güvenli bir hayat var projesi medyada kadın imgesi çalıştay raporu
Transkript
güvenli bir hayat var projesi medyada kadın imgesi çalıştay raporu
KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE YEREL VE ULUSAL SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ KAPASİTESİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ HİBE PROGRAMI GÜVENLİ BİR HAYAT VAR PROJESİ MEDYADA KADIN İMGESİ ÇALIŞTAY RAPORU 25.04.2015-SAKARYA www.guvenlibirhayatvar.org GÜVENLİ BİR HAYAT VAR ! PROJESİ KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE YEREL VE ULUSAL SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ KAPASİTESİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ HİBE PROGRAMI KAPSAMINDA YÜRÜTÜLEN PROJE AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARAFINDAN FİNANSE EDİLMEKTEDİR. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. PROJENİN HEDEFLERİ : Genel Hedefleri : 1. Ülkemizde kadına yönelik her tür şiddetin ortadan kaldırılması için gerekli önlemlerin tüm tarafların işbirliği ile uygulamaya konulmasına katkıda bulunmak. 2-. Sivil toplumun güçlendirilmesi yoluyla kadının insan haklarının korunması çalışmalarını bölge ölçeğinde geliştirmek, yaygınlaştırmak ve bu çalışmaları entegre etmek. Özel Hedefleri: 1- Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi gündemine alan sivil toplum kuruluşlarının ve girişimlerin kapasitelerini geliştirmek; bu alanda yerel ve bölgesel işbirliğini teşvik etmek suretiyle toplumsal cinsiyet tabanlı şiddetle mücadelede hizmetlerin iyileştirilmesi ve bu yönde bilincin artırılması 2- Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde kadına yönelik şiddetle mücadele eden sivil toplum kuruluşlarını ortak hareket eden bir platform çatısı altında toplamak. PROJENİN HEDEF KİTLESİ : 1-Proje Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde uygulanmaktadır. 2-Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde örgütlü bireyler (STK üyeleri, kent konseyi kadın meclisleri, siyasi partilerin kadın kolları üyeleri 3- Üniversite öğrencileri; kamu kurumlarında sosyal hizmet sunan çalışanlar, yerel yönetimler ve mahalli idarelerin kadın çalışanları ile sınırlandırılmış olan örgütsüz bireyler PROJE BAŞVURU SAHİBİ : Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Kocaeli Şubesi PROJE ORTAKLARI : Kocaeli üniversitesi ( Proje Eş Finansmanı) Sakarya Üniversitesi Düzce üniversitesi Kocaeli Barosu Düzce Nilüfer Kadın Kültür Çevre ve İşletme Kooperatifi PROJE İŞTİRAKÇİLERİ : Gölcük Kaymakamlığı Doğu Marmara Kalkınma Ajansı PROJE FAALİYETLERİ - Kadın Dostu Kent Çalışması- Gölcük/Kocaeli - Mevcut durum analizi –Kocaeli/Sakarya/Düzce - Çalıştay ve Eylem Planı-Kocaeli Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. - Medyada Kadın İmgesi Çalıştayı- Sakarya - Kamu Hizmetlerinden Beklentiler Çalıştayı- Düzce - Kadına yönelik şiddetle mücadele konulu Kamu Spotu hazırlanması - Toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele ve bilinç artırma çalışmaları kapsamında tanıtım yapılması Kocaeli/Sakarya/Düzce - Kadına yönelik şiddetle mücadele ve toplumsal cinsiyet eşitliği konulu eğitimler Kocaeli/ Sakarya/ Düzce - Kadın Platformu Toplantıları-Kocaeli/Sakarya/Düzce www.guvenlibirhayatvar.org GÜVENLİBİRHAYATVARPROJESİ MEDYADAKADINİMGESİÇALIŞTAYRAPORU Moderatör:Prof.Dr.ÇilerDURSUN Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. İÇİNDEKİLER I. Toplumsal İletişimde Medyanın Yeri………………………………………1 II.Türkiye’de Medyanın Güncel Durumu ……………………………………5 III.Medyada Kadınların Temsili ile İlgili Söylemler…………..…………….10. IV.Medyada Kadın Çalışanların Durumu …………………………………..14 V.Medya ve Kadın ile İlgili Etik Kodlar …………………………………….18 VI: Medya ve Kadın ile İlgili Düzenlemeler……………..……………….…28 VI.Değerlendirme ve Çözüm Önerileri………………………………………30 Kaynakça “Bu yayının içeriğinin sorumluluğu tamamen proje yürütücüsüne aittir ve hiçbir şekilde Avrupa Birliği’nin görüşleriniyansıtıyorolarakkabuledilemez.” SUNUŞ “Kadına Yönelik Şiddetle (KYŞ) Mücadelede Yerel ve Ulusal Sivil Toplum Kuruluşlarının Kapasitesinin Güçlendirilmesi Hibe Programı” kapsamında Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilen “Güvenli Bir Hayat Var!” projesi Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde yürütülmektedir. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Kocaeli Şubesi’nin başvuru sahibi, Kocaeli Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi, Düzce Üniversitesi, Kocaeli Barosu, ve Düzce S.S. Nilüfer Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi’nin proje ortağı, Doğu Marmara Kalkınma Ajansı (MARKA) ve Gölcük Kaymakamlığı’nın ise iştirakçi olarak yer aldığı “Güvenli Bir Hayat Var” projesiyle Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi gündemine alan Sivil Toplum Kuruluşlarının kapasitelerinin güçlendirilmesi, STK’lar arasında yerel ve bölgesel işbirliğinin teşvik edilmesi ile toplumsal cinsiyet tabanlı şiddetle mücadele konusunda yürütülen hizmetlerin iyileştirilmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadelede toplumsal bilincin artırılması hedeflenmektedir. Proje kapsamında 25 nisan 2015 cumartesi günü Sakarya Elmas Otelde, Prof. Dr. Çiler DURSUN moderatörlüğünde bir gün boyunca süren “Medyada Kadın İmgesi Çalıştayı” düzenlenmiştir. Medyanın toplum psikolojisinde ve sosyal dönüşümde belirleyici bir konumda oluşu ve toplum nezdindeki etkin rolünün bilinciyle “medyada yer alması ve gelişmesi istenen kadın imgesi” üzerine çalışma yapılmıştır. Çalıştaya, Sakarya Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdür yardımcıları, Sakarya Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi ve Düzce Üniversitesi akademisyenleri, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkezi, Kocaeli Şubesi ve Sakarya temsilcileri, Kocaeli Barosu temsilcileri, Düzce Nilüfer Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi temsilcileri, Türk Kadınlar Birliği Sakarya temsilcileri, Düzce Denizatı Kadın Dayanışma Derneği, Sakarya Moira Kadın Dayanışma Derneği, Düzce Değişim Liderleri Derneği, Türk Kadınlar Birliği İzmit Şubesi temsilcileri, Kocaeli Kültürel Gelişim ve Dayanışma Derneği, Kadın, ve Demokrasi Derneği Sakarya temsilcisi, Düzce Kadın Dayanışma Derneği, Sakarya Emek Veren Kadınlar Derneği, İzmit Soroptimist Kulübü, Düzce Kent Konseyi Kadın Meclis üyeleri, Kocaeli haber temsilcisi ve Düzce Sokaktaki Adam dergisi temsilcisi katılmıştır. Sakarya, Kocaeli ve Düzce ilerinden davet edilen Kadın odaklı çalışan STK Temsilcileri, Kocaeli, Sakarya ve Düzce Üniversitesi akademisyenleri, sosyal hizmet uzmanları, hukukçular, iletişimciler, yazılı ve görsel basın kuruluşu temsilcileri tarafından, medyanın çizdiği “kadın” imgesi ortak bir platformda tartışılmış ve toplumsal, psikolojik, hukuki ve diğer tüm boyutları ile konu ele alınmış ve toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen alternatif yayın politikaları üzerine düzenleyici ve denetleyici kuruluşlar, basın meslek kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve toplumdaki bireylere yönelik görüş ve öneriler geliştirilmiştir. Medyada kadın imgesinin toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde ele alınması yönünde bilinç artırılması ve bu yönde gerek medya kuruluşları gerekse kamuoyunda olumlu anlamda bir yaklaşımın benimsenmesine katkı sağlanması hedeflenen çalışma ile kadına yönelik şiddetle mücadelede toplumsal bilincin artırılması yönünde toplumun tüm kesimlerinde farkındalık yaratılması amaçlanmaktadır. Çalıştay sonrasında oluşturulan bu raporun, düzenleyici ve denetleyici kurullar, medya ve basın kuruluşları ve kamuoyuna yararlı olacağına inanıyor ve medyada kadın imgesinin toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde ele alınmasına katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Saygılarımızla I. TOPLUMSAL İLETİŞİMDE MEDYANIN YERİ Medya sözcüğü, aracılama ya da dolaylama anlamındadır. Günümüzde toplumsal gerçekliğin ne olduğunun sunulması, paylaşılması ve bilinir kılınması için, kitle iletişim araçları olan radyo, Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. televizyon ve gazeteler ile yeni iletişim teknolojileri olan bilgisayarlar ve mobil cihazlar olmak üzere, bütün iletişim araçlarını kapsayan daha geniş bir kavramdır. Geleneksel kitle iletişim araçları ile yeni medya, günümüz insanın toplumsal hayatta gerçekle bağlantısını sürekli yapılandırmaktadır. Bu bağlantı ile birlikte toplumsal bir varlık olarak insan, kendi toplumsal deneyiminin ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini bilebilmektedir. Toplumsal iletişim, toplumun bütün bileşenlerinin, örgütlü kurumsal yapılarının, insanların birbirleriyle olan ilişkilenme biçimlerinin tamamını kapsar. Gündelik konuşmalarımız, hal ve hareketlerimiz, seçimlerimiz, tartışmalarımız hatta suskunluğumuz bile toplumsal iletişim süreçlerine dahildir. Toplumsal iletişim, toplumsal gerçekliğin oluşmasını sağlar. Böylelikle insanlar, kendi günlük deneyimlerine, somut yapıp etmelerine belirli biçimde görürler. Bu görme biçiminden anlam ortaya çıkar. Günümüz toplumlarında bu görme biçimi ve anlam, büyük ölçüde medya dolayımıyla aktarılmaktadır (Dursun, 2003). Yani karmaşıklaşmış ve toplumlarında gerçeklik, insanlara kitle medyası ve elektronik medya tarafından sunulmaktadır. Medyada her gün karşımıza çıkan gerçeklikler, sıradan izleyiciler ve okurlar olarak hepimize birtakım şeyleri bildirmekte, göstermektedir. Dolayısıyla toplumsal gerçekliğin oluşmasında günlük hayatta yapıp edilenlerin yanı sıra, medyanın sunduğu içerik de aynı derecede önem taşımaktadır. Medyanın toplumsal gerçeklikle olan bağlantısına dair soruşturmalar, yirminci yüzyılda radyo, sinema ve televizyonun yaygınlaşmasıyla gerek liberal gerekse eleştirel yaklaşımlar içinde daha da yoğunlaşmış ve üç ayrı görüş ortaya çıkmıştır: 1- Medya, toplumsal gerçekliği olduğu gibi yansıtır ve sunar. 2- Medya, toplumsal gerçekliği çarpıtır ve bozar. 3- Medya, toplumsal gerçekliği inşa eder. Toplumsal gerçekliğin ne olduğu, liberal ve eleştirel yaklaşımlarda birbirinden farklı görülür. Liberal yaklaşım toplumsal iletişim süreçlerine özgürce, kendi iradesi ile katılan ve yaptığı akılcı seçimlerle, aldığı kararlarla kendi bireysel iyisini gerçekleştirirsek toplumun genel iyisi için de çalışmış olan bir bireyi ön varsayar. Dolayısıyla, bireylerin bütün bu çabaları sonucu beliren toplumsal gerçeklik de, ortak iyinin ve doğrunun, ortak çıkarın kurulabileceği bir gerçeklik olarak ele alınır. Toplumsal alanda varolan çeşitliliğin ve çoğulculuğun, medya tarafından olduğu gibi Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. temsil edildiği öne sürülür. Bu doğrultuda medya, toplumsal durumlara, kesimlere ve görüşlere eşit ölçüde açık bir aracı ortam olarak kendisini toplumsal sorumluluk ilkesi doğrultusunda yasama, yargı ve yürütmenin dışında dördüncü güç olarak konumlandırır. Kamusal tartışmaların forumu ve farklı fikirler arasındaki çatışmaların çözümünü arayan bir kurum olarak medyaya, liberal demokratik çoğulcu sistemin sürdürülmesinde pay biçilir. Bu temel öncüllerinden anlaşılacağı üzere, toplumsal alan, sınıfsal güç ilişkilerinden ve buna dayalı mücadelelerden muaf olarak tasarlanır. Dolayısıyla medya, toplumsal çatışmaları düzenleyen ve toplumsal uzlaşım için zemin yaratan bütünleştirici rolü ile öne çıkar. Marksist toplum kuramı ise, medyanın toplumsal gerçekliği çarpıtan ve bozan işleyişine odaklanır. Bu eleştiri çizgisine göre verili tahakküm ilişkilerinin sürdürülebilmesi için toplumsal gerçekliğin çarpıtılması gereklidir. Eleştirel yaklaşımlarda, kişinin varoluşu, içinde yer aldığı toplumsal dünyada, öncelikle emek- sermaye arasındaki mücadele boyunca kurulmaktadır. Bu nedenle toplumsal ilişkiler alanı da emek-sermaye mücadelesinin yarattığı sonuçlardan muaf değildir Sınıf mücadelesi, bütün toplumsal ilişkilere yön verir ve görünen gerçekliğin ardındaki gerçeklik, asıl bakılması gereken düzey olarak görülür. Bu gerçekliğin kendisi, büyük bir eşitsizlik ilişkisinin gizlenmesi veya doğallaştırılması olarak yapılanır. Toplum yaşamında kişiler de, bilerek veya bilmeyerek eşitsiz güç ilişkilerini yeniden ürettikleri ölçüde, eşitsiz, özgürlüklerin yaşanmadığı bir sınıflı toplum süregidecektir. Eleştirel yaklaşımlar, anlamlar aracılığıyla, vahşi bir sömürü sisteminin, insanların çoğunluğu tarafından katlanılabilir ya da olabilecek tek seçenekmiş gibi algılanmasının sağlandığından hareket eder. Bu artık, başta sınıf sömürüsü olmak üzere her türden sömürünün doğallaştırıldığı bir toplumsal gerçekliğin yaratılması demektir. Medya toplumsal gerçekliği inşa eder diyen yaklaşım ise fenomenolojik yaklaşımdır. Fenomenolojik yaklaşımda, toplumsal bilginin inşasının hem medya hem de izleyici/okur kitleleri tarafından birlikte gerçekleştirilen bir süreç olduğu vurgulanır. Bu süreçte medya toplumsal bilgiyi inşa ederken, belirli anlamları ve yorumları tercih eder, bunlara dayalı sınıflandırma ve düzenlemeler ile belirli gerçeklikler içerilir, diğerleri dışta bırakılır. Medya, paylaşılan bir toplumsal olguyu tanımlamasıyla birlikte, aynı zamanda onun oluşturulmasına da yol açar. Medyanın tanımlamaları, adlandırmaları, sınıflamaları, kurduğu neden-sonuç ilişkileri, sıradan insanların günlük dünyasına geçer ve yayılır. İnsanlar, kendi kimliklerini de, medyanın inşa ettiği Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. sembolik gerçekliğin sunduğu çerçevelere göre kurarlar. Medyada karşısına çıkan gerçeklikle, toplum bir ilişkiye girer (Dursun, 2003). Haberler, diziler, filmler, yarışma ve eğlence programları, belgeseller, haber, magazin ve hobi dergileri, gazeteler, insanlara içinde yaşadığı gerçekliğin değerlerini, değerlere yönelik tehditleri, normal ve anormal olan arasındaki ayrımı, kabul edilebilir olan ve olmayan hareketler arasındaki sınırları, gücün değiş-tokuş tarzlarını göstermektedir. Esasında bu gösterimi toplum kendisine yapmaktadır; toplum ne olduğunu medya yoluyla bilmektedir. Yirminci yüzyılın önemli bir bölümünde de medya, bu üç farklı yaklaşım çerçevesinde de yoğun eleştirilere maruz kalmış; özerklik ve bireysellik yerine uyumluluğu destekleyen, yeni toplumsal denetim biçimlerini harekete geçiren, rıza üretmede etkin, manipülatif gücü yüksek, rasyonel düşünme ve eyleme ile siyasal etkinliklerin bağını zayıflatan, insanın içgüdülerine hükmeden, kamusal tartışma alanını çökerten, sağladığı geçici ve sahte tatminlerle insanların bağımlılığını ve köleliğini pekiştiren etkileriyle olumsuz ve büyük ölçüde ideolojik aygıt olarak değerlendirilmiştir. Bunun temel nedeni, varolan toplumsal ilişkilerin sürüdürülmesi için medyanın belirli anlam çerçeveleri ürettiğinin düşünülmesidir. Bu anlamlar hem toplumsal deneyimin hem de kimliğin anlamları olarak görülür. Toplumsal alandaki bütün yapıp etmelerimiz için, yakın çevremizde ve tabii medyada karşımıza çıkan anlamlar, bir başvuru çerçevesi kurarlar; doğruyu- yanlışı, olağanı – olağandışını, normali- anormali ayırırlar ve insanın toplumsal bir varlık olarak varolan ilişkiler alanında yerleşmelerini sağlarlar. Bu ilişkiler alanının, önemli ölçüde güç ilişkileriyle yapılandığı, eleştirel bakış açısı tarafından dile getirilmektedir. Güç ilişkileri, toplumsal alanda hakim kesimlerin, cinsiyetin, sınıfın, etnikliklerin diğerleri üzerinde onların eylemlerini belirlemeleri demektir. Toplumsal ve tarihsel olarak başkalarının eylemlerini belirleme gücüne sahip olan sınıflar, cinsiyetler, etniklikler, dinler ve mezhepler, iktidar ilişkisindeki hâkim konumlarını sürdürmeye eğilimlidirler. İnsanlar, iktidar uygulayarak toplumsal kaynakları kendi yararlarına hizmet edecek şekilde kullanmaya çalışırlar. Aynı zamanda bir eylemin ve sonucunun anlamının ne olacağı üzerinde de çok yoğun tarihsel bir mücadele süregitmektedir. Bu mücadelenin izleri ve verili güç ilişkileri, günlük hayatın gerçekliği içine dil aracılığıyla nüfuz eder (Dursun, 2003). İnsanların büyük bir doğallıkla içinde yerleştikleri dil ile ifade edilen güç ilişkileri, insanın deneyiminin ne olduğunu belirler. Deneyim, anlaşılmak, kavranmak zorundadır. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. Bunu anlam olarak yaşar insan. Anlam, egonun kendi deneyimine bakma biçimi anlam olarak belirir. Medya, günümüzde insanın kendi deneyimine bakma biçimini büyük ölçüde etkilemektedir. Her tür güç ilişkisinde olduğu gibi farklı toplumsal cinsiyetler arasındaki güç ilişkisinde de medya, ürettiği anlamlar ile toplumsal gerçekliği inşa etmektedir. Bu aynı zamanda, gerçekliğin kimlerin lehine yapılandırıldığı sonucunu üretmektedir. Uzun yıllardır gerek Batı’da gerekse Türkiye’de yapılan çalışmalar, toplumsal cinsiyet ve medya söz konusu olduğunda, gerçekliğin büyük ölçüde ataerkil düzenin anlam alanını güçlendirecek biçimde yapılandığını göstermektedir (Dursun, 2008). Bu demektir ki, medya, halihazırda güç ilişkileri alanında daha çok kadını ikincilleştiren, onu tabi ve tali kılan, boyunsunmasını sağlayabilecek, onu güçten düşüren anlamların üretim ve dolaşımını gerçekleştirmektedir. Bunun nasıl olduğu izleyen bölümlerde ayrıntılı olarak sergilenecektir. Bu noktada, toplumsal gerçekliğin oluşturulduğu mecra olarak Türkiye’deki medyanın güncel sektörel durumunu, bazı sayısal büyüklükler ile değerlendirmek yerinde olacaktır. II. TÜRKİYE’DE MEDYANIN GÜNCEL DURUMU Türkiye’de, medya sektörüne, 80’li yıllara kadar, çoğunlukla gazetecilik mesleğinden gelen aileler hakim olmakla birlikte, özellikle 1980’lerden itibaren neo- liberal politikaların etkisiyle de hızla sektöre basın dışı başka faaliyet alanlarında güçlenmiş sermaye grupları girmeye başlamıştır. 1990 yılında ilk özel TV istasyonu olan Magic Box’un yayına başlaması ve görsel yayıncılıkta devlet tekelinin fiilen ortadan kalkması ile birlikte, medya sektörü üstelik de hukuki altyapısı henüz oluşmadan, plansız ve kontrolsüz bir büyüme trendine girmiştir (BYEGM, 2013). Sektörde bir çok ticari televizyon kanalı yayına başlarken, basın kurum ve kuruluşları ve radyo kuruluşları ile bu yeni ticari televizyon kuruluşları arasında birleşmeler ve satın almalar yolu ile tekelleşme süreci 1990’da hızlanmıştır. Bu yapı ile 2000-2001 yıllarında yaşanan bankacılık krizine yakalanan medya sektörü, krizden büyük bir yara almıştır. Sahip oldukları bankaları batan bazı medya patronları büyük iflaslar yaşamış bunun sonucunda da, medya sektöründe ciddi bir işsizlik dalgası oluşmuştur. Türk medya sektörünü asıl şekillendiren bu kriz dalgası olmuştur. Daha önce medya sektörü ile herhangi bir ilişkisi olmayan, çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren sermaye grupları ve yapılan yasal düzenlemeler sonucunda yabancı iştirakçiler de medya sektörüne yönelmiştir (BYEGM, 2013). Örneğin, İngiliz kökenli News Corp. şirketi, Atlantic Records şirketiyle birlikte TGRT'yi satın alarak Fox TV adıyla yayıncılığa devam etmektedir. 2011 yılında çıkarılan 6112 sayılı RTÜK Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. Kanunu ile özel bir medya organında yabancı sermayenin sahip olabileceği en yüksek pay %50’ye çıkarılmıştır. 2012 RTÜK kayıtlarına göre; 24 yaygın, 15 bölgesel, 209 yerel olmak üzere toplam 248 adet özel televizyon kanalı bulunmaktadır. TRT’nin yayın yaptığı 15 televizyon kanalıyla birlikte bu rakamı 263'e ulaşmaktadır. Bu yayınlar dışında 93 kablo ve 193 uydu yayını bulunmaktadır. Televizyon yayıncılığı sektöründe biri Çukurova Grubu’na (Digiturk), diğeri Doğan Grubu’na (D-Smart) ait iki dijital yayıncılık platformu bulunmaktadır. Digiturk’ün abone sayısı yaklaşık 3 milyon 300 bin, DSmart’ın ise 1 milyon 700 bindir. Ülkemizde 2011 yılı verilerine göre toplam 6.778 adet gazete ve dergi yayımlanmaktadır. Bu yayınların 3.873 adedi (% 57,1) dergilerden 2.905 adedi (%42,9) gazetelerden oluşmaktadır. 2011 yılında ülkemizde yayımlanan gazete ve dergilerin yıllık toplam tirajı 2.265.538.153 olup, bunun % 94’ünü gazeteler oluşturmaktadır. 2011 yılında toplam tirajın % 17,4’ü yerel, % 2’si bölgesel, % 80,6’sı ise yaygın gazete ve dergiler arasında paylaşılmaktadır. ¨ Doğan Yayın Holding, 1997 yılından bugüne gazete, dergi ve kitap yayıncılığı, televizyon, radyo yayıncılığı ve program yapımcılığı, internet, basım, dağıtım ve yeni medyayı içeren geniş bir alanda faaliyet göstermektedir. Grubun içerik üreten kurumları; gazeteler, dergiler, kitap yayıncıları, televizyon kanalları, radyo istasyonları, yeni medya girişimleri, müzik ve prodüksiyon şirketlerinden oluşmaktadır. Bunların yanında gruba ait D-Smart adında bir dijital medya platformu vardır. Kanal D ve CNN Türk grubun ulusal yayın yapan televizyon kanallarıyken Kanal D Romanya ve Euro D yurtdışında yayın yapan TV kanallarıdır. Türkiye’nin en büyük medya gruplarından biri olan Doğan Medya Grubu’nun, Doğan Burda Dergi ve Doğan Egmont Yayıncılık adı altında yaklaşık 55 dergi yayınlayan iki kuruluşu vardır. ¨ Çalık Holding bünyesinde olan Turkuvaz Medya Grubu, radyo, televizyon, internet, gazete, kitap ve dergi yayıncılığı, gazete-dergi basımı, medya dışı ürünlerin satışı, yurt çapında gazete ve dergi dağıtımı alanlarında hizmet vermektedir. Pazar büyüklüğü ve reklam payı açısından Türkiye’nin en büyük iki medya kuruluşundan biri olan Turkuvaz Medya Grubu’nun bünyesinde 22 şirket bulunmaktadır. 14 Eylül 2007 tarihinde kurulmuş olan Ciner Yayın Holding, gazete, dergi, kitap, radyo ve televizyon yayıncılığı, yapımcılık, Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. basım, dijital medya, dağıtım, perakende ve alternatif telekom alanlarında faaliyet göstermektedir.HABERTÜRK TV BLOOMBERG HT GAZETE HABERTÜRK HABERTÜRK RADYO www.haberturkradyo.com BLOOMBERG HT RADYO 2010 Ekonomi… ¨ Çukurova Grubu, inşaattan telekomünikasyona, medyadan finansal hizmetlere kadar pek çok alanda faaliyet göstermektedir. Grup, Akşam ve Güneş gazeteleri, Show TV, Skyturk360, ShowTurk, Showmax, Lig TV 1-2-3, Turkmax, İZ TV televizyon kanalları ve Lig Radyo, Alem FM radyo kanalları ile medya piyasasında yer almaktadır. ¨ Bunların yanında grubun 1999 yılında kurulan, 3,3 milyon kullanıcısı olan, Digiturk adında bir dijital medya platformu vardır. Digiturk platformunun içerisinde olan kanallardan başlıcaları Lig TV, Lig TV 2 ve Lig TV 3, Turkmax, İZ TV, Moviemax kanalları (7 adet), Dizimax Kanalları (4 adet) ve Jojo kanalıdır. ¨ Doğuş Yayın Grubu 1999 yılında Türkiye’nin ilk tematik kanalı olan NTV’nin satın alınmasıyla kurulmuştur. Bugün itibariyle 8 TV kanalı, 4 radyo istasyonu, orijinal ve lisanslı aylık dergileri olan 27 markayı içerisinde barındırmaktadır. Bunların yanında grup NTV Yayınları adı altında kitap yayıncılığı yapmaktadır. Grubun sahip olduğu kanallardan Star TV, 1990 yılında yayın hayatına başlamış olup 2011 yılında Doğuş Grubu’na geçmiştir. Kral FM ise 1992 yılında kurulmuş olup 2008 yılında gruba dahil olmuştur. ¨ 1993 yılında kurulan Samanyolu Yayın Grubu beş kıtayı kapsayan yayınları, 8 televizyon kanalı, ulusal ve uluslararası çapta yayın yapan 3 radyosu ve Küre TV internet platformuyla medya sektöründe hizmet vermektedir. Feza Gazetecilik A.Ş. bünyesinde Zaman Gazetesi, İngilizce yayın yapan Today’s Zaman Gazetesi, haftalık haber dergisi Aksiyon ve iki ayda bir İngilizce olarak yayınlanan, yarı akademik bir dergi olan Turkish Review markaları yer almaktadır. Grubun ayrıca Cihan Haber Ajansı adında 1992 yılında kurulan bir haber ajansı bulunmaktadır. ¨ İhlas Grubu’nun, medya sektörüne girişi 1970 yılında Türkiye Gazetesi’yle başlamıştır. Daha sonra televizyon, radyo, haber ajansı ve dergi grubuyla medya sektöründeki ağını genişleten İhlas Grubu, şirketlerini tek çatı altında birleştirmek ve yönetimde etkinliğini Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. artırmak amacıyla 10 Temmuz 2003 tarihinde İhlas Yayın Holding çatı şirketini kurmuştur. 2010 yılında hisselerini halka arz eden İhlas Yayın Holding aynı yıl İMKB’de işlem görmeye başlamıştır. Holding bünyesinde TGRT FM, TGRT Haber, TGRT Belgesel, İhlas Haber Ajansı ve Türkiye Gazetesi gibi medya yayın organları bulunmaktadır. Grubun bir diğer yayın organı olan İhlas Magazin Grubu; çocuk, ekonomi, yemek, bilişim gibi pek çok farklı alanla ilgili 29 adet süreli yayına sahiptir. ¨ 8 Şubat 1993'te kurulan Kanal 7 Medya Grubu bünyesinde Kanal 7, Ülke TV, Radyo 7, haber7.com ve haber7.com’a bağlı alt siteler bulunmaktadır. İpek Medya Grubu, 2005 yılında, Bugün Gazetesi ile sektöre adım atmıştır. 2008 yılında Kanaltürk ve Kanaltürk Radyo; 2009 yılında da Bugün TV'yi bünyesine dahil ederek gücünü arttırmıştır. ¨ Albayrak Grubu, 1997 yılında Yeni Şafak gazetesini satın alarak medya sektörüne girmiştir. 2005 yılında ATR televizyonunu kurmuş ancak 2007 yılında kanalın adını değiştirip TV NET olarak hizmet vermeye devam etmiştir. Albayrak Grubu’nun ayrıca iki tane de dergisi bulunmaktadır. ¨ Star Medya Grubu bünyesinde Star Gazetesi, 24 Televizyonu ve Karamel TV yayın organlarını bulundurmaktadır. Star Gazetesi 1999 yılında yayın hayatına başlamış, 2007 yılında haber yayını yapan 24 TV kurulmuş, ardından da 2010 yılında “Türkiye’nin ilk, kadın ve çocuk temalı kanalı” Karamel TV gruba dâhil olmuştur ¨ Demirören Holding A.Ş., 2011 yılında Vatan ve Milliyet gazetelerinin Demirören ve Karacan Grubu’nun ortak şirketi olan DK Gazetecilik ve Yayıncılık A.Ş’ ye Doğan Medya Grubu tarafından devredilmesi sonucunda medya sektörüne girmiştir. 2012 yılında, Karacan Grubu’nun tüm hisselerini Demirören Grubu’na devretmesiyle sektörde tek başına yer almaya başlamıştır. Demirören Grubu, bünyesindeki iki gazete, bir dergi ve iki haber portalı (milliyet.com.tr ve gazetevatan.com) ile medya sektöründe faaliyetine devam etmektedir ¨ MNG Medya Grubu, görsel medyada faaliyet göstermektedir. Türkiye’nin en eski televizyon kanallarından biri olan TV 8 adlı ulusal düzeyde yayın yapan kanala sahip grubun bünyesinde bir de TV8-MNG Haber Ajansı bulunmaktadır. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. ¨ Türkiye'nin en eski günlük gazetelerinden olan Cumhuriyet 7 Mayıs 1924'te yayın hayatına başlamıştır. Kurucusu Yunus Nadi (1880-1945) İstanbul'da yayınlamakta olduğu Yeni Gün gazetesini İstanbul'un işgalinden sonra Anadolu'ya kaçırarak Anadolu'da Yeni Gün adıyla yayınlamıştır. ¨ 1992 yılından bu yana Cumhuriyet gazetesi, Cumhuriyet Vakfı tarafından Yunus Nadi'nin belirlediği ilkelerin de yer aldığı Cumhuriyet Vakfı Senedi doğrultusunda yayınlanmaktadır. Gazetenin başyazarlığını Yunus Nadi (1924-1945), Nadir Nadi (1945-1991 ) ve İlhan Selçuk (1992-2010) yapmışlardır. Cumhuriyet'in Türkçe ve İngilizce haber portalı ayrıca bir de spor sitesi vardır. Yunus Nadi Armağanı yarışması 1946 yılında başlatılmış daha sonra Yunus Nadi Ödülleri adıyla kurumsallaştırılmıştır. Öykü, roman, şiir, sosyal bilimler araştırması, karikatür ve fotoğraf dallarında verilen ödüller 2012'de 66'ncı yılına ulaşarak en uzun sürekli ödül olma özelliğini de sürdürmektedir. ¨ Türkiye’de medya alanında 40 civarında ulusal nitelikli, 80'e yakın yerel nitelikli meslek kuruluşu bulunmaktadır. Meslek kuruluşları temelde, gazeteciler ve haberciler arasındaki örgütlü dayanışmayı sağlarken, bir yandan da haberciliğin mesleki profesyonellik anlayışının standartlarını koymakta ve yapılan gazeteciliğin bu standartlara uygunluğunu sağlamaya çalışmaktadırlar. Standartların ve meslek yaşantısının çerçevelerinin çizildiği temel yasal, idari düzenlemeler ise şunlardır: ¨ - 5187 sayılı Basın Kanunu (09/06/2004) ¨ - 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun (03/03/2011) - 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun (13/06/1952) ¨ - 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun (04/05/2007) ¨ - Basın Kartı Yönetmeliği (23/03/2001) ¨ - 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (13/12/1951) ¨ - 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (16/06/2006) Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. ¨ Bu düzenlemelerden özellikle 6112 sayılı Kanun, Avrupa Birliği Konseyi’nin 3 Ekim 1989 tarih ve 89/552/ EEC Sayılı Görsel-İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesi ile uyum içerisinde düzenlenmiştir. Bu kanunla; tekelleşmenin önlenmesi, sektördeki yabancı sermaye payının arttırılması, ticari iletişim kavramına yer verilmesi ve yayın ilkelerinin ihlali halinde uygulanan yaptırımların kademelendirilmesi gibi önemli yenilikler getirilmiştir. III. MEDYADA KADINLARIN TEMSİLİ İLE İLGİLİ SÖYLEMLER Medyada kadınların temsilinin nasıl gerçekleştiği ile ilgili çalışmalar, medya ve kadın çalışmaları alanının öteden beri en temel odağı olagelmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin medya içeriklerinde gerçekleşen temsiller boyunca sağlanması, özellikle feminist medya kuramının en önemli vurgusudur. Toplumsal cinsiyetin nasıl temsil edildiği, insanların maddi ve simgesel dünyalarını ve deneyimlerini biçimlendiren stratejik bir mekanizma olarak görülür (van Zoonen, 1997). Kadınlık rollerinin doğuştan verili olarak görülmediği “toplumsal cinsiyet” kavramı1, kadının ve erkeğin toplumsal yaşamdaki bütün verili rollerinin yeniden üretilmesinde medyanın konumunun sorgulanması için önemli bir alan açmıştır. Temsil kavramı, bir olgunun onun ayırt edici özelliklerinin alıkonularak yeniden sunumunu ima eder. Bu yeniden sunum her zaman gerçekliğin yakalanabilen, kavranabilen bazı öğelerinin yeniden biraraya getirildiği bir pratiktir (Dursun, 2004). Gerçekliğin temsili, yaratıcı biçimde bir araya getirilen kurmaca metinlerde karşımıza diziler, filmler, çeşitli formattaki programlar olarak çıkarken; gerçekliğin doğrudan aktarıldığını iddia eder biçimde haber, tartışma programı, belgesel ya da reality şov programları olarak da çıkmaktadır. Haberler, gerçekliği olduğu gibi aktardığı iddiasıyla diğer kurmaca metinlerden daha güçlü biçimde gerçekliğin kuruluşunda rol oynamaktadır. Oysa haberci, olay ya da olguya haber yapmak amacıyla yöneldiğinde, olgunun tümüne değil ancak kısmi bir yönüne erişebilmektedir. Çünkü olgu olup bitmiştir; canlı yayın bile 1 Biyolojik ve doğuştan gelen ayrımları ve kadın ve erkek olarak ayrılmanın fizyolojik yönünü vurgulayan cinsiyet (İngilizcesex)kavramıkarşısındatoplumsalcinsiyet(İngilizcegender),biyolojikfarklılaşmayıüstbelirleyenveayrımın, toplumtarafındanyapıldığınıimaedenhareketlivegenişbirkavramdır.Bunagöretoplum,insantürünündevamıiçin “kültürel olarak dişiye, onu toplumsal bir kadına dönüştürecek kodları verir; erkeğe ise onu toplumsal bir erkeğe dönüştürecekkodlarıverir”(Hırata,Laborie,Dorae,Senotier,2015).Toplumsalcinsiyet,biyolojikcinsiyetfarkınadair tutumlarınzamanlatoplumsalolarakikiyebölündüğünükabuledilmesidir.Bubölünmeçoğutoplumdakadınveerkek olmaküzereheteroseksüelbirbölünmegörünümündedir. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. yapılıyor olsa, ancak olgunun o anda ve yerdeki kısmı yakalanabilir. Olgunun ortaya çıkmasına yol açan bütün dinamikler, nedenler ve faktörler, olguyu anlık yakalamanın peşindeki haberci açısından bilinemezdir. Haberci ancak ve ancak olay sonrasında yakalayabildiği kadarıyla ve kim nerede ne zaman nasıl neyle neden (5 N 1 K çerçevesindeki) sorularına yanıt verebildiği kadarlık bir çabayla gerçekliği formüle eder. Bu formülasyon, hayatın nasıl bir yer olduğunda dair güçlü neden- sonuç bağıntıları üretir. Çoğu kez haberlerde olgunun ortaya çıkmasına dair sunulan neden, ilk yüzeysel nedendir ve geri plandaki olguyu besleyen başka nedensellikler, haberci açısından haberi yazma anında yakalanması zor dinamiklerdir. Özellikle Kültürel Çalışmalar (Cultural Studies) denilen bir çalışma alanının feminist kuramla buluştuğu noktada toplumsal cinsiyet analiz yapılabilir biçimde tanımlanarak, toplumsal cinsiyet inşasında medyanın oynadığı rol, didiklenmeye başlamıştır. Bu başlangıçla birlikte kodlanmış anlam yapıları olarak medya metinlerinin üretiminde, toplumsal ilişkiler alanında da yerleşik olan kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik, feminist medya çalışmalarının gündemine geri dönüşsüz biçimde girmiştir. Önce medyadaki program türleri içinde gündüz kuşağı pembe dizileri (soap opera), kadınların en fazla izlediği kurmaca içerikler olarak çözümlemeye alınmıştır. Diziler, filmler, haberler, reklamlar, kısacası görsel ve yazılı medya metinlerinin farklı çeşitleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin göründüğü ve üretildiği alanlar olarak belirmektedirler. Kadınların özgürlük alanlarına sınırlar koyan toplumsal ilişkiler sistematiğinin bir yandan medya metinleri dolayımıyla üretilirken, diğer yandan da kadınların da bu metinleri tam da bu sınırları aşmak için kendi gündelik pratiklerine katabilecekleri anlamları üretmek üzere kullandıkları araştırmalarla ortaya konuldu (Çelik, 2000). Sıradan kadınların gündelik yaşamlarında medyanın kullanımı gibi, van Zoonen'in ironik biçimde söylediği "alt düzey konular," feminist medya çalısmalarına dahil oldu ve araştırıldı (1997). Bu türden araştırmalar halen bir çok medya metninde toplumsal cinsiyetin nasıl sunulduğunu çözümlemeye devam etmektedir. Medyada kadınların temsili, belirli söylemsel stratejiler boyunca gerçekleşmektedir. Söylem, hakkında konuştuğu nesneleri ve hakikatleri de sistematik olarak biçimlendiren göstergeleri düzenleme pratikleridir. Söylem, ancak hakikat iddiası üreterek var olan bir anlam pratiği olup Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. toplumsal olarak konumlanmış bir süreç olarak dil kullanımına gönderme yapar (Dursun, 2012). Farklı toplumsal pratikler söylemsel pratikleri ve söylemsel pratikler de toplumsal pratikleri şekillendirir, yeniden üretir ve değiştirir. Her iki boyut birlikte insanın dünyasını kurarlar. Cinsiyetçilik, de insanın gündelik yaşam alanını kuran bir söylemdir. Bu söylem, kadını toplumda ikincil ve aşağı durumda gösteren bütün tutum, davranış ve etkinlikler ile bunları yeniden üretmek için kurumsal ve ideolojik kaynakların kullanılması olarak tarif edilebilir (Timisi, 1994: 24). Cinsiyetçi söylem ise, toplumsal cinsiyeti, yani toplumda kadınlık ve erkeklik durumunu, insan yaşamının toplum ve kültürden önce gelen sabit bir özelliği olarak tanımlayan; bu sabitlemeyi de kadını erkek karşısında doğuştan gelen bir zayıflık, güçsüzlük, duygusallık, mantıksızlık, aşırılık vb. olumsuz şeylerle özelliklendirerek yapan bir söylemdir (Dursun, 2008). Cinsiyetçi söylem, bir eşitsizlik söylemidir: kadın ve erkeğin birbirinden farklarının erkeğin toplumsal iktidarını kuracak ve pekiştirecek tarzda tanımlanmasıyla işler. Bu söylem, erkeğin toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel kısacası yaşamın her düzeyinde kurulmuş iktidarının ve egemenliğinin, tam da bu farklardan kaynaklandığını açık ya da örtük biçimde işaret eder. Dolayısıyla sözkonusu psikolojik, duygusal, fiziksel, zihinsel vb. farklar, belirli politik sonuçların elde edilmesi istendiği için amaca yönelik olarak tarif edilen ve tanımlanan nitelikler olmaktan çıkartılır; doğuştan gelen, değiştirilemez, dönüştürülemez ve bizatihi kendisi yeryüzünün erkek egemen tarzda düzenlenmesine yol açan kökensel farklar haline getirilir. Yani farklar, kurulu düzenin erkek egemen yapısının sonucu değil, nedeni olarak gösterilir. Böylelikle toplumdaki kadınlık ve erkeklik rolleri, kökensel farklara dayalı olarak çerçevelenir. Sonuçta da varolan toplumsal-kültürel ve siyasal düzenin erkek egemen yapısı doğallaştırılır, meşrulaştırılır, gelecek kuşaklara aktarılarak taşınır. Eril cinsiyetin egemenlik uygulama sistemi veya rejimi olarak ataerkillik (Mojab ve Abdo, 2006), yeni kuşakların içerisine büyük bir doğallıkla yerleşerek benimsedikleri bir rejim olup çıkar. Medya, öteden beri sunduğu içerikler ile cinsiyetçi söylemi güçlendiren bir alan olarak görülmüştür. Yani televizyonlar (ve diğer kitle medyası ortamları) kadının toplumsal konumuna ilişkin toplumsal olarak üretilen söylemleri dolaşıma sokarak yeniden kuran ve üreten anlamlandırma pratiklerini gerçekleştirmektedirler (Dursun,2008). Örneğin televizyon anlatıları, kadına yönelik her türden şiddeti meşrulaştırmanın doğrudan ve yegane araçları olarak görülmekten çok, “kadına yönelik Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. şiddete dayanak oluşturan, onu meşrulaştıran söylemlerin izini taşıyan söylemsel oluşumlar” olarak değerlendirilmektedir (Çelik, 2000). Ya da kadın bedeninin sunumundaki görsel kodların ve ifadelerin, kadının çok yönlü ve karmaşık varlığını hiçleştirerek onu bir cinsel haz nesnesi statüsüne indirgediği dile getirilmektedir. Özellikle kadına yönelik şiddetle ve kadın bedeninin medyada temsili ile ilgili yaygın kodların, cinsiyetçi söylemi yeniden ürettiği, feminist medya çalışmalarının temel iddialarındandır (van Zoonen, 1997). Medya, kadınlara dair çarpıtılmış egemen değerleri aktararak demokratik, ataerkil ve kapitalist toplumun yapısal gereksinimlerini gidermekle suçlanır (van Zoonen, 1997). Feminist medya çalışmaları, medyanın kadın yaşamına ve kimliğine dair gerçekleri aktarmasını savunur. Kadınların günlük yaşam alanının zengin boyutlarını, medya yeterince aktarmakla eleştirilir. Özellikle dizilerde, filmlerde, reality şovlarda, sunduğu kadınlık imgeleri gerçekçi olmaktan uzak ve basmakalıp olarak görülür. Bu basmakalıp imgenin temel özellikleri şunlardır. • İradi ve insiyatif sahibi olmayan • Fiziki özellikleri vurgulanan • Toplumsal norm ve değerlerin dışına çıktığında konu haline gelen • Zayıf ve bağımlı bir figür • Hafif kadın/ iyi eş-anne kategorik ayrımına göre yer tutan • Cinselliğinden arındırılan ya da aşırı cinsel yüklemelerle kurulan figürler • Şiddetin nesnesi • Metalaşmış Bu basmakalıp temsiller erkeklerin temsili ile karşılaştırıldığında erkeklerin, soğukkanlı, istikrarlı, cesaretli ve başarılı, fiziksel şiddete başvurabilen figürler olarak sunulduğu görülmektedir. Güldürü programlarında, sembolik şiddete maruz kalan taraf kadınlardır. Reality şovlarda kadınlar, aciz, yardıma muhtaç, mağdur olan kadınlardır. Eğlence ve müzik programlarında Müzik videolarında, kadın bedeni cinsel çekim nesnesi olarak öne çıkarılmaktadır. Kadınlar, duygusal, zarif, sadık, bağımlı, umutsuzluk ve paniğe kapılabilen, kolay ikna edilebilir figürler olarak sunulmaktadır. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. 1980 öncesinde medyada sunulan kadınlık figürlerinin temsilleri kamusal alan akli olan erkeğe ait bir alan kılırken; ev ve aile yaşantısının sürdüğü özel alan da ‘rasyonel olmayan’ kadına ait bir alan kılınmıştır. 1980’lerden itibaren ise televizyon programlarında kadın ve erkek karakterlerin sunumunda daha dengeli ve eşitlikçi bir temsile dair hareketlenmeler başlamıştır. Geleneksel kadın imgesi sürdürülürken çağdaş, kendinden emin, çalışan, rasyonel, güçlü ve bağımsız kadın imgesi de üretilmeye başlamıştır. Bu karakterler de aile ve meslek yaşantısını bir arada sürdürmek için erkeğin vermediği kadar mücadele veren, gerekirse ailesi ve işi arasında tercih yapmak zorunda kalan, sonuçta tercihinden dolayı mutsuz olan kadın karakterlerdir. Dolayısıyla da modern kadın figürü, 1980’lerde karşımıza bölünmüş bir kimlik olarak çıkmaktadır. 1990’lardan itibaren, toplum hayatında etkin olan ve aile yaşamı ile iş yaşamını dengelemiş, sağlıklı ve güzel olan bir tür ‘süper kadın’ imgesini güçlendirecek medya içeriklerinin dolaşıma girdiğine tanık olunmaktadır. Bu durum, Türkiye’deki medyada daha gecikmeli olarak gözlenmiş, özellikle ticari televizyon yayıncılığına geçilen 1990’lardan başlayarak medya içeriklerinde Batı’daki medya içeriklerine benzer güçlü, bağımsız, çalışan, irade sahibi kadın figürlere az da olsa yer verilmeye başlanmıştır. Nihayetinde medya içerikleri, toplumsal ilişkiler alanındaki somut ilişkilerin bir izdüşümü olduğundan, kadın hak ve özgürlükleri için mücadelenin onyıllara yayılan birikiminin getirdiği etkiler, medya içeriklerinde ve sunulan kadınlık figürlerinde de karşılığını bulabilmeye yavaş yavaş başlamıştır. IV. MEDYADA KADIN ÇALIŞANLARIN DURUMU Medyada kadınların nasıl temsil edildiği, öteden beri iletişim ve medya çalışmalarının önemli ilgi odaklarından olagelmiştir. Bu ilgi, öncelikle Batı’daki iletişim araştırmalarında başlamıştır. Medyada kadınların nasıl yer aldıkları sorunu, liberal yaklaşımla olduğu kadar Marksizm içinden gelişen eleştirel yaklaşımlarda da araştırma konusu edilmiştir, edilmektedir. Hepsi de kadınların toplumsal alanda değersizleştirilmelerinin kökenlerini, nedenlerini ve bunun ortadan kaldırılması için çözüm yollan öneren feminist medya yaklaşımlarından liberal feminist medya yaklaşımında, var olan sistem içinde özgül ve daha çok yasal yönetsel düzeyde yapılacak değişikliklerle kadınların medyada varlığının güçlendirilebileceği, bunun da hakkaniyetli bir temsil edilebilirliği sağlayacağı varsayılır. Marksist ve sosyalist feminist medya yaklaşımları ise, kadınların medyadaki Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. durumlarının ve eşitsiz temsilinin değişebilmesi açısından çözümü, ya alt yapı düzeyinde ve toplumun kapitalist üretim tarzının topyekûn değişmesi olarak önerir; ya da ideolojik üst yapı düzeyinde, toplumsal cinsiyete, ırka ve sınıfa dayalı tahakküm yapılarının ve bunların ideolojik işleyişlerinin sergilenerek değiştirilmesi olarak önerir. Bunlardan farklı olan zaman içinde zayıflayan radikal feminist medya yaklaşımındakiler için çözüm, kadınların kendi dillerinde konuşabilecekleri kendi medyalarını yaratmaları ve yaş atmalarındadır. Medyayı liberal bir bakış açısından farklı kesimlerin seslerinin çoğulluğunun kamusal temsile kavuştuğu bir alan olarak gören yaklaşımlar için temel sorun, uzun süre, basın- yayın sektöründe kadın çalışanların sayısal varlığının azlığı olarak görülmüştür. Bu durum özellikle 1970’lerin sonundan başlayan ve 1980’lerde artan alan araştırmaları ile saptanmıştır. Basın yayın sektöründe kadın gazetecilerin ve medya profesyonellerinin sayıca artmasının, varolan habercilikteki cinsiyetçi dilin ortadan kalkması başta gelmek üzere, sektöre hakim olan eşitliksiz çalışma kültürü ve ikliminin de değişmesini sağlayacağı umulmuştur. Benzeri argümanlar eleştirel feminist medya çalışmaları tarafından da 1970’lerde öne sürülmüş olmakla birlikte; 1980’lerden itibaren sorunun sektörün yapısal durumundan ve eğilimlerinden kaynaklanan çok boyutlu bir sorun olduğu ifade edilmeye başlamıştır. Çok boyutluğun önemli bir bileşeni, kapitalist üretim ilişkilerine bağlı biçimde ticari çıkarlara odaklı medya sektörünün, kamu yararı ilkesini bir yana bırakarak içerik üretmeye yön tutmasıdır. Özellikle 1980’lerde başlayan ve 1990’larda yoğunlaşan medya sektöründe kuralların gevşetilmesi (deregülation) ve özelleştirmelerin artarak yayıncılıkta kamu tekelinin kırılması süreci, kadınların medya içeriklerinde artan ölçüde cinsiyetçi roller ve kalıplarla temsil edilmelerine dolaylı biçimde etki etmiştir. Ticari yayıncılığın kamu hizmeti anlayışı yerine karlılığın temel mantığı doğrultusunda yayıncılığa hız vermiştir. En çok izlenen programlar olabilmek için artan ölçüde şiddet, kan, gözyaşı, magazin ve kadın görselliğinin öne çıkarıldığı içerik üretimini arttırmıştır. Bu süreç, kadın gazetecilerin sayılarının sektörde görece artmasını sağlamakla birlikte, medya kurumlarında orta ve üst düzey yönetici konumunda kadın gazeteciler ve çalışanların sayısı, beklenildiği kadar artmamıştır; artış daha çok alt düzey işlerde ve karar verici olmayan emekçi Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. konumlarında gerçekleşmiştir. Üstelik, yönetici konumlarını elde eden kadın medya çalışanları, medya kurumlarının ve kuruluşlarının çalışma iklimi ve örgüt kültürüne hakim olan eril dili, anlatım ve yönetsel hareket tarzlarını benimseyerek karar verme süreçlerini üstlendikleri için, medyada kadınların temsili ile ilgili temel açmazlar varolmayı sürdürmüştür. Gazetecilik mesleği, cinsiyetçiliğin kimi kez çok açıktan kimi kez çok örtük işlediği bir meslektir. Özellikle kurum kültürünün mesleğin profesyonellik değerleri ile bütünleşik yapısı, haber merkezinde cinsiyetçi işbölümüne yol açmaktadır. Bugün hâlâ pek çok gelişmiş ülkede haber kuruluşlarında kadınlar muhabir konumunda daha fazla, yönetici konumunda daha az iş bulabilmektedir. Yine muhabir olarak çalışan kadın gazetecilerin çoğu, onların ev içi sorumluluklarının adeta bir uzantısıymış gibi düşünülen sağlık, çocuk bakımı, moda, güzellik vb. alanlarda haber yazmaya yönlendirilmektedirler. Bir başka eşitsizlik göstergesi, erkeklerle aynı işi yapan kadın gazetecilere, eğitim düzeyi ve diğer faktörlere bakılmaksızın daha az ücret ödenmesidir. Var olan bu koşullar altında ve eril haber dilinin baskısıyla kadın gazeteciler, yaptıkları işe yabancılaşmakta, haber üretiminin maço kültürü içerisinde kadın gerçekliği lehine yeni bir haberciliği geliştirme olanağı zayıflamaktadır. Çalışılan kurumun habercilik pratikleri ve anlayışının belirlediği bu çerçeveye rağmen kadın haberciler, kendi iradeleri üzerinde görünmez bir ağırlığı olan kariyer ilerlemesinin zor koşullarının ve medya örgütlerinin kapitalist işleyiş yapısının, gerçekliği kadın aleyhine yapılandıran anlamların üretiminden tek başına sorumlu olduğunu düşünmeye yatkındırlar. Haber üretim süreçleri ile medya kurumlarındaki örgütsel pratiklerin kadınların medya endüstrisindeki varlıgını sorunlu hale getiren isleyis mekanizmaları, kadınların haberlerdeki temsilinin basmakalıplaştırılması ve erkek egemen toplumsal ilişkiler alanındaki ikincil konumlarını pekiştiren cinsiyetçi yargıların yeniden üretiminde, bizzat kadın gazeteciler farkına varmadıkları bir pay sahibi olmaktadırlar (Dursun, 2011). Günümüzde medyada “çoğunlukla” erkekler yöneticiler hakim olsa da, medya dünyasında çalışan gazeteciler arasında kadınların sayı olarak hızlıca artmaktadır. Ancak Türkiye’de medya sektöründe çalışan kadın medya profesyonellerinin sayısal ağırlığı ile ilgili TÜİK’in verdiği 2013 rakamları dışında herhangi bir güncel veri mevcut değildir. TÜİK 2013 Yazılı medya istatistikleri verilerine Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. göre yazılı medyanın yayın, basım ve dağıtım bölümlerinde toplam çalışan sayısı 66 bin 374. Bunun 46 bin 54'ü ile yüzde 69.3'ünü erkekler oluşturuyor. Yazılı medyada çalışan toplam kadın sayısı ise 20 bin 320. TÜİK'in 2012 yılına ait verilerine göre, yazılı basında sarı basın kartlı gazetecilerin yüzde 78.22'si erkek. Yerel ve bölgesel gazeteler hariç ulusal gazetelerin genel yayın yönetmenlerine bakıldığında, bu koltuklarda iki gazete haricinde, erkeklerin oturduğu göze çarpıyor. Yerel ve bölgesel gazetelerde kadın gazetecilerin sayısal varlığı ve hangi konumlarda çalıştıkları verisi, güncel değildir. Sayısal verinin güncel olmayışı, sektörün bütününde kadın medya profesyonellerinin değişen oranı ile ilgili yorum yapmayı güçleştirmektedir. Genel olarak habercilik/gazetecilik alanında son on yılda artan kadın muhabir ve gazeteci sayısına rağmen, haber yöneticilerinin ağırlıklı olarak erkek gazetecilerden oluşmayı sürdürdüğü bilinmektedir. Çok kaba bir gözlemle, haber kuruluşlarının künyelerine bakıldığında bile erkek yöneticilerin yer aldığı gözlenebilmektedir. Sosyal medya haberciliği, yazılı ve görsel medya haberciliğine göre bu durumun istisnasını oluşturmaktadır. Gazetelerde üst konumlarda kendine yer bulmakta sıkıntı çeken kadınlar, gazetelerin internet siteleri ya da internet haber sitelerinde kendilerine daha fazla yer bulabiliyor. TGC Başkanı Olcayto bunu da şöyle yorumluyor: "Sosyal Medya kadınlar için daha rahat bir ortam. Erkek yöneticilerin baskı uygulamadığı, mobing yapmadığı rahat bir çalışma alanı. Çoğu kadın gazeteci de kendi uzmanlık alanına göre, kendi portallarını kurararak sosyal medyada boy gösteriyor. Oysa gazetelerde her konuda olduğu gibi kadınların yetenekleri ne olursa olsun barınmaları pek olası görünmüyor. Erkek toplumunun çoğunlukta olduğu konumlarda kadınların çeşitli sorunlarla karşılaştığı bilinen gerçeklerdir. Sosyal medya tercihi bu açıdan kadınlara daha çekici gelebilir." (kaynak: http://www.gazeteciler.com/gundem/turkiyede-gazeteler-de- gazeteciler-de-erkek-79955h.html) Dizi sektörü ve eğlence ile ilgili içerik üretiminde kadın medya profesyonelleri habercilik sektörüne göre biraz daha fazla yer alabilmektedir. Bununla birlikte medya sektörünün çalışma Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. koşullarının kadının toplumsal rolü ve aile sorumluluklarına yönelik yarattığı etkiler, sektöre kadınların girebilmesini ve tutunabilme stratejilerinde başarı kazanmalarını olumsuz yönde etkilemektedir demek yanlış olmaz. Haber kuruluşlarında belirli türden haberlere ve görevlere kadınların sevk edilmesinde özellikle kendini gösteren yaygın cinsiyetçi eğilimleri güçlendiren faktörler şöyle sıralanmaktadır: ¢ 1-Bazılarına göre, zihinsel süreçleri farklı olduğu için haber yazarken kadınlar ve erkekler farklı anlatımlar ve ifadelendirmelerle gerçekliği ortaya koyarlar. Ciddi eleştiriler alan bu görüşe göre kadınlar, gerçekliği daha öznel, akıldışı, duygusal, yanlı, parçalı ve edilgin anlatımlarla sunarlar ve yazdıkları haberlerde de zihinsel faaliyetlerinin bu yanı açıkça öne çıkar. ¢ 2-Sosyalist-feministler, kadın ve erkek gazeteciler arasındaki anlatım farkının biyolojik özelliklerde değil, haber üretim sürecindeki cinsiyetçi işbölümünden kaynaklandığını söylerler. Günlük gazetelerin her kademesinde kadın yer almamakta, süreli yayınlar ile günlük yayınlar arasında kadın istihdamı ve konumlandırması açısından farklılık belirmektedir. Süreli yayınlarda kadın gazeteciler daha çok istihdam edilirken, günlük gazeteler bu istihdamın gerisinde kalmaktadır. Kadınların ister habercilik ister dizi yapım sektörü olsun, medyada tutunma stratejileri temelde 3 biçimde gerçekleşmektedir: Dahil olma: erkeksi iş yapma tarzlarını üstlenme, kurumun ataerkil çalışma kültürüne ayak uydurma ve kariyer planlamasını buna göre yapmak. Feminist: alternatif ses sağlama stratejisi, kurum içi cinsiyetçi işbölümüne ve değerlere karşı alternatif olanlarını gerçekleştirerek ve uygulayarak varlığını sürdürmek. Geri çekilme: iş yerinden ayrılma, serbest çalışan olma ise bütünüyle sektörün faal çalışma ortamının dışında parça başı iş ve karşılığında alınan ücretle içerik üretmektir. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. Bu stratejiler içinde gerek Batı’da gerekse Türkiye’de en yaygın olanı “dahil olma” stratejisi olup, kadınların kurumsal varlıklarını sürdürmeleri için yöneldikleri bu strateji, medya kuruluşlarında eril değerlerin ve anlayışın süregitmesine yol açmaktadır. V. MEDYADA KADINLARIN TEMSİLİ İLE İLGİLİ ETİK KODLAR Medya etiği dendiğinde günümüzde ilk akla gelen şey, haber ve habercilik/gazetecilik etiğidir. Gazetecilik ve haberciliğin etik2 ilkeleri ve mesleki kodları, gazetecilik mesleğini belirli kurallarla bağlantılı kılmaya yarayan; uygun çalışma yordamlarını kuran ve gazetecinin toplum gözünde mesleki konumunu haklılaştırmasına elveren düzenlemelerdir. Gazetecilik mesleği ile ilgili etik kodlar, genellikle gazetecilik ve habercilik meslek örgütleri tarafından geliştirilmektedir. İlki 1916’da İsveç’de kurulan basın konseyi üzere bütün mesleki konseyler ve dernekler, halktan gelen şikayetler ölçüsünde kamunun habercilere ilişkin kuşkularını gidermeye çalışmanın yanı sıra, gazetecilik/habercilik mesleği için bir profesyonellik duygusu yerleştirecek standartların geliştirilmesine de soyunmuşlardır (Dursun,2008). Etik kodlar, gazetecilere mesleği gerçekleştirmeleri sırasında doğru davranışları teşvik ederek yanlış davranışlardan kaçınmayı önemektedir (İrvan, 2005). Medyanın toplumsal sorumluluğu olduğu görüşünden hareketle geliştirilen mesleki etik kodlar, özellikle yirminci yüzyıl boyunca3, toplum karşısında gazetecilerin çeşitli yükümlülükleri olduğunun, devlet zoruyla değil, gazeteciler tarafından kendiliğinden kabul edilmesiyle uygulamaya başlanmıştır. Gazetecilerin kendi oluşturdukları kurumsal yapılar tarafından geliştirilen kurallar ve belirlenmeye çalışılan standartlar, hem haber alma hizmetinden yararlanan kamunun çıkarını kollayan, hem de gazetecinin korunmasını sağlayan düzenlemeler olarak çift yönlü yarar sağlamaktadır. Öte yandan gazeteciliğin mesleki gazetecilerin öz disiplin çabası, yalnızca ve en önemli olarak, devlet gücüne karşı gelmeye dönük bir tür strateji gibi kabul edildiği için, bu çaba, yirminci yüzyılın uzunca bir bölümünde 2 Etik,Yunancaethossözcüğündenkökenselolarakgelmektedir.Ahlakigörevveyükümlülükleriiçerecekşekildeiyive kötünün ne olduğuyla ilgilenmenin yanı sıra insan davranışlarını, yargılarını, davranış kurallarını ve ilkelerini ahlakilik temelindearaştırıpsavunanbirfelsefiincelemedalıdır(İrvan,2005) 3 Liberal düşünürlerin basının özgür olması ve bunun koşullarının sağlanması konusunda geliştirdikleri düşüncelerin karşısında ilk kez 1956’da Theodore Peterson tarafından “basının toplumsal sorumluluğu” ilkesi çıkarılmıştır (Alemdar, 1990:19). Böylelikle gazetecilerin ve genel olarak da basının, yaptığı işin özü gereği topluma karşı sorumlu olduğu görüşü ilk kez dile getirilmiştir. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. ‘savunma eğilimli’ olagelmiştir. Bu eğilimden dolayı insanlar, gazetecilerin ve medyanın etiğinden kuşku duyabilmektedir (Morresi, 2003). Etik ilkeler gazetecilerin misyonunu ve önceliklerini ortaya koyarken, mesleğin saygınlığını ve güvenirliğini sağlama amacını gerçekleştirmesi umulmaktadır. Bundan dolayı, etik ilkelerin büyük bir kısmı, yasaklayıcı, sınırlandırıcı ifadelerle doludur (İrvan, 2005). İrvan’ın yaptığı ayrıma göre haberin özellikle toplanması ve yazılması sürecinde uyulması gereken davranış ve tutumların temel ilkelerini kapsayan etik ilkelerin genel olarak 3 odağı vardır (2005): - Haber kaynaklarıyla ilişkileri düzenleyen ilkeler - Habere konu olan kişilere dair ilkeler - Haber toplama yöntemlerine ilişkin ilkeler Haber yapım süreci, gazetecinin fiilen işbaşında olduğu bir süreç olduğundan etik kurallar ve ilkeler de haber yöneticileri ya da medya kuruluşu sahiplerinden çok muhabirlere seslenmektedir. Bu nedenle yazılı ve görsel medyada özdenetim konusu, kuruluşların yapısal bütünlüğünden çok tek tek çalışanlarını ilgilendiren kişiselleşmiş bir mesele gibi belirmektedir. Oysa etik davranış, dar anlamda bireysel bir seçim olmakla sınırlı görülemez. Etik gazetecilik de her şeyden çok kişisel ahlak sorunu olarak görülmemelidir. Çünkü günümüz koşullarında gazetecinin seçimlerini belirleyen iş koşulları, piyasanın hükmediciliğine bırakılmıştır. Piyasa ise, ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ mottosunda billurlaşan ve gerçekleştirilen eylemede öncelikle medya kuruluşunun edineceği fayda’yı hesaba katan bir anlayışla hükmetmektedir. Ne yazık ki bu hükmediş, gazeteciye ne olursa olsun sattıracak, okutacak, izletecek bir yol bulmasını örtük olarak sürekli dayatmaktadır (Dursun, 2008). Etik ilkeler üzerinde piyasa mekanizmasının yarattığı basınç, dolaylı bir basınç olmakla birlikte sonuçları özellikle kadınların medyada temsil edilmesi sözkonusu olduğunda, oldukça çabuk ve doğrudan karşımıza çıkabilmektedir. İyi gazeteciliğin ne olduğunu vazeden etik kodlar, belki de en çok kadınların haberlerde temsili boyunca ihlal edilmektedir. 1920’li yıllardan itibaren bölgesel ve uluslar arası düzlemde gazetecilik mesleki davranış ilkeleri hazırlayarak özdenetim ve mesleğin saygınlaştırılması yolunu açma girişimleri başlamakla birlikte, kadına yönelik aile içi şiddet olgusunun, gazetecilik/habercilik mesleğinin etik çerçevelerine önemli ve başlıbaşına bir sorun olarak dahil edilmesi henüz yeni yeni karşımıza çıkmaktadır (Dursun,2008). Bunun nedeni, Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. gazetecilikte mesleki ve etik kodların, öncelikle insan haklarını gözeten ve her türden ayrımcılığa karşı olmayı vurgulayan daha genel ilkeler ortaya konulmasıdır. Bu süreçteki bazı önemli kilometre taşları şöylece sıralanabilir (İrvan, 2003, Alemdar, 1990, Özgen, 1988): - 1936’da Uluslararası Basın Birliği bir dizi ahlak kuralını benimsemiştir. - 1952’de Birleşmiş Milletler bünyesinde kabul edilen Basın ve Enformasyon Alanında Çalışanların Uluslararası Ahlak İlkeleri başlıklı metin, basın ahlak kurallarının zorunluluğunu sergilemiştir. - 1954’de Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (International Federation of Journalists), mesleki etik kodları ve gazetecilerin haklarını saptamıştır. Buna göre IFJ “İnsan hakları, demokrasi ve çoğulculuğu destekler. Her türlü ayrımcılığa karşıdır… Gazeteci, medyanın her türlü ayrımcılığı arttırdığına ilişkin tehlikenin farkında olmalıdır; ırk, cinsiyet, cinsiyet yönelimi, dil, din, politika, ulusal veya toplumsal kökenler temelinde gelişen ayrımcılığın her türünü körüklemekten kaçınmalıdır.” - 1971’de Avrupa Topluluğu’nun sendikal kuruluşlarının bir kısmı, Gazetecilerin Görev ve Hakları Bildirisi’ni hazırlayarak meslek ahlak ilkelerini belirlemiştir. - 1973’de Uluslar arası Gazeteciler Örgütü Meslek İlkeleri’nde, gazetecinin insan haklarının temel ilkelerini güçlendirmeye katkıda bulunması gerektiğinin altı çizilmiştir: “Gazeteci işinde insan haklarının temel ilkelerini güçlendirmeye ve halkların birbirlerini daha iyi tanımalarına ve anlamalarına katkıda bulunmalıdır…Gazeteci, ırk ayrımını ve halklar, etnik gruplar, dinler ve vatanlar arasında düşmanlık ve kin duygularını körüklemekten kaçınmalıdır.” - Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Basın Meslek İlkeleri, savaş, terörizm, azınlıklara karşı ayrımcılık gibi durumlarda toplumsal gerilim ve fikir ayrılıklarının artacağından hareketle gazetecilere özel görev yükler: “Böyle zamanlarda medya, demokratik hakları ve insani değerleri koruma görevi üstlenmelidir. Medya problemlerin çözümü için toleranslı ve barışçı yolları savunmalı, şiddete, kültürel, cinsel veya dinsel herhangi bir ayrıma karşı çıkmalıdır.” Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. - 1983’de UNESCO, Uluslar arası Gazetecilik Meslek Etiği İlkeleri’ni kabul etti. Bu ilkelerden 9. madde, insanlığın karşı karşıya kaldığı savaş ve diğer büyük kötülüklerin ortadan kaldırılmasıyla ilgili olup, “…gazetecilerin insanlığın evrensel değerlerine etik bir bağlılık duydukları takdirde, ırk,cinsiyet, dil, milliyet, din veya inanç ayrımı olmaksızın bütün ulusların, insanların ve bireylerin haklarına ve değerine saygıyı sağlayabileceğini” belirtmektedir. - Uluslar arası Gazete Editörleri Federasyonu (Gazetecilik Uygulamaları Kodu): Basın, görüş farklılıklarını tanır, saygı duyar ve alternatif görüşlerin lehinde olur. Cinsiyet, ırk, milliyet,dil, din, ideoloji ve inanç zemininde her türlü ayrıma karşıdır… Suç, terörizm, şiddet ve insanlık dışı ve kaba diğer eylemler yüceltilmemelidir. Dursun’un belirttiği gibi, uluslar arası metinlerde yer alan ve hem insan haklarını gözeten hem de savaş sonrasında öncelikle ırk ve uluslar arasındaki ayrıma odaklı ve cinsiyet ayrımcılığına da karşı olmayı vurgulayan ilkeler, örtük biçimde de olsa gazetecilerin cinsiyetler arası güç ilişkilerini kadının aleyhine yapılandırmaması gerektiğini içermektedir (Dursun, 2008). 1970’lerden itibaren dünya çapında kadın hareketlerinin güç kazanmaya başlamasıyla birlikte, kadınları ve çocukları gözeten ve daha özelleşmiş yeni etik ilkeler, gazetecilerin/habercilerin ulusal/ülkesel etik yönergelerinde yavaş yavaş yer almaya başlamıştır. Günümüzde pek çok ülkede mesleki etik kodlar, cinsiyeti de kapsayan bütün ayrımcılık türlerinden kaçınmayı artık açık seçik ifadelerle gazeteciye bir sorumluluk olarak yüklemektedir. Bazı ülkelerin basın meslek kuruluşlarının bu konudaki etik ilke ve kodlarına şu örnekleri verilebilir (aktaran Dursun, 2008): ABD Profesyonel Gazeteciler Derneği (SPJ), etik yönergesinde yer alan “ırk, cinsiyet, yaş, din, etnik kimlik, coğrafya, cinsel eğilim, sakatlık, fiziksel görünüm ya da toplumsal statüye ilişkin basmakalıp yargılardan kaçınılmalıdır” ilkesi, kadına dair haberlerde gazetecinin dikkatli ve sorumlu olduğunu altını yine dolaylı ve örtük biçimde çizen ve ulusal düzeyde kabul görmüş bir ilkedir. “Çocuk yaştaki sanıkların ve tecavüz kurbanlarının kimliklerini açıklamaktan özenle kaçınmalıdır” ilkesi ise çocuğa yönelik Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. şiddetin haberleştirilmesi konusunda daha açık ve doğrudan bir ilke olarak belirmektedir. Hollanda (Gazetecilerin Mesleki İlkeleri Deklarasyonu, 7.madde): Gazeteci, ayrımcılık tehlikesinin medya tarafından ileri götürülebileceğinin farkında olmalıdır ve ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, dil, din, siyasi veya başka düşünceler, ulusal veya toplumsal kökenler üzerinde temellenen ayrımcılığı güçlendirmekten kaçınmak için elinden geleni yapmalıdır. İngiltere (İngiliz Gazeteciler Sendikası Mesleki Kodlar, 10.madde): Gazeteci bir kişinin yaşını, ırkını, rengini, yasal durumunu, engelliliğini, medeni durumunu, cinsiyet veya cinsel yönelimini ancak bu bilgiler kesin olarak haber öyküsüyle ilgiliyse belirtebilir. Gazeteci, ırk, yaş, renk, engellilik, cinsiyet veya cinsel yönelim gibi zeminlerde ayrımcılığı, önyargıyı ve nefreti cesaretlendirecek materyali ne oluşturmalı ne de dağıtmalıdır. İngiltere (Basın Şikayetleri Komisyonu, 10. ve 13.madde): Basın, kişinin ırk, renk, din, cinsiyet veya cinsel yönelim veya fiziksel/ ruhsal herhangi bir hastalığı veya engelliliğine önyargılı ve kötüleyici atıfları yapmaktan kaçınmalıdır. Polonya (Gazeteciler Birliği Kongresi Bildirgesi, 5.madde): Savaşı, şiddeti kışkırtan, dindar insanların ve inanmayanların duygularını, ulusal hisleri, insan haklarını, kültürel özellikleri yaralayan veya pornografi propagandası yapan her türlü yayın yasaktır. İtalya (İtalyan Basını Ulusal Federasyonu ve Gazetecilerin Ulusal Konseyi): Bir gazeteci, kişiye, onun değerine, mahremiyet hakkına saygı duymalı ve ırkına, dinine, cinsiyetine, zihinsel ve fiziksel durumuna, politik görüşüne göre hiçbir kimse arasında ayrım asla yapmamalıdır. (…) Cinsel saldırı kurbanlarının isimleri yayınlanmamalıdır, kimliklerinin açığa çıkmasına yol açacak ayrıntılar –genel çıkarlar açısından kurbanlar tarafından gerek duyulmadıkça- verilmemelidir. Slovenya (Gazetecilik Kodları, 10.md): Cinsiyet, etnik, dinsel, toplumsal veya ulusal gruplara aidiyette temellenen her tür ayrım, dini duygu ve alışkanlıklara yönelik Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. ihlaller, farklı uluslar arasındaki çatışmayı arttıracak yönde her tür savaş kışkırtıcısı etkinlik, etik kod ile uzlaştırılamaz. Japonya (Nihon Shinbun Kyokai- Japon Gazete Yayıncıları ve Editör Gazetecileri): Üye gazeteler insan varlığının değerine en yüksek saygıyı göstermeli, bireyin onuruna en yüksek değeri vermeli, onun mahremiyet hakkını ciddiyetle gözetmelidir. Azerbeycan (Gazetecilerin Profesyonel Etik Kodu, 3.ilke): Gazeteci insanları, milliyeti, ırkı, cinsiyeti, dili, mesleği, dini ve doğduğu yer gibi bilgilerden dolayı suçlamamalıdır. Gazeteci, hakkında yazdığı kişinin onuru, değeri ve kişisel yaşamının ihlal edilemezliğine saygı göstermelidir. İspanya (İspanyol Basın Federasyonu, 4. ve 5. md.): Gazeteci, cinsel saldırı suçlarıyla ilgili meseleleri ele alırken özenli davranmalıdır. Çocukları ve gençleri ilgilendiren meselelerde de özel bir dikkat gösterilmelidir. (7.md.) Gazeteci, güçsüzlerin ve ayrımcılığa uğrayanların haklarına son derece ve mesleki süreklilik çerçevesinde saygı gösterir. Bundan dolayı ayrımcı bilgiyi veya fikirleri veya insanlık dışı ve aşağılayıcı uygulamaları teşvik eden bilgiyi ve fikirleri özel bir duyarlılıkla ele almak zorundadır. Gazeteci, kişinin ırkını, rengini, dinini, sosyal sınıfını veya kişinin cinsiyetini; veya fiziksel veya zihinsel hastalığı her ne olursa olsun kişinin engelliliğini kötüleyici veya önyargılı bir tarzda ima etmekten kaçınmalıdır. Fransa (Le Monde’un Etik İlkeleri): Tecavüz kurbanlarının adı ve soyadı –kurban kendisi açıkça talep etmedikçe- yayınlanamaz. Rusya (Rusya Gazeteciler Kongresi, 5.md.): Gazeteci, kendi etkinliğinin yol açabileceği sınırlılıkların tehlikesini, yol açabileceği rahatsızlıkların ve şiddetin bütünüyle farkında olmalıdır. Mesleki görevlerini yerine getirirken, aşırılığa ve sivil hakların cinsiyet, ırk, dil, din, siyasi veya başka herhangi bir görüş, sosyal veya ulusal köken zeminlerinde sınırlandırılmasına karşı çıkmalıdır. Gazeteci, kendi mesleki odağının nesnesi haline gelen kişilerin onuruna ve değerine saygı duymalıdır. Irk, milliyet, derinin rengi, din, sosyal köken, cinsiyet, hastalık veya kişinin fiziksel engelliliği ile ilgili aşağılayıcı imalardan ve yorumlardan kaçınmalıdır (…) Gazeteci, Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. insanların fiziksel ve ahlaki sağlığına zarar verebilecek saldırgan ifadelerden koşulsuz olarak kaçınmak zorundadır. İrlanda (Ulusal Gazeteciler Sendikası, 10.md.): Gazeteci, kişinin yaşını,. rengini, yasal durumunu, engelliliğini, medeni halini, cinsiyetini veya cinsel yönelimini bu bilgiler mutlaka gerekliyse belirtebilir. Ayrımcılığı güçlendirecek ve sayılan zeminlerde önyargı ve nefret yaratacak materyali oluşturmaktan veya yaymaktan kaçınmalıdır. Almanya (Basın Konseyi,11.md ): Şiddet ve kaba güç sansasyonelleştirilmemelidir. Röportaj, genç insanları koruma ilkesine göre yapılmalıdır. Doğu Afrika Ülkeleri Etik Kodları: Kitle medyası, başka şeylerin yanı sıra, kişinin ulusu, etnikliği, sınıfı, dini, politik bağlantısı ve cinsiyeti veya fiziksel veya zihinsel herhangi bir hastalığı ve engelliliğine gönderme yapacak kötüleyici, önyargılı veya lekeleyici bir dilden kaçınmalıdır… Gazeteci, insanın sosyo-ekonomik konumu ve sosyo-kültürel meselelere duyarlılıkla, temel hak ve özgürlüklerine saygı duymalı ve savunmalıdır. Latin Amerika Gazetecileri Merkezi: Her ne biçimde olursa olsun gazeteciliğin dili müstehcenliği, banalliği ve iğrençliği ve ayrımcılığın her türlüsünü güçlendiren önyargıları besleyen dili dışlamalıdır. Avustralya (Basın Konseyi Etik İlkeleri 7.md.): Yayınlar bir bireyin veya grubun ırk, din, milliyet, renk, ülke kökeni, cinsiyet, cinsel yönelim, medeni durum, engellilik, hastalık veya yaşıyla ilgili gereksiz vurgularda bulunmamalı. Ancak ilgisi olduğunda veya kamu yararı varsa yayında bu konular açıklanabilir ve görüş beyan edilebilir. Meksika (İberAmerican Universitesi’nin Gazetecilik Etik Kodları,2.md): Gazeteci, toplumun medyaya erişimini destekler, bütün toplumsal sektörleri bilgi kaynağı olarak görür, herhangi bir türden ayrımcılık uygulamaz ve okuyucusuna/izleyicisine saygı duyar. İsrail (Gazeteciliğin Mesleki Etik Kuralları, md.4): Gazete ve gazeteci, ırkçılığı kışkırtan veya cesaretlendiren veya ırk, köken, derinin rendi, etnik bağlantı, milliyet,din, cinsiyet, yerleşim yeri, cinsel yönelim, hastalık veya fiziksel ve zihinsel yetersizlik, siyasi inanç Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. veya görüş ve toplumsal ekonomik konum temelinde herhangi bir yayın yapmaz. Gazete ve gazeteci, bu özellikleri ancak haber konusuyla ilgili olmadıkça belirtmez. Bu çerçeve Batı ülkelerinde kadının (ve çocukların) insan olmaktan gelen haklarını, yapı bütünlüğünü, değerini ve onurunu merkeze alır biçimde habercilik yapılması konusunda kayda değer bir aşamaya gelindiğini göstermektedir. Basmakalıp yargılara karşı mücadele edilmesi konusunun uluslar arası gazetecilik kuruluşları nezdinde etik bir koda dönüşmeye başlaması önemli bir kazanım sayılabilir. Cinsiyet ayrımcılığına karşı kodların tek tek ülkelerin etik anlayışlarına dahil olması, gerçeklik iddiası en güçlü metin olan haberler açısından doğrudan ve kısa sürede sonuçlar yaratabilmekten henüz uzaktır. Bununla birlikte, hangi türden haberlerde kadınların ayrımcılığa uğradıklarının görülebilmesi ve konuşulur hale gelebilmesi de, önemli bir olanaktır. Türkiye’ye baktığımızda ise varolan meslek yapılarının, genel olarak cinsiyet ayrımcılığına karşı ilkeleri büyük ölçüde kabul ettiğini görmekteyiz. Gerek Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin meslek ilkeleri olsun, gerek Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi’nde yer alan ilkeler olsun, gazetecinin haberlerinde cinsiyet ayrımcılığı yapmaması ve şiddeti körüklememesi gerektiğinin altını çizmektedir. Söz konusu örgütlerin ilkelerinden örnekler şunlardır (Dursun, 2008): a) Basın Konseyi Meslek İlkeleri: • 1. md.)Yayınlarda hiç kimse; ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi ve inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz. • 2.md.) Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz. • 4.md.) Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan ve iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez. • 5.md.) Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. • 13.md) Şiddet ve zorbalığı özendirici yayın yapmaktan kaçınılır. b) Çağdaş Gazeteciler Derneği Üyelik ve Meslek İlkeleri: 4. md.) Yayınlarda hiç kimse, ırk, renk, cinsiyet, dil, dini inanç ya da inançsızlık, sosyal statü, sınıf, bedensel yapı, düşünce ve inançları nedeniyle hor görülemez, kınanamaz, aşağılanamaz. Haber ve yorumda, kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan sözcükler kullanılamaz. 12. md.) Gazeteci, şiddet, zorbalık ve savaş kışkırtıcılığına araç olamaz. Barışı, ulusların ve halkların kardeşliğini ve eşitliğini savunur; insanlar, topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Ulusal bağımsızlık ve demokrasiyi vazgeçilmez ilke olarak kabul eder. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde ve Helsinki Konferansı kararında belirtilen ilkelere bağlı kalır. c) Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Hak ve Sorumluluk Bildirgesi) • E. Gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri: 3. md.) Gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır. Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtan yayın yapamaz. 7. md.) Gazeteci, kamuya mal olmuş bir şahsiyet bile olsa, halkın haber alma, bilgilenme hakkıyla doğrudan bağlantılı olmayan hiç bir amaç için, izin verilmedikçe özel yaşamın gizliliği ilkesini ihlal edemez. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. Gazetecinin Doğru Davranış Kuralları: Çocuk: Çocuklarla ilgili suçlarda ve cinsel saldırılarda sanık, tanık ya da mağdur (maktul) olsun, 18 yaşından küçüklerin açık isimleri ve fotoğrafları yayınlanmamalıdır. Çocuğun kişiliğini ve davranışlarını etkileyebilecek durumlarda, gazeteci, bir aile büyüğünün veya çocuktan sorumlu bir başkasının izni olmaksızın çocukla röportaj yapmamalı veya görüntüsünü almaya çalışmamalıdır. Cinsel saldırılar: Cinsel saldırı mağdurlarının fotoğrafları, görüntüleri veya kimlikleri, açık kamu yararı olmadıkça yayınlanmamalıdır. Batı’da ve özellikle ABD’de olduğu gibi tecimsel basın yayın kuruluşlarının, kendi kurumsal etik ilkelerini geliştirmesi ise Türkiye’de 1990 sonrasında gözlenmektedir. Doğan Medya Grubu bunlardan ilk örneği oluşturmaktadır. Grubun yayın ilkeleri hem yazılı hem görsel medya alanında faaliyet gösteren kuruluşları için geçerlidir. Bu grubun yayın ilkelerinde de farklı ülkelerin meslek kuruluşlarının genel eğilimi izlenmiş ve cinsiyete dayalı ayrımcılığı, şiddete ve zorbalığa kışkırtıcılığı reddeden bir habercilik etiği benimsenmiş görünmektedir. c) Doğan Medya Grubu Yayın İlkeleri: 5. md.) Yayınlarda hiç kimse ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi veya ilişkisi, dini inançları, fiziki kusurları veya yaşı nedeniyle aşağılanamaz ve kınanamaz. 6.md.) Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı yayın yapamaz. 7.md.) Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan lakap ve ifadeler kullanılamaz. 8. md.) Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenemedikçe hiç kimse "suçlu" ilan edilemez. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. 17. md.) Şiddet ve zorbalığı özendirici veya kışkırtıcı, çocukları cinsel konularda olumsuz yönde etkileyici, bireyler, topluluklar ve uluslar arasında nefret ve düşmanlığı körükleyici yayın yapmaktan kaçınır. Gazetecilik/habercilik etiğinde ulusararası ve ulusal düzeyde geliştirilmiş olan bütün bu etik ilkeler ve kodlar, tek başlarına kadın lehine ya da cinsiyetçi olmayan bir habercilik dilinin kurulmasına ve yerleşmesine yardımcı olamazlar. Haber yapım süreçleri ve pratikleri aynı kaldığı sürece, muhabirlerin cinsiyet eşitliğine dayalı haberler yazabilmesi için, habere ilişkin bakış açılarının dönüştürülmesi önemlidir. VI. MEDYADA KADINLARIN TEMSİLİ İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER Görsel ve yazılı medyada kadınların temsili ile ilgili hukuki çerçeveler ve yasal düzenlemeler, böyle bir genel başlık altında gerçekleşmemiştir. Genel olarak medyaya ilişkin düzenlemeler, yayıncıların yayınlarını gerçekleştirebilmek koşullarını, içerik üretimindeki yükümlülüklerini ve sınırlılıkları belirleyen ve özellikle görsel- işitsel yayıncılık için Avrupa Birliği mevzuatı ile uygunluk gösteren referans çerçeveleridir. Bu referans çerçeveleri, uluslararası protokoller ve sözleşmelerle oluşturulabildiği gibi, ulusal, bölgesel ya da daha yerel düzenlemeler olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Türkiye de üyesi olduğu uluslararası yayıncılık platformları ve imza attığı sözleşmeler doğrultusunda kendi iç mevzuatını uluslararası yayıncılık normlarına uygun hale dönüştürmektedir. Kadınların ya da toplumsal cinsiyetin temsili söz konusu olduğunda Avrupa Birliği ülkeleri, cinsiyetler arası da dahil olmak üzere her türden ayrımcılığa ve şiddete karşı, sınırlı korumalardan daha etkin uygulamalara doğru yönelmektedir. AB, sözkonusu düzenlemeleri genel olarak şiddet ile kadına/çocuğa yönelik şiddet konusunda özellikle görsel- işitsel medya yayıncılarına4 önemli sorumluluklar yükleyecek bir anlayışla gerçekleştirilmektedir (Dursun,2008). AB’nin yayıncılık alanında iki temel düzenlemesi vardır: 4 Avrupa Birliği, medya politikalarını 1980’lerden beri ağırlıklı olarak görsel-işitsel medya üzerinde yoğunlaştırmıştır. Bu hem yayıncılık sektöründe ulusal pazar sınırlılıkların aşılmaya başlanmasının gerek mülkiyet yapıları ve pazarın işleyişine dair, gerekse çoğulculuk ve çeşitliliğin medya içeriklerinde sağlanmasına dair hayati sorunların görsel- işitsel medya ile ilgili olarak ortaya çıkmasından dolayıdır; hem de birleşmiş bir Avrupa projesinin medyanın da dahil olduğu kültürel alandaki düzenlemelere gittikçe daha fazla gereksinir hale gelmesinden dolayıdır. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. 1- Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi: AB’nin en önemlilerinden birisi sayılan ve Avrupa Konseyi tarafından çıkarıldıktan sonra Türkiye’de 1993’de yürürlüğe giren bu sözleşme, yayıncılıktaki sınırları açan ve ortak sorumluluğu belirleyen çerçeve düzenlemesidir. Sözleşmede yer alan şu hükümler, kadınların yayın içeriklerinde temsili ile ilgili sonuçlar doğurabilmektedir: 1. Program hizmetlerinin sunuş ve içerik bakımından bütün unsurları, insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olacaktır. 2. Program hizmetleri özellikle; a) Edebe aykırı olmayacak ve pornografi içermeyecek, b) Şiddet eğilimini körüklemeyecek veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmayacaktır. 2. Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyebilecek türden program hizmetleri, bunların seyredilebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmayacaktır. Sözleşmede kadına yönelik şiddetle ilgili açık bir hüküm yoktur ancak hem çocuk ve gençlerin şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı söylemini güçlendiren tarzda cinsellik içeriğiyle karşı karşıya bırakılmasının önüne geçmeye çalıştığı görülmektedir; sadece muhabirlerin değil yayıncı sorumluluğunun altını çizerek, dolaylı da olsa kadın lehine bir temsilin olanağının yasal temelini sağlamaktadır (Dursun, 2008) 2. Avrupa Sınır Tanımayan Televizyon Direktifi: AB üyesi ülkelerin yayıncılık iç pazarında tüm engellerin kalkması için 1989’da kabul edilmiş, teknolojik gelişmelere paralel olarak 1997 yılında yeniden gözden geçirilmiş mevzuatıdır. Direktifte yer alan “Üye ülkeler yayınlarında ırk, cinsiyet, din ve milliyetçilik kapsamında kin, nefret duygularına sevk eden unsurlara yer verilmemesini temin edeceklerdir” ifadesi ile kadınların uğradığı cinsiyet ayrımcılığının medyada yeniden üretilmesine dair önlemleri alma konusunu üye ülkelerin iç düzenlemelerine bırakmaktadır (Dursun,2008). AB üyesi ülkeler, yeni kuşakların şiddet ve cinsellik içeriği ile karşılaşma tarzlarına müdahalede bulunmak ve ayrımcılığı körükleyecek içeriklerin dolaşımını kısıtlamaya özel bir önem vermektedir. Bu da kadınların medyada temsili ile ilgili ülkelerin iç mevzuat düzenlemelerinde ele alınması gereken politikaları geliştirilmesine kaynaklık etmektedir. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. VII. DEĞERLENDİRME VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Medya ve kadın arasındaki bağlantı meselesi, sadece kadınların nasıl temsil edildiklerinin konu edilebileceği bir tartışma çerçevesini aşan boyutlara sahiptir. Bu çalışmada da vurgulandığı üzere, konunun gazeteciliğin çalışma yaşamını, sektördeki cinsiyetçi çalışma pratiklerini ve ilişkileri kapsayan boyutları da vardır. Görsel ve yazılı kitle iletişim araçlarında çalışan kadınların sayısı zaman içinde artmakla birlikte, yönetici konumlarda yer alan kadınların sayısı aynı doğrultuda artmamaktadır. Yöneticiliğin erkekler tarafından üstlenilmesinin kadınların medyada temsili açısından yarattığı doğrudan ve dolaylı sonuçlar vardır. Yönetici konumda ağırlıklı olarak erkeklerin yer alması, bütünüyle kadınların daha ikincil, daha bağımlı ve güçsüz figürler olarak temsil edilmesine yol açıyordur demek çok kestirmeci ve doğru olmayan bir yaklaşımdır. Çünkü feminist medya eleştirmeni Karen Ross’un belirttiği gibi ““Gazetecinin cinsiyeti, onun eşitliği öne çıkaran duygu ve görüşleri benimsemesi ya da eşitlikçi pratikleri desteklemesini sağlayacak belirli değerler ve inançlar için herhangi bir garanti vermez” (2001) Burada asıl sorun, kadının toplumsal yaşamda varlığının nasıl kurulduğu ve görüldüğü sorunudur. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, toplumsal ilişkiler alanından süzülerek medyada görünür ve yeniden üretilir hale gelmektedir. Yani kadınlar (ve tabii erkekler de), toplumsal söylem alanında yerleşik olan anlamlarla bağlantılı bir biçimde temsil edilmektedirler. Dolayısıyla medyada kadınların hem çalışma yaşamındaki hem de temsil edilmelerinde güçlendirecek dinamiklerin gelişebilmesi için, sorumluluk sadece medyaya ait görülemez. Toplumsal ilişkiler alanını örgütleyen ve düzenleyen asıl mekanizma olan devletin cinsiyet eşitliğine bakış açısı ve ürettiği politikalar, daha geçerli ve doğrudan sonuçlar yaratabilmektedir. Bununla birlikte toplumun cinsiyet eşitliğini temel alan anlamlarla ve temsillerle karşılaşması da, sürecin sadece politikaların geliştirilmesi odaklı olmasının önüne geçerek toplumsal dokuya eşitlikçi anlayışı ve değerleri nüfuz etmesini hızlandırabilir. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. Medya ve kadın bağlantısında yukarıda ayrıntılandırılan temsil ve çalışma yaşamında eşitliğe dair sorunların üstesinden gelebilmek adına çözüm önerileri ise 25 Nisan 2015 tarihinde Kocaeli, Sakarya ve Düzce’deki kadın STK Temsilcileri, Akademisyenler, Hukukçular, İletişimciler, ve Sosyal Hizmet Uzmanları ile birlikte yapılan “Medyada Kadın İmgesi Çalıştayı ” atölye çalışmaları ile aşağıdaki başlıklar altında geliştirilmiştir: a) Medyada kadınların temsiliyle ilgili sorunların çözümü için öneriler Hemen bütün ülkelerin etik yönergelerinde az çok yer verilen etik ilkelerle asıl olarak, haberlere konu olan kişilerin nesneleştirilmesinin önü alınmaya çalışılır. Bu etik ilkelerin uygulanmasının desteklenmesi için, basın ve görsel –işitsel medya meslek kuruluşları tarafından ihlallerin yaptırımla karşılanması gerekmektedir. Gazeteciler haberlerinde bu türden uygulama kılavuzu niteliğindeki ilkeleri yaygın ve sürekli olarak dikkate alabilseler, kuşkusuz ki kadınların nesneleştirilmesi bütünüyle ortadan kaldırılamasa bile görece daha az sorunlu olabilir. Bunun için: - Kadına yönelik şiddet haberlerinde mağdur kadınlara ilişkin ağırlıkla fotoğraf yayınlayarak nesneleştirilmesinden vazgeçilebilir. - Fotoğraflarda kadınların mağdur ve ezilmiş bir biçimde temsil edilmemesi, onarın kişilik ve kimlik bütünlüğüne zarar verir biçimde öne çıkarılmaması ve bunun yerine, asıl fail olan erkeklerin olay sonrası görüntülerinden yararlanılması gereklidir. - Habere konu olan olayı sadece söz konusu kadın ve erkeğin arasındaki ilişkinin dinamiğinden kaynaklanan ve özel/mahrem bir durummuş gibi sunmak doğru değildir. Kadın- erkek ilişkisinin toplumsal boyutu vardır ve cinsiyetçi pratiklerle yüklüdür. Dolayısıyla haberlerde sorunların kişisel değil toplumsal boyutlarına mutlaka işaret edilmelidir. - Haberin kim nerede ne zaman ne yapmış neyle nasıl olmak üzere 5 N 1 K olarak formüle edilen bilgiyle sınırlı görülmesi, haberdeki bağlam bilgisinin dar tutulmasıyla sonuçlanmaktadır. Böylelikle de olay ya da olgunun geniş bağlamına ve asıl nedenlerine ilişkin bilgi derlenmesi haberci için söz konusu olmamaktadır. Oysa bağlamın genişletilmesiyle, gerçekleşen olayın çok yönlü ve zengin bilgisi okura/izleyiciye fark ettirilebilir. Bu da cinsiyet eşitsizliğinin basmakalıp bir biçimde değil karmaşık ve çok yönlü biçimde yapılandığını ortaya koymak anlamına gelecektir. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. - Gerçekleşen şiddet eylemi, başlıkta ve haber metninde kategoriyi yeniden üreten bir tanımlamayla yer almamalı. Örneğin: “İşsizlik cinayeti yuvayı dağıttı”, “ Ankara’da kıskançlık cinayeti” gibi başlıklar, olayın asıl neden- sonuç bağlantısının görünmesini engelleyen klişe ifadelerdir. Bu tür ifadeler, işsizlik ya da kıskançlığın, kadına yönelik şiddettin nedeni olarak ortaya çıkmasını okur gözünde normalleştirebilir ve doğallaştırabilir. - Kadına yönelik şiddet ya da taciz haberlerinde, neyin hakiki ve kökensel neden, neyin bahane, mazeret veya gerekçe olduğunu okuyucuya iyice gösterecek ve ayırt ettirecek bir anlatım kullanılmalıdır. - Şiddeti gerçekleştiren fail, apaçık kılınmalı: bunun için yüklemler etkin yüklem olmalıdır. Örneğin: “Eşi tarafından dövüldü” yerine “kocası dövdü” ifadesi daha tercih edilebilirdir; çünkü dövülme fiilindeki gizli özne olan kadın yerine, döven erkek öne çıkarılmıştır. Belirsiz ve anonim failler olarak haberde ve olayda kaybedilmemelidir. - Haberde saldırıya maruz kalandan çok saldırganın görüşlerine yer veriliyor olması da olayın çerçevesinin kuruluşu bakımından sorunludur. Mümkün olduğunda saldırgan ya da olayın faillerinin doğrudan açıklamalarına ve sözlerine yer verilmemelidir. - “Namus cinayeti, töre cinayeti, aile meclisi kararıyla infaz, çılgın koca/sevgili, kıskançlık cinayeti, namusun temizlenmesi, töre kurbanı” gibi haberlerde sıkça karşımıza çıkan bir çok ifade, klişe niteliğinde olup, okur ya da izleyicide duygusal bir etki yaratma amacına yöneliktir. Ancak bu etkiyi yaratırken, kadınların gerçeklik alanlarının eksik ve indirgenmiş biçimde temsiline, bazı toplumsal ilişkilerin olağanlaştırılmasına hizmet etmektedir. Olabildiğince bu tür ifadelerin editörler tarafından ayıklandığı bir haber yazım politikası, haber yöneticileri tarafından benimsenmelidir. - Kadına yönelik şiddet ve taciz haberlerinin yanı sıra sığınma evlerinin sayılarının artması ve gereksinimlerinin karşılanması için kampanyavari habercilik yürütülmeli; bu sorunlara dair çözümlerle ilgili güncel ve olumlu gelişmeler haberleştirilmelidir. - Sadeleştirilmiş bir anlatımla, kadının şiddet karşısında yasal korunma ve çözüm yollarına dair gelişmeleri ve olan durumu yalın bir içerikle anlatan haberlere düzenli olarak yer ayrılmalıdır. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. - Medyada düzenli olarak, şiddete maruz kalan ya da taciz mağduru kadınların bir süre sonra hayata nasıl devam ettiklerini gösteren haberler yapılmalıdır ki kadınlara ayakta kalma stratejileri olarak bu haberlerin olumlu bir etkisi olacaktır. - Şiddeti gerçekleştiren saldırganların, olay sonrasında hem yasal olarak hangi yaptırımlarla karşılaştıklarının sergilenmesi ve yaptığının yanına kalmayacağının vurgulanması gereklidir haberlerde. - Özellikle cinsel suçlar başta olmak üzere herhangi bir suçun kurbanının kimliğini ortaya çıkaracak biçimde haberde ayrıntıların ve görüntülerin verilmesinden kaçınılmalıdır. - Kadının yapı bütünlüğü gözetilerek görsel malzeme derlenecek ise intihar etmiş, yaralanmış, öldürülmüş kadın fotoğrafları kullanılmamalıdır. Yine mahrem sayılabilecek, dekolte giysili resimlerinden kaçınılmalı; kadının cinsel kimliğine değil olaya ve faile doğru vurgu kaydırılmalıdır. Medya içeriklerinde özellikle haberlerde kadınların temsili ile ilgili bu uygulama parametreleri, öncelikle basın meslek kuruluşlarının, Basın Konseyi’nin ve habercilerin çalıştığı yayın kuruluşlarının denetim ve takiplerinin sorumluluğunda olmalıdır. Aynı zamanda birçok gazetede yer alan okur temsilcileri aracılığıyla okurla kurulan etkileşimden de yararlanarak, güncel içerik üretimindeki kadın aleyhine anlamların üzerine eleştirel bir bakış açısı geliştirilip hem kurum içinde medya çalışanları ile hem de okur ve izleyiciler ile düzenli olarak paylaşılmalıdır. Yine medya meslek örgütleri, kadınların temsili ile hazırlayacakları periyodik raporlar ile, medyada beliren olumlu ve olumsuz temsil örnekleri konusunda medya profesyonellerine düzenli bilgi akışı ve kendilerinin mesleki formasyonlarını güçlendirmelerini sağlayabilirler. Aynı zamanda medya meslek örgütlerinin, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün ve Anadolu Ajansı’nın ortaklaşa veya tekil olarak üstlenecekleri medya çalışanlarına, habercilere yönelik eğitimler ile, kadınların gerçekliklerinin ve kimliklerinin sunulmasında onların aleyhine işleyen söylemsel stratejiler bertaraf edilebilir. Hemen bütün ülkelerin etik yönergelerinde az çok yer verilen etik ilkelerle asıl olarak, haberlere konu olan kişilerin nesneleştirilmesinin önü alınmaya çalışılmaktır. Böylelikle açıkça kabul edilmese de, gerçekliğin, insanlar arasındaki ilişkilerde bir yerde bulunduğuna da işaret Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. edilmektedir. Eğer gazeteciler haberlerinde bu türden uygulama kılavuzu niteliğindeki ilkeleri yaygın ve sürekli olarak dikkate alabilseler, kuşkusuz ki kadınların nesneleştirilmesi bütünüyle ortadan kaldırılamasa bile görece daha az sorunlu olabilir. Etik ilkeler ve yönergeler, güncel anlayış değişikliklerine bağlı olarak kadınların temsilindeki sorunları daha spesifik olarak işaret edilecek biçimde yeniden düzenlenmeli ve medya meslek örgütleri aracılığıyla kamuoyunda da tartışmaya açılmalıdır. Medya okur yazarlığı yetkinliğinin, medya metinleriyle karşılaşan farklı kuşaklar için farklı düzeyde kazandırılmasına yönelik çalışmalar, meslek örgütleri, RTÜK, TRT gibi kamu kurumları tarafından gündemde tutulmalıdır. Böylesi bir yetkinliğin kazandırılması izleyici/okur için toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısıyla medya metinlerinin nasıl yeniden ele alınabileceği ve anlamlandırabileceği ile ilgili tutum almasına yönelik refleksleri de harekete geçirebilecektir. Böylelikle, medya tarafından açık ya da örtük biçimde üretilen cinsiyetçi içeriklerle karşılaşan izler kitle için, kendi muhakemesini ve yorumlarını daha zengin ve güçlü bir biçimde geliştirme imkanı doğacak, kalıp yargıları, klişe ifadeleri ve bunların yarattığı gerçekliği sorgulayabilecektir (Erdoğan, 2010). b) Medyada kadınların mesleki varlığını güçlendirmek için öneriler Medya sektöründe kadınların tutunabilmek amacıyla ağırlıklı olarak başvurdukları ataerkil çalışma kültürünü benimseyerek “içine dahil olma” stratejisi yerine, bu kültürün iş yaşamında beliren bütün özelliklerinin farkına varılacağı bir toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir kurum içi çalışma iklim ve kültürü eğitimi bütün medya kurum ve kuruluşları tarafından verilmelidir. Bu tür bir eğitimin içeriği ve biçimi, üniversitelerle, iletişim fakülteleri ve kadın sorunları araştırma ve uygulama merkezleri ile ortak biçimde tasarlanıp hazırlanmalıdır. Medya kuruluşlarındaki en tepeden en aşağıya kadar farklı kademede görev alan medya çalışanlarına yönelik böylesi bir paylaşım ve eğitim süreci, cinsiyetçi iş görme pratiklerinin ve buna dayalı anlayışların medya sektöründe doğal ve olağan kabul edilmesini zorlaştıracak, zamanla ortadan kalkmasına da ön ayak olacaktır. Kadın medya çalışanlarının ev içi sorumluluklarından ve aile yaşantılarından kaynaklı streslerinin telafi edilebileceği ve açmazlarına çözüm aranabilecek destek mekanizmaları, medya kuruluşları tarafından düşünülmesi ve oluşturulmalıdır. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. Ataerkil anlam rejimi tarafından ne olduğu saptanan ve sınırlandırılan gerçek, kadının kendi gerçeği değildir. Kendi dünyasının gerçeğinin ne olduğunu ortaya koyabilmesi için ise, gazetecinin/ habercinin yardımına gereksinmektedir. Bu yardım, haber medyası sektöründe kadın gazetecilerin sayısının artması ve yönetici konumlarda ağırlıkla istihdam edilmelerinin yanı sıra, gazetecinin rutin haber yazımı ve habercilik uygulamalarının dışında bir yerde konumlanmasıyla olabilir. Kadınların sektördeki azlığının, haber medyasında cinsiyetçi imgelerin yeniden üretimini kolaylaştırdığı ve kadına yönelik şiddeti bir bakıma doğallaştırdığı doğrudur. Ancak bir söylemin üretilmesi ve dolaşımda tutulması, o söylemden zarar gören kesimlerin farkında olmaksızın buna katkı yapacak anlam üretimini gerçekleştirmelerinin de bir sonucudur. Bu durumda kadınların medya sektöründe sayıca artışı, ataerkil anlam rejimini otomatik olarak dönüştürmeye kuşkusuz yetmeyecektir. Bundan dolayı asıl yardım, kadın veya erkek gazetecinin/habercinin kadın aleyhine olan cinsiyetçi ataerkil söylemin unsurlarını habere katmamasıyla mümkün olabilir. Bu yöndeki söylemsel tercihleri konusunda, gazetecinin/habercinin çalıştığı kuruluşlarda ısrarlı olmasıyla mümkün olabilir. KAYNAKLAR: Basın Yayın ve enformasyon Genel Müdürlüğü (2012), Bir Bakışta Türk Medyası Raporu, Ankara Çelenk, Sevilay ve Nilüfer Timisi (2000), “Yerli Dramalarda Kadın Temsili ve Şiddet”, içinde Televizyon, Kadın ve Şiddet, derl. Nur Betül Çelik, Kiv yayınları, Ankara. Çelik, Nurbetül (2000), Televizyon, Kadın ve Şiddet, Kiv yayınları, Ankara. Dursun, Çiler, (2013), “Türkiye’de 1975-2010 Arasında Haber Habercilik ve Gazetecilik Çalışmalarında Kadın Sorunlarına Bakış ve Feminist Yaklaşımlar” içinde İletişim Kuram Kritik, Ç.Dursun, İmge yay: Ankara Dursun, Çiler (2012), “Söylem ve İletişim”, İletişim Kuramları (ed.) Çiler Dursun, Atatürk Üniv. Yay: Erzurum Dursun, Çiler (2010), “Kadına Yönelik Şiddet Karşısında Haber Etiği”, içinde Fe Dergi, sayı 2(1), http://cins.ankara.edu.tr/20101.html Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. Dursun, Çiler (2008), Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Haber Medyası: Alternatif Bir Habercilik, KSGM yay: Ankara Dursun, Çiler (2005), “Haber ve Habercilik, Gazetecilik Üzerine Düşünmek”, içinde Gazetecilik ve Habercilik, derl. Sevda Alankuş, Bia yayınları: İstanbul. Dursun, Çiler, (2005), “Haberde Gerçekliğin İnşa Edilmesi Ne Demektir?”, içinde Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi,(derl.) Çiler Dursun, Elips kitap, Ankara. Dursun, Çiler (2004), Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Elips: Ankara. Dursun, Çiler (2001), Tv Haberlerinde İdeoloji, İmge kKtabevi, Ankara. Erdoğan, Müge Toker (2010), Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanmasında Medya Okur Yazarlığının Rolü, KSGM yay: Ankara İrvan, Süleyman (2005) “Medya ve Etik”, içinde Medya Etik v e Hukuk (derl.) S.İrvan, R.Duran, F.İlkiz IPS Vakfı yay: İstanbul. Kerestecioğlu, Filiz vd. (2007) Kadın Odaklı Habercilik, IPS Vakfı yay: İstanbul. Medya ve Aile İçi Şiddet, (2007, konferans), Doğan Egmont Yayıncılık, İstanbul Medyada Şiddete Duyarlılık, (2004, Panel), RTÜK yayını, İstanbul. Timisi, Nilüfer, (1996), Medyada Cinsiyetçilik, KSGM yayını, Ankara. Van Zoonen, Elisabeth (1997), “Medyaya Feminist Yaklaşımlar”, içinde Medya Kültür Siyaset, derl. S. İrvan, Ark yay: Ankara. Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.