Sayı 13 - TüvTürk

Transkript

Sayı 13 - TüvTürk
GEZİ KIŞIN KEYFI DAĞDA ÇIKAR
01
02
03
2015
Kariyer
Etkili olmanın
yedi altın kuralı
Tarihten
Fareli Köyün
kavalcısı ve
çocukları
Söyleşi
Araf’ta kalmış rollerin
usta canlandırıcısı:
Serdar Orçin
SOSYAL MEDYA
BİLGİSAYAR OYUNLARI
KİTAP-SİNEMA
MAGAZİN
Dalgaların çobanları:
Deniz Fenerleri
English Summary of Contents
6552 sayılı kanun düzenlemesiyle araç muayene
gecikme bedellerine gelen tarihi indirim fırsatı uzatıldı!
Bu tarihi fırsatı kaçırmayın, gecikmiş muayenenizi
hemen yaptırın! Ayrıntılı bilgi için; tuvturk.com.tr *
GEÇ
KALMAYIN
Aslolan insandır…
Yeryüzündeki en önemli şey, insan hayatıdır kuşkusuz. Yaşamın bize sunulmuş bir armağan
olduğunu bilmek ve bu armağana iyi bakmak bizlerin ellerinde. O nedenle de attığımız her
adımda, gerçekleştirdiğimiz her faaliyette, hem kendimizin hem de çevremizdekilerin yaşam
hakkını korumayı önceliklerimiz arasına almamız gerekiyor.
TÜVTÜRK olarak bizler de yaşamın ve insanın kutsal olduğuna inanıyoruz. Gerek kurumsal, gerekse bireysel kimliğimizle tek bir hedefle yol alıyor; insan hayatını korumak amacıyla gayret sarf ediyoruz. Tüm iş planlarımızı, tüm yatırımlarımızı, etkinliklerimizi bu hedef
doğrultusunda seferber ediyoruz. Biz insanı temel alarak oluşturduğumuz stratejiler doğrultusunda ilerlerken, yaşanan birtakım gelişmelerse yaptıklarımızın doğruluğuna olan inancımızı pekiştiriyor.
Gelen her yeni yılın, insanın umutlarının tazelenmesine vesile olduğu bir gerçek. Temelleri geride bıraktığımız yıl içinde atılan kimi adımlar, 2015 yılında, araç muayenelerine yönelik toplumsal duyarlılığın ve farkındalığın artacağına dair umutlarımızı yüceltiyor. Bu uygulamalardan ilki, ikinci el satışlarda araç muayenesinin yapılmış olması şartıydı. Buradan
da anlaşılacağı gibi, ikinci el satışı yapılacak araçların, yasal olarak öncelikle geçerli bir muayenesinin olması gerekiyor ki, bu durum teknik eksiği ya da kusuru bulunan araçların trafiğe çıkamayacağını gösteriyor. İkinci ve bir diğer önemli uygulamaysa araç muayenesine ilişkin gecikme cezalarının yapılandırılması, diğer bir ifadeyle araç sahiplerine kaçırmamaları
gereken bir imkân sunulmasıydı. Gerekçeleri ne olursa olsun, bugüne kadar araçlarının muayenelerini yaptırmayanlara tanınan bu hak sayesinde, trafik güvenliğinde bir adım atılmış;
daha da önemlisi, araçlardaki herhangi bir kusur nedeniyle meydana gelebilecek kazaların
önüne geçilmiş oldu.
Sözünü ettiğimiz her iki uygulamanın, bizleri, insan hayatını kutsal sayan ve trafikteki can
kayıplarını en aza indirme hedefimize biraz daha yaklaştıracağına kuşku yok. Faaliyete başladığımız günden bu yana, üzerinde hassasiyetle durduğumuz ve bundan sonraki yıllarda da
durmaya devam edeceğimiz bu hususta, en önemli rolü çalışma arkadaşlarımızın üstlendiğinin bilincindeyiz. Eğitimli, donanımlı, işiyle ilgili gelişmeleri takip eden, kaliteli hizmet sunmayı öncelikleri arasında değerlendiren tüm çalışma arkadaşlarımın, bugüne kadar gösterdikleri özveriyi bundan sonra da göstereceğine inancım tam.
GEREK KURUMSAL,
GEREKSE BIREYSEL
KIMLIĞIMIZLE TEK BIR
HEDEFLE YOL ALIYOR;
INSAN HAYATINI
KORUMAK AMACIYLA
GAYRET SARF EDIYORUZ.
TÜM IŞ PLANLARIMIZI,
TÜM YATIRIMLARIMIZI,
ETKINLIKLERIMIZI BU
HEDEF DOĞRULTUSUNDA
SEFERBER EDIYORUZ.
TÜVTÜRK olarak bizler, bugün olduğu gibi yarın da yüksek kalitedeki muayenelerle, trafik güvenliğine en yüksek oranda katkıda bulunarak, müşteri yoğunluğunu yönetebileceğimiz doğru yatırımları doğru zamanda yaparak, insan hayatına verdiğimiz önemi bizzat çalışmalarımızla gözler önüne sermeye devam edeceğiz.
Çünkü bizler için insan hayatı her şeyin üstündedir. Bu vesileyle, 2015 yılının tüm insanlık için iyi bir yıl olmasını umuyor, kazasız günler diliyorum…
Saygılarımla…
KEMAL ÖREN
TÜVTÜRK Genel Müdürü
* Muayene süresi 11 Eylül 2014'ten önce dolan araçlar indirimden faydalanabilecektir.
TÜVTÜRK Araç Muayene ‹stasyonları
TÜVTÜRK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklığıdır. www.tuvturk.com.tr
/TUVTURK
/TUVTURK
İSTASYON
3
46 Sağlık
24
Söyleşi
18
Tarihten
İçindekiler
OCAK-ŞUBAT-MART 2015
06 HABERLER
Dünyada ve Türkiye’de öne çıkan
haberler...
10 HAYAT
Deniz fenercileri, yol gösteren
kulelerinden birer birer ayrılıyor.
Dalgaların, yolcuların ve rüzgârların
bilgeliğini taşıyan fenerlerse yavaş
yavaş kitapla, felsefeyle, sanatla
doluyor.
18 TARİHTEN
Kapak fotoğrafı: Mustafa Seven
4
İSTASYON
Çocukluğumuzun en önemli
masallarından Fareli Köyün
Kavalcısı, gerçekten yaşamış ve
çocukları götürmüş olabilir mi?
10
Hayat
24 SÖYLEŞİ
Yakın bir tarihte başlayacak Beş
Kardeş dizisiyle evlerimize konuk
olacak Serdar Orçin, hem kariyerini
hem de özel hayatını anlattı.
28 KARİYER
Stephen R. Covey’in “Etkili
İnsanların Yedi Alışkanlığı” adlı
kitabı, iş dünyası içinde olan herkes
için rehber olabilecek nitelikte.
32 OTOMOBİL
Hafif metallerin kullanımından
silindirlerin yarısını devre dışı
bırakan sisteme kadar birçok yeni
teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor.
34 Gezi
34 GEZİ
Gerek yurtiçinde, gerekse Avrupa’da
kaliteli pistleri, spor sonrası yorgun
bedeninizi şımartan aktivite
seçenekleri, lüks yeme-içme ve
konaklama mekânlarıyla pek çok
kayak merkezi sizi bekliyor.
bölgesinde ve aort damarında
gözlemlenen; tedavi edilmediği
takdirde ölümcül sonuçlara yol
açan anevrizmayla ilgili bilinmesi
gerekenler.
48 UZMAN GÖZÜYLE
Otobüslerin muayenesiyle ilgili
merak edilen tüm ayrıntılar…
40 YEMEK
Bu kış küçük ve leziz bir değişiklik
yapalım: Konuklarımıza çay,
kahve yerine geleneksel kış
içeceklerimizden boza ve salep
ikram edelim…
46 SAĞLIK
Vücudun daha ziyade beyin
52 OYUN
Konsol ve mobil oyunlar…
58 TÜVTÜRK
TÜVTÜRK’ten haberler.
62
ENGLISH SUMMARY OF CONTENTS
İmtiyaz Sahibi
TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18
Maslak-Şişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan
(Sorumlu Müdür)
Görsel Yönetmen Erhan Teksöz
Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve
Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris
Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul
Tel: 0212 304 00 00 (Santral)
Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi
Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00
Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK
Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır,
parayla satılmaz. [email protected]
İSTASYON
5
HABERLER
PEYNIRE BIR DE BU GÖZLE BAKIN!
İçinden
yükselen sese
kulak ver!
Aslında
megalomanlığın
simgesi
n Hemen hepimize olmuştur: Sabah
yataktan kalktığımız andan itibaren
ya da gün içinde zihnimizde bir
şarkı dolanır durur. Bazen günler,
bazen de haftalarca aynı şarkıyı
mırıldanırız. Neden ve nasıl dilimize
takıldığını da bilmeyiz üstelik. İşte
biliminsanları bu sorunun peşine
düştü. Ve ne buldular dersiniz?
Böylesi bir durumun beynimizin
bir bölümünün kontrolümüz dışına
çıktığının göstergesi olduğunu...
BBC’nin haberine göre, Londra’daki
Goldmiths Üniversitesi’nde bu konu
n Günümüzde birçok organizasyonun
vazgeçilmez objesidir kırmızı halı.
Objektifler, üzerinde yürüyenleri
görüntülemek için birbiriyle
yarışırken, onun üzerinden arz-ı
endam etme şansına nail olanlar
peri masalının başrolünde kendileri
varmış, bu dünya dönüyorsa eğer
onlar sayesinde dönüyormuş
havasına bürünürler. Kırmızı halı
seremonisinin tarihçesiyse bambaşka
bir gerçeği ortaya çıkartıyor. Halı
geleneğine ilişkin ilk yazılı kayıt,
MÖ 5’inci yüzyılda Aiskhylos’un
(Eshilos) yazdığı Agamemnon
trajedisinde kendini gösteriyor.
Söz konusu eserin en önemli
karakterlerinden Clytemnestra, kocası
Kral Agamemnon’u karşılamak için
tanrıların kullandığı bir yönteme
başvurarak yoluna bir halı serer.
Agamemnon, önce bu halıda
yürümeye çekinir; çünkü kendini
Geçtiğimiz günlerde BBC Future dergisinde yayınlanan bir haber, kahvaltı
sofralarımızın bir numaralı oyuncusu peynire yönelik tutkumuzu değilse bile,
bakış açımızı değiştirecek nitelikte...
n Kısa sürede bozulan sütün ömrünü uzatmaya çalışanlar
tarafından keşfedilen peynir, günümüzde onlarca çeşidiyle
masalarımızı süslüyor. Altın tozu serpilmiş Stilton’dan
Sardinya Adası’na özgü kurtlusuna kadar birçok çeşidi
bulunan peynirle ilgili bir haber hazırlayan BBC Future
dergisi, makalesinde bu besinle ilgili hayli ilginç bilgiler
veriyor. Peynirin aslında, bakteri ve mantarların inşa ettiği
bir mikroorganizmalar kalesi olduğu cümlesi ise makalenin
özünü oluşturuyor. Ayrıntılara gelince…
Her şey, asitik hale getirebilmek için süte
laktobasil veya streptokok katılmasıyla
başlıyor. Daha sonra eklenen bir enzim,
süt proteinlerini parçalıyor; parçalanan
proteinlerse yanına sütteki yağı da alarak
topak haline geliyor. Peynir yapmak için
bu topaklar toplanıyor ve süzülmesi için
üzerine bir ağırlık konarak beklemeye
bırakılıyor. İşte bu bekleme sırasında
diğer mikroplar, kendi özelliklerini peynire
aşılamaya başlıyor. Örneğin ünlü Rokfor
peynirine camgöbeği renkli küflü dokuları
kazandıran şey, Fransa’daki mağaralarda
bulunan ve Penicillium roqueforti adı
verilen bir mantar. Bu peynir, küflenmesi
için mağaralarda bekletilebildiği gibi, aynı mantarın
sonradan eklenmesiyle de üretilebiliyor. Tam bir küf ürünü
olan tutkalımsı peynirlere verilecek en iyi örneklerden
Kamembert’teyse, peynirin üst tabakasını üs edinen
Penicillium camemberti adlı mantar, ürettiği enzimlerin
peynirin içine kadar gitmesini sağlıyor. Sütteki laktik asit
tuzunu sindirerek peynirin dışını içinden daha asidik hale
6
İSTASYON
getirip kalsiyum fosfat iyonlarını yüzeye doğru çıkarıyor. Bu
iyon hareketi, peynirin içini yumuşatırken dışında daha fazla
protein sindirimi amonyak üretilmesine neden oluyor. Bu da
Kamembert peynirine kendine özgü kokuyu veriyor.
Epoisses ya da Limburger gibi olgunlaşma sürecinde
birçok kez tuzlu suyla yıkanan kabuklu peynirlerse,
Brevibakteri linen bakterilerine ev sahipliği yapıyor.
Bunların yaydığı butrik asit ve izovalerik asit gibi moleküller,
peynire farklı bir koku veriyor. Bir tür kaşar peyniri olan
çedar ise bekleme sürecinin başında eklenen laktobasil
bakterisiyle özgün tadını ve kokusunu kazanıyor.
Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, biliminsanları
peynirin olgunlaşma sürecinde rol alan mikropları ve
becerilerini anlamaya çalışıyor. Ve elde edilen her bilgi
peynire duyulan hayranlığı daha da artırıyor.
üzerine araştırma yapan ekip, en çok
dile dolanan 5 bin şarkıyı tespit etti.
Şarkıların ortak özelliği, nakaratlarının
basit sözlerden oluşması… Beynin
müziğe karşı hassasiyet göstermesi,
müziğinse tekrar içermesi, dile
dolanan şarkılardan neden kolay
kurtulamadığımızın yanıtlardan biri.
Hafızayla ilgili yapılan araştırmalar,
hafızamızda “köle sistemleri” olarak
adlandırılan olgular bulunduğuna
dikkat çekiyor. Görsel bilgileri
toplayan “zihin gözü” veya telefon
numaralarını aklımızda tutmamızı
sağlayan “içkulak” köle sistemlerden
sadece ikisi... Dile dolanan şarkıların
etkilediği kısım da “içkulak”ın ta
kendisi. Gün içindeki planlarımızı,
yapılacak işler listesini veya başıboş
düşünceleri tekrarlamak yerine,
içkulağımız bir şarkının birkaç
notasına veya sözlerine takılır. Peki,
bu durumdan nasıl kurtulabiliriz. Yanıt
çok açık: Başka bir şeyle ilgilenerek...
Kontrolümüz altında olmayan
bu alana istediğimiz kadar “kes
sesini” diyelim, işe yaramayacaktır.
Yapılacak en iyi şey, onu başka bir işle
görevlendirmek..
BU KORKUNUN ALTINDA DA
GENLER VAR!
n Birçok çocuğun yanı sıra bazı yetişkinlerin de korkulu
rüyasıdır matematik. Rakamlardan oluşan karmaşık
yapının içinden çıkmak, tabiri caizse deveyi hendekten
atlatmaktan daha zordur onlar için. Özellikle ebeveynler,
çocuklarının matematikle olan ilişkisini “ilgisi yok” ya da
“üzerine eğilmiyor, o nedenle de anlamıyor” sözleriyle
açıklaya dursun, yapılan araştırmalar işin içine bir de
genlerin girdiğini gösteriyor.
www.sciencedaily.com sitesinin söz konusu
araştırmalardan yola çıkarak hazırladığı habere göre,
216 tek ve aynı cinsiyete sahip 298 çift yumurta ikizinin
denek olduğu bu çalışmada, matematik korkusuna yol
açan ve genetik farklılıklarla açıklanabilecek iki faktör
ortaya çıktı. Bu faktörlerden biri, matematiksel kognitif
(zihinsel) performansı, diğeri ise anksiyete (kaygı duyma
hali) yatkınlığı. Araştırmada çocuk denekler, anaokulu
veya birinci sınıftan itibaren takip edilmeye başlandı
ve takip süreci 9 ila 15 yaşlarına kadar sürdürüldü.
Araştırmaya, kişinin öğrenme kapasitesi ve problem
çözme yeteneği üzerinde büyük etkisi olabildiği için
anksiyeteye yönelik bulgular da dâhil edildi. Ardından
tüm çocuklar, matematik anksiyetesi, genel anksiyete,
matematiksel problem çözme ve idrak yeteneklerini
test edecek değerlendirmelere tabi tutuldu ve istatistiki
veriler oluşturuldu. Tüm değerlendirmelerin sonucunda,
matematik korkusunun, kişinin genetik faktörlerinden
ileri gelen matematik yeteneği yoksunluğu ve anksiyete
eğilimiyle ilgili olabileceği sonucuna varıldı.
Bağış yapın, DNA’nız Ay’a gitsin
n Başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere birçok kurum,
gerçekleştireceği faaliyetlerin finansal kaynağını sağlayabilmek amacıyla
bağış kampanyaları düzenliyor ve çağrılarına kulak veren bağışçıları
ödüllendiriyor. Bunun son örneği, İngiltere’den geldi. İngiliz mühendislerin
liderliğindeki ekip, “Lunar Mission One” adını verdikleri proje kapsamında,
10 yıl sürecek çalışma sonucunda Ay’a bir modül göndermeyi planlıyor.
Buraya kadar her şey olağan… Ancak sıra dışı olan yönü, proje için gereken
780 milyon Dolar’ın büyük kısmının, bağışlarla karşılanması ve belli
bir rakamın üzerinde bağış yapanların kendilerinden bir parçanın Ay’a
gönderilmesi. İnternet üzerinden faaliyet gösteren proje finansmanı sitesi
Kickstartet ile işbirliği yapan ve böylelikle 1 milyon Dolar toplamaya çalışan
proje ekibi, 80 Dolar ve üzerinde bağış yapanlara istedikleri fotoğrafları,
mektupları ya da DNA örneklerini “zaman kapsülüne” koyup Ay’ın yüzeyine
gömmeyi vadediyor. Proje ekibi ayrıca, insanlık tarihini anlatan büyük bir
arşivi de Ay’ın zeminine gömmeyi planlıyor.
tanrı yerine koyacaktır. Ama karısı
ısrar edince, kendini beğenmiş
Agamemnon halının üzerinde yürür.
Böylece Clytemnestra, kocasının
nasıl bir megaloman olduğunu
kanıtlar… Halı sadece Batı değil,
Doğu toplumlarında da önemli bir
obje. Asya’da bir hükümdar, bir
çadırın önüne oturduğunda, yere halı
serilmesi ya da Topkapı Sarayı’nın
kapılarından Babüssade önünde
bayramlaşma, tahta çıkış törenleri
yapılırken kapının önüne halı koyulup
tahtın bunun üzerine kurulması, bu
duruma verilebilecek örneklerden.
Sinema endüstrisinde kırmızı halı
geleneğinin 18 Ekim 1922’de başladığı
söylenir. O gün, Hollywood’da
Mısır Sineması açılmış ve Douglas
Fairbanks’ın başrolünü oynadığı Robin
Hood gösterilmiştir. Bu olay, sonraki
etkinliklerin de ilham kaynağı olur .
İSTASYON
7
HABERLER
HAZIRLAYAN: MÜFİT YILMAZ GÖKMEN
PAHALI AMA
FARKLI BIR KAMERA
2015’in ilk günlerinden itibaren, firmalar birbiri ardına yeni
ürünlerini tüketiciyle buluşturuyor. Lytro’nun Illum adını verdiği
fotoğraf makinesi de yeniler arasında ve bu ürün dikkatleri üzerine
çekmekte zorlanmıyor.
Microsoft da
Bitcoin’e
kapılarını açtı
n Amazon, Dell, Virgin Galactic ve
Tesla Motors gibi büyük firmaların
ardından, Microsoft da sanal para birimi Bitcoin ile ödeme kabul etmeye başladı. Microsoft, sanal para birimiyle Windows, Windows Phone ve
Xbox ürünlerinin satın alınabileceğini açıkladı. İlk olarak ABD’de hayata
geçen uygulamanın, 2015 boyunca
birçok ülkeye yayılması bekleniyor. Microsoft’un açtığı kapı sayesinde Bitcoin, ilk kez konsol dünyasına
adım atarken, masaüstü ve mobil piyasadaki konumunu güçlendirecek.
En aktifi
Instagram
n Fotoğrafların Tweet’lerden daha
ilgi çekici olduğu, sonunda resmiyet
kazandı. Facebook tarafından Nisan
2012’de satın alınmasının ardından
mobil dünyada hızlı yükselişini sürdüren Instagram, 300 milyon kullanıcıya ulaştığını açıkladı. Henüz dört
yaşında olan fotoğraf ve video paylaşım platformu, böylece aktif kullanıcı sayısı 284 milyon olan Twitter’ı,
geride bıraktı. Amatör ve profesyonel fotoğrafçıların yanı sıra sayısız
kurum ve markanın boy gösterdiği
Instagram’da her gün paylaşılan fotoğraf sayısıysa 70 milyon. Dört yıllık arşivindeki fotoğraf sayısını 30
milyara çıkaran Instagram, Tumblr,
Snapchat ve Pinterest ile birlikte en
hızlı büyüyen sosyal ağlardan biri.
8
İSTASYON
GÖRSEL IKIZINIZI YARATABILECEKSINIZ
n Yakın gelecekte birçok amaç için kendinizi 3D olarak
dijital ortama aktarabilir, bu sayede yaşam standardınızın önemli ölçüde artmasını sağlayabilirsiniz. New York
merkezli Body Lab firmasının geliştirdiği teknoloji, vücudunuzu tarayarak görsel ikizinizi yaratıyor. Body Lab, insan vücudunu 3D bir görsele çevirerek üretimden tasarıma, alışverişten hizmet sektörüne kadar, birçok alanda
fayda sunulabileceğine inanıyor. Örneğin yeni arabanı-
zın sürücü koltuğunu vücudunuza göre tasarlatabilecek, vücut ölçülerinize en uygun kıyafeti diktirebileceksiniz. Hatta yeni nesil oyunlarda kendi dijital karakterinizi
yönetebileceksiniz. Body Lab, insan vücudunu dijital bir
platforma dönüştürerek iş dünyası ve tüketiciler arasındaki arayüzü tamamen değiştirmeyi amaçlıyor. Dijital
dünyaya aktarılmak, şüphesiz dijital hayata adaptasyonun en ilginç adımlarından biri olacak.
EN GIZLI
UYGULAMA
PLATFORMU
GELIYOR
n Telefon görüşmelerinden atılan SMS’lere ve
e-mail yazışmalarına kadar, tüm işlemleri şifreleyen Blackphone, Ocak 2015’te uygulama platformunu da hizmete sunacak. Geliştiriciler için yeteneklerini sınayabilecekleri yeni bir fırsat olarak
belirecek Blackphone uygulama platformuna, sadece belirli güvenlik testlerinden geçirilen yazılımlar kabul edilecek. Donanım geliştiricisi Geeksphone ve şifreli iletişim teknolojileri sunan Silent Circle
tarafından geliştirilen Blackphone, içeriğinde Spaces yazılımıyla sunulacak. Spaces, Blackphone’da
iki ayrı kullanıcı hesabı oluşturulmasına imkân verecek. Uygulamaları ve diğer tüm içerikleri kendilerine özgü olacak hesaplardan biri iş, diğeri sosyal
amaçlı kullanılabilecek.
n İlk kamerasını 2012’de sunan Lytro, en yeni modeli Illum ile 2015’te fazlasıyla dikkat çekebilir. Son derece hareketli LCD ekranının öne çıktığı farklı bir tasarıma sahip olan Illum, 2012’de
sunduğu aydınlık alan görüntüleme teknolojisini de geliştirdi. Illum’un kamera sensörü, alan
derinliğindeki tek bir odak düzlemine odaklanmak yerine, birçok odak düzleminden gelen ışığı
topluyor. Böylece fotoğrafı çektikten sonra odak, perspektif ve alan derinliği üzerinde düzenleme gerçekleştirilebiliyor. 30-250 mm f/2.0 lens, 8x yakın çekim yapabiliyor. Qualcomm tarafından üretilen Snapdragon 800 işlemcisi kullanan kameranın 480x800 çözünürlüklü LCD ekranı,
80 derece kadar görüş açısı sunuyor. Illum’um tüm özellikleriyle fiziksel olarak tanışmak isteyenler, 1599 Dolar ödemek zorunda.
Dünyanın
en ince
telefonu
Bir akıllı telefonun tüm fonksiyonlarını
şifreleyerek yerine getiren Blackphone,
politikacılar ve iş dünyasının yanı sıra
gizliliğe önem veren tüketicilerin 2015’teki
tercihi olmaya aday gibi görünüyor.
n Akıllı telefonlar için “çok ince” tanımını yeniden belirleyen bir ürün: Vivo X5Max.
Gionee’nin 5,1 mm’lik Elife S5.1 ve Oppo’nun
4.85 mm’lik R5’ini geride bırakmayı başaran
X5Max, sadece 4,75 mm kalınlığında. Kısaca,
LG G3 ve Google Nexus 5’in yarısı diyebiliriz. Aşırı
inceliğine rağmen, Çinli üretici Vivo, telefona birçok özellik sığdırmayı başarmış. Bunlar arasında
5.5 inç 1080p Super AMOLED ekran, 1,7 mm kalınlığında mantıksal çevrim kartı, 5 MP f/2.4 ön
kamera da yer alıyor. Telefonun arka panelindeki
ana kamera ise f/2.0 diyafram açıklığına sahip ve
13 MP. Maalesef, iPhone 6’da olduğu gibi kamera
telefondan uzanan 2 mm’lik bir çıkıntıya neden
oluyor. Sonuç olarak gerçekten ince, ama Çinliler
mucizeyi gerçekleştiremedi.
365 bin Dolar’lık Apple
n Apple’ın efsane CEO’su
Steve Jobs tarafından satılan ilk bilgisayardan biri,
New York’taki Christie’s
açık artırma evinde 365
bin Dolar’a alıcı buldu.
Halen sorunsuz bir şekilde çalışan Apple 1, kendisi gibi geride kalan
50’den az bilgisayardan
biri olma özelliğine sahip. Bir diğer çalışan Apple 1, Ekim ayında 905 bin
Dolar’a yeni sahibine tes-
lim edilmişti. Mühendisliği, Steve Jobs ile Apple’ı
kuran Steve Wozniak’a ait
olan Apple 1, bizzat Steve Jobs tarafından müşterilere pazarlanmıştı. Jobs,
1970’lerde geliştirdikleri bu bilgisayar için, elindeki en önemli varlığı VW
marka kamyonetini, Wozniak ise hesap makinesini satmıştı. İkili, Apple 1’i
666,66 Dolar’dan satışa
sunmuştu.
NINTENDO, AMIIBO ILE
PARA BASIYOR
n PlayStation 4 ve Xbox One’ın fazlasıyla geride
kalması nedeniyle 2014’ü hezimetle kapatacağı düşünülen Wii U, Amiibo sayesinde yeniden yükselişe geçti. Yeni nesil Nintendo 3DS ve Wii U konsollarıyla kullanılan Amiibo figürleri, NFC (yakın alan
iletişimi) teknolojisiyle oyuncuları temsil eden karakterleri oyun içine dâhil etmek veya çıkarmak için
kullanılıyor. Kısa zamanda üçüncü parti oyunlara da
sıçrayan
Amiibo, Super Smash
Bros.’un
başını çektiği oyunlar sayesinde 2014’te
700 binden fazla satmayı başardı. One Piece: Super Grand
Battle! X’in de verdiği destekle Wii U konsoluna aradığı enerjiyi geri getiren Amiibo, Wii U’nun Kasım
2012’den bu yana en yüksek satış oranına ulaşmasını sağladı. Wii U satışları, Kasım 2014’te bir önceki yıla oranla yüzde 90 arttı. Nintendo için 2015’e
daha iyi bir ön hazırlık olamazdı.
İSTASYON
9
HAYAT
Dalgaların
Çobanları
Deniz fenercileri, yol gösteren
kulelerinden birer birer ayrılıyor.
Dalgaların, yolcuların ve rüzgârların
bilgeliğini taşıyan fenerlerse yavaş yavaş
kitapla, felsefeyle, sanatla doluyor.
Antalya Kumluca’daki Taşlık Burnu’nda, 227 metre
yükseklikten ışık veren Gelidonya Feneri, kayalıkların
ardından ufku izliyor. Fenerde doğup büyüyen Mustafa
Demir, ışığı güneş enerjisiyle yanan fenere artık sadece üç
ayda bir, kontrol için geliyor.
10
İSTASYON
İSTASYON
11
HAYAT
1857’de Fransızlar tarafından yapılan Ahırkapı Feneri İstanbul’un simgelerinden biri... Fenerin son fenercisi Ahmet Sarpbaş, emekli olmadan önce,
29 metre yüksekliğindeki kulenin merdivenlerine bıkmaksızın yıllarca tırmandı.
Sinop’ta Boztepe Burnu’nun doğu ucundaki küçük fener, gelip geçen dev balık sürülerinin sudaki gölgesini seyrediyor (üstte sağda). Mehmetçik Feneri’nin eski fenercisi Osman
Yarış’ın anıları, evinin duvarına astığı fotoğraflarda yaşıyor (üstte solda).
Yazı ve Fotoğraflar: AKGÜN AKOVA
“
12
İSTASYON
F
enerciğimi gördüm yine! Ah! Bir daha göremeyeceğimi sanmıştım!” diye söyleniyor Adile
Erdoğan. 86 yaşındaki “Fenerci Nine” gözyaşlarını akıtarak Sivrice Feneri’nin içinde dolaşıyor. Midilli Adası’na bakan pencerenin önünde
durup, “İşte buradan bakardım teknelere,” diyor. Sonra
diğerinin önüne gidip, “Kapkara sığırcık alayları inerdi
ördeklerle, şuracıktaki göle,” diye mırıldanarak gökyüzüne kuşları arar gibi bakıyor.
Bir zamanlar yağmurlarla göle dönen yerde, bugün
lunaparklardaki roller coaster raylarını andıran dev bir
radar var. O kadar büyük ki, feneri gölgede bırakıyor.
Adile Nine, iki katarakt ameliyatından sonra gözünün
ferini epey yitirmiş, ama “fenerciği”nin içinde gezinirken her şeyi anımsıyor. Henüz 13 yaşındayken, yaşını
üç yıl büyütüp bir fenerciyle evlendirmişler onu. Yıllar
sonra, Seddülbahir’deki fenerci ölünce Adile Nine’yi eşinin yanından alıp, fenercinin dul kalan karısının yanına
yollamışlar. İki kadın, iki buçuk yıl feneri birlikte yakıp
söndürmüş. Birisi kocasız, diğeri kocasından uzakta...
“Gittin mi Seddülbahir’e de?” diye soruyor bana Adile
Nine. Sonra birden geçmişe dair bir ışık yanıyor aklanmış
gözbebeklerinde... “Korkuluk yapmışlar mı merdivenlere? Ödüm patlardı, çıkarken düşeceğim diye!”
Fenerci Adile Erdoğan, işi bıraktığı 1986 yılından beri,
Sivrice Feneri’nin bulunduğu Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinin Bektaş Köyü’nde, tek katlı küçük evinde oturuyor.
Yazar Akgün Akova, uzun bir süredir fenerlerin ve fenerci
ailelerinin öykülerini topluyor.
Ondan fenerciliği devralan oğlu Kemal Bey de çoktan
emekli olmuş; köye gittiğim gün zeytin toplamaya gitmişti. Adile Nine’nin torunu, Sivrice Feneri’nin son fenercisi
Ergün Erdoğan ise aynı gün Seddülbahir kılavuzluk mendireğinde bir feneri tamir ediyordu sert rüzgârlara karşı.
Ama işi bittiğinde Sivrice Feneri’ne değil, evine dönecekti.
Çünkü artık Sivrice’de bir fenerciye ihtiyaç yok. Zonguldak Feneri’nde de. Kerempe Feneri’nde de. Bodrum Hüseyin Burnu Feneri’nde de...
Her şey gibi, deniz fenerleri de teknolojik gelişmelerden nasibini aldı. Dev mercekli anıt fenerler bile ışıklarını
otomatik sistemlerle yakıp söndürüyor. Lambalarının yanıp yanmadığı, ne kadar akülerinin kaldığı İstanbul’daki
Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ndeki ekrandan kontrol ediliyor. Geceleri fenerin düzeneğini kurmak için
iki buçuk saatte bir merdivenleri tırmanan, “Ha fener
söndürmüşsün, ha adam öldürmüşsün; aynı şey,” diyen, fenerlerine çocuğuymuşçasına tutkun fenerciler teker teker “yuva” bildikleri fenerlerden ayrılmak zorunda
kalmışlar. Ya emekli olmuşlar ya da onların deyimiyle
“lojman”larından, Kıyı Emniyeti Müdürlüğü’ne göreyse
“gardiyan binaları”ndan ayrılıp başka işlerde görevlendirilmişler. Bazıları atölyelerde çalışmayı ya da fenerlerde
bakım yapmayı kendisine yapılmış bir vefasızlık olarak
değerlendirmiş. Çalışmaktan yüksündükleri için değil,
kuşaklardır yuva bildikleri fenerlerinden koparılmayı
haksızlık olarak gördükleri için kırılıp köşelerine çekilmişler.
Kıyılarımızda irili ufaklı yaklaşık 1200 fener bulunuyor. Bunların 566 tanesi Kıyı Emniyeti Genel
Müdürlüğü’ne bağlı. Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ne
bağlı olanların artık sadece 7’sinden fenerci aileleri ya da
İSTASYON
13
HAYAT
Rumeli Feneri’nin merdivenlerinin başında, Anadolu ve Rumeli’nin fethi sırasında savaşlara katılan ve yaşarken kahraman haline gelen Sarı Saltuk’un türbesi var. Çok sayıda
ziyaretçisi olan Sarı Saltuk’un, Rumeli Feneri’nin manevi koruyucusu olduğuna inanılıyor (üstte). 1931 yılında inşa edilen Datça, Knidos Deveboynu Feneri’nin denizden yüksekliği 109
metre. Ulusal miras olarak koruma altındaki fenerde artık güneş enerjisi ile çalışan bir lamba kullanılıyor (altta).
Türkiye kıyılarında mendirek, balıkçı barınağı ve şamandıralarda da çok sayıda fener bulunuyor. Bu küçük fenerlerin bakımı için Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ne bağlı ekipler görev yapıyor.
fener bekçileri sorumlu. Hâlâ eski çalışma sistemine bağlı
olsalar da, kendilerinden sonra bu işi kimsenin devam ettirmeyeceğini biliyorlar. Onlardan biri de Yelkenkaya Feneri’ndeki Gül Ailesi. Dededen fenerci Ahmet Gül emekli
olunca yerine fenerci alınmayacak. Fener de belki kiraya
verilecek.
Çanakkale’de, şehitliklere yakın duran Mehmetçik Feneri, Boğaz’ın en önemli noktalarından birinde. Mehmetçik Feneri’nin son fener bekçisi Burhan Yarış’ın babası,
Osman Yarış’ın adı fenerciler arasında saygıyla anılıyor. 30
yıl fener bekçiliği yaptıktan sonra 2003’te emekli olmuş.
“Bana ‘Fenerciler için kooperatif kuralım, sen başına geç’
dediler. ‘Ben köyümde kalacağım’ dedim. Traktörü alır
almaz gidip Ezine’den 550 zeytin fidanı aldım. Babadan
kalan araziye diktim,” diye anlatıyor. Osman Yarış, feneri anlatırken bir parçasından söz ediyor gibi: “Fener ikiz
kardeşim gibiydi. Bayram falan görmedik biz fenerde çalışırken, söner diye ayrılamazdık ki... Fener de deniz gibi
insanın kanına işliyor, rüyalarına giriyor. Emekli olduktan
sonra geceleri aniden yataktan fırlayıp fenerin yanıp yanmadığı telaşına kapılıyordum. Köydeki evimize çok yakın
olmadığı halde gidip fenere baktığım çok oldu...”
O yıllardan hatırladığı şeylerden biri, Çanakkale Boğazı’ndaki batıklar... “Çok batık var, örneğin fenerden kuzeye doğru Majestic’in batığı; sinarit yuvası. Harita gibi
14
İSTASYON
bilirim ben o gemiyi,” diyor. Torunu fenerciliği sürdüremese de denizden kopmamış. O da Gelibolu’da Denizcilik
Lisesi’ni bitirmiş. Yarış’ın eşi, 1975’te köye elektrik geldiğinde fenere getirilip takılan ilk lambayı anı olarak saklamış. Torunları “Dedemiz ne yapardı?” diye sorduğunda
o lambayı çıkarıp gösteriyor. Osman Yarış torunlarına
“miras” olarak bir fener bırakamamış, ama zeytin tarlası
bırakacak.
Fenerci ailelerin birer birer ayrılmasından sonra
“gardiyan odalı” fenerlerden 16’sı ihale yoluyla, 10’ar
yıllık sürelerle kiraya verilmiş. Kiracılar fener kulesini
kullanamıyor, ama gardiyan binalarını ve bahçeyi kullanabiliyorlar. Kıyı Emniyeti Seyir Yardımcıları Dairesi
Başkanı Celalettin Uysal, kiralamadaki amacın fenerleri
halka açmak ve bakımlarını sağlamak olduğunu söylüyor. Kiralayanların, feneri ve çevresini koruma görevini
üstlendiğini de ekliyor. Ancak “fenerleri halka açmak”
düşüncesi, kiralayanların bazıları tarafından “restoran
ya da çay bahçesi açmak” olarak algılanmış. Kiraladıkları
fenerleri yalnızca ticari gelir kaynağı olarak gören bu kiracıların fenerlerin varoluş nedenine herhangi bir katkı
sağlayamayacağı ortada.
Kiralanan iki fenerin ise “deniz feneri” sözcüğünün
ruhuna saygı duyan kiracıları var. Bunlardan biri, göğüs
hastalıkları doktoru Levent Safalı. Safalı, bir felsefe tutİSTASYON
15
HAYAT
Yelkenkaya Feneri’nin eski fenercisi Sacide Gül, torunu Yiğitcan ile fenerin bahçesinde güneşleniyor. Yiğitcan, Çayırova Şişe Cam Kürek Takımı’nda yarışmış ve madalyalar
kazanmış (üstte). Adile Erdoğan’ın 72 yıl önce kapısından ilk kez girdiği ve defalarca ışığını yaktığı Sivrice Feneri, 2009’dan bu yana kütüphane olarak hizmet veriyor. Adile Erdoğan
“fenerciğim” dediği kuleden ayrılalı 29 yıl olmuş, ama anıları hâlâ canlı (altta).
Şile Feneri, 1859’dan beri Karadeniz’deki denizcilere yol gösteriyor. Günümüzde fener binasında, bir zamanlar burada kullanılmış ve artık antika değerinde eşyalarla,
gaz lambaları ve teknik cihazlar sergileniyor.
kunu. Özgür Üniversite’de felsefe dersleri veriyor. Deniz
fenerleriyle yolu, arkadaşlarıyla felsefe tartışmaları yapabilecekleri, felsefenin ruhuna uygun mekânlar ararken
kesişmiş. “Önceleri eski bir hamam, terk edilmiş bir kömür madeni gibi yerler olabilir diye düşünmüştük,” diyor Safalı, ama bir Fransa seyahatinde, gençlerin deniz
fenerlerini sosyal alan olarak kullandıklarını öğrenince
Türkiye’deki deniz fenerlerini araştırma yoluna gitmiş.
Fenerlerin kiralanabileceğini öğrenmiş. Önce İğneada
Feneri’nin ihalesine girmiş; ama kaybetmiş. 2010’da Bozburun’daki Armutlu Feneri’nin kiralama ihalesinde, şans
eseri kendisinden başka kimse yokmuş! Kıyı Emniyeti
yetkililerinden büyük yardım gördüğünü söylüyor. Bir
Poseidon Tapınağı’nın temeli üzerine yapıldığını söylediği Armutlu Feneri’nde felsefe kampları düzenliyor. Kış
aylarında bile, ayda bir gün fenerde meraklılarıyla felsefe
tartışıyor. Fenerin bir bölümü toplantılara katılanların
konaklaması için kullanılıyor. Bir zamanlar deniz feneri
olarak kullanılan Armutlu Feneri artık “Poseidon Felsefe
Feneri” olarak da anılıyor.
Adile Nine’nin feneri Sivrice ise artık bir deniz feneri
kütüphanesi olarak hizmet veriyor. Eski İstanbul Barosu
16
İSTASYON
Başkanı Yücel Sayman ve eşi Hacer Hanım, kiraladıkları feneri dünyanın dört bir yanından topladıkları deniz
feneri kitapları, pulları, çizimleri ve haritaları ile doldurmuşlar. Kütüphane fikrini ilk olarak Fransız dostları
ortaya atmış; “Biraz kısa boylu olsa da, vakur duruşuyla
etkileyici, dingin ve dirençli şu yapıya bir kütüphane çok
da yakışmaz mıydı?” demiş.
Sayman çifti bu düşü gerçekleştirirken diğer dostları
bunu “keyifli bir çılgınlık” olarak değerlendirmiş. Önce
deniz kitaplarıyla dolu bir kütüphane hayali kurmuş Yücel Sayman. Ama dünyada denizle ilgili 100 binden fazla
kitap olduğunu öğrenince vazgeçmiş. Yalnızca deniz fenerlerini anlatanlarda karar kılmış. Sivrice Deniz Feneri
Kütüphanesi, sadece okurlar için değil, tüm fenerciler ve
kıyı emniyeti görevlileri için parmakla gösterilecek bir örnek olmuş. Celalettin Uysal bu kütüphanenin dünyadaki
tek örnek olduğunu ve feneri efsaneleştirdiğini söylüyor.
Dalgaların çobanları olarak tanımladığım fenerlerin
yoldaşı olan fenerci ailelerinin kuşaktan kuşağa geçen öyküleri birer birer sona eriyor. Fenercilerin anılarının kuşaktan kuşağa anlatılacak öykülere dönüşmesi ise, ancak
onlara kulak vermekle mümkün.
Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
17
TARİHTEN
730 YILLIK MASALIN ARDINDAKİ GERÇEKLER
Fareli Köyün Kavalcısı kimdi ve
çocuklar nereye
gİttİ?
Bütün zamanların “en güzel çocuk masalları” arasında yer alan Fareli Köyün
Kavalcısı'nda şehir farelerden kurtulur ama, çocuklarını kaybeder. Kavalcının
müziğine dayanamayan fareler gibi, çocuklar da onun peşinden gitmiştir.
Efsaneyle gerçeğin karıştığı noktada, pek mutlu olmayan sonlar, gizemli
finaller var. 1284’e, olayın geçtiği Almanya’nın Hameln şehrine dönüyoruz.
A
yapıldığı sanılmaktadır. Söylencelmanya’nın Aşağı Saksonya
nin en önemli ögelerinden farelerse
bölgesinin başkenti Havitrayda yer almamaktadır; çünkü
meln ya da İngilizce yazılıonların hikâyeye dâhil oluşu ancak
şıyla Hamelin/Hamlin şeh1559’dadır.
ri, doğal güzelliklerinin yanı
Willy Krogmann’un, Fareli Kösıra dünyaca ünlü bir efsane/masala
yün Kavalcısı: Efsanenin Oluşumu
da ev sahipliği yapmaktadır. Türkçe’ye
Üzerine Bir İnceleme adlı eserinde
“Fareli Köyün Kavalcısı” olarak çevrilbelirttiğine göre, 14’üncü yüzyılda
miş “Hameln’in Sıçan Avcısı” adlı bu
şehirde yaşamış Lude isimli bir din
ünlü efsane/masal, günümüz anlatımadamının elinde, içinde kilise şarlarında mutlu sonla bitse de, gerçekte
kıları bulunan bir kitap vardı. BüHameln şehrini yüzyıllar boyunca derin
yükannesi tarafından kitabın içine
bir travmayla yaşamak zorunda bırakan
olayın tanığı olduğuna dair bir dize
karanlık bir sona sahiptir.
yazılmıştı. Fakat bu kitabın 17’nci
Söylence 1284 tarihinde Hameln
yüzyıldan bu yana izine rastlanmaşehrine gelen rengârenk elbiseli ve kamış, dolayısıyla bu tanıklığın izini
val çalan bir adamın, bir sebeple 130
sürmek mümkün olmamıştır.
çocuğu şehirden götürmesiyle ilgilidir. Masalı İngiliz şair ve yazar Robert Browning şiir olarak
yorumlamış, kitap 1888’de Londra’da yayımlanmıştı.
Elimizdeki ilk Almanca yazılı kayıt
Konuyla ilgili en eski yazılı belge, şehir
Eserdeki resimlerse çocuk kitapları yazarı ve çizeri
ise 1440-1450 arasına tarihlenen Lukroniklerinde (olayların birbiri ardınCatherine Greenaway’e ait (yanda ve üstte).
eneburg Yazması’dır. Burada olay kısa
ca, sırayla yazıldığı tarih) yer alan 1384
bir şiirle anlatılmaktadır:
tarihli Latince kayıttır: “Çocuklarımız
“1284 yılında Aziz John ve Aziz Paul günü
ayrılalı on yıl oldu.” Bu kaydın anlamı üzerine çok değişik
26 Haziran’da Hameln’de doğmuş 130 çocuk alındı
tezler üretilmiş, ama kesin bir sonuca ulaşılması bugüne kaRengârenk elbiseler içinde bir kavalcı tarafından ve
dar mümkün olmamıştır.
Kayboldular tepenin yakınında bir yerlerde.”
Olayın yaşandığına dair en eski kanıt ise 1300’lü yılların
Günümüzde Lueneburg Yazması temel alınarak kobaşında yapılan bir vitraydır. Şehrin kilisesinde bulundunuyu açıklamaya yönelik pek çok tez ortaya atılmıştır.
ğu bilinen bu vitray, yine kayıtlardan öğrendiğimize göre,
Araştırmacı-yazar David Wallechinsky’ye göre, 1212
1660 yılında parçalanmıştır. Tarihçi Hans Dobbertin
yılında gerçekleşen ve başlarında Nicholas isimtarafından kayıtlardaki açıklamalar esas alınarak
li bir Alman gencinin bulunduğu 20 bin kişilik
yeniden yapılan vitrayda, kaval çalan adam renkli,
“Çocuk Haçlı Seferi” için Hameln’den de 130 çoçocuklar ise beyaz kıyafetler içerisinde betimlencuk alınmış olabilir. Kaval çalan kişinin ise bir
mektedir. Bu vitrayın, şehrin tarihindeki trajik
asker toplama görevlisi olabileceğini dübir olayın anısını canlı tutmak amacıyla
18 İSTASYON
İSTASYON
19
TARİHTEN
GRİMM KARDEŞLER'İN
MASALI
Sadece iki çocuk
Kavalcı’dan kurtulabilmişti
19’uncu yüzyılın başlarında, Alman coğrafyasında
dolaşan Jacob ve Wilhelm
Grimm adlı iki kardeş; Alman
halk öykülerini ve efsanelerini
derleyerek, bugün dünyanın
dört bir yanında anlatılan
ünlü masalları yazmışlardı.
“Fareli Köyün Kavalcısı”nda
anlattıkları da, özetle şöyleydi:
“Hameln, bir gün farelerin
istilasına uğrar. Her yer farelerle
doludur ve kasaba halkı bu durum
karşısında çaresiz kalır. Sonunda rengârenk kıyafeti içinde bir
kavalcı çıkagelir ve Hameln’i farelerden kurtarabileceğini söyler.
Bu hizmetinin karşılığında da 1000 florin ister. Kasabanın valisi
bu ücreti ödemeyi kabul eder. O gecenin sabahında yabancı,
kavalından çıkan nağmelerle fareleri peşine takarak hepsini
kasabanın hemen dışındaki Weser Nehri’ne götürüp orada
boğar. Böylece kasaba farelerden temizlenmiş olur. Halk
sevinç içindedir. Kavalcı öncelikle kendisine söz verilen paranın
ödenmesini ister, ama vali bu defa paranın çok fazla olduğunu
söyleyerek, daha az bir miktar teklif eder. Anlaşamazlar ve
Kavalcı kızgınlıkla kasabayı terk eder.
Ertesi gece Kavalcı kasabanın sokaklarında dolaşarak kavalını
yeniden çalmaya başlar. Ama bu sefer peşinden sürüklediği
çocuklardır. Kasabanın hemen dışındaki tepelerden birine
giderler. Tepenin yamacında açılan bir yarıktan içeri
girerek gözden kaybolurlar. Sadece iki çocuk, o da biri sağır
olduğundan duyamadığı, diğeri de topal olduğu için diğerlerine
yetişemediğinden geride kalıp kurtulurlar. Sabah kasabaya dönen
iki çocuk her şeyi kasaba sakinlerine anlatır. Bütün çabalara
rağmen ne tepede açılan yarık ne de giden çocuklar bulunabilir.
Ve bu olay acı bir hâtıra olarak kuşaktan kuşağa anlatılır.”
Grimm Kardeşler’in aktardığına göre, “bu olaydan sonra
Hameln’de bir sokağa ‘Bungelosse Gasse’ ismi verilir. Yani davul
çalmanın yasak olduğu sokak. Kaybolan çocukların anısına bu
sokakta uzun yıllar gürültü yapmak,
şarkı söylemek ya da dans etmek
yasaklanmıştı. Hameln’in hemen
dışında çocukların kaybolduğu yere
ise Poppenberg ismi verilmiştir.
Burada haç şeklinde taştan iki
anıt dikilidir. Çocuklar ve kavalcı
açılan yarıktan bir tünele girmişler
Hameln’de Marktkirche kilisesve Transilvanya’ya kadar
indeki vitray resim.
yürümüşlerdir.
20 İSTASYON
şünmektedir. Nitekim
Ortaçağ’da kasaba kasaba dolaşıp asker toplayan görevlilerin kaval
benzeri bir enstrüman
çaldıkları bilinmektedir.
Bir diğer iddia ise
Amerikalı tarihçi William Manchester tarafından Sadece Ateşle
Aydınlanan Bir Dünya
isimli kitapta dile getirilir. Manchester’e göre
söylencedeki kavalcı aslında psikopat bir sapıkManchester’ın Sadece Ateşle Aydınlanan
tır. 20 Haziran 1484’de
Bir Dünya kitabına göre, Kavalcı
Hameln’den 130 çocupsikopat bir sapık.
ğu renkli kıyafeti ve kavalıyla kandırarak kaçırmış ve “ağza alınmayacak şeyler”
yaptıktan sonra bir kısmını öldürmüş, bir kısmını ağaçlara
asmış; öldürmediklerini ise kendilerini bilmez şekilde ormanın içinde bırakıp gitmiştir. Ancak Manchester’in iddiasını destekleyecek hiçbir yazılı kanıt yoktur.
Kimilerine göre ise çocuklar “doğal bir sebeple” ölmüş
olabilirler. Kavalcı ise gerçek bir kişi değil, Ölüm’ün kişileştirilmiş halidir. Ortaçağda Ölüm’ün sıklıkla aksak ya
da alacalı veya benekli bir kıyafet giymiş kişi olarak betimlenmesi bu iddia sahiplerinin en büyük dayanağıdır.
Jobus Fincelius, 1556 tarihli Zamanının Harikaları Üzerine isimli eserinde, Kavalcı’yı Şeytan’la özdeşleştirir. Aynı şekilde Robert Burton da 1621 tarihli
Melankoli’nin Anatomisi isimli eserinde, Şeytan’ın 20
Haziran 1484’de, Kavalcı kılığına girerek Saksonya şehri
Hameln’den 130 çocuğu alıp götürdüğünü ve onlardan
bir daha haber alınamadığını yazarak, olayı doğaüstü
güçlerle ilişkilendirir.
William Ramesey ise 1668’de Kurtlar isimli kitabında, tarihi 22 Temmuz 1376 olarak verirken, olayı da
“Tanrı’nın Şeytan’a verdiği muhteşem bir ödül” olarak
nitelendirir. Alman efsanelerinin bazı versiyonlarında
da Kavalcı aslında Germanik Tanrı Odin (Wotan) olarak
betimlenmektedir. Bir kısım kilise mensubu tarafından
doğru kabul edilen bu iddiaya göre, pagan inancın simgesi Odin, Hıristiyan çocukları kandırmış; karşılığında
ceza olarak öldürülmüştür. Simgesel olarak pagan inancının ve tanrılarının Hıristiyanlık karşısında yenilgiye
uğramaları, bu anlatımın temel özelliğidir.
Kont Froben Cristoph Zimmern, kesin olmamakla
beraber, 1559-1565 yılları arasında yayınladığı Zimmern
Kronikleri’nde söylenceye yer vermişti. Ama o güne kadar
diğer anlatımlarda görülmeyen bir şey yapmış ve hikâyeye
farelerle onların sebep olduğu bir salgın hastalığı da eklemiştir. Zimmern ne yazık ki, kesin bir tarih vermemiş,
olaydan “birkaç yüz yıl önce” diye bahsetmiştir.
Sır ve günah
Hameln kasabasında, yüzyıllardır muammasını koruyan olayla ilgili
her sene geleneksel bir festival düzenleniyor. Geçtiğiz yıllarda düzinlinin festivallerden birinin başlığı ise “725 yıllık sır ve günah”tı.
En eski İngilizce kayıt ise Richard Rowland Verstegan (1548-1636) tarafından 1605’de yazılan Hasar
Görmüş Zekânın Yeniden Yapılandırılması’yla karşımıza çıkar. Verstegan da söylenceye fareleri eklemiştir
ve tarihi 1376 olarak belirtir.
Ortaçağ tarihçisi Stanley Aronsen’e göre Avrupa’da
1300’lerin ortalarına kadar, fareler yiyecek için tarla ve
kilerlere dadanan, ahşap eşyaları kemiren ve kimi zaman
da uyuyan çocuklara saldıran, rahatsızlık verici bir hayvandan başka bir şey değildi. O dönemde ölü fare başına
para ödeyen şehir ve kasabaların olduğu da bilinen bir
gerçektir. Hatta dönemin şapkalarında fare kuyruğu biçiminde bir aksesuar da moda olmuştu. Ama asıl problem,
1347’de Asya’dan gelen ticaret gemilerinin Sicilya’ya getirdiği kara farelerin Avrupa’ya yayılmasıyla başgösterdi.
Bu fareler salgın hastalıklar getirmişlerdi ve bu sonradan
“Kara Ölüm” ya da veba olarak adlandırılacaktı.
Büyük bir ihtimalle söylenceye farelerin eklenmesi,
Avrupa’da yıkıcı etkileri görülen veba salgınının yarattığı korkudan olsa gerektir. Kesin bir kanıt olmamakla
beraber, Hameln şehrinin de bu salgından etkilendiği
düşünülmüş ve bu iki acı olay birleştirilerek tek bir söylence haline getirilmiş olabilir. Gezgin fare avcılarının
benzer hikâyelerine Avusturya, Fransa, Polonya, Danimarka, İrlanda ve İngiltere’de de rastlanır.
Johann Wolfgang Goethe, 1813’de söylenceyi Almanca olarak şiirleştirmiş, hemen ardından bu şiir, Hugo
Wolf tarafından bestelenmiştir. 1816’da ise Grimm Kardeşler, Alman söylencelerini topladıkları ünlü eserleri
Alman Efsaneleri, bu olaya “Hameln’in Çocukları” adıyla
yer vermişlerdir.
1842 yılında ise İngiliz şair Robert Browning, söylencenin belki de Anglo-Sakson dünyada Almanya’dakinden çok daha fazla sevilmesini sağlayan uzun şiiri
“Hamelin’de Fareli Köyün Kavalcısı”nı yayınlamıştır.
Browning’in şiirinde, tarih 22 Temmuz 1376 olarak verilmiştir.
Browning’in şiirinde Kavalcı’nın kıyafeti sarı ve kırmızıdır. Şiirin sonunda, Grimm Kardeşler’in anlatısında
Kavalcı’nın heykeli
bugün Hameln şehir
meydanında.
MÜNCHEN
İSTASYON
21
TARİHTEN
olduğu gibi, çocukların açılan yarıktan geçerek
Transilvanya’ya gittiklerini ve oraya yerleştiklerini söyler. Elbette Browning’in şiiri
görece mutlu sonla bitmektedir, çünkü o bu şiiri yakın dostu aktör William Mcready’nin hasta çocuğu
Willy’nin hoşça vakit geçirebilmesi için yazmıştır.
Ve şiir bugün de kullanılan ve İngilizce’ye yerleşmiş
bir öğütle biter: Öyle ya da
böyle; verdiğimiz sözü tutmalı ve
Kavalcı’ya parasını ödemeliyiz!
Efsanenin açıklanmasına yönelik olarak
ortaya atılanlar içinde, Hameln şehri sakinlerinin de hemfikir olduğu, Doğu Avrupa kolonizasyon hareketini temel alan tez ön plana çıkmaktadır.
Bu teze göre Hameln şehrinin çocukları, kendilerine
yeni bir yerleşim yeri kurmak için yurtlarını terk etmişlerdir. Pek çok Avrupa şehrinin, söylencenin geçtiği dönemde kurulduğu düşünülürse, çocukların yeni
yerleşimciler olabileceği fikri anlamlı hale gelmektedir. Hameln’in etrafındaki “Querhameln” (değirmen
kasabası Hameln) gibi bazı yerleşimlerin isimleri de
bu iddiayı destekler gözükmektedir. Kavalcı’nın bura-
Doğu’daki efsane
İbn-i Sina, Kavalcı’nın
yerini alınca
Aynı temayı küçük farklarla işleyen benzer efsaneler var.
Bunlar arasında en ilginç olanlarından biri Kavalcı’nın yerini
İbn-i Sina’nın aldığı Suriye kaynaklı masal:
“Evvel zaman içinde Halep’te bir sultan yaşardı. Bir gün İbn-i
Sina ile sohbet ederken önlerinden geçen fareyi gösterip
‘bu fareler de her tarafı sardı, bir şeyler yapmalı’ der. Bunun
üzerine İbn-i Sina, şehri farelerden temizleyebileceğini, ama
sultanın ne görürse görsün gülmemesi gerektiğini söyler.
İbn-i Sina yanında küçük bir tabutla şehir meydanına gelir.
Tılsımlı bazı sözler söyler. Bir tek fare çıkagelir. İbn-i Sina
fareyi öldürüp tabuta koyar. Tekrar tılsımlı sözler söyler. Bu
sefer dört fare gelir ve tabutu sırtlarlar. İbn-i Sina son bir
defa tılsımlı sözler söyler ve binlerce fare meydana toplanır.
Başta tabutu taşıyan dört fare olmak üzere şehrin dışına
doğru giden bir cenaze korteji oluştururlar. Şehir kapısından
çıkmaya başladıklarında sultan durumun komikliğine
dayanamayıp gülmeye başlar. Kapının dışına çıkmış bütün
fareler ölürken, henüz çıkmamış olanlar hızla şehrin içine
dağılırlar. Sultanın gülmesi tılsımı bozmuş farelerin bir kısmı
kurtulmuştur.”
22
İSTASYON
daki rolü ise yerleşimcilere yol gösteren bir
lider olabilir.
Hameln şehrinin resmi web sitesine
göre, akla en yatkın olarak kabul edilen yorum şöyledir: “Hameln çocukları o günlerde Batı Prusya, Pomerania, Töton Bölgesi
ve Moravia’ya yerleşebilmek için toprak
sahipleri tarafından kayıt altına alınan
göçe istekli Almanlardan sadece birkaçıydı. Geçmiş dönemlerde de aynen
bugün olduğu gibi bir şehrin sakinlerine “o şehrin çocukları”
denmesinin adetten olduğu
gerçeği göz önüne alınırsa, Hameln çocuklarının da
bildiğimiz anlamda çocuk değil, en
azından bir yerleşim birimi kuracak güçte ve
yaşta gençler ya da yetişkinler oldukları anlaşılır. Çocukların Hameln’den ayrılışı daha sonra Avrupa’nın
ortak belası haline gelen fare istilası ile birleştirilip tek
bir efsaneye dönüşmüş olmalıdır.”
Bu açıklama üzerine akıllara şu sorunun gelmesi
normaldir: O halde neden böylesi bir göçün hiçbir
yazılı kaydı bulunmamaktadır? Bu soruya verilen cevap, göçmen toplamak ya da seçmekle görevli kişinin
Hameln’de bir çeşit usülsüzlük yaptığı ya da rüşvete
bulaşmış olabileceğidir. Ama Hameln’de bazı eski
evlerin duvarlarında, bahsettiğimiz göç teorisini destekleyen yazılar bulunmuştur. Bunlara göre 26 Temmuz 1284 tarihinde, Olmütz Başpiskoposu Bruno
von Schaumburg’un görevlendirmiş olduğu bir yetkili
(Kavalcı), Hameln kasabasına gelmiş ve 130 çocuğu
beraberinde götürmüştür. Schaumburg o sıralarda
Bohemya Kralı II. Ottokar’ın emrinde, bugünkü Çek
Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan Moravia’nın
bir bölümünü iskan etmekle meşguldü. Öte yandan
o tarihlerde Avrupa’nın bu bölgesinde bir evin bütün
malları evin büyük oğluna kalır, diğer kardeşleri hiçbir hak iddia edemezlerdi. Bu durum da göç teorisinin
gerçek olma ihtimaline kuvvet kazandırmaktadır. Sonuçta yaşadığı yerde hiçbir gelecek kuramayacak olan
birçok gencin, kendilerine fırsat ve toprak kazandıracak bir göçe istekli olacağı düşünülebilir.
Tarihçi Ursula Santter ise dilbilimci Jurgen
Udolph’un “Doğu Avrupa’da Soyadlar” üzerine yaptığı
araştırmaları baz alarak şu tezi ileri sürmektedir:
“Dan’ların 1227 Bornhoved savaşında yenilmeleri
üzerine Baltık Deniz’nin güney bölgeleri Almanlar
tarafından kolonileştirilmeye elverişli hale gelmişti.
Pomeranya, Brandenburg, Uckermark ve Prignitz
başpiskopos ve dükleri, asker toplama görevlileri ve
‘lokator’ diye adlandırılan iskâna uygun yer bulmakla görevli kişiler vasıtasıyla, yeni bölgelere yerleşmeyi kabul edenlere büyük imkânlar sundular. Aşağı
Saksonya ve Vestfalya’dan pek çok genç bu çağrıya
TARİH BOYUNCA FARELER VE İNSANLAR
Eski Çağ’da
Ortaçağ’da
Dost,
hatta kutsal
Düşman,
hatta şeytan
• Fare ve sıçanların davranışları dikkatle
takip ediliyor; iyi veya kötü olayların
alametleri olarak yorumlanıyordu.
• Mısır hiyerogliflerini açıklamak amacıyla yazılmış ve
günümüze ulaşmış tek antik kaynak olan Horapollon
metninde, fareler yıkıcı güç sembolü olarak gösterilmektedir.
Mısırlılar bu olumsuz özelliğine rağmen fareye saygı
duyarlardı, çünkü o her zaman pek çok dilim içinden en iyisini
seçmeyi başarırdı.
• Efsaneye göre Teucri’ler kendilerine yeni bir yurt kurmak
üzere Girit’ten ayrılırken bir kâhin tarafından “şehrinizi size
yerlilerinin saldırdığı bir yerde kurun” sözleriyle uğurlanırlar.
Troya’da farelerin saldırısına uğramaları üzerine bunu kâhinin
sözlerinin doğruluğuna yorar ve şehirlerini orada kurarlar.
Akabinde Apollo Smintheus adına (Apollo Farelerin Efendisi)
bir tapınak dikerler. Denildiğine göre Troya’da fareler kutsal
kabul edilirdi.
• Grek yazar Heraklides, farelerin Chrysa’da (Çanakkale
açıklarında bir ada) kutsal kabul edildiklerini yazar. Bu şehir de
Apollon tapınağı ile ünlüdür. Bugünkü Çanakkale- Gülpınar’ın
güneybatısında yer aldığına inanılan Hamaxitus şehrinde
fareler kamusal alanlarda halk tarafından beslenirlerdi.
kayıtsız kalamadı. Buna kanıt olarak Vestfalya’da pek
çok yerleşim ismi gösterilebilir. Örneğin Vestfalya’dan
Pomeranya’ya kadar düz bir hat üzerinde Hindenburg
isminde beş, Spiegelberg isminde ise üç yerleşim birimi
vardır. Güney Hameln’deki Beverungen ile Berlin’in kuzeydoğusundaki Beveringen ve günümüz Polonya’sındaki Beweringen yerleşim isimleri arasındaki benzerlik
dikkat çekicidir.”
Udolph’un Polonya telefon kayıtları üzerinde yaptığı
araştırmada, “Hameln çocukları”nın, Hameln’deki atalarının soyadlarını muhafaza ederek bu bölgede yaşadıklarını ortaya koymuştur.
Pek çok iddia yüzyıllardır araştırmacıların kafasını meşgul etmeye devam ediyor. Tüm dünyada bilinen
Fareli Köyün Kavalcısı masal/efsanesi henüz tam anlamıyla açığa çıkarılamayan geçmişiyle her geçen gün daha
fazla merak uyandıryor. Tabii günümüz Hameln şehri de
her yıl düzenlediği festival ve ağırladığı binlerce turistle
bu gizemin sağladığı faydalardan yararlanmaya devam
ediyor.
• Çok zalim bir adam olan Polonya Kralı
Popiel II, 820’de tahta çıkar. Öyle çok eziyet
eder ki halkına, sonunda Tanrı, ceza olarak kralın üstüne
fareler gönderir. Kral ve ailesi bu intikamcıların şerrinden
kurtulmak için Prusya sınırındaki Gopla Gölü’nde bir adaya
sığınır. Ancak fareler burada da kralı bulurlar. Kaleyi ele
geçirip ailesiyle beraber kralı öldürürler.
• Mainz’ın zalim başpiskoposu II. Hatto, kıtlık zamanında
depoları ürünle dolu olmasına rağmen halkını aç bırakır.
Hiçbir yerde yiyecek bulamayan fareler nihayetinde
başpiskoposun yiyecek dolu depolarına saldırırlar. Bu arada
Hatto’yu da öldürmeye çalışırlar. Başpiskopos Rhein’da
günümüzde “Fare Kulesi” olarak bilinen yapıya saklanır.
Ama fareler burada da onu rahat bırakmaz ve kulenin
duvarlarında kemirerek açtıkları deliklerden içeri girip zalim
Hatto’yu öldürürler.
• İngiltere’nin krallar tarihini anlatan A Chronicle of the The
Kings of England kitabında bahsedildiğine göre Fatih William
döneminde kralın lordlarından biri, kralın verdiği bir ziyafet
esnasında farelerin saldırısına uğrar. Önce denize sonra
tekrar karaya kaçmasına rağmen farelerin ısrarlı takibinden
kurtulamaz ve en sonunda onlar tarafından öldürülür.
Augustin von Moersperg’in 1592 tarihli suluboya resmi, Hameln’deki kilise
vitrayından esinlenmiş.
Bu konu NTV Tarih dergisinden özetlenerek alınmıştır.
İSTASYON
23
SÖYLEŞİ
Araf’taki rollerin
usta yorumcusu
“Ayıpladığımız, lanetlediğimiz her şey, hepimizin içinde var” diyor,
oyunculuğuyla her daim takdir toplayan Serdar Orçin. Kendisini İstanbul Şehir
Tiyatroları’nda sahnelenen 12 Öfkeli Adam oyununda ve yakın bir tarihte
başlayacak Beş Kardeş dizisinde izlemek mümkün.
RÖPORTAJ: MURAT PAK FOTOĞRAFLAR: MURAT YILMAZ
Y
ıllar yıllar önceydi, Zeki Demirkubuz’un
yönettiği “Yazgı” filmdeki Musa karakteri, bizi altüst etmişti. Film, “Anayurt
Oteli”ndeki Macit Koper’in canlandırdığı Zebercet’ten sonra ilk defa güçlü bir
şekilde bizi insanın ruhundaki karanlık yönlere bakmaya çağırıyordu. Musa zor bir roldü ve Serdar Orçin
de hakkıyla Musa’yı canlandırıyordu. Açıkçası Serdar
Orçin’in o dingin ve derinlikli performansına hayran
kalmıştık o yıllarda. Ama bu rol belki de belirleyici oldu
onun hayatında. Sonrasında genelde depresif, sorunlu, iyi ve kötü arasında savrulup duran karakterleri oynadı Orçin. Ama benzer karakterleri oynasa da hepsini birbirinden farklı kılmayı başararak ne kadar iyi bir
oyuncu olduğunu da gösterdi. 2007’de geçirdiği trafik
kazasıyla ölümden döndü. Birkaç yıl süren bir nekahet
dönemi geçirdi. Şükürler olsun ki iyileşti ve mesleğine
dört elle yeniden sarıldı. “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915”,
“Can”, “Karnaval” ve “İtirazım Var” gibi filmlerde oynadı. Televizyonların fenomen dizisi “Behzat Ç.”de rol
aldı. Şimdilerde İstanbul Şehir Tiyatroları’nda “12 Öfkeli Adam” oyununda ve Onur Ünlü’nün çektiği “Beş
Kardeş” dizisinde kendisini gösteriyor.
24
İSTASYON
Nerede Araf’ta kalmış, sorunlu, kimi zaman depresif karakter varsa, orada karşımıza çıkıyorsunuz.
Bu tür rolleri seviyor musunuz, yoksa üzerinize mi
yapıştı?
Benim kaderim gibi bir şey galiba. Bunca yılın sonunda, durumu şu şekilde yorumluyorum: Sinemada, ama özellikle de televizyonda “olmuşu var” algısı
yüzünden oluyor sanırım. Diyelim ki, bir dizide, bir
karakteri iyi yorumladınız ve bu da seyirciden kabul gördü. Bir başka proje hayata geçirilirken, benzer bir rol olduğu zaman yapımcıların aklına hemen
siz geliyorsunuz.
O zaman Zeki Demirkubuz’un yönettiği Yazgı, sizin
hem şansınız hem de şansızlığınız…
Evet (Gülüyor). Benim yolumu açan filmdir, bu
yönden şansım. Ama sorunlu, iyi ve kötü arasında
sıkışmış karakter algısı da Yazgı ile başladı. Sonrasında benzer karakterler geldi. Bu anlamda beni şaşırtan Tomris Giritlioğlu oldu. “Gülbeyaz”da bana
oldukça farklı bir rol teklif etti. Bir komedi dizisiydi.
Ama bunun dışında durgun, sorunu olan bir karakter düşünülüyorsa, genelde aranırım.
İSTASYON
25
SÖYLEŞİ
Bu sorunlu adamları anlamaya çalışırken
insanın içinde ne gördünüz?
Şunu anladım; hiçbirimiz mükemmel değiliz. Konuşmaya gelince iyilikten güzellikten konuşuyoruz, ama içimizde çok şey var.
Korktuğumuz, ayıpladığımız, lanetlediğimiz her şey hepimizin içinde var. Sadece
duruma ve koşula göre ya dışarı çıkıyor ya
da çıkmıyor.
Bu gerçekle yüzleşmek, sizi nasıl etkiliyor?
İnsanın karanlık tarafıyla bu kadar çok uğraşınca, geniş görülü, kendimle ve insanlarla barışık olmaya gayret ediyorum. İnsandan
beklentimi, bazen azaltıyor, bazen de yükseltiyorum. Her şeye rağmen elimden geldiğince insan olmaya çalışıyorum.
Yazgı, sizin için bir kırılma noktası. Sonrasında hangi filmleri kıymetle anarsınız?
Yazgı, çok müstesna bir filmdi. Onun dışında Barda’yı severim. Oradaki 45 karakteri
psikopattır, ama neden psikopat olduğunu
da görürüz. Eve Dönüş: Sarıkamış 1915’teki
Onbaşı Sami rolünü de çok severim. Bugüne kadar ne öğrendiysem onun içine koymaya çalıştım. Bana göre onun gibi bir karakterin sinemamızda pek bir örneği yok.
Bu kadar kötücül karakter canlandırınca herhalde Erol Taş gibi taşlanmıyorsunuzdur?
Artık o Erol Taş sendromu yaşanmıyor. Bu
kırılmış durumda. Hatta tam tersi bir ilişki
var seyirciyle aramda. “Çok seviyorum” ya da
“şu filmi on kere izledim, çok iyiydin” diyenler var. Tepkiler, dizi ya da sinema filmi üzerinden tanımlamaya göre değişiyor.
Fakat siz de bu tür karakterleri yaratma konusunda iyisiniz. Her karakteri, diğerine göre farklılaştırabiliyorsunuz...
Elden geldiğince farklılaştırmaya çalışıyorum. Evet, sorunlu, depresif karakterlerin filmografimde ağırlığı var. Ama
karakterlerle hep empati kurmaya, bir öncekinden farklı kılmaya çalışıyorum. İşimiz gereği insanla uğraşıyoruz.
Nedenleri ve koşulları anlama üzerine bir mesleğimiz var.
Oynadığım karakterleri yargılayamayacağıma, kötü ya da
iğrenç diyemeyeceğime göre, bu adam neden böyle davranıyor diye sormak, nedenini bulmak zorundayım. Çünkü
ancak böyle olunca karakteri insanların kabul edebileceği
bir hale getirebiliyorsunuz. Ya da kabul edilemeyecek bir
durum varsa ortada, onu gösteriyorsunuz.
26
İSTASYON
Filmografinizde Can Kılcıoğlu’nun yönettiği Karnaval adlı bir film de var. Genel filmografinizdeki karakterlerden farklı bu...
Benim oynadığım en sevimli karakterlerden biri. Özel bir filmdir benim için. Can, acayip vizyonu
olan bir yönetmen. İlk uzun metraj filmiydi. İnsanlar, bu
filmi nereye koyacağını çok kestiremediler. Bizde çok örneği olmayan bir janrı temsil edecek Can. Film, karakter üzerinden, sululuk yapmadan bir komedi yapmayı amaçlamıştı. Sonradan kıymete bineceğini düşünüyorum... Açıkçası,
Can’dan umutluyum...
Can filminde evini, eşini çocuğunu terk eden bir babayı
canlandırdınız... Bu film Sundance Film Festivali’ne seçildi. Dünyayı dolaştı... Nasıl bir iz bıraktı sizde?
Filmin yönetmeni Raşit Çelikezer ile bu karakter üzerine
uzun uzun konuştuk. “Bu karakteri çok gerçekçi kılamam,”
dedim. Ama Raşit Ağabey, “Bu bir Yeşilçam güzellemesi, o
Yeşilçam hikâyeleri bugün çekilse ne olur, nasıl anlatılır, ben
“OYNADIĞIM KARAKTERLERI
YARGILAYAMAYACAĞIMA, KÖTÜ YA DA IĞRENÇ
DIYEMEYECEĞIME GÖRE, BU ADAM NEDEN BÖYLE
DAVRANIYOR DIYE SORMAK, NEDENINI BULMAK
ZORUNDAYIM. ÇÜNKÜ ANCAK BÖYLE OLUNCA
KARAKTERI INSANLARIN KABUL EDEBILECEĞI BIR
HALE GETIREBILIYORSUNUZ.”
onun peşindeyim,” dedi ve beni ikna etti. Son tahlilde elimden geldiğince bu karakteri inandırıcı kılmaya çalıştım. Filmin kaderi de farklı oldu. Sundance Film Festivali’ne seçildi.
Orada jüri başkanı filme özel ilgi gösterdi. Dünyanın pek çok
yerinde gösterildi. Ukrayna ve Çin’deki gösterimler sonrasında yaşadıklarımı hiç unutamıyorum. İnsanlar sorularını gözyaşları içinde sordular.
Ölümden döndüğünüz bir kaza yaşadınız. Kazadan önce
nasıl bir hayatınız vardı?
Şehir Tiyatrosu’nda iki büyük, bir çocuk oyununda, bir de dizide oynuyordum. Ayrıca kendi kurduğumuz tiyatrodaki bir
oyunda rol alıyordum. Her şey çok iyi gidiyordu. Fakat kendimi böylesine hor kullandığımın farkında değildim. Vücudum
bana birkaç sinyal vermişti, ama ben bunları çok iyi kavrayamamıştım. İleriye dönük birçok hayalim vardı; daha çok iş yapmak
istiyordum. O dönemde beni kaygılandıran tek şey, askerlik
sorunumdu. Artık sınıra gelmiştim, ama her şeyi bırakıp askere gidemiyordum. Tüm bu telaş içinde kendime zaman ayıramıyordum ve içten içe kuruduğumu hissediyordum. Hayatın bizi soktuğu o büyük yarışın içinde koşturup duruyordum.
Sonra kazayla birlikte her şey bir anda durdu...
Evet, ölümden döndüm! Çok ciddi bir beyin ameliyatı geçirdim. Doktorlar ailemi çağırıp imza almışlar, her şey olabilir diye. Ameliyat başarılı geçti ve altı ay evden hiç çıkmadım. Toplam iki sene her şeyden uzak kaldım. O süreç,
çok zorlu geçti. Kendime dönüp baktım, kendimi sorguladım. Kitaplar okudum, filmler izledim. Birkaç defa yurtdışına çıktım, biraz oralarda yaşadım. Sonra garip gelecek ama bu sürecin bana iyi geldiğini fark ettim ve “Bir
daha kendime bu kadar kötü davranmayacağım. Kendime zaman ayıracağım, yaptığım işi çok iyi yapmak için uğraşacağım ve iyi bir insan olacağım,” diye bir karar aldım.
Sıkıntılı günleri nasıl aştınız?
Kolay bir süreç değildi. İlaçlardan dolayı ciddi kilo aldım; 94
kilo oldum. Bir daha hiç oyunculuk yapamam, unutulur giderim kaygısı yaşadım. Bir maraz kalır mı diye kaygılandım.
Yani zor bir dönemdi. Ama eşim, ailem, arkadaşlarım, dostlarım ve tanımadığım ama beni seven insanlar sayesinde aşabildim bunları. Gerçekten çok sevgi gördüm. Herkesin tek
bir istediği vardı; o da benim iyileşmem... Şehir Tiyatroları bir aile gibi beni pamuklara sardı. Yolumun hiç düşmedi-
ği şehirlerdeki tiyatro oyuncuları, bana geçmiş olsun dileklerini gönderdi. Bir kere Türkiye’nin birçok yerinde aynı anda,
iyileşmem için R2 koridoru kurulmuş. Beni arayıp “Serdar,
biz senin iyileşmen için evrene mesaj göndermek istiyoruz,
onaylıyor musun?” dediler. Çok büyük moral verdi insanlar
bana. Benim iyileşme sürecime doktorlar bile çok şaşırdı. Ben
de “Herhalde beni bu insanların duaları iyileştirdi,” diyorum.
İki yıl aradan sonra oyunculuğa dönünce neler hissettiniz?
İki yılın sonunda bir oyunda yer almanın bana iyi geleceğini gördüm. Artık oynamak istiyordum. İlk olarak Şehir
Tiyatroları’nın sahnelediği “Maskeliler”le başladım. Gerçekten iyi geldi o oyun. Provalara hevesle gittim. Yılın en iyi oyunlarından biri oldu. 1,5 yıllık zaman diliminde; Can, İz, Bu Son
Olsun, Eve Dönüş: Sarıkamış 1915 ve Karnaval’da oynadım.
Behzat Ç.’de de rol aldım. Ama bunları yaparken, setten sete
koşarak telaş içinde hareket etmiyordum. Bunun da sonuçlarını görüyorum. İşime daha iyi konsantre oluyorum. Artık
“insan Serdar Orçin”i de unutmadan yaşıyorum.
Bugünlerde, hem 12 Öfkeli Adam oyunundasınız hem de
Beş Kardeş dizisiyle ekranda... Bereketli bir dönem!
Evet, bereketli bir dönem. Arka arkaya geldi; iyi de oldu.
12 Öfkeli Adam, Arif Akkaya’nın yönettiği bir oyun. Oyunun ismini duyunca çok heyecanlandım. Meğer heyecanlanan bir tek ben değilmişim, bütün ekip heyecanlıydı. Herkes filmi biliyormuş ve meselesi herkesi ilgilendiriyormuş.
Arif, metnin orijinaline sadık kaldı. Oyun sonrası kuliste
insan seli oluyor. Son haftalarda bizi izleyen hukuk öğrencisi sayısı 200’ü geçmiştir.
Sidney Lumet’nin 12 Öfkeli Adam filmi ve sizde nasıl karşılık bulmuştu?
Yıllar önce izlemiştim filmi ve çok etkilenmiştim. 2007’de
yine bu metinden yola çıkarak Nikita Mikhalkov’un çektiği “12” filmini izleyip bayılmıştım. Mikhalkov metni günümüz Rusya’sına göre adapte edip daha siyasi bir film çıkarmıştı. Onun Rusya’ya dair eleştirisinden çok etkilenmiştim.
Sonra Lumen’nin filmini tekrar izledim ve film gerçekten bir
başyapıt. Adalet nedir, ne değildir çok iyi anlatıyor. Önyargının nasıl fikirlerimizi etkilediğini anlatması açısından da
mükemmel bir metin… Bir de insanları herhangi bir konuda ikna etme sürecini en iyi anlatan metinlerden biri. Sanırım adalet kavramı tartışıldıkça, önyargılar sorunu var oldukça bu metin de güncelliğini yitirmeyecek.
Ya Beş Kardeş? Onur Ünlü ile ilk olarak “İtirazım Var” filminde çalışmıştınız. Galiba kan uyuştu ve şimdi de birliktesiniz…
Malum Onur Ünlü kafası diye bir durum var artık ve ben bu
kafayı çok seviyorum. “İtirazım Var” filminde küçük bir rolüm vardı, şimdi iş büyüdü. Adından da anlaşılacağı üzere beş
kardeşin hikâyesi... Bütün kardeşlerin arkasını toplayan büyük ağabey günün birinde âşık oluyor ve evleneceğini açıklıyor. Diğerleri öylece kalıyor… Hikâye böyle başlıyor. Rüya gibi
bir kadrosu var dizinin: Serkan Keskin, Fatih Arıtman, Osman Sonat, Tansu Biçer, Nadir Sarıbacak, Melisa Sözen, Nihal Yalçın, Ece Dizdar, Ayşen Gruda, Köksal Engür…
İSTASYON
27
KARİYER
Etkili olmanın
YEDI ALTIN KURALI
Uluslararası liderlik otoritesi
olarak kabul edilen, eğitmen
ve kurumsal danışman Stephen
R. Covey'in, “7 Habits of Highly
Effective People” adlı kitabı,
Türkçeye “Etkili İnsanların Yedi
Alışkanlığı” adıyla kazandırıldı.
Aradan geçen yıllar, dünyadaki
birçok şeyi değiştirse bile,
etkili insanların yedi alışkanlığı
üzerinde fazla ‘etkili’ olamadı.
Biz de iş yaşamında olduğu
kadar, özel hayatta da fayda
sağlayabilecek kuralları bir kez
daha hatırlatmak istedik ve
kitabın özetini çıkardık.
A
merikalı Stephen R. Covey, tüm dünyanın
önünde saygıyla eğildiği uluslararası bir liderlik otoritesi. Eğitmen ve kurumsal danışman
olan Covey, bundan yaklaşık 25 yıl önce yazdığı “7 Habits of Highly Effective People” kitabıyla
çok konuşulmuştu. Dilimize, yayınlandıktan neredeyse 10
yıl sonra, “Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı” adıyla kazandırılan bu kitap, değişen dinamiklere rağmen adından hâlâ
söz ettirmeyi başarıyor.
İsmiyle müsemma bu kitapta, etkili kişilerin ortak yedi
alışkanlığıyla ilgili detaylı bilgi sunuluyor. Yazar, kendi eserinden yaklaşık 50 yıl önce (kitabın yayın tarihinin 1989 olduğu göz önünde bulundurulduğunda 1930’ların sonu) yazılan başarı kitaplarının temelinin, Karakter Etiği olarak
adlandırılan dürüstlük, alçakgönüllülük, sadakat, ölçülü
olmak, cesaret, adalet, sabır, çalışkanlık, yalınlık ve herkese iyilik etmek üzerine kurulduğuna dikkat çekerek başlıyor
metinlerine. II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonraysa Karakter Etiği’nden Kişilik Etiği’ne doğru kayış olduğuna; dolayısıyla başarının da daha ziyade kişiliğin, toplumsal imajın,
tutum ve davranışların, insanlararası etkileşim süreçlerini
kolaylaştıran beceri ve tekniklerin yarattığı bir şey olarak
görülmeye başlandığına vurgu yapıyor.
Kitabın giriş bölümünde, alışkanlıkların önemine şu
sözlerle dikkat çekiyor Stephan R. Covey: “Karakterimiz,
temelde alışkanlıklarımızdan oluşur. ‘Düşünce ek, eylem
biç; eylem ek, alışkanlık biç; alışkanlık ek, karakter biç; karakter ek, kader biç,’ der bir özdeyiş. Alışkanlıklar yaşamımızdaki güçlü etkenlerdir. Alışkanlık; bilgi, beceri ve arzunun kesişmesi olarak tanımlanabilir. Bilgi kuramsal
paradigmadır, yani yapılması gereken şey ve nedeni; beceriyse nasıl yapılacağıdır. Arzu ise motivasyondur, yani yapma isteği. Bir şeyi yaşantımızda alışkanlık haline getirmek
istiyorsak, üçüne de sahip olmamız gerekir.”
1
PROAKTİF OL
Böylesi bir girişin ardından etkili insanların yedi alışkanlığıyla ilgili detayları anlatmaya başlayan ve ilk sıraya Proaktif Olmayı yerleştiren Covey, bu bölümde
özet olarak şunları söylüyor: “Proaktivite sözcüğüne
iş yönetimi literatüründe oldukça sık rastlanır, ama çoğu
sözlükte yer almaz. İnisiyatif almaktan çok öte bir anlamı
vardır. İnsan olarak, kendi yaşamımızdan sorumlu olduğumuz anlamına gelir. Davranışlarımız, koşullarımızın değil,
kararlarımızın bir işlevidir. Değerlerimizi, duygularımızdan üstün tutabiliriz. Bazı şeylerin olmasını sağlamak için
hem inisiyatifimiz vardır hem de sorumluluğumuz. Proaktif insanlar, o sorumluluğu kabul ederler. Davranışlarından ötürü olayları, koşulları ya da koşullanmayı suçlamazlar. Reaktif insanları duygular, koşullar, olaylar ve çevreleri;
proaktifleriyse dikkatlice düşünülmüş, seçilmiş ve içselleştirilmiş olan değerler yönetir. Bize zarar veren, başımıza ge-
28
İSTASYON
lenler değil, onlara gösterdiğimiz tepkidir… Doğamızın temelinde yatan, edilgen değil, etkin olmaktır. Bu hem belirli
koşullarda göstereceğimiz tepkiyi seçmemizi sağlar hem de
bize koşulları yaratma gücü verir. İnisiyatif almak; zorlayıcı, itici ya da saldırgan olmak anlamına gelmez. Olayların gelişimindeki sorumluluğumuzu kabullenmek demektir. Proaktif bireylerin yaratıcılığını ve becerilerini bir araya
getirerek kurum içerisinde proaktif bir kültür yaratabilirler. Kurumun çevreye boyun eğmesi gerekmez; ilgili kişilerin ortak değer ve amaçlarını değerlendirmek için inisiyatifi ele alabilir… Proaktif insanlar, çabalarına odak noktası
olarak etki alanını seçerler. Bir şeyler yapabilecekleri işlerin
üzerinde çalışırlar. Reaktif insanlar, çabalarına odak noktası olarak ilgi alanını seçerler. Başkalarının zayıflıklarına,
çevredeki sorunlara ve denetleyemedikleri koşullara odaklanırlar… Proaktif yaklaşım, ‘içten dışa’ değişmektir. Farklı olmak ve farklı olarak dışarıdaki şeyi olumlu yönde değiştirmektir. Bazen yapabileceğimiz en proaktif şey; mutlu
olmak, içtenlikle gülümsemektir. Mutluluk, mutsuzluk
gibi, proaktif bir seçimdir. Çabalarımızı değiştirebileceğimiz şeylere odaklarken, mutlu olabilir ve şu anda denetleyemediğimiz şeyleri kabul edebiliriz… Sorumlu olduğumuzu
bilmek, etkili olmanın ve inceleyeceğimiz diğer bütün alışkanlıkların temelidir.”
2
SONUNU DÜŞÜNEREK İŞE BAŞLA
“Eğer merdiven doğru duvara dayanmamışsa, attığımız her adım bizi yanlış yere götürür” diyor Covey, etkili olabilmenin ikinci maddesi “Sonunu Düşünerek İşe Başla” kısmında. Her şeyin bir zihinsel
(ilk yaratım), bir de fiziksel (ikinci yaratım) yanı olduğuna
vurgu yapan yazar, bu bölümde daha ziyade yaratım süreçleriyle ilgili bilgiler aktarıyor: “Her şeyin iki kez yaratılması
bir ilkedir. Ama bütün ilk yaratımlar, bilinçli bir tasarımın
sonucu değildir. Kişisel yaşamımızda özbilincimizi geliştirmez ve ilk yaratımların sorumluluğunu üstlenmezsek,
bu ihmalimiz yüzünden etki alanımızın dışındaki diğer insanlara ve koşullara, yaşantımızın önemli bir bölümünü biçimlendirme yetkisi vermiş oluruz… Alışkanlığın temelin-
İSTASYON
29
KARİYER
LiSTELENDiRiN
güçlü bir biçimde sımsıkı dokuyan ipliklerdir. İlkeler değişmez; onları kavrayışımız değişir… İlkelerle uyum içinde yaşarsak, sonuç olumlu olur…”
3
ÖNEMLİ İŞLERE ÖNCELİK VER
MUTLULUK, MUTSUZLUK GIBI PROAKTIF BIR
SEÇIMDIR. ÇABALARIMIZI DEĞIŞTIREBILECEĞIMIZ
ŞEYLERE ODAKLARKEN, MUTLU OLABILIR VE ŞU
ANDA DENETLEYEMEDIĞIMIZ ŞEYLERI KABUL
EDEBILIRIZ… SORUMLU OLDUĞUMUZU BILMEK,
ETKILI OLMANIN VE INCELEYECEĞIMIZ DIĞER
BÜTÜN ALIŞKANLIKLARIN TEMELIDIR.
de kişisel liderlik ilkeleri vardır. Bu, liderliğin ilk yaratım
olduğu anlamına gelir. Liderlik, yöneticilik değildir. Yöneticilik ikinci yaratımdır… Yöneticilik, başarı merdivenini tırmanma becerisidir; liderlikse merdivenin doğru duvara dayalı olup olmadığını belirler… Sonunu düşünerek işe
başlamanın en etkili yolu, bir kişisel misyon bildirgesi, felsefesi ya da inancı geliştirmektir. Burada odak noktası, ne
olmak istediğiniz (karakter), ne yapmak istediğiniz (katkılar ve başarılar), yapmanın temelindeki değerler ya da ilkelerdir. Her birey eşsiz olduğu için, kişisel misyon bildirgesi
hem içerik ve hem de şekil bakımından bu eşsizliği yansıtır.
Vizyonumuzla değerlerimizi burada değerlendiririz. Yaşantımızın merkezinde ne varsa, güvenlik, rehberlik, bilgelik ve
gücümüzün kaynağını o oluşturur. Bu dört etken -güvenlik, rehberlik, bilgelik ve güç- karşılıklı bağımlıdır. Güvenlik ve açık seçik rehberlik, gerçek bilgeliği sağlar; bilgelik ise
gücü ortaya çıkarıp yönlendirecek bir kıvılcım ya da katalizör işlevi görür. Bu dört etken bir arada bulunduğu, birbirini canlandırdığı ve birbirine uyum sağladığı zaman, soylu
bir kişiliğin, dengeli bir karakterin, mükemmel bir şekilde bütünleşmiş bir insanın müthiş gücünü yaratır. Misyon
bildirgeleri sadece kişisel olmayabilir… Kurumsal misyon
bildirgesi de güçlü bir birlik ve inanılmaz bağlılık yaratır.
Hayatımızın merkezini doğru ilkeler üzerine oturtursak,
yaşamı destekleyen dört etkenin gelişmesi için sağlam bir
temel yaratmış oluruz. İlkeler derin, temel gerçeklerdir. İnsanlığın ortak paydasıdır. Yaşamı kusursuz, tutarlı, güzel ve
30
İSTASYON
İlk iki alışkanlığın meyvesi olarak görülen “Önemli İşlere Öncelik Vermek” bölümünde yazar, zaman
yönetimine odaklanıyor: “Zaman yönetimi konusunda dört dalga/kuşaktan bahsedilebilir. Her kuşak kendisinden öncekinin üzerine eklenir. İlk dalganın
belirleyici özellikleri, notlar ve kontrol listeleri, zaman ve
enerjimizi gerektiren pek çok şeye bir tür onay verme, kapsamlılık kazandırma çabası olabilir. İkinci kuşak, takvimler ve randevu defterleriyle tanımlanabilir. Bu dalga, ileriye bakma, gelecekteki olaylar ve etkinlikleri programlama
girişimini yansıtır. Üçüncü kuşak ise bugün geçerli olan zaman yönetimi alanını yansıtır… Üçüncü kuşak önemli bir
katkıda bulunmuş olsa da, insanlar zamanın 'verimli' bir
biçimde programlanıp denetlenmesinin çoğu zaman ters
sonuçlar verdiğini kavramaya başlamışlardır… Ama şimdi çok farklı bir dördüncü kuşak çıkıyor ortaya. Bu kuşak
‘zaman yönetimi’ deyiminin aslında yanlış olduğu görüşünde... Önemli olan zamanı değil, kendimizi yönetmektir. Dördüncü kuşak beklentilerinin odak noktası, şeyler
ve zaman değil, ilişkileri koruyup geliştirmek ve sonuçlara ulaşmaktır. Bir etkinliği tanımlayan iki etken, acillik ve
önemdir… Acil konular genelde gözle görülür… Çoğu kez
başkalarının istedikleri şeylerdir, tam karşımızda dururlar.
Hatta çoğu hoş, kolay ve zevkle yapılacak şeylerdir. Ama çoğunlukla önemsizdirler! Önem ise sonuçlarla ilgilidir. Bir
şey önemliyse; görevinize, değerlerinize, öncelikli hedeflerinize katkıda bulunur.”
4
KAZAN/KAZAN DİYE DÜŞÜN
Kazan / Kazan’ı bir teknikten ziyade insanlar arasındaki etkileşimle ilgili bütüncül bir felsefe olarak nitelendiren Covey, diğer paradigmaları “Kazan/Kaybet”, “Kaybet/Kazan”, “Kaybet/Kaybet”,
“Kazan”, “Kazan/Kazan ya da Anlaşma yok” başlıkları altında topluyor. İki taraf için de yararlı ve tatmin edici olması anlamına
gelen “Kazan/
Kazan”ın yaşamı rekabet değil, işbirliğine
dayalı bir arena olarak değerlendirdiğini
belirten
Covey, “Kazan
/ Kaybet”i be-
üçüncü alternatiflerin kapısını açarız. Farklılıklarımız artık
iletişim ve ilerlemenin önünde engel oluşturmaz. Tersine,
bizi sinerjiye ulaştıran basamaklar haline gelir.”
nimseyen liderlik tarzının otoriter olduğunu; istediklerini
elde etmek için güç, mal, mülk ya da kişilikten yararlanmaya yatkın olduklarını belirtiyor. “Kaybet / Kazan”ın, “Kazan
/ Kaybet”ten de beter bir yaklaşımı ifade ettiğini, her ikisinin de kişisel güvensizliklere dayalı zayıf konumlar olarak
nitelendirilmesi gerektiğini belirten Stephen R. Covey, iki
kararlı, inatçı, ego düşkünü bireylerin etkileşimiyle orta çıkan sonucunsa “Kaybet / Kaybet” olduğunu söylüyor. “Kazan” zihniyetini güdenlerin, başkasının kaybetmesiyle ilgilenmediğini, onların sadece istediklerini elde etme gibi bir
anlayışa sahip olduklarını vurgulayan yazar, “Kazan/Kazan ya da Anlaşma Yok” ise anlaşmaya dayalı bir işbirliği
içerisine girilmediği için beklenti oluşmadığını, dolayısıyla bu durumun insana kendini özgür hissettirdiğini ifade
ediyor. “Kazan/Kazan diye düşünmek, kişiler arası liderlik
alışkanlığıdır,” diyen Stephen R. Covey, bu bölümü şu sözlerle noktalıyor: “Kazan/Kazan bir kişilik tekniği değildir.
Tümüyle insanlar arası bir etkileşim paradigmasıdır. Kaynağında, Karakter Bütünlüğü, Olgunluk ve Bolluk Zihniyeti vardır. Güven derecesi yüksek olan ilişkilerden doğarak
gelişir. Hem beklentileri hem de başarıları etkili bir biçimde netleştirip yöneten anlaşmalarda somutlaşır. Destekleyici sistemlerde başarılı olur.”
6
SİNERJİ YARAT
Alışkanlıklar,
yaşamımızdaki
güçlü etkenlerdir.
Alışkanlık, bilgi,
beceri ve arzunun
kesişmesi olarak
tanımlanabilir.
5
ÖNCE ANLAMAYA ÇALIŞ,
SONRA ANLAŞILMAYA
“İletişim, hayattaki en önemli beceridir. Kişiler
arası iletişim alışkanlığında gerçekten etkili olmak
istiyorsanız, bunu sadece teknikle başaramazsınız.
Açıklık ve güven aşılayan bir karakter temeli üzerine, empatiyle dinleme becerilerini inşa etmeniz gerekir. Yürekler
arası alışverişi sağlamak için de Duygusal Banka Hesapları yaratmalısınız” diyor Stephen R. Covey, “Önce Anlamaya
Çalış, Sonra Anlaşılmaya” adlı bölümün girişinde ve ekliyor: “Anlamaya çalışmak düşünceli olmayı gerektirir; anlaşılmaya çalışmaksa cesaret ister. Kazan/Kazan için, her
ikisinin de yüksek derecede olması gerekir. Bu nedenle,
karşılıklı bağımlı durumlarda anlaşılmak bizim için önemlidir… Önce anlamaya çalışın… Birbirimizi gerçekten, derinlemesine anladığımız zaman, yaratıcı çözümlerin ve
“Bütünün kendi parçalarının bütününden daha
büyük olması…” Covey, işte bu kısa ama son derece etkili cümleyle tanımlıyor sinerjiyi. İlke
merkezli liderliğin özü olan sinerjinin farklılıklara değer vermek olduğunu belirten yazar, sinerji yaratarak
kurulan iletişimin, zihni, yüreği ve ifadeleri yeni alternatiflere açmak olduğunun altını çiziyor: “Güvenliği olmayan insanlar, her türlü gerçekliğin kendi paradigmalarına
uyması gerektiğini düşünürler. Başkalarını klonlamaya,
onları kalıba sokup kendileri gibi düşünmelerini sağlamaya büyük ihtiyaç duyarlar, ilişkinin gücünün başka bir bakış açısı edinmeye bağlı olduğunu kavrayamazlar. Aynı olmak, bir olmak değildir. Tekdüzelik, birlik değildir. Birlik,
birbirini tamamlamaktır, aynı olmak değil. Aynı olmak
yaratıcılığı engeller ve sıkıcıdır. Sinerjinin özü, farklılıklara değer vermektir. Farklılıklara değer vermenin anahtarı da, tüm insanların dünyayı, olduğu gibi değil, kendilerinin olduğu gibi gördüğünü kavramaktır. Yalnızca iki
alternatif -sizinki ve yanlış olan- gördüğünüzde, sinerjik
bir üçüncü alternatif arayabilirsiniz. Neredeyse her zaman bir üçüncü alternatif vardır ve Kazan/Kazan felsefesini uygulayıp gerçekten anlamaya çalışırsanız, ilgili herkes için daha iyi bir çözüm bulabilirsiniz.”
7
BALTAYI BİLE
Başlığa bakıp savaş hazırlığına gireceğinizi zannetmeyin. “Yedinci alışkanlık, sahip olduğunuz
en büyük kaynağı, -kendinizi-, korumak ve geliştirmektir. Doğanızın dört boyutunu, -fiziksel,
ruhsal, zihinsel ve sosyal/duygusal-, yenilemektir” diyor
Covey. Baltayı bilemeninse dört motivasyonun hepsini
birden ifade ettiğini belirtiyor. Fiziksel yenilenmeyi egzersiz, beslenme ve stres yönetimiyle formüle eden yazar,
ruhsal yenilenmeyi değer belirleyip bağlanma, inceleme
ve motivasyon olarak tanımlıyor. Okumak, hayal etmek,
planlamak ve yazmak zihinsel tazelenmenin altın anahtarlarıyken, sosyal/duygusal bağlamda hizmet, empati, sinerji ve iç güvenlik kavramları öne çıkıyor. Covey konuyu
şu sözlerle özetliyor: “Yenilenme bütün boyutlarda önemli olsa da, ancak dört boyutun her biriyle akıllıca ve dengeli bir biçimde ilgilendiğimiz zaman, olması gerektiği kadar
etkili olur. Bu alanlardan birinin ihmal edilmesi, diğerlerini olumsuz etkiler. Yaşamımıza merkez olarak doğru ilkeleri seçip, yapmakla yapabilme yeteneğimizi artırmak
arasında dengeli bir odak noktası yaratırsak, etkili, yararlı ve huzurlu yaşamlar yaratma gücünü elde etmiş oluruz.
Hem kendimiz hem de gelecek kuşaklar için...”
İSTASYON
31
OTOMOBİL
HAZIRLAYAN: EDMON BEKYAN
Başarıyı tüketim
belirleyecek
dellerinde ortak kullanılan 4.0 litrelik çift turbolu V8 motor, 500 beygirin üstünde bir güce sahip. Ancak asıl heyecan verici yanı, ortalama yakıt
tüketiminin 10 litre civarında olması. Bunu başarmak için gerek duyulmadığında silindirlerin
yarısı devre dışı bırakılıyor. Otomobil üç ve üzerinde viteste 1000-3.500 devirde ilerlerken 2, 3,
5 ve 8’inci silindirler uykuya dalıyor. Sollama gibi
yüksek güç gerektiren durumlardaysa gaz pedalına dokunduğunuz anda, yeniden V8 konumuna geri dönüyor.
Performansta hal böyleyken, 1,6 litrelik benzinli bir motorun 100 beygir civarında güç üretip 100 km’de ortalama 8-9 litre tükettiği yıllar,
çok geride kaldı. Bu alandaki çalışmalarıyla dikkat çeken Volkswagen mühendisleri, fizik kurallarına karşı gelerek, daha azla daha fazlasını
elde etmeyi başardı. Düşük silindir hacminden
yüksek beygirgücü elde etme konusunda önemli çalışmalara imza atan marka, Golf modelinde
kullandığı 1.4 litrelik motordan 140 beygir elde
ederken ortalama yakıt tüketimini 4,7 litreyle sınırlamayı başardı.
AZ KIRLETIYOR, AZ TÜKETIYOR
Otomobil üreticileri, tercihi belirleyen tüketim değerlerini düşürebilmek için farklı
çözümler geliştirdi. Bunların arasında hafif metallerin kullanımından gerekmedikçe
silindirlerin yarısını devre dışı bırakan sisteme kadar, birçok yeni teknoloji yer alıyor.
F
arklı dönemlerde belli bir oranda gerilese bile, rezervler azaldıkça petrol fiyatlarının izleyeceği yol, yukarı
doğru olacak. Bu nedenle üreticiler, bütün güçleriyle
performanstan ödün vermeden daha az yakıtla, daha
çok yol almanın formülü üzerinde çalışıyor. Otomobil üreticilerine parça (lastik, elektronik sistemler) tedarik eden firmalar da bu yarışta geri kalmamak için üstün bir çaba harcıyor. Bütün bu çalışmalar, meyvelerini vermeye başladı ve
ortalama yakıt tüketim değerlerinde son 10 yılda yüzde 30’a
varan oranda düşüşler elde edildi. Bu başarının arkasında
yer alan çalışmalara, teknolojilere birlikte göz atalım...
Kısa bir süre öncesine kadar, yakıt tüketiminde belirleyici olan toplam ağırlığın azaltılmasında, kayda değer atılımlar yapılmamıştı. Bunun en önemli nedenlerinden biri,
çelikten daha hafif olan malzemelerin (karbon fiber), metallerin (alüminyum alaşım) çok pahalı ve uygulanmalarının zor olmasıydı. Diğer bir neden de artan güvenlik önlemlerinin (çoğalan hava yastıkları, eklenen elektronik destek
sistemleri vs.) beraberinde getirdiği ek kilolardı. Ancak son
yıllarda önemli gelişmeler yaşandı ve bir dönem süper spor
otomobillerde kullanılan alüminyum süspansiyon, şasi ve
gövde panelleri, standart otomobillerde de yerlerini alma-
32
İSTASYON
ya başladı. Örneğin gövdesi tamamen alüminyumdan üretilen ilk arazi aracı olan yeni Range Rover, eskisinden tam 420
kg daha hafif. Azaltılan kilolar sayesinde yeni modelin yakıt
tüketiminde de yüzde 22’ye varan oranda iyileşme sağlandı.
Egzotik malzemeler olarak sınıflandırılan karbon fiber, titanyum ve magnezyumun üretim maliyetinin ucuzlamasıyla,
bu değerlerin daha da iyileşmesi bekleniyor. Buna paralel olarak mühendisler çelikle aynı burulma direncine sahip, fakat
daha ince ve hafif olan özel bir çelik üretmenin yolunu arıyor.
Bütün bu beklentiler doğru çıkarsa, 10 yıl içinde ortalama bir
otomobil yaklaşık 250 kilogram daha hafifleyecek.
SÜRTÜNME AZALDI, TÜKETIM DÜŞTÜ
Otomobillerin hatları, müşterilerin ilgisini çekme konusunda belirgin bir rol oynasa da aerodinamik yapıyı oluşturduğu için yakıt tüketimini doğrudan etkiliyor. Motorun ürettiği
gücün yüzde 60’ı, otomobilin havayı yarıp ilerlemesi için kullanıldığını düşününce, bu alandaki çalışmaların değeri daha
net görülüyor. Burada önemli olan, genelde birbirini ters yönde etkileyen estetik ve aerodinamik hatlar arasında dengeyi korumak. Estetik kaygılardan dolayı otomobillerin hatlarında belli bir noktaya kadar özgür davranabilen tasarımcılar,
çareyi otomobilin altında aramaya başladı.
Düz paneller kullanılarak, havanın otomobilin altından engellere çarpmadan akıp gitmesi sağlandı. Önemsiz gibi görünen kapı kolları ve aynaların tasarımı da bu alanda önemli
bir rol oynuyor. Yapılan çalışmaların ne kadar başarılı olduğunu anlamak için Mercedes CLA örneğini verebiliriz. 10 yıl önce aerodinamik yapısı Cd 0.30 olan bir otomobil
öne çıkarken günümüzde Mercedes CLA bu
oranı 0.22’ye kadar düşürdü.
Bununla birlikte şehir trafiğinde hareketsiz kalınan her saniyenin, havaya para atmakla eşdeğer olduğu malum. Bunun önüne geçebilmek için durma noktasına gelindiğinde motoru otomatik olarak kapatıp ayağınızı
frenden çektiğinizde veya debriyaja bastığınızda yeniden çalıştıran Start/Stop teknolojisi geliştirildi. Bu işlemin tüketimi artıracağını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Motorun
çalıştırılması için gereken enerji, 0,7 saniye boşta çalıştığında tüketeceği enerjiye eşdeğer. Bunun üzerinde hareketsiz kalınan her süre (sadece trafik ışıklarının ortalama bir dakika
yandığını hesaplarsak ne kadar avantajlı olduğu anlaşılıyor)
kârdasınız demektir. Sistemin yaklaşık yüzde 5 tasarruf sağladığı belirtiliyor.
TÜKETIM V4, PERFORMANS V8
Bu başlığa inanmakta zorlanabilirsiniz, ancak gerçek bütün
açıklığıyla ortada. Audi S8 ve Bentley Continental GT mo-
Günümüzde lastikler kısa fren mesafesinden çok
daha fazla kriteri karşılamak zorunda. Bunların
arasında ürettikleri ses seviyesi ve tüketim de var.
Tüketimi azaltmanın yoluysa frenleme ve yol tutuş gibi özelliklerin başarısını olumsuz etkilemeden, lastiğin yuvarlanma direncini azaltmaktan
geçiyor. Tüketimin düşmesi daha az CO2 salınımını anlamına da geldiği için büyük önem taşıyor. Lastiklerin yakıt tüketimine binek araçlarda
yüzde 20, ağır vasıtalarda yüzde 35 oranında etki
ettiği göz önüne alacak olursak Pirelli’nin yuvarlanma direncini yüzde 23 oranında azaltan ve ilk
AA etiketli lastik olan Cinturato P7 Blue seçeneği, yüzde 5,1 oranında bir avantaj sağlıyor. Bu değere, orta sınıf bir otomobille yılda 15 bin km yol kat edildiği farz edilerek varıldı. Lastikler geliştirildikçe bu değerlerin
daha da aşağı geleceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Otomatik şanzımanlar o kadar gelişti ki, manuel olanlardan daha az tüketir hale geldiler. Elektronik kontrol
üniteleri, vites geçişleri için şartların ideal olduğu anı beklediği için manuel olanlarda karşılaşılan insan hatalarını
ortadan kaldırıyor. Bu sayede tüketim de daha düşük oluyor. Bunda etkili olan diğer bir faktör ise vites sayısının yıllar içinde artması. Son olarak Jeep Cherokee’de kullanılan
9 ileri otomatik şanzıman 2.0 lt dizel motorla birleştirilerek iki ton ağırlığındaki aracın ortalama yakıt tüketimini
5,8 lt gibi etkileyici bir düzeye ulaştırdı. Hibrit ve elektrikli modellerin yaygınlaşma hızına bakacak olursak tercihleri bir müddet daha benzinli ve dizel otomobillerin tüketim
değerlerinin belirleyeceğini söyleyebiliriz.
İSTASYON
33
GEZİ
Kışın keyfi
dağda çıkar
Kış mevsimi, kayak ve kış sporları tutkunlarının
heyecanla beklediği bir dönem... Gerek
yurtiçinde, gerekse Avrupa’da kaliteli pistleri,
spor sonrası yorgun bedeninizi şımartan aktivite
seçenekleri, lüks yeme-içme ve konaklama
mekânlarıyla pek çok kayak merkezi sizleri
bekliyor. YAZI: BIRAY ANIL BIRER
34 İSTASYON
M
alum, kış mevsimindeyiz. Kışın keyfininse trafiği
bol şehirlerde değil de dağlarda çıktığına şüphe yok.
Her ne kadar, toplumumuzun büyük bölümü tatillerini yaz aylarında ve deniz kenarında geçirmeyi
tercih ediyorsa da kışa kıymet verip rotasını beyaz büyüye çevirenlerin sayısı da az değil. Hal böyle olunca, hem ülkemizdeki hem de sınırlarımız dışındaki kayak merkezlerinin bazılarını daha yakından tanıyalım istedik.
Bu topraklar üzerinde en bilindik yer Uludağ kuşkusuz.
Bursa’nın simgesi olan bu gözde kayak merkezinde, yüksekliği
1750 ila 2 bin 543 metre arasında değişen 13 adet pist bulunuyor. Uludağ’ın uluslararası standartlardaki pistlerinde, hünerinizi sadece kayakta değil; snowboard, buz pateni, kar motosikleti gibi aktivitelerde de gösterebilirsiniz. Ama yine de kendinizi
fazla yormayın, zira Uludağ’ın gece hayatı da en az pistleri kadar hareketli. Otellerin gece kulüpleri, sabahın ilk ışıklarına
kadar, canlı müzik veya DJ performanslarıyla misafirleri eğlendiriyor. Sadece spor yapıp geri kalan zamanda da zihninizi
boşaltmak, uçsuz bucaksız beyaz örtüye bakmak isterseniz, piste sıfır konumda, daha izole otellerin olduğunu da belirtelim.
Kışın keyfini sürebileceğiniz bir diğer yerse Kartalkaya.
Bahar ve yaz aylarında yeşilin binbir tonunu görebileceğiniz,
kış aylarındaysa bembeyaz bir örtünün altına giren Köroğlu
Dağları’ndaki Kartalkaya kayak merkezinin, kayılabilen alanı
1850 ila 2 bin 200 metre yüksekliğinde. Toplam 12 adet pistin
bulunduğu merkezde konaklama ve eğlence sıkıntısı çekmeyeceğinizi garanti edebiliriz. Günün yorgunluğunu, sadeliğin
konforla buluştuğu butik otellerde atabilir, bu otellerin sauna
ve masaj hizmetlerinden yararlanabilirsiniz. Üstelik bazı otellerin kapalı havuzlarının manzarası son derece davetkâr…
Eğer rotanızı Kartalkaya’ya çevirmişseniz Yurdaer Mutfak
Sanatları Aktivite Merkezi’ne uğramadan dönmemenizi özellikle tavsiye ederiz. Zira burası, saray sofralarından ilham alınarak hazırlanan yemekleri tadabileceğiniz ender restoranlardan birine ev sahipliği yapıyor.
Gelelim gözde kış merkezlerinden Palandöken’e… 3 bin
125 metre rakımlı Palandöken’de, doğal pistlerin dışında farklı zorluk derecelerinde 10 adet kayak pisti bulunuyor ve dağın en uzun pist mesafesi 12 kilometre. Bu, dünyada eşine az
rastlanır bir rakam. Konukların pist aralarında sıcak bir şeyler
İSTASYON
35
GEZİ
SIZ YETER KI, KARAR VERIP GITMEK ISTEYIN...
HEM YURTIÇINDE HEM DE YURTDIŞINDA BIRÇOK KAYAK
MERKEZI, KIŞ MEVSIMININ EN GÜZEL YANLARINI
DOYASIYA YAŞATMAK IÇIN SIZI BEKLIYOR.
içip dinlenebilecekleri dağ kafeleri de mevcut. Palandöken’in
en avantajlı yanlarından biri de, şehir merkezine hem çok yakın hem de ulaşımı çok kolay oluşu. Yani, dilerseniz merkezdeki otellerden birinde konaklayıp sadece spor yapmak için
günübirliğine dağa gelebilirsiniz. Elbette, dağdaki oteller de
size karların içinde sıcak ve lüks bir konaklama keyfi yaşatacak. Kayak öncesi ısınmak isteyenlere spor salonu, kayak sonrası yorgunluğunu atmayı arzu edenlere SPA ve Türk hamamı hizmetlerinin bulunduğu oteller, konforlarıyla da dünya
standardına sahip. Erzurum’a kadar gitmişken, dünyaca meşhur cağ kebabından ve tabii haşlanan incirin içini cevizle doldurup yağda kızarttıktan sonra ikram edilen incir tatlısından
yemeden dönmek, olmaz. Kış tatili için zamanınız kısıtlıysa,
vaktinizin bir bölümünü Erzurum Palandöken’de, diğer bölümünü de Sarıkamış’ta geçirmenizi salık veririz. Toz karıyla Türkiye’deki kayak merkezleri arasında ayrı bir yere sahip,
“Türkiye’nin Innsbruck’u” olarak adlandırılan Sarıkamış’ta,
36
İSTASYON
nem oranı çok düşük olduğu için kar sulanmıyor, yere nasıl
düşüyorsa öyle kalıyor. İkisi snowboard pisti olmak üzere toplam dokuz piste sahip Cıbıltepe Kayak Merkezi’nin rakımı,
2 bin 600 metre. Sarıkamış’ın kayak pistlerinde çığ tehlikesinin bulunmaması da cabası. Ayrıca pistler sarıçam ormanlarıyla çevrili olduğundan rüzgârdan da korunuyor. Özellikle
snowboard sevenler için gerçek bir cennet olduğu düşünülen
Sarıkamış’ta, konaklama seçenekleri biraz daha az, ama var
olan mekânlar oldukça konforlu. Yöresel yemeklerin bir bölümü otel restoranlarında da sunuluyor, ancak yaklaşık 55
kilometre uzaklıktaki Kars şehir merkezine giderseniz, hem
daha fazla seçenek bulursunuz hem de gözlerinizi nev-i şahsına münhasır mimariyle buluşturma imkânı elde edersiniz.
SINIRLARI AŞMAK
Yurtiçindeki kayak merkezlerinin kıymetini bilmekle birlikte, yurtdışındakileriyle de tanışmak isteyenlerdenseniz,
size ilk olarak vizesiz gidilebilecek Makedonya’yı öneririz.
Makedonya’nın başkenti Üsküp’e bir saat uzaklıktaki Mavrovo, çam ormanları, vadiler ve şelalelerle dolu bir doğa harikası. Aynı zamanda, 1860 metrelik rakımıyla hem başlangıç hem
ileri seviyedeki kayakseverler için ideal bir kış sporları merkezi.
Osmanlı etkilerini hissedebileceğiniz bu küçük merkez, Türkiye sıcaklığını arayıp biraz dışarı açılmak isteyenler için biçilmiş kaftan. Buradaki otellerin hemen hepsi, konuklarını
memnun edebilmeye odaklanmış personelle çalışıyor.
Balkanlar’daki tek kayak merkezi Mavrovo değil, elbette.
Bulgaristan’ın en uzun kayak pistlerine ve zengin kültürel tarihine sahip Bansko, diğer merkezlere oranla epey bütçe dostu
olduğu için Türk kayakseverler arasında son yıllardır çok popüler. Tek yapmanız gereken, Bulgaristan veya Schengen vizesi edinmek. Ülkenin güney batısındaki Pirin Dağı’nın eteğinde yer alan merkezde, değişik zorluklarda son derece kaliteli
toplam 10 adet kayak pisti bulunuyor. Kasabanın kendisiyse,
Bulgar kültürünü keşfetmek için en ideal yerlerden biri. Ege
kıyıları ve Tuna Avrupa’sı arasındaki kervan yolunda yer alan
ve 18’inci yüzyılda epey varlıklı bir kasaba haline gelen Bansko, ünlü tüccarlara, zanaatkârlara, ressamlara ve oyma sanatçılarına ev sahipliğini yapmış. Bu şirin kasabanın sokaklarını
arşınladıktan sonra, sevimli mahalle barlarından birinde yorgunluğunuzu giderebileceğinizi de hatırlatalım.
Bulgaristan’ın ardından, azıcık daha kuzeye, Sırbistan’a yol
alalım. Bu küçük ve yeşil ülkede, Avrupalı jet sosyetenin kayak
yapmaya geldiği bir yer var… Kökleri Orta Çağ’a uzanan tarihiyle de ilgi çeken Kopaonik, 2 bin metre rakımlı ve 20 kayak
pistine sahip bir kış sporları merkezi. Özellikle snowboard’u
ilk kez deneyecekler için uygun fiyatlı “her şey dâhil” (malzemeler ve ders) paketleri sunan tur operatörleri ve aynı adı taşıyan kasabadaki canlı gece hayatı, Koaponik’in artılarından.
Her yıl 23 ila 29 Mart arası düzenlenen Büyük Kar Festivali,
ziyaretçilere uluslararası reggae, caz ve elektronik müzisyenİSTASYON
37
GEZİ
İster Avrupa’daki bir
merkezi tercih edin,
isterseniz Balkanlar’ı
ya da Türkiye’yi...
Karın cezbedici
görüntüsü her yerde
aynı. Hemen her
şeyde olduğu gibi
burada da en önemli
fark, detaylarda...
Diğer bir ifadeyle
sunulan hizmetin
kalitesinde...
KÜRESEL IKLIM DEĞIŞIKLIĞI, KAYAK MERKEZLERINI DE
ETKİLİYOR ELBETTE. AMA HER ŞEYE BIR ÇARE ÜRETEN INSAN
AKLI, BU SORUNUN DA ÜSTESINDEN GELMIŞ GÖRÜNÜYOR.
YAĞIŞIN AZ OLDUĞU BÖLGELERDE DEVREYE GIREN KAR
MAKINALARI, KEYFE SEKTE VURDURMUYOR.
lerini dinleme fırsatı veriyor. Dağ eteğine konuşlanmış, kayak
merkezine ücretsiz servis hizmeti sunan otellerden bazılarının
konforlu bir konaklamayı garantiliyor. Merkeze uzak olsa da
aile sıcaklığında butik oteller de yok değil.
BALKANLAR’DAN AVRUPA’YA
Kayak merkezlerinin İtalyan süper modeli Cortina d’Ampezzo;
popüler, pahalı, soğuk ve karşı konulamayacak derecede güzel. Kentin taş kilise helezonlarının ve pizzacılarının arkasında, fonda Alplerin nefes kesici siluetini görebilirsiniz. Cortina,
İtalya’nın kuzeydoğusunda bulunan ve muhteşem manzaralarıyla insanın aklını başından alan Dolomitler dağ alanının
bir parçası. Toplam 115 kilometrelik 66 piste sahip, 1956 Kış
Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmış Cortina’nın, geçmişteki
düzenli ziyaretçilerinden birinin Audrey Hepburn olduğunu
da hatırlatalım. Merkezin rakımıysa 1220 metre. Hem kültürel hem tarihî hem de finansal açıdan zengin bu bölgede, lüks
konaklama ve lezzet sıkıntısı çekmeyeceğiniz kesin.
38
İSTASYON
İtalya’da hal böyleyken daha kuzeye gittiğimizde; Avusturya’daki Ischgl çıkıyor karşımıza. Burası, karın eksik olmadığı tepeleri ve kayak sonrası çılgın gece hayatıyla kış aylarında
gerçek bir çekim merkezi. Ayrıca her yıl kayak sezonunun bitişinin kutlandığı “Top of the Mountain” konserlerinde Bob
Dylan’dan Beyonce ve Rihanna’ya pek çok ünlü sahne aldı. 2
bin ila 2 bin 872 metre rakımlı kayak merkezinde, 50’nin üzerinde pist var. Bu yıl 12-13 Nisan’da düzenlenecek bir yarışmada, ödüllü şefler, hem pistlerde hem de mutfakta hünerlerini
gösterecek. Ischgl’de buz pateni, kış yürüyüşü ve kar kızağıyla
kaymak gibi seçenekleriniz de var.
Diğer bir efsanevi Avusturya kayak merkeziyse Kitzbühel.
Franz Reisch, 1893’te Kitzbüheler Horn yamaçlarından kaydı ve Avusturya’daki ilk iniş aşağı kayak tekniğini başlatan kişi
oldu. O zamandan bu yana Kitzbühel, Avrupa’nın en önemli kayak merkezlerinden biri olarak görülüyor. Üç kez Olimpiyat altın madalyası alan Toni Sailer gibi nice efsane sporcu da
yine burada yetişti. 16’ncı yüzyılda gümüş ve bakır madencili-
ği yapılan, artık kış sporlarıyla anılan kentte, 1931’den beri her
yıl ocak ayında düzenlenen Hahnenkamm-Rennen müsabakaları bu yıl 20-25 Ocak’ta yapıldı. Merkezin 760 metrelik rakımı biraz düşük olsa da her seviyedeki kış sporcularını memnun edecek kalitede. Yabani sarımsaklı makarna ve enginarla
servis edilen kedi balığı gibi yemeklerse her daim ilgi çekici...
Avusturya’da kayak merkezleri tükenmez. Bir sonraki durağınız St. Anton… Bir zamanlar St. Anton, karın kışın yağdığı ve baharda eridiği, hayvancılığın yapıldığı kendi halinde bir
köydü. Derken köylüler yanı başlarındaki altın madenini keşfettiler ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar… 1901’de Alpler’deki ilk kayak kulübünü kuran St. Anton’da, kayak hastalığına
kapılmamanız olanaksız. 2 bin 811 metrelik Valluga’nın eteklerine ve Rosanna Nehri’nin kuzey yatağına kurulmuş St. Anton am Arlberg’in kayak alanının gece hayatı da epey sıkı. Pistlerinin toplam uzunluğu 340 kilometreyi bulan St. Anton’da
hem mütevazı hem de lüks bir konaklama seçenekleri mevcut.
St. Anton Müzesi’nin içindeki Museum Restaurant’ta, hemen
yanı başınızdaki gölden avlanmış taze alabalığın tadına mutlaka bakmanızı öneririz.
Son durağınız Fransız Alpleri. Avrupa’nın en yüksek dağı
Mont Blanc’in gölgesindeki küçük ve şık köy Megève, aynı
zamanda popüler bir kayak merkezi. Tarihî köy merkezinde araba dolaşımı yasak; böylece eski kiliseleri ve taş sokakları özgürce arşınlayabiliyorsunuz. Dilerseniz köyü faytonla da
turlayabilirsiniz. Toplam 137 piste sahip Megève’nin rakımı
1100 metre. Bu sevimli köydeki tatilinizi daha da mükemmel
kılmak istiyorsanız, gelenekselle lüksün bir araya geldiği otellerde ya da bu otellerin dağda, 1560 metre yükseklikte yer alan
kır evlerinde konaklayabilirsiniz.
Evet, mevsim kış ve eldeki seçenekler yukarıdaki satırlarda sıraladıklarımızla sınırlı değil. Biz sadece birkaç kayak
merkezini sığdırabildik sayfalarımıza. İster burada anlattıklarımızdan birini tercih edin, isterse kendi belirlediğinizi, fark
etmez… Önemli olan kışın keyfine varabilmek. Önemli olan
dağlara çıkabilmek…
İSTASYON
39
YEME-İÇME
Kışın müjdecileri
Bu kış, küçük ve leziz bir değişiklik yapalım. Konuklarımıza çay, kahve yerine geleneksel kış içeceklerimizden
boza ve salep ikram edelim. Çünkü muhabbet, güzel bir içecekle daha da şenlenir. YAZI: EVREN SOYAK
S
oğuk bir kış günü, camları buğulu bir kafede dumanı tüten sıcak bir içeceği yudumlamak kadar güzel
ne olabilir ki? Dostluğun tadı, muhabbetin güzeli de sıcaklıkla başlar zaten. Bu kış, küçük bir değişiklik yapalım. Konuklarımıza çay kahve yerine boza ve salep ikram edelim. “Şıracının şahidi bozacıdır”, “Ensesinde
boza pişirmek” gibi deyim ve atasözleriyle, tadı hoş içeceklerin kültürümüzdeki yerini hatırlayarak, kışa bu içeceklerle merhaba diyelim.
Geleneksel içeceklerimizin başında gelen boza, kimi tarihçilere göre sekiz bin yıllık bir geçmişe sahip. Ne var ki kış
gecelerine güzellik katan bozacıların ısrarcı “Boo-zaa” naraları çok katlı apartman sakinlerinin dışarıdaki hayattan
kopuş sürecine daha fazla direnemedi. Neyse ki, unutulan
şerbet ve hoşaflarımız gibi tarihin tozlu yemek kitaplarında kaybolup gitmektense, boza şişelenip market raflarındaki yerini aldı.
Evliya Çelebi “Seyahatname”sinde
17’nci yüzyılda İstanbul’da 300 kadar bozacı dükkânı olduğunu aktarmış. IV. Murad ve IV. Mehmed dönemlerinde, “sarhoşluk
vermeyecek kadarı”nı içmek
helal sayıldığından meyhaneler, yüksek alkollü tatarbozası satan bozahanelere dönüşmüş.
III. Selim döneminde
bozahaneler, içki yasağından mağdur olanların sığınağı haline gelince, hanımlar, beyler
ve aileler bozahanelerden
elini eteğini çekmiş. Ta ki
1876 yılına kadar... OsmanlıRus Savaşı nedeniyle Rumeli’den
İstanbul’a yapılan yoğun göç, bozacılık tarihinde bir dönüm noktası olmuş. Karadağ sınırındaki Prizzen kasabasından İstanbul’a
gelen Arnavut genci Sadık, Vefa semtinde küçük bir bozacı açmış. Genç bozacı, dükkânını çeşit çeşit kepçeler, güzel bardaklar, şık tarçın ve leblebi kaplarıyla donatmış ve
boza içimini bir zevk haline getirmiş. Prizzenli Sadık’ın
şöhreti kısa zamanda İstanbul’un dört bir yanına dağılmış.
40
İSTASYON
Dükkân, Vefa dışından
da gelen seçkinlerin uğrak
yeri olmuş...
Vaktiyle İstanbul’da, kış geldi mi elinde güğüm, belinde bardakla sokak sokak dolaşan Arnavut bozacılar bugün kulağa, İhsan Oktay
Anar’ın “Puslu Kıtalar Atlası”na yakışır masalsı karakterler gibi geliyor olabilir. Nitekim zamanla yerlerini, plastik bidon içinde boza satan Anadolu delikanlılarına bırakmışlar. Şimdilerde onlara da rastlanmıyor. Ancak
Vefa Bozacısı, bu lezzetin yıkılmaz kalesi misali dimdik
ayakta. Bugün Vefa Bozacısı’nın bozası plastik şişelerde süpermarketlerde bile satılıyor. Ancak her lezzeti yerinde tatİSTASYON
41
YEME-İÇME
Ev yapımı boza
Türkiye’de boza mısır unuyla yapılıyor. Kepeği alınmış mısır unu
kavrulup üzerine su ekleniyor ve tokmakla dövülerek inceltiliyor. Belli
bir kıvama gelince elekten geçiriliyor, sonra boza mayası eklenerek
üç gün mayalanmaya bırakılıyor. Şeker veya pekmezle tatlandırılarak
içime hazır hale geliyor. Bu zor yöntem, bozacılara ait... Ancak
dilerseniz siz de evde boza yapabilirsiniz. Üç bardak bulguru akşamdan
ıslatın. Bulguru, iki kahve fincanı pirinçle birlikte iyice yumuşayana dek
pişirin. Karışımı mikserle çırptıktan sonra süzgeçten geçirip püre haline
getirin. Püreyi, üç su bardağı toz şekerle birlikte tencereye koyun.
Şeker eriyinceye kadar pişirin. Tencereyi ateşten alıp ılımaya bırakın.
Elinizi yakmayacak ısıya geldiğinde bir su bardağı boza ya da ılık suyla
ezilmiş, bir çorba kaşığı kadar yaş maya ekleyip karıştırın. Bu karışımı,
23-25 derece ısıdaki bir yerde üç gün bekletin. Bu süre boyunca
ara sıra karıştırmayı ihmal etmeyin. İkinci günün sonundan itibaren
kabarcıklar görmeye başlayacaksınız. Bu, bozanın olmaya başladığının
işaretidir. Üzerine leblebi ve tarçın serperek soğuk olarak ikram edin.
C
BOZA, GELENEKSEL IÇECEKLERIMIZDEN EN ŞANSLISI
OLSA GEREK. ŞERBET VE HOŞAFLARIMIZ GIBI TARIHIN
TOZLU YEMEK KITAPLARINDA KAYBOLUP GITMEKTENSE,
ŞIŞELENIP MARKET RAFLARINDAKI YERINI ALDI.
mak gerek. İçeri adım attığınızda, sizi yüzlerce yıl öncesine ışınlayan dekoru ve değişmeyen lezzet kalitesiyle Vefa
Bozacısı’nın Vefa semtindeki dükkânını ziyaret etmelisiniz.
Boza, Mısır ve Kuzey Afrika sahillerine, Akdenizli tüccar gemiciler aracılığıyla batıya, Hazar Denizi’nin güneyine,
Asya ve Çin’e, İran ve Afganistan’a, Kafkaslar’a ve Volga havzasına kadar geniş bir coğrafyaya yayılıyor. Mısır, arpa, çavdar, yulaf ya da buğday irmiği, şeker ve suyla üretilen bozanın, bilinen en eski içecek olan biranın da ilkel hali olduğu
söyleniyor. Türkiye’de boza mısır irmiğiyle yapılıyor. Bozanın mayalanması sırasında açığa çıkan laktik asit, hazmı kolaylaştırıcı etkiye sahip. Yani sadece geçmişi yâd etmek değil,
sağlık için de tüketilmeli, bu içecek. Ancak tüm mayalı besinlerde olduğu gibi bakteri içerdiği için bozayı saklama koşulları çok önemli. Uygun koşullarda saklandığı takdirde (8 derecede), 20 gün tazeliğini muhafaza edebiliyor.
ÖNCE KOKUSUYLA CEZBEDIYORLAR
Üzerine serpilen tarçınla birleşince baş döndüren bir kokuya sahip olan salep de soğuk kış günlerinin aranılan içeceği. Yabani orkidelerin, kökü yumru olanına salep diyoruz.
Yumrular, suda kaynatılıp kurutulduktan sonra toz haline getirilerek, kullanıma hazırlanıyor. Hemen hemen her
bölgede yetişen bu yabani orkide türünün Türkiye’deki asıl
merkezi, Burdur’un Bucak ilçesi. Tüm ülkeye buradan yayılıyor. Biraz şekerle birlikte süte karıştırılarak geleneksel kış
42
İSTASYON
içeceğimize dönüşen salep, dondurmanın da ana maddesi.
Kabızlık, hemoroid ve bağırsak enfeksiyonlarına iyi geldiği
biliniyor. Kandaki şeker dengesini sağlayıcı özelliğe sahip
olan tarçınla birlikte tüketildiği için, tokluk hissi veriyor ve
tatlı isteğini azaltıyor.
Kışın önemli simgelerinden biri de sıcak çikolata. İlk sıcak çikolatanın 2 bin yıl önce Mayalar tarafından yapıldığı sanılıyor. Çikolatayla çok geç tanışan bir mutfağın takipçileri olsak da, bu lezzetten kendimizi alamadığımız doğru.
19’uncu yüzyıla kadar sıcak çikolatanın mide hastalıklarının tedavisinde kullanıldığını bilmek, bir nebze olsun içimizi rahatlatıyor. Ne kadar yüksek kalorili olsa da, bir araştırmaya göre çaydan daha çok antioksidan içerdiği için kalp
krizi riskini azaltan içecekler arasında.
Şurup, hoşaf, komposto ve şerbetleri de yabana atmamak gerek. Kışın pilavın yanında, kızarmış balığın üstüne,
az şekerli bir hoşaf hiç de fena olmaz. Portakal ve elma hoşafı, kış meyveleriyle yapılan nefis içecekler. Bunların dışında, vitamin, antioksidan, potasyum ve folik asit açısından
zengin bir içecek olan taze sıkılmış portakal suyu, özellikle sonbahar ve kış aylarında güne zinde başlamanızı sağlarken, bağışıklık sisteminizi de güçlendirir. Tıpkı soğuk algınlığına yakalandığımızda imdadımıza yetişen ıhlamur,
adaçayı gibi... Kendine özgü kokusu ve aroması olan ıhlamurdaki flavonoitler, iltihap giderici ve ağrı kesici etki gösterir. Öksürük kesici ve göğüs yumuşatıcıdır. Ihlamurdaki
farnesol madddesi ayrıca yatıştırıcı etkiye sahiptir. Ege kıyılarının ferahlığını taşıyan adaçayı ise sindirim ve sinir sistemini düzenler. Çayıyla gargara yapıldığında ise boğaz enfeksiyonlarına iyi gelir.
Artık canımız sıkılınca biraz hava almak maksadıyla
kendimizi dışarı attığımız günler geride kaldı. İstemesek
de kapalı mekânlarda geçireceğimiz uzun bir kış var. Bari
bu zamanı biraz renklendirelim. Geleneksel içeceklerimizin
unutulmaması dileğiyle…
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
SAĞLIK
Obezitenin
maliyeti
sigaraya eşdeğer
Yaşam süresi
DNA’da gizli
n DNA’ı söyle bana, ne kadar
n Obezite… İnsan yaşamını tehdit
eden hastalıklar listesinin üst
sırasında bulunuyor. Yapılan çeşitli
araştırmalar, günümüzde, tüm
dünyada 2,1 milyardan fazla kişinin
fazla kilolu olduğunu gösteriyor,
daha da önemlisi takvimler
2030’u gösterdiğinde dünya
nüfusunun neredeyse yarısının
bu sağlık sorunun pençesine
düşeceği öngörülüyor. Dünyanın
dört bir yanında obezitenin
önüne geçilmesi için çalışmalar
yürütülürken, geçtiğimiz günlerde
yayınlanan bir rapor konunun
farklı bir boyutunun daha
olduğunu ortaya çıkardı. O da
şu: Obezitenin dünya çapındaki
maliyeti, sigarının ve silahlı
çatışmaların yarattığı maliyetle
neredeyse ayrı. McKinsey Küresel
Entitüsü’nün araştırmasına göre,
obezitenin küresel maliyeti,
2 milyar Dolar’ı aşıyor. Bu da
dünya üzerinde gerçekleştirilen
yıllık ekonomik faaliyetlerin
2,8’ine denk geliyor. Rakam, göz
ardı edilmeyecek kadar büyük.
Çalışmanın son bölümünde “krize
dönüşen obezite sorunu için
yeterli büyüklükte bir strateji
gerekiyor” denmesinin temel
nedeni de bu zaten.
BEYINDEKI SABIT HAT
Londra ve Cambridge üniversitelerinde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre
beynimiz, gördüğümüzle yaptığımız arasındaki bilgi bağlantısını “sabit hat” adı
verilen bir yolla sağlıyor.
n İnsan beyni, herkesi kendine hayran bırakacak gizemlerle
dolu. Biliminsanlarının bu gizemi çözme yönündeki
gayretiyse takdire şayan. Gün geçmiyor ki, beyinle ilgili
hayret verici yeni bir bilgiye ulaşılmasın. Bu bilgilerden
biri de İngiltere’nin iki önemli üniversitesinden; Londra
ve Cambridge’ten geldi. Sonuçları www.sciencedaily.
com internet sitesinde yayınlanan çalışmaya göre
araştırmacılar, beynimizin gördüklerimizle yaptıklarımız
arasındaki bağlantıyı “sabit hat” adı verilen bir yolla
sağladığını ortaya çıkardılar. Söz konusu üniversitelerde
görev yapan araştırmacılar, ilk kez görsel işaretlerle
fiziksel harekelerin birleşiminden oluşan öz farkındalığın
konumuna ait özel bir mekanizma buldular. 52 sağlıklı
yetişkinle yapılan deneylerde denekler, iki boyutlu
ekran üzerindeki gösterge hareketlerinin direkt olarak
el hareketine bağlı olduğu robotik kollar kullandılar.
Deneklerin gözleri ekranın merkezindeki bir işarete
sabitlenmiş olarak tutuldu ve bu durum göz izleyicisiyle
onaylandı. Denekler, sağ ve sol elleriyle işaretlerin ikiye
ayrılmasını ve ikisinin de eşit ölçüde merkeze yaklaşmasını
kontrol etti. Buradaki amaç, her bir imlecin ekranın en
üstünde bulunan ve hedef olarak gösterilen noktalara
getirilmesiydi. Bazen tek bir taraf üzerindeki hedef ya da
imleç sağa ya da sola atlıyordu. Deneklerden beklenense
imleci doğru hedefe götürebilmeleriydi. Her bir atlama,
tek bölüm üzerinde anlık bir parlamayla işaretlendirildi.
Üstelik bu atlamalar rastgele bir şekilde değişiyordu. Bu
nedenle, her zaman değişiklikle ilgili bölümde karşılığını
bulamıyorlardı. Deneklerin dikkatleri işaretler tarafından
doğru bölgeye çekildiğinde, hedefin atlamaya hızla karşılık
verdiği görüldü. Londra Üniversitesi’nden Dr. Alexandra
Reichenbach, deneyle ilgili olarak yaptığı açıklamada, “Bu
çalışma, şizofreni hastalarının neden kendi hareketlerini
başkası kontrol ediyormuş gibi hissettiklerini de açıklıyor.
Şizofrenide sıklıkla kontrolün hayali olduğuna benzer
dışavurumlar görülür. Eğer biri görsel işaretlere uygun
vücut tepkilerini veremiyorsa, kendisinin başkası
tarafından kontrol edildiğini hissedebilir. Buradaki
fonksiyon bozukluğunun sebebi, bu çalışmada tanımlanan
mekanizmayla açıklanabilir” dedi.
Hipotalamus’un zor kararı
n Türkiye, aşırı soğukların yaşandığı bir ülke sayılmaz.
Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da, termometreler kış
aylarında sık sık sıfırın altına iniyor, ancak bu durum
insan yaşamını tehdit etmiyor. İnsan vücudunun
yapısı, aşırı soğuklarla baş edebilecek niteliklere sahip
değil. Peki, üşüdüğümüzde neler oluyor? Öncelikle
44
İSTASYON
üşüdüğümüzde vücut ısısını artıracak mekanizmalar
devreye giriyor. Kaslarımız ve dişlerimiz titrer,
tüylerimiz dikiliyor. Beynimizdeki hipotalamus bezi,
bu tepkilerin gösterilmesini sağlayarak, ısınacak bir
barınak buluncaya dek hayati organlarımızı sıcak
tutmaya çalışıyor. Başlıca görevi vücudun merkezi
sistemini ne pahasına olursa olsun sıcak tutmak
olan hipotalamus, gerekirse uçlardaki uzuvları
gözden çıkarıyor ve oralara kan akışını kesiyor. Zaten
bu durum aşırı soğukta el ve ayak parmaklarının
karıncalanmasının, hatta donarak parçalanmasının
nedeni olarak gösteriliyor.
yaşayacağını söyleyeyim sana…
Tekerleme gibi görünen bu
cümle, şaka değil, gerçek! Zira
hemen her gün yeni bir bilgiye
ulaşan araştırmacılar, şimdi de
insan ömrünün belirlenmesinde
DNA’nın önemli ipuçları
sunduğunu ortaya çıkardılar.
Kalp rahatsızlığı bulunan 3 bin
500 kişinin DNA örneklerinin
karşılaştırılmasıyla ortaya çıkan
araştırma, Intermountain Kalp
Enstitüsü’nde (Utah / ABD)
gerçekleştirildi. Sonuçları www.
eurekalert.org’ta yayınlanan
araştırma, kromozomların
uç kısımlarında bulunan ve
telomer olarak adlandırılan
yapılardan alınan DNA ipliklerinin
uzunluklarının karşılaştırılmasını
içeriyor. Telomer boyunun
yaşam sürecini doğrudan
etkilediği daha önceki yıllarda da
biliniyordu aslında. Intermountain
Kalp Enstitüsü’nün yaptığı
çalışma, bu durumun kanıtı
niteliğinde… Gelelim, hayatımızın
uzunluğunu belirleyen telomer’in
ne olduğuna. Telomerler,
kromozomların uçlarında bulunan
ve DNA’nın yapısını koruyan
bir işleve sahipler. DNA’nın
kendini her eşleyişinde bu yapı
da kısalıyor. Kısalan telomer
boyunun hücre bölünmesini
yavaşlattığı, zamanla durdurduğu,
yaşlılıkta ortaya çıkan kalp
rahatsızlıkları ya da kanser başta
olmak üzere birçok hastalıkla
doğrudan ilişkisi olduğu da
kanıtlanmış bilgiler arasında.
GECE MESAILERINE DIKKAT
n Eskiler, “ekmek aslanın ağızında” derlerdi. Para
kazanmanın ne derece güç olduğunu vurgulayan bu söz,
günümüzde geçerliliğini yitirdi. Zira çalışma temposu
öyle bir hale geldi ki, ekmeği aslanın ağızında bulabilene
aşkolsun… Yoğun iş hacmi ya da kimi mecburiyetler,
şirketleri vardiyalı çalışma koşullarına sürükledi.
Ancak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Colorado
Üniversitesi’nden bir grup biliminsanının gerçekleştirdiği
ve sonuçları BBC’de yayınlanan bir haber, vardiyalı
çalışmanın bir parçası olan gece mesaisinin obezite riskini
artırdığını kanıtladı. Kanıtladı ifadesini kullanıyoruz, çünkü
gece mesaisinin metabolizma üzerindeki olumsuz etkileri
uzun süredir biliyor, çeşitli platformlarda tartışılıyordu.
Colorado Üniversitesi’nce yapılan araştırma, çalışanların
gece mesaisinde daha az enerji harcandığını, bu nedenle
de kilo aldığını ortaya koydu. Araştırmada, gönüllülerden
oluşan grup, önce gündüz vardiyasında çalıştırıldı ve
kendilerinden güne kahvaltıyla başlamaları, devamındaysa
günlük rutinleri takip edip gece uyumaları istendi. İki
günlük gündüz vardiyasının ardından, gönüllüler gece
vardiyasında çalıştırıldı. Bu kez de kendilerinden geceleri
yemek yiyip gündüz uyumaları istendi. Her iki durumda
da aynı miktarda kalori alan deneklerin, geceleri daha az
kalori harcadığı görüldü. Araştırmanın başındaki Profesör
Kenneth Wright, söz konusu durumu, “Vardiyalı çalışma,
vücudun biyolojik temposunun gece de devam etmesini
istiyor. Ve gündüzleri vücudun yavaşlayarak uykuya
geçmesini gerektiriyor. Ancak vücut biyolojisinde güneş
ışığı çok önemli bir faktör, bunu yapabilmek çok çok zor…
Dolayısıyla vardiyalı çalışanların vücudu, bu değişikliğe hiçbir
zaman uyum sağlayamıyor” diyerek açıkladı.
Hemen
her derde
deva
n Farkındayız, kışın en soğuk günlerini yaşıyoruz.
Ancak “her kışın bir baharı vardır” sözünden hareketle,
güneşin nimetlerine dair bir haberi sizlerle paylaşmak
isteriz. Dünya genelinde yapılan bir araştırmaya
göre güneş yalnızca içimizi ısıtmak ve kemiklerimizi
güçlendirmekle kalmayıp birçok hastalığa da deva oluyor.
Eksikliğindeyse tam tersi bir durum ortaya çıkıyor.
Misal, D vitamini eksikliği kanser riskini artırıyor. Zaten
kansere yakalanmış olanlardaysa tedavi sürecini kötü
yönde etkiliyor. Kemik erimesi olasılığını yüzde 300
fazlalaştırırken, sırt ağrısından şikâyet edenlerin yüzde
80’inde bu vitaminin eksikliği tespit ediliyor. Dünya
çapında yapılan araştırmalara göre, D vitamini eksikliği
en fazla güneşi nadir gören Kanadalılarda (yüzde 90)
rastlanıyor. Kanadalıları yüzde 60 ile Amerikalılar, yüzde
55 ile Avrupalılar izliyor. Bu topraklara gelince… Güneşin
neredeyse dört mevsim boyunca parladığı Türkiye’de
rakamın çok daha düşük olacağını düşünüyorsanız,
yanılıyorsunuz. Zira insanlarımız neredeyse yüzde 70’i D
vitamini eksikliği yaşıyor. Bu da bizi şu çağrıyı yapmaya
zorunlu kılıyor; önümüz bahar. Güneşle buluşmak ve tabii
nimetlerinden yararlanmak için daha fazla neden var artık.
İSTASYON
45
SAĞLIK
ayıran en belirgin özellikler, beyin damarlarının kas tabakalarının, vücudumuzun
diğer damarlarına göre daha ince, yani
zayıf olmasıdır, bu zayıflık beyin damarlarında daha çok anevrizma gelişimini izah
eder. Beyinde anevrizma gelişen damarlar,
vücudun diğer bölgelerinden farklı olarak,
etraflarında kaslardan oluşan bir destekten
yoksun bulundukları için, beyin suyu içinde tek başlarına seyrederler. Vücudumuzda
beyin dışında anevrizma gelişen en önemli
damarımız kalpten karın boşluğumuza uzanan aort damarımızdır. Cidarı yaralanarak
kası zayıflayan her damarda anevrizma gelişebilir. En tehlikelileri, beyin ve aort anevrizmalarıdır.
Patlaması
hayatımıza
mal
olabilecek
balon:
Anevrizma
Çeşitli kaynaklar, atardamarların duvarında oluşan baloncuk şeklindeki genişlemeye,
anevrizma adı verildiğini yazıyor. Bir hekim
olarak siz anevrizmayı nasıl anlatırsınız?
Anevrizma damarların çatallanma yerlerinde gelişen, baloncuk şeklindeki yapısal bozukluktur. Doğumsal nedenle gelişen damar
duvarı bozukluğunu bünyesinde barındırır.
Anevrizmanın duvar yapılarına (gerçek
anevrizmalar, yalancı anevrizmalar) ya da
şekillerine (sakküler, fusiform) göre sınıflandırıldığı belirtiliyor. Söz konusu türlere
ait daha geniş bilgi rica edebilir miyiz?
Anevrizmanın en sık görüleni, sakküler
denen kesecik şeklindeki tipidir. “Yalancı
Anevrizma” ise farklı bir durumdur, damar cidarının çeşitli nedenlerle zayıflaması sonucu kese oluşturmadan genişlemesi
halidir. Bir de “mikotik anevrizma” denen,
damar cidarının mikrobik enfeksiyon nedeniyle zayıflamasıyla gelişen balonlaşmalardır. Bunların şekilleri düzensizdir.
Acıbadem Fulya
Hastanesi Beyin
ve Sinir Cerrahisi
Uzmanı Prof. Dr.
Yunus Aydin
46
İSTASYON
Daha ziyade beyne yakın bölgede ve aortta
gözlemlenen; tedavi edilmediği takdirde ölümcül
sonuçlara yol açan anevrizmayla ilgili bilgi veren
Acıbadem Fulya Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi
Uzmanı Prof. Dr. Yunus Aydin, gelişen teknolojinin
bu hastalığın teşhis ve tedavisinde olumlu rol
oynadığını belirtiyor.
Birçok hastalığın, sağlıksız yaşam koşulları, yetersiz ya da kötü beslenme, aşırı yoğunluk, stres gibi nedenlerle ortaya çıktığı
aşikâr. Anevrizmayı da sağlıksız yaşam koşullarıyla meydana gelen hastalıklar arasında değerlendirmemiz mümkün mü?
Anevrizma gelişen beyin damarlarının etrafında, vücudumuzun diğer taraflarında olduğu gibi kas benzeri yapılar yoktur. Damar
cidarındaki kas tabakası da göreceli olarak
daha zayıftır. Bu zayıflık damarın çatallanma yerinde belirgin olunca zayıf bir nokta
oluşturur. Damar içindeki basınç, sigara
kullanımı, damar sertliği yapan nedenler
bu zayıf noktanın dışarı doğru balon yapa-
rak genişlemesine neden olur ve anevrizma
gelişir. Daha çok genç erkek ve kadınlarda
görülür. Yapılan otopsilerin yaklaşık yüzde
10-14’ünde beyin damarlarında anevrizmaya rastlanır. Ancak bunların hepsi yaşamları süresince kanamaz. Yaklaşık yüzde 10’u
anevrizma patlamasına bağlı beyin kanaması yapar.
Anevrizmanın daha ziyade beyinde meydana gelmesinin nedenini nedir? Vücudun
başka hangi yerlerinde bu sorunla karşılaşılıyor?
Anevrizma vücudumuzun diğer damarlarında da olur. Beyindekileri diğerlerinden
Anevrizmanın vücuda verdiği hasar nedir?
Cidarı ince olan anevrizma yumağı, içerdeki
kan basıncına dayanamadığı zaman çatlar
ve kanamaya neden olur. Anevrizma daha
çok beynin yüzeyindeki örümcek ağ altındaki beyin omurilik suyuna (BOS) açılarak
zar altı kanamasın yol açar. Anevrizması kanamış hastaların üçte biri, kanadıkları anda
bulundukları yerde ölür, hastaneye bile getirilemezler. Kalan üçte iki hastaneye gelir,
bunları da beş gruba ayırırız. İlk üç gruptaki
hastalar cerrahi tedavi edilebilirken, dördüncü ve beşinci gruptakilere sadece yoğun
bakım desteği verilebilir. Durumları düzelip
üst gruba yükselirlerse onlar da tedavi edilebilir, ama çoğu maalesef kaybedilir.
Anevrizmanın tedavisinde farklılıklar oluyor mu?
Anevrizma dolanım dışı bırakılırken, çıktığı
damarın devamlılığını korumak esastır. Beyin anevrizmaları “klip” denen bir maşacıkla
kapatılırken, aort anevrizması stent uygulamasıyla bertaraf edilir. Damar çapının geniş
olduğu durumlarda stent uygulanabilir.
Anevrizmanın erken teşhisi mümkün mü;
mümkünse teşhis edilmesini sağlayan etkenler neler? Diğer bir ifadeyle hastalarınız
size hangi şikâyetlerle geldiğinde anevrizma olabileceğini düşünüyorsunuz?
Anevrizma, beyinde günümüz sağlık sistemi gereği halkımızın sıkça ve kolayca,
basit nedenlerle beyin MR’ı çektirmesi vesilesiyle, beyin kanamasına yol açmadan,
tesadüfi olarak teşhis edilmektedir. Bazen
büyük anevrizmalar, komşu sinir yapılarına baskı yaparak kendilerini belli ederek
kanamadan yakalanırlar. Tesadüfen teşhis
edilebilir ya da beyin kanamasıyla ortaya çıkabilir. Çünkü anevrizma tedavi edilmezse
Normal
Aort Anevrizması
Prof. Aydın, vücudumuzda beyin dışında anevrizma gelişen en önemli damarın, kalpten karın boşluğuna uzanan aort
damarı olmakla birlikte, cidarı yaralanarak kası zayıflayan her damarda anevrizma tehlikesi bulunduğunu belirtiyor.
Beyin ve aort damarlarının bu derece gündemde olmasının nedeniyse, buradaki anevrizmaların hayati tehlike
içermesinden kaynaklanıyor.
beyin kanaması yapar. Ailesinde anevrizma
görülenlerin çocuklarında anevrizma görülme sıklığı, görülmeyenlere oranla daha
yüksektir. Polikistik böbrek, aort darlığı,
bazı romatizmal hastalıklarda anevrizma
görülme sıklığı normal topluma göre daha
fazladır. Bu hastalığı bulunanlarda beyin
MR anjiografi yaparak anevrizma bulunup
bulunmadığı araştırılmalılar. Kanamamış
anevrizma tedavisinin, kanamışa göre daha
avantajlı olduğu da muhakkak.
Teşhis konulduktan sonra süreç nasıl işliyor? Tedavi sürecinde dikkat edilen unsurlar neler?
Anevrizmanın uygun olanları mikro cerrahi
yöntemiyle içine kan girmeyecek hale sokulur. Anevrizma boynu klip denen, saç tokasına benzer minik maşayla kapatılır. Cerrahiye
uygun olmayan anevrizmaların içi bulaşık
teline benzer minik tel yumağıyla doludur
ve kanın girmesi engellenmiş olur. Ameliyat
gerektiğinmediği için avantajlı görünen bu
işlemin mahsuru, ileride içine kanın tekrar
girme ihtimaline karşın belli aralıklarla takip
edilmeleri ve gerektiği takdirde aynı işlemin
tekrarının yapılmasıdır. Kliple kapatılan
anevrizmalarda, ameliyat sonrası kontrolden
sonra bu takip gerekmez.
Tıptaki gelişmeler, hastalığın tedavisinde
de olumlu etkiler yaratıyordur kuşkusuz.
Bu hastalıkla ilgili cerrahi yöntemlerde son
10 yıldır yaşanan gelişmeleri özetlemeniz
mümkün mü?
Son on yılda anevrizmaya damar içinden girilerek doldurulmasını sağlayan koil, stent
ve kan akımını düzenleyerek anevrizmayı
dolanım dışı bırakan yöntemlerde olumlu
gelişmeler oldu. Mikrocerrahi tekniğe yardımcı, ameliyat mikroskoplarının ameliyat
esasında ICG anjiografi olanağı sunması da
çok yararlı bir gelişmedir.
Son olarak, anevrizmaya uğramış ve tedavi
edilmiş bir atardamarın tıpkı eskisi gibi, faaliyetini yerine getirmesi mümkün mü?
Ana damarın korunması durumunda, görevini eskisi gibi yerine getirir. Normal bir
damar gibi çalışır.
İSTASYON
47
UZMAN GÖZÜYLE
Otobüslerin Muayenesi
Toplumumuzun önemli bir kesiminin ulaşım aracı olarak kullandığı ve trafikte de önemli
bir yer işgal eden otobüslerin muayene edilen unsurları hakkındaki bilgileri, TÜVTÜRK
Teknik Eğitmeni Rıdvan İlhan anlatıyor.
Karayolları Trafik Yönetmeliği, Araçların İmal, Tadil ve Montajı Hakkındaki Yönetmelik ve Motorlu Araçlar ve Römorkları Tip Onayı Yönetmeliği’nde belirtilen
araç sınıfları ve araç tanımları kısmında, araç cinslerinde bulunan, yolcu taşımacılığında kullanılan araçlara verilen isim, otobüstür. Sürücüsü dâhil onsekiz veya
daha fazla oturma yeri olan motorlu taşıtlardır.
Muayeneye aracın plakası, şasi numarası,
motor numarası, rengi ve tip etiketi
kontrolüyle başlanır. Devamında fren
testine geçilir. Aydınlatma sistemleri için
ön ve arka aydınlatma sistemleri tek tek
kontrol edilir. Arka aydınlatma sistemlerinin
kontrolünde araç muayene teknisyeni,
aynaları kullanarak tüm sistemi kontrol
eder. Araç alt kontrollerinde ise süspansiyon sistemi, direksiyon sistemi, stabilizatör,
tekerlek bilya boşluğu ve akson boşluğu kontrolleri yapılır. Süspansiyon sistemi
kontrollerinde, araçta yaprak yay kullanılıyorsa bu yayların kırık olup olmadığına,
sayılarının sağ ve sol tarafta eşit olmasına dikkat edilmektedir. Ayrıca yaylar üzerinde
kaynakla bağlantı olmamalıdır. Eğer araçta havalı süspansiyon parçası olan körük
bulunuyorsa körüğün fiziki durumu ve yapısının uygunluğu kontrol edilmektedir.
Araç içi kontroleri, araç dış kontrolleri ve son olarak far ölçümü ile birlikte muayene
raporu oluşturularak süreç tamamlanır.
ABS Fren Sistemi; 31.07.2004 (dâhil) itibaren üretilen M2 (sürücüsü dâhil en az 10 koltuklu ve 5 tonu aşmayan araçlar)
kategorisindeki araçlarda ve M3 ( sürücüsü dâhil en az 10 koltuklu ve 5 tonu aşan araçlar) kategorisindeki otobüslerde ABS fren
sistemi zorunludur.
Yolcu başına düşen ağırlık otobüslerde okul taşıtları için 50 kg, Sınıf I ve Sınıf
A otobüslerde 68 kg ve Sınıf II (öncelikli olarak oturarak yolcu taşıyan ancak,
koltuk aralarında ve geçiş alanlarında ayakta yolcu taşınabilen yolcu sayısı
sürücü hariç 22 den fazla araç), Sınıf III (sadece oturarak yolcu taşıyan yolcu
sayısı sürücü hariç 22 den fazla araç) ve Sınıf B (sadece oturarak yolcu taşıyan
yolcu sayısı sürücü hariç en fazla 22 olan araç) otobüslerde71 kg olmak üzere
aracın sınıfına göre değişkenlik gösterir.
Koltuklarda “E” “e” onaylarının varlığı 13.02.2009 tarihinden itibaren kontrol
edilmektedir.
Otobüslerin koltuk minderi genişliği
400 mm, Sınıf III araçlar için 450 mm
(21.04.2005 tarihinden önce tadil
edilmiş ise 430 mm) , koltuklar arası
diz mesafesi en az 650 mm, Sınıf II ve
Sınıf III otobüslerde ise 680 mm olması
gerekmektedir.
Otobüs araçları için M2, M3’lerde (Sınıf
III ve Sınıf B) yolculuk esnasında kullanılan, yana bakan koltuk takılamaz.
Otobüslerin boyutlarıysa, iki dingilli otobüsler 13,5, üç ve daha fazla dingilli
otobüsler 15, Mafsallı (körüklü) otobüsler 18,75, otobüs ve römork beraber
maksimum uzunluğu ise 18,75 metre olarak belirlenmiştir.
Otobüslerin genişlik ölçüsü maksimum 2,55, yüksekliğiyse maksimum 4
metredir.
Emniyet Kemerleri; M2 ve M3 kategorisi otobüslerde
01.08.1998 den sonra ön koltuklarda emniyet kemeri
bulundurulması zorunludur (sadece şehirler arası çalışanlar).
13.02.2009 tarihinden sonra tüm koltuklarda emniyet kemeri
zorunludur.
Bu grubun dışında kalan Sınıf I (ayakta yolcu taşıyabilecek
şekilde üretilen, sık ve devamlı olarak yolcu inip bindiği, sürücü
haricinde 22 den fazla koltuğa sahip araç) ve Sınıf A (ayakta
yolcu taşımak üzere imal edilen, ancak oturarak ta yolcu
taşıyabilen sürücü haricinde en fazla 22 koltuğa sahip araç)
otobüslerin koltuklarında emniyet kemeri zorunlu değildir.
Otobüslerin egzoz emisyon ölçüm periyotları ilk bir yaş sonrası
ve devamında yılda bir olarak belirlenmiştir. Eğer otobüsün
model yılı 1979
ve öncesi ve dizel
motora sahipse, egzoz
emisyon muayenesi
şartı aranmaz,
araç muafiyet
kapsamındadır.
ACİL ÇIKIŞLAR
YILDA BIR MUAYENE ŞART
Karayolları Trafik Yönetmeliği, Araç Muayene İstasyonlarının
Açılması, İşletilmesi ve Araç Muayenesi Hakkında
Yönetmelik gereği otobüs cinsindeki araçların muayene
süreleri üretildikleri tarihten itibaren bir yıl ve devamında
yılda bir araç muayene istasyonlarından herhangi birinde
muayene yaptırması gerekmektedir.
48
İSTASYON
Tehlike durumunda, insan tahliyesinde kullanılabilecek kapı, pencere ve kapak gibi
çıkış yerlerine “Güvenlik Çıkışı” denir. Otobüslerde güvenlik çıkışları ve çekiçlerin
sayıları da koltuk sayılarına göre yönetmelikte belirlenmiştir. Bu çıkışların ebatları
60 x 43 cm ise bir adet çıkış, 120 x 43 cm ise iki güvenlik çıkışı sayılmaktadır.
Normal olarak kullanılan kapıların dışındaki güvenlik çıkışlarının üzerine “Acil Çıkış”
ibaresi konulmalıdır. Pencere halindeki güvenlik çıkışlarının yanında kırma çekici
bulundurulur. Yangın söndürme tüpü sayısı ve doldurma kapasitesi için şunları
söyleyebiliriz. Yolcu sayısı 26 kişiye kadar olan otobüslerde doldurma kapasitesi 2
kg ve en az iki adet; otobüs ve mafsallı otobüslerde toplam doldurma kapasitesi
en az 6 kg olan bir adet veya toplam doldurma kapasitelerini sağlayacak adette
olmalıdır. Otobüslerde en az bir adet yedek tekerlek (stepne) bulundurulması ve bu
yedek tekerleklerin araçların yük ve yolcu taşımalarına engel teşkil etmeyecek bir
yere, özel olarak üretilmiş tertibatla bağlanması ve burada taşınması zorunludur.
Tekerlek takozu, gereği kadar tesirli ve kolay kullanılır olmalıdır. Otobüslerde
en az bir adet bulundurulur. Üç veya daha fazla dingilli otobüslerde ise en az iki
adet bulunur. Yolcu taşımacılığında kullanılan Karayolu Taşıma Yönetmeliği’ne
göre yetki belgesi almış taşıtlarda her 10 koltuk için en az bir adet boyun korsesi
bulundurulması zorunludur.
İSTASYON
49
SOSYAL MEDYA
SON TREND: GERÇEK ZAMANLI PAZARLAMA
Tüketicilerle direkt ilişki kurmak isteyen firmalar, gerçek zamanlı pazarlamayı genel geçer gündeme
katılmaktan ibaret saymamalı, aksine gündemle ilgili fikirleriyle bu yarışta var olabilmeliler!
n Gerçek Zamanlı Pazarlama, oldukça kapsamlı
bir konudur. Bu yazıda, öne çıkan kısımlarını
anlatacağız. Aktif Twitter ve Facebook
kullanıcıları bilir, sosyal medyada her türlü
gündem hızla yayılır. Bir anda bütün akışınızın
bir tek konu hakkındaki içeriklerle dolup taştığını
görürsünüz. Herkes güncel haberi yayar, fikrini
belirtir, diğer kullanıcılarla etkileşime geçer
ve muhabbet koyulaşır. Konu hızla trend olur,
yayılır, tüketilir ve gündem değişir. Birkaç
saat sosyal medyaya göz atmazsanız, her şeyi
kaçırabilirsiniz. Hal böyleyken, sosyal medyada
var olan markalar da bu gündeme ayak uydurmak
zorunda kaldılar. 2013 yılında yurtdışında
başlayan bu trend, kısa zamanda Türkiye’de
de sevildi. Nedeniyse kullanıcıların, markanın
zeki, çevik ve kendisiyle aynı dili konuşanını
sevmesi... Geniş katılımın olduğu ilk örneklerden
birini hatırlasınız. BoatShow’da “anlayamazsınız”
diyerek yat tutkusunu anlatan çocuk, bir anda
popüler olmuştu ve markalara fırsat doğdu.
Gerçek zamanlı pazarlamayı sadece genel
geçer gündeme katılmak olarak düşünmemek
lazım tabii. Markalar, kendisi hakkında konuşan
tüketicilere anlık dönüşler yaparak da bu
trendi yakalayabilir ve dinamik kurallara ayak
uydurabilir mesela. Kısacası; 7/24 gündemi takip
eden ve gündem hakkında en hızlı ve doğru
içeriği üreterek kendisini gösteren markalar bu
yarışı kazanır.
Yeni yıl kararları ve sosyal medya
n Yeni bir yıl demek, aynı zamanda geçtiğimiz yıllardan çıkarımlarda bulunup yeni
kararlar almak demektir. Diyete başlamak, kötü alışkanlıklardan kurtulmak, daha
fazla kitap okumaya karar vermek ya da spora yazılmak, yeni bir yıla girerken insanların en sık aldığı kararlar arasında. Peki, bu alınan kararları sürdürülebilir kılmak için ne yapmak gerekir? Kaçımız bir önceki yıl aldığımız kararları gerçekleştirip gerçekleştiremediğimizi kontrol ediyoruz? Sosyal medya, yeni bir yıla girerken
aldığımız kararlar üzerinde de büyük rol oynuyor. Aldığımız kararları gerçekleştirme olasılığımız bu kararları kaç kişiye duyurduğumuzla da ilişkili. Sosyal medya
aracılığıyla aldığımız kararları duyurduğumuz durumlarda, bu kararları resmi hale
getirerek itaat etme olasılığımız da artıyor. 2015’in bize getireceklerine dair herkesin tahminleri ve umutları var. Söz konusu tahmin ve umutları, bir adım daha
ileriye taşıyarak, ertelediğiniz kararları sosyal medya üzerinden alıp uygulamaya
başlamaya ne dersiniz?
Tüm dilek ve isteklerinizi gerçekleştirdiğiniz bir yıl olması dileğiyle...
Tuğçe Arugün, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul
İSTASYON
n Bilmeyene rahatlıkla “Sen nerede yaşıyorsun?” diyebileceğimiz Gangnam Style şarkısı,
YouTube’da izlenme rekorları kırmıştı. Bu yeni
bir bilgi değil. Geçtiğimiz günlerdeyse bu izlenme
rekoru bir ilke imza attı ve YouTube’un bile tahmin edemediği bir sayıya ulaştı. Tam “2 milyar
147 milyon 483 bin 647” kez izlendi. Ve siz bu
yazıyı okurken bu sayı artıyor. İlginç tarafı ise bu
sayıya ulaştığında YouTube’un sayacının bozulması. Şarkının, dünya devi bir şirketin dijital dünyadaki itibarını sarsacak derecede sevildiği kesin.
Fakat YouTube’un bu krizi yönetme şeklini de bir
o kadar sevdik. Hemen bir özür yazısı yayınlayarak “tahmin edemedik, affedin” diyen yetkilileri
tebrik ediyor, “9 kentilyon, 223 katrilyon, 372 trilyon 36 milyar 854 milyon 775 bin 808” kez izlenecek videoyu merakla bekliyoruz.
n Teknolojinin gelişmesiyle her gün “Bugün acaba hangi yenilikle karşılaşacağız?” diye düşünür olduk. Son
icatlardan biri de, uzaktan kumandayla kontrol edilebilen, İngilizcede “drone” denen insansız hava araçları. Peki, reklam sektöründe bir süredir denenmeye başlayan bu dronlar ne işe yarar? Ofiste olduğunuzu ve o
gün ne yiyeceğinizi düşündüğünüz sırada camda bir
restoran broşürü taşıran dron belirdiğini hayal edin.
Veya sipariş verdiniz. Kapıyı açtığınızda karşınızda pizzacı çocuğu beklerken, uçan bir cisim görüyorsunuz, istediğiniz pizzayı taşıyor. Yolda yürürken, birden karşınızda bir dron beliriyor ve size minik bir hediye veriyor.
Belki de minik dronunuz sizin için gökyüzünden şahane
fotoğraflar çekiyor ve size getiriyor. Hayatı kolaylaştıracak dronları Türkiye’de görmek hoşunuza gider miydi?
Muhtemelen içinizden “Tabii ki!” diyorsunuz. Bu nedenledir ki, dronlar Rusya, Amerika gibi ülkelerde bir süredir reklam amaçlı kullanılmaya başlandı. Üstelik, yeni
iletişim yöntemi olarak kabul edilen dronlar, girdikleri her platformda başarılarını kanıtladılar. Rusya’da bir
restoranın, doğru zamanda doğru yerde olan dronları sayesinde, satışlarının yüzde 40 artırdığı söyleniyor.
Bu küçük uçan cisimlerin reklam açısından etkisinin büyük olduğunu söylemek mümkün… İnternet sayfasını
açtığınızda birden sağ tarafta beliren pop-up reklamları bilirsiniz. Bu reklamların gerçek hayattaki yansıması,
yürürken birden yanınızda beliren dronlar olabilir mi?
Bekleyelim ve görelim.
Şebnem Kavcin, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul
Renklerin dili
Tulû Tıltay, Topluluk Yönetimi, Ekip Lideri, Likeable Istanbul
50
Bir “Drone” gördüm sanki
Gangnam Style
Youtube’u bozdu
n Bir markanın kimliğini oluştururken akla ilk
gelen şey, logo belki de. Peki, bir logonun renginin marka hakkında ne kadar şey anlattığını hiç düşündünüz mü? Tüketicilerin yüzde 85’i,
renkleri bir ürünün tercih edilmesinde temel sebep olarak görüyor. Bu durumda bir markanın
akılda kalıcı olması, karakterini yansıtabilmesi için, renklerin doğru seçilmesi gerekiyor. Markaların logoları, anlattıklarını sandığınızdan çok
daha fazla şey anlatır. İşte logolarda sık sık kullanılan ana renklerin anlamları: Örneğin kırmızı, anlamını güneş ve ateşin sıcaklığından alır.
Bu sebeple güç, enerji, tutku, aşk ve tehlike
gibi anlamları ifade edebilir. Coca Cola, CNN ve
Lego, kırmızı rengi kullanmayı tercih eden markalar arasında. Sarı ise iyimserlik, tazelik, yenilik ve canlılığın rengidir. Vitrin gezmeyi sevenlerin dikkatini çekmek için doğru renktir ve
yardımseverliği temsil eder. National Geographic, DHL ve Nikon sarı renk
denince akla ilk gelen markaların birkaçı. Gelelim maviye. Mavi, denizin ve gökyüzünün saf derinliğini ifade
eder. Anlayışlı, temiz, sakin
ve rahat ve güven verici hisler uyandırır. Logo seçimlerinde tercihlerini maviden
yana kullananlar arasında
Oral-B, American Express ve
Facebook yer alıyor.
2015 DIJITAL TRENDLERE BAKIŞ
n Sürekli değişen trendleri, gelişen teknolojileri takip
etmek, gündemi yakalayan dijital stratejilere sahip olmak için büyük bir önem taşıyor. Artık insanlar satın
alma kararlarını verirken, markanın dijital varlığını da
dikkate alıyor. Üstelik bunları
kolayca yapabilecek her türlü cihaza sahipler. Biz de bundan yola çıkarak 2015 dijital trendlerine dair küçük bir
araştırma yaptık. 2015 yılında dijital strateji belirlerken
ilk dikkat edilmesi gereken en
önemli nokta, kişilerin mobil kullanımındaki artış. Mobil
cihazlar, iletişim dünyasında
müthiş bir uyum oluşturdu.
Öyle ki, Forbes’a göre, 2017
yılında satışın yüzde 87’si tablet ve akıllı cihazlar üzerinden gerçekleşecek; dolayısıyla sosyal medya planlamasında başlama noktası olmalı. Diğer bir husus, “içerik
pazarlaması”. Günümüzde bu kadar çok datanın paylaşıldığı sosyal medya platformlarında, diğerlerinden ayrılıp farkındalık yaratmak, dikkat çekmek hiç kolay bir iş
değil. Şirketlerin sürekli farklı kanallarda değerli içerikler üretmesi gerekiyor. Sektörü anlamayı sağlayan, bilgi veren ve eğlenceli içerikler mevcut kullanıcıyı elde
tutmayı, onları sıkmadan iletişim kurmayı sağlayacaktır. Strateji belirlerken, mecra çeşitliliğinden bahsetmemek olmaz. Gün geçtikçe artan sosyal mecralara günü-
Sosyal medya sayfaları
ve
müz insanı oldukça çabuk uyum sağlıyor. Bu durumda
marka, ne kadar çeşitli mecrada bulunursa, bilinirlik artırma ve marka değeri oluşturma da bir o kadar fayda
sağlayacaktır. Aynı zamanda maksimum sayıda kullanıcıya ulaşmanın en avantajlı yolu, yine mecra çeşitliliğidir. Kullanıcı her mecradan
markaya rahatlıkla ulaşabilecek, aldığı hizmete göre markaya olan güveni artacaktır.
Hâlâ en büyük sosyal medya
platformu olan Facebook, sayfadaki takipçilerin birçok içeriği görmelerini kısıtlıyor. Bu da
reklamlı içerikler ve Facebook
reklamlarında artış sağlayacağını gösteriyor. Reklam bütçelerinde artışa gitmek, doğru hedef kitleye ulaşmak ve
yapılan reklamdan en verimli sonucu almak için hedeflemeli reklam çıkılması en dikkat edilmesi gereken noktayı oluşturuyor. Facebook dışında, Twitter’ın markalara sunduğu yeni reklam modelleri, Instagram’ın görsel
bazlı sosyal medya pazarlamada artık bir ihtiyaç oluşturması 2015’te konuşulacak trendlerden. 2014 yılında markalar içeriğin önemini fark etti ve stratejilerinde buna yer verdiler. 2015 yılında bu akım yine devam
edecek, ancak sosyal medyada sadece içerik üretimi
değil, dağıtım kanallarının ve mecra çeşitliliğinin de hayati önemine vakıf olunacak.
tarafından hazırlanmıştır.
İSTASYON
51
OYUN VE TEKNOLOJİ
HAZIRLAYAN: MÜFİT YILMAZ GÖKMEN
2015 OYUNSEVERLERI FAZLASIYLA MEMNUN EDECEK
Borderlands’in yeni oyunu
sızıntıyla doğrulandı
Mortal Combat X
Nisan 2015’te geliyor
DOOM’UN HIÇ KULLANILMAMIŞ
GRAFIKLERI ORTAYA ÇIKTI
2015 yılı, oyunseverleri hayli mutlu
edecek yeniliklerle dolu. Yeni
yılda sevinenler arasında Mortal
Kombat hayranları da olacak.
n Oyunseverler için oldukça bereketli olacak 2015
n İlk oyunu 2009’da çıkan ve 2K Australia ile yoluna devam eden Borderlands’in, 2015’te yeni versiyonu su-
nulabilir. 2K Australia tarafından geliştirilen ve “Borderlands: Remastered Edition” adını taşıyan oyun, Avustralya Sınıflandırma Kurulu’nun web sitesinde kendini gösterdi. Çok platformlu olduğu belirtilen oyunun ilk
akıllara geleceği gibi PS4, Xbox One ve PC için sunulacağı öngörülebilir. Şiddet seviyesinin yüksek olduğu
söylenen Borderlands: Remastered Edition, serinin bağımlıları için sevindirici bir haber. Oyunun geliştiricisi
Gearbox ve yayımcı 2K Australia’dan henüz onay gelmese bile, geçmişte AirMech Arena ve Fruit Ninja Kinect
2 oyunlarına ait bilgilerin de ilk olarak Avustralya Sınıflandırma Kurumu’nun web sayfasında belirmiş olması,
First Person Shooter serisinin 2015’te devam edeceği ihtimalini hayli güçlendirmiş durumda.
19 yıllık
bekleyiş son
buldu
n Frontier Developments’ın 1995 yılında sunduğu Frontier: First Encounters oyununun devamını bekleyenler, tam
19 yıl sonra muradına erdi. 1998’den bu yana proje aşamasında olan yeni oyun, 2012’de Kickstarter’da başlatılan
bağış kampanyasıyla toplanan 2,5 milyon Dolar’ın yardımıyla 16 Aralık sunuldu. Etkileyici fragmanından anlaşıldığı gibi asteroitler arasında geçen bolca “kozmik savaş” içeren Elite: Dangerous, Mac ve Windows’ta oynanabiliyor.
Oyunun 2015 içinde PS4 ve Xbox One için de sunulması bekleniyor. Elite: Dangerous, Samanyolu Galaksisi’nin birebir modelini içeriyor. Kısaca bilim kurgu ve astronomi düşkünleri için de oldukça cezbedici bir yapım.
52
İSTASYON
ve Mortal Kombat hayranlarını da sevindirecek.
Warner Bros, PS3, PS4, Xbox 360, Xbox One
ve PC için sunulacak Mortal Kombat X’in Nisan
2015’te piyasaya sürüleceğini açıkladı. Ön sipariş
edecekler için Goro adlı Shokan savaşçısının
da oyunda yer alacağını belirten Warner Bros,
böylece 2011’deki Mortal Kombat’ın ardından
seriye yeniden heyecan getirecek. Oyunun
yapımcısı NetherRealm Studios, yeni oyunun
“en acımasız dövüşlere sahne olacağını” belirtti.
Warner Bros, büyücü Quan Chi’nin oyuna dâhil
edilmesinin ardından çizgi romanı da duyurulan
Mortal Kombat X için canlı aksiyon serisi
hazırlandığını açıklamıştı.
n Doom’un oyun piyasasına sunulduğu 10
Aralık 1993 tarihi First Person Shooter, türü
için milat kabul edilir. Oyunun tasarımcısı John Romero, Doom’un 21’inci yılı adına oyunda hiç kullanılmamış olan çizimleri
Twitter’da sundu. Oyundaki şeytan yaratıklardan genel manzaralara kadar birçok arka
plan tasarımını sunan Romero, FPS türünün önemini artıran oyuna ne kadar emek
harcandığına da dikkat çekmiş oldu. Oyunun kreatif direktörü Tom Hall, haftada yedi
gün, günde en az 14 saat üzerinde çalıştıkları Doom için dışarı nadir çıktıklarını, dinlenme
vakitlerindeyse dönemin nadir konsollarından
Neo-Geo ile vakit geçirdiklerini söylemişti. 21
yıl öncesine dönmek isterseniz, Romero’nun
Twitter hesabına göz atın: @romero
STARCRAFT YENI OYUNDA
DÖNÜŞÜM GEÇIRECEK
n Starcraft hayranları için bekleyiş Mart
2015’te sona erecek gibi görünüyor. Söylentiler,
Starcraft II: Legacy of the Void’in beta versiyonunun Ocak’ta, oyunun ise Mart ayında meraklılarıyla buluşacağı yönünde. Wings of Liberty ile
başlayan ve Heart of the Swarm genişleme paketiyle sürdürülen hikâyenin devamı olacak
Legacy of the Void, oyunseverler için birçok yenilik de sunacak. Blizzard Entartainment CEO’su
Mike Morhaime, yeni oyunun “mükemmel bir
Starcraft II tecrübesi olacağını” belirtirken, tek
oyunculu oyunun dev bir hikâye içereceğini, yeni
oyun modları sunulacağını ve çoklu oyun tecrübesinin geliştirileceğini belirtti.
Xbox One ilk kez PS4’ü geride
bıraktı
Sony ve Nintendo, Mario filmi
çekmeyi planlıyor
n Kasım ayı Sony adı-
n Sony Pictures’ın uğradığı siber saldırı, firma-
na gerçekten hiç
iyi geçmedi. Sony
Pictures’ın uğradığı dev siber saldırının
yanı sıra, Microsoft,
konsol savaşlarında rakibinin önüne geçti. Xbox One, Kasım’da ABD ve Avrupa’da
PS4’ü ilk kez satışlarda geride bıraktı. Xbox One oyunlarının ABD’deki satışlarıysa PS4 ve Wii U oyunlarının toplam satışını geçmeyi başardı. Aralık 2013’ten
bu yana PS4’ün önde olduğu kapışmada tablonun tersine dönmesini sağlayan
hamle, Xbox One fiyatının 399 Dolar’dan 349 Dolar’a çekilmesiydi. Microsoft’un
yaptığı açıklamaya göre, küresel alandaki Xbox One kullanıcıları Kasım sonuna
kadar, konsolla toplam 357 milyon saat harcadı. İstatistikler, sekizinci nesil konsol satışlarının yedinci nesli fazlasıyla geride bıraktığını da gösterdi. 13 ay içinde
yapılan toplam PS4 ve Xbox One satışı, tüm PS3 ve Xbox 360 satışlarının toplamında yüzde 80 geride bıraktı.
nın yakın geleceğe ait projelerini de gün yüzüne
çıkardı. Bunlardan bir tanesi, Nintendo ile çekilmesi planlanan Super Mario Bros. filmi. Siber saldırıyla sızdırılan e-postalara göre, Sony Pictures,
animasyon film haklarını satın alabilmek için Nintendo ile yoğun görüşmeler gerçekleştiriyor. Demir Adam, Örümcek Adam ve Hayalet Sürücü gibi
filmlerin yapımcısı Avi Arad’ın başını çektiği animasyon film hayali, Sony’nin basına yaptığı açıklamalara göre “başlangıç aşamasındaydı”. Ancak Arad’ın başı belada olan Sony Pictures Başkanı Amy Pascal’a gönderdiği ve Mario’nun yaratıcısı Shigeru Miyamoto
ile Nintendo CEO’su Satoru Iwata’yla çekilmiş fotoğraflarını içeren notlar, projenin
uzun süredir akıllarda olduğunu gösterdi. Dahası, e-postalarda Nintendo ile yapılacak muhtemel bir anlaşmanın Sony için bir “Mario imparatorluğu” anlamına gelebileceği ifade ediliyor. Sonuç ne olur bilinmez, ama en sonuncusu 1993’te çekilen
Super Mario Bros. filmlerinin devamına hepimiz hasret kalmış durumdayız.
İSTASYON
53
ÇOCUK
ASTRONOTLARIN
KIYAFETLERİ
Garip
AMA
,
Gercek
Bazı kertenkeleler
kendilerini korumak için
bacak ya da kuyruk
gibi organlarını koparabilir.
-156°C
SOĞUKTAN
121°C
SICAĞA KADAR
DAYANABİLİR.
KARDAN
MAYMUN
YAPMAYA
HAZIRIM!
AŞAĞIDAKİ BİLGİLER
SENİ ŞAŞIRTACAK
Sadece KANLA BESLENEN
üç yarasa türü de
Güney Amerika’da yaşar.
rını birbi
r.
ıltıla
rler
z
ı
e
k
n
i
l
e
v
s
tiri
r
i
i
r
çiftle
e
e
y
v
g
d
l
i
e ah
e
S
şme öncesin
enkli hal
MS 8’İNCİ YÜZYILDA
İNŞA EDİLEN
PSİKOLOJİDE
FLÜT SESİ FOBİSİNE
JAPONYA’DAKİ
TODAIJI
TAPINAĞI’NIN
AULOFOBİ DENİR.
Kurukafa güvesinin
vücudunda
yer alır.
YAPIMINDA
YAKLAŞIK
BAZEN
KARTOPU
OYNAR.
ESKİ ROMA’DA çocuklar
Bir
kanda
ı ka
hücresi
kır
vardır.
İSTASYON
ünya’nın ç
ıl D
ev
y
r
i 6 kez sarac
sin
a
re
damla
5mı
milyon
z n
54
?
Soru
işaretinin
kullanıldığı
ilk dil
Süryaniceydi.
He
bir oyun oynardı.
KİŞİ ÇALIŞTI.
tilir.
üre
i
r
BİRDİRBİRE benzer
2,6 MİLYON
r mısır şe
ada
ke
kk
KAR
MAYMUNLARI
.
en güneşli yeridir
MAVİ POPOLU
İNGİLTERE’DE SADECE
kurukafa
deseni
bir
bağlı
Arizona eyaletine
in
Yuma şehri, ABD’n
BİLİM İNSANLARI
IN
R
A
L
A R
F
A
R
ZÜ SANLA
İN KADA
R
R,
YANİ
32 DİŞİ
VARDIR.
KÖPEK TASMALARININ
SERGİLENDİĞİ
BİR MÜZE VAR.
MAYMUN
TÜRÜ KEŞFETTİ.
BİLİNEN EN BÜYÜK
YILDIZLAR GÜNEŞ’TEN
2000
KAT
DAHA BÜYÜKTÜR.
İNEKLER GÜNDE
BİR MAĞAZA,
İÇİNDE
24 AYAR ALTIN
PARÇALARI BULUNAN
LOLİPOPLAR
SATIYOR.
YENİ BİR
BİR KÜVET DOLUSU
IN
AVUSTURYAE’N
Rİ
E
L
G
L
BAZI BÖ RİYEN
ALPLER’DE EDAN
KARLAR
ÜRETİLEN
SU İÇEBİLİR.
NG KIDS iPAD’de!
İKLE .
ELEKTRTIL
IYOR
AYDINLA
Bu konu NATIONAL GEOGRAPHIC KIDS Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIDS abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
Bu
bilgileri
bir de
iPad’de
oku.
İSTASYON
55
KÜLTÜR
SANAT
GRAMMY, YINE ONA MI GIDECEK?
Müzik dünyasının saygın
ödüllerinden biri olan Grammy
için adaylar belli oldu. Dokuz
yaşında meşhur olan, bugün
dünyanın önde gelen sanatçıları
arasında gösterilen Beyoncé de
adaylar arasında.
n Malumunuz, Grammy, müzik sektörünün içinde
bulunan herkes açısından son derece önemli.
Önemli çünkü bu organizasyonda tüm müzik türleri,
83 kategoride değerlendiriliyor. Bu yıl 57’ncisi
gerçekleşecek ve 8 Şubat’ta Los Angeles’taki Staples
Center’daki törenle sahiplerini bulacak Grammy
ödüllerinin adayları, Aralık (2014) ayının ilk haftası
açıklandı. Adaylar arasında, Sam Smith, Pharrell
Williams, Iggy Azalea, Beck, Eric Church, Tom Coyne,
Drake, Gordon Goodwin, Jay Z, Miranda Lambert, Sia,
Usher ve Jack White gibi isimler de var. Ama bizim
burada konuk edeceğimiz kişi altı dalda bu ödüle aday
gösterilen Beyoncé. Zira kendisi, bizim topraklarda
da hayli itibar görmekte. Beyoncé Giselle KnowlesCarter ya da dünyanın bildiği isimle Beyoncé, 1981
yılında Teksas’ta doğdu. Küçük yaştan itibaren çeşitli
yarışmalara katılarak içindeki müzik ve dans tutkusunu
sergilese de geniş kitleler tarafından tanınması, 1990’lı
yılların sonunda, solist olarak yer aldığı ve tamamı kız
çocuklarından oluşan R&B grubu Destiny’s Child ile
gerçekleşti. Babasının menajerliğinde çalışan grup,
o dönemde dünyanın en çok satan kız gruplarından
biriydi. Fakat hemen her grubun başına gelenler onları
da es geçmedi, grup önce müziğe ara verdi, ardından
da dağıldı. Ama bu durum Beyoncé’yi yolundan
uzaklaştırmadı, 22 yaşında çıkardığı Dangerously
Love albümü, tüm dünyada 11 milyon sattı. Ardından
dört albüm daha geldi. Destiny’s Child ile birlikteyken
60 milyon, solo sanatçısı olaraksa 75 milyon albüm
satarak tüm zamanların en çok satan şarkıcılarından
biri oldu. Bu sene aday olduğu Grammy’nin yabancısı
da sayılmaz, zira kendisi defalarca bu ödülü evine
götürmüş bir isim. Üstelik sadece bu da değil;
Grammy adaylarını da belirleyen Amerika Kayıt
Endüstrisi Birliği, Beyoncé’yi Amerika’da 2000’lerin
En Çok Sertifika Alan Sanatçısı kabul etti. 2009’da
Billboard tarafından On Yılın En İyi Radyo Şarkıları
Sanatçısı, 2000’lerin En İyi Kadın Sanatçısı ve 2011’de
Milenyumun Sanatçısı seçildi. Beyoncé, 2014’te
Forbes’un Celebrity 100 listesinin ilk sırasında yer aldı
ve tarihteki en çok kazanan siyahi müzisyenlerden biri
oldu. 2013 ve 2014’te Time dergisinin Dünyadaki En
Etkili 100 İnsan listesine girdi.
Evet, Grammy’de sonuçlar 8 Şubat’ta Los
Angeles’ta açıklanacak. Adaylar arasında ipi kim
göğüsleyecek, bekleyip göreceğiz. Bu yılki ödül
töreninde “Grammy goes to Beyoncé / Grammy
Beyoncé’ye gidiyor” anonsunu duyacak mıyız,
bilinmez. Ama kendisinin adını daha uzun süre ödül
listelerinde ya da adaylar arasında göreceğimiz kesin.
n Kadın ile erkek arasındaki fark, toplum bilimcilerden psikologlara kadar, hemen herkesin ilgisini çekiyor. Bu fark
hayatın her alanında kendisini gösteriyor. Dili, dini, milliyeti, ırkı ve hatta cinsiyeti olmayan sanatta bile... Pyscology
& Marketing’in yaptığı ve sonuçları birkaç haber sitesinde yayınlanan bir araştırmaya göre kadınlarla erkekler
sanatın farklı yönlerine odaklanıyorlar. Araştırmayı gerçekleştiren Doç. Dr. Stephanie Mangus ve ekibi, 518 kişi
üzerinde inceleme yaptı. Deneyde işe, tamamen kurgu olan iki tane biyografi hazırlanarak başlandı. Bu biyografiler,
iki farklı tablonun altına yerleştirilerek deneklere okutuldu. Katılımcıların bazıları “özgün” olarak nitelendirilebilecek
çalışmalar yapan bir ressamın hayatını okurken, geri kalanı fazla popülerliği bulunmayan, sanatsal çalışmalara yeni
başlamış birinin hayat hikâyesiyle karşılaştı. Deney sonucunda erkeklerin resmi değerlendirip onunla ilgili karar
verirken, sanatçının kişisel markasına dikkat ettiği, kadınların ise sanat eserindeki karmaşık olguları incelemeye
odaklandığı görüldü. Neden böyle bir araştırma yapıldığı sorusunun yanıtına gelince… Bilindiği üzere sanat,
kendi piyasa değeri olan bir alan ve her yıl onlarca kişi büyük meblağlar harcayarak bu alana yatırım yapıyor.
Tasarımcıların ya da sanatçıların, aynı zamanda birer ‘tüketici’ olarak nitelendirilebilecek sanatseverlerin
eğilimlerini bilmesi, pazarlamanın her alanında olduğu gibi, burada da çok önemli.
İSTASYON
n X Men hayranları, serinin son
filmini izleyeceği günleri heyecanla
bekleye dursun, yeni yapımda
kimin, hangi rolü canlandıracağı
da belli olmaya başladı. “X Men
Apocalypse” adını taşıyan bu filmde,
dünyanın görüp görebileceği en
kötü karakter olan Apocalypse’ı,
Oscar Isaac oynayacak. Sinema
otoritelerinin son yılların en iyi
aktörlerden biri olarak gördüğü
Isaac, Fransız ve Küba kökenli
bir ailede doğdu ve Miami’de
büyüdü. Geride bıraktığımız on
yıl içerisinde rol aldığı filmlerde
sergilediği performansla kendine
has bir hayran kitlesi kazanan
oyuncu, dünyaya ismini 2006’da
vizyona giren “Meryem Ana: Hz.
İsa’nın Doğuşu” filmiyle duyurdu.
Onlar
gerçekten buz
üstünde
Kadınlar sanatta da detaycılar
56
Dünyanın en
kötü adamı:
Oscar Isaac
n Dünyanın en önemli animasyon
filmlerinden “Buz Devri”nin
unutulmaz karakterleri, gerçekten
buz üzerine çıkıp gösteri yapmaya
hazırlanıyor. Hem de Türkiye’de.
6-8 Şubat tarihlerinde Pozitif Live
organizasyonuyla Türkiye’ye gelip
Volkswagen Arena’da toplam 10
gösteri yapacak olan “Buz Devri
Canlı” ekibi; müzik dans, akrobasi
ve yüksek teknolojiyi bir araya
getirerek sadece çocukların değil,
yetişkinlerin de keyifle izleyeceği
bir gösteri sunacak. Animasyon film
listelerinde üst sıralarda bulunan;
en iyi film müziği, en iyi animasyon,
en iyi seslendirme dallarında
birçok ödüle layık görülen “Buz
Devri” filminin kahramanları,
ilk defa 2012 yılında buz pistine
çıktı. Twentieth Century, Fox ve
Stage Entertainment Touring
Production işbirliğiyle hayata geçen
etkinliğin yaratıcısının, Cirque
du Soleil’in ilk artistik direktörü
Guy Caron olduğunun altını çizer
ve organizasyonda toplamda 40
sanatçının görev aldığını söylersek,
gösterinin neden kaçırılmaması
gerektiği de anlaşılacaktır.
FILMI DE SEYREDILIR,
MÜZIĞI DE DINLENIR
n Türk televizyon tarihinin en nev-i şahsına münhasır yapımları arasında
neler var diye düşünecek olursak, “Behzat Ç.”yi listenin üst sıralarına
koymamız gerekiyor. Gerek konusu, gerekse oyuncularıyla Behzat Ç. uzun
süre daha televizyon izleyicisinin gündemini meşgul edecek. Bu başarıda
kimlerin payı var diye sorarsanız, Erdal Beşikçioğlu’nun rolü tartışılmaz
elbette. Dizinin müptelaları çok iyi hatırlar, bazı bölümlerde Beşikçioğlu,
Sezin Akbaşoğulları ile geçmişti kamera karşısına. İkili bir kez daha, ama bu
kez sinema filmi için bir araya geldi. 12 Aralık 2014’te vizyona giren “Fakat
Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” filmi, gişede nasıl bir performans gösterir
bilinmez ama filmin orijinal müziklerinin yer aldığı soundtrack’in birçok eve
gireceğine şüphe yok. Sony Müzik etiketi taşıyan albümün prodüktörlüğünü,
filmin orijinal müziklerine de imza atan ve Mor ve Ötesi grubundan
tanıdığımız Harun Tekin yaptı. Aylin Aslım, Erhan Akhan, Gece, Koray
Candemir, Meriva, Mor ve Ötesi, Replikas, Sakin ve Vega sevilen şarkılarıyla
albüme destek verdi. Behzat Amir’in sesini, dizinin birkaç bölümünde
duymuştuk; albümde kendisi yok, ama rol arkadaşı Sezin Akbaşoğulları
“Muhteşem Bir Son” adlı şarkıyla sesleniyor müzikseverlere. İlhami
Algör’ün aynı adlı romanından esinlenilerek senaryosu Çiğdem Vitrinel ve
Ceyda Aşar tarafından yazılan “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” filmini
hâlâ görmeyen var mı, bilemiyoruz. Ama filmin seyretmeye, albümünse
dinlemeye değer olduğuna eminiz.
Body Of Lies ve Agora’da kendisini
ıspatlayan Isaac, Robin Hood, Drive
ve Sucker Punch filmleriyle kariyer
basamaklarını hızla tırmandı. Ancak
Türkiye’de tanınması biraz zaman
aldı dersek, abartmış olmayız.
Türkiye’deki sinemaseverlerin
büyük kısmı kendisiyle “The Bourne
Legacy / Bourne’nin Mirası” filmi
aracılığıyla tanıştı. Görünen o ki,
önümüzdeki yıllar 34 yaşındaki
aktör için çok daha yoğun
geçecek. Çünkü bu yıl kendisini
Star Wars filminde izleyeceğiz.
Gelecek yıl ise kötülükte sınır
tanımayan Apocalypse karakterini
canlandırdığı X Men’de. Bakalım
kötülük ona ne kadar yakışacak.
Bekleyip göreceğiz.
İSTASYON
57
TÜVTÜRK
TÜVTÜRK GEZICI TRAKTÖR
ISTASYONLARI DEVREDE
İYI FIKIRLER,
PAYLAŞILAN TECRÜBELER
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Türkiye’de muayenesi yapılmayan araçlar listesinin ilk
sırasında traktörler bulunuyor. Gerek iklim koşulları, gerekse istasyonların uzaklığı traktör sahiplerinin bu işlemleri yaptırmasının önündeki en önemli engel. Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra yürürlüğe giren 6552 sayılı
kanun düzenlemesi, traktör gecikme ücretlerinde indirim getirmişti. 30 Haziran’a kadar uzatılan bu durum, traktör sahiplerine önemli bir fırsat sunuyor. Düzenlemeye göre; muayene gecikme borcu olan tüm traktör sahiplerinin gecikme tutarları, indirimli oranlarda hesaplanacak. Muayenesi bir yıl gecikmiş bir traktör için 51 TL gecikme cezası yerine yaklaşık olarak 9 TL; iki yıl gecikmiş bir
traktör için 102 yerine 15 TL; dört yıl gecikme için 203 yerine 25 TL ödeme yapılabilecek. 10 yıldır muayenesi yapılmayan bir traktörün
ödeyeceği gecikme cezasıysa 510 TL yerine yaklaşık olarak 62 TL’ye inecek. İşte bu gerçekten hareket eden TÜVTÜRK, traktör sahiplerinin hayatını kolaylaştıracak bir hizmeti gündemine alarak traktörlere özel gezici muayene istasyonlarını hizmete soktu. Sabit istasyonların uzaklığı nedeniyle traktörlerin muayenesini yaptıramayanlara erişim kolaylığı sağlanan bu hizmet, şuan için 23 ilde ve 28 gezici muayene istasyonuyla gerçekleştiriliyor. Gezici traktör istasyonları şu an için Adana, Afyon, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Burdur, Bursa,
Çanakkale, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Hatay, İzmir, Kayseri, Konya, Manisa, Mersin, Muğla, Sakarya, Samsun, Sivas ve Şanlıurfa illerinde
hizmet veriliyor. Türkiye genelinde en çok traktörün bulunduğu bu illerdeki traktör sahipleri, 0850 222 8888 numaralı telefondan veya
www.tuvturk.com.tr adresinden, Gezici Traktör Muayene İstasyonu’nun programına ulaşabilecekler. Traktör sahiplerine önemli bir fırsat
sunan bu uygulama, ikinci el traktör satışını da kolaylaştıracak. Zira bilindiği gibi 20 Şubat 2014’ten itibaren geçerli olan yeni düzenlemeye göre araç muayenesi olmayan traktörlerin ikinci el satışının yapılması mümkün değil.
TÜVTÜRK tarafından artık geleneksel hale getirilen Tecrübe ve Fikir Paylaşım Toplantısı, 14 Kasım’da, Şile’deki TÜVTÜRK Akademi’de yapıldı. Katılımcıların değerli fikirleriyle katkı sağladığı toplantıda, tamamlanan ve gerçekleştirilmesi planlanan projelerin yanı sıra önümüzdeki dönem hedefleri hakkında bilgi paylaşımında bulunuldu.
58
İSTASYON
Muayene taleplerinin hafta ve gün içine eşit şekilde dağılması ve dolayısıyla araç kullanıcılarının istasyonlarda daha az beklemesine imkân sağlayan “Yüzde 100
randevu sistemi”yle hizmet veren istasyon sayısı gün geçtikçe artıyor. Geçtiğimiz aylarda tam randevu sistemine
geçen istasyonlar şunlar: Samsun Merkez, Bafra ve Çarşamba, Ordu Merkez ve Fatsa, Rize Merkez, Giresun Merkez, Şanlıurfa Merkez, Malatya Merkez ve Şırnak Cizre
istasyonları. Bununla birlikte Ocak ayı itibarıyla
78 istasyon, yüzde 100 randevulu olarak
hizmet veriyor.
Bu
eğitimler
TÜVTÜRK için
Anıtkabir’e
pedal çevirdiler
TÜVTÜRK, geçen sene olduğu gibi bu yıl da Bisiklet Derneği tarafından, “Atamızın Yolundayız” başlığıyla düzenlenen etkinliği destekledi. 81 ilden 81 bisikletlinin katıldığı
etkinlik, 7 Kasım’da Bakırköy Özgürlük Meydanı’ndan başladı. 10 Kasım’da Anıtkabir’de olabilmek için pedal çeviren katılımcılar, dört günde 550 kilometre yol kat ettiler. 2008 yılından bu yana düzenlenen etkinlik, bu yıl Bakırköy Belediyesi’nin
katkılarıyla gerçekleşti. İstanbul’dan yola çıkan kafile,
güzergâhlarına Bisiklet Derneği’nin Kocaeli, Sakarya ve
Bolu temsilcilerini alarak Ankara’ya gittiler.
Yüzde yüz
randevulu
Her şey
güvenlik için
Başta traktörler olmak üzere trafiğe çıkan tüm tarım araçlarının şoförlerinin bilgilendirilmesi amacıyla hayata geçirilen Tarım Araçlarının Güvenli Kullanımı Projesi’nde bu kez Adana ve Sakarya’ya gidildi. Şoförlerin trafik kurallarıyla ilgili olarak bilgilendirilmesi, güvenli sürüş tekniklerinin benimsetilmesini kapsayan
projede, 4 Kasım’da Adana’ya gidildi. TÜVTÜRK yöneticileri Koray Özcan ve Ahmet Bulut ile birlikte
Adana-İçel-Hatay temsilcisi Naci Menteş’in
katıldığı Adana etkinliğinden ardından, 26
Aralık’ta TEM Düzce ve Sakarya Genel Müdürü Murat Özden ile birlikte Sakarya’da
etkinlik yapıldı. TÜVTÜRK’ün Gezici Muayene İstasyonu’nu da sergilediği organizasyonda, traktör sahiplerine trafik bilgilerinin yanı sıra araç muayenesinin önemi
anlatıldı ve konuyla ilgili materyaller dağıtıldı. Etkinlikte, Emniyet Genel Müdürlüğü
Eğitim ve Araştırma Daire Başkanı Yusuf Avan ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndan Uzman Dr. Mesut Gölbaşı, yaptıkları sunumlarda traktör ve tarım makineleri kazalarında traktörlerin muayene eksikliklerinin önemli bir rol oynadığını belirterek çiftçilerin traktör
muayenelerini yaptırmasının önemine dikkat çektiler.
Yasal mevzuat ve muayene süreciyle ilgili
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından Erzincan, Van, Antalya, Samsun,
Antep, Ankara, İstanbul, Manisa, Trabzon,
Mersin illerinde toplamda 2 bin 300
TÜVTÜRK personeline eğitim verildi.
TGH yeni eğitim
yılına hazır
Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, TÜVTÜRK ve Goodyear Lastikleri arasında imzalanan işbirliği protokolüyle 2012 yılından beri yürütülen Trafikte Gençlik
Hareketi’nin (TGH), 2014-2015 eğitim öğretim dönemi temsilci öğretmen eğitim semineri, 2728 Kasım’da TÜVTÜRK Akademide yapıldı. Her dönem projenin ilk adımı olarak gerçekleştirilen seminerlerde, öğretmenlere, hem uygulama hakkında ayrıntılı bilgi veriliyor hem de trafik güvenliği konusu ele alınıyor. Adana, Ankara, Bursa, İstanbul, Kayseri, Kırıkkale, Kocaeli, Konya, Sakarya ve
Samsun’dan seminere katılan 50 öğretmen, iki gün süren eğitimlerde interaktif etkinliklerle trafik
güvenliği bilgilerini tazeleme fırsatı buldu. Seminere katılan öğretmenler aracılığıyla, 10 bin öğrenciye, 20 bin veliye ve 500 servis şoförüne doğrudan ulaşılması hedefleniyor.
EGM-TÜVTÜRK
işbirliği büyüyor
Emniyet Genel Müdürlüğü ile her zaman sıkı bir işbirliği yürüten TÜVTÜRK, hem şirketin genel yapısını, işleyişini, muayene süreçlerini anlatmak hem de sahte muayenelerin tespitiyle
ilgi bilgi vermek üzere, Antalya, Mardin, Ordu ve Kırklareli’nde
emniyet mensuplarına yönelik toplantılar düzenledi. Ordu’da
27 Kasım’da başlayan toplantılar zinciri, 8 Aralık’ta
Antalya’da, 9 Aralık’ta Mardin’de ve 11
Aralık’ta Kırklareli’nde
gerçekleşti.
İSTASYON
59
TÜVTÜRK
BU KEZ
KAÇIRMAYIN!
Bakanlar Kurulu’nun 30 Kasım 2014’teki Resmi Gazete’de yayınlanan kararına göre, araç muayenesinde gecikme ücretleri, 30 Haziran’a kadar indirimli olarak ödenebilecek. 6552 sayılı
torba yasada bu süre, ilk önce 31 Aralık 2014 olarak belirlenmişti. Yeni kararla bu süre altı ay uzatıldı. Kararname, 11 Eylül 2014’ten sonra gecikmeye girecek araçları, bu kapsam altında değerlendirmediği için o tarihten sonra muayenesi dolan
araçlar, yüzde 5’lik gecikme ücreti ödeyecekler. Kanunun yayımlanma tarihi olan 11 Eylül 2014 itibarıyla geçerli bir muayenesi olmayan tüm araç cinslerini kapsayan yasal düzenlemeyle gecikilen her ay için oluşan muayene gecikme ücreti indirimli
olarak (yaklaşık yedide biri tutarında) ödenebilecek. Buna göre,
muayenesi bir yıl gecikmiş bir otomobil için 100 yerine 18; muayenesi dört yıl gecikmiş bir minibüs için
400 yerine 50, kamyon için 535 yerine 68, traktör içinse 203 yerine 25 TL ödeme yapılabilecek.
Muayenesi 10 yıl gecikmiş bir minibüs için 991 yerine 120, otobüs ya da kamyon için
1340 yerine 169, traktörler içinse 510 yerine 62 TL ödeme gerçekleştirilecek.
Yaklaşık değerlerini verdiğimiz rakamlar, kimi araçlar için 1000 TL’nin
üzerinde indirim uygulanacağını gösteriyor. Gecikme cezalarıyla
ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz, www.tuvturk.com.
TÜVTÜRK’ün tüm istasyonlarındaki çalışanlarını kapsayan “Bireytr internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.
sel Öneri” ödülleri, sahiplerini buldu. Buna göre “Egzoz Emisyon Muayene Raporlarının Yeşil Renkte Olması” önerisiyle Van – Erciş İstasyon Amiri Ali Ercan ve “Mobil İstasyon Kumandası” önerisiyle Malatya
Merkez İstasyonu Amir Yardımcısı Ercan Salman ödüle değer bulundu.
Ercan’a ödülü 25 Eylül’de, Van-Merkez istasyonda gerçekleştirilen Akreditasyon Denetimi esnasında TÜRKAK Denetçilerinin de bulunduğu
bir törenle verildi. Hükenek, TÜVTÜRK tarafından verilen ödülün yanı
sıra İstasyon Amiri ve TÜVTÜRK iş ortağı Naif Doğaç tarafından da
bir plaketle onurlandırıldı. Ercan Salman ise ödülünü, 21
Ekim’de gerçekleştirilen ve TÜVTÜRK iş ortağı SerKore’de bu sene gerçekleşen bir dizi kazanın ardından, güvenlik meselekan Öke’nin de katıldığı bir törenle aldı.
sine olan ilgi de arttı. Kazalardaki artış, ülkede daha güçlü ve proaktif bir risk yönetim sistemine olan ihtiyacın da altını çizdi. Bu gelişmeler ışığında TÜV SÜD Kore ve Kore’deki Avrupa Ticaret Odası’nın (ECCK) ortaklaşa organizasyonuyla, 2014 Uluslararası Endüstriyel
Güvenlik Sempozyumu düzenlendi. TÜV SÜD tarafından organize edilen bir dizi etkinliğin parçası olan ve
5 Aralık’ta düzenlenen sempozyuma, otomotiv, endüstri tesisleri ve inşaat endüstrisinden karar mercii olan kişiler katıldı. Kore’nin gelecekteki endüstriyel güvenlik modelleri üzerine tartışmaları harekete geçirmek amacıyla; en iyi uluslararası
pratiklerin ve öncü global şirketlerin deneyimlerinin paylaşıldığı sempozyumla, farklı taraflara işbirliği imkânı sunan ortak bir
platform yaratılmış oldu. Aynı anda süren, üç bölüme ayrılan
oturumunda; otomotiv, endüstri tesisleri ve inşaat alanlarına
odaklanan tartışmalar yürütüldü. TÜVTÜRK de bu sempozyumun katılımcıları arasındaydı. Kongrede üçüncü taraf muayene
disiplininin, tarafsızlık ve bağımsızlığın gücüyle ne kadar etkin
bir metot olduğunu anlatan TÜVTÜRK Kurumsal Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa, TÜVTÜRK örneğinde de görüldüğü gibi
bu gibi uygulamaların ilgili iş sahasına, sağlığa, emniyete
ve kamu yararına ne denli katkı sağlayabileceği üzerinde durdu. Katılımcıların mükemmel bir kamuözel sektör işbirliği olarak değerlendirdiği bu örneğe ilişkin denetim ve izleme metotlarıyla ilgili yöneltilen sorular konuya gösterilen ilginin de ifadesiydi. Sayısı 250’yi aşan katılımcılar arasında BM temsilcileri, Kore-Avrupa Ticaret Komisyonu yöneticileri,
Sanayi Bakanlığı müsteşarı ve heyeti, TÜV SÜD YK üyesi Karsten XANDER, Mercedes ve Samsung gibi firmaların yöneticileri ve birçok akademisyen vardı.
Bireysel
öneri ödülleri
sahiplerini buldu
TÜVTÜRK rüzgârı Seul’de
60
İSTASYON
TÜVTÜRK BÜYÜYOR
TÜVTÜRK, Antalya’daki araç muayene istasyonu sayısını artırdı. Her
türlü aracın muayenesinin yapılabildiği Serik sabit istasyonu Antalya-Alanya Karayolu üzerinde, Serik Sanayi Bölgesi içinde yer alıyor ve çevrede yaşayan
binek araç ve motosiklet sahipleri için de büyük kolaylık sağlaması bekleniyor. Serik’teki
üç kanallı araç muayene istasyonuyla birlikte TÜVTÜRK, Antalya’daki istasyon sayısını sekize yükseltti. Araç sahipleri,
istasyon için www.tuvturk.com.
tr internet sitesinden veya TÜVTÜRK çağrı merkezinden randevu alabilecekler. TÜVTÜRK,
ayrıca İzmir’in Konak ilçesinde, Şehitler Caddesi üzerinde,
Motosiklet Muayene İstasyonu
açtı. Bu istasyon, TÜVTÜRK’ün
yurt genelindeki beşinci motosiklet istasyonu. Hem randevulu hem de randevusuz hizmet verecek olan istasyon için motosiklet sahipleri,
www.tuvturk.com.tr internet sitesinden veya 0850 222 88 88 numaralı çağrı merkezinden randevu alabilecek. Bununla birlikte TÜVTÜRK’ün, İzmir sınırlarında bulunan Aliağa, Bergama, Bornova, Çiğli, Gaziemir, Ödemiş, Tire ve Torbalı Araç Muayene İstasyonları
ve gezici muayene istasyonlarında da motosiklet
muayenesi yapılabiliyor.
İYI DERSLER ŞOFÖR
AMCA’NIN ILK DERSLERI
VERILDI
TÜVTÜRK
sosyal medyada
Hizmet verdiği müşterilerini daha iyi bilgilendirmek ve
gelen şikâyetleri takip edebilmek isteyen TÜVTÜRK, Facebook
ve Twitter sosyal medya hesaplarını açtı. Araç muayeneleriyle ilgili
detaylı bilgilerin paylaşıldığı ve müşteri etkileşimi artırmayı amaçlayan bu hesaplara www.facebook.com/tuvturk ya da www.twitter.com/tuvturk adreslerinden ulaşılabiliyor.
Sahteciliğe
prim yok!
TÜVTÜRK, “araç muayene randevu bedeli” ve “araç
muayene hizmet bedeli” adı altında ücret alan ve araç sahiplerini mağdur eden internet sitelerine karşı kamuoyunu uyardı. Yapılan açıklamada, internetteki reklamlar ve tanıtıcı metinler aracılığıyla araç sahiplerinin bazı sitelere yönlendiklerine ve randevu
hizmeti karşılığınd-§-a belli miktarda ücret talep edildiğine dikkat
çekildi. TÜVTÜRK’ün internet sitesi ve çağrı merkezinden alınan randevularda herhangi bir ücretin ödenmediğine vurgu yapılan açıklamada ayrıca bazı internet sitelerinde muayene ücreti talep edildiğinin ve birçok araç sahibinin mağdur edildiğinin altı çizildi. Araç
muayene randevularını www.tuvturk.com.tr adresinden
ya da 0850 222 8888 numaralı çağrı merkezinden ücretsiz almak mümkün.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı (UDHB), Jandarma Genel Komutanlığı, TÜVTÜRK ve Michelin arasında imzalanan işbirliği protokolüyle hayata geçirilen “İyi Dersler Şoför Amca”
projesinde saha uygulamaları devam ediyor. Proje kapsamında 11-14 Kasım’da Balıkesir, Edirne, Gaziantep,
Isparta, Karabük, Kars, Malatya, Muğla, Nevşehir ve Trabzon illerinden il jandarma komutanlığı ve il milli eğitim
müdürlüğü mensupları katılımıyla formatör eğitimi yapıldı. Ankara’da gerçekleşen seminerin açılışında konuşan Michelin İletişim Müdürü Banu Efe, İyi Dersler Şoför Amca projesiyle toplum için değer üretmeyi hedeflediklerini belirtti. Proje ortaklarından TÜVTÜRK adına konuşan Kamu İlişkileri Direktörü Ahmet Bulut, Trafikte Sorumluluk Hareketi hakkında
bilgi paylaştıktan sonra, trafik güvenliği açısından küçük yaşlarda eğitimin ve onlara örnek olmanın önemini vurguladı. Seminere katılan Jandarma Genel Komutanlığı Trafik Şube Müdürü Yarbay Mete Özcan, taşımalı eğitim sistemindeki sorunlara değinirken UDHB Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü Denetim, Kontrol ve Araç Muayene Dairesi Başkanı Yılmaz Kılavuz, öğrenci taşımacılığında trafik güvenliği açısından sorunsuz günlere ulaşma özlemini dile getirdi.
Formatör eğitimi alan il jandarma komutanlığı ve il milli eğitim müdürlüğü mensupları, 1-5 Aralık haftasında kendi illerindeki ilçe milli eğitim müdürlükleri ve ilçe jandarma komutanlıklarından birer eğiticiye eğitim verdi. Formatörler, projenin gerçekleştirildiği 10 ilin bütün ilçelerinden toplam 228 kişiye eğitici eğitimi verdi. Eğitici eğitimi alan ilçe jandarma
komutanlığı ve ilçe milli eğitim müdürlüğü mensupları, 15 ila 26 Aralık tarihleri arasında, kendi ilçelerinde görev yapan
tüm taşımalı eğitim servis şoförlerine iki saatlik eğitim verdiler. Projede bu yolla 6 bin şoföre ulaşılması amaçlanıyor.
İSTASYON
61
ENGLISH SUMMARY
The Sivrice Lighthouse, of which doors Adile Erdoğan opened the first
time 72 years before and which she lighted up many times, has been a
library since 2009. It’s been 29 years since Adile Erdoğan left the tower
she calls “my dear lighthouse” but her memories are still alive (below).
Giving out light from 227 metres, the Gelidonya Lighthouse on the Cape Gelidonya in Antalya Kumluca
watches the horizon behind the cliffs. Born and raised in the lighthouse, Mustafa Demir comes to the
lighthouse that is lighted up by solar energy just once every 3 months for routine check.
The Keepers of the Waves
Lighthouse keepers are leaving their guiding towers one by one. Carrying the wisdom of waves,
passengers and winds; the lighthouses is gradually filled with books, philosophy and art.
Written and Photographed by: AKGÜN AKOVA
“I have seen my dear lighthouse again! Ah! I
thought I’d never see it again!” says Adile Erdoğan. The 86-age-year old ‘Lighthouse Nana’
walks around inside the Sivrice Lighthouse crying. Standing in front of the window with the
view of Lesbos Island, she says “I used to watch
the boats from right here.” At the place that
used to turn into a lake with heavy rains, now
there is a giant radar detector like rollercoaster
tracks. It is so big that it overshadows the lighthouse. The light has gone out of Adile Nana’s
eyes after two cataract operations but she remembers everything when she walks around
inside her ‘dear lighthouse.’ When she was only
13, her legal age was raised and she was married
off with a lighthouse keeper. Years later, when
the lighthouse keeper in Seddülbahir died, Adile
Nana was taken from her husband and sent off
to live with the widow of the lighthouse keep-
62
İSTASYON
er. Two women lighted up and turned off the
lighthouse together for 2.5 years. One without
a husband, and the other was away from hers…
Since 1986 when she quit the job, Adile
Erdoğan the lighthouse keeper has been residing in her small bungalow in the village of
Bektaş in Ayvacık County in Çanakkale. Her
son Kemal, who took over the lighthouse keeping from her, had already retired. Adile Nana’s
grandson, Ergün Erdoğan the last keeper of the
Sivrice Lighthouse was repairing a lighthouse
on Seddülbahir guiding jetty against the harsh
winds on the same day. However, he was going
to go back home when he would be done because no lighthouse keeper is needed in Sivrice
now. Neither in Zonguldak Lighthouse nor in
Kerempe Lighthouse nor in Bodrum Hüseyin
Burnu Lighthouse...
Like everything, lighthouses also have their
share of technological developments. Monument lighthouses with giant lenses turn on and
off their lights through automatic systems. If
their light is on or not and how much battery
they are left with are monitored from a screen
at General Directorate of Coastal Safety in Istanbul. Lighthouse keepers who climbed up
the stairs to set up the lighthouse system every
2.5 hours at nights, who said “Turning off the
lighthouse is the same with killing someone”,
and who were very fond of their lighthouses,
have had to leave the lighthouses which they call
home. Some of them have regarded working
at workshops or doing maintenance jobs at the
lighthouses as a disloyalty against themselves.
It’s not because they think working is burdensome but because they have regarded that being
pulled apart from their ‘homes’ as unfair, they
have felt hurt and taken a back seat.
There are about 1200 large and small lighthouses on our coasts. 556 of them work under
the General Directorate of Coastal Safety. Only
7 of the ones that work under the General Directorate of Coastal Safety are run by lighthouse
keeper families or keepers. One of those families
is the Gül Family at the Yelkenkaya Lighthouse.
When Ahmet Gül who took over the job from
his grandfather retires, no keeper will be hired
instead. Also, maybe the lighthouse will be rented out.
Standing close to the martyrdoms, the
Mehmetçik Lighthouse in Çanakkale takes
place on one of the most important points of
the Bosphorus. Osman Yarış, the father of the
last keeper of the Mehmetçik Lighthouse, is regarded highly among lighthouse keepers. After
keeping the lighthouse for 30 years, he retired in
2003. When he talks about the lighthouse, he is
like talking about a part of him: “The lighthouse
was like my twin sibling. We did not celebrate
any holiday or something because we could not
leave the lighthouse in case it would be turned
off. Like the sea, the lighthouse gets into you; it
gets in your dreams. Even after I retired, I used
to tumble out of bed and panic about whether
the lighthouse is lighted up. Many times I went
there and checked it even if it is not that close to
our house in the village.”
One thing he remembers from those years is
shipwrecks… “There are many shipwrecks. For
example, from the lighthouse to the north there
is Majestic’s wreck, full of sea breams. I know
that ship like the palm of my hand” he says.
After the keeper families left one by one, 16
of the lighthouses with keeper rooms were rented out for 10 years by auction. The tenants can’t
use the lighthouse towers but they can use the
keepers’ buildings and gardens. “Opening the
lighthouses to public” was perceived as “opening a café or restaurant” by some of the tenants.
It is obvious that those tenants who regard the
Built by the French in 1857, the Ahırkapı Lighthouse is a
landmark of Istanbul... Ahmet Sarpbaş the last keeper of the
lighthouse climbed up the 29-metre-high tower’s stairs for
years before retiring.
the lighthouse is used to accommodate the attending visitors. Once used as a lighthouse, the
Armutlu Lighthouse is also mentioned as ‘Poseidon Philosophy Lighthouse’ now.
Sivrice, the lighthouse of Adile Nana, on the
other hand, is a lighthouse library now. The
Former President of the Istanbul Bar Association Yücel Sayman and his wife Hacer filled the
lighthouse they rented with lighthouse books,
stamps, drawings and maps that they collected from all over the world. A French friend of
them came up with the idea of library. He said
“Wouldn’t a library fit this impressive, peaceful
and resistant building even though it’s not that
high?” While the Saymans were making this
dream come true, their other friends thought
it was ‘a delightful craziness.’ First of all, Yücel
Sayman dreamed of a library full of books about
the sea. However, he gave up this idea when he
found out that there were more than 100 thousand books about the sea. He settled on the ones
only about lighthouses. Sivrice Lighthouse Library has set a unique example not only for the
readers but also for all lighthouse keepers and
coastal safety officials.
Celalettin Uysal says
this library is the only
one in the world and
makes the lighthouse
legendary.
The lighthouse
keeper families are
companions of the
lighthouses which I
name ‘the keepers of
There are also many lighthouses on wave breakers, fishing ports and water gauges on
the waves.’ The stories
Turkey coasts. The teams that work under the General Directorate of Coastal Safety are
of those lighthouse
responsible for the maintenance of those small lighthouses.
keeper families that
are inherited from older generations are ending
philosophy camps at the Armutlu Lighthouse,
one by one. It is only through listening to them
which he says was built on a Poseidon Temple’s
we can turn the keepers’ memories into stories
ground. Even during winter, he holds philosto be told to the next generations.
ophy discussions once a month. Some part of
lighthouses as only a source of income will not
be able to contribute to the reason of existence
of lighthouses.
However, two lighthouses that have been
rented out have tenants who respect the soul
of the word “lighthouse”. One of them is Levent Safalı, a pulmonologist. He has a passion
for philosophy. He delivers philosophy courses
at the Özgür Üniversite. His path crossed with
lighthouses while he was looking for places
where he and his friends could have philosophy
discussions, suitable for the spirit of philosophy.
He says “First we thought that places such as
an old hammam or a deserted coal mine could
be fine” but when he found out on his trip to
France that young people used lighthouses as an
amenity space, he started doing research about
the lighthouses in Turkey. He found out that
lighthouses could be rented. First he made a bid
for the İğneada Lighthouse but he lost. In the
bidding for the Armutlu Lighthouse in 2010,
there was no attendee but him! He says that
he got enormous help from the General Directorate of Coastal Safety officials. He organizes
İSTASYON
63
ENGLISH SUMMARY
The skillful actor of the roles in
purgatory: Serdar Orçin
Interview by: MURAT PAK Photos by: MURAT YILMAZ
ries Gülbeyaz. It was a comedy. Other than that, if there is a
depressed, troubled character, they usually call me.
But you are also good at playing that kind of characters….
I try to play it in a different way as much as possible. We deal
with people as part of our jobs. We have a profession about
understanding reasons and conditions. Since I can’t judge the
characters I play or say good or bad about them, I have to ask
and find out why he acts that way because that’s the only way
you put the character in a way that people can accept. Or if
there is a situation that can’t be accepted, you show it.
What did you see inside the human when you were trying to
understand these troubled characters?
I have understood this: none of us is perfect. When it comes to
talk, we talk about goodness but there are many things inside
of us. Deep inside, we have everything we fear, condemn and
curse. They just come out or not according to the situation or
condition.
How does facing this reality affect you?
When you deal with the dark side of humans that much, I end
up trying to be open-minded and in peace with myself and
others. I sometimes minimize and sometimes maximize my
expectations from others. For all that, I try to be a good human
as much as possible.
Where there is a depressed, troubled character stuck in between good and bad, there is you. Do you like that kind of roles
or have they stuck on you?
It has sort of become my destiny… I guess it’s because of the
perception “we already have it” in cinema and especially TV.
Let’s say you played a character well in a TV series and that
was accepted by the audience. When another project is being
carried out, the producers think of you right away if there is a
similar role.
Then Yazgı, directed by Zeki Demirkubuz, is your fortune and
misfortune at the same time…
Yes (Laughs). That film opened the doors for me; it’s my
fortune in that sense. However, the troubled character stuck
between good and bad started with Yazgı. Then similar characters came along. Who surprised me in between was Tomris
Giritlioğlu. She offered me quite a different role in the TV se-
64
İSTASYON
You had an accident and came back from the death’s door.
How was your life like before the accident?
I had roles in two major plays and one children’s play at the
City Theatre; also in a TV series. In addition, I also had a role
in a play at our own theatre. Everything was going very well
but I was not aware that I was mistreating myself so much.
My body had given me the high sign many times but I could
not understand them very well. I had many dreams about the
future; I wanted to work more. The only thing that worried
me around that time was my military service problem. I had
reached my age limit but I could not leave everything aside
and leave for military duty. I could not make time for myself in
that mad rush and felt that I was dying inside. I kept running
around in the big race called life.
Then all of a sudden, everything stopped with the accident…
Yes, I came back from the death’s door! I had a very serious
brain operation. The doctors called my family and made them
sign papers because everything could have happened. The sur-
gery went well and I did not leave the house for six months.
I stayed away from everything for a total of two years. That
period was hard. I questioned myself and did self-criticism. I
read books and watched films. I went abroad a few times and
lived there. Then I realized that period was good for me and
said to myself “I will never mistreat myself again. I will make
time for myself; I will work hard to do my job very well and be
a good person.”
How did you overcome the bad days?
It was not an easy period. I seriously gained weight because
of the drugs I was prescribed; I weighed 94 kilos. I was worried that I could never act again and forgotten. I was worried that I would not be fully recovered. I could overcome
all those worries thanks to my wife, my family, friends and
people that love me even if I don’t know them. I was exposed
to lots of love, really. There was only one thing that people
wanted: my getting well soon…The City Theatre treated
me like a family member. The actors/actresses in the cities
I had never been sent me their best wishes. In many places
in Turkey at the same time, R2 corridors were established
for my recovery. They called me and said “We want to send
a message to the universe for your recovery, do you accept?” People gave me enormous amount of moral support.
How did you feel when you started acting again after two
years?
I saw that acting in a play after two years would be good for me.
I wanted to act again. I started with the play Maskeliler at City
Theater. That play really did me a heap of good. In a time period of 1.5 years, I acted in Can, İz, Bu Son Olsun, Eve Dönüş:
Sarıkamış 1915 and Karnaval. I also took part in Behzat Ç. I am
better concentrated on my work. Now I live without forgetting
“the human Serdar Orçin.”
Nowadays you take part in 12 Öfkeli Adam and on TV screen
with the series Beş Kardeş at the same time... A fruitful time!
Yes it’s a fruitful time. They came one after another and it was
good. 12 Öfkeli Adam is a play directed by Arif Akkaya. I got
really excited when I heard the name of the play. It turned out
I was not the only one, the whole crew was excited. Arif remained faithful to the original text. After the play, people flow
to the backstage. The number of law school students who have
seen us lately is probably more than 200.
How about Beş Kardeş? You worked with Onur Ünlü at the
film “İtirazım Var” for the first time. I guess you got along with
each other and now you’re together again…
As you know there is a thing as Onur Ünlü mindset and I like
that mindset. I had a minor role in the film İtirazım Var; now
it’s bigger. As you can understand from its name, it’s a story
of five siblings. The eldest brother who cleans after the others
all the time falls in love one day and announces that he is getting married. The other siblings get paralyzed. The series has
a dream team: Serkan Keskin, Fatih Arıtman, Osman Sonat,
Tansu Biçer, Nadir Sarıbacak, Melisa Sözen, Nihal Yalçın, Ece
Dizdar, Ayşen Gruda, Köksal Engür…
TÜVTÜRK news
MOBILE STATIONS FOR TRACTORS
n According to the Security General Directorate’s data, tractors are at
the top of the list of uninspected vehicles. Main obstacles for tractor
owners to prevent them having their vehicles inspected could be
stated as climatic conditions and the distance between stations and
their residences. The law no 6522 which has gone into effect after
published at the Official Gazette has been prolonged till 30th of June
and created a significant opportunity especially for tractor owners. In
regard with the law, all arrearage amount for the tractors owners who
have inspection arrearage will be calculated with discounted rates.
Considering this fact, TÜVTÜRK put special mobile inspection stations
on its agenda and made them operational to make tractor owners’ life
easier. This service grants ease on accessibility to those not able to get
their tractor inspections done due to the distance between fixed stations
and their whereabouts. This service is now operational in 24 cities
with 29 mobile inspection stations. Mobile tractor inspection stations
are now on duty in Adana, Afyon, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir,
Burdur, Bursa, Çanakkale, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Hatay, İzmir,
Kayseri, Konya, Kütahya, Manisa, Mersin, Muğla, Sakarya, Samsun,
Sivas and Şanlıurfa. Tractor owners in those cities, where we can find
the highest number of tractors throughout Turkey, may reach the
Mobile Tractor Inspection Station’s schedule by calling 0850 222
8888 or via www.tuvturk.com.tr. Other than providing significant
opportunity to tractor owners, this service will also make second-hand
tractor selling easier. As is well known, in line with the new law in effect
since 20 February 2014, second-hand selling of uninspected tractors is
not possible.
FIRST LESSON OF “İYI DERSLER
ŞOFÖR AMCA” HAS BEEN TAUGHT
n Carried out with a cooperation protocol signed by the Ministry of
Transportation, Maritime Affairs and Communications (UDHB),
Gendarmerie General Command, TÜVTÜRK and Michelin; İyi Dersler
Şoför Amca project’s site applications are ongoing. As part of the
project, trainer education has been given from November 11th until
İSTASYON
65
ENGLISH SUMMARY
TÜVTÜRK news
14th with the participation of Provincial Gendarmerie
Command and provincial directorate for national
education personnel from the cities Balıkesir, Edirne,
Gaziantep, Isparta, Karabük, Kars, Malatya, Muğla,
Nevşehir and Trabzon. Michelin Communication
Manager Banu Efe stated at opening speech for seminar
held in Ankara that their aim was to produce values
for the society with the project. One of the project’s
stakeholders, TÜVTÜRK’s Regulatory Affairs Director
Ahmet Bulut expressed the importance of education at
early ages and setting good example for traffic safety
after sharing information about “Traffic Responsibility
Action” project. While Gendarmerie General Command
Traffic Division Manager Lieutenant Colonel Mete
Özcan mentioned the problems of student transport
system, UDHB Directorate General of Highway
Regulation Supervision, Control and Vehicle Inspection
Head of Department Yılmaz Kılavuz gave utterance to
his yearn of perfect times for student transportation
by means of traffic safety. Having received the trainer
education, the personnel from Provincial Gendarmerie
Command and provincial directorate for national
education passed their education to one trainer from
district directorate for national education and district
gendarmerie command in their cities during December
1st-5th. Trainers instructed the staff of 228 people
with trainer education within all districts in the 10
cities where the project takes place. Personnel of
district directorate for national education and district
gendarmerie command who received trainer education
gave instructions for two hours to all the service drivers
on duty for mobile education at their district during
December 15-26. With this approach, 6 thousand coach
drivers are aimed to be trained.
TÜVTÜRK’S INVOLVEMENT AT
SECURITY SYMPOSIUM
n Attention to security issue was increased after several
accidents happened in South Korea last year. Increasing
number of the accidents pointed out the country’s need
66
of much more powerful and proactive risk management
system. In the light of those developments, 2014
International Industrial Security Symposium was held
with joint organization of TÜV SÜD Korea and Europe
Chamber of Commerce Korea (ECCK). The symposium
held on the 5th of December was a part of many events
organized by TÜV SÜD and the attendees were all
key personnel from automobile, industry facilities
and construction businesses. Best global practices and
experiences from globally leader firms were shared in
the symposium to initiate discussions about Korea’s
future industrial security models. Thereby, a common
platform for cooperation opportunities for different
participants was established. The symposium was divided
into three simultaneous sessions for discussions focused
on automobile, industry facilities and construction
businesses. TÜVTÜRK was also the one of attendees.
TÜVTÜRK Corporate Development Director Emre
Büyükkalfa explained how effective the method of the of
third party inspection discipline was along with power
of objectivity and independency; and stated that, as seen
at the example of TÜVTÜRK, how similar applications
could contribute to business,
health, security and public interest.
Attendees appraised the example
as perfect public-private sector
cooperation. Related questions
about supervision and monitoring
methods were taken as proof
of interest to the subject. UN
representatives, managers of
Europe Chamber of Commerce
Korea, Ministry of Industry
Undersecretary and delegation,
Karsten XANDER (TÜV
SÜD Member of the Board of
Management) and managers of firms such as Mercedes
and Samsung along with many academicians were
among the total of more than 250 attendees.
6552 sayılı kanun düzenlemesiyle traktör muayene
gecikme bedellerine gelen tarihi indirim fırsatı uzatıldı!
Bu tarihi fırsatı kaçırmayın, gecikmiş muayenenizi
hemen yaptırın! Ayrıntılı bilgi için; tuvturk.com.tr ve
0850 222 88 88*
GEÇ
KALMAYIN
TÜVTÜRK ON SOCIAL MEDIA
n Aiming to inform its customers in a much better way
and keep track of complaints, TÜVTÜRK opened its
Facebook and Twitter accounts. These accounts can be
visited from www.facebook.com/tuvturk or www.twitter.
com/tuvturk where detailed information regarding vehicle inspections are shared and increasing the customer interaction is planned.
* Muayene süresi 11 Eylül 2014'ten önce dolan traktörler indirimden faydalanabilecektir.
TÜVTÜRK Araç Muayene ‹stasyonları
İSTASYON
TÜVTÜRK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklığıdır. www.tuvturk.com.tr
/TUVTURK
/TUVTURK
Teşekkürler Türkiye!
Kamuoyunda Torba Yasa olarak bilinen 6552 Sayılı Yasa’nın 11 Eylül 2014 tarihinde
yürürlüğe girmesiyle, araç muayene gecikme bedelleri, motorlu taşıtlar vergisi ve trafik para
cezası borçları yeniden yapılandırıldı. Bu fırsattan yüzbinlerce vatandaşımız yararlanarak gecikmiş
araç muayenelerini yaptırdılar. Muayenede ağır veya emniyetsiz kusurları nedeniyle başarısız olan
araçların eksiklikleri araç sahipleri tarafından giderildi ve böylece yollar herkes için daha
emniyetli hale getirildi.
Trafik güvenliği konusunda ülkemize büyük katkısı bulunan bu düzenlemenin hayata
geçirilmesinde verdikleri katkılardan dolayı başta Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanı Sayın Lütfi Elvan olmak üzere, Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’e,
Ekonomi Bakanı Sayın Nihat Zeybekçi’ye, İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala’ya,
ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yöneticilerine, bu konuda araç sahiplerini bilgilendirerek
önemli bir görev üstlenen Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu’na,
Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ne, il ve ilçe Ziraat Odaları’na, Muhtarlarımıza ve sorumluluk bilinciyle
hareket ederek araç muayenelerini yaptıran tüm araç sahiplerine teşekkürlerimizi sunarız.
SAYENİZDE YOLLARIMIZ ARTIK DAHA GÜVENLİ!
TÜVTÜRK Araç Muayene ‹stasyonları
TÜVTÜRK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklığıdır. www.tuvturk.com.tr
/TUVTURK
/TUVTURK

Benzer belgeler

Sayı 12 - TüvTürk

Sayı 12 - TüvTürk ENGLISH SUMMARY OF CONTENTS

Detaylı

Sayı 7 - TüvTürk

Sayı 7 - TüvTürk topluyor. Böylece fotoğrafı çektikten sonra odak, perspektif ve alan derinliği üzerinde düzenleme gerçekleştirilebiliyor. 30-250 mm f/2.0 lens, 8x yakın çekim yapabiliyor. Qualcomm tarafından üreti...

Detaylı

Sayı 9 - TüvTürk

Sayı 9 - TüvTürk ENGLISH SUMMARY OF CONTENTS

Detaylı

Sayı 17 - TüvTürk

Sayı 17 - TüvTürk ENGLISH SUMMARY OF CONTENTS

Detaylı

Sayı 10 - TüvTürk

Sayı 10 - TüvTürk ENGLISH SUMMARY OF CONTENTS

Detaylı

Sayı 15 - TüvTürk

Sayı 15 - TüvTürk topluyor. Böylece fotoğrafı çektikten sonra odak, perspektif ve alan derinliği üzerinde düzenleme gerçekleştirilebiliyor. 30-250 mm f/2.0 lens, 8x yakın çekim yapabiliyor. Qualcomm tarafından üreti...

Detaylı

Sayı 14 - TüvTürk

Sayı 14 - TüvTürk topluyor. Böylece fotoğrafı çektikten sonra odak, perspektif ve alan derinliği üzerinde düzenleme gerçekleştirilebiliyor. 30-250 mm f/2.0 lens, 8x yakın çekim yapabiliyor. Qualcomm tarafından üreti...

Detaylı