güvenli bir hayat var projesi medyada kadın imgesi çalıştay raporu

Transkript

güvenli bir hayat var projesi medyada kadın imgesi çalıştay raporu
KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE YEREL VE ULUSAL SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ
KAPASİTESİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ HİBE PROGRAMI
GÜVENLİ BİR HAYAT VAR PROJESİ
MEDYADA KADIN İMGESİ ÇALIŞTAY RAPORU
25.04.2015-SAKARYA
www.guvenlibirhayatvar.org
GÜVENLİ BİR HAYAT VAR ! PROJESİ
KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE YEREL VE ULUSAL SİVİL TOPLUM
KURULUŞLARININ
KAPASİTESİNİN
GÜÇLENDİRİLMESİ
HİBE
PROGRAMI
KAPSAMINDA YÜRÜTÜLEN PROJE AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ
TARAFINDAN FİNANSE EDİLMEKTEDİR.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
PROJENİN HEDEFLERİ :
Genel Hedefleri :
1.
Ülkemizde kadına yönelik her tür şiddetin ortadan kaldırılması için gerekli önlemlerin tüm
tarafların işbirliği ile uygulamaya konulmasına katkıda bulunmak.
2-. Sivil toplumun güçlendirilmesi yoluyla kadının insan haklarının korunması
çalışmalarını bölge ölçeğinde geliştirmek, yaygınlaştırmak ve bu çalışmaları entegre etmek.
Özel Hedefleri:
1- Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi gündemine alan
sivil toplum kuruluşlarının ve girişimlerin kapasitelerini geliştirmek; bu alanda yerel ve
bölgesel işbirliğini teşvik etmek suretiyle toplumsal cinsiyet tabanlı şiddetle mücadelede
hizmetlerin iyileştirilmesi ve bu yönde bilincin artırılması
2- Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde kadına yönelik şiddetle mücadele eden sivil toplum
kuruluşlarını ortak hareket eden bir platform çatısı altında toplamak.
PROJENİN HEDEF KİTLESİ :
1-Proje Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde uygulanmaktadır.
2-Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde örgütlü bireyler (STK üyeleri, kent konseyi kadın
meclisleri, siyasi partilerin kadın kolları üyeleri
3- Üniversite öğrencileri; kamu kurumlarında sosyal hizmet sunan çalışanlar, yerel
yönetimler ve mahalli idarelerin kadın çalışanları ile sınırlandırılmış olan örgütsüz bireyler
PROJE BAŞVURU SAHİBİ :
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Kocaeli Şubesi
PROJE ORTAKLARI :
Kocaeli üniversitesi ( Proje Eş Finansmanı)
Sakarya Üniversitesi
Düzce üniversitesi
Kocaeli Barosu
Düzce Nilüfer Kadın Kültür Çevre ve İşletme Kooperatifi
PROJE İŞTİRAKÇİLERİ :
Gölcük Kaymakamlığı
Doğu Marmara Kalkınma Ajansı
PROJE FAALİYETLERİ
- Kadın Dostu Kent Çalışması- Gölcük/Kocaeli
-
Mevcut durum analizi –Kocaeli/Sakarya/Düzce
-
Çalıştay ve Eylem Planı-Kocaeli
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
-
Medyada Kadın İmgesi Çalıştayı- Sakarya
-
Kamu Hizmetlerinden Beklentiler Çalıştayı- Düzce
-
Kadına yönelik şiddetle mücadele konulu Kamu Spotu hazırlanması
-
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele
ve bilinç artırma çalışmaları kapsamında tanıtım yapılması Kocaeli/Sakarya/Düzce
-
Kadına yönelik şiddetle mücadele ve
toplumsal cinsiyet eşitliği konulu eğitimler
Kocaeli/ Sakarya/ Düzce
-
Kadın Platformu Toplantıları-Kocaeli/Sakarya/Düzce
www.guvenlibirhayatvar.org
GÜVENLİBİRHAYATVARPROJESİ
MEDYADAKADINİMGESİÇALIŞTAYRAPORU
Moderatör:Prof.Dr.ÇilerDURSUN
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
İÇİNDEKİLER
I. Toplumsal İletişimde Medyanın Yeri………………………………………1
II.Türkiye’de Medyanın Güncel Durumu ……………………………………5
III.Medyada Kadınların Temsili ile İlgili Söylemler…………..…………….10.
IV.Medyada Kadın Çalışanların Durumu …………………………………..14
V.Medya ve Kadın ile İlgili Etik Kodlar …………………………………….18
VI: Medya ve Kadın ile İlgili Düzenlemeler……………..……………….…28
VI.Değerlendirme ve Çözüm Önerileri………………………………………30
Kaynakça
“Bu yayının içeriğinin sorumluluğu tamamen proje yürütücüsüne aittir ve hiçbir şekilde Avrupa Birliği’nin
görüşleriniyansıtıyorolarakkabuledilemez.”
SUNUŞ
“Kadına Yönelik Şiddetle (KYŞ) Mücadelede Yerel ve Ulusal Sivil Toplum Kuruluşlarının Kapasitesinin
Güçlendirilmesi Hibe Programı” kapsamında Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilen
“Güvenli Bir Hayat Var!” projesi Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde yürütülmektedir.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Kocaeli Şubesi’nin başvuru sahibi, Kocaeli Üniversitesi, Sakarya
Üniversitesi, Düzce Üniversitesi, Kocaeli Barosu, ve Düzce S.S. Nilüfer Kadın Çevre Kültür ve İşletme
Kooperatifi’nin proje ortağı, Doğu Marmara Kalkınma Ajansı (MARKA) ve Gölcük Kaymakamlığı’nın ise iştirakçi
olarak yer aldığı “Güvenli Bir Hayat Var” projesiyle Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerinde Kadına yönelik şiddetle
mücadeleyi gündemine alan Sivil Toplum Kuruluşlarının kapasitelerinin güçlendirilmesi, STK’lar arasında yerel ve
bölgesel işbirliğinin teşvik edilmesi ile toplumsal cinsiyet tabanlı şiddetle mücadele konusunda yürütülen hizmetlerin
iyileştirilmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadelede toplumsal bilincin artırılması hedeflenmektedir.
Proje kapsamında 25 nisan 2015 cumartesi günü Sakarya Elmas Otelde, Prof. Dr. Çiler DURSUN
moderatörlüğünde bir gün boyunca süren “Medyada Kadın İmgesi Çalıştayı” düzenlenmiştir. Medyanın toplum
psikolojisinde ve sosyal dönüşümde belirleyici bir konumda oluşu ve toplum nezdindeki etkin rolünün bilinciyle
“medyada yer alması ve gelişmesi istenen kadın imgesi” üzerine çalışma yapılmıştır. Çalıştaya, Sakarya Aile ve Sosyal
Politikalar İl Müdür yardımcıları, Sakarya Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi ve Düzce Üniversitesi akademisyenleri,
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkezi, Kocaeli Şubesi ve Sakarya temsilcileri, Kocaeli Barosu temsilcileri,
Düzce Nilüfer Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi temsilcileri, Türk Kadınlar Birliği Sakarya temsilcileri,
Düzce Denizatı Kadın Dayanışma Derneği, Sakarya Moira Kadın Dayanışma Derneği, Düzce Değişim Liderleri
Derneği, Türk Kadınlar Birliği İzmit Şubesi temsilcileri, Kocaeli Kültürel Gelişim ve Dayanışma Derneği, Kadın, ve
Demokrasi Derneği Sakarya temsilcisi, Düzce Kadın Dayanışma Derneği, Sakarya Emek Veren Kadınlar Derneği,
İzmit Soroptimist Kulübü, Düzce Kent Konseyi Kadın Meclis üyeleri, Kocaeli haber temsilcisi ve Düzce Sokaktaki
Adam dergisi temsilcisi katılmıştır.
Sakarya, Kocaeli ve Düzce ilerinden davet edilen Kadın odaklı çalışan STK Temsilcileri, Kocaeli, Sakarya ve
Düzce Üniversitesi akademisyenleri, sosyal hizmet uzmanları, hukukçular, iletişimciler, yazılı ve görsel basın kuruluşu
temsilcileri tarafından, medyanın çizdiği “kadın” imgesi ortak bir platformda tartışılmış ve toplumsal, psikolojik,
hukuki ve diğer tüm boyutları ile konu ele alınmış ve toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen alternatif yayın
politikaları üzerine düzenleyici ve denetleyici kuruluşlar, basın meslek kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve
toplumdaki bireylere yönelik görüş ve öneriler geliştirilmiştir.
Medyada kadın imgesinin toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde ele alınması yönünde bilinç artırılması ve bu
yönde gerek medya kuruluşları gerekse kamuoyunda olumlu anlamda bir yaklaşımın benimsenmesine katkı sağlanması
hedeflenen çalışma ile kadına yönelik şiddetle mücadelede toplumsal bilincin artırılması yönünde toplumun tüm
kesimlerinde farkındalık yaratılması amaçlanmaktadır.
Çalıştay sonrasında oluşturulan bu raporun, düzenleyici ve denetleyici kurullar, medya ve basın kuruluşları ve
kamuoyuna yararlı olacağına inanıyor ve medyada kadın imgesinin toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde ele alınmasına
katkı sağlayacağını düşünüyoruz.
Saygılarımızla
I.
TOPLUMSAL İLETİŞİMDE MEDYANIN YERİ
Medya sözcüğü, aracılama ya da dolaylama anlamındadır. Günümüzde toplumsal gerçekliğin ne
olduğunun sunulması, paylaşılması ve bilinir kılınması için, kitle iletişim araçları olan radyo,
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
televizyon ve gazeteler ile yeni iletişim teknolojileri olan bilgisayarlar ve mobil cihazlar olmak
üzere, bütün iletişim araçlarını kapsayan daha geniş bir kavramdır. Geleneksel kitle iletişim araçları
ile
yeni
medya,
günümüz
insanın
toplumsal
hayatta
gerçekle
bağlantısını
sürekli
yapılandırmaktadır. Bu bağlantı ile birlikte toplumsal bir varlık olarak insan, kendi toplumsal
deneyiminin ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini bilebilmektedir. Toplumsal iletişim, toplumun
bütün bileşenlerinin, örgütlü kurumsal yapılarının, insanların birbirleriyle olan ilişkilenme
biçimlerinin tamamını kapsar. Gündelik konuşmalarımız, hal ve hareketlerimiz, seçimlerimiz,
tartışmalarımız hatta suskunluğumuz bile toplumsal iletişim süreçlerine dahildir.
Toplumsal iletişim, toplumsal gerçekliğin oluşmasını sağlar. Böylelikle insanlar, kendi günlük
deneyimlerine, somut yapıp etmelerine belirli biçimde görürler. Bu görme biçiminden anlam ortaya
çıkar. Günümüz toplumlarında bu görme biçimi ve anlam, büyük ölçüde medya dolayımıyla
aktarılmaktadır (Dursun, 2003). Yani karmaşıklaşmış ve toplumlarında gerçeklik, insanlara kitle
medyası ve elektronik medya tarafından sunulmaktadır. Medyada her gün karşımıza çıkan
gerçeklikler, sıradan izleyiciler ve okurlar olarak hepimize birtakım şeyleri bildirmekte,
göstermektedir. Dolayısıyla toplumsal gerçekliğin oluşmasında günlük hayatta yapıp edilenlerin
yanı sıra, medyanın sunduğu içerik de aynı derecede önem taşımaktadır.
Medyanın toplumsal gerçeklikle olan bağlantısına dair soruşturmalar, yirminci yüzyılda radyo,
sinema ve televizyonun yaygınlaşmasıyla gerek liberal gerekse eleştirel yaklaşımlar içinde daha da
yoğunlaşmış ve üç ayrı görüş ortaya çıkmıştır:
1- Medya, toplumsal gerçekliği olduğu gibi yansıtır ve sunar.
2- Medya, toplumsal gerçekliği çarpıtır ve bozar.
3- Medya, toplumsal gerçekliği inşa eder.
Toplumsal gerçekliğin ne olduğu, liberal ve eleştirel yaklaşımlarda birbirinden farklı görülür.
Liberal yaklaşım toplumsal iletişim süreçlerine özgürce, kendi iradesi ile katılan ve yaptığı akılcı
seçimlerle, aldığı kararlarla kendi bireysel iyisini gerçekleştirirsek toplumun genel iyisi için de
çalışmış olan bir bireyi ön varsayar. Dolayısıyla, bireylerin bütün bu çabaları sonucu beliren
toplumsal gerçeklik de, ortak iyinin ve doğrunun, ortak çıkarın kurulabileceği bir gerçeklik olarak
ele alınır. Toplumsal alanda varolan çeşitliliğin ve çoğulculuğun, medya tarafından olduğu gibi
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
temsil edildiği öne sürülür. Bu doğrultuda medya, toplumsal durumlara, kesimlere ve görüşlere eşit
ölçüde açık bir aracı ortam olarak kendisini toplumsal sorumluluk ilkesi doğrultusunda yasama,
yargı ve yürütmenin dışında dördüncü güç olarak konumlandırır. Kamusal tartışmaların forumu ve
farklı fikirler arasındaki çatışmaların çözümünü arayan bir kurum olarak medyaya, liberal
demokratik çoğulcu sistemin sürdürülmesinde pay biçilir. Bu temel öncüllerinden anlaşılacağı
üzere, toplumsal alan, sınıfsal güç ilişkilerinden ve buna dayalı mücadelelerden muaf olarak
tasarlanır. Dolayısıyla medya, toplumsal çatışmaları düzenleyen ve toplumsal uzlaşım için zemin
yaratan bütünleştirici rolü ile öne çıkar.
Marksist toplum kuramı ise, medyanın toplumsal gerçekliği çarpıtan ve bozan işleyişine odaklanır.
Bu eleştiri çizgisine göre verili tahakküm ilişkilerinin sürdürülebilmesi için toplumsal gerçekliğin
çarpıtılması gereklidir. Eleştirel yaklaşımlarda, kişinin varoluşu, içinde yer aldığı toplumsal
dünyada, öncelikle emek- sermaye arasındaki mücadele boyunca kurulmaktadır. Bu nedenle
toplumsal ilişkiler alanı da emek-sermaye mücadelesinin yarattığı sonuçlardan muaf değildir Sınıf
mücadelesi, bütün toplumsal ilişkilere yön verir ve görünen gerçekliğin ardındaki gerçeklik, asıl
bakılması gereken düzey olarak görülür. Bu gerçekliğin kendisi, büyük bir eşitsizlik ilişkisinin
gizlenmesi veya doğallaştırılması olarak yapılanır. Toplum yaşamında kişiler de, bilerek veya
bilmeyerek eşitsiz güç ilişkilerini yeniden ürettikleri ölçüde, eşitsiz, özgürlüklerin yaşanmadığı bir
sınıflı toplum süregidecektir. Eleştirel yaklaşımlar, anlamlar aracılığıyla, vahşi bir sömürü
sisteminin, insanların çoğunluğu tarafından katlanılabilir ya da olabilecek tek seçenekmiş gibi
algılanmasının sağlandığından hareket eder. Bu artık, başta sınıf sömürüsü olmak üzere her türden
sömürünün doğallaştırıldığı bir toplumsal gerçekliğin yaratılması demektir.
Medya toplumsal gerçekliği inşa eder diyen yaklaşım ise fenomenolojik yaklaşımdır.
Fenomenolojik yaklaşımda, toplumsal bilginin inşasının hem medya hem de izleyici/okur kitleleri
tarafından birlikte gerçekleştirilen bir süreç olduğu vurgulanır. Bu süreçte medya toplumsal bilgiyi
inşa ederken, belirli anlamları ve yorumları tercih eder, bunlara dayalı sınıflandırma ve
düzenlemeler ile belirli gerçeklikler içerilir, diğerleri dışta bırakılır.
Medya, paylaşılan bir
toplumsal olguyu tanımlamasıyla birlikte, aynı zamanda onun oluşturulmasına da yol açar.
Medyanın tanımlamaları, adlandırmaları, sınıflamaları, kurduğu neden-sonuç ilişkileri, sıradan
insanların günlük dünyasına geçer ve yayılır. İnsanlar, kendi kimliklerini de, medyanın inşa ettiği
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
sembolik gerçekliğin sunduğu çerçevelere göre kurarlar. Medyada karşısına çıkan gerçeklikle,
toplum bir ilişkiye girer (Dursun, 2003). Haberler, diziler, filmler, yarışma ve eğlence programları,
belgeseller, haber, magazin ve hobi dergileri, gazeteler, insanlara içinde yaşadığı gerçekliğin
değerlerini, değerlere yönelik tehditleri, normal ve anormal olan arasındaki ayrımı, kabul edilebilir
olan ve olmayan hareketler arasındaki sınırları, gücün değiş-tokuş tarzlarını göstermektedir.
Esasında bu gösterimi toplum kendisine yapmaktadır; toplum ne olduğunu medya yoluyla
bilmektedir.
Yirminci yüzyılın önemli bir bölümünde de medya, bu üç farklı yaklaşım çerçevesinde de yoğun
eleştirilere maruz kalmış; özerklik ve bireysellik yerine uyumluluğu destekleyen, yeni toplumsal
denetim biçimlerini harekete geçiren, rıza üretmede etkin, manipülatif gücü yüksek, rasyonel
düşünme ve eyleme ile siyasal etkinliklerin bağını zayıflatan, insanın içgüdülerine hükmeden,
kamusal tartışma alanını çökerten, sağladığı geçici ve sahte tatminlerle insanların bağımlılığını ve
köleliğini pekiştiren etkileriyle olumsuz ve büyük ölçüde ideolojik aygıt olarak değerlendirilmiştir.
Bunun temel nedeni, varolan toplumsal ilişkilerin sürüdürülmesi için medyanın belirli anlam
çerçeveleri ürettiğinin düşünülmesidir. Bu anlamlar hem toplumsal deneyimin hem de kimliğin
anlamları olarak görülür. Toplumsal alandaki bütün yapıp etmelerimiz için, yakın çevremizde ve
tabii medyada karşımıza çıkan anlamlar, bir başvuru çerçevesi kurarlar; doğruyu- yanlışı, olağanı –
olağandışını, normali- anormali ayırırlar ve insanın toplumsal bir varlık olarak varolan ilişkiler
alanında yerleşmelerini sağlarlar. Bu ilişkiler alanının, önemli ölçüde güç ilişkileriyle yapılandığı,
eleştirel bakış açısı tarafından dile getirilmektedir.
Güç ilişkileri, toplumsal alanda hakim kesimlerin, cinsiyetin, sınıfın, etnikliklerin diğerleri üzerinde
onların eylemlerini belirlemeleri demektir. Toplumsal ve tarihsel olarak başkalarının eylemlerini
belirleme gücüne sahip olan sınıflar, cinsiyetler, etniklikler, dinler ve mezhepler, iktidar
ilişkisindeki hâkim konumlarını sürdürmeye eğilimlidirler. İnsanlar, iktidar uygulayarak toplumsal
kaynakları kendi yararlarına hizmet edecek şekilde kullanmaya çalışırlar. Aynı zamanda bir eylemin
ve sonucunun anlamının ne olacağı üzerinde de çok yoğun tarihsel bir mücadele süregitmektedir.
Bu mücadelenin izleri ve verili güç ilişkileri, günlük hayatın gerçekliği içine dil aracılığıyla nüfuz
eder (Dursun, 2003). İnsanların büyük bir doğallıkla içinde yerleştikleri dil ile ifade edilen güç
ilişkileri, insanın deneyiminin ne olduğunu belirler. Deneyim, anlaşılmak, kavranmak zorundadır.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
Bunu anlam olarak yaşar insan. Anlam, egonun kendi deneyimine bakma biçimi anlam olarak
belirir. Medya, günümüzde insanın kendi deneyimine bakma biçimini büyük ölçüde etkilemektedir.
Her tür güç ilişkisinde olduğu gibi farklı toplumsal cinsiyetler arasındaki güç ilişkisinde de medya,
ürettiği anlamlar ile toplumsal gerçekliği inşa etmektedir. Bu aynı zamanda, gerçekliğin kimlerin
lehine yapılandırıldığı sonucunu üretmektedir. Uzun yıllardır gerek Batı’da gerekse Türkiye’de
yapılan çalışmalar, toplumsal cinsiyet ve medya söz konusu olduğunda, gerçekliğin büyük ölçüde
ataerkil düzenin anlam alanını güçlendirecek biçimde yapılandığını göstermektedir (Dursun, 2008).
Bu demektir ki, medya, halihazırda güç ilişkileri alanında daha çok kadını ikincilleştiren, onu tabi
ve tali kılan, boyunsunmasını sağlayabilecek, onu güçten düşüren anlamların üretim ve dolaşımını
gerçekleştirmektedir. Bunun nasıl olduğu izleyen bölümlerde ayrıntılı olarak sergilenecektir. Bu
noktada, toplumsal gerçekliğin oluşturulduğu mecra olarak Türkiye’deki medyanın güncel sektörel
durumunu, bazı sayısal büyüklükler ile değerlendirmek yerinde olacaktır.
II.
TÜRKİYE’DE MEDYANIN GÜNCEL DURUMU
Türkiye’de, medya sektörüne, 80’li yıllara kadar, çoğunlukla gazetecilik mesleğinden gelen aileler
hakim olmakla birlikte, özellikle 1980’lerden itibaren neo- liberal politikaların etkisiyle de hızla
sektöre basın dışı başka faaliyet alanlarında güçlenmiş sermaye grupları girmeye başlamıştır. 1990
yılında ilk özel TV istasyonu olan Magic Box’un yayına başlaması ve görsel yayıncılıkta devlet
tekelinin fiilen ortadan kalkması ile birlikte, medya sektörü üstelik de hukuki altyapısı henüz
oluşmadan, plansız ve kontrolsüz bir büyüme trendine girmiştir (BYEGM, 2013). Sektörde bir çok
ticari televizyon kanalı yayına başlarken, basın kurum ve kuruluşları ve radyo kuruluşları ile bu
yeni ticari televizyon kuruluşları arasında birleşmeler ve satın almalar yolu ile tekelleşme süreci
1990’da hızlanmıştır. Bu yapı ile 2000-2001 yıllarında yaşanan bankacılık krizine yakalanan medya
sektörü, krizden büyük bir yara almıştır. Sahip oldukları bankaları batan bazı medya patronları
büyük iflaslar yaşamış bunun sonucunda da, medya sektöründe ciddi bir işsizlik dalgası oluşmuştur.
Türk medya sektörünü asıl şekillendiren bu kriz dalgası olmuştur. Daha önce medya sektörü ile
herhangi bir ilişkisi olmayan, çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren sermaye grupları ve yapılan yasal
düzenlemeler sonucunda yabancı iştirakçiler de medya sektörüne yönelmiştir (BYEGM, 2013).
Örneğin, İngiliz kökenli News Corp. şirketi, Atlantic Records şirketiyle birlikte TGRT'yi satın
alarak Fox TV adıyla yayıncılığa devam etmektedir. 2011 yılında çıkarılan 6112 sayılı RTÜK
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
Kanunu ile özel bir medya organında yabancı sermayenin sahip olabileceği en yüksek pay %50’ye
çıkarılmıştır.
2012 RTÜK kayıtlarına göre; 24 yaygın, 15 bölgesel, 209 yerel olmak üzere toplam 248 adet özel
televizyon kanalı bulunmaktadır. TRT’nin yayın yaptığı 15 televizyon kanalıyla birlikte bu rakamı
263'e ulaşmaktadır. Bu yayınlar dışında 93 kablo ve 193 uydu yayını bulunmaktadır. Televizyon
yayıncılığı sektöründe biri Çukurova Grubu’na (Digiturk), diğeri Doğan Grubu’na (D-Smart) ait iki
dijital yayıncılık platformu bulunmaktadır. Digiturk’ün abone sayısı yaklaşık 3 milyon 300 bin, DSmart’ın ise 1 milyon 700 bindir.
Ülkemizde 2011 yılı verilerine göre toplam 6.778 adet gazete ve dergi yayımlanmaktadır. Bu
yayınların 3.873 adedi (% 57,1) dergilerden 2.905 adedi (%42,9) gazetelerden oluşmaktadır. 2011
yılında ülkemizde yayımlanan gazete ve dergilerin yıllık toplam tirajı 2.265.538.153 olup, bunun %
94’ünü gazeteler oluşturmaktadır. 2011 yılında toplam tirajın % 17,4’ü yerel, % 2’si bölgesel, %
80,6’sı ise yaygın gazete ve dergiler arasında paylaşılmaktadır.
¨ Doğan Yayın Holding, 1997 yılından bugüne gazete, dergi ve kitap yayıncılığı,
televizyon, radyo yayıncılığı ve program yapımcılığı, internet, basım, dağıtım ve yeni
medyayı içeren geniş bir alanda faaliyet göstermektedir. Grubun içerik üreten kurumları;
gazeteler, dergiler, kitap yayıncıları, televizyon kanalları, radyo istasyonları, yeni medya
girişimleri, müzik ve prodüksiyon şirketlerinden oluşmaktadır. Bunların yanında gruba
ait D-Smart adında bir dijital medya platformu vardır. Kanal D ve CNN Türk grubun
ulusal yayın yapan televizyon kanallarıyken Kanal D Romanya ve Euro D yurtdışında
yayın yapan TV kanallarıdır. Türkiye’nin en büyük medya gruplarından biri olan Doğan
Medya Grubu’nun, Doğan Burda Dergi ve Doğan Egmont Yayıncılık adı altında
yaklaşık 55 dergi yayınlayan iki kuruluşu vardır.
¨ Çalık Holding bünyesinde olan Turkuvaz Medya Grubu, radyo, televizyon, internet, gazete,
kitap ve dergi yayıncılığı, gazete-dergi basımı, medya dışı ürünlerin satışı, yurt çapında
gazete ve dergi dağıtımı alanlarında hizmet vermektedir. Pazar büyüklüğü ve reklam payı
açısından Türkiye’nin en büyük iki medya kuruluşundan biri olan Turkuvaz Medya
Grubu’nun bünyesinde 22 şirket bulunmaktadır. 14 Eylül 2007 tarihinde kurulmuş olan
Ciner Yayın Holding, gazete, dergi, kitap, radyo ve televizyon yayıncılığı, yapımcılık,
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
basım, dijital medya, dağıtım, perakende ve alternatif telekom alanlarında faaliyet
göstermektedir.HABERTÜRK
TV
BLOOMBERG
HT
GAZETE
HABERTÜRK
HABERTÜRK RADYO www.haberturkradyo.com BLOOMBERG HT RADYO 2010
Ekonomi…
¨ Çukurova Grubu, inşaattan telekomünikasyona, medyadan finansal hizmetlere kadar pek
çok alanda faaliyet göstermektedir. Grup, Akşam ve Güneş gazeteleri, Show TV,
Skyturk360, ShowTurk, Showmax, Lig TV 1-2-3, Turkmax, İZ TV televizyon kanalları ve
Lig Radyo, Alem FM radyo kanalları ile medya piyasasında yer almaktadır.
¨ Bunların yanında grubun 1999 yılında kurulan, 3,3 milyon kullanıcısı olan, Digiturk adında
bir dijital medya platformu vardır. Digiturk platformunun içerisinde olan kanallardan
başlıcaları Lig TV, Lig TV 2 ve Lig TV 3, Turkmax, İZ TV, Moviemax kanalları (7 adet),
Dizimax Kanalları (4 adet) ve Jojo kanalıdır.
¨ Doğuş Yayın Grubu 1999 yılında Türkiye’nin ilk tematik kanalı olan NTV’nin satın
alınmasıyla kurulmuştur. Bugün itibariyle 8 TV kanalı, 4 radyo istasyonu, orijinal ve lisanslı
aylık dergileri olan 27 markayı içerisinde barındırmaktadır. Bunların yanında grup NTV
Yayınları adı altında kitap yayıncılığı yapmaktadır. Grubun sahip olduğu kanallardan Star
TV, 1990 yılında yayın hayatına başlamış olup 2011 yılında Doğuş Grubu’na geçmiştir.
Kral FM ise 1992 yılında kurulmuş olup 2008 yılında gruba dahil olmuştur.
¨ 1993 yılında kurulan Samanyolu Yayın Grubu beş kıtayı kapsayan yayınları, 8 televizyon
kanalı, ulusal ve uluslararası çapta yayın yapan 3 radyosu ve Küre TV internet platformuyla
medya sektöründe hizmet vermektedir. Feza Gazetecilik A.Ş. bünyesinde Zaman Gazetesi,
İngilizce yayın yapan Today’s Zaman Gazetesi, haftalık haber dergisi Aksiyon ve iki ayda
bir İngilizce olarak yayınlanan, yarı akademik bir dergi olan Turkish Review markaları yer
almaktadır. Grubun ayrıca Cihan Haber Ajansı adında 1992 yılında kurulan bir haber ajansı
bulunmaktadır.
¨ İhlas Grubu’nun, medya sektörüne girişi 1970 yılında Türkiye Gazetesi’yle başlamıştır.
Daha sonra televizyon, radyo, haber ajansı ve dergi grubuyla medya sektöründeki ağını
genişleten İhlas Grubu, şirketlerini tek çatı altında birleştirmek ve yönetimde etkinliğini
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
artırmak amacıyla 10 Temmuz 2003 tarihinde İhlas Yayın Holding çatı şirketini kurmuştur.
2010 yılında hisselerini halka arz eden İhlas Yayın Holding aynı yıl İMKB’de işlem
görmeye başlamıştır. Holding bünyesinde TGRT FM, TGRT Haber, TGRT Belgesel, İhlas
Haber Ajansı ve Türkiye Gazetesi gibi medya yayın organları bulunmaktadır. Grubun bir
diğer yayın organı olan İhlas Magazin Grubu; çocuk, ekonomi, yemek, bilişim gibi pek çok
farklı alanla ilgili 29 adet süreli yayına sahiptir.
¨ 8 Şubat 1993'te kurulan Kanal 7 Medya Grubu bünyesinde Kanal 7, Ülke TV, Radyo 7,
haber7.com ve haber7.com’a bağlı alt siteler bulunmaktadır. İpek Medya Grubu, 2005
yılında, Bugün Gazetesi ile sektöre adım atmıştır. 2008 yılında Kanaltürk ve Kanaltürk
Radyo; 2009 yılında da Bugün TV'yi bünyesine dahil ederek gücünü arttırmıştır.
¨ Albayrak Grubu, 1997 yılında Yeni Şafak gazetesini satın alarak medya sektörüne girmiştir.
2005 yılında ATR televizyonunu kurmuş ancak 2007 yılında kanalın adını değiştirip TV
NET olarak hizmet vermeye devam etmiştir. Albayrak Grubu’nun ayrıca iki tane de dergisi
bulunmaktadır.
¨ Star Medya Grubu bünyesinde Star Gazetesi, 24 Televizyonu ve Karamel TV yayın
organlarını bulundurmaktadır. Star Gazetesi 1999 yılında yayın hayatına başlamış, 2007
yılında haber yayını yapan 24 TV kurulmuş, ardından da 2010 yılında “Türkiye’nin ilk,
kadın ve çocuk temalı kanalı” Karamel TV gruba dâhil olmuştur
¨ Demirören Holding A.Ş., 2011 yılında Vatan ve Milliyet gazetelerinin Demirören ve
Karacan Grubu’nun ortak şirketi olan DK Gazetecilik ve Yayıncılık A.Ş’ ye Doğan Medya
Grubu tarafından devredilmesi sonucunda medya sektörüne girmiştir. 2012 yılında, Karacan
Grubu’nun tüm hisselerini Demirören Grubu’na devretmesiyle sektörde tek başına yer
almaya başlamıştır. Demirören Grubu, bünyesindeki iki gazete, bir dergi ve iki haber portalı
(milliyet.com.tr ve gazetevatan.com) ile medya sektöründe faaliyetine devam etmektedir
¨ MNG Medya Grubu, görsel medyada faaliyet göstermektedir. Türkiye’nin en eski
televizyon kanallarından biri olan TV 8 adlı ulusal düzeyde yayın yapan kanala sahip
grubun bünyesinde bir de TV8-MNG Haber Ajansı bulunmaktadır.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
¨ Türkiye'nin en eski günlük gazetelerinden olan Cumhuriyet 7 Mayıs 1924'te yayın hayatına
başlamıştır. Kurucusu Yunus Nadi (1880-1945) İstanbul'da yayınlamakta olduğu Yeni Gün
gazetesini İstanbul'un işgalinden sonra Anadolu'ya kaçırarak Anadolu'da Yeni Gün adıyla
yayınlamıştır.
¨ 1992 yılından bu yana Cumhuriyet gazetesi, Cumhuriyet Vakfı tarafından Yunus Nadi'nin
belirlediği ilkelerin de yer aldığı Cumhuriyet Vakfı Senedi doğrultusunda yayınlanmaktadır.
Gazetenin başyazarlığını Yunus Nadi (1924-1945), Nadir Nadi (1945-1991 ) ve İlhan Selçuk
(1992-2010) yapmışlardır. Cumhuriyet'in Türkçe ve İngilizce haber portalı ayrıca bir de spor
sitesi vardır. Yunus Nadi Armağanı yarışması 1946 yılında başlatılmış daha sonra Yunus
Nadi Ödülleri adıyla kurumsallaştırılmıştır. Öykü, roman, şiir, sosyal bilimler araştırması,
karikatür ve fotoğraf dallarında verilen ödüller 2012'de 66'ncı yılına ulaşarak en uzun sürekli
ödül olma özelliğini de sürdürmektedir.
¨ Türkiye’de medya alanında 40 civarında ulusal nitelikli, 80'e yakın yerel nitelikli meslek
kuruluşu bulunmaktadır. Meslek kuruluşları temelde, gazeteciler ve haberciler arasındaki
örgütlü dayanışmayı sağlarken, bir yandan da haberciliğin mesleki profesyonellik
anlayışının standartlarını koymakta ve yapılan gazeteciliğin bu standartlara uygunluğunu
sağlamaya çalışmaktadırlar. Standartların ve meslek yaşantısının çerçevelerinin çizildiği
temel yasal, idari düzenlemeler ise şunlardır:
¨ - 5187 sayılı Basın Kanunu (09/06/2004)
¨ - 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun
(03/03/2011) - 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki
Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun (13/06/1952)
¨ - 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla
İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun (04/05/2007)
¨ - Basın Kartı Yönetmeliği (23/03/2001)
¨ - 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (13/12/1951)
¨ - 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (16/06/2006)
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
¨ Bu düzenlemelerden özellikle 6112 sayılı Kanun, Avrupa Birliği Konseyi’nin 3 Ekim 1989
tarih ve 89/552/ EEC Sayılı Görsel-İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesi ile uyum içerisinde
düzenlenmiştir. Bu kanunla; tekelleşmenin önlenmesi, sektördeki yabancı sermaye payının
arttırılması, ticari iletişim kavramına yer verilmesi ve yayın ilkelerinin ihlali halinde
uygulanan yaptırımların kademelendirilmesi gibi önemli yenilikler getirilmiştir.
III. MEDYADA KADINLARIN TEMSİLİ İLE İLGİLİ SÖYLEMLER
Medyada kadınların temsilinin nasıl gerçekleştiği ile ilgili çalışmalar, medya ve kadın çalışmaları
alanının öteden beri en temel odağı olagelmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin medya içeriklerinde
gerçekleşen temsiller boyunca sağlanması, özellikle feminist medya kuramının en önemli
vurgusudur. Toplumsal cinsiyetin nasıl temsil edildiği, insanların maddi ve simgesel dünyalarını ve
deneyimlerini biçimlendiren stratejik bir mekanizma olarak görülür (van Zoonen, 1997). Kadınlık
rollerinin doğuştan verili olarak görülmediği “toplumsal cinsiyet” kavramı1, kadının ve erkeğin
toplumsal yaşamdaki bütün verili rollerinin yeniden üretilmesinde medyanın konumunun
sorgulanması için önemli bir alan açmıştır.
Temsil kavramı, bir olgunun onun ayırt edici özelliklerinin alıkonularak yeniden sunumunu ima
eder. Bu yeniden sunum her zaman gerçekliğin yakalanabilen, kavranabilen bazı öğelerinin yeniden
biraraya getirildiği bir pratiktir (Dursun, 2004). Gerçekliğin temsili, yaratıcı biçimde bir araya
getirilen kurmaca metinlerde karşımıza diziler, filmler, çeşitli formattaki programlar olarak
çıkarken; gerçekliğin doğrudan aktarıldığını iddia eder biçimde haber, tartışma programı, belgesel
ya da reality şov programları olarak da çıkmaktadır. Haberler, gerçekliği olduğu gibi aktardığı
iddiasıyla diğer kurmaca metinlerden daha güçlü biçimde gerçekliğin kuruluşunda rol
oynamaktadır. Oysa haberci, olay ya da olguya haber yapmak amacıyla yöneldiğinde, olgunun
tümüne değil ancak kısmi bir yönüne erişebilmektedir. Çünkü olgu olup bitmiştir; canlı yayın bile
1
Biyolojik ve doğuştan gelen ayrımları ve kadın ve erkek olarak ayrılmanın fizyolojik yönünü vurgulayan cinsiyet
(İngilizcesex)kavramıkarşısındatoplumsalcinsiyet(İngilizcegender),biyolojikfarklılaşmayıüstbelirleyenveayrımın,
toplumtarafındanyapıldığınıimaedenhareketlivegenişbirkavramdır.Bunagöretoplum,insantürünündevamıiçin
“kültürel olarak dişiye, onu toplumsal bir kadına dönüştürecek kodları verir; erkeğe ise onu toplumsal bir erkeğe
dönüştürecekkodlarıverir”(Hırata,Laborie,Dorae,Senotier,2015).Toplumsalcinsiyet,biyolojikcinsiyetfarkınadair
tutumlarınzamanlatoplumsalolarakikiyebölündüğünükabuledilmesidir.Bubölünmeçoğutoplumdakadınveerkek
olmaküzereheteroseksüelbirbölünmegörünümündedir.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
yapılıyor olsa, ancak olgunun o anda ve yerdeki kısmı yakalanabilir. Olgunun ortaya çıkmasına yol
açan bütün dinamikler, nedenler ve faktörler, olguyu anlık yakalamanın peşindeki haberci açısından
bilinemezdir. Haberci ancak ve ancak olay sonrasında yakalayabildiği kadarıyla ve kim nerede ne
zaman nasıl neyle neden (5 N 1 K çerçevesindeki) sorularına yanıt verebildiği kadarlık bir çabayla
gerçekliği formüle eder. Bu formülasyon, hayatın nasıl bir yer olduğunda dair güçlü neden- sonuç
bağıntıları üretir. Çoğu kez haberlerde olgunun ortaya çıkmasına dair sunulan neden, ilk yüzeysel
nedendir ve geri plandaki olguyu besleyen başka nedensellikler, haberci açısından haberi yazma
anında yakalanması zor dinamiklerdir.
Özellikle Kültürel Çalışmalar (Cultural Studies) denilen bir çalışma alanının feminist kuramla
buluştuğu noktada toplumsal cinsiyet analiz yapılabilir biçimde tanımlanarak, toplumsal cinsiyet
inşasında medyanın oynadığı rol, didiklenmeye başlamıştır. Bu başlangıçla birlikte kodlanmış
anlam yapıları olarak medya metinlerinin üretiminde, toplumsal ilişkiler alanında da yerleşik olan
kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik,
feminist medya çalışmalarının gündemine geri dönüşsüz
biçimde girmiştir. Önce medyadaki program türleri içinde gündüz kuşağı pembe dizileri (soap
opera), kadınların en fazla izlediği kurmaca içerikler olarak çözümlemeye alınmıştır. Diziler,
filmler, haberler, reklamlar, kısacası görsel ve yazılı medya metinlerinin farklı çeşitleri, toplumsal
cinsiyet eşitsizliğinin göründüğü ve üretildiği alanlar olarak belirmektedirler. Kadınların özgürlük
alanlarına sınırlar koyan toplumsal ilişkiler sistematiğinin bir yandan medya metinleri dolayımıyla
üretilirken, diğer yandan da kadınların da bu metinleri tam da bu sınırları aşmak için kendi gündelik
pratiklerine katabilecekleri anlamları üretmek üzere kullandıkları araştırmalarla ortaya konuldu
(Çelik, 2000). Sıradan kadınların gündelik yaşamlarında medyanın kullanımı gibi, van Zoonen'in
ironik biçimde söylediği "alt düzey konular," feminist medya çalısmalarına dahil oldu ve araştırıldı
(1997). Bu türden araştırmalar halen bir çok medya metninde toplumsal cinsiyetin nasıl
sunulduğunu çözümlemeye devam etmektedir.
Medyada kadınların temsili, belirli söylemsel stratejiler boyunca gerçekleşmektedir.
Söylem,
hakkında konuştuğu nesneleri ve hakikatleri de sistematik olarak biçimlendiren göstergeleri
düzenleme pratikleridir. Söylem, ancak hakikat iddiası üreterek var olan bir anlam pratiği olup
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
toplumsal olarak konumlanmış bir süreç olarak dil kullanımına gönderme yapar (Dursun, 2012).
Farklı toplumsal pratikler söylemsel pratikleri ve söylemsel pratikler de toplumsal pratikleri
şekillendirir, yeniden üretir ve değiştirir. Her iki boyut birlikte insanın dünyasını kurarlar.
Cinsiyetçilik, de insanın gündelik yaşam alanını kuran bir söylemdir. Bu söylem, kadını toplumda
ikincil ve aşağı durumda gösteren bütün tutum, davranış ve etkinlikler ile bunları yeniden üretmek
için kurumsal ve ideolojik kaynakların kullanılması olarak tarif edilebilir (Timisi, 1994: 24).
Cinsiyetçi söylem ise, toplumsal cinsiyeti, yani toplumda kadınlık ve erkeklik durumunu, insan
yaşamının toplum ve kültürden önce gelen sabit bir özelliği olarak tanımlayan; bu sabitlemeyi de
kadını erkek karşısında doğuştan gelen bir zayıflık, güçsüzlük, duygusallık, mantıksızlık, aşırılık vb.
olumsuz şeylerle özelliklendirerek yapan bir söylemdir (Dursun, 2008). Cinsiyetçi söylem, bir
eşitsizlik söylemidir: kadın ve erkeğin birbirinden farklarının erkeğin toplumsal iktidarını kuracak
ve pekiştirecek tarzda tanımlanmasıyla işler. Bu söylem, erkeğin toplumsal, siyasal, ekonomik,
kültürel kısacası yaşamın her düzeyinde kurulmuş iktidarının ve egemenliğinin, tam da bu
farklardan kaynaklandığını açık ya da örtük biçimde işaret eder. Dolayısıyla sözkonusu psikolojik,
duygusal, fiziksel, zihinsel vb. farklar, belirli politik sonuçların elde edilmesi istendiği için amaca
yönelik olarak tarif edilen ve tanımlanan nitelikler olmaktan çıkartılır; doğuştan gelen,
değiştirilemez,
dönüştürülemez
ve
bizatihi
kendisi
yeryüzünün
erkek
egemen
tarzda
düzenlenmesine yol açan kökensel farklar haline getirilir. Yani farklar, kurulu düzenin erkek
egemen yapısının sonucu değil, nedeni olarak gösterilir. Böylelikle toplumdaki kadınlık ve erkeklik
rolleri, kökensel farklara dayalı olarak çerçevelenir. Sonuçta da varolan toplumsal-kültürel ve
siyasal düzenin erkek egemen yapısı doğallaştırılır, meşrulaştırılır, gelecek kuşaklara aktarılarak
taşınır. Eril cinsiyetin egemenlik uygulama sistemi veya rejimi olarak ataerkillik (Mojab ve Abdo,
2006), yeni kuşakların içerisine büyük bir doğallıkla yerleşerek benimsedikleri bir rejim olup çıkar.
Medya, öteden beri sunduğu içerikler ile cinsiyetçi söylemi güçlendiren bir alan olarak görülmüştür.
Yani televizyonlar (ve diğer kitle medyası ortamları) kadının toplumsal konumuna ilişkin toplumsal
olarak üretilen söylemleri dolaşıma sokarak yeniden kuran ve üreten anlamlandırma pratiklerini
gerçekleştirmektedirler (Dursun,2008). Örneğin televizyon anlatıları, kadına yönelik her türden
şiddeti meşrulaştırmanın doğrudan ve yegane araçları olarak görülmekten çok, “kadına yönelik
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
şiddete dayanak oluşturan, onu meşrulaştıran söylemlerin izini taşıyan söylemsel oluşumlar” olarak
değerlendirilmektedir (Çelik, 2000). Ya da kadın bedeninin sunumundaki görsel kodların ve
ifadelerin, kadının çok yönlü ve karmaşık varlığını hiçleştirerek onu bir cinsel haz nesnesi statüsüne
indirgediği dile getirilmektedir. Özellikle kadına yönelik şiddetle ve kadın bedeninin medyada
temsili ile ilgili yaygın kodların, cinsiyetçi söylemi yeniden ürettiği, feminist medya çalışmalarının
temel iddialarındandır (van Zoonen, 1997).
Medya, kadınlara dair çarpıtılmış egemen değerleri aktararak demokratik, ataerkil ve kapitalist
toplumun yapısal gereksinimlerini gidermekle suçlanır (van Zoonen, 1997). Feminist medya
çalışmaları, medyanın kadın yaşamına ve kimliğine dair gerçekleri aktarmasını savunur. Kadınların
günlük yaşam alanının zengin boyutlarını, medya yeterince aktarmakla eleştirilir. Özellikle
dizilerde, filmlerde, reality şovlarda, sunduğu kadınlık imgeleri gerçekçi olmaktan uzak ve
basmakalıp olarak görülür. Bu basmakalıp imgenin temel özellikleri şunlardır.
•
İradi ve insiyatif sahibi olmayan
•
Fiziki özellikleri vurgulanan
•
Toplumsal norm ve değerlerin dışına çıktığında konu haline gelen
•
Zayıf ve bağımlı bir figür
•
Hafif kadın/ iyi eş-anne kategorik ayrımına göre yer tutan
•
Cinselliğinden arındırılan ya da aşırı cinsel yüklemelerle kurulan figürler
•
Şiddetin nesnesi
•
Metalaşmış
Bu basmakalıp temsiller erkeklerin temsili ile karşılaştırıldığında erkeklerin, soğukkanlı, istikrarlı,
cesaretli ve başarılı, fiziksel şiddete başvurabilen figürler olarak sunulduğu görülmektedir. Güldürü
programlarında, sembolik şiddete maruz kalan taraf kadınlardır. Reality şovlarda kadınlar, aciz,
yardıma muhtaç, mağdur olan kadınlardır. Eğlence ve müzik programlarında Müzik videolarında,
kadın bedeni cinsel çekim nesnesi olarak öne çıkarılmaktadır. Kadınlar, duygusal, zarif, sadık,
bağımlı, umutsuzluk ve paniğe kapılabilen, kolay ikna edilebilir figürler olarak sunulmaktadır.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
1980 öncesinde medyada sunulan kadınlık figürlerinin temsilleri kamusal alan akli olan erkeğe ait
bir alan kılırken; ev ve aile yaşantısının sürdüğü özel alan da ‘rasyonel olmayan’ kadına ait bir alan
kılınmıştır. 1980’lerden itibaren ise televizyon programlarında kadın ve erkek karakterlerin
sunumunda daha dengeli ve eşitlikçi bir temsile dair hareketlenmeler başlamıştır. Geleneksel kadın
imgesi sürdürülürken çağdaş, kendinden emin, çalışan, rasyonel, güçlü ve bağımsız kadın imgesi de
üretilmeye başlamıştır. Bu karakterler de aile ve meslek yaşantısını bir arada sürdürmek için erkeğin
vermediği kadar mücadele veren, gerekirse ailesi ve işi arasında tercih yapmak zorunda kalan,
sonuçta tercihinden dolayı mutsuz olan kadın karakterlerdir. Dolayısıyla da modern kadın figürü,
1980’lerde karşımıza bölünmüş bir kimlik olarak çıkmaktadır. 1990’lardan itibaren, toplum
hayatında etkin olan ve aile yaşamı ile iş yaşamını dengelemiş, sağlıklı ve güzel olan bir tür ‘süper
kadın’ imgesini güçlendirecek medya içeriklerinin dolaşıma girdiğine tanık olunmaktadır.
Bu
durum, Türkiye’deki medyada daha gecikmeli olarak gözlenmiş, özellikle ticari televizyon
yayıncılığına geçilen 1990’lardan başlayarak medya içeriklerinde Batı’daki medya içeriklerine
benzer güçlü, bağımsız, çalışan, irade sahibi kadın figürlere az da olsa yer verilmeye başlanmıştır.
Nihayetinde medya içerikleri, toplumsal ilişkiler alanındaki somut ilişkilerin bir izdüşümü
olduğundan, kadın hak ve özgürlükleri için mücadelenin onyıllara yayılan birikiminin getirdiği
etkiler, medya içeriklerinde ve sunulan kadınlık figürlerinde de karşılığını bulabilmeye yavaş yavaş
başlamıştır.
IV. MEDYADA KADIN ÇALIŞANLARIN DURUMU
Medyada kadınların nasıl temsil edildiği, öteden beri iletişim ve medya çalışmalarının önemli ilgi
odaklarından olagelmiştir. Bu ilgi, öncelikle Batı’daki iletişim araştırmalarında başlamıştır.
Medyada kadınların nasıl yer aldıkları sorunu, liberal yaklaşımla olduğu kadar Marksizm içinden
gelişen eleştirel yaklaşımlarda da araştırma konusu edilmiştir, edilmektedir. Hepsi de kadınların
toplumsal alanda değersizleştirilmelerinin kökenlerini, nedenlerini ve bunun ortadan kaldırılması
için çözüm yollan öneren feminist medya yaklaşımlarından liberal feminist medya yaklaşımında,
var olan sistem içinde özgül ve daha çok yasal yönetsel düzeyde yapılacak değişikliklerle kadınların
medyada varlığının güçlendirilebileceği, bunun da hakkaniyetli bir temsil edilebilirliği sağlayacağı
varsayılır. Marksist ve sosyalist feminist medya yaklaşımları ise, kadınların medyadaki
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
durumlarının ve eşitsiz temsilinin değişebilmesi açısından çözümü, ya alt yapı düzeyinde ve
toplumun kapitalist üretim tarzının topyekûn değişmesi olarak önerir; ya da ideolojik üst yapı
düzeyinde, toplumsal cinsiyete, ırka ve sınıfa dayalı tahakküm yapılarının ve bunların ideolojik
işleyişlerinin sergilenerek değiştirilmesi olarak önerir. Bunlardan farklı olan zaman içinde
zayıflayan radikal feminist medya yaklaşımındakiler için çözüm, kadınların kendi dillerinde
konuşabilecekleri kendi medyalarını yaratmaları ve yaş atmalarındadır.
Medyayı liberal bir bakış açısından farklı kesimlerin seslerinin çoğulluğunun kamusal temsile
kavuştuğu bir alan olarak gören yaklaşımlar için temel sorun, uzun süre, basın- yayın sektöründe
kadın çalışanların sayısal varlığının azlığı olarak görülmüştür. Bu durum özellikle 1970’lerin
sonundan başlayan ve 1980’lerde artan alan araştırmaları ile saptanmıştır. Basın yayın sektöründe
kadın gazetecilerin ve medya profesyonellerinin sayıca artmasının, varolan habercilikteki cinsiyetçi
dilin ortadan kalkması başta gelmek üzere, sektöre hakim olan eşitliksiz çalışma kültürü ve
ikliminin de değişmesini sağlayacağı umulmuştur. Benzeri argümanlar eleştirel feminist medya
çalışmaları tarafından da 1970’lerde öne sürülmüş olmakla birlikte; 1980’lerden itibaren sorunun
sektörün yapısal durumundan ve eğilimlerinden kaynaklanan çok boyutlu bir sorun olduğu ifade
edilmeye başlamıştır. Çok boyutluğun önemli bir bileşeni, kapitalist üretim ilişkilerine bağlı
biçimde ticari çıkarlara odaklı medya sektörünün, kamu yararı ilkesini bir yana bırakarak içerik
üretmeye yön tutmasıdır. Özellikle 1980’lerde başlayan ve 1990’larda yoğunlaşan medya
sektöründe kuralların gevşetilmesi (deregülation) ve özelleştirmelerin artarak yayıncılıkta kamu
tekelinin kırılması süreci, kadınların medya içeriklerinde artan ölçüde cinsiyetçi roller ve kalıplarla
temsil edilmelerine dolaylı biçimde etki etmiştir. Ticari yayıncılığın kamu hizmeti anlayışı yerine
karlılığın temel mantığı doğrultusunda yayıncılığa hız vermiştir. En çok izlenen programlar
olabilmek için artan ölçüde şiddet, kan, gözyaşı, magazin ve kadın görselliğinin öne çıkarıldığı
içerik üretimini arttırmıştır.
Bu süreç, kadın gazetecilerin sayılarının sektörde görece artmasını sağlamakla birlikte, medya
kurumlarında orta ve üst düzey yönetici konumunda kadın gazeteciler ve çalışanların sayısı,
beklenildiği kadar artmamıştır; artış daha çok alt düzey işlerde ve karar verici olmayan emekçi
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
konumlarında gerçekleşmiştir. Üstelik, yönetici konumlarını elde eden kadın medya çalışanları,
medya kurumlarının ve kuruluşlarının çalışma iklimi ve örgüt kültürüne hakim olan eril dili, anlatım
ve yönetsel hareket tarzlarını benimseyerek karar verme süreçlerini üstlendikleri için, medyada
kadınların temsili ile ilgili temel açmazlar varolmayı sürdürmüştür.
Gazetecilik mesleği, cinsiyetçiliğin kimi kez çok açıktan kimi kez çok örtük işlediği bir meslektir.
Özellikle kurum kültürünün mesleğin profesyonellik değerleri ile bütünleşik yapısı, haber
merkezinde cinsiyetçi işbölümüne yol açmaktadır. Bugün hâlâ pek çok gelişmiş ülkede haber
kuruluşlarında kadınlar muhabir konumunda daha fazla,
yönetici konumunda daha az iş
bulabilmektedir. Yine muhabir olarak çalışan kadın gazetecilerin çoğu, onların ev içi
sorumluluklarının adeta bir uzantısıymış gibi düşünülen sağlık, çocuk bakımı, moda, güzellik vb.
alanlarda haber yazmaya yönlendirilmektedirler. Bir başka eşitsizlik göstergesi, erkeklerle aynı işi
yapan kadın gazetecilere, eğitim düzeyi ve diğer faktörlere bakılmaksızın daha az ücret
ödenmesidir. Var olan bu koşullar altında ve eril haber dilinin baskısıyla kadın gazeteciler,
yaptıkları işe yabancılaşmakta, haber üretiminin maço kültürü içerisinde kadın gerçekliği lehine
yeni bir haberciliği geliştirme olanağı zayıflamaktadır. Çalışılan kurumun habercilik pratikleri ve
anlayışının belirlediği bu çerçeveye rağmen kadın haberciler, kendi iradeleri üzerinde görünmez bir
ağırlığı olan kariyer ilerlemesinin zor koşullarının ve medya örgütlerinin kapitalist işleyiş yapısının,
gerçekliği kadın aleyhine yapılandıran anlamların üretiminden tek başına sorumlu olduğunu
düşünmeye yatkındırlar. Haber üretim süreçleri ile medya kurumlarındaki örgütsel pratiklerin
kadınların medya endüstrisindeki varlıgını sorunlu hale getiren isleyis mekanizmaları, kadınların
haberlerdeki temsilinin basmakalıplaştırılması ve erkek egemen toplumsal ilişkiler alanındaki
ikincil konumlarını pekiştiren cinsiyetçi yargıların yeniden üretiminde, bizzat kadın gazeteciler
farkına varmadıkları bir pay sahibi olmaktadırlar (Dursun, 2011).
Günümüzde medyada “çoğunlukla” erkekler yöneticiler hakim olsa da, medya dünyasında çalışan
gazeteciler arasında kadınların sayı olarak hızlıca artmaktadır. Ancak Türkiye’de medya sektöründe
çalışan kadın medya profesyonellerinin sayısal ağırlığı ile ilgili TÜİK’in verdiği 2013 rakamları
dışında herhangi bir güncel veri mevcut değildir. TÜİK 2013 Yazılı medya istatistikleri verilerine
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
göre yazılı medyanın yayın, basım ve dağıtım bölümlerinde toplam çalışan sayısı 66 bin 374. Bunun
46 bin 54'ü ile yüzde 69.3'ünü erkekler oluşturuyor. Yazılı medyada çalışan toplam kadın sayısı
ise 20 bin 320. TÜİK'in 2012 yılına ait verilerine göre, yazılı basında sarı basın kartlı gazetecilerin
yüzde 78.22'si erkek. Yerel ve bölgesel gazeteler hariç ulusal gazetelerin genel yayın
yönetmenlerine bakıldığında, bu koltuklarda iki gazete haricinde, erkeklerin oturduğu göze
çarpıyor. Yerel ve bölgesel gazetelerde kadın gazetecilerin sayısal varlığı ve hangi konumlarda
çalıştıkları verisi, güncel değildir.
Sayısal verinin güncel olmayışı, sektörün bütününde kadın medya profesyonellerinin değişen oranı
ile ilgili yorum yapmayı güçleştirmektedir. Genel olarak habercilik/gazetecilik alanında son on
yılda artan kadın muhabir ve gazeteci sayısına rağmen, haber yöneticilerinin ağırlıklı olarak erkek
gazetecilerden oluşmayı sürdürdüğü bilinmektedir. Çok kaba bir gözlemle, haber kuruluşlarının
künyelerine bakıldığında bile erkek yöneticilerin yer aldığı gözlenebilmektedir. Sosyal medya
haberciliği, yazılı ve görsel medya haberciliğine göre bu durumun istisnasını oluşturmaktadır.
Gazetelerde üst konumlarda kendine yer bulmakta sıkıntı çeken kadınlar, gazetelerin internet siteleri
ya da internet haber sitelerinde kendilerine daha fazla yer bulabiliyor.
TGC Başkanı Olcayto bunu da şöyle yorumluyor:
"Sosyal Medya kadınlar için daha rahat bir ortam. Erkek yöneticilerin baskı
uygulamadığı, mobing yapmadığı rahat bir çalışma alanı. Çoğu kadın gazeteci de kendi
uzmanlık alanına göre, kendi portallarını kurararak sosyal medyada boy gösteriyor. Oysa
gazetelerde her konuda olduğu gibi kadınların yetenekleri ne olursa olsun barınmaları pek
olası görünmüyor. Erkek toplumunun çoğunlukta olduğu konumlarda kadınların çeşitli
sorunlarla karşılaştığı bilinen gerçeklerdir. Sosyal medya tercihi bu açıdan kadınlara daha
çekici
gelebilir."
(kaynak:
http://www.gazeteciler.com/gundem/turkiyede-gazeteler-de-
gazeteciler-de-erkek-79955h.html)
Dizi sektörü ve eğlence ile ilgili içerik üretiminde kadın medya profesyonelleri habercilik
sektörüne göre biraz daha fazla yer alabilmektedir. Bununla birlikte medya sektörünün çalışma
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
koşullarının kadının toplumsal rolü ve aile sorumluluklarına yönelik yarattığı etkiler, sektöre
kadınların girebilmesini ve tutunabilme stratejilerinde başarı kazanmalarını olumsuz yönde
etkilemektedir demek yanlış olmaz.
Haber kuruluşlarında belirli türden haberlere ve görevlere kadınların sevk edilmesinde özellikle
kendini gösteren yaygın cinsiyetçi eğilimleri güçlendiren faktörler şöyle sıralanmaktadır:
¢ 1-Bazılarına göre, zihinsel süreçleri farklı olduğu için haber yazarken kadınlar ve erkekler
farklı anlatımlar ve ifadelendirmelerle gerçekliği ortaya koyarlar. Ciddi eleştiriler alan bu
görüşe göre kadınlar, gerçekliği daha öznel, akıldışı, duygusal, yanlı, parçalı ve edilgin
anlatımlarla sunarlar ve yazdıkları haberlerde de zihinsel faaliyetlerinin bu yanı açıkça öne
çıkar.
¢ 2-Sosyalist-feministler, kadın ve erkek gazeteciler arasındaki anlatım farkının biyolojik
özelliklerde değil, haber üretim sürecindeki cinsiyetçi işbölümünden kaynaklandığını
söylerler.
Günlük gazetelerin her kademesinde kadın yer almamakta, süreli yayınlar ile günlük yayınlar
arasında kadın istihdamı ve konumlandırması açısından farklılık belirmektedir. Süreli yayınlarda
kadın gazeteciler daha çok istihdam edilirken, günlük gazeteler bu istihdamın gerisinde
kalmaktadır.
Kadınların ister habercilik ister dizi yapım sektörü olsun, medyada tutunma stratejileri temelde 3
biçimde gerçekleşmektedir:
—
Dahil olma: erkeksi iş yapma tarzlarını üstlenme, kurumun ataerkil çalışma kültürüne ayak
uydurma ve kariyer planlamasını buna göre yapmak.
— Feminist: alternatif ses sağlama stratejisi, kurum içi cinsiyetçi işbölümüne ve değerlere karşı
alternatif olanlarını gerçekleştirerek ve uygulayarak varlığını sürdürmek.
— Geri çekilme: iş yerinden ayrılma, serbest çalışan olma ise bütünüyle sektörün faal çalışma
ortamının dışında parça başı iş ve karşılığında alınan ücretle içerik üretmektir.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
Bu stratejiler içinde gerek Batı’da gerekse Türkiye’de en yaygın olanı “dahil olma” stratejisi olup,
kadınların kurumsal varlıklarını sürdürmeleri için yöneldikleri bu strateji, medya kuruluşlarında eril
değerlerin ve anlayışın süregitmesine yol açmaktadır.
V.
MEDYADA KADINLARIN TEMSİLİ İLE İLGİLİ ETİK KODLAR
Medya etiği dendiğinde günümüzde ilk akla gelen şey, haber ve habercilik/gazetecilik etiğidir.
Gazetecilik ve haberciliğin etik2 ilkeleri ve mesleki kodları, gazetecilik mesleğini belirli kurallarla
bağlantılı kılmaya yarayan; uygun çalışma yordamlarını kuran ve gazetecinin toplum gözünde
mesleki konumunu haklılaştırmasına elveren düzenlemelerdir. Gazetecilik mesleği ile ilgili etik
kodlar, genellikle gazetecilik ve habercilik meslek örgütleri tarafından geliştirilmektedir. İlki
1916’da İsveç’de kurulan basın konseyi üzere bütün mesleki konseyler ve dernekler, halktan gelen
şikayetler ölçüsünde kamunun habercilere ilişkin kuşkularını gidermeye çalışmanın yanı sıra,
gazetecilik/habercilik mesleği için bir profesyonellik duygusu yerleştirecek standartların
geliştirilmesine de soyunmuşlardır (Dursun,2008).
Etik kodlar, gazetecilere mesleği gerçekleştirmeleri sırasında doğru davranışları teşvik ederek yanlış
davranışlardan kaçınmayı önemektedir (İrvan, 2005). Medyanın toplumsal sorumluluğu olduğu
görüşünden hareketle geliştirilen mesleki etik kodlar, özellikle yirminci yüzyıl boyunca3, toplum
karşısında gazetecilerin çeşitli yükümlülükleri olduğunun, devlet zoruyla değil, gazeteciler
tarafından kendiliğinden kabul edilmesiyle uygulamaya başlanmıştır. Gazetecilerin kendi
oluşturdukları kurumsal yapılar tarafından geliştirilen kurallar ve belirlenmeye çalışılan standartlar,
hem haber alma hizmetinden yararlanan kamunun çıkarını kollayan, hem de gazetecinin
korunmasını sağlayan düzenlemeler olarak çift yönlü yarar sağlamaktadır. Öte yandan gazeteciliğin
mesleki gazetecilerin öz disiplin çabası, yalnızca ve en önemli olarak, devlet gücüne karşı gelmeye
dönük bir tür strateji gibi kabul edildiği için, bu çaba, yirminci yüzyılın uzunca bir bölümünde
2
Etik,Yunancaethossözcüğündenkökenselolarakgelmektedir.Ahlakigörevveyükümlülükleriiçerecekşekildeiyive
kötünün ne olduğuyla ilgilenmenin yanı sıra insan davranışlarını, yargılarını, davranış kurallarını ve ilkelerini ahlakilik
temelindearaştırıpsavunanbirfelsefiincelemedalıdır(İrvan,2005)
3
Liberal düşünürlerin basının özgür olması ve bunun koşullarının sağlanması konusunda geliştirdikleri düşüncelerin
karşısında ilk kez 1956’da Theodore Peterson tarafından “basının toplumsal sorumluluğu” ilkesi çıkarılmıştır (Alemdar,
1990:19). Böylelikle gazetecilerin ve genel olarak da basının, yaptığı işin özü gereği topluma karşı sorumlu olduğu
görüşü ilk kez dile getirilmiştir.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
‘savunma eğilimli’ olagelmiştir. Bu eğilimden dolayı insanlar, gazetecilerin ve medyanın etiğinden
kuşku duyabilmektedir (Morresi, 2003).
Etik ilkeler gazetecilerin misyonunu ve önceliklerini ortaya koyarken, mesleğin saygınlığını ve
güvenirliğini sağlama amacını gerçekleştirmesi umulmaktadır. Bundan dolayı, etik ilkelerin büyük
bir kısmı, yasaklayıcı, sınırlandırıcı ifadelerle doludur (İrvan, 2005). İrvan’ın yaptığı ayrıma göre
haberin özellikle toplanması ve yazılması sürecinde uyulması gereken davranış ve tutumların temel
ilkelerini kapsayan etik ilkelerin genel olarak 3 odağı vardır (2005):
-
Haber kaynaklarıyla ilişkileri düzenleyen ilkeler
-
Habere konu olan kişilere dair ilkeler
-
Haber toplama yöntemlerine ilişkin ilkeler
Haber yapım süreci, gazetecinin fiilen işbaşında olduğu bir süreç olduğundan etik kurallar ve ilkeler
de haber yöneticileri ya da medya kuruluşu sahiplerinden çok muhabirlere seslenmektedir. Bu
nedenle yazılı ve görsel medyada özdenetim konusu, kuruluşların yapısal bütünlüğünden çok tek
tek çalışanlarını ilgilendiren kişiselleşmiş bir mesele gibi belirmektedir. Oysa etik davranış, dar
anlamda bireysel bir seçim olmakla sınırlı görülemez. Etik gazetecilik de her şeyden çok kişisel
ahlak sorunu olarak görülmemelidir. Çünkü günümüz koşullarında gazetecinin seçimlerini
belirleyen iş koşulları, piyasanın hükmediciliğine bırakılmıştır. Piyasa ise, ‘bırakınız yapsınlar,
bırakınız geçsinler’ mottosunda billurlaşan ve gerçekleştirilen eylemede öncelikle medya
kuruluşunun edineceği fayda’yı hesaba katan bir anlayışla hükmetmektedir. Ne yazık ki bu
hükmediş, gazeteciye ne olursa olsun sattıracak, okutacak, izletecek bir yol bulmasını örtük olarak
sürekli dayatmaktadır (Dursun, 2008).
Etik ilkeler üzerinde piyasa mekanizmasının yarattığı basınç, dolaylı bir basınç olmakla birlikte
sonuçları özellikle kadınların medyada temsil edilmesi sözkonusu olduğunda, oldukça çabuk ve
doğrudan karşımıza çıkabilmektedir. İyi gazeteciliğin ne olduğunu vazeden etik kodlar, belki de en
çok kadınların haberlerde temsili boyunca ihlal edilmektedir. 1920’li yıllardan itibaren bölgesel ve
uluslar arası düzlemde gazetecilik mesleki davranış ilkeleri hazırlayarak özdenetim ve mesleğin
saygınlaştırılması yolunu açma girişimleri başlamakla birlikte, kadına yönelik aile içi şiddet
olgusunun, gazetecilik/habercilik mesleğinin etik çerçevelerine önemli ve başlıbaşına bir sorun
olarak dahil edilmesi henüz yeni yeni karşımıza çıkmaktadır (Dursun,2008). Bunun nedeni,
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
gazetecilikte mesleki ve etik kodların, öncelikle insan haklarını gözeten ve her türden ayrımcılığa
karşı olmayı vurgulayan daha genel ilkeler ortaya konulmasıdır.
Bu süreçteki bazı önemli kilometre taşları şöylece sıralanabilir (İrvan, 2003, Alemdar, 1990, Özgen,
1988):
-
1936’da Uluslararası Basın Birliği bir dizi ahlak kuralını benimsemiştir.
-
1952’de Birleşmiş Milletler bünyesinde kabul edilen Basın ve Enformasyon Alanında
Çalışanların Uluslararası Ahlak İlkeleri başlıklı metin, basın ahlak kurallarının
zorunluluğunu sergilemiştir.
-
1954’de Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (International Federation of Journalists),
mesleki etik kodları ve gazetecilerin haklarını saptamıştır. Buna göre IFJ “İnsan hakları,
demokrasi ve çoğulculuğu destekler. Her türlü ayrımcılığa karşıdır… Gazeteci, medyanın
her türlü ayrımcılığı arttırdığına ilişkin tehlikenin farkında olmalıdır; ırk, cinsiyet, cinsiyet
yönelimi, dil, din, politika, ulusal veya toplumsal kökenler temelinde gelişen ayrımcılığın her
türünü körüklemekten kaçınmalıdır.”
-
1971’de Avrupa Topluluğu’nun sendikal kuruluşlarının bir kısmı, Gazetecilerin Görev ve
Hakları Bildirisi’ni hazırlayarak meslek ahlak ilkelerini belirlemiştir.
-
1973’de Uluslar arası Gazeteciler Örgütü Meslek İlkeleri’nde, gazetecinin insan haklarının
temel ilkelerini güçlendirmeye katkıda bulunması gerektiğinin altı çizilmiştir: “Gazeteci
işinde insan haklarının temel ilkelerini güçlendirmeye ve halkların birbirlerini daha iyi
tanımalarına ve anlamalarına katkıda bulunmalıdır…Gazeteci, ırk ayrımını ve halklar, etnik
gruplar, dinler ve vatanlar arasında düşmanlık ve kin duygularını körüklemekten
kaçınmalıdır.”
-
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Basın Meslek İlkeleri, savaş, terörizm, azınlıklara
karşı ayrımcılık gibi durumlarda toplumsal gerilim ve fikir ayrılıklarının artacağından
hareketle gazetecilere özel görev yükler: “Böyle zamanlarda medya, demokratik hakları ve
insani değerleri koruma görevi üstlenmelidir. Medya problemlerin çözümü için toleranslı ve
barışçı yolları savunmalı, şiddete, kültürel, cinsel veya dinsel herhangi bir ayrıma karşı
çıkmalıdır.”
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
-
1983’de UNESCO, Uluslar arası Gazetecilik Meslek Etiği İlkeleri’ni kabul etti. Bu
ilkelerden 9. madde, insanlığın karşı karşıya kaldığı savaş ve diğer büyük kötülüklerin
ortadan kaldırılmasıyla ilgili olup, “…gazetecilerin insanlığın evrensel değerlerine etik bir
bağlılık duydukları takdirde, ırk,cinsiyet, dil, milliyet, din veya inanç ayrımı olmaksızın
bütün ulusların, insanların ve bireylerin haklarına ve değerine saygıyı sağlayabileceğini”
belirtmektedir.
-
Uluslar arası Gazete Editörleri Federasyonu (Gazetecilik Uygulamaları Kodu): Basın,
görüş farklılıklarını tanır, saygı duyar ve alternatif görüşlerin lehinde olur. Cinsiyet, ırk,
milliyet,dil, din, ideoloji ve inanç zemininde her türlü ayrıma karşıdır… Suç, terörizm,
şiddet ve insanlık dışı ve kaba diğer eylemler yüceltilmemelidir.
Dursun’un belirttiği gibi, uluslar arası metinlerde yer alan ve hem insan haklarını gözeten hem de
savaş sonrasında öncelikle ırk ve uluslar arasındaki ayrıma odaklı ve cinsiyet ayrımcılığına da karşı
olmayı vurgulayan ilkeler, örtük biçimde de olsa gazetecilerin cinsiyetler arası güç ilişkilerini
kadının aleyhine yapılandırmaması gerektiğini içermektedir (Dursun, 2008). 1970’lerden itibaren
dünya çapında kadın hareketlerinin güç kazanmaya başlamasıyla birlikte, kadınları ve çocukları
gözeten ve daha özelleşmiş yeni etik ilkeler, gazetecilerin/habercilerin ulusal/ülkesel etik
yönergelerinde yavaş yavaş yer almaya başlamıştır. Günümüzde pek çok ülkede mesleki etik
kodlar, cinsiyeti de kapsayan bütün ayrımcılık türlerinden kaçınmayı artık açık seçik ifadelerle
gazeteciye bir sorumluluk olarak yüklemektedir.
Bazı ülkelerin basın meslek kuruluşlarının bu konudaki etik ilke ve kodlarına şu örnekleri verilebilir
(aktaran Dursun, 2008):
ABD Profesyonel Gazeteciler Derneği (SPJ), etik yönergesinde yer alan “ırk, cinsiyet,
yaş, din, etnik kimlik, coğrafya, cinsel eğilim, sakatlık, fiziksel görünüm ya da toplumsal
statüye ilişkin basmakalıp yargılardan kaçınılmalıdır” ilkesi, kadına dair haberlerde
gazetecinin dikkatli ve sorumlu olduğunu altını yine dolaylı ve örtük biçimde çizen ve
ulusal düzeyde kabul görmüş bir ilkedir.
“Çocuk yaştaki sanıkların ve tecavüz
kurbanlarının kimliklerini açıklamaktan özenle kaçınmalıdır” ilkesi ise çocuğa yönelik
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
şiddetin haberleştirilmesi konusunda daha açık ve doğrudan bir ilke olarak
belirmektedir.
Hollanda (Gazetecilerin Mesleki İlkeleri Deklarasyonu, 7.madde): Gazeteci, ayrımcılık
tehlikesinin medya tarafından ileri götürülebileceğinin farkında olmalıdır ve ırk,
cinsiyet, cinsel yönelim, dil, din, siyasi veya başka düşünceler, ulusal veya toplumsal
kökenler üzerinde temellenen ayrımcılığı güçlendirmekten kaçınmak için elinden geleni
yapmalıdır.
İngiltere (İngiliz Gazeteciler Sendikası Mesleki Kodlar, 10.madde): Gazeteci bir kişinin
yaşını, ırkını, rengini, yasal durumunu, engelliliğini, medeni durumunu, cinsiyet veya
cinsel yönelimini ancak bu bilgiler kesin olarak haber öyküsüyle ilgiliyse belirtebilir.
Gazeteci, ırk, yaş, renk, engellilik, cinsiyet veya cinsel yönelim gibi zeminlerde
ayrımcılığı, önyargıyı ve nefreti cesaretlendirecek materyali ne oluşturmalı ne de
dağıtmalıdır.
İngiltere (Basın Şikayetleri Komisyonu, 10. ve 13.madde): Basın, kişinin ırk, renk, din,
cinsiyet veya cinsel yönelim veya fiziksel/ ruhsal herhangi bir hastalığı veya
engelliliğine önyargılı ve kötüleyici atıfları yapmaktan kaçınmalıdır.
Polonya (Gazeteciler Birliği Kongresi Bildirgesi, 5.madde): Savaşı, şiddeti kışkırtan,
dindar insanların ve inanmayanların duygularını, ulusal hisleri, insan haklarını, kültürel
özellikleri yaralayan veya pornografi propagandası yapan her türlü yayın yasaktır.
İtalya (İtalyan Basını Ulusal Federasyonu ve Gazetecilerin Ulusal Konseyi): Bir
gazeteci, kişiye, onun değerine, mahremiyet hakkına saygı duymalı ve ırkına, dinine,
cinsiyetine, zihinsel ve fiziksel durumuna, politik görüşüne göre hiçbir kimse arasında
ayrım asla yapmamalıdır. (…) Cinsel saldırı kurbanlarının isimleri yayınlanmamalıdır,
kimliklerinin açığa çıkmasına yol açacak ayrıntılar –genel çıkarlar açısından kurbanlar
tarafından gerek duyulmadıkça- verilmemelidir.
Slovenya (Gazetecilik Kodları, 10.md): Cinsiyet, etnik, dinsel, toplumsal veya ulusal
gruplara aidiyette temellenen her tür ayrım, dini duygu ve alışkanlıklara yönelik
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
ihlaller, farklı uluslar arasındaki çatışmayı arttıracak yönde her tür savaş kışkırtıcısı
etkinlik, etik kod ile uzlaştırılamaz.
Japonya (Nihon Shinbun Kyokai- Japon Gazete Yayıncıları ve Editör Gazetecileri):
Üye gazeteler insan varlığının değerine en yüksek saygıyı göstermeli, bireyin onuruna
en yüksek değeri vermeli, onun mahremiyet hakkını ciddiyetle gözetmelidir.
Azerbeycan (Gazetecilerin Profesyonel Etik Kodu, 3.ilke): Gazeteci insanları, milliyeti,
ırkı, cinsiyeti, dili, mesleği, dini ve doğduğu yer gibi bilgilerden dolayı suçlamamalıdır.
Gazeteci, hakkında yazdığı kişinin onuru, değeri ve kişisel yaşamının ihlal
edilemezliğine saygı göstermelidir.
İspanya (İspanyol Basın Federasyonu, 4. ve 5. md.): Gazeteci, cinsel saldırı suçlarıyla
ilgili meseleleri ele alırken özenli davranmalıdır. Çocukları ve gençleri ilgilendiren
meselelerde de özel bir dikkat gösterilmelidir. (7.md.) Gazeteci, güçsüzlerin ve
ayrımcılığa uğrayanların haklarına son derece ve mesleki süreklilik çerçevesinde saygı
gösterir. Bundan dolayı ayrımcı bilgiyi veya fikirleri veya insanlık dışı ve aşağılayıcı
uygulamaları teşvik eden bilgiyi ve fikirleri özel bir duyarlılıkla ele almak zorundadır.
Gazeteci, kişinin ırkını, rengini, dinini, sosyal sınıfını veya kişinin cinsiyetini; veya
fiziksel veya zihinsel hastalığı her ne olursa olsun kişinin engelliliğini kötüleyici veya
önyargılı bir tarzda ima etmekten kaçınmalıdır.
Fransa (Le Monde’un Etik İlkeleri): Tecavüz kurbanlarının adı ve soyadı –kurban
kendisi açıkça talep etmedikçe- yayınlanamaz.
Rusya (Rusya Gazeteciler Kongresi, 5.md.): Gazeteci, kendi etkinliğinin yol
açabileceği sınırlılıkların tehlikesini, yol açabileceği rahatsızlıkların ve şiddetin
bütünüyle farkında olmalıdır. Mesleki görevlerini yerine getirirken, aşırılığa ve sivil
hakların cinsiyet, ırk, dil, din, siyasi veya başka herhangi bir görüş, sosyal veya ulusal
köken zeminlerinde sınırlandırılmasına karşı çıkmalıdır. Gazeteci, kendi mesleki
odağının nesnesi haline gelen kişilerin onuruna ve değerine saygı duymalıdır. Irk,
milliyet, derinin rengi, din, sosyal köken, cinsiyet, hastalık veya kişinin fiziksel
engelliliği ile ilgili aşağılayıcı imalardan ve yorumlardan kaçınmalıdır (…) Gazeteci,
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
insanların fiziksel ve ahlaki sağlığına zarar verebilecek saldırgan ifadelerden koşulsuz
olarak kaçınmak zorundadır.
İrlanda (Ulusal Gazeteciler Sendikası, 10.md.): Gazeteci, kişinin yaşını,. rengini, yasal
durumunu, engelliliğini, medeni halini, cinsiyetini veya cinsel yönelimini bu bilgiler
mutlaka gerekliyse belirtebilir. Ayrımcılığı güçlendirecek ve sayılan zeminlerde
önyargı ve nefret yaratacak materyali oluşturmaktan veya yaymaktan kaçınmalıdır.
Almanya (Basın Konseyi,11.md ): Şiddet ve kaba güç sansasyonelleştirilmemelidir.
Röportaj, genç insanları koruma ilkesine göre yapılmalıdır.
Doğu Afrika Ülkeleri Etik Kodları: Kitle medyası, başka şeylerin yanı sıra, kişinin ulusu,
etnikliği, sınıfı, dini, politik bağlantısı ve cinsiyeti veya fiziksel veya zihinsel herhangi
bir hastalığı ve engelliliğine gönderme yapacak kötüleyici, önyargılı veya lekeleyici bir
dilden kaçınmalıdır… Gazeteci, insanın sosyo-ekonomik konumu ve sosyo-kültürel
meselelere duyarlılıkla, temel hak ve özgürlüklerine saygı duymalı ve savunmalıdır.
Latin Amerika Gazetecileri Merkezi: Her ne biçimde olursa olsun gazeteciliğin dili
müstehcenliği, banalliği ve iğrençliği ve ayrımcılığın her türlüsünü
güçlendiren
önyargıları besleyen dili dışlamalıdır.
Avustralya (Basın Konseyi Etik İlkeleri 7.md.): Yayınlar bir bireyin veya grubun ırk, din,
milliyet, renk, ülke kökeni, cinsiyet, cinsel yönelim, medeni durum, engellilik, hastalık
veya yaşıyla ilgili gereksiz vurgularda bulunmamalı. Ancak ilgisi olduğunda veya kamu
yararı varsa yayında bu konular açıklanabilir ve görüş beyan edilebilir.
Meksika (İberAmerican Universitesi’nin Gazetecilik
Etik Kodları,2.md): Gazeteci,
toplumun medyaya erişimini destekler, bütün toplumsal sektörleri bilgi kaynağı olarak
görür, herhangi bir türden ayrımcılık uygulamaz ve okuyucusuna/izleyicisine saygı
duyar.
İsrail (Gazeteciliğin Mesleki Etik Kuralları, md.4): Gazete ve gazeteci, ırkçılığı kışkırtan
veya cesaretlendiren veya ırk, köken, derinin rendi, etnik bağlantı, milliyet,din, cinsiyet,
yerleşim yeri, cinsel yönelim, hastalık veya fiziksel ve zihinsel yetersizlik, siyasi inanç
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
veya görüş ve toplumsal ekonomik konum temelinde herhangi bir yayın yapmaz. Gazete
ve gazeteci, bu özellikleri ancak haber konusuyla ilgili olmadıkça belirtmez.
Bu çerçeve Batı ülkelerinde kadının (ve çocukların) insan olmaktan gelen haklarını, yapı
bütünlüğünü, değerini ve onurunu merkeze alır biçimde habercilik yapılması konusunda kayda
değer bir aşamaya gelindiğini göstermektedir. Basmakalıp yargılara karşı mücadele edilmesi
konusunun uluslar arası gazetecilik kuruluşları nezdinde etik bir koda dönüşmeye başlaması önemli
bir kazanım sayılabilir. Cinsiyet ayrımcılığına karşı kodların tek tek ülkelerin etik anlayışlarına
dahil olması, gerçeklik iddiası en güçlü metin olan haberler açısından doğrudan ve kısa sürede
sonuçlar yaratabilmekten henüz uzaktır. Bununla birlikte, hangi türden haberlerde kadınların
ayrımcılığa uğradıklarının görülebilmesi ve konuşulur hale gelebilmesi de, önemli bir olanaktır.
Türkiye’ye baktığımızda ise varolan meslek yapılarının, genel olarak cinsiyet ayrımcılığına karşı
ilkeleri büyük ölçüde kabul ettiğini görmekteyiz. Gerek Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin meslek
ilkeleri olsun, gerek Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi’nde yer
alan ilkeler olsun, gazetecinin haberlerinde cinsiyet ayrımcılığı yapmaması ve şiddeti
körüklememesi gerektiğinin altını çizmektedir. Söz konusu örgütlerin ilkelerinden örnekler
şunlardır (Dursun, 2008):
a) Basın Konseyi Meslek İlkeleri:
•
1. md.)Yayınlarda hiç kimse; ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi ve inançları
nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz.
•
2.md.) Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak
anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da
incitici yayın yapılamaz.
•
4.md.) Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren,
aşağılayan ve iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez.
•
5.md.) Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında,
yayın konusu olamaz.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
•
13.md) Şiddet ve zorbalığı özendirici yayın yapmaktan kaçınılır.
b) Çağdaş Gazeteciler Derneği Üyelik ve Meslek İlkeleri:
4. md.) Yayınlarda hiç kimse, ırk, renk, cinsiyet, dil, dini inanç ya da inançsızlık,
sosyal statü, sınıf, bedensel yapı, düşünce ve inançları nedeniyle hor
görülemez, kınanamaz, aşağılanamaz. Haber ve yorumda, kişileri ve
kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan sözcükler
kullanılamaz.
12. md.) Gazeteci, şiddet, zorbalık ve savaş kışkırtıcılığına araç olamaz. Barışı,
ulusların ve halkların kardeşliğini ve eşitliğini savunur; insanlar, topluluklar ve
uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Ulusal
bağımsızlık ve demokrasiyi vazgeçilmez ilke olarak kabul eder. İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi’nde ve Helsinki Konferansı kararında belirtilen ilkelere
bağlı kalır.
c) Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Hak ve Sorumluluk
Bildirgesi)
• E. Gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri:
3. md.) Gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın
evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur.
Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı
yapmadan tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve
saygınlığını tanır.
Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtan yayın
yapamaz.
7. md.) Gazeteci, kamuya mal olmuş bir şahsiyet bile olsa, halkın haber alma,
bilgilenme hakkıyla doğrudan bağlantılı olmayan hiç bir amaç için, izin
verilmedikçe özel yaşamın gizliliği ilkesini ihlal edemez.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
Gazetecinin Doğru Davranış Kuralları:
Çocuk: Çocuklarla ilgili suçlarda ve cinsel saldırılarda sanık, tanık ya da
mağdur (maktul) olsun, 18 yaşından küçüklerin açık isimleri ve fotoğrafları
yayınlanmamalıdır.
Çocuğun
kişiliğini
ve
davranışlarını
etkileyebilecek durumlarda, gazeteci, bir aile büyüğünün veya çocuktan
sorumlu bir başkasının izni olmaksızın çocukla röportaj yapmamalı veya
görüntüsünü almaya çalışmamalıdır.
Cinsel saldırılar: Cinsel saldırı mağdurlarının fotoğrafları, görüntüleri veya
kimlikleri, açık kamu yararı olmadıkça yayınlanmamalıdır.
Batı’da ve özellikle ABD’de olduğu gibi tecimsel basın yayın kuruluşlarının, kendi kurumsal etik
ilkelerini geliştirmesi ise Türkiye’de 1990 sonrasında gözlenmektedir. Doğan Medya Grubu
bunlardan ilk örneği oluşturmaktadır. Grubun yayın ilkeleri hem yazılı hem görsel medya alanında
faaliyet gösteren kuruluşları için geçerlidir. Bu grubun yayın ilkelerinde de farklı ülkelerin meslek
kuruluşlarının genel eğilimi izlenmiş ve
cinsiyete dayalı ayrımcılığı, şiddete ve zorbalığa
kışkırtıcılığı reddeden bir habercilik etiği benimsenmiş görünmektedir.
c) Doğan Medya Grubu Yayın İlkeleri:
5. md.) Yayınlarda hiç kimse ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi veya ilişkisi, dini inançları,
fiziki kusurları veya yaşı nedeniyle aşağılanamaz ve kınanamaz.
6.md.) Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din
duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı yayın yapamaz.
7.md.) Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan
veya iftira niteliği taşıyan lakap ve ifadeler kullanılamaz.
8. md.) Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenemedikçe hiç kimse "suçlu" ilan
edilemez.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
17. md.) Şiddet ve zorbalığı özendirici veya kışkırtıcı, çocukları cinsel konularda
olumsuz yönde etkileyici, bireyler, topluluklar ve uluslar arasında nefret ve
düşmanlığı körükleyici yayın yapmaktan kaçınır.
Gazetecilik/habercilik etiğinde ulusararası ve ulusal düzeyde geliştirilmiş olan bütün bu etik ilkeler
ve kodlar, tek başlarına kadın lehine ya da cinsiyetçi olmayan bir habercilik dilinin kurulmasına ve
yerleşmesine yardımcı olamazlar. Haber yapım süreçleri ve pratikleri aynı kaldığı sürece,
muhabirlerin cinsiyet eşitliğine dayalı haberler yazabilmesi için, habere ilişkin bakış açılarının
dönüştürülmesi önemlidir.
VI. MEDYADA KADINLARIN TEMSİLİ İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER
Görsel ve yazılı medyada kadınların temsili ile ilgili hukuki çerçeveler ve yasal düzenlemeler,
böyle bir genel başlık altında gerçekleşmemiştir. Genel olarak medyaya ilişkin düzenlemeler,
yayıncıların yayınlarını gerçekleştirebilmek koşullarını, içerik üretimindeki yükümlülüklerini ve
sınırlılıkları belirleyen ve özellikle görsel- işitsel yayıncılık için Avrupa Birliği mevzuatı ile
uygunluk gösteren referans çerçeveleridir. Bu referans çerçeveleri, uluslararası protokoller ve
sözleşmelerle oluşturulabildiği gibi, ulusal, bölgesel ya da daha yerel düzenlemeler olarak da
karşımıza çıkabilmektedir. Türkiye de üyesi olduğu uluslararası yayıncılık platformları ve imza
attığı sözleşmeler doğrultusunda kendi iç mevzuatını uluslararası yayıncılık normlarına uygun hale
dönüştürmektedir.
Kadınların ya da toplumsal cinsiyetin temsili söz konusu olduğunda Avrupa Birliği ülkeleri,
cinsiyetler arası da dahil olmak üzere her türden ayrımcılığa ve şiddete karşı, sınırlı korumalardan
daha etkin uygulamalara doğru yönelmektedir. AB, sözkonusu düzenlemeleri genel olarak şiddet ile
kadına/çocuğa yönelik şiddet konusunda özellikle görsel- işitsel medya yayıncılarına4 önemli
sorumluluklar yükleyecek bir anlayışla gerçekleştirilmektedir (Dursun,2008). AB’nin yayıncılık
alanında iki temel düzenlemesi vardır:
4
Avrupa Birliği, medya politikalarını 1980’lerden beri ağırlıklı olarak görsel-işitsel medya üzerinde yoğunlaştırmıştır.
Bu hem yayıncılık sektöründe ulusal pazar sınırlılıkların aşılmaya başlanmasının gerek mülkiyet yapıları ve pazarın
işleyişine dair, gerekse çoğulculuk ve çeşitliliğin medya içeriklerinde sağlanmasına dair hayati sorunların görsel- işitsel
medya ile ilgili olarak ortaya çıkmasından dolayıdır; hem de birleşmiş bir Avrupa projesinin medyanın da dahil olduğu
kültürel alandaki düzenlemelere gittikçe daha fazla gereksinir hale gelmesinden dolayıdır.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
1- Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi: AB’nin en önemlilerinden birisi sayılan ve
Avrupa Konseyi tarafından çıkarıldıktan sonra Türkiye’de 1993’de yürürlüğe giren bu
sözleşme, yayıncılıktaki sınırları açan ve ortak sorumluluğu belirleyen çerçeve
düzenlemesidir. Sözleşmede yer alan şu hükümler, kadınların yayın içeriklerinde temsili ile
ilgili sonuçlar doğurabilmektedir:
1. Program hizmetlerinin sunuş ve içerik bakımından bütün unsurları, insan onuruna ve
temel insan haklarına saygılı olacaktır.
2. Program hizmetleri özellikle;
a) Edebe aykırı olmayacak ve pornografi içermeyecek,
b) Şiddet eğilimini körüklemeyecek veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte
olmayacaktır.
2. Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyebilecek türden
program hizmetleri, bunların seyredilebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmayacaktır.
Sözleşmede kadına yönelik şiddetle ilgili açık bir hüküm yoktur ancak hem çocuk ve gençlerin
şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı söylemini güçlendiren tarzda cinsellik içeriğiyle karşı karşıya
bırakılmasının önüne geçmeye çalıştığı görülmektedir; sadece muhabirlerin değil yayıncı
sorumluluğunun altını çizerek, dolaylı da olsa kadın lehine bir temsilin olanağının yasal temelini
sağlamaktadır (Dursun, 2008)
2. Avrupa Sınır Tanımayan Televizyon Direktifi: AB üyesi ülkelerin yayıncılık iç pazarında
tüm engellerin kalkması için 1989’da kabul edilmiş, teknolojik gelişmelere paralel
olarak 1997 yılında yeniden gözden geçirilmiş mevzuatıdır. Direktifte yer alan “Üye
ülkeler yayınlarında ırk, cinsiyet, din ve milliyetçilik kapsamında kin, nefret duygularına
sevk eden unsurlara yer verilmemesini temin edeceklerdir” ifadesi ile kadınların uğradığı
cinsiyet ayrımcılığının medyada yeniden üretilmesine dair önlemleri alma konusunu üye
ülkelerin iç düzenlemelerine bırakmaktadır (Dursun,2008).
AB üyesi ülkeler, yeni kuşakların şiddet ve cinsellik içeriği ile karşılaşma tarzlarına müdahalede
bulunmak ve ayrımcılığı körükleyecek içeriklerin dolaşımını kısıtlamaya özel bir önem
vermektedir. Bu da kadınların medyada temsili ile ilgili ülkelerin iç mevzuat düzenlemelerinde ele
alınması gereken politikaları geliştirilmesine kaynaklık etmektedir.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
VII.
DEĞERLENDİRME VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Medya ve kadın arasındaki bağlantı meselesi, sadece kadınların nasıl temsil edildiklerinin konu
edilebileceği bir tartışma çerçevesini aşan boyutlara sahiptir. Bu çalışmada da vurgulandığı üzere,
konunun gazeteciliğin çalışma yaşamını, sektördeki cinsiyetçi çalışma pratiklerini ve ilişkileri
kapsayan boyutları da vardır. Görsel ve yazılı kitle iletişim araçlarında çalışan kadınların sayısı
zaman içinde artmakla birlikte, yönetici konumlarda yer alan kadınların sayısı aynı doğrultuda
artmamaktadır. Yöneticiliğin erkekler tarafından üstlenilmesinin kadınların medyada temsili
açısından yarattığı doğrudan ve dolaylı sonuçlar vardır. Yönetici konumda ağırlıklı olarak
erkeklerin yer alması, bütünüyle kadınların daha ikincil, daha bağımlı ve güçsüz figürler olarak
temsil edilmesine yol açıyordur demek çok kestirmeci ve doğru olmayan bir yaklaşımdır. Çünkü
feminist medya eleştirmeni Karen Ross’un belirttiği gibi ““Gazetecinin cinsiyeti, onun eşitliği öne
çıkaran duygu ve görüşleri benimsemesi ya da eşitlikçi pratikleri desteklemesini sağlayacak belirli
değerler ve inançlar için herhangi bir garanti vermez” (2001)
Burada asıl sorun, kadının toplumsal yaşamda varlığının nasıl kurulduğu ve görüldüğü sorunudur.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, toplumsal ilişkiler alanından süzülerek medyada görünür ve yeniden
üretilir hale gelmektedir. Yani kadınlar (ve tabii erkekler de), toplumsal söylem alanında yerleşik
olan anlamlarla bağlantılı bir biçimde temsil edilmektedirler. Dolayısıyla medyada kadınların hem
çalışma yaşamındaki hem de temsil edilmelerinde güçlendirecek dinamiklerin gelişebilmesi için,
sorumluluk sadece medyaya ait görülemez. Toplumsal ilişkiler alanını örgütleyen ve düzenleyen
asıl mekanizma olan devletin cinsiyet eşitliğine bakış açısı ve ürettiği politikalar, daha geçerli ve
doğrudan sonuçlar yaratabilmektedir. Bununla birlikte toplumun cinsiyet eşitliğini temel alan
anlamlarla ve temsillerle karşılaşması da, sürecin sadece politikaların geliştirilmesi odaklı olmasının
önüne geçerek toplumsal dokuya eşitlikçi anlayışı ve değerleri nüfuz etmesini hızlandırabilir.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
Medya ve kadın bağlantısında yukarıda ayrıntılandırılan temsil ve çalışma yaşamında eşitliğe dair
sorunların üstesinden gelebilmek adına çözüm önerileri ise 25 Nisan 2015 tarihinde Kocaeli,
Sakarya ve Düzce’deki kadın STK Temsilcileri, Akademisyenler, Hukukçular, İletişimciler, ve
Sosyal Hizmet Uzmanları ile birlikte yapılan “Medyada Kadın İmgesi Çalıştayı ” atölye çalışmaları
ile aşağıdaki başlıklar altında geliştirilmiştir:
a) Medyada kadınların temsiliyle ilgili sorunların çözümü için öneriler
Hemen bütün ülkelerin etik yönergelerinde az çok yer verilen etik ilkelerle asıl olarak, haberlere
konu olan kişilerin nesneleştirilmesinin önü alınmaya çalışılır. Bu etik ilkelerin uygulanmasının
desteklenmesi için, basın ve görsel –işitsel medya meslek kuruluşları tarafından ihlallerin yaptırımla
karşılanması gerekmektedir. Gazeteciler haberlerinde bu türden uygulama kılavuzu niteliğindeki
ilkeleri yaygın ve sürekli olarak dikkate alabilseler, kuşkusuz ki kadınların nesneleştirilmesi
bütünüyle ortadan kaldırılamasa bile görece daha az sorunlu olabilir. Bunun için:
-
Kadına yönelik şiddet haberlerinde mağdur kadınlara ilişkin ağırlıkla fotoğraf yayınlayarak
nesneleştirilmesinden vazgeçilebilir.
-
Fotoğraflarda kadınların mağdur ve ezilmiş bir biçimde temsil edilmemesi, onarın kişilik ve
kimlik bütünlüğüne zarar verir biçimde öne çıkarılmaması ve bunun yerine, asıl fail olan
erkeklerin olay sonrası görüntülerinden yararlanılması gereklidir.
-
Habere konu olan olayı sadece söz konusu kadın ve erkeğin arasındaki ilişkinin
dinamiğinden kaynaklanan ve özel/mahrem bir durummuş gibi sunmak doğru değildir.
Kadın- erkek ilişkisinin toplumsal boyutu vardır ve cinsiyetçi pratiklerle yüklüdür.
Dolayısıyla haberlerde sorunların kişisel değil toplumsal boyutlarına mutlaka işaret
edilmelidir.
-
Haberin kim nerede ne zaman ne yapmış neyle nasıl olmak üzere 5 N 1 K olarak formüle
edilen
bilgiyle
sınırlı
görülmesi,
haberdeki
bağlam
bilgisinin
dar
tutulmasıyla
sonuçlanmaktadır. Böylelikle de olay ya da olgunun geniş bağlamına ve asıl nedenlerine
ilişkin bilgi derlenmesi haberci için söz konusu olmamaktadır. Oysa bağlamın
genişletilmesiyle, gerçekleşen olayın çok yönlü ve zengin bilgisi okura/izleyiciye fark
ettirilebilir. Bu da cinsiyet eşitsizliğinin basmakalıp bir biçimde değil karmaşık ve çok yönlü
biçimde yapılandığını ortaya koymak anlamına gelecektir.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
-
Gerçekleşen şiddet eylemi, başlıkta ve haber metninde kategoriyi yeniden üreten bir
tanımlamayla yer almamalı. Örneğin: “İşsizlik cinayeti yuvayı dağıttı”, “ Ankara’da
kıskançlık cinayeti” gibi başlıklar, olayın asıl neden- sonuç bağlantısının görünmesini
engelleyen klişe ifadelerdir. Bu tür ifadeler, işsizlik ya da kıskançlığın, kadına yönelik
şiddettin nedeni olarak ortaya çıkmasını okur gözünde normalleştirebilir ve doğallaştırabilir.
-
Kadına yönelik şiddet ya da taciz haberlerinde, neyin hakiki ve kökensel neden, neyin
bahane, mazeret veya gerekçe olduğunu okuyucuya iyice gösterecek ve ayırt ettirecek bir
anlatım kullanılmalıdır.
-
Şiddeti gerçekleştiren fail, apaçık kılınmalı: bunun için yüklemler etkin yüklem olmalıdır.
Örneğin: “Eşi tarafından dövüldü” yerine “kocası dövdü” ifadesi daha tercih edilebilirdir;
çünkü dövülme fiilindeki gizli özne olan kadın yerine, döven erkek öne çıkarılmıştır.
Belirsiz ve anonim failler olarak haberde ve olayda kaybedilmemelidir.
-
Haberde saldırıya maruz kalandan çok saldırganın görüşlerine yer veriliyor olması da olayın
çerçevesinin kuruluşu bakımından sorunludur. Mümkün olduğunda saldırgan ya da olayın
faillerinin doğrudan açıklamalarına ve sözlerine yer verilmemelidir.
-
“Namus cinayeti, töre cinayeti, aile meclisi kararıyla infaz, çılgın koca/sevgili, kıskançlık
cinayeti, namusun temizlenmesi, töre kurbanı” gibi haberlerde sıkça karşımıza çıkan bir çok
ifade, klişe niteliğinde olup, okur ya da izleyicide duygusal bir etki yaratma amacına
yöneliktir. Ancak bu etkiyi yaratırken, kadınların gerçeklik alanlarının eksik ve indirgenmiş
biçimde temsiline, bazı toplumsal ilişkilerin olağanlaştırılmasına hizmet etmektedir.
Olabildiğince bu tür ifadelerin editörler tarafından ayıklandığı bir haber yazım politikası,
haber yöneticileri tarafından benimsenmelidir.
-
Kadına yönelik şiddet ve taciz haberlerinin yanı sıra sığınma evlerinin sayılarının artması ve
gereksinimlerinin karşılanması için kampanyavari habercilik yürütülmeli; bu sorunlara dair
çözümlerle ilgili güncel ve olumlu gelişmeler haberleştirilmelidir.
-
Sadeleştirilmiş bir anlatımla, kadının şiddet karşısında yasal korunma ve çözüm yollarına
dair gelişmeleri ve olan durumu yalın bir içerikle anlatan haberlere düzenli olarak yer
ayrılmalıdır.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
-
Medyada düzenli olarak, şiddete maruz kalan ya da taciz mağduru kadınların bir süre sonra
hayata nasıl devam ettiklerini gösteren haberler yapılmalıdır ki kadınlara ayakta kalma
stratejileri olarak bu haberlerin olumlu bir etkisi olacaktır.
-
Şiddeti gerçekleştiren saldırganların, olay sonrasında hem yasal olarak hangi yaptırımlarla
karşılaştıklarının sergilenmesi ve yaptığının yanına kalmayacağının vurgulanması gereklidir
haberlerde.
-
Özellikle cinsel suçlar başta olmak üzere herhangi bir suçun kurbanının kimliğini ortaya
çıkaracak biçimde haberde ayrıntıların ve görüntülerin verilmesinden kaçınılmalıdır.
-
Kadının yapı bütünlüğü gözetilerek görsel malzeme derlenecek ise intihar etmiş, yaralanmış,
öldürülmüş kadın fotoğrafları kullanılmamalıdır. Yine mahrem sayılabilecek, dekolte giysili
resimlerinden kaçınılmalı; kadının cinsel kimliğine değil olaya ve faile doğru vurgu
kaydırılmalıdır.
Medya içeriklerinde özellikle haberlerde kadınların temsili ile ilgili bu uygulama parametreleri,
öncelikle basın meslek kuruluşlarının, Basın Konseyi’nin ve habercilerin çalıştığı yayın
kuruluşlarının denetim ve takiplerinin sorumluluğunda olmalıdır. Aynı zamanda birçok gazetede
yer alan okur temsilcileri aracılığıyla okurla kurulan etkileşimden de yararlanarak, güncel içerik
üretimindeki kadın aleyhine anlamların üzerine eleştirel bir bakış açısı geliştirilip hem kurum içinde
medya çalışanları ile hem de okur ve izleyiciler ile düzenli olarak paylaşılmalıdır.
Yine medya meslek örgütleri, kadınların temsili ile hazırlayacakları periyodik raporlar ile, medyada
beliren olumlu ve olumsuz temsil örnekleri konusunda medya profesyonellerine düzenli bilgi akışı
ve kendilerinin mesleki formasyonlarını güçlendirmelerini sağlayabilirler.
Aynı zamanda medya meslek örgütlerinin, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün ve
Anadolu Ajansı’nın ortaklaşa veya tekil olarak üstlenecekleri medya çalışanlarına, habercilere
yönelik eğitimler ile, kadınların gerçekliklerinin ve kimliklerinin sunulmasında onların aleyhine
işleyen söylemsel stratejiler bertaraf edilebilir.
Hemen bütün ülkelerin etik yönergelerinde az çok yer verilen etik ilkelerle asıl olarak, haberlere
konu olan kişilerin nesneleştirilmesinin önü alınmaya çalışılmaktır. Böylelikle açıkça kabul
edilmese de, gerçekliğin, insanlar arasındaki ilişkilerde bir yerde bulunduğuna da işaret
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
edilmektedir. Eğer gazeteciler haberlerinde bu türden uygulama kılavuzu niteliğindeki ilkeleri
yaygın ve sürekli olarak dikkate alabilseler, kuşkusuz ki kadınların nesneleştirilmesi bütünüyle
ortadan kaldırılamasa bile görece daha az sorunlu olabilir.
Etik ilkeler ve yönergeler, güncel anlayış değişikliklerine bağlı olarak kadınların temsilindeki
sorunları daha spesifik olarak işaret edilecek biçimde yeniden düzenlenmeli ve medya meslek
örgütleri aracılığıyla kamuoyunda da tartışmaya açılmalıdır.
Medya okur yazarlığı yetkinliğinin, medya metinleriyle karşılaşan farklı kuşaklar için farklı
düzeyde kazandırılmasına yönelik çalışmalar, meslek örgütleri, RTÜK, TRT gibi kamu kurumları
tarafından gündemde tutulmalıdır. Böylesi bir yetkinliğin kazandırılması izleyici/okur için
toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısıyla medya metinlerinin nasıl yeniden ele alınabileceği ve
anlamlandırabileceği ile ilgili tutum almasına yönelik refleksleri de harekete geçirebilecektir.
Böylelikle, medya tarafından açık ya da örtük biçimde üretilen cinsiyetçi içeriklerle karşılaşan izler
kitle için, kendi muhakemesini ve yorumlarını daha zengin ve güçlü bir biçimde geliştirme imkanı
doğacak, kalıp yargıları, klişe ifadeleri ve bunların yarattığı gerçekliği sorgulayabilecektir
(Erdoğan, 2010).
b) Medyada kadınların mesleki varlığını güçlendirmek için öneriler
Medya sektöründe kadınların tutunabilmek amacıyla ağırlıklı olarak başvurdukları ataerkil çalışma
kültürünü benimseyerek “içine dahil olma” stratejisi yerine, bu kültürün iş yaşamında beliren bütün
özelliklerinin farkına varılacağı bir toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir kurum içi çalışma iklim
ve kültürü eğitimi bütün medya kurum ve kuruluşları tarafından verilmelidir. Bu tür bir eğitimin
içeriği ve biçimi, üniversitelerle, iletişim fakülteleri ve kadın sorunları araştırma ve uygulama
merkezleri ile ortak biçimde tasarlanıp hazırlanmalıdır. Medya kuruluşlarındaki en tepeden en
aşağıya kadar farklı kademede görev alan medya çalışanlarına yönelik böylesi bir paylaşım ve
eğitim süreci, cinsiyetçi iş görme pratiklerinin ve buna dayalı anlayışların medya sektöründe doğal
ve olağan kabul edilmesini zorlaştıracak, zamanla ortadan kalkmasına da ön ayak olacaktır.
Kadın medya çalışanlarının ev içi sorumluluklarından ve aile yaşantılarından kaynaklı streslerinin
telafi edilebileceği ve açmazlarına çözüm aranabilecek destek mekanizmaları, medya kuruluşları
tarafından düşünülmesi ve oluşturulmalıdır.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
Ataerkil anlam rejimi tarafından ne olduğu saptanan ve sınırlandırılan gerçek, kadının kendi gerçeği
değildir. Kendi dünyasının gerçeğinin ne olduğunu ortaya koyabilmesi için ise, gazetecinin/
habercinin yardımına gereksinmektedir. Bu yardım, haber medyası sektöründe kadın gazetecilerin
sayısının artması ve yönetici konumlarda ağırlıkla istihdam edilmelerinin yanı sıra, gazetecinin rutin
haber yazımı ve habercilik uygulamalarının dışında bir yerde konumlanmasıyla olabilir. Kadınların
sektördeki azlığının, haber medyasında cinsiyetçi imgelerin yeniden üretimini kolaylaştırdığı ve
kadına yönelik şiddeti bir bakıma doğallaştırdığı doğrudur. Ancak bir söylemin üretilmesi ve
dolaşımda tutulması, o söylemden zarar gören kesimlerin farkında olmaksızın buna katkı yapacak
anlam üretimini gerçekleştirmelerinin de bir sonucudur. Bu durumda kadınların medya sektöründe
sayıca artışı, ataerkil anlam rejimini otomatik olarak dönüştürmeye kuşkusuz yetmeyecektir.
Bundan dolayı asıl yardım, kadın veya erkek gazetecinin/habercinin kadın aleyhine olan cinsiyetçi
ataerkil söylemin unsurlarını habere katmamasıyla mümkün olabilir. Bu yöndeki söylemsel
tercihleri konusunda, gazetecinin/habercinin çalıştığı kuruluşlarda ısrarlı olmasıyla mümkün
olabilir.
KAYNAKLAR:
Basın Yayın ve enformasyon Genel Müdürlüğü (2012), Bir Bakışta Türk Medyası Raporu, Ankara
Çelenk, Sevilay ve Nilüfer Timisi (2000), “Yerli Dramalarda Kadın Temsili ve Şiddet”, içinde
Televizyon, Kadın ve Şiddet, derl. Nur Betül Çelik, Kiv yayınları, Ankara.
Çelik, Nurbetül (2000), Televizyon, Kadın ve Şiddet, Kiv yayınları, Ankara.
Dursun, Çiler, (2013), “Türkiye’de 1975-2010 Arasında Haber
Habercilik ve Gazetecilik
Çalışmalarında Kadın Sorunlarına Bakış ve Feminist Yaklaşımlar” içinde İletişim
Kuram Kritik, Ç.Dursun, İmge yay: Ankara
Dursun, Çiler (2012), “Söylem ve İletişim”, İletişim Kuramları (ed.) Çiler Dursun, Atatürk Üniv.
Yay: Erzurum
Dursun, Çiler (2010), “Kadına Yönelik Şiddet Karşısında Haber Etiği”, içinde Fe Dergi, sayı 2(1),
http://cins.ankara.edu.tr/20101.html
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
Dursun, Çiler (2008), Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Haber Medyası: Alternatif Bir Habercilik,
KSGM yay: Ankara
Dursun, Çiler (2005), “Haber ve Habercilik, Gazetecilik Üzerine Düşünmek”, içinde Gazetecilik ve
Habercilik, derl. Sevda Alankuş, Bia yayınları: İstanbul.
Dursun, Çiler, (2005), “Haberde Gerçekliğin İnşa Edilmesi Ne Demektir?”, içinde Haber, Hakikat
ve İktidar İlişkisi,(derl.) Çiler Dursun, Elips kitap, Ankara.
Dursun, Çiler (2004), Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Elips: Ankara.
Dursun, Çiler (2001), Tv Haberlerinde İdeoloji, İmge kKtabevi, Ankara.
Erdoğan, Müge Toker (2010), Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanmasında Medya Okur
Yazarlığının Rolü, KSGM yay: Ankara
İrvan, Süleyman (2005) “Medya ve Etik”, içinde Medya Etik v e Hukuk (derl.) S.İrvan, R.Duran,
F.İlkiz IPS Vakfı yay: İstanbul.
Kerestecioğlu, Filiz vd. (2007) Kadın Odaklı Habercilik, IPS Vakfı yay: İstanbul.
Medya ve Aile İçi Şiddet, (2007, konferans), Doğan Egmont Yayıncılık, İstanbul
Medyada Şiddete Duyarlılık, (2004, Panel), RTÜK yayını, İstanbul.
Timisi, Nilüfer, (1996), Medyada Cinsiyetçilik, KSGM yayını, Ankara.
Van Zoonen, Elisabeth (1997), “Medyaya Feminist Yaklaşımlar”, içinde Medya Kültür Siyaset,
derl. S. İrvan, Ark yay: Ankara.
Bu Proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.

Benzer belgeler