Yıl /Year: Sayı - Abant İzzet Baysal Üniversitesi

Transkript

Yıl /Year: Sayı - Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Cilt/Volume: Yıl /Year: Sayı/Issue:2 Bahar/Spring 2010
ISSN: 1303 – 0035
http://www.sbe.ibu.edu.tr
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Journal of Social Sciences
İmtiyaz Sahibi / Published By
Prof. Dr. Gönül ÜLKER
Müdür / Manager
Editor / Editor
Yrd. Doç. Dr. Altay EREN
Dergi Sekreteri / Secretary
Arş. Gör. Aylin ÇELEN
Yazışma Adresi
Yrd. Doç. Dr. Altay EREN
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
14280 Gölköy / BOLU
Submission Address
Asist. Prof. Dr. Altay EREN
Journal of Social Sciences
Abant Izzet Baysal University
Institute of Social Sciences
14280 BOLU / TURKIYE
Tel: (0374) 254 10 00 – 1497 – 1484 Faks: (0374) 253 49 65
E-posta: [email protected]
Sayfa Düzenleme
Uzm. M. Süalp GÜLER
Basım Yeri ve Tarihi
AİBÜ Basımevi-2011
ii
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
* AİBÜ – Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, AİBÜ Sosyal Bilimler
Enstitüsü’nce yılda iki kez yayımlanan hakemli bir dergidir.
* Dergide yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, belirtilen kurallara uygun
olarak hazırlanmalıdır.
* Dergide yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yazara ait olup, AİBÜ –
Sosyal Bilimler Enstitüsü’nü bağlamaz.
* AİBÜ – Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi’nde yer alan yazılardan kaynak
gösterilerek aktarma ve alıntı yapılabilir.
iii
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Cilt/Volume: 20 Yıl /Year: 10 Sayı/Issue: 2 Güz/Autumn 2010
ISSN: 1303 – 0035
http://www.sbe.ibu.edu.tr
Bu Sayının Bilimsel Danışma Kurulu
Doç. Dr. Bahadır AYDIN
Doç. Dr. Gökhan GÜNAYDIN
Doç. Dr. İsmet Gülsel SEV
Yrd. Doç. Dr. Altay EREN
Yrd. Doç. Dr. Fethi KILIÇ
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
iv Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Cilt/Volume: 20 Yıl /Year: 10 Sayı/Issue: 2 Güz/Autumn 2010
ISSN: 1303 – 0035
http://www.sbe.ibu.edu.tr
İÇİNDEKİLER
ÖZDİNÇ, Hülya Kendir
Tarımda Kamu Politikalarının Başlangıcı: "Buğday Meselesi", 1932-1945 …......
1
ÇINARCI, M. Nuri
Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe Divanında Redif Meselesi ………………………..
13
YILDIZ, Sevilay
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam Uygulamalarının Okuma Becerisi
Üzerinde Etkililiği ………………………………………………………………..
30
AKALIN, Kürşat Haldun
Baalizmin İsrail’deki İzdüşümü: Yahveizm ……………………………………
64
KÖKSAL, Tunay
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe Kullanılan Çeşitli Uluslararası İş
Ortaklığı Modellerinin Hukuki Çerçevesi ………………………………………
79
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
TARIMDA KAMU POLİTİKALARININ BAŞLANGICI:
"BUĞDAY MESELESİ", 1932-1945
Dr. Hülya Kendir Özdinç∗
∗
Özet
Türkiye’de tarıma yönelik kamu politikaları 1929 bunalımının etkileri karşısında
başlamıştır. Bu süreçte öncelik verilen kamu politikası, buğdayın devlet tarafından alımıyla
gerçekleşen fiyat desteği şeklindedir. Çalışmada söz konusu politikayla tarım sektöründe ve kamu
yönetiminde gerçekleşen yasal ve kurumsal gelişmeler ele alınmıştır. Böylece, kamu
politikalarının bunalımın etkilerinin azaltılması ve tarımın geliştirilmesi yönündeki belirleyici rolü
ortaya konulmuştur.
Anahtar Sözcükler: Kamu politikası, tarımsal destekleme politikaları, Türkiye tarımı
Abstract
Public policies for agriculture started against the effects of the crisis of 1929 in Turkey.
In this period, given priority in public policy were concentrated on price support by means of
intervention purchases of wheat. In this study, the legal and institutional developments in
agricultural sector and public administration by this policy are discussed. Thus, the decisive role
of public policies for reducing the effects of crisis and developing of agriculture has been
revealed.
Key Words: Public policy, agricultural support policies, agriculture in Turkey
Giriş
Türkiye’de tarım alanına yönelik kamu politikaları, neoliberal
dönüşümün yaşandığı 1980’li yıllara kadar, büyük ölçüde destekleme ağırlıklı
olmuştur. Yaklaşık elli yıllık bir süreçte belirleyici olan tarımsal destekleme
politikalarının içeriği ve kapsamı zaman içinde farklılıklar göstermektedir.
Ancak, genel hatlarıyla tarımsal destekleme politikalarının 1929 krizinin
çözümü olarak ortaya çıkan Keynesyen korumacı devlet politikalarının
∗
Akdeniz Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Antalya [email protected]
2
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Türkiye’ye özgü biçimi olan devletçilik uygulamalarıyla başladığı ve 1970’lerin
krizinin çözümü olarak hayat bulan neoliberal politikalarla birlikte sona erdiği
söylenebilir. Dolayısıyla tarımsal destekleme politikasının miladı 1920’ler
değil, 1930’lardır. Bu yazıda tarımda destekleme ağırlıklı politikaların
başlangıcı olarak buğdayın desteklenmeye başladığı 1930’lı yıllara ve bir
kesintiye neden olan İkinci Dünya Savaşı yıllarına odaklanarak bir kamu
politikası sürecinin nasıl işlediği ortaya konmaya çalışılacaktır.
I. 1920’li Yılların “Ekmek Buhranı” ve 1929 Bunalımının Tarım Alanına
Etkileri
Osmanlı Devleti döneminde geçerli olan ekonomik bağlantı ve
ilişkilerin büyük ölçüde geçersizleştiği 1920’li yıllarda, yeni devlet bunun
getirdiği sıkıntılarla tarım alanında da yüz yüzedir. 1920’lerde köylülüğün adeta
tamamına yakın bir bölümünün başlıca geçim ve gelir kaynağı olan hububat
ekimi büyük ölçüde hava koşullarına bağlıdır, çok düşük verimlilik
alınmaktadır ve çok yüksek bir üretim maliyeti vardır. Buna paralel olarak,
1923-1925 yılları arasında buğday ve buğday unu ithalatının Türkiye’nin
toplam ithalat değeri içinde önemli bir yeri olmuştur. 1928 ve 1929 yıllarında da
söz konusu ithalat yeniden yükselmiştir. İthal edilen buğdayın hem yerli
buğdaydan çok daha ucuz ve kaliteli olması hem de ulaşım masraflarının
karşılaştırma yapılamayacak kadar farklı olması, yerli buğdayın korunmasını ve
desteklenmesini çok pahalı bir politika haline getirmiştir. Bu konuda ithal edilen
buğday için gümrük resimlerinde artışlar yapılması, yurt içi üretim için
demiryollarında indirimli tarife uygulanması, hayvan, tohumluk ve para
dağıtımı gibi kısmi çözümlerle gelişme sağlanamamıştır. Sözkonusu
politikaların genellikle küçük ve orta köylü niteliğindeki buğday üreticisine bir
yarar getirmediğini söylemek mümkündür. Ayrıca, Türkiye’deki yüksek buğday
üretim maliyeti ve gümrük önlemleriyle yerli buğdayı koruma politikası ekmek
fiyatlarının artmasına katkıda bulunmuş; bu durum belli kesimlerin tepkisini
çekmiştir. Bir başka deyişle, Cumhuriyet’in kurulduğu yıldan itibaren
karşılaşılan “ekmek buhranı” 1920’ler boyunca sürmüştür (Silier, 1981: 24-29).
Türkiye’nin ihraç mallarının %80’den fazlasını oluşturan tarım ürünleri
fiyatları, 1925’ten sonra yavaş yavaş düşmeye, dış ticaret hadleri aleyhe
dönmeye ve ihracat geliri azalmaya başlamıştır. Bu duruma kötü hava koşulları
da eklenince başta hububat olmak üzere tarımsal üretim 1927 ve 1928’de
azalmıştır. 1927 ve 1928’de buğday üretimi, 1926’dakinin ortalama yarısı kadar
olmuştur. 1929’ta Türkiye, 5.000.000 TL tutarında hububat ihracatı yaparken,
18.000.000 TL tutarında hububat ithal etmek zorunda kalmıştır. 1929, 1930 ve
1931 yıllarında da hububat ürünü bol olduğu ve ihracat yapıldığı halde, gelirde
bir sıçrama olmamıştır (Kazgan, 1977: 242-245).
H.K.ÖZDİNÇ
Tarımda Kamu Politikalarının Başlangıcı:…
3
1929 Dünya Bunalımının Türkiye’deki tarım kesimine etkisi, Batının
sanayileşmiş ülkelerinde olandan farklı olmuştur. Bu ülkelerde tarımsal ürün
fiyatlarındaki düşüşe paralel olarak, tarımsal girdileri oluşturan sanayi
ürünlerinin fiyatlarında da düşüş olmuştur. Oysa Türkiye dış ticaret dengesini
sağlamak için gümrük duvarlarını yükselterek ithalatı azaltıcı önlemler aldığı
için, sanayi ürünü olarak ithal edilmek zorunda olan tarımsal girdilerin iç
piyasadaki fiyatları düşmemiş ve yüksek kalmıştır (Tekeli ve İlkin, 1977: 219).
Türkiye’nin izlediği ekonomik politikanın niteliği dolayısıyla bunalımda en çok
kaybeden tarım kesimi olmuştur. Bunun “...nedeni, gerek vergi-maliye gerek
altyapı-sanayileşme gerek dış ticaret-kambiyo politikalarının, gerekse fiyat
sisteminin kendiliğinden işleyişinin köyden gelir transferiyle kapital birikiminin
kaynaklarının yaratılmasında etkenliğidir” (Kazgan, 1977: 232).
Türkiye’nin içine girdiği ekonomik bunalım tarım kesiminde ürünlere
göre ve buna paralel olarak bölgeler arasında farklı etkiler yaratmıştır. Pazar
için üretilen sanayi ürünlerinin ekim alanı fiyat düzeyinden etkilenirken,
çiftçinin büyük ölçüde kendi tüketimi için ürettiği buğday ve arpa üretiminde
ekim alanı fiyat dalgalanmalarından etkilenmemiştir. Bir başka deyişle, pazara
açılmış olan ve ihraç edilen tarımsal ürünleri üreten Ege, Marmara ve Çukurova
bölgelerinde üretimde düşmeler olurken, göreli olarak daha kapalı geçimlik
üretim bölgelerinde üretimde miktar olarak düşmeler olmamakla birlikte,
ürünlerin fiyatlarındaki düşmeler daha yüksek olmuştur. Ayrıca, pazar için
üretim yapan ve Ziraat Bankası ya da tefeci-tüccardan borç alan çiftçi kesiminin
de önemli bir sıkıntıya düştüğü ve bunun tarımsal toprakların tefeci-tüccar
elinde yoğunlaşması gibi bir sonuca yol açtığı söylenebilir. Öte yandan,
bunalım Cumhuriyetin ilk yıllarında başlatılan tarımda makinalaşma
çalışmalarının durmasına yol açmıştır (Tekeli ve İlkin, 1982: 14-15).
O yıllara kadar köye ve tarıma dönük belli bir politikası olmayan
cumhuriyet hükümetleri, genel olarak ülkenin ekonomik hayatını ve tarımsal
üretimini zorlayan bunalım koşulları karşısında acil çözüm üretmek durumunda
kalmıştır. Bu konuda üretilen çözümleri dolaylı ve dolaysız önlemler olarak iki
grupta düşünmek mümkündür. Dolaysız önlemler, tarımsal girdilerin
fiyatlarının azaltılması şeklinde ortaya çıkmıştır. Tarıma kredi sağlayan
kuruluşların fon miktarının artırılarak piyasadaki tefeci tüccarın kontrol alanının
daraltılması ve kredi maliyetlerinin düşürülmesi amacıyla 1 Haziran 1929 tarih
ve 1470 sayılı Zirai Kredi Kooperatifleri Kanununun çıkarılarak Ziraat
Bankasının kontrolünde kooperatif olarak idare edilen kredi kuruluşlarının
kurulması yolunun açılması, 8 Haziran 1930 tarih ve 1697 sayılı Kanunla Ziraat
Bankası Kanununda yapılan değişikliklerle bankanın sermayesinin artırılması
yoluyla hizmetlerinin yaygınlaştırılması, tarımda makinalaşma çalışmalarına
kolaylıklar getirilmesi, tarım makinalarına ilişkin girdilerin ucuzlatılması ve son
olarak 2 Haziran 1930 tarih ve 1682 sayılı Kanunla, tohum ıslahı için İktisat
Vekâletinin (bugünkü bakanlık) göreceği lüzum üzerine Ziraat Bankası
4
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
tarafından satın alınarak peşin para ile dağıtılan tohumların alım ve satım
fiyatları arasındaki farkın dolayısıyla uğrayacağı kaybın devlet tarafından
bankaya ödenmesinin kabul edilmesi bu yöndeki uygulamalar arasında
sayılabilir. Gümrük koruması, paranın değerinin stabilize edilmesi, yerli malı
kullanma, ihracatın artırılması gibi dolaylı önlemler ise tarım kesimi üzerinde
dolaysız önlemlerden daha etkili olmuştur (Tekeli ve İlkin, 1977: 186-190).
II. Buğdayın Korunmasına Yönelik Politika Hamleleri
Buğdayın ülkenin tarımsal üretimindeki hayati önemi yüzünden,
bunalım karşısında geliştirilen asıl “...çözümün özü, buğday çiftçisinin
karşısında devletin garantili bir fiyatla ve güçlü bir alıcı olarak çıkması, böylece
çiftçinin satın alma gücünü yitirmemesidir” (Kuruç, 1988: 284). 1930’lu yılların
başında devlet politikası, ihracat için üretim yapan çiftçiden tahıl üreticisine,
Orta Anadolu Platosunda ülke buğdayının %80’ininden fazlasını üreten küçük
ve orta çiftçiler kitlesine kaymıştır (Margulies ve Yıldızoğlu, 1990: 291).
Buğday, Türkiye’de bunalımın etkisiyle fiyatı en çok düşen ürün
olmuştur. Bir kilo buğdayın yıllık ortalama fiyatı 1929’da 12.6 kuruştan,
1931’de 4.0 kuruşa düşmüştür, bu %80’lik bir azalma anlamına gelmektedir
(Aktan, 1955: 327). Fiyatların bu ölçüde düşmesi, sadece piyasa için üretim
yapan büyük çiftçiyi değil, ödedikleri vergi sınırlı da olsa piyasadan satın
aldıkları bez, tuz, gaz gibi mal ihtiyaçlarını buğday üretimlerinin pazarladıkları
bölümü ile karşılayan küçük üretici köylü ailelerini de çok zor koşullarla karşı
karşıya bırakmıştır (Tezel, 1994: 405).
Devletçilik ilkesinin tartışılmaya başlanmasından itibaren buğday
üretiminin örgütlenmesine devletin el atması konusunda çeşitli öneriler
yapılmıştır. Örneğin, Cumhuriyet Halk Fırkasının Üçüncü Büyük Kongresinde
fırka programı tartışılırken en çok üzerinde durulan konulardan biri, devletin
buğday fiyatlarını yükseltilmesi için önlemler alması olmuştur. 1931 yılı
Ağustos ayında hükümetin Ziraat Bankası kanalıyla buğday alması ve bu yolla
fiyatlara müdahale etmesi konusunda basında yaygın bir kampanya başlamıştır.
Bu kampanyada, Ziraat Bankasının köylüden piyasaya göre daha yüksek fiyatla
buğday alması ve buğdayı iç piyasaya sürmeyerek ihraç etmesi önerilmiştir
(Tekeli ve İlkin, 1982: 110). Bunun üzerine, İktisat Vekili Mustafa Şeref Özkan,
Ziraat Bankasının ihraç etmek için köylüden buğday alarak, iç fiyatların
düşüşünü önlemeye çalışacaklarını ifade etmiştir. Ancak, hem alış fiyatını, hem
de alınacak buğday miktarını sınırlayan bazı ilkeleri de ortaya koymuştur. Buna
göre, fiyat “İstanbul’da okka başına gümrük himayesinin nazari olarak tayin
edeceği fiyattan, nakliye, tahmil ve tahliye sigorta diğer bilumum masraflar
çıktıktan sonra elde edilecek miktar” kadar olacaktır. Ziraat Bankasının
yapacağı alımlar, para olmadığı için köylünün borcuna karşılık olarak
H.K.ÖZDİNÇ
Tarımda Kamu Politikalarının Başlangıcı:…
5
yapılacaktır. Bankanın yapacağı küçük miktardaki zarar devlet tarafından
karşılanacaktır. Eğer kar ederse, kar köylüye iade edilecektir (Tekeli ve İlkin,
1982: 111). Bu şekilde, Ağustos 1931’de Hükümet Ziraat Bankası kanalıyla
alım yaparak piyasaya müdahale etmeye çalışmış; fakat kısa sürede örgütlenen
bu müdahalenin çok fazla etkili olmadığı ve köylünün düşük fiyatlar karşısında
malını bankaya satmadığı ortaya çıkmıştır (Tekeli ve İlkin, 1982: 111).
1931 yılı buğday üreticileri açısından sıkıntılı bir şekilde geçtikten
sonra, 1932 yılı hasat mevsimi yaklaşırken beklenen buğday ürün miktarı
yüksek değildir. Bu nedenle, ürün bolluğu yüzünden bir fiyat sorunuyla
karşılaşılmayacaktır. Ancak, 3 Temmuz 1932 tarih ve 2056 sayılı Hükümetçe
Ziraat Bankasına Mubayaa Ettirilecek Buğday Hakkında Kanun ile fiyat
müdahalesi ve destekleme alımı uygulaması başlamıştır. Kanun, buğday fiyatını
korumak ve düzenlemek amacıyla Hükümetin belirleyeceği fiyatlarla Ziraat
Bankası aracılığıyla buğday alınıp satılacağını hükme bağlamıştır. Buğday alış
ve satışından doğacak yıllık 1 milyon liraya kadar olan zarar devlet tarafından
karşılanacak; kar ise silo ve depoların inşasında kullanılacaktır (Üçüncü Tertip
Düstur, 1932: 1197). Kanuna ilişkin Meclis görüşmelerinde Ziraat Vekili
Muhlis Bey, 1925-1931 yıllarına ait ekim ve biçim miktarlarını vererek yıldan
yıla mahsul fiyatları arasında önemli farklar olduğunu belirtmiştir. Muhlis Bey,
bu farkları iklim koşullarının yıldan yıla farklılaşmasına ve bu değişikliklerden
daha az etkilenilmesini sağlayacak tarım yöntemlerinin uygulanamamasına
bağlamıştır. Sonuç olarak, buğday açısndan darlık çekilmiş, iyi mahsul alınan
son iki yılda ise fiyat düşüklüğü nedeniyle zarara uğranmıştır. Çiftçi, hasat
sonunda üretimlerinin büyük bir kısmını pazara sunmak durumundadır, çünkü
çok borcu vardır. Eğer varant işlemleri yapılabilse, bir başka deyişle köylü
buğdayını bir yere koyup avans olarak para alabilse ya da satış kooperatifleri
olsa en azından bu tür zararlar önlenecektir (Kuruç, 1988: 284-285). Kanun
tasarısı, TBMM’de arpayı kapsamına almaması, fiyatın nasıl saptanacağının
belirsiz olması ve karın silo yapımına gitmesi gibi nedenlerle eleştirilmiş, ancak
genel destek görerek yasalaşmıştır. “Böyle bir yasanın kabul edilmesinde, bir
yandan geçmiş yılın sıkıntılarının etkisi varken öte yandan İktisat Vekili
Mustafa Şeref Özkan ve çevresinin oluşturduğu devletçilik anlayışını
TBMM’den Temmuz ayının ilk yarısı içinde adeta ‘baskın’ şeklinde geçirdiği
sekiz yasa ile uygulamaya koymak istemesinin de etkisi vardır" (Tekeli ve İlkin,
1982: 111).
Kanunun Hükümet tarafından hazırlanan tasarısında, buğday üzerindeki
gümrük resminin gerekirse indirilebileceği üzerine bir madde yer almıştır.
Ancak, iç piyasada fiyatların fazla yükselmesine karşı bir önlem niteliğindeki
bu madde, İktisat Encümeni tarafından kaldırılmıştır. “Böylece kanun daha
ziyade çiftçiyi tüccara karşı koruyan bir nitelik kazanmıştır. Piyasa şartlarının
çiftçi lehine döndüğü zamanlarda gümrüklerin indirilmesine imkan veren
dengeleyici hükmün çıkarılması ise, çiftçi ve ticaret-sanayi çıkarlarının çatıştığı
6
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
durumlarda, birçok başka örnekte de olduğu gibi çiftçi çıkarlarının gözetildiğini
gösteren bir delil olarak görülebilir” (Boratav, 1982: 184).
Kanunun çıkarılmasında amaç, buğday üreticisinin karını
yükseltmekten çok, düşük olan buğday fiyatını korumak ve düzenlemek
şeklindedir (Silier, 1981: 80). Bir başka deyişle, bu düzenlemeyle buğday
fiyatındaki büyük iniş çıkışlar ve mevsimlik fiyat dalgalanmaları engellenmeye
çalışılmıştır. Ziraat Bankası, fiyatın düşük olduğu hasat mevsiminde alım
yaparak fiyatı yükseltecek, fiyat yükseldiğinde de satış yaparak fiyatı
düşürecektir. Bir başka deyişle, buğday üreticisinin hasat sonrası piyasaya
sürdüğü 6-7 milyon kental ürünün yarattığı fiyat düşüşü önlenecektir. Ancak,
sadece mevsimlik fiyat dalgalanmalarından ibaret olmayan buğday sorununa,
yıllar arası ürün miktarı ve dolayısıyla fiyat dalgalanmaları açısından bir çözüm
getirmek gerekmektedir. Bu sorunların çözümü Vekiller Heyetinde (bugünkü
Bakanlar Kurulu) olan asıl yasaya bırakılmıştır (Tekeli ve İlkin, 1982: 112).
Buğdayın korunması konusunda bir kanun hazırlandığının duyulması,
piyasada kısa süreli bir çalkantı doğurmuş ve fiyatların yükselmesine neden
olmuştur. “Bu şayiaları işiten değirmenciler ve bazı büyük tacirler buğday
fiyatlarının yükselmesi ihtimalini nazarı dikkate alarak ve bu fırsattan istifade
etmeye karar vererek buğday toplamaya koyuldular. Ellerinde buğday olanlar da
fiyatları 7 kuruştan birden 9,5 kuruşa yükselttiler” (Tekeli ve İlkin, 1982: 111).
Bunun ekmek fırınlarında yarattığı tepki İstanbul’da bir hafta süren bir ekmek
buhranını doğurmuştur (Tekeli ve İlkin, 1982: 111).
III. Buğday Destekleme Alımları
Buğdayın korunmasına yönelik kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte,
Hükümet çiftçilerden buğdayı pazar fiyatının oldukça üstünde bir fiyatla satın
almaya başlamıştır. Ancak, ilk yıl, uygulama örgütlenme yetersizliği ve
kanunun geç çıkması nedeniyle sınırlı kalmıştır. Vekiller Heyetinin okka başına
5,5 kuruş olarak saptadığı fiyatın altına düşüş olduğunda Ziraat Bankası
Ankara, Polatlı, Eskişehir, Akşehir, Konya, Kütahya, Balıkesir, Yerköy, Sivas,
Denizli ve Tekirdağ’dan oluşan 11 merkezde alım yapmıştır. 1933 yılında,
buğday fiyatı 4,10 kuruş olarak ilan edilmiş, alım istasyonlarının sayısı Afyon
Karahisar, Çerikli, Dinar, Uzunköprü, Adana, Zile, Hacışefaatli ve Şarkışla’nın
eklenmesiyle 20’ye yükseltilmiştir (Tökin, 1934: 26). Banka, 1932-1933 yılında
921.255 TL ödeyerek 22.476 ton buğday almıştır (Karaelmas, 1968: 25). 1934
yılında ise alım merkezlerinin sayısı 25’e çıkarılmıştır (Hatipoğlu, 1936: 111).
1933-1934 döneminde Ziraat Bankası yine 5,5 kuruş üzerinden 159.365 ton
buğdayı 5.899.955 TL ödeyerek almıştır. Böylece, banka, yüzde %30’unun
pazara çıktığı düşünülen buğdayın %20’sini almış olmaktadır. Öte yandan, alım
merkezlerinin sınırlı sayıda olması, aracı tüccara bazı fırsatlar yaratmıştır. Alım
H.K.ÖZDİNÇ
Tarımda Kamu Politikalarının Başlangıcı:…
7
merkezlerine uzak köylerden ürünü ucuza toplayan aracı tüccar, Ziraat
Bankasına 5,5 kuruştan satmıştır. Ayrıca, bankanın kalite farkı gözetmeden 5,5
kuruş ödemesi, kaliteli buğdayın tüccarda, kalitesiz buğdayların ise Ziraat
Bankasında toplanmasına neden olmuştur. Bütün sorunlara karşın, gerçekten
buğday alım merkezlerinin çevresinde mevsimlik fiyat dalgalanması kalkmış,
ancak bu, bütün ülkede etkili olamamıştır (Hatipoğlu, 1936: 111).
Alımların ölçeğinin artması buğday sorununa bakış açısını değiştirmiş,
Ziraat Bankasının alımları ihracatın artırılmasında bir araç olarak kullanılmaya
başlanmıştır. 1934 yılında dünya buğday üretiminin düşük olmasının
beklenmesi ve Hacı Şefaatli-Ankara-Ekstra buğday tipinin İsviçre ve
Almanya’dan talep edilmeye başlanması, ilk defa buğdaya bir ihraç ürünü
olarak bakılmasının yolunu açmıştır. Ziraat Vekâleti bu tür buğdayın üretimini
yaygınlaştırmaya çalışırken buğdaya ilişkin örgütlenmesini de geliştirmeye
girişmiştir. Dönemin koşullarına göre büyük ölçüde buğday alımına başlanması
ve ihracat için standardizasyon gerekmesi silo ve depo sorununu ortaya
çıkarmıştır (Tekeli ve İlkin, 1982: 113). Bunun üzerine, alınan buğdayın uygun
bir şekilde muhafazasının sağlanması amacıyla 11 Haziran 1933 tarih ve ve
2303 sayılı Silo ve Ambarlar Hakkında Kanun çıkarılmıştır (Karaelmas, 1968:
26). Kanun, Ziraat Bankasına en fazla 3.000.000 TL kullanarak silo ve ambar
yaptırma yetkisi vermiştir. Bu silo ve ambarlara konulacak buğdaylardan
alınacak ücreti İcra Vekilleri Heyeti (bugünkü Bakanlar Kurulu) saptayacaktır.
Siloların sayısı, yerleri ve büyüklükleri Ziraat Vekâletinin isteği üzerine İcra
Vekilleri Heyetinin kuracağı bir komisyon tarafından saptanacaktır (Üçüncü
Tertip Düstur, 1933, 1527). 1933 yılında, demiryolu güzergâhı üzerindeki
Ankara, Sivas, Eskişehir ve Konya’da 4000’er tonluk, Akşehir, Derinli, Yerköy,
Şefaatli, Çerikli ve Balıkesir’de 1000’er tonluk silo inşaatına başlanmıştır
(Hatipoğlu, 1936: 112). Yaklaşık 1.072.000 TL’lik bir paraya denk düşen bu
yatırım, 52 alım noktasından 10 tanesini kapsamıştır. Buğday alımlarını ve
sözkonusu yatırımları gerçekleştirebilmek için gereken kaynak, ekmekten vergi
alınması yoluyla sağlanmaya çalışılmıştır. 29 Mayıs 1934 tarih ve 2466 sayılı
Buğdayı Koruma Karşılığı Kanunu gerek ülke içinde yapılan gerekse ithal
edilen un ve undan yapılmış maddelerden buğdayı koruma vergisi alınacağını
hükme bağlamıştır. Sadece köy değirmenlerinde köylülerin kendi ihtiyacı için
öğütülen unlar ve dışarıya ihraç edilen unlar bu vergiden muaftır. Verginin
matrah ve oranı 72 kilo gayrisafi ağırlıkta her çuval birinci nevi ekmek unu için
150, bu neviden sonra gelen unlar için 100 kuruş olarak belirlenmiştir (Üçüncü
Tertip Düstur, 1934: 631-634).
1935 yılında alım merkezi sayısı 66’ya yükseltilmiştir (Silier, 1981: 7983). 1936’da tarım ürünleri fiyatları dünyada yeniden artmaya başladığında,
hükümet buğday alım fiyatlarını dünya fiyatlarının altında tutabilmiştir. Bir
başka deyişle, destekleme politikasının yerini fiyat stabilizasyonu almıştır.
Genel olarak tarım ve özel olarak da tahılın ticaret hadlerindeki lehteki değişme,
8
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
hükümet tarafından fiyatların sabit tutulmasından dolayı, düşük bir düzeyde de
olsa üreticiye aktarılmıştır (Keyder, 1983: 206-207).
Buğday alımını destekleyen bir dizi başka önlem de alınmıştır. Örneğin
demiryolu navlunları %50-75 oranında düşürülmüş, besi ve çekim
hayvanlarından alınan vergiler azaltılmış (bu makineleşmemiş tarım yapan tahıl
üreticisi için çok önemlidir), deneysel nitelikte örnek devlet çiftlikleri kurulmuş,
yeni cins tohumlar bedelsiz olarak dağıtılmış, buğday ithalatı üzerinden alınan
gümrük vergileri artırılmış ve kooperatifçilik desteklenmiştir (Margulies ve
Yıldızoğlu, 1990: 291).
1930’ların ikinci yarısında, pazara sunulan ürünün başlıca alıcısı devlet
olmuştur. Buğday üretimi, ekilen toprağın önemli ölçüde genişlemesi nedeniyle,
büyük oranda artmıştır. 1927’de toplam alanın %4,86’sı ekilirken, bu oran
1934’te %10,20’ye, 1940’ta ise %12,25’e çıkmıştır. Tahıl üretiminin
yaygınlaştırılmasında ve tahıl üreticisinin ticarileşmesinde kazanılan başarıyı
kanıtlayan bazı göstergeler vardır: Birincisi, 1930’lu yılların ilk yarısında
buğday ithalatı durmuş, ikinci yarısında bir miktar ihracat yapılmaya
başlanmıştır. İkincisi, 1927 ve 1940 yılları arasında buğday, arpa ve mısır
üretimi, sırasıyla %205, %260 ve %482 oranında artmıştır. Üretim artışı daha az
ticarileşen Doğu illerinde bile büyüktür. Sivas-Samsun demiryolunun
yapımından sonra, 1934 ve 1938 yılları arasında tahıl üretimi Erzurum’da
78.000 tondan 372.000 tona, Kars’ta 67.000 tondan 264.000 tona çıkmıştır.
Üçüncüsü tarımda yaratılan katma değer, 1929-1939 arasında, 1938 fiyatlarıyla
%20 artmıştır (Margulies ve Yıldızoğlu, 1990: 292).
Ürün fiyatları, tarım kredileri, ihracat artışı, vergi indirimleri
konularındaki olmulu gelişmeler, yerli hammaddeye dayanan ithal ikamesi
sanayilerinin yarattığı hammadde talebine ve elverişli hava şartlarının yarattığı
bol ürüne eklenince, 1935’den itibaren tarımda canlanma başlamıştır. 19261934 arasında yaklaşık aynı düzey etrafında dalgalanan tarımsal ekilişler
genişlemiştir. Tarım alet ve makinaları ithalatındaki artış da yatırımların
arttığını göstermektedir. Tarımdaki canlanma ve köylünün satın alma gücündeki
artış tüm ekonomiyi etkilemiştir (Kazgan, 1977: 269-270).
Zamanla, hububat tarımının gelişmesi, hizmetlerin Ziraat Bankasının
olanaklarını aşacak şekilde artması nedeniyle ayrı bir kuruluşun oluşturulması
kararlaştırılmıştır. Böylece, İktisadi Devlet Teşekküllerinin Teşkilatı ile İdare ve
Murakabeleri Hakkında 3460 Sayılı Kanunun hükümlerine göre mali ve idari
özerkliğe sahip olmak, sermayesinin tamamı devlet tarafından ödenmek ve
sorumluluğu sermayesi ile sınırlı bulunmak üzere, 24 Haziran 1938 tarihinde
kabul edilen 3491 sayılı kanunla Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kurulmuştur
(Üçüncü Tertip Düstur, 1938: 1486-1489). Bu kuruluşun temelini Ziraat
Bankasındaki Buğday İşleri Müdürlüğü oluşturmuştur. Bankanın buğdayla ilgili
işlemlerinden doğan bütün alacak ve borçları ve 45.000 ton kapasiteli silo ve
H.K.ÖZDİNÇ
Tarımda Kamu Politikalarının Başlangıcı:…
9
ambarları TMO’ya devredilmiştir (Tezel, 1994: 406). 3491 sayılı kanunun
amacı, hububat fiyatlarının korunması ve düzenlenmesi esasına dayanmaktadır.
Bu bağlamda, TMO Bakanlar Kurulunun belirlediği fiyat üzerinden bütün
üretici bölgelerde satış yaparak fiyatı düzenlemekle görevli kılınmıştır. Ayrıca,
TMO’ya hububat ihraç ve ithal etme hakkı tanınmıştır.
IV. Savaş Yılları ve Toprak Mahsulleri Vergisi
TMO ilk kurulduğunda sadece buğday alımıyla görevlendirilmiştir.
Ardından, 27.10.1939 tarihinde arpa ve yulaf, 28.11.1940 tarihinde çavdar ve
25.4.1941 tarihinde mısır, 13.8.1941 tarihinde pirinç alım satımı Bakanlar
Kurulu Kararıyla TMO’ya görev olarak verilmiştir (Tezel, 1994: 406). İkinci
Dünya Savaşı yıllarında, tahıl piyasasındaki sorun, bir milyona yakın askeri ve
kentlerde oturan nüfusu beslemek ve fiyatlar kontrol altında tutmak haline
dönüşünce, TMO’nun piyasaya müdahalesinin niteliği değişmeye başlamıştır.
Gerek kuruluş kanununun vermiş olduğu yetkiler gerekse “...iş icabı olarak
görülen lüzum ve sorumluluklardan doğan kararlarla, çeşitli devrelerde TMO,
bitkisel ve hayvani yağların alım ve satımı, kavurma ithali ve Milli Savunma
Bakanlığına satışı, kahve ithal ve dağıtımı, Et ve Balık Kurumunun kurulması,
yonca tohumu alım ve ihracı, Yem Endüstrisi tesislerinin kurulması, bakliyat
alım (fasulye, nohut, mercimek) alım, satım ve ihracı, un değirmeni kurulması,
çeltik alım ve satımı gibi konularda görevli kılınmıştır” (Karaelmas, 1968: 26).
İkinci Dünya Savaşının ilk birbuçuk yılında müdahalecilikten
kaçınılmış ve 1939 sonbaharı ve 1940 yılı büyük ölçüde stoklara dayanılarak
geçirilmiştir. 1930’ların ikinci yarısında sağlanan üretim artışları ve varolan
hububat stoklarının verdiği güvenle çiftçi ürününü tüccara ya da TMO’ya
satmak konusunda serbest bırakılmıştır. Ayrıca, 1939 ve 1940 yıllarında
Türkiye buğday ihracatçısı konumundadır (Pamuk, 1988: 102). Ancak, savaşın
topyekun savaşa dönmesi ve etkilerinin ağırlaşmasıyla birlikte, izlenen politika
değişmeye başlamıştır.
Aslında iyi bir ürün yılı olan 1940 yılında, ürünün yeterli bir bölümünü
satın alamamıştır. Bunun en önemli nedeni, üreticilerin ve tüccarın olumsuz
beklentilerle stoklama girişimleridir. Aynı yılın sonlarına doğru TMO’nun
elindeki stoklar erimeye başlamıştır. Bundan sonra, savaş yılları boyunca,
devletin kırsal nüfustan talepleri arasında en önemlisi ve en ağırı, ürünün bir
bölümüne piyasanın altında kalan fiyatlarla zorunlu satış ya da ayni
vergilendirme yoluyla el konulması olacaktır. Milli Korunma Kanunu, bu
konuda Hükümete çok geniş yetkiler tanımaktadır (Resmi Gazete, 26.1.1940:
4417).
1941 yılında, üreticilerin, geçimlik, tohumluk ve hayvan yemi için
belirli paylar ayrıldıktan sonra hububat ürünlerini daha önceden belirlenen
fiyatlarla TMO’ya satması uygulaması başlamıştır. İlk olarak, hububat
üretiminin en yaygın olduğu 17 ilde başlatılan alımların zaman içinde sınırları
10 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
genişletilmiş, 1942 yılında çıkarılan bir kararnameyle bütün illere yayılmıştır
(Resmi Gazete, 15.5.1942: 5107). Ancak, söz konusu uygulama, köylülerin
çeşitli yollarla ürünlerini teslim etmemeye çalışmaları gibi pasif bir direnişle
karşılaşmıştır. Bu durum, karaborsa ortamını da beslemiştir. Sonuç olarak,
TMO’nun alımları saptanan düzeyin altında kalırken, hububat fiyatlarının hızla
tırmanmaya devam etmesi, kentlerde bir ekmek sorunu yaşanması ve ekmek
tüketiminin karneye bağlanması sonucunu yaratmıştır (Pamuk, 1988: 102-103).
1942 yılında hükümet değişimi ile birlikte politikalarda belli ölçüde
değişiklik olmuştur. Ağustos 1942’de çıkarılan bir kararname ile hububat
ürünlerinin tümüne değil, belirli oranlarına el konulmasına, el konulmayan
bölümlerin üretici tarafından serbestçe satılmasına karar verilmiştir. Üreticiler,
50 tona kadarki hububat üretiminin %25’ini, 50 ile 100 ton arasındaki üretimin
%35’ini, 100 tonun üzerindeki üretimin %50’sini saptanan fiyatlar üzerinden
devlete teslim edecektir (Resmi, Gazete, 1.8.1942: 5173). Ancak, devletin
piyasaya göre çok düşük fiyat vermesi, üreticilerin ürünleri kaçırma eğiliminin
sürmesine yol açmıştır (Pamuk, 1988: 104).
1943 yılında ordunun ve kentlerin beslenmesi sorunu daha da
ağırlaşınca, çıkarılan yeni bir kararname ile devletin el koyduğu miktarlar
artırılmış ve hububata ek olarak baklagiller de uygulama kapsamına alınmıştır
(Resmi Gazete, 15.5.1943: 5405). Aynı yıl Haziran ayında çıkarılan Toprak
Mahsulleri Vergisi Kanunu ile belli başlı bütün ürünlere uygulanan ve ayni
olarak toplanan yeni bir vergi getirilmiştir. Bu verginin oranı %25 kapsamına
giren hububat ve baklagillerde %8, diğer ürünlerde %10 olarak belirlenmiştir
(Resmi Gazete, 7.6.1943: 5423). Toprak Mahsulleri Vergisini toplamak,
stoklamak ve paraya çevirmek işi de TMO’ya verilmiştir. Sözkonusu vergi,
hububat ve baklagillerdeki %25’lik devlet payına ek olarak toplanmamıştır.
Ancak, devlet bu payların tümüne kendi saptadığı fiyatlar üzerinden ödeme
yaparken, vergi çıktıktan sonra el konulan ürünün bir bölümü için hiç ödeme
yapılmamıştır (Pamuk, 1988: 107).
Savaş koşulları altında, tarımsal üreticilerin ürünlerinin belirli
bölümlerin, TMO’ya teslim etmekle yükümlü tutulmaları, kurumun kırsal
kesimle olan ilişkilerini daha da genişletmiş ve karmaşıklaştırmıştır. TMO 1940
yılında, Türkiye’nin buğday üretiminin yaklaşık %4’üne denk düşen 157.000
ton buğday almıştır. 1938-1945 yılları arasında TMO, 1944’de 5.596.284 ton
üretime karşılık 1. 375.925 ton alımla %24 ve 1945 yılında 3.765.893 ton
üretime karşılık 584 026 ton alımla %15 oranında alım yaparak en yüksek
oranlara ulaşmıştır (Karaelmas, 1968: 26).
Savaş koşullarına karşın, 1940’larda tahılların iç ticaret hadleri, tahıl
fiyatlarının olağanüstü yüksek olduğu 1942 ve 1943 yılları dışarıda bırakılsa
bile, 1930’lara göre iyileşmiştir (Aktan, 1955: 88-90). TMO’nun ülkenin tahıl
piyasalarındaki önemi ve gücünün giderek arttığı 1940’larda bu iyileşme, hem
H.K.ÖZDİNÇ
Tarımda Kamu Politikalarının Başlangıcı:…
11
hükümetin TMO aracılığıyla uyguladığı fiyat politikasıyla, hem de yüz binlerce
köylünün silâhaltına alınmasının buğday arzında yarattığı daralmayla ilişkilidir
(Tezel, 1994: 407).
Savaş yıllarında, tüketim mallarının genel kıtlığı ve ithalatın tıkanması
nedeniyle 1939 ile 1944 arasında genel fiyat düzeyi 4-5 kat artarken, devlet
köylünün buğdayını sabit fiyatlarla satın almaya devam etmiştir. Tarımsal
ürünün sabit tutulan fiyatları ve hızlı bir artış gösteren imalat malları fiyatları
dolayı çiftçiler ürünlerine saklayarak karaborsacılara satma yoluna girişmiştir.
Milli Korunma Kanunu ve çeşitli vergi önlemlerine karşın karaborsacılık devam
etmiştir. Bu zorlayıcı politikalar tarı kesimi aleyhinde bir durum yaratmış ve
köylülerin hükümete karşı tepki geliştirmelerinin yolunu açmıştır (Keyder,
1983: 209-211).
Sonuç
Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlıdan kalan mirasın getirdiği tarım
alanına ilişkin sorunlar kısmi politikalarla çözümlenmeye çalışılırken, 1929
Dünya Bunalımı yeni bir sayfanın açılmasını sağlamıştır. Bunalım, Türkiye
tarımını ağır bir şekilde etkileyerek, büyük kısmını buğdayın oluşturduğu
tarımsal üretime yönelik kapsamlı bir kamu politikası sürecini başlatmıştır.
Üretilen buğdayın bir kısmının düzenli bir biçimde devlet tarafından alınmasına
dayanan bu politikanın kapsamı ve uygulama alanı bir kaç yıl içinde bile
gelişmiştir. Bu kapsamda yeni bir kamu kuruluşunun yani TMO’nun kurulması
gündeme gelmiştir. 1920’lerde ithal edilen bir ürün olan buğday, 1930’ların
sonunda ihraç edilmeye başlamıştır. Ancak, İkinci Dünya Savaşının yarattığı
koşullar bu gidişatın kesintiye uğramasına yol açmıştır.
Buğday meselesinin çözümü yönündeki girişimler çok yönlü bir kamu
politikası sürecini gözlememizi sağlamaktadır. Hem dünya bunalımının hem
içerideki ekmek buhranının etkileri bu süreçte belli ölçüde bertaraf edilmiştir. O
zamanki nüfusun büyük bir kısmını oluşturan küçük ve orta köylülerle yeni
kurulan devletin doğrudan ilişki kurması mümkün olmuştur. Öte yandan, bu
süreç kapitalizmin bir sonraki krizine kadar sürecek olan tarımsal destekleme
politikalarının temellerinin atılması anlamına gelmektedir.
KAYNAKÇA
Aktan, R. (1955) Türkiye’de Ziraat Mahsulleri Fiyatları. Ankara: Ankara Üniversitesi SBF
Yayınları.
Boratav, K. (1982) Türkiye’de Devletçilik. Ankara: Savaş Yayınları.
Hatipoğlu, Ş. R. (1936) Türkiye’de Zirai Buhran. Ankara: Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü.
Karaelmas, A. (1968) Toprak Mahsulleri Ofisi Yönünden Türkiye Hububat Politikası, (8
12 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Kasım 1968’de MPM’de verilen konferansın genişletilmiş hali). Ankara: TMO.
Kazgan, G. (1977) “Türk Ekonomisinde 1927-1935 Depresyonu, Kapital Birikimi ve
Örgütleşmeler”, Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları, 1923-1938
Sempozyumu içinde, İstanbul: İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi Mezunları
Derneği, 231-274.
Keyder, Ç. (1983) Toplumsal Tarih Çalışmaları. Ankara: Dost Yayınları.
Kuruç, B. (1988) Belgelerle Türkiye İktisat Politikası. Ankara: Ankara Üniversitesi SBF
Yayınları.
Margulies R. ve Yıldızoğlu E. (1990) “Tarımsal Değişim: 1923-70”, Geçiş Sürecinde Türkiye
içinde, Der: Schick I. C. ve Tonak, E. A., İstanbul: Belge Yayınları, 285-309.
Pamuk, Ş. (1988) “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Devlet, Tarımsal Yapılar ve Bölüşüm”,
Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000) içinde, Der: Pamuk Ş. ve Toprak, Z., Ankara:
Yurt Yayınları, 91-108.
Silier, O. (1981) Türkiye’de Tarımsal Yapının Gelişimi, (1923-1938), İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayını.
Tekeli İ. ve İlkin, S. (1977) 1929 Dünya Bunalımında Türkiye’nin İktisadi Politika
Arayışları, Türkiye Belgesel İktisat Tarihi Serisi, No:2, Ankara: ODTÜ İdari İlimler
Fakültesi Yayını.
Tekeli, İ. ve İlkin S. (1982) Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu,
Türkiye Belgesel İktisat Tarihi Serisi, No:3, Ankara: ODTÜ İdari İlimler Fakültesi
Yayını.
Tezel, Y. S. (1994) Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (Gözden Geçirilmiş 3. Baskı).
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Tökin, İ. H. (1934) “Buğday İşine Bir Bakış”, Kadro, 30, 20-31.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
NESÎMÎ’NİN FÂRSÇA VE TÜRKÇE DİVANINDA
REDİF MESELESİ
M. Nuri ÇINARCI∗
ÖZET
Türkçe divanlarda redif kullanımı konusunda pek çok çalışmanın yapıldığı, özellikle
tenkitli metni hazırlanan divanlar incelenirken redif ve kafiye konusuna ayrı bir başlık açıldığı
bilinmektedir. Fakat iki dilli, hem Türkçe hem de Fârsça şiir söyleyen şairlerin eserleri üzerinde
yeterince durulmamıştır. Özellikle Türkçe şiirlerinde ses unsuruna önem verdiği bilinen
Nesîmî’nin, en azından şiirde sesi sağlayan unsurlardan redif kullanımı konusundaki genel
yaklaşımını görmek için Fârsça ve Türkçe şiirlerinde kullandığı kelime ve kelime grubu
seviyesindeki redifler belli bir sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. Esas alınan sınıflandırma ise
sayısal veriler ışığında redifin esasını teşkil eden ses ve kelime benzerliği üzerinde kurulmuştur.
Bu çalışmamızda da Nesîmî’nin şiirlerinden hareketle hem redifin ahenk anlamında şiirde
sağladığı ses bütünlüğünü hem de divanlarda bu ahengi sağlayan redif örneklerine yer vereceğiz.
Anahtar Kelimeler: Redif; ahenk; Türkçe; Fârsça; divan
ABSTRACT
It is known that a lot of studies have been performed on the issue of redif usage in
Turkish and a seperate title is given to the issue of redif and rhym especially when the divans,
whose criticized texts are prepared, are reviewed. However, the works of some poets, who are
biolingual and can poems both in Turkish and Persian, are not sufficiently examined. In Nesîmî’s
Turkish and Persian poems, who is known to give importance to the element sound in particularly
Turkish poems, in order to see at least the general approach on usage of redif which is one of the
elements providing sound in a poem, redifs which are in the level of words and group of words
are subjected to a certain classification. The basic clasisificaton is constructed on sound an word
similarity whivh form the base of redif in the light of quantitative datas. In this study; from
Nesîmî’s poems forth we are going to give place to both redif’s providing sound integrity in
poems in context of harmony and redif examples which elicit such harnony in divans.
Key Words: Redif; harmony; Turkish; Persian; divan
GİRİŞ
Nesîmî, divan edebiyatının kuruluş dönemlerinde yaşamış önemli
şairlerinden biridir. Hayatı ile ilgili bilgilerimiz kısıtlı olmakla birlikte, var olan
∗
Iğdır Üniversitesi Türk Dili Okutmanı
14
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
bilgilerin büyük bir kısmı da rivayet niteliğindedir. Ancak şairin kişiliği onun
eserlerinden çıkarılır ilkesinden hareketle; denilebilir ki onun hakkındaki en
mühim kaynak da yine kendi eseri yani divanıdır. (Ayan, 2002) Bu nedenle
Nesîmî’nin hayatı üzerine araştırma yapan çoğu kişi onun eserlerinden
yararlanmaktadır.
Latîfî tezkiresinde şair ile ilgili şu bilgiler verilmektedir: “ Nesebi
gerçek seyitlerden ve velayet sahibi velilerdendir. Bağdat yöresinde Nesîm adlı
bir yerden olduğu için Nesîmî mahlasını kullandı. Türkçe şiirle ilk şöhret
kazanan odur. Murad Hân Gâzi zamanında Osmanlı ülkesine gelmiştir. Üç dilin
her birinde birer divanı, tasavvuf ilminde ve erenler sırlarında geniş bilgisi
vardır. Aslen Şeyh Şiblî’nin dervişlerinden biri idi. Sonra Fazlullâh Hurûfi’nin
halifelerinden oldu. İkisi de sistemlerini harfler üzerine kurmuşlar ve otuz iki
harfi insan suretinde bulmuşlardır.” (İsen, 1999)
Ancak tezkirelerde Nesîmî ile ilgili verilen bilgiler aşağı yukarı benzer
niteliktedir. Nesîmî’nin doğum tarihi belirtilmemesine rağmen takriben 1369
yılı olduğu tahmin edilmektedir. Ölüm yılı olarak ise 1404-1427 yılları arası
olduğu ve Halep’te derisi yüzülerek öldürüldüğü ifade edilmektedir. Sunullah
Gaybi, Sohbetnâme adlı eserinde ise Nesîmî’nin Anadolu’ya geldiğini ve Hacı
Bayram Veli tarafından dergahına kabul edilmediğini söyler.
Nesîmî’nin Fârsça şiirlerinde göze çarpan önemli noktalardan biri de
Hâfız şiirlerine hem içerik hem de sözcük dizimi yönündeki benzerliğidir.
Nitekim Hasan Çelebi’nin (Kutluk, 1989) tezkiresindeki açıklamalardan biri de
bu doğrultudadır. Ona göre Hâfız’ın şu şiiri Nesîmî’ye ilham vermiş ve onun da
bu doğrultuda bir şiir yazmasına yol açmıştır.
Dil mi-reved ez destem sâhib-i dilân Hudârâ
Derdâ ki râz pinhân hâhed şod âşikârâ
(Ey gönüller sultanı Tanrı, gönül elimden kaydı gitti, Ey dert, sır, saklı
tutulması gerekirken ortaya çıktı.)
Ve şâ’ir-i mezbûr dâhi bu vâdide demişdür:
Deryâ-yı mûhit cûşa geldi
Kevn ile mekân hurûşa geldi (Kutluk, 1997)
M.Nuri ÇINARCI
15
Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe Divanında Redif Meselesi
Yine aynı şekilde Nesîmî’nin Fârsça divanındaki bir gazelle Hâfız
divanındaki başka bir gazel, ciddi şekilde birbirine benzemektedir.
(Hâfız)
Der gûy-ı fenâ ‘akl ü divâne yek-ist
Der k’ar-ı muhît seng ü dürdâne yek-ist (Kabiri, 1990)
(G. 101 / 1)
(Nesîmî)
Mescîd ü meygede ü Kâ’be ü bühtâne yek-ist
Ey galât kerde reh-i kûçe-i mâ hâne yek-ist
(G. 56 / 1)
Nesîmî bilhassa Bektâşi zümreleri ve vahdet-i vücûd nazariyesini
benimseyen topluluklar tarafından büyük bir sûfi-şair olarak kabul edilmektedir.
Şairin Arapça, Fârsça ve Türkçe divanlara sahip olduğu kaynaklarda
belirtilmesine rağmen Arapça divan henüz bulunmamıştır. Şiirde büyük bir
kudret gösteren Nesîmî, kendi fikirlerini telkin eden şiirlerle birlikte lâdini ve
aşıkâne gazeller de yazmıştır.
Nesîmî’nin divanlarında yer alan şiirlerin niteliklerine bakıldığında
bunları iki döneme ayırabiliriz. Şiirlerinin nitelik olarak iki döneme ayrılmasına
yol açan hadise ise şairin Fazlullâh Hurûfi ile tanışmasıdır. Fazlullâh’tan önceki
şiirleri lirizmden yoksun, henüz mahlasını dahi bulmamış, sûfiyâne ve hikmetâmîz niteliklere sahiptir. (Ayan, 2002) Bir anlamda Nesîmî bu şiirlerinde henüz
şair kudretini dile getirmemiştir. Ancak Fazlullâh ile tanıştıktan sonra şiirleri
coşkun bir lirizm ve kabına sığmak bilmeyen farklı bir karaktere bürünmüştür.
Deryâ-yı mûhit cûşa geldi
Kevn ile mekân hurûşa geldi
(M. 1 / 1)
Sırr-ı ezel oldı ‘aşkârâ
‘Ârif neçe eylesün müdâra
( M. 1/1-2 )
Beyitlerden anlaşıldığı üzere Nesîmî’nin hem şiirsel hem de ruhsal yapı
16
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
açısından ciddi bir değişikliğe uğradığı hatta bu coşkunluğa sebebiyet veren
aşkla tanıştığı aşikardır. O artık hiçbir bentle engellenemeyecek deli bir
çağlayana dönüşmüştür. Hurûfilik ve Fazlullâh bu ruhsal taşkınlığın ve önüne
geçilemeyecek duygusal lirizmin en büyük müsebbiplerindendir.
Nesîmî hem fikri hem de lâdini tarzında yazdığı şiirlerinde tema ile
birlikte şekil olarak da gerekli titizliği göstermiştir. Sade bir Türkçeyle yazılan
şiirleri aruz veznine vakıf olması ve bu vezni gayet lirik bir tarzda Türk diline
uygulaması, divan şiirinin süratle gelişmesine ciddi katkılarda bulunmuştur.
Divanlarında bulunan gazel, mesnevi, tuyûğ, müstezât ve murabba’ gibi nazım
şekillerinde aruz vezninin 20 değişik kalıbını kullanmıştır. Ana diline çok iyi bir
şekilde hâkim olan Nesîmî kafiye ve redif bakımından da zengin bir kelime
hazinesine sahiptir. Türkçe divanındaki şiirlerinde kafiye ve redif olarak Türkçe
sözcük ya da ekler çoğunluktadır. Fârsça divanında ise redif olarak sözcük
yerine daha çok eklerin kullanıldığı göze çarpmaktadır.
Nesîmî’de Redif
İnsanlar dış dünyayla iletişim kurarken, dilin temel işlevlerinden
yararlanmadan önce aktaracakları duygu ve düşünceleri ilkin zihinlerinde
tasavvur ederler. Tasavvur edilen bu eylem ve olgular dil, daha da özele
indirgediğimizde sözcükler aracılığıyla gerçek hayatta vücut bulur. Bu açıdan
bakıldığında sözcüklerin gerçek hayatla teması farklı şekillerde olduğundan,
sanat dili, bilim dili ve gündelik dil gibi mefhumlar ortaya çıkmıştır. Bu
mefhumların, kapsadığı konuyu ifade ediş esnasında sözcükleri bilhassa dili
farklı tarzlarda kullandıkları görülür.
Bilim dili bir bilgiyi açık seçik, kestirme bir yoldan, belirleyici,
açıklayıcı, ortak bir anlatımla aktarmaya çalışırken; günlük dil, kelimelerin
sesine, kelime düzenlemelerine veya cümle kuruluşlarına ayrıca özen
göstermeden bir şey bildirmek, anlatmak isterken, sanat dili özellikle şiirde, dil
elemanlarını düzenler, azaltır, yoğunlaştırır, çift anlamlara, kapalı söyleyişlere
başvurur. (Kortantamer, 1993) Dikkati çekmek için mısra, vezin, kafiye, ses
tekrarları gibi pek çok teknik özellikte yararlanıp, bir ruh hali, tavrı yansıtır ve
okuyanı etkilemeye çalışır.
Şiirin malzemesini dilin, dilin malzemesini ise sözcüklerin oluşturduğu
muhakkaktır. Şair evvela muhayyilesinde vücuda getireceği şiirin duygusal ve
düşünsel alt yapısını oluşturur. Daha sonra da sözcükler yoluyla bu tahayyülü
somutlaştırır ve gerçek hayata indirger. Soyut âlemden kelimeler yoluyla gerçek
hayata aktarılan bu mecra şairin kuyumcu işçiliğiyle, titiz bir sözcük seçimi
neticesinde şiir denilen metni oluşturur.
Ancak unutulmamalıdır ki bu edimler esnasında şair tarafından ses ve
M.Nuri ÇINARCI
17
Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe Divanında Redif Meselesi
anlam birbirine sıkıca kenetlendirilir. Şiiri gelişigüzel söylenmiş cümlelerden
ayıran en önemli özellik onu oluşturan sözcük ve seslerin şair tarafından bilinçli
ve ahengi sağlayacak şekilde seçilmesidir. Nitekim şiir ses ve söz düzenlemeleri
yoluyla ifadesini bulur ve bir bütün oluşturur. Başka bir deyişle şiir dilin
bireysel, özel ve estetik amaçlı bir biçimlendirilmesidir. (Wellek, Warran, 1983)
Bu açıdan şiir çoğu defa musiki ile bir arada düşünülmüştür. Hatta sembolistler
şiirin musikiden ibaret olduğu fikrini ortaya atmışlardır.
Şiir sihir veya büyü olmasa da, şair, heceler ve rastlantısal
serpiştirmelerle dilin gizli güçlerini uyandırır, ritimleri kullanarak dili büyüler.
Ritmin ağırlığı şiiri diğer bütün edebiyat biçimlerinden ayırır. (Paz, 1991)
Ritim, yani sözcük ve seslerin uyumlu şekilde bir araya getirilerek ahenkli bir
dizaynın ortaya çıkmasını sağlayan tertip divan şiirinde de geniş yer tutar.
Divan şiirinde de aruz vezni, kafiye ve redif gibi teknik zorunluluklarla oluşan
bir ritim ve ahenk vardır. Şairler aliterasyon, assonans ve tekrir sanatlarıyla bu
ritim ve ahengi besleyip geliştirirler. Çünkü divan şiirinde söyleyiş
mükemmelliği esastır. Şiirde ahengi sağlamak amacıyla şairlerin istifade
ettikleri unsurları şöyle sıralayabiliriz:
Söz Tekrarları
Ses Tekrarları
Ritim ( Vezin, Kafiye, Redif ) (Macit, 2004)
Görüldüğü üzere divan şairleri ritmi sağlamak amacıyla redif ve
kafiyeden de istifade etmişlerdir. Özellikle redif divan şairlerinin söze şekilsel
anlamda edebi bir değer katmak amacıyla istifade ettikleri temel kavramlardan
biridir. Redif simetrik tekerrür ile şiiri belirli bir kavram veya bir konu etrafında
toplayan, atmosfer yaratan mihver olmuştur. Kelime anlamı olarak sıraya
koyma, dizme anlamlarına gelen redif, İran ve Türk şiirinde beytin kafiyeyi
takip eden kısmı veya daha sarih olarak birbiri ile kafiyeli mısraların sonunda
râvîyi takiben lafız ve manaca aynı olmak üzere tekrarlanan kısma delalet eder.
Türk şiirinin tarihsel açıdan ilk örneklerine bakıldığında bile bu şiirlerde
kafiye ve redif kullanıldığı görülür. Ancak ilk dönemlerde mısra başlarında
kullanılan redif ve kafiye sonraki dönemlerde mısra sonlarında kullanılmıştır.
Öte yandan redif klasik Arapçada, ancak başlangıç devrinde ve başka bir isim
altında kullanılmaktaydı. İslamiyet’in kabulünden sonra Fârs kültürü ve
edebiyatından derin bir şekilde etkilenen Türk şiiri daha önceki dönemlerde de
kullandığı redif ve kafiyeye bu dönemde daha da ağırlık vermiştir.
Divan şairleri de yüzyıllar boyunca şiirde ses ritim ve armoniyi
yakalayabilmek için şiirlerinde redif ve kafiyeyi sıkça kullanmışlardır. Çünkü
18
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
şiirde redif ve kafiyenin kullanılması onun hem kulağa hoş gelmesini sağlar
hem de sağladığı musiki ahengi ile okuyanın edebi zevkini okşar. Şiirin her
dizesinin sonunda bulunan ses ve söz benzerliklerinin tekrar edilmesi şekil ve
ahenk açısından ona itibar kazandırır. Öyle ki divan şiirinde ve bilhassa
gazellerde kullanılan redifler çoğu defa gazelin konusunu belirlemiştir.
Şairlerin tercih ettikleri bazı redifler ise mizaçlarına ve yaşadıkları
devrin toplum psikolojisine dair ipuçları içerirler. İşte bu redifler aynı zamanda
birer belge niteliğindedir. (Kurnaz, 2004) Divan şiirinde kafiye ve redif, şiirin
sade şekilde değil, muhtevası üzerinde de rol oynar. Şair fikir ve hayallerinden
çoğunu kafiye ve rediften çıkarır.
Türk şairleri de redifin önemini erken kavramış ve bu yüzden de
çoğunlukla redifli şiirler yazmışlardır. Başlangıçta söz tekrarlarına ve
sanatlarına daha fazla yer vererek ahengi sağlayan divan şairlerinin daha sonraki
dönemlerde ses tekrarlarına itibar ettikleri görülür. Divan şiirinde kullanılan
rediflerin genellikle Türkçe kelimelerden seçildiğini özel isimler ve isim soylu
kelimelerden isim soylu kelimelerden daha çok fiiller ve çekimli halleri
kullanılmıştır. (Macit, 2004)
XIV. yüzyılda yetişen ve Türkçeyi şiir dili olarak ustaca kullanan
şairlerden biri de Nesîmî’dir. Nesîmî’nin şiirleri klasik ifadelerle söylenen
tasavvuf şiirlerinin en lirik olanlarındandır. Bu tefekkür ve inanış Nesîmî’nin
şiirlerinde samimi ve içten bir anlatımla vücut bulmuştur. Nesîmî tasavvufun ve
özellikle de Hurûfiliğin verdiği ruh helecanlarıyla şiirlerinde coşkun bir eda ve
yoğun bir lirizme sahiptir. Nesîmî mutasavvıf bir şair olduğu, şiirin ayinlerde
önemli bir fonksiyon icra ettiği düşünülürse şiirlerinde ses fonksiyonunu ön
plana çıkarttığı söylenebilir. (Macit, 1990) Her şair gibi Nesîmî de redif ve
kafiyenin vermiş olduğu anlam ve ahenk bütünlüğünden bolca istifade etmiştir.
Türk şiirinde kullanılan redifler genellikle ya sözcük hâlinde ya da ses
yoluyla ek hâlinde bulunmaktadır. Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe divanlarına
bakıldığında kullanılan rediflerin de bu iki şekilde tezahür ettiği görülür. Bu
şiirler kimi zaman sözcük halinde:
Deryâ-yı muhît cûşâ geldi
Kevn ile mekân hurûşâ geldi
( M. 1 / 1)
Mescîd ü meygede ü kâ’be ü bühtâne yek-ist
Ey galât korde reh-i kûçe-i mâ hâne yek-ist
19
M.Nuri ÇINARCI
Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe Divanında Redif Meselesi
( G. 56 / 1 )
(Mescit, meyhane, Ka‘be ve puthane birdir. Ey hata işleyen evimize
gitmek için kullandığımız sokağın yolu birdir.)
Kimi zamanda sesler yoluyla ek halinde bulunmaktadır.
İy dil cihâna girre meşev kim konan göçer
Bir köpridür bu dâr-ı fenâ kim gelen geçer
(G. 103 / 3)
Çeşm-i tû fitne-est ki ‘alem harâb-ı û-est
Mesti-i dîr ü kâ’ be ez câm-ı şarâb-ı û-est
(G. 35 / 4)
(Mescit, meyhane, Ka‘be ve puthane birdir. Ey hata işleyen evimize
gitmek için kullandığımız sokağın yolu birdir.)
Nesîmî’nin Türkçe divanında kullanılan redif türlerine bakıldığında
kelime hâlinde ve ses hâlinde bulunan rediflerin eşit sayıda olduğu
görülmektedir. Ancak Fârsça divanında kelime halindeki rediflerin ezici
çoğunlukta olduğu görülmektedir. Redif kullanımlarının nazım şekillerine göre
kullanım sıklığını sayısal verilerle şöyle ifade edebiliriz:
Tablo 1-Türkçe Divanda Redif Kullanımları
Gazeller
Mesneviler
Müstezatlar
Kelime Hâlinde Redifler
201
34
-
Ses Hâlinde Redifler
147
76
04
20
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Tablo 2-Fârsça Divanda Redif Kullanımları
Gazeller
Mesneviler
Terci’-i Bend
Kelime Hâlinde Redifler
118
01
03
Ses Hâlinde Redifler
40
01
07
Toplam verilere bakıldığında ise Türkçe divanda kullanılan kelime
hâlindeki ve ses hâlindeki rediflerin 236, Fârsça divanda ise kelime hâlindeki
rediflerin 122, ses hâlindeki rediflerin ise 38 olduğu görülmektedir.
Son dönem ortaya atılan ve kafiye ile redife farklı bir bakış açısı getiren
görüş ise ön kafiye ve ön redifin de şiirlerde kullanıldığı yönündedir. Bu görüşe
göre ise aslında daha önce klasik edebiyat bilgisine göre mısra başlarında
tekrarlanan sözcükler tekrir değil, bulunduğu konuma göre ön redif ya da ön
kafiyedir. (Aydemir, Çeltik, 2008) Nesîmî’nin Türkçe divanına bakıldığında
çok seyrek bir şekilde ön redifin kullanıldığı görülür. Sadece Türkçe divanda
bulunan 5 gazelde ön redif görülmektedir.
Mutasavvıf bir şahsiyet ve Hurûfiliğin şair halifelerinden biri olması
nedeniyle Nesîmî, şiirlerinde sade bir Türkçe kullanmıştır. Nesîmî’nin Türkçe
divanı incelendiğinde şiirlerde kullanılan rediflerin de çoğunlukla Türkçe
sözcük veya eklerden oluştuğu görülmektedir. Redif olarak kullanılan
sözcüklerin köklerine bakıldığında ise “ol, eyle, göster, didi” gibi özellikle fiil
köklerinden türetilmiş sözcüklerin sıkça kullanıldığı görülmektedir. Fiillerden
oluşan ya da fiil köklerinden türetilen sözcüklerinden redif olarak kullanılması
şiire hareketlilik ve akışkanlık yönüyle ritmik bir değer katmaktadır.
Bazı redifler şairlerin mezhep ve meşrep ilişkilerini, varsa tarikat
bağlantılarını yansıtan ipuçları verir. (Macit, 2004) Divan şiirinde yazmış
olduğu şiirlerin rediflerinden hareketle şairin hangi tarikata bağlı olduğunu
ortaya koyan birçok örnek vardır. Mesela Şeyh Galip’in tercih ettiği redifler,
büyük ölçüde onu Mevlevi geleneğine bağlar. Bilindiği gibi Nesîmî de İran’da
doğmuş ve Fazlullâh Hurûfi tarafından temsil edilen Hurûfiliğin en büyük
halifelerinden biri sayılmaktaydı. İran’da doğan bu mezhep daha sonraları
tarikata bağlı kişiler tarafından propagandası yapılarak çevre ülkelere de
yayılmıştır. Nesîmî’nin de şair olduğu düşünüldüğünde tamamen değil ama
bazen şiirlerini fikirleri doğrultusunda propaganda aracı olarak kullandığı
söylenebilir. Nesîmî de böyle bir tarikat bağlantısı olduğu için onun da
şiirlerinin rediflerinde Hurûfi motiflerine rastlamak olağan bir durumdur.
Çünkü yüzin ahsen-i takvîm imiş
Sende zuhûr eyledi subhânumuz
( G. 189 / 7)
21
M.Nuri ÇINARCI
Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe Divanında Redif Meselesi
Münkir olma bu sözi varup Kelâmullâh’da gör
Ahsen-i takvîm ile gösterdi insan sûretin
( G. 353 / 2)
TÜRKÇE DİVAN
MESNEVİLER
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
Geldi
İçinde
Oldı
Oldı
Taldı / kaldı
Meyden / hayden
Geldi / diyildi
Nefiri / safiri
Oldı
Kulagun / ayagun
Degülsen
Cânı / cihânı
Elümde / belümde
İstivâdan / belâdan
Cândur / kandur
Bilgil / kılgil
Sen / cevherisen
Âyetinden / nihâyetinden
Ol
İbâretdür / işâretdür
Eyle
Ola
İnsândur / şeytândur
Özi / sözi
Kendözin / yüzin
Kendüdir
Hükmindedür / Nutkundadur
Kendüdür
İtmek gerek / gitmek gerek
Yolını / dilini
Yoh
Durur
Hannâs ile / vesvâs ile
Bilür
Olur
Degül
Kuvvetün / fürkatün
Didârunı / yârunı
Yana / sana
Ola
Selâm
Sende var
Göresen / bulasan
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
75.
76.
77.
78.
79.
80.
81.
82.
83.
84.
85.
86.
Erkânını / cânını
Varunı / didârunı
Sultânına / kanına
Âvaredür / bî-çâredür
Zâtını / âyatını
Şehrini / dehrini
Yârına / varına
Varını / yârını
Sana
Özin / sözin
Gayetün / fürkâtün
Sâdıkun / âşıkun
Olur
Genciyem / renciyem
Sözlerüm / gözlerüm
‘Ayniyem / Beyniyem
Cânıyam / sultânıyam
Mutlakam / zevrâkam
Devletem / vahdetem
Meni / seni
Olur
Olur
Olur
Sâcidün / vâhidün
Ol
Olasan / bulasan
Varına / envârına
Şehrine / bahrine
Zâtını / âyâtını
Gel
İlinün / yolınun
Bilür
Leşkeri / munları
Surınun / Tûrınun
Âvâzeler / dervâzeler
Ünleri / munları
Bular
Sûreti / sîreti
Olur
Elleri / dilleri
Bular
Bular / kendüler
Varlugı / saglugı
22
87.
88.
89.
90.
91.
92.
93.
94.
95.
96.
97.
98.
99.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Bular
Dilin / müşkilin
Bunlarun / mü’minlerün
Enveri / serveri
Söyleyen / diyen
Olur / bilür
Ol
Maksûduna / ma’bûduna
Bular / kendüler
Peygâmberün / bunlarun
Hazrete / rahmete
Tapuya / kapuya
Ahmedi / sermedi
100. Kapusı / yapusı
101. Olur
102. Sözleri
103. Âdemi / demi
104. Sırrınını / tefsîrini
105. ‘Âlemi / âdemi
106. Eyledi / söyledi
107. Âdemün / ‘alemün
108. Özi / yüzi
109. Yüzini / özini
110. Sendedür / cândadur
GAZELLER
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
Merhaba
Mest
Yoh
Yoh
Bah
Meded
Bilür
Gösterür
Gösterür
Gösterür
Gizlüdür
Andadur / Larendedur
Oldur
Nidâdur / salâdur
Mendedür
Gelür
Gelür
Budur
Hudâdur / Mustafadur
Safâdur / Minâdur
Hayvandur
Kandur
Kandur
Hayvandur / cândur
Hoşdur
Ohurlar
Durur
Hoş mıdur
Bî-dâdlar / celladlar
Nûr
Nâra benzer
Düşer
Düşer
Uğrar
Gider
T’an ider
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
Hayâl ider / muhal ider
Şerm-sâr ider / lâle-zâr ider
Pinhân ider / imân ider
Müstedâm ider / ihtitâm ider
Didiler
Didiler
Didiler
Didiler
Mihrâblar / ‘irâblar
Başlar / yaşlar
Arzular
Arzular
Kurbân olur / cân olur
Revân olur
Ne bilür
Tökilür
Uşta gör
Ahlahı gör
Nedür
Hem-dem durur
Bişâretdür / işâretdür
Kimün var
Ezelidür / yezelidür
Cemâidür / dâlidür
Âhıdur
Safâdur / devâdur
Mazhârıdur / Kevseridur
Safıdur / gâmıdur
İkidür
Durur
Mu’alladur / evlâdur
Handadur
Başındadur / yaşındadur
Benzer
Gel ahır
Levlâkdir / evlâkdir
2010-2 (20)
23
M.Nuri ÇINARCI
Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe Divanında Redif Meselesi
73. Fürkânumuzdur / Kur’anumuz dur
74. Nedür
75. Enverdür / münevverdür
76. Kamerdür / nazârdur
77. Birdür / emirdür
78. Olmışdur
79. Pervânedür / şükrânedür
80. Yanadur / nedür
81. Yanadur / ya nedür
82. Yâredür / pâredür
83. Hâverden midür / ahmerden midür
84. Degül midür
85. Şem’indür / emindür
86. Pür-çindür / Çindür
87. Kevserindendür / şekkerinden dür
88. Budur
89. Âdemdür / elemdür
90. Mendedür
91. Pürtâbındadur/mehtâbındadur
92. İçindedür
93. İçindedür
94. İçindedür
95. Oldur
96. Lem-yezeldür / bi-bedeldür
97. Hebâdur / hatâdur
98. karadur / yaradur
99. Dânesidür / tânesidür
100. Nider
101. Didiler
102. Didiler
103. İtdiler
104. Dervişler
105. Eyler
106. Vefâdur / hatadur
107. Budur
108. Pür-nûrdur / mâ’mûrdur
109. Degül midur
110. Münevverdür / mukadderdür
111. Gizlidür
112. İçindedür
113. Yek-dânedür / pervanedür
114. Nedür
115. Nedür
116. Bilür
117. Çigzinür
118. Gösterür
119. Gerekmez
120. Gerekmez
121. Bilmez
122. Girmez
123. Bulınmaz
124. Söz
125. Cihânumuz / ma’ânumuz
126. Kaşunuz / nakkaşunuz
127. Kaşunuz / nakkaşunuz
128. Henüz
129. Henüz
130. Agrımaz
131. Sücûdumuz / hasûdumuz
132. Mercânumuz / mestânumuz
133. Cânanumuz / şânumuz
134. Vefâ-dârumuz / kârumuz
135. Handânumuz / hayvânumuz
136. İrmez
137. Tedbirümüz / takdirümüz
138. İstemez
139. Dahı bilmez
140. Bilmez
141. Sensüz
142. Oldı fâş
143. Şehlâ imiş / şeydâ imiş
144. Didiler gerçek imiş
145. Hâr imiş / düşvâr imiş
146. Eylemiş
147. Düşmiş
148. Buldum uş
149. İmiş
150. Yohımış
151. İtdi uş
152. Düşmiş
153. Buldum uş
154. Bilür ancag
155. Işk
156. ‘Aşık
157. Işk
158. Gerek
159. Görün
160. Hâlün
161. Senün
162. İtmek dilersen itmegil
163. İtmek dilersen itmegil
164. Degül
165. Degül
166. Degül
167. Berü gel
168. Gel
169. Oldı gel
170. Oldı gel
171. Öninden böyle gel
172. Kandandur digil
173. Nûrıyam
174. Nûrıyam / Tûrıyam
175. Cânanum / dermânum
176. Dilberüm / serverüm
24
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
177. Hayvânum / cânum
178. Hayâtum / zülumatım
179. Cihânum / cânanum
180. Olmışam
181. Olmışam
182. Olmışam
183. Olmışam
184. Olmışam
185. Olmışam
186. Olmışam
187. Bulmışam
188. Gelmişem
189. Gelmişem
190. Dimişem
191. Düşmişem
192. Dîvâneyem / merdâneyem
193. Zâtem / sıfatem
194. Dem
195. Gördüm
196. Direm
197. Direm
198. Menem
199. İçindeyem
200. İçindeyem
201.Cihâna sığmazam / mekâna sığmazam
202. Câna virmezem
203.Dârumı buldım / yarumı buldım
204. İleyem
205. Müştakam
206. Gönlüm
207. Yanaram
208. Olmışam
209. Nisbet kılmışam
210. Rûyı sevmişem / hûrı sevmişem
211. Dimişem
212. Hilâli görmişem / zülâli gör müşem
213. Eyleyem
214. ‘Âlemem / ademem
215.Cânı neylerem / hânümânı ney lerem
216. Caferiyem / Haydariyem
217. Senden dönmezem
218. Esirem / mirem
219. Cânum / imânum
220. Cihânageldüm / nişâna gel düm
221. Gördüm
222. İlen
223. Yaradan
224. Yareden / ayyereden
225. Murdardan / hârdan
226. Ne kansan / ne cânsan
227. Sen
228. Bedensen / cânsan
2010-2 (20)
229. Hansan / cânsan
230. Menem men
231. Gevherisen / manzarısan
232. Olsun
233. Yârum handasan / nigârum handasan
234. Handasan
235. Dîvânesen / pervânesen
236. Cânı yahasan / anı yahasan
237. Cihânsan / ‘iyânsan
238. Nihânsan / cânsan
239. Dil-bersen / gevhersen
240. Kan mısan nesen / cân mısan nesen
241. Cânsan / revânsan
242. Tabından / nikâbından
243. Şerâbından / âbından
244. Tudağından / yanağından
245. Tatarından / bârından
246. Belâsından / cefâsından
247. Olmasun
248. Olmasun
249. İçün
250. İşâretdür bugün / beşâretdür bugün
251. Tabından
252. Tudağından / yanağından
253. Hilâlinden / âlinden
254. Cihândan
255. Düşmesün
256. Cefâsından / vefâsından
257. Allahsan / Kelamullahsan
258. Olamazsan
259. Dil-dârdan
260. Ruhsâreden / meh-pâreden
261. Zibâsında men / tuğrasında men
262. Demden / Meryemden
263. Dîvânesen / pervânesen
264.Kan mısan nesen / cihân mı san nesen
265. Suretin
266. Döndürmüş yüzin
267. Eyle
268. İçinde
269. Revâna / cihâna
270. Ne fâ’ide
271. Cânana / bürhâna
272. İçinde
273. Âline
274. Lezzatına / şâh-mâtına
275. Meydanına çevgânına
276. Nârına / vefâ-darına
277. Efzâsına / zibâsına
278. Merdâneyemyine / pervâne yem yine
279. İsteme
280. Eyleme
25
M.Nuri ÇINARCI
Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe Divanında Redif Meselesi
281. Eyleme
282. Şaline / aline
283. Kandine
284. Üstine
285. Bâzarına / ikrârına
286. Nârına / envârına
287. Karasına
288. Yine
289. İsteme
290.Hara yapuşma /murdâra yapuşma
291. ‘Işkına
292. Didârına / nârına
293. Ola
294. N’ola
295. Bâlâya / aya
296. Kulagına / dimâgına
297. Berâyine / pâyine
298. Gele
299. İsteye
300. Yine
301. Bize
302. Didi
303. Susadı
304. İdi
305. Utandı / kandı
306. İtdi
307. Dürdâneyi / pervâneyi
308. Balâsı / gavgası
309. Bahâsı / ziyâsı
310. Vefâsını / cefâsını
311. Hanı
312. Tere düşdi / kamere düşdi
313. Selâmı / harâmı
314. Peri mi / târı mı
315. Hurı / nûrı
316. Oldı
317. Oldı
318. Olmadı
319. Harâreti / işâreti
320. Kimi
321. Kevseri / melekleri
322. Siyâhı / mâhı
323. Kenaresi / seng-hâresi
324. Yek-dânesi / pervânesi
325. Cânanesi / dürdânesi
326. Şifâsı / likâsı
327. Geldi
328. Ele girdi
329. İrişdi
330. Degül mi
331. Yâ Muhammed yâ Ali
332. Habîbi / garibi
333. Degül mi
334. Oldı
335. Âhını / âheni
336. Efzâmuzı / balâmuzı
337. Pâresi
338. Hudânı / Mustafanı
339. Dilberi / Kevseri
340. Nakkaşını / başını
341. Mikdârını / yârını
342. Anı / cânı
343. Cihânı / nihânı
344. Kararumı / zârumı
345. Degül mi
346. Nişanı
347. Oldı
348. Esmâmuzı / İsramuzı
349. Gel Âhı
350. Eyledi
351. Virâneyi / dürdâneyi
352. Dilberi / Kevseri
353. Hâveri / Müşteri
354. Eyledi
MÜSTEZÂTLAR
1.
2.
Eseridür / deridür
Zuhâlde / hamelde
3.
4.
Cihânı / mekanı
Gümânı/cânı
FÂRSÇA DİVAN
GAZELLER
1.
2.
3.
4.
Câm-râ / Âşam-ra
Be-meyhâne mârâ / dîvane mâ-râ
Mâ’ni-râ/ tecelli-râ
Cân-ı mâ / çeşme-i hayvan-mâ
5.
6.
7.
8.
Ser-i mâ / ciger-i mâ
Ayyare-i mâ-ra / Sâd-pâre-i mâ-ra
Zülfet
Pîş-est / rîş-est
26
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yaft
Çist
Mast
Diger-est
Dân-est
‘Iyd-est
Bâzi-nist
Tû-nist
Hiç-nist
Yek-ist
Âverde-est
Endâht
Belâ-est / kucâ est
Mast
Ost
Dil-est / menzil-est
Derd-est / merd-est
Mâh-et / siyâh-et
Güvâ-est / Mustafa-est
Deger-est
Güftâd-est / üftâd-est
Ost
Huş-est
Makam-est / kodam-est
Ost
Nâ-torsid
Mi-bâyed keşîd
Nâ-resîd
Ne-dîd
Bîned
Âmed
Mî-konid
Mî-keşîd
Mî-gûyed
Konend
Konend
Ne-mî âyed
Ne-mî bâyed
Mî-bâyed
Mübâd
Ne-kord
Başed
Peydâ şod / şeydâ şod
Hod
Giruydend / residend
Üftâd
Üftâd
Âmed
Ne-mî gired
Key konid
Yasemen konid
Çün ne konid
61. Âverd
62. Başed
63. Bâşed
64. Ne-bâşed
65. Şod
66. Ne-hâd
67. Mî-zed
68. Mî-hânend
69. Ber-âyed
70. Dâred
71. Mî-gûyed
72. Tevân kerd
73. Konend
74. Tâlebend
75. Âmed beyâd
76. Bâşed
77. Değer
78. Ne-kord
79. Gâm me-ğor
80. Bes
81. Der kepenek
82. Ân em / cân em
83. Mî-konem
84. Mî-bâyedem
85. Mâ bude-im
86. Meyhâne-im / peymâne-im
87. Mî-bînem
88. Ne-dârem
89. Dâneste-em
90. Yâfte-em
91. O dide-em
92. Dârem
93. Cânem / mekânem
94. Konim
95. Ne-gencem
96. Farîğim
97. Şodim
98. Be-nişînem
99. Men be-bîn
100. Taleb kon
101. Me-kon
102. Zeden
103. Mî-bâyed şod
104. Âyed birûn
105. Çonin
106. Men
107. Engûr kon / zer kon
108. Hey me-kon
109. Âyed birûn
110. Çonin
111. Âmeden
112. Men
2010-2 (20)
27
M.Nuri ÇINARCI
Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe Divanında Redif Meselesi
113. Men
114. Ebrû
115. O
116. Kû kû
117. Be-cân-ı nev
118. Şev
119. Mey-hâne
120. Endâhte
121. Nivîşte
122. Rihte
123. Âmede
124. Beste
125. Zede
126. Ne dâned bih
127. Âdemi
128. Âzâri
129. Dil-ârâyi
130. Rihte-ey
131. Bâri
132. Zede-ey
133. Endâhti
134. Nî-hey
135. Mî-koni
136. Sevdâyi
137. Kisti
138. Fete-ey
MESNEVİLER
1.
Necâtim / benâtim
2.
mâ’i-im
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
Çerâ-im / mâ’-im
Mâ
Mâ
Lâ-mekânim / âsmânim
Mâ-ra / hudâ-ra
Kabâ-ra / bekâ-ra
Mâ-ra / asâ-ra
TERCİ’-İ BENDLER
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
Lâ-mekânim
/âsmânim
Lâ-mekânim / âsmânim
Kibriyâ-im / nümâ-im
Kucâ-im / cân-fezâ-im
Bekâ-im / keşâ-im
Hudâ-im / bekâ-im
Hümâ-im / berâ’-im
Sonuç
XIV. yüzyıl Azeri edebiyatı sahasında eser vermiş olan Nesîmî Türk
edebiyatının önde gelen şairlerinden biridir. Şiirleriyle toplumu derinden
etkilemiş, öldükten sonra bile divan şairleri üzerinde derin bir etki bırakmıştır.
Hurufiliğin Anadolu’daki en büyük temsilcisi ve halifelerinden olan Nesîmî, bu
siyasi fikrinden dolayı öldürülmüştür. Şiirlerinde sadece muhteva açısından
değil; şekil yönüyle de divan şiirinde önemli bir konuma sahiptir. Nef’i ve
Nedîm gibi şairler baştan başa ses ve eda ise Nesîmî de baştan başa ses ve
lirizmdir.
Çalışmamızda Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe divanlarında bulunan
rediflerin sayısal açıdan bir taramasını yaptık. Bilindiği gibi redif, kafiye,
asonans, aliterasyon vb. unsurlar şiirde şairlerin musiki ve edayı
oluşturabilmeleri için istifade ettikleri temel mefhumlardır. Biz de Nesîmî
divanlarında bulunan rediflerin sayılarını, kullanılış tarzlarını, ifade ettikleri
fikirleri ve türlerini tespit etmeye çalıştık. Sayısal değerin dışında redifin
şiirdeki ahenk üzerine etkilerini de kısmen irdelemeye çalıştık.
28
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Nesîmî’nin Türkçe divanı hacimce Fârsça divanın hemen hemen iki
katıdır. Redif düzeyinde düşünüldüğünde Fârsça ve Türkçe divanlarda en çok
göze çarpan ortak kullanımlardan biri ses halindeki rediflerin kelime halindeki
rediflerden daha az kullanılmasıdır. Örneğin Türkçe divanda, kelime
düzeyindeki redif sayısı 201, ses düzeyindeki redif oranı ise 147 adettir.
Hacimce daha küçük olan Fârsça divandaki rediflerin kullanım oranları da
benzer niteliktedir. Gazellerde kelime düzeyindeki redifler 118, ses halindeki
redifler ise 40 adettir.
Redif kullanımını belirleyen en önemli faktörlerden biri de nazım
şeklidir. Özellikle kaside ve gazel gibi matlanın mihver oluşturduğu nazım
şekillerinde, ikinci beyitten itibaren her beytin ilk mısrası serbest, ikinci mısrası
matla ile kafiyeli bir biçimde devam eder. Bu nedenle kaside ve gazellerde
kullanılan redifler çoğunlukla kelime halindedir. Çünkü kelime seviyesindeki
rediflerle metnin anlamı arasında bir ilişki vardır. Kelime düzeyindeki redifler
de diğer yandan ses halinde kullanılan rediflerden daha çok şiire akışkanlık
sağlar. Nesîmî de bunu çok iyi bildiği için her iki divanında da kelime halindeki
rediflere öncelik vermiştir.
Nesîmî, divanlarındaki mesnevilerde ise gazel ve kasidelerdeki
rediflerin aksine, ses düzeyindeki rediflere daha çok ağırlık vermiştir. Türkçe
divanında kelime düzeyindeki rediflerin sayısı, 34 adet iken ses düzeyindeki
rediflerin sayısı 76 adettir. Fârsça divanında ise rediften daha çok kafiyeyi ön
planda tuttuğu için kelime ve ses düzeyinde kullandığı redif sayıları 1 adettir.
Bunun en önemli sebebi ise mesneviler aynı kafiye düzeni ile yazıldıkları için
şairlerin redif bulma konusunda çektikleri sıkıntıdan kaynaklanmaktadır. Çünkü
kelime yerine ses düzeyinde redif bulmak daha kolay bir edimdir.
Divanlardaki rediflerin kelime düzeyindeki yapılarına bakıldığında ise
her iki divanda da kullanılan redif amaçlı sözcüklerin isimden ziyade fiil kök ya
da gövdeleri olduğu görülür. Türkçe divanda en sık kullanılan fiiller, “ Ol, Gel,
Göster, Düş, Al” ; Fârsça divanda ise “Kerd, Şod, Baş, “ gibi fiillerdir. Her iki
divanda da redifleri oluşturan sözcüklerin çoğunlukla fiillerden oluşması, şairin
şiire hareketlilik kazandırma isteğinden dolayıdır. Neticede fiillerden türetilmiş
rediflerin şiirde kullanım sıklığı ritmik akışkanlığın bir göstergesidir.
Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe divanlarında kullanılan rediflerin
nitelikleri ve kullanım sıklıkları paraleldir. Yine kafiye ve rediflerde kullanılan
özellikle sözcük düzeyindeki kelimelerin yapıları da benzer sıklıkta
kullanılmıştır. Yani redif ve kafiye düzeyinde Fârsça ve Türkçe divanlarda
kullanım amaç ve işleyişi doğrultusunda şairin farklı bir yaklaşım tarzı söz
konusu değildir.
M.Nuri ÇINARCI
29
Nesîmî’nin Fârsça ve Türkçe Divanında Redif Meselesi
KAYNAKÇA
Aksan, D. (2001). Şiir Dili ve Türkçe Şiir Dili. İstanbul: Engin Yayınevi.
Ayan, H. (2002). Nesîmî, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eseleri ve Türkçe Divanının Tenkitli Metni.
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Aydemir, Y., Çeltik, H. (2008). Redife Farklı Bir Bakış: Divan Şiirinde Ön kafiye ve Ön Redif.
Bilig. Yaz s. 46 ss: 193-214
Çamuroğlu, R. (1992). Sabah Rüzgarı, Enel-Hak Demişti Nesîmî. İstanbul: Metis Yayınları.
Belrivanlı, A. K. (1995). Aruz ve Ahenk. İstanbul: Selçuk Yayınları.
İsen, M. (1999). Latîfî Tezkiresi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Kasım, K. (1990). Divân-ı Hâfız. Tahran: Çâphâne-i Hâfız-ı Kum.
Kortantamer, T. (1993) Eski Türk Edebiyatı Makaleler. Ankara: Akçağ Yayınları.
Kurnaz, C. (2004). Divan Dünyası. İstanbul: Bizim Büro Yayınları.
Kutluk, İ. (1997). Tezkiretü’ş Şu’ârâ-yı Beyâni. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Kutluk, İ. (1989). Tezkiretü’ş Şu’ârâ-yı Hasan Çelebi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Macit, M. (2004). Divan Şiirinde Ahenk Unsurları. İstanbul: Kapı Yayınları.
Macit, M. (1990). Nesîmî’nin Şiirinde Ahengi Sağlayan Unsurlardan Tekrarlar Üstüne.
Yönelişler. Temmuz s.48 ss. 26-36
Mehmedzâde, H. (1972). Divân-ı Fârisi-i Nesîmî, Bakü
Özel, İ. (2006). Şiir Okuma Kılavuzu. İstanbul: Şule Yayınları.
Saraç, Y. (2000). Klasik Edebiyat Bilgisi, Belagat. İstanbul: Gökkubbe Yayınları.
Octavıo, P. (1991). Yay ve Lir I, Şiir Nedir? İstanbul: Armoni Yayınevi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
İLKOKUMA YAZMA ÖĞRETİMİNDE ÇOKLU ORTAM
UYGULAMALARININ OKUMA BECERİSİ ÜZERİNDE ETKİLİLİĞİ
Dr. Sevilay YILDIZ∗
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, ilköğretim birinci sınıflarda Türkçe dersinde çoklu ortam
araçlarının ilkokuma yazma öğretiminde etkililiğini belirlemektir. Deneysel desenlerden “Kontrol
Gruplu Son-Test Model” ile gerçekleştirilen bu araştırmada, Bolu İli Merkez İlköğretim
okullarından Gazipaşa İlköğretim Okulu 1-A sınıfı deney grubu, Canip Baysal İlköğretim Okulu
1- A sınıfı da kontrol grubu olarak belirlenmiştir. Araştırmada ulaşılan sonuçlar şöyle
özetlenebilir: Okumaya geçiş zamanına ilişkin deney grubunun puanlarının ( x =59,33) kontrol
grubunun puanlarına ( x =80,22) göre daha olumlu olduğu; yani deney grubu öğrencilerinin
okuma yazma becerisini anlamlı düzeyde daha kısa sürede kazandıkları sonucuna ulaşılmıştır.
Çoklu ortam uygulamalarının, birinci ve ikinci yarıyıl sonu sesli okuma hızlarında, deney grubu
ile kontrol grubu arasında deney grubu lehine anlamlı bir fark yarattığı yani deney grubu
öğrencilerinin verilen metni daha kısa sürede okumalarına sebep olduğu tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Çoklu ortam araçları ile öğretim, ilkokuma yazma, akademik başarı, çoklu
ortam
ABSTRACT
The aim of study is to examine the effectiveness of multimedia applications in teaching
Literacy Teaching at primary school at first year of primary school. Posttest control group design,
as one of the experimental design of research studies, was used in the study. For the study
Gazipaşa Primary School and Canip Baysal Primary Schools located in the city center of Bolu
was selected. 1-A class of Gazipaşa Primary School was assigned as the experimental group and
1-A class of Canip Baysal Primary School was assigned as the control group of the study. The
finding of the study indicated; It was found that the reading time mean scores ( x =59,33) of
experimental group is more positive than the control group ( x =80,22). That is; the experimental
group students learn writing and reading skills earlier than the control group students. A
significant difference was found in favour of experimental group students in their first and second
semesters reading aloud speed in which multimedia applications were used. That is; experimental
group students read the text in a short time.
Keyword: Teaching with multimedia instruments, Literacy teaching at primary school,
multimedia, academic achievement
Gazipaşa İlköğretim Okulu Sınıf Öğretmeni [email protected]
Bu Çalışma Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim
Programları ve Öğretimi Bilim Dalında Haziran-2009 tarihinde kabul edilen doktora tezinin bir bölümüdür.
∗
32
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
1. GİRİŞ
Toplumsal dinamiği oluşturan bireylerin kendi ayakları üzerinde
durabilmeleri, başkalarına bağımlı olarak yaşamamaları, yapıcı, yaratıcı ve
üretici bireyler olarak toplumsal süreçte yerlerini alabilmeleri için eğitimli insan
nitelikleri ile donanık halde yetişmeleri gerekmektedir. Dil becerilerinin sağlam
ve etkili olarak kazanılması eğitim sürecinin niteliğini arttırmaktadır.
Eğitim süreçleri açısından anadili eğitiminin yeri ve önemi, anadili
eğitim ve öğretiminde de okuma yazmanın yeri ve önemi artık tartışılmaz bir
gerçektir. Anadilinin gelişiminde, dillenme dönemi diye adlandırılabilecek iki
yaş ile altı yaş arası dönemler anadili eğitiminde önemli ve dil öğrenmeye
elverişli dönemlerdir. Çünkü beyin gelişiminin büyük bir bölümü altı yaş
sonuna kadar gerçekleşmektedir. İlköğretimden ortaöğretime, ortaöğretimden
yükseköğretime kadarki dönemde ve yaşamın her aşamasında bireylerin
başarıları, nitelikli dil öğrenimlerine bağlıdır. Dili anlama, ifade etme gibi
becerileri gelişmemiş ya da gerektiği kadar gelişememiş öğrencilerin
öğrenmelerinde sorunlarla karşılaşılmaktadır.
Bireyin anadilinde kazandığı davranışlar, gerek okul gerekse okul
dışındaki başarısını ve bunun yanında çevresine uyumunu belirleyen
etkenlerdendir. Anadilindeki başarı derecesiyle, okuldaki başarı ve uyum gücü
arasında yakın bir ilişki kurulabilir. Anadilin etkili kullanımı, hem bireyin
toplum içinde diğer bireylerle anlaşmasını, hem de eğitim alanındaki
öğrenmelerin gerçekleşmesini kolaylaştırır (Çelenk, 1998:2-3).
Günümüzde en yaygın kullanılışıyla okuma şöyle tanımlanmaktadır.
“Okuma, yazılı mesajları duyu organları ile algılayıp, bunları yorumlama,
anlamlandırma amacı ile zihnimizin duyu organlarımızla ortaklaşa yaptığı bir
etkinliktir. Okuma işleminde esas amaç, işaretlerden fikirlere süratle geçmeyi
sağlamaktır. Şu halde okuma işleminde iki aşama vardır.
a) Duyu organları ile basılı harflerin, kelimelerin veya sayıların
tanınması, birbirinden ayırt edilmesi: Göz etkinliği
b) Beyin etkinliği ile bu görüntülerle konuşan dilin duyma uyarıcıları
arasında çağrışım yapma: Beyin etkinliği (Ruşen, 1995:22).
Okuma tanımlarında da görüleceği üzere, okuma oldukça karmaşık bir
eylemdir. Sürecin karmaşık olması farklı farklı eğitimcilerin okuma kavramına
yönelik farklı tanımlar yapmalarına sebep olmuştur. Örneğin bazıları okuma
işlemine anlamı yakalamak, bazıları sesleri birbirine çatmak, kelimeleri
tanımak, cümlelere anlam vermek, bir takım yazılı sembollerden anlam
çıkarmak ve sembollerden anlam çıkararak bu anlamı yorulmak gözü ile
bakmışlardır.
Okuma sürecinde, öğrencilere harflerin kimlikleri (isimleri, özellikleri)
S. YILDIZ
33
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
öğretilir. Her harfin temsil ettiği ses öğretilir ve bunları yazdırarak harfler
belletilir. Yazara göre, bunlar yapıldığında öğrenciler sadece uygulamada
öğrendikleri kelimeleri okuyup yazmakla kalmayacak, dildeki tüm kelimeleri
okuyup yazabileceklerdir (Adams,1990:5). Okumada başarı bilgi ve
faaliyetlerin çok karmaşık bir sistemde bir araya gelmesidir. Bu sistemde görsel
olarak tek tek yazılı kelimeleri tanımak ile ilgili bilgi ve faaliyetler kendi
başlarına faydasızdır. Bunlar ancak ve ancak dilin anlaşılmasına yönelik
faaliyetlerle bütünleştirildiğinde anlamlı ve değerli olurlar. Fakat tek tek
kelimelerin tanınması mümkün değilse sistem yere çökecektir. Başarılı okurları
tanımlayan tek ve en çarpıcı özellik beklide onların metinleri hızla ve hiç çaba
harcamadan yutar gibi okuyabilmelidirler(Adams, 1990:17).
Okumayı öğretme sisteminde kelimelerin tanınması sistemin geri kalanı
arasındaki ilişkiyi bir analiz ile açıklayalım. Diyelim ki okuma becerimiz
desteklemeyen sistem bir araba gibidir. Bu analizde, yazılı ve basılı harfler
benzin gibidir. Motor ve arabanın mekanik bölümleri de arabayı işletecek olan
kavramsal ve algısal makinelerdir. Yazının ve harflerin okuma için önemi
barizdir. Benzin yoksa araba da gitmez. Ama sadece yazılı materyaller okuma
sistemini harekete geçirmede yeterli olmaz. Arabanın çalışması için gereken
diğer makine parçaları olmadan çalışmayacağı gibi harflerin tanınması olmadan
okuma sistemi de çalışmaya başlamayacaktır. Okuma sisteminin bölümleri
birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılan bölümler değildir. Her bir bireysel alt
sistemi tamamlayıp bunu bir diğerine bağlayarak devam edilemez. Bunun
tersine, okuma sisteminin bölümleri beraber gelişir. Birbirlerinden destek alırlar
ve birbirlerini oluştururlar (Adams,1990:15-21).
İçerik İşlemcisi
Anlam İşlemcisi
Gözle görülen işlemci
Yazı
Fonolojik işlemci
Konuşma ses
Şekil 1. Okuma Sistemleri Modeli: 4 İşlemci (Adams,1990:22)
34
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Bir yazı okunurken göz, okunan yazı üzerinde kayarak değil sıçramalar
yaparak ilerlemektedir. Yani bir kelimeyi okurken kelimeyi oluşturan harfler
teker teker değil toptan görülür. Yani gözün sıçrama alanına giren simgeler bir
bütün halinde görülür ve algılanır. Gestalt psikolojisine göre de zihin kelimeleri
bütünü ile algılar kelimedeki eksiklik ya da yanlışlıkları tamamlayıp düzelterek
okur. Okuduğunu anlama için okunan metin içinde yanlış ya da eksik yazılmış
harfler önemli değildir. Göz yaptığı sıçramalarla bu eksikliği ya da yanlışlığı
düzeltip tamamlayarak okur. Gözün okuma esnasındaki hareketleri okunan
metnin zorluk derecesine de bağlıdır. Şayet, okunan metin zor bir metin ise
hemen hemen her kelime göz için duraklama noktası olabilir. Zorlanılan
kelimelerde duraklama ve bilhassa geri dönüşler yaşanır.
Okumaya yeni başlayan bir öğrencinin hazır olmasında; çevrenin,
ailenin, kardeşlerin, arkadaşların ve resimli kitapların etkisi büyüktür. Okumaya
yeni başlarken çocuklara sunulan okuma kaynaklarının birbirinden farklı ve
çeşitli olmasında çevrenin etkisi vardır. Bu da öğretmenin alışkanlıklarına,
çocukları çok yönlü durumlarda gözlemlemesine bağlıdır. Örneğin;
• Öğrenmek isteyip istememesine (ilgisine),
• Harflerin anlamı ile ilgilenip ilgilenmemesine,
• Sembollerin bir arada durmasını kavrayıp kavrayamamasına (sembol
anlayışı),
• Belirgin telaffuz edip etmediğine (konuşma kabiliyetine),
• Kelime, hece ve konuşmalardaki sesleri çıkarıp çıkaramamasına
(Ayırt edebilmeyi idrak etmek ),
• Optik işaretleri ayırıp ayıramamasına,
• İşaretleri ve resimli kelimeleri aklında tutup tutamamasına (hafıza),
• Belirli bir süre bir şey üzerine konsantre yeteneği olup olmamasına
(dikkat kabiliyeti) (Schulbuchverlag,1984:16).
Okumanın başlangıcında dinamik ve karmaşık bir etkileşim süreci
yaşanmaktadır. (Ruddell &Unrau, 1994; “Okumada bağlaşımcı model üzerinde,
Adams & Bruck, 1993; Rumellhart & McClelland, 1986). Örneğin erken
okuyan kişiler sözcük tanıma stratejisini kazanmış olabilirler ama kavrama ve
tepkide bulunma stratejisini etkili olarak kullanamazlar. Sözcük tanımada
sadece ses birleşimleri ile ilgili yazım kurallarının analizine sahip olunmamalı
bununla birlikte okuyucunun duyarlılığı içeriksel etmenlere de
yönlendirilmelidir (Adams,1990). Jill Fitzgerald okumayı öğrenme sürecinde
sözcük tanıma ve diğer önemli etmenlere yönelik olarak “ÇOKLU
YÖNTEMİN” önemini kaybetmek istememiştir. Dengelenmiş okuma öğretimi
popüler bir söyleme sahiptir ki, bu okuma alanındaki literatürde yakın
S. YILDIZ
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
35
zamanlarda ortaya çıkmıştır. (Mclntyre & Pressley, 1996). Acaba “dengelenmiş
okuma öğretimi (balanced reading instruction) tam olarak nedir?” önceki
özellikler diğerlerinden çok farklıdır, fakat onlar dengeleme ölçeği olarak her
gün bir denge imgesi ile mecazi olarak özellikleri paylaşmaktadır (Fitzgerald ve
Noblit,2000).
Günümüzde değişik öğrenme stillerine hitap edebilecek heterojen
ortamların oluşturularak, öğrenmede kalıcılığın sağlanması ve tekdüzelikten
vazgeçilerek değişik ders sunumlarının hazırlanması eğitimde önemli bir öge
haline gelmiştir. Bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ile çoklu ortamların
eğitim alanında kullanılması yaygınlaşmaya başlamıştır. Yapılan araştırmalar,
öğrenme ortamında öğrenciye sunulan bilginin aynı anda ses, metin, grafik,
video görüntüleri ve animasyonlarla çeşitlendirilmesinin; öğrencileri zengin bir
öğrenme ortamı ile karşı karşıya getirdiği, dolayısıyla öğrencilerde başarı,
kalıcılık, doyum, transfer oranlarını olumlu yönde etkilediğini göstermiştir.
Çoklu ortam araçlarının, hem görsel hem de işitsel olarak öğrencilere
hitap etmesi; sınıftaki öğrenme havasını daha eğlenceli kılması; güdülenmişlik
düzeyini arttırması; daha anlamlı ve uzun süreli kodlamaların yapılabilmesine
imkan tanıması; aynı anda tüm sınıfa hitap ederek eğitimde fırsat ve imkan
eşitliğini sağlaması gibi birçok nedenlerle ilkokuma yazma öğretiminde
kullanılması çağımızda zorunlu hale gelmiştir. İlkokuma-yazma öğretiminde
de öğrencilerin öğrenmelerinin kalıcılığı ve etkililiğinde, tüm duyu organlarını
kullanabilecekleri görsel, işitsel, bedensel ve kinestetik öğrenme stillerini
kullanabilecekleri çoklu eğitim ortamlarının yapılandırılması oldukça önemlidir.
İyi tasarlanmış çoklu öğrenme ortamları, öğrenenin bilişsel olarak aktif
olmasını destekleyebilir. Öğrenenin bilişsel olarak aktif olduğu öğrenme
ortamlarında öğrenme daha kalıcı olmakta ve bilgiler yeni durumlara transfer
edilebilmektedir (Mayer, 2001:51).
Bilişsel psikolojinin en önemli sahalarından biri de, çoklu ortam gibi bu
tür teknolojilerin öğrencilerin öğrenimini ilerletmede ne şekilde
kullanılabileceğinin anlaşılmasına yardımcı olmasıdır. Bilişsel çoklu ortam
öğrenim kuramı (Mayer, 1997), Paivio’nun (1986; Clark ve Paivio, 1991) İkili
Kodlama Kuramı, Baddeley’in (1992) İşlem Belleği Modeli, Sweller’in
(Chandler ve Sweller, 1991; Sweller, Chandler, Tierney ve Cooper, 1990)
Bilişsel Yük Kuramı, Wittrock’un (1989) Türetimci Öğretim kuramı ve
Mayer’in SOI Anlamlı Öğrenim Modelinden faydalanmaktadır. Bu kurama göre
öğrenci görsel bilgi işlem sistemine sahip olup bu sayede işitsel anlatımları
sözel sisteme alırken, animasyonlar da görsel sisteme aktarılır. Çoklu ortam
öğrenme kuramında öğrenci 3 önemli bilişsel süreç yaşar. İlk bilişsel süreç olan
seçim, bireye ulaşan sözel bilginin bir metin tabanıyla ilişkilendirilmesine
uygulanır ve aynı şekilde gelen görsel bilgiler de bir imaj tabanına
uygulanacaktır. İkinci bilişsel süreç olan düzenleme, açıklanacak olan sistemin
36
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
sözel tabanlı bir modelini oluşturmak için kelime bazında ve sistemin görsel
temelli açıklaması için de imaj tabanına uygulanacaktır. Son olarak üçüncü
süreç olan bütünleştirme ise öğrencinin sözel temelli model ve görsel temelli
modeldeki birbiriyle ilişkili olaylar (ya da durumlar veya parçalar) arasındaki
bağlantıları kurabildiğinde ortaya çıkar. Bu model Mayer tarafından (1997)
daha geniş olarak açıklanmış olup, öğrencilerin bilimsel bir açıklamayı
anlamalarına yardımcı ortamda çoklu ortamı nasıl kullanacaklarını gösteren 5
temel ilkeyi ortaya koymaktadır. Çoklu ortam tasarımının her bir prensibi daha
çok araştırma yapılmasını gerektirmektedir. (Mayer ve Moreno,1999:2-5):
Çoklu ortamı “metin, ses, grafik, animasyon, görüntü, video gibi sayısal
medya ortamlarının bir sentezi” olarak tanımlamak mümkündür” (Dinç,
2000:5). Farklı bir deyişle; çoklu ortam araçları ses, video, grafik, yazılı metin,
animasyon ve benzerlerinin bir konuyu açıklamak için birlikte görüntü
kullanılmasıyla oluşur. Çoklu ortam uygulamaları, değişik veri tiplerinin bir
fikri, bir olayı, yeri veya konuyu açıklamak için bilgisayar ortamında
kullanılmasıdır (Alkan, Genç ve Tekedere, 2003:1).
Birinci sınıf öğrencileri somut işlemler döneminde olup, öğrenmeleri
daha çok oyun yolu ile gerçekleştirilmektedir. Aynı şekilde birinci sınıf
öğrencileri, zihinsel gelişimlerinin gereği olarak soyut işlem ve kavramları
öğrenmekte zorlanarak olumsuz yaşantılar geçirebilirler. Bu nedenle tüm
öğrenim hayatlarının temelini oluşturacak ilkokuma yazma etkinliklerini
somutlaştırmak ve öğrenme sürecinde çok sayıda duyu organına hitab eden
araç gereçler kullanmak gerekmektedir. Tüm derslerde de olması gerektiği
gibi özellikle ilkokuma yazma öğretiminin basamakları olan sesi hissetme ve
tanıma, sesi okuma ve yazma, sesten hece ve kelimeler oluşturma, kelime
üretme, açık heceye ulaşma ve metin oluşturma basamaklarında çeşitli
animasyonlar, resimler, sesler, slaytlar kullanarak öğretimi somutlaştırmak
hem öğrencinin aktif öğrenmesine yol açacak hem de öğrenme ortamını daha
zevkli hale getirecektir.
Türkiye’de çoklu ortam uygulamalarına dayalı deneysel çalışmalar
incelendiğinde, çalışmaların genellikle mesleki ve teknik eğitim alanında,
Matematik, Biyoloji, Fen Bilgisi gibi derslerde yapıldığı, ilkokuma ve
yazma öğretiminde bir boşluk olduğu görülmektedir.
Bireyin tüm yaşamı boyunca kullanacağı okuma becerisini kazanmada
edineceği yaşantılarda, birden fazla araç gerecin kullanılması öğrenme işlemine
katılan duyu sayısını artıracak daha etkili ve kalıcı öğrenmenin gerçekleşmesine
yardımcı olacaktır. Okuma, yazma, işitme, görme, hem görme hem işitme,
söyleme, yapma etkinliklerinin yapılabileceği ortamların oluşturulması
ilkokuma yazma gibi önemli bir becerinin edinilmesinde hem kalıcılığı
arttıracak hem de her öğrencinin kendi öğrenme stiline göre öğretim
hizmetinden faydalanmasını sağlayarak; öğretimin daha esnek hale gelmesine
S. YILDIZ
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
37
yardımcı olacaktır. Sonuçta her öğrenci kendi bireysel öğrenme ihtiyacına
uygun bir öğretim kanalı bulup kullanabilecektir.
İlkokuma yazma öğretimi sürecinde video film, animasyon, grafik,
resim, ses bandı ve simülasyon gibi materyallerin kullanılması sayesinde, sınıfa
getirilmesi imkansız cisim, olgu, olay ve işlemlerin gözlemlenmesi sağlanarak
bilginin uzun süreli bellekte hem sözel hem de görsel olarak kaydedilmesine
yardımcı olunacak ve bu araçlarla edinilen bilgilerin hatırlanma oranı daha
yüksek olacaktır.
1.4. Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın amacı, ilköğretim birinci sınıfta ilkokuma-yazma
öğretiminde çoklu ortam uygulamalarının öğrencilerin okuma becerileri üzerine
etkisini belirlemektir.
2. YÖNTEM
2.1. Araştırmanın Yöntemi
Bu araştırmada, ilkokuma yazma öğretiminde çoklu ortam
uygulamalarının okuma becerisi üzerindeki etkililiği çalışılmış ve deneysel
desen kullanılmıştır. Bu desen “Kontrollü Son-Test Modeli” dir.
Sontest kontrol gruplu modelde yansız atama ile oluşturulmuş iki alt
grup bulunur. Bunlardan biri deney öteki kontrol grubu olarak kullanılır.
Gruplara, yalnızca sontest uygulanır (deney sonu ölçme yapılır) (Karasar,
1991:98).
2.2. Araştırmanın Yapıldığı Öğrenci Grubu
Araştırmada kuramsal bir çerçeveye yanıt aranmadığı için evren ve
örneklem tayinine gidilmemiştir. Araştırma grupları, 2007-2008 öğretim yılı
Bolu ili merkez ilköğretim okullarından sosyo-ekonomik düzey bakımından
benzer olan okullardaki sınıflar üzerinde ölçümler yapılarak aşağıda ele alınan
değişkenler açısından denk olan gruplar arasından seçilmişlerdir. Okulların
sosyo-ekonomik gruplara göre sınıflandırılmasında, bilimsel bir ölçütün
uygulanması araştırmacının olanakları dışına çıktığından; bu sınıflama,
okulların ve öğrencilerin bulundukları çevrenin genel özellikleri göz önüne
alınarak yapılmıştır. Deney grubunda, çoklu ortam özelliklerine uygun olarak
yapılandırılmış olan öğretim programı uygulanırken, kontrol grubuna etkide
bulunulmamıştır. Öğretim süreci boyunca her iki grubun da kendi sınıf
öğretmeni ilkokuma yazma öğretiminde görev almışlardır. Araştırmacı sınıf
38
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
öğretmeni ile beraber uygulamalara en az haftada iki gün katılmıştır.
Araştırmada, Gazipaşa İlköğretim Okulu birinci sınıflarından 1-A sınıfı deney
grubu olarak tayin edilirken; Canip Baysal İlköğretim Okulu birinci
sınıflarından 1-A sınıfı da kontrol grubu olarak belirlenmiştir.
Araştırma gruplarını seçmek ve eşitlemek amacı ile her iki okuldaki
toplam 6 birinci sınıfa, T.G. Thurstone’nun geliştirmiş olduğu ve Türkçe’ye
deneme amacı ile “SRA Primary Mental Abilities” (Temel Zeka Yetenekleri)
testinden adapte edilmiş olan ve Milli Eğitim Bakanlığınca okullarda özel alt
sınıfların oluşturulmasında kullanılan Temel Kabiliyetler Testi (5-7)’nin 49
sorudan oluşan dil kavramı testi, okuma testi ve alfabe testi uygulanmış; aynı
zamanda öğrencilerin takvim yaşları, anne babaların öğrenim ve mesleki
durumları, okulöncesi eğitimden yararlanma durumu, cinsiyet değişkeni, sınıf
öğretmenlerinin özellikleri gibi özellikler açısından bu sınıflar arasında
karşılaştırmalar yapılmıştır. Bu işlemler sonucunda aritmetik ortalamaları
arasında manidar bir fark bulunmayan Gazipaşa İlköğretim Okulu birinci
sınıflarından 1-A sınıfı ile Canip Baysal İlköğretim Okulu birinci sınıflarından
1-A sınıfı çalışma grubu olarak tayin edilmiştir. Bütün deneysel işlemler bu iki
grup üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu testlerdeki puanlara ilişkin istatistikler
aşağıda verilmiştir.
2.2.1.Grupların Cinsiyete Göre Dağılımı
Deney ve Kontrol grubu öğrencilerinin cinsiyetleri açısından dağılımları
aşağıda verilmiştir. Deney ve kontrol grubu öğrencilerinin cinsiyet dağılımı
açısından sayıları yüzdelik “t testi” ile ilgili sonuçları Tablo 1’de verilmiştir.
Tablo 1. Grupların Cinsiyet Dağılımına Göre t-Testi Sonuçları
Gruplar
Cinsiyet
Kız
Erkek
Toplam
DENEY
n
18
18
36
%
50
50
100
KONTROL
n
%
21
56,8
16
43,2
37
100
sd
71
t
0,57
0,57
-
p
0,57
0,57
-
p<.05
Tablo 3.1’e göre, deney grubunun %50’si kız, %50’si erkek
öğrencilerden oluşurken, kontrol grubunun %56,8’i kız, %50’si erkek
öğrencilerden oluşmaktadır. Erkek ve kız öğrenciler açısından hesaplanan p
değeri manidar [P(71)= 0,57 p<.05] bulunamamıştır. Gözlenen p değerleri tablo
değerlerinden büyük olduğu için, iki grubun cinsiyet değişkeni açısından denk
olduğu söylenebilir.
S. YILDIZ
39
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
3.2.2.Grupların Okulöncesi Eğitimleri Açısından Denkliği
Deney ve kontrol grubu öğrencilerinin okulöncesi eğitim alıp
almadıkları açısından denklikleri kontrol edilmiştir. Deney ve kontrol grubu
öğrencilerinin okulöncesi eğitimleriyle ilgili sonuçları Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo2. Grupların Okulöncesi Eğitimlerine Göre t-Testi Sonuçları
Gruplar
x
n
36
37
Deney Grubu
Kontrol Grubu
S
0,5
0,51
1,44
1,49
sd
t
p
71
0,36
0,72
p<.05
Tablo 2’ye göre hesaplanan p değeri manidar değildir [P(71)=0,72
p<.05]. Bu durumda grupların okulöncesi eğitimleri açısından denk oldukları
söylenebilir.
3.2.3.Grupların Takvim Yaşları Açısından Denkliği
Deney ve kontrol grubu öğrencilerinin takvim yaşları açısından
denklikleri kontrol edilmiştir. Deney ve kontrol grubundaki öğrencilerin takvim
yaşları ile ilgili sonuçlar Tablo 3’de verilmiştir.
Tablo 3. Grupların Takvim Yaşlarına Göre t-Testi Sonuçları
Gruplar
Deney Grubu
Kontrol Grubu
n
36
37
x
(ay)
76,75
75,5
S
sd
t
p
3,75
4,52
71
1,27
0,21
p<.05
Tablo 3’e göre hesaplanan p değeri manidar değildir [P(71)=0,21
p<.05]. Bu durumda grupların takvim yaşları açısından denk oldukları
söylenebilir.
3.2.4. Deney ve Kontrol Grubu Temel Kabiliyetler Testi Dil Bölümü
Puanlarına Göre Durumları
T.G. Thurstone’nun geliştirmiş olduğu ve Türkçe’ye deneme amacı ile
“SRA Primary Mental Abilities” (Temel Zeka Yetenekleri) testinden adapte
edilmiş olan ve Milli Eğitim Bakanlığınca okullarda özel alt sınıfların
oluşturulmasında kullanılan Temel Kabiliyetler Testi (5-7)’nin 49 sorudan
40
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
oluşan dil kavramı testi, okulların açıldığı ilk hafta deney ve kontrol grubundaki
öğrencilere uygulanmış ve bu açıdan denklikleri kontrol edilmiştir. Temel
Kabiliyetler Testi (5-7) Dil Bölümü ile ilgili sonuçlar Tablo 4’de verilmiştir
Tablo 4. Grupların Temel Kabiliyetler Testinin Dil Bölümü Puanlarına
Göre t-Testi Sonuçları
Gruplar
n
x
s
sd
p
Deney Grubu
Kontrol Grubu
36
37
35.75
35.03
5.49
6.26
71
0.602
p<.05
Tablo 4’e göre hesaplanan p değeri manidar değildir [P(71)=0,60
p<.05]. Bu durumda grupların Temel Kabiliyetler Testinin Dil Bölümü
puanlarına göre denk oldukları söylenebilir.
3.2.5. Öğretmenlerin Özellikleri ve Eğitimi
Deney ve kontrol grubu öğretmenlerinin bireysel özellikleri açısından
durumları belirlenmiştir. Deney ve kontrol grubunda görevli öğretmenlerin bazı
özellikleri ile ilgili bilgiler Tablo 5’de verilmiştir.
Deney öncesi ve deney sırasında deney grubu öğretmenine araştırmacı
tarafından, araştırmanın amacı ve önemi, araştırmada kullanılacak veri toplama
araçları, araçların kullanım amacı, kullanım şekli ve özelliklerini içeren genel
bilgiler, deneysel tasarı ve ön görülen uygulama, öğretim planında kullanılacak
bilgisayar teknolojileri (datashow, powerpoint, internet, yazılımlar, tepegöz, dvd
vb.) ile ilgili bilgiler verilmiştir. Bu amaçla, deney grubu öğretmeni ile çoklu
ortam temel kavramları, ilkeleri, önemi ve gereği, uygulama esasları üzerinde
görüş alışverişinde bulunulmuştur. Örneğin hazırlanan cd, animasyonlu video
klipleri, sunular, elektronik ortamda hazırlanmış çalışma kağıtları, tepegöz
saydamlarının ilkokuma yazmanın hangi aşamalarında neden ve nasıl
kullanılabileceği üzerinde konuşulmuş, tartışılmış ve araştırmacı tarafından
örnek ders işlenişine yer verilmiştir. Programa yönelik olarak uygulamalar
kapsamında öğretmenin de dönütleri temele alınarak bir sonraki programın
geliştirilmesinde araştırmacıya yol göstermiştir. Araştırmacı en az haftada iki
gün okulda bulunarak deney grubunun çalışmalarını izlemiş; programın
uygulanmasına ilişkin gözlemlerde bulunmuş; ihtiyaç duyulan destek ve
yardımları sağlamış; uygulamada karşılaşılan aksaklık ve eksikliklerin
giderilmesi; programın işleyişine yönelik geribildirimler doğrultusunda
çalışmalarda bulunmuş ve öğrencilerin gelişimleri de araştırmacı tarafından
gözlemlenmiştir.
S. YILDIZ
41
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
Tablo 5. Öğretmenlerin Özellikleri ve Eğitimi
Madde
No
1
2
3
4
5
Özellikler
Cinsiyet
Medeni Durum
Yaş
Meslekteki Kıdem
Branş
6
Öğrenim Durumu
7
Mezun olduğu okulun adı
8
9
10
Birinci sınıflar üzerinde kaç
öğretim yılı görev aldığı?
Birleştirilmiş sınıflar üzerinde kaç
öğretim yılı görev aldığı?
Türkçe ya da İlk Okuma Yazma
Öğretimi ile ilgili hizmet içi eğitim
kursuna veya seminerine katılma
durumu
Deney Grubu
Öğretmeni
Bayan
Evli
42
16
Sınıf Öğretmeni
2 yıllık yüksek
okul
Gazi Üniversitesi
Bolu Eğitim
Yüksekokulu
3 (üç) yıl
Kontrol Grubu
Öğretmeni
Bayan
Evli
39
17
Sınıf Öğretmeni
2 yıllık yüksek
okul+lisans tamamlama
Abant İzzet Baysal
Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Lisans
Tamamlama (2003)
2 (iki) yıl
4 (dört) yıl
7 (yedi) yıl
Hiç katılmadı
Hiç katılmadı
Kontrol grubunun çalışmaları ve izlenmesi ise, sınıf gözlemleri ve
öğretmenin öğretme-öğrenme sürecine ilişkin geribildirimleri temele alınarak
yapılmıştır. Kontrol grubunun öğretmeni, Milli eğitim Bakanlığı İlkokuma
Yazma Programı kapsamında ilkokuma yazma öğretme-öğrenme sürecini kendi
bilgi ve deneyimleri doğrultusunda yürütmüştür. Kontrol grubunun öğretmenine
de araştırmanın amacı ve önemi, araştırmada kullanılacak veri toplama araçları,
araçların kullanım amacı ve özelliklerini içeren genel bilgiler verilmiştir.
3.2.6.Grupların Okuma ve Harfi Tanıma Durumları
Okulların açıldığı ilk hafta deney ve kontrol grubundaki öğrencilerin
okuma düzeylerinin belirlenmesi amacı ile Türkçe alfabedeki harfler tablosu ile
araştırmacı tarafından oluşturulan “Mutlu Ol” (Ek.2.) adlı okuma parçasından
faydalanılmıştır. Deney ve Kontrol grubu öğrencilerinin okuma ve harfi tanıma
durumlarının tespiti sonucu elde edilen sonuçlar Tablo 6’da verilmiştir.
42
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Tablo 6. Kontrol ve Deney Grupları Okuma ve Alfabe Testi Puanlarına
Göre t-Testi Sonuçları
GRUPLAR
OKUMA
Okuyan (hece, sözcük,
cümle, metin)
Alfabedeki harflerin
tamamını tanıyan
Bazı sesleri tanıyan
Sesleri hiç tanımayan
Toplam
n
DENEY
%
KONTROL
n
%
0
0
0
0
1
2,8
2
5,4
5
30
36
13,9
83,3
100
4
31
37
10,8
83,8
100
sd
71
t
p
_
_
0,56
0,58
0,39
0,05
--
0,69
0,95
--
Tablo 6’da görüldüğü gibi deney ve kontrol grubunda da okuyan
öğrenci yoktur. Bununla birlikte deney grubu öğrencilerinin %2,8’i, kontrol
grubu öğrencilerinin %5,4’ü gösterilen harflerin tamamını tanırken; deney
grubu öğrencilerinin %13,9’u, kontrol grubu öğrencilerinin %10.8’i alfabedeki
bazı harfleri tanımışlardır. Deney grubu öğrencilerinin %83,3’ü, kontrol grubu
öğrencilerinin %83.8’i hiçbir harfi tanımamıştır. Tablo 3.6’da gözlendiği gibi
iki grup arasındaki gözlenen p değerleri tablo değerlerinden büyük olduğu için
grupların okuma ve alfabe testi durumlarına göre denk olduğu söylenebilir.
3.3 Öğretmen Kılavuzunun Hazırlanması ve Eğitim durumlarının
Düzenlenmesi
Bu çalışma kapsamında deney grubu için, ses temelli cümle yöntemi
doğrultusunda, çoklu ortam özelliklerine uygun olarak, bir öğretmen kılavuzu
hazırlanmıştır. Öğretim, ilköğretim programındaki ilkelere uygun olarak
yapılmıştır. Kontrol grubu Milli Eğitim Bakanlığı’nın yönergeleri
doğrultusunda ilkokuma-yazma öğretimi görürken, deney grubu öğrencileri de
araştırmacı tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’nın yönergeleri doğrultusunda
hazırlanan öğretmen kılavuzuna uygun olarak öğretim görmüşlerdir.
Deney grubunda, çoklu ortam uygulamaları kapsamında; ilköğretim
programında öngörülen kazanımlarla tutarlı olarak; öğrencilerin görsel, işitsel
ve kinestetik duyularına hitap eden etkinlikler ve bilgisayarda hazırlanmış
ilkokuma yazma ile ilgili CD’ler, animasyonlar, video klipleri, elektronik
ortamda hazırlanmış çalışma kâğıtları, powerpoint sunuları, datashow, internet,
sesli müzikli metinler, resimler, tablolar, yazılımlar ve ilkokuma yazma ile ilgili
bilgisayar oyunlarından faydalanılarak eğitim durumları hazırlanmıştır. Çoklu
ortam araçları, dikkati çekme; tekerlemeler, şarkılar, sesi tanıma ve hissetme,
harfin yazılış yönü ve yazılışı; hece, kelime, cümle okuma; hece, kelime, cümle
ve metinler oluşturma ve bunlarla ilgili bilgisayar oyunları şeklinde
kullanılmıştır.
Bilgisayar ortamında kullanılacak araçlar hazırlanırken; sayfaların
S. YILDIZ
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
43
tasarlanmasında kullanılan veri yapılarından; metin, grafik, resim, tablo ve
animasyon türünde olanlar için uzmanların önerileri alınmış, bu öneriler
doğrultusunda tasarıma yansıtmalar sağlanmıştır. Renkler seçilirken sadeliğe
özen gösterilmiş, bireysel farklılık, tutarlılık, bölüm, işitsel ve görsel dikkat,
zamansal, uzamsal ve multimedya prensiplerine dikkat edilmiştir.
Araştırmacı tarafından hazırlanan çoklu ortam kaynaklarının yanında,
internet sitelerindeki Powerpoint programında hazırlanan sunumlar, flash
programında hazırlanmış animasyonlardan da yararlanılmıştır.
3.4.1. Veri Toplama Araçları
1. İlkokuma yazma öğretiminde çoklu ortam uygulamalarının okuma becerisi
üzerindeki etkililiğini incelemeyi amaçlayan bu araştırmada, öğrencilerin giriş
özelliklerini tespit etmek amacı ile aşağıdaki araçlar kullanılmıştır:
•
Temel Kabiliyetler Testi (5-7)’nin 49 sorudan oluşan dil kavramı testi.
Bu test, Bolu İl Milli Eğitim Müdürlüğü Rehberlik Araştırma Merkezi
tarafından görevlendirilen uzmanlarla beraber araştırmacı tarafından
uygulanmıştır.
•
Deney ve kontrol grubu öğrencilerinin okuma becerilerini kazanma
sürelerinin saptanmasında, öğrencilerinin genellikle öğrenmiş oldukları
sözcüklerden oluşan “Mutlu Ol” adlı okuma parçası araştırmacı
tarafından hazırlanmıştır. Öğrencilerin okuma becerilerini kazanma
sürelerinin saptanmasında, ölçüt alınan metni okudukları gün ile okula
başladıkları gün arasındaki gün sayısı hesaplanarak okuma becerisini
kazanma puanları elde edilmiştir.
•
Birinci yarıyıl sonunda, öğrencilerin sesli okuma becerilerinin
ölçülmesi amacı ile deney ve kontrol grubu öğrencilerinin genellikle
öğrenmiş oldukları sözcüklerden oluşan “Cici Kuş” adlı okuma parçası
araştırmacı tarafından hazırlanmıştır.
•
İkinci yarıyıl sonunda, öğrencilerin sesli okuma becerilerinin ölçülmesi
amacı ile deney ve kontrol grubu öğrencilerinin genellikle öğrenmiş
oldukları sözcüklerden oluşan “Erik Ağacı” adlı okuma parçası
araştırmacı tarafından hazırlanmıştır.
•
Sesli okuma gözlem formu olarak, Ankara Üniversitesi Özel Eğitim
Bölümü’nce hazırlanıp kullanılan bireysel okuma değerlendirme formu
kullanılmıştır.
•
Birinci ve ikinci dönem için hazırlanan sesli okuma metinlerini
öğrencilerin okuma süreleri (sn) hesaplanarak, okuma hızı puanları elde
edilmiştir.
44
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
•
2010-2 (20)
Deney ve kontrol grubu öğrencilerinin okudukları metinde yanlış
okudukları, ekledikleri, atladıkları, tekrar ettikleri sözcükler sayılarak,
toplam hata sayısı, toplam hata sayısının metindeki sözcük sayısından
çıkarılması ile doğru okunan sözcük sayısı elde edilerek gruplar
arasındaki puanlar karşılaştırılmıştır. Hataları tespit etmek amacı ile
hata analizleri envanterleri kullanılmıştır.
3.4.2. Verilerin Çözümü ve Yorumu
Araştırmada kullanılan ölçme araçlarının geliştirilmesinde, deney ve
kontrol gruplarının belirlenmesinde, araştırmanın alt problemlerine çözüm
olacak, araştırma sonucunda uygulanacak ve testlerden elde edilen veriler
üzerinde aşağıdaki istatistikler, analizler kullanılmıştır. Deney ve kontrol
grupları arasındaki farkı ortaya çıkarmak amacı ile gerçekleştirilmiş olan bu
çalışmada, elde edilen verilerin analiz edilmesinde SPSS For Windows paket
programından yararlanılmış ve yüzde, frekans, ortalama, standart sapma ve “t”
testi gibi istatistiksel teknikler uygulanmıştır. Araştırmadaki karşılaştırmalarda
manidarlık düzeyi 0.05 olarak alınmıştır.
3. BULGULAR VE TARTIŞMA
Bu bölümde araştırmada elde edilen bulgular ve bu bulgulara ilişkin
tartışma ve yorum yer almaktadır.
3.1. Alt Problemlere İlişkin Bulgular ve Tartışma
Bu başlık altında alt problemlere ilişkin bulgular yer almaktadır.
3.1.1. Birinci Alt Probleme İlişkin Bulgular
Araştırma kapsamında “İlkokuma ve yazma becerisini çoklu ortam
uygulamaları ile kazanan öğrenciler ile kontrol grubu öğrencileri arasında
“okuma becerisini kazanma süresi” bakımından manidar bir fark var mıdır?” alt
problemine yönelik bulgular Tablo 3.1’de verilmiştir.
Tablo 3.1’de görüldüğü gibi, ilkokuma yazma öğretimi çoklu ortam
desteğinde olan deney grubu öğrencilerinin okumaya geçiş süresi puanları,
kontrol grubu öğrencilerine göre anlamlı düzeyde deney grubu lehine
farklılaşmaktadır [P(71)=0,000, p<.05]. Bu durum da, ilkokuma yazma
öğretiminde çoklu ortam uygulamalarının okumaya geçiş süresini olumlu yönde
etkilediğini göstermektedir.
S. YILDIZ
45
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
Tablo 3.1 Okuma Becerisini Kazanma Süresine İlişkin Puanların Deney ve
Kontrol Gruplarına Göre t-Testi Sonuçları
GRUPLAR
N
x
Ss
DENEY
KONTROL
36
37
59,33
80,22
21,17
15,89
sd
T
71
4,77
4,76
P
,000
p<.05
Paivio (2006)’e göre okumaya ilk başlayan okurlar, okudukları soyut
kelimelerin resimleri, bu kelimelerin yanında verildiğinde, kelimelerin sadece
okunuşları ile verildiği duruma nazaran okumayı daha hızlı öğrenirler.
Reitsma ve Wesselling (1998), tarafından yapılan bir araştırmada, hazırlanan
bir yazılımla sesleri öğrenen öğrencilerin okuma yazma performanslarının
yükseldiği görülmüştür. Yine bir Alman anaokulunda, sesleri ve kelime
oluşturma öğrenimini destekleyen bir yazılım kullanılmış; uygulama sonunda,
öğrencilerin harfleri daha çabuk tanıyabildikleri görülmüştür (Sherman ve
diğerleri, 2004:7). Christine (1999), tarafından yapılan bir araştırmada,
Powerpoint Sunu Programının kullanıldığı deney grubu öğrencilerinin
öğrenme düzeyleri kontrol grubundan anlamlı derecede deney grubu lehine
farklı çıkmıştır. İlkokuma yazma öğretim programına ve öğretim tekniklerine
uygun olarak hazırlanmış yazılımların yer aldığı cd-romlardan, animasyonlu
video kliplerden, sunulardan, elektronik ortamda hazırlanmış çalışma
kâğıtlarından ve internetteki ilkokuma yazma öğretiminde kullanabilecek
sitelerden yararlanarak bilgisayar destekli ilkokuma yazma öğretimi ile zevkli
ve eğlenceli bir öğrenme ortamı sağlanır. Bu yöntem ile hem sınıfta hem de
evde öğrenme devam ettirilebilirken, okuma yazma öğrenmede güçlük çeken
öğrencilerin öğrenimi kolaylaşır ve hızlanır (Gambrell ve diğerleri, 2000:3).
Tüm bu araştırma bulgularının birinci alt probleme ilişkin bulguları destekler
nitelikte olduğu söylenebilir.
3.1.2. İkinci Alt Probleme İlişkin Bulgular
Araştırma kapsamında “İlkokuma ve yazma becerisini çoklu ortam
uygulamaları ile kazanan öğrenciler ile kontrol grubu öğrencileri arasında
birinci ve ikinci yarıyıl sonu “sesli okuma hızları” bakımından manidar bir fark
var mıdır?” alt problemine yönelik bulgular Tablo 3.2 ve Tablo 3.3’ de
verilmiştir.
46
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Tablo 3.2 I.Yarıyıl Sonu (Ocak Ayı 3. Hafta) Sesli Okuma Hızına İlişkin
Puanların Deney ve Kontrol Gruplarına Göre t-Testi Sonuçları
Okuma Hızı (sn)
GRUPLAR
DENEY
KONTROL
N
x
36
37
59,72
84,27
Ss
sd
T
P
59,58
39,39
71
2,08
2,07
0,04
p<.05
Tablo 3.2’de görüldüğü gibi, ilkokuma yazma öğretimi çoklu ortam
desteğinde olan deney grubu öğrencilerinin birinci yarıyıl sonu sesli okuma
hızına ilişkin puanları, kontrol grubu öğrencilerine göre anlamlı düzeyde deney
grubu lehine farklılaşmaktadır [P(71)=0,04, p<.05]. Bu durum da, ilkokuma
yazma öğretiminde çoklu ortam uygulamalarının birinci yarıyıl sonu sesli
okuma hızını olumlu yönde etkilediğini göstermektedir.
Tablo 3.3. II. Yarıyıl Sonu Okuma Hızına İlişkin Puanların Deney ve Kontrol
Gruplarına Göre t-Testi Sonuçları
GRUPLAR
N
x
Ss
Sd
t
P
DENEY
KONTROL
36
37
99,50
134,19
42,81
43,54
71
3,43
3,43
0,001
p<.05
Tablo 3.3’de görüldüğü gibi, ilkokuma yazma öğretimi çoklu ortam
desteğinde olan deney grubu öğrencilerinin ikinci yarıyıl sonu sesli okuma
hızına ilişkin puanları, kontrol grubu öğrencilerine göre anlamlı düzeyde deney
grubu lehine farklılaşmaktadır [P(71)=0,001, p<.05]. Bu durum da, ilkokuma
yazma öğretiminde çoklu ortam uygulamalarının ikinci yarıyıl sonu sesli okuma
hızını olumlu yönde etkilediğini göstermektedir.
Sherman (2004), yaptığı araştırmada yazılım kullanılarak öğretim
yapılan çocukların yapılmayanlara göre daha fazla kelime okuyabildikleri ve
harfleri daha çabuk tanıyabildiklerini tespit etmiştir. Wise, Olson ve Treiman
(1990) tarafından yapılan bir araştırmada, birinci sınıf çocuklarında sesten
kelimeye, cümleye ve metne doğru bir sıra izleyen okuma yazma öğretimi
için yazıların altı fosforlu ve renkli çizgilerle çizilerek, çeşitli şekillerde
görselleştirilerek ve seslendirilerek hazırlanan bir yazılım kullanılmıştır.
A r aş t ı r ma s onucunda, öğrencilerin sesleri birleştirme becerilerinin geliştiği
ve kelimeleri başka metinlerde gördüklerinde hızlıca okudukları görülmüştür.
Burns, Roe ve Ross (1996), tarafından yapılan bir araştırmada, pek çok sınıfta
öğretmenin anlatımına ek olarak yapılan bilgisayar etkinliklerinin çocukların
kelimeleri okumalarını verimli ve akıcı hale getirdiği görülmüştür. Reitsma
(1988), tarafından yapılan bir araştırmada yazılım desteğiyle yapılan ses
S. YILDIZ
47
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
öğretimi sürecine dahil olan öğrencilerde, kelime tanıma ve akıcı okuma
becerilerinin geliştiği görülmüştür. Anderson ve Horney (1998) tarafından
yapılan bir araştırmada, okuma sorunları yaşayan çocukların elektronik
metinlerle okumaya başladıktan sonra kelime sınavlarındaki başarılarının arttığı
görülmüştür. Mitchell ve Fox (2001), tarafından yapılan bir araştırmada,
okuma problemleri yaşayan okul öncesi ve birinci sınıf çocuklarından oluşan
iki grup oluşturulmuştur. Bu çocuklar, karıştırdıkları sesleri öğrenmek için
hazırlanan bir bilgisayar yazılımı desteği almışlardır. Araştırma sonucunda,
yazılım desteği alan öğrencilerin okuma becerilerinin geliştiği görülmüştür
(Sherman ve diğerleri, 2004:9-12). Bektaş (2007)’ın araştırmasında da
öğrencilerin okuma hızlarında görülen yavaşlığa çoklu ortam uygulamaları
alternatif bir çözüm yolu olarak önerilmiştir. Yukarıda verilmiş olan
araştırmalardan elde edilen bulgular, ikinci alt probleme yönelik elde edilen
bulguları destekler niteliktedir. Bu sonuçlara dayanılarak, ülkemizde ilkokuma
yazma öğretiminde çoklu ortam uygulamalarına yer verilmesinin ilkokuma
yazmada etkili sonuçlar doğurması açısından oldukça önemli olduğu
söylenebilir.
3.1.3. Üçüncü Alt Probleme İlişkin Bulgular
Araştırma kapsamında “İlkokuma ve yazma becerisini çoklu ortam
uygulamaları ile kazanan öğrenciler ile kontrol grubu öğrencileri arasında
birinci ve ikinci yarıyıl sonu “okumada doğruluk düzeyi” bakımından fark var
mıdır?” alt problemine yönelik bulgular Tablo 3.4’ve Tablo 3.5’de verilmiştir.
Tablo3.4. I. Dönem Okumada Doğruluk Düzeyine İlişkin Puanların Deney ve
Kontrol Gruplarına Göre t-Testi Sonuçları
GRUPLAR
N
x
Ss
DENEY
KONTROL
36
37
60,00
57,41
3,80
5,32
sd
t
71
2,39
2,40
P
,019
p<.05
Tablo 3.4’de görüldüğü gibi, ilkokuma yazma öğretimi çoklu ortam
desteğinde olan deney grubu öğrencilerinin birinci yarıyıl sonu okumada
doğruluk düzeyine ilişkin puanları, kontrol grubu öğrencilerine göre anlamlı
düzeyde deney grubu lehine farklılaşmaktadır [P(71)=0,019, p<.05]. Bu durum
da, ilkokuma yazma öğretiminde çoklu ortam uygulamalarının birinci yarıyıl
sonu doğru okuma becerilerini olumlu yönde etkilediğini göstermektedir.
48
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Tablo 3.5. II. Dönem Okumada Doğruluk Düzeyine İlişkin Puanların Deney ve
Kontrol Gruplarına Göre t-Testi Sonuçları
GRUPLAR
DENEY
KONTROL
N
x
Ss
36
37
113,56
111,41
4,49
3,62
sd
t
71
2,26
2,25
P
,027
p<.05
Tablo 3.5’de görüldüğü gibi, ilkokuma yazma öğretimi çoklu ortam
desteğinde olan deney grubu öğrencilerinin ikinci yarıyıl sonu okumada
doğruluk düzeyine ilişkin puanları, kontrol grubu öğrencilerine göre anlamlı
düzeyde deney grubu lehine farklılaşmaktadır [P(71)=0,027, p<.05]. Bu durum
da, ilkokuma yazma öğretiminde çoklu ortam uygulamalarının ikinci yarıyıl
sonu doğru okuma becerilerini olumlu yönde etkilediğini göstermektedir.
Orhan (2007), tarafından yapılan araştırmada, bilgisayar destekli
öğretim yapılan deney grubu öğrencileri ile geleneksel öğretim yapılan kontrol
grubu öğrencilerinin okuma başarısı aritmetik ortalamaları arasında deney
grubu lehine anlamlı bir fark bulunmuştur. Bu araştırma bulgularının yapılan
çalışmanın etkililiğini destekler nitelikte olduğu söylenebilir.
Amerika’da bir anaokulunda bilgisayar desteğiyle okuma yazma
öğretiminin yapıldığı bir araştırma sonunda interaktif ve çoklu ortam
uygulamalarının, onların okuma yazmaya ilişkin ihtiyaçlarını desteklediği
görülmüştür (Sherman ve diğerleri, 2004:16).
Gelişmiş ülkelerde ilkokuma yazma öğretiminde sınıfta bulunan tek
bilgisayarın etkili olmadığına, interaktif öğretimin gereğine inanılmaktadır.
Bunlara dayanarak, ülkemizde ilkokuma yazma öğretiminde bilgisayar
destekli öğretimin kullanımına yer verilmesi ilkokuma yazmada öğrenci
başarısını sağlamada ve artırmada oldukça önemlidir (Orhan,2007:115). Sayılan
araştırmaların bulguları, üçüncü alt probleme ilişkin elde edilen bulguları
destekler niteliktedir.
Çoklu ortam uygulamalarının ilkokuma yazma sürecinde öğrencilere
somut etkinlikler sunması, öğretim ortamını zenginleştirmesi, materyallerin
dikkat çekici olması, öğrencilerin derse aktif katılımı sağlaması gibi
nedenlerle okumada doğruluk derecesini arttırdığı söylenebilir.
3.1.4. Dördüncü Alt Probleme İlişkin Bulgular
Araştırma kapsamında “İlkokuma ve yazma becerisini çoklu ortam
uygulamaları ile kazanan öğrenciler ile kontrol grubu öğrencileri arasında
birinci ve ikinci yarıyıl sonu “okuma becerisinin gelişimi” bakımından fark var
mıdır?” alt problemine yönelik bulgular Tablo 3.6 ve Tablo 3.7 ve Tablo 3.8 ve
S. YILDIZ
49
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
Tablo 3.9’da verilmiştir.
Tablo 3.6. I. Yarıyıl Sonu Deney ve Kontrol Gruplarında Okumanın Gelişimi
GRUPLAR
Gözlem
Sonuçları
DENEY
N
Bir heceli
sözcükler
İki heceli
sözcükler
Dört heceli
sözcükler
Beş heceli
sözcükler
36
KONTROL
Hata
Sayısı
f
%
0
1
3
32
3
1
88,9
8,3
2,8
0
1
2
3
4
5
22
6
3
1
3
1
61,1
16,7
8,3
2,8
8,3
2,8
0
1
0
1
34
2
34
2
94,4
5,6
94,4
5,6
N
Hata
Sayısı
f
%
37
0
1
2
3
6
7
0
1
2
3
4
5
6
7
9
0
1
0
1
25
6
2
2
1
1
13
12
3
3
2
1
1
1
1
36
1
28
9
67,6
16,2
5,4
5,4
2,7
2,7
35,1
32,4
8,1
8,1
5,4
2,7
2,7
2,7
2,7
97,3
2,7
75,7
24,3
Tablo 3.6’da görüldüğü gibi, deney ve kontrol grupları arasında I.
yarıyıl sonu okuma becerisinin gelişimi incelendiğinde, “Bir heceli sözcükler”
başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %88,9’unun hiç hata yapmadığı,
%8,3’ünün 1 hata, %2,8’inin 3 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu
öğrencilerinin %67,6’sının hiç hata yapmadığı, %16,2’sinin 1 hata, %5,4’lük iki
grubun 2 ve 3 hata, %2,7’lik iki grubun 6 ve 7 hata yaptıkları belirlenmiştir.
“İki heceli sözcükler” başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin
%61,1’inin hiç hata yapmadığı, %16,7’sinin 1 hata, %8,3’lük iki grubun 2 ve 4
hata, %2,8’lik iki grubun da 3 ve 5 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol
grubu öğrencilerinin %35,1’inin hiç hata yapmadığı, %32,4’ünün 1 hata,
%8,1’lik iki grubun 2 ve 3 hata, %5,4’ünün 4 hata ve %2,7’lik 4 grubun da
sırası ile 5, 6, 7 ve 9 hata yaptıkları tespit edilmiştir. “Dört heceli sözcükler”
başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %94,4’ünün hiç hata yapmadığı,
%5,6’sının 1 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin
%97,3’ünün hiç hata yapmadığı, %2,7’sinin de 1 hata yaptıkları tespit
edilmiştir. “Beş heceli sözcükler” başlığı kapsamında deney grubu
öğrencilerinin %94,4’ünün hiç hata yapmadığı, %5,6’sının 1 hata yaptığı; bu
hata kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin %75,7’sinin hiç hata yapmadığı,
50
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
%24,3’ünün de 9 hata yaptıkları tespit edilmiştir.
Tablo 3.6’da görüldüğü gibi, her iki grupta da okumanın gelişiminin
devam ettiği; ancak, deney grubunda hece sayısı arttıkça daha az hata yapıldığı;
dolayısıyla okuma becerisinin erken kazanılmasına da bağlı olarak deney grubu
öğrencilerinin okumada daha önde oldukları söylenebilir. Ayrıca iki grubun da
en çok iki heceli sözcüklerde hata yaptıkları tespit edilmiştir. Bu durum iki
heceli sözcüklerin metin içindeki oranının fazla olmasına bağlanabilir.
Yukarıdaki tablo genel anlamda incelendiğinde; sözcüklerdeki hece
sayısı artarken kontrol grubunda hata oranının deney grubuna nazaran daha da
arttığı görülmektedir. Bu bulgu, birinci yarıyıl sonu okumanın gelişimine ilişkin
puanlar ile çoklu ortam uygulamaları arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu
göstermektedir. Dolayısıyla bu durum, çoklu ortam uygulamalarının okumanın
gelişiminde olumlu yönde etkili olduğunu göstermektedir.
Tablo 3.7. I. Yarıyıl Sonu Okumanın Gelişimi Toplam Hata Puanlarının Deney
ve Kontrol Gruplarına İlişkin t-Testi Sonuçları
GRUPLAR
DENEY
KONTROL
N
x
Ss
Sd
t
36
37
1,17
2,73
2,01
3,54
71
2,31
P
0,02
p<.05
Tablo 3.7’de görüldüğü gibi, okumanın gelişimine ilişkin puanlar,
deney ve kontrol gruplarına göre anlamlı bir farklılık göstermektedir
[P(71)=0,02, p<.05]. Okumanın gelişimine ilişkin deney grubunun puanları
(x=1,17) kontrol grubunun puanlarına (x=2,73) göre daha olumludur. Yani
deney grubu öğrencileri, kontrol grubu öğrencilerine göre okuma becerisinde
daha az hata yapmaktadırlar. Bu bulgu, okumanın gelişimine ilişkin puanlar ile
çoklu ortam uygulamaları arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu
göstermektedir.
Tablo 3.8. II. Yarıyıl Sonu Deney ve Kontrol Gruplarında Okumanın Gelişimi
GRUPLAR
Gözlem
Sonuçları
Bir heceli
sözcükler
İki heceli
sözcükler
DENEY
N
36
KONTROL
Hata
Sayısı
f
%
N
0
1
32
4
88,9
11,1
37
0
1
2
22
7
6
61,1
19,4
16,7
Hata
Sayısı
f
%
0
1
2
0
1
2
34
2
1
18
13
5
91,9
5,4
2,7
48,6
35,1
13,5
S. YILDIZ
51
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
Üç heceli
sözcükler
Dört heceli
sözcükler
Beş heceli
sözcükler
Altı heceli
sözcükler
3
0
1
3
1
28
7
1
2,8
77,8
19,4
2,8
0
1
2
5
23
7
5
1
63,9
19,4
13,9
2,8
0
1
32
4
88,9
1,1
0
1
35
1
97,2
2,8
3
0
1
2
3
0
1
2
3
4
5
7
0
1
3
0
1
1
23
10
2
2
12
7
7
7
2
1
1
21
15
1
36
1
2,7
62,2
27
5,4
5,4
32,4
18,9
18,9
18,9
5,4
2,7
2,7
56,8
40,5
2,7
97,3
2,7
Tablo 3.8’de görüldüğü gibi, deney ve kontrol grupları arasında II.
yarıyıl sonu okuma becerisinin gelişimi incelendiğinde, “Bir heceli sözcükler”
başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %88,9’unun hiç hata yapmadığı,
%11,1’inin 1 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin
%91,9’unun hiç hata yapmadığı, %5,4’ünün 1 hata, %2,7’sinin de 2 hata
yaptıkları belirlenmiştir. “İki heceli sözcükler” başlığı kapsamında deney
grubu öğrencilerinin %61,1’inin hiç hata yapmadığı, %19,9’unun 1 hata,
%16,7’sinin 2 hata, %2,8’inin de 3 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol
grubu öğrencilerinin %48,6’sının hiç hata yapmadığı, %35,1’inin 1 hata,
%13,5’inin 2 hata, %2,7’sinin 3 hata yaptıkları tespit edilmiştir. “Üç heceli
sözcükler” başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %77,8’inin hiç hata
yapmadığı, %19,4’ünün 1 hata, %2,8’inin 3 hata yaptığı; bu hata kapsamında
kontrol grubu öğrencilerinin %62,2’sinin hiç hata yapmadığı, %27’sinin 1 hata,
%5,4’lük iki grubun da 2 ve 3 hata yaptıkları tespit edilmiştir. “Dört heceli
sözcükler” başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %63,9’unun hiç hata
yapmadığı, %19,4’ünün 1 hata, %13,9’unun 2 hata ve %2,8’inin de 5 hata
yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin %32,4’ünün hiç hata
yapmadığı, %18,9’luk üç grubun sırası ile 1, 2 ve 3 hata%5,4’ünün 4 hata ve
%2,7’lik iki grubun da 5 ve 7 yaptıkları tespit edilmiştir. “Beş heceli
sözcükler” başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %88,9’unun hiç hata
yapmadığı, %1,1’inin 1 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu
öğrencilerinin %56,8’inin hiç hata yapmadığı, %40,5’inin 1 hata ve %2,7’sinin
de 3 hata yaptıkları tespit edilmiştir. “Altı heceli sözcükler” başlığı
kapsamında deney grubu öğrencilerinin %97,2’sinin hiç hata yapmadığı,
%2,8’inin de 1 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin
%97,3’ünün hiç hata yapmadığı, %2,7’sinin de 1 hata yaptıkları tespit
edilmiştir. Tablo3.8’de sözcüklerdeki hece sayısının artarken kontrol grubunda
hata oranının deney grubuna nazaran daha da arttığı görülmektedir. Bu bulgu,
52
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
ikinci yarıyıl sonu okumanın gelişimine ilişkin puanlar ile çoklu ortam
uygulamaları arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla bu durum, çoklu ortam uygulamalarının okumanın gelişiminde
olumlu yönde etkili olduğunu göstermektedir. Çoklu ortam uygulamalarının
uygulandığı deney grubu öğrencilerinin okumada daha önde olduğu
söylenebilir. Tablo 3.8’den de anlaşılacağı gibi, kontrol grubunda hece sayısı
artarken aynı paralelde hata sayısı da artmakta; deney grubunda ise hata
sayılarının hem birinci döneme, hem de kontrol grubuna göre azaldığı
gözlenmektedir. Bu durum, çoklu ortam uygulamalarının okumanın gelişiminde
anlamlı bir fark yarattığını ortaya koymaktadır. Ayrıca hata sayılarında deney
grubunda birinci döneme göre azalma gözlenirken; kontrol grubunda artış
gözlenmiştir. Bu durum kullanılan metnin daha da zorlaşmasından da
kaynaklanabilir.
Tablo 3.9. II. Yarıyıl Sonu Okumanın Gelişimi Toplam Puanlarının Deney ve
Kontrol Gruplarına İlişkin t-Testi Sonuçları
GRUPLAR
N
x
Ss
DENEY
KONTROL
36
37
1,75
3,54
2,17
3,13
Sd
t
71
2,83
2,85
P
0,01
p<.05
Tablo 3.9’da görüldüğü gibi, okumanın gelişimine ilişkin puanlar,
deney ve kontrol gruplarına göre anlamlı bir farklılık göstermektedir
[P(71)=0,01, p<.05]. Okumanın gelişimine ilişkin deney grubunun puanları
(x=1,75) kontrol grubunun puanlarına (x=3,54) göre daha olumludur. Yani
deney grubu öğrencileri, kontrol grubu öğrencilerine göre okuma becerisinde
daha az hata yapmaktadırlar. Bu bulgu, okumanın gelişimine ilişkin puanlar ile
çoklu ortam uygulamaları arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu
göstermektedir. Bu durum, II. yarıyıl sonu çoklu ortam uygulamalarının
okumanın gelişiminde anlamlı bir fark yarattığını ortaya koymaktadır. Aynı
zamanda, okuma becerisinin erken kazanılmasına bağlı olarak çoklu ortam
uygulamalarının uygulandığı deney grubu öğrencilerinin okuma becerisinde
daha önde olduğu gözlenmektedir.
Orhan (2007), tarafından yapılan yüksek lisans tez çalışmasında,
yapılan t-testi analizleri sonucu elde edilen bulgulara dayanılarak, bilgisayar
destekli öğretimle ilkokuma yazma öğrenen öğrencilerin okumada geleneksel
yöntemle öğrenen öğrencilere göre daha başarılı oldukları sonucuna varılmıştır.
Mitchell and Fox (2001), tarafından yapılan bir araştırmada, okuma
problemleri yaşayan okul öncesi ve birinci sınıf çocuklarından iki grup
oluşturulmuştur. Bu çocuklar, karıştırdıkları sesleri öğrenmek için hazırlanan
S. YILDIZ
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
53
bir bilgisayar yazılımı desteği almışlardır. Sonuçta bu öğrencilerin okuma
becerilerinin geliştiği görülmüştür. Daha sonra okuma problemleri yaşayan
başka çocuklardan üçüncü bir grup oluşturulmuş ve onlara bilgisayar desteği
olmadan çalışmalar yaptırılmış ve okuma becerilerinde gelişme görülememiştir.
Bir sonraki yılda, ilk yıl okuma problemi çekmemiş okul öncesi ve birinci sınıf
çocukları için aynı yazılım kullanılmıştır. Yazılımın bu çocukların da okuma
becerilerinin gelişmesini sağladığı görülmüştür (Sherman ve diğerleri,
2004:7).
Wise, Olson ve Treiman (1990) tarafından yapılan bir araştırmada,
birinci sınıf çocuklarında sesten kelimeye, cümleye ve metne geçen okuma
yazma öğretimi için yazıların altı fosforlu ve renkli çizgilerle çizilerek,
çeşitli şekillerde görselleştirilerek ve seslendirilerek hazırlanan bir yazılım
kullanılmıştır. Sonuçta, öğrencilerin sesleri birleştirme becerilerinin geliştiği
ve kelimeleri başka metinlerde gördüklerinde hemen okudukları görülmüştür
(Sherman ve diğerleri, 2004:9).
McKenna ve Watkins (1996) tarafından yapılan bir araştırmada, çeşitli
seviyedeki öğrencilerin sesli elektronik kitaplar ve elektronik metinlerle
çalışmalarının; okuma ilgilerini artırdığı ve bu çalışmaların kelime
gelişimlerini desteklediği görülmüştür (Sherman ve diğerleri, 2004:12).
Jones, Torgesen ve Sexton (1987) tarafından yapılan bir araştırmada,
öğrencilerin kelimeler oluşturmalarını sağlayan bir yazılım kullanılmıştır.
Araştırma sonucunda, çocukların programda yer almayan kelimeleri okuma
becerilerinin, uygulama öncesine göre daha iyi olduğu görülmüştür (Sherman
ve diğerleri, 2004:9). Sözü edilen araştırmaların bulguları, dördüncü alt
probleme ilişkin elde edilen bulguları destekler niteliktedir.
3.1.5. Beşinci Alt Probleme İlişkin Bulgular
Araştırma kapsamında “İlkokuma ve yazma becerisini çoklu ortam
uygulamaları ile kazanan öğrenciler ile kontrol grubu öğrencileri arasında
birinci ve ikinci yarıyıl sonu “okuma yanlışlarının kaynakları” bakımından
manidar bir fark var mıdır?” alt problemine yönelik bulgular Tablo 3.10’da
verilmiştir.
54
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Tablo 3.10. I. Yarıyıl Sonu Deney ve Kontrol Gruplarında Okuma Yanlışlarının
Kaynakları
GRUPLAR
Gözlem
Sonuçları
DENEY
N
Yanlış okunan
sözcük
Eklenen
sözcük
Atlanan
sözcük
Yinelenen
Sözcük
Telaffuz
hatası yapılan
sözcük
36
KONTROL
Hata
Sayısı
f
%
0
1
2
3
5
23
6
3
1
3
63,9
16,7
8,3
2,8
8,3
0
1
3
33
2
1
91,7
5,6
2,8
0
1
2
3
4
6
0
1
2
3
4
12
22
7
2
3
1
1
26
4
1
3
1
1
61,1
19,4
5,6
8,3
2,8
2,8
72,2
11,1
2,8
8,3
2,8
2,8
0
1
2
3
4
28
4
2
1
1
77,8
11,1
5,6
2,8
2,8
N
37
Hata
Sayısı
f
%
0
1
2
3
8
10
11
0
1
2
3
0
1
2
3
5
9
0
1
2
3
4
6
7
8
0
1
2
3
4
16
11
4
2
2
1
1
29
3
4
1
23
3
4
2
4
1
17
8
3
4
1
2
1
1
23
7
3
1
3
43,2
29,7
10,8
5,4
5,4
2,7
2,7
78,4
8,1
10,8
2,7
62,2
8,1
10,8
5,4
10,8
2,7
45,9
21,6
8,1
10,8
2,7
5,4
2,7
2,7
62,2
18,9
8,1
2,7
8,1
Tablo 3.10’da görüldüğü gibi, deney ve kontrol grupları arasında I.
yarıyıl sonu okuma yanlışlarının kaynakları incelendiğinde, “Yanlış okunan
sözcük” başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %63,9’unun hiç hata
yapmadığı, %16,7’sinin 1 hata, %8,3’lük iki grubun 2 ve 5 hata, %2,8’inin ise 3
hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin %43,2’sinin hiç
hata yapmadığı, %29,7’sinin 1 hata, %10,8’inin 2 hata, %5,4’lik iki grubun 3 ve
8 hata, %2,7’lik iki grubun da 10 ve 11 hata yaptıkları belirlenmiştir. “Eklenen
sözcük” başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %91,7’sinin hiç hata
yapmadığı, %5,6’sının 1 hata, %2,8’inin de 3 hata yaptığı; bu hata kapsamında
kontrol grubu öğrencilerinin %78,4’ünün hiç hata yapmadığı, %8,1’inin 1 hata,
%10,8’inin 4 hata, %2,7’sinin 3 hata yaptıkları belirlenmiştir. “Atlanan
S. YILDIZ
55
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
sözcük” başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %61,1’inin hiç hata
yapmadığı, %19,4’ünün 1 hata, %5,6’sının 2 hata, %8,3’ünün 3 hata, %2,8’lik
iki grubunda 4 ve 6 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu
öğrencilerinin %62,2’sinin hiç hata yapmadığı, %8,1’inin 1 hata, %10,8’lik iki
grubun 2 ve 5 hata, %5,4’ünün 3 hata ve son olarak da %2,7’sinin 9 hata
yaptıkları belirlenmiştir.
Tablo 4.10’da “Yinelenen Sözcük” başlığı kapsamında deney grubu
öğrencilerinin %72,2’sinin hiç hata yapmadığı, %11,1’inin 1 hata, %8,3’ünün 3
hata, %2,8’lik üç grubun da 2, 4 ve 12 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol
grubu öğrencilerinin %45,9’unun hiç hata yapmadığı, %21,6’sının 1 hata,
%8,1’inin 2 hata, %10,8’inin 3 hata, %5,4’ünün 6 hata ve son olarak da
%2,7’lik üç grubun da 4, 7 ve 8 “hata yaptıkları tespit edilmiştir. “Telaffuz
hatası yapılan sözcük” başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin
%77,8’inin hiç hata yapmadığı, %11,1’inin 1 hata, %5,6’sının 2 hata, %2,8’lik
iki grubun da 3 ve 4 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu
öğrencilerinin %62,2’sinin hiç hata yapmadığı, %18,9’unun 1 hata, %8,1’lik iki
grubun 2 ve 4 hata ve %2,7’sinin de 3 hata yaptıkları tespit edilmiştir. Tablo
3.10’da görüldüğü gibi, deney grubunda birinci yarıyıl sonunda en çok sözcük
atlama hatası yapılırken; kontrol grubunda sözcüğü yanlış okuma ve sözcüğü
yineleme hataları yapılmıştır. Ayrıca her hata kaynağında kontrol grubu
öğrencilerinin daha fazla hata yaptıkları gözlenmiştir. Bu sonuçlara dayanılarak,
deney grubu öğrencilerinin I. yarıyıl sonu itibari ile hata kaynakları açısından da
daha az okuma yanlışı yaptıkları söylenebilir. Bu durum, çoklu ortam
uygulamalarının doğru okuma becerisi kapsamında deney grubu ile kontrol
grubu arasında anlamlı bir fark yaratarak etkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Tablo 3.11. I. Yarıyıl Sonu Okuma Yanlışlarının Kaynakları Toplam
Puanlarının Deney ve Kontrol Gruplarına İlişkin t-Testi Sonuçları
GRUPLAR
DENEY
KONTROL
N
x
Ss
Sd
t
36
37
3,08
5,59
3,85
5,32
71
4,64
4,68
P
0,024
p<.05
Tablo 3.11’de görüldüğü gibi, okuma yanlışlarının kaynaklarına ilişkin
puanlar, deney ve kontrol gruplarına göre anlamlı bir farklılık göstermektedir
[P(71)=0,024, p<.05]. Okuma yanlışlarının kaynaklarına ilişkin deney grubunun
puanları (x=3,08) kontrol grubunun puanlarına (x=5,59) göre daha olumludur.
Yani deney grubu öğrencileri, kontrol grubu öğrencilerine göre okuma
becerisinde daha az hata yapmaktadırlar ve hata kaynakları bakımından da
farklılaşmalar gözlenmektedir. Bu bulgu, doğru okuma becerisine ilişkin
puanlar ile çoklu ortam uygulamaları arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu
56
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
göstermektedir. Bu durum, çoklu ortam uygulamalarının doğru okuma becerisi
üzerinde anlamlı bir fark yarattığını ve etkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Deney grubu öğrencilerinin I. yarıyıl sonu itibari ile hata kaynakları açısından
da daha az okuma yanlışı yaptıkları söylenebilir.
Tablo 3.12’de, deney ve kontrol grupları arasında II. yarıyıl sonu okuma
yanlışlarının kaynakları incelendiğinde, “Yanlış okunan sözcük” başlığı
kapsamında deney grubu öğrencilerinin %55,6’sının hiç hata yapmadığı,
%30,6’sının 1 hata, %5,6’sının 2 hata ve %2,8’kil üç grubunda 3, 4 ve 5 hata
yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin %32,2’sinin hiç hata
yapmadığı, %10,8’inin 1 hata, %18,9’luk iki grubun 2 ve 3 hata, %8,1’lik iki
grubun 4 ve 5 hata, %2,7’sinin de 61 hata yaptıkları belirlenmiştir. “Eklenen
sözcük” başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %88,9’unun hiç hata
yapmadığı, %2,8’lik iki grubun 1 ve 2 hata ve %5,6’sının 3 hata yaptığı; bu hata
kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin %73’ünün hiç hata yapmadığı,
%18,9’unun 1 hata, %8,1’inin 2 hata yaptıkları tespit edilmiştir. “Atlanan
sözcük” başlığı kapsamında deney grubu öğrencilerinin %58,3’ünün hiç hata
yapmadığı, %22,2’sinin 1 hata, %11,1’inin 2 hata, %5,6’sının 3 hata, %2,8’inin
de 6 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin %67,6’sının
hiç hata yapmadığı, %10,8’inin 1 hata, %13,5’inin 2 hata ve %8,1’inin 3 hata
yaptığı gözlemlenmiştir.
Tablo 3.12 II. Yarıyıl Sonu Deney ve Kontrol Gruplar Okuma Yanlışlarının
Kaynakları
GRUPLAR
Gözlem
Sonuçları
DENEY
N
Yanlış
okunan
sözcük
Eklenen
sözcük
Atlanan
sözcük
36
KONTROL
Hata
Sayısı
f
%
0
1
2
3
4
5
20
11
2
1
1
1
55,6
30,6
5,6
2,8
2,8
2,8
0
1
2
3
0
1
2
3
6
32
1
1
2
21
8
4
2
1
88,9
2,8
2,8
5,6
58,3
22,2
11,1
5,6
2,8
N
37
Hata
Sayısı
f
%
0
1
2
3
4
5
6
0
1
2
12
4
7
7
3
3
1
27
7
3
32,4
10,8
18,9
18,9
8,1
8,1
2,7
73
18,9
8,1
0
1
2
3
25
4
5
3
67,6
10,8
13,5
8,1
S. YILDIZ
57
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
Yinelenen
Sözcük
Telaffuz
hatası
yapılan
sözcük
0
1
2
3
4
5
11
14
4
11
2
2
1
1
38,9
11,1
30,6
5,6
5,6
2,8
2,8
0
1
35
1
97,2
2,8
0
1
2
3
4
5
6
8
12
0
1
2
7
5
11
7
3
1
1
1
1
29
7
1
18,9
13,5
29,7
18,9
8,1
2,7
2,7
2,7
2,7
78,4
18,9
2,7
Tablo 4.12’de “Yinelenen sözcük” başlığı kapsamında deney grubu
öğrencilerinin %38,9’unun hiç hata yapmadığı, %11,1’inin 1 hata, %30,6’sının
2 hata, %5,6’lık iki grubun 3 ve 4 hata, %2,8’lik iki grubun da 5 ve 11 hata
yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin %18,9’unun hiç hata
yapmadığı, %13,5’inin 1 hata, %29,7’sinin 2 hata, %18,9’unun 3 hata,
%8,1’inin 4 hata ve son olarak da %2,7’lik üç grubun da 5, 6 ve 7 hata
yaptıkları tespit edilmiştir. “Telaffuz hatası yapılan sözcük” başlığı
kapsamında deney grubu öğrencilerinin %97,2’sinin hiç hata yapmadığı,
%2,8’inin 1 hata yaptığı; bu hata kapsamında kontrol grubu öğrencilerinin
%78,4’ünün hiç hata yapmadığı, %18,9’unun 1 hata ve %2,7’sinin de 2 hata
yaptıkları tespit edilmiştir.
Tablo 3.12’de görüldüğü gibi, deney grubunda ikinci yarıyıl sonunda en
çok sözcük yineleme hatası yapılırken; kontrol grubunda sözcüğü yanlış okuma
ve yineleme hataları yapılmıştır. Ayrıca her hata kaynağında kontrol grubu
öğrencilerinin belirgin bir farkla daha fazla hata yaptıkları gözlenmiştir. Bu
sonuçlara dayanılarak, deney grubu öğrencilerinin II. yarıyıl sonu itibari ile hata
kaynakları açısından da daha az okuma yanlışı yaptıkları söylenebilir. Bu
durum, çoklu ortam uygulamalarının doğru okuma becerisi kapsamında deney
grubu ile kontrol grubu arasında anlamlı bir fark yaratarak etkili olduğunu
ortaya koymaktadır.
Tablo 3.13 II. Yarıyıl Sonu Okuma Yanlışlarının Kaynakları Toplam
Puanlarının Deney ve Kontrol Gruplarına İlişkin t-Testi Sonuçları
GRUPLAR
DENEY
KONTROL
N
x
Ss
36
37
3,36
5,62
4,26
3,68
Sd
t
71
2,43
2,42
P
0,02
p<.05
Tablo 3.13’de görüldüğü gibi, okuma yanlışlarının kaynaklarına ilişkin
58
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
puanlar, deney ve kontrol gruplarına göre anlamlı bir farklılık göstermektedir
[P(71)=0,02, p<.05]. Okuma yanlışlarının kaynaklarına ilişkin deney grubunun
puanları (x=3,36) kontrol grubunun puanlarına (x=5,62) göre daha olumludur.
Yani deney grubu öğrencileri, kontrol grubu öğrencilerine göre okuma
becerisinde daha az hata yapmaktadırlar ve hata kaynakları bakımından da
farklılaşmalar gözlenmektedir. Bu bulgu, doğru okuma becerisine ilişkin
puanlar ile çoklu ortam uygulamaları arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu
göstermektedir. Bu durum, çoklu ortam uygulamalarının doğru okuma becerisi
üzerinde anlamlı bir fark yarattığını ve etkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Deney grubu öğrencilerinin I. Yarıyıl sonu itibari ile hata kaynakları açısından
da daha az okuma yanlışı yaptıkları söylenebilir.
Tablolar I. yarıyıl sonu ve II. yarıyıl sonu itibariyle okumanın gelişimi
açısından karşılaştırıldığında, okuma yanlışlarının kaynağındaki oranlar büyük
ölçüde küçülmemiştir. Bu durum iki yarıyılda, okuma gelişimine uygun olarak
verilen metinlerin arasındaki düzey farkından kaynaklanabilir. Çünkü öğretim
yılı başında verilen metine göre öğretim yılı sonunda verilen metin daha
karmaşıktır (Çelenk, 1993:73). Bu çalışmada da benzer sonuçlara ulaşılmıştır.
Her iki yarıyılda da deney grubu öğrencileri, kontrol grubu öğrencilerinden
daha az hata yapmalarına karşın, ikinci dönem Çelenk (1993)’in belirtmiş
olduğu nedene dayanarak okuma yanlışlarının kaynağındaki oranlar büyük
ölçüde azalmamıştır. Akyol ve Temur (2008), tarafından yapılan “Ses Temelli
Cümle Yöntemi Ve Cümle Yöntemi İle Okuma Yazma Öğrenen Öğrencilerin
Okuma Becerilerinin Öğretmen Görüşlerine Göre Değerlendirilmesi” adlı
çalışmalarında, öğretmenlerin hecelemeyi, en genel okuma hatası olarak
görüldükleri tespir edilmiş ve heceleme dışında öğrencilerin ses ekleme, ses ve
heceyi eksik okuma, düzeltme ve tekrarlı okuma hataları yaptıkları
belirlenmiştir.
4. SONUÇLAR VE ÖNERİLER
Bu bölümde araştırmanın bulgularına ve yorumlarına dayalı olarak ulaşılan
sonuçlar ve bu sonuçlara ilişkin önerilere yer verilmiştir.
4.1. Sonuçlar
İlkokuma yazma öğretiminde çoklu ortam uygulamalarının okuma
becerisi üzerinde etkililiğini tespit etmek amacı ile yapılan bu araştırmanın
sonuçları aşağıdaki gibi özetlenebilir:
1. Çoklu ortam etkinliklerinin uygulandığı deney grubu öğrencilerinin
okuma becerisini, kontrol grubu öğrencilerine göre anlamlı düzeyde
daha kısa sürede kazandıkları tespit edilmiştir.
S. YILDIZ
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
59
2. Öğretim yılının birinci ve ikinci yarısında, çoklu ortam etkinliklerinin
uygulandığı deney grubu öğrencilerinin kontrol grubu öğrencilerine
göre, anlamlı düzeyde daha hızlı okudukları belirlenmiştir.
3. Öğretim yılının birinci ve ikinci yarısında, çoklu ortam etkinliklerinin
uygulandığı deney grubu öğrencilerinin kontrol grubu öğrencilerine
göre, okumada doğruluk derecesi yönünden daha başarılı oldukları
görülmüştür.
4.
Öğretim yılının birinci ve ikinci yarısında çoklu ortam
uygulamalarının, okuma becerisinin gelişiminde deney grubu lehine
anlamlı bir fark yarattığı tespit edilmiştir. Her iki dönem
uygulamasında da okuma becerisinin, heceden kelimeye, kelimeden
de basit cümleye ve daha karmaşık yapılara doğru, çocuk dil
gelişimine paralel bir süreç izlediği gözlenmiştir.
5. Öğretim yılının birinci ve ikinci yarısında, çoklu ortam
uygulamalarının okuma becerisi hata kaynakları üzerinde deney
grubu lehine anlamlı bir fark yarattığı belirlenmiştir.
4.2 ÖNERİLER
Araştırma bulgularına dayalı olarak geliştirilen öneriler “Çoklu ortam
Uygulamalarına İlişkin Öneriler” ve “Yapılacak Araştırmalar İçin Öneriler” alt
başlıklarında sunulmuştur.
4.2.1 Çoklu Ortam Uygulamaları İle İlkokuma Yazma Öğretimine İlişkin
Öneriler
İlkokuma yazma öğretiminde çoklu ortam uygulamalarının etkililiğini
inceleyen bu araştırmanın bulguları ve gözlemler dikkate alınarak ilkokuma
yazma becerisinin kazanılmasında çoklu ortam uygulamalarının kullanımına
yönelik olarak aşağıdaki önerilerde bulunulabilir:
1.
Okullarda çoklu ortam laboratuarları oluşturulmalı ve ilkokuma
yazma çalışmaları bu laboratuarlar da yapılmalıdır.
2.
Uzmanlar tarafından oluşturulan web sitelerine internet bağlantısı
yapılarak, sınıflarda ve bilgi teknolojileri laboratuarlarında bu
sitelerden yararlanılmalıdır.
3.
Çoklu ortam uygulamalarına, okulöncesi kurum ve kuruluşlarında
da geçilerek öğrencilerin ön okuma yazma hazırlık çalışmaları bu
ortamlarda yapılmalıdır.
60
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
4. Öğretmenler, okul müdür ve müdür yardımcıları, okul rehberlik
servisleri tarafından öğrenci velileri, çoklu ortam araçları ve bu
araçların ilkokuma yazma sürecinde kullanımının faydaları
konularında bilgilendirilerek; evinde bilgisayar, video, VCD,
DVD çalar, internet gibi araçları olan velilerin ilkokuma yazma
çalışmalarında, evde sınıf öğretimini destekleyecek çalışmalarda
bulunmaları sağlanmalıdır.
5. Çeşitli yayınevleri ile iletişime geçilerek, yapılarak yazılım
uzmanlarından yardım alınarak tasarım ilkelerine uygun,
ilkokuma yazma öğretimine ilişkin özellikle flash programında
hazırlanmış görsel, sesli, hareketli animasyonların yer aldığı
yazılımlar (canlılık, renk, oyunlaştırma, simülasyonlar)
oluşturulmalıdır.
6. Öğretmenlere, okul yöneticilerine çoklu ortam, çoklu ortamın dayandığı
temel ilkeler, çoklu ortam araçları ve bu araçların kullanım amaç ve şekilleri
konularında Milli Eğitim Bakanlığı, üniversiteler, araştırma kurum ve
kuruluşları ile işbirliği yapılarak hizmetiçi eğitim programları geliştirilerek
uygulanmalıdır.
7. Milli Eğitim Bakanlığı ve çeşitli yayınevleri tarafından Türkçe birinci sınıf
veli kılavuz kitapları çoklu ortam uygulamaları yapmak üzere cd
kullanımına uygun olarak düzenlenerek; velilerin bu kaynakları
kullanmaları sağlanmalıdır. İlkokuma yazma sürecinde kullanılmak
üzere E- kitaplar hazırlanmalıdır.
8. Millî Eğitim Bakanlığı müfredatına uygun olarak ilkokuma yazma
becerilerini pekiştirici televizyon programları hazırlanmalıdır.
9. Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversitelerin işbirliği çerçevesinde eğitim
Fakülteleri Sınıf Öğretmenliği Bölümleri İlkokuma Yazma Dersi
programlarına çoklu ortam ve özellikleri, ilkokuma yazma
öğretiminde çoklu ortam araçlarının kullanımı konuları
eklenmelidir. Öğretim elemanları da bu tür ders sunumları
yapmaya teşvik edilmelidirler.
10. Çoklu ortam tasarımları yapılırken, gereksiz bilgilerin fazla
kullanılmaması ve anlaşılması gerekli bilgilerin işitsel ve görsel
olarak sunulması ile bilişsel yük azaltılarak, öğrenmenin olumlu
etkilenebileceği ortamların oluşturulabileceği göz önünde
bulundurulmalıdır.
11. Öğrencilerin yazımında zorlandıkları ve estetik açıdan kötü
yazdıkları bitişik eğik yazı harflerinin yazımını kavratma
alıştırmalarına daha uzun bir süre ayrılmalı, bu harflerin alternatif
S. YILDIZ
61
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
yazılışlarına yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
12. Dikte çalışmalarında en fazla görülen harf eksiği hatasının
nedenleri araştırılmalı ve önlenmesine yönelik etkinlikler
geliştirilmelidir.
4.2.2. Yapılacak Araştırmalara İlişkin Öneriler
Bu konuda bundan sonra yapılabilecek araştırmalar için öneriler
aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1. Çoklu ortamın
bakılmalıdır.
etkililiğinde,
cinsiyet
değişkeninin
etkisine
2. Çoklu ortam tasarımlarının ilkokuma yazmada öğrencilerin doyum,
tutum, kalıcılık ve transfer düzeylerine etkileri incelenebilir.
3. Çoklu ortam tasarımlarının farklı (alt, üst ve orta sosyo ekonomik
düzey, özel okullar, devlet okulları, birleştirilmiş sınıflar vb.)
öğrenci grupları üzerinde etkisine bakılarak gruplar arasındaki farka
incelenebilir.
4. Çoklu ortam uygulamalarının duyuşsal ve psikomotor alanlarla ilgili
öğrenme ürünlerine etkisini belirlemeye yönelik niteliksel
araştırmalar yapılabilir.
5. Çoklu ortam uygulamaları ile öğretimin etkileri ile ilgili yapılmış
olan araştırmalar hem çalışma grubu hem de zaman bakımından
kısıtlı kalmıştır. Bu nedenle hem uzun döneme hem de birçok
derslere yönelik olarak uygulamalar yapılmalıdır.
6. İlkokuma yazmada çoklu ortam uygulamalarının etkililiğine hem
okul öncesi dönemde bakılmalı hem de okul öncesi dönemden
başlanarak ilköğretim birinci devrenin sonuna kadar deneysel
çalışmalarla sınanmalıdır (üst gruplarda okuduğunu anlama,
dinleme, sözlü anlatım, yazılı anlatım, noktalama işaretleri,
dilbilgisi vb.).
7. İlkokuma yazma öğretiminde hazırlanmış olan cd lerin çoklu ortam
prensiplerine uygunluğu konusunda çalışmalar yapılabilir.
8. Ses Temelli Cümle yönteminin eksikliklerini giderici alternatif
öğretim yaklaşım ve süreçlerinin etkililiği üzerinde deneysel
çalışmalar yapılmalıdır.
9. İlkokuma yazma öğretiminde çoklu ortam araçlarının kullanımına
ilişkin öğretmen ve öğrenci görüşleri, tutumları nitel araştırmalarla
tespit edilmelidir.
62
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
10. Geliştirilen öğrenme ortamının kullanım amacına (bire-bir ya da
tekrar ve alıştırma gibi) göre erişiye etkisine bakılabilir.
11. Çoklu ortam uygulamalarının ilkokuma yazma öğretiminde yüksek,
orta ve düşük dil yeteneğine sahip öğrenciler üzerinde etkisi
incelenmelidir.
12. Yapılan deneysel çalışma niteliksel araştırma yöntemi ile
karşılaştırılarak incelenebilir.
KAYNAKÇA
Adams, M. J. (1990). Beginning to read: Thinking and learning Print Cambridge, MA:MIT
Press.
Akyol, Hayati ve Turan Temur. “Ses Temelli Cümle Yöntemi Ve Cümle Yöntemi İle Okuma
Yazma Öğrenen Öğrencilerin Okuma Becerilerinin Öğretmen Görüşlerine Göre
Değerlendirilmesi” Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2008 .
Cilt: 5. Sayı: 9. ss:6
Alkan, M., Tekedere, H. ve Genç, Ö. (2003). İnteraktif Bilgi İletişim Teknolojilerinin Uzaktan
Eğitimdeki Uygulamaları. Elektrik, Elektronik, Bilgisayar Mühendislikleri Eğitimi 2.
Ulusal Sempozyumu ve Sergisi ODTÜ- KKM, 30 Nisan-2 Mayıs 2003, Ankara. Web
Sitesi: “http://egitim.emo.org.tr/semp03/bildiriler/ bildiri_30.doc”.
Christine, Ahmed. “PowerPoint Versus Traditional Overheads. Wehich is More Effective for
Learning?”. Geographic Source, 143:5, 1999.
Çelenk, Süleyman. İlkokuma Yama Öğretiminde Aşamalı Bireşim Tekniğinin Etkinliği.1993,
Ankara, Doktora Tezi
Fitzgerald, Fill ve Shananan, Timothy. “Reading and Writing Relations and Their Development.”
Educational Psychologist, 35(1) 39-50,2000.
Fitzgerald, Fill ve Noblıt, George. “Balance in the Making to Read in an Ethically Feinberg, S.
and Murphy, M. 2000. Applying cognitive load theory to the design of web-based
instruction. In Proceedings of IEEE Professional Communication Society
international Professional Communication Conference and Proceedings of the 18th
Annual ACM international Conference on Computer Documentation: Technology &
Teamwork (Cambridge, Massachusetts, September 24 - 27, 2000). ACM Special Interest
Group for Design of Communications. IEEE Educational Activities Department,
Piscataway, NJ, 353-36 Abstract / PDF (Access restricted).
Gambrell, L., B., Morrow, L., M., Pennington, C. (2000). Early Childhood and Elementary
Literature-Based Instruction: Current Perspectives and Special Issues. Handbook
of Reading Research. (3)
Jones, D. M., Macken, W. J., & Nicholls, A. P. (2004). The phonological store of working
memory: is it phonological and is it a store? “Journal of Experimental Psychology:
Learning, Memory, and Cognition”, 30, 656-674.
Karasar, Niyazi. Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara: Sanem Matbaacılık, 1991.
Mayer, E. Richard ve Roxana Moreno. “Lecture Notes In Computer Science; Proceedings of
S. YILDIZ
İlkokuma Yazma Öğretiminde Çoklu Ortam …
63
the Third International Conference on Visual Information and Information
Systems.” Vol. 1614, No. 793 – 800. 1999.
Mayer, E. Richard “Multımedia Aids to Problem-Solving Transfer” İnternational Journal of
Educational Research. 31 (1999) 611-623. www. Elsevier.com/locate/ijedures.
Orhan, H. G. (2007). Bilgisayar Destekli İlkokuma Yazma Öğretimine İlişkin Öğretmen
Görüşlerinin İncelenmesi. 16-18 Mayıs 2007 1. Uluslararası Bilgisayar ve Öğretim
Teknolojileri Sempozyumu. Çanakkale: Çanakkale 18 Mart Bektaş, Abdulbaki. “Ses
Temelli Cümle Yöntemiyle Gerçekleştirilen İlk Okuma-Yazma Öğretiminin
Değerlendirilmesi” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana: Çukurova Üniv., Sınıf
Öğretmenliği Anabilim Dalı, 2007.
Ruşen, Mustafa. Hızlı Okuma. Alfa Basın Yayın Dağıtım, İstanbul,1995
Paivio, Allan. “Dual Codıng Theory And Educatıon.” University of Western OntarioDraft
chapter for the conference on “Pathways to Literacy Achievement for High Poverty
Children,” The University of Michigan School of Education, September 29-October 1,
2006.
Schroedel Schulbuchverlag. Rahmenrichtlinien für Die Grundschule. Herausgegeben vom
Niedersachsischen Kulusminister. Hannover, Deutsch.1984.
Sherman, D., Kleiman, G., Peterson, K. (2004). Techonology and Teaching Children to Read.
USA: Education Development Center Publications. http://www.neirtec.org/reading_report 07.O9.2008
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
BAALİZMİN İSRAİLDEKİ İZDÜŞÜMÜ: YAHVEİZM
Kürşat Haldun AKALIN∗
ÖZET
‘El’, Prens Denizinin arzularına teslim olmuş gözükmekte, ilah kurulunun tek üyesi
olarak korku nedir bilmeyen Baal’i atar. Baal, El’in tahtının yanında durmakta, şatafatlı sözlerle
toplantıda konuşmaktadır. Yine de, Baal’i Prens Denizine kendi daimi kölesi olarak tayin eder,
görünüşte Baal de bu karara karşı koyacak kadar gücü yoktur. El yaratıcıdır, gökte ve yerde
mesken tutmuş olağanüstü etkiler yüklenilen ön yaratıcı güçlerden birisidir. Baal efsaneleri, bir
tür evrenin yaradılış kuramıdır. Aşera ve Asterta ismiyle iki kız kardeşi ile Anat ismindeki kızıyla
üç önemli arkadaşı olan Baal, Anat’ı kendisine refakatçi almıştır. İlahelerin tamamı, Baal’in
maiyeti arasında yer almaktadır.
El’in konumu, babası olduğunu ilan ettiği ilahların ve adamların yaratılmasından önce
de var olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Kenan ve Mezopotamya diyarlarında bu ilah ve
ilaheler; erkek veya kadın cinsiyetleriyle, yerin ve göğün yaratıcısı, yerdeki yaratıkların yaratıcısı,
ilahe kadınlar, dünyanın ceddi veya biçimlendiricisi olarak nitelendirilmekte ve anılmaktadır.
Yahve, ilahların ilahı gücündeki bir “El” suretindedir. Yahveizm de varlığını, Baal efsanelerine
borçludur. İlk şiir kaynaklarında kelimelerle, savaşçı ilah olarak betimlenen Yahve; bir fırtına
ilahı olan Baal’in Kenan tanımlamalarını kendine mâl etmiştir. İlk olarak İsrail’de, fırtına tecellisi,
sık sık Yahve’nin vahiy tarzı anlamında tanımlanmıştır. Baal’in karakteristik olarak kendi kendini
ifade ediş tarzı da, fırtına görünüşü şeklindedir.
Anahtar Kelimeler: El, Yahve, Baal, Eski Ahit
THE PROJECTION OF BAALISM IN ISRAEL: YAHWEHISM
ABSTRACT
El appears to give in to the desires of Prince Sea, giving Ba’l is the only member of the
divine council who is not cowed. He stands by El’s throne and rants at the assembly. Nevertheless
Ba’l is given to Prince Sea as his ‘perpetual slave’ and apparently Ba’l has not enough power to
contest the decision. El is creator, the ancient one whose extraordinary procreative powers have
populated heaven and earth. Myths of El perceive creation as theogony. Myths of Ba’l view
creation as cosmogony. His three important consorts are his two sisters Asherah and Astarte and
his daughter Anat. Ba’l also takes Anat as consort. All goddess belonging to Ba’l’s entourage.
In the case of El, the precreation of gods and men of whom he is father. Both in Canaan
∗
Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi
K.H. AKALIN
Baalizmin İsrail’deki İzdüşümü: Yahveizm
65
and in Mesopotamia the epithets of the gods describe them, male and female, as creators of
heaven and earth, creatress of all creatures, gods and men, goddess and women, formers or
progenitors of the world. Yahweh was an El figure. Yahwism also owes a debt to the myths of
Ba’l. In the earliest poetic sources the language depicting Yahweh as divine warrior manifest is
borrowed almost directly from Canaanite descriptions of the theophany of Ba’l as storm god. In
early Israel, the storm theophany was a frequent means of describing Yahwe’s mode of
revelation. Ba’l’s characteristic mode of self-revelation is in the storm theophany.
Key words: El, Yahweh, Ba’l, Old Testament
1. GİRİŞ
Kenan diyarındaki ilâhların hepsine birden verilen bir ad olan Baal
deyimi, muhtemelen Sami uluslarının lisanından türetilmiş olan bir niteleme
olup; anlam itibarıyla da koca, efendi, hükümran ve malik gibi konumları ifade
etmekteydi. (Albright W.F., 1968; 23) Bütün bu anlamları ifade etmek
üzere,Baal ismi,çok sık yinelenen haliyle, ilâh olarak kabul edilmekteydi.
Ancak, bu ilâh nitelemesi özel bir isim olmayıp, Greklerin ilâhı veya Tyre
halkının ilâhı gibi sözlerle esas anlatılmak istenilen; üstün güç sahibi
olmasından dolayı, Tanrı kudretinin bulunduğuna inanılmış olmasıydı.
“Baal kelimesi M.Ö. 3.000 yıl kadar gerilere giderek, ilk defa Babil'e özgü
olacak şekilde, ilâh Enlil unvanıyla 'Bel' kelimesiyle kullanılmış olduğuna
rastlanılmaktadır. Daha sonra, Bel ile Baal özel isimler olarak kullanılmış
olmasına karşın; Baal, M.Ö. 2 bin yıl süresince Filistin ile Suriye diyarında
yaygın bir şekilde kullanılan ilâh nitelemesine kavuşturulmuştur. Baaller esas
itibarıyla yöresel ilâhlardı. Her bir kent kendine özgü bir Baal'i vardı. Her bir
Baal de, kendi ayırt edici özelliğini betimleyen farklı bir isimle anılmaktaydı.
Böylece, Melkart, Tyre (Sur) yöresinin Baalini ifade ederken; Asterte ise,
Babillilerin ilâheleri Baalatı temsil etmekteydi. Böylece, her bir kent
sakinlerinin, yanında her hangi bir ek kelime türetmeksizin Baal ismiyle anılan
esas ilâhları bulunmakta; bu ilâh hakim güç olarak kabul edilerek kurbanlar
sunulmakta ve gelenekselleşen ayinleriyle ibadet edilmekteydi. Bu şekilde
kullanılmasının sonucunda da, Baal unvanı, giderek özel bir nitelemeye
ulaştırılmıştır.” (Albright W. F., 1968; 26)
2. ESKİ AHİTTEKİ BAAL TAPINMASI
Filistin diyarına yerleşen kavimler, o yöredeki halklarla karşı karşıya geldikleri
andan itibaren; farklı âdetler ve tapınmalarla birlikte, bu türden ilâhların
kudretlerine beslenilen derin inançlarla da karşılaşmışlardır. (Albright W.F.,
1968; 32) Kutsal ağaçların, dağların ve diğer doğal nesnelerin kudretlerine
duyulan tapınma güdülerinin tamamını Sami ulusları yalnızca kültürlerine
taşımakla kalmamışlar; fakat bununla birlikte, bütün bu korkulan nitelemeleri
her bir Baal ilâhında toplayıp, yöresel bir ilâh haline getirdikleri Baal suretlerine
66
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
tapınarak, onlardan kurtarıcı ve koruyucu işlevler ummuşlardır. (Kadushiss M.,
1956 ; 99)
“Milattan önce birinci milenyuma gelindiğinde, artık göklerin sahibi
inancıyla Baal Shemem, İsraillilere komşu olan Batıdaki Sami uluslarının en
yüce ilâhı haline gelmiştir. Baal, güneşin ve gökyüzünün ilâhı haline getirilince
de, yağmurlara ya da güneş ışığına hükmeden üstün bir güç olarak kabul
edilmiş olduğundan, ekinlerin gelişmesi için vazgeçilmez bir ilâh olarak
görülmüştür.” (Kadushiss M., 1956 ; 102)
Sami uluslarının bulunduğu bu yöreler, mahalli olarak kutsallaştırılmış
yerlerle dolu olup; kendini ilâhların hizmetine adamış olan rahipleriyle,
bölgedeki bütün insanların din gereksinimleri karşılanmaktaydı. (Albright W.F.,
1968; 39) Böylesine etkili yöresel ilâhların yanında, doğası gereği çok daha
geniş kapsamlı bir Baal işleviyle karşı karşıya gelinmiştir.
“İsrail Şittim'de oturdu, kavim Moab kızları ile zina etmeye başladı,
kendi ilâhlarının kurbanlarına kavmı çağırdılar, kavim yedi ve onların
ilâhlarına eğildiler. İsrail Baal-peora bağlandı. Rabbin öfkesi İsrail'e karşı
alevlendi. Rab, Musa'ya dedi, 'Kavmin bütün reislerini al, Rabbin kızgın öfkesi
İsrail'den dönsün diye, onları güneşe karşı Rabbin önünde as.'Musa İsrail'in
hâkimlerine dedi, 'Her biriniz kendi adamlarınızı, Baal-peora bağlanmış
olanlarını öldürün.” (Kutsal Kitap, 2004; 746)
Baalleri ilâh olarak kabul etmekle başlayan çoktanrıcılık ve yabancı ilahlara
tapınma âdetleri İsraillileri ahlâksızlığa sürüklemekte, birbirlerine karşı
merhametsiz kılmakta, kardeşlik ruhunu zevk ile eğlence düşkünlüğüyle yok
etmekte, Rabbi öfkelendirerek cezalandırılmalarına neden olmaktadır.
(Kadushiss M., 1956 ; 107)
“İsrail oğulları Rabbin gözünde kötü olanı yaptılar, Baallere kulluk
ettiler, kendilerini Mısır diyarından çıkaran atalarının Tanrısı Rabbi bıraktılar,
etraflarında olan milletlerin ilâhlarından olan başka ilâhların ardınca
yürüdüler, onlara eğildiler, Rabbi öfkelendirdiler. Rabbi bırakıp, Baale ve
Astartilere kulluk ettiler. Rabbin öfkesi İsrail'e karşı alevlendi, onları
yağmacıların eline verdi ve onları yağma ettiler. Onları düşmanlarına sattı ve
artık düşmanlarının önünde duramadılar. Rabbin eli kötülük için onlara karşı
idi. Ananızla çekişin; çünkü o benim karım değil, ben onun kocası değilim.
Fahişeliği yüzünden zinalarını bağrından atsın, yoksa onu çırılçıplak
soyacağım, onu doğduğu günde olduğu gibi kılacağım, onu çöl gibi edeceğim,
onu kurak diyar gibi kılacağım ve onu susuzlukla öldüreceğim. Oğullarına
acımayacağım, çünkü onlar zina oğullarıdır.
Onların anaları zina etti, onlara gebe kalan kadın rezalet etti. Çünkü
dedi, 'oynaşlarımın ardınca gideceğim, ekmeğimi ve suyumu, yapağımı ve
ketenimi, yağımı ve içkimi veren onlardır. Ancak, kendisine buğday, yeni şarap
ve yağ veren; Baal için kullandıkları gümüşle altını kendisine çoğaltan Ben
olduğumu bilmedi. Bundan ötürü, vaktinde buğdayımı ve mevsiminde yeni
şarabımı geri alacağım, onun çıplaklığını örtecek olan yapağımı ve ketenimi
K.H. AKALIN
Baalizmin İsrail’deki İzdüşümü: Yahveizm
67
çekip alacağım. Şimdi oynaşlarının önünde onun utancını açığa çıkaracağım,
kimse onu elimden kurtaramayacak. Bütün sevincini, bayramlarını, a başlarını,
Sebtlerini ve bütün belli bayramlarını sona erdireceğim. Kendilerine buhur
yaktığı Baalların günlerini onun üzerinde yoklayacağım; o zaman ki, halkaları
ve mücevherleriyle süslenmiş, oynaşlarının ardınca gitmiş ve beni unutmuştu,
Rab diyor.” (Kutsal Kitap, 2004; 635)
Ayrıca, Baal'e tapınma, yalnızca tarımsal üründe bereketliliğin olacağına
inanmayı beraberinde getirmemekte; fakat bundan daha çok, bu maksadı
sağlamak için verimlilik ile cinsel ilişki arasında sıkı bir bağlantı kurulmasını da
zorunlu kılmaktadır. (Hooke S.H., 1938 ; 124)
“Tarımda verimlilik, Baal'e adanmış cinsel ayinlerden geçmekteydi.
Böylece Baal'e özgü tapınma, insan üretkenliğinin ilâhesi olarak Ishtar veya
Astarte diye anılan sex törenlerini de beraberinde getirmekteydi. Baal'e
tapınmada zina, vazgeçilmez bir ibadetti. Vadi tepelerinde, serin ağaçlıklar
altında Baal tapınmaları yapılmış, buralarda sex törenleri düzenlenilerek
bereketliliğin sunulacağı beklentisine kapılınmıştır. Milattan önce 13. yüzyıl
sırasında İsrailliler Kenan diyarına girdiklerinde, Baal tapınmasıyla zorunluluk
haline getirilmiş pek çok âdetle karşılaşmışlardı. Tarımsal ekim süreçleri
sırasında yapılması zorunlu kılınmış olan bu tapınma kültlerinin esasını, cinsel
ayinlerin oluşturmuş olduğu, kesinlik kazanmıştır. Kenan diyarındaki
uluslardan aktarılan bu tapınma biçimleri, toprağın tohumu bereketli kılmasını
sağlamak üzere Baalleri hoşnut kılma anlayışından kaynaklanmaktaydı.
Bu asırlar boyunca, Kenanlıların ilâhları ile İsrail'in Tanrısına birlikte
yönelmiş olmaları, yadsınamaz bir gerçektir. Nitekim İsrailin dindar
İsrallarından biri olan Seul; oğullarından birine Yahve armağanı anlamına
gelen Jonathan ismini verirken, diğerine de Baal'in rahibi manasında da
yorumlanacak olan Ishbaal adını vermekten hiç çekinmemişti. Baal kültlerini
özümseyici eğilimi, M.Ö. 9. yüzyılda İlyas peygambere gelinceye kadar, İsrailli
din bilginleri tarafından kesin bir şekilde karşı konularak amansız bir
mücadeleye girişilmiş de değildi. Kral Ahab'ın karısı Jezebel'in himayesi
altında, Sur şehrinde Baal için bir tapınak inşa edilmiş, Samiriye'de açılan bir
tapınakta Baal için yapılan serbestçe tapınmalara göz yumulmuş, İsrail'in eski
Tanrısına yönelik yapılan tapınmanın aksine davranılmıştır.” (Hooke S.H. ,
1938; 127-129)
Ancak, İlyas peygamber ve hemen kendisinden sonra gelen diğer
nebiler Baal tapınmalarına karşı şiddetli bir şekilde mücadele ettiler. (Hooke
S.H. , 1938; 135) Omri'nin evini yıkan ve Ahab'ın yerine geçen Yehu, İsrail dini
özellikle daha açık bir hale getirdi.
“Şimdilik bilin ki, Rabbın Ahab evi için söylediği sözünden hiç bir şey
yere düşmeyecektir. Çünkü, Rab, kulu İlya vasıtasıyla söylemiş olduğu şeyi
yaptı. Yehu, Ahab'ın sağ bir adamını bırakmayıncaya kadar Yizreelde hepsini,
bütün büyüklerini, yakın dostlarını ve kahinlerini vurdu. Yehu, bütün kavmi
toplayıp onlara dedi, 'Ahab,Baale az kulluk etti;fakat Yehu ona çok kulluk
68
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
edecek. Şimdi Baal'in bütün peygamberlerini ve bütün kâhinlerini bana çağırın;
kimse eksilmesin çünkü Baal'e büyük kurbanım var, kim eksilirse sağ
kalmayacaktır. Fakat Yehu , Baal'e tapınanları yok etmek için bunu hile ile
yaptı. Yehu dedi, Baal için bir toplanma takdis edin. İlan ettiler. Yehu, İsrail'in
her tarafına ulaklar gönderdi , bütün Baal'a tapınanlar geldiler, gelmeyen hiç
bir kimse kalmadı. Baal evine geldiler,Baal evi ağız ağıza doldu. Esvaplar
üzerinde olan adama dedi; Baal'e tapınanların hepsine esvap çıkar. Onlar için
esvap çıkardı.
Yehu, Rekab oğlu Yehonadab ile beraber Baal evine girdi, Baal'e
tapınanlara dedi , Araştırın ve bakın burada Yehova kullarından kimse sizinle
beraber olmasın, fakat yalnızca Baal'e tapınanlar bulunsun. Kurbanlar ve
yakılan takdimeleri arz etmek için içeri girdiler. Yehu dışarıda kendisi için
seksen adam koymuştu. Yehu, elinize getirdiğim bu adamlardan birini kim
kaçırıp kurtarırsa, kendi canını onun canı yerine olacaktır. Yakılan takdimeyi
arz etmeyi bitirince, Yehu, koşucu askere ve araba cenkçilerine dedi, içeri girin
ve onlara vurun, kimse çıkmasın. Ve onları kılıçtan geçirdiler, koşucu asker ve
araba cenkçileri onları dışarı attılar, Baal evi şehrine kadar gittiler. Baal
evinin ilahlarını çıkardılar ve onları yaktılar. Baal suretini yıktılar,Baal evini
yıktılar ve onu ayak yolu yaptılar,bu güne kadar böyledir. Yehu , böylece Baal'i
İsrail'de yok etti.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 592)
Ne var ki, Yehu'dan sonra , Baal'e özgü tapınma biçimleri ve âdetleri,
İsrailin dinsel yaşamında yine tekrarlanır bir hale gelmişti. İsraillilerin bu
halleri, aşağıdaki şekilde betimlenmiştir.
“Rab şöyle diyor, Yehudanın üç hatta dört kat cinayetinden ötürü
cezasını geri almayacağım; çünkü Rabbin şeriatini hor gördüler , hükümlerini
tutmadılar , ilahları kendilerini saptırdılar, o ilahlar ki, ataları onların ardınca
yürümüşlerdi. Ben de, Yehudaya ateş göndereceğim, Yeruşalimin saraylarını
yiyip bitirecek. Rab şöyle diyor, İsrail'in üç hatta dört kat cinayetinden ötürü
cezasını geri almayacağım; çünkü salihi paraya,yoksulu bir çift çarığa sattılar.
Onlar ki,yoksulların başı üzerindeki toz toprağa can atarlar; mukaddes ismimi
kirletmek için, bir adamla babası,aynı genç kadına giderler; her mezbahın
yanında, rehin alınan esvap üzerinde yatarlar , Tanrılarının evinde cereme
verenlerin şarabını içerler.
Madem ki Tanrının şeriatini unuttun, ben de senin oğullarını
unutacağım. Onlar ne kadar çoğaldılarsa, bana karşı o kadar çok suç işlediler ,
onların izzetini utanca dönüştüreceğim. Kavmimin suçu ile besleniyorlar ,
onların fesadına can atıyorlar. Zina, eski şarapla yeni şarap aklı alır. Kavmim
kendi ağacına danışıyor , değneği ona bildiriyor; çünkü zina ruhu onları
saptırdı ve kendi Tanrılarından ayrılıp zina ettiler. Dağların başlarında kurban
ediyorlar, tepelerde meşe ve kavak ağaçları altında buhur yakıyorlar; bundan
dolayı , kızlarınız fahişelik ediyorlar ve gelinleriniz zina yapıyorlar. İçkileri
ekşidi,ama zina ediyorlar; utanç reislerinin çok sevdiği şeylerdir. Efraim
söyledikçe titreme olurdu; İsrail'de kendisini yükseltmişti; fakat Baalda günah
K.H. AKALIN
Baalizmin İsrail’deki İzdüşümü: Yahveizm
69
işleyince öldü. Şimdi git gide suçu arttırıyorlar,gümüşlerinden kendilerine
ilahlar edindiler , hepsi işçilerin işidirler. Onlar hakkında diyorlar ; kurban
kesenler buzağıları öpsünler.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 749)
Ancak , M.Ö. 7. yüzyılda hükümranlık süren Manasse , İsrail dinine yabancı
olan unsurlara çok daha fazla yönelmiştir. (Hooke S.H. , 1938 ; 141)
“Manasse kral olduğu zaman , Rabbin İsrail oğulları önünden kovmuş
olduğu milletlerin mekruh şeylerine göre Rabbin gözünde kötü olanı yaptı.
Babası Hizkiya'nın yok ettiği yüksek yerleri yeniden yaptı , Baal için mezbahlar
kurdu , İsrail kralı Ahab'ın yapmış olduğu gibi bir Aşera yaptı , bütün gökler
ordusuna tapındı ve onlara kulluk etti. Rabbin , 'İsmimi Yeruşalimde
koyacağım' demiş olduğu Rab evinde mezbahlar yaptı. Rab evinin iki avlusunda
bütün gökler ordusuna mezbahlar yaptı. Oğlunu ateşten geçirdi, müneccimlik ve
sihirbazlık etti,cinciler ve bakırcılar kullandı. Rabbi öfkelendirmek için Onun
gözünde çok kötülük işledi. Yapmış olduğu oyma Aşera ilahını o eve koydu
ki,onun hakkında Rab Davud'a ve oğlu Süleyman'a demişti, 'Bu eve ve bütün
İsrail sıptlarından seçtiğim Yeruşalime ismimi ebediyen koyacağım.
Yahuda,Baal için ve Aşera için ve bütün gökler ordusu için yapılmış olan
kapların hepsini Rabbin mabedinden çıkarsınlar diye emretti ; onları Yeruşalim
dışarısında Kidron tarlalarında yaktı. Baala , güneşe , aya ve gökler ordusuna
buhur yakanları savdı. Aşerayı , Rabbin evi Yeruşalimin dışarısındaki Kidron
vadisine çıkarttı , yaktı , ezip toz etti. Yahuda,kralları tarafından yapılmış olup
Ahaz'ın yukarı odası damında bulunan mezbahları ile Manassenin Rab evinin
iki avlusunda yapmış olduğu mezbahları yıktı , kırıp döverek tozlarını kidron
vadisine saçtı.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 768)
Ne kadar tapınakları ve sunakları yıkılsa da , tapınmaların zorunlu
kıldığı zina törenleri cezalandırılarak ibret teşkil etse de,Baal ismi İsraillilerin
kültürel yaşamları üzerinde çok derinden tesirler bırakmıştır. Nitekim, Baal
isminin kendisi bile, Kitabı Mukaddes dönemlerinde İsraillilere özgü diğer
isimlerle birlikte kullanılmış,Yah ile El köküne uygun kelimeler türetilmiştir.
(Hooke S.H. , 1938 ; 73)
Ancak daha sonra , din dışı güdülerle ve kötü maksatlı olarak kullanıla
gelen boşheth , Baal isminin yerini tutacak şekilde kullanılmıştır. ‘Yerubeşşetin
oğlu Abimeleki kim vurdu? Abner, Saulün oğlu İşboşeti almıştı’ (Kutsal Kitap ,
2004 ; 651) gibisinden ifadelerle , Baal ismi gizliden anılmak istenmiştir. Baal
isminden türetilmiş olan pek çok isme Kitabı Mukaddeste rastlamak
mümkündür. “Saul öldü,onun yerine Akhorun oğlu Baal-hanan kral
oldu.Filistilerin beş beyleri , bütün Kenanlılar ve Saydalılar Baal Hermon
dağında otururlardı.Yeşu,Baal Gade kadar bütün bu diyarı aldı.Davud , Baal
peratsime geldi. Rab, Musaya söyleyip dedi,İsrail oğullarına söyle
dönsünler,Baal tsefon önünde konsunlar.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 745) vs., gibi
Kitabı Mukaddeste daha pek çok Baal ile ilgili yer adlarına rastlamak
olanaklıdır.
70
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
3. İSRAİL’İN TANRISI YAHVE
İsrailliler,bir ulus olarak oluşmaya başladıkları andan itibaren ,diğer
kavimlerin henüz daha pek farkına varamadıkları bir anlamda kendilerini dine
adamış kimselerdi. Zira , daha başlangıçta diğer kavimler doğaüstü güçlerin
farkına vararak yaşamın yalnızca bir yönüyle ilgilenirlerken ; İsrailliler,
kendilerinin Yahve tarafından seçilmiş olduklarına,ulaştıkları her zaferde veya
yenerek düşmanlarını alt etmelerinde ya da yenilerek cezaya
uğramalarında,bunların yalnızca Yahve'nin gücü ve kararıyla gerçekleştiğine
derinden inanmaktaydılar. (Oesterley W.O. , 1930 ; 18) Bütün bu gerçeklere
rağmen, fikirlerinden olduğu kadar yaşama tarzlarından da en küçük bir ödün
vermemiş olan İsrail nebilerinin, kendilerine sadık taraftar olarak ; toplumun alt
kesimlerinden gelen , kurulu sosyal sisteme karşı isyan edecek ölçüde idari
güçlere karşı hoşnutsuzluk ve öfke besleyen kimselerden seçmeleri, kendi haleti
ruhiyelerinin birer sonucudur. (Finkelstein L. , 1960 ; 76)
Gerçekte,Yahve dininin özünde , fakirlik ve düşkünlük bir Tanrı cezası
olarak öngörülmüş, bereketliliğin ve bolluğun da yasaya uyma sayesinde
ulaşılan ödüllendirme olarak benimsenmiş olmasına rağmen; kurulu toplumsal
düzen içinde, genellikle servet ile güçten yoksun halkın arasından çıkan
nebilerin kendilerine hedef olarak seçtikleri ilk zümre, zenginler ve toplumda
bir konumu olanlar olmuştur. (Oesterley W.O. , 1930 ; 21) Günümüzdeki
anlamıyla din, inançların ve âdet haline getirilmiş ibadetlerin olduğu kadar
öğretilerinin de bir sistem kapsamında geliştirilmesi içeriğini taşıyorsa , çeşitli
gayeleri arasında bütün bu gereklilikleri inananlarına zorunlu kılarak
görünemeyen güçleri hoşnut etme ya da kızgınlıklarını yatıştırma gibi bir
maksadı da gerektiriyorsa; Yahve'ye bu şekildeki bağlanışları sonucunda
İsrailliler ulus haline gelmeye başladıkları andan itibaren böyle bir düşünce
ufkuna sahip bulunan ender kimseleri içinden çıkartmış tek millettir, denilebilir.
(Finkelstein L. , 1960 ; 79)
İsraillilerin Yahve'ye olan gönülden bağlılıkları , aşağıdaki ifadelerle
ulusal bir gurur haline getirdikleri , Tanrı katında seçilmişlik onuru , kendilerini
daima diğer kavimlerden farklı oldukları bilincini yerleştirdiği gibi ; zulme
uğradıklarında veya ulusal bir felâketle karşılaştıklarında , birbirlerine olan
bağlılıklarını pekiştirmiş, azimlerini de daimi kılmıştır. (Oesterley W.O. , 1930 ;
26)
“Siz, Tanrınız Rabbin oğullarısınız; ölü için bedeninizde yara
açmayacaksınız, gözlerinizin arasını tüysüz kılmayacaksınız. Çünkü sen,Tanrın
Rabbe mukaddes bir kavmsın; Rab,yer üzerinde olan bütün kavimlerden üstün
olarak, kendisine has bir kavim olmak üzere,seni seçti. Bu gün sana emretmekte
olduğum Tanrın Rabbin bütün emirlerini tutup yapmak için , onun sözünü iyice
dinlersen, Tanrın Rab dünyanın bütün milletlerine seni üstün kılacaktır. Eğer
Tanrın Rabbin sözünü dinlersen, bütün bereketler senin üzerine gelecek ve sana
erişecektir. Sana karşı ayaklanan düşmanlarını , Rab senin önünde kırdıracak ;
K.H. AKALIN
Baalizmin İsrail’deki İzdüşümü: Yahveizm
71
sana karşı bir yoldan çıkacaklar ve senin önünden yedi yoldan kaçacaklardır.
Ambarlarında ve elini attığın her şeyde Rab senin üzerine bereketi
emredecektir. Yerin bütün kavimleri, Rabbin ismiyle senin çağrılmakta
olduğunu görecekler ve senden korkacaklardır. Çünkü Tanrın Rab sana vaat
etmiş olduğu gibi seni mübarek kılacaktır.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 462)
Zira, Yahve'ye olan bu gönülden bağlılıkları,her İsraillinin günün birinde
dünyanın kaderini elinde tutacak olan yönetici ulusun temsilcilerinden birisi
olma gururunu hissetmesini sağlamış , yeryüzündeki diğer ulusların uğradıkları
asimileyle yok olma sürecinden böylece kurtarmıştır. İsraillilerin fısıh
bayramında masalarında sessizce otururlarken , bir zamanlar İlyas peygamberin
söylemiş olduğu , ‘Merhametli tek Tanrım,her şeyin en iyi olduğu günü bizlere
miras kıl. Merhametli tek Tanrım, Mesihin olduğu günlerde yaşamamıza izin
ver’ (Kutsal Kitap , 2004 ; 381) duayı, içtenlikle yinelerler. İsraillilerin mesih
beklentisi, Zoroastrianizmdeki (zerdüştlükteki) anlamından daha önce ortaya
çıktığı gibi anlamı itibarıyla da tamamıyla farklılıkları içermektedir.
“Musaya söylediğim gibi, ayağınızın tabanının basacağı her yeri size
verdim. Hayatının bütün günlerince kimse sana karşı duramayacak; nasıl
Musayla beraber oldumsa,seninle de öyle beraber olacağım ; seni boşa
çıkartmam ve seni bırakmam. Kuvvetli ol ve yürekli ol ; çünkü kendilerine
vermek için onların atalarına and ettiğim diyarı,miras olarak bu kavme sen
böleceksin. Ancak , kulum Musanın sana emrettiği bütün şeriate göre yapmağa
dikkât etmek için kuvvetli ol ve çok yürekli ol. Yürüyeceğin her yerde Tanrın
Rab seninle beraberdir.Yahve,nebisi Yeşu'nun emriyle güneşi yerinde tutmakta ,
ayı sabit kılmakta , Erden sularını kurutmakta,Eriha şehrini fethetmektedir. O
zaman Rabbin Amorileri, İsrail oğullarının önünde teslim ettiği gün , Yeşu ,
İsrailin gözü önünde Rabbe söyledi ; ‘Dur ey güneş Gibeon üzerinde , ve ay sen
Ayyelon deresinde’ , ulus düşmanlarından öç alıncaya kadar , güneş durdu ve
ay yerinde kaldı. Güneş göklerin ortasında durdu ve tam bir gün kadar
batmakta acele etmedi. Rabbin insan sesini işittiği o gün gibi bir gün ondan
evvel ve ondan sonra olmadı ; çünkü Rab, İsrail için cenk etti. Rab onların
üzerine göklerden büyük taşlar attı , öldüler. Dolu taşlarıyla ölenler,İsrail
oğullarının kılıçla öldürdüklerinden daha çoktu .Kadir Tanrı,Yehova;kadir
Tanrı,Yehova, o bilir,İsrail de bilecek.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 592)
Tıpkı Musa'yı kızıl denizden geçirdiği gibi , her savaşta Yahve'nin kudretinin
açığa çıkması beklenilmektedir.
“Musa deniz üzerine elini uzattı , Rab bütün gece kuvvetli şark yeliyle
denizi geri çevirdi,denizi kara etti, sular yarıldı. İsrail oğulları kuru yerden
denizin ortasına girdiler , sular sağlarında ve sollarında onlara duvar oldular.
Mısırlılar kovaladılar, Firavunun bütün atları ve cenk arabaları denizin
ortasına girdiler. Rab, Musaya dedi,'Elini deniz üzerine uzat,ta ki , sular
Mısırlılar üzerine dönsünler .Musa elini deniz üzerine uzattı , deniz kendi
akınına döndü , Rab Mısırlıları denizin ortasına silkip attı. Mısırlılar
dediler,İsrail önünden kaçalım , çünkü Rab onlar için Mısırlılara karşı cenk
72
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
ediyor. İsrail, Rabbin Mısırlılar üzerinde yapmış olduğu büyük işini
gördü,kavim Rabden korktu , Rabbe ve kulu Musaya inandılar. Amalek geldi ve
İsraille Refidimde cenk etti. Musa, Yeşua'ya dedi;Bize adamlar seç , çıkıp
Amalekle cenk et , yarın ben , Tanrının değneği elimde olarak tepenin başında
duracağım. Yeşu Musanın kendisine dediği gibi yaptı ve Amalekle cenk etti.
Musa elini kaldırdığı zaman , İsrail galip geliyordu , elini indirdiği zaman ise
Amalek galip geliyordu. Fakat , Musanın eli yoruldu, bir taş alıp elinin altına
koydular , ellerini yukarı tuttular , güneş batıncaya kadar elleri sabit kaldı.
Yeşu ,Amaleki ve kavmini kılıç ağzıyla kırdı.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 591)
Artık İsrailliler , Yehovanın nebileri vasıtasıyla bildirdiği emirlerine tamamıyla
boyun eğip, itaatkâr davranmaları halinde,her şey yolunda gidecek;fakat
yolundan sapıp,Baal gibi diğer ulusların ilâhlarından medet umdukları anda da
kendilerinden yüz çevirecek, nimetlerini kesecek, düşmanlarını üzerine
salacak,her türlü belâlar onları bulacaktır. (Oesterley W.O. , 1930 ; 54)
“Asurlular ve Babilliler,Yahvenin asi çocuklarını cezalandırmada ve
emirlerine riayetkâr davranmalarını sağlamada birer araçtan başka bir şey
değildir. Şeriate uyulursa , bolluk ve bereketin yanı sıra güç ve zafer de İsrail
oğullarını beklemektedir. Her şeye rağmen , İsrail oğulları ne yaparsa yapsın ,
Yahve , kendilerini bütünüyle yok etmemekte , bir ulusu bütünüyle ortadan
kaldırmamaktadır. İsyankârlıklarında ne kadar ileri giderlerse gitsinler, kavmin
içinde mutlaka Yahve'ye inanan ve itaatkârlığında azmeden birkaç kişi
bulunmakta ; Yahve de, bunların hatırına ulusu bütünüyle ortadan
kaldırmamaktadır. İsyankârlıkları, başkaldırmaları ve yasaya uymamaları
yüzünden, Yehova,İsraillilerin ; kibrini kırmakta, esarete düşürmekte, kölelikle
terbiye etmekte, yoksullukla horlamakta, dağılmalarına ve birbirlerine
düşmelerine yol açmakta,zulümlere uğratmaktadır. Yahve, buyruklarını
nebileriyle bildirmekte, öfkesini ve hiddetini bu elçileriyle açıklamaktadır.”
(Oesterley W.O. , 1930 ; 57)
4.YAHVE KÜLTÜNÜN OLUŞUMU
Yahve kültü ,Samuel'den Zekarya ve Malaki'ye kadar aralıksız olarak
süren , neredeyse bin yıllık bir dönemi kapsayan uzun mücadeleler sonrasında ;
birbiri peşi sıra izleyen nebilerin ilâhi ilhamı açığa çıkartan
söylevleriyle,toplumsal adaletsizliğe karşı çıkan kesin tutumlarıyla , İsrail'in
seçkinliğini ve üstünlüğünü bildiren açıklamalarıyla gerçekleşmiştir.
(Finkelstein L. , 1960 ; 92) İsrailliler, Musa'nın tek Tanrı ilhamına dayanan
yasasını öyle kolay bir şekilde benimsemiş değillerdir.
“İsrailliler asırlar boyu , kendilerinin de yer aldığı Sami dünyasından
olan komşu ulusların kültleriyle tanışmışlar , bunların inançlarını çok derinden
kültürlerine ve zihinlerine aktarmışlardı. Nebileri, Yahve'ye yönelik tapınmayı
hor gören ve değerini alçaltan içlerindeki sapkınlara karşı öfkeyle karşı çıkmış
olsalar dahi; Yahve kültünün benimsenilmesini sağlamak için , ister istemez
K.H. AKALIN
Baalizmin İsrail’deki İzdüşümü: Yahveizm
73
çoktanrıcılık törenlerinin yapılmasına göz yummak zorunda kalınmıştır.
Nebiler,Yahve'nin dinini İsraillilere bildiren, uyaran birer Tanrı elçileridir.
Samuel kitaplarından başlamak üzere nebiler hakkında açıklayıcı pek çok
bilgiye rastlanılmaktadır. Peygamberlerin hangi ölçüte göre seçilmiş olduğu ,
karşılaşmış oldukları karmaşık sorunların gerisinde ekonomik durumlarının
neler olduğu konusunda ayrıntılı bulgulara rastlanılmamış olsa dahi ; nebilerin
neredeyse tümünün fakir ve eğitimden geçmemiş , duygularını söz ve fiilleriyle
denetlenemez bir biçimde dışa vuran ve dinsel konularda da aşırı ölçüde
tutuculuk gösteren, zaman zaman da olsa kalabalık insan toplulukları önünde
çok tesirli konuşmaları yapabilen kimselerden geldiğine , hiç şüphe yoktur.”
(Finkelstein L. , 1960 ; 96-98)
Aşağıdaki ifadelerle, İsrail'in nebileri kaba esvaplar giydikleri gibi,
çıplak ve yalın ayak yürüyerek Yahve'nin buyruklarını bildiren kimselerdi.
“Kendi üzerine Tanrının ruhu geldi ve peygamberlik ederek gidiyordu.
O da esvabını çıkardı ve kendisi de Samuel'in önünde peygamberlik etti. Bütün
o gün ve bütün o gece çıplak olarak yattı. Rab , Amotsun oğlu İşaya vasıtasıyla
söyleyip demişti ; Git ve belindeki çulu çöz , ayağından da çarığını çıkar. Öyle
yaptı,çıplak ve yalın ayak yürüdü. Rab dedi; Mısır için ve Habeş ili için alamet
ve örnek olarak kulum İşaya nasıl üç yıl çıplak ve yalın ayak yürüdüyse, Asur
kralı da Mısıra utanç olsun diye,böylece çıplak ve yalın ayak ve de oturak
yerleri açık olarak sürecek.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 387)
İsrail'in nebileri , kendi kibrini kırmış olduklarından tamamıyla alçak gönüllü ,
eziyet gören, baskıya uğrayan,toplum dışı bırakılmış olan , daima yiğitlik örneği
gösteren , fikirlerinden olduğu kadar davranış biçimlerinden de asla ödün
vermeyen birer kimseler oldukları gibi ; gönenç içinde itibarlı yaşamaktan,
insanlardan kendini üstün görmekten , idari ve cebri bir yönetim gücüne sahip
kimseler olmaktan nefret eden ; insanların zihnine olduğu kadar gönlüne de
hitap edebilen kişilerdi. (Finkelstein L. , 1960 ; 114) “Davud oradan yola
çıktı,Adullam mağrasına sığındı. Kardeşleriyle babasının bütün ev halkı işittiği
zaman, oraya onun yanına indiler. Sıkıntıda olan herkes , borçlu olan herkes ,
canı yanmış olan herkes onun yanında toplandılar. Davud,onların üzerine reis
oldu,onun yanında dört yüz kişi kadar vardı.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 297) Bu
ifadeyle , avare avare dolaşan ve toplumda hiç bir gücü ya da serveti olmayan
halk kitleleri,hatta toplumdan itilmiş olan hırsızlar veya kimsesizler, nebilerin
dinleyicileri arasında yer almaktadır.
Kendilerini dinlemeye gelen kimseler, çoğunlukla, halkın mülksüz ve
etkinsizler kesimi olduğu için, zenginlere karşı ateş püskürmeler, yaşamlarının
günah dolu olduğu savını ileri sürerek açıkça düşmanlıklarını ortaya koydukları
gibi; Yahve'ye olan bu isyankârlıklarının cezasını elbet günün birinde
çekeceklerini ve felâkete uğrayacaklarını da açıkça bildirmişlerdir. Nitekim,
aşağıdaki ifadelerle, Yehova'ya itaatsizliğin cezası daima anımsatılmaktadır.
“Rab Yehova şöyle diyor: Madem ki çevrenizde olan milletlerden ziyade
kanunlarımda yürümediniz, hükümlerimi yapmadınız;bundan dolayı,ben de
74
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
sana karşıyım, milletlerin gözleri önünde senin içinde hükümler yürüteceğim.
Senden üçte biri veba ile ölecekler, senin içinde kıtlıkla telef olacaklar, üçte biri
çevrende kılıçla düşecekler. İşte ben, üzerinize kılıç getireceğim, yüksek
yerlerinizi yok edeceğim. Mezbahlarınız virane olacak, güneş ilahlarınız
kırılacak, vurulmuş olanlarınızı ilahlarınızın üzerine düşüreceğim.
Mezbahlarınız harap ve virane olsun, ilahlarınız kırılıp ortadan kalksın, güneş
ilahlarınız kesilip devrilsin ve işleriniz silinsin diye; oturduğunuz yerlerin
hepsinde şehirler harap olacak ve yüksek yerler virane olacak, vurulmuş
olanlarınız ortanıza düşecekler, bileceksiniz ki ben Rab'bim. Memleketler içinde
saçıldığınız zaman, milletler arasında kılıçtan kaçıp kurtulanlarınız olsun diye,
bir bakiye bırakacağım. Kaçıp kurtulanlarınız, yanlarına sürgün edildikleri
milletler arasında beni anacaklar, çünkü onların benden ayrılan zina eden
yüreğinden, ilahlarının ardınca zina eden gözlerinden kırıldım. Bütün mekruh
işlerinde etmiş oldukları kötülüklerden ötürü gözlerinde kendi kendilerinden
tiksinecekler. Ben Rab'bim, onlara bu kötülüğü edeceğimi boşuna söylemedim.”
(Kutsal Kitap, 2004 ; 664)
Dine karşı aşırı duyarlılığıyla, Filistiyi sapanla ve taşla öldürmesiyle halkın ilgi
ve dikkâtini çeken Davud ; daha sonra Saul'ün peşine düşmesi sırasında dahi,
kötülüğü iyilikle ödemesini bilmesinden dolayı İsrail'e krallık etmesi
benimsenilmiş büyük bir lider olduğu kadar,önemli bir peygamberdir. Saltanatı
boyunca yarı meşru bir statüde kalmış olsa dahi, Yehova'ya kesin olarak itaat
etmede ihmalkâr davrandığı anda, kendisini uyarıp itham eden Nathan ile Gad
gibi kimseler, Tanrı'nın tehdit ile vaatlerini aktarmaktan yılmamaktaydılar.
“Natana Rabbin sözü geldi: Git ve kulum Davuda söyle, Rab şöyle
diyor; Oturmam için sen mi bana ev yapacaksın?Çünkü İsrail oğullarını
Mısırdan çıkardığım günden bu güne kadar bir evde oturmadım; fakat çadırda
ve meskende olarak yürüdüm. Bütün İsrail oğullarıyla beraber yürüdüğüm
yerlerin hepsinde, kavmimi, İsraili gütmek için kendilerine emrettiğim İsrail
sıptlarından birine, Niçin bana arz ağacından bir ev yapmadınız, diye bir söz
söylemedim mi? Şimdi kulum Davuda şöyle diyeceksin;orduların Rabbi şöyle
diyor ; Kavmim üzerine, İsrail üzerine hükümdar olmak üzere seni ağıldan ,
koyunların ardından aldım ve yürüdüğün her yerde seninle beraber oldum ,
senin önünden bütün düşmanlarını söküp attım, sana dünyada büyüklerin adı
gibi büyük bir ad yapacağım. O benim ismime ev yapacaktır, krallığın tahtını
ebediyen sabit kılacağım. Ben ona Baba olacağım, bana oğul olacaktır.”
(Kutsal Kitap, 2004; 549)
Süleyman'ın hükümranlığı sırasında, tutucular yeniden güce sahip
olmuşlar, İsrailliler de çok eskiden kalma tarımsal bereket ilâhı olan Baal'e
yeniden tapınmaya meyletmişler, cennet kraliçesi olarak aşırı düşkünlük
gösterdikleri Aşera'ya yönelmişlerdir. (Pritchard J.B. , 1950 ; 71) “Omrinin oğlu
Ahab , kendisinden önce olanların hepsinden ziyade Rabbin gözünde kötü olanı
yaptı. Saydalılar kralı Etbaal'in kızı İzebeli de karı olarak aldı. Gidip Baal'e
kulluk etti ve ona tapındı. Simiriyede kurduğu Baal evinde, Baal için mezbah
K.H. AKALIN
Baalizmin İsrail’deki İzdüşümü: Yahveizm
75
kurdu. Ahab,Aşerayı yaptı.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 552)
Yahve kültünün, Baal ile Aşera tapınmaları üzerinde kesin zaferini
sağlamış olan en önemli nebilerinden biri olan Eliya (İlyas) peygamber ,
Yehova'nın mesajını iletmekle görevliydi. “Ahezya hastalandı ve ulaklarına,
gidin, Ekron ilâhı Baal Zebundan sorun,bu hastalıktan iyi olacakmıyım? Rabbin
meleği Tişbeli İlyaya dedi, Kalk Samiriye Kralının ulaklarını karşılamak için
çık onlara de, İsrailde Tanrı olmadığı içinmi siz Ekron ilâhı Baal Zebundan
sormaya gidiyorsunuz? Bundan dolayı Rab şöyle diyor , üzerine çıktığın
yataktan inmeyeceksin , çünkü öleceksin.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 761)
Baal'e tapınmalarına karşı amansız bir mücadeleye girmiş olan İlya,
‘ben İsraili derde sokmadım, sen, Rabbin emirlerini bırakarak ve Baalların
ardınca giderek derde siz soktunuz. Şimdi gönder, bütün İsraili ve İzebelin
sofrasında yemek yiyen Baalin dört yüz elli peygamberini ve dört yüz Aşera
peygamberini Karmel dağına topla’ (Kutsal Kitap, 2004; 351) ifadesiyle , İsrail
halkının Baal'e nasıl bir düşkünlük gösterdiğini ortaya koymuştur. Yehova'nın
kendi kudretini açığa çıkartarak Baallere karşı kesin bir üstünlük kuracağından
emin olan , İlya , aşağıdaki ifadesiyle, içinde bulunduğu koşulları Yehuda'daki
Manasse'den daha geri kalmış değildi. (Pritchard J.B., 1950 ; 76)
“Ahab , bütün İsrail oğullarına gönderdi ve peygamberleri Karnel
dağına topladı. İlya bütün kavime yaklaşıp dedi: Ne vakte kadar iki tarafa
toplayacaksınız? Eğer Yehova Tanrı ise, onun ardınca yürüyün; eğer Baal ise,
onun ardınca yürüyün. Kavim, bir cevap vermedi .İlya kavime dedi: Rabbin
peygamberi olarak ben , yalnız ben kaldım; fakat Baalin peygamberleri dört yüz
elli kişidir. Rabbin İsrail oğulları önünden kovmuş olduğu milletlerin mekruh
şeylerine göre Rabbin gözünde kötü olanı yaptı. Babası Hizkiyanın yok ettiği
yüksek yerleri yeniden yaptı, Baal için mezbahlar kurdu ; İsrail kralı Ahabın
yapmış olduğu gibi bir Aşera yaptı , bütün gökler ordusuna tapındı ve onlara
kulluk etti. Rabbin, İsmimi Yeruşalimde koyacağım demiş olduğu Rab evinde
mezbahlar yaptı. Rab evinin iki avlusunda bütün gökler ordusuna mezbahlar
yaptı. Yapmış olduğu oyma Aşera ilahını o eve koydu ki; onun hakkında
Rab,Davud ve oğlu Süleymana demişti: Bu eve ve bütün İsrail sıptlarından
seçtiğim Yeruşalime ismimi ebediyen koruyacağım. Fakat dinlemediler ,
Manasse İsrail oğulları önünden Rabbin helâk ettiği milletlerden ziyade kötü
olanı yapmak için onları baştan çıkardı.” (Kutsal Kitap , 2004 ; 371)
Baal ve Aşera'nın rahipleri , asırlar boyu kendi emelleri uğruna Süleyman'ın
Tapınağını kullanmışlar , burada Baallere kurbanlar kesilmiş ve çevresinde de
törenler düzenlenmiştir. (Pritchard J.B. , 1950 ; 79) “Yehuda'da yabancı
ilahlar,kesin olmasa dahi,M.Ö. 700'lü yıllara kadar etkisini sürdürmüştür. Bu
süre müddetince İsrail krallığında Yehova'ya bağlılık gösterenler azınlıkta
kalmış ve acınacak bir hal içinde Yahve'nin kudretini göstermesi beklenmiştir.
Bütün bunlar , on kabile birliğinin parçalanmasına , 742 ile 721 yılları
arasında istilâya uğramalarına yol açmıştır. Gerek Baal'e bağlanmaları
sırasında ve gerekse de istilânın getirdiği çöküş dönemlerinde , Yehova'nın
76
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
kendilerine vaat etmiş olduğu seçilmiş üstün kavim olma bilincini hiç
gösterememişlerdir.” (Pritchard J.B. , 1950 ; 82)
Bütün bunlara rağmen, on kabile birliğinin parçalanarak İsrail oğullarının
dağılması Yehuda üzerinde çok güçlü bir duygusal tesirde bulunmuştur.
Hizkiya, şöyle demektedir : “Atası Davud'un yapmış olduğu her şeye göre
Rabbin gözünde doğru olanı yaptı. Yüksek yerleri kaldırdı, dikili taşları kırdı ve
Aşerayı kesti. Musanın yapmış olduğu tunç yılanı parçaladı , zira İsrail oğulları
ona buhur yakıyorlardı ve onun adını Nehuştan (tunç parçası) koydu. İsrailin
Tanrı Rabbe güvendi , kendisinden sonra olan bütün Yehuda krallarının
arasında ve kendisinden önce olanlar arasında onun gibisi yoktu.” (Kutsal
Kitap , 2004 ; 227)
Tanrı tarafından övülmüş olmasına rağmen, Hizkiya , istilâya uğrayan
şehirlerini Asur kralının elinden kurtarabilmek için, “Rab evinde ve kral evinin
hazinelerinde bulunan bütün gümüşü verdi. Rabbin mabedinin kapılarından ve
direklerinden altını soydu, onu Asur kralına verdi.” (Kutsal Kitap, 2004; 538)
Hizkiya'nın hükümranlığı sırasında İsrailliler, tarihlerindeki en heybetli
dönemlerinden birini yaşamış oldukları gibi; ilk defa, Yahve'ye olan tapınmaları
resmilik kazanmış ve Kudüs'de açıkça halk tarafından içtenlikle
benimsenilmiştir. (Paton L.B., 1910; 43) Sadece Yahve'ye yönelme konusunda
çok güçlü bir eğilim ortaya çıkmış olsa dahi, bu, saf bir yönelme olmadığı gibi
geçmişin alışkanlıklarından kurtulunmuş bir eğilim de değildi. Hizkiya,
özellikle yabancı ilâhlar için kesilen kurbanlara şiddetle karşı çıkmış; ayrıca,
merhametli , dürüst ve alçak gönüllü olmaksızın kesilen kurbanı Yahve’nin
istemediğini açıkça bildirmiştir.
Aşağıdaki ifadesiyle Yehova ; iyiliksever , adaletli ve kötülükten
arınmış olmaksızın kesilen kurbanın bir değeri olmadığını bildirerek, Yehova ,
öfkesini açıklamıştır.
“Rab Yehova şöyle diyor:İşte,bu yerin üzerine, insanın üzerine ,
hayvanın üzerine , kırın ağaçları üzerine ve toprağın semeresi üzerine öfkem ve
kızgınlığım dökülecek , tutuşup sönmeyecek. İsrailin Tanrısı , orduların Rabbi
şöyle diyor:yakılan takdimelerinizi kurbanlarınızı katın da siz yiyin. Çünkü
atalarınızı Mısır diyarından çıkardığım gün,yakılan takdime ve kurban için
onlara söylemedim ve kendilerine emretmedim. Çünkü istediğim kurban değil,
iyiliktir ; yakılan takdimelerden çok Tanrı bilgisidir. Takdimelerimin
kurbanlarına gelince , eti kurban ediyorlar ve onu yiyorlar, fakat Rab onları
kabul etmiyor ; şimdi onların fesadını anacak ve suçlarını yoklayacak. Çünkü
İsrail kendisini Yaratanı unuttu , saraylar yaptı , Yahuda duvarlı şehirleri
çoğalttı; fakat onun şehirlerinin üzerine ateş göndereceğim,onun saraylarını
yiyip bitirecek. Rabbe şarap takdimeleri dökmeyecekler, onun hoşuna
gitmeyecekler, kurbanları kendileri için yas tutanların ekmeği gibi
olacak,ondan yiyenlerin hepsi murdar olacak, çünkü ekmekleri kendi karınlarını
doyurmak için olacak , Rabbin evine girmeyecek. O gün vaki olacak ki , senden
oyma ilahlarını , dikili taşlarını söküp atacağım ve kendi ellerinin işine artık
K.H. AKALIN
Baalizmin İsrail’deki İzdüşümü: Yahveizm
77
tapınmayacaksın.
Senden Aşerlerini koparıp atacağım. Rabbin sesi nida ediyor,ne ile
Rabbin karşısına çıkayım , yüce Tanrının önünde eğileyim ; onun karşısına
yakılan takdimelerle mi,bir yıllık buzağlarla mı çıkayım? Binlerce koçlardan,on
binlerce yağ sellerinden Rab hiç hoşlanır mı? Günahım için ilk oğlumu ,
canımın suçu için de bedenimin semeresini mi vereyim? Ey adam , iyi olanı
sana bildirdi : hak olanı yapmak, merhameti sevmek , Tanrından alçak gönüllü
olarak yürümekten başka Rab senden neyi ister? Rab diyor:Kurbanlarınız çok
olmuş,bana ne? Koçlardan yakılan takdimelere ve besili hayvanların yağına
doydum;boğaların, kuzuların ve ergeçlerin kanından hoşlanmam. Artık boş
takdime getirmeyin,buhur bana mekruh şeydir. Ay başı ve Sebt günü
toplantıların çağrılmasına, fesat ile bayram toplantısına dayanamıyorum.
Yıkanın,temizlenin; gözümün önünden işlerinizin kötülüğünü atın ;kötülük
etmekten vazgeçin, iyiliği etmeyi öğrenin, adaleti arayın , ezilmiş olana
doğruluk edin , öksüzün hakkını koruyun , dul kadının davasına bakın.” (Kutsal
Kitap , 2004 ; 572)
Nebiler , bu gibi ifadelere dayanarak kralları sürekli olarak suçlamaktan
geri durmamışlar, hâlâ izlerini fark ettikleri Baalizme karşı şiddetle karşı
koymuşlardır. “Eski Ahid'in en azından kırk sayfası , ağaçlıklar altında
kurulmuş Aşera tapınmaları sırasında âdet haline getirilen fuhuştan söz
etmektedir. Araştırmacılar tarafından keşfedilen bulgulara göre de , İsrailliler
en azından M.Ö. 7. asrın ortalarına kadar , zinayı bir ibadet haline getiren
Aşera kutlamalarına devam etmişlerdir. Hizkiya'nın Aşera ağaçlarını kesmesine
rağmen Manasse'nin yeniden eski haline getirmiş olmasıyla Aşera törenleri
İsrail halkı arasında son derece yaygınlık kazanmıştır.” (Paton L.B. , 1910 ; 4950)
Aşera tapınmalarının zina üzerine kurulması ve topluluk içinde de fuhşa
yaygınlık kazandırması nedeniyle , ‘İsrail kızlarından ve oğullarından
kendilerini fuhşa vakfetmiş kimse olmayacaktır. Kadın fuhşunun kazancını veya
erkek fuhşunun ücretini , her hangi bir adak için Tanrın Rabbin mabedine
getirmeyeceksin ; çünkü bunların ikisi de Tanrın Rabbe mekruh şeylerdir.’
(Kutsal Kitap , 2004 ; 559) ifadesindeki Musa yasasından dolayı , fahişeler
özellikle toplum dışı kılınmış, bu yolla edinilen kazançların tapınağa girmesi de
yasaklanmıştır.
5. SONUÇ
Tarımsal faaliyetle uğraşan ulusların ilâhları olarak Baaller, doğa
üzerinde hakimiyet kuran güçler şeklinde algılanmakta olduğundan;bu
sebeple,batıdaki Sami ulusları bu Baallere bereketli ürünleri bahşetmesi için dua
etmekte , uygun tabiat koşullarını sağlaması için de yalvarıp yakarmaktaydı.
Böyle olunca da, Sami kavimlerinin ilâhları olan bu Baaller, gerçekte
verimliliğin ve bereketliliğin Tanrısı olarak görülmekte; insanlar arasında rızkı
dağıtan üstün bir kudret olarak kabul edilmekte ; o sıralar insanların en çok
78
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
gereksinim duyduğu tahıl,yün,keten,yağ gibi zorunlu tüketim maddelerinin
insanlar arasında dağılımına karar veren bir kudret olduğuna inanılmaktaydı.
Ancak , Baal inancına bağlanmak, İsrail oğullarına Rabbin öfkesini de
getirmiştir.
İsraillilerin her şeye kadir olan bu tek Tanrı anlayışları, kendilerine olan
öz güvenlerine veya gayretlerine pek gereksinim duymamış olmalarına da yol
açmıştır denilebilir. Sırf bu inançlarından dolayı , İsrailliler,yenilgiyi Yahve'nin
bir yargısı ve cezası , zaferi de Yahve'nin himaye edici bir kudreti olarak
görmüş olduklarından ; savaşın kazanılması ya da barışın korunması konusunda
bir gayret göstermeyi veya bu uğurda yeteneklerini geliştirmeyi , tamamıyla
gereksiz görmüşlerdir. Nasıl olsa Yahve, kendileri için en uygun olanı yapmaya,
zaten her şeye kadir olan kudretiyle çoktan azmetmiştir. Neredeyse nebilerin
tamamı , toplumda hiç bir şeyi ve konumu olmayan bu kimsesizler güruhuna
hitap ederek , zihnine ve gönlüne girerek, halkın kânaatlerini değiştirmek
yoluyla soya dayalı yönetim sisteminin tabanını çökertmek istemişlerdir.
Krallığın idare gücünün karşısına , Tanrının o her şeye kadir olan gücünü
çıkartarak, kendilerini kanıtlama ve halkı ayaklandırma yoluna gitmişlerdir.
KAYNAKLAR
Albright W.F. (1968). Yahweh and the Gods of Canaan : A Historical Analysis of Two
Contrasting Faiths, New York
Finkelstein L. (1960). The Jews : Their History, Culture and Religion, Vol.1, New York
Hooke S.H. (1938). The Origins of Semitic Ritual, New York
Kadushiss M. (1956). The Rabbinic Mind, New York
K.M. Şti. (1997). Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit, İstanbul
Oesterley W.O. (1930). Hebrew Religion : İt's Origin and Development , London
Paton L.B. (1910). The Early Religion of Israel , Boston-1910
Pritchard J.B. (1950). Ancient Near Eastern Texts relating to the Old Testament . New York
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
YURTDIŞI MÜTEAHHİTLİK HİZMETLERİ SEKTÖRÜNDE
KULLANILAN ÇEŞİTLİ ULUSLARARASI İŞ ORTAKLIĞI
MODELLERİNİN HUKUKİ ÇERÇEVESİ
Yrd. Doç. Dr.Tunay KÖKSAL∗
Özet
Günümüzün sınırlar ötesi iş dünyası, birleşme ve devralmaların haricinde ortaklıkların
değişik formlarını kullanmaktadır. Bu iş ortaklıklarında belli bir projeyi birlikte üstlenen firmalar,
aynı zamanda hukuki bağımsızlıklarını korumaktadırlar. İş ortaklığına dahil müteşebbisler
arasındaki bağ sıkı veya gevşek olabilir. Uluslararası Ticaret Hukukunda, uluslararası inşaat
sektöründe görülen başlıca iş ortaklığı türleri; Joint Venture, Konsorsiyum ve AB ülkeleri ile
onların hukukunu benimseyen diğer ülkelerde Avrupa Ekonomik Menfaat Gruplaşması (The
European Economic Interest Grouping)’dır.
Abstract
Today's cross-border business world uses various forms of partnerships beside mergers
and acquisitions. Companies which undertake a certain project in these business partnerships also
protect their legal independence. The links between entrepreneurs included in business
partnership can be tight or loose. In International Trade Law, major types of business partnerships
of the international construction industry are: Joint Venture, Consortium and the European
Economic Interest Grouping (EEIG) in EU countries and other countries where laws of EU
countries are adopted.
GİRİŞ
Ülkemiz, dışa açılma döneminde yabancılara ihale edilen büyük boyutlu
alt-yapı yatırımlarının sözleşme sürecinde ilk kez joint venture ve konsorsiyum
kavramları ile tanışmıştır.
Uluslararası rekabetin gelişmesi sonucu, bazı işlerin firmalarca tek
başına yapılabilir olması imkanı ortadan kalkmış ve tek başına iş alma
yönteminin her zaman karlılığı istenen ölçüde sağlayamadığı da ortaya
∗
Atılım Üniversitesi, Uluslararası Ticaret ve Lojistik Hukuku Öğretim Üyesi.
80
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
çıkmıştır. Bu nedenle firmalar, kendi güçlerini ve bağımsızlıklarını korumakla
birlikte sadece belirli süreli belli işlerde ortak girişim riskine girmeyi daha
uygun bulmuşlardır. Özellikle uluslararası inşaat sektöründe ve uluslararası
yatırım alanlarında firma gruplaşmalarına rastlanmaktadır. Genellikle bu
gruplaşmalara “ortak girişim” adı verilmektedir. Firmalar arası bu gruplaşmalar,
tamamen akdi bir esasa dayanıp, belli bir işin ifasını amaçlamaktadırlar.
Günümüzün sınırlar ötesi iş dünyası, birleşme ve devralmaların
haricinde ortaklıkların değişik formlarını kullanmaktadır. Bu iş ortaklıklarında
belli bir projeyi birlikte üstlenen firmalar, aynı zamanda hukuki
bağımsızlıklarını korumaktadırlar. İş ortaklığına dahil müteşebbisler arasındaki
bağ sıkı veya gevşek olabilir. Uluslararası Ticaret Hukukunda, uluslararası
inşaat sektöründe görülen başlıca iş ortaklığı türleri; Joint Venture,
Konsorsiyum ve AB ülkeleri ile onların hukukunu benimseyen diğer ülkelerde
Avrupa Ekonomik Menfaat Gruplaşması (The European Economic Interest
Grouping)’dır.
Türk inşaat sektöründe 1960’lı yıllardan sonra özellikle yatırım
projelerinin gündeme gelmesi ve buna paralel olarak, Türk inşaat sektörünün
gerek teknolojik gerek organizasyon ve finansman yönünden gelişip
güçlenmesi, bu büyük inşaat projelerinin gerçekleştirilmesinde Türk
müteahhitlerin de yer alması nedeniyle, joint venture ve konsorsiyum gibi ortak
girişim modelleri kullanılmaya ve gelişmeye başlamıştır. Bununla birlikte,
Türkiye’de bu tür iş ortaklıklarının kurulmasını düzenleyen ve işleyişini
yönlendiren mevzuat, günümüz ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır.
Bu makalede, yurtdışı müteahhitlik sektöründe finansman sorununu
çözmek ve iş almayı kolaylaştırmak için oldukça sık başvurulan joint venture,
konsorsiyum gibi uluslararası iş ortaklıkları modelleri; Rusya, Azerbaycan, Çin
gibi ülke örneklerine de yer verilmek suretiyle, bütün yönleriyle
incelenmektedir. Ayrıca yine bu bağlamda, yurt dışında inşaat projelerinin yapişlet-devret modeli ile gerçekleştirilmesi konusu genel hatlarıyla ele alındıktan
sonra; yurtdışında yabancılar ile ortak şirket kurma hususunda Rusya, Ukrayna
ve Libya gibi örnek ülkeler bazında özgün açıklamalara yer verilmektedir.
1. AVRUPA EKONOMİK MENFAAT GRUPLAŞMASI
Avrupa Birliği, yeni bir hukuki form olarak Avrupa Ekonomik Menfaat
Gruplaşmasının yaratılmasına izin vermektedir. Buna izin veren Konsey
Tüzüğü, 25 Temmuz 1985 tarihinde kabul edilmiştir (bkz. Council Regulation
No.213⁄85, O.J.1985, L.199, of July 31, 1985). Bu tüzük, Avrupa Ekonomik
Topluluğu(AET)’nu Kuran Antlaşmanın 253’üncü maddesine dayanmaktadır.
Avrupa Ekonomik Menfaat Gruplaşması (AEMG), geçmişte denenerek
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
81
oldukça başarılı olan Fransız Groupement d’Intérét Economique isimli iş
ortaklığı modelinin Avrupa düzeyine uyarlanmış halidir (Bu konuda bkz. Bott,
Burchard and Rosener, Wolfrang: “The Groupement d’Intérét Economique”,
[1970] J.B.L., s.313).
Yukarıda zikredilen AB Tüzüğü’nün 1’inci maddesine göre, AEMG
taraflar arasında bir sözleşme aktedilmesi suretiyle kurulacaktır. Tüzüğün 6’ncı
maddesine göre, AEMG resmi adresinin bulunduğu AB üyesi ülkede ticaret
siciline kayıt ettirilmelidir.
İngiltere’de bahis konusu AB Tüzüğünün uygulanması, 1 Temmuz
1989 tarihinde yürürlüğe giren ve AB Tüzüğünün bir program olarak eklendiği
Avrupa Ekonomik Menfaat Gruplaşması tüzüklerine uygun olarak
yürütülmektedir. Bu tüzüklere göre, resmi adresi İngiltere’nin dışında bulunan
fakat bu ülkede bir işyeri açan bir AEMG, uygun şirketler siciline kayıt olmak
zorundadır.
AEMG, bir özel hukuk tüzel kişisidir; fakat paylarla sınırlı bir şirket
değildir. Bir AEMG, ancak değişik AB üyesi devletlerde ikamet eden şahıslar
ve firmalar tarafından kurulabilir. AEMG’nin sözleşme yapma, dava açma ve
hakkında dava açılma ehliyeti mevcuttur.
AB Tüzüğü, kendi ülkelerinde resmi adresleri bulunan AEMG’lere
tüzel kişilik statüsü verip vermeme hususunda yetkiyi üye devletlere
bırakmaktadır. İngiltere’de yürürlükte olan AEMG tüzüklerine göre,
İngiltere’de resmi ikametgahı bulunan ve şirketler siciline kayıtlı olan
AEMG’ler İngiliz hukukuna göre tüzel kişiliğe sahip olacaklardır.
AEMG’nin, bir şirket gibi başlangıç sermayesine sahip olmasına gerek
olmadığı gibi halkın yatırımlarına açılmasına da gerek yoktur. AEMG’yi kuran
sözleşmede, üyelerin (ortakların) nakit veya diğer çeşit sermaye katkısında
bulunmaları şartı öngörülmektedir.
AEMG’nin üyeleri (ortakları), AEMG’nin borçlarından dolayı sınırsız
olarak müştereken ve müteselsilen sorumludurlar. Grubun alacaklıları, öncelikle
Gruba yazılı olarak başvurup alacaklarını tahsil edemezlerse ancak o zaman
ortaklar hakkında bireysel olarak alacaklarının tahsili için yasal takibata
geçebilirler.
AEMG’nin amacı, ortaklarının işlerini kolaylaştırmak ve geliştirmek ve
o işlerin sonuçlarını artırmaktır. AEMG’nin işi, ortaklarının işleriyle ilişkili
olmalıdır ve bu gibi işlere yardımcı olmaktan öteye gitmemelidir. Tüzüğün
gereklikleri çerçevesinde AEMG’nin amaçları AEMG’yi kuran sözleşmede tarif
edilmelidir.
Yurtdışı inşaat sektöründe kurulacak bir AEMG’nin tarafları, kendi
firmalarının gücünü aşan bir proje için bir araya gelerek ihale almak için bir
82
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
grup olarak yarışırlar ve ihaleyi kazanırlarsa aralarında görev tahsisi yaparlar ve
bu görevlerin ifasının koordinasyonunu ve denetimini yaparlar. Bu biçimde
oluşturulan bir AEMG, konsorsiyumun amaçlarına benzer amaçlar gütmekle
beraber, hukuki form olarak konsorsiyumdan farklıdır.
AB üyesi ülkeler dışında özellikle Fransız Hukuku etkisinde olan
Cezayir, Fas,Tunus gibi ülkelerde büyük inşaat projelerinde AEMG iş ortaklığı
modeli halihazırda yaygın olarak kullanılmakta olup; bu ülkelerde inşaat işi
üstlenmek isteyen yabancı firmalar, çoğu zaman yerli firmalar ile bir noter
sözleşmesi vasıtasıyla AEMG oluşturmaktadırlar.
2. KONSORSİYUM
Konsorsiyum, belirli ve sınırlı bir amaca ulaşabilmek için tek bir firma
gibi hareket etmek üzere işbirliği yapan iki veya daha fazla firmanın
oluşturduğu bir iş ortaklığı organizasyonudur (Boulton, A.H.:“ Construction
Consartia-Their Formation and Management”, [1959] JBL, s.234; ayrıca bkz.
Boulton, A.H.: Business Consartia ,Sweet and Maxvell, 1961).
Konsorsiyumlar, bir ülkenin inşaat firmaları tarafından yurtdışında
nükleer enerji istasyonları, demir çelik tesisleri, lastik fabrikaları, petrol
rafinerileri gibi geniş ölçekli mühendislik projelerini güçbirliği yaparak
gerçekleştirmek için kurulmaktadırlar.
Bazen uluslararası konsorsiyumlar, değişik ülkelerde kurulmuş bulunan
şirketler tarafından oluşturulurlar. Bu çeşit çok uluslu konsorsiyumlar, Dünya
Bankası ve Avrupa Kalkınma Fonu gibi uluslararası kalkınma ve finans
kuruluşlarının sponsorluğunu yaptığı programları yürütmek açısından özellikle
elverişlidirler.
Konsorsiyumlarda ortakların sorumlulukları açısından işveren ile
yapılan sözleşmede, konsorsiyuma katılan ortakların müteselsil sorumluluğu
bertaraf edilmektedir. Zira, ortakların her biri işin tümünün ifasından sorumlu
olarak taahhüt altına giriyorlarsa teknik anlamda bir konsorsiyum mevcut
değildir.
Konsorsiyumda sevk ve idare yetkisi ortaklardan birine bırakılır. Bu
ortağa “konsorsiyum lideri” denilmektedir. Normal şartlarda lider,
konsorsiyumun tüm ortaklarını temsil etmektedir.
Konsorsiyum, Türk Hukukunda adi ortaklık (şirket) hükümlerine
tabidir. Kurumlar vergisi mükellefi değildir. Konsorsiyumun, kanun veya
tebliğlerde ve diğer Türk Mevzuatında tanımına rastlanmamaktadır.
Konsorsiyum, iki veya daha çok gerçek ya da tüzel kişinin her birinin,
özel yetenek ve teknoloji gerektiren belirli bir işi yapmak amacı ile, ortaklaşa
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
83
taahhüt etmiş oldukları işin bir bölümünün yerine getirilmesinin sorumluluğunu,
diğer ortaklardan bağımsız olarak yüklenmek suretiyle katkılarını
birleştirmeleridir. Konsorsiyum modeli; köprü, havaalanı, tren yolu gibi büyük
inşaat ve altyapı projelerinde, kanal tünellerinin yapılmasında, savunma
sanayiinde, petrol alanlarının araştırılması gibi ileri teknoloji ve büyük
finansman gerektiren işlerde kullanılır. Örneğin, ülkemizde İstanbul’daki boğaz
köprüleri ve Keban Barajı, yabancı firmaların oluşturduğu konsorsiyumlar
tarafından inşaa edilmiştir.
Konsorsiyumlarda finansal yapıya, kar dağıtımına ve ilave sorumluluğa
özel olarak dikkat edilmelidir (Boulton, A.H.: “Finance in the ‘Single Project’
Consortium”, [1961] J.B.L, s.368). Bu ilave sorumluluk terimi, konsorsiyumun
bir bütün olarak, yabancı ülkelerin hükümetlerine ve sözleşmenin diğer
taraflarına olan sorumluluklarını ifade etmektedir. Burada sorun, örneğin
konsorsiyumun ortaklarından birinin sağladığı makine dizaynındaki hata
nedeniyle bir elektrik enerjisi santralinin yapım işinde ilave masrafların
doğması halinde, bir ortağın yaptığı hata nedeniyle ortak girişim zorluklarla
karşılaştığında, sorumluluğun konsorsiyumun ortakları arasında nasıl
dağıtılacağıdır. Bu gibi durumlarda problemlerle karşılaşmamak için,
konsorsiyum ortaklarının karşılıklı hak ve görevleri, önceden kararlaştırılmalı
ve konsorsiyumun kurucu belgelerinde açıkça belirtilmelidir.
Uygun bir kişilikte ve ortaklar arasında genel kabul gören tarafsız bir
başkanın seçilerek atanması, konsorsiyumun içindeki iç görüş farklılıkların
giderilmesini kolaylaştırıcı bir unsur olmaktadır.
Konsorsiyum, sık sık joint venture (ortak girişim) ile karıştırılmaktadır.
Konsorsiyumun, ortak girişimden temel farklılığı şudur: Ortak girişim, belirli
bir işin veya hizmetin gerçekleştirilmesi için kurulmaktadır ve ortakları, ortak
girişimin borçlarından dolayı üçüncü kişilere karşı müteselsilen sorumludurlar.
Konsorsiyumda ise ortakların sorumlulukları, sadece taahhüt ettikleri iş
miktarıyla sınırlıdır.
Diğer bir farklılık, konsorsiyumun, ortak girişimin tersine, öz sermaye
yatırımını gerektirmemesidir. Konsorsiyum, büyük bir projeyi gerçekleştirmek
amacıyla oluşturulduğundan ve ortakların taahhütleri sınırlı olduğundan,
sermayeye dayalı olmayan iş ortaklığı türü olduğu kabul edilmektedir. Çok
sayıda firma, projenin riskini ve masraflarını paylaşmaktadır.
Bir diğer farklılık da, ortak girişimin aksine, konsorsiyumda bir
organizasyonun olmasının gerekmemesidir. Oysa ki, ortak girişimde ortak
amaca ulaşmak için her zaman müşterek bir organizasyona ihtiyaç
bulunmaktadır.
Konsorsiyum, ortak girişimin aksine, genel bir ticari işletme faaliyetleri
için değil münferit ticari işlemlerin gerçekleştirilmesi için kurulur.
84
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Konsorsiyumda, ortak girişimin aksine, zaruri olarak teşebbüslerin
birleşmesi şart değildir.
Doktrinde yapılan bir ayrıma göre, konsorsiyumun üç temel özelliği
vardır: Bunlar; ortaklık, sözleşme ve ortak amaçtır.
- Konsorsiyum, belirli bir veya birkaç ticari işi gerçekleştirmek ve
bundan kar elde etmek için birden ziyade teşebbüsün meydana getirdiği “adi
şirket” niteliğindeki akdi bir birleşmedir. Genellikle bir organizasyona ihtiyaç
göstermez ve genellikle geçici bir ortaklık niteliği taşır.
- Konsorsiyumda geçerliliği şekil şartına bağlı olmayan bir sözleşme
mevcuttur. Bu sözleşmeye göre ortaklar işin sadece belirli bir kısmından
sorumludurlar.
- Konsorsiyumda ortak bir ekonomik gaye vardır.
Konsorsiyumların emisyon, kredi, oy, iyileştirme
konsorsiyumları gibi değişik türlerine rastlanmaktadır.
ve
yapı
Uygulamada kimi zaman konsorsiyum ile joint-venture aynı anlamda
kullanılmakla birlikte, bu ikisi birbirinden farklı kavramlardır (Bkz. Tandoğan,
Haluk: “Eser Sözleşmelerinde Müteahhidin İşi Yardımcı Kişilere, Alt
Müteahhitlere Yaptırması, Başkasına Devretmesi, Müteahhitler Konsorsiyumu
(Joint Venture)”, BATIDER, Cilt XIII, Sayı:3-4, Aralık 1986, s.83-84).
Konsorsiyum’da ortaklar, ortaklaşa taahhüt ettikleri işin bir kısmından
sorumluyken; Joint Venture’de ortakların sorumluluğu müşterek ve
müteselsildir.
Sonuç olarak denilebilir ki; iki veya daha çok gerçek ya da tüzel kişiden
her birinin, belli bir işi yapmak amacı ile ortaklaşa taahhüt etmiş oldukları işin
bir bölümünün yerine getirilmesinin sorumluluğunu diğerinden bağımsız olarak
yüklenmek suretiyle katkılarını birleştirmeleri konsorsiyumdur (Tekinalp,
Gülören ⁄ Tekinalp, Ünal: “Joint Venture”, Prof. Dr. Yaşar Karayalçın”a
Armağan, Ankara 1989, s.162).
3. JOINT VENTURE (ORTAK GİRİŞİM)
A. TANIMI, UNSURLARI VE TÜRLERİ
Günümüzde gittikçe yoğunlaşan uluslararası ticaret ve yatırım
ilişkilerinde, en çok tercih edilen sınırlar ötesi işbirliği biçimi Joint Venture
olmaktadır (Schmitthoff, Clive M.: “Joint Ventures in Europe”,Commercial
Operations in Europe, Sijthoff, 1978, s.327).
Günümüzde inşaat sektöründe üstlenilecek işin para ve iş hacmi
yününden çok büyük meblağlara ulaştığı uluslararası ihalelerde, işin projesinin
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
85
yapılmasında, geliştirilmesinde, malzeme ve ekipmanların satın alınmasında,
inşaat aşamasında ve işin finansmanı aşamasında inşaat firmaları aralarında
genellikle
şirket sözleşmesi temeline dayanan ortak girişimler
oluşturmaktadırlar.
“Joint venture, iki veya daha fazla kişinin sadece bir işin
gerçekleştirilmesi için kar elde etmek ve elde edilen karı paylaşmak amacıyla
oluşturdukları
bir
ortaklıktır”
(Tekinalp/Tekinalp,
a.g.e.,
s.150;
Dayınlarlı,Kemal: Joint Venture Sözleşmesi, Üçüncü Baskı, Dayınlarlı Hukuk
Yayınları, s.15).
“Joint Venture (ortak girişim), iki veya daha ziyade hukuken ve
iktisaden bir birinden bağımsız kişi veya tüzel kişiliği haiz şirketlerin
müştereken belirli bir amacı gerçekleştirmek ve kar elde etmek için kurdukları
ve müştereken yönettikleri tüzel kişiliği bulunan veya bulunmayan bir ortaklık
olarak tanımlanabilir” (Kaplan, İbrahim: İnşaat Sektöründe Müşterek İş
Ortaklığı-Joint Venture-, 2.Basım, Seçkin Yayınları, Ankara, 2007, s.22).
“Bu tanıma göre bir ortak girişimin mevcudiyeti için aşağıdaki
unsurların mevcudiyeti gereklidir (Kaplan, a.g.e.,s.23):
(1) Tüzel kişiliğin bulunması zorunlu olmayan bağımsız bir organizasyona
sahip ortaklık (ortaklık unsuru),
(2) İki veya daha ziyade birbirinden hukuken ve iktisaden bağımsız
ortakların müştereken işbirliği yapmak üzere anlaşmaları (ortaklar arası
sözleşme unsuru),
(3) Müştereken taahhüt edilen belli bir işi gerçekleştirme ve kar elde etme
amacı,
(4) Müşterek yönetim esası.”
“Yukarıdaki unsurlar dikkate alınarak inşaat sektöründe faaliyet
gösteren bir ortak girişimin tanımı şöyle yapılabilir: İnşaat sektöründe faaliyet
gösteren iki veya daha fazla müteahhidin veya müteahhitlik firmasının veya
gerçek kişi ya da tüzel kişiliği haiz kurum, kuruluş veya şirketlerin müşterek bir
inşaat işini gerçekleştirmek ve kar elde etmek amacıyla sözleşmeye dayanarak
kurdukları tüzel kişiliği bulunan veya bulunmayan bir ortaklıktır” (Kaplan,
a.g.e.,s.23).
Firmaların aralarında ortak girişim oluşturmalarının nedenleri arasında;
finans kaynağı elde etmek, hammadde ya da fiziksel yerleşim kaynağı elde
etmek, yeni teknolojileri öğrenmek ya da patent elde etmek, modern yönetim
tarzlarını öğrenmek, ucuz işgücü kaynağı elde etmek, pazar bilgisi elde etmek,
pazara giriş engellerini aşmak ve yeni pazarlara girme imkanı bulmak, ölçek
ekonomilerinden yararlanmak, riski yaymak, vergi avantajı sağlamak ve rekabet
gücü kazanmak gibi nedenler sayılabilir.
86
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
“Doktrinde ortak girişim, sözleşmeye dayalı ortak girişim (contractual
joint venture) ve sermayeye katılımlı ortak girişim (equity joint venture)
şeklinde bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Her iki ortak girişim de temelde
sözleşmeye dayalıdır” (Tekinalp⁄Tekinalp, a.g.e.,s.156). Ancak sermayeye
katılımlı ortak girişimde taraflar aralarında ayrı bir şirket kurmaktadırlar.
Kurulacak şirketin mutlaka tüzel kişiliğe sahip olması gerekmektedir. Aslında
sözleşmeye dayalı ortak girişimi oluşturacak temel sözleşmenin de bir tür adi
şirket olduğu kabul edilmektedir. Bu anlamda sözleşmeye dayalı otak girişim de
aslında bir şirkettir.
Farklı ülkelerin tabiyetinde bulunan gerçek ve tüzel kişiler arasında
kurulan ortak girişim, uluslararası ortak girişimdir. Uluslararası ortak girişim
durumunda, ortakların hepsi yabancı olabileceği gibi sadece bir ortağın yabancı
olması da yeterlidir.
Ortak girişim, yaygın anlamında, yabancı ve yerli şirketlerin ortak bir
amaçla riski paylaşmak için oluşturdukları işbirliği olarak da tanımlanmaktadır.
Ancak günümüzde iki yabancı firmanın aynı amaçlarla bir üçüncü ülkede
kurdukları ortaklıklar da ortak girişim olarak ifade edilmektedir. Bu tür ortak
girişim en az kullanılan ortaklık türüdür.
Ortak girişimi oluşturan Joint Venture (JV) sözleşmeleri, devletleri ve
çok uluslu şirketleri, kişi ve kurumları akit tarafı olarak aynı çatı altında
toplamakta ve bunlar arasında kurulan işbirliğinin devamı düşüncesinden
hareketle, birden çok hukuk sisteminin etkisini dikkate almak zorundadırlar.
Ortaklık sözleşmelerini düzenleyen mevzuatın yokluğu nedeniyle Türk
Hukukunda JV ve konsorsiyum tipi ortaklıklar, Borçlar Kanununun 520541’inci maddeleri arasında düzenlenen adi şirket hükümlerine tabi olmaktadır.
Bu tür iş ortaklıklarının tüzel kişiliklerinin olmaması nedeniyle hak ve fiil
ehliyetlerinin olmamasının yanı sıra, ticaret siciline kayıtları da
yapılamamaktadır. Bu nedenle de, örneğin Rusya’da bir inşaat işi almış olan bir
ortak girişim, bu işi için gerekli malzeme ve ekipmanın Türkiye’den ihracatını
ortak girişim adına yapamamaktadır.
Uluslararası uygulamada inşaat sözleşmelerinin yüklenici tarafı, en
yaygın şekilde JV veya konsorsiyumlardır. Zira, bu iş ortaklıklarının kolay
kurulup tasfiye edilebilmeleri, sıkı şekli şartlarının bulunmaması gibi nedenlerle
iş yaşamının ihtiyaç duyduğu esnekliği vermeleri, daha çok tercih edilmelerine
yol açmaktadır.
Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve MIGA (The
Multilateral Investment Guarantee Agency) gibi uluslararası kuruluşlar, dünya
çapında ve özellikle de gelişmekte olan ülkelerde ortak girişimlerin çoğalmasını
desteklemektedirler.
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
87
B. JOINT VENTURE’NİN HUKUKİ YAPISI
“İster sermayeye katılımlı JV olsun, ister sözleşmeye dayalı JV olsun; JV, bir
temel sözleşme ile satelit (uydu) sözleşmeleri içermektedir. Bazen taraflar temel
sözleşmeyi imzalamadan önce ön kuruluş sözleşmesi imzalayabilmektedirler.
Bu ön sözleşme ile, taraflar aralarında ileride bir JV sözleşmesi akdetmek için
mutabakata varırlar. Bazen ön kuruluş sözleşmesi, temel sözleşmenin girişi
şeklinde de yapılmaktadır” (Dayınlarlı, Joint Venture, s.81-82). İleride temel
sözleşme herhangi bir sebepten dolayı imzalanmadığı takdirde, ön kuruluş
sözleşmesi kendiliğinden ortadan kalkar (Öztürk,Pınar: Ortak Girişim (Joint
Venture) ve Uygulanacak Hukuk, Beta, İstanbul, 2001, s.55).
“Temel Sözleşme (Esaslar Sözleşmesi) ile, taraflar arasında JV ilişkisi
kurulur” (Tekinalp/Tekinalp, Joint Venture, s.167). Bu temel sözleşmede
JV’nin amacı, faaliyet alanı, karların dağıtımı, yönetimi, finansman durumu,
süresi, uyuşmazlıkların çözüm yolları gibi temel hususlar düzenlenir.
Temel sözleşmenin hukuki niteliğinin Türk Hukukuna göre adi şirket
olarak kabul edildiği daha önce belirtilmişti.
“Temel sözleşmenin bir çok hükmü kurulacak ortaklık sözleşmesine
veya anonim şirket kurulacak ise esas sözleşmesine yansır” (Tekinalp/Tekinalp,
Joint Venture, s.167).
“Uydu gibi temel sözleşmenin çevresinde yer alan değişik konulardaki
sözleşmelere satelit (uydu) sözleşmeleri veya diğer sözleşmeler de
denilmektedir” (Yılmaz, Lerzan: “Çeşitli Hukuk Sistemlerinde Joint Venture
Anlaşmalarının Yorumu ve Hukuki Düzenlemeye Kavuşturulması İhtiyacı”,
Belik’e Armağan, İstanbul, 1993, s.485).
“Uydu sözleşmeler; know-how sözleşmeleri, lisans sözleşmeleri,
yönetim-danışmanlık sözleşmeleri, marka lisansı ve patent sözleşmeleri gibi
sözleşmeler olabilir” (Öztürk, a.g.e., 28).
“Uydu sözleşmeler ve temel sözleşme birbirinden bağımsız olarak
dikkate alınmalıdır; ancak uyuşmazlık önüne gelen hakim veya hakem diğer
sözleşmeleri de dikkate alarak yorumlamalıdır. Zira, JV birkaç sözleşmeden
ibaret olsa da, belli bir işin yapılması için tesis edildiğinden, tarafların iradesi
bütün sözleşmeleri dikkate almak suretiyle değerlendirilmelidir; aksi halde yani
uydu sözleşmelerinden biri tek başına ele alındığı takdirde, taraflardan birinin
lehine dengesizlik yapılabilir” (Dayınlarlı, Joint Venture, s.115).
“Temel sözleşme, gerek müşterek şirket gerekse uydu sözleşmeleri
açısından bir çerçeve niteliğindedir. Uydu sözleşmeler ise, temel sözleşmeyle
yapılması öngörülen hususların ayrıntılarını düzenleyen hukuki bakımdan
bağımsız birer sözleşmedir. Temel sözleşmenin iptali halinde uydu sözleşmeler
88
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
de geçersiz olacaktır” (Dayınlarlı, a.g.e.,s.115).
“Sermaye katılımlı JV’de ortaklar, temel sözleşme ile ileride bir şirket
kurmayı taahhüt ederler. Ortaklar, bulundukları ülke mevzuatına uygun bir
ortaklık türünü (örneğin Türk Ticaret Kanununa göre limited veya anonim
şirket)) belirtebilecekleri gibi, kurulacak ortaklığın hukuki biçiminden
bahsetmeksizin sadece ortaklığın temsili, yönetimi ve sona ermesi hususlarını
da düzenlemiş olabilirler. Bu ikinci halde bu tür şirket bir adi şirket niteliğinde
olacağından örneğin Türkiye’de Borçlar Kanununun adi şirketlere ilişkin
hükümleri uygulanacaktır” (Kaplan, a.g.e.,s.30).
“Sermaye katılımlı JV’de, temel sözleşme ile müşterek şirket ilişkisinin
taraflarının her iki ilişkiden doğan borç ve hakları ayrı olduğu gerçeğini dikkate
alarak, bu şirketlerin birbirinden bağımsız olarak düşünülmesi gerekmektedir.
Bu durumda her iki şirketin varlığını sürdürdüğünün kabulü gerekmektedir”
(Öztürk, s.30-31; Dayınlarlı, Joint Venture, s.111-112).
Joint Venture’de taraflar, temel sözleşme ile söz konusu hukuki
ilişkiden doğacak hak ve borçlarını ayrıntılı bir şekilde düzenlerler. Ancak
boşluk olan hallerde adi şirkete ilişkin hükümler uygulanır.
Joint Venture’de ortakların sermaye koyma borcu, kara katılma hakkı,
zarara katılma yükümlülüğü, rekabet yasağı gibi hak ve yükümlülükleri vardır.
“JV’de esas
yönetilmesidir. Ancak
kararlar ile, şirket
bırakabilecekleri gibi
a.g.e.,s.43).
kural, şirketin tüm ortaklar tarafından birlikte
ortaklar, şirket sözleşmesi ile veya daha sonra alacakları
yönetimini aralarından birine veya bir kaçına
ortak olmayan bir kişiye de bırakabilirler” (Öztürk,
Sözleşmeye dayalı JV, genellikle tek bir iş için kurulmuş olacağından,
söz konusu işin tamamlanması ile kendiliğinden sona erer. Taraflar da JV’nin
hangi hallerde sona ereceğini kararlaştırmış olabilirler. JV, kuruluş amacının
gerçekleşmiş olması ya da ifa imkansızlığı ile sona erebileceği gibi, ortaklardan
birinin ölümü veya iflası halinde, ortakların rızası ile sona erebilir. Ayrıca, JV
için tayin edilen sürenin dolması sebebiyle, ortaklardan birinin tek taraflı
feshiyle veya mahkeme kararıyla da JV’nin varlığına son verilebilir.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yabancı yatırımın ülkeye girişinde
yerel bir ortak ile JV kurması büyük ölçüde tercih edilmektedir. Hatta bir çok
gelişmekte olan ülkede halen yabancı yatırımcıya, ancak bir yerli şirket ile JV
kurması halinde yatırım izni verilmektedir.
C. YURTDIŞI İNŞAAT SEKTÖRÜNDE JOINT VENTURE
Günümüzde
büyük
paralar
gerektiren,
emek-malzeme-ekipman
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
89
yönünden büyük hacimli uluslararası inşaat işleri, ya yap-işlet-devret modeli ile
ya da sadece bu iş için müteahhitlik firmalarının aralarında kurdukları,
sözleşmeye dayanan JV vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir.
“JV sözleşmelerinin yaygın biçimde kullanıldığı faaliyet alanlarından biri
inşaat sektörü olup; bayındırlık işlerine, büyük sınai tesislerinin inşasına ilişkin
sözleşmelerde JV sık kullanılan bir sözleşme türüdür. Özellikle büyük inşaat
projelerinin tamamının ifası için tek inşaat firmasının mali ve teknik gücünün
yetmediği durumlarda, ortak firmaların birbirinin mali gücünden, uyguladıkları
teknolojideki yeniliklerden faydalanmak, büyük olan iş riskini ortaklar arasında
dağıtmak suretiyle azaltmak, rasyonel bir iş bölümünü gerçekleştirmek veya
yerli ortağın sahip olduğu ayrıcalık veya kolaylıklardan yararlanmak gibi
hususlar JV oluşturulmasında önemli rol oynamaktadırlar” (Dayınlarlı, Joint
Venture, s.66-67).
“Ortaklar işin sonuçlarına hep birlikte katılmayı kabul etse de etmese de,
JV’nin konusu sadece bir işin ifasından ibarettir. Bazen inşaat firmaları,
aldıkları bir işi ana müteahhit sıfatıyla ortak firmalardan bir diğerine alt
müteahhit olarak devredebilirler. Hatta işi alan firma, pilot firma olarak işveren
nezdinde grubu temsil etmeyi ve teknik işbirliğini temin etmeyi de üstlenebilir”
(Dayınlarlı, Joint Venture, s.67-68).
“İnşaat sözleşmeleri bazen çok değişik bir JV tipinin yaratılmasına
vesile teşkil etmektedirler. Bu tür JV, işveren ile müteahhidin inşa edilen tesisi
birlikte işletmesi şeklinde ortaya çıkabilir. Böyle bir durum, doğal olarak
yapımcı firmalardan teknoloji transferini zorunlu kılar; ayrıca kendi
teknolojisine göre kurulan işletmeyi çalıştıracak olan müteahhidin geniş bir
şekilde sorumlu tutulmasını haklı gösterir” (Dayınlarlı, Joint Venture, s.68).
Büyük inşaat projelerinde işveren, inşasını istediği yapıyı veya tesisi
birden fazla inşaat firmalarına yaptırmak istiyorsa, o zaman işi üstlenecek
firmalardan aralarında bir JV kurmak suretiyle ihaleye katılmalarını talep
edebilmektedir. İhalenin kazanılması halinde inşaat sözleşmesi, işveren şahıs
veya işveren idare ile JV’yi oluşturan tüm ortaklar arasında imzalanmaktadır.
İnşaat işinin yürütülmesi sırasında müteahhitlik firmalarını temsil etmek
üzere, JV ortaklarından biri pilot (lider) firma tayin edilmekte ve bu firmaya,
JV’yi iç ve dış ilişkide yönetmek ve temsil etmek yetkisi verilmektedir.
Uygulamada JV kurulup inşaat işi üstlenildikten sonra, işin yürütülmesi
safhasında JV ilişkisi içinde müteahhit firmalar arasında özellikle işin karsız
olarak veya zararla bitirilmesi halinde bazı sorunlar ve uyuşmazlıklar
çıkabilmektedir. Bu uyuşmazlıkların en önemlileri genellikle pilot firmanın
sorumluluğu, JV’nin sona ermesi ve tasfiyesi konularında çıkmaktadır.
“İnşaat sektöründe görülen JV’leri, tipik JV ve atipik JV olmak üzere
de iki ayrı türe ayırmak mümkündür. Tipik JV’de, iki veya daha fazla bağımsız
90
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
inşaat firması, işverene karşı müştereken somut bir inşaat projesini tek bir inşaat
sözleşmesi ile üstlenmektedirler” (Kaplan, a.g.e.,s.41).
JV’yi oluşturan ortaklar, üst yapıcı veya altyapıcı inşaat şirketleridir.
JV’yi oluşturan inşaat firmaları değişik inşaat branşlarının mensuplarıysa, o
zaman ortada bir “proje ortaklığı” söz konusudur. Proje ortaklığı daha çok
“anahtar teslimi” usulü ile üstlenilen hidroelektrik santralinin, çöp yakma
tesisinin veya demir-çelik kompleksinin yapımı gibi projelerde söz konusu
olabilmektedir (Kaplan, a.g.e.,s.42).
“Tipik JV’lerde, ortaklar üçüncü şahıslar tarafından bilinmekte olup;
tüzel kişiliği olmayan bir adi şirket niteliğindedir”(Kaplan, a.g.e.,s.42).
“Atipik JV; hakiki olmayan inşaat konsorsiyumu, imalat müşterek iş
ortaklığı, gizli müşterek iş ortaklığı veya alt katılımlı müşterek iş ortaklığı
olmak üzere dört ayrı tür olarak karşımıza çıkabilmektedir” (Kaplan, a.g.e.,s.4244):
“Hakiki olmayan inşaat konsorsiyumunda iki veya daha fazla değişik
branşlarda çalışan müteahhit, mimar, mühendislik firmaları ve inşaat
teknisyenleri bir grup oluşturmakta ve bir gayrimenkulun iktisabı, imarının
alınması, üzerinde çok katlı binaların yapılması ve bunlardaki dairelerin kat
mülkiyeti esasına göre satılmasını müşterek amaç olarak belirlemektedirler.
İnşaat firmaları arası işbirliğinin bu türünde, daha ziyade kendi kendine
istihdam yaratmak ve işin sonunda kazancı paylaşmak amaçlanmaktadır.
İmalat müşterek iş ortaklığında, birden ziyade inşaat firması arasında,
yatırımların akıllıca paylaştırılması ve kullanılması için, bir veya daha fazla
inşaat malzemesinin imali ve işletilmesi için aralarında sözleşmeye dayanan bir
ortaklık kurmaları söz konusudur. Bu iş ortaklığına ait tesiste, inşaat
hammaddelerinin hazırlanması, inşaat elemanlarının imalatı yapılır. Örneğin
hazır beton fabrikası veya kum-çakıl tesisi bu tür bir iş ortaklığıyla
gerçekleştirilebilir. Ortaklara, müşterek tesisten malzeme alma yükümlülüğü
getirilebilir.
Gizli müşterek iş ortaklığında gizli ortaklar, işveren ile aktedilen inşaat
sözleşmesinde görünmezler. İnşaat işini tek başına yapmak istemeyen bir inşaat
firması, ya diğer firmalar ile taşeronluk sözleşmesi yapar veya bunlarla gizli iş
ortaklığı kurar. Birinci durumda asıl müteahhit ile taşeron arasında “alt inşaat
sözleşmesi” yapılır. İkinci durumda ise, asıl müteahhit ile diğer müteahhitler
arasında adi şirket niteliğinde “gizli iş ortaklığı” söz konusu olur. Her iki
durumda da asıl müteahhit, inşaatın yapım ve tesliminden dolayı işverene karşı
tek başına sorumludur.
Alt katılımlı müşterek iş ortaklığında, ortaklardan biri, JV’ye ait
gayenin gerçekleşmesi için, bir veya daha fazla üçüncü kişi ile bir şirket
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
91
oluşturmakta ve böylece ortada alt katılımlı ikinci bir şirket söz konusu
olmaktadır. İnşaat sözleşmesinin tarafları olan işveren ile müteahhitler
grubunun oluşturduğu JV’nin, alt katılımlı şirket ve ortakları hakkında herhangi
bir bilgileri bulunmamaktadır. Bu durumda mevcut alt katılımlı şirket, bir “iç
şirket” niteliğindedir”.
“İşverene karşı inşaatın tüm sorumluluğunu üstlenen JV’nin kuruluş
amacı münferit inşaat edimlerinin ifasının işbirliğini sağlamaktır. Bu işbirliğini
sağlama görevi, hem ihaleye katılma ve projelerin çizimi ve onaylatılması
safhasında hem de inşaatın yapımı aşamasında devam eder veya genel
müteahhitlik ile toptan müteahhitlikte olduğu gibi her iki aşamayı birlikte
kapsar” (Kaplan, a.g.e.,s.45).
“İnşaat sektöründeki JV’lerde yönetim hakkı, genellikle bütün ortaklar
tarafından müştereken kullanılır. JV’nin yönetim organına “İnşaat Komisyonu”
denilmekte olup; bu komisyonda (Yönetim Kurulu veya Ortaklar Kurulunda)
kar ve zarara katılma oranlarında ve buna göre belirlenen oy hakkı ile her
münferit ortak temsil edilir. Bütün ortakların oybirliğini gerektiren şirket
sözleşmesinin
değiştirilmesi
dışında,
İnşaat Komisyonu
yetkisini
devretmemişse, şirketin bütün personel, mali, teknik ve idari konularında karar
vermeye yetkilidir” (Kaplan, a.g.e.,s.65).
“Uygulamada görülen inşaat sektöründeki JV’lerin organizasyon
biçimlerinde, İnşaat Komisyonu, hiçbir zaman doğrudan doğruya faaliyette
bulunmamakta, sadece alt organlara yetkilerini devrederek denetim organı
olarak faaliyet göstermektedir. Böylece, JV’lerde gerçek yönetim yetkisi; pilot
firma, teknik yönetim ve mali yönetim birimleri arasında paylaşılmakta ve bu
suretle devredilmektedir. Her birim kendi konusunda münhasıran tam yönetim
yetkisine sahip bulunmaktadır. Bu tür yönetim yetkilerinin kapsamının ölçüsünü
ise, bir taraftan şirket sözleşmesi ve İnşaat Komisyonunun temel kural ve
direktifleri, diğer taraftan şirketlerdeki örf ve adet kuralları ve kanuni
sınırlamalar oluşturmaktadır” (Kaplan, a.g.e.,s.65-66).
“JV sözleşmelerinde yer alan pilot firma, içte idare ve dışta temsil
yetkisine sahip olarak şirketi, sözleşme hükümleri ve inşaat komisyonunun
direktifleri ve genel ilke kararları doğrultusunda yönetmektedir. Denilebilir ki;
pilot firma JV’nin hem gerçek idarecisi hem de temsilci ortağıdır” (Kaplan,
a.g.e.,s.67).
“JV’de teknik yönetim işlerini üstlenen ortak, genellikle temsil
yetkisine haiz olmaksızın, sadece iç ilişkide inşaatın plan ve projelerinin yapımı,
tasdiki, inşaatın su, elektrik, gaz ve havalandırma tesislerinin montajı, ilave
işlerin fiyatlandırılması, iş programı aşamalarıyla ilgili hakedişlerin
düzenlenmesi ve işverenden onay alarak tahsili görevlerini ifa etmektedir.
Teknik yönetim makamı mevcut değilse, bu görevleri pilot firma yürütecektir”
(Kaplan, a.g.e.,s.67).
92
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
“JV’de mali yönetim işlerini üstlenen ortak, bu konularda temsil
yetkisine sahip olmaksızın, iç ilişkide ortaklığın muhasebe kayıt ve defterlerinin
tutulması, banka işlemlerinin yürütülmesi, işçilerin tatil ve izin günlerinin
tespiti, hesapların denetimi ve ödemelerin yapılması görevlerini ifa etmektedir.
JV sözleşmesinde mali yönetim makamı mevcut değilse, bu görevleri “pilot
firma” ifa etmekle yükümlüdür” (Kaplan, a.g.e.,s67).
“İki müteahhit firmadan oluşan bazı JV’lerde, temsil yetkileri de dahil,
teknik yönetim ortaklardan birine, mali yönetim ise diğer ortağa verilmekte,
böylece sözleşmede pilot firma makamına yer verilmemektedir” (Kaplan,
a.g.e.,s.67).
D. YURTDIŞI MÜTEAHHİTLİK FİRMALARIMIZIN HEDEF ÜLKE
PAZARLARINDAN BAZILARINDA ORTAK GİRİŞİME İLİŞKİN
HUKUKİ DÜZENLEMELER
Ortak girişimlerin düzenlenmesi, farklı ülkelerde içsel ve dışsal
çevreden dolayı birbirinden farklı olmaktadır. Yurtdışı müteahhitlik sektörümüz
için önem arz eden bazı ülkelerdeki mevzuatın durumu aşağıda incelenmiştir.
a. RUSYA’DA ORTAK GİRİŞİMLERİN DÜZENLENMESİ
“Uluslararası JV’ler, Rusya’da zayıf bir hukuki altyapı, istikrarsız bir iş
çevresi, sürekli değişen mevzuat, yolsuzluklar ve hantal bir bürokrasinin olduğu
bir çevrede faaliyet göstermektedirler. Bununla birlikte, 148 milyonu aşkın
nüfus, iyi eğitilmiş ve ucuz işgücü ve zengin doğal kaynaklarıyla Rusya,
yabancı yatırımcılara büyük fırsatlar sunmaktadır” (Ulaş, Dilber: Uluslararası
Pazarlara Giriş Stratejisi Olarak Ortak Girişimler (Joint Venture) ve Türkiye
Uygulamaları, Turhan Kitabevi, Ankara,2003,s.127).
“Yabancı, yatırımcılara yüzde 100 doğrudan yatırım izni
verilmediğinden dolayı JV, Rusya’da hala en uygun görülen doğrudan yatırım
yöntemidir” (Ulaş,a.g.e.,s.127; ayrıca bkz. Fey, Carl F.: “Success Strategies for
Russian Foreign Joint Ventures”, Business Horizons, Nov/Dec.95, Vol: 38,
Issue: 6, p.50).
“Rusya’da JV ile ilgili kanun 13 Ocak 1987 yılında kabul edilmiş ve
JV’ler, Sovyet mevzuatı zamanında yasal bir girişim sayılmışlardır. Mevcut
mevzuata göre, JV’lerin kendi isimleri, sözleşmeleri, hakları, yükümlülükleri,
bağımsız
muhasebe
ve
finansman
sistemleri
ve
faaliyetleri
bulunmaktadır”(Ulaş,a.g.e.,s.127; ayrıca bkz. Ivanov,Ivan/Hansen,Peter: Joint
Ventures as a Form of International Economic Cooperation, Taylor and Francis,
New York, 1989, s.33).
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
93
“Rusya’da JV oluşturulmasına izin verilmesinin temel amacı; yeni
teknolojiyi, yönetim uzmanlığını, yabancı ekipmanı elde etmek, ithalat yapmak
yerine ortak girişim stratejisini teşvik etmek ve ortak girişimlerle ülkenin ihracat
sektörünü büyütmektir. Sovyet mevzuatına göre, ortak girişimde yabancı
ortağın payı en fazla yüzde 49’du. Yabancı ortak, nakit ya da bina, teçhizat
doğal kaynaklar, know-how şeklinde sermaye katkısında bulunabilmekteydi.
Personelin Sovyet vatandaşlarından oluşturulması zorunluydu. Yönetim Kurulu
yabancı ve yerel kişilerden oluşsa bile, yönetim kurulu başkanı ve genel
yöneticinin Rus vatandaşı olması şartı vardı. Ortak girişimler, kar elde etmeye
başladıkları tarihten itibaren iki yıl vergiden muaf olup, daha sonraki yıllarda
yüzde 30 vergiye tabi tutulmaktaydılar”(Ulaş,a.g.e.,s.127; ayrıca bkz.
Ivanov/Hansen, a.g.e.,s.33).
“Sovyetler Birliğinin 1991 yılında dağılmasıyla birlikte ülkede yan
kuruluş açma stratejisinden, ortak girişim oluşturmaya kadar çok farklı
stratejiler ile yabancı yatırımların yapılmasına izin verilmiştir. Gorbaçov
zamanında 1987 yılında kayıtlı olan JV sayısı sadece 23 iken, bu sayı 1992
yılında 5000’e yükselmiştir. Bununla birlikte faaliyette bulunan JV sayısı
2000’di. Bu dönemde yatırım yapan yabancı firmaların çoğu ABD ve Avrupa
ülkelerinin firmalarıydı” (Ulaş,a.g.e.,s.127; ayrıca bkz. Ramu, S.Shiva:
International Joint Ventures, Wheeler Publishing, First Edition, New Delhi,
November 1997, s.97).
“Rusya’da Yabancı Yatırım Kanunu 1991 yılında yürürlüğe girmiştir.
Bu kanuna göre, yabancı yatırımcılara yatırım projeleri için gümrüksüz ithalat
imkanı verilmekte ve düşük vergiler öngörülmektedir. Ancak, bugün bile
Rusya’da yabancı yatırımcıların karşılaştıkları sorunlar; politik belirsizlik,
ekonomik politikaların belirsizliği, yasal korumanın yetersizliği, sermaye
kazançlarının yatırımcıların ülkelerine transfer edilememesi endişesi, hantal ve
yolsuzluğa yatkın bürokrasi, bilgi eksikliği ve çalışanların yetersiz eğitilmiş
olmasıdır. Yabancı yatırımcı (ortak), sermaye ve know-how getirirken Rusya’da
uluslararası ortak girişimlerin başarısızlık oranı %92’dir. Bu başarısızlığın
başlıca nedenleri; doğru ortağın bulunamaması, sermaye sorunları, bürokratik
sorunlar, yasal sorunlar ve iş müzakerelerinin bozulmasıdır. Rüşvetin
yaygınlaşması ve yüksek vergi oranları uygulaması, iş yapılmasını
güçleştirmektedir Rusya’da ortak girişimlerin başarılı olabilmesi için ortak
şirketin başına Rus vatandaşı yöneticilerin atanarak onlara yetki ve sorumluluk
verilmesi, %50-55 katılımlı JV oluşturularak çoğunluk payının Rus ortakta
olmasına izin verilmesi önem kazanmaktadır” (Ulaş,a.g.e.,s.128; ayrıca bkz.
Ramu, a.g.e.,s.97).
“1993 yılında yürürlüğe giren Yabancı Yatırımcılar İle İş Yapmayı
Geliştirme Kanunu ile birlikte yabancı yatırım rejimi geliştirilmiş ve
tutarsızlıklar azaltılmıştır (Ulaş,a.g.e.,s.128) .
94
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
“Günümüzde Rusya’da ortak girişim oluşturulmasının başlıca nedenleri
şunlardır (Ulaş, a.g.e., s.128):
-Hükümet politikası
muafiyetinden yararlanılır.
gereği,
vergi
avantajından
ve
gümrük
-Rusya Rublesinin çok düşük kur oranı ve ülkedeki yüksek enflasyon,
Ruslar için ağır koşullar oluşturmaktadır. JV’lerin kazançlarının, Rus firmalara
göre fazla olması nedeniyle, uzman niteliğini haiz Rus vatandaşları, yabancı
firmaların organize ettiği JV’lere çekilmiştir.
-Varlıkların dolar olarak tutulmasıyla, JV’ler enflasyonun etkisinden
korunmuşlardır.
-Batı tipi yönetim tarzı ve donatımı JV’lere faaliyetlerinde üstünlük
vermiştir. JV’lere bağlı olarak Rusya ekonomisi hızla gelişmiştir.”
“Geçmişte Rusya’da yabancı ortaklar ile oluşturulan JV’lerin genellikle
başarısızlıkla sonuçlanmasının temel nedeni, ortaklar arasındaki kültür
farklılıklarından kaynaklanan karşılıklı güven eksikliğinin, fırsatçı davranışlara
ve anlaşmazlıklara yol açmış olmasıdır” (Ulaş,a.g.e.,s.128-129; ayrıca bkz. Ben
Daniel, David J./Rosenbloom, Arthur H.: International M&A, Joint Ventures
and Beyond, Doing the Deal, John Wiley&Sons, New York, 1998,s.303).
“Rusya’da bazı sanayi dallarında ve ülkenin bazı bölgelirinde yabancı
yatırım yapmak yasaktır. Ortak girişimlerin faaliyette bulunabilmeleri için iş
bölgesine ve gerekli izne bağlı olarak belirli kayıt prosedürlerini yerine
getirmeleri gerekmektedir. Belirli askeri ürünlerin üretim ve dağıtımı, finans ve
bankacılık sektörlerinde yabancı yatırımcıların oluşturacağı JV’ler konusunda
kısıtlamalar mevcuttur” (Ulaş, a.g.e.,s.129).
“Rusya Federasyonunda yabancı yatırımcılar ile ilgili mevzuat çok sık
değişmekte olup; Yabancı Yatırımlar Kanunu 25 Temmuz 1999 tarihinde Duma
(Rusya Federasyonu Meclisi) tarafından kabul edilmiştir. Bu kanunda,
22.07.2005 tarih ve 117-F3 nolu Kanun ile yapılan değişiklik, 1 Ocak 2006
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kanun, Rusya sınırları dahilinde yabancı
yatırımcıların temel haklarının garantilerini, iktisadi faaliyetlerini sürdürme
şartlarını, yabancı yatırımlardan elde edilen karları düzenlemektedir. Söz
konusu kanun, Rusya ekonomisine fayda sağlamak amacıyla yabancı
yatırımları, maddi ve finansal kaynakları, ileri teknoloji ve araçları, yönetim
tecrübelerini kullanma, yabancı yatırımcıların iktisadi faaliyet şartlarının
istikrarını sağlama, uluslararası haklara uygunluk ve uluslararası yatırım
uygulama normlarına uyma amacına yöneliktir” (Dayınlarlı, Joint Venture,
s.419).
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
95
b. AZERBAYCAN’DA ORTAK GİRİŞİMLERİN DÜZENLENMESİ
“Günümüzde Azerbaycan, yeraltı kaynaklarının zenginliği ve inşaat
sektörüne olan ihtiyacı bakımından özellikle Batılı yatırımcıların ilgisini çeken
bir yatırım alanı haline gelmiştir. Azerbaycanda petrol, telekomünikasyon,
bankacılık, sigortacılık, demir-çelik, müteahhitlik hizmetleri gibi alanlarda
yüzde 100 Türk sermayeli şirketler de kurulmuş olup; halihazırda bu şirketler
orada faaliyet göstermektedirler” (Dayınlarlı, Joint Venture, s.191).
“Azerbaycan’da yabancı yatırımcılar için önemli olan kanunlardan
başlıcaları arasında; 1999 tarihli Mülki Mecelle, 1992 tarihli Yabancı
Yatırımların Korunması Hakkında Kanun, 1995 tarihli Yatırımların Faaliyeti
Hakkında Kanun, 1995 tarihli Haksız Rekabet Kanunu sayılabilir” (Dayınlarlı,
a.g.e.,s.191-192).
“Yabancı Yatırımların Korunması Hakkında Kanunun 3’üncü
maddesine göre, yabancı yatırımcı Azerbaycan’da daha önce kurulmuş bir
şirkete iştirak edebilir, yüzde 100 yabancı sermayeli yeni bir şirket kurulabilir
ya da önceden kurulmuş olan bir şirketi devralabilir. Ayrıca, vergi kanunları,
yatırım yapmak isteyenlere şirket kurmaksızın bir aylık bir süre için temsilcilik
bürosu açılmasına izin vermektedir. Bu temsilcilik bürosu, daha sonra ticari
şirkete ya da JV’ye dönüştürülebilir. Ayrıca şube, temsilcilik gibi ana şirketin
yan kuruluşları Azerbaycan’da faaliyet gösterebilir. Bu kuruluşlara banka
hesabı açılabilir ve şirketin sahip oludğu yetkiler verilebilir. Üstelik, adı geçen
Kanunun 4’üncü maddesine göre, yabancı yatırımcı Azerbaycan’da özelleştirme
ihalelerine de katılabilir” (Dayınlarlı, a.g.e.,s.193; ayrıca bkz. www.cis-legalreform-org; http:/azer.com/aiweb).
“Adı geçen Kanunun 16’ncı maddesine göre, yabancı yatırım şirketleri
Azerbaycan kanunlarında öngörülmüş biçimlerde de kurulabilir. Yabancı
yatırımcıların iştiraki ile oluşan JV’ler, tamanı yabancı yatırımcıya ait olan
yabancı şirketler ve tüzel kişilerin yardımcı kuruluşları olan acenta, büro gibi
temsilcilik büroları kanunda sayılan yabancı kuruluşlar arasındadır. JV’ler ve
yabancı şirketler, Azerbaycan yasalarına göre tüzel kişiliği haiz
kuruluşlardır”(Dayınlarlı, a.g.e.,s.194).
“JV kurucularının karşılıklı iç ilişkileri, işletmenin adı, türü, kurucular
hakkında belgeler, kuruluş tüzüğü, her bir kurucunun hisse miktarı,
yükümlülükleri, gelirin bölüşümü kuralları, JV sözleşmesinde düzenlenmelidir.
Bu sözleşmenin yazılı olması ve sözleşmenin devlet kaydına alınması (tescil
edilebilmesi) için noterden onaylanması zorunlu tutulmuştur” (Dayınlarlı,
a.g.e.,s.194).
“JV’nin Adalet Bakanlığına başvurularak tescil edilebilmesi için ortak
girişim sözleşmesi, şirket tüzüğü, devlete ödenecek vergi ve haçların ödendiğine
dair belge ve kurucuların açık adreslerinin bulunduğu belge gerekmektedir.
96
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
Eğer Azerbaycan’da anonim şirket kuruluyorsa, yukarıdaki belgelerden başka
belgeler de istenebilir. Örnegin, yabancı yatırımcının tüzel kişi olması halinde,
şirketin resmi merkezinin bulunduğu ülkedeki Azerbaycan konsolosluğundan
tasdikli ticaret sicil kayıtlarının ilave edilmesi gerekir. Bu belgelerin Azeri
dilindeki veya Rus dilindeki çevirileri devlet dairelerince kabul
edilmektedir.Tescil iki yıl boyunca geçerlidir ve bu süre sonunda yenilenebilir.
Tescil işleminin yapılması sonucunda şirket tüzel kişilik kazanmış ve böylece
kuruluş işlemleri tamamlanmış olur” (Dayınlarlı, a.g.e.,s.195-196).
“Yabancı Yatırımların Korunması Hakkında Kanunun 42’nci
maddesine göre JV tarafları aralarındaki sözleşmelerin ve ihtilafların tahkim
yolu ile halledileceğini kararlaştırabilirler. Ayrıca, adı geçen kanunda 1992
yılında yapılan değişikliğe göre, zararların tazmin edilmesi hakkındaki
uyuşmazlıklar, ödeme süresi ve ödeme usulü yetkisinin sınırları içinde
doğrudan Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Tahkim Mahkemesinde görülür.
Eğer tarafların aralarındaki sözleşmede veya Azerbaycan Cumhuriyetinin taraf
olduğu uluslararası anlaşmalarda belirtilmiş ise, bu ihtilafların çözüme
kavuşturulmasında hakem mahkemeleri yetkili olur” (Dayınlarlı, a.g.e, s.197).
c. ÇİN’DE ORTAK GİRİŞİMLERİN DÜZENLENMESİ
“Batılı yatırımcılar için her biri farklı kanunlarla düzenlenen iş
sınıflarının olduğu karmaşık bir yatırım ortamı gibi algılanmakla birlikte, Çin
günümüzde dünyanın en aktif ortak girişim pazarı olarak görülmektedir”
(Ulaş,a.g.e.,s.131-132; ayrıca bkz. Si, Steven X./Bruton, Gerry D.: “Knowledge
Transfer in International Joint Ventures in Transitional Economies: The China
Experience”, Academy of Management Executive, Feb.99, Vol:13, Issue:1,
s.84).
“Çin’de sermaye yetersiz ve işgücü ucuzdur. Hükümet
düzenlemelerinden dolayı çok sayıda yabancı firma, ortak girişim stratejisiyle
Çin pazarına girmektedir. Serbest ekonomik bölgelerde işgücü maliyeti
düşüktür ve vergi muafiyeti, gümrüksüz hammadde ve teknoloji ithalatı imkanı
bulunmaktadır” (Ulaş, a.g.e.,s. 132).
“Çin’de ülkenin farklı bölgelerinde kalkınma planları uygulandığı için
yatırım yapmak isteyen yabancı firmalar, yatırım yapmak için istedikleri yeri
seçmekte serbest değillerdir. Yatırımcıların riski düşük olmakla birlikte, yatırım
yapılması için gerekli kurallar katıdır. Yabancı yatırımcıları cezbetmek,
yatırımcılar için belirsizlik ve riski azaltmak için son on beş yılda çeşitli
kanunlar çıkarılmıştır. Çin’de araziler devlete aittir, yerleşim yeri için ortak
girişimler, kuruluş yerini kiralayabilmekte ancak sahip olamamaktadırlar.
Kuruluş yeri, Çinli ortak tarafından sağlanmaktadır” (Ulaş, a.g.e.,s.132).
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
97
“1979 yılında çıkarılan Yabancı Ortak Girişim Hakkında Kanun,
yabancı firmaların Çinli firmalar ile JV oluşturmalarına izin vermiştir. JV’lerde
tarafların katkıları; sermaye, teçhizat, malzeme, işgücü ve diğer girdiler
biçiminde olmaktadır. Yukarıda zikredilen kanuna göre, yabancı yatırımcıların
ileri teknoloji ve donanım, nakit para katkısında bulunmaları beklenirken, Çinli
ortağın yer, fabrika binaları, hammadde ve nakit para katkısında bulunması
beklenmektedir. JV’ler limited şirket olarak oluşturulmakta, her bir ortağın
girişimdeki yükümlülüğü, sermayedeki payı ile sınırlı tutulmaktadır. Şirketin
borçlarından her bir ortak, sadece yatırımdaki sermaye payları oranında sorumlu
olup; diğer tarafın sorumluluğunu üzerine almaz. Kar payı, sözleşmedeki
şartlara göre dağıtılır ve Çin Hükümeti, kar elde edileceği garantisini
vermemektedir. Yabancı yatırımcı firmalar, elde ettikleri karları, gerekli
vergiler (toplam gelirden yüzde 33) alındıktan sonra kendi ülkelerine transfer
edebilmektedirler” (Ulaş,a.g.e.,s.132-133; ayrıca bkz. Baotai, Chu: Foreign
Investment in China, A Question and Answer Guide, University
Publisher&Printer, First Edition, HongKong, 1987,s.86).
“Çin Halk Cumhuriyeti Uluslararası Ekonomik İlişkiler ve Ticaret
Bakanlığı, oluşturulmak istenen JV’nin amacını kabul ederse, JV’nin hangi
bölgede oluşturulacağına yönelik düzenlemeler için görüşmeler yapılmaktadır”
(Ulaş,a.g.e.,s.133; ayrıca bkz. Baotai, a.g.e., s.10).
“Çin’de sermayeye dayanmayan ortak girişimler, 1980 yılına kadar
sermaye katılımlı ortak girişimlerden daha popüler olmuştur. 1980 yılından
itibaren ise Çin Hükümetinin bir taraftan önemli miktarda hükümet kontrolünü
sürdürürken diğer taraftan da teknoloji transferi ve yönetim uzmanlıklarını elde
etmek amacıyla sermaye katılımlı ortak girişimlerin oluşturulmasını teşvik
etmesiyle sermayeye katılımlı ortak girişimlerin sayısı, olağan ortak girişimlerin
sayısını aşmıştır. Çok uluslu yabancı yatırımcılar, 1980 yılından sonra Çin
pazarına yan kuruluş açarak girmeye başlamışlardır” (Ulaş,a.g.e.,s.133; ayrıca
bkz. Keun, Lee: Chinese Firms and the State in Transition: Property Rights and
Agency Problems in the Reform Era, M.E.Sharpe, Newyork, 1991, s.109).
“Çin’deki JV’lerde genellikle tarafların ortak girişim oluşturma
nedenleri farklıdır. Batılı ortaklar, pazara girmeyi ve uzun süreli kar elde
edebilmeyi isterlerken, Çinli ortak firmalar borçlarını ve yatırımı bir an önce
geri ödeyerek kısa dönemde kar etmeyi isterler. Batılı ortaklar, pazara girmek
için rekabet aracı olarak yeni teknolojiyi kullanırlar; Çinli ortaklar bu
teknolojiye vakıf olarak yerel tedarik imkanlarını geliştirmeyi isterler. Çin’de
halen teknik eleman ve yönetim personeli sayısı yetersiz kalmaktadır. Çin’de
halen piyasadaki faaliyetleri Hükümetin sıkı bir biçimde kontrol ettiği,
ekonomide devletin hakimiyetininn olduğu bir yapı süregelmektedir. Hükümet,
yabancı firmaları ve faaliyetlerini doğrudan kontrol edebilmektedir. Çin’de
yabancı ortaklı JV’lerin büyük bir kısmının ortağı, kamu işletmeleridir. Bu
bağlamda, Çin’deki çok sayıdaki ortak girişimin hükümetin güdümünde
98
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
kurulduğunu ve hükümetin ortak girişimin faaliyetlerinin tamamını etkilediğini
söyleyebilmek mümkündür. Yabancı ortaklar ise, ortak girişim içerisinde
yatırımlarını, patentlerini ve markalarını korumayı hedeflerler. Yürürlükteki
mevzuata göre, ortak girişimin yönetim kurulu başkanı, firmanın yasal
temsilcisidir. Bu durum, yönetim kurulu başkanının ortak girişim adına finansal,
personel, ücretlendirme gibi önemli konularda her türlü kararı almasını
sağladığı için, JV sözleşmesinin, yönetim kurulu başkanının görev ve yetkilerini
sınırlandıracak biçimde açık ve net olarak hazırlanması önem taşımaktadır”
(Ulaş,a.g.e.,s. 134; ayrıca bkz. Gibbon, Russel: Joint Ventures in China: A
Guide for the Foreign Investor, Mc Millan Education, HongKong, 1996, s.36).
“Çin’de ortak girişimler, ülke içinde ürünlerin yabancı para birimiyle
satılamaması dolayısıyla ithal edilecek malzeme ve ekipman için yetersiz
dövize sahip olunması, bazı alanlarda malzemelerin ve kiraların çok yüksek
olması, gerekli fonların yerel bankalardan elde edilmesi güçlüğü ve bürokratik
problemler gibi yerel sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Bununla birlikte, Hükümet
tarafından, yabancı yatırımcılara yardım ve destek amacına yönelik olarak büro
ve acentalar oluşturulmuştur. Yabancı firmalar, Çin Hükümetinin denetim
ofislerinden JV ortağı konusunda aday gösterilmesini isteyebilmektedirler.
Çin’de ortak girişim oluşturmak isteyen yabancı girişimcilere; ofis satınalmak
yerine kiralamak suretiyle yerel bir şubenin oluşturulması, hükümet ile iyi
ilişkiler geliştirilmesi, Çin dışındaki komşu Asya pazarlarına yatırım yaparak
riskin dağıtılması, Çin pazarının özelliklerinin araştırılması, zengin bölgelerde
irtibat bürolarının kurulması, yerel yöneticiler ile ilişkilerin geliştirilmesi
tavsiye edilmektedir” (Ulaş, a.g.e.,s.134).
“Çin’de yabancı yatırıma izin veren başlıca aşağıdaki düzenlemeler
yürürlüğe konulmuştur (Dayınlarlı, a.g.e., s.202):
-1 Temmuz 1979 tarihli Yabancı Ortak Girişim Hakkında Kanun,
-12 Nisan 1986 tarihli Tamamen Yabancı Şirketlere İlişkin Kanun,
-31 Ocak 2000 tarihli Çin-Yabancı Sözleşmeli Ortak Girişimi Hakkında
Kanun.”
“Ayrıca, 1990’lı yıllardan itibaren yabancı sermayeyi Çin sınırları içerisine
çekmek amacıyla yönlendirici nitelikte yatırım rehberleri hazırlanmıştır. Bu
yatırım rehberleri arasında Nisan 2002 tarihli Yabancı Yatırım Rehberleri
Hakkında Düzenlemeler, Nisan 2002 tarihli Yabancı Yatırım Endüstrilerinin
Rehber Kataloğu, Haziran 2002 tarihli Orta ve Batı Bölgelerde Yabancı Yatırım
İçin Öncelikli Endüstriler en önemlileridir. Çin’in 11 Kasım 2001 tarihinde
Dünya Tiaret Örgütüne üyeliği sonrasında ise Çin Hükümeti, 11 Aralık 2004
tarihine kadar, ticaret yapma hakkını yerli ve yabancı tüm gerçek ve tüzel
kişilere sağlayacağını, bazı malların ithal ve ihraç edilmesine ilişkin tüm
sınırlamaları kaldıracağını taahhüt etmiş ve bu taahhüdünü yerine getirmiştir”
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
99
(Dayınlarlı, a.g.e., s.203).
“Yukarıda zikredilen yabancı sermaye mevzuatı çerçevesinde Çin’de
yabancı yatırım; şirket ortaklığı kurmak, sözleşmeli ortaklık kurmak ve
tamamen yabancı yatırımlı şirketler oluşturmak suretiyle üç değişik yoldan
yapılabilmektedir” (Dayınlarlı, a.g.e.,s.203).
“Günümüzde Çin’de yabancı yatırımları düzenleyen mevzuata ve
rehber kataloğa göre teşvik edilen, izin verilen sınırlı ve yasak kategorilerindeki
faaliyetler aşağıdaki gibidir (Dayınlarlı, a.g.e.,s.207-208):
(1) Teşvik edilen kategorideki faaliyetler aşağıdakileri kapsar:
-Yeni tarımsal teknoloji, tarımda geniş anlamda kalkınma, enerji,
ulaşım ve önemli hammaddelerde temel gelişmeleri kapsayan projeler,
-Yüksek, yeni, ileri ve uygulanabilir teknoloji ya da ürün kalitesi
etkinliği veya işletmelerin teknolojik ve ekonomik etkinliğini
artırabilecek yeni materyal veya ekipman ihtiva eden projeler ya da
Çin’de eksik olan yeni ekipman veya materyalleri üreten projeler,
-Pazar talebini karşılayan ve ürün kalitesini yükselten, yeni pazarlar
açan veya ürünlerin uluslararası rekabet kapasitesini artıran projeler,
-Enerji, hammadde ve doğal kaynak tasarrufu sağlayan ya da çevre
kirliliğinin önlenmesi ve kontrolüne katkıda bulunan yeni teknoloji
ve/veya ekipman içeren projeler,
-Orta ve batı bölgelerde insan ve doğal kaynak avantajını kullanan ve
devletin endüstri politikaları ile uyumlu olan projeler.
(2) Sınırlı kategorideki faaliyetler aşağıdakileri kapsar:
-Eski teknolojileri içeren projeler,
-Kaynak tasarrufu ve biyolojik çevrenin geliştirilmesine katkıda
bulunmayan projeler,
-Devletin iznine tabi bazı özel madenlerin aranması veya kullanımına
yönelik projeler,
-Kanunlar ve idari düzenlemelerde belirtilen diğer projeler.
(3) Yasaklı kategorisindeki faaliyetler aşağıdakileri kapsar:
-Ulusal güvenliği tehlikeye sokan veya halkın çıkarlarını zedeleyen
projeler,
-Çevreyi kirleten veya zarar veren, doğal kaynakları zadeleyen ya da
insan sağlığı açısından tehdit unsuru taşıyan projeler,
-Geniş tarım arazisi işgal eden ve arazi kaynaklarının korunması ve
100 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
gelişimine zarar veren projeler,
-Askeri üslerin güvenliği ve etkin kullanımını tehlikeye sokan projeler,
-Kanunlar ve idari düzenlemelerde belirtilen diğer projeler.”
“Son zamanlarda telekomünikasyon şebekesi inşaası ve işletmesi, kentsel su
temini ve kanalizasyon işleri, gaz ve termal enerji temini alanları yabancı
yatırıma açılmıştır” (Dayınlarlı, a.g.e., s.208).
“Çin-Yabancı Ortak Girişimi Hakkında Kanunun Uygulama
Yönetmeliğinin 7’inci maddesine göre, JV kuruluş başvurusu için yabancı ve
Çinli ortakların inceleme ve onay makamına ortaklaşa sunmaları gereken diğer
belgeler şunlardır:
(1) JV kuruluşu için başvuru formu,
(2) JV ortakları tarafından hazırlanan fizibilite çalışma raporu,
(3) JV ortakları tarafından belirlenmiş başkan, başkan yardımcısı ve
müdür adaylarının listesi”(Dayınlarlı, a.g.e.,s.208-209).
“Çin-Yabancı Ortak Girişimi Hakkında Kanunun 11’inci maddesine
göre, yabancı ortağın kanunlarda, anlaşma ve sözleşmelerde öngörülen
yükümlülüklerini gerçekleştirdikten sonra elde ettiği net kar, JV faaliyetlerinin
sona ermesi veya askıya alınması halinde elde ettiği meblağlar, equity JV
sözleşmesinde öngörülen para birimine ve döviz kontrol düzenlemelerine uygun
olarak yurtdışına transfer edilebilir” (Dayınlarlı, a.g.e., s.219).
“JV ortakları arasında meydana gelen ve Yönetim Kurulunca müzakere
yoluyla çözümü mümkün olmayan her türlü uyuşmazlık, öncelikli olarak
uzlaşma yoluyla, bundan bir sonuç alınamazsa Çin Hakem Kurulu veya
ortaklarca kabul edilen bir hakem kurulu tarafından tahkim yoluyla veya yerel
mahkemelerce çözümlenecektir” (Dayınlarlı, a.g.e., s.223).
SONUÇ
Yirmibirinci yüzyılın başında, uluslararası müteahhitlik hizmetleri
sektörü, inşaatla ilgili yan servisler ve yardımcılar ve ortaklar aracılığıyla
faaliyette bulunan özgün yapısı ile, aynı zamanda hem fırsatlar ile hem de
zorluklar ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Uluslararası müteahhitlik hizmetleri sektörünün yurtdışındaki iş
olanaklarını etkileyen geniş faktörler yelpazesinde; altyapı projelerinin
uluslararası finansmanı, uluslararası ihale prosedürleri ve standart sözleşme
formları,uluslararası
tahkim
ve
uyuşmazlıkların
alternatif
çözüm
mekanizmaları, ihracat kredisi sigortası ve yabancı inşaat pazarlarına giriş
engellerinin kaldırılması hususları önceliğe sahip meseleler olarak öne
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
101
çıkmaktadır.
Global ölçekte altyapı ihtiyacı her geçen gün artmakla birlikte, dünya
çapında altyapı alanında yeni inşaat ve bakım faaliyetleri için gereken fonları
bulmakta genel olarak güçlük çekildiği gözlenmektedir. Bu durum karşısında
yeni bir finansman yöntemi olarak, altyapı yatırımlarının finansmanında ve alt
yapı hizmetlerinin yürütülmesinde kamu-özel sektör ortaklığı (Public-Private
Partnership) modeline daha fazla işlerlik kazandırmak güncel bir çözüm yolu
olarak ortaya çıkmaktadır.
FIDIC tarafından 1999 yılında yayınlanan 5’inci baskı yeni kırmızı, sarı
ve gümüş renkli kitapların (genel ve özel şartnamelerin), diğer bir deyişle
standart sözleşme formlarının, geçmişte olduğundan daha fazla olarak inşaat
riskini müteahhite yüklediği görülmektedir. Ancak Asya, Afrika ve Latin
Amerika ülkelerinin çoğunda halen 1987 yılında yayınlanan 4’üncü baskı
kırmızı kitap, inşaat sözleşmelerinin hazırlanmasında ve uluslararası ihalelerde
yaygın olarak kullanılmakta olup; yeni baskı FIDIC tip şartnamelerinin bu eski
baskı versiyonunun tamamen yerini almasının biraz daha zaman alacağı
anlaşılmaktadır.
Modern bir ihale sistemi, başvuran isteklilerin etkili bir ön yeterlilik
değerlendirrnesine alınmasıyla başlamalı ve yüksek kaliteli ihale dökümanlarına
dayanan bir ihale prosedürü ve işveren ile müteahhit arasında gelecekteki
muhtemel riskleri adil olarak dağıtan dengeli sözleşme şartları ile devam
etmelidir.
İnşaat projelerine ilişkin uyuşmazlıkların hızlı, hatta mümkünse çıktığı
anda şantiyede çözülebilmesini temin edebilecek alternatif uyuşmazlık çözüm
mekanizmalarına, özellikle de uluslararası inşaat projelerinde inşaat sanayinin
özel ihtiyacı bulunmaktadır.
Günümüzdeki uygulamada ihracat kredisi sigortası şirketlerinin
sağladığı sigortaların kapsamı politik ve ticari riskler ile sınırlı olup; çevresel,
sosyal ve kültürel riskleri azaltma kapasiteleri ihmal edilebilir düzeydedir.
Geleneksel inşaat faaliyeti, işverenlerin ve onların müşavir mühendislerinin
belirlediği teknik kriterlere ve şartlara dayanan talimatları yerine getirdiği için,
müteahhitin inşaat işinin çevresel boyutlarını etkileme kapasitesi, üçüncü
taraflar tarafından hazırlanan ihale dökümanları ve dizaynlar (çizimler) ile
inşaatın yapılmakta olduğu yabancı ülkedeki ulusal mevzuat ile sınırlıdır.
Haziran 2003’de dünyanın en büyük ve en ünlü özel finans
kuruluşlarından bazıları Ekvador Prensiplerini kabul etmişlerdir. Bu yol
gösterici prensipler, kredi veren kuruluşların finanse ettikleri inşaat projelerinin
sosyal açıdan sorumlu ve çevresel açıdan sakıncasız gelişmesini garanti etmeyi
amaçlamaktadır. Nitekim, Avrupa Uluslararası Müteahhitler Birliği Genel
Kurulu’nun 15 Nisan 2004 tarihinde İstanbul’daki konferansının konusunun
102 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
“İhracat Kredi Sigortası ve Proje Finansmanında Çevresel ve Sosyal
Standartlar” olarak seçilmesi, gelişmekte olan ülkelerdeki altyapı projeleri için
uluslararası finansman sağlamada yeni standartların önemini vurgulamaktadır.
2001 yılında Dünya Ticaret Örgütüne üye olan Çin, taahhütlerinin
aksine, kabul ettiği yeni hukuki düzenlemeler ile yabancı müteahhitlerin Çin’in
inşaat pazarına girmelerinin önünde yeni giriş engelleri yaratmıştır. Avrupa
Komisyonu’nun ve diğer uluslararası kuruluşların işbirliği içinde yürüttükleri
Çin Hükümeti nezdindeki ikna çabalarının kısmen başarılı olması sonucunda,
Çin inşaat pazarına uluslararası inşaat şirketlerini daha fazla çekebilmek için,
Çin’in yeni mevzuatının yabancı müteahhitler için öngördüğü ikamet şartı,
yabancı mühendis sayısına getirilmiş olan sınırlamalar, belirli sermaye getirme
mecburiyetleri gibi pazara giriş engeli niteliğindeki kısıtlamalar
yumuşatılmıştır.
Yukarıda uluslararası müteahhitlik sektörünün gündemindeki son
gelişmeler böylece değerlendirildikten sonra, konuyu ülkemizin yurtdışı
müteahhitlik hizmetleri sektörü açısından ele aldığımızda sektörün
gündemindeki başlıca sorunlar olarak başlıca şu hususlar dikkati çekmektedir:
Bürokraside daha etkin bir koordinasyon oluşturma gereği, finansman bulma ve
teminat mektubu temin etme güçlüğü, sosyal güvenlik, dış pazarlar hakkında
bilgi edinme zorluğu, tanıtım eksikliği, sektörün belli bölgelerde yoğunlaşması
ve yeni pazarlara açılamaması, iş alınarak faaliyet gösterilen tüm ülkeler ile
“Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi” ve “Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve
Korunması” anlaşmalarının henüz tamamlanamamış olması, Türk teknik
müşavirlik ve mühendislik firmalarının yurtdışında yeterince etkin olamaması,
teknik ve tecrübe bakımından yetersiz Türk inşaat firmalarının yurtdışında iş
üstlenmesi nedeniyle sektörün olumlu imajının zedlenmesi.
Yukarıda özetlenen sorunlar biran önce halledilerek, ülkemizin
halihazırda oldukça yüksek olan mevcut cari açığını kapatabilmek için,
geleneksel olarak döviz kazandırıcı ihracat ve turizm sektörlerinin yanısıra,
önündeki engellerin kaldırılması ve mümkün olan her türlü hukuki, mali
desteğin sağlanması suretiyle acilen yurtdışı müteahhitlik hizmetleri sektörünün
önünün açılması zarureti bulunmaktadır.
KAYNAKÇA
AUGENBLICK, M. /CUSTER, B. S.: The Built, Operate and Transfer (BOT) Approach to
Infrastructure Projects in Developing Countries, The World Bank Working Papers, 1990.
BAOTAI, Chu: Foreign Investment in China - A Question and Answer Guide, University
Publisher&Printer, First Edition, Hong Kong, 1987.
BARLAS, N.: Adi Ortaklık Temeline Dayalı Sözleşme İlişkileri, İstanbul, 1988.
BEAMISH, P. W.: “The Characteristics of Joint Ventures in Developed and Developing
T. KÖKSAL
Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Sektöründe…
103
Countries”, Colombia Journal of World Business, Fall 1985, s.250-279.
BELL, John H. J.: ”Working Abroad, Working with Others - How Firms Learn to Operate
International Joint Ventures”, Academy of Management Journal, April 97, Vol.40, Issue
2, s.426-443.
BENDANIEL, David J. .⁄ ROSENBLOOM, A. H.: International M&A Joint Ventures and
Beyond - Doing the Deal, John Wiley&Sons, New York ,1998.
BENNET, J.: International Construction Project Management, But-terworth Heinemann, London,
1991.
BERG, M. Van Den / KAMMİNGA, Peter: “Optimising Contracting for Alliances in
Infrastructure Projects”, International Construction Law Review, Volume: 23, Issue: 1,
2006, p.59-77.
BISHOP, R. D. / CRAWFORD, J. .⁄ REISMAN, W. M.: Foreign Investment Disputes - Cases,
Materials and Commentary, Netherlands, 2005.
CARTER, J. / CUSHMAN, R. F. / HARTZ, S.: The Handbook of Joint Venturing, Business One
Irwin, Illiniois.
CHILD, J. / YAN,Y.: “Investment and Control in International Joint Ventures - The Case of
China”, Journal of World Business, Spring 99, Vol.34, Issue 1,s.3-16.
DAYINLARLI, Kemal: Joint Venture Sözleşmesi, Üçüncü Baskı, Ankara, 2007.
DURAN, Lütf: “Yap-İşlet-Devret”, Profesör Muammer Aksoy’a Armağan-SBF Dergisi, Cilt:
VLVI, Ocak-Haziran 1991
ELLIS, S.. ⁄ SHEA, L.: Foreign Commercial Dispute Settlement in the People’s Republic of
China, ITLJ, V.6.,No:2(1980-1981).
FEY, Carl F.: “Success Strategies for Russian-Foreign Joint Ventures”, Business Horizons,
Nov/Dec 95, Vol.38, Issue 6, s.49-55.
GIBBON, Russel: Joint Ventures in China - A Guide for the Foreign In-vestor, MacMillan
Education, First Published, Hong Kong, 1996.
GÜNEŞ, Cengiz: Yap İşlet, Yap İşlet Devret, İşletme Hakkı Devirleri ve Vergi Uygulamaları,
Yaklaşım Yayınları, Ankara, Eylül 1999.
HALL, R. Duane: The International Joint Venture, Praeger Publishers, First Published, New
York, 1984.
HARRIGAN, K. R.: Strategies for Joint Venture Success, Lexington Bo-oks, Second Printing,
Canada, February 1987.
HEWITT, Ian: Joint Ventures, Great Britain, 1977.
HORN, N.: Third Party Intervention, IBL, V13 (1985).
KAPLAN, İbrahim: İnşaat Sektöründe Müşterek İş Ortaklığı-Joint Venture-, 2. Bası, Seçkin
Yayıncılık, Ankara, 2007.
KÖSEKAHYAOĞLU, Mehmet: “Hukuki Mahiyeti Yönünden Yap-İşlet-Devret Sözleşmeleri”,
Hazine Müsteşarlığı Uzmanlık Tezi, Ankara, 1996.
OKTAY, Müjde: Ortak Girişimler, İSO Yayını No: 1997-6, İstanbul, 1997.
ÖZTÜRK, Pınar: Ortak Girişim ve Uygulanacak Hukuk, Beta, Birinci Basım, İstanbul, Ocak
2001.
104 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
POLATKAN, Vahit: Yap İşlet Devret Modeli ile Ulusal ve Uluslararası Tahkim, Yaklaşım
Yayınları, Ankara, Temmuz 2000.
RAMU, S. Shiva: International Joint Ventures, Wheeler Publishing, First Edition, New Delhi,
November 1997.
SKEGGS, Chris: “Project Partnering in the International Construction Industry”, International
Construction Law Review, V: 20, Issue: 4, 2003, p.456-482.
TAN, Turgut: “Kamu Hizmeti İmtiyazından Yap-İşlet-Devret Modeline”, Prof. Dr. Bedri
Gürsoy’a Armağan, SBF Dergisi, Cilt:47, Sayı: 3-4, Aralık 1992.
TEKİNALP, Ü. .⁄ TEKİNALP, G.: “Joint Venture”, Prof. Dr. Yaşar Karayalçın’a Armağan,
Ankara, 1989, s.143-176.
TMMMB: Ortak Girişim Tip Sözleşmesi (Mavi Kitap), [Çeviri],1’inci Baskı, Ankara,1992.
UĞUR, Oktay: “Yap-İşlet-Devret Girişim Modelinin Hukuksal Yönü ve Ekonomik ve Mali
Etkileri”, 1993 Yılı Hesap Uzmanları Kurulu Konferansları IV, Maliye Bakanlığı
Yayınları, 1993.
ULAŞ, Dilber: Uluslararası Pazarlara Giriş Stratejisi Olarak Ortak Girişimler (Joint Venture) ve
Türkiye’de Uygulamaları, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003.
UYDURANOĞLU, Nurhan: Türk Hukukunda Yap-İşlet-Devret (YİD) Modeli ve Benzeri
Müesseseler, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Uzmanlık Tezi, Ankara, Ocak 1994.
WALMSLEY, J.: Handbook of International Joint Ventures, Graham&Trotman Publishing,
London, 1989.
YILMAZ, L.: “Çeşitli Hukuk Sistemlerinde JV Anlaşmalarının Yorumu ve Hukuki Düzenlemeye
Kavuşturulması İhtiyacı”, BELİK’e Armağan, İstanbul, 1993.
YILMAZ, O.: Yap-İşlet-Devret Modeli ve Türkiye Uygulaması, Uzmanlık Tezi, DPT Yayın
No:2493, Ankara, Nisan 1999.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ
YAZIM VE YAYIM KURALLARI
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
(ASBED) daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış özgün, araştırma, derleme ve
kuramsal çalışmaların yayımlandığı sosyal bilim alanlarına ilişkin disiplinler
arası ve hakemli bir dergidir. Dergi yılda iki kez yayımlanır. Dergiye gönderilen
makaleler konu alanıyla ilgili en az iki hakemin önerileri dikkate alınarak
yayımlanır. Dergiye gönderilecek makaleler Türkçe ya da İngilizce olarak
yazılabilir. Dergiye gönderilen makaleler aşağıda belirtilen biçim ve yazım
kurallarına dikkate alınarak gönderilmelidir. Yazım kurallarına uygun olarak
hazırlanmamış makaleler yayım için dikkate alınmayacaktır.
Biçim ve yazım kuralları
1. Dergiye gönderilecek tüm makaleler Amerikan Psikologlar Derneği
2001 yılı yayım el kitabında belirtilen (APA 2001,
http://www.apa.org/books/4200061.html) yazım kurallarına uygun
olarak hazırlanmalıdır. Metin içerisinde doğrudan yapılan alıntılar da
alıntının yapıldığı sayfa numarası mutlaka verilmelidir. Alıntının
kelime sayısı 40 kelimeyi geçtiği takdirde ayrı bir paragraf olarak,
normal metnin sağ ve solundan 1 cm. daha içeride kalacak şekilde
yazılmalıdır.
2. Makaleler A4 ölçüsüne uygun kâğıtlara yazılmalı ve kâğıtların her
yanında 3 cm. boşluk bırakılmalıdır.
3. Makalelerde 160 kelimeyi geçmeyecek şekilde yazılmış Türkçe ve
İngilizce özetleri sırasıyla içermelidir. Özetlerde çalışmanın amacı,
yöntem ve bulguları kısaca özetlenmeli ve atıflara yer verilmemelidir.
Özetin hemen altında yer alacak şekilde en fazla beş kelimeden
oluşan anahtar sözcüklere Türkçe özet için “Anahtar sözcükler”
İngilizce özet içinse “Keywords” kavramlarından sonra yer
verilmelidir. Her bir anahtar sözcük arasına noktalı virgül konmalıdır
(öğrenme; öğretim; öğretmen eğitimi; öz-düzenleme).
4. Makaleler Word ofis programı aracılığıyla, Times New Roman yazı
karakterinde ve 12 punto büyüklüğü kullanılarak yazılmalıdır. Birinci
düzey başlıklar (makalenin başlığı ve bölüm başlıkları kalın
karakterle ve 12 punto kullanılarak yazılmalıdır. Bölüm başlıkları
kalın karakterle ve numaralandırılarak yazılmalıdır. Alt başlıklar
106 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-2 (20)
(varsa) bölüm başlıklarına uygun olarak numaralandırılmalı ve italik
olarak yazılmalıdır (1–1, 1–1–1, 1–1–2, vs.).
5. Tablolarda dikey çizgiler kullanılmamalı, metin içerisindeki sıraya
uygun bir biçimde numaralandırılmalı (Tablo 1, Tablo 2 vs.) ve tablo
başlıkları 10 kelimeyi geçmemelidir. Tablo başlıkları tablonun
üstünde yer almalıdır. Şekil ve/veya resim başlıkları ise (Şekil 1,
Şekil 2, Resim 1, Resim 2 vs.) şekil ve resimlerin altında yer
almalıdır.
6. Makalelerdeki toplam kelime sayısı kaynakça, şekiller ve tablolar vb.
dâhil (Türkçe ve İngilizce özet hariç) 6 000 kelimeden az 10 000
kelimeden fazla olmamalıdır. Kelime sayısı metnin sonunda
belirtilmelidir. Dergiye gönderilen makalelerin tümü çift satır aralığı
kullanılarak yazılmalıdır.
7. Metin içerisinde dipnot göstermekten kaçınılmalı ve eğer gerekliyse
bu tip gösterimler “Ek” başlığı altında kaynakçadan hemen sonra
yapılmalıdır.
8. Dergide yayımlanan makalelerin telif hakları Abant İzzet Baysal
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisine aittir.
9. Yazarlar dergiye makalelerini göndermekle etik kurallara
uygunluğunu ve makalenin başka bir yerde yayımlanmamış ya da
yayımlanmak üzere gönderilmemiş olduğunu kabul etmiş sayılırlar.
10. Dergide yayımlanan makalelerin içeriğinden ve etik kurallara
uygunluğundan yazar ya da yazarlar sorumludur.
11. Dergiye gönderilecek makaleler, yazar(lar)ın görev yaptığı kurum
ya da kuruluşun açık adreslerinin ve iletişimden sorumlu yazarın
elektronik posta adresinin yer aldığı bir kapak sayfası,
Türkçe/İngilizce özetlerin yer aldığı özet sayfası ve makale kaynakça
ekler vb’nin yer aldığı metin sayfasından oluşmalıdır. Metin ve özet
sayfalarından yazar(lar)a ait hiçbir bilgiye yer verilmemelidir. Bu
bilgiler yalnızca kapak sayfasında yer almalıdır.
12. Metin içerisinde atıfta bulunulan tüm eserlere “Kaynakça” başlığı
altında metin sonunda yer verilmelidir. Kaynakça yazımı APA 2001
standartlarına uygun olmalı ve kaynakça kısmında yer alan tüm
eserler 1 cm. girintili tarzda yazılmalıdır. Elektronik ortamda
yayımlanan
dergilerin
tümü
basılı
materyaller
olarak
değerlendirilirler. Bu nedenle kaynakça kısmından aşağıda belirtilen
yazım formatına uygun olarak yazılmalıdırlar. Ancak, internet
üzerinden indirilen diğer kaynaklara yalnızca metin içerisinde ve
indirildiği tarih açıkça belirtilerek yer verilmelidir (http://www.sobel
test.html, 02.03.2010 tarihinde indirildi).
107
Makaleler
Ng, W., Nicholas, H., & Williams, A. (2010). School experience
influences on pre-service teachers’ evolving beliefs about effective teaching.
Teaching and Teacher Education, 26 (2), 278-289.
Kitaplar:
Dann, R. (2002). Promoting assessment as learning: Improving the
learning process. London: Routledge/Falmer.
Editörlü kitaplar
Patrick, H., & Pintrich, P. R. (2001). Conceptual change in teachers’
intuitive conceptions of learning, motivation, and instruction: The role of
motivational and epistemological beliefs. In B. Torff, & R. J. Sternberg (Eds.),
Understanding and teaching the intuitive mind: Student and teacher learning
(pp. 117-143), Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum.
13. Makale yayımlandıktan sonra iletişimden sorumlu yazarın adresine
yazarların her birisi için derginin bir kopyası ücretsiz olarak gönderilir.
14. Makalesini değerlendirmeden çekmek isteyen yazarlar, bu
kararlarını gönderim tarihinden itibaren en geç 15 gün içerisinde
bildirmelidirler.
15. Yayımlanmayan makaleler yazarlara geri gönderilmezler.
16. Makaleler aşağıda belirtilen adrese elektronik posta yoluyla
gönderilmelidir.
Makale gönderme adresi
[email protected]
AİBÜ BASIMEVİ

Benzer belgeler