Gerçek Zamanlı (Real-Time) - Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlükleri
Transkript
Gerçek Zamanlı (Real-Time) - Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlükleri
ISNN 2146-3743 ADANA VETERİNER KONTROL ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ ADANA VETERİNER KONTROL VE ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ DERGİSİ Journal of Adana Veterinary Control and Research Institute ADANA-TURKEY Cilt/Volume 3 ♦ Sayı/Number 1 ♦ 2013 Değerli Okurlarımız, Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü’nün bilimsel yayın organı olan AVKAE Dergisi’ni yeni boyut, şekil ve içeriği ile sunmaktan büyük mutluluk duymaktayız. Dergimizin içeriğini Türkiye’de ve diğer ülkelerde yapılmış özgün sonuçları bulunan ve veteriner hekimlik, biyoloji ve tıp alanlarında yeni katkılar oluşturacak bilimsel çalışmalarla sınırlı tutarak, dergimizin bilimsel niteliğini ve saygınlığını Türkiye içinde ve dışında arttırmayı; Türkiye’de büyük eksikliğini duyduğumuz bilimsel iletişime daha etkin biçimde katkı sağlamayı amaçladık. Bu nedenle dergimizde önceliğini özgün çalışmalara vererek, Türk Veteriner Hekimliği’ne bilimsel çalışma ve yayınları konusunda destek olacağımıza inanıyoruz. AVKAE Hakemli Dergisi’nin bu sayısının yayımında dergimizin bilimsel düzeyini yükselten bilim adamlarımıza, yazıları titizlikle inceleyen ve yazı sahiplerine bilimsel katkı sağlayan bilim hakemlerimize, enstitü dergisinin her aşamasında çalışan değerli enstitümüz personeline teşekkür ederim. Süleyman ASLAN Araştırma Makaleleri/ Researh Articles Sayfa/ Page Gerçek Zamanlı (Real-Time) Polimeraz Zincir Reaksiyonu ile Tavuk Trakealarında Mycoplasma gallisepticum’un Tespiti ve Sayımsal Analizi Real-time Polymerase Chain Reaction for the Qualitative and Quantitative Detection of Mycoplasma gallisepticum in Chicken Trachea Murat ÖZMEN, Süleyman ASLAN, S.Reyhan KARAKOÇ, Atila YOLDAŞ………................................................... 1-6 Adana Bölgesinde Görülen Neonatal Buzağı Enfeksiyonlarının Morbidite ve Mortaliteleri İle Bunları Etkileyen Risk Faktörlerinin Belirlenmesi Detection Morbidity And Mortality Of Infections Of Neonatal Calf And Risk Factors Which Affecting Them At Adana Region Berat Selim TOKGÖZ, Ramazan ÖZDEMİR, Nevin TURUT, Mehmet MİRİOĞLU, Hakan İNCE, Bülent MAHANOĞLU………………………………………………………………………………………… 7-14 Balda Streptomisin Antibiyotiği Kalıntı Taraması Antibiotic Streptomycin Residue Survey in Honey Mansur Seymen SEĞMENOĞLU……………………………………………………………………………………... 15-17 Mesnevi’de Hayvan Karakterleri (Metaforları) Animas Metaphors in Masnawi İsmail Hakkı NUR…………………………………………………………………………………………………....... 18-30 Hatay Yöresi Süt İşletmelerindeki Ruminantlar ve Çoban Köpeklerinde Toxoplasma gondii Seroprevalansı ile Kedi Dışkılarında T. gondii benzeri Ookist Tespiti Seroprevalence of T. gondii in Dairy Ruminant Production Systems, Shepherd Dogs Among the Herds and Detection of T. gondii-like Oocyst in Cat Feces in Hatay Region Mustafa N. MUZ, Nuri ALTUĞ, Muhammet KARAKAVUK………………………………………………………... 31-37 Vitamini Bakımından Zengin Sebze ve Meyvelerin Beyaz Kan Hücreleri Artışı Üzerine Etkilerinin Araştırılması Invetigation of The Effect of Vegetables and Fruits which are Rich in Vitamin C on White Blood Cells Proliferation Abdulsamet KUBAT, Mehmet ÖZASLAN, Ayşe KARADUMAN, Işık Didem KARAGÖZ, İbrahim Halil KILIÇ…………………………………………………………………………………………………………………... 38-45 Türkiye’de, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Bulunan, Şanlıurfa İlinde Visna-Maedivirus Üzerine Bir Araştırma Maedivirus infection in Şanlıurfa Province, Southeast Anatolia,Turkey Metin GÜRÇAY, Ayşe PARMAKSIZ……………………………………………………………………………….... 46-50 Saanen Keçilerinde Caprine Arthritis-Encephalitis Virus Enfeksiyonunun Serolojik Araştırılması Serologic Investigation of Caprine Arthritis Encephalitis Virus Infection in Saanen Goats Orhan YAPICI, Oğuzhan AVCI, Irmak DİK, Kamil ATLI, Sibel YAVRU…………………………………………... 51-54 Vaka Takdimi/ Case Report Dokuz Günlük Erkek Buzağıda Akut Babesiosis Acute Babesiosis in A Nine-Day Old Male Calf Mustafa N. MUZ, Aliye S. ÖZTÜRK, Muhammed KARAKAVUK……………………………………………….... 55-57 Derlemler/ Review Kriptokokkozis Crryptococcosis Gamze Özge ÖZMEN, Hasan SOLMAZ…………………………………………………………………………….. 58-68 Veteriner Hekimlikte Oksidatif Stres Ve Bazı Önemli Hastalıklarda Oksidatif Stresin Etkileri Oxidative Stress In Veterınary Medicine And Effects In Some Important Diseases Ebru Tabakoğlu, Ramazan Durgut………………………………………………………………………………...........69-75 AVKAE Derg. 2013, 3 (1),1-6 Araştırma Makalesi/Research Article ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Gerçek Zamanlı (Real-Time) Polimeraz Zincir Reaksiyonu ile Tavuk Trakealarında Mycoplasma gallisepticum’un Tespiti ve Sayımsal Analizi* Murat ÖZMEN 1 Süleyman ASLAN1 S.Reyhan KARAKOÇ1 Atilla YOLDAŞ 1 1 Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü Geliş tarihi/Received: 17.6.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 6.9.2013 -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet Tüm dünyada ve ülkemizde tavukçuluk endüstrisinde ciddi ekonomik kayıplara yol açan ve tavuklarda yaygın olarak kronik solunum yolu hastalığına (CRD) sebep olan Mycoplasma gallisepticu'un tavuk trakelerinde gerçek zamanlı PZR yöntemi ile kesin ve hızlı tanıları gerçekleştirilmiştir. Gerçek zamanlı PZR yöntemiyle saf Mycoplasma gallisepticum' un moleküler düzeyde tespit limiti 10 CFU/mL'den daha az ve yapay kontamine edilmiş örneklerde ise tespit limiti 1.0x103 CFU/mL olarak belirlenmiştir. Canlı tavuklardan alınan 190 (5'li pasajlar halinde) trakeal svab örneği incelenmiştir. Mikrobiyolojik yöntemlerle 11 (% 5.8) svab örneğinde Mycoplasma spp. izolasyonu yapıldı. Gerçek zamanlı PZR yöntemi ile 43 (%22.6) örnekte Mycoplasma gallisepticum DNA'sı tespit edilmiştir. Çalışmada Mycoplasma gallisepticum DNA düzeyleri 9.5x104 kopya/mL ile 2 kopya/mL arasında değişim gösterdiği saptandı. Mycoplasma gallisepticum genomik DNA kopya sayıları ile bu örneklere ait crossing point değerleri arasında önemli bir ilişki olduğu doğrusal regresyon analizi ile test edilmiştir (R2 = %95.1, p<0.01). Bu sonuçlar gerçek zamanlı PZR yöntemiyle Mycoplasma gallisepticum infekte sürülerin belirlenmesinde, enfeksiyonun şiddetinin belirlenmesinde ve rutin çalışmalarda kullanılabilecek hızlı (40- 45 dakika) ve güvenilir bir yöntem olduğunu göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Tavuk, Mycoplasma gallisepticum, Mgc2 geni, Gerçek zamanlı PZR Real-time polymerase chain reaction for the qualitative and quantitative detection of Mycoplasma gallisepticum in chicken trachea Abstract All over the world and in Turkey the poultry industry in our country and causing serious economic losses in chickens as a common chronic respiratory disease (CRD) caused by Mycoplasma gallisepticum's chicken trachea Real-time PCR method was accurate by and rapidly diagnosesed. Real-time PCR of Mycoplasma gallisepticum pure molecular level detection limit of 10 CFU / mL less than the detection limit and the samples were artificially contaminated with 1.0x103 CFU / mL respectively. 190 units (5 swabs per sample) tracheal swab samples which received live chickens were analyzed. Microbiological methods 11(5.8%) swab samples were extracted Mycoplasma spp. Real-time PCR method 43 (22.6%) samples was detected Mycoplasma gallisepticum DNA. Mycoplasma gallisepticum DNA levels in the study 9.5x104 copies/ml and 2 copies/mL was found to change. Mycoplasma gallisepticum genomic DNA copy numbers of these examples are an important relationship between crossing point values were tested with linear regression analysis (R2 = 95.1%, p <0.01). These results suggest that the determination of the real-time PCR of Mycoplasma gallisepticum infected flocks, and routine studies to determine the severity of infection a rapid (40 to 45 minutes) and that it was concluded that a reliable method. Key Words: Chicken, Mycoplasma gallisepticum, Mgc2 gene, Real-time PCR -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------bir patojen olup tavuklarda kronik solunum yolu Giriş hastalığına (CRD) sebep olur. Mycoplasma Mycoplasma gallisepticum en önemli tür olup, gallisepticum enfeksiyonu sonucu ortaya çıkan hastalık Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (OIE) listesinde yer almaktadır (1). Mycoplasma gallisepticum prokaryotik Yazışma adresi/Correspondance: Murat Özmen, Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, TR-01170 Adana – TÜRKİYE, E-posta:[email protected] *Bu çalışma TAGEM/ HS/11/13/01/188 kodu ile Tarımsal Politikalar ve Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafında tarafından desteklenmiştir. Özmen M. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),1-6 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ sağlanması ve elde edilecek verilerle ilerde bu konu ile ilgili yapılacak çalışmalara katkı sağlamayı amaçlanmıştır. tüm dünyadaki tavukçuluk endüstrisinde ciddi etkilere sahiptir. Mycoplasma gallisepticum, gram negatif, hareketsiz, sporsuz, kapsülsüzdür. Hücre duvarından yoksun olan bu mikroorganizma fakültatif anaerobtur (2). Mikoplazmaların oldukça zor üreyen mikroorganizmalar olmaları ve pasajlarla birlikte yaklaşık 3-4 hafta gibi uzun bir inkübasyon süresine ihtiyaç duymaları, kanatlı sürülerinde geçirilen diğer enfeksiyonlara karşı kullanılan antibiyotiklerin mikoplazma etkenlerinin üremesini baskılaması gibi olumsuzluklar, teşhis konulduğunda sürünün sağaltımını ve etkili ve koruyucu önlemlerin alınmasını engellemektedir (6,7) Son yıllarda moleküler tekniklerin gelişmi bu tür potojenlerin teşhisinde önemli yer tutmuştur. Mycoplasma gallisepticum infeksiyonun teşhisi için çok sayıda konvansiyonel PZR ve gerçek zamanlı PZR yöntemi kullanılmakta ve çalışmalarda mikroorganizmanın teşhisi için 16S rRNA genini (8); yüzey yapışma proteinlerini (pvpA, gapA, mgc2, LP) (10,11,15,20), kodlayan çok sayıda primer çiftini kullanmışlardır. Çarli ve Eyigör (4), tarafından yapılan çalışmada tavuk trakeal svablarında Mycoplasma gallisepticum infeksiyonunu, mga_0319 lipoprotein primerlerini ve gerçek zamanlı PZR yönteminde kullanılan sybr green 1 boyasını kullanarak tespit etmişlerdir. Bu araştırmacılar çalışmalarında PZR'nin belirleme limitleri saf Mycoplasma gallisepticum kültürü ve yapay olarak kontamine edilmiş örnekler için sırasıyla 3 CFU/mL ve 3000 CFU/mL bulduklarını rapor etmişlerdir. Bunun yanında, Mekkes ve Feberwee (20) tavuk trakeal svablarında gerçek zamanlı PZR yöntemiyle 16S rRNA primerlerini ve sybr green 1 boyasını kullanarak konsantrasyonu bilinen Mycoplasma gallisepticum DNA’sı baz alarak, yaptıkları çalışmada, etkenin gerçek zamanlı PZR ile saptama limitini 10 CFU/mL olduğunu bununda hem klasik PZR hemde kültür metodundan daha yüksek olduğunu rapor etmişlerdir. Ayrıca, Grodio ve ark. (11), Mycoplasma gallisepticum ile deneysel olarak infekte ettikleri tavuklardan alınan svab örneklerinden gerçek zamanlı PZR yöntemi ile mgc2 primerleri ve primerlere özgü taqman probu kullanarak yaptıkları çalışmada, mgc2 primelerinin saptama limitlerini plazmid standartı için reaksiyon başına 14 kopyadan az olduğunu Mycoplasma gallisepticum genomik DNA standartı için ise reaksiyon başına 10 kopyadan daha az olduğunu rapor etmişlerdir. Bu çalışma ile Adana ve çevresindeki broyler işletmelerindeki tavukların trakeal svab örneklerinden gerçek zamanlı PZR yöntemi ile Mycoplasma gallisepticum’un DNA’nın sayımsal analizi, infeksiyonunun teşhisinde gerçek zamanlı PZR yönteminin rutin çalışmalarda kullanılabilirliğinin http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php Materyal ve Metot Bu çalışmada Adana ve çevresindeki 9 broyler işletmesindeki tavuklardan toplam 950 trakeal svab örneği alınmış ve örnekler 5’li pasajlar haline getirilerek çalışmada kullanılmıştır. Pozitif kontrol olarak kullanılan Mycoplasma gallisepticum S6 suşu Pendik Veteriner Kontrol Enstitüsü Mikoplazma Referans Laboratuvarında temin edilmiştir. Broyler işletmelerinden alınan trakeal svab örnekleri soğuk zincir ile laboratuara getirilerek laboratuarda örneklerden 5'li havuzlar yapıldı her 5 örnek 1-2 ml fosfat buffer-tuz tamponu (PBS) içerisine alınarak vortekslendi. Daha sonra svablar tüplerin çeperlerine iyice emdirildikten sonra atıldı. Toplanan eksudat bir bölümümü bakteri izolasyonu için hemen kullanılmıştır. Diğer bölümü ise DNA izolasyonunda kullanılana kadar -80°C ‘de saklanmıştır. Trakeal svab örneklerinde Mycoplasma gallisepticum izolasyonu Dünya Hayvan Sağlığı Örgütünde tanımalanan mikoplazma izolasyon prosedürüne göre yapıldı (1). Etken İzolasyonu için Frey’s broth ve Frey’s agar kullanıldı (5,17). Kültür ve Trakeal Svab Örneklerinden DNA İzolasyonu için DNA ekstraksiyonu High Pure PCR template (Roche Katolog no: 11796828001) DNA ekstraksiyon kiti kullanılarak yapılmıştır. İzolasyonu gerçekleştirilen DNA’ların kalitesi ve miktarları spektrofotometre ile (ASP3700) ölçümler yapılarak belirlenmiştir. Grodio ve ark. (11) yaptıkları yöntem modifiye edilerek yapıldı. Bu amaçla örneklerin analizi için Gerçek zamanlı PZR analizlerinde LightCycler 2,0 (Roche) cihazı, LightCycler (2.0) Taqman Master kiti (Roche Katolog no:04535286001), primerler ve taqman probu kullanıldı. H2O 9 µl, forward primer (10μM) 0.5 µl, rewerse primer (10μM) 0.5 µl FastStart mix 4 µl, Taqman probe (4μM) 1µl ve kalıp DNA’dan 5µl olacak şekilde PZR karışımı hazırlandı. Amplifikasyonda aşaması için aşağıda verilen mgc2-F ve mgc2-R primerleri ve primerlere özgü taqman probu kullanıldı (11). Forward 5’ggtcctaatccccaacaaagaat-3’ Rewerse 5’cttggttggttcatattaggcatt-3’ Taqman Prob 5’-6 Fam ccacaggctttggtggccca-Tamra 3’ 2 Özmen M. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),1-6 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Nükleik asitlerin inkübasyon döngüsü 95°C 10 dakika ve 45 döngü 95°C 3 saniye, 60°C’de 30 saniye ve 72°C 1 saniye olacak şekilde ayarlandı. Gerçek zamanlı PZR'nin tüm aşamalarında pozitif kontrol olarak Pendik Veteriner Kontrol Enstitüsü Mikoplazma Referans laboratuvarından temin edilen Mycoplasma gallisepticum S6 suşu ve negatif kontrol olarak distile su kullanıldı. Bulgular Saf Mycoplasma gallisepticum S6 kültürünün Gerçek zamanlı PZR Yöntemi ile Tespit limitinin Belirlenmesi Millitredeki yoğunluğu 1.0x 106CFU/mL olarak belirlenen ana sulandırmadan 100’dan başlayarak 10 katlı seri sulandırmalar şeklinde 10-6’ya kadar dilusyonlar yapıldı. Bu dilusyonlar hazırlanırken 900 μl PBS içerisine stok kültürden 100 μl eklenerek dilue edildi. 6 seri olarak hazırlanan örnekler ticari kit kullanılarak (Roche: High Pure PCR Template Kit) DNA izolasyonu yapıldı. İzole edilen DNA'lar Mycoplasma gallisepticum mgc2 primerleri ve primerlere özgü taqman probu kullanılarak çoğaltıldı. Analiz sonuçlarına göre saf Mycoplasma gallisepticum örneklerinde tespit limiti 10 CFU/mL’den daha az olarak belirlenmiştir. Şekil 1. Mycoplasma gallisepticum mgc2 genomik DNA standart eğrisi Yapılan sulandırım çalışmalarında bakteri konsantrasyonundaki azalmanın doğrusallık 2 gösterdiği ve regresyon değeri R = %99,43 ve testin verimliliği E= (10-1/slope-1)x100 eşitliğinden E= (10-1/3,278 -1)x100 = %100 olarak hesaplandı buda analizin tekrarlanabilir olduğu ve sensitivetisinin yüksek olduğunu göstermektedir (Şekil:1). Saf Mycoplasma gallisepticum genomik DNA standart eğrisinin çalışmalar arası üretkenliği standart eğri döngüsünün 3 kez tekrarlanması sonucu oluşan crossing point değerlerinin ortalamaları alınarak bulunmuştur. Yapay Kontamine Mycoplasma gallisepticum S6 Örneklerinden Gerçek Zamanlı PZR Yöntemi ile Tespit Limitinin Belirlenmesi Serum pleyt aglutinasyon testi ve kültür yöntemi ile Mycoplasma gallisepticum negatif olduğu belirlenen bir tavuktan trakeal svab örneği alındı. Trakeal svab, Mycoplasma gallisepticum S6 kültürünün 10 katlı dilusyonları ile yapay kontamine edilmiştir. Kontamine edilmiş svab 1 ml steril PBS içeren eppendorf tüp içerisine alınıp, vortekslenerek elde edilen sıvıdan ticari kit kullanılarak (Roche: High Pure PCR template Kit) DNA izolasyonu yapıldı. İzole edilen DNA'lar Mycoplasma gallisepticum mgc2 primerleri ve primerlere özgü taqman probu kullanılarak çoğaltıldı. Analiz sonuçlarına göre yapay örneklerde tespit limiti 1.0x103 CFU/mL olarak belirlenmiştir. Gerçek Zamanlı PZR ve Kültür Yöntemi Sonuçları Çalışmada örnek alınan 1. işletmede gerçek zamanlı PZR yöntemiyle (30/15) % 50’sinde Mycoplasma gallisepticum DNA’sı tespit edilirken kültür yöntemi ile (30/6) %20’sinde bakteri izolasyonu yapıldı. 2. işletmede gerçek zamanlı PZR yöntemiyle (20/8) % 40’ında Mycoplasma gallisepticum DNA’sı tespit edilirken kültür yöntemi ile (20/2) %10’unda bakteri izolasyonu yapıldı. 3. işletmede gerçek zamanlı PZR yöntemiyle (20/9) % 45’inde Mycoplasma gallisepticum DNA’sı tespit edilirken kültür yöntemi ile bakteri izolasyonu yapılamadı. 4. işletmede gerçek zamanlı PZR yöntemiyle (20/11) % 55’inde Mycoplasma gallisepticum DNA’sı tespit edilirken kültür yöntemi ile (20/3) %15’inde bakteri izolasyonu yapıldı. 5,6,7,8 ve 9. işletmelerden alınan örneklerde hem gerçek zamanlı PZR yöntemi ile hemde kültür yöntemi ile Mycoplasma gallisepticum tespit edilememiştir. Çalışmada sayısal gerçek zamanlı PZR ile Mycoplasma gallisepticum DNA’sı tespit edilen örneklerin düzeyleri genomik DNA standartları kullanılarak yapıldı (Tablo:1) Standart Eğrinin Oluşturulması ve mgc2 Geninin Üretkenliği 6 Mililitredeki konsantrasyonu 1.0x 10 CFU/ mL olan saf Mycoplasma gallisepticum S6 kültüründen elde edilen genomik DNA'nın 1/10, 1/100, 1/1000, 1/10000, 1/100000, 1/1000000 sulandırımları hazırlanarak PZR’e yapıldı. Bunlardan elde edilen kopya sayıları standart eğrinin oluşturulmasında kullanıldı. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 3 Özmen M. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),1-6 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ türe özgü spesifik primerler kullanılarak gerçek zamanlı PZR ile mikoplazma kolonilerinin identifikayonu yapıldı. Callison ve ark. (3), tavuk trakeal svab örneklerinde Mycoplasma gallisepticum’u tesbit etmek için yaptığı çalışmada gerçek zamanlı PZR yöntemiyle (171/265) % 64.91 ‘inde pozitif bulurken, kültür metodu ile de (53/265) % 24’ünde bakteriyi izole etmişlerdir. Bakteriyoloji ile düşük pozitivitenin tespit edilmesini Mycoplasma gallisepticum’un tespit limitinin yüksek olmasına, yavaş üreyen mikroorganizma olmasına ve diğer çabuk üreyen saprofit mikoplazmalara dayandırmışlardır. Ayrıca kanatlı sürülerinde geçirilen diğer infeksiyonlara karşı kullanılan antibiyotiklerin mikoplazma etkenlerinin üremesini baskılaması, etken izolasyonunu engelleyen faktörlerden biridir (7). Kahya ve ark. (14), 31 seropozitif tavukta yaptıkları çalışmada Mycoplasma gallisepticum’u kültür yöntemi ile % 16.1 (5/31) ve gerçek zamanlı PZR yöntemiyle % 29’unda (9/31) tespit ettiklerini belirtmişlerdir. Bu çalışmada örnek alınan 9 işletmede gerçek zamanlı PZR yöntemiyle (43/100) % 43 ‘inde Mycoplasma gallisepticum pozitif bulunurken, kültür yöntemiyle (11/100) % 11’inde Mycoplasma spp. izole edildi. Kültür yöntemiyle düşük pozitivitenin tespit edilmesini Mycoplasma gallisepticum’un tespit limitinin yüksek olmasına veya antibiyotik kullanılmış olabileceğini düşündürmektedir. Bu sonuçlar gerçek zamanlı PZR yönteminin duyarlılığının daha yüksek olduğu göstermektedir. Grodio ve ark. (11), gerçek zamanlı PZR tekniğinin özgünlüğünü taqman problarının artırdığını ve mgc2 genine spesifik bir taqman probu kullanılarak yapılan çalısmada Mycoplasma gallisepticum’un tespitinde ve 10 kopyadan daha az hassasiyetle tespit edildiğini ve % 100 spesifite sağlandığını belirtmişlerdir. Bu çalışmada da Mycoplasma gallisepicum tespitinde mgc2 genine özgü taqman probu kullanılmış literatürlere benzer şekilde deteksiyon limiti 10 CFU/mL’den daha az düzeyde tespit edilebildiği ve % 100 spesifite sağlandığını görülmüştür. Mikoplazma infeksiyonlarının teşhisi amacıyla geliştirilen nükleik asit probları (22), ve daha spesifik olduğu düşünülen rekombinant DNA probları (9) ile kültür ve klinik örneklerden 800 pg Mycoplasma gallisepticum DNA’sı (106 hücre) teşhis edebilmektedir. Bu kadar çok Mycoplasma gallisepticum hücre sayısı ancak infeksiyonun akut safhasında mevcut olmakla beraber, subklinik seyreden infeksiyonlar gibi etkenin çok düşük sayıda saçılım gösterdiği durumlarda teşhis yapabilmek neredeyse imkansızdır (13,18). Bu çalışmada geliştirilen gerçek zamanlı PZR tekniği ile hassasiyet trakeal svab örneklerinde Mycoplasma gallisepticum için 2 kopya/mL düzeyde olduğu bulunmuştur. Bu da patojenin daha erken dönemde Tablo 1. Gerçek Zamanlı PZR Yöntemiyle Tavuk Trakeal Svablarında Mycoplasma gallisepticum DNA Düzeyleri Tartışma ve Sonuç Mycoplasma gallisepticum’un neden olduğu kanatlıların Kronik Solunum Sistemi Hastalığı (CRD) genel olarak solunum sistemi bozuklukları ile seyreder. Ülkemizde büyük kapasiteli işletmelerin ve damızlık işletmelerinin sayısının giderek artması nedeni ile işletmelerde ekonomik kayıplar daha da önem kazanmıştır. Hastalıktan ölümler nadir olmasına rağmen broylerlerde karkas ağırlığında düşme, yumurtacılarda yumurta verim düşüklüğü ile ekonomik kayıplara neden olan bir hastalıktır (2,24). Kronik solunum yolu hastalığı indikatör bir hastalıktır. Tek başına önemli bir klinik ve patolojik belirti oluşturmazken, sters faktörleri, Newcastle Hastalığı ve Infeksiyöz Bronşitis viruslarıyla doğal enfeksiyon veya bunların canlı aşıları, E. Coli kompleks olaylarda klinik belirtilerin ortaya çıkışı ve hastalığın şiddeti artmaktadır (24). Mycoplasma gallisepticum’u üretmek için zenginleştirilmiş besiyerlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Besiyerleri hazırlanırken genel olarak at veya domuz serumu, maya ekstraktı, glikoz ve bakteri inhibitörleri katılır (1,23). Kimi araştırıcılar (12,23) ve OIE (1) tarafından PPLO broth ve agar kullanılırken bu çalışmada bazı araştırıcılar (5, 17), tarafından Mycoplasma gallisepticum izolasyonu için uygun olduğu belirtilen Frey’s broth ve Frey’s agar kullanıldı. Mikoplazma kolonilerinin identifikasyonunda PZR’nin kullanıldığı bildirilmektedir (19). Yapılan bu çalışmada http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 4 Özmen M. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),1-6 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ teşhisi ve buna bağlı olarak da daha erken mücadele yöntemlerinin uygulanması bakımından oldukça fazla önem içermektedir. Sonuç olarak gerçek zamanlı PZR tekniği ile yaptığımız çalışmayla canlı tavuklardan alınan trakeal svab örneklerinden bakteri tanısı hem kısa sürede hemde duyarlı bir şekilde yapılmıştır. Mikrobiyolojik testlerle kıyasla tespit limitinin düşüklüğü, uygulama kolaylığı, yüksek spesifite ve kısa sürede kantitatif sonuç vermesi avantajları olarak görülmüştür. Bu araştırmanın ülkemizde bu konudaki çalışmalara bilgi ve deneyim kaynağı oluşturacağını umarız. methods for detection of Mycoplasma gallisepticum infection in chickens. Avian Diseases, 49: 125-132. 9. 10. Goh M.S, Gorton T.S, Forsyth M.H, Troy K.E, Geary S.J, (1998). Molecular and biochemical analysis of a 105 kDa Mycoplasma gallisepticum cytadhesin (GapA). Microbiology, 144: 29712978. 11. Grodıo J.L, Keılla V, Dhonht P.H, Karel O, Schat A, (2008). Detection and quantification of Mycoplasma gallisepticum genome load experimentally infected house finches (Copradacus mexicanus) using real-time polymerase chain reaction Avian Pathology, 37(4): 385-391. Teşekkür Katkılarından dolayı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na teşekkür ederim. Kaynaklar 1. Anonim, (2008). Avian Mycoplasmosis (Mycoplasma gallisepticum, Mycoplasma synoviae) Chapter 2.3.5. in OIE Terrestrial Manuel online p. 482-492 htt//www.oie. int/eng/normes/mmanual/2008 /pdf/2.03.05 _%20 AVIANMYCO.pdf. (Erişim tarihi: 25 Ocak 2010). 2. Arda M, Mimbay A, Aydın N, Akay Ö, İzgür, M, (1990). Kanatlı Hayvan Hastalıkları Ankara Üniversitesi Basınevi, Ankara. 3. Callison S.A, Rıblet S.M, Sun S, Ikuta N, Hılt D, Leıtıng V, Kleven S.H, Suarez D.L, Garcıa M, (2006). Development and validation of a realtime Taqman polymerase chain reaction assay for the detection of Mycoplasma gallisepticum in naturally infected birds. Avian Diseases, 50: 537544. 4. 5. 12. Güler L, (1995). Konya Bölgesinde Kanatlıların Kronik Solunum Sistemi Hastalığı’nın Serolojik ve Etken İzolasyonu ile Karşılaştırmalı Teşhisi Üzeine Çalışmalar Konya Vet. Kont.ve Arş. Enst. Dergisi 6(1-2): 7-15. 13. Hyman H.C, Levisohn S, Yogev D, Razın S, (1989). DNA Probes for Mycoplasma gallisepticum and Mycoplasma synoviae: application in Experimentally infected chickens. Vet. Microbiol. 20: 323-337. 14. Kayha S, Temelli S , Eyigör A, Carlı T, (2010). Real-time PCR culture and Serology for the diagnosis of Mycoplasma gallisepticum in chicken breeder Flocks Department of Microbiology, Faculty of Veterinary Medicine, Uludağ Unıversıty, Gorukle Campus, 16059 Bursa, Turkey. Çarli K.T, Eyigör A, (2003). Real time polymerase chain reaction for detection of Mycoplasma gallisepticum in chicken trachea. Avian Diseases, 47: 712-717. 15. Keeler C.L, Hnatow L.L, WhetzelL P.L, Dohmns J.E, (1996). Cloning and characterization of a putative cytadhesin gene (mgc1) from Mycoplasma gallisepticum Infection and Immunity, 64: 15411547. Dakman A, Günaydın E, Türkyılmaz M.A, Güleç M, Coşar M, Özdemir Ü, (2009). Damızlık Tavuk İşletmelerinde Tespit Edilen Mikoplazma infeksiyonları. Etlik Vet Mikrobiyoloji Derg. 20: 27-34. 6. Esendal Ö.M, Türkyılmaz S, (2002). Poimeraz zincir reaksiyonu ve mikrobiyolojide kullanım alanları Kafkas Üniv. Vet. Fak. Dergisi 8(1):71- 75. 7. 7.Frey M. L, Hanson R.P, Anderson D.P, (1968). A Medium for the Isolation of Avian Mycoplasmas. Am J Vet Res. 29: 2163-2171. 8. Garcıa M, Ikuta, N, Levısohn S, Kleven S.H, (2005). Evaluation and comparison of various PCR http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php Geary S.J, Intress R, Gabrıge M.G, (1988). Species Specific Bioninylated Probe for the Detection of Mycoplasma gallisepticum. Mol. Cell. Probes. 2:237-234. 16. Kleven S.H, (1998). Mycoplasmosis In: A laboratory manual fort the isolatıon and identification of avian pathogens. Fourth Ed. , Ed:Swayne, D:E: American Association of Avian Pathologists Pennsylvanian, USA, 74-80. 17. Kleven S.H, (2003). Mycoplasmosis In: Diseases of Poultry. Editor: Saif, Y.M. 11th edit., lowa State Pres, USA. 18. Lıu T, Garcıa M, Levisohn S, Yogev D, Kleven S.H,( 2001). Molecular Variability of the Adhesinencoding Gene pvpA Among Mycoplasma 5 Özmen M. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),1-6 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ gallisepticum Strains and Its Application in Diagnosis. J. Clin. Microbiol. 39: 1882-1888. 19. Maroıs C, Dufour-Gesert F, Kempf I, (2002). Polymerase chain reaction for detection Mycoplasma gallisepticum in environmental samples. Avian Pathol., 31:163-168. 20. Mekkes D.R, Feberwee A, (2005). Real-time polymerase chain reaction for the qualitative and quantitative detection of Mycoplasma gallisepticum. Avian Pathology, 34: 348- 354. 21. Papazısı L, Frasca, S.J, Gladd M, Liao X, Yogev D, Geary S.J, (2002). GapA and CrmA coexpression is essential for Mycoplasma gallisepticum cytadherence and virulence.Infection and Immunity, 70: 6839-6845. 22. Razın S, (1985). Molecular Epidemiology and Genetıcs of Mycoplasma (Mollicutes). Microbiol. Rev. 49: 419-455. 23. Türkaslan J, Salihoğlu H, (1989). Çeşitli besiyerleri kullanılarak Mycoplasma gallisepticum’un bakteriyolojik yöntemlerle izolasyon ve identifikasyonu. Pendik Hay. Hast.Mer. Araşt. Enst. Derg. 20(2): 53-59. 24. Yoder H.W.JR, ( 1979). Serolgic response of chickens vaccinated with inactivated Preparations of Mycoplasma gallisepticum. Avian Dis.23(2): 493-506. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 6 AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14 Araştırma Makalesi/Research Article ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Adana Bölgesinde Görülen Neonatal Buzağı Enfeksiyonlarının Morbidite ve Mortaliteleri ve Risk Faktörlerinin Belirlenmesi* Berat Selim TOKGÖZ¹, Ramazan ÖZDEMİR1, Nevin TURUT¹, Mehmet MİRİOĞLU¹, Hakan İNCE¹, Bülent MAHANOĞLU¹, Atila YOLDAS1, Nevin TUZCU² ¹ Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, ADANA ² Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, SİVAS Geliş tarihi/Received: 15.5.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 15.8.2013 -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet Bu çalışmada Adana ili ve çevresinde hayvancılık yapan, 20 baş ve üzerinde ineği bulunan çiftliklerin büyük çoğunluğu ziyaret edilerek süt inekçiliği yapılan ve Adana ilinin tamamını yansıtacak şekilde seçilen 18 işletmede 2947 anaç inek ve bu ineklerin 513 adet yeni doğan buzağısı çalışmaya dahil edilip çalışma süresince takip edildi. Çalışma esnasında her işletmede ayrı ayrı anket uygulanarak ve rutin ziyaretler yapıldı ve çiftliklerin sevk ve idaresi, sütçü sığırların sağlık problemleri ve neonatal buzağıların morbidite ve mortalite oranları belirlendi. Hasta ve sağlıklı buzağılardan alınan dışkı, kan ve nasal swaplar bakteriyel, viral, paraziter hastalık etkenleri yönünden incelendi, ölen buzağılar ise otopsileri yapılarak patolojik muayeneleri yapıldı. Bu proje, ilk defa Adana bölgesindeki çiftliklerin demografisi, verim özellikleri, sevk ve idare yöntemleri (bakım, besleme, yetiştiricilik) belirlenerek yörede yaygın olan neonatal buzağı hastalıklarının, etiyolojileri ile kimi risk faktörlerinin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirildi. Anahtar Kelimeler: Neonatal buzağı enfeksiyonları, Morbidite, Mortalite, Risk faktörleri Detection of Morbidity, Mortality and Risk Factors of Neonatal Calf Infections in the Region of Adana Abstract At this study, were included and enrolled in the study 2947 mature cow and 513 neonatal calf of them at the 18 farms which selected to reflect the entire Adana city with visiting the majority of farms which engaged animal husbandry in and around Adana city and had 20 and more cows. At the time of study, management and administration of the farms, health problems of dairy cows and morbidity and mortality of neonatal calves rates were determined with the questionnaire were did separately at the every farms and routine visiting made. Gaita, blood and nasal swabs which took from ill and healthy calves were examined in terms of bacterial, viral, parasitic diseases factors, autopsies and pathological examinations of dead calves were performed. This project were carried out with the aim of detection etiology and some risk factors of diseases which was widespread at region of neonatal calf with identified first time demography, production characteristics, administration methods (care, feeding, culturing) at region. Key Words: Neonatal calf infections, Morbidity, Mortality, Risk factors -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------birisi olup ciddi ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Giriş Ekonomik kayıp başlıca buzağının kaybı, ölümle Neonatal dönem, doğumu takip eden 0 ile 28. birlikte genetik materyalin kaybı, tedavi masrafları, günler arasını kapsayan ve buzağı yetiştiriciliğinin en iyileşmeye rağmen yaşamın ileriki dönemlerinde kritik dönemidir (34). Bu dönem özellikle buzağı performans geriliğinden kaynaklanmaktadır (21). yaşamının ilk 15 günü hastalıkların en yaygın olduğu ve Buzağılarda neonatal dönem hastalıklarını, enfeksiyöz ölüm oranlarının en yüksek olduğu dönemdir. Neonatal (bakteriyel, viral, paraziter ve mikotik) ve buzağı hastalıkları ve ölümleri, sığır yetiştiriciliği nonenfeksiyöz (vitamin, mineral madde, iz element yapılan tüm işletmelerde önemli sağlık problemlerinden Yazışma adresi/Correspondance: B. Selim TOKGÖZ, Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, TR-01170 Adana – TÜRKİYE, E-posta: [email protected] *Bu çalışma Tarımsal Politikalar ve Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafında tarafından desteklenmiştir. Tokgöz B.S. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ % 11.9, coronavirus % 7.3 ve Salmonella spp. % 0.9 oranında belirlenmiş, buzağı ishallerinde genelde ilk aydan itibaren % 21.9 ile % 89.8 oranları arasında Eimeria spp. belirlendiği bildirilmiştir (35). Benzer çalışmalarda (22, 33) ise, buzağı ishallerinde Clostridium perfringens tip A, B, C, D ve bunların eneterotoksinlerinin rolü belirlenmiştir. Türkiye’de ishalli buzağılarda yapılan çalışmalarda rotavirus infeksiyonlarının prevalansı % 053 arasında (1, 6, 9, 10, 18) ve coronavirus enfeksiyonlarının prevelansı ise % 13-18 arasında bulunmuştur (1, 21). İshalli buzağılarda yapılan çalışmalarda Eimeria spp. oranları % 59 - 90.8 arasında (3, 15), Cryptosporidium spp. % 7.2 - 63.3 oranları arasında belirlenmiştir (17, 28, 36, 37). E. coli ise birçok çalışmada ishalin etkeni olarak belirlenmiştir (9, 18, 20). Bu çalışmada, neonatal dönemde buzağıların karşılaştığı hastalıkların morbidite, mortalite oranları, etiyolojileri ve bazı risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlandı. yetersizlikleri, konjenital anomaliler vs) olarak sınıflandırmak mümkündür (3, 8). Neonatal dönemde görülen hastalıklar ve ölümlerle ilgili yapılan çeşitli derlemelerde hastalık ve ölüme yol açan mikroroganizmalar olarak en çok; IBR, rotavirus, coronavirus, astrovirus, BVDV, parvovirus, adenovirus, E. coli, Salmonella, Clostridium perfiringes, Campylobacter spp., Eimeria spp. ve Cryptosprodium spp. bildirilmektedir (3, 7, 13). Buzağı morbidite ve mortaliteleri ile ilgili olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde, farklı yaş gruplarını kapsayan epidemiyolojik çalışmalar yapılmış ve buzağılarda görülen hastalıkların morbidite oranları % 20 -52.9 arasında bulunmuştur (16, 41, 42). Sivula ve ark, ise inceledikleri 0-16 haftalık buzağılarda % 17.9 oranında enteritis ve % 9.4 oranında ise pnömoni olgularına rastlamışlardır (41). Svensson ve ark, 0-90 günlük buzağıları kapsayan çalışmalarında ishal % 10.3, solunum sistemi problemleri % 7.2, sindirim sistemi problemleri (enfeksiyöz olmayan) % 1, anomali % 1.1, actinomycosis % 0.5, travma % 0.6 ve yetersizlik hastalıkları % 0.2 oranında bulmuşlardır (42). Gelişmiş ülkelerde yapılan bazı çalışmalarda buzağı mortaliteleri % 2 - 12 arasında bulunmuştur (14, 16, 41). Donovan ve ark, 0-6 aylık buzağılarda genel mortalite oranını % 11.7 olarak bulmuşlar, bunun % 10’unun diyareden, % 55.4’ünün pnömoniden, % 21.9’unun septisemiden ve % 11.8’inin ise diğer sebeplerden kaynaklandığını saptamışlardır (14). Dutil ve ark. ise ishalden % 29 ve pnömonilerden % 18 oranında ölümlerin gerçekleştiğini tespit etmişlerdir (16). Buzağı morbidite ve mortalite etiyolojilerinin belirlendiği çalışmalar da yapılmıştır. Sivula ve ark (41), enteritis ve pnömoni olgularında Bovine Viral Diarrhea Virus (BVDV), Infectious Bovine Rhinotracheitis (IBR), Parainfluenza-3 (PI-3), Pasteurella hemolytica, P. multicida, Haemophilus somnus, Rotavirus ve E. coli mikroorganizmalarını izole etmişler. Yine Collery ve ark (8), ölü buzağılardan Brucella abortus, Pasteurella hemolytica, Salmonella dublin ve Leptospira hardjo bakterilerini izole etmişledir. Blowey (5), Respiratory Syncytial Virus (RSV), PI-3, BVDV, IBR, Pasteurella, Haemophilus, Mycoplasma mikroorganizmalarının belli başlı buzağı pnömonilerinin sebebi olduğunu bildirmiştir. Blowey (5), rotavirus, coronavirus, Cryptosporidium, E. coli (verotoksijenik veya enterotoksijenik) ve Salmonella mikroorgnizmalarının sırasıyla % 42, % 14, % 23, % 13 ve % 12 oranında buzağı ishallerine sebep olduğunu bildirmiştir. Rotavirus ve coronavirus yaygınlığı hakkında yapılan çalışmalarda sırasıyla % 16 - 80 ve % 11 - 81 arasında olduğu belirlenmiştir (25, 39). Neonatal ishalli buzağılarda yapılan başka bir çalışmada ise Cryptosporidium spp. % 52.3, rotavirus % 42.7, E. Coli http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php Materyal ve Metot Çalışma çerçevesinde Adana bölgesinde hayvancılık yapan, TÜRKVET sistemine kayıtlı 20 baş ve üzerinde ineği bulunan çiftliklerin büyük çoğunluğu ziyaret edilerek süt inekçiliği yapılan ve Adana bölgesinin tamamını yansıtacak şekilde seçilen 18 işletmede 2947 anaç inek ve bu ineklerin 513 adet yeni doğan buzağısı çalışmaya dahil edilip çalışma süresince takip edildi (41). Çalışmanın başında çiftçilerle yüz yüze görüşme usulü ile çiftlikteki hayvanlar ve çiftliğin sevk ve idaresi hakkında bir anket uygulandı. Belirlenen çiftliklere düzenli aralıklarla ziyaretler yapıldı ve işletmelerde doğan neonatal buzağıların muayeneleri yapılarak ishalli buzağılardan dışkı ve kan örnekleri, solunum sistemi problemli hastalardan ise kan örnekleri ve nazal swaplar alındı. Ayrıca kontrol amacıyla hasta buzağıyla aynı yaş grubundaki bir sağlıklı buzağıdan da söz konusu marazi maddeler alındı. Alınan örnekler soğuk zincirle kısa sürede laboratuara getirildi. Bakteriyolojik-Serolojik Muayene: Buzağılardan alınan marazi maddelerden uygun vasatlara ekimler yapılarak, Pasteurella, Mycoplasma, Haemophilus, E. coli, Salmonella, Yersinia, Campylobacter ve Clostridium perfiringes yönünden incelendi. Bu amaçla spesifik selektif zenginleştirme buyyonları ile selektif agarlar kullanıldı (2, 38). C.perfiringes türü bakterinin toksinin belirlenmesinde fare testi ile kullanıldı (12,33). Alınan dışkı örneklerinde Coronavirus'un varlığı ticari ELISA kiti (BIO-X Coronavirus ELISA kit, Bio-X Diagnostics, Belçika), Rotavirus enfeksiyonları ise ticari latex agglutinasyon testi (Virotect-Rota, Omega Diagnostics, DK) ile belirlendi. 8 Tokgöz B.S. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Neonatal buzağılardan alınan kan örneklerinde hastalık etkenlerine karşı antikorların varlığı IBR için BIO-X lnfectious Bovine Rhinotracheitis ELlSA kit (BioX Diagnostics, Belçika), BVDV için BIO-X Bovine Viral Diarrhoea Virus ELlSA kit (Bio-X Diagnostics, Belçika), BRSV için BIO-X Bovine Respiratory Syncytial Virus ELlSA kit (Bio-X Diagnostics, Belçika) ve PI 3 için ise BIO-X Parainfluenza-3 virus ELlSA kit (Bio-X Diagnostics, Belçika) ile tespit edildi. Parazitolojik Muayene: Hasta ve kontrol hayvanlardan alınan dışkı örnekleri, Cryptosporidium, Eimeria ve gastrointestinal helmintler yönünden incelendi (29,31). Histopatolojik Muayene: Ölen buzağıların sistemik otopsileri yapılarak alınan doku örnekleri rutin doku işleme prosedürlerinden geçirildikten sonra parafin blokları hazırlandı. Hazırlanan bloklardan alınan kesitler Hematoksilen Eozin ile boyanarak ışık mikroskobunda incelendi (40). İstatistik Değerlendirmeler: Neonatal buzağı hastalıklarının buzağılama oranları, morbidite, mortalite, vaka ölüm oranı ve nispi ölüm oranları aşağıda belirtilen formüller yardımıyla hesaplandı (16, 19, 24, 30). Buzağılama Oranı =Doğan sayısı/Toplam inek sayısı X 100 toplam buzağı Çiftlik prevelansı =Hastalıklı sayısı/Toplam çiftlik sayısı X100 çiftlik Morbidite oranı =Hasta neonatal sayısı/Toplam neonatal buzağı sayısı X100 buzağı Mortalite oranı =Ölen neonatal sayısı/Toplam neonatal buzağı sayısı X l00 buzağı Çiftliklerin Sevk ve İdaresi: Barınma döneminde sığırlara kaba yem olarak çiftliklerin tamamında saman (%100, 18/18), çiftliklerin tamamında kuru ot (%100, 18/18), çiftliklerin % 89.71’inde ise (15/18) silaj yedirildiği görüldü. Çiftliklerin %16.67’si (3/18) konsantre yemi ve kaba yemi kendileri üretirken diğerleri ticari yollardan temin etmekteydi. Kolostrum yeni doğan buzağılara çiftliklerin 72.21’inde (13/18) yeteri kadar veriliyorken, %27.78’inde ise (5/18) yeterli kolostrum verilmemekteydi. Çiftliklerin %33.32’si (6/18) içme suyu olarak şebeke suyu kullanırken, geri kalan 12 çiftlik ise %66.67’si kuyu suyu kullanmaktaydı. Çiftliklerin tamamında konsantre yemler kapalı alanda depolanırken, %66.67’si kuru ot ve samanı kapalı ortamda muhafaza etmekteydi. Çiftliklerin %50’si (9/18) kapalı sistem olarak dizayn edilmişken, %16.67’si yarı açık (3/18), %33.32’si (6/18) açık sistem yetiştiriciliği kullanmaktaydı. Çiftliklerin %55.56’sında yataklık kullanılmaktaydı. Bu çiftliklerden % 20’si (2/10) yataklık malzeme olarak saman altlık kullanmaktaydı. Çiftliklerin %38.89’unda (7/18) gübre toplama sistemi bulunmaktaydı. Çiftliklerin %55.56’sı (10/18) ayda bir, %16.67’si (3/18) üç ayda bir dezenfeksiyon yaparken, %11.10’u (2/18) nadiren yapmaktaydı. İşletmelerin %0.5 (1/18) dezenfeksiyon yapmamaktaydı. Çiftliklerin %66.67’sinde 12/18) Vaka ölüm oranı =Ölen neonatal buzağı sayısı/Toplam hasta neonatal buzağı sayısı X100 Nispi ölüm oranı =Spesifik bir hastalıktan ölen neonatal buzağı sayısı/Toplam ölen neonatal buzağı sayısı X100. Bulgular Çalışma süresince elde edilen bulgular tablo 1, tablo 2 ve tablo 3 verilmiştir. Çiftlik Özellikleri: Çiftliklerin önemli bir bölümünde (%66.67, 12/18) veteriner hekim istihdam edilmekteydi. Çiftliklerin %33.32’sinde (6/18) sürüye dışarıdan hayvan alımı yapılmazken, geri kalanında dışarıdan sürüye hayvan katımı yapılmaktaydı. Çiftliklerin %16.67’sinde (3/18) Esmer ırk, %94.43’ünde (17/18) Holstein, %11.10’unda (2/18) yerli ırk sığırlar mevcuttu. Tablo 1: Çiftliklerin genel özellikleri http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 9 Tokgöz B.S. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Tablo 3: Alınan örneklerden yapılan mikrobiyolojik, serolojik, parazitolojik ve patolojik inceleme sonuçları buzağılama ünitesi bulunurken diğerlerinde mevcut değildi. Çiftliklerin %72.21’inde (13/18) doğum ünitesi kullanmakta iken geri kalanı kullanmamaktaydı. Çalışmamızda en çok belirlenen klinik problemler; solunum sistemi problemleri, pneumoenteritis ve ishal olarak sıralandı. Çalışmada belirlenen mortalite oranı % 5,45 olarak bulundu. Ayrıca çalışmamızda % 22,9 oranında ishalli vaka oranı belirlenmiş; ishalli buzağı olgusu genellikle ilk iki haftalık yaştaki buzağılarda tespit edilmiştir. Çalışmamızda, ahır yoğunluğu kalabalık buzağı sürüleri ile ishal arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur. İshal olgularında mortalite oranı % 3.03 olarak tespit edilmiştir. Çalışmamızda solunum sistemi problemlerinin morbidite oranı % 6.9 olarak belirlenmiştir. Tablo 2: Çiftliklerin buzağı ve doğum bilgileri Tartışma Bu epidemiyolojik çalışmada, Adana bölgesinde faaliyet gösteren sığırcılık işletmelerinin durumunun detaylı olarak ortaya konması amaçlandı. Çalışma boyunca elde edilen bulgular, hem çiftlik sevk ve idaresinin belirlenmesini hem de çiftliklerin sağlık problemlerini karşılaştırmalı olarak ortaya konmasını sağladı. Çiftliklerde hayvan altlığı olarak genellikle sap kullanıldığı çoğu zamanda altlık kullanılmadığı ve gübre toplama sisteminin olmadığı belirlendi. Bu durumlar çok ciddi sağlık riskleri taşımaktadır. İşletmelerin büyük bir kısmında doğum bölmeleri yoktu ve inekler bağlı bulundukları yerlerde doğumu gerçekleştirmekteydi. Bu uygulama özellikle buzağı sağlığı açısından sakıncalıdır, çünkü buzağıların hastalık etkenlerini alması veya travma sonucu ölmesi dahi söz konusu olabilmektedir. Neonatal buzağı bakım ve besleme koşullarında, üç noktada eksiklikler belirlendi. Bunlar; ayrı bir doğum bölmelerinin olmaması, tüm işletmelerde göbek bakımının yapılmaması ve buzağı barınaklarının ergin sığırlarla aynı ortamda bulunmasıdır. Bu üç Adana bölgesinin tamamını yansıtacak şekilde seçilen 18 işletmede 2947 anaç inek ve bu ineklerin 513 adet yeni doğan buzağısı incelenerek, buzağıların % 45,03’ünde en az bir klinik problem belirlendi. Çalışmamızda en çok belirlenen klinik problemler; solunum sistemi problemleri, pneumo-enteritis ve ishal olarak sıralandı. Çalışmada belirlenen mortalite oranı % 5,45 olarak bulundu. Ayrıca çalışmamızda % 22,9 oranında ishalli vaka oranı belirlenmiş; ishalli buzağı olgusu genellikle ilk iki haftalık yaştaki buzağılarda tespit edilmiştir. Çalışmamızda, ahır yoğunluğu kalabalık buzağı sürüleri ile ishal arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur. İshal olgularında mortalite oranı % 3.03 olarak tespit edilmiştir. Çalışmamızda solunum sistemi problemlerinin morbidite oranı % 6.9 olarak belirlenmiştir. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 10 Tokgöz B.S. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Rotavirus ve coronavirus çiftlik ortamında her zaman bulunabilen mikroorganizmalar olduğu ve bunların tek başına veya diğer enteropatojenlerle beraber ishalin etiyolojisindeki rolleri de belirlenmiştir (1, 43). Çalışmamızda ishalli buzağılarda rotavirus ve coronavirusların ishalli buzağılarda hızlı test ile belirlenmiş olması ve bununda diğer çalışmalarda da belirtildiği gibi 21.9-% ishalin etiyolojisinde önemli rol oynamış olabileceklerini göstermektedir (11, 39). Paraziter etkenler olarak belirlenen C. parvum, Eimeria spp. ve N. vitulorum diğer çalışmalarda da ishalli buzağılarda etken olarak bildirilmiştir (4). Bu ishalli buzağılarda belirlenen C. parvum dünyada (32) ve ülkemizde (28, 36, 37) buzağılarda ishal etkeni olarak ortaya konulmuştur. Bu çalışmada ishalli buzağılarda belirlenen Eimeria spp. oranı dünyada bildirilen % 21.9-% 89.8 sınırları içinde bulunmuştur (35). Yapılan çalışmalarda (4, 20) ishalli buzağılardan yüksek oranlarda E. coli izole edilmiştir. Bu çalışmada örnek alınan 18 çiftiliğin 12’sinde E.coli türü bakterilerin tespiti yapılmıştır. E. coli pozitif buzağıların yaş ortalaması 9.1 gün idi ve olguların büyük çoğunluğu diğer çalışmalarda bildirildiği gibi ilk iki haftada belirlendi (26). Çalışmada solunum sistemi hastalıklarında herhangi bir bakteriyel etken belirlenememesinin nedeni; etkenlerin bakteriyel olmamasından kaynaklanabileceği gibi, alınan swaplarda patojenlerin nazal normal flora tarafından baskılanması sonucu üreyememeleri sayılabilir. Nitekim deneysel çalışmalarda veya hastane bazlı çalışmalarda transtracheal lavaj veya bronkoalveolar lavaj tekniği tercih edilmektedir. Eğer bu teknikler kullanılsaydı teşhis yoluna gidilebilirdi, ancak saha şartlarında bu denli geniş çaplı bir çalışmada pratik zorluklar söz konusu olabilir. Serolojik testler sonucunda önemli oranda neonatal buzağının BVDV, BRSV, PI3 ve IBR’e karşı antikor taşıması çiftliklerde bu viral hastalıkların yaygın olduğu ve annelerin bu etkenlere karşı geliştirdikleri antikorları kolostrum vasıtasıyla yavrulara geçirdiğini düşündürmektedir. Bu ihtimal, solunum sistemi hastalıklarının morbiditesinin düşük çıkmasındaki en önemli faktör olabilir. önemli husus direkt veya dolaylı bir şekilde buzağı sağlığını olumsuz etkilemektedir. Buzağıların % 45,03’ünde en az bir klinik problem belirlendi. Bu oran yapılan diğer çalışmalarda belirlenen % 20-% 30 arasındaki morbidite oranlarından yüksek bulundu (26, 41, 42, 46). Çalışmamızda en çok belirlenen klinik problemler; solunum sistemi problemleri, pneumo-enteritis ve ishal olarak sıralandı. Bu bulgular diğer çalışmalarla uyumlu bulundu(14, 37, 38, 40). Çalışmada belirlenen mortalite oranı % 5,45, Dutil ve ark.(1996) Virtala ve ark.(1996) ve Wells ve ark.(1996) tarafından sırasıyla bildirilen % 5, % 5.6 ve % 6.3 oranlarına benzer bulunurken, diğer çalışmalarda belirlenen, % 11.8 (Sivula ve ark.,1996), % 11.7 (Donovan ve ark.,1998) ve % 35 (French ve ark., 2001) oranlarından düşük bulundu.( 14, 16, 24, 41, 45, 46). Çalışmada belirlenen % 22,9’luk ishalin oranı diğer çalışmalarda belirlenen % 10.3- % 28.8 arası oranlar ile uyumlu bulundu (37, 38, 40). İshalli buzağılar için belirlenen ortalama yaş ve hastalığın sıklıkla ilk iki haftada belirlenmesi daha önce yapılan diğer çalışma (23,46) bulgularıyla uyumlu bulundu. Frank ve Kaneene (23)’nin yaptıkları çalışmada kalabalık sürülerde ishal görülme oranının daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Çalışmamızda da kalabalık buzağı sürüleri ile ishal arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur. İshal olgularında tespit edilen mortalite oranı % 3.03, diğer çalışmalarda belirlenen % 6 (French ve ark.,2001) ve % 10 (Donovan ve ark.,1998) oranlarından düşük bulundu (14, 24). İshal belirlenen vakaların ölüm oranı yine diğer çalışmalarda belirlenen oranlardan düşük bulunmuştur (16, 41). Çalışmada % 6.9 olan solunum sistemi problemlerinin morbidite oranı Virtala ve ark (1996), Sivula ve ark (1996), Wells ve ark (1996) ve Svensson ve ark(2003) tarafından sırasıyla bildirilen % 25.6, % 8.4, % 9.4 ve % 7.2 oranlarından düşük bulundu. Solunum sistemi hastalıklarından kaynaklanan mortalite oranı ise diğer çalışma bulgularından düşük bulundu (41, 45, 46). Buzağı morbidite ve mortaliteleri üzerine yapılan çalışmalarda, ishal ve solunum sistemi problemleri üzerine daha fazla yoğunlaşılmış ve çok az çalışmada ise diğer hastalıklar araştırılmıştır. Frank ve Kaneene (23) tarafından yapılan çalışmada sürü büyüklüğü ile ishal olguları arasında pozitif bir ilişki olduğu ortaya konulmuştur. Sağlıklı ergin sığırlar ve buzağılar rotavirusu dışkılarıyla atarak çevresel kontaminasyona sebep olurlar ve enfeksiyöz baskıyı arttırırlar (43). Ayrıca kalabalık sürülerde hayvanların yakın temasta olmalarından dolayı etkenin çabuk bulaşması da söz konusudur. Ayrıca kalabalık barınmadan kaynaklanan bir de stres durumu ortaya çıkar. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php Sonuç Bu çalışma ile sütçü sığır işletmelerinin sevk ve idare (management), verim özellikleri, buzağı ve sığırların sağlık problemleri belirlenerek çiftliklerin genel bir görünümü ortaya konuldu. Bu özelliğiyle çalışma bölgemizde bir ilkti. Bölgede aşılamalar yüksek oranda yapılmakla beraber, yörede çiftçilerin genel olarak aşılamanın yararlarına olan inançları zayıf olması nedeniyle 11 Tokgöz B.S. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ çiftçilerin bu konuda da eğitilmesi gerektiği düşünülmektedir. Yörede doğan buzağıların çoğunluğu neonatal dönemde en az bir sağlık problemi yaşamaktadır. Bu çok ciddi bir orandır ve çiftlik verimliliğinin önünde en büyük engellerden biridir. Kolostrum zamanında verilmesine rağmen, yüksek morbidite oranının görülmesi kolostrumun yeteri kadar verilmediğini veya kalitesini iyi olmadığını göstermektedir. Nitekim birçok çiftlikte gebeliğin son aylarında buzağılarda hastalıkları önlemek amacıyla aşılama yapılmadığı belirlenmiştir. Yörede ilk defa buzağı ishallerinde rotavirus, coronavirus, Cl. perfringens ve E. coli belirlenmesi bu ajanların sahadaki veteriner hekimler tarafından dikkate alınması gerektiğini göstermiştir. 8. COLLERY P, Bradley J, Fagan J, Jones P, Redehan E, Weavers E, (1996). Causes of perinatal calf mortality in the Republic of Ireland. Irish Veterinary Journal. 49: 491-496. 9. ÇABALAR M, Boynukara B, Gülhan T, Ekin IH, (2001). Prevalence of Rotavirus, Escherichia coli K99 and O157:H7 in healthy dairy cattle herds in Van, Turkey. Turkish Journal of Veterinary and Animal Science. 25: 191-196. 10. ÇABALAR M, Voyvoda H, Sekin S, (1998). İshalli buzağılarda rotavirusların latex aglutination (LA) ve polyacrylamide gel electrophoresis (PAGE) teknikleri ile tanısı, III. Ulusal Veteriner Mikrobiyoloji Kongresi, Bursa. Teşekkür 11. DE VERDIER KK, Svensson L, (1998). Group A rotavirus as a cause of neonatal calf enteritis in Sweden. Acta Veterinaria Scandinavia. 39(2): 1959. Katkılarından dolayı Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı’na teşekkür ederiz. Kaynaklar 1. ALKAN F, (1998). Buzağı ishallerinde rotavirus ve coronavirusların rolü. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 45, 29-37. 12. DE VİSSER NA, Breukink HJ, van Zijderveld FG, de Leeuw PW, (1987). Enteric infections in veal calves: a longitudinal study on four veal calf units. Veterinary Quarterl. 9(4): 289-96. 2. ARDA M, Aydın N, Ilgaz A, Minbay A, Kahraman M, İzgür M, Leloğlu N, Akay I, Diker KS, (1999). Özel Mikrobiyoloji. 5. Baskı. Medisan. Ankara. 13. DİKER KS, İstanbulluoğlu E, (1983). Sağlıklı ve sürgünlü hayvanlardan C. fetus subsup. jejuni izolasyonu üzerine çalışmalar. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 30(1): 28-34. 3. ASLAN V, (1986). Buzağı ishalleri ve tedavileri, Neonatal Buzağı Kayıpları Sempozyumu. S.Ü. Veteriner Fakültesi. Konya. 59-69. 14. DONOVAN GA, Dohoo IR, Montgomery DM, Bennett FL, (1998). Associations between passive immunity and morbidity and mortality in dairy heifers in Florida. USA. Preventive Veterinary Medicine. 34: 31-46. 4. 5. 6. 7. AYDIN F, Umur Ş, Gökçe G, Genç O, Güler MA, (2001). Kars yöresindeki ishalli buzağılardan bakteriyel ve paraziter etkenlerin izolasyonu ve identifikasyonu. Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 7(1): 7-14. 15. DUMANLI N, Güler S, Erdoğmuş Z, Köroğlu E, Yılmaz H, Küçükerden N, (1993). Elazığ yöresinde sığırlarda bulunan coccidia etkenleri ve bunların yayılışı. Doğa Türk Veteriner ve Hayvancılık Dergisi. 17: 223-227. BLOWEY RW, (1993). A Veterinary Book for Dairy Farmers. 2nd ed. Farming Press Ltd. Great Britain. 15-77. 16. DUTIL L, Fecteau G, Bouchard E, Dutremblay D, Pare J, (1999). A questionnaire on the health, management, and performence of cow-calf herds in Quebec. Canadian Veterinary Journal. 40: 649656. BURGU İ, Akça Y, Alkan F, Özkul A, Karaoğlu T, (1995). Yeni doğan ishalli buzağılarda rotavirusların elektron mikroskopi (EM), enzyme linked immunosorbent assay (ELISA) ve polyacrylamide gelelectrophoresis (PAGE) teknikleri ile çabuk teşhisi ve antijenik karakterizasyonu. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 42. 491-498. 17. EMRE Z, Alabay M, Fidancı H, Düzgün A, Çerçi H, (1998). Prevalence of Cryptosporidium spp. infection and its relation to other enteric pathogens (Escherichia coli K 99 and rotavirus) in cattle in Ankara. Turkey. Turkish Journal of Veterinary and Animal Scienc. 22: 453-458. BURGU İ, Öztürk F, (1986). Neonatal dönemdeki buzağıların viral hastalıkları, Neonatal Buzağı Kayıpları Sempozyumu, S.Ü. Veteriner Fakültesi, Konya, sf: 50-59. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 18. EMRE Z, Fidancı H, (1998). Prevalence of mix infections of Cryptosporidium spp., Escherichia coli K99 and Rotavirus in the faeces of diarrhoeic and healthy cattle in Ankara, Turkey and in vitro 12 Tokgöz B.S. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ resistance of Escherichia coli K99 to antimicrobial agents. Turkish Journal of Veterinary and Animal Science. 22: 175-178. 30. KIRKWOOD BR, (1988). Essentials of Medical Statistics, Blackwell Scientific Publications. London. 106-117. 19. ERGANİŞ O, Veteriner Epidemiyoloji. Mimoza Yayınları. Konya. (1993). 23-37. 31. MAFF (Ministry of Agriculture, Fisheries and Food), (1986).Manuel of Veterinary Parasitological Laboratory Techniques, Referance Book. London, UK. 20. ERGANİŞ O, Ateş M, Çorlu M, Kaya O, (1989). Konya bölgesindeki ishalli buzağılardan izole edilen E. coli’lerin biyokimyasal, hemaglütinasyon, mannoz rezistan hemaglütinasyon ve enteropatojenik özellikleri üzerinde araştırmalar. Doğa Türk Veteriner ve Hayvancılık Dergisi. 13(2): 108-122. 32. MALDONADO-CAMARGO S, Atwill ER, Saltijeral-Oaxaca JA, Herrera-Alonso LC, (1998). Prevalance of and risc factors for shedding of Cryptosporidium parvum in Holstein Fresian Dairy calves in central Mexico. Preventive Veterinary Medicine. 36: 95-107. 21. ESKİİZMİRLİLER SN, Öncel T, Beyazıt A, Mısırlıoğlu ÖZ, (2001). Türkiye’nin değişik illerindeki ishalli buzağılarda rotavirus, coronavirus ve cryptosporidiosisin yayılışı. Veteriner Hekimleri Mikrobioloji Dergisi. 1(2): 35-42. 33. MANTECA C, Daube G, Jauniaux T, Linden A, Pirson V, Detilleux J, Ginter A, Coppe P, Kaeckenbeeck A, Mainil JG, (2002). A role fort he clostridium perfingens B2 toxin in bovin enterotoxemia. Veterinary Microbiology. 86(3): 191-202. 22. FLEMING S, (1994). Enterotoxemia in neonatal calves. The Veterinary Clinics of North AmericaFood Animal Practice. 10 (1): 509-514. 34. MICKELSEN WD, Evermann JF, (1994). In utero infection responsible for abortion, stillbirth, and birth of weak calves in beef cows. The Veterinary Clinics of North America- Food Animal Practice. 10 (1): 1-14. 23. FRANK NA, Kaneene JB, (1993). Management risk faktors associated with calf diarrhea in Michigan dairy herds. Journal of Dairy Science. 76(5): 1313-1323. 35. ODA K, Nishida Y, (1990). Prevelance and distribution of bovine coccidia in Japan. Japanese Journal of Veterinary Science. 52(1): 71-77. 24. FRENCH NP, Tyrer J, Hırst WM, (2001). Smallholder dairy farming in the Chikwaka communal land, Zimbabwe:birth, death and demographic trend. Preventive Veterinary Medicine. 48(2): 101-112. 36. ÖZER E, Erdoğmuş SZ, Köroğlu E, (1990). Elazığ yöresinde buzağı ve kuzularda bulunan Cryptosporidium’un yayılışı üzerinde araştırmalar. Turkish Journal of Veterinary and Animal Sciences. 14: 439-445. 25. FUKAI K, Sakai T, Hirose M, Itou T, (1999). Prevalence of calf diarrhea caused by bovine group A rotavirus carrying G serotype 8 specificity. Veterinary Microbiology. 66(4): 301-11. 37. ÖZLEM MB, Eren H, Kaya O, (1997). Aydın yöresi buzağılarında Cryptosporidium’ların varlığının araştırılması. Bornova Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Dergisi. 22: 15-22. 26. GITAU GK, Perry BD, McDermott JJ, (1999).The Incidence, Calf Morbidity and Mortality Due to Theileria Parva Infections in Smalholder Dairy Farms in Murang’a District. Kenya. Preventive Veterinary Medicine, 39: 65-79. 38. QUINN PJ, Carter ME, Markey BK, Carter GR, (1994). Clinical Veterinary Microbiology. Wolfe Pub., London. 27. HAGGARD DL, (1994). Bovine enteric colibacillosis. The Veterinary Clinics of North America- Food Animal Practice. 10 (1): 495-508. 39. REYNOLDS DJ, Morgan JH, Chanter N, Jones PW, Bridger JC, Debney TG, Bunch KJ, (1986). Microbiology of calf diarrhoea in southern Britain. Veterinary Record. 119(2): 34-39. 28. IRMAK K, Şahal M, (1993). Buzağılarda deneysel cryptosporidiosis’de klinik bulgular ve sağaltım. Turkish Jornal of Veterinary and Animal Sciences. 17: 81-88. 40. ROMEİS B, (1968). Microscopiche Technic. München, Wien, R. Oldenburg Verlag. 41. SIVULA NJ, Ames TR, Marsh WE, Werdin RE, (1996). Descriptive epidemiology of morbidity and mortality in minnesota dairy heifer calves. Preventive Veterinary Medicine. 27: 155-171. 29. KAUFFMAN J, (1996).Parasitic Infections of Domestic Animals: a Diagnostic Manual, Birkhauser Verlag Pub. Basel. Switzerland. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 13 Tokgöz B.S. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 42. SVENSSON C, Lundborg K, Emanuelson U, Olsson SO, (2003). Morbidity in Swedish dairy calves from birth to 90 days of age and individual calf-level risk factors for infectious diseases. Preventive Veterinary Medicine. 58: 179-197. 43. TORRES-MEDINA A, Schlafer DH, Mebus CA, (1985). Rotaviral and coronaviral diarrhoea. The Veterinary Clinics of North America- Food Animal Practice. 1(3): 471-493. 44. VIRTALA A, Mechor GD, Grohn YT, Erb HN, (1996a). Morbidity from nonrespiratory diseases and mortality in dairy heifers during the first three months of life. Journal of American Veterinary Medical Association. 12: 2043-2046. 45. VIRTALA A, Mechor GD, Grohn YT, Erb HN, Dubovi EJ, (1996b). Epidemiologic and pathologic characteristics of respiratory tract disease in dairy heifers during the first three months of life. Journal of American Veterinary Medical Association. 12: 2035-2042. 46. WELLS SJ, Gerber LP, Hill GW, (1996). Health Status of Preweaned Dairy Heifers in the United States. Preventive Veterinary Medicine. 29: 185- http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 14 Araştırma Makalesi/Research Article AVKAE Derg. 2013, 3(1),15-17 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Ballarda Streptomisin Kalıntı Taraması Mansur Seymen SEĞMENOĞLU1 1 Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü Geliş tarihi/Received: 17.3.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 28.8.2013 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet Doğal, temiz ve sağlıklı gıda denilince ilk olarak aklımıza bal ve arı ürünleri gelmektedir. Arı hastalıklarına bağlı olarak ilaç kullanımı ve kullanılan ilacın kalıntı bırakmaması bugünde yarında çok önemli olacaktır. Bu bağlamda Ulusal Kalıntı Planı çerçevesinde Enstitü laboratuvarımıza 2011 yılında gelen balların %90’ında, 2012 yılında gelen balların %96,2’sinde, yani iki yılda analiz edilen 56 örneğin %92,8’inde streptomisin varlığına rastlanmadı. Son yıllarda streptomisin antibiyotiği yönünden daha bilinçli bir kullanımın söz konusu olduğu görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Bal, Kalıntı, Streptomisin Streptomycin Residue Survey in Honey Abstract When the topic is natural, clean and healthy food, we immediately recognize honey and bee products. The use of medicine because of the bee illnesses and the medicine not to leave any residue is very important today is also will be tomorrow. So, from the view of the National Residue Plan, in the 90% percent of the honey coming to our institute in 2011, and in the 96,2% percent of the honey in 2012; that is, in the 92,8% percent of 56 samples being analysed in two years, it is seen the existence of streptomycin. In the last years, it is seen that antibitic streptomycin is used much more consciously. Key Words: Honey, Residue, Streptomycin ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------veteriner ilaçlarının kalıntı problemi gelmektedir ki Giriş ihracatta da önemli engel teşkil etmektedir. Bal Gıdalarda doğallık, temizlik ve sağlık denilince arılarında görülen çeşitli hastalıkların önlenmesi ilk olarak aklımıza bal ve arı ürünleri gelse de, farklı maksadı ile kullanılan çeşitli ilaçların bal örneklerinde kirletici kaynaklara bağlı olarak çevrenin kontamine kalıntı problemine neden olduğu bilinmektedir. Bu olması arı ürünlerini de etkilemiştir (1). durum ülkemizin Amerika ve Avrupa’ya bal ihracatında Ballarda ilaç kalıntıları başlıca iki yoldan çok önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır (7). kaynaklanır. Bunlardan ilki arı hastalıklarının sağaltımı Antibiyotik kalıntıları genelde ‘Amerikan Yavru amacıyla kovanda ilaç uygulanmasıdır. İlaç kalıntısının Çürüğü’ veya ‘Avrupa Yavru Çürüğü’ gibi hastalıkların diğer nedeni zirai mücadelede insektisit amaçla tedavilerine bağlı olarak kullanılan antibiyotiklerden kullanılan ilaçlardır (6). oluşmaktadır. Avrupa Birliği antibiyotikle tedaviye izin 1997 yılında arı hastalıklarına karşı kullanılan bir vermese de bazı Avrupa ülkeleri kullanmaktadır. Çoğu antibiyotik olan streptomisinin balda tespit Avrupa ülkesinde antibiyotikler için MRL düzeyi edilmesinden sonra, kontaminasyon riski gündeme yoktur, çünkü antibiyotik kalıntısına izin yoktur. gelen bal, o tarihten itibaren komplike analizler Bununla birlikte İsviçre, İngiltere, Belçika gibi gerektiren bir ticari ürün haline gelmiştir (4). ülkelerde ‘aksiyon limiti’ olarak 0,01-0,05 mg/kg Türk ballarının dünya piyasalarındaki yeri düzeylerindeki antibiyotik gruplarının kalıntısına izin gelişme göstermekle birlikte bazı olumsuzlukları da verilmektedir (1). taşımaktadır. Bu olumsuzlukların başında balda Yazışma adresi/Correspondance: Mansur Seymen SEĞMENOĞLU, Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, TR01170 Adana – TÜRKİYE, E-posta: [email protected] Seğmenoğlu M.S AVKAE Derg. 2013, 3(1),15-17 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ markalı olmayan örneklerin %19,96’sında streptomisin pozitif bulmuşlardır (8). Belçika’da marketlerden toplanan, 2000-2002 yılları arasında üretilen, 248 adet bal numunesinde yapılmış çalışmada 4 bal numunesinde (%1,6) streptomisine rastlamıştır (5). Edder ve ark. (2), 64 bal numunesi ile HPLC metod ile yaptıkları çalışmada 29 örnekte (%42) streptomisine rastlamışlardır. İsveç’te Edder ve ark. (3)’nın topladıkları 483 bal numunesinde HPLC method ile streptomisin taraması yapmışlardır. Örneklerin 445’inde streptomisine rastlamamışlardır, 21 numunede MRL değerinin altında streptomisine rastlamışlardır. 17 numunede ise MRL değerinin üzerinde streptomisine rastlamışlardır (3). Edder ve ark. (2)’nın, Reybroeck (5)’in, Sunay (7)’ın, Zai ve ark. (8)’nın yaptıkları çalışmalardaki streptomisin kalıntı oranları yapılan çalışma oranlarına göre daha yüksek çıkmıştır. Yapılan çalışma ile Edder ve ark. (3)’nın yaptığı çalışma paralellik göstermiştir. 2006 yılında Sunay (7)’ın çalışması ile 2011 ve 2012 yıllarında yapılan analizlere göre balda rastlanan streptomisin varlığının her geçen yıl azaldığı görülmektedir. Sonuç olarak, son yıllarda arı hastalıklarına bağlı olarak da ilaç kullanımı yaygınlaşmasına rağmen Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın yaptığı eğitim, denetim ve tarama analizleri ile streptomisin kalıntısı yönünden ballarımız daha temiz ve güvenilir hale gelmiştir. Hastalığın kontrolü ve tedavisi amacına bağlı olarak bilinçli, ‘hekim kontrolünde’ ve ‘Veteriner Hekim Reçetesi’ne bağlı olarak ilaç kullanılmalı, ilaç prospektüs bilgilerine, kalıntıdan arınma sürelerine, ürünün tüketim için uygunluğuna çok dikkat edilmelidir. “Ulusal Kalıntı Planı” çerçevesinde ülkemizin farklı illerinden gelen bal örnekleri streptomisin kalıntı yönünden enstitü laboratuvarında analiz edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, elde edilen verileri yayın yolu araştırmacılara ve kamuya sunarak, ülkemizde bilinçli ilaç kullanımı ve ürün denetimi ile her geçen yıl daha sağlıklı ürünlerin son tüketiciye sunulduğunu göstermektir. Materyal ve Metot Çalışma kapsamında, 2011 ve 2012 yıllarında Türkiye’nin farklı bölgelerinden Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü Toksikoloji ve Metabolik Hastalıklar Laboratuvarına gönderilen toplam 56 adet (2011 yılında 30 adet, 2012 yılında 26 adet) numune analiz edildi. Bal numuneleri laboratuvara ulaştıktan sonra 10 gün içinde analiz edilmiştir, bu süre içerisinde ısı, ışık ve nemden korunarak kapalı bir ortamda korundu. Numunelerin analizleri Charm II metodu kullanılarak, numunelerin analizleri bir hızlı radioreceptör testi olan ve valide edilmiş (%95 güven aralığı) Charm II metodu kullanılarak Charm II cihazında (CHARM Sciences Inc., USA) gerçekleştirildi ve konfirmasyonları HPLC-FLD metodu ile yapıldı. Charm II metoduna göre, öncelikle numuneden ekstraksiyon elde etme işlemi gerçekleştirildi, daha sonra elde edilen ekstraksiyon Charm II Streptomisin Testi hazır antibiyotik kitleri ve radioaktif madde (optiflour) ile metoda göre muamele edildi, son olarak Charm II cihazında antibiyotik varlığı taraması işlemi gerçekleştirildi. Bulgular Yapılan tarama ve konfirmasyon analizlerine göre, 2011 yılında gelen 30 adet bal numunesinin 3’ünde; 2012 yılında gelen 26 adet bal numunenin 1’inde streptomisin kalıntısına rastlandı. 2011 yılında gelen balların %90’ında, 2012 yılında gelen balların %96,2’sinde, yani iki yılda analiz edilen 56 örneğin %92,8’inde streptomisin kalıntısına rastlanmadı. Tartışma ve Sonuç Ballarda “2013 Ulusal Kalıntı Planı” çerçevesinde streptomisin antibiyotiği bulunmamalıdır. Yaptığımız analizler sonucunda 56 adet bal numunesinin %92,8’inde streptomisin varlığına rastlanmamıştır. Türkiye’de 2006 yılının ilk yarısında analiz edilen 91 numunenin %75’inde streptomisin kalıntısına rastlanmamıştır (7). Pakistan’da marketlerden toplanmış 40’ı markalı, 60’ı markasız toplam 100 adet bal numunesinde TLC metodu ve pozitif çıkan örneklerde de HPLC metodu kullanarak streptomisin kalıntı taraması yapmışlardır. Bu çalışma sonunda markalı örneklerin %12,5’inde, http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php Kaynaklar 1. Bogdanov St. (2006). Contaminants of Bee Products. Apidologie 37, 1–18. 2. Edder P., Cominoli, A., Corvi, C. (1999). Determination of Streptomycin Residues in Food by Solid-phase Extraction and Liquid Chromatography with Post-column Derivatization and Fluorometric Detection, Journal of Chromatography A 830 (1999) 345-351. 3. Edder P., D. Ortelli and C. Corvi (2010). Survey of antibiotics residues in Honey on the swiss market, Service de Protection de la Consommation, 22 Quai ErnestAnsermet, CH-1211 Genève 4, Switzerland. 4. Filodda F., Kirsch R.,Smidt, J.,Tuchel,P. (2002). “Use of antibiotics in the production of honey–Risks and perspectives for the honey importers and honey industry”, 16 Seğmenoğlu M.S AVKAE Derg. 2013, 3(1),15-17 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Preventing Residues in Honey. APIMONDIA Symposium. 10 –11. Oct. Celle. Germany. 5. Reybroeck W. (2003). Residues of Antibiotics and Sulphonamides in Honey on the Belgian Market, APIACTA 38 (2003) 23-30. 6. Seğmenoğlu M.S., Baydan, E. (2012). Ballarda Rastlanabilen İlaç Kalıntıları ve Bulaşanlar AVKAE Derg. 2012,2,24-28. 7. Sunay A.E. (2006). Balda Antibiyotik Kalıntısı Sorunu, Uludağ Arıcılık Dergisi-Kasım 2006. 8. Zai I.U.M., Rehman, K., Hussain, A., Shafqatullah, A. (2013). Detection and Quantification of Antibiotics Residues in Honey Samples by Chromatographic Techniques, Middle-East Journal of Scientific Research 14 (5): 683-687, 2013 http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 17 Araştırma Makalesi/Research Article AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Mesnevi’de Hayvan Karakterleri (Metaforları) İsmail Hakkı NUR1 1 Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri Geliş tarihi/Received: 15.4.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 15.8.2013 -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet Bu çalışmada 24 (yirmidört) tür üzerinde bir değerlendirme yapılmaya çalışıldı. Bu çalışmanın amacı ünlü Türk düşünürü Mevlânâ Celâleddîn Rûmî (1207-1273)’nin ahlâkın temel kavramlarından olan iyi ve kötü kavramlarını hem nasıl değerlendirdiğini ve Ahlaki öğretisini Hayvan hikayeleri ile insanı nasıl bir araya getirdiğini ortaya koymaktır. Aynı zamanda Mevlana Mesnevi’de kullandığı hayvanlara bazı karakterler yüklemiştir. Bu çalışma hayvan karakterleri ile insan arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Böylelikle düşünürümüzün ahlâk anlayışını ve ahlâkî yargıların belirlenmesi konusundaki yaklaşımını belirginleştirmektedir. Bilindiği gibi düşünce tarihindeki ahlâkî ekollerin ve görüşlerin şekillenmesinde ve iyi-kötü gibi ahlâkî terimlere içerik kazandırılmasında benimsenen anlayışlar önemli rol oynamıştır. Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, İyi, Kötü, Ahlâk, İslam Ahlâkı, Mesnevi Hayvan,Metafor Animal Metaphors in Mathnawi Abstract In this study, 24 species were assessed on. The aim of this study was the famous Turkish philosopher Mawlana Jalaluddin Rumi (1207-1273) of the basic concepts of morality and how the evaluation is to examine the concepts of good and evil, both ethical teachings to educate people with stories of animals. Mawlana attributed some characters the animals used by in Mathnaw. The study was done about animal stories and animal metaphors in Mathnawi. This allows us to analyse his understanding of his ethical and actiological views. As it is known that concepts of good and evil frame different schools and views of ethical approaches in the history of thought. Key Words: Mawlana,Good and Evil, İslamic Ethics, Ethics, Masnawi animals, Metaphor ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Giriş Bir Veteriner hekim olarak Türk kültürünün bilgesi Mevlana Celalettin Rumi’nin zengin bir hazinesi olan Mesnevi’de kullandığı hayvan karakterlerini ortaya koymak her Türk aydını gibi benimde amaçlarımdan biri idi. Bilindiği gibi Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, en eski Mesnevi nüshasına göre beyit sayısı 25668 dir. 6 ciltlik abidevi bir eserdir. Mesnevî'nin beyit sayısı çeşitli yazmalara göre değişiklik göstermekte, 25585 ila 26600 arasında değişmektedir. Hindistan bölgesindeki yazmalarda 30bin beyte çıkan Mesnevî'nin beyit sayısı en güvenilir neşir olarak değerlendirilen Nicholson'un hazırladığı metinde ise 25632 dir. Şu ana kadar tespit edilen en eski nüsha özelliğine sahip 677/1278 tarihli Mevlana Müzesi teşhir salonunda sergilenen Mesnevî ise 25668 beyittir. 1259 yılında yazılmaya başlanan eser 1268 tarihinde tamamlanmıştır. Onda fert ve toplumu ilgilendiren hemen her türlü konu yer almaktadır. Mevlâna, bu büyük eserinde dinî ve ahlâkî vazifelerden, devlet yönetimine, iş hayatından sağlığa, alışverişten savaşlara, felsefe ve ilâhiyattan psikolojik ve sosyolojik analizlere, evrenin yaratılışından atomların yapısına kadar her çeşit mevzuyu en güzel yorumlarla, eşsiz benzetiş ve misallerle, en etkili ve ikna edici delillerle okuyucuya sunar; meseleleri son derece akıcı, sürükleyici, edebî bir üslûpla enine boyuna tahlil eder. Kitabına masal denilmesini eleştirir. Bu kitap, masal diyene masaldır; fakat bu kitapta halini gören, bu kitap vasıtasıyla kendini tanıyan, anlayan da er kişidir. Mesnevî, Nil ırmağının suyudur; Kıptiye kan görünür, ama Musa kavmine sudur Yazışma adresi/Correspondance: İsmail Hakkı NUR, Erciyes Üniversitesi. Veteriner Fakültesi. Anatomi Anabilim Dalı .Kayseri – TÜRKİYE, E-posta: [email protected], [email protected] Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ düşüncelerinden bütün bir insanlığın yararlanmasını amaç edinerek belirli bir insan kesimine değil duygu, düşünce, görgü, eğirim, kültür, örf ve âdet farklılıkları bulunan çok geniş bir topluma seslenmiştir. Bunu da hepsinin ortak tanıdıkları olan hayvanlar vasıtası ile yapmıştır. Sahip olduğu öğreticilik yeteneği onu, hayvan hikâyelerinde aşılama etkisinin daha güçlü olduğuna inandırmıştır. Bu durumlar göz önüne alınacak olursa Mevlânâ’ nın biraz da zorunluluk karşısında bu kadar çok hayvanı ele almış olduğu düşünülebilir. Esasen bir insana olduğu kadar bir hayvana da işkence yapmamak, kendisini bir hayvandan üstün görmemek sûfilerin uymaları gereken bir kaidedir(4). Mevlânâ'nın gayesi; “güzel ve ulvî duyguları insanlara aşılamak, onları kötülükten kurtarmak, iyiyi ve doğruyu'" gösterip; doğru yola sevk etmek, yani insanları hayvanlıktan kurtarıp, insanlığa erişmelerini sağlamak(5), İnsanlara bir ahlak dersi vermek ve nasihat etmek, ya da tasavvufi sırları açıklamak amacıyla bu tür hikâyelerle anlatım yoluna başvurmuştur. Hayvanlar, insanlardan daha alt mertebededirler. İnsanların akıl ve idrak sahibi olması, onları hayvanlardan ayıran en büyük özelliktir. İnsan, aklını ve iradesini kullanabildiği sürece insanlık mertebesindedir. Ancak nefsinin ve hayvanî isteklerinin peşinden sürükleniyorsa hayvandan bir farkı kalmamış demektir (6). Mevlânâ’nın eserlerini okurken, anlatılan olayların ve düşüncelerin, kaynağı tabiatta bulunan dinamizmden doğan bir canlılıktan geldiği hemen dikkatimizi çekmektedir. Düşüncesi benzetmeler (metafor) vasıtasıyla berraklaşıyor. . Sözü, durmadan, sürçmeden söylüyor. Tekrar varsa sıkmıyor. Şöyle diyor: “Ben kafiye düşünürüm; Sevgili bana der ki: Yeryüzünde başka bir şey düşünme! Ey benim kafiye düşünenim rahatça otur, benim yanımda devlet kafiyesi sensin. Harf ne ölüyor ki sen onu düşünesin! Harf nedir? Üzüm bağının çitten duvarı. Harfi, sesi sözü birbirine, vurup parçalayayım da seninle bu üçü de olmaksızın konuşayım”(7). Taşıdıkları nitelikler bakımından, Mevlânâ'nın aşılamak istediği fikirlere en uygun olup eserde en geniş ölçüde yer alan hayvanlar aslan, eşek, deve, köpek ve kuşlardır. Mesnevinin çeşitli ciltlerinde bu hayvanlarla ilgili toplam olarak otuz kadar hikâye vardır. Daha az sayadaki at, ayı, balık, ceylân, çakal fare, fil, karınca, kedi, koç, kurbağa, kurt, öküzinek-buzağı, sinek-sivrisinek, tavşan, yılanejderha hikâyeleri ile birlikte Mesnevideki Bu sözün (Mesnevî’nin) düşmanı, gözüme cehennemde tepe taklak olmuş bir halde görünüyor (Mesnevî, IV, b. 32,34). Mesnevi’yi incelerken Abdulbaki Gölpınarlı’nın (1) Mesnevi Tercemesi ve Şerhi (İnkılap ve Aka Kitapevi, 1985) ile Süleyman Nahifi’nin (2) Mesnevî-i Şerîf Tam Metin Tercümesi (Timaş Yay.2007) kullanılmıştır. Ünlü düşünürlerimizden Hilmi Ziya Ülken"in deyişiyle “Bin yıllık kültür tarihimizin en büyük simalarından biridir. Yalnız büyük bir şair, bir tarikat kurucusu, derin bir sûfi, etraflı bir âlim değil, aynı zamanda Anadolu"daki kültürümüzün unsurları arasında büyük bir kaynaşma ve birleşme temin eden derin bir ruh ve hamle adamıdır. Türk düşünce tarihinde önemli bir yer tutan Mevlana, mesnevisinde Türk’ün sağ oldukça bir otağ sahibi olacağını (1/1) demekle devlet kurmanın karakterini taşıdığını, savaşmanın Türklerin işinin olduğunu (1/2), Kafire, düşmana karşı çetin olduğu kadar dosta gül olabilen (1/3),eti yarı pişmiş yiyen ve Türklerle Şamanizm’i yer yer birlikte anan Mevlânâ nın İslam öncesi Türk din ve kültürüne yakından vakıf olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan, Mesnevi"de “kindar Oğuz Türk"ünden de söz edilirken kan dökmekten çekinmeyen (1/4) tabiri de kullanmaktadır. Ölümün yüzünü gösteren aynanın Türk’e güzel göründüğünü ölümden korkmadığını (1/5), gücün ve kudretin temsilcisi olan Türkler için, Mevlana “kullukta nasıl ben köpekten aşağı değilsem, Allah da hayat ve kudrette Türk’ten aşağı kalmaz” (3, 1/6) diyerek övgüyle söz ederken Mevlânâ “güzel” kavramının karşılığına “Türk”ü yerleştirir. “Türk” demek, aynı zamanda güzel demektir. “O zamanları hatırla ki ben put gibi güzeldim, sen de karşımda puta tapan şamana benzerdin” derken, güzelliği şamanın algılamasıyla ölçmektedir (Mesnevi, C.I. b. 2416-2420). Türk’e ait hayati unsurları mesnevi’sinin çeşitli yerlerinde övgüyle bahsettiği görülmektedir. Mesnevi incelenecek olursa düşüncelerini açıklamak, fikirlerini aşılamak amacı ile Mevlânâ’nın pireden deveye sivrisinekten file varana kadar irili ufaklı pek çok hayvanı kullanmış olduğu görülür. Fakat Mevlânâ'nın yaratıcılığında önemli bir rol oynayan bu hayvanların eserde aldıkları yer, gerek hacim ve gerek ehemmiyet açısından, aynı ölçüde değildir. Bazıları tek bir hikâye veya motifte geçer, bazıları ise hikâye ve motif olarak çok daha fazla yer kaplar. Acaba Mevlânâ malzemeleri arasında bu kadar çeşitli hayvana neden bu kadar çok yer vermiştir, düşüncelerini hayvanları kullanarak açıklamak zorunda mı dır? Mesnevî'sinde bol sayıda hayvan hikâye ve motiflerine yer vermiş ve doğruluğuna inandığı http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 19 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ hayvan hikâyelerinin sayısı altmış'ı bulmaktadır. Bütün bu canlılar ve olaylar âlemi, hep Tanrı sevgisi, insan sevgisi, tabiat sevgisi motiflerini taşırlar. İnsanlara, bu sonsuz hazinede alınacak dersleri, duyular alemi olan tabiat ve canlılardan seçmek, Mevlânâ’nın başvurduğu en uygun usuldür(8) . Bilindiği gibi Hayvanlar ya da cansız varlıklar arasında geçen bir olayı, çoklukla manzum olarak anlatan ve öğüt veren yazılara fabl denir. Hayvanlar ya da cansız varlıklar arasında geçen bir olayı, çoklukla manzum olarak anlatan ve öğüt veren yazılara fabl denir. Fabllar insan belleğinde çok kolay saklanabilen ve ortaya çıkarılabilen özelliklere sahip olduğu için sözlü gelenek içinde de yaşatılabilmektedir. Fabllarda sadece hayvanlar ve bitkiler yer almaktadır ve bunlar konuşabilmektedir. Masallarda ise genelde kahramanlar hep insandır. Hayvanlarda vardır ama bunlar masallarda konuşamaz. Fabl ve masal arasındaki en büyük fark fablın öğretici yönü olmasıdır, masallar öyle değildir. Fablın sonu genelde küçük bir hayat dersi verir. Masalda ise klasik "mutlu son" vardır, kötü iyiye karsı yenilmiştir. Fabllar mutlaka öğretici bir gaye taşırlar. Okuyucuya ahlak dersi verirler. Genellikle konu kısadır. Verilmek istenen mesaj eserin sonunda ya kahramanlardan birinin ağzından ya da sanatçının dilinden açıklanır. Görüldüğü üzere doğa ile iç içe yaşamış uzun zaman konar göçerliğini sürdürmüş olan Türkler, bu yaşantının bir sonucu olarak hayvanlarla birlikte yaşamış, koyun keçi sürüleriyle göç edip geçimini sağlamış, yırtıcı hayvanları çok yakından tanıma imkanı bulmuş ve onlarla mücadele etmeyi öğrenmiştir. Öyle ki, bu hayvan unsuru Türkçe’nin deyim ve atasözlerinin içine kadar girmiştir. Aslan gibi olmak, kurt gibi acıkmak, kartal gibi uçmak, kedi gibi kıvrılmak, akrep gibi sokmak vb. bunlardan bazılarıdır(9). Eski Türk Edebiyatında kıssadan hisse adı verilen bu türün örneklerine Sadi’nin Bostan ve Gülistan ve Mevlana’nın Mesnevisinde de çokça rastlanır. Bu türde Dünya Edebiyatında bu türün tanınmış isimleri Ezop ve Lafonten’dir (La Fontaine). Hint yazarı Beydaba’nın fabl türündeki önemli ve tanınmış eseri Kelile ve Dimne’dir (10). Mevlana, hikâye ve motiflerde bir çok konulara temas etmiş, tasavvufi, dini, felsefi, ahlaki ve terbiyevi düşüncelerini, görüşlerini, bazen başlı başına bir hikaye ile remzi olarak, bazen de bir veya birkaç beyitten ibaret motiflerle telmih ve insanhayvan, iç-dış benzerliklerinden ve münasebetlerinden faydalanarak yaptığı teşbihlerle açıklamıştır(4). Mesnevi’de geçen hayvan hikayelerinden bir kısmının Kelile ve Dimne’den alınmıs olduğu bilinmekle beraber(11), Hıristiyanlıkla http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php ilgili hikayelerin alındığı kaynaklar hakkındaki bilgilerimiz yeterli değildir(12). Bazı kıssalar, Kelile ve Dimne’de ders verici küçük bir hikâyecikken; Mevlânâ, hikayeyi yayarak onun içini, çeşitli gözlem ve bunların üzerine bina ettiği duyu ve fikirlerle doldurur. Bu hikâyecikleri kullanarak basit-somut bir anlam tabakasından, derin-soyut bir anlam tabakasına doğru, derinleşen bir anlatım oluşturur. Eserinin anlatım gücünü bu şekilde, çeşitli anlam tabaklarıyla zenginleştirip güçlendirir. Örnek olarak; Mesnevî’nin ilk cildinde, anlatımda kullanılan aslanla tavşan hikâyeciğini bu bakımdan inceleyebiliriz(13). Bu hikâyecik, Kelile ve Dimne’den alınmıştır (14). Hikâyecikte kısaca şu olay anlatılır: Sürekli aslana avlanma korkusu yaşayan hayvanlar, onunla anlaşıp her gün bir hayvanı aslanın yiyeceği olarak vererek bu korkudan kurtulmaya karar verirler. Bu tekliflerini aslana iletirler. Aslan çalışmaya büyük önem verdiğinden, bu teklifi önce kabul etmek istemese de sonunda kabul eder. Yiyecek olma sırası zayıf bir tavşana geldiğinde tavşan, çeşitli hilelerle aslanı kandırıp bir kuyuya doğru sürükler ve hileyle onu kuyuya düşürür. Hayvanlar bu şekilde aslandan kurtulmuş olurlar. Bu konuda, tavşanın başarısından dolayı tavşanı överler. Kelile ve Dimne’de yaklaşık iki sayfaya yakın bir yer tutan bu hikâyecik, kurnazlıkla başarılı olunabileceğinin bir örneği olarak anlatılır. Mesnevî’de bu hikâyecik, 900 –1390 beyitleri arasına yayılmıştır. Bu hikâyecik anlatılırken aralara başka kıssalar da serpiştirilmiştir. Yazar anlatmak istediklerini, bu hikâyecikleri bir alt anlatım basamağı olarak kullanarak anlatılır. Somut olaylardan, soyut ve derinlik taşıyan duygu, değer ve olguların anlatımına geçer. Hikâyecik başladığında, öncelikle aslana avlanma korkusundan kurtulmak isteyen av hayvanları, tevekkülü temsil ederler. Bunun karşılığında aslan çalışmayı temsil eder. Yazar burada bu iki konuyu genişçe bir şekilde tartışır ve kendi düşünce yaklaşımına uygun olarak tevekkülü, üstün bir durumda gösterir. Zaten hikâyeciğin sonunda da tevekkülü temsil eden tavşan galip gelir (15). Mesnevî'nin bu tarzı, Mevlânâ'nın insan tabiatı hakkındaki derin bilgisini ve onun psikolojik kavrayışını ortaya koyar. O, hikâyelerinde çeşitli yollarla insanın zayıf yönleri kadar, fazilet ve erdemini de ustalıkla meydana çıkarır. İnsanın ahlâkî, sosyal ve insanî yönü, ahlâkî öğütler, tasavvufî kavramlar, çeşitli hayvan karakteri kullanılarak metaforik bir üslupla ifade edilmektedir(16). Böylelikle soyut kavramlar, ifade edilmesi güç tasavvufî ve felsefî meseleler bu metotla daha anlaşılabilir bir zemine kavuşturulmuştur(17). Mesela bir hikâyede, bir gramerci, yetenekleriyle o kadar gururludur ki gramer okumayan (nahivci) bir kayıkçıya 'ömrünün yarısının boşa gittiğini' söyler (1/7); 20 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Mevlânâ, ahlâkî öğretisinin temel kavramlarını çeşitli hayvan metaforları içersinde aktarmaktadır. Mevlânâ’nın bu metodu kullanmasında Kur’an ve Sünnetin büyük etkisi bulunmaktadır. Örnek olarak Bakara sûresi 260. ayette geçen “Kuşlardan dördünü al, onları kendine alıştır” ayetinin yorumunu gösterebiliriz. Düşünürümüz, insanın tabiatında fıtraten kuvve halinde var olduğunu düşündüğü ve kötü fiillerinin kaynağı olarak tanımladığı dört tabii huydan bahsederken bunları yol kesici manevî dört kuş ifadesiyle dile getirmektedir. etmektedir: “...Bu yol kesen dört kuşu öldür!...Çünkü bu ten dört huyun durağıdır, o huyların adları, dört fitneci kuştur...Halkın ebedî olarak diriliğini istersen bu dört şom ve kötü kuşun başlarını kes... Dört yol kesen mânevî kuş, halkın gönlnü yurt edinmiştir...Bu kuşlar, kaz,tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de dört huydur. Kaz hırstır, horoz şehvet. Makam tavusa benzer, kuzgun dileğe.”(1/11). Mevlânâ, insanı kötü eylemlere sürükleyen şehvet, kibir, hırs, çok yaşama arzusu gibi kötü huyların ortadan kalkmasıyla insanda kanaat, sabır, alçak gönüllük gibi ahlâkî erdemlerin ortaya çıkacağını ifade etmektedir. Böylelikle insanın yetkinleşmesi, insan-ı kamil olmasıdır. Mevlânâ insanın eğitimle ahlâkî güzellikleri kazanabileceği görüşündedir. Bu eğitimin temel kaynağı ise Mevlânâ’ya göre bu dini merkezli bir eğitimdir: “Bütün Kur’an, nefsin kötülüklerini anlatmadadır. Mushafa bak da, gör, fakat sende o göz nerde?”(1/12) etme, kötü davran da alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim olsun.”(1/13). “Şunu bil ki safları bozup dağıtan aslanla savaşmak kolaydır, asıl aslan nefsini mağlup edendir”(1/14). Görüldüğü gibi Mevlânâ Nefse karşı verilecek bu mücadelenin zorluğunu ifade etmek için insanın bu çabasını aslanla yapılacak bir savaşa benzetmektedir. İnsanın kötülüklere duçar olması, kişinin ruhunu kirleten, ahlâkî yetkinliğe ulaşmasına engel olan bir unsur olarak tanımlanmıştır. Fakat kişi sadece bir tane kötü huy sahibi olsa bu onun ahlâkî yetkinliğine engel olabilir mi? Mevlânâ bunu metaforik bir ifadeyle tıpkı temiz, beyaz bir kâğıt üzerine yazılan yazıya benzetmektedir: “Beyaz bir kâğıda yazı yazarsan o yazı, kâğıda bakar bakmaz okunur. Yazılı kâğıda bir yazı yazarsan okunur ama iyi anlaşılmaz, insan yanılabilir. Çünkü o karalanmış kâğıt üstüne kara yazı yazıldı mı her iki yazı da körleşir, hiçbir mânası kalmaz. O kâğıda üçüncü defa bir şey yazarsan kâfirlerin canı gibi tamamıyla kapkara olur”(1/15). Görüldüğü gibi iyi huyların azalması, kötü huyların, vasıfların artması kişinin var olan iyiliklerinin de görülmesini engellemekte ve onu ahlâkî olarak olumsuz bir duruma sokmaktadır. Bu husus Mesnevi’nin bir başka yerinde ayna metaforuyla tekrar ele alınmaktadır: “Nitekim aynanın yüzüne bir şey yazar yahut bir şekil yaparsın, diğer bir hikâye de “dudaklarını ve bıyığını yağlı bir koyun kuyruğu ile yağladıktan sonra, arkadaşları arasına 'şunu bunu yedim' diyerek gelen geveze bir adamın nasıl gösteriş yaptığını” (1/8) gözler önüne serer. Yine, bir fikri insanların kafasına sokmanın etkisini göstermek için, “çocukların öğretmene hasta olduğunu nasıl düşündürdükleri” (1/9) ile ilgili ilginç bir misal vardır. Başka bir yerde, aç gözlü bir adamın sırt çantası ekmekle dolu olduğu halde, köpeği açlıktan ölüyor. Adam köpeğine ağlıyor, şiir okuyor, hıçkırıyor ve başına vuruyor. Ancak, çantasından bir lokma çıkarıp köpeğe vermeyi esirgiyor ve şöyle diyor: “Ekmek, yoldaki bir yolcudan parasız alınamaz. Fakat su, pınarlardan parasızdır” (1/10). Mesnevi, düşünürümüzün ahlâk anlayışını ve ahlâkî yargıların belirlenmesi konusundaki yaklaşımını belirginleştirmektedir. Bu konuda kullandığı hayvan karakterlerini inceleyerek bir sonuca varmaktır. Ahlâkî alanı belirginleştiren en önemli yönlerden biri insan doğasında olana değil, olması gerekene işaret eden normatif bir ilim dalı olmasıdır. Bu yönüyle değer bilinci kişinin bilinçli ve özgür olarak, kendi vicdanıyla, iradesiyle katıldığı bir değerler sistematiğini ifade eder. Olması gerekenle olan arasındaki karşıtlık insanın ahlâkî sorumluluğunu, katılımının belirginleştiği ve böylece ahlâkî gerilimin yaşandığı bir sahadır. Bu yönüyle ahlâk bir insan başarısıdır. İnsan, seçen, davranışı belirleyen, iyiye doğru, değere doğru yönelen bilinçtir(10). Ahlâkî değerler, genel bir ifadeyle insan davranışlarını iyi veya kötü olarak tanımlamamızı sağlayan değerlerdir. Değer felsefesi Grekçe değer anlamına gelen axios kelimesinden gelen aksiyoloji (axiology) olarak ifade edilmekte ve değerlerin doğasını, ölçütlerini ve metafiziksel statüsünün ne olduğunu inceleyen bir felsefe disiplini olarak tanımlanmaktadır (18,19). Ahlâkî değerler temelde iyi ve kötü kavramları üzerinde odaklanmaktadır. Bu yaklaşım bize iyi ve kötü’nün mahiyeti üzerinde bilgi vermekten ziyade ahlâk felsefesinin üzerinde farklı teorilerin, tanımlamaların şekilleneceği mümbit bir çalışma alanını belirginleştirmektedir(20). İyi ve kötünün ne olduğu üzerinde; haz, fayda, mutluluk, ödev, vb şeylerle mi tanımlanabileceği tarihi gelişim süreci içersinde pek çok ahlâk felsefesiyle ilgilenen düşünürün üzerinde teoriler geliştirdiği bir alandır. “Değer tür olarak insanın varlığa kattığı bir bilinç boyutudur...değer’le bir şeyin aynı türden şeyler arasında özel yerinin kastedildiği ve bu değer’in genellikle olumlu bir renk taşıdığı görülür. Bu yerin saptanması doğru bir değerlendirme sonucu bilgisel olarak yapılabildiği gibi, ezbere ve birbirinden çok farklı ‘ölçütler’ kullanılarak yapılmaya çalışıldığı da görülüyor...değer, eylemlerin ve kişilerin bir özelliği olarak karşımıza çıkar.”(21). http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 21 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ sonra temizlesen de yine bir iz kalır. Bedende Nefsi Mutmainne’nin yüzünü, düşünce tırnakları tırmalayıp yaralar. Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe canın yüzünü tırmalar ”(1/16). Mevlânâ’nın iyi ve kötü kavramı konusundaki temel tezlerden biri iyinin bilinmesi için zaruri olarak kötünün varlığına ihtiyaç duyulmasıdır. Öztürk Mevlana’nın bu yaklaşımını vurgulamaktadır: “zıtları birlikte tanımadan onların her hangi bir kutbunu sevmek körlüktür. İki kutbu da tanımak gerekir. Tanımadan sevmek tabuculuktur; tabunun olduğu yerde ise beyyine olmaz.”112 Mevlânâ’ya göre iyi ve kötü kavramları iç içedir: “...kötülük iyilikten ayrılamaz. İyilik de kötülüğü bırakmaktır. Kötülük olmadan, kötülüğü terk etmek imkansızdır. Yani bu iyilik, kötülüğü bırakmaktır demektir.”(22). Mevlânâ’ya göre insan yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak yaratılmıştır. Bundan dolayı kendi ideal değerini keşfedip ona göre amel etmesi beklenmektedir. “İnsanın iyisini, kötüsünü bırakıp, onun şahsiyetinin aslına nüfuz etmek lazımdır ki bakalım, o kimsenin nasıl bir cevher ve özü vardır, anlaşılsın. İşte görmek ve bilmek böyle olur.”(22/1) İnsana düşen Tanrı’nın ahlâkıyla ahlâklanmaktır: “Şu renklerden sıyrılır, İsa’nın küpüne girer, “Tanrı boyası” belirir, artık Tanrı, dilediğini yapar. Kötülüklerden kurtulur, hayadan da; dönüp dolaşmaktan da uzaklaşır, konup göçmekten de ”(23). Mesnevî’de geçen hikâye ve metaforların belli başlı özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: 1.Mevlânâ her bir hikâye ve motifte telkin etmek istediği fikre göre, maksadına en uygun olan hayvanı seçmiştir. 2. Hikâyelerini ne sadece kupkuru bir tasavvuf ve ahlak dersi vermek, ne de sadece şiir söylemek ihtiyacını tatmin etmek için anlatmıştır. Bu hikâyelerde tasavvufî, dinî, ahlakî, terbiyevî, felsefî birçok meseleleri ele almış, bu meseleler üzerinde ısrarla durmuş, sade dili, akıcı üslubu, büyük telkin kabiliyeti ve sanat kudreti ile düşüncelerini en mükemmel ve veciz bir şekilde ifade etmiş ve öğretmiştir. 3. Mevlânâ’nın üzerinde durduğu bu hikaye ve metaforlarda ele aldığı hayvanlar için belirli bir kalıbı yoktur. Hayvan hikâyelerinden faydalanan diğer yazarlar gibi bir hayvan muhakkak belli bir modelin temsilcisi değildir. Değişik fikirlerin izahında aynı hayvanı ele almış, fakat aynı esasa bağlı kalmayarak, onları konularına uygun olarak vasıflandırmıştır. 4. Mevlânâ’nın anlatmak istediği fikirler için bazı hayvanlar sadece birer misaldir ki, arada hala değişmemiş adetlere, geleneklere, darb-ı mesellere işaret etmiş ve bu misalleri tamamen realiteden almıştır. Bu yönüyle hayvan hikaye ve metaforlarının folklor bakımından da bir değer taşıdığı söylenebilir. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 5. Mevlânâ tekrarlardan kaçınmamıştır. Fakat bu onun dar bir çerçeve içinde kalmış olması demek değildir. Bilakis muhayyilesi çok geniş, misalleri pek bol ve çeşitlidir. Yaptığı tekrarlar bir hatırlatma mahiyetinde olup, telkin kuvvetini arttırmak içindir. 6. Hikaye ve hayvan metaforlarında Mevlânâ yer yer kuvvetli ruh tahlilleri yapmış, insanların basit şeylere düşkünlüğünü, menfaatleri icabı alçalıp dalkavukluk etmelerini, birbirleri ile anlaşamama sebeplerini, toplumların durumunu son derece kudretli bir şekilde işlemiştir. 7. Hikayelerden çıkan neticeler ve metaforlara yüklenen anlamlar sabit değildir. Mevlânâ’nın bizzat çıkardığı neticelerden başka her çeşit insan kültür seviyesine göre, bunlardan tasavvufî, dinî, ahlakî, felsefî bir netice çıkarabilir. Bu hikâye ve tasavvurlardan Mevlânâ’nın çeşitli meselelerdeki görüş ve düşüncelerini, tasavvuf anlayışını idrakimiz ölçüsünde görebiliyoruz. Mutlak Varlık, Akl-ı Küll, Evliyâ, Aşk, Mürit-Mürşit, Dünya-Ahiret, Nefs, Akıl, Ruh, Tevekkül, Tesilmiyet, Cehd, Rıza hakkındaki görüş ve düşüncelerini bu hikâyelerde çeşitli yönleriyle bulmak mümkün olmaktadır. 8. Hikâyelerde bazen, metaforlarda genellikle, hayvanlar birer teşbih unsurudur. Son derece sevimli, renkli, canlı ve yer yer orijinal olan bu teşbihler aynı zamanda Mevlânâ’nın, bir tezi olduğunu gösterir. Tezini ifade ve ispat etmek için, büyük bir maharetle en münasip hayvanları seçmeğe çalışmış ve muvaffak da olmuştur.(5). METAFORLAR 1-ASLAN METAFORU: Mesnevî’de aslan, genellikle mürşid ya da İnsan-ı Kamil’i simgeler. Mürşidin görevi bir avcı gibi avlanıp, bela ve nefsinin oyunları içinde kendi özünü kaybetmiş insana, kendi özünü hatırlatmak onu şer çukurlarından kurtarmaktır. Yiğitliğin, cesaretin, çalışmanın, kendi işini kendinin halletmesinin, mertliğin ve hakikate teslim olmanın simgesidir. Bu tanımlamalarını: Suretten kurtulmuş (1/17) nefsini yenmiş Hakkı’ın aslanı olmuş kişi (1/18, 2/1), nefsindeki gücün farkında olan, bunu ancak iradenin akıllı kullanılmasıyla alt edebileceğinin farkında olan (1/19), çalışmaktan kaçınmayan çalışmanın tevekkülden üstün olduğunu bilen (1/20) ve çalışanın Allah sevgilisi şuurundaki düşünce ve fikriyata sahip (1/21) kişidir. Aslan aynı zamanda sahibinde ululanmaya neden olmaktadır (1/22). Allah’ın aslanı öyle bir kimsedir ki cesaretin simgesi (1/23,1/24,1/25), mert (1/26,1/27) ve tevekkül sahibi olarak gayretten geri durmayan çalışkan (1/28) kişi olarak da tanınır. Kendi işini kendi halleden (1/29), çeşitli sırlara sahip bunları ifşa etmeyen murat sahibi (1/30), etrafına karşı menfaat peşinde koşmayan (1/31),hakikatin temsilcisi ve Hakk’a teslim olan (1/32), 22 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ kafirlerin gözünde mümin kimselerden olduklarını (1/67) tasvir eder. Fil yavrularının yenilmesi olaylarında ise : Gıybet etmeye (Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Allah onların canı için senden intikam alır) ve gıybetin sonu eden hakkında iyi olmadığını (2/12, 1/68), hem rüşvet almaya “Ey rüşvet yiyen, fil yavrusunu yiyorsun! Sana düşman olan fil kökünü kazır, yok eder.”(2/13,1/69) hemde kötü insanlarda var olan kötü huyların mânevî kokusu (2/14,1/70) etrafa yayıldığını resmetmektedir. 7-ÖKÜZ METAFORU: Mevlana Öküz metaforunu genelde; saf, kalın kafalı, kābiliyetsiz, görgüsüz, beceriksiz (26) kişi olarak tasavvufta ki ise metaforik olarak genellikle “yeme, içme, uyku ve cimâ” gibi hayvânî ve nefsânî sıfatlar’ı ifâde etmek üzere kullanılan bir terimdir (27). Mevlana, öküz metaforunu dünya malına doymak bilmez aç gözlü, nefsine tapan kimse manasına (28, 2/15,2/16, 1/71,1/72,1/73) kullanmıştır. Öküz metaforu aynı zamanda; Allah’tan bi haber (1/74,1/75), yersiz hak hukuk arayan (dâvaya) kalkışan (1/76), menfaat peşinde koşan (1/77,1/78), münâfık / İkiyüzlü (Teğabün:64/2, 2/17), insanların inançlarıyla oynayan sahte şeyhlere(2/18), tasavvufî hakikatlerden habersiz (2/19) ve Allah’ın seçkin kullarını kendi gibi sanan cahilleri (2/20) temsil etmektedir. Mesnevi’de öküz metaforu “Öküzün bâzı yerleriyle (kuyruğuyla) ölüye vurun!”( Bakara, 2/67-73.) hitâbı geldi; vurdular. O öldürülmüş adam, dirildi, fırlayıp kalktı.” vurdular. O öldürülmüş adam, dirildi, fırlayıp kalktı.” Mevlânâ’nın öküzün kuyruğuyla dirilen adam metaforunu kullanmasıyla ayrıca öküz metaforu hakkın ve adaletin simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır (28, 2/21) . Gölpınarlı bu beyitlerle ilgili şunları ifade etmektedir: Mevlânâ bu beyitlerde beden, yani “nefs” öldürülürse sırların dirileceğini, her şeyin görüleceğini kastetmektedir. İnek kesmek, yani benlikten geçmek ise bu yolun şartıdır (Mesnevi,Gölpınarlı, a.g.e., C. II., s. 227.). 8-KÖPEK METAFORU: Mesnevî’de oldukca geniş yer tutan köpek metaforu daha çok yaratıcısını tanımayan, nefsinin heva ve hevesine takılıp kalmış, dini ve manevi değerlere saldıran insan tipini karakterize etmek için kullanılmıştır. Aşağıdaki satırlarda görüleceği üzere sadakatten, Allah’ı tanımamaya, öfkenin, hilenin, haddini aşmanın nefsinin peşinde koşanın ,azgın kişiliğin resm edilmesinde köpek metaforu kullanılmıştır. Mesnevî’de köpek metaforu az olmakla birlikte sadakatin, bağlılığın simgesi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de Ashab-ı Kehf’in köpeği sadakatinden ötürü Ashab-ı Kehf’le beraber 309 yıl uyumuştur da o lütufla ilk uyuduğu şekliyle uyanmıştır(Kehf:18/18, 2/22,1/79,1/80) , teslimiyetinde dolayı nimetlerinde eksilme olmayacağına inanan kişidir (1/33). 2-TİLKİ METAFORU: Tilki Metaforu Mesnevî’de kurbanlarını kandıran (1/34,1/35,1/36, 1/37), tamahkar (1/38), korkakların karşısında eğilmesi secde eden (1/39) menfaat peşinde koşanları (1/40) sembolize etmiştir. 3-EŞEK METAFORU: Mesnevî’de oldukça geniş bir bir yer tutan bu metaforda eşek genellikle; ahmaklığın, kıt anlayışın (1/41,1/42) ve bunun farkında olmayan (1/43), duygularının esiri olan (1/44), tembel (1/45),her işe koşturulabilen (1/46), fikir âleminden uzak akıldan gafil (1/47,1/48,1/49) akıl yürütmeyen fikirsiz (1/50,1/51,1/52), bedeni zevkleri peşinde koşan, aşağı tabiatlı (1/53), şehvet düşkünü (1/54), böbürlenip ululanan /1/55), Allah’ın hakkını tanımayan gafili (1/56) , haddini aşan (1/57), aşkı idrakten aciz insan aklı (24, 2/2, 2/3), mürşidini imtihan etmeye kalkan (2/4),nefsinin esiri kafir kimse (24, 2/5, 2/6) kimsedir. Eşek artık öyle kimsedir ki; hakikate kulak vermeyen (2/7) şeytanlarla dost olmuş (2/8) kimsedir. 4-SU KURBAĞASI METAFORU: Mesnevî’de kurbağa metaforuna, en geniş şekliyle fareyle kurbağanın hikayesinde yer verilmiştir. Mevlânâ’nın yorumlarından çıkardığımız bir görüş de su ehli ile kara ehlinin durumudur. Biliyoruz ki Mesnevî’de su ehli rahmanî kimseleri, kara ehli de şeytanî kimseleri simgelemektedir. Kurbağa, su ehli olduğu için ruhaniyet, mana alemini Fare ise suret alemini temsil etmektedir (2/9). Fare toprak ehli olduğu için cismaniyet alemindendir ve kurbağayı da cismaniyet alemine çağırmaktadır (25). 5-FARE METAFORU: Mesnevî’de fare genellikle karga ile yada su kurbağası ilen olan hikayede remz edilmiştir. Fare, hilekarlığı (1/58), bilgisizliğin getirdiği korkak (1/59,1/60), hakikatten mahrum (1/61), kısa görüşü ile halden hale giren (1/62),ahmak (1/63) tır. Fare öyle bir aç gözlüdür ki bütün alem nimetle dolu olsa doymayıp yine toprak yediğini (1/64), hırsız tabiatlı (1/65), taklit bilgisiyle aydınlığa çıkamayan karanlıkta kalan kimseyi temsil etmektedir (1/66). 6-FİL METAFORU: “Fil” Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde en çok üzerinde durduğu hayvan metaforlarından biridir. İri görünümleriyle ve o asırlardaki işlevleriyle, savaşlarda üstlendikleri görevlerle fillerin, insan hayatında önemli bir yeri bulunmaktaydı. Mesnevî’de fil metaforu Kabe’ye saldırmak üzere yola çıkan Ebrehe ordusu dışında müspet anlamlarda kullanılmış, güç ve masumiyetin sembolü olmuştur Mesnevî’de filleri Hakk’ın erleri olan evliyaullaha dil uzatmak, Zâhirde Kalıp Bâtını İdrak Edemeyen Kişilerin nasıl bir bakış açılarına sahip olduğunu (2/9), gücüne güvenip kibirlenen kimseleri Ebrehe’ nin fillerine benzetmesi (2/10) , Peygamber’in sözüyle alay eden nasipsizlere inananları ve surete aldananları (2/11), bu kimselerin http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 23 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ nimetini yediği yere sadakat, bekçi oluşu (2/23) yanında savunmasız zayıflara saldıracak kadar gözü dönmüşlüğü de (1/81) sembolize eder. Vefakarlık göstermesi (1/82), yanında dirilik içinde olan kimse için “ kullukta bende köpekten aşağı değilim ya; Tanrı da dirilikte bir Türk’ten aşağı değildir” ( 1/83), diyerek hayat sahibi olmanın hayata kıymet veren bir milletin karakterinden bahsetmektedir. Köpekler sadakatin de örneğini teşkil ederler. Bu öyle bir sadakattir ki “Kafirlere şiddetlidir', dosta gül gibidir, düşmana diken gibi” (1/84) davranan koruyucu karakteri (1/85) ile olumlu yönleri vurgulanmaktadır. Mesnevî’de köpek metaforu daha çok yaratıcısını tanımayan, nefsinin heva ve hevesine takılıp kalmış, dini ve manevi değerlere saldıran bir insan tipini karakterize etmek için kullanılmıştır. Bu öyle bir karakterdir ki; Allah ilhamını tanımaktan yoksun (1/86), haddini bilmeyip aşan (1/87), nefsine düşkün (2/24, 1/88,1/89), acıkınca azgınlaşan ve geçimsiz kimse (2/25, 1/90), azgın kişiliği (1/91) sembolize etmektedir.Ayrıca; hakikatten uzak (1/92), zavallılara, zayıflara saldıran, ondan menfaatlanen (1/93,1/94), hilekar (1/95), öfkesiyle hareket eden (1/96) ve öfkenin çirkinleştirdiği (2/26), ululuk ve hasetlik besleyen (1/97), Hak kapısındaki en aşağılık varlık (1/98) olan köpek , Mesnevî’de, insanın hayatın akışı içerisinde Allah’ı unutması ve yalnızca başına bir musîbet, bir hastalık , bir felaket geldiğinde Hakk’ı hatırlayan gafil hali anlatır (2/27). 9-KURT METAFORU: Mesnevî’’de köpek metaforuna yakın, kanaat sahibi olmayan (1/99,1/100), tamahkar (1/101,1/102,1/103),bencilliği yok edecek kadar hırs sahibi (1/104) olan yırtıcı huyla bezenen (1/105), haset sahibi olan, hatta bu öyle bir hasetliktir ki haset sahiplerinin kurt şeklinde haşredilecek olan (1/106), hakikatten mahrum, kendi kendini yiyen bilgisiz (1/107), peygamber sünnetini bırakan, menfaat peşinde koşan (1/108), tilki gibi kurnazlık eden (1/109), hırsın sesi (1/110), kötü tabiat sahibi (1/111) ve şeytanın kurtlaşmış şeklidir (1/112). 10-TAVŞAN METAFORU: Tavşan metaforu genellikle nefsini yenerek galip gelen hür olan akıl (2/28) ile geleceği kavrayan akıl olarak karşımıza çıkmaktadır. Tavşan geleceği kavrayan aklı (akl-ı mead) ile nefs-i emmâre aslanını kışkırtıp gururuna dokunacak sözler söyleyerek onu emmârelik makamından ayırarak götürüp mücahede ve riyazat kuyusuna atmak, bu vesile ile de bedendeki ruhanî ve cismanî kuvvetleri nefsin tahakkümünden kurtaran (29) varlığı temsil etmektedir. 11-BALIK ve DENİZ METAFORU: İzzet ve ikram karşısında secde eden (1/113), Allah’ı yunus kıssasında olduğu gibi tespih eden (1/114), kainatın bir deniz, ten’in(insanların) balık, hakikate götüren ruhu (1/115,1/116), hakikati görebilen (1/117), hırs sahibini (1/118) remiz eder. Balık öyle bir varlıktır ki yöneticilerin topluma tesir ettiğini (Balık baştan kokar, kuyruktan değil) (1/119), pisboğazlığın, tamahkârlığın kör edişine kadar (1/120), aslından gafil olan sağır ve dilsizliğin (1/121) yanı sıra Allah’ın “Birliğinde fani olmuş hak dostu” oluşunu ortaya koyarken Vahdet-i Vücud görüşünü açıklamak için balık ve deniz metaforu da kullanır. Denizdeki balıkları Allah’ın erleri veliyullah olarak, denizi de vahdetin sembolü olarak tanımlar. “ Ululuk sahibi Hakk’ın temiz deryasının balıkları gibi olan peygamberlerin halleri Kur’an’a göre(ayarlanmıştır)dir. Fakat okur da dediğini tutmazsan farzet ki peygamberleri, velileri görmüşsün (inanmadıktan)onlara uymadıktan sonra ne fayda !”(2/29) demektedir. Balık aynı zamanda ruh ve akıl anlamında da kullanılmıştır; “Hele her gece, bütün ruhlar, bütün akıllar, o uçsuz bucaksız derin denizde batar, yok olurlar. Yine sabah vakti, o Tanrı’ya mensup ruhlar ve akıllar, balıklar gibi denizden baş çıkarırlar.”(2/30). İnsanın, bedeni ruha benzetilmektedir. Mesnevî’de Yunus Peygamber ruhu, balık ise beden olmuştur (25/1). Balık dünya malına aldanışlığı “Dünya seni de balık gibi oltasına takmıştır... şehzade bir yıl kaldı, sense altmış yıldır o oltadasın! Tam altmış yıldır onun oltasında mihnetler içindesin... ne bir hoşluğum var,ne bir sünnete uyarsın!”(2/31) ile Akıllı, Yarım akıllı ve aklını kullanamayan mağrur, ahmak kimselere de benzetilmiştir (2/32). 12-DUDU (PAPAĞAN) METAFORU: Mesnevî’’de konuşurken latife, nükte sahibi olan (1/122), mana olarak ölmeden önce ölerek kurtuluşa varan, ariflerin sözünü dinleyerek kurtuluşa eren mümini (1/123, 2/33) kişiliği temsil eder. Dudu kuşunun sesi vahiy’den geldiği (1/124), gibi zaman zaman evliyanın işini kendi aklınca kıyasen anlamaya çalışan kimselerin halini de remiz eder. İşte papağan, bizim gibi ariflerin sözlerinin manasını idrak edemeyerek papağan gibi söylemeye benzer. Biz bu aciz halimizle onları tartmaya kalkarız (2/34). Dış görünüşe bakmanın hakikati görmeye engel olduğunu vurgulanır. Ahmet Avni Konuk, eserinde konuya şöyle açıklık getirmiştir: “Ey nâkıs olan insan, insan-ı kâmilin fiillerini ve halini kendine kıyas etme. Görünüşte kamil insanla nâkıs insan birdir. Fakat manalarında fark vardır (25/2) diyerek aralarındaki farkı ortaya koyar. 13-AYI METAFORU: Mevlânâ Mesnevî’sinde sadece bir hikayede geçmekle beraber ayı metaforuna da yer verir. Bu metaforu ahmak, ince düşünemeyen ve etrafındakilere zarar verecek kimselerin halini ve ahmaklarla dostluk eden kimsenin düşeceği durumları izah etmek için kullanmaktadır. Zira mecazî olarak bu hayvanın dilimizdeki karşılığı da “ kaba saba, hoyrat http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 24 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ tarif etmek için kullanmışsa da şeytan tabiatlı kimseleri de anlatmak için yine aynı metaforu kullanmıştır. İnsan-ı Kamil olup mana kapısında dolaşan Doğan, bilgisiz ve gafletinde sahibi olabilmektedir. insan-ı Kamil’e (2/40, 25/4). mana kapısını çalıp akıl kapısını terk eden (1/139), gayp idrakini fark eden (1/140, 1/141) kişiyi temsil etmektedir. Bunun yanı sıra Doğan, bilgisiz ve gaflet sahibi (1/142), şeytan tabiatlı kimseleri de anlatmak için yine aynı metaforu kullanmıştır (1/143). Hakk’tan ayrı düşen bir mü’min nefsinin eline düşmesini (30) ile kazlarla doğanın hikâyesinde bu kez de doğanı Allah’ın kullarını yoldan çıkarmaya çalışan kimse olarak görmekteyiz. Ancak şeytanın gücü Allah’ın ihlaslı kullarına yetmediği gibi doğanın hileleri de kazları oyuna getirmeye yetmemiştir (2/41). 18-DEVE METAFORU: Mesnevî’de yer alan metaforlardan biri de “deve” metaforudur. Allah’ın liyakatli, şerefli, temiz mü’minlerini daha çok bu metaforla anlatır. Deve’nin Mesnevî’de taşıdığı manaları şöyle sıralayabiliriz: “Deve” metaforu, Hz. Mevlânâ’nın eserinde hep güzel ahlaklı, sabırlı olgun ve mertebe sahibi ( 2/42, 1/144), hakikate teslim olan (1/145), hakitatin, güzel ahlakın, temiz ruhun simgesi, salihlerden olan,( Salih’in Devesi, Salih (a.s.)’ın devesi Mesnevî’de iyilerin cismaniyetine benzetilir. Ruh, Salih gibidir, ten de deveye benzer. Ruh vuslattadır ten ihtiyaç içindedir. Salih’in ruhu afetlerden kurtulmuştur. Yaralanan devedir. Salih sanma.” ) (2/43,1/146,1/147) , mülayim tabiatlı (1/148), İlimde liyakat sahibi (2/44) ve kalp gözü açılmış (29/1) kimseleri deve sembolüyle ifade edilmiştir. Bu olumlu benzetmelerin yanında ender de olsa olumsuzlukları ifade etmek içinde kullanılmıştır. Örn: Aklın insanı deve gibi sürükleyen (1/149), nefsinin peşinden giden (1/150), kendini beğenip böbürlenen “Sonra ben, yukardan bakmaktayım, bu sebeple hiç yüzüstü düşmem” diyebilen (1/151), başına bir darlık zorluk geldiğinde yok olan kişilik sahiplerine de (1/152) benzetilmiştir. 19- CEYLAN METAFORU: Mesnevî’de çok sık başvurulmamakla birlikte önemli metaforlardan biri de ceylan metaforudur. Ceylan; masumiyetin, nazikliğin ve hak terbiyesi almış kişilerin simgesidir. Ehli dünyanın halinden bizar ehli ukbayı temsil etmektedir (1/153). Eşek ve Ceylan hikayesinde: koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır. Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahlûklara miski nasıl sunabilirim? O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir”(Müslim, İmam: 232) remzini söylemiştir. Çünkü meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar. Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz.”(2/45) diyerek garipli sembolize etmektedir. Hz. Mevlânâ bu beyitlerdeki ceylanı insan-ı kimse”dir (2/35), Aynı aynı zamanda mesnevi’de hırs sahibi (1/125), güvenilmeyen (1/126),kindar öyle bir kindar dır ki “kini sevgi,sevgisi de kin olan” (1/127), çevresine yardım etmeyen bencil (1/128) karakterini temsil etmektedir. 14-İBRAHİM’İN KUŞLARI: Bu kuşlar, kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de dört huydur. Kaz hırstır, horoz şehvet. Makam tavusa benzer, kuzgun dileğe (2/36,1/129). Mevlânâ hırs bakımından iki kuşu karşılaştırıyor: “Kazın hırsı, tavusun hırsı. Kazın hırsı boğaz ve şehvet hırsı idi... Tavus ise baş olma iddiasındadır ve bu hırs berikinden kat kat büyüktür. Bunlardan biri yılansa öbürü ejderha gibidir (2/37). 15-KARGA METAFORU: Mevlânâ Mesnevî’sinde kargayı; bitmek bilmeyen emeller, kader ve kazayı inkar edenlerin, hakikat bilgisinden uzak olanların, nefsinin peşinden koşanların, kendi kötü huyunun farkında olmayanların sembolize edildiği varlıktır. Bitmek bilmeyen istek ve emelleriyle karga tabiatlı kimse “Ya Rab, bana uzun ömür ver ki, bu uzun ömür bana senin huzurundan kovulmuşluğun alakası ve nişanesi olsun” der ve ömrünü gübre mesabesinde olan dünya lezzetlerine harcar. Çünkü karga nasıl pislik yemek için uzun ömrü arzularsa o gafil de dünyalıkla midesini tıka basa doldurmak için yaşamak isteyen kimseyi (25/3) temsil etmektedir. Karga ayrıca; kaza kaderi inkar eden (1/130), kendi çirkinliğinin(kötü huyunun) farkında olmayan (1/131), Allah’ı bilmekten uzak (1/132) , Bilgisizliğin, aklı tutsak edenlerin şom şom konuşanların (1/133), nefsinin, isteklerinin peşinde koşan (1/134) karga, aynı zamanda hilekardır (1/135).Haset sahibi olan edebini de aşacaktır (1/136). 16-HOROZ METAFORU: Hz. Mevlânâ horozu, iblisin Allah’ın kullarını aldatmak için kullanacağı en büyük silahı olan şehvetin simgesi olarak görür. Çünkü şehvet öyle güçlü bir silahtır ki karşı koyabilmek ve başa çıkabilmek çok zordur (2/38). Mevlânâ Hazretleri Hz. Musa’dan kuşların ve hayvanların dilini öğrenmek isteyen insanın hikayesinde horozu kullanarak, onun köpekten farklı olarak, ilerde vuku bulacak bazı olayları algıladığını kaydetmiştir. Gayba ait bazı konuları bilme hususunda horoz, evliyaullahı kastetmek için kullanılan bir “mecaz” olabileceği gibi, hakikat de olabilir yani bizzat horozlara ait bir gerçekliğe işaret ediliyor olabilir (2/39). Horoz, yersiz konuşmanın, böbürlenmenin, kibir ve hırsın (1/137) sahibi olduğu gibi “Allah, bizi namaz vaktini bildirmek üzere Âdemoğluna hediye etti” (1/138) diyerek insanlığa hizmet eden varlığı da temsil etmektedir. 17-DOĞAN METAFORU: Doğan kuşu, genelde yüceliği, hâkimiyeti ve gücü temsil eder. Mevlânâ Hazretleri, doğanı çoğu yerde üstün nitelikli insanları http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 25 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ münafık dersen... o aşağılık ad, içini akrep gibi dağlar” (1/169), hakikatten uzak aklın (ilmin) akıl olmadığını, o aklın aldatmasıyla ilmin insana yılan akrep olduğu “Aklın, insanlara ayak köstegi olunca o akıl, akıl değildir, yılan ve akreptir” (1/170), yoksulların elinden rızıklarını çalmak için hileye düzene sapanları akrep olarak temsil etmiştir (1/171). Mevlana, Varlık ağacına çıkılarak yer yüzüne bakıldığında (varlık ağacının üstüne oturup aşağıya baktığında) dünyanın gerçekte pislik bir yer olduğu, kızgın akreplerler yılanlarla dolu olduğu, o ağaçtan inildiğinde güllük gülistanlık aldatmacasına kapılanıldığını “O ağacın üstünde oldukça âlem pis bir dikenlik, kızgın akreplerle, yılanlarla dopdolu bir yer görünür”(1/172), Peygamber nuruna sahip kimselerin emin kimseler olduğunu (1/173) , kötü kem söz sahibi olanların bir gün kendi sözlerinin kendilerine geleceğini akrep gibi kendisini sokacağını “O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan yakalar” (1/174) fark etmesi için bu metaforu kullanmıştır. Aynı zamanda Mevlana kelimelerle inanışları bir araya getirerek sanat yapmaktadır. Şöyleki: “Yıldızlar, Şeytana akrep gibidirler, fakat müşteriye en yakın bir dosttur onlar “(1/175), Bu beyitlerdeki akrep kelimesi, hem akrep, hem de akrep burcu manasınadır. Kavis hem yay, hem de kavis burcudur. Tir, hem oktur, hem Utarit yıldızı. Müşteri, hem bildiğimiz bir şey satın almak isteyen, hem de müşteri yıldızı, delv, hem kova, hem delv burcu, Hut hem balık, hem Hut burcu, Sevr de hem öküz, hem de Sevr burcudur. Müslümanlıkta, gökten haber çalmak üzere gökyüzüne çıkan şeytanlar, şahaplarla yakılır, bir teşehhüt hâdisesi olan bu hâdiseye halk yıldız aktı der. Aynı zamanda ay, akrep burcundayken o saat kutsuzdur ve sefere gitmek, iyi değildir. Hâsılı Mevlânâ, bu kelimelerini ki mânalariyle ve bu inanışlarla bir sanat yaparak "Yıldızlar, şeytanlara birer akrep gibidirler ama kutlu bir yıldız olan müsteri için en yakın akraba kesilirler. Kavs, tir'le şeytanı oklarsa da delv, ekini ve meyvaları yetiştirmek için suyla doludur. Hut, azgınlık gemisini kırıp parçalarsa da dost için sevr gibi tarla sürer" diyor (31). 24-KOYUN METAFORU: Mesnevi’de Koyun metaforu sınırlarını aşmayan (1/176), birlikte hareket eden, bencillikten yoksun ve akıl yürütmeyen “Sürüden bir koyun yürüyüp dereyi atlayınca öbür koyunlar da birer, birer o tarafa atlarlar (1/177)”, Azrail’in yanına kendi ayağı ile gidebilen (1/178), hakikate teslim olan, bu nedenle “Madem ki aslan değilsin, ileriye ayak atma. Çünkü ecel kurttur, canınsa koyun! Yok… eğer Abdal’dan olmuşsan, koyunun aslan haline gelmişse korkma, emin bir halde gel ileri, ölümün sana mağlûp olur, bir şey yapamaz! ” Ölümün bile mağlup edemeyeceğini” (1/179), “Koyunlar, sayıya sığmayacak kâmil ile ona tabi olanlara, dünyayı ahıra, ve ehli dünyayı da eşeklere benzetmiştir. Nitekim ehli heva insan-ı kâmillerle ve onlara tabi olanlarla alay ederler ve bunlar kendilerini dünya zevklerinden mahrum eden budalalar derler. Bazen onlarla münazara edip ehli iman kimseleri yenerler. O sebeple her asırda cismaniyetin yükseldiği yerlerde İslam ve ehli iman garip kalmıştır (25/5). Ahırda eşeklerin arasındaki ceylan, kendi cinsleriyle beraber olmadığı için gariptir. Etrafındaki eşekler onun halinden anlamadığı, onunla alay ettikleri için mahzundur. Çünkü hemcinslerinden ayrı bulunmak elem verici bir haldir. Süleyman Peygamber de hüdhüdü ordunun içinde göremeyince kendisine böyle bir ceza vereceğini söylemişti. O ceylan yavrusu aradığı gıdayı orada bulamadığı için de bitkindir. Halinden anlaşılmayan garip insanı remz etmektedir. 20-YILAN/EJDERHA METAFORU: Yılan metaforu Mesnevî’de nefsi ifade etmek için kullanılmıştır. Çünkü nefs sinsidir. Dilimizde de “yılan” sinsice kötülük yapan kimselerdir (26, 1/154). Nitekim Hz. Mevlana şöyle demiştir: “Putların kaynağı ve anası nefsinizdir. Diğer putlar yılan ise, nefs ejderhadır.”(2/46, 1/155). Kötülüğün yılanda gizlenmiş olması ”Yılanı anlatsaydım, korkudan canın çıkıverirdi”(1/156), mala düşkünlüğü “Yılan, güzel mal gibi görünür. ki gözünü de ovuştur da iyice bak “ (1/157,1/158), şehvete meyilliliği (1/159,1/160), müminlerin bal arsısı gibi, kafirliğin ise yılan hükmünde oluşu (1/161,1/162) ile halim, selim sevgilinin bile zıt oldumu yılanlaştığını (1/163) ifade etmektedir. 21-SİVRİSİNEK METAFORU: Mesnevî’de sivrisinek, çok sık rastlanmamakla beraber önemli metaforlardan biridir. Küçüklüğü, ilahlık taslayan Nemrud’u mahvetmesi bakımından önemlidir. Dilerse Allah küçücük şeylerle kendilerini erişilmez görenleri helak eder, rezil eder. “Tek kanatlı bir sivrisinek Nemrud’u baş ağrısıyla helak etti.”(2/47, 1/164) diyerek benzetme yapmaktadır. Sivri sinek aynı zamanda mala mevkiye üşüşme, düşkünlüğü (1/165) ve zayıflığın misalidir (1/166). 22-KARINCA METAFORU: Mevlânâ’nın kullandığı metaforlardan biri de karınca metaforudur. Bu metafor da çok sık kullanılmamakla beraber önemli bir yer sahiptir. İnsanların her birinin mertebe olarak diğerinden farkını ortaya koymak ve her akıldan daha üstün bir aklın olduğunu ifade etmek ve hatta bunların içinde de en üstünün akl-ı mead olduğunu (2/48), nimetlerin rızkının peşinden koşan (1/167, 1/168) kişileri ifade etmek için kullanmıştır. 23-AKREP METAFORU: Mesnevi’de akrep metaforu, kötülüğün her türlü fenalığın temsil resimi olarak karşımıza çıkmaktadır. İki yüzlü karakter sahiplerine bu karakterleri yüzlerine vurulduğunda iç yangınlarının nefretlerinin ortaya çıkışıyla yanan “Ona http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 26 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ kadar çok olsa kasap, onların çokluğundan korkar mı hiç? Hepiniz de çobansınız… peygamber de çobandır. Halka gelince sürüye benzer… Peygamber, onların çobanıdır, onları sürer durur. Çoban koyunlarla savaşa girişmekten korkmaz… Bilâkis onları soğuktan, sıcaktan korur. Kızar, kahreder de koyunlara bağırırsa bu bağırışı sevgisindendir, hepsini de sever de ondan bağırır! Her an yeni bir talih kulağıma söyleyip duruyor: Seni gamlandırsam bile gamlanma (1/180) diyerek peygamberin halka çoban oluşu ile halkı korumaya yönelik ikazları zaman zaman kahredici olsa bile sonuçta halkı korumaya yönelik olduğu için gamlanılmamasını, korkulmamasını tavsiye ettiği insan tipidir. Mesnevî şârihi Tâhirü’l-Mevlevî hikayedeki metaforları şöyle izah ediyor: “Buradaki aslandan maksat hakikat ve marifet aslanı olan veliyy-i kâmildir. Kurttan murat ise hayvanlık sıfatından kurtulamamış insanlardır. Tilki ise insan-ı kâmilin tasarrufunun farkına varıp kendisini ona teslim etmiş mürittir. Aslanın kurtla münasebetinin hikmeti ise Evliyâullah’ın bazen böyle hayvan sıfatlı insanlarla da beraber bulunmasıdır (29/2). Sonuç olarak: Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde kullandığı metaforların en dikkat çekicileri hayvan metaforlarıdır diyebiliriz. Konuşturduğu hayvanların karakteristik özelliklerini de önemseyen Mevlânâ, bu metaforlar üzerinden her yaştan her kesime ve topluluğa istediği ikaz ve eleştiriyi yapabilmektedir. Konuyu sıkıcılıktan kurtarması açısından etkilidir Mevlânâ, hikâyelerinde kullandığı hayvanları seçerken karakteristik özelliklerini önemseyerek, o özellikleri insan karakterleriyle bağdaştırması esere özgün bir içerik katmıştır. Kullandığı metaforların hayvan olması hasebiyle de üzerine tepki çekmeden, rahatça eleştirilerini ortaya koyabilmektedir. Ancak onun hayvan metaforlarına bakış açısı motamot bir şekilde değildir. Mevlânâ, aslan metaforunu peygamberi, veliyullahı kastetmek için kullandığı gibi azgın nefsi ifade etmek için de kullanmıştır. Yani aslanın yiğitliğinden yola çıkarak farklı kimselere, yırtıcılığından yola çıkarak da farklı şeylere ve kimselere atıfta bulunmuştur. 5. 6. Furkan Abdulgaffar AKYAZI. Mevlana Celalettin Rumi’nin Mesnevi’sinde Geçen hayvanların Metaforik Anlatımı.. Fârâbî e-dergi, Yıl: 1, Sayı: 1 / Aralık 2011. Sayfa: 122-139. 7. Çev: Veled Çelebi İzbudak, Mevlâna, Mesnevî, Önsözü C: I, İst. 1973. 8. Prof. Dr. İsmet KAYAOĞLU,Mevlana’da tabiat sevgisi.U VIII. Millî Mevlâna Kongresi, Tebliğler, S. Ü. Selçuklu Araştırmaları Merkezi Yay., Konya, 1996, s. 115-123) 9. Serpil YILMAZ,Mesnevide Geçen Hayvan Metafor’larının Tasavvufi yorumu. Yüksek Lisans Tezi.S.Ü.Sosyal Bilimler Ens. Temel İslam Bilimleri ABD.Tasavvuf Bilim Dalı. 2011,Konya. 10. Nejdet DURAK.Mevlana’nın Ahlak öğretisinde iyi ve kötü kavramları.. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl: 2007/2, Sayı: 6. Sayfa.1-24. 11. Saim SAKAOĞLU,, “Mesnevi’deki Hikayelerin Kaynakları ve Tesirleri”, I. Milli Mevlana Kongresi (3-5 Mayıs 1985) Tebliğler, Konya 1985, s.105-113. 12. İsmail GÜLEÇ, Mesnevi’de Gecen “Taassup Yuzunden Hıristiyanları Olduren Yahudi Padisahın Hikayesi”ndeki Vezir, Aziz Pavlus mudur? Essays in Momery of Hazel E. Heughan, ed. Ismail Erunsal vd., Edinburgh: Hazel E. Heughan Educational Trust, 2007, s. 113-134. 13. Çev. Veled İzbudak. Mevlânâ,: Mesnevi I. 5. Baskı. İstanbul 1966,s 71 – 111. 14. BEYDABA. Kelile ve Dimne. Çeviren: Ömer Rıza Doğrul 1985, Ankara. 15. Mustafa AKSOY ‚ Mevlânâ Mesnevi’sinin Yaygın Olarak Okunmasına Ontolojik Bir Yaklaşım‛, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Yazı 2007, S. 42, s. 123-136. 16. Nejdet DURAK, “Mesnevi'de Metaforik Anlatımlarda Kullanılan Hayvan Motifleri ve Felsefî Değerlendirmesi” Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlânâ Sempozyumu, Çanakkale 2006, ss. 155–165. Kaynaklar 1. Gölpınarlı, Abdülbâki, Mesnevî Tercemesi ve Şerhi, II. Basım. İnkılap ve Aka Kitapevi Basımevi, İstanbul.1984. 2. Nahîfî, Süleyman, Mesnevî-i Şerîf Tam Metin Tercümesi, Timaş Yay., İstanbul,2007. 3. Çev:Veled Çelebi İZBUDAK, Mevlānā, Mesnevi,. Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları:60, İstanbul-2004, C.I/Beyit No. 825-835. 4. Özgün BAYKAL.1985. Mevlana’nın mesnevisinde hayvan hikayeleri.Atatürk kültüri Dil ve tarih Yüksek Kurumu Basım evi.Sayı:3. Cilt:1,Sayfa:601-620. Özgün BAYKAL.1964.. Mevlana’nın mesnevisinde hayvan hikaye ve motifleri.Şarkiyat Mecmuası, İ.Ü.Edebiyat Fak. Yayınları. Cilt:5.Sayfa:24-30 http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 27 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 17. Nihat KEKLİK, “Mevlânâ’da Metafor Yoluyla Felsefe”, Felsefe Arkivi, S. 26, İstanbul 1987, s.19–55, s. 48. 18. William L. REESE, Dictionary of Philosophy and Religion: Eastern and Western Thought, Humanity Books, New York 1996, s. 58. 19. Ahmet CEVİZCİ, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 1999, 203. 20. Ahmet ARSLAN, Felsefeye Giriş, Adres Yayınları, Ankara 2007, s. 129. 27. 21. İoanna KUÇURADİ, Etik, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 2006, s. 181. 22. Mevlânâ, Fîhi MâFih, Hazırlayan:Abdulbaki Gölpınarlı. Remzi Kitapevi.Yükselen Matbaası, İstanbul, 1959. s. 198-199 22/1- Mevlânâ, Fîhi MâFih, s. 59. 23. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, Hazırlayan: Abdulbaki Gölpınarlı. Remzi Kitapevi.Yükselen Matbaası, İstanbul, 1957. Cilt: I, s. 16, b. 104-105. 24. Ahmet ÖĞKE, “Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde ‘Hâr (eşek) Metaforu”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, S. 18, Erkam Yay., Ankara, 2007. “Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde ‘Hâr (eşek) Metaforu” , s.23-25. 1-Gölpınarlı, Abdülbâki, Mesnevî Tercemesi ve Şerhi, II. Basım. İnkılap ve Aka Kitapevi Basımevi, İstanbul. 1984. 1/1- Gölpınarlı.a.g.e. (C.II./455-457 1/2-Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3610-3615, C.V/3780 1/3-Gölpınarlı.a.g.e., C.V/2940-2963 1/4-Gölpınarlı.a.g.e., C.III./3750,C.II/ 3050-3060 1/5-Gölpınarlı.a.g.e., C.III./3441 1/6- Gölpınarlı.a.g.e., C.I./838,C.III./525-530 1/7- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2847-2850 1/8- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1550-1560 1/9- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./2894 1/10- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./486 1/11- Gölpınarlı.a.g.e.,C. V./31-49 1/12- Gölpınarlı.a.g.e.,C. VI./4874 1/13- Gölpınarlı.a.g.e.,C. III./ 3010. 1/14- Gölpınarlı.a.g.e.,C. I./ 1394 1/15- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./ 3390–3400 1/16- Gölpınarlı.a.g.e.,C. V./550-560 1/17- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 3978 1/18- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 1427. 1/19-Gölpınarlı.a.g.e.,-C.I./1360-1395 1/20- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./917-919 1/21- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 2921 1/22- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 3034 1/23- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 2971, 3734-3735 1/24- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./927 http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php Ahmet, Avni KONUK, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, ( haz. Prof. Dr. Mehmet Demirci, Prof Dr. Mustafa Tahralı, Süleyman Gökbulut), Kitabevi Yay., İstanbul, 2008. 25/1- Ahmet Avni Konuk, a.g.e.,C.IV.s.348 25/2- Ahmet Avni Konuk. a.g.e.,C. I., s. 164-165. 25/3- Ahmet Avni Konuk.a.g.e., C. IX., s. 268 25/4- Ahmet Avni Konuk, a.g.e.,C. III., s. 321-322. 25/5- Ahmet Avni Konuk.a.g.e., C. IX., s.287 26. Mehmet DOĞAN, Büyük Türkçe Sözlük, İz.Yay., 11. Baskı, İstanbul, 1996, s. 874.ve 1416. 25. 28 Ahmet ÖĞKE, Elmalı Erenlerinde Mana Dili, Elmalı Belediyesi Yay. Ankara, 2007, s. 120., 28. Ahmet ÖĞKE, “Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde Öküz Metaforu”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, S. 22, Erkam Yay., Ankara, 2008. 29. Tâhirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Selam Yay., Konya, 1967.C.I.Kitap.III.s.641 29/1- Tâhirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî .age.c.III.kitap.II.s.454 29/2-Tâhirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî. a.g.e., C. I., Kitap V., s. 1412. 30. Tâhirü’l-Mevlevî, Mesnevî Dersleri, C. II., Kısım, I., Işıl Matbaası, İstanbul, 1951, s. 1659, 1662. 31.http://www.halveti.net/Mesnevi.asp?mc=5&mid=30 1/25- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1942, 1/26- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3003 1/27- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./420-422 1/28- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./915-920 1/29- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./261, 1/30- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./ 1502 1/31- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 3979 1/32- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./ No: 3675-2680 1/33- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2243 1/34- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1034 1/35- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3070, 1/36- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2228-2231 1/37- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./472 1/38- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3038 1/39- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3117 1/40- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2728 1/41- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1033, 1/42- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./472,3103 1/43- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3060-3061, 3326-3330, 1/44- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./48, 1/45- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./230-240 1/46- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./727 1/47- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1042,1860-1862 1/48- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3742, 1/49- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./374 1/50- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1850-1855 1/51- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2736 1/52- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1520-1530 1/53- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1503 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 1/54- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./ 4025-4035 1/55- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3474 1/56- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./329 1/57- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1010 1/58- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./375-380, 1/59- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1030-1040 1/60- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3008, 3978 1/61- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./438-440, 1/62- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2430-2438, 1/63- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3278-3280 1/64- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1987-1990 1/65- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./302 1/66- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2433-2438 1/67-Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./70-104,2740-2755 1/68- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./70-80 1/69- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./158-160 1/70- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./150-153 1/71- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1440-1445 1/72- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2505-2510 1/73- Gölpınarlı.a.g.e., C.V./2856-2860 1/74- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3088, 1/75- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./1790-1800 1/76- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./685 1/77- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1485-1488, 1/78- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./2066-2069 1/79- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1027 1/80- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2368 1/81- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./285-295, 315-320 1/82- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./322-323 1/83 Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./836-840 1/84- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./2940-2945 1/85- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1427 1/86- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./235 1/87- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./877 1/88- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./475 1/89- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2546-2549 1/90- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2885 1/91- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./639 1/92- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1465-1470 1/93- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2438-2439 1/94- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1045-1050 1/95- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1052 1/96- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./632-635 1/97- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./2677 1/98- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./2940 1/99- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./218 1/100- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1050-1060 1/101- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3038 1/102- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2832 1/103- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./2536-2540 1/104- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./3181 1/105- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./221 1/106- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1412-1415 1/107- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1872-1875, 2537-2539 1/108- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./504 1/109- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./1427 1/110- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1960 1/111- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./142-1424 1/112- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./502 1/113- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./509 1/114- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3142-3145 1/115- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3147 1/116- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1342 1/117- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3146 1/118- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1696 1/119- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3081 1/120- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1078 1/121- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./860-861 1/122- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./248-249 1/123- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1556-1610,1830-1860 1/124- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I/1726-1730 1/125- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1148 1/126- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2010-2020, 2035 1/127- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2131 1/128- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1988 1/129-Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./ 40-45 1/130-Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1234 1/131-Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2340-2350 1/132-Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3968-3970 1/133-Gölpınarlı.a.g.e.,-C.III./396 1/134-Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1310-1313 1/135- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1700 1/136-Gölpınarlı.a.g.e., C.I./1226 1/137- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./120-125,2169 1/138- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3333-3336 1/139- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2883, 3797-3800 1/140- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3763 1/141- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1930-1932 1/142- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./324-333 1/143- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./434 1/144- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1970-1980 1/145- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2236-2237 1/146- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2519-2530 1/147- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2525-2526 1/148- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3448-3449 1/149- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2505-2510 1/150- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1323 1/151- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1750-1753 1/152- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./4033-4035 1/153- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./160-165 1/154- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./156-160,257-260 1/155- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1054 1/156- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1911 1/157- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2951 1/158- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./782-785,1010-1015 1/159- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3483 1/160- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./515-520 1/161- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3293 1/162- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3290-3295 1/163- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3788 1/164- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./785-790 1/165- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1055-1060 1/166- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./4625-4640 1/167- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3715 1/168- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./809 1/169- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./290-300 1/170- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2325-2330 1/171- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./475 1/172- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./3540-3545 1/173- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./609 1/174- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III /3470-3476 http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 29 Nur İ.H AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 1/175- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./4230-4235 1/176-Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./758,860 1/177- Gölpınarlı.a.g.e.C.II./3249 1/178- Gölpınarlı.a.g.e.C.III./1050 1/179- Gölpınarlı.a.g.e.C.III./3999-4000 1/180- Gölpınarlı.a.g.e.C.III./4146-4150 2/23- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/3120 – 3127, 3130 – 3132. 2/24- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/2980- 2984., 2/25- Nahîfî, a.g.e., C. IV./1065, 1068. 2/26- Nahîfî, a.g.e., C. IV./3278- 3281. 2/27- Nahîfî, a.g.e., C. III.,/ 2901- 2912 2/28- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/1405-1406 2/29- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/1603. 2/30- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/1961 -1962. 2/31- Nahîfî, a.g.e., C.IV./ 3220-3223. 2/32- Nahîfî, a.g.e., C. IV./2223-2230, 2250-2254, 22572263, 2286-2305 2/33- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/1610-1622, 1650-1655, 17151722, 1758-1763, 1892-1899 2/34- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/270-280 2/35- Nahîfî, a.g.e., C. II.,/ 1950-1953,1988-1990, 20282050, 2144-2151 2/36- Nahîfî, a.g.e.,C.V., / 31vd. 2/37- Nahîfî, a.g.e.,C.V., / 532-524 2/38- Nahîfî, a.g.e.,C.V.,/ 945 vd. 2/39- Nahîfî, a.g.e.,C.III./3288 vd. 2/40- Nahîfî, a.g.e.,C.II., / 1145-1146 2/41- Nahîfî, a.g.e.,C.III.,/ 435-441. 2/42- Nahîfî, a.g.e.,C.II.,/ 3472 vd 2/43- Nahîfî, a.g.e.,C.I.,/ 2613-2620 2/44- Nahîfî, a.g.e.,C.VI.,/ 2481 vd 2/45- Nahîfî, a.g.e.,C.V.,/ 840-932 2/46- Nahîfî, a.g.e.,C.I.,/802 2/47- Nahîfî, a.g.e.,C. I., /1241 2/48- Nahîfî, a.g.e.,C.IV.,/ 3744 vd. 2- Nahîfî, Süleyman, Mesnevî-i Şerîf Tam Metin Tercümesi, Timaş Yay., İstanbul, 2007 2/1-Nafihi.a.g.e.,C. I.,/ 4077 – 4079 2/2-Nahîfî, a.g.e., C. I.,/ 160-162. 2/3-Nahîfî, a.g.e., C. I.,/ 3422-3425 2/4- Nahîfî, a.g.e. C. IV./ 382 – 386 2/5-Nahîfî, a.g.e., C. VI./ 163- 164 2/6-Nahîfî, a.g.e., C. II.,/ 1917-1918 2/7-Nahîfî, a.g.e., C. I.,/ 1069 2/8-Nahîfî, a.g.e. C. II.,/ 156 –158, 206 –222, 240–248 vd. 2/9-Nahîfî, a.g.e., C. III./ 1261-1270, 2/10-Nahîfî, a.g.e., C. I.,/1368 2/11-Nahîfî, a.g.e., C. III./ 2750-2765. 2/12-Nahîfî, a.g.e., C. III.,/78-79 2/13- Nahîfî, a.g.e. C. III.,/ 157 2/14- Nahîfî, a.g.e. C. III.,/ 108 2/15- Nahîfî, a.g.e. C., III./ 2515- 2523 2/16- Nahîfî, a.g.e. C. IV.,/418-422 2/17- Nahîfî, a.g.e., C., II.,/ 610-614. 2/18- Nahîfî, a.g.e., C. III.,/ 686-687, 692-697 2/19- Nahîfî, a.g.e., C. VI.,/ 2960, 2963 – 2964 2/20- Nahîfî, a.g.e., C. V.,/ 936- 941 2/21- Nahîfî, a.g.e., C. III./ 3917-3920 2/22- Nahîfî, a.g.e., C. II.,/2385-2388. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 30 AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37 Araştırma Makalesi/Research Article ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ C Vitamini Bakımından Zengin Sebze ve Meyvelerin Beyaz Kan Hücreleri Artışı Üzerine Etkilerinin Araştırılması Abdulsamet KUBAT1, Mehmet ÖZASLAN1, Ayşe KARADUMAN1, Işık Didem KARAGÖZ1, İbrahim Halil KILIÇ1 1 Gaziantep Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Gaziantep Geliş tarihi/Received: 17.8.2013, Kabul Tarihi/Acepted: 28.8.2013 -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet Bitkiler aleminde en önemli C vitamini (askorbik asit) kaynakları yeşil sebze ve meyveler, domates, acısız kırmızı biber olan paprika ve turunçgillerdir. C vitamini antioksidan özellik gösterir ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Bu çalışmada normal dokularda ve oksijenli ortamda güçlü bir antioksidan bileşik olan doğal C vitaminin beyaz kan hücreleri artışı üzerine olan etkileri araştırılmıştır. Çalışmada 25-30 g ağırlığında ve 10-12 haftalık olan toplam 54 adet Mus musculus türü erkek deney faresi kullanılmıştır. Bu fareler, biri kontrol grubu olmak üzere toplam 6 gruba ayrılmıştır (n=9). Deney gruplarına C vitamini bakımından zengin olan nar, maydanoz, biber, limon ve mandalina özütleri gavaj yoluyla verilmiştir. Çalışmanın 14. ve 28. gününde kan örnekleri alınarak her denekten üç preparat hazırlanmıştır. Giemsa ile boyandıktan sonra lökosit hücreleri sayılmıştır. Çalışmada, 28. günün sonunda deney hayvanları sakrifiye edilerek gastrointestinal sistem organlarına ait dokulardan örnekler (mide, ince bağırsak, karaciğer, böbrek) alınmış ve patoloji laboratuarında toksisite açısından incelenmiştir. Gastrointestinal sistem organlarında anlamlı bir değişiklik gözlenmemiştir. Lökosit hücre sayımlarında deney farelerinin lökosit hücrelerinden; lenfosit ve nötrofil oranı artarken monosit, eozinofil ve bazofil oranın azaldığı belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Beyaz Kan Hücreleri, C Vitamini, Yeşil Sebzeler ve Meyveler Invetigation of The Effects of Vegetables and Fruits which are Rich in Vitamin C on White Blood Cells Proliferation Abstract The most important sources of vitamin C (ascorbic acid) in the realm of plants are green vegetables and fruits, tomatoes, paprika that painless red pepper and citrus fruits. Vitamin C indicates antioxidant property, strengthens the immune system. In this study, effects on white blood cells proliferation of natural vitamin C as a powerful antioxidant compund were investigated in normal tissues and oxygenated medium. For this study was used totally 54 Mus musculus species that they were male experiment mice at weight of 25-30 g and grown for 10-12 weeks. These mice were divided into 6 groups, moreover one of them was used as a control group (n:9). They were feed by gavage fresh juice of pomegranate, parsley, pepper, lemon and tangerine that they are rich in respect to vitamin C. After blood samples were collected in 14th and 28th days, tree preparations were prepared. They were stained by Giemsa dye. In end of 28th days, experiment animals were sacrificed and the samples taken from tissues of the gastrointestinal system (stomach, small intestine, liver, kidney) were examined for toxicity in the pathology laboratory. In tissues of the gastrointestinal system were not observed a significantly change. It was determined that ratios of lymphocyte and neutrophil from the leukocyte cells of the mice increased whereas ratios of monocyte, eosinophil and basophil decreased. Key Words: White Blood Cells, Vitamin C, Green Vegetables and Fruits -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------üretilmedikleri ya da yeterli miktarda yapılamadıkları Giriş için besinlerle dışarıdan alınmaları gerekir. (21). Sağlıklı yaşamın sürdürülmesi için proteinler, Vitaminler, mikro-besin öğeleri grubunun bir alt yağlar, karbonhidratlar gibi makro besleyicilerin yanı dalı olup, büyüme ve gelişme, sinir ve sindirim sıra vitaminler gibi mikro besleyicilere de gereksinim sistemlerinin normal işlevlerinin sürdürülmesi, vardır (1). Vitaminler, insan vücudu tarafından Yazışma adresi/Correspondance: İbrahim Halil KILIÇ,Gaziantep Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü,Gaziantep-TURKİYE, E-posta: [email protected] Kubat A. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ bağışıklık sistemi işlevlerine destek gibi önemli rolleri olan ve sağlığın korunmasında ve yaşamın sürdürülmesinde gerekli organik bileşiklere verilen ortak addır. Normal hücre fonksiyonlarının sağlanmasında da görevlidirler (26). Suda çözünen C vitamini (askorbik asit) antioksidan özellik gösterir. C vitamini, kan damarlarının büyük bir kısmı, kemikler, eklemler, dişler ve diş etlerinin oluşumunda rol oynar ve başlıca rolü doku bağlarını tutan ana protein maddesi olan kollajeni üretmek ve bağışıklık sistemi fonksiyonlarına destek olmaktır (8). İnsan, maymun, kobaylar, yarasalar ve bazı balık türleri askorbik asidi sentezleyemezler ve dışarıdan almak zorundadırlar (18). Bunun sebebi bunlarda askorbik asit biyosentezinin son reaksiyonunu katalizleyen gulonolakton oksidaz enziminin olmamasıdır (5). C vitamini sentezini gerçekleştiremeyen canlıların C vitamini bakımından zengin meyve ve sebzeleri tüketmeleri gerekir. Kara ve ark. (2008) tarafından çeşitli sebze ve meyvelerin tespit edilmiş askorbik asit değerleri dikkate alındığında 100g maydanozda 0,180 g, yeşil sivri biberde 0,100 g, limonda 0,050 g, mandalinada 0,030 g, narda 0,010 g askorbik asit bulunduğu bildirilmiştir (13) Lökositler (beyaz kan hücreleri) sitoplazmalarında bulunan granüllerin türüne ve nukleuslarının şekline göre iki tiptir: sitoplazmalarında granül içeren lökositlere granülositler (nötrofil, euzinofil, bazofil olmak üzere 3 tip) ve sitoplazmalarında granül bulunmayan lökositlere agranülositler (lenfosit, monosit olmak üzere 2 tip) adı verilir (9). Lökositler vücudun yabancı maddelere karşı hücresel ve hümoral yollarla korunmasından sorumludur. Yabancı bir nesne ile karşılaştıklarında, şekil değiştirirler ve hareketlenirler. Askorbik asidin önemli fonksiyonlarından biri de infeksiyon hastalıklarına karşı organizmanın direncini artırıcı rolünün bulunmasıdır. Bundan başka bazı bakterilerin (boğmaca, difteri) etkilerini engelleyici veya yok edici etkisi de vardır (12). Lökositlerdeki yüksek askorbat konsantrasyonu ve bunun enfeksiyon ve fagositoz sırasında hızla harcanması, C vitaminin fagositoz için önemli olduğunu ve immün sistemde de etkili olduğunu göstermektedir (3, 10). Bu çalışmada C vitamin bakımından zengin sebze ve meyvelerin beyaz kan hücrelerinin artışı üzerine etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. limon; meyvelerden ise nar ve mandalina oluşturmaktadır. Seçilen sebze ve meyveler günlük taze alınıp blendırla parçalanarak pulp haline getirilmiş ve daha sonra süzülerek bitki özütleri elde edilmiştir. Fare Gruplarının Oluşturulması ve Beslenme Şekilleri Çalışmada kullanılan erkek deney fareleri Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Deney Hayvanları Ünitesi’nden alınmıştır. Uygulanan deneyler ve kullanılan deney fareleri için Gaziantep Üniversitesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu’ndan Etik Kurul Onayı alınmıştır. Çalışmada, 25-30 gr ağırlığında ve 10-12 haftalık toplam 54 adet Mus musculus türü erkek deney faresi kullanılmıştır. Deney fareleri ideal oda sıcaklığında (20-25 0C) kafeslerde muhafaza edilmiştir. Biri kontrol grubu olmak üzere toplam 6 grup oluşturulmuştur (n=9). Uygulama toplam 28 gün sürdürülmüştür. Deney grupları aşağıdaki şekilde oluşturulmuştur. Grup 1: Kontrol grubu / İzotonik su gavaj yoluyla Grup 2: Standart fare yemi ve 100 µl /gün Nar suyu gavaj yoluyla Grup 3: Standart fare yemi ve 100 µl /gün Maydanoz suyu gavaj yoluyla Grup 4: Standart fare yemi ve 100 µl /gün Biber suyu gavaj yoluyla Grup 5: Standart fare yemi ve 100 µl /gün Limon suyu gavaj yoluyla Grup 6: Standart fare yemi ve 100 µl /gün Mandalina suyu gavaj yoluyla Deney aşamalarına geçilmiş ve deney süresince gavaj yoluyla 100 µl özüt verilmiştir. Kontrol grubundaki farelerin de aynı stresi yaşaması için gavaj yoluyla 100 µl izotonik su verilmiştir. Deney çalışması boyunca deneklere verilmek üzere kullandığımız sebze ve meyvelerin yetiştiği iklime ve özütlerdeki saf C vitamini miktarına bakılmamıştır. Bunun nedeni, insanların günlük yaşantılarında bu meyve ve sebzeleri tükettiği şekle en yakın bir uygulamayı hedeflemektir. Kan Örneklerinin Alımı ve Kan Hücre Tiplerinin Sayısal Belirlenmesi Sebze ve meyve özütlerinin lökosit hücre sayıları üzerine etkilerini belirlemek amacıyla deney farelerinden 14. ve 28. günlerde kan örnekleri alınmıştır. Çalışmanın 14. gününde farelerin facial veninden kan örnekleri alınırken, 28. gününde intrakardiak yolla kan örnekleri alınmıştır. Bu kan örnekleri periferik yayma yöntemine göre May Grunwald-Giemsa boyama işlemi ile boyanmıştır. Mikroskopta alan taraması yapılarak Materyal ve Metot Bitkisel Özütlerin Hazırlanması Bu çalışmanın materyalini C vitamini bakımından zengin sebzelerden maydanoz, yeşil biber, http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 32 Kubat A. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 100 lökosit hücre sayılmıştır. Lenfosit, monosit, nötrofil, eozinofil ve bazofil yüzdeleri saptanmıştır. Grafik2: Lenfosit % değişimleri Şekil.1: Periferik Kan Yayma Doku Örneklerinin Patolojik Açıdan İncelenmesi Çalışma sonunda deney fareleri derin eter anestezisi ile sakrifiye edilmiştir. Mide, ince barsak, karaciğer ve böbrek doku örnekleri alınarak % 10’luk formaldehit içinde korunmuştur. Histolojik inceleme için Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı laboratuarlarına gönderilmiştir. Kesitler hemotoksilen-eozin ile boyanarak ışık mikroskobunda (Olympus, BX51, Japan) incelenmiştir. İstatistiksel Analizler İstatistiksel analizler; tüm grupların kan parametrelerinin karşılaştırılması için, Kruskal-Wallis Testi; kendi aralarında karşılaştırılması için, MannWhitney Testi ve kan parametrelerinin her bir grup için ikinci ve dördüncü hafta ölçümlerinin karşılaştırılması için Wilcoxon Signed Ranks testi kullanılarak yapılmıştır. Kan değerlerinin p<0.05 seviyesindeki sonuçları anlamlı olarak kabul edilmiştir. Grafik2: Monosit % değişimleri Grafik3:Nötrofil % değişimleri Bulgular Lökosit Değerleri Uygulamanın 14. ve 28. gününün sonunda, grupların lökosit sayılarını gösteren değerler Tablo.1 de verilmiştir. Tablo.1 Grupların 14 ve 28. günlere ait Lökosit Değerlerinin Ortalamaları Grafik4:Eozinofil % değişimleri Grafik5:Bazofil % değişimleri http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 33 Kubat A. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Şekil 2: Kontrol grubuna ait normal histolojiye sahip mide dokusu kesiti (HE, X200). Şekil 3: Maydanoz grubuna ait mide dokusu örneklerinde düzenli yapı izlenmektedir(HE, X200). Şekil 4: Kontrol grubuna ait normal histolojiye sahip ince barsak dokusu kesiti (HE, x100) Şekil 5: Maydanoz grubuna ait ince barsak dokusu kesitlerinde düzenli yapıda barsak dokusu görülmektedir (HE, X100). Şekil.6: Kontrol grubu farelerde alınan karaciğer dokusu örneklerinden hazırlanan kesitlerde portal alan ve merkezi venleri içeren normal karaciğer histolojisi görülmektedir (HE, X400). Şekil.7: Maydanoz grubuna ait karaciğer dokusu örneklerinde düzenli yapıda portal alan dikkati çekmektedir (HE, X400). 14. güne ait tüm grupların lenfosit yüzdeleri karşılaştırıldığında, kontrol grubuna göre en fazla artış gösteren grubun nar özütü verilen grup olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Çalışmanın 28. gününde deney grupları kendi aralarında karşılaştırıldığında sadece eozinofil yüzdesi anlamlı çıkmıştır (p<0.05). Nar, maydanoz, biber, limon ve mandalina özütü verilen gruplarda kontrol grubuna kıyasla lenfosit ve nötrofil yüzdesinin arttığı, monosit, eozinofil ve bazofil yüzdesinin azaldığı tespit edilmiştir (p<0.05). Histopatolojik Değerlendirme Doku kesitleri incelendiğinde deney gruplarının doku kesitlerinde C vitaminin herhangi bir toksisitesi olmadığı görülmektedir. Tartışma ve Sonuç C vitamini çok sayıda metabolik süreçte aktif rol oynamaktadır. Kollajen üretimi, kan damarlarını güçlendirme, hemoglobin üretimi, adrenal hormon sekresyonu, viral ve bakteriyel enfeksiyonlara karşı koruma, doğal anti-histamin üretimi ve serbest radikal nötralizasyonu gibi olaylarda önemli fonksiyonları bulunmaktadır (17). C vitamini eksikliği; skorbüt (diş eti kanaması) hastalığı, eklemlerde şişme, kan duvarlarının kolay zedelenmesi, iştahsızlık, immün baskılama ve enfeksiyonlara karşı duyarlılık gibi problemlere neden olmaktadır (4,14). C vitamini fonksiyonlarını belirlemeye araştırma yönelik çok yapılmıştır sayıda (23, 26). Araştırmalar özellikle C vitaminin antioksidan Şekil.8. Kontrol grubuna ait böbrek dokusu kesitlerinde düzenli yapıda glomerüller ve tübüller izlenmektedir (HE, X400). Şekil.9. Maydanoz grubuna ait böbrek dokusu kesitlerinde düzenli yapıda glomerülle ve tübüller izlenmektedir (HE, X400). http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 34 aktivitesi, bağışıklık sistemi ve besinlerin C vitamin içeriğinin belirlenmesi üzerine yoğunlaşmıştır (7, 11, 15, 19, 24). Kubat A. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ grubun lenfosit yüzdesinin yüksek olduğu saptanmıştır. En az askorbik asit miktarına sahip nar bitkisinin lenfosit yüzdesini artırması; nar özütündeki bazı kimyasal bileşenlerin (alkoloit, tanen, flavonoitler, alkanlar v.s.) alerjik etki oluşturmasından kaynaklanabilir. Nötrofil sayısındaki değişimler incelendiğinde ikinci ve dördüncü hafta sonunda meyve özütlerinin verildiği gruplarda artış gözlenmiş ancak sebze özütü verilen gruplarda bir fark saptanamamıştır. Buna göre meyve özütlerinin nötrofil proliferasyonu veya kan dokusuna katılımları üzerine etkisi olabileceği söylenebilir. Çalışmamızda periferik kanda monosit, eozinofil ve bazofil yüzdelerinin düşük olma nedeni; mikroskopta alan taraması yapıldığında lenfosit ve nötrofil yüzdesinin yüksek olmasından dolayı monosit, eozinofil ve bazofil hücrelerine sıkça denk gelmeme durumlarına da bağlanabilir. Çalışmamızda C vitaminin etki ettiği dokular (mide, ince barsak, karaciğer, böbrek) patolojik olarak incelendiğinde herhangi bir toksisitenin olmadığı görülmüştür. Özaslan ve ark. (2004) nın yaptığı çalışmada da C vitamini takviyesinin dokular üzerinde bir etkisinin olmadığı tespit edilmiştir (22). Ancak Öğütücü ve ark. (2007) nın erkek sıçanlar üzerinde yaptığı çalışmada, metil parathionun bazı dokularda (ince bağırsak) meydana getirdiği patolojik değişiklikleri C vitaminin önleyemediği gözlenmiştir (20). Bu sonuçlara göre çalışmamızda elde edilen histopatolojik veriler Özaslan ve arkadaşlarının çalışmasıyla paralellik gösterirken Öğütücü ve arkadaşlarının yaptığı çalışma sonuçlarıyla örtüşmemektedir. C vitaminin bağışıklık sistemini güçlendirdiğini bildiren çalışmaların yanı sıra bağışıklık sistemi üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını bildiren çalışmalar da bulunmaktadır (2, 11, 15, 25). C vitamini bağışıklık sistemi elemanlarından olan beyaz kan hücrelerinin yapısı ve miktarı üzerine etkisi bazı çalışmalarda farklı yorumlanmıştır. Özaslan ve ark. (22) yaptıkları çalışmada ticari amaçlı kullanılan saf askorbik asiti (Redoxon, Roche Pharmaceuticals) farklı miktarlarda intraperitonal yolla farelere belli aralıklarla vermişler ve deney grupları arasında lenfosit, monosit ve nötrofil yüzdelerinde anlamlı bir farklılık gözlemlememişlerdir. Ancak deney grupları verileri kontrol grubu verileri ile karşılaştırıldığında saf askorbik asit verilen gruplarda lenfosit yüzdeleri anlamlı artış göstermiş olup bu artışın askorbik asit dozajıyla paralel olduğu gözlenmiştir (22). Çalışmamızda ise C vitamini bakımından zengin nar, maydanoz, biber, limon mandalina özütleri deneklere verilmiş ve Özaslan ve ark. (2004) nın yaptıkları çalışma sonuçlarıyla uyumlu olarak lenfosit sayılarının anlamlı şekilde arttığı tespit edilmiştir. Ancak yaptığımız deneyde saf askorbik asit enjeksiyonu yerine doğal sebze ve meyve özütleri gavaj yoluyla verilmiştir. Bunun sonucu lenfosit artışı en çok maydanoz verilen grupta saptanırken, en az artışın ise biber verilen grupta olduğu gözlenmiştir. Biber verilen grupta sadece bazofil sayısında anlamlı derecede azalma saptanırken diğer deney gruplarında hem bazofil hem de monosit yüzdeleri düşüş göstermiştir. Bu azalma, deneklere verilen meyve ve sebzelerdeki C vitamini dışındaki diğer bileşenlerin etkisi sonucu gözlenmiş olabilir. Khassaf ve ark. (2003) nın yaptıkları çalışmada; C vitamini takviyesi yapılan bireylerde kontrol grubuna göre lenfosit sayısında artış gözlenmiştir (16). Hardie ve ark. (1990) nın çalışmalarında, C vitamini diyetinin Salmo salar L. balıklarının bağışıklık sistemi üzerine etkisini araştırmışlardır. Çalışma sonunda lökosit sayısının, C vitamini takviyesiyle bir değişikliğe uğramadığı bildirilmiştir (11). Görüldüğü üzere C vitamin takviyesi yapılan bazı omurgalılarda (insan, fare, v.s.) lenfosit sayıları artmış ancak balıklarda herhangi bir değişiklik gözlenmemiştir. C vitamini içeriği bakımından incelendiğinde en fazla askorbik asit miktarı içeren sebze ve meyveler; maydanoz, yeşil biber, limon, mandalina ve nar şeklinde sıralanmaktadır (6, 7, 27, 28). Çalışmamızda da C vitamini içeriği yüksek olan maydanoz özütü verdiğimiz grubun lenfosit yüzdeleri diğer gruplara kıyasla daha yüksek düzeyde; sonrasında nar özütü verdiğimiz http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php Sonuç C vitamini bakımından zengin sebze ve meyvelerin vücudun gereksinim duyduğu miktarda tüketilmesinin, metabolizma ve dokular için herhangi bir olumsuzluk meydana getirmediğini ve lökosit miktarına etki ederek, bağışıklık sisteminin güçlenmesini ve enfeksiyonlara karşı metabolizmayı koruyarak dirençli olmasını sağladığını söyleyebiliriz. Ayrıca C vitaminin doğrudan temas ettiği sindirim ve dolaşım sistemi organlarına patolojik ve anatomik açıdan herhangi bir etkisinin olmaması C vitaminin günlük vücut savunması için yeterli miktarda alınması gerektiğini ve bunun sonucu olarak dokulardaki askorbik asit dengesinin sağlandığı görülmektedir. 35 Kubat A. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 15. Kennes B, Dumont I, Brohee D, Hubert C, Neve P (1983). Effect of vitamin C supplements on cellmediated immunity in old people. Gerontology, 29, 305-310. Kaynaklar 1. Akkan AG, (1999). İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi sürekli tıp eğitimi etkinlikleri. Akılcı İlaç Kullanım Sempozyumu, İstanbul, 45-57. 16. Khassaf M, McArdle A, Esanu C, Vasilaki A, McArdle F, Griffiths RD, Brodie DA ve Jackson MJ (2003). Effect of vitamin C supplements on antioxidant defence and stress proteins in human lymphocytes and skeletal muscle. The Journal of Physiology, 549, 645-652. 2. Altınsaat Ç, Hatipoğlu FŞ (2008). Effects of vitamin C and ACTH applications on phagocytic activity of neutrophil leukocytes in sheep. Veteriner Cerrahi Dergisi, 14 (1), 5-8. 3. Başpınar N, Baş AL, Haliloğlu S, Elmas M, Yazar E (1998). The effects of intracellular vitamin C concentrations on bovine neutrophilis functions in vitro. Revue de Medicine Veterinaire, 149,931-938. 17. Levin A, DeSouza C, Zaarour C, Walsh W, Chan MK, Verjee Z, McIntyre S, Adeli K (2010). Pediatric reference intervals for lymphocyte vitamin C (ascorbic acid). Clinical Biochemistry, CLB07494; pages: 4; 4C. 4. Bender AE (1978). Food processing and nutrition. Academic Press, London and New York. 5. Binney EG, Jeness R, Ayuz KM (1976). İnability of bats to synthesise L-ascorbic acid. Nature, 260, 626628. 18. Machlin LJ, Garcia F, Kuenzing W, Richter CB, Spiegel HE, Brin M (1976). Lack of anti-scorbutic effect of ascorbate-2-sulphate in the rhesus monkey. American Journal Clinical Nutrition, 29, 825-831. 6. Cooker JR, Moxon RED (1981). The detection and measurement of vitamin C. In: Vitamin C (Ascorbic Acid). J.N. Counsell and D.H. Hornig, eds., pp. 167198. Applied Science: London. 7. Cunnigham J, Milligan G, Trevisan L (2003). Minerals in Australian fruits and vegetables-a comparison of levels between the 1980s and 2000. Food Standards Australlia New Zeland (FSANZ). 8. Ely JTA (1996). Glycemic modulation of tumor tolerance. Journal Orthomol Medicine, 11(1); 23-34. 19. Odabaşoğlu F (1999). Antioksidan vitaminler. Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Konferans Kitapçığı, Erzurum. 20. Öğütcü A, Ulusoy Y, Kahraman K, Uzunhisarcıklı M, Uzun FG, Taştan H (2007). Metil parathion’un sıçanların ince bağırsak dokusu üzerine etkisi ve vitamin C ve E’nin koruyucu rolü. Etlik Veteriner Mikrobiyoloji Dergisi, 18, 21 – 26 21. Öz G (2008). Vitaminlerin Yaşamımızdaki yeri nedir, ne olmalıdır? Hacettepe Üniversitesi. 9. Gartner LP, Hiatt JL (2006). Color Textbook Of Histology, third edition. Saunders elsevier, 592. 22. Özaslan M, Aytekin T, Kılıç İH, Bozkurt AI, Güldür ME, Cengiz B, Bağcı C (2004). The Effect of vitamin C suplementation on leucocyte counts and exercise performance. An International Electronic Journal, 7, 1097-9751. 10. Goetzl EJ, Wasserman SI, Gigli I, Austen KF (1974). Enhancement of random migration and chemotactic response of human leukocytes by ascorbic acid. Journal of Clinical Investigations, 53, 813-818. 23. Papas AM, (1998). Antioxidant Status, Diet, Nutrition and Health. CRC Series in Contemporary Food Science, 159-650. 11. Hardie LJ, Fletcher TC, Secombes CJ (1990). The effect of dietary vitamin C on the immune response of the Atlantic salmon (Salmo salar L.). Aquaculture, 95, 201-214. 24. Perdue SL, Thaxton JP, Brake J (1985). Role of ascorbic acid in chicks exposed to high environmental temperature. J. Applied Physiol, 58, 1511-1516. 12. Iqbal K, Khan A (2004). Biological significance of ascorbic acid in human health. Pakistan Journal Nutrition, 3: 5-13. 25. Shilotri PG, Bhat KS (1977). Effect of mega doses of vitamin C on bactericidal ativity of Leukocytes. The American Journal of Clinical Nutrition. 30, 10771081. 13. Kara C, Okyay N, Şahin U (2008). Bazı Sebze ve Meyvelerde C Vitamini Tayini. Tübitak Eğitimde Bilim Danışmanlığı Projesi. 26. Siddique YH (2006). Effect of vitamin C on cyproterone acetate ınduced genotoxic damage in 14. Kayaalp O (1989). Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi Farmakoloji. Feryal Matbaacılık Ltd. Şti., Ankara. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 36 Kubat A. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ mice. Research Journal of Biological Sciences 1, (1:4): 69-73. 27. Tee ES, Young SI, Ho SK, Siti Mizur S (1988). Determination of vitamin C in fresh fruits and vegetables using the dye-titration and microfluorometric methods. Pertanika, 11 (1), 39-44. 28. Wills RBH, Wimalasiri P, Greenfield H (1983). Liquid chromatography, microfluorometry, and dyetitration determination of vitamin C in fresh fruit and vegetables. Journal Association of Official Analytical Chemists, 66,1377-1379. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 37 AVKAE Derg. 2013, 3 (1),38-45 Araştırma Makalesi/Research Article ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Hatay Yöresi Süt İşletmelerindeki Ruminantlar ve Çoban Köpeklerinde Toxoplasma gondii Seroprevalansı ile Kedi Dışkılarında T. gondii benzeri Ookist Tespiti Mustafa N. MUZ1, Nuri ALTUĞ2, Muhammet KARAKAVUK3 1 Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Hatay. Kırıkkale Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale. 3 Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir 2 Geliş tarihi/Received: 17.6.2013, Kabul Tarihi/Acccepted: 3.9.2013 -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet Bu çalışmada Hatay yöresinde süt üretimi yapan koyun, keçi, sığırcılık işletmeleri ile bu sürülerin çoban köpeklerindeki Toxoplasma gondii seroprevalansının belirlenmesi amaçlandı. Bu amaçla anti-Toxoplasma gondii IgG antikorları ELISA metodu ile araştırıldı. Ayrıca bu işletmelerdeki sahipli ve sahipsiz kedilerin dışkılarında T. gondii benzeri ookist yaygınlığının araştırılması amacıyla flotasyon metodu kullanıldı. Böylece Hatay yöresindeki süt işletmelerinde beş farklı evcil hayvan türünün T. gondii yönünden epidemiyolojik değerlendirilmesi yapıldı. Yapılan ELISA testi sonuçlarına göre T. gondii seroprevalansı sığırlarda % 60.9 (112/184), koyunlarda % 53.8 (99/184), keçilerde % 35.9 (66/184) ve çoban köpeklerinde % 58.7 (27/46) olarak tespit edildi. Kedi dışkılarında ise T. gondii benzeri ookistlere % 8.3 (3/36) oranında rastlandı. Buna göre yörede Toksoplazmozis riskine karşı epidemiyolojik kontrol ve tedbirler alınması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Toxoplasma gondii, Ruminant, Köpek, Kedi, Hatay. Seroprevalence of T. gondii in Dairy Ruminant Production Systems, Shepherd Dogs among the Herds and Detection of T. gondii-like Oocyst in Cat Feces in Hatay Region Abstract This study was aimed to investigate the seroprevalance of Toxoplasma gondii in dairy ruminant production system and shepherd dogs by ELISA test. Also we determine the Toxoplasma gondii – like oocyst by the floatation method in feces of owned and stray cats living around the farms to make an epidemiologic comparison. Toxoplasma gondii seropositivity was found 60.9% (112/184) in cattles, 53.8% (99/184) in sheeps, 35.9% (66/184) in goats and 58.7% (27/46) shepherd dogs by the ELISA test. Toxoplasma gondii like oocyst were detected 8.3% 3/36 in the cat feces by the floatation. Epidemiological steps were offered against to risk of Toxoplasmosis among the region. Key Words: Toxoplasma gondii, Ruminant, Dog, Cat, Hatay -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------konak canlıları ve kedileri enfekte eder. Etkenin Giriş bradizoit ya da takizoitlerini içeren kas ve iç organların Toxoplasmatidae ailesindeki önemli zoonoz çiğ veya yeterince pişirilmeden tüketilmesi bulaşmada parazitlerden olan Toxoplasma gondii, dünyanın çeşitli önemli rol oynar. Ayrıca, oküler bulaşma, doku ve kan yerlerindeki omurgalı canlılarda sistemik enfeksiyon nakli ile cerrahi yollara bağlı bulaşmalar da oluşturabilen zorunlu hücre içi parazitidir (1). Parazitin bildirilmektedir (4). Koç katımı esnasında sperma, enfektif şekilleri özellikle beyin ve kas dokusunda gebelik döneminde transplasental ve süt emen bulunan takizoit, bradizoit ve Felidae ailesine özgü yavrularda galaktojen yolla bulaşma gerçekleşebilir (5, ookist formlarıdır. Enfeksiyonun akut fazında konağın 6). yumurta, semen, tükürük ve süt gibi sekret ve Toksoplazmozisin koyun ve keçilerin en önemli ekstretlerinde enfektif takizoitler bulunur (2, 3). Enfekte paraziter abortus ve neonatal ölüm nedeni olduğu kedigillerden dışkıyla atılan ookistler sporlanarak ara Yazışma adresi/Correspondance: Mustafa N . Muz, Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Hatay-TÜRKİYE, E-posta: [email protected] Muz M.N. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ edilmiştir. Koyunlarda Samsun yöresinde %49 (28), Yozgat yöresinde %45 (29), Şanlıurfa yöresinde %55,66 (30), Elazığ yöresinde %47 (31), Yalova yöresinde %42 (32), Afyon yöresinde %94 (33) oranlarında seropozitiflik saptanmıştır. Niğde yöresi kedilerinde Toksoplasma seroprevalansı hakkında yapılan bir araştırmada muayene edilen dışkı örneklerinde T. gondii ookistlerine rastlanmadığı ancak serum örneklerinde %76.4 oranında seropozitiflik tespit edildiği bildirilmiştir (34). Tıp ve veteriner hekimliğindeki önemi nedeniyle çok sayıda araştırmaya konu olan toksoplazmozis, Sağlık Bakanlığı’nın bildirime esas bulaşıcı hastalıklar listesinde Grup C hastalıklar” bölümünde yer alırken Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında canlı hayvanlar açısından her hangi bir yaptırımı tabi değildir. Toksoplazmozisin zoonoz özelliği, bu hastalıkla mücadelede insan ve hayvanlarda ortak mekanizmaların işletilmesini gerektirmektedir. Bu araştırma Hatay bildirilmektedir (7-10). Bağışıklık sisteminin baskılandığı durumlarda ölümcül sonuçlar oluşmaktadır (11). Evcil enfekte ruminantların süt ve etleri vasıtasıyla kedigillerin ise dışkıları aracılığıyla ömür boyu hastalık kaynağı olabileceği bildirilmiştir. Entansif çiftlik hayvanı yetiştiriciliğinde rasyonların ve içme sularının, ekstantif yetiştiricilikte ise yaban hayatına komşu çayır, mera ve su kaynaklarının kedigillere bağlı ookist kontaminasyonu sonucunda sürü enfestasyonuna neden olabileceği ifade edilmektedir (4). Kedilerin toksoplazmanın değişik formlarını aldıktan sonra yaşamlarında genellikle bir defa nadiren birden fazla defa ookist saçtıkları, fekal atılımın etkenin bradizoit formunda alımından 3 - 10 gün, takizoit formunda alımından 13 gün ve ookist formunda alımından 18 gün sonra başlayabilir ve 7 - 20 gün sürebilir. Her bir kedi bu sürede 105-108 adet ookist çıkarabilir. Dışkıda bulunan ooksitler dış ortam şartlarına bağlı olarak genellikle bir ile beş gün içerisinde, bazen 21 güne kadar uzayabilen sürelerde enfektif hale gelebilir. Sporlanmış ookistlerin dışkı yumaklarında en fazla 334 gün, deneysel şartlarda ise 410 güne kadar canlılıklarını korudukları bildirilmiştir. Sporlanan ookistler toprakta 18, suda 54 ay ve -21 °C’de ise dört hafta süre enfektivitelerini koruyabilirler. Sporlanmamış ookistler ise doğada bir kaç haftadan uzun süre canlılıklarını koruyamazlar (12, 13). Çeşitli salyangoz, toprak solucanı, artropoda (Ixodes scapularis) türlerinin de bulaşmada rolü olduğu bildirilmektedir (14). Köy, çiftlik ve bahçelerde yaşayan kedilerin özellikle avlanma yolu ile rodent kontrolüne doğal fayda sağladıkları ancak bu yolla toksoplazma enfeksiyonuna kaynaklık yaptıkları bildirilmektedir. Sonuç olarak doğada ne kadar fazla enfektif kedi ve buna bağlı olarak sporlanmış Toksoplasma ookisti varsa insan ve diğer canlıların enfekte olma riskinin de o oranda fazla olabileceği bildirilmektedir (15). Toksoplasma ooksitlerinin dışkı muayenesi yolu ile tanısı Besnoitia darlingi ve Hammondia hammondia ooksitlerine benzerliği sebebi ile kesin olarak yapılamamaktadır (16). Doğrudan tanının zaman alması ve bu yolla etkene her zaman rastlanamaması nedeniyle serolojik tanı metotlarından ELISA, IFAT ve Sabin Feldman gibi testler kullanılmaktadır. Bu konuda yapılan araştırmalara göre Türkiye de bu etkene köpeklerde Kars yöresinde %96 (17), Diyarbakır yöresinde %94 (18), Sivas yöresinde %92 (19), Kocaeli yöresinde %70 (20), Van yöresinde %57 (21) ve Kırıkkale yöresinde %54,3 (22) oranlarında rastlanmıştır. Sığırlarda Kars yöresinde %93,5 (23), Elazığ yöresinde %86 (24), Aydın yöresinde %78 (25), Kırıkkale yöresinde %53 (26) ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde %34 (27) oranında seropozitiflik tespit http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php yöresinde ruminant yetiştiriciliği yapılan işletmelerde prenatal ve postnatal dönemlerde yaşanan yavru kayıplarının artması üzerine sütçü damızlık hayvanlarda T. gondii taşıyıcılığının araştırılması amacıyla planlanmıştır. Türkiye’de toksoplazma seroprevalansı ile ilgili farklı hayvan türlerinde değişik bölgelerde yapılmış çalışmalar olmasına rağmen, aynı yörede hastalığın epidemiyolojisinde yer alan beş değişik evcil hayvan türünde (koyun, keçi, sığır, köpek ve kedi) ve aynı zaman diliminde yapılan çalışmaya rastlanmamıştır. Bu nedenle çalışmada Hatay yöresinde 39 Muz M.N. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Kan örnekleri köpeklerde (n=46) Vena cephalica, ruminant türlerinde ise (her birinde n=184) V. jugularis’ten vakumlu serum tüplerine alınmıştır. Sütçü ruminant sürülerinden birer adet damızlık erkek örneklenmiştir. Tüplerdeki kan örnekleri 2500 rpm/dk da, 20 dk santrifüj edilerek serum ayırma işlemi gerçekleştirilmiştir. Serum örnekleri porsiyonlara ayrılarak testler yapılına kadar -25 °C de saklanmıştır. ELISA testinin yapılması Bu araştırmada, anti-Toksoplasma IgG spesifik ticari ELISA kiti (ELISA T. gondii serum screening, Institut Pourquier, Montpellier, France) kullanılmıştır. Toxoplasma gondii antijeni ile kaplanmış hazır kuyucuklara, buffer solüsyonu ile dilüe edilmiş (1/20 oranında) 200 µl serumlar eklenerek olası Toksoplasma antikorlarının antijenlere bağlanması amacıyla 37 °C de 60 dk süre enkübasyona bırakılmıştır. Bağlanmayan materyalin uzaklaştırılması amacıyla üç defa yıkama yapılmıştır. Antijen-antikor kompleksine bağlanacak tür spesifik enzim konjugatı (IgG-peroksidaz konjugat) eklenerek, 37 °C de 30 dk süre bekletilmiştir. Yıkama işleminin ardından substrat solüsyonu eklenerek oda ısısında 20 dk bekletilerek reaksiyon durdurma solüsyonu ilave edilmiştir. Reaksiyonun tamamlanmasının ardından, plakalar optik dansiteleri 450 Nm dalga boyunda (Biotek, Almanya) okutulmuştur. Değerlendirme kitin kullanım kılavuzuna göre gerçekleştirilmiştir evcil ruminantlar ve sürülerin çoban köpeklerinde T. gondii IgG seroprevalansı ile bu çiftliklerdeki kedi dışkılarında T. gondii benzeri ookist yaygınlığı birlikte araştırılmıştır. Materyal ve Metot Çalışma alanlarının özellikleri Hatay ili ılıman iklime sahip Doğu Akdeniz bölgesinde, 36°14 kuzey ve 36°10 doğu koordinatlarında yaklaşık 6000 km2 yüzölçümüne sahiptir.Güney ve doğuda Suriye, batıda Akdeniz, kuzey batıda Adana, kuzey doğuda Gaziantep ve Kilis ile komşudur. Biocoğrafik olarak Asi nehrinin içinde yer aldığı Amik ovası, Amanos ve Kızıl Dağlar ile kuşatılmaktadır. Dört mevsimin yaşandığı yörede bitkisel vejetasyon ve çeşitlilik yüksek seviyededir. Hatay ili sahip olduğu ekocoğrafik özellikleri ile hayvancılık yapılmasına oldukça müsait bir konumdadır. Türkiye’nin 13. en büyük nüfusuna sahip olan Hatay’da 2012 genel sayımlarına göre 1.480.571 kişi yaşamakta, 12 adet ilçesi ve 362 adet köyü bulunmaktadır. Yörede ihtiyaç duyulan hayvansal gıdaların üretilmesi ve gelir sağlanması amacıyla bölge halkı tarafından gittikçe artan düzeylerde hayvancılık yapılmaktadır. 2011 TÜİK verilerine göre yaklaşık 130.000 adet sığır, 127. 000 adet koyun ve 115.000 adet keçi yetiştirilmektedir (35). Çalışma alanı olarak belirlenen Hatay ilinin Dörtyol, İskenderun, Kırıkhan, Reyhanlı ve Samandağ ilçeleri ziyaret edilerek örneklenmiştir. Bu amaçla her ilçeden üç farklı köy olmak üzere toplam on beş farklı köyde, ikişer adet işletme ziyaret edilerek toplam otuz adet işletme ve civardaki meralar yerinde incelenmiştir. Bu çiftliklerden onunda sadece keçi, sekizinde koyun, altısında inek, dördünde koyun ve keçi, ikisinde ise karma üreticilik yapılmaktadır. İşletmelerin tümünde 1-3 adet köpek beslendiği tespit edildi. Bu işletmelerdeki sahipli ve yakın çevredeki doğal hayatta yaşayan sahipsiz kedilerin çiftlik ve meralardaki sürüngen, kemirgen, böcek ve bazı kanatlıları avladıkları, çevredeki su kaynaklarından yararlanarak işletmelerin gözden uzak korunaklı yerlerini yavrulama dönemlerinde kullandıkları belirlendi. Dışkı toplanması Kedilerden dışkı örneklerinin toplanması amacıyla süt işletmesi sahiplerinden ve çobanlardan kedilerin yavruladıkları yerleri tespit etmeleri istenerek, her işletmeden yaklaşık iki adet olmak üzere toplam 36 adet farklı dışkı örneği toplandı. Dışkının floatasyon metodu ile muayenesi Kedi dışkıları doymuş çinko klorür (262 mg/ml ZnCl2) solüsyonunda flotasyon metodu ile incelendi (36). Büyüklüğü 9–14 mm aralığındaki ookistleri içeren kedi dışkıları şüpheli kabul edilerek fotoğrafları çekildi. Kan alımı ve işlenmesi http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php Bulgular Hatay yöresinde T. gondii seroprevalansının hayvan türü, yaş ve cinsiyete göre dağılımı Tablo 1’de verilmiştir. Yapılan ELISA testi sonuçlarına göre ineklerin %60,9’u (112/184), köpeklerin %58,7’si (27/46) koyunların % 53,8’i (99/184), ve keçilerin %35,9’u (66/184) anti-T. gondii IgG antikorları bakımından seropozitif bulunmuştur. Dışkı örneklemesi yapılan 36 adet kedi dışkısının üçünde (%8,3) T. gondii benzeri ookist tespit edilmiştir (Şekil 2). Tablo 1: Hatay Yöresinde T. gondii seroprevalansının hayvan tür, yaş, cinsiyet dağılımı 40 Muz M.N. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ elde edilebilmektedir farklılıklar başlıca (42). kullanılan Sonuçlar arasındaki tekniğe, örnekleme metotlarına, hayvan türü ve sürü özelliklerine, parazitin biyolojik evresine, suşun virulansına ve araştırıcıların deneyimine bağlı olarak araştırmada hayvanlardaki değişebilmektedir. taşıyıcılık amacıyla, belirlenmesi Bu durumlarının Türkiye’deki diğer araştırmalarda da tercih edilen tanı metodu olarak Şekil 2: Kedi dışkısında tespit edilen T. gondii benzeri Ookist ELISA ve dışkı flotasyonu tekniği kullanılmıştır. Tartışma ve Sonuç seropozitifliği önceki araştırmalarda %53.0 - 93,5 İnsan ve hayvan sağlığının korunmasında yer alan arasında önemli epidemiyolojik basamaklar arasında, enfeksiyöz koyunlarda patojenlerin kaynaklarının belirlenmesi gelmektedir araştırmada %53.8; köpeklerde %54.3-96 aralığında (37). Toksoplazmozisin bulaşmasında rol oynayan bildirilirken patojen formlar toprak, su ve çeşitli besin maddelerinde edilmiştir. Buna göre toksoplazmozis seropozitifliğine (ör: çiğ süt ve et) fazlasıyla bulunmaktadır. Doğada dair keçi dışındaki bulgularımız daha önceki veriler ile bulunan T. gondii ookistlerinin belirlenmesinde çevresel uyumludur. örneklerin toplanması, etraftaki sayısız habitat göz hakkında önüne olarak araştırmalarda keçilerde en az %41 en fazla %82.5 çevredeki oranında seropozitifliğe rastlanmıştır (50-54). Mevcut deyişle araştırmada ise keçilerde %35,9 oranında seropozitiflik alındığında görülmemektedir. toksoplazmozis analitik Bu riskinin kontaminasyon bir yaklaşım nedenle, ya durumunun da başka belirlenmesinde Türkiye’de araştırılması pratik ve önemli bildirilirken mevcut araştırmada aralığında %42-94 çalışmamızda Türkiye’de yapılan Toksoplasma bildirilirken %58,7 olarak keçilerde araştırma %60.9; bu tespit toksoplazmozis sayısı azdır Bu tespit edilmiştir. çiftlik hayvanları, çoban köpekleri ve kedilerdeki Toksoplasma taşıyıcılığının sığırlarda Hatay yöresi seroprevalansının bir diğer keçilerinde T. gondii araştırmalara göre düşük bulunmasında, keçilerin dağ köylerinde beslenmesi, indikatör olarak kabul edilmektedir (12, 38-40). eden yöredeki kayalıklarda sık görülen maki bitki örtüsüne hayvanlardaki toksoplazmozis tanısında farklı metotlar sadece keçilerin erişebilmesi, koyun ve sığırların ise kullanılmaktadır. Serolojik tanıda kullanılan Sabin genellikle Feldman Dye testine ticari olarak erişilememesi, değerlendirilmektedir. Bu yetiştiricilerin sütten kesme deneyimli laboratuar dönemi sonrası sürüde yaptıkları seçimle en iyi dişi olarak oğlakları kendilerine ayırdıkları, geri kalanları sattıkları uygulanabilen ELISA testlerinin tercih edilmesine anlaşılmıştır. Üreticiler doğum öncesi ve sonrası yaşam neden olmaktadır (41). Enfeksiyonların akut tanısında sıkıntısı çeken ya da düşük verimli hayvanlarını satarak hayvan türlerine göre değişmekle birlikte ilk 2-4 olası hastalıklara karşı kısmi tedbir sağladıklarına haftadan 10-12 haftalık sürece kadar anti-T. gondii IgM inanmaktadırlar. Bu durumda sürüde en sağlıklı keçiler antikorları, kalacağı için hastalıklara rastlanma oranları da düşük İnsanlar güvenliğine için hayati araştırıcılara ihtiyaç ayrıca ve risk yüksek duyulması ileri teşkil pratik taşıyıcılık durumunun beslenmesinin rolü olabileceği olacaktır. belirlenmesi amacıyla anti-T. gondii IgG antikorları araştırılmaktadır. yerden enfeksiyonun Kedilerde T. gondii benzeri ookist tespiti özellikle gebeliğin hangi döneminde şekillendiğinin hakkında yapılan araştırma sayısı azdır. Bu konuda araştırılmasında kullanılmaktadır. Bu tetkiklere göre yapılan bir araştırmada Kaliforniya, Amerika’da %0,96 yapılan araştırmalarda farklı oranlarda seropozitiflik oranında pozitiflik bulunduğu bildirilmektedir (39). Avidite testi ise http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 41 Muz M.N. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Mevcut araştırmamızda bu oran %3,3 olarak tespit yapılmalıdır. edilmiştir. Oranlar arasındaki farkın örnekleme sayıları yetiştirilmesi, laktasyon eğrilerinin yükselmesi ve üstün arasındaki farktan ve değişik ekocoğrafik nedenlerden özellikte sağlıklı yavrular vermeleri ile doğru orantılıdır. kaynaklanabileceği bilimsel olasılıklar arasındadır. Bu Sütçü şekilde çayır hayvanların ve verimli meralarda şekilde otlatılan sütçü Bu araştırmada sütçü hayvanlarda T. gondii hayvanlarının üretim maliyetleri de önemli oranda seropozitifliğinin yaş ile doğru orantılı olarak arttığı düşmektedir. Ancak bu meraların sporlanmış T. gondii tespit edilmiştir (Tablo 1). Süt üretiminde kullanılan ookistleri hayvanların ortalama yavru ve süt verimlerinin bakım dolayısıyla ve beslemeye bağlı olarak belli bir yaşa kadar sürekli arttırmaktadır. Benzer olarak üretim maliyetlerini artması sürülerin bir yaşın üzerindeki dişi hayvanlardan azaltan, verim artışı sağlayan silajlık mısırın hasadı oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle sütçü esnasında konak tarla farelerinin biçerdöver tarafından sürülerde yaşlı hayvan oranı daha fazladır. Gebelik ve parçalanarak T. gondii kistlerini içeren doku ve laktasyon dönemleri gibi immün sistemi kısmi olarak organların silaja karışabileceği bilinmektedir. Silaj baskılayan fizyolojik olaylar dişi hayvanları erkeklere depolarının hasat döneminde T. gondii kistlerini içeren göre daha fazla riske sokmaktadır. Bu durumda yaşlı ve ölü farelere ait doku ve enfekte kedi dışkıları ile dişi hayvanların sayısı arttıkça taşıyıcılığın artması da kontamine olabileceği bilinmekte, pratik bir çözüm yolu normal olarak kabul edilmektedir. bulunamamaktadır. ile bulaşık insanlarda olması ruminantlarda Toksoplazmozis riskini ve de Bu araştırmada T. gondii taşıyıcılığının Hatay Sonuç olarak üretilen sütün ve etin birim yöresi süt hayvanlarında ve köpeklerde yoğun olarak maliyetini düşüren avantajlı hayvan besleme usulleri, bulunduğunu göstermiştir. Ancak yörede T. gondii hastalıkların bulaşmasında rol oynayan vektör ve enfeksiyonlarına bağlı yavru kayıpları ile verim etkenler düşüklüğünün ekonomik boyutları hakkında yapılmış doğurmaktadır. Bu amaçla atık yavrular, ölü hayvanlar, her hangi bir araştırmaya rastlanmamıştır. Serolojik kesim artıkları gibi materyaller, çevredeki doğal ara olarak yüksek bulunan araştırma sonuçlarına “ Tek tıp, konak kemiricilerin ulaşamaması için gömülmek yerine Tek sağlık” penceresinden bakıldığında, durumun mutlaka yakılarak imha edilmelidir (43, 44). ile mücadele etme zorunluluğunu toplum ve çevre riski nedeniyle önemli olduğu Bunun yanında hayvan pazarlarından satın anlaşılmaktadır. Bu gibi hayvanların et ve sütlerinin alınarak ya da ithal edilerek sürüye dışarıdan katılan mutlaka tüketilmesi hayvanların önce Toksoplasma varlığı yönünden kontrol gerekmektedir. Evcil ruminantların başlıca oral yolla edilmesi, atık yapan gebe hayvanların ve aşımda enfekte oldukları düşünüldüğünde çevredeki ookist kullanılan erkeklerin aşım mevsimi öncesi mutlaka test kirliliğinin de yüksek düzeyde olduğu bu durumun halk edilmesi ve pozitif bulunan hayvanların sürüden sağlığını doğrudan ilgilendiren biyolojik bir risk çıkarılması gerekmektedir (45, 46). usulüne uygun olarak oluşturduğu anlaşılmaktadır. Sürülerdeki çoban köpeklerinin tüm gece merada Hatay yöresinde üretilen keçi sütleri çiğ olarak çobanların yanında sürüyü bekledikleri, bazen kırsal özellikle dondurma üreticilerine satılmaktadır. Bunun alandaki dışında kalan koyun ve keçi sütlerinin ise halk elinde öğrenilmiştir. Köpeklerde cinsel üreme, transplasental yöreye özgü taze peynir, lor, çökelek ve yoğurt ve galaktojen yollar ile bulaşma gerçekleşebilmektedir üretiminde (48, kullanıldığı belirlenmiştir. İnek 49). sahipsiz Sahipli köpekler çoban ile temas köpeklerinin kurdukları çayır ve yetiştiricilerinin genellikle çevredeki mandıralara çiğ süt meralardaki sahipsiz köpeklerle çiftleşmesi ya da tedarik ettikleri tespit edilmiştir. İnsan tüketimi için köpeklerin ara konakları avlaması ile parazitin silvatik üretilen sütlerin mutlaka uygun ısıl işlemlerden döngüdeki suşları şehir döngüsüne karışmaktadır. Bu geçirildikten sonra tüketilmesi için bilinçlendirme http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 42 Muz M.N. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ durum parazite karşı gelişen bağışıklığı ve etkenin işlemlerinin kedi odasında yapılması, bu odalarda virulansını değiştirmektedir (44). kullanılan Evcil kediler bakımlarının kolay, malzemelere özellikle yüksek risk insancıl gurubundaki gebe bayanların ve çocukların çıplak el ile özelliklerinin fazla olması sebebiyle popüler hobi dokunmamaları, hijyen kurallarına riayet etmeleri hayvanları arasına girmiştir. Ancak evde yaşayan gerekmektedir. Kedilerin hazır mamalar ile beslenmesi, kedilerin ara sıra sokak kedileri ile, sokak kedilerinin de et ürünlerinin mutlaka yeterince pişirilerek yedirilmesi yaban hayatındaki kediler ile temas kurması olası ve ev dışına çıkarılmadan önce yeterince beslenmeleri Toksoplazmozis riskini arttırmaktadır. Bu çiftliklerde sağlanmalıdır. Sahiplenilen kedilerin ise parazitolojik barınaklara ve evlere girip çıkan kedilerin bulunduğu, kontrol, hayvanların yemlik ve suluklarında gezindikleri ve kaybedilmeden yaptırılması gerekmektedir (50-54). doğal avlanma yoluyla beslendikleri tespit edilmiştir. Kaynaklar Kemirgen ve böceklere karşı doğal mücadele aracı 1. Dubey J.P. (2009). Toxoplasmosis of animals and humans. Second editiom. CRC press. Boca Raton, USA. 2. Montoya J.G., Liesenfeld O. Toxoplasmosis. Lancet. 363:1965–76. 3. Tenter A.M., Hcekeroth A.R., Weiss L.M. (2000). Toxoplasma gondii: from animals to humans. Int. J. Parasitol. 30:1217-1258. 4. Lelu M., Langlais M., Poulle M.L., Gilot-Fromont E. (2010). Transmission dynamics of Toxoplasma gondii along urban – rural gradient. Theor. Popul. Biol. 78:139-147. 5. Dubey J.P. (2009). Toxoplasmosis in sheep--the last 20 years. Vet Parasitol. 7;163 (1-2) :1-14. 6. Moreaes E. (2010). Toxoplasma gondii detection in the semen of naturally infected sheep. Vet. Bras. 30 : (11) 915-917. 7. Marques P.X., O'Donovan J., Williams E.J., Markey B.K., Nally J.E. (2012). Detection of Toxoplasma gondii antigens reactive with antibodies from serum,amniotic, and allantoic fluids from experimentally infected pregnant ewes. Vet Parasitol. 30;185(2-4):91-100. 8. Gutierrez J., O'Donovan J., Williams E., Proctor A., Brady C., Marques P.X. (2010). Detection and quantification of Toxoplasma gondii in ovine maternal and foetal tissues from experimentally infected regnant ewes using real-time PCR. Vet Parasitol. 27;172(1-2):8-15. 9. Duncanson P., Terry R.S., Smith J.E., Hide G. (2001). High levels of congenital transmission of Toxoplasma gondii in a commercial sheep flock. Int J Parasitol. 31(14):1699-703. olarak benimsenen kedilerin çiftliklerdeki samanlıklar, yem depoları, silaj havuzları ve su kaynakları gibi alanlarında gezinmeleri engellenmelidir (44). Bu kediler yırtıcılardan korunabilmek ve mevsim şartlarından etkilenmemek amacıyla çiftliklerdeki gözden uzak korunaklı yerlerde yavru doğurup besleyebilmektedir. Bu gibi yerlerin tespit edilerek dışkıların toplanması ve yakılarak imha edilmesi kedilerin dışkılarını gerekmektedir. meyve sebze Erişkin bahçelerine gömmeleri, toprak bakım zamanı ve sulama esnasında kontaminasyona neden olmaktadır. Bahçe işlerinde çalışan insanların çıplak el ile çalışmamaları, meyve ve sebzelerin etkili olacak şekilde yıkanmaları gerekmektedir. Ayrıca dışkısını gömme alışkanlığı bulunmayan kedi dışkılarının su, rüzgar, böcekler ve hayvan hareketleri ile çevreye yayılması enfeksiyon riskini arttırmaktadır. Kedilerin dışkı partiküllerinin vücudun farklı yerlerine bulaşıp kuruması, birikmesi, kedilerin yalanma ve boğuşmaları esnasında bu gibi ookistleri birbirlerine ve çevreye bulaştırmaları, insanların bu gibi kedileri okşayarak sevmesi ancak hijyen kurallarını ihmal etmesi, kedilerin yemek yenilen yerlere doğrudan erişmeleri hastalığın bulaşmasında olası riskleri arttıran faktörlerdir (13, 40, 49). Sahipli kedilerin kum küvetlerinin defekasyonu takiben usulüne uygun şekilde dezenfekte edilerek yeni kum ile doldurulması, taze dışkıların çevresel kontaminasyon riski nedeniyle mutlaka usulüne uygun uygulaması ve aşılarının vakit (2004). 10. Owen M.R., Clarkson M.J., Trees A.J. (1998). Diagnosis of toxoplasma abortion in ewes by şekilde ve bekletilmeden imha edilmesi gerekmektedir. Tüy döken kedilerin temizlik, bakım ve taranma http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php ilaç 43 Muz M.N. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Rec. Testi İle Toxoplasma gondii’nin Seroprevalansı. YYÜ Vet Fak Derg.18(2):1-4 11. Ferreira M.S. (2000). Infections by protozoa in immunocompromised hosts. Mem Inst. Oswaldo Cruz.;95 Suppl 1:159-62. 22. Yıldız K., Duru S.Y., Babür C., Karaca S. (2009). Seroprevalence of Neospora caninum and Coexistence with Toxoplasma gondii in Dogs. Türkiye Parazitoloji Dergisi, 33 (2): 116 – 119. polymerase chain 25;142(17):445-8. 12. reaction. Vet Dumtre, A., Darde M.L. (2003). How to detect Toxoplasma gondii oocysts in environmental samples? FEMS Microbiology Reviews 27:651-661. 23. Akca A., Mor N. (2010). Seroprevalance of T. gondii in cattle in the province of Kars, Turkey as determined by ELISA. Journal of Animal and Veterinary Sciences. 9(5)876-878. 13. Robert-Gangneux F., Dardé M.L. (2012). Epidemiology of and diagnostic strategies for toxoplasmosis. Clin Microbiol Rev. 25(2):264-96. 24. Aktaş M., Babür C., Karaer Z., Dumanlı N. (2000). Elazığ yöresinde sığırlarda Sabin-Feldman (SF) Testi ile Anti-Toxoplasma gondii Antikorlarının Belirlenmesi. Turk J Vet Anim Sci. 24 535-538. 14. Miller M.A., Conrad P.A., Melli A.C., Harris M., Worcester K, Grigg M.E., (2008). Type X Toxoplasma gondii in a wild mussel and terrestrial carnvivores from coastal California: New linkages between terrestrial mammalsi runoff and toxoplasmosis of sea otters. Int. J. Parasitol. 58:928-937. 25. Karagenç T., Ertabaklar H., Ulutaş B., Aypak S., Ertuğ S. (2005). Aydın Yöresinde Sığırlarda Toxoplasma gondii´nin Seroprevalansı. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 16 ,67-70. 15. Elmore S.A., Jones J.L., Conrad P.A., Patton S., Lindsay D.S., Dubey J.P. (2010). Toxoplasma gondii: epidemiology, feline clincial samples and prevention. Trends parasitol. 26:190-196. 26. Öcal N., Babür C., Çelebi B., Kılıç S. (2008). Kırıkkale Yöresinde Süt Sığırlarında Brusellozis, Listeriozis veToksoplazmozis’in Seroprevalansı ve Birlikte Görülme Sıklığı. Kafkas Üniv Vet Fak Derg. 14 (1): 75-81. 16. Dubey, J. P. (1997). Toxoplasma, Hammondia, Besnotia, Sarcocystis, and other tissue cystforming coccidia of man and animals, p. 101–237. In J. P. Krier (ed.), Parasitic protozoa, vol. 3, Academic Press, New York, N.Y. 27. Nalbantoğlu S., Vatansever Z., Deniz A., Babür C., Çakmak A., Karaer Z., Korudağ E. (2002). Türk Cumhuriyetinde Sabin-Feldman (SF) ve Indirekt Floresan Antikor (IFA) Testleri ile Sığırlarda Toxoplasma gondii’nin Seroprevalansı. Turk J Vet Anim Sci. 26: 825-828. 17. Gıcık Y., Sarı B., Babür C., Çelebi B(2010). Kars Yöresinde Köpeklerde T. gondii ve L. monocytogenes’in Seropozitifliği. Parazitoloji Dergisi, 34(2):86-90. 18. İçen H., Babür C., Çelebi B., Özkan Diyarbakır Bölgesindeki Sahipsiz Toxoplasmozis, Leishmaniasis ve seroprevalansı. Türkiye Dergisi,34(1):610. 28. Acici M., Babur C., Kilic S., Hokelek M.., Kurt M. (2008). Prevalence of antibodies to Toxoplasma gondii infection in humans and domestic animals in Samsun province, Turkey. Trop Anim Health Prod. 40(5):311-5. A.T. (2010). Köpeklerde Listeriozisin Parazitoloji 29. Babür C., Esen B., Bıyıkoğlu G. (2001). Yozgat’ta Koyunlarda Toxoplasma gondii’nin Seroprevalansı. Turk J Vet Anim Sci. 25: 283-285. 19. Kılıç S., Babür C., Özkan A.T., Mamak N. (2008). Investigation of Anti-Toxoplasma gondii and AntiLeishmania infantum Antibodies among Sivas Kangal Dogs. Turk. J. Vet. Anim. Sci. 32(4): 299304. 30. Sevgili M., Babür C., Nalbantoğlu S., Vatansever Z. (2003). Determination of Seropositivity for Toxoplasma gondii in Sheep in Şanlıurfa Province. Turk J Vet Anim Sci. 29 : 107-111. 20. Şimşek S., Ütük A.E., Babür C., Köroğlu E. (2006). Kocaeli Yöresi Köpeklerinde Toxoplasma gondii Seroprevalansı. Türkiye Parazitoloji Dergisi, 30 (3): 171-174. 31. Aktaş M., Babür C., Karaer Z., Dumanlı N. (2000). Elazığ yöresinde sığırlarda Sabin-Feldman (SF) Testi ile Anti-Toxoplasma gondii Antikorlarının Belirlenmesi. Turk J Vet Anim Sci. 24:535-538. 21. Babür C., Göz Y., Altuğ N., Özkan A.T., Kılıç S. (2007). Van İli Köpeklerinde Sabin-Feldman Boya http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 44 Muz M.N. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 32. Öncel T., Vural G., Babür C., Kılıç S. (2005). Detection of Toxoplasma gondii Seropositivity in sheep in Yalova by Sabin Feldman Dye Test and Latex Agglutination Test. Türkiye Parazitoloji Dergisi, 29 (1): 10-12. 45. Kellar J.A. (1993). The application of risk analysis to international trade in animals and animal products. Rev. sci. tech. Off. int. Epiz. 12 (4): 1023-1044. 46. Hauser R., Breidenbach E., Thür B., Griot C., Engels M., Stärk K. (2004). Import risk analysis in animal disease control. Berl Munch Tierarztl Wochenschr. 117(5-6):188-92. 33. Çiçek H., Babür C., Eser M.(2011). Seroprevalence of Toxoplasma gondii in Pırlak Sheep in the Afyonkarahisar Province of Turkey. Turkiye Parazitol Derg. 35: 137-9. 47. Bresciani K.D., Costa A.J., Toniollo G.H., Luvizzoto M.C., Kanamura C.T., Moraes F.R., Perri S.H., Gennari S.M. (2009). Transplacental transmission of Toxoplasma gondii in reinfected pregnant female canines. Parasitol Res. 104(5):1213-7. 34. Karatepe B., Babür C., Karatepe M., Kiliç S. (2008). Prevalence of Toxoplasma gondii antibodies and intestinal parasites in stray cats from Nigde, Turkey. Ital. J. Anim. Sci. 7:113-118. 35. Türkiye İstatistik Kurumu. (2011). Seçilmiş göstergelerle Hatay. TÜİK matbaası. Ankara. 48. Arantes T.P., Lopes W.D., Ferreira R.M., Pieroni J.S., Pinto V.M., Sakamoto C.A., Costa A.J. (2009) Toxoplasma gondii: Evidence for the transmission by semen in dogs. Exp Parasitol. 123(2):190-4. 36. Schares G., Pantchev N., Barutzki D., Heydorn A.O., Bauer C., Conraths F.J. (2005). Oocysts of Neospora caninum, Hammondia heydorni, Toxoplasma gondii and Hammondia hammondi in faeces collected from dogs in Germany. Int J Parasitol. 35(14):1525-37. 49. Hough R.L. (2007). Soil and Human Health. An epidemiological review. European Journal of Soil Science. 58, 1200–1212. 37. Beaglehole R., Bonita R., Kjellstrom T. (1993). Basic Epidemiology. Geneva: WHO. 50. Babur C., Piskin F.C., Bıyıkoğlu G., Dundar B., Yarali C. (1999). Eskisehir Cifteler harasi Ankara Kecilerinde Anti-Toxoplasma gondii antikorlarının Sabin-Feldman Dye Test (SFDT) ile araştirilmasi. Turkiye Parazitol Derg. 23(1):72-74. 38. Yan C., Fu L.L., Yue C.L., Tang R.X., Liu Y.S., Zheng K.Y. (2012). Stray dogs as indicators of Toxoplasma gondii distributed in the environment: the first report across an urban-rural gradient in China. Parasit Vectors. 5:5-15. 51. Yagci S., Babur C., Karaer Z., Cakmak A. (1997). Ankara yoresinde kecilerde Toxoplasmosis. Etlik Vet Mikrobiyol Derg. 1(9): 94-98. 39. Dabritz H.A., Miller M.A., Atwill E.R., Gardner I.A., Leutenegger C.M., Melli A.C., Conrad P.A. (2007). Detection of Toxoplasma gondii-like oocysts in cat feces and estimates of the environmental oocyst burden. J Am Vet Med Assoc.231(11):1676-84. 52. Karatepe B., Babur C., Karatepe M., Cakmak A., Nalbantoglu S. (2004). Seroprevalance of toxoplasmosis in sheep and goats in the Nigde province of Turkey Indian Vet J 81: 974-976. 53. Babur C., Inci A., Karaer Z. (1997). Çankırı yöresinde koyun ve kecilerde Toxoplasma gondii seropozitifliğinin Sabin-Feldman boya testi ile saptanmasi. Türkiye Parazitol Derg. 21(4): 409412. 40. Dabritz H.A., Conrad P.A. (2010). Cats and Toxoplasma: implications for public health. Zoonoses Public Health. 57(1):34-52. 41. Robert-Gangneux F., Dardé M.L. (2012). Epidemiology of and diagnostic strategies for toxoplasmosis. Clin Microbiol Rev. 25(2):264-96. 54. Ural K., Çelebi B., Babür C., Kılıç S. (2009). Seroprevalence of Listeriosis, Toxoplasmosis and Brucellosis in Saanen X Kilis and Angora Goats in Ankara. F.Ü.Sağ. Bil.Vet.Derg. 23 (2): 79 – 82. 42. Yazar S., Yaman O., Şahin İ. (2005). Toxoplasma gondii Seropozitif Gebelerde IgG-Avidite Sonuçlarının Değerlendirilmesi. Acta Turcica Parasitologica. 29(4) 221-223. 43. Opsteegh M. (2011). Toxoplasma gondii in animal reservoirs and the environment. Dissertation. RIVM, Bilthoven. Netherlands. 44. Djakovic D.O. (2012). Toxoplasmosis – Recent Advances. Intech prepress. Croatia. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 45 AVKAE Derg. 2013, 3(1),46-50 Araştırma Makalesi/Research Article ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- An investigation of Visna-Maedivirus Infection in Şanlıurfa Province, Southeast Anatolia,Turkey Metin GÜRÇAY1 Ayşe PARMAKSIZ1 ¹ Elazığ Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, Elazığ Geliş tarihi/Received: 15.7.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 10.9.2013 -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Abstract Visna/maedi virus (VMV) infection is a problematic infection in sheep, and presence of the infection has been detected all over Turkey in different proportions. Nearly a quarter of the sheep population are bred in the South-East Anatolia region, and Şanlıurfa is the biggest province in this region. The aim of this study is to investigate VMV infection in both ordinary traditional small enterprises and stud animal flocks. Out of 13 investigated private small enterprises using indirect ELISA, positivity was detected in only 5, with rates between 11.5% and 66.6%. In total, 9.8% (15/153) was found to be positive. In an organised flock where VMV symptoms were observed for one year, all of the animals that were older than 6 months were sampled and 23.2% of them (199/858) tested positive. Positivity proportion showed a regular increase by age. In total, out of 1,011 sheep samples, 214 (21.1%) were found to be positive. As a result, distribution of VMV was determined to be more widespread than expected. Preventive studies were started in the stud flock after the study. Anahtar Kelimeler: South-East anatolia, Sheep,Visna-Maedi Virus, Turkey Türkiye’de, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Bulunan, Şanlıurfa İlinde Visna-Maedivirus Üzerine Bir Araştırma Özet Visna/maedi virus (VMV) enfeksiyonu koyunların problemli bir enfeksiyonudur. Türkiye’de enfeksiyonun varlığı değişik bölgelerde ve değişik oranlarda ortaya konulmuştur. Türkiye’de koyun yetiştiriciliğinin yaklaşık dörtte biri Güneydoğu Anadoluda yapılmaktadır. Bölgede yetiştiriciliğin yapıldığı en büyük il Şanlıurfa dır. Araştırmanın amacı, bölgede geleneksel özel küçük işletmeler ve damızlık işletmelerde VMV enfeksiyonunu araştırmaktır. 13 geleneksel özel küçük işletme indirect ELİSA test ile incelendi 5 inde %11.5 ile %66.6 arasında değişen oranlarda pozitiflik bulundu. Toplamda %9.8 (15/153) pozitiflik bulundu. Bir yıl VMV semptomları gösteren ve 6 aylıkdan büyük hayvanların bulunduğu organize bir sürüden numuneler alındı ve test edildi. %23.2 (199/858) pozitif bulundu. Pozitiflik oranlarının yaşın artmasıyla düzenli olarak arttığı görüldü. Toplamda 1011 koyun numunesinden 214 (%21.1) Bu sonuçlara göre VMV enfeksiyonu umulandan daha yüksek oranda yaygın olduğu ortaya konuldu. Damızlık sürülerde hayvanlar damızlığa ayrıldıktan sonra, koruyucu önlem çalışmaları başlatılmalıdır. Key Words: Güneydoğu anadolu, Koyun, Visna-Maedi virus,Türkiye -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------accomplished in 1957 by Sigurdsson (5). The agent is a Introduction lentivirus in the Retroviridaefamily. VMV and the very Visna-Maedi virus (VMV) infection in sheep has similar Caprinearthritisencephalitis virus (CAEV) are been the cause of important economic loss due to classified as small ruminant lentiviruses wasting and health disorders (1,2) in many countries of (SRLV).Comparison of gag and pol sequences of SRLV the world, especially where organised dairy breeding is has revealed the presence of four new types (A-D). performed (3) . Very few countries are free from There are at least 7 subtypes in group A, and group B infection like Australia and New Zealand (4).This fatal contains two subtypes. Until now, subtypes A5, A7, B1 infection was first described in 1954 by Bjorn and groups C and D have been isolated only from goats. Sigurdsson in Iceland, later Maedi-Visna virus was the Subtypes A1 and A2 have been isolated only from first lentivirus to be isolated and characterized, Yazışma adresi/Correspondance: Metin GÜRÇAY, Elazığ Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, Elazığ – TÜRKİYE, E-posta: [email protected] Gürçay M. ve Parrmaksız A. AVKAE Derg. 2013, 3(1),46-50 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ weakness in the back legs were clearly observed in the affected sheep of every age, and particularly the 6month-old and 3-year-old ones. Animals were died after 2-3 days up to nearly 1 month after showing the symptoms. Post-mortem macroscopic examination had previously been applied to some sheep and the prominent affected organ was the lungs. The colour of the lung had become grey-black and mostly only one lob was affected. VM-related clinical findings were observed in some sheep during sampling. All of the 6month-old and above sheep were sampled in this flock (n=858). The body condition scores (BCS) of the sampled sheep were not recorded individually in this flock but nearly 10-15% of the sheep were at lower levels which were clinically normal. All sampled sheep from the small flock’s BCS values were within normal measurements. Totally, 1011 sheep were sampled during this study. Serological test A commercial indirect ELISA kit for MaediVisna/CAEVSero-diagnosis (anti-p28 protein) (InstitutPourquier, France) was utilized for to test the serum samples. The test was performed according to the manufacturer’s instructions and plates were read with an ELISA reader (ELX800 Absorbance Microplate Reader Bio-Tek) at 450 nm.The results were calculated according to the instructions. sheep, while subtypes A3, A4, A6, and B2 have been isolated from both species (6,7). SRLV leads to persistent infection like all other retroviruses that have many unique features and complex replicative characteristics.They are known to create slow, progressive and fatally lymphoproliferative diseases in target organs, mainly in the joints, lungs, mammary glands and brain (8). Most cells, especially lymphocytes, contain viral genomes but do not produce infectious virus for a long time. Eventually, increased viremia, more severe disease and death are inevitable. The infections are mostly transmitted via lymphocyte transfer. Incubation can be prolonged up to 6-7 years but the main factor determining the incubation period is age. Characteristic clinical signs of the diseases like chronic weight loss and exercise intolerance leading eventually to respiratory distress and death could be seen generally after 2-3 years after the infection of virus (2,9). VMV is a prevalent disease in many parts of the world (3,10,11,12,13). Presence of VMV has been known since the mid1970’s in Turkey (14). In the latest studies VMV presence has been reported to be 26.7% (168/628) in different locations in Anatolia (15), 23.5% (137/583) in northern Turkey (16) and 15.3% in Istanbul province (17). The South-east Anatolia region is one of the prominent places in terms of sheep breeding due to its geographical features. The aim of this study was to investigate the VMV infection in private small-medium scale farms in the Şanlıurfa, which is one of the provinces with intensive sheep farming in South-east Anatolia, Turkey. Results According to the results of the serological tests of 13 private small flocks, positivity was detected in only 5, at rates between 11.5% and 66.6%. In total, a 9.8% (15/153) value was detected. Materials and Methods Table 1. Test results for Visna-Maedi Virus infection in small private enterprises Tablo 1.Küçük özelişletmelerdekiVisna-Maedi infeksiyonu test sonuçları Sampled Animals To determine the prevalence of the VisnaMaedivirus infection in private flocks, blood serum samples were collected from 13 different small-medium scale sheep flocks and 1 stud flock. In family type flocks, the numbers of breeding sheep were between 4 and 150 in the sampled flocks, and in total 153 sheep were sampled in summer 2010. All the sheep were clinically normal at the time of sampling. According to the information obtained from the flock owners, VMV infection-related symptoms had not been observed before. VM-related typical symptoms were detected from the largest flock investigated in this study. Health records for this flock were kept for last one and half years. According to the records, 4 to 6 sheep died every month for nearly the lastone year. Progressive weakness, coordination disorders, cough, fur loss and http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php In the only organised flock, out of 858 sheep samples 199 (23.2%) were determined as positive. As 47 Gürçay M. ve Parrmaksız A. AVKAE Derg. 2013, 3(1),46-50 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ related disorders had not been observed in these animals before. The infection was also investigated in terms of typical VMV symptoms observed in an organised stud animal breeding flock. All animals above 6 months old were sampled for serological screening and 23.2% (199/858) positivity was detected. Proportions were shown to increase relative to age, 3.5%was determined in the animals between 6 months old and 1 year old, 21.4% in the 2-year-old group, and 44.9% in the 3years-old and above group. This dramatic distribution was also supported by statistical analysis. Maternal antibody presence creates false results so test results of these animals were accepted as unreliable. Therefore animals younger than 6 months old were not tested in this flock. Flock records were retrospectively investigated; all animals from a bigger stud flock which had been positive were collectedand no any other sheep entered the flock later on. The source of the infection was clarified and eradication was proposed for these flocks. Many European countries have reported the infection with different proportions. Presence of SRLV has been known since 1862 in the Netherlands (12) . VMV has been quite prevalent in North America. According to a survey conducted in the United States and Canada, seropositivity was determined in 61% of a flock of 575. Out of 46,817 tested sheep, 27% were reported to be positive (3). In Germany, in total 2,229 blood samples from 70 farms were tested and 28.8% of the animals and 51.2% of the herds were reported as positive(11). There is quite limited information for the neighbouring countries of Turkey. The infection has been reported in Iran(13). In Syria, 6% of 1,445 sheep were detected to be positive(10). There is no definite information about the first entrance of the VMV infection into Turkey but the first report refers to 1975(14).Virus isolation and classification have not been reported so far in Turkey but the latest reports show that the infection is widespread in nearly the whole country even though proportions are not very high. Albayrak et al. (16) testeda total of 583samples in the northern provinces. Positivity rates were 19.4% in Samsun, 15.4% in Sinop, 25.8% in Ordu, 26.7% in Trabzon, 36.7% in Rize, 69.0% in Amasya, 35.0% in Tokat, while all of the samples (n=153) were negative from Giresun province.A total rate of 23.5% (137/583) was detected. In another study carried out in Central Anatolia (18), out of 279 sheep, 54 (19.4%) were found to be positive, while 5 sheep were also detected as being antigenpositive. Preziuso et al. (17) reported a VMV infection rate of 15.3% in Istanbul province, and the positivity proportion in adult sheep (1≥) was found to be 5 time can be seen in Table 2, positivity distribution according to the age group shows dramatic changes. While a value of only 3.5% (14/395) was observed in the first group (6 mo.- 1 years old), the proportion reached 21.4% (21/98) in the sheep nearly 2 years old. As can be expected, the proportion was highest (44.9%) in the oldest group of sheep. Table 2. Test results for Visna-Maedi Virus infection in the organised flock Tablo 2. Organize sürüde Visna-Maedi infeksiyonu test sonuçları Statistical analysis The test results of the animals from organised farms were statistically analysed. According to the chisquare method, differences between sheep under 1 years old and those above were found to be significant (χ2 =158.65; p<0.001, 95% CL). Another data evaluation was made for 3 groups (6 mo-1 year old, nearly 2 years old, and 3 year old and above). Significant differences was also determined among these 3 groups (Table 2) (χ2 =182.60; p<0.001, 95% CL).These results show that VMV positivity increased with age. Discussion The South-East Anatolia region has been one of the prominent are as for small ruminant breeding, especially sheep farming for centuries. Nearly a quarter of the sheep flocks are in this region. Climatictopographical features and the presence of large rural areas render the region very suitable for sheep breeding, as do consumption trends in this area as well. Şanlıurfa province is the largest province in this region. In this study, VMV infection was investigated both in small family type flocks and an organised enterprise in Şanlıurfa province. For this purpose, 153 blood serum samples were obtained from 13 randomly selected small private sheep flocks and 1 organised farm with typical VMV symptoms observed for nearly one year period. According to the results of the indirect ELISA test, out of 13 small farms, 5 were found to be positive with rates between 11.5% (3/26) and 66.6% (2/3). Totally 15 (9.8%) were detected to be positive. All animals were clinically normal at the time of sampling, despite the absence of regular health records. According to information received from the flock owners, VMV- http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 48 Gürçay M. ve Parrmaksız A. AVKAE Derg. 2013, 3(1),46-50 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ shigher than in young animals. Karaoglu et al. (15) checked 825 sheep samples from small private enterprises in 8 provinces in Anatolia and VMV positivity was detected in 5 provinces, in total 2.6% of the samples were positive. Eradication programs have been established in many countries of the world (19,20) . A national eradication program has not been implemented in the countries like Turkey; herd- based control studies have emerged as the only option. Understanding the transmission dynamics is crucial in order to implement control strategies (19). VMV is mainly transmitted from mother to offspring through milk. It has also been suggested that prolonged contact between adult animals facilitates VMV transmission. Two-meter separation between animal pens is sufficient to prevent SRLV transmission in goats (21). In addition, fomite exposure through the oronasal cavity during feeding and drinking water also carries risks (9,22) . All of the studied flocks had been grazing in the field virtually all years so contact transmission also creates a contamination risk. Furthermore, uncontrolled animal participation in the flocks is an almost routine practice in non-organized flocks. If these two conditions are ignored, flock-based eradication will not get very far.There is no vaccine or fully successful treatment against infection. The most important point is to give necessary information and extensive support to herd owners. There are many small family type flocks in the region. It seems that the control of the VMV infection in the region cannot be accomplished without countrywide eradication actions. However, especially considering especially the mid- and long-term future economic losses, getting VMV under control is an obligation. References 1. Dohoo IR, Heaney DP, Stevenson RG, Samagh BS, Rhodes CSİ (1987). The effects of maedi-visna virus infection on productivity in ewes. PreventiveVeterinaryMedicine., 4, 471–484. 2. Keen JE, Hungerford LL, Littledike ET, Wittum TE, Kwang J (1997). Effect of ewe ovine lentivirusinfection on ewe and lamb productivity. Preventive Veterinary Medicine 30, 155–169. 3. Keen JE (1994). The epidemiology of ovine progressive pneumonia (ovine lentivirus): diagnosis, risk factor analysis, and production effects in sheep at the US Meat Animal Research Center. Ph.D. Dissertation.University of Illinois, Urbana–Champaign. 4. Brodie SJ, de la Concha-Bermejillo A, Snowder GD, Demarquest J(1998). Current concepts in the epizootiology, diagnosis, and economic importance of http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php ovine progressive pneumonia in North America: a review. Small Ruminant Research 27, 1–17. 5. Straub OC (2004). Maedi-Visna virus infection in sheep. History and present knowledge. Comp. Immunol.Microbiol. Infect. Dis., 27: 1-5. 6. Shah C, Huder JB, Böni J, Schönmann M, Mühlherr J, Lutz H, Schüpbach J (2004) a. Direct evidence for natural transmission of Small-Ruminant Lentiviruses of subtype A4 from goats to sheep and vice versa.Journal of Virology, 78, 7518-7522. 7. Shah CA, Böni J, Huder JB, Vogt HR,Mühlherr J, Zanoni R, Miserez R, Lutz H, Schüpbach J: (2004) b. Phylogenetic analysis and reclassification of caprine and ovinelentiviruses based on 104 new isolates: evidencefor regular sheep-to-goat transmission and world-wide propagation through livestock trade. Virology 319,12–26. 8. Radostits OM, Gay CC, Blood DC, Hinchcliff KW (2000). VeterinaryMedicine.W.B. Saunders, London. 9. Houwers DJ (1990).Economic importance, epidemiology and control. In: MaediVisna and Related Diseases, pp. 83–117. 10. Giangaspero M, Tabbaa D, Nishikawa H., Vanopdenbosh E (1993): Epidemiological survey of the MaediVisna(MV) virus in Syrian Awassi sheep.RevueD'élevageet de MédecineVétérinaireDesPaysTropicaux., 46:431-434. 11. Hüttner K, Seelmann M, Feldhusen F (2010). Prevalence and risk factors for Maedi-Visna in sheep farms in Mecklenburg-Western-Pomerania.Berl. Munch.Berl Munch TierarztlWochenschr, 123,463-467. 12. Van Maanen C, Brinkhof JM, Moll L, Colenbrander B, Houwers DJ (2010). Aspects of the epidemiology, research, and control oflentiviral infections of small ruminants and their relevance to Dutch sheep and goat farming.Tijdschr.Diergeneeskd., 135,600-603. 13. Azizi S, Tajbakhsh E, Fathi F, Oryan A, Momtaz H, Goodarzi M (2012). Maedi in slaughtered sheep: a pathology and polymerase chain reaction study in south western Iran. Tropical Animal Health and Production., 44:113-118. 14. Alibaşoğlu M, Arda M (1975). Koyun pulmoneradenomatosis’inin Türkiye’de durumu ile patolojisi ve etiyolojisinin araştırılması.Tubitak-VGAH Yayınları, 273/4,111. 15. Karaoglu T, Alkan F, Burgu I (2003). Küçük aile işletmelerindeki koyunlarda maedi-visna enfeksiyonunun seroprevalansı. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, 50, 123-126. 49 Gürçay M. ve Parrmaksız A. AVKAE Derg. 2013, 3(1),46-50 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 16. Albayrak H, Yazici Z, OkurGumusova S, Ozan E (2012). Maedi-visna virus infection in Karayaka and Amasya Herik breed sheep from provinces in northern Turkey.Tropical Animal Health and Production. DOI 10.1007/s11250-011-9996-9. 17. Preziuso S, Or ME, Giammarioli M, Kayar A, Feliziani F, Gonul R, Farneti S, ParkanYaramış C, Valente C, Cuteri V (2010). Maedi-visna virus in Turkish sheep: a preliminary serological survey using ELISA tests. TurkishJournal of Veterinary and AnimalSciences, 34:289-293. 18. Azkur AK, Gazyagcı S, Aslan ME (2011). Serological and epidemiological investigation of Bluetongue, Maedi-Visna and Caprine Arthritis Encephalitis Viruses in small ruminant in Kırıkkale district in Turkey.Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, 17: 803-808. 19. Peterhans E, Greenland T, Badiola J, Harkiss G, Bertoni G, Amorena B, Eliaszewicz M, Juste RA, Krassnig R, Lafont JP, Lenihan P, Petursson G, Pritchard G, Thorley J, Vitu C, Mornex JF, Pepin M (2004). Routes of transmission and consequences of small ruminant lentiviruses(SRLVs) infection and eradication schemes. Veterinary Research 35, 257–274. 20. Reina R, Berriatua E, Luján L, Juste R, Sánchez A, de Andrés D,Amorena B (2009). Prevention strategies against small ruminantlentiviruses: an update. TheVeterinary Journal, 182, 31-37. 21. Adams DS, Klevjer-Anderson P, Carlson JL, McGuire TC, Gorham JR (1983). Transmission and control of caprine arthritis–encephalitis virus.American Journal of Veterinary Research.44, 1670–1675. 22. Berriatua E, Alvarez V, Extramiana B, González L, Daltabuit M, Juste R (2003).Transmission and control implications of seroconversion to Maedi-Visnavirus in Basquedairy-sheep flocks.PreventiveVeterinaryMedicine. 60:265-279. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 50 AVKAE Derg. 2013, 3(1),51-54 Araştırma Makalesi/Research Article ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Saanen Keçilerinde Caprine Arthritis-Encephalitis Virus Enfeksiyonunun Serolojik Araştırılması Orhan YAPICI1, Oğuzhan AVCI2, Irmak DİK2, Kamil ATLI2, Sibel YAVRU2 1 2 Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Bişkek, Kırgızistan Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı, Konya, Türkiye Geliş tarihi/Received: 1.9.2013, Kabul Tarihi/Acepted: 29.9.2013 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet Caprine arthritis encephalitis enfeksiyonu keçilerde caprine arthritis encephalitis virus (CAEV) tarafından meydana getirilen viral bir enfeksiyondur. Bu çalışmada Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi’nde bulunan Adana’daki Saanen keçilerinde CAEV enfeksiyonunun seroprevalansının belirlenmesi amaçlandı. 150 adet Saanen keçisinden kan serum örnekleri toplandı. Serum örnekleri CAEV’ye karşı gelişen antikor varlığı yönünden ticari olarak temin edilen competitive-inhibition enzyme linked immunsorbent assay kiti ile incelendi. İncelenen serum örneklerinin 4 (%2.66)’ünde CAEV’ye karşı oluşan antikor varlığı tespit edildi. Bu çalışma sonuçları Adana ilinde yetiştirilen Saanen keçilerinde CAEV enfeksiyonunun düşük prevalansda olduğunu ortaya koydu. Sonuç olarak Saanen keçi popülasyonlarında görülebilecek yeni enfeksiyonların kontrol edilebilmesi için CAEV prevalansı ile birlikte risk faktörlerini de kapsayan daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Caprine Arthritis Encephalitis Virus, Saanen Keçisi, ELISA Serologic Investigation of Caprine Arthritis Encephalitis Virus Infection in Saanen Goats Abstract Caprine arthritis encephalitis is a viral disease of goats that is caused by the caprine arthritis encephalitis virus (CAEV). The aim of this study is to define seroprevalence of CAEV infection in Saanen goats in Adana in the Mediterranean region of Turkey. Blood serum samples were collected from 150 Saanen goats. Sera samples were analyzed for presence of antibodies against CAEV by commercially available competitive-inhibition enzyme linked immunosorbent assays. Antibodies to CAEV were detected in 4 (2.66%) of the examined sera samples. Results of this study carry out that CAEV has a low prevalence in Saanen goats in Adana. In conclusion, further studies should be conducted on explaining the risk factors associated with CAEV prevalence in Saanen goat populations in an attempt to control new infections. Key Words: Caprine Arthritis Encephalitis Virus, Saanen Goat, ELISA ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------virusun virionları 80-100 nm çapındadır. Lentivirus’lar Giriş lipid eriticilere, fenol içeren dezenfektanlara, formaldehit ve düşük pH (<4.2)’a karşı duyarlıdır (9). Caprine arthritis encephalitis (CAE), keçilerde Çeşitli koyun hücre kültürlerinde cytopathogenic effect karpal arthritis, memelerin sertleşmesi ve büyümesi, (CPE) oluşturmadan çoğalabilmektedirler (24). CAEV, akut encephalitis veya kronik pneumoni ile karakterize mononüklear hücreleri özellikle de meme bezi, merkezi seyreden viral bir enfeksiyondur (3). Caprine arthritis sinir sistemi, eklem sıvısı ve akciğerin doku encephalitis virus (CAEV) Retroviridae familyasının makrofajlarına affinite gösterir (15, 18, 30). CAEV Lentivirus genusunda yer almaktadır (18). Zarlı olan bu enfeksiyonunun bulaşmasında enfekte keçi sütü ve Yazışma adresi/Correspondance: Oğuzhan AVCI, Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı, Alaeddin Keykubat Kampusu,Tr-42250 Konya – TÜRKİYE, E-posta: [email protected] * Bu araştırmanın özeti 5. Avrupa Viroloji Kongresi’nde (2013) sunuldu ve özet kongre kitapçığında basıldı. Yapıcı O. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),51-54 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- kolostrumun önemli rol oynadığı bildirilmiştir (22). Ayrıca aerosol, intrauterin, direkt kontakt ve semen aracılığı ile de bulaşma gerçekleşebilmektedir (1, 16, 25). Enfekte hayvanların solunum sekresyonları enfeksiyonun sürekli olarak yayılmasında etkilidir (3, 28). Bulgular Enfeksiyonun teşhisinde özellikle yetişkinlerde şekillenen klinik belirtiler (poliarthritis ve mastitis), yavrularda gözlenen felçler CAEV enfeksiyonunu akla getirmektedir. Görülen klinik semptomlar listeriosis, polioencephalomalacia ve kuduz ile karışabildiği için ayırt edilmesi gerekir. Kesin teşhis laboratuvar bulguları ile mümkün olmaktadır. Süt ve kan serumu örneklerinden antikor tespit edilerek enfeksiyonun serolojik tanısı konulabilmektedir (23). Canlı hayvanlardan alınacak eklem sıvısı, kan ve süt örnekleri ile otopsi sırasında alınacak akciğer, sinoviyal membran, beyin, omurilik ve meme dokusu örnekleri kullanılarak enfeksiyonun virolojik teşhisinin yapılabildiği rapor edilmiştir (2). Agar jel immundifuzyon testi (AGID) ve Enzyme Linked Immunosorbent Assay (ELISA) CAEV’ye karşı gelişen spesifik antikorların tespiti amacıyla kullanılan testler arasında yer almaktadır (5, 7, 8). Competitive ELISA (c-ELISA)’nın CAEV’nin serolojik teşhisinde oldukça spesifik bir test olduğu bildirilmiştir (13). Lentivirus’ların neden oldukları enfeksiyonlarda hayvanlar yaşamları boyunca enfekte kaldıkları için antijen tespiti yapılabilmektedir (30). İndirekt teşhisin yanı sıra son yıllarda hem süt hem de kan serumu örneklerinden etkenin direkt teşhis edilebilmesi amacı ile polymerase chain reaction (PCR) da kullanılmaktadır (21). Süt veriminde azalmaya ve süt kalitesinde düşüşe yol açan, keçilerin slow virus enfeksiyonları arasında bulunan CAEV; kronik interstitial pneumonia, arthritis, meningoencephalitis, induratif mastitis, nonsuppurative arthritis, kilo kaybı, nadiren gebe keçilerde abortlara yol açması nedeni ile keçi yetiştiriciliğinde ekonomik kayıplara neden olabilmektedir (10, 11). Tüm dünyada görülen CAEV’nin diğer Lentivirus’lar gibi hayat boyu devam eden persiste enfeksiyonlara neden olduğu bildirilmiştir (22). Virus ile enfekte olan hayvanlar yaşam boyu virusu taşımalarının yanı sıra enfeksiyonun sürü içerisinde yüksek prevalansa ulaşmasına da yol açmaktadırlar (7). İncelenen 150 adet keçi kan serumu örneğinin 4 adedi (%2.66) CAEV’ye karşı gelişen antikor varlığı yönünden seropozitif tespit edildi. Tartışma ve Sonuç Bu çalışmada Saanen keçilerine ait 150 serum örneğinden 4 tanesi CAEV’ye karşı gelişen antikor varlığı yönünden pozitif (%2.66) belirlendi. CAEV seropozitivitesi ile süt üretimi arasında herhangi bir ilişki olmadığını ifade eden çalışmaların (19, 27) yanı sıra seronegatif hayvanlar ile karşılaştırıldıklarında laktasyon periyodu ile birlikte artış gösteren süt üretimi ve sütteki yağ miktarı fazla olan hayvanlarda seropozitivitenin yüksek olduğu rapor edilmiştir (12, 26). Ayrıca CAEV’nin meme dokusuna affinite duymasından dolayı meme lezyonlarının genç hayvanlara göre yaşlı hayvanlarda daha sık görüldüğü ifade edilmiştir (17). Bu çalışmada örnekleme yapılan hayvanların 2-3 yaşlarında ve laktasyon periyotlarının çok uzun olmaması elde edilen düşük seropozitivite oranlarının nedenleri arasında değerlendirilmiştir. Bu çalışma önceki yıllarda ülkemizin çeşitli illerinden bildirilen CAEV enfeksiyonunun diğer illerde de görülme ihtimali hipotezinden yola çıkarak, Adana’daki Saanen keçilerinde CAEV enfeksiyonunun prevalansının belirlenmesi amacı ile yapıldı. Plaza ve ark (23) 66 adet sütçü keçiden elde ettikleri kan ve süt örneklerini CAEV’ye karşı gelişen antikor varlığı yönünden ELISA ile inceledikleri çalışmada her iki örneğin de paralel sonuç verdiğini (%56.06) ifade etmişlerdir. Bu çalışmada süt örnekleri elde edilemediği için CAEV enfeksiyonunun teşhisinde süt serum örneklerinin kan serum örneklerinin yerine kullanılıp kullanılamayacağı yönünden herhangi bir değerlendirme yapılamamıştır. Bununla birlikte bu çalışma ile Adana’da Saanen keçilerinde CAEV enfeksiyonun varlığı serolojik olarak ortaya konulmuştur. Materyal ve Metot Adana’da bulunan bir keçi işletmesindeki 150 adet Saanen ırkı sütçü keçiden (2-3 yaş) kan örnekleri V. jugularis’den (10mL) steril kaolinli (BD, Vacutainer®, ABD) tüplere alındı. Elde edilen numuneler soğuk zincir altında Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı laboratuarına getirildi. Kanlar 3000 devirde 10 dk santrifüj edilerek serumlar steril eppendorf tüplere aktarıldı. Elde edilen serum örnekleri 56 °C’de 30 dk bekletildikten sonra inaktive edilerek CAEV’ye karşı gelişen antikor varlığı yönünden ticari competitiveinhibition ELISA kiti (cELISA; ID Screen, Fransa) ile incelendi. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php Keçi yetiştiriciliğinin yaygın olarak yapıldığı ülkelerde (ABD, Norveç, İsviçre) CAEV enfeksiyonunun varlığı bildirilmiştir (6, 14, 20). Türkiye’de Burgu ve ark (4) kan serumu örneklerini AGID ile araştırdıkları çalışmalarında %1.9-3.2 52 Yapıcı O. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),51-54 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- arasında pozitiflik oranı elde ettiklerini rapor etmişlerdir. Yavru ve ark (29) ise Konya ve Yozgat’dan topladıkları 190 adet keçi kan serum örneğini ELISA ve AGID testleri ile karşılaştırmalı olarak inceledikleri çalışmada sırasıyla %1.57 ve %3.68’lik bir seropozitiflik tespit ettiklerini bildirmişlerdir. Araştırmacılar (29) CAEV’nin teşhisinde ELISA’nın AGID’e göre daha spesifik olduğunu rapor etmişlerdir. Bu çalışmada örneklerin sadece cELISA ile incelenmiş olması diğer testlerin CAEV enfeksiyonunun teşhisindeki sensitivitesi ve spesifiteleri hakkında bilgi elde edilememiştir. Ayrıca örneklenen hayvanların hepsinin aynı ırk olması nedeni ile enfeksiyonun farklı ırklarda görülme ihtimali ortaya konulamamıştır. Bundan sonraki yıllarda kan örneklerinin yanı sıra süt örneklerinin de dahil edileceği, farklı ırk ve yaşlar üzerinde araştırmalar yapılarak ırk-yaş predispozisyonunun da ortaya konulması gerekliliği düşünülmüştür. Örnekleme yapılan işletmede ortak süt havuzu yerine bireysel süt tüketiminin bulunması belirlenen düşük seropozitivitenin nedenleri arasında değerlendirilmiştir. Brazilian caprine lentiviruses indicate affiliations to both caprine arthritis-encephalitis virus and visna-maedi virus. J. Gen. Virol. 80: 1583-1589. CAEV enfeksiyonu yönünden sürülerin durumlarının belirlenmesi oldukça önemlidir. Altıncı aydan itibaren sürüde bulunan tüm hayvanlar 6 ayda bir CAEV enfeksiyonu yönünden test edilmeli, seropozitif hayvanlar ayrılmalı ve kesime sevk edilmelidir. 3. 4. 5. 7. Dawson M, Wilesmith JW, (1985). Serological survey of lentivirus (maedi-visna/Caprine arthritis encephalitis) infection in British goat herds. Vet. Rec. 117: 86-89. 8. de Andres D, Klein D, Watt NJ, Berriatua E, Torsteinsdottir S, Blacklaws BA, Harkiss GD, (2005). Diagnostic tests for small ruminant lentiviruses. Vet. Microbiol. 107: 49-62. 9. Fenner F, Bachmannp A, Gibbs EPJ, Murphy FA, Studdert MJ, Whited O, (1987). Retroviridae. In Veterinary Virology. Fenner F, Bachmann PA, Gibbs EPJ, Murphy FA, Studdert MJ, White DO. eds. Academic Pres, New York. pp. 549-576. 11. Gjerset B, Jonassen CM, Rimstad E, (2007). Natural transmission and comparative analysis of small ruminant lentiviruses in the Norwegian sheep and goat populations. Virus Res. 125(2): 153-161. Kaynaklar 2. Cutlip RC, Lehmkuhl HD, Sacks JM, Weaver AL, (1992). Prevalence of antibody to caprine arthritis-encephalitis virus in goats in the United States. J. Am. Vet. Med. Assoc. 200: 802-805. 10. Giangaspero M, Vanopdenbosch E, Nishikawa H, (1992). Lentiviral arthritis and encephalitis in goats in North-west Syria. Revue. Elev. Med. Vet. Pays. Trop. 45(3-4): 241. Öneriler 1. 6. Adams DS, Klevjer-Anderson P, Carlson JL, McGuire TC, Gorham JR, (1983). Transmission and control of caprine arthritis encephalitis virus. Am. J. Vet. Res. 44: 1670-1675. 12. Greenwood PL, (1995). Effects of caprine arthritis encephalitis virus on productivity and health of dairy goats in New South Wales, Australia. Prev. Vet. Med. 22: 71-87. Barlough J, East N, Rowe JD, Vanoosear K, Derock E, Bigornia L, Rimstad E, (1994). Doublenested polymerase chain reaction for detection of caprine arthritis encephalitis virus proviral DNA in blood, milk, and tissues of infected goats. J. Virol. Methods. 50(1-3): 101-113. 13. Herrmann LM, Cheevers WP, McGuire TC, Adams DS, Hutton MM, Gavin WG, Knowles DP, (2003). Competitive-inhibition enzyme-linked immunosorbent assay for detection of serum antibodies to caprine arthritis-encephalitis virus: diagnostic tool for successful eradication. Clin. Diagn. Lab. Immunol. 10(2): 267-271. Blacklaws BA, Berriatua E, Torsteinsdottir S, Watt NJ, de Andres D, Klein D, Harkiss GD, (2004). Transmission of small ruminant lentiviruses. Vet. Microbiol. 101: 199-208. 14. Krieg A, Peterhans E, (1990). Caprine arthritisencephalitis in Switzerland: epidemiological and clinical studies. Schweiz. Arch. Tierheilkd. 132: 345-352. Burgu I, Akça Y, Özkul A, Karaoğlu T, Çabalar M, (1994). Antibody prevalence of caprine arthritis encephalitis virus (CAEV) in goats in Turkey. Dtsch. Tierarztl. Wochenschr. 101: 390391. 15. Lamara A, Fieni F, Mselli-Lakhal L, Tainturier D, Chebloune Y, (2002). Epithelial cells from goat oviduct are highly permissive for productive infection with caprine arthritis-encephalitis virus (CAEV). Virus Res. 87: 69-77. Castro RS, Greenland T, Leite R, Gouveia A, Mornex JF, Cordier G, (1999). Conserved sequence motifs involving the tat reading frame of http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 53 Yapıcı O. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),51-54 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- eradication program in Italian farm. Small Rumin. Res. 57: 73-79. 16. Le Jan C, Bellaton C, Greenland T, Mornex JF, (2005). Mammary transmission of caprine arthritis encephalitis virus: a 3D model for in vitro study. Reprod. Nutr. Dev. 45: 513-523. 28. Villoria M, Leginagoikoa I, Lujan L, Perez M, Salazar E, Berriatua E, Juste RA, Minguijon E, (2013). Detection of small ruminant Lentivirus in environmental samples of air and water. Small Rum. Res. 110: 155-160. 17. Lerondelle C, Godet M, Mornex JF, (1999). Infection of primary cultures of mammary epithelial cells by small ruminant lentivirus. Vet. Res. 30: 374-476. 29. Yavru S, Şimşek A, Kale M, Bulut O, (2006). An investigation of caprine arthritis encephalitis virus infection in goats. Veterinarium. 17(1): 4-7. 18. Narayan O, Clements JE, (1989). Biology and pathogenesis of lentiviruses. J. Gen. Virol. 70: 1617-1639. 30. Zink MC, Yager JA, Myers JD, (1990). Pathogenesis of caprine arthritis encephalitis virus. Cellular localization of viral transcripts in tissues of infected goats. Am. J. Pathol. 136: 843854. 19. Nord K, Adnoy T, (1997). Effects of infection by caprine arthritis-encephalitis virus on milk production of goats. J. Dairy Sci. 80: 2391-2397. 20. Nord K, Rimstad E, Storset AK, Loken T, (1998). Prevalence of antibodies against caprine arthritisencephalitis virus in goat herds in Norway. Small Rum. Res. 28: 115-121. 21. Oem JK, Chung JY, Byun JW, Kim HY, Kwak D, Jung BY, (2012). Large scale serological survey of caprine arthritis-encephalitis virus (CAEV) in Korean black goats (Capra hircus aegagrus). J. Vet. Med. Sci. 74(12): 1657–1659. 22. Peterhans E,Greenland T, Badiola J, Harkiss G, Bertoni G, Amorena B, Eliaszewicz M, Juste RA, Krassnig R, Lafont JP, Lenihan P, Petursson G, Pritchard G, Thorley J, Vitu C, Mornex JF, Pepin M, (2004). Routes of transmission and consequences of small ruminant lentiviruses (SRLVs) infection and eradication schemes. Vet. Res. 35: 257-274. 23. Plaza M, Sanchez A, Corrales JC, De la Fe C, Contreras A, (2009). Caprine arthritis encephalitis virus diagnosed by ELISA in lactating goats using milk samples. Small Rumin. Res. 81: 189-192. 24. Robinson WF, Ellis TM, (1986). Caprine arthritisencephalitis virus infection: from recognition to eradication. Aust. Vet. J. 63(8): 237-241. 25. Rowe JD, East NE, (1997). Risk factors for transmission and methods for control of caprine arthritis-encephalitis virus infection. Vet. Clin. N. Am. Food Anim. Pract. 13: 33-53. 26. Smith MC, Cutlip R, (1988). Effects of infection with caprine arthritis-encephalitis virus on milkproduction in goats. JAVMA. 193: 63-67. 27. Turin L, Pisoni G, Giannino ML, Antonini M, Rosati S, Ruffo G, Moroni P, (2005). Correlation between milk parameters in CAEV seropositive and negative primiparous goats during an http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 54 AVKAE Derg. 2013, 3(1),55-57 Vaka Takdimi/ Case Report ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Dokuz Günlük Erkek Buzağıda Akut Babeziozis Mustafa N. MUZ1, Aliye S. ÖZTÜRK1, Muhammet KARAKAVUK2 1 2 Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Hatay. Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir Geliş tarihi/Received:17.8.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 28.8.2013 -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Araştırma ve Uygulama Hastanesine yüksek ateş, öksürük, düzensiz solunum ve depresyon şikayeti ile getirilen dokuz günlük Holştayn ırkı erkek buzağının genel muayenesi yapılarak periferik kan örneği alındı. Parazitolojik kan muayenesi amacıyla yapılan giemsa boyama sonucuna göre yavruda ve daha sonra örneklenen annede Babesia sp. tespit edildi. Sonuçta klinik olarak akut babeziozis septomları göstermeyen dokuz günlük bir buzağı ve annesi yapılan konsültasyona göre parazitolojik kan muayenesi ile erken teşhis edilerek imidokarb etken madde içeren preparat başarı ile sağaltıldı. Klinisyenlerin benzer olgularda yapacakları konsültasyonun asemptomatik piroplazmozis vakalarının erken tanı ve tedavisindeki önemi gösterildi. Anahtar Kelimeler: Akut babesiosis, Buzağı, Tedavi. Acute Babesiosis in A Nine-Day Old Male Calf Abstract The nine days old Holstein bred male calf suffering from fever, coughing, irregular breathing and depression was brought to the Applied & Research Center in Mustafa Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine in Hatay, Turkey. Peripheral blood sample took for parasitic examination. Calf and the mother cow found infected with Babesia sp. according to giemsa dye result. Animals were treated with active ingredient the imidocarp containing preparation with supportive cares. In conclusion clinical consultation and impact of the parasitological blood examination is well understood and it is an effective way to discard pathologic effects among the asymptomatic animals with piroplasmosis like Babesia sp. Key Words: Acute babesiosis, Calf, Treatment -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------erkek buzağı ve annesinin, konsültasyon neticesinde Giriş yapılan parazitolojik kan muayenesi ile erken teşhisi ve Babeziozis, omurgalı konaklara vektör keneler tedavisinin klinik sonucu gösterilmiştir. yoluyla nakledilen ekonomik yönden önemli paraziter bir hastalıktır. Türkiye’de sığırlarda yaygınlığı bildirilen kan protozoonları arasında ön sıralarda gelir (1-12). Evcil çiftlik hayvanlarında subklinik ya da akut enfeksiyon şeklinde seyreder (14-16). Babeziozisi önceden atlatan ineklerin yavruları 4-6 ay kadar korunabilir. Aksi halde buzağılarda ilk üç aya kadar ölümcül babeziozis vakaları görülebilir. Sığırlarda Babeziozis enfeksiyonu için kuluçka süresi genellikle 714 gündür. Hastalığın semptomları arasında yüksek ateş, anoreksi, hemoglobinemi, anemi, hemoglobinüri, sarılık, konstipasyon, diyare, abortus, merkezi sinir sistemi bozuklukları, depresyon, hipotansif şok ve ölüm görülebilmektedir. Yüksek ateş 2-7 gün sürebilir ve en fazla 41-42ºC’ye ulaşır. Bu araştırmada, kliniğimize getirilen piroplazmozis yönünden asemptomatik dokuz günlük Olgu Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Araştırma ve Uygulama Hastanesinin İç Hastalıkları Kliniğine, 30 Ağustos 2012 tarihinde dokuz günlük Holştayn ırkı erkek bir buzağı getirildi. Hasta buzağının, Hatay’a üç ay önce getirilen gebe bir ineğin yavrusu olduğu tespit edildi. Hayvanın anamnezinde 40,5 °C yüksek ateş, öksürük, hırıltılı solunum ve depresyon kayıt edildi. Buzağının normal şekilde gerçekleşen doğumunu takiben yeterli düzeyde kolostrum aldığı belirlendi. Yavrunun altıncı gün itibariyle süt emmediği, ahırın bir köşesine çekilerek sık aralıklarla kısa, hırıltılı solunum yaparak öksürdüğü, son gün devamlı yattığı ve su içmediği öğrenildi. Buzağının ektoparaziter dış muayenesinde kene enfestasyonuna rastlanmadı. Lenf yumrularında her hangi bir şişlik görülmedi. Periferik Yazışma adresi/Correspondance: Mustafa N . Muz, Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Hatay-Türkiye, E-posta: [email protected] Muz N. M. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),55-57 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ kandan yapılan sürme, ince kan frotisi, giemsa boyama yapılarak x100 büyütmede parazitolojik yönden muayene edildi. Buna göre eritrositler içerisinde ortalama 1,3-2,4 µm ebatlarında piroplazmlara rastlandı (Şekil 1). Etkenlerin eritrositlere genellikle tek ve merkezi konumda yerleştikleri tespit edildi. Tedavi amacıyla imidokarb etken madde içeren preparat, Vit B12, Vit C kullanıldı, bir hafta sonra yapılan parazitolojik kontrolde tedavinin başarılı olduğu tespit edildi. çok önemli yeri bulunan vektör kenelere karşı mücadelede kullanılan akarasitlerin usulüne uygun şekilde kullanılması gerekmektedir (21, 22). Sonuç olarak klinik piroplazmozis şüphesi uyandırmayan, dokuz günlük erkek bir buzağıdaki akut babeziozis olgusu, konsültasyon kararı ile yapılan giemsa boyama sonucuna göre erken teşhis edilerek klasik babeziozis tedavisi ile sağaltılmıştır. Kaynaklar Şekil 1: Giemsa boyama yapılan kan frotisinde farklı alyuvarlar içerisinde Babesia sp. Tartışma ve Sonuç Erken tanıda hassas moleküler biyolojik metotlar altın standart olarak, serolojik metotlar ise rutin klinik tanı ve takipte tercih edilmektedir. Ancak bir laboratuarda her hastalık için çok sayıda primer ve pozitif kontrol örneğin bulunması, optimizasyon işlemlerinin önceden yapılması, ELISA kiti ve okuyucusu, floresan ataçmanlı mikroskop, işaretli antikor ve konjugatların stokta hazır bulundurulması pratikte ekonomik değildir. Bu araştırmada periferik kan örneğinden hazırlanan kan frotisi, giemsa ile boyanarak eritrositler x100 büyütmede muayene edilmiştir. Buna göre alyuvarlar içerisine yerleşen piroplazmların Babesia sp. oldukları yaklaşık bir saat içerisinde mikroskobik olarak tespit edilmiştir. Türkiye’de sığırlarda babeziozis hakkında yapılan farklı araştırmalar bulunmaktadır. Bu araştırmalarda değişik tanı metotları kullanılmıştır (1719), örneklenen farklı bölgelerdeki etken türlerine değişik oranlarda rastlanmıştır. Hatay yöresi sığırlarında babeziozis prevalansını araştıran bir çalışmada %0,91 oranında B. bigemina seropozitifliği tespit edilmiştir (13). Türkiye’de buzağılarda görülen babeziozis hakkında ise nadir araştırma bulunmaktadır. 2006 yılında Konya Selçuk Üniversitesi İç Hastalıkları kliniğine getirilen on bir günlük holştayn ırkı buzağıda akut babeziozis tespit edilmiştir (20). Türkiye’nin sahip olduğu koşullar düşünüldüğünde sığır babeziozisinin epidemiyolojisinde 1. İnci A, Düzlü Ö, İça A, (2010) Babesiiade. Dumanlı K, Karaer Z. Ed. Veteriner Protozooloji. Ankara. Medisan Yayınları. No: 70 2. Tüzer E (1981) İstanbul ili ve çevresinde sığırlarda görülen Babesia, Theileria, ve Anaplasma türleri ve bunlardan oluşan enfeksiyonların yayılışı üzerine araştırma. İst Üni Vet Fak Derg, 9(1) 97-110. 3. Dumanlı N, Özer E (1987) Elazığ yöresinde sığırlarda görülen kan parazitleri ve yayılışları üzerine araştırmalar. SÜ Vet Fak Derg. 3:1 (159166). 4. İnci A (1992) Ankara’nın Çubuk ilçesinde sığırlarda babesiosis’in seroinsidensi üzerine araştırmalar. AÜ Vet Fak Derg. 39:1-2 (153-167). 5. Eren H (1993) Ankara yöresinde sığır babesiosisinin sero-prevalansı. AÜ Vet Fak Derg 40, 1, 23-27. 6. Açıcı M (1995) Samsun ve yöresi sığırlarında kan parazitlerinin yayılışı. Etlik Vet Mik Der, 8, 1-22 271-277. 7. Sayın F, Dinçer Ş, Karaer Z, Çakmak A, İnci A, Yukarı BA, Eren H, Friedhoff KT, Müler I (1996) Studies on seroprevalance of Babesia infection of cattle in Turkey. Ed. Özcel MA. New dimensions in parasitology. 20,1, 505-516. 8. Sevinç F, Sevinç M, Birdane MF; Altınöz F (2001) Prevalance of Babesia bigemina in cattle. Revue de Med Vet. 152, 5, 395-398. 9. Aktaş M, Dumanlı N, Karaer Z, Çakmak A, Sevgili M (2001) Elazığ, Malatya ve Tunceli illerinde sığırlarda Babesia tür seroprevalansı. Turk J Vet Anim Sci. 25, 4, 447-451. 10. İça A, Vatansever Z, Yıldırım A, Duzlu O, Incı A (2007) Detection of Theileria and Babesia species in ticks collected form the cattle. Veterinary Parasitol 148:2(156-160). 11. İnci A, Çakmak A, Karaer Z, Dinçer Ş, Sayın F, İça A (2002) Kayseri yöresinde sığırlarda Babesiosisin seroprevalansı. Turk J Vet Anim Sci. 26:13451350. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 56 Muz N. M. ve ark. AVKAE Derg. 2013, 3(1),55-57 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 12. Karatepe B, Karatepe M, Nalbantoğlu S, Karaer Z, Çakmak A (2003) Niğde yöresinde sığırlarda babesiosisinin seroprevalansının belirlenmesi. T Parazitol Derg, 27, 4, 243-246. 13. Kaya G, Çakmak A, Karaer Z (2006) Seroprevalance of theileriosis and babesiosis of cattle. MedycynaWet. 62,2,156-158. 14. Ekici ÖD, Sevinç F (2011) Babesia bigemina’nın endemik durumu. AVKAE dergisi. 1:24-29. 15. İnci A, Uyanık F (2009) Babesia türlerinin moleküler biyolojisi. In: Moleküler Parazitoloji. Özcel M, Tanyüksel M, Eren H, Eds: İzmir. Türkiye Parazitoloji Derneği Yayınları, No:22. Pp:549-582 16. İnci A, İça A, Albasan H (2007) Babesia enfeksiyonlarında immunite. Özcel MA, İnci A, Turgay N, Köroğlu E. ed. Tıbbi ve Veteriner İmmunoparazitoloji. İzmir. Türkiye Parazitoloji Derneği Yayınları, No:21. Pp:508-515. 17. İça A (2004) Sığırlarda bazı Babesia türlerinin IFAT ve RLB yöntemi ile karşılaştırmalı tanısı. Erc Univ Vet Fak Derg, 1:2 (77-85). 18. Altay K, Aydın MF, Dumanlı N, Aktaş M (2008) Molecular detection of Theileria and Babesia infections in cattle. Vet Parasitol. 158: (295-301). 19. İça A, İnci A, Yıldırım A (2007) Parasitological and Molecular Prevalance of Bovine Theileria and Babesia Species in the Vicinity of Kayseri. 20. Sevinç F, Özdemir Ö, Çoşkun A (2005) On bir günlük bir buzağıda akut babesiosis olgusu. Erc Üniv Sağ Bil Derg. 2, 131-135. 21. Tanyüksel M, Vatansever Z, Karaer Z, Araz E, Haznedaroğlu T, Yukarı BA, Açıcı M (2002) Sığır babesiosinin epidemiyolojisi ve zoonotik önemi. T Parazitol Derg. 26, 1, 42-47 22. Keles İ, Değer S, Altuğ N, Karaca M, Akdemir C (2001) Tick-borne diseases in cattle: Clinical and haematological findings, diagnosis, treatment, seasonal distribution, breed, sex anda ge factors and the trasnmitters of the diseases. YYU Vet Fak Derg. 12(1-2):26-32. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 57 AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 Derleme/ Review ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Kriptokokkozis Gamze Özge ÖZMEN1 1 2 Hasan SOLMAZ2 Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji ABD, Hatay, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Mikrobiyoloji ABD, Van, Türkiye Geliş tarihi/Received: 15.4.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 15.8.2013 -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet Cryptococcus neoformans, hem bitki hem de hayvanlarda yaşayabilen, kapsüllü, maya tipli bir mantar (fungus) türüdür. Mikroorganizma sağlıklı ve immun sistemi baskılanmış insanlarda ve hayvanlarda enfeksiyonlar oluşturur. Cryptococcus türleri genellikle güvercin dışkısı ile bulaşmış toprakta ve ağaçların çürüyen oyuk ve yarıklarından izole edilmiştir. Cryptococcus neoformans insanda, meningoensefalit ve akciğer enfeksiyonları başta olmak üzere çok değişik klinik tablolar oluşturabilen bir mantardır. Oluşturduğu hastalık kriptokokkoz olarak adlandırılır. Ayrıca hayvanlarda, merkezi sinir sistemi ve solunum sistemi organlarıyla bunlara bağlı bölgesel lenf yumrularında nodüllerin oluşumuyla karakterizedir. Anahtar Kelimeler: Kriptokokkozis, Cryptococcus neoformans Crryptococcosis Abstract Cryptococcus neoformans is an encapsulated yeast that can live in both plants and animals. Microorganism make up infections in healthy and medically compromised humans and animals. Cryptococcus species generally were isolated in soil contaminated with pigeon droppings and from decaying tree slits and cavities. Cryptococcus neoformans is a fungus that can create meningoencephalitis and pulmonary infections in the wide variety of clinical conditions in humans. Constituted disease called cryptococcosis. Also in animals, depending on the central nervous system and respiratory organs, regional lymph nodes with them is characterized by the formation of nodules. Key Words: Crryptococcosis, Cryptococcus neoformans ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Giderek sayısı ve çeşitliliği artan Giriş transplantasyon uygulamaları Mantarlar (Latince; Fungi), çok hücreli ve tek Yeni ve daha sık uygulanan protezler hücreli olabilen ökaryotik canlıları kapsayan bir - İntravenöz ilaç bağımlığındaki artış canlılar alemidir. Latince Fungus mantar, Fungi ise Parenteral beslenme olanakları ve mantarlar anlamındadır. uygulamadaki gelişmeler Mayalar ise, genellikle tek hücreli bazı türleri - Yoğun olarak uygulanan yeni ve geniş etki çok hücreli ökaryot yapılı mantarlardır. spektrumlu antibiyotikler Mantar Enfeksiyonları - Gelişen ulaşım ağı ile birçok endemik mantar Mantarlar ve mantarlara bağlı hastalıklar ile temas giderek artan bir ilgi ve önemle ele alınmaktadır. - Edinilmiş bağışıklık yetmezliği sendromu Günden güne mantar enfeksiyonlarının sayısı artmakta (AIDS) ve gereken önem verildikçe Candida sendromu ve Bilinen yaklaşık 250.000 mantar türü arasından alerjik aspergillus sinüziti gibi yeni ve ilginç tablolar insanda hastalık yapanlar 200 civarındadır. Fakat tanımlanmaktadır(16,49). duyarlı insan sayısındaki artış, daha birçok mantarın da Mantar enfeksiyonlarının sıklığı giderek insanlarda hastalık yapabileceğini göstermektedir. artmaktadır. Bunun en önemli sebebi olan mantar Daha önce, normal flora veya kirlenme etkeni olarak enfeksiyonuna yatkın kişilerin sayısındaki belirgin değerlendirilen pekçok mantar, bugün etken olarak artışın sebepleri şöyle özetlenebilir(16): tanımlanmaktadır. Bunlara Fusarium, Penicillum, - Daha sık ve yoğun uygulanan kemoterapi Yazışma adresi/Correspondance: Hasan SOLMAZ, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Mikrobiyoloji ABD, Van-Türkiye, E-posta: [email protected] Özmen G.Ö. ve Solmaz H. AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- belirgin sıklığı dikkat çekicidir(40,49). Cryptococcus neoformans'ın toprakta bulunduğunu da ilk kez Emmons(20) göstermiştir. Emmons(20) ve diğer araştırmacılar(3,6,10,59,63), Cryptococcus neoformans'ın özellikle güvercin başta olmak üzere, kanatlı dışkısı ile kirlenmiş alanlarda yoğun olarak bulunduğunu belirlemişlerdir ve dünyanın farklı yerlerinden alınan örneklerde farklı yoğunluklarda Cryptococcus neoformans saptamışlardır. Farklı yoğunluklarda oluşunun sebebi, toprağın yapısı, içerdiği mikroorganizmaların bileşimi ve coğrafya özellikleri ile açıklanmaktadır(3,21,63,67,68). Rosario ve arkadaşları(51,52) ile Costa ve arkadaşları(13) güvercin dışkısıyla karışan ortamda C. neoformans’tan başka diğer kriptokok türlerinin de (C. albidus, C. laurentii, C. uniguttulatus vb) bulunabileceğini göstermişlerdir. Alternaria, Drechsilera, Saccharomyces cerevisiae, gibi örnekler verilebilir(8,49,68). Mantar enfeksiyonlarının patogenezi yeterince tanımlanamamıştır. Konağın direnci en belirleyici özelliktir. Mantarın hastalandırıcılık gücü, miktarı ve özellikleri de önemlidir. 37°C'de üreyebilme, düşük oksidasyon-redüksiyon potansiyellerine uyum sağlayabilme mantarın insanda derin dokuları tutan enfeksiyon oluşturabilmesini sağlayan temel özelliklerdir. Tüm bu bilgiler ışığında, mantar enfeksiyonları gerçek mantar enfeksiyonları ve firsatçı mantar enfeksiyonları olarak ayrılmaktadır. Son yıllardaki belirgin artış özellikle firsatçı mantar enfeksiyonlarında olmaktadır(68). Gerçek mantar enfeksiyonları: Bu gruptaki mantarlar endemik olarak belli bölgelerde bulunur. Bu bölgedeki insanların çoğunu enfekte ederek genelde sessiz enfeksiyona yol açarlar. Bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde, ağır hastalık tabloları oluşturabilirler. Bu mantarlar da "termal dimorfizm" vardır. 37°C'de ve insan vücudunda maya kolonileri oluştururken, 26°C'de, besiyerlerinde küf kolonileri oluştururlar. En bilinen örnekler Coccidioides immitis ve Histoplasma capsulatum'dur(68). Tarihçe Kriptokokkozun etkeni olan C.neoformans'ın 1894 yılından beri insanlarda patojen olduğu bilinmekle birlikte, son yıllara kadar bu etkenin oluşturduğu klinik hastalıkların ender olarak gözlendiği düşünülmekteydi(25). Daha sonradan Cryptococcus olarak adlandırılacak olan etken ilk kez 1894 yılında patolog Busse ve cerrah Buschke tarafından 31 yaşındaki bir hastanın tibiasından izole edilmiştir. "Neoformans" sözcüğü, etkenin deride yerleşerek kutanöz ülserlere ve bölgesel lenfadenopatiye neden olduğu olgularda, şişliğin ortaya çıkmasından esinlenip kansere benzetilerek kullanılmıştır(29). Sanfelice ilk kez 1894 yılında meyva suyundan, daha sonra da domuz akciğerinden etkeni izole etmiştir(20,25,33,53). 1901 yılında Fransız mikolog P. Vuille çeşitli araştırıcıların bildirdiği maya hücrelerinin kültürlerini ayrıntılı bir şekilde incelemiş ve Saccharomyces cinsinin özelliği olan askosporları görmediğini gerekçe göstererek Busse ve Curtis'in suşunu C.hominis, Sanfelice' nin suşunu da C. neoformans olarak adlandırmıştır(26,29). İnsan ve hayvan örneklerinden izolasyonunun yanı sıra, 1950'li yıllara gelindiğinde Emmons(20) mantarın doğal kaynağı olarak toprağı ve güvercin dışkılarını belirlemiştir. Daha sonra Staib'in öncü çalışmaları(61,62), Seeliger(56), Ajello(2, 3), Shields(57) gibi araştırmacıların katkılarıyla Cryptococcus neoformans'ın kolayca tanımlanabildiği besiyerleri geliştirilmiştir. 1901 yılında Klein, 1950 yılında da Carter ve Young ise etkeni sütten izole etmiştir(23,29). Lodder ve Kreger-Van Rij(35) 1952 yılında bu konuda yapılan çalışmaları değerlendirerek, kriptokokkoz etkeni olarak C. neoformans'ın geçerliliğini devam ettirdiğini bildirmişlerdir. 1960’ların sonların da yapılan çeşitli genetik, ekolojik ve bazı biyokimyasal çalışmalar sonrasında Fırsatçı mantar enfeksiyonları: Bu gruba giren mantarlar normalde her zaman ortamda yaygın olarak bulunurlar. Bağışıklığı baskılanmış insanları hastalandırırlar. Bu mantarlarda termal dimorfizm yoktur. En bilinen örnekleri Candida albicans, Aspergillus fumigatus, Cryptococcus neoformans ve zigomisetlerdir. Daha önceleri insan için hastalandırıcı sayılmayan pek çok mantarın hastalık etkeni olabileceği gösterilmiştir(8). Bulaşma çeşitli araçlarla deri, mukoza ve solunum yollarından olabilir. İnsandan insana bulaşan mikozlar genelde yüzlek olanlardır. İç organları hastalandıran mantarların ise insandan insana bulaşmadığı, bunların çevreden edinildiği anlaşılmaktadır. Toprak, hayvanlar ve insanlar mantarların başlıca kaynağını oluştururlar. Fırsatçı mantarların büyük çoğunluğu (Aspergillus spp, Pseudoallescheria boydii, Cryptococcus neoformans gibi) toprakta bol miktarda bulunmaktadır(3,67,68). Toprağın mantarlar için önemli bir kaynak olduğu konusunda öncü çalışmalar Emmons'a (20,21) aittir. Bazı mantarlar için toprağın özellikleri belirleyici olmaktadır. Örneğin Coccidioides immitis ancak belli toprak yapısına sahip bölgelerde saptanabilen endemik bir mantardır. Histoplasma capsulatum kuş, tavuk ve yarasa dışkıları ile kirlenmiş toprakta; Cryptococcus neoformans ise özellikle güvercin dışkıları ile kirli alanlarda yoğun olarak bulunur(3,56,68). Kriptokokkoz sıklığı ve önemi giderek artan firsatçı bir mantar enfeksiyonudur. AIDS hastalarındaki http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 59 Özmen G.Ö. ve Solmaz H. AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Türkiye’de yapılan araştırmalarda doğadan en yüksek ayırım oranı Ordu ilinden toplanan örneklerde % 35 olarak bulunmuş(1), en düşük oranlar ise İstanbul’da yapılan çalışmalarda % 1,0 olarak bildirilmiştir(5,55). Cryptococcus neoformans insanda, meningoensefalit ve akciğer enfeksiyonları başta olmak üzere çok değişik klinik tablolar oluşturabilen bir mantardır. Oluşturduğu hastalık kriptokokkoz olarak adlandırılır. Ayrıca torulozis, Busse-Buschke hastalığı ve Avrupa blastomikozu gibi isimler de verilmiştir. Ayrıca hayvanlarda, merkezi sinir sistemi ve solunum sistemi organlarıyla bunlara bağlı bölgesel lenf yumrularında nodüllerin oluşumuyla karakterizedir. özellikleri farklı olan C. neoformans var. neoformans ve C. neoformans var. gattii olmak üzere iki varyetesi ve bunların da kapsül antijenlerine, aglütinasyon ve immunofluoresans deneylerine göre farklılıklar gösteren var. neoformans’da serotip A, D ve AD, var. gattii’de ise serotip B ve C olmak üzere serotipleri bulunduğu ortaya konmuştur(34,75). Kwon-Chung’ın öncü çalışmalarıyla(31,33) mantarın eşeyli şekli tanımlanmıştır. Son zamanlarda ortaya çıkarılan iki genotip farklılığı ve daha önce bildirilen fenotip ayrılıkları dikkate alınarak C. neoformans var. grubii olarak yeni bir varyete önerilmiştir(12,24). Buna göre serotip A ve D izolatlarının grubii ve neoformans olarak bilinen iki varyeteye ayrılması kararlaştırılmıştır(12). 1980’li yıllarda serotip A ve D kökenleri çaprazlandığında gelişen telemorf şekil Filobasidiella neoformans var. neoformans, B ve C kökenleri çaprazlandığında Filobasidiella neoformans var. bacillispora olarak adlandırılmaktadır(14,75). 1990 yılında var. gattii’nin doğal kaynağının Eucalyptus camaldulensis ağaçları olduğu saptanmıştır(22,35). Daha sonra mitokondriyal DNA polimorfizmi gibi yöntemlerle karyotip haritaları oluşturulmuştur(19). Türkiye'deki ilk olgu Soysal, Unat ve Tahsinoğlu tarafından 1953 yılında bildirilmiştir(60). Anğ ve arkadaşlarının(4) 1973 yılında pankreas kanserli bir hastanın balgamından izole ettikleri Cryptococcus neoformans yurdumuzda ilk defa incelenen tür olmuştur. Doğal kaynaklarından Cryptococcus neoformans araştırılması konusundaki ilk çalışma ise 1965 yılında Unat ve Yücel'in İstanbul'da yaptıkları "Konak dışında Histoplasma capsulatum ve Cryptococcus neoformans araştırmaları" isimli çalışmadır(68). Araştırmacılar her iki mantarın da inceledikleri örneklerde bulunmadığını bildirmişlerdir. Daha sonraki çalışmalarda 1977'de Tümbay(63) İzmir’de, 1980'de Karaman, Tümbay ve Demir(28) Bursa'da güvercin dışkılarından mantarı izole etmişlerdir. Sivrel ve Tümbay(58), 1993 yılında İzmir’de yaptıkları bir başka çalışmada güvercin dışkılarından Cryptococcus neoformans izole etmişler ve bu kökenlerin in vitro amfoterisin B duyarlılıklarını araştırmışlardır. Cryptococcus neoformans’ın yurdumuzda ilk defa insan kanından ve idrarından üretilmesi Vural ve ark.(70) tarafından, bir menenjit olgusundan ilk izolasyonu ise Meço ve ark.(42) tarafından ve kütanöz lezyonlardan ayrılarak üretilmesi ile ilgili ilk bildirim Kantarcıoğlu ve ark.(27) tarafından yapılmış, aynı olgu bildiriminde belli Avrupa ülkelerinde dağılım gösterdiği bilinen serotip D’nin Türkiye’ deki varlığı(27) da gösterilmiştir. Etiyoloji Cryptococcus neoformans maya benzeri, kapsüllü, fırsatçı patojen mikotik bir etkendir. C. neoformans'ın iki varyetesinden var. neoformans'ın seksüel formuna (teleomorph) Filobasidiella neoformans, var. gatti’nin seksüel formuna ise Filobasidiella bacillispora adı verilmektedir. Morfolojik Yapı ve Çoğalma C. neoformans insan, sığır, at, kedi, köpek, koyun, keçi, domuz gibi çeşitli hayvanların enfekte dokularında küçük ve dar tabanlı bir şekilde tomurcuklanmış yavru hücreleri bulunan maya hücreleri şeklinde görülür. Yuvarlak ve 5-10 µm çapındadır. Etrafı az ya da çok kalın bir kapsülle çevrilidir ve kapsül ile birlikte çapı genellikle 10-15 µm kadar olabilir. Kapsülün kalınlığı 1-30 µm arasında değişebilir. Uygun örneklerin ve kültürlerin incelenmelerinde çini mürekkebi ile ortamın boyanması, kolay ve iyi bir şekilde kapsülü belirler. Gram yöntemiyle boyandıklarında kapsül boyanmadan kalır, hücreler ise kristal viyoleyi tutar ve gram pozitif olarak görülürler(65,74). Doğadan izole edilmiş suşlar daha küçük ve ince kapsüllü olma eğilimindedir(40). Bazı hücreler tomurcuklanır ve ana hücreye dar bir boyunla bağlanırlar. Bunun dışında yalancı hif, klamidospor ve çimlenme borusu oluşturmazlar. Bazen küçük çıkıntılar yapabilirler. Elektron mikroskopu ile incelemelerde hücre duvarında iç ve dış tabakalar ayırt edilir ve kapsül 20 µm'lik parçalar halinde izlenir. Eşeyli şekillerde eşleşen hücrelerin iki çekirdeği farklı yönlerden hareketle yeni oluşan hücrelere doğru yol alır ve basidiyumlar üzerinde basidiyosporlar oluşur. Basidiyosporlar eşeyli dönemi tamamlarlar ve maya hücrelerine dönüşürler. Bu dönüşüm sonucu kriptokoklar oluşur ve varyeteler ayırt edilebilir. Varyetelerin ayrımında monoklonal antikorlar, biyokimyasal farklılıklar, üreme ve yaşama özellikleri kullanılabilir(40). Ayrımda kullanılmak üzere bazı özel besi yerleri de tanımlanmıştır(31). http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 60 Özmen G.Ö. ve Solmaz H. AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Staib besiyerinde(62) kahverengi pigment oluşturan kapsüllü maya hücreleri hemen daima C. neoformans'dır. C. laurentii’nin birçok suşu yeşil pigment yaparken, nadir suşları ve birçok var. gattii izolatı kahverengi pigment oluşturabilir. Kesin bir tanımlama için izolatların laktoz negatif, üreaz pozitif olmaları ve 37°C'de üremeleri gereklidir. Az sayıda C. neoformans izolatının fenol oksidaz içermemeleri sebebiyle beyaz ve kapsüllü maya kolonileri dikkate alınmalıdır(33). C. neoformans türlerinin ayrımında pulsed-field jel elektroforezi(40) ve polimeraz zincir reaksiyonu yolu ile DNA fingerprinting(43) metotları da kullanılmaktadır. C. neoformans aerop olup bazı karbohidratları fermente etmeksizin oksidasyon yolunu kullanır. Karbohidratlara etkisi kökenlere göre değişkendir. Çoğu glukozu, bazıları ise galaktoz, mannoz, fruktoz, sakkaroz ve maltozu asit oluşturarak, ancak gaz oluşturmadan parçalayabilmektedir. Etken, potasyum nitrat ve laktozu asimile etmezken, pepton, üre ve kreatinini azot kaynağı olarak kullanır. Üreaz enziminin gösterilmesi Torulopsis glabrata'dan ayırımında faydalı olmaktadır(74). Ancak C. neoformans'ın nadir suşları üreaz negatif olabilmektedir(40). Son zamanlara kadar C. neoformans'ın aseksüel olarak çoğalan bir maya olduğu düşünülüyordu. Ancak Kwon-Chung (33) çiftleşen tipleri identifiye etmeyi başarmış ve organizmanın miçelyal forma dönüşümünü göstermiştir. Bu forma ait basidiyosporlar rutin kültür ortamına ya da fareye inoküle edildiklerinde, birkaç gün içinde tipik kapsüllü hale dönmektedirler. C. neoformans'ın doğada miçelyal form halinde bulunup bulunmadığı belli değildir(25). Basidiyosporlar, çaplarının 1-3 µm olması nedeniyle alveolar yolla enfeksiyon oluşturmak için daha uygundurlar(40). C. neoformans, genellikle bu cinsin diğer türlerinden ve birçok mayadan farklı olarak kreatininden yararlanır. Bu nedenle başta güvercin olmak üzere, kreatininden zengin kanatlı hayvan dışkılarının bulunduğu yerlerde bol olarak bulunabilir(74). Üremesi için Sabouraud Dekstroz Agar (SDA) yeterli olur ve bu besiyerinde oda sıcaklığında veya 37°C'de ürer. C. neoformans'ın 37°C'de üremesi, diğer Cryptococcus türlerinin bu ısı derecesinde üretilememesi nedeniyle önem kazanır. Etken, 37°C'de genellikle 38-72 saat içinde ürer. Ekilen miktar az ise üreme 7 gün veya daha fazla sürebilir(65,74). Bunun dışında, Unat'ın balıklı buyyonu ile hazırlanan çukulatamsı agar, % 5 koyun kanlı agar, adi jelöz besiyerlerinde Cryptococcus neoformans'ın 48-72 saat içinde saydam, küçük, düzgün yüzeyli koloniler oluşturduğu, birkaç gün içerisinde de sarımsı-mat kolonilere dönüştüğü izlenmiştir(66,68) . LöwensteinJensen besiyerinde 10-14 günde sarı, mukoid koloniler oluşturduğu da gözlenmiştir. SDA’da maya kolonisi özelliğinde üreme gözlenir. Oluşan kolonilerin rengi başlangıçta beyazkremimsi iken, kültürler eskidikçe koyulaşır ve sarımsı-bronz renge döner. Oluşan kapsülün polisakkaridleriyle ilgili olmak üzere koloniler kabarık ve mukoid görünümlüdürler. Kapsüllü etkenlerin oluşturduğu koloniler, eğimli besiyeri yüzeyinde üst kısımlardan aşağıya doğru akarak dipte bir kitle oluşturacak şekilde toplanabilirler. Sıvı besiyerlerinde üstte zar yapmadan ürerler. Gerek in vivo ve gerekse in vitro koşullarda hangi besiyerinde üremiş olurlarsa olsun, aseksüel üreme dönemindeki kriptokoklar klamidospor, çimlenme borusu (germ tube) ve hif oluşturmazlar(2, 65,73). Çoğu C. neoformans izolatı cycloheximide'in 616 µg/ml konsantrasyonuna duyarlıdır. Bu sebeple besiyerlerine katılmamalıdır. Kontamine örneklerden izolasyon için besiyerlerine antibiyotik ve bifenil katılması ve pigment oluşumunu engellediği veya geciktirdiği için besiyerindeki glukoz konsantrasyonunun da %0.1'i geçmemesi önerilir(33). Antijenik Yapı ve Serotipler C. neoformans'ın antijen tiplerinin belirlenmesinde, bu mantarın mannoz, ksiloz, glukronik asit ve O-acetyl'den oluşmuş bir polimer olan kapsülü büyük rol oynar(11,17,74). Kapsüler polisakkaridi oluşturan "glucurono-xylomannan (GMX)" tabakadaki küçük yapısal farklılıklara göre 4 serotip (A, B, C ve D) saptanmıştır(11,17,26). Bu 4 serotip üzerinde yapılan çalışmalarda A ve D serotiplerinin benzer özellikler taşıdığı, ekolojik, epidemiyolojik, biyokimyasal ve genetik yönlerden B ve C serotiplerinden farklılık gösterdiği ortaya konmuştur. A ve D serotipleri C. neoformans var. neoformans, B ve C serotipleri ise C. neoformans var. gattii olarak sınıflandırılmıştır(7,26,32). DNA hibridizasyon çalışmalarında iki varyete arasında sadece %55-63 homoloji saptanmıştır(7). Kapsülsüz mutantların tiplendirilemez oluşu GMX’in serotiplendirmedeki önemini ortaya koymaktadır(11). Bazı suşlar ise hem A hem de D antiserumları ile reaksiyon verir ve serotip AD olarak ifade edilir(40). Serotiplendirme, çeşitli poliklonal hiperimmün serumların yada kapsüler polisakkaride spesifik monoklonal antikorların kullanılmasıyla yapılmaktadır. Serotipler arasındaki farklılığa yol açan antijenik yapılar, kapsülün esas polisakkarid komponenti olan GMX’de yer almaktadır. Değişik serotiplerde, α (1-3) mannoz çatısı etrafındaki yan zincir ve O-acetyl http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 61 Özmen G.Ö. ve Solmaz H. AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- gruplarının miktarlarında farklılıklar söz konusudur(18). Serotiplere ait GMX polisakkaridlerinin esterleşme derecesi (O-acetyl içeriği) ve moleküler ağırlıkları Tablo 1’de gösterilmiştir(7). etkenin proteolitik etkinliklerinin de bir virülens özelliği olabileceği bildirilmiştir(9). Epidemiyoloji Hastalık genellikle 30-60 yaşları arasında görülürken daha ileri yaşlarda bulunan olgular da vardır. Hastalıkta erkek kadın oranı 3/1’dir ve ırklar arası farklılık yoktur(69). AIDS'in epidemik hale gelişine kadar kriptokokkoz hem insan hem de hayvanlarda sporadik olarak izlenmekteydi. 1955 yılına kadar Zimmermann ve Littmann (76) tüm dünyada hepsi teyit edilmemiş 300 vaka belirlemişken, sadece 1976 yılında A.B.D.'de teyit edilmiş vaka sayısı 338'dir. C. neoformans, son yıllarda AIDS olan hastalarda ortaya çıkan enfeksiyonlardan sorumlu etkenler arasında Pneumocystis carinii, sitomegalovirüs ve mikobakterilerin ardından hayatı tehdit eden dördüncü enfeksiyon etkeni olarak ön sıralarda yer almaktadır(17,47). Bu hasta grubunda %7.5-10 arasında görülmektedir(47). A.B.D.'de bildirilen tüm kriptokokkoz vakalarının yarısından fazlası AIDS olan hastalardır(33). AIDS için Batı Avrupa ülkelerinden bildirilen prevalans değerleri ise daha düşüktür. Örneğin İngiltere’de %3,2, Fransa’da %5,8, Belçika’da %5,4, Almanya’da %5, Hollanda’da %6,1'dir. Prevalansın en yüksek olduğu yöre ise tropikal Afrika'dır. Belçika’da incelenen Afrika kökenli AIDS hastalarında bu oran %20,4 iken, Belçika kökenlilerde %5,4 olarak saptanmıştır(33). AIDS epidemisi öncesi yapılan çalışmalar var. neoformans'a bağlı enfeksiyonların tüm dünyada yaygın olmasına karşın var. gattii enfeksiyonlarının tropikal ve subtropikal bölgelerde lokalize olduğunu göstermekte idi. AIDS hastalarındaki artışın aksine var. gattii’nin neden olduğu enfeksiyonlarda belirgin bir azalma görülmüştür. Ancak bu azalma var. neoformans'a göre göreceli bir azalmadır. Çünkü AIDS olmayan popülasyonda var. gattii’nin prevalansı AIDS öncesi ve sonrası dönemde aynı kalmıştır(35). Ellis ve Pfeiffer (22) bu göreceli azalmayı, AIDS olan hastaların var. gattii’nin bilinen tek rezervuarı olan Eucalyptus camaldulensis ile daha az temaslarının olmasına bağlamışlardır. AIDS öncesi dönemde kriptokokkozlu erkek/kadın oranının 3/1 olması da erkeklerin doğal kaynak ile daha fazla karşılaşmaları ile açıklanmaktadır. Çünkü tropikal Afrika'da AIDS öncesi ve sonrası dönemde kadın/erkek oranında değişme olmamıştır. Kriptokokkoz insidansında mesleğe bağlı belirgin değişiklik saptanmamıştır. Güvercin besleyenler, C. neoformans ile temasın büyük bir oranda gerçekleştiği gruptur. Ancak bu insanlarda kriptokokkoz tablosu çok ender gelişmekle birlikte, bu Tablo 1: GMX polisakkaridlerinin esterleşme derecesi ve molekül ağırlıkları Serotipler arası antifungal duyarlılık farklılıklarının araştırıldığı çalışmalar vardır. Yapılan bir çalışmada serotipler arası antifungal duyarlılık farkı bulunamazken, retrospektif incelemeler sonucunda iki varyetenin klinik seyir açısından farklılıklar gösterdiği ve var. gattii’nin daha uzun süre tedavi gerektirdiği saptanmıştır(7). Var. gattii daha çok sağlıklı populasyonda, var. neoformans ise immün sistemi baskılanmış hastalarda belirlenmiştir. Var. gattii daha virulent olmakla birlikte, var. neoformans ile kişiler daha sık karşılaşmaktadırlar(40). Virülens Faktörleri Polisakkarid kapsül: Kapsül yapısı en önemli virülens faktörüdür. Kapsülsüz hücrelerin hızla fagosite edilmesi, kapsülün fagositozu önleyerek etkili olduğunu göstermiştir. Mutasyonla kapsül yapıcı özelliğini kaybeden türler hastalık oluşturamamaktadırlar. Kapsül büyüklüğü ile virülens arasında belirgin bir ilişki kurulamamıştır(39). Fenol oksidaz: Fenol oksidaz mantarın dipolifenol yapılarının varlığında boya oluşturmasını sağlar. Bu özelliği selektif besiyeri oluşturulmasında kullanılmıştır. Bu enzim aynı zamanda önemli bir virülens faktörüdür ve bu enzim etkinliği kaybolan Cryptococcus neoformans'lar farelerde hastalık oluşturamazlar. Fenol oksidazın etkisi ile oluşan melaninin, mantarı konağın oksidatif sistemlerinden koruduğu sanılmaktadır. Ayrıca, fenol oksidazın noradrenalin, DOPA, dopamin gibi katekolaminleri substrat olarak kullanabilmesi, klinikte en sık olarak meningoensefalit yapmasında kolaylaştırıcı faktör olduğu kabul edilmektedir(40). 37°C'de üreyebilme: 37°C'de üreyemeyen mantarlar kapsülleri ve fenol oksidaz etkinlikleri bulunsa bile farelerde hastalık oluşturamamaktadırlar. Doğal kaynaklardan izole edilen türler daha geç ürerler ve daha düşük virülense sahiptirler. Bunlardan başka http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 62 Özmen G.Ö. ve Solmaz H. AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Rüzgarın mekanik etkisiyle toprak ile birlikte havaya karışan C. neoformans havadan da izole edilmiştir. Eskimiş güvercin dışkılarında mantar daha bol bulunur. Bunun sebebi mantarın kuruluğa dayanıklı olmasıdır. Fekal materyalin gramında yaklaşık 5x107 maya hücresi mevcuttur. Taze ve yaş dışkılarda bu miktar daha düşüktür. Çünkü ıslak dışkıdaki bakterilerin sebep olduğu alkalinizasyon mantarın üremesini inhibe etmektedir(33). Ruiz ve arkadaşları (53) kuru dışkının yaş olandan 300 kat daha fazla canlı kriptokok içerdiğini göstermişlerdir. Şimdiye kadar, güvercin dışkılarından sadece var. neoformans izole edilmiş olup, birçok bölgede serotip A serotip D’den daha yaygındır. Walter ve Coffee(72), inceledikleri çeşitli kuş türlerine ait 189 örneğin hepsinin serotip A olduğunu bildirmişlerdir. Ancak, Danimarka ve İtalya’da daha çok serotip D izole edilmiştir. C. neoformans'ın dış ortamda yaygın olarak bulunmasında güvercinlerin taşıyıcı olarak rol oynadığı kabul edilmiş, ancak güvercinlerin vücut ısıları 42°C olduğundan hastalanmadıkları da vurgulanmıştır(29,33). Kriptokokların kırsal bölgelerde kuru ot yığınları, samanlıklar gibi güneş ışığı almayan rutubetli yerlerde bulunduğu belirlenmiştir. Meyve kabuğu, meyve suyu, süt ve topraktan da izole edilmiştir(29,40). C. neoformans normal ağız ve bağırsak florasında bulunmaz(29). Solunum sistemi ve deride geçici, asemptomatik olarak kolonize olabilecekleri bildirilmiştir(33,41). Var. neoformans'ın güvercin dışkılarından sıklıkla izole ediliş sebebi dışkının kreatinin içeriğine bağlanmıştır. Ancak var. gattii’nin de azot kaynağı olarak kreatinini kullanması sebebiyle bu hipotez ekolojik dağılımdaki önemini yitirmiştir. Var. gattii Eucalyptus camaldulensis ağacının çiçeklenme döneminde izole edilmiştir. Çiçeklenme dönemi çok kısa sürmekte olup ilkbahar sonu ve yaz başı arasındadır. Ancak çiçeklenme ve var. gattii üremesi arasındaki ilişki bilinmemektedir(35). Muhtemelen C. neoformans var. gattii’nin dikaryotik miçelyumu kış aylarını bitkinin erkek veya dişi organlarında geçirmekte, çiçeklenme ile birlikte infeksiyöz yapılar olan basidiosporlar oluşarak çevreye saçılmaktadır. Duyarlı konakta uygun sporu bularak eşleşme sonucu dikaryotik miçelyum oluşmakta ve enfeksiyona yol açmakta, ya da duyarlı olmayan konakta kapsüllü maya şekline dönüşmektedir. İnfeksiyöz basidiosporların çevrede bulunma süresi sadece birkaç gün olarak tahmin edilmektedir. Var. gattii'nin bir bitki patojeni mi yoksa flora üyesi mi olduğu da açıklığa kavuşturulmamıştır. Diğer Eucalyptus türlerinden etkenin izole edilememiş olması da bir diğer karanlık noktadır. kişilerde toplumdan daha yüksek antikor titrasyonlarının bulunması da bu meslek veya hobi grubunda immün baskılanma varlığında enfeksiyon riskinin yüksek olduğunu düşündürmektedir(25,33,64). Laboratuvar çalışanlarında, organizmanın aerosollerine sıklıkla maruz kalmalarına rağmen henüz laboratuvar kaynaklı pulmoner veya dissemine kriptokokkoz olgusu bildirilmemiştir(17). Genelde, insanlarda gözlenen hastalıklarda A serotipi sorumlu bulunmaktadır(25). Serotiplerin izolasyonunda belirgin coğrafik farklılıklar da görülmektedir(35,47). İngiltere ve Güney Kaliforniya hariç, Avrupa ve A.B.D. 'de enfeksiyon etkeni olarak var. neoformans hakimiyeti mevcuttur(32,40). Avrupa ve A.B.D.'nin doğu kıyılarında birçok enfeksiyon A serotipiyle ilişkilidir. Japonya ve Arjantin’de de serotip A hakimiyeti vardır(32). D serotipi ise Avrupa'daki olgularda daha fazla görülmektedir(32,47,48). Avrupa'da Danimarka, İtalya ve İsviçre serotip D'nin hakim olduğu ülkelerdir(32,40). B ve C serotipleri, Avustralya ve Güney Kaliforniya'da dahil olmak üzere özellikle tropikal ve subtropikal bölgelerde yüksek bir enfeksiyon prevalansı sergilemektedirler(47). Brezilya, var. gattii’nin hakim olduğu diğer bir yöredir(32). Avustralya'da gerçekleştirilen bir çalışmada(48) izole edilen tüm C. neoformans var. gattii izolatları serotip B olarak tespit edilmiştir. Avrupa'da var. gattii’nin izole edildiği tek ülke İngiltere'dir(40). Kriptokokkoz ile ilgili epidemiyolojik çalışmaların önemi, özellikle AIDS pandemisi başladığından bu yana artmıştır(18). İnsanlar arasında veya hayvanlardan insana bulaşma tartışmalıdır. Ancak literatürde korneal transplantasyonla ve kontamine kan inokülasyonu ile laboratuvar bulaşması sonucunda gerçekleşen vakalar bildirilmiştir (40). Solunum yolu dışında, enfekte hayvan derilerini sokan sineklerle ve hasta hayvanlara ait tımar ve koşum takımları yoluyla hayvandan hayvana bulaşma mümkündür. Ekoloji C. neoformans tüm dünyada serbest yaşayan bir ajan olarak bulunmakta ve belirgin bir endemik alan dağılımı göstermemektedir(17,25). C. neoformans'ın, ilk kez Sanfelice tarafından 1894 yılında meyve suyundan izole edilmesine karşın bilinen en önemli doğal kaynağı güvercin gübresi ve çeşitli kuş dışkıları ile bulaşık topraktır(20,25,33,53). C. neoformans’ın normalde toprakta bulunmamasının bir sebebi toprak mikrobiyotasında bulununan Basillus subtilis ve Pseudomanas aureginosa başta olmak üzere çeşitli bakterilerin(50,67,68) ve toprakta bulunan bir amip olan Acanthamoeba polyphaga ile etkileşimi sonucu sindirilmesidir. Topraktaki yaşamını olumsuz etkileyen diğer faktörler yüksek sıcaklık, düşük pH, direkt güneş ışığına maruz kalma ve anaerobik ortamdır(33,40). http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 63 Özmen G.Ö. ve Solmaz H. AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Akciğerlerde ortaya çıkan enfeksiyondan sonra mantar kan yoluyla merkezi sinir sistemine, meninkslere, kemiklere, deriye ve diğer iç organlara yayılabilir. Nadir olarak inokülasyon sonucu deri yolu ile vücuda girebildiği gösterilmiştir(26,69). C. neoformans'ın fenoloksidaz aktivitesi ve bazı katekolamin prekürsörlerinden melanin üretmesi, katekolaminlerden zengin merkezi sinir sistemine ilgisini açıklamada bir mekanizma olarak ifade edilmektedir(40). Elimizde daha yeni anti-fungal ajanlar bulunmasına rağmen C. neoformans'ın oluşturduğu enfeksiyonlar, immün yetmezlikli hastalarda önemli derecede morbidite ve mortalite kaynağı olmaya devam etmektedirler. Tedavide flucytosine ile birlikte veya yalnız başına amphotericin B etkilidir. Triazoller de etkin tedavi sağlamaktadır(47). Avustralya’da yapılan bir çalışmada, Eucalyptus camaldulensis ağacından izole edilen 131 var. gattii izolatının tamamının B serotipi olduğu bildirilmiştir(48). Avustralya' dan Eucalyptus camaldulensis'in ihraç edildiği yörelerden San Francisco’da var. gattii izole edilebilmiştir(22,33). Var. gattii ekolojisi ile ilgili olarak ileri sürülen bir hipotezde, etkenin ilk izole edildiği hayvan olan koala’nın tercih ettiği bitki türünün 6 Eucalyptus türünden Eucalyptus camaldulensis olmasıdır. Bu şekilde koalanın sindirim sistemine ve daha sonra da dışkısına geçtiği ifade edilmekte, aynı mekanizmanın güvercinler ve güvercinlerin beslendiği bitkiler ile C. neoformans var. neoformans arasında da bulunabileceği ifade edilmektedir. Epidemiyolojik açıdan iki varyetenin sebep olduğu enfeksiyonlar arasındaki farklılık güvercinlerin tüm dünyada yaygın olmasına karşın koalaların sadece coğrafik olarak sınırlı bir alanda yaşamalarına bağlanabilir(22). Lazera ve arkadaşları (57) var. neoformans’ı Syzyguim jambolana ağacındaki bir oyuktan, odun ve diğer bitki artıklarından ve yarasalarca istila edilmiş bir ev enkazından izole ettiklerini bildirmişlerdir. Lazera ve ark. yaptığı bir diğer çalışmada (38), 7 farklı ağaç kovuğundan alınan 31 örneğin 8’inden C. neoformans var. neoformans izole etmiştir. Ancak yukarıdaki her iki çalışmada da ağaç kovuklarından yapılan izolasyon, bu kovukların buraları barınak olarak kullanan kanatlılarca kontamine edilmiş olabileceğini düşündürmektedir. Hayvanlarda Kriptokokkoz Cryptococcus neoformans'ın at, sığır, keçi, leopar, kedi, köpek, gelincik, ceylan, fare, kobay, maymun gibi birçok hayvanda hastalık yaptığı bilinmektedir. Hayvanlara bulaşma genelde solunum yoluyla olmaktadır. Deri ve meme dokusu da giriş yeri olabilmektedir. Genel olarak hayvanlarda solunum, sinir sistemi ve deri formu görülür. Sığır, koyun, keçi gibi hayvanlarda Cryptococcus neoformans’tan ileri gelen mastitis sık rastlanan bir klinik tablodur(15,33,46,54,68,74). Kedilerde, hastalık çeşitli organ ve sistemlerde görülebilir. Ateş her durumda ortaya çıkar. Belirtiler haftalar veya aylar boyunca sürer ve yavaş yavaş daha şiddetli hale gelebilir(45). Üst solunum yolu hastalığı (unilateral veya bilateral kronik rinit veya sinüzit) kedilerde kriptokokkozisin en yaygın şeklidir. Belirtileri hapşırma, horlama ve burun akıntısı şeklinde olabilir. Polip benzeri kütleler, bir veya her iki burun deliklerinde görülebilir. Servikal lenf düğümleri büyümüş ve ülseratif veya proliferatif lezyonlar bazen dil, gingiva veya damakta bulunabilir. Pulmoner belirtiler nadirdir(45). C. neoformans özellikle yüz ve cilt lezyonlarına neden olabilir. Tipik olarak, bir veya birden fazla sert, nodüler, kutanöz veya cilt altı şişlikler baş, özellikle yüz, burun, yan köprü ve üst dudakta bulunur. Bazı lezyonlar ülserleşebilir. Lezyonlu bölgede kaşıntı çok az veya hiç görülmez(45). Kriptokokkoz, çoğu köpekte ciddi yaygın bir hastalıktır. Nörolojik formu hastalığın köpeklerde en sık görülen formudur ve kedilerdeki hastalığa benzer. Oküler lezyonlar yaygındır ve granülomatöz koriyoretinit ve optik nevrit içerebilir. Hastalık aynı zamanda diğer organlarda meydana gelebilir ve nadiren köpeklerde burun boşluğunu etkiler(45). Kriptokoksik mastitis salgınları ineklerde meydana gelir. İştahsızlık, azalmış süt üretimi ve meme İnsanlarda Kriptokokkoz Cryptococcus türleri içinde insanda enfeksiyona yol açabilen ve patojen olarak kabul edilen tek tür C. neoformans’dır(36,71). Nadir durumlarda C .albidus ve C. laurentii de izole edilmiştir(40,44). Doğada yaygın bir şekilde bulunması nedeniyle insanların C. neoformans ile sık sık enfeksiyona uğramalarının mümkün olduğu düşünülebilir. Asemptomatik enfeksiyonların varlığının bilinmesi de bu görüşü güçlendirmektedir. Ancak duyarlı ve doğru sonuç veren testlerin henüz elde bulunmaması, enfeksiyonu geçirmiş olan kişilerin oranının bilinmesini engellemektedir(69). C. neoformans sıklıkla immün yetersizliği olan kişilerde enfeksiyona yol açmaktadır(26,69). Lökozların birçok değişik türünde, Hodgkin lenfoma, sarkoidoz, multipl myelom, tüberküloz, diyabet, böbrek hastalıkları, uzun süreli kortikosteroid tedavisi, uzun süreli antibiyotik tedavisi ve doku/organ transplantasyonu gibi durumlarda hastalık sık görülmektedir(7,17,25,26,33,69). Bulaşma genellikle mantarı içeren toprak, toz ve kuş gübrelerinin inhalasyonuyla oluşur. Bunun yanında Vidinel( 69 ) tarafından, mantarın plasenta yolu ile bulaştığı bir yeni doğan enfeksiyonu bildirilmiştir. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 64 Özmen G.Ö. ve Solmaz H. AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- üstü lenf düğümlerinin büyümesi gibi semptomlar görülebilir. Hasta hayvan sütleri; yapışkan, mukuslu ve grimsi-beyaz olabilir(45). Koyun ve keçilerde akciğer hastalığı ve mastitis belirlenmiştir. Bir çalışmada, C. neoformans alopesik eksüdatif cilt lezyonu ve kafada da eksüdatif cilt lezyonu ile ilişkili bulunmuştur(45). Atlarda meningoensefalit, akciğer hastalığı, frontal sinüs ve paraorbital bölgeyi etkileyen üst solunum yolu hastalıkları ve yavru atmalar görülen klinik belirtiler arasındadır. Burun boşluklarında obstrüktif büyümelerde sıklıkla yer almaktadır(45). Kanatlıların vücut ısıları yüksek olduğu için etkene dirençlidir(29,33). Bununla birlikte, kriptokokkoz kuşlarda çok nadir olmakla birlikte mikotik rinit ve sinüzite neden olmaktadır. Ayrıca, etken özellikle güvercinlerin dışkısında bulunabilir(45). Laboratuvar hayvanları içinde fareler; kobay, sıçan ve tavşanlara göre etkene daha duyarlıdır. Periton içi, damar içi ve beyin içi yollarla bulaştırma ile duyarlı hayvanlarda hastalık oluşturabilir. Genelde bu mantar ile infekte edilen hayvanlar 4 hafta içinde ölürler. Tavuk embriyonları da damar içi yolla enfekte edilebilirler(30). Açıkgöz Aksu Ö, (2001). İstanbul ve çevresindeki kuş dışkılarında Cryptococcus neoformans görülme sıklığı. Uzmanlık Tezi, İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji ABD, İstanbul. 2. Ajello L, (1955). Recent advances in medical mycology. Bull of National Association of Clin Lab, 7: 11-16. Boday GP, (1993). What’s new in fungal infection in leukamic patients leukemia and lymphoma , 11: 127- 35. 9. Brueske CH, (1986). Proteolytic activity of a clinical isolate of Cryptococcus Neoformans. J Clin Microbial, 23:631-33. 10. Castanon-Olivares LR, Lopez-Martinez R, (1994). Isolation of C. neoformans from pigeon (Columba livia) droppings in Mexico City. Mycoses, 37(910): 325- 327. 11. Cherniak R, Morris LC, Anderson BC, Wleyer SA, (1991). Facilitated isolation, purification, and analysis of glucuronoxylomannan of C. neoformans. Infection and Immunity, 59: 59-64. 12. Cleare W, Brandt ME, Casadevall A, (1999). Monoclonal antibody 13F1 produces annular fluorescens patterns on Cryptococcus neoformans serotype AD isolates. J Clin Microbiol 37: 3080. 13. Costa AK, Sidrim JJ, Cordeiro RA, Brilhante RS, Monteiro AJ, Rocha MF, (2010). Urban pigeons ( Columba livia) as a potential source of pathogenic yeast: a focus on antifungal susceptibility of Cryptococcus strains in Norheast Brazil. Mycopathologia 169:207-213. Kaynaklar 1. 8. 14. Cox GM, Perfect JR, (2000). Cryptococcus neoformans var. neoformans and gattii and Triichosporon species. In: Coklier L, Balows A, Sussman M. Topley and Wilson’s Microbiology and Microbial Infections. 9th ed. Vol 4 Ajello L, Hay RJ vol eds. Medical Mycology 461-486. 15. Davis CE, (1986). Cryptococcus in infectious Disaese Medical Mikrobiology. 2 Baskı (Ed. Braude A.I, Fierer J, Davis C.E) W.B Saunders Comp. Philadelphia, pp. 564-71. 3. Ajello L, (1967). Comparative ecology of respiratory mycotic disease agents. Bact Rev, 31:6- 24. 4. Anğ Ö, Tümbay E, Büget E, Güvener Z, (1973). Balgamdan izole edilen Cryptococcus neoformans suşu. İstanbul Tıp Fak. Mec 36:850. 16. Denning DW, (1991). Epidemiology and pathogenesis of systemic fungal infections in the immunocompromised host J Antimicrobiol Chemother, 28 (Suppl B) 1-16. 5. Aygün G, (1996). İstanbul’ da doğal kaynaklardan Cryptococcus neoformans araştırılması. Uzmanlık Tezi. İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik mikrobiyoloji ABD. İstanbul. 17. Diamond RD, (1990). C. neoformans. Principles and Practise of Infectious Diseases, (Eds) Mandell, G.L., Douglas, R.G., Bennett, J.E. 3rd Ed., New York, Edinburgh, London, Melbourne, Churchill Livingstone, 1980-1989. 6. Bergman F, (1963). Occurrence of Cryptococcus neoformans in Sweden Acta Med Scan , 174:65155. 7. Bhattacharjee AK, Bennett JE, Glaudemans CPJ, (1984). Capsular polysaccharides of C. neoformans. Review of Infectious Diseases, 6: 619-624. 18. Dromer F, Gueho E, Ronin O, Dupont B, (1993). Serotyping of C. neoformans by using a monoclonal antibody specific for capsular polysaccharide. Journal of Clinical Microbiology, 31: 359-363. 19. Dramer F, Varma H, Ronin O, Mathoulin S, Dupont B, (1994). Molecular typing of http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 65 Özmen G.Ö. ve Solmaz H. AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Cryptococcus neoformans serotype D clinical isolates. J Clin Microbio, 32:2364-71. infected intravenously with Cryptococcus neophormans (Torula histolytica) 221:273-78. 20. Emmons CW, (1951). Isolation of Cryptococcus neoformans from soil. J Bacteriol, 62:685- 90. 31. Kwon-Chung KJ, Polacheck I, Bennet EJ, (1982). Cryptococcus neoformans Improved diagnostic medium for separation of Cryptococcus neoformans var neoformans (serotypes A and D) and Cryptococcus neoformans var gattii (serotypes B and C). J din Microbiol, 15:535-37. 21. Emmons CW, (1958). Environmental sources of infection in the mycoses. 6th international Congresson Tropical Medicine and Malaria, September 5-13. 32. Kwon-Chung KJ, Bennett JE, (1984). Epidemiologic Differences Between The Two Varieties of C. neoformans. American Journal of Epidemiology, 120: 123- ISO. 22. Ellis DH, Pfeiffer TJ, (1990). Natural habitat of Cryptococcus neoformans var. gattii. J Clin Microbiol, 28:1642-44. 23. Franzoit SP, Fries B, Hamdan JS, Casadevall A, (1996). Analysis of electrophoretic karyotypes of Cryptococcus neoformans strains from temperate and tropical regions. 96th general meeting of the American Society for Microbiology, New Orleans, Louisiana (Abstract), F-8, p:28. 33. Kwon-Chung KJ, Bennet EJ, (1992). Cryptococcosis. In Medical Mycology, 4. baskı, Lea&Fabiger, Philedelphia, pp. 397-446. 34. Kwon-Chung KJ, Edman JC, Wickes BL, (1992 a). Genetic association of mating types and virulence in Cryptococcus neoformans. Infect Immun; 60: 602-605. 24. Franzot SP, Salkin IF, Casadeval A, (1999). Cryptococcus neoformans var. grubii separate varietal status for Cryptococcus neoformans serotype isolates. J Clin Microbiol 37: 838-840. 35. Kwon-Chung KJ, Kozel TR, Edman JC, Polacheck I, Ellis D, Shinoda T, Dromer F, (1992 b). Recent advances in biology and immunology of Cryptococcus neoformans. Journal of Medical and Veterinary Mycology, 30(Supplement 1): 133-142. 25. Graybill JR, (1992). C. neoformans. Infectious Diseases, (Eds) Gorbach, S.L., Bartlett, Y.G., Blacklow, N.R., Philadelphia, W.B. Saunders Co, 1895- 1899. 36. Kwon-Chung KJ, Chang YC, (1999). Cryptococcus and cryptococcosis. 5th Congress of the Eurupean Confederation of Medical Mycology (June 3-6 1999, Dresden, Germany) Abstracts, 142-143. 26. Hay RJ, (1991). Clinical manifestations and management of cryptococcosis in the compromised patient. Fungal infections in the compromised patient, (Eds) Warnock DW, Richardson MD. England, John Willey & Sons Ltd. 85-115. 37. Lazera MS, Wanke B, Nishikawa MM, (1993). Isolation of both varieties of Cryptococcus neoformans from saprophytic sources in the city of Rio de Janeiro, Brazil. Journal of Medical and Veterinary Mycology, 31: 449-454. 27. Kantarcıoğlu AS, Yücel A, (2001). Deri lezyonlarından ayrılan bir Cryptococcus neoformans kökeni: Laboratuvar tanımı, deney farelerinde enfeksiyon oluşturulması ve NCCLS M27-A makrodilüsyon yöntemi ile yedi antifungale duyarlılığının belirtilmesi. Cer tıp fak derg. 4: 205-211. 38. Lazera MS, Pirez FDA, Camillo-Coura L, Nishikawa MM, Bezerra CF, Trilles L, Wanke B, (1996). Natural habitat of Cryptococcus neoformans in decaying wood forming hollows in living trees. Journal of Medical and Veterinary Mycology, 34: 127-131. 28. Karaman A, Tümbay E, Demir O, (1980). Bursa'da güvercin ve çeşitli kuş dışkısı örneklerinde Cryptococcus neoformans aranması. Türk Mik Cem Der, 10:31-37. 39. Leblebicioğlu H, Saniç A, Günaydın M, Emirler N, Özdemir Ş, (1995). Bir Cryptococcus neoformans meninjiti olgusu. Mik Bül, 29:203-7. 29. Kasımoğlu Ö, (1988). C. neoformans' ın ekolojisi, dağılımı ve kriptokokkoz epidemiyolojisi. C. neoformans ve Kriptokokkoz, (Eds) Tümbay, E., Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Yayınları No: 12, İzmir, Bilgehan Basımevi 1-8. 40. Levitz SM, (1991). The ecology of C. neoformans and the epidemiology of cryptococcosis. Reviews of Infectious Diseases, 13: 1163-1169. 41. Lucho VJ, Ginsburg V, Krivan HC, (1990). C. neoformans, Candida albicans, and Other Fungi Bind Specifically to the Glycosphingolipid Lactosylceramide (Gaipi-4Glcpi-1Cer) a Possible 30. Kligman AM, Crane AP, Norris RF, (1951). Effect of temperature on survival of chick embryos http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 66 Özmen G.Ö. ve Solmaz H. AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 54. Safrin RE, Lanchester LA, Davis CE, Braude AI, (1986). Differentiation of Cryptococcus neoformans serotypes by isoenzym electrophoresis. Am J Clin Pathol, 86:204-8. Adhesion Receptor for Yeasts. Infection and Immunity, 58: 2085-2090. 42. Meço O, Bayraktar M, Erkmen H ve ark, (1980). Bir subakut Cryptococcus neoformans meningiosefalitis olgusu. Mikrobiyoloji Bült. 14: 309. 55. Saraçlı MA, Yildiran ST, Sener K, Gonlum A, Dogancı L, (2003). Karyotyping of Turkish environmental Cryotococcus neoformans varient neoformans isolates by pulsed-field gel electrophoresis. 13th European Congress of Clinical Microbiology and Infectious Diseases ECCMID (Glasgow, UK, 10-13 may 2003 ) Clin Microbiol Infect 9 ( Suppl 1): 221. 43. Meyer W, Mitchell TG, Freedman EZ, Vilgalys R, (1993). Hybridization probes for conventional DNA fingerprinting used as single primers in the polymerase chain reaction to distinguish strains of Cryptococcus neoformans. Journal of Clinical Microbiology, 31(9): 2274-2280. 56. Seeliger HPR, Tümbay E, (1974). Mykosen der Lunge unter besonderer Berücksichtigung der opportunistischen Infektionen. Immun und Infek, 2:138-45. 44. Mitchell TG, Perfect JR, (1995). Cryptococcosis in the era of AIDS-100 years after the discovery of Cryptococcus neoformans. Clin Microbiol rev 8: 515-548. 45. Oie . Cryptococcosis, (2005). Erişim adresi: http;//www.cfsph.iastate.edu. may 1,2005. 57. Shields AB, Ajello L, (1966). Medium for selective isolation of Cryptococcus neoformans. Science, 151:208-9. 46. Palmer AC, Herrtage M, Kaplan W, (1981). Cryptococcus infection of the central nervous system of a dog in the U.K J Small Anim. Prac. 22:579-86. 58. Sivrel A, Tümbay E, (1993). İzmir’de güvercin dışkısından izole edilen Cryptococcus neoformans suşlan ve bunların amfoterisin B’ye in vitro duyarlıkları. İnfek Der, 7:107-13. 47. Patterson TF, Andriole VT, (1989). Current Concepts in Cryptococcosis. European Journal of Clinical Microbioliology and Infectious Diseases, 8: 457- 465. 59. Sotgiu G, Mazzoni A, Manyovani A, Ajello L, Palmer J, (1966). Survey of soil spor human pathogenic fungi from thr Emilia-Ramagna region of Italy. Am J Epidemiol, 83:329- 37. 48. Pfeiffer TJ, Ellis DH, (1993). Serotypes of Australian Environmental and Clinical Isolates of C. neoformans. Journal of Medical and Veterinary Mycology, 31: 401-404. 60. Soysal ŞS, Unat EK, Tahsinoğlu M, (1953). Bir Cryptococcus vakası. Türk Tıp Encümeni Arşivi, 4:115. 61. Staib F, (1962 a). Cryptococcus neoformans beim Kanarienvogel. Zbl f Bakt Orig (Abstr), 185:129. 49. Richardson MD, Wamock DW, (1994). Fungal infection: Diagnosis and management, 2. baskı, Blackwell Scientific Pub, London, Paris, Edinbourgh, Boston, Melboum, Berlin, Vienna. 62. Staib F, (1962 b). Kreatinin Assimilation ein neues Spezifikum für Cryptococcus neoformans. Zbl f Bakt Orig, 186:274. 50. Rippon JW, (1988). Medical Mycology. The pathogenic fungi and the pathogenic actinomycetes, 3.baski, W.B. Saunders Comp, Philadelphia, pp 582-609. 63. Tümbay E, (1977 a). İzmir yöresinde Cryptococcus neoformans ve kriptokokkoz. Birinci kısım: Cryptococcus neoformans 'ın doğal kaynaklarından izolasyonu. TÜBİTAK 6. Bilim Kongresi, Tıp Araştırma Grubu Tebliğleri Tutanağı, sayfa 839(17-21 Ekim, 1977, Ankara). 51. Rosario I, Hermosa de Mendoza M, Deniz S, Soro G, Alamo I, Acosta B, (2005). Isolation of Cryptococcus species including C. neoformans from cloaca of pigeons. Mycoses 48:421-424. 64. Tümbay E, (1977 b). İzmir yöresinde Cryptococcus neoformans ve kriptokokkoz. II. Kısım. Hasta materyalinde ve normal görünüşlü kişilerin serumunda indirekt-floresan antikor (IFA) yöntemi ile Cryptococcus neoformans’ a karşı antikor araştırılması. Tübitak 6. Bilim Kongresi Tıp Araştırmaları Tebliğleri, s. 785, Ankara. 52. Rosario I, Deniz S, Soro G et al, (2010). Presences of C. albidu, C. laurentii and C. uniguttulatus in crop and droppings of pigeon lofts ( Columba livia) . Mycopathologia 169:315-319. 53. Ruiz A, Fromtling RA, Bulmer GS, (1981). Distribution of C. neoformans in a natural site. Infection and Immunity, 31(2): 560-563. 65. Tümbay E, (1983). Pratik Tıp Mikolojisi. 1. baskı. Bilgehan Basımevi, 49- 50 İzmir. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 67 Özmen G.Ö. ve Solmaz H. AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 66. Unat EK, Yücel A, (1965). Konak dışında Cryptococcus neophormans ve Histoplazma capsulatum araştırmaları İ.Ü. Tıp Fak. Mec. 28:47. 67. Unat EK, (1993). Temel Mikrobiyoloji 2. Baskı, İ.Ü. CTF Yayınları Rektörlük NO: 3749, Fak. NO: 176, Doyuran Matbaası , İstanbul. 68. Unat EK, Yücel A, Altaş K, Samastı M, (1995). Tıp parazitolojisi, insanın ökaıyonlu parazitleri ve bunlarla oluşan hastalıkları. 5.baskı, İ.Ü. CTF vakfı Yayınlar,15, Doyuran Matbaası, İstanbul. 69. Vidinel İ, (1988). İnsanda kriptokokkoz. C. neoformans ve Kriptokokkoz, (Ed) Tümbay, E., Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Yayınları No: 12, Bilgehan Basımevi, İzmir, 25-28 70. Vural T, Özbek H, Anğ Ö, (1978). Septisemi ile seyreden jeneralize bir kriptokokkoz vakası. 18. Türk Mikrobiyoloji Kongresinde bildirilmiştir, 2426 Ekim 1978, İstanbul. 71. Walker TS, (1998). Cryptococcosis and Cryptococcus neoformans. Microbiology London, WB Sounders 313-319. 72. Walter JE, Coffee EG, (1968). Distribution and epidemiologic significance of the serotypes of Cryptococcus neoformans. American Journal of Epidemiology, 87(1): 167-172. 73. Warren NG, Shadomy HJ, (1991). Yeasts of medical importance. Manual of Clinical Microbiology, (Eds) Balows, A, Herrmann KL, Isenberg HD, Shadomy HJ, 5th Ed, Washington DC, American Society for Microbiology 617-662. 74. Yücel A, (1988). C. neoformans' ın mikolojisi. C. neoformans ve Kriptokokkoz, (Ed) Tümbay, E., Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Yayınları No:12, Bilgehan Basımevi, İzmir, 9-21. 75. Yücel A, (2001). Kriptokok ve Diğer Maya formundaki mantarlar. İnfeksiyon Hastalıklar’ ında 2nci baskı. Ed. Wilke A, Söyletir G, Doğanay M. 76. Zimmerman LE, Littman ML, (1956). Cryptococcosis. Grune&Stratton, New York. http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 68 AVKAE Derg. 2013, 3(1),69-75 Derleme/ Review ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Veteriner Hekimlikte Oksidatif Stres ve Bazı Önemli Hastalıklarda Oksidatif Stresin Etkileri Ebru TABAKOĞLU1 1 2 Ramazan DURGUT2 Mustafa Kemal Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Hatay Geliş tarihi/Received: 15.4.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 15.8.2013 --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet Oksidatif stres veteriner hekimlikte araştırmaların aktif bir sahasıdır ve sepsis, mastitis, asidozis, ketozis, enteritis, pnömoni, solunum ve eklem hastalıklarının dahil olduğu pek çok hastalıkta olguya dahil olmaktadır. Bu derlemede, oksidatif stres ve bazı hastalıklardaki etkileri son yayınların ışığı altında değerlendirilmektedir. Anahtar Kelimeler: Oksidatif stres, Oksidan, Antioksidan. Oxidatıve Stress in Veterınary Medicine and Effects in Some Important Diseases Abstract Oxidative stress is an active field of research in veterinary medicine and has been implicated in numerous disease processes including sepsis, mastitis, acidosis, ketosis, enteritis, pneumonia, respiratory, and joint diseases. In this review, oxidative stress effects in some diseases was evaluated in the light of current literatures. Key Words: Oxidative stres, Oxidant, Antioxidant. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------lipid peroksidasyonu ve serbest radikal/reaktif oksijen Giriş ürünlerinin açığa çıkması sonucu organizmada hücresel Serbest radikallerden reaktif oksijen ve nitrojen hasar oluşumudur. Oksidatif strese karşı organizmanın türleri (ROS ve RNS) normal hücre metabolizmaları savunma mekanizmaları (antioksidan mekanizmalar) tarafından üretilir. Serbest radikaller lipidler, yetersiz kalırsa, hücrelerde oksidatif hasar gelişerek karbonhidratlar, proteinler ve nükleik asitler gibi fonksiyonlar önemli oranda aksar. Pek çok hastalığın makromolekülleri etkileyerek oksidatif hasara neden patogenezinde kritik bir öneme sahip olduğundan olabilen, reaktif kimyasal ürünlerdir. Normal koşullarda hastalığın şiddeti artar. Bu mekanizma, yaşlanma süreci serbest oksijen radikalleri ve radikal toksisitesi ile ve kardiyovaskuler hastalıklar, kanser, sepsis, koruyucu antioksidan sistem üretiminde bir denge dejeneratif nörolojik hastalıklar, böbrek yetmezliği, vardır. Antioksidan ve oksidanlar arasında ki bu infertilite, kas ve karaciğer hastalıkları gibi pek çok dengenin oksidanlar lehine bozulması oksidatif stres hastalığın etiyolojisinden sorumludur (13,16). olarak bilinir. Oksidatif stres hastalıklarda hücresel ve Aerobik organizmaların normal metabolizma moleküler doku hasarı oluşum mekanizmalarının bir basamaklarında, besinlerin oksijen kullanılarak enerjiye parçasıdır (13,16). dönüşümü sırasında oksijen molekülü indirgenir ve yan Bu derlemede oksidatif stres ve veteriner ürün olarak hidroksil, süperoksit, nitrik oksit ve lipid hekimlikte bazı hastalıklarda oksidatif stres değişimleri peroksit gibi değişik serbest radikaller ve reaktif oksijen literatür verileri ışığında sunulmuştur. türleri meydana gelir (15). Serbest radikaller, reaktif Oksidatif Stres oksijen (reactive oxygen species-ROS) ve reaktif Oksidadatif stres, oksidan ve antioksidanlar nitrojen türleri (reactive nitrogen species-RNS) olarak arasındaki dengenin oksidan sistem lehine bozulması, sınıflandırılır. ROS olarak adlandırılan moleküller; Yazışma adresi/Correspondance: Ebru TABAKOĞLU, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, HatayTÜRKİYE E-posta: [email protected] Tabakoğlu E. ve Durgut R. AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ve nötrofiller aktive olduklarında sahip oldukları NADPH oksidaz kompleksi ile superoksit radikalleri ve hidrojen peroksit üretirler. Nötrofil miyeloperoksidaz (MPO) enzimi ise güçlü oksidan kaynaklarından birisidir ve hipoklorik asit üretimini katalizler (17, 26). Oksidan yan ürünler, karaciğerde detoksifikasyon ve eliminasyonda görevli olan sistemin aktivasyonu sonucu da oluşurlar. Yağ asitlerinin yıkılmasından sorumlu olan peroksizomlarda, yan ürün olarak hidrojen peroksit oluşur (17). Ekzojen faktörler ise, ilaç toksikasyonları, hava kirliliği yapan fitokimyasal maddeler, sigara dumanı, solventler gibi çevresel faktörler, antineoplastik ajanlar, metalik katyonlar, iyonize radyasyon, ultraviyole ışınlar, pestisidler, ozon, diyet olarak sınıflandırılabilir (10, 35). Reaktif oksijen türleri reaktif nitrojen türleri gibi normal hücresel metabolizma ürünleridir. ROS ve RNS’ler organizmada düşük konsantrasyonlarda yararlı etkilere sahiptir. ROS’lar hücresel cevap ve uyarı mekanizmalarında görev alırken, serbest radikaller sayısız enzimatik reaksiyon ve biyolojik fonksiyon için gereklidir. Serbest radikaller vücut için gerekli ve dengeli olduğu miktarı aşınca, yakın çevrelerindeki lipid, protein ve nükleik asitler gibi makromoleküllerle etkileşerek dengeli hale gelir. Ancak bu esnada hücre yapı ve organallerinde bozukluklara neden olur (32). ROS’lar, mutasyonlara ya da kansere neden olacak şekilde nükleik asit fonksiyonunun bozulmasında, geri dönüşümsüz DNA hasarı oluşmasında, enzim aktivitelerinde değişikliklere, proteinlere zarar vererek, yeni immunolojik yapıların oluşması gibi organizmada çok sayıda zarara neden olmaktadır (4,17). ROS’lar özellikle hücre membranındaki doymamış yağ asitlerine etki ederek lipid peroksidasyonunu oluştururlar. Lipid peroksidasyonu serbest radikaller tarafından başlatılan membran yapısındaki yağ asitleri zincirinden bir hidrojen atomu uzaklaştırılması ile başlayarak membran lipid yapısını değiştiren ve dolaylı olarak da reaktif aldehitler üreterek diğer hücre bileşenlerinin yapı ve fonksiyonlarına zarar veren çok zararlı kimyasal bir zincir reaksiyonudur (1, 4). Bu reaksiyon otokatalitik olarak bir kez başladığında zincirleme olarak devam eder ve eğer engellenmezse hücre membranını harap eder, organelleri parçalayarak lizozomal enzimlerin salınmasına ve otolize neden olur (4, 17). Üç veya daha fazla çift bağ içeren çoklu doymamış yağ asitlerinin bölünmesiyle lipid peroksidasyonun en önemli göstergelerinden biri üç karbonlu bir dialdehid olan molondialdehit (MDA) oluşur (15). Oluşan MDA; deformasyon, iyon transportu, enzim aktivitesi ve hücre yüzey bileşenlerinin agregasyonu gibi zar özelliklerinin değişmesine yol açar (9). superoksit anyon radikali (O2-), hidrojen peroksit (H2O2), hidroksil radikalleri (HO-), hipoklorik asit (HOCl), singlet oksijen (O2), ozon (O3), alkil radikali (R), peroksil radikali (POO-), organik peroksit radikali (RCOO-), perhidroksil radikali (HO2-), alkoksil radikali (RO-)’dir. RNS molekülleri ise nitrik oksit (NO-), peroksinitrit (ONOO-) olup, vücudun normal metabolik reaksiyonları sırasında az miktarda üretilirler (15,17, 20). Tablo 1: Oksijenin indirgenmesi O2 + e + H+ → HO2˙ Hidroperoksil radikali H O2˙ → H+ + O2˙ Süperoksit radikali O2˙ + 2H+ + e → H2O2 Hidrojen peroksit H2O2 + e → OH- + ˙OH Hidroksil radikali ˙OH + e + H+ → H2O Nitrik oksit (NO-), bir adet eşlenmemiş elektronu olan küçük bir moleküldür. Nitrik oksit muskarinik veya histamin reseptörleri gibi çeşitli reseptörlerin aktivasyonu sonucu L-arjinin ve oksijenden, nitrik oksit sentaz enzimi etkisiyle sentezlenir. NOnörotransmisyon, kan basıncı regülasyonu, savunma mekanizmaları, düz kas gevşemesi ve immun regulasyon gibi süreçlerde biyolojik sinyal molekülü olarak tanımlanan hem fizyolojik hem patofizyolojik süreçlerde önemli role sahip bir serbest radikaldir (17, 37). Nitrik oksit, superoksit radikalinin reaksiyonu sonucu, dokular için son derece zararlı bir radikal olan peroksinitrit’e dönüşür. Peroksinitritin proteinlere doğrudan zararlı etkileri vardır (37). Organizmada oluşan serbest radikaller endojen ve ekzojen kaynaklı olarak gruplandırılır. Endojen faktörler arasında, egzersiz, stres, yaşlılık, kronik hastalıklar, enfeksiyon, malabsorbsiyon gibi antioksidanların alınmasını engelleyen durumlarda serbest radikaller açığa çıkmasıyla birlikte hücresel düzeyde de meydana gelirler. Normal aerobik mitokondiriyal solunum zincirine bağlı olarak superoksit, hidrojen peroksit ve hidroksil radikali oluşur. Reaktif oksijen türleri, ksantin oksidaz (XOD), nikotinamid adenin dinükleotid fosfat (NADPH) oksidaz, nötrofil miyeloperoksidaz (MPO) gibi birçok enzimin aktivitesinin bir sonucu olarak üretilmektedir (17). Ksantin oksidaz canlı sistemde ROS oluşturan başlıca enzimatik kaynaklardan biridir. Ksantin oksidazın beyinde ödem, iskemi, damar geçirgenliğinde değişkenlik gibi oksidatif hasarlara neden olduğu ayrıca hepatit ve beyin tümörü olgularında da XOD’ın serum düzeylerinin artış meydana gelir. NADPH oksidaz, nötrofillerin plazma zarında bulunmaktadır. Makrofajlar http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 70 Tabakoğlu E. ve Durgut R. AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- azalması, hidrojen peroksitin artmasına ve şiddetli hücre hasarına yol açar (19). CAT ise demir içeren, özellikle karaciğerde ve eritrositlerde olmak üzere bütün organlarda bulunan ve SOD aracılığı ile oluşmuş olan hidrojen peroksitin oksijen ve suya parçalanmasında GSH-Px ile birlikte etkiyen önemli bir enzimdir. Her iki enzim vücuttaki hücresel korunmada önemli rol oynadığından, oksidatif strese bağlı olaylarda GSH-Px ve CAT aktivitelerinde değişmelerin oluştuğu bildirilmektedir (17, 18). Glutasyon, düşük molekül ağırlığa sahip, vücutta direk olarak sistein, glutamik asit ve glisin aminoasitlerinden oluşmuş bir tripeptit olup, en önemli çözünebilir antioksidandır (24, 38). Hücre metabolizmasına katılır ve hücre bütünlüğünün korunmasında esansiyel bir bileşiktir (21). Enzimatik olmayan antioksidan olarak oksidatif hasara ve serbest radikallere karşı etkinlik gösteren glutasyon, doğrudan reaksiyona girerek serbest radikallerin toksisitelerini düşürmektedir. Hidroksil radikalleri ile singlet oksijenin temizlenmesinde yararlıdır (7). Doğrudan serbest radikalleri temizlemesinin yanı sıra; GSH-Px ile birlikte enzimatik olarak da etki gösterir. Ayrıca, pek çok koruyucu enzimin kofaktorü olarak işlev görür. E ve C vitaminleri gibi önemli antioksidanların rejenere olmasına ve tekrar aktif formlarına dönüşmesini sağlar (38). Glutasyon, hücrelerde aminoasit transportunda, DNA ve protein sentezinde de önemli fonksiyonlara sahiptir (7). En çok karaciğerde sentezlenir ve karaciğer vücut GSH içeriğinin en önemli kaynağını oluşturmakla birlikte yaklaşık % 40’ı safra ile atılır (21). E vitamini ile GSH-Px serbest radikallere karşı birbirlerini tamamlayıcı etkilere sahiptir. E vitamini tokoferol yapısında olup α, β, γ ve δ olarak adlandırılan dört tokoferol karışımıdır. Antioksidan etkisi en fazla olan α-tokoferol’dür (39). Alfa-tokoferol biyolojik membranlardaki lipoproteinleri oksidasyondan koruyan ve yağda çözünen ana antioksidan vitaminlerdendir. Vitamin C ise güçlü indirgeyici aktivitesinden dolayı en güçlü suda eriyen antioksidandır ve birçok enzimin kofaktörüdür. C Vitamini, oksidatif hasara neden olan serbest radikallerin yan etkilerini büyük miktarda azaltır. Lipid peroksidasyonu önlemede vitamin C, vitamin E’nin organizma düzeylerin azalmasını önleyip yeniden kazanılmasını sağlamaktadır (24, 12). Ruminantlar ihtiyaçları kadar vitamin C sentezlerler ancak ruminal mikroflora tarafından vitamin C yıkıma uğradığında zaman zaman yetersizlikler oluşabilmektedir. Askorbik asid düzeyinin düşük olması tüm kronik yangısal hastalıklarda ve lipid peroksidasyonun arttığı durumlarda önemli rol oynar (24). β-Karoten bitkiler ve mikroorganizmalar tarafından sentezlenen doğal pigmentleri olan maddelerdir ve vitamin A öncülleri olarak antioksidan Oksidan/antioksidan dengesi; Serbest radikallerin üretiminin artması, antioksidanların inaktif ya da yetersiz olması gibi nedenlerle bozulması “Oksidatif Stres” oluşturarak, hücresel yapı ve moleküllerde oksidan maddeler birikimine ve çeşitli fizyolojik olayların aksamasına neden olur. ROS’ların yararlı ve zararlı etikleri arasındaki hassas dengenin korunması çok önemlidir. Aerobik organizmalarda serbest radikallerin açığa çıkması sonucu, organizmada bunların oluşturduğu hasarı önlemek için, radikal oluşumunu engelleyen ve oluşan zararı azaltan, antioksidan olarak bilinen çeşitli savunma mekanizmaları geliştirilmiştir (38). Antioksidanlar düşük konsantrasyonlarda oksidan maddelerle karşılaşır ve hedef molekülün oksidasyonunu geciktirir ya da inhibe eder (17). Antioksidan enzimler serbest radikalleri indirgeyerek oluşacak hasarı önlemede rol oynar (23). Bunlar serbest radikalleri tutarak veya daha zayıf yeni bir moleküle dönüştürerek aktivitelerini azaltır veya serbest radikalleri kendilerine bağlayıp reaksiyon zincirini kırma/onarma şeklinde etki gösterirler (34). Antioksidanların sınıflandırılması farklı şekillerde yapılabilmektedir; yapılarına göre enzimatik ve enzimatik olmayan, kaynaklarına göre endojen ve eksojen, çözünürlüklerine göre suda çözünenler ve yağda çözünenler ve organizmada yerleşimlerine göre intraselluler ve ekstraselluler olarak sınıflandırılır. Organizmanın antioksidan olarak tanımlanan serbest radikallere karşı savunma sisteminde öncelikle hücrelerdeki enzim sistemleri etkilidir. Superoksit dismutaz (SOD), glutatyon peroksidaz (GSH- Px), katalaz (CAT) serbest radikallerin birikmesini ve lipid peroksidasyonunun başlamasını önleyen en önemli enzimatik antioksidanlardandır (17, 18, 38). Enzimatik olmayan antioksidanlar ise askorbik asit (Vitamin C), alfatokoferol (Vitamin E), glutatyon (GSH), β-Karoten (Vitamin A) ve diğer antioksidanlardan oluşur. Normal koşullarda organizmada antioksidanların miktarları ve aktiviteleri arasındaki mevcut denge organizmanın yaşaması ve sağlığı için gereklidir (17, 38). Serbest radikallere karşı organizmadaki ilk savunma işlemi superoksit dismutaz (SOD) enzimiyle gerçekleşir. SOD, endojen olarak üretilen ve organizmayı oluşturan her hücre için esansiyel bir enzim olup peroksinitrit oluşumunu engelleyici ve hücre hasarına yol açan süperoksit radikalini, daha az zararlı hidrojen peroksite ve moleküler oksijene dönüştürücü etkisi nedeniyle organizmayı oksidanların zararlı etkisinden korur (18). Lipid peroksidasyona karşı oluşan korunma mekanizmasında GSH-Px ve CAT birincil antioksidan enzimler olarak bilinirler (21). GSH-Px aracılığıyla hidrojen peroksitin ve lipid hidroperoksitlerin indirgenmesi sağlanır (21, 18). GSH-Px aktivitesinin http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 71 Tabakoğlu E. ve Durgut R. AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- artırmaktadır (29). Yılmaz ve Bahçecioğlu, yapmış oldukları bir çalışmada karbonteraklorür (CCl4) ile karaciğer sirozu oluşturulan ratlarda, karaciğer dokusunda MDA, GSH-Px, glukoz-6-fosfat dehidrogenaz ve pirüvat kinaz aktivitelerini ölçmüşlerdir. Sirozlu grubun karaciğer MDA düzeylerinin kontrollere göre yüksek, GSH-Px ve glukoz-6-fosfat dehidrogenaz aktivitelerinin ise düşük olduğunu bulmuşlardır. Bu çalışma sonucunda sirozun antioksidan savunma sisteminde değişikliklere ve dolayısıyla oksidatif stres ve peroksidasyona yol açabileceği belirlenmiştir (40). Deneysel olarak alkolik yağlı karaciğer oluşturulan ratlarda ise karaciğer GSHPx aktivitesi ve lipid peroksidasyonu ölçülmüştür. Karaciğer lipid peroksidasyon içeriğinin 4-6. haftalarda, GSH-Px aktivitesinin ise 4. haftada arttığı ve karaciğer GSH-Px aktivitesindeki artışın lipid peroksid üretimiyle ilgili olabileceği belirlenmiştir (27). Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması sonucunda oluşan hepatitisde, oksidatif stresin etiyolojik mekanizması ile ilişkili olabilecek lipid peroksidasyon, karaciğer demir seviyesi ve hiperinsilunemi olmak üzere 3 faktör öne sürülmektedir (29). Sütçü ineklerin karaciğerlerinde lipid peroksidasyon ve doğal antioksidan vitamin olan vitamin E durumunu değerlendirmek için yapılan bir çalışmada karaciğer yetmezliği olan ineklerde hepatik ensefalopatinin klinik bulguları görülerek kan değerleri AST > 80 U/l, serum GLDH > 15 U/l ve venöz plasma amonyak >35 mmol/l olduğu belirlenmiştir. Karaciğer yetmezliği olan ineklerde hepatik lipid peroksidasyonunun arttığı ve antioksidan durumun azaldığı belirlenmiştir (28). Avcı ve Kızıl (2012) geçiş dönemdeki ineklerin oksidatif stres parametreleri üzerine selenyum, bakır, çinko ve mangan içeren enjektabl bir mineral solüsyonunun etkilerini araştırmak üzere yaptıkları bir çalışmada doğumuna yaklaşık 3 hafta kala ileri gebe ineklerde tek doz mineral solüsyonu neticesinde doğum sonrası dönemde MDA düzeylerindeki azalmalar ile GSH-Px ve CAT düzeylerindeki artışlar deney grubunda oksidatif stresin azalma eğiliminde olduğunun göstergesi olarak kabul edilmiştir. Sonuçta, özellikle selenyum, bakır, çinko ve mangan içeren bir mineral solüsyonunun geçiş döneminin başlangıcında uygulanmasının oksidatif stresi önlemede etkili olabileceği kanaatine varılmıştır (3). Koyun karaciğer MDA konsantrasyonu, enzimatik antioksidanların aktiviteleri (GPx, Cu, ZnSOD, CAT) ve enzimatik olmayan antioksidanların konsantrasyonu (redükte GSH, vitamin C, β-karoten) üzerine doğal distomatosis’in etkilerini değerlendirmek üzerine yapılan bir çalışmada Fasciola hepatica, Fasciola gigantica ve Dicrocoelium dentriticum ile etkiye sahiptir. β-Karoten antioksidan etkisini, singlet oksijeni ve peroksil radikallerini temizleyerek sağlar (31). Melatonin, beyin epifizinden salgılanan bir hormon olup biyolojik ritmin düzenlenmesine yardımcı olur. Güçlü bir antioksidandır ve serbest radikaller üzerine negatif etkilidir (24). Hayvanlarda Oksidatif Stresin Etkili Olduğu Bazı Önemli Hastalıklar Antioksidan ve oksidanlar arasındaki dengenin bozulması olarak tanımlanan oksidatif stres hastalıklarda hücresel ve moleküler doku hasarı oluşturmakta ve günümüzde hastalıkların patogenezi ve prognozunun belirlenmesinde oksidatif stres parametrelerin değerlendirilmesi popülarite kazanmaktadır. Köpeklerin önemli bir deri hastalığı olan piyoderma ile antioksidatif metabolizma arasındaki ilişkinin incelenmesi ve oksidatif hasarın boyutunun 8hidroksi-2’-deoksiguanozin (8-OHdG) üzerinden gösterilmesi amacıyla yapılan çalışmada piyoderma tanısı konmuş köpeklerde MDA ve 8-OHdG düzeylerinin yükseldiği saptanmıştır. Piyodermanın yalnızca deride hasara yol açmadığı, piyodermalı hayvanlar tedavi edilmediği takdirde hasarın hücresel boyutta ve DNA üzerinde değişimlere yol açabileceği belirlenmiştir (13). Şahin ve ark, rottweiler ırkı ekzemalı bir köpekte yaptıkları bir çalışmada eritrosit GSH-Px seviyelerinin azaldığı ve plazma lipit peroksidasyon (MDA) seviyelerinin yükseldiğini saptamışlardır (33). Çiftlik hayvanlarında taşıma işlemi, verim kayıplarına yol açması ve hayvan refahını olumsuz etkilemesi ile strese ve bu durum oksidan/antiokisan dengenin radikaller lehine bozulmasına neden olmaktadır (15). Çetin ve ark, 10 ve 24 saat süreyle taşınan koyunlarda oksidatif stres parametrelerini değerlendirilmiş ve fiziksel zorlanma sebebiyle kas kasılmalarının, enerji üretimini ve organizmaya oksijen girişini artırdığı ve taşıma sonrasında MDA, NO, SOD ve GSH-Px aktivitelerinin yükseldiğini tespit etmişlerdir. Bu durum oksijen kaynaklı serbest radikalleri ve birçok reaktif oksijen türlerini artırmaktadır (11). Taşıma sırasında artan serbest radikallerin hücre lipid membranlarının peroksidasyonu sebebiyle plazma NO düzeyleri yükselmektedir (15). Chirase ve ark, sığırlarda taşıma stresine bağlı olarak laktik asit, laktat dehidrogenaz, kreatin fosfokinaz gibi enzim aktivitelerinin yükselmesi ile oksidatif stres parametrelerinin artırdığını bildirmiştir (8). Sıcaklık stresi de hücrelerde reaktif oksijen türleri oluşumunu artırarak oksidatif stresi uyardığı bildirilmektedir (6). Karaciğer hastalıklarında, hem ROS/RNS artışı hem de hücrelerde lipid peroksidasyonu, DNA ve proteinlerin yıkımınına yol açtığından karaciğer hasarını http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 72 Tabakoğlu E. ve Durgut R. AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- enfekte sığırlarda CAT, GSH-Px, vitamin E ve Vitamin C’ nin azalmasını ve MDA düzeylerinde artışları hastalıkta oksidatif stresin geliştiğinin göstergesi olarak belirlemişlerdir (22). Yaşları 2 hafta ile 6 ay arasında değişen ve dışkı numunelerinde Eimeria spp. oosistleri gözlemlenmiş koksidiozisli buzağıların plazma MDA düzeyi ile eritrosit SOD, CAT ve GSH-Px enzim aktivitelerinin değerlendirilmesi üzerine yapılan çalışmada, plazma MDA düzeyinin önemli derecede daha yüksek olduğu, buna karşın, eritrosit SOD, CAT ve GSH-Px aktiviteleri önemli oranda daha düşük bulunmuştur. Bu durum koksidiozisin lipid peroksidasyonuna yol açtığı ve koksidiozisli buzağılarda oksidan ve antioksidanlar arasındaki dengenin oksidan lehine bozulduğunu göstermiştir (36). Bütün bu bilgiler ışığında oksidatif stres parametrelerinde hayvanlarda bazı hastalıklarda bir takım değişiklikler meydana gelmekte ve bu hastalıkların tedavisinde çeşitli antioksidanların etkili olabileceği yukarıdaki çalışmalarda gösterilmektedir. Kaynaklar doğal enfekte koyunlarda MDA konsantrasyonu ve GPx aktivitesi ve ALT ve AST serum aktiviteleri kontrol grubundan önemli derecede yüksek olup Cu/Zn-SOD, CAT aktiviteleri ve GSH, vitamin C konsantrasyonları kontrol grubundan önemli oranda düşük olduğu belirlenmiştir. β-karoten konsantrasyonu açısından gruplar arasında istatistiksel olarak fark bulunmamıştır. Bu çalışmada distomatosisli koyunların karaciğerinde lipid peroksidasyonunda artış ve antioksidan aktivite konsantrasyonlarında önemli değişiklikler olduğu kanısına varılmıştır (12). Bu çalışmanın aksine Fasciola hepatica ile enfekte koyunlarda yapılan bir diğer çalışmada MDA düzeyleri, antioksidan enzimlerden katalaz ve glutatyon peroksidaz aktiviteleri ile nitrik oksit düzeyleri değerlendirilmiş, fasciolasisli grubun plazma MDA düzeyleri, eritrosit katalaz, glutasyon peroksidaz aktiviteleri ile serum nitrik oksit düzeyleri kontrol grubuna göre istatistiksel olarak farklı bulunmamıştır. Fasciolasisli grubun karaciğer MDA düzeyi, CAT aktivitesi ile NO düzeyi kontrol grubuna göre önemli derecede düşerken, glutasyon peroksidaz aktivitesi ise önemli derecede artmıştır. Fasciola hepatica’ nın sebep olduğu sirotik karaciğer dokusunda MDA düzeyleri, antioksidan enzim aktiviteleri ve nitrik oksit düzeylerinde değişiklikler meydana gelirken, kanda herhangi bir değişiklik meydana gelmediği ve karaciğer dokusunun ileri derecede fibrotik olması ve hücre membran yapısının bozulmuş olması sebebiyle, lipid perosidasyonuna karşı direnç olabileceği belirlenmiştir (5). Önemli zoonozlardan biri olan ekinokokkozisin sığırlarda serum MDA, serbest oksijen radikallerinin oluşumunu ve lipid peroksidasyonunu engelleyerek, dokularda ve plazmada bulunan oksidanların zararlarını engelleyen seruloplazmin (CER) ve bütün vücut sıvılarında yer alarak, lenfositlerin çoğalmasında ve farklılaşmasında rol oynayan, immun sistem baskılandığında azalan, aktive olduğunda artan adenozin deaminaz (ADA) konsantrasyonlarının araştırılması amacıyla bir çalışma yapmışlardır (30). Kistik ekinokokozis ile enfekte ve sağlıklı gruplar arasında serum MDA ve ADA düzeyleri yönünden fark önemli bulunurken, CER istatiksel olarak önemsiz bulunmuştur. Sonuç olarak kistik ekinokokkozisli sıgırlarda lipid peroksidayonun artması sonucu MDA seviyesinde artış meydana geldiği, bu artışa paralel olarak CER de antioksidan savunma için arttığı, belirlenmiştir (30). Anaplasmozisli sığırlarda oksidatif stres ve etkenin konak savunma sisteminin uyarılması sonucu immun sistem değişimleri ve bu esnada oluşan yangı ile birlikte oksidatif stres meydana geldiği MDA, NO, HSP 27 (ısı şok proteni) ve interlökin (IL)-6 ile değerlendirilmiş ve bunların düzeyleri yüksek bulunmuştur (14). Kızıl ve ark, Theleria annulata ile 1. Akkuş İ, (1995). Serbest radikaller ve fizyopatolojik etkileri. Mimoza Basım, Yayım ve Dağıtım, Konya. 2. Arslan HH, Nisbet C, Sarıpınar D, Çenesiz S, Çenesiz M, (2008). Sığırlarda Asetilmetiyonin, LKarnitin, Vitamin E Ve Vitamin B12 Kombinasyonunun Bazı Klinik, Hematolojik Ve Biyokimyasal Parametreler Üzerine Etkisi. Yyü Vet Fak Derg. 19(1): 9-14 3. Avcı C, Kızıl Ö. Geçiş Dönemindeki İneklerde Stres Parametreleri Üzerine Mineral Uygulamasının Etkileri F.Ü.Sağ. Bil. Vet. Derg. 2012, 26 (2): 87 – 91 4. Basaga HS, (1990). Biochemical aspects of free radicals. Biochem Cell Biol. 68: 989-998. 5. Benzer F, Ozan ST, (2003). Fasciola hepatica ile Enfekte Koyunlarda Lipid Peroksidasyonu, Antioksidant Enzimler ve Nitrik Oksit Düzeyleri. Turk J Vet Anim Sci 27: 657-661 6. Bernabucci U, Ronchi B, Lacetera N, Nardone A, (2005). Influence of body condition score on relationships between metabolic status and oxidative stress in periparturient dairy cows. J. Dairy Sci. 88: 2017-2026. 7. Bucak MN, Satılmış M, Kızıl S, Karaşahin T, Akyol N, (2010). Sığır Embriyolarının in vitro Gelişiminde Kültür Medyumlarına Katılan Antioksidanların Etkisi. Kafkas Univ Vet Fak Derg. 16 (1): 69-74 8. Chirase NK, Greene LW, Purdy CW, Loan RW, Auvermann BW, Parker DB, Walborg EF, Stevenson DE, Xu Y, Klaunig JE, (2004). Effect of http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 73 Tabakoğlu E. ve Durgut R. AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- transport stress on respiratory disease, serum antioxidant status, and serum concentrations of lipid peroxidation biomarkers in beef cattle. Am. J. Vet. Res. 65: 860-864. 23. Kleczkowski M, Klucinski W, Sikora J, Zdanowicz M, Dziekan P, (2003). Role of antioxidants in the protection against oxidative stress in cattle nonenzymatic mechanism. Pol J. Vet. Sci. 6: 301308. 9. Cighetti G, Duca L, Bortone L, Sala S, Nava I, Fiorelli G, Cappellini M.D, (2002). Oxidative Status and Malondialdehyde in β-thalassaemia Patients. Eıropean Journal of Clinical İnvestigation. 32: 55601 24. Kohen R, Nyska A, (2002). Oxidation of biological 10. Çaylak E, (2011). Hayvan ve bitkilerde oksidatif 25. Lacetera N, Bernabucci U, Ronchi B, Nardone A, systems: oxidative stres phenomena, antioxidants, redox reactions, and methods for their quantification. Toxicol Pathol. 30(6): 620-650. stres ile antioksidanlar. Tıp Araştırmaları Dergisi. 9 (1) : 73-83 (1996). Effects of selenium and vitamin E administration during a late stage of pregnancy on colostrum and milk production in dairy cows, and on passive immunity and growth of their offspring. Am J Vet Res. 57(12):1776-80 11. Çetin E, Çetin N, Küçük O, (2011). Toklularda Karayolu ile taşımanın oksidan- antioksidan sistem üzerine etkisi. Atatürk üniversitesi Vet. Bil. Derg. 6(2): 103-109 26. Lavelli V, Peri C. Rizzola A, (2000). Antioxidant 12. Değer Y, Ertekin A, Değer S, Mert H, (2008). Lipid activity of tomato products as studied by model reactions using Xanthine oxidase, Myeloperoxidase, and copper-induced lipid peroxidation. J. Agric. Food Chem. 48(5): 14421448 Peroxidation and Antioxidant Potential of Sheep Liver Infected Naturally with Distomatosis. Türkiye Parazitoloji Dergisi. 32 (1): 23-26. 13. Ercan N, Fidancı UR, (2012). Piyodermalı köpeklerde idrarda 8-hidroksi-2’-deoksiguanozin (8-OHdG) düzeyleri. Ankara Üniv Vet Fak Derg. 59: 163-168. 27. Lizuka J, Sato J, Sugimoto M, (1991). Glutathione S-Transferase in Alcoholic Fatty Liver. Arukuro Kenkyuto Yakabutsu Ison. 26: 428-446. 14. Ergönül S, Aşkar KT, (2009). Anaplasmosisli 28. Mudron P, Rehage J, Qualmann K, Sallmann H.P, Scholz H, (1999). A Study of Lipid Peroxidation and Vitamin E in Dairy Cows with Hepatic Insufficiency. Journal of Veterinary Medicine Series. 46 (4): 219–224. Sığırlarda Isı Şok Protein (HSP), Malondialdehit (MDA), Nitrik Oksit (NO) ve İnterlökin (IL-6, IL10) Düzeylerinin Araştırılması. Kafkas Univ Vet Fak Derg. 15 (4): 575-579. 15. Freeman BA, Crapo JD, (1982). Biology of disease: free radicals and tissue injury. Lab. Invest. 47: 412-426 29. Muriel P, (2009). Asian Pacific Association for the 16. Gutteridge JMC, (1993). Free radicals in disease Kistik Ekinokokkozisli Sığırlarda Serum Malondialdehit, Seruloplazmin ve Adenozin Deaminaz Düzeylerinin Belirlenmesi. Erciyes Üniv Vet Fak Derg. 5(1): 1-4 Study of the Liver. Hepatol Int. 3: 526–536 30. Nisbet C, Çenesiz S, Açıcı M, Umur Ş, (2008). processes: A compilation of cause and consequence. Free Radic Res Commun. 19(3): 141-158. 17. Gutteridge JMC, (1995). Lipid peroxidation and 31. Paiva S, Russell RM, (1999). Beta-carotene and antioxidants as biomarkers of tissue damage. Clin Chem. 41: 1819-1828 other carotenoids as antioxidants. JAm Coll Nutr. 18: 426-433 18. Halliwell B, Gutteridge JMC, (1999). Free Radicals in Biology and Medicine, 3rd ed, Oxford University Pres, Newyork. 246-351. 32. Pekcan Z, Çınar M, Gürkan M, Kumandaş A, (2011). Ankara Keçilerinde Propofol ve İzofluran Anestezisinin Oksidatif Stres Üzerine Etkileri. Atatürk Üniversitesi Vet. Bil. Derg. 6(3): 217-222 19. Halliwell B, Gutteridge JMC, (1989). Free Radicals in Biology and Medicine. Clarendon Press, Oxford. 33. Şahin T, Şındak N, Yaralıoğlu Gürgöze S, Çamkerten İ, (2004). Rottweiler Irkı Bir Köpekte Ekzema Olgusu. YYÜ Vet Fak Derg. 15 (1-2):7982 20. Halliwell B, (1994). Antioxidants and Human Disease: curiosity, cause or consequence? Lancet, 344:721-724. 21. Kehrer JP, (1993). Free radicals as mediators of 34. Traber M.G, Packer L, (1995). Vitamin E. Beyond tissue injury and disease. Crit Rev Toxicol. 23 (1): 21-48. antioxidant function. Am. J. Clin. Nutr. 62: 15011509 22. Kızıl M, Baydar E, Kızıl Ö, (2011). Tayleriyozisli 35. Trimarchi JR, Liu L, Porterfield DM, Smith PJ, Sığırlarda Antioksidan Parametrelerdeki Değişiklikler. F.Ü.Sağ. Bil. Vet. Derg. 25 (2): 53 – 56 Keefe DL, (2000). Oxidative phosphorylationdependent and -independent oxygen consumption http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 74 Tabakoğlu E. ve Durgut R. AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- by individual preimplantation mouse embryos. Biol Reprod. 62: 1866-1874 36. Tufan A, Çam Y, (2008). Buzağı koksidiozisinde lipid peroksidasyon düzeyi ve antioksidan enzim aktiviteleri. Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences). 17(3): 131-136, 37. Tunçtan B, Abacıoğlu N, (1998). Biyolojik örneklerde nitrik oksit ölçümü: Diazotizasyon yöntemi. FABAD J. Pharm. Sci. 23: 161-170. 38. Valko M, Leibfritz D, Moncol J, Cronin M, Mazur M, Telser J, (2007). Free radicals and antioxidants in normal physiological functions and human disease. Int J Biochem Cell Biol. 39: 44–84. 39. Vinson J, Hsu C, Possanza C, Drack A, Pane D, Davis R, Klock C, Graser K, Wang X, (1994). Lipid peroxidation and diabetic complications: effect of antioxidant vitamins C and E. Adv Exp Med Biol. 366: 430-432. 40. Yılmaz S, Bahçecioğlu İH, (2000). Karbontetraklorür İle Siroz Olusturulmus Ratlarda Lipid Peroksidasyonu, Antioksidant Enzim Ve Pirüvat Kinaz Aktiviteleri. Turk J Vet Anim Sci. 24: 25–28 http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php 75