kiyiz’in
şiirlerinde Nogay Orda’sının toprakları gayet detaylı bir
şekilde tarif edilmektedir.
Zamanın Nogay kültürüne ve milletine, özellikle de
göçebe hayat tarzına derin bir sevgi besleyen şair,
Nogayların özgürlüğünü, geleneklerine bağlılığını, şerefini
ve namusunu ön plana çıkaran şiirler yazmıştır.
Şal-Kiyiz Tilinşi ulı 15. yüzyılın sonlarında İdil ırmağı
kenarlarında terk edilmiş ve sefalet içinde can vermiştir.
Bugün dahi Şal-Kiyiz’in eserlerini okuduğumuzda, o
zamanki Nogay ülkesini görür gibi oluyoruz. Düz ve kuru
ovalarda, çöllerde, atlarla, develerle yolculuk eden,
Kiygizler’de (Nogay çadırlarında) yaşayan insanlar, büyük
denizler, ırmaklar ve karlı dağlar. Şair, çok canlı ve kolay
anlaşılan saf ve duru bir dil kullanmış. 500 yıl gibi uzun bir
süre
geçmesine
rağmen
bugün
dahi
şiirlerini
okuduğumuzda büyük bölümünü anlayabiliyor ve Nogay
Türkçesi’nin esasında ne kadar zengin ve yaratıcı bir dil
olduğunu görebiliyoruz. Öte yandan da şair Nogay
kültürünün öğelerini ve zamanın siyasi tablosunu da her
zaman konu almış. Yani kısacası edebi eser kimliğinin
yanında tarihi bakımdan da önemli eserleri var Şal-Kiyiz’in.
Makalemi Şal-Kiyiz Tilinşi Ulı’nın Biy Temir’e sitem olarak
yazdığı şiiriyle tamamlamak istiyorum:
Almanların Goethe’si, İngilizlerin Shakespeare’i,
Farsların Hafız’ı var. Peki, hiç sordunuz mu kendinize;
acaba bizim, yani Nogay Türklerinin de buna benzer yazılı
edebiyat alanında öne çıkan bir şairi var mı diye? Bu
soruya birçoğumuz ne yazık ki hemen ‘yok yahu, ne
gezer, Nogayların sadece sözlü edebiyat gelenekleri
vardır’ deriz. Evet, bu sayıda sizlere Nogay edebiyatının
bilinen en eski şairi olan ve kaleme aldığı eserler
bakımından bugün hiç hak etmemesine rağmen
unutulmaya yüz tutmuş bir şairden, Şal-Kiyiz Tilinşi
Ulı’ndan bahsetmek istiyorum. Aslında sadece Nogay
Türkleri için değil, Türk dünyası açısından da önemli olan
bu büyük şairi tanımamızda fayda olduğunu düşünüyorum.
Şal-Kiyiz tahminen 1420 yılında, Nogay Orda’sına
(Hanlığına) bağlı olan İrtiş Suyu yakınlarında dünyaya
geldi. O dönemde Orda’nın başında Biy Temir
bulunuyordu. Önceleri Biy Temir ile gayet iyi ilişkiler
içerisinde bulunan Şal-Kiyiz, daha sonra aralarındaki
siyasi görüş farklıklarından dolayı sürgün edilmiştir. Şair,
Han’ın komşu krallarla ve hanlarla olan dostane ve barışçı
ilişkilerini beğense de kendi halkına yaptığı kötü
muameleden hiç memnun değildir ve Han’ı şiirlerinde
eleştirmekten geri durmaz. Bu duruşu ona Nogay Hanlığı
içerisindeki tüm bölgeleri, özellikle de Kuzey Kafkasya’yı,
istemeyerek de olsa, sürgün zoruyla
Nogay Türkçesi:
Türkiye Türkçesi:
EY, BİYTEMİR, BİYTEMİR...
Ey, biy temir, biy temir,
Kır iyesi sen edin,
Yır iyesi men edim,
Kırdı yırdan ayrdın,
Omırtkamdı kayrdın.
Ak kiyik boldun öli yok,
Ak kuv boldım köli yok.
Kobız-av boldım üni yok,
Kobızsız eldin küni yok.
Hayranı boldı-av saz ünim,
Boran boldı-av yaz künim.
Yurt taslattı yala man,
Kazak ga şıgıp baraman,
Hayran da bolıp kalaman...
EY BEY
TEMİR...
TEMİR,
BEY
Ey Bey Temir, Bey Temir,
Kır sahibi sen idin,
Türkü sahibi ben idim,
Kırı türküden ayırdın,
Omurgamı araladın.
Ak geyik oldum ovası yok,
Ak kuğu oldum gölü yok.
Kopuz oldum sesi yok,
Kopuzsuz yurdun günü yok.
Şaşırıdı sazımın sesi,
Boran oldu yaz günüm.
Yurttan attı iftira ile,
Gurbete çıkıp giderim,
Şaşırıp kalırım.
Kaynak:T.C. Kültür Bakanligi
"Türkiye Dışındaki Türk Edebiyati Antolojisi Nogay
Türkleri Cildi“
nogaytürk – 12
NOGAYTÜRK E D E B İ Y A T
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Alparslan SÜTBAŞ
Sevgili kardeşim Aziz dergi için benden de bir
katkı rica edince bilgisayarımın ve eski defterlerimin
olduğu karton kutunun başına geçtim eski bilgilerimi
karıştırmaya başladım. Farkında olmadan uzun bir zaman
geçirmişim. Şu kısa ömrüme bir çok yazı, resim v.s
sığdırmışım. Vay be dedim neler görmüş geçirmişiz !!!.
Şimdi bu yazıyı okuyan büyüklerimin “daha
yaşın kaç ta ne gördün ne geçirdin” dediklerini duyar
gibiyim. Olsun, az değil 32 seneye merdiven dayadık…
Dedem rahmetli çok severmiş beni, doğduğum
günlere yakın zamandan bu yaşıma kadar fotoğraflarım
var, az değil bu ömürde kaç savaş gördüm, kaç kişinin
doğduğunu, kaç kişinin evlendiğini ve kaç kişinin
aramızdan sessizce ayrıldığını, ha bir de ihtilal var. Yok
yok merak etmeyin siyaset değil benim şu andaki size
aktaracağım hislerim, o sadece arada bir aranot oldu.
Dedimya dedem çok severmiş diye, tanıyanlar
bilir; bir dediğimizi ikiletmezdi. O varken benim isteyip
de yaptıramadığım bir şeyi hatırlamıyorum. Böyle geçti
çocukluğum. Daha sonra babam omuzladı beni, dağ gibi
durdu arkamda, gerektiğinde yemeden, içmeden büyüttü,
okuttu ve terbiyenin ne kadar ince bir ar sınırı ile
korunduğunu gösterdi.
Evet, yazmaya başlayınca amacım eski günleri
anlatmaktı, eskinin çok güzel olduğunu, hatta eski günleri
özlemenin beklide her insanda gözleri yaşartan ve nerde
o günler dedirten bir duygu olduğunu anlatmak. Biraz
uzattım lafı ama başlamadan önce benden daha eski olan
bütün büyüklerimi saygıyla selamlıyorum.
Eskiden çok eskiden, yani bundan yaklaşık 20-30
yıl önce, kapatın gözlerinizi ve hatırlayın o günleri. Neler
yaşamadık ki. Ve hiçbir şeyin bu günkülere benzemediği
o günlerde doğru zihinlerinizi bir zorlayın.
İlk hatırladığım şey, Adile teyzenin o siyah beyaz
ekranda şirin, güleç, pamuk teyze görüntüsü ile anlattığı
hikayeler ve kuzucuklarım deyişi. Dinlemediğim gün çok
üzülürdüm, ve neden kaçırdım diye kızardım kendime,
tamam tamam birazda huysuzluk ederdim. Evet doğru
tahmininiz tabi ki her zaman olduğu gibi anneme
kızardım niye çağırmadın diye. Ne tuhaf değil mi o
kanalı niye açmadınız diye değil. Zaten bir kanal var,
sadece Adile teyze çıkınca çağırmadı diye kızabiliyorum.
Votran, Köle İzaura, Ziyaretçiler, Kara Şimşek,
Süper Babaanne, He-man, She ra izlerken, televizyonun
sesini açmak için yanına kadar giderdik. Ve sonra biraz
büyüyünce televizyonda kapanmadan önce İstiklal marşını
dinler ve sonra televizyonunuzu kapatın demesine rağmen
o dınnnnn sesini duyana kadar beklerdik. Ha birde Michael
Jackson, Madonna, Samantha Fox,, Korhan Abay, Cenk
Koray, Metin Milli, Ersen ve Dadaşlar Kayahan, Nilüfer,
Sezen Aksu, Barış Manço vardı tek kanallı bu
televizyonda. Kenan Evren´i, Erdal İnönü´yü, Özal'ı
saymadım daha. Ajda Pekkan´ın Alo, Michael Jackson´ın
Pepsi reklamlarını izlerdik reklam kuşağında ve reklamlar
arasında rüzgar gülü gibi bir şey dönerdi. İcraatın içinden
derlerdi ve anlatılırdı yapılanlar.
Sabah erkenden kalkar, sabahçı öğlenci demez
beyaz yakalı siyah önlüklerimizi giyer okula giderdik.
Okulda oyunlar bitmez akşam koşarak mahalleye dönerdik
ve delicesine hiç arıtılmış mı arıtılmamış mı diye
düşünmeden mahalle çeşmesinden su içerdik. Üstümüzü
değiştirir topumuzu alır sokağa fırlardık, evet o günlerde
sokaklarda mutlaka en az iki takım kuracak kadar çocuk
vardı ve sokakların hakimi bizdik, arabalar değil. Ve, ya bir
top ya da bir bebek bizim en iyi oyuncağımızdı, ve
çevremizdeki en teknolojik alet ise televizyon yada alarmlı
kol saatiydi. Hiç kimse yoksa futbolcu kartlarımız vardı,
yada üç taşımız çekmece oynamak için.
Süperi hiperini boş verin market yoktu o zamanlar,
mahalle bakkalları vardı. Bayramlarda şeker toplardık
bütün mahalleden ve eğer harçlık veren olursa bu
bakkallardan leblebi tozu yada meşrubat alırdık.
Otobüslerin iyisinin 302, arabaların ise murat
olduğu zamanları da saymak lazım. 75 yılda bir görünen
Halley konuşulurdu o günlerde.
Kenan Evreni bu ülkenin tek lideri sanırdık, Turgut
Özal’ı da onun adamı. Zeki Müren’i anlamaya çalışırdık.
Bay yanlışla, doğru Ahmet verirdi bize o az yanlışlı hayatın
içinde doğruları. Çatılara çıkan insanlar vardı, merdiven
gibi antenleri düzeltirlerdi. Antenler doğru yöne
bakmayınca çekmezdi televizyonlar. Çektiği zamanda
yayın kesilirdi çoğu zaman ve banttan manzara resmi
yayınlanırdı.
Böyle geçti işte hayatımız. Bu günkü
çocuklarımızın anlamadığı o günlerde yaşamaktan çok
mutluyum. İyi ki yaşamışım o günleri.
nogaytürk - 13
N O G A Y
E D E B İ Y A T I
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Celal ÇAĞDAŞ
Merhaba Kıymetli Nogaylar!
Nogay anonim edebiyatında önemli bir yere sahip olan
"şın" nazım türü hakkında acizâne tespit ettiğim bilgileri
sunuyorum. İşlev olarak şınlar, Anadolu’daki manilerle
aynı özelliğe sahiptirler yani genellikle bazı toplantılarda
karşılıklı atışma şeklinde sergilenirler, konuları sosyal
hayatta var olan aşk, sevgi, kıskançlık, sitem, günlük işler
vb. Ancak şınlar şekil olarak manilerden farklıdır.
Şın nazım şeklinin nazım birimi beyittir yani iki
mısradan oluşur. Ölçüsü ise genellikle 11'li hece ölçüsüdür
(6+5=11). Bazılarında ise ikinci mısranın 12 heceden
oluştuğu görülür, ancak söyleyişte bunlar da 11 hece
olabilir.
“Cuvrup şıkdım tav basga köy köründü
Mercimek dey akılım tört bölündü”
Segız öğuz say saban saldım izge
Kelınşekdın aruvun değişbem gızga
Ekı baslap üy saldım bölüyekben
Aruvum senın derdınden ölüyekben
Bazen de şınşılar bir birlerini taşlayarak söze başlarlar:
Ündürükde bılamık semser kasık
Men seninmen şınlamam avzun sasık
Kültöbeden topladım curun burun
Men seninmen şınlamam şoşga burun
Kültöbeden topladım kayrak mayrak
Men senmen şınlamam ıstansız taylak
Şınlasam ak temırden palla etermen
Sendeylerdı şınlasam alt etermen
Nadir de olsa 7’li hece ölçüsüyle yazılan şınlar da vardır:
Şınlasam şınşı tuvman şınlap koymam
Sendeylerdı şınlatıp karap kalmam
“Canına konsu kondurmaz
Korlap sıyır savdırmaz
Osman barmay toy bolmaz
Toy bolsa da kuralmaz
Şın değenın netkeşiy kelıstırsen
Şından şöpkan casarman erıstırsen
Kafiyeleniş ise her iki mısra birbiriyle kafiyelidir
(mesnevi tarzı kafiyeleniş). Genellikle tam kafiye ve zengin
kafiye kullanılır, bazılarında redif vardır. Bu özellikleri ile
çok ses benzerliğiyle kuvvetli bir ahenk sağlanmış olur.
Eskiden hemen hemen bütün genç kızlar veya erkekler
şın bilir ve söylermiş. Ancak bu işinde ustaları varmış. Bu
ustalara “ŞINŞI”(iyi şın söyleyen) denir. Bu ustalardan biri
de bizim köyden rahmetlik Şaban Acabay’dır. Aşağıdaki
örneklerden çoğunu sağlığında ondan derlemiştim.
Karşılıklı şın söyleme işine “ŞINLAMA” adı verilir.
Şınlamaya bazen olumlu şekilde başlanır.
Yani şınşılar birbirlerine güzel sözler söyleyerek şınlarlar:
Şınla desenız şınlayık aşılayık
Aldınızga gül bolup şaşılayık
Tor atımdı iyerlep saldım tüzge
Can coldasım bolur dep keldım sızge
Şakırsın koraz atsı tan ayan bayan
Şınşıkenındı bıleyim tanga tayan
Bazen bu ağır sataşmalar yumuşar, şakalaşmalar
başlar:
Terezeden Karaysın köralmaysın
Carım okka şıtlevuk beralmaysın
Şıtlevuk bersem şırtıldar alma kokur
İncır bereyım keşegım ce de otur
Argı şette üyüm bar kel de tokta
Atınga cüven bolayım kumusten nokta
Argı şette üyün bar tas kalavlu
Cuma gunu barıbedım it baylavlu
Koy avledın işinde koydun ızı
Kongurav seslı dal peslı baydın gızı
Koy avledın işinde koy kumalak
Men nişanlındı kördüm tıptımalak
Kelgen bosan koşkeldın otur tızıme
Bazı dalgın bolurman bakba sözume
nogaytürk – 14
Bazen de şınşılar karşılıklı övgüye başlarlar:
Bazen şınlarda sitem işlenir:
Keşeğımsın sen menim kerılgen ok day
Körünesin gözümge elde cok day
Oturgan cerım oyuldu tabakam kaldı
Tös tüymeli sarı gız aklımdı aldı
Üyündün aldına zerdali ekdım
Asga suvga karamay zarındı şekdım
Koy avledın işinde kok bolgaydım
Kısgayaklı bolgayşı cok bolgaydım
Ayttırayım atandan berse alayım
Canın süygen cerlerge üy salayım
Aksam bardım men sızge cogudun üyde
Cibek şalın ilıvlu turudu şüyde
Kök kögerşın bolayım konaklayım
Senın salgan üyündü men aklayım
Ketsen caksı colga bar camanlay ketbe
Men üyünge barganda tentıretbe
Ekı baslap üy saldım bölüyekben
Aruvum senın dertınden ölüyükben
Sen üyümge kelgende koy soyarman
Salıvlı tösek salkım üy bos koyarman
Etekden tuvgan sarı yıldız marı yıldız
Şaş bavun senın sarı altın şaşın kunduz
Kargap tüstüm avlenge terezen kaktım
Dayanalmay oturup cıgare caktım.
Netice; Nogay Anonim Edebiyatı’nda önemli bir yer sahip olan şınlama geleneği bugün maalesef yok olmuştur.
Belki zamanın hoyratlığı belki de bizlerin umursamazlığı ama bu üzücü gerçek bütün soğukluğuyla karşımızda…
Yazımı, çok beğendiğim şu örnekle bitiriyorum:
“AY AY AYDIN CARIĞI TOY BOLSAKEN
GIZLAR CASLAR CIYILIP BIR ONSAKEN”
nogaytürk – 15
E R
T
E N
G
İ
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Necdet ÖZEN
Ertegi ertek ekende,börtegi börtek ekende.Suv canıp balık
küygende,kumurska biyday şalıp şiren üygende.Sokur akay
mıltıkman koyan öltürgende,topal bike sır cuvurup cürgende,
yene şimdikinde bolganday carlıdın balası may tilep,barlıdın
balası ay tilegen vakıtlarda at’man koy asrap onlardı semirtip
satıp geşingen bir avul bar eken.Bu avuldun koyları atları köp
bolgan üşün özleri cerlesip bir cerde oturmay kayerde aruv ot
bolsa anda konup köşüp cüredi ekenler.Kış bolsa oy’da cıllı
cerlerge ketip kiyiz üylerin kurar, caz bolsa caylav’ga şıgıp
balaban bir tavdın cabaytına kelip yene kiyiz üylerdi kurup
ayvanların bağadı ekenler.Bu avulda yaşagan cas kızlar güzel
bolsalarda bulardan; canı tuvgan ayday kaşları,botaga usagan
patlak kara közleri,ıncıday ak tisleri,kuşakka sıymagan
ökşesine şek uzun şaşları bolgan güzelmi güzel Aybike degen
bir kız bareken.Aybike’ge o avuldun caslarındın tutası aşık
ekenler.Aybike’de inisi,sinisi,karındası,apte’si bolmay bir
üydün bir kızı eken.O kış oy’ga köşüp ketkende atası avurup
anyaka köşken, abasıda avurgan ama marazlıda bolsa malların
karamaga kisi bolmay avuldun tutasıda tavdın kasına caylavga
köşken üşün olarda köşüp kelip kiyiz üylerin kurup
cerleskenler.
Köşüp cabaytına cerlesken tavdın derenliklerindin
işinden şıkkan eki yağı car bolup bu carlardın ortasından
şorlap akkan balaban bir suv bareken,suvdun şıkkan
cerine taman ketilip barılmaganday bek köp
tereklermen,kaskır ayuvday ayvanlarda bolgan üşün
oyaka kimse ketmiydi eken.Bular cerleskende taga
avalar cılınmay Aybike’din abasıda maraz bolgan, o kün
Aybike kız abasına;
-Avalar cılınmadı,sende tonasın, men tavga taman
ketip kurugan otunlardan cıyıp akeliyim dep aytkanda
abasıda:
-Öz basına ketme balam,Aksakal ayuv bala kisi ne
alıp kaşadı diydiler dep aytsada kızı tınlamay birşiy
bolmaz dep şıgıp ketken.Bu balaban şorlap akkan
suvdun üstünde köpür ne bolmağan üşün anyağına
geşilmiydi eken.Aksakal ayuv degenleride suvdun
anyağında cüredi eken.Bu aksakal ayuv degenlerin
kimsedin körgeni cok bolsada,aytkanlarına köre aldı
ayaklarıman bas beti kisige, arka ayakları ayuvga
usap,er yağı tüklü,iynindin astında sakalday birşiyleri
boladı eken. Onun üşün oga aksakal ayuv diydi ekenler.
Aybike anyağına minyağına karap kasına birevlerdi
şakırıp alıp aketirmen desede erkesler ayvanlardın
artından ketkenler dep kimsedi tabalmağan.Öz basına
tavga taman ketken ama tavdın işine suv boyundan
ketkensaytın kıştın kününden kalıp irimegen
karlar köbüygen, o da kuru ağaş odun tabarman dep
cürgen.Karlardın astından biraz kuru otun ciygan,özü arıp
minyerde azakay mola beriyim degen, bir ağaştın astında
yuklap kalgan.Bu Aksakal ayuvda suvdun geşiliyik cerlerin
bilgen üşün kızdın bolgan yağına geşip cürü ekende bir
terktin astında catıp uyklagan kızdı körgen.Bek güzel
bolganın körüp oga aşık bolgan.yukusundan onu yatmay
kuşagına köterip alıp özündün Koba’sına aketemen
degende kız yanıp onu körgen ama korkup
bayılgan,ayuvda
onu alıp Koba’sına aketip özüne bike etken.Koba’sındın işi
deren bolsada kiriliyik kapısına Aybike kaşmasın dep
balaban bir kaya tayaydı eken.Bılay etken son kız
kaşamağan üyerde kalgan.
Avuldun kalkı cıyılsıp Aybike’di ne gadar karasalarda
tabamaganlar.Aksakal ayuvdun kobası betkede suvdan
geşalmaganlar,zaten onun kobasındın cerinde bilgen kisi
cogeken.Caz bitip kış kelgenson kiyiz üylerin köterip
malların aydap köşüp kışlık oyga ketkenler.Aybike
coytulup ketken üşün abasıda bir kızındın cokluğuna
dayanalmay anyaka köşüp ketken Aybike’ge aşık bolgan
avuldun casları onun tabılmayağın tüsünüp avuldakı
kızlarman üylengenler.Avul ne vakıt caz caylavına löşüp
kelse üylenalmay kalgan soyları tavga taman suv
boyundan ketip karap cürgenler ya aradan köp cıllar
geşsede tabamaganlar.Bu caslardan Kutluşa degen
birevsi Aybike’ge bek aşık eken, üylenmiy kalıp er
kelgende tavdın işlerine suv boyundan ketip süygenin
karap kaytadı eken. Bu arada Aksakal ayuv’man
Aybike’din eki ulu bolgan, onlardın birevindin atın
Aleliy,birevdin atında Baleliy dep atagan.
Künlerden bir kün Aksakal ayuv eki kişkene balasın
alıp ormandın işine bal cıymağa ketken.Aradan köp cıl
geşti ekide balamız boldu Aybike kaşmaz endiği dep
tüsünüpkoyu bolayık koba’dın kapısına tastı tayamay aşık
taslagan.Aybike’de koba’dan tısyaka şığıp tereklerdin
arasında dolaşyatkanda er cıl kelip üyerlerde onu karagan
Kutluşa’dı
suvdun
argı
şetinde
körüp
oga
bakırgan.Kutluşa’da onu körgenimen belindeki tegis
togungan cün belbevdi şeşip belbevdin bir uşun suv
boyundakı terekke baylap anavbir uşunada kişkene bir tas
tüyüp suvdun argı yagındakı Aybike’ge atkan,Aybike’de
belbevdi özündün bolgan cağındakı bir terekke
baylaganıman Kutluşa bir koluman belbevden tutup anabir
koluman caldap Aybike’din kasına bargan ekevi cılasıp
oturganlar.
-Ne boldu kaydiy mında kaldın basından ne geşti ne
cep iştin dep soragan Kutluşa;
nogaytürk – 16
-Tavdan kuru otun cıymağa şıktım ya biraz arıp
terektin birevindin astına cantaygan edim yuklap
kalganman, meni kelip aksakal ayuv köterip alıp kaştı
akelip mına kobasına casırdı,kobasındın avzuna
balaban kaya tayap şıkkan üşün kaşamadım onuman
barabar kaldık sorada özüne bike etti.Ondan eki ulum
boldu.Birevindin atın Aleliy,birevindin atında Baleliy dep
atadım.Aksakal ayuv eki ulumdu alıp bal cıymağa ketti
degende Kutluşa oga;
-Endigi avulumuzga ketiyik dep aytkanda Aybike bir
Koba’ga birde tavga karap biraz tüsüngen ama ketiyik
bolgan.Ekevi belbevge tutunup caldap suvdun argı
yağına geşip avulga barganlar.Avuldun kalkı
cıyılgan,Aybike’de onun cokluğuna dayanalmay
abasındın anyaka ketkenin tuyup köp cılagan.Olarga
basından geşkenlerdi aytkan.Obadakı bikelermen
akaylar cıyılıp Kutluşa’man Aybike’ge toy yasap
üylendiriyik degenler.Onlargada makıl bolgan.Toy
baslap şakırtuvlar kelip 4 kün toy yasaganlar.Kiyev
kapalayık keşeside avuldun ortasına balaban ot cağıp
tögeregine cıyılıp kızlarman caslar oynap kiyev
kapalayıkta
kelindin tüsürülgen kiyiz üyüne cangeler barıp karasalar
Aybike’din bolmaganın körüp karaganlar ya onun cok
bolganın tuyganıman oyun nediy sesler tınganıman
avuldun tav betinden bir aruv sesmen bir bikedin bozlav
aytkanı tuyulup o cakka barıp karaganda Aybike’din bir
ağaş kütügüne tavga taman oturup bir yaktan cılap bir
yaktanda :
AYNANAYIM ABAYIM,AYBİKE’M KAYDA DEP
KETKEN
MINA TAVDAKI KOBA,MAGA SARAY ÜYMEKEN
ALALİY’MEN BALELİY ABAY ABAY DİYMEKEN
AKSAKALLI
KART
AYUV,BİKEM
KALAY
DİYMEKEN
Dep aytkatın körgenler. Bozlav pitkenson Aybike özü
kiyiz üyüne kelip kirgen,Kutluşa’dıda kiyev etip
kapaganlar. O künden son cazga tuvra avul caylavga
kelgende caslarman kızlar balban ot cağıp tögereklesip
bu bozlavdı aytıp oynar bolganlar.Balası bolgan cas
kenşeklerde besik cırı etip aytkanlar.
nogaytürk - 17
R Ö P O R T A J
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Aziz ÖZİL – Erhan ÇAĞDAŞ- Burcu IŞIK
İlker POLAT – Erhan BAYAR
Konsept dediğimiz hadise burada devreye giriyor. Popüler kültür
insanımızı olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor.
Şöhret hayatınızda neleri değiştirdi?
Hayat anlayışıma göre şöhret felakettir. Bunu kendime düstur
edindim. Başladığımızdan beri sıradan bir sanatçı imajı
çizmemeye çalıştım. İnsanlarla kardeş, arkadaş, dost olmaya
çalıştım sürekli. İnsanlar sanatçıları farklı yere koyuyor aslında.
Onlardan tek farkımız vardı biz eser yapıyorduk. Ben üzerimde
taşıdığım misyonu yerine getirdiğimi düşünüyorum. Sanatçı
olmam sorumluluğu da beraberinde getirdi. Bu olay benim
davranışlarıma sirayet ediyorsa, günlük hayatımı etkiliyorsa,
insanlarla olan diyalogumda ben taşıdığım misyonun gereği
olarak sıradan bir insan gibi hareket edemiyorsam, oturup
kalkmama dikkat ediyorsam bu taşıdığım sorumluluğun ve
misyonun bir göstergesidir.
Hasan SAĞINDIK’ı tanıyabilir miyiz?
1963 Adana Ceyhan doğumluyum. Üniversiteye kadar
Adana’da okudum. Sonra 9 Eylül Üniversitesi Maliye
bölümünde son sınıfa kadar okudum. YÖK kanunları gereği
son sınıfta ilişkimiz kesildi. Daha sonra okulu bitirmeye hak
kazandı isem de devam etmedim. Bu yıllarda müzikle
ilgilenmeye başladım. Türk halk müziği, Türk sanat müziği,
yurt orkestrası solistliği gibi müzikle alakalı alanlarla
ilgilendim. Fakat bu dönemde yaptığım müzikler beni çok
tatmin etmedi. İlk aşamada kendi tarzımı oluşturmak amacında
değildim ama yaptığım müziğin birçok insanı ilgilendirdiğini
gördüm ve gelen albüm tekliflerini kabul ettim. İlk albüm
Yusuf yüzlüler 1989 yılında çıktı. Beklentiyi karşılayacak bir
çalışma oldu herhalde ki çok ciddi bir kabul gördü. Bende
bunun üzerine peş peşe albümler çıkarmaya devam ettim.
Evliyim, iki kızım var.
Neden müziği tercih ettiniz?
Aslında müziği tercih ettiğimi söyleyemem. Hayat
anlayışımla ilgili “büyük kader” dediğim bir hadise var. Benim
dışımda cereyan eden, beni yönlendiren cüzi iradenin dışında
bir büyük külli irade var. Ben ticaret lisesi, üniversitede ise
maliye okudum sonra sanatçı oldum. Böyle bir şeyin normal
şartlarda olmaması lazım. Demek ki böyle bir alanda bir boşluk
vardı ve birinin yapması gerekiyordu. Bu da biz olduk öyle
diyelim.
Günümüz müziğini nasıl yorumluyorsunuz?
Dinleyicinin ilgi alanları değişti. Hedefsizlik çoğaldı.
Dinleyici artık bir şey almak istemiyor. Popüler kültürün
etkisiyle yaşamak istiyor. Benden bir şey talep edilmediği için
şuan bir şey üretmiyorum. Dinleyiciden alamadığım elektrikten
dolayı albüm yapmıyorum. Ama bu hep böyle gidecek
anlamında değil. Eskiden yılda iki albüm yaptığımızda oldu
ama şimdi bizim yaptığımız türe çok fazla ihtiyaçta kalmadı.
Yani özgün denilen bu tarza dinleyicinin ihtiyacı kalmadı.
Çünkü onu oluşturan şartlar ortadan kalktı. Bu sebeple bu
müzik insanları etkilemez oldu.
İcra ettiğiniz müziğe “Asya sentez” diyorsunuz. Nedir Asya
sentez?
Albümlerimde sürekli küçük notlar düştüm Asya’ya dair. İlk
albümde “Güzel Türkistan”ı söyledim. “Ağla Karanfil” tamamen
Azerbaycan’a yönelik bir çalışmaydı. Şairi de Azerbaycanlıydı.
Sadece bestesini ben yapmıştım. Sonra kendisi Özbek olan Sabir
Karger’in “Anayurt” adlı eserini okudum. Pentatonik dediğimiz
esas Türklerin dünyaya armağan ettiği müzik tarzıdır. Beş sesten
oluşan bir müzik yapısıdır. Pentatonik müziğin caz versiyonunu
da yaptım. Eserlerde sürekli o tınıları koklatmaya çalıştım.
İnsanlara Asya’da at koşturuyormuş hissi yaşatmaya çalıştım.
Asya enstrümanları ile batı enstrümanları arasında bir sentez
oluşturmaya çalıştım. Asyalık kısmıyla yerli olmayı, ezgilerde
sözlerde kültürü kullanmayı, oradan etkilenmeyi, sentez kısmıyla
da dünyanın bugüne kadar oluşturduğu müzik kültüründen
istifade etmeyi ifade etmeye çalışmıştım. Yaptığım müziğe “Asya
sentez” dedim ama şuana kadar gerçekleştiremedim. Bunun için
büyük desteğe ihtiyaç var. Bunu bireysel olarak yapamıyorsunuz.
Büyük araştırma gerekiyor. Benimki bir fikirdi olması gerekeni
söyledim.
Bestelerinizde genellikle Abdurrahim Karakoç’u tercih
ediyorsunuz. Bunun sebebi nedir?
Abdurrahim Karakoç yaşayan en büyük halk şairidir. Üzerine
alternatif yoktur. Benim üniversite yıllarında ve sonrasında fikri
yapımın gelişmesinde çok büyük etkileri olmuş bir şairdir.
Şiirlerinin içindeki sadece bazı kelimeleri araştırsanız bir
kütüphane dolusu bilgiye sahip olursunuz. Bu yüzden
vazgeçilmezlerimden biri olmuştur. Vazgeçilmezlerimden bir
diğeri de Bahattin Karakoç ki kendisi tasavvufi şiir alanında tam
bir deryadır.
Okumayı seviyor musunuz? Ne tür kitapları okursunuz?
Bir zamana kadar tarih kitapları, bir zaman hep şiir kitapları
okudum. Daha sonra hikâye, romandan ziyade temel kaynak eser
diyebileceğimiz yapıdaki eserleri alarak lüzumsuz kitapları
nogaytürk – 18
kaldırdım hayatımdan. Kendime ciddi bir külliyat oluşturdum.
Yazarların her birinin kendi alanlarında ayrı ayrı tatları vardır.
Şiirde Abdurrahim Karakoç’un tadı başkadır, Bahattin
Karakoç’un tadı başkadır, Yunus Emreler, Mehmet Akifler
Necip Fazıllar, belki anlasam Fuzuli’nin tadı başkadır.
Kitaplarda bir ayrım yapmak çok kolay değil.
Nogaylık hakkında düşünceleriniz nedir?
Nogaylığı çiğ börek, göbeta ve Nogay çayı dışında çok
fazla yaşamadık. Çocukluğumuzda yaşlılardan duyduğumuz
konuşmanın dışında, yöremizde oynanan Çerkez oyunları
dışında başka bir şey hatırlamıyorum. Fakat zaman içinde
nereden geldiğimizi merak etmeye başladım ben. Bir
Nogaylıktan bahsediliyordu ama sadece ismi vardı. Ben 25
yaşıma kadar soyadımın manasını bilmiyordum düşünün.
Büyüklerimde bilmiyordu bunu. Ben bunu Türkistanlı bir
subaydan öğrendim. Çok kızmıştı, iyide fırça atmıştı bana.
Burhanettin Semerkant adı. Bana ‘senin adın ne’ dedi ‘Hasan’
dedim. ‘Soyadın ne’ dedi ‘Sağındık’ dedim. “Ne demek
Sağındık” dedi. Bende cevap yok tabi. “Araştırmıyorsunuz,
okumuyorsunuz, bilmiyorsunuz” dedi. ‘Özledik’ dedi
soyadının manası. O gün yitik bir şeyimi bulmuş gibi oldum.
Çünkü bunca senedir taşıdığımız soy isminin manasını
bilmiyorduk. Sonra ben biraz daha araştırarak bir Kırgız
sözlüğünde buldum sonunda. Orda da teyit ettikten sonra
bizimkilere de söyledim: ‘Soy ismimizin manası budur’
dedim. Nogaylık hayatımda nogayçay, çiğ börek ve göbeta
işte bundan ibaret. Bize anlatan olmadı. Sizin gibi dostlarla
arkadaşlarla, oralardan gelen insanlarla görüşüyoruz. İnşallah
zamanla daha iyi olur, güzel şeylere vesile olur.
Dedelerimizin Ata topraklardan göç hikâyesini birde
sizden dinleyebilir miyiz?
Bize Nogaylık hiç anlatılmıyordu. Dedemden zorlayarak
aldığım tek bilgi Kuban nehrinin kıyısından göç ettikleridir.
Köyünüzün ismi neydi?
Çakallıdere köyü. Ceyhan’ın tamamına yakını Tatarların
kurduğu köylerden oluşur. Hatta Ceyhan’ın mahalle isimlerine
bile yansımış bu. Büyük Kırım, Küçük Kırım, Mangıt gibi
mahalle isimleri var. Ceyhan daha sonra doğudan uzun süre
göç aldı. Şuan yarısına yakını doğudan gelenlerden oluşuyor
artık. Ama kurucuları tamamen Nogaylar, Çerkezler ve Kırım
Hanlığı içinden gelen insanlarımızdır. Bizimkiler Kuban
Nehri’nin kıyısından gelmişler. O kadar yerin içinde Ceyhan
nehrinin kıyısına yerleşmişler. Bu bölgeyi seçmelerinin
nedeni: Kuban Nehri kıyılarına çok benzemesi.
olarak daha çok asimile etmiş böyle düşünüyorum. Bakın yan
tarafta Özbek çadırı var, pavyonlarda çalınan müzikler çalınıyor.
Yani böyle mi olmalı?
Kültürümüzün canlandırılması adına neler yapılmalı sizce?
Kültürün temellerinin hala Kırım’da Kafkasya’da yaşadığını
varsayarsak oralara gidilebilir. Orda yaşanan kültür
değerlendirilebilir. Turistik gibi başlayan daha sonra genişleyerek
ekonomik yönü de olan ziyaretler karşılıklı yapılmalı. Sizin dergi
ile oradaki bir dergi kardeş dergi ilan edilebilir. Buradan oraya,
oradan buraya haberler götürülüp getirilebilir. Sonuç itibari ile
diyalogu sağlamak zorundayız. Globalleşen dünyada bu gücü
mutlaka sağlamak ve korumak zorundasınız. Güç olmadıkça
birileri gelip üstümüze güç olacak.
Nogay yemekleriyle aranız nasıldır?
Eşim Nogay değil ama Nogay çayını yapmasını öğrendi, çok
güzel yapıyor. Kendiside seviyor, çocuklarda içiyor. Dedem
karışık şeyleri seviyordu. O, Nogay çayına karabiber, tereyağı
hatta salçada katıyordu. Ben tereyağı, tahin ya da margarinle
içiyorum. Yanında da mutlaka katlama olmalı. Katlama yağda
kızaran hamurdan yapılan bir tat.
Nogayca şarkı söylediniz mi eserlerinizde?
Tarzıma uygun olmayan şiirleri pek besteleyemiyorum. Yani
her Nogay şiirini besteleyemem. Ama bir gün mutlaka “Ey Güzel
Kırım”ı okumayı istiyorum. Bir Nogay şiirini biraz kendime de
uyarlayarak besteler ve okuyabilirim. Siz bana şiirleri ulaştırın bu
vesileyle derneğinize hediye etmiş olalım.
Son olarak biz gençlere tavsiyeleriniz neler?
Yanlış yapmamak üzerine kurulu bir hayatı tercih ediyorum
genelde. Bunu hayatımda bir düstur edindim kendime. Buna ister
inanç, ister ahlak, ister prensip deyin, sonuçta günahlardan
kaçmak şeklinde özetleyebileceğimiz, günlük hayatın içindeki
lüzumsuz işlerden uzak durmayı amaç edinen bir anlayışım var
benim. Ve bu şekilde çok mutlu ve huzurluyum. İnsanlar küçük
şeylerle mutlu olmayı ve hedefsizlikten kaçınmayı bilmeli.
Bizi kırmayarak vakit ayırıp buraya kadar geldiğiniz için
teşekkür ederiz.
Sabantoy hakkında düşünceleriniz neler?
Ben hiç katılmadım. Amacın ne olduğunu çözemedim ama
internetten izledim. Nogay olmayan sanatçılarında
getirildiğini duydum. Bana biraz hedefsiz gibi geldi. Her işte
hedef çok önemli. Çok eleştirmek için söylemiyorum ama
amaç anlatılmalı, insanlar bilinçlendirilmeli. Neden
yapıldığını insanlar bilmeli. Kültürün unutulmaya yüz tutmuş
olması etkisini gösteriyor burada. Geleneği korumak,
günümüzün sunduğu imkânları ona destekçi kılmak çok
önemli. Gelenekler yaşatılmalı orda. Zaman, Nogayları kültür
nogaytürk – 19
Y Ö R E L E R İ M İ Z
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Burak TAŞKIRAN
Resimler : M. Melike ATAY – Kanime BULDUK
Boğazören; eski adıyla ‘Köstengil’ köyü Konya ilinin
Kulu ilçesine bağlı bulunmaktadır. Köy 1850 – 60’lı
yıllarda Rusya’dan göç eden Nogay Türkleri tarafından
kurulmuştur. Köye ilk yerleşen ve kuran Temirbek Ata ve
obasıdır.
Köy eski yani KÖSTENGİL adını göç sırasında
geçici olarak konakladıkları Romanya’nın KÖSTENCE
şehrinden almış izlenimi veriyor. Aslında köy hakkındaki
bilgilerin çoğu kulaktan
dolma olduğu için bazı kalıplar birbirine uygunluk göstermez.
Köy yerleşim yeri olmadan önce bir bataklıktır. Köye
yerleşen Nogay halkı bataklık halinde bulunan araziyi çeşme
kanalları açmak ve söğüt ağaçları dikmek suretiyle
kurutmuşlardır. Daha sonrasında ise köy yaşanılası bir yeşillik
halini almıştır. Halen yer, yer bataklık izlerini taşımaktadır ve
köyün ortası söğüt ağaçları ile doludur.
nogaytürk – 20
Köyün hemen yanı başında bulunan Karacadağ
eteklerinde Etiler’den kaldığı rivayet edilen bir mağara
bulunmaktadır. Ayrıca köyün yanı başında bulunan
gayrimüslimlere ait olduğu sanılan mezarlardaki
sandukalardan
zamanında
bir
takım
kalıntılar
çıkarılmıştır.(yüzük, bardak, taş oluklar vs.)Diğer
tarafında ise eski ev kalıntıları olduğu rivayet edilen ufak
bir tepecik vardır. Halk arasında Höyük olarak da bilinir.
Bu tepenin 1 km ilerisinde; taşların diziliş düzeninden ve
halkının söylediğinden anladığımız kadarıyla eski bir
mezarlık bulunmaktadır. Yine Karacadağ tarafında
bundan on yıl öncesine kadar dolu olan ve şimdi tamamen
kurumuş küçük bir gölcük bulunmaktadır.(Kerpiç
göl)Yine bu dağın eteklerinde yakın zamanlarda faaliyette
bulunan ve köyün halkının bir kısmının geçim sağladığı
küçüklü, büyüklü taş ocakları bulunmaktadır.
Köy hemen hemen üç tarafı dağlarla çevrilidir.
Kulu’nun diğer köyler ile ulaşım sağladığı bir yol üzerinde
bulunmaktadır, bu da köye ulaşımı kolaylaştırmaktadır.
Köy halkının çoğunun geçim kaynağı tarım ve
hayvancılıktır.
Köyde yetiştirilen başlıca tarım ürünleri; arpa, buğday,
yulaf, fiğ, mercimek, nohut vs.dir. Nüfusu ise zamanla
köyden kente göç hareketi ile çok kan kaybetmiştir. Bu
yüzden köyde eğitim yoktur. Çocukların eğitimi ise komşu
köylerde devam etmektedir. Köyde bir adet cami ve bir adet
de muhtarlık binası bulunmaktadır. Köy Kulu ilçesine 17 km
uzaklıktadır. Doğusunda Ağılbaşı (Mandıra) 5 km ile
batısında Arşıncı 3 km ile, güneyinde Karacadağ 3 km ile,
kuzeydoğusunda ise 2 km ile Yaraşlı köyleri bulunmaktadır.
Köye, 1920’li yıllarda, Doğu ve Güneydoğu’dan Kürt
aşiretlerine mensup aileler yerleştirilmiş. Bu aileler Nogay
kültürüne adapte olmuşlar ve şu anda büyük çoğunluğu hiç
Kürtçe bilmezler ama Nogay Türkçesini en az bizim kadar
iyi konuşurlar. Kendilerini de bizden ayrı hissetmezler.
Doğal olarak Nogaylar da onları aynı duygularla sever ve
sayarlar.
Köyde halen; Akay, Akyel, Arabacı, Bardakçı,
Berkcan, Bulduk, Camcı, Canlı, Çelik, Çetiner, Çoban,
Demir, Demirok, Dinç, Ergin, Güner, Gözaydın, Halıcı,
Kara, Kayabaşı, Orhan, Ünal. Ünalan, Sertel, Taşkıran,
Taşpınar, Tay, Tekçiftçi, Yıldırım, Yılmaz, Yorgancı,
Yücekök aileleri yaşamaktadır.
nogaytürk - 21
S Ö Y L E Ş İ
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Büyüklerimize sesleniyoruz. Genciz, dinamiğiz ama destek olmazsa çok
fazla yol alamayız. Heyecanımızın sürmesi, şevkimizin kırılmaması için
maddi ve manevi desteklerinizi bekliyoruz.
Dernek neden kuruldu?
Derneğin gidişatı nasıl? Beklediğiniz ilgiyi gördünüz mü?
Nogaytürk Dergisinin yayınlanması için uzun bir
istişare süreci geçti ve daha henüz yayın izni alınmadan
derginin ilk sayısı bastırıldı. Yayın izni için en mantıklı
çözüm bir dernek adına olmasıydı. Mevcut derneklerle
görüşmeler sonucunda kendi derneğimizi kurmaya karar
verdik ve Nogay Gençleri Derneği’ni kurduk. Derneğin
kurulmasıyla ilk iş olarak derginin yayın izni çıkarıldı ve
dergini dağıtımına başlandı.
Amaç sadece dergimiydi? Başka çalışmalarız
olacak mı?
Nogay Forum üyeleri ile yapılan görüşmeler
sonucunda kurulmuş olan derneğin çalışmalarının sadece
dergi ile sınırlı kalmaması gerektiği kanaatine vardık. Çoğu
üniversiteli yada mezunu olan genç arkadaşlarımızla birlikte
Nogay gençlerinin okullarında eğitimlerine destek olmak
amacıyla etütler hazırlama fikrini ortaya koyduk.
Önümüzdeki eğitim döneminden itibaren yapılacak
başvurular neticesinde tüm ilköğretim ve lise öğrencilerine
hazırlayacağımız etütlerle okul derslerine yardımcı olacağız.
İlerleyen
günlerde
kültürel
faaliyetlerde
düzenlemeyi planlıyoruz. Genç ve heyecanlı bir ekibe
sahibiz. Bize destek olunduğu takdirde çok alanda hizmetler
sunacağımızı bunda da başarılı olacağımızı düşünüyoruz.
Ankara’da aynı amacı taşıyan üçüncü dernek
oldunuz. Bu konudaki düşünceniz nedir?
Bu konuda çeşitli eleştiriler aldık. Bir kesime göre
yaptığımız ayrımcılık ve parçalanmaya sebep olmaktı.
Derneklerin amacının birlik sağlamak olduğunu
düşünüyordu. Bir kesime göre de daha önce yapılamamış
olan Nogay gençlerini bir araya toplamayı başardığımız için
ve daha önce yapılmayan dergi yayıncılığını yaptığımız için
bize destek olanlarda oldu. Biz derneklerin asıl amacının
birlik sağlamak konusunda hemfikiriz. Birlik sağlandığı
takdirde daha güçleneceğimizi düşünüyoruz. O zaman
muhakkak daha faydalı işler yapılacaktır. Bu konuda nasıl
bir yol izleyeceğimizi ilerleyen günler gösterecek.
Derneğin kurulmasında çok büyük bir beklentimiz
yoktu. Asıl amaç belliydi. Fakat gençlerin kurmuş olduğu bu
dernek genç arkadaşların ilgisini çekti ve heyecanlandırdı.
Çoğu arkadaşımız ilk kez bir derneğe üye oldu. Bizde zamanla
dernekçiliği öğrendik. Dernek çatısı altında neler yapılabilir
bunların araştırması içine girdik. bir şeyler yapalım faydamız
düşüncesi içine girdik. Zaman zaman sıkıntılar yaşayacağız
elbet. Dernek merkezinin kirasını ödeyemediğimiz
zamanlarda olacak. Daha öncede belirttiğim gibi bize destek
olunduğu takdirde güzel işler başarabileceğimizi düşünüyoruz.
Şu an yeterli üye sayısına ulaşmış bulunuyoruz. Akin,
Kırkkuyu, Şeker, Köstengil, Karakura, Seyitahmetli yani her
köyümüzü temsil eden bir üyemiz var dernekte. Diğer illerden
de bize destek olanlar var. Balıkesir, Bursa, İstanbul, Konya,
Eskişehir, Amasya, Adana gibi birçok ilden Nogaylarımız bizi
ilerlediğimiz bu yolda desteklerini esirgemiyorlar.
Biz tüm Nogay köylerindeki gençleri bir araya
toplamayı başardık. Güzel arkadaşlıkların oluşmasına ortam
sağladık. Yapılan çeşitli etkinliklerle bu dostluğu pekiştirdik.
Piknikler düzenledik, şenliklere birlikte gittik, tanışma
toplantıları düzenledik, şiir dinletileri düzenledik, halı saha
maçları düzenledik. Kurmuş olduğumuz Nogay Forumda
birçok arkadaşımız birbirlerini tanıdı, akrabalarını tanıdı.
Birçok etkinlik yaparak tüm köyler arasındaki Nogay gençleri
arasında bir köprü oluşturduk.
Biz dernek kurarak ayrımcılık ya da parçalanma gibi
bir duruş sergilemiyoruz. Buradan tüm Nogay gençlerine ve
kendini genç hissedenlere sesleniyoruz. Derneğimize ya da
Nogay Foruma üye olmak için vakit kaybetmeyin ve bu
ortama sizde dahil olun. Hızla büyüyen bu platformda birlikte
olalım, birlik olalım, güzel hizmetlere imzamızı atalım.
Bu bağlamda da büyüklerimize sesleniyoruz. Genciz,
dinamiğiz ama destek olmazsa çok fazla yol alamayız.
Heyecanımızın sürmesi, şevkimizin kırılmaması için maddi ve
manevi desteklerinizi bekliyoruz.
nogaytürk – 22
Saygı ve Selamlarımla…
T E K N O L O J İ
Cemil AKDAĞ
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu sayımızda cep telefonlarının tarihi gelişiminden bahsedeceğiz. Bu
göndermek için değil aynı zamanda veri alışverişini de sağlamak için
başlıkta cep telefonlarının bir ihtiyaç haline gelmesinin sebeplerini, ilk
kullanılmaya başlandı. Günümüzde 2,5. nesil olarak da bilinen GPRS ve
olarak piyasaya çıkan cep telefonlarının ve günümüzde kullanmakta
EDGE teknolojileri cep telefonu üzerinden yüksek hızla internete
olduğumuz cep telefonlarının özellikleri arasındaki büyük uçurumu ve
bağlanmayı ve veri gönderip almayı sağlamaktadır.
bundan sonra cep telefonlarının geleceğinin ne olduğunu açıklamaya
çalışacağız.Zamanın çok hızlı bir şekilde geçtiği son 10 yılda insanlar
birbirleriyle sürekli iletişim halinde olma ihtiyacı hissetmektedirler. Her
zaman olduğu gibi yine insanoğlunun bir ihtiyacı dolayısıyla karşımıza
çıkan cep telefonları insanların birbirleriyle her an her yerde iletişim
kurabilmelerini sağlamaktadır. Adını ülkemizde “cep telefonu” olarak
tanımladığımız ama aslında “hücre telefonu (cell phone)” olarak
insanoğlunun beğenisine sunulan telefonlar piyasaya ilk çıktıklarında
sadece arabalarda kullanılabiliyordu. Çünkü bu telefonları taşımak için özel
Şimdiye kadar bahsettiğimiz teknik özelliklere sahip telefonlar satışa
çantalar gerekmekteydi. Çantaya ihtiyaç duymadan kullanılabilen ilk cep
sunulmuş ve bu özellikleri gerçekleştirmek için gerekli olan altyapı tüm
telefonu Motorola firması tarafından 1985 yılında piyasaya sürülen
dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızlı bir şekilde hazırlanmıştır. Ancak
DynaTAC modelidir. McKinsey firması 1980’lerde piyasaya girdiği zaman
3. nesil olarak bilinen teknolojiyi destekleyen bazı telefonlar ülkemizde
2000 yılına kadar 900.000 adet telefon satılacağını öngörüyordu. Şimdi ise
bulunsa da bazı “politik” nedenlerden dolayı bu teknoloji için gerekli
3 günde 900.000 telefon satılmaktadır. Motorola firmasının 1996 yılında
olan altyapı hazırlanamamıştır. Son 2 – 3 senedir ihalesinin yapılması
piyasaya sürdüğü ve StarTAC ismini verdiği telefon kapaklı ilk telefon
planlanan 3. nesil teknolojisi ülkemizde çok geç kalınmış bir teknoloji
olma ve titreşime sahip olan telefon olma özelliğine sahiptir. 1998 yılında
olarak görülmektedir. Nitekim geçtiğimiz Eylül ayında 3. nesil lisansları
satılan cep telefonu sayısı tüm dünyada satılan toplam araba ve bilgisayar
için ihale açıldı ancak ülkemizdeki 3 operatörden sadece bir tanesi
sayısından
fazladır.
ihaleye katıldı. İhaleye katılan operatör 321 milyon Euro teklif vererek
2000 yılında piyasa çıkan ve hemen herkesin kullandığı bir telefon olan
ihaleyi almıştır.3. neslin getirmiş olduğu bazı yeniliklerden bahsedecek
Nokia 3210 anteni dışarıda olmayan ve T9 klavyeye sahip olan ilk
olursak;Yüksek hızda (2MB) internet erişimi ve yüksek hızda çoklu
telefondur. Bugünlerde cep telefonlarının artık olmazsa olmazları arasında
ortam haberleşme desteği, Gelişmiş pil ömrü, Mevcut şebekelerle
olan kamera özelliği ilk defa bundan 7 sene önce Japonya’da üretilen Sharp
birlikte çalışabilirlik, 2G’ye dolaşım sağlayabilme, Gelişmiş güvenlik
J-SH04 model telefonda karşımıza çıkmıştır.Nokia firmasının 1 milyarıncı
yöntemleri sayesinde mobil ticarete ortam sağlayabilme,Görüntülü
olarak satılan telefon modeli bir 1100’dır. Gelişmekte olan ülkelerin
konuşmayı sağlayabilme,Medya haberciliği açısından çekilen video
vatandaşları için toz – korumalı olarak tasarlanan bu telefondan şimdiye
görüntülerinin
kadar 200 milyon adet satılmıştır. Özellikle gençlerin çok kullandığı bir
yetiştirilmesi…Türkiye olarak her ne kadar henüz 3. nesil teknolojileri
özellik olan SMS servisi sayesinde dünya çapında 2000 yılında 17 milyar
kullanmaya başlayamamış olsak da IEEE veya ITU gibi düzenleyici
kısa mesaj gönderilmiştir. Bu sayı 2001 yılında 250 milyar, 2004 yılında
kuruluşlar 4. nesil ve hatta 5. nesil teknolojilerin standartlarını
500 milyar ve korkunç derecede hızlı bir artış göstererek 2007 yılında 1,9
oluşturmuş ve yaygınlaştırılması için çalışmalara başlamıştır. 2010
trilyona ulaşmıştır. Nokia N95 modeli şimdiye kadar en çok özelliğe sahip
yılında bazı ülkelerde kullanılmaya başlayacağı düşünülen teknolojinin
telefon olarak karşımıza çıkıyor; Wi-Fi, 3G, mp3 çalar, bluetooth, flash,
hızı dudak ısırtan cinsten. 1Gb internet bağlantı hızına sahip 4. nesil
RSS, Java, 5MP kamera, internet, 8GB hafıza, GPS…Biraz da cep
teknolojisi ile saatte 60 km hızla giden bir aracın içinde bu teknolojiyi
telefonlarının teknik özelliklerinden bahsedelim. İlk olarak piyasaya
destekleyen
sürülen ve 1. nesil telefon olarak bilinen telefonların tek özelliği
gerçekleştirilebiliyor. İnanması zor gibi ancak bu yaklaşık olarak 1
evlerimizde ve iş yerlerimizde yaptığımız gibi “alo” demekti. Sabit
dakikada bir film indirmek anlamına geliyor. Bakalım teknolojik
telefonlardan tek farkı taşınabilir olmasıydı. Daha sonra 2. nesil
gelişmeler bizi daha ne kadar şaşırtmaya devam edecek…
daha
telefonların çıkmasıyla artık tüm dünyada trilyonlarca defa kullanılan SMS
özelliği eklenmiş oldu. Bunlardan sonra cep telefonları sadece “alo” demek
veya SMS
nogaytürk - 23
en
cep
hızlı
telefonu
bir
ile
şekilde
saniyede
haber
100Mb
veri
merkezine
transferi
M
A K
A
L
E
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Ö. Hakan BENLİ
Çocuklar tüm toplumların bekasıdır. Toplumların
sağlıklı bir şekilde devamının sağlanabilmesi için
çocukların dini, milli, ahlaki ve kültürel duygularla
yetiştirilmesi elzemdir. Çocukların yetiştirilmesi ve
terbiyesi için sadece ailenin, sosyal çevrenin, toplumun
ve eğitim kurumlarının katkısı yeterli değildir.
Çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimlerinde
oynadıkları oyunlar çok önemli bir yer tutar.
Çocuk oyunları sadece oyun olmaktan ibaret
eğlence etkinlikleri değildir. Toplumların çocukları için
ortaya çıkarmış olduğu her bir oyun ve oyun içerisinde
geçerli olan kurallar silsilesi ve oyun içerisinde
söylenilen maniler ve şarkılar aynı zamanda o
toplumların birer yansıması niteliğindedir.
Çocukların oynadıkları oyunların bir kısmı kendi
ebeveynleri tarafından öğretilen oyunlardan olduğu gibi;
bir kısmı da, çocukların ebeveynlerini veya mensubu
oldukları toplumun yaşayış biçimlerini taklit ederek o
davranışları
oyun
olarak
biçimlendirmelerinden
oluşmuştur. Dolayısıyla her iki şekilde de oyunlar
toplumun bir kesitidir.
Her bir toplum kendi milli, dini, kültürel ve
sosyal özelliklerini, gelenek ve göreneklerini; yaşadıkları
coğrafi konuma, iklimsel özelliklerine, yaşam
biçimlerine ve hatta yeme içme kültürlerine
harmanlayarak çocuklar için en uygun olan oyunları
hayata geçirmişlerdir. Bu oyunlar kimi yerde çok sert ve
ağır şartlara haizken kimi yerde daha naif ve kolay
şartlar gerektirmektedir.
Çocuk oyunlarındaki kurallar ve yaptırımlar
çocuklar için hem bir eğlence ve vakit geçirme aracıdır
hem de çocukları yaşadıkları coğrafyanın koşullarına
göre ve aynı zamanda bulundukları toplumun gelenek ve
göreneklerine; milli ve dini yapılarına göre fiziksel ve
zihinsel olarak geleceğe hazırlamakla mükelleftirler.
Bir köy alanında, sokak içerisinde veya bir
parkta oyun oynayan çocukları izleyerek hiç
tanımadığınız bir toplum hakkında, o toplumun sosyal,
kültürel, ahlaki ve dini yapısı hakkında gerçekçi ve
nesnel fikir sahibi olabilirdiniz. Ne var ki günümüzde bu
yargılara ulaşmak hiçte kolay değil. Gelişen bilgisayar
ve internet teknolojisi sayesinde neredeyse tüm dünya
çocuklarının müşterek olarak paylaştıkları oyunlar ön
plandadır. Bu değişim nedeniyle hemen her kültürde
çocukların oynamış olduğu oyunlar bu gün ya
oynanmamakta ya da tamamen unutulmuş durumdadır.
Nogay toplumunun çocuklara yönelik ortaya çıkardığı
oyunlar da, Nogayların sosyal, kültürel, ahlaki ve dini
yapısı ile ilgili derin ipuçları içermektedir. Dergimizin bu
sayısında bu konu üzerinde kısa değerlendirmelerde
bulunacağım. Bu yazının tam metnini internet sitemde
bulabilirsiniz.
Oyunları anlatmadan bu oyunlar üzerinde bazı
değerlendirmelerde bulunmak mümkün değil. Bu nedenle
elli veya altmış yıl kadar öncesine kadar çocuklar
tarafından oynanan ama bugün unutulmuş olan veya
oynanmayan oyunlardan birkaçını kısaca aktaralım. İlk
oyunumuz;
KULAKBURGAVUŞ: Oyunun adı Türkçe olarak
kulak bükmedir. Adından da anlaşılabileceği gibi
temelinde kişinin kulağını bükmek gerektiği için bu adı
almıştır. Ne kadar zamandır oynandığı hakkında bir bilgiye
sahip değiliz. Oyuna yönelik herhangi bir mani veya
tekerleme olduğuna dair bir kayıt da mevcut değil. Oyun
açık alanda ve genellikle ilkbahar - yaz aylarında
oynanmaktadır. Bu oyun da diğer birçok Nogay çocuk
oyunu gibi yıllardır oynanmamaktadır. Dört veya daha
fazla erkek çocuk tarafından oynanan bu oyunun kuralları
ise şöyledir;
Çocuklardan biri elinde tutmuş olduğu madeni
parayı veya o günün şartlarında çocuklara göre değerli
sayılabilecek herhangi bir küçük nesneyi ‘Kulakburgavuş’
diyerek uzağa fırlatarak oyunu başlatır. Oyuna iştirak eden
çocuklar herkesten önce yere düşen nesneye ulaşarak o
nesneyi mümkünse kimseye kaptırmadan ebenin başının
üzerine koymağa çalışırlar. Oyunun kuralı bu kadar basit
olmasına karşın oynanış biçimi oldukça serttir. Zira
koşarak yerden nesneyi alan çocuk peşinden yetişen diğer
çocuklara karşı o nesneyi savunmak durumundadır.
Rakibin elindeki nesneyi almak için uygulanacak yaptırım
ise nesneyi tutan çocuğun kulağını bükmeyi
gerektirmektedir. Kulağını büktürmeden ebeye koşmaya
çalışan çocuk diğer rakipleri bertaraf etmek için hepsinden
daha hızlı ve kıvrak hareket etmek zorundadır.
Rakiplerinden birine yakalandığında bir ya da bir kaçı
tarafından kulağı büküleceği için elindeki nesneyi
bırakmak zorunda kalacaktır. Yere düşen nesneyi alan bir
diğer çocukta aynı yaptırıma maruz kalacaktır. Oyun ta ki
içlerinden birinin rakiplerinden sıyrılarak o nesneyi ebenin
başı üzerine koyabilmesi ile son bulur. Oyunu kazanan kişi
aynı zamanda ödül olarak o nesneye de sahip olmaktadır.
nogaytürk - 24
Bir köy alanında, sokak içerisinde veya bir parkta oyun oynayan çocukları izleyerek
hiç tanımadığınız bir toplum hakkında, o toplumun sosyal, kültürel, ahlaki ve dini
yapısı hakkında gerçekçi ve nesnel fikir sahibi olabilirdiniz. Ne var ki günümüzde
bu yargılara ulaşmak hiçte kolay değil.
Oyunun sert olan yapısı ve güç sarf edilerek oynanan
bir oyun olması nedeniyle sadece erkek çocukları
tarafından oynanmaktaydı. Bu oyun Seyitahmetli ve
Boğazören Köyü civarında en az elli yıldır
oynanmamaktadır.
Oyunda geçerli olan sertlik bazen şiddete
dayanma noktasına gelmektedir. Bu tarz sertlik
derecesi yüksek olan oyunlarda oyuncuların güçlü
olmasının sağlanmasının yanı sıra gücünü kontrol
edebilme yeteneğini de kazandırmaktadır. Göçebe ve
göçebe yaşamdan yerleşik düzene geçen toplumlarda
güç en önemi hayatta kalma faktörüdür. Kendini
savunabilme, gerektiğinde saldırabilme yeteneğinin
olması
kaçınılmazdır.
Bu
oyunlarda
bunu
görebilmekteyiz. Çocuğun rakibinden sıyrılmaya
çalışması, hem saldırı hem savunma pozisyonunda
olması ve dikkatini çevresindeki rakiplerine
yoğunlaştırması
onun
savaşçı
kişiliğini
kazanabilmesini
gerektirmektedir.
Kondisyon
gerektiren ve güç sarf etmesi gereken bu oyunda çocuk
bunlara sahip olmaktadır. Bu tür oyunların hemen
hepsinde olduğu gibi bu oyunda da çocuk kendi
benliğini
benmerkezci
seviyede
tutmaktadır.
Nogayların yaşadıkları coğrafyalardaki sert ve
acımasız yaşam koşulları ister istemez çocuklarının
bazı oyunlarında da kendini göstermektedir. Kısaca
değinmek istediğimiz bir diğer oyunumuz;
AKSÜYEK: Genellikle yaz aylarında ve
akşam karanlığında ay ışığında oynanan oyunlardan
biridir. Oyunun Türkçe ismi Beyaz Kemiktir. Nogayca
Assık kemiği olarak tabir edilen ve koyunun ayak
kemiği ile oynanan bir oyundur. Günümüzde altmış
beş, yetmiş yaşında olan kişilerin çocukluklarında bile
oynamadıkları, unutulmuş olan bir oyundur. Aksüyek
oyununda kullanılan bir mani ya da söz yoktur. En az
dört erkek çocuğu tarafından oynanmaktadır.
Oyun ebenin elindeki kemiği, yanında
bulundukları bir yapının üzerinden diğer tarafa atması
ile başlar. Yapının üzerinden diğer tarafa düşen süyeki
– kemik - bulmak için çocuklar koşarak aramaya
başlarlar. Süyeki bulan oyuncu diğer oyunculara
yakalanmadan ebeye ulaştırabilmek için koşmak
zorundadır. Rakipleri tarafından yakalandığında sırtına
çıkılarak ve elinden zorla alınarak, süyek el değiştirir.
Bu kez süyeki alan oyuncu rakiplerinden sıyrılarak
ebeye ulaşmaya çalışır. Süyeki ebeye ulaştıran kişi,
süyeki atma
hakkına sahip olan yeni ebe olmaktadır. Oyun bu
döngü içerisinde devam etmektedir.
Süyek oyunu da Kulakburgavuş gibi basit
kurallara tabii olmasına karşın içerik olarak
kondisyona dayalı bir oyundur. Bu oyunda da güç en
önemli faktörlerden birisidir. Güç, hız, dikkat, hareket
kabiliyeti, gece ve gündüz çevreye uyum sağlayabilme
becerisi ve diğer faktörler çocuğun bedensel ve
zihinsel gelişimine katkı sağlayan unsurlardır.
Nogay çocuk oyunlarının unutulmaması,
unutulanların yeniden hatırlanarak oynanabilmesi ve
yaşatılabilmesi için bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim.
Nogaytürk Dergisi’nin 3. sayısında diğer Nogay çocuk
oyunlarına da değineceğiz. Görüşmek dileğiyle esen
kalın.
nogaytürk - 25
B İ L G İ - T A R I M
Burcu IŞIK – Zir. Yük. Müh.
Yeşil ve su bakımından zengin yemlerin
havasız ortamda fermantasyona uğratılarak
(ekşitilerek) saklanmasına silolama, bu işlem
sonucu elde edilen yeme de silo yemi veya
silaj denir. Silaj kısaca hayvan turşusu olarak
da tanımlanır.
 Yabancı ot tohumları silaj içerisinde ölür. Gübreyle
tekrar tarlaya taşınmadığından yabancı ot kontrolü
de yapılmış olur.
 Kurutulduğu zaman sertleşerek hayvanların yiyemediği
bir çok bitki, silaj yapıldığında hayvanlar tarafından
iştahla yenilir.
 Yeşil olarak yedirildiğinde zararlı etkilere sahip olan
bazı bitkiler, silaj yapıldığında zararlı olmazlar.
SİLO YERİNİN SEÇİMİ :
SİLAJIN FAYDALARI
 Silaj yemi, kış beslenmesini güvence altına
alması ve kaba yeşil yem sorununa çözüm
getirmesi açısından çok önemlidir.
 Silaj çok ucuz bir yemdir. Karma yem maliyetini
% 50-60 oranında azaltır.
 Silaj açılmadıkça uzun süre (2 yıl) bozulmadan
saklanabilir.
 Yeşil otlar kurutulduğunda besin kaybına uğrar.
Oysa silajda besin kaybı çok azdır.
 Kuru ot gibi yangın tehlikesi yoktur.
 Kurutulup saklamaya göre daha az yer kaplar. 1
m2’ de 600-1000 KG yem depolanabilir.
 Hayvanların iştahını açar.
 Et ve süt verimini artırır.
 Silajla beslenen hayvanların tüyleri parlak ve
gözleri canlı olur.
a- Silo yeri, mümkün olduğunca hayvan barınaklarına yakın
bir
yerde
olmalıdır.
b- İşletmenin gelişmesine uygun bir yerde olmalıdır.
c- Silo suyunun tahliyesinin kolaylığı için doğal eğimli ve
verimsiz
alanlar
kullanılmalıdır.
d- Süt yabancı kokulara karşı duyarlı olduğundan silo yeri
doğrudan
barınağa
bağlantılı
olmamalıdır.
SİLAJ İÇİN HASAT ZAMANI : Silajı yapılacak bitki,
yem kalitesinin, silolanma yeteneği ve en yüksek verimin
sağlandığı
zamanda
hasat
edilmelidir.
Örneğin, mısır silajı için en uygun zaman, danelerin süt
olumunu tamamlayıp, hamur olumu devresindeki hasatıdır.
Bu devrede, bitkideki kuru madde oranının yükselmesiyle
birlikte (%30-35) silolanma yeteneği artar. Fiziksel
gelişimini tamamladığından en yüksek verime ulaşılır ve
bitkideki besin maddeleri istenilen seviyede olduğundan
silajın yem kalitesi yüksektir.
HASAT VE SİLOLAMA : Silaj hasadına gelen bitkiler,
tek veya çift sıralı silaj makineleriyle hasat edilir. Silaj
makinesi ile parçalanan mısırlar vakit kaybetmeden silo
çukuruna
götürülmelidir.
Silo yerine getirilen mısırlar, 10-15 cm sap ve saman
serilen zemin üzerine tabakalar halinde yayılır ve traktör
v.b. ile çiğneme yapılır. Sıkıştırma işleminin muntazam
olarak yapılması gerekmektedir. Böylelikle siloda hava
oranı en aza indirilerek, fermantasyonun(mayalanmanın)
sağlıklı olması sağlanır. Sıkıştırma sırasında ne kadar özen
gösterilir ise, silajın kalitesi de o oranda artar.
SİLAJIN ÖRTÜLMESİ : İyice sıkıştırılarak, muntazam
bir yığın haline getirilen silaj, genelde 0.2 mm’den daha
kalın, dayanıklı ve güneş ışınlarını geçirmeyen plastik örtü
ile örtülür. Örtüm sırasında yem yığınının hava
nogaytürk – 26
ile temasta olan tüm yüzeyleri kapatılarak, plastik
örtü gergin bir hale getirilir. Etekleri çeşitli
şekillerde baskı altına alınarak yem yığını hava girişi
olmayan bir paket haline getirilir. Örtü üzerine
baskı materyali konmadan önce sap saman tabakası
serilmesi veya herhangi bir ucuz örtü malzemesi
kullanımı önerilir. Böylece plastik örtünün güneş,
rüzgâr, v.b. hava koşulları ile zarar görüp yırtılması
engellenmiş olur. Sağlıklı şekilde örtülen yem yığını,
yağmur, kar, dolu v.b. hava olaylarına karşı denetim
altında tutulmalı, örtüdeki tahribat ve bozulmalarda
derhal
müdahale
edilmelidir.
sonra günlük olarak bu miktar silaj alınır. Üzeri naylonla
tekrar örtülür. Silaj alınan yüzeyin ıslak çuvalla
örtüldükten sonra naylonla kapatılması tavsiye edilir. Bu
işleme silaj bitimine kadar devam edilir. Silodan 2 günlük
ihtiyaçtan fazla yem çıkarılmamalıdır. Çünkü silaj 2
günden fazla açıkta tutulursa kararır ve bozulur. Silaj
mümkünse dikine kesilerek dilimler halinde alınmalıdır.
Silo yemi pis kokulu, küflü, koyu kahverenginde ise
hayvanlara asla yedirilmemelidir.
SİLONUN AÇILMASI
Silonun açılması için olgunlaşmasını tamamlamış
olması gerekir. Olgunlaşma süresi en az 45 gündür.
Bu süreden sonra açılarak hayvanlara yedirilmelidir.
Silo açılmadan, iyi bir silo 2 seneye kadar
bekletilebilir. Çok uygun ortamlarda 5 seneye kadar
bozulmadan
bekletildiği
belirtilmektedir.
Belirtiler
Silajda ısınma (50 °C'den fazla)
Muhtemel Nedeni
Ürünün siloya doldurulmasında gecikme, silaja hava girmesi,
nemin aşırı düşük olması, hasadı gecikmiş ürün, çok büyük
parçalama, ürünün siloya iyi dağıtılmaması, iyi sıkıştırılmaması,
açılan silajı yedirmede gecikme.
Mısır silajında kararmış daneler. Aşırı ısınmadan kaynaklanan zararın belirtisi. Silaj kitlesinde
Çok koyu renkte silaj veya tütün fazla hava kalmasından kaynaklanır. Ayrıca aşırı nem içeriği,
kokusu.
büyük parçalama veya iyi sıkıştırmamak.
Küflü silaj
Küfle bulaşmış ürünün silolanması, ürünün siloya yavaş
doldurulması, büyük parçalama, aşırı düşük nem ve iyi
sıkıştırmamak, açılan silajı yedirmede gecikmek.
Mahsulünüz bol ve bereketli olsun...
nogaytürk – 27
D İ N İ
Dilek Dinçer BAYAR.
EY ALLAH’ IN KULLARI KARDEŞ OLUN !... ( Buhari,Müslim )
İnsanlarla olan ilişkilerimizi bir kez daha gözden
geçirmemiz gerekiyor. İslam kardeşliği deyince ve
bu konuda konuşurken mangalda kül bırakmıyoruz.
Ama birinci ilişkilerimize baktığımızda ne kadar
zayıf olduğumuzu fark ediyor muyuz? Ayetler,
hadisler, güzel anlamlı sözler maillerde, mesajlarda,
mektuplarda ve dilimizde dolaşıp duruyor. Peki
davranışlarımıza bu yansıyor mu? Evimizde ve
dışarıda nasıl bir müslümanız?
Günümüzde öyle garip insanlar yetişiyor ki!..
Ve gittikçe garipleşiyoruz. Biliyoruz, çok okuyoruz.
Bilgi
ağırlığından!
miskin
miskin
etrafta
dolaşıyoruz. Sağ elimizin mause ve cep telefonun
arasında gidip geldiği bir iletişim işte… Bir şey
sorunca “hah!” hesabı bir cevap.
Kendi
davranışlarımızda
reform
oluşturmadıkça
ilişkilerimizi
güçlü
tutamayacağımızı anlamamız gerekiyor.
İlişkilerimizi daha sağlam tutabilmek için
Allahu Teala ile aramızdaki bağı güçlü tutmalıyız.
Onun her şeyi işittiğini, gördüğünü bilerek
davranışlarımızda dikkatli ve ölçülü olmalıyız.
Allah’a karşı sorumlu olmak diğer
davranışlarımızı da etkileyecektir. Dolayısıyla her
amelimiz Allah için olmalı… Onun rızasını
kazanmak için çalışmalıyız. Benliğimizi ortaya
atarsak kendimize yapılan en ufak bir hatayı
unutmayıp kin tutacağız ve insanlarla olan bağımız
kısa zamanda kopacaktır.
Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Hanginizin daha
iyi davranacağını belirlemek üzere hayatı da, ölümü
de yaratan Allahu Teala’dır” (Şura, 9)
Sosyal bir varlık olan insan topluluk
içerisinde yaşamaya zorunludur. Bu topluluk
içerisinde bir takım sorunlar, sıkıntılar olabilir.
Bunları
fazla
büyütmeden dargınlığa
yol
açmamalıyız. İnsan bir anlık öfkeye kapılıp hata da
edebilir. Hatalar bizim için… Rabbimiz şirkten
başka pek çok günahı affederken bizim barışmakta
inat etmemiz yakışır mı? İlk konuşan, barışan biz
olmalıyız. “…en hayırlı olan ilk selam verendir”
(Buhari) diye buyuruyor peygamberimiz.
“Suizandan sakınınız. Çünkü suizan en yalan
sözdür. İnsanların kusurlarını araştırmayınız.
Tecessüs
etmeyin.
Birbirinizle
çekişmeyin.
Birbirinizle haset etmeyin. Birbirinize buğzetmeyin.
Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları
kardeş olun.” (Buhari, Müslim)
Müslümanın kardeşine yapacağı hayır; merhamet, sevgi,
sıcak bir tebessüm, yardım olmalıdır. Kendisine
yapılmasını istemediği bir davranışı da o da başkasına
yapmamalı, hoşgörü beklerken de kendi hoşgörüsünü de
esirgememelidir.
Kusur araştıran değil, kusur örten olmalıyız.
Küfr, zina, içki, kumar bunlar bilinen büyük
günahlardan… Peki müslümanın müslümana yaptığı
günahlar… Topluluk içerisinde kardeşinin kusurlarını
bir bir dökmekte ne oluyor? Ne kadar da iştahlıyız! bu
konularda… Çekememezlik, kıskançlık, hasetlik bunlar
insanın benliğini doldurmamalı veyahut bu duyguları
fazla beslememeli…
“Kardeşinle tartışma, onunla aşırı şaka yapma.
Ona söz verip de sözünden cayma” (Buhari) İlişkilerde
fazla aşırıya gitmeden kişiyi alçaltan, yeren şakalar
yapılmamalıdır. Onu incitecek, gönlünü kıracak
hareketlerden kaçınmalıyız. Her fırsatta karşı tarafa şaka
okları fırlatırsak bir gün yüreğini yaralayabiliriz.
Müslüman, Müslüman kardeşine yardımda
cömert olmalı… Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse
Allah’ta o kişinin ihtiyacını giderir. “Siz Allah için ne
verirseniz, Allah onun yerine başkasını verir.” (Sebe,
39)
Günümüz insanı infak deyince de tırısı veriyor.
Hayrı sadece zenginlerin yapacağını sanıyor. Sadaka
için illa ki çok malın, mülkün olması gerekmiyor.
İnsanın gönlü zengin olduktan sonra yarım hurmayla da
olsa ateşten korunur. Ne hayır yapılmışsa ihtiyaç
sahibinden önce Allah’a ulaşır. Niyetler halis olduktan
sonra Müslüman imkanı ölçüsünde yapacak bir hayır
bulur. Misafire ikram, hayır işlerinde çalışmak, yaşlı
kişilere yardımcı olmak, yoldan eziyet veren şeyi
kaldırıp atmak, tebessüm etmek… “Her iyilik
sadakadır” (Buhari) diye buyuruyor Rasülullah (SAV)
Bir Müslüman insanlarla ilişkilerinde dengeyi iyi
kurmalıdır. Bir kısmına iyi davranıp bir kısmına kötü
davranması uygun olmaz. Kişi yakınlarına karşı da
ilgisiz değildir. Onların ihtiyaçlarını da gözetir.
Gönüllerini alıp hal ve hatırlarını sorar.
“Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayın. Anne ve babaya, yetimlere, yoksullara,
akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında
bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz
kölelere yardım edin.” (nisa, 36)
nogaytürk - 28
Baktığımız zaman anne babaya itaat, Alah’a
itaatten hemen sonraya alınmıştır. Müslümanın bu
sıralamaya dikkat etmesi gerekiyor. Allah’a isyan
dışında kişi anne babasına itaat etmeli… Onlara
karşı nazik, alçakgönüllü ve yumuşak olmalıdır.
Anne babaya itaat Allah’a itaat demektir.
“Kim rızkının bol verilmesini ve ecelinin
geciktirilmesini (ömrünün uzun olmasını istiyorsa)
akrabasıyla bağlarını koparmasın.” (Buhari-Müslim)
Son zamanlarda akrabalık ilişkileri de
gittikçe zayıflamakta… Hısımlar hasım olmuş sanki.
Kardeşler arasında mal yüzünden çıkan kavgalar…
Birbirlerine sırt çevirmeler. Rasulullah (SAV) şöyle
buyuruyor: “İçlerinde akrabalık bağlarını koparan
biri bulunan topluluğa rahmet inmez.” (Beyhaki)
Küskünlükler, dargınlıklar varken nasıl oluyor da
ellerimizi semaya kaldırabiliyoruz.
Taberani, A’meş’ten (r.a) şöyle buyuruyor:
“İbni Mesut (ra), sabah namazından sonra bir halka
içinde dedi ki: Allah için, akraba bağını koparmış
biri varsa kalksın. Çünkü biz Rabbimize dua etmek
istiyoruz. Semanın kapıları ise, akrabalık bağlarını
koparan kimseye kapalıdır.”
İnsana barışmaya engel olan nedenlerden biri
de gururdur. Affetmek kişinin nefsine hoş gelmez.
Karşı taraftan bekler ilk adımı… Yaptığı bütün
fedakarlıklar, iyiliklere karşılık akrabasından
umduğunu alamaması hayal kırıklığına neden
olacaktır. Tabii bu da kişinin hayrı Allah’tan değil
karşı taraftan beklemesinin yanlışı…
“Akrabaya karşılık bekleyerek iyilik eden,
iyilik etmiş olmaz. Asıl iyilik eden akrabası
kendisini terk etse de akrabalık bağını
koparmayandır.” (Buhari)
“Ben zamanında ona şunu yapmıştım, ne
yaptım ne buldum” gibi yakınmalar da hoş olmasa
gerek. Çünkü sevabın azalmasına neden olacaktır.
Boşa kürek çekmiş gibi kişi kendi ağzıyla
iyiliklerinin değerini düşürecektir. Karşılığını
Allah’tan bekleyerek yapılan iyilikler her zaman
bereketlidir, kazançlıdır. Hem bu aradaki
husumetleri, kırgınlıkları kaldıracak insanın yüreğini
ferahlatacaktır.
“İkisinden birinin işlediği ilk günah
sebebiyle birbirinden ayrılan iki kişi birbirlerini
Allah rızası için sevmemiştir, demektir.” (Buhari)
İnsanın önce kendi yakınlarını sevmeden bir
başkasını
nasıl
seveceğini
düşünemiyorum.
Müslüman, dünyadaki bütün Müslümanlarla
kardeştir. Birbirlerine karşı mal, zenginlik, şöhret,
ırk, soy gibi üstünlükleri yoktur. Ancak takva
yönünden birbirlerini geçebilirler. Hepimiz bir
tarağın dişleri gibi eşitiz. Hepimiz kardeşiz.
nogaytürk - 29
S
A Ğ
L I K
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------İnt. Dr. Cihangül SÜTBAŞ
Özellikle yaz aylarının gelmesiyle artan kene
ısırığı vakalarının gündemde eskiye oranla bu kadar
fazla yer kaplamasının nedeni: Bazı kenelerin
taşıdığı ve insanlara bulaştığında Kırım Kongo
Kanamalı Ateşi (KKKA) adı verilen hastalığa yol
açan virüslerdir. Hastalık Asya, Afrika, Doğu
Avrupa ve Orta Doğu’da tanımlanmış; Türkiye’de
de Haziran 2002’de Tokat ilinden ölümcül seyreden
benzer vakalar ihbar edilmiş; sonrasında bu
vakaların KKKA olduğu tespit edilmiştir. 2002
yılında 150 kişi KKKA hastalığı tanısı ile tedavi
almıştır. 2007 yılında bu rakam 717’ye ulaşmıştır.
Ölümle sonuçlanan vaka sayısı 2007’de 33’tür.
Kuzey yarımkürede nisan ve mayıs aylarında
sıcaklık artışıyla birlikte keneler de aktive olmakta
mayıs- eylül ayları arasında aktif olmaya devam
etmektedirler.
KKKA ilk olarak 1944-1945 yıllarında, II. Dünya
Savaşı’nda Kırım’da görev yapan 200 Sovyet
askerinde görülmüş ve Kırım Kanamalı Ateşi olarak
tanımlanmıştır. Ayrıca 1956 yılında Kongo’da bir
virüs tanımlanmış ve Kongo virüsü olarak anılmıştır.
1969 yılında bu iki hastalığın aynı olduğunun
farkına varılmasıyla hastalık Kırım Kongo Kanamalı
Ateşi olarak anılmaya başlanmıştır.
KKKA’ne yol açan Nairovirüs adlı virüs,
insanlara başlıca vektör olan Hyalomma cinsi
keneler ile bulaşır. Günümüzde yaklaşık 850 tür
kene belirlenmiştir; bunların 30 kadarının virüsü
bulaştırdığı bilinmektedir.
Keneler kan emerek beslenen canlılar oldukları
için hemen hemen tüm yabani ve evcil hayvanların
(inek, koyun, köpek, kuşlar vb) üzerinde bulunabilir
ve bu
hayvanlardan insana geçebilirler. Ayrıca, çalılık ve
yeşil, yüksek otlu alanlarda bulunan keneler, beslenmek
için doğrudan insanlara da geçip ısırabilirler. Bu şekilde
insana geçip kan emmeye başlayan kene kan emişini
tamamladıktan sonra ayrılırken bir sıvı salgılarlar. Eğer
kene KKKA virüsünü taşıyorsa virüs genellikle bu sıvı
ile bulaşır. Kene ısırığında kene üzerine kolonya,
kloroform, eter, gazyağı gibi maddelerin dökülmesi;
keneyi elle çekip çıkarmaya çalışma gibi yanlış
uygulamalar kenenin kusmasına yol açmakta bu sıvının
daha erken ve bol miktarda bulaşmasına yol açmaktadır.
Virüsün hayvanlarda hastalık yaptığına dair bulgu
yoktur, çok sık görülmemekle birlikte virüsün bulaştığı
hayvanların kan ve dokularına temasla da insanlara
bulaş olabilmektedir. Etler pişirilerek yenildiği zaman
hayvan virüs taşıyor olsa bile ısı ile virüs ölmekte, bu
yolla bulaşma olmamaktadır. Ayrıca sağlık çalışanları
da KKKA’lı hastaların tanı ve tedavisi sırasında virüsü
hastanın kan ve vücut sıvılarıyla temas sonucu doğrudan
alabilmektedir.
Risk altında olan grup şu şekilde özetlenebilir: Tarım
çalışanları, hayvancılık yapanlar(çiftlik çalışanları,
çobanlar, kasaplar, mezbaha çalışanları, et ürünleri
satan market işçileri), veterinerler ve hasta hayvan ile
teması olanlar, endemik bölgelerde görev yapan sağlık
personeli, askerler, kamp yapanlar, piknik yapanlar, deri
fabrikası çalışanları.
Hastalık belirtileri virüsü taşıyan kene tarafından
ısırılma ile virüsün alınmasını takiben genellikle 1-3
günde ortaya çıkmaktadır; bu sure en fazla 13 gün
olabilmektedir. Bu nedenle kene ısırığı vakalarının 13
gün boyunca takip edilmeleri gerekmektedir. KKKA
gelişen hastalarda ateş, halsizlik, baş ağrısı, kas ağrıları,
burun kanaması, gövde, kol ve bacaklarda kırmızı
döküntüler, morarmalar, idrarda kan gelmesi sıklıkla
nogaytürk – 30
görülen bulgulardır.
Günümüzde bu hastalığın destek tedavisi dışında
uygulanan kesin tedavisi olmamakla birlikte aşı
çalışmaları ve tedavi edici ilaç geliştirme çalışmaları
devam etmektedir. Bu nedenle kene ısırıklarından
korunma ve kene ısırığına doğru yaklaşımın
bilinmesi; kene tarafından ısırılan bireylerin uygun
bir şekilde takip edilmesi hastalığın erken tanı ve
tedavisinin yapılması açısından önemlidir.
Kenelerden korunmak için alınabilecek önlemler
şunlardır;
2. Kişisel korunma tedbirleri:
Kişisel korunma önlemleri KKKA riski olmasa bile,
kenelerle bulaşabilen diğer hastalıklardan da
korunmak için her zaman uygulanması gereken
hususlardır.
Kene riski olan yerlerde bulunulduğunda, vücudu
tamamen örtecek giysiler giyilmeli ve açık renkli
elbiseler tercih edilmelidir.
Kenelerin
vücuda
girebileceği
açıklıkların
kapatılması önemlidir (Pantolon paçalarının çorap
içine konulması, çizme giyilmesi vb.).
Kırsal alanlara gidildiğinde vücudun açıkta kalan
kısımlarına repellent olarak bilinen böcek kovucu
maddelerin sürülmesi, kenelerin birkaç saat vücuda
yaklaşmalarını engellemektedir. Ancak bu maddeleri
kullanmadan önce gereğinden fazla veya yanlış
kullanım sonucu gelişebilecek zehirlenme olaylarını
engellemek açısından uzmanlardan yardım alınması
önemlidir.
Dış elbiselere, yıkamaya da dayanıklı olan, etki
süresi uzun kene öldürücü ilaçlar (insektisit) sürülmesi
etkili bir korunma aracı olabilmektedir.Vücut kene
yönünden sık sık kontrol edilmeli, kene varsa pens
veya cımbızla kene ezilmeden, başı koparılmadan
çıkarılması için derhal en yakın sağlık kuruluşuna
başvurulmalıdır. Bu sürede keneyi öldürmek veya
uzaklaştırmak amacıyla sigara basmak, kolonya,
gazyağı veya başka bir kimyasal madde dökmek gibi
yöntemler uygulanmamalıdır.. Kene çıkarıldıktan
sonra ısırdığı yer alkol veya tentürdiyot sürülerek
temizlenmelidir. Kene vücuttan ne kadar kısa sürede
çıkarılırsa hastalık riski de o kadar azalmaktadır. Kene
tarafından ısırılan bireyler hastalık bulguları yönünden
13-14 gün boyunca izlenmelidir.
1. Kene sayısının azaltılmasına yönelik tedbirler:
Kenelerin son konaklarının özellikle sığırlar basta
olmak üzere çiftlik hayvanları olması dolayısıyla, bu
hayvanlarda kene mücadelesi yapılması gerekir. Bu
mücadelenin hayvancılıkla uğraşan vatandaşlara
bırakılmadan, risk altındaki tüm bölgelerde kontrollü
ve es zamanlı bir şekilde, kampanya tarzında
yapılması önemlidir. Kene sayısını kontrol altına
almak amacıyla çevreye yönelik geniş ilaçlama
yapılması gerekli görülen bir uygulama değildir.
Keneleri doğadan tamamen yok etmek de mümkün
değildir. Ayrıca, yoğun ilaçlamaların doğal
dengelerin bozulmasına ve yeni problemlerin ortaya
çıkmasına yol açabileceği de unutulmamalıdır.
Kaynak;
1. www.kırımkongo.saglik.gov.tr
2. www.who.int
3. www.rshm.saglik.gov.tr
4. Ergönül Önder. Crimean-Congo haemorrhagic
fever. Lancet Infect Dis 2006;6:203-14
Park ve mesire yerleri gibi dar alanlarda ise çok
yoğun kene olması durumunda, çevreye ve halk
sağlığına yönelik etkileri iyi bilinen insektisit
ilaçların uzmanların kontrolünde yapılması faydalı
olabilir.
nogaytürk – 31
S
A Ğ
L I K
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Dr. Kamil AKDAĞ /Bartın Dvl. Hst.
Kulak Brn.Boğ. Hast. Uzm.
Kullanılmış sigara dumanı, yanan bir sigaradan çıkan ve
sigara içenin dışarı verdiği dumanın bir karışımıdır.
Çevresel Sigara Dumanı (ÇSD) olarak da bilinir ve
kendisine has kokusuyla kolaylıkla tanınır. ÇSD havayı
kirletir ve elbiseler, perdeler ve mobilya üzerine siner.
Çoğu kişi ÇSD yi nahoş, rahatsız edici ve gözleri ve burnu
tahriş edici bulur. Daha önemlisi tehlikeli bir sağlık
tehdididir. ÇSD içinde 4000’ in üzerinde farklı kimyasal
madde tespit edilmiştir ve bunların en az 43 tanesi kansere
sebep olur.
Çevresel Sigara Dumanına Maruz Kalma Sık mıdır?
Amerika Birleşik Devletlerinde yetişkinlerin yaklaşık
%26 ‘sı sigara içicisidir ve beş yaş altındaki çocukların
%50 si ila %67 si en az bir yetişkin sigara içicisinin
oturduğu evlerde yaşamaktadırlar. Bu rakam ülkemizde
daha fazladır.
Kimler Risk Altında?
ÇSD herkes için tehlikeli olmasına rağmen, ceninler,
bebekler ve çocuklar üzerinde daha büyük bir etkisi vardır.
Bu olay ÇSD'nin; akciğer, beyin gibi gelişmekte olan
organlara zarar vermesiyle gerçekleşir.
Etkileri
Cenin ve yeni doğanda
Anne, cenin ve plasentanın kan akımı, hamile her sigara
içtiğinde değişir. Ne var ki uzun dönemde bu
değişikliklerin sağlık üzerine olan etkileri bilinmemektir.
Bazı çalışmalar hamilelik sırasında sigara içiminin yarık
damak-dudak gibi doğumsal bozukluklara sebep olduğunu
göstermiştir.
Sigara içen anneler daha az süt üretir ve bebeklerin
doğum ağırlığı daha düşüktür. Annelerin sigara içmesi 1
ay- 1 yaş arasındaki ölümlerin ana sebebi olan ani bebek
ölümü sendromuyla ilişkilidir.
Akciğer ve solunum yolları
ÇSD ye maruz kalma tüm yaşlarda çocuk akciğer verimi
ve fonksiyonunu bozar. Çocukluk astımının hem sıklığını
hem de şiddetini arttırır. Kullanılmış sigara dumanı sinüzit,
rinit (nezle), kistik fibroz, öksürük ve geniz akıntısı
problemlerini alevlendirir. Çocuklarda soğuk algınlığı ve
boğaz ağrısı sıklığını da arttırır.
İki yaş altındaki çocuklarda ÇSD bronşit ve zatürre
olasılığını arttırır. Gerçekten, ABD’de Çevre Koruma
Ajansının 1992 deki bir çalışması, ÇSD’nin 18 ay altındaki
çocuk ve bebeklerde her yıl 150. 000 ila 300. 000 alt
solunum
yolu
enfeksiyonuna
sebep
olduğunu
söylemektedir. Bu hastalıklar 15. 000 hastane yatışı ile
sonuçlanıyor. Yarım paket ve daha fazla sigara içen
ebeveynlerin çocuklarının solunum yolu hastalığı nedeniyle
hastaneye yatma riski neredeyse iki katına çıkar.
Kulaklar
ÇSD ye maruz kalma çocuklarda hem kulak enfeksiyonu
sayısını hem de hastalık süresini arttırır. Solunan duman
burun arkasını orta kulağa bağlıyan östaki borusunu tahriş
eder. Bu orta kulaktaki basıncın eşitlenmesini bozan şişme ve
tıkanıklığa ve sonuçta ağrı, sıvı birikimi ve enfeksiyona yol
açar. Kulak enfeksiyonları çocuk işitme kayıplarının en sık
sebebidir. İlaç tedavisine yanıt vermediğinde kulağa tüp
takılması gerekir.
Beyin
Hamilelik sırasında ve sonrasında sigara içmiş annelerin
çocuklarının sigara içmeyenlerin çocuklarına göre
hiperaktivite gibi davranış bozuklukları olması daha olasıdır.
Okul performansında ve entellektüel başarıda orta dereceli bir
bozulma gösterilmiştir.
Kullanılmış sigara dumanı kansere sebep olur.
Çocuğunuzun gelişmesinde ÇSD’nin nasıl zarar verdiğini
okudunuz ama ÇSD nedeniyle kanser gelişme riskinin, ev
dışı kanser sebebi kirlilik nedenlerine göre yaklaşık 100. 000
kat daha fazla olduğunu biliyor muydunuz? ÇSD’nin her yıl
3. 000 den fazla sigara içmeyenin akciğer kanserinden
ölmesine neden olduğunu biliyor muydunuz? Bu gerçekler
herkes için oldukça alarm vericiyken çocuğunuzun
kullanılmış sigara dumanına maruz kalmasını şimdi
durdurabilirsiniz.
Ne Yapabilirsiniz?
Sigara içiyorsanız, bırakın. Gerekirse doktorunuza danışın.
Bırakmanıza yardımcı olacak birçok farmakolojik ürün
mevcuttur.
Ev sakinlerinden içen varsa bırakmasına yardım edin. Eğer
bırakamıyorlarsa onlar ve ziyaretçilerden evin dışında
içmelerini rica edin.
Arabanızda sigara içilmesine izin vermeyin.
Çocuğunuzun okul ve kreş ortamlarının dumansız
olduğundan emin olun.
Türk Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi
Vakfı'nın web sitesinden alıntılanmıştır.
nogaytürk – 32
G
E
N E L
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Esra ESGEN ( KISCIK )
Başka bir şey arıyorken, bir tevafukla karıştım
hayatlarına. Kendi haline bırakılmış bir forum. Tek hayat
belirtisi bir gün öncesinin tarihi ile eklenmiş konular.
Birkaç kişi var hep. Biri yazmış öteki teşekkür etmiş.
Derken, NOGAYFORUM karanlığa bir başka
mum daha yakmak için; bu güzel “NOGAYTÜRK”
dergisi
ile
yola
çıktı.
Diğeri yazmış beriki tebrik etmiş. Koca forumu birkaç
kişi diriltmeye çalışmakta. Hani bazen, inancını yitirirde
herkes çekilir bir kenara. Ama birileri inatla bekler ya
başında:
Gerekli olan: Destek verip, bu sorumluluğu
paylaşacak
omuzlardır
şimdi.
Bir ihtimal ayağa kalkar diye. Öyle işte.. İçime dokundu
bu yalnızlık ve hoşuma gitti o; neredeyse biraz daha
inanılsa ele avuca gelecek olan umut. "Bende varım,
sesime ses veren var mı?” dedim. Ertesi güne kalmadan
geldi sıcacık hoşgeldinler.
Kimsenin desteğini esirgememesi ve bu hayırlı
işinde katlanarak büyüyen hayırlara vesile olması
dileği ile…
Hakkınızı Helal Edin.
Birkaç kişi.
Herkesin el etek çektiğinin, artık umudunu kestiğinin
başında bitmeyen bir inat ve insanı sarıp sarmalayan bir
umutla bekliyor.
Yüklenmişler bir kere bu gayeyi; bırakmıyorlar.
Diyorlar ki: “Gün gelecek, bu forum yüzlerce üyeye
ulaşacak. Anavatandan gelenlerin, kalanlara göre daha
sıkı bağlanması gerektiği öz'leri ile gençler bu forum
aracılığıyla daha bir haşır neşir olacak. Kültürlerine dair
bilmediklerini öğrenip, bildiklerini diğer Nogay kardeşleri
ile
paylaşıp;
birlikte
güzelliklere
ulaşacak.”
Ne büyük bir huzurun kapısını sonuna dek açar insana;
hayırlı emellerin yolunda küçük de olsa bir katkıda
bulunabilmek.
Yahut
büyük
bir
sorumluluğun
yüklenildiği omuzların arasına kendi omzunu da
ekleyerek, onlarla birlikte bir hayra ortak olup, emek
vermek
ne
güzeldir.
Üç
idiler
beş
olduk.
On
olduk.
Yüz
olduk.
Güzel şeyleri paylaşıp, hayırlı dualarımıza ortak ettik
"göz
nurumuzu".
Belki görmeden bile suretlerimizi, bir ekmeği bölüşür
gibi; çıkarsız, paylaştık tüm iyi bildiklerimizi. Ve büyüdük
paylaştıkça. Bereketlendik.
Sonra veda vakti geldi, yerde bulup ayağa kalkmasına
direnmesine, hiç hesapsız emek harcadığımıza; göz
nurumuza. Darıldık belki, ama hayatımızdan çıkarmadık.
Bir annenin
bırakamadık.
evladını
söküp
atamaması
gibi,
nogaytürk – 33
L E
Z Z E
T
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Emine ÇAĞDAŞ
Resimler : M. Melike ATAY
NOGAY MUTFAĞI
Tava böreği zevkinize göre
patatesli,ıspanaklı,kıymalı,peynirli
yapabilirsiniz.Örnek olarak patatesli tava
böreğin tarifini vereceğiz.
Malzemeler:
Hamuru için: 2 kilo un,1 yemek kaşığı tuz,maya,1 su bardağı süt veya yoğurt,aldığı kadar su,bir paket margarin
yada tereyağı
İç harcı için:
8-10 tane haşlanmış patates,bir büyük kuru soğan,1 yemek kaşığı salça,tuz,karabiber,pul biber,yarım su bardağı su
Yapılışı:
Önce unun içine maya,tuz,yoğurt veya süt konulur
ve su yavaş yavaş konularak yoğrulur,kulak memesi
kıvamına gelince beklemeye bırakılır.Hamur 1-2 saat
bekletildikten sonra büyük bezeler ayrılır.Açılan
bezelerin yarısı üste geleceğinden daha küçük
olabilir.Bezeler büyükçe açılıp üstüne margarin yada
tereyağı eriterek sürülür.Yağlanan hamur önce rulo
haline getirilir sonrada içten dışa doğru sarılarak
toplanır. Topladığımız hamurların alta gelecek
olanlarını tepsi büyüklüğünde üste gelecek olanlarını
biraz daha küçük bir şekilde açarız.
İç harcı için haşlanmış patatesler ezilerek püre
haline getirilip soğan ve salça ile kavrulur,baharatlar
içine ilave edilip yarım su bardağı su katılıp karıştırılır
ve söndürülür.
Alta gelecek hamurlar tepsiye yayılır,üstüne
hazırlanan iç konulur ve üste gelecek hamurla
kapatılır.Alt ve üst hamurun kenarları birleştirilerek
kapatılır,güzel kızarması için üstüne yumurta yada
yoğurt sürülür.Üste gelen hamurun tam ortasına küçük
bir delik açılır.Kızgın fırına sürülen börek kızarınca
çıkarılır,kesilerek servis yapılır.
nogaytürk – 34
Ş
İ
İ
R
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Bülent AKINCI ( Calgız)
Öylece, yağmur altında,
yapayalnız kalakalmıştım koca ovanın ortasında,
ne çamurdan adım atılıyordu,
nede saklanacak bir saçak altı vardı...
İliklerime kadar işleyen yağmuru hatırlıyorum gök ve yerin arasında,
şimşeklerin eşliğinde gök gürültüsü ve yağmurun toprakla dansı vardı...
Bana ait olmadığını bir tokat gibi yüzüme vuruyordu damlacıklar
Bilmem hangi gündü,
Aylardan sendin,
mevsim fırtınalar…
Zamansızca gidişine benziyordu; toprağı yırtan papatya…
Hatırlıyorum, Gelişin de zamansızcaydı !
Uzayan zemheride, çatlayan dudaklara hapsolmuş duygularla…
Daha o zaman başlamıştı papatya falı
Her yaprağını kopardığımda bir ömür gidiyordu farkında olmadan
Ve her “seviyor” da ateşler fışkırıyordu içimden, dışarıdaki ayaza inat.
Kopardığımız yapraklardan geriye bir ben kaldım
Seninse gidişin çırılçıplak…
Ben sana ömrümü vermiştim “zamansızım”
Nerden bilebilirdim son yaprağın “sevmiyor” çıkacağını…
Bir şakaydı gelişin zemheride papatya…
Ta içimi ısıtan Soğuk bir şaka…
Haziran 2008
nogaytürk – 35
S O N
S Ö Z
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------NOGAYTÜRK DERGİSİ
SON SÖZ…
Derginin fikir olarak oluşmasına katkı sağlayanlara
Forumda dergi için isim önerenlere
Derginin logosu için Forumda çalışmalar yapanlara
Her fikri açık yüreklilikle eleştirip gerektiğinde destek olanlara
Derginin yayınlanması için defalarca toplanarak fikir alışverişinde bulunanlara
Dergiyi yayınlayabilmek için her kapıyı çalanlara
Dergiyi basabilmek için ‘ Dernek’ kurulmasına katkı sağlayanlara
Dergiyi basabilmek için ‘dernek kuranlara
Dergiyi basabilmek için ‘ dernek ‘ adına çalışmalar yapanlara
Dergiye yazı yazarak gönderenlere
Dergi için röportaj yapanlara
Dergi için resim ve karikatür hazırlayanlara
Dergi için reklam toplayanlara
Dergi için reklam verenlere
Dergi için elinden geleni yapanlara
Dergiyi bastırmak için çabalayıp uğraşanlara
Derginin bu okuduğunuz sayısını basabilmek için için tam bir yıl emek sarf edenlere
Dergi için temsilci olmaya gönüllü olanlara
Derginin basılmasını sağlayanlara
Derginin basımdan sonra dağıtımını yapanlara
Dergiyi tek tek elden ele ulaştıranlara
Dergiyi okumak için para verenlere
Dergiyi okuyanlara
Dergiyi okuyarak başkalarına verenlere
Dergi için tanıtım çalışmaları yapanlara
Dergi için İnternet sitesi hazırlayanlara
Dergi için aklımıza gelmeyen fedakarlıklara katlananlara
Ve bir yıllık çalışmanın sonunda elinizde olan bu derginin kendisine
BİNLERCE KERE TEŞEKKÜRLER…
nogaytürk – 36

Benzer belgeler

n ogayb ü lten - NOGAY TÜRKLERİ BÜLTENİ

n ogayb ü lten - NOGAY TÜRKLERİ BÜLTENİ Temsilcilerin iletiĢim bilgileri için – [email protected] ADANA -Dr.Fatih KARAYANDI ĠSTANBUL -Cemil AKDAĞ – Emre ORAK ANKARA Ġlyas ORAK Ankara- Eryaman : Erdem GÜNAY Ankara- Batıkent : E...

Detaylı

e rteng ġ - NOGAY TÜRKLERİ BÜLTENİ

e rteng ġ - NOGAY TÜRKLERİ BÜLTENİ KULU ( merkez ) : Hakan BENLĠ KULU - Seyitahmetli Köyü : Murat BENLĠ KULU - AğılbaĢı – (Mandıra)Köyü

Detaylı