tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni
Transkript
tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni
T.C. ADALET BAKANLIĞI EĞİTİM DAİRESİ BAŞKANLIĞI YARGI MEVZUATI BÜLTENİ Bültenin Kapsadığı Tarihler 31 Mayıs 2012 Yayımlandığı Tarih 31 Mayıs 2012 Sayı 2012-10 İÇİNDEKİLER - - - - Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Personeli Atama ve Yer Değiştirme Esaslarına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 16 Mayıs 2012 – 28294) Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 16 Mayıs 2012 – 28294) Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 16 Mayıs 2012 – 28294) Kayıtlı Elektronik Posta Rehberi ve Kayıtlı Elektronik Posta Hesabı Adreslerine İlişkin Tebliğ (R.G. 16 Mayıs 2012 – 28294) İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmeliğin Uygulanmasına Dair Tebliğin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Tebliğ (R.G. 17 Mayıs 2012 – 28295) Tapu Kanunu ve Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 6302 Sayılı Kanun (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 6304 Sayılı Kanun (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) Afet Sigortaları 6305 Sayılı Kanunu (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) Tabii Afet Nedeniyle Hayatını Kaybeden, Sakat Kalan ve Fiilen Oturduğu Konutları veya Kullandıkları İş Yerleri Hasar Görenlere Yapılacak Yardımlara Dair Kararda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 2012/3137 Sayılı Karar (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) Savunma Sanayii Müsteşarlığı Tarafından Yürütülmekte Olan İleri Teknoloji Endüstri Parkı ve Havaalanı Projesi Kapsamında Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı 2. Pist İnşası Amacıyla Bazı Taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında 2012/3140 Sayılı Karar (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununun Geçici 67 nci Maddesi ile 5520 Sayılı - - - - - Kurumlar Vergisi Kanununun 15 İnci ve 30 uncu Maddelerinde Yer Alan Bazı Tevkifat Nispetleri Hakkındaki Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair 2012/3141 Sayılı Karar (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) Ankara-Polatlı-Afyonkarahisar-Uşak-İzmir Projesi Kapsamında Yapılması Planlanan Hızlı Tren Demiryolu Hattının İnşası Amacıyla Bazı Taşınmazların Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında 2012/3142 Sayılı Karar (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı Bünyesinde 5 Adet Şube Müdürlüğü Kurulması Hakkında 2012/3143 Sayılı Karar (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) İstanbul İli, Eyüp İlçesi, Nişanca Mahallesinde Bulunan Bazı Alanların Yenileme Alanı Olarak Kabul Edilmesi Hakkında 2012/3171 Sayılı Karar (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) 4760 Sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununa Ekli (I) Sayılı Listenin (A) ve (B) Cetvellerinde Yer Alan Bazı Mallarda Uygulanan Özel Tüketim Vergisi Tutarlarına İlişkin 2012/3172 Sayılı Karar (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) Hükümlü Mehmet Alpan ATİKKAN’in Kalan Cezasının Kaldırılmasına Dair Karar (No: 012/18) (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) Hükümlü Necmi AKSOY’un Kalan Cezasının Kaldırılmasına Dair Karar (No: 2012/19) (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Kurumları Yönetmeliği (R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşması’nın Onaylanması Hakkında 2012/3150 Sayılı Karar (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Rize İli, Merkez İlçesinde Yürütülen Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi Kapsamında Bulunan Bazı Taşınmazların Rize Belediyesi Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında 2012/3099 Sayılı Karar (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Dışişleri Bakanlığının Yurtdışı Teşkilatında Düzenleme Yapılması Hakkında 2012/3166 Sayılı Karar (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Anayasa Mahkemesinin E: 2009/9, K: 2011/103 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Anayasa Mahkemesinin E: 2011/46, K: 2011/145 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Anayasa Mahkemesinin E: 2011/31, K: 2011/167 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Anayasa Mahkemesinin E: 2010/118, K: 2011/170 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Anayasa Mahkemesinin E: 2010/62, K: 2011/175 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Anayasa Mahkemesinin E: 2010/104, K: 2011/180 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) - Anayasa Mahkemesinin E: 2010/90, K: 2012/4 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Anayasa Mahkemesinin E: 2010/30, K: 2012/ 7 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Anayasa Mahkemesinin E: 2011/19, K: 2012/21 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Anayasa Mahkemesinin E: 2011/35, K: 2012/23 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) Anayasa Mahkemesinin E: 2011/98, K: 2012/24 Sayılı Kararı (R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297) İşkolu Tespit Kararı (No: 2012/23) (R.G. 21 Mayıs 2012 – 28299) İşkolu Tespit Kararı (No: 2012/24) (R.G. 21 Mayıs 2012 – 28299) Atık Elektrikli Ve Elektronik Eşyaların Kontrolü Yönetmeliği (R.G. 22 Mayıs 2012 – 28300) Çocuk Koruma Kanununa Göre Verilen Koruyucu ve Destekleyici Tedbir Kararlarının Uygulanması Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 23 Mayıs 2012 – 28301) 1:5.000 Ölçekli Standart Topoğrafik Fotogrametrik Harita Yapımına Ait Teknik Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 23 Mayıs 2012 – 28301) Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 23 Mayıs 2012 – 28301) Adalet Bakanlığından Münhal Noterlikler İlanı (R.G. 23 Mayıs 2012 – 28301) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna Ait Karar (R.G. 24 Mayıs 2012 – 28302) Adalet Bakanlığından Çeşitli İlânlar (R.G. 24 Mayıs 2012 – 28302) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna Ait Karar (R.G. 25 Mayıs 2012 – 28303) Karayolları Trafik Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 25 Mayıs 2012 – 28303) İşkolu Tespit Kararı (No: 2012/25) (R.G. 25 Mayıs 2012 – 28303) İşkolu Tespit Kararı (No: 2012/26) (R.G. 25 Mayıs 2012 – 28303) İşkolu Tespit Kararı (No: 2012/27) (R.G. 25 Mayıs 2012 – 28303) Adalet Bakanlığından Çeşitli İlânlar (R.G. 26 Mayıs 2012 – 28304) Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 27 Mayıs 2012 – 28305) Özel Hastaneler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 27 Mayıs 2012 – 28305) İşkolu Tespit Kararı (No:2012/28) (R.G. 29 Mayıs 2012 – 28307) - - - - - - Kamu Personelinin Genel Sağlık Sigortası Kapsamına Alınması Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (R.G. 29 Mayıs 2012 – 28307) Anayasa Mahkemesinin E: 2010/80, K: 2011/178 Sayılı Kararı (R.G. 29 Mayıs 2012 – 28307) Anayasa Mahkemesinin E: 2010/79, K: 2012/9 Sayılı Kararı (R.G. 29 Mayıs 2012 – 28307) Danıştay Onbeşinci Dairesine Ait Karar (R.G. 29 Mayıs 2012 – 28307) Bitki Koruma Ürünlerinin Reçeteli Satış Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308) 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 Uncu Maddesine ve 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3 Üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2008 Yılında Uygulanacak Olan İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (Sıra Numarası: 2008/1)’in Yürürlükten Kaldırılmasına İlişkin Tebliğ (R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308) 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 Uncu Maddesine ve 5326 Sayıl Kabahatler Kanununun 3 Üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2009 Yılında Uygulanacak Olan İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (Sıra Numarası: 2009/1)’in Yürürlükten Kaldırılmasına İlişkin Tebliğ (R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308) 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanunu Kapsamında Yapılacak Yetkilendirmeler, Sertifikalandırmalar, Raporlamalar ve Projeler Konusunda Uygulanacak Usûl ve Esaslar Hakkında Tebliğ (Sıra Numarası: 2009/2)’in Yürürlükten Kaldırılmasına İlişkin Tebliğ (R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308) 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 Uncu Maddesine ve 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3 Üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2010 Yılında Uygulanacak Olan İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (Sıra Numarası: 2010/1)’in Yürürlükten Kaldırılmasına İlişkin Tebliğ (R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308) 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 Uncu Maddesine ve 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3 Üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2011 Yılında Uygulanacak Olan İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (Sıra Numarası: 2011/2)’in Yürürlükten Kaldırılmasına İlişkin Tebliğ (R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308) Adalet Bakanlığından Çeşitli İlanlar (R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308) Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında 6306 Sayılı Kanun (R.G. 31 Mayıs 2012 – 28309) Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 6307 Sayılı Kanun (R.G. 31 Mayıs 2012 – 28309) Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun ile Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair 6308 Sayılı Kanun (R.G. 31 Mayıs 2012 – 28309) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (M. Ali DURMAZ/Türkiye) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (M.KAPLAN/Türkiye Davası) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (M. TOSUN/Türkiye Davası) - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Melek Sima YILMAZ/Türkiye) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Mustafa AÇIKGÖZ/Türkiye) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (ÖZOĞUZ/Türkiye Davası) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (PEHLİVAN/Türkiye) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Pınar ŞENER/Türkiye Davası) 2012 Mayıs Ayında, Yaş Haddinden ve İsteği Üzerine Emekliye Ayrılan Hâkim ve Savcıları Belirtir Liste YÖNETMELİKLER Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü)’ndan: TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ PERSONELİ ATAMA VE YER DEĞİŞTİRME ESASLARINA İLİŞKİN YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 20/6/2011 tarihli ve 27970 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Personeli Atama ve Yer Değiştirme Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “j) Zorunlu Atama ve Yer Değişikliğine Tabi Personel: Bölge Müdürü, Bölge Müdür Yardımcısı, Şube Müdürü, Tapu Müdürü, Kadastro Müdürü ve Tapu Sicil Müdür Yardımcısı unvanlarında görev yapan personeli,” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 7 nci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümleler eklenmiş ve ikinci fıkrasının dördüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Genel Müdürlük tarafından otomasyon sistemi üzerinden atama gerçekleştirilebilir. Bu şekilde yapılacak atamanın takvimi Genel Müdürlükçe belirlenir ve ilan edilir.” “Hizmet süresinin hesabında Eylül ayı sonu esas alınır.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 12 nci maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “(4) Özüre dayalı atamalar Ocak ve Temmuz aylarında yapılır. (5) Aday memurun özüre dayalı ataması yapılmaz.” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(6) Bulunduğu hizmet bölgesinde zorunlu çalışma süresini tamamlayan ve yer değişikliği talebinde bulunmayan personelin, hizmetini tamamladığı bölgeler hariç olmak üzere hizmetine ihtiyaç duyulan bölgelerdeki hizmet alanlarına on tercih yapmaları sağlanarak talepleri doğrultusunda, talep olmaması durumunda özür durumları da dikkate alınarak resen ataması yapılır.” “(10) Hizmet gereği dışında yapılan geçici görevlendirmelerde geçen süreler, personelin kadrosunun bulunduğu hizmet bölgesinden ve zorunlu çalışma süresinden sayılmaz. Hizmet gereği yapılan geçici görevlendirmeler Genel Yönetmelik hükümlerine göre değerlendirilir.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 17 nci maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Kurul, Başkanın çağrısı üzerine bütün üyelerinin katılımıyla toplanır.” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 22 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Bakan yürütür.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek-2 sayılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Personelinin Yer Değiştirme Suretiyle Atanma İstek Formu ile Ek-3 sayılı Yer Değiştirme Başvuru Değerlendirme Formu ekteki şekilde değiştirilmiştir. MADDE 8 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 9 – Bu Yönetmelik hükümlerini Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Bakan yürütür. Yönetmeliğin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin Tarihi Sayısı 20/6/2011 27970 “EK-2 TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ PERSONELİNİN YER DEĞİŞTİRME SURETİYLE ATANMA İSTEK FORMU 1 - Yer değiştirme Sureti ile Atanma İsteğinde Bulunan Memurun; A - Adı ve Soyadı : B - Baba adı : Ç - Unvanı ve Sicil No : C - Nüfusa Kayıtlı Olduğu yer : 1 - İli ve İlçesi : D - Öğrenim Durumu : E - Görev yeri : F - Medeni Hali : G - Eşinin çalışıp çalışmadığı : Ğ - Bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı : H - Bulunduğu Hizmet Birimine Atandığı Tarih (Gün, ay, yıl): ….. /……./…….. 2 - Özre Dayalı Yer Değiştirme Talebinde Bulunması Halinde; A-Sağlık durumu : ( ) B-Eş Durumu : ( ) C-Diğer : ( ) 1-Eşinin Görev Unvanı ve Mesleği : 3 - Memurun yer değiştirmek suretiyle atanmak istediği hizmet alanı (Tercih sırasına göre): 1- ……………………………………… 2-………………………………………. 3- ……………………………………… 4- ……………………………………… 5-………………………………………. 6- ……………………………………… 7-………………………………………. 8- ……………………………………… 9- ……………………………………… 10-………………………………………. İmza - Tarih ADRES : Not: Özür grubuna dayanarak istekte bulunanlar ayrıca gerekli belgeleri bu forma ekleyeceklerdir.” “EK - 3 YER DEĞİŞTİRME BAŞVURU DEĞERLENDİRME FORMU Adı - Soyadı ve Sicil No Görev Yeri ve Unvanı Yer Değiştirme Suretiyle Atanmak İstediği Yerler 12345678910- DEĞERLENDİRME KISTASLARI 1- Başvuru tarihi itibariyle öğrenim durumu; (En son öğrenim durumu esas alınacaktır.) 2- Başvuru bitimi tarihi itibariyle 217 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesi kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarında geçen fiili hizmet süresinin hesaplanması; (İşçi statüsü ile geçici personel statüsünde geçirilen hizmetler hariç tutulacaktır.)(1 sayılı cetvele göre) NOT: Bu bölümden en fazla 20 puan alınabilir. 3- 657 sayılı Kanuna göre verilmiş olan; (Aynı yılda verilmiş birden fazla belge varsa, sadece birer tanesi değerlendirmeye alınacaktır.) 4- Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavında; (375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacaktır.) 5- Aldığı her disiplin cezalarından; Ortaöğrenim Ön lisans Üç Yıllık Yüksek Okul Lisans Yüksek Lisans Doktora Bölge Süre 6.Bölge Hizmeti Puan Değeri 2 4 6 8 10 12 1,20 5.Bölge Hizmeti 4.Bölge Hizmeti 3.Bölge Hizmeti 2.Bölge Hizmeti 1.Bölge Hizmeti 1,00 0,80 0,60 0,50 0,40 Her Başarı Belgesi için 0,25 Her Üstün Başarı Belgesi için (D) alanlara (C) alanlara (B) alanlara (A) alanlara Her uyarma için 0,75 2 3 4 6 -2 Adayın Puanı Her kınama için Her aylıktan kesme için Her kademe ilerlemesinin durdurulması için -3 -4 -6 Eksi Puanlar Düşüldükten Sonra Toplam Puan ” [R.G. 16 Mayıs 2012 – 28294] —— • —— Millî Savunma Bakanlığından: TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 71 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Er ve erbaşlar; Genelkurmay Başkanlığınca müsaade edilen haller ile yıllık izinlerini kullandıkları veya hava değişiminde bulundukları müddet içerisinde sivil elbise giyebilirler. Ancak, bunlar tarlalarında ve iş yerlerinde çalıştıkları zaman sivil elbise giymeye mecburdurlar.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 74 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Erbaş ve erlerin sivil elbise giyebilecekleri durumlar Genelkurmay Başkanlığınca düzenlenir. Hususi vazifeler sebebi ile vazife esnasında sivil elbise giymek, amirin müsaadesine bağlıdır. Ancak, erbaş ve erler, bu Yönetmeliğin 71 inci maddesi ile 78 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde sayılan hallerde sivil elbise giyerler.” MADDE 3 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 4 – Bu Yönetmelik hükümlerini Millî Savunma Bakanı ve İçişleri Bakanı birlikte yürütür [R.G. 16 Mayıs 2012 – 28294] —— • —— Millî Savunma Bakanlığından: SUBAY VE ASTSUBAY ATAMA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 18/12/2005 tarihli ve 26027 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin 73 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 73 – Subay ve astsubayların garnizon hizmet süreleri; garnizon derecesinin garnizon hizmet süresi artacak şekilde değişmesi durumunda personelin garnizona katıldığı tarihteki garnizon derecesine göre, garnizon hizmet süresinin azalacak şekilde değişmesi durumunda ise yeni garnizon derecesine göre hesaplanır.” MADDE 2 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Yönetmelik hükümlerini Millî Savunma Bakanı ve İçişleri Bakanı birlikte yürütür. [R.G. 16 Mayıs 2012 – 28294] —— • —— Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan: KAYITLI ELEKTRONİK POSTA REHBERİ VE KAYITLI ELEKTRONİK POSTA HESABI ADRESLERİNE İLİŞKİN TEBLİĞ BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ile Tanımlar ve Kısaltmalar Amaç MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin amacı, kayıtlı elektronik posta hesabı adreslerinin yapısına ve kayıtlı elektronik posta rehberinin oluşturulmasına, güncellenmesine, işletilmesine ve kullanılmasına ilişkin usul ve esasları belirlemektir. Kapsam MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ kayıtlı elektronik posta sistemini kuran ve işleten kayıtlı elektronik posta hizmet sağlayıcıları ile bu sistemden hizmet alan tarafları kapsar. Dayanak MADDE 3 – (1) Bu Tebliğ 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 1525 inci maddesine dayanılarak hazırlanan 25/8/2011 tarihli ve 28036 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Kayıtlı Elektronik Posta Sistemine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 9 uncu maddesinin altıncı fıkrası ile 24 üncü maddesinin dördüncü fıkrasına dayanılarak hazırlanmıştır. Tanımlar ve kısaltmalar MADDE 4 – (1) Bu Tebliğde geçen; a) Gönderici: Orijinal iletinin göndericisi durumundaki hesap sahibini veya işlem yetkilisini, b) IETF RFC (Internet Engineering Task Force Request for Comments): İnternet mühendisliği görev grubu yorum talebini, c) İmza doğrulama verisi: 5070 sayılı Elektronik İmza Kanununun 3 üncü maddesinin (f) bendinde tanımlanan veriyi, ç) Hesap sahibi: Adına KEP hesabı tahsis edilen gerçek kişiyi veya kamu veya özel hukuk tüzel kişisini, d) KEP: Kayıtlı Elektronik Postayı, e) KEP Hesabı: Orijinal ileti gönderme ve alma ile KEP iletisi alma yeteneğine sahip KEP sisteminde oluşturulan elektronik posta hesabını, f) KEP Hesabı Adresi: KEP hesabına verilen adı, g) KEP Rehberi: KEP hesabı bilgilerinin doğruluğunun ve güncelliğinin sorgulanabilmesi amacıyla işletilen bilgi ve sorgu sistemini, ğ) KEPHS: Kayıtlı Elektronik Posta Hizmet Sağlayıcısını, h) Kurul: Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulunu, ı) Kurul Başkanı: Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu Başkanını, i) Kurum: Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunu, j) MERSİS: Ticaret sicili kayıtlarını da içeren, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından oluşturulan ve yönetilen Merkezi Sicil Kayıt Sistemini, k) MERSİS No: MERSİS tarafından Ticaret Siciline kayıtlı tüzel kişilere verilen tekil numarayı, l) Rehber kaydı: Her bir KEP hesabı için rehberde yer verilen ve bu Tebliğin 5 inci maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan alanların bütününü, m) Yönetmelik: 25/8/2011 tarihli ve 28036 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Kayıtlı Elektronik Posta Sistemine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliği, ifade eder. (2) Bu Tebliğde geçen, ancak yukarıda yer almayan tanımlar için ilgili mevzuatta yer alan tanımlar geçerlidir. İKİNCİ BÖLÜM Kayıtlı Elektronik Posta Rehberine İlişkin Esaslar Kayıtlı elektronik posta rehber alanları MADDE 5 – (1) KEP rehberinde yer alacak zorunlu ve isteğe bağlı alanlar; a) Gerçek kişiler için; Alanlar KEP Hesabı Adresi T.C. Kimlik Numarası Adı Soyadı Hesap Sahibinin Hizmet Alma Şekli (gönderici ve alıcı ya da sadece alıcı) Unvan Cadde Adı/Numarası ve Ev Numarası İlçe Şehir İmza doğrulama verisi Telefon Numarası Zorunlu(Z) /İsteğe Bağlı(İ) Z Z Z Z İ İ İ İ İ İ İ b) Tüzel kişiler için; Alanlar KEP Hesabı Adresi MERSİS No Tüzel Kişinin Tam Adı Ana Faaliyet Alanı Merkezinin Bulunduğu İl Adres Bilgileri İşlem Yetkilisinin/Yetkililerinin Adı ve Soyadı İşlem Yetkilisinin/Yetkililerinin Unvanı Zorunlu(Z) /İsteğe Bağlı(İ) Z Z Z Z Z Z İ İ alanlarından oluşur. (2) KEP rehberi sorgulamaları zorunlu veya isteğe bağlı rehber alanları kullanılarak gerçekleştirilir. (3) 7 nci maddenin üçüncü fıkrasında düzenlenen koşul hariç gerçek kişilerin KEP rehber kaydı T.C. Kimlik Numarası alanı kullanılarak sorgulanamaz. Kayıtlı elektronik posta rehberi MADDE 6 – (1) KEPHS; a) Gerçek kişinin rehber kaydına, hesap sahibinin onayını alarak KEP rehberinde yer verir. b) Tüzel kişinin rehber kaydına, tüzel kişinin onayını almaksızın KEP rehberinde yer verir. c) Her KEP hesabı için sadece bir tane rehber kaydı oluşturur. ç) KEP rehberine ilişkin tüm bilgilerin gizliliğini, bütünlüğünü ve erişilebilirliğini sağlayarak ilgili mevzuat ile belirlenen süre boyunca saklar. d) KEP rehberine yetkisiz erişimleri engeller. Kayıtlı elektronik posta rehberinin kullanılması MADDE 7 – (1) Göndericiler, KEP rehberini, sadece hizmet aldığı KEPHS vasıtasıyla sorgulayabilir. (2) KEPHS, göndericiden gelen sorgu talebini derhal alarak; a) Kendi KEP rehberinde sorgulama, b) Diğer KEPHS’lerin rehberine iletme, sorgu sonucunu alma ve c) Tüm sorgu sonuçlarını birleştirerek anlaşılabilir bir şekilde hesap sahibine sunma işlemlerini gerçekleştirir. (3) KEPHS, bir rehber sorgusu sonucunda birden fazla kişiye ait kayıt bulması halinde sorgu sonucunu bildirmez ve sorgu sonucunun tek kişiye ait rehber kaydı veya kayıtlarına indirgenmesi için kullanıcıdan yeni rehber alanlarını girmesini ister. Sorgulanan gerçek bir kişinin rehber kaydı ise ve T.C. Kimlik Numarası hariç bütün rehber alanları ile sorgu sonucu bir tek gerçek kişiye indirgenemiyorsa, T.C. Kimlik Numarası alanı ile sorgulama devam ettirilir. (4) KEPHS, kendisine diğer KEPHS tarafından bildirilen KEP hesabı adresi alanına ilişkin sorgu sonucunu ilgili göndericiye ilettikten sonra kendi sistemlerinden siler. (5) KEPHS, kendisine gelen KEP rehber sorgusuna ilişkin sadece KEP hesabı adresi alanını sorgu sonucu olarak bildirir. Kayıtlı elektronik posta rehberinin güncellenmesi MADDE 8 – (1) Hesap sahibi, rehber kaydında meydana gelen değişiklikleri KEPHS’ye bildirir. (2) KEPHS, rehber kaydında meydana gelen değişiklikleri dikkate alarak KEP rehberini derhal günceller. (3) Rehber kaydı sadece ilgili KEPHS tarafından güncellenebilir. Rehber kaydının silinmesi MADDE 9 – (1) Rehber kaydının silinmesini isteyen gerçek kişiler bu taleplerini KEPHS’ye iletir. Bu talebin gereği KEPHS tarafından derhal yerine getirilir. (2) Tüzel kişiler rehber kaydının silinmesi talebinde bulunamazlar. (3) Gerçek ve tüzel kişilere ait kapanan KEP hesabına ilişkin rehber kaydı KEPHS tarafından derhal silinir. Kayıtlı elektronik posta rehberlerinin birlikte çalışabilirliği MADDE 10 – (1) Her KEPHS, kendi KEP rehberi ile diğer KEPHS’lerin KEP rehberlerinin birlikte çalışabilirliğini teminen gerekli tedbirleri alır. (2) KEPHS, diğer KEPHS’den kendisine iletilen sorgu talebini derhal alarak kendi KEP rehberinde sorgular ve sonuçları doğru, eksiksiz ve anlaşılabilir bir şekilde sorguyu ileten KEPHS’ye bildirir. (3) İki KEPHS arasındaki rehber kayıtlarına ilişkin bir sorgu talebinin en geç 20 saniye içerisinde cevaplanması esastır. İhtiyaç duyulması halinde sorgu talebi başına en fazla 10 saniye daha ek süre kullanılır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Kayıtlı Elektronik Posta Hesabı Adreslerine İlişkin Esaslar Kayıtlı elektronik posta hesabı adreslerinin yapısı MADDE 11 – (1) KEP hesabı adreslerinin IETF RFC 2821’e ve IETF RFC 2822’ye uygun oluşturulması esastır. (2) KEP hesabı adresleri “kullanıcı-tarafı@alan-adı-tarafı” formatında belirlenir. (3) KEP hesabı adreslerindeki tüm alfabetik karakterler küçük olarak kullanılır. (4) KEP hesabı adresinin “kullanıcı-tarafı” a) Gerçek kişiler için; “adı.soyadı.sayı” formatında oluşturulur. “adı” ve “soyadı” alanları kişinin nüfus cüzdanı, pasaport, sürücü belgesi gibi kimlik yerine geçen geçerli resmi belgelerde yazıldığı haliyle kullanılır. Başvuru sahibinin birden fazla adının veya soyadının olması halinde, bitişik yazılmak üzere adlardan veya soyadlardan en az birinin açık şekilde verilmesi zorunludur. Başvuru sahibinin talep etmesi halinde kısaltılacak adın veya soyadın kimlik yerine geçen resmi belgeler ile uyumlu bir şekilde kısaltılması esastır. Belirlenen “adı.soyadı” isimli KEP hesabı adresi daha önce başka bir hesap sahibi adına oluşturulmuş ise hesap adının sonuna (.) ayıracı konularak başvuru sahibinin belirleyebileceği ve daha önce “adı.soyadı” alanı aynı olan başka bir KEP hesabı adresinde kullanılmayan “sayı” alanı ilave edilir. “sayı” alanı 0-9 arasındaki rakamlar kullanılarak serbestçe belirlenir. b) Tüzel kişiler için; 1) “MERSİS No”, 2) “MERSİS No.X” formatlarından biri ile oluşturulur. “X” alfa nümerik olacak şekilde isteğe bağlı olarak başvuru sahibi tarafından belirlenir. (5) KEP hesabı adresinin “alan-adı-tarafı”: a) Gerçek kişiler için “hsY.kep.tr” formatında, b) Tüzel kişiler için: 1) “hsY.kep.tr” 2) “TüzelKişiAdı.hsY.kep.tr” formatlarından biri ile oluşturulur. (6) “TüzelKişiAdı” alanı, tüzel kişinin MERSİS’de kayıtlı bilgileri ile uyumlu olmak şartıyla açık şekilde ya da kısaltma yapılarak belirlenir. (7) “hs” KEPHS’yi ifade etmek üzere kullanılan kısaltmadır. “Y” ise, KEPHS’nin yetkilendirilme tarihine göre Kurum tarafından belirlenen ve sadece KEP hizmetlerinde kullanılacak alan adında yer almak üzere KEPHS’ye verilen 01-99 arasında bir sayıdır. (8) Yetkilendirilme tarihi aynı olan birden fazla KEPHS olması halinde, “Y” sayısı KEPHS’lerin MERSİS’de kayıtlı isimlerinin alfabetik sırası esas alınarak verilir. (9) KEPHS’ler “Y” sayısı için Kuruma talepte bulunamaz. (10) Her KEPHS, Kurum tarafından kendisine verilen “Y” sayısını kullanarak aldığı “hsY.kep.tr” alan adını kendisine tahsis ettirdiğini Kuruma bildirir. Kayıtlı elektronik posta sistem adreslerinin yapısı MADDE 12 – (1) KEP sistem adresleri, KEP hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla sadece KEPHS’ler için oluşturulan adreslerdir. (2) Gerçek ve tüzel kişilerin KEP hesabı adreslerinin yapısı için belirlenen kriterler KEP sistem adresleri için uygulanmayabilir. (3) KEPHS sistem adresleri “[email protected]” formatında oluşturulur. “S”, sunulacak hizmeti ifade eden bir ibareden oluşacak şekilde KEPHS tarafından belirlenir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Son Hükümler Kayıtlı elektronik posta rehberinin ve hesabı adreslerinin devri MADDE 13 – (1) KEPHS’nin, faaliyetine son vermesi veya Kurum tarafından faaliyetine son verilmesi halinde, KEP hesabı adreslerine ve KEP rehberine ilişkin devir işlemleri Yönetmeliğin 21 inci ve 22 nci maddeleri kapsamında gerçekleştirilir. Yürürlük MADDE 14 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 15 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu Başkanı yürütür. [R.G. 16 Mayıs 2012 – 28294] —— • —— Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından: İŞYERİ SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ İLE ORTAK SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ HAKKINDA YÖNETMELİĞİN UYGULANMASINA DAİR TEBLİĞİN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMASI HAKKINDA TEBLİĞ MADDE 1 – 9/12/2009 tarihli ve 27427 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmeliğin Uygulanmasına Dair Tebliğ yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 2 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Tebliğ hükümlerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yürütür. [R.G. 17 Mayıs 2012 – 28295] —— • —— KANUNLAR TAPU KANUNU VE KADASTRO KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN Kanun No. 6302 Kabul Tarihi: 3/5/2012 MADDE 1 – 22/12/1934 tarihli ve 2644 sayılı Tapu Kanununun 35 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 35 – Kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla, uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişiler Türkiye’de taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler. Yabancı uyruklu gerçek kişilerin edindikleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı ayni hakların toplam alanı, özel mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde onunu ve kişi başına ülke genelinde otuz hektarı geçemez. Bakanlar Kurulu kişi başına ülke genelinde edinilebilecek miktarı iki katına kadar artırmaya yetkilidir. Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler. Bu ticaret şirketleri dışındakiler taşınmaz edinemez ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez. Bu ticaret şirketleri ile yabancı uyruklu gerçek kişiler lehine taşınmaz rehni tesisinde bu maddede yer alan sınırlamalar uygulanmaz. Bakanlar Kurulu, ülke menfaatlerinin gerektiği hallerde yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimlerini; ülke, kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar olarak belirleyebilir, sınırlandırabilir, kısmen veya tamamen durdurabilir veya yasaklayabilir. Yabancı uyruklu gerçek kişiler ve yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, satın aldıkları yapısız taşınmazda geliştireceği projeyi iki yıl içinde ilgili Bakanlığın onayına sunmak zorundadır. İlgili Bakanlıkça başlama ve bitirilme süresi belirlenerek onaylanan proje tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere taşınmazın bulunduğu tapu müdürlüğüne gönderilir. Onaylanan projenin süresi içinde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği ilgili Bakanlıkça takip edilir. Askeri yasak bölgeler, askeri güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ait harita ve koordinat değerleri bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde ve bu yerlere ait değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri değişikliklerin yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde Millî Savunma Bakanlığınca, özel güvenlik bölgeleri ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri ise İçişleri Bakanlığınca aynı sürede Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakanlığa verilir. Bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren bir yıl sonra bu fıkra uyarınca gönderilen belge ve bilgilere göre tapu işlemleri yürütülür. Bu madde hükümlerine aykırı olarak edinilen, edinim amacına aykırı kullanıldığı ilgili Bakanlık ve idarelerce tespit edilen, süresi içinde ilgili Bakanlığa başvurulmayan veya süresi içinde projeleri gerçekleştirilmeyenler ile bu maddenin birinci fıkrası kapsamındaki sınırlamalar dışında miras yoluyla edinilen taşınmazlar ve sınırlı ayni haklar, Maliye Bakanlığınca verilecek bir yılı geçmeyen süre içinde maliki tarafından tasfiye edilmediği takdirde tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir.” MADDE 2 – 2644 sayılı Kanunun 36 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 36 – 29/5/2009 tarihli ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 28 inci maddesi kapsamındaki kişiler hariç olmak üzere yabancı uyruklu gerçek kişilerin, yabancı ülkelerin kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişilerin ve uluslararası kuruluşların yüzde elli veya daha fazla oranda hissesine sahip oldukları veya yönetim hakkını haiz kişilerin çoğunluğunu atayabilme veya görevden alabilme yetkisine sahip oldukları Türkiye’de kurulu tüzel kişiliğe sahip şirketler, ana sözleşmelerinde belirtilen faaliyet konularını yürütmek üzere taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinebilir ve kullanabilirler. Birinci fıkrada belirtilen şirketlerin Türkiye’de kurulu başka bir şirkete doğrudan veya dolaylı olarak ortak olması durumunda, yabancı yatırımcının ortak olunan şirketteki nihai ortaklık oranının yüzde elli veya daha fazla olması halinde; yabancı yatırımcıların, taşınmaz maliki yerli sermayeli şirketlerin hisselerinin yüzde elli veya daha fazlasını doğrudan veya dolaylı olarak edinmesi ve taşınmaz maliki mevcut yabancı sermayeli şirketlerde yabancı yatırımcıların ortaklık oranının hisse devri sonucunda yüzde elli veya daha fazlasına ulaşması durumunda da aynı esaslar geçerlidir. 18/12/1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu şirketlerin, askeri yasak bölgeler, askeri güvenlik bölgeleri ve aynı Kanunun 28 inci maddesi çerçevesinde belirlenen bölgelerdeki taşınmaz mülkiyeti edinimleri Genelkurmay Başkanlığının ya da yetkilendireceği komutanlıkların; özel güvenlik bölgelerindeki taşınmaz mülkiyeti edinimleri ise taşınmazın bulunduğu yerdeki valiliğin iznine tabidir. Bu fıkra kapsamında yapılacak değerlendirmelerde, edinimin ülke güvenliğine uygunluğu esas alınır. Yukarıdaki fıkralar kapsamı dışında kalan yabancı sermayeli şirketler, yerli sermayeli şirketlerin tabi olduğu hükümler çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak edinebilir ve kullanabilirler. Taşınmaz rehni tesisinde, taşınmaz rehninin paraya çevrilmesi kapsamındaki mülkiyet edinimlerinde, şirket birleşmelerinden ve bölünmelerinden doğan taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak naklinde, organize sanayi bölgeleri, endüstri bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri ve serbest bölgeler gibi özel yatırım bölgelerindeki taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak edinimlerinde ve ilgili mevzuata göre belli sürede elden çıkarma zorunluluğunun devam etmesi kaydıyla bankaların, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu çerçevesinde kredi olarak sayılan işlemler nedeniyle ya da alacaklarını tahsil amacıyla edindikleri taşınmazlarda bu madde hükümleri uygulanmaz. Bu madde kapsamında edinilen taşınmazların kullanımı, valiliklerce tapu kayıtları çerçevesinde belli aralıklarla izlenir. Bu madde hükümlerine aykırı şekilde edinildiği veya kullanıldığı tespit edilen taşınmazlar ve sınırlı ayni haklar, Maliye Bakanlığınca verilecek süre içinde maliki tarafından tasfiye edilmediği takdirde tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar, ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınmasını müteakip Ekonomi Bakanlığı tarafından çıkarılan yönetmelikle düzenlenir.” MADDE 3 – 2644 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir. “EK MADDE 1 – Ölüm tarihinden itibaren en geç iki yıl içinde tapu sicilinde miras intikalinin gerçekleşmemesi halinde tapu müdürlüğü, mirasçılık belgesi düzenlenmesi için yargıya başvurabilir. Tapu müdürlüğü mirasçılık belgesine göre tapu sicili kayıtlarını elbirliği mülkiyeti şeklinde tescil ederek güncelleştirir. Tapu müdürlüğünün bu yetki kapsamındaki başvuruları her türlü gider, vergi, resim veya harçtan muaftır.” MADDE 4 – 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (c) alt bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “c) Kayıt sahibinin yirmi yıl önce gaipliğine hüküm verilmiş veya tapu sicilinden malikin kim olduğu anlaşılamamış ise çekişmesiz ve aralıksız yirmi yıl müddetle ve malik sıfatıyla zilyet bulunan kimse adına tespit olunur.” MADDE 5 – Bu Kanunun; a) 2 nci maddesi yayımı tarihinden üç ay sonra, b) Diğer maddeleri yayımı tarihinde, yürürlüğe girer. MADDE 6 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 17/5/2012 [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— SEÇİMLERİN TEMEL HÜKÜMLERİ VE SEÇMEN KÜTÜKLERİ HAKKINDA KANUN İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN Kanun No. 6304 Kabul Tarihi: 9/5/2012 MADDE 1 – 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasına (13) numaralı bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki bent eklenmiş ve mevcut (14) numaralı bent (15) numaralı bent olarak teselsül ettirilmiştir. “14. Yurt dışı seçim iş ve işlemlerinde seçim takvimi süresince Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunun verdiği görevleri yapmak üzere, ihtiyaç görülmesi halinde, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak bu Bakanlık mensupları arasından en az daire başkanı seviyesinde görevlendirme yapmak.” MADDE 2 – 298 sayılı Kanuna 20 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 20/A maddesi eklenmiştir. “Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunun görev ve yetkileri MADDE 20/A – Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunun görev ve yetkileri şunlardır: 1. Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı vatandaşların oy kullanmalarıyla ilgili seçim iş ve işlemlerinin düzenle yürütülmesini sağlamak ve gereken bütün tedbirleri almak. 2. Yurt dışı sandık kurullarını kurmak. 3. Oy pusulaları ile arkası kendi mührüyle mühürlenmiş oy zarflarını ve diğer seçim araç ve gereçlerini oy verme işleminin başlayacağı günden en geç yedi gün önce Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla ilgili yurt dışı temsilciliklerinde hazır bulunacak şekilde göndermek veya gerekli görülmesi halinde oy sandığı, oy verme kabinleri gibi araçların mahallinden teminini Dışişleri Bakanlığından istemek. 4. Yurt dışı sandık kurullarının işlemlerine ve kararlarına karşı yapılan itiraz ve şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. 5. Yurt dışı sandık kurulu başkanlıklarınca seçim iş ve işlemleri hakkında sorulacak hususları derhal cevaplandırmak. 6. Yurt dışı seçmen kütüğüne, askı süresinde doğrudan ya da konsolosluklar aracılığıyla yapılacak itirazları sonuçlandırmak, verilecek kararları Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne göndermek ve bu kararlara uygun gerekli kayıt ve düzeltme işlemlerini yaptırmak. 7. Yerleşim yeri adresi yurt dışında olup da, yurt dışı seçmen kütüğünün askı süresi içinde herhangi bir nedenle yurt içerisinde bulunan seçmenlerin, yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlarının yapılması için doğrudan ya da ilçe seçim kurulları aracılığıyla iletilen adres beyan formlarını onaylayarak Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne göndermek. 8. Askerlikten terhis olanlardan yurt dışı seçmen kütüğünde kaydı bulunmayanlar ile kısıtlılık hali sona erenlerin, doğrudan ya da ilçe seçim kurulları aracılığıyla iletilen başvurularını kabul etmek ve yurt dışı seçmen kütüğüne kaydını sağlamak. 9. Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı olmakla beraber, (izinli olsalar bile) silah altında bulunan erler, erbaşlar ve askeri öğrenciler ile kesinleşmiş mahkeme kararı ile kısıtlanan seçmenlerin yurt dışı seçmen kütüğündeki kayıtlarının dondurulmasına karar vermek. 10. Yurt dışı seçmen kütüğüne yazılması için askı süresi içinde yapılan başvuruların kütüğe kaydedilmesine karar verildiği hâlde, kesinleşen yurt dışı seçmen kütüğünde ismi yer almayan seçmenlerin, yurt dışı seçmen kütüğünün kesinleşmesine bakılmaksızın kütüğe ilave edilmelerine karar vermek ve Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğüne göndermek. 11. Yurt dışından ağzı mühürlü olarak gelen oy torbalarını genel esaslara uygun bir şekilde yurt içerisinde oy verme süresi bittikten sonra; bir başkan, bir kamu görevlisi üye ve son milletvekili genel seçiminde Türkiye genelinde en çok oy alan üç siyasi partinin bildirdiği bir asil bir yedek üyeden oluşan yeteri kadar sandık kurulu kurmak suretiyle denetimi altında açtırarak sayım ve dökümünü yaptırmak, tutanak tutturmak ve birleştirme işlemlerini yapmak, ayrıca geçici gümrük kapısı seçim kurullarından gelen sonuçları birleştirmek ve Ankara İl Seçim Kuruluna iletmek. 12. Kanunlarla kendisine verilen başkaca görevleri yapmak.” MADDE 3 – 298 sayılı Kanunun 35 inci maddesinin başlığı “Yurt dışı seçmen kütüğü ve seçmen listeleri” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Yurt dışı seçmen listeleri, yurt dışında sandık kurulmasına karar verilen temsilciliklerin görev çevreleri gözetilerek ve yurt dışı seçmen kütüğü esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca oluşturulur ve elektronik ortamda ilan edilir.” MADDE 4 – 298 sayılı Kanunun 81 inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesine “Ancak” ibaresinden sonra gelmek üzere “yurt dışında belirlenen mahallere, gümrüklere,” ibaresi eklenmiştir. MADDE 5 – 298 sayılı Kanunun 94/A maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Yurt dışı seçmenlerin oy kullanmasında; sandık, gümrük kapılarında oy kullanma veya elektronik oylama yöntemlerinin birlikte veya ayrı ayrı uygulanmasına, seçim türüne ve yabancı ülkenin durumuna göre, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunca karar verilir. Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmenlerin oy kullanmalarına yönelik iş ve işlemlerde, Dışişleri Bakanlığının bilişim altyapısından faydalanılabilir. Dışişleri Bakanlığı, Yüksek Seçim Kurulunun belirleyeceği usul ve esaslar doğrultusunda, kullanılacak olan bilişim altyapısının oluşturulması ve güvenliği için gerekli tedbirleri alır.” MADDE 6 – 298 sayılı Kanunun 94/C maddesinin birinci, ikinci, beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci ve onuncu fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı bulunan seçmenler, yurt dışı temsilciliklerimizde ve ihtiyaç duyulması halinde yerel makamların uygun göreceği diğer yerlerde kurulacak seçim sandıklarında seçimin yapılacağı günün kırkbeş gün öncesinden başlamak üzere, Yüksek Seçim Kurulunca belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde düzenlenen oy verme gün takvimine göre, seçim gününden önceki yedinci gün saat 17.00’ye kadar oy kullanabilirler. Ancak, yabancı ülkedeki seçmen sayısı gözetilerek oy kullanma gün süresi, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunca kısaltılabilir. Oy kullanma saatleri mahalli saat ile 08.00-17.00 arasıdır. Yabancı ülkenin durumu gözönünde tutularak seçmenlerin hangi yurt dışı temsilciliğinde ve mahalde tatil günleri dâhil yirmidört saat, hangilerinde daha az süre ile oy kullanabileceğine, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunca karar verilir ve alınan bu karar elektronik ortamda ilan edilir. Yabancı ülkede yaşayan seçmen sayısının fazlalığı hâlinde, her seçmenin kendisi için belirlenen günde ve sandıkta oy kullanmasına da karar verilebilir. Hangi yurt dışı temsilciliğinde ve mahalde sandık kurulacağı, sandık kurulunun hangi görevlilerden oluşturulacağı Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenir. Bu belirlemeye göre; sandık kurulu başkan ve üyelerinin seçimi Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunca yapılır. Sandık kurulu bir başkan, bir kamu görevlisi üye ve son milletvekili genel seçiminde Türkiye genelinde en çok oy alan üç siyasi partinin bildirdikleri birer isimden oluşur ve aynı usulle yedek üye seçilir. Siyasi partiler üye bildirmez ise eksiklik kamu görevlileri veya seçmenler arasından seçilecek üye ile doldurulur. Sandık kurulu başkan ve üye seçimleri, yurt dışında öncelikle sandığın kurulacağı yerde görevli kamu görevlisi ve seçmenler arasından yapılır.” “Yüksek Seçim Kurulu, özel olarak imal ettirdiği oy pusulası ile özel renkte bastırılmış oy zarflarını Yurt Dışı İlçe Seçim Kuruluna gönderir. Yurt dışında kullanılacak olan oy sandıkları, oy kullanma kabinleri ve diğer oy kullanma araçlarının ebatları dâhil tüm özellikleri ile bir sandıkta oy kullanacak seçmen sayısı, yabancı ülkenin durumu gözönünde tutularak, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulu tarafından farklı olarak belirlenebilir. Seçmen oy vermek için geldiğinde sandık kurulu başkanı seçmenin Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını taşıyan nüfus cüzdanından veya pasaportundan kimliğini tespit eder ve Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü Sistemi üzerinden diğer yöntemlerle oy kullanıp kullanmadığını kontrol eder. Oy kullanmadığı anlaşılan seçmen, sandık kurulu mührüyle mühürlenmiş olan oy pusulası ve oy zarfıyla “Evet” veya “Tercih” yazılı mührü alarak oyunu kullanmak üzere kapalı oy verme yerine girer. Oyunu kullanan seçmene çizelgede isminin bulunduğu yer imzalattırılır. Sandık kurulları tarafından her gün oy verme süresinin bitim saati olan 17.00’de veya başka bir bitim saati belirlenmişse bu saatte, bu Kanunda belirtilen usullere göre sandık açılır. Çıkan oy zarfları açılmadan adedi, oy kullanan seçmen miktarı ve bunların birbirine uygunluğu bir tutanakla tespit edilir. Her dış temsilcilikte oyları saklamak ve ağzı mühürlü oy torbalarını Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenecek yöntemlerle Yurt Dışı İlçe Seçim Kuruluna ulaştırmakla görevli olmak üzere; o yer misyon şefi veya en kıdemlinin başkanlığında, o temsilcilikte görevli bir kamu görevlisi üye ve son milletvekili genel seçiminde Türkiye genelinde en çok oy alan üç siyasi partinin bildirdikleri isimlerden oluşturulan sandık kurulu, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunca kurulur ve aynı usulle yedek üyeler seçilir. Siyasi partiler üye bildirmez ise eksiklik kamu görevlileri arasından seçilecek üye ile doldurulur.” “Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunca, yurt içerisinde oy verme süresi bittikten sonra, yurt dışından ağzı mühürlü olarak gelen oy torbaları, genel esaslara uygun bir şekilde, Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunun denetimi altında, sandık kurullarına açtırılarak sayım ve dökümü yaptırılır ve tutanak altına aldırılır. Bu tutanaklar esas alınarak birleştirme işlemlerine ilişkin tutanak düzenlenir ve sonuçlar Ankara İl Seçim Kuruluna iletilir. Ayrıca geçici gümrük kapısı seçim kurullarından gelen geçici birleştirme tutanağındaki sonuçlar kendi içerisinde birleştirilir ve bu sonuçlar Ankara İl Seçim Kuruluna iletilir. Ankara İl Seçim Kurulunca da yurt dışı sandıklarından gelen sonuçlar ile gümrük kapılarından gelen sonuçlar birleştirilir ve düzenlenen tutanak en seri vasıtayla Yüksek Seçim Kuruluna gönderilir.” MADDE 7 – 298 sayılı Kanunun 94/E maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yetmişbeş gün” ibaresi “kırkbeş gün”, üçüncü fıkrasında yer alan “yetmişbeşinci gün” ibaresi “kırkbeşinci gün” şeklinde ve yedinci ve onbirinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, dördüncü fıkrasına “görev alacak” ibaresinden sonra gelmek üzere “ilgili geçici gümrük kapısı” ibaresi ve onuncu fıkrasına “ilgili” ibaresinden sonra gelmek üzere “geçici gümrük kapısı” ibaresi eklenmiş, birinci fıkrasında yer alan “yurda giriş ve çıkışlarında” ibaresi ile sekizinci fıkrasının birinci cümlesi madde metninden çıkarılmıştır. “Gümrük kapılarında seçmen oy vermek için geldiğinde sandık kurulu başkanı seçmenin Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını gösteren nüfus hüviyet cüzdanı veya kimlik tespiti amacıyla düzenlenmiş ve Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını taşıyan resmi belgeler veya pasaportundan kimliğini tespit eder ve Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü Sistemi üzerinden, diğer yöntemlerle oy kullanıp kullanmadığını kontrol eder. Oy kullanmadığı anlaşılan seçmen, sandık kurulu mührüyle mühürlenmiş olan oy pusulası ve oy zarfı ile “Evet” veya “Tercih” yazılı mührü alarak oyunu kullanmak üzere kapalı oy verme yerine girer ve oy verme işlemini genel esaslara göre tamamlar.” “Seçimin yapıldığı gün saat 17.00’den itibaren sandık ve torbalar genel esaslara uygun bir şekilde açılarak geçici gümrük kapısı seçim kurullarınca sayımı ve dökümü yapılır. Geçici gümrük kapısı seçim kurulu birleştirme tutanağı düzenlenir ve bu tutanakla birlikte seçim işlerine ait diğer evrak, varsa itiraz dilekçeleriyle birlikte, Yurt Dışı İlçe Seçim Kuruluna en seri vasıtayla gönderilir.” MADDE 8 – 298 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 23 – 31/12/2016 son tarih olmak üzere milletvekili genel seçimi, cumhurbaşkanlığı seçimi ve halkoylamalarında 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 35 inci maddesindeki hükümlerle sınırlı kalınmaksızın Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası esas alınarak veya mevcut bilgilerle Yurt Dışı Seçmen Kütüğü oluşturulabilir.” MADDE 9 – 21/2/1963 tarihli ve 210 sayılı Değerli Kağıtlar Kanununa bağlı değerli kağıtlar tablosunun sonuna “15. Mavi Kart 5,00 TL” ibaresi eklenmiştir. MADDE 10 – 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasına “Türk vatandaşları” ibaresinden sonra gelmek üzere “, doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler ve bunların altsoyları” ibaresi eklenmiştir. MADDE 11 – 5490 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bentler (m) ve (n) bentleri olarak eklenmiş ve mevcut bentler buna göre teselsül ettirilmiştir. “m) Mavi Kart: Doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler ve bunların 29/5/2009 tarihli ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 28 inci maddesinde belirtilen altsoylarına verilen ve söz konusu maddede belirtilen haklardan faydalanabileceklerini gösteren resmi belgeyi, n) Mavi Kartlılar Kütüğü: Doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler ve bunların altsoylarının kayıtlarının elektronik ortamda tutulduğu kütüğü,” MADDE 12 – 5490 sayılı Kanuna 8 inci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 8/A maddesi eklenmiştir. “Mavi Kartlıların kayıtları MADDE 8/A – (1) Doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler ve bunların 5901 sayılı Kanunun 28 inci maddesinde belirtilen altsoyları, Genel Müdürlükçe elektronik ortamda tutulan Mavi Kartlılar Kütüğüne kaydedilir. Bu Kütüğe kaydedilenler, her türlü nüfus olaylarını yurt içinde nüfus müdürlüklerine, yurt dışında ise dış temsilciliklere beyan etmekle yükümlüdürler.” MADDE 13 – 5490 sayılı Kanunun 49 uncu maddesinin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 14 – 29/5/2009 tarihli ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 28 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 28 – (1) Doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler ve üçüncü dereceye kadar olan altsoyları, bu maddede belirtilen istisnalar dışında Türk vatandaşlarına tanınan haklardan aynen yararlanmaya devam ederler. Millî güvenliğe ve kamu düzenine ilişkin hükümler saklıdır. (2) Bu madde kapsamında bulunan kişilerin, seçme ve seçilme, muafen araç veya ev eşyası ithal etme hakları ile askerlik hizmetini yapma yükümlülüğü yoktur. Bu kişilerin sosyal güvenliğe ilişkin kazanılmış hakları saklı olup bu hakların kullanımında ilgili kanunlardaki hükümlere tabidirler. (3) Bu madde kapsamında bulunan kişiler, bir kadroya dayalı ve kamu hukuku rejimine tabi olarak asli ve sürekli kamu hizmeti görevlerinde bulunamazlar. Ancak kamu kurum ve kuruluşlarında işçi, geçici veya sözleşmeli personel olarak çalıştırılabilirler. (4) Bakanlar Kurulu gerekli görmesi halinde üçüncü dereceden itibaren hangi dereceye kadar olan altsoyların bu maddede tanınan haklardan faydalanabileceğini belirleyebilir. (5) Bu madde hükümlerinden yararlanacak olan altsoyun, üstsoyu ile soy bağını belgelendirmesi şarttır. (6) Bu madde kapsamında bulunan kişilere, talepleri halinde bu maddede belirtilen haklardan faydalanabileceklerini gösteren Mavi Kart düzenlenir. Bu Kart, 21/2/1963 tarihli ve 210 sayılı Değerli Kağıtlar Kanunu kapsamındadır. (7) Bu maddenin sağladığı hakların kullanılmasında Mavi Kartın ibrazı yeterlidir. Kartın ibraz edilememesi durumunda Kimlik Paylaşımı Sistemi aracılığıyla Mavi Kartlılar Kütüğünden alınacak kayıt örneği ve uyruğunda bulunulan devlet makamlarınca verilmiş kimlik bilgilerini gösteren belge ile işlem yapılır. Bu kişilerin kimlik bilgilerinde değişiklik olması durumunda uyruğunda bulunduğu devlet makamından alınmış eski ve yeni kimlik bilgilerini gösteren belgenin usulüne göre tasdik edilmiş Türkçe tercümesi ile birlikte ibrazı zorunludur. (8) Bu madde kapsamında bulunan kişilere Bakanlığın tespit edeceği esaslar çerçevesinde kimlik numarası verilir. Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası aranan yerlerde bu kimlik numarası kullanılır. (9) Mavi Kartın düzenlenmesi ve dağıtılması ile Mavi Kartlılar Kütüğünün elektronik ortamda tutulmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir. (10) Kamu kurum ve kuruluşları, bu madde hükümlerinin uygulanması amacıyla her türlü tedbiri alır ve gerekli düzenlemeleri yapar.” MADDE 15 – 24/3/2010 tarihli ve 5978 sayılı Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (ç) ve (f) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı fıkraya aşağıdaki (g) ve (ğ) bentleri eklenmiştir. “ç) Uluslararası Öğrenciler Daire Başkanlığı.” “f) İnsan Kaynakları ve Eğitim Daire Başkanlığı.” “g) Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı. ğ) Bilgi İşlem Daire Başkanlığı.” MADDE 16 – 5978 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (b) bendindeki “faaliyetleri” ibaresinden sonra gelmek üzere “idari, mali veya hibe esaslı olarak” ibaresi eklenmiştir. MADDE 17 – 5978 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin başlığı “Uluslararası Öğrenciler Daire Başkanlığı”, aynı maddenin birinci fıkrasında yer alan “Yabancı Öğrenciler Daire Başkanlığının” ibaresi “Uluslararası Öğrenciler Daire Başkanlığının” ve aynı fıkranın (a) bendinde yer alan “Yabancı Öğrenci Değerlendirme Kurulunun” ibaresi “Uluslararası Öğrenciler Değerlendirme Kurulunun” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 18 – 5978 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “İnsan Kaynakları ve Eğitim Daire Başkanlığı MADDE 14 – (1) İnsan Kaynakları ve Eğitim Daire Başkanlığının görevleri şunlardır: a) Başkanlığın insan gücü planlaması ve personel politikasıyla ilgili çalışmaları yapmak, personel sisteminin geliştirilmesi ve performans ölçütlerinin oluşturulması ile ilgili tekliflerde bulunmak. b) Başkanlık personelinin atama, özlük, emeklilik ve sağlık işleriyle ilgili işleri yapmak. c) Başkanlığın eğitim planını hazırlamak, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim programlarını düzenlemek ve uygulamak. ç) Başkanlık kütüphane hizmetlerini yürütmek. d) Başkanlığın görev alanı ile ilgili diğer kamu kurumları ve kişilere yönelik sürekli eğitim merkezi bünyesinde ilgili daire başkanlıkları ile koordineli olarak eğitim programları düzenlemek. e) Eğitim materyalleri hazırlamak veya hazırlatmak. f) Başkan tarafından verilecek diğer görevleri yerine getirmek.” MADDE 19 – 5978 sayılı Kanuna 14 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 14/A ve 14/B maddeleri eklenmiştir. “Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı MADDE 14/A – (1) Destek Hizmetleri Daire Başkanlığının görevleri şunlardır: a) 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çerçevesinde, kiralama ve satın alma işlerini yürütmek, temizlik, aydınlatma, ısıtma, onarım, taşıma ve benzeri hizmetleri yapmak veya yaptırmak. b) Genel evrak faaliyetlerini düzenlemek ve yürütmek. c) Başkanlık arşiv hizmetlerini yürütmek. ç) Başkanlık sivil savunma ve seferberlik hizmetlerini planlamak ve yürütmek. d) Başkan tarafından verilecek diğer görevleri yerine getirmek. Bilgi İşlem Daire Başkanlığı MADDE 14/B – (1) Bilgi İşlem Daire Başkanlığının görevleri şunlardır: a) Başkanlık projelerinin Başkanlık bilişim altyapısına uygun olarak tasarlanmasını ve uygulanmasını sağlamak, teknolojik gelişmeleri takip etmek ve Başkanlık otomasyon stratejilerini belirlemek, bilgi güvenliği ve güvenilirliği konusunun gerektirdiği önlemleri almak, politikaları ve ilkeleri belirlemek, kamu bilişim standartlarına uygun çözümler üretmek. b) Başkanlığın bilgi işlem hizmetlerini yürütmek. c) Başkanlığın internet sayfaları, elektronik imza ve elektronik belge uygulamaları ile ilgili teknik çalışmaları yapmak. ç) Başkanlık görev alanıyla ilgili bilgi bankalarının oluşturulmasına yönelik teknik çalışmaları yürütmek ve ortaya çıkan sistemi yönetmek. d) Başkanlık hizmetleriyle ilgili bilgileri toplamak ve veri tabanları oluşturmak. e) Başkanlığın mevcut bilişim altyapısının kurulumu, bakımı, ikmali, geliştirilmesi ve güncellenmesi ile ilgili işleri yürütmek, haberleşme güvenliğini sağlamak ve bu konularda görev üstlenen personelin bilgi teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak düzenli şekilde hizmet içi eğitim almalarını sağlamak. f) Başkan tarafından verilen diğer görevleri yapmak.” MADDE 20 – 5978 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “c) Uluslararası Öğrenciler Değerlendirme Kurulu,” MADDE 21 – 5978 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin başlığı “Uluslararası Öğrenciler Değerlendirme Kurulu” ve aynı maddenin birinci fıkrasında yer alan “Yabancı Öğrenci Değerlendirme Kuruluna” ibaresi “Uluslararası Öğrenciler Değerlendirme Kuruluna” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 22 – 5978 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında yer alan “Yabancı Öğrenci Değerlendirme Kurulu” ibaresi “Uluslararası Öğrenciler Değerlendirme Kurulu” şeklinde değiştirilmiş, maddeye aşağıdaki altıncı fıkra eklenmiş ve sonraki fıkra teselsül ettirilmiştir. “(6) Başkanlık, görev alanı içerisinde bulunan kişilere ihtiyaç duydukları danışmanlık, hukuk, eğitim, ulaşım desteği gibi konularda ilgili kamu kurumlarıyla işbirliği yaparak her türlü yardımda bulunabilir.” MADDE 23 – Ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığına ait bölümüne; ekli (2) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 5978 sayılı Kanuna eklenmiştir. MADDE 24 – 5978 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 2 – (1) Mevzuatta Yabancı Öğrenciler Daire Başkanlığına yapılan atıflar Uluslararası Öğrenciler Daire Başkanlığına, Yabancı Öğrenci Değerlendirme Kuruluna yapılan atıflar Uluslararası Öğrenciler Değerlendirme Kuruluna yapılmış sayılır. (2) Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığında, görev unvanı değişen daire başkanlıklarında daire başkanı unvanlı kadrolarda bulunanların görevleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte hiçbir işleme gerek kalmaksızın sona ermiş sayılır. Bu madde uyarınca görevi sona erenler ekli (2) sayılı listede ihdas edilen başkanlık müşaviri kadrolarına hâlen bulundukları kadro dereceleriyle atanmış sayılırlar. Bu madde uyarınca ihdas edilen başkanlık müşaviri kadroları, herhangi bir sebeple boşalması hâlinde hiçbir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. (3) Bu madde uyarınca atanmış sayılan personele, yeni kadrolarına atanmış sayıldıkları tarih itibarıyla eski kadrolarına ilişkin olarak en son ayda almış oldukları sözleşme ücreti, aylık, ek gösterge, ikramiye (bir aya isabet eden net tutar), her türlü zam ve tazminatlar, makam tazminatı, görev tazminatı, ek ödeme ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (ilgili mevzuatı uyarınca fiili çalışmaya bağlı fazla mesai ücreti hariç) toplam net tutarı (bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır); atanmış sayıldıkları kadrolara ilişkin olarak yapılan sözleşme ücreti, aylık, ek gösterge, ikramiye (bir aya isabet eden net tutar), her türlü zam ve tazminatlar, makam tazminatı, görev tazminatı, ek ödeme ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (ilgili mevzuatı uyarınca fiili çalışmaya bağlı fazla mesai ücreti hariç) toplam net tutarından fazla olması halinde aradaki fark tutarı, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece farklılık giderilinceye kadar herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir. Atanmış sayıldıkları kadro unvanlarında isteğe bağlı olarak herhangi bir değişiklik olanlarla, kendi istekleriyle başka kurumlara atananlara fark tazminatı ödenmesine son verilir.” MADDE 25 – 10/11/2005 tarihli ve 5429 sayılı Türkiye İstatistik Kanununun 20 nci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Konsey; Bakanlık müsteşarları, Hazine Müsteşarı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı, Gelir İdaresi Başkanı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı, Devlet Personel Başkanı, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı, Yükseköğretim Kurulunca farklı ana bilim dallarında görev yapanlar arasından seçilecek üç öğretim üyesi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı, Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği Başkanı, Vergi Konseyi Başkanı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, istatistik alanında faaliyet gösteren ve en fazla öğretim elemanı üyeye sahip sivil toplum kuruluşunun başkanı, istatistiki sonuçlar içeren araştırma faaliyetleri yürüten gerçek kişiler veya özel hukuk tüzel kişilerinin üye olduğu en fazla üyeye sahip sivil toplum kuruluşunun başkanından oluşur. Konsey üyeleri, toplantılara katılamamaları hâlinde, yerlerine yetkilendirilmiş birer temsilci görevlendirirler.” MADDE 26 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 27 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 17/5/2012 (1) SAYILI LİSTE KURUMU: YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA TOPLULUKLAR BAŞKANLIĞI TEŞKİLATI : MERKEZ İHDAS EDİLEN KADROLARIN SINIFI GİH GİH GİH TH TH TH KADRO UNVANI DERECESİ Daire Başkanı 1 VHKİ 9 VHKİ 7 Mühendis 7 Mühendis 5 Mühendis 3 TOPLAM SERBEST KADRO ADEDİ 2 3 2 4 1 1 13 TOPLAM 2 3 2 4 1 1 13 (2) SAYILI LİSTE KURUMU BAŞKANLIĞI TEŞKİLATI : YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA : MERKEZ KADRO SERBEST TOPLULUKLAR SINIFI GİH UNVANI DERECESİ Başkanlık Müşaviri 1 TOPLAM KADRO ADEDİ 2 2 TOPLAM 2 2 [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— AFET SİGORTALARI KANUNU Kanun No. 6305 Kabul Tarihi: 9/5/2012 BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam ve Tanımlar Amaç ve kapsam MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, binalarda deprem sonucu meydana gelebilecek maddi zararların karşılanmasını teminen yaptırılacak zorunlu deprem sigortası ile sigorta şirketlerince teminat verilemeyen veya teminat verilmesinde güçlükler bulunan çeşitli afetler ve riskler sonucu meydana gelebilecek maddi ve bedeni zararların karşılanabilmesini teminen sunulacak sigorta ve reasürans teminatlarına ilişkin usul ve esasları belirlemektir. Tanımlar MADDE 2 – (1) Bu Kanunda geçen; a) Bakan veya Bakanlık: Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu Bakanı veya Bakanlığı, b) Birlik: Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliğini, c) Kurum: Doğal Afet Sigortaları Kurumunu, ç) Müsteşarlık: Hazine Müsteşarlığını, d) Reasürans şirketi: 3/6/2007 tarihli ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanununa göre Türkiye’de kurulmuş reasürans şirketi ile yurt dışında kurulmuş reasürans şirketinin Türkiye’deki teşkilatını, e) Sigorta şirketi: 5684 sayılı Kanuna göre Türkiye’de kurulmuş sigorta şirketi ile yurt dışında kurulmuş sigorta şirketinin Türkiye’deki teşkilatını, f) Teknik işletici: Kurumun teknik işleri ile işletmeye ilişkin iş ve işlemlerini yürüten şirketi, g) Yönetim Kurulu: Doğal Afet Sigortaları Kurumu Yönetim Kurulunu, ğ) Zorunlu deprem sigortası: Binalarda depremin doğrudan neden olduğu maddi zararlar ile deprem nedeniyle ortaya çıkan yangın, infilak, dev dalga (tsunami) ve yer kayması sonucu oluşan maddi zararları teminat altına alan zorunlu sigortayı, ifade eder. İKİNCİ BÖLÜM Doğal Afet Sigortaları Kurumu Doğal Afet Sigortaları Kurumu MADDE 3 – (1) Bu Kanuna göre sunulacak sigorta ve reasürans teminatları, Bakanlık nezdinde kurulan kamu tüzel kişiliğini haiz Doğal Afet Sigortaları Kurumu tarafından verilir. Kurumun merkezi, teknik işleticinin idare merkezinin bulunduğu yerdir. Kurumun tescilli isim hakkı Müsteşarlığa aittir. (2) Kurum ve gelirleri her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır. (3) Kurum ile bu Kanun kapsamında gerçekleştirilen iş ve işlemler, 2/4/1987 tarihli ve 3346 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi değildir. (4) Kurumun taşınır ve taşınmaz varlıkları ile diğer hak, gelir ve alacakları haczedilemez, Kurum iflas yoluyla takip edilemez. Kurumun süresinde ödenmeyen sigorta primi alacakları, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir. (5) Kurumun yıllık hesap, iş ve işlemleri ile harcamaları Müsteşarlık tarafından denetlenir. Müsteşarlık, Kurumun faaliyetlerine ve denetim sonuçlarına ilişkin olarak her yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonuna bilgi verir. Doğal Afet Sigortaları Kurumu Yönetim Kurulu MADDE 4 – (1) Kurum, Doğal Afet Sigortaları Kurumu Yönetim Kurulu tarafından yönetilir. Yönetim Kurulu, Müsteşarlıktan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığından, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığından ve Sermaye Piyasası Kurulundan en az genel müdür yardımcısı düzeyinde birer üye, Birlik ve Yükseköğretim Kurulu tarafından önerilecek üçer aday arasından belirlenecek birer üye ile teknik işleticinin temsilcisi bir üyeden oluşur. (2) Yönetim Kurulu üyelerinin, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin (A) bendinin (1), (4), (5), (6) ve (7) numaralı alt bentlerinde belirtilen şartları taşımaları, temsil ettikleri kuruluşların görev alanına giren sigortacılık, acil durum yönetimi, doğal afetler, sermaye piyasaları ve benzeri konulardan birinde, görevlerini yürütebilmeleri için gerekli bilgiye ve en az on yıllık deneyime sahip olmaları gereklidir. Yükseköğretim Kurulu tarafından önerilecek adayların, inşaat, jeofizik, jeoloji mühendisliği veya dengi bölümlerinden mezun ve deprem konusunda en az yedi yıl deneyimli olmaları gereklidir. (3) Yönetim Kurulu üyeleri, ilgili kurumların önerisi ve Müsteşarlığın teklifi üzerine Bakan tarafından atanır. Yönetim Kuruluna Müsteşarlık temsilcisi başkanlık eder. (4) Yönetim Kurulu üyeliğine atanan kimseler dört yıl için görev yapar ve en fazla iki defa atanabilir. (5) Yönetim Kuruluna atanan üyeler temsil ettikleri kuruluşlardan ayrıldıkları takdirde Yönetim Kurulu üyelikleri sona erer. Yönetim Kurulu üyelerinin bu nedenle veya görev sürelerinin sona ermesi hâli hariç olmak üzere diğer herhangi bir nedenle üyeliklerinin sona ermesi durumunda yerlerine ilgili kuruluş tarafından birinci fıkrada belirtilen usule göre aday gösterilir ve bu üyelerin üçüncü fıkrada belirtilen usule göre atamaları yapılır. Bu üyeler, yerine atandıkları üyelerin sürelerini tamamlar ve her hâlde en fazla iki defa atanabilir. (6) Yönetim Kurulu en az beş üyenin katılımıyla toplanır ve kararlarını en az dört üyenin aynı yöndeki oyuyla alır. (7) Yönetim Kurulunun temsili başkan tarafından, Yönetim Kurulunca alınan kararların yürütülmesi teknik işletici tarafından yapılır. (8) Yönetim Kurulu başkan ve üyelerine, kamu iktisadi teşebbüslerinde yönetim kurulu başkan ve üyelerine ödenen aylık ücret ve diğer ödemeler tutarında ücret ödenir. Yönetim Kurulunun görevleri MADDE 5 – (1) Yönetim Kurulunun görevleri şunlardır: a) Kurumun iş ve işlemlerine ilişkin çalışma planını düzenlemek. b) Tazminat ödemelerine ilişkin usul ve esasların belirlenmesi ile tazminat ödemelerinin en kısa sürede yapılmasını sağlamak. c) Risk paylaşımı, reasürans ve retrosesyon planını onaylamak. ç) Kurum varlıklarının yatırıma yönlendirilmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek. d) Halkla ilişkiler, tanıtım ve eğitim kampanyaları yapılmasına karar vermek. e) Pazarlamaya ilişkin usul ve esasları belirlemek. f) Kurumun faaliyetleri hakkında Bakana ve Müsteşarlığa bilgi vermek. g) Bu Kanunla ve bu Kanuna göre çıkarılan yönetmeliklerle verilen diğer görevleri yerine getirmek. (2) Yönetim Kurulu üyeleri bu sıfatları dolayısıyla öğrenmiş oldukları bilgileri üyelik sıfatını kaybetmiş olsalar dahi Yönetim Kurulunun izni veya onayı olmaksızın açıklayamazlar. Kurumun işlerinin yürütülmesi MADDE 6 – (1) Kurumun teknik işleri ile işletmeye ilişkin iş ve işlemleri, yangın ve doğal afetler branşında ruhsatı bulunan sigorta veya reasürans şirketleri arasından Müsteşarlıkça belirlenecek bir şirket tarafından teknik işletici sıfatıyla yürütülür. Teknik işleticinin belirlenmesinde; şirketin mali bünyesinin sağlamlığı, sigortacılık alanında ve uluslararası reasürans işlemleri ile afet risklerinin yönetimindeki deneyimi, teknik ve insan kaynakları altyapısı ve benzeri hususlar dikkate alınır. (2) Müsteşarlık, Kurum iş ve işlemlerinin yürütülmesi amacıyla teknik işleticiyle sözleşme yapar. Sözleşme en fazla beş yıllık süre için yapılır ve aynı usule göre yenilenebilir. Teknik işleticiye ödenecek işletme ücreti sözleşmede tespit edilir. (3) Kurumun çalışma usul ve esasları ile teknik işleticinin yetki ve sorumlulukları Müsteşarlık tarafından hazırlanan yönetmelikle belirlenir. (4) Kurum, Bakanın uygun gördüğü uluslararası kuruluşlara üye olabilir ve bu kuruluşlar ile diğer ülkelerin benzeri kuruluşlarıyla kendi çalışma konularına ilişkin olarak işbirliği yapabilir, yurt içinde ve yurt dışında bir ücret karşılığı veya ücret alınmaksızın danışmanlık hizmeti sağlayabilir. Bu kapsamda yasal hakları Kuruma ait bulunan yazılım, lisans ve benzeri varlıklar, Kurum tarafından ücreti karşılığı kullandırılabilir, satılabilir veya hibe edilebilir. Kurum tarafından verilecek teminatlar MADDE 7 – (1) Zorunlu deprem sigortası teminatı münhasıran Kurum tarafından verilir. Bu teminat, risk yönetimi açısından şartların gerekli kılması durumunda ve Bakan tarafından uygun görülmesi hâlinde sigorta şirketleri ile müştereken de verilebilir. (2) Sigorta şirketlerince teminat verilememesi durumunda deprem, sel, yer kayması, fırtına, dolu, don, çığ düşmesi ve benzeri doğal afetler için kamu yararı açısından gerek görülmesi hâlinde sigortacılık ilkeleri gözetilerek Kurum tarafından sigorta veya reasürans teminatı verilebilir. Kurum tarafından bu teminatların hangilerinin verileceği hususu Bakanın teklifi ile Bakanlar Kurulunca belirlenir. Kurum tarafından bu fıkraya göre verilen teminatlara ilişkin limitler, sigorta genel şartları ile tarifelerin nasıl tespit edileceği hususu Müsteşarlık tarafından belirlenir. (3) Kurum tarafından verilen teminatlara ilişkin hesaplar, kayıtlar ve hesaplar arası aktarıma ilişkin esaslar Müsteşarlık tarafından hazırlanan yönetmelikle belirlenir. (4) Kurum tarafından verilen teminatların uygulama usul ve esasları ile sigorta şirketleriyle müşterek sigorta yapılmasına ilişkin esaslar Kurumun ve Birliğin görüşü alınarak sigortacılık ilkeleri çerçevesinde Müsteşarlık tarafından belirlenir. Hasar fazlası desteği MADDE 8 – (1) Kurum tarafından üstlenilen riskler için ulusal ve uluslararası piyasalardan uygun koşullarda yeterli koruma sağlanamaması hâlinde, Bakanın teklifi ile Bakanlar Kurulunca belirlenecek kısmının uygun bir bedel karşılığında Devlet tarafından taahhüt edilmesine karar verilebilir. Kurumun gelirleri ve kullanılabileceği yerler MADDE 9 – (1) Kurumun gelirleri; sigorta ve reasürans primlerinden, reasürans ve retrosesyon işlemlerinden elde edilen komisyonlardan, Kurum varlıklarından sağlanan gelirlerden ve sair gelirlerden oluşur. (2) Kurum, tazminatların ödenmesi için gerekli görülen durumlarda yıllık prim gelirlerinin toplam tutarını geçmemek üzere Bakanın uygun görüşü ile borçlanabilir. (3) Kurumun gelirleri, Kurum tarafından ve sadece aşağıdaki amaçlar doğrultusunda kullanılabilir: a) Kurum tarafından verilen sigorta ve reasürans teminatlarına ilişkin tazminat ödemeleri, hasar tespit işlemlerine ilişkin ödemeler ve mahkeme masrafları. b) Kurumun yönetimi ve işleyişi için gerekli masraflar. c) Yurt içi ve yurt dışı piyasalardan sağlanan reasürans ve benzeri koruma teminatlarına ilişkin ödemeler. ç) Kurumun görev alanına giren konularda yaptıracağı çalışma ve araştırmalara ilişkin ödemeler. d) Danışmanlık hizmetleri ve yatırım yönetimi gibi dışarıdan sağlanan hizmetlere ilişkin ödemeler. e) Halkla ilişkiler, tanıtım ve eğitim kampanyalarına ilişkin ödemeler. f) Sigorta şirketlerine ve diğer aracı kuruluşlara ödenen komisyonlar. g) Kurumun aldığı borçların geri ödenmesine ilişkin faiz ve anapara ödemeleri. ğ) Retrosesyon ve reasürans primleri ile reasürans komisyonları. (4) Kurum varlıklarının yatırıma yönlendirilmesinde, yatırım araçları bakımından çeşitlendirme yapılır ve öncelikli olarak; varlıkların likit olması, anapara kaybı riskinin en düşük olması ve getiri oranının yüksek olması ilkeleri esas alınır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Zorunlu Deprem Sigortası Kapsam ve sigorta yapma zorunluluğu MADDE 10 – (1) 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler, tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tâbi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş binalar, bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler ile doğal afetler nedeniyle Devlet tarafından yaptırılan veya sağlanan kredi ile yapılan meskenler zorunlu deprem sigortasına tâbidir. (2) 9/11/1983 tarihli ve 2946 sayılı Kamu Konutları Kanununa tâbi olan veya kamu hizmet binası olarak kullanılan binalar ve bağımsız bölümler, köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlarca köy yerleşik alanları ve civarında ve mezralarda yapılan binalar ile 634 sayılı Kanun kapsamında olsalar dahi tamamı ikamet dışı amaçlarla kullanılan binalar zorunlu deprem sigortasına tâbi değildir. (3) Birinci fıkrada belirtilen binalar ve bağımsız bölümler için malikler veya intifa hakkı sahipleri tarafından zorunlu deprem sigortası yaptırılır ve bu sigorta her yıl yenilenir. (4) Kurum, ilgili mevzuata ve projeye aykırı olarak inşa edilen binaları sigortalamama hakkına sahiptir. Kurum, taşıyıcı sistemi olumsuz yönde etkileyecek şekilde tadil edildiği veya zayıflatıldığı tespit edilen binaları sigortalamaz. Bu tespitin yapıldığı binaların listesi Kurum tarafından ilgili idareye gönderilir. Yükümlülerin saptanması ve sigortanın kontrolü MADDE 11 – (1) Zorunlu deprem sigortasını yaptırmakla yükümlü olanlar, 10 uncu madde hükümleri çerçevesinde Kurum tarafından tespit edilir. Mahallî idareler dâhil kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler, sigorta yükümlülerinin saptanmasına ve izlenmesine yönelik olarak Kurum tarafından kendilerinden istenecek bilgileri belirli aralıklarla ve düzenli olarak vermek zorundadır. Bu konudaki bilgi paylaşımı, gerektiği hâlde, elektronik ortamda yapılabilir. (2) Tapu müdürlükleri, maliklerin veya intifa hakkı sahiplerinin taleplerine bağlı olarak tapu kütüğünde bu sigortaya tâbi bağımsız bölümler ve binalarla ilgili tescil işlemlerini veya tapuya kayıtlı taşınmazın kayda tâbi olmayan bir taşınmaza dönüşmesi hâli hariç olmak üzere terkin işlemlerini zorunlu deprem sigortasının yaptırıldığı ve işlem tarihi itibarıyla geçerli olduğu belgelenmedikçe yapamaz. (3) Zorunlu deprem sigortasının kapsamına giren binalar ve bağımsız bölümlerle ilgili olarak yaptırılan su ve elektrik abonelik işlemlerinde, zorunlu deprem sigortasının varlığı ilgili kuruluşça kontrol edilir. Bu kontrol, gerektiği hâlde, Kurum tarafından elektronik ortamda sağlanan bilgi ve olanaklar ile yapılabilir. (4) İkinci ve üçüncü fıkra hükümlerinin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar, ilgili kurumların görüşü alınarak Müsteşarlık tarafından belirlenir. (5) Kurum, sigortanın yapılması ve düzenli olarak yenilenmesi için zorunlu deprem sigortasının kapsamına giren bina ve sitelerin yönetimleri ile kontrol uygulamaları geliştirebilir. Sigortalının sorumluluğu MADDE 12 – (1) Malik veya intifa hakkı sahibi, binanın ve her bir bağımsız bölümün projeye aykırı olarak ve taşıyıcı sistemi olumsuz yönde etkileyecek şekilde tadil edilmesine veya zayıflatılmasına karşı gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. (2) Malik veya intifa hakkı sahibi, hasarın projeye aykırı olarak ve taşıyıcı sistemi olumsuz yönde etkileyecek tadilat nedeniyle ortaya çıktığının tespit edilmesi durumunda, sigortadan tazminat alma hakkını kaybeder. Tarife ve talimatlar ile uygulama esasları ve genel şartlar MADDE 13 – (1) Zorunlu deprem sigortasına ilişkin tarife ve talimatlar ile azami teminat tutarı her yıl Bakan tarafından belirlenir ve Resmî Gazetede yayımlanır. Sigorta primlerinin tespitinde; binanın yüzölçümü, inşaat türü ve kalitesi, binanın üzerinde bulunduğu arazinin zemin özellikleri, deprem riski ve benzeri unsurlar değerlendirilir. (2) Zorunlu deprem sigortası bulunan ve deprem nedeniyle hasar gören binalara ilişkin tazminat, gerekli bilgi ve belgeler ile hasar tespitinin tamamlanmasını müteakip en geç otuz gün içinde ödenir. (3) Zorunlu deprem sigortasına ilişkin uygulama usul ve esasları ile sigorta genel şartları Müsteşarlık tarafından belirlenir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Diğer Hükümler Yönetmelik MADDE 14 – (1) Bu Kanunun uygulamasına ilişkin yönetmelikler bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içinde yürürlüğe konulur. Yürürlükten kaldırılan hükümler MADDE 15 – (1) 25/11/1999 tarihli ve 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 16 – (1) 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun 29 uncu maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Zorunlu deprem sigortası kapsamındaki binalar için, bu Kanundan ve ilgili diğer mevzuattan doğan Devletin konut kredisi açma ve bina yaptırma yükümlülükleri, zorunlu deprem sigortası yaptırılmamış olmasının tespit edilmesiyle birlikte ortadan kalkar.” GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Bu Kanunla mülga 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Doğal Afet Sigortaları Kurumunun aktif ve pasifleri ile her türlü hak ve yükümlülükleri, hiçbir işleme gerek kalmaksızın, bu Kanunla kurulan Doğal Afet Sigortaları Kurumuna devredilmiş sayılır. (2) Bu Kanunla mülga 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesine göre Yönetim Kuruluna atanan üyelerden, aynı maddenin (a) bendine göre atanan hariç diğer üyeler görev sürelerinin sonuna kadar görevlerine devam eder. GEÇİCİ MADDE 2 – (1) Bu Kanunda belirtilen yönetmelik ve diğer düzenlemeler yürürlüğe girinceye kadar, bunların düzenleyeceği konulara ilişkin mevcut düzenlemelerin bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (2) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce Müsteşarlık ile teknik işletici arasında yapılan sözleşme, süresi sonuna kadar devam eder. Yürürlük MADDE 17 – (1) Bu Kanun yayımı tarihinden üç ay sonra yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 18 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 17/5/2012 [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— BAKANLAR KURULU KARARLARI Karar Sayısı : 2012/3137 Ekli “Tabii Afet Nedeniyle Hayatını Kaybeden, Sakat Kalan ve Fiilen Oturduğu Konutları veya Kullandıkları İş Yerleri Hasar Görenlere Yapılacak Yardımlara Dair Kararda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Karar”ın yürürlüğe konulması; Başbakan Yardımcılığının 9/2/2012 tarihli ve 1103 sayılı yazısı üzerine, 23/7/1995 tarihli ve 4123 sayılı Kanunun 4 üncü ve 5 inci maddelerine göre, Bakanlar Kurulu’nca 14/2/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ A. BABACAN B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı ve F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU M. Z. ÇAĞLAYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ M. M. EKER Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Hayvancılık BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı C. YILMAZ E. GÜNAY Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı Ö. DİNÇER İ. YILMAZ H. YAZICI Gıda, Tarım M. ŞİMŞEK Maliye Bakanı V. EROĞLU ve Milli Eğitim Bakanı Milli Savunma BakanıOrman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ B. YILDIRIM Sağlık Bakanı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı TABİİ AFET NEDENİYLE HAYATINI KAYBEDEN, SAKAT KALAN VE FİİLEN OTURDUĞU KONUTLARI VEYA KULLANDIKLARI İŞ YERLERİ HASAR GÖRENLERE YAPILACAK YARDIMLARA DAİR KARARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KARAR MADDE 1 – 7/12/1995 tarihli ve 95/7750 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Tabii Afet Nedeniyle Hayatını Kaybeden, Sakat Kalan ve Fiilen Oturduğu Konutları veya Kullandıkları İş Yerleri Hasar Görenlere Yapılacak Yardımlara Dair Karara aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 9 – 23/10/2011 ve 9/11/2011 tarihlerinde Van’da meydana gelen depremler nedeniyle, 7269 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde ilgili valilikçe yapılan kesin hasar tespitlerine göre fiilen ikamet ettikleri konutları az hasarlı olarak tespit edilenlere, kiracı ya da mal sahibi olduklarına bakılmaksızın, onarım ve barınma yardımı olarak bir defaya mahsus olmak üzere 1.250 TL karşılıksız yardım yapılır. Yardımlardan, birden fazla konut sahibi olanlar sadece bir konut için yararlandırılır. Yardımı alanlar, kamu kurum ve kuruluşlarının depremzedeler için tahsis ettiği sosyal tesisler, prefabrike konutlar, konteynerler ve çadır kent hizmetlerinden yararlanamazlar. Yardımlar, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Özel Hesabından kaynak aktarılmak suretiyle ilgili valilik tarafından yapılır. Yardımların dağıtımına ilişkin esaslar Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından belirlenir.” MADDE 2 – Bu Karar yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Karar hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. Bakanlar Kurulu Kararının Yayımlandığı Resmî Gazetenin Tarihi Sayısı 30/1/1996 22539 Bakanlar Kurulu Kararında Değişiklik Yapan Düzenlemelerin Yayımlandığı Resmî Gazetenin Tarihi Sayısı 131/5/1998 23358 228/10/1999 23860 35/2/2000 23955 417/8/2000 24143 52/11/2000 24218 610/2/2001 24314 75/7/2002 24806 [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— Karar Sayısı : 2012/3140 Savunma Sanayii Müsteşarlığı tarafından yürütülmekte olan İleri Teknoloji Endüstri Parkı ve Havaalanı Projesi kapsamında Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı 2. Pist inşası amacıyla ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları belirtilen taşınmazların Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılması; Millî Savunma Bakanlığının 2/4/2012 tarihli ve 6788 sayılı yazısı üzerine, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27 nci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 27/4/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ C. YILMAZ B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı V.Başbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı ve F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU M. Z. ÇAĞLAYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ M. M. EKER Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Hayvancılık BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı C. YILMAZ E. GÜNAY Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı H. YAZICI Gıda, Tarım M. ŞİMŞEK Maliye Bakanı Ö. DİNÇER İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Eğitim Bakanı Milli Savunma Bakanı Orman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ B. YILDIRIM Sağlık Bakanı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı ve [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— Karar Sayısı : 2012/3141 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun geçici 67 nci maddesi ile 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 15 inci ve 30 uncu maddelerinde yer alan bazı tevkifat nispetleri hakkındaki 22/7/2006 tarihli ve 2006/10731 sayılı Kararnamenin eki Kararda değişiklik yapılmasına ilişkin ekli Kararın yürürlüğe konulması; Maliye Bakanlığının 25/4/2012 tarihli ve 467 sayılı yazısı üzerine, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun geçici 67 nci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 27/4/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ C. YILMAZ B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı V.Başbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı ve F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU M. Z. ÇAĞLAYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ M. M. EKER Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Hayvancılık BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı C. YILMAZ E. GÜNAY Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı H. YAZICI Gıda, Tarım M. ŞİMŞEK Maliye Bakanı Ö. DİNÇER İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Eğitim Bakanı Milli Savunma BakanıOrman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ B. YILDIRIM Sağlık Bakanı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı 27/4/2012 TARİHLİ VE 2012/3141 SAYILI KARARNAMENİN EKİ KARAR ve MADDE 1 – 22/7/2006 tarihli ve 2006/10731 sayılı Kararnamenin eki Kararın 1 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendi ile (ç) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “1) (1), (2) ve (3) numaralı fıkralarda yer alan oran; hisse senetlerine ve hisse senedi endekslerine dayalı olarak yapılan vadeli işlem ve opsiyon sözleşmeleri, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören aracı kuruluş varantları dahil olmak üzere hisse senetleri (menkul kıymetler yatırım ortaklıkları hisse senetleri hariç) ve hisse senedi yoğun fonların katılma belgelerinden elde edilen kazançlar için % 0,” “ç) (11) numaralı fıkrada yer alan oran; hisse senetlerine ve hisse senedi endekslerine dayalı olarak yapılan vadeli işlem ve opsiyon sözleşmeleri, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören aracı kuruluş varantları dahil olmak üzere hisse senetleri (menkul kıymetler yatırım ortaklıkları hisse senetleri hariç) ve hisse senedi yoğun fonların katılma belgelerinden elde edilen kazançlar için % 0, diğer kazançlar için % 10.” MADDE 2 – Bu Karar yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Karar hükümlerini Maliye Bakanı yürütür. Bakanlar Kurulu Kararının Yayımlandığı Resmî Gazetenin Tarihi Sayısı 23/7/2006 26237 Bakanlar Kurulu Kararında Değişiklik Yapan Düzenlemelerin Yayımlandığı Resmî Gazetenin Tarihi Sayısı 113/11/2008 27053 23/2/2009 27130 330/9/2010 27715 429/12/2010 27800 529/6/2011 27979 [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— Karar Sayısı : 2012/3142 2012 Yılı Yatırım Programında 2007E010130 proje numarasıyla yer alan AnkaraPolatlı-Afyonkarahisar-Uşak-İzmir Projesi kapsamında yapılması planlanan hızlı tren demiryolu hattının inşası amacıyla Polatlı-Afyonkarahisar arasında ekli krokide belirtilen güzergâha isabet eden taşınmazlar ile üzerindeki muhdesatın Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından acele kamulaştırılması; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının 25/4/2012 tarihli ve 1262 sayılı yazısı üzerine, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27 nci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 2/5/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ A. BABACAN B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı ve F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU M. Z. ÇAĞLAYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ M. M. EKER Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Hayvancılık BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı C. YILMAZ E. GÜNAY Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı H. YAZICI Gıda, Tarım M. ŞİMŞEK Maliye Bakanı Ö. DİNÇER İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Eğitim Bakanı Milli Savunma Bakanı Orman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ V. EROĞLU Sağlık BakanıUlaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı V. ve [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— Karar Sayısı : 2012/3143 Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı bünyesinde 5 adet şube müdürlüğü kurulması; Maliye Bakanlığının 12/3/2012 tarihli ve 5512 sayılı yazısı üzerine, 27/9/1984 tarihli ve 3046 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin (b) bendine göre, Bakanlar Kurulu’nca 2/5/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ A. BABACAN B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı ve F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU M. Z. ÇAĞLAYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ M. M. EKER Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Hayvancılık BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı C. YILMAZ E. GÜNAY Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı H. YAZICI Gıda, Tarım M. ŞİMŞEK Maliye Bakanı Ö. DİNÇER İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Eğitim BakanıMilli Savunma Bakanı Orman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ V. EROĞLU Sağlık BakanıUlaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı V. [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— Karar Sayısı : 2012/3171 ve İstanbul İli, Eyüp İlçesi, Nişanca Mahallesinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve Koordinatları ile ada ve parsel numaraları gösterilen alanların yenileme alanı olarak kabul edilmesi; İçişleri Bakanlığının 10/4/2012 tarihli ve 9933 sayılı yazısı üzerine, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 27/4/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ C. YILMAZ B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı V.Başbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı ve F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU M. Z. ÇAĞLAYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ M. M. EKER Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Hayvancılık BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı C. YILMAZ E. GÜNAY Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı Ö. DİNÇER Milli Eğitim Bakanı H. YAZICI Gıda, Tarım M. ŞİMŞEK Maliye Bakanı İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Savunma BakanıOrman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ B. YILDIRIM Sağlık Bakanı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı ve [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— Karar Sayısı : 2012/3172 Ekli “4760 Sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununa Ekli (I) Sayılı Listenin (A) ve (B) Cetvellerinde Yer Alan Bazı Mallarda Uygulanan Özel Tüketim Vergisi Tutarlarına İlişkin Karar”ın yürürlüğe konulması; Maliye Bakanlığının 25/4/2012 tarihli ve 469 sayılı yazısı üzerine, 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununun 12 nci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 2/5/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ A. BABACAN B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı ve F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU M. Z. ÇAĞLAYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ M. M. EKER Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Hayvancılık BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı C. YILMAZ E. GÜNAY Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı H. YAZICI Gıda, Tarım ve M. ŞİMŞEK Maliye Bakanı Ö. DİNÇER İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Eğitim Bakanı Milli Savunma BakanıOrman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ V. EROĞLU Sağlık BakanıUlaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı V. 4760 SAYILI ÖZEL TÜKETİM VERGİSİ KANUNUNA EKLİ (I) SAYILI LİSTENİN (A) VE (B) CETVELLERİNDE YER ALAN BAZI MALLARDA UYGULANAN ÖZEL TÜKETİM VERGİSİ TUTARLARINA İLİŞKİN KARAR MADDE 1 – 6/6/2002 tarihli ve 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununa ekli (I) sayılı listenin (A) ve (B) cetvellerinde yer alan bazı mallara ilişkin özel tüketim vergisi tutarları aşağıdaki şekilde tespit edilmiştir. MADDE 2 – Bu Karar yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Karar hükümlerini Maliye Bakanı yürütür. [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— CEZANIN KALDIRILMASI KARARLARI Cumhurbaşkanlığından: Karar Sayısı: 2012/18 Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/4/2011 tarihli ve E: 2010/61, K: 2011/84 sayılı kararıyla, nitelikli dolandırıcılık suçundan 4 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilen ve cezası keşinleşen, İstanbul İli, Kadıköy İlçesi, Osmanağa Mahallesi, Cilt No: 18, Hane No: 914, Birey Sıra No: 10’da nüfusa kayıtlı, Ahmet Sadi ve Emine Belkıs’tan olma, 22/3/1938 doğumlu, 54034097406 T.C. kimlik numaralı Mehmet Alpan ATİKKAN’ın kalan cezası, Adalet Bakanlığının 3/5/2012 tarihli ve B.03.0.CİG.0.00.00.07-102-00342012/1182/24648 sayılı yazısı ekinde gönderilen ve adı geçenin sürekli hastalık ve kocama hali kapsamında bulunduğunu belirten Adlî Tıp Kurumu 3 üncü Adlî Tıp İhtisas Kurulunun 8/2/2012 tarihli ve B.03.1.ATK.0.06.00.03-101.01.02-12/11383/1434-1502 sayılı raporu sebebiyle, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 104 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi hükmü uyarınca kaldırılmıştır. 17/5/2012 Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— Cumhurbaşkanlığından: Karar Sayısı: 2012/19 Giresun Ağır Ceza Mahkemesinin 12/7/2005 tarihli ve E: 2002/249, K: 2005/263 sayılı kararıyla, kaçakçılık suçundan 3 yıl 9 ay hapis ve 380.250 TL adlî para (1095 gün hapis) cezası ile cezalandırılmasına karar verilen ve bu cezaları kesinleşen, Giresun İli, Piraziz İlçesi, Maden Mahallesi/Köyü, Cilt No: 19, Hane No: 49, Birey Sıra No: 27’de nüfusa kayıtlı, Dursun ve Bahriye’den olma, 10/5/1963 doğumlu, 41824276622 T.C. kimlik numaralı Necmi AKSOY’un kalan cezası, Adalet Bakanlığının 9/5/2012 tarihli ve B.03.0.CİG.0.00.00.07-1020842-2011/1327/27328 sayılı yazısı ekinde gönderilen ve adı geçenin sürekli hastalık ve sakatlık hali kapsamında bulunduğunu belirten Adlî Tıp Kurumu 3 üncü Adlî Tıp İhtisas Kurulunun 5/12/2011 tarihli ve B.03.1.ATK.0.06.00.03-101.01.02-11/84674/10961-10436 sayılı raporu sebebiyle, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 104 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi hükmü uyarınca kaldırılmıştır. 17/5/2012 Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— YÖNETMELİK Millî Eğitim Bakanlığından: MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖZEL EĞİTİM KURUMLARI YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç ve kapsam MADDE 1 – (1) Bu Yönetmelik, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu kapsamında açılan özel eğitim okulları ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerindeki eğitim ve öğretim, yönetim, özürlü bireylere uygulanacak destek eğitim programları, özür grupları ve dereceleri ile özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon birimi ve özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde özürlü bireylere uygulanacak destek eğitim giderlerinin karşılanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek amacıyla hazırlanmıştır. Dayanak MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu, 25/8/2011 tarihli ve 652 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü, 36 ncı ve 43 üncü maddelerine dayanılarak hazırlanmıştır. Tanımlar MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelikte geçen; a) Aile eğitimi: Özürlü bireyin eğitim sürecine doğrudan katılan bireylere özür ve yetersizliğe ilişkin bilgi verme, yasal hak ve sorumluluklarını bildirme, psikolojik danışma ve rehberlik çalışmaları yapma, özürlü bireyin özel eğitime ilişkin gereksinimlerini belirleyerek ailelerin eğitime aktif katılımlarını arttırmaya yönelik yapılan çalışmaların tümünü, b) Bakanlık: Millî Eğitim Bakanlığını, c) BEP: Bireyselleştirilmiş eğitim programını, ç) Bireysel eğitim: Özel eğitime ihtiyacı olan özürlü bireylerin gelişim ve bireysel yeterlilikleri dikkate alınarak, özür grupları ve dereceleriyle özür niteliğine göre belirlenmiş destek eğitim programları doğrultusunda özürlü birey için hazırlanmış ve birebir yapılması gereken eğitimi, d) Bireyselleştirilmiş eğitim programı geliştirme birimi: Özel eğitime ihtiyacı olan özürlü bireylerin eğitimlerini sürdürdükleri okul ve kurumlarda eğitim performansları ve ihtiyaçları doğrultusunda BEP’lerini hazırlamak amacıyla oluşturulan birimi, e) Ders: Özürlü birey için destek eğitim programlarında belirtilen eğitim ortamlarında gerçekleştirilen en az kırk beş dakikalık bireysel veya grup eğitim süresini, f) Destek eğitim hizmeti: Sağlık kurulu raporuyla özürlü olduğu tespit edilen ve özel eğitim değerlendirme kurulu kararı ile destek eğitim programlarından yararlanması uygun görülen bireylere verilen eğitimi, g) Destek eğitim programı: Özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon biriminde ve özel eğitim ve rehabilitasyon merkezinde destek eğitimine ihtiyacı olan bireylerin özür grupları, dereceleri ve özür niteliği ile bireysel gelişim yeterlilikleri dikkate alınarak hazırlanmış ve Bakanlıkça onaylanmış eğitim programını, ğ) Diğer personel: Kurumda eğitim ve rehabilitasyon personeli dışındaki görevli personeli, h) Eğitim personeli: Eğitim programlarına göre Bakanlıkça belirlenen eğitim ve rehabilitasyon personelini, ı) Genel Müdürlük: Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğünü, i) Grup eğitimi: Özür grupları, özür niteliği ve derecesi, özürlünün takvim yaşı ve gelişim özellikleri ile destek eğitim programı ve modülleri dikkate alınarak birden fazla bireyden oluşturulan gruplara verilen eğitimi, j) İş takvimi: Özel eğitim okulu ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezince bir sonraki ayda yapılacak destek eğitime başlamadan önce hazırlanan, özürlü bireylerin bireysel ve/veya grup ders eğitimlerinin gün ve saatlerinin yer aldığı takvimi, k) Kurum: Özel eğitim okulu ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezini, l) Özel eğitim değerlendirme kurulu raporu: Özel eğitim değerlendirme kurulu tarafından yapılan eğitsel değerlendirme ve tanılama sonucunda özel eğitimine ihtiyacı olduğu belirlenen bireyler için düzenlenen raporu, m) Özel eğitim okulu: Özürlü bireylere hizmet veren, özel olarak yetiştirilmiş personelin bulunduğu, geliştirilmiş eğitim programlarının uygulandığı özel öğretim kurumunu, n) Özel eğitim ve rehabilitasyon: Dil ve konuşma güçlüğü, zihinsel, fiziksel, duyusal, sosyal, duygusal ve davranış problemlerine sahip özürlü bireylerin engellilik hâlini ortadan kaldırmak ya da etkilerini en az seviyeye indirmek, yeteneklerini yeniden en üst seviyeye çıkarmak ve topluma uyumlarını sağlamak, temel öz bakım becerilerini, bağımsız yaşam ve mesleki becerilerini geliştirmek amacıyla yapılan çalışmaların tümünü, o) Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezi: Özel eğitim değerlendirme kurulları tarafından yapılan eğitsel değerlendirme ve tanılama sonucunda destek eğitimine ihtiyacı olduğu belirlenen özürlü bireylere destek eğitimi hizmeti veren özel öğretim kurumunu, ö) Özürlü birey: Çeşitli nedenlerle bireysel ve gelişim özellikleri ile eğitim yeterlikleri açısından akranlarından beklenilen düzeyden anlamlı farklılık gösteren görme, işitme, dil ve konuşma, spastik, zihinsel, ortopedik veya ruhsal özürlü olan bireyleri, p) Özürlü Birey Modülü: Özel eğitim okulu ve özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine devam eden özürlü bireyler ile eğitim personeli ve kuruma ait verilerin merkezî bir veri tabanı havuzunda toplandığı ve internet üzerinden güvenilir şekilde yürütülmesi için yapılan yazılım programını, ifade eder. İKİNCİ BÖLÜM Özel Eğitim Kurumlarında Verilen Eğitim Hizmetlerinin Amacı Özel eğitim okullarında verilen eğitim hizmetlerinin amacı ve okulun birimleri MADDE 4 – (1) Özel eğitim okulunun amacı; 14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununda belirtilen Türk Millî Eğitiminin genel amaç ve temel ilkeleri doğrultusunda, özürlü bireylerin; a) İlgi, istek, yeterlilik ve yetenekleri doğrultusunda, genel ve meslekî eğitim görme haklarını kullanabilmelerini, b) Toplum içindeki rollerini gerçekleştiren, başkaları ile iyi ilişkiler kurabilen, iş birliği içinde çalışabilen, çevresine uyum sağlayabilen, üretici bireyler olarak yetişmelerini, c) Öğrenciyi merkez alan bir yaklaşımla hazırlanan programlarla; zihinsel, fiziksel, işitsel, görsel, sosyal, duygusal, dil ve konuşma güçlüğü ve davranış problemlerini azaltmak, öz bakım, bağımsız yaşam ve işlevsel akademik becerilerini geliştirmek, kendi kendilerine yeterli bir duruma gelmelerini ve topluma uyumlarını, ç) Uygun eğitim programları ile özel yöntem, personel, araç ve gereç kullanarak; ilgileri, gereksinimleri, yetenekleri ve yeterlilikleri doğrultusunda üst öğrenime, iş ve meslek alanlarına ve hayata hazırlanmalarını, sağlamaktır. (2) Özel işitme, görme, ortopedik özürlüler ilkokulu ve ortaokulu veya eğitim ve uygulama okulu bünyesinde; özel eğitim ve rehabilitasyon birimi ile aynı özür grubuna ait erken çocukluk eğitim birimi, okul öncesi eğitim kurumu açılabilir. Her biri farklı binalarda olmak koşulu ile otistik çocuklar eğitim merkezi, iş okulu, iş eğitim merkezi veya lise açılabilir. Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezinde verilen eğitim hizmetlerinin amacı MADDE 5 – (1) Merkezin amacı, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununda belirtilen Türk Millî Eğitiminin genel amaç ve temel ilkeleri doğrultusunda; a) Özürlü bireylerin Bakanlıkça belirlenmiş destek eğitim programları ile özel yöntem, personel, araç ve gereç kullanarak ilgileri, ihtiyaçları, yetenek ve yeterlilikleri doğrultusunda hayata hazırlanmasını, b) Toplum içindeki rollerini gerçekleştiren, başkaları ile iyi ilişkiler kurabilen, iş birliği içinde çalışabilen ve çevresine uyum sağlayabilen üretici bireyler olarak yetişmelerini, c) Dil ve konuşma güçlüğü ile zihinsel, fiziksel, duyusal, sosyal, duygusal ve davranış problemleri olan özürlü bireylerin engellilik hâlinin ortadan kaldırılmasını ya da etkilerinin en az seviyeye indirilerek yeteneklerinin en üst seviyeye çıkarılması ve topluma uyumlarının sağlanması, temel öz bakım becerilerinin ve bağımsız yaşam becerilerinin geliştirilmesini, sağlamak için destek eğitimi çalışmaları yapmaktır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Kurum Açma ve Kapatma ile Görev, Yetki ve Sorumluluklar Özel eğitim kurumlarının açılması ve kapatılması MADDE 6 – (1) Özel eğitim okulları ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri 20/3/2012 tarihli ve 28239 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği hükümlerine göre açılır ve kapatılır. Özel eğitim kurumlarında personel görevlendirilmesi MADDE 7 – (1) Özel eğitim okulları ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği hükümlerine göre aşağıda belirtilen personel görevlendirilir: a) Özel eğitim okullarında; 1) Kurum Müdürü, 2) Kontenjanı yüzden fazla olan okullarda müdür yardımcısı, 3) Aynı kurucuya ait birden fazla özel öğretim kurumu bulunması durumunda, isteğe bağlı genel müdür ve genel müdür yardımcısı, 4) Okulun seviye ve türüne uygun sınıf ve branş öğretmeni, 5) Bakanlıkça belirlenen destek eğitim programlarını uygulayacak zorunlu özel eğitim personeli, 6) Rehber öğretmen veya psikolog, 7) Ayrıca, ihtiyaç duyulan diğer personel görevlendirilir. b) Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde; 1) Kurum müdürü, 2) Kontenjanı yüzden fazla olan merkezlerde müdür yardımcısı, 3) Aynı kurucuya ait birden fazla özel öğretim kurumu bulunması durumunda, isteğe bağlı genel müdür ve genel müdür yardımcısı, 4) Bakanlıkça belirlenen destek eğitim programlarını uygulayacak zorunlu eğitim personeli, 5) Rehber öğretmen veya psikolog, 6) Ayrıca, sosyal hizmet uzmanı veya sosyal çalışmacı ve ihtiyaç duyulan diğer personel görevlendirilir. İşitme, görme veya zihin engelliler sınıf öğretmeninin görevleri MADDE 8 – (1) İşitme, görme veya zihin engelliler sınıf öğretmeninin görevleri şunlardır: a) BEP’te alanıyla ilgili gelişim ölçekleri ile ölçme ve değerlendirme araçlarının hazırlanıp uygulanmasında BEP geliştirme birimi ile iş birliği yapmak, b) BEP’te alanıyla ilgili uygulama ve değerlendirme yapmak, c) Özürlü bireylerin eğitim performanslarını ve yetersizlik türünü dikkate alarak eğitimleri sırasında kullanılmak üzere alanıyla ilgili gerekli materyalleri hazırlamak, ç) Kurumdaki aile eğitimi ve danışmanlığı çalışmalarına katılmak, sınıfındaki bireylerin ailelerine yönelik aile eğitim çalışmalarını psikolog veya rehber öğretmenle birlikte planlamak ve yürütmek, d) Özürlü bireylere destek eğitim hizmeti sağlamak ve eğitim performansları doğrultusunda bireylerin uygun okul veya kuruma yönlendirilmesinde BEP geliştirme birimiyle iş birliği yapmak, e) Kuruma devam eden özürlü bireylere diğer kurum veya kuruluşlarda hizmet veren uzman ve öğretmenlerle eşgüdüm içinde çalışmak, f) Özürlü bireylerin yetersizliklerinden dolayı kullandığı kişisel cihaz ve aletlerin bakımı ve kontrolüne ilişkin tedbirler almak, g) Özürlü bireylerin eğitim performansları ve ihtiyaçları doğrultusunda eğitim yapmak, ğ) Görev tanımında belirtilen görevlere benzer diğer görevleri yapmak. Çocuk gelişimi ve eğitimi öğretmeninin görevleri MADDE 9 – (1) Kurumda görevli çocuk gelişimi ve eğitimi öğretmeninin görevleri şunlardır: a) BEP’te alanıyla ilgili gelişim ölçekleri ile ölçme ve değerlendirme araçlarının hazırlanıp uygulanmasında BEP geliştirme birimi ile iş birliği yapmak, b) BEP’te alanıyla ilgili uygulama ve değerlendirme yapmak, c) Özürlü bireylerin eğitim performanslarını ve yetersizlik türünü dikkate alarak eğitimleri sırasında kullanılmak üzere alanıyla ilgili gerekli materyalleri hazırlamak, ç) Özürlü bireyleri fizikî, zihinsel ve sosyal gelişim bakımından incelemek ve yaş düzeylerine uygun gelişimlerini değerlendirmek, d) Özürlü bireylere destek eğitim hizmeti sağlamak ve eğitim performansları doğrultusunda özürlü bireylerin başka bir okul veya kuruma yönlendirilmesinde BEP geliştirme birimiyle iş birliği yapmak, e) Özürlü bireylerin gelişim ve eğitimini izlemek, beklenen gelişimi gösteremeyenler için ilgili meslek elemanlarıyla iş birliği yapmak, alanıyla ilgili konularda ailelere ve öğretmenlere rehberlik etmek, f) Kuruma devam eden özürlü bireylere diğer kurum veya kuruluşlarda hizmet veren uzman ve öğretmenlerle eşgüdümlü çalışmak, g) Kurumdaki diğer meslek elemanlarıyla ekip çalışması yapmak ve görevlerine ilişkin kayıtları usulüne uygun şekilde tutmak, ğ) Kurumdaki aile eğitimi ve danışmanlığı çalışmalarına katılmak, sınıfındaki bireylerin ailelerine yönelik aile eğitim çalışmalarını psikolog veya rehber öğretmenle birlikte planlamak ve yürütmek, h) Görev tanımında belirtilen görevlere benzer diğer görevleri yapmak. Okul öncesi öğretmeninin görevleri MADDE 10 – (1) Okul öncesi öğretmeninin görevleri şunlardır: a) BEP’te alanıyla ilgili gelişim ölçekleri ile ölçme ve değerlendirme araçlarının hazırlanıp uygulanmasında BEP geliştirme birimi ile iş birliği yapmak, b) BEP’te alanıyla ilgili uygulama ve değerlendirme yapmak, c) Özürlü bireylerin eğitim performanslarını ve yetersizlik türünü dikkate alarak eğitimleri sırasında kullanılmak üzere alanıyla ilgili gerekli materyalleri hazırlamak, ç) Özürlü bireylerin gelişimlerini çeşitli ölçek ve kontrol listeleri kullanarak özel eğitim öğretmenleri ile iş birliği içinde izlemek ve değerlendirmek, d) Kurumdaki aile eğitimi ve danışmanlığı çalışmalarına katılmak, sınıfındaki bireylerin ailelerine yönelik aile eğitim çalışmalarını psikolog veya rehber öğretmenle birlikte planlamak ve yürütmek, e) Görev tanımında belirtilen görevlere benzer diğer görevleri yapmak. Fizyoterapistin görevleri MADDE 11 – (1) Kurumda görevli fizyoterapistin görevleri şunlardır: a) BEP’te alanıyla ilgili gelişim ölçekleri ile ölçme ve değerlendirme araçlarının hazırlanıp uygulanmasında BEP geliştirme birimi ile iş birliği yapmak, b) BEP’te alanıyla ilgili uygulama ve değerlendirme yapmak, c) Özürlü bireylerin eğitim performanslarını ve yetersizlik türünü dikkate alarak eğitimleri sırasında kullanılmak üzere alanıyla ilgili gerekli materyalleri hazırlamak, ç) Özürlü bireylerin ortez ya da yardımcı cihazının tayininde bireyi ve aileyi bilgilendirmek, d) Fiziksel rehabilitasyona alınan özürlü bireylerdeki gelişimleri takip etmek ve gelişim raporu hazırlamak, e) Özürlü bireyin gelişen aşamalarından ve doktor kontrollerinden okul/eğitim kurumu müdürünü ve aileyi bilgilendirmek, f) Aile eğitimi ve danışmanlığı programlarında alanı ile ilgili konularda yer almak ve uygulamaya katılmak, g) Görev tanımında belirtilen görevlere benzer diğer görevleri yapmak. Odyoloji ve konuşma bozuklukları uzmanı veya eğitim odyoloğunun görevleri MADDE 12 – (1) Kurumda görevli odyoloji ve konuşma bozuklukları uzmanı veya eğitim odyoloğunun görevleri şunlardır: a) BEP’te alanıyla ilgili gelişim ölçekleri ile ölçme ve değerlendirme araçlarının hazırlanıp uygulanmasında BEP geliştirme birimi ile iş birliği yapmak, b) BEP’te alanıyla ilgili uygulama ve değerlendirme yapmak, c) Özürlü bireylerin eğitim performanslarını ve yetersizlik türünü dikkate alarak eğitimleri sırasında kullanılmak üzere alanıyla ilgili gerekli materyalleri hazırlamak, ç) İşitme kaybı olan bireyleri değerlendirmek, alanına uygun program hazırlamak ve uygulamak, d) İşitme kaybı olan bireylerin gelişimlerini takip ederek kaydetmek, e) Aile eğitimi, rehberliği ve danışmanlığı programlarında alanı ile ilgili çalışmalarda yer almak ve uygulamaya katılmak, f) Kuruma devam eden özürlü bireylere diğer kurum veya kuruluşlarda hizmet veren uzman ve öğretmenlerle eşgüdümlü çalışmak, g) Görev tanımında belirtilen görevlere benzer diğer görevleri yapmak. Dil ve konuşma bozuklukları uzmanı, dil ve konuşma terapisti, dil ve konuşma pataloğu veya odyoloji ve konuşma bozuklukları uzmanının konuşma bozukluğuyla ilgili görevleri MADDE 13 – (1) Kurumda görevli dil ve konuşma bozuklukları uzmanı, dil ve konuşma terapisti, dil ve konuşma pataloğu veya odyoloji ve konuşma bozuklukları uzmanının görevleri şunlardır: a) BEP’te alanıyla ilgili gelişim ölçekleri ile ölçme ve değerlendirme araçlarının hazırlanıp uygulanmasında BEP geliştirme birimi ile iş birliği yapmak, b) BEP’te alanıyla ilgili uygulama ve değerlendirme yapmak, c) Özürlü bireylerin eğitim performanslarını ve yetersizlik türünü dikkate alarak eğitimleri sırasında kullanılmak üzere alanıyla ilgili gerekli materyalleri hazırlamak, ç) Dil, konuşma, ses, işitme, okuma ve yazma, bilişsel yetersizliğe bağlı iletişim bozuklukları gibi bozuklukları değerlendirmek ve değerlendirme raporu hazırlamak, d) Dil, konuşma, ses, işitme, okuma ve yazma, bilişsel yetersizliğe bağlı iletişim bozuklukları gibi bozukluklar için akademik becerilerin öğretimi dışında kalan terapi programını hazırlamak ve uygulamak, e) Dil ve konuşma güçlüğü olan bireyin ailesinin eğitimi çalışmalarında yer almak ve uygulamalara katılmak, f) Kuruma devam eden bireylere diğer kurum veya kuruluşlarda hizmet veren uzman ve öğretmenlerle eşgüdümlü çalışmak, g) Görev tanımında belirtilen görevlere benzer diğer görevleri yapmak. Rehber öğretmen veya psikoloğun görevleri MADDE 14 – (1) Kurumda görevli rehber öğretmen veya psikoloğun görevleri şunlardır: a) BEP’te alanıyla ilgili gelişim ölçekleri ile ölçme ve değerlendirme araçlarının hazırlanıp uygulanmasında BEP geliştirme birimi ile iş birliği yapmak, b) BEP’te alanıyla ilgili uygulama ve değerlendirme yapmak, c) Özürlü bireylerin eğitim performanslarını ve yetersizlik türünü dikkate alarak eğitimleri sırasında kullanılmak üzere alanıyla ilgili gerekli materyalleri hazırlamak, ç) Kurum rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri programını merkezde uygulanan destek eğitim programına göre hazırlamak, uygulamak ve bu programın uygulanmasında özel eğitim ve rehabilitasyon personeline rehberlik etmek, d) Özürlü bireylerin ilgi alanları, yetenekleri, yeterlilikleri ve iletişim becerileri gibi özelliklerini tanımalarına, kendileri ve çevreleriyle ilgili farkındalık kazanmalarına, temel problem çözme stratejilerini geliştirmelerine, çevreleriyle olumlu ilişkiler kurmalarına, daha verimli çalışma alışkanlıkları geliştirebilmelerine, ders dışı etkinliklere katılıma özendirilmelerine; kendileri, çevreleri ve eğitimle ilgili sorunlarını ve güçlüklerini çözebilmelerine yönelik psikolojik danışma ve rehberlik hizmetlerini planlamak ve yürütmek, e) Özürlü bireyleri tanımaya yönelik, rehberlik ve psikolojik danışma biriminde kullanılacak ölçme araçları, doküman ve kaynakları hazırlamak, geliştirmek ve uygulamak, f) Özürlü bireylerin yaşadıkları problem ve güçlüklerin çözümünde diğer eğitim personeli, bireyin anne ve babasıyla iş birliği içinde çalışmalar geliştirmek ve yürütmek, g) Öğrencilerinin devam ettikleri okul rehberlik servisleri ve sınıf öğretmenleriyle iş birliği yapmak ve çalışmaları planlamak, ğ) Özürlü bireylerin bireyselleştirilmiş eğitim programları hakkında alanına uygun değerlendirme ve önerilerde bulunmak, h) Eğitim alan özürlü bireylerin anne, baba veya kardeşlerine yönelik psikolojik danışma ve rehberlik hizmetlerini yürütmek veya psikolojik yardım alabilecekleri kurum ya da kuruluşlara yönlendirmek, ı) Kurum personeline yönelik psikolojik danışma, rehberlik ve destek çalışmalarını planlamak ve yürütmek, i) Aile eğitimi ve danışmanlığı programlarında alanı ile ilgili konularda yer almak ve uygulamaya katılmak. Ailelere, özürlü bireylere, sınıf öğretmenlerine ve diğer kurum personeline yönelik hizmet alanına uygun, toplantı, konferans ve seminer gibi hizmet içi eğitim planı hazırlamak ve uygulamak, j) Görev tanımında belirtilen görevlere benzer diğer görevleri yapmak. (2) Kurumda psikoloğun görevlendirilememesi hâlinde rehber öğretmen psikoloğun yürüttüğü görevleri yapar. Psikolog ve rehber öğretmene haftada yirmi saati geçmemek üzere destek eğitimi görevi de verilebilir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Öğretim Programları Özel eğitim okullarının öğretim programları MADDE 15 – (1) Özel eğitim okullarında dengi resmî okul ve kurumlarında uygulanan öğretim programları ve ders çizelgeleri uygulanır. Özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon birimlerinde ise özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde uygulanan destek eğitim programları uygulanır. (2) Dengi resmî okul ve kurumlarından farklı öğretim programı ve ders çizelgesi uygulayacak olan özel eğitim okulu müdürlükleri hazırlayacakları kurum mevzuatını Bakanlığın izninden sonra uygulayabilirler. Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri öğretim programları MADDE 16 – (1) Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde, Bakanlıkça onaylanmış destek eğitim programları uygulanır. (2) Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde, özel eğitim değerlendirme kurulu raporunda destek eğitim almaları uygun görülen bireylere bireysel, bireysel ve grup veya grup eğitimi verilir. Ayrıca, ailelere özürlü bireylerin eğitimine aktif bir şekilde katılımını sağlamak için aile eğitimi ve danışmanlığı hizmeti de verilir. (3) Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde gruplar oluşturulurken bireylerin; özür türü ve derecesi, yaşı, eğitim performansı ile öncelikli eğitim ihtiyacı gibi durumları dikkate alınır. Grup eğitimleri destek eğitim programlarında belirtilen şekilde verilir. (4) Destek eğitim programlarının eğitimini verecek personel Bakanlıkça belirlenir. BEŞİNCİ BÖLÜM Kurul ve Birimler Kurullar MADDE 17 – (1) Okullarda, özelliklerine göre şube veya sınıf öğretmenleri kurulu, öğretmenler kurulu, disiplin kurulu, rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri yürütme kurulu, iş yeri izleme yöneltme kurulu gibi kurullar kurularak dengi resmî kurum yönetmeliklerinde belirtilen esaslar doğrultusunda faaliyet gösterirler. (2) Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde, özürlü bireylere ilişkin sunulan eğitim hizmetinin sürekli gelişimine yönelik bütüncül bir yaklaşımın ortaya konulmasını sağlamak amacıyla bütün personelin katıldığı personel kurulu kurulur. Kurul kurum müdürünün başkanlığında yılda en az iki kez toplanır. Eğitim personeli dışındakiler toplantıların kendilerini ilgilendiren bölümlerine katılır. BEP geliştirme birimi MADDE 18 – (1) BEP geliştirme birimi özel eğitim değerlendirme kurul raporu doğrultusunda özel eğitim alması uygun görülen özürlü bireye eğitim performansı ve öncelikli ihtiyaçları doğrultusunda verilecek eğitim programının hazırlanması, planlanması ve değerlendirilmesine ilişkin hizmetleri yürütür. (2) Birim, kurum müdürü veya görevlendireceği müdür yardımcısı başkanlığında; a) Özel eğitim okullarında rehber öğretmen, öğrencinin sınıf öğretmeni, öğrencinin dersini okutan ilgili alan öğretmenleri, veli ve öğrenciden oluşur. b) Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde psikolog veya rehber öğretmen, destek eğitim vermek üzere görevlendirilen eğitim personeli ile veli veya özürlü bireyden oluşur. ALTINCI BÖLÜM Kayıt Kabul, Ücret, İş Takvimi ve Denetim Özel eğitim okullarına kayıt kabul MADDE 19 – (1) Erken çocukluk eğitimi birimi, okul öncesi eğitim kurumu, eğitim ve uygulama okulu, ilkokul, ortaokul, otistik çocuklar eğitim merkezi, lise, iş okulu ve iş eğitim merkezine öğrenci kayıtları, resmî benzeri okulların tabi olduğu yönetmelik hükümlerinden farklı uygulama yapacak okullarda yaş sınırı şartlarına uymak kaydıyla Bakanlıkça onaylanan kurum yönetmeliğinde yer verilen hükümlere göre yapılır. (2) Özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon birimine, özürlü birey kayıt kabulünde bu Yönetmeliğin 20 nci maddesinde belirtilen şartlar aranır. Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine kayıt kabul MADDE 20 – (1) Özürlü bireylerin özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine kaydı Özürlü Birey Modülü üzerinden yapılır. (2) Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine kayıt olacak özürlü bireylerden veya veli/vasilerinden; a) T.C. kimlik numarası, b) Rehberlik ve araştırma merkezi tarafından verilecek özel eğitim değerlendirme kurul raporu ile özel eğitim değerlendirme kurulu eğitim planı, c) Bireyin varsa geçmiş eğitim yaşantısıyla ilgili gelişim ve BEP dosyası ile etkinlik örneklerini içeren son belge ve bilgiler, ç) İki adet fotoğraf, istenir. Kurumdan ayrılma ve yeni kuruma kayıt MADDE 21 – (1) Özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon birimi ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine kaydolan özürlü bireyler, en az bir ay devam ettikten sonra isteğe bağlı olarak kurumdan ayrılacağını ve başka bir kurumdan eğitim alacağını, kurum müdürlüğüne ya da il veya ilçe millî eğitim müdürlüğüne kendisi ya da veli/vasileri bir dilekçeyle bildirir. (2) Birey, kurumdan ayrılacağı ay içinde hiç eğitim almamış ise kurum tarafından Özürlü Birey Modülünden ilgilinin yazılı olarak yaptığı kurumdan ayrılma başvuru tarihinden itibaren kaydı silinir. Ancak, özürlü birey kurumdan ayrılacağı ay içinde eğitim almış ise Özürlü Birey Modülünden kayıt silme işlemi il veya ilçe millî eğitim müdürlüğünce bir sonraki ayın ilk beş iş gününden sonra gerçekleştirilir. (3) Kurumdan ayrılan bireyin özel eğitim değerlendirme kurulu raporunun aslı veya örneği, geçmiş eğitim yaşantısıyla ilgili gelişim ve BEP dosyası, aylık performans değerlendirme formları ile etkinlik örneklerini içeren belgelerin bir örneği yeni kurum müdürlüğünün isteği üzerine beş iş günü içinde gönderilir. Özürlü birey ücretleri MADDE 22 – (1) Özel eğitim okulları, öğrenim ücretlerini Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği hükümlerine göre belirler. (2) Özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon birimi ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri, Maliye Bakanlığınca belirlenen destek eğitim tutarı karşılığı bir aylık sürede verecekleri 8 saat bireysel ve/veya 4 saat grup eğitimi için ders ücreti belirlemezler. Ancak, velinin isteği üzerine özürlü bireye daha fazla ders verilmesi durumunda, bu derslere ilişkin ücret Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği hükümlerine göre belirlenir. Ücretsiz okutulacak özürlü bireyler MADDE 23 – (1) Özel eğitim okulları ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununda belirtilen oranda ve Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği doğrultusunda özürlü bireyi ücretsiz okutur. İş takvimi MADDE 24 – (1) Kurumlarca, özürlü bireylerin bireysel ve/veya grup ders eğitimlerinin gün ve saatlerinin yer aldığı aylık iş takvimi hazırlanarak bir sonraki ayın eğitimine başlamadan önce özürlü birey modülüne girilir. Bireysel ve/veya grup eğitimi, aylık iş takviminde belirlenen gün ve saatlerde verilir. (2) Aylık iş takviminde herhangi bir nedenle değişiklik yapılması durumunda, değişikliğin yapıldığı tarihten sonraki kalan süre için yeniden düzenlenen iş takvimi özürlü birey modülüne girilir. (3) Özürlü bireylere rehberlik araştırma merkezlerince düzenlenen özel eğitim değerlendirme kurulu raporu doğrultusunda, bireysel ve grup eğitiminin önerilmesi hâlinde bir günde en fazla iki ders saati bireysel ve bir ders saati grup eğitimi verilir. Raporda sadece bireysel eğitim ya da grup eğitimi önerilmesi halinde bir günde en fazla iki ders saati bireysel ya da grup eğitimi verilir. Ders eğitim saatleri bir ay esas alınarak haftalara dengeli olarak dağıtılır. Haziran, temmuz ve ağustos aylarında yapılacak dersler, her ay için iki haftaya dengeli dağıtılarak verilebilir. (4) Doğal afetler veya çeşitli nedenlerle Bakanlık ya da valilikçe alınacak tatil kararları nedeniyle yapılamayan eğitimler öncelikle ay içerisinde bunun mümkün olmaması durumunda takip eden ayda yapılır. (5) Eğitim personeli bir günde 8 saatten fazla derse giremez. Günlük çalışma saatleri ve devam devamsızlık takibi MADDE 25 – (1) Özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon biriminde ve özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde, 08.00 ile 19.00 saatleri arasında eğitim yapılır. Bireysel ve grup eğitimin süresi 60 dakikadır. Bu sürenin 45 dakikası ders uygulaması, 15 dakikası dinlenme, sınıf ortamını hazırlama ve bireyin ailesini bilgilendirme süresi olarak uygulanır. (2) Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezinde verilen bu dersler özürlü bireylerin devam ettiği okulun örgün eğitim programlarının ders saatleri dışında yapılır. (3) Kurumlarca; özürlü bireylerin ders devam takibi, ders başlangıcından önce ve ders bitiminde özürlü birey modülünde yer alan kimlik doğrulama sistemi ile yapılır. (4) Kurumlarca; eğitim personelinin ders devam takibi ise giriş ve çıkışlarda özürlü birey modülünde yer alan kimlik doğrulama sistemi ile yapılır. (5) Kimlik doğrulama sisteminin uygulanması ile sistemi kullanamayacak durumda olan özürlü birey ve eğitim personelinin ders devam takibi Bakanlıkça belirlenecek usul ve esaslara göre yapılır. Özürlü birey ve eğitim personelinin kimlik doğrulama sistemine tanıtılmaları rehberlik araştırma merkezlerince yapılır. Öğrenci ve kursiyer başarısını değerlendirme MADDE 26 – (1) Özel eğitim okullarında bireyin başarısının değerlendirilmesi dengi resmî okul yönetmeliklerine göre yapılır. (2) Özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon birimi ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde özürlü bireylerin başarısının değerlendirilmesi BEP’lerine göre yapılır. Özürlü bireylerin izlenme ve değerlendirilmeleri; destek eğitim programlarında yer alan açıklamalar ve ölçme araçları dikkate alınarak BEP birimince yürütülür. Denetim MADDE 27 – (1) Kurumlar Genel Müdürlük, millî eğitim denetçileri ve il eğitim denetmenlerince denetime tabi tutulur. İl eğitim denetmenlerince kurumlar yılda en az bir defa denetlenir. Tutulacak defter ve dosyalar MADDE 28 – (1) Özel eğitim okullarında, dengi resmî okullarda kullanılan defter ve dosyalar tutulur. (2) Özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon biriminde ve özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde aşağıda belirtilen defter ve dosyalar tutulur: a) Defterler: 1) Gelen giden evrak defteri, 2) Ders defteri, 3) Evrak zimmet defteri, 4) Personel kurulu karar defteri. b) Dosyalar; 1) Özürlü birey dosyası, - Aile görüşme formu ve kaba değerlendirme formu, - Aylık performans kayıt tabloları, - Dönem sonu bireysel performans değerlendirme formu, - Son değerlendirme formu, - Bireyselleştirilmiş eğitim programı, 2) Aile eğitim danışmanlığı dosyası, 3) Personel dosyası, 4) Gelen giden evrak dosyası, 5) Teftiş dosyası. (3) Defter, dosya ve kayıtlar istenen bilgileri içermesi, yıl sonunda çıktısının alınması ve özel eğitim ve rehabilitasyon merkezi müdürlüğünce onaylanması şartıyla elektronik ortamda da tutulabilir. YEDİNCİ BÖLÜM Ödeme Şartları, Ödemeye Esas Belgeler ve Ödeme Ödeme şartları MADDE 29 – (1) Özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon birimine ve özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine devam eden özürlü bireylerin destek eğitimi giderlerinin, her yıl aylık olarak Maliye Bakanlığınca belirlenen tutarının Bakanlıkça karşılanabilmesi için; a) Özürlü bireyin sağlık kurulu raporuyla asgari % 20 özürlü olduğunun tespit edilmiş ve özel eğitim değerlendirme kurullarınca da eğitsel değerlendirme ve tanılaması yapıldıktan sonra düzenlenen raporda destek eğitimi almasının önerilmiş olması, b) Özürlü bireyin kuruma ve Özürlü Birey Modülüne kayıtlı olması, c) Özürlü bireyin alması gereken destek eğitimi programının, kurumda uygulanmak üzere Bakanlık veya valilik izninin alınmış olması, ç) Kurumda, destek eğitimi programında yer alan modülleri uygulamak üzere yeterli sayıda ve belirli niteliklere sahip eğitim personelinin görevlendirilmiş olması, d) Özürlü bireye kurumca, aylık olarak belirlenen tutar karşılığında bir ayda en az sekiz ders saati bireysel ve/veya dört ders saati grup eğitiminin verilmiş olması, e) Özürlü bireye verilen bireysel ve/veya grup eğitimi süresinin, özel eğitim değerlendirme kurulunca özürlü bireye önerilen destek eğitim programlarında yer alan modül veya modüller için belirlenen toplam ders saati sayısını geçmemesi, f) Kurumlarda istihdam edilenlerin sosyal güvenliklerinin sağlandığına ilişkin aylık prim ve hizmet belgesinin Sosyal Güvenlik Kurumuna verilmiş olması ve bu kurumların Sosyal Güvenlik Kurumuna idari para cezası, prim ve prime ilişkin borçlarının olmaması veya borcu bulunmakla birlikte 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre tecil ve taksitlendirilmiş ya da özel kanunlara göre yapılandırılmış olup, taksitlerinin düzenli ödenmiş olması, g) Zorunlu eğitim çağında olan özürlü bireyin örgün eğitime devam ettiğinin belgelendirilmesi gerekir. Ödemeye esas belgeler MADDE 30 – (1) Bakanlıkça özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon birimine ve özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine yapılacak ödemelere esas olmak üzere; diğer kontrollerle birlikte kimlik doğrulama işlemi de yapan Özürlü Birey Modülünden alınmış il veya ilçe millî eğitim müdürlüğünce onaylı kuruma ait liste çıktısı, özürlü birey adına düzenlenmiş fatura istenir. Ödeme MADDE 31 – (1) Özel eğitim okulunun özel eğitim ve rehabilitasyon birimine ve özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine devam eden özürlü bireylerin aylık destek eğitimi giderleri, Maliye Bakanlığınca belirlenir ve Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten kurumca özürlü bireye bir ayda sekiz ders saati bireysel ve/veya dört ders saati grup eğitimi verilmesi şartıyla kurumlara ödenir. Ancak, özürlü bireylere herhangi bir nedenle ayda sekiz ders saati bireysel ve dört ders saati grup eğitiminin tamamının verilememesi hâlinde Maliye Bakanlığınca bireysel eğitim için belirlenen tutarın sekize, grup eğitimi için belirlenen tutarın ise dörde bölünmesiyle bulunan sayı, kurumca verilen ders saati sayısı ile çarpılarak elde edilen tutar kurumlara ödenir. (2) Özürlü bireylerin bir yıllık süre içerisinde bir kez kurum değiştirmesi durumunda, Bakanlıkça ödeme yapılır. Ancak, velinin başka il veya ilçeye taşınması veya diğer zorunlu sebeplerle kurum değiştirmek durumunda bulunması hâlinde, ikiden fazla farklı kuruma da ödeme yapılabilir. (3) Özel eğitim değerlendirme kurulunca, özürlü bireye destek eğitim program ve modüllerinde belirtilen eğitim süresinin tamamlanmasından sonra tekrar alınmasının önerilmesi hâlinde Bakanlıkça, bu program ve modüllerinde süreleri belirtilen eğitim için en fazla iki defa ödeme yapılır. (4) Özürlü bireye özel eğitim değerlendirme kurulunca düzenlenen raporun süresi bitmeden önerilen modülün tamamlanıp kurulca tekrar aynı modülün önerilmesi hâlinde de ödeme yapılır. SEKİZİNCİ BÖLÜM Çeşitli ve Son Hükümler Yönetmelikte bulunmayan hükümler MADDE 32 – (1) Bu Yönetmelikte yer almayan hususlarda, Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği ile dengi resmî kurumların mevzuat hükümleri uygulanır. Yürürlükten kaldırılan mevzuat MADDE 33 – (1) 22/7/2005 tarihli ve 25883 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Özel, Özel Eğitim Okulları Çerçeve Yönetmeliği, 9/7/2009 tarihli ve 27283 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Özürlü Bireylere Uygulanacak Destek Eğitim Programları ve Eğitim Giderlerinin Karşılanmasına Dair Yönetmelik ve 6/1/2011 tarihli ve 27807 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezleri Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır. Yürürlük MADDE 34 – (1) Bu Yönetmeliğin; a) 25 inci maddesinin üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının hükümleri bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden 6 ay sonra, b) 29 uncu maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinin hükümleri bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden 3 ay sonra, c) Diğer hükümleri ise yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 35 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Millî Eğitim Bakanı yürütür. [R.G. 18 Mayıs 2012 – 28296] —— • —— MİLLETLERARASI ANDLAŞMA Karar Sayısı : 2012/3150 15 Haziran 2010 tarihinde Seul’de imzalanan ve 23/2/2012 tarihli ve 6281 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ekli “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşması”nın onaylanması; Dışişleri Bakanlığının 12/4/2012 tarihli ve HUM/7149252 sayılı yazısı üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 2/5/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ A. BABACAN B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı ve F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU M. Z. ÇAĞLAYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik BakanıDışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ M. M. EKER H. YAZICI Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Gıda, Tarım Hayvancılık BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı ve C. YILMAZ E. GÜNAY M. ŞİMŞEK Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı Maliye Bakanı Ö. DİNÇER İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Eğitim Bakanı Milli Savunma Bakanı Orman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ V. EROĞLU Sağlık BakanıUlaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı V. TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE KORE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA GÜMRÜK KONULARINDA İŞBİRLİĞİ VE KARŞILIKLI YARDIM ANLAŞMASI (Bundan sonra "Akit Taraflar" olarak anılacak olan) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti, Gümrük mevzuatına karşı işlenen suçların, Devletlerinin ekonomik, ticari, mali, sosyal ve kültürel çıkarlarına zarar verdiğini dikkate alarak; Yasaklama, kısıtlama ve kontrol hükümlerinin uygulanmasının yanı sıra, eşyanın ithalatı veya ihracatıyla ilgili gümrük vergi, resim ve diğer harçlar ile ücretlerinin doğru tahakkuku ve tahsilinin sağlanmasının önemini dikkate alarak; Gümrük mevzuatına karşı işlenen suçların önlenmesine ve ithalat ve ihracat vergi, resim ve diğer harçların doğru bir şekilde tahsilinin sağlanmasına yönelik çabaların, Akit Tarafların Gümrük İdarelerinin işbirliği ile daha etkin hale getirilebileceğini dikkate alarak; Kamu sağlığı ve toplum için bir tehlike teşkil eden uyuşturucu ve psikotrop maddelerin yasadışı trafiğinin mevcut çapından ve artma eğiliminden endişe duyarak; İki taraflı karşılıklı yardımı teşvik eden ilgili uluslararası sözleşmelere ve artık Dünya Gümrük Örgütü olarak bilinen, Gümrük İşbirliği Konseyi'nin Tavsiyelerine de atıfta bulunarak; Aşağıdaki konularda mutabakata varmışlardır: Madde 1 Tanımlar Bu Anlaşmada geçen: 1. “Gümrük Mevzuatı” deyimi, eşyanın ithalatına, ihracatına, transitine, ya da Gümrük İdarelerinin topladığı Gümrük vergi, resim, ya da diğer harçlarıyla veya Gümrük İdarelerinin uyguladığı yasaklama, kısıtlama ya da kontrol önlemleriyle ilgili olan diğer Gümrük prosedürlerine ilişkin kanun ve yönetmeliklerle belirlenen hükümler; 2. “Gümrük Vergi ve Resimleri” deyimi, eşyanın ithalatı veya ihracatında veya eşyanın ithalatı veya ihracatıyla bağlantılı olarak tahsil edilen ancak verilen hizmetlerin yaklaşık maliyeti ile sınırlı miktardaki ücret ve harçların dâhil edilmediği gümrük vergileri ve diğer tüm vergiler, resimler, ücretler veya diğer harçlar; 3. “Gümrük Suçu” deyimi, Gümrük mevzuatının ihlali veya ihlaline yönelik teşebbüs; 4. “Gümrük İdaresi” deyimi, Türkiye Cumhuriyeti’nde Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı; Kore Cumhuriyeti’nde ise Kore Gümrük İdaresi anlamına gelir. Madde 2 Anlaşmanın kapsamı 1. İşbu Anlaşma uyarınca Akit Tarafların sağladığı tüm yardımlar, idari hükümler de dâhil olmak üzere Akit Tarafların iç mevzuatına uygun olarak ve Akit Tarafların Gümrük İdarelerinin yetkileri ve mevcut kaynakları dâhilinde gerçekleştirilir. 2. Akit Tarafların Gümrük İdareleri, gümrük suçlarının önlenmesi, soruşturulması ve bu suçlarla mücadele edilmesi hususlarında, işbu Anlaşma’nın hükümlerine uygun olarak birbirleriyle işbirliği yapar ve birbirlerine yardım ederler. Madde 3 Yardımın Kapsamı 1. Akit Taraflar, Gümrük İdareleri yoluyla, işbu Anlaşma hükümleri gereği: a) Gümrük mevzuatının, özellikle mevzuatın ihlalinden kaynaklanan işlemlerin önlenmesi, tespiti ve soruşturulması yoluyla, düzgün bir şekilde uygulanmasını sağlamak için, birbirlerine yardım ederler; b) Talep üzerine, Gümrük mevzuatının idaresi ve uygulanmasında kullanılacak olan bilgilerin sağlanması yoluyla birbirlerine yardım ederler. 2. İşbu Anlaşma’da öngörüldüğü şekilde, gümrük konularında yardım, cezai konularda karşılıklı yardıma ilişkin kanunlara halel getirmediği gibi, adli bir makam aksi yönde bir karar almadığı sürece, söz konusu adli makamın talebi ile kullanılan yetkiler çerçevesinde elde edilen bilgileri de kapsamayacaktır. 3. Bu Anlaşma’da öngörüldüğü şekliyle yardım, bunlarla sınırlı olmamakla beraber, aşağıdaki konulara ilişkin bilgileri kapsar: a) Suçların önlenmesinde yararlı olabilecek kolluk faaliyetleri ve özellikle de suçlarla mücadelede kullanılan özel yöntemler; b) Suç işlemede kullanılan yeni yöntemler; c) Kolluk alanındaki yeni yardım ve tekniklerin başarılı bir şekilde uygulanmasından kaynaklanan gözlem ve bulgular; d) Yolcu ve yük işlemlerine ilişkin teknikler ve geliştirilmiş yöntemler; e) Gümrük vergi, resmiyle, gümrük amaçlı eşyanın kıymetinin usulü gereği tahakkuku; f) Tarife sınıflandırmasının ve eşya menşeinin belirlenmesi; ve g) Talepte bulunan Akit Tarafın Gümrük İdaresine beyanda bulunmak amacıyla ibraz edilen resmi belgelerin gerçekliği. Madde 4 Bilgi ve Belgelerin Paylaşımı 1. Talepte bulunulan Gümrük İdaresi, inceleme sonuçlarını başvuruda bulunan Gümrük idaresine, belge, belgelerin onaylı suretleri, rapor ya da talebin gereğinin yapılması için uygun olan diğer bir şekilde iletecektir. 2. 1. Fıkra’da öngörülen belgelerin yerine, aynı amaçla herhangi bir şekilde hazırlanmış bulunan bilgisayarlı ortamdaki belgeler geçirilebilir. Madde 5 Kontrol Hususunda Yardım 1. Akit Taraflardan birinin Gümrük İdaresinin talebi üzerine, diğer Akit Tarafın Gümrük İdaresi, aşağıdaki hususlara ilişkin bilgileri iletir: a) Talepte bulunan Akit Tarafın Gümrük bölgesine ithal edilen eşyanın Talepte bulunulan Akit Tarafın Gümrük bölgesinden yasalara uygun şekilde ihraç edilip edilmediği; b) Talepte bulunan Akit Tarafın Gümrük bölgesinden ihraç edilen eşyanın Talepte Bulunulan Akit Tarafın Gümrük bölgesine yasalara uygun şekilde ithal edilip edilmediği. 2. Bu bilgilerde, eşyanın gümrüklenmesine ilişkin işlemler de belirtilir. Madde 6 Yardıma İlişkin Özel Durumlar Akit Taraflardan birinin Gümrük İdaresinin talebi üzerine, diğer Akit Tarafın Gümrük İdaresi, yetkisi ve mevcut kaynakları dâhilinde aşağıdakiler hakkında bilgi ve istihbarat sağlar, ve aşağıdakiler üzerinde özel gözetimde bulunur: a) Gümrük mevzuatına karşı suç işlediği bilinen veya suç işlediğinden şüphelenilen kişiler; b) Gümrük suçlarına konu olduğu bilinen veya konu olduğundan şüphelenilen eşya ve c) Gümrük suçu işlemede kullanıldığı bilinen veya kullanıldığından şüphelenilen taşıma araçları. Madde 7 Teknik İşbirliği Gümrük İdareleri, aşağıdaki hususlar da dâhil olmak üzere, Gümrük konuları alanında birbirleriyle işbirliği yapacaklardır: a) Teknik kontrol ekipmanının kullanımında bilgi ve tecrübe paylaşımı; b) Gümrük görevlilerin eğitilmesi; c) Gümrük konularında karşılıklı uzman değişimi; d) Gümrük mevzuatının etkili bir şekilde uygulanmasıyla ilgili özel, bilimsel ve teknik bilgilerin paylaşımı. Madde 8 Belgeler 1. Belgelerin asılları, ancak, belgelerin onaylı ya da tasdikli nüshaları yeterli olmadığında talep edilir ve mümkün olan en kısa zaman içinde iade edilir. 2. Talep edilen bilgiler, Talepte bulunan Akit Tarafın belgelerin asıllarını ya da nüshalarını özellikle talep etmemesi halinde, bilgisayar ortamında iletilebilir. Bilgisayar ortamındaki bilgiler temin edildiğinde, bu bilgiler, bilgilerin yorumlanması ve kullanılması için gerekli bütün açıklamaları kapsar. Madde 9 Uzman ve Tanıklar 1. Talepte bulunulan Gümrük İdaresi, görevlilerinin, diğer Akit Tarafın ülkesindeki bir mahkemede Gümrük suçlarıyla ilgili konularda, uzman veya tanık olarak hazır bulunmalarına izin verebilir. 2. Talepte bulunan Akit Tarafın Gümrük İdaresi, bu Maddenin 1. Paragrafı uyarınca, ülkesinde bulunan görevlilerin, orada bulundukları süre içerisinde kişisel güvenliklerinin korunması için gerekli bütün tedbirleri alacaktır. Bu görevlilerin seyahat ve günlük masrafları, Talepte bulunan Akit Tarafın Gümrük İdaresi tarafından karşılanır. Madde 10 Taleplerin İletilmesi 1. İşbu Anlaşma ile öngörülen işbirliği ve yardım, Gümrük İdareleri tarafından sağlanır. Gümrük İdareleri, bu amaca yönelik belgeler hususunda karşılıklı mutabakata varırlar. 2. Bu Anlaşma uyarınca talepler yazılı olarak yapılır ve taleplerde taleplerin yerine getirilmesi için gerekli tüm ekler yer alır. İstisnai durumlarda, talepler sözlü olarak da yapılabilir, ancak sözlü talepler ivedilikle yazılı olarak teyit edilir. 3. Bu Maddenin 1. ve 2. paragrafı gereğince yapılan talepler aşağıdaki bilgileri içerir: a) Talepte bulunan Gümrük İdaresi; b) Varsa; talep edilen tedbirler; c) Talebin konusu ve gerekçesi; d) Talebin konusu ile ilgili mevzuat ve diğer yasal düzenlemeler; e) Soruşturmaya dâhil olan gerçek ve tüzel kişilerle ilgili bilgi; ve f) Talebin konusu ile ilgili hususların özeti. 4. Yazılı talepler, İngilizce olacaktır. Yazılı taleplerin beraberindeki belgeler, gerekli görülmesi halinde, İngilizceye tercüme edilir. 5. İşbu Anlaşmanın amaçları doğrultusunda, Akit Tarafların Gümrük İdareleri, iletişimden sorumlu görevlileri tayin eder ve bu görevlilerin ad, unvan, telefon ve faks numaralarını içeren bir listeyi birbirlerine verirler. Söz konusu Gümrük İdareleri, soruşturma birimlerinin birbirleri ile doğrudan irtibat halinde olmaları için gerekli düzenlemeleri de yapabilirler. Madde 11 Taleplerin Gereğinin Yapılması 1. Talepte bulunulan Akit Tarafın Gümrük İdaresi, mevzuatına tabi olarak, makul bir süre içinde talebin gereğini yapmak amacıyla gerekli tüm tedbirleri alır. 2. Akit Taraflardan birinin Gümrük İdaresi, diğer Akit Tarafın Gümrük İdaresinin talebi üzerine, gerekli görüldüğü taktirde uzmanların ifadelerinin alınması da dâhil olmak üzere, gerekli incelemeleri yürütürler. Madde 12 Hassas Eşyanın Yasadışı Trafiğine İlişkin Bilgiler 1. Gümrük İdareleri, kendi inisiyatifleri çerçevesinde ya da talep üzerine, aşağıdakilerin yasadışı ticaretiyle ilgili olmak üzere, her bir Akit Tarafın Gümrük mevzuatına karşı suç teşkil eden veya edebilecek olan, tasarlanan veya gerçekleştirilen her türlü faaliyet hakkında birbirlerine bilgi temin ederler: a) Silah, füze, patlayıcı ve nükleer maddeler; b) Önemli tarihi, kültürel veya arkeolojik değer taşıyan sanat eserleri ve c) Uyuşturucu, psikotrop maddeler, prekürsörler ve zehirli maddeler ile çevre ve kamu sağlığı için ciddi ölçüde tehlikeli olan maddeler. 2. Bu Madde kapsamında alınan bilgiler, Talepte bulunan Akit Tarafın ilgili hükümet birimlerine aktarılabilir. Ancak, bu bilgiler, üçüncü ülkelere aktarılamaz. Madde 13 Bilgilerin Gizliliği 1. Bu Anlaşma kapsamında alınan bilgi ve belgeler, gizlilik muamelesi görür ve yalnızca bu Anlaşma’da öngörülen amaçlar doğrultusunda kullanılabilirler. Bu bilgi ve belgeler, bilgi ve belgeyi alan ülkede, gizlilik bakımından, bu ülkenin kendi topraklarında aynı tür bilgi ve belgeye uygulanan aynı korumadan yararlanır. 2. Talepte bulunan Akit Taraf, işbu Anlaşma kapsamında elde edilen bilgileri, talepte bulunulan Akit Tarafın önceden rızası olmadan, talepte belirtilen amaçlar dışında bir amaç doğrultusunda kullanmayacaktır. Madde 14 İstisnalar 1. Talepte bulunulan Gümrük İdaresi, yardımın, Devletinin egemenliğini, güvenliğini veya diğer asli çıkarlarını ihlal edeceği ya da iç mevzuatıyla uyumsuz olacağı kanaatine varması halinde, bu Anlaşma çerçevesinde talep edilen yardımı sağlamayı tamamen veya kısmen reddedebilir veya talep edilen yardımı belirli şartlara bağlı olarak sağlayabilir. 2. Talepte bulunan Akit Tarafın Gümrük İdaresi, Talepte bulunulan Akit Tarafın bulunabileceği benzer bir talebi karşılayamayacak olması durumunda, bu duruma talebinde dikkati çeker. Bu durumda söz konusu talebe uygunluk, talepte bulunulan Akit Tarafın Gümrük İdaresinin takdirindedir. 3. Yardımın reddedilmesi halinde, reddetme nedeni, Talepte bulunan Akit Tarafa gecikmeden yazılı olarak bildirilir. Madde 15 Masraflar 1. Gümrük İdareleri, hükümet görevlileri dışındaki tanıkların masrafları, uzmanların ücretleri ve çevirmenlerin masrafları haricinde, işbu Anlaşma’nın uygulanması sonucu ortaya çıkan masrafların geri ödenmesine ilişkin tüm taleplerinden vazgeçerler. 2. Talebin yerine getirilmesi için önemli ve olağandışı mahiyette masrafların gerekmesi ya da gerekecek olması halinde, Akit Taraflar, talebin yerine getirileceği koşullarla masrafların karşılanma şeklini tespit etmek amacıyla istişarede bulunurlar. 3. Bu Anlaşma’nın 7. Maddesi’nin uygulanmasıyla ilgili olarak ortaya çıkan masraflar, Gümrük İdareleri arasında yapılacak ilave müzakerelere tabidir. Madde 16 Yürürlüğe Giriş ve Fesih 1. İşbu Anlaşma, Akit Tarafların, Anlaşma’nın yürürlüğe girmesi için gerekli ulusal formalitelerin tamamlandığını birbirlerine diplomatik yollarla bildirdikleri günü takip eden otuzuncu günde yürürlüğe girecektir. 2. İşbu Anlaşma, belirsiz bir süre için yürürlükte kalacaktır. Anlaşma, Akit Taraflardan birinin, Anlaşmayı feshetme isteğini diğer Akit Tarafa diplomatik kanallarla yazılı olarak bildirdiği tarihten üç ay sonra fesih olur. Fesih sırasında devam etmekte olan işlemler ise, işbu Anlaşmanın hükümleri gereği tamamlanır. 3. İşbu Anlaşma, karşılıklı rıza ile revize edilebilir. TANIK SIFATIYLA, usulü gereği yetkili kılınmış olan, aşağıda imzası bulunanlar, işbu Anlaşmayı imzalamışlardır. Bu Anlaşma Seul’de 15 Haziran 2010 tarihinde, tüm metinler eşit derecede geçerli olmak üzere Türkçe, Korece ve İngilizce dillerinde ikişer nüsha halinde imzalanmıştır. Yorum farklılığı olması halinde, İngilizce metin esas alınır. TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ADINA KORE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ADINA Hayati YAZICI Devlet Bakanı YU Myung-Hwan Dışişleri ve Ticaret Bakanı [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— BAKANLAR KURULU KARARLARI Karar Sayısı : 2012/3099 Rize İli, Merkez İlçesinde yürütülen kentsel dönüşüm ve gelişim projesi kapsamında ekli listede bulundukları mahalle ile ada ve parsel numaraları belirtilen taşınmazların Rize Belediyesi tarafından acele kamulaştırılması; İçişleri Bakanlığının 2/4/2012 tarihli ve 9056 sayılı yazısı üzerine, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27 nci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 16/4/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ A. BABACAN B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN F. ÇELİK N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği Bakanı V.Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU C. YILMAZ Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Ekonomi Bakanı V. T. YILDIZ E. BAYRAKTAR R. AKDAĞ H. YAZICI Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı V. Gıda, Tarım Hayvancılık Bakanı V.Gümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı C. YILMAZ F. ŞAHİN M. ŞİMŞEK Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı V. Maliye Bakanı Ö. DİNÇER İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Eğitim Bakanı Milli Savunma Bakanı Orman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ B. YILDIRIM Sağlık Bakanı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Bakanı ve 16/4/2012 TARİHLİ VE 2012/3099 SAYILI KARARNAMENİN EKİ LİSTE [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Karar Sayısı : 2012/3166 Kamu kurum ve kuruluşlarının yurtdışı teşkilatını oluşturan birimlerin nitelik, kurulduğu şehir ve ülke, görev alanı, akredite edildiği ülkeler ve bağlı bulunduğu misyonlar hakkındaki 13/4/1999 tarihli ve 99/12770 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında değişiklik yapılmasına ilişkin ekli Kararın yürürlüğe konulması; Dışişleri Bakanlığının 16/4/2012 tarihli ve 1072 sayılı yazısı üzerine, 189 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü ve 6 ncı maddelerine göre, Bakanlar Kurulu'nca 27/4/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. Abdullah GÜL CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan B. ARINÇ C. YILMAZ B. ATALAY B. BOZDAĞ Başbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı V.Başbakan YardımcısıBaşbakan Yardımcısı S. ERGİN F. ŞAHİN E. BAĞIŞ N. ERGÜN Adalet BakanıAile ve Sosyal Politikalar Bakanı Avrupa Birliği BakanıBilim, Sanayi Teknoloji Bakanı ve F. ÇELİK E. BAYRAKTAR A. DAVUTOĞLU M. Z. ÇAĞLAYAN Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı T. YILDIZ S. KILIÇ M. M. EKER Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Hayvancılık BakanıGümrük ve Ticaret Bakanı İ. N. ŞAHİN İçişleri Bakanı C. YILMAZ E. GÜNAY Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı Ö. DİNÇER Milli Eğitim Bakanı H. YAZICI Gıda, Tarım ve M. ŞİMŞEK Maliye Bakanı İ. YILMAZ V. EROĞLU Milli Savunma BakanıOrman ve Su İşleri Bakanı R. AKDAĞ B. YILDIRIM Sağlık Bakanı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı 27/4/2012 TARİHLİ VE 2012/3166 SAYILI KARARNAMENİN EKİ KARAR MADDE 1 – 13/4/1999 tarihli ve 99/12770 sayılı Kararnamenin eki Dışişleri Bakanlığına ait (1), (3) ve (5) sayılı cetvellerde, ekli cetvelde yer alan ek ve değişiklikler yapılmıştır. MADDE 2 – Bu Karar yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Karar hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2009/9 Karar Sayısı : 2011/103 Karar Günü : 16.6.2011 İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri Hakkı Suha OKAY ve Kemal ANADOL İPTAL DAVASININ KONUSU : 20.11.2008 günlü, 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; 1- 3. maddesiyle 4.1.2002 günlü, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 10. maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilen son cümlesinde yer alan “…en fazla beşte bir oranında…” ibarelerinin, 2- 6. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’un 20. maddesinin; a- Birinci fıkrasının değiştirilen son cümlesinde yer alan “…ile yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihaleleri…” ibaresinin, b- Üçüncü fıkrasının sonuna eklenen cümlenin, 3- 20. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…(b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen paragraf yürürlükten kaldırılmış; …” ibaresinin, 4- 20. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’un 53. maddesinin; a- (c) fıkrasının sonuna eklenen paragrafın, b- (j) fıkrasının değiştirilen (2) numaralı bendinin, 5- 23. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’un değiştirilen 56. maddesinin; a- Birinci fıkrasının son cümlesinin, b- İkinci fıkrasının son cümlesinin, 6- 27. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’un değiştirilen Ek 2. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde yer alan “…ile yapım işlerine…” ibaresinin, 7- 30. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 10. maddenin, Anayasa’nın 2., 7., 8., 10., 11., 13., 125. ve 167. maddelerine aykırılığı savıyla iptalleri ve yürürlüklerinin durdurulması istemidir. I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren 29.1.2009 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “III. GEREKÇE 1) 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 3 üncü Maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 10 Maddesinin Üçüncü Fıkrasındaki “en fazla beşte bir oranında” İbarelerinin Anayasa’ya Aykırılığı 4734 sayılı Kanunun “ihaleye katılımda yeterlik kuralları” başlığını taşıyan 10 uncu maddesinde; ihaleye katılacak isteklilerden, ekonomik ve mali yeterlik ile mesleki ve teknik yeterliklerinin belirlenmesine ilişkin olarak istenebilecek bilgi ve belgeler belirtilmiştir. İptali istenen ibareler, denetim ve yönetim faaliyetleri nedeniyle alınacak belgelerin ihaleye katılımda “en fazla beşte bir oranında” dikkate alınacağını kurala bağlamaktadır. “En fazla beşte bir oranında” ibaresinin farklı ve keyfi uygulamalara neden olabileceği çok açıktır. Nitekim geçmişte bu deneyim yaşanmış ve “iş yönetme belgeleri” için yasada (4734 sayılı Yasa’nın 10.maddesine 4761 sayılı Yasa’nın 13.maddesi ile eklenen fıkra) yer alan en fazla 1/5 oranı yönetmelikte (Yapım İşleri Uygulama Yönetmeliği, yürürlük tarihi 11.9.2003, m.55) 1/10 olarak değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 17.4.2008 tarihli ve E.2005/5, K.2008/93 sayılı kararında, “Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasa kuralı, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmelidir. “Öngörülebilirlik şartı” olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kişilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte idarede istikrarı da sağlar.” denilmiştir. Bu durumda, iptali istenen ibareler belirlilik, öngörülebilirlik özelliklerini taşımaması ve kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem de içermemesi nedenleriyle hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmamakta, dolayısıyla Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırı düşmektedir. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa.24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle, 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 3 üncü Maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 10 maddesinin üçüncü fıkrasındaki “en fazla beşte bir oranında” ibareleri, Anayasa’nın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 2) 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 6 ncı Maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 20 inci Maddesinin Üçüncü Fıkrasının sonuna eklenen Cümlenin Anayasa’ya Aykırılığı 4734 sayılı Yasa’nın “Belli istekliler arasında ihale usulü”nü düzenleyen 20 inci maddesinin “10 uncu maddeye uygun olarak belirlenen ve ön yeterlik dokümanı ile ön yeterlik ilânında belirtilen değerlendirme kriterlerine göre adayların ön yeterlik değerlendirmesi yapılır. Belirtilen asgari yeterlik koşullarını sağlayamayanlar yeterli kabul edilmez. Yeterli olduğu tespit edilen bütün adaylara tekliflerini hazırlayabilmeleri için en az kırk gün süre verilerek ihaleye davet mektubu gönderilir.” şeklindeki üçüncü fıkrasının sonuna iptali istenen “Ön yeterlik ilanında ve dokümanında belirtilmek kaydıyla; yeterlikleri tespit edilenler arasından dokümanda belirtilen kriterlere göre sıralanarak listeye alınan belli sayıda istekli veya yeterli bulunan isteklilerin tamamı teklif vermeye davet edilebilir.” cümlesi eklenmiştir. Söz konusu fıkranın yapılan eklemeden önceki halinde, Belli İstekliler Arasında İhale Usulü’nde ön yeterlik değerlendirmesi sonucunda yeterli bulunan tüm istekliler teklif vermek için ihaleye davet edilirken, yapılan değişiklik ile, idareler yeterli olan tüm isteklileri davet etmeyebilecekler ve bu istekliler arasından önceden belirleyecekleri kriterlere göre belli sayıda oluşan bir liste oluşturabilecekler ve yalnızca bunları davet edebileceklerdir. Yeterli olan tüm isteklilerin ihaleye davet edilmemesi, Anayasa’nın 10 uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine ve bunun sonucu olan fırsat eşitliği ilkesine aykırıdır. Ayrıca Anayasa’nın 2 nci maddesi, Türkiye Cumhuriyetini (Sosyal hukuk Devleti) olarak tanımlamıştır. Sosyal devlet fırsat eşitliğine dayanır. Bu düzenleme, ihaleye katılımı azaltacağından kamu yararına da dayanmamaktadır. Halbuki bir hukuk devletinde, devlet erki kullanılarak yapılan tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının “kamu yararı” olması gerekir. Bu gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de bir sınır konumuna getirir. İptali istenen kural, bu nedenle de Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırıdır. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 6 ncı maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 20 inci maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna eklenen cümle, Anayasa’nın 2 nci, 10 uncu ve 11 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 3) 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 6 ncı Maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 20 inci Maddesinin Birinci Fıkrasının Son Cümlesinin “ ile yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihaleleri” Tümcesinin Anayasa’ya Aykırılığı İptali istenen kural ile, işin özelliği uzmanlık ve/veya ileri teknoloji gerektirmemesine rağmen yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihalelerini de “Belli İstekliler Arasında İhale Usulü” kapsamına alınmıştır. Bu durumda, - İdareler yapım işleri, hizmet ve mal alım ihalelerinden işin özelliği uzmanlık ve/veya ileri teknoloji gerektiriyorsa belli istekliler arasında ihale usulü ile ihale yapabilirler(yaklaşık maliyeti ne olursa olsun). - İdareler, yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihalelerinde de belli istekliler arasında ihale usulü ile ihale yapabilirler. Örneğin 2008 yılı için eşik değerinin yarısı 10.282.420 TL. dir. (2008 Yılı Eşik Değerler ve Parasal Limitler Tebliği, R.G.22.1.2008, sa. 26764). Bu miktarı aşan yapım işlerinin ihaleleri (işin özelliği uzmanlık ve/veya ileri teknoloji gerektirmese dahi) bu usulle ihale yapılabilecektir. Belli istekliler arasında ihale usulünün kapsamının bu şekilde genişletilmesinin 4734 sayılı Kamu İhale Yasası’nın 5 nci maddesindeki REKABET VE EŞİTLİK İLKELERİNİ ortadan kaldırabilecektir. Öte yandan (yukarıda “2” numaralı başlık altında iptali istenen kural uyarınca) idareler “Belli istekliler arasındaki ihale usulünde” yeterli olan tüm isteklileri ihaleye davet etmek zorunda olmayıp belirleyecekleri kriterlere göre bunlar arasında belli sayıda istekli davet edebileceklerdir. İdarece belirlenecek kriterler ise, idarenin takdirine ve dolayısıyla “adrese teslim iş”e açıktır. Böyle bir düzenleme, yapım işleri ihalelerinin idarenin belirleyeceği isteklilere verilmesinin önünü tümüyle açan bir düzenleme olduğundan, tekelciliğin her türlüsünü yasaklayan Anayasa’nın 167 nci maddesine aykırıdır. Anayasa Mahkemesinin 23.12.2005 tarihli ve E.2004/68, K.2005/104 sayılı kararında, “Anayasanın 167 nci maddesinin birinci fıkrasında “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemlerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler” denilmektedir. Bu hükümle, yalnız fiilen oluşacak tekelleşme ve kartelleşmenin değil, anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmenin de önlenmesi görevi Devlet’e verilmiştir. Bu maddenin gerekçesinde şu açıklama yapılmıştır: “Tekelciliğin her türlüsünün zararlarından fertleri ve toplumu korumak, toplumun huzur ve refahı ile de ilgilidir...tekel teşkil etmemekle beraber, tekel oluşturamayan üretim ve hizmet kuruluşlarının fiyat anlaşmaları, üretim hataları, coğrafi bölge paylaşma ve benzeri suretlerde gerçekleştirecekleri kartellerde yasaklanmıştır”. Madde gerekçesinde, “tekelleşme” kavramı açıklanırken, yalnız tekellerin değil, tekel benzeri gruplaşmaların da bu kapsamda görüldüğü belirtilmiştir. Ayrıca, tekelleşmenin önlenmesinin tüketim sektörü yanında hizmet sektörü yönünden de gerekliliği vurgulanmış; bu görevin “sağlıklı bir toplum” ve “sağlıklı bir demokrasinin” vazgeçilmez koşulu olduğu açıklanmıştır. Buna göre, tekelciliğin her türlüsünün zararından bireyleri ve toplumu korumak, “kişinin ve toplumun huzuru ve refahı” ile de ilgilidir. Maddede yalnız, tekelleşme değil, tekel oluşturmayan üretim ve hizmet kuruluşlarının “fiyat anlaşmaları”, “coğrafi bölge paylaşma” ve “benzeri suretle” gerçekleştirilecekleri kartelleşme de yasaklanmış; Devlet, bunu engelleyici önlemleri almakla yükümlü tutulmuştur. Böylece rekabetin ortadan kaldırılması, tekellerin ve kartellerin fiyatları oluşturması ve etkilemesi önlenmek istenmiştir.” denilmiştir. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle çelişmesine yol açacak ve dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesinin yanısıra, 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 6 ncı maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 20 inci maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinin “ile yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihaleleri” tümcesi, Anayasa’nın 2 nci, 11 inci ve 167 nci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 4) 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 20 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının “(b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen paragraf yürürlükten kaldırılmış;” Tümcesinin Anayasa’ya Aykırılığı İptali istenen kural ile, 4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen paragraf yürürlükten kaldırılmış olup, kaldırılan paragrafta,”Kurum gerekli gördüğü taktirde, bu Kanun ve ilgili mevzuat hükümlerine aykırılık bulunduğuna ilişkin iddiaları da inceler ve sonuçlandırır” denilmekte, diğer bir anlatımla bu kuralın yürürlükten kaldırılmasıyla Kamu İhale Kurumu’nun re’sen araştırma yetkisi de elinden alınmaktadır. Yani Kurum’un kamu adına inceleme ve denetleme yapma yetki ve görevi ortadan kaldırılmaktadır. 4734 sayılı Yasa’nın “Kamu İhale Kurumu”nu düzenleyen 53 üncü maddesinin gerekçesinde bu Kurum’un işlevleri; “ihale mevzuatına uyum sağlamak üzere, kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip bir kurum kurulması gereği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle uluslararası örneklere paralel olarak; ihalenin başlangıcından sözleşmenin imzalanmasına kadar olan süre içinde İdarece yapılan işlemlerde mevzuata aykırılık bulunduğuna ilişkin şikayetleri incelemek ve sonuçlandırmak, bütün ihale mevzuatını hazırlamak ve uygulamayı yönlendirmek, kamu ve özel sektöre eğitim vermek…” olarak açıklanmaktadır. İptali istenen kural ile, Kamu İhale Kurumu yukarda açıklanan gerçek işlevinden uzaklaştırılmakta ve kurumun kamu yararını gözetmek adına önemli bir görevi elinden alınmaktadır. Anayasa Mahkemesinin 20.11.1990 gün ve E. 1990/13, K. 1990/30 sayılı Kararında; “Anayasanın 2 nci maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk Devletidir.” denilmektedir. Yasaların kamu yararına dayanması gereği, kuşkusuz hukuk devletinin önde gelen koşullarından birisini oluşturmaktadır. Bu konuda Anayasa Mahkemesinin yerleşmiş anlayışını yansıtan kararlarında belirtildiği gibi; Anayasanın 2 nci maddesinde tanımlandığı üzere Devletimiz bir hukuk devletidir. Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında yasaların kamu yararına dayanması ilkesi vardır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı düşüncesi olmaksızın başka deyimle yalnızca özel çıkarlar veya yalnızca belli kişilerin yararına olarak herhangi bir yasa kuralının konulamayacağıdır. Buna göre çıkarılması için kamu yararı bulunmayan bir yasa kuralı Anayasanın 2 nci maddesine aykırı nitelikte olur ve dava açıldığında iptali gerekir. Çıkarıldığı zaman kamu yarârına dayanan kuralın, koşulların değişmesi sonucunda kamu yararını karşılayamaz duruma geldiğinde dahi iptali gerekir. Buna göre yasaların, amaç öğesindeki sakatlık başlıbaşına bir aykırılık nedeni oluşturabilecektir.” denilmiştir. Görüldüğü üzere, bir hukuk devletinde, devlet erki kullanılarak yapılan tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının “kamu yararı” olması gerekir. Bu gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de bir sınır konumuna getirir. Kamu ihalelerinin incelenmesinin, idareler ile ihale komisyonlarının ihale sürecinde yaptıkları işlemlerden dolayı yapım müteahhidi, tedarikçi ve hizmet sunucusuna karşı Yasa ile ihdas edilmiş bulunan sorumluluklarının tespiti ihtiyacından doğan ve ihaleye aday ve istekli olmuş gerçek ve tüzel kişilerin itirazen şikayetiyle hayatiyet kazanan itirazen şikayet incelemesine indirgenmiş bir içerikle şikayet konusu edilmeyen tüm kamu ihalelerinin inceleme dışında bırakıldığı bir sistemi getiren düzenlemede kamu yararından söz edilemeyeceği çok açıktır. Diğer taraftan Anayasanın 125 inci maddesinde “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmüne yer verilmiştir. Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir hukuk devleti olduğunu vurgularken, Devlet içinde tüm kamusal yaşam ve yönetimin yargı denetimine bağlı olmasını amaçlamıştır. Anayasanın 125 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan kural, yönetimin kamu hukuku ya da özel hukuk alanına giren tüm eylem ve işlemlerini kapsamaktadır. İptali istenen kural, “idarenin işlemlerinin yargısal denetimi” ilkesini zayıflatan bir kural olduğundan Anayasanın 125 nci maddesine de ters düşer. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 20 nci maddesinin birinci fıkrasının “(b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen paragraf yürürlükten kaldırılmış;” tümcesi Anayasa’nın 2 nci, 11 inci ve 125 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 5) 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 20 nci Maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 53 üncü Maddesinin (c) Fıkrasının sonuna eklenen Paragrafın Anayasa’ya Aykırılığı 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 20 nci maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (c) fıkrasının sonuna eklenen iptali istenen paragraf ile Kamu İhale Kurulu’na “Dava açma, icra takibi yapma ve mahkemelerce verilen kararlara karşı üst mercilere başvurmaktan vazgeçme yetkisi ile üst dereceli mahkemelerce verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesinden vazgeçme yetkisi…” verilmiştir. Yasada usul ve esasları belirlenmeden Kurul’a dava açma, icra takibi, temyiz ve karar düzeltme haklarından vazgeçme yetkisi verilmiş diğer bir anlatımla belirtilen hususlar tümüyle Kurul’un takdirine bırakılmıştır. Bu durumda, iptali istenen kural ile yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmiş, yani yasama yetkisinin devri anlamına gelebilecek bir yetki devri yapılmıştır. Anayasa’ya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasa’nın gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasa’nın 7 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir. Anayasa’nın çeşitli maddelerinde yer alan “kanunla düzenlenir” değiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.6.1985 günlü, E.185/3, K.1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir: “Yasa koyucu, belli konularda gerekli kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”. Esasen Anayasa’nın 8 inci maddesinin, yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.( Anayasa Mahkemesinin 22.6.1988 tarih E.1987/18,K.1986/23, sayılı kararı, R.G. 26.11.1988, sa. 2001) Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle çelişmesine yol açacak ve dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesinin yanısıra, 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 20 nci Maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (c) fıkrasının sonuna eklenen paragraf Anayasa’nın 2 nci, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 6) 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 20 nci Maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 53 üncü Maddesinin ( j) Fıkrasının (2) numaralı Bendinin Anayasa’ya Aykırılığı 4734 sayılı Yasa’nın 53 üncü maddesinin (j) fıkrasında Kamu İhale Kurumunun gelirleri gösterilmiştir. İptali istenen kural ile, Kurum’a yapılacak itirazen şikayet başvurularında alınacak başvuru bedelleri ihale yaklaşık maliyetleri ile ilişkilendirilmiş, şikayet hakkını kullanılamaz hale getiren yüksek başvuru bedellerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Anayasanın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40 ıncı maddesinde, “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır. Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” denilmiş ve bu maddenin gerekçesinde de, “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amaçlanmaktadır. Son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, merci ve sürelerin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmiştir” açıklamasına yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, bireylerin sadece yargı önünde değil idari makamlar önünde de sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması anayasal bir zorunluluktur. Hal böyle iken iptali istenen kural ile getirilen yüksek başvuru ücretleri, ihaleye aday ve istekli olmuş gerçek ve tüzel kişilerin Kamu İhale Kurumuna itirazen şikayet başvuruları kolaylaştırılmak yerine Anayasa’nın 13 üncü maddesine aykırı olarak ölçüsüzce sınırlandırmaktadır. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle çelişmesine yol açacak ve dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesinin yanısıra, 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa. 24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 20 nci maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (j) fıkrasının (2) numaralı bendi Anayasa’nın 2 nci,11 inci ve 13 üncü maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 7) 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 23 üncü Maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 56 ncı Maddesinin Birinci Fıkrasının Son Cümlesinin Anayasa’ya Aykırılığı İptali istenen kural ile, idarenin ihalenin iptaline ilişkin işlem ve kararlarından, sadece şikayet ve itirazen şikayet üzerine alınanların itirazen şikayete konu edilebileceği ve bu kararlara karşı beş gün içinde doğrudan Kamu İhale Kurumuna başvuruda bulunulabileceği hükme bağlanmıştır. Böyle bir düzenlemenin; ihalenin iptaline ilişkin işlem ve karar, şayet şikayet ve itirazen şikayet üzerine alınmamışsa idare hiçbir haklı neden göstermese dahi itirazen şikayete konu yapılamayacak ve Kuruma başvurulamayacak anlamına geldiği çok açıktır. İdare, ihale sürecini sonuçlandırmak istemez veya ihalenin üzerinde kaldığı istekliyi herhangi bir nedenle uygun bulmaz ise “Ben ihaleyi iptal ediyorum.” diyebilecek ve ihaleyi alan istekli, haklı gerekçeleri de olsa, uzman kurum olan Kamu İhale Kurumuna itiraz edemeyecektir. Bu durumda, idareye keyfi uygulamalara yol açabilecek çok geniş takdir yetkisi veren söz konu düzenlemenin, hukuk devleti ilkesi ilkesiyle bağdaşmayacağı kuşkusuzdur. Nitekim yukarıda (1) numaralı başlık altında açıklanan Anayasa Mahkemesinin 17.04.2008 tarihli ve E.2005/5, K.2008/93 sayılı kararında “Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir.” denilmiştir. Diğer taraftan iptali istenen kural ile, sadece keyfiliğin önü açılmamakta aynı zamanda Kamu İhale Kurumunun yetki ve görev alanı da daraltılmaktadır. Bu nedenle kamu yararına dayanmayan iptali istenen kural, yukarıda (3) numaralı başlık altında belirtilen nedenlerle de Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırıdır. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa.24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 23 üncü maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi, Anayasa’nın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olup, iptal edilmesi gerekmektedir. 8) 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 23 üncü Maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 56 ncı Maddesinin İkinci Fıkrasının Son Cümlesinin Anayasa’ya Aykırılığı İdare tarafından şikayet veya itirazen şikayet üzerine alınan ihalenin iptal edilmesi işlemine karşı yapılacak itirazen şikayet başvurularını idarenin iptal gerekçeleriyle sınırlı olarak diğer bir anlatımla idarenin şikayet başvurusu üzerine aldığı kararda belirtilen hususlarla sınırlı olarak incelemesini öngören iptali istenen düzenleme, Kamu İhale Kurulunun görev alanını daraltan kamu yararından bütünüyle koparan bir düzenlemedir. Kamu alımlarının yıllık tutarının ülkemiz Gayri Safî Milli Hasılasının %10’ una tekabül etmesi (Kamu İhale Kurumu Başkanının Bütçe Sunuş Konuşması, 25.11.2008); kamu alımlarının etkin bir şekilde denetlenmesinin ülke kalkınması açısından taşıdığı önemin, diğer bir anlatımla kamu ihalelerinin denetlenmesindeki kamu yararının açık bir göstergesidir. Kamu alımları alanında düzenleyici ve denetleyici bağımsız bir idari otorite olan Kamu İhale Kurumunun, kamu kaynaklarının verimli ve etkin kullanılmasına, alımların saydam ve güvenilir ve her türlü şaibeden uzak bir ortamda yapılabilmesine yönelik denetimlerine sınırlamaların getirilmesinin kamu yararı ile bağdaşmayacağı kuşkusuzdur. Bu nedenle ve yukarıda (4) numaralı başlık altında belirtilen nedenlerle iptali istenen kural Anayasa’nın 2 nci maddesine aykırıdır. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa.24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 23 üncü maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesi, Anayasa’nın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 9) 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 27 Maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun Ek 2 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının İlk Cümlesindeki “ile yapım işlerine” İbaresinin Anayasa’ya Aykırılığı 4734 sayılı Yasa’nın Ek ” 2 maddesi değiştirilerek çerçeve anlaşmalar yoluyla İdareler sürekli biçimde ihtiyaç duydukları mal ve hizmet alımları ile YAPIM İŞLERİNİN her defasında ihale yapmak yerine çerçeve anlaşmaya taraf olan istekli ve isteklilerden temin etmelerine imkan sağlama yolu açılmaktadır. 4734 sayılı Yasa’nın değişiklikten önceki hükmünde, çerçeve anlaşmalar sağlık hizmeti sunan idarelerin sürekli biçimde ihtiyaç duydukları mal ve hizmet alımları için uygulanabilen bir yöntem olarak öngörülmüştü. Yapılan değişiklik ile çerçeve anlaşmanın kapsamı genişletilmiş ve yalnızca sağlık hizmeti sunan İdarelerce başvurulan bu yöntem, bütün İdareleri kapsar hale getirilmiş ve yalnızca mal ve hizmet alımları ile sınırlı olan bu anlaşma bu kez iptali istenen ibare ile “yapım işleri” de çerçeve anlaşmalar kapsamı içine alınmıştır. Çerçeve anlaşma, sürekli biçimde gereksinim duyulan mal ve hizmet alımları için uygulanırken, yapım işlerinin de bu anlaşma kapsamına alınması düşündürücüdür. Zira, çerçeve anlaşma, ihale yasasının temel ilkeleri göz önünde tutulduğunda zorunlu olmadıkça başvurulabilecek bir yöntem değildir. İstisnai bir durumdur. İptali istenen kural ile, yapım işlerinin de Yasa kapsamındaki tüm İdareler için başvurulacak bir yol olarak öngörülmesi, 4734 sayılı Kamu İhale Yasasının rekabet ilkesi ile eşit muamele ilkesini zedeleyen nitelikte taşımaktadır. Şöyle ki; Çerçeve anlaşmanın bir istekli ile de yapılabilir olması, istekli sayısının üçten az olmamak üzere İdarece belirlenmesi hususları rekabet ilkesinin gözardı edildiğinin açık bir kanıtıdır. Sağlık hizmeti sunan İdareler için değişiklikten önceki düzenlemede bile istekli sayısının yirmibeş olabileceği öngörülmüştür. Çerçeve anlaşmanın süresinin 48 ay (4 yıl) olabileceği hususu da dikkate alındığında, yapım işlerinde de uygulanması öngörülen bu yöntemin; rekabet ve eşitlikten yoksun, istismara açık, İdarenin işi dilediğine verebilme olanağına sahip bir usul olduğu yadsınamaz. Anayasanın 167 nci maddesi ile “Tekelciliğin her türlüsünün zararlarından fertleri ve toplumu korumak, toplumun huzur ve refahı ile de ilgilidir....tekel teşkil etmemekle beraber, tekel oluşturamayan üretim ve hizmet kuruluşlarının fiyat anlaşmaları, üretim hataları, coğrafi bölge paylaşma ve benzeri suretlerde gerçekleştirecekleri kartellerde yasaklanmıştır”. Açıklanan ve yukarıda (3) numaralı başlık altında etraflıca belirtilen nedenlerle 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 27 maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun Ek 2 nci maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesindeki “ile yapım işlerine” ibaresi Anayasa’nın 2 nci, 11 inci ve 167 nci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 10) 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 30 uncu Maddesi ile 4734 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 10’un Anayasa’ya Aykırılığı 4734 sayılı Yasa’daki görev süresi dolmadan boşalan üyeliklere yapılacak atamalarda, atananların görev süresinin, yerine atandıkları üyenin görev süresiyle sınırlandırılması kuralı aynen korunurken iptali istenen geçici madde 10 ile; “Kurulun mevcut başkan ve üyelerinden bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce başka bir üyenin görev süresini tamamlamak üzere atanmış olanların görev süreleri atandıkları tarihten itibaren beş yıl olarak uygulanır.” hükmü getirilerek kişiye özel bir düzenleme yapılmıştır. Anayasa’nın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu ifade edilmiştir. “Hukuk devleti” tüm etkinliklerinde hukuka, Anayasaya ve evrensel hukuk kurallarına ve ilkelerine uyan devlettir. Evrensel hukuk ilkeleri, yasaların soyut, genel ve nesnel nitelik taşımasını gerektirir. Yasaların genelliği ilkesi, yasaların özel, geçici veya güncel bir durumu gözeterek veya belli bir kişiyi hedef alarak yapılmamasını zorunlu kılar. Öte yandan Anayasa’nın “yasa önünde eşitlik”i güvenceye almaya yönelik 10 uncu maddesinin aksine iptali istenen kural ile “yasa ile kişiye ayrıcalık” tanınmakta, başka bir üyenin görev süresini tamamlamak üzere atanmış olanların statülerini korumak için “özel” düzenleme yapılmaktadır ki, bu aynı zamanda “yasa önünde eşitlik ilkesi”nin de çiğnenmesi anlamına gelir. Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa.24, shf. 225). Açıklanan nedenlerle 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 30 uncu maddesi ile 4734 sayılı Kanuna eklenen geçici madde 10, Anayasa’nın 2 nci, 10 uncu ve 11 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ Kamu kaynaklarının verimli ve etkin kullanılmasına, alımların saydam ve güvenilir ve her türlü şaibeden uzak bir ortamda yapılabilmesine yönelik kamusal denetime sınırlamalar getiren, kamu ihalelerinde rekabet ve eşitlik ilkelerini zedeleyen düzenlemelerin uygulanması halinde sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararların doğabileceği açıktır. Öte yandan, anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır. V. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle 20.11.2008 tarihli ve 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun; 1) 3 üncü maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 10 Maddesinin Üçüncü Fıkrasındaki “en fazla beşte bir oranında” ibarelerinin, Anayasa’nın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, 2) 20 inci maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna eklenen cümlenin, Anayasa’nın 2 nci, 10 uncu ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, 3) 6 ncı maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 20 inci maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinin “ ile yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihaleleri” tümcesinin, Anayasa’nın 2 nci, 11 inci ve 167 nci maddelerine aykırı olduğundan, 4) 20 nci maddesinin birinci fıkrasının “(b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen paragraf yürürlükten kaldırılmış;” tümcesinin Anayasa’nın 2 nci, 11 inci ve 125 inci maddelerine aykırı olduğundan, 5) 20 nci Maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (c) fıkrasının sonuna eklenen paragrafın, Anayasa’nın 2 nci, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, 6) 20 nci Maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 53 üncü Maddesinin (j) fıkrasının (2) numaralı bendinin, Anayasa’nın 2 nci,11 inci ve 13 üncü maddelerine aykırı olduğundan, 7) 23 üncü maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinin, Anayasa’nın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, 8) 23 üncü maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinin, Anayasa’nın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, 9) 27 maddesi ile değiştirilen 4734 sayılı Kanunun Ek 2 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının İlk Cümlesindeki “ile yapım işlerine” ibaresinin, Anayasa’nın 2 nci, 11 inci ve 167 nci maddelerine aykırı olduğundan, 10) 30 uncu maddesi ile 4734 sayılı Kanuna eklenen geçici madde 10’un, Anayasa’nın 2 nci,10 uncu ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan, iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenilen Yasa Kuralları 20.11.2008 günlü, 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un iptali istenilen kuralları içeren maddeleri şu şekildedir: 1- 3. maddesiyle, 4.1.2002 günlü, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 10. maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilen son cümlesi, “Denetim faaliyetleri nedeniyle alınacak belgeler ilk beş yıl en fazla beşte bir oranında, daha sonraki yıllarda gerçek kişiler ile tüzel kişilerin en az beş yıldır yarısından fazla hissesine sahip olan mühendis ve mimarların iş denetleme nedeniyle alacakları belgeler tam olarak, yönetim faaliyetleri nedeniyle alınacak belgeler en fazla beşte bir oranında dikkate alınır.” 2- 6. maddesiyle, 4734 sayılı Kanun’un 20. maddesinin; a- Birinci fıkrasının değiştirilen son cümlesi, “Yapım işleri, hizmet ve mal alım ihalelerinden işin özelliğinin uzmanlık ve/veya ileri teknoloji gerektirmesi nedeniyle açık ihale usulünün uygulanamadığı işlerin ihalesi ile yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihaleleri bu usule göre yaptırılabilir.” b- Üçüncü fıkrasının sonuna eklenen cümle, “Ön yeterlik ilanında ve dokümanında belirtilmek kaydıyla; yeterlikleri tespit edilenler arasından dokümanda belirtilen kriterlere göre sıralanarak listeye alınan belli sayıda istekli veya yeterli bulunan isteklilerin tamamı teklif vermeye davet edilebilir.” 3- 20. maddesinin birinci fıkrası, “4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen paragraf yürürlükten kaldırılmış; (c) fıkrasının üçüncü paragrafının son cümlesi yürürlükten kaldırılmış, aynı fıkranın sonuna aşağıdaki paragraf eklenmiş; (e) fıkrasının birinci paragrafının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, bu paragraftan sonra gelmek üzere aşağıdaki paragraflar eklenmiş ve mevcut ikinci paragrafın üçüncü ve dördüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş; (h) fıkrasının birinci paragrafının ilk cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı fıkranın ikinci paragrafının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiş; (i) fıkrasının altıncı paragrafının birinci cümlesinin başına “Kamu ihale uzmanlığı hariç olmak üzere” ibaresi eklenmiş, aynı fıkranın beşinci paragrafından sonra gelmek üzere aşağıdaki paragraf eklenmiş; (j) fıkrasının (2) ve (4) numaralı bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.” 4- 20. maddesiyle, 4734 sayılı Kanun’un 53. maddesinin; a- (c) fıkrasının sonuna eklenen paragraf, “Dava açma, icra takibi yapma ve mahkemelerce verilen kararlara karşı üst mercilere başvurmaktan vazgeçme yetkisi ile üst dereceli mahkemelerce verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesinden vazgeçme yetkisi Kurula aittir.” b- (j) fıkrasının değiştirilen (2) numaralı bendi, “2) Mal ve hizmet alımı ihalelerinde; yaklaşık maliyeti beşyüz bin Yeni Türk Lirasına kadar olanlarda bin Yeni Türk Lirası, beşyüz bin ile bir milyon Yeni Türk Lirası arasında olanlarda iki bin Yeni Türk Lirası, bir milyon Yeni Türk Lirası ve üzerinde olanlarda üç bin Yeni Türk Lirası, yapım işi ihalelerinde yaklaşık maliyeti bir milyon Yeni Türk Lirasına kadar olanlarda bin Yeni Türk Lirası, bir milyon ile on milyon Yeni Türk Lirasına kadar olanlarda iki bin Yeni Türk Lirası, on milyon ile yirmi milyon Yeni Türk Lirası arasında olanlarda üç bin Yeni Türk Lirası, yirmi milyon Yeni Türk Lirası ve üzerinde olanlarda dört bin Yeni Türk Lirası tutarındaki itirazen şikayet başvuru bedeli.” 5- 23. maddesiyle, 4734 sayılı Kanun’un değiştirilen 56. maddesinin; a- Birinci fıkrası, “İdareye şikayet başvurusunda bulunan veya idarece alınan kararı uygun bulmayan aday, istekli veya istekli olabilecekler tarafından 55 inci maddenin dördüncü fıkrasında belirtilen hallerde ve sürede, sözleşme imzalanmadan önce itirazen şikayet başvurusunda bulunulabilir. İhalenin iptaline ilişkin işlem ve kararlardan, sadece şikayet ve itirazen şikayet üzerine alınanlar itirazen şikayete konu edilebilir ve bu kararlara karşı beş gün içinde doğrudan Kuruma başvuruda bulunulabilir.” b- İkinci fıkrası, “Kurum itirazen şikayet başvurularını başvuru sahibinin iddiaları ile idarenin şikayet üzerine aldığı kararda belirlenen hususlar ve itiraz edilen işlemler bakımından eşit muamele ilkesinin ihlal edilip edilmediği açılarından inceler. İdare tarafından şikayet veya itirazen şikayet üzerine alınan ihalenin iptal edilmesi işlemine karşı yapılacak itirazen şikayet başvuruları ise idarenin iptal gerekçeleriyle sınırlı incelenir.” 6- 27. maddesiyle, 4734 sayılı Kanun’un değiştirilen Ek 2. maddesinin birinci fıkrası, “İdareler ihtiyaç duydukları mal ve hizmet alımları ile yapım işlerine ilişkin olarak açık ihale veya belli istekliler arasında ihale usulünü uygulamak kaydıyla çerçeve anlaşmalar yapabilir. Çerçeve anlaşmalar rekabeti engelleyici, sınırlayıcı veya bozucu şekilde kullanılamaz.” 7- 30. maddesiyle, 4734 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 10. maddesi, “GEÇİCİ MADDE 10- Kurulun mevcut başkan ve üyelerinden bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce başka bir üyenin görev süresini tamamlamak üzere atanmış olanların görev süreleri atandıkları tarihten itibaren beş yıl olarak uygulanır.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 7., 8., 10., 11., 13., 125. ve 167. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ’ın katılımıyla 5.2.2009 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında; dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: 1- 20.11.2008 Günlü, 5812 Sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. Maddesiyle, 4.1.2002 Günlü, 4734 Sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 10. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Değiştirilen Son Cümlesinde Yer Alan “…en fazla beşte bir oranında…” İbarelerinin İncelenmesi Anlam ve Kapsam 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nda, kamu harcaması yapılması gereken mal ve hizmet alımları ile yapım işleri ihalelerine ilişkin esas ve usuller belirlenmiştir. Kanun’un 10. maddesinde, işi yapabilecek nitelikteki isteklilerin ihalelere katılımını sağlamak amacıyla, isteklilerin ekonomik ve mali yeterlik ile mesleki ve teknik yeterliklerinin belirlenmesi için gerekli olan bilgi ve belgeler sayılmış ve Kanun kapsamında yapılan ihalelere katılabilmek için, istekliler tarafından daha önce ihale konusu iş veya benzeri işlerle ilgili deneyimini gösteren belgelerin istenilmesi esası benimsenmiştir. İş deneyim belge tutarlarının değerlendirilmesinde; gerçek kişilerce denetim faaliyetleri nedeniyle alınan iş denetleme belgesi tutarları, gerçek kişinin ilgisine göre ticaret ve/veya sanayi odasına veya esnaf ve sanatkâr odasına kaydolduğu tarihten itibaren ilk beş yıl beşte bir oranında, daha sonraki yıllarda tam olarak, yönetim faaliyetleri nedeniyle alınan belge tutarları beşte bir oranında dikkate alınmaktadır. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, iptali istenen ibarelerin belirlilik, öngörülebilirlik özelliklerini taşımadığı ve kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem de içermediğinden farklı ve keyfi uygulamalara neden olabileceği, bu düzenlemenin Anayasa’nın 2. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca, yasama organı, yasa yaparken bütün ihtimalleri göz önünde bulundurarak ayrıntılı hükümler koyabilir ya da Anayasa’nın kanunla düzenlenmesini zorunlu kıldığı hususlar dışında bir konuyu isterse soyut bir şekilde düzenleyerek genel ilkeleri ve çerçeveyi belirleyip ayrıntıları alt düzenleyici işlemlere bırakabilir. Bu husus kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir. “Belirlilik” ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır. 4734 sayılı Kanun’un 10. maddesinde, iş deneyim belgesinin kimler tarafından nasıl kullanılacağı ve belge türlerine göre hangi oranlarda değerlendirmeye tabi tutulacağına ilişkin genel ilkelerin belirlendiği görülmekle birlikte, iş deneyim belgelerinin düzenleme koşulları, deneyim tutarının tespiti ve deneyim belgelerinin verilmesi ve kullanılmasına ilişkin düzenlemelerin ikincil mevzuata bırakıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim, 4734 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (b) fıkrasının (2) numaralı bendinde, “Kamu İhale Kanunu ve Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’na ilişkin bütün mevzuatı, standart ihale dokümanlarını ve tip sözleşmeleri hazırlamak, geliştirmek ve uygulamayı yönlendirmek” yetkisi idari ve mali özerkliği bulunan Kamu İhale Kurumu’na verilmiştir. Kanun koyucu tarafından işi bizzat gerçekleştiren yüklenicilerin iş deneyiminin tam olarak değerlendirileceğinin hükme bağlanmasına karşılık, denetim faaliyeti nedeniyle elde edilecek deneyim belgesinin ilk beş yıl içinde en fazla 1/5 ve yönetim faaliyetleri nedeni ile elde edilecek deneyimin en fazla 1/5 oranında değerlendirileceği belirtilmek suretiyle Kamu İhale Kurumu’na bu alanda belirleme yapma hususunda yetki tanınmıştır. Nitekim, Kamu İhale Kurumu tarafından hazırlanıp 4.3.2009 günlü, 27159 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yapım İşleri İhaleleri Uygulama Yönetmeliği’nin 48. maddesinin (6) numaralı fıkrasının (b) bendinde ise, iş yönetme ve denetleme belgelerinin 1/5 oranında değerlendirileceği ifade edilmiştir. Kurum tarafından kendisine Kanun ile tanınan yetki içerisinde, Kanun ile getirilen azami sınırlar dikkate alınarak düzenleme yapıldığı anlaşılmakta olup, bu durumda iptali istenen “en fazla beşte bir oranında” ibaresi bir belirsizlik içermediğinden kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. 2- Kanun’un 6. Maddesiyle 4734 Sayılı Kanun’un 20. Maddesinin; a- Birinci Fıkrasının Değiştirilen Son Cümlesinde Yer Alan “…ile yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihaleleri…” İbaresinin İncelenmesi Anlam ve Kapsam 5812 sayılı Kanun değişikliğiyle belli istekliler arasında ihale usulüyle ihale edilebilecek işlere, yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işleri de eklenmiştir. Bu düzenlemeye göre; yapım işleri, mal ve hizmet alım ihalelerinden, işin özelliği uzmanlık ve/veya ileri teknoloji gerektiren işler ile bu şart aranmadan yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işleri de idarenin tercih ve takdiri doğrultusunda belli istekliler arasında ihale usulüyle yaptırılabilecektir. 4734 sayılı Kanun’un “Temel İlkeler” başlıklı 5. maddesinin dördüncü fıkrasında; “Bu Kanuna göre yapılacak ihalelerde açık ihale usulü ve belli istekliler arasında ihale usulü temel usullerdir. Diğer ihale usulleri Kanunda belirtilen özel hallerde kullanılabilir.” hükmü mevcuttur. Bu hükme göre, açık ihale usulünün yanı sıra belli istekliler arasında ihale usulü de temel ihale usulü olarak kabul edilmiştir. Hem belli istekliler arasında ihale usulünde hem de açık ihale usulünde, isteklilerin ihale dokümanında belirlenen yeterlik kriterlerini sağlayıp sağlamadığı idarelerce incelenmektedir. Açık ihale usulünde istekliler tarafından yeterlik kriterini sağladığını ispatlayan belgeler teklifleri ile birlikte sunulurken, belli istekliler arasında ihale usulünde yeterlik kriterini sağladığını ispatlayan belgeler birinci aşamada sunulduktan sonra yeterli kabul edilen isteklilerce teklifler ikinci aşamada sunulur. Burada, açık ihale usulünde tek aşamada gerçekleştirilen işlemler iki aşamalı olarak gerçekleştirilmektedir. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile işin özelliğinin uzmanlık ve/veya ileri teknoloji gerektirmemesine rağmen yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihalelerinin de “Belli İstekliler Arasında İhale Usulü” kapsamına alındığı, bu usulün kapsamının bu şekilde genişletilmesinin 4734 sayılı Kanun’un 5. maddesindeki rekabet ve eşitlik ilkelerini ortadan kaldırabileceği, ayrıca bu usulde idarelerin yeterli olan tüm isteklileri ihaleye davet etmek zorunda olmayıp belirleyecekleri kriterlere göre bunlar arasında belli sayıda istekli davet edebilecekleri, böyle bir düzenlemenin, yapım işleri ihalelerinin idarenin belirleyeceği isteklilere verilmesinin önünü açan bir düzenleme niteliği taşıdığından, Anayasa’nın 11. ve 167. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 167. maddesinin ilk fıkrasında; “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiilî veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.” denilmektedir. İdarelerce yapılacak işlemlerin mevzuata uygun olması ve uygulamada birlik ve objektifliğin sağlanması amacıyla Kamu İhale Kurumu tarafından Kanun’un 53. maddesine dayanılarak ikincil mevzuat çıkarılmaktadır. 4734 sayılı Kanun’un 20. maddesinde yapılan değişikliğin uygulanmasını göstermek üzere 5.3.2009 günlü, 27160 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Mal Alımı, Hizmet Alımı, Yapım İşleri ve Danışmanlık Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliklerinde yeterliğin belirlenmesinde uyulacak ilkelere yer verilmiştir. Bu düzenlemelerde, ihaleye katılmak isteyen firmaların hangi kriterlere göre puanlanacağı, bu kriterlerin hangi oranda etkili olacağı ayrıntılı bir biçimde gösterilmiştir. Yapılan puanlama sonrası idare, aldıkları puan sırasına göre en yüksek puana sahip firmaları beşten az olmamak üzere teklif vermeye davet edebilmektedir. Açık ihale usulünde, ihaleye teklif sunan tek istekli olması halinde dahi üzerinde ihale bırakılarak sözleşme imzalanmasına bir engel bulunmamasına rağmen, belli istekliler arasında ihale usulünde, ihaleye davet edilebilecek aday sayısının beşten az olması veya teklif veren istekli sayısının üçten az olması halinde ihalenin iptal edileceği hükmü bulunmaktadır. Dolayısıyla bu usulde tekelleşme ve kartelleşme oluşması fiilen ve hukuken mümkün görülmemektedir. Kaldı ki, İdarelerce bu işlemlerin hem kanuna hem de Kurum tarafından yayınlanan yönetmelik, tebliğ, tip şartname, tip sözleşme ve düzenleyici kararlara uygun olarak yapılmaması halinde, Kanun’un 54., 55., 56. ve 57. maddelerine göre; ihale sürecindeki hukuka aykırı işlem veya eylemler nedeniyle bir hak kaybına veya zarara uğradığını veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile istekli olabilecekler, şikayet ve itirazen şikayet başvurusunda bulunabilecekleri gibi alınan kararlar da yargı denetimine tabi bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, iptali istenilen kural Anayasa’nın 167. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. b- Üçüncü Fıkrasının Sonuna Eklenen “Ön yeterlik ilanında ve dokümanında belirtilmek kaydıyla; yeterlikleri tespit edilenler arasından dokümanda belirtilen kriterlere göre sıralanarak listeye alınan belli sayıda istekli veya yeterli bulunan isteklilerin tamamı teklif vermeye davet edilebilir.” Cümlesinin İncelenmesi Anlam ve Kapsam Belli istekliler arasında ihale usulünün ön yeterlik aşamasında, adayların ekonomik ve mali yeterlik ile mesleki ve teknik yeterlik yönünden belirlenen kriterleri sağlayıp sağlamadıklarına bakılmaktadır. Ön yeterlik değerlendirmesi, Uygulama Yönetmelikleri ekinde yer alan Tip Ön Yeterlik Şartnamesi kurallarına göre gerçekleştirilmektedir. 5812 sayılı Kanun değişikliğinden önce, ön yeterlik şartnamesinde belirlenen asgari yeterlik kriterlerini sağlayan tüm adayların teklif vermeye davet edilmesi zorunluluğu bulunmakta iken, söz konusu Kanun’un, 4734 sayılı Kanun’un 20. maddesinde yaptığı değişiklikle idareye belli puanlama kriterleri uygulamak suretiyle sınırlı sayıda adayı teklif vermeye davet etme olanağı sağlanmıştır. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile idarelerin yeterli olan tüm isteklileri davet etmeyebilecekleri ve bu istekliler arasından önceden belirleyecekleri kriterlere göre belli sayıda isteklinin yer aldığı bir liste oluşturabilecekleri ve yalnızca bunları davet edebilecekleri, yeterli olan tüm isteklilerin ihaleye davet edilmemesinin eşitlik ve bunun sonucu olan fırsat eşitliği ilkesine aykırı olduğu, ayrıca bu düzenlemenin ihaleye katılımı azaltacağından kamu yararına dayanmadığı, bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 10. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan kanun önünde eşitlik ilkesi, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez. Belli istekliler arasında ihale usulü iki aşamalı olarak gerçekleştirilmektedir. İlk aşamada, 4734 sayılı Kanun’un 10. maddesine uygun olarak belirlenen ve ön yeterlik dokümanı ile ön yeterlik ilânında belirtilen değerlendirme kriterlerine göre adayların ön yeterlik değerlendirmesi yapılmaktadır. Bu aşamada ihaleye katılan adayların ihale konusu işi yapabilmeleri için gerekli olan ekonomik, mali, mesleki ve teknik yeterliklerinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi yapılmaktadır. Daha sonra, idare tarafından ön yeterlik ilanında ve dokümanında belirtilmek kaydıyla yeterlikleri tespit edilenler arasından dokümanda belirtilen kriterlere göre sıralanarak listeye alınan belli sayıda istekli veya yeterli bulunan isteklilerin tamamı teklif vermeye davet edilebilmektedir. Belli istekliler arasında ihale usulünde yapılacak ihalelerin ilanları da 4734 sayılı Kanun’a tabidir. Bu durumda, ilan yoluyla ihalelerden haberdar olan adayların, ön yeterlik başvurusu engellenmediği gibi hak kaybına uğrayanların itiraz yoluna başvurması da mümkün bulunmaktadır. İptali istenen düzenleme ile objektif değerlendirme kriterlerinin ihalenin başında ilgililere duyurulması, katılacak herkesin eşit muamele görmesinin sağlanması ve ihale sürecinin daha açık ve etkin olarak sonuçlandırılmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. 4734 sayılı Kanun’un 20. maddesi uyarınca da, ikinci aşamaya katılacak ve teklif verecek istekli sayısı idarelerce beşten az belirlenemeyecektir. Ayrıca teklif vermeye davet edilen istekliler arasından en az üçünün teklifte bulunmaması halinde de ihale iptal edilecektir. Yukarıda belirtilen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, iptali istenen kuralla getirilen düzenleme eşitlik ve bunun sonucu olan fırsat eşitliği ilkesine aykırı olmadığı gibi, ihaleye katılımı azaltıcı nitelikte olmadığı gibi rekabeti engelleyici bir durum da bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, iptali istenilen kural Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. 3- Kanun’un 20. Maddesinin Birinci Fıkrasında Yer Alan “…(b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen paragraf yürürlükten kaldırılmış; …” İbaresinin İncelenmesi Anlam ve Kapsam İptali istenilen kural ile 4734 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen “Kurum gerekli gördüğü takdirde, bu Kanun ve ilgili mevzuat hükümlerine aykırılık bulunduğuna ilişkin iddiaları da inceler ve sonuçlandırır.” hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Söz konusu değişikliğin gerekçesinde, “4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen paragrafın yürürlükten kaldırılması öngörülmek suretiyle, 4734 sayılı Kanunun sistematiği açısından Kamu İhale Kurumuna itirazen şikayet başvurularını inceleme yetki ve görevinin verilmesi nedeniyle itirazen şikayet başvurusuna konu edilmeyen ve niteliği itibariyle teftiş veya soruşturma konusu edilebilecek hususlarda Kurumun iddiaları inceleyeceğine ilişkin hüküm yürürlükten kaldırılmaktadır.” denilmektedir. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, iptali istenilen kural ile Kamu İhale Kurumu’nun re’sen araştırma yetkisinin elinden alındığı yani Kurumun kamu adına inceleme ve denetleme yapma yetki ve görevinin ortadan kaldırıldığı, itirazen şikayet incelemesine indirgenmiş bir içerikle şikayet konusu edilmeyen tüm kamu ihalelerinin inceleme dışında bırakıldığı bir sistemi getiren düzenlemede kamu yararından söz edilemeyeceği, ayrıca “idarenin işlemlerinin yargısal denetimi” ilkesini zayıflatan bir kural olduğu, bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 11. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin önemli ilkelerinden birisi de kanunların kamu yararı amacıyla çıkarılmasıdır. Bütün organları üzerinde hukukun mutlak bir egemenliğe sahip olduğu, kanun koyucunun faaliyetlerinde Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile bağlı bulunduğu hukuk devletinde; kanunların çıkartılabilmesi için kamu yararının bulunması şarttır. Bir kuralın Anayasaya aykırılık sorunu çözümlenirken kamu yararı konusunda Anayasa Mahkemesi’nin yapacağı inceleme kanunun yalnızca kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığını araştırmaktır. Bir kanunun kamu yararını gerçekleştirip gerçekleştirmediği veya ülke gereksinimlerine uygun olup olmadığı bir siyasi tercih sorunudur ve kanun koyucunun takdiri kapsamındadır. 5812 sayılı Kanun ile 4734 sayılı Kanun’un 54., 55. ve 56. maddelerinde yapılan değişiklikle 4734 sayılı Kanun kapsamında yapılan ihalelere yönelik olarak yapılacak şikayet ve itirazen şikayet başvurularının şekli, başvuruda bulunanların ehliyeti, şikayet başvurularının idarece incelenmesi ve itirazen şikayet başvurusuna konu edilecek başvurular ile bu başvuruların incelenmesi sırasında Kamu İhale Kurumu tarafından gözetilecek hususlara ilişkin olarak kanun koyucu tarafından yapılan düzenlemeler ile 4734 sayılı Kanun kapsamında yapılan ihalelere ancak hak kaybına veya zarara uğradığını veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile istekli olabilecekler tarafından yapılan şikayet ve itirazen şikayet başvurusunun incelenebileceği öngörülmüştür. Kamu İhale Kurumu’na itirazen şikayet dışında bir yöntemle ihaleleri inceleme görev ve yetkisi ise verilmemiştir. Kanun ve ilgili mevzuat hükümlerine aykırılık halinde Kamu İhale Kurumu’nun kendiliğinden inceleme yetkisi kaldırılmış olmakla birlikte söz konusu husus niteliği itibariyle teftiş ve soruşturma konusu olabileceğinden idare, müfettişler eliyle bu konuda her zaman denetim gerçekleştirebilecektir. Aksi yönde çok açık deliller olmadıkça yasama organının kamu yararı amacıyla hareket ettiğinin kabulü gerekir. Kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla değişik yol veya araçlar arasında yapılacak tercih, kanun koyucunun takdirine girer. Söz konusu düzenlemelere paralel olarak itirazen şikayet dışında Kurum’un kendiliğinden inceleme yapabileceğini öngören düzenlemenin yürürlükten kaldırılması da kanun koyucunun takdiri içerisinde kalan bir husus olup, Anayasa’nın 2. maddesine aykırılıktan söz edilemez. Diğer yandan, ilgililer tarafından ihale sürecinde ya da sözleşme imzalanmasından sonra hukuka aykırı görülen işlemlerin tamamının yargı mercilerinin önüne taşınarak, idarenin işleminin yargısal denetiminin sağlanması mümkün olduğundan, söz konusu hükmün kaldırılması Anayasa’nın 125. maddesine de aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. 4- Kanun’un 20. Maddesiyle 4734 Sayılı Kanun’un 53. Maddesinin; a- (c) Fıkrasının Sonuna Eklenen Paragrafın İncelenmesi Anlam ve Kapsam 5812 sayılı Kanun’un 20. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (c) fıkrasının sonuna eklenen paragrafla getirilen düzenleme ile dava açma, icra takibi yapma ve mahkemelerce verilen kararlara karşı üst mercilere başvurmaktan vazgeçme ile üst dereceli mahkemelerce verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesinden vazgeçme hususunda Kamu İhale Kurumu’nun karar organı olan Kamu İhale Kurulu’na yetki verilmiştir. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile Kanun’da usul ve esasları belirlenmeden Kurul’a dava açma, icra takibi, temyiz ve karar düzeltme haklarından vazgeçme yetkisi verildiği, bu durumda yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilerek yasama yetkisinin devri anlamına gelebilecek bir yetki devri yapıldığı, bu nedenle düzenlemenin Anayasa’nın 2., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez.”; 8. maddesinde de “yürütme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasa’ya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” denilmektedir. Anayasa’nın 7. maddesine göre, yasama organı anayasal sınırlar içinde kalmak kaydıyla herhangi bir alanı düzenleme yetkisine sahip bulunmaktadır. Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına genel, esasları ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Ancak ekonomik olayların niteliği, gelişen koşul ve durumlara göre sık sık değişik önlemler alma, bunları kaldırma ve süratli biçimde hareket etme zorunluluğu, yasama organının yapısı ve işleyiş biçimi, yasama organının yürütme organını yetkilendirmesini gerekli kılabilir. Bu gibi durumlarda yasama organı, temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve yönetim tekniğine ilişkin hususları yürütme organına bırakabilir. Yürütme organına tanınan yetkinin Anayasa’ya uygun olabilmesi için sınırlı, ilkeleri ve çerçevesi kanun ile belirlenmiş ve uzmanlık ve yönetim tekniğine yönelik bir konuya ilişkin bulunması gerekmektedir. Bu bağlamda, sık sık değişik önlemler alınmasına veya bunların kaldırılmasına gerek görülen ekonomik, teknik veya benzeri alanlarda temel kurallar saptandıktan sonra ayrıntıların düzenlenmesinin idareye verilmesi, yasama yetkisinin devri olarak nitelendirilemez. İptali istenilen kural ile Kamu İhale Kurumu tarafından üçüncü kişiler aleyhine dava açılması ve icra takibi başlatılması ile maddi veya hukuki sebeplerle takip edilmesinde fayda umulmayan durumlarda mahkemelerce verilen her türlü karara karşı üst mercilere başvurmaktan vazgeçme yetkisi Kamu İhale Kurulu’na verilmiştir. Ancak, hukuki bir yarar sağlamayacağının ve bunun usul ekonomisi ile bağdaşmayacağının açık ve kesin bir biçimde belli olduğu durumlarda söz konusu yetkilerin kullanılabileceği tabiidir. Bu nedenle söz konusu düzenleme yasama yetkisinin devri niteliği taşımadığından, Anayasa’nın 7. ve 8. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. b- (J) Fıkrasının Değiştirilen (2) Numaralı Bendinin İncelenmesi Anlam ve Kapsam İptali istenilen kural ile Kuruma yapılan itirazen şikayet başvurularından alınmakta olan başvuru bedeli, ihalelerin niteliği ve parasal büyüklükleri göz önünde tutularak yeniden belirlenmiştir. Bu değişiklikle Kuruma ödenecek başvuru bedelleri hem artırılmış hem de başvuruya konu edilecek ihalenin yaklaşık maliyet tutarıyla bağlantılı olarak kademeli bir belirleme yapılmıştır. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile Kamu İhale Kurumu’na yapılacak itirazen şikayet başvurularında getirilen yüksek başvuru ücretlerinin, ihaleye aday ve istekli olmuş gerçek ve tüzel kişilerin başvurularını ölçüsüzce sınırlandırdığı, bu nedenle kuralın Anayasa’nın 2., 11. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenilen kural ile mal, hizmet veya yapım işleri ihalelerine ilişkin olarak Kamu İhale Kurumu’na yapılacak itirazen şikâyet başvurusu bedelleri yaklaşık maliyetle ilişkilendirilmiş ve buna göre mal, hizmet, yapım işleri ihalelerinde itirazen şikayet başvuru bedellerinin, ihalelerin yaklaşık maliyetlerine göre kademeli olarak artırılıp azaltılması esası getirilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin önemli ilkelerinden birisi de ölçülülük ilkesidir. Buna göre, hak ve özgürlüklerin kullanım alanına ilişkin kuralların hakkaniyete uygun, dengeli ve ölçülü bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. İptali istenilen kural ile Kuruma yapılan itirazen şikayet başvurularından alınmakta olan başvuru bedeli, ihalelerin niteliği ve parasal büyüklükleri göz önünde tutularak yeniden belirlenmiştir. Düzenlemenin amacının; şikayet ve itirazen şikayet başvurusunda bulunacakları iyi niyetli, esas saiki hak arama amacı olan, özenli biçimde hazırlanmış başvurulara sevk etmek, bununla birlikte şikayet ve itirazen şikayet sürecinin hızlı ve etkili biçimde gerçekleşmesini temin etmek olduğu anlaşıldığından, itirazen şikayet başvurularından bedel alınmasının ve bu bedelin yaklaşık maliyete göre kademeli olarak artmasının amaç ve araç arasında makul ve uygun bir ilişki kurduğu ve düzenlemenin amacına ulaşmaya elverişli olduğu görülmekle, kuralın ölçüsüzce düzenlendiği söylenemeyeceğinden söz konusu düzenleme Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Kuralın Anayasa’nın 13. maddesi ile ilgisi görülmemiştir. 5- Kanun’un 23. Maddesiyle 4734 Sayılı Kanun’un Değiştirilen 56. Maddesinin; a- Birinci Fıkrasının Son Cümlesinin İncelenmesi Anlam ve Kapsam İhale sürecindeki hukuka aykırı işlem veya eylemler nedeniyle bir hak kaybına veya zarara uğradığını veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile istekli olabilecekler, Kanun’da belirtilen şekil ve usul kurallarına uygun olmak şartıyla şikayet ve itirazen şikayet başvurusunda bulunabilirler. Şikayet başvuruları idareye, itirazen şikayet başvuruları ise Kamu İhale Kurumu’na yapılmaktadır. Başvurunun konusunu bir hak kaybının veya zararın fiilen doğması oluşturabileceği gibi, muhtemel hak kaybı veya zarar riskleri de başvuruya konu edilebilmektedir. Getirilen değişiklikle Kamu İhale Kurumu’nun iptal işlemlerini denetleme yetkisi idarenin her durumda ve aşamada yaptığı iptalleri değil, sadece şikayet ve itirazen şikayet süreci başladıktan sonra gerçekleştirdiği ihale iptallerini kapsamaktadır. İdare, kendisine ulaşmış bir şikayet başvurusu yokken, kendi tespit, takdir ve değerlendirmelerine göre her hangi bir aşamada ihaleyi iptal etmişse bu işlem dolayısıyla Kamu İhale Kurumu’na başvurulamayacaktır. Ancak idare, kendisine ulaşmış bir şikayet başvuru süreci devam ederken veya Kamu İhale Kurumu itirazen şikayet süreci sonunda düzeltici işlem veya şikayet başvurusunun uygun bulunmadığı yönünde bir karar verdikten sonra ihaleyi iptal etme kararı almışsa, bu karar ilgililerce doğrudan Kamu İhale Kurumu’na başvuru konusu yapılabilecek ve Kurum idarenin iptal gerekçelerinin hukuka uygunluğunu incelemek suretiyle, gerekçeyi uygun bulmazsa iptalin iptaline veya iptal gerekçesini uygun bulursa itirazen şikayet başvurusunun reddine karar verebilecektir. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile idarenin ihalenin iptaline ilişkin işlem ve kararlarından, sadece şikayet ve itirazen şikayet üzerine alınanların itirazen şikayete konu edilebileceği, böyle bir düzenlemenin idareye keyfi uygulamalara yol açabilecek çok geniş takdir yetkisi verdiği, aynı zamanda Kamu İhale Kurumu’nun yetki ve görev alanı daraltıldığından kamu yararına dayanmadığı, bu nedenle Anayasa’nın 2. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 4734 sayılı Kanun’un 11., 16., 39. ve 40. maddelerine dayanarak idare tarafından re’sen ya da 54. maddesi uyarınca şikayet üzerine ihalenin iptali mümkün bulunmaktadır. İptali istenen kuralda, şikayet ve itirazen şikayet üzerine idarenin alacağı iptal kararının itirazen şikayete konu edilebileceği, buna karşılık Kanun’un diğer hükümlerine dayanılarak alınacak iptal kararlarına karşı ise itirazen şikayet yoluna başvurulamayacağı öngörülmektedir. 5812 sayılı Kanun’un 23. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu, 4734 sayılı Kanun’un 11., 16., 39. ve 40. maddelerinde bulunan ihale işlemlerinin iptali ile ilgili düzenlemelere dayanılarak ihalenin idarece iptaline karar verilmesi halinde, geçmişe yönelik olarak ihale işlemleri geçersiz sayılacağından ve artık ortada bir ihaleden ve ihaleye ilişkin bir süreçten bahsetme olanağı kalmadığından, anılan maddelere dayanılarak tesis edilen ihalenin iptali işlemine yönelik olarak, Kamu İhale Kurumu’na bir itirazen şikayet başvurusunda bulunma olanağından söz edilemeyecek, ancak bu işlemlerin idari yargıda dava konusu edilmesi mümkün olabilecektir. 4734 sayılı Kanun’un 11., 16., 39. ve 40. maddeleri hükümleri uyarınca ihalenin idarece iptali işlemine karşı doğrudan yargı yoluna başvurulabileceği, 54. maddesi uyarınca şikayet üzerine idarenin alacağı karar ile itirazen şikayet üzerine Kurul tarafından alınan kararlara karşı itirazen şikayet başvurusunda bulunulabileceği göz önüne alındığında ve doğrudan idarece iptal edilen ihaleden sonra aynı amaçla açılan ihalelerin de idari ya da yargısal başvurulara konu edilmesi her zaman mümkün bulunduğundan, söz konusu düzenlemenin idareye keyfi uygulamalara yol açabilecek şekilde çok geniş takdir yetkisi verdiği söylenemez. Değişiklikten önce Kurumun bu yetkiyi geniş ve etkin biçimde kullanması tartışmaları neticesinde, idareyi ihale yapmaya zorlama anlamına gelecek bu tür tasarrufların sınırlandırılması kanun koyucunun takdirinde olup, düzenleme, hukuk devletinin gereği olarak gözetilmesi gereken kamu yararına aykırılık oluşturmamaktadır. Bu nedenle, söz konusu kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. b- İkinci Fıkrasının Son Cümlesinin İncelenmesi Anlam ve Kapsam 4734 sayılı Kanun’un 54. maddesi uyarınca şikayet başvurusu üzerine idarenin alacağı karar ile itirazen şikayet üzerine Kamu İhale Kurulu tarafından alınan kararların uygulamasından kaçınmak üzere ihalenin iptaline karar verilmesi halinde, bu kararlara karşı Kamu İhale Kurumuna yapılan itirazen şikayet başvurusu üzerine, ihalenin iptaline ilişkin olarak idarece tesis edilen işlemin ihale mevzuatına uygunluğunun Kamu İhale Kurumunca yapılan denetiminin, idari işlemin unsurları ve idarece iptal nedeni olarak gösterilen gerekçeler ile sınırlı olarak yapılması öngörülmüştür. Söz konusu değişiklikle, Kurumun ilk başta “re’sen inceleme” ve daha sonra “bağlantılı inceleme” adı altında uygulaya geldiği şikayet konuları dışına taşan denetim yetkisine son verilmiştir. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, iptali istenen düzenleme ile İdare tarafından şikayet veya itirazen şikayet üzerine alınan ihalenin iptal edilmesi işlemine karşı yapılacak itirazen şikayet başvurularının idarenin iptal gerekçeleriyle sınırlı olarak incelenmesi öngörülerek Kamu İhale Kurulu’nun görev alanı daraltıldığından kamu yararına dayanmadığı, bu nedenle Anayasa’nın 2. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenilen kural ile İdare tarafından şikayet veya itirazen şikayet üzerine alınan ihalenin iptal edilmesi işlemine karşı yapılacak itirazen şikayet başvurusu üzerine, Kamu İhale Kurumu tarafından yapılacak incelemenin, idarenin iptal gerekçeleriyle sınırlı olması öngörülmektedir. Şikayet başvurusu üzerine ihalenin idare tarafından iptali durumunda, ihale süreci sona ermekte ve bu süreçte tesis edilmiş idari işlemler tesis tarihi itibariyle ortadan kaldırılmaktadır. İdareye yapılan şikayet başvurusu üzerine idarece ihalenin iptaline karar verilmesi işlemine karşı yapılan itirazen şikayet başvurusunun Kamu İhale Kurumu tarafından incelenmesi sonucunda, ihalenin iptali işleminin iptaline karar verilmesi halinde, ihale sürecinde iptal edilen işlemden önceki süreçte yapılan ihale işlemlerinden mevzuata aykırı olarak tesis edilenler kaldırılarak mevzuata uygun hale getirilmek suretiyle ihalenin kaldığı yerden devam etmesi sağlanmaktadır. İhalenin iptaline ilişkin kararın kaldırılmasından sonraki aşamada idarece ihale sürecinde tesis edilen işlemlerden dolayı bir hak kaybına veya zarara uğradığını veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile istekli olabilecekler tarafından tekrar şikayet ve itirazen şikayet yoluna başvurulması mümkün olup, yapılacak başvuru neticesinde ihale sürecinde idarece tesis edilen işlemler yeniden denetlenebilecektir. Düzenlemenin, idari başvuru yolunun amaca uygun biçimde kullanılmasını temin bakımından iptal gerekçeleriyle sınırlı olarak incelenmesinin, aynı zamanda inceleme sürecinin kısa sürede sonuçlandırılmasını amaçladığı anlaşıldığından, kuralın kamu yararına aykırı olarak yasalaştırıldığından söz edilemez. Bu nedenle, iptali istenilen kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. 6- Kanun’un 27. Maddesiyle, 4734 Sayılı Kanun’un Değiştirilen Ek 2. Maddesinin Birinci Fıkrasının İlk Cümlesinde Yer Alan “…ile yapım işlerine…” İbaresinin İncelenmesi Anlam ve Kapsam 4734 sayılı Kanun’un Ek 2. maddesinde yapılan değişiklikle Kanun kapsamındaki idarelerin ihtiyaç duydukları mal ve hizmet alımı ile yapım işlerinin, açık ihale usulü veya belli istekliler arasında ihale usulünü kullanmak ve 4734 sayılı Kanun’un 13. maddesinde belirtilen ihale ilan süreleri ve kurallarına uymak kaydıyla ve belli bir süre için, her defasında ihale yapmak yerine “Çerçeve Anlaşma”ya taraf olan isteklilerden temin etmelerine imkan sağlanmaktadır. Kanun’un değişiklik öncesi halinde yalnızca sağlık hizmeti sunan idarelerin mal ve hizmet alımlarında çerçeve anlaşma yöntemini kullanabilecekleri ifade edilirken, değişiklik sonrası tüm idarelerin ihtiyaç duyduklarında mal ve hizmet alımları ile yapım işlerini çerçeve anlaşmalar yaparak temin edebilecekleri/yaptırabilecekleri hüküm altına alınmış ve çerçeve anlaşmaların kapsamı genişletilmiştir. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile yapım işlerinin de Kanun kapsamındaki tüm idareler için çerçeve anlaşma içinde başvurulacak bir yol olarak öngörülmesinin, 4734 sayılı Kanun’un rekabet ilkesi ile eşit muamele ilkesini zedelediği, böyle bir düzenlemenin, yapım işleri ihalelerinin idarenin belirleyeceği isteklilere verilmesinin önünü tümüyle açan bir düzenleme olduğu, bu nedenle Anayasa’nın 2., 11. ve 167. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 167. maddesinin ilk fıkrasında; “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiilî veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.” denilmektedir. Maddede yalnız, tekelleşme değil, tekel oluşturmayan üretim ve hizmet kuruluşlarının ‘fiyat anlaşmaları’, ‘coğrafi bölge paylaşma’ ve ‘benzeri suretle’ gerçekleştirilecek kartelleşme de yasaklanmış; Devlet, bunu engelleyici önlemleri almakla yükümlü tutulmuştur. Böylece rekabetin ortadan kaldırılması, tekellerin ve kartellerin fiyatları oluşturması ve etkilemesi önlenmek istenmiştir. Devletin tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi önlemek görevi, temelde tüketiciyi koruma amacı gütmektedir. Bu da ancak, tekelleşme ve kartelleşmelerin önlenerek özgür rekabet ortamının sağlanması ile güvenceye alınabilir. Piyasa ekonomisinin etkinliği, serbest rekabet koşullarının varlığına bağlıdır. Tekelleşmeye veya kartelleşmeye olanak veren ortamlarda piyasa ekonomisi etkinliğini yitirir. Bu nedenle, yasal düzenlemelerde, tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemeye, dolayısıyla bireyleri ve toplumu korumaya yönelik kuralların bulunması zorunludur. Bu husus, Anayasa’nın 5. maddesindeki Devlet’in ‘kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak’ görevleri ile de doğrudan ilgilidir. İptali istenilen kuralla, tüm idarelerin ihtiyaç duyduklarında mal ve hizmet alımları ile yapım işlerini çerçeve anlaşmalar yoluyla temin edebilecekleri ya da yaptırabilecekleri hüküm altına alınmıştır. Maddede; çerçeve anlaşmaların süresinin 4 yılı geçemeyeceği, çerçeve anlaşma kapsamında temin edilecek mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinin ilan edileceği, anlaşma kapsamında karşılanması planlanan tahmini ihtiyaç miktarlarının ilanda gösterileceği, çerçeve anlaşmaların rekabeti engelleyici, bozucu veya sınırlayıcı şekilde kullanılamayacağı, bu anlaşmalara dayalı olarak yapılacak alımlarda çerçeve anlaşmanın kurallarının değiştirilemeyeceği ve çerçeve anlaşma yapılmış olmasının, idareye alım yapma yükümlülüğü getirmeyeceği ve idare tarafından gerekli görülmesi halinde, çerçeve anlaşma kapsamındaki ihtiyaçların bu Kanun’da yer alan diğer usulleri kullanmak suretiyle de temin edebileceğine ilişkin düzenlemelere yer verilmek suretiyle, tekelci bir piyasa yapısının oluşmasının önlenmesine yönelik düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Çerçeve anlaşmaların yapılma süreci 4734 sayılı Kanun’un Ek 2. maddesi ile Kanun’da yer alan açık ihale ve belli istekliler arasında ihale usulüne tabi tutulduğundan çerçeve anlaşmanın kapsamı ve ihale önceden ilan edilmekte ve tüm isteklilerin dahil olabilecekleri süreçler başlamaktadır. Çerçeve anlaşma ile kanun koyucunun süreklilik arz eden işlerde her yıl ihale yapılarak emek, zaman ve maliyet kaybına yol açan ihale tekrarlarını önlemek ve çerçeve anlaşma kapsamında uzun süreli (en fazla dört yıl) alım yapabilme imkanı sağlamak istediği anlaşılmaktadır. 4734 sayılı Kanun’un ihale süreçlerine tabi bir uygulama, Kanun’un özü gereği rekabete açık bir ortamda ihale süreçlerinin gerçekleştirilmesini hedeflediğinden tekelci bir piyasa oluşturulması mümkün görünmemektedir. Ayrıca, idarelerce bu işlemlerin hem kanuna hem de Kurum tarafından yayınlanan yönetmelik, tebliğ, tip şartname, tip sözleşme ve düzenleyici kararlara uygun olarak yapılmaması halinde, ihale sürecindeki hukuka aykırı işlem veya eylemler nedeniyle bir hak kaybına veya zarara uğradığını veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile istekli olabilecekler, şikayet ve itirazen şikayet başvurusunda bulunabilecekleri gibi alınan kararlar da yargı denetimine tabi bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, iptali istenilen kural Anayasa’nın 167. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. 7- Kanun’un 30. Maddesiyle, 4734 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 10. Maddenin İncelenmesi Anlam ve Kapsam İptali istenen düzenleme ile Kamu İhale Kurulu’nun mevcut başkan ve üyelerinden 5812 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce başka bir üyenin görev süresini tamamlamak üzere atanmış olanların görev sürelerinin atandıkları tarihten itibaren beş yıl olarak uygulanacağı belirtilmiştir. Değişikliğin gerekçesine bakıldığında, “Kanunun 53 üncü maddesinde yapılan ve kalan sürenin tamamlanması şeklindeki düzenlemeyi yürürlükten kaldıran hükmün, bu değişiklikten önce atanan ve halen görev yapmakta olan üyeler için de geçerli olması sağlanmaktadır.” şeklinde bir açıklamaya yer verildiği ve bu haliyle de yapılan değişikliğin müstakil bir değişiklik olmadığı 53. maddede yapılan değişiklik ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği görülmektedir. Atıfta bulunulan 53. maddeye ilişkin değişikliğin ise anılan maddenin (c) fıkrasının üçüncü bendinin son cümlesinde yer alan “Bu durumlarda atanan üye, yerine atandığı üyenin görev süresini tamamlar.” düzenlemesini yürürlükten kaldırdığı görülmektedir. Bu düzenleme sonrasında Kanun’da sayılan nedenlerden dolayı görevden alma nedeniyle veya süresi dolmadan herhangi bir sebeple boşalan Kurul üyeliklerine bir ay içerisinde Kanun’da belirtilen esaslara göre yeniden atama yapılacağı belirtilmekte ve yapılan düzenleme neticesinde Kurul üyeliğine bu şekilde atananların da yerine atandıkları üyenin görev süresinden bağımsız olarak aynen ilk kez atama yapılanlarda olduğu gibi beş yıl bu görevi yapmasının sağlandığı ve bundan sonra yapılacak tüm atamaların da bu çerçevede yapılacağı ve her ne sebeple olursa olsun kurul üyeliğine atanacakların görev süresinin eşit düzenlendiği görülmektedir. İptali istenen kural ile de geleceğe yönelik bu genel düzenleme yapılırken halen görev yapmakta olan başkan ve üyelerden aynı durumda olan üyelerin de bu genel düzenlemeye tabi olacağına yer verilmiştir. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, iptali istenilen kuralla kişiye özel düzenleme yapıldığı ve belirli kişilere ayrıcalık tanındığı, bu nedenle Anayasa’nın 2., 10. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Kanunların, ilke olarak genel ve nesnel nitelikte olmaları gerekir. Kanunların genelliği olarak adlandırılan bu ilke, hukuk devleti ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin bir sonucu olarak kabul edilmektedir. Kanunun genelliği, onun belli bir kişiyi hedef almayan, özel, aktüel, geçici bir durumu gözetmeyen fakat önceden saptanmış olup, soyut şekilde, uygulanabileceği bütün kişilere hitap eden hükümler içermesi demektir. Kanun, genel hukuk kuralları koymalı, kişiye özel hükümler içermemelidir. Her kanunun sonuç itibarıyla belli bir grup ya da kişiye haklar ya da mükellefiyetler getirmesi kaçınılmazdır. Burada aslolan, yapılan bu geçici düzenlemenin aynı durumda bulunan herkesi kapsamına alıp almadığı ve kişilere özel çıkar sağlayıp sağlamadığıdır. Bir başka ifadeyle yapılan düzenlemenin kanunların genelliği ilkesine aykırılığının saptanmasında, kanunun kapsamına aldığı kişilerin bazılarına ayrıcalık yapıp yapmadığı ile kapsamına aldığı kişilerin tümüne ayrıcalık yapıp yapmadığına bakılmalıdır. İptali istenen düzenleme genel düzenlemenin bir parçasıdır. Düzenleme öncesi dönemde aynı usul ile seçilen üyelerden bazıları beş yıllık bir süre için görev yaparken süresi bitmeden boşalan üyenin yerine yeni atanan üyeler beş yıldan az üyelik yapmaktaydı. Bu yasal düzenlemeden sonra başka bir üyenin görev süresini tamamlamak üzere atananlar, Kanun’da belirlenen 5 yıl için görev yapacaklardır. Esasen değişiklik öncesi dönemde aynı statüde bulunan şahıslar arasındaki farklılıklar, bu düzenleme ile giderilmiştir. Ayrıca değişiklik ile aynı durumda bulunan başka şahıslar için farklı uygulama oluşturabilecek bir husus da öngörülmemiş, kapsamına aldığı kişiler arasında bir ayırım yapılmadığı gibi, kapsamına aldığı kişilere özel bir çıkar da sağlanmış değildir. Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN İNCELENMESİ 20.11.2008 günlü, 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un: 1- 3. maddesiyle 4.1.2002 günlü, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 10. maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilen son cümlesinde yer alan “… en fazla beşte bir oranında …” ibarelerine, 2- 6. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’un 20. maddesinin; a- Birinci fıkrasının değiştirilen son cümlesinde yer alan “… ile yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihaleleri …” ibaresine, b- Üçüncü fıkrasının sonuna eklenen cümleye, 3- 20. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “… (b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen paragraf yürürlükten kaldırılmış; …” ibaresine, 4- 20. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’un 53. maddesinin; a- (c) fıkrasının sonuna eklenen paragrafa, b- (j) fıkrasının değiştirilen (2) numaralı bendine, 5- 23. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’un değiştirilen 56. maddesinin; a- Birinci fıkrasının son cümlesine, b- İkinci fıkrasının son cümlesine, 6- 27. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’un değiştirilen Ek 2. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde yer alan “… ile yapım işlerine …” ibaresine, 7- 30. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 10. maddeye, yönelik iptal istemleri 16.6.2011 günlü, E. 2009/9, K. 2011/103 sayılı kararla reddedildiğinden, bu madde, bent, paragraf, cümle ve ibarelere ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 16.6.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. VI- SONUÇ 20.11.2008 günlü, 5812 sayılı Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un: 1- 3. maddesiyle, 4.1.2002 günlü, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 10. maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilen son cümlesinde yer alan “… en fazla beşte bir oranında …” ibarelerinin, 2- 6. maddesiyle, 4734 sayılı Kanun’un 20. maddesinin; a- Birinci fıkrasının değiştirilen son cümlesinde yer alan “… ile yaklaşık maliyeti eşik değerin yarısını aşan yapım işi ihaleleri …” ibaresinin, b- Üçüncü fıkrasının sonuna eklenen cümlenin, 3- 20. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “… (b) fıkrasının (9) numaralı bendinden sonra gelen paragraf yürürlükten kaldırılmış; …” ibaresinin, 4- 20. maddesiyle, 4734 sayılı Kanun’un 53. maddesinin; a- (c) fıkrasının sonuna eklenen paragrafın, b- (j) fıkrasının değiştirilen (2) numaralı bendinin, 5- 23. maddesiyle, 4734 sayılı Kanun’un değiştirilen 56. maddesinin; a- Birinci fıkrasının son cümlesinin, b- İkinci fıkrasının son cümlesinin, 6- 27. maddesiyle, 4734 sayılı Kanun’un değiştirilen Ek 2. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde yer alan “… ile yapım işlerine …” ibaresinin, 7- 30. maddesiyle, 4734 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 10. maddenin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, 16.6.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Osman Alifeyyaz PAKSÜT Başkanvekili Serruh KALELİ Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Alparslan ALTAN Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2011/46 Karar Sayısı : 2011/145 Karar Günü : 27.10.2011 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Narman İcra Ceza Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 1- 13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ve Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 17. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin “7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrası ile 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 39 uncu maddesine göre verilen idari para cezaları hariç olmak üzere…” bölümünün, 2- 31.3.2011 günlü, 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 6. maddesiyle 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 354. maddesine eklenen fıkrada yer alan “…bu Kanunda öngörülen…” ibaresinin, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I- OLAY 4207 sayılı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine göre tütün mamullerinin tüketilmesinden dolayı 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39. maddesine istinaden verilen idari para cezasının, 13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Kanun ile getirilen af kapsamı dışında bırakılmasını ve 6217 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 354. maddesine eklenen fıkrada yer alan “…bu Kanunda öngörülen…” ibaresini Anayasa’ya aykırı bulan mahkeme iptal istemiyle başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “ I. İşin Mahiyeti ve Yeniden Değerlendirme Nedenleri: Öncelikle eldeki işin niteliğinin irdelenmesi gerekmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7/2. maddesinde, suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunacağı düzenlenmiştir. Somut olayda, Narman Malmüdürlüğünce 69,00 TL. idari para cezasının 6183 sayılı A.A.T.U.H.K. hükümleri uyarınca tahsili için 09.06.2010 tarihinde borçluya ödeme emri tebliğ edildiği, ancak adı geçen borçlunun süresi içinde borcunu ödemediği gibi mal beyanında da bulunmadığı anlaşılmakla şikayet üzerine mahkememizin 09.07.2010 tarihli ve 2010/94 D.İş sayılı kararı ile borçlunun 6183 sayılı A.A.T.U.H.K.’nun 60. maddesine göre mal beyanında bulununcaya değin ve üç ayı geçmemek üzere hapsen tazyikine karar verilmiş, ancak hüküm tarihinden sonra 25/02/2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrası ile, 7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrası ile 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 39. maddesi uyarınca verilen idari para cezaları hariç olmak üzere miktarı 120,00 TL.’den az olan idari para cezalarının tahsilinden vazgeçilmiş, yine 14/04/2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 6. maddesi ile de, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre verilen nafaka alacakları hariç olmak üzere alacak miktarı Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda öngörülen disiplin ve tazyik hapsi uygulanmayacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla, mahkememizce borçlu Ahmet Mete hakkında daha önce verilen 6183 sayılı anılan Kanuna göre mal beyanında bulunmama eyleminden ötürü hapsen tazyikine ilişkin hükümden sonra yukarıda anılan yasa maddeleri ile hukuksal durumunda bir değişiklik olup olmadığının 5237 sayılı T.C.K.’nun 7/2. maddesine göre değerlendirilmesi zorunlu görülmüştür. II. Usul Yönünden: Yukarıda da zikredildiği üzere, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 152. maddesinde, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır...” hükmü yer almakta olup; benzer şekilde 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesinde, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa” şeklindeki bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu sebeple; her ne kadar işbu başvuruya konu iptali istenen hükümler teknik anlamda bir “dava”da uygulanacak maddeler olmasa da; işin mahiyeti gereği hukuki bir talep karşısında hukuki bir “karar”da uygulanacak olan bir yasa maddesidir. İşin niteliği dikkate alındığında böylesi talepler böylesi bir hukuki işleme (Değişik iş esas kaydına) konu olabilecektir. Bu bakımdan; talebi olumlu ya da olumsuz şekilde sonuçlandırmanın mahkememize ait bir görev oluşu, böylesi taleplerin hukuken bu şekilde ele alınmasının zorunlu oluşu, Anayasa’ya aykırı olduğuna inanılan bir yasa maddesini bir hakimin bu teknik ayrıntı nedeniyle uygulamak zorunda bırakılamayacağı gibi hususlar nazara alınarak; işbu başvurunun geniş anlamda yorumlanabilecek bir “dava” gibi yorumlanarak talebin esastan değerlendirilmesi Yüksek Mahkemenizden arz ve talep olunur. Ayrıca, işin mahiyeti itibariyle sonucunda borçluya hürriyetini yoksun kılacak şekilde hapsen tazyikine karar verilmesi söz konusu olduğundan ve esasın usûle feda edilemeyeceği kuralı da dikkate alındığında, hakimin ortada sırf teknik anlamda bir “dava” olmadığı için Anayasa’ya aykırı olduğuna inandığı bir yasa maddesini uygulamak zorunda bırakılması halinde kişinin hürriyetini haksız yere yoksun bırakılmasına yol açılacağı da değerlendirilerek, işin geniş anlamda bir dava olduğu gözetilmek suretiyle mahkememizce ciddi görülen Anayasa’ya aykırılık iddiasının esastan incelenmesi yerinde olacaktır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 22.02.2006 tarihli ve 2003/29-2006/24 esas ve karar sayılı kararı ile, Hamur Sulh Ceza Mahkemesinin bir değişik iş dosyasındaki başvurusu üzerine, Anayasa Mahkemesince; ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından bahisle işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir. III. Esas Yönünden: 1- 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 17. Maddesi Yönünden: Öncelikle belirtmek gerekir ki, somut olayda mal beyanında bulunmama eylemine konu idari para cezası 69,00 TL. olup, bu tutarın anılan maddenin birinci fıkrasındaki tahsilinden vazgeçilen 120,00 TL.’nin altında olduğu kuşkusuzdur. Ayrıca, söz konusu idari para cezasının tütün mamüllerinin tüketilmesi kabahati nedeniyle verildiği anlaşılmaktadır. Anılan maddenin birinci fıkrasında, 120,00.-TL.’nin altında olan idari para cezalarının tahsilinden vazgeçildiği belirtilmiş, ancak 7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrası ile 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 39 uncu maddesine göre verilen idari para cezaları istisna tutulmuştur. Dolayısıyla, eğer tütün mamüllerinin belirli mahallerde tüketilmesi kabahatine ilişkin idari para cezaları istisna tutulmasaydı, işbu davaya konu eylem yönünden de eylemin kaynağı olan borcun tahsilinden vazgeçilmesi nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına karar verileceğinden, işbu maddenin somut olayda uygulanması söz konusudur. Bilindiği üzere, kabahatler ve idari yaptırımları, genel esasları itibariyle 5326 sayılı Kabahatler Kanununda düzenlenmiş olup, bu Kanunda Ve çeşitli özel Kanunlarda kabahat teşkil eden eylemler ve idari yaptırımları ayrıca belirtilmiştir. 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 2. maddesinde; kabahat, “kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlaşılır.” şeklinde tanımlanmış, anılan Kanunda, emre aykırı davranış, dilencilik, kumar, sarhoşluk, gürültü, rahatsız etme, işgal, tütün mamüllerinin tüketilmesi, kimliği bildirmeme, çevreyi kirletme, afiş asma gibi eylemler kabahat olarak düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği üzere, Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen “yasa önünde eşitlik ilkesi”, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Diğer yandan, eşitlik temeline dayanan adil bir hukuk düzeni kurmak, hukuk devletinin en önemli işlevlerinden biri olduğundan hukuksal eşitlik sağlanmadan hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmeyeceği açıktır. Yasakoyucu, kuşkusuz, Anayasa’nın ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla cezalandırmada güdülen amacı da gözeterek hangi eylemlerin suç veya kabahat sayılacağını ve bunlara verilecek cezanın türü ve miktarı ile artırım ve indirim nedenlerini saptayabileceği gibi verilen idari para cezalarının tahsilinden vazgeçilmesini de öngörebilir. Ancak böyle bir düzenleme yapılması durumunda, eşitlik ilkesi, bundan aynı durumda bulunan herkesin eşit olarak yararlandırılmasını gerektirir. Somut davada yeniden değerlendirmeye konu olaya uygulanacak kanun maddesi olan 6111 sayılı anılan Kanunun 17. maddesi ile hemen tüm idari para cezaları yönünden, üstelik daha ağır idari yaptırımı gerektiren kabahatlar yönünden dahi, tahsilinden vazgeçilmesi sağlanmış, yalnızca tütün mamüllerinin tüketilmesine ilişkin kabahat yönünden verilen idari para cezaları kapsam dışı bırakılmıştır. Bu itibarla, benzer nitelikteki hatta daha hafif idari yaptırımı gerektiren kabahati işleyenler için farklı uygulama öngören bu düzenlemenin haklı bir nedeni bulunmadığı açıktır. Diğer yandan, adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu sürdürmekle yükümlü olan hukuk devletinde, yalnız kabahat ve cezaların saptanmasında adil ölçülerin gözetilmesiyle yetinilemez; bunların kaldırılması, değiştirilme ya da kimi olanakların tanınmasını söz konusu olduğunda da aynı ölçülerin esas alınması zorunludur. Dava konusu düzenlemeyle daha fazla idari yaptırımı gerektiren kabahati tahsilinden vazgeçme kapsamına alıp, hafif olanında bu olanakları yararlandırmamanın adil olduğu ileri sürülemez. Bu nedenlerle, 25/02/2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasındaki, “7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrası ile 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 39 uncu maddesine göre verilen idari para cezaları hariç olmak üzere,” ibarelerinin Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu kanaatine varılmıştı 2- 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 6. Maddesi Yönünden: Anılan madde ile, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 354. maddesine yeni bir fıkra eklenerek, nafaka alacakları istisna tutulmak suretiyle alacak miktarı Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde bu Kanunda öngörülen disiplin ve tazyik hapsi uygulanmayacağı düzenlenmiştir. Somut olayda, idari para cezasının miktarının 69,00 TL. Olduğu, 2011 yılı için öngörülen aylık brüt asgari ücret tutarının 697,50 TL. olduğu, dolayısıyla söz konusu idari para cezasının 2004 sayılı İ.İ.K.’nun 354. maddesine eklenen fıkrada belirtilen tutarın altında olduğu, dolayısıyla eğer 6183 sayılı Kanun kapsam dışında bırakılmamış olsaydı anılan hükmün somut olaya uygulanması ihtimali bulunduğu açıktır. İcra ve İflas Kanununda disiplin ve tazyik hapsini gerektiren eylemler, anılan Kanunun 331. ve devamı maddelerinde, ödeme şartını ihlal (madde 340), nafaka yükümlülüğüne uymama (madde 344), çocuk teslimi emrine muhalefet (madde 341) v.b. şeklinde belirtilmiş, aynı Kanunun 76. maddesinde de, “Mal beyanında bulunmıyan borçlu, alacaklının talebi üzerine beyanda bulununcaya kadar icra mahkemesi hakimi tarafından bir defaya mahsus olmak üzere hapisle tazyik olunur. Ancak bu hapis üç ayı geçemez.” şeklinde İ.İ.K. hükümlerine tabi borçlar yönünden mal beyanında bulunmama eyleminin hapsen tazyik ile cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır. Öte yandan, 6183 sayılı A.A.T.U.H.K.’nun 60. maddesinde ise, bu Kanun hükümlerine tabi borçlar yönünden eylemin hapsen tazyiki gerektirdiği düzenlenmiştir. 6217 sayılı anılan Kanunun 6. maddesi ile 2004 sayılı İ.İ.K.’nun 354. maddesine eklenen fıkra ile, “Bu Kanunda öngörülen” denilmek suretiyle yalnızca İ.İ.K.’ndaki borçlar yönünden belirli bir tutarın altındaki alacaklar bakımından tazyik hapsi uygulanmayacağı belirtilmekle, 6183 sayılı A.A.T.U.H.K. hükümleri kapsamındaki alacaklar kapsam dışında bırakılmıştır. Diğer bir anlatımla, 2004 sayılı İ.İ.K. hükümleri kapsamındaki alacaklar bakımından anılan Kanunun 354. maddesine 6217 sayılı Kanunun 6. maddesi ile eklenen fıkra uyarınca brüt asgari ücretin altında olmak kaydıyla bu Kanundaki (2004 sayılı İ.İ.K.’daki) eylemler bakımından tazyik hapsi verilmeyeceği belirtilmiş, ancak 6183 sayılı A.A.T.U.H.K. hükümlerindeki hapsen tazyiki gerektiren eylem kapsama dahil edilmemiştir. Böylelikle, 2004 sayılı İ.İ.K.’nun 76. maddesine göre mal beyanında bulunmayan borçlunun eylemi ile 6183 sayılı A.A.T.U.H.K.’nun 60. maddesine göre mal beyanında bulunmayan borçlunun eylemi niteliği itibariyle tamamen aynı olduğu halde sırf borcun kaynağı nedeniyle farklı hükümlere tabi olacaktır. Hatta, mal beyanında bulunmama eylemine göre daha ağır sonuçları bulunan İ.İ.K.’daki kimi eylemler bakımından dahi belirli bir tutarın altındaki alacaklar bakımından ceza verilemeyecek iken, salt 6183 sayılı anılan Kanunda düzenlenen mal beyanında bulunmama eyleminden ötürü belirtilen alacak miktarı gözetilmeden, her durumda, ceza verilmesi söz konusudur. Bunun da, açıkça Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerinde düzenlenen eşitlik ve hukuki devlet ilkesine aykırı olduğu, bu nedenle 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 6. maddesi ile 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 354. maddesine eklenen fıkradaki “bu Kanunda öngörülen” ibarelerinin iptalinin gerektiği mahkememizce değerlendirilmiştir. Tüm bu nedenlerle, söz konusu yasa maddelerinin bazı kısımlarının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmak üzere aşağıdaki karar verilmiştir. KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1- İşbu davanın çözümü için uygulanması gerekebilecek olan; a) 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasındaki, “7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrası ile 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 39 uncu maddesine göre verilen idari para cezaları hariç olmak üzere,” ibarelerinin, b) 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 6. maddesi ile 2004 sayılı icra ve İflas Kanununun 354. maddesine eklenen fıkradaki “bu Kanunda öngörülen” ibarelerinin, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu düşünüldüğünden, iptali için Anayasa Mahkemesine BAŞVURULMASINA, 2- Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 152/3. maddesi uyarınca beş ay içinde Anayasa Mahkemesince bir karar verilmemesi durumunda, beş ay sonra işbu dosyanın yeniden ele alınarak yürürlükteki kurallar uyarınca davanın karara bağlanmasına, Karar verildi.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları 1- 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ve Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un itiraz konusu bölümü de içeren 17. maddesinin bir numaralı fıkrası şöyledir: “7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrası ile 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 39 uncu maddesine göre verilen idari para cezaları hariç olmak üzere, 31/12/2010 tarihinden (bu tarih dâhil) önce idari yaptırım kararı verildiği halde bu Kanunun yayımlandığı tarih itibarıyla ilgilisine tebliğ edilmemiş olan ve genel bütçeye gelir kaydı gereken ve her bir kabahat için 120 Türk Lirasının (bu tutar dâhil) altında kalan idari para cezaları tebliği edilmez, tebliğ edilmiş olanların ve buna bağlı fer’i alacakların tahsilinden vazgeçilir. Bu fıkra kapsamına giren ve mülga 5539 sayılı Kanun ile 6001 sayılı Kanun gereğince verilen idari para cezası ile birlikte ilgilisine tebliği gereken ve tutarı 12 Türk Lirası ve altında kalan geçiş ücretleri için de bu fıkra hükmü uygulanır.” 2- 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un itiraz konusu ibareyi de içeren 6. maddesi şöyledir: “2004 sayılı Kanunun 354 üncü maddesinin başlığı “Davanın ve cezanın düşmesi ile ceza verilemeyecek haller” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Nafaka alacaklarına ilişkin talepler hariç, alacak miktarı asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde bu Kanunda öngörülen disiplin ve tazyik hapsi uygulanmaz.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Başvuru kararında, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine dayanılmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’nın katılımlarıyla 18.5.2011 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural sorunu üzerinde durulmuştur. Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesine göre, mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da kanun hükmünde kararname kurallarını Anayasa’ya aykırı görürler veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık savının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralların da o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak yasa kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 31.3.2011 günlü 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 6. maddesiyle, 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 354. maddesine eklenen fıkrada yer alan “….bu Kanunda öngörülen…” ibaresinin Anayasa Mahkemesi’nce iptali halinde, belli bir miktarın altında kalmak kaydıyla takibi için hapsen tazyik cezası verilen alacakların kamu-özel ayrımı olmaksızın tüm alacaklar için kaldırılacağını, dolayısıyla borçlu şahıs hakkında, 4207 sayılı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine göre tütün mamullerinin tüketilmesinden dolayı verilen idari para cezasının tahsili için 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun’un 60. maddesi uyarınca verilen hapsen tazyik cezası da uygulanamayacağından söz konusu ibarenin davada uygulanacak kural olduğunu ileri sürmektedir. 6217 sayılı Kanun ile getirilen değişiklik incelendiğinde; değişikliğin tüm alacakların takibinde hapsen tazyik cezasını kaldıran genel amaçlı bir düzenleme olmadığı, aksine belirli bir kanuna münhasır olmak üzere 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda düzenlenen ve belli bir miktarın altında kalan alacakların takibi hakkında olduğu, diğer bir anlatımla kanun koyucunun kamu-özel ayrımı olmaksızın tüm alacaklar için hapsen tazyik cezasını kaldırmak amacıyla değişikliğe gitmediği, sadece İcra ve İflas Kanunu’nda düzenlenen nafaka alacakları hariç olmak üzere diğer alacakların takibi hakkında belli bir miktarın altında kalmak kaydıyla hapsen tazyik cezasını kaldırdığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 354. maddesine eklenen fıkrada yer alan “...bu Kanunda öngörülen…” ibaresi bakılmakta olan davada uygulanacak kural niteliği taşımamaktadır. Açıklanan nedenlerle, 1- 31.3.2011 günlü, 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 6. maddesiyle, 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 354. maddesine eklenen fıkrada yer alan “… bu Kanunda öngörülen…” ibaresinin, itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme’nin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu ibareye ilişkin başvurunun Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle reddine, 2- Dosyada eksiklik bulunmadığından, 13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ve Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 17. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin “7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrası ile 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 39 uncu maddesine göre verilen idari para cezaları hariç olmak üzere…” bölümünün, esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE, karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında, adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu sürdürmekle yükümlü olan hukuk devletinde, yalnız kabahat ve cezaların saptanmasında adil ölçülerin gözetilmesiyle yetinilemeyeceği, bunların kaldırılması, değiştirilme ya da kimi olanaklar tanınması söz konusu olduğunda da aynı ölçülerin esas alınmasının zorunlu olduğu, dava konusu düzenlemeyle daha fazla idari yaptırımı gerektiren kabahat nedeniyle verilen idari para cezasının tahsilinden vazgeçilmesine rağmen, hafif olanın da tahsilden vazgeçilmemesinin adil olmadığı, Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen yasa önünde eşitlik ilkesinin, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusu olduğu, bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörüldüğü, eşitlik ilkesinin amacının, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemek olduğu, oysa somut davada yeniden değerlendirmeye konu olaya uygulanacak kural ile hemen tüm idari para cezaları yönünden, üstelik daha ağır idari yaptırımı gerektiren kabahatler yönünden dâhil, tahsilinden vazgeçilmesi sağlanmış olmasına rağmen, yalnızca tütün mamullerinin tüketilmesine ilişkin kabahat yönünden verilen idari para cezalarının kapsam dışı bırakıldığı ve dolayısıyla benzer nitelikte hatta daha hafif idari yaptırımı gerektiren kabahati işleyenler için farklı uygulama öngören bu düzenlemenin haklı bir nedeninin bulunmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İtiraz konusu bölümü de içeren 6111 sayılı Kanun’un 17. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, 7/11/1996 günlü ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 5. maddesinin birinci fıkrası ile 30/3/2005 günlü ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 39. maddesine göre verilen idari para cezaları hariç olmak üzere, 31/12/2010 tarihinden (bu tarih dâhil) önce idari yaptırım kararı verildiği halde bu Kanun’un yayımlandığı tarih itibarıyla ilgilisine tebliğ edilmemiş olan ve genel bütçeye gelir kaydı gereken ve her bir kabahat için 120 Türk Lirasının (bu tutar dâhil) altında kalan idari para cezalarının tebliğ edilmeyeceği, tebliğ edilmiş olanların ve bunlara bağlı fer’i alacakların tahsilinden vazgeçileceği kural altına alınmıştır. Böylece 4207 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na atıf yapılarak bu Kanun’a göre verilen idari para cezaları af kapsamı dışında tutulmuştur. Anayasa’nın, Cumhuriyetin niteliklerinin belirlendiği 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına saygılı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır. Anayasa Mahkemesi kararlarına göre hukuk devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir. İtiraz konusu kuralda yasama organı siyasal bir yetki olan hukuk politikası anlayışı gereği, bazı kabahatlerin yaptırımı olarak uygulanan idari para cezalarını, belli bir tutarın altında kalmak kaydıyla, af kapsamına almış ancak bu arada tütün mamullerinin tüketilmesi sonucu uygulanan idari para cezalarını af kapsamı dışında bırakmıştır. Yasama organının söz konusu af politikasını oluştururken, uygulanan yaptırımların sebebi olan kabahatlerin hafif ya da ağır olup olmadığından değil, kabahatlerin niteliklerini göz önüne alarak hareket ettiği ve bu doğrultuda yasal düzenlemede bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda yasa koyucunun kamu yararını sağlama adına kabahatlerin niteliklerinden hareketle bu kabahatlerin yaptırımı olan idari para cezalarının kaldırılmasına ilişkin bir af politikası oluşturması yasama organının takdir yetkisi içindedir. Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere yasa koyucu, genelde hukuk politikası özelde de ceza politikası gereği Anayasa’nın ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla cezalandırmada güdülen amacı da gözeterek hangi eylemlerin suç veya kabahat sayılacağını ve bunlara verilecek ceza veya yaptırımın türü ve miktarı ile artırım ve indirim nedenlerini saptayabileceği gibi verilen idari para cezalarının tahsilinden vazgeçilmesini de öngörebilir. Diğer taraftan Anayasa’nın 10. maddesinde herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu belirtilmiştir. Eşitlik ilkesinin amacı, hukuksal durumları aynı olanların kanunlarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere kanun karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi zedelenmiş olmaz. İtiraz konusu kural ile, belirli bir tutarın altında kalan idari para cezaları af kapsamına alınmış, ancak 4207 sayılı Yasa kapsamında verilen idari para cezaları af kapsamı dışında bırakılmıştır. Af kapsamı belirlenirken kabahatlerin niteliğinden hareket edilmiş, farklı kabahatler ile farklı yasal düzenlemeleri ihlal eden dolayısıyla da farklı hukuksal konum ve statüde bulunan bireyler açısından bir ayrımda bulunulmuştur. Bu nedenle itiraz konusu kural ile öngörülen affa konu kabahatler arasındaki ayrımın Anayasa’da güvence altına alınan kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğu söylenemez. Zira yasa koyucu idari para cezalarının affı konusunda ayrım yaparken, kabahatleri işleyen bireylerin sahip oldukları farklı hukuki konum ve statüleri göz önüne almış, farklı konum ve statüleri doğuran farklı kabahat eylemleri ve bu eylemler dolayısıyla ihlal edilen farklı yasal düzenlemeleri af politikasına esas aldığından kanun önünde eşitlik ilkesi ihlal edilmemiştir. Ayrıca itiraz konusu kural ile getirilen düzenleme bireylerin temel hak ve özgürlüklerini tümüyle ortadan kaldıran veya hak ve özgürlüklerin kullanımını özü itibarıyla imkânsız kılan bir yasama tasarrufu niteliğinde değildir. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İptal istemin reddi gerekir. VI- SONUÇ 13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ve Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 17. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin “7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrası ile 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 39 uncu maddesine göre verilen idari para cezaları hariç olmak üzere …” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, 27.10.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Mehmet ERTEN Üye Fettah OTO Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/31 Karar Sayısı : 2011/167 Karar Günü : 22.12.2011 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Ankara 2. Vergi Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 24.6.1995 günlü, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 17. maddesinin Anayasa’nın 73. ve 91. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüğün durdurulması istemidir. I- OLAY Adana ilinden aldığı yaş sebze ve meyvenin pazarlamasını yapan şirketin satışını yaptığı meyveleri, alıcıya teslim amacıyla Ankara iline getirdiği sırada belediye zabıta ekiplerince satışın toptancı hali dışında yapıldığı gerekçesiyle belediye payı tahsilatı işleminin iptali istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırılık iddiasını ciddi bulan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Vergi Ödevi” 1982 Anayasası’nın “Temel Hak ve Ödevler” başlıklı ikinci kısmının “Siyasi Hak ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde 73. madde numarasıyla düzenlenmiştir. Anılan maddenin 3. fıkrasında; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulup, değiştirileceği veya kaldırılacağı, 4. fıkrasında ise; vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisinin Bakanlar Kuruluna verilebileceği öngörülmüştür. 1982 Anayasası’nın 91. maddesinin 1. fıkrasında ise Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebileceği, ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği hükmü yer almıştır. Yukarıda yer verilen Anayasa hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden sıkıyönetim ve olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri haricinde düzenlenen kanun hükmünde kararnameler ile vergi, resim ve harç benzeri mali yükümlülüklerin konulamayacağı, değiştirilemeyeceği ve kaldırılamayacağı, bu yükümlülüklerin ancak ve ancak kanunla veya sıkıyönetim ve olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile konulup, değiştirileceği veya kaldırılacağı anlaşılmaktadır. Bu durum aynı zamanda verginin kanuniliğini de ifade etmektedir. Vergilendirme yetkisinin sınırlandırılması, anayasal demokrasinin gelişimiyle paralellik arz eder. Vergilendirme yetkisinin sınırlandırılmasının en temel aracından birisi olan verginin yasallığı ilkesi, tarihi süreç içerisinde demokratik mücadelenin bir sonucu olarak bugünkü anayasal konumunu kazanmıştır. Vergilendirmeye ilişkin düzenlemelerin halkoyu ile seçilen parlamento tarafından kanunla yapılması ile vergilemede keyfiliğin yerini temsil, hukukun üstünlüğü ve hukuki güvenlik almıştır. Başka bir deyişle, verginin yasallığı ilkesi, keyfi ve takdiri uygulamaları önleyecek ilkelerin kanunda yer alması zorunluluğunu getirerek bireyin temel hak ve hürriyetlerini devlete karşı korur. Bu kapsamda; vergide yasallık ilkesi, vergiyi doğuran olayın, verginin konusunun, matrahının ve oranının kanun ile belirlenmesini gerektirmektedir. Öte yandan; verginin yasallığı ilkesi kamu gücüne dayalı olarak getirilen bütün mali yükümlülükleri kapsar. Bir başka deyişle, verginin yanında, resim, harç ve benzeri yükümlülükler de bu ilkenin kapsamındadır. Anayasa Mahkemesi’nin 18.7.1994 gün ve E:1994/46, K:1994/57 sayılı kararında da belirtildiği üzere, vergi ve malî yükümlülüklerin kanunla konulmasını öngören 73. madde, malî yükümlülüğün yalnızca yasa ile konulabileceği ve yasanın hiçbir şekilde bu konuda yürütme organını ve idareyi yetkili kılamayacağı anlamındadır. Yukarıda da açıklandığı üzere uyuşmazlığımızda uygulanacak norm niteliğinde olan 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin Belediye ve İşletme Payı başlıklı 17. maddesinde yer alan “Toptancı hallerde satılan malların toptan satış bedelinin % 2’sini geçmemek şartıyla belediye meclislerince düzenlenecek tarifeye göre belediye payı tahsil edilir. Bu şekilde tahsil edilen paylardan en az % 10’u, izleyen yıl belediye bütçesine toptancı hal ihtiyaçları için harcanmak üzere ödenek olarak konur ve yalnız bu amaçla harcanır. Gerçek ve tüzel kişilerce kurulacak özel toptancı hallerde malların satış bedelinin % 2’sini geçmemek üzere birinci fıkrada belirtilen esaslar çerçevesinde belirlenen belediye payı, işletme payı olarak hal işletmecisi tarafından tahsil olunur ve bunun yarısı belediye payı olarak ilgili belediyeye ödenir. Üretildiği il veya ilçe dışına sevkedilen mallar satışa sunulacağı yer haline girer ve bunlardan alınacak belediye payı, malın satışa sunulduğu yer belediyesince tahsil edilir. Malın sevkiyatında, sevk veya taşıma irsaliyesi veya ziraat odası kaydı belgelerinden birinin bulunması ve kontroller sırasında ibrazı zorunludur. Belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde toptancı hal dışında malların toptan veya her ne şekilde olursa olsun toptancı halden satın alınmadan perakende satışa sunulduğunun tespiti halinde, malların toptancı hale girişi sağlanarak hal müdürlüğünce açık artırma ile satışı yapılır veya yaptırılır. Bu durumda belediye veya işletme payı yüzde yirmibeş olarak uygulanır. Üçüncü fıkra çerçevesinde görevlilerce yakalanan malların hal müdürlüğünce satılarak elde edilen hasılatından alınacak belediye payının yarısı malları yakalayan görevliler arasında eşit oranda ödül olarak dağıtılır. Hal müdürlüğü, üçüncü fıkraya göre malın hale girişi ve satışı ile ilgili olarak yapılacak işlemleri hakem kurulunun belirlediği esaslar çerçevesinde düzenlemeye yetkili ve görevlidir. Belediye sınırları ve mücavir alanlar içerisinde toptan veya perakende mal satmak üzere münhasıran fatura veya müstahsil makbuzu ile üreticilerden mal satın alanlar satış işlemine başlamadan önce bunları fatura veya müstahsil makbuzu örnekleriyle toptancı hal müdürlüklerine bildirmek zorundadırlar. Bu durumda malların toptancı hale girişi yapılmaz ve fatura veya müstahsil makbuzunda gösterilen bedel üzerinden % 15 oranında belediye payı tahsil olunur. Bildirim yükümlülüğünün ilgililerce yerine getirilmemesi veya miktar ve değer yönünden gerçeğe aykırı bildirimde bulunulması hallerinde, belediye payı malların hakem kurullarınca tespit edilecek gerçek değer ve miktarları üzerinden % 30 oranında uygulanır.”hükmü ilgili mükelleflere vergi, resim ve harç benzeri mali yükümlülük getirilmektedir. Uyuşmazlığa konu belediye payı; vergi, resim ve harç adı altında tahsil edilmemekle birlikte ilgililere mali külfetler getirdiği kuşkusuzdur. Bu bakımdan belediye payı adı altında tahsil edilen tutarların vergi, resim ve harç benzeri mali yükümlüklerdendir ve ne kanunla ne de sıkıyönetim ve olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerine konu edilmiştir. Anılan düzenleme olağan dönem kanun hükmünde kararnamesine konu edilmiştir. Vergilendirme konusunda Bakanlar Kuruluna yasama organı tarafından Anayasanın 73. maddesinin 4. fıkrasında açıklandığı şekilde sadece “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi” verilebilir. Bunun dışında vergi, resim ve harç benzeri mali yükümlülük getirme yetkisi verilmesi yürürlükte bulunan 1982 Anayasası’na göre mümkün değildir. Aksi takdirde, anayasal demokrasinin gelişiminde bir mihenk taşı niteliğinde olan verginin yasallığı ilkesi zedelenmiş olur ve bunun sonucu olarak da, bireylerin temel hak ve hürriyetlerinin, takdiri ve keyfi idare uygulamalarından korunması olanaksız hale gelir. Sonuç olarak; vergi, resim ve harç benzeri mali yükümlülük doğuran 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükmü, 1982 Anayasası’nın 91. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.” hükmü 1982 Anayasası’nın 73. maddesinin 3. fıkrasındaki “Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.” hükmüne aykırı bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 152. ve bir davaya bakmakta olan mahkemenin, o dava sebebiyle uygulanacak olan bir kanun hükmünün Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına götüren görüşünü açıklayan kararı ile Anayasa Mahkemesine başvurması gerektiğini düzenleyen 2949 sayılı Kanun’un 28. maddesinin 1. fıkrası gereğince 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Belediye ve İşletme Payı” başlıklı 17. maddesi hükmünün,1982 Anayasası’nın 91. ve 73. maddesine aykırı olduğu kanaati ile bu hükmün iptali ve bakılan davalar açısından bu hükmün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi için iptali istenilen hükmün yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve dosyadaki belgelerin onaylı birer örneklerinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine, 23.12.2009 tarihinde karar verildi.” III- YASA METİNLERİ A- İptali İstenilen Yasa Kuralı 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 17. maddesi şöyledir: “Belediye ve İşletme Payı Madde 17- (Değişik birinci fıkra: 11/6/1998 - 4367/4 md.) Toptancı hallerde satılan malların toptan satış bedelinin % 2’sini geçmemek şartıyla belediye meclislerince düzenlenecek tarifeye göre belediye payı tahsil edilir. Bu şekilde tahsil edilen paylardan en az % 10’u, izleyen yıl belediye bütçesine toptancı hal ihtiyaçları için harcanmak üzere ödenek olarak konur ve yalnız bu amaçla harcanır. Gerçek ve tüzel kişilerce kurulacak özel toptancı hallerde malların satış bedelinin % 2’sini geçmemek üzere birinci fıkrada belirtilen esaslar çerçevesinde belirlenen belediye payı, işletme payı olarak hal işletmecisi tarafından tahsil olunur ve bunun yarısı belediye payı olarak ilgili belediyeye ödenir. (Değişik üçüncü fıkra: 5/5/2007-5652/2 md.) Üretildiği il veya ilçe dışına sevk edilen mallar satışa sunulacağı yer haline girer ve bunlardan alınacak belediye payı, malın satışa sunulduğu yer belediyesince tahsil edilir. Malın sevkiyatında, sevk veya taşıma irsaliyesi veya ziraat odası kaydı belgelerinden birinin bulunması ve kontroller sırasında ibrazı zorunludur. Belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde toptancı hal dışında malların toptan veya her ne şekilde olursa olsun toptancı halden satın alınmadan perakende satışa sunulduğunun tespiti halinde, malların toptancı hale girişi sağlanarak hal müdürlüğünce açık artırma ile satışı yapılır veya yaptırılır. Bu durumda belediye veya işletme payı yüzde yirmibeş olarak uygulanır. (Değişik : 11/6/1998 - 4367/4 md.) Üçüncü fıkra çerçevesinde görevlilerce yakalanan malların hal müdürlüğünce satılarak elde edilen hasılatından alınacak belediye payının yarısı malları yakalayan görevliler arasında eşit oranda ödül olarak dağıtılır. (Değişik : 11/6/1998 - 4367/4 md.) Hal müdürlüğü, üçüncü fıkraya göre malın hale girişi ve satışı ile ilgili olarak yapılacak işlemleri hakem kurulunun belirlediği esaslar çerçevesinde düzenlemeye yetkili ve görevlidir. Belediye sınırları ve mücavir alanlar içerisinde toptan veya perakende mal satmak üzere münhasıran fatura veya müstahsil makbuzu ile üreticilerden mal satın alanlar satış işlemine başlamadan önce bunları fatura veya müstahsil makbuzu örnekleriyle toptancı hal müdürlüklerine bildirmek zorundadırlar. Bu durumda malların toptancı hale girişi yapılmaz ve fatura veya müstahsil makbuzunda gösterilen bedel üzerinden % 15 oranında belediye payı tahsil olunur. Bildirim yükümlülüğünün ilgililerce yerine getirilmemesi veya miktar ve değer yönünden gerçeğe aykırı bildirimde bulunulması hallerinde, belediye payı malların hakem kurullarınca tespit edilecek gerçek değer ve miktarları üzerinden % 30 oranında uygulanır.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Başvuru kararında Anayasa’nın 73. ve 91. maddelerine dayanılmıştır IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi hükmü uyarınca Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Engin YILDIRIM ve Nuri NECİPOĞLU’nun katılımlarıyla 13.5.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında; öncelikle uygulanacak kural sorunu üzerinde durulmuştur. Anayasa’nın 152. maddesi ile 2949 sayılı Yasa’nın 28. maddesine göre, bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, ilgili kural ya da kuralların iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaya yetkilidir. Ancak bu hükümler uyarınca, bir mahkemenin Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilmesi için, yöntemince açılmış, mahkemenin görevine giren bakmakta olduğu bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralın da bu davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise, bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikteki kanun veya kanun hükmünde kararnamelerdir. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme’nin bakmakta olduğu davada, 552 sayılı KHK’nin 17. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca satışın toptancı hali dışında yapıldığı gerekçesiyle zabıta ekiplerince yapılan % 25 oranında belediye payı tahsilatı işleminin iptali talep edilmiştir. Başvuru kararında 552 sayılı KHK’nin 17. maddesinin davada uygulanacak bölümlerine dair bir değerlendirme yapılmadan tümünün iptali talep edilmiştir. 17. maddenin birinci fıkrası satılan mallardan tahsil edilecek belediye payı ve bunun harcama usulüne, ikinci fıkrası özel hallerce tahsil edilecek belediye payına, dördüncü fıkrası hal dışındaki satışları yakalayan görevlilerin ödüllendirilmesine ve beşinci fıkrası ise toptancı hallerine girmeden müstahsil ve üretici faturası ya da müstahsil makbuzu ile bildirim yoluyla satış yönteminde belediye payının tahsili usulünü düzenlemekte olup davada uygulanacak kural değildir. Bu nedenlerle, 1- 24.6.1995 günlü, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 17. maddesinin, 5.5.2007 günlü, 5652 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen üçüncü fıkrası dışında kalan fıkralarının, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu fıkralara ilişkin başvurunun Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, Şevket APALAK ve Serruh KALELİ’nin karşı oyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- 24.6.1995 günlü, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 17. maddesinin, 5.5.2007 günlü 5652 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen üçüncü fıkrasının esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE, 13.5.2010 gününde karar verilmiştir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ 24.6.1995 günlü, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 17. maddesinin, 5.5.2007 günlü, 5652 sayılı Yasa’nın 2. maddesiyle değiştirilen üçüncü fıkrasına ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından REDDİNE, 13.5.2010 OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. VI- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları, bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- Maddenin Üçüncü Fıkrasının 1. Cümlesinin İncelenmesi Anayasa’nın “Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” başlığını taşıyan 152. maddesinin son fıkrasında “Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz.” ; 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Başvuruya engel durumlar “ başlığını taşıyan 41. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “Mahkemenin işin esasına girerek verdiği ret kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla itiraz başvurusu yapılamaz.” denilmiştir. 5652 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen 552 sayılı KHK.’nin 17. maddesinin üçüncü fıkrasının “Üretildiği il veya ilçe dışına sevk edilen mallar satışa sunulacağı yer haline girer ve bunlardan alınacak belediye payı, malın satışa sunulduğu yer belediyesince tahsil edilir.” şeklindeki ilk cümlesine yönelik iptal başvurusu, Anayasa Mahkemesi’nin 25.2.2010 günlü, E. 2007/65, K. 2010/43 sayılı kararıyla Anayasa’ya aykırı olmadığı gerekçesi ile esastan reddedilmiş ve bu karar 21.6.2010 günlü, 27619 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Anayasa Mahkemesi’nce işin esasına girilerek reddedilen kural hakkında yeni bir başvurunun yapılabilmesi için, önceki kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı 21.6.2010 gününden başlayarak geçmesi gereken on yıllık süre henüz dolmamıştır. Açıklanan nedenlerle, 5652 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen 552 sayılı KHK’nin 17. maddesinin üçüncü fıkrasının 1. cümlesi yönünden itiraz başvurusunun, Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Kanun’un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince reddi gerekir. B- Maddenin Üçüncü Fıkrasının Kalan Bölümünün İncelenmesi Başvuru kararında, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin Belediye ve İşletme Payı başlıklı 17. maddesinde yer alan belediye payının; vergi, resim ve harç adı altında tahsil edilmemekle birlikte ilgililere mali külfetler getiren bir yükümlülük olduğu, bu bakımdan belediye payı adı altında tahsil edilen tutarların vergi, resim ve harç benzeri mali yükümlüklerden olduğu halde, olağan dönem kanun hükmünde kararnameye konu edildiği bunun da Anayasa’nın 73. ve 91. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 552 sayılı KHK’nin 17. maddesinin üçüncü fıkrasında, üretildiği il veya ilçe dışına sevk edilen malların satışa sunulacağı yer haline yani tüketim yeri haline girmesi zorunluluğu getirilmiş olup, bunlardan alınacak belediye payının da malın satışa sunulduğu yer belediyesince tahsil edileceği düzenlenmiştir. Buna göre belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde toptancı hal dışında malların toptan veya her ne şekilde olursa olsun toptancı halden satın alınmadan perakende satışa sunulduğunun tespiti halinde, malların toptancı hale girişi sağlanarak hal müdürlüğünce açık artırma ile satışı yapılacak ve bu durumda yüzde iki olan belediye payı yüzde yirmibeş olarak uygulanacaktır. Anayasanın “Vergi ödevi” başlıklı 73. maddenin üçüncü fıkrasında “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülük kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” denilmiştir. Öğreti ve uygulamada verginin yasallığı ilkesi olarak adlandırılan bu ilke vergi, resim, harç ve benzeri bütün yükümlülüklerin kanunla düzenlenmesi zorunluluğunu öngörmektedir. KHK çıkarılması yetkisini düzenleyen Anayasa’nın 91. maddesinde “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kurulu’na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın İkinci Kısmı’nın birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasî haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.” denilerek Anayasa’nın bu yasak alan içerisinde kalan 73. maddesinde belirtilen vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin KHK’lerle düzenlenemeyeceği öngörülmüştür. 552 sayılı KHK’nin 17. maddesinin itiraz konusu üçüncü fıkrası, KHK’ye 5.5.2007 günlü, 5652 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Değiştirilerek Kabulüne İlişkin Kanun’un 2. maddesiyle eklenmiştir. Dolayısıyla kural, KHK ile değil kanunla getirilmiştir. Kanunla getirilen itiraz konusu kural Anayasa’nın 73. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Kuralın Anayasa’nın 91. maddesi ile ilgisi görülmemiştir. VII- SONUÇ 24.6.1995 günlü, 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 17. maddesinin, 5.5.2007 günlü, 5652 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen üçüncü fıkrasının; 1- Birinci tümcesinin iptali istemine ilişkin itiraz başvurusunun, Anayasa’nın 152. maddesinin son fıkrası ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince REDDİNE, 2- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, 22.12.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN YÖNTEMDE AYRIŞIK OY Esasının incelenmesine geçilen 552 sayılı K.H.K.’nin 17. maddesinin 5652 sayılı Yasayla değişik üçüncü fıkrasında sözü edilen ve maddenin esasını oluşturan “belediye payı”nın itiraza etken olduğu kuşkusuzdur. Üçüncü fıkraya dayanılarak alınan belediye payına maddenin birinci fıkrasında öngörülen ölçütlerle belirlenen belediye payı esas alınmakta ve itiraz belediye payının belirlenmesine ilişkin işlem olgusunda toplanmaktadır. Bu nedenlerle belediye payının belirlenmesine ilişkin birinci fıkranın, itiraz nedeni ve üçüncü fıkrayla ilintisi karşısında uygulanacak kural olma özelliğinde duraksama yoktur. Aynı yaklaşım ışığında belediye payını konu alan maddenin tümüyle esas incelenmesine alınması gerektiği de ayrı bir gerçektir. Bu nedenle ilk incelemeye ilişkin evrede alınan 13.5.2007 günlü kararın yetkisizlikten retle ilgili kısmına karşıyım. Üye Şevket APALAK KARŞIOY İtirazen iptal başvurusunda bulunan mahkemenin, başvuru kararında 552 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’nin “Belediye ve İşletme Payı” başlığı altında yer alan 17. maddesinin 5652 sayılı Yasa’nın 2. maddesiyle 17. maddeye eklenen değişik üçüncü fıkrası dahil tamamının iptalini istediği görülmüştür. Davada uygulanacak yasa kuralı davayı yürütmede ki uyuşmazlığı sonuçlandırmada etki yapacak nitelikte bulunan, kararın dayanağını oluşturmaya yarayan iddia ve savunma çerçevesinde karar vermek için göz önünde tutulması gereken kural olması gerekir. Mahkeme somut olayda satılmak üzere alıcısına teslim edilmek amacı ile Ankara’ya getirilen yaş sebze ve meyvenin toptancı hal dışında satışa sunulduğu tespiti üzerine, belediye meclisince oluşturulmuş tarifeye göre belirlenen belediye payı olan, malın satış bedeli üzerinden % 25’lik tutarının, davacıdan tahsil isteminin Anayasa’nın 73. ve 91. maddelerine aykırı olduğunu ve bu nedenle iptal konusu 17. maddenin tüm fıkraları ile birlikte tamamının uyuşmazlıkta uygulanacak kural olduğu kanaatine vardığı görülmektedir. Beş fıkradan oluşan kuralın ilk fıkrasında; Haller’de satılacak mallardan tahsil edilecek belediye payı ve bunun harcama usulü, ikinci fıkrasında özel toptancı hallerinde belediye payı tahsil usulü, dördüncü fıkrasında hal dışında satışa hazır yakalanan maldan görevli ödül payı, beşinci fıkrasında toptancı haline girmeden müstahsil ve üretici faturası ya da müstahsil makbuzu ile bildirim yoluyla satış yönteminde belediye payının tahsili usulünün, 5652 sayılı Yasa ile değişik üçüncü fıkrasında ise, üretildiği il dışına çıkarılan malın hangi yer “belediye payı” tahsil yetki alanına gireceği, sevkiyatta ibrazı zorunlu belgeler, toptancı hal dışında satın alınan malın satışa sunulduğunun tespiti halinde malın satış usulü ve belediyece alınacak pay oranı ifade edilmektedir. Görüleceği üzere, farklı konuların düzenlendiği normu, hiçbir fıkrası yönünden somut olaya tatbik etmeyen mahkeme toptancı hal dışında satış nedeniyle düzenlenen belediye payı tahsiline ilişkin davada farklı fıkralardaki belediye pay tahsil usulüne de, yakalayanların ödül payına da, ibrazında istenen belgelerin varlığına da hiçbir ayrım yapmadan Anayasa’nın 73. maddesi kapsamında Anayasa’ya aykırı bulduğu sonucu doğuran sav ile Anayasa Mahkemesi önüne taşımıştır. 2949 sayılı Yasa’nın 28. maddesi gereği, somut olay nedeniyle davada uygulanacak ve Anayasa’ya aykırılığı iddiasının ciddiyetine kanaat getirilen kural bu yoldaki gerekçeli kararı ile birlikte Anayasa Mahkemesine getirilmek zorundadır. Mefhumu muhalifinden’de kuralın somut olayla bağdaşmayan ve ilgisiz olan kısımlarının ise ayıklanarak, ayırt edilmek zorunda olduğu anlaşılacaktır. Başvuran mahkemenin davada uygulanacak kuralı somut bir olayda bazen çok hassas biçimde ayırt edememesi olasılığı bulunsa bile beş fıkradan oluşan, ancak bir fıkrasının uygulanacak kural niteliğinde kabul edildiği 552 sayılı K.H.K. 17. maddesinin ilgili fıkralarının hangi nedenlerle davada uygulanacağını ve Anayasa’nın 73. maddesi yönünden aykırı olduğunu genel ifade ile değil özelde normun her fıkrası ve gerektiğinde denetlenmesini istediği her cümlesi ile ilgisini kurarak gerekçelendirmesi zorunludur. Yasanın aradığı bu hükmün göz ardı edilerek, soyut kural bütününün, olaya somutlaştırmadan ve de makul ve kabul edilebilir nitelikte gerekçe olmaksızın başvuruya konu edilmesi hali karşısında, başvuru usulüne ilişkin görevini eksik yerine getiren mahkeme başvurusunun eksikliklerin giderilmesi amacı ile geri çevrilerek mahkemesine iadesi gerekirken, işin esasına geçilmesi kararına katılınmamıştır. Üye Serruh KALELİ [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/118 Karar Sayısı : 2011/170 Karar Günü : 22.12.2011 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Bursa 2. Vergi Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 18.2.2009 günlü, 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un, geçici 3. maddesinin “Tahsil edilmiş tutarlar red ve iade edilmez.” biçimindeki son cümlesinin Anayasa’nın 10. maddesine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I- OLAY Davacı adına ikmalen salınan ve tahsil edilen özel tüketim vergisinin, 5838 sayılı Kanun’un, geçici 3. maddesi uyarınca iadesi isteminin reddi üzerine açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Anayasanın 10. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen eşitlik ilkesi, bu ilkeden yararlananlar açısından bir temel hak, yani eşit işlem görmeyi ya da ayrım gözetilmemesini isteme hakkını doğurduğu tartışmasızdır. Bununla birlikte eşitlik, aynı zamanda, muhataplarını yani devlet organları ve idare makamları anayasal bir buyruk ile devlet yönetiminde benimsenmesi gereken, egemen temel bir ilkeyi vurgulamaktadır. Eşitlik ilkesi, şekli hukuki eşitlik ve maddi hukuki eşitlik olarak iki anlamda yorumlanabilir. Şekli hukuki eşitlikten kastedilen kanunların genel ve soyut nitelik taşıması, yani kapsadığı herkese eşit olarak uygulanmasıdır. Anayasanın 10’uncu maddesinin, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa “imtiyaz” tanınamayacağı yolundaki ikinci fıkrası da bu anlamda bir eşitliği hedeflediği anlaşılmaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 06.07.2000 tarih ve E. 2000/21, K. 2000/16 sayılı kararında, Anayasa’nın 10. maddesinde belirtilen “yasa önünde eşitlik ilkesi” hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusu olduğunu; bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörüldüğü; eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasa karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemek olduğu; bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesinin yasaklandığı; durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabileceği; aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmayacağı ifade edilmiştir. Ancak şüphesiz ki, eşitlik ilkesinin anlamını şekli hukuki eşitlikle sınırlandırmak mümkün değildir. Maddi hukuki eşitlik, şekli eşitliğin ötesinde, aynı durumda bulunanlar için haklarda ve ödevlerde, yararlarda ve yükümlülüklerde, yetkilerde ve sorumluluklarda, fırsatlarda ve hizmetlerde eşit davranma zorunluluğunu içermektedir. Bu anlamda eşitlik ilkesinin ihlal edilmiş olup olmadığının anlaşılabilmesi için Anayasaya uygunluk denetiminde sadece kanunların genel ve soyut nitelik taşıyıp taşımadıklarının değil, onların içeriklerinin de araştırılması gerekir. Bu kapsamda; itiraza konu Kanun kuralının genel ve soyut ve dolayısıyla şekli anlamda eşitlik ilkesini gözetir nitelikte olduğu açıktır. Ancak söz konusu Kanun kuralının maddi hukuk anlamında eşitlik ilkesi ile örtüşüp örtüşmediği madde içeriğinde yapılacak analizle mümkün olacaktır. Bu doğrultuda 5838 sayılı Kanunun geçici 3. maddesi ile, esasında daha önceleri yapılan vergilendirmeden devletin bir egemen olarak vazgeçmesini, bu vazgeçmeden kaynaklı uygulamanın da ne şekilde olması gerektiği hususu düzenlenmiştir. Bu çerçevede oluşan bu yeni durum ile yeni tarhiyatlar yapılmamış, yapılan tarhiyatlar ise terkin edilmiştir. Ancak itiraza konu “Tahsil edilmiş tutarlar red ve iade edilmez.” yasa hükmü nedeniyle daha evvelinden tarh ve tahakkuk aşaması geçip tahsilatı yapılan vergilerin iadesine engel olunmuştur. Böylece söz konusu Kanun kuralı, aynı durumda olup aynı verginin -Özel Tüketim Vergisinin- mükellefi olan kişiler noktasında vergisel yükümlülüklerini zamanında yerine getiren ile getirmeyen, incelemeye dayalı olarak yapılan tarhiyatlarda hakkında incelemeye başlanılan ile başlanılmayan, tahakkuk eden vergileri zamanında ödeyen ile ödemeyenler arasında Anayasa’nın 10. maddesinde bahsedilen eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmuştur. Bu hukuki durum maddi olay kapsamında ele alındığında ise; davacı şirket, hakkında daha önce vergi incelemesi yapıldığı için tarhiyatlara muhatap olmuşken, davacı ile aynı vergi yükümlülüğünü doğuracak aynı nitelikte emtiayı ithal eden ancak haklarında henüz vergi incelemesi yapılmamış diğer mükellefler ile ya da tarhiyatlara muhatap olmakla birlikte yasal yükümlülüğünü süresinde yerine getirmeyip ödemede bulunmayan mükellefler arasında yani eşitler arasında tesis edilmesi gereken (yatay) eşitlik ilkesinin zedelendiğini göstermektedir. Ayrıca yasal sorumluluklarını yerine getirmekte acele edip hukuka uygun davranan mükelleflerin korunması gerektiği yerde söz konusu Kanun hükmü ile cezalandırılması sonucu doğması ise işin diğer boyutudur. Böylece eşitler arasında gözetilmesi gereken adalet (yatay adalet) gözetilmemiş; kurallara uygun hareket eden mükellefler itiraz konusu hükümle üzerlerinde bırakılan ekstra mali yükümlülükle bir nevi cezalandırılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Anayasa’nın 152. maddesi uyarınca bir davaya bakmakta olan mahkemenin, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına götüren görüşünü açıklayan kararı ile Anayasa Mahkemesine başvurması gerektiğini düzenleyen 2949 sayılı Kanunun 28. maddesinin 2. fıkrası uyarınca; 5838 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un Geçici 3. maddesinin “Tahsil edilmiş tutarlar red ve iade edilmez.” hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, dosyadaki belge örneklerinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine, Anayasa Mahkemesince bir karar verilinceye kadar veya dosyanın anılan Mahkemeye gidişinden itibaren beş aylık sürenin dolmasına kadar davanın bekletilmesine, 11.11.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 18.2.2009 günlü, 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un itiraz konusu kuralı da içeren geçici 3. maddesi şöyledir: “4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununa ekli (II) sayılı listede yer alan ve 1/8/2002 - 21/7/2005 tarihleri arasında 87.03 G.T.İ.P. numarasından özel tüketim vergisi beyan edilmesi gerekirken 87.04 G.T.İ.P. numarasından özel tüketim vergisi beyan edilen araçlarla ilgili olarak, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki dönemler için özel tüketim vergisi tarhiyatı yapılmaz, daha önce yapılan tarhiyatlardan vazgeçilir, tahakkuk eden tutarlar terkin edilir. Tahsil edilmiş tutarlar red ve iade edilmez.” B- Dayanılan Anayasa Kuralı Başvuru kararında, Anayasa’nın 10. maddesine dayanılmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi’nin İçtüzüğünün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI’nın katılımlarıyla 13.1.2011 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralı ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- Anlam ve Kapsam Özel tüketim vergisi (ÖTV), harcamalardan alınan tek aşamalı, dolaylı bir vergi olup Türk Gümrük Tarife Cetvelinde tanımı verilmiş mallar üzerinden bir defaya mahsus olarak alınmaktadır. ÖTV kapsamına giren mallar, Kanun’a ekli (I), (II), (III) ve (IV) sayılı listelerde Türk Gümrük Tarife Cetvelinde yer alan Gümrük Tarife İstatistik Pozisyon (G.T.İ.P) numaraları itibariyle tespit edilmiştir. Listelerde yer alan her mal için ayrı G.T.İ.P. numarası belirlenmiş, yanında malın ismi ve vergi oranı yazılmıştır. 4760 sayılı Kanun’a ekli (II) sayılı listede kayıt ve tescile tabi olan ve olmayan kara, hava ve deniz taşıtları yer almaktadır. (II) sayılı listede, 87.03 tarife pozisyonunda binek otomobilleri ve insan taşımak için imal edilmiş diğer motorlu araçlar; 87.04 tarife pozisyonunda ise kayıt ve tescile tabi olmak koşuluyla eşya taşımaya mahsus motorlu taşıtlar vergilendirilmektedir. Özel Tüketim Vergisi Kanunu’na ekli listelerde yer alan tarife pozisyon numaraları ve içeriklerinin değiştirilmesi mümkündür. Pozisyon numaralarının veya içeriklerinin değiştirilmesi, bazı malların tarife kapsamına girmesi bazı malların ise kapsam dışında kalması veya bazı malların vergi oranlarının değişmesi sonucunu doğurmaktadır. Yasa çıkarılmadan tarife pozisyonu ve içeriklerinde yapılan değişiklikler bazı araçların vergi oranlarının yükselmesine neden olduğundan, 5398 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine Ve Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunda Ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 28. maddesiyle, 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’na ekli listelerde değişiklik yapılarak (II) sayılı listedeki 87.03 ve 87.04 Gümrük Tarife İstatistik Pozisyonlarındaki araçlar ile bu araçlara uygulanacak ÖTV oranları yeniden düzenlenmiştir. 5838 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralı içeren geçici 3. maddesinde de 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’na ekli (II) sayılı listede yer alan ve 1.8.2002-21.7.2005 tarihleri arasında 87.03 G.T.İ.P. numarasından özel tüketim vergisi beyan edilmesi gerekirken 87.04 G.T.İ.P. numarasından özel tüketim vergisi beyan edilen araçlarla ilgili olarak, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki dönemler için özel tüketim vergisi tarhiyatı yapılmayacağı, daha önce yapılan tarhiyatlardan vazgeçileceği, tahakkuk eden tutarların terkin edileceği kuralına yer verilmiştir. Sözü edilen geçici 3. madde, ikmalen yapılan ek tarhiyatlara yönelik olup mükelleflerin beyanlarına göre belirlenen asıl vergiyi kapsamamaktadır. Madde ile ek vergi tarhiyatları kaldırıldığından bunlara bağlı olarak kesilen vergi cezaları da kendiliğinden kalkacaktır. Hakkında henüz ek tarh ya da tahakkuk işlemi yapılmamış ya da yapılmış ancak tahakkuk eden vergiyi henüz ödememiş olan mükellefler ise ek vergi ödemesi yapmayacaktır. 3. maddenin iptali istenilen “Tahsil edilmiş tutarlar red ve iade edilmez.” cümlesi ile beyana göre tarh edilen asıl vergi haricinde sonradan ikmalen uygulanan ek vergilendirme işleminde tarh ve tahakkuk aşaması geçilerek tahsili gerçekleştirilen tutarların red ve iade edilmeyeceği öngörülmüştür. B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Başvuru kararında, geçici 3. madde ile devletin egemenlik gücüne dayanarak vergiden vazgeçtiği, yeni tarhiyatların yapılmadığı, yapılanların terkin edildiği ancak maddenin iptali istenilen cümlesi ile daha önceden tarh ve tahakkuk aşamasını geçip tahsil edilen vergilerin iadesine engel olunduğu, zamanında vergi yükümlülüğünü yerine getiren ile getirmeyen, incelemeye dayalı olarak yapılan tarhiyatlarda hakkında incelemeye başlanılan ile başlanılmayan, tahakkuk eden vergileri zamanında ödeyen ile ödemeyenler arasında eşitlik ilkesine aykırılık oluştuğu, hukuka uygun davranan mükelleflerin korunması gerektiği halde Kanun hükmü ile fazladan mali yük altında bırakılarak bir anlamda cezalandırıldığı, bu nedenlerle itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 10. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesi, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasa karşısında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden ayrı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi ihlâl edilmiş olmaz. Vergi, devletin egemenlik gücüne dayanarak kamu giderlerine katılımı sağlamak amacıyla kişilerden aldığı ekonomik değerdir. Gerçek veya tüzel kişilerden mali güçlerine göre hukuksal zor altında ve karşılıksız olarak alınır. Vergi sisteminin, ilkeleri, kuralları ve unsurlarıyla istikrarlı ve düzenli olması ve bu düzenin korunması asıl olup, yasa koyucu da anayasal ilkeler çerçevesinde bunu sağlamakla ve kurallarını koymakla yükümlüdür. Hukuk devletinde yasa koyucu, Anayasa ve vergi hukukunun temel ilkelerine bağlı kalarak, kamu yararı ve kamu düzeni gibi nedenlerle yeni vergi koyabilir, oranlarını değiştirebilir veya kaldırabilir. Anayasa ve yasalarla kamu giderlerinin karşılanabilmesi için herkese bir ödev olarak öngörülen vergi ödeme yükümlülüğünün, zamanında ve eksiksiz yerine getirilmesi gerekir. Ancak, devletin de üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerektiği açıktır. Devletin vergilendirme yetkisi, vergide yasallık, eşitlik, mali güç ve genellik gibi kimi anayasal ilkelerle sınırlandırılmıştır. İptali istenilen kuralın yer aldığı geçici 3. maddeye göre, 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununa ekli (II) sayılı listede yer alan ve 1.8.2002 – 21.7.2005 tarihleri arasında 87.03 G.T.İ.P. numarasından beyan edilmesi ve ödenmesi gereken özel tüketim vergisinde tartışma bulunmamaktadır. Mükellefler, belirtilen tarihler arasında vergiye tabi olan araçların tanımlanmasında esas alınan ölçütlerin değiştirilmesi nedeniyle, 87.04 G.T.İ.P. numarasından diğer bir anlatımla yanlış tarife pozisyonundan özel tüketim vergisi beyanında bulunmuş ve buna göre vergileri tarh ve tahakkuk ettirilerek tahsil edilmiştir. Geçici 3. madde, 87.03 G.T.İ.P. numarasından beyan edilmesi ve ödenmesi gerektiği halde 87.04 tarife pozisyonundan beyan edilen araçlarla ilgili bu beyana göre tarh veya tahakkuk edilmiş vergi dışında ek vergi tarhiyatının yapılmayacağını, daha önce yapılanlardan vazgeçileceğini, tahakkuk eden tutarların ise terkin edileceğini öngörmüş ancak fazlaya ilişkin olarak tarh, tahakkuk aşaması geçilerek tahsil edilen tutarların red ve iade edilmeyeceğini belirtmiştir. Düzenlemeyle, hukuksal olarak aynı durumda olan mükellefler arasında zamanında ödeme yapan ile yapmayan arasında olumsuz bir fark yaratılmaması gerektiği halde, vergisini ödeyenin aleyhine ve eşitlik ilkesine aykırı şekilde fark oluşturulmuştur. Açıklanan nedenlerle itiraza konu kural, Anayasa’nın 10. maddesine aykırıdır; iptali gerekir. VI- SONUÇ 18.2.2009 günlü, 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un Geçici 3. maddesinin “Tahsil edilmiş tutarlar red ve iade edilmez.” biçimindeki son cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 22.12.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/62 Karar Sayısı : 2011/175 Karar Günü : 29.12.2011 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu İTİRAZIN KONUSU : 26.5.1981 günlü, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 96. maddesinin (B) fıkrasının, Anayasa’nın 2., 6., 8., 11. ve 73. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I- OLAY Davacı Şirket tarafından broşür şeklinde bastırılıp dağıtımı yapılan el ilanları için davalı Belediye’nin Meclisince belirlenmiş olan oranlar üzerinden hesaplanıp, ihtirazi kayıtla beyan edilip ödenen ilan ve reklam vergisinin tahakkuktan terkin ve iadesi istemiyle açılan davanın temyiz incelemesinde, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “... Hipermarketler Zinciri Anonim Şirketi tarafından, ihtirazi kayıtla verilen Şubat 2005 dönemine ilişkin ilan ve reklam vergisi beyannamesi üzerinden 120.000 adet broşür için tahakkuk ettirilerek, tahsil edilen ilan ve reklam vergisinin ret ve iadesi istemiyle Kartal Belediye Başkanlığına karşı açılan davayı reddeden İstanbul 3. Vergi Mahkemesinin, 10.11.2009 günlü ve E:2009/3012, K:2009/2878 sayılı ısrar kararının bozulması istemiyle yapılan temyiz başvurusunu içeren dosya, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca incelendikten sonra gereği görüşüldü: Davacı Kurumun, Şubat 2005 döneminde Kartal Belediye sınırları içinde elle dağıttığı broşürler için 28.2.2005 tarihinde ihtirazi kayıtla verdiği ilan ve reklam vergisi beyannamesi üzerinden, 28.2.2005 günlü ve 109/4 sayılı tahakkuk fişiyle her bir broşür için 0,10 YTL olarak tahakkuk ettirilen maktu vergiler, davacı tarafından aynı gün ve seri A 2546913 sayılı makbuz karşılığı ödenmiş; hukuka aykırı tahsil edildiği ileri sürülen vergilerin ret ve iadesi istemiyle dava açılmıştır. Davaya konu yapılan tahakkukun, 2464 sayılı Yasanın 96’ncı maddesinin (B) fıkrasında tanınan yetkiye dayanılarak Kartal Belediye Meclisi tarafından yürürlüğe konulan tarifede öngörülen ilan ve reklamın her biri için 0,10 YTL üzerinden yapıldığı anlaşıldığından, ilan ve reklam vergisi tahakkukunda esas alınan ve her bir broşür için belirlenen maktu verginin dayanağı, Kartal Belediye Meclisinin 7.1.2005 günlü ve 2005/7 sayılı kararıdır. Davacı tarafından; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin konulması, değiştirilmesi ve kaldırılmasında yasallık ilkesinin geçerli olduğu; bu konudaki tek istisnanın, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak konusunda Bakanlar Kuruluna verilebileceği öngörülen yetki olduğu, vergilendirme alanında belediye meclislerine tanınmış bir yetki bulunmadığından, vergilendirmeye esas alınan tarifeyi belirleyen Kartal Belediye Meclisi kararına dayanak oluşturan 2464 sayılı Kanunun 96’ncı maddesinin (B) fıkrasının, Anayasanın 73’üncü maddesine aykırı olduğu ileri sürülmektedir. 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu, belediye gelirlerini dört ayrı kısımda düzenlemiştir. Birinci Kısım, vergileri; ikinci Kısım, harçları; Üçüncü Kısım, harcamalara katılma paylarını kapsamaktadır. Yasanın Dördüncü Kısmı ise vergi ve harç tarifelerinin tespitine ilişkin düzenlemeleri de içeren çeşitli hükümlere ayrılmıştır. Vergiler, harçlar ve katılma paylarından oluşan belediye gelirlerinden harcamalara katılma payları, hizmetler dolayısıyla yapılan giderlerin tamamı üzeriden ve Yasanın Üçüncü Kısmında öngörülen yöntem ve esaslara göre tahakkuk ettirildiğinden belli tarifeye göre alınan belediye gelirleri, vergi ve harçlardan oluşmaktadır. İlan ve reklam vergisinin en az ve en çok tutarı Yasanın 15’inci maddesinde yer alan maktu tarifede öngörülmüştür. Bu tarife, 1.1.2005 tarihinden geçerli olmak üzere 31.12.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5281 sayılı Yasanın 16’ncı maddesiyle değiştirilmiştir. Değişik tarifenin (5) işaretli bölümünde; ilan ve reklam amacıyla dağıtılan broşür, katalog, duvar ve cep takvimleri, biblolar veya benzerlerinin her biri için en az 0,01; en çok 0,25 YTL ilan ve reklam vergisi belirlenmiştir. 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 96’ncı maddesinin (A) fıkrasında Bakanlar Kurulu, yasada en az ve en çok miktarları gösterilen ve aynı fıkrada yer alan vergi ve harçların tarifelerini, belediye grupları itibarıyla tayin ve tespite yetkili kılınmıştır. Maddenin birinci fıkrası gereğince Bakanlar Kurulunun 96’ncı maddenin (A) fıkrasında tanınan yetkiyi; Maliye Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatının görüşü de alındıktan sonra İçişleri Bakanlığı tarafından, belediyelerin nüfusları ile ekonomik ve sosyal gelişme durumlarına göre yapılan ve Resmi Gazetede ilan edilen gruplandırmayı gözeterek kullanması gerekmektedir. Yasanın 96’ncı maddesinin (A) fıkrasında gösterilmeyen vergi ve harç tarifelerini yapmak konusunda Bakanlar Kuruluna tanınmış bir yetki bulunmamaktadır. İlan ve reklam vergisi, 96’ncı maddenin (A) fıkrasında yer almayan vergilerdendir. 2464 sayılı Yasanın 96’ncı maddesinin (B) fıkrasında ise (A) fıkrasında sayılanlar dışındaki vergi ve harçlara ait maktu tarifelerin; bu Kanunda belirtilen en alt ve en üst sınırları aşmamak şartıyla mahallin çeşitli semtleri arasındaki sosyal ve ekonomik farklılıklar göz önünde tutularak belediye meclislerince tespit olunması düzenlenmiştir. İlan ve reklam vergisine ilişkin maktu tarifeler, 96’ncı maddenin (B) fıkrasında yer alan kuraldan dolayı, en az ve en çok tutarı 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 15’inci maddesinde öngörülen, 5281 sayılı Yasa ile değişik düzenlemedeki tutarlar gözetilerek belediye meclisleri tarafından yapılan tarifeye göre tahsil edilmektedir. Bu nedenle, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 96’ncı maddesinin (B) fıkrası, dava konusu ilan ve reklam vergisinin dayanağını oluşturmaktadır. Yasa, Bakanlar Kuruluna, 96’ncı maddenin (A) fıkrasında tanınmış olan yetkinin kullanılması sırasında tespit şekli ve duyurulması da Yasada gösterilen gruplandırmanın gözetilmesini öngörmüşken; 96’ncı maddenin (B) fıkrasında belediye meclislerine tanınmış olan yetkinin kullanılmasına esas olmak üzere, ne şekilde tespit edileceği, hangi ölçütlere dayanacağı yasada gösterilmeyen ve belirsizlik içeren, çeşitli semtler arasındaki sosyal ve ekonomik farklılıklara bakılması dışında bir ölçü öngörmemiştir. Dolayısıyla konusunu, belediye ve mücavir alanları içinde yapılan her türlü ilan ve reklamın oluşturduğu ilan ve reklam vergisi için belediye meclisleri, yetki alanında, belirlilik ve ölçülülük kriterlerini içermeyen, bu yüzden hukuki güvenlik ilkesine de aykırı düşebilecek şekilde tarife yapabilecektir. Kuralda öngörülen, çeşitli semtler arasındaki sosyal ve ekonomik farklılığın hangi ölçütlere dayanılarak göz önüne alınacağının belirsiz kalmasından doğan bu durumun, hukuki güvenlik ilkesine aykırı düştüğü açıktır. Herkesi, kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü tutan ve vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımını maliye politikasının sosyal amacı olarak belirleyen Anayasanın 73’üncü maddesi; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulmasını, değiştirilmesini veya kaldırılmasını öngörmüştür. Bu nedenle vergilendirme yetkisi, yasama organı tarafından kullanılabilen yetkilerdendir. Bu yetkinin kullanılmasında vergi yükünün âdil ve dengeli dağılımını ve herkesin mali gücüne göre vergi ödemesini sağlama amacının gerçekleştirilebilmesi için sosyal ve ekonomik değişimlerin de bir gereği olarak, 73’üncü maddenin son fıkrasında yasama organınca bu yetkinin, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerden muaflığa, vergi istisnalarına, vergi indirimlerine ve vergi oranlarına ilişkin olmak üzere ve yukarı ve aşağı sınırları yasada gösterilmek koşuluyla değişiklik yapılması konusunda Bakanlar Kuruluna kısmen devredilebilmesine olanak tanınmıştır. Anayasada, yasallık ilkesinin tek istisnasını Bakanlar Kuruluna devredilebilen bu yetki oluşturmaktadır. Bunun dışında vergilendirme alanında başka hiçbir organa tanınmış veya devredilebileceği öngörülmüş bir yetki bulunmamaktadır. Belediye Gelirleri Kanununun 96’ncı maddesinin (B) fıkrasında belediye meclislerine aynı maddenin (A) fıkrası dışında kalan vergi ve harçlara ait maktu tarifeler yapmak konusunda yetki tanıyan kural, Anayasanın 73’üncü maddesine aykırı düşmektedir. Esasen Anayasa, maktu vergileri tespit konusunda Bakanlar Kuruluna dahi yetki tanımamıştır. 2464 sayılı Yasanın 96’ncı maddesinin (B) fıkrası, aynı zamanda Anayasanın 2’nci, 6’ncı, 8’inci ve 11’inci maddelerine de aykırı görülmektedir. Yukarıda belirtilen tüm nedenlerle, davacı tarafından ileri sürülen, düzenlemenin Anayasanın 2’nci, 6’ncı, 8’inci, 11’inci ve 73’üncü maddelerine aykırı olduğu yönündeki iddia ciddi görüldüğünden, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 96’ncı maddesinin (B) fıkrasında yer alan; “Yukarıda sayılanlar dışındaki vergi ve harçların maktu tarifeleri; bu kanunda belirtilen en alt ve en üst sınırları aşmamak şartıyla mahallin çeşitli semtleri arasındaki sosyal ve ekonomik farklılıklar göz önünde tutularak belediye meclislerince tespit olunur.” şeklinde yetki tanıyan düzenlemenin iptali istemiyle ve 2949 sayılı Yasanın 28’inci maddesinin 1’inci fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine başvurulmasına; dava dosyasındaki belgelerin onaylı birer örneğinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine ve Anayasa Mahkemesince itiraz yoluyla yapılan başvuru hakkında karar verilmesine kadar yargılamanın ertelenmesine, 12.2.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 26.5.1981 günlü, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun itiraz konusu (B) fıkrasını içeren 96. maddesi şöyledir: “MADDE 96– A) Bakanlar Kurulu, bu Kanunda en az ve en çok miktarları gösterilen aşağıda yazılı vergi ve harçların tarifelerini belediye grupları itibariyle tayin ve tespit eder. 1. (...) (Madde 96 nın (A) fıkrasının (1) numaralı bendi, 7.11.1984 tarih ve 3074 sayılı Kanunun 8 inci maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.) 2. Kaynak Suları Harcı, 3. Hayvan Kesimi Muayene ve Denetleme Harcı, 4. Ölçü ve Tartı Aletleri Muayene Harcı, 5. Kayıt ve Suret Harcı, 6. İmar Mevzuatı Gereğince Alınacak Harçlar, (Ticaret ve konut bölgeleri için ayrı ayrı) 7. Muayene, Ruhsat ve Rapor Harcı, 8. Sağlık Belgesi Harcı, 9. Bina İnşaat Harcı. B) Yukarıda sayılanlar dışındaki vergi ve harçların maktu tarifeleri; bu Kanunda belirtilen en alt ve en üst sınırları aşmamak şartıyla mahallin çeşitli semtleri arasındaki sosyal ve ekonomik farklılıklar gözönünde tutularak belediye meclislerince tespit olunur. C) (Ek: 3239 - 4.12.1985) Bakanlar Kurulu bu Kanunda yer alan maktu vergi ve harçların en az ve en çok miktarlarını belirleyen hadleri birlikte veya ayrı ayrı yahut her vergi ve harçla ilgili tarifelerde yer alan en az ve en çok hadleri birlikte veya ayrı ayrı on katına kadar artırmaya ve Kanunda yazılı hadlerden az ve bu hadlerin on katından çok olmamak üzere yeni hadler tespit etmeye ve 21'inci maddede yazılı Eğlence Vergisi nispetlerini birlikte veya ayrı ayrı bir katına kadar artırmaya veya sıfıra kadar indirmeye yetkilidir.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Başvuru kararında Anayasa’nın 2., 6., 8., 11. ve 73. maddelerine dayanılmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Engin YILDIRIM ve Nuri NECİPOĞLU’nun katılımıyla 15.7.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında; dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin konulması, değiştirilmesi ve kaldırılmasında yasallık ilkesinin geçerli olduğu, bu konudaki tek istisnanın bunların muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak konusunda Bakanlar Kuruluna verilebilecek yetki olduğu, vergilendirme alanında belediye meclislerine tanınmış bir yetki bulunmadığından, belediye meclislerine bazı vergilerin tarifelerini belirleme konusunda yetki veren itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2., 6., 8., 11. ve 73. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 12. maddesi uyarınca, Belediye sınırları ile mücavir alanları içinde yapılan her türlü ilân ve reklâm, İlân ve Reklâm Vergisi’ne tabi kılınmış, aynı Kanun’un 15. maddesinde de İlân ve Reklâm Vergisi’nin tarifeleri belirlenmiştir. Söz konusu maddenin (5) numaralı bendinde; ilan ve reklam amacıyla dağıtılan broşür, katalog, duvar ve cep takvimleri, biblolar veya benzerleri için uygulanacak vergilerin alt ve üst sınırları belirlenmiş, itiraz konusu olan 96. maddesinin (B) fıkrası ile de bu verginin maktu tarifelerinin, Kanun’da belirtilen en alt ve en üst sınırları aşmamak şartıyla mahallin çeşitli semtleri arasındaki sosyal ve ekonomik farklılıklar gözönünde tutularak belediye meclislerince tespit olunacağı belirtilmiştir. Devletin kamusal gereksinimlerini karşılaması için egemenlik gücüne dayanarak tek taraflı iradesiyle kişilere yüklediği bir kamu alacağı biçiminde tanımlanan verginin, anayasal sınırlar içinde salınıp toplanması zorunluluğu açıktır. Anayasa’nın 73. maddesinde, herkesin kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü bulunduğu, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının, maliye politikasının sosyal amacı olduğu, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı öngörülerek Anayasa’nın 2. maddesinde nitelikleri belirtilen hukuk devleti ilkesi vergilendirme ilkeleri yönünden somut biçimde dile getirilmiştir. Bireylerin sosyal ve ekonomik durumlarını etkileyecek keyfi uygulamalara neden olmaması için, vergilendirmede, vergiyi doğuran olayın ve vergilerin matrah ve oranlarının, yukarı ve aşağı sınırlarının, tarh ve tahakkuklarının, tahsil usullerinin, yaptırımlarının ve zamanaşımı gibi belli başlı temel ögelerinin kanunlarla belirlenmesi gerekir. Ancak, kanun ile her konuyu bütün kapsam ve ayrıntılarıyla düzenlemenin olanaklı bulunmadığı durumlarda çerçevesi çizilerek bu sınırlar içinde kalmak koşuluyla uygulamaya ilişkin konularda yürütme organına açıklayıcı ve tamamlayıcı nitelikte düzenleyici idarî işlem yapma yetkisi verilebilir. İtiraz konusu kuralda, belediye gelirleri arasında yer alan bazı vergilerin maktu tarifelerini, kanunda belirlenen alt ve üst sınırlar arasında kalmak kaydıyla belirleme yetkisi belediye meclislerine verilmiştir. Belediye meclislerine verilen bu yetki, kanun koyucu tarafından vergilemenin temel ögelerinin belirlenerek uygulamaya, tekniğe ve uzmanlığa ilişkin konularda yürütme organına verilen düzenleyici idari işlemlerde bulunma yetkisi ya da kanunla getirilen bir düzenlemeyi açıklayıcı ve tamamlayıcı nitelikte verilen bir yetki olmayıp doğrudan vergi miktarının belirlenmesine ilişkin bir yetkidir. Anayasa’nın 73. maddesinin dördüncü fıkrasında, “vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir” denilmektedir. Buna göre, Bakanlar Kurulu, yasanın belirttiği alt ve üst sınırlar içinde değişiklik yapabilecek, ancak bu sınırları aşacak biçimde herhangi bir düzenleme getiremeyecektir. Bakanlar Kurulu’na verilen bu yetki istisnai bir yetkidir. Vergilendirmede esas kural, vergilerin kanunla konulup, kaldırılması ve değiştirilmesidir. Dolayısıyla bu konularda yukarı ve aşağı sınırları belirleme yetkisi kanun koyucuya aittir. Bu sınırlar içinde değişiklik yapma yetkisi ise kanunun öngörmesi koşuluyla ancak Bakanlar Kurulu’na verilebilir. Bu nedenle, belediye meclislerine vergi tarifesini belirleme yetkisi veren kural Anayasa’nın 73. maddesine aykırıdır. İptali gerekir. Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 8. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir. VI- İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez” denilmekte, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin üçüncü fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır. 2464 sayılı Kanun’un 96. maddesinin (B) fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür. VII- SONUÇ 1- 26.5.1981 günlü, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 96. maddesinin (B) fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 2- 2464 sayılı Kanun’un 96. maddesinin (B) fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, 29.12.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/104 Karar Sayısı : 2011/180 Karar Günü : 29.12.2011 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Tokat 1. Sulh Ceza Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 13.10.1983 günlü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48. maddesinin 8.1.2003 günlü, 4785 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen altıncı fıkrasında yer alan “…sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır.” ibaresinin, Anayasa’nın 23. maddesine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I- OLAY Uyuşturucu madde alarak araç kullanan kişinin sürücü belgesinin süresiz olarak geri alınmasının talep edildiği davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Tokat Asayiş Şube Müdürlüğüne bağlı ekiplerce 13/11/2009 tarihinde şüphe üzerine otomobil sürücüsü ..’in araçtan sağa sola yalpalayarak indiği ve elinde, içerisinde bally ile doldurulmuş bir poşet görülmesi üzerine aldırılan doktor raporunda bally kullandığı ve bu haliyle araç kullanımının tehlike doğuracağı belirtilmekle; 2918 sayılı K.Y.T.K.nun 48/6. maddesi uyarınca sürücü ehliyetinin geri alınması talep edilmiştir. Dosyamıza sunulan bilgi ve belgelerden sanığın trafik görevlileri tarafından bir şey içerken ve zik-zag yaparak gitmesi sonucunda ve nihayetinde alınan raporunda balley kullandığının belirtildiği, buna ilişkin hakkında ehliyeti süresiz alınması talep edilenle ilgili 13/11/2009 tarih ve F 748741 numaralı 2918 sayılı Yasanın 48/6. maddesine muhalefetten suç duyurusunda bulunulduğu ve mahkememize de anılan şahsın ehliyetinin sürekli alınması talebiyle başvurulduğu, mahkememizce yapılan yargılama ve alınan 17/05/2010 tarihli Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulu raporunun sonuç kısmında anılan maddenin uyarıcı ve uyuşturucu nitelikte olduğu, suiistimalinin yaygın olduğu, üretim ve ithalatının yaygın olduğu, üretim ve izninin resmi izinlere tabi olduğu, illegal kullanımı halinde TCK. 188/6. madde kapsamında değerlendirileceği rapor edilmiş ve ayrıca balley kullanımının tedavisine ilişkin bunun mümkün bulunup bulunmadığına ilişkin Tokat Adli Tıp Şube Müdürlüğünden görüş sorulmuş ve anılan Şube Müdürlüğünün 27/09/2010 tarihli yazısında uyuşturucu madde bağımlılarıyla ilgili ülke genelinde AMATEM Birimlerinin görevli olduğu, tedavi süresinin etkisinin tedavi programına ve kişinin buna uyup devam edip etmemesine bağlı olduğu bildirilmiştir. Mahkememizce yargılama yapılırken söz konusu kabahat eylemi nedeniyle sürücü belgesinin süresiz olarak geri alınması Anayasa hükümlerine ciddi oranda aykırı olduğu, aşağıdaki gerekçelerle değerlendirilmiştir. Öncelikle 2918 sayılı Yasanın 48/6. maddesi “Uyuşturucu ve keyif verici maddeleri alarak araç kullananlara, eylemi başka bir suç oluştursa bile ayrıca, altı ay hafif hapis cezası ile birlikte 532.600.000 lira hafif para cezası uygulanır ve sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır.” hükmü mevcuttur, ayrıca bu maddenin başında başka suç hükümleri saklı kalmak üzere ibaresi de mevcuttur. Öncelikle anılan uyuşmazlığa bakmayan mahkememizin görevli ve yetkili olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir buna göre Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09/06/2009 tarihli ve 2009/7-119 Esas ve 2009/158 Karar sayılı ilamına göre; “buna göre 2918 sayılı Yasanın 48/5, 5252 sayılı Yasanın 7, 5326 sayılı Yasanın 19. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; kabahat nedeniyle sürücü belgesinin geri alınmasına veya alınmamasına ilişkin olarak verilen karar 5237 sayılı TCY. kapsamında güvenlik tedbirine ilişkin olarak verilmiş bir karar ve bu anlamda 5271 sayılı CYY.nın 223. maddesi anlamında hüküm sayılamayacağından somut olayda alkollü araç kullanma kabahati nedeniyle, hükmedilecek idari tedbir nedeniyle yaptırıma karşı sadece hükümlere karşı başvurulabilecek bir yasa yolu olan temyiz yasa yoluna başvuralamaz,” daha önceden 2918 sayılı Yasanın 48. maddesindeki hafif para cezaları ve hafif hapis cezalarını mahkememiz baktığından 5252 sayılı Yasanın 7. maddesi ve Kabahatler Kanununun 3 ve 19. maddeleri dikkate alındığında artık para cezası vermeye Cumhuriyet Başsavcılıkları ve tedbir niteliğinde ehliyetin geri alınması taleplerine ise mahkememiz bakmaktadır, ayrıca dosyanın niteliği dikkate alınarak mahkememizce duruşma açılmak suretiyle yargılama yapılması yolu tercih edilmiştir. Bilindiği üzere 01/06/2005 tarihinden sonra yeni Türk Ceza Sistemi yürürlüğe girmiş ve burada da eski mülga 765 sayılı TCK. 121, 122 ve 123. maddelerinde belirtilen cezanın infazından sonra 3 yıl iyi halli olduğuna kanaat getirilmesi şartıyla 3 yıl sonunda memnu hakların iadesi sistemi mevcuttu, fakat yeni ceza sisteminde TCK 53. maddesi uyarınca suçla ilgili ceza ve güvenlik tedbirine hükmedilmesi halinde cezanın infazıyla birlikte biten hak mahrumiyetleri düzenlemesi getirilmiştir, yani yeni sistemde infazdan sonra tedbir niteliğindeki hak mahrumiyeti söz konusu değildir. Bu bağlamda Yargıtay 10. Ceza Dairesinin “Uyuşturucu suçlarından 5237 sayılı TCK.nun 5. ve 53. maddeleri ile 5252 sayılı TCK.nun uygulama Kanununun geçici 1. maddesi hükmü gereğince sanık hakkında 2918 sayılı Yasanın 119. maddesinin uygulanmasına olanak bulunmaması” (10. Ceza Dairesi 2008/14735 Esas, 2009/429 Karar) hükmü de dikkate alındığında artık suçlarda 2918 sayılı Yasanın 119. maddesindeki uyuşturucu ve benzeri suçlardan mahkûmiyet halinde sürücü belgesinin süresiz alınması da artık mümkün değildir. Hal böyleyken daha ağır nitelikte olan suçlar için yeni Türk Ceza sisteminde infazdan sonra hak mahrumiyeti söz konusu olmazken Karayolları Trafik Kanununu 48/6. maddesindeki sürücü belgesinin süresiz olarak geri alınması Anayasamıza aykırıdır. Şöyleki; Sürücü belgesi bir kimse için bu çağımızda araçların çoğaldığı, bireysel araç kullanımının arttığı bu devirde kanaatimize göre seyahat hürriyeti açısından son derece önemlidir. Yani bir kimsenin sürücü belgesinin olmaması seyahat hürriyetini ciddi oranda kısıtlama getirmektedir. Bu bağlamda Anayasamızda yerleşme ve seyahat hürriyetini düzenleyen; “Madde 23- Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir. Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak; Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek; Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir. (Değişik fıkra:07.05.2010-5982 S.K./3.mad) Vatandaşın yurtdışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir. Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun bırakılamaz.” hükmü mevcuttur, buna göre bu şekilde bir kabahat nedeniyle süresiz olarak sürücü belgesinin geri alınması Anayasamızın bu hükmüne ciddi oranda aykırılık teşkil etmektedir. Yine Anayasamızın 23. maddesindeki seyahat hürriyetinin dolaylı olarak bir çok hürriyetle ilintili olması nedeniyle de bu yönüyle de kanaatimize göre 2918 sayılı Yasanın 48/6. maddesindeki “... sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır.” Anayasamıza aykırılık teşkil etmektedir. Ayrıca Avrupa insan Hakları Sözleşmesi hükümlerinde ve yine Anayasamızın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” bu madde hükmüne göre de bu şekilde trafikteki kabahat eylemi nedeniyle bu oranda Anayasamızın 23. maddesindeki yerleşme ve seyahat hürriyetinin özüne dokunacak surette ve yine ölçüsüz bir şekilde tedbir uygulanması bu yönüyle de kanaatimize göre 2918 sayılı Yasanın 48/6. maddesindeki “... sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır.” Anayasamıza aykırılık teşkil etmektedir. Sonuç olarak; hakkında tedbir uygulanmak istenilen kişi ile ilgili 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının 48/6 “… sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır” ibaresinin Anayasanın 23. maddesindeki seyahat hürriyeti ve yine bu hürriyet ile bağlantılı olarak bir çok temel hak ve özgürlüğü de dolaylı olarak etkileyebileceği anlaşılmakla Anayasamızın 152. maddesi ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 28. ve 29. maddeleri uyarınca anılan metnin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, bu tarihten itibaren 5 ay içerisinde, Anayasa Mahkemesince, karar verilmediği taktirde dosyamızın yeniden işleme alınıp (13/03/2011 tarihinde) mevcut mevzuat uyarınca karar verilmesine şeklinde karar vermek gerekmiştir. Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere, Hakkında tedbir uygulanmak istenilen kişi ile ilgili 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının 48/6 “...sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır.” ibaresinin, Anayasanın 23. maddesindeki seyahat hürriyeti ve yine bu hürriyet ile bağlantılı olarak bir çok temel hak ve özgürlüğü de dolaylı olarak etkileyebileceği anlaşılmakla Anayasamızın 152. maddesi ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 28. ve 29. maddeleri uyarınca anılan metnin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, Bu tarihten itibaren 5 ay içerisinde, Anayasa Mahkemesince, karar verilmediği taktirde dosyamızın yeniden işleme alınıp (13/03/2011 tarihinde) mevcut mevzuat uyarınca karar verilmesine, Dair hakkında tedbir uygulanması talep edilen vekilinin yüzüne karşı tedbir istenilenin yokluğunda karar verildi, 13/10/2010” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı İtiraz konusu ibareyi de içeren 2918 sayılı Kanun’un 48. maddesi şöyledir: “Madde 48- Uyuşturucu veya keyif verici maddeleri almış olanlar ile alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin kara yolunda araç sürmeleri yasaktır. (Değişik fıkra: 08/01/2003 - 4785 S.K./3. md.) Uyuşturucu veya keyif verici maddelerin cinsleri ile alkollü içkilerin etki dereceleri ve kandaki miktarlarını tespit amacıyla, trafik zabıtasınca teknik cihazlar kullanılır. Tespit usulleri ve muayene şartları, Sağlık Bakanlığının görüşüne uygun olarak hazırlanacak yönetmelikte düzenlenir. Bu madde hükmüne uymayan sürücüler derhal araç kullanmaktan men olunur. (Ek fıkra: 17/10/1996 - 4199/20 md; Değişik fıkra: 21/05/1997 - 4262/4 md.) Toplu taşım araçlarında sigara içilemez. Sigara içenler hakkında 4207 sayılı Tütün Mamüllerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun hükümleri uygulanır. (Değişik fıkra: 08/01/2003 - 4785 S.K./3. md.) Yönetmelik ile belirtilen miktarların üzerinde alkollü araç kullandığı tespit edilen sürücülerin, suçun işlendiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; birinci defasında sürücü belgeleri altı ay süreyle geri alınır ve haklarında 265 300 000 lira para cezası uygulanır. İkinci defasında sürücü belgeleri iki yıl süreyle geri alınır ve haklarında 332 600 000 lira para cezası uygulanır ve bu sürücüler Sağlık Bakanlığınca, esas ve usulleri Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine tabi tutulurlar, eğitimi başarıyla tamamlayanların belgeleri süresi sonunda iade edilir. Üç veya üçten fazlasında ise, sürücü belgeleri beş yıl süreyle geri alınır ve altı aydan aşağı olmamak üzere hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır. Ayrıca, psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar. Bu değerlendirme ve muayene sonrasında uygun görülenlere, geri alma süresi sonunda sürücü belgeleri iade edilir. Psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesinin yapılmasına dair esas ve usuller yönetmelikte gösterilir. (Değişik fıkra: 08/01/2003 - 4785 S.K./3. md.) Uyuşturucu ve keyif verici maddeleri alarak araç kullananlara, eylemi başka bir suç oluştursa bile ayrıca, altı ay hafif hapis cezası ile birlikte 532 600 000 lira hafif para cezası uygulanır ve sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır.” B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları Başvuru kararında, Anayasa’nın 23. maddesine dayanılmış, 2. maddesi ise ilgili görülmüştür. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi hükmü uyarınca Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN ve Celal Mümtaz AKINCI’nın katılımlarıyla yapılan ilk inceleme toplantısında; 1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin ESASININ İNCELENMESİNE, 7.12.2010 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında, sürücü belgesinin, araçların çoğaldığı ve bireysel araç kullanımının arttığı günümüzde seyahat özgürlüğü açısından son derece önemli olduğu, bir kimsenin sürücü belgesinin olmamasının seyahat hürriyetini ciddi oranda kısıtladığı ve trafikteki bir kabahat eylemi nedeniyle sürücü belgesinin süresiz olarak geri alınmasının seyahat hürriyetini özüne dokunacak şekilde sınırladığı ve öngörülen tedbirin ölçüsüz olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 23. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle itiraz konusu kural Anayasa’nın 2. maddesi yönünden de incelenmiştir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 1. maddesinde, Kanun’un amacı karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlaması ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemlerin belirlenmesi olarak ifade edilmiştir. Bu bağlamda trafik düzeni ve güvenliğinin sağlanması amacıyla Kanun’un “alkollü içki, uyuşturucu ve keyif verici maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı” başlıklı 48. maddesinde uyuşturucu veya keyif verici maddeleri almış olanlar ile alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin kara yolunda araç sürmelerinin yasak olduğu belirtilmiştir. Maddenin itiraz konusu ibareyi de içeren son fıkrasında ise uyuşturucu ve keyif verici maddeleri alarak araç kullananlara, eylemi başka bir suç oluştursa bile ayrıca, altı ay hafif hapis cezası ile hafif para cezası uygulanacağı ve sürücü belgelerinin süresiz olarak geri alınacağı kural altına alınmıştır. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Yasakoyucu, kamu düzeninin korunması amacıyla ceza hukuku alanında düzenleme yaparken Anayasa’ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla toplumda hangi eylemlerin suç sayılacağı ve suç sayılan bu eylemlerin hangi tür ve ölçüde cezai yaptırıma bağlanacağı konusunda anayasal sınırlar içinde takdir yetkisine sahiptir. Bu yetki, idari yaptırımlar bakımından da geçerlidir. Bu bağlamda hukuk devletinde, ceza hukuku alanında olduğu gibi idari yaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de kuralların, önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir. Ceza hukukunda, doğrudan doğruya bir suçun karşılığı olmak üzere öngörülen asli cezanın yanında, bu cezanın etkisini artırmak, suç işlenmesinde caydırıcılığı sağlamak için, asli cezaya ek olarak kimi hak yoksunlukları da getirilmiştir. Ancak, ceza hukuku alanında olduğu gibi hak yoksunluğu getiren diğer düzenlemelerde de hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. İtiraz konusu kuralın, toplumun, refah, huzur ve mutluluğunu etkileyen trafik kazalarının önlenmesini sağlamak, dolayısıyla kişilerin can ve mal güvenliğini ve kamu düzenini korumak amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu düzenlemenin anayasal sınırlar içinde yasa koyucunun takdirinde olduğu açıktır. Ancak itiraz konusu kuralda, sürücü belgesinin geri alınmasının düzenlendiği diğer kuralların aksine muayene ve tedavi tedbirine yer verilmemesi, kişinin tedavi ve ıslah olması halinde sürücü belgesi almasına imkan tanınmaması, güvenli sürüş yeteneğini kaybetme ölçütüne yer verilmemesi ve belirli sürelerle kademelendirmenin de yapılmaması nedeniyle kuralın hakkaniyete aykırı sonuçlar doğuracağı açıktır. Ayrıca, yaptırımlarda güdülen asıl amacın işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğu dikkate alındığında, itiraz konusu kuralla süresiz bir hak yoksunluğu getirilmesi, yaptırımların ıslah edici yönüyle de bağdaşmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine aykırıdır. İptali gerekir. İtiraz konusu kuralın Anayasa’nın 23. maddesiyle ilgisi görülmemiştir. VI- İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin dördüncü fıkrasında, Kanun’un belirli kurallarının iptali, diğer kurallarının veya tümünün uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa, bunların da Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilebileceği öngörülmektedir. 2918 sayılı Kanun’un 48. maddesinin 4785 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile değiştirilen altıncı fıkrasındaki “sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır” ibaresinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan iptal edilen ibareden önce yer alan “...ve...” sözcüğünün de, 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince iptali gerekir. VII- İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun, kanun hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez” denilmekte, 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır. İtiraz konusu kuralın iptal edilmesi nedeniyle doğan boşluk, kamu düzenini ihlal edici nitelikte görüldüğünden iptal hükmünün, Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür. VIII- SONUÇ 1- 13.10.1983 günlü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 48. maddesinin, 8.1.2003 günlü, 4785 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen altıncı fıkrasında yer alan “… sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 2- 2918 sayılı Kanun’un 48. maddesinin, 4785 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen altıncı fıkrasında yer alan “… sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır” ibaresinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan iptal edilen ibareden önceki “… ve …” sözcüğünün de, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE, 3- 2918 sayılı Kanun’un 48. maddesinin 4785 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle değiştirilen altıncı fıkrasında yer alan “…ve sürücü belgeleri süresiz olarak geri alınır” ibaresinin iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, 29.12.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/90 Karar Sayısı : 2012/4 Karar Günü : 12.1.2012 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Serik İcra Hukuk Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 88. maddesinin ikinci fıkrasının sonuna, 17.7.2003 günlü, 4949 sayılı İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 21. maddesiyle eklenen cümlede yer alan “alacaklının muvafakatı ve” ibaresinin Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemidir. I- OLAY Tarafı olmadığı icra takibinde, elinde bulundurduğu ve kendisine ait olduğunu iddia ettiği mallar, icra müdürlüğü tarafından haczedilen üçüncü kişinin, açtığı istihkak davasında, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇELERİ A- İtiraz başvurusunun gerekçe bölümü şöyledir : “İ.İ.K.’nun 88/2. maddesinin üçüncü cümlesi “üçüncü şahsın elinde bulunan taşınır mallar haczedilince, alacaklının muvafakati ve üçüncü şahsın kabulü halinde üçüncü şahsa yedi emin olarak bırakılır.” hükmünü içermektedir. Bu maddeye göre alacaklı muvafakat etmez ise üçüncü şahıs elinde haczedilen mallar muhafaza altına alınacaktır. Zira bu konuda haczi yapan icra memurunun herhangi bir takdir ve yetkisi yoktur. Dolayısıyla alacaklı veya vekilinin borçluya ait olduğunu iddia ettiği, borç ile hiç ilgili olmayan üçüncü kişilerin malları haczedilerek muhafaza altına alınması mümkün olmaktadır. Esasen üçüncü kişilerin elinde haczedilen mallar ile ilgili istihkak iddiasına itirazın nasıl olacağı İ.İ.K’nun 99. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre alacaklı üçüncü kişinin elinde bulunan bir mal haczedilince üçüncü kişi istihkak iddiasında bulunursa, icra müdürü alacaklıya merci hakimliğine dava açması için yedi günlük süre verir, bu süre içerisinde dava açılmaması durumunda, üçüncü kişinin istihkak iddiası kabul edilmiş sayılır. Bu maddede görüldüğü gibi esasen üçüncü kişi elinde mal haczedilince istihkak davası açma külfeti ve hacizli malın borçluya ait olduğunu ispat külfeti alacaklıdadır. Ancak 88/2. maddenin itiraz yoluna başvurulan kelimeleri nedeni ile alacaklının talebi üzerine borç ile hiç ilgili olmayan üçüncü kişinin malları haczedilmektedir. Malları haczedilen üçüncü kişi dava açma külfeti alacaklıya ait olmasına rağmen mallarını biran önce alabilmek için alacaklının dava açmak için yedi günlük süresini beklememekte istihkak davasını da kendisi açmaktadır. Bu nedenle iptal yoluna başvurulan kelimeler istihkak iddiasına itiraz başlığını düzenleyen İ.İ.K’nun hükümlerini uygulanmaz hale getirmektedir. Bunların dışında itiraz yoluna başvurulan kelimeler nedeni ile üçüncü şahıs zilyetliğinde bulunan zilyetlik karnesi ile korunun ve borç ile hiçbir alakası olmayan üçüncü şahsa ait menkul mallar haczedilerek muhafaza altına alınabilmekte, alacaklı tarafından malların borçluya ait olduğuna dair herhangi bir dava açarak bu husus ispatlaması gerekirken böyle bir dava açmadan üçüncü kişilerin mülkiyet hakkına dokunulmaktadır. Bu tür uygulama Cumhuriyetin niteliklerini belirleyen Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ile kesinlikle bağdaşmamaktadır. Ayrıca Anayasanın 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması ancak Anayasasının ilgili maddelerinde belirtilen sebeplerine bağlı olarak ve ancak kanunlarla sınırlandırılabilir. Bu sınırlamalar Anayasanın sözüne, ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerini ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz, itiraz yoluna başvurulan kelimeler tamamen Anayasanın 13. maddesine aykırı şekilde mülkiyet hakkını sınırlamaktadır. Ayrıca itiraz yoluna başvurulan kelimeler Anayasanın mülkiyet hakkını düzenleyen 35. maddesine de aykırıdır. Yukarıda belirtilen gerekçe ve yüksek mahkemece resen nazara alınacak diğer gerekçeler ile itiraza konu 2004 sayılı İ.İ.K’nun 88/2. maddesinin üçüncü cümlesinde geçen “alacaklının muvafakati ve” kelimelerini Anayasanın 2, 13 ve 35. maddelerine aykırı olması nedeniyle Anayasanın 152. maddesi gereğince; iptaline karar verilmesi arz olunur.” B- Yürürlüğün durdurulması isteminin gerekçesi şöyledir : “Mahkememiz tarafından İ.İ.K.’nun 88/2. maddesinin “alacaklının muvafakatı ve” kelimelerinin Anayasa’ya aykırı olduğu iddiası ile iptali için başvuruda bulunulmuştur. Ancak bu maddenin halen yürürlükte olması ve iptal başvurusunda belirtilen gerekçeler ile üçüncü kişilerin halen mağduriyetine sebep olması nedeni ile aynı zamanda bu yasanın iptal yoluna başvurulan “alacaklının muvafakatı ve” kelimelerinin yürütmesinin de durdurulmasına karar verilmesi arz olunur.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun, itiraz konusu ibareyi de içeren 88. maddesi şöyledir: “Haczolunan paraları, banknotları, hamiline ait senetleri, poliçeler ve sair cirosu kabil senetlerle altın ve gümüş ve diğer kıymetli şeyleri icra dairesi muhafaza eder. Diğer taşınır mallar masrafı peşinen alacaklıdan alınarak münasip bir yerde muhafaza altına alınır. Alacaklı muvafakat ederse istenildiği zaman verilmek şartiyle muvakkaten borçlu yedinde veya üçüncü şahıs nezdinde bırakılabilir. (Ek son cümle: 17/7/2003-4949/21 md.) Üçüncü şahsın elinde bulunan taşınır mallar haczedilince, alacaklının muvafakatı ve üçüncü şahsın kabulü hâlinde üçüncü şahsa yediemin olarak bırakılır. İcra dairesi üçüncü bir şahsa rehnedilmiş olan malları da muhafaza altına alabilir. (Ek cümle: 17/7/2003-4949/21 md.) Ticarî işletme rehni kapsamındaki taşınırlar ise, icra dairesince satılmalarına karar verilmesinden sonra muhafaza altına alınabilir. Bu mallar paraya çevrilmediği takdirde geri verilir. (Ek fıkra: 6/6/1985 - 3222/11 md.;Değişik: 17/7/2003-4949/21 md.) Adalet Bakanlığı, mahcuz malların muhafazası için uygun göreceği yerlerde depo ve garaj açabileceği gibi; Adalet Teşkilâtını Güçlendirme Vakfına da açtırabilir veya işletme hakkını verebilir. (Ek cümleler: 14/7/2004-5219/4 md.) Alınacak depo ve garaj ücretleri Adalet Bakanlığınca belirlenir. Bu yerlerin çalışma esas ve usulleri yönetmelikte gösterilir. (Ek fıkra: 6/6/1985 - 3222/11 md.;Değişik: 17/7/2003-4949/21 md.) İcra dairesi, depo ve garajlarda ve yediemin olarak kendisine hacizli malın bırakılmış olduğu üçüncü kişilerde saklanıp da hukuken artık muhafazasına gerek kalmayan malı, vereceği uygun süre içinde geri almasını ilgililere re’sen bildirir. Verilen süre içinde eşya geri alınmazsa, icra müdürü tetkik merciinin kararı ile taşınır mal satışlarına ilişkin hükümler uyarınca bunları satar. Elde edilen miktardan muhafaza ve satış giderleri ödenir. Artan miktar 9 uncu madde hükmüne göre muhafaza olunur. Bu konuda ortaya çıkan ihtilâflar tetkik mercii tarafından basit yargılama usulüne göre çözülür.” B- Dayanılan Anayasa Kuralı Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine dayanılmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi’nin İçtüzüğünün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI’nın katılımlarıyla 7.12.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına, oybirliğiyle karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- Anlam ve Kapsam 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na göre, haciz işleminin konusunu, borçlunun taşınır ve taşınmaz malları ile üçüncü kişilerdeki alacakları ve diğer malvarlığı hakları oluşturur. Haczedilecek malın üçüncü kişinin elinde olması haciz yapılmasına engel değildir. Haciz işlemi sırasında borçlunun elinde bulunan malların yanında, üçüncü kişi elinde bulanan ancak borçluya ait olduğu iddia edilen mallar da haczedilebilir. Üçüncü kişinin kendisine ait olduğunu iddia etmesine rağmen yasal zorunluluk nedeniyle bu mallar haczedilebilir ancak istihkak iddiası haciz tutanağına yazılır. Açılacak istihkak davası ile malların mülkiyetinin kime ait olduğu belirlenir. Mülkiyet sahibi belirleninceye kadar haczedilen malların muhafazası usulü, itiraz konusu kuralı da içeren 88. maddede düzenlenmiş, haczedilen taşınır malların türüne göre hangi tedbirlerin uygulanacağı belirtilmiştir. 4949 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile eklenen itiraz konusu kural uyarınca kıymetli evrak dışındaki diğer taşınır mallar, masrafı alacaklıdan peşin alınarak, uygun bir yerde saklanabileceği gibi alacaklı izin verdiği takdirde, istendiği zaman geri verilmek koşulu ile geçici olarak borçlu ya da üçüncü kişiye yediemin olarak da bırakılabilir. Alacaklı muvafakat etmez ise üçüncü kişinin hak iddia ettiği ve elinde bulundurduğu mallar haczedildikten sonra üçüncü kişi elinde bırakılamayacak, elinden alınarak ya başka birine yediemin olarak bırakılacak ya da muhafaza altına alınacaktır. İcra görevlisinin bu konuda takdir hakkı bulunmamaktadır. Üçüncü kişi, elinde bulunan mallar hakkında haciz sırasında istihkak iddiasında bulunsa ve bu iddia haciz tutanağına yazılsa dahi, alacaklının muvafakatı olmadığı sürece, bu mallar yediemin olarak üçüncü kişi elinde bırakılamayacaktır. B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Başvuru kararında, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 88. maddesinin 2. fıkrasının üçüncü cümlesine göre alacaklı muvafakat etmez ise borç ile ilgisi olmayan üçüncü kişilerin mallarının haczedilerek muhafaza altına alınmasının mümkün olduğu ayrıca üçüncü kişilerin, dava açma külfeti alacaklıya ait olmasına rağmen mallarını kurtarabilmek için dava açmak zorunda kaldıkları, iptali istenen ibare nedeniyle malı elinde bulunduran üçüncü kişilerin lehine karine getiren 2004 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanamaz hale geldiği, itiraza konu kuralın, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı, mülkiyet hakkının kullanılmasını hukuka aykırı olarak kısıtladığı, bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinin en temel unsurlarından birisi olan hukuki güvenlik ilkesi, bireyleri keyfi yönetimlere ve belirsizliklere karşı korumak için hukuk kurallarının açık, anlaşılabilir ve öngörülebilir olmasını gerektirir. Hukuki güvenlik ilkesi mülkiyet sahibi olan kişilerin her türlü hakkının da korunmasını gerektirir. Bu aynı zamanda mülkiyet hakkının sağladığı güvencenin de bir sonucudur. Kazanılmış haklara saygı ilkesi de hukukun genel ilkeleri ve hukuk devleti kavramı içerisinde yer alır. Bu ilkenin temel amacı da bireylerin hukuk güvenliğini sağlamaktır. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Mülkiyet hakkı herkese karşı ileri sürülebilen ayni bir haktır. Anayasa’nın 35. maddesi, temel bir insan hakkı olan mülkiyet hakkını, bireyin eşya üzerindeki hâkimiyetini güvence altına almaktadır. Eşya üzerindeki hâkimiyet, devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan yaratarak, kendi hayatını yönlendirme ve geleceğini tasarlama olanağı sunmaktadır. Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak yasayla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Anayasa’da dayanağı olmayan bir nedenle kişilerin mülkiyet hakkını kullanması engellenemez ya da sınırlanamaz. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp, kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilir. Bu sınırlandırmanın da ölçülü ve orantılı olması, kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkı arasında makul bir denge kurması gerekir. İcra ve iflas hukukunun temel ilkelerden biri, alacaklı ve borçlunun hak ve menfaatlerinin belli bir denge içinde korunmasıdır. İtiraz konusu kural ile borçluya ait olduğu iddia edilen ancak üçüncü kişi elinde bulunan menkul mallar, alacaklının muvafakatı olmaksızın, yediemin olarak üçüncü kişiye bırakılamamakta, muhafaza altına alınması gerekmektedir. Üçüncü kişinin tek başına kabulü yeterli değildir. Böylece üçüncü kişi, istihkak davasının sonucuna kadar el konulan mallardan faydalanamamaktadır. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 97/a maddesi ile malı elinde bulunduranın lehine yasal karine getirilmekte, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 985. maddesinde de “Taşınırın zilyedi onun maliki sayılır.” denilmektedir. Zilyetlik, başlı başına mülkiyeti göstermez ancak mülkiyetin sahibi konusunda bir karine teşkil eder. Üçüncü kişi lehine olan bu karine itiraz konusu kural nedeniyle uygulanamamaktadır. Devletin cebri icra gücünü kullanmakla görevli organı, bu gücü kullanırken borçlunun haklarının yanında üçüncü kişinin haklarını da hukuka aykırı müdahalelere karşı korumakla yükümlüdür. İtiraz konusu kuralla, haczedilen taşınır malların, istihkak iddiasına karşın üçüncü kişinin yedi emin olarak muhafazasında bırakılabilmesi konusu alacaklının iradesine terk edilmektedir. Buna göre, mülkiyet karinesi lehine olmasına rağmen üçüncü kişinin elinde haczedilen ancak muhafazası için yedinde bırakılmasına alacaklı tarafın muvafakat edilmeyen hacizli mal üzerinde kullanım ve yararlanma hakkı engellenmekte, bu yolla mülkiyet hakkı sınırlandırılmaktadır. Mülkiyet hakkını kullanamayan ya da hakkı kısıtlanan ve borçla ilgisi henüz belirlenmemiş olan üçüncü kişinin, hukuk güvenliğinin sağlanamamış olması da hukuk devleti ilkesinin ihlâlidir. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırıdır; iptali gerekir. VI- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 88. maddesinin ikinci fıkrasının sonuna 17.7.2003 günlü, 4949 sayılı İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 21. maddesiyle eklenen son cümlede yer alan “alacaklının muvafakatı ve” ibaresi 12.1.2012 günlü, E. 2010/90, K. 2012/4 sayılı kararla iptal edildiğinden, bu ibarenin, uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASINA, 12.1.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. VII- SONUÇ 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 88. maddesinin ikinci fıkrasının sonuna 17.7.2003 günlü, 4949 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle eklenen cümlede yer alan “… alacaklının muvafakatı ve…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 12.1.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/30 Karar Sayısı : 2012/7 Karar Günü : 19.1.2012 İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri Hakkı Suha OKAY, Kemal KILIÇDAROĞLU ile Kemal ANADOL İPTAL DAVASININ KONUSU : 28.1.2010 günlü, 5951 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8. maddesiyle değiştirilen 27.2.2003 günlü, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 12. maddesinin; üç ve dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasında yer alan “…otuz gün…” ibaresinin, Anayasa’nın Başlangıç kısmının ikinci paragrafı ile 2., 10., 16. ve 135. maddelerine aykırılığı savıyla iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ İptal ve yürürlüğün durdurulması istemini içeren 25.3.2010 tarihli dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “III. GEREKÇE 28.01.2010 Tarihli ve 5951 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 8 inci Maddesi ile Değiştirilen 27.02.2003 Tarihli ve 4817 Sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun 12 nci Maddesinin Üçüncü, Dördüncü Fıkraları ile Beşinci Fıkrasındaki “otuz gün” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı 1) 12 nci Maddenin Üçüncü Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı İptali istenilen üçüncü fıkrada; mesleki hizmetler kapsamında çalışacak yabancılara akademik ve mesleki yeterlilik ile ilgili işlemleri tamamlanıncaya kadar, ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla bir yılı geçmemek üzere ön izin verilebileceği öngörülmüştür. 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri hakkında Kanunun “İzin Alma Yükümlülüğü ve İzin Verme Yetkisi” başlıklı 4 üncü maddesinde, “Türkiye’nin taraf olduğu ikili ya da çok taraflı sözleşmelerde aksi öngörülmedikçe, yabancıların Türkiye’de bağımlı veya bağımsız çalışmaya başlamadan önce izin almaları gerekir. Ülke menfaatlerinin gerekli kıldığı hallerde veya mücbir nedenlere bağlı olarak, çalışmaya başlamadan önce ilgili makama bilgi vermek koşuluyla, çalışma süresi bir ayı geçmemek ve Bakanlık onayı alınmak suretiyle çalışma izni işe başladıktan sonra da verilebilir.” denilmiş, bu Yasa’nın 13 üncü maddesinde de, “Yabancılara, bu Kanunla getirilen koşullara bağlı olarak çalışabilecekleri meslek, sanat veya işlerle ilgili çalışma izinleri, ilgili mercilerin mesleki yeterlilik dahil görüşleri alınmak suretiyle Bakanlıkça verilir. Diğer kanunlarda yer alan, yabancıların çalışamayacağı iş ve mesleklere dair hükümler saklıdır.” hükmüne yer verilmiştir. İptali istenilen kural ile 4817 sayılı Kanunun 13 üncü maddesine aykırı olarak mesleklerini Türkiye’de yürütecek yabancı uyrukluların, yeterli akademik eğitime ve mesleki yeterliliğe sahip olduklarının belirlenmesine kadar, 1 yıl süre ile sınırlı da olsa, ön izinle Türkiye’de çalışmaları mümkün kılınmaktadır. 4817 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin ikinci fıkrası ile saklı tutulan bazı Yasa hükümleri ile kimi meslek sahibi yabancı uyrukluların, mesleklerini Türkiye’de yürütmeleri engellenmiştir. Nitekim, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının İcrasına Dair Kanunun 1 inci maddesinde Türkiye’de doktorluk yapabilmek için “Türk bulunmak”; 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 3 üncü maddesinde de, avukatlık mesleğine kabul edilebilmek için, ”Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak” şartları aranmaktadır. Türkiye’de mesleklerini uygulamalarında yasal engel bulunmayan meslek mensuplarının en geniş kesimini mühendis, mimar ve şehir plancıları oluşturduğundan iptali istenen kuralların değerlendirilmesi de, bu meslek mensuplarına ilişkin yasal düzenlemeler dikkate alınarak yapılması gerekli görülmüştür. 17.06.1938 günlü, 3458 sayılı Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Yasa’nın 1 inci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mühendis ya da mimar unvan ve yetkisiyle çalışmak isteyenlerde aranacak belgeler arasında, - Programlarının, yüksek mühendis ya da yüksek mimar okulu programlarına denk olduğu kabul edilen yabancı bir yüksek mühendis ya da yüksek mimar okulundan, - Türk Teknik Okulu mühendislik programlarına denk olduğu kabul edilen yabancı bir mühendis ya da mimar okulundan, diploma almış olanlara, usulüne uygun olarak verilecek ruhsatnameler de sayılmıştır. 3458 sayılı Yasa’nın 7 nci maddesinde de, “1 inci maddede sayılan diploma ve belgelerden birine sahip olmayanlar Türkiye’de mühendis veya mimar unvanı ile çalışamazlar. Mühendis ve mimarların uzmanlık gerektiren mühendislik ve mimarlık hizmetleri için 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanununda belirtilen uzman mühendis veya uzman mimar belgesine sahip olmaları gereklidir.” denilmiştir. Mühendis, mimar ve şehir plancısı gibi unvanlar, akademik eğitim – öğretimle kazanılan unvanlar olduğundan akademik yeterliliğin, Devlet’in bu alanda görevlendirdiği ve yetkilendirdiği bir akademik kurulca saptanması gerektiği açıktır. Bu nedenledir ki, yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından alınan ön lisans, lisans ve lisansüstü diplomaların denkliğinin belirlenmesi görev ve yetkisi, 04.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’nın 7 nci maddesinin (p) bendi uyarınca Yükseköğretim Kurulu’na verilmiştir. Diğer taraftan, 27.01.1954 günlü, 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yasası’nın; - 33 üncü maddesinde, mühendis ve mimarlara, “mesleklerinin icrasını iktiza ettiren işlerle meşgul olabilmeleri ve meslekî tedrisat yapabilmeleri” için, uzmanlıklarına uygun bir odaya kayıt yaptırma ve üyelik niteliğini koruma zorunluluğu getirilmiş, - 34 üncü maddesinde, yabancı yüklenici ya da yabancı kuruluşların, Türkiye’de Devlet daireleri ile resmi ve özel kuruluş ve kişilere karşı kendiliğinden ya da yerli kuruluşlarla birlikte yüklendikleri mühendislik ya da mimarlıkla ilgili işlerde, “yalnız bu işe münhasır kalmak kaydıyla”, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın ve Odalar Birliği’nin görüşleri alınarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca verilen çalışma izni ile yabancı uzman çalıştırabilecekleri belirtilmiş, - 35 inci maddesinde, 34 üncü madde kapsamına girmeyen işlerde yabancı mühendis, yüksek mühendis, mimar ve yüksek mimarların da, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Odalar Birliği’nin görüşleri alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca verilen çalışma izni ile çalıştırılmasına olanak tanınmıştır. Bu Yasa’nın 36 ncı maddesinin “34 üncü ve 35 inci maddeler gereğince gelen yabancı meslek mensupları Türkiye’de bir aydan fazla kaldıkları taktirde ihtisaslarına en yakın odaya müracaatla geçici aza olarak kaydolunurlar” hükmü, yabancı meslek mensuplarına herhangi bir muafiyet tanımaksızın; mesleki faaliyette bulunan yabancı meslek mensubunun Türkiye’de “bir aydan” fazla kalması durumunda ilgili odaya üyeliği zorunlu kılmaktadır. Yine 6235 sayılı Yasa’nın 38 inci maddesi de, “Bu kanunun 33 üncü ve 34 üncü maddelerinde yazılı vecibeleri yerine getirmeyen yüksek mühendis, yüksek mimar, mühendis ve mimarlar Türkiye’de mesleki faaliyetten men edilirler” hükmüne amirdir. Görüldüğü üzere, 3458 ve 6235 sayılı Yasa’nın amir hükümleri, yurt dışında lisans eğitimi almış olanların Türkiye’de mesleki etkinlikte bulunabilmeleri “denklik belgesi” alma ve ilgili oda ile ilişkilendirme koşuluna bağlanmıştır. Bu yasalar uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olanlar ya da olmayanlar ayırımı yapılmadan, yabancı ülkelerde lisans eğitimi alanların Türkiye’de mühendis, mimar ya da şehir plancısı olarak çalışabilmesi için, önce diploma denkliğini ve unvanını kanıtlaması gerekmektedir. 3458 ve 6235 sayılı yasaların sözü edilen kuralları ile 12 nci maddenin iptali istenen üçüncü fıkrası ile yapılan düzenleme birlikte değerlendirildiğinde; - Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olup, mühendislik ya da mimarlık eğitimini yurt dışında yapanların, lisans diplomalarının denkliğinin Yükseköğretim Kurulu’nca tanınmaması durumunda ya da denkliğin kabul edilmesi ile birlikte uzmanlıklarıyla ilgili odaya kayıt olmadıkları ve üyelik niteliğini korumadıkları sürece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mesleklerini yürütemeyecekleri, - Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yurttaşlık bağı ile bağlı olmayanların ise, Yükseköğretim Kurulu’nca lisans diplomalarının denkliğinin tanınması aranmadan ya da diploma denkliği tanınmakla birlikte uzmanlıklarıyla ilgili odaya kayıtlı olup olmadıkları ve üyelik niteliğini koruyup korumadıkları araştırılmadan, başka bir deyişle akademik ve mesleki yeterlilikleri ile ilgili işlemler tamamlanmadan, en çok 1 yıl süreyle de olsa, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mesleklerini yapabilecekleri, sonucu ortaya çıkmaktadır. Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiş; 10 uncu maddesinde de, herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayırım gözetilmeksizin yasa önünde eşit olduğu, hiçbir kişiye, zümreye ya da sınıfa ayrıcalık tanınamayacağı vurgulanmıştır. Bu durumda, iptali istenen kuralın mühendislik, mimarlık mesleğinin icrası için aranan koşulları yabancı – yurttaş ayrımı yaparak düzenlediği için Anayasanın 10 uncu maddesinin “Kanun önünde eşitlik” ilkesine aykırı düştüğü açıktır. Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında vurgulandığı gibi kanun önünde eşitlik ilkesi, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmemekle birlikte, yasaların uygulanmasında birbirinin aynı durumda olanlar ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kişi ve toplumların yaratılmasını engellemektedir. Anayasa ile eylemli değil <<hukuki eşitlik>> amaçlanmaktadır. Anayasanın öngördüğü eşitlik ilkesinin çiğnenmemesi için, aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumların ayrı kurallara bağlı tutulması gerekmektedir. Başka bir anlatımla, kişisel durumları ve nitelikleri özdeş olanlar arasında, konulan kurallarla değişik uygulamaların yapılmaması gerekmektedir. Yurt dışında bulunan yükseköğretim kurumlarının meslek kazandıran bölümlerini bitiren Türk yurttaşlarının Türkiye’de mesleklerini yapabilmeleri kimi koşullara bağlanmışken, aynı eğitimi almış diğer bir anlatımla aynı hukuksal durumda olan yabancı uyruklulara bu koşulları taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın Türkiye’de mesleklerini yapma hakkı tanınmasını Anayasanın eşitlik ilkesiyle bağdaştırmak olanaklı değildir. Öte yandan, mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı, kısıtlı kaynakların doğru kullanılmasını gerektiren evrensel nitelikte ve yükseköğretimle kazanılan mesleklerdir. Doğası gereği kamu hizmeti niteliği taşıyan ve kamu güvenliği ile yakından ilgili olan bu meslekler, ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada da kimi standartlara, ölçütlere ve denetime bağlanmıştır. Denetim, özellikle akademik ve mesleki yeterliliğin saptanması yönünden önem taşımaktadır. Bu denetim, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de meslek odaları aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Nitekim, Anayasanın 135 inci maddesinin birinci fıkrasının, “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir” hükmü ile meslek kuruluşlarının kamu kurumu niteliğinde yapılandırılmaları öngörülmüş ve bu kuruluşlara kamusal görevler ve yetkiler verilmiştir. Kamu kurumu niteliğinde meslek üst kuruluşu olan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB’un) kurulma gerekçesi ya da işlevi, üniversitelerin lisans öğrenim programlarından mezun olmuş ve 3458 sayılı Yasa ile mimarlık ve mühendislik ünvanı almış meslek mensuplarının mesleklerini icra ederken uyacakları mesleki kuralları tespit etmek ve denetlemektir. Bunun açık anlamı, kamusal bir görev olan meslek kurallarının tespiti ve denetimi Anayasal bir görev olarak TMMOB’ne verilmiştir. Hal böyle iken, meslek mensubunun mesleğini icra ederken gerekli koşullar ve uyacağı kuralları TMMOB ve bağlı Odalar dışında belirlenmesinin diğer bir anlatımla Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmayan meslek mensuplarına, diploma denkliği ve unvanı tanınmadan, başka bir deyişle mühendis, mimar ya da şehir plancısı oldukları kanıtlanmadan, geçici süreli de olsa Türkiye’de mesleklerini yapma, imza atma ve proje sorumluluğu taşıma olanağı sağlayan düzenlemenin bu yönüyle de, Anayasanın 135 inci maddesi ile bağdaştırılması da mümkün değildir. Diğer taraftan iptali istenen düzenleme, “karşılıklılık” ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Türk Yabancılar Hukukunun temel ilkelerinden en önde geleni, karşılıklılıktır. Karşılıklılık (mütekabiliyet) esası, öğretide en az iki devlet arasında uygulanan ve her birinin ülkesinde diğerinin vatandaşlarına aynı mahiyetteki hakları karşılıklı tanımalarını ifade eden bir prensip olarak izah olunmaktadır. Bu prensibe göre; bir yabancının Türkiye’de bir haktan yararlanabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da o yabancının ülkesinde aynı tür ve nitelikte olan haklardan yararlandırılmasına bağlıdır. Karşılıklı muamele esası, antlaşma ile ya da kanunla konulabilir. Anayasanın 176 ncı maddesi uyarınca Anayasa metnine dahil bulunan Başlangıç bölümünün ikinci paragrafında yer alan “Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak ...” ibaresi, milletlerarası hukuk ilişkilerimizde karşılıklılık ilkesinin esas alınacağını göstermektedir. Karşılıklılığın etkisiz hale gelebildiği bir durumda ise, milletlerin eşit haklara sahip olduğundan söz edilemez. Anayasa Mahkemesi karşılıklılık şartının önemini 13.06.1985 günlü, E.1984/14, K.1985/7 sayılı kararında da şu şekilde belirtmiştir: “Ülke devletin asli ve maddi unsurlarından biridir. Ülke olmadan devlet olmaz... Toprak edinme konusundaki mütekabiliyet esasının başka konulardaki mütekabiliyet esasından farklı yönü, Devletin, ülke denilen asli – maddi unsuruyla olan ilişkisidir. Söz konusu ilişki, bu noktada farklı bir düşünce ve hassasiyeti zorunlu kılar. Bu koşullardan herhangi bir nedenle tek taraflı vazgeçmek, Devletler Hususi Hukukunun Yabancılar Hukuku alanında etkili, zaruri eşitlik prensibini benimsememek anlamını taşır.” Belirtilen nitelikteki tüzel kişilere “karşılıklılık” şartı belirtilmeden Türkiye’de taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinmek imkanını getiren iptalini istediğimiz düzenleme, Anayasanın, Türkiye Cumhuriyetinin “Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi” olduğunu ifade eden Başlangıç kısmına ve yabancıların temel hak ve özgürlüklerinin milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabileceğini ifade eden 16 ncı maddesine aykırıdır. Çünkü “karşılıklılık” unsurunu gözetmeyen düzenlemeler “eşit haklara sahip” kılmamak anlamına gelmekte; dolayısı ile milletlerarası hukukun dayandığı temel ilkelerden birisini oluşturan “karşılıklılık” ilkesi ile çelişmektedir. AB’nin politikalarını belirleyici ülkelerden Fransa ve Almanya’nın meslek yasalarında yabancı meslek mensuplarının hangi koşullarda meslek odalarına üye olacakları belirlenmiştir. Fransa Mimarlık Yasası’nın 11 inci maddesinde yer alan, “Avrupa Ekonomik Topluluğu üyesi olmayan devletlerin uyruğundaki gerçek kişiler, mütekabiliyet anlaşmasından ya da uluslar arası taahhütlerden faydalanabildikleri takdirde, talepleri üzerine, Fransız vatandaşlarıyla aynı diploma, sertifika, mimar unvanı ya da vasıf, medeni haklardan faydalanma ve etik koşullar dâhilinde bir bölge levhasına kaydolurlar.” düzenlemesi, Fransa’da oturma ve çalışma izni almış gerçek kişiler için söz konusudur. Alman Mimarlar Odası Yasası’nın “Kim üye olabilir” başlıklı paragrafın beşinci bendinde, “Bazı şartlarda yabancı mimarlarda kaydolabilmektedir. Bunlarda: Avrupa Ekonomik Topluluğuna üye bir ülkenin vatandaşı olmak, AET’nin anlaşma imzaladığı ülkelerden birinin vatandaşı olmak gibi koşullar aranmaktadır. Üye kabulü ancak B.W Eyaleti Mimarlar Odası Üye Kabul Komisyonunun onayı ile olmaktadır.” denilmiştir. Görüldüğü üzere, Fransa ve Almanya yasalarına baktığımızda, önkoşul kişinin kendi yasalarına göre mimar unvanına ve mesleki yeterliğe sahip olması, ikinci koşul ise, uluslar arası karşılıklılık ilkesidir. Açıklanan nedenlerle iptali istenen fıkra, Anayasanın Başlangıç kısmının ikinci paragrafına ve yabancıların temel hak ve özgürlüklerinin milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabileceğini ifade eden 16 ncı maddesine de aykırıdır. Öte yandan, iptali istenen düzenleme ile 1 yıldan daha kısa süreli projelerde çalıştırılacak yabancı uyruklu meslek mensuplarının durumu, denklik ya da yeterlik incelenmesi sonuçlanmadan görevleri sona ereceğinden, denetim dışında kalacaktır. Bu yönüyle düzenleme, kötüye kullanıma açıktır ve Türk yurttaşı meslek mensupları aleyhine haksız rekabet ortamı yaratacak niteliktedir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı pek çok meslek mensubu çalışma olanağı bulamazken, yabancıların Türkiye’de çalışmasını özendirecek kural getirilmesi, ülke ekonomisi, istihdam politikası ve işsizlik sorunu yönünden üzerinde özenle durulması gereken bir başka önemli konudur. Bir hukuk devletinde, devlet erki kullanılarak yapılan tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının “kamu yararı” olması gerekir. Bu gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de bir sınır konumuna getirir. Anayasa Mahkemesinin 28.01.2004 tarih ve E.2003/86, K.2004/6sayılı kararında, “Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumları benimseyen, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yasaların üstünde Anayasanın ve yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir. Yasaların kamu yararına dayanması gereği kuşkusuz hukuk devletinin temel değerlerinden birini oluşturmaktadır” denilmiştir. Bu nedenle, iptali istenilen kural ile yapılan düzenleme hukuk devletinin temel değerlerinden birini oluşturan kamu yararına da uygun düşmemektedir. Açıklanan nedenlerle, 28.01.2010 tarihli ve 5951 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 8 inci maddesi ile değiştirilen 27.02.2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası, Anayasanın Başlangıç kısmının ikinci paragrafı ile Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 16 ncı ve 135 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 2) 12 nci Maddenin Dördüncü Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı 28.01.2010 tarihli ve 5951 sayılı Kanunun 8 inci maddesi ile değiştirilen 27.02.2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin iptali istenen dördüncü fıkrasında, “Mesleki eğitim alanı dışında istihdam edilecek yabancı uyruklu personel için bu Kanunda belirtilen görüşler alınmaz. Bu kişiler, akademik ve mesleki yeterlilik ile lisans talep ve yeterlilik uygulamasına tabi değildir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Yapılan bu düzenlenmede, yabancı uyruklu personelin mesleki hizmetler kapsamı dışında mesleki bilgisini kullanmadan hizmet sunacağının tespitinin kim tarafından yapılacağına ya da bu hususta kimin karar vereceğine yer verilmemesi üzerinde önemle durulması gereken bir eksikliktir. Yalnızca beyan esas alınacaksa, herkes bu kapsama rahatlıkla girebilecek ve kötüye kullanmaların önü alınamayacaktır. Bir mühendis ve mimarın yapmış olduğu işte mesleki bilginin kullanılmayacağına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı karar verecek ise, öncelikle bu Bakanlığın kendi kuruluş Yasasında olmayan bir yetkin kullanılması söz konusu olacaktır. Öte yandan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ne akademik bir otoritedir ne de Meslek Odasıdır. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur. Bu durumda, iptali istenilen kural belirlilik, genellik, soyutluk ve öngörülebilirlik özellikleri taşımaması nedeniyle yasama yetkisinin amacına uygun biçimde kullanılmasına elverişli olmadığı gibi, hukuk devleti ilkesi ile de bağdaşmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasanın 2 nci ve 87 nci maddelerine aykırıdır. 4817 sayılı Yasa’nın 13 üncü maddesinin birinci fıkrasında, yabancı uyruklulara, bu Yasa’yla getirilen koşullarla çalışabilecekleri meslek, sanat ya da işlerle ilgili çalışma izninin, ilgili mercilerin mesleki yeterlilik dahil görüşleri alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca verilmesi öngörülmüştür. İptali istenen fıkra ile yapılan düzenlemede ise, meslekleri dışında çalıştırılacak yabancı uyruklular akademik ve mesleki yeterlilik uygulamasından ayrık tutulmaktadır. Yukarıda (1) sayılı bölümde açıklanan gerekçelerle ve yabancı uyrukluların meslekleri dışında çalıştırılmasının özendirilmesi ve bunun işsizlik sorununa olumsuz etkisi ve karşılıklılık ilkesi gözönünde bulundurulduğunda, yapılan bu düzenlemenin de, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 16 ncı ve 135 inci maddeleri ile de bağdaşmadığı sonucuna varılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, 28.01.2010 tarihli ve 5951 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 8 inci maddesi ile değiştirilen 27.02.2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin dördüncü fıkrası, Anayasanın Başlangıç kısmının ikinci paragrafı ile Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 16 ncı ve 135 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 3) 12 nci Maddenin Beşinci Fıkrasındaki “otuz gün” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı 28.01.2010 tarihli ve 5951 sayılı Kanunun 8 inci maddesi ile değiştirilen 27.02.2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin iptali istenen ibareyi de içeren beşinci fıkrasında, Türkiye dışında ikamet eden yabancılar, çalışma izni başvurularının usulüne uygun ve belgelerin de tam ve eksiksiz olması kaydıyla Bakanlık tarafından en geç otuz gün içinde sonuçlandırılacağı hükme bağlanmıştır. 30 günlük süre tüm başvuru evrakları tam olsa dahi ilgili merciinin görüşünün sorulması durumunda çok kısa olduğu açıktır. Başvuruların öngörülen bu süre içinde sonuçlandırılmaması halinde, Ülkemiz tazminat sorumluluğu ile karşı karşıya kalacağından, iptali istenen bu düzenlemenin de kamu yararına dayanmadığı kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, 28.01.2010 tarihli ve 5951 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 8 inci maddesi ile değiştirilen 27.02.2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin beşinci fıkrasındaki “otuz gün” ibaresi, Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olup, iptali gerekmektedir. IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ Yabancı uyrukluların meslekleri dışında çalıştırılmasının özendirilmesi ve bunun işsizlik sorununa olumsuz etkisi gözönünde bulundurulduğunda, iptali istenen kurallar ile yapılan düzenlemelerin, Anayasal kurallara ve kamu yararına uygun düşmediği açık olup, uygulanmaları halinde sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır. Öte yandan, Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır. V. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 28.01.2010 tarihli ve 5951 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 8 inci maddesi ile değiştirilen 27.02.2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin; a) Üçüncü fıkrasının, Anayasanın Başlangıç kısmının ikinci paragrafı ile Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 16 ncı ve 135 inci maddelerine aykırı olduğundan, b) Dördüncü fıkrasının, Anayasanın Başlangıç kısmının ikinci paragrafı ile 2 nci, 10 uncu, 16 ncı ve 135 inci maddelerine aykırı olduğundan, c) Beşinci fıkrasındaki “otuz gün” ibaresinin, Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olduğundan, iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenen Yasa Kuralları 28.1.2010 günlü, 5951 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8. maddesiyle değiştirilen 27.2.2003 günlü, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un iptali istenilen fıkraları ve ibareyi de içeren “İzinlerin Verilmesi veya Uzatılması” başlıklı 12. maddesi şöyledir: “Madde 12- (Değişik: 28/1/2010-5951/8 md.) Türkiye dışında ikamet eden yabancılar, çalışma izni başvurularını bulundukları ülkelerdeki Türkiye Cumhuriyeti temsilciliklerine yapar. Temsilcilikler bu başvuruları doğrudan Bakanlığa iletir. Bakanlık ilgili mercilerin görüşlerini alarak 5 inci maddeye göre başvuruları değerlendirir; durumu uygun görülen yabancılara çalışma izni verir. Bu izin, çalışma vizesi ve ikamet izninin alınması halinde geçerlilik kazanır. Çalışma izin belgesini alan yabancıların, bu belgeyi aldıkları tarihten itibaren en geç doksan gün içinde ülkeye giriş vizesi talebinde bulunmaları, ülkeye giriş yaptıkları tarihten itibaren en geç otuz gün içinde İçişleri Bakanlığına ikamet tezkeresi almak için başvurmaları zorunludur. Türkiye’de geçerli ikamet izni olan yabancılar veya bunların işverenleri başvurularını Bakanlığa yurt içinden de yapabilir. Mesleki hizmetler kapsamında çalışacak yabancılara akademik ve mesleki yeterlilik ile ilgili işlemleri tamamlanıncaya kadar, ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla bir yılı geçmemek üzere ön izin verilebilir. Mesleki eğitim alanı dışında istihdam edilecek yabancı uyruklu personel için bu Kanunda belirtilen görüşler alınmaz. Bu kişiler, akademik ve mesleki yeterlilik ile lisans talep ve yeterlilik uygulamasına tabi değildir. Çalışma izinleri, ikamet sahibi yabancılar veya bunların işverenlerinin Bakanlığa yazılı talebi üzerine, bu Kanun ve bu Kanuna göre çıkarılan yönetmelik hükümlerine göre verilir ve uzatılır. Usulüne uygun olarak yapılan başvurular, belgelerin tam ve eksiksiz olması kaydıyla Bakanlık tarafından en geç otuz gün içinde sonuçlandırılır.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 10., 16. ve 135. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Engin YILDIRIM ve Nuri NECİPOĞLU’nun katılımlarıyla 13.5.2010 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: İptal başvurusunda öncelikle, Türkiye’de mesleklerini uygulamalarında kanuni engel bulunmayan en geniş meslek grubunu mühendis, mimar ve şehir plancıları oluşturduğundan değerlendirmenin bu meslek mensuplarına ilişkin düzenlemeler dikkate alınarak yapıldığı belirtilmiştir. İptale konu düzenleme ile ülkemizde bir yıldan kısa süreli meslek icra edenlerin izin işlemleri sonuçlanmadan görevleri sona ereceğinden denetim dışında kalacakları, pek çok işsiz vatandaşımız iş bulamazken yabancıların çalışmasını özendirecek kural getirilmesinin ülkenin ekonomisi, istihdam politikası ve işsizlik sorunu açısından kamu yararına uygun olmadığı, oysa kanunların kamu yararına dayanmasının hukuk devletinin temel değerlerinden biri olduğu, dolayısı ile düzenlemenin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu, iptale konu dördüncü fıkra ile ilgili olarak ayrıca, mesleki hizmetler kapsamı dışında çalışmada tespitin kim tarafından yapılacağının belirtilmediği, herkesin beyanının esas alınması halinde kötüye kullanımların önünün alınamayacağı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı karar verecek ise bu bakanlığın kuruluş kanununda olmayan bir yetkinin kullanılacağı, dolayısı ile düzenlemenin belirlilik, soyutluk ve öngörülebilirlik niteliği taşımadığı, ileri sürülmüştür. İptale konu düzenleme ile mesleki hizmetler kapsamında çalışacak yabancılara akademik ve mesleki yeterlilik ile ilgili işlemleri tamamlanıncaya kadar, bir yılı geçmemek üzere ön izin verilebilmesi, mesleki eğitim alanı dışında istihdam edilecek yabancı uyruklu personel için 4817 sayılı Kanun’da belirtilen görüşlerin alınmaması ve usulüne uygun olarak yapılan başvuruların Bakanlık tarafından en geç otuz gün içinde sonuçlandırılması öngörülmektedir. Anayasa’nın 2. maddesinde cumhuriyetin nitelikleri arasında “hukuk devleti” ilkesi de yer almaktadır. Hukuk devletinde diğer tüm kamusal yetkilerde olduğu gibi, yasama işlemlerinde de kişisel yararların değil, kamu yararının gözetilmesi gerekir. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek hedefine yönelmek durumundadır. Kanunun amaç öğesi bakımından anayasaya aykırı sayılabilmesi için, kanunun çıkarılmasında kamu yararı dışında bir amacın gözetildiğinin saptanması gerekir. Dava dilekçesinde düzenlemenin amacının kamu yararı olmadığı ileri sürülmüşse de yasanın amacının kamu yararı dışında ne olduğu ya da hangi özel yararın gözetildiği açıklanmamıştır. İptali istenen düzenlemenin gerekçesinde amacın kamu yararı olduğu ifade edilmiş, ayrıca metninde, gerekçesinde ve meclis tutanaklarında düzenlemede kamu yararının gözetilmediğine dair bir hususa rastlanmamıştır. Ülkemizde çalışan yabancılar ve onları çalıştıranların (işverenler) kanundan doğan yükümlülüklerini yerine getirip getirmedikleri 4817 sayılı Kanunun 20. maddesine göre Bakanlık iş müfettişleri ve Sosyal Sigortalar Kurumu müfettişleri tarafından denetlenmektedir. Aynı maddede diğer kanunlarda yer alan denetim yetkisi kolluk kuvvetleri dahil saklı tutulmuştur. Mesleki hizmetler kapsamı dışında çalışacak yabancının beyanı veya verilen izin sonrasında kanuna aykırı bir çalışmanın tespiti halinde çalışma izninin iptali gibi gerekli işlemlerin yapılacağı açıktır. Bu denetimlerin yabancılar için uygulanmayacağına veya gerekli işlemlerin yapılmayacağına dair bir hüküm de bulunmamaktadır. Dolayısı ile bu işlemlerin denetim dışı kaldığı iddiası yerinde değildir. 4817 sayılı Kanuna göre Bakanlık, Kanun’da sayılan koşulların sağlanması kaydıyla ve aynı işi yapacak Türk vatandaşlarının bulunup bulunmamasına göre belirli coğrafi alan ve meslek sınırlaması ile yabancılara çalışma izni verebilmektedir. İzin vermek Bakanlık için zorunluluk değil, takdir yetkisinde olan bir husustur. Dolayısı ile mesleki hizmetler kapsamında veya dışında yabancılara çalışma izni vermek 4817 sayılı Kanuna göre Bakanlığın yetkisinde olup, bu konuda bir belirsizlik bulunmamaktadır. Öte yandan iptal başvurusunda düzenleme ile mühendis ve mimarların mesleklerinin icrası için aranan koşulların yabancı-yurttaş ayrımı yapılarak düzenlendiği, yurtdışında bulunan yükseköğretim kurumlarından mezun olan Türk vatandaşlarının mesleklerini yapabilmeleri için bahsedilen koşullar geçerli iken, yabancılar için kolaylık sağlandığı, aynı okulu bitiren ve dolayısı ile aynı hukuksal durumda bulunan yabancılar için bu koşulların aranmamasının eşitlik ilkesine açıkça aykırılık teşkil ettiği ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesinin amacı, hukuksal durumları aynı olanların kanunlarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere kanun karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’nın öngördüğü eşitlik ilkesi ihlal edilmiş olmaz. Türk vatandaşları ile yabancılar farklı hukuksal konumdadırlar. Zira vatandaşlık ayrı bir hukuki statü kazandırmaktadır. Vatandaşlık statüsü gereği çalışma izni konusunda Türk vatandaşlarından genel hükümler dışında yabancılardan istendiği gibi ek belgeler getirmeleri, belli işlemleri ve prosedürleri tamamlamaları istenmemektedir. Çalıştıkları işlerin mahiyeti bakımından da yabancılar ile Türk vatandaşları aynı konumda değildirler. Yabancı olup Türkiye’de çalışmak isteyenler genellikle doğrudan yabancı yatırımı tamamlamak veya uluslar arası bir projede çalışmak ya da nitelik itibarıyla sağlanmasında güçlük bulunan alanlarda istihdam edilmek gibi durumlarda geçici süreyle ülkemize gelmektedirler. Bu yönüyle yabancılar, Türk vatandaşları ile aynı hukuksal konumda olmadıklarından bunlar arasında eşitlik karşılaştırılması yapılamaz. Açıklanan nedenlerle iptali istenen kural, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir, iptal isteminin reddi gerekir. İptal konusu kuralların Anayasa’nın 16. ve 135. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN İNCELENMESİ 28.1.2010 günlü, 5951 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8. maddesiyle değiştirilen 27.2.2003 günlü, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 12. maddesinin; üç ve dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasında yer alan “…otuz gün…” ibaresine yönelik iptal istemleri, 19.1.2012 günlü, E.2010/30, K.2012/7 sayılı kararla reddedildiğinden, bu hükümlere ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 19.1.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. Vı- SONUÇ 28.1.2010 günlü, 5951 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8. maddesiyle değiştirilen 27.2.2003 günlü, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 12. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasında yer alan “… otuz gün…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, 19.1.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Mehmet ERTEN Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2011/19 Karar Sayısı : 2012/21 Karar Günü : 16.2.2012 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Trabzon İdare Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 22.6.1965 günlü, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’a 27.4.2005 günlü, 5338 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen Geçici Madde 11’in “Bu kişilerden asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte geçen hizmet süreleri, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir.” biçimindeki son cümlesinin Anayasa’nın 10. maddesine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I- OLAY İmam-hatip olarak görev yapmakta olan davacının, vekil imam-hatiplik görevinde geçen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylığında değerlendirilmesi istemiyle yapmış olduğu başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “22.6.1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 5338 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle eklenen geçici 11. maddesinde, imam-hatip kadrolarına vekaleten atananlardan bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görevli olanlar veya askerlik hizmeti nedeniyle söz konusu görevden ayrılmış olanlar Devlet Personel Başkanlığınca açılan kamu personeli seçme sınavlarının herhangi birinden, Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek yeterli puanı almış olmaları koşuluyla aynı göreve aday imam-hatip olarak atanmış sayılacağı, bu kişilerden asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte geçen hizmet süreleri, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirileceği hüküm altına alınmıştır. Olay: Dava dosyasının incelenmesinden; Trabzon ili, Araklı ilçesi, Konakönü Mahallesi Camii, imam-hatibi olarak görev yapmakta olan davacı tarafından; 21.10.1992 ile 14.02.1994 tarihleri arasında vekil imam hatiplik görevinde bulunduğu, 15.02.1994 tarihinde imam hatip olarak açıktan atandığı, 23.11.2004 tarihinden itibaren Araklı Konakönü Camii imam hatibi olarak görev yaptığı, 08.03.2010 tarihinde 03.05.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5338 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca 21.10.1992 ile 14.02.1994 tarihleri arasında vekil imam hatip olarak görev yaptığı hizmet süresinin kazanılmış hak aylığında değerlendirilmesi istemiyle idareye başvuru yaptığı, anılan başvuruya davalı idarece 03.05.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5338 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca sadece 03.05.2005 tarihinde vekil imam hatip olarak görev yapanlar için geçmişteki vekil imam hatiplik hizmet sürelerinin mükteseplerinde değerlendirileceği, dolayısıyla davacının o tarihte vekil imam hatip olmadığından geçmişteki vekil imam hatiplikte geçen hizmet sürelerinin müktesebinde değerlendirilemeyeceğinden bahisle reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Benzer konu ile ilgili; Samsun İdare Mahkemesi 07.06.2007 gün ve E.2006/3538; K.2007/819 sayılı kararı ile 5338 sayılı Yasa ile getirilen haktan, daha önce vekil imam-hatip olarak görev yapanların yararlanamayacağına yönelik kısıtlayıcı bir hükme açıkça yer verilmediğinden 5338 sayılı Yasa ile getirilen 633 sayılı Yasa’nın geçici 11. maddesinin yürürlüğe girdiği tarihte imam hatip kadrolarına vekaleten atananların sadece bu Kanunla getirilen haklardan yararlanmasının Anayasada ifadesini bulan eşitlik ilkesi ile hak ve nesafet kurallarına aykırılık teşkil edeceği hususları dikkate alınarak davacının 26.10.1993 ile 02.01.1996 tarihleri arasındaki vekil imam-hatiplikte geçen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilmesine karar verildiği, bu kararın temyiz incelemesi sonucunda, Danıştay 5. Dairesi’nin E.2008/515; K.2010/5434 sayılı kararı ile anılan maddede, vekil imam-hatiplikte geçirilen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylığında değerlendirilmesi için imam-hatip kadrolarına vekaleten atananlardan bu maddenin yürürlüğe girdiği 03.05.2005 tarihinde görevde bulunanların veya askerlik hizmeti nedeniyle söz konusu görevden ayrılmış olmalarının ön şart olarak sayılması nedeniyle bu tarihte vekil imam hatip kadrosunda olmayan veya askerlik hizmeti nedeniyle görevinden ayrılmış durumda bulunmayan davacının 26.10.1993 ile 02.01.1996 tarihleri arasındaki vekil imam hatiplikte geçen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylığında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Anayasa’nın 10. Maddesine Aykırılık Sebepleri: Anayasanın 10. maddesinde; herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu vurgulanmış ve Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları hüküm altına alınmıştır. Eşitlik ilkesi ile birbirleriyle aynı durumda olanlara aynı kuralların uygulanmasının sağlanması amaçlanmıştır. Bu itibarla aynı hukuksal durumda olanlar için yapılan farklı düzenlemeler Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Olayda; 03.05.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5338 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile 03.05.2005 tarihinde, vekil imam hatip olarak görev yapanlar ile askerlik hizmeti nedeniyle söz konusu görevinden ayrılmış olanların açılan kamu personeli seçme sınavlarının herhangi birinden, Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek yeterli puanı almış olmaları koşuluyla aynı göreve aday imam-hatip olarak atanmış sayılacağı ve asaleti tasdik edilenlerin vekil imamhatiplikte geçen hizmet süreleri, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirileceğinin hüküm altına alınmasına rağmen Kanun’un yürürlüğe girdiği 03.05.2005 tarihinden önce vekil imam hatip olarak görev yapıpta bu tarihten evvel atananların bu kapsamın dışında tutulduğu, dolayısıyla 22.6.1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 5338 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle eklenen geçici 11. maddesinin “Bu kişilerden asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte geçen hizmet süreleri, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir” tümcesinin Anayasa’nın 10. maddesinde hüküm altına alınan eşitlik ilkesine aykırı olduğu kanısına varılmıştır. 3.5.2005 tarihinde yürürlüğe giren ve iptali istenilen yasa kuralının, bu tarihte vekil imam hatip olarak görev yapanlar ile askerlik hizmeti nedeniyle söz konusu görevinden ayrılmış olup asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte geçen hizmet sürelerinin, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilmesine rağmen; bu tarihten evvel vekil imam hatip olarak görev yapıpta bu tarihten evvel kamu personeli seçme sınavına göre aldığı puan neticesinde ÖSYM kurumunca imam hatip veya herhangi bir kadroya atanan veya KPSS’den önce açıktan atanan kişilerin vekil imam hatip olarak yapmış oldukları hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilmemesinin Anayasa’nın 10. maddesine açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Bir tarafta, vekil imam-hatip olarak görev yaparken 03.05.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kanunla beraber sadece herhangi bir KPSS’den geçerli puan almak şartıyla bu kişilere hem kadro hakkı verilip hem de bu kişilerin geçmişte yapmış oldukları vekil imam-hatiplik görevindeki hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylıklarında değerlendirmesine rağmen diğer tarafta geçmişte vekil imam-hatip olarak görev yapmış ve 03.05.2005 tarihinden evvel bir ayrıcalık tanınmadan memur olarak atanmış kişilerin bu haktan yararlandırılmamasının Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu düşünülmüştür. Açıklanan nedenlerle; 5338 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle eklenen geçici 11. maddesinde yer alan “Bu kişilerden asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte geçen hizmet süreleri, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir” tümcesinin bu davada uygulanacak hüküm olduğu ve Anayasa’nın 10. maddesine aykırı olduğu kanaatine ulaşıldığından bu hükmün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına, dava dosyasının tüm belgeleriyle birlikte onaylı suretinin dosya oluşturularak karar aslı ile birlikte Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesine, iş bu karar aslı ile dosya suretinin Anayasa Mahkemesi’ne tebliğinden itibaren 5 ay süre ile beklenmesine, 5 aylık süre içerisinde karar gelmez ise davanın yürürlükteki mevzuat uyarınca çözümlenmesine, 09.12.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 22.6.1965 günlü, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un itiraz konusu cümleyi de içeren Geçici 11. maddesi şöyledir: “İmam-hatip kadrolarına vekaleten atananlardan bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görevli olanlar veya askerlik hizmeti nedeniyle söz konusu görevden ayrılmış olanlar Devlet Personel Başkanlığınca açılan kamu personeli seçme sınavlarının herhangi birinden, Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek yeterli puanı almış olmaları koşuluyla aynı göreve aday imam-hatip olarak atanmış sayılırlar. Bu kişilerden asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte geçen hizmet süreleri, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir”. B- Dayanılan Anayasa Kuralı İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, Anayasa’nın 10. maddesine dayanmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla 24.2.2011 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, 1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralı ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında, kuralın yürürlüğe girdiği tarihten önce vekil imam-hatip olarak görev yapmış ve daha sonra memur olarak atanmış kişilerin, vekillikte geçen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilmemesinin Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 633 sayılı Kanun’un geçici 11. maddesinin ilk cümlesinde, kuralın yürürlüğe girdiği tarihte vekil imam-hatiplik görevinde bulunanların veya bu görevlerinden askerlik hizmeti nedeniyle ayrılmış olanların, Devlet Personel Başkanlığı’nca açılan kamu personeli seçme sınavlarının herhangi birinden, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca belirlenecek yeterli puanı almaları hâlinde, aynı göreve aday imam-hatip olarak atanacakları hükme bağlanmıştır. Anılan maddenin itiraz konusu kuralı oluşturan son cümlesinde ise bu kişilerin vekil imamhatiplik görevinde geçen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylığında değerlendirilmesi öngörülmektedir. Buna göre bu Kanunun yürürlüğe girdiği 3.5.2005 tarihinde vekil imamhatiplik görevinde bulunanlardan veya bu görevlerinden askerlik hizmeti nedeniyle ayrılmış olanlardan kuralda öngörülen şartları taşıyarak aday imam-hatip olarak atananların, vekil imam-hatiplikte geçen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilmesi gerekecektir. Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez. İtiraz konusu kural, kapsamına aldığı imam-hatiplere, vekil imam-hatiplikte geçen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilmesi hakkı tanıyan geçici bir düzenlemedir. Uygulamanın başlangıcı ise kanunun yürürlüğe girdiği tarih esas alınarak belirlenmiştir. Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte aynı durumda bulunan kişilerin tamamına bu hak öngörüldüğüne ve bu kişiler arasında her hangi bir ayırım yapılmadığına göre itiraz konusu kural eşitlik ilkesine aykırı değildir. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural Anayasa’nın 10. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır. VI- SONUÇ 22.6.1965 günlü, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Ve Görevleri Hakkında Kanun’a, 27.4.2005 günlü, 5338 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen Geçici Madde 11’in “Bu kişilerden asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte geçen hizmet süreleri, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir.” biçimindeki son cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 16.2.2012 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Üye Üye Hicabi DURSUN Celal Mümtaz AKINCI Erdal TERCAN KARŞI OY GEREKÇESİ 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’a, 27.4.2005 günlü 5338 sayılı Kanunla eklenen Geçici 11. maddenin son tümcesi ile bu maddenin yürürlüğe girdiği 3.5.2005 gününde vekil imam hatip olarak görevde bulunmak veya bu görevden askerlik hizmeti nedeniyle ayrılmış olmak koşuluyla maddede belirtilen seçme sınavlarının herhangi birinden yeterli puanı alarak aday imam-hatip olarak atanmış olanlardan asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte geçen hizmet sürelerinin, kazanılmış hak aylıklarında değerlendirileceği öngörülmüştür. Buna göre, Geçici 11. maddenin yürürlüğe girdiği 3.5.2005 gününde vekil imam-hatip kadrosunda olmayan kişilerin, vekillikte geçen hizmet sürüleri kazanılmış hak aylıklarında dikkate alınmayacaktır. Başka bir anlatımla belirtilen tarihten bir gün önce vekil imam-hatiplik görevi sona erenlerin veya bir gün sonra vekil imam-hatip olarak göreve başlayanların, bu görevlerine asıl olarak atanmaları halinde vekillikte geçirdikleri hizmet süreleri kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilemeyecektir. Anayasa’nın 5. maddesinde, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan, siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Anayasa’nın “çalışma hakkı ve ödevi”nin düzenlendiği 49. maddesinde de devlete çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü getirilmiştir. Anayasa ile her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu güçlendirerek sürdürme görevi verilen hukuk devletinin, sosyal alanda Anayasa’nın öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmesi, çalışma hayatında barışı sağlayabilmesi, aynı hukuksal konumda bulunan çalışanlar için eşitliğe dayanan adil ve hakkaniyete uygun kurallar getirmesi ile mümkün olabilir. Anayasa’nın 10. maddesinde, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı hükme bağlanmasına karşın, yasa koyucu tarafından belirli bir tarih esas alınıp, sadece bu tarihte görevde bulunanlara imtiyaz tanınarak ayrıcalıklı bir sınıf yaratılması, eşitlik ilkesi ve onu temel alan hukuk devleti bağlamında kabul edilemez bir durumdur. Öte yandan, statü hukukunun geçerli olduğu memurlar ve kamu görevlileriyle ilgili alanlarda yasa koyucu, kazanılmış hakları ve hukuk güvenliğini ihlâl etmemek koşuluyla her zaman yeni düzenlemeler yaparak farklı statüler oluşturabilir. Bu statülerin herkes için eşit ve aynı derecede bağlayıcı olduğunda duraksamaya yer yoktur. Ancak, yasa koyucunun, aynı konumda bulunan kamu görevlilerinden bazıları için ayrıcalık getirerek hak kaybını önlemek veya eşitliği sağlamak gibi haklı bir nedene de dayanmaksızın belirli bir tarihi esas alarak yaptığı özel düzenlemenin statü hukukunun gerekleri ile açıklanması olanaklı değildir. Ayrıca, hukuk devletinde, somut verilere dayanmaksızın, kamu yararı gibi soyut kavramlarla kişilerin özlük hakları bakımından adaletsiz ve çalışma barışını bozan kurallar getirilerek bunlara, yargısal denetim yoluyla meşruiyet kazandırılması, kişi karşısında güçlü konumda bulunan devleti, keyfi düzenlemeler yapmaya özendirebilir. Hukukun üstünlüğünün kabul edildiği bir düzende, yasa koyucunun takdir yetkisi de hukukun genel ilkelerine ve Anayasa’ya uygun olarak kullanılması gereken ve bu yönüyle de denetim dışında tutulamayacak bir yetkidir. İtiraz konusu kural yönünden, bu yetkinin eşitliğe, hakkaniyete ve adalete uygun olarak kullanılmadığı açıktır. Belirtilen nedenlerle Kural’ın Anayasa’nın 2., 5. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Celal Mümtaz AKINCI KARŞIOY YAZISI 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş Ve Görevleri Hakkında Kanun’a 5338 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen Geçici 11. madde, imam-hatip kadrolarına vekaleten atananlardan, maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görevli olanlar veya askerlik hizmeti nedeniyle söz konusu görevden ayrılmış olanların kamu personeli seçme sınavlarından herhangi birinden Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenecek yeterli puanı almış olmaları koşuluyla aynı göreve aday imam-hatip olarak atanmış sayılacaklarını; bu kişilerden asaleti tasdik edilenlerin vekil imam-hatiplikte geçen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylıklarında değerlendirileceğini öngörmektedir. Buna göre, kuralın yürürlüğe girdiği tarihten önce vekil imam-hatip olarak görev yapmış ve daha sonra memur olarak atanmış kişilerin vekillikte geçen hizmet süreleri kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilmemektedir. İtiraz konusu kural, kapsamına aldığı imam-hatiplerin vekillikte geçen sürelerinin kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilmesini sağlarken, başka imam-hatiplerin vekillikte geçen sürelerini benzer bir değerlendirmeye tabi tutmamıştır. Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin hukuksal durumları aynı olanlar arasında eşitlik şeklinde anlaşılması, yasa koyucunun keyfi olarak belirlediği bir statüyü belli kişiler için uygulama konusunda mutlak takdir hakkı olduğu ve bu nedenle bu gruptaki kişilerle bu gruba girmeyen kişiler farklı hukuki durumda bulunduklarından, bunlar arasında farklı uygulamalar yapılmasına eşitlik ilkesinin engel oluşturmayacağı şeklinde anlaşılması mümkün değildir. Vekil imam-hatip olarak belli sürelerle hizmet etmiş ve daha sonra memur olarak atanıp asaleti onaylanmış kişiler arasında hukuki statü farkı yoktur. Farklılığı yaratan, yasa koyucunun belli bir tarih öngörmüş olmasıdır. Vekil imam-hatiplik yapanlardan belli bir tarihte memuriyete girenlerine farklı muamele yapılması eşitsizlik yaratır. Aksi bir anayasal yorum, yasa koyucuya birbirine benzer durumdaki pek çok kişiler arasında faklı uygulamalar yapma hak ve yetkisini tanımak demek olur ki, bu durumda büyük eşitsizlikler yapılmasının ve belli kişilerin kayırılmasının yolu açılır. Anayasa’nın 10. maddesine aykırı olan kuralın iptali gerekir. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2011/35 Karar Sayısı : 2012/23 Karar Günü : 16.2.2012 İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Kemal ANADOL, M. Akif HAMZAÇEBİ ile Muharrem İNCE İPTAL DAVASININ KONUSU : 12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinin birinci cümlesinin, Anayasa’nın 2., 37., 125. ve 155. maddelerine aykırılığı savıyla iptaline karar verilmesi istemidir. I- İPTAL İSTEMİNİN GEREKÇESİ İptal istemini içeren dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 3 üncü maddesinde “ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini davalarında görev” konusu düzenlenmiştir. Maddenin birinci tümcesinde, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara “asliye hukuk mahkemelerince” bakılacağı belirtilmiştir. Maddenin diğer iki tümcesinde ise, idarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda da bu hükmün uygulanacağı belirtilirken, bu maddenin uygulanmasında, 30.01.1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklı tutulmuştur. Dava konusu birinci tümcede, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerle vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesi yahut kişinin ölümü konu edilmektedir. Hükümde, vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne sebebiyet veren taraf idaredir. Vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne sebebiyet veren eylem ve işlemlerin, idarî eylem ve işlem olduğu da açıktır. Anayasanın 2 nci maddesinde “hukuk devleti” olmak, Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılmış; 11 inci maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve öbür kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu vurgulanmıştır. Bu kuralların doğal gereği olarak da 125 inci maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu, 140 ıncı maddenin birinci fıkrasında da hakimler ve savcıların adli ve idari yargı hakim ve savcıları olarak görev yapacakları belirtilmiştir. Anayasanın 155 inci maddesinin birinci fıkrasında, “Danıştay, idarî mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” kurallarına yer verilmiştir. Anayasanın 125 inci, 140 ıncı ve 155 inci maddelerinin birlikte incelenmesinden idarî eylem ve işlemlerin yargısal denetiminin idarî yargının görev alanına girdiği anlaşılmaktadır. Anayasanın “Kanunî Hakim Güvencesi” başlığını taşıyan 37 nci maddesinde ise “Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz” denilmektedir. Anayasanın bu kurallarına uygun yapılmayan yasal düzenlemelerin Anayasaya aykırılık oluşturacağı kuşkusuzdur. “Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik bir hukuk devleti olduğunu vurgularken, Devlet içinde tüm kamusal yaşam ve yönetimin yargı denetimine bağlı olmasını amaçlamıştır. Çünkü yargı denetimi demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ koşuludur. Anayasanın ‘idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır’ kuralıyla benimsediği husus da etkili bir yargısal denetimdir. Anayasanın 125 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan bu kural, yönetimin kamu hukuku ya da özel hukuk alanına giren tüm eylem ve işlemlerini kapsamaktadır. Kural olarak bunlardan kamu hukuku alanındaki eylem ve işlemler için idarî yargının, özel hukuk alanındakiler için de adlî yargının görevli olduğunda duraksanamaz.”1 “Anayasa kuralları gereğince yasama organı, idare hukuku alanına giren bir idarî eylem ya da işleme karşı adlî yargı yolunu seçme hakkına sahip değildir. Tersine bir düzenleme, Anayasanın ‘Kanunî hâkim güvencesi’ başlığı altındaki 37 nci maddesinin birinci fıkrasında ‘Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz’ biçimindeki buyurucu kurala aykırılık oluşturur. Bunun içindir ki, Anayasanın 155 inci maddesinin ikinci fıkrasında, idarî uyuşmazlıkları çözümleme Danıştay'ın görevleri arasına alınmıştır.” 2 Anayasanın 2 nci maddesinde anlamını bulan hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez ölçülerinden biri, idarenin yargısal denetimidir. İdarenin yargısal özellikleri, idarî uğraşın sınırları çizilemeyen görev alanı ve farklılıklar içeren denetimi de, tarihsel gelişim içinde özel yargı yerlerini gerektirmiştir. Yönetimin konumu, yargısal denetimini yapacak yargıç ve yargı yerlerinin adlî yargı alanı dışında oluşturulması gerçeğini doğurmuştur. Anayasada “idari ve adli yargı ayrımı” esas alınmıştır. Bu ayrımın ilkeleri Anayasada gösterilmiş, idari ve adli yargıda görev konusu yasa koyucuya bırakılmamıştır. İdari yargının görev alanına giren uyuşmazlıkların çözümünü adli yargı yerlerine bırakan yasal düzenlemeler Anayasanın belirlediği ayrıma aykırılık oluşturur. Niteliği gereği idari olan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerle ortaya çıkan maddi ve manevi zarar tazminine ilişkin davaların, Anayasa gereği, idari yargı yerlerinde görülmesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin de belirttiği gibi “Anayasada idarî ve adlî yargının ayrılığı kabul edilmiştir. Bu ayrım uyarınca idarenin kamu gücü kullandığı ve kamu hukuku alanına giren işlem ve eylemleri idarî yargı, özel hukuk alanına giren işlemleri de adli yargı denetimine tâbi olacaktır. Buna bağlı olarak idarî yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir.” 3 Dava konusu kural, idari yargının görev alana giren uyuşmazlıkların çözümünü adli yargı yerlerine bırakmakla Anayasanın belirlediği idari ve adli yargı ayrımına aykırılık oluşturmaktadır. Açıklanan nedenlerle, 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davaları, “idari yargı denetimi” dışına çıkararak “asliye hukuk mahkemelerince” bakılacağını belirten 3 üncü maddesinin birinci tümcesi Anayasanın 2 nci, 37 nci, 125 inci ve 155 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenen Yasa Kuralı 12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun iptali istenilen cümleyi içeren 3. maddesi şöyledir: “Her türlü idarî eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddî ve manevî zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 37., 125. ve 155. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi hükmü uyarınca Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ile Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla yapılan ilk inceleme toplantısında; Dosyada eksiklik bulunmadığından, işin esasının incelenmesine, 14.4.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenen Yasa kuralı ve dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2. maddesinde anlamını bulan hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez ölçülerinden birinin idarenin yargısal denetimi olduğu, Anayasa’da idari ve adli yargı ayırımının esas alındığı, bu ayırımın ilkelerinin Anayasa’da gösterildiği, idari ve adli yargıda görev konusunun yasakoyucuya bırakılmadığı, bu nedenle idari yargının görev alanına giren uyuşmazlıkların çözümünü adli yargıya bırakan dava konusu kuralın, Anayasa’nın 2., 37., 125. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenen kuralla, idari işlemler ve idari eylemler ile idarenin sorumlu tutulabildiği diğer durumlarda vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalarda asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu öngörülmektedir. Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”; 155. maddesinin birinci fıkrasında ise “Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” hükmü yer almaktadır. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adlî ve idarî yargı ayrımına gidilmiş ve idarî uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idarî yargı, özel hukuk alanına giren konularda adlî yargı görevli olacaktır. Bu durumda idarî yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idarî yargının denetimine bağlı olması gereken idarî bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde yasakoyucu tarafından adlî yargıya bırakılabilir. Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idarî yargıda bir bölümünün adlî yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir. Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakârlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş olup sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idarî yargı yerlerinde görülmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğu söylenemez. Öte yandan, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, Mahkemenin, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya aykırılığı hususunda ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu yoktur. Mahkeme, taleple bağlı kalmak şartıyla başka gerekçeyle de Anayasaya aykırılık kararı verebilir. Bu nedenle iptali istenen kural Anayasa’nın 157. maddesi yönünden de incelenmiştir. Anayasa’nın 157. maddesinin birinci fıkrasında, “Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.” hükmü yer almaktadır. Anayasa’nın 157. maddesi gereğince asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, adli yargının değil; askeri idari yargının yani Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görev alanına girmektedir. İptal konusu kural ile, vücut bütünlüğünün kısmen ya da tamamen yitirilmesine yol açan eylem veya işlem, bir askeri hizmete ilişkin olsa ve bir asker kişiyi ilgilendirse bile, bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye hukuk mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların kanunla adli yargının görev alanına sokulması Anayasa’nın 157. maddesine de aykırılık oluşturur. Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa’nın 125., 155. ve 157. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. Kural, Anayasa’nın 125., 155. ve 157. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal edildiğinden, Anayasa’nın 2. ve 37. maddeleri yönünden inceleme yapılmamıştır. Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN, bu sonuca değişik gerekçelerle katılmışlardır. B- İptal Sonucu Yasa’nın Diğer Hükümlerinin Uygulama Olanağını Yitirip Yitirmediği Sorunu 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Başvuru, kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün sadece belirli madde veya hükümleri aleyhine yapılmış olup da, bu madde veya hükümlerin iptali kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün diğer bazı hükümlerinin veya tamamının uygulanamaması sonucunu doğuruyorsa, keyfiyeti gerekçesinde belirtmek şartıyla Mahkeme, uygulama kabiliyeti kalmayan kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün bahis konusu öteki hükümlerinin veya tümünün iptaline karar verebilir.” denilmektedir. 6100 sayılı Kanun’un 3. maddesinin birinci cümlesinin iptal edilmesi sonucu kalan bölümünün uygulama kabiliyeti kalmadığından, 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca 3. maddenin kalan bölümünün de iptali gerekir. V- SONUÇ 12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının; 1- Birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 2- Birinci cümlesinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan ikinci ve üçüncü cümlelerinin de, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE, 16.2.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN EK GEREKÇE İptali istenilen kural, Askeri olsun veya olmasın her türlü idari işlem, eylem ve idari sorumluluğu gerektiren diğer sebeplerle kişinin vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların asliye hukuk mahkemelerinde görüleceğini öngörmektedir. Yasa koyucu bu kuralın getiriliş gerekçesinin kimi bölümlerinde: Sağlık ve yaşam hakkının temel bir insan hakkı, sorumluluk doğuran bir nedenle vücut bütünlüğünün kaybının veya kişinin ölümünün ise sağlık ve yaşama hakkının tipik bir ihlali olduğu, sorumluluk hukukunun bir dalı olarak insana verilen zararlar ve onun tazmininin insan hakkı ekseninde temellenen “tazminat hukuku” olarak özel bir disipline dönüştüğü ve bu hukuk dalının cevherinin ise bizatihi insan ve onun varlığından meydana geldiği; Gözünü kaybeden bir insanın davasının görev alanı tartışması ile karşılaşması hâlinde askerî, idarî, adlî yargı kolları arasındaki on yılları aşan seyahati, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin zamanına ve oluşumuna göre farklı çözümleri, süre aşımı, kısmi dava, tazminat miktarı (hesaplama farklılığı) riskleri, çok farklı hukuk alanlarının farklı çözümler üretmesi, sorunların görünürde hukuk kılıfına sarılmış olsa da özü itibarıyla ve adalet duygusu ekseninde hukuk devletinin taşıyamayacağı bir yük olarak nitelendirilmesi gerektiği; şeklinde anlaşılabilecek geniş açıklamalara yer vermiştir. Söz konusu kural ve gerekçesinden, yasa koyucunun, kişilerin vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların sağlık ve yaşama hakkını ihlal etmeleri nedeniyle “tazminat hukuku” olarak özel bir disiplinle bu tür davaların yargı yerlerinde görev yönünden doğacak uyuşmazlıklar nedeniyle uzamadan, süratle, çelişkisiz, süre aşımına uğramadan, tazminat miktarı hesabının risk taşımadan ve farklı hukuk alanlarınca farklı çözümler üretilmeden sonuçlandırılmasını amaçladığı, başka bir anlatımla bu tür davaların istikrarlı biçimde ve süratle neticelenmesini sağlamak için getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin yakın zamana kadar verdiği kimi kararlarda, bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasa koyucunun mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemenin olanaklı olmadığı belirtilmekle birlikte, idarenin kamusal gücüne dayalı olarak yapmış olduğu idari işlemlerden ve eylemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların kural olarak idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerekliliğine karşılık, “kamu yararı” ve “haklı neden” bulunması durumunda idarî yargının denetimine bağlı olması gereken idarî bir uyuşmazlığın çözümünün adlî yargıya bırakılabileceği kabul edilmiştir. İptali istenilen kuralın, vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut ölüme bağlı maddi ve manevi zararlarla sınırlı olarak açılacak davaların istikrarlı biçimde ve süratle sonuçlandırılmasını sağlamak için getirildiği dikkate alındığında, bu düzenlemenin kamu yararı ve haklı neden düncesine dayanılarak yapıldığında duraksama bulunmamaktadır. Yasa koyucunun, “kamu yararı” ve “haklı neden” düşüncesi ile idarî bir uyuşmazlığın çözümünü adlî yargıya bırakabileceğine ilişkin Anayasa Mahkemesi’nce verilen benzer kararların bulunması, kuralın sağlık ve yaşam hakkı ile olan bağlantısı nedeniyle kamu yararı ve haklı neden ölçütünü taşıdığı gözetildiğinde, bu tür düzenlemelerin adli idari yargı ayırımına ilişkin Anayasa kurallarına aykırı olmadığı düşüncesiyle çoğunluğun kuralın kamu yararı ve haklı neden düşüncesine dayanmadığı ve Anayasa’nın idari yargı ayırımını öngören maddelerine de aykırı olduğu yolundaki gerekçesine katılmıyorum. Ancak kuralın, askeri olan idari işlem, eylem ve idari sorumluluğu gerektiren diğer sebeplerle ilgili özellikleri yukarıda belirtilen davaları da ayırıma tabi tutmaksızın asliye hukuk mahkemelerinde görüleceğini öngörmesi, Anayasa’nın 157. maddesindeki Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’nin askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğuna ilişkin Anayasa kuralına aykırılık oluşturduğundan, iptal gerekçesinin sadece bu maddeye dayandırılması gerektiğini düşünüyor ve çoğunluğun gerekçesine bu nedenle katılıyorum. Açıklanan nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinin iptali istenilen birinci fıkrasının Anayasa’nın 157. maddesine aykırı olması nedeniyle iptali gerekir. Üye Mehmet ERTEN EK GEREKÇE Kamu personelinin (idarenin ajanlarının) mali sorumluluğu konusu 1982 Anayasasında ilk kez anayasal kurallar biçiminde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 40. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” hükmü yer alırken; 129. maddesinin beşinci fıkrasında “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” denilmektedir. Anayasa’nın 125. maddesinin ilgili hükmünde zarar doğuran işlem ve eylemin süjesi “idare” iken, değinilen iki hükümde “resmi görevliler” (Md. 40/3) ve “memurlar ve kamu görevlileri” (Md. 129/5)nden söz edilmektedir. Yine 125. maddenin son fıkrasında işlem ve eylemlere ilişkin bir niteleme yapılmazken, Md.40/3’de “haksız işlemler”den, Md. 129/5’de ise “kusurlardan” doğan tazmin yükümü sözkonusudur. Dolayısıyla, bu hükümlerde, idarenin değil idarenin görevlilerinin davranışlarının nitelendirilmesine gidilmiştir. Söz konusu hükümler (Md.40/3, 129/5) sorumluluk koşullarını gösteren ve sorumluluğu kuran nitelikten ziyade, usûli nitelikte normlardır ve davalı tarafı belirlemeye yöneliktir. Burada hemen işaret etmek gerekir ki her iki kuralın (Md.40/3, Md.129/5) çerçevesi, memur ve kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurla sınırlı olup “görev kusuru” olarak nitelendirilen bu kusur hali dışında, personelin “salt kişisel kusurlarını” idari işlem veya eylem olarak nitelendirmeye imkân yoktur ve bu son halde “idarilik” niteliğinden yoksun olan ve idareye bağlanamayan bu tür kusurlardan dolayı idarenin değil, “salt kişisel kusurlu” olduğu saptanan kamu görevlisinin kişisel sorumluluğu söz konusu olacak, bu görevli hakkında adli yargıda doğrudan tazminat davası açılabilecektir. Diğer bir deyişle, anılan anayasal kuralların, kamu görevlilerinin “salt kişisel kusurlarını” kapsadığı düşünülemez. Bu istisnai durum dışında, “görev kusuru” nedeniyle kamu görevlisi aleyhine adli yargıda tazminat davası açılamaz; “görev kusuru”nun mevcudiyeti halinde, o kamu görevlisini istihdam eden idareye karşı tam yargı davası açılması gerekir. Dava konusu kuralda, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemelerinin bakacağı belirtilmektedir. Vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesi ya da kişinin ölümü halleri, doğrudan idari işlem ve eylem kaynaklı olabileceği gibi; yukarıda izahına çalışıldığı gibi idare ajanlarının görev kusurlarından kaynaklanmış da olabilir. Bu durumda idarenin sorumluluğu Anayasa’nın 125. maddesinin yanı sıra, 40/3 ve 129/5. maddelerine de dayanmış olacaktır. Diğer bir deyişle, idare ajanlarının görev kusurları sonucu vücut bütünlüğünün ihlâli ya da ölüm halleri meydana gelirse, belirtilen Anayasal kurallar karşısında idarenin ajanlarına karşı adli yargıda dava açma imkânı olamayacak ve ancak bu görevlileri istihdam eden idareye karşı tam yargı davası açılabilecektir. Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında işaret edilen “kamu yararı ve haklı neden durumunda” idari yargının görevine giren bir hususun adli yargıya bırakılabileceği şeklindeki saptamanın da somut davada uygulanabilme imkânı yoktur. Çünkü, Anayasa’nın dört ayrı hükmünde (40/3, 125, 129/5, 157) idari faaliyetler neticesinde veya idare ajanlarının görev kusurları kaynaklı idari eylemler dolayısıyla, vücut bütünlüğünün ihlâli veya ölüm meydana gelmesi durumunda, ilgililerin açacakları davanın bir tam yargı davası olacağı ve bu konuda idari yargının görevli bulunduğu açık ve kesin biçimde ifade edilmiş olduğundan; bu görevin idari yargıdan alınarak adli yargıya devredilebilmesi mümkün değildir. Açıklanan nedenle, kuralın iptali kararına bu ek gerekçeyle katılıyoruz. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Celal Mümtaz AKINCI DEĞİŞİK GEREKÇE 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3 üncü maddesinde “ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini davalarında görev” konusu düzenlenmiştir. Maddenin birinci tümcesinde her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara “asliye hukuk mahkemelerince” bakılacağı belirtilmiştir. Yasama metinlerinde: zararların tazminin de bugüne kadar kabul edilen sorumluluğu doğuran “alan” ölçütü yerine, konusu insan olan “zarar” ölçütünün alınmasının gerektiği, bu yolla farklı yargı düzenleri arasında görev uyuşmazlıkları, dava süreleri, kısmi dava hakkı kullanımı, tazminat tutarlarının hesaplanması bakımından yargı düzenleri arasındaki farklılıkların yarattığı çok hukukluluk sorunlarının hukuk devleti bakımından ağır bir yük oluşturduğu, adil yargılanma hakkı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçirilmesinin amaçlandığının belirtildiği görülmektedir. Anayasa’da idari ve adli yargının ayrılığı kabul edilmiştir. Bu ayrım uyarınca idarenin kamu gücü kullandığı ve kamu hukuku alanına giren işlem ve eylemleri idari yargı, özel hukuk alanına giren işlemleri de adli yargı denetimine tabi olacaktır. Buna bağlı olarak idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu söylemek gerekir. İdari yargı ve adli yargı yerlerindeki yargılamalar sonucunda ortaya çıkan farklılıkların giderilmesinde yeni “Hukuk Muhakemeleri Kanunu”nda (HMK) ve “Türk Borçlar Kanunu”nda (TBK) benimsenmiş olan, “insana verilen zararlar ve onun tazmini” konularındaki ilkeler gözetilerek, sorumluluğu doğuran sebebin özelliği yerine, öznesini insanın oluşturduğu “insan zararı” unsuru esas alınmıştır. “Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Bu kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalara da uygulanır.” (TBK m.55). Yasaların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle yasakoyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir. İdari yargıda idari eylem ya da işlemlerden doğan zararın tazmini ancak süresinde açılacak davalarla işlenebileceğinden, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak süresi geçirildikten sonra yeniden tam yargı davası açılamaz. Adli yargıda ise; alacaklı alacağının tümü hakkında dava açmak zorunda olmayıp fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmak kayıt ve şartıyla alacağının önce bir bölümünü, sonra kalan bölümünü talep edebilir. Böylece aynı nitelikli davalardan bir kısmı idari yargıda, bir kısmı da adli yargıda görüldüğü zaman idari yargıda dava açanlar “ıslah kurumundan yararlanmazken, adli yargıda dava açanlar bu kurumdan yararlanabilmektedir. İdarenin hizmet kurusundan kaynaklanan tam yargı davalarının görüm ve çözümünde idari yargı mercileri görevli olmakla birlikte, kamu hizmetinin özelliği ve gerekleri gözetilerek kanunlarla istisnaların getirildiği haller de mevcuttur. Medeni Kanun’un 1007. maddesi de bu istisnalardan birini oluşturmaktadır. Medeni Kanun’un 1007. maddesinde “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olduğu, Devletin, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği, Devletin sorumluluğuna ilişkin davaların, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görüleceği” kuralına yer verilmiştir. Bu maddi ve hukuki duruma göre, davada tazminat istemi hakkında karar verilebilmesi bakımından tapu sicili kayıtlarının hatalı tutulup tutulmadığı hususunun değerlendirilmesi, esasen idarenin işlem ve eylemlerinde kanıksanmış bir sorumluluk nedeni olarak öngörülen hizmet kusuru kavramı ile ilintili ise de, Medeni Kanun’un 1007. maddesi uyarınca tapu sicil kayıtlarının tutulmasına ilişkin kamu hizmetinin niteliği gereği, bu hizmetten kaynaklı zarar iddialarına ilişkin uyuşmazlıklarda devletin özel hukuk ilkeleri uyarınca sorumlu tutulması esası benimsenmiş olduğundan, bu tür davaların görüm ve çözümü adli yargının görev alanına girmektedir. Buna göre mahkemelerin görevleri belirlenirken adli ve idari olarak nitelenen yargı ayrılığının da göz önünde bulundurulması gerekir. Bununla birlikte, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde yasakoyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. Anayasa Mahkemesi bazı kararlarında idarenin kamusal gücüne dayalı olarak yapmış olduğu idari işlemlerden ve eylemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların kural olarak idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerekliliğine karşılık “kamu yararı” ve “haklı neden” bulunması durumunda idari yargının denetimine bağlı olmasına gereken idari bir uyuşmazlığın çözümünün yasakoyucu tarafından adli yargıya bırakabileceğini kabul etmiştir. Yasakoyucu tarafından haklı neden ve kamu yararı bulunduğu gözetilerek iptali istenilen kuralın düzenlendiği, Anayasa kurallarına aykırı olmadığı, bu nedenle çoğunluğun Anayasa’nın 125. ve 155. maddelerine aykırı olduğuna ilişkin iptal gerekçesine katılmıyorum. Talebin bu maddeler yönünden reddi gerekir. Anayasa’nın 157. maddesinin birinci fıkrasında; “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz…” hükmü getirilmiştir. Anayasa’nın 157. maddesi gereğince asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan işlem ve eylemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar adli yargının değil askeri idari yargının görev alanına girmektedir. İptal konusu kural ile vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yol açan eylem veya işlem bir askeri hizmete ilişkin olsa ve bir asker kişiyi ilgilendirse bile bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye hukuk mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların kanunla adli yargının görev alanına sokulması Anayasa’nın 157. maddesine aykırılık teşkil eder. Kuralın yalnız 157. madde yönünden iptali gerekir. Belirtilen nedenle iptal kararına katılıyorum. Üye Recep KÖMÜRCÜ DEĞİŞİK GEREKÇE 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinde ki; “Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar” ibaresi Anayasa’nın 125., 155. ve 157. maddesine aykırı bulunarak iptal edilmiştir. İtiraz konusu kural, ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini davalarında görev konusunu düzenlemektedir. Görev genel olarak bir yargı yerinin dava konusu yönünden yetkili olup olmama durumunu gösterir. Bir başka ifade ile uyuşmazlık konusu davanın hangi yargı düzeninde ve o düzen içinde yer alan mahkemelerden hangisinde görüleceği görev kuralları yani yasa kuralları ile belirlenir. Görevli yargı yeri demek konu yönünden o davaya bakacak mahkeme demektir. Anayasa’nın 138 ila 160. maddelerinde yargı bölümü yer almaktadır. Bu bölümdeki hükümlere göre ülkemizde yargı sistemi açısından birden çok yargı düzeni benimsenmiştir. Bu bölüm içinde yer alan 142. maddede ise; “mahkemelerin kuruluşu görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir” denilmiştir. Bu kuralın uygulanmasına yönelik pek çok kanun çıkarılmış ise de ülkemizdeki yargı düzenleri içinde yer alan yargı yerlerinin görev alanları net ve somut biçimde belirlenememiştir. Bu konuda karmaşık olay ve durumlardan kaynaklanan sorunlar bilimsel ve yargısal içtihatlarla giderilmeye çalışılmaktadır. Uyuşmazlık mahkemesine ayda ortalama yüz adet dava dosyasının gelmesi bu konuda tereddüt ve karmaşıklığın giderilemediğini göstermektedir. Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında; “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”, 155. maddesinin birinci fıkrasında ise; “Danıştay, idarî mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” hükümleri yer almaktadır. Yüksek mahkemeler bu hükümlerden hareketle önlerine gelen davalarda idari yargının görev alanını belirlerken kamu hukuku, kamu hizmeti, kamu yararı, idari işlem, idari eylem, idari sözleşme gibi ölçütleri kullanmaktadır. Ancak bu ölçütler içinde değerlendirilmesi gereken pek çok uyuşmazlık da yasalarla adli yargının görev alanına bırakılmıştır. Medeni Kanunla ilgili bazı davalar, Kamulaştırma Kanunundan doğan uyuşmazlıklar, Kanun dışı yakalanan ve tutuklanan kişilerin uğradıkları zararlar, Sosyal Güvenlik Kanunun uygulamasından doğan uyuşmazlıklar bunlar arasında sayılabilir. Adı geçen ölçütlerin kanuni bir tanımının yapılmamış olması ve tanımlanmasının da çok zor olması pek çok davanın hangi yargının görev alanına gireceği konusunda tereddütler uyandırmaktadır. Bu tereddütler nedeniyle mahkemelerin görev yerleri açısından çıkan uyuşmazlıklar Uyuşmazlık Mahkemesi’ne havale edilmekte ve davanın hangi yargı düzeninde veya hangi mahkemede görüleceğine adı geçen mahkeme karar vermektedir. İdarenin eylem veya işleminin özel veya kamu hukukundan kaynaklanıyor olup olmadığı, idari işlem veya eylemin tanımında kullanılan ölçütlerin kapsamının geniş veya dar tutulup tutulmadığı, idari işlem veya eylem yetkisini kullanan kamu görevlisinin o yetkiyi kullanırken şahsi ihmal veya kusur’u bir davranış içinde olup olmadığı gibi pek çok durum idari işlem veya eylemin niteliğini değiştirmektedir. Görüldüğü gibi bir davada taraflardan birinin idare olması ve uyuşmazlığın bu idarenin bir işleminden veya eyleminden kaynaklanıyor olması o davanın her zaman idari yargıda görüleceği sonucunu doğurmamaktadır. Bu konuda Anayasa’nın 142. maddesi mahkemelerin görev alanını belirlemede kanun koyucuya geniş takdir hakkı tanımıştır. Dolayısı ile kanun dışı yakalanan ve tutuklanan kişilerin uğradıkları zararlara ilişkin davaların kanunla adli yargının görev alanına alındığı gibi ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini davaları da adli yargının görev alanına alınması Anayasa’nın 125. ve 155. maddelerine aykırılık teşkil etmez. Anayasa’nın 157. maddesinin birinci fıkrasında; “Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” hükmü getirilmiştir. Bu. madde gereğince asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan işlem ve eylemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar adli yargının değil askeri idari yargının görev alanına girmektedir. İptal konusu kural ile vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yol açan eylem veya işlem bir askeri hizmete ilişkin olsa ve bir asker kişiyi ilgilendirse bile, bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye hukuk mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların kanunla adli yargının görev alanına sokulması Anayasa’nın 157. maddesine aykırılık teşkil eder. Açıklandığı üzere iptal edilen kuralın, Anayasa’nın 125., 155. ve 157. maddelerine aykırılığı nedeniyle değil, sadece 157. maddesine aykırılığı nedeniyle iptali gerekir. Anılan gerekçeyle iptal kararına katılıyorum. Üye Hicabi DURSUN EK GEREKÇE 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinin birinci cümlesinin iptali istenmiştir. İptali istenen cümle şu şekildedir: “(1) Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar…” Görüldüğü gibi, iptali istenen hüküm, idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan, insan vücudunun bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesi veya ölüm nedeniyle açılacak maddi ve manevi zararlara bakma görevini asliye hukuk mahkemelerine vermektedir. Eğer idari eylem veya işlemden sadece bir tek tür zarar doğmuşsa ve bu zararda hükümde sınırlandırıldığı şekilde, vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesi veya ölüme ilişkinse, zarar, asliye hukuk mahkemesinde açılacak bir tek dava ile talep edilebilir. Ancak, aynı idari eylem veya işlem yahut diğer sorumluluk sebebinden yukarıda belirtilenlerin dışında farklı türde bir zarar örneğin, malvarlığına ilişkin bir zarar da doğmuşsa, bu takdirde malvarlığına ilişkin zararın giderilmesi için asliye hukuk mahkemesinde dava açılamayacak, idari yargıda tekrar bir dava açmak gerekecektir. Bu durumda, söz konusu hüküm, aynı sorumluluk sebebinden vücut bütünlüğünün ihlâli ve ölüm dışında başka bir zarar doğarsa bu zararın giderilmesi için adli yargıda dava açılamayacağından, zorunlu olarak idari yargıda ikinci bir dava açılmasına neden olmaktadır. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrası “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” diyerek “usul ekonomisi” ilkesi gereğince, gereksiz yere dava açılmamasını, açılan davaların da en çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlandırılmasını emretmektedir. İptali istenen hüküm, yukarıda belirtildiği şekilde, aynı sorumluluk sebebinden maddede belirtilenler dışında farklı bir zararın doğması halinde, zorunlu olmadığı halde, ikinci bir dava açılmasını gerekli kılmaktadır. Bu durum, Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi 20.07.1999 tarih ve E.1999/1, K.1999/33 sayılı kararıyla, yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m. 87, son cümlesinde yer alan müddeabihin ıslah yoluyla artırılamayacağına ilişkin kuralın, “…İtiraz konusu kuralla müddeabihin ıslah suretiyle artırılmasına olanak tanınmaması dâvâların en az giderle ve olabildiğince hızlı biçimde sonuçlandırılmasına engel olacağından, Anayasa'nın 141. maddesine aykırıdır.” diyerek, benzer gerekçeyle iptaline karar vermiştir. İptali istenilen hükmün, Mahkememiz çoğunluğunun belirttiği gerekçelerin yanında, Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasına da aykırı olduğu kanaatindeyim. Üye Erdal TERCAN ––––––––––––––––––––––––––––––––––– 1 AYMK., 15.5.1997 tarihli ve E.1996/72, K.1997/51 2 AYMK., 28.6.1995 tarihli ve E.1994/71, K.1995/23 3 AYMK., 1.3.2006 tarihli ve E.2005/108, K.2005/35 [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2011/98 Karar Sayısı : 2012/24 Karar Günü : 16.2.2012 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Hava Kuvvetleri Komutanlığı Hava Eğitim Komutanlığı Askeri Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 22.5.1930 günlü, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 22.3.2000 günlü, 4551 sayılı Kanun’un 28. maddesiyle değiştirilen 132. maddesinin, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I- OLAY Sanığın, arkadaşının eşyasını çalmak suçundan cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu savını ciddi bulan Mahkeme iptali için itiraz yoluna başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “As.C.K.’nun 132’nci maddesi aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir. Üstünün, astının veya arkadaşının bir şeyini çalanlar: Madde 132 - Bir üstünün, arkadaşının veya astının bir şeyini çalan asker kişiler, altı aydan beş seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar. T.C.K.’nunda hırsızlık suçunu düzenleyen 141’inci maddenin cezası ise bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıdır. Görüldüğü gibi As.C.K.’nundaki hapis cezasının alt sınırı daha az olmasına rağmen üst sınırı ise T.C.K.’nundaki hırsızlık suçunun cezasından daha fazladır. T.C.K.’nun 145’inci maddesi ise aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir. Malın değerinin az olması: Madde 145- (1 Değişik 29/6/2005 - 5377/16 md.) Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir. Ayrıca hırsızlık suçununda yer aldığı T.C.K.’nun ikinci kısım onuncu bölümünün son kısmında etkin pişmanlık düzenlenmiştir. Etkin pişmanlık: Madde 168- (Değişik: 29/6/2005 - 5377/20 md.) (1) Hırsızlık, mala zarar verme, güveni kötüye kullanma, dolandırıcılık, hileli iflas, taksirli iflas ve karşılıklı yararlanma suçları tamamlandıktan sonra ve fakat bu nedenle hakkında kovuşturma başlamadan önce, faalin, azmettirenin veya yardım edenin bizzat pişmanlık göstererek mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisine kadar indirilir. (2) Etkin pişmanlığın kovuşturma başladıktan sonra ve fakat hüküm verilmezden önce gösterilmesi halinde, verilecek cezanın yarısına kadarı indirilir. (3) Yağma suçundan dolayı etkin pişmanlık gösteren kişiye verilecek cezanın, birinci fıkraya giren hallerde yarısına, ikinci fıkraya giren hallerde üçte birine kadarı indirilir. (4) Kısmen geri verme veya tazmin halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için, ayrıca mağdurun rızası alınır. Görüldüğü gibi T.C.K.’nun gereğince yargılanan bir kişinin çaldığı malın değeriyle ilgili olarak indirim yapılması mümkün olduğu gibi ceza vermekten vazgeçilebilmesi de mümkündür. Ayrıca sanığın pişman olup zararı ödemesi halinde indirim yapılacağı da hüküm altına alınmıştır. As.C.K.’na göre yargılanan kişinin çalmış olduğu malın değerinin az veya çok oluşu ve sanığın pişman olup olmaması ancak hakimin takdirini etkileyecek sübjektif bir husustur. T.C.K.’nundaki gibi objektif kriterler bulunmamaktadır. 5237 sayılı T.C.K.’nu ile daha önce mevzuatta olmayan etkin pişmanlık, uzlaşma ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi uygulamalar getirilmiştir. Yasa koyucu Ceza Hukukuna ilişkin düzenlemelerde yetkisini kullanırken kuşkusuz, Anayasaya ve Ceza Hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, cezayı ağırlaştırıcı veya hafifleştirici tutum ve davranışların neler olacağı, hangi cezaların para cezasına çevrilebileceği veya tecil edilebileceği gibi konularda takdir yetkisine sahiptir. Ancak Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu uygulamakla yükümlü devlet anlayışını yansıttığından... suçla ceza arasında akla uygun, kabul edilebilir, amaçla uyumlu bir orantının sağlanması hukuk devleti olmanın gereğidir.(Anayasa Mahkemesinin 21.01.2004 gün ve 2002/166 esas, 2004/3 sayılı kararı) 5237 sayılı TCK’nun 3’üncü maddesinde “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir. “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” Madde 3- (1) Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur. (2) Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz. Mülga olan 765 sayılı T.C.K.’nun 522 ve 523’üncü maddelerinde de benzer indirimler bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ceza siyasetinde hırsızlık suçlarında indirim maddeleri daima bulunmuştur. Ancak yukarıda belirtildiği üzere As.C.K.’nundaki hırsızlık suçunda objektif hiçbir indirim imkanı bulunmamaktadır. As.C.K.’nun 132’nci maddesindeki suçun cezası paraya çevrilebildiği halde As.C.K.’nun 47’nci maddesine göre ertelenememektedir. Askerlik hizmeti için 15 ay arkadaşlarıyla neredeyse 24 saat beraber yaşayan kişilerin bir arkadaşının sigarasından bir tek sigara dahi alması durumunda alacağı ceza en lehe değerlendirildiği takdirde 3.000,00 (Üç Bin) TL. adli para cezası veya 5 ay hapis cezasıdır. Bu cezanın da oldukça yüksek olduğu son derece açıktır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2 ve 10’uncu maddeleri aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir. “MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” “MADDE 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” Anayasanın 2 ve 10’uncu maddelerinden anlaşıldığı üzere Türkiye Cumhuriyeti bir Hukuk Devleti olup kanun önünde herkes eşittir. Tüm bu sebepler dikkate alınarak 1632 sayılı As.C.K.’nun 132’nci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı olduğu değerlendirilmiş ve bu maddenin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilmiştir.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 22.5.1930 günlü, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 22.3.2000 günlü, 4551 sayılı Kanun’un 28. maddesiyle değiştirilen 132. maddesi şöyledir: “Üstünün, astının veya arkadaşının bir şeyini çalanlar Madde 132- Bir üstünün, arkadaşının veya astının bir şeyini çalan asker kişiler, altı aydan beş seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Mahkeme, başvuru kararında Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine dayanmıştır. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi hükmü uyarınca Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Recep KÖMÜRCÜ, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla yapılan ilk inceleme toplantısında; Dosyada eksiklik bulunmadığından, işin esasının incelenmesine, 28.9.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında, Askeri Ceza Kanunu’nda düzenlenen hırsızlık suçunun, alt haddinin Türk Ceza Kanunu’nda yer alan basit hırsızlık suçunun alt haddinden daha düşük olmakla birlikte üst sınırının Türk Ceza Kanunu’ndan daha yüksek olduğu ve Türk Ceza Kanunu’nda yer alan hırsızlık suçunda malın değerinin az olması ile etkin pişmanlık hallerinde indirim veya cezasızlık nedenlerinin bulunmasına rağmen Askeri Ceza Kanunu’nda yer alan hırsızlık suçu bakımından bu hallerin düzenlenmediği bu nedenle itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İtiraz konusu kural ile, üst, ast ve arkadaşa karşı işlenen hırsızlık suçu, Türk Ceza Kanunu’ndan ayrı olarak Askeri Ceza Kanunu’nda düzenlenmekte ve Türk Ceza Kanunu’nda yer alan indirim veya artırım nedenlerine yer verilmeyerek cezanın alt ve üst hadleri farklı belirlenip takdir alanı genişletilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinde yasa koyucu, Anayasa kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahiptir. Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen “yasa önünde eşitlik ilkesi” hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı hukuksal durumda bulunan kişilerin aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve yasalarla kişiler arasında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Ceza hukukunun, toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla bağlantısı bulunması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem tercihi Devletin ceza siyaseti ile ilgilidir. Bu bağlamda ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından yasakoyucu Anayasa’nın ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla, soruşturma ve yargılamaya ilişkin olarak hangi yöntemlerin uygulanacağı, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayıldıkları takdirde hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları gerektiği, hangi hal ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici sebep olarak kabul edileceği gibi konularda takdir yetkisine sahiptir. Yasakoyucu, farklı hukuksal konumda olan kişileri farklı yaptırımlara tâbi tutabilir. Asker kişiler ile sivil kişiler aynı hukuksal konumda değildirler. Hırsızlık suçu bakımından askerlik hizmetinin gereği olarak askerlik camiasının gerektirdiği karşılıklı emniyet ve itimada dayalı bir ilişki içinde bulunan asker kişiler bakımından farklı hukuki sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. İtiraz konusu kuralla söz konusu ilişki içinde bulunan ast, üst ve arkadaşa karşı işlenen hırsızlık suçlarında ortaya çıkabilecek farklı sonuçlar da dikkate alınarak Askeri Ceza Kanunu’nda özel bir düzenleme yapılmıştır. Yasakoyucunun takdir yetkisi kapsamında farklı hukukî statü içinde bulunan kişiler hakkında farklı yaptırım öngören itiraz konusu kuralda hukuk devleti ve eşitlik ilkesine aykırılık yoktur. İtiraz konusu kural Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir. Engin YILDIRIM ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır. VI- SONUÇ 22.5.1930 günlü, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 22.3.2000 günlü, 4551 sayılı Kanun’un 28. maddesiyle değiştirilen 132. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Engin YILDIRIM ile Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 16.2.2012 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN KARŞIOY YAZISI İtiraz konusu kural, hırsızlık suçunun Askeri Ceza Kanunundaki (bundan sonra AsCK) düzenlemesiyle ilgilidir. Askerlik hizmet ve gereklerini ve askerlikteki disiplin ve karşılıklı güvenin taşıdığı önemi göz önüne alan yasa koyucu, ast, üst ve arkadaşa karşı işlenen hırsızlık suçunu, Türk Ceza Kanunu (bundan sonra TCK) kapsamında işlenen hırsızlık suçundan farklı değerlendirmiştir. Mesela, AsCK’nunda hırsızlık suçundan dolayı hiçbir şekilde nesnel bir indirim imkanı bulunmamaktadır. TCK m. 145 gereği, hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle cezada indirim yapılması mümkün olabildiği gibi, ceza vermekten vazgeçilmesi de söz konusu olabilmektedir. Benzer şekilde, TCK kapsamında hırsızlık suçunun cezasının paraya çevrilme olasılığı varken, AsCK 47. maddesinden dolayı AsCK kapsamındaki hırsızlık suçunda bu mümkün değildir. Denebilir ki, TCK anlamında işlenen hırsızlık suçu ile AsCK bağlamında işlenen hırsızlık suçunun koruduğu hukuki yarar farklıdır. TCK’da kişinin taşınır malları üzerindeki zilyetlik hakkı korunurken, AsCK’da buna ek olarak, askerlik hizmetinin ve onun ayrılmaz bir parçası olan askeri disiplinin gereği ast, üst ve arkadaş arasındaki karşılıklı güvene dayalı ilişkilerin korunması amaçlanmaktadır. Öte yandan, yukarıda sayılan nedenler sadece askerlik hizmeti için değil, pek çok diğer hizmette ve meslekte de geçerlidir. Askerlik hizmet ve gerekliliklerinin farklılık arz etmesi, farklı muamele yapılması için sağlam bir gerekçe oluşturmaz. Öyle olsaydı, her meslek grubu için ayrı ayrı düzenlemeler yapılması gerekirdi. Örneğin, polislik mesleğinde de disiplin ve karşılıklı güvenin hayati öneme haiz olduğunu düşünürsek, polislerin işlediği hırsızlık veya başka bir suç içinde ayrı bir Polis Ceza Kanununun çıkarılması gerektiği mi savunulacak? İtiraz konusu kuralda yer alan ast, üst ve arkadaşa karşı işlenen hırsızlık suçuna ait cezanın alt ve üst hadleri TCK’da yer alan basit hırsızlık suçunun alt haddinden daha düşük ancak üst haddinden daha yüksek belirlenmiştir. TCK’da basit hırsızlık suçu için bir yıldan üç yılı kadar hapis söz konusuyken itiraz konusu kuralda ise altı aydan beş seneye kadar hapis cezası düzenlemesi vardır. Her ne kadar Askeri Yargıtay’ın, itiraz konusu kuralı içeren 132. maddenin TCK’daki “hırsızlık eylemlerinin her türlü icra biçimlerini” kapsadığı yönünde içtihadı (örneğin, As.Yrg.Drl.Krl., 26.10.1978, E.65, K.80) mevcutsa da, buradan hareketle, söz konusu kuralın TCK. m.141’in yanında m.142 ve m.143’deki düzenlemeleri de kapsadığı görüşü, itiraz konusu düzenlemedeki hırsızlık suçunun cezasının üst haddinin TCK m. 141’deki basit hırsızlık suçunun üst haddinden yüksek olması gerçeğini değiştirmemektedir. Askerlik görevini yerine getirenlerin suç işlememesine dönük tedbirlerin alınmasının, askeri disiplinin sağlanması açısından gerekli olduğu açıktır. Bununla birlikte, askeri disiplini korumak ve tesis etmek amacıyla getirilmiş bir kuralın, bireyin hak ve özgürlüklerini daraltması ve adalet duygusunun zedelenmesine yol açması da kabul edilemez. Bu durum, Anayasa’nın 2. maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesinin ihlal edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Asker kişilerin bir kısmı için askerlik gönüllü olarak tercih ettikleri bir meslekken, diğerleri için zorunlu olarak yaptıkları bir görevdir. Zorunlu olarak askerlik görevini yapan asker kişilerin özgürlüklerinin askerlik hizmeti süresince kısıtlandığını düşündüğümüzde, hırsızlık gibi sırf askeri suç olmayıp, kısmen askeri suç veya askeri suç benzeri bir eylem olarak tanımlanan bir fiil için, sivil şahıslardan farklı cezai muameleye tabi tutulmaları Anayasa’nın 10. maddesinde vücut bulan eşitlik ilkesine aykırıdır. Askerlik görevinin kendine has özelliklerinden dolayı asker kişiler ile sivil kişilerin farklı hukuksal konumlarda bulunmaları, bunlar arasında farklı muameleye neden olan her durumun meşrulaştırılmasının bir gerekçesi olamaz. Asker ve sivil kişiler arasında elbette farklılıklar vardır ama bu farklılıklar asker kişiler aleyhine temel hak ve özgürlükler anlamında eşitsizlik yaratmak için kullanılmamalıdır. Yukarıda belirtilen gerekçelerle, itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyoruz. Üye Üye Engin YILDIRIM Celal Mümtaz AKINCI [R.G. 19 Mayıs 2012 – 28297] —— • —— Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından: İŞKOLU TESPİT KARARI Karar No : 2012/23 İşyeri : Yıldırım Belediyesi Kreşi Değirmenlikızık Mh. Tütüncüoğlu Cd. No: 4 Yıldırım/BURSA Tespiti İsteyen : Belediye-İş Sendikası İnceleme : Yıldırım Belediyesi Kreşinde Bakanlığımızca yapılan incelemede; işyerinde belediye personelinin 3-6 yaş arasındaki çocuklarına bakım ve okul öncesi eğitim hizmetinin verildiği, hizmetten öncelikli olarak belediye çalışanlarının faydalandığı, hizmet sunan personelin belediye personeli olması, hizmet sunulan binanın Yıldırım Belediyesine ait olması ve kreşin belediyenin bir birimi gibi faaliyet göstermesi nedeniyle yapılan işlerin İşkolları Tüzüğü'nün 28 sıra numaralı “Genel işler” işkolunda yer aldığı tespit edilmiştir. Karar : Yıldırım Belediyesi Kreşinde yürütülen işlerin niteliği itibariyle İşkolları Tüzüğü'nün 28 sıra numaralı “Genel işler” işkoluna girdiğine ve yapılan bu tespitin Resmî Gazete'de yayımlanmasına 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 4' üncü maddesi gereğince karar verilmiştir. [R.G. 21 Mayıs 2012 – 28299] —— • —— Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından: İŞKOLU TESPİT KARARI Karar No : 2012/24 İşyeri : Yıldırım Belediyesi Jimnastik Spor Kulübü Derneği Yunus Emre Mh. Samanlı Cad. No: 95 Yıldırım/BURSA (merkez) Tespiti İsteyen : Belediye-İş Sendikası İnceleme: Yıldırım Belediyesi Jimnastik Spor Kulübü Derneğinde Bakanlığımızca yapılan incelemede; derneğin merkez işyerinde kapalı spor salonu, açık yüzme havuzu, halı saha ve tenis kortunun bulunduğu, derneğin ayrıca İpekçilik Cad. Çelebi Mehmet Lisesi Altı adresinde katlı otopark, Selçukbey Cd. Dr. Sadık Ahmet Tesisinde halı saha işlettiği ve Barış Manço Kültür Merkezinde fotoğraf çekimi işi yaptığı, söz konusu işyerlerinin mülkiyetinin Yıldırım Belediyesine ait olduğu, ancak derneğin Yıldırım Belediyesinden ayrı bir işveren kişilik olduğu, kurucularının gerçek kişilerden oluştuğu, bütçesinin farklı olduğu, Yıldırım Belediyesinden derneğe ayrılan herhangi bir bütçe olmadığı bu nedenle işyerlerinde yapılan işlerin İşkolları Tüzüğü'nün 25 sıra numaralı “Konaklama ve eğlence yerleri” işkolunda yer aldığı tespit edilmiştir. Karar : Yıldırım Belediyesi Jimnastik Spor Kulübü Derneği işyerlerinde yürütülen işlerin niteliği itibariyle İşkolları Tüzüğü'nün 25 sıra numaralı “Konaklama ve eğlence yerleri” işkoluna girdiğine ve yapılan bu tespitin Resmî Gazete'de yayımlanmasına 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 4' üncü maddesi gereğince karar verilmiştir. [R.G. 21 Mayıs 2012 – 28299] —— • —— YÖNETMELİK Çevre ve Şehircilik Bakanlığından: ATIK ELEKTRİKLİ VE ELEKTRONİK EŞYALARIN KONTROLÜ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak, Tanımlar ve Genel İlkeler Amaç MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı; elektrikli ve elektronik eşyaların üretiminden nihai bertarafına kadar çevre ve insan sağlığının korunması amacıyla elektrikli ve elektronik eşyalarda bazı zararlı maddelerin kullanımının sınırlandırılması, bu sınırlandırmalardan muaf tutulacak uygulamaların belirlenmesi, elektrikli ve elektronik eşyaların ithalatının kontrol altına alınması, elektrikli ve elektronik atıkların oluşumunun ve bertaraf edilecek atık miktarının azaltılması için yeniden kullanım, geri dönüşüm, geri kazanım yöntem ve hedeflerine ilişkin hukuki ve teknik esasları düzenlemektir. Kapsam MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, Ek-1/A’da yer alan kategorilere dâhil olan elektrikli ve elektronik eşyaları kapsar. Ek-1/A’da tanımlanan kategorilere giren ürünlerin listesi, Ek1/B’de verilmiştir. (2) Bu Yönetmelik, Ek-1/A’da yeralan kategorilere dâhil olup bu Yönetmeliğin kapsamında olmayan bir ekipmanın parçasını oluşturacak şekilde monte edilmiş elektrikli ve elektronik eşyaları kapsamaz. (3) 30/5/2009 tarihinden önce piyasaya sunulmuş olan ürünler için üretilen tamir ve yeniden kullanım amaçlı yedek parçalarda, 5 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uygulanmaz. (4) Standart dışı veya hatalı olarak üretilen ve üreticisi tarafından ürün olarak değerlendirilemeyen eşyalar, 15 ve 16 ncı maddede belirtilen hedefler hariç, bu Yönetmelik hükümlerine tabidir. (5) Sağlık ve güvenlikle ilgili kanuni yükümlülükler ve atık yönetimi mevzuatı hükümleri saklıdır. (6) Özel olarak askeri amaç taşımayan ürünler hariç, ülke güvenliğinin korunmasına yönelik ekipman, silah, mühimmat ve savaş gereçlerinde bulunan elektrikli ve elektronik eşyalar bu Yönetmeliğin kapsamı dışındadır. Malzemelerin askeri amaç taşıyıp taşımadığı, Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığınca müştereken tespit edilir. Dayanak MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik; a) 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanununun 8, 11 ve 12 nci maddeleri ile 29/6/2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 ve 8 inci maddelerine ve 29/6/2001 tarihli ve 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanuna dayanılarak, b) Avrupa Birliğinin 2002/95/EC sayılı Elektrikli ve Elektronik Eşyalarda Bazı Zararlı Maddelerin Kullanımının Sınırlandırılmasına İlişkin Direktifi ile 2002/96/EC sayılı Atık Elektrikli ve Elektronik Eşya Direktifine paralel olarak, hazırlanmıştır. Tanımlar ve kısaltmalar MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen; a) Aktarma merkezi: Üreticilerin veya çevre izin ve lisansına sahip AEEE işleme tesislerinin atık elektrikli ve elektronik eşyaların toplanması amacıyla kurdukları merkezleri, b) Atık elektrikli ve elektronik eşya (AEEE): 5/7/2008 tarihli ve 26927 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Atık Yönetimi Genel Esaslarına İlişkin Yönetmelikte yer alan atık tanımına uygun ve Ek-1/A’da tanımlanan kategorilerde yer alan ürünlerin kullanım ömrü dolduğu andaki bütün bileşenlerini, unsurlarını ve ihtiva ettiği sarf malzemelerini, c) Bakanlık: Çevre ve Şehircilik Bakanlığını, ç) Bertaraf: Atık Yönetimi Genel Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin Ek-II A’sında yer alan işlemlerden herhangi birini, d) Çevre lisansı: 29/4/2009 tarihli ve 27214 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevre Kanununca Alınması Gereken İzin ve Lisanslar Hakkında Yönetmelikte düzenlenen lisansı, e) Dağıtıcı: Elektronik iletişim yoluyla yapılan satışlar da dâhil olmak üzere, ticari olarak kullanıcıya elektrikli veya elektronik eşya ulaştıran gerçek veya tüzel kişileri, f) Elektrikli ve elektronik eşya (EEE): Ek-1/A’da yer alan kategorilere dâhil olan ve alternatif akımla 1000 Volt’u, doğru akımla da 1500 Volt’u geçmeyecek şekildeki kullanımlar maksadıyla tasarlanmış olan, uygun bir biçimde çalışması için elektrik akımına veya elektromanyetik alana bağımlı olan eşyaları ve bu akım ve alanların üretimi, transferi ve ölçümüne yarayan eşyaları, g) Evsel AEEE: Evlerden gelen ve özellikleri ile miktarı açısından evlerden gelenlerle benzerlik gösteren ticari, kurumsal, endüstriyel ve diğer kaynaklardan gelen AEEE’yi, ğ) Finansman anlaşması: Mülkiyet devrine imkân sağlayıp sağlamadığına bakılmaksızın, herhangi bir ürünle ilgili olarak gerçekleştirilen tüm kredi, kira, kiralama ve vadeli satış anlaşması veya düzenlemesini, h) Geçici depolama alanı: İşleme tesislerinde, atık elektrikli ve elektronik eşyaların ve parçalarının bu Yönetmelikteki teknik koşullara göre bekletildiği alanları, ı) Geri dönüşüm: Yakarak enerji kazanma hariç, atık malzemelerini asıl veya başka bir kullanım amacıyla üretim sürecine tabi tutmayı, i) Geri kazanım: Atık Yönetimi Genel Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin Ek-II B’sinde yer alan işlemlerden herhangi birisini, j) Getirme merkezi: Evsel AEEE’lerin toplanması için belediyeler tarafından kurulan atık toplama merkezlerini, k) Homojen malzeme: Sökme, kesme, ezme, aşındırma gibi mekanik işlemlerle farklı malzemelere ve parçalara ayrılamayan malzemeyi, l) İşleme: AEEE’lerin arındırılması, sökümü, parçalanması, geri kazanımı veya bertarafa hazırlanması amacıyla bir tesise teslim edilmesinden sonra yapılan her türlü faaliyet ile AEEE’lerin geri kazanımı veya bertarafı için gerçekleştirilecek diğer işlemleri, m) İşleme tesisi: İşleme tanımı kapsamında yeralan arındırma, söküm, parçalama, parçalama sonrası oluşan atıkların geri kazanımı faaliyetlerinden asgari üç faaliyeti gerçekleştiren ve 21 inci maddeye göre çevre izin ve lisansı alınmış tesisleri, n) Önleme: AEEE’lerin ve bunların ihtiva ettiği malzeme ile maddelerin miktarlarının ve çevreye verdikleri zararın azaltılmasına yönelik alınan tedbirleri, o) Sahipsiz atık: EEE’nin atık olduğu anda üreticisi piyasada bulunmayan veya tespit edilemeyen AEEE’yi, ö) Tarihsel atık: Bu Yönetmeliğin yürürlüğe giriş tarihinden önce piyasaya sürülen ürünlerden kaynaklanan AEEE’yi, p) Tehlikeli madde veya müstahzar: 26/12/2008 tarihli ve 27092 Mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tehlikeli Maddelerin ve Müstahzarların Sınıflandırılması, Ambalajlanması ve Etiketlenmesi Hakkında Yönetmelikte tehlikeli olarak tanımlanan madde veya karışımları, r) Üretici: 6/3/2011 tarihli ve 27866 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Mesafeli Sözleşmelere Dair Yönetmelik kapsamındaki mesafeli sözleşmeler ile yapılan satışlar da dâhil olmak üzere, satış yöntemine bağlı olmaksızın; 1) Kendi markasıyla elektrikli ve elektronik eşya üreten ve satan, 2) Kendi markasıyla başka tedarikçiler tarafından üretilen elektrikli ve elektronik eşyaları satan, 3) Ticari amaçlarla elektrikli ve elektronik eşya ithal eden gerçek ve tüzel kişileri, s) Yeniden kullanım: AEEE’lerin veya parçalarının, belediyelere, dağıtıcılara, işleme tesislerine, toplama noktalarına veya üreticilere teslim edilenler de dâhil olmak üzere, tasarlandıkları asıl amaç için tekrar kullanıldıkları her türlü uygulamayı, ş) Yetkilendirilmiş kuruluş: Bu Yönetmelikten kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesi amacıyla Bakanlıkça belirlenen esaslar dâhilinde oluşturulan ve kâr amacı gütmeyen ortak uyum organizasyonunu, ifade eder. Genel ilkeler MADDE 5 – (1) Elektrikli ve elektronik eşyalar ile atık elektrikli ve elektronik eşyaların yönetimine ilişkin ilkeler şunlardır: a) 30/5/2009 tarihinden sonra ithal veya imal yoluyla piyasaya sürülen Ek-1/A’da verilen 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 10 nolu sınıflara dâhil olan elektrikli ve elektronik eşyalar ile elektrik ampulleri ve evsel amaçlı kullanılan aydınlatma gereçlerinde, Ek-2’de yer alan istisnalar hariç, kurşun (Pb), cıva (Hg), artı altı değerlikli krom (Cr6+), polibromürlü bifeniller (PBB) ve polibromürlü difenil eterler (PBDE) ile kadmiyumun (Cd) bulunması yasaktır. b) Yeni tasarım ürünlerde, teknik açıdan uygun olması durumunda geri dönüştürülebilen malzeme kullanımı teşvik edilir. c) AEEE’lerin bir bütün olarak yeniden kullanımına öncelik verilir. ç) Toplanan AEEE’lerin işlenmesi sağlanarak 16 ncı maddedeki geri kazanım ve geri dönüşüm oranları sağlanır. d) AEEE’lerin ve parçalarının teknik olarak işlenerek geri dönüşüm ve geri kazanım imkânının bulunmaması durumunda bertarafına müsaade edilir. e) AEEE’lerin geri dönüşümü, geri kazanımı ve bertarafı çevre lisanslı tesislerde yapılır. f) AEEE’lerin işlenmesi sonucu ortaya çıkan atıkların azaltılması veya imhası amacıyla çevre mevzuatına aykırı olarak yakılması ve alıcı ortama verilmesi yasaktır. g) AEEE’lerin yönetiminden kaynaklanan çevresel zararların giderilmesi ile ilgili tazminat ve diğer maliyetler, “kirleten öder” ilkesine göre AEEE’lerin yönetimi için sorumlu olan gerçek veya tüzel kişilere aittir. ğ) EEE üretimi yapılan tesiste oluşan veya garanti kapsamında yetkili servislerden iade alınan AEEE’lerin işlenmesi amacıyla üretim yerinde kurulan üniteler için çevre lisansı şartı aranmaz. Bu ünitelerde işleme faaliyeti bu Yönetmelikte belirtilen kriterlere uygun olarak gerçekleştirilir. EEE üretimi yapılan tesislerde oluşan AEEE’lerin geçici depolanması 13 üncü maddenin birinci fıkrasına göre yapılır. Üretim yerlerinde kurulacak olan işleme üniteleri ile geçici depolama alanları için ilgili çevre ve şehircilik il müdürlüğünden uygunluk yazısı alınması zorunludur. (2) Bu Yönetmeliğin uygulanmasında; 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (r) bendinin (2) numaralı alt bendinde tanımlanan üretici tarafından piyasaya sürülen ürünler üzerinde, aynı bendin (1) numaralı alt bendinde tanımlanan üreticinin de markasının bulunması durumunda, ürünlerin üreticisi olarak (1) numaralı alt bentte yer alan kişi veya kuruluşlar sorumludur. (3) Herhangi bir finansman anlaşması dâhilinde finans sağlayan kişi veya kuruluşlar, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (r) bendinde belirtilen üretici tanımı koşullarını sağlamadıkları sürece üretici olarak değerlendirilmezler. İKİNCİ BÖLÜM Görev, Yetki ve Sorumluluklar Bakanlığın görev ve yetkileri MADDE 6 – (1) Bakanlık; a) Ek-1/A’da verilen 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 10 nolu sınıflara dâhil olan elektrikli ve elektronik eşyalar ile elektrik ampulleri ve evsel amaçlı kullanılan aydınlatma gereçlerinin üreticileri tarafından verilen Ek-3’te yer alan Uygunluk Beyan Formunu yıllık olarak toplamakla, gerekli kayıt sistemini oluşturmakla ve firma kod numarası vermekle, b) Denetim ve izleme yapmak veya yaptırmakla, c) 5 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendine aykırılık durumunda, 1) Ürünün piyasaya arzının yasaklanmasını, 2) Piyasaya arz edilmiş ürünlerin piyasadan toplatılmasını, 3) 2872 sayılı Çevre Kanununda öngörülen idari cezaların tatbik edilmesini sağlamakla, ç) 21 inci maddeye göre çevre izin ve lisansı vermekle, d) Üreticiler tarafından hazırlanan yönetim planlarını değerlendirmek ve üreticilerin beyanları esas alınarak bir kayıt ve denetim sistemi oluşturmakla, e) Belediyelerin hazırladıkları AEEE yönetim planlarının uygunluğunu değerlendirmekle, f) Dağıtıcıların, belediyelerin ve üreticilerin oluşturdukları toplama ve geri dönüşüm faaliyetlerini değerlendirmek ve bu Yönetmelik hükümlerine aykırılık tespit edilmesi halinde gerekli idari işlemleri uygulamakla, görevli ve yetkilidir. (2) Bakanlık gerekli gördüğü durumlarda bu maddede belirtilen yetkilerinin bazılarını, sınırlarını belirlemek kaydıyla çevre ve şehircilik il müdürlüklerine devredebilir. Çevre ve şehircilik il müdürlüklerinin görev ve yetkileri MADDE 7 – (1) Çevre ve şehircilik il müdürlükleri; a) Lisans verilen atık elektrikli ve elektronik eşya işleme tesislerinin faaliyetlerini izlemek, denetlemek, ilgili mevzuata aykırılık halinde gerekli yaptırımın uygulanmasını sağlamakla, b) AEEE taşıma araçlarına taşıma lisansı vermekle ve faaliyetlerini denetlemekle, gerekli durumlarda lisansı iptal etmekle ve/veya yenilemekle, c) EEE üreticilerinin sahasında 5 inci maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendine göre oluşturulacak üniteler için uygunluk yazısı vermekle, görevli ve yetkilidir. Belediyelerin görev ve sorumlulukları MADDE 8 – (1) Belediyeler; a) Evsel AEEE’lerin, 15 inci maddenin birinci fıkrasında belirtilen toplama hedeflerine göre etkin bir biçimde diğer atıklardan ayrı toplanmasını sağlamak amacıyla AEEE yönetim planını hazırlamakla ve (c) bendinde belirtilen AEEE toplama başlangıç yılından en az altı ay önce Bakanlığa göndermekle, b) Yönetim planı çerçevesinde toplama programı hakkında konutları bilgilendirmek, bu program çerçevesinde toplama işlemini yapmak veya yaptırmakla, c) Aşağıdaki tabloya uygun olarak getirme merkezlerini kurarak AEEE’lerin toplanmasını sağlamakla ve kurulan getirme merkezlerine ilişkin olarak halkı bilgilendirmekle, Belediye Nüfusu 400.000’den fazla 200.000-400.000 arası 100.000-200.000 arası 50.000-100.000 arası 10.000-50.000 arası 10.000’den az Getirme Merkezi Oluşturma ve AEEE Toplama Başlangıç Yılları 1/5/2013 1/1/2014 1/1/2015 1/1/2016 1/1/2017 1/1/2018 ç) Getirme merkezlerinde 15 inci maddenin ikinci fıkrasında belirtilen gruplamaya göre AEEE’lerin uygun konteynerlerde biriktirilmesini sağlamakla, d) Toplama esnasında kullanılan araçlar üzerinde “Atık Elektrikli ve Elektronik Eşya Toplama Aracı” ibaresinin bulunmasını sağlamakla, e) Gerektiğinde evsel AEEE’lerin toplanması için il özel idareleri ile ortak çalışmalar yapmakla, f) Toplanan evsel AEEE’leri 9 uncu maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendi kapsamında Koordinasyon Merkezince belirlenen lisanslı işleme tesislerine göndermekle ve Koordinasyon Merkezine belgelemekle, yükümlüdür. (2) Büyükşehir belediyeleri, AEEE’lerin il genelinde etkin toplanması amacıyla belediyelerce yürütülen çalışmaları koordine etmekle, bilgilendirme ve eğitim faaliyetlerine katılmakla yükümlüdür. Elektrikli ve elektronik eşya üreticilerinin yükümlülükleri MADDE 9 – (1) Elektrikli ve elektronik eşya üreticileri; a) Teknik ve ekonomik imkânlar esas olmak üzere, uluslararası gelişmelere bağlı olarak, elektrikli ve elektronik eşyaların üretim, ürün temini, ürün geliştirme, AR-GE ve tasarım faaliyetlerinde bu Yönetmelik kapsamındaki zararlı maddelerin kullanımından kaçınmak veya yerlerine daha güvenli alternatif maddeleri kullanmak için gerekli çalışmaları yapmakla, b) Piyasaya sürdükleri elektrikli ve elektronik eşyalarda 5 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendine uymakla ve bu teknik kriterlerin sağlandığını gösteren bilgi ve belgeleri, ürünün piyasaya sunulmasından itibaren on yıl süreyle muhafaza etmekle, c) İthal edilecek elektrikli ve elektronik eşyalar için 23 üncü maddeye uymakla, ç) Ürün bilgisi açıklamalarında “AEEE Yönetmeliğine Uygundur” ibaresine yer vermekle, d) Her yıl Şubat ayı sonuna kadar Ek-3’te yer alan Uygunluk Beyan Formunu doldurarak Bakanlığa sunmakla, e) Bu Yönetmelikte belirtilen geri dönüşüm ve geri kazanım oranlarının sağlanması ve atıkların azaltılması amacıyla, elektrikli ve elektronik eşyaların tasarımı ve üretimi sırasında, ürünlerin kolayca parçalanmasını, ayrıştırılmasını, yeniden kullanımını, geri dönüşümünü ve geri kazanımını kolaylaştıracak malzeme ve parçaları kullanmakla, çevrenin korunması ve/veya emniyet gereklilikleri açısından önemli bir avantaj teşkil etmediği sürece yeniden kullanımı engelleyecek EEE tasarımlarından veya üretim proseslerinden kaçınmakla, f) Kendileri veya organizasyonunda yeraldığı yetkilendirilmiş kuruluş tarafından, bu Yönetmelikten kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin AEEE yönetim planını hazırlamak ve Bakanlık onayına sunmakla, g) Evsel AEEE’lere dair 15 inci maddedeki toplama hedeflerinin gerçekleştirilmesini sağlamakla, ğ) Belediyeler ve dağıtıcılar tarafından toplanan evsel AEEE’lerin; getirme merkezlerinden veya dağıtıcılardan başlamak üzere nakliye maliyetlerini karşılamakla, 14 üncü maddede belirtilen teknik özellikleri sağlayan tesislerde işlenmesini sağlamakla, işleme imkânının bulunmaması durumunda bertarafı için bir sistem kurmak ve maliyetleri karşılamakla, h) Evsel olmayan AEEE’lerin toplanması, işlenmesi ve bertaraf edilmesi amacıyla bir sistem kurmakla, ı) Belediyelerin yetki alanı dışında evsel AEEE’lerin toplanması için il özel idareleri ile yapılacak ortak çalışmaları desteklemekle, i) Belediyelerle birlikte veya münferit olarak eğitim ve bilinçlendirme kampanyaları düzenlemekle ve bu etkinliklerde kullanılacak yazılı görsel dokümanları sağlamakla, j) Bu Yönetmelikten kaynaklanan yükümlülüklerini münferit veya mevcut bir yetkilendirilmiş kuruluşa dâhil olarak yerine getirmek ve 17 nci maddeye göre teminat vermekle, k) Topladıkları tüm AEEE’leri 22 nci maddeye göre oluşturulan Koordinasyon Merkezine bildirmekle, l) Bu Yönetmeliğin yürürlüğe giriş tarihinden sonra piyasaya sürülen EEE’leri TSEN’nin 50419 sayılı Türk Standardına uygun olarak EK-6’da yer alan sembolle işaretlemekle, m) Piyasaya sürecekleri EEE’ler için esasları Bakanlıkça belirlenen kayıt sistemine başvurmak ve Bakanlıktan kod numarası almakla, yükümlüdür. EEE dağıtıcılarının yükümlülükleri MADDE 10 – (1) Elektrikli ve elektronik eşya dağıtıcıları; a) Yeni bir ürün sattıklarında, tüketici tarafından talep edilmesi halinde eş tipte ve aynı işlevi gören eski eşyayı markası, modeli, üreticisi ve muhtevasına bakılmaksızın almakla, yeni ürünün alıcının adresine teslim edildiği durumlarda, dağıtıcıya veya onun adına teslimatı yapan kuruluşa iade edilen evsel AEEE’yi aynı yerden almak ve bunun için herhangi bir nakliye ücreti veya başka bir ilave ücret talep etmemekle, b) Evsel AEEE’lerin muhafazasının sağlanması amacıyla mekân büyüklüğüne uygun olarak toplama kutusu veya konteyner bulundurmak veya satış yerinin kapalı bir bölümünü bu amaçla kullanmakla, c) Tüketicilerden toplanan evsel AEEE’leri Koordinasyon Merkezini bilgilendirerek, 9 uncu maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendi kapsamında bu Yönetmelikte belirtilen toplama sistemlerine veya çevre lisanslı işleme tesislerine göndermekle, ç) Satış yerinde, tüketicilerin kolaylıkla görebileceği yerlerde evsel AEEE’lerin toplanması, geri dönüşümü, diğer evsel AEEE toplama noktaları ve EK-6’da yer alan sembol ve bu sembolün anlamına ilişkin bilgileri bulundurmakla, yükümlüdür. Tüketicilerin yükümlülükleri MADDE 11 – (1) Elektrikli ve elektronik eşya tüketicileri; a) AEEE’leri üreticilerin ve belediyelerin belirledikleri esaslara göre diğer evsel atıklardan ayrı olarak biriktirmekle, b) AEEE’lerini dağıtıcıların, belediyelerin, üreticilerin veya işleme tesislerinin oluşturdukları toplama yerlerine götürmekle veya götürülmesini sağlamakla ve kayıt dışı toplama yapanlara vermemekle, yükümlüdür. AEEE işleme tesislerinin yükümlülükleri MADDE 12 – (1) İşleme tesisleri; a) AEEE’lerin bu Yönetmelikte belirtilen oranlarda geri dönüşüm ve geri kazanımının sağlanması için uygun yöntem ve teknolojileri kullanmakla, b) Faaliyetleri için Bakanlıktan çevre izin ve lisansı almakla, c) Aktarma merkezleri aracılığıyla AEEE’lerin toplanmasını sağlamakla, ç) Tesise kabul edilen, işlenen ve bertaraf ettirilen atık miktarları ile geri kazanım ve/veya geri dönüşüm miktarlarına ilişkin olarak kayıt tutmak, bu kayıtları beş yıl süreyle muhafaza etmek ve bunlara ilişkin hazırlanacak aylık faaliyet raporlarını Bakanlığa ve Koordinasyon Merkezine göndermekle, d) Ulusal sağlık ve emniyet standartlarına uyarak, ihtiva ettiği kirleticilerden dolayı çalışanlar için risk arz eden AEEE’leri kabul etmemekle, e) İşleme tesislerinde gerçekleştirilen AEEE işleme verimini artırmak amacıyla çalışan personelin tercihen en az teknik lise mezunu olmasını sağlamakla, yükümlüdür. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İşleme Tesisleri ile Tesis İçi Geçici Depolama Yerleri ve Aktarma Merkezlerinin Teknik Özellikleri İşleme tesislerinde bulunan geçici depolama yerleri ile aktarma merkezleri MADDE 13 – (1) Atık elektrikli ve elektronik eşyaların geçici depolaması 15 inci maddenin ikinci fıkrasında belirtilen altı grupta yapılır. Bu maksatla geçici depolama yerlerinde döküm alanları ve sınıflandırılan atıkların depolandığı yerlerin kapalı, zeminin geçirimsiz olması ve bu yerlerde; a) Kantar ve kayıt sistemi, b) Radyoaktif ölçüm cihazı, c) Sızıntı sularının toplanması için yeterli toplama kanalları, ç) Yağ tutucu ve emici malzeme, d) Yangın söndürme ve paratoner sistemi, bulundurulması zorunludur. (2) Aktarma merkezleri AEEE’lerin toplanması amacıyla, birinci fıkrada yer alan teknik kriterleri sağlayacak şekilde çevre izin ve lisansına sahip işleme tesisleri veya üreticiler tarafından kurulur ve işletilir. Aktarma merkezleri aracılığıyla toplanan atıklar, 22 nci madde uyarınca oluşturulan Koordinasyon Merkezine bildirilir. (3) Aktarma merkezlerinin teknik kriterlere uygunluğu çevre ve şehircilik il müdürlükleri tarafından düzenlenecek uygunluk yazısıyla belgelenir. İşleme tesisleri tarafından oluşturulan aktarma merkezlerine düzenlenecek uygunluk yazısının süresi işleme tesisinin çevre izin ve lisansına ait süreyi aşamaz. İşleme tesisleri teknik özellikleri MADDE 14 – (1) İşleme tesisleri için 13 üncü maddede belirtilen geçici depolama şartlarına ek olarak aşağıdaki teknik şartlar sağlanır. Ayrıca toplama kategorisi bazında Ek4’te yer alan asgari teknik şartların sağlanması zorunludur. Bununla birlikte Ek-4 listesinde belirtilen teknik şartların yerine Bakanlığın uygun görüşü alınarak alternatif teknolojiler kullanılabilir. Tesiste; a) Tesise konteynerler içerisinde getirilmeyen dökme malzemelerin muhafaza edilmesi için kapalı alanlar, b) Kantar, c) Geçirimsiz zemin, ç) Sızıntı sularının toplanması için yeterli toplama kanalları, d) Gerekli durumlarda yağ tutucu ve emici malzeme, e) Sökülen parçalar için kapalı depolama alanı veya konteyner, f) Radyoaktif madde ölçüm cihazı, g) Kırıcılar için toz tutma sistemi, ğ) Yangın söndürme ve paratoner sistemi, bulunması mecburidir. (2) Arındırılması gereken AEEE’ler için tesiste söküm, parçalama, geri kazanım öncesi atıkların içerisindeki tehlikeli maddeler ve sıvıların uzaklaştırılması sağlanır. Söküm işlemleri asgari yarı mekanik, parçalama işlemleri ise uygun teknolojiler kullanılarak yapılır. (3) İşleme tesislerinde atık elektrikli ve elektronik eşyalarda bazı zararlı maddeleri içeren parça ve malzemelerin çevre ve insan sağlığına olumsuz etkilerinin azaltılması amacıyla aşağıda belirtilen parçaların sökülerek diğer parçalardan ayrı olarak depolanması ve çevre mevzuatına uygun şekilde geri kazanılması veya bertaraf edilmesi gerekmektedir. Bu parçalar: a) Poliklorlü bifeniller (PCB/PCT) içeren kapasitör, b) Şalter veya arka ışık lambaları gibi cıva ihtiva eden bileşenler, c) Piller, ç) Cep telefonlarının basılı devre kartları ve diğer cihazlarda alanı 10 cm2’den büyük devre kartları, d) Renkli toner dâhil olmak üzere sıvı ve katı akışkan toner kartuşları, e) Polibromürlü bifenil (PBB), polibromürlü difenileter (PBDE) gibi bromlu alev geciktirici içeren plastikler, f) Asbestli atıklar ve asbest ihtiva eden bileşenler, g) Katod ışın tüpleri, ğ) Kloroflorokarbonlar (CFC), hidrokloroflorokarbonlar (HCFC), hidroflorokarbonlar (HFC) ve hidrokarbonlar (HC), h) Gaz deşarj lambaları, ı) Alanı 100 cm2’den büyük olan LCD ekranlar (mümkünse bulundukları kasa ile birlikte), i) Dış elektrik kablolar, j) Yanmaz seramik lifler ihtiva eden bileşenler, k) Radyasyon ile ilgili kanun ve yönetmeliklerde verilen emniyet limitlerinin altında kalanlar hariç, radyoaktif maddeleri ihtiva eden bileşenler, l) Yüksekliği ve çapı 25 mm’yi geçen veya benzer bir hacme sahip olan elektrolit kapasitörlerdir. (4) Ozon tabakasına zarar veren gazlar, 12/11/2008 tarihli ve 27052 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ozon Tabakasını İncelten Maddelerin Azaltılmasına İlişkin Yönetmelik hükümlerine tabidir. (5) Atık elektrikli ve elektronik eşyalar ile bu atıkları depolayan, işleyen, geri kazanan ve bertaraf eden tesislerden kaynaklanan atıkların Çevre Kanununca Alınması Gereken İzin ve Lisanslar Hakkında Yönetmelik kapsamında çevre izin ve lisansı almış tesislerde geri kazanılması ve/veya bertaraf edilmeleri gerekir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Toplama, Geri Dönüşüm ve Geri Kazanım Hedefleri Toplama hedefleri MADDE 15 – (1) Üreticiler, aşağıda verilen programa uygun olarak evsel AEEE toplama hedeflerine ulaşılmasını sağlar. Yıllara Göre Toplama Hedefi (kg/kişi-yıl) EEE Kategorileri 1. Buzdolabı/Soğutucular/İklimlendirme cihazları 2. Büyük beyaz eşyalar (Buzdolabı/ soğutucular/iklimlendirme cihazları hariç) 3. Televizyon ve monitörler 4. Bilişim ve telekomünikasyon ve tüketici ekipmanları (Televizyon ve monitörler hariç) 5. Aydınlatma ekipmanları 6. Küçük ev aletleri, elektrikli ve elektronik aletler, oyuncaklar, spor ve eğlence ekipmanları, izleme ve kontrol aletleri TOPLAM EVSEL AEEE (kg/kişi-yıl) 2013 2014 2015 2016 2018 0,05 0,09 0,17 0,34 0,68 0,1 0,15 0,32 0,64 1,3 0,06 0,05 0,10 0,08 0,22 0,16 0,44 0,32 0,86 0,64 0,01 0,03 0,02 0,06 0,02 0,11 0,04 0,22 0,08 0,44 0,3 0,5 1 2 4 (2) Ek-1/B’de yer alan elektrikli ve elektronik eşyaların aşağıda verilen gruplara göre ayrı toplanması gerçekleştirilir. a) Buzdolabı/Soğutucular/İklimlendirme cihazları, b) Büyük beyaz eşyalar ((a) bendinde belirtilenler hariç) ve otomatlar, c) Televizyon ve monitörler, ç) Bilişim ve telekomünikasyon ve tüketici ekipmanları ((c) bendinde belirtilenler hariç), d) Aydınlatma ekipmanları, e) Küçük ev aletleri, elektrikli ve elektronik aletler, oyuncaklar, spor ve eğlence ekipmanları, tıbbi cihazlar, izleme ve kontrol aletleri. Geri dönüşüm ve geri kazanım hedefleri MADDE 16 – (1) Üreticiler, lisanslı işleme tesisleriyle Ek-1/A’da yer alan kategorilerdeki her bir eşyanın, geri dönüşüm ve geri kazanım miktarlarını, aşağıdaki Tablo 1 ve Tablo 2’de verilen oranlarda karşılar. Bu oranlar hesaplanırken işlemeye gönderilen AEEE’nin ortalama ağırlığı esas alınır. Tablo 1 Geri Dönüşüm Hedefleri Elektrikli ve Elektronik Eşya Kategorileri 2013 Büyük ev eşyaları (%) Küçük ev aletleri (%) Bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları (%) Tüketici ekipmanları (%) Işıklandırma cihaz ve aletleri (%) Gaz deşarj lambaları Elektrikli ve elektronik aletler (%) Oyuncaklar, eğlence, spor aletleri (%) Tıbbi cihazlar (%) İzleme ve kontrol cihaz ve aletleri (%) Otomatlar (%) 65 40 50 50 20 55 40 40 --40 65 Yıllar 2018 Ağırlıkça (%) olarak 75 50 65 65 50 80 50 50 --50 75 Tablo 2 Geri kazanım Hedefleri Elektrikli ve Elektronik Eşya Kategorileri Büyük ev eşyaları (%) Küçük ev aletleri (%) Bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları (%) Tüketici ekipmanları (%) Işıklandırma cihaz ve aletleri (%) Gaz deşarj lambaları Elektrikli ve elektronik aletler (%) Oyuncaklar, eğlence, spor aletleri (%) Tıbbi cihazlar (%) İzleme ve kontrol aletleri (%) Otomatlar (%) 2013 75 55 60 Yıllar 2018 Ağırlıkça (%) olarak 80 70 75 60 50 75 70 70 50 50 --50 70 80 70 70 --70 80 (2) Elektrikli ve elektronik eşyaların bir bütün olarak yeniden kullanıma alınması durumunda, bu eşyalar geri dönüşüm ve geri kazanım hesaplamalarına dâhil edilmez. (3) Bakanlık, teknik ve ekonomik veri ve tecrübelere dayanarak ve üreticilerin önerilerini de dikkate alarak, Tablo 1 ve Tablo 2’de yer alan tıbbi cihazlar için geri dönüşüm ve geri kazanım hedeflerini belirler. BEŞİNCİ BÖLÜM AEEE Toplama ve Geri Dönüşüm Faaliyetlerinin Finansmanı Evsel AEEE yönetiminin finansmanı MADDE 17 – (1) Üreticiler, bu Yönetmelikten kaynaklanan maliyetleri teminat altına almak üzere piyasaya sürecekleri ürünler için teminat vermekle yükümlüdürler. Yetkilendirilmiş kuruluşlara üyelik teminat olarak kabul edilir. Teminat ve yetkilendirilmiş kuruluşlara ilişkin esaslar Bakanlıkça düzenlenir. (2) Üreticiler, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihinden sonra, tarihsel atıklar için Ek-1/A’da yer alan 1 inci kategorideki ürünlerde on, diğer kategorilerdeki ürünlerde sekiz yıllık geçici süreyle AEEE’lerin toplanması, işlenmesi ve/veya bertarafına ilişkin toplam maliyetleri ayrı bir satırda görünecek şekilde yeni ürünün satış faturasında gösterebilir. Toplanacak tutar AEEE’lerin idari ve teknik yönetim maliyetlerini geçemez. Ortak kurulacak sistemlerde toplanacak tutarın tamamının yetkilendirilmiş kuruluşa aktarılması zorunludur. Fatura üzerinden biriktirilen gelirler amaç dışı kullanılmaz. Bir önceki yıl kullanılamayan meblağ bir sonraki yıl AEEE’lerin yönetim maliyetleri hesaplamalarına dâhil edilir. (3) Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce piyasaya sürülen ürünlerden kaynaklanan tarihsel AEEE’lerin yönetim maliyeti, faaliyette olan üreticilerin iç piyasadaki paylarıyla orantılı olarak paylaştırılarak karşılanır. (4) Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten sonra piyasaya sürülen EEE’lerden kaynaklanacak sahipsiz AEEE’lerin yönetim maliyeti, bahse konu EEE üreticisinden alınan teminat ile karşılanır. Evsel olmayan AEEE yönetiminin finansmanı MADDE 18 – (1) Bu Yönetmeliğin yürürlüğe giriş tarihinden sonra piyasaya sürülen ürünlerden kaynaklanan evsel olmayan AEEE’lerin toplanması, nakliyesi, işlenmesi ve bertaraf maliyetleri üreticisi tarafından üstlenilir. (2) Bu Yönetmeliğin yürürlüğe giriş tarihinden önce piyasaya sürülen ürünlerden kaynaklanan tarihsel AEEE’lerin yönetim maliyeti, eşdeğer veya aynı işlevi gören yeni ürünlerlerle değişim yapılması durumunda bu ürünleri temin eden üreticiler tarafından, diğer durumlarda ise tüketiciler tarafından karşılanır. Ancak tüketiciler tarafından üreticiler ile başka finansman anlaşmaları da yapılabilir. ALTINCI BÖLÜM Çeşitli ve Son Hükümler Tüketicilerin bilgilendirilmesi MADDE 19 – (1) Üreticiler, EEE’lerde bulunan tehlikeli maddelerin çevre ve insan sağlığı üzerine olumsuz etkileri ile tüketicilerin AEEE ayrı toplama sistemlerine katkıda bulunmaları amacıyla bilgi vermekle yükümlüdür. İşleme tesislerinin bilgilendirilmesi MADDE 20 – (1) Üreticiler; AEEE’lerini toplama, yeniden kullanım, geri dönüşüm ve geri kazanım dâhil olmak üzere teknik kriterlere uygun olarak işlenmesini sağlamak amacıyla, piyasaya sürülen her yeni EEE için bu ürünün bileşenleri, kullanılan malzemeler ve ürünün ihtiva ettiği tehlikeli madde ve müstahzarların yeri ile ilgili bilgilerden oluşan el kitabı veya elektronik bilgi kaynağını işleme tesislerinin kullanımına sunmakla yükümlüdür. (2) Üreticiler, AEEE’lerin uygun teknolojiler kullanılarak işlenmesine katkıda bulunmak amacıyla işleme tesislerinde çalışan personelin eğitilmesi konusunda birinci fıkrada belirtilen hususlarla ilgili eğitim programları düzenler. Çevre izin ve lisansı MADDE 21 – (1) Geçici depolama ve işleme tesisleri 13 üncü ve 14 üncü maddelerde yer alan teknik kriterlere uygun olarak kurulur ve işletilir. Bu faaliyetler için Çevre Kanununca Alınması Gereken İzin ve Lisanslar Hakkında Yönetmelik kapsamında çevre izin ve lisansı alınması zorunludur. (2) İşleme tesisleri, lisans aldıktan sonra bir yıl içinde çevre yönetim sistemini kurarak, akreditasyona sahip belgelendirme kuruluşundan tercihen TS EN ISO 14001 veya eşdeğeri çevre yönetim sistemi belgesi almak ve Bakanlığa belgelemekle yükümlüdür. Koordinasyon Merkezinin oluşturulması MADDE 22 – (1) Yetkilendirilmiş kuruluşların ve yetkilendirilmiş kuruluş yapısına girmeden 17 nci maddeye göre teminat sunan üreticilerin, Bakanlıkla ve yerel yönetimlerle olan koordinasyonlarının sağlanması amacıyla, kâr amacı gütmeyen ortak bir Koordinasyon Merkezi kurmaları zorunludur. Birden fazla koordinasyon merkezi kurulamaz. Koordinasyon Merkezi yönetimi, yetkilendirilmiş kuruluş temsilcileri ve yetkilendirilmiş kuruluş yapısına girmeden 17 nci maddeye göre teminat sunan üreticiler tarafından oluşturulur. (2) Koordinasyon Merkezi; a) Toplanan evsel AEEE’lerin üreticilerin pazar paylarına göre paylaştırılmasını sağlamakla, b) Bakanlık tarafından oluşturulacak kayıt sistemine kayıt olan üreticilerin kayıt bilgilerinin doğrulamasını sağlamakla, c) Belediyelerce toplanan evsel AEEE’lerin işleme tesislerine taşınarak çevre lisanslı tesislerde geri kazanım veya bertarafını sağlamakla, ç) Her yıl Şubat ayı sonuna kadar Ek-5’de yer alan tablolarla piyasaya sürülen, toplanan, ihraç edilen, yeniden kullanılan, geri dönüştürülen ve geri kazanılan AEEE miktarları ve oranları hakkında Bakanlığa rapor sunmakla ve bu bilgi ve belgeleri beş yıl süreyle muhafaza etmekle, d) Bakanlık tarafından gerekli görülmesi halinde faaliyetlerini bağımsız denetim kuruluşlarına inceletmek ve inceleme raporunu Bakanlığa sunmakla, yükümlüdür. (3) Üretici, yetkilendirilmiş kuruluş ve Koordinasyon Merkezi tarafından yapılan bildirim kayıt ve belgelendirmelerin doğru olmadığının tespit edilmesi halinde, 25 inci maddeye göre işlem yapılır. Koordinasyon Merkezi 7/12/1994 tarihli ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanuna aykırı faaliyetlerde bulunamaz. EEE’lerin ithalatı MADDE 23 – (1) İthal edilecek elektrikli ve elektronik eşyaların bu Yönetmeliğe uygunluğunun kontrolü, Ekonomi Bakanlığının düzenlemelerine göre yapılır. Taşıma lisansı MADDE 24 – (1) AEEE’lerin getirme merkezleri, dağıtıcılar ve aktarma merkezlerinden işleme veya bertaraf tesislerine taşınması lisans almış araçlarla gerçekleştirilir. Taşımaya ilişkin esaslar Bakanlıkça düzenlenir. Yönetmeliğe aykırılık MADDE 25 – (1) Bu Yönetmeliğe aykırı faaliyet gösterenler hakkında, 2872 sayılı Çevre Kanununun 15, 20 ve 23 üncü madde hükümleri uygulanır. (2) Ürünlerin bu Yönetmelik hükümlerine aykırılığının tespiti halinde, 2872 sayılı Çevre Kanunu ile 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanunun ilgili idari yaptırım hükümleri uygulanır. (3) 22 nci maddenin üçüncü fıkrasına aykırılık halinde, 4054 sayılı Kanun çerçevesinde idari para cezası hükümleri uygulanır. Yürürlükten kaldırılan yönetmelik MADDE 26 – (1) 30/5/2008 tarihli ve 26891 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Elektrikli ve Elektronik Eşyalarda Bazı Zararlı Maddelerin Kullanımının Sınırlandırılmasına Dair Yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır. 30/5/2009 tarihinden önce ithal ve imal edilen eşyalar GEÇİCİ MADDE 1 – (1) 30/5/2009 tarihinden önce ithal veya imal yoluyla piyasaya sürülen elektrikli ve elektronik eşyalara ilişkin olarak 5 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendi hükümleri ile 9 uncu maddenin birinci fıkrasının (b) bendi hükümleri uygulanmaz. Mevcut işleme tesisleri GEÇİCİ MADDE 2 – (1) Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinde Bakanlıkça daha önce düzenlenen “Uygunluk Yazısı” çerçevesinde faaliyet gösteren işleme tesisleri, bu Yönetmeliğin yayımından itibaren en geç altı ay içinde Çevre Kanununca Alınması Gereken İzin ve Lisanslar Hakkında Yönetmelik kapsamında çevre izin ve lisansına başvurur. Mevcut tesislerin uygunluk yazıları, bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren bir yıl süre ile geçerlidir. Ürün bilgisi açıklamaları GEÇİCİ MADDE 3 – (1) Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren üç yıl süreyle “EEE Yönetmeliğine Uygundur.” ürün bilgisi açıklamasına sahip EEE’ler için, 9 uncu maddenin birinci fıkrasının (ç) bendi şartı aranmaz. Koordinasyon Merkezinin kurulması GEÇİCİ MADDE 4 – (1) Toplanan AEEE’ler, 22 nci maddede düzenlenen Koordinasyon Merkezi kuruluncaya kadar, Bakanlıktan uygunluk yazısına sahip işleme tesisleri ile bu Yönetmeliğe göre çevre lisansı almış işleme tesislerinde işlenir. Yürürlük MADDE 27 – (1) Bu Yönetmeliğin; a) 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (f) ve (j) bendleri ile 22 nci maddesi yayımı tarihinden bir yıl sonra, b) Diğer maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 28 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Çevre ve Şehircilik Bakanı yürütür. Ek-1/A ELEKTRİKLİ VE ELEKTRONİK EŞYA KATEGORİLERİ 1. 2. 3. 4. 5. 6. Büyük ev eşyaları Küçük ev aletleri Bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları Tüketici ekipmanları Aydınlatma ekipmanları Elektrikli ve elektronik aletler (büyük ve sabit sanayi aletleri hariç olmak 7. 8. 9. 10. Oyuncaklar, eğlence ve spor ekipmanları Tıbbi cihazlar İzleme ve kontrol aletleri Otomatlar üzere) Ek-1/B ELEKTRİKLİ VE ELEKTRONİK EŞYA KATEGORİLERİ AYRINTILI LİSTESİ 1. Büyük ev eşyaları a) Büyük soğutucu cihazlar b) Buzdolapları c) Dondurucular ç) Gıdaların soğutulması, korunması ve saklanması için kullanılan diğer büyük cihazlar d) Çamaşır makineleri e) Çamaşır kurutma makineleri f) Bulaşık makineleri g) Pişirme cihazları ğ) Elektrikli ocaklar h) Elektrikli saclar ı) Mikrodalga fırınlar i) Gıda pişirici ve hazırlayıcı diğer büyük cihazlar j) Elektrikli ısıtıcılar k) Elektrikli radyatörler l) Odaların, yatakların ve oturma gruplarının ısıtılmasında kullanılan diğer büyük cihazlar m) Elektrikli vantilatörler/aspiratörler n) İklimlendirme cihazları o) Diğer fan, havalandırma ve iklimlendirme ekipmanları ö) Elektrikli ve elektronik eşya tanımı kapsamındaki diğer büyük ev eşyaları 2. Küçük ev aletleri a) Elektrikli süpürgeler b) Halı yıkama makineleri c) Diğer temizleme makineleri ç) Örgü, dokuma, dikiş makineleri ve diğer kumaş işleyici makineler d) Ütü makineleri, ütüleme ve diğer giysi bakım aletleri e) Tost makineleri f) Kızartma makineleri g) Öğütücüler, kahve makineleri, paketleme cihazları ğ) Elektrikli bıçaklar h) Saç kesimi, saç kurutucu, diş fırçalama, tıraş, masaj ve diğer vücut bakım aletleri ı) Duvar ve kol saatleri ve diğer zaman ölçümü ve göstergesi veya kaydı için kullanılan aygıtlar i)Tartılar j) Elektrikli ve elektronik eşya tanımı kapsamındaki diğer küçük ev aletleri 3. Bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları a) Merkezi veri işlemesi: 1) Ana bilgisayarlar (Mainframe) 2) Mini bilgisayarlar 3) Yazıcı Birimleri b) Kişisel bilgisayar ekipmanları: 1) Kişisel bilgisayarlar (Merkezi işleme birimi, fare, ekran ve klavye dâhil) 2) Dizüstü bilgisayarlar (Merkezi işleme birimi, fare, ekran ve klavye dâhil olmak üzere notebook, laptop ve benzeri) 3) Avuçiçi bilgisayarlar (Notepad ve benzeri) 4) Yazıcılar 5) Kopyalama ekipmanı 6) Elektrikli ve elektronik daktilolar 7) Cep ve masa hesap makineleri ve elektronik bilgi toplama, muhafaza etme, işleme, sunma veya iletme için kullanılan diğer ürün ve ekipmanlar 8) Kullanıcı terminalleri ve sistemleri 9) Faks makineleri 10) Teleks 11) Telefonlar 12) Ankesörlü telefonlar 13) Kablosuz telefonlar 14) Cep telefonları 15) Telesekreterler ve telekomünikasyon vasıtasıyla ses, görüntü ve başka bilgilerin iletilmesi için kullanılan diğer ürün ve ekipmanlar 16) Elektrikli ve elektronik eşya tanımı kapsamındaki diğer bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları 4. Tüketici ekipmanları a) Radyo alıcıları b) Televizyon alıcıları c) Video kameraları ç) Video kaydediciler d) Hi-fi kaydediciler e) Ses yükselteçleri f) Müzik enstrümanları g) Telekomünikasyon dışında görüntü ve sesin dağıtımını sağlayan sinyaller ve diğer teknolojiler de dâhil olmak üzere, görüntü ve ses kaydı veya bunların reprodüksüyonu amacıyla kullanılan diğer ürün ve ekipmanlar ğ) Elektrikli ve elektronik eşya tanımı kapsamındaki diğer tüketici ekipmanları 5. Aydınlatma ekipmanları a) Evsel kullanım hariç floresan lambalı aydınlatıcılar b) Düz floresan lambalar c) Kompakt floresan lambalar ç) Basınçlı sodyum lambalar ve metal halit lambalar dâhil olmak üzere, yüksek güçlü deşarj lambaları d) Düşük basınçlı sodyum lambalar e) Akkor flamanlı ampuller hariç ışık verme veya ışık kontrolü için kullanılan diğer ekipmanlar f) Elektrikli ve elektronik eşya tanımı kapsamındaki diğer aydınlatma ekipmanları 6. Elektrikli ve elektronik aletler (büyük ve sabit sanayi aletleri hariç olmak üzere) a) Matkaplar b) Testereler c) Dikiş makineleri ç) Ahşap, metal veya diğer malzemelerin işlenmesinde kullanılan torna, değirmen, kumlama, zımpara, kesme, parçalama, delme, delik açma, dövme, katlama, eğme ve diğer işleme aletleri d) Perçinleme, çivileme, vidalama; perçin, çivi ve vida sökme ve benzer işlemler için kullanılan aletler e) Kaynak, lehim makineleri ve benzer makineler f) Sıvı veya gaz halindeki maddelerin sprey, dağıtma, sürme veya diğer şekillerde uygulanması için kullanılan ekipmanlar g) Çim biçme ve diğer bahçıvanlık işlerinde kullanılan aletler ğ) Elektrikli ve elektronik eşya tanımı kapsamındaki diğer elektrikli ve elektronik aletler 7. Oyuncaklar, eğlence ve spor ekipmanları a) Elektrikli tren ve yarış arabası takımları b) El tipi video oyun konsolları c) Video oyunları ç) Bisiklet sürme, koşma, kürek çekme vb. sporlar için kullanılan bilgisayarlar d) Elektrikli veya elektronik spor aletleri e) Jetonlu makineler f) Elektrikli ve elektronik eşya tanımı kapsamındaki diğer oyuncaklar, eğlence ve spor aletleri 8.Tıbbi cihazlar (emplantasyon ürünleri ve hastalık bulaşıcı temaslarda bulunan ürünler hariç) a) Radyoterapi ekipmanı b) Kardiyoloji ekipmanı c) Diyaliz ç) Sun’i teneffüs tertibatı d) Nükleer tıp ekipmanı e) Tüp teşhisleri için gerekli laboratuvar ekipmanı f) Analiz ekipmanı g) Derin dondurucular ğ) Üreme testleri h) Hastalıkların, yaraların ve sakatlıkların tespit edilmesi, önlenmesi, izlenmesi, iyileştirilmesi, hafifletilmesi için kullanılan diğer cihaz ve aletler ı) Elektrikli ve elektronik eşya tanımı kapsamındaki diğer tıbbi cihazlar 9. İzleme ve kontrol aletleri a) Duman dedektörü b) Isı ayarlayıcıları c) Termostatlar ç) Evsel veya laboratuvar ortamında kullanılan ölçme, tartma ve ayarlama cihaz ve aletleri d) Endüstriyel tesislerde kullanılan diğer kontrol ve izleme enstrümanları (örneğin kontrol panelleri) e) Elektrikli ve elektronik eşya tanımı kapsamındaki izleme ve kontrol aletleri 10. Otomatlar a) Sıcak içecek otomatları b) Sıcak veya soğuk şişe veya kutu otomatları c) Katı ürünler için otomatlar ç) Para otomatları d) Otomatik şekilde her çeşit ürün teslim eden bütün aletler e) Elektrikli ve elektronik eşya tanımı kapsamındaki diğer otomatlar Ek-2 YÖNETMELİĞİN 5 İNCİ MADDESİNİN BİRİNCİ FIKRASININ (a) BENDİ HÜKMÜNDEN MUAF TUTULAN KURŞUN (Pb), CIVA (Hg), ARTI ALTI DEĞERLİKLİ KROM (Cr6+), POLİBROMÜRLÜ BİFENİLLER (PBB) VE POLİBROMÜRLÜ DİFENİL ETERLER (PBDE) İLE KADMİYUM (Cd) UYGULAMALARI A - Kurşun (Pb), cıva (Hg), artı altı değerlikli krom (Cr6+), polibromürlü bifeniller (PBB) ve polibromürlü difenil eterler (PBDE) ile kadmiyumun (Cd) homojen bir malzemede ağırlık olarak kabul edilebilir azami düzeydeki konsantrasyon değerleri. Madde Cıva (Hg) Artı altı değerlikli krom (Cr6+) Polibromürlü bifenil (PBB) Polibromürlü difenil eterin (PBDE) Kurşun (Pb) Kadmiyum (Cd) Miktar (Homojen bir malzemede ağırlık olarak) % 0,1 % 0,1 % 0,1 % 0,1 % 0,1 % 0,01 B - Diğer Uygulamalar: 1. Lamba başına 5 mg’i geçmemek üzere, kompakt floresan lambalardaki cıva. 2. Aşağıdaki miktarları geçmemek kaydıyla, genel kullanım amaçlı düz floresan lambalardaki cıva: a) Halofosfat 10 mg b) Normal ömürlü trifosfat 5 mg c) Uzun ömürlü trifosfat 8 mg 3. Özel amaçlı düz (doğrusal) floresan lambalardaki cıva. 4. Bu Ek’te özel olarak bahsi geçmeyen diğer lambalardaki cıva. 5. Katod ışın tüpleri, elektronik bileşenler ve floresan tüplerin camındaki kurşun. 6. Alaşım maddesi olarak çelikte ağırlıkça en fazla % 0,35 oranında, alüminyumda ağırlıkça en fazla % 0,4 oranında, bakır alaşımlarında ağırlıkça en fazla % 4 oranında kurşun. 7. Yüksek ergime sıcaklığına sahip lehim içindeki kurşun (örnek: % 85’ten daha fazla kurşun içeren kurşun bazlı alaşımlar): a) Sunucularda, veri depolama ve veri depolama dizisi sistemlerinde, anahtarlama, sinyal, iletim ve telekomünikasyon sistemleri için ağ yönetimi ile ilgili ağ alt yapı donanımlarında kullanılan lehimlerdeki kurşun, b) Elektronik seramik parçalardaki kurşun (örnek: piezzoelektronik cihazlar). 8. Diğer ilgili mevzuat ile yasaklanmış uygulamalar hariç olmak üzere, elektrik kontaklarında ve kadmiyum kaplamalardaki kadmiyum ve bileşikleri. 9. Absorbsiyonlu buzdolaplarında, karbon çelik soğutma sistemlerindeki korozyon önleyici madde olarak kullanılan krom6+ (Cr6+ ): a) Polimerik uygulamalarda kullanılan DecaBDE, b) Kurşun-bronz alaşımlı yatak ve burçlardaki kurşun. 10. Birbiri ile uyumlu konnektör bacak sistemlerinde kullanılan kurşun. 11. Isıl iletim modülü c-halkası için kaplama maddesi olarak kurşun. 12. Optik ve filtre camlarda kullanılan kurşun ve kadmiyum. 13. Mikroişlemcilerin kılıfı ile bacakların birbirlerine bağlanmasında kullanılan, alaşımında ikiden fazla element bulunan, ağırlık olarak % 80'den fazla, % 85'den az kurşun içeren lehimlerde kullanılan kurşun. 14. Flip-Chip entegrelerinin kılıflarındaki yarı-iletken çekirdek ile kılıf taşıyıcısı arasındaki elektriksel bağlantıyı sağlayan lehimlerin içerdiği kurşun. 15. Silikat kaplamalı tüp içeren lineer akkor flamanlı lambalarda kullanılan kurşun. 16. Profesyonel reprografi uygulamaları için kullanılan yüksek yoğunluklu deşarjlı (HID) lambalardaki ışık sağlayıcı etken halinde bulunan kurşun-halide. 17. BSP (BaSi2O5:Pb) gibi fosforları ihtiva eden, bronzlaştırıcı lamba olarak kullanılan ve de diazo-baskı reprografisi, litografi, böcek öldürücüler, SMS ((Sr,Ba)2MgSi2O7:Pb) gibi fosfor içerikli foto kimyasal ve kür işlemlerindeki özel lambalar olarak kullanılan deşarjlı lambaların floresan tozlarının içinde, aktivatör halinde bulunan kurşun (ağırlıkça % 1 veya daha az kurşun). 18. Özel bileşimlerde temel amalgam olarak kullanılan PbBiSn-Hg ve PbInSn-Hg içeren kurşun ve çok küçük enerji tasarruf lambaları (ESL)’nda yardımcı amalgam olarak kullanılan PbSn-Hg içeren kurşun. 19. Likid kristal ekranlarda (LCD) yer alan düz floresan lambaların ön ve arka katmanlarının birleştirilmesinde kullanılan camdaki kurşun oksit. 20. Borosilikat camların üzerine yapılan cilalama uygulaması için kullanılan baskı mürekkeplerindeki kurşun ve kadmiyum içerikleri. 21. Fiber optik iletişim sistemlerinde kullanılan RIG (nadir elementler sınıfından demir içeren grena) Faraday rotatörlerde saflığı bozan kurşun. 22. İnce bacak aralıklı bileşenlerdeki bacak kaplamasındaki kurşun (bacak aralığı 0.65 mm’den küçük olan NiFe leadframe’e (entegre kılıflama şekli) sahip ve bacak aralığı 0.65 mm’den küçük olan bakır leadframe’e (entegre kılıflama şekli) sahip konnektörler hariç) 23. Sıralı çok katmanlı seramik (disksel ve düzlemsel) delikten geçmeli kondansatörlerin makine lehimlemelerinde kullanılan kurşun. 24. Plazma ekran panellerinde (PDP) ve yüzey iletken elektron yayıcı ekranlarda (SED) yapısal elemanlarda kullanılan kurşun oksit (Esasen ön ve arka cam dielektrik katmanında, veri yolu elektrotunda, siyah şeritte, adres elektrotunda, bariyer nervürde, sızdırmazlık fritinde ve frit halkasında, baskı macunlarında kullanılır.). 25. Siyah ışıklı mavi (BLB) lambaların cam kaplamasındaki kurşun oksit. 26. Yüksek güçlü (125 dB SPL ve üzerindeki akustik güç düzeylerinde saatler boyunca çalışacak şekilde tasarlanmış) hoparlörlerde kullanılan transdüserler için lehim olarak kurşun alaşımları. 27. 19/3/2002 tarihli ve 24700 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Kristal Cam Ürünleri Yönetmeliği ekinde tanımlanan kristal camlarda bulunan kurşun bağı. Ek-3 UYGUNLUK BEYAN FORMU .. / .. / .... Piyasaya sürmek istediğimiz, aşağıdaki tabloda belirtilen ürünlerimizin “AEEE Yönetmeliği” hükümlerine uygun olarak üretilmiş olduğunu taahhüt eder, Gereğini arz ederiz. PİYASAYA SÜRÜLEN ELEKTRİKLİ VE ELEKTRONİK EŞYALAR Büyük ev eşyaları Var £ Yok £ Küçük ev aletleri Var £ Yok £ Bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları Var £ Yok £ Tüketici ekipmanları Var £ Yok £ Aydınlatma ekipmanları Elektrikli ve elektronik aletler Oyuncaklar, eğlence ve spor ekipmanları Otomatlar Var £ Var £ Var £ Var £ Yok £ Yok £ Yok £ Yok £ Formda verilen bilgilerin doğruluğunu kabul ederek, bu bilgilerin yanlışlığının tespit edilmesi halinde, 2872 sayılı Çevre Kanununun 26 ncı maddesine göre gerçeğe aykırı belge düzenleyenlere verilecek cezaların bilgim dâhilinde olduğunu kabul ederim. Firma Unvanı Yetkili İmza Firmanın adresi : Tel : Faks : e-posta : Firmanın bağlı bulunduğu vergi dairesinin adı : Firmanın vergi sicil numarası : Ek-4 İŞLEME TESİSLERİNDE KATEGORİLERE GÖRE SAĞLANMASI GEREKEN ASGARİ TEKNİK ŞARTLAR A) Buzdolabı/Soğutucular/İklimlendirme cihazlarını işleyecek tesisler 1) Tesiste yürüyen bant sistemi bulunur. 2) Soğutma devreleri içerisinde bulunan ozon tabakasına zarar veren veya sera etkisine katkı potansiyeli 15’in üzerinde olan soğutucu gazlar ile diğer gazların çekilmesi ve depolanmasını sağlayacak ekipman ile kompresör yağlarının çekilmesini sağlayacak ekipman tesiste bulundurulur. 3) Buzdolabı/soğutucular mekanik olarak kırıcı ile kırılır. Kırma sistemi kapalı bir sistem olup ortaya çıkan gazların tutulması için uygun filtre sistemi kullanılır. 4) Kapalı sistemlerde buzdolabı/soğutuculardaki gaz içeren köpüklerin parlamaya neden olmaması amacıyla azot duşu, basınç giderme sistemi, gaz alarm cihazı ve benzeri teknolojilerle gerekli tedbirler alınır. 5) Buzdolabı/Soğutuculardan çıkarılan ve gazı alınan poliüretanlar (PUR) için ayrı depolama alanı bulunur. 6) EEE üretimi yapılan yerlerde bu Yönetmeliğin 5 nci maddesinin birinci fıkrasının (ğ) bendine göre ozon tabakasına zarar veren veya sera etkisine katkı potansiyeli 15’in üzerinde olan gazları içermeyen soğutucuların ve buzdolaplarının işlenmesi için kapalı sistem kırma ünitesi aranmaz. B) Büyük beyaz eşyalar (Buzdolabı/Soğutucular/İklimlendirme cihazları hariç) ve otomatları işleyecek tesisler 1) Asbest içeren ekipmanlar işlemeye tabi tutulmadan önce asbest içeren parçaları ön demontaj ile çıkartılır ve ayrı biriktirilir. Bunun mümkün olmaması halinde ekipman işlemeye tabi tutulmadan uygun şekilde bertaraf edilir. 2) Seramik lifler içeren ekipmanlar işlemeye tabi tutulmadan önce seramik lif içeren parçaları ön demontaj ile çıkartılır ve ayrı biriktirilir. C) Televizyon ve monitörleri işleyecek tesisler 1) Katot ışın tüpleri: a) Kapalı sistem kırıcı ile kırılması durumunda fosforun tutulması için uygun filtre sistemi bulundurulur. b) Kapalı sistem kırıcı bulunmaması durumunda kırma işlemi ancak fosfor tabakası alındıktan sonra ve kapalı ünitede yapılır. Elmas uçlu ayırma sistemleri, ısıtmalı tel yöntemi, laserli kesme veya uygun teknoloji kullanılarak ön cam ve arka cam ayrılmalıdır. Floresan kaplamayı ve aradaki fosfor tabakasını temizleyecek ekipman tesiste bulundurulur. Fosforun tutulması için uygun filtre sistemi bulundurulur. c) Kurşun içeren camlar ve kurşun içermeyen camlar ayrı biriktirilir. 2) LCD’lerde bulunan cıva içeren floresan lambalar ekranlardan sökülüir. Floresan bulundukları modülden kırılmadan çıkartılır ve gerekli şekilde bertaraf edilir. 3) Plazmalarda iki cam panel arasında bulunan odacıklardaki gaz karışımları özel olarak alınır. 4) Plazmalar, LCD’lerden ayrı biriktirilir. D) Bilişim ve telekomünikasyon ve tüketici ekipmanlarını (Televizyon ve monitörler hariç) işleyecek tesisler LCD’lerde bulunan cıva içeren floresan lambalar ekranlardan sökülür. Floresan bulundukları modülden kırılmadan çıkartılır ve gerekli şekilde bertaraf edilir. E) Aydınlatma ekipmanlarını işleyecek tesisler 1) Aydınlatma ekipmanlarında; gaz deşarj lambaların kırılmaması için biriktirme, toplama ve taşıma esnasında gerekli tedbirler alınır. 2) Aydınlatma ekipmanlarında fosforun ve cıvanın ayrıştırılmasını sağlayacak ekipmanlar ile filtre sistemleri bulunur. 3) Ayrıştırma ekipmanları sonucu oluşan fosfor ve cam tozu ayrı depolanır ve geri kazanımı veya bertarafı sağlanır. F) Küçük ev aletleri, elektrikli ve elektronik aletler, oyuncaklar, spor ve eğlence ekipmanları, tıbbi cihazlar, izleme ve kontrol aletlerini işleyecek tesisler 1) Asbest içeren ekipmanlar işlemeye tabi tutulmadan önce asbest içeren parçaları ön demontaj ile çıkartılır ve ayrı biriktirilir. Bunun mümkün olmaması halinde ekipman işlemeye tabi tutulmadan uygun şekilde bertaraf edilir. 2) Seramik lifler içeren ekipmanlar işlemeye tabi tutulmadan önce seramik lif içeren parçaları ön demontaj ile çıkartılır ve ayrı biriktirilir. 3) LCD’lerde bulunan cıva içeren floresan lambaların ekranlardan sökülmesi esastır. Floresan bulundukları modülden kırılmadan çıkartılır ve gerekli şekilde bertaraf edilir. Modülün kalan kısmı metal geri kazanımı amacıyla kullanılması gerekmektedir. Ek-5 ÜRETİCİ RAPORLAMA TABLOLARI Tablo 1: Toplanan ve İhraç Edilen AEEE Miktarları 1 2 3 4 5 6 7 Ürün kategorisi Piyasay a Sürülen EEE Toplana n Evsel AEEE Toplana Toplana n Evsel n AEEE olmayan (2)+(3) AEEE Toplam Ağırlık (ton) Toplam Ağırlık (ton) Toplam Ağırlık (ton) Toplam Ağırlık (ton) Türkiye’d AB e işlenen ülkelerin AEEE e ihraç edilen AEEE Toplam Ağırlık (ton) Toplam Ağırlık (ton) AB dışındak i ülkelere ihraç edilen AEEE Toplam Ağırlık (ton) 1. Büyük ev eşyaları 2. Küçük ev aletleri 3. Bilişim ve telekomünikasy on ekipmanları 4. Tüketici ekipmanları 5. Aydınlatma ekipmanları 5a. Gaz desarj lambaları 6. Elektrikli ve elektronik aletler 7. Oyuncaklar, eğlence ve spor ekipmanları 8. Tıbbi cihazlar 9. İzleme ve kontrol aletleri 10. Otomatlar Tablo 2: Geri Kazanım, Geri Dönüşüm ve Yeniden Kullanım Miktarları 1 2 3 4 5 Ürün kategorisi Geri Geri Yeniden Yeniden AEEE nin Kazanım Kazanım Kullanım ve Kullanım Bütün Oranı Geri ve Geri Olarak dönüşüm Dönüşüm Yeniden Oranı Toplam Ağırlık (ton) %(*) Toplam Ağırlık (ton) %(**) Kullanımı Toplam Ağırlık (ton) 1. Büyük ev eşyaları 2. Küçük ev aletleri 3. Bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları 4. Tüketici ekipmanları 5. Aydınlatma ekipmanları 5a. Gaz desarj lambaları 6. Elektrikli ve elektronik aletler (büyük ve sabit sanayi aletleri hariç olmak üzere) 7. Oyuncaklar, eğlence ve spor ekipmanları 8. Tıbbi cihazlar 9. İzleme ve kontrol aletleri 10. Otomatlar (*) Geri kazanım oranı, Tablo 2’deki geri kazanım (1) miktarının Tablo 1’deki toplam işlenen miktara ( 5+6+7) oranıdır. (**)Yeniden kullanım ve geri dönüşüm oranı, Tablo 2’deki yeniden kullanım ve geri dönüşüm (3) miktarının Tablo 1’deki toplam işlenen miktara (5+6+7) oranıdır. Not: Tabloda gri ile boyanmış alanlar isteğe bağlı olarak doldurulacaktır. Ek-6 ELEKTRİKLİ VE ELEKTRONİK EŞYALARIN İŞARETLENMESİNDE KULLANILACAK SEMBOL [R.G. 22 Mayıs 2012 – 28300] —— • —— YÖNETMELİKLER Adalet Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından: ÇOCUK KORUMA KANUNUNA GÖRE VERİLEN KORUYUCU VE DESTEKLEYİCİ TEDBİR KARARLARININ UYGULANMASI HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 24/12/2006 tarihli ve 26386 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çocuk Koruma Kanununa Göre Verilen Koruyucu ve Destekleyici Tedbir Kararlarının Uygulanması Hakkında Yönetmeliğin 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 47 nci maddesi ile 3/6/2011 tarihli ve 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 6 ncı maddesinin başlığında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına” şeklinde; birinci, ikinci ve yedinci fıkralarında yer alan “sosyal hizmetler” ibareleri ile üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan “sosyal hizmet” ibareleri “Aile ve Sosyal Politikalar” şeklinde; beşinci fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı”, “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün” ibaresi “Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğünün” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 7 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü” şeklinde; üçüncü fıkrasında yer alan “sosyal hizmetler” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar”, “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 8 inci maddesinin birinci ve sekizinci fıkralarında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” ibareleri “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentlerinde yer alan “ilçe veya il sosyal hizmetler” ibareleri “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il veya ilçe” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 12 nci maddesinin yedinci fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü” şeklinde; “Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığına” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğüne” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 14 üncü maddesinin birinci, ikinci ve yedinci fıkralarında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” ibareleri “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il ve ilçe müdürlükleri” şeklinde; dördüncü fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il ve ilçe müdürlüklerine” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesinin altıncı fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il ve ilçe müdürlükleri” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin 17 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il ve ilçe müdürlükleri” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 18 inci maddesinin altıncı fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunda” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il ve ilçe müdürlüklerinde” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin 19 uncu maddesinin birinci ve yedinci fıkralarında yer alan “Adalet Bakanlığınca” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca” şeklinde; ikinci, beşinci ve sekizinci fıkralarında yer alan “Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı” ibareleri “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü” şeklinde; üçüncü fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürü” ibaresi “Çocuk Hizmetleri Genel Müdürü”, “Adalet Bakanlığı Müsteşarının” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Müsteşarının”, “Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü” ibaresi “Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürünün” şeklinde; beşinci fıkrasında yer alan “Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığına” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğüne” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “İçişleri Bakanlığı,” ibaresinden önce gelmek üzere “Adalet Bakanlığı,” ibaresi eklenmiş ve aynı fıkrada yer alan “ve Eğitim Dairesi Başkanının” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin 20 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “sosyal hizmetler il müdürü” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il müdürü”, “il özel idaresi müdürü” ibaresi “il özel idaresi genel sekreteri” şeklinde; ikinci fıkrasında yer alan “sosyal hizmetler il müdürlüğünce” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il müdürlüğünce” şeklinde; dördüncü fıkrasında yer alan “sosyal hizmetler il müdürlüğü” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il müdürlüğü” şeklinde; beşinci fıkrasının (c) alt bendinde yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il ve ilçe müdürlüklerine” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 13 – Aynı Yönetmeliğin 25 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” ibareleri “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 14 – Aynı Yönetmeliğin 28 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunda” ibaresi “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin 31 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakan ile Adalet Bakanı” ibaresi “Adalet Bakanı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 16 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 17 – Bu Yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı birlikte yürütür [R.G. 23 Mayıs 2012 – 28301] —— • —— Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü)’ndan: 1:5.000 ÖLÇEKLİ STANDART TOPOĞRAFİK FOTOGRAMETRİK HARİTA YAPIMINA AİT TEKNİK YÖNETMELİĞİNİN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 17/1/1976 tarihli ve 15471 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 1:5.000 Ölçekli Standart Topoğrafik Fotogrametrik Harita Yapımına Ait Teknik Yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 2 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Yönetmelik hükümlerini Çevre ve Şehircilik Bakanı yürütür. [R.G. 23 Mayıs 2012 – 28301] —— • —— Kültür ve Turizm Bakanlığından: KAMU TAŞINMAZLARININ TURİZM YATIRIMLARINA TAHSİSİ HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 21/7/2006 tarihli ve 26235 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmeliğin 4 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen; a) Alt yatırımcı: Ana yatırımcıya tahsis edilen taşınmazlardan en az birini devralan tüzel kişileri, b) Ana yatırımcı: Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesinin tamamı veya plânlarla belirlenmiş alt bölgelerinde Bakanlar Kurulu kararı ile turizm yatırımını plan kararıyla belirlenen tüm sosyal ve teknik altyapılarıyla birlikte gerçekleştirecek veya gerçekleştirilmesini sağlayacak olan gerçek veya tüzel kişiyi, c) Bakanlığa tahsis: Kamu taşınmazlarının Kanun ve bu Yönetmelik amaçlarına uygun olarak kullanılmak üzere Bakanlığın tasarrufuna bırakılmasını, ç) Bakanlık: Kültür ve Turizm Bakanlığını, d) Girişimci: Turizm yatırımı yapmak isteği ile Bakanlığa başvurmuş Türk veya yabancı uyruklu gerçek veya tüzel kişiler ile iş ortaklıkları ve konsorsiyumları, e) Kamu taşınmazları: Kanun uyarınca Bakanlığa tahsis edilen Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerler, Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlar ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, bu bölgelerin veya bu bölgelerin planlarla belirlenmiş alt bölgeleri ve turizm merkezlerinin içinde yer alan orman arazilerini, f) Kanun: 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, g) Kesin tahsis: Ön izin koşullarını yerine getiren girişimciler adına, kamu taşınmazı üzerinde bağımsız ve sürekli nitelikli üst hakları da dahil olmak üzere irtifak hakkı tesisi veya kiralama ya da kullanma izni verilmesi suretiyle kullanma hakkı verilmesini, ğ) Komisyon: Bu Yönetmelik uyarınca oluşturulan Arazi Tahsis Komisyonunu, h) Kullanma bedeli: Kira, irtifak hakkı veya kullanma izni bedelini, ı) Kültür ve turizm koruma ve gelişim alt bölgesi: Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi içerisinde bulunan ve 1/25000 veya daha alt ölçekli plan ile belirlenen, içinde turizm türleri ile kültür, eğitim, eğlence, ticaret, konut ve her türlü teknik ve sosyal altyapı alanlarından bir veya daha fazlasını kapsayan, kendi içinde alt alanlara ayrılabilen taşınmazları, i) Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi: Tarihi ve kültürel değerlerin yoğun olarak yer aldığı veya turizm potansiyelinin yüksek olduğu yöreleri korumak, kullanmak, sektörel kalkınmayı ve planlı gelişimi sağlamak amacıyla değerlendirmek üzere sınırları Bakanlığın önerisi ve Bakanlar Kurulu kararıyla tespit ve ilan edilen bölgeleri, j) Müzakere: Başvuru yapılan taşınmazlar için yeterli görülen girişimciler ile sosyal ve teknik altyapıya katılım payının belirlenmesi için yapılan görüşmeyi, k) Müzakere Komisyonu: Bu Yönetmelik uyarınca oluşturulan Müzakere komisyonunu, l) Ön izin: Bu Yönetmelik kapsamındaki kamuya ait taşınmazlarla ilgili turizm amaçlı plan ve proje geliştirilmesi ile diğer işlemlerin tamamlanmasına imkân tanınması amacıyla girişimci adına kesin tahsis aşamasına kadar verilen izni, m) Sosyal ve teknik alt yapı hizmetlerine katılım payı: İlanen yapılacak tahsislerden Bakanlık tarafından belirlenen tahsise konu alanlarda gerçekleştirilecek sosyal ve teknik altyapı hizmetlerinin tamamının veya bir kısmının yapımının veya maliyetinin karşılanması için Bakanlıkça belirlenecek tutardan az olmamak üzere girişimci tarafından teklif edilen ve/veya müzakere sonucunda belirlenecek payı, n) Tahsis şartnamesi: Bakanlıkça her ilan döneminde tahsise konu taşınmazların özel şartlarını ve genel hükümlerini içeren şartnameyi, o) Teminat: Kesin ve süresiz teminat mektubunu veya Türk Lirası cinsinden nakit parayı, ö) Toplam yatırım maliyeti: Bakanlıkça yatırım türleri için her yıl belirlenecek birim maliyetlere göre hesaplanacak toplam yatırım tutarını, p) Turizm bölgeleri ve alanları: 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununda 24/7/2003 tarihli ve 4957 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerden önce yeri, mevkii ve sınırları Bakanlığın önerisi ve Bakanlar Kurulu kararıyla tespit ve ilan edilen ve Kanunun Geçici 7 nci maddesine göre yürürlükte olan bölgeleri ve alanları, r) Turizm merkezleri: Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri içinde veya dışında, öncelikle geliştirilmesi öngörülen, yeri, mevkii ve sınırları Bakanlığın önerisi ve Bakanlar Kurulu kararıyla tespit ve ilan edilen turizm hareketleri ve faaliyetleri yönünden önem taşıyan yerleri veya bölümlerini, s) Yatırımcı: Turizm yatırımı belgesine sahip tüzel kişileri, ifade eder.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 11 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 11 – (1) Bu Yönetmeliğin 10 uncu maddesi ve tahsis şartnamesinde belirlenecek hususlar kapsamında başvurusu Bakanlıkça uygun görülen girişimcilerle sosyal ve teknik altyapıya katılım payı üzerinden müzakere yapılır. (2) Müzakereye ilişkin usul ve esaslar Arazi Tahsis Komisyonunca belirlenerek, müzakereye katılacak girişimcilere tebliğ edilir ve müzakereler Müzakere Komisyonu tarafından yürütülür. a) Tek başvurunun yapıldığı hallerde Müzakere Komisyonunca yatırımın özelliğine göre girişimciden sosyal ve teknik altyapıya katılım payı istenebilir. b) Birden fazla başvuru hallerinde, müzakere öncesi tebliğ edilen usul ve esasların kabul ve taahhüt edildiğine ilişkin noter onaylı taahhütname ile girişimci tarafından teklif edilen ilk katılım miktarı tutarında teminat Bakanlığa teslim edilir. (3) Arazi Tahsis Komisyonu gerekçesini belirtmek suretiyle taşınmazı tahsis edip etmemekte serbesttir. Tahsis etmeme yönünde karar alınması halinde girişimcilerin teminatları iade edilir. Müzakere sonucunda; Arazi Tahsis Komisyonunca tahsis kararı alınması halinde, sosyal ve teknik altyapıya en fazla katılım payını öneren girişimciden, müzakere başlangıcında teklif ettiği miktar ile müzakere sonucunda teklif ettiği miktar arasındaki fark kadar teminatın en geç otuz gün içerisinde Bakanlığa verilmesi istenir. (4) Bu yükümlülüğünü yerine getiren girişimci adına Arazi Tahsis Komisyonu kararı ile ön izin verilir. Diğer girişimcilerin tüm teminatları müzakere sonrası iade edilir. (5) Mücbir veya kamudan kaynaklanan sebepler dışında, müzakere sonucunda en yüksek teklifi veren girişimcinin taahhüdünden vazgeçmesi veya süresi içerisinde ek teminatın getirilmemesi halinde, bu girişimci tarafından müzakereye katılmak için verilen teminat Hazineye irat kaydedilir. Bu durumda, Bakanlık müzakere sonucunda sosyal ve teknik altyapıya katılım payı için ikinci en yüksek teklifi veren girişimciden, yazılı bildirim tarihinden itibaren en geç otuz gün içerisinde müzakere sonucunda kendi teklif ettiği sosyal ve teknik altyapıya katkı payı bedeli kadar teminatın Bakanlığa verilmesi istenir. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi halinde, bu girişimci adına Arazi Tahsis Komisyon kararı ile ön izin verilir. İkinci en fazla sosyal ve teknik altyapıya katılım payı miktarı öneren girişimcinin Bakanlığın bu teklifini kabul etmemesi durumunda, ikinci girişimcinin önerdiği katılım payı miktarını kabul etmeleri halinde sırasıyla diğer girişimcilere Bakanlıkça aynı öneride bulunulabilir. (6) Ön izin alan girişimciden, kesin tahsis yapılmadan önce müzakerede taahhüt ettiği sosyal ve teknik altyapıya katılım payı miktarının nakden Bakanlık Döner Sermaye Merkez Müdürlüğü hesabına en geç otuz gün içerisinde yatırılması istenir. Bu bedelin yatırılması halinde müzakere sırasında alınan teminat mektupları iade edilir. Girişimci tarafından bu bedelin süresi içerisinde yatırılmaması halinde ise, ön izin Bakanlıkça iptal edilir ve ön izin için alınan teminat ile müzakere için verilen teminat Hazineye irat kaydedilir. (7) Arazi Tahsis Komisyonu, girişimciye talep ettiği parselin tahsis edilememesi halinde, aynı ilanda yer alan ancak talep olmayan diğer parsellerden bir veya birden fazlasını önerebilir. (8) Bölgenin tamamının veya alt bölgenin tek bir ana yatırımcıya tahsisi için Bakanlar Kurulunca verilen ön izin işlemleri, ön izin koşullarına göre Bakanlıkça yürütülür.” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 12 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 12 – (1) Aşağıda belirtilen niteliklerdeki kamu taşınmazları; özel mülkiyete veya tahsisli yatırımlara, bu Yönetmeliğin 9 uncu maddesindeki duyuru şartı aranmaksızın, tahsise ilişkin diğer hususların da sağlanması ve hisseli parsel teşekkül ettirilmemek şartı ile ek alan olarak tahsis edilebilir: a) Küçük ölçekli planlardan büyük ölçekli planlara geçişte ölçeğin gerektirdiği farklılıklardan doğan ilave bitişik alanlar, b) İnşa edilecek tesis türünün ve sınıfının gerektirdiği şartların sağlanamaması halinde meydana gelen olumsuzluğun giderilmesine imkan verilecek ilave bitişik alanlar, c) Aynı imar adası içerisinde yer alan, imar planları ile turizm kullanımına ayrılmış olan, ana alandaki tesisin niteliğini arttırmaya yönelik ilave bitişik alanlar, ç) İmar parseli bütünlüğünün oluşturulması ve uygulama imar planlarında öngörülen kapasitenin elde edilebilmesi bakımından, imar parseli içinde kalan alanlar, d) Tahsis yapıldığı tarihte denizle bağlantısı olan tahsisli alanlar ile aynı durumdaki özel mülklerle deniz arasında kıyı kenar çizgisinin sonradan değişmesi nedeniyle yeni oluşan alanlar, e) Tahsisli ana parsele veya özel mülke proje bütünlüğü olan ve birlikte kullanılması zorunluluğu bulunan alanlar. (2) Ancak, ek alan verilirken aşağıda belirtilen şartlara uyulur: a) Ek alanlar ana parsele doğrudan bitişik parsellerden verilebilir. Arada yol veya dere gibi ayırıcı engellerin bulunması durumunda ek alan verilmez. b) Ek alanların toplamı, özel mülkiyete veya ilk yapılan kesin tahsise konu taşınmazın toplam yüzölçümünün üçte birini ve toplam yirmi beş bin metre kareyi geçemez. c) Birinci fıkranın (d) bendinde belirtilen alanların ek alan olarak tahsis edilebilmesi için, bu alanların tahsisli ana parsellerle veya özel mülklerle proje bütünlüğünün sağlanması ve birlikte kullanılması zorunluluğu aranır. Bu alanlar, tahsisli alanlara veya özel mülklere denizle bağlantılarının sağlanması bakımından denize cepheleriyle sınırlı olacak şekilde tahsis edilebilir. Ancak, tahsisli alanlarda bu fıkranın (b) bendindeki kısıtlamalar uygulanmaz.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 13 üncü maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Mekanik tesis hattı ve kayak pisti tahsisi MADDE 13 – (1) Faaliyetlerinin tamamlayıcısı olarak hizmet vermesi amacıyla, bölgede a) Bakanlıkça belgelendirilmiş tek bir turizm tesisi olması halinde bu tesise, b) Bakanlıkça belgelendirilmiş birden fazla turistik tesis olması halinde bunların kuracağı ticari ortaklıklara, eşit koşullarda yararlanmak ve birlikte işletilmek şartıyla, c) Turizm yatırımı ve işletmeciliği ile görevlendirilmiş altyapı birlikleri ile kamu kurum ve kuruluşlarına, bu Yönetmeliğin 9 uncu maddesindeki duyuru şartı aranmaksızın, imar planına uygun mekanik tesis hattı ve zorunlu hallerde kayak pisti yapılmak ve birlikte kullanılmak üzere bedeli karşılığında arazi tahsis edilebilir. (2) Bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca tahsis yapılan alanda ileride Bakanlıkça belgelendirilmiş başka turizm tesislerinin yapılması halinde tahsis işlemi aynı fıkranın (b) bendine göre revize edilir. (3) Kayak pistlerine ilişkin kullanım bedelleri günübirlik tesis açık alan birim maliyeti üzerinden belirlenir.” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 14 üncü maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve ilave yapılmıştır. “Arazi tahsis komisyonunun ve müzakere komisyonunun oluşumu MADDE 14 – (1) Arazi Tahsis Komisyonu; Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğünden sorumlu Müsteşar Yardımcısı başkanlığında, Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürü, Arazi Tahsis Dairesi ile Yatırım Geliştirme ve Planlama Dairesinden sorumlu Genel Müdür Yardımcıları, Kontrolörler Kurulu Başkanı, Arazi Tahsis Daire Başkanı, Yatırım Geliştirme ve Planlama Daire Başkanından oluşur. (2) Müzakere Komisyonu, Müsteşarın başkanlığında, 1. Hukuk Müşaviri ve Arazi Tahsis Komisyonu üyelerinden oluşur. (3) Gerekli görüldüğü hallerde, görüşüne başvurmak üzere Arazi Tahsis Komisyonuna Bakanlık 1. Hukuk Müşaviri veya konunun uzmanı çağırılabilir. Ayrıca, tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma alanlarına ilişkin konularda Arazi Tahsis Komisyonuna ve Müzakere Komisyonuna üye olarak, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü katılır. (4) Arazi Tahsis ve Müzakere Komisyonlarının sekretaryası, Arazi Tahsis Daire Başkanlığı tarafından yürütülür. MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Arazi tahsis komisyonu ve müzakere komisyonunun görevleri MADDE 15 – (1) Arazi Tahsis Komisyonu, taşınmazlar hakkında girişimcilere ön izin verilmesine, ön iznin kesin tahsise dönüştürülmesine, bu izin ve tahsis sürelerinin uzatılmasına, dondurulmasına, dondurulan sürelerin yeniden başlatılmasına, izin ve tahsisin iptaline, ihyasına, ek alan verilmesine, ana yatırımcı tarafından sunulan imar uygulama iş programı veya yatırımı gerçekleştirme programının onayına, tür ve kapasite değişikliklerine, tahsis ve kullanma hakkı devrine ve hisse devirlerine, unvan değişikliğine, müzakere usul ve esaslarının belirlenmesine, Kanunda ve bu Yönetmelikte belirtilen diğer konulara ilişkin kararları alır. Arazi Tahsis Komisyon kararları Bakanlık onayı ile kesinleşir. Arazi Tahsis Komisyonu tüm üyelerin katılımıyla toplanır ve kararlarını üye tam sayısının salt çoğunluğu ile alır. Karşıt oylar ayrıntılı gerekçelerle belirtilir. (2) Müzakere Komisyonu, müzakerenin gerçekleştirilmesi ve sonuçlandırılması ile yetkilidir. Müzakere Komisyonu tüm üyelerin katılımıyla toplanır ve kararlarını üye tam sayısının salt çoğunluğu ile alır. Karşıt oylar ayrıntılı gerekçelerle belirtilir.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 16 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “ MADDE 16 – (1) Onaylı uygulama imar planı bulunmayan alanlarda girişimciye harita ve plan çalışmaları, tasdik işlemleri, turizm amaçlı anonim şirket kurulması ve diğer işlemlerin yapılması için altı ayı geçmemek üzere bedeli karşılığında ön izin verilir. (2) Ön iznin yürürlüğe girebilmesi için, yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç bir ay içerisinde; a) Toplam yatırım maliyetinin yüzde beşi oranında, termal ve kış turizmi amaçlı tahsisler ile tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma alanlarının tahsislerinde toplam yatırım maliyetinin yüzde biri oranında, ana yatırımcı adına verilen ön izinlerde toplam yatırım maliyetinin yüzde ikisi oranında teminatın, b) Ön izin koşullarının kabul edildiğine ilişkin noter onaylı taahhütnamenin, c) Ön izin bedelinin yatırıldığına ilişkin makbuz örneğinin, Bakanlığa teslim edilmesi şarttır. Bakanlıkça kabul edilebilir nedenler olması halinde Arazi Tahsis Komisyonu (a) bendinde belirtilen teminatın Bakanlığa teslim edilmesi için ilave altmış gün süre verebilir. (3) Ön izin süresi firmaya yazılan ön izin yazısının tebligat tarihinden itibaren başlar. (4) Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde, girişimcinin ön izin talebi geçersiz sayılır ve müzakere sırasında alınan teminat Hazineye irat kaydedilir. (5) Onaylı uygulama imar planı bulunan alanlarda ise, girişimciye en fazla dört ay ön izin süresi verilir. (6) Girişimciler tarafından ön izin süresinin uzatılmasının talep edilmesi ve Bakanlıkça uygun bulunması halinde ön izin süreleri, imar planı olmayan yerler için altışar aylık, imar planı olan yerler için dörder aylık dönemler halinde ve bedeli karşılığında en fazla dört kez uzatılabilir. (7) Ana yatırımcıya ise bir yıl ön izin süresi verilir, bu süre birer yıllık dönemler halinde ve bedeli karşılığında en fazla dört kez uzatılabilir. (8) Ön izin işlemlerinin verilen veya uzatılan ön izin süresinden önce gerçekleştirilmesi halinde, peşin alınan ön izin bedeli kullanım bedelinden mahsup edilir. (9) Ancak, kamudan kaynaklanan veya mücbir sebepler ile Bakanlıkça kabul edilebilir idari ve hukuki uyuşmazlıklardan doğan sebeplerin varlığı halinde ön izin süresi, sorun çözümleninceye kadar Arazi Tahsis Komisyon karar tarihinden itibaren dondurulur ve dondurulan süre için ön izin bedeli alınmaz. (10) Mücbir veya kamudan kaynaklanan sebepler dışında girişimcinin ön izin süresi içerisinde yükümlülüğünü yerine getirmemesi halinde, ön izin Bakanlıkça iptal edilir. Bu durumda peşin tahsil edilen ön izin bedeli iade edilmez. Girişimciden sosyal ve teknik altyapı hizmetlerine katılım payı ve ön izin dönemi için alınan teminatlar Hazineye irat kaydedilir. (11) Mücbir veya kamudan kaynaklanan sebeplerle, verilen veya uzatılan ön izin süreleri içerisinde yükümlülüklerin yerine getirilememesi halinde, girişimcinin talebi üzerine, ön izin Bakanlıkça iptal edilerek alınan teminatlar ile ön izin bedelleri faizsiz olarak iade edilir. (12) Ana yatırımcı adına verilen ön iznin iptali ve teminatın Hazineye irat kaydedilmesine ilişkin Arazi Tahsis Komisyonu kararları, Bakanlar Kurulunun onayı ile yürürlük kazanır. (13) Bu durumda boşalacak olan kamu arazisi için 10 uncu madde hükümleri uygulanır. (14) Girişimci, ön izin süresi içerisinde; a) 1/1000 ölçekli uygulama imar planı bulunmayan yerlerde yatırım alanının uygulama imar planını hazırlatıp ilgili kurumlara onaylatır. Ön izne konu taşınmaz hakkında gerekli olan ifraz, tevhit, terkin ve benzeri işlemleri yapar veya yaptırır. b) Tapu ve kadastro idaresinden tasdik edilmiş aplikasyon krokisi ve ayrıca ormanlık alanlarda orman idaresince tasdik edilmiş ağaç röleve planı alır. c) İştigal konuları arasında turizm olan bir anonim şirket kurar. 1) Kurulan anonim şirketin ön izne konu taşınmaz üzerinde gerçekleştirilecek yatırımın toplam maliyetinin en az yüzde elli biri oranında sermayeye sahip olması gerekir. 2) Ön izin verilen gerçek veya tüzel kişilerin kurulan anonim şirketteki hissesi yüzde elli birin altında olamaz. ç) Turizm yatırımı belgesi veya ana turizm yatırımı belgesini alır. d) Sosyal ve teknik altyapı katılım payının ödendiğine ilişkin belgeyi Bakanlığa iletir. e) Toplam yatırım maliyeti, açık, kapalı inşaat alanları ve kişi sayısı üzerinden hesaplanan tahsislerde vaziyet planı istenir. (15) Gayrimenkul Yatırım Ortaklıklarına da taşınmaz tahsisi yapılabilir ve adlarına Bakanlıkça turizm yatırımı belgesi düzenlenebilir. Ancak Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları tarafından gerçekleştirilen tesisler, faaliyet konuları arasında turizm işletmeciliği yer alan şirketlerce işletilir. (16) İş ortaklığı veya konsorsiyum tarafından ön izin süresi içerisinde kurulacak anonim şirketlerde, iş ortaklığı veya konsorsiyumun payı yüzde elli birin altında olamaz ve bu paylar iş ortaklığı veya konsorsiyum sözleşmesinde belirtilen orana göre ortaklar arasında dağıtılır. (17) Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesinin tamamının ana yatırımcıya verilmesi halinde, ana yatırımcı, yukarıda belirtilenlere ilave olarak, imar uygulama iş programı veya yatırımı gerçekleştirme programı hazırlayıp Bakanlığa sunmakla yükümlüdür. Ayrıca, imar planının tamamlayıcısı olarak ana yatırımcı, tahsis edilen alanın yatırımın tamamlanmasından sonra hangi yöntemle yönetileceğine ilişkin yönetim planını da Bakanlığa sunmakla yükümlüdür. Bu program ve yönetim planı Arazi Tahsis Komisyonunca onaylanır. Yönetim planı, imar planı notlarına işlenir. MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin 17 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 17 – (1) Ön izin yükümlülüklerini yerine getirerek turizm yatırımı belgesi veya ana turizm yatırımı belgesi alan girişimci adına Arazi Tahsis Komisyon kararı ile kesin tahsis yapılır. (2) Yatırımcı tarafından kesin tahsis yazısının tebliği tarihinden itibaren bir ay içerisinde; a) Toplam yatırım maliyetinin yüzde onuna tekabül eden miktarda, termal ve kış turizmi amaçlı tahsisler ile tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma alanlarının tahsislerinde toplam yatırım maliyetinin yüzde ikisine tekabül eden miktarda, ana yatırımcı adına yapılan kesin tahsislerde ise toplam yatırım maliyetinin yüzde dördü oranında teminatın, b) Kesin tahsis koşullarının kabul ve taahhüt edildiğine ilişkin şirket yönetim kurulu kararının noter tasdikli örneğinin, Bakanlığa teslim edilmesi halinde kesin tahsis yürürlük kazanır. Bakanlıkça kabul edilebilir nedenler olması halinde Arazi Tahsis Komisyonu (a) bendinde belirtilen teminatın Bakanlığa teslim edilmesi için ilave altmış gün ek süre verebilir. (3) Kesin tahsiste istenilen teminatın girişimci tarafından Bakanlığa tesliminden sonra, ön izin için alınan teminat iade edilir. İnşaat ruhsatını veren idaresinden, tesis inşaatının yüzde onbeş seviyesinde gerçekleştirildiğine ilişkin alınan yazının Bakanlığa verilmesi halinde, kesin tahsiste istenilen teminat iade edilir. (4) Bu belgelerin Bakanlığa teslim edilmesinden sonra irtifak hakkı tesis edilmesi veya kiralama yapılması ya da kullanma izni verilmesi Bakanlıkça Maliye Bakanlığından istenilir. (5) Girişimcilere, Arazi Tahsis Komisyon kararı ile kırk dokuz yıla kadar; ana yatırımcılara ise Bakanlar Kurulu kararı ile yetmiş beş yıla kadar tahsis yapılabilir. Tahsis süresi, kesin tahsis yazısının tebliği tarihinden başlar. (6) Kesin tahsis yazısının tebliğinden itibaren, bir yıl içerisinde irtifak hakkının kurulması ve ruhsat alınarak inşaata başlanılması zorunludur. İnşaata başlanılmaması halinde Kanunun 32 nci ve 33 üncü maddeleri uyarınca cezai işlem tesis edilir. Yatırımın tamamlanabilmesi için inşaata başlanma süresine ilave olarak iki yıla kadar süre verilir. a) Bu süreler içerisinde yatırımın en az yüzde onbeşinin tamamlanmaması halinde, kesin tahsis iptal edilir ve teminat Hazineye irat kaydedilir. Yatırımcı, bunlar için herhangi bir hak ve bedel talep edemez. b) Ancak, inşaatın en az yüzde onbeşinin tamamlandığının belgelenmesi halinde, yatırımı tamamlama için ilk verilen süreleri geçmemek kaydıyla ek süre verilebilir. Verilen ek süre içerisinde de yatırımın tamamlanmaması halinde tahsis iptal edilir ve teminat Hazineye irat kaydedilir. Yatırımcı, bunlar için herhangi bir hak ve bedel talep edemez. c) Tahsis devri veya tür değişikliği talepleri olan ve bu talepleri uygun görülen tahsislerde yatırımın tamamlanabilmesi için ilave olarak otuz aya kadar süre verilebilir. İkinci kez tahsis devri veya tür değişikliklerinde ek süre verilmez. (7) Mücbir veya kamudan kaynaklanan ve Bakanlıkça kabul edilebilir idari ve hukuki uyuşmazlıklardan doğan sebeplerle yatırıma başlanamaması veya yatırımın gerçekleştirilememesi durumunda kesin tahsis süresi dondurulur. Kesin tahsis süresinin dondurulmasına ilişkin Arazi Tahsis Komisyon karar tarihi ile dondurulan sürenin başlatılmasına ilişkin Arazi Tahsis Komisyon karar tarihi arasında geçen süre tahsis süresine eklenir ve bu süre için kullanma bedeli ödenmez. (8) Ancak, kendi kusuru dışında, mücbir veya kamudan kaynaklanan ve Bakanlıkça kabul edilebilir hukuki ve idari uyuşmazlıklardan doğan sebeplerle süresi içerisinde yükümlülüklerini tamamlayamadıklarını belgeleyen yatırımcının talebi durumunda, kesin tahsisi iptal edilir ve teminatı iade edilir. Bu durumda kesin tahsisin iptal edildiği tarihe kadar olan kullanım bedelleri tahsil edilir. (9) Ana yatırımcıya tahsis edilen alanlarda planlar ile oluşan parseller içinde yer alan her türlü bina, tesis ve bağımsız bölümler veya diğer alanlar tahsis sözleşmesinde öngörülmüş olmak ve tahsis süresini aşmamak koşuluyla üçüncü şahıslara kiralanabilir, işlettirilebilir veya bu bölümler üzerinde ana yatırımcı lehine tesis edilen bağımsız ve sürekli nitelikli üst hakkı ya da kullanma izni devredilebilir. (10) Üçüncü şahısların tahsis sözleşmesi ve koşullarından doğacak yükümlülükleri yerine getirmesinden ana yatırımcı Bakanlığa karşı, üçüncü şahıslar da aynı yükümlülüklerin yerine getirilmesinden ana yatırımcıya ve Bakanlığa karşı sorumludur. Bu sorumluluklar kesin tahsis sözleşmeleri ile belirlenir. (11) Ana yatırımcıdan, tahsis edilecek alanda gerçekleştirilecek sosyal ve teknik altyapının yapımına ilişkin olarak ilgili kurumlardan temin edilecek birim fiyatlara göre hesaplanan toplam yatırım tutarında olan ve Arazi Tahsis Komisyonunca da uygun görülen teminat alınır. Bu teminat sosyal ve teknik altyapıların tamamlanması ve ilgili kurumlardan kullanılabilir belgesi alınmasından sonra iade edilir. (12) Alt yatırımcılar tarafından yapılacak tesisler için bu maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen teminatın alt yatırıma düşen miktarının Bakanlığa verilmesi halinde, ana yatırımcıdan bu tesise ilişkin alınmış teminat iade edilir. (13) Kesin tahsis yükümlülüklerini yerine getirmeyen yatırımcının tahsisi Bakanlıkça re’sen iptal edilir ve teminatı Hazineye irat kaydedilir. Bu durumda arazi üzerindeki her tür yapı ve tesisler bedelsiz olarak Hazineye intikal eder. Yatırımcı, bunlar için herhangi bir hak ve bedel talep edemez. (14) Ana yatırımcı adına verilen kesin tahsisin iptali ve teminatın Hazineye irat kaydedilmesine ilişkin Arazi Tahsis Komisyon kararı, Bakanlar Kurulunun onayı ile yürürlük kazanır. (15) Ana yatırımcının tahsisi iptal edildiğinde, alt yatırımcının hakları korunur. Bir başka ana yatırımcının bulunamaması halinde Bakanlık imar parselleri bazında alt yatırımcıların tahsisini devam ettirir. (16) Bu durumda boşalacak olan kamu arazisinin tahsisi için Yönetmeliğin 9 uncu maddesi uygulanır.” MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 18 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 18 – (1) Kanunlarında, turizm yatırımı ve işletmeciliği ile görevli olan kamu kurum ve kuruluşlarına, turizm yatırımı belgesi alınması şartıyla, konaklama hariç imar planlarında yalnızca günübirlik, rekreasyon ve spor tesisleri gibi kullanıma ayrılmış alanlar ilansız olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde tahsis edilen taşınmazlar üzerinde bağımsız ve sürekli nitelikli olmayan ve tapu kütüğünün ayrı bir sayfasına taşınmaz olarak kaydedilmeyen, sadece taşınmazın tapu kütüğünün irtifak hakları ve gayrimenkul mükellefiyetleri sütununa kaydedilen süreli (normal) irtifak hakkı tesis edilir. (2) Ancak, kamu kurum ve kuruluşları bu taşınmazlar üzerinde adlarına yapılan tahsisi üçüncü kişilere devredemezler ve tür değişikliği yapamazlar. Aksi takdirde tahsisleri iptal edilir. (3) Tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma alanları kamu kurum ve kuruluşlarına ilansız olarak tahsis edilebilir. a) Bu durumda tahsis edilen tescilli yapı konaklama amaçlı olarak kullanılabilir ve birinci fıkradaki kamu kurum ve kuruluşlarına tahsislerdeki konaklamaya yönelik kısıtlama uygulanmaz. Ancak birinci fıkradaki diğer tahsis koşulları tescilli yapıların kamu kurum ve kuruluşlarına tahsisleri için de geçerlidir. b) Tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma alanlarının kamu kurum ve kuruluşlarına konaklama amacıyla ilansız tahsisi sadece tamamı en çok 100 yatak kapasiteli tesisler için geçerlidir. Belirtilen kapasite üzerinde olan tesisler bu madde gereği tahsis edilemez.” MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin 20 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 20 – (1) Yıllık ön izin bedeli; toplam yatırım maliyetinin binde biridir. Ön izin bedeli, Bakanlıkça belirtilen süre içinde Hazineye gelir yazılmak üzere peşin olarak yatırılır. Termal ve kış turizmi amaçlı tahsisler ile tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma alanlarının tahsislerinde bu bedel yüzde elli indirimli uygulanır. Ancak bu bedel, 29/1/2004 tarihli ve 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi kapsamında kalan illerde yapılacak yatırımlar için yüzde elli indirimli uygulanır.” MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin 21 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 21 – (1) Kullanım bedelinin başlangıç tarihi kesin tahsis tarihidir. Kullanım bedeli, Hazineye gelir yazılmak üzere bu tarihten itibaren yıllık olarak hesaplanıp peşin olarak ilgili muhasebe birimine yatırılır. a) Kesin tahsisi yapılan taşınmazların ilk yıl kullanım bedeli, toplam yatırım maliyetinin binde beşidir. Termal ve kış turizmi amaçlı tesislerde bu oran, toplam yatırım maliyetinin binde iki buçuğudur. Ancak bu bedeller, 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi kapsamında kalan illerde yapılacak yatırımlar için yüzde elli indirimli uygulanır. Müteakip yıllar için kullanım bedelleri, bir önceki yıl kullanım bedelinin Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan üretici fiyatları endeksindeki meydana gelen artış oranı (bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı) kadar arttırılması suretiyle hesaplanır ve tahsil edilir. Bu bentte belirtilen indirimlere ilave olarak, termal ve kış turizmi amaçlı tahsislerde; ilk yıl kullanım bedeli ile sözleşme hükümleri gereğince belirlenen ikinci ve üçüncü yıl kullanım bedelleri yüzde yetmiş indirim uygulanarak tahsil edilir. b) Tesisin işletmeye açılmasından sonra toplam yıllık işletme hasılatı üzerinden Hazinece yüzde bir oranında pay alınır. Termal ve kış turizmi amaçlı tahsisler ile tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma alanlarının tahsislerinde bu oran binde beştir. Ancak, 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi kapsamında kalan illerde yapılacak yatırımlar için bu oran yüzde elli indirimli uygulanır. İşletme hasılatı; işletmenin esas faaliyetleri çerçevesinde satılan mal veya hizmetler karşılığında alınan ya da tahakkuk ettirilen her türlü bedellerle, vade ve kur farkları, faiz ve kira gelirleri ile diğer gelirlerden oluşur ve tek düzen muhasebe sistemindeki gelir tablosunda yer alan net satışlar, diğer faaliyetlerden olağan gelir ve kârlar ile olağan dışı gelir ve kârların toplamı üzerinden tespit edilir. Yıllık işletme hasılatını gösteren mali tablolar 1/6/1989 tarihli ve 3568 sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununa göre yetkili kılınan yeminli mali müşavirlere tasdik ettirilerek en geç bilanço dönemini takip eden Mayıs ayı sonuna kadar ilgili Defterdarlık/Malmüdürlüğüne verilir ve işletme hasılatından alınacak pay ilgili Defterdarlık/Malmüdürlüğüne yatırılır. Ayrıca, tesislerin tamamının veya bir kısmının işletmeciliğinin üçüncü kişi veya kuruluşlara kiraya verilmesi halinde, kiraya veren kira bedeli üzerinden, kiracı/kiracılar ise, kiraya verene ödedikleri kira bedeli mahsup edildikten sonra kalan yıllık işletme hasılatı üzerinden Hazineye yüzde bir oranında pay öderler. Termal ve kış turizmi amaçlı tahsisler ile tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma alanlarının tahsislerinde bu oran binde beştir. Ancak, 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi kapsamında kalan illerde yapılacak yatırımlar için bu oran yüzde elli indirimli uygulanır. c) Tahsis edilen taşınmazın orman arazisi olması halinde; 31/12/2005 tarihli ve 26040 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Orman Köylüleri Kalkınma Hizmetlerine İlişkin Esas ve Usullerin 5 inci maddesinde belirtilen esas ve usullere göre bütçeye gelir kaydedilmek ve bir defaya mahsus olmak üzere Orman Köylüleri Kalkındırma Geliri alınır. Orman Köylüleri Kalkındırma Geliri proje toplam bedelinin orman sahasına isabet eden kısmının yüzde üçüdür. Ayrıca tesiste tür, sınıf ve kapasite değişikliğinin belgelendirildiği tarihteki birim maliyetlere göre hesaplanacak bedel ile yine aynı yıl birim maliyetleri esas alınarak önceki tür, sınıf ve kapasiteye göre hesaplanan bedel arasındaki farkın yüzde üçü alınır. Yeni bedelin önceki bedelden düşük olması halinde iade yapılmaz. (2) Ana yatırımcıya yapılacak tahsislerde Bakanlıkça belgelendirilemeyen ancak kabul edilen imar planında bulunan diğer kullanımlardan alınacak bedeller kesin tahsise ilişkin alınacak Arazi Tahsis Komisyon kararında belirlenir. (3) Bu Yönetmeliğin 12 nci maddesindeki istisnadan yararlanarak ilansız ek alan tahsisi yapılanlar için ilk yıl kullanım bedeli ve hasılat payları, ek alanın, ek alan dahil toplam alana oranlanması sonucunda bulunan ve ek alana isabet eden kapasite üzerinden hesaplanır. Ancak, asıl alanın, ilgili bakanlıklarca yapılan kesin izin, kesin tahsis ve üst hakkı tesisi işlemiyle yatırımcıya tahsis edilmiş olması ve sözleşmesinde hasılat payı alınacağına ilişkin hüküm bulunması halinde; ek alan üzerindeki tesislerin hasılatı da asıl alana dâhil edilir ve ek alan için ayrıca hasılat payı alınmaz. (4) Turizm yatırımı veya işletmesi belgeli tesiste meydana gelen tür ve sınıf değişikliklerinde, değişikliğin uygun görüldüğü tarih itibariyle yılı birim maliyetler üzerinden yeni kullanım bedeli; kapasite artışlarında ise, değişikliğin uygun görüldüğü tarih itibariyle, artan kapasite için yılı birim maliyetler üzerinden ek kullanım bedeli tespit edilir. (5) Tespit edilen yeni veya ek bedeller, yatırımcı tarafından tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ilgili muhasebe birimine peşin olarak ödenir. (6) Tesisin türü, sınıfı veya kapasitesinin düşürülmesi halinde kullanım bedellerinde herhangi bir indirime gidilmez. (7) Kullanım bedellerinin iki yıl üst üste ve yatırımcıya ödeme için verilecek otuz günlük süre içinde ödenmemesi halinde kesin tahsis ve tapuya tescil edilen irtifak hakkı iptal edilerek hak tapudan terkin edilir. Bu durumda arazi üzerindeki her tür yapı ve tesis bedelsiz olarak Hazineye intikal eder. Yatırımcı, bunlar için herhangi bir hak ve bedel talep edemez.” MADDE 13 – Aynı Yönetmeliğin 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 22 – (1) Kanun ve bu Yönetmelik hükümleri uyarınca Bakanlığa tahsis edilen taşınmazlar ve üzerindeki yapılar da gerçek ve tüzel kişilere Bakanlıkça tahsis edilebilir. Bu durumda; a) Tahsis edilen taşınmaz ve üzerindeki yapıların özel girişimcilerce aynen turizm amaçlı kullanımı halinde toplam yatırım maliyetinin yüzde beşi oranında yıllık kullanım bedeli alınır. Bu oran, termal ve kış turizmi amaçlı tahsislerde toplam yatırım maliyetinin yüzde iki buçuğu, tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma alanlarının tahsislerinde binde beşidir. Ancak bu bedeller, 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi kapsamında kalan illerde yapılacak yatırımlar için yüzde elli indirimli uygulanır. b) Tahsis edilen taşınmazın ve üzerindeki yapıların Bakanlıkça uygun görülecek bir yatırım projesinin gerçekleştirilmesinden sonra, ek kapasite artışı sağlayacak şekilde turizm amaçlı kullanımı halinde, bu maddenin (a) bendinde belirtilen kullanım bedeline ilave olarak, yatırımcı tarafından gerçekleştirilen toplam yatırımın binde beşi, termal ve kış turizmi amaçlı tahsislerde binde iki buçuğu oranında kullanım bedeli alınır. Ancak, 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi kapsamında kalan illerde yapılacak yatırımlar için bu oran yüzde elli indirimli uygulanır. Ayrıca, bu madde uyarınca tahsis edilen taşınmazın üzerindeki yapıların işletmeye açılmasından sonra, toplam yıllık işletme hasılatı üzerinden Hazinece, bu Yönetmeliğin 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen oran ile esas ve usullere göre pay alınır. (2) Tescilli taşınmaz kültür varlıkları ve korunma alanlarının tahsisleri için; a) Bu Yönetmelikte yer alan istisna hükümler, tamamı en çok 100 yatak ve/veya 120 kişilik kapasiteli tesisler için geçerlidir. Belirtilen kapasite üzerinde olan tesislerde istisnalar uygulanmaz. b) Bu fıkranın (a) bendinde belirtilen kapasitelerin üzerinde kapasiteye sahip olan tesisler için, tescilli yapının restorasyonuna ilişkin yatırım maliyeti, toplam yatırım maliyetinden düşülerek bulunacak miktarın yüzdebeşi oranında ilk yıl kullanım bedeli hesaplanır. Tescilli yapının restorasyonuna ilişkin yatırım maliyeti Bakanlıkça tespit edilir veya ettirilir. Ancak bu yöntemle hesaplanacak yıllık kullanım bedeli toplam yatırım maliyetinin bindebeşinden az olamaz.” MADDE 14 – Aynı Yönetmeliğin 26 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 26 – (1) Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi, alt bölgesi ve turizm merkezlerinde sosyal ve teknik altyapı hizmetlerinin tamamının veya bir kısmının yapımının veya maliyetinin karşılanması, Bakanlıkça yatırımcıdan tahsis koşulu olarak istenilir. Yatırımcılardan kapasite artışı, tür değişikliği ve ek alan tahsislerinde istenilecek sosyal ve teknik altyapıya katılım payları her yıl için yatırımın bulunduğu bölge, turizm türü, tesisin tür, sınıf, kapasite özelliklerine göre Bakanlıkça belirlenir ve Bakanlığın belirleyeceği hesaba yatırılır. (2) Tahsise konu taşınmazın bulunduğu alanda sosyal ve teknik altyapı hizmetlerinin karşılanamaması halinde, bu hizmetlerin sağlanması amacıyla Bakanlık tüzel kişi yatırımcılardan ayrı tüzel kişilik kurmalarını isteyebilir. Kurulacak tüzel kişiliğin kararlarına yatırımcılar tarafından uyulur ve katkı payları ödenir. (3) Ana yatırımcı kendisine tahsis edilen bölgedeki imar planlarına göre yapılması gereken her türlü teknik ve sosyal altyapının gerçekleştirilmesinden sorumludur. (4) Ana yatırımcının tahsis sözleşmesindeki sosyal ve teknik altyapı taahhütlerini yerine getirmemesi halinde Bakanlık bu yükümlülükleri, sosyal ve teknik altyapıya ilişkin teminatını paraya çevirerek Arazi Tahsis Komisyonunun belirleyeceği usulle yaptırır.” MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin 27 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 27 – (1) Bu Yönetmeliğin 5 inci maddesinde belirtilen kültür turizm koruma ve gelişim bölgeleri ve turizm merkezlerinde turistik tesislerin atık su arıtma tesisi ve katı atık tesisleri ve diğer altyapı hizmetlerini yürütmek üzere kamu kuruluşları ile mahalli idarelerin kurmuş oldukları birliklere, idari faaliyetlerini sürdürebilmeleri için gerekli olan yapı ve tesislerin inşa edileceği yerler de dahil olmak üzere ilansız ve bedelsiz arazi tahsis edilebilir. Ancak bu tahsis; bölgede faaliyet sürdüren şirketler veya mahalli idarelerin kurmuş oldukları şirketler için taşınmazın emlak vergi değerinin yüzde birinden az olmamak üzere Arazi Tahsis Komisyonunca belirlenecek bedel üzerinden yapılır.” MADDE 16 – Kültür ve Turizm Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından müştereken hazırlanan bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 17 – Bu Yönetmelik hükümlerini Kültür ve Turizm Bakanı yürütür. [R.G. 23 Mayıs 2012 – 28301] —— • —— Adalet Bakanlığından: MÜNHAL NOTERLİKLER 2011 yılı gayri safi gelirleri ve isimleri yazılı olan birinci sınıf Beşiktaş Dokuzuncu Noterliği 11 Temmuz 2012 ve Şanlıurfa İkinci Noterliği 17 Temmuz 2012 tarihlerinde yaş tahdidi nedeniyle boşalacaktır. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF NOTERLEREN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvurma süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz. Keyfiyet Noterlik Kanununun 22 nci maddesinin 2 nci fıkrası uyarınca ilan olunur. SIRA NO NOTERLİĞİN ADI 2011 YILI GAYRİSAFİ GELİRLERİ 1 BEŞİKTAŞ DOKUZUNCU NOTERLİĞİ 2.927.943,46 TL 2 ŞANLIURFA İKİNCİ NOTERLİĞİ 895.929,55 TL 4119/1-1 [R.G. 23 Mayıs 2012 – 28301] —— • —— HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU KARARI Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığından: 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 21 inci maddesine göre 2 yıllık yükselme sürelerini aldıkları aylıkta Nisan 2012 dönemi sonuna kadar bitiren adli yargı Hâkim, Cumhuriyet başsavcı ve savcıları ile idarî yargı Hâkimlerinin adlarını belirtir listeler 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 22 nci maddesi gereğince aşağıda gösterilmiştir. Sürelerini doldurdukları halde bu listede adlarını bulamayanlar ilân tarihinden itibaren otuz gün içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna yazılı olarak başvurmak sureti ile durumlarının yeniden incelenmesini isteyebilirler. [R.G. 24 Mayıs 2012 – 28302] —— • —— Adalet Bakanlığından: Kayseri 2. İş Mahkemesinin 2010/524 Esas sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosyalar için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilân olunur. 4214/1-1 ————— Hani Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/30 Esas sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilân olunur. 4215/1-1 ————— Hani Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/13 Esas sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilân olunur. 4216/1-1 [R.G. 24 Mayıs 2012 – 28302] —— • —— Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığından: Birinci dereceye yükselmiş olup 30/4/2012 tarihi itibariyle birinci sınıfa ayrılma incelemesine tâbi tutulacak olan adlî ve idari yargı hâkim ile Cumhuriyet başsavcı ve savcılarının adlarını belirtir liste aşağıda gösterilmiştir. Nisan 2012 döneminde birinci dereceye yükselme incelemesine girecek olanlar listeye dahil edilmemiştir. Birinci dereceye yükseldikleri ve sürelerini bitirdikleri hâlde bu listede adlarını göremeyenler yayım tarihinden itibaren 1 ay içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna yazılı başvurmak sureti ile durumlarının incelenmesini isteyebilirler. HAKİM SINIFI Sicil No 24549 Adı ve Soyadı Görev Yeri Ünvanı Zübeyir OĞHAN Düzce Ağır Ceza Mahkemesi 31111 32326 35833 42683 42709 42180 40175 41932 41979 Suat TÜRKAY Necmi MENGİ İbrahim Ahmet PEKDUR Ayhan SAVAŞ Sevilay KILIÇ İLBAK Necmettin KAFALI Pınar VARDAR UYGUR İbrahim TOZKOPARAN Ümit DENİZ 42055 42140 42368 42389 42397 42412 42643 İbrahim TEKİN Gürkan ERGİN Hayati PALLI Ahmet TÜRKERİ Serhat BAYRAKTUTAN Sedat SELÇUKARSLAN Ayfer AKDEMİR ÇALIŞIR Tokat Burdur Ceyhan Kdz. Ereğli Körfez Bodrum Keşan Yargıtay Anayasa Mahkemesi Yargıtay Alanya Amasya Silivri Yargıtay Yargıtay Ceyhan Üyesi Hâkim Hâkim Hâkim Hâkim Hâkim Hâkim Hâkim Tetkik Hâkimi Raportörü Tetkik Hâkimi Hâkim Hâkim Hâkim Tetkik Hâkimi Tetkik Hâkimi Hâkim SAVCI SINIFI Sicil No 34597 42691 39536 42687 42719 41980 42630 Adı ve Soyadı Görev Yeri Ünvanı Numan ERGÖL Necat BATUR Tamer CAN Zafer ÜNAL Ramazan ESEN İbrahim CAN Müslüm ARSLAN Merzifon Çorlu Gönen (Balıkesir) Akşehir Kızıltepe Çerkezköy Bucak Cumhuriyet Savcısı Cumhuriyet Savcısı Cumhuriyet Savcısı Cumhuriyet Savcısı Cumhuriyet Başsavcısı Cumhuriyet Savcısı Cumhuriyet Başsavcısı İDARİ YARGI Sicil No 42962 Adı ve Soyadı Görev Yeri Ünvanı Atılgan MUTLU Erzurum 42974 Mustafa BALCI Gaziantep İdare Başkanı Vergi Başkanı Mahkemesi Mahkemesi [R.G. 25 Mayıs 2012 – 28303] —— • —— İçişleri Bakanlığından: KARAYOLLARI TRAFİK YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 18/7/1997 tarihli ve 23053 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 46 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 46 – "A" Geçici Trafik Belgesi Düzenleme Yetki Belgesi (Ek:10-B); prototip veya yol testi yapılacak araçlar için imalatçı veya ithalatçı firmalar, otomotiv konusunda araştırma yapan araştırma kurum veya kuruluşları veya teknik hizmetler kuruluşlarına; fabrika, depo, gümrük satış yeri, teşhir yeri, bayi ve benzeri gibi yerler arasında sürülecek araçlar ile gösterisi yapılacak araçlar için imalatçı veya ithalatçı firmalar, bu firmaların yetki verdiği araç satıcılığı yapan bayiler ile taşıma işleri organizatörlüğü yapanlara; yurt dışından satın alınan veya yurt dışına satılan araçların karayollarında sürülerek götürülmesi veya getirilmesi için Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığından uluslararası ve yurtiçi taşıma işleri organizatörlüğü yetki belgesi almış olan gerçek ve tüzel kişilere bir yıl süre ile verilen belgedir. "A" Geçici Trafik Belgesi Düzenleme Yetki Belgesinde birden fazla plaka verilemez. Ancak, firmalar birden fazla yetki belgesi için müracaat edebilirler. Prototip veya yol testi için kullanılacaklara "T", birinci fıkrada belirtilen yerler arasında sürülecekler ile gösterisi yapılacaklara "G" harf grubu bulunan plakalar verilir. "A" Geçici Trafik Belgesi Düzenleme Yetki Belgesi’ne istinaden düzenlenen "A" Geçici Trafik Belgesi (Ek:10-C) ve bu belge ile kullanılan "G" plakanın geçerlilik süresi; aynı il sınırları içerisinde yirmidört saat, şehirlerarası ve uluslararası yollarda aracın götürüleceği yerin uzaklığına göre en fazla altı gündür. Bu plakalı araçların "A" Geçici Trafik Belgesinde belirtilen güzergâh dışında kullanılması ve bu araçlarla yük ve yolcu taşınması yasaktır. "A" Geçici Trafik Belgesi Düzenleme Yetki Belgesi’ne istinaden düzenlenen "A" Geçici Trafik Belgesi ve bu belge ile kullanılan "T" plakalı araçlar, "A" Geçici Trafik Belgesinde belirtilen süre içerisinde ülke genelinde herhangi bir yer kısıtlamasına tabi olmaksızın kullanılabilirler. "G" ve "T" plakalar için kullanılan "A" Geçici Trafik Belgesi, "A" Geçici Trafik Belgesi Düzenleme Yetki Belgesi bulunan firmalarca iki suret olarak düzenlenir. Bir sureti üç yıl süre ile saklanır. Bu belgeler yetkililerce her zaman denetlenebilir. Bu belge ve plakalar, "A" Geçici Trafik Belgesi Düzenleme Yetki Belgesinin ilgili firmaca onaylanmış fotokopisi ile birlikte geçerlidir. "A" Geçici Trafik Belgesi Düzenleme Yetki Belgesinin süresi sonunda yeniden talep edilmesi halinde, önceden verilmiş yetki belgesi ile plakaların iadesi zorunludur. Süresi biten yetki belgesi ile önceden tahsis edilmiş plakalar iade edilmedikçe yenisi verilmez. "A" Geçici Trafik Belgesi Düzenleme Yetki Belgesine istinaden verilecek "G" ve "T" plakalar 8000-9999 arasındaki rakamlardan oluşur. "G" plakalar karton kâğıttan da olabilir. "A" Geçici Trafik Belgesi Düzenleme Yetki Belgesi müracaatı, ilgilinin ticari faaliyetini sürdürdüğü yerdeki tescil kuruluşuna yapılır. Müracaat sırasında; a) Her türlü hukuki ve mali sorumluluğu kabul ettiklerini ve yetki belgesini hangi amaçla kullanacaklarını belirten dilekçe, b) Her araç için cinslerine göre plakaya bağlı olarak yaptırılmış zorunlu mali sorumluluk sigortası, c) Harç makbuzu, ç) Taşıma işleri organizatörlüğü yapanlar için Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığından alınmış ilgili yetki belgesi, d) Prototip veya tip onayı olmayan, yol testi yapılacak imal, ithal ve ihraç araçlar için tanıtım numaralarından bağımsız olarak Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından alınmış izin belgesi (Tip onayı olması halinde Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından izin şartı aranmaz.), e) İthal araçlar için garanti belgesi, ibraz edilir. Prototip veya yol testi amacıyla "T" plakası verilen araçlar yüklü olarak da test edilebilirler. Ancak, hiçbir şekilde taşıma sınırı üstünde yükleme yapamazlar. Gerektiğinde Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından izin alınmak şartıyla teknik açıdan müsaade edilen yükle yüklenebilir. Bu gibi araçlarda, sürücünün dışında gereği kadar ek sürücü ve uzman bulunabilir. "A" Geçici Trafik Belgesi Düzenleme Yetki Belgesi ile geçici trafik belgelerinin düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir.” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 49 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 49 – “D” Geçici Trafik Belgesi, yurt dışından satın alınan veya yurtdışına satılan araçların karayollarında sürülerek götürülmesi veya getirilmesi için trafik tescil kuruluşlarınca verilen belgedir. Bu belge isteklilere, dilekçelerinde; her türlü hukuki ve mali sorumluluğu kabul ettiklerini beyan etmeleri, araçların cins ve sayılarını, niteliklerini ve götürülüp getirileceği ülkeyi belirtmeleri şartıyla otuz gün süre ile verilir. Yurtdışından getirilecek veya yurtdışına götürülecek araçlar için verilecek dilekçeye her araç için olmak üzere; a) Proforma fatura örneği veya sahiplik belgesi, b) Zorunlu mali sorumluluk sigortası, c) Harç makbuzu, eklenir. “D” Geçici Trafik Belgesi verilen araçlarla, yük ve yolcu getirilmesi mümkündür. Yurtdışından getirilecek araçlar için verilen geçici belge ve plakalar, araçlara bulundukları ülkede getirileceği gün takılır ve yurda gelişlerinde herhangi bir trafik tescil kuruluşuna iade edilir. Yurtdışına götürülecek araçlar için verilen geçici belge ve plakalar ise karayoluna çıkarılacakları zaman araçlara takılır ve aracın ihraç edilen ülkeye tesliminde sökülüp ilgililerce iptal edilir.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 50 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 50 – “E” Geçici Trafik Belgesi, Türkiye’ye kati olarak ithal edilmek üzere getirilen araçlar ile asıl ikametgâhı yabancı memleketlerde olan Türk ve yabancı seyyahlar haricinde kalan ve resmi veya özel sektörlerde çalışmak üzere gelen ecnebi kişilere ve ilim adamlarına ait araçlara gümrüklerce, yabancı plakalarının sökülmesini müteakip, giriş işlemleri yapılacak gümrüğe kadar kullanılmak üzere mali mesuliyet sigortası yaptırılmış olmak ve harcı ödenmek şartıyla altı gün süreyle verilen belgedir. Ülkemizden transit geçecek olup geçici plaka ve yol belgesinin süresi bitmiş ya da süresi ülkemizi geçmeye yetmeyecek olan araçlara giriş işlemi yapan gümrüklerce, çıkış işlemleri yapılacak olan gümrüğe teslim edilmek üzere zorunlu mali mesuliyet sigortası yaptırılmış olmak ve harcı ödenmek şartıyla “E” Geçici Trafik Belgesi verilir.” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 58 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “b) Kamu kurum veya kuruluşlarınca kullanılan araçlara ilgili bakanlığın, haklarında koruma kararı bulunanların kullanımındaki araçlara ise ilgililerin yazılı talebi üzerine güvenlik gerekçesiyle İçişleri Bakanlığının onayıyla sivil plaka tahsisi yapılabilir.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 80 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 80 – Uluslararası sürücü belgesi, sınıflarına uyan araçların sürülebilmesi için, ikili veya çok taraflı anlaşmalar uyarınca, bir yıl süre ile verilen ve verildiği ülke dışındaki ülkeler için geçerli olan sürücü belgesidir. Uluslararası sürücü belgeleri, uluslararası sözleşmeler dikkate alınarak İçişleri Bakanlığınca yetkilendirilen gerçek veya tüzel kişilerce verilir. Uluslararası sürücü belgelerinin verilmesi ile yetkilendirilenlerin yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esaslar Emniyet Genel Müdürlüğünce belirlenerek ilgili tarafla protokol yapılır.” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 161 inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Tutanakların düzenlenmesine ve yapılacak diğer işlemlere ait uygulamalar, 6/4/2011 tarihli ve 27897 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Trafik Kanunu Hükümleri Gereğince Uygulanan İdari Para Cezalarının Tahsilinde ve Takibinde Uygulanacak Usul ve Esaslar ile Kullanılacak Alındılar, Tutanaklar ve Defterler Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre yapılır.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 166 ncı maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Araçların tescil plakasına göre düzenlenen tutanaklar, Karayolları Trafik Kanunu Hükümleri Gereğince Uygulanan İdari Para Cezalarının Tahsilinde ve Takibinde Uygulanacak Usul ve Esaslar ile Kullanılacak Alındılar, Tutanaklar ve Defterler Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre takip ve tahsil edilir.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 180 inci maddesinde yer alan “18.06.1985 tarihinde yürürlüğe giren” ibaresi, “16/6/1985 tarihli ve 18786 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan” olarak değiştirilmiştir. MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğe aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 8 – Uluslararası sürücü belgelerinin verilmesi konusunda İçişleri Bakanlığınca yetkilendirme yapılıncaya kadar, 80 inci maddenin değişiklikten önceki hali uygulanır.” MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 182 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 182 – Bu Yönetmelik hükümlerini İçişleri, Çevre ve Şehircilik ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanları birlikte yürütür.” MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan 4 sayılı cetvelin “İl sağlık müdürlüğünce yürütülecek yetkilendirme işlemi” başlıklı bölümünün birinci fıkrasının (b) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “b) Merkezde çalışacak kişinin psikolog unvanını (Fakültelerin 4 yıllık psikoloji bölümü mezunları) taşıdığını belgeleyen diplomanın il sağlık müdürlüğünce tasdikli örneği (Merkezde çalışacak psikologların birden çok olması durumunda her biri için ayrı belge istenir.),” MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek-48’in başlığı “OKUL GEÇİDİ GÖREVLİSİ TRAFİK KURAL İHLALİ TESPİT TUTANAĞI” olarak değiştirilmiştir. MADDE 13 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 14 – Bu Yönetmelik hükümlerini İçişleri, Çevre ve Şehircilik ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanları birlikte yürütür. R.G. 25 Mayıs 2012 – 28303] —— • —— Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından: İŞKOLU TESPİT KARARI Karar No. : 2012/25 İşyeri : MGI-Coutier Makina Yedek Parça İmalat ve Sanayi A.Ş. Nilüfer Organize Sanayi Bölgesi Ceviz Cad. No: 17 Nilüfer/BURSA Tespiti İsteyen : Petrol-İş Sendikası İnceleme : MGI-Coutier Makina Yedek Parça İmalat ve Sanayi A.Ş. işyerinde Bakanlığımızca yapılan incelemede; işyerinde üretimin preshane-kaynakhane-kalıphane, enjeksiyon ve montaj olmak üzere üç ana bölümde yapıldığı, preshane-kaynakhane-kalıphane bölümünde, otomotiv parçaları olan kapı kilidi, kilit karşılığı, kapı menteşe ve durdurucuları, kapı kolları, akü tutucu, su rezervuarı muhafaza kutusu, urea tank sac parçaları gaz ve debriyaj pedalları, sac kalıpları, buğu giderici hava kanalları vb. gibi ürünlerin metal parçaları ile söz konusu parçaların kalıplarının üretildiği, enjeksiyon bölümünde yine otomotiv parçaları olan hava filtresi, cam yıkama su deposu, jiklör hortumu, radyatör su deposu, buğu giderici hava kanalı, yakıt besleme hortumu gibi plastik ürünlerin parçalarının üretildiği, montaj bölümünde ise gerek preshane-kaynakhane-kalıphane gerekse enjeksiyon bölümünde üretimi yapılan yarı-mamul ürünlerin montajının yapılarak mamul hale getirildiği ve işyerinde yapılan asıl işin metallerin makinede işlenmesi ve şekil verilmesi olduğundan İşkolları Tüzüğü'nün 13 sıra numaralı "Metal" işkolunda yer aldığı tespit edilmiştir. Karar: MGI-Coutier Makina Yedek Parça İmalat ve Sanayi A.Ş. işyerinde yapılan işlerin niteliği itibariyle İşkolları Tüzüğü'nün 13 sıra numaralı "Metal" işkoluna girdiğine ve yapılan bu tespitin Resmî Gazete’de yayımlanmasına 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 4’üncü maddesi gereğince karar verilmiştir. [R.G. 25 Mayıs 2012 – 28303] —— • —— Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından: İŞKOLU TESPİT KARARI Karar No. : 2012/26 İşyeri : Real Hizmet Yönetim Temizlik Tic. A.Ş. Yeni Karaman Mah. Kantar Sok. Asya İş Merkezi D: 20 Nilüfer/BURSA (merkez) Tespiti İsteyen : Tümtis Sendikası İnceleme : Real Hizmet Yönetim Temizlik Tic. A.Ş.'de Bakanlığımızca yapılan incelemede; söz konusu şirketin merkez işyerinde firmaların şoför, üretim destek ve temizlik personeli temin işi yapıldığı, aynı zamanda Borusan Lojistik Dağıtım Depolama Taşımacılık ve Tic. A.Ş.'ye ait İstasyon Mh. Şehitler Cd. Kanlımandıra Mevkii Tuzla/İSTANBUL adresinde bulunan İstanbul Borusan Manheim, 1476-1 Sk. No: 3 Kat: 5 D: 12 İsmet Şen İş Mrk. Alsancak/İZMİR adresinde bulunan Borusan Lojistik İzmir Depo, 17 Ağustos Mh. İrfan Cd. Kalıcı Konutlar Karşısı Keseköy İzmit/KOCAELİ adresinde bulunan Borusan Lojistik ALM ve Kışla Mh. Bozkuş İşh. Kat: 2 K.Ereğli/ZONGULDAK adresinde bulunan Borusan K.Ereğli işyerlerinde istihdam ettiği şoförlerle Borusan Lojistik Dağıtım Depolama Taşımacılık ve Tic. A.Ş.’nin ürettiği boruların nakliye işinin yapıldığı, bu nedenle yapılan işlerin İşkolları Tüzüğü'nün 18 sıra numaralı "Kara taşımacılığı" işkolunda yer aldığı tespit edilmiştir. Karar: Real Hizmet Yönetim Temizlik Tic. A.Ş. ve bağlı işyerlerinde yapılan işlerin niteliği itibariyle İşkolları Tüzüğü'nün 18 sıra numaralı "Kara taşımacılığı" işkoluna girdiğine ve yapılan bu tespitin Resmî Gazete’de yayımlanmasına 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 4’üncü maddesi gereğince karar verilmiştir. [R.G. 25 Mayıs 2012 – 28303] —— • —— Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından: İŞKOLU TESPİT KARARI Karar No. : 2012/27 İşyeri : Fresenius Ecza Deposu Tic. A.Ş. Eski Büyükdere Cad. Ayazağa Yolu No: 7 Giz 2000 Plaza Kat: 18 Maslak/İSTANBUL (Genel Müdürlük) Tespiti İsteyen : Liman-İş Sendikası İnceleme : Fresenius Ecza Deposu Tic. A.Ş. işyerlerinde Bakanlığımızca yapılan incelemede; şirketin Genel Müdürlük işyerinde, satış, pazarlama, destek, hukuk ve diğer idari işlerin yürütüldüğü, Bostancı Yolu Cad. Keyap Çarşı Site B/2 Blok No: 32 Y.Dudullu-Ümraniye/İSTANBUL, Kazım Dirlik Mah. 375 Sk. No: 18/6-7 Bornova/İZMİR, Macun Mah. Anadolu Bulvarı 2. Cad. ATB İş Merkezi 1. Blok No: 249 Yenimahalle/ANKARA, Mobilyacılar Sitesi 31. Blok No: 2 Yüreğir/ADANA, Dikkaldırım Mah. Hayran Cad. Laleli Sit. B.Blok 1. Lale Sk. No.8/29 O.Gazi/BURSA, Akşemsettin Mah. Deresuyu Sk. No: 40/A-B Selçuklu/KONYA ve Hunat Mah. Nuh Naci Yazgan Cd. Hukukçular İş Mrk. No: 13/5 KAYSERİ adreslerinde bulunan ecza deposu işyerlerinde ise ilaç statüsündeki her türlü ilaç, sarf malzemesi v.b. ürünlerin stoklama, satış, pazarlama ve dağıtım işlerinin yapıldığı, bu nedenle yapılan bu işlerin İşkolları Tüzüğü'nün 17 sıra numaralı "Ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar" işkolunda yer aldığı tespit edilmiştir. Karar: Fresenius Ecza Deposu Tic. A.Ş.'ye bağlı işyerlerinde yapılan işlerin niteliği itibariyle İşkolları Tüzüğü'nün 17 sıra numaralı "Ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar" işkoluna girdiğine ve yapılan bu tespitin Resmî Gazete’de yayımlanmasına 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 4’üncü maddesi gereğince karar verilmiştir. R.G. 25 Mayıs 2012 – 28303] —— • —— Adalet Bakanlığından: İHALELERE KATILMAKTAN YASAKLAMA KARARI 1. İhale Kayıt Numarası 2011/60172 (İKN) 2. Yasaklama Kararı Adalet Bakanlığı Veren Bakanlık/Kurum 3. İhaleyi Yapan İdarenin Adalet Bakalığı Bilgi Adı İl/İlçe Ankara/Yenimahalle İşlem Dairesi Başkanlığı Ergazi Mah. Fatih Sultan Tel0312 293 20 00 – 0 312 Adresi Mehmet Bulvarı No: Faks 293 22 27 448/B Posta 06370 E-Mail bidb.proje.adalet.gov.tr Kodu 4. İhalelere Katılmaktan Yasaklanan Gerçek 5. Ortak ve/veya veya Tüzel Kişi Ortaklıkların BFC Bilişim Danışmanlık Adı/Unvanı Mühendislik Eğitim ve Ticaret Ltd. Şti. Adresi T.C. Kimlik No. Vergi Kimlik/ Mükellefiyet No. Kayıtlı Olduğu Ticaret/Esnaf Odası Ticaret/Esnaf Sicil No. 6. A Yasaklam ( y a Süresi Hacettepe İvedik Teknokent İvedik OSB 1368 Cad. No: 61/127-B Yenimahalle/Ankara 1680496991 Ankara Ticaret Odası 295013 7. Yasaklamanın Yı ) (1) Dayanağı ve l Kapsamı c-2886 DİK Tüm İhalelerden Bakanlık İhalelerinden Kurum İhalelerinden ab-4735 4734 ( ) KİSK KİK d-Diğer ( ) Mevzuat (X Tüm ) İhalelerden Bakanlık ( ) İhalelerinden Kurum ( ) İhalelerinden (X ) ( ) (X ) ( ) ( ) 4369/1-1 [R.G. 26 Mayıs 2012 – 28304] —— • —— YÖNETMELİKLER Sağlık Bakanlığından: AYAKTA TEŞHİS VE TEDAVİ YAPILAN ÖZEL SAĞLIK KURULUŞLARI HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 15/2/2008 tarihli ve 26788 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve mülga (ç) bendi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir. “b) Genel Müdürlük: Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünü,” “ç) Faaliyet izin belgesi: EK-2-c’de örneğine yer verilen ve ruhsatlandırılmış tıp merkezlerinin faaliyete geçebilmeleri için veya faaliyette olan tıp merkezlerinin hasta kabul ve tedavi edeceği uzmanlık dalları ile bu uzmanlık dallarının gerektirdiği personeli, hizmet verilen laboratuvarları, diğer tıbbî hizmet birimlerini ve bunlardaki değişikliklerin yer aldığı Bakanlıkça düzenlenen belgeyi,” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 6 ncı maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan"bu kuruluşlar"ibaresi"tıp merkezleri kendi aralarında"şeklinde, dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(4) Tıp merkezleri, kadro devralma yoluyla Bakanlıkça belirlenen uzman kadrolarının %25’ine kadar ek kadro devralabilir. Ancak kuruluş birleşmelerinde bu oran dikkate alınmaz. Sağlık kuruluşlarının kadroları, Bakanlıkça Sağlık Kuruluşları Yönetim Sistemine kaydedilir. İlan edilecek dönemlerde verilecek yeni kadrolar bu sistemde tanımlanır ve tıp merkezlerinin kadro devri iş ve işlemleri, hekim ayrılış ve başlayışları ile poliklinik ve muayenehanelerin açılış işlemleri sistem üzerinden yürütülür.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 12/Ç maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin son cümlesinde yer alan"kadrolu veya kısmi zamanlı"ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 13 üncü maddesine yedinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “(8) Tıp merkezlerine ruhsat verilmesinden sonra, EK-5’te gösterilen personelin sayısı, ismi, ünvanı, uzmanlık dalı veya meslekî diğer kariyerleri ile ilgili bilgileri ihtiva eden personel listesi, kadro dışı çalışan tabipler de dahil olmak üzere tabiplerle yapılmış sözleşmelerin aslı veya mesul müdür tarafından tasdikli örnekleri Müdürlüğe verilir. Müdürlük tarafından personelini tamamladığı tespit edilen tıp merkezi, en geç beş iş günü içerisinde Bakanlığa bildirilir. Bakanlıkça, EK-2/c’de örneği gösterilen Faaliyet İzin Belgesi yedi iş günü içinde düzenlenir ve bu belgenin verilmesi ile özel tıp merkezi hasta kabul ve tedavisine başlar. “(9) Bakanlıkça ruhsatlandırıldığı tarihten itibaren altı ay içerisinde faaliyet izin belgesi alarak hasta kabul ve tedavisine başlamayan tıp merkezinin ruhsatnamesinin hükmü kalmaz ve verilen ruhsatname Bakanlıkça iptal edilir.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “d) Gerektiğinde, Bakanlıkta görev yapan bir hukuk müşaviri veya avukat,” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 24 üncü maddesinin altıncı ve onuncu fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, maddeye onuncu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(6) Acil servise başvuran hastalara, gerekli ilk müdahalenin yapılması, tedavinin devamı için gerekiyorsa hastanın yatışı yapılarak tedavisinin ve eğer gelişirse komplikasyonların tedavisinin tamamlanması esastır. Hastanın tıbbi durumunun gerektirdiği uzman tabip, tıbbi donanım, müdahale, bakım ve tedavi için gerekli şartların tıp merkezinde sağlanamaması durumunda ise, gerekli ilk müdahalenin yapılmış olması kaydıyla, başka bir sağlık kuruluşuna usulüne uygun şekilde sevki sağlanabilir. Acil hastaların ihtiyaç durumunda nakledileceği sağlık kuruluşunun belirlenmesi ve nakil işlemleri komuta kontrol merkezinin yönetiminde ve koordinasyonunda yapılır. Acil Komuta Kontrol Merkezi, 11/5/2000 tarihli ve 24046 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliği’nde düzenlenen hizmet akışı çerçevesinde en uygun sağlık kuruluşuna hastanın naklini sağlar.” “(10) Beşinci, altıncı ve yedinci fıkralara aykırı davranıldığının tespiti hâlinde sağlık kuruluşunun acil vakalar haricinde hasta kabulü, üç gün süreyle valilikçe durdurulur ve mesul müdürü uyarılır. Bu fıkralara aykırılığın bir yıl içinde tekrarında sağlık kuruluşunun acil vakalar haricinde hasta kabulü on gün süreyle valilikçe durdurulur ve mesul müdürünün yetki belgesi iptal edilir. Bu fıkralara aykırılığın bir yıl içinde üçüncü kere tespit edilmesi halinde, sağlık kuruluşunun faaliyeti üç ay süreyle durdurulur ve mesul müdürünün yetki belgesi iptal edilir. Bu fıkralara aykırılığın bir yıl içinde dördüncü tespitinde ise Bakanlıkça sağlık kuruluşunun ruhsatnamesi iptal edilir.” “(11) Acil ünitesine başvuran bir hastanın, tedavisi veya sevki bu maddenin altıncı fıkrasına uygun olarak sağlanmış olmakla birlikte, ilave ücrete tabi kılındığının tespit edilmesi durumunda sağlık kuruluşunun mesul müdürü uyarılır. İlave ücrete ilişkin bir yıl içinde ikinci tespitte sağlık kuruluşunun acil vakalar haricinde hasta kabulü bir gün süreyle valilikçe durdurulur. Aynı yıl içinde ilave ücret alındığının üçüncü ve daha fazla tespitinde ise bu maddenin onuncu fıkrasında yer alan müeyyideler birinci müeyyide sırasından başlamak üzere sırasıyla uygulanır.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin Ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (g) bendi ile yedinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, üçüncü fıkrasındaki"ve poliklinikte"ibaresi yürürlükten kaldırılmış, dördüncü fıkrasının ilk cümlesindeki"sağlık kuruluşunda"ibaresi"tıp merkezinde"şeklinde, altıncı fıkrasındaki"kuruluşun ve sağlık kuruluşunun"ibaresi"tıp merkezinin"şeklinde, dokuzuncu fıkrasının üçüncü cümlesindeki"bir sağlık kuruluşunda"ibaresi"özel hastane veya tıp merkezinde"şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye onuncu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki onbirinci fıkra eklenmiştir. “d) Taşınma, birleşme veya özel hastaneye dönüşüm talebiyle Bakanlığa başvuru süresi 31/12/2013 tarihinde sona erer. Başvurusu Bakanlıkça uygun görülen sağlık kuruluşları, Bakanlıkça verilen izin kapsamında; taşınma ve birleşme işlemlerini iki yıl içinde, tıp merkezi/özel hastaneye dönüşümde ön izin işlemlerini bir yıl içinde ve ruhsatlandırma işlemini ön izin tarihinden itibaren üç yıl içinde sonuçlandırır. Bu süre içerisinde sağlık kuruluşu, faaliyetine mevcut kapasitesi ile devam edebilir veya faaliyetini askıya alabilir. Ancak, 31/12/2013 tarihinde bu Yönetmeliğe uygunluk sağlaması gereken sağlık kuruluşları bu tarihten itibaren aktif olarak faaliyet gösteremez ve kuruluşunu devredemez. Faaliyetin askıya alınması halinde sağlık kuruluşu, müdürlüğe tebligat adresi bildirerek kuruluş binasını boşaltabilir. Belirtilen süreler sonunda işlemlerini sonuçlandıramayan sağlık kuruluşunun Bakanlıkça verilen izni iptal edilir. İzni iptal edilen kuruluşun, askı süresi sonunda tekrar faaliyete geçememesi halinde ruhsatı iptal edilir.” “g) Sağlık kuruluşlarına asgarî kadro sayıları bakımından kuruluş statüsünü kaybetmemeleri için gerekli olan aynı branştaki veya Planlama ve İstihdam Komisyonunca belirlenecek branştaki uzman kadrosu veyahut pratisyen hekim kadrosu verilebilir.” “(7) Tıp merkezinde görev yapan bir uzman hekimin ayrılması halinde, aynı dalda uzman hekim süre kaydı aranmaksızın istihdam edilir. Ayrılan hekimin uzmanlık dalında kamu hizmetinde aksama olması halinde kuruluşun kadro hakkı saklı kalmak kaydıyla bu kadroya hekim başlayışı en fazla bir yıl süreyle geçici olarak Bakanlıkça durdurulabilir.” “(11) Tıp merkezleri, Bakanlıkça izin verilmesi kaydıyla yabancı hekim ve hekim dışı sağlık meslek mensubu çalıştırabilir. Ancak bu şekilde verilecek izin, tıp merkezine planlama kapsamında cihaz ve ünite ekleme hakkı vermez. Bu bent doğrultusunda yapılacak başvurular 22/2/2012 tarihli ve 28212 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yabancı Sağlık Meslek Mensuplarının Türkiye'de Özel Sağlık Kuruluşlarında Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik çerçevesinde yürütülür.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğe Ek 2 nci maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki ek madde eklenmiştir.” “Havaalanı ve gümrüklü alanlardaki sağlık üniteleri EK MADDE 3 – (1) Havaalanı ve gümrüklü alanlarda, uçuş güvenliği, gümrükle geçiş yapılabilen bölgelerdeki hastalar ve acil durumlarda müdahale, muayene ve sevk işlemlerinin düzenlenmesi amacıyla, yolcu ve havaalanı personeline hizmet sunmak üzere sağlık üniteleri kurulabilir. (2) Sağlık üniteleri, gümrüksüz alanda tercihen gidiş katında, alanın her yerine en hızlı bir şekilde ulaşmayı sağlayacak merkezi konumda, asansör ve kat geçişlerine yakın olmalıdır. Gümrüklü alanda ise özellikle pasaport işleminden geçmeyecek (transit) yolcuların tıbbi işlemlerinin yürütülmesi amacıyla yolcu muayene ve müşahedesi için bir oda oluşturulabilir. (3) Sağlık ünitelerinde yer alacak, muayene, acil müdahale ve müşahede odası gibi tıbbi bölümlerde bu Yönetmeliğe uygun şartlar sağlanır. Hasta kullanımına ait tüm kapılar sedye ve tekerlekli sandalye geçişine uygun olmalı ve asansörler hasta sedyesinin rahatça sığabileceği ebatta olmalıdır. (4) Sağlık ünitelerinin fiziki özellikleri ve hizmet sunumuna yönelik diğer hususlar ile asgari kadroları her bir havalimanı ve gümrüklü alan için Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının görüşleri alınarak Bakanlıkça belirlenir. (5) Bu madde kapsamındaki ünitelerin planlamayı bozacak şekilde taşınma ve başka bir kuruluşla birleşme talepleri kabul edilmez. Bu alanlardaki hizmetin sonlanması halinde sağlık ünitelerinin faaliyeti Bakanlıkça sonlandırılır.” MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğe Geçici 9 uncu maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “Sandıklara ait sağlık birimleri GEÇİCİ MADDE 10 – (1) 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri, ticaret odaları, sanayi odaları, borsalar veya bunların teşkil ettikleri birlikler personeli için kurulmuş bulunan sandıklara ait sağlık birimlerinin faaliyeti, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren on sekiz ay sonra sona erer. On sekiz ayın sonunda kapatılmadığı tespit edilen birimler ilgili Sağlık Müdürlüğünce kapatılır. (3) Bu madde kapsamındaki sağlık birimlerinde, on sekiz aylık süre içerisinde aşağıda belirtilen esaslar çerçevesinde faaliyette bulunulabilir: a) Sağlık birimlerinde yalnızca iştirakçileri ile aylık veya gelir bağlanmış olanlar ile bunların hak sahiplerinin fatura ve sağlık kuruluşuna sevk işlemleri ile gereğinde muayene hizmeti yürütülür. b) Bu birimlerde, sadece bu Yönetmeliğin Ek-13 sayılı listesinde yer alan işlemler yapılabilir. c) Hekimler/uzmanlar sadece bu birimde meslek icra etmek şartıyla çalışabilir. ç) Hekim dışı personel gerekli ve yeterli sayıda çalıştırılabilir.” MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-1/a’nın"1- TIP MERKEZLERİNDE RUHSATNAME BAŞVURUSU İÇİN GEREKLİ BELGELER"başlıklı bölümünün 12 ve 13 numaralı maddeleri yürürlükten kaldırılmış ve aynı ekin"3LABORATUVAR/MÜESSESE RUHSATNAME BAŞVURUSU İÇİN İSTENEN BELGELER"başlıklı bölümünün"Ğ) ÜSTYAZI ÖRNEĞİ”başlıklı alt bölümünde yer alan"Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü”ibaresi"Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü”olarak değiştirilmiştir. MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-2/a ve EK-2/b ekteki şekilde değiştirilmiş ve aynı Yönetmeliğe EK-2/b’den sonra gelmek üzere ekteki Ek-2/c eklenmiştir. MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-6’nın"FAALİYETİNE ESAS BİLGİ VE BELGELER"bölümünün 11 inci maddesi ekteki şekilde değiştirilmiş, 14 üncü maddesi yürürlükten kaldırılmış ve"HİZMET BİRİMLERİNE ESAS BİLGİ VE BELGELER"bölümüne 14 üncü maddeden sonra gelmek üzere ekteki 15 inci madde eklenmiştir. MADDE 13 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 14 – Bu Yönetmelik hükümlerini Sağlık Bakanı yürütür. Yönetmeliğin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin Tarihi Sayısı 15/2/2008 26788 Yönetmelikte Değişiklik Yapan Yönetmeliklerin Yayımlandığı Resmî Gazete'lerin Tarihi Sayısı 1 23/7/2008 26945 2 11/3/2009 27166 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 31/12/2009 10/3/2010 3/8/2010 25/9/2010 6/1/2011 7/4/2011 3/8/2011 28/9/2011 14/2/2012 3/4/2012 27449 (5. Mükerrer) 27517 27661 27710 27807 27898 28014 28068 28204 28253 EK: “EK-2/a T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI Ruhsat No : Tarih ve Sayı : TIP MERKEZİ RUHSATNAMESİ Adı : Adresi : Sahipliğin Adı : Poliklinik Sayısı : Gözlem Yatak Sayısı : Acil Gözlem Yatak Sayısı : Mimari Proje Onay/Revizyon Tarihi : Tıp Merkezleri ile ilgili Kanun ve Yönetmelik hükümleri dâhilinde yukarıda adı yazılı tıp merkezinin Faaliyet İzin Belgesi ile birlikte hasta kabul ve tedavi etmek üzere faaliyet göstermesi için işbu ruhsat verilmiştir. ONAY” “EK-2/b T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI Ruhsat No: Tarih: POLİKLİNİK RUHSATNAMESİ ADI : ADRESİ VE TEL : İŞLETENİ : ÇALIŞMA SAATLERİ : HASTA KABUL VE TEDAVİ EDECEĞİ UZMANLIK DALLARI: HİZMET BİRİMLERİ Haricindeki): 1) Laboratuarlar (Uzmanlık Dallarının Gerektirdiği Poliklinik Odası : 2) Radyoloji görüntüleme cihazları : 3) Sözleşme ile satın alınan tıbbi hizmetler : Yukarıda adı ve adresi belirtilen polikliniğin hasta kabul ve tedavi etmek üzere faaliyet göstermesi Sağlık Bakanlığınca uygun görülmüştür. ONAY” “EK-2/c Ruhsat No : Tarih ve Sayı : TIP MERKEZİ FAALİYET İZİN BELGESİ Adı : Adresi : Sahipliğin Adı : Çalışma Saatleri : HASTA KABUL VE TEDAVİ EDECEĞİ UZMANLIK DALLARI: Kadrolu Uzmanlık Dalları : HİZMET BİRİMLERİ (Uzmanlık Dallarının Haricindeki): 1) Laboratuarlar : 2) Radyoloji Görüntüleme Cihazları : 3) Sözleşme ile satın alınan tıbbi hizmetler : 4) Koordineli çalışacağı hastane/hastaneler : 5) Diğer hizmet birimleri : Revizyon Onay Tarih-Sayı : Gerektirdiği Poliklinik Odası Özel Tıp Merkezleri ile ilgili Mevzuat hükümlerine göre hasta kabul ve tedavi etmek üzere yukarıda yazılı özel tıp merkezinin faaliyet göstermesi için …/…/…. tarihinde iş bu belge düzenlenmiştir. ONAY” “ a) Sağlık kuruluşunun 11-Sağlık çalışanı haricinde kişilerce sağlık hizmeti veriliyor mu? tamamında10 gün süreyle faaliyet durdurulur. Ayrıca savcılığa suç duyurusunda bulunulur. b) Ölüm veya yaralanmaya sebebiyet verilmişse sağlık kuruluşunun tamamında 30 gün süreyle faaliyet durdurulur. Ayrıca savcılığa suç duyurusunda bulunulur. ” “ 15- Cerrahî müdahale birimi bulunmadığı halde cerrahi müdahale biriminde yapılmasına izin verilen işlemler yapılıyor mu? Sağlık kuruluşunun tamamında 1 ay süreyle faaliyet durdurulur. Aynı fiilin tekrarı halinde Sağlık kuruluşunun ruhsatnamesi ve faaliyet izin belgesi iptal edilir. ” [R.G. 27 Mayıs 2012 – 28305] —— • —— Sağlık Bakanlığından: ÖZEL HASTANELER YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 27/3/2002 tarihli ve 24708 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Özel Hastaneler Yönetmeliğinin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan (c) ve (d) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “c) Genel Müdürlük: Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünü, d) Genel Müdür: Sağlık Hizmetleri Genel Müdürünü, ” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 6 ncı maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde ve dördüncü fıkrasında yer alan “özel hastane veya tıp merkezine” ibaresi “özel hastaneye” şeklinde değiştirilmiştir. “Özel hastaneler, dört klinisyen uzmandan az olmamak kaydıyla Bakanlıkça belirlenen toplam kadrolarının en az dörtte biri sayısında klinisyen uzman ile faaliyete başlayabilirler. Toplam kadronun dörtte üçünün iki yıl içinde aktif hale getirilmesi zorunludur. İki yıl içinde aktif hale getirilemeyen kadrolar kaybedilir. Kalan dörtte birlik kadrolar, Bakanlıkça kullanımına izin verilmesi halinde aktif hale getirilir. Klinisyen uzman sayısı dördün altına düşen hastanelerin faaliyeti iki yıla kadar süreyle askıya alınır. Bu süre sonunda uzman hekim eksikliğini gideremeyen özel hastanenin ruhsatı iptal edilir.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin mülga 7 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir. “Kadroların kullanım izni ve ek kadro tahsisi MADDE 7– Özel hastanelerin kadroları, Sağlık Kuruluşları Yönetim Sistemine, Bakanlıkça elektronik ortamda kaydedilir. Mesul müdür, bu sistem üzerinden hastanenin her bir uzmanlık dalı için toplam kadrosunu, kullanabileceği kadrosunu ve aktif çalışanını takip eder, hekim ayrılış ve başlayış tekliflerini bu sistem üzerinden yapar ve çalışma belgelerini düzenler. İlan edilecek dönemlerde özel hastanelerin kullanımına izin verilecek kadrolar veya ek kadrolar, Bakanlıkça bu elektronik sistemde tanımlanır ve hekim başlatma talebi mesul müdür tarafından sistem üzerinden yapılır. Hekim başlatma talebi uygun bulunanların çalışma belgesi müdürlükçe onaylanır. ” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 8 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Birbirine bitişik ve bütünlük arz eden birden fazla imar parseli üzerinde hastane ve eklerinin yapılması halinde, bu parseller arasında imar yolu, duvar gibi bütünlüğü bozacak uygulamalar bulunamaz. Bu durumdaki tüm parsellerin, yer seçimi ile ilgili belgelerde belirtilmesi gerekir.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 11 inci maddesinin üçüncü fıkrasının başında yer alan “Genel Müdür Yardımcısının başkanlığında;” ibaresi “yerine görevlendireceği bir yetkilinin başkanlığında;” olarak değiştirilmiş, aynı fıkranın (b) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (c) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. “b) Genel Müdürlükten bir temsilci,” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 39 uncu maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü ve onuncu fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, yedinci fıkrasındaki “ kısmi zamanlı” ibaresi “kadro dışı geçici” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye onuncu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Acil servise başvuran hastalara, yoğun bakım hizmeti dâhil olmak üzere gerekli ilk müdahalenin yapılması, tedavinin devamı için gerekiyorsa hastanın yatışı yapılarak tedavisinin ve eğer gelişirse komplikasyonların tedavisinin tamamlanması esastır. Hastanın tıbbi durumunun gerektirdiği uzman tabip, tıbbi donanım, müdahale, bakım ve tedavi için gerekli şartların hastanede sağlanamaması durumunda ise, gerekli ilk müdahalenin yapılmış olması kaydıyla, başka bir sağlık kuruluşuna usulüne uygun şekilde sevki sağlanabilir. Acil hastaların ihtiyaç durumunda nakledileceği sağlık kuruluşunun belirlenmesi ve nakil işlemleri Acil Komuta Kontrol Merkezi’nin yönetiminde ve koordinasyonunda yapılır. ” “Acil Komuta Kontrol Merkezi, 11/5/2000 tarihli ve 24046 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliğinde düzenlenen hizmet akışı çerçevesinde en uygun hastaneye hastanın naklini sağlar. Hastanın durumunun yoğun bakım gerektirmesi halinde nakil, ulaşım süresi göz önünde tutulmak şartıyla öncelikle boş yoğun bakım yatağı en fazla olan uygun bir hastaneye sağlanır.” “Tüm yataklı tedavi kurumları Bakanlıkça belirlenen esaslar ve kurulmuş bulunan çağrı kayıt ve operasyon yönetim sistemi çerçevesinde yatak kapasitesi, doluluk oranları, fiilen çalışan uzman hekim durumları gibi bilgileri güncel olarak komuta kontrol merkezine vermekle yükümlüdür. ” “Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralara aykırı davranıldığının tespiti hâlinde hastanenin acil vakalar haricinde hasta kabulü, üç gün süreyle valilikçe durdurulur ve mesul müdürü uyarılır. Bu fıkralara aykırılığın bir yıl içinde tekrarında hastanenin acil vakalar haricinde hasta kabulü on gün süreyle valilikçe durdurulur ve mesul müdürünün yetki belgesi iptal edilir. Bu fıkralara aykırılığın bir yıl içinde üçüncü kere tespit edilmesi halinde, hastanenin faaliyeti üç ay süreyle durdurulur ve mesul müdürünün yetki belgesi iptal edilir. Bu fıkralara aykırılığın bir yıl içinde dördüncü tespitinde ise Bakanlıkça hastanenin ruhsatnamesi iptal edilir.” “Acil servise başvuran bir hastanın, tedavisi veya sevki bu maddenin ikinci fıkrasına uygun olarak sağlanmış olmakla birlikte, ilave ücrete tabi kılındığının tespit edilmesi durumunda hastanenin mesul müdürü uyarılır. İlave ücrete ilişkin bir yıl içinde ikinci tespitte hastanenin acil vakalar haricinde hasta kabulü bir gün süreyle valilikçe durdurulur. Aynı yıl içinde ilave ücret alındığının üçüncü ve daha fazla tespitinde ise bu maddenin onuncu fıkrasında yer alan müeyyideler birinci müeyyide sırasından başlamak üzere sırasıyla uygulanır.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 50 nci maddesinin beşinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir. “15/1/2004 tarihli ve 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu hükümlerine uygun elektronik imza ile imzalanmış tıbbi kayıtlar, resmi kayıt olarak kabul edilir ve ilgili mevzuata göre yedekleme ve arşivlemesi yapılır.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 55 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Günlük yatak ücretleri MADDE 55 – Özel hastaneler, günlük yatak ücretlerini her yıl kendileri tespit ederek Bakanlığa bildirir ve bu ücret Bakanlıkça onaylanır. Bakanlık, hastane sınıflamalarını, emsal hastanelerdeki en yüksek ve en düşük yatak ücretlerini ve hastanelerin kapasitelerini dikkate alarak, gerektiğinde günlük yatak ücretlerinin üst sınırını belirlemeye yetkilidir.” MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin Ek 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (h) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı fıkraya aşağıdaki (k) ve (l) bentleri eklenmiş ve aynı maddenin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “h) Özel hastanede görev yapan bir uzman hekimin ayrılması halinde, aynı dalda uzman hekim süre kaydı aranmaksızın istihdam edilir. Ayrılan hekimin uzmanlık dalında kamu hizmetinde aksama olması halinde kuruluşun kadro hakkı saklı kalmak kaydıyla bu kadroya hekim başlayışı en fazla bir yıl süreyle geçici olarak Bakanlıkça durdurulabilir.” “k) Özel hastane, Bakanlıkça izin verilmesi kaydıyla yabancı hekim ve hekim dışı sağlık meslek mensubu çalıştırabilir. Ancak bu şekilde verilecek izin, hastaneye planlama kapsamında cihaz ve ünite ekleme hakkı vermez. Bu bent doğrultusunda yapılacak başvurular 22/2/2012 tarihli ve 28212 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yabancı Sağlık Meslek Mensuplarının Türkiye'de Özel Sağlık Kuruluşlarında Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik çerçevesinde yürütülür. ” “l) Diyaliz merkezleri ve üremeye yardımcı tedavi merkezlerinde ilgili mevzuatı uyarınca kadrolu çalışan uzman hekimler, 1219 sayılı Kanunun 12 nci maddesine uygun olmak kaydıyla özel hastanede kadro dışı geçici çalışabilirler.” “Bakanlıkça yapılacak uzman hekim planlaması çerçevesinde ilan edilecek dönemlerde ve belirlenen uzmanlık dallarına göre özel hastanelere ek kadro verilebilir. Bu kadrolar, kamu ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarında uzmanlık dallarına göre mevcut uzman hekim sayıları, bunların kamu ve özel sektördeki oransal dağılımları, özel hastanelerin yatak kapasiteleri ve doluluk oranları, ameliyathane, yoğun bakım ve özellikli üniteleri ile bu birimlerin verimliliği, ilgili alanda ve bölgedeki ihtiyaç çerçevesinde ve hizmet biriminin devamlılığı için gerekli asgari kadro talepleri dikkate alınarak, Planlama ve İstihdam Komisyonunun görüşü alınmak suretiyle belirlenir. Ek kadroların dağıtımına ilişkin bilgiler ilan metninde ayrıca belirtilir.” MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin Ek 6 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Komisyon, Bakanlık Müsteşarı veya görevlendireceği bir yetkili başkanlığında: Genel Müdürlük, Bakanlık Hukuk Müşavirliği, Strateji Geliştirme Başkanlığından birer üye ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Türkiye Sağlık Kurumları Meclisinden iki üyeden kurulur.” “Komisyona, yükseköğretim, planlama ve sosyal güvenlik uygulamaları ile ilgili konular için ilgili kurumlardan üye davet edilebilir.” MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin Geçici 2 nci maddesi, başlık eklenerek aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Ruhsatlı hastane binalarının uyumu ve mimari proje değerlendirmeleri GEÇİCİ MADDE 2 – Bakanlıkça ruhsatlandırılan özel hastanelerden bu Yönetmelikteki yer seçimi ve bina şartlarını sağlayamayanların, uygunsuz olan durumlarını tespit etmek, uygunsuzluklarını yerinde veya taşınarak giderecek olanlara gerekli süreyi belirlemek ve Bakanlığa sunmak üzere valilikçe, il sağlık müdür yardımcısı başkanlığında, ilgili belediye imar müdürlüğünden bir temsilci, bir mimar, gerek görülmesi halinde il sağlık müdürlüğü kadrosundan bir avukat ve diğer teknik personelin bulunduğu bir komisyon görevlendirilir. Komisyon her bir hastane için yapmış olduğu çalışmayı ve önerilen uyum süresini gerekçeleriyle birlikte Bakanlık onayına sunar. Uyum süresi yedi yılı geçemez. Bakanlık, taşınması veya yeniden yapımı gereken her bir hastane için mümkün olabilecek teşvik edici hususları da değerlendirerek belirlenen süreyi onaylar. Bu madde kapsamındaki hastaneler, uyum süresi içinde aşağıdaki esaslar çerçevesinde faaliyet gösterir. a) 15/2/2008 tarihinden önce kullanmakta oldukları binalarından Bakanlık kayıtlarına girmemiş olanlar ile belediye onaylı projesi bulunmayanların, mevcut durumlarını gösteren projeleri Bakanlıkça incelenir ve denetimlerde kullanılmak üzere Bakanlıkça onaylanır. Bu binalar nedeniyle hastanenin mevcut kapasitesi dışında birim ilavesi talebinde bulunulamaz, b) Yönetmelik şartlarını sağlayamayan binalarının; 1) Yapı kullanma izin belgesi bulunmalı veya binanın kullanılabileceğine dair ilgili belediye tarafından düzenlenmiş belgesi bulunmalıdır. 2) Yangın ve deprem yönünden uygunluğunun ilgili kurum tarafından belgelenmesi gereklidir. 3) Mevcut durumlarının dışında proje değişikliğine neden olabilecek tadilatlarına izin verilmez. Ancak, Bakanlıkça talep edilebilecek küçük çaplı ve uygulanması mümkün tadilatlar yapılabilir. Bu durumda, yangın ve deprem yönünden uygunluğu sağlamak kaydıyla, mimari projedeki değişikliklerin Bakanlıkça onaylı son proje üzerinde çizilmesine izin verilir.” MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin Geçici 6 ncı maddesinin birinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış, dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “bir yıl” ibareleri “iki yıl” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 13 – Aynı Yönetmeliğin Geçici 13 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “15/2/2008 tarihinden sonra ruhsatlandırılan hastanelerden uzman kadrosu sayısı, ön izin projesindeki poliklinik oda sayısından az olan hastanelere, klinisyen uzman hekim kadro sayısını, ön izin projesindeki poliklinik oda sayısına kadar tamamlamalarına izin verilir. Tamamlanmasına izin verilecek kadrolar ön izin projesindeki branşlara bağlı kalınmaksızın Bakanlıkça belirlenir. Proje revizyonu yapılmış ise ilk proje esas alınır.” MADDE 14 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-1’in II, VII ve IX numaralı bölümleri ekteki şekilde değiştirilmiştir. MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-2’nin 1 inci Bölümü’nde yer alan 5 inci madde, 11 inci madde,14 üncü maddenin (a), (b) ve (c) bentleri, 22 ve 24 üncü maddeler yürürlükten kaldırılmış, 35 inci madde ekteki şekilde değiştirilmiş ve aynı bölüme ekteki 43 ve 44 üncü maddeler eklenmiştir. MADDE 16 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-7’ nin I - BAKANLIKÇA DÜZENLENECEK BÖLÜM’ü ekteki şekilde değiştirilmiştir. MADDE 17 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-9’daki “İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü” ibareleri “İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü” şeklinde değiştirilmiş, birinci fıkrasına “Ruhsat talebi ile başvuran” ibaresinden sonra gelmek üzere “veya ruhsatlı” ibaresi eklenmiş, ikinci fıkrasında yer alan “bir teknik personel, İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünden” ibaresi ile aynı fıkranın üçüncü bendindeki “Bina müstakil mi?” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 18 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 19 – Bu Yönetmelik hükümlerini Sağlık Bakanı yürütür. EK: “ II-MESUL MÜDÜR YARDIMCISI Kadrolu tabip veya uzman tabiplerden birisi.” “ VII-RADYODİAGNOSTİK UZMANI Ağız ve diş sağlığı, psikiyatri ile göz hastalıkları dal hastaneleri haricindeki hastanelerde en az bir uzman ” “ IX- TABİP Acil ünitesinde en az beş pratisyen tabip veya klinik olmayan uzmanlık dallarından uzman tabip çalıştırılır. Mevcut kadrolu uzman tabipler, mesul müdürce düzenlenen nöbet listesine göre acil ünitesinde pratisyenlik yetkisini de kullanarak nöbet tutabilir. ” “ 35-Uygulanan gündelik yatak ücretleri Bakanlıkça onaylanan ücretlere uygun mu? “ 43-Sağlık çalışanı haricinde kişilerce sağlık hizmeti veriliyor mu? 44- Hastanedeki herhangi bir faaliyet alanı veya birim, yetkisi olmayan kişiler tarafından kullanılıyor mu? Hastane ticaret şirketi tarafından işletiliyor ise, şirketin diğer işleri burada yürütülüyor Mesul müdür uyarılır Bir yıl içinde aynı fiilin Hastanenin tamamında 1 tekrarı halinde hastanenin gün süreyle poliklinik tamamında 10 gün süreyle faaliyetleri durdurulur. faaliyet durdurulur. ” a) Hastanenin tamamında 10 gün süreyle faaliyet durdurulur. Ayrıca savcılığa suç duyurusunda bulunulur. b) Ölüm veya yaralanmaya sebebiyet verilmişse Hastanenin tamamında 30 gün süreyle faaliyet durdurulur. Ayrıca savcılığa suç duyurusunda bulunulur Poliklinik faaliyetleri 1 gün Uygunsuzluk giderilinceye durdurulur. kadar kuruluşun poliklinik hizmeti durdurulur. mu? ” "I - BAKANLIKÇA DÜZENLENECEK BÖLÜM Hastanenin: Adı :………………………………………………………………………………... Adresi :………………………………………………………………………………... Sahibinin Adı :……………………………………………………………………….. Ruhsat No :……………………………………………………………………….. Faal Poliklinik Sayısı:……………………………………………………... Faal Toplam Hasta Yatak Sayısı : Rakamla………Yazı ile …………..………………dır. Faal Yoğun Bakım Yatak Sayısı (ayrı ayrı) :.................................................................................... Gözlem Yatak Sayısı : Rakamla……… Yazı ile …………………………..dır. Kadrolu Çalışan Uzman Tabiplerce Hasta Kabul ve Tedavi Edeceği Uzmanlık Dalları:………………………............................. …………………………………………………………………………………………..... ……………………………………………………………………………………………. ……………………………………………………………………………………………. Radyoloji-Görüntüleme Ünitesi ve Diğer Tanı/Tedavi Cihazları (Planlama Kapsamındaki Cihazlar):………………………… ……………………………………………………………………………………………. Özel hastanelerle ilgili mevzuat hükümleri dâhilinde hasta kabul ve tedavi etmek üzere yukarıda yazılı özel hastanenin faaliyet göstermesi için …./…./…… tarihinde işbu belge verilmiştir. Belge Revizyon Onay Tarih/Sayısı: Onay Sağlık Bakanlığı Not: SKYS çıktısı alınarak bu kayıtlara uygun olarak düzenlenir. [R.G. 27 Mayıs 2012 – 28305] —— • —— TEBLİĞLER Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından: İŞKOLU TESPİT KARARI Karar No : 2012/28 İşyeri : Miralbueno Otomotiv Yan San. Ltd. Şti. NOSAB 314 Sok. No:10 Nilüfer/BURSA SGK Sicil No : 1068102.016 Tespiti İsteyen : Miralbueno Otomotiv Yan San. Ltd. Şti. Vekilleri Av. Dijle DURGUNLU Av. Yusuf Güray DURGUNLU İnceleme : Miralbueno Otomotiv Yan San. Ltd. Şti.’de Bakanlığımızca yapılan incelemede; işyerinde iş makinaları koltukları (Traktör ve Forklift) imalatı yapıldığı, üretimde metal, sac, plastik, sünger ve pvc deri hammaddelerinin kullanıldığı, yapılan imalatın motorlu araç aksamı olduğu, bu nedenle işyerinde yapılan işlerin İşkolları Tüzüğü'nün 13 sıra numaralı "Metal" işkolunda yer aldığı tespit edilmiştir. Karar: Miralbueno Otomotiv Yan San. Ltd. Şti. işyerinde yürütülen işlerin niteliği itibariyle İşkolları Tüzüğü'nün 13 sıra numaralı "Metal" işkoluna girdiğine ve yapılan bu tespitin Resmî Gazete’de yayımlanmasına 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 4' üncü maddesi gereğince karar verilmiştir. [R.G. 29 Mayıs 2012 – 28307] —— • —— Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından: KAMU PERSONELİNİN GENEL SAĞLIK SİGORTASI KAPSAMINA ALINMASI HAKKINDA TEBLİĞDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ MADDE 1 – 18/12/2009 tarihli ve 27436 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Kamu Personelinin Genel Sağlık Sigortası Kapsamına Alınması Hakkında Tebliğin 3 üncü maddesinin son fıkrasında yer alan “geçici 12 nci maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamına girenler ile aynı Kanunun” ifadesi madde metninden çıkarılmıştır. MADDE 2 – Aynı Tebliğin 4 üncü maddesinin “2- Devir tarihinden sonra yeniden çalışmaya başlayanların tescili” başlıklı bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, “3- Durum değişikliği hallerinde yapılacak işlemler” bölümü çerçeve başlığı ile birlikte madde metninden çıkarılmıştır. “Devralınan kamu idarelerinde 15/1/2010 tarihinden sonra yeniden göreve başlayan ve 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamında sayılanlar ile bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık aktivasyon işlemleri elektronik ortamda yapılanlar hariç sosyal güvenlik il müdürlükleri/sosyal güvenlik merkezleri tarafından yapılır.” MADDE 3 – Aynı Tebliğin 6 ncı maddesinin “3- Bakmakla yükümlü olunan kişiler” başlıklı bölümünün “c) Sigortalının kız çocuğu” alt başlıklı bölümüne ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere “Kız çocuklarının durum değişikliklerinin ortadan kalkması halinde, bu kişiler tekrar ilgili kanunlarına göre bakmakla yükümlü olunan kişi sayılır.” cümlesi eklenmiştir. MADDE 4 – Bu Tebliğin; a) 3 üncü maddesi 1/3/2011 tarihinden geçerli olmak üzere, b) Diğer maddeleri, yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 5 – Bu Tebliğ hükümlerini Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı yürütür. [R.G. 29 Mayıs 2012 – 28307] —— • —— ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/80 Karar Sayısı : 2011/178 Karar Günü : 29.12.2011 İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri M. Akif HAMZAÇEBİ ve Muharrem İNCE DAVANIN KONUSU : 11.6.2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda Ve Yem Kanunu’nun; 1) 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, “Ancak, Bakanlıkça izin verilmiş süs kuşları ile akvaryum ve egzotik süs hayvanlarını satan iş yerlerinde, veteriner biyolojik ürünler dışındaki sadece bu hayvanlara mahsus olan veteriner tıbbî ürünler satılabilir” şeklindeki ikinci cümlesinin, 2) 22. maddesinin (7) numaralı fıkrasının, “Bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, Ek-1’de Bakanlıkça değişiklik yapılabilir” şeklindeki ikinci cümlesinin, 3) 35. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, 4) 46. maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla değiştirilen, 9.3.1954 günlü, 6343 sayılı Veteriner Hekimliği Mesleğinin İcrasına, Türk Veteriner Hekimleri Birliği İle Odalarının Teşekkül Tarzına Ve Göreceği İşlere Dair Kanun’un 27. maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendinin, Anayasa’nın 2., 5., 7., 56., 73. ve 135. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ “II. GEREKÇE 1) 11.06.2010 Tarihli ve 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunun 13 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İkinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı Veteriner tıbbî ürünlerinin toptan ve perakende satışı ve tanıtımının düzenlendiği 13 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasın birinci tümcesinde, veteriner biyolojik ürünler dışındaki veteriner tıbbî ürünlerinin toptan satışının, ecza depoları veya veteriner ecza depoları kanalıyla, perakende satışlarının ise eczaneler, veteriner muayenehane, klinik, poliklinik ve hayvan hastaneleri kanalıyla yapılacağı belirtilmiştir. Ancak, fıkranın ikinci tümcesinde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca izin verilmiş süs kuşları ile akvaryum ve egzotik süs hayvanlarını satan işyerleri için istisna getirilmiş, bu işyerlerinde, veteriner biyolojik ürünler dışındaki sadece bu hayvanlara mahsus olan veteriner tıbbî ürünlerin de satılabileceği hüküm altına alınmıştır. “Veteriner tıbbî ürünler”, 5996 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin 78 inci sırasında, “hayvana uygulanmak ya da hayvan için kullanılmak amacıyla tüm üretim aşamalarından geçerek kullanıma hazır hale getirilmiş etkin madde ihtiva eden ürünleri ve veteriner biyolojik ürünleri” ifade eder şeklinde tanımlanmıştır. Bunların, etkin madde ihtiva eden yapıları, insanlara ve doğru kullanılmadığı takdirde hayvanlara zararı göz önünde bulundurularak, toptan satışının, ecza depoları veya veteriner ecza depoları kanalıyla, perakende satışlarının ise eczaneler, veteriner muayenehane, klinik, poliklinik ve hayvan hastaneleri kanalıyla yapılması insan ve hayvanın sağlığı ve maddi yaşamı için önemlidir. Anayasanın 5 inci maddesinde, “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır”; “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlıklı 56 ncı maddesinde de, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir…” denilmiştir. “Anayasanın 5 inci maddesiyle kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama ödevi Devlete verilirken, 56 ncı maddesiyle de herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu belirtilerek, bu hakkı korumanın yine devletin ve vatandaşların ödevi olduğu vurgulanmaktadır. Anayasanın 5 inci ve 56 ncı maddeleri ile Devlete verilen görevlerin yerine getirilmesi, belli bir plan ve program çerçevesinde gözetim ve denetim ile gerçekleşebilir. Anayasada yer alan “sağlıklı ve dengeli çevre” kavramına, hava, su ve toprak kirlenmesinin önlendiği bir çevre kadar, veteriner hizmetleri, bitki, gıda ve yem güvenilirliğinin de gireceği kuşkusuzdur. Yasa koyucunun, devlete ait ödevleri yerine getirirken, çıkardığı yasalarla gerekli önlemleri alması zorunludur. Hayvan ve insan sağlığı gibi, maddi ve manevi yaşamın vazgeçilmez konularının idarenin düzenlemesi ve takdirine bırakılması beklenemeyeceği gibi, yasa koyucunun bu alanda güvenliği zedeleyecek düzenlemeler yapması da kabul edilemez. Süs kuşları ile akvaryum ve egzotik süs hayvanlarını satan işyerleri, bu tür tıbbî ürünlerin satışı ve kullanım yöntemlerinin önerilmesi için uygun eğitim, öğretim ve nitelikte kişiler tarafından işletilmediği gibi, uygun saklama ve satış ortamına da sahip değildir. Bu tür, uygun koşulları taşımayan satışlar, halk, insan ve hayvan sağlığı yönünden ciddi sakıncalar oluşturmaktadır. Kuralın, can ve mal güvenliğini sağlamak, dolayısıyla kamu düzenini ve yararını korumak amacıyla getirildiği de söylenemez. Açıklanan nedenlerle, 11.06.2010 Tarihli ve 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunun 13 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci tümcesi Anayasanın 5 inci ve 56 ncı maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 2) 11.06.2010 Tarihli ve 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunun 22 nci Maddesinin (7) Numaralı Fıkrasının İkinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı 22 nci maddede, sorumluluklar sıralanmış, (7) numaralı fıkrada, Yasanın Ek-1’inde belirlenen gıda ve yem işletmelerinin, işin nevine göre, konu ile ilgili lisans eğitimi almış en az bir personel çalıştırmak zorunda oldukları belirtilmiştir. Böylece, hangi gıda ve yem işletmelerinin, konu ile ilgili lisans eğitimi almış en az bir personel çalıştırmak zorunda oldukları Yasada tek tek sayılarak, bu konudaki sorumluluk yasal güvence altına alınmıştır. Ancak (7) numaralı fıkranın ikinci tümcesinde, Ek-1 sayılı çizelgede bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, Bakanlıkça değişiklik yapılabileceği belirtilmiştir. Bakanlık, bu değişiklikleri çıkarılacak bir tebliğ ile ilan edecektir. Bakanlığa yetki veren yasal düzenleme herhangi bir yasal çerçeve ve ölçüt içermemektedir. “bilimsel gelişmeler” ve “günü koşulları” bütünüyle soyut ve belirsiz kavramlardır. Anayasanın 7 nci maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde ise yürütme yetki ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve yasalara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği öngörülmüştür. Buna göre, Anayasada yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle, Anayasada öngörülen ayrık durumlar dışında, yasalarla düzenlenmemiş bir alanda, yasa ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma ve yasayla konulan kuralları değiştirme yetkisi verilemez. Yasal düzenlemeler ancak yasa koyucu tarafından konulabilir, kaldırılabilir ya da değiştirilebilir. Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”dir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasa kuralı, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmelidir. “Öngörülebilirlik şartı” olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kişilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte idarede istikrarı da sağlar. (AYMK., 17.04.2008 günlü, E.2005/5, K.2008/93). Kuralda, yasa ile getirilen gıda ve yem işletmelerinin değiştirilmesi konusunda, yasa ile esasları belirlenmeden, çerçevesi çizilmeden, soyut ve belirsiz kavramlara dayanarak, Bakanlığa çok geniş yetkiler verilmektedir. Yasa'da açıkça düzenleme yoluna gidilmeden, gıda ve yem işletmeleri ile bunların çalıştıracağı personelin, “bilimsel gelişmeler ve günün koşulları” gibi soyut gerekçelere dayanılarak değiştirilmesi yetkisinin idareye verilmesi, yasama yetkisinin devri niteliğini taşımaktadır. İdareye bırakılan takdir alanı geniş, sınırsız ve ölçüsüzdür. Açıklanan nedenlerle, 11.06.2010 Tarihli ve 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunun 22 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikinci tümcesi Anayasanın 2 nci ve 7 nci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 3) 11.06.2010 Tarihli ve 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunun 35 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı Fıkrada, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 5996 sayılı Yasa kapsamında yürütülen faaliyetler ve yapılan resmî kontrollerin karşılığı olarak ücret alabileceği, hangi faaliyetlerden ve resmî kontrollerden ne miktarda ücret alınacağının her yıl Aralık ayında Bakanlıkça belirleneceği öngörülmüştür. Yasa koyucu, hem hangi faaliyet ve resmi kontrollerden ücret alınacağı, hem de ne miktarda ücret alınacağı konusunu tamamıyla Bakanlığa bırakmıştır. Anayasanın 73 üncü maddesinde, herkesin, kamu giderlerini karşılamak üzere, vergi ödemekle yükümlü olduğu; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin yasayla konulacağı belirtilmiştir. Verginin, kamu giderlerini karşılamak üzere alınması ve herkesin bu nedenle vergi ödemekle yükümlü olası, temel anayasal ilkelerden biridir. “Vatandaş vazifelerinin en önemlilerinden biri” olarak tanımlanan vergi yükümünün amacı, kamu hizmetlerinin karşılığı olarak kamu giderlerine kaynak oluşturmaktır. Kamu giderleri, kamu hizmetlerinin gerektirdiği giderlerdir. (GEREK Şahnaz, AYDIN Ali Rıza, Anayasa Yargısı ve Vergi Hukuku, Seçkin Yayıncılık, 2. Baskı, Ankara, 2010, s.42 vd.) 5996 sayılı Yasa kapsamındaki faaliyetler ve resmi kontroller, Anayasanın Devlete yüklediği görevler arasında olup, kamu hizmeti, bu hizmet karşılığında yapılacak harcamalar da kamu gideridir. Bu kamu hizmetinin gerektirdiği giderlerin, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerle karşılanması zorunludur. Bu durumda, söz konusu giderleri karşılamak amacıyla kişilerden alınan paranın da vergi ya da vergi benzeri yükümlülük olması gerekir. Bu hizmetlerin, kişilerden alınan ücretle değil Devletin genel gelirleriyle karşılanması gerekir. Kuralda, “ücret alabilir” sözcükleri kullanılmak suretiyle, zorunluluk getirilmemekle birlikte, Yasa kapsamında yürütülen faaliyetler ve resmi kontrollerin hangilerinden ücret alınacağı ve ne miktarda ücret alınacağı Bakanlığa bırakılmıştır. Kural, düzenleniş şekliyle, Yasa kapsamındaki tüm faaliyetlerin ve resmi kontrollerin karşılığında ücret alınmasına kadar geniş bir yetkiyi Bakanlığa bırakmıştır ki bu durumda da, alınacak ücretler, kamu giderlerinin karşılanması için zorunlu hale gelecek ve kamu gücüne dayanılarak alınan vergi benzeri mali yükümlülük niteliğine dönüşecektir. Kuralın düzenleniş şekli ve Bakanlığa verilen yetki, 5996 sayılı Yasa kapsamındaki kamu hizmetlerini ve kamu gideri niteliğindeki harcamalarla, bunlardan Devlet gelirleriyle karşılanmayacak ve belirli hizmetler karşılığında ücret alınacakları ayırmamakta, bu konudaki tüm yetkiyi Bakanlığa bırakmaktadır. Bu yönüyle, Anayasanın 73 üncü maddesindeki, kamu giderlerinin vergi gelirleriyle karşılanması ilkesi ihlal edildiği gibi, asıl olarak verginin yasallığı ilkesi de ihlal edilmiştir. Anayasa koyucunun, her çeşit mali yükümlerin yasayla konulması, değiştirilmesi ve kaldırılmasını buyururken, keyfi, takdiri ve sınırsız ölçülere dayalı uygulamaları önleyecek ilkelerin yasada yer alması amacını güttüğünde kuşku yoktur (age. s.147) Yasa koyucunun, yalnızca konusunu belli ederek bir mali yükümün ilgililere yükletilmesine izin vermesi, bunun yasayla konulmuş sayılması ve Anayasaya uygunluğunun kabulü için yeterli olmayacağı halde, 5996 sayılı Yasa kapsamındaki tüm faaliyet ve resmi kontrolleri kapsama alan bir yetki devrinin Anayasaya uygunluğunun kabulü mümkün değildir. Kural, aynı zamanda belirsizlik de içermekte, sadece yetki vermekle yetinmekte, kişilerin hukuk güvenliğini ihlal etmektedir. Açıklanan nedenlerle 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunun 35 inci maddesinin (1) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci ve 73 üncü maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 4) 11.06.2010 Tarihli ve 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunun 46 ncı Maddesinin (3) Numaralı Fıkrası ile Değiştirilen, 6343 Sayılı Kanunun 27 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının (7) Numaralı Bendinin Anayasaya Aykırılığı 5996 sayılı Yasanın 46 ncı maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 6343 sayılı Veteriner Hekimliği Mesleğinin İcrasına, Türk Veteriner Hekimleri Birliği ile Odalarının Teşekkül Tarzına ve Göreceği İşlere Dair Kanunun 27 nci maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendi değiştirilmiştir. Değişik (7) numaralı bende göre, Birliğin Büyük Kongresinin oluşumu için; a) Oda başkanları tabii delege, b) İlgili odalardan, üye sayısı (150)’ye kadar olanlardan (4) delege, c) Üye sayısı (151 – 300) arasında olanlardan (5) delege, d) Üye sayısı (301 – 600) arasında olanlardan (6) delege, e) Üye sayısı (601 – 1000) arasında olanlardan (8) delege, f) Ayrıca (1000)’den fazla üyesi olan odalardan (8) delegeye ek olarak her (500) üye için (1) delege, g) Aynı sayıda yedek seçmek, Umumi Heyetin görevleri arasında sayılmıştır. (7) numaralı fıkra değiştirilmeden önce, 2993 sayılı Yasa ile değişik şekline göre “Büyük Kongreye iştirak etmek üzere, elliye kadar üyesi olan odalardan iki, yüze kadar üyesi olan odalardan dört ve yüzden fazla üyesi olan odalardan da altı temsilci seçmek” şeklindeyken, Anayasa Mahkemesinin 25.06.2009 günlü, E.2006/143, K.2009/98 sayılı kararıyla iptal edilmiş, ayrıca yeni düzenleme yapılması amacıyla 1 yıl süre verilmiştir. Karar 07.10.2009 günlü Resmi Gazetede yayımlanmış, bir yıllık süre dolmadan, 5996 sayılı Yasayla yeni düzenleme yapılmıştır. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında; “İtiraz konusu kural uyarınca, Türk Veteriner Hekimleri Birliği Kongresine katılmak üzere, elliye kadar üyesi olan Veteriner Hekimleri Odaları iki, yüze kadar üyesi olan odalar dört ve yüzden fazla üyesi olan odalar ise altı temsilci seçmektedirler. Böylece çok sayıda veteriner hekimin kayıtlı olduğu Veteriner Odaları, Büyük Kongre’de üye sayılarına göre değil, maktu bir sayı ile temsil edilmiş olmaktadırlar. Anayasanın 135 inci maddesinde, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve üst kuruluşlarının belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halkla olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleri oldukları belirtilmiştir. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, yasayla düzenlenen mesleklerin verdikleri kamu hizmetinde belli bir düzeyi korumak ve mesleğe mensup olanların ortak çıkarlarını kollamak ve aralarındaki dayanışmayı güçlendirmek için kurulurlar. Bu tür mesleki kuruluşların çok partili demokratik düzen içerisinde giderek etkili bir baskı grubu haline gelmeleri ve bu şekilde örgütlenen gruplar arasındaki dayanışmanın toplum çıkarları aleyhine gelişmesi tehlikesi, bunların kamu hukuku kural ve usulleriyle düzenlenmesini zorunlu kılmış ve sosyal bir olgu olarak öteden beri varlıklarını koruyabilmiş olan bu kuruluşları anayasal bir kurum haline dönüştürmüştür. Anayasanın sözü edilen kuruluşları düzenleyen 135 inci maddesi konuya bazı noktalarda açıklık ve daha yoğun denetim sisteminin ölçütlerini getirmiştir. Meslek kuruluşlarının amaçları belirlenmiş, etkinlik alanları sınırlanmış, bunların birer kamu tüzelkişisi olduğu açıklığa kavuşturulmuş, organlarının seçimi yargı gözetimine tabi kılınmış, amaç dışı faaliyet göstermeleri yasaklanmış, devletin bu kuruluşlar üzerindeki idari ve mali denetim hakkı açıkça belirlenmiştir. Yukarıda anılan Anayasa kuralı kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının “... kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunla gösterilen usullere göre yargı denetimi altında, gizli oyla seçilen ...” tüzelkişiler olduğunu öngörmekte ve bunların kuruluşunda organlarının seçimle işbaşına gelme usulünü benimsemektedir. Herhangi bir kuruluşun oluşmasında demokrasinin temel kuralı olan seçime yer verilmişse, bu kuruluşun yönetim ve işleyişinin de demokratik kurallara aykırı olamayacağının kabulü gerekir. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Adaletli bir hukuk düzeninin kurulabilmesi, diğer seçimler yanında kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin seçimlerinde de seçime katılacakların adil bir biçimde temsil edilmesine bağlıdır. Adil temsilin sağlanmadığı bir seçimin demokratik olmasından ve hukuk devleti ilkesine uygunluğundan söz edilemez. Demokrasinin olmazsa olmaz kuralı seçimdir. Demokratik seçimin en önemli niteliği ise adil bir temsil ilkesine dayalı serbest, eşit ve genel-oy esasını içermesidir. İtiraz konusu kural ile sayısı kaç olursa olsun yüzden fazla üyesi olan veteriner odalarının Büyük Kongre’ ye katılmasının altı temsilciyle sınırlandırılması ve böylece Türk Veteriner Hekimleri Birliğinin en önemli organının oluşumunda adil temsilin önlenmesi, Veteriner Hekim Odalarının iç işleyişinde demokrasiye aykırı düşen bir düzenlemedir. Bu nedenle itiraz konusu kural Anayasanın 2 nci ve 135 inci maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” denilmiştir. Kararda, demokratik seçim ilkeleri, odaların üye sayılarına göre temsil edilmemesi, sayısı kaç olursa olsun yüzden fazla üyesi olan odaların altı temsilciyle sınırlanması üzerinde durulmuş ve adil biçimde temsilin önlenmesi Anayasaya aykırı bulunmuştur. 5996 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikte, oda başkanları doğal delege kabul edilmekle birlikte, üye sayısı 150’ye kadar olanlardan (4) üye öngörülmüştür. Ancak, 150’den fazla üye sayısı olan odalarda, üye sayısı arttıkça adil temsil ilkesi bozulmaktadır. Şöyle ki, 150 üyeye (4) delege verilirken; a) Üye sayısı (151 – 300) arasında olanlardan (5) delege, denilerek, artan 150 üye için (1) delege eklenmiştir. b) Üye sayısı (301 – 600) arasında olanlardan (6) delege, denilerek, bu kez artan 300 üye için (1) delege eklenmiştir. c) Üye sayısı (601 – 1000) arasında olanlardan (8) delege, denilerek, bu kez de artan 400 üye için (2) delege eklenmiştir. d) Ayrıca (1000)’den fazla üyesi olan odalardan (8) delegeye ek olarak her (500) üye için (1) delege, denilerek, artan her 500 üye için (1)’er delege eklenmiştir. Görüldüğü gibi, üye sayılarına göre adil biçimde temsil yine getirilmemiştir. 150 üye (4) delege ile temsil edilirken, artan 300 üye bir delegeyle temsil edilmektedir. Adil temsil ilkesi üye sayısı arttıkça değişmekte ve bozulmaktadır. 600 üyeden sonraki artışta, bu kez artan 400 üye iki delege ile temsil edilmektedir. Diğer bir anlatımla, üye sayısı 150 olan odalar (4) delege ile temsil edilirken, üye sayısı 1000 olan odalarda, artan 850 üye için (4) delege öngörülmüştür. 150 üyeli odada bir delegenin temsil oranı 37,5 iken, 1000 üyeli odada bu oran 12,5’e düşmektedir. 1000’den fazla üyesi olan odalarda ise her 500 üyeye (1) delege eklenerek adil temsil iyice bozulmaktadır. Üye sayısı 1000’dan fazla olan odalarda bir delegeye düşen üye sayısı ile küçük odalarda bir delegeye düşen üye sayısında yüzde 200’ü aşan farklılıklar oluşabilmektedir. Bir başka durum ise önceki düzenlemede 150 üyesi olan odalar (6) delege ile temsil edilirken, yeni düzenlemede bu sayı (4)’e düşürülmektedir. 5996 sayılı Yasayla yapılan değişiklik, Anayasa Mahkemesinin gerekçesini karşılamamış, üye sayısına göre temsili sağlayacak bir düzenleme yapılmamış, adil temsil ilkesine uyulmamıştır. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen E.2006/143 sayılı kararında belirtilen gerekçelerle ve açıklanan nedenlerle, 5996 Sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunun 46 ncı maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla değiştirilen, 6343 Sayılı Kanunun 27 nci maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendi Anayasanın 2 nci ve 135 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ Hukuk devletine aykırı olan, temel hak ve özgürlükleri ölçüsüzce sınırlandıran ve Anayasaya açıkça aykırı olan bir düzenlemenin, uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır. Öte yandan, Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır. Yukarıda Anayasaya aykırılı ileri sürülen hükümlerin uygulanması halinde, gıda ve yem güvenilirliği, halk sağlığı, bitki ve hayvan sağlığı konularında Bakanlığın keyfi uygulamaları ile karşılaşılacak, bu uygulamalar sonunda kişilerin hukuk güvenlikleri ve özellikle sağlıkları ihlal ve tehdit altında kalacaktır. Hangi kamu hizmetlerinin giderlerinin devlet gelirleriyle karşılanacağı, hangilerinden ücret alınacağı yetkisinin sadece Bakanlıkça kullanılmasıyla maddi kayıplar yaşanacaktır. Öte yandan, Veteriner Hekimleri odalarının seçimleri Anayasa aykırı olarak yapılmaya devam edecektir. Anayasanın hükümlerine açıkça aykırılık taşıyan söz konusu düzenlemelerin uygulamaya geçmesi durumunda ise telafisi imkansız zararlar doğacaktır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır. IV. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 11.06.2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununun; 1) 13 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının, “Ancak, Bakanlıkça izin verilmiş süs kuşları ile akvaryum ve egzotik süs hayvanlarını satan iş yerlerinde, veteriner biyolojik ürünler dışındaki sadece bu hayvanlara mahsus olan veteriner tıbbî ürünler satılabilir” şeklindeki ikinci tümcesinin, Anayasanın 5 inci ve 56 ncı maddelerine aykırı olduğundan, 2) 22 nci maddesinin (7) numaralı fıkrasının, “Bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, Ek-1’de Bakanlıkça değişiklik yapılabilir” şeklindeki ikinci tümcesinin, Anayasanın 2 nci ve 7 nci maddelerine aykırı olduğundan, 3) 35 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının, Anayasanın 2 nci ve 73 üncü maddelerine aykırı olduğundan, 4) 46 ncı maddesinin (3) numaralı fıkrası ile değiştirilen, 6343 sayılı Kanunun 27 nci maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendinin, Anayasanın 2 nci ve 135 inci maddelerine aykırı olduğundan, iptallerine, Anayasaya açıkça aykırı olmaları ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenilen Yasa Kuralları 1- 5996 sayılı Kanun’un iptali istenilen kuralın da yer aldığı 13. maddesi şöyledir: “Veteriner tıbbî ürünlerinin toptan ve perakende satışı, tanıtımı Madde 13- (1) Veteriner biyolojik ürünler dışındaki veteriner tıbbî ürünlerinin toptan satışı, ecza depoları veya veteriner ecza depoları kanalıyla, perakende satışları ise eczaneler, veteriner muayenehane, klinik, poliklinik ve hayvan hastaneleri kanalıyla yapılır. Ancak, Bakanlıkça izin verilmiş süs kuşları ile akvaryum ve egzotik süs hayvanlarını satan işyerlerinde, veteriner biyolojik ürünler dışındaki sadece bu hayvanlara mahsus olan veteriner tıbbî ürünler satılabilir. Veteriner biyolojik ürünlerin satışına ilişkin hususlar Bakanlıkça belirlenir. (2) Veteriner tıbbî ürünlerini depolayanlar, toptan ve perakende ticaretini yapanlar, alış ve satış ile ilgili kayıtları tutmak, Bakanlığın belirlediği uygun şartlarda muhafaza etmek ve denetimlerde her türlü kolaylığı göstermek zorundadır. (3) Psikotropik ve narkotik veteriner tıbbî ürünleri, bu Kanun hükümlerine ilave olarak uyuşturucularla ilgili özel kanunlara da tâbidir. Bu ürünler sadece klinisyen veteriner hekimlere, veteriner fakültelerinin ilgili birimlerine satılabilir, sadece veteriner hekimler tarafından uygulanır ve Bakanlığın izni olmadıkça devredilemez ve satılamaz. Bu ürünler için azaltılmış olsa dahi tanıtım numunesi hazırlanamaz. (4) Veteriner sağlık ürünlerinin tanıtımına ilişkin düzenlemeler Bakanlıkça belirlenir. Ancak, psikotropik ve narkotik etkili veteriner tıbbî ürünlerinin kitlesel iletişim vasıtalarıyla hatırlatıcı ya da bilgilendirici tanıtımı yapılamaz. (5) Veteriner sağlık ürünlerinin ambalajında satış fiyatının belirtilmesi zorunludur. Bakanlık, ülke ihtiyaçları, piyasa koşulları, kamu yararı ve hizmetin gereklerini dikkate alarak gerektiğinde satış fiyatlarını belirleyebilir. (6) Bu maddenin uygulanması ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelik ile belirlenir.” 2- Kanun’un 22. maddesi şöyledir: “Sorumluluklar Madde 22- (1) Gıda, gıda ile temas eden madde ve malzeme ve yem ile ilgili faaliyet gösteren işletmeciler, kendi faaliyet alanının her aşamasında bu Kanunda belirtilen şartları sağlamak ve bunu doğrulamakla yükümlüdür. (2) Gıda ve yem işletmecisi ürettiği, işlediği, ithal ettiği, satışını veya dağıtımını yaptığı bir ürününün, gıda ve yem güvenilirliği şartlarına uymadığını değerlendirmesi veya buna ilişkin makul gerekçelerinin olması durumunda, söz konusu ürünü kendi kontrolünden çıktığı aşamadan başlamak üzere, toplanması için gerekli işlemleri derhal başlatmak ve konu ile ilgili Bakanlığı bilgilendirmek zorundadır. Gıda ve yem işletmecisi, ürünün toplanması gerektiğinde, toplanma nedeni hakkında tüketiciyi veya kullanıcıyı doğru ve etkin olarak bilgilendirmek ve gerekli hâllerde, insan sağlığını korumaya yönelik alınacak tedbirlerin yeterli olmaması durumunda, tüketiciye veya kullanıcıya ürünün iadesi için çağrıda bulunmak zorundadır. (3) Gıda ve yem işletmecisi, faaliyeti ile ilgili istenen kayıtları güncel tutmak, istendiğinde Bakanlığa sunmak zorundadır. (4) Piyasaya arz edilecek gıda ve yemlerden onay alınması zorunlu olanlar Bakanlıkça belirlenir. Ürün sahibi, onay için Bakanlıkça talep edilen bilgi ve belgeleri sunmak zorundadır. Bu ürünlerin, onay alınmadan üretimi, ithalatı ve piyasaya arzı yasaktır. (5) Bakanlık, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasını sağlamak için, gıda ve yem işletmecilerinin üretim, işleme ve dağıtımın tüm aşamalarında resmî kontrolleri yapar, gıda ve yem işletmeleri ile ilgili kayıtları tutar. (6) Gıda ve yem işletmecisi, ürünle ilgili riskin önlenmesi, azaltılması veya ortadan kaldırılmasından sorumlu olup, bu gibi tedbirlerin alınmasında Bakanlıkla işbirliği yapar. İlgililer, Bakanlıkça alınan önlemlerin uygulanması sırasında hiçbir şekilde engelleme yapamaz. (7) Ek-1’de belirlenen gıda ve yem işletmeleri, işin nevine göre, konu ile ilgili lisans eğitimi almış en az bir personel çalıştırmak zorundadır. Bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, Ek-1’de Bakanlıkça değişiklik yapılabilir. Bu değişiklikler Bakanlıkça çıkarılacak bir tebliğ ile ilan edilir. (8) Bu maddenin uygulanması ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelik ile belirlenir.” 3- Kanun’un 35. maddesi şöyledir: (1) Bakanlık, bu Kanun kapsamında yürütülen faaliyetler ve yapılan resmî kontrollerin karşılığı olarak ücret alabilir. Hangi faaliyetlerden ve resmî kontrollerden ne miktarda ücret alınacağı her yıl Aralık ayında Bakanlıkça belirlenir. (2) Bu Kanun kapsamında elde edilecek gelirlerden 21/12/1967 tarihli ve 969 sayılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Merkez ve Taşra Kuruluşlarına Döner Sermaye Verilmesi Hakkında Kanun ile ilgili olan faaliyet gelirleri, döner sermaye bütçelerine gelir olarak kaydedilir ve bu gelirler öncelikli olarak bu Kanun kapsamındaki faaliyetlerin yürütülmesinde kullanılır. Diğer gelirler genel bütçeye gelir kaydedilir. (3) Salgın ve bulaşıcı hayvan hastalıkları ile zararlı organizmaların kontrolü veya eradikasyonu, ulusal veya bölgesel düzeyde uygulanacak mücadele projelerinin hazırlatılması ve uygulanması, mücadelesi, kontrolü, denetimi ve bu amaçlarla alet, malzeme, aşı, ilaç ve benzerlerinin alımı ile acil durumlardaki ihtiyaçlar için döner sermaye bütçelerinden gerekli harcamaları yaptırmaya veya bu amaçlarla bir işletmeden diğer işletmeye borç veya karşılıksız olmak üzere kaynak aktarmaya Tarım ve Köyişleri Bakanı yetkilidir. (4) Bakanlık bütçesine, döner sermaye faaliyetleri dışında, bu Kanun kapsamındaki görevlerin yerine getirilmesi amacıyla gerekli ödenek konulur. (5) Bu Kanun kapsamında Bakanlık tarafından gümrüklerde kontrolü zorunlu olan canlı hayvan ve ürünler ile yurt içi hayvan sevklerinde yapılan kontrollerin mesai saatleri dışında veya resmi tatillerde yapılması halinde, bu kontrolleri gerçekleştiren personele, ayda 6000 gösterge rakamını geçmemek üzere görev yaptıkları her gün için 400 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpılması sonucu bulunacak tutarı geçmemek üzere, döner sermaye bütçesinden fazla çalışma ücreti ödenir. (6) Bu maddenin uygulanması ile ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelik ile belirlenir.” 4- Kanun’un (3) numaralı fıkrasıyla değiştirilen, 6343 sayılı Kanun’un iptali istenilen kuralın da yer aldığı 27. maddesi şöyledir: “Madde 27 –Umumi heyetin vazifeleri aşağıda yazılı fıkralarda gösterilmiştir. 1. İdare heyeti ve murakabe kurulunun yıllık mesai raporlarını incelemek; 2. Bilançoyu tetkik ve müzakere eylemek; 3. Yeni yıl bütçe taslağını tetkik, müzakere, kabulü halinde tasdik etmek; 4. İdare heyeti tarafından sunulan teklif ve mevzuların müzakeresini yapmak; 5. Müddeti hitam bulan idare heyetinin ibrasına karar vermek; 6. Yeni idare heyeti seçimini yapmak; 7. Büyük Kongreye iştirak etmek üzere, oda başkanları tabii delege kabul edilerek ilgili oda azalarından; üye sayısı (150)’ye kadar olanlardan (4), üye sayısı (151 – 300) arasında olanlardan (5), üye sayısı (301 – 600) arasında olanlardan (6), üye sayısı (601 – 1000) arasında olanlardan (8), ayrıca (1000)’den fazla üyesi olan odalardan (8) delegeye ek olarak her (500) üye için (1) delege ve aynı sayıda yedek seçmek, 8. İki hesap murakıbı seçmek. 9. (Değişik bent: 03/04/1984 - 2993/7 md.) Beş asıl ve iki yedek haysiyet divanı üyelerini seçmek.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 5., 7., 56., 73. ve 135. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ ve Engin YILDIRIM’ın katılımlarıyla 22.9.2010 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, 1- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, 2- Yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. IV- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, dava konusu Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A) 5996 Sayılı Kanun’un 13. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi Dava dilekçesinde; dava konusu kuralda, süs kuşları ile akvaryum ve egzotik süs hayvanlarını satan işyerlerinde, bu hayvanlara mahsus veteriner tıbbi ürünlerin satılabilmesine imkân tanındığı, ancak bu işyerlerinin söz konusu ürünleri uygun bir şekilde saklama koşullarına ve bu ürünleri önerecek nitelikteki uzmanlara sahip olmaksızın anılan satışları yapmasının, insan ve çevre sağlığını tehdit edebileceği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 5. ve 56. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Dava konusu kural ile Bakanlıkça izin verilmiş süs kuşları ile akvaryum ve egzotik süs hayvanlarını satan işyerlerinde, veteriner biyolojik ürünler dışındaki sadece bu hayvanlara mahsus olan veteriner tıbbî ürünlerin satılabilmesine imkân tanınmıştır. Anayasa’nın 5. maddesinde, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamanın Devletin amaç ve görevleri arasında bulunduğu, 56. maddesinde ise herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, çevreyi geliştirmenin ve çevre sağlığını korumanın Devletin ve vatandaşların ödevi olduğu hüküm altına alınmıştır. 5996 sayılı Yasa’nın 11. maddesi uyarınca, hayvan satacak işyerlerinin faaliyete başlamadan önce Bakanlıktan onay almaları zorunludur. Bu madde uyarınca, söz konusu işyerlerinin veteriner tıbbi ürünleri uygun koşullarda saklama ve satış ortamını sağlama koşullarını oluşturmamaları hâlinde bu yerlere Bakanlıkça onay verilmesi mümkün değildir. Bu sebeple kuralın izin verdiği süs hayvanlarına ilişkin veteriner tıbbi ürünlerinin satışının, insan ve çevre sağlığı açısından bir sakınca doğurduğu söylenemez. Açıklanan nedenle kural, Anayasa’nın 5. ve 56. maddelerine aykırı değildir. İptal istemin reddi gerekir. B) Kanun’un 22. Maddesinin (7) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, hangi gıda ve yem işletmelerinin hangi formasyona sahip uzmanı çalıştırmak zorunda olduğunu bildiren 5996 sayılı Yasa’nın Ek-1 bölümünün kanunla düzenlendiği, dava konusu kuralın ise bir idari işlemle ve “bilimsel gelişmeler ve günün koşulları” gibi belirsiz kavramlara dayanılarak Bakanlığa Ek-1’de değişiklik yapma yetkisi verdiği, bu durumun Anayasa’nın 7. maddesinde belirtilen yasama yetkisinin devredilemeyeceği ve 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin belirlilik ilkesine aykırılık teşkil ettiği ileri sürülmüştür. Kanun’un 22. maddesinin (7) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde, Kanun’un Ek1’inde gösterilen gıda ve yem işletmelerinin, işin nevine göre, konuyla ilgili lisans eğitimi almış en az bir personel çalıştırmak zorunda olduğu belirtilmiş, dava konusu kuralda ise bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre Ek-1’de Bakanlıkça değişiklik yapılabileceği düzenlenmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik ilkesi”dir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Anayasa’nın 7. maddesinde ise “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre, Anayasa’da yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Gelişen koşul ve durumlara göre sık sık değişik önlemler alma, bunları kaldırma ve süratli biçimde hareket etme zorunluluğunun bulunduğu alanlarda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı tarafından çerçevesi çizilmiş alanda ve değişen koşullara uyum sağlayabilecek esnekliğe sahip kriterlere uygun olarak, genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı değildir. Kanun’un 22. maddesinin (7) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde, Kanun’un Ek1’inde gösterilen gıda ve yem işletmelerinin, işin nevine göre, konu ile ilgili lisans eğitimi almış en az bir personel çalıştırmak zorunda olduğu belirtilmek suretiyle, yasama organı tarafından konuya ilişkin genel kural saptanmış ve Kanun’un Ek-1 bölümünde bu zorunluluk altında bulunan gıda ve yem işletmelerinin hangileri olduğu belirlenmek suretiyle de sınırları belirlenmiş bir alan oluşturulmuştur. Bu şekilde konunun çerçevesi çizildikten sonra, dava konusu kuralla sadece hangi işletmelerin hangi uzmanı çalıştırması gerektiği yönündeki gelişen koşul ve durumlara göre sık sık değişiklik yapılması gereken teknik alanda, yürütmeye “bilimsel gelişmeler ve günün koşulları” kriterlerine dayalı olarak değişiklik yapma yetkisi verilmiştir. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal istemin reddi gerekir. Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır. C) Kanun’un 35. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi Dava dilekçesinde, dava konusu kuralda ücret olarak adlandırılan bedelin aslında vergi benzeri bir yükümlülük olduğu ve kuralla hangi faaliyet ve kontrollerden ne miktarda ücret alınacağının Bakanlığa bırakıldığı, bu durumun Anayasa’nın 73. maddesinde belirtilen verginin yasallığı ilkesine aykırı olduğu ayrıca düzenlemenin belirsizlik içermesi sebebiyle kişilerin hukuki güvenliğini de ihlal ettiği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. ve 73. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İptal başvurusuna konu kuralın birinci cümlesinde, Bakanlığın, 5996 sayılı Kanun kapsamında yürütülen faaliyetler ve yapılan resmî kontrollerin karşılığı olarak ücret alabileceği, ikinci cümlesinde ise hangi faaliyetlerden ve resmî kontrollerden ne miktarda ücret alınacağının her yıl aralık ayında Bakanlıkça belirleneceği düzenlenmiştir. Anayasa’nın 73. maddesinin üçüncü fıkrasında “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.” hükmüne yer verilmiştir. “Vergilerin yasallığı” ilkesi olarak da nitelendirilen bu kural gereği, kanun koyucunun yalnızca konusunu belli ederek bir vergi, resim, harç veya benzeri bir mali yükümlülük alınmasına izin vermesi bunun kanunla konulmuş sayılması için yeterli değildir. Getirilen malî yükümlülüğün miktar ve oranı ile yükümlüsünün de kanunda gösterilmesi zorunludur. Ancak dava konusu kuralda; verilen bir hizmetin karşılığı olmak üzere ücret alınması söz konusu olup alınan ücretin, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülük niteliği bulunmamaktadır. Diğer taraftan Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik ilkesi”dir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gerekir. Ancak gelişen koşul ve durumlara göre sık sık değişik önlemler alma, bunları kaldırma ve süratli biçimde hareket etme zorunluluğunun bulunduğu alanlarda, yasama organının temel kuralları saptamasından sonra, çerçevesi çizilmiş ve değişen koşullar karşısında farklılık gösterebilecek ve bu sebeple dinamik bir mevzuatla yönetilmesi gereken alanda yürütme organının düzenleme yapması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine aykırı değildir. Yasa koyucu tarafından ücretin alınması hususunda genel kural ve ücretin alınacağı çerçeve belirlendikten sonra dava konusu kuralın ikinci cümlesiyle hangi hizmet türünden ne miktarda ücret alınacağı konusunda değişen koşullar karşısında farklılık gösterebilecek ve bu sebeple dinamik bir mevzuatla yönetilmesi gereken alanda yürütmeye düzenleme yapma izni verildiği görülmektedir. Yukarıda belirtilen kriterler ışığında bu düzenlemenin hukuk devletinin belirlilik ilkesiyle çelişir bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 73. maddelerine aykırı değildir. İptal istemin reddi gerekir. Alparslan ALTAN, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Zehra Ayla PERKTAŞ 35. maddenin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesi yönünden bu görüşe katılmamışlardır. D) Kanun’un 46. Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasıyla Değiştirilen, 6343 Sayılı Kanun’un 27. Maddesinin Birinci Fıkrasının (7) Numaralı Bendinin İncelenmesi Dava dilekçesinde, dava konusu kuralda, Türk Veteriner Hekimleri Birliği Büyük Kongresi’ne delege seçilirken, üye miktarına düşen delege sayısının üye sayısı arttıkça azalan bir oranla artması sebebiyle, adil temsil ilkesine aykırı davranıldığı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. ve 135. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Dava konusu kural ile Türk Veteriner Hekimleri Birliği Büyük Kongresi’ne katılmak üzere, oda başkanları tabii delege kabul edilerek ilgili oda üyelerinden; üye sayısı (150)’ye kadar olanlardan (4), üye sayısı (151 – 300) arasında olanlardan (5), üye sayısı (301 – 600) arasında olanlardan (6), üye sayısı (601 – 1000) arasında olanlardan (8), ayrıca (1000)’den fazla üyesi olan odalardan (8) delegeye ek olarak her (500) üye için (1) delege ve aynı sayıda yedek seçilmesi düzenlenmiştir. Anayasa’nın 135. maddesinde, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve üst kuruluşlarının belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halkla olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleri oldukları belirtilmiştir. Yukarıda anılan Anayasa kuralı kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının “... kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunla gösterilen usullere göre yargı denetimi altında, gizli oyla seçilen ...” tüzelkişiler olduğunu öngörmekte ve bunların kuruluşunda organlarının seçimle işbaşına gelme usulünü benimsemektedir. Herhangi bir kuruluşun oluşmasında demokrasinin temel kuralı olan seçime yer verilmişse, bu kuruluşun yönetim ve işleyişinin de demokratik kurallara aykırı olamayacağının kabulü gerekir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Adaletli bir hukuk düzeninin kurulabilmesi, diğer seçimler yanında kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin seçimlerinde de seçime katılacakların adil bir biçimde temsil edilmesine bağlıdır. Adil temsilin sağlanmadığı bir seçimin demokratik olmasından ve hukuk devleti ilkesine uygunluğundan söz edilemez. Demokrasinin olmazsa olmaz kuralı seçimdir. Demokratik seçimin en önemli niteliği ise adil bir temsil ilkesine dayalı serbest, eşit ve genel oy esasını içermesidir. Dava konusu kural ile delegelerin maktu bir sayıya göre belirlenmesini öngören sistemin terk edilerek, odaların üye sayısı artışına paralel olarak seçecekleri delege sayısının da dinamik şekilde artmasını sağlayan bir sistemin getirildiği görülmektedir. Bu durum daha çok üyeye sahip odaların büyük kongrede daha geniş bir katılımla temsil edilmesini sağlamaktadır. Ayrıca kural ile sayısı ne kadar az olursa olsun her odanın Büyük Kongre’ye en az dört temsilci gönderebilmesi ve üye miktarına düşen delege sayısının üye sayısı arttıkça azalan bir oranla artması esası benimsenmiştir. Bu husus çoğulcu bir demokrasi anlayışının tezahürü olup, bu durum üye sayısı fazla olan odaların tüm karar süreçlerinden diğer odaları dışlayıp her konuda tek başlarına karar verici pozisyonda olmalarını engellemekte ve karar verirken küçük üyeli odaların da görüşlerinin dikkate alınmasını sağlamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 135. maddelerine aykırı değildir. İptal istemin reddi gerekir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ 11.6.2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun: 1) 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, “Ancak, Bakanlıkça izin verilmiş süs kuşları ile akvaryum ve egzotik süs hayvanlarını satan iş yerlerinde, veteriner biyolojik ürünler dışındaki sadece bu hayvanlara mahsus olan veteriner tıbbî ürünler satılabilir.” biçimindeki ikinci cümlesine, 2) 22. maddesinin (7) numaralı fıkrasının, “Bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, Ek-1’de Bakanlıkça değişiklik yapılabilir.” biçimindeki ikinci cümlesine, 3) 35. maddesinin (1) numaralı fıkrasına, 4) 46. maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla değiştirilen, 9.3.1954 günlü, 6343 sayılı Veteriner Hekimliği Mesleğinin İcrasına, Türk Veteriner Hekimleri Birliği İle Odalarının Teşekkül Tarzına Ve Göreceği İşlere Dair Kanun’un 27. maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendine, yönelik iptal istemleri, 29.12.2011 günlü, E. 2010/80, K. 2011/178 sayılı kararla reddedildiğinden, bu fıkra, bent ve cümlelere ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 29.12.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi. VI- SONUÇ 11.6.2010 günlü, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun: A- 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “Ancak, Bakanlıkça izin verilmiş süs kuşları ile akvaryum ve egzotik süs hayvanlarını satan işyerlerinde, veteriner biyolojik ürünler dışındaki sadece bu hayvanlara mahsus olan veteriner tıbbî ürünler satılabilir.” biçimindeki ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, B- 22. maddesinin (7) numaralı fıkrasının “Bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, Ek-1’de Bakanlıkça değişiklik yapılabilir.” biçimindeki ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Celal Mümtaz AKINCI ile Erdal TERCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, C- 35. maddesinin (1) numaralı fıkrasının; 1- Birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 2- İkinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Alparslan ALTAN, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, D- 46. maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla değiştirilen, 9.3.1954 günlü, 6343 sayılı Veteriner Hekimliği Mesleğinin İcrasına, Türk Veteriner Hekimleri Birliği İle Odalarının Teşekkül Tarzına Ve Göreceği İşlere Dair Kanun’un 27. maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendinin Anayasa’ya aykırı OYBİRLİĞİYLE, 29.12.2011 gününde karar verildi. olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Ahmet AKYALÇIN Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN KARŞIOY GEREKÇESİ 11.6.2010 günlü, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun “Resmî kontrollerin, veteriner ve bitki sağlığı hizmetlerinin finansmanı ve harcamalar” başlıklı 35. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının, bu Kanun kapsamında yürütülen faaliyetler ve yapılan resmî kontrollerin karşılığı olarak ücret alabileceği belirtilmiş, iptali istenilen ikinci cümlesinde ise “Hangi faaliyetlerden ve resmî kontrollerden ne miktarda ücret alınacağı her yıl Aralık ayında Bakanlıkça belirlenir” hükmüne yer verilmiştir. Kuralda ücret alınması öngörülen “faaliyetler”den nelerin anlaşılması gerektiği konusu Kanun’un herhangi bir maddesinde açıkça düzenlenmemiştir. Ancak Kanunun gerekçesi, hükümleri ve özellikle Kanun’un kapsamını gösteren 2. maddesi dikkate alındığında bu faaliyetlerin gıda, gıda ile temas eden madde ve malzeme ile yemlerin üretim, işleme ve dağıtımının tüm aşamaları, bitki koruma ürünü ve veteriner tıbbî ürün kalıntıları ile diğer kalıntılar ve bulaşanların kontrolleri, salgın veya bulaşıcı hayvan hastalıkları, bitki ve bitkisel ürünlerdeki zararlı organizmalar ile mücadele, çiftlik ve deney hayvanları ile ev ve süs hayvanlarının refahı, zootekni (Hayvanların yetiştirilmesi, ıslahı, bakımı ve beslenmesi, üreme ve çoğalması ve belgelendirme ile ilgili uygulamalar.) konuları, veteriner sağlık ve bitki koruma ürünleri, veteriner ve bitki sağlığı hizmetleri, canlı hayvan ve ürünlerin ülkeye giriş ve çıkış işlemleri, bulaşıcı hayvan hastalıkları ve bitki hastalık ve zararlıları ile mücadele edilmesine ilişkin, Bakanlığın yürüttüğü tüm faaliyetler olduğu anlaşılmaktadır. “Resmi kontroller” ise Kanun kapsamındaki faaliyetler ile bu alanda faaliyet gösteren işletmeler, kuruluşlar ve meslek mensupları ve Kanun kapsamına giren ürün ve canlı hayvanlarla ilgili ithalat ve ihracat aşamasındaki tüm süreçlerin, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından denetlenmesini ifade etmektedir. İptali istenen kuralda geçen “ücret” kavramının niteliğinin saptanması için tespit edilmesi gereken husus “yasa kapsamındaki faaliyetler” ile “resmi denetimlerin” niteliğinin ne olduğudur. Kuralda geçen “bu kanun kapsamındaki faaliyetler” ve “resmi kontroller” kamu otoritesi dışındaki bir otoritenin yerine getirmesi mümkün olmayan, devletin tek otorite olarak yürüttüğü ve devletin devlet olması sebebiyle egemen gücüne dayalı olarak kamu yararını sağlamak üzere sağladığı kamu hizmetleridir. Nitekim madde gerekçesinde bu husus; “Halk sağlığının korunması, halka güvenilir gıdanın sunulması için gıda ve yemle ilgili resmî kontrollerin, bulaşıcı hayvan hastalıkları ve bitki hastalık ve zararlıları ile mücadelenin yapılması devletin asli görevlerindendir.” denilmek suretiyle vurgulanmıştır. Kural kapsamında elde edilecek gelirin nereye harcanacağı hususu da 35. maddenin (2) numaralı fıkrasında düzenlenmiş olup, bu fıkrada ikili bir ayırıma gidilerek elde edilen gelirin, 21.12.1967 tarihli ve 969 sayılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Merkez ve Taşra Kuruluşlarına Döner Sermaye Verilmesi Hakkında Kanun ile ilgili olan faaliyet gelirlerinin, döner sermaye bütçelerine gelir olarak kaydedileceği ve bu gelirlerin öncelikli olarak 5996 sayılı Kanun kapsamındaki faaliyetlerin yürütülmesinde kullanılacağı belirtilmiş, faaliyet gelirleri dışında kalan diğer gelirlerin ise genel bütçeye gelir kaydedileceği hüküm altına alınmıştır. Karşılığında ücret alınabileceği belirtilen hizmetin, sadece devlet tarafından üretilen bir kamu hizmeti olması, hizmet karşılığı alınan ücretin tarafların iradesi ile oluşan bir sözleşmeye değil kamu gücüne dayanması, ücretin gerektiğinde kamu gücü kullanılarak alınması ve miktarının kamu otoritesince belirlenmesi, nihayet hizmet karşılığı alınan ücretin kamu giderlerinde kullanılması birlikte gözetildiğinde, kuralda yer alan ücret-hizmet ilişkisinin, bir özel hukuk ilişkisi olmayıp, bir kamu hukuku ilişkisi olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Alınabileceği öngörülen ücretin açıklanan bu nitelikleri onun vergi, resim ve harç değil ancak, yine Anayasa’nın 73. maddesinde belirtilen benzeri bir mali yükümlülük olduğunu göstermektedir. Anayasa’nın “Vergi ödevi” başlıklı 73. maddesinde “…Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre, vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülüklerin; miktar ve oranının, konusunun ve yükümlüsünün kanunla belirlenmesinde bir zorunluluk vardır. Kanun koyucunun herhangi bir şekilde vergi, harç, resim ve “benzeri yükümlülüklerin” konusunu, miktar ve oranını ve yükümlüsünü belirleme noktasında yürütmeyi yetkilendirmesi, açıkça yasama yetkisinin devri sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu 73. maddenin dördüncü fıkrasının verdiği izin doğrultusunda ancak vergi, resim harç ve benzeri mali yükümlülüklerden muaflık, istisnalar ve indirimleriyle, bu yükümlülüklerin oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisini, Bakanlar Kurulu’na verilebilir. İptali istenilen kuralda ise, hangi faaliyetlerden ve resmî kontrollerden ne miktarda ücret alınacağının Bakanlıkça belirleneceği öngörülmektedir. Böylece düzenleme ile Anayasada öngörülen “verginin yasallığı” ilkesine aykırı olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na “benzeri mali yükümlülük” niteliğindeki yükümlülüğün, miktarını, oranını ve yükümlüsünü belirleme konusunda yetki verildiği görülmektedir. Kuralla öngörülen yükümlülüğün miktarının, oranının ve yükümlüsünün belli olmaması ve her zaman değiştirilebilme olasılığının bulunması aynı zamanda kişilerin hukuki güvenliğini de tehdit edici niteliktedir. Açıklanan gerekçeyle 35. maddenin (1) numaralı fıkrasının dava konusu ikinci cümlesi Anayasa’nın 2. ve 73. maddelerine aykırı olduğundan iptaline karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığı yönündeki çoğunluk kararına katılmadım. Başkanvekili Alparslan ALTAN KARŞIOY GEREKÇESİ Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun: I- 22. maddesinin (7) numaralı fıkrasının iptali istenilen ikinci cümlesinde “Bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, ek-1’de bakanlıkça değişiklik yapılabilir” denilmektedir. Kanun’un 22. maddesinde, gıda ve yem ile ilgili faaliyet gösteren işletmelerin sorumlulukları düzenlenmiş, bu çerçevede Kanun’un EK 1’inde gösterilen gıda ve yem işletmelerinin, işin nevine göre, konu ile ilgili lisans eğitimi almış en az bir personel çalıştırmak zorunda oldukları da hüküm altına alınmıştır. Konu ile ilgili lisans eğitimi almış en az bir personel çalıştırmak zorunda olan gıda ve yem işletmelerinin hangileri olduğunu belirten EK-1’in, kanun ile düzenlendiği ve düzenlenen bu listenin bir kanun hükmü olduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır. Anayasa’nın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” hükmüne yer verilmiştir. İptal davasına konu olan kural, EK-1’de yer alan gıda ve yem işletmeleri ile ilgili listede, bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, Bakanlıkça değişiklik yapılmasına izin vermektedir. Kanun koyucu insan ve hayvan sağlığı bakımından olası risklerin üretim aşamasında engellenebilmesi ve üretim kayıplarının önlenmesi için konu ile ilgili lisans eğitimi almış en az bir personel çalıştırmak zorunluluğu getirmiş ve bu işletmelerin hangileri olduğu ve hangi işletmelerin hangi meslek mensubu uzmanları çalıştıracağı hususunu Kanun’un bir bölümü olarak EK-1.de düzenlemiş, ancak, EK 1.de değişiklik yapma yetkisini Bakanlığa terk ederek kanun hükmünün bir idari işlemle değiştirilmesine imkan, sağlayarak idari işleme kanun fonksiyonu ve gücü yüklemiştir. Başka bir ifadeyle idareye kanun yapma yetkisi tanımıştır. Bu durum, yasama yetkisinin devredilemezliği ilkesine uygun düşmemektedir. Açıklanan gerekçeyle dava konusu kural, Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır. İptali gerekir. II- 35. maddesinin (1)numaralı fıkrasının iptali istenilen ikinci cümlesinde “Hangi faaliyetlerden ve resmî kontrollerden ne miktarda ücret alınacağı her yıl Aralık ayında Bakanlıkça belirlenir” denilmektedir. Kanun 35. maddesinin (1) numaralı fıkrasında bu Kanun kapsamında yürütülen faaliyetlerin ve yapılan resmi kontrollerin karşılığı olarak ücret alınabileceği hükme bağlanmıştır. Karşılığında ücret alınabileceği belirtilen hizmetin, sadece devlet tarafından üretilen bir kamu hizmeti olması, hizmet karşılığı alınan ücretin tarafların iradesi ile oluşan bir sözleşmeye değil kamu gücüne dayanması, ücretin gerektiğinde kamu gücü kullanılarak alınması ve miktarının kamu otoritesince belirlenmesi, nihayet hizmet karşılığı alınan ücretin kamu giderlerinde kullanılması birlikte gözetildiğinde, kuralda yer alan ücret-hizmet ilişkisinin, bir özel hukuk ilişkisi olmayıp, bir kamu hukuku ilişkisi olduğunu duraksamasız ortaya koymaktadır. Alınabileceği öngörülen ücretin açıklanan bu nitelikleri onun vergi, resim ve harç değil ancak, yine Anayasa’nın 73. maddesinde belirtilen benzeri bir mali yükümlülük olduğunu göstermektedir. Anayasa’nın “Vergi ödevi” başlıklı 73. maddesinde: “…Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” hükmüne yer verilmiştir. Kuralın iptal davasına konu edilen ikinci cümlesinde, hangi faaliyetlerden ve resmî kontrollerden ne miktarda ücret alınacağının Bakanlıkça belirleneceği öngörülmektedir. Kuralda yer alan ücretin Anayasa’nın 73. maddesinde belirtilen benzeri mali yükümlülük olduğu dikkate alındığında, ikinci cümlesi uyarınca hangi faaliyetlerden ve resmî kontrollerden ne miktarda ücret alınacağına ilişkin belirleme Bakanlıkça değil ancak, yasama organın çıkaracağı bir kanunla mümkün olabilecektir. Bakanlığa verilen düzenleme yetkisi kanunilik ilkesine uygun düşmeyeceği için, kural Anayasa’ya aykırıdır. Açıklanan gerekçeyle 35. maddenin (1) fıkrasının dava konusu ikinci cümlesi, Anayasa’nın 73. maddesine aykırıdır. İptali gerekir. Üye Mehmet ERTEN Üye Zehra Ayla PERKTAŞ KARŞIOY YAZISI 5996 sayılı Kanun’un 22. maddesinin (7) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde, Yasa’ya Ek-1 olarak eklenen listede bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre Bakanlıkça değişiklik yapılabilmesi öngörülmüştür. Bahse konu liste yasa metnine dahil olup, ancak yasama organı tarafından değiştirilebilir. İdari bir işlemle yasada değişiklik yapılması mümkün değildir. Yasa ile konunun çerçevesinin çizilerek uzmanlık ve idare tekniğine ait hususların İdareye bırakılması gereken durumlarda yasa esasen ayrıntılı ve sık değişikliklere konu olabilecek kurallara yer vermemelidir. Yasa kuralının idari işlemle değiştirilmesi Anayasa’nın yasakladığı ve hukuk devleti ile bağdaşmayan bir ilke meselesi olup, yapılacak değişikliğin önemsiz olması da bu durumu değiştirmez. Anayasa yargısına düşen bu konuda İdarenin rahat çalışması mülahazasına göre hüküm vermek değil Anayasal ilkeleri korumaktır. Kuralın, Anayasanın hukuk devletini düzenleyen 2. maddesine ve yasama yetkisinin devredilmezliğine ilişkin 7. maddesine aykırı olması nedeniyle iptali gerekir. 5996 sayılı Kanun’un 35. maddesinin (1) numaralı fıkrasının da Bakanlığa verdiği ücretlendirme ve bu ücretlerin miktarını belirleme yetkisinin belirsizlik taşıması ve yaptırılması Bakanlıkça zorunlu tutulabilecek kontrollerin ücretlerini belirlemede İdareye sınırsız bir takdir hakkı vermesi nedeniyle Anayasa’nın 2. ve 73. maddelerine aykırı olduğu düşüncesindeyim. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT KARŞI OY GEREKÇESİ 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri Birliği, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun 22. maddesinin (7) numaralı fıkrasının iptali istenilen ikinci cümlesinde, “Bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre EK-1 de Bakanlıkça değişiklik yapılabilir.” denilmiştir. Kanun’a ekli diğer bir ifade ile Kanun’un eki bir listenin İdare tarafından değiştirilmesini kabul etmek idareye Kanun yapma yetkisi vermek gibidir. Bu hususun da Anayasa’ya aykırı olduğu açıktır. “Bilimsel gelişmeler ve günün koşulları” gerekçesi ile Kanun’da, Bakanlığa listede değişiklik yapma yetkisi verilmiş ise de hiçbir gerekçe ile Bakanlığa Kanun değiştirme yetkisi verilemez. Anayasa’nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ait olduğu, bu yetkinin devredilemeyeceği ifade olunduğuna göre bir kanun ekinin aynı nitelikteki bir hukuki düzenleme ile değiştirilmesi mümkündür. Değişikliğin Bakanlıkça çıkarılacak bir “tebliğ” ile yapılarak “ilan” edilmesini öngörmek izahına çalışılan nedenlerle Anayasa’ya aykırıdır. Açıklanan nedenlerle, iptali talep olunan kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığı yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Celal Mümtaz AKINCI KARŞI OY GEREKÇESİ Anamuhalefet Partisi (Cumhuriyet Halk Partisi) grup başkan vekilleri Akif Hamzaçebi ile Muharrem İnce tarafından 11.06.2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda Ve Yem Kanunu’nun 13. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi, 22. maddesinin 7. fıkrasının ikinci cümlesi, 35. maddesinin birinci fıkrası ile 46. maddesinin 3. fıkrası ile değiştirilen 6343 sayılı Kanun’un 27. maddesinin birinci fıkrasının yedinci bendinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istenmiştir. Karşı görüşün konusunu oluşturan, iptali talep edilen hükmünde yer aldığı 22. maddenin 7. fıkrası şu şekildedir: “Ek-1’de belirlenen gıda ve yem işletmeleri, işin nevine göre, konu ile ilgili lisans eğitimi almış en az bir personel çalıştırmak zorundadır. Bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, Ek-1’de Bakanlıkça değişiklik yapılabilir. Bu değişiklikler Bakanlıkça çıkarılacak bir tebliğ ile ilan edilir.” Bu hükmün gerekçesi, “… insan ve hayvan sağlığı bakımından olası risklerin daha üretim aşamasında engellenebilmesi, üretim kayıplarının önlenebilmesi için bu işyerlerinde, üretimin nevine göre en az lisans düzeyinde gerekli eğitimi almış personel gözetiminde yapılmasını sağlamak amacıyla, Kanunun ekinde yer alan listede belirtilen işyerlerinde sözü edilen personelin istihdamının sağlanması amacıyla gerekli düzenleme yapılmaktadır”.şeklinde belirtilmiştir. Mahkememiz çoğunluğu tarafından, ekli listede düzenlenen konuların uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususlar olduğu, o nedenle idareye bırakılabileceği gerekçesiyle kuralda Anayasa’ya herhangi bir aykırılık görülmemiştir. “Gıda ve Yem İşletmelerinden Üretimin Nevine Göre Personel Çalıştırmak Zorunda Olan İşletmeler ve Bu İşletmelerde Çalışabilecek Meslek Mensupları” başlıklı ekli listede, hem işletmeler, hem de çalıştırmak zorunda oldukları meslek unvanları liste halinde belirtilmiştir. Liste yakından incelendiğinde gerçekten, idare tekniğine ilişkin ayrıntı sayılabilecek hususların düzenlendiği görülmektedir. Ancak bu hususlar, idare tarafından, idari bir işlemle düzenlenmemiş, kanunun ekinde ayrı bir liste halinde düzenlenmiştir. O nedenle ekteki bu liste de, hiç şüphesiz kanuna dahildir, kanun niteliğindedir. İşte bu listenin, iptali istenen kuralla, bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, Bakanlıkça değiştirilebilmesi ve bu değişikliklerin çıkarılacak bir tebliğ ile ilan edilmesi öngörülmüştür. Bakanlık, sözkonusu listede, herhangi bir sınırlama da yapılmadığından, gerek işletmeler, gerekse çalıştırmak zorunda oldukları meslek mensupları açısından değişiklik yapabilecektir. Anayasa’nın 7. maddesi gereği, yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir, bu yetki devredilemez. Bu kural gereği, bir hukuki düzenleme, en az kendisiyle aynı nitelikteki yahut aynı güçteki diğer bir hukuki düzenleme ile kaldırılabilir veya değiştirilebilir. Burada ise, kanunla düzenlenen bir listenin, Bakanlığın idari bir işlemi olan “tebliğ” ile değiştirilebilmesi kabul edilmiştir. Buna göre, Bakanlığın çıkarmış olduğu tebliğe, kanun gücü ve kuvveti tanınmış olmaktadır veya kanun gücündeki bir düzenlemenin, daha aşağı seviyedeki bakanlığın düzenleyici işlemi olan “tebliğ” ile değiştirilmesi kabul edilmiş olmaktadır. Bu durum, Anayasa’nın 7. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. “Bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre” söz konusu listede gerekli değişikliklerin yapılması hiç şüphesiz gerekli olabilir ve bu değişikliklerin çabuk yapılması gerekebilir; ancak bu durum, kanunla düzenlenen bir hususun, Bakanlığın düzenleyici işlemiyle değiştirilmesini haklı kılmamalıdır. Listenin, çerçevesi ve esaslı noktaları kanunla belirlenip, idare tekniğine ilişkin ayrıntılar, daha baştan idarenin düzenleyici işlemine bırakılabilirdi. Ancak iptali istenilen kuralda, bu şekilde davranılmayıp, idare tarafından düzenlenebilecek hususlar doğrudan kanun tarafından düzenlendiğinden, sonradan yapılacak değişikliklerin de yine kanun tarafından yapılması gereklidir. Yukarıda belirtilen nedenlerle, 11.06.2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda Ve Yem Kanunu’nun 22. maddesinin 7 numaralı fıkrasının “…Bilimsel gelişmeler ve günün koşullarına göre, Ek-1’de Bakanlıkça değişiklik yapılabilir.” şeklindeki ikinci cümlesinin Anayasa’nın 7. maddesine aykırı olduğu ve iptali gerektiği kanaatinde olduğumdan, çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Erdal TERCAN [R.G. 29 Mayıs 2012 – 28307] —— • —— Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı : 2010/79 Karar Sayısı : 2012/9 Karar Günü : 19.1.2012 İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri M.Akif HAMZAÇEBİ ile Muharrem İNCE İPTAL DAVASININ KONUSU : 3.6.2010 günlü, 5983 sayılı Kooperatifler Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesiyle 24.4.1969 günlü, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun değiştirilen 90. maddesinin ikinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının 2. cümlesinin Anayasa’nın 2., 13., 48., 128. ve 171. maddelerine aykırılığı iddiasıyla iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ İptal istemini içeren 10.8.2010 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir: “1) 03.06.2010 Tarihli ve 5983 Sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3. Maddesi ile 24.04.1969 Tarihli ve 1163 Sayılı Kanunun Değiştirilen 90. Maddesinin İkinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 90 ıncı maddesinde yapılan değişiklikle, kooperatiflerin teftiş ve denetimlerinde değişiklik yapılmış, değişiklikten önce kooperatif kontrolörlerinin seçilme ve çalışma şekli ile görev ve yetkilerinin tüzükle tespit olunacağı belirtilmişken, kural genişletilerek, seçilme ve çalışma usul ve esaslarının tüzükle tespit olunacağı hüküm altına alınmıştır. Kooperatif Kontrolörleri, 1163 sayılı Yasada belirtilen ilgili bakanlıkların (Yasanın ek 1. maddesine göre Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı) kadrolarında, memur statüsünde bulunmakta ve denetim görevi yapmaktadırlar. Bakanlıklar, Devlet tüzelkişiliği içinde, genel idare esaslarına göre kamu hizmeti yürüten kurumlarıdır. Anayasanın 128. maddesinin birinci fıkrasında, Devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği belirtilmiştir. 128 inci maddenin ikinci fıkrasında ise; “memurların ve diğer kamu görevlerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hak ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir” denilmiştir. Ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini korumak amacıyla kurulan ve Anayasanın 171. maddesine göre Devletin gelişmesini sağlayacak tedbirleri alması gereken kooperatiflerin, Devlet tarafından denetiminin, genel idare esaslarına göre yürütülen kamu hizmeti olduğu, bu denetimde görevli kontrolörlerin de Anayasanın 128 inci maddesinde belirtilen memurlar olduğu açıktır. Kooperatif kontrolörlerinin seçilme ve çalışma usul ve esasları ile görev ve yetkileri konusunda, yasayla temel ilkeler konulup çerçeve çizilmeden, tüm düzenlemelerin sınırsız bir şekilde tüzük düzenlemesine bırakılması Anayasanın 128. maddesine aykırıdır. Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Hukuk güvenliği, hukuk devletinin en önemli ilkeleri arasındadır. Hukuk devleti olmak, yönetilenlere hukuk güvencesi sağlar. Yasal düzenlemeler, kamusal yetkinin kullanılmasında kişilere güvence sağlamaya yöneliktir. Kooperatif kontrolörlerinin yasama işlemiyle yapılması gereken iş ve işlemlerinin, yürütme işlemi olan tüzükle tespiti hukuk güvenliği ilkesine de aykırılık oluşturur. Açıklanan nedenlerle, 03.06.2010 tarihli ve 5983 sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3. maddesi ile 24.04.1969 tarihli ve 1163 sayılı Kanunun değiştirilen 90. maddesinin ikinci fıkrası Anayasanın 2. ve 128. maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 2) 03.06.2010 Tarihli ve 5983 Sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü Maddesi ile 24.04.1969 Tarihli ve 1163 Sayılı Kanunun Değiştirilen 90. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının İkinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı 1163 sayılı Yasanın 5983 sayılı Yasayla değişik 90. maddesinde kooperatiflerin ilgili bakanlıklar tarafından denetimiyle ilgili düzenleme yapılmış, maddenin üçüncü fıkrasının birinci tümcesinde, kooperatiflerin, denetim sonuçlarına göre ilgili bakanlıkça verilecek talimata uymak zorunda oldukları belirtilmiştir. Söz konusu üçüncü fıkranın ikinci tümcesinde ise; yapılan denetimler sonucunda, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin, Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin ve bunların iştiraklerinin (dilekçede kooperatif olarak adlandırılacaktır) yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda, ilgili Bakanlığın, kamu yararı ve hizmet gerekleri dikkate alınarak gecikmesinde sakınca görülen hallerde ileride telafisi güç veya imkansız zararlara yol açılmasının engellenmesi amacıyla bu kişilerin görevlerine tedbiren son verebileceği belirtilmiştir. Böylece, kamu düzeni ve yararı amacıyla denetim yapan ilgili bakanlıklara, kooperatiflerin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerin görevlerine son verme konusunda yetki verilmiştir. Kooperatifler, temel kuralları yasayla belirlenen, geliştirilmeleri konusunda Anayasanın 171. maddesiyle anayasal güvence altına alınan, “ana sözleşme” ile kurulan, değişir ortaklı ve sermayeli, tüzel kişiliğe sahip ortaklıklardır. 1163 sayılı Yasanın 98. maddesine göre, bu Yasada aksine açıklama olmayan hususlarda Türk Ticaret Kanunundaki “anonim şirketler”e ait hükümler uygulanacak, 99. maddesine göre de bu yasada düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları, tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın “ticari dava” sayılacaktır. Anayasanın 48. maddesinde, herkesin dilediği alanda sözleşme özgürlüğüne sahip olduğu, özel teşebbüsler kurmanın serbest olduğu belirtilmiştir. Anayasada devlete bu özgürlük ve serbestliği sınırlama yetkisi verilmemiş; özel teşebbüslerin ulusal ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlarına uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak önlemleri alma görevi verilmiştir. Anayasanın “kooperatifçiliğin geliştirilmesi” başlıklı 171. maddesinde devlete verilen görev, kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak önlemleri almaktır. Bu maddede de herhangi bir sınırlama yetkisi yoktur. Anayasanın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamanın Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Sözleşme özgürlüğü, özel hukuktaki irade özerkliği ilkesinin Anayasa hukuku alanındaki dayanağıdır. Özel hukukta irade özerkliği, kişilerin yasal sınırlar içerisinde istedikleri hukuki sonuca bu yoldaki iradelerini yeterince açığa vurarak ulaşabilmelerini ifade etmektedir. Anayasa açısından sözleşme özgürlüğü ise Devletin, kişilerin istedikleri hukukî sonuçlara ulaşmalarını sağlaması ve bu bağlamda kişilerin belli hukukî sonuçlara yönelen iradelerini geçerli olarak tanıması, onların iradelerinin yöneldiği hukukî sonuçların doğacağını ilke olarak benimsemesi ve koruması demektir. Sözleşme özgürlüğü uyarınca kişiler, hukuksal ilişkilerini özgür iradeleriyle ve sözleşmelerle düzenlemekte serbesttir. Anayasanın 48. maddesinde koruma altına alınan sözleşme özgürlüğü, sözleşme yapma serbestisinin yanı sıra, yapılan sözleşmelere dışarıdan müdahale yasağını da içerir. (AYMK., 07.02.2008 günlü, E.2005/128, K.2008/54). Anayasanın 171. maddesinin ikinci fıkrasındaki “Kooperatifler, Devletin her türlü kontrol ve denetimine tâbi olup, siyasetle uğraşamaz ve siyasi partilerle işbirliği yapamazlar” hükmünün 1995 yılında 4121 sayılı Yasa ile kaldırılmasıyla, kooperatifler üzerindeki Devletin her türlü kontrol ve denetim yetkisi Anayasal yetki olmaktan çıkarılarak, kooperatifçiliğin ilkeleri, ulusal ekonominin koşulları, ülke ve toplum yararı, üreticinin ve tüketicinin korunması, ortakların haklarının korunması, kooperatiflerin yararları, özellikleri, işlevleri gibi amaçlar gözetilerek yasal yetki kapsamına girmiştir. Kooperatif yöneticileri ve üst yöneticileri, Yasadaki hükümlerle birlikte, ana sözleşmeye bağlı olarak, kooperatif genel kurulunda yapılan seçimle gelen, görev, yetki ve sorumlulukları ana sözleşmede gösterilen kişilerdir. Kooperatif tüzelkişiliğinin kurucu unsurlarının kooperatifin ana sözleşme ve organları olduğu, kooperatiflerin, kuruluş sözleşmesi niteliğindeki ana sözleşmelerini kendilerinin oluşturabilecekleri, değiştirebilecekleri, organlarını belirleyebilecekleri, organlarının seçimi, seçilmiş organlarının görevlerine son verilmesi, iradeleri dışında ancak mahkeme kararı ile kapatılabilecekleri, sözleşme özgürlüğünün kapsamı içinde bulunmaktadır. Kooperatiflerin organlarında görev alan üyelerin herhangi bir nedenle görevlerinden ayrılmaları ve bu durumda yerlerine hangi usûlle seçim yapılacağının her kooperatifin kendi ana sözleşmesinde belirlenmesi, sözleşme özgürlüğünün doğal sonucudur. İptali istenen kuralla, kooperatif yöneticileri ve üst yöneticilerinin ilgili bakanlık tarafından görevlerine tedbiren son verilmesi sözleşme özgürlüğüne Anayasanın 48 inci maddesinde öngörülmeyen bir müdahale oluşturmaktadır. Öte yandan, Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. “Hukuk güvenliği ilkesi”, hukuk devletinde uyulması zorunlu temel ilkelerden birini oluşturmaktadır. Anayasada öngörülen temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının ve insan haklarının yaşama egemen kılınmasının önkoşulu olan hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. İlgili bakanlığa verilen yetki, “kamu yararı ve hizmet gerekleri” gibi soyut, belirsiz ve keyfi uygulamalara yol açacak genişliktedir. Daha önce tesis edilmiş bulunan işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması, hukuk güvenliği ilkesine aykırılık oluşturur. Açıklanan nedenlerle, 03.06.2010 tarihli ve 5983 sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3. maddesi ile 24.04.1969 tarihli ve 1163 sayılı Kanunun değiştirilen 90. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci tümcesi Anayasanın 2., 13., 48. ve 171. maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ Hukuk devletine aykırı olan, temel hak ve özgürlükleri ölçüsüzce sınırlandıran ve Anayasaya açıkça aykırı olan bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır. Öte yandan, Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır. Söz konusu hükümlerin uygulanması halinde kooperatifçilik güvencesiz olarak denetlenecek, ağır baskı altında tutulacak ve seçimle gelen yöneticileri hukuka aykırı olarak görevden alınabilecektir. Ekonomik anlamda gerçek ve tüzel kişi tarafların önceden öngöremeyecekleri büyük kayıplara sebebiyet verebilecektir. Anayasanın hükümlerine açıkça aykırılık taşıdığı muhakkak olan bu düzenlemenin uygulamaya geçmesi durumunda ise telafisi imkansız zararlar doğacaktır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır. IV. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 03.06.2010 tarihli ve 5983 sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun; 1) 3. maddesi ile 24.04.1969 tarihli ve 1163 sayılı Kanunun değiştirilen 90. maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasanın 2. ve 128. maddelerine aykırı olduğundan, 2) 3. maddesi ile 1163 sayılı Kanunun değiştirilen 90. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci tümcesinin, Anayasanın 2., 13., 48. ve 171. maddelerine aykırı olduğundan, iptallerine, Anayasaya açıkça aykırı olmaları ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.” II- YASA METİNLERİ A- İptali İstenilen Yasa Kuralları 3.6.2010 günlü, 5983 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile değişik 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun, iptali istenen kuralların da yer aldığı 90. maddesi şöyledir: “İlgili bakanlık; kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin ve Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin işlem ve hesaplarını ve varlıklarını müfettişlere, kooperatif kontrolörlerine veya denetim için görevlendirilecek olan personele denetlettirebilir. Kontrolörlerin seçilme ve çalışma usul ve esasları ile görev ve yetkileri tüzükle tespit olunur. Birinci fıkradaki teşekküller, denetim sonuçlarına göre ilgili bakanlıkça verilecek talimata uymak zorundadırlar. Yapılan denetimler sonucunda, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin, Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin ve bunların iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda, ilgili Bakanlık, kamu yararı ve hizmet gerekleri dikkate alınarak gecikmesinde sakınca görülen hallerde ileride telafisi güç veya imkansız zararlara yol açılmasının engellenmesi amacıyla bu kişilerin görevlerine tedbiren son verebilir. Bu durumda ilgili Bakanlık, bir yıl içerisinde olağanüstü genel kurul toplantısının yapılması için gerekli tedbirleri alır. Kooperatifler ve üst kuruluşlarına kredi veren kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve ilgili bakanlıklar; verilen kredilerin açılış gayesine uygun olarak kullanılıp kullanılmadığını, plan ve projesine uygunluğu, teknik özellikleri ve kalite açısından denetleyebilirler. Kooperatiflerde ve üst kuruluşlarında görevli bulunanlar bu kuruluşlara ait mal, para ve para hükmündeki kağıtları ve gizli de olsa bunlarla ilgili defter ve belgeleri istenildiğinde müfettişlere, kooperatif kontrolörlerine, denetimle görevlendirilen personele ve kredi kuruluşlarının denetim görevlilerine göstermek, saymasına ve incelemesine yardımda bulunmak, istenilen bilgileri gerçeğe uygun ve eksiksiz olarak vermek ve doğru beyanda bulunmakla yükümlüdürler. Birinci fıkradaki teşekküller, ilgili Bakanlıkça teşekküle ilişkin olarak istenilen her türlü bilgi, belge ve kayıtları, tanınan süre içinde tam olarak vermek zorundadır.” B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 13., 48., 128. ve 171. maddelerine dayanılmıştır. III- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Engin YILDIRIM’ın katılımlarıyla 22.9.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına oybirliğiyle karar verilmiştir. IV- ESASIN İNCELENMESİ Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: A- 5983 sayılı Kanun ile değiştirilen 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 90. maddesinin ikinci fıkrasının incelenmesi Dava dilekçesinde, memur statüsünde olan kooperatif kontrolörlerinin seçilme ve çalışma usul ve esasları ile görev ve yetkilerinin yasayla düzenlenmesi gerektiği, ancak dava konusu kuralla bu konuların tüzükle düzenlenmesinin öngörüldüğü, bu nedenle kuralın Anayasa’nın 2. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 128. maddesinin birinci fıkrasında “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” İkinci fıkrasında da, “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve başka özlük işleri kanunla düzenlenir. Ancak mali ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.” kuralı yer almaktadır. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 90. maddesinin birinci fıkrası uyarınca kooperatiflerin denetiminden sorumlu olan ilgili bakanlık (Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı) bünyesinde bulunan kontrolörler aracılığıyla kooperatiflerin denetimini yapabilecektir. İptali istenen ikinci fıkradaki kurala göre kooperatifleri denetleyecek olan kontrolörlerin seçilmesi ve çalışmasına ilişkin usul ve esaslar ile görev ve yetkilerine ilişkin düzenlemeler tüzükle yapılacaktır. Kooperatifler Kanunu’nun 90. maddesinin birinci fıkrası uyarınca kooperatiflerin denetiminde yer alacak olan kooperatif kontrolörleri, ilgili bakanlıklara bağlı olarak görev yapan Anayasa’nın 128. maddesinin birinci fıkrası anlamında memurdurlar. Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrası ile memurlar ve diğer kamu görevlileri için öngörülen nitelik, atanma, görev ve yetkiler ile özlük haklarının kanunla düzenlenmesi güvencesi memur kapsamında bulunan kooperatif kontrolörleri için de geçerlidir. Dolayısıyla diğer memurlar ve kamu görevlileri gibi kooperatif kontrolörlerinin de nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkilerinin kanun ile düzenlenmesi gerekir. Kooperatif kontrolörlerini bizzat Anayasa tarafından öngörülen bu güvenceden yoksun bırakmak suretiyle bu hususları tüzük ile düzenlemek Anayasa’nın belirtilen açık hükmü ile bağdaşmaz. Açıklanan nedenle kural Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır. İptali gerekir. Kural iptal edildiğinden Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir. B- Kanun’un 90. maddesinin üçüncü fıkrasının 2. cümlesinin incelenmesi Dava dilekçesinde, ilgili bakanlığa tanınan kooperatif yöneticileri ve üst yöneticilerinin görevlerine tedbiren son verebilme yetkisinin, sözleşme özgürlüğüne bir müdahale oluşturacağı, Anayasa’nın 171. maddesi uyarınca devletin kooperatifler üzerinde anayasal bir denetim yetkisinin bulunmadığı ayrıca ilgili bakanlığa verilen yetkideki “kamu yararı ve hizmet gerekleri” gibi ifadelerin soyut, belirsiz ve keyfi uygulamalara yol açacak nitelikte olduğu, bunun da hukuk güvenliği ilkesi ile bağdaşmayacağı, açıklanan nedenlerle kuralın Anayasa’nın 2., 13., 48. ve 171. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa’nın 2. maddesinde, yer verilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa’nın 48. maddesinde “Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” denilmektedir. Anayasa’nın 171. maddesinde ise, “Devlet, milli ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak tedbirleri alır.” kuralına yer verilmiştir. Kooperatifler, ticaret şirketleri ile benzerlik göstermesine rağmen, sosyal ve ekonomik ihtiyaçları karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp koruma amacıyla kurulan, değişir sermayeli olmak üzere kişilerin bir araya gelmeleri ile oluşan kendine özgü yapısı olan teşekküllerdir. İptali istenen 90. maddenin üçüncü fıkrasının 2. cümlesi ile kooperatiflerin denetiminden sorumlu olan ilgili bakanlıkların denetim elemanlarının yaptığı denetimler sonucunda, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin, Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin ve bunların iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda, ilgili bakanlıklara, kamu yararı ve hizmet gerekleri dikkate alınarak, gecikmesinde sakınca görülen hallerde ileride telafisi güç veya imkansız zararlara yol açılmasının engellenmesi amacıyla bu kişilerin görevlerine tedbiren son verebilme yetkisi tanınmıştır. Böylece yasa koyucu idarenin bu yetkiyi hangi hallerde kullanabileceğini açıkça belirlemiştir. Kooperatifler, Anayasa’nın 48. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen özel teşebbüs kapsamındadır. Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre devlet özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır. Yapılan düzenleme ile Anayasa’daki “tedbirleri alır” ibaresine paralel olarak, ilgili bakanlıklara yapılan denetimler sonucu hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemlerin tespiti halinde kooperatif veya diğer üst birliklerin yöneticilerinin görevlerine tedbiren son verebilme yetkisi tanınmıştır. Anayasa’nın 171. maddesine göre devletin kooperatifçiliğin geliştirilmesi için gerekli tedbirleri alması gerekir. Kooperatiflerin kendine özgü yapısı ve önemi nedeniyle Anayasa’ya özel bir madde konarak kooperatiflere verilen değer vurgulanmak istenmiştir. İptali istenen kurala göre, denetim elemanlarının yaptıkları teftiş sonucunda yöneticilerin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinin tespiti halinde ilgili bakanlık, yöneticilerin görevlerine tedbiren son verebilecektir. Verilen bu yetkiyle, kooperatifler ile ilgili suistimallerin önüne geçilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, kural Anayasa’nın 2., 48. ve 171. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir. Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır. Kuralın Anayasa’nın 13. maddesi ile ilgisi görülmemiştir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ 3.6.2010 günlü, 5983 sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesiyle 24.4.1969 günlü, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun değiştirilen 90. maddesinin; 1- İkinci fıkrasının yürürlüğünün durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından REDDİNE, 2Üçüncü fıkrasının ikinci cümlesine yönelik iptal istemi, 19.1.2012 günlü, E.2010/79, K.2012/9 sayılı karar ile reddedildiğinden, bu cümleye ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE, 19.1.2012 gününde karar verildi. VI- SONUÇ 3.6.2010 günlü, 5983 sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesiyle 24.4.1969 günlü, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun değiştirilen 90. maddesinin; 1- İkinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE, 2- Üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ ile Erdal TERCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 19.1.2012 gününde karar verildi. Başkan Haşim KILIÇ Başkanvekili Serruh KALELİ Başkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Mehmet ERTEN Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAŞ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECİPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN KARŞIOY İptali istenen kural, ilgili bakanlıkça yapılacak denetimler sonucunda hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemleri tespit edilen yöneticilerin; kamu yararı, gecikmesinde sakınca görülen hal ve telafisi güç ve imkansız zararlara yol açılmasının engellenmesi amacı ile GÖREVLERİNE TEDBİREN SON verilebileceğini ifade etmektedir. Anayasa’nın 48. maddesinde, herkesin dilediği alanda özel teşebbüs kurma serbestisi güvence altına alınmış, özel teşebbüslerin ekonomik ve sosyal amaca uygun çalışmasının sağlanması ile bu kapsamda kooperatifçiliğin gelişmesi sağlayacak tedbirler almakta Anayasa’nın 171. maddesi ile devlet görev olarak verilmiştir. Kooperatifler, ticari ortaklıklardan bir şekilde ayrılarak kâr elde etmek ve paylaşmak yerine ortaklarının ekonomik menfaatlerini ve ihtiyaçlarını sağlayıp korumak, sermaye yerine karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet araçları ile amaçlarını gerçekleştirmeye çalışan her an değişebilir ortaklı değişir sermayeli tüzel kişiliğe haiz teşekküllerdir. Bu teşekküller, ekonomik dayanışma amaçlı bir akdin, serbest katılma unsuru kapsamında eşit haklar ile birlikte çalışma arzusuna sahip kişilerin bir araya gelmesi ile oluşarak sözleşme özgürlüğünü irade özerkliği ilkesi sınırları içinde özel teşebbüs kurma amacı ile kullanmaktadırlar. Nitekim Anayasa’nın 48. maddesi kapsamında korunan bu özgürlük, sözleşme yapma serbestisi yanında sözleşmelere dışarıdan müdahale yasağını da içermektedir.(AYM Kararı 07.02.2008 E. 2005/128 K. 2008/54) İptali istenen kuralla bir bakanlık denetçisinin soyut nitelikli kamu yararı ve (adeta bir mahkeme tespiti ve kararı gibi) bireysel değerlendirmesine bağlı telafisi güç ve imkansız zarar yorumu ile yaptığı bir tespite bağlı olarak kooperatif yönetiminin görevinin sonlandırılması yetkisi verilmekte ve bu hal de kooperatif tüzel kişiliği diğer ticari tüzel kişiliklerden ayrılarak denetim sonucuna farklı bir müdahale hakkı tanıdığı görülmektedir. Bu durumda iradelerini yaptıkları sözleşme ile Türk Ticaret Kanunun kabul ettiği bir ticari şirket niteliğindeki kooperatif tüzel kişiliği yönünde kullanan ortakların, bu kuruluşun işleyişinde ve yönetici ortakların ilgili bakanlıkça denetiminde çıkan sonuca aynı sözleşme özgürlüğü kapsamında kurulmuş diğer ticari şirketlerden farklı müdahale ile yönetme haklarına sınırlama getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 171. maddesi ikinci fıkrasındaki “kooperatifler, devletin her türlü kontrol ve denetimine tabi…” hükmü, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi kapsamındaki 1995 Anayasa değişiklikleri ile kaldırılmış olup, kooperatifler üzerindeki devlet özel vesayetinin kaldırıldığı ve kooperatiflerinde serbest ticaret ve tüzel kişilik kapsamına alındığının kabulü gerekir. Nitekim yeni Türk Ticaret Kanunu düzenlemesi de bu yönde olup hukuki ve cezai sorumluluk getiren hallerde muhatapları hakkında kararlar mahkemelere bırakılmaktadır. Kooperatifler, Anayasa’nın 48. maddesi gereği serbest irade ile oluşan özel teşebbüs kapsamında kurulurlar. Ortaklar arası seçme, seçilme ve yönetme şeklindeki demokratik işleyişinin hukuki güvenlik ve ekonomik gereklerle süre gelmesinin temini devletin görevidir. Mahkememizin kararında her ne kadar kuralla gelen idari müdahale bir tedbir kapsamında mütalaa edilip Anayasa’ya aykırı görülmemiş ise de; müdahalenin yarattığı sonuç kooperatif tüzel kişiliklerinde serbest irade ile oluşan yönetim–icra işlevselliği, Türk Ticaret Kanunu’nun ticari şirketler yönünden benimsediği sistematiğinde öngörülmüş ve kabul edilmiş ve uygulana gelmekte olan kamu yararı ölçeği ile de bağdaşmamaktadır. Kooperatiflerde demokratik işleyişin yasaya uygunluğunu sağlamak ve korumak yönünde gerekli önlemler alabilecek iken bizatihi özgür irade ile kurulmuş şirket içi yönetim işleyişine amaca ulaşmada orantısız müdahale ve üye haklarına sınırlama getiren kural Anayasa’nın 48. maddesine, demokratik olmayan ölçüsüz yaklaşımı ile de 13. maddesine aykırıdır. Bu nedenlerle çoğunluk görüşüne katılınmamıştır. Başkan Vekili Serruh KALELİ KARŞI OY GEREKÇESİ 24.4.1969 günlü, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 3.6.2010 günlü 5983 sayılı Yasa ile değiştirilen 90. maddesinin üçüncü fıkrasının itiraz konusu ikinci tümcesinde, “Yapılan denetimler sonucunda, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin, Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin ve bunların iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda, ilgili Bakanlık, kamu yararı ve hizmet gerekleri dikkate alınarak gecikmesinde sakınca görülen hallerde ileride telafisi güç veya imkansız zararlara yol açılmasının engellenmesi amacıyla bu kişilerin görevlerine tedbiren son verebilir.” denilmektedir. Buna göre, kooperatiflerin ve birliklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda, ilgili Bakanlıkça görevlerine tedbiren son verilebilecek. Böylece ortaklarının serbest iradeleriyle kurulan ve sürdürülen özel hukuk tüzelkişiliğine sahip kooperatiflerin yönetimlerine idare tarafından denetimi aşan biçimde müdahalede bulunulabilecektir. Anayasa’nın 171. maddesinde, “Devlet milli ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak tedbirleri alır” denilmiş, Madde’nin ilk düzenlemesinde bulunan “kooperatifler, devletin her türlü kontrol ve denetimine tabi olup, siyasetle uğraşamaz ve siyasi partilerle işbirliği yapamazlar” biçimindeki ikinci fıkrası ise 23.7.1995 günlü 4121 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile yürürlükten kaldırılarak kooperatiflerin özgürlük alanları genişletilmiştir. Ancak, bu değişiklikten sonra 1969 tarihli olan Kooperatifler Kanunu’nda yeni bir düzenleme yapılmamıştır. İtiraz konusu kuralla idareye tanınan kooperatif yönetimlerinin görevlerine son verme yetkisinin, Anayasa’nın 171. maddesinde belirtilen Devletin alacağı tedbirler kapsamında değerlendirilmesi olanaklı değildir. Bu madde ile devlete verilen görevler, kooperatiflerin demokratik işleyişine müdahalenin gerekçesi olamaz. Devlet, ancak kooperatifleri ve üyelerini korumak, demokratik işleyişin yasalara uygunluğunu sağlamak amacıyla önlemler alabilir. Yönetim birimlerini görevden alma ise kooperatif üyelerinin serbest iradeleriyle oluşan yönetime ölçüsüz bir müdahale niteliğindedir. Bu durum, Anayasa’nın 48. maddesi ile devlete verilen “özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri” alma görevi ile de bağdaşmamaktadır. Yapılan müdahalenin kooperatiflerin güvenlik ve kararlılık içinde çalışmalarına katkı sağlamayacağında duraksamaya yer yoktur. Açıklanan nedenlerle Kural’ın iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Fulya KANTARCIOĞLU KARŞIOY YAZISI 5983 sayılı Kooperatifler Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesiyle 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun değiştirilen 90. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinde, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin, Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin ve bunların iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, belli durumlarda Bakanlıkça görevlerine son verilebileceği öngörülmüştür. Anayasa’nın 48. maddesinde herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahip olduğu, özel teşebbüsler kurmanın serbest olduğu belirtilmiş; devletin özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürütülmesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alacağı hükme bağlanmıştır. İptali istenen kuralda bahse konu kooperatifler Anayasa’nın 48. maddesinin güvencesi altındaki özel girişimlerdir. Yönetim ve denetim organları seçimle belirlenir ve kanunlarla çizilen çerçevede serbestçe faaliyet gösterir. Devletin 48. maddede belirtilen teşvik ve düzenleme görevinin, münferit işletme düzeyinde her sorun doğduğunda söz konusu girişimlerin yönetimine müdahaleyi gerektirecek bir “micro-management” anlamında öngörülmediği açıktır. Temel hak ve özgürlükler kapsamında olan kooperatifçiliğe devletin müdahalesi, ancak demokratik bir toplumda zorunlu olduğu takdirde ve ölçülülük ilkesine uygun olarak yapılabilir. Kooperatiflerin, bunların birlikleri ve iştiraklerinin yönetimindeki her hukuka aykırılıkta doğrudan devletçe müdahale edilebilmesi, çalışma ve sözleşme özgürlüğüne demokratik bir toplumda gerekli olmayan, ölçüsüz bir müdahaledir. Bu nedenle Anayasa’nın 48. maddesine aykırı olan kuralın iptali gerekir. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT KARŞIOY GEREKÇESİ 03.06.2010 tarihli ve 5983 sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesi ile 24.04.1969 tarihli ve 1163 sayılı Kanun’un değiştirilen 90. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci tümcesinde; yapılan denetimler sonucunda, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda, ilgili Bakanlık, kamu yararı ve hizmet gerekleri dikkate alınarak gecikmesinde sakınca görülen hallerde ileride telafisi güç veya imkansız zararlara yol açılmasının engellenmesi amacıyla bu kişilerin görevlerine tedbiren son verileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 171. maddesinde “Devlet, milli ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak tedbirler alır” denilmiştir. Kooperatiflerin en yetkili organları genel kurullarıdır. Bakanlığın iradesini çoğunluk iradesi yerine koyma, dolayısıyla genel kurullarda alınan kararların ilgili görülen bakanlıkça etkisiz hale getirilmesi sonucunu doğurur. Demokratik ilkelerle bağdaşmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik” devlet olma niteliğine uygun düşmez. Anayasa’nın 171. maddesine aykırıdır. Redde ilişkin çoğunluk düşüncesine bu nedenle katılmadım. Üye Recep KÖMÜRCÜ KARŞI GÖRÜŞ Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri M.Akif HAMZAÇEBİ ile Muharrem İNCE tarafından 3.6.2010 günlü, 5983 sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesiyle 24.4.1969 günlü, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun değiştirilen 90. maddesinin ikinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının 2. cümlesinin Anayasa’nın 2., 13., 48., 128. ve 171. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istenmiştir. İptali istenilen hükümlerden, 90. maddenin üçüncü fıkrasının 2. cümlesi, Mahkememiz Çoğunluğunca Anayasa’ya uygun bulunarak, iptal talebi kabul edilmemiştir. Mahkememiz Çoğunluğunun, söz konusu hüküm açısından varmış olduğu bu sonuca aşağıdaki gerekçelerle katılmıyorum: 1- Kooperatifler Kanunu’nun, iptali istenen kuralların da yer aldığı 90. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Birinci fıkradaki teşekküller, denetim sonuçlarına göre ilgili bakanlıkça verilecek talimata uymak zorundadırlar. Yapılan denetimler sonucunda, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin, Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin ve bunların iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda, ilgili Bakanlık, kamu yararı ve hizmet gerekleri dikkate alınarak gecikmesinde sakınca görülen hallerde ileride telafisi güç veya imkansız zararlara yol açılmasının engellenmesi amacıyla bu kişilerin görevlerine tedbiren son verebilir. Bu durumda ilgili Bakanlık, bir yıl içerisinde olağanüstü genel kurul toplantısının yapılması için gerekli tedbirleri alır.” Kanun değişikliği tasarısının genel gerekçesinde, konuya ilişkin olarak, “Arazi tahsisi de dahil olmak üzere, planlamadan projelendirmeye, ruhsattan kat mülkiyetine geçiş ve kooperatifin feshine kadar geçen süreçte, yapı kooperatiflerinin, mahallî teşkilâtları da bulunan merkezî idare birimince sürekli kontrol altında tutulmasıyla; vatandaşların kooperatiflere olan güveninin yeniden kazandırılması, dar gelirlilerin konut sahibi olması, ilk tesis maliyetinin yüksek olmasından dolayı ticarî faaliyetlere katılamayan vatandaşların ticarî faaliyetlere katılmasının özendirilmesinin gerçekleşeceği değerlendirilmektedir” denilmektedir. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun Teftiş ve Denetleme başlıklı 90. maddesinin üçüncü fıkrası değişiklikten önceki şu şekildeydi: “Bu teşekküller denetim sonucuna göre ilgili Bakanlıkça verilecek talimata uymak zorundadırlar.” 3.6.2010 günlü, 5983 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu, hüküm yukarıda belirtilen şekilde yeniden düzenlendi. Yapılan değişikliğe göre, kooperatifin ilgili olduğu bakanlığın denetim elemanlarının yaptıkları denetimler sonucu; kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin, Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin ve bunların iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemleri tespit edildiği takdirde, kamu yararı ve hizmet gerekleri dikkate alınarak, gecikmesinde sakınca görülen hallerde, ileride telafisi güç veya imkansız zararların ortaya çıkmasını engellemek amacıyla, bu kişilerin görevlerine ilgili bakanlıkça tedbiren son verilebilecektir. Böyle bir durumda ilgili bakanlık, bir yıl içerisinde olağanüstü genel kurul toplantısının yapılması için gerekli tedbirleri de almalıdır. Anayasa’nın “Kooperatifçiliğin Geliştirilmesi” başlıklı 171. maddesi şu şekildedir, “Devlet, milli ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak tedbirleri alır.” Söz konusu maddenin ikinci fıkrası olarak daha önce yer alan “Kooperatifler, Devletin her türlü kontrol ve denetimine tâbi olup, siyasetle uğraşamaz ve siyasî partilerle işbirliği yapamazlar” şeklindeki kural, 23.07.1995 günlü ve 4121 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılmıştır. Değişikliğin gerekçesinde, kooperatiflere uygulanan siyaset yasağının kaldırılmasından söz edilmiş olup, Devletin her türlü kontrol ve denetiminin de kaldırılması ile ilgili olarak herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir. Yapılan değişiklikle görüldüğü gibi, kooperatifler üzerindeki Devletin her türlü kontrol ve denetimine ilişkin hüküm kaldırılmış, başka bir sınırlama da öngörülmemiştir. Şüphesiz, Anayasa’da bulunan bir hükmün kaldırılmış olması, Kanun koyucunun o konuda bir daha düzenleme yapamayacağı sonucunu doğurmaz. Ancak, bu konuda düzenleme yapılırken, subjektif ve tarihsel yorum metodu dikkate alınarak, kaldırılan Anayasa hükmünün ve bunun gerekçesinin dikkate alınması gereklidir. Devletin, kooperatifler üzerindeki her türlü kontrol ve denetimine ilişkin Anayasa hükmü, belirtildiği şekilde kaldırılmışken, bu değişikliği dikkate almadan, daha ağır bir denetim ve kontrol sistemi öngörmek ve bunun sonucunda, kooperatif yöneticilerini görevden alma yetkisini ilgili bakanlığa vermek, Anayasa’nın 171. maddesine aykırıdır. 2- Anayasa’nın 2. maddesinde, Devletimizin niteliklerinden biri olarak kabul edilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı tutum ve davranışlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. İptali istenen kural gereğince, ilgili bakanlık, “kamu yararı ve hizmet gerekleri dikkate alınarak gecikmesinde sakınca görülen hallerde ileride telafisi güç veya imkânsız zararlara yol açılmasının engellenmesi amacıyla” söz konusu kooperatif yöneticilerinin görevlerine tedbiren son verilebilecektir. Böyle bir durumda ilgili bakanlığın, bir yıl içerisinde olağanüstü genel kurul toplantısının yapılması için gerekli tedbirleri de alacağı, genel kurul yapılmasını ve yeni yöneticilerin seçilmesini sağlayacağı anlaşılmaktadır. İptali istenen kuralda her ne kadar, “…bu kişilerin görevlerine tedbiren son verebilir” deniliyorsa da, burada göreve son verme işleminin, “tedbiren” kelimesi nedeniyle geçici olarak yapıldığı, kesin olmadığı şeklinde bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. Zira hükümde, göreve son verme işleminin geçici olduğuna ilişkin hiç bir açıklık yoktur; “tedbiren” kelimesinin de, “telafisi güç veya imkansız zararlara yol açılmasının engellenmesi” için tedbir alınmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Hukuk devleti ilkesi gereğince, kamu yararı amacıyla Kanun koyucu tarafından getirilen tedbirlerin yahut başvurulan araçların, öngörülen amaç için gerekli, elverişli ve ölçülü olması gerekir. Burada, kamu yararı ve zarara yol açılmasını engellemek amacıyla, ilgili kooperatif yöneticilerinin görevlerine son verilmesi tedbirinin, amaca ulaşmak için gerekli ve elverişli olduğu söylenebilirse de, ölçülü olduğunu söylemek mümkün değildir. Söz konusu amacı gerçekleştirmek amacıyla kooperatif yöneticilerinin görevlerine mutlaka son verilmesi zorunlu olmayıp, örneğin, yargılama süresince görevlerinden geçici olarak uzaklaştırılmaları yahut Kanun koyucu tarafından öngörülecek başka tedbirlerle aynı amaca ulaşmak mümkün olabilirdi. Bu açıdan, kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla başvurulan göreve son verme tedbiri, ölçülü olmadığından, iptali istenen kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır. 3- Anayasa’mızın 2. maddesi gereğince, kazanılmış haklara saygı da hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin, Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin, yönetim kurulu üyeleri ile bunların üst düzey yöneticileri, kural olarak ilgili birimlerin genel kurullarınca seçilerek, belirli bir süre için göreve gelmektedirler. İptali istenen hükümle, ilgili bakanlığa, söz konusu yöneticilerin “hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda” görevlerine tedbiren son verebilme yetkisi tanınmıştır. Belirtmek gerekir ki, bu kişiler, henüz mahkemede yargılanmamış ve suçlu oldukları konusunda haklarında kesinleşmiş bir karar bulunmamaktadır. İdare, kendi yapmış olduğu bir tespite dayanarak bu yöneticilerin görevlerine son vermektedir. Bu kişiler hakkında yargılama yapılır ve suçlu bulunurlarsa, bu takdirde, idarenin almış olduğu göreve son verme kararı (geçmişe yönelik olarak) haklılık kazanabilir. Ancak, ilgili kişiler, yargılama sonucunda, kendilerine isnat edilen hukuka aykırı eylem ve işlemlerden beraat ederlerse, bu takdirde, idarenin vermiş olduğu göreve son verme kararı haksız, dayanaksız hale gelecektir. Böyle bir durumda, görev süreleri henüz sona ermemiş olsa dahi, görevlerine idarece son verildiğinden ve muhtemelen bakanlığın bir yıl içinde yaptırdığı genel kurulda yerlerine yeni yöneticiler seçileceğinden, bu kişilerin, beraat etmiş olmalarına rağmen, görevlerine tekrar dönmeleri mümkün olamayacaktır. Böyle bir sonucun, ilgili kişilerin, seçildikleri görevi, öngörülen sürenin sonuna kadar yerine getirme konusundaki kazanılmış haklarını ihlal ettiği açıktır. Yukarıda belirtilen nedenlerle, 3.6.2010 günlü, 5983 sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesiyle 24.4.1969 günlü, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun değiştirilen 90. maddesinin üçüncü fıkrasının 2. cümlesinin Anayasa’nın 2. ve 171. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği kanaatinde olduğumdan, iptal talebinin reddi yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Üye Erdal TERCAN [R.G. 29 Mayıs 2012 – 28307] —— • —— DANIŞTAY KARARI Danıştay Onbeşinci Daire Başkanlığından: Esas No : 2011/154 Karar No : 2011/4488 Kanun Yararına Temyiz Eden : Danıştay Başsavcılığı Davacı : Mustafa Gazi Özyurt Vekili : Av. Haldun Şeref Yüksel Kemeraltı Cad. Bankalar Han. No: 4/34-35-36 Karaköy/İSTANBUL Davalı : Gümrük ve Ticaret Bakanlığı/ANKARA İstemin Özeti : Davacıya verilen kınama cezasına ilişkin Gümrük Müsteşarlığı İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğünün 15.9.2005 tarih ve 79434 sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davada, İstanbul 4. İdare Mahkemesince; gümrük müşavirliği mesleğinin 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun kapsamında olması nedeniyle açılan davanın bu Kanun uyarınca esası hakkında karar verilmesine olanak bulunmadığından bahisle verilen "Karar Verilmesine Yer Olmadığına" ilişkin kararın; Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığının başvurusu üzerine Danıştay Başsavcılığı tarafından 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmektedir. Danıştay Tetkik Hakimi : Halime Yıldız Düşüncesi : İdare Mahkemesi kararının 2577 sayılı Yasa'nın 51. maddesi uyarınca kanun yararına ve hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere bozulması gerektiği düşünülmektedir. Danıştay Başsavcısı : Tansel Çölaşan Düşüncesi : Davacı Mustafa Gazi Özyurt tarafından, 4458 sayılı Gümrük Kanununun geçici 6/2-b maddesi uyarınca "Kınama" cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, İstanbul 4. İdare Mahkemesince verilen ve kınama cezasına konu disiplin eyleminin, işlendiği 7.3.2000 tarihi itibariyle 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun kapsamında olduğu, disiplin cezasına karşı açılan davada, davacı tarafından anılan Kanunun öngördüğü süre içerisinde davaya devam edilmesi yönünde bir dilekçenin Mahkemeye verilmemiş olması karşısında, 5525 sayılı Yasanın 2. maddesi uyarınca davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına ilişkin bulunan 10.10.2007 günlü, E: 2005/3006, K: 2007/2178 sayılı kararın, davalı Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığınca hukuka aykırı olduğu belirtilerek kanun yararına bozulması istemi üzerine konu incelendi: 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanunun 1. maddesinde, "Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit veya nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolaylı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçlar veya istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçları sebebiyle görevleriyle sürekli olarak ilişik kesilmesi sonucunu doğuran disiplin cezaları ile 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 68 inci maddesinin ikinci fıkrasının (e) ve (f) bentlerine göre verilmiş yer değiştirme cezaları ve 69 uncu maddesine göre verilmiş meslekten çıkarma cezaları ile emniyet hizmetleri sınıfına dahil personel ile çarşı ve mahalle bekçileri hakkında verilen meslekten çıkarma cezaları hariç olmak üzere; kanun, tüzük ve yönetmelikler gereğince memurlar ve diğer kamu görevlileri ile bu görevlerde bulunmuş olanlar hakkında 23.4.1999 tarihinden 14.2.2005 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı verilmiş disiplin cezaları bütün sonuçları ile affedilmiştir." 2. maddesinde "Bu Kanun kapsamına giren ve 23.4.1999 tarihinden 14.2.2005 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı verilmiş olan disiplin cezalarına karşı bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargı mercilerine başvurmuş olanlardan, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde dosyanın bulunduğu yargı merciine müracaat etmek suretiyle davaya devam etmek istediklerini bildirmeyenlerin davaları hakkında, görülmekte olan davalarda davayı gören mahkemece, karar temyiz edilmiş ise Danıştayca, karar verilmesine yer olmadığına ve tarafların yaptıkları masrafların üzerlerinde bırakılmasına karar verilir, vekalet ücretine hükmedilmez" hükümleri yer almaktadır. Gümrük Kanununun 225. maddesinde, eşyanın gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulmasına ilişkin faaliyetlerin, 5 inci madde hükümleri çerçevesinde, sahipleri ile bunların adına hareket edenler tarafından doğrudan temsil yoluyla veya gümrük müşavirleri tarafından dolaylı temsil yoluyla takip edilip, sonuçlandırılacağı, 226. maddesinde gümrük müşavirlerinin her türlü gümrük işlemini takip ederek sonuçlandırabilecekleri, geçici 6/2. maddesinde, gümrük müşavirliği veya gümrük müşavir yardımcılığı mesleğin vakar ve onuruna aykırı fiil ve hareketlerde bulunanlarla, görevlerini yapmayan veya kusurlu olarak yapan ya da görevinin gerektirdiği güveni sarsıcı hareketlerde bulunan meslek mensupları hakkında, gümrük müşavirliği hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesi amacıyla, durumun niteliğine ve ağırlık derecesine göre disiplin cezaları verileceği, Geçici 6/6 maddesinde ise gümrük müşavirleri ve gümrük müşavir yardımcılarının, görevleri sırasında veya görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı fiillerinin niteliğine göre Türk Ceza Kanununun Devlet memurlarına ait hükümleri uyarınca cezalandırılacakları öngörülmüştür. Gümrük Yönetmeliği'nin 693. maddesinde ise "Gümrük Müşaviri"; eşyanın gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulmasına ilişkin gümrük işlemlerini, dolaylı temsil yoluyla takip eden ve sonuçlandıran ve kendilerine Müsteşarlıkça gümrük müşavirliği izin belgesi verilen serbest meslek sahipleri şeklinde tanımlanmıştır. Uyuşmazlığın esasını, gümrük müşavirlerinin, 5525 sayılı Memurları ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde yer alan “diğer kamu görevlileri” kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususu olduğundan, öncelikle bu hususun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Anayasanın 128. maddesinde "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir." 129. maddesinde "Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir. Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idari merciin iznine bağlıdır." hükümleri yer almaktadır. Anayasanın 128. maddesinin birinci fıkrasında geçen "Devletin kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” hükmünde geçen "genel idare esasları" deyimi, kamu görevinin anayasal dayanağını oluşturmaktadır. Önemi ve değeri nedeniyle Devletin başlıca görevleri “genel idare esasları"na göre yürütülmektedir. "Genel idare esasları"na göre yürütülen kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerde kadro esastır. Bu hizmetlerin yapısal ve işlevsel özellikleri, onu diğer hizmetlerden ayırır. Bu görevlerde bulunan kimseler, yasaların güvencesi altındadır. Belirtilen hususlardan hareketle; "diğer kamu görevlileri", idare ile "kamu hukuku" ilişkisi bulunan ve hizmetin "asli elemanı" sayılabilecek bir görevde çalışan, nitelikleri atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri yasayla düzenlenen kişilerdir. Bir başka anlatımla statü hukukuna tabi olup, 657 sayılı Yasa kapsamında bulunmayan kişilerdir. Gümrük müşavirleri ya da müşavir yardımcılarının ifa etmiş oldukları görevlerini genel idare esaslarına göre yürütüyor olmamaları, yine nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleriyle aylık ve ödeneklerinin ve diğer özlük işlerinin bir kanunla düzenlenmemiş olması bir başka deyişle kadrolu olarak görev yapmamaları, Gümrük Yönetmeliğinin 693. maddesinde belirtildiği üzere serbest meslek sahibi olmaları nedeniyle "diğer kamu görevlileri" dolayısıyla 5525 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilmelerine hukuken olanak bulunmamaktadır. Her ne kadar Gümrük Kanununun Geçici 6/6 maddesinde gümrük müşavirleri ve gümrük müşavir yardımcılarının, görevleri sırasında veya görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı fiillerinin niteliğine göre Türk Ceza Kanununun Devlet memurlarına ait hükümleri uyarınca cezalandırılacakları belirtilmiş ise de Mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanununun değişik 279. maddesinin birinci fıkrasının 1 ve 2. bentlerinde, Ceza Kanunu uygulaması bakımından kimlerin "memur" sayılacağı, ikinci fıkranın 1 ve 2. bentlerinde de, Yasa'nın uygulanmasında "kamu hizmeti görmekle yükümlü olanlar"ın kimler olduğu belirtilmiş olup, yukarıda anılan düzenlemeyle Ceza Kanunu uygulaması bakımından sadece memurların yargılanabileceği bazı suçlardan, gümrük müşavirleri ve yardımcılarının da yargılanmasına imkan sağlanması amaçlanmıştır. Açıklanan nedenlerle İstanbul 4. İdare Mahkemesinin davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına ilişkin bulunan 10/10/2007 günlü, E:2005/3006, K:2007/2178 sayılı kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 51 inci maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir. TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesince gereği görüşüldü: 8/6/2011 tarih ve 27958 sayılı mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanan 640 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın kurularak Gümrük Müsteşarlığının görev ve yetkilerinin adı geçen bakanlığa devredildiği anlaşıldığından, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın davalı idare olarak kabul edilmesinden sonra işin esasına geçildi: Dava; Gümrük müşaviri olan davacıya verilen kınama cezasının iptali istemiyle açılmıştır. İstanbul 4. İdare Mahkemesince; gümrük müşaviri olan davacıya verilen disiplin cezasının 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun kapsamında olduğu sonucuna ulaşılarak açılan davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Danıştay Başsavcılığı'nca, anılan kararın hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen kanun yararına bozulması istenilmektedir. Anayasanın 128. maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir." denilmek suretiyle kamu görevlilerinin nitelikleri, hakları ve yükümlülüklerinin nasıl düzenleneceği ortaya konulmuştur. 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanunun 1. maddesinde bazı kamu görevlileri hakkında verilen meslekten çıkarma cezaları hariç olmak üzere; "kanun, tüzük ve yönetmelikler gereğince memurlar ve diğer kamu görevlileri ile bu görevlerde bulunmuş olanlar hakkında 23/4/1999 tarihinden 14/2/2005 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı verilmiş disiplin cezaları bütün sonuçları ile affedileceği" hükmü yer almaktadır. Sözü edilen düzenleme; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak çalışan Devlet memurları ile ilerleme ve yükselmeleri 657 sayılı Yasa'ya göre yürütülen sözleşmeli personel, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarında istihdam edilen sözleşmeli ve kapsamdışı personel, özel kanunlarla kurulan kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan kamu görevlileri ile bu görevlerde bulunmuş olanları kapsamakta olup, kapsamda yer alan kamu görevlilerinin 5525 sayılı Yasa'dan yararlanması gerekmektedir. Gümrük Kanununun 225. maddesinde ise, eşyanın gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulmasına ilişkin faaliyetlerin, 5 inci madde hükümleri çerçevesinde, sahipleri ile bunların adına hareket edenler tarafından doğrudan temsil yoluyla veya gümrük müşavirleri tarafından dolaylı temsil yoluyla takip edilip sonuçlandırılacağı, işlem tarihinde yürürlükte bulunan Gümrük Yönetmeliği'nin 693. maddesinde de "Gümrük Müşaviri"; eşyanın gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulmasına ilişkin gümrük işlemlerini, dolaylı temsil yoluyla takip eden ve sonuçlandıran ve kendilerine Müsteşarlıkça gümrük müşavirliği izin belgesi verilen serbest meslek sahipleri şeklinde tanımlanmıştır. Gümrük müşavirleri ile müşavir yardımcılarının ifa ettikleri görevlerin genel idare esaslarına göre yürütülen görevlerden olmaması, nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleriyle aylık ve ödeneklerinin ve diğer özlük işlerinin bir kanunla düzenlenmemiş olması, 4458 sayılı Gümrük Kanununa göre gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin vermiş olduğu vekâletnameye dayanarak, gümrükteki iş ve işlemlerini dolaylı temsil yoluyla takip eden serbest meslek erbabı olmaları nedeniyle kamu görevlisi kapsamında değerlendirme olanağı bulunmadığından 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun kapsamında bulunmayan davacıya verilen kınama cezasının, sözü edilen Yasa uyarınca affa uğradığından bahisle uyuşmazlığın esası incelenmeksizin verilen Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemektedir. Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı tarafından yapılan kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile İstanbul 4. İdare Mahkemesi'nin 10/10/2007 tarih ve E:2005/3006, K:2007/2178 sayılı kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 51. maddesi uyarınca hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZULMASINA, kararın birer örneğinin ilgili Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmesine ve kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasına, 29/11/2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. [R.G. 29 Mayıs 2012 – 28307] —— • —— YÖNETMELİK Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından: BİTKİ KORUMA ÜRÜNLERİNİN REÇETELİ SATIŞ USUL VE ESASLARI HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 21/4/2011 tarihli ve 27912 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bitki Koruma Ürünlerinin Reçeteli Satış Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c), (g) ve (ğ) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “c) Bakanlık: Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığını,” “g) Genel Müdürlük: Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğünü, ğ) İl ve ilçe müdürlüğü: İl gıda, tarım ve hayvancılık müdürlükleri ve ilçe müdürlüklerini,” MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 10 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 10 – (1) Türk vatandaşı olmak koşulu ile aşağıda belirtilen kişiler, Reçete Yazma Yetki Belgesi almak için müracaatta bulunabilir. a) Ziraat mühendisleri, b) Sadece tütünlerde kullanılan bitki koruma ürünlerini reçeteye yazmak üzere tütün teknoloji mühendisleri. (2) Birinci fıkrada belirtilen unvanları yurtdışında almış olanların, eşdeğerliliklerinin belgelendirilmesi ve yetkili idarelerce onaylanması zorunludur.” MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 11 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 11 – (1) Bakanlıktan Reçete Yazma Yetki Belgesi almayan kişiler bitki koruma ürünü reçetesi yazamaz. (2) 10 uncu maddenin birinci fıkrasında belirtilen kişiler tarafından Reçete Yazma Yetki Belgesi almak için yapılacak başvurular, bulundukları ilin il müdürlüğüne yapılır.” MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 13 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 13 – (1) Reçete Yazma Yetki Belgesi almak isteyen 10 uncu maddenin birinci fıkrasında belirtilen kişiler için Bakanlıkça veya Bakanlıkça uygun görülen kuruluşlarca merkezi sınav yapılır. (2) Sınav tarihi ve sayısı her yıl ihtiyaca göre belirlenir ve Bakanlık tarafından il müdürlüğü aracılığı ile en az üç ay önce ilan edilir. (3) Sınav için müracaatlar, sınavın yapılacağı tarihten en az 45 gün önce il müdürlüğüne yapılır. İl müdürlüğü bu müracaatları 15 gün içerisinde Bakanlığa bildirir. (4) Yapılan sınav sonucunda 70 ve üzeri puan alanlar başarılı sayılır. (5) Sınav Ek-3’te belirtilen konuları içerir.” MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesinin sekizinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(8) Bayiler, reçetelerin kendinde kalacak nüshalarını beş yıl boyunca muhafaza eder.” MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 19 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 19 – (1) Reçete ile ilgili yapılan denetlemelerde; a) 14 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkralarında belirtilen hükümlere aykırı olarak reçete düzenlediği, b) Bitki ve zararlı organizma dikkate alınmadan mücadele dönemi dışında tavsiye içeren reçete düzenlediği, c) Bakanlıkça yasaklanan veya kısıtlama getirilen bitki koruma ürünlerini reçeteye yazdığı, ç) Aktif madde ismi, formülasyon şekli, doz ve son ilaçlama ile hasat arası süreyi içermeyen reçete düzenlediği, d) Bir zararlı organizma için reçeteye üçten fazla aktif madde yazdığı, tespit edilen reçete yazma yetkisine sahip kişiler bir defa uyarılır, aynı durumun tekrarının tespiti halinde reçete yazma yetkisi iptal edilir. (2) Reçete yazacak kişilerin sorumluluklarını belirleyen 14 üncü maddenin üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci fıkralarında belirtilen sorumlulukları yerine getirmeyen ve bu konuda iki defa uyarılan reçete yazma yetkisine sahip kişilerin aynı fıkralarda belirtilen sorumlulukları yerine getirmediğinin üçüncü defa tespiti halinde ayrıca bir uyarıya gerek kalmaksızın belgeleri iptal edilir. (3) Birinci ve ikinci fıkralara göre reçete yazma yetkisi iptal edilen kişilere yeniden Reçete Yazma Yetki Belgesi düzenlenmez. (4) Kendi isteği ile yetki belgesi iptal edilen kişilerin yeniden Reçete Yazma Yetki Belgesi talebinde bulunması durumunda herhangi bir şart aranmaksızın Reçete Yazma Yetki Belgesi yeniden düzenlenir.” MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 22 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı yürütür.” MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek-2 ve Ek-4 ekteki şekilde değiştirilmiştir. MADDE 9 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 10 – Bu Yönetmelik hükümlerini Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı yürütür. Yönetmeliğin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin Tarihi Sayısı 21/4/2011 27912 Ek-2 Ön sayfa T.C. GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI BİTKİ KORUMA ÜRÜNÜ REÇETE YAZMA YETKİ BELGESİ Resim Arka sayfa ADRES T.C. KİMLİK NO : ………………………….. BELGE NO : …………………………… ADI : ……………………………. SOYADI : …………………………… MESLEĞİ : …………………………… İl Müdürü ONAY ONAY Ek–4 BİTKİ KORUMA ÜRÜNLERİNİN REÇETELİ SATIŞI İLE İLGİLİ DENETİM RAPORU Denetimin yapıldığı yıl Denetimin yapıldığı il adı : ……./……./20.. :…………………………… İl genelinde il müdürlüğünce verilen reçete koçan sayısı Kontrol edilen reçete sayısı Reçeteli satış zorunluluğu olan ruhsatlı bitki koruma ürünlerini reçetesiz olarak sattığı tespit edilerek idari para cezası uygulanan kişi sayısı Reçete yazma Zirai ilaç Reçete ile ilgili olarak gerekli yetkisine sahip Üretici bayisi kayıtları tutmadığı tespit kişi edilerek idari para cezası uygulanan kişi sayısı Reçeteli satış zorunluluğu olan ruhsatlı bitki koruma ürünlerini reçetesiz olarak aldığı tespit edilen ve idari para cezası uygulanan kişi sayısı Bakanlıkça kullanımı yasaklanan bitki koruma ürünlerini reçeteye yazdığı tespit edilen ve idari para cezası verilen reçete yazma yetkisine sahip kişi sayısı Uyarı cezası verilen reçete yazma yetkisine sahip kişi sayısı Reçete yazma yetkisi iptal edilen kişi sayısı ../…../20.. Onay Bitkisel Üretim ve Bitki Sağlığı Şube Müdürü [R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308] —— • —— TEBLİĞLER Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından: 5627 SAYILI ENERJİ VERİMLİLİĞİ KANUNUNUN 10 UNCU MADDESİNE VE 5326 SAYILI KABAHATLER KANUNUNUN 3 ÜNCÜ VE 17/7 NCİ MADDELERİNE GÖRE 2008 YILINDA UYGULANACAK OLAN İDARİ PARA CEZALARINA İLİŞKİN TEBLİĞ (SIRA NUMARASI: 2008/1)’İN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMASINA İLİŞKİN TEBLİĞ MADDE 1 – 16/1/2008 tarihli ve 26758 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5627 sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 uncu Maddesine ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2008 Yılında Uygulanacak Olan İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (Sıra Numarası: 2008/1) yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 2 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Tebliğ hükümlerini Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı yürütür. [R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308] —— • —— Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından: 5627 SAYILI ENERJİ VERİMLİLİĞİ KANUNUNUN 10 UNCU MADDESİNE VE 5326 SAYIL KABAHATLER KANUNUNUN 3 ÜNCÜ VE 17/7 NCİ MADDELERİNE GÖRE 2009 YILINDA UYGULANACAK OLAN İDARİ PARA CEZALARINA İLİŞKİN TEBLİĞ (SIRA NUMARASI: 2009/1)’İN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMASINA İLİŞKİN TEBLİĞ MADDE 1 – 29/1/2009 tarihli ve 27125 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5627 sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 uncu Maddesine ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2009 Yılında Uygulanacak Olan İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (Sıra Numarası: 2009/1) yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 2 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Tebliğ hükümlerini Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı yürütür. [R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308] —— • —— Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından: 5627 SAYILI ENERJİ VERİMLİLİĞİ KANUNU KAPSAMINDA YAPILACAK YETKİLENDİRMELER, SERTİFİKALANDIRMALAR, RAPORLAMALAR VE PROJELER KONUSUNDA UYGULANACAK USÛL VE ESASLAR HAKKINDA TEBLİĞ (SIRA NUMARASI: 2009/2)’İN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMASINA İLİŞKİN TEBLİĞ MADDE 1 – 6/2/2009 tarihli ve 27133 sayılı Resmî Ga1zete’de yayımlanan 5627 sayılı Enerji Verimliliği Kanunu Kapsamında Yapılacak Yetkilendirmeler, Sertifikalandırmalar, Raporlamalar ve Projeler Konusunda Uygulanacak Usûl ve Esaslar Hakkında Tebliğ (Sıra Numarası: 2009/2) yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 2 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Tebliğ hükümlerini Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı yürütür. [R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308] —— • —— Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından: 5627 SAYILI ENERJİ VERİMLİLİĞİ KANUNUNUN 10 UNCU MADDESİNE VE 5326 SAYILI KABAHATLER KANUNUNUN 3 ÜNCÜ VE 17/7 NCİ MADDELERİNE GÖRE 2010 YILINDA UYGULANACAK OLAN İDARİ PARA CEZALARINA İLİŞKİN TEBLİĞ (SIRA NUMARASI: 2010/1)’İN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMASINA İLİŞKİN TEBLİĞ MADDE 1 – 26/2/2010 tarihli ve 27505 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5627 sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 uncu Maddesine ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2010 Yılında Uygulanacak Olan İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (Sıra Numarası: 2010/1) yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 2 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Tebliğ hükümlerini Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı yürütür. [R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308] —— • —— Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından: 5627 SAYILI ENERJİ VERİMLİLİĞİ KANUNUNUN 10 UNCU MADDESİNE VE 5326 SAYILI KABAHATLER KANUNUNUN 3 ÜNCÜ VE 17/7 NCİ MADDELERİNE GÖRE 2011 YILINDA UYGULANACAK OLAN İDARİ PARA CEZALARINA İLİŞKİN TEBLİĞ (SIRA NUMARASI: 2011/2)’İN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMASINA İLİŞKİN TEBLİĞ MADDE 1 – 24/2/2011 tarihli ve 27856 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5627 sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 uncu Maddesine ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2011 Yılında Uygulanacak Olan İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (Sıra Numarası: 2011/2) yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 2 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Tebliğ hükümlerini Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı yürütür. [R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308] —— • —— Adalet Bakanlığından: Çerkeş Kadastro Mahkemesinin 1997/44 Esas, 1997/91 Karar ve 2000/11 Esas, 2002/3 Karar sayılı dosyalarının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosyalar için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. 4462/1-1 ————— Malatya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1985/60 Esas, 1986/940 Karar sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. 4463/1-1 ————— Ankara 6. Aile Mahkemesinin 2010/1671 Esas, 2011/1473 Karar sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. 4464/1-1 ————— Kayseri 2. İş Mahkemesinin 2010/173 Esas sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. 4465/1-1 ————— İstanbul 42. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/12 Esas sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. 4466/1-1 ————— Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1971/817 Esas sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelan Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilân olunur. 4413/1-1 ————— Kuşadası 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/199 Esas sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelan Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilân olunur. 4414/1-1 ————— Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/310 Esas sayılı dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelan Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve anılan Kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilân olunur. 4415/1-1 [R.G. 30 Mayıs 2012 – 28308] —— • —— KANUNLAR AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ HAKKINDA KANUN Kanun No. 6306 Kabul Tarihi: 16/5/2012 BİRİNCİ BÖLÜM Amaç ve Tanımlar Amaç MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir. Tanımlar MADDE 2 – (1) Bu Kanunun uygulanmasında; a) Bakanlık: Çevre ve Şehircilik Bakanlığını, b) İdare: Belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeleri, bu sınırlar dışında il özel idarelerini, büyükşehirlerde büyükşehir belediyelerini ve Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerini, c) Rezerv yapı alanı: Bu Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin talebine bağlı olarak veya resen, Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenen alanları, ç) Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Bakanlık veya İdare tarafından Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılan alanı, d) Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı, e) TOKİ: Toplu Konut İdaresi Başkanlığını, ifade eder. İKİNCİ BÖLÜM Uygulama Tespit, taşınmaz devri ve tescil MADDE 3 – (1) Riskli yapıların tespiti, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılır ve sonuç Bakanlığa veya İdareye bildirilir. Bakanlık, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebilir. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitler Bakanlıkça veya İdarece yapılır veya yaptırılır. Bakanlık, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek İdareden de isteyebilir. Bakanlıkça veya İdarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince onbeş gün içinde itiraz edilebilir. Bu itirazlar, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkça, Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanır. Bakanlık veya İdare tarafından yapılan tespit işleminin masrafı ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu müdürlüğü, binanın paydaşlarının müteselsil sorumlu olmalarını sağlamak üzere tapu kaydındaki arsa payları üzerine, masraf tutarında müşterek ipotek belirtmesinde bulunarak Bakanlığa veya İdareye ve binanın ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verir. (2) Riskli yapılar, tapu kütüğünün beyanlar hanesinde belirtilmek üzere, tespit tarihinden itibaren en geç on iş günü içinde Bakanlık veya İdare tarafından ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu kütüğüne işlenen belirtmeler hakkında, ilgili tapu müdürlüğünce ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verilir. (3) Bakanlığın talebi üzerine; 28/12/1960 tarihli ve 189 sayılı Millî Savunma Bakanlığı İskân İhtiyaçları İçin Sarfiyat İcrası ve Bu Bakanlıkça Kullanılan Gayrimenkullerden Lüzumu Kalmıyanların Satılmasına Salâhiyet Verilmesi Hakkında Kanun ve 18/12/1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu kapsamında bulunan yerler de dâhil olmak üzere, riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarında olup Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlardan; a) Kamu idarelerine tahsisli olanlar, ilgili kamu idaresinin görüşü alınarak, 189 ve 2565 sayılı kanunlar kapsamında bulunan yerler için Millî Savunma Bakanlığının uygun görüşü alınarak, Maliye Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla, b) Kamu idarelerine tahsisli olmayanlar, ilgili kamu idaresinin görüşü alınarak Maliye Bakanlığınca, Bakanlığa tahsis edilir veya Bakanlığın talebi üzerine TOKİ’ye ve İdareye bedelsiz olarak devredilebilir. (4) Hazine dışındaki kamu idarelerinin mülkiyetinde bulunan taşınmazlar, bu Kanunun amaçları çerçevesinde kullanılmak üzere maliki olan kamu idarelerinin görüşü alınarak Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla Bakanlığa tahsis edilerek tasarrufuna bırakılır veya Bakanlığın talebi üzerine TOKİ’ye ve İdareye bedelsiz olarak devredilebilir. Bu Kanuna göre uygulamada bulunulan alanlarda yer alan tescil dışı alanlar, tapuda Hazine adına tescil edildikten sonra Bakanlığa tahsis edilerek tasarrufuna bırakılır veya Bakanlığın talebi üzerine TOKİ’ye ve İdareye bedelsiz olarak devredilebilir. (5) Tahsis ve devir tarihinden itibaren üç yıl içinde ve gerekli görülen hâllerde Bakanlığın talebi üzerine Maliye Bakanlığınca uzatılan süre içinde maksadına uygun olarak kullanılmadığı Bakanlıkça tespit edilen taşınmazlar, bedelsiz olarak ve resen tapuda Hazine adına tescil edilir veya önceki maliki olan kamu idaresine devredilir. (6) 25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanunu kapsamında olup riskli alanlarda ve riskli yapılarda yaşayanların nakledilmesi için Bakanlıkça ihtiyaç duyulan taşınmazlar, 4342 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının (g) bendindeki alanlardan sayılarak, tahsis amaçları aynı maddeye göre değiştirilip tapuda Hazine adına tescil edilir; bu taşınmazlar hakkında bu Kanuna göre uygulamada bulunulur. (7) Bu Kanunun uygulanması için belirlenen alanların sınırları içinde olup riskli yapılar dışında kalan diğer yapılardan uygulama bütünlüğü bakımından Bakanlıkça gerekli görülenler de bu Kanun hükümlerine tabi olur. Tasarrufların kısıtlanması MADDE 4 – (1) Bakanlık veya uygulamayı yürütmesi hâlinde TOKİ veya İdare, riskli alanlarda, riskli yapıların bulunduğu taşınmazlarda ve rezerv yapı alanlarında bu Kanun kapsamındaki proje ve uygulamalar süresince her türlü imar ve yapılaşma işlemlerini geçici olarak durdurabilir. (2) 3 üncü maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen taşınmazlar, tahsis ve devir işlemleri sonuçlandırılıncaya kadar Maliye Bakanlığınca satılamaz, kiraya verilemez, tahsis edilemez, ön izne veya irtifak hakkına konu edilemez. (3) Uygulama sırasında Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından talep edilmesi hâlinde, hak sahiplerinin de görüşü alınarak, riskli alanlardaki yapılar ile riskli yapılara elektrik, su ve doğal gaz verilmez ve verilen hizmetler kurum ve kuruluşlar tarafından durdurulur. Tahliye ve yıktırma MADDE 5 – (1) Riskli yapıların yıktırılmasında ve bunların bulunduğu alanlar ile riskli alanlar ve rezerv yapı alanlarındaki uygulamalarda, öncelikli olarak malikler ile anlaşma yoluna gidilmesi esastır. Anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine veya malik olmasalar bile kiracı veya sınırlı ayni hak sahibi olarak bu yapılarda ikamet edenlere veya bu yapılarda işyeri bulunanlara geçici konut veya işyeri tahsisi ya da kira yardımı yapılabilir. (2) Uygulamanın gerektirmesi hâlinde, birinci fıkrada belirtilenler dışında olup riskli yapıyı kullanmakta olan kişilere de birinci fıkra hükümleri uygulanabilir. Bu kişiler ile yapılacak olan anlaşmanın, bunlara yardım yapılmasının ve enkaz bedeli ödenmesinin usul ve esasları Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir. (3) Uygulamaya başlanmadan önce, riskli yapıların yıktırılması için, bu yapıların maliklerine altmış günden az olmamak üzere süre verilir. Bu süre içinde yapı, malik tarafından yıktırılmadığı takdirde, yapının idari makamlarca yıktırılacağı belirtilerek ve tekrar süre verilerek tebligatta bulunulur. Verilen bu süre içinde de maliklerince yıktırma yoluna gidilmediği takdirde, bu yapıların insandan ve eşyadan tahliyesi ve yıktırma işlemleri, yıktırma masrafı ile gereken diğer yardım ve krediler öncelikle dönüşüm projeleri özel hesabından karşılanmak üzere, mahallî idarelerin de iştiraki ile mülki amirler tarafından yapılır veya yaptırılır. (4) Birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarda belirtilen usullere göre süresinde yıktırılmadığı tespit edilen riskli yapıların yıktırılması, Bakanlıkça yazılı olarak İdareye bildirilir. Buna rağmen yıktırılmadığı tespit edilen yapılar, Bakanlıkça yıkılır veya yıktırılır. Uygulamanın gerektirmesi hâlinde Bakanlık, yukarıdaki fıkralarda belirtilen tespit, tahliye ve yıktırma iş ve işlemlerini bizzat da yapabilir. (5) Bakanlık veya İdare tarafından yapılan yıktırmanın masrafları, ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu müdürlüğü, yıkılan binanın paydaşlarının müteselsil sorumlu olmalarını sağlamak üzere tapu kaydındaki arsa payları üzerine masraf tutarında müşterek ipotek belirtmesinde bulunarak Bakanlığa veya İdareye ve binanın ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verir. Uygulama işlemleri MADDE 6 – (1) Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline gelen taşınmazlarda daha önce kurulmuş olan kat irtifakı veya kat mülkiyeti, ilgililerin muvafakatleri aranmaksızın Bakanlığın talebi üzerine ilgili tapu müdürlüğünce resen terkin edilerek, önceki vasfı ile değerlemede bulunularak veya malik ile yapılan anlaşmanın şartları tapu kütüğünde belirtilerek malikleri adına payları oranında tescil edilir. Bu taşınmazların sicilinde bulunan taşınmazın niteliği, ayni ve şahsi haklar ile temlik hakkını kısıtlayan veya yasaklayan her türlü şerh, hisseler üzerinde devam eder. Bu şekilde belirlenen uygulama alanında cins değişikliği, tevhit ve ifraz işlemleri Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından resen yapılır veya yaptırılır. Bu parsellerin malikleri tarafından değerlendirilmesi esastır. Bu çerçevede, parsellerin tevhit edilmesine, münferit veya birleştirilerek veya imar adası bazında uygulama yapılmasına, yeniden bina yaptırılmasına, payların satışına, kat karşılığı veya hasılat paylaşımı ve diğer usuller ile yeniden değerlendirilmesine sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karara katılmayanların bağımsız bölümlerine ilişkin arsa payları, Bakanlıkça rayiç değeri tespit ettirilerek bu değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır veya Bakanlıkça uygun görülenler TOKİ’ye veya İdareye devredilir. Bu durumda, paydaşların kararı ile yapılan anlaşmaya uyularak işlem yapılır. (2) Üzerindeki bina yıkılmış olan arsanın maliklerine yapılan tebligatı takip eden otuz gün içinde en az üçte iki çoğunluk ile anlaşma sağlanamaması hâlinde, gerçek kişilerin veya özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetindeki taşınmazlar için Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından acele kamulaştırma yoluna da gidilebilir. Bu Kanun uyarınca yapılacak olan kamulaştırmalar, 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır ve ilk taksit ödemesi, mezkûr fıkraya göre belirlenen tutarların beşte biri oranında yapılır. Tapuda mülkiyet hanesi açık olan taşınmazlar ile mirasçısı belirli olmayan, kayyım tayin edilmiş, ihtilaflı veya üzerinde sınırlı ayni hak tesis edilmiş olan taşınmazların kamulaştırma işlemleri aynı madde hükümlerine tabidir. Bakanlık, TOKİ veya İdare; kamulaştırma işlemlerinin yürütülmesi için mirasçılık belgesi çıkartmaya, kayyım tayin ettirmeye veya tapuda kayıtlı son malike göre işlem yapmaya yetkilidir. Tapuda kayıtlı malikin ölmüş olması hâlinde Bakanlık, TOKİ veya İdare, kamulaştırma işlemi için mirasçılık belgesi çıkartabileceği gibi, gerekiyorsa tapu sicilinde idari müracaat veya dava yolu ile kayıt düzeltme de isteyebilir. Kamulaştırma için anlaşma sağlanması hâlinde, Bakanlık, TOKİ veya İdare ile ilgililer arasında taşınmazın tescil veya terkinine ilişkin ferağ ve muvafakati de ihtiva eden sözleşme ve uzlaşma tutanağı tanzim edilir ve ilgili tapu müdürlüğüne gönderilerek kamulaştırmanın resen tapu siciline işlenmesi sağlanır. (3) Anlaşma ile tahliye edilen, yıktırılan veya kamulaştırılan yapıların maliklerine ve malik olmasalar bile bu yapılarda kiracı veya sınırlı ayni hak sahibi olarak en az bir yıldır ikamet ettiği veya bunlarda işyeri bulunduğu tespit edilenlere konut, işyeri, arsa veya dönüşüm projeleri özel hesabından kredi veya mülkiyet ya da sınırlı ayni hak sağlayan ve usul ve esasları Bakanlıkça belirlenen konut sertifikası verilebilir. Bunlardan konutunu ve işyerini kendi imkânları ile yapmak veya edinmek isteyenlere de kredi verilebilir. 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanununa göre yoksul veya dar gelirli olarak kabul edilenlere verilecek olan konut veya işyerleri; Bakanlık, TOKİ veya İdare tarafından, 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunda belirtilen usul ve esaslar uyarınca borçlandırma suretiyle de verilebilir. (4) Riskli alanlarda, rezerv yapı alanlarında ve riskli yapıların bulunduğu taşınmazlar üzerinde yapımı gerçekleştirilen konutların bedelleri, gerekli görüldüğünde, proje uygulamalarının yapıldığı illerdeki mevcut ekonomik durum, tabii afetin ortaya çıkardığı durumlar, konut rayiç ve enkaz bedelleri ile uygulama alanındaki kişilerin mal varlığı ve geliri göz önünde bulundurularak Bakanlar Kurulu kararı ile yapım maliyetlerinin altında tespit edilebilir ve sosyal donatı ve altyapı harcamaları uygulama maliyetine dâhil edilmeyebilir. (5) Bakanlık; a) Riskli yapılara, rezerv yapı alanlarına ve riskli yapıların bulunduğu taşınmazlara ilişkin her tür harita, plan, proje, arazi ve arsa düzenleme işlemleri ile toplulaştırma yapmaya, b) Bu alanlarda bulunan taşınmazları satın almaya, ön alım hakkını kullanmaya, bağımsız bölümler de dâhil olmak üzere taşınmazları trampaya, taşınmaz mülkiyetini veya imar haklarını başka bir alana aktarmaya, c) Aynı alanlara ilişkin taşınmaz mülkiyetini anlaşma sağlanmak kaydı ile menkul değere dönüştürmeye, ç) Kamu ve özel sektör işbirliğine dayanan usuller uygulamaya, kat veya hasılat karşılığı usulleri de dâhil olmak üzere inşaat yapmaya veya yaptırmaya, arsa paylarını belirlemeye, d) 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunundaki esaslara göre paylaştırmaya, payları ayırmaya veya birleştirmeye, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu uyarınca sınırlı ayni hak tesis etmeye, yetkilidir. (ç) bendinde belirtilen uygulamalar, 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi idareler ile iş birliği içinde veya gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri ile özel hukuka tabi anlaşmalar çerçevesinde de yapılabilir. (6) Bakanlık, riskli alanlardaki ve rezerv yapı alanlarındaki uygulamalarda faydalanılmak üzere; özel kanunlar ile öngörülen alanlara ilişkin olanlar da dâhil, her tür ve ölçekteki planlama işlemlerine esas teşkil edecek standartları belirlemeye ve gerek görülmesi hâlinde bu standartları plan kararları ile tayin etmeye veya özel standartlar ihtiva eden planlar yapmaya, onaylamaya ve kent tasarımları hazırlamaya yetkilidir. (7) Bu Kanun çerçevesinde dönüştürmeye tabi tutulan taşınmazların, üzerindeki köhnemiş yapılar da dâhil olmak üzere, muhdesatı ile birlikte değer tespiti işlemleri ve dönüşüm ile oluşacak taşınmazların değerlemeleri Bakanlık, TOKİ veya İdarece yapılır veya yaptırılır. (8) Riskli alan ve rezerv yapı alanı dışında olup da bu Kanunun öngördüğü amaçlar bakımından güçlendirilebileceği teknik olarak tespit edilen yapılar için, Bakanlar Kurulunca belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde Bakanlıkça dönüşüm projeleri özel hesabından güçlendirme kredisi verilebilir. (9) Bu Kanun uyarınca tesis edilen idari işlemlere karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca dava açılabilir. Bu davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemez. (10) Bu Kanun uyarınca yapılan iş ve işlemlere ilişkin olarak adrese dayalı nüfus kayıt sisteminde belirtilen adreslere yapılan tebligat, muhataplarına yapılmış sayılır. (11) Bu Kanun hükümlerine göre Maliye Bakanlığınca Bakanlığa tahsis edilerek tasarrufuna bırakılan veya Bakanlığın talebi üzerine TOKİ’ye veya İdareye devredilen taşınmazlar üzerinde bu Kanun kapsamındaki uygulamalara bağlı olarak meydana gelen yeni taşınmazlar Bakanlığın, TOKİ’nin veya İdarenin isteği üzerine, kendileri ile anlaşma sağlanan gerçek kişiler veya mirasçıları ile tüzel kişiler adına tapuya tescil olunur. (12) Bakanlık, bu Kanunda belirtilen iş ve işlemlere ilişkin olarak TOKİ’ye veya İdareye yetki devrine ve bu iş ve işlemlerden hangilerinin TOKİ veya İdare tarafından yapılacağını belirlemeye yetkilidir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Dönüşüm Gelirleri ve Diğer Hükümler Dönüşüm gelirleri MADDE 7 – (1) Bu Kanunda öngörülen amaçlar için kullanılmak üzere aşağıda sayılan gelirler, dönüşüm gelirleri olarak ilgili yıl genel bütçesinin (B) işaretli cetvelinde özel gelir olarak öngörülür ve gelir gerçekleşmesine bağlı olarak gelir kaydedilir: a) 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu gereğince, çevre katkı payı ve idari para cezası olarak tahsil edilerek genel bütçeye gelir kaydedilecek tutarın yüzde ellisi. b) 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (B) bendine göre Hazine adına orman dışına çıkarılan yerlerin satışından elde edilen gelirlerin yüzde doksanını geçmemek üzere Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen orana tekabül eden tutar. c) İller Bankası Anonim Şirketinin Hazine gelirleri ve faiz gelirleri dışındaki banka faaliyetleri ile 26/1/2011 tarihli ve 6107 sayılı İller Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca yapacağı faaliyetlerden elde edeceği kârın yüzde ellisi. (2) İlgili yıl genel bütçesinin (B) işaretli cetvelinde özel gelir olarak tahmin edilen dönüşüm gelirleri karşılığı tutar, Bakanlık bütçesinde özel ödenek olarak öngörülür. Ödenek tutarını aşan gelir gerçekleşmeleri karşılığında ödenek eklemeye Çevre ve Şehircilik Bakanı yetkilidir. Özel gelir ve ödenek kaydedilen tutarlardan yılı içinde harcanmayan kısımları ertesi yıl bütçelerine devren gelir ve ödenek kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir. (3) Gerektiğinde dönüşüm faaliyetlerinde kullanılmak üzere Bakanlık bütçesinde özel ödenek dışındaki mevcut veya yeni açılacak tertiplere, genel bütçenin diğer tertiplerinden ödenek aktarmaya Maliye Bakanı yetkilidir. Bu tertiplerde yılı içinde kullanılmayan tutarlar, ertesi yıla devredilemez. (4) Bu madde kapsamındaki ödenekler, Bakanlığın merkez muhasebe birimi adına açılacak dönüşüm projeleri özel hesabına aktarılmak suretiyle kullanılır. Bakanlığın dönüşüm faaliyetlerine ilişkin giderleri, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılmasına dair hükümlerine bağlı kalınmaksızın çalıştırılacak sözleşmeli personel giderleri de dâhil olmak üzere, dönüşüm projeleri özel hesabından karşılanır. Bu madde kapsamındaki ödenekler ile dönüşüm projeleri özel hesabından yapılacak kullanımlar yılı yatırım programı ile ilişkilendirilmez. (5) Bu Kanunda öngörülen amaçlar için kullanılmak üzere; a) Bu Kanunda öngörülen uygulamalar sonucunda elde edilecek her türlü gelir ve hasılat, b) Bakanlığa tahsis veya devredilen taşınmazlardan imar uygulamasına tabi tutulması sonucunda tapuda Hazine adına tescil edilenlerin satışından elde edilecek gelirler, c) Dönüşüm projeleri özel hesabından kullandırılan krediler kapsamında ilgili kişi veya kuruluşlarca yapılan geri ödemeler ile bu kapsamda tahsil edilen gecikme zamları, ç) Her türlü şartlı veya şartsız bağış ve yardımlar ile sair gelirler, dönüşüm projeleri özel hesabına gelir olarak kaydedilir. Birinci fıkranın (c) bendinde belirtilen tutar, hesap dönemini takip eden yılın mayıs ayı sonuna kadar Bakanlığın merkez muhasebe birimine aktarılır. Bu Kanun kapsamındaki uygulamalara yönelik olarak Bakanlık tarafından sağlanacak kredilerin vadesi geçtiği hâlde geri ödenmeyen kısımları, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre vergi dairelerince takip ve tahsil edilir. (6) Bu Kanun kapsamında sağlanması öngörülen krediler ile dönüşüm faaliyetleri kapsamında yapılacak konutlara ilişkin, hak sahiplerince bankalardan kullanılacak kredilere dönüşüm projeleri özel hesabından karşılanmak üzere faiz desteği verilebilir. Bu işlemlere ve verilecek desteğe ilişkin usul ve esaslar Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu Bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir. (7) Bakanlık, dönüşüm projeleri özel hesabı gelirlerinin elde edilmesi, tahsili ve takibi ile bu hesaba bütçeden aktarılan tutarların dönüşüm faaliyetleri kapsamında yürütülecek hibe veya borç verme programlarında kullanımı, her türlü yapım, mal ve hizmet alımına ilişkin taahhütlere girişilmesi, giderleştirilmesi, muhasebeleştirilmesi, denetimi ve özel hesabın işleyişine ilişkin diğer usul ve esasları, Maliye Bakanlığının uygun görüşünü alarak belirlemeye yetkilidir. (8) Bu Kanun kapsamında uygulamada bulunacak olan belediyeler, yatırıma ilişkin yıllık bütçelerinin yüzde beşi ile 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 80 inci maddesi uyarınca tahsil edilen harç gelirlerinin yüzde ellisini, bu Kanunda öngörülen uygulamalara ayırmak zorundadır. (9) Bu Kanun uyarınca yapılacak olan işlem, sözleşme, devir ve tesciller ile uygulamalar, noter harcı, tapu harcı, belediyelerce alınan harçlar, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi, döner sermaye ücreti ve diğer ücretlerden; kullandırılan krediler sebebiyle lehe alınacak paralar ise banka ve sigorta muameleleri vergisinden müstesnadır. (10) Gerçek kişilerce ve özel hukuk tüzel kişilerince uygulamada bulunulan riskli alanlardaki yapıların mevcut alanları için daha önce belediyelerce alınan harç ve ücretlere ilave olarak, sadece kullanım maksadı değişiklikleri ile yapı alanındaki artışlar için hesaplanan harç ve ücret farkları alınır. (11) Bu Kanunda belirtilen iş, işlem ve hizmetlere tahsis edilmiş olan taşınır ve taşınmazlar ile her türlü hak ve alacaklar, para ve para hükmündeki kıymetli evrak, kamu yararı amacına tahsis edilmiş sayılır ve bunlar hakkında haciz ve tedbir uygulanamaz. (12) Bakanlık, bu Kanun kapsamındaki uygulamalarda kullanılmak üzere dönüşüm projeleri özel hesabından TOKİ, İdare ve İller Bankası Anonim Şirketine kaynak aktarabilir. İller Bankası Anonim Şirketine aktarılan kaynak, Bankanın gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin Dönüşüm Projeleri Özel Hesabının işleyişine ilişkin usul ve esaslar çerçevesinde kullanılır. (13) Bu maddede öngörülen gelirler, bu Kanunun amaçları dışında kullanılamaz. Çeşitli hükümler MADDE 8 – (1) Bu Kanun uyarınca kamu kaynağı kullanılarak gerçekleştirilen her türlü mal ve hizmet alımları ile yapım işleri, 4734 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen hâllere dayanan işlerden sayılır. (2) Bakanlık, TOKİ ve İdare; danışmanlık, yazılım, araştırma, her tür ve ölçekte harita, etüt, proje, kadastro, kamulaştırma, mikro bölgeleme, risk yönetimi ve sakınım planı çalışmalarını, her tür ve ölçekte plan yapımı ve imar uygulaması işlerini ve dönüşüm uygulamalarını, 4734 sayılı Kanun kapsamındaki idareler ile akdedecekleri protokoller çerçevesinde 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın ortak hizmet uygulamaları suretiyle de gerçekleştirebilirler. (3) Riskli yapıların tespiti, tahliyesi ve yıktırma iş ve işlemleri ile değerleme işlemlerini engelleyenler hakkında, işlenen fiil ve hâlin durumuna göre 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri uyarınca Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunulur. Riskli yapıların tespiti, bu yapıların tahliyesi ve yıktırılması iş ve işlemlerine dair görevlerinin gereklerini yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında, tabi oldukları ceza ve disiplin hükümleri uygulanır. (4) Bakanlık, TOKİ ve İdare; bu Kanun kapsamındaki uygulamalarda, uygulama süresini aşmamak kaydı ile 657 sayılı Kanun ile diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılmasına dair hükümlerine bağlı kalmaksızın, özel bilgi ve ihtisas gerektiren konularda sözleşmeli personel çalıştırabilir. Bu suretle çalıştırılacakların unvanı, sayısı, ücretleri ile diğer hususlar Bakanlar Kurulunca belirlenir. (5) Bu Kanun kapsamındaki işler ile ilgili olarak valilikler, belediyeler ve diğer kamu kurumları personelinden Bakanlık emrinde geçici olarak görevlendirilenler hakkında 657 sayılı Kanunun ek 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde yer alan süre sınırlaması uygulanmaz. (6) Bu Kanun uyarınca yapılacak anlaşmaların usul ve esasları Bakanlıkça belirlenir. (7) Riskli yapıların tespit edilmesine veya ettirilmesine dair usul ve esaslar, risklilik kriterleri, riskli yapıların tespitinde ve itirazların değerlendirilmesinde görev alacak teknik heyet ve diğer komisyonlar ile bu Kanunun uygulanmasına dair diğer usul ve esaslar, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikler ile düzenlenir. (8) Riskli yapı tespitlerine karşı yapılacak itirazları inceleyip karara bağlayacak teknik heyetlerde üniversiteler tarafından görevlendirileceklere, fiilen görev yaptıkları her gün için, (4.000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunacak tutarda huzur hakkı ödenir. Bir ayda fiilen görev yapılan gün sayısının beşi aşması hâlinde, aşan günler için huzur hakkı ödenmez. (9) Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyon kuruluşları ve radyolar, ayda en az doksan dakika afet, afet risklerinin azaltılması ve kentsel dönüşüm konularında uyarıcı ve eğitici mahiyette yayınlar yapmak zorundadır. Bu yayınlar, asgari otuz dakikası 17:00-22:00 saatleri arasında olmak üzere, 08:00-22:00 saatleri arasında yapılır ve yayınların kopyaları her ay düzenli olarak Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna teslim edilir. Bu saatler dışında yapılan yayınlar, aylık doksan dakikalık süreye dâhil edilmez. Bu programlar, Bakanlık, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile ilgili diğer kamu kurum ve kuruluşları ile bilimsel kuruluşlar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları veya sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanır veya hazırlatılır. Hazırlanan programların, Bakanlığın olumlu görüşü alındıktan sonra Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından radyo ve televizyonlarda yayınlanması sağlanır. Bu fıkra kapsamında yapılan yayınlar için herhangi bir bedel ödenmez. Bu yayınların ve sürelerinin denetimi Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca yapılır. Uygulanmayacak mevzuat MADDE 9 – (1) Bu Kanun uyarınca yapılacak olan planlar, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda ve imara ilişkin hükümler ihtiva eden özel kanunlar da dâhil olmak üzere diğer mevzuatta belirtilen kısıtlamalara tabi değildir. Bu Kanuna tabi riskli yapılar, riskli alanlar ve rezerv yapı alanları hakkında 7269 sayılı Kanunun uygulanıyor olması bu Kanunun uygulanmasına engel teşkil etmez. (2) Bu Kanun kapsamındaki alanlarda bu Kanunun öngördüğü uygulamaların zaruri kılması hâlinde, bu uygulamaların gerektirdiği iş ve işlemler hakkında; a) 26/1/1939 tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunun, b) 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun, c) Afete maruz bölgeye ilişkin hükümleri saklı kalmak kaydıyla 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun, ç) 28/12/1960 tarihli ve 189 sayılı Millî Savunma Bakanlığı İskân İhtiyaçları İçin Sarfiyat İcrası ve Bu Bakanlıkça Kullanılan Gayrimenkullerden Lüzumu Kalmıyanların Satılmasına Salâhiyet Verilmesi Hakkında Kanunun, d) 18/12/1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununun, e) 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun, f) 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun, g) 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununun, ğ) 25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanununun, h) 16/6/2005 tarihli ve 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanunun, ı) 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun, i) Geri görünüm ve etkilenme bölgeleri bakımından 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun, bu Kanunun uygulanmasını engelleyici hükümleri ve diğer kanunların bu Kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz. Ancak, bu Kanunun öngördüğü uygulamalar sırasında, bahsedilen kanunların amaçları ayrıca gözetilir. Uygulamalar için 6831 sayılı Kanuna tabi alanların kullanılması zaruri olduğu takdirde, başka yerlerde en az bu alanlar kadar alanın ağaçlandırılması, 3573 sayılı Kanuna tabi alanların kullanılması zaruri olduğu takdirde de, başka yerlerde en az bu alanlar kadar alanın zeytinlik alan hâline getirilmesi mecburidir. (3) 2863 sayılı Kanun ve 5366 sayılı Kanun kapsamındaki alanlarda uygulamada bulunulması hâlinde alanın sit statüsü de gözetilerek Kültür ve Turizm Bakanlığının görüşü alınır. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Diğer Mevzuatta Yapılan Değişiklikler ve Son Hükümler MADDE 10 – 6831 sayılı Kanuna aşağıdaki madde eklenmiştir. “EK MADDE 13 – Şehrin içindeki veya yakın çevresindeki ormanlık alanların afetler öncesinde piknik alanı, mesire yeri ve afet sonrasında geçici barınma yeri olarak kullanılması için Orman Genel Müdürlüğünce veya bu Genel Müdürlüğün uygun görmesi hâlinde talepte bulunan idarelerce altyapı hizmetleri verilir.” MADDE 11 – 775 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddeye birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve sonraki fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir. “a) Gecekondunun sahibi ise, gecekondusuna karşılık gelecek şekilde, borçlanma suretiyle veya sair şekillerde konut verilinceye veya nakde dönüştürülüp ödeninceye veya konut yapmak üzere arsa tahsis edilip lüzumu halinde kredisi sağlanmak suretiyle, 27 nci maddedeki süre ve şartlara uygun olarak konutunu yapıncaya kadar,” “Birinci fıkra kapsamındaki uygulamalarda, yönetmelik ile belirlenen şartlara göre nakdî yardım yapılabilir.” MADDE 12 – 2942 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile aynı maddenin sekizinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye onbirinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğine bağlı meslek odalarının her biri tarafından, üyelerinin oturdukları yer göz önünde bulundurularak; illerden nüfusu beşyüzbinin altında olanlar için yirmibeş ila elli, nüfusu beşyüzbin ile birmilyon arasında olanlar için elli ila yüz, nüfusu birmilyon ile üçmilyon arasında olanlar için yüz ila yüzelli, nüfusu üçmilyonun üzerinde olanlar için yüzelli ila üçyüzelli bilirkişi ve ayrıca il merkezleri için il idare kurulları ve ilçeler için ilçe idare kurulları tarafından, bu bölgelerde oturan ve mühendis veya mimar olan taşınmaz mal sahipleri veya kiracılar arasından nüfusa göre belirlenen bilirkişi sayılarının en az üçte biri kadar bilirkişi, her yıl ocak ayının ilk haftasında seçilerek isim ve adreslerini belirten listeler valiliklere verilir.” “Taraflar, mahkemelere bildirilen listelerde yazılı olanlar ve yukarıdaki fıkrada belirtilen kimseler arasından bilirkişi seçmekte anlaşamadıkları takdirde; bilirkişiler, hâkimin kararı ile tayin edilen gün ve saatte, valilikçe, tarafların huzurunda ve gelmeyenin gıyabında kura yolu ile seçilir. Valilik, kuranın adil olarak yapılabilmesi için gerekli tedbirleri alır. Kuraya ilişkin itirazlar, davanın görüldüğü mahkemece karara bağlanır.” “Sermaye Piyasası Kuruluna kayıtlı olarak faaliyet gösteren lisanslı değerleme kuruluşlarının isim ve adreslerini belirten listeler, her yıl ocak ayı içinde, ikinci fıkradaki mahkemelere bildirilmek üzere Sermaye Piyasası Kurulunca valiliklere gönderilir. Yeterli sayıda değerleme uzmanı bulunan yerlerde, 10 uncu maddede öngörülen değer tespitleri, bilirkişi sıfatıyla öncelikle Sermaye Piyasası Kurulundan lisanslı değerleme uzmanlarına, taşınmaz geliştirme konusunda yüksek lisans veya doktora yapmış olan uzmanlara yaptırılır.” MADDE 13 – 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasına (f) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki bent eklenmiş ve mevcut (g) bendi (h) bendi olarak teselsül ettirilmiştir. “g) Ek 1 inci maddenin birinci fıkrasının (m) bendi kapsamında; talep edilen proje ve uygulamaların İdarece yapılması veya yaptırılması için imzalanan protokollerle belirlenen inşaat bedelinin yüzde üçünden az, yüzde onundan fazla olmamak üzere, ilgili kurum ve kuruluşlardan alınacak olan idare hizmet payı tutarlarından,” MADDE 14 – 3194 sayılı Kanuna aşağıdaki maddeler eklenmiştir. “EK MADDE 5 – 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ve bu Kanuna göre çıkarılacak yönetmeliklerden imar uygulamalarına ilişkin olanlar, bu Kanun ile bu Kanun uyarınca yürürlüğe konulan yönetmelikler ve beldenin şartları da gözetilerek, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylandıktan sonra Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girer.” “GEÇİCİ MADDE 14 – Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce belediyelerce imar uygulamalarına ilişkin olarak çıkarılmış olan yönetmelikler, ek 5 inci maddedeki esaslar çerçevesinde bu maddenin yayımı tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde hazırlanarak anılan maddedeki usule göre yürürlüğe konulacak yönetmeliklerle değiştirilir. Aksi takdirde, anılan yönetmelikler bir yıllık sürenin bittiği tarih itibarıyla yürürlükten kalkar.” MADDE 15 – 5366 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının birinci, ikinci ve üçüncü cümleleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı Kanunun 4 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve sonraki fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir. “Yenileme alanları; il özel idarelerinde il genel meclisinin ve belediyelerde belediye meclisinin üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ile belirlenir. İl özel idaresinde il genel meclisince ve büyükşehirler dışındaki belediyelerde belediye meclisince bu konuda alınan kararlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi ile Bakanlar Kuruluna sunulur. Büyükşehirlerde ise ilçe belediye meclislerince alınan kararlar, büyükşehir belediye meclisince onaylanması üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi ile Bakanlar Kuruluna sunulur.” “Kamu hizmeti için ayrılan alanlar hariç olmak üzere, yenileme alanı sınırları içinde toplu yapı olarak sınırları imar ve parselasyon plânlarında belirlenmek kaydıyla, yapılı veya yapısız imar parsellerine belediye veya il özel idaresi ve diğer ilgili kurullar tarafından tasdik edilen mimarî projelere uygun olarak 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun toplu yapıya ilişkin hükümlerine göre toplu yapı olarak tek bir kat mülkiyeti tesis edilebilir. Belediyeler ve il özel idareleri; bu alanlar içindeki parsel maliklerinin sosyal altyapı ve tesisleri, ortak kullanım yerleri, sosyal tesis ve hizmetlere ilişkin alanları kullanma ve yararlanma şartları ile masraflarına katılma usullerine ilişkin işletme projeleri hazırlayarak tapu sicilinin beyanlar hanesinde belirtmelerini isteyebileceği gibi, hazırlanmış olan restorasyon ve restitüsyon projelerine uygun olarak irtifak hakkı tesisi veya parselasyon plânları yapılmak suretiyle 634 sayılı Kanunun 12 nci maddesinde belirtilen belgelerin toplu yapı ilişkisini gösterir şekilde hazırlanıp 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca ilan edilmesinden ve kesinleşmesinden sonra kat mülkiyeti ve kat irtifakını re’sen tapu siciline tescil ettirmeye yetkilidir.” MADDE 16 – 5366 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin dokuzuncu fıkrasından ve 4 üncü maddesinin mevcut üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “Yenileme projelerinin gerektirdiği uygulamalar, verilen süre içinde yapı malikince yapılmadığı takdirde, il özel idaresi veya belediye tarafından yapılarak masrafı yapı malikinden tahsil edilir. İl özel idaresi veya belediye tarafından, yapı malikinin uygulama masraflarını ödemesini kolaylaştırıcı tedbirler alınabilir. Bu tedbirlere ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.” “Bu Kanun kapsamında açılacak kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmaz malın tesciline ilişkin davalarda görev alacak bilirkişiler, 28/7/1981 tarihli ve 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa tabi olarak faaliyet gösteren değerleme uzmanları arasından seçilir. Bu uzmanlar, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından oluşturulan değerleme standartlarını esas alarak raporlarını düzenler.” MADDE 17 – 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 73 üncü maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “yapılabilmesi Bakanlar Kurulu kararına bağlıdır.” ibaresi “yapılabilmesi için ilgili belediyenin talebi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca bu yönde karar alınması şarttır.” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye onüçüncü fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “Büyükşehirlerde büyükşehir belediye meclisinin, il ve ilçelerde belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı karar ile masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilir. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibi proje müelliflerine talep etmeleri hâlinde, değiştirilecek cephe veya cephelerin beher metrekaresi için bir günlük net asgari ücret tutarını geçmemek üzere telif hakkı ödenir. Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi hâlinde, büyükşehir belediyesi içindeki ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde bu fıkrada belirtilen iş ve işlemleri yapabilir. Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme ile özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları için yapılması gereken iş, işlem ve yetkilendirmeler, kat maliklerinin arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karara göre yapılır. Büyükşehir belediyelerince, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen alanlar ile 5366 sayılı Kanuna göre yenileme alanı ilan edilen alanlarda veya bu Kanunun 75 inci maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları ile protokol yapmaları hâlinde, büyükşehir belediye meclisi kararı ile, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt inşa edilebilir.” MADDE 18 – 19/9/2006 tarihli ve 5543 sayılı İskân Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir. “EK MADDE 1 – (1) Afet riski veya fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırılık sebebiyle veya Bakanlar Kurulunca belirlenen özel proje alanlarında gerçekleştirilecek olan yeniden iskân uygulamalarında, buralardaki yerleşim merkezlerinde yaşayan ailelerin daha elverişli yerlerde iskânları ile köye dönüş projeleri çerçevesindeki iskân çalışmaları; ilgili proje için alınan Bakanlar Kurulu kararında belirtilen hak sahipliği ve borçlandırma usul ve esaslarına göre, Bakanlar Kurulunca tespit edilen orman veya mera vasıflı alanlardan ve Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlardan uygun görülen yeni yerleşim yerlerinde, bu Kanun hükümlerine göre yapılır. (2) Bu madde kapsamındaki uygulamalara ilişkin talebin diğer kamu kurum veya kuruluşlarından gelmesi hâlinde, altyapı hizmetleri de dâhil olmak üzere yeniden yerleşim için gerekli görülen her türlü ödenek, Bakanlığın görüşü alınarak ana projeyi yürüten kuruluşun bütçesine konulur ve ihtiyaç duyulan ödenek, Bakanlık bütçesine ilgili kuruluş tarafından transfer edilir. Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hizmetleri için kanun ile öngörülen dönüşüm projeleri özel hesabından bu madde kapsamındaki uygulamalarda kullanılmak üzere kaynak aktarılabilir.” MADDE 19 – 29/6/2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin; a) 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e), (f) ve (ğ) bentleri aşağıdaki şekilde, (h) bendinde yer alan “dört ay içerisinde” ibaresi “üç ay içinde” şeklinde değiştirilmiş, anılan fıkraya (m) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (n) bendi eklenmiş ve takip eden bent buna göre teselsül ettirilmiştir. “e) Bakanlığın görev alanına giren konularda her türlü etüt, plan, proje, maliyet hesaplarını ve yapım işlerini yapmak veya yaptırmak. f) Yapı denetimi sistemini oluşturarak 29/6/2001 tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile Bakanlığa verilen görevleri yapmak ve kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılan veya yaptırılanlar da dâhil olmak üzere yapıların can ve mal emniyeti ile mevzuata ve tekniğine uygunluk bakımından denetimini yapmak veya yaptırmak, tespit edilen aykırılık ve noksanlıkların giderilmesini istemek ve sağlamak; yapılarda enerji verimliliğini artırıcı düzenlemeleri yapmak, buna ilişkin faaliyetleri yönetmek ve izlemek; yapı malzemelerinin denetimine ve uygunluk değerlendirmesine ilişkin iş ve işlemleri yapmak.” “ğ) Gecekondu, kıyı alanları ve tesisleri ile niteliğinin bozulması nedeniyle orman ve mera dışına çıkarılan alanlar dâhil kentsel ve kırsal alan ve yerleşmelerde yapılacak iyileştirme, yenileme ve dönüşüm uygulamalarında idarelerce uyulacak usul ve esasları belirlemek; Bakanlıkça belirlenen finans ve ticaret merkezleri, fuar ve sergi alanları, eğlence merkezleri, şehirlerin ana giriş düzenlemeleri gibi şehirlerin marka değerini artırmaya ve şehrin gelişmesine katkı sağlayacak özel proje alanlarına dair her tür ve ölçekte etüt, harita, plan, parselasyon planı ve yapı projelerini yapmak, yaptırmak, onaylamak, kamulaştırma, ruhsat ve yapım işlerinin gerçekleştirilmesini sağlamak, yapı kullanma izinlerini vermek ve bu alanlarda kat mülkiyeti kurulmasını temin etmek; 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ile 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu uyarınca Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından yapılan uygulamalara ilişkin her tür ve ölçekte etüt, harita, plan ve parselasyon planlarını yapmak, yaptırmak, onaylamak, ruhsat işlerini gerçekleştirmek, yapı kullanma izinlerini vermek ve bu alanlarda kat mülkiyetinin kurulmasını sağlamak.” “n) 23/9/1980 tarihli ve 2302 sayılı Atatürk’ün Doğumunun 100 üncü Yılının Kutlanması ve “Atatürk Kültür Merkezi Kurulması” Hakkında Kanunun 3 üncü maddesi ile belirlenen Atatürk Kültür Merkezi alanını iyileştirme, güzelleştirme, yenileme ve ihya etmek amacıyla; Kültür ve Turizm Bakanlığının da görüşü alınarak, bu alan için her tür ve ölçekte etüt, harita, plan, parselasyon planı ile yapı projelerini yapmak, yaptırmak, onaylamak, kamulaştırma ve ruhsatlandırma işlemleri ile diğer iş ve işlemlerin gerçekleştirilmesini sağlamak.” b) 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde ve eki (I) sayılı Cetvelde yer alan “Altyapı Hizmetleri” ibareleri “Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri” şeklinde değiştirilmiştir. c) 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “e) 2 nci maddenin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirtilen konularla ilgili olarak her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak.” ç) 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, (ç) bendi ile aynı maddenin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. “c) 2 nci maddenin birinci fıkrasının (e) bendi ile Bakanlığa verilen görevleri yürütmek.” d) 11 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü MADDE 11 – (1) Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır: a) Mahallî idarelerin altyapı sistemleri ile ilgili genel planlama, programlama, fizibilite, projelendirme, işletme, finansman ihtiyacı ve yatırım önceliklerine; teknik altyapı tesislerinin mekânsal strateji planları ile çevre düzeni ve imar planlarına uygun olarak planlanmasına, projelendirilmesine ve yapılmasına ilişkin usul ve esaslar ile bu konulardaki her türlü etüt, proje, yapı ruhsatı ve yapı kullanma iznine ilişkin usul ve esasları belirlemek. b) Teknik altyapı tesisleri ve altyapı birlikleri kurulması konusunda mahallî idareler arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak, rehberlikte bulunmak ve teknik altyapı tesislerine ilişkin envanteri tutmak. c) 2 nci maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendi kapsamındaki uygulamalara ilişkin her türlü altyapı, katlı ve köprülü kavşak gibi yapıların projelerini yapmak veya yaptırmak, bu alanlarda mülk sahiplerinden altyapı katılım bedellerinin tahsiline ilişkin düzenlemeler yapmak. ç) Gecekondu alanları ile vasfının bozulmasından dolayı orman ve mera dışına çıkarılan alanlara ilişkin iyileştirme, yenileme ve dönüşüm uygulamaları ile afet riski altındaki alanların dönüştürülmesine ilişkin mevzuat ve 775 sayılı Kanun uyarınca ıslah, tasfiye, dönüşüm ve iyileştirme bölgelerinin tespitine, ilanına, program ve öncelik sırasına dair usul ve esasları belirlemek. d) Dönüşüm, yenileme ve transfer alanlarının belirlenmesi, dönüşüm alanı ilan edilen alanlardaki yapıların tespiti ile arsa ve arazi düzenleme ve değerleme iş ve işlemlerinin yapılmasını sağlamak; dönüşüm uygulamalarında hak sahipliği, uzlaşma, gerektiğinde acele kamulaştırma, paylı mülkiyete ayırma, birleştirme, finansman düzenlemelerinde bulunma, dönüşüm alanları içindeki gayrimenkullerin değer tespitlerini yapma ve Bakanlıkça belirlenen esaslar ve proje çerçevesinde hak sahipleri ile anlaşmalar sağlama, gerektiğinde yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verme, kat mülkiyeti tesisi, tescili ve imar hakkı transferi ile ilgili iş ve işlemleri yürütmek. e) 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 73 üncü maddesi kapsamındaki uygulamalara ilişkin dönüşüm alanı ilanı ile ilgili iş ve işlemleri yürütmek. f) Bakan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak.” e) 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 20 – Ekli (1) sayılı listedeki kadrolar ihdas edilerek 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına ait bölümüne eklenmiştir. MADDE 21 – 6107 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Bakanlar Kurulu kararı ile çıkarılacak” ibaresi “Yönetim Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 22 – 2302 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş; 11/8/1983 tarihli ve 2876 sayılı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanununun 104 üncü maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. “MADDE 3 – Atatürk Kültür Merkezi Ankara’da kurulur. Atatürk Kültür Merkezi alanı; Ankara İmar Planında bu amaca ayrılmış olan ve ekli krokide gösterilen yerlerdir. Bu alan içerisinde Millî Mücadele tarihinin, Türk Halk Kültürünü ve sanatlarını tanıtan yerler ve çeşitli müzeler, çeşitli sahneler ve toplantı salonları, sergi alanları, arşiv ve kitaplıklar, atölyeler ve benzeri yerlerden meydana gelen Atatürk Kültür Merkezi bulunur.” MADDE 23 – 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Devir ve tahsislerin iptali GEÇİCİ MADDE 1 – (1) 775, 5366 ve 5393 sayılı kanunlar ile 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve diğer kanunlar kapsamındaki dönüşüm ve iyileştirme uygulamaları için TOKİ’ye, İdareye ve diğer kamu idarelerine tahsis ve devredilmiş olup da tahsisin yapıldığı veya mülkiyetin devredildiği tarihten itibaren iki yıl içinde dönüşüm ve iyileştirme uygulaması başlatılmayan taşınmazların tahsisleri resen kaldırılır ve devir işlemi de iptal edilmiş sayılarak, tapuda resen Hazine adına tescil ve Bakanlığın talebi üzerine bu Kanunun öngördüğü amaçlar için kullanılmak üzere Maliye Bakanlığınca Bakanlığa tahsis edilir. Gerçekleşen dönüşüm gelirleri GEÇİCİ MADDE 2 – (1) 7 nci maddede belirtilen dönüşüm gelirlerinden 2012 yılında gerçekleşen tutarlar, genel bütçenin (B) işaretli cetveline özel gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen bu tutarlar karşılığında Bakanlık bütçesine özel ödenek kaydetmeye Çevre ve Şehircilik Bakanı yetkilidir. Yürürlük MADDE 24 – (1) Bu Kanunun; a) 19 uncu maddesinin (a) bendi ile değiştirilen 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi ile 23 üncü maddesi yayımı tarihinden üç yıl sonra, b) Diğer hükümleri yayımı tarihinde, yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 25 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 30/5/2012 (1) SAYILI LİSTE KURUMU : ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI TEŞKİLATI : MERKEZ İHDAS EDİLEN KADROLARIN Sınıfı GİH Unvanı Daire Başkanı TOPLAM Serbest Kadro Derecesi Adedi Toplam 1 10 10 10 10 [R.G. 31 Mayıs 2012 – 28309] —— • —— YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN Kanun No. 6307 Kabul Tarihi: 16/5/2012 MADDE 1 – 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununun ek 25 inci maddesinin başlığında ve birinci fıkrasında yer alan “Muğla Üniversitesi” ibareleri “Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 2 – 2809 sayılı Kanuna aşağıdaki maddeler eklenmiştir. “Murat Hüdavendigâr Üniversitesi EK MADDE 145 – İstanbul’da Merve Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Murat Hüdavendigâr Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur. Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak; a) Fen-Edebiyat Fakültesinden, b) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden, c) Mühendislik ve Mimarlık Fakültesinden, ç) Sosyal Bilimler Enstitüsünden, d) Fen Bilimleri Enstitüsünden, oluşur. Nişantaşı Üniversitesi EK MADDE 146 – İstanbul’da Engin Fikirler Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Nişantaşı Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur. Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak; a) Sanat ve Tasarım Fakültesinden, b) İktisadi-İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesinden, c) Mühendislik-Mimarlık Fakültesinden, ç) Sosyal Bilimler Enstitüsünden, d) Fen Bilimleri Enstitüsünden, e) 14/9/2009 tarihli ve 2009/15429 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulmuş bulunan ve bu Kanun ile tüzel kişiliği sona erdirilerek Rektörlüğe bağlanan Nişantaşı Meslek Yüksekokulundan, oluşur. EK MADDE 147 – 21/12/2011 tarihli ve 6260 sayılı 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu, 2/9/1983 tarihli ve 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Muğla Üniversitesine yapılmış olan atıflar Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesine yapılmış sayılır.” MADDE 3 – 2809 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 42 – Bu Kanun ile tüzel kişiliği sona erdirilerek Rektörlüğe bağlanan Nişantaşı Meslek Yüksekokulunda halen öğrenimlerini sürdüren öğrenciler ve öğretim elemanları ile Nişantaşı Meslek Yüksekokulunun mal varlığı Nişantaşı Üniversitesine devredilir.” MADDE 4 – 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun eki (II) sayılı cetvelin “Yükseköğretim Kurulu, Üniversiteler ve Yüksek Teknoloji Enstitüleri” Bölümünün 47 nci sırası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “47) Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi” MADDE 5 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 6 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 30/5/2012 [R.G. 31 Mayıs 2012 – 28309] —— • —— ECZACILAR VE ECZANELER HAKKINDA KANUN İLE UYUŞTURUCU MADDELERİN MURAKABESİ HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN Kanun No. 6308 Kabul Tarihi: 17/5/2012 MADDE 1 – 18/12/1953 tarihli ve 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanunun 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 1 - Eczacılık; hastalıkların teşhis ve tedavisi ile hastalıklardan korunmada kullanılan tabii ve sentetik kaynaklı ilaç hammaddelerinden değişik farmasötik tipte ilaçların hazırlanması ve hastaya sunulması; ilacın analizlerinin yapılması, farmakolojik etkisinin devamlılığı, emniyeti, etkinliği ve maliyeti bakımından gözetimi; ilaçla ilgili standardizasyon ve kalite güvenliğinin sağlanması ve ilaç kullanımına bağlı sorunlar hakkında hastaların bilgilendirilmesi ve çıkan sorunların bildiriminin yapılmasına ilişkin faaliyetleri yürüten sağlık hizmetidir. Eczane açmak ve işletmek ile ecza deposu mesul müdürlüğü yapmak için eczacı olmak şarttır. Eczacı; ilaç üretim tesisi, kozmetik imalathanesi, ilaç Ar-Ge merkezi gibi müesseseleri açabilir veya bu tür resmî ya da özel müesseselerde mesul müdürlük yapabilir.” MADDE 2 – 6197 sayılı Kanunun 5 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 5 - Serbest eczaneler, eczacılık yapma hakkını haiz bir eczacının sahip ve mesul müdürlüğünde yönetmelikte belirlenen belgelerle il sağlık müdürlüğünce düzenlenmiş ve valilikçe onaylanmış bir ruhsatname ile açılır. Ruhsatname konusunda meydana gelecek sorunların çözüm yeri Türkiye İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumudur. Eczane açmak, devretmek veya başka bir yere nakletmek isteyen eczacılar, bulunduğu ilin sağlık müdürlüğüne dilekçe ile başvurur. Eczane açmak isteyenlerin belgelerinin tam olması hâlinde ruhsatname düzenlenir. Düzenlenen ruhsatnameler Sağlık Bakanlığına, Türkiye İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumuna ve Türk Eczacıları Birliğine bildirilir. Eczaneler için belediyeden ayrıca bir iş yeri ruhsatı alınması ve belediyeye harç ödenmesi gerekmez. Serbest eczane sayıları, ilçe sınırları içindeki nüfusa göre en az üç bin beş yüz kişiye bir eczane olacak şekilde düzenlenir. Hiç eczanesi olmayan yerleşim birimlerinde nüfus kriterine bakılmaksızın bir eczanenin açılmasına müsaade edilir. Ancak bu şekilde açılan eczanelerin başka yerlere naklinde nüfus kriteri işletilir. Eczanelerin aynı ilçe içerisindeki nakillerinde nüfusa göre eczane açılması kriteri uygulanmaz. Doğal afet ve mücbir sebep nedeniyle nüfus azalması hâlinde o yerleşim yerinde bulunan eczanelerin naklinde nüfusa göre eczane açılması kriteri uygulanmaz. Bu hâlin tespit ve ilanı Sağlık Bakanlığınca yapılır. Eczane açılmasına ilişkin kriterler belirlenirken ilçelerin sosyoekonomik gelişmişlik sıralamasına göre sınıflandırma yapılır. Bu sınıflandırmaya göre ilçelere ilçe katsayısı verilir. Eczacılara, o ilçede mesleki faaliyetlerini sürdürdükleri yıl sayısı ile ilçe katsayısının çarpımı kadar hizmet puanı verilir. Eczacı birden fazla ilçede çalışmış ise hizmet puanları toplanır. Hizmet puanı hesaplanırken ilçe katsayısı, doktora yapmış olanlar için dörtte bir oranında artırılarak uygulanır. Eczacılara, meslekte geçirilen toplam yıl sayısı ile eczacının hizmet puanı çarpımı sonucu tespit edilen yerleştirme puanı verilir. Nüfus kriterlerine göre eczane açılabilecek yerler, her yıl en az iki kez olmak üzere Sağlık Bakanlığınca ilan edilir. İlan edilen yerlere müracaat eden adaylardan yerleştirme puanı en yüksek olanlar eczane açma hakkı kazanır. Yerleştirme puanının eşit olması hâlinde kura çekilir. Eczanesini devretmiş bir eczacı yeni bir eczane açmak istediğinde yerleştirme puanı yarı oranında düşürülür. Serbest eczanelerde, reçete sayısı ve/veya ciro gibi kriterlere göre belirlenen sayıda ikinci eczacı çalıştırılması zorunludur. Serbest eczane açmak veya serbest eczanelerde mesul müdür olarak çalışmak isteyen bir eczacı, en az bir yıl müddetle hizmet sözleşmesine bağlı olarak mesul müdür eczacı ile birlikte serbest eczanelerde yardımcı eczacı olarak çalışmak zorundadır. Hastane eczanelerinde veya ikinci eczacı olarak serbest eczanelerde en az bir yıl süre ile çalışanlar, yardımcı eczacı olarak çalışma şartını yerine getirmiş sayılır. Yardımcı eczacıların, il sağlık müdürlüğü ve/veya bölge eczacı odalarının denetimlerinde üç kez eczanede görevi başında mazeretsiz olarak bulunmadığının tespiti hâlinde çalışma süresi kabul edilmez. Yardımcı eczacılara asgari ücretin bir buçuk katından, ikinci eczacılara da asgari ücretin üç katından aşağı olmamak üzere taraflarca belirlenecek ücret ödenir. Yardımcı eczacı ve ikinci eczacı çalıştırılması ile ilgili usul ve esaslar Türk Eczacıları Birliğinin görüşü alınarak Sağlık Bakanlığınca belirlenir.” MADDE 3 – 6197 sayılı Kanunun 6 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Muvazaalı olarak eczane açıldığının tespiti hâlinde, ruhsatname iptal edilir ve eczacı beş yıl süreyle eczane açamaz. Muvazaanın eczacılar arasında yapılmış olması hâlinde, eczane açma yasağı hepsi hakkında uygulanır.” MADDE 4 – 6197 sayılı Kanunun 17 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 17 - Eczane sahip ve mesul müdürü iken askerlik hizmetini yapmak üzere silah altına alınanlar askerlik hizmeti süresince; yüksek lisans veya doktora eğitimi alacaklar bu eğitim süresince; milletvekili, belediye başkanı, Türk Eczacıları Birliği Başkanlık Divanı üyeleri bu görevleri devam ettiği müddetçe eczaneye bir mesul müdür atar. Türk Eczacıları Birliği Başkanlık Divanı üyelerinin eczanelerine atanacak mesul müdürün maaş ve kanuni giderleri, Türk Eczacıları Birliği bütçesinden ödenir.” MADDE 5 – 6197 sayılı Kanunun 26 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 26 - Eczanelerde günlük reçetelerin kaydı, Sağlık Bakanlığınca belirlenen usullere göre tutulur.” MADDE 6 – 6197 sayılı Kanunun 28 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 28 - Beşerî ilaçlar, Sağlık Bakanlığından ruhsatlı geleneksel bitkisel tıbbi ürünler; Sağlık Bakanlığının iznine tabi olan homeopatik tıbbi ürünler, enteral beslenme ürünleri dâhil özel tıbbi amaçlı diyet gıdalar ve özel tıbbi amaçlı bebek mamaları münhasıran eczanede satılır. İlgili bakanlıktan izin, ruhsat veya fiyat alınarak üretilen veya ithal edilen gıda takviyeleri, eczacılık ve ziraatta kullanılan ilaç, kimyevi madde ve diğer sağlık ürünleri, veteriner biyolojik ürünler hariç veteriner tıbbi ürünleri, kozmetik ürünler, kapsamı Sağlık Bakanlığınca belirlenen tıbbi malzemeler, anne sütü ve beslenme yetersizliğinde kullanılan çocuk mamaları ile erişkinlerin metabolizma bozukluklarında kullanılan tüm destekleyici ürünler ve Türk Eczacıları Birliği tarafından çıkarılan bilimsel yayınlar eczanelerde satılabilir.” MADDE 7 – 6197 sayılı Kanunun 35 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 35 - Eczanenin hizmet verdiği saatlerde mesul müdür eczacı, varsa ikinci eczacı ve yardımcı eczacılar, görevi başında bilfiil bulunmak mecburiyetindedir. Hastalık ve sair mazeretlerle eczanesinden yirmi dört saatten fazla süreyle ayrılmak zorunda kalan eczacı veya mesul müdür keyfiyeti il sağlık müdürlüğüne bir yazı ile bildirir. Ayrılış müddeti on beş güne kadar devam edecekse eczaneye varsa ikinci eczacı, yoksa il sağlık müdürlüğüne bildirilmek koşulu ile eczanesi bulunmayan bir eczacı, yoksa mahallin serbest tabibi muvafakatleri alınarak nezaret eder. Ayrılış müddeti on beş günü aştığı takdirde eczaneye mesul müdür tayini zorunludur. Aksi takdirde eczane kapatılır. Şu kadar ki, birden fazla sayıda eczane bulunan yerlerde eczacının talebi ile iki yılı geçmemek üzere eczane kapalı tutulabilir.” MADDE 8 – 6197 sayılı Kanunun 38 inci maddesi ile 12/6/1933 tarihli ve 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunun 18 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. 6197 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki “1 inci maddede sayılı yerleri” ibaresi “eczane” olarak değiştirilmiştir. MADDE 9 – 6197 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 3 - Bu maddenin yürürlüğe girdiği takvim yılında eczacılık yapma hakkını haiz eczacılar ile eczacılık fakültelerinde okumakta olan ve okumaya hak kazanmış bulunanlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere nüfusa göre eczane açılmasına ve nakline dair sınırlamalara ve yardımcı eczacı olarak çalışma zorunluluğuna ilişkin hükümler uygulanmaz. Bu kimseler, sahip ve mesul müdürlüğünü yaptıkları eczaneleri bir sefere mahsus olmak üzere devredebilirler. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte serbest eczanesi bulunan eczacılar, bir defaya mahsus olmak üzere herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın eczanesini bulunduğu ilçe dışına nakledebilir ve devredebilir. GEÇİCİ MADDE 4 - Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin yönetmelik, Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren altı ay içinde Sağlık Bakanlığınca hazırlanarak yürürlüğe konulur.” MADDE 10 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 11 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 30/5/2012 [R.G. 31 Mayıs 2012 – 28309] —— • —— Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları M. ALİ DURMAZ/Türkiye* Başvuru No. 22261/03 Strazburg 8 Ocak 2009 İKİNCİ DAİRE USUL Bu dava, T.C. vatandaşı M. Ali Durmaz (“başvuran”) tarafından Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, 7 Mayıs 2003 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi - AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapılan 22261/03 numaralı başvuru sonucu görülmektedir. Başvuran Şanlıurfa Barosu avukatlarından M. Birlik tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR DAVANIN KOŞULLARI 1927 doğumlu başvuran Gaziantep’te ikamet etmektedir. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı (“Bakanlık”) 2000 yılında Birecik barajının inşası için başvurana ait Nizip ilçesi, Erenköy köyündeki iki arsayı (247 parsel, 103 pafta ve 14 parsel 130 pafta) kamulaştırmıştır. Başvuran 23 Mayıs 2000 tarihinde Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi’nde iki ayrı ek tazminat davası açmıştır. Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi 22 ve 25 Aralık 2000 tarihlerinde, başvurana, 9 Haziran 2000 tarihinden işlemek üzere yasal faiziyle beraber ek tazminat ödenmesine karar vermiştir (karar no. 2000/5137 ve 2000/4790). Yargıtay 9 Temmuz 2001 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararlarını onamıştır. Bakanlık 30 Nisan 2003 tarihinde başvurana, 247 no’lu parsel için 23.449.000.000 Türk Lirası (TL)1, 14 no’lu parsel için ise 13.494.000.000 TL 2 tutarında bir miktar ödeme yapmıştır. Birecik İcra Dairesi 2 Mayıs 2003 tarihinde Bakanlığa ödeme emri tebliğ etmiş, bu belgede Bakanlığa 247 no’lu parsel için 3.073.350.480 TL3, 14 no’lu parsel için ise 1.804.328.414 TL4 tutarında ödenmemiş borcu olduğunu bildirmiştir. Başvuranların temsilcisi 28 Haziran 2007 tarihinde Bakanlığa bir yazı göndermiş, bu yazıyla, ödenmemiş borcun ödenmesi için idarenin yaptığı hesaplamayı kabul ettiğini bildirmiştir. 1 Sözkonusu tarihte yaklaşık 13.470 Euro (EUR) karşılığı. Sözkonusu tarihte yaklaşık 7.752 EUR karşılığı. 3 Sözkonusu tarihte yaklaşık 1.772 EUR karşılığı. 4 Sözkonusu tarihte yaklaşık 1.040 EUR karşılığı. 2 * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. Hükümet 8 Temmuz 2008 tarihinde AİHM’yi borcun kalan kısmının başvurana henüz ödenmediği hususunda bilgilendirmiştir. HUKUK I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİ İLE AİHS’YE EK 1 NO’LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, mülklerinin kamulaştırılmasının ardından kendisine ödenmesine hükmedilen ek tazminatın ödenmesinde yaşanan büyük gecikmenin, düşük faizle birleştirildiğinde, maddi kaybına neden olduğundan şikayetçi olmuştur. Başvuran AİHS’nin 6/1 maddesi ile AİHS’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesine dayanmıştır. A. Kabuledilebilirliğe ilişkin Hükümet, başvurunun AİHM’ye sunulmasının ardından, başvuranın avukatının 28 Haziran 2007 tarihinde, , idare tarafından ödenmesi gereken meblağ konusunda idareyle bir anlaşma imzaladığını, bunun, başvuranın, idareye karşı açılan ihtilaflı davayı sona erdirme isteğinin açık kanıtı olduğunu ifade etmiş, AİHM’den başvuranın mağdur statüsünün sona ermesi nedeniyle başvurunun kabuledilemez olduğunu beyan etmesini talep etmiştir. Hükümet ayrıca başvuranın, Borçlar Kanunu’nun 105. maddesi kapsamında kullanabileceği hukuk yollarından gerektiği gibi yararlanmadığından, AİHS’nin 35. maddesinin gerektirdiği gibi iç hukuk yollarını tüketmediğini belirtmiştir. 105. maddeye göre, başvuran, kayıplarının gecikme faizinden fazla olduğunu kanıtlarsa, ek tazminatın ödenmesinde yaşanan gecikme sonucu maruz kaldığı zarar için tazminat almaya uygun durumdadır. AİHM, Hükümet’in ilk ön itirazıyla ilgili olarak, başvuranın temsilcisinin 28 Haziran 2007 tarihinde imzaladığı belgede, başvuranın ödenmeyi bekleyen tazminat talepleri ile idare karşısında sahip olabileceği diğer hak ve taleplerinden vazgeçeceği niyeti olduğunu gösterir bir unsur bulunmadığını, ayrıca başvuranın AİHM’ye götürdüğü şikayetlerini geri çekmesi yönünde bir anlaşmaya da yol açmadığını tespit etmektedir.Buna göre, AİHM, başvuranın, ihlal edildiği iddia edilen AİHS’nin 6/1 maddesiyle Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin mağduru olduğunu hala iddia edebileceği kanısına varır. Hükümet’in “hukuk yollarını tüketmeme” itirazına ilişkin olarak, AİHM, Aka - Türkiye davasında benzer bir ön itirazı reddettiğini gözlemler. Mevcut davada başka türlü davranmak için neden görememektedir, bu nedenle Hükümet’in itirazını reddeder. AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka bir gerekçe altında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir. B. Esas Hükümet, başvurana, ulusal mahkemelerin hükmettiği ek tazminat meblağının esasının ödendiğini ve Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin, tüm koşullarda, bir mülkün piyasa değeri karşılığında tazminat hakkının teminatını vermediğini ileri sürmüştür. Başvuran iddialarını sürdürmüş, Hükümet’in savunmasına itiraz etmiştir. AİHM, dava dosyasındaki belgelerden, makamlar tarafından başvurana ödenmesi gereken ve Savunmacı Devlet’in de 8 Temmuz 2000 tarihli yazısıyla kabul ettiği meblağın henüz tamamının ödenmediğini gözlemler. Bu nedenle Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22 ve 25 Aralık 2000 tarihli kararları kısmen uygulanamamıştır. Bu koşullarda, AİHM, başvuranın şikayetlerinde belirgin bir biçimde belirtmemesine karşın, mevcut başvuruda yatan asıl mesele ile başvuranın iddialara göre maddi kayba uğramasının nedeninin, AİHS’nin 6/1 maddesi ve Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesiyle Devlet’in sorumluluğunu ilişkilendiren ulusal mahkeme kararlarının uygulanmaması olduğu kanısındadır. AİHM, daha önce pek çok kez benzer davaları incelediğini ve uygulanmayan mahkeme kararlarıyla ilgili olarak AİHS’nin 6/1 maddesiyle Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardığını kaydeder (örneğin bkz. Burdov - Rusya, 59498/00; Çoban ve Diğerleri - Türkiye, 2620/05; Akıncı - Türkiye, 12146/02; Kaçar ve Diğerleri - Türkiye, 38323/04, 38379/04, 38389/04, 38403/04, 38423/04, 38510/04, 38513/04 ve 38522/04). AİHM, özellikle, Yüksek Sözleşmeci Taraflardan birinin iç hukuk sisteminde, nihai, bağlayıcı bir mahkeme kararının taraflardan birinin hilafına yerine getirilmemesine göz yumulmasının, AİHS’nin 6/1 maddesi ile güvence altına alınan hakkı anlamsız hale getireceğini kaydeder (bkz. Hornsby - Yunanistan). AİHM ayrıca, ulusal mahkemelerin kararına uymamakla, ulusal makamların, başvuranı, hakkı olduğu paranın tamamını almaktan alıkoyduğunu kaydeder. Hükümet bu müdahale için herhangi bir açıklama öne sürmemiştir. AİHM, yukarıdakiler ışığında, AİHS’nin 6/1 maddesiyle Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varır. II. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesine göre: “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran maddi tazminat olarak 5000 EUR, manevi tazminat olarak ise 20.000 EUR talep etmiştir. Hükümet başvuranın taleplerine itiraz etmiştir. AİHM, nihai hakim kararının uygulanmaması nedeniyle AİHS’nin 6/1 maddesiyle Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğini tespit ettiğini kaydeder. AİHM, içtihadı ışığında, Hükümet’in mahkemece belirlenen meblağın ödenmemiş kısmını ödemesinin başvuranın maddi tazminat talebini karşılayacağı sonucuna varır (diğerlerinin yanı sıra bkz. Basouko - Yunanistan, 3028/03; Ahmet Kılıç - Türkiye, 38473/02; Akıncı; Kaçar ve Diğerleri). Bu nedenle, AİHM, Savunmacı Devlet’in Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 22 ve 25 Aralık 2000 tarihli kararlarının idare tarafından tamamıyla yerine getirilmesini sağlaması gerektiğine karar verir. Öte yandan AİHM, başvuranın, yalnız ihlalin tespit edilmesiyle yeterince telafi edilemeyecek bir manevi zarara uğramış olabileceğini kabul eder. Sonuç olarak AİHM, davanın koşullarını göz önünde bulundurarak, hakkaniyete uygun surette başvurana 800 EUR manevi tazminat ödenmesine karar verir. B. Yargılama gideri Başvuran yargılama gideri talep etmemiştir. Buna göre bu başlık altında tazminata hükmedilmez. C. Gecikme Faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın eklenmesinin uygun olduğuna karar vermiştir. BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM, OYBİRLİĞİYLE 1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna; 2. Kararın uygulanmamasından ötürü AİHS’nin 6/1 maddesi ile Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğine; 3. (a) AİHS’nin 44. maddesi’nin 2. fıkrası gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ile birlikte Savunmacı Hükümet tarafından başvurana; ulusal mahkeme kararlarından doğan borcun başvurana ödenmemiş kısmının ve ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden Savunmacı Hükümet’in ulusal para birimine çevrilmek üzere 800 EUR (sekiz yüz Euro) manevi tazminatın ödenmesine; (b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına; 4. Başvuranın adil tatmine ilişkin diğer taleplerinin reddedilmesine KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar, İngilizce olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkraları uyarınca 8 Ocak 2009 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir. François Elens-Passos Zabıt Katibi Yardımcısı Françoise Tulkens Başkan —— • —— M. KAPLAN/Türkiye Davası* Başvuru No: 29016/04 Strazburg 9 Aralık 2008 İKİNCİ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 29016/04 no’lu davanın nedeni, T.C. vatandaşı Mehmet Kaplan’ın (başvuran), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, 25 Mart 2003 tarihinde Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde, Şanlıurfa Barosu avukatlarından M. Birlik tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuran, 1941 doğumludur ve Gaziantep’te ikamet etmektedir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Birecik barajının inşası çalışmaları çerçevesinde, Nizip’e bağlı Aşağıçardak köyündeki başvurana ait bir arsayı (parsel no. 624) kamulaştırmıştır. 8 Şubat 1999’da, başvuran, ek tazminat talebiyle Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açmıştır. 30 Aralık 1999’da, Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurana 5 Mart 1999 tarihinden başlamak üzere faiziyle birlikte 5,286,375,000 Türk Lirası 5 tutarında ek tazminat ödenmesine hükmetmiştir. 19 Haziran 2000’de, Yargıtay, ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. İdare, 4 Kasım 2002 ve 23 Mayıs 2007 tarihlerinde, başvurana faiziyle birlikte ek tazminat olarak sırasıyla 15,853,159,343 TL6 ve 7,799.64 YTL7 ödemiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. HUKUK I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİ İLE 1 NO.LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, kendisine ait taşınmazın kamulaştırılmasının ardından ödenmesine hükmedilen ek tazminatın ödenmesinde yaşanan gecikmenin, faiz oranının düşüklüğü ile birlikte mali kayba yol açtığı konusunda şikayetçi olmuş ve bu şikayetini AİHS’nin 6/1 maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesine dayandırmıştır. A. Kabuledilebilirlik Hükümet, başvuranın Borçlar Kanunu’nun 105. maddesinin sağladığı hukuk yolundan gerektiği gibi yararlanmamış olması nedeniyle, AİHS’nin 35. maddesinde öngörülen iç hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmüştür. Borçlar Kanunu’nun 105. maddesine göre, başvuranın uğradığı zararın gecikme faizi miktarını aştığını kanıtlaması halinde, iddia konusu ek tazminatın ödenmesinde yaşanan gecikme nedeniyle uğradığı maddi kayıp için kendisine tazminat ödenebilirdi. Hükümet, ayrıca, Yargıtay kararının 19 Haziran 2000 tarihinde verilmesine rağmen, başvuranın 25 Mart 2003 tarihinde başvuruda bulunması nedeniyle, altı ay kuralının yerine getirilmediğini ileri sürmüştür. AİHM, Akkuş / Türkiye davasında (Hüküm ve Karar Raporları 1997-IV) benzer ön itirazları reddettiğini kaydetmektedir. AİHM, sözkonusu davada aksi yönde karar vermek için herhangi bir gerekçe bulunmaması nedeniyle Hükümet’in itirazlarını reddeder. AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir. B. Esas 5 9,705 Euro. 9,459 Euro. 7 Yaklaşık 4,374 Euro. 6 Hükümet, ek tazminatın tamamının 4 Kasım 2002 ve 22 Mayıs 2007 tarihlerinde ödendiğini, ancak başvuranın şikayetlerinde bu ikinci ödemeden bahsetmediğini ileri sürmüştür. Ayrıca, uygulanan faiz oranları ile makamların ilgili miktarı gecikmeli ödemesi nedeniyle başvuran herhangi bir maddi zarara uğramamıştır. Yukarıda adı geçen Akkuş kararı gözönünde bulundurulduğunda, Hükümet, başvuranın 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi tarafından güvence altına alınan mülkiyet hakkına saygı gösterme yükümlülüğünü yerine getirmiştir. AİHS’nin 6. maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlali sözkonusu değildir. Başvuran, 22 Mayıs 2007 tarihinde yapılan ödemeyle ilgili olarak herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Başvuran, iddialarını sürdürerek Hükümet’in iddialarına itiraz etmiştir. AİHM, daha önce benzer davaları incelediğini ve AİHS’nin 6. maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlalini tespit ettiğini kaydeder (Burdov / Rusya, no. 59498/00 ve Kaçar ve Diğerleri, yukarıda kaydedilen). AİHM, önceki davalardakinden farklı bir sonuca varması için herhangi bir gerekçe bulunmadığı görüşündedir. AİHM, makamların ilk ödemeyi Yargıtay’ın kararından iki yıl beş ay, ikinci ödemeyi ise sözkonusu karardan yaklaşık yedi yıl sonra yaptıklarını kaydeder. Sonuç olarak, AİHM, yerel mahkemelerce hükmedilen ek tazminatın ödenmesinde yaşanan gecikmenin kamulaştırmayı yapan makamdan kaynaklandığını ve bu gecikme sonucu mal sahibinin taşınmazının kamulaştırılmasına ek olarak zarara uğradığını tespit etmiştir. AİHM, bu gecikme ve yargılamanın uzun sürmesi sonucu, başvuranın bireysel ve aşırı bir yük altına sokulduğunu, bunun da mülkiyet hakkının korunması ile kamu çıkarının gerekleri arasındaki adil dengeyi bozduğunu tespit etmiştir. AİHM, yukarıda anlatılanlar ışığında, AİHS’nin 6/1 maddesi ile 1 No.lu Protokol’ü 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. II. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesine göre: “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran, maddi tazminat olarak 26,000 Euro, manevi tazminat olarak 20,000 Euro talep etmiştir. Hükümet, bu taleplere itiraz etmiştir. AİHM, başvuranın 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi uyarınca yapmış olduğu şikayetle ilgili olarak, -Akkuş kararında (yukarıda kaydedilen) kullandığı hesaplama yöntemini kullanarak ve sözkonusu zamandaki ilgili ekonomik verileri gözönünde bulundurarak- iki ödeme sonrasında başvuranın kaybının 400 Euro olduğuna karar vermiştir. AİHM, içtihadı uyarınca, Hükümet’in mahkeme kararı sonucu yapmış olduğu ödemenin başvuranın maddi tazminat talebini karşıladığı görüşündedir (Basoukou / Yunanistan, no. 3028/03; Ahmet Kılıç / Türkiye, no. 38473/02; Akıncı / Türkiye, no. 12146/02; Kaçar ve Diğerleri, yukarıda kaydedilen). AİHM, başvuranın tespit edilen ihlalin tek başına yeterli tatmin oluşturamayacağı düzeyde manevi zarar görmüş olabileceğini kabul etmektedir. AİHM, dava koşullarını dikkate alarak ve hakkaniyete uygun temellere dayanarak, başvurana 3,000 Euro ödenmesine karar verir. B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran, yargılama masraf ve giderleri için herhangi bir talepte bulunmamıştır. Dolayısıyla, bu başlık altında herhangi bir ödeme yapılmasına hükmedilmemiştir. C. Gecikme Faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir. BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM, OYBİRLİĞİ İLE 1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna; 2. Yerel mahkeme kararının geç uygulanması nedeniyle AİHS’nin 6/1 maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğine; 3. (a)AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilmek üzere ve her türlü vergi ve kesintiden muaf tutularak Savunmacı Hükümet tarafından başvurana maddi tazminat olarak 400 Euro (dört yüz Euro), manevi tazminat olarak 3,000 Euro (üç bin Euro) ödenmesine; (b)Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına; 4. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddedilmesine karar vermiştir. İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları gereğince 9 Aralık 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— M. TOSUN/Türkiye Davası* Başvuru No: 33104/04 Strazburg 18 Kasım 2008 İKİNCİ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 33104/04 no’lu davanın nedeni, T.C. vatandaşı Mustafa Tosun’un (başvuran), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, 22 Temmuz 2004 tarihinde Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde, İstanbul Barosu avukatlarından Sabri Kuşkonmaz tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuran, 1974 doğumludur ve İstanbul’da ikamet etmektedir. Başvuran, 10 Kasım 1995 tarihinde, o zaman yürürlükte olan Ceza Kanunu’nun 146. maddesi uyarınca suç teşkil eden anayasal düzeni bozmaya teşebbüs şüphesiyle yakalanmıştır. Başvuran, daha sonra cezaevine gönderilmiş ve aleyhindeki cezai kovuşturma başlayıncaya kadar burada alıkonmuştur. 4 Aralık 1995’te, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı, aynı mahkemeye, başvuran ile diğer birkaç kişiyi yukarıda bahsi geçen suçla itham eden bir ithamname vermiştir. 24 Aralık 2002’de, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (buradan itibaren “ilk derece mahkemesi”), başvuranı suçlu bulmuş ve müebbet hapis cezasına çarptırmıştır. Başvuran temyize gitmiştir. 8 Aralık 2003’te, Yargıtay kararı bozmuş ve başvuran aleyhindeki cezai kovuşturma ilk derece mahkemesi önünde yeniden başlamıştır. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılmasından sonra, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi davayı devralmıştır. 18 Mayıs 2006’da, başvuran, Kasım 2005’ten beri tutuklu bulunduğu cezaevinden şartla salıverilmiştir. Yargılama halen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde beklemededir. Başvuranın verdiği bilgiye göre, en son duruşma 1 Mayıs 2008 tarihinde yapılmıştır. HUKUK I. AİHS’NİN 5/3 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, tutukluluk süresinin çok uzun olduğu konusunda şikayetçi olmuş ve bu şikayetini AİHS’nin 5/3 maddesine dayandırmıştır. Hükümet, bu iddiaya itiraz etmiştir. C. Kabuledilebilirlik AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir. D. Esas Hükümet, yargılanma sürecinde başvuranın tutuklu bulunmasının, kamu güvenliği ile yeniden suç işleme veya aleyhindeki kanıtları ortadan kaldırma riskleri nedeniyle gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Başvuran, iddialarını sürdürmüştür. AİHM, başvuranın tutukluluğunun yakalanıp gözaltına alındığı 10 Kasım 1995 tarihinde başlayıp ilk derece mahkemesi tarafından hüküm giydiği 24 Aralık 2002 tarihine kadar devam ettiğini gözlemlemektedir (bkz, Wemhoff / Almanya, A Serisi no. 7). Başvuran, 24 Aralık 2002 tarihinden mahkumiyet kararının Yargıtay tarafından bozulduğu 8 Aralık 2003 tarihine kadar, AİHS’nin 5/1 (a) maddesi uyarınca “yetkili mahkeme tarafından mahkum edildikten sonra” hapsedilmiştir. Bu nedenle, hükümlülük süresi 5/3 maddesinin kapsamının dışında kalmaktadır (bkz, Cahit Solmaz / Türkiye, no. 34623/03). Başvuran, AİHS’nin 5/3 maddesi uyarınca, 8 Aralık 2003 ile şartla salıverildiği 18 Mayıs 2006 tarihleri arasında, ön duruşma sürecinde bir kez daha tutuklanmıştır. Dolayısıyla, başvuran, toplamda dokuz yıl yedi ay yirmi dört gün tutuklu bulunmuştur. AİHM, sözkonusu davadakine benzer sorunlar içeren birçok davada AİHS’nin 5/3 maddesinin ihlalini saptamıştır (Münire Demirel / Türkiye, no. 5346/03). AİHM, kendisine sunulan bütün belgeleri inceledikten sonra, Hükümet’in bu davada farklı bir sonuca varmasını sağlayacak herhangi bir kanıt veya iddia ortaya koymadığı kanaatine varmıştır. Yukarıdaki bilgiler ışığında, AİHM, başvuranın tutukluluk süresinin aşırı olduğu sonucuna varmıştır. Buna göre, AİHS’nin 5/3 maddesi ihlal edilmiştir. II. AİHS’NİN 6/1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, son olarak, aleyhindeki cezai kovuşturma süresinin AİHS’nin 6/1 maddesinde yer alan makul süre şartını ihlal ettiği konusunda şikayetçi olmuştur. Hükümet, bu iddiaya itiraz etmiştir. Hükümet, kovuşturmanın karmaşık olduğunu ve başvuranın duruşmada yazılı savunmasını sunmada yaşattığı gecikmelerin kovuşturmanın uzun sürmesinde etkili olduğunu iddia etmiştir. Hükümet’e göre, ilk derece mahkemesi davayı itinayla yönetmiş ve düzenli aralıklarla duruşma yapmıştır. AİHM, başvuran aleyhindeki cezai kovuşturmanın yakalandığı 10 Kasım 1995 tarihinde başladığını ve ilk derece mahkemesi önünde halen derdest olduğunu gözlemlemektedir. A. Kabuledilebilirlik AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir. E. Esas AİHM, yargılama süresinin makul olup olmadığı konusunun dava koşulları ışığında değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Davanın karmaşıklığı ve makamların başvuran ile ilgili tutumu özellikle gözönünde bulundurulmalıdır (bkz, Pélissier ve Sassi / Fransa, no. 25444/94). AİHM, başvuran ile diğer birkaç sanık aleyhindeki ciddi iddiaların karara bağlanmasını gerektirmesi nedeniyle dava konusunun karmaşık olduğu hususunda Hükümet’le hemfikirdir. Ancak, başvuranın savunmasını sunmada yaşattığı gecikmelerle açıklanamayacak olan ilk derece mahkemesi önündeki toplam yargılama süresini –yaklaşık on üç yıl- gözönünde bulunduran AİHM, sözkonusu cezai yargılamanın makul bir süre içerisinde yapıldığı konusunda ikna olmamıştır. AİHM, yukarıda anlatılanlar ışığında, AİHS’nin 6/1 maddesinde öngörülen “makul süre” şartının yerine getirilmediği sonucuna varmıştır. Sonuç olarak, AİHS’nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir. III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesine göre: “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran, maddi tazminat olarak 50,000 Euro, manevi tazminat olarak 50,000 Euro talep etmiştir. Hükümet, talep edilen miktarların aşırı olduğunu ve yazılı delillerle desteklenmediğini iddia etmiştir. Başvuranın maddi tazminat talebini desteklemek üzere herhangi bir belge sunmadığını gözlemleyen AİHM, bu talebi reddeder. Ancak, AİHM, başvuranın tespit edilen ihlalin tek başına yeterli tatmin oluşturamayacağı düzeyde manevi zarar görmüş olabileceğini kabul etmektedir. AİHM, benzer davaları dikkate alarak ve hakkaniyete uygun temellere dayanarak, bu başlık altında başvurana 13,500 Euro ödenmesine karar verir. B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran, yargılama masraf ve giderleri için herhangi bir talepte bulunmamıştır. Dolayısıyla, AİHM, başvurana bu bağlamda herhangi bir ödeme yapılmasına gerek olmadığı kanaatindedir. C. Gecikme Faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir. BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM, OYBİRLİĞİ İLE 5. Başvurunun geri kalan kısmının kabuledilebilir olduğuna; 6. AİHS’nin 5/3 maddesinin ihlal edildiğine; 7. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine; 8. (a)AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilmek üzere ve her türlü vergi ve kesintiden muaf tutularak Savunmacı Hükümet tarafından başvurana manevi tazminat olarak 13,500 Euro (on üç bin beş yüz Euro) ödenmesine; (b)Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına; 9. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddedilmesine karar vermiştir. İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları gereğince 18 Kasım 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— MELEK SİMA YILMAZ/Türkiye* Başvuru No:37829/05 Strazburg 30 Eylül 2008 İKİNCİ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan (37829/05) no’lu davanın nedeni Melek Sima Yılmaz’ın (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) 12 Ekim 2005 tarihinde Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran, İstanbul Barosu avukatlarından S. Arslan tarafından temsil edilmektedir. 3 Nisan 2007 tarihinde, AİHM, başvuruyu kısmen kabuledilemez bulmuş ve Yüksek Disiplin Kurulu’nun başvuranın savunma haklarına riayet etmemesi nedeniyle hakkaniyetten yoksunluk, idare mahkemelerinde duruşma yapılmaması ve Danıştay Savcısı’nın görüşlerinin tebliğ edilmemesi kapsamında yapılan şikayetin Hükümet’e tebliğ edilmesine karar vermiştir. OLAYLAR I. DAVANIN KOŞULLARI Başvuran, 1970 doğumludur ve Erzurum’da ikamet etmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı, Yüksek Disiplin Kurulu’nun (bundan böyle « Yüksek Disiplin Kurulu » olarak anılacaktır) soruşturma raporuna dayanarak aldığı 8 Kasım 2000 tarihli kararında, öğretmenlik yapan başvuranı, kamu kuruluşlarında türban takmayı kesin olarak yasaklayan yürürlükteki kılık-kıyafet yönetmeliğine (bundan böyle « kılık-kıyafet yönetmeliği» olarak anılacaktır) uymadığı gerekçesiyle görevinden almıştır. Başvuran, 9 Şubat 2001 tarihinde yukarıda açıklanan görevden alma kararına karşı Erzurum İdare Mahkemesi’nde yürütmeyi durdurma ve iptal davası açmıştır. Başvuran, diğerlerinin yanısıra, bu yaptırımın yasal dayanağı olmadığını, ayrıca Yüksek Disiplin Kurulu’nun devlet memurlarına ilişkin 657 sayılı Kanun’un 129/2 maddesinde düzenlenen hakları hakkında kendisini bilgilendirmediği için silahların eşitliği ilkesinin ve çekişmelilik ilkesinin çiğnendiğini iddia etmiştir. İdare Mahkemesi, 28 Mart 2001 tarihinde, Yüksek Disiplin Kurulu’nun sözkonusu 129/2 maddede düzenlenen haklarını açık bir şekilde başvurana bildirmediği, sadece savunmasını yazılı olarak vermesini istediği ve dolayısıyla başvuranın savunma hakkını kısıtladığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı almıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın başvurusu üzerine Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 5 Nisan 2001 tarihli kararıyla, yukarıda bahsi geçen kararı bozmuştur. Mahkeme kararında, yürürlükteki yasanın, Yüksek Disiplin Kurulu’na ilgili şahsı ihtilaflı kanun hükmünde yeralan haklarla ilgili olarak bilgilendirme zorunluluğunu yüklemediğini ve kurulun yalnızca yazılı savunmasını yasal süre içerisinde vermesini başvurandan istemekle yükümlü olduğunu vurgulamıştır. Diğer taraftan, ilgili şahsın bu konuda özel olarak talepte bulunması gerekmektedir. Bu davada, özellikle Yüksek Disiplin Kurulu’nun başvurana kendini savunması için gerçekten bir şans tanıdığı ve yürürlükteki yasalara uygun olarak kendisine karşı yürütülen suçlamaların tür ve nedeni hakkında bilgilendirdiği ortaya çıkmaktadır. Daha sonra başvuran, sözkonusu 129/2 maddede yeralan haklardan yararlanmak için özel bir talepte bulunmaksızın yazılı savunmasını vermiş ve mahkeme de tarafların sunduğu ve dosyada yeralan tüm belge ve bilgileri inceleyerek kendisini görevden almaya karar vermiştir. İdare Mahkemesi 19 Haziran 2001’de başvuranın, Yüksek Disiplin Kurulu’nun yukarıda bahsi geçen 129/2 maddede belirtilen hakları açık bir şekilde kendisine bildirmediği gerekçesiyle savunma hakkının kısıtlanmasına ilişkin iddiasını kabul ederek Disiplin Kurulu tarafından alınan kararı iptal etmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın itirazı üzerine ve Danıştay başsavcısının başvurana iletilmeyen 11 Eylül 2001 tarihli raporuna uygun alarak Danıştay, 19 Eylül 2001’te, idari yargılamalara ilişkin 2577 sayılı kanun uyarınca yukarıda bahsigeçen kararla ilgili yürütmeyi durdurma kararı almıştır. Danıştay, esasen başsavcının başvurana iletilmeyen 5 Mart 2002 tarihli raporuna dayanarak 15 Nisan 2002 tarihinde aldığı kararda, yönetimin birçok kez uyarmasına ve yürürlükteki kılık-kıyafet yönetmeliğinin kesin olarak yasaklamasına rağmen, başvuranın ısrarla ders saatlerinde türban takmasını gerekçe göstererek ve alınan önlemin yasalara aykırı olmadığını vurgulayarak, yukarıda bahsi geçen 19 Haziran 2001 tarihli kararı iptal etmiştir. Üstelik, 657 sayılı Kanun’un 129/2 maddesinde yeralan haklardan yararlanmak için başvuranın özel olarak talepte bulunması gerektiğine, başvuranın bunu yapmadığına ve dolayısıyla savunma hakkının kısıtlanmadığına hükmetmiştir. Davayı bidayet mahkemesine geri göndermiştir. 1 Ekim 2002 tarihli kararında idare mahkemesi, Danıştay’ın kararına uyarak başvuranın iptal talebini reddetmiştir. 24 Aralık 2004 tarihinde Danıştay, başvurana iletilmeyen 28 Ağustos 2003 tarihli başsavcı raporuna da dayanarak idare mahkemesinin kararını onamıştır. Bu karar kendisine 26 Nisan 2005 tarihinde tebliğ edilmiştir. Devlet görevlilerine uygulanan cezaların affını ve sicilden silinmesini öngören 5525 sayılı Kanun’un Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilip, 4 Temmuz 2006 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra, başvuran, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 21 Eylül 2006 tarihinde aldığı kararla görevine geri dönmüştür. Dosyada bulunan belge ve bilgilere göre başvuran, 11 Ekim 2006 tarihinde öğretmenlik görevine geri dönmüştür. Halen Erzurum Hilalkent Lisesinde öğretmenlik yapmaktadır. HUKUK I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİNİN İHLÂL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran, birçok kez söz konusu disiplin soruşturmasının ve idari davanın hakkaniyetten yoksun olduğunu ileri sürmüştür. İlk önce, Yüksek Disiplin Kurulu önünde yapılan soruşturmada savunma hakkına saygı gösterilmediğini iddia etmektedir. İkinci olarak, idari mahkemelerde duruşma yapılmamasından şikâyetçi olmuştur. Son olarak ise, Danıştay önündeki yargı safhasında, özellikle başsavcının temyiz başvurusunun esası hakkında Danıştay’a sunduğu yazılı rapora cevap verme imkânı bulamadığından, silahların eşitliği ilkesinin çiğnendiğini ileri sürmektedir. Başvuran AİHS’nin 6/1 maddesinin birçok açıdan ihlâl edildiğini savunmaktadır : A. Kabuledilebilirliğe ilişkin Hükümet, Pellegrin içtihadına atıfla ([GC], no 28541/95, CEDH 1999-VIII....), öncelikle bu davada AİHS’nin 6. maddesinin uygulanamayacağını savunmaktadır. Başvuran, bu iddiaya itiraz etmektedir. Bu konuyla ilgili olarak AİHM, Devlet ile memurları arasındaki anlaşmazlıklarda 6/1 maddenin uygulanabilirliği hakkındaki içtihatını gözden geçirdiğini anımsatmaktadır. Özellikle, Finlandiya aleyhine Vilho Eskelinen ve diğerleri ([GC], no 63235/00, prg. 62, CEDH 2007-...) davasında AİHM, savunma yapan devletin devlet görevlisi bir başvurana karşı 6/1 maddenin uygulanamayacağını geçerli bir şekilde savunabilmesi için beraberce incelenmesi gereken iki yeni kıstas getirmiştir: bir taraftan, devlet görevlisi olan başvuranın ulusal hukuk çerçevesinde bir mahkemeye başvurma hakkından tamamen yoksun olması ; diğer taraftan, 6. maddeyle teminat altına alınan hakların uygulanmama gerekçesinin devletin çıkarlarına yönelik objektif amaçlara dayanması gerekmektedir. Oysa bu davada, başvuranın ulusal hukuk çerçevesinde mahkemeye erişim hakkı olduğu ve anlaşmazlığı idari yargının önüne götürebildiği tartışılamaz. Bu itibarla, birinci şart yerine getirilmediğinden AİHM, ikinci şartın incelenmesine gerek duymamış ve 6. maddenin bu davada uygulanabileceği sonucuna varmıştır. Diğer taraftan Hükümet, hem başvuranın Danıştay kararını düzeltme başvurusunda bulunmayarak iç hukuk yollarını tamamen tüketmediğini hem altı aylık süreye uymadığını ileri sürmektedir. Bu konuyla ilgili olarak, dava dilekçesinin başvuranın avukatı tarafından 20 Ocak 2006 tarihinde imzalandığını ve AİHM’nin alındı damgasındaki tarihin ise 14 Şubat 2006 olduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan Hükümet, dava dosyasında, 3 Nisan 2007 tarihinde alınan kısmi kararda belirtildiği gibi dava dilekçesinin 12 Ekim 2005 tarihinde verildiğini gösteren herhangi bir belgenin bulunmadığını savunmaktadır. Oysa, ulusal yargı organları tarafından verilen 24 Aralık 2004 tarihli nihai karar başvurana 26 Nisan 2005 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bu nedenle AİHM’ye yapılan başvuru gecikmeli olarak yapılmıştır. Başvuran tüm bu iddialara itiraz etmektedir. AİHM, Hükümet’in ileri sürdüğü iç hukuk yollarının tamamen tüketilmediği iddiasını daha önceki benzer davalarda incelediğini anımsatmaktadır (bakınız, özellikle, Türkiye aleyhine Öz davası (karar), no 68447/01, 23 Ekim 2007 ; mutatis mutandis, Türkiye aleyhine Gök ve diğerleri davası , no 71867/01, 71869/01, 73319/01 ve 74858/01, prg. 47-48, 27 Temmuz 2006 ; Türkiye aleyhine Satılmış ve diğerleri davası, no 74611/01, 26876/02 ve 27628/02, prg. 50-52, 17 Temmuz 2007). AİHM daha önceki kararlarını değiştirmeye sevkedecek herhangi bir gerekçe görmemekte ve dolayısıyla Hükümet’in itirazını reddetmektedir. Altı aylık süreye uyulmadığı iddiasıyla ilgili olarak AİHM, süregelen uygulamalarına atıfla, başvuranın AİHM’ye başvuruda bulunmak istediğini bildiren ve içinde şikayetine ilişkin unsurların yer aldığı ilk dilekçesinin AİHM’ye ulaştığı tarihin başvuru tarihi olarak kabul edildiğini anımsatmaktadır. (Birleşik Krallık aleyhine Chalkley davası (karar), no 63831/00, 26 Eylül 2002). Dolayısıyla başvuran, AİHM’ne ilk müracaatını 12 Ekim 2005 tarihinde yapmış olup, Danıştay’ın 24 Aralık 2004 tarihli kararının tebliğ edildiği tarih olan 26 Nisan 2005 tarihinden itibaren başlayan altı aylık süreyi aşmamıştır. Buradan yola çıkarak AİHM, Hükümet’in altı aylık süreye uyulmadığı yönündeki itirazını reddetmektedir. AİHM, başvurunun kalan bölümlerinin, AİHS’nin 35/3 maddesi kapsamında mesnetsiz olmadığını tespit etmektedir. Ayrıca AİHM, başka herhangi bir kabuledilemezlik gerekçesi tespit etmemiştir. Dolayısıyla, davanın kabuledilebilir ilan edilmesi uygun olacaktır. B. Esasa ilişkin 1. Disiplin soruşturmasının hakkaniyetten yoksun olduğu iddiası hakkında Başvuran, Yüksek Disiplin Kurulu’nun kendisini 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 129/2 maddesinde yeralan, yazılı veya sözlü olarak kendisi veya temsilcisi vasıtasıyla savunma yapmak, şahit dinletmek, soruşturma raporunu incelemek gibi haklar konusunda bilgilendirilmediği için bu tür hakları olduğundan haberi olmadığını, bu nedenle Yüksek Disiplin Kurulu önünde kendisini savunma hakkının çiğnendiğini iddia etmektedir. Hükümet bu iddiaya itiraz etmektedir. Öncelikle, Yüksek Disiplin Kurulu’nun idari bir organ olduğunu ve AİHS’nin 6. maddesi bağlamında bir «mahkeme» gibi faaliyet göstermediğini, ancak verdiği kararların idari mahkemelerin önüne götürülebileceğini vurgulamaktadır. Bu davada başvuran, böylesine bir başvuru imkânından yararlanmış ve idari yargı organları Yüksek Disiplin Kurulu’nun, yukarıda bahsi geçen 129/2 maddeyle teminat altına alınan haklarla ilgili olarak, başvuranı bilgilendirme yükümlülüğü olmadığına ve bunu başvuranın savunma sırasında bizzat talep etmesi gerektiğine hükmetmiştir. AİHM, bu davada başvuranın derslere girerken olayın geçtiği dönemde yürürlükte olan yönetmeliklere aykırı olarak türban takması dolayısıyla, hakkında Yüksek Disiplin Kurulu önünde disiplin soruşturması yapıldığını tespit etmektedir. Bu soruşturma sırasında, yürürlükteki iç tüzüğe uygun olarak başvurandan yazılı savunma istenmiş ve kendisi de tanınan yasal süre içerisinde bunu vermiştir. Bu konuyla ilgili olarak AİHM, başvuranın ihtilaflı yaptırımın iptali için bilahare dava açtığı ulusal yargılama organlarının, konuyu sadece savunma hakkının çiğnenmesi açısından değil davanın esasına ilişkin unsurlar açısından da belirtmektedir (karşılaştırınız, Belçika aleyhine Albert ve Le Compte davası, 10 Şubat 1983 tarihli karar, seri A no 58, prg. 36). Başka bir deyişle, AİHM, başvuranın Yüksek Disiplin Kurulu tarafından verilen görevden alınma kararına sonradan yasal yollarla itiraz etme imkânı bulduğunu ve yukarıda kendisinin de belirttiği gibi savunma hakkının çiğnendiği iddiasını idari mahkemelerin önüne götürebildiğini tespit etmektedir. Diğer taraftan başvuran, esas itibariyle söz konusu yaptırımın iptali için idari yargı organlarında açtığı davaların reddedilmesine itiraz etmektedir. Bu amaca ulaşmak için elindeki yegâne aracın disiplin soruşturması sırasında savunma haklarının çiğnendiğini ileri sürmek olduğunu belirtmektedir. Başvuranın düşüncesine göre, idari yargı organları bu yaptırımı cezalandırmalı ve iptal talebini kabul etmeliydi. Bununla birlikte, başvuran idari yargı organları önünde yapılan yargılamalarda, aynı haklarının çiğnendiğini ileri sürmemiştir.. Bu konuyla ilgili olarak AİHM, başvuranın şahitlerin dinlenmesi ya da ek soruşturma yapılmasıyla ilgili herhangi bir talepte bulunmamış olmasını önemli bulmaktadır. Burada esas itibariyle, dosyasıyla ilgili tüm belge ve bilgilerin ilgili şahsa sunulduğu ve disiplin dosyasında yeralan tutanaklar da dahil olmak üzere karşı tarafın bütün argümanlarına itiraz etme şansı bulabildiği yazılı usulle gerçekleştirilen bir dava sözkonusudur. Son olarak, devlet görevlilerine verilen cezaların affını ve sicil kayıtlarının silinmesini öngören 5525 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra, başvuran öğretmenlik görevine geri dönmüş ve dolayısıyla ihtilaflı görevden alınma cezası ortadan kalkmıştır. 2. İdari yargılamaların hakkaniyetten yoksun olduğu iddiası hakkında Başvuran, buna ilaveten idari yargılamalar sırasında hiçbir zaman duruşma yapılmadığı ve Danıştay başsavcısının tebliğnamesinin kendisine bildirilmediği gerekçesiyle idari yargılamaların da hakkaniyetten yoksun olduğunu ileri sürmektedir. Hükümet bu iddialara itiraz etmektedir. Birinci iddia olarak öne sürülen duruşma yapılmadığı iddiası üzerine Hükümet, Türk hukukunda idari yargılamaların esasen yazılı yargılamalar olduğunu ve ancak tarafların talebi üzerine duruşma yapıldığını bildirmektedir. Oysa, başvuran sözkonusu yargılama sırasında hiçbir zaman böyle bir talepte bulunmamıştır. Başvuran buna itiraz etmekte ve bir avukat tutacak parası olmadığından dolayı bu olanaktan haberdar olamadığını savunmaktadır. AİHM, Hükümet’in de altını çizdiği gibi, Türk hukukunda idari yargılamaların esas itibariyle yazılı yargılamalar olduğunu ve ayrıca başvuranın yürürlükteki iç hukuk düzenlemeleri çerçevesinde ihtilaflı yargılamanın her aşamasında duruşma talep etme imkânının olduğunu tespit etmektedir. Oysa ilgili şahsın böyle bir talepte bulunmadığı açıkça görülmektedir. Diğer taraftan AİHM, Türk hukukunun yürürlükteki düzenlemelerine uygun olarak idari yargı organlarında görülen davalarda, avukat bulundurulmasının zorunlu olmadığını anımsatmaktadır. Aynı zamanda, dosyada bulunan belge ve bilgilerden, başvuranın yargı organlarından adli yardım alma talebinde bulunmadığı ve hiçbir zaman idari yargı organları önünde bir avukat tarafından temsil edilmek istediğini bildirmediği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, Danıştay başsavcısının yazılı raporunun bildirilmediği hakkındaki şikâyete ilişkin olarak AİHM, buna benzer bir şikâyeti daha önce incelediğini, Danıştay başsavcısının görüşlerinin niteliği ve başvuranın buna yazılı olarak cevap verme imkanının olmayışı nedenleriyle çekişmeli yargı hakkına saygı gösterilmediği için AİHS’nin 6. maddesinin ihlâl edildiğine karar verildiğini anımsatmaktadır (bakınız, mutatis mutandis, Türkiye aleyhine Göç davası [GC], no 36590/97, prg. 58, CEDH 2002-V ; Meral, adı geçen, prg. 32-39). AİHM bu davayı incelemiş ve Hükümet’in farklı bir sonuca varmasını sağlayacak inandırıcı bir olgu ya da kanıt sunmadığı kanaatine varmıştır. Dolayısıyla, şikâyetin yalnızca son bölümüyle ilgili olarak 6/1 madde ihlâl edilmiştir. II. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA A. Tazminat Başvuran, gecikme faizi işletilerek maruz kaldığı maddi zarar için 61.550 Euro ve manevi zarar için 25.000 Euro talep etmektedirler. Hükümet, sözkonusu iddialara karşı çıkmaktadır. AİHM, talep edilen maddi tazminat ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmadığını kaydetmektedir ve talebi reddetmektedir. Buna karşın AİHM, başvuranın belli bir manevi zarara maruz kaldığı ve ihlal tespitinin manevi zararı telafi etmek için yeterli olduğu kanaatindedir (Meral) B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran, öncelikle AİHM önünde yapmış olduğu masraflar için avukatlık ücretine tekabül eden 7.500 Euro talep etmektedir. Bu bağlamda başvuran, AİHM önündeki avukatı S. Arslan’la 15 Eylül 2005 tarihinde imzalanan avukatlık sözleşmesinin bir nüshasını belge olarak sunmaktadır. Başvuran, ayrıca, AİHM önünde yapılan diğer giderleri (telefon, yazışma, fotokopi, yol masrafları) de talep etmektedir. İddiasını desteklemek için başvuran sadece posta masrafına tekabül eden 74 YTL’lik [yaklaşık 39 Euro’luk] bir faturayı da belge olarak sunmaktadır. Hükümet, sözkonusu iddialara karşı çıkmaktadır. AİHM içtihadına göre, bir başvuran yargılama masraf ve giderlerinin geri ödemesini ancak gerçekliği, gerekliliği ve makul oranda oldukları ortaya konduğu sürece elde edebilir (Bkz, Iatridis-Yunanistan (adil tatmin); Svipsta-Letonya, başvuru no: 66820/01, mutatis, mutandis, Nikolova-Bulgaristan, başvuru no: 31195/96). Mevcut davada, sahip olduğu unsurları ve yukarıda sözü edilen kriterleri göz önüne alarak AİHM, AİHM önündeki yargılama için başvurana 1.039 Euro ödenmesinin makul olacağı kanaatindedir. C. Gecikme faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM, OYBİRLİĞİYLE, 1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna; 2. Yalnızca Danıştay Savcısı’nın görüşünün tebliğ edilmemesi ile ilgili olarak AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine; 3. Başvuranın maruz kaldığı manevi zarar için ihlal tespitinin kendisinin yeterli adil tatmin oluşturduğuna; 4. a) AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf tutularak, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL’ye çevrilmek üzere Savunmacı Devlet tarafından yargılama masraf ve giderleri için başvurana 1.039 Euro (bin otuz dokuz Euro) ödenmesine; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 5. Adil tatmine ilişkin diğer tüm taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına uygun olarak 30 Eylül 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— MUSTAFA AÇIKGÖZ/Türkiye* Başvuru No. 34588/03 Strazburg 9 Aralık 2008 İKİNCİ DAİRE USULİ İŞLEMLER Davanın nedeni, Türk vatandaşı Mustafa Açıkgöz’ün (“başvuran”), 31 Temmuz 2003 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptığı başvurudur (başvuru no. 34588/03). Başvuran, Ankara Barosu avukatlarından E. Sansal tarafından temsil edilmiştir. OLAYLAR Başvuran, 1958 doğumludur ve Ankara’da yaşamaktadır. Başvuran, Türkiye’de kayıtlı bir inşaat şirketi olan Mustafa Açıkgöz İnşaat Limited Şirketi’nin sahibi ve yöneticisidir. 26 Nisan 1993’te S.K. ve F.Ö.’ye ait olan ve Beypazarı’nda bulunan arsa üzerine dairelerden ve dükkanlardan oluşan bir bina inşa etmek üzere bu kişilerle bir sözleşme yapmıştır. Arsanın sahipleri mülkiyetini başvurana ve başvuran da inşaat tamamlandığında, altı dairenin mülkiyetini S.K. ve F.Ö.’ye devredecekti. Sözleşmeye göre, S.K. ve F.Ö., ikisi iyi güneş alan üçer daireye sahip olacaktı. 7 Mart 1994’te S.K., binayı inşa ettiğini ancak dairelerin mülkiyetini kendisine devretmediğini ileri sürerek Beypazarı Asliye Hukuk Mahkemesi’nde başvuran aleyhinde dava açmıştır. S.K., 8, 15 ve 18 no’lu dairelerin, kendi adına kaydedilmesini talep etmiştir. 8 Nisan 1994 ve 1 Mayıs 1997 tarihleri arasında yirmi sekiz duruşma yapılmıştır. Bu süre boyunca mahkemeye, dairelerin dağılımı ve binanın bölümleri ya da dairelerin aydınlanması hususunda beş bilirkişi raporu sunulmuştur. 1 Mayıs 1997’de Beypazarı Asliye Hukuk Mahkemesi, S.K.’nın talebini kabul etmiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. 3 Aralık 1997’de Yargıtay, birinci derece mahkemesinin, başvuran ve S.K. arasında yapılan sözleşmenin hükümlerini doğru olarak değerlendirmediği ve bu nedenle, yanlış daireleri numaralandırdığı sonucuna vararak 1 Mayıs 1997 tarihli kararı bozmuştur. Yargıtay, sözleşme kapsamındaki “iyi güneş alan” ifadesinin, binanın güney cephesindeki daireler şeklinde yorumlanması gerektiği kanısına varmıştır. Başvuran, Yargıtay kararının gözden geçirilmesini talep etmiştir. 18 Mayıs 1998’de gözden geçirme talebi reddedilmiştir. Dava dosyası, müteakiben birinci derece mahkemesine geri gönderilmiştir. 18 Mayıs 1998 ve 24 Eylül 1998 tarihleri arasında iki duruşma yapılmıştır. 18 Eylül 1998’de mahkemeye, daha iyi güneş alan dairelerin numaralarının, 11, 14, 17 ve 20 olduğunu gösteren bir bilirkişi raporu sunulmuştur. 24 Eylül 1998’de Beypazarı Asliye Hukuk Mahkemesi, yüzölçümleri aynı olan 5, 6 ve 8 no’lu dairelerin yanı sıra 17 ve 20 no’lu dairelerin S.K. adına tapuya tescil edilmesi gerektiğine karar vermiştir. 7 Nisan 1999’da Yargıtay, birinci derece mahkemesinin kararını bir kez daha bozmuştur. Başvuranın, sözkonusu karar sonucu haksız bir zarara uğradığı sonucuna varmıştır. Davacı, Yargıtay’ın kararının gözden geçirilmesini talep etmiştir. 2 Aralık 1999’da gözden geçirme talebi reddedilmiştir. Dava dosyası, müteakiben birinci derece mahkemesine geri gönderilmiştir. 2 Aralık 1999 ve 9 Ekim 2000 tarihleri arasında altı duruşma yapılmıştır. 26 Mayıs 2000’de mahkemeye, bir bilirkişi raporu sunulmuştur. 9 Ekim 2000’de Beypazarı Asliye Hukuk Mahkemesi, toplam yüzeyi, 5, 6 ve 8 no’lu dairelerin toplam yüzeyinden daha az olan 1, 3, 5 ve 6 no’lu daireler ile 17 ve 20 no’lu dairelerin S.K. adına tapuya tescil edilmelerine karar vermiştir. 30 Nisan 2001’de Yargıtay, 9 Ekim 2000 tarihli kararı onaylamıştır. Başvuran, Yargıtay kararının gözden geçirilmesini talep etmiştir. 8 Ekim 2001’de Yargıtay, başvuranın talebini kabul etmiş, 30 Nisan 2001 tarihli kararı iptal etmiş ve 9 Ekim 2000 tarihli kararı bozmuştur. Yargıtay, birinci derece mahkemesinin, bilirkişilerden rapor hazırlamalarını ve dairelerin dağılımı ile binanın bölünmesine ilişkin öneri sunmalarını istediğini ve bilirkişilerin, 26 Mayıs 2000’de yedi öneri içeren bir rapor sunduklarını kaydetmiştir. Mahkemenin, başvurana sözkonusu önerilere ilişkin tercihini açıklama fırsatı vermediğini gözlemlemiştir. Mahkeme, bunun yerine, resen başvuranı olumsuz yönde etkileyen ilk öneriyi tercih etmiştir. Dava dosyası, müteakiben birinci derece mahkemesine geri gönderilmiştir. 8 Ekim 2001 ve 8 Temmuz 2002 tarihleri arasında dört duruşma yapılmıştır. Beypazarı Asliye Hukuk Mahkemesi, 11 Mart 2002 tarihli duruşmada başvuranın, tercih ettiği bilirkişi önerisini açıklamasını istemiş, ancak başvuran belirlenen süre içerisinde cevap vermemiştir. 8 Temmuz 2002’de Beypazarı Asliye Hukuk Mahkemesi, kararını vermiş ve 17 ve 20 no’lu dairelerle birlikte 2, 3, 4 ve 5 no’lu dairelerin S.K. adına tapuya kaydedilmelerine karar vermiştir. Yargıtay, 21 Nisan 2003’te 8 Temmuz 2002 tarihli kararı onaylamıştır. HUKUK I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, AİHS’nin 6/1 maddesi bağlamında hukuki yargılama süresinin “makul süre” gereğine uymadığından şikayetçi olmuştur. A. Kabuledilebilirlik AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru taşımadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru, kabuledilebilir niteliktedir. B. Esas Hükümet, yargılama süresinin makul süre gereğine uygun olduğunu kaydetmiştir. Başvuranın davasının karmaşık olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca, yargılama süresince uzlaşmayı reddettikleri için tarafların tutumlarının, yargılama süresinin uzamasına yol açtığını belirtmiştir. Başvuran, iddialarını yinelemiştir. Göz önüne alınması gereken süre, 7 Mart 1994’te başlamış ve Yargıtay’ın, Beypazarı Asliye Hukuk Mahkemesi’nin son kararını onayladığı 21 Nisan 2003’te sona ermiştir. Bu nedenle, dava dosyasının birkaç kez yeniden incelendiği üç aşamalı yargılamada dokuz yıl bir ay sürmüştür. AİHM, yargılama süresinin makul olup olmadığının, davanın koşulları ışığında davanın karmaşıklığı, başvuranın ve yetkili makamların tutumları ve ihtilafta yer alan başvuran için neyin tehlikede olduğu gibi kriterler göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerektiğini yineler (bkz., Frylender/Fransa [BD], no. 30979/96, paragraf 43, AİHM 2000VII). AİHM, başvuran ve S.K. arasında sözleşmenin yorumlanması hususunun karmaşık olmadığı kanısındadır. AİHM, başvuranın kendi tutumu ile – mahkemeye, tercih ettiği bilirkişi önerisini belirlenen süre içerisinde bildirmemesi – yargılamanın uzamasına yol açmış olsa da, bunun davanın toplamda bu kadar uzun sürmesini açıklamaya yetmediğini gözlemler (bkz. Türkoğlu/Türkiye, no. 58922/00, 38. paragraf, 8 Ağustos 2006). AİHM, yetkili makamların tutumlarına ilişkin olarak, Yargıtay yedi karar verirken, Beypazarı Asliye Hukuk Mahkemesi’nin dört karar verdiğini gözlemler. Toplamda, dokuz yılda on bir karar verilmiştir. Gecikme esas olarak davanın yeniden incelenmesinden kaynaklanmıştır. Genellikle birinci derece mahkemelerinin yaptığı hatalar sonucu, dava dosyalarının, incelenmek üzere geri gönderilmesi öngörülür. Tek dava dahilinde bu kadar çok iade kararının alınması ise, hukuki sistemin işleyişindeki yetersizliği ortaya koyar (bkz., mutatis mutandis, Wierciszewska/Polonya, no. 41431/98, 46. paragraf, 25 Kasım 2003). AİHM, yukarıda kaydedilenlere ilişkin olarak, mevcut davada yargılama süresinin aşırı olduğu ve “makul süre” gereğine uymadığı kanaatindedir. Dolayısıyla, AİHS’nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir. II. 1 NO’LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi tarafından güvence altına alınan mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Hükümet, başvuranın ihtilaf konusu dairelerin sahibi olmadığını ileri sürmüştür. Bu hususta, 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesinin uygulanamayacağını iddia etmiştir. AİHM, şikayetin yukarıda incelenen şikayetle bağlantılı olduğunu ve bu nedenle, kabuledilebilir olduğuna karar verilmesi gerektiğini kaydeder. Ancak AİHM, 6/1 madde bağlamında vardığı sonuca ilişkin olarak, mevcut davada, 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edilip edilmediğini ayrıca incelemenin gerekli olmadığı kanısındadır (bkz. Öztunç/Türkiye, no. 74039/01, 32. paragraf, 27 Mart 2007 ve Zanghì/İtalya, 19 Şubat 1991, 23. paragraf, A Serisi no. 194-C). IV. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesine göre: “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın adil tazminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran, maddi ve manevi tazminat olarak 3,000,000 Euro talep etmiştir. Hükümet, bu taleplere itiraz etmiştir. Tespit edilen ihlal ve ileri sürülen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı kanısında olan AİHM, talebi reddeder. Ancak, hakkaniyet temelinde, başvurana manevi tazminat olarak 3,600 EUR ödenmesine karar verir. B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran, yargılama masraf ve giderleri için talepte bulunmamıştır. Bu nedenle AİHM, sözkonusu başlık altında tazminat ödenmesini gerekli görmemektedir. C. Gecikme Faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM OYBİRLİĞİYLE 1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna; 2. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine; 3. 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamındaki şikayeti ayrıca incelemenin gerekli olmadığına; 4. (a) AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Sorumlu Hükümet’in ulusal para birimine çevrilmek üzere Sorumlu Devlet tarafından başvurana manevi tazminat olarak 2,400 EUR (iki bin dört yüz Euro) ve uygulanabilecek her tür verginin ödenmesine; (b)Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına; 5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddedilmesine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları gereğince 9 Aralık 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— ÖZOĞUZ/Türkiye Davası* Başvuru No: 17533/04 Strazburg 20 Ocak 2008 İKİNCİ DAİRE USUL T.C. vatandaşı Halil Özoğuz (başvuran) tarafından Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, 27 Nisan 2004 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi - AİHS) 34. maddesi uyarınca yapılan 17533/04 numaralı başvuru sonucu bu dava görülmektedir. Başvuran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Ankara barosu avukatlarından N. Senem tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR DAVANIN KOŞULLARI 1949 doğumlu olan başvuran Kocaeli’de ikamet etmektedir. Başvuran olayların meydana geldiği dönemde Kars Valiliği Yürütme Kurulu müdürü olarak görev yapmaktaydı. 23 Ağustos 1995 tarih ve 95/136 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile «yürütme kurulu müdürü» sıfatı «il idare kurulu müdürü» olarak değiştirilmiştir. Bunun üzerine başvuran Eylül 1995’ten itibaren «il idare kurulu müdürü» statüsü ile 2200 ek gösterge yerine 3000 ek gösterge üzerinden maaş almaya başlamıştır. 22 Ekim 1997 tarihinde Kars Valiliği Maliye Bakanlığı’nın 15 Ekim 1997 tarihli ve adı geçenin 3000 ek gösterge yerine 2200 ek göstergeden yararlanabileceğini belirten kararını başvurana tebliğ etmiştir. Başvuran bu kararın iptali istemiyle 27 Ekim 1997 tarihinde Erzurum İdare Mahkemesi’nde (mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 12 Mart 1998 tarihli kararı ile bu talebi reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde 3000 ek gösterge üzerinden hesaplanan maaşın il yönetiminin başlarına, yani kendi bakanlıklarını o şehirde temsil eden ve ilgili bakanlığın o şehirdeki tüm temsilcilerinin amiri olan yetkililer * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. için geçerli olduğunu belirtmiştir. Oysa ki il idare kurulu başkanı olan başvuran ne İçişleri Bakanlığı’nın ildeki temsilcisidir ne bu bakanlığın Kars ilinde bulunan görevlilerinin hiyerarşik üstüdür. Dolayısıyla başvuran 3000 ek göstergeye dayalı bir maaş uygulaması talep edemez. Danıştay 25 Eylül 2002 bu karara karşı yapılan temyiz başvurusunu reddetmiştir. Danıştay başvuranın yürütmeyi durdurma talebini de 14 Kasım 2003 tarihinde reddetmiştir. HUKUK I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran yargılamanın uzunluğunun AİHS’nin 6/1 maddesinde öngörülen «makul süre» ilkesine aykırı olduğunu iddia etmektedir. A. Kabuledilebilirlik hakkında Hükümet esas olarak Pellegrin-Fransa (no: 28541/95) kararındaki içtihada atıfta bulunarak 6. maddenin bu başvuruya uygulanamayacağını savunmaktadır. Başvuran bu iddiaya karşı çıkmaktadır. AİHM 6/1 maddesinin Devlet ile kamu görevlileri arasındaki davalara uygulanabilirliğine ilişkin içtihadını gözden geçirdiğini hatırlatır. Bilhassa, Vilho Eskelinen vd.-Finlandiya kararıyla birlikte (no: 63235/00) bir devletin AİHM’ye başvuran memuruna 6/1 maddenin uygulanmasına geçerli bir şekilde itiraz edebilmesi için kamu görevlisi olan başvuran ulusal mevzuat uyarınca mahkemeye erişim hakkından açıkça yoksun olmalıdır. Oysa ki mevcut başvuruda, başvuranın ulusal mevzuat uyarınca mahkemeye erişim hakkı olduğu ve şikayetini idari yargı önüne getirebildiği konusunda bir ihtilaf yoktur. Bu durumda AİHM 6. maddenin uygulanabileceği sonucuna varmaktadır (Bkz. Melek Sima Yılmaz-Türkiye kararı no: 37829/05, 30 Eylül 2008; Karaduman ve Tandoğan-Türkiye kararı no: 41296/04 ve 41298/04, 3 Haziran 2008). AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. B. Esasa dair AİHM yargılama süresinin uygunluğunun davanın şartları ışığında ve özellikle de davanın karmaşıklığı ile başvuran ve ilgili mercilerin tutumu ve davanın taraflar için taşıdığı önem gibi, içtihadında yerleşmiş ölçütlere bakılarak değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatır (Bkz. diğer birçokları arasında, Frydlender-Fransa kararı, no: 30979/96). AİHM göz önünde bulundurulması gereken dönemin 27 Ekim 1997 tarihinde başlayıp 14 Kasım 2003 tarihinde sona erdiğini gözlemlemektedir. Üç dereceli mahkemede görülen yargı süreci yaklaşık 6 yıldır. AİHM geçen bu sürenin uzunluğunun bilhassa Danıştay’ın temyiz incelemesinden kaynaklandığını not etmektedir. Zira Danıştay’ın kararı incelemesi 4 yıl 6 aydan fazla sürmüştür. AİHM bu başvurudakine benzer şikayetleri ortaya koyan başvuruları daha önce de incelediğini ve AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardığını hatırlatır (Bkz. sözü edilen Frydlender kararı). AİHM kendisine sunulan tüm delil unsurlarının incelemiş ve Hükümetin bu davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak ikna edici hiçbir tespit ve delil sunmadığını tespit etmiştir. AİHM, bu yöndeki yerleşik içtihadı ışığında sözkonusu yargı sürecinin aşırı olduğu ve «makul süre» koşulunu karşılamadığı sonucuna varmıştır. Bu nedenle AİHS’nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir. II. ÖNE SÜRÜLEN DİĞER İHLAL İDDİALARI HAKKINDA Başvuran ayrıca idari mahkemelerin kararlarında dikkate almadıkları 3000 ek göstergenin «kazanılmış hak» olduğu ileri sürmektedir. Başvuran bu hakkı iç hukukta öne sürebileceği etkili bir başvuru yolunun bulunmadığını iddia ederek AİHS’nin 6. maddesiyle bağlantılı olarak 13. maddesine atıfta bulunmaktadır. AİHM başvuranın esasen iç hukuktaki mahkemelerce alınan karara karşı çıktığı saptamasını yapmaktadır. AİHM, görevinin iç hukuktaki bir mahkemenin kararını, keyfi olmadığı sürece, neye göre aldığını değerlendirmek olmadığını hatırlatır. Aksi takdirde haddini aşarak üçüncü ve/veya dördüncü derece mahkemesi haline gelir (Bkz. Kemmache-Fransa (no3), 24 Kasım 1994). Ayrıca, izlenen yargı sürecinde her hangi bir keyfi yaklaşım tespit etmeyen AİHM, iç hukuku yorumlamak ve uygulamak konusunda birinci derecede yetkili olan ulusal mahkemelerin değerlendirmesinden şüphe duymak için bir neden görmemektedir (Bkz. Fabre-Fransa kararı, no: 69225/01, 2 Kasım 2004). Yapılan bu şikayetin dayanaktan yoksun bulunması nedeniyle AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragraflarına uygun olarak reddedilmesi gerekmektedir. III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI A. Tazminat Başvuran 14.474 Euro maddi ve 100.000 Euro manevi tazminat talep etmektedir. Hükümet bu miktarlara karşı çıkarak AİHM’yi bu talepleri reddetmeye davet etmektedir. AİHM tespit edilen ihlal kararı ile öne sürülen maddi tazminat arasında hiçbir illiyet bağı kuramamakta ve bu talebi reddetmektedir. AİHM buna karşın başvurana uğradığı manevi zarar nedeniyle hakkaniyete uygun olarak 900 Euro ödenmesini kararlaştırır. B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran AİHM önünde yapmış olduğu yargılama giderleri için 14.300 Euro talep etmektedir. Başvuran bu yönde avukatı ile imzaladığı sözleşmeyi sunmaktadır. Hükümet bu miktara karşı çıkmaktadır. AİHM’nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. AİHM sunulan belgeler ve sözü edilen kıstaslar ışığında AİHM önünde yapmış olduğu yargılama giderleri için başvurana 1.000 Euro ödenmesine karar verir. C. Gecikme Faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE, 1. Yargılama süresinin uzunluğuna ilişkin şikayetin kabuledilebilir, bunun dışındaki şikayetin kabuledilemez olduğuna; 2. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine; 3. a) AİHS’nin 44 / 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflarla birlikte, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL.’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümet tarafından başvurana: i. ii. manevi tazminat olarak 900 (dokuz yüz) Euro ödenmesine; yargılama giderleri için 1.000 (bin) Euro ödenmesine; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 4. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına uygun olarak 20 Ocak 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— PEHLİVAN/Türkiye* Başvuru No. 4233/03 Strazburg 9 Aralık 2008 İKİNCİ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 4233/03 no’lu davanın nedeni T.C. vatandaşı Mehmet Pehlivan’ın (“başvuran”) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (“AİHM”) 25 Eylül 2002 tarihinde İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran İstanbul Barosu avukatlarından A. Pehlivan tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR DAVANIN KOŞULLARI 1963 doğumlu başvuran İstanbul’da ikamet etmektedir. Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı 5 Nisan 1996 tarihinde başvuran hakkında tutuklama emri çıkartmış, başvuran buna dayanılarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli polis memurları tarafından yakalanıp gözaltına alınmıştır. Başvuran, yakalanması üzerine, hakkında arama emri bulunduğundan ve makamların kendisini Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı’na nakletme niyetlerinden haberdar olduğunu teyid eden bir yakalama tutanağı imzalamıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli polis memurları, 12 Nisan 1996 tarihinde, başvuranın yasadışı örgüt PKK’yle (Kürdistan İşçi Partisi) bağlantısı olduğu ve adam öldürdüğü şüphesiyle gözaltına alındığını ifade eden bir ev arama tutanağı düzenlemişlerdir. Tutanak üç polis memuru ve başvuran tarafından imzalanmıştır. Başvuran İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde iki gün tutulduktan sonra Diyarbakır’a nakledilmiş, burada 25 Nisan 1996 tarihinde dek jandarmanın gözetiminde tutulmuştur. Başvuran 22 Nisan 1996 tarihinde Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı görevlileri tarafından sorgulanmış, PKK’yle olan bağlantısı ve B.C. isimli kimsenin öldürülmesi olayına karışmasıyla ilgili bilgi vermesi istenmiştir. Başvuran PKK üyesi olduğunu, bu örgütten aldığı emirler doğrultusunda B.C.’yi öldürdüğünü ifade etmiştir. Başvuran 25 Nisan 1996 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı’nın huzuruna çıkarılmış, burada PKK’nin eylemlerine karışmadığını iddia etmiştir. Başvuran ayrıca 1992 yılında ortağıyla ilişkisi olduğundan şüphelendiği için B.C.’yi köyünde öldürdüğünü öne sürmüştür. Başvuran cinayetin hiçbir terör eylemiyle bağlantılı olmadığını ifade etmiştir. Jandarma Komutanlığı’nda verdiği ifadeler kendisine okunmuştur. Başvuran bu ifadeleri verdiğini kabul etmemiştir. Ayrıca başvuranın PKK üyesi olduğunu ileri süren Ş.B., Ş.C. ve * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. S.B. adlı diğer üç şüphelinin ifadeleri de kendisine okunmuştur. Başvuran bu ifadeleri kabul etmemiş, bu kimselerin B.C.’nin akrabası olduklarını iddia etmiştir. Başvuran aynı gün, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde tek hakim önüne çıkarılmış, burada Cumhuriyet Savcısı’na verdiği ifadeleri yinelemiştir. Sorgulanmasını takiben, hakim, başvuranın eski Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde tanımlanan, yani Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmağa matuf suç işlediğine ilişkin güçlü işaretler bulunduğuna karar vererek tutuklanmasına karar vermiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı 10 Mayıs 1996 tarihinde başvuran ve diğer altı kişi hakkında bir iddianame sunmuştur. Başvuran eski Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesi kapsamında B.C.’yi öldürmekle suçlanmıştır. 14 Mayıs 1996 tarihinde Diyarbakır 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görülen duruşmada, işlenen suçun niteliği, kanıtların durumu ve dava dosyasının içeriği göz önünde bulundurularak, başvuranın tutukluluk halinin devam etmesine karar vermiştir. Başvuran 19 Ağustos 1996 tarihinde ilk derece mahkemesinde ifade verip hakkındaki suçlamaları reddetmiştir. İlk derece mahkemesi Lice Cumhuriyet Savcılığı’ndan bilgi ve belge beklediği için 19 Ağustos 1996 ile 29 Aralık 1997 tarihleri arasında duruşmaları ertelemiştir. Devlet Güvenlik Mahkemesi 29 Aralık 1997 tarihinde Lice Jandarma Komutanlığı’ndan B.C.’nin öldürülmesi olayına ilişkin bilgi vermesini istemiştir. Ardından mahkeme, jandarma komutanlığının ilgili bilgiyi sunmaması nedeniyle duruşmaları 24 Aralık 1998 tarihine dek ertelemiştir. Diyarbakır 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 22 Kasım 1999 tarihinde Diyarbakır 3 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nden Ş.B., Ş.C. ve S.B. hakkında açılan davanın dosyasının bir kopyasını sunmasını istemiştir. 3 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi dava dosyasının bir kopyasını sunmadığı için 22 Kasım 1999 ile 4 Eylül 2001 tarihleri arasında duruşmalar ertelenmiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi yargılama süresince kırk beş duruşma gerçekleştirmiştir. İlk derece mahkemesi, her duruşmanın sonunda, adli takibat sırasında başvuranın tutuklu bulundurulma halini resen veyahut başvuranın talebi üzerine gözden geçirmiştir. Suçun niteliği ile kanıtların durumunu göz önünde bulundurarak başvuranın tutukluluk halinin bir sonraki duruşmaya kadar devam etmesine karar vermiştir. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi 26 Mart 2002 tarihinde başvuranı Türk Ceza Kanunu’nun 448. maddesi kapsamında adam öldürmekten suçlu bulup, on beş yıl hapis cezasına çarptırmıştır. Mahkeme başvuranın işlediği suçun terör eylemiyle ilişkili olduğuna ilişkin ikna edici bir kanıt görememiştir. Mahkeme adli takibat sırasında tutuklu bulundurulduğu süreyi göz önünde bulundurarak başvuranın salıverilmesine karar vermiştir. Yargıtay 4 Temmuz 2002 tarihinde başvuranın yargılanması sırasında aleyhinde ifade veren üç tanığa soru soramaması nedeniyle 26 Mart 2002 tarihli kararı bozmuştur. Ardından dava Diyarbakır 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne havale edilmiştir. İlk derece mahkemesi 12 Ağustos 2002 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nden, tanıkların ifadelerine ilişkin başvuranın savunmasını almasını istemiştir. Devlet Güvenlik Mahkemesi 12 Ağustos 2002 ile 14 Temmuz 2003 tarihleri arasında başvuranın savunmasını beklerken altı duruşma daha geçmiştir. İlk derece mahkemesi 14 Temmuz 2003 tarihinde başvuranı bir kez daha adam öldürmekten suçlu bulup on beş yıl hapis cezasına çarptırmıştır. Yargıtay 8 Nisan 2004 tarihinde bu kararı onamıştır. HUKUK I. AİHS’NİN 5/3 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, tutuklu yargılanmasının AİHS’nin 5/3 maddesinde koşulan “makul süre” kuralını çiğnediğinden şikayetçi olmuştur. A. Kabuledilebilirliğe ilişkin Hükümet, AİHM’den, başvuruyu, AİHS’nin 35/1 maddesi kapsamında iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle reddetmesini talep etmiştir. Hükümet, AİHM’nin Köse - Türkiye (50177/99) davasındaki karara işaret ederek, başvuranın Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 298. maddesi kapsamında devam etmiş olan tutukluluk haline itiraz etmediğini ileri sürmüştür. Başvuran etkili olmadığı kanısında olduğu için bu başvuru yolundan yararlanmadığını ifade etmiştir. AİHM, benzer davalarda Hükümet’in bu itirazını inceleyip reddettiğini kaydeder (özellikle bkz. Koşti ve Diğerleri - Türkiye, 74321/01; Mehmet Şah Çelik - Türkiye, 48545/99; Tamamboğa ve Gül - Türkiye, 1636/02). AİHM mevcut davada yargı içtihadından sapmasını gerektirecek özel bir koşul görmemektedir. Sonuç olarak, AİHM, Hükümet’in itirazını reddeder. AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka bir gerekçe altında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir. B. Esas Hükümet, başvuranın tutuklu bulundurulduğu sürenin makul ve iç hukukla uyumlu olduğunu ileri sürmüştür. Özellikle, suçun ciddiyeti, kaçma veyahut başka bir suç işleme riski ve davanın özel koşulları, duruşmaya kadar tutuklu bulundurulmaya devam edilmesini haklı çıkarmıştır. Başvuran iddialarını sürdürmüş, Hükümet’in savunmasına itiraz etmiştir. AİHM mevcut davada başvuranın tutuklu olarak yargılanmasının gözaltına alındığı tarih olan 12 Nisan 1996 tarihinde başladığını, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin emriyle serbest bırakıldığı tarih olan 26 Mart 2002 tarihinde sona erdiğini gözlemler. Dolayısıyla süreç yaklaşık altı yıldır. AİHM, mevcut başvurudakine benzer meselelerle önüne gelen davalarda AİHS’nin 5/3 maddesinin ihlal edildiğini sıklıkla tespit etmiştir (örneğin bkz. Dereci - Türkiye, 77845/01; Mehmet Yavuz - Türkiye, 47043/99; Tamamboğa ve Gül - Türkiye). AİHM, kendisine sunulan tüm bilgi ve belgeler ışığında, Hükümet’in, mevcut davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak hiçbir delil veya savunma sunmadığı kanısındadır. Konuyla ilgili içtihadını göz önünde bulundurarak, bu davada başvuranın yargılama öncesi tutulu bulundurulma süresinin haddinden uzun olduğu sonucuna varmıştır. Dolayısıyla AİHS’nin 5/3 maddesi ihlal edilmiştir. II. AİHS’NİN 6/1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, yargılama sürecinin uzunluğunun AİHS’nin 6/1 maddesinde belirtilen “makul süre” kuralıyla örtüşmediğinden şikayetçi olmuştur. A. Kabuledilebilirliğe ilişkin AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka bir gerekçe altında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir. B. Esas AİHM göz önünde bulundurulacak sürenin 12 Nisan 1996 tarihinde başvuranın gözaltına alınmasıyla başlayıp, 8 Nisan 2004 tarihinde Yargıtay’ın davaya ilişkin nihai kararını vermesiyle sona erdiğini kaydeder. Dolayısıyla dava yaklaşık sekiz yıl sürmüştür. Hükümet, mevcut davada, sanıkların sayısı, davanın karmaşıklığı ve başvuranın işlemekle suçlandığı suçun niteliği nedeniyle yargılama süresinin makul olmadığı biçiminde değerlendirilemeyeceğini ileri sürmüştür. Hükümet, özellikle, ulusal mahkemenin, duruşmaları, başvuranın işlemekle suçlandığı cinayetle ilgili soruşturmanın sonucunu beklemek için ertelemek durumunda kaldığını ve ulusal mahkemelere atfedilebilecek faal olunmayan bir süreç bulunmadığını belirtmiştir. Başvuran iddialarını sürdürmüştür. AİHM, yargılama süresinin makul olup olmadığının davanın koşulları ışığında ve davanın karmaşıklığı ile başvuranların ve ilgili makamların tutumu gibi ölçütler göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerektiğini yineler (diğerlerinin yanı sıra bkz. Pélissier ve Sassi - Fransa [BD], 25444/94). AİHM mevcut başvurudakine benzer meselelerle önüne gelen davalarda AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğini sıklıkla tespit etmiştir (özellikle bkz. Sertkaya - Türkiye, 77113/01; Volkan Şahin - Türkiye, 34400/02). AİHM, kendisine sunulan tüm bilgi ve belgeleri göz önünde bulundurduğunda, Hükümet’in, mevcut davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak hiçbir delil veya savunma sunmadığı kanısındadır. Konuya ilişkin içtihadını göz önünde bulundurarak, yargılama sürecinin haddinden uzun olduğu ve “makul süre” kuralıyla örtüşmediği kanısına varmıştır. Buna göre AİHS’nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir. III. AİHS’NİN 6/3 (a) MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, 12 Nisan 1996 tarihinde gözaltına alındığı sırada hakkındaki suçlamalara ilişkin bilgilendirilmediğinden şikayetçi olmuştur. AİHS’nin 6/3 (a) maddesine dayanmıştır. AİHM, bu şikayetin AİHS’nin 5/2 maddesi açısından incelenmesi gerektiği kanısındadır. Hükümet, başvuranın AİHS’nin 35/1 maddesi çerçevesinde başvurabileceği iç hukuk yollarından yararlanmadığını öne sürmüştür. Bu bağlamda, başvuranın, bu şikayeti, ulusal makamlar önündeki takibatların hiçbir aşamasında öne sürmediğini savunmuştur. Hükümet ayrıca başvuranın gözaltına alındığında kendisi hakkındaki suçlamalarla ilgili bilgilendirildiğini belirtmiştir. Gözaltına alınması üzerine, başvuran hakkındaki suçlamalar ile başvuranın imzasını içeren bir ev arama tutanağı düzenlenmiştir. Ayrıca gözaltında tutulurken, PKK’yle olan bağlantısı ve cinayetle ilgili sorgulanmış ve 25 Nisan 1996 tarihinde Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde hakkındaki suçlamalarla ilgili bir kez daha bilgilendirilmiştir. Başvuran iddialarını sürdürmüştür. AİHM, bu şikayetin altı aylık süre kuralını aştığı için kabuledilemez olması nedeniyle, Hükümet’in belirttiği üzere başvuranın iç hukuk yollarını tüketmediğinin belirlenmesinin gerekli olmadığı kanısındadır. AİHM, AİHS’nin 35/1 maddesiyle uyumlu olarak AİHM’nin meseleyi yalnız nihai kararın alındığı tarihten itibaren altı aylık bir süre içinde ele alabileceğini yineler. İç hukuk yollarının bulunmayışı göz önünde bulundurulduğunda, altı aylık süre şikayet konusu eylem tarihinden itibaren işlemeye başlar (diğerlerinin yanı sıra bkz. Gül ve Diğerleri - Türkiye, 4870/02). Mevcut davada, AİHM, başvuranın 12 Nisan 1996 tarihinde gözaltına alındığını gözlemler. 22 Nisan 1996 tarihinde Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı görevlileri tarafından sorgulanmış ve PKK’yle olan bağlantısı ve B.C.’nin öldürülmesi olayıyla olan ilişkisi hakkında bilgi vermesi istenmiştir. Öte yandan başvuran AİHM’ye olan başvurusunu 25 Eylül 2002 tarihinde, altı aylık süre geçtikten sonra yapmıştır. Dolayısıyla başvurunun bu kısmı başvurunun sunulması gereken süre kuralını çiğnemiştir, AİHS’nin 35/1 ve 35/4 maddeleriyle uyumlu olarak reddedilmelidir. IV. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesine göre: “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran, haddinden uzun süre tutuklu kalmasının sonucu olarak gelir kaybına uğradığı gerekçesiyle maddi tazminat olarak 13.140 Euro (EUR) talep etmiştir. Ayrıca manevi tazminat olarak 20.000 EUR talep etmiştir. Hükümet cevaben, manevi tazminat olarak talep edilen meblağın haddinden yüksek olduğunu belirtmiştir. Maddi zarara ilişkin başvuranın görüşlerine ilişkin olarak, başvuranın talebinin temelsiz olduğunu iddia etmiştir. AİHM, maddi tazminatla ilgili olarak, başvuranın taleplerini destekleyici hiçbir belge sunmadığını gözlemler. Buna göre bu talebi reddeder. Öte yandan AİHM, başvuranın, yalnız ihlalin tespit edilmesiyle yeterince telafi edilemeyecek bir manevi zarara uğramış olabileceğini kabul eder. AİHM, davanın koşulları ile içtihadını göz önünde bulundurarak, başvurana 6200 EUR ödenmesine karar verir. B. Yargılama gideri Başvuran ayrıca AİHM önünde meydana gelen yargılama giderleri için 5350 EUR talep etmiştir. Bu meblağ başvuranın temsilcisinin mesaisi ile telefon görüşmeleri, posta ve kırtasiye gibi idari masrafları da kapsar. Hükümet bu talebe itiraz etmiştir. AİHM’nin içtihadına göre, yargılama giderleri, ancak gerçekliği ve gerekliliği kanıtlandığı ve makul bir meblağ olduğu takdirde başvurana geri ödenir. Mevcut davada başvuran talep ettiği harcamaların gerçekten meydana geldiğini belgeleyemediğinden, AİHM, elindeki bilgiler ve yukarıda belirtilen ölçütler ışığında yargılama giderine ilişkin talebini reddeder. C. Gecikme Faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın eklenmesinin uygun olduğuna karar vermiştir. BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM, OYBİRLİĞİYLE 1. Başvuranın tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılma ile makul bir süre içinde hakkaniyete uygun surette yargılanma haklarına ilişkin şikayetlerin kabuledilebilir, başvurunun geri kalanının kabuledilemez olduğuna; 2. Başvuranın tutuklu olarak yargılanma süresinden ötürü AİHS’nin 5/3 maddesinin ihlal edildiğine; 3. Başvuran hakkındaki cezai yargılamanın süresinden ötürü AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine; 4. (a) AİHS’nin 44. maddesi’nin 2. fıkrası gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden Savunmacı Hükümet’in ulusal para birimine çevrilmek üzere ve miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ile birlikte Savunmacı Hükümet tarafından başvurana 6200 EUR (altı bin iki yüz Euro) manevi tazminat ödenmesine; (b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına; 5. Başvuranın adil tatmine ilişkin diğer taleplerinin reddedilmesine KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar, İngilizce olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkraları uyarınca 9 Aralık 2008 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir. Sally Dollé Zabıt Katibi Françoise Tulkens Başkan —— • —— PINAR ŞENER/Türkiye Davası* Başvuru No: 17883/04 Strazburg 18 Kasım 2008 İKİNCİ DAİRE USUL Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 17883/04 numaralı başvurunun nedeni T.C. vatandaşı Pınar Şener’in (başvuran) 19 Nisan 2004 tarihinde Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde İstanbul barosu avukatlarından T. Arınır tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR DAVANIN KOŞULLARI 1975 doğumlu başvuran Eskişehir’de ikamet etmektedir. Başvuran 16 Temmuz 1995 tarihinde geçirdiği bir trafik kazasında ağır yaralanmıştır. Hastaneye kaldırılan başvuran kafatasında oluşan travma nedeniyle 15 Eylül 1995 tarihine kadar nöroşirurji kliniğinde tedavi görmüştür. Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesi 3 Kasım 1995 tarihinde başvuranın annesini yasal vasisi olarak tayin etmiştir. Başvuranın tedavi edildiği nöroşirurji kliniği şefi16 Nisan 1996 tarihinde düzenlediği rapor ile başvuranın post travma sendromuna bağlı sorunlar nedeniyle üçüncü bir kişinin yardımına ihtiyacı olduğunu tespit etmiştir. Başvuranın annesi kendisi ve kızı adına 4 Ocak 1996 tarihinde Bilecik Asliye Hukuk Mahkemesi’nde kızının uğradığı kazanın sorumlusuna karşı tazminat davası açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 31 Ocak 1996 tarihinden 29 Aralık 2005 tarihine dek altmış iki duruşma gerçekleştirmiş ve mahkeme heyeti yaklaşık yirmi kez değiştirilmiştir. Asliye Hukuk * Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. Mahkemesi 18 Nisan 1996’dan 9 Kasım 1999’a kadar aynı olaylara dayalı açılan ceza davasının nihai olarak sonuçlanmasını beklerken davayı ertelemiş, bu dönemde sözü edilen kazanın sorumlularının her birinin kusur oranlarının tespiti amacıyla birçok tıbbi ve bilirkişi incelemesine başvurmuş, 9 Kasım 1999 tarihli duruşmada ceza davasının nihai surette sonuçlandığını kaydederek bu davanın sonuçlarını dosyasına eklemiştir. 3 Aralık 2003 tarihinde hazırlanan tıbbi bilirkişi raporu başvuranın % 59 oranında işgücü kaybı olduğunu ve üçüncü bir kişinin yardım ve desteğine ihtiyacı olduğunu belirlemiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 18 Mayıs 2006 tarihinde başvuranın tazminat talebini yerinde bularak 16 Temmuz 1995 tarihinden itibaren geçerli yasal faiziyle birlikte adıgeçene 300.000 YTL maddi ve 750 YTL manevi tazminat ödenmesini kararlaştırmıştır. Sözü edilen bu tazminatı ödemesine hükmedilen kişi 12 Haziran 2006 tarihinde temyize gitmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgilere göre bu başvurunun kabul edildiği tarihte dava halen sürmekteydi. HUKUK I. KABULEDİLEBİLİRLİĞE İLİŞKİN 1. Ön tespitler Başvuranın avukatı esas ve adil tatmine ilişkin 11 Şubat 2008 tarihli yazılı görüşlerinde, dava koşullarının müvekkilinin aynı zamanda etkili bir başvurudan yararlanma hakkının ihlaline yol açtığı gerekçesiyle, AİHM’yi ihtilaf konusu olayları ayrıca, AİHS’nin 5. ve 13. maddeleri açısından da incelemeye davet etmiştir. AİHM, yazılı görüşler kapsamında ilk kez dile getirilmesine karşın başvurunun kabuledilebilirliğine ilişkin ön incelemeden evvel bu şikayetin ileri sürüldüğünü saptamaktadır. AİHM bu şikayeti yalnızca AİHS’nin 13. maddesi açısından ele alacaktır. 2. Ön itirazlar Hükümet altı ay kuralına riayet edilmediği gerekçesiyle AİHM’yi başvuruyu reddetmeye davet etmektedir. Başvuranın ilk derece mahkemesinin kararını müteakip altı ay içinde başvurusunu yapması gerekirdi. Hükümet ayrıca başvuranın iç hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmektedir. Başvuran bu iddialara karşı çıkmaktadır. AİHM iç hukuktaki mahkemeler önünde bahse konu yargı sürecinin halen sürmesi dikkate alındığında altı ay kuralı itirazını reddetmektedir. Yargılamanın hakkaniyete uygun gerçekleşmediği itirazına ilişkin AİHM, yargılamanın ulusal mahkemelerde halen sürdüğü hususunu yineler. Başvurunun bu kısmı erken yapılmıştır ve AİHS’nin 35. maddesinin 1. ve 4. paragraflarına uygun olarak iç hukuk yolları tüketilmediği için reddedilmesi gerekir. AİHM başvurunun kalan bölümü ile ilgili olarak iç hukuk yollarının tüketilmediği itirazının başvuranın AİHS’nin 13. maddesi alanında yaptığı şikayetin esası ile doğrudan ilintili olduğuna itibar etmektedir. AİHM bu itirazı şikayetin esası ile birlikte inceleyecektir. AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun kalan kısmının dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. II. AİHS’NİN 6/1 MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran davasının «makul bir süre» içinde görülmesi hakkından yararlanamadığını öne sürerek AİHS’nin 6/1 maddesine atıfta bulunmaktadır. Hükümet bu iddiaya karşı çıkmaktadır. Göz önünde bulundurulması gereken dönem 4 Ocak 1996 tarihinde başlamış ve işbu kararın verildiği tarihte de halen sona ermemiştir. İki dereceli mahkemede geçen bu süre on iki yıl dokuz aydır. Hükümet mevcut davanın koşullarında bu sürenin aşırı olarak nitelendirilemeyeceğini savunmaktadır. Bilhassa, hukuk mahkemelerinin kararlarını vermeden evvel ceza davasının sonuçlanmasını beklemeleri gerekmiştir. Başvuran bu saptamalara itiraz etmektedir. AİHM yargılama süresinin makul olup olmadığının davanın şartları ışığında ve özellikle de davanın karmaşıklığı, başvuranın ve ilgili mercilerin tutumu, davanın başvuran için arzettiği önem gibi, içtihadında yerleşmiş ölçütlere bakılarak değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatır (Bkz. diğer birçokları arasında, Pelissier ve Sassi-Fransa kararı, no:30979/96). AİHM bu başvurudakine benzer şikayetleri daha önce de incelediğini ve AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardığını hatırlatır (Bkz. sözü edilen Pelissier ve Sassi kararı (ibidem). AİHM kendisine sunulan bütün unsurları incelemiş ve Hükümetin bu davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak ikna edici hiçbir tespit ve delil sunmadığını tespit etmiştir. Bu bağlamda, AİHM, hukuki dava sürecinin « ceza davası devam eden hukuk davasını etkiler» bekletici sebep ilkesine dayanılarak ertelenmesinin tek başına keyfi bir yönünün bulunmadığını düşünmektedir, ancak, ceza davasının sona erdiği 9 Kasım 1999’dan itibaren ilgili belgelerin Asliye Hukuk Mahkemesi önünde süren dava dosyasına eklendiğini de tespit etmektedir. Oysa ki Asliye Hukuk Mahkemesi altı yıldan fazla bir süreden sonra 18 Mayıs 2006 tarihinde karar vermiştir. AİHM bu yöndeki yerleşik içtihadını dikkate alarak sözkonusu yargı sürecinin aşırı olduğu ve «makul süre» gereğini karşılamadığı sonucuna varmaktadır. Bu nedenle AİHS’nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir. II. AİHS’NİN 13. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran Türkiye’de yargılamanın uzunluğuna karşı çıkacak başvuru yolunun mevcut olmadığından şikayetçidir ve AİHS’nin 13. maddesine atıfta bulunmaktadır. Hükümet bu iddiaya karşı çıkmaktadır. AİHM 13. maddenin davaların makul bir süre zarfında dinlenmesini öngören 6/1 maddesinin ihlaline karşı iç hukuktaki mahkemeler nezdinde etkili bir başvuru hakkını güvence altına aldığını hatırlatır (Bkz. Kudla-Polonya no: 30210/96). AİHM daha önce de Hükümetin buna benzer itirazlarını ve argümanlarını reddettiğini, mevcut davada bu sonucu farklı kılacak herhangi bir gerekçenin yer almadığını hatırlatır (Bkz. diğer birçokları arasında, Tendik vd.-Türkiye, no: 23188/02, 22 Aralık 2005 ve Ebru ve Tayfun Çolak-Türkiye kararı no: 60176/00, 30 Mayıs 2006). AİHM sonuç olarak, iç hukuk yollarının tüketilmediği itirazının kabul etmez. Başvuranın AİHS’nin 6/1 maddesi ile güvence altına alınan davasının makul bir süre zarfında görülmesi hakkının ihlaline karşı iç hukukta bir başvuru yolunun bulunmaması nedeniyle AİHS’nin 13. maddesi ihlal edilmiştir. III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASINA İLİŞKİN AİHS’nin 41. maddesine göre “AİHM işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran 25.000 Euro manevi tazminat talep etmektedir. Hükümet bu meblağa karşı çıkmaktadır. AİHM hakkaniyete uygun olarak başvurana 8.400 Euro ödenmesini kararlaştırmıştır. B. Yargılama masraf ve giderleri Başvuran ayrıca posta giderleri için 30 Euro, tercüme masrafları için 151,46 Euro ve temsil giderleri için 6.034 Euro talep etmektedir. Başvuran kanıtlayıcı belge mahiyetinde posta giderleri faturasını, tercüme faturalarını ve İstanbul barosu avukatlık ücret tarifesini örnek göstermektedir. Hükümet bu miktarlara karşı çıkmaktadır. AİHM’nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. AİHM sunulan belgeler ve sözü edilen kıstaslar ışığında başvurana AİHM önünde yapmış olduğu yargı giderleri için 1.000 Euro ödenmesine karar vermiştir. C. Gecikme Faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE, 1. Yargılama sürecinin uzunluğunun aşırı ve buna karşı etkili başvuru yolunun bulunmadığına ilişkin şikayetin kabuledilebilir, bunun dışında kalanların kabuledilemez olduğuna; 2. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine; 3. AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine; 4 a) AİHS’nin 44 / 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflarla birlikte, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL.’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümet tarafından başvurana: i. ii. manevi tazminat için 8.400 (sekiz bin dört yüz) Euro ödenmesine; yargılama giderleri için 1.000 (bin) Euro ödenmesine; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına uygun olarak 18 Kasım 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. —— • —— 2012 Mayıs Ayında, Yaş Haddinden ve İsteği Üzerine Emekliye Ayrılan Hâkim ve Savcıları Belirtir Liste MAYIS / 2 0 12 A) YAŞ HADDİNDEN EMEKLİYE AYRILAN HÂKİM VE SAVCILAR 123- 19780 20186 21529 Erdal SANLI Mehmet Nihat ÖMEROĞLU Mustafa TOPAK Yargıtay Birinci Başkan Vekili Yargıtay Üyesi Mersin Hâkimi 23.05.2012 B) İSTEĞİ ÜZERİNE EMEKLİYE AYRILAN HÂKİM VE SAVCILAR 123456- 21174 22028 26070 28317 30654 31157 Ali Sait KÜPELİ Güzin AKGÜNDÜZ Ahmet ÖNDER Recai KOCAAĞA Kamil SOLAK Bilal TURFAL İzmir Cumhuriyet Savcısı İzmir Hâkimi Yargıtay Tetkik Hâkimi Ünye Hâkimi Aydın Cumhuriyet Savcısı Bursa Hâkimi —— • —— 16.05.2012 21.05.2012 14.05.2012 07.05.2012 16.05.2012 21.05.2012