GAZETELERDE YAYINLANMIŞ YAZILARIM 1971

Transkript

GAZETELERDE YAYINLANMIŞ YAZILARIM 1971
GAZETELERDE YAYINLANMIŞ YAZILARIM
1971-2007
yazımda 36 yıl
Gazetelerde çıkan 36 yıllık yazılarımı zaman içinde bilgisayar ortamına taşındım,
sadece yazım hatalarını düzelttim. Kaybolmaması için burada topladım.
Yazılarımda inandığım doğruları savunduğumu sanıyorum.
MEHMET BİLDİRİCİ
İstanbul Şişli Aralık 2007
[email protected]
MAKALELERİM
- Bizim Görüşümüz”
-“Selçuk Üniversitesi’ne doğru”
-“Karkas yapılar”
-“Karaoğlan’ın ardından (Mustafa Özden)”
-“Atatürk’ün Konya’ya Gelişleri”
-“Atatürk’ü anma”
-“Sanayici Mustafa Bülbül’ün ardından”
-“Açıklama”
-“Konya Lisesi Tarihi
-“Hıfzı Veldet Velidedeoğlu
-“Beyşehir Tarihi-Yatağan Mürsel”
-“Konya Lisesi 1957 mezunlarının mutluluğu “
-“Su ve Toprak Kaynakları Konferansı”
-“Konya Tarihi Su Yapıları” yayını
-“Takkeli Dağı turu”
-“Glisıra hakkında ilk bilinenler”
-“Eczacı Sibel Güventürk için veda yemeği”
-“Şeyh Sadrettin Parkı”
-“Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na teşekkür”
-“Suat Abanazır’a teşekkür”
-“Edip Seviş’e teşekkür”
-“The Biblical Lystra and Glisıra around Konya
05.08.1971 Bağdaş Gazetesi
14.01.1972 Türkiye gazetesi
12.05.1972 Akşehir Pervasız gazetesi
20.06.1974 Yeni Konya
1981
Konya Valiliğine verildi
10.11.1981 Mimarlık’ta konuşma
25.01.1988 Yeni Konya
1991 “Konya Lisesi Tarihi” içinde
13.01.1992 Yeni Konya
Şubat 1992 Yeni Konya
10.06.1992 Beyşehir
18.04.1994 Yeni Meram
19.04.1994 Yeni Meram
20.04.1994 Yeni Meram
21.04.1994 Yeni Meram
22.04.1994 Yeni Meram
25.04.1994 Yeni Meram
08.06.1994 Yeni Meram
18.10.1994 Yeni Konya
18.10.1994 Yeni Konya
19.10.1994 Yeni Konya
1994
-“106 yaşındaki Konya İdadisi’nden yetişenler”
17, 18, 19, 20, 21 Ocak 1995 Yeni Konya
-“Konya Lisesi’nden Güzin Atademir’in mektubu” 03.05.1995 Yeni Konya
-“Konya Lisesi’nden Muazzez ve Turgut Kargalık” 09.05.1995 Yeni Konya
-“Konya Lisesi’nden Havfi Kendi’nin ardından” 03.07.1995 Yeni Konya
-“Hadim Astra antik kenti”
16.09.1995 Yeni Konya Kırkambar
-“ Konya’da Müderris ve şair Ömer Kaşif Efendi” 30.09.1995 “
“
“
-“Elengirit Dağı ve Yatağan Mürsel”
07.10.1995
Yeni Konya Kırkambar
28.10.2000 Yeni Gazete Kırkambar
Ağustos 2001 ÇAĞRI
Haziran 2003 “
“
-“Takkeli dağ hakkında”
14.10.1995 Yeni Konya Kırkambar
-“Botsa’da münzevi rahip evi”
21.10.1995 “
“
“
- “Danimarka’da Jutland adası doğası”
11.05.1995 “
“
“
-“Alaaddin Camii’nde bir yazıt”
18.11.1995 “
“
“
-“Altınçeşme’de Balıklı Çeşme”
-“Konya Lisesi’nden Fehime Birekul”
-“Konya Lisesi Müdürü Selman Erdem”
-“Deste köyünde (Meram Yeşildere) çeşme
-“Konya’da ilk ve tek kadın milletvekili”
-“Başhöyük’ten Musa Baypolat usta”
-“Bozkır’da Zengibar kalesi”
-“1995 yılını Uğurlarken”
-“Aksaray ili tarihi su yapıları”
-“Öğretmenim Zekiye İzgi”
-“Hayırsever Firuzan Işık”
-“Konya Lisesi’nden Mukbil Ertunç, Ayten Özer”
-“Konya Lisesi’nin eski öğretmenleri”
-Kazım Karabekir’de tarihi yerler”
“
“
“
-“Dineksaray’da 4. yüzyıl şiiri”
25.11.1995
30.11.1995
01.12.1995
09.12.1995
06.12.1995
16.12.1995
23.12.1995
30.12.1995
“
“
“
Yeni Konya
Yeni Konya
Yeni Konya Kırkambar
Yeni Konya
Yeni Konya Kırkambar
“
“
“
“
“
“
03.01.1996 Aksaray, Uluırmak gazetesi
06.01.1996 Yeni Konya Kırkambar
27.01.1996 “
“
“
10.02.1996 “
“
“
17.02.1996 “
“
“
23.03.1996 Yeni Konya Kırkambar
30.03.1996 “
“
“
06.04.1996 “
“
“
09.02.2000 (Yeni Gazete Kırkambar)
Şubat 2001 ÇAĞRI DERGİSİ
-“Danimarka’da çetin kış”
13.04.1996 “
“
“
-“Bir açıklama (Konya su yolları ile ilgili)
27.04.1996 “
“
“
-“Sarayönü Ladik ve çevresi”
11.05.1996 “
“
“
-“
“
“
“
18.05.1996 “
“
“
-“Emirgazi –Gölören gezisi”
08.06.1996 “
“
“
15.06.1996 “
“
“
-“Emirgazi Arısama dağı tırmanışı”
-“Konya Lisesi’nden Nihal İlaydın”
23.06.1996 “
“
“
-Türk haritacığında bir dev, Said Yasar”
.06.1996
Yeni Konya
-“ Park ve Bahçelerde Aydın Çavuş”
29.06.1996 Yeni Konya Kırkambar
-“Konya Ovası Proje çalışmaları”
13.07.1996 “
“
“
-“Konya Ovası sulamasında - Kurukafa Mehmet” 13.07.1996, Yeni Konya Kırkambar 4say.
-“Suudi Arabistan’da vahşi doğa”
27.07.1996 “
“
“
-“Konya’da Nakiboğlu su yolu ve çeşmeleri”
31.08.1996, Yeni Konya Kırkambar 4 say.
-“Nakiboğlu cami ve çeşmelerinde gezi”
31.08.1996 “
“
“
-“Konya’da yaşamış Ermeni toplumu”
14.09.1996 “
“
“
-“Devrim gazetesine merhaba”
25.09.1996 Devrim gazetesi, Muğla
-“Kaya mezarımı geri istiyorum”
28.09.1996 “
“
“
-“Kırkambar’a Konya dışından Merhaba
28.09.1996 Yeni Konya Kırkambar
-“Sedef adasında öğretmen Fehime Birekul”
05.10.1996 “
“
“
-“Marmaris’te öğretmen Nihal İlaydın”
12.10.1996 “
“
“
-“Marmaris’de öğretmen Nurhayat Evci”
-“Silifke çevresinde gezi”
-“Arkadaşım Dr. Teoman Bilge”
-“Konya’da Ermeni izleri”
-“Sille’de Aya Kriyakon kaya kilisesi”
-“Tekrar Aydın Çavuş”
26.10.1996
17.11.1996
28.11.1996
20.12.1996
21.12.1996
28.12.1996
“
“
“
“
“
“
“
“
“
Haftalık Agos gazetesi
Yeni Konya Kırkambar
“
“
“
-“Sevgi yemeği”
19.01.1997 Agos gazetesi
-“Tacı Vezir türbesi çevresi”
22.03.1997 Yeni Meram Kırkambar
-“Sille’de gezi”
29.03.1997 “
“
“
-“Konya Liseli Lütfi Tongur’un anıları”
29.03.1997 “
“
“
-“Karaman’da yaşamış Ermeni toplumu”
03.04.1997 Agos gazetesi
-“Öğretmen Sıraç A. Taşbaş’ın anıları”
05.04.1997 Yeni meram Kırkambar
-Öğretmen C. Ali İmer”
05.04.1997 “
“
“
-“Konya Lisesi ilk bayan öğretmenleri”
05.04.1997 “
“
“
-“Ladik’te bulunan kitabeler”
12.04.1997 “
“
“
-“Konya Liselilerin Korukent toplantısı”
12.04.1997 “
“
“
-“İstanbul’dan Kırkambar’a Merhaba”
14.06.1997 “
“
“
-“Botsa (Meram Güneydere) köyü
14.06.1997 “
“
“
-“Anadolu’nun ülkesi, tanrıları”
28.06.1997 “
“
“
-“Muğla’dan Marmaris’e zaman tünelinde yolculuk” 25.06.1997 Devrim gazetesi Muğla
-“Akyaka’da sınanmış bir yer Erendede”
28.06.1997 “
“
“
-“Gökova’nın tarihine katkısı olan Guy Meyer”
30.06.1997 “
“
“
-“Akyaka’da bir kaynak kişi Mustafa Akkaya”
07.07.1997 “
“
“
-“Arkeolog Prof. Dr. Thomas Drew-Bear”
05.07.1997 Yeni Meram Kırkambar
-“Beyşehir Eflatun Pınar”
26.07.1997 Yeni Konya Kırkambar
-“Beyşehir Gölü adaları”
02.08.1997 “
“
“
-Konya’da ilk inşaat mühendisleri”
16.08.1997 “
“
“
-“Sadrettin Karatay’ın mektubu”
23.08.1997 “
“
“
-“Konya’da kültüre hizmet edenler”
30.08.1997 “
“
“
-Mimar Muzaffer Erdoğan’ın mektubu”
13.09.1997 “
“
“
-“Mimar Kelükyan kimdir? (S.Seropyan ile)”
26.09.1997 İstanbul Agos
- “Bozkır Zengibar kalesi”
11.10.1997 Yeni Meram Kırkambar
-“Konya Ovası sulaması”
11.10.1997 “
“
“
-“Konya Lisesi’nin tanınmış öğretmenleri”
01.11.1997 “
“
“
-“Faik Soyman’ın tercümei hali”
08.11.1997 “
“
“
-“Konya’da Karamanlıca Türkçe’si”
-“Konya’da konuşulmuş diller”
07.02.1998
21.02.1998
Yeni Meram Kırkambar
“
“
“
-“Tarsus Valisi Filozof Çiçero”
-“İlk Konya Mebusu Hacı Rasih Efendi”
-“Tepeköy, Bulamas, Başarakavak
-“Konya’da Jenanyan School ”
-“Savatra antik kenti (Yağlıbayat)”
-“Kültüre hizmet eden William Calder”
-“
“
“
“ William Ramsay”
-“Sarayönü Başhöyük çeşmesinde yazıt”
-“Muğla-Konya gönül bağları”
-“Yeşilyurt (Pisi) hakkında
-“Muğla ve Gökova’da sarnıçlar”
-“Şalom gazetesine”
-“Konyalı Kebapçı Osman”
-“Kırkambar’a İstanbul’dan Merhaba”
-“Gökova’da Nail Çakırhan Mimarisi”
-“Selçuklu döneminde Gürcüler ile ilişkiler
-“Atina’da Küçük Asya merkezini ziyaret”
-“Mustafa Akkaya’nın Ardından”
-“Kültüre hizmet eden Lady Gertrude Bell
-“ Kültüre hizmet eden Piotr Tchihatchef
-“Müslümanlığı seçen Edip Mavioğlu
-“Arkadaşım Mustafa Topbaş”
-“Araştırmacı İbrahim Gündüz”
-“Müderris İbralalı Mustafa Efendi”
-“Lütfi Tongur’un ardından”
-Değişik Pencereden (Konya’da Ermeniler)
-“Mühendis Harun Bayer & Sadrettin Kürklü”
-“Konya Liseliler Korukent toplantısı”
-“İstanbul’daki Konyalılar”
-“Fatih döneminde Karaman’dan göçler”
-“Konya’da Elektriğin tarihçesi”
-“
“
“
“
-“Isaurapolis kenti (Dinek)
-“Konya kervan dergisinde Nail V şiirleri”
25.04.1998
Haziran 2001
16.05.1998
23.05.1998
19.06.1998
20.06.1998
04.07.1998
25.07.1998
15.08.1998
Kasım 2000
17.08.1998
18.08.1998
22.08.1998
28.10.1998
20.11.1998
20.11.1998
28.11.1998
05.12.1998
Mayıs 2002
26.12.1998
31.12.1998
“
“
“
ÇAĞRI Dergisi
“
“
“
“
“
“
Haftalık AGOS
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
ÇAĞRI Dergisi
Muğla Devrim gazetesi
“
“
“
“
“
“
İstanbul Şalom
Yeni Meram Kırkambar
“
“
“
“
“
“
“
“
“
ÇAĞRI
“
“
“
İşte GÖKOV sayı 7 1998
02.01.1999
02.01.1999
16.01.1999
06.03.1999
20.03.1999
02.04.1999
28.03.2001
10.04.1999
24.04.1999
15.05.1999
10.07.1999
17.07.1999
24.07.1999
27.07.1999
28.07.1999
07.08.1999
06.08.1999
Yeni Meram Kırkambar
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
KONYA POSTASI CÖNK
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
Yeni Gazete (Konya)
“
“
“
Yeni Meram Kırkambar
Devrim gazetesi Muğla
-“Gökova’da İskele ve Piknik alanı”
-“Papa Tiberiopolis (Yunuslar)”
-“Tarihçi Osman Özdemir”
-“Maftirim İlahileri”
-“Karacadağ’da Hyde antik kenti”
Konya’da Ermeni Eğitimci Haigazian
Kayıp Karamanlılar Cemaati
Konya’da basılmış parada kadın kıyafeti
Konya Medreseleri
Loras Dağı
Hatip ile Gödene
Lystralı Timothy
Karacadağ üzrinde Hyde kenti
-“Konya çevresinde eski isimler”
17.08.1999 “
“
“
21.08.1999 Yeni Meram Kırkambar
04.09.1999 “
“
“
18.09.1999 “
“
“
20.09.1999 24 sayfalık rapor Müze
Müdürlüğüne verildi
09.10.1999 Yeni Meram Kırkambar
Nisan 2001 ÇAĞRI
30.10.1999 Yeni Meram Kırkambar
Mayıs 2001 ÇAĞRI
06.11.1999 Yeni Meram Kırkambar
13.11.1999 “
“
“
04.12.1999 “
“
“
04.12.1999 “
“
“
11.12.1999 “
“
“
Ekim 2000 Çağrı
1999
Yeni Gazete Cönk s. 35
“
“
“
“ s. 83
“
“
“
“ s.88
“
“
“
“ s. 93
“
“
“
“ s. 94
“
“
“
“ s.107
“
“
“
“ s.115
“
“
“
“ s. 143
22.12.1999 Yeni Gazete Cönk .193
-“Lystra antik kenti”
05.12.2000 Yeni Gazete Kırkambar
-Meram’da Eski zamanlarda gezi
02.01.2001
Ağustos 2002
16.01.2001
“
23.01.2001
Ocak 2003
30.01.2001
13.02.2001
Haziran 2002
20.02.2001
27.02.2001
-“İlk çağlarda Ilgın”
-“Ilgın ve Kadınhan’da Hitit su yapıları”
-“Japon Bilim adamı Kanasaka”
-“Kadınhanı Hanı duvarları”
-“Nihal İlaydın’ın yayını”
-“Hüseyin Köroğlu’nun yayını”
-“Saint Paul’ün Konya ziyaretleri”
-İstanbul Yeni Gazete Kırkambar’a Merhaba
- Arkadaşım Enver Erler
- Roma Gezisinden izlenimler
-Afyon ve Konya’da Karabağ köyleri
-“Seydişehir yakınında antik Amblada kenti”
-Glisıra Tarihi I
-Glisıra Tarihi görülecek yerler II
Yeni Gazete Kırkambar
ÇAĞRI
Yeni Gazete Kırkambar
“
“
“
“
“
“
ÇAĞRI
Yeni Gazete Kırkambar
Yeni Gazete Kırkambar
ÇAĞRI
“
“
“
“
“
“
-
“
“
“
“
“
“
“ III
“ IV
13.03.2001
20.03.2001
20.02.2000
-“İbralalı Müderris Mustafa Efendi”
27.03.2001
Elmasunlu Mehmet Efendi”
03.04.2001
-“Çaybaşı Yazıları üzerine”
10.04.2001
-“Çaybaşı Yazıları üzerine”
10.04.2001
-“Konya Lisesi’nden Turgut Kargalık”
17.04.2001
Kasım 2002
-“Öğretmen Nihal İlaydın’ın yayını”
24.04.2001
-“Konya Liseliler Korukent toplantısı”
17.07.2001
-“Kudüs’te yapılan su toplantısı”
26.09.2001
(yanlış isimle)
31.07.2001
Eylül 2001
-“ 1913 de Konya Lisesi öğretmeni Ahmet Bey
09.10.001
Nisan 2003
-“Şair, öğretmen Raşit Usman”
16.10.2001
-“Paris Louvre müzesinde Listra ile ilgili halı tablo” 23.10.2001
Ekim 2002
-“Tarihi sorgulayan bir turist gözü ile Paris”
30.10.2001
Nisan 2002
-“Ata Karatay’ı ziyaret”
Ekim 2001
Şubat 2005
-“Gazeteci Namık Ayas”
Aralık 2001
10.01.2002
-“İMO Genel Kurulunda Konuşma
-“Çağrı Dergisine Merhaba”
-“Halk inanışına göre Konya’da peygamberler”
-“Mühendislikte 40 yıl
-“Tüccar Zeki Özdemir’i kaybettik”
-“Alpay Özdemir’i kaybettik”
-“Tarihi ile Sille ilgi odağı”
-“İdima’dan Gökova-Akyaka’ya
From Idyma to Gökova Akyaka
Von Idyma bis Gökova Akyaka
“
“
“
“
“
“
Müze Müdürlüğüne verildi
Yeni Gazete Kırkambar
“
“
“
“
“
“
Konya Postası Cönk
Yeni Gazete Kırkambar
ÇAĞRI
Yeni Gazete Kırkambar
Yeni Gazete Kırkambar
“
“
“
“
“
“
ÇAĞRI
Yeni Gazete Kırkambar
ÇAĞRI
Yeni Gazete Kırkambar
“
“
“
ÇAĞRI
Yeni Gazete Kırkambar
ÇAĞRI
Çağrı Dergisi
“
“
“
“
Yeni Gazete Kırkambar
26.01.2002 Tarihi su yapıları
Ocak 2002
ÇAĞRI
Şubat 2002 ÇAĞRI
Ağustos 2003 ÇAĞRI
Nisan 2005 ÇAĞRI
İTÜ Vakıf dergisi, Kasım 2002, s. 61-63
03.12.2002 Yeni Meram
03.12.2002 “
“
04.12.2002 “
“
www.akyaka.org/akyaka/idima/idima.htm
Akyaka Beledyesi 2000
www.akyaka.org/akyaka/idima/idima_eng.htm
www.akyaka.org/akyaka/idima/Idyma_gr.htm
-“İdimalılar Birliği”
-“Gökova körfezine Aziz Kosma
www.akyaka.org/akyaka/idima_bilgi.htm
www.akyaka.org/akyaka/aziz_kozma.htm
-“Çatalhöyük’ü bulan James Melleart”
-“Anam Nesibe Bildirici’yi kaybettim”
-“İdima’dan Gökova Akyka’ya sergisi
Ocak 2004
Nisan 2004
11.08.2004
-“1957 yılında öğrenim için İstanbul’a gelişim”
Kasım 2005
-“Tarihçi İ.Hakkı Konyalı Mezarı”
Ağustos 2006 Çağrı Dergisi
- Hocam Hüseyin Köroğlu
Konya, Merhaba
02.05.2007
- Ellili Yılların Konya Lisesi Öğretmenleri
Yeni Meram
25.05.2007
-Konya Lisesi ile ilgili çalışmalarım
“
26.05.2007
-Tarihi Sorgulayan bir gözle Ürdün gezisi
“
08.06.2007
- Konya Lisesi’nden Hakkı Onul’un anıları
“
02.04.2007
- Lystra kenti
-Yeni Meram Okurlarına Merhaba
-Konya Mühendislik Mimarlık Akademisi açılışı
-Harita ve Makine Bölümlerinin açılışı
-Konya’da Patrik Kyrillos
-Konya’da Ermeni Azınlık Okulları
- Uluırmak Burhandede Mesnevi Konutları
- Müderris Haşim Efendi
-Meddahçı Hatça
- Konya’da Bezircizadeler
-Cihanbeyli Böğrüdelik Köyü
- Bir Lise öğrencisinin Sille anıları
- 29.05.2007 de Sille’de inceleme
“
Yeni Meram
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
“
04.06.2007
13.07.2007
14.07.2007
15.07.2007
16.07.2007
17.07.2007
18.07.2007
20.07.2007
21.07.2007
22.07.2007
23.07.2007
24.07.2007
25.07.2007
- Akyaka’da Yaşadığımız Tarihi Çevre
-Karia kenti Idima
-Akyaka Oktay Akbal Kitaplığı
Çağrı Dergisi
“
“
Muğla Devrim gazetesi
Çağrı Dergisi
Akyaka Sanat Derneği Bülteni 3
Gokovam.Net
Akyaka Sanat Derneği Bülteni 4
Ağus. 2007
Ekim. 2007
1994 YILINA KADAR YAZILAR
BAĞDAŞ
BİZİM GÖRÜŞÜMÜZ
İlhan ÜNSAL
Avukat
Mehmet BİLDİRİCİ
İnş. Y. Müh
Orhan ARDA
Mimar
Bağdaş’ın Değerli Ortakları
Şirketiniz İdare Meclisi Başkanı İsmail Dedeoğlu ile yaptığımız temaslardan sonra
kuruluşunuzun nitelikleri ve maksadını öğrenmiş bulunuyoruz. Hakkınızda öğrenmiş
bulunduğumuz müspet ve memleketimiz için hayırlı teşebbüsünüz biz son derece
sevindirmiştir.
Şirketinizin ilk faaliyetlerinden olan arsa alımı için içimizden gelen yardım duygusu ile ve
İsmail Dedeoğlu’nun müracaatı üzerine 27 Temmuz 1971 Cuma günü Beyşehir’e gittik. Daha
önce Beyşehir Belediye Başkanı Muammer Taşkoy’un verdiği sözlerle umutlanarak arsa
yerini görmek ve ön etütlerini yapmayı düşünmüştük. Ancak Belediye başkanı gerekli ilgiyi
göstermemiş ve bizi hayal kırıklığına uğratmıştır. Bununla beraber yapmış olduğumuz
incelemelerde arsanın satış bakımından ucuza temini mümkün olsa bile fabrika için zaruri
bulunan alt yapı hizmetlerinin yüksek bir meblağa ulaşacaktır.
Daha sonra Konya’ya döndük ve Konya’da İmar ve İskan Bakanlığı’nın teşviki ile Konya
Belediyesi’nce hazırlanmış Organize Sanayi Bölgesi’nde 27.000 m² alanlı arsanın
alınmasında büyük faydalar gördük. Konya belediyesi arsa için para almamakta Bakanlıkça
tespit edilmiş elektrik su kanalizasyon gibi alt yapı tesisleri için bedel alınacak olup bu bedel
10 yılda taksitle % 4 faizle ödenecektir. Ayrıca burası özel Sanayi bölgesi olduğu için Devlet
Planlama Teşkilatınca verilecek teşvik belgesinde büyük kolaylık sağlayacaktır.
Ayrıca Konya Belediyesi başta Belediye Başkanı Yılmaz Kulluk olmak üzere bütün personeli
şirkete çok kolaylık sağlayacaklarını bildirmişlerdir. Gösterdikleri bu alakaya buradan
teşekkür etmek isteriz.
En iyi dileklerimizi sunar BAĞDAŞ’ın kısa zamanda bacasının tütmesini temenni ederiz.
( 05 Ağustos 1971 – BAĞDAŞ Gazetesi)
1
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ’NE DOĞRU
Mehmet BİLDİRİCİ
Öğretim Görevlisi
Konya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi
Tarihi Konya’mız bu günlerde eskiden sahip olduğu akademik ve sanat ortamına kavuşmak
için mutlu bir çaba içindedir.
Şunu ifade etmek istiyorum. Selçuklu Türkleri Anadolu’ya geldiklerinde Konya’yı yurt tutmuş,
zamanın ölçüleri içinde üniversitesini kurmuş, sanat ve düşünce hayatını canlandırmasını
bilmiştir. Bu ortam Alaaddin Keykubad ve Celaleddin Karatay gibi yöneticileri Mevlana
Celaleddini Rumi gibi şair ve düşünce adamlarını çıkarmıştır. Gene bu ortamda sanat hayatı
gelişmiştir.
İnce Minare ve Karatay Medreseleri gibi çok değerli mimari eserler o günlerin bizlere
armağanıdır. Burada önemli olan bu mimari eserleri planlayan ve yapımını gerçekleştirenler
Konya’da oluşmuş değerlerdir. Selçuk çağının Mimar Sinan’ı sayılan Mimar Kelük bu
ortamda İnce Minare Medresesi’ni ölümsüzleştirmiştir.
Bugün Konya’da o günkü sanat ve düşünce hayatına kavuşmak istiyoruz. Konya’nın
mühendisini, mimarını, doktorunu, ziraatçısını bu bölgenin kültürü ile olgunlaştırmak itiyoruz.
Bu olumlu çalışmaya bugün ikinci eğitim yılında bulunan “Konya Devlet Mühendislik ve
Mimarlık Akademisi”nin açılması ile başlanmıştır.
Arzumuz bu kuruluşların çoğalması ve “SELÇUK ÜNİVERSİTESİ” içinde hamur olmasıdır.
Bu görev Selçuklu Türklerine sahip olma, tarihsel gelişim içinde teknolojiyi Konya’ya getirme
savaşıdır.
Bu savaşta yararlı olanlara ne mutlu !!!!
(14 Ocak 1972 – TÜRKİYE Gazetesi)
(Bu benim ilk yayınlanmış yazım)
2
KARKAS YAPILAR
Mehmet BİLDİRİCİ
İnş.Y.Müh.
Akşehir ikinci derece deprem bölgesidir. Onun için burada yapılan binaların iskeletinde çok
özen gösterilmeli, binalar betonarme karkas yapılmalıdır. Ancak binaların yapımında çok
yanlış bir metot uygulanmaktadır. Bilindiği gibi karkas inşaat kiriş ve kolon sisteminden
oluşur. Akşehir’de önce bir katın kolonları kurulmakta beton dökülüp kalıp alındıktan sonra
döşeme ve kirişlerin kalıbı kurulmaktadır. Bu yanlış bir uygulamadır, mal sahiplerini uyarmayı
bir görev sayıyorum.
Deprem halinde yatay kuvvetlerinin kat hizalarında tesir ettiği betonarme hesaplarında esas
alındığından kat hizalarında kesit zayıflatılmış oluyor.
Buna şu örneği vereceğim. Kolonlar tek başlarına dikilmiş bir ağaç gibi olduğundan
oynayabilir. Buna şu bariz örneği verebiliriz. Bir taş kolon dikildiğinde kendini taşımaz,
üzerine yük gelip bağlantı yapıldığında dünyayı taşır. Yüksek bir taş duvar boş iken kendini
taşımaz bağlantı yapılınca çok yük taşır.
İlgilileri uyarır, saygılar sunarım,
(12 Mayıs 1972 –AKŞEHİR PERVASIZ)
3
KARAOĞLAN’IN ARDINDAN
Mehmet BİLDİRİCİ
İnş.Y.Müh.
Bir değerli hocamızı daha kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Hocamıza Konya halkı ve
öğrencileri Karaoğlan ismini vermişlerdi. Mustafa Özden'den çok Karaoğlan olarak bilinirdi.
Evinde ise İhsan adı kullanılırdı.
Hocamız dersine, öğrencilerine iyi öğretmek için çok gayret sarf ederdi. Çok iyi matematik
öğretmeni idi. Ömrünü Konya gençliğine sinüs, kosinüs ve tanjant'ı anlata anlata bitirdi.
Elips, hiperbol ve parabolü ondan öğrenmek zor değil bir zevk idi.
Şimdi hocamızın kısa bir biyografisini sunacağım. Karaoğlan kendisi gibi çok değerli hoca ve
bilim adamları yetiştirmiş bir ailenin çocuğu idi. Babası Emin Efendi kendisi 12 yaşında iken
ölmüştür, onun babası Konya'nın en ileri gelen din adamlarından Müsevit Kürt Halil
Efendi’dir. Annesi İsmet Hanım'ın kardeşi teyzemiz Kanbur Sare Hocahanım Konya'nın en
tanınmış kadın öğretmenlerinden idi. Öldüğü 1941 yılına kadar Konya Milli Eğitimine 15 yıl
ilkokul öğretmeni olarak hizmet etmiş, pek çok Öğrenci yetiştirmiştir. Bugün öğrencileri
doktor, avukat ve mühendis olarak yurda hizmet etmektedir. Anneannesinin babası da
Karaman İbrala köyünden Müderris Mustafa Efendidir. Bugünkü İsmet Paşa İlkokulu'nun
bulunduğu yerdeki Fevziye Medresesinde 1900 yıllarında ders okutmuştur.
Böyle bir ailenin çocuğu Mustafa Özden Konya Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Yüksek
Öğretmen Okulu'nda öğrenimini tamamlayarak matematik öğretmeni oldu. İlk öğretmenliğini
Rize' de yaptı. Daha sonra kısa süre Gazi Eğitim Enstitüsü'nde bulunduktan sonra 1953
yılında Konya Lisesi matematik öğretmenliğine atandı. Uzun yıllar matematik öğretti, bu
dönemde bizlerin de hocasıdır. Daha sonra Özel Selçuk Kolejinde çalışmış son olarak
Selçuk Eğitim Enstitüsü'nde öğretim görevlisi olarak hizmet etmiştir.
Özel hayatında çocuklarına çok düşkün iyi bir baba idi. Konya eşrafından Ömer Bey'in kızı
Kamuran Hanım ile evlenmiş Ömür, Leyla adında iki kızı ve 4 yaşında çok sevdiği Ömer
adında bir oğlu vardı. Mehmet Karacığan ile Karaman Noteri Hasan Küçükalpelli'nin
kayınbiraderi ve Necati Özden'in ağabeyi idi.
Büyük kızı Ömür'ün düğün hazırlığı içinde iken ve çok genç yaşta aramızdan ayrıldı. Ölümü
Konya ve öğrencileri arasında derin bir üzüntü bıraktı. Ayrıca yakın arkadaşı ve kendisi gibi
matematik öğretmenimiz Ömer Faruk Mesçi'nin acısını henüz unutmamıştık. Bu onun tuzu
biberi oldu. Manevi huzurunda saygı ile eğilir Allah'tan rahmet dilerim. Hocamızın ölümü
üzerine 13 Haziran 1974 günü YENİ KONYA'da şu haber yayınlandı.
"Selçuk Eğitim Enstitüsü matematik öğretmenlerinden Mustafa İhsan Özden (Karaoğlan)
önceki gün akşam geçirmiş olduğu kalp enfaktüsü sonunda hayata gözlerini yummuştur.
Şehrimizin tanınmış öğretmenlerinden, herkesin sevdiği ve saydığı, Konya Milli Eğitimine
yararlı olan, eski Selçuk Koleji sahiplerinden ve Selçuk Eğitim Enstitüsü matematik
öğretmeni Mustafa İhsan özden’in cenazesi dün Kapı Camii’nde kılınan cenaze namazından
sonra Musalla Mezarlığı’nda ebedi uykusuna tevdi edilmiştir. Merhuma rahmet, ailesi ve
yakınlarına başsağlığı dileriz.”
(20 Haziran 1974 – YENİ KONYA)
4
KONYA’DA ATATÜRK GÜNÜ
Mehmet BİLDİRİCİ
KDMMA Öğretim Görevlisi –Araştırmacı
“Milli Mücadelede Konya” için önemli ve tören yapmaya değer dört tarihi gün bulun-maktadır.
Bunlardan üçü Atatürk’ün Konya’ya gelişleri, biri de Konya’nın fiilen Milli Mücadeleye
katıldığı, Mustafa Kemal’i fiilen Kurtarıcı olarak seçtiği gündür. Bunlar sırası ile;
08 EKİM 1919
Ülke büyük bir kargaşa içindedir. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum ve Sivas kongrelerini
yapmış “Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti” Heyeti Temsiliye Başkanıdır. Her ilde
bu cemiyetin şubelerinin kurulması ve Vatanın Kurtulması için var gücü ile çalışmaktadır.
Konya’da Milli Mücadeleye karşı olan Vali Cemal Beyin olumsuz tutumları karşısında büyük
reaksiyon meydana geliyor ve Vali kaçmak zorunda kalıyor. Konyalı toplanıp Hadimli
Mehmet Vehbi’yi (Çelik) Vali Vekili seçiyor. Mustafa Kemal ilk defa Konya Vilayetine
30.09.1919 tarihinde telgraf çekiyor ve Konya Vilayetinde “Müdafa-i Hukuk” teşkilatının
kurulmasını istiyor.
Bu kutsal emir üzerine Konyalı kendi seçtiği Vali Vekili Mehmet Vehbi ve Mustafa Kemal’in
görevlendirdiği Refet (Bele) Paşa huzurunda 08 EKİM 1919 tarihinde Hükümet Konağı’nda
toplanıyor ve 24 kişiden oluşan “Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Kurulu”nu seçiyor.
Mustafa Kemal düşüncesi bir daha çıkmamak üzere Konya’ya giriyor. 8 EKİM Konya’da
ATATÜRK GÜNÜ olarak kutlanacak bir gündür.
03 AĞUSTOS 1920
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Konya ve çevresinde bazı
hoşnutsuzlukları sezmesi üzerine aniden trenle Konya’ya geliyor. Konya’ya bu ilk gelişlerinde
İstasyon’da büyük bir törenle karşılanıyor. Vilayeti, Belediye’yi ve Kolordu’yu ve Resmi
Kuruluşları ziyaret ediyor. 04 Ağustos 1920 günü Hükümet Konağı önünde kurulan kürsüden
ilk defa Konyalılara hitap ediyor. O karanlık günlerde ilerideki aydınlığı görebilen tek insan
burada gayet kendinden emin, mutlaka Zafer’e ulaşacağız diyor. Yaşa varol sesleri arasında
çılgınca alkışlanıyor. “03 AĞUSTOS” Atatürk günü olarak kutlanacak anlamlı bir gündür.
01 nisan 1922
Büyük millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz’a
hazırlanmaktadır. Ilgın’da Süvari Kolordusu’nu denetledikten sonra yanında yabancı elçiler
de olduğu halde trenle Konya’ya geliyor. İlk gelişleri gibi büyük törenlerle karşılanıyor.
Vilayeti, Belediye’yi Kolordu’yu ve okulları ve Resmi Kurumları ziyaret ediyor. Konya’da
“Halaskarımız” diye karşılanıyor. 01 Nisan günü de Konya tarihinde önemli bir gündür.
20 MART 1923
Büyük Zafer kazanılmış, Muzaffer Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, yurt gezilerine
çıkmıştır. Yanında eşi Latife Hanım olduğu halde Konya’ya gelir, İstasyonda törenlerle
karşılanır. Konyalı “Halaskarı” coşku ile bağrına basar. 20 Mart da Konya için tarihi bir
gündür.
5
ATATÜRK’ÜN DİĞER KONYA’YA GELİŞLERİ
Gazi Mustafa Kemal Paşa Kurtuluş Savaşı sürerken 24 Temmuz 1922 tarihinde gizlice trenle
Konya’ya gelip İngiliz General Towsend ile bir görüşme yapar. 20 Ağustos 1922 günü “Büyük
Taarruz”dan bir hafta önce otomobili ile Tuz Gölü üzerinden Konya’ya gelir ve gene gizlice
Akşehir’e hareket eder.
Cumhuriyet kurulduktan sonra Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal 03 Ocak 1925 tarihinde
eşi Latife Hanım’la birlikte, 17 Ekim 1925 başında şapka ile gelir. Diğer gelişleri 18 Mayıs
1926, 18 Şubat 1931 tarihinde 25 Ocak 1934 tarihinde ve 06 Şubat 1934 tarihindedir.
ATATÜRK Soyadını alan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 07 Ocak 1937 tarihinde ve son
olarak da 20 Kasım 1937 tarihinde trenle Konya’dan geçiyor, ve il yetkililerinden bilgi alıyor.
(Bu Rapor Konya Valiliği’nin isteği üzerine hazırlandı ve Sayın Kemal Nehrezoğlu’na verildi.)
6
10 KASIM 1981
ATATÜRK’ÜN ARDINDAN
KDMMA MİMARLIK BÖLÜMÜ KONFERANS SALONUNDA
MEHMET BİLDİRİCİ TARAFINDAN YAPILAN KONUŞMA
Sayın Akademi Başkanı, konuklar, arkadaşlarım ve sevgili öğrenciler
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ulu önderimizi ölümünün 43. yılında saygıyla tekrar
anıyoruz. Dünyanın çok az ülkesinde bir devlet adamına bu kadar bağlanılmış ve ilkeleri
esas alınmıştır. Bu ise Türk tarihinde bir ilktir.
Bugün andığımız ATATÜRK düşmanı yurttan temizlemekle kalmamış, toplumu ve yönetimi
çağdaş hale getirmeye çalışmış, uzun yıllar bize ışık tutacak Atatürk ilkelerini armağan
etmiştir. Yakın tarihimiz göstermiştir ki bu ilkelerden hareket edildiğinde Türkiye Çağdaş
Uygarlık seviyesine ulaşacak, hatta onu geçmeye çalışacak, yurt içi ve yurt dışında barış
içinde yaşayan bir millet olacaktır. Eğer Atatürk ilkelerinden ayrılıp yabancı ideolojilere
yönelirse bunun acı sonuçları 12 EYLÜL öncesi olacaktır.
Bu dev adam, yaptığı bu kadar güç işleri, harikulade zekası ve ileri görüşlülüğü ile yapmış,
ve devamlı halk ile iç içe yaşayarak onları kendisine bağlamıştır.
Bunlara pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak ben bu günlerde basında yer alan bir
Amerikalı gazetecinin yazdıkları ile Atatürk’ün Konya’ya gelişlerini büyük heyecanla
hatırlayan Konyalı üç yakınımın anılarını aktaracağım.
Mustafa Kemal ile röportaj yapan “Philadelphia Public Leger” gazetesi muhabiri ve bugün
hayatta olan Clarence Streit şunları yazıyor.
1921 yılı sonlarında, Büyük Lider Mustafa Kemal ile röportaj yapmak istedim. Aracılık yapan
Halide Edip (Adıvar) Hanım sorularımı yazılı olarak vermemi istedi. Mustafa Kemal cevapları
Fransızca olarak verdi. “Ulusunun karşılaştığı güçlükleri, Müttefik kuvvetlere karşı her türlü
imkandan yoksun halkını nasıl birleştirip askeri sorunları çözeceğini ve ileriye dönük
görüşlerini son derece değerli buldum”. Ama röportajı gazeteme göndermem son derece zor
oldu. Zira İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri sansür uyguluyordu.
Şimdi de Atatürk’ün Konya’ya gelişlerinde onu görmüş ve o anı büyük heyecan içinde
hatırlayan üç yakınımın anılarını anlatacağım.
Mustafa Kemal’in 1925 yılında Konya’ya gelişinde Türk Ocağı’nı ziyaret etmiştir, burada
bugün ileri yaşta olan Hamdi DOYURAN kendisine çay ikram etmiştir. Aradan uzun yıllar
geçmesine rağmen Ata’nın o günkü kıyafetini heyecan içinde şöyle açıklamaktadır. Başında
Panama şapka, yerli kumaştan golf pantolon, cepleri dışarıda avcı ceket, üzerinde pelerin
vardı…
Mustafa Kemal’in Konya ziyaretlerinde Konyalı onu ağırlamak için yarışmıştır. En güzel
yemekler ikramlar onun için yapılmıştır. Ancak o bunlara pek düşkün değildir. Yemekler
sonra hep çevreye dağıtılırdı. Şimdiki Atatürk Müzesi karşısında evleri olan Avukat Mehmet
Ali Apalı küçüklüğünde bu yemeklerden çok yediğini söylemektedir.
Mustafa Kemal 1923 yılında Konya’ya eşi Latife Hanım ile gelmiştir. Belediye Başkanı Muhlis
Koner misafirlere evinde bir yemek vermiştir. Gazi Mustafa Kemal ve Latife Hanım yemek
salonuna girerken sekiz Kız Muallim Mektebi öğrencisi piyano eşliğinde şarkı söylemiştir.
Bunlardan biri de benim kayınvalidem Şerife (Özdemir) dir. Sonradan yaptığım araştırma
sonucu söyledikleri parça Sakarya Marşıdır. Bugünde aynı parçayı aynı heyecanla
söylemektedir. Saygı ile anıyoruz.
7
MUSTAFA BÜLBÜL’ÜN ARDINDAN
Mehmet BİLDİRİCİ
Değerli bir sanayici ve Konya’nın Sosyal ve Spor hayatında etkin bir kişi olan Mustafa
Bülbül’ü (1937-1988) genç yaşta kaybetmiş bulunuyoruz. Bugünkü durumu ve iş hayatındaki
başarısı herkesin gözü önündedir. Mensubu olmakta gurur duyduğu Yatağan köyünde fakir
bir ailenin çocuğu, çalışma ve azmi ile bugünkü Mustafa Bülbül olmuştur.
Bunu bizzat kendisinin, Yatağan köyünün tarihi hakkında yaptığım araştırma sırasında bana
verdiği dokümanlara dayanarak ortaya koyacağım. Bu vesile ile ataları ile birlikte hayır duası
almasına vesile olursam mutluluk duyacağım.
Dedesi Hacı Veyiszade’nin medrese arkadaşı Tahir Efendi’dir. Yatağan köyünde hocalık
yapmış, bilgin ve müteşebbis birisidir. Hoca iken Yatağan köyünde medrese açmak için çaba
sarf etmiş, ve medrese için yeterli odaları sağlamıştır. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın
çıkması üzerine medresenin açılışı gerçekleşememiştir.
Babası Hacı Mustafa Bülbül aynı köyden Fatma Hanım’la evlenmiş ve bu evlilikten dört erkek
evladı dünyaya gelmiştir. Tahir, Mustafa, Ali ve Ahmet. Hacı Mustafa Bülbül 1949 yılına
kadar Yatağan’da Köy Katibi, İmam ve Hatip olarak görev yapmıştır. Muhitinde kendisine akıl
danışılan, fikirlerinden yararlanılan, herkesin yardımına koşan ve herkes tarafından sevilen
bir kişi olarak tanınmıştır. Ne var ki kırsal kesimin imkansızlıkları, Tahir isimli oğlunun ölümü,
ve çocuklarının istikbal endişesi onu köyünden ayrılmaktan alıkoyamamıştır.
Bu münasebetle 1948 yılında Konya’ya göç etme hazırlığına başlamış, köylülerinin karşı
çıkmaları üzerine göç 1949 yılına ertelenmiştir. Konya’da ufak bir bakkal dükkanı açarak
geçimini temin etmiştir.
Hacı Mustafa Bülbül üç oğlundan en büyüğü Mustafa Bülbül’ü kendi isteği ile tornacılık
öğrenmek için bir atölyeye vermiştir. Bu arada kendisi de “Küçük Yatağanlı Oteli” isimli bir
otel kiralamış ve otel işletmeciliği yapmıştır.
1952 yılında oturdukları evin üstlerine çökmesi ile eşi Fatma ile oğlu Ahmet’i yıkıntıda
kaybetmiştir.
Oğul Mustafa Bülbül 1957 yılında asker olmuş, askerliğinden sonra 1959 yılında babası
oğluna bir atölye açarak sanayiye yönelmesini sağlamıştır. Baba Mustafa Bülbül (1908-1974)
28 Mart 1974 tarihinde ölmüş ve Üçler mezarlığında toprağa verilmiştir.
1959 yılında açılan küçük atölye zamanla “ÖZYATAĞANLI” ismi ile Kollektif Şirkete, daha
sonra da “ÖZYATAĞANLI ANONİM ŞİRKETİ”ne dönüşmüştür. Fabrika Organize Sanayi
Bölgesi’nde büyük çelik konstrüksiyon bir yapıdır.
Bugün binlerce kişinin ekmek yediği bu müessesenin Yönetim Kurulu Başkanı olarak
çalışmalarını devam ettirmiştir. Mustafa Bülbül daima zor şartlarda zor işleri başarmış,
SANAYİ ODASI, ve KONYASPOR Kulübü Başkanlığını başarı ile yürütmüştür.
Bülbül, yılda 10 milyon dolara yaklaşan ihracatı ve miyarları aşan iç tüketim cirosu ile
Türkiye’nin önde gelen Ziraat aletleri fabrikasının sahibi olmuştur.
Yatağan köyünden çıkan bu insanlarla ne kadar öğünsek yeridir. Nur içinde yatsınlar.
(25 Ocak 1988 – YENİ KONYA)
8
KONYA LİSESİ TARİHİ İÇİNDE AÇIKLAMA
Mehmet Bildirici
1957 Mezunu
Konya Lisesi Tarihi, 1989 yılı Haziran ayında Okulun 100. Yıl kutlamaları için bastırılmaları
planlanmış idi. Kitabın yazarı değerli hocam Hüseyin Köroğlu bunun için Bodrum Turgut
Reis’deki yazlık evine kapanarak eşi Sevim Hanım’ın ifadesi ile uzun bir çalışmayla
fotoğrafları, belgeleri, daha önce Yeni Konya’da çıkan yazı dizilerini incelemiş ve kitabı
basılacak hale getirmiştir.
Ancak Okul idaresi ve Tertip Komitesi bu anlamlı törenin hazırlıkları arasında buna fırsat
bulamamış ve törende yaşlı mezunlar adına konuşan Sayın Rüştü Özal’ın ağzından Sayın
Köroğlu’nun okulumuzun tarihini yazdığını ve kısa sürede basılacağı müjdesinin vermiştir.
Törenden sonra Okul yönetimi, çeşitli görüşmelerde konuyu ele alacağını ve gerekenin
yapılacağı defalarca bildirildiği halde, gerçekleştirememiştir. Bu gecikmeden kusurlu olmayan
biri varsa o da Sayın Hüseyin Köroğlu’dur.
Sonuçta okul yönetiminde değişiklik olmuş, ve yeni atanan Müdür Sayın Zeki Kara ile
görüşülmüş, ve Okul Aile Birliği’nin bunu yapacak imkanları olmadığı anlaşılmıştır.
Hocam bu kitabı madde için hazırlamamıştır. Bir hizmet ve Konya Lisemizi yüceltme, ve
tarihteki yerini gösterme gereğini bir aydın olarak duyduğundandır.
Sonuçta YENİ KONYA gazetesinin değerli yöneticileri Adil ve Ünal Gücüyener, Konya ile bu
kadar iç içe olan bu konuya ilgi duymuşlar ve kitabın basımını üstlenmişlerdir. Kendilerine
teşekkürü bir borç bilirim.
Kutsal yuvadan mezun olmuş binlerden biri olarak böyle bilimsel bir araştırma sonucu ortaya
çıkan “KONYA LİSESİ TARİHİ”ni yazan Konya Lisesi’nin öğrencisi ve öğretmeni Sayın
HÜSEYİN KÖROĞLU’na teşekkür eder , bundan sonraki yaşamlarında kendilerine
mutluluklar dilerim.
(01 Nisan 1991 – Kitap içinde sayfa 135)
9
KONYA LİSESİ TARİHİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi Tarihi’nin 1989 yılı Haziran ayında lisenin 100. yıl kutlamaları için basılması
planlanmış idi. Kitabın yazarı değerli hocam Hüseyin Köroğlu bunun için Bodrum Turgut
Reis’teki yazlık evine kapanarak eşi Sevim Hanım’ın ifadesi ile uzun bir çalışma sonucu
kitabı basılacak hale getirmiştir.
Yeni Konya gazetesinin değerli yöneticileri Adil ve sınıf arkadaşım Ünal Gücüyener
kardeşler konuya ilgi duymuşlar ve “KONYA LİSESİ TARİHİ”nin basımını bugün
gerçekleştirmişlerdir.
Bu eserin hazırlanması sırasında inceleme ve yardım etme fırsatını bulduğum için kendimi
şanslı hissediyorum. Burada bazı gözlemlerimi ekleyeceğim.
Konya Lisesi Tarihi içinde kendi dönemi ve arkadaşlarını görmeyi düşünenler aradığını
bulamamış olabilirler. Ama durum öyle değildir. Bir eğitimci gözüyle yazar, okunan dersleri,
ders saatlerini, derslerin konularını, okulun yönetici ve öğretmenlerini titizlikle incelemiştir.
Yüz yılın yönetici ve eğitim kadrosu ortaya çıkarılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde okulun bünyesinde Hıristiyan öğrenci ve öğretmenlerin
bulunduğu ve öğrenimin bir bütünlük içinde yürütüldüğü görülecektir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında klasik öğretmen kadrosu yetişene kadar, politika, edebiyat ve
sanat ve bilim dünyasında gördüğümüz pek çok isim yapmış kimselerin bir zamanlar Konya
Lisesi’nde öğretmenlik yaptığı görülecektir. Abdülbaki Gölpınarlı, Halit Fahri Ozansoy,
ressam Şefik Bursalı ilk akla gelen örneklerdendir.
Bir yüzyıl boyunca, değişen zamana uygun çok çeşitli yabancı dillerin okunduğu, bunların
ders saatleri ve öğretmenleri ile karşımıza çıkacaktır. Konya’nın spor geçmişinde çok önemli
yer tutan Konya Lisesi’nin diğer okullarla maçları ve sporcuları anımsanacaktır.
Sonuç olarak bu kutsal yuvadan 1957 yılı mezunu olan biri olarak, büyüklerime, küçüklerime
ve arkadaşlarıma “Konya Lisesi Tarihi’ni okumalarını ve kütüphanelerinde bulundurmalarını tavsiye ediyorum.
(YENİ KONYA 13.01.1992)
10
ESKİ KONYA LİSESİ ÖĞRENCİSİ
HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU’NUN ARDINDAN
Mehmet BİLDİRİCİ
Şubat 1992 de Türkiye büyük bir hukukçusunu yitirmiş bulunmaktadır. Bu kişi 88 yaşındaki
Ordinaryüs Profesör Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’dur. (1904-1992)
Hıfzı Veldet 1921-1922 yılında Konya Sultanisi öğrencisi olmuş, 1971 yılında “Bir Lise
öğrencisinin anıları” isimli kitabı yayınlamıştır.
Hıfzı Veldet’in hukukçu kişiliği benim yetki alanım dışındadır, ben burada sözü edilen
yayından Konya Lisesi’nde öğrencilik günlerindeki izlenimlerini buraya koyacağım.
Anılarında Sultani Müdürü’nün Nuri Bey, matematik öğretmeninin Hüsnü Uluğ, fizik
öğretmeninin Salih Şevket, ve geometri öğretmeninin Hilmi Erdim olduğu ve kendilerinin
yetişmesinde önemli katkıları olduğunu vurgular.
Sınıf arkadaşlarının eski başbakanlardan Sadi Irmak, Nuri Karahüyüklü ve Tahir Mıhçızade
olduğunu belirtir. Konya’ya sürgün edilmelerinin ilginç bir hikayesi vardır.
“Ankara Lisesi’nin dik başlı öğrencilerinden Mustafa Hıfzı’nın okul yönetimi hakkında
şikayetleri vardır. Bunları 8 maddelik bir dilekçe ile okul yönetimine bildirir. Kendisi ile 12
öğrencinin imzaladığı dilekçeyi Milli Eğitim Bakanlığı’na verir. Bir sonuç alınamaması üzerine
bu defa 50 öğrencinin imzaladığı bir dilekçeyi Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına
sunar ve Milli Eğitim Bakanı’nın konuya ilgisiz kaldığını da belirtir. Milli Eğitim Bakanı Rıza
Nur’dur. Rıza Nur telaşla okula gelir, ve öğrencileri sorguya çeker. Sorduğu sorular ne
zamandan beri BOLŞEVİK siniz? gibi sorulardır. Sonuçta 6 öğrenci okuldan atılır, Hıfzı
Veldet’in aralarında bulunduğu 6 öğrenci Bolşevik suçlaması ile Konya Sultanisi’ne sürgün
edilir.
(YENİ KONYA Şubat 1992)
11
BEYŞEHİR TARİHİ ve YATAĞAN MÜRSEL
Mehmet BİLDİRİCİ
İbrahim Hakkı Konyalı tarafından hazırlanan “BEYŞEHİR TARİHİ” yazarın ölümünden sonra
Beyşehir Belediyesi tarafından bastırılmıştır. Yayınlanan bu eser Beyşehir tarihine pek çok
noktalardan ışık tutacağından önemli bir kaynak olacaktır.
Bu kitapta mutlu bir tesadüf eseri dedem Yatağan Mürsel torunlarından Mehmet Bildirici’nin
(1875-1948) tam sayfa kara kalem ile yapılmış fotoğrafı yayınlanmıştır. Bu beni çok mutlu
etmiştir.
Rahmetli İbrahim Hakkı Konyalı ile İnşaat Yüksek Mühendisi olmama rağmen tarihe meraklı
olduğumdan tanışmış ve dedemin arkadaşım Polat Uğur tarafından elle çizilmiş güzel
portresini vermiştim. Geçen yıllar içinde kaybolmamış ve bu kitaba girmiş. İbrahim Hakkı
Konyalı’yı İstanbul Üsküdar Harem’deki evinde ziyaretimde evinde bu kitabın basılmamış
halini göstermiş ve “senin secereni Yatağan Mürsel’e bağlayacağım” demişti.
Ancak yayınlanan kitapta Yatağan Mürsel hakkında dahi fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu
vesile ile soyundan geldiğim bu ermiş insanı tanıtmayı bir görev saydım ve kısa hayat
hikayesini vereceğim. Daha fazla bilgi yayınladığım ve hemşerilerime dağıttığım “Yatağan
Köyü, dünü, bugünü” kitabında bulunmaktadır.
Yatağan Mürsel 15. yüzyıl başlarında Timur orduları ile Konya civarına gelmiştir.
Afganistan’ın Horasan bölgesinden olduğu bilinmektedir. Yatağan Mürsel ve yakını Dediği
Sultan, Turgutoğulları ile birlikte Anadolu’ya gelmişler Konya-Beyşehir arasında bulunan
kutsal kabul edilen Elengirit (Melengürit) dağına gelmişler, burada bir süre kaldıktan sonra
Dediği Sultan Ilgın’ın Mahmuthisar köyüne yerleşmiş, kendisi de bugün Kızılören Bucağı’na
bağlı Yatağan köyünün o zaman boş olan arazisini yurt edinmiştir. Yatağan Mürsel
tarafından kurulmuş olan köyün o zamanki adı Söbüçimen’dir. Köyün ilk sakinleri kendisi, iki
kızı ve onların kocalarıdır.
Esas mesleği dokumacılık olan Yatağan Mürsel çeşitli kerametler göstermiş, Sultan Alaaddin
olarak babasının adı ile tanınan Karamanoğlu II. Mehmet’in dikkatini çekmiştir. Sultan II.
Mehmet H 810, Miladi 1407 tarihli vakfiyesi ile Söbüçimen ve Kavaklı mezralarını Yatağan
Mürsel ve zaviyesine vakfetmiştir. Söbüçimen köyü o zamanlar Beyşehir sınırları içinde yer
alıyordu.
Yatağan Mürsel’in hocası Dediği Sultan’ın Anadolu’ya gelişleri hakkında yazılmış
menakipnameler elimizdedir. Bu menakipnamelere göre Dediği Sultan Türkistan’da AHMET
YESEVİ neslinden ve Hacı Bektaş ile akrabalıkları vardır.
“Beyşehir Tarihi” isimli eserde Beyşehir Gökçimen köyü arasında bir başka Yatağan köyü
daha bulunmakta, bu köy ile ilgili de Karamanoğlu II. Mehmet’in H 830, Miladi 1426 tarihli
vakfiyesi vardır. Bu köyün bugün Kızılören’e bağlı Yatağan köyü ve Yatağan Mürsel ile bir
alakası yoktur.
Yatağan Mürsel’in kurucusu olduğu köyün eski kaynaklarda ismi Söbüçimen daha sonra ise
Yatağan olarak geçmektedir.
Bugün bu köyden Konya’ya gelmiş pek çok sanayici bulunmaktadır. Durumu tüm
Beyşehirlilere saygı ile duyururum.
(10 Haziran 1992 BEYŞEHİR)
12
KONYA LİSESİ 1957 YILI MEZUNLARININ MUTLULUĞU
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi 1957 yılı mezunları olarak 9 Nisan 1994 günü 12 saat bir arada olduk.
Hocalarımız ve çeşitli illerden gelen arkadaşlarımızla hasret giderdik.
Önce Meram'da Dr. Kamil ve İsmail Uğurlu kardeşlerin şahane bahçeli evlerinde etli ekmek
partisi ve 37 yıl sonraki görüşmeler. Toplantıya Konya'da yaşamını sürdüren öğretmenlerimizden Hüseyin Köroğlu eşi Sevim Hanımla, Sabahattin Şengün kızı ile katıldılar. Üçüncü
hocamız Havfi Kendi hastalığı dolayısıyla katılamadı, ona da acil şifalar dileriz,
İstanbul'dan Prof. Dr. Ömer Alptekin eşi Meral Hanımla, Dr. Azmi Dinçer eşi Zühal Hanım’la,
Ahmet Habip Sandıkçı, Rıza Durakbaşı, İsmail Uğurlu katıldılar.
İzmir'den Dr. Üzeyir Kırca ve Av.Sümer Uğur'un aramızda bulunuşu, kendilerini ve bizi zevk
içinde bıraktı.
Ankara'dan Prof. Dr. Attila Taçoy, Prof. Dr. Azzem Aydınöz, Hilmi Özküçük, Atalay Tarhan,
Aslan Arı, Tuncay Orhan, Tayyar Çimen, Dumrul Yavaş, Yaşar Dinekli, Birol Yüksel yalnız
katıldılar. Ankara'dan gelen arkadaşlarımız bir yanlış anlama sonucu eşlerini getirmediler.
Karaman'dan Sami Demir ve Cevdet Önal eşleri ile Adana'dan Enver Erler aramızda idi.
Konya'dan DSİ'den Ahmet Aklaş, İlhami Çörekçioğlu, Fehmi Ersoy ve ben Mehmet Bildirici
ve eşim aynı yıl mezunu Düzay Bildirici, Ali Akkaya, Mustafa Topbaş, Kadir Soyhan, Erşan
Erdem, Sadrettin Gülsaçan, Eray Özdemir, Ali Osman Kösembay. Mustafa Gür ve YENİ
MERAM'ın sahibi Mustafa Yalçın Bahçıvan eşleri ile katıldılar.
Oğlu, kızı ve damadı 1957 mezunu olan Zeki Özdemir ile üçüncü kuşak temsilcisi kızım
Sibel'in aramızda bulunuşu çok ilginç idi.
Akşam ise grup halinde Ankara Yolundaki Horozluhan'a yemeğe gidildi. Tarihi bir ortam
içinde, eski bir Selçuklu yapısında yemek çok keyif verici idi. Müzik ve fasıla arkadaşlardan
da katılanlar oldu.
Eski arkadaşlarımızın bu bağlılığı, hocalarımızla kaynaşmamız yanında bazı çalışmalar da
başlatmaya karar verdik. Bu sevgi bağını kuvvetlendirmek için o yıllarda bizi yetiştiren ve
bugün minnettar olduğumuz hocalarımızın aramızdan ayrılanları rahmetle andık,
yaşayanlarla diyalog kurmaya karar verdik. Hocalarımız, arkadaşlarımız ve anılarımızı
kapsayan bir kitap çıkarmayı karar altına aldık. Daha şimdiden ilginç anılar elimize ulaştı.
Yazımı bitirmeden önce bize mükemmel ev sahipliği yapan Kamil Uğurlu ve eşi Hilal Hanıma,
ablası Ulviye Hanıma, ev sahiplerine yardımcı olan Hale ve Mustafa Gür'e, Yaşar ve Fehmi
Ersoy’a, İsmail Uğurlu'ya ve eşim Düzay Bildirici'ye, her türlü desteğin yanında bize
gazetesinde sayfa ayıran Mustafa Bahçıvan'a tüm arkadaşlarım adına teşekkür ederim.
(18.Nisan .1994 YENİ MERAM)
13
ARAŞTIRMACI KÖŞESİ
SU VE TOPRAK KAYNAKLARI GELİŞTİRME TOPLANTISI
Mehmet BİLDİRİCİ
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, kuruluşunun 40. yıldönümünde 12-14 Nisan 1994 tarihleri
arasında 3 gün süren bilimsel bir toplantı düzenlemiştir. Çok başarılı geçmiş olan bu toplantı
hakkında izlenimlerimi sunacağım.
Toplantı 12 Nisan 1994 günü, Devlet Su İşleri Genel Müdürü Özden Bilen’in açılış
konuşması ile başlamıştır. İkinci olarak Bayındırlık Bakanı Onur Kumbaracıbaşı konuşmuş
ve arkasından Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel en büyük DSİ’li olarak uzun bir
konuşma yapmıştır.
Bu konuşmaların ardından teknik düzeydeki konferans başlamıştır. Benim değerlendirmelerime göre Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü bu konferansla Uluslar arası düzeyde çok
büyük bir kuruluş olduğunu göstermiştir. Her oturumda 6 konuşmacının katıldığı 6 oturum
gerçekleştirilmiştir.
Oturumlar da inşaat, makine, elektrik, jeoloji, ziraat, kimya ve çevre mühendisliği, hukuk,
tarihi su yapılarını kapsayan konularda tebliğler verilmiş ve tartışmalar yapılmıştır.
Konuşmacılar İstanbul Teknik Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Adana Çukurova
Üniversitesi, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinden profesörler, Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü, Köy İşleri Bakanlığı ve Çevre Bakanlığından üst yöneticiler, önde gelen tatbikat
firmalarının temsilcileridir. Konferansta verilen tebliğler 3 cilt halinde (1450 sayfa) DSİ Genel
Müdürlüğü tarafından yayınlanmıştır.
Bu konferansın ilk bölümü tarihi su yapılarına ayrılmıştır. Benden önceki konuşmacılar,
yabancı bilim adamlarının ardından tarihi su yapılarını Türkiye’de gündeme getiren hocam
emekli Prof. Dr. Kazım Çeçen ile Prof. Dr. Ünal Öziş idi. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
tarafından tüm yurt sathında araştırma yapmak üzere görevlendirilmiş bir kişi olarak
hocalarımla görüşmek ve onların desteği ve rehberliği konusunda söz almamın bu
çalışmalara daha da ivme katacağına inanıyorum.
Benim tebliğim “Konya Selçuklu Dönemi Sulaması” idi. Çok ilgi çektiğini gördüğüm bu tebliğ
ile “Konya Tarihi Su Yapıları” isimli Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından bastırılan
kitabımdan da yarın söz edeceğim.
(19 Nisan 1994 – YENİ MERAM)
14
ARAŞTIRMACI KÖŞESİ
KONYA TARİHİ SU YAPILARI
Mehmet BİLDİRİCİ
1991 yılından beri hazırlamakta olduğum “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” adlı çalışmam
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından kuruluşunun 40. yılı dolayısıyla yayınlanan 5
kitap arasında yer aldı. Diğer yörelere ait olanlar ise “Antalya Tarihi Su Yapıları”, “Samsun
Tarihi Su yapıları”, ve “Su mühendisliği açısından Türkiye’deki Eski Su Yapıları”dır.
Önce bu çalışmalarımda bana her türlü desteği sağlamış bulunan DSİ IV. Bölge Müdürü
Feyyaz Akalın ile eski Genel Müdür Raif Özenci ile DSİ Genel Müdürü Özden Bilen’e
teşekkürlerimi sunuyorum.
Kitabımın kapsamında geniş bir alanı tarama cesaretini gösterdim. Başta Konya olmak üzere
Karaman, Niğde, Aksaray, Silifke, Mut, Yalvaç ve Side’yi inceleme alanı olarak seçtim. Çeşitli
kültürlerin izlerini taşıyan ve karşımıza eşsiz bir kültür mozaiği olarak karşımıza çıkan bu
sahadaki eski ve yeni kentleri ortaya koyarak onların tarihi su yapılarını incelemeye çalıştım.
Çalışmalarım sırasında şunu gördüm. Çevremiz ile ilgili çeşitli konularda yayınlar olmasına
karşı, tarihi su yapıları konusuna mühendis gözü ile bakan araştırmalar çok sayıda değildi.
Daha önce proje yapma alışkanlığından olacak olaya bir proje tasarımcısı gibi girdim. Bir
takım önceden gelen bilgilerin bu projede gereksiz olduğu, bunun yanında tasarım için bir
takım donelere ihtiyaç olduğunu gördüm. Ben bu boşlukların bir kısmını doldurmaya çalıştım.
Kitabımın yayınlanmasından sonra Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü diğer bölgelerde de ön
çalışma yapmak üzere görevlendirdiğinde de çalışmalarıma ara vermedim, devam
etmekteyim. Kitap satılmamakta olup ancak yayın sahibi DSİ Genel Müdürlüğünce konu ile
ilgili kuruluşlara verilmektedir.
Yayınlanan bu kitabım Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ilan panosuna konulmuştur. Konya
IV. Bölge Müdürlüğüne 30 adet gönderilmiş olup depoda beklemektedir. Bana telif hakkı
karşılığı verilen 50 adet kitap dostlarıma ve konuya ilgi duyanlara dağıtılmaktadır.
(20 Nisan 1994 – YENİ MERAM)
15
TAKKELİ DAĞ TURU
Mehmet BİLDİRİCİ
Tarih doğa tutkusu beni dağcılarla birleştirdi. Konya Dağcılık İl Temsilcisi sınıf arkadaşım
Recai Kıcıkoğlu ile çeşitli dağ turları yaptık. Pırıl pırıl gençlerle bir arada temiz havada
araştırmalarda bulundum. 20.Mart 1994 Pazar günü Takkelidağ’da iken Spor İl Müdürü
Necati Yeğenoğlu ile dağda buluştuk ve SUN TV ye dağda bazı açıklamalarda bulundum.
Şimdi ise dağ hakkında bazı bilgiler sunacağım.
Dağın çeşitli isimleri bulunmaktadır. Çevre köyler Karaburga, Sille tarafında bulunan diğer
dağa Gevele adını vermektedirler. Vakıf kayıtlarında ise dağın ismi Gevale olarak
geçmektedir. Roma ve Bizans dönemlerinde dağın ismi Semavi Eyice’ye göre Saint Philip
dağıdır. Konyalı ise gördüğü şekliyle Takkelidağ ismini vermiştir. Bu şekilde yan yana olan iki
dağın ismi birbirine karışmıştır.
Dağın yüksekliği 1600 metredir. Volkanik bir dağ olup tepesinde bir volkan olduğu çeşitli
kaynaklarda belirtilmiştir. Ancak çukurun içi dolu oluğu için durum yerinde görülememektedir.
Takkelidağ Roma döneminde Konya (Iconium) ve Pappa Tiberiopolis (Beyşehir-Yunuslar) ve
Beyşehir (Mistea) kentlerini bağlayan yol üzerinde idi. Askeri önemi ve Kale olan dağ, Roma
döneminden Osmanlı dönemine kadar savunma amaçlı olarak kullanılmıştır. Üzerinde
bulunan ve her geçen gün bir parçası uçan kale ve burçları görmek mümkündür.
Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın ve Karamanoğlu İbrahim Bey’in belirli süreler burada
yaşadığı kaynaklarda belirtilmektedir. Konya’nın alınışı sırasında Fatih Sultan Mehmet
tarafından yıktırılmış ve önemini kaybetmiştir. Dağda görülebilen de şöyledir.
1. Kale duvarları ve burçlar
2. Yirmisekiz civarında oyulmuş ve çeşitli maksatlarla kullanılmış odalar, bunların içleri dolu
olduğu için dini semboller görülememektedir.
3. Kalenin 70 m kadar altında Konyalı’nın Kibele Tapınağı, köylülerin ise KOCAİN olarak
bildiği dört köşe oyulmuş mağara bulunmaktadır. Konyalı’nın tezi sadece Gevele ve Kibele
arasındaki benzerliğe dayanmaktadır.
4. Kocain’in hemen batısında içinde hala bir miktar su bulunan şahane üstü kapalı bir sarnıç
yer almaktadır. Sarnıca üstten inilmektedir. Daha yukarıda yaklaşık 50 m galeriden alınan su,
açık kayaya oyma kanallarla sarnıca aktarılmaktadır. Suyunun kükürtlü ve uyuz hastalığına
iyi geldiğine çevre halkından inanılmaktadır.
Geçen yüzyıl burayı ziyaret etmiş İngiliz gezgin W. Hamilton bu sarnıcın bir Ayazma
olduğunu ve çevredeki Hıristiyan halk tarafından kutsal kabul edildiğini ve belirli zamanlarda
ziyaret edildiğini yazmaktadır. Dağa verilen Saint Philip isminin buradan kaynaklandığı
sanılmaktadır.
Dağcılığa gönül vermiş arkadaşım Recai, bir öğle yemeği arasında bile uzmanları buraya
getirmeye hazırdır. !!!!
(21 Nisan 1994 YENİ MERAM)
16
GLİSIRA TARİHİ HAKKINDA İLK BİLİNENLER
Mehmet BİLDİRİCİ
Bugün Gökyurt olarak bilinen köyün eski adı Glisıra’dır. Bu isim bu çevrede bulunmuş bir
yazıtta “KLISTREA” olarak geçmekte ama ne anlama geldiği bilinmemektedir. Benzer isimler
Kbistra (Ereğli), Ilistra (Karaman-Yollarbaşı) ve Lystra’dır (Hatunsaray)
Glisıra Beyşehir üzerinden gelen ve Lystra’ya giden yol üzerinde kurulmuştur. Lystra
hakkında pek çok bilgiye sahip olduğumuz halde, Glisıra hakkında hiç bilgi bugüne
gelmemiştir. Hiçbir antik yazar tarafından bahsedilmediği gibi, hiçbir dini meclislerde ismine
rastlanılmamaktadır.
Ancak bölgede yapılan araştırmalarda Roma döneminde ve özellikle 6-10 yüzyıllarda geniş
bir alanda mağara yaşamı görülmektedir. Yer üstü yapıları bugüne gelmemiştir. Mağaralar
kazılarak kilise, şapel, mezar ve hatta mesken olarak kullanılmıştır. Meryem Ana’nın Hazreti
İsa’yı mağarada doğurması insanları bu yaşama yönelttiğini düşünüyorum. Tabii bu maksatla
kazılmış mekanlar daha sonraları aynı zamanda sığınma yerleri olmuştur. Bu yapılar öyle
sanatkarca yapılmışlardır ki bir mühendis gözü ile yer üstü yapısının yapılması daha kolay
diye düşünüyorum.
GLİSIRA’DA NELER GÖRÜLEBİLİR
Birkaç gün süren Glisıra gezimizde bütün görülebilecek yerlere ulaşmış değiliz. Bir günlük
gezi de ise imkansızdır. Burada yapılacak Konya valiliğinin gezisinde ise bazı yerleri
öneriyorum.
Roma yolu ve köprüsü: Bence en harika olanı budur. Köprü çok az onarım görerek bugüne
gelmiş, taş kaplama yolu ile köyün güneyinde hala ayaktadır.
Şaraphaneler: Başka yerlerde rastlanılması çok zor olan yapılar köyün kuzey batısındadır.
Katır İnleri : Yer üstü yapılan hanlar tarzında kolonlu kaya içine oyulmuşlardır.
Glisıra su kemeri : Bugün köy içindeki çeşmenin sol tarafında kanalı taşıyan duvar ve kanal
izleri görülmektedir. Çeşme ile köy arasında İstanbul Saraçhane’de (Valens kemeri)
benzeyen tek gözlü kemerler bulunuyordu. Aynı zamanda köyün giriş kapısı idi. Geçiş
güçlüğünden yıkılmış taşları Cumhuriyet dönemi yapılan okulda kullanılmıştır.
Sandıkkaya Haç Kilise: İçi ve dışı haç şekline getirilmiş benzeri çok zor rastlanır küçük kilise
veya şapel
Şapeller : Köyün her tarafında kaya içine oyulmuş şapeller
Sarnıçlar : Köyün her tarafında sarnıçlar
Sonuç olarak araştırmalar sürdükçe bilgiler ve bulgular ortaya çıkacaktır. Ancak bu yapılarda
resim ve yazıya çok nadir hallerde rastlanılmaktadır. Böyle bir yazılı kolon parçasına köy
içinde bir evin bahçesinde rastlanılmıştır.
24 Nisan 1994 tarihinde Konya Valisi Attila Vural katılacağı, Konya Valiliği’nce düzenlenecek
“Yediden Yetmişe Halk Yürüyüşü”nde korumasız mezar kazıcılarının kol gezdiği, doğal ve
tarihi zenginlikleri ile Glisıra’da görüşmek dileğiyle yazıma son veriyorum.
(22 Nisan 1994 – Yeni Meram)
17
ECZACI SİBEL ve DR. HASAN GÜVENTÜRK’E
VEDA YEMEĞİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Sosyal Sigortalar Bölge Müdürlüğü üst katında, yeni açılan sosyal amaçlı salonda, Meram
yolundaki Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi elemanlarından Eczacı Sibel ve Dr. Hasan
Güventürk onuruna 17 Nisan günü akşamı bir veda yemeği verildi.
Dr. Hasan Güventürk, Adana Çukurova Tıp Fakültesi’ni bitip Konya Sosyal Sigortalar
Hastanesi’nde doktor olarak göreve başlamış, burada Sibel ile tanışıp evlenmiştir. Adana
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji dalında doktora sınavını kazanması üzerine
Adana Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi’ne atanmıştır.
Genç çiftin Konya’dan ayrılması dolayısıyla verilen veda yemeğine, başta Başhekim Dr.
Hüsnü Bozkurt, Başhekim yardımcısı Dr. Fikret Büyükkökten, Başeczacı Hatice Sandıkçı
olmak üzere Sosyal Sigortalar Kurumu doktor ve eczacılarının büyük bölümü katılmıştır.
Başhekim Hüsnü Bozkurt, Başhekim Yardımcısı Dr. Fikret Büyükkökten, Başeczacı Hatice
Sandıkçı tarafından genç çifte üstün başarı belgesi ve hediyeler verilmiştir.
Daha sonra müzik eşliğinde dans ve eğlence başlamış gece geç saatlere kadar devam
etmiştir. Başhekim Hüsnü Bozkurt’un genç çiftin nişan töreninde de bulunması Meram Opera
Salonlarında yapılan nişan töreninin hatırlanmasına vesile olmuştur.
Eczacı Sibel benim kızımdır. Onları Adana’ya yeni görevlerine uğurlarken böyle anlamlı,
unutulması mümkün olmayan ve insan ilişkilerine artı boyutlar katan bu toplantıyı düzenleyen
başta Hüsnü Bozkurt olmak üzere tüm katılanlara ve işin organizasyonunu üstlenen Dr.
Süleyman Töke ve Dr. Arif Usman’a Güventürk ve Bildirici ailesi adına şükranlarımı sunarım.
(25 Nisan 1994 – YENİ MERAM)
18
KONUK YAZAR
ŞEYH SADREDDİN PARKI
Mehmet BİLDİRİCİ
Şeyh Sadreddin mahallesinde, Şeyh Sadreddin ve Turgutoğlu türbeleri arasında kalan park
Askeriye’nin 1993 yılında duvarını beton duvar olarak yenilemesi üzerine bozulmuştu. Meram
Belediyesi tarafından Park yeniden düzenlenmiş ve mahalle sakinleri tarafından
memnuniyetle karşılanmıştır.
Bu Park çevre sakinleri tarafından dinlenme yeri olarak kullanılmaktadır. Yakında bulunan
dershanenin kızlı erkekli gruplarının buraya gelmesi cami cemaatini rahatsız ettiği izlenimi
elde edilmiştir. Bunu önlemek yada başka maksatla 28 Mayıs 1994 günü izinsiz kavak
ağaçlarının kesildiği görülmüş, ben ve başka mahalle sakinlerinin müdahalesi ile ağaç kıyımı
durdurulmuştur. Ağaçların imam evi onarımı ihtiyacı için kesildiği öğrenilmiştir. Meram
Belediyesi’nce konunun incelenerek bu çevre için en güzelinin yapılmasını dilerim.
(08 Haziran 1994 –YENİ MERAM)
19
ARAŞTIRMACI KÖŞESİ
PROF. DR. SAİM SAKAOĞLU’NA TEŞEKKÜR
Mehmet BİLDİRİCİ
Saim sakaoğlu benim ilkokuldan arkadaşım. Hakimiyeti Milliye İlkokulu birinci sınıfta
başladığımızdan , yani 48 yıldan bu yana arkadaşlığımız sürmektedir. Doğum tarihlerimiz
arasında annelerimizin ifadesine göre dört günlük bir fark bulunmaktadır. İlkokul’da
öğretmenimiz Zekiye İzgi ve başöğretmenimiz Baha Gönenç idi. Onun numarası 50 benimki
25 idi.
Aynı öğretmenlerden, aynı yıllar şekillendirilmemize rağmen hayatta farklı mesleklere
yöneldik. Sakaoğlu Halk Edebiyatı’nı, ben ise inşaat mühendisliğini seçtim. Ben Konya’da
çalıştım, kendisi uzun yıllar Konya dışında görev yaptı. Ancak Konya sevgisinden, Konya
kültüründen ve yazarı olduğu YENİ KONYA’dan hiç kopmadı. Erzurum’da çalışırken,
Amerika Birleşik Devletleri’nde görevli bulunduğu zamanlarda rahmetli babası Mehmet
Sakaoğlu, Yeni Konya gazetelerini daima göndermiş ve Konya’da olan bitenden haberi
olmuştur.
Sakaoğlu yabancı ülkelerde görevli veya kongreler dolayısıyla bulunduğunda İngilizce
yayınların KONYA ile ilgili kısımlarının fotokopisini toplamış, elinde geniş bir koleksiyonu
bulunmaktadır.
Dostları ve onların ailelerine daima iyi niyet ve sevgiyle yaklaşan Sakaoğlu ile 48 yılda
temasımız hiç kaybolmamıştır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan
“KONYA TARİHİ SU YAPILARI” adlı kitabımın basılmasından önce ve sonra en büyük
desteği de Sakaoğlu’ndan görmüş bulunuyorum. Hazırlık safhasında görüştüğümüz hafta
sonu pikniklerinde, uzun yıllar uluslar arası bilimsel toplantılarda bulunmanın verdiği engin
deneyimleri ile bana yol gösterdi, ve yukarıda bahsettiğim İngilizce topladığı yayınların
fotokopilerini bana verdi.
“KONYA TARİHİ SU YAPILARI” yayınlandıktan sonra akademik çalışmaları ve Selçuk
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı görevleri dolayısıyla zamanı çok kısıtlı iken bana
zaman ayırarak kitabımı bir bilim adamına yakışır şekilde incelemiş ve YENİ KONYA
gazetesinde 05 Mayıs 1994 tarihinde “MEHMET BİLDİRİCİ ve ESERİ” adlı uzun bir makale
yazmıştır. Bu kitabımın tanıtılmasında çok etkili olmuştur.
Bu yazımda kendisine teşekkürlerimi sunuyor. Daha uzun yıllar akademik ve yöneticilik
hayatında başarılarının artarak devam etmesini diliyorum.
(18 Ekim 1994 – YENİ KONYA)
20
ARAŞTIRMACI KÖŞESİ
YENİ KONYA ve SUAD ABANAZIR’A TEŞEKKÜR
Mehmet BİLDİRİCİ
1994 Nisan ayında Devlet Su İşleri genel Müdürlüğü tarafından kuruluşunun 40. yılı
dolayısıyla “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” kitabım yayınlanmış bulunmaktadır. Üç yıldan bu
tarafa yaptığım bu çalışmalarda KONYA ile her soruna eğilen, ilgi gösteren Adil ve sınıf
arkadaşım Ünal Gücüyener ile daima temas halinde oldum. Onların görüşlerinden devamlı
yararlandım. Kendileri de kitabım yayınlanınca, gazetede bunu haber olarak verdiler, konu ile
ilgili makalelerime gazetelerini açtılar.
Gene YENİ KONYA’nın değerli başyazarı Avukat Suad Abanazır yoğun işleri yanında zaman
ayırarak “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” kitabımı inceledi ve 15 Temmuz 1994 tarihinde
“KONYA OVASI ve BİR ESER” adlı baş yazısını yazdı. Burada geleceğimiz ve bunun çok
önemli bir bölümü olan su sorununun, Konya’nın ve hepimizin bir sorunu olduğunu burada
vurguladı. Coğrafyamızı su konusunu anlamak için işi başından yani tarihinden başlamamız
gerektiğini yazısında belirtmektedir.
Suad Abanazır, 1965 yılında Alaaddin Torance Gazinosu salonlarında il başkanı olarak eski
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü onuruna verdiği yemekten bu yana tanıdığım, yazılarını okuyup
takdir ettiğim, bir kişidir.
YENİ KONYA’nın sahipleri Sayın Adil ve Ünal Gücüyener ile değerli başyazarları Sayın
Avukat Suad Abanazır’a teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu desteklerinin aynı konularda devam eden çalışmalarıma güç verdiğini beyan ediyorum.
(18 Ekim 1994 – YENİ KONYA)
21
ARAŞTIRMACI KÖŞESİ
EDİP SEVİŞ’E TEŞEKKÜR
Mehmet BİLDİRİCİ
YENİ MERAM gazetesinin değerli yazarı Edip Seviş’i tanırız, severiz, sayarız. İleri yaşına
rağmen kültür ve fikir çalışmalarını bırakmamış, bize örnek olarak da devam etmektedir.
Edip Seviş’i bazılarımız gazeteci, çoğumuz çok değerli bir müzik adamı olarak bilir. Edip
Seviş1912 yılında İstanbul’da doğmuş ve o zamanki adı ile Yüksek Mühendis Mektebi’ni
bitirerek İnş.Y. Mühendisi olmuş uzun yıllar Bayındırlık Bakanlığı’nda Bayındırlık Müdürlüğü
görevlerini yüklenmiş değerli bir bürokrattır.
Konya’da emekli olduğundan bu yana Mevlana sevgisi onu Konya’mızda alıkoymuştur.
Konya’da mühendis meslektaşlarımızın tümünün ağabeyidir. Tabii mühendislik yanında
müzik yaşamını amatör bir ruhla bugüne gelmiştir.
Edip Seviş ile bir araya geldiğimizde ve yaptığımız uzun sohbetlerde daima yeni bir şeyler
öğrenmişimdir. Kendi dönemindeki mühendislik ve müzik dolu yaşamı hakkında anlattıkları
hep ilgimi çekmiştir.
Bu defa DSİ Genel Müdürlüğü tarafından kuruluşunun 40. yılı dolayısıyla yayınlanan
“KONYA TARİHİ SU YAPILARI” adlı kitabımı kendisine armağan ettiğimde, kitabımı bölüm
bölüm incelediğine tanık oldum. Bu da beni çok mutlu etti. Lütfederek hazırladığı “TARİHİ SU
KAYNAKLARI” adlı güncel yazısı 16 Mayıs 1994 tarihinde YENİ MERAM’da yayınlandı.
Kendisine bu zahmetleri için teşekkür ediyor, kendisinden daha çok öğreneceğimiz şey
olduğunu beyan ediyor, müzik ve kültür dolu çalışmalarının devamını diliyorum.
(19 EKİM 1994 – YENİ MERAM)
22
THE BIBLICAL LYSTRA AND GLISIRA IN KONYA REGION
By Mehmet BİLDİRİCİ
He was born in Konya in 1939 and graduated from Civil Engineering Faculty of Istanbul
Technical University in 1962. He has been studied on historical water supply systems since
1991. His work “Konya Tarihi Su Yapıları” was published by DSİ (State Hydraulics Works) in
Ankara in 1994.
Konya, the capital of Seljuk Empire, the home of Mevlana Celaleddin and the birth place of
Mevlevi order is very important in Turkish Culture and civilization that began to spread
around in 13th century. On the other hand Konya than ICONIUM is very important and cradle
of civilizations from Neolithic time to Seljuk and Ottoman era. In this article we will recover
the Biblical city LYSTRA and Glisıra.
Lystra, now a deserted city near Hatunsaray is 38 km far from Konya in the South. When we
reach to Hatunsaray on the Konya-Akören highway ZOLDERA Höyük can be seen on the
west. Now nothing can be seen on the site, all inscriptions in Greek and Latin had been
found around can be seen Konya Archaeological Museum.
Lystra has been founded around 6 BC by the first Roman Emperor Augustus as a Roman
Colony to pres the tribes living around who had been settled the area before Greek-Roman
era.
Lystra appears as the birth place of Saint TIMETHIUS, the disciple of Saint Paul. He seems
like his son. The father of Timothius was a native, but his mother, the daughter of Jew, whom
is probably a Roman officer. Probably with the invitation of Timothius the cities Iconium and
Lystra had been visited Saint Paul and his friend Barnabas in the fist century. We read these
lines from Bible (The Acts 14)
“And at Lystra there was a certain man who from the birth had been without the use of his
feet, never having had the power of walking. This man was giving ear to the preaching of
Paul who looking at him and seeing he had faith to be made well. He said a loud voice. Get
out on your feet. And jumping up, he went walking around.
And when the people saw what Paul had done, they said in loud voice in the language of
LYCAONIA, the gods have come down to us in the form of men.
Lystra was very important city in the Byzantine era too. Then she had been deserted, but we
don’t know when it had been occurred and what was the reason?
In the 19th century archaeologists wanted to fix the site of Lystra. At first some other sites as
Ilıstra and Glisıra had been supposed to be Lystra. In 1885 American Archaeologist F.
Sterret found a Latin inscription in Zoldera Höyük in Hatunsaray and fixed the site.
This Latin inscription is “DIVIUM AUGUSTUM COLONIA JULIA FELIX GEMİNA LUSTRA”. In
English “With the order of the officer wealthy colony Lystra, two oxen were sacrificed to the
honor of Sacred Augustus”
With the beginning of archaeological excavations the visitors will see very interesting
Monuments.
GLISIRA, mediaeval KLISTREA, now Gökyurt is 16 km from Lysra in the Northwest. The
similarity of the names is attractive but we know nothing about their meaning.
Glisıra is on the Roman road running from Lystra to Pappa Tiberiopolis that is another
Roman city had been founded by the next Roman Emperor Tiberius on the Konya-Beyşehir
highway (Now Yunuslar village).
23
In the 6th- 10th centuries the people of Glisıra had houses, churches, and tombs digging hart
rocks like at the Cappadocia. On the contrary Glisıra had never been seen in history, only a
few inscriptions had been found. But the monuments and the geography are very interesting
and she is going to be a second Cappadocia.
With the organizations of Konya Govern in April 1994, hundreds of people visited Glisıra, and
began to be explored.
Here some photographs of the monuments of Glisıra.
-Roman bridge and paved road on it.
-Mediaeval rock-cut Church
-Sandıkkaya Chapel in the form of Cross both inside and outside
(Bu yazı Daily News için hazırlandı, yayınlanmadı)
24
MEHMET BİLDİRİCİ YAZILARI 1995
KONYA İDADİSİ’NDEN SULTANİSİ’NDEN YETİŞENLER
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’nın en eski öğretim kurumu, Osmanlı yönetiminden bugüne gelebilen iki kurumdan biri
olan Konya İdadisi 1889 yılında kurulmuş, daha sonra Konya Sultanisi, Konya Lisesi, Gazi
Lisesi olarak öğrenimine devam etmektedir.
Konya İdadisi 1889-1913 yılları arasında hizmet vermiştir. İdadi’de okunan dersler, öğretmen
ve öğrencileri hakkında Konya Lisesi öğrencisi, daha sonra aynı yerde Fizik öğretmeni
HÜSEYİN KÖROĞLU tarafından yayınlanan “KONYA LİSESİ TARİHİ” bulunmaktadır.
Burada bu kurum hakkında toplu bilgiler yer almaktadır.
Ben ise Konya Lisesi’nin 1957 yılı mezunuyum. Yani kurumun meyvesiyim. Konuya bu
açıdan bakıp, Konya İdadisi mezunları kimlerdir?, ülkeye ne gibi hizmetler vermişlerdir?. Bu
yazı dizisi ile onu irdelemeye çalışacağım. Tespit edebildiğim önemli mezunların kısa hayat
hikayelerini buraya koyacağım. Şüphesiz bunlara tümü değildir.
Konya İdadisi Fransa’daki okullar model alınarak açılmış bugünkü ortaokul lise seviyesi
arasında bir okuldur. Fen dersleri yanında, dini dersler gene ağırlıklıdır. Konya İdadisi
önceleri Alaaddin tepesinin doğusunda bugün mevcut olmayan bir binada açılmış, daha
sonra bugün Karma Ortaokul olarak bilinen binaya taşınmıştır. İdadi’nin açıldığı yıllarda
Konya’da 50 civarında dine dayalı derslerin okutulduğu medreseler, Sanat ve Öğretmen
okulları, azınlıkların dini okulları, ve Protestan Jenanyan okulu bulunuyordu.
Müfredatını, ders saatlerini, öğretmenlerini bildiğimiz İdadi’de bunların ne ölçüde okutulduğu
konusunda fazla bilgimiz bulunmamaktadır. Ama pek çok yabancı dil okutulduğunu biliyoruz.
Fransızca, Osmanlıca, Arapça ve Farsça bu kurumda okutulmuştur. Öğrenci bu dillerden
birini veya bir kaçını bir metin okuyacak kadar öğrenmiş midir?. Kitap ve Laboratuar
imkanları ne idi?, fen dersleri ne derece anlaşılmıştır?
Ama çok çarpıcı olarak görülmektedir ki Konya İdadisi’nden yetişenler Konya ve civar illerde
hatta Türkiye’nin pek çok yerinde çok önemli görevler üstlenmişler, ülkeye büyük hizmetleri
olmuştur.
Konya İdadisi’nin kayıtlarına göre 1889-1913 yılları arasında 278 mezun vermiştir. Bugün
Gazi Lisesi’nden bir yılda mezun olanlar ile karşılaştıracak olursak çok küçük bir rakam
olduğu görülecektir. Bu yıllarda ki mezun sayıları şöyledir.
1893 yılında
7 mezun
1904 yılında
21 mezun
1894 “
7
“
1905 “
13
“
1895 “
3
“
1906 “
14
“
1896 “
5
“
1907 “
13
“
1897 “
2
“
1908 “
13
“
1898 “
8
“
1909 “
23
“
1899 “
8
“
1910 “
28
“
1900 “
8
“
1911 “
28
“
1901 “
4
“
1912 “
27
“
1902 “
5
“
1913 “
23
“
1903 “
18
“
Toplam
278
KONYA İDADİSİ’NİN İLK 40 MEZUNU
Konya 1317 (1901) yılı Salnamesi’nde (Yıllık) İdadi’den mezun ilk 40 kişinin ismi ve o andaki
mesleki durumları verilmektedir. Parantez içindeki değerler tarafımızdan yapılan
açıklamalardır.
1
Yılı
Sıra
İsmi
Mesleği
açıklama
1893
1
Hazım (1875-1896)
-
İlk öğrenci
“
2
FAİK SOYMAN
Öğretmen (1876-1960)
“
3
Mehmet
Akşehir’de öğretmen
“
4
Osman
Baytar
“
5
Tahir
Mahkeme Başkatip
“
6
İbrahim
Baytar
“
7
Şemsettin
Baytar
1894
8
Sarafin (ölü)
“
9
Ali
Beyrut’ta katip
“
10
Vasil
Baytar
Hıristiyan
“
11
İlyas (ölü)
-
Maruni, Hıristiyan
“
12
Ganyanos
Ziraat
Hıristiyan
“
13
Rıza
“
14
Hüsnü
Harbiye
1895
15
Yuvan
Tüccar
Hıristiyan
“
16
İspiro
Harbiye
Hıristiyan
“
17
Nüzhet
1896
18
Abdülkerim
“
19
Bekir
“
20
Rıfkı
“
21
Halil
“
22
Mustafa
1897
23
Davud
öğretmen
“
24
Basri
Aksaray’da öğretmen
1898
25
M. FERİT UĞUR
1880-1942
“
26
Filip
Antalya’da öğretmen
“
27
HİPOKRAT
Doktor (1880-1920)
“
28
GALİP (TEZÖREN)
İnşaat Mühendisi
“
29
Cemal
Nahiye Müdürü
“
30
Ömer
öğretmen
“
31
Hüseyin
Koçhisar’da katip
“
32
Osman
1899
33
Nihat
“
34
Rıza
Hıristiyan
Maruni, Hıristiyan
Öğretmen
İdadi resim öğretmeni
Baytar
Milli Eğitim Müdürü
1880-1963
2
“
35
Hüsamettin
“
36
MAZHAR BABALIK
1881-1930
Gazeteci
“
37
SAİT KORU
1881-1934
Hacı Bahrizade
“
38
Nuri (Mendi)
1879-1973)
Hacımindizade
“
39
Teodor
“
40
Pertev
Hıristiyan
İdadi’nin çok rağbet gördüğü ve azınlık çocuklarının da devam ettiği görülmektedir. Rum,
Ermeni yanında Hıristiyan Arap’ların (Maruni) olduğu dikkat çekicidir.
Şimdi bu 278 kişiden önemli görevlerde bulunmuş, hayat hikayelerine ulaşılabilmiş kişileri
inceleyelim.
HAZIM (1875-1896)
Konya Sipahi Kumandanı Ali Esat Bey’in oğludur. İdadi’nin ilk öğrencisi ve ilk mezunudur.
Öğrenim için gittiği İstanbul’da genç yaşında öldü. Faik Soyman’ın ağabeyidir.
FAİK SOYMAN (1876-1960)
Konya’da doğdu. Sipahi Kumandanı Ali Esat bey’in küçük oğludur. 1893 yılı mezunudur.
İdadi’den sonra öğrenimine devam etmedi. İdadi’de katiplik, Kız Öğretmen Okulu ve azınlık
okullarında Türkçe öğretmenliği, Halkevi başkanlığı görevlerinde bulundu. Konya Lisesi tarihi
için kaynak kişi olmuştur.
“Konya Rehberi- 1921”, “Eski Eserler Kılavuzu-1944” adlı yayınları hazırlayanlardan biridir.
Ayrıca hazırlanmış yayınlanmamış eserleri bulunmaktadır. Kızı tarafından Fenni Fırın
arkasında oturduğu evinin altı Halk Kütüphanesi olarak açılmıştır. Soyman kendi el yazması
kitaplarını ise Yusuf Ağa kitaplığına bağışlamıştır. Oğlu Esat Soyman (1915-?) ve kızı ise Kız
Muallim Mektebi mezunu Sıdıka İzmirligil’dir (Mustafa İzmirligil eşi).
BEKİR BEY (1878-?)
Akşehir’de doğmuştur. 1896 yılında Konya İdadisi’ni bitirmiş, aynı idadide resim öğretmenliği
görevini sürdürmüştür.
NURİ MENDİ (1879-1973)
İdadi’den mezun olduktan sonra ticaret ile uğraştı. Halk filozofu Tayip Ağa’nın kız kardeşi ile
evlendi. Oğlu muhasebeci Azmi Mendi.
MEHMET FERİT UĞUR (1880-1942)
Konya’da doğdu. 1898 yılında Konya idadisi’ni birincilikle bitirdi. Yüksek öğrenime devam
etmedi. Konya İdadisi’nde Müdür Yardımcılığı (1901-1908), ve uzun yıllar Konya Milli Eğitim
Müdürlüğü görevini sürdürdü. 1924 yılında emekli oldu. Emekli olduktan sonra Konya
Lisesi’nde Tarih öğretmenliği ve Halkevi Başkanlığı görevlerinde bulundu.
Mesut Koman ile birlikte “SAHİP ATA, HAYATI ve ESERLERİ- İstanbul 1934” adlı kitabı
yayınladı. Konya Dergisi’nde yazıları çıktı. Doktor Fethi Ferit Uğur’un babasıdır.
GALİP TEZÖREN (1880-1963)
Konya’da doğdu. Konya İdadisi’nden 1898 yılında mezun olduktan sonra İstanbul’da
“HENDESE-İ MÜLKİYE” okulunda öğrenim gördü ve 1905 yılında İnşaat Mühendisi oldu.
Konya’da orta öğrenimini tamamlayıp ilk İnşaat Mühendisi olan kişidir. Uzun yıllar Haydar
3
Paşa- Bağdat Demiryolları işinde Mühendis olarak çalıştı. Bir defasında Bedevi Araplar
tarafından kaçırıldı ve çölde bırakıldı. Kıl payı ölümden döndüğünü yakınlarına anlatmıştır.
Emekli olduktan sonra İstanbul’a yerleşti. 1963 yılında İstanbul’da öldü. Sabiha Hanım ile
evlendi. İki oğlu vardı. Konya’nın ilk müteahhitlerinden Rifat Oturanç’ın dayısı idi.
HİPOKRAT (1880-1920)
Konya’da uzun yıllar hekimlik yapan Hekim Sava’nın oğlu, yada yeğenidir. Hekim Sava
Konya İdadisi’nin 1901 yıllarında doktorudur. Çok sevilen efsanevi bir kişiliği olmasına karşı,
tıp öğrenimini nerede yaptığı ve nereli olduğu bilinmemektedir.
Hipokrat Konya’da orta öğrenimini yapan ve doktor olan ilk kişidir. İsminin doktorluğun
kurucusu kabul edilen Hipokrates ile aynı oluşu dikkat çekicidir. Doktor olarak Konya’da
çalıştı ve 1920 yılında Delibaş olayına karışığı savı ile idam edildi ve bugün mevcut olmayan
Zindankale’deki Rum mezarlığında toprağa verildi.
MAZHAR BABALIK (1881-1930)
Konya’da doğdu. Nedim Bey’in oğludur. 1910 yılında Konya’nın ilk günlük gazetesi
BABALIK’ı çıkarmaya başladı. Gazete zamanın valisinin isteği üzerine 1917-1918 yılları
arasında TÜRK SÖZÜ ismini aldı, sonra eski ismi ile yayınına devam etti. Matbaası şimdiki
Selçuk Oteli’nin yerinde idi. Babalık gazetesi Kurtuluş Savaşı’nda verdiği haberlerle halkın
moral kaynağı oldu. 1930 yılında öldü ve Yediler mezarlığında toprağa verildi. Ailesi gazeteyi
20 yıl daha yayınlamaya devam etti.
SAİT KORU (1881-1934)
Nakiboğlu Hacı Bahri Efendi’nin oğlu, Mümtaz Koru’nun kardeşidir. İdadi mezunu. Ticaret ile
uğraştı. Konya’da öldü, Üçler mezarlığında toprağa verildi. Avukat Verem Savaş Derneği
Başkanı Erbil Koru’nun babasıdır.
İSA RUHİ BOLAY (1880-1954)
Konya’da doğdu. Konya İdadisi ve İstanbul Darülfünun İlahiyat Bölümü’nde öğrenim gördü.
1903 yılında Üsküdar İdadisi’nde göreve başladı, daha sonra Konya İdadisi Arapça
öğretmenliğine atanmış, Arapça dersleri kaldırılana kadar bu görevi sürdürmüştür. 1927
yılında emekli olmuş, ölümüne kadar vaizlik yapmıştır. Avukat M. Hulusi Bolay’ın babasıdır.
İBRAHİM ACZİ KENDİ (1882- 1965)
Konya’da doğdu. Konya İdadisi’nden sonra Mülkiye’ye kaydoldu. Ancak üzerinde Namık
Kemal’in şiiri bulununca ayrılmak zorunda kaldı. Isparta Barla’da Nahiye Müdürlüğü, ve
Konya’da öğretmen olarak görev yaptı. Şair ve yazardı, Konya’da çeşitli dergilerde yazıları
çıktı. Kitapları Yusuf Ağa kitaplığına bağışlandı. Hocası “Ayaşlı Şakir” ile ilgili yazı dizisi
vardır. 1965 yılında Konya’da öldü ve Üçler mezarlığında toprağa verildi.
Tarık Kendi, Cenap kendi, Coğrafya öğretmenimiz Havfi Kendi oğulları, Prof Dr Sezer Kendi,
torunudur.
HÜSEYİN AVNİ (1884-1928)
Karaman’da doğdu. Konya İdadisi mezunudur. 1920-1928 yılları arasında Karaman Belediye
Başkanlığı görevinde bulunmuştur.
SAMİ BAŞBUDAK (1885-1959)
Konya Ereğlisi’nde doğmuştur. İdadi’de öğrenimin ardından, İstanbul’da Eczacılık öğrenimi
görmüştür. Önce İstanbul Fatih’te Eczane açmış, 1922 yılında Eczanesi’ni Ereğli’ye
4
taşımıştır. Ereğli’de açılan Sümerbank Ereğli Bez Fabrikası’nın açılma safhalarında yardımı
olmuştur.
1955 yılında tekrar İstanbul’a taşınmış, 1959 yılında İstanbul’da ölmüş Karacaahmet
mezarlığında toprağa verilmiştir.
ABDULLAH SALİM OĞUZER (1885-1950)
Konya’da doğdu, İdadi mezunu, İstanbul’da öğrenim gördü, Doktor oldu. Savaşlara katıldı.
Konya Devlet Hastanesi’nde görev yaptı. Emeklilikten sonra Konya Belediyesi doktoru oldu.
Kız kardeşi Nimet Uzluk’tur.
CELALEDDİN ALİ İMER (1885-1955)
Konya’da doğdu. Mevlevi sülalesinden Ali Çelebi’nin oğludur. Bir süre İdadi ve Hukuk
Mektebi’nde okumuştur. Birinci Dünya savaşı’na katılmış, dönüşte önce Askeri İdadi’de, daha
sonra Öğretmen Okulu’nda öğretmenlik yapmış, Öğretmen Okulu’nun 1936 yılında Adana’ya
taşınınca öğretmenliğini 1950 yılına kadar Konya Lisesi’nde tarih öğretmeni olarak
sürdürmüştür. Vatansever Celal bey olarak tanınırdı. 1955 yılında öldü, Üçler mezarlığında
toprağa verildi. Dört oğlu iki kızı vardı. Sabahaddin İmer, Oğuz İmer, Kubilay İmer, Vedia
Sinangil ve Güzin Atademir’in babalarıdır.
MEHMET MUHLİS KONER (1886-1957)
Konya’da doğdu. Rüştü Efendi’nin oğludur. 1904 yılında Konya İdadisi’nden mezun oldu. Bir
ara Konya’da açılan Hukuk Mektebi’ne devam etti, bıraktı. Konya İdadisi’nde katiplik (19071916), Fransızca öğretmenliği yaptı. Adana Milli Eğitim Müdürü oldu. Çok yönlü bir kişi olan
Koner 3 defa Konya Belediye Başkanlığına getirildi. İlki 1917-1918, ikincisi 1922-1923 ve
sonuncusu 1946-1950 yıllarıdır.
İkinci Belediye Başkanlığında Konya’yı ziyaret eden Mustafa Kemal ve eşi Latife Hanımı
evinde ağırladı. İlk belediye başkanlığında Konya’da atlı tramvay kuruldu. İkinci belediye
başkanlığında Alaaddin tepesi üzerindeki tarihi Bizans kilisesi yıktırıldı.! Son belediye
başkanlığında, Alaaddin tepesinin çevresine duvar örüldü. Halkevi başkanlığı görevinde
bulunan Koner 1945-1947 yılları arasında SELÇUK gazetesini çıkardı. Fransızca, Farsça
bilen Koner, 1961 yılında Konya Belediyesi’nce yayınlanan “MESNEVİ’NİN ÖZÜ” isimli kitabı
yayınlandı. Avukat Özgen Küçükkoner kızının oğludur.
MÜMTAZ BAHRİ KORU (1888-1962)
Konya’da doğdu. Babası Nakiboğlu Nazif Efendi’nin oğlu Hacı Bahri, annesi Hatice Hanım 1.
Meşrutiyet dönemi Konya Mebusu Hacı Fasıh Efendi (ölümü 1914) kızıdır. 1905 yılında
Konya İdadisi’nden birincilikle mezun oldu. Bir süre Fransa’da ekonomi öğrenimi gördü.
İdadi’den mezun Avrupa’da öğrenim gören ilk kişidir. Dönüşte 1910 yılında Konya İdadisi’nde
Matematik öğretmenliğine atandı. Bu arada Konya’da açılan Hukuk Mektebi’ne devam etti ve
oradan da diploma aldı. Bir siyasi parti okulu olan “İTTİHAT TERAKKİ İDADİSİ”nde Müdürlük
görevini yürüttü. 1925 yılına kadar özel “İNTİBAH” okulunu açtı ve yönetti. Bu arada Konya
İdadisi’nde Ekonomi ve İktisat derslerini okuttu. Daha sonra Konya Ziraat Bankası
Müdürlüğü’ne atandı. Ankara’da Ziraat bankası Genel Müdürlüğü’nde çalıştı. Emekli olunca
Konya’ya döndü. Konya’da öldü ve Üçler Mezarlığında aile mezarlığında toprağa verildi.
Emekliliğinde o zamanlar gençliğe öldürücü darbeleri olan Verem hastalığına karşı kolları
sıvadı. Halen görevlerini sürdüren aşağıdaki sağlık kurumlarını kurdu.
Mümtaz Bahri Koru Dispanseri
1948
Devlet Hastanesi karşısı
Güzide Koru Dispanseri
1954
Eski Buğday Pazarı civarı
Veremle Savaş Derneği
1960
Alaaddin Caddesinde
Göğüs Hastalıkları Hastanesi
1961
Meram Dere yolunda
5
Mümtaz Koru İlkokulu
1954
Atatürk Heykeli yanında
Ölümünden sonra eşi Güzide Koru (1890-1971) eşinin ölümünden sonra Verem Savaş
Derneği’nin başkanlığını yürütmüştür. Halen yeğeni Avukat Erbil Koru bu görevi
yürütmektedir. Erbil Koru, Tıp Fakültesi Hastanesi’ne Göğüs hastalıkları için bir bina yaptırıp
teslim etmiştir. Bu bilgiler yeğeni Erbil Koru’dan alınmıştır.
AHMET BEY (1889-1925)
Konya’da doğdu. Konya İdadisi’nden sonra Baytarlık Okulunu bitirip Veteriner oldu. Ordu’ya
katıldı, Ankara ve İstanbul’da görev yaptı. Laboratuar çalışmaları sırasında ruam hastalığına
yakalandı ve bilim şehidi olarak can verdi. İstanbul Edirnekapı Mezarlığında toprağa verildi.
SAİT SÖNMEZ (1889-1945)
Seydişehir’de doğdu. Konya İdadisi’nden sonra hukuk öğrenimi gördü. 1938-1941 yılları
arasında Seydişehir Belediye Başkanlığı görevinde bulundu.
ALİ HAYDAR ÖZKENT (1890-1961)
Konya’da doğdu. İdadiyi pekiyi derece ile bitirdi. İstanbul’da Hukuk öğrenimini gördü. Avukat
oldu. Katıldığı 1. Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düştü, uzun yıllar Kazan’da kaldı. Daha
sonra Moskova’da Türkiye Büyükelçiliği’nde görev yaptı. İstanbul’a dönünce Avukat olarak
çalıştı. Konyalı Avukat olarak tanındı.
TEYFİK FİKRET SILAY (1890-1959)
Konya Sille’de doğdu. Konya İdadisi’nden mezun olduktan sonra Hukuk öğrenimi gördü.
Politikaya atıldı. Yedi dönem (1923-1950) Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) Konya
milletvekili seçildi. Başbakan Celal Bayar ve Refik Saydam kabinelerinde Adalet Bakanlığı
(03 Ocak – 03 Nisan 1939) görevinde bulundu. C.H.P Genel Sekreteri oldu (1947-1950)
1950 yılında politikadan çekildi. Ankara’da öldü. Sılay Konya İdadisi mezunu ilk bakan olan
kişidir.
ARİF BUDAK (1891- ?)
Konya’da doğdu. İdadi’nin ardından Fransa’da Besancon Öğretmen Okulu’nda öğrenim
gördü. Konya Lisesi’nde Fransızca öğretmeni oldu. (1919-1935), bir ara Bursa Lisesi
Müdürlüğüne getirildi, tekrar Konya Lisesi’ne döndü, 1942 yılında emekli oldu.
NACİ FİKRET BAŞTAK (1891-1948)
Konya’da doğdu, 1911 yılında Konya İdadisi’nden mezun oldu. Çok çalışkan bir öğrenci idi.
Öğrenimine devam etmedi. Daha öğrenci iken ŞAHAP dergisinde yazıları çıktı. Kendi
kendine Fransızca öğrendi. 1920-1922 yıllarında Konya Sultanisi’nde Türkçe derslerine girdi.
Konya Müze Müdürlüğü ve İstanbul Üniversitesi Kütüphane Müdürlüğü görevlerinde bulundu.
1925-1929 yılları arasında Konya’da yayın yapan YENİ FİKİR dergisinde tarih, edebiyat ve
felsefe konularında yazıları vardır. O yıllarda ortaya çıkan ENERJİTİZM adlı felsefe akımını
arkadaşı Namdar Rahmi Karatay ile savundu. Konya’nın ilk çağlarına ait Türkçe ve Fransızca
pek çok yazısı vardır. Konya’nın ilk çağları ile ilgili bir kitap hazırladı ama bastırılmadı. Hiç
evlenmedi, yoksulluk içinde öldü.
CEVDET ARIKUT (1891- ?)
Konya’nın zengin ailelerinden Tahir Paşa’nın oğludur. Konya İdadisi 1911 yılı mezunudur.
6
İSMAİL ZÜHTÜ (1892-1928)
Konya’da doğmuştur. 1905 yılında girdiği Konya İdadisi’nden 1912 yılında mezun olmuş,
Konya’da İttihat Terakki İdadisi, İntibah özel okulu, Sanat Enstitüsü’nde Türkçe öğretmenliği
(1924-1926) yapmıştır. Folklor çalışmaları ile dikkati çeken Zühdü, genç yaşta kendini alkole
vermiş, ölmüştür. Namdar Rahmi ve Naci Fikret’in arkadaşıdır. (Kaynak Yeni Fikir dergisi1928)
Kaynak: Konyalı Folklorcu İsmail Zühtü, Safa Odabaşı, (Yeni Konya Kırkambar, 02.03.1996)
AHMET BEY (1894- ?)
Kayseri’de doğdu. Konya İdadisi’nden mezun oldu. 1921 yılında Konya Sultanisi Almanca
öğretmenliği görevinde bulundu.
TEYFİK BEY (1895-?)
Konya’da doğdu. İdadi mezunu. Almanya’da Bonn Üniversitesi’nde Ziraat Bölümü’nde okudu.
1924-1925 yıllarında Konya Lisesi Almanca öğretmenliği yaptı.
NAMDAR RAHMİ KARATAY (1896-1953)
Selçuklu veziri Celaleddin Karatay soyundan Rahmi Bey’in oğludur. Babasının görevli olduğu
Kütahya’da doğdu. 1912 yılında İdadi’den mezun oldu. Konya Sultanisi’nde 1920-1922 yılları
arasında edebiyat ve felsefe derslerine girdi. Milli Eğitim Bakanlığı Orta Öğretim Şube
Müdürlüğü görevinde bulundu. Afyon ve Bursa liselerinde felsefe öğretmenliği yaptı. 1948
yılında felç geçirdi, 1953 yılında İzmir’de öldü.
Arkadaşı Naci Fikret ile ENERJİTİZM adlı felsefe akımını savundu. Basılmış çeşitli eserleri
vardır. “Felsefe Meslekler Vokabüleri”, “Paris Mektupları”, “Geçti Bor’un Pazarı”, bu şiiri çok
tutuldu.
SALİH ZEKİ AKTAY (1896-1971)
Isparta Şarkikaraağaç’ta doğdu. 1912 yılında İdadi’den mezun oldu. Edebiyat öğretmeni
olarak çeşitli liselerde görev yaptı. Mitolojiden esinlenerek şiirler yazdı, ve şiirleri çok tutuldu.
“Asya Şarkıları-1933”, Mine Çiçekleri- 1944”, “Laton-1964”, gibi yayınlanmış kitapları vardır.
AGAH SIRRI LEVENT (1894-1978)
Rodos Adası’nda doğdu. 1913 yılında Konya İdadisi’nden mezun oldu. Edebiyat öğretmeni
oldu, çeşitli liselerde edebiyat öğretmeni oldu. 1943-1946 yılları arasında CHP Aydın
milletvekili oldu. Türk Dil Kurumu’nda yazmanlık yaptı. Yayınlanmış eserleri “Divan Edebiyatı
Dersleri”, Divan Edebiyatı”, “Ali Şir Nevai”
MUZAFFER HAMİD (1896-1934)
Konya’da doğdu. İdadi mezunu. Diş Tabii oldu. Babalık gazetesinde baş yazarlık yaptı,
Konya Mecmuası’na yazıları çıktı. Askeri Ortaokulda Biyoloji öğretmeni iken genç yaşta öldü.
Nazif Yardımcı’nın amcasıdır.
RAŞİT USMAN (1897-1977)
Konya’da doğdu. Arif Efendi’nin oğludur. İdadi mezunu. Konya Lisesi Orta kısmında, Askeri
Orta Okulda Türkçe öğretmenliği görevlerinde bulundu. Şair ve yazar olan Usman
Halkevi’nde çalıştı. “Konyalı Genç Kalemler” isimli kitabı yayınlandı. Avukat Fakir Usman
oğludur.
7
AFİF EVREN (1897-1977)
Karapınar’da doğdu. İdadi mezunu. Babalık ve diğer Konya basınında yazıları çıktı. Babalık
gazetesi sahibi Mahzar Bey’in kayın biraderi idi. Son dönemlerinde kendini alkole kaptırdı ve
yoksulluk içinde öldü.
EDİP ÖYMEN
Konya İdadisi mezunu, ilk kadın milletvekili Fakihe Öymen’in eşi, CHP Başkanı Altan
Öymen’in amcasıdır.
KONYA SULTANİSİ’NDEN YETİŞENLER
Konya İdadisi, 1914 yılından itibaren dersleri daha da yoğunlaştırılarak Konya Sultanisi
olmuştur. Konya Sultanisi Cumhuriyet dönemine kadar devam ve 1924 yılında yeniden
düzenlenerek Konya Lisesi haline dönüşmüştür. 1922 yılında Mustafa Kemal Konya
ziyaretinde Sultani’yi ziyaret etmiştir. Sultani savaş içinde geçen bu yıllarda sadece 48
mezun verebilmiştir.
1914 yılında
0
1920 yılında
0
1915 “
25
1921 “
2
1916 “
2
1922 “
9
1917 “
2
1923 “
8
1918 “
0
Toplam
48
1919 “
0
FEHMİ AKSU (1898-1957)
Isparta’da doğdu. Sultani mezunu. Isparta’da çeşitli görevlerde bulundu.
SADREDDİN KARATAY
Namdar Rahmi Karatay’ın küçük kardeşidir. 1916 yılında Sultani’de öğrenci iken
Macaristan’a gönderilmiş orada ziraat öğrenimi görmüştür. Yurda dönüşünde çeşitli
görevlerde bulunmuş, özellikle Macarca’dan pek çok kitabi Türkçe’ye çevirmiştir. Bu bilgiler
kendisinin Hüseyin Köroğlu’na yazdığı mektuptan alınmıştır.
MUSTAFA İZMİRLİGİL
Aslen Meram ilçesi Detse köyündendir. Sultani’de okumuştur. Birinci Dünya savaşına
katılmış, Şam’da İngilizlere esir düşmüştür. Dönüşte Konya’da ticaret ile uğraşmış otomobil
acantacılığı ve petrol bayiliği yapmıştır. Faik Soyman’ın kızı ile evlenmiştir.
ŞAHABEDDİN UZLUK (1900-1989)
Konya’da doğdu. Babası Ahmet Hamdi Bey annesi Sıdıka Hanımdır. Küçüklüğü Ereğli’de
geçer. Babası Yemen’de şehit olur. Prof. Feridun Nafiz Uzluk’un ağabeyidir. Sultani’den 1919
yılında mezun olduktan sonra Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık bölümünde öğrenim gördü
ve 1923 yılında mezun oldu. Yüksek Mimar oldu. Daha sonra mimari öğrenimi için
Almanya’ya gitti. Ankara İmar planını hazırlayan Jansen’in asistanı oldu. 1935 yılında döndü.
Mimarlık yapmayıp Karma Orta Okulu’nda Almanca öğretmenliği yaptı. Aynı zamanda
Ressam ve yazar olan Uzluk’un yayınlanmış çeşitli eserleri vardır. Anneler Derneği Başkanı
Nimet Uzluk ile evli idi. Konya’da öldü ve Üçler mezarlığında toprağa verildi.
8
Uzluk kardeşinin arzusu ile 1952 yılında ”Konya Anıtları Koruma Derneği’nin Konya Şubesi”ni
açar. 1946 yılında Mevlana törenlerinin başlaması için çaba harcar. Mimari, resim ,ile ilgili
çeşitli yayınları vardır. Bunlardan bazıları; “Türk Resim Sanatı, 1931”, “Konya Abideleri,
1939”, “Konya Selçuklu Sarayı”, “Mevlana’nın Ressamları, 1946”, “Konya Köşkü” “Kelük bin
Abdullah”…vs (Yeni Konya 24.Nisan 1993)
Dernek üyesi olarak tanımıştım, daha sonra eşi ile birlikte dernek toplantılarına katıldım.
1922 YILI MEZUNLARI (9 Kişi)
PROF. SAİP RAGIP ATADEMİR (1903-1970)
Konya’da doğdu. Hamdizade Ragıp Efendi’nin büyük oğludur. Konya Sultanisi’ni birincilikle
bitirdi. Öğrenimine Almanya’da devam etti. Giesen, Heidelberg ve Bonn üniversitelerinde 10
yıl boyunca, tıp ve kimya öğrenimi gördü. Yurda dönünce İstanbul Tıp Fakültesi ve Gureba
Hastanesi’nde çalıştı. Profesörlüğe yükseltildi. Öğretim üyesi olarak bir süre (1937-1943)
Afganistan’da ders verdi. Emekli olduktan sonra İstanbul’a yerleşti. Hiç evlenmedi, Piyer Loti
caddesindeki kitaplarla dolu evinde yaşadı, politikaya atılmak istedi, gerçekleşmedi. Çeşitli
mesleki yayınları olan Atademir tüm kitaplarını Konya Selçuk Üniversitesi Kütüphanesi’ne
bağışladı. Almanya’da bir gezi sırasında öldü, Konya’da Hacı Fettah mezarlığında toprağa
verildi. Tıp ve şifalı sular konusunda çeşitli mesleki yayınları vardır. (Kaynak: Aday olması
sebebiyle bastırdığı broşür)
Kendisi ile tanışmıştık. Evinde ziyaret ettim, annesi Horozluhan Sitesi’nde otururdu. Çeşitli
defalar görüştük. Çok çabuk kızan sinirli bir kişi idi.
TAHİR MIHÇIZADE (1902-1964)
Konya’da doğdu. Öğretmen Mustafa Lütfi Mıhçı’nın oğludur. Konya Sultanisi’nden sonra
İstanbul’da hukuk öğrenimi gördü. Cumhuriyet savcılığı, hakimlik ve Avukatlık yaptı. Uzun
yıllar Konya Baro Başkanı idi. Edebiyat, tasavvuf ve eski eserlere düşkün bir kişi olan
Mıhçızade, Eski Eserleri Koruma Derneği’nde çalıştı, pek çok Selçuklu eserinin onarımını
gerçekleştirdi. Konya’da bir fikir ve sanat dergisi olan ANIT’ı yayınladı.
1964 yılında Avukat olarak çalışırken Ereğli yolunda bir trafik kazasında öldü. Hacı Fettah
mezarlığında toprağa verildi. Eşi Emine Hanım ve çocukları İstanbul’a yerleşti.
REŞAT (FUAT BARANER) (1900-1968)
Selanik’te doğdu. Mustafa Kemal’in teyzezadesi veya halazadesidir. Sultani mezunudur.
Sultani sonrası Almanya’da Berlin Üniversitesi’nde Kimya Mühendisliği öğrenimi gördü.
Oradan Moskova’ya geçti, Lenin Akademisi’nde öğrenimine devam etti. Komünist
düşünceleri benimsedi. Yurda dönünce bu yönde faaliyetlere katıldı. Yasa dışı Türkiye
Komünist Partisi’ne katıldı, 1932 de partinin Genel Sekreteri oldu. 1930-1960 yılları arasında
hep soruşturma geçirdi, çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Yazar Suat Derviş ile evli olan
Baraner son yıllarında çeviri bürosu açtı. Takma isimlerle çeşitli kitapları yayınlandı. “Çin
Kurtuluş Savaşı”, “Fransız İhtilali”, İstanbul’da öldü.
LÜTFÜ ERÇİN (1902-?)
Bulgaristan Tırnova’da doğdu. Konya Sultanisi’nden sonra İstanbul Yüksek Öğretmen
Okulu’nda öğrenim görmüş, biyoloji öğretmeni olmuştur. Önce Adana Lisesi daha sonra
Konya Lisesi’nde biyoloji öğretmeni oldu (1931-1937). Buradan Milli Eğitim Bakanlığı’nda
müfettiş olarak görev yaptı.
HAKKI
Adanalı, Sultani’den sonra, Fransa’da kimya öğrenimi gördü.
9
ŞÜKRÜ
Romanya doğumlu, Adana Öğretmen Okulu’nda öğretmenlik yaptı
ALİ
Seydişehirli, Çalışma Bakanlığında müfettiş olarak çalıştı.
FARUK
Mersinli, Almanya’da tıp öğrenimi gördü, Doktor.
AHMET
Konya Ereğlili,
SADİ IRMAK (1904-1990)
BAŞBAKAN
Seydişehir’de doğdu. 1923 yılında Sultani’den mezun oldu. Tıp öğrenimi için Berlin’e
gönderildi, yurda dönüşte İstanbul Tıp Fakültesi’nde Doçent olarak görev yaptı. Politikaya
atıldı. CHP Konya milletvekili seçildi (1943-1950), 1945 yılında Çalışma Bakanlığı’nın
kurulması ile ilk Çalışma Bakanı oldu. Bakanlığı 1947 yılına kadar sürdü. 1950 yılında
seçimleri kaybedince Almanya’da üniversitede Profesör olarak çalıştı (1950-1952). 1952
yılında tekrar İstanbul’a döndü.
Emekli olduktan sonra 1974 yılında Fahri Korutürk tarafından Kontenjan Senatörü olarak
seçildi. 17 Kasım 1974 tarihinde Başbakan oldu. Küçük bir parti ve bağımsızların desteği ile
hükümet kurdu. Güven oyu alamadı. Yenisi kuruluncaya kadar 31.Mart 1975 tarihine kadar
hükümet devam etti.
12 Eylül ihtilalinin ardından kurulan Danışma Meclisi’ne Konya üyesi olarak atandı. Danışma
Meclisi Başkanı oldu.
PROF HÜSEYİN AVNİ GÖKTÜRK (1901-1983)
Niğde’de doğdu. Sultani’den mezun olduktan sonra hukuk öğrenimi gördü, 1940 yılında
Hukuk Profesörü oldu. 1954-1957 yıllarında Demokrat Parti’den Niğde milletvekili seçildi. 4.
Adnan Menderes kabinesinde Adalet Bakanı oldu (30.11.1955- 01.11.1957). 1966 yılında ise
Adalet Partisi’nden Niğde Senatörü olarak seçildi. Hukuk konusunda çeşitli eserleri vardır.
“Miras Hukuku, Şahsın Hukuku”
PROF NURİ KARAHÜYÜKLÜ (1902-1981)
Konya’da doğdu. Konya Sultanisi’nden sonra Matematik öğrenimi gördü. İstanbul Teknik
Üniversitesi’nde (İTÜ) öğretim görevlisi olarak Matematik dersleri verdi. Daha sonra Profesör
oldu. Emekli olduktan sonra Ege Üniversitesi’nde görev aldı. İstanbul’da öldü.
FAİK ÜREL (1902-1963)
Konya’da doğdu. Konya Sultanisi’nden sonra Yüksek Öğretmen Okulu’nda okudu ve
Matematik öğretmeni oldu. Bir süre Kandilli Rasathanesi’nde ve samsun Lisesi’nde
çalıştıktan sonra Konya Lisesi’ne atandı ve emekli olana kadar 33 yıl Matematik öğretmeni
olarak görev yaptı (1930-1963). Emekli olduğu yıl öldü ve Konya Musalla mezarlığında
toprağa verildi. Diş Hekimi Uğur Ürel oğludur.
10
MUHSİN ADİL BİNAL (1903-1972)
Konya’da doğdu. Konya Sultanisi’nden sonra, İstanbul Darülfünun Fen Bölümü’nden mezun
oldu. Sivas Lisesi ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Jeoloji derslerini yürüttü. Bakanlık
müfettişi oldu. CHP den Konya milletvekili seçildi (1943-1950). Kadıköy’de bir devlet okuluna
ismi verildi.
ZİYA APAK (1903-1981)
Seydişehir’de doğdu. Sultani’den mezun olduktan sonra Ordu’ya katıldı. Tuğgeneral-liğe
kadar yükseldi.
SELAMİ ACAR (1902-1990)
Saraybosna’da doğdu. Sultani’den mezun olduktan sonra İstanbul’da Askeri Tıbbiye’yi bitirip
Doktor oldu. Konya’da açılan İdman Yurdu’nun ilk futbolcularındandır. Urfa, Siirt ve
Afganistan’da Doktor olarak görev yaptı. Selçuk Acar’ın amcasıdır.
KEMAL TURAN
Isparta milletvekili oldu. Sultani mezunu.
Bunlar mezun olan sekiz kişidir. Bunun yanında Sultani’ bir süre okuyan öğrenciler de vardır.
PROF HÜSEYİN NAİL KUBALI (1903-1981)
Niğde’de doğdu. Konya Sultanisi’nde bir süre okudu. İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenim
gördü ve aynı yerde çalıştı ve 1940 yılında Profesörlüğe yükseltildi. 27 Mayıs 1960
ihtilalinden sonra kurulan Anayasa Hazırlama Komisyonu’na seçildi. Emekli olduktan sonra
Kontenjan Senatörü olarak seçildi.
PROF HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU (1904-1992)
İstanbul’da doğdu. Ailesi Çorumludur. Ankara’da lise öğrencisi iken Milli Eğitim Bakanı
tarafından Konya’ya sürgün edildi. Bir süre Sultani’de okudu. Bunu “BİR LİSE
ÖĞRENCİSİNİN MİLLİ MÜCADELE ANILARI” olarak yayınladı. Burada Sultani’nin o
günlerine ait bilgiler bulunmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde katip olarak çalıştı.
Hukuk öğrenimi için Berlin ve İsviçre’de Neuchatel’e gönderildi. Dönüşte İstanbul Hukuk
Fakültesi’ne girdi. 1942 yılında Medeni Hukuk Profesörü oldu. 1961 Anayasasını Hazırlama
Komisyonu’na seçildi. Emekli olduğu 1942 yılından ölümüne kadar Cumhuriyet gazetesinde
laikliği savunan yazılar yazdı.
(Ölümü üzerine Cumhuriyet gazetesince özel sayfa hazırlandı. Bu bilgiler oradan derlendi)
OSMAN NURİ TONGUR
Sultani’de okurken terk ederek Öğretmen Okulu’na geçti, oradan mezun olup öğretmen
olmuştur. Fotoğrafçı İbrahim Tongur’un oğludur. (Lütfi Tongur ile görüşmeden)
(17,18,19,20,21 OCAK 1995 YENİ KONYA)
11
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
GÜZİN ATADEMİR’İN MEKTUBU
Mehmet BİLDİRİCİ
Güzin Hanımefendi, Konya Lisesi’nin yaşayan en eski öğretmenlerinden olup, Ankara’da
emeklilik yaşamını sürdürmektedir. Kendileri Konya’nın seçkin bir ailelerinden birinin kızı, ve
Konya Lisesi’nin ilk kız öğrencilerindendir. Güzin Hanıma mektup yazarak o günler hakkında
bilgiler sordum. Konuya gayet önem vererek tüm sorularıma nazik bir mektupla karşılık
vermişlerdir.
Bu bilgiler pek çok konuda Konya’nın ve Konya Lisesi’nin bazı bilinmeyen noktalarına
aydınlık getirdiğinden bir özetini yazmayı faydalı olur diye düşünüyorum. Güzin Hanım, ailesi,
öğrencilik yılları için şunları yazmaktadır.
Babam Celaleddin Ali İmer Konya Lisesi’nde öğretmen idi. Ben ağabeylerim Yüksek Ziraat
Mühendisi Sabahaddin İmer (Sencer İmer’in babası), Makine Kimya Kurumu Sağlık Dairesi
başkanı Dr Oğuz İmer, kardeşim eski Konya Milletvekili Kubilay İmer hep Konya Lisesi
mezunlarıyız.
Konya Lisesi’ne ilk kız öğrencilerin ilk 1935-1936 yılında alındığını sanıyorum. Ben okurken
kız öğrenciler vardı. Ben lisenin 1942 yılı mezunuyum. Yüksek Elektrik Mühendisi Sırrı
Sandıkçı, Diş Hekimi Seyit Birlik, Dr. Süleyman Şeker, Eczacı Adil Karaağaç hatırladığım
sınıf arkadaşlarım.
1934-1935 yıllarında babam Celaleddin Ali İmer yanında, coğrafya öğretmenim Müzeyyen
Erensoy, tarih öğretmenimiz Nezahat Hanım, kimya öğretmenimiz İhsan Hanım Konya
Lisesi’nin ilk bayan öğretmenleri idi.
O yıllarda Avrupa’ya öğrenci göndermek için açılan imtihanlarda en başarılı Konya Lisesi
öğrencileri idi. Ben Konya Lisesi’ni 1942 yılında bitirdikten sonra, 1943-1946 yıllarında aynı
okulda Fransızca öğretmenliği yaptım. Daha sonra Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Fransız Filolojisi’ni bitirdim.
Eşim Prof. Dr. Hamdi Ragıp Atademir, ağabeyleri Prof Dr. Saip Ragıp Atademir eski Konya
Lisesi Müdürlerinden Samih Ragıp Atademir hep Konya Lisesi mezunlarıdır.
Eşim Hamdi Ragıp Atademir medresede okurken, medreselerin kapanması üzerine liseye
nakledilmiş ve Konya Lisesi’ni 1928 yılında bitirmiştir. Devletin açtığı sınavları kazanarak
Fransa’ya gönderilmiş, orada felsefe öğrenimi görmüştür. Üniversiteye intisap etmeden önce
1935-1939 yılları arasında Konya Lisesi felsefe öğretmenliği yapmıştır. 1942 yılında Doçent
ve 1949 yılında Profesör olan Atademir, öğretim üyeliği yanında 1950-1960 yılları arasında
Demokrat Parti’den Konya Milletvekili seçilmiştir. Telif ve tercüme pek çok eseri vardır.
Ben ise 9 yıl Hacettepe Üniversitesi Temel Fransızca Bölümü başkanlığı yaptıktan sonra
eşimle aynı üniversitede olmak için Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne geçtim, 1985
yılında emekli oldum.
Kendilerine verdiği bu bilgiler için teşekkür ediyor. Sağlıklı yaşam diliyorum.
(YENİ KONYA 03.05.1995)
12
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
MUAZZEZ VE TURGUT KARGALIK’I ZİYARET
Mehmet BİLDİRİCİ
Muazzez ve Turgut Kargalık, Konya Lisesi’nin en parlak ve geniş bölgeye hizmet verdiği
önemlerde bizleri yetiştirmiş iki değerli öğretmenimizdir. Yaşları ellinin altında olanlar için
kendilerini tanıtmanın uygun olacağını düşünüyorum.
Muazzez Hanım, İstanbul’da doğdu. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve
Edebiyatı bölümünden 1946 yılında mezun oldu. Konya Lisesi Müdür Yardımcısı Turgut
Kargalık’ın eşidir. Turgut Bey ile Ankara’da öğrenci iken 1943 yılında evlendi.
İlk öğretmenliğine Konya Lisesi’nde başladı ve 1962 yılına kadar devam etti. Daha sonra
1962-1967 yıllarında Ankara Gazi Lisesi’nde, 1967-1977 yıllarında da Bahçelievler
Cumhuriyet Lisesi’nde öğretmenliği sürdürdü. 1977 yılında emekli oldu.
Kargalık çiftinin 1946 doğumlu Behçet ve 1952 doğumlu Ayşegül isimli kızı bulunmaktadır.
Eşini 2000 yılında kaybettikten sonra kışları Ankara Bahçelievler, yazları İstanbul Kartal’da
emeklilik yaşamını sürdürmektedir.
Uzun yıllar sonra 1995 yılı Nisan ayında Ankara’da ki zevkle döşenmiş evlerinde kendilerini
eşim ile ziyaret ettik. Bize yakın ilgi gösterdiler. Eski günlere ait anılarını anlattılar, çeşitli
liselerde görev yaptığım halde Konya Lisesi öğrencilerinin ilgisini diğerlerinden görmediğini
belirtti. Eski fotoğrafları gösterdiler. Hocam eşimin Fransızca öğretmeni idi, eşime iki kardeş
derse hep geç geldiklerini de belirtti!!!
Unutamayacağımız bu ziyarette, Muazzez Hanım’ın biz öğrencileri çok sevdiğini öğrendik,
bizlerin aramızda toplandıklarımı duydu ve bizlere hiç unutamayacağımız aşağıdaki öğüdü
verdi.
“BİRBİRİNİZE SOKULUN, BİRBİRİNİZDEN AYRILMAYIN, BİRBİRİNİZE YARDIMCI OLUN”
Bu iki değerli öğretmenimizin bu sözlerini selamlarını yaşı 50 civarında olan eski
öğrencilerine aktarıyor, sağlıklı yaşam diliyoruz.
(YENİ KONYA 09.05.1995)
13
HAVFİ KENDİ’NİN ARDINDAN
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi’nde uzun yıllar görev yapmış Coğrafya öğretmeni Havfi Kendi’yi 28 Haziran
1995 günü kaybetmiş bulunuyoruz.
Havfi Kendi, öğretmen, araştırmacı yazar İbrahim Aczi Kendi’nin oğludur. Babasının görevli
bulunduğu Isparta Barla’da dünyaya geldi. Konya Lisesi mezunudur. 1935 yılında yeni açılan
Ankara Dil Tarih ve Coğrafya fakültesinin ilk öğrencilerindendir. Buradan mezun olup
Coğrafya öğretmeni olmuştur.
1942-1960 yılları arasında Coğrafya derslerini yürütmüş, 1960 yılında Ankara Balkiraz
Lisesi’ne atanmış, Ankara’da emekli olmuştur. Derslerinde çocuklar hareketli CEVVAL olun
sözünden, esinlenerek öğrencileri tarafından ona CEVAL ismi takılmıştır.
Havfi Kendi’nin, babası İbrahim Aczi Kendi (1882-1965) Konya İdadisi’nin 1900 yada 1901
yılı mezunudur. Oğlu Sezer Kendi’de Konya Lisesi 1956 yılı mezunu olduğuna göre, üç nesil
Konya Lisesi mezunudur.
Son yıllarını Konya’da bağ evinde geçiren öğretmenimizi zaman zaman ziyaret ettim. Bir
defasında hocam konuşmadan yanımızda oturuyordu, biraz rengi kızarmış olacak ki gayri
ihtiyarı elimi yüzüne sürdüm, alev alev yanıyordu. Eşim hemen derece koydu, ateş 39
derece, tesadüfen o akşam kızım Konya SSK hastanesinde nöbetçi eczacı idi. Hemen gidip
iğne getirdim, komşusu iğne yaptı, hocam rahatladı.
Son bayram ziyaretimde hocama pijama yerine takım elbiseleri giydirilmiş, o şekilde yatağa
yan odada uzanmış yatıyordu. Önce girdim ve hocanın kulağına Bildirici diye bağırarak
seslendim. Sonra salonda oturduk pişirilen kahveleri içtik. Ayrılırken tekrar odaya girdim ve
gideceğimizi söyledim. Çok hasta idi bu arada bir şeyler kurmuş konuşmaya başladı. “ben
seni iyi yetişsin, iyi çalışsın diye zayıf verdim, iyi öğrenciydin gibi ağzının içinden bir şeyler
daha söyledi, anlayamadım” son görüşümüz imiş !!!!
Havfi hocamız 28 Haziran 1995 günü aramızdan ayrıldı ve Üçler mezarlığında babası
yanında toprağa verildi.
Merhuma Tanrı’dan rahmet eşi emekli öğretmen Kadriye Kendi ve ailesine başsağlığı dilerim.
(YENİ KONYA 03.07.1995)
14
HADİM’DE ANTİK ASTRA KENTİN BULUNDUĞU
İSTANBUL TEPESİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Hadim’in kuş uçuşu 8 km batısında, Roma kentlerinden Astra’nın olduğunu biliyordum, ama
gidip görmemiştim. Arkadaşım Arkeolog Osman Ermişler burada üç yıldan beri kazı
yapıyordu. Beni davet etti, ben de 18 Ekim 1994 günü bu daveti yerine getirdim. Bir gün önce
gidip Hadim’de kaldım ve ertesi sabah erkenden yola koyulduk.
Önce toprak yoldan Hadim’den yaklaşık 6 km uzaklıkta Çataloluk denilen mevkie kadar
araba ile gittik. Hadim’in suyunun geldiği Çataloluk çok güzel bir mesire yeri. Buradan bir
saat yaya olarak dağların ve çam ormanlarının içinden geçerek Büyükoba Yaylası’na vardık.
Büyükoba Bolat köylülerinin yazları bir ay kalıp hayvan otlattıkları bir yer, burada çok basit
tek gözlü taştan yapılmış yaz evleri bulunmaktadır.
Bu Yayla evlerine su, Soğukoluk’tan geliyor. Bu yörede çeşmelere ve onun önünde
hayvanların su içtikleri yerlere hep oluk denilmektedir. Zira hep çam ağaçları içleri oyularak
oluk haline getirilmiş. O kadarki çeşmelerin başlarında su içmek için konan taslar bile çam
ağacından yapılmış. Atasözünde söylendiği gibi “Eski çamlar bardak oldu”
Astra antik kenti Büyükoba’nın hemen yakınında Temaşalık veya İstanbul Tepesi olarak
bilinen 1750 m kotunda bir tepenin üstündedir. İsmi de çok güzel İstanbul Tepesi, ne sebeple
verildi bilinmemektedir.
Astra antik kentinde Hadim’in çalışkan Belediye Başkanı Mürsel Ayrancı’ın girişimleri ile
Konya Arkeoloji Müzesi tarafından üç yıldır kazılar yapılmaktadır. Kazıları Arkeolog Osman
Ermişler yönetmektedir.
Bir küçük tiyatro, bir bazilika binası ortaya çıkarılmaktadır. Zeus tapınağı olduğu sanılan bir
yapının büyük taşlardan oluşan kalıntıları bulunmaktadır. Nekropolde pek çok anıt mezar yer
almaktadır. Roma döneminde bu bölgenin en büyük kenti olan Astra’nın yeri 1885 yılında
Amerikalı Sterret tarafından burada bulunan bir yazıtın okunması ile belirlenmiştir. Bolat
köylüleri eşek sırtında Sterret’in buraya geldiğini dedelerinden duyduğunu söylemişlerdir.
Bu gezim sırasında Fransa’dan gelmiş Thomas Drew Bear Astra’da yazıtları okuyordu.
Kendisi ile burada Astra kentinde tanıştık. Birlikte tarih ve doğa cennetinde güzel bir gün
geçirdik.
Çevre doğa güzellikleri yanında, yaşam şartları bakımından oldukça fakir bir bölge, nasıl oldu
da bundan 17-18 yüzyıl önce burada bu büyüklükte bir kent kuruldu? düşündürücüdür.
Ekonomik imkanları ne idi? Yollar üzerinde mi? idi. Ekonomik kaynakları ağaç ve maden.
Maden ürettikleri düşünülebilir. Nitekim burada yapılan kaçak kazılarda bronz bir heykelin
bulunduğu söylenmektedir. Kentin su kaynakları ise Büyükoba’daki su olduğu görülmektedir.
Ancak kent su seviyesinden yaklaşık 30 m daha yukarıdadır. Belki kent içinde sarnıçlar
bulunuyordu.
Bunun yanında İstanbul Tepesi’nin çok çeşitli ağaç zenginliği bulunmaktadır. Çam, ladin,
köknar,…
Bu tarih ve doğa cennetine Konya dağcıları ile tekrar gelmek dileğiyle..
(16 Eylül 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR- İLK YAZIM)
15
KONYA MEDRESELERİNDEN BİR ŞAİR
ÖMER KAŞİF EFENDİ (1830-1878)
Mehmet BİLDİRİCİ
Ömer Kaşif Efendi, Meram ilçesi sınırları içinde Yatağan köyünde ermiş insan kabul edilen
YATAĞAN MÜRSEL soyundandır. Konya’da Hacı Hasanbaşı mahallesinde doğmuştur. Esas
adı Ömer olup Kaşif mahlası derslerinde gösterdiği başarıdan dolayı hocası tarafından
verilmiştir.
Babasını küçük yaşta kaybeden Ömer Kaşif, Sarıhafız Vehbi Efendi’den ders almış,
Müderrislik unvanını kazanarak Nakiboğlu ve Molla Efendi medreselerinde ders vermiştir.
Adliye teşkilatının kurulmasından önce Divan-ı Temiz ve kuruluşundan sonra ise Hukuk
mahkemesi üyesi olmuştur. Konya Valisi Akif Paşa’nın dostluğunu kazanmıştır.
Aynı zamanda şair de olan Kaşif Efendi’nin 1926 yılında Sadettin Nüzhet tarafından
yayınlanan “Konya Halkiyat ve Harsiyatı” isimli kitabından bir şiiri buraya alınmıştır.
Kadd-i ar’ar kameti balaya söylen tez gele
Hüsnüne mağrur olan dibaya söylen tez gele
Derdi hasretle bu dil yanar ağlar gezer
Bir per-i peyker, melek simaya söylen tez gele
Öyle bir ahu bakış, keklik sekiş, ince meyan
Dişleri inci, leb-i kimyaya söylen tez gele
Derim ki KAŞİF valsına yoktur medar ancak sabır
Sabra sermaye olan sevdaya söylen tez gele
Kaşif Efendi genç yaşta ölmüş, Şems Mezarlığı’na gömülmüştür. Mezarlığın kaldırılması
üzerine mezartaşı “Sırçalı Medrese Müzesi”ne kaldırılmış olup üzerinde yazılanlar şöyledir.
Huuu Müderris-i kiramdan
El merhum vel mağfur
KAŞİF Efendi ruhuna fatiha
1296
Müderris Haşim Efendi’nin amcaoğlu olan Kaşif Efendi’nin üç oğlu ve üç kızı olmuştur.
Kızlarından soyu devam etmektedir. Konya’da ilkokul yaptırmış, hayırsever, politikacı Samet
Kuzucu’nun eşi Fazilet Kuzucu torunlarındandır.
Bu bilgiler aynı soydan gelen Mehmet Bildirici tarafından derlenmiştir.
(30 Eylül 1995 –YENİ KONYA KIRAMBAR)
16
ELENGİRİT DAĞI ve YATAĞAN MÜRSEL
Mehmet BİLDİRİCİ
Erenler dağı olarak da bilinen Elengrit dağının ismi vakıf kayıtlarında MELENGÜRİT olarak
geçmekte ve ne anlama geldiği bilinmemektedir. Konya’ya 46 km uzaklıkta Konya-Beyşehir
arasında bulunan dağa iki yoldan çıkış sağlanmaktadır. Birinci yol Yatağan köyü üzerinden
ikinci yol ise Doğanbey üzerindendir.
Zirveye 200 m kala insan eli ile yapılmış merdivenler ve zirve üzerinde yapı kalıntıları
bulunmaktadır. Zirveden görünen en yakın tepe Anakız tepesidir. Zirve üzerinden Yatağan
köyü ve Beyşehir Gölü çok güzel görünmektedir.
Dağların zirvelerinde münzevi yaşamış insanların manastırları ve gözetleme maksadı ile
kaleler bulunmaktadır. Zirvede bir bazilika kalıntısı bulunduğu Tabula Imperini Byzantini isimli
Almanca kitapta belirtilmektedir.
Erenler dağı veya Elengrit dağı aynı zamanda Müslüman Türklerinde yaşadığı nadir
dağlardan biridir. Yatağan köyünün kurucusu Yatağan Mürsel ve yakını Dediği Sultan 15.
yüzyıl başlarında Anadolu’ya geldiklerinde bir süre burada kalmışlar, daha önceki
dönemlerden kalma yapı kalıntılarından kendilerine odalar ve ibadet edecek mihraplar
yapmışlardır. Erenler isminin buradan geldiği kabul edilebilir.
Bugün çevre köyler tarafından Erenler dağı kutsal kabul edilmekte, adak için buraya çıkılıp
kurban kesilmekte ve ibadet edilmektedir. Yatağan köylülerince burada koyunlar yayıldığı
halde hiç koyun kığına rastlanılmadığına inanılmaktadır.
Bu kısımda da bir süre burada yaşamış ermiş insan Yatağan Mürsel’in hayat hikayesine yer
verilecektir.
YATAĞAN MÜRSEL
Yatağan Mürsel 15. yüzyıl başlarında Timur orduları ile Konya civarına gelmiştir.
Afganistan’ın Horasan bölgesinden olduğu bilinmektedir. Yatağan Mürsel ve yakını Dediği
Sultan, Turgutoğulları ile birlikte Anadolu’ya gelmişler Konya-Beyşehir arasında bulunan
kutsal kabul edilen Elengirit (Melengürit) dağına gelmişler, burada bir süre kaldıktan sonra
Dediği Sultan, Ilgın’ın Mahmuthisar köyüne yerleşmiş, kendisi de bugün Kızılören Bucağı’na
bağlı Yatağan köyünün o zaman boş olan arazisini yurt edinmiştir. Yatağan Mürsel
tarafından kurulmuş olan köyün o zamanki adı Söbüçimen’dir. Köyün ilk sakinleri kendisi, iki
kızı ve onların kocalarıdır.
Esas mesleği dokumacılık olan Yatağan Mürsel çeşitli kerametler göstermiş, Sultan Alaaddin
olarak babasının adı ile tanınan Karamanoğlu II. Mehmet’in dikkatini çekmiştir. Sultan II.
Mehmet H 810, Miladi 1407 tarihli vakfiyesi ile Söbüçimen ve Kavaklı mezralarını Yatağan
Mürsel zaviyesine vakfetmiştir. Söbüçimen köyü o zamanlar Beyşehir sınırları içinde yer
alıyordu.
Yatağan Mürsel ve yakını, Dediği Sultan’ın Anadolu’ya gelişleri hakkında yazılmış
menakipnameler elimizdedir. Bu menakipnamelere göre Dediği Sultan Türkistan’da AHMET
YESEVİ neslinden ve Hacı Bektaş Veli ile akrabalıkları vardır.
“Beyşehir Tarihi” isimli eserde Beyşehir Gökçimen köyü arasında bir başka Yatağan köyü
daha bulunmakta, bu köy ile ilgili de Karamanoğlu II. Mehmet’in H 830, Miladi 1426 tarihli
vakfiyesi vardır. Bu köyün bugün Kızılören’e bağlı Yatağan köyü ve Yatağan Mürsel ile bir
alakası yoktur.
Yatağan Mürsel’in kurucusu olduğu köyün eski kaynaklarda ismi Söbüçimen daha sonra ise
Yatağan olarak geçmektedir.
17
1869 yılında Konya’da çıkan salnamede (yıllık) ermiş kişiler arasında gösterilmektedir. Konu
hakkında daha geniş bilgi M. Zeki Oral’ın Vakıf dergisinde yayınlanmış Turgutoğulları ve
Eserleri” adlı makalede ve soyundan gelen Mehmet Bildirici’nin “ Yatağan Köyünün DünüBugünü” adlı yayınında bulunmaktadır.
Yatağan Mürsel köyde kara yapı bir türbede gömülüdür. Yanında yatanların kimliği hakkında
bilgi yoktur.
Bu gün Konya’da büyük çapta sanayide yer alan Yatağanlılar onun soyundandır.
(07 Ekim 1995- YENİ KONYA KIRKAMBAR)
(28.10.1995 – YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
(ÇAĞRI DERGİSİ Ağustos 2001)
(ÇAĞRI DERGİSİ Haziran 2003)
18
TAKKELİ DAĞ’I HAKKINDA
Mehmet BİLDİRİCİ
(Aynı konu ile ilgili önceki yazı 21.04.1994- Yeni Meram’da)
Konya’nın bir sembolü haline gelen ve tarihi dönemlerde bir askeri kale olan Takkeli Dağ
hakkında yakın zamanda elime geçen Tabula Imperini Byzantini 4 adlı yayının 182-183
sayfalarında çok ilginç bilgiler bulunmaktadır. Almanca olan bu metinleri Araştırma Görevlisi
oğlum Öztuğ Bildirici ile tercüme edip bir özetini buraya alıyoruz.
10. yüzyıl başlarında Tarsus Müslüman Arapların elindedir. Buradan Anadolu içlerine akınlar
yapılmaktadır. Konya ve çevresindeki kentlere kadar bu akınlar uzanmaktadır. 900 yılında
Tarsus Emiri Ebu Tabit, Bizans’ın eline esir düşmüş, bir süre Takkeli Dağ’daki Kevele
kalesinde hapsedilmiştir.
Gene 905 yılı sonbaharında Bizans İmparatoru 6. Leon’a karşı ayaklanan ve tanınmış bir
aileden gelen Andronikas Dukas, Kevele kalesini zaptetmiş, adamları ile kışı burada
geçirmiştir. Dukas Tarsusu Emiri Rüstem bin Barudi ile temas halinde olup onunla dostluk
kurmuştur.
İmparator durumu bildiği için Dukas’ı affedip durumu kapatmak ister. Dukas şartlarında
direnir. Bunun üzerine G. Iberitsez komutasında bir Bizans Ordusu Kevele Kalesi’ne
gönderilir. Dukas Tarsus Emirinden yardım ister. Arap Ordusu Konya önlerine kadar gelir,
Konya’nın bir kısmı bundan büyük zarar görür…
Malazgirt Zaferi’nden önce ilk defa bir akıncı grubu 1069 da Konya’ya kadar gelir. Batılı
kaynaklara göre Kevele Kalesi en geç 1084 yılında Süleyman Şah tarafından fethedilir, ve
sonuna kadar Türklerin elinde kalır.
Bu bilgilerin yer aldığı kitapta 25 civarında batılı ve Arap kaynakları referans olarak
verilmiştir.
İbrahim Hakkı Konyalı’nın “Konya Tarihi” isimli eserinde dağın isminin Anatanrıça Kibele’den
geldiği belirtilir.Yukarıda belirtilen kaynakların hiç birinde bu durum doğrulanmaz. Konyalı’nın
kabulü tamamen bir isim benzerliğine dayanmaktadır.
Anatanrıça’nın Konya Ladik, Ladik ve Sızma’da heykellerine ve isminin geçtiği yazıtlara
rastlanılmıştır. Anatanrıça’nın adı bu yazıtlarda Kibele olarak değil Zizimmene Ana olarak
geçmekte ve tanrıçanın ismi SIZMA beldesinin isminde yaşamaktadır.
(14 Ekim 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
19
BOTSA’DA MÜNZEVİ YAŞAMIŞ RAHİBİN EVİ
Mehmet BİLDİRİCİ
08 Ocak 1995 Pazar günü, Konya Dağcılık Federasyonu Başkanı Recai Kıçıkoğlu
öncülüğünde Mehmet Gündoğdu, Fehmi Ersoy, Veli dayı (Akpınar) eski adı Botsa olan
Güneydere köyüne bir kış yürüyüşü gerçekleştirdik. Doğa ve kış günündeki güneşli temiz
hava harika idi. Güneydere Meram ilçesinin güneyinde Glisıra’ya yakın bir köy.
Bu gezi sırasında köyde “Bayram İni” olarak bilinen ve benim daha önceki gelişimde
fotoğrafını alıp “Tarihi Su Yapıları” kitabına koyduğum kayaya oyma bu evin duvarlarında
çeşitli Grekçe yazılar vardı. Bu yazıların bir kısmını kopya ettim, fotoğraflarını aldık, Recai
videoya kaydetti.
Ben bu yazıları okuyan dünyadaki nadir adamlarından biri olan dostum Prof. Dr. Thomas
Drew-Bear’e gönderdim. Kendisinin çok ilgisin çekti ve hiçbir yerde yayınlanmamış bu
yazıları Konya’ya geldiğinde yerinde görmek istediğini bana yazdığı mektupta bildirdi.
29 Ağustos 1995 günü Thomas bey, Afyon Müze Müdürlüğü’nden görevli Mevlit Üyümez ile
birlikte günü birliğine Konya’ya geldiler ve misafirim oldular. Birlikte hemen doğru Botsa’ya
gittik, Muhtar Mustafa Özdeniz ile birlikte “Bayram İni” olarak bilinen ve memnuniyetle Kültür
ve Tabiat varlıkları Koruma Müdürlüğü tarafından koruma altına alınan bu yere gittik.
Elle oyulmuş ve ev olarak kullanılan mağara iki katlı ve cephesindeki kaya elle düşey duvar
haline getirilmiş, yanında müştemilat olarak kullanılmış iki küçük oda bulunmaktadır. Duvar
yüzünde ve yan duvarlarda haçlar ve çeşitli büyüklükte yazılar bulunmaktadır.
Thomas Hoca iki saate yakın hava kararıncaya kadar bu yazıları inceledi ve kopya etti ve
fotoğraflarını aldı. Devletin görevlendirdiği Müzeci köylülerle sohbet ederken ben onun
yanından ayrılmadım. Muhtar Mustafa Özdeniz geleneksel Türk konukseverliğini gösterip bizi
akşam yemeğine alıkoydu. Burada Thomas Hoca 5-6. yüzyıla tarihlenen bu yerin THEFILOS
(QEOFHLOU) adına münzevi yaşamış bir rahibin evi olduğunu, burada yaşadığını, önceleri
hizmetli iken rahipliğe kadar yükseldiğini ve Theofilos isminin Tanrısever adına geldiğini
belirtti. Thomas Drew-Bear sonra bana bu gezi için hazırladığı 1995 yılı “Konya ili Araştırma
Raporu”nu gönderdi. Theofilos evinde okudukları şöyle:
Tanrım senin kölen Theofilos’u unutma
Rahip Theofilos’un manastırı,
Tanrım bütün arkadaşlarımın günahlarını affet
Tanrım kilisenin hizmetlisi Thefilos’u unutma
Rahip Theofilos’un odası
Botsa köyü, Tabula Imperini Byzantini adlı kitapta gösterilmemiştir. Yerinde yaptığım
incelemede Glisıra’ya giden Roma yolu buradan geçmektedir. Köyün batısında biri
genişletilmiş ve birinin üzerine yeniden yapılmış iki eski bulunmaktadır. Köyün ortasında
Akropol olabilecek yüksek bir tepe üzerinde oyma kaya mezar ve sarnıçlar görülmektedir.
Köyün içinde bir evde kilise ve manastır olabilecek yapı kalıntısı bulunmakta, 4 m x 6 m
ebadında çok düzgün kazılmış bir oda dikkat çekicidir.
Köyün kuzey batısında dereye bakan vadide Pir Ahmet inleri vardır. Kuyu merdiven ile
çıkılan bir salon ve buraya açılan tümü soyulmuş mezar odaları bulunmaktadır. Çevrede
çeşitli haçlar, Malta Haçı, Gamalı Haçlar (Almanya’da Nazi döneminde bayraklarında
görülen) doğal kayalara oyulmuştur. İlgi çekici bir yapı da kayaya oyulmuş güvercinliklerdir.
Bayram İni köyün batısında Gavur Gölü yolu üzerindedir. Gavur Gölü sulama amaçlı
yapılmış bir göl, barajdır. Su taş duvarlar ile yapılmış bir bent ile tutulmuştur. Konu “Tarihi Su
Yapıları” isimli kitabımda incelenmiştir.Köyün çeşmelerine Keklik pınarından toprak künkler
ile getirilmiştir. Yol üzerinde bu künk borular görülmektedir.
(21.10. 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
(14.06.1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
20
JUTLAND ADASI DOĞASI
Mehmet BİLDİRİCİ
Doğa yürüyüşleri, doğal güzelliklerin belgelenmesi ve dağcılık konularında Konya’da önemli
gelişmeler olmaktadır. Doğa gezilerine gönül vermiş, her yaştaki kişiler “Konya Dağcılık
Grubu”nu oluşturmuştur.
Ben bu yazımda Kopenhag’ta (Copenhagen) öğretmen, ailecek arkadaşımız Helga Okkels’in
yazdığı ilginç bir doğa ve coğrafya gezisinden söz edeceğim.
Yaz tatillerini genellikle Gökova’da geçiren ve Gökova’yı seven Helga bu yaz tatilinde
Danimarka’nın Jutland adasında gezi yapmış izlenimlerini yazmıştır.
Jutland Adası Danimarka’nın batısında Kuzey Denizi’ne sahili olan bir ada olup Kuzey
Denizi’ndeki en üst yerleşim Skagen’dir.
Jutland Adası’nın orta ve kuzeyinde çeşitli yerlerde ve bu arada Silkeborg civarında çok
güzel bir göl kıyısında kaldım. Daha sonra Skagen’e kadar kuzey kısımları gezdim. Jutland
Adası vahşi doğal güzellikleri yanında çok az nüfusun barındığı bir ada. Yaz aylarında bu
doğal güzellikleri görmek için turistler, en fazla Alman turistleri görülür.
Kışları ise tenhalaşmaktadır. Adanın kuzey denizindeki sahillerinde eşsiz güzellikte
kilometrelerce uzanan ince kumlarla kaplı plajlar yer almaktadır. Adanın doğası, çıplak ve çöl
görünümündedir. Kışları bol rüzgarlıdır. Bu rüzgarlar denizden tuz getirerek savurmakta ve
ağaç ve bitki oluşumunu engellemektedir.
Kuzey denizinin sahilleri gemiler için çok tehlikeli olduğundan sahil boyunca yer yer “Gemi
Kurtarma İstasyonları” bulunmaktadır.
Meydana gelen kum fırtınaları kumların yerini değiştirip yeni kum tepeleri oluşturmaktadır. Bu
kum fırtınaları sahildeki evleri, deniz fenerlerini kum içine gömmektedir. Eski dönemden
kalma bazı köyler tamamen kum tepecikleri altında kalmıştır. Pek çok yerde sadece çan
kulesi kalmış kiliselere rastlanılmaktadır.
Kum tepeleri altında kalmış Mısır tapınakları olduğunu, Sahra’da Arap çöllerinde kum
fırtınaları olduğunu biliyordum. Avrupa’nın göbeğinde Jutland Adası’nda benzer vahşi bir
doğanın bulunduğu çok çok ilgimi çekti.
(11 Kasım 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
21
KONYA ALAADDİN CAMİİ’DE
KULLANILAN MALZEME ZENGİNLİĞİ ve BİR YAZIT
Mehmet BİLDİRİCİ
Alaaddin Camii’nin yapımına Selçuklu Sultanı Mesut zamanında başlanmış, Sultan Alaaddin
döneminde tamamlanmıştır. Selçuklu’nun bölgemizde ilk eseri olarak, tarihi kutsal değeri her
türlü tartışmanın üzerinde çok değerli bir mabettir.
Ben bu yazımda camiin bir başka yönüne değineceğim. Alaaddin Camii’nin ilk defa orta
kısmının, yanlarının ise sonradan yapıldığı anlaşılmaktadır. Burada Konya ve çevresinden
toplanmış çok çeşitli mimari parçalar kolonlar, Selçuklu tuğlaları ile birlikte ahenk içinde bir
arada kullanılmıştır. Kullanılan malzeme yönünden adeta bir müze görünümündedir.
Selçuklu türbesi ve camide kullanılan taşlar değişik kültürleri yansıtmaktadır. Mühendisler,
sanat tarihçileri ve jeoloji mühendislerinin bu zenginliği incelemeleri gerektiğine inanıyorum.
Klasik çağlarda kullanılmış İyon (Koç boynuzu), Korinth ve Dor nizamında kolon başları,
ortaları işlemeli, başlıkları yuvarlak geniş kolonlar burada bir aradadırlar.
Selçuklu’nun bu eserinde çok çeşitli yerlerden kolonların ve işlemeli taşların buraya taşındığı
söylenmektedir. Niğde Bor Kemerhisar antik Tyana kentinden taşındığı çeşitli yayınlarda
geçmektedir. Ancak bunu kanıtlayan belge ve yazıt yoktur. Camiin batı bölümünde aynı
yapıdan getirilmiş ve birbirine benzeyen başları yuvarlak geniş, boz renkte kolonlar
görülmektedir. Bunlardan kuzey avluya bakan bir kolonun altında bir yazıt bulunmaktadır.
Prof. Dr. Semavi Eyice’nin “Karadağ ve Karaman’da Arkeolojik İncelemeler” adlı eserinde bu
yazıt yayınlanmış, Ekim 1994 de burada inceleme yapan Prof. Dr. Thomas Drew Bear
tarafından benim de bulunduğum sırada yeniden okunmuştur. Türkçe’si şöyledir.
“Isaurapolis rahibi Nisios Publios oğlu Diyakon Moisis,kendisi ve ailesi için dua edip bu
sütunu Aya Mannis’e vakfetmiştir”
Bu kısa yazıttan çok şey öğreniyoruz. Isaurapolis Dinek Aydoğmuş civarında eski bir kent,
pek araştırma olmadığı gibi yeri de tam belirlenmiş değil. Bozkır Zengibar Kalesi’ndeki kent
eski Isaura (daha sonra Leontopolis), burası ise Yeni Isaura esas ismi ile Isaurapolis’tir. Bu
yazıttan bu kolonların Dinek civarlarından taşındığı anlaşılmaktadır.
Bu sütunda sütun vakfedilen Aya Mannis kimdir? Bu konuda elimizde bilgi yoktur. Ancak
Konya’nın güneyinde bugün mahalle eskiden köy olan AYMANAS veya AYMANOS bu kişinin
ismini taşımaktadır. Yapılan incelemelerde bu semte bir mabetten gelebilecek kolon ve
mimari parçaların bulunduğunu belirlenmiştir.
İşin daha ilginç yanı vakıf geleneğinin Anadolu’da çok eski olduğudur.
Prof Dr. Thomas Drew Bear Ekim 1994 okuduğu kitabelere ait tuttuğu raporun bir kopyasını
da lütfedip bana vermiştir. Bu raporda Alaaddin Cami duvarında kullanılmış Roma dönemi bir
mezar taşı daha vardır. Bunun Türkçe’si de şöyledir.
“Demetrios hayatta olan babası Ploution ve annesi, kız kardeşi Dedis’in anısına” (bu mezarı
yaptırdı)
Türbe duvarlarında da başka bir taştaki yazılar taş düzeltilirken silinmiş ve sadece “emekli
asker” okunabilmiştir. Ayrıca hem cami ve türbe duvarlarında tek harfli taşçı işaretleri
görülmüştür. Μ, Λ, ∆ gibi. Bu harflerin burada çalışan taşçı ustalara ait olduğu ve cami
inşaatında Hıristiyan ustaların çalıştığı kanısına varılmıştır.
(18.11.1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
22
BALIKLI ÇEŞME
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya kent merkezinde 16. yüzyıldan bu tarafa yapılmış, gerek mimarileriyle ve gerekse
kitabeleri ile çok değişik çeşmeler görülmektedir. Buna karşılık Selçuklu döneminden bugüne
gelen çeşme yoktur.
Bu yazımızda çok değişik özellikleri olan, Cumhuriyet dönemine kadar Rumların yaşadığı
Altınçeşme mahallesindeki Balıklı Çeşme’yi inceleyeceğiz. Altınçeşme mahallesi Alaaddin
tepesinin güneyinde en az Roma döneminden gelen eski bir yerleşim alanıdır. Burada
Karamanoğlu döneminden gelen Darülhuffaz’ın yapısında kullanılan büyük mermer blokların
bir Roma tapınağından geldiği çok net olarak anlaşılmaktadır. Bu yapı bazı kaynaklarda
Ayasofya Mescidi olarak geçer.
Altınçeşme’deki Balıklı Çeşme’nin mimarisi diğer çeşmelere benzemektedir. Ancak burada
kitabe yerinde iki balık figürü yanında απα kelimesi görülmektedir. Türkçe okunuşu APA olan
bu isme Konya’da pek çok yerde rastlanılmaktadır. Apa köyü ve barajı, Altınapa, Apasaray
..vs. Apa su anlamına da gelmektedir.
Daha sonraki araştırmalarımda Katolik Kilisesi’nde Rahibe Sofiya ile tanıştım. Bunun su
anlamına geldiğini ve tarih belirlediğini söyledi. Gerçekten de π harfinin bir ayağının altında,
diğerinin üstünde nokta olduğunu gördüm. Rumlarda da Ebced hesabına benzer bir
tarihleme oluğunu ve buna göre bu harfin 1901 yılını gösterdiğini öğrendim. Apa kelimesi
hem su anlamına geliyor ve hem de çeşmenin 1901 yılında açıldığını gösteriyor.
Konyalı’nın “Konya Tarihi”nde çeşmeden bir taşın müzeye kaldırıldığı belirtilmektedir.
Gerçekten İnce Minare Müzesi 873 kayıt numarasında gene iki balık figürü arasında tek satır
Arapça yazı bulunmaktadır. Konyalı’nın kitabında fotoğrafı bulunan yazıyı değerli yazar Edip
Seviş “Senet-i seman uşur ve setemaye (sittemiye)” olarak okumuştur. Bu ise H 708 tarihini
ifade etmektedir. Bunun miladi karşılığı 1308 yılıdır. Buradan burada oturan Rumların bu
kitabeyi buradaki çeşmeye yada bir kale burcuna koyduğu kabul edilebilir.
Burada iki farklı dönemlerde farklı alfabe ile yazılmış balık figürlerinin erken Hıristiyanlık
geleneğinde önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten çeşmenin üzerine dikkatli
bakıldığında ΙΧΘΥΣ şeklinde tek kelime görülmektedir. Balık anlamına gelen bu kelimenin
baş harflerinin ise kutsal bir cümle oluşturduğunu Prof. Dr. Thomas Drew Bear açıklamıştır.
Ι
isa
Χ
Krist
Θ
Theos (Tanrının)
Y
oğlu
Σ
kurtarıcı
Araştırılınca bir çeşmeden neler geliyor !!!!
(25.11.1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
23
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
BİYOLOJİ ÖĞRETMENİMİZ FEHİME BİREKUL
Mehmet BİLDİRİCİ
1995 yılı Kasım ayının başlarında, İstanbul’da yaşayan Konya Lisesi 1957 yılı mezunları olan
eşleri ile 20 arkadaşımız bir arada olduk. Bu toplantıya aynı dönem mezunu eşim Düzay
Bildirici ile katıldım.
Benim yardımlarım ile İsmail Uğurlu’nun davetlisi olduğumuz Kumkapı’da bir lokantada
gerçekleşen toplantıda en dikkat çeken isim 40 yıl öncesinin biyoloji öğretmeni Fehime
Birekul idi. Uzun yıllardan sonra bizi yetiştiren öğretmenlerimize olan minnettarlığımız ve
onların bizi olan sevgisi bizi bir araya getirdi.
Fehime Birekul 1950-1958 yıllarında Konya Lisesi biyoloji ve jeoloji öğretmeni idi. Halen
kışları Kızıltoprak (Kadıköy), yazları ise Sedef Adası’nda emeklilik günlerini geçirmektedir.
Biyoloji ve jeoloji o yıllarda zorlandığımız derslerdi. Hocamıza bunu hatırlattığımda: “Sizleri
kendi çocuklarım gibi seviyor, hepinizin doktor olmasını istiyordum” diye yanıt verdi.
Hocamız biz öğrencilerin görgü ve bilgisini artırmaya çok önem verir ve bunun için geziler
düzenlerdi. 1956 yılında onun düzenlediği Ankara gezisine katıldım. Ankara’ya ilk
gidiyordum. Hocamız iki gün içinde o kadar yer gezdirdi ki bunların nasıl iki güne sığdığına
bugün bile hayret ediyorum. Bu gezide Devlet Opera binasında operaya bile gittik. Ama bir
arkadaşa uyarak operadan kaçtık!!!
Fehime Hanım en sevdiği hocası Curt Cosswig’in üniversite için yazdığı kitaplarından ders
anlatırdı. Biz de Türkiye’ye çok hizmetleri olmuş bilim adamını hiç unutmadık. Curt
Cosswig’in en sevdiği öğrencilerin başında Fehime Hanım geliyordu. Onun asistanı olmak
istemiş, ancak bu ailevi sebeplerden dolayı mümkün olamamıştır. Türk bilim adamları da
Cosswig’i unutmamışlar, Beyşehir’in bir adasındaki ilk defa görülen küçük bir canlıya onun
adını vermişler onu ölümsüzleştirmişlerdir.
Zooloji Profesörü Cosswig ve eşi Leonore Türkiye’yi çok sevmişler ve İstanbul Aşiyan
mezarlığında toprağa verilmişlerdir. Çok ilginçtir, eşinden sonra ölen ve onun yanında
toprağa verilmek isteyen Cosswig vasiyetnamesinde cenazesinde bulunmasını istediği
kişileri de yazmıştır. Çok az sayıdaki bu kişilerden biri de Fehime Birekul’dur.
(YENİ KONYA 30.11.1995)
24
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
ESKİ LİSE MÜDÜRÜ SELMAN ERDEM TARAFINDAN
YAZILMIŞ FELSEFE, SOSYOLOLİ, PSİKOLOJİ DERS KİTAPLARI
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi’nin 1954-1959 yılları arasında müdürü olan ve daha sonraki yıllarda Milli Eğitim
Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu üyesi, Öğretmen Okulları Genel Müdürü olan Selman
Erdem’in emeklilik yaşamını İstanbul’da geçirdiğini biliyor, yılbaşı telefonla görüşebiliyordum.
Bu defa İstanbul’a gidişimde, eşim emekli öğretmen Düzay Bildirici ile kendilerini ziyaret ettik.
Konya Lisesi 1957 mezunlarının İstanbul’daki toplantısına davet ettik. Ancak daha önceden
belirlenmiş programları olduğu için katılamamışlardır.
Eşi gene Konya Lisesi’nin fizik öğretmenlerinden Nezahat Hanım ile birlikte, biz eski
öğrencilerini İstanbul Erenköy’deki zarif döşenmiş evlerinde kabul ettiler. Uzun yıllar sonra
yapılan sohbet bizlere derin haz verdi. Değerli felsefe ve sosyoloji öğretmenimiz kibar ve zarif
hareketleri ile o yılların öğrencileri arasında derin etkiler bırakmıştı.
Öğretmenimiz son yıllarda liseler için FELSEFE, SOSYOLOJİ, PSİKOLOJİ kitaplarını
yayınladı. Ben daha önce bunları alıp tek tek okumuştum. Çünkü daha önce bana Felsefe
kitabını imzalayıp armağan olarak göndermişti. Bunlardan lise öğrencileri yanında biz
yetişkinlerin de öğreneceği çok şeyler vardır. İçinde öyle paragraflar var ki sanki bir kitap
orada özümlenmiş. Bu ziyaretimizde hocam bakanlığa sunduğu özgeçmişini verdi.
Düşünmeyi sevenlere ve eski öğrencilerine mutlaka okumalarını öneririm. Ayrıca eski
öğrencilerinin hocamızın 1974 yılından bu yana İstanbul’da emeklilik yaşamını sürdürdüğünü
öğrenmelerinin onları mutlu edeceğini düşünüyorum.
(YENİ KONYA- 01 Aralık 1995)
25
DETSE KÖYÜ GEZİSİ ve ÇEŞME KİTABESİ
Mehmet BİLDİRİCİ
18 Kasım 1995 Pazar günü, Dağcılık İl temsilcisi, Recai Kıcıkoğlu, Araştırmacı Yazar
Mehmet Gündoğdu, Osman Tekin ile birlikte, Gödene (Dikmeli), Deste (Yeşildere), Girvat
(Kayadibi) köylerine bir gezi düzenledik. İyi havada geçen bu gezinin değerlendirilmesi,
KIRKAMBAR sayfasını hazırlayan Mehmet Gündoğdu tarafından yayınlandı. Gerçekten
Mehmet Gündoğdu’nun hazırladığı Kırkambar çeşitli yazı ve şiirleri bir araya topladığından
kutlanacak bir kültürel olaydır.
Ben bu gezide Kayadibi köyünde “Dokuz Direkli” olarak isimlendirilen kilisenin kaba bir
krokisini aldım. Yapının Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na koruma altına alınması
için başvurmaya karar verdim.
Deste köyünde ise gördüğüm tarihi çeşmenin ve kitabesinin fotoğrafını çektim. Deste
köyünün tarihi hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. İsminin anlamı da bilinmemektedir.
Muhtemelen Anadolu’nun bu yöresinde yaşamış yerli halkların dilinden bozularak gelme bir
kelimedir. Köyün içindeki tarihi Cumalık camiinin minaresi, ve bu minare üzerinde gayri islami
motifler dikkat çekicidir. Bu cami yanında bulunan ve burada kitabesi verilen çeşmede
kullanılmış taşlarda da aynı durum vardır.
Bu tarihi çeşmenin kitabesi fotoğraf üzerinden değerli yazar Edip Seviş tarafından
okunmuştur. Sekiz satırlık kitabe şöyledir.
İki alemde şad eyle ilahi ehl-i hayatı
Sofra-i zevk, ahkam olup Cennet Makam
Bu çeşme banisi ALİ AĞA hem mütevellisi
Sala ve cümle ateşnarı içer ab-ı hayatı
Hasan ile Hüseyin aşkına oldu bu çeşme
Nezaretçi ki Abdullah Efendi’ye vire Mevla imkanı
Tam oldu dedi ve hidayetle
Yarın Cennet’te göster cemal ile kemalatı..
Sene 1277
Bu kitabeden çeşmenin 1861 yılında Ali Ağa tarafından yaptırıldığı ve yapım işlerinin de
Abdullah Efendi tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca Konya’nın Cumhuriyet dönemi tüccarlarından Mustafa İzmirligil’in bu köylü olduğunu
ve kızı öğretmen Firuzan Işık’ın (İzmirligil) köy içinde çok güzel bir ilkokul yaptırdığını
görüyoruz.
(09 Aralık 1995 – Yeni Konya KIRKAMBAR)
26
KONYA’DA VE DÜNYADA İLK KADIN MİLLETVEKİLİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu seçim döneminde Konya’da hanımların milletvekili aday adayı olmalarını gururla izledim.
Partisi önemli değil aydın bir hanımın Konya’dan TBMM ne girmesini bekledim. Özellikle
bunun yanlış görüntülenen Konya imajının silinmesinde önemli olacağına inanıyordum. Ama
olmadı hanımlar milletvekili olabilecek basamaklara gelemediler.
Böylece Konya milletvekilleri arasında tek kadın milletvekili gene yalnız kaldı. Kim di bu kadın
milletvekili ?
Cumhuriyetimizin kurucusu büyük ATATÜRK döneminde yapılan 5. dönem milletvekili
seçimlerinde BAHİRE BEDİZ MOROVA (1897- ?) Konya’dan seçilmiştir. 1935-1939 yılları
arasında bir dönem bu görevi yürüttü. Bahire Hanım ilk dönem seçilen 18 kadın
milletvekillerinden biridir. Bosna doğumlu olan ve Konya’da oturmamış olan Bahire Hanım’ın
hayatı hakkında bilgi sahibi değiliz.
Dünya’da ise ilk kadın milletvekili ve bakanın İngiltere’den çıktığı bilinir. Kadınlara demokratik
hakların verilmesinde öncü ülkelerden birinin Danimarka olduğu bir dergide çıkan yazıdan
anlaşılmaktadır. Danimarka dilinde çıkan bu yazının kısa bir özeti ailecek arkadaşımız Helga
Okkels tarafından özetlenmiştir. Dünya’nın ilk kadın milletvekili ve bakanı olan bu hanım
NINA BENG (1866-1928) olmaktadır.
1903 yılında Sosyal Demokrat Parti’de politik çalışmalarına başlamış, daha sonra Belediye
Meclisi’ne ve Danimarka Parlamentosu’na üye seçilmiştir. 1924 yılında Bakanlık makamına
gelen ilk bakandır.
Herhalde Konya’da ikinci bir kadın milletvekili için milenyumu bekleyeceğiz ???
(06 Aralık 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
27
BAŞHÖYÜK’TE BİR GEZİ- MUSA BAYPOLAT USTA
Mehmet BİLDİRİCİ
1995 yılı Eylül ayında bir Pazar günü, dünürüm Sedat Alakay’ın konuğu olarak Sarayönü
ilçesi Başhöyük beldesi’ni görmeye gittik. Başhöyük Sarayönü’nün 6 km güney doğusunda,
Kafkasya’dan gelen Karaçay Türkleri için 1903 yıllarında boş bir alana planlı olarak
kurulmuştur. Bu yönü ile diğer köylerden farklıdır. Evler birbirini dik kesen eşit alanlı parseller
üzerinde tek katlı olarak inşa edilmiştir. Sonraları evlerin üzerine çıkılmış, yada yıkılarak
yenileri yapılmıştır. Ancak orijinal hali ile duranlar da vardır. Planlamanın kimin tarafından
yapıldığı bilinmemektedir. Günün özelliklerine bakarak bir Alman veya Türk Mühendisi…
Başhöyük isminden de anlaşılacağı gibi eski bir höyük yanına kurulmuştur. Çok eski çağlarda
yaşanmış olduğu buluntulardan anlaşılan höyük, maalesef evlerin kerpiç kesiminde
kullanılmış, büyük çapta yok olmuştur.
Köyün yakın zamanda kurulmasına karşı, çevrede antik Ladik kenti (Laodicea) ve onun uydu
yerleşimlerinden gelen yazılı, işlemeli, üzerinde Malta Haçı bulunan taşlar görülmektedir.
Gelin adayımız Banu Alakay çocukluğunda oynadıkları çeşmeyi ve üzerindeki yazıtı
göstermek istedi. Çeşmenin başına gittiğimizde hayretler içinde !!! bir kitap sayfasını
dolduracak bir yazıtın olduğunu gördüm. Yazıtın bir yerde yayınlanıp yayınlanmadığını
araştırmaya koyuldum. Kısa bir süre sonra İngiltere’den Stephen Mitchell’in “Land, Man, and
Gods of Asia Minor” adlı eserinin ilk cildi içinde bu yazıtın fotoğrafını ve İngilizce çevirisini
gördüm. O dönemin inanç farklılıklarını belgeleyen yazıtı ayrı bir makalede incelenecek
önemdedir.
Dünürüm Sedat Bey Başhöyük’ün hemen 3 km kuzey doğusunda Altınhisar mevkiinde yapı
kalıntıları (kilise yıkıntısı?) olduğunu belirtiyor. Beldede görülen eski taşların muhtemelen
oradan geldiğini açıklıyor. Amcası Kadir Alakay’ın evini ziyaret ediyoruz. Bahçesinde atılı
Grekçe yazılı bir mezar taşı görüyoruz. Bu iki taşın fotoğrafını incelemesi için Prof. Dr.
Thomas Drew-Bear’a gönderiyorum. Okununca yeni bilgilerin ortaya çıkacağına inanıyorum.
Birazda Başhöyük’te yaşamış, yaşam tarzı diğer hemşerilerinden farklı Demirci Ustası Musa
BAYPOLAT’tan bahsedeceğim. Musa Usta Kafkasya doğumlu olup köyde demircilik
yapmıştır. Teknik ve ustalıkta döneminde kimsenin başaramayacağı işler gerçekleştirmiştir.
Başhöyük’e su getirilmesinde kendi yaptığı üçgen basit bir aletle kanalın tabanına koy
vermiştir. Aynı Köyden DSİ IV. Bölge Müdürlüğü’nde çalışan arkadaşım Altan Malkondu bu
aletin fotoğrafını getirmiş ve DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan “Konya Tarihi Su
Yapıları” kitabıma konulmuştur.
Daha sonra Musa Usta’nın kendisi gibi Demirci Ustası Yatağanlı Hacı Ahmet Özdemir ile
ortaklık yaptığını öğrendim. Ağaçtan yapılma ağaç tekerlekleri dışına konan ve ŞINA tabir
edilen demir bir lama ile kaplanıyordu. Ekli yapılan bu demir şerit ek yerinden kolayca açılıyor
ve araba giderken ses yapıyordu. Musa Usta demiri döğe döğe bunu tek parça olarak
yapmayı başardı. Diğer bir önemli işi kaynağın olmadığı o dönemde boruyu ısıtıp döğerek
borunun ucunu kapatabiliyordu.
Kendi kendini yetiştirmiş ve topluma hizmet etmiş Musa Usta’nın unutulmaması gerektiğine
ve unutulmayacağına inanıyorum.
(16 Aralık 1995- YENİ KONYA KIRKAMBAR)
28
BOZKIR ZENGİBAR KALESİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Zengibar Kalesi, Konya Bozkır yolu üzerinde, Bozkır’a varmadan Ulupınar köyü yakınındadır. Zengibar Kalesi 1750 m yüksekliğinde antik kent yerleşim alanıdır. Bu antik kent
ISAURA olup bu isim zamanla Zengibar’a dönüşmüştür.
Dağcılık Federasyonu Başkanı Recai Kıçıkoğlu’nun özverili ve güzel organizasyonu ile 28
Ağustos 1994 Pazar günü Zengibar Kalesi’ne kalabalık bir grupla gezi düzenlendi. Kentin
kalıntılarını, kaya mezarlarını, kentin duvarlarını, Roma İmparatoru Hadrianus adına yapılmış
takını eşsiz doğal güzellikler içinde gezdik.
Bugün Zengibar Kalesi’nin yolu bulunmamaktadır. Ulupınar ve Acılar köylerinden yürüyerek
tırmanılmaktadır. Eski zamanlarda böyle değildi. Isaura yol ağının kesiştiği noktada
bulunuyordu. Hatunsaray (Lystra) üzerinden Konya’dan gelen yol ile Akkise üzerinden
Beyşehir’den gelen yol Isaura kentinde birleşiyordu.
Bozkır, Hadim ve Ermenek çevresinde yaşamış en eski halk Isaura’lılar olarak bilinmektedir.
Isaura’lıların en büyük ve en önemli kentleri Isaura olup, diğer önemli kentleri arasında
Hadim civarında Astra, Göksu Yerköprü’de Astranada (Dülgerler) bulunmaktadır. Hadim,
Bozkır ve Ermenek antik çağlarda Isaura Bölgesi olarak tarihe geçmiştir.
Isaura’lılar sert ve savaşçı insanlardı. Kendi kültürleri, gelenekleri ve dilleri vardı. Ancak
Isaura dilinde bu güne gelen bir yazıt olmadığı için bu dil hakkında bilgimiz yoktur. Eski köy
isimlerinden bir kısmının bu dilden geldiği kabul edilebilir.
Çok savaşçı olan Isaura’lılar kentlerini işgal edip kendilerini esir almak isteyen Büyük
İskender’in generallerinden Perdikkas emrindeki kuvvetlere karşı kahramanca bir savunma
yapmışlardır. Kenti kaybedeceklerini anlayınca tarihçi Diodorus Sicilus’a göre kenti ateşe
verip çocuk ve kadınları öldürmüşler, sonra intihar ederek kenti boş ve yanık olarak düşmana
bırakmışlardır. Roma döneminde önemli bir kent haline gelen Isaura’da kalıntılar ve yazıtlar
bu dönemden kalmadır.
325 yılında İznik’te ilk defa toplanan dini Konsül’de Isaura’dan Silvanus katılmıştır. 354
yılında Konya Amfitiyatrosu’nda (Tabula Imperini Byzantini s. 176) Isaura’lı esirlere çok kötü
davranılır ve Isaura bölgesinde büyük isyan çıkar. Isaura Valisi Cestiricus isyancıları
Silifke’de sıkıştırır ve ayaklanmayı bastırır. Ancak olaylar zaman zaman devam eder ve
Isaura önemini kaybeder.
Daha sonra bölgeden Bizans İmparatoru olan Zenon, bölgede beliren sorunları çözmek için
bir emir çıkararak Isaura’yı Yeni Isaura’ya (Isaurapolis) bağlar. Eski Isaura’nın adı
Leontopolis olarak değiştirilir.
617 yılında Silifke’nin Pers’ler (İran) eline geçmesi üzerine Leontopolis‘de askeri bir karargah
kurulur. Yedinci yüzyılda Leontopolis’de tekrar Isaura bölgesinin piskoposluğu kurulur. 680692 tarihlerinde Zaharias adlı bir rahibin görev yaptığı, 787 yılında ikinci defa toplanan
konsülde Leontopolis temsilcisi de bulunmaktadır.
Selçuklu döneminde Hıristiyan halkın yaşamını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. 1315 yılında
sürgün edilen Sinop Metropoliti’nin Leontopolis’de görev yaptığı görülmektedir. 14. yüzyıldan
sonra bilgi gelmemektedir. (Tabula Imperini Byzantini– Isaura maddesi)
Kentte arkeolojik kazıların başlaması ve Prof. Thomas Drew Bear’in burada yazıtları okuması
sevindiricidir. Zengibar Kalesi, aslanlı mezarlar, kaçak kazılarla parçalanmış lahitler bizden
ilgi beklemektedir. !!!!
(23.12.1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
29
1995 YILINI UĞURLARKEN
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu yıl içinde çok tutulan, çevre kültürüne büyük katkısı olduğuna inandığım KIRKAMBAR’da
çeşitli yazılarım çıktı. Yeni bir yıla girmek üzereyiz. 1996 yılının ülkemize ve tüm insanlığa
güzellikler getirmesini diliyorum.
Bu yıl içinde hobi olarak araştırma yaptığım konularda yazılarıma devam etmek istiyorum. Bu
konular toplum yaşantısı ve kültürü üzerine derin etkileri bulunan tarihteki insanı su ile
serüveni, çevremizdeki eski kent ve yapıları.. vs. Bir mühendis gözü ile belgelediğim ilginç
yazıları buraya taşıyacağım. Ayrıca bizleri eğitmiş olan Konya Lisesi’nin değerli
öğretmenlerini, çevremizde kendi çabası ile teknoloji üretmiş halk kahramanlarını ortaya
kaymaya çalışacağım.
Yılın bu son yazısını, bu yıl aramızdan ayrılan Konya için önemli kişileri buraya döküp yazımı
bağlayacağım.
-Konya Lisesi’nin eski Müzik öğretmeni, Konya Lisesi Marşı’nın bestecisi Arif Şahap Ökten
(1904-1995) Ocak ayı içinde İstanbul’da aramızdan ayrıldı.
-Dağcılık Federasyonu Genel Başkanı Dr. Tayfun Tercan (1952-1995) genç yaşta dağ
tırmanışında bir kaza sonucu yaşamını yitirdi.
-Eski gelirler Genel Müdürü hemşerimiz Altan Tufan bu yıl içinde aramızdan ayrıldı.
-Konya Lisesi eski Coğrafya öğretmeni Havfi Kendi (1912-1995) Haziran ayında Konya’da
öldü.
-Konya’nın fahri hemşerisi Yunanistan Türklerinin idleri Dr. Sadık Ahmet yıl içinde öldü.
-Tarihçi, bilim adamı Bozkırlı Prof. Dr. Faruk Sümer yıl içinde aramızdan ayrıldı.
-Eski SSK Genel Müdür Yardımcısı, Konya SSK Müdürü Avni Yazıcı Ankara’da yaşamını
yitirdi.
-Selçuk Üniversitesi Fahri Doktoru, Türkistan Türklerinin lideri İsa Yusuf Alptekin (1901-1995)
aramızdan ayrıldı.
(30 Aralık 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
30
1996 YILI YAZILARIM
AKSARAY İLİNDE TARİHİ SU YAPILARI
Mehmet BİLDİRİCİ
Aksaray ilinde, Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi, çok çeşitli ırklar ve uygarlıklar
geçmiş ve onların izleri bugünlere gelmiştir. Özellikle Aksaray Selçuklu döneminde önemli
gelişme göstermiştir. Bunu o günlerden gelen yapılar belgelemektedir.
Aksaray’da çeşitli dönemlerden gelme zengin tarihi su yapıları bulunmaktadır. Halen
çalışmakta bulunduğum DSİ IV. Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan görevlendirilme ile
1991-1994 yılları arasında araştırma yaptım. Konya, Aksaray, Karaman ve Niğde yörelerinde
yaptığım çalışmalar 1994 yılında “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” olarak Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanmıştır. Bu yayın içine Aksaray da dahil edilmiştir. Bu
çalışmalarım sırasında DSİ 44. Şube Müdürü Mustafa ÖZATEŞ’in daima yardım ve
teşviklerini görmüş bulunuyorum.
Aksaray çevresinde tarihi su yapıları nelerdir? Kısaca özetleyelim.
1.) Aksaray şehir içi arkları : Uluırmak’tan su alan sağ sahilde 3 ve sol sahilde 2 olmak üzere
toplam 5 ark Selçuklulardan bu güne şehrin içme ve kullanma suyunu sağlamıştır.
Sağ sahildeki arklar:
Kızılark – Urumdüğün – Tavşancıl
Sol sahildeki arklar :
Coğlaki – İğneci
2.) Aksaray Eskil Böğet köyünde Roma Barajı: Böğet köyünde Höyük ile birlikte Kültür Varlığı
olarak tescil edilmiştir. Anadolu’da o dönemden kalan üç barajdan biridir.
3.) Aksaray Sultanhan’da Kırkdelik Su Tüneli: Sulama amaçlı Selçuklu öncesi açılmış olan
tünel tarihi Sultanhan’a da su vermiştir. Bugün de çalışır durumdadır.
4.) Aksaray Helvadere ve Gine (Elmacık) köylerinde su toplama (gölet) için yapılmış eski
bentler. Helvadere’deki bent şimdi DSİ tarafından yapılan göletin içinde kalmıştır. Elmacık’ta
YAPI olarak bilinen yapı bugüne gelmiştir.
5.) Aksaray Ihlara’da sarp kayalara değirmen döndürmek amacı ile açılmış su kanalı ve
tüneller.
6. Aksaray Güzelyurt : Eski adı Gelveri olan kent, yer altı kentleri ve oyma yapıları ile “Açık
Hava Müzesi” görünümündedir. Kente su getirilmesi için son devirlerde yapılmış su kemeri
ve bugün cami olan İlahiyatçı Gregorios adına yapılmış kilisenin merdivenlerle inilen
ayazması bunlardan bazılarıdır.
Bütün bu yapılar hakkında detaylı bilgiler ve yapıların planları yukarıda bahsedilen yayında
bulunmaktadır. Ben bu konuya ilgi duyacaklarla diyalog kurmayı bekliyor. Aşağıda adresimi
veriyorum.
Bu şekilde konuşarak tartışarak Aksaray’ın zengin su kültürünün ortaya çıkacağına
inanıyorum.
Adresim: Şeyh Sadrettin Mah. Turgutoğlu sok. 44/15 Konya
(ULUIRMAK- Günlük Siyasi Gazetesi- 03.01.1996)
1
CUMHURİYET DÖNEMİNİN İLK ÖĞRETMENLERİNDEN
ZEKİYE İZGİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Cumhuriyet döneminin ilk bayan öğretmenlerinden Zekiye İzgi benim ilkokul öğretmenim.
Uzun yıllar Eski garaj civarındaki Hakimiyeti Milliye İlkokulu’nda öğretmenlik yapmış, pek çok
değerli öğrenci yetiştirmiştir. 1989 yılında İstanbul’da öldüğünü yakın zamanda öğrendim.
Zekiye İzgi, 1909 yılında Drama’da (Selanik) doğdu. Babası Abdullah İzgi, Balkan
bozgununun ardından Türkiye’ye göçmen olarak geldi. Zekiye 5 yaşında idi. Bir süre Sivas’ta
kaldılar. Tek kız kardeşi Şadiye Sivas Divriği’de doğdu.
Zekiye İzgi Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Konya Kız Öğretmen Okulu’nda okudu ve
öğretmen oldu. Uzun yıllar Hakimiyeti İlkokulu’nda öğretmenlik yaptı. Zekiye Hocanım ilk
sınıftan alıp bir sınıfı alır mezun ederdi. Benim de 1946-1951 yılları arasında öğretmenim
oldu. Annem üzerinde derin etki sağlayarak benim okumamı sağladı.
Aynı dönem sınıf arkadaşlarım ise Selçuk Üniversitesi’nde Halk Edebiyatı öğretim üyesi Prof.
Dr. Saim Sakaoğlu, İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer Alptekin,
İstanbul’da Tüccar İşadamı Hasan Yeşilkaya, Konya’da Dağcılık Temsilcisi, Gözlükçü Recai
Kıcıkoğlu, Sanayici Süleyman Şakalak, Sanayici Niyazi Ildırar, Emin Göz, İTÜ Mezunu
İnş.Y.Müh Nizamettin Ertekin.
Kız arkadaşlarımdan Nurtop Akıncı (Var), akrabam Süheyla Özkunduracı, Şerife Şener
hatırlayabildiklerim. Nurtop İstanbul Kadıköy’de oturuyor.
Zekiye İzgi 1950 yılında emekli oldu. Muhacir Pazarı’nda olan evinde oturdu. Bu sıralar
ziyaretine giderdim. Zekiye Hocanım hiç evlenmedi. Tek kız kardeşi Konya Lisesi’nde Müzik
öğretmenimiz Şadiye Akın idi.
Zekiye Hocanım daha sonra kardeşi ile birlikte İstanbul’a taşındı. 1989 yılında İstanbul’da
öldü, Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Bu bilgiler halen İstanbul’da emeklilik yaşamını sürdüren kardeşi Şadiye Akın’dan alınmıştır.
Biz eski öğrencileri hiç unutmadığımız Zekiye İzgi’ye tanrı’dan rahmet, kardeşine sağlıklı
yaşam dileriz.
(6 Ocak 1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
2
KONYALI BİR HANIMEFENDİNİN ARDINDAN
FİRUZAN IŞIK İZMİRLİGİL
Mehmet BİLDİRİCİ
Araştırmacı Yazar Mehmet Gündoğdu, Dağcılık İl Temsilcisi Recai Kıçıkoğlu, kameraman
sanayici Osman Tekin be ben güzel bir ekip oluşturduk. Pazar günleri çevreyi geziyor, tarihi
yapıları kameraya kaydediyor, ben de yerli ve yabancı yayınları inceleyerek çevrenin tarihini
aydınlatmaya uğraşıyorum. 19 Kasım 1995 Pazar günü yaptığımız gezinin bir durağı şimdiki
ismi Yeşildere olan DETSE köyü idi. Bu köy hakkında daha önce KIRKAMBAR’da Mehmet
Gündoğdu ve benim yazılarım çıkmıştı.
Bu gezi sırasında eski evler, eski kültürlerden gelen çeşitli kalıntılar yanında yepyeni pırıl pırıl
bir bina karşımıza çıktı. Bir hayırseverin yaptırdığı bir ilkokul. Bu bina Detse içinden pek
görünmüyor. Ama Avalama (İkizpınar) köy yoluna sapınca vadinin yamacında bir anıt gibi
karşımıza çıkıyor.
O gün bu okulu yaptıran hayırseverin FİRUZAN IŞIK İZMİRLİGİL olduğunu öğreniyoruz. Kısa
bir süre sonra Hürriyet Gazetesinde çıkan bir ölüm ilanında Firuzan Hanım’ın 1996 yılının ilk
günü aramızdan ayrıldığı ve takip eden gün Konya Üçler Mezarlığı’nda toprağa verileceği
bildiriliyordu.
Cenazeye katılıp, Hanımefendi’nin kim olduğunu araştırdığımda gerçek Konyalılarla
karşılaşıyorum. Yüzyılların kültür birikimlerini toplamış, kültürlü, asil ve aydın Konyalılar..
Şimdi de bu Hanımefendi’nin ailesini tanıyalım.
Firuzan Işık, Prof. Dr. Makine Yüksek Mühendisi Orhan Işık’ın eşi. Orhan Işık (1920-1982)
Konya’da doğdu. Konya Lisesi’ni bitirdikten sonra devletin açtığı sınavları kazanarak
Almanya’ya gönderildi. Makine Yüksek Mühendisi olarak yurda döndü. İstanbul Teknik
Üniversitesi ve Sakarya Mühendislik Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Daha sonra
Makine ve İmalat Sanayinde iş hayatına atılan Orhan Işık Ankara Sanayi Odası Başkanı,
Türk Hava Kuvvetleri Güçlendirme Kurulu Üyeliği görevinde bulundu. 1982 yılında vefat eden
Orhan Işık Konya Üçler Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Firuzan Hanım’ın babası Detse köyünden Mustafa İzmirligil, küçük yaşta köyden ayrılmış
İzmir ve Konya’da ticaretle uğraşmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Şam’da İngilizlere esir
düşmüştür. Konya Lisesi mezunlarından idi. Bu şartlarda Firuzan iyi şartlarda yetişmiş,
piyano çalmayı öğrenmiştir.
Babası tarafından tanınmış Mimar Şevki Vanlı, Mimar-Arkeolog Ülkü İzmirligil kuzenleri. Ülkü
İzmirligil benim gibi tarihi su yapıları konusunda araştırma yapan bir kişi, Side ve Samasota
eski su yolları konusunda yayınları bulunmaktadır. Kendisini gıyaben tanıyordum, ama
Konya’nın köklü bir ailesinden olduğunu duyunca doğrusu şaşırdım !!
Annesi Sıdıka İzmirligil, Konya’nın ilk öğretmenlerinden ve tanınmış yazar, Konya İdadisi’nin
ilk mezunu Faik Soyman’ın kızı.
Firuzan Hanım anne tarafından eski Belediye Başkanlarından Avukat Özgen Küçükkoner’in
dedesi Muhlis Koner ile akraba oldukları ortaya çıkmaktadır.
Öğretmen olan ve 67 yaşında hayata gözlerini kapayan ve Konya Üçler Mezarlığı’nda
toprağa verilen Firuzan Işık İzmirligil, Türk Kadınları Kültür Derneği Yönetim Kurulu üyesi idi.
Kendisine Tanrı’dan rahmet diliyorum.
(27.01.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
3
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
KONYA LİSESİ’NİN İLK İNGİLİZCE ÖĞRETMENLERİ
MUKBİL ERTUNÇ, AYTEN ÖZER
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi, Konya İdadisi olarak 1989 yılında öğrenime açıldı. Bu eğitim kurumunda çeşitli
yabancı diller okutulmuştur.Kuruluş yıllarında Fransızca ve Arapça bulunurken zaman zaman
Farsça’ya da yer verilmiştir. İkinci Dünya savaşı öncesi Almanca’ya yönelim olmuştur. Bugün
çok yaygın olan İngilizce diline o yıllarda rastlamak mümkün değildir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası değişen ekonomik ve politik dengelere bağlı olarak bütün liselerde
ve arada Konya Lisesi’nde İngilizce hızla ortaya çıkmış ve bugün hemen hemen tek okutulan
yabancı dil haline gelmiştir.
Konya Lisesi’nin ilk İngilizce öğretmenlerinden biri Mukbil Ertunç’tur. Bizlerin öğretmenleri olan
Mukbil Ertunç ve Ayten Özer bu konuda öncü öğretmenlerdir.
Halen İstanbul Kadıköy’de emeklilik yaşamlarını sürdüren bu öğretmenlerimizin kısa hayat
hikayelerini sunacağım.
Mukbil Ertunç 1925 yılında Denizli’de doğdu. Denizli Lisesi’nden ve 1948 yılında Ankara Gazi
Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü’nden mezun oldu. Konya Lisesi’nin ilk kadrolu İngilizce
öğretmenidir. Felsefe öğretmeni Semahat Hanım ile evlendi. 1962 yılında Ankara Yıldırım
Beyazıt Lisesi’ne atandı ve Devlet tarafından Amerika’da Georgetown Üniversitesi’ne öğrenim
için gönderildi. 1965 yılında buradan mezun oldu ve yurda döndü. Ankara Gazi Eğitim
Enstitüsü’ne öğretim elemanı olarak atandı, İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde çalıştı. Daha
sonra Marmara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Ana Bilim dalında görev yaptı ve buradan
1983 yılında emekli oldu.
Diğer İngilizce öğretmenimiz Ayten Özer, 1929 yılında İstanbul’da doğdu. Lise öğrenimini,
İstanbul Fatih ve Eskişehir’de tamamladı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce bölümünü
bitirdi. İlk olarak Konya Lisesi’ne öğretmen olarak atanmıştır. Daha sonra 1959-1965 yılları
arasında Konya Atatürk Kız Lisesi’nde görev yapmıştır. Buradan İstanbul’a atanmış Göztepe
Deneme Lisesi’nde çalışmış, buradan 1975 yılında emekli olmuştur. Konya Sanat Okulu
Matematik öğretmeni İbrahim Özer ile evli idi. İki kızı olan Ayten Özer Kadıköy’de emeklilik
yaşamını sürdürmektedir.
Kendilerinden çok şey öğrendiğimiz değerli öğretmenlerimizi saygı ile anıyor, yaşamlarını
sağlıklı sürdürmelerini diliyorum.
(YENİ KONYA KIRKAMBAR 10.02.1996)
4
KONYA LİSESİ’NİN HAYATTA OLAN
ESKİ ÖĞRETMENLERİ
Mehmet BİLDİRİCİ
1940’lı ve 1950’li yıllarda Konya Lisesi’nden çok başarılı öğrenciler yetişmiş ve önemli görevler
üstlenerek ülkeye hizmet etmişlerdir. Bu başarının elde edilmesinde eğitim kadrosunun büyük
özverisi olduğu açıktır.
Konya Lisesi eski öğretmenlerimiz hakkında, değerli hocam Hüseyin Köroğlu’nun “Konya
Lisesi tarihi” adlı eserinde kısa bilgiler bulunmaktadır. Ben bu yazımda 1950 yılı öncesi görev
almış ve bugün hayatta olan öğretmenlerimizin kısaca kim oldukları ve nerede yaşadıklarını
inceleyeceğim. Bu değeli kişiler şöyle;
PERTEV NAİLİ BORATAV (1907)
1931-1936 yılları arasında Edebiyat ve Türkçe öğretmenidir. Tanınmış folklor araştırmacısı olan
Boratav halen Paris’te yaşamaktadır.
MUSTAFA ÇETİNER (1913)
1937-1943 yılları arasında Edebiyat ve Türkçe öğretmenidir. Arkadaşımız Sezer Çetiner’in
babasıdır. İstanbul Yeşilyurt’ta yaşamını sürdürmektedir.
GÜZİN ATADEMİR (1923)
1942-1946 yıllarında Fransızca öğretmenidir. Mevlana soyundan Konya Lisesi öğretmeni
Celaleddin Ali İmer’in kızı, Prof Dr. Hamdi Ragıp Atademir’in eşidir. Ankara’da yaşamını
sürdüren Atademir ile haberleşmemiz devam etmektedir.
NİHAL İLAYDIN (BARUTÇUOĞLU) (1923)
1945-1955 yılları arası Fransızca öğretmeni olan İlaydın, daha sonra eski Konya Lisesi Müdürü
Hikmet İlaydın ile evlenmiştir. Kışları Ankara’da yazları Marmaris’te emeklilik yaşamını sürdüren
Nihal Hanım ile haberleşmemiz devam etmektedir.
MUAZZEZ KARGALIK (1923)
1946-1962 yılları arasında Fransızca öğretmenimi olan Muazzez Hanım, aynı yerde Fransızca
öğretmeni ve Müdür Yardımcısı Turgut Kargalık ile evlidir.
TURGUT KARGALIK (1915)
1947-1961 yılları arasında Fransızca öğretmeni ve Müdür Başyardımcısı’dır. Kargalık çifti
Ankara’da yaşamlarını sürdürmektedir. Kargalık çifti ile haberleşmemiz devam etmektedir.
MUKBİL ERTUNÇ (1925)
1948-1962 yılları arası İngilizce öğretmenidir. Eşi felsefe öğretmeni ile İstanbul’da yaşamlarını
sürdürmektedirler. Ertunç çifti ile haberleşmemiz devam etmektedir.
Eski öğrencileri olarak hepsine sağlıklı yaşamlar diliyoruz.
(YENİ KONYA KIRKAMBAR 17.02.1996)
5
KAZIM KARABEKİR İLÇESİNDE
TARİHİ YERLEŞİM YERLERİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Dağcılık Federasyonu’ndan üç arkadaşım, Recai Kıcıkoğlu, Osman Tekin ve Arif
Solmaz, Kurtuluş Savaşı’nın eşsiz Komutanı Kazım Karabekir Paşa (1882-1948) adına aynı ilçe
dahilinde Hacıbaba (Pusula) dağına 25 Şubat 1996 günü bir kar tırmanışı yaptılar. Bu çıkıştaki
çektikleri belgeseli 01 Mart 1996 günü akşamı benim de katıldığım bir programda SUN TV’de
yayınladılar.
Ben de bu vesile ile bu çevredeki yerleşim yerleri hakkında daha önceki çalışmalarımdan ve
sonra elime geçen Almanca metinleri oğlum Araştırma Görevlisi Öztuğ Bildirici Türkçe’ye
çevirdi. Bütün bu bilgiler ışığında bu yerleşim yerleri hakkında bir özet sunacağım.
Bugün Karaman’ı Konya’ya bağlayan ve kuzeye doğru devam eden yeni yol eski yerleşim
yerlerinin doğusundan geçmektedir. Bu çevrede bulunan eski antik yol ise bugünkü modern
yolun batısından geçiyordu.
Karaman’dan (Laranda) başlayan yol Yollarbaşı (Ilistra), Kazım Karabekir, Özyurt (BosalaPosala), Akarköy (Zosta), ve Güdelisin’den geçmekte idi. Bu beş yerleşim yerinden Ilistra,
Posala, ve Laranda 372 yılında kurulan ve merkezi (Başpiskoposluk) Iconium (Konya) Lycaonia
eyaletinin piskoposluk merkezleridir. Şimdi güneyden kuzeye doğru bu beş antik yerleşim
yerlerine kısa bilgiler sunulacaktır.
YOLLARBAŞI (ILISTRA – İLİSIRA)
Antik kent Roma döneminden beri Ilistra olarak bilinmektedir. Bu isim günümüze İlisıra olarak
gelmiştir. Yeni ismi ile Yollarbaşı, eski kentin Akropol’ü olan Höyük ve çevresi üzerindedir.
Höyükte bulunmuş üzerinde öküz başı ve üzüm kabartmalı kolon (en. 2847) Karaman
Müzesi’ndedir.
Ilistra’nın 325 yılında İznik, 431 yılında Efes, 451 yılında Kadıköy (Kalkedon) dini meclislerinde
temsil edildiği anlaşılmaktadır. 372 yılında kurulan Lycaonia eyaletinin 18 adet piskoposluk
merkezinden biridir. 15. yüzyıl vakıf kayıtlarında köy olarak görülen İlisıra’da bir kilisenin
kalıntıları 19. yüzyıla kadar gelmiştir.
KAZIM KARABEKİR (PYRGOI- GAFERİYAT –KASABA)
Bugün ilçe merkezi olan Kazım Karabekir’in 10. ve 12. yüzyıl kayıtlarında ismi Pyrgoi olarak
geçmektedir. İlçe eski kentin Akropol’ü etrafında kuruludur. 19. yüzyıla kadar kent surlarının
kalıntıları gelebilmiştir. İlçe parkını bu kentten veya çevreden gelen iki aslan heykeli
süslemektedir.
Sonraki dönemlerde Gaferiyat ve Kasaba adı verilen yere Kurtuluş Savaşı Komutanlarından
Kazım Karabekir Paşa’nın (1882-1948) ismi verilmiştir. Paşa İstanbul doğumlu olup aile kökeni
buralıdır. Paşa adına yol kenarına bir Park düzenlenmiş ve Paşa’nın heykeli dikilmiştir.
ÖZYURT (BOSALA- POSALA)
İstanbul’da 381 yılında Aya İrini’de toplanan dini konsülde kentin ismi Posala olarak
geçmektedir. Konya’ya bağlı bir piskoposluk merkezidir. Kentin antik ismi bugüne Bosala olarak
gelmiştir. Kent Hacıbaba dağı eşiğindedir. Dağın diğer bir adı antik isminden Pusula dağıdır. 15.
yüzyıl kayıtlarında ismi geçen Bosala’da bir kilise kalıntısı bulunmaktadır.
Üç dağcı arkadaşımın tırmanışlarında Akarköylü kılavuzları çıkış yolu üzerinde iki sarnıç
kalıntısı göstermişlerdir. Şimdiye kadar haberdar olmadığımız bu sarnıçlar kuyu şeklinde
kenarları düzgün ve iri taşlarla örülmüştür. Arkadaşlarını verdiği bilgiye göre çıkışta gördükleri
sarnıç yaklaşık 10 m çapında ve 25 m derinliğindedir. Dönüşte gördükleri sarnıç daha büyük
yaklaşık 15 m çapında, 40 m derinliğindedir. Yaklaşık 2000 m yükseklikteki sarnıçlardan ilki
yaklaşık 1800 m³, ikincisi yaklaşık 6700 m³ hacmindedir. Tabii ki bunlar gözle yapılan ölçülerdir.
Konya çevresinde bu büyüklükte dağda ilk defa bu büyüklükte sarnıç görülmektedir. Böyle
harika iki su yapısını ortaya çıkaran dağcı arkadaşlarıma teşekkür edilmelidir.
6
AKARKÖY (ZOSTA – LOSTA)
Kalıntı ve yazıtlardan Roma döneminde olduğu bilinen kentin ismi kayıtlarda geçmemektedir.
Kentin ismi Zosta veya Losta olarak bugüne gelmiştir.
Tarafımızdan yapılan inceleme köyün evlerinin duvarlarında işlemeli taşlar ve kolonlar
görülmüştür. MAMA cilt 8 de burada okunmuş yazıtlar yer almaktadır. Bunlar arasında ilginç bir
mezar taşı bulunmaktadır (MAMA cilt 8-192). Bu mezar taşı Hıristiyanlığın yasaklandığı
dönemde dini inancından dolayı öldürülmüş ve şehit (martir) kabul edilmiş Paulus’a aittir.
Dördüncü yüzyıla tarihlenmektedir. Yazıt Akarköy’ün hemen yakınında Çürük Ümü Ören’de
bulunmuştur.
Bir diğer ilginç yazıtta gezi sırasında bir bahçe duvarında görülmüş ve fotoğrafı Prof. Dr.
Thomas Drew Bear tarafından okunmuştur.
I.O.M / Annius / Maximus / Leg(ionis) / XV Fe(rrate)
XV. Roma Lejyonunda görev yapmış bir askerden söz edilmektedir.
Akarköy’de çok az rastlanan mühendislik şaheseri su yapıları bulunmaktadır. Burada kehriz
sistemi ile yer altı suyu çeşmelere verilmektedir. Böyle bir sistemin Konya’da bir örneği yoktur.
Bu sistem ve Yollarbaşı bulunan su yapılarına ait geniş bilgi müellifi bulunduğum “Konya Tarihi
Su Yapıları 1994)” adlı kitapta bulunmaktadır.
GÜDELİSİN (KODYLESSOS)
Burada bulunup okunan yazıtlardan kentin isminin Kodylessos olduğu belirlenmiştir. Bu isim
bugüne Güdelisin olarak gelmiştir. Bir höyük etrafında kurulmuş kentten çeşitli yapı kalıntıları
bugüne ulaşmıştır. Kent surlarının kalıntıları 19. yüzyıla kadar gelmiştir.
MAMA cilt 8 de okunmuş çeşitli yazıtlar bulunmaktadır. Bunlardan 186 numaralı olanı ilgi çekici
ve tarih belirleyicidir. Bu yazıtta İmparator Diocleitanus’un (İmp 284-305) ve Maximiano (İmp.
286-305) isimleri geçmektedir.
Ben bu yazımda bu beş yerleşim yeri (önceleri antik kent, sonraları köy) hakkında özet bilgiler
vermeye çalıştım. Bu kentlerle bağlantılı daha pek çok küçük yerleşim birimlerinin kalıntıları, su
yapıları bulunmakta ve araştırma beklemektedir. Çevrenin zengin tarihi dokusu bugüne kadar
anlaşılamamış ve korunamamıştır. Hiç olmazsa bugüne gelenler korunmalıdır.
Bende bu yazımı çevrenin en büyüğü Kazım Karabekir Paşa’nın atalarının anısına adıyor,
kendisini saygı ile anıyorum.
(23 Mart 1996 – YENİ KONYA KIRK AMBAR)
(30 Mart 1996 – YENİ KONYA KIRK AMBAR)
7
DİNEKSARAY’DA (ISAURAPOLIS) BULUNMUŞ
DÖRDÜNCÜ YÜZYILA AİT ŞİİR
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu şiir, Konya’nın güneyinde Dineksaray’da bulunmuş bir yazıttan Türkçe’ye çevrilmiştir. Bugün
nerede olduğu bilinmeyen bu uzun yazıtın Grekçe orijinali ve İngilizce çevirisi “Buckler-CalderCox. Asia Minor 1924, 57 nolu yazıt) adlı eserdedir. Dördüncü yüzyıla tarihlenen ve mezar
taşına kazınan şiir, çevrede o dönemde yüksek bir kültürün olduğunu kanıtlamaktadır. İngilizce
metine manaya sadık kalarak şiir şekline dönüştürülmüştür.
Hey yabancı, sana söylüyorum
Geçip giden kişi, dinlemelisin
Kimsin?
Ben uzun yıllar içinde gelişen
İSA adlı asmanın bir yaprağıyım
Öbür dünyada sevinç seninle olsun
Yanlış bir şey anlatmıyorum
Emin olmasın ki, NESTOR
Bir rahip burada yatıyor
Erdemli dulların yardımcısı
Oğlu PANCRATIAS ile birlikte
Çok iyi hizmetkarlardı
NESTOR, tüm ülkenin seçilmiş hazinesi
Gençlerin ilahi doktrin öğretmeni
İnsanlar arasında akıllı, inançlı ve yargı sahibi
Vali ve yöneticilere yol gösterici
Halkın tümü bunu böyle bilirdi
Benim iyilikleri sevmem
Doğru düşüncemin bilinciyle
Oğlum PANCRATIAS
Tanrı’ya adanmış kutsal sıvıyı,
Gözyaşlarını üzerime boşalttı
Tarifsiz özlem ve üzüntüler çekerek
Evlenmeyi bir tarafa bırakarak
Tüm zamanını sevgime adadı
Benim güzel ve iyi eşim MAMMEIS
Bütün rahipler arasında öne geldi
Din kardeşlerini seven bir Telephid
Dünya zevklerine gem vuran
Bunu inançla savunan, İSA’nın hizmetçisi
Burada eşi ve oğlu ile aynı saygıyı görüyor
İlahilerle en yüksek düzeyde
Sanatı ile bizi onurlandırarak
Zaman aktıkça bu sözlerimi insanlar
Ve daha henüz doğmamış olanlar işitsin
(6 Nisan 1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
8
DANİMARKA’DA ÇETİN KIŞ
Mehmet BİLDİRİCİ
Aile dostumuz, Kopenhag’ta öğretmen Helga OKKELS 17.03.1996 tarihli mektubunda bu yıl çok
çetin bir kış geçirdiklerini ve geçirmeye devam ettiklerini belirtmiş ve detaylı gözlemlerini
mektubunda açıklamıştır.
Bende bu ilginç yazıyı aynen Türkçe’ye çevirerek buraya alıyorum. Yazı dikkatli okunursa Kuzey
Avrupalı turistlerin Türkiye tatili için ne kadar can attıkları ortaya çıkacaktır.
“Son on yıldır kar buz, az olan ılıman kışlar geçirmekte idik.Ocak ayı başında bahçemizde
çiçekler açmaya başlıyordu. On yıl sonra 1996 yılında gerçek soğukları kar ve buz ile gelen sert
bir kışı yaşadık. 19 Kasım’da kısa zamanda eriyen kar ile ülke kaplandı. 24 Aralık (Noel)
dolaylarında hakiki soğuklar kar ile birlikte geldi. Bu kar 14 günde eridi. Ben bu arada evimin
bahçesinde kayak yapma imkanı buldum.
Zamanla göllerimiz ve denizlerimiz donmaya başladı, çevreyi buz kapladı, Şubat ayı başında
halk donmuş göller üzerinde patinaj sporu yapmaya başladı. Denizlerin de donması ile 400
yolcusu olan feribotlar buza saplandı. Özel olarak inşa edilen buz kırıcı tekneler tarafından
kurtarıldılar. Buz kırıcılar her kış hazır olarak beklerler, ama 1986 yılından bu yana ilk defa
kullanıldılar.
18-19 Şubat günü meydana gelen kar fırtınasından dolayı tüm ulaşım durdu. Arabalar hatta
evler kar altında kaldı. Askeri birlikler alarm durumuna geçti. Hastaları ve hamile kadınları
hastanelere taşıdı. Daha sonra arabalar içinde mahsur kalan ve donma tehlikesi geçiren
insanlar kurtarıldı. Yollar açılana kadar kurtarılanlar okullara yerleştirildi. Soğuklar hala etkisini
devam ettirmektedir. Denizlerin donması eskiden de görülürdü, insanlar donan denizler
üzerinde yürür, Danimarka’dan İsveç’e yürüyerek giderlerdi.
Neyse ki günler uzuyor. Aralık-Ocak ve Şubat aylarında karanlık soğuktan da beter. Halkı strese
ve yorgunluğa itiyor. 21 Aralık’ta güneş 9.00 da doğuyor, öğleden sonra 3.00 de batıyor. Mesela
ben 8.00 de okula gece karanlığında gidiyor, öğleden sonra 3.00 den sonraya kalırsam gece
karanlığında dönüyorum….
(13.04.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
9
KONYA İÇMESUYU İLE İLGİLİ AÇIKLAMA
SEFA ODABAŞI’NIN YAZISI DOLAYISIYLA
Mehmet BİLDİRİCİ
Sayın Sefa Odabaşı’nın 23.03.1996 günü “Yeni Konya-Kırkambar’da” “Konya’dan Çizgiler” isimli
yazısında Konya İçmesuyu Tarihi ile ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Sayın Odabaşı Anıtlar
Kurulu toplantısındaki konuşmaları banda almış ve onları yazısında bize aktarmaktadır. Konu
hakkındaki sohbetleri koruyarak bizlere taşıması her türlü övgüye değerdir. Ben de dikkatlice
okudum. Konu benim de ilgi alanıma girdiğinden görüşlerimi açıklayacağım.
1988 yılında Lalebahçe yolunda, Aksarnıç yanında yapılan temel kazılarında zeminden 1,5 m
aşağıda toprak künkler görülmüştür. Konu Anıtlar Derneği’nin aylık toplantısında görüşülmüş,
Konya hakkında köklü bilgileri Sayın Şahabettin Uzluk ve Mehmet Ali Apalı görüş bildirmişlerdir.
Toplantıda Şahabettin Uzluk “Selçuklular döneminde Dutlu suyunu bütün Konya içiyordu” diye
beyan etmiştir. Avukat Mehmet Ali Apalı ise; “Dutlu suyunun Yavuz Selim’e ait olduğunu Pirebi
Tekkesi yanında bağ komşuları Kalkancı Ahmet Efendi’nin evinde 3-4 basamakla inilerek
borudan su alındığını ve bu suyun dergaha aktığını” ifade etmiştir.
Sayın Mehmet Ali Apalı’nın anlattıkları tarihi gerçekleri doğrulamaktadır. Selçuklu döneminde
Şehir Irmağı’ndan su alan Havzan sistemi Konya’ya su veriyordu. Muhtemelen bu sistemin
bozulması üzerine Konya’nın su sıkıntısına girmesi üzerine, Yavuz Sultan Selim tarafından
Dutlu suyu Mevlana Dergahı’na getirilmiştir. “Konya Tarihi Su Yapıları” isimli yayınımda plana ve
belgelere dayanan bilgiler bulunmaktadır.
Dutlu su hattı Lalebahçe yolu üzerinden geçerek Mevlana Dergahı’na ulaşıyordu. Hat üzerinde
çeşme yapılmamış,boru üzerinde delikler bırakılmıştır. Hem buralardan hat temizlenir ve hem
de inilerek buradan su alınırdı.
Kovanağzı eski sakinlerinden bağ komşum ve ahbabım, Mustafa KARNIBÜYÜK inilip su alınan
bu çukurların hat üzerinde 3 tane olduğunu, bunlardan birinin Lalebahçe yolu üzerinde ikinci
köprünün (Deleğin Arif’in Camii ), yanında olduğunu araştırmalarım sırasında bana söylemiştir.
Dutlu suyundan Mevlana Dergahı Şadırvanı’ndan başka 7 çeşmeye daha su verilmiştir.
Ayrıca Sayın Mehmet Ali Apalı; “Sahibin Irmağı (Sahip Ata) Havzan’a gider, Kovanağzı’na
gitmez” ifadesini kullanmaktadır. Konu üzerinde araştırma yapmış bir mühendis olarak konuya
açıklık getirmek istiyorum.
“Sahibin Irmağı” Meram Çayı sağ sahilden (Konya kenti sol sahilde) ilk olarak su almakta, Tavus
Baba’nın önünden geçmekte, Meram’ın üst kısımlarını sulayıp Ana Sultan Mezarlığı’nda son
bulmaktadır.
Karahüyük ve Lalebahçe ırmakları sağ sahilden su almakta adı geçen semtleri sulamaktadır.
Sahip Ata’nın buzhaneleri, Selçuklu döneminde Konya’ya su taşıyan ”Şehir Irmağı”ndan su
almaktadır. Kovanağzı, Arapöldüren, Çaybaşı ve Mengene’ye su taşıyan iki ırmak Müftü
Gediği”nden su almaktadır. Lalebahçe yolu üzerinde bulunan Aksarnıç Gümüş Irmağı üzerinde
yer almaktadır. Sahip Ata’nın camii ve türbesi karşısında bulunan hamamı bu ırmaktan su
almaktadır. Diğer ırmak olan benim de bağımın (annemin deyişi ile çaylı bağ) bulunduğu
Koğanazı’nın aşağı kısımlarını sulamaktadır. Bu iki ırmak Lalebahçe ve Karaman yollarını
kesmektedir. Bunlar üzerinde Selçuklu dönemi menfez köprüler yer almaktadır.
Bu bilgiler harita ve belge çalışmalarına ve yöredeki gezilere dayanmaktadır. Kızım Sibel’in
sürücü belgesi alması için hem onu çalıştırmak ve hem de yöreyi tanımak için tüm ırmaklar tek
tek dolaşılmıştır.
Bir taşta iki kuş…..
(27.04.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
10
SARAYÖNÜ LADİK ve YAKIN ÇEVRESİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Ladik, Konya’nın kuzeyinde Konya-İstanbul karayolunun çok yakınında Sarayönü ilçesine bağlı
halıları ile ünlü şirin bir beldemizdir. Tarihi bir höyük ve çevresinde kurulmuştur.
Çok önemli ve eski bir yerleşim yeri olduğu halde, hakkında hemen hemen hiç Türkçe yayın
bulunmamaktadır. Çevremizde araştırma yapmış yabancı bilim adamlarının yayınları
incelendiğinde zengin bir tarih ve eşsiz bilgiler ortaya çıkmaktadır.
Ladik’de kurulduğundan bu yana geçen 23 yüzyıl içinde sürekli yaşam devam ettiğinden bugüne
sağlam yapılar gelememiştir. Eski yapıların elemanları ve taşları daima yenilerin yapımında
kullanılmıştır. Tarihi hakkında bilgiler burada çokça görülen yazıtlardan gelmektedir. Klasik
dönemlerden gelen kitabeler yönünden Ladik ve çevresi Konya’da en zengin bölgesidir
denilebilir.
Ladik ne zaman kurulmuştur? İsmi nereden gelmektedir? Geleneksel olarak Ladik M.Ö. 3.
yüzyılda başkentleri Antakya olan Selefkos Krallığı hanedanından Laodice adlı bir kraliçe adına
kurulduğu bilinmektedir. Kentin ismi 2000 yıl önceki Strabo’nun Coğrafya isimli kitabında
geçmektedir.
Laodice adlı kraliçeler adına başka Ladik kentleri de kurulmuştur. Bunlar Denizli Pamukkale
yolu üzerinde Laodikya, Suriye’de Lazkiye, Lübnan’da başka bir kenttir. Başka bir hanedan
tarafından kurulmuş Samsun Ladik’de başka bir kenttir.
Helenistik dönem hakkında bilgi gelmemektedir. Konya’da M.Ö 1. yüzyılda bağımsız bir krallık
kuran Galata Kralı Amyntas’ın yönetiminde bulunan Ladik daha sonra Roma İmparatorluğu
topraklarına katılmış, 1., 2., ve 3. yüzyıllarda çok büyük ve önemli bir kent haline gelmiştir. Ladik
(Laodice) altın çağını bu dönemde yaşamıştır diyebiliriz.
Bu dönemde güneybatıda Kındıras (Demiroluk), Ketsel, Şahören, kuzeybatıda Kadınhan,
doğusunda Sarayönü, Başhöyük, güneydoğuda Bahçesaray (Nevinne), Dağdere, Meydan, ve
daha pek çok yerleşim yeri bu kentin mahalleleri konumunda idi. Bu yerleşim yerlerinden
dördünün antik isimleri bugüne gelmiştir. Ladik, Nevinne, Kestel, Kındıras. Sarayönü ve
Kadınhan isimlerinin verilmesinde ise eski kalıntıların etkisi olduğu görülmektedir.
Bizans döneminde parlaklığı yavaş yavaş sönen Ladik, Selçuklu döneminde de önemini
korumuştur. Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali’nin kızından bir torununun 1291 yılında Ladik Emiri
olduğu bilinmektedir.
Selçuklu döneminde 13. yüzyılda Raziye Hatun tarafından yaptırılan ve sonra ilçeye adını veren
Selçuklu Hanı’nda bol miktarda Ladik’ten getirilmiş taşlar kullanılmıştır. Güneydeki giriş kapısı
ve kırkın üzerinde yazılı taş aynı zamanda burada korunmaktadır.
Ladik’in gerilemesi üzerine önce Sarayönü ve sonrada Kadınhan gelişme göstermiş, Ladik
küçülerek bir köy haline dönüşmüştür.
LADİK’TE YAZITLAR ÜZERİNE ÇALIŞMALAR
Ladik’de (Laodice) ilk epigrafik çalışmalar (yazıtların incelenmesi) İngiliz William Ramsay
tarafından yapılmış ve 1888 yılında yayınlanmıştır. Daha sonra gene İngiliz W. Calder ve
arkadaşlarının çalışmaları MAMA (Monumenta Asia Mineure Antiqua) cilt 1 ve cilt 8 de
yayınlanmıştır. Yazıtların toplamı 400 civarındadır. Evet yanlış okumadınız dörtyüz. Çevrede
yaptığım araştırmalarda bunlar arasına girmeyen ve sonradan ortaya çıkan çıkanlar olduğunu
bizzat görmüş bulunuyorum. Büyük bölümü mezar taşlarıdır. Bu yazıt zenginliği bize sayısız
dini, sosyal, ekonomik ve tarihi bilgileri ortaya koymaktadır. Bunlara da kısaca değinilecektir.
Ladik ve çevresinde Roma döneminde yazıtlarda Grekçe, Latince ve Frikçe dillerinin kullanıldığı
görülmektedir. İlk ikisi pek çok yerde görülmektedir. Az da olsa Frikçe dili, Grek alfabesi ile
yazılmış mezar taşlarındadır. Son derece ilgi çekicidir.
Roma dönemi tanrı ve tanrıçaları adına adaklar görülmektedir. Çatalhöyük’ten gelen Ana
Tanrıça burada Zizimmene Ana olmuş ve önemli bir yere sahiptir. Tanrıça’nın ismi bugün
yakınındaki Sızma isminde yaşamaktadır.
Şahören’de okunmuş bir taşta (Vol.1,5) İvriz’de Hitit anıtında görülen, sakallı elinde üzüm
salkımı ve buğday başağı tutan Tanrı (Tarhundas) burada ZEUS olarak görülmektedir. Burada
11
çeşitli dillerin, dini kültlerin harman olduğu ve önemli kültürel gelişmelere sahne olduğu
anlaşılmaktadır. Hıristiyanlığın yasak olduğu 313 yılı öncesine ait az da olsa bu inancı taşıyan
kimselerin mezar taşlarına da rastlanıyor.
Hıristiyanlık serbest olunca Eugenius adlı bir rahibin 315-340 yılları arasında görev yaptığı
görülmektedir.
Bu konuda günümüzde yaşamış ve İslam ermişi kabul edilen Ladikli Ahmet Ağa’da
unutulmamalıdır.
Yazıtlardan sosyal ve ekonomik hayat hakkında da bilgiler gelmektedir. Çok sayıda Roma
imparatorlarının ismi geçen yazıtlar bulunmaktadır. Bu dönemde imparatorların azat ettiği kişiler
tarafından kurulan ve yönetilen tarım işletmeleri olduğu anlaşılmaktadır.
Bizans döneminde Bardas Fokas ismi geçen ve 10. yüzyılın sonlarına tarihlenen bir yazıtta
Höyük üzerinde kilise kalıntısında görülmüştür. Çevrede çok az rastlanan cinstendir (Vol. 1,257
ve 258).
Bu yazıtlardan o dönemdeki meslekler hakkında da bilgiler gelmektedir. Bazı kadın mezar
taşlarında ip ve ağırşak taşa resmedilmiştir. İp üreten usta kadınlar. Buradaki halıcılığın
köklerinin çok derinlerde olduğunu göstermektedir. Erkek mezar taşlarında ise bolca bağ
budama aleti görülmektedir. Bunların ise tarım ve meyvecilik konusunun uzmanı olduğu
belirtilmektedir.
LADİK’TE BULUNAN ESERLER
Kentin merkezindeki höyük ve kuzeyindeki Nekropolis’in (Mezarlık) Konya Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu tarafından koruma altına alınmıştır. Bu memnuniyet vericidir. Ama
yeterli değildir. Höyük üzerindeki tarihi camiin kitabesi okutulmalıdır.
Ladik’in güneyinde Kurşunlu köyünde bir AYAZMA kalıntısı bulunmaktadır. Güneydeki su
kaynaklarından en az 3 su yolu ile kente su verilmiştir. Konu tarafımdan araştırılmaktadır.
Ladik, Sarayönü ve Kadınhan’ın pek çok yapısında ve özellikle çeşmelerde eski taşlar bolca
kullanılmıştır. Bu şekilde işlemeli taşlar bir şekilde koruma altına alınmıştır.
Çevre halkı tarafından pek bilinmeyen ve büyük bir tarihin etrafa saçıldığı bu antik kente gerekli
ilginin gösterildiğini söylemek güçtür. Bir ziyaretimde kentin içinde devletin yaptırdığı bir binanın
bahçesine taşların gelişigüzel atıldığını görmüş, ve korunması için Sarayönü Kaymakamlığı’na
bir dilekçe ile başvurdum. Kaymakamlık lütfedip bana yazdığı yazıda bunların koruma altında
olduğunu yazmıştır.
Keşke yazılanlar gerçeğe uysa!!!!
(11 Mayıs 1996- YENİ KONYA KIRKAMBAR)
(18 Mayıs 1996- YENİ KONYA KIRKAMBAR)
12
KARACADAĞ ÜZERİNDE
EMİRGAZİ- GÖLÖREN’DE ANTİK GEZİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Emirgazi ilçe olmadan önce Gölören’e, her ikisi de Karapınar’a bağlı idi. Karapınar denince
susuz volkanik arazi, kum akla gelir. Halbuki biz 12 Mayıs 1996 günü Gölören çevresinde
yeşermekte olan meşe ormanları arasında , eşsiz bir doğa yürüyüşü yaptık. Gölören’in
hemen güneyindeki 1725 m kotundaki yeşillikler içinde “Kanlı Kale”ye çıktık.
Bu gezi yöreyi tanıtmak amacı ile ilgili “Karacadağ Havalisi Kültür ve Dayanışma Derneği”
tarafından organize edildi. Gezide, derneği temsilen Ethem Argun ve arkadaşları, buraya çok
yakın köy olan Kayalı’dan Öğretmen-Yazar İbrahim Gündüz, Konya SUN TV’den çekim için
gelen dağcı arkadaşım Recai Kıçıkoğlu, Osman Tekin ve ben Mehmet Bildirici bulunuyordu.
Köyde Muhtar Sait Özalp hepimizle ilgilendi, bizleri ağırladı ve güzel bir gün geçirmemizi
sağladı.
Gölören aşağıda açıklayacağım şekilde büyük bir antik kentin bir parçasıdır. Önceleri yörenin
idari merkezi iken, Emirdağ’ın ilçe olması üzerine bir duraklama ve gerileme sürecine
girmiştir. Bu yönden yöreyi kalkındırmak gayesi ile kurulmuş derneğin çabaları çok
yerindedir. Bu zor ve hayırlı işte kendilerine başarılar diliyorum.
Ben de bu yazımda çevrenin tarihi dokusu ve yapılarını incelemeye çalışacağım. Karapınar
çevresinde en eski kent HYDE (İde okunur) olarak bilinmektedir. Roma döneminde çok
önemli bir kent olan Hyde’nin tarihi Roma öncesine de gitmektedir. Yüzyılın başlarında
yapılan araştırmalarda Hyde kenti Karapınar yerinde sanılmış ve bütün yayınlara böyle
geçmiştir. Öncekilere sonraki araştırma ve belgeleri katarak ortaya çıkan “Tabula Imperini
Byzantini cilt 4” adlı Almanca kitapta ve içindeki haritada Hyde kenti Gölören ve çevresine
yerleştirilmiştir.
Gerçekten Emirgazi ilçesinin bu yöresinde yüzyıllardan gelen tahribata rağmen çok büyük bir
kentin izleri görülmektedir. Gölören, hemen güney doğusunda Bilören, batısında Karaören,
bu önemli kentin yerleşim yerleridir. Gölören merkezli olmak üzere yaklaşık 10 km yarıçaplı
bir dairenin içinde 70 civarında eskiden yaşanmış bugüne ören yeri olarak gelmiş yerleşim
yeri bulunmaktadır.
HYDE kentinin Gölören çevresinde olduğunu ilk defa yazan benim, bunu savunuyor ve
bundan da mutluluk duyuyorum.
Hyde kenti hakkında bilinenler şöyledir. Hyde ismi ilk defa Pliny’nin (M.S 29-79) “Tarih” adlı
eserinde Lycaonia bölgesi (Konya) kentleri arasında görülmektedir. 381 yılında İstanbul’da
yapılan dini konsüle bu kentten Theodosius adlı bir rahip katılmıştır. 451 yılında Kadıköy’de
yapılan toplantıya katılan ise Rufus’tur. 518 yılında ise Ioannis isimli bir rahibin ismi
geçmektedir. Kent 8. ve 9. yüzyıllarca gerçekleşen Arap akınları sonucu gerilemiş ve
zamanla terk edilmiştir.
Bunun sonucu gene Karacadağ üzerinde Kesmez, Se Kalesi ve çevresinde 9.-12. yüzyıllar
arasında THEBASA kenti kurulmuş ve önem kazanmıştır. Bu kentte Gölören’e 15 km
uzaklıkta ve onun eskiden bir parçası olduğu sanılmaktadır.
Karacadağ üzerinde bütün yerleşim ve ören yerleri hakkında bilgiler değerli tarihçi yazar
arkadaşım İbrahim Gündüz’ün “ Bütün Yönleri ile Karapınar” adlı kitabında yer almaktadır.
Ben bunlara çarpıcı birkaç cümle ekleyeceğim.
Gölören’de daha önce bulunmuş ve yukarıda ismi verilen Almanca kitapta yayınlanmış
işlemeli taşları gösterir 7 kolon başı Hyde kentinin bütün haşmetini ortaya koymaktadır.
Bilören için arkadaşımız Ethem Argun’un 94 yaşında ölmüş Ümmühan adlı nenesinin
naklettiği ve bir Rum’un sorduğu aşağıdaki soru her şeyi anlatmaktadır.
NEREDE BENİM SOĞUK SULU DÜZME TAŞLI BİLÖREN’İM ?
13
Kanlı Kale’de çevreyi çok iyi bilen yazar İbrahim Gündüz ile Roma duvarlarına benzemeyen
çok iri harçsız taşlardan yapılmış duvarları inceledik. Vardığımız sonuç bu kalenin Roma’dan
çok daha eski olduğu ve hala kalenin bize sırrını vermediği oldu.
Ormanı büyümüş, kalkınmış bir GÖLÖREN’in güzel havası ve manzarası, çok azı kalsa da
tarihi kalıntıları ve tarihi zenginliği ile aranan sakin bir yaşam yeri olacağına inanıyorum. !!!!
(8 Haziran 1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
14
EMİRGAZİ İLÇESİ ARISAMA DAĞI TIRMANIŞI
ve HARİKA TAŞ EVLER
Mehmet BİLDİRİCİ
Emirgazi ilçesi Karapınar’ın kuzeyinde ovada kurulmuş, gelişmekte olan bir ilçemizdir. 12 Mayıs
1996 Pazar günü çevreyi tanıtmak için gelen ekiple Emirdağı’na Gölören ile aynı gün bir gezi
yaptık.
Belediye Başkanı Ali Rıza Bey bizi evinde kahvaltıya davet etti. O gün bir köy düğününe
katıldık. İlçeye ismini veren Emir Gazi’nin türbesini ziyaret ettik ve ilçenin hemen kuzeyindeki
Arısama dağına bir yaz çıkışı gerçekleştirdik.
Arısama dağı, Emirgazi’nin kuzeyinde Kötüdağ, Keldağ olarak da bilinir. Gerçekten Arısama’nın
başı keldir, çıplaktır, yolunmuştur. Ama kelliğin çaresi bilinir, ağaçlandırılarak Yeşil Arısama
olabilir.
Arısama dağı zirvesinde bir kale bulunmaktadır. Elimizde bulunan kalenin planına göre her
tarafını inceledik. Çepeçevre bir sur ile çevrilmiş, yer yer duvar ve temelleri görülmektedir.
Kalenin kuzey güney yönde uzunluğu 120 m, genişliği 90 m kadardır. Kalede üç büyük yapı ve
bir sarnıcın temelleri görülmektedir. Kalede tarih belirleyen işaretler ve yazıtlar yoktur.
Duvarlarındaki taşlar çok düzgün kesilmiş ve çok sağlam bir harçla (Horasan harcı değil) çok
düzgün örülmüştür. Çevrenin tarihinden çevrede çıkan Roma küplerinden ve düzgün duvar
işçiliğinden Roma döneminden geldiği anlaşılmaktadır.
Çevrenin tarihi hakkında yerli ve yabancı kaynaklardan derlediğim bilgiler de şöyledir. Yöre için
en değerli kaynak İbrahim Gündüz’ün “Bütün Yönleri ile Karapınar” adlı kitaptır. Arısama bugün
Belkaya olarak bilinen köyün eski adıdır. Eski çağ tarihçilerinden Ptolemius yörede Ardistama
adlı bir yerleşim yerinden söz etmektedir. Ardistama antik kentinin ismi bugüne Arısama olarak
gelmiştir. Bu yörede antik ismi bugüne gelen tek yerleşim yeri Arısama’dır.
Yüzyılın başında yörede araştırma yapmış W. Ramsay burada Hitit eserlerinden ve
yazıtlarından söz etmektedir. Belkaya (Arısama) ile Arısama dağı arasında Küplük Öreni’nde,
Sarnıç Öreni’nde Roma döneminden kalıntılar bulunmuştur. Halen sarnıçların bir kısmı kullanılmaktadır. Arısama dağının doğusunda Dikilitaş mevkiinde de örenler görülmektedir.
Arısama Kalesi ve saydığımız bu ören yerlerinde Roma döneminde önemli yaşam olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak Arısama ayrı bir kent midir? Bunu destekleyen bir bilgi yoktur. Bana göre
Hyde kentinin bir bölümüdür. Aradaki uzaklık 10 km kadardır. Arısama kalesi ileri ovalara hakim
olmak için bir ileri karakol idi.
Emirgazi ilçesinde beni büyük bir hayranlığa ve şaşkınlığa uğratan ise bu yörede gördüğüm
harika taş evler oldu. Konya civarında çok gezdim ama Konya’nın tanınmamış bu bölgesinde bu
harika taş evleri göreceğim aklımın ucundan geçmezdi. Evlerin girişinde kemerler, kolonlar ve
duvarlar çok düzgün kesme taşlardan yapılmış, üzerleri ağaç kirişlerle örtülü, üstleri toprak. Bu
evler son 100-150 yıl içinde çevredeki ören yerlerindeki binalardan sökülerek getirilmiş ve bu
evler inşa edilmiş.
Bunlardan ilki Emirgazi içinde Yakup Ağa Konağı, varisleri evi terk etmiş ve ev yıkılmaya yüz
tutmuş ilgi bekleyen bir yapı !!!! Bir diğeri Mustantik Dede’nin Gölören’deki evi (DSİ de Jeolog
Sami Aydın’ın dedesi)
Ama en muhteşemleri Işıklar köyünde gördüğümüz 8-10 civarında şahane evler. Çevredeki
kilise ve diğer yapılardan sökülerek taşınmış ve yeniden kurulmuş. Bunların korunması
gerektiğine inanıyorum ve durumu Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kuruluna
ulaştırmaya çalışacağım.
(15.06.1996 –YENİ KONYA KIRKAMBAR)
15
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
NİHAL VE HİKMET İLAYDIN
Mehmet BİLDİRİCİ
Elli yıl öncesi Konya Lisesi, Türkiye’nin saygın ve sayılı eğitim kurumları arasında idi. Bu ise iyi
bir eğitim kadrosuna sahip oluşundan kaynaklanıyordu.
Bu yazımı o yıllarda hizmeti bulunan Fransızca öğretmeni Nihal İlaydın (Barutçuoğlu) ile değerli
eşi Konya Lisesi’nin eski Müdürü Hikmet İlaydın’a ayırmış bulunuyorum. Burada sunacağım
bilgiler hocamız Nihal İlaydın’ın lütfedip gönderdiği mektuptan alınmıştır.
Hikmet İlaydın 1914 yılında Muğla’da doğmuştur. Konya Öğretmen Okulu mezunudur. İstanbul
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden 1936 yılında mezun olmuştur. Önce Gaziantep
ve İzmir’de öğretmenlik yapmış, 1948 yılında Konya Lisesi’ne atanmıştır ve 1948-1949
yıllarında kısa bir süre Konya Lisesi Müdürü olmuştur.
Konya Lisesi’nden Milli Eğitim Bakanlığına Müfettiş olarak atanmıştır. Talim Terbiye Kurulu
üyesi ve Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı olmuştur. Bir süre Almanya’da bulunan İlaydın, dört
yılda (1960-1964) İran’da kültür ateşeliği görevinde bulunmuştur. 1967 yılında emekliye ayrılmış
ve 1991 yılında hayata gözlerini yummuştur.
Farsça, Almanca dillerini bilen İlaydın, Divan Edebiyatının en önde gelen uzmanlarından idi.
İran edebiyatının tanınmış şairlerinden SADİ’nin Gülistan ve Bostan adlı eserlerini Türkçe’ye
çevirmiştir. Ayrıca Türk edebi sanatları ile ilgili el kitabı (manuel) niteliğinde “Nazım” adlı yayını
bulunmaktadır.
Nihal İlaydın hakkındaki bilgiler şöyledir. 1922 yılında Antakya’da doğdu. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Romanoloji grubunun, İspanyolca Bölümü’nde eğitim görüyor. 1945-1955
yılları arasında Konya Lisesi Fransızca öğretmenliğine atanıyor.
1955 yılında Ankara’ya gidiyor, Milli Kütüphane’de kısa bir süre çalışıyor. Milli Eğitim Bakanlığı
Talim ve Terbiye Kurulu’nda mütercimlik ve müdürlük görevlerinde bulunuyor. Yedi yıl Turizm
Yüksek Öğretmen Okulu’nda Fransızca derslerini yürütüyor, kurslara katılıp İtalyanca öğreniyor,
gerekli sınavları geçip belge alıyor ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde “İtalyan Dili ve
Edebiyatı” derslerine giriyor.
1965 yılında edebiyatçı Hikmet İlaydın ile evleniyor. Aynı zamanda Farsça’da öğreniyor. 1976
yılında emekli oluyor. Eşinin 1991 yılında ölümünden sonra kışları Ankara’da, yazları
Marmaris’te emeklilik günlerini geçirdi. Pirandello’nun iki tiyatro eserini Türkçe’ye çevirdi. Ayrıca
çeşitli tercümeleri de bulunmaktadır.
Kendilerini tanımak bu değerli bilgileri yaşı 60 civarında olan eski öğrencilerine aktarmak cidden
keyif verici bir uğraş…
(YENİ KONYA KIRKAMBAR 23.06.1996)
16
TÜRK HARİTACILIĞINDA BİR DEV
SAİD YASAR
Mehmet BİLDİRİCİ
İnşaat Mühendisliği ve Harita Mühendisliği’nin önemli derslerinden biri Topoğrafya’dır.
Topoğrafya dersinin Türkiye’de gelişmesinde büyük emekleri olan bu bilim dalının
kurucularından Prof. Said Yasar’ın ölümünü Hürriyet Gazetesi’ndeki ilandan öğrenmiş
bulunuyorum.
Elli yıl önce İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bu dersi Said Yasar yürütüyordu. İki cilt halindeki
“Topoğrafya” kitapları tek kaynaktı. Onun içindeki tablolar yardımı ile arazi ölçüm hesapları
yapılırdı. Said Yasar 1958-1959 yılları arasında bizlerin de hocası olmuştu. O yıllarda
Topoğrafya en zor derslerden biri idi.
Topoğrafya konusunda çok hizmetleri geçmiş olan hocamızın biyografisi de şöyle:
Said Yasar 1907 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Rusya İdil-Ural Bölgesi Kazan
Türklerinden Mehmet Rasih’tir. Orta öğrenimini İstanbul’da yapmış, 1926 yılında İstanbul
Yüksek Mühendislik Mektebi’ne girmiş 1932 yılında buradan mezun olmuştur.
1935 yılında Yüksek Mühendislik Mektebi’ne asistan olarak atanmış, daha sonra İstanbul
Teknik Üniversitesi’ne dönüşen kurumda profesörlüğe yükselmiştir.
Doçentliği sırasında Amerika ve Fransa’da konusu ile ilgili teorik ve pratik çalışmalar yapmıştır.
Yasar’ın telif kitaplarından ayrı olarak pek çok teknik makaleleri bulunmaktadır.
1969 yılında emekli olan Said Yasar’ın üç oğlu bulunmaktadır. Cumhurbaşkanımız Süleyman
Demirel’inde hocası olan Said Yasar 09.06.1996 tarihinde vefat etmiş ve ertesi gün Edirnekapı
Şehitliği’nde toprağa verilmiştir.
Kendisine Tanrı’dan rahmet diliyorum.
(YENİ KONYA Haziran 1996)
17
KONYA PARK VE BAHÇELERİNDE 44 YILLIK İMZA
AYDIN ÇAVUŞ
Mehmet BİLDİRİCİ
Cumhuriyet döneminde Konya Belediyesi’nin park ve bahçelerinin oluşmasında Aydın Çavuş’un
emeği imzası bulunmaktadır. Kendisini yıpratırcasına çalışan ve bugün Meram’da
ağaçlandırdığı tepeye ismi verilen Aydın Çavuş kimdir? Ne gibi işler yapmıştır. Bu yazımızda
bunlar incelenecektir.
AYDIN ÇAVUŞ esas adı ile Aydın Aydınöz’ün (1896-1969) oğullarından Hacettepe Üniversitesi
öğretim üyesi Azzem Aydınöz Konya Lisesi’nden benim çok yakın arkadaşım. Arkadaşıma
Konya’ya çok hizmet eden Aydın Çavuş’un çalışmalarının unutulmaması için hakkında bir yazı
yazmayı önerdim. Beni kırmadı, babasının hayat hikayesini gönderdi. Şimdi oğlunun
kaleminden bunu okuyacağız. Arkadaşıma teşekkürlerimi sunuyorum.
Aydın 1896 yılı Kasım ayında Bosna Eyaleti, Kosova Sancağı, Taşlıca kentinde doğdu. Annesi
Hanife Hanım, babası Hacıbey’dir. Toprağa bağlı çiftçi bir ailenin çocuğudur. Ailenin önemli
sayılacak miktarda toprakları vardır. Aydın ilköğrenimini gördükten sonra bir süre Avusturya
Graz kenti Ziraat Okulu’nda okumuştur.
O yıllarda Taşlıca’daki Müslümanlar tedirgindir. Taşlıca önce Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na, sonra Karadağ Krallığı’na, daha sonra da Sırbistan Krallığı’na geçer. Müslümanlar
üzerine baskılar artar!!! 1921 yılında Karadağlılar Müslüman katliamını gerçekleştirir. Bir gün bir
gece süren katliamda Tuna nehrinin bir kolu olan Drina Müslüman kanı ile kırmızı akar.
Müslüman erkeklerin büyük kısmı öldürülür. Kadın ve çocuklar vaftiz edilmek üzere silah zoru ile
kiliselere götürülür. Aydın’ın ağabeyi Abdullah da öldürülenler arasındadır.
Kaçıp kurtulanlar İslam Direniş Komitesi’ni kurarlar. AZZEM Bey’in komutasındaki direniş
örgütüne katılan Aydın, üç yılı aşkın bir süre Sırp ve Karadağlılar ile savaşırlar. Bu örgüt
Sırbistan Genel Valisi BOSKO BOSKOVİÇ’i öldürür. Sırbistan Krallığı Aydın dahil
yakalayamadığı tüm örgüt mensuplarını gıyaben idam cezasına mahkum eder.
Sırpların çok tehlikeli gördüğü bu örgütün mensuplarının çoğu sıkı bir takip sonucu öldürülür.
Aydın Yunan Krallığı’na iltica eder. 1924-1925 yıllarında Sırbistan ve Yunan Krallıkları arasında
Makedonya üzerinde anlaşmazlıkları vardır. Bu sebeple Aydın serbest bırakılır. Taşlıca’daki
arazilerinin büyük kısmının devrini yapar. O dönem için eline küçümsenmeyecek bir para geçer.
1925 yılında İstanbul’a gelir. İstanbul’da iskan edilir. Serbest muhacir olarak gelen anne babası
ve akrabaları ile İstanbul’da buluşur. Aydın’ın niyeti elindeki para ile toprak satın alıp baba
mesleğini sürdürmektir. Verimli toprakların Adana’da olduğunu öğrenir. Bir arkadaşı ile
Adana’ya trenle giderler, kendilerine gösterilen toprakları çok beğenir. Pazarlık yapılır, kaparo
bile verilir. Gece arazilerin durumlarını görmek için giderler, arazi sahiplerinin topraklarını silahla
korumaları kendisini rahatsız eder, daha güvenli bir yerden almak için Adana’dan vazgeçer.
Trene binip İstanbul’a giderken, tren Konya’ya gelince 2. Ordu’da Kurmay Başkanı olan Rumeli
kökenli paşayı ziyarete karar verirler. Paşayı ziyaretleri sırasında orada bulunan ve daha sonra
Belediye Başkanı olduğunu öğrendikleri bir kişi daha vardır. Bu kişi Kazım Gürel’dir. Bahçıvan
Rum Kosta ustanın Yunanistan’a gitmesi ile nasıl bir ehil kişi bulacağı konusunda paşaya dert
yanmaktadır. Paşa bu konu için Aydın Çavuş’u önerir. Aydın Çavuş hiç memurluk yapmadığı
için öneriyi kabul etmez. Kendisine altı ay için bahçıvan yetiştirip gitmesi için ara çözüm önerirler
ve kendisini ikna ederler.
Konya belediyesi’nde göreve başlar, altı ay sonra gitmeye karar verdiğini söyler, teklifi kabul
edilmez ve kalması için kendisine baskı yapılır. !!! Böylece 1925 yılında başlayan hizmeti 44 yıl
devam eder ve 12 Aralık 1969 tarihinde görevi başında vefat eder. Almanca bilen Aydın Çavuş
Konya’da Musalla Mezarlığı’nda toprağa verilir.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden Yüksek Mühendis Mimar olarak mezun
olan arkadaşım Azzem Aydınöz’ün babası hakkında izlenimleri şöyle;
“Babam bir ömrü usanmadan yılmadan Konya için verdi. Değerli hemşerilerim Konyalılar da
kadirşinastlık örneği gösterdiler, Meram’da adını ebedileştirdiler. Kendilerine Aydınöz’ler ve
şahsım adına ne kadar teşekkür etsem azdır. Rahmetli babam Aydın Çavuş’un gözünde ve
gönlünde Konya’ya çok güzel ve kalıcı eserler vermek yatardı. Yapılan her şeyi az görürdü.
18
Çünkü Konya kendi tabiri ile Selçukluların pay-ı tahtı, İslam ve Türk dünyasının muhteşem
abidesi idi. Belki de ilk oğluna Selçuk ismini bu sebepten koydu.
Bu vesile ile bir hatıramı nakletmek isterim. Konya Lisesi’nde okuduğum yıllarda kendisini
paralarcasına çalışmasının sebebini sordum. Bana kesin ve kararlı bir ifade ile şunları söyledi;
“Ben güzel Konya’mız için hizmet için yaşıyorum. Selçuklu pay-ı tahtı çok fazla güzel eserleri
kısa ömrüme sığdırmam lazım..!!! Benim beş evladım var, ama her ağaç ve her çiçek de benim
bir evladım..!! Acaba bu kadar çalışmakla aldığım maaşı hak edebiliyor muyum?
Beş vakit namazını kılan Aydın Çavuş bize haram lokma yedirmedi. Bizlere hep bunları telkin
etti ve terbiye ile büyüttü. Yaptığı tüm hizmetlerini Konya ve Konyalılara helal etti. Biz de onun
evlatları olarak Konyalılığımızla her zaman ve her yerde gurur duyduk. Aydın Çavuş’a layık
evlat olmanın gururu ve bilinci içinde yaşadık…
Daha fazlasını Aydın Çavuş’un hala yaşayan eserleri anlatacak….
(29.06.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
19
KONYA OVASI SULAMASINDA BİR ÖNCÜ
KURUKAFA MEHMET
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’nın Hayıroğlu isimli ova köyünden olan Kurukafa Mehmet 1908-1913 yılları arasında
gerçekleştirilen Konya Ovası Sulama Projesi’nden önce yaşamış, ovanın sulanabileceğine
inanmış ve bu işe gönül vermiş bir büyük halk önderidir. Konya’nın ova köylerinden topladığı
adamlarla Beyşehir’den Konya Ovası’na su getirmek için kanal kazısını başlatmış, ancak teknik
bilgi ve proje gerektiren bu dev işi başaramamıştır.
Bu yazımızda Kurukafa Mehmet’in aynı köyden bir yakını tarafından kaleme alınmış hayat
hikayesi, önemli bir belge olduğu için aynen alınacak, ardından Konya Ovası Sulaması için 19.
yüzyıl sonlarında Konya Vilayeti tarafından yapılmış ön çalışmalar ve bunlar üzerinde Kurukafa
Mehmet’in rolü nedir? incelenecektir.
Burada aynen yayınlayacağımız makale, Atatürk dönemi 1931-1938 dönemi Konya
milletvekillerinden olan Mustafa Eken (1901-?) tarafından kaleme alınmıştır. Kendisi Hayıroğlu
köyünden olup köylü milletvekili olarak bilinir. Atatürk’ün isteği üzerine köylüyü temsil etmek için
Konya’da bulunan Fahrettin Altay tarafından seçilmiş ve Atatürk’e önerilmiştir. Mustafa Eken’in
babası Nurullahzade Hasan Ağa, Kurukafa Mehmet’in oğlu Ali Efendi’nin yakın arkadaşıdır.
Eken babasından duyduklarını bize aktarmıştır.
Bu önemli belge ise Konya Ovası Sulamasına büyük ümit bağlayan ve bunu kalemi ile savunan
Avukat Suat Abanazır tarafından incelenmek ve yayınlanmak için bana verilmiştir. Kendisine
teşekkürü bir borç bilirim.
Onun hayatını ve çalışmalarını özetleyen Mustafa Eken’in yazısı sadeleştirilerek aşağıdadır.
KURUKAFA MEHMET KİMDİR?
Aslen Türkmen olup, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sonra Horasan taraflarından gelerek
Ereğli, Aksaray ve Cihanbeyli hudutları dahilinde meskun olan Atçeken Beyleri diye adlandırılan
kalabalık bir aşiretin mensuplarından Hacı Ali Bey’in oğludur. Babasının evi Konya’nın Şeyh
Alaman semti Tekke sokağındadır. Hacı Ali Bey Konya merkezine 40 km uzaklıkta bulunan ve o
sıralar 8-10 hane olan Hayıroğlu köyüne yerleşerek ziraat ve hayvancılıkla meşgul olmuştur.
Yaz mevsimlerini köyde, kışları ise Konya’da geçiren Ali Efendi oğlu Kurukafa Mehmet’i
medreseye göndererek tahsilini tamamlattırmıştır.
Tahsilinin ardından, babasının çiftliğinde ziraatla uğraşmış, daha sonra toprağını genişleterek
servet sahibi olmuştur. Yaratılıştan ileri bir zekaya sahip olan Kurakafa Mehmet kısa bir sürede
temayüz ederek şehirde ve köyde halkın ilgisini çekmiş, bir süre Meclis-i İdare üyeliği ve bir
sürede Karaman Kaymakam vekilliğinde bulunmuştur.
Yakın bir zaman içinde köyün yakın çevrelerinde dağınık olarak yaşayan, hayvancılık ve ziraat
ile geçinenleri bir araya toplamayı başaran Mehmet Efendi, bilgi ve dirayeti sayesinde onları
kendisine bağlamasını bilmiştir.
Bozkır Çarşamba deresinden akıp gelerek suğla (sulanabilir) köyleri olarak bilinen Karkın,
Ovakavağı, İsmil, Hayıroğlu, Bakırtolu, Şatır, Abditolu, Dedemoğlu, Alemdar, Küçükköy gibi
köylerin arazilerin bir kısmını sulayan ve bazı seneler sazlık ve batak haline getiren bu sudan
daha fazla faydalanmayı kafasına koymuştur. Bunun için çevre köyün ileri gelenlerini köyüne
davet edip bir toplantı düzenlemiş, lüzumlu kanalların açılması, ve Alemdar köyü yakınına bir
TAKSİM Bendi yapılması teklifinde bulunmuş ve teklif uygun görülmüştür.
Bütün köylerin sakinleri seferber edilerek Kurukafa Mehmet nezaretinde Çumra istikametinden
hafriyata başlanmış, geniş bir kanal kazılarak, Gödene köyünden kağnılarla taşlar getirilerek, ve
Konya’nın en iyi ustaları temin edilerek, günümüz adamlarının da takdirini kazanan TAKSİM
Bendi inşa edilmiştir.
Bentten itibaren her köy kendi arazileri dahilinde lüzumlu kanalları Kurukafa Mehmet
nezaretinde açarak, kanal şebekelerini ikmal etmişlerdir. Bu suretle ovanın kıymetli arazileri
bataktan kurtulmuş ve sulanmak suretiyle büyük menfaatler sağlanmıştır. Bu arada yaşı hayli
ilerleyen Mehmet Efendi hac görevini de yerine getirmiştir.
20
1300, 1303 yılları (1884, 1887) yılları, Konya’da başlayan kuraklık kıtlık halini almış, ova
köylerini perişan etmiş onları civar yerlere göç etmeye zorlamıştır.
Çarşamba deresinden akıp gelen sular kesilmiş, yeşil ova çöl haline gelmiştir. Bu hali gören
Kurukafa Hacı Mehmet Efendi, Beyşehir Gölü’nden Karaviran istikametinde Saray Boğazı’ndan
gelen suyun Çarşamba deresinden gelen su ile birleştirildiği takdirde ovanın kuraklıktan
kurtulacağını kafasında tasarlamıştır.
Bunun için Hayıroğlu köyünde çevrenin en ileri gelenlerini toplayarak Beyşehir Gölü’nden bir
kanal açılarak Çarşamba deresine bağlanmasını ve böylece ovanın kuraklıktan kurtulacağına
inandığını ifade etmiştir.
Bir hayli görüşme ve tartışmanın ardından alınan karar gereğince köy ahalileri harekete
geçirilerek bel, kürek, kazma, yiyecek, ve yatacak eşyalar kağnılara yüklenilerek yola çıkılmıştır.
Yaklaşık 1000 kadar köylü Mavi Boğaz’da toplanarak kanalın açılmasına başlanılmıştır.
Hafriyata hummalı bir şekilde devam edilmiş kanal Beyşehir Gölü’ne bağlanmaya muvaffak
olunmuştur.
Bu arada Konya’ya giden Kurukafa Mehmet Efendi, vilayet ileri gelenlerine Beyşehir Gölü’nden
kanal açtığını söylemiş, onları açılış merasimine davet etmiştir. Beyşehir’de yapılan törende
önce dualar okunmuş, kurbanlar kesilmiş ve Beyşehir Gölü’nden su kanala verilmiş, Çarşamba
deresine ve ova köylere doğru su hızla akmaya başlamıştır.
Bu sırada merasim düğün bayram havasında devam ederken Karaviran köyü sırasında kanal
patlayarak su Suğla Gölü’ne doğru akmaya başlamıştır.
Bunun üzerine Mehmet Efendi’yi kıskananlar bunu fırsat bilerek, bilgisiz kafa ile yapılan iş bu
kadar olur, fakir fukaranın emeğine yazık diye konuşmaları üzerine çalışan köylüler de işi
bırakıp köylerine dönmüşlerdir.
Mehmet Efendi'nin yapmayın ağalar patlayan yer 5-10 m, onunda tahkimi mümkündür diye
yakarmaları sonuç vermemiş, çabaları sonuçsuz kalmıştır. Bunun üzüntüsü de eklenince zaten
yaşlı olan Kurukafa Mehmet vefat etmiştir. (Vefatı yaklaşık 1889 ?)
Aradan yaklaşık 15 yıl geçiyor, AVLONYALI FERİT PAŞA Konya’ya vali tayin ediliyor. Kendisi
kısa sürede içme suyu, mektep gibi önemli konuları ele alıyor. Halk tarafından hoşnutlukla
karşılanıyor. Bundan cesaret alan Kurukafa Mehmet’in oğlu Ali Efendi, babam merhum
Nurullahzade Hasan Ağa’ya (Mustafa Eken’in babası) valiyi ziyaret etmeyi ve Kurukafa
Mehmet’in akim kalan projesinden bahsetmek ister. Belki Vali konu ile ilgilenir ve ova
kuraklıktan kurtulur.
Ali Efendi ve Hasan Ağa valiyi ziyaret ederler, Vali kendilerinden Kurukafa Mehmet’in
yaptıklarını dikkatli dinler. Sancak ve kazalara teftişe çıkacağını, Beyşehir’e uğrayıp konuyu
inceleyeceğini söyler.
Ferit Paşa’nın dönüşünde Ali Efendi ve Hasan Ağa tekrar Valiyi ziyaret ederler, Ferit Paşa;
“Beyşehir’e uğradığımda Kurukafa Hacı Mehmet Efendi’nin teşebbüslerini yerinde gördüm.
Bilgisine hayran kaldım. Teşebbüsün akim kaldığına ben de onun kadar üzüldüm. Ben şimdi
Sadrazam olarak tayin edildim. İstanbul’a gidince babanızın akim kalan teşebbüsünü
gerçekleştirmek için elimden geleni yapacağım der.
İstanbul’a gidince Sadrazam Ferit Paşa sözünde durur, Proje ve yapımını Alman Höknem
Şirketine (?) verir. Alman Höknem Şirketi 1.500.000 altın liraya bu işi gerçekleştirmek için
harekete geçer.
Kurukafa Mehmet Efendi’nin, gerek açtırmaya teşebbüs ettiği kanal ve gerekse Alemdar
köyünde açtırdığı Taşbent adıyla bilinen yapı yarım asırdan beri burada inceleme yapan fen ve
bilim adamları tarafından kayranlıkla karşılanmış, “bu zat Kurukafa değil Yaşkafa imiş” eğer
teknik bilgilere sahip olsaymış tarihteki önde gelen bilginleri arasında olacakmış” demişlerdir.
Bu tarihi eser ve hadiseleri rahmetli pederimin (Hasan Ağa) anlattığı şekilde kayıt ettim.
Kurukafa Hacı Mehmet Efendi’ye Allah’tan rahmet dilerken, rahmetli pederim Nurullahzade
Hasan Ağa ile Kurukafa Mehmet Efendi’nin oğlu Ali Efendi’nin bu hususta yaptıklarını hayırla
yad etmek yerinde olur.
21
Devlet hizmetinde bir çok unutulmaz hizmetleri yanında Konya Ovası’nın irva (sulama) ve iskası
(kurutma) hususunda hayırlı ve başarılı hizmetlerinden dolayı Konya Valisi ve Sadrazam Ferit
Paşa’yı rahmetle yad etmeyi ahlaki bir vazife sayarım. Allah gani gani rahmet etsin. Cümlesi nur
içinde yatsınlar.
21.01.1986
Konya Eski milletvekillerinden, Hayıroğlu köyünden Mustafa Eken
KONYA OVASI SULAMASI PROJESİ ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR
VE KURUKAFA MEHMET’İN ROLÜ
Bundan önceki bölümde Kurukafa Mehmet’in hayat hikayesi ve yaptıkları yakınlarının ifadesi ile
verilmiştir. Kurukafa Mehmet’in doğum ve ölüm tarihleri belli değildir. 1884 ve 1887 yılları
arasında Konya’da görülen kıtlığın ardından yaklaşık 1889 ? tarihlerinde vefat etmiştir. Kendisi
Konya Ovası’nın sulanabileceğini sezmiş, halkın sıkıntı ve özlemlerini devletin yetkililerine
ulaştırmış bir halk önderidir.
Ancak konu devletinde gündemindedir. Proje öncesi ve sonrası yapılan çalışmalar DSİ Genel
Müdürlüğü’nce yayınlanan “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” adlı kitabımda detaylı incelenmiştir.
Daha sonra Hocam Hüseyin Köroğlu “Konya Ovası Sulaması” adlı Yeni Meram’da çıkan bir
makalesini bana vermiştir. Burada da ilginç bilgiler yer almaktadır. Bunları nereden aldığını
sorduğumda, Konya Salname’lerinden (yıllık) aldığını belirtmiştir.
Toplanan bu tüm bilgilere göre 1870’li yıllarda Konya Valileri Çerkez Hafız Paşa ve İzzet Paşa
zamanında Konya Ovası Sulaması ile ilgili teknik çalışmalar başlamış, Suğla Gölü’ne akan
Beyşehir Çayı’nın mecrası değiştirilerek Suğla Gölü’nün kurutulması düşünülmüştür.
1888 yılında Vilayet Başmühendisi İzidor Efendi bu işin etüt ve keşfini yapmıştır. Daha sonraları
Antuan Rati adında bir Alman Mühendisi, madencilik amacı ile 5-6 yıl Konya’da kalmış,
Beyşehir Gölü’nden faydalanarak Konya Ovası’nın sulanmasını etüt etmiş ve bir keşif
hazırlamıştır. Ancak devletin ilgi ve desteğini sağlayamamıştır.
Konya Ovası’nın sulanması 1898-1903 yılları arasında Konya Valiliği ve 1903-1908 yılları
arasında Sadrazamlık görevinde bulunan Avlonya’lı Ferit Paşa’nın (1847-1914) konuya sahip
çıkması ile gerçekleşmiştir. Arnavut kökenli Paşa Arnavutluk’ta bulunan Avlonya kentindendir.
Köylerden adam toplayıp, kazma, kürek, bel ile yapılabilecek bir iş değildir. Ayrıca bir kişinin
devlete haber vermeden ve onun iznini almadan kanal kazmaya başlaması bugün olduğu gibi o
gün de mümkün değildir.
Kurukafa Mehmet’in yaptıklarını anlatan yakınları, konunun uzmanı değildir. Konular
abartılmıştır. İhaleyi alan Alman şirketinin adı ve ihale bedeli doğru değildir.
Konya Ovası sulamasında uzun yıllar çalışmış ve Konya DSİ IV. Bölge Müdürlüğü’nden emekli
Muzaffer Özdemir’in tespitine göre Kurukafa Mehmet’in dolguda açtırdığı kanal Suğla Gölü’nün
kuzeyinde Gökhöyük-Kuran köyleri arasında 300-500 m uzunluğundadır.
Kurukafa Mehmet’in Alemdar köyünde yaptırdığı TAŞBENT bugün yerinde olmayıp yeni yapılan
tesisler altında kalmaktadır. Burada çok eski bir bendin olduğu kayıtlarda geçmekte, ancak
bunun Kurukafa Mehmet tarafından yapıldığı konusunda bilgilere ulaşamamış bulunuyorum.
Bununla birlikte, KURUKAFA MEHMET bir türlü sonuca ulaştırılamayan Konya Ovası
Sulaması’nda bir EFSANE, bir ön isimdir. Unutulmamalıdır. Bir ara Çumra’da bir parka onun
ismine büyük bir taş konulmuştu. Duruyor mu? bilmiyorum. İsmi bir yerlere verilmeli, onun için
bir anıt yapılmalıdır.
Bu bilgileri bize taşıyan ve yakın zamanda aramızdan ayrılan Atatürk dönemi Konya Milletvekili
Mustafa Eken’e de şükran borcumuz olduğu açıktır. Nur için de yatsın.
(13.07.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
22
SUUDİ ARABİSTAN’DA VAHŞİ DOĞADA
KURULAN SANAYİ ŞEHRİ
Mehmet BİLDİRİCİ
1983 yılında Suudi Arabistan’ın zengin petrol yataklarının bulunduğu JUBAIL kentinde beş ay
çalıştım. Basra Körfezi kıyısında uçsuz bucaksız kumsallar üzerinde yepyeni bir Sanayi Kenti
kuruluyordu. Tamamen yeniden planlanarak ortaya çıkan bir Sanayi Kenti, fabrikaları, parkları,
yolları ve meskenleri ile birlikte. Parsel oluşunu engelleyen hiçbir hukuki ve tarihi eser engeli
bulunmuyordu. Her ulustan mühendisin ve işçinin emeği geçen bu kentin yanında daha önce
çok küçük bir balıkçı köyü bulunuyordu.
Türkiye’de o yıllarda Sanayi Çarşıları inşa ediyorduk. Sadece işyerleri olarak düşünülen ve tip
projeye dönüşülen dükkan inşaatları. Doğrusu Sanayi Çarşısı ve Sanayi Şehri projeleri oldukça
birbirinden farklı idi.
Tatil olan Cuma günlerini gezi için ayırmıştım. Suudi sürücü ehliyeti de almıştım. Hizmet için
verilen soğutmalı Japon arabaları mükemmeldi. Benzin ise sudan ucuzdu.! Bu şekilde uçsuz
bucaksız kumsalları inceleme ve denize girme fırsatı buldum. Biz doğal güzellik olarak yeşile
şartlandırılmışız. Vahşi doğanın verdiği haz da bir bambaşka. Uçsuz bucaksız kumsallar,..
kumların üçte biri çeşitli deniz hayvanlarının kabukları. Çeşit çeşit…
Türkiye’de deniz kıyısı deyince bir çizgi düşünürüz. Arabistan’da deniz görünür
yaklaşamazsınız. Beşyüz veya bin metre 10 cm derinliğinde su, deniz desen deniz değil, kara
desen kara değil, batak desen batak değil. Çok zaman denizde 200 yürürsünüz su dizinizde..
Tabii tehlikeli ayağınıza bir şey batabilir.
Ancak düzeltilmiş ve derinleştirilmiş gölcüklerde yüzmenin zevkine doyulmuyor. Jubail’de yeni
yapılan lüks meskenler yanında böyle denizden özel olarak ayrılmış bir havuz-gölcük vardı.
Deniz suyu daha tuzlu olduğu için çok rahat yüzülüyordu. Su ise ılık, sabah akşam günün her
saatinde rahatça girilebiliyordu. Uzun süre denizde kalmak, hatta uyuklamak mümkündü. İşin
ilginç yanı yüzmenin tadını çıkaranlar, Araplar değil hep yabancılardı.
Bu havuzda eşi Norveçli, Amerikalı mühendisle tanıştım. Beni evlerine davet ettiler. Hanım
Nescafe ve kendi yaptığı pastayı ikram etti. Bu aile ortamı bani o kadar rahatlattı ki anlatamam,
ertesi gün firmanın sahibi en lüks International otelinde davet verdi. Alkol hariç kuşun sütü
eksikti. Tabii kadın yok, erkek erkeğe, hizmetliler dahil…
Bu muhteşem ziyafetten ev ortamındaki pastanın zevkini alamadım…
(27.07.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
23
NAKİBOĞLU CAMİ VE ÇEVRESİNDE GEZİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Nakiboğlu Camii, Konya’nın kuzey doğusunda Ahmet Fakih mahallesindedir. Nakiboğlu
Camii’nin minaresi eski, Cami ise eski camii yerine yeni yapılmış bir yapıdır. Nakiboğlu Seyid
İbrahim Efendi’ye ait medrese, konaklar, havuz ve fıskiye buradadır. İbrahim Efendi ve oğlu
Mehmet Emin hemen camiin batısında gömülüdür. Eşi Rabia Hatun mezar taşına göre
kendisinden sonra ölmüş, mezar taşına göre Mevlana sülalesindendir.
Çevrede eski kültürlerden pek çok izler görülmektedir. Bahçede çok muntazam yapılmış bir
mermer havuz görülmektedir. Kenar pahları ve açısal ek yerleri çok hassas hesaplanmıştır.
Bunun eski dönemlerden kaldığını sanıyorum. Çünkü eğer sonradan yapılsa ise taşçı usta
havuza göstereceği özenden fazlasını camiye gösterirdi ve cami yeniden yapılmazdı.
Çevrede daha önceki dönemlerden kolon, paye taşları (kilise pencere taşı) görülmektedir. Seyid
İbrahim Efendi’nin mezar taşı da eskiden gelen düzeltilmiş bir kolondur. Cami içinde abdest
almak için kullanılmış işlemeli bir kolon başı da dikkat çekicidir.
İbrahim Efendi’nin mezar sandukasının yanlarındaki işlemeler daha da ilgi çekicidir. Her iki
yanda çiçekler arasında Mühr-ü Süleyman (İsrail bayrağındaki David yıldızı, birbirine geçme iki
üçgen) görülmektedir.
İbrahim Efendi günündeki konaklardan biri bugün yıkıntı halindedir. Yakın zamanda yapılan
diğer konakta büyük ebatlı düzeltilmiş eski taşların kullanılması ilgi çekicidir. Biri cami içinde biri
bahçede iki doldurulmuş kuyu bulunmaktadır. Bu kuyulardan ötürü camide hafif bir çatlama
bulunmaktadır.
Nakiboğlu İbrahim Efendi’den önce bu civarda önemli bir eski yapı grubu olduğu
anlaşılmaktadır.
Nakiboğlu İbrahim Efendi çevrede su şebekesi ve üzerinde çeşmeler yaptırmıştır. Çok değişik
ve ilginç olan bu konu ayrıca incelenecektir.
(31 Ağustos 1996 – YENİ KONYA KIRK AMBAR)
24
KONYA’DA YAŞAMIŞ ERMENİ TOPLUMU
Mehmet BİLDİRİCİ
Bizans döneminde Konya ili dahilinde Ermenilerin yaşadığı konusunda bilgiler bulunmamaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı’nın Konya Tarihi’nde Alaaddin Keykubad döneminde saray
işlerinde kullanılmak üzere getirildiklerinden bahsedilmektedir. Ancak bu konuda hiçbir belge
yoktur.
Osmanlı döneminde Alaaddin tepesinin kuzeyinde Ermeni mahallesi, Alaaddin tepesi üzeri
kiliseleri, dini okulları ve mezarlıkları vardı. Zengin Ermenilerin Lalebahçesi yanında Gümüş
Irmağı yakınında bağları vardı (Panos Özararat’a göre)
İkinci Meşrutiyet’ten sonra Konya’da açılan idadilerin sayısı artmıştır. Bunlardan biri de bir
Ermeni Protestan Okulu olan JENANYAN Okulu’dur.
Konya’da yayınlanmakta olan BABALIK Gazetesinde 1912 yılında yapılmış ödül törenine ait
haber vardır. Burada Okul Müdürü Haygazyan Efendi’dir. Bu okula ait İngilizce kitaplar, yüzyıllık
Britannica ansiklopedileri Konya’da Anıt Alanı’ndaki El Yazmaları Kütüphanesi’ndedir. Kitapların
üzerindeki mühürlerde okulun adı “Asia Minor Apostolic Institute, Jenanyan School- Iconium”
olarak görülmektedir. O yıllarda Konya’da hastane açmış bulunan Amerikalı Dr. Dad’ın da bu
okul ile ilgili olduğunu sanıyorum.
Konya İdadisi’nde öğretmen ve öğrenci olarak Ermenilere rastlanılmaktadır. Ermeni toplumunun
Konya ilinde karıştığı hiçbir siyasi olayda yoktur. Sanatçılıkları ile tanınmışlardır. Bunlara bazı
örnekler vereceğim.
İlk Meşrutiyette Konya Mebusu Simonaki Efendi (Rum da olabilir)
Konya’da ilk fotoğrafhaneyi açan Garabed Solakyan
Konya İdadisi’nde Makine öğretmeni İstepan
Konya İdadisi’nde resim öğretmeni Kirkor
Konya’da tanınmış kundura ustası Camesk
Karacadağ Kutören’de Yel değirmeni çalıştıran Sinbad bunlardan bazılarıdır.
Cumhuriyet döneminde birkaç Ermeni aile Konya’da yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bunların
mezarları Musalla Mezarlığı’nın kuzey batısında ayrı bir yerdedir. Burada bazı ilginç mezar
taşları vardır. Bunlardan biri 1944 yılında Konya’da 30 yaşında ölen Konya’nın eski
eczacılarından Hrant Ohanyan’a aittir. Dokunaklı bir şiir mezar taşına kazılmıştır.
Ciğerimde açıldı pek derin yare
Herkesin derdine bulunur çare
Yaptığım ilaçlar olmadı çare
Eczacılık nene lazım biçare
Eremedim muradıma, yazık genç yaşıma
Henüz girmişken otuz yaşıma
Bir zalim dert kıydı tatlı canıma
(kalanı toprak içine gömüldüğü için okunamadı)
Bir diğer mezar taşı Ekmekçi Hayk’ın eşine aittir. Ekmekçi Hayk yıllarca at arabası ile evlere
ekmek dağıtarak geçimini sağlamıştır. Mezar taşı şöyledir.
“Ekmekçi Hayk’ın sevgili eşi Yeranuhi Buğdaycı’ya Allah rahmet etsin (1910-1987). Yeranuhi
son günlerini Konya Huzurevi’nde geçirmiştir.
Konya’da bu toplumun en tanınmış kişisi 1985 yılında ölen Panos ÖZARARAT (1919-1985) idi.
Dokumacı ve şair olan ve Konya ile iç içe yaşayan Panos’un sık sık gazetelerde şiirleri
yayınlanırdı. Halk şairi idi. 1985 yılında Konya’daki Fransız Kilisesi’nde benim de bulunduğum
dini törenden sonra Konya’da Musalla Mezarlığı’nda toprağa verildi. Bugün Konya’da sadece
kardeşi Kirkor Özararat ve karısı yaşamaktadır.
Yazımı 1973 yılında Konya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nin ek bölümlerinin (MakineHarita) açılış törenlerinde o an yazıp orada okunan ve bende bulunan şiiri ile bitirmek istiyorum
25
ÜNİVERSİTEMİZ
Tarihi kararların arifesinde
Memleket büyükleri meraka sardı
Kulak hocaların evet sesinde
Konya’da heyecan son haddine vardı
Üniversitemiz kurulsun diye
Koca araziler oldu hediye
Sağ olsun Vilayet ve Belediye
Lüzumlu her tedbiri aldı
Dernekler kuruldu, heyetler gitti
Parlamenterler de hayli seğirtti
İlgilileriyle temaslar etti
Olumlu müjdeli haberler saldı
Ha bugün ha yarın öbür gün diye
Yıllarca bekledik, kaldık geriye
Kültür merkezidir Konya’mız diye
Öğüne öğüne bu günü buldu
Harpler çoktan girdi laboratuara
Kılıçlar asıldı artık duvara
Cahil milletler oldu fukara
Kültürsüz kafayla yaşamak öldü
Üniversiteye temel atması
Bütün Konya’yı mutlu yapması
Karanlık günlere ışık tutması
Sayın hocaların emrine kaldı
28.02.1973 Panos Özararat
Yakın zamanda Konya’da Şair Panos’un Özararat’ın kardeşi Kirkor Özararat ile karşılaştım.
Konya’yı çok sevdiğini, burada küçüklüğünden beri huzurlu yaşadığını ve kendisi ile eşi dışında
akrabasının ve Ermeni’nin kalmadığını belirtti.
( 14.09.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
26
MUĞLA DEVRİM GAZETESİ’NE MERHABA
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu benim Devrim Gazetesi’nde ilk yazım, bu yazım ile AKYAKA’DAN MERHABA diyorum. Önce
kendimi tanıtmayı uygun buluyorum. Yüksek İnşaat Mühendisiyim, İstanbul Teknik Üniversitesi
İnşaat Fakültesi 1962 mezunuyum. Konyalıyım, Atatürk düşünce ve Devrimlerine bağlıyım. Otuz
yılın üzerinde Konya’da çalıştıktan sonra, onbir yıldan bu yana evim olan Akyaka’da yazlarımı
yaşamak istiyorum.
Tarihi konularda araştırma yapmayı çok seviyorum. Mühendis olmam dolayısıyla, eski döşeme
yollar, eski kentlerin yapıları ve yerleşim şekilleri daha da ilgimi çekiyor. Bugüne kadar bunları
Konya’da gerçekleştirmiş bulunuyorum.
Akyaka’da Türkiye ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinden pek çok değerli insanların evleri
bulunmaktadır. Bu değerli kişilerin katkısı ile başka yerlere örnek olacak şekilde Akyaka’nın
tarihi ve ekolojisi konusunda tüm yerli ve yabancı yöreye ait dokümanlar elimize ulaşmaktadır.
Gökova-Akyaka, Muğla’nın gözünün bebeği, 21 yıldan bu yana tanıdığımdan, onbir yıldan bu
yana evim olduğumdan ve burada sürekli yaşayacağımdan mutluluk duyuyorum.
Bana bu imkanı verdiği için Devrim Gazetesi Sahibi Sayın ÜNAL TÜRKEŞ’E bu ilk yazımda
teşekkür etmek istiyorum.
(25.09.1996 – MUĞLA DEVRİM)
(İlk sayfa alt köşede KÖŞEMDEN başlığı ile)
27
KAYA MEZARIMI GERİ İSTİYORUM
Mehmet BİLDİRİCİ
31.08.1996 günü Akyaka Belediyesi ile Gökova-Akyaka’yı Sevenler Derneği tarafından birlikte
düzenlenen “AKYAKA TURİZM ve SANAT ŞENLİĞİ” kapsamında Dedegil Otel’inde bir panel
düzenlendi. Aydın Turunç’un yönettiği panelde ben de “İdima’dan Gökova-Akyaka’ya” adlı,
Akyaka’nın tarihi ile ilgili bir bildiri sundum.
Tarih konusunda bir diğer konuşmacı Arkeolog Şevki Bardakçı idi. Şevki Bardakçı, Karia kenti
İDİMA’NIN kaya mezarlarını tanıttı ve slayt ile onları gösterdi. Akyaka’dan Marmaris’e giden alt
yolda iki adet cephesi işlemeli kaya mezardan birinin görülebileceğini, diğerinin Muğla-Marmaris
yolunun molozları altında olduğunu ve bu kaya mezarın kurtarılmasını önerdi.
Adı geçen ve toprak altında olan bu kaya mezarın fotoğrafı Zekai Eroğlu’nun “Muğla Tarihi”
isimli kitabında da yer almaktadır. Sanat değeri yüksek olan bir anıt yapıdır.
Ben de bu öneriyi desteklemek için bu yazıyı yazıyorum.
KAYA MEZARIMI GERİ İSTİYORUM
Devletin izni ile Berlin’e götürülmüş,Bergama’nın Zeus Tapınağı’nı geri istiyoruz. Kaçak olarak
yurt dışına kaçırılmış, Karun’un hazinelerini geri istiyoruz.!!!
“ Kaya mezarımız yurt dışına mı kaçırılmış ?
Hayır
Anadolu’nun her tarafında ve yöremizde defineciler, kaçak kazıcılar, bilerek bilmeyerek kazarlar,
kırarlar, yok ederler... !!!
Kaya mezarımızı defineciler mi dağıtmış ?
Hayır
Kaya mezarımız devletin kendi eliyle gömülmüş, yok edilmiş. Onu geri istiyorum. Biliyorum zor
bir iş, ama başarabilirsek tarihi kalıntıların değeri anlaşılacak, yarı gömülü olanlar da
kurtulacak...
KAYA MEZARIMI GERİ İSTİYORUM !!!
(28.09.1996 - Muğla Devrim )
28
KIRKAMBAR’A KONYA DIŞINDAN MERHABA
Mehmet BİLDİRİCİ
1996 yılı başında emekli olduğum olduğumdan bu yana, Adana ve İstanbul’da kızlarımın
yanında bulundum. Yaz boyu da Gökova Akyaka’daki yazlığımda idim. Bir süre daha Konya
dışında bulunacağım. Konya dışından KIRKAMBAR’A MERHABA diyorum.
Kırkambar’ı seviyor ve beğeniyorum. Konya dışında olmama rağmen yazılarıma devam
ediyorum. Sevgili arkadaşım Mehmet GÜNDOĞDU’nun yürüttüğü gerçekten zor bir iş, kendisini
kutluyor, kendisine güç diliyorum. Bugünün bilgilerini yarınlara taşımış oluyor.
Akyaka Muğla-Marmaris arasında turistik bir belde, bir doğa harikası kabul ediliyor. Deniz ve
ovanın kuzeyi 1000 metreye kadar yükselen ormanlarla kaplı, Muğla ve Marmaris’e yakın.
Bu eşsiz doğa içinde eski su yolu, döşeme yollar, sarnıçlar, kale kalıntıları bunmakta,
araştıracak ve incelenecek bol konu bulunmaktadır.
Akyaka küçük bir belde olmasına karşı, Türkiye’nin ve Avrupa’nın pek çok kentinden yazar ve
araştırmacıların burada evleri bulunmaktadır. Onlarla bir arada olmak ve zamanla diyalog
kurmak çok zevkli olmaktadır.
Bu bağlamda Ağustos ayı sonlarında “AKYAKA TURİZM VE SANAT ŞENLİĞİ” düzenlendi. Bu
Şenlik kapsamında yapılan Panel’e katıldım ve “Akyaka’nın Tarihi” ile ilgili bir bildiri sundum.
Muğla’ya Konya’dan göç etmiş aileler olduğunu ve bunların çocuklarının çok yararlı hizmetlerde
bulunduğunu belirledim. Araştırıyorum ….
KIRKAMBAR’A KONYA DIŞINDAN AKYAKA’DAN MERHABA DİYORUM.
(28.09.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
29
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
İSTANBUL SEDEF ADASI’NDA FEHİME BİREKUL’U ZİYARET
Mehmet BİLDİRİCİ
Fehime Hanım 1950-1958 yılları arasında Konya Lisesi'nde biyoloji ve jeoloji öğretmenidir. Pek
çoğumuzun hocasıdır. 1995 yılı içinde İstanbul Kumkapı'da "Elliyedi Mezunları" olarak
yaptığımız toplantıya katılmış ve tekrar görüşme imkanı bulmuştuk. Bu toplantıda yazları
Sedefadası'nda kaldığını söylemiş, bizleri adasına davet etmişti.
Bu defa 14 Temmuz 1996 günü İstanbul Üniversitesi'nde öğretim üyesi, ilkokuldan bu yana tam
elli yıllık arkadaşım Prof. Dr. Ömer Alptekin, eşi Meral Hanım, oğlum İstanbul Teknik
Üniversitesi'nde araştırma görevlisi Öztuğ Bildirici, kızım çiçeği burnunda Ankara ODTÜ mezunu
Özlem Bildirici ile birlikte hocamızı ziyaret ettik, elini öptük. Sevgili arkadaşımız İsmail Uğurlu,
Almanya'dan misafirleri olduğu için istediği halde katılamadı.
Hocanın evi Sedefadası'nın Anadolu yakasına bakan cephesinde iki katlı, kendisi üst katta, alt
katta ise kardeşi Sami Birekul oturuyor. Sedefadası, Marmara Denizi'nde Büyükada'nın hemen
arkasında çok sakin bir yer. Yüzyirmi civarında ev bulunuyor. Tabii bu sakinliğinde bir bedeli var,
adada ev yaptırmak çok zor, çividen çimentoya her şey karşıdan Kartal'dan getiriliyor. Çok zor
bir iş!! Hocam bunu gerçekleştiriyor. Büyük irade sahibi, zor işlerin insanı.... Hayran olmamak
mümkün değil...
Balkonda hocamın hazırladığı nefis böreklerle çay içmenin zevki bir başka idi. Kartal Pendik,
İstanbul'un tüm Anadolu yakası ayağımızın altında idi. Kardeşi Sami Bey akşamları ışıklar her
yıl daha kuvvetleniyor diyor. İstanbul'un nüfus artışı böyle gösteriyor kendini burada....
Fehime Hanım gençliğini ve Konya Lisesi'nde okuduğu yılları anlatıyor. Ailesinin Sivaslı, doğum
yerinin Konya olduğunu söylüyor. Çifte Merdiven Mahallesi'nde evleri, Hocacihan'da bağları
olduğundan bahsediyor.
Öğrencilerini, özellikle doktor olanları daha çok seviyor (Biz burada yaya kalıyoruz !!!)
Gençliğinde en büyük idealinin doktor, daha ilerisi Beyin Mütehassısı olup bir hastane açmak
olduğunu söylüyor.
Süleyman Acar'ın müdürlüğü zamanında Konya Lisesi öğrencisi olan hocamız, babasının
memuriyeti dolayısıyla Denizli Lisesi'nden mezun oluyor. Süleyman Acar'ın aşırı disiplinli
olduğunu vurguluyor.
"Derslere hocalarla birlikte girmek ve çıkmak zorunda idik, Müdür'ün gözü devamlı üzerimizde
idi, öğlenleri bütün kız öğrenciler bir yerde bulunmak zorunda idik. Doktor Rıfkı Tuygan'ın kızı
Peykan (Almanca öğretmeni, Razi Çeviker'in eşi), Süleyman Acar'ın kızı Mualla (Elektrik Yüksek
Mühendisi, 1977 yılında öldü), sınıf arkadaşım idi. Mualla ile aynı sırada otururken çok sıkıntılı
idim. her konuşma müdürün kulağına giderdi !!!
İstanbul'da okuduğu yıllarda babasının amcazadesi birinci Dünya Savaşı komutanlarından
Sivaslı Kurtcebe Noyan (1888-1951) Paşa ile ağabeyi Prof. Dr. Abdülkadir Noyan (1886-1977)
Paşanın himayesi altında olduğunu, hafta sonu ve tatillerini onların evinde geçirdiğini anlattı.
Hocamı daha yakından tanımak, kardeşi emekli Ziraat Yüksek Mühendisi Sami Birekul, eşi
hanımefendi ile tanışmak, sohbet etmek büyük mutluluk verdi....
(YENİ KONYA- KIRKAMBAR 05.10.1996)
30
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
MARMARİS’TE NİHAL İLAYDIN’I ZİYARET
Mehmet BİLDİRİCİ
Nihal İlaydın (Barutçuoğlu) Konya Lisesi’nin 1945-1955 yılları arasında Fransızca öğretmenidir.
Kışları Ankara’da, yazları ise Marmaris’te yaşamını sürdüren Nihal Hanım ile mektup ve
telefonla görüşmelerimiz sürerken, bizleri Marmaris’e davet etmişti.
02 Eylül 1996 tarihinde eşim emekli öğretmen Düzay Bildirici ile Gökova Akyaka’daki evimizden
Marmaris’e gidip hocamızı ziyaret ettik. Hocamla bu yüz yüze görüşmemizde bizi çok sıcak
karşıladı. Özellikle derslerimize girmediği bizlerin sırf Konya Lisesi öğretmeni olarak kendisini
ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Yunus Nadi caddesinde turistik otellerin havuzlarının göründüğü evinin balkonunda eski
günlerinden konuştu, anlattı, zevkle dinledik…
Nihal Hanım’ın iki yabancı dilin uzmanı olduğunu (Fransızca-İtalyanca) biliyordum. Bu defa
başka dilleri de bildiğini hayretle öğrendim. Hocam 1922 yılı Antakya doğumlu, Hatay o yıllarda
Fransız yönetiminde olduğu için Fransızca’yı Fransızca dili ile eğitim yapan okulda öğreniyor.
Bir ara Türk okuluna gidiyor, orada eski yazıyı ve Osmanlıca ve Arapça’yı öğreniyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Romanoloji grubunun, İspanyolca Bölümü’nde eğitim
görüyor. 1945-1955 yılları arasında Konya Lisesi Fransızca öğretmenliğine atanıyor.
1955 yılında Ankara’ya gidiyor, Milli Kütüphane’de kısa bir süre çalışıyor. Milli Eğitim Bakanlığı
Talim ve Terbiye Kurulu’nda mütercimlik ve müdürlük görevlerinde bulunuyor. Yedi yıl Turizm
Yüksek Öğretmen Okulu’nda Fransızca derslerini yürütüyor, kurslara katılıp İtalyanca öğreniyor,
gerekli sınavları geçip belge alıyor ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde “İtalyan Dili ve
Edebiyatı” derslerine giriyor.
Hocamız gerçekten bir dil uzmanı ve mütercim, batı ve doğu dilleri üzerinde karşılaştırma
yapmak için Farsça’yı da öğreniyor. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde bu dilden sınavları
geçiyor. Türkçe hariç üç batı dilinin (Fransızca, İspanyolca, İtalyanca) ve iki doğu dilinin
(Arapça, Farsça) dilinin uzmanı, hayranlık duymamak mümkün değil. Hala da bu yaşta boş
durmuyor. Eşi Konya Lisesi eski Müdürü, edebiyatçı Hikmet İlaydın’ın eski defterindeki yazıları
bugüne taşımaya çalışıyor. Böyle sarı deftere yazılan, zor okunan bazı metinleri gösteriyor.
Hocamız Konya’daki günlerinden söz ediyor. Lise’nin yanındaki Şükrü Doruk Reviri’nin
arkasında ki binada gene bekar diğer öğretmenlerle birlikte kaldığını, binanın delik deşik
olduğunu, zemindeki delikleri muşamba ile kapattıklarını anlatıyor. Şimdinin büyükleri olan eski
öğrencilerinden, hatta derslerine girmediklerinden büyük saygı gördüğünün belirtiyor. En
çalışkan öğrencilerinden birinin Konya’da Dr. Selahattin Saysel olduğunu söylüyor.
Önceleri çok disiplinli olduğunu daha sonraları biraz yumuşadığını itiraf ediyor. Nihal Hanım bize
sürpriz yapıyor, resim öğretmenimiz Nurhayat Evci ve eşini de davet ediyor.
Hocalarımı Gökova Akyaka’daki evimize davet ediyorum., maalesef gerçekleşmiyor. Kendisine
mutluluklar diliyor, 1997 yazında Gökova’da görüşmeyi umuyorum.
(YENİ KONYA -KIRKAMBAR – 12.10.1996)
31
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
MARMARİS’TE NURHAYAT EVCİ’Yİ ZİYARET
Mehmet BİLDİRİCİ
Nurhayat Evci, 1952-1959 yılları arasında Konya Lisesi’nde resim öğretmenimiz. Kendisinin
İstanbul Kadıköy’de yaşadığını biliyor, hakkında bilgi toplamak istiyordum. Marmaris’te Nihal
Hanımı ziyaretimizde bir sürpriz sonucu Nurhayat Hanım ve eşi Rıza Bey ile karşılaştık.
Kızlık ismi ile Nurhayat Uybadın 1929 yılında babasının görevli olduğu Erzincan’da doğdu.
1950 yılında İstanbul Güzel sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü bitiriyor, 1952 yılında
Konya Lisesi resim öğretmenliğine atanıyor, bizlerin öğretmeni oluyor. Konya’da hemşerimiz
Defterdar Rıza Evci ile evleniyor. Rıza Bey’de 1936 Konya Lisesi mezunu bir büyüğümüz.
Nurhayat Hanım eşinin Bursa’ya atanması üzerine Konya’dan ayrılıyor. Bursa’da Namık
Kemal Sözeri adlı özel okulda resim derslerine giriyor, ama Konya’daki biz öğrencilerdeki
disipline uyumu bulamıyor. (Halbuki biz kendimizi yaramaz sanırdık !!!). İşin gerçek tarafı o
yıllarda öğrenci olarak gerekli resim malzemelerinden yoksunduk. Bir kurşun kalem ve defte
kağıdı ile derse geliyorduk, bu dersin zevkine varamadık.!! Ben de bunu belirtiyorum
kendisine…
Bursa’da 1965-1977 yılları arasında Güzel Sanatlar Galerisi Müdürü oluyor, burada zevkle
çalışıyor. Çok yararlı işler yapıyor. 1977 yılında emekli olup çok sevdiği İstanbul Fenerbahçe
semtine yerleşiyor.
Eski günlerden de söz ediyor. Nihal Hanım gibi, Şükrü Doruk Reviri arkasındaki binada
matematik öğretmenimiz Şükran Gözen ile bir süre kalıyor. Türk Hava Kurumu Başkanı Prof.
Dr. Attila Taçoy’u ve kaybettiğimiz arkadaşımız hukukçu diplomat Mehmet Tuygan’ı ailecek
tanış oldukları için çok iyi hatırlıyor. Mehmet Tuygan’ın çok zeki bir çocuk olduğunu özellikle
belirtiyor. Öğrencilerine anlayış ve sevecenlikle yaklaşan Nurhayat Hanım İstanbul’da
Hüseyin Yaşat Manav’ın tertiplediği “Konya Liseliler” toplantılarına katılıyor.
Eşi Rıza Evci’de Müdür Süleyman Acar’ın disiplinini hala üzerinde hissediyor. Yaz tatilinde
Lise Müdürü Süleyman Acar’ın “62 şapkan nerede?” diye bağırmasını unutamıyor.
Kışları İstanbul Fenerbahçe’de yazları Marmaris’te yaşamını sürdüren, bizlerle aynı yaşta
gibi görünen ve iki oğulları bulunan Nurhayat Hanım ve eşleri Rıza Beyefendi’ye sağlıklı
günler diliyorum. 1997 yılında Gökova-Akyaka’da buluşmayı diliyorum.
(YENİ KONYA KIRKAMBAR- 26.10.1996)
32
KONYA’NIN SAYFİYESİ
SİLİFKE ve ÇEVRESİNDE GEZİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Silifke, Mersin’in bir ilçesi, ancak Konya’nın denize açılan kapısı olduğundan pek çok
hemşerimizin burada yazlık evi var, sanki Konya’nın Meram’ı.
26 Haziran 1996 günü Silifke’de idim. Konyalıların evlerinin bulunduğu Kum mahallesinde
kayınbiraderim Alpay ve eşi Işıl’ın misafiri oldum.
Silifke çok eski bir kent, kent içinde gezerken bunu hissediyorsunuz. Bu defa eski kolonların
kullanıldığı bir bakıma korunduğu, Reşadiye Camii’ni gezdik. Gerçekten tarih sevenler için
görülmeye değer bir yapı. Ayrıca kentin hemen kuzeyinde “TEKİR AMBAR” olarak bilinen
dev su sarnıcı mutlaka görülmelidir. Çevresi Belediye tarafından park olarak düzenlenmiş.
Kentin amfi tiyatrosunun buraya çok yakın olduğu bilinmektedir. Bugün bu antik amfi
tiyatronun Fethiye’de olduğu gibi ortaya çıkarılıp kültür hizmetine sunulacağını umuyorum.
Işıl Hanım’da tarihe meraklı, birlikte Alpay Bey bizi Silifke’ye 30 km uzaklıkta Uzuncaburç’a
götürdü. Uzuncaburç Diokasera antik kentin kalıntıları üzerine kurulmuş, kaleler eski su
yolları görülmeğe değer. Bu kentte kalıntıları bulunan ZEUS Tapınağı, Anadolu yapılan en
eski Helenistik tapınak olarak bilinir.
Bura’dan 4 km doğuda URA köyüne gittik. Bu iki kentte su tarihi literatürüne girmiş dünya
çapında Roma döneminden gelme su yolları bulunmaktadır.
Daha doğudan Akdeniz’e dökülen LAMAS çayından, Aksavat mevkiinde alınan su yaklaşık
25 km uçurumlu vadilerden ve tünellerden geçirilerek Uzuncaburç’a getirilmiş. Aynı çaydan
daha düşük kotta olan Kızılgedik’ten alınan su Ura’ya akıtılmış. Su yolunun Ura’ya girişinde
derin bir vadi muhteşem bir su kemeri ile aşılmıştır. Üzerinde bulunan yazıta göre su kemeri
Roma İmparatoru Septimus Severus (193-211) tarafından yaptırılmıştır. Su kemerinin
üzerinde su kemerinin güvenliğini sağlayan gözetleme kulesi ve kent içinde büyük bir su
deposu (sarnıcı) görülmektedir. Su kemeri üzerinde görülen kuru kanal kesitinden bol su
geldiği anlaşılmakta, sulamaya ve alttaki kentlere su verildiği su ayrım yapı kalıntılarından
anlaşılmaktadır.
Bugün bu yörenin en büyük problemi susuzluk, 1954 yılında eski kanallar temizlenerek civar
köylere su verilmiştir. Ancak temizlenen kanallar tekrar dolup tıkandığı için bugün su
vermemektedir.
Yorucu ve zevkli bir geziyi bitirip, köy kahvesine uğrayıp içecek ne var diye sorduğumuzda;
aldığımız cevap şu oldu. PEPSİ, BİRA, KÜPTE BEKLEME YAĞMUR SUYU
Mühendis olarak, aydın olarak, yöneticiler olarak bu konu üzerinde derin derin düşünmemiz
gerekiyor……!!!
(17.11.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)
33
DOKTOR TEOMAN BİLGE’NİN (1938-1996) ARDINDAN
Mehmet BİLDİRİCİ
Teoman Bilge, Konya Ticaret Lisesi tarih öğretmenlerinden Arif Bilge’nin büyük oğlu, Konya
Milletvekili Turan Bilge’nin ağabeyi idi. Üç erkek kardeştiler. Aile olarak Bilge’ler Konya’nın
Akören ilçesindendir.
Teoman orta öğretimini 1956 yılında Konya Lisesi’nde tamamladı. İstanbul Tıp Fakültesi’nde
okudu. Tıp doktoru oldu. Kadın doğum ihtisası yaptı, bir süre Konya’da çalıştı. Daha sonra
Almanya’ya gitti. Orada Alman asıllı Elizabet ile evlendi ve Duisburg kentinde serbest doktor
olarak görev yaptı. Elizabet sağlık personeli olduğu için birlikte çalıştılar.
Teoman ile 1957-196 yılları arasında İstanbul Aksaray’daki Konya Talebe Yurdu’nda birlikte
olduk. Lisede bizden bir dönem eski olmasına rağmen bizim dönem arkadaşları ile daha iyi
anlaşıyordu.
Teoman Almanya’da iken 1991 yılında kendisini ziyaret ettik. Eşim Düzay ve oğlum Öztuğ ile
dört gün misafiri olduk. Teoman Konya Talebe Yurdu’nda bizlere göre daha dindardı, ama
Almanya’da onu hacca gitmiş, dinine daha sıkı sarılmış olarak gördük. Gittiğimizde yaş günü
idi, ama kesin bira yasağı vardı.
Bizleri çok iyi ağırladı, sofrasında sadece kuşun sütü eksikti. Özellikle oğluma büyük ilgi
gösterdi, uzun dini konuşmalar yaptı. Geceleri sabahlara kadar eski günleri konuştuk. Gece
yarısı 3.00 sıralarında şu anlattığını hiç unutamıyorum.
“Teoman Konya Talebe Yurdu’nda yemek Komisyonu başkanı olmuş ve ilk gün herkese bol
balık çıkarmış,bende yemekten sonra, sağol Teoman bugün karnım doydu” demişim.
Elizabet’in ailesi Teoman’a çok saygılı idi, ama Teoman’ın aklı hep Türkiye’de, Konya’da,
Akören’de idi. Teoman’ın tıp adamı olmasına rağmen sağlık problemleri vardı, herhalde
tansiyondan olacak yakınlarına çok çabuk sinirlenir, kızardı. Bir sineğin uçuşu bile kızmasına
sebep olurdu. Ama onun kızmaları, hepimizi çok sevdiğini bildiğimiz için bize dokunmaz,
sevgi denizi içinde kaybolurdu.
Bizim kaldığımız odada Elizabet’in her halde ileride okumayı düşündüğü çok geniş bir
kitaplığı vardı. Çok azı Teoman’a ait kitapların çoğu tarih ve dünya politikasına ait Almanca
ve İngilizce kitaplardı. Bunlar arasında dünyanın önde gelen politikacılarının anı kitapları
vardı. Cihan Sedat’ın, Gorbaçov’un, Nancy Regan’ın…..
Ellisekiz yaşında çocuksuz olarak hayata veda eden ve Konya’da toprağa verilen Teoman’ın
cenazesine İstanbul’da bulunduğum için katılamadım. Eşi Elizabet’e ve kardeşi Turan
Bilge’ye ve yakınlarına baş sağlığı diliyorum.
(28.11.1996-YENİ KONYA- KIRKAMBAR)
34
SİLLE’DE KRİYAKON KAYA KİLİSELERİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya ve çevresi tarihi ile ilgili yerli ve yabancı yayınları topluyorum. Değerli bilim adamı
Prof. Dr. Semavi Eyice’nin “Konya ile Sille arasında Akmanastır” adlı makalesinde Sille
hakkında da bilgiler vardır. Bu yayında Kriyakon Kaya Kilisesi’nin planı ve hakkında çok kısa
bilgiler vardır. 1995 yılında Sille’de dağcı arkadaşlarla yaptığımız gezi sırasında bu eserde
görülen yapı grubu ile karşılaştım.
Durumu inceleyerek koruma altına alınması için “Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulu”na bir dilekçe ile başvurdum. 03.12.1996 tarihinde benimde katıldığım görevli bir grup
ile yerinde görmek için gittik.
Kriyakon Kaya kiliseleri, Subaşı (Kârhane) mahallesinde Sille deresine cephe ibadet yeri ve
müştemilattan oluşuyor. İbadet yeri üç apsisli ve ortada dört kolonlu ve ortası kubbe şeklinde
kayaya içine oyulmuştur. Üzerinde resim görülmemekte, ama çok itinalı oyulduğu
görülmektedir. Yanında dikdörtgen plan üzerine tonoz şeklinde oyulmuş üç bölüm daha yer
almaktadır.
Dört kolonlu kilisenin, Konya tarihinde çok önemli bir yeri olan ve bugün Askeri Bölge içinde
bulunan Akmanastır’ın planları Eyice’nin yukarıda belirtilen makalesinde bulunmaktadır. Her
ikisinin planlarındaki benzerlik şaşırtıcı şekildedir. Rumların 4. yüzyılda yaşamış ve Filistin’e
kaçmış bir din adamı olan Aya Hariton’a izafeten Aya Hariton Manastırı, biz Türklerin Eflatun
Manastırı veya Akmanastır diye adlandırdığımız bu yapı grubunun Selçuklu döneminde eşsiz
bir yeri vardır. Zira Hazreti Mevlana’nın burada belirli süreler kaldığına dair Türk ve Rum
kaynaklarında bilgiler vardır. Bu ayrıca Türklerin farklı bir inanca gösterdiği üstün toleransı da
sergilemektedir.
Yaptığım araştırmada Kriyakon kaya kiliselerinin epey bir zaman önce dini fonksiyonunu
yitirdiğinin ve ticari amaçla kullanıldığını öğrenmiş bulunuyorum. Mübadeleden önce Rumlar
burayı bir seramik atölyesi şeklinde kullanmışlar, Cumhuriyet döneminde ise testi ocağı
olmuştur. Halen tapulu ve tapusunun Sille’li Bardakçı ailesinin elinde olan kilise samanlık
olarak kullanılmış, bir bakıma korunması sağlanmıştır.
Tarihi kaynaklarda hakkında bilgi olmayan Kriyakon kiliselerinin Akmanastır kadar eski
olduğu düşünülebilir. Yapının koruma altına alınması, kayıtlara geçmesi ve tanınması
şüphesiz çok sevindiricidir. Ancak yeterli midir? Sahibine çok cüzi gelir getiren bu yapı grubu
olduğu gibi Müze Müdürlüğü’ne kazandırılmalıdır.
Halen Sille’de açık Aya Eleni Kilise Müzesi vardır. Bu yapı grubu da biraz yukarıda dere
kenarında ona yakındır. Restore edilerek ziyarete açılabilir. Daha tarihi olan Akmanastır
Askeri Güvenli Bölgesi içinde olduğu için ziyareti çok zor, hatta mümkün değildir. Konya
yakınında buna benzer başka kayaya oyma kiliseler mevcut değildir. Bunları görmek için en
az 50-60 km gitmek gerekmektedir.
Bu tarihi yapının ziyarete açılmasının Sille’ye de bir hareket getireceğine inanıyorum. Bir
Konyalı olarak, Alaaddin Keykubad ve Mevlana ile övünüyoruz. Gelin onların gösterdiği
toleransın çok daha azını göstererek, tarihi ve bir zamanlar içinde ibadet edilmiş bu yapı
grubunu tarihe, kültüre ve turizme kazandırmış olalım.
(21 Aralık 1996- YENİ KONYA KIRKAMBAR)
35
İKİNCİ DEFA AYDIN ÇAVUŞ
Mehmet BİLDİRİCİ
Daha önce KIRKAMBAR’da yazdığım yazıda Aydın Çavuş’un oğlundan aldığım bilgilere
dayanarak hayatı ve Konya’da yaptığı hizmetleri anlatmıştım. “Beceri ve başarı bilgi ile olur”
düşüncesinden hareketle Aydın Çavuş’un bilgi kaynağı nereden geliyor, diye oğlu sınıf
arkadaşım Prof. Dr. Azzem Aydınöz’e bazı sorular yönelttim. Bu konuda oğlunun görüşlerini
buraya döküyorum. Söyledikleri gerçekten bir döneme ışık tutar niteliktedir.
“Babam konusunda tatmin alamadığın konularda fazla bir açıklık getireceğimi
zannetmiyorum. Ben de fazla bir şey bilmiyorum. Babam bu konulardan hoşlanmaz ve fazla
konuşmazdı. Bir çok şeyi kendisini önceden tanıyanlardan öğrendim. Ben de diğer
kardeşlerimden daha fazla meraklı olduğum için araştırdım. Mesela bazı şeyleri vefatından
sonra gazetelerde çıkan yazılardan öğrendim. Yalnız bana bir gün savaşın kötülüklerinden
bahsederken; “Savaşın evlerini, barklarını, doğduğu şehri ve bir imparatorluğu yıktığını,
belgelerle ispat edemediği için bu seviyedeki işlere razı olduğunu, ama buna şükretmek
gerektiğini” söylediğini hatırlıyorum.
Babam her şeyini kaybetmiş, yok olmuş bir insan olarak Türkiye’ye gelmiştir. Beraberinde
getirdiği sadece birkaç Osmanlı tapusu, hepsi o kadar. Bildiği yabancı dillere gelince babam
Latin ve Kril alfabelerini biliyordu. Bu bakımdan Harf Devrimi’nden sonra bir ara Halk
Mekteplerinde görev aldığını biliyorum.
Babaannemin ölümüne kadar evde Boşnakça konuşulurdu. Arkadaşları ile Arnavutça
konuştuğunu hatırlıyorum. Bir miktarda Almanca biliyordu. Vefatından önce son 10-15 sene
Türkçe’den başka dil konuşmadı. Ona göre en doğrusu Türk Vatanı’nda Türkçe konuşulmalı
idi.
Babam yurt dışı ile irtibatlı idi. Oradan kitap broşür ve çiçek tohumları getirtirdi. Mesleki
bilgisinin temelini ailesinden aldığı muhakkak, bir ara Berlin, Viyana, ve Graz’ı görmüş,
oradaki park ve bahçeler babamı çok etkilemiş, özellikle Rönesans ve Barok stilini çok sever,
beğenirdi. Batı kültürünün çok önemli olduğunu düşünür, benim mesleğimde ilerlemek için
mutlaka Avrupa ve Amerika’yı görmemin gerektiğini söylerdi..!!
Babam meslek kitaplarını alır okurdu.Şu anda diğer kardeşlerimden benim payına düşen
bazı kitapları kitaplığımı süslemektedir. Özet olarak babam daima yeniliklere açık bir adamdı.
Sevgili arkadaşımın yazdıkları bunlar, Aydın Çavuş’un düşünceleri, aile kökeni ve çalışmaları
hakkında bilgi sahibi olduk. Bunun için sevgili arkadaşıma teşekkür ediyor, Aydın Çavuş gibi
şunu da belirtmeden geçemiyorum.
“Biz Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’te <Yurtta Sulh, Cihanda Sulh> ilkesi ile büyüdük, Savaş
nedir bilmeyiz, öğrenmedik. Ama savaş Türkler başta olmak üzere her mezhep, her dine
mensup olanların yuvalarını yıkmış, onlara felaket getirmiştir. Terörün, savaşın ana dili
yoktur, hele hele iyisi hiç olamaz…!!!
(28.12.1996 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
36
1997 YILI YAZILARIM
SEVGİ YEMEĞİ ÜZERİNE
Mehmet BİLDİRİCİ
İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi 1962 yılı mezunuyum. Araştırmacıyım, tarihi su
yapıları konusunda çeşitli yayınlarım vardır. Bunun yanında değişik kültürleri tanımaya ve
onları anlamaya çalışırım. Bir şeyler görmek, öğrenmek ise keyif verir. Özellikle eşsiz
Anadolu kültür mozaiğinin renk ve desenleri olunca daha bir bambaşka olur.
Konya çevresinde Ermeni toplumu ile ilgili topladığım bilgileri, daha önce kitaplarını
okuduğum Araştırmacı-Yazar Mıgırdıç MARGOSYAN’a götürdüm. Bunların yayınlanması,
yeni bilgilerin ve dostlukların ortaya çıkmasına vesile olur diye düşündüm. Kendisinin de
ilgisini çekti, ve Konya Ermeni Toplumu isimli yazım özetle gazetenizde yayınlandı. Böylece
AGOS’u tanıdım. Çıkan yazıları, özellikle tarihi olanları zevkle okudum, okumaya da devam
ediyorum.
Agos’taki ilan ve haberlerden öğrenerek, Yeşilköy’de Surp Stefanos kilisesindeki sevgi
yemeğine katıldım. Surp Badarak’taki koroları dinledim. Yılbaşı kutlamasını gördüm, GEM
Kuartet’ini izledim…
Yeşilköy’deki Sevgi Yemeği ismi gibi çok güzeldi. Yemekler, servisler, anlayabildiğim
konuşmalar, şiirler, sevgi dolu konuşmalar….
Yemekten sonra teşekkür edilir, dua edilir. Ben de Sevgi Yemeği üzerine teşekkür
mahiyetinde şunları söylüyorum.
“Daha önce genel tarihi konularda çok şey okumuştum, ama burada gördüğüm kültür
zenginliği bambaşka idi. 33 yıl önce Vahran Biricikoğlu isimli arkadaşımın nişanında ilk defa
Ermenice birkaç şarkı dinlemiştim, bu defa ki ilahiler çok başka bir tat verdi. Her halde 33
yıldan bu yana daha farklı bir gözle bakabilmemden olacak. Gerçekten Anadolu’nun çok
derinlerinden gelen bu dini ve sivil kültür korunmalı diye düşünüyorum…
Keşke Hititlerin, Frigyalıların dini ve sivil kültürleri de devam etse idi. Ne iyi olurdu?
(19.01.1997 – İstanbul AGOS)
1
TACÜL VEZİR TÜRBESİ VE ETRAFINDAKİ KALINTILAR
Mehmet BİLDİRİCİ
Bugün Konya Fuarı içinde, sekizgen Selçuklu yapısı kapısı doğuya açılan Tac-ül Vezir
Türbesi bulunmaktadır. Çok zarif bir Selçuklu yapısı olan türbenin hemen güneyinde bir
medrese olduğu Konyalı’nın Konya Tarihi sayfa 760 de görülmektedir. Bu yapı bugün
tamamen yıkılmış ve sadece türbe kalmıştır. Konya Tarihi’nde medrese ve türbe içinde
yatanlar hakkında bilgiler yer almaktadır. Ancak Tac-ül Vezir’in kim olduğu konusunda
doyurucu bilgi bulunmamaktadır.
Bu tarihi yapının çevresinde kimileri yazılı kolonlar bulunmaktadır. Doğuya bakan kapısı için
Konya Tarihi’nde kapının mermer söveleri zarif kabartmalarla süslüdür denilmektedir.
Yerinde yapılan ciddi bir incelemede kapı söveleri üstündeki kabartmaların Selçuklu dönemi
öncesi olduğu görülür. Hıristiyanlık ile ilgili altılı rozet ve Malta Haçı bunu doğrulamakta
bunun eski bir yapıdan buraya getirilip kurulduğu anlaşılmaktadır.
1996 Mayıs ayında buradan geçerken, türbenin restore edildiğini, önündeki kolonların
yerlerinden sökülerek yerlere atıldığını gördüm. Durumu hemen Konya Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’ne ve Kültür ve Tabiat varlıkları Koruma Kurulu’na bildirdim. Vakıflar Bölge
Müdürlüğü konu ile ilgilenip konu ile ilgili 10.05.1996 tarihli bir yazı gönderdi.
İki hafta sonra buradan geçtiğimde kolonların kaybolmadan yerlerine dikildiğini gördüm. Eski
yazıtların korunması gerektiğine inanan biri olarak çok memnun oldum. Buradan ilgili
kurumlara teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu yazılı kolonlarla ilgilenmemin sebepleri bulunmaktadır. Sekiz yıl önce bu kolonlardaki
yazılar dikkatimi çekti, ve Konya’daki araştırmalarımın başlangıcı oldu.
1994 yılında görevli olarak Konya’ya gelen Prof. Dr. Thomas Drew Bear ile tanıştım, epigrafik
çalışmalar yapan hocadan bunları okumasını istedim. Kendisi bunları yayınlamak için kopya
etti, fotoğraflarını çekti. Dolaysıyla devletin kayıtlarına geçmiş oldu. Bir özetini de bana verdi.
Kolonlar üzerinde iri harflerle beş satırlık olan yazıt Roma dönemi mezar taşı olup, Türkçe’si
şöyle.
“Sostenes’in oğlu Loukios kendi oğlu Markos, torunu Dadas ve hayatta olan kendisi için bu
yazıtı yazdırdı”
Prof. Dr. Thomas Drew Bear bana yazdığı 30.06.1996 tarihli yazdığı mektubunda 11 satırlık
diğer kolondaki yazıtın Bizans dönemine ait olduğu ve henüz çözemediğini, çözdüğünde
göndereceğini, bunun dini bir şiir olduğunu ifade etmiştir.
Bu kolonlar buradaki bir dini yapıdan mı? ortaya çıkmıştır, yada bir yerden mi? taşınmıştır.
Bilinmez, ancak bu yapının hemen yanında halen Konya Belediyesi tarafından kullanılan eski
evlerinin bahçesinde de eski ve işlemeli taşlar görülmektedir. Bu civarda Selçuklu öncesi bir
yapının olduğu muhakkaktır.
Selçuklu büyük toleransı ile kendi eserleri yanında eskilerini bugüne taşımayı başarmıştır.
(22. Mart 1997- YENİ MERAM KIRKAMBAR)
2
SİLLE’DE ORHAN ARDA İLE BİR GEZİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Arkadaşım ve eski ortağım Mimar Orhan Arda ile bir araya geldiğimizde tarihe, tarihi yapılara
dayalı kültürel konularda birbirimize anlatacak konular kendiliğinden ortaya
dökülüvermektedir. Kendisi çok okuyan, inceleyen, irdeleyen ama yazmayan !! bir kişiliğe
sahip.
Kasım 1996 da İstanbul’a gitmek için Konya’dan ayrılmadan önce, Tarih ve Toplum
Dergisi’nde okuduğuna göre bir yazar ve ziyaretçi grubunun 17. Kasım 1996 günü Sille’ye
geleceğini, ve tarihi kiliseleri gezeceğini, söyleyerek birlikte onlara katılmamızı önerdi.
O gün sabah birlikte Sille’ye gittik. Gelen olmadı. Bizde bu vesile ile kitabeli çeşmeleri,
hamamları, eskiden yapılmış taş göleti, ve mezarlıkları inceledik. Mezar taşlarının mermer ve
güzel olanları var. Taşlarda en eski tarihler H 1187 ye kadar gitmektedir. Hesap yapacak
olursak 1773 yılını bulmaktayız. Bu kişilerin yaşlı öldüğü kabul edilirse Müslüman Türk varlığı
1700 yıllarına kadar inmektedir. Halbuki 1830’lu yıllarda Sille’yi ziyaret ettiği ve kısa süre
kaldığı anlaşılan William Hamilton “Seyahatnamesi”nde Sille’de hep Rumların olduğunu
yazmaktadır. Mezar taşları bunun yanlışlığını göstermektedir.
Sille’yi karakterize eden çeşitli hikayeler de anlatılmaktadır. Bunun biri Orhan Arda’dan, birini
de ben daha önce duymuştum. Cumhuriyet öncesi Vazvaz Dayı, adında yaşlı bir Rum ihtiyar
yol kenarında güneşlenmektedir. Bağlardan üzüm bozup gelenler de Vazvaz Dayı’ya selam
verip geçmektedirler. Diğerlerine pek aldırmaz ama kendi öz yeğeninin de aynı davrandığını
görünce isyan eder, yarı Türkçe yarı Rumca şöyle der.
“Binersin gaydera’ya (eşeğe) gidersin istanbelli’ye (bağlara), yersin ciriği (peyniri), kavinna’yı
(balığı), istefiya’yı (üzümü, Vazvaz dayı ne yaparsın diye sormazsın?
İkinci hikayede şöyle: Aya Eleni kilisesinin çanını bir kartal pisletir. Kilisenin papazı uzun takip
sonu kuşu tutar ve ona şöyle söyler.
“Hıristiyan olsan çanı pislemezsin, Müslüman olsan şarap içmezsin, sen olsa olsa Silleli
olursun”
Gerçekten Sille’nin bütün canlılık ve parlaklığında Rumların izi var. Mübadele öncesi 3500
hane nüfusu ile, çarşısı, sarraf dükkanları, cami ve kiliseleri ile imarlı güzel bir belde. Sille’de
7 cami var. Kilise sayısı Rumlara göre 28 ama, bunlardan 6, 7 sinin yerleri biliniyor.
Sille mektepleri ve medreseleri ile de ünlü. Halen en yaşlı Sille’li Kelleci İsmail Ağa ile
girişteki kahvede çay içerken eli ile gösteriyor, şurada üç medrese vardı diye. Halen boş bir
meydan. Gerçekten Sille’den çıkmış pek çok müderris biliniyor. Tahir Paşa’nın dedesi Ali
Efendi gibi.
Türk mahallesine su getiren Yeşil Efendi hakkında çok şey anlatılmasına karşı hiç bilgi
bulunmamaktadır. O zamanlarda Türk mahallesinde su bulunmuyor veya Rum çeşmelerinden taşınıyormuş. Kelleci İsmail Ağa eski Adalet Bakanı Teyfik Fikret Sılay’ın Yeşil
Efendi’nin torunlarından olduğunu söyledi. Yeşil Efendi’nin kim olduğu ortaya çıkarılmalı diye
düşünüyorum.
Gerçekten Sille bugün Lozan Mübadelesi ile 1924 yılında parlaklığını ve her şeyini
kaybetmiştir. Bugün terkedilmiş çok güzel evler, boş mahalleler, ve cemaatini kaybetmiş iki
cami bunu doğruluyor.
(29.03.1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
3
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
LÜTFÜ TONGUR VE ESKİ MARŞLAR
Mehmet BİLDİRİCİ
Sayın Lütfü Tongur Konya Lisesi 1938 yılı mezunlarından değerli bir büyüğümüzdür. Benim lise
ile ilgili yazılarımı okumuş ve bana mektup yazmış, o yıllara ait kıymetli bilgiler ulaştırmıştır. Bu
konuda kendisine müteşekkirim. Verdiği bu bilgilerin kaybolmaması için Kırkambar’da
yayınlanmasının uygun olduğunu düşünüyorum. Önce kendisini tanıtacak arkasından o yıllarda
çok söylenen iki marşı buraya yazacağım. Diğer bir yazımda onun verdiği bilgiler ışığında
Konya Lisesi’nin ilk öncü kız öğrencilerine değineceğim.
Lütfü Tongur 1918 yılında Simav’da doğmuştur. Konya’da Aile Fotoğrafhanesi’ni işletmiş ve o
günlerden pek çok tarihi fotoğraf bırakmış İbrahim Tongur’un oğludur. 1938 yılında en parlak
döneminde Konya Lisesi’nden mezun olmuştur. Avrupa’da Filoloji öğrenimi için yapılan sınavları
birincilikle kazanmış, İstanbul Üniversitesi Romanoloji Bölümü’nde bir yıl Almanca derslerine
devam etmiştir. Kendi ifadesine göre Hitler silahları patlatıyor, Avrupa yolu kapanıyor.
1945 yılında Veteriner Fakültesi’nden Askeri Veteriner olarak mezun oluyor. Kendi isteği ile
1955 yılında Ordu’dan ayrılıyor. Ankara’da veteriner olarak çalışıyor. 1974 yılında emekliye
ayrılıyor. Halen emeklilik yaşamını Yalova’da sürdürmektedir.
Değerli büyüğümüzün hayat hikayesinden sonra 1930’lu yıllarda okullarda söylenen 19 MAYIS
ve Konya Lisesi İzci marşlarının sözlerini yazıyorum.
19 MAYIS MARŞI
Sağlam vücut irade / Temiz olan Türk kanı
Birleşerek yarattı /Türklük denen inanı
Bu inanı saygı ile anarız / Türk’e uygun olmayan
Eski güne yanarız
Bu inançla tutuşan /Ülkü arkadaş bize
Kutlu Ondokuz Mayıs /Yazıldı kalbimize
Şiirin yazarı Lütfü Tongur, marşı besteleyen Müzik öğretmeni Arif Şahap Ökten
KONYA İZCİ MRŞI
Biz cesur izcileriz / Olsak da çiçek gibi
Hisli bir kalp sahibi/ Yine herkesten eriz
Biz her dileğimizi/ Kendimizden dileriz
Görenler bilsin bizi / Biz Konya izcileriyiz
Şu dağlar aşılmalı / Dağılalım düzlüğe
Kim şen kim dertli diye / Vatan dolaşılmalı
Görenler bilsin bizi / Konya izcileriyiz
Görenler görsün bizi /Lise izcileriyiz
Arif Şahap’tan önceki müzik öğretmeni Kadri Bey tarafından bestesi yapılmıştır.
Ağabeyi Osman Nuri Tongur, Konya Sultanisi son sınıfından ayrılmıştır. Evleri Alaaddin
tepesinin hemen doğusunda bugün meydan olan yerde idi. Babası İbrahim Tongur Edirne
İdadisi mezunu, Konya’da 1926 yılında Mevlana Müzesi açılınca buraya atanıyor. Bir ara Konya
Lisesi’nde Tabiiye derslerine giriyor. (YENİ MERAM KIRKAMBAR 29.03.1997)
4
KARAMAN’DA ERMENİ TOPLUMU ve İZLERİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Klasik çağlarda ismi LARANDA (Larende) olan Karaman’ın varlığı M.Ö 334 yılında Büyük
İskender’in Küçük Asya (Anadolu) seferinden beri bilinmektedir. Bugün il merkezi olan
Karaman’da en önemli gelişme Karamanoğulları döneminde (1256-1465) meydana gelmiştir.
Günümüz tarihi eserlerinin büyük bölümü bu dönemden kalmadır.
Karaman il merkezinde, Karamanoğlu ve Osmanlı dönemlerinde Ermeni toplumunun yaşadığı
bilinmektedir. Konu ile en eski belge 15. yüzyıla aittir. Fatih Sultan Mehmet 1465 yılında
Karaman’ı fethettikten sonra 1479 yılında Ankara Başepiskoposu, Nicolas I (1478-1489)
döneminde bölgede yaşayan Ermenileri İstanbul Samatya’ya (1) yerleştirmiştir. Buradan
yöredeki kiliselerin Ankara’ya bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu göç sonrası Karaman’da
yaşayan Ermeni kalmış mıdır?. Bu konuda elimizde bilgi yoktur. Ancak 20. yüzyıl başlarında
Karaman’a Kayseri’den göç eden bir Ermeni toplumu olduğunu biliyoruz. 1892 Osmanlı
Salnamesinde bölgede 500 Ermeni’nin yaşadığı, iki Ermeni Okulu ve bir Ermeni kilisesi olduğu
belirtilmektedir.
“Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler” adlı Fransızca kitapta (2) bölgede 1245 kişinin yaşadığı,
bunların Kayseri’den göç ettiğine Nötr Dame (Meryem Ana) adlı bir kilisenin bulunduğu
konusunda bilgiler vardır.
Gerçekten Karaman’da Osmanlı döneminde bazilika tarzında yapılmış büyük bir Ermeni kilisesi
bulunmaktadır. Karaman’ın tanıtım broşürlerinde yer alan yapı “Çeşmeli Kilise” olarak bilinir. Bu
ismi almasına sebep melekli mermer çeşme taşı olup, bu taş Karaman Müzesi’ndedir.
Çeşmeli Kilise, Cumhuriyet döneminde bir süre Hapishane olarak kullanılmış olup günümüzde
Müze yapılması düşünülmektedir. Kilisenin batı cephesindeki pencerenin üstünde Ermenice
kitabesi görülmektedir. Bu kitabe yörede görülebilen tek Ermenice kitabedir.
Kitabe henüz okunmadığı için kilisenin mimarı ve yaptıranı hakkında bilgi yoktur. Ancak bazı
kaynaklardan mimarın konusunda uzman bir kişi olduğu anlaşılmaktadır. (3) Karaman yakınında
Karadağ’da Binbirkilise olarak bilinen buraya özgü mimari tarzda yapılmış Erken Bizans
dönemine ait pek çok kilise kalıntısı bulunmaktadır. Bu yapılar bölgede araştırma yapan sanat
tarihçisi ve arkeologlar tarafından Avrupa’ya duyurulmuş ve büyük ilgi uyandırmıştır.
Çeşmeli Kilise’nin (Notre Dame- Meryem Ana) mimarı bu eski yapıları örnek alarak kilisenin
yapımını 18. yüzyılda gerçekleştirmiş ve böylece kültürler arası bir köprü oluşturmuştur.
Çevrede Fisandon (Dereköy) Camii olarak bilinen ve 11. yüzyılda yapıldığı sanılan kilise
yapısında Ermeni mimarisinden izler görülmektedir. Çeşmeli kilisenin kitabesinin okunması ve
planını çizilmesi ile yeni bilgiler ortaya çıkacaktır.
Kaynaklar:
1.Tuğlacı, Pars, Armenian Churches in İstanbul, s. 56
2.Kevorkyan R Les Armeniens 3.173
3.Eyice Semavi, Karadağ ve Karaman’da Arkeolojik incelemeler
RESİMLER
Karaman’dan eski bir görünüş
Dereköy Camii (M. Bildirici arşivi)
Karaman Kilisesi kitabesi (Sarkis Çerkezyan arşivi)
(04.04.1997 – AGOS)
5
KONYA ÖĞRETMEN OKULU MEZUNU
SIRAÇ AYDIN TAŞBAŞ
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’da uzun yıllar ilkokul öğretmenliği yapan ve geçen yıl aramızdan ayrılan, Sıraç Aydın
Taşbaş (1900-1995), 1926 yılında Konya Öğretmen Okulu’ndan mezun olmuştur. Bir yakınına
not ettirdiği anıları o günlere büyük ışık tuttuğu için bir yazı yapmaya değer görünüştedir. İleri
araştırmalar için kaynak niteliğinde olacaktır.
Konya Erkek Öğretmen Okulu o yıllarda bugünkü Konya Lisesi binasında idi. Okulun açılış tarihi
1875 ve kapanışı 1934 yılıdır. Bu okuldan Taşbaş 1926 yılında mezun olmuştur. Diplomasında
Okul Müdürü olarak Halit Ziya (Kalkancı), Müdür Muavini olarak Sadettin Nüzhet (Ergun), Maarif
Emini olarak Avni Bey’in imzası bulunmaktadır. Sıraç öğretmen şunları anlatmaktadır.
“Ben 1926 yılında mezun oldum. Okul 4 yıllık idi, 5 yıl yaptılar. 1918 yılında önce İngilizler geldi,
öğretmenleri okuldan dışarı çıkardılar, sonra İtalyanlara devrettiler. Daha sonra okul tahta perde
ile ikiye bölündü. Bir yanında Erkek Öğretmen Okulu, diğer yanda Askeri İdadi vardı. Askeri
İdadi İstanbul Halıcıoğlu’na nakledilince tüm bina Öğretmen Okulu’na kaldı. O yıllarda Konya
Lisesi bugünkü Karma Orta Okul’da idi.
İdareci ve hocalarını şöyle belirtmektedir.
Müdür
: Halit Ziya (Kalkancı)
Türkçe
: Vali Kazım Bey
Edebiyat
: Sadettin Nüzhet (Ergun)
Din Dersleri
: Abdullah Efendi, Gani Efendi
Ruhiyat ve Terbiye : Namdar Rahmi (Karatay)
Hesap
: Mahmut (Arap asıllı)
Hendese
: İhsan
Fizik-Kimya
: Mithat (İli)
Nebatat ve Ziraat : Sadrettin (Karatay)
Hayvanat
: Faik Soyman
Biyoloji
: Faik
Coğrafya
: Ekrem
Resim
: İsmail hakkı Tonguç – Ressam Sami
El işleri
: Asım (Tabanlı)
Fransızca
: Edip Ali
Terbiye Tarihi
: Refet – Ferid (Uğur)
Müzik
: Arif Şahap (Ökten)
1921 yılında Müdür Şeref Bey Şam’dan gelmişti.
Fransızca Hocası Edip Ali’nin ilginç öyküsü şöyle; Afyon’un işgali üzerine Afyonluların bir kısmı
Akşehir’e bir kısmı Konya’ya gelir. Edip Ali aşık olduğu kızı bulmak için önce Akşehir’de görev
alır. Aradığı kıza bulmak için Konya’ya gelir, kızı bulamayınca Afyon’a geri döner.
Mithat İli hakkında da şunları hatırlamaktadır. Bilgisi çoktu, sıkı disiplin uygulardı. İlk defa derste
araç gereç kullanan hoca idi. Nazım paşa’nın oğlu Mithat İli’den geçemedi, hakimler savcılar
bunun için okul müdürüne akın ettiler. Askeri okula gideceğini taahhüt edince geçer notu aldı ve
askeri okula gitti.
Sıraç öğretmenin anılarında ileri araştırmacılar için ilginç noktalar bulunmaktadır. Cumhuriyet
öncesi Konya’da bir Askeri İdadi vardır. Celalettin Ali İmer’i anılarında bu Maltepe Askeri
İdadisi’dir. Hüseyin Köroğlu’nun “Konya Lisesi Tarihi”nde Manastır İdadisi’dir. Sıraç öğretmen
isim vermemekte ama bir Askeri İdadi olduğunu doğrulamaktadır. Binanın Mimari Muzaffer
Bey’dir, binanın bitmesine yakın felç olmuştur. Sedye ile getirilir inşaatı kontrol ederdi diye
anılarını tamamlamaktadır.
(05.04.1997 –YENİ MERAM KIRKAMBAR)
6
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
CELALEDDİN ALİ İMER
Mehmet BİLDİRİCİ
Celaleddin Ali İmer, uzun yıllar Konya'da eğitime hizmet etmiş, değerli bir kişidir. Vatanperver
lakabı verilmiş hocamız, uzun yıllar çeşitli okullarda ve bu arada 1936-1950 yılları arasında da
Konya Lisesi'nde bu görevi sürdürmüştür. Hoca'nın çok ilginç hayat hikayesi aynı zamanda bir
dönemi de göz önüne sermektedir. şimdi bu hayat öyküsünü araştırmalarımdan ve özellikle
Hoca'nın bugün hayatta olan kızı Güzin Atademir Hanımefendi’nin bana lütfedip yazdığı
mektupta yazdıklarından özetleyeceğim.
Mevlana sülalesinden olan Celaleddin Ali İmer 1885 yılında Konya'da doğmuştur. Konya
İdadisi’nde okumuş, ancak mezun olduğu yıl belirlenememiştir. Bunun ardından Konya'da açılan
iki yıllık Konya Hukuk Mektebi'ne bir yıl devam etmiştir.
Birinci Dünya Savaşının çıkması üzerine ihtiyat zabiti (yedek subay) olarak Ordu'ya katılmıştır.
Kafkas ve Suriye cephelerinde 4 yıl vatana hizmet etmiştir. Savaşın sona ermesi üzerine 1918
yılında Konya'ya dönmüştür.
Güzin Hanım, kendisinden naklen şunları yazmaktadır. Dört yıl vatan hizmetinde bulunduğu ve
bir yılda Hukuk Mektebi'nde okuduğu için kendisine hukuk diploması verilmesi teklif edilmiştir.
Ancak ahlaki anlayışına uymadığı için, bitirmeye imkan bulamadığı bir okulun diplomasını
reddetmiştir. Halbuki o dönemde bu okulu savaş dolayısıyla bitiremeyen kişilere hukuk
diploması verilmiştir. Konya'daki eski avukatların bir kısmı bundan yararlanmıştır.
Konya'ya döndükten sonra Konya'da bulunan Askeri İdadi'de Tarih ve Coğrafya hocalığına
başlamıştır. Güzin Hanım bu askeri okulu Maltepe Askeri Lisesi olarak belirtiyor. O yıllarda
Atatürk'ün de okuduğu Manastır Askeri İdadisi Konya'ya nakledilmiş, ve Konya'da bir askeri
idadi bilinmektedir. Hocalığı sırasında kurulmakta olan Milli Ordu'ya cephane temininde görev
almış ve vatani hizmetine devam etmiştir. Bilahare Konya'da açılan Erkek Muallim Mektebi'nde
(Şimdiki Konya Lisesi binasında) hocalığa devam etmiştir. Bu okulun 1936 yılında Adana'ya
nakledilmesi üzerine bu defa Konya Lisesi'nde görev almıştır.
Konya Lisesi'nde tarih öğretmenliği, emekli olduğu 1950 yılma kadar devam etmiştir.
Vatanperver Celal Bey olarak anılan Hoca 1955 yılında Konya'da ölmüş ve Üçler Mezarlığı'nda
toprağa verilmiştir. Celal Hoca'nın ikisi kız. dördü erkek 6 çocuğu olmuştur. Kısaca bunlar
hakkındaki bilgiler de şöyledir. Sırası ile ;
SEBAHADDİN İMER (1914-1962), 1932 yılı Konya Lisesi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
mezununu.
VEDİA SİNANGİL, Kız öğretmen Okulu mezunu, Derviş Sinangil'in eşi idi.
OĞUZ İMER, Konya Lisesi 1941 yılı mezunudur. Tıp doktoru.
GÜZİN ATADEMİR, İmer'in hayattaki tek çocuğudur. Burada verilen bilgilerin kaynağıdır.
KUBİLAY İMER (1928-1991), Konya Lisesi’ni bitirdikten sonra, İstanbul Hukuk Fakültesinden
mezun olmuş ve serbest Avukat olarak çalışırken 1969, 1973 yıllarında Adalet Partisi'nden ve
1977 seçimlerinde de Demokratik Parti'den Konya Milletvekili seçilmiştir.
Yazdığı mektuplarla Konya için bu önemli bilgileri verdiği için Sayın Güzin Atademir'e teşekkür
ediyorum.
(05.04.1997 -Yeni Meram KIRKAMBAR)
7
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
İLK BAYAN ÖĞRETMENLER
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi ilk defa 1889 yılında Konya İdadisi olarak Türk eğitiminde eşsiz yerini almıştır.
1930’lu yıllara kadar öğrencisi, öğretmeni ve görevlileri ile tam bir erkek okulu olarak
kalmıştır. Cumhuriyetimizin kuruluşunun getirdiği yenilik rüzgarları ile bayan öğretmenler
atanmış, kız öğrenciler alınmıştır. Bugün gayet olağan bulduğumuz bu durum hiçte alışılmış
bir durum değildi. Bunun için herkesin bir kapıdan girmesi sakıncalı bulunmuş, kullanılmayan
okulun kapısı, bayan öğretmenler ve kız öğrencilere ayrılmıştır. Belirli öncü kişiler bunun
böyle olması gerektiğini büyük bir özveri ile topluma göstermişler ve ilk olma şerefini de
kazanmışlardır.
1931 yılından 1938 yılına kadar bu yuvada görev yapmış 7 bayan öğretmenin kısa hayat
hikayeleri, halen Yalova’da yaşayan ve o günlerin önemli olaylarını bana ulaştıran Sayın
Lütfü Tongur’un mektubundan ve Hüseyin Köroğlu’nun Konya Lisesi Tarihi kitabından
yararlanarak vereceğim.
SÜHEYLA HANIM
Ödemiş 1903 doğumlu ve İstanbul Darülfünun Kimya Bölümü mezunudur. Orta kısımda
okutulan Eşya ve Tabiat dersi kalkmış yerine Fen dersleri konmuştur. Süheyla Hanım Orta
kısmın ilk bayan öğretmeni olup 1931-1932 yıllarında Fen derslerini okutmuştur. Soyadı ve
daha sonraki hayatı hakkında bilgimiz yoktur.
KAMURAN HANIM
Kimya öğretmeni Abdülkadir Bey’in ayrılması üzerine kimya derslerine Kız Öğretmen Okulu
öğretmenlerinden Kamuran Hanım 1935-1936 yıllarında kimya derslerini yürüttü.
Bacaklarından rahatsızdı ve yürürken zorlanırdı.
NEZAHAT HANIM
1908 yılında Selanik’te doğdu. Yüksek Öğretmen Okulu mezunu, 1935-1938 yılları arasında
Tarih derslerini yürüttü. Kadrolu olarak lise kısmına atanmış ilk bayan öğretmendir.
MÜZEYYEN ERENSOY (1910-1992)
Beyrut’ta doğmuş, İstanbul Darülfünun Coğrafya Bölümü’nden mezun olmuştur. 1935-1954
yılları arasında uzun yıllar Konya Lisesi Coğrafya öğretmenliği görevini sürdürmüştür. Orta
kısımda bizlerin de öğretmeni oldu, konuları çok ciddi şekilde işler, satır satırda bizden
isterdi. İstanbul Kabataş Lisesi’ne tayin oldu, İstanbul’a yerleşti ve orada öldü.
İHSAN TAMER
1906 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Darülfünun Kimya Bölümü’nden mezun oldu. 19361940 yılları arasında Kimya öğretmenliği görevini yürüttü.
HATİCE HANIM
Malkara’da doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. Konya Lisesi Orta kısmında Fen derslerini
okuttu.
FEVZİYE HANIM
Edebiyat, Türkçe öğretmeni Pertev Naili Boratav’ın (1907) yıl ortasına Avrupa’ya
gönderilmesi üzerine Kız Öğretmen Okulu Türkçe öğretmeni Fevziye hanım Türkçe derslerini
yürüttü. Sıfırcı Fevziye olarak tanınırdı.
(YENİ MERAM KIRKAMBAR- 05.04.1997)
8
KONYA LADİK’TE BULUNMUŞ İLGİNÇ KİTABELER
Mehmet BİLDİRİCİ
Ladik hakkında yabancı kaynaklardan yararlanarak yazdığım bir yazım daha önce
yayınlanmıştı. Orada Ladik’te okunmuş ancak anlamı ve yorumu yapılmamış pek çok yazıt
olduğunu belirtmiştim.
Bunlardan çok ilgi çekici olan bazılarını Türkçe’ye çevirmesini Prof. Dr. Thomas Drew
Bear’dan rica ettim. Sağ olsun isteğimi kırmadı bunu yerine getirdi. Bu yazımda çok ilginç
olan üçünün çevirisini burada özetleyeceğim.
Bunlardan ilki Ladik’te Hıristiyanlığın serbest kaldığı 4. yüzyılda burada yaşamış ve 315-340
yılları arasında piskoposluk yapmış EUGENIOS’a aittir.
….”Kosessa köylü Kyrillos Keler’in oğlu Markos Ioulios Eugenios, Şehir (Laodicea) Meclisi
üyesidir. Pisidya Valisi’nin dairesinde onurlu bir şekilde askerliğini yapmıştır. Roma Senatörü
Gaios Nestorios’un kızı Flavia Iulia Flaviane ile evlenmiştir. Roma İmparatoru Maximinus
(308-314) zamanında çıkan imparatorluk genelgesine göre Hıristiyan olduğu için askerlikten
ayrılmak ve kurban kesmek zorunda kalmıştır. Diogenes Pisidya Valisi iken işkence
görmüştür.
Hıristiyan inançlarını koruyup Laodecea’da kalmış, Tanrı emrine uyup Piskopos olmuş ve bu
görevde 25 yıl kalmıştır (315-340). Bu süre içinde temelinden ilk kiliseyi kurmuştur. Bunan
için kemerlerini, süslemelerini, heykelcilik işlerini yaptırmıştır. Hayatının sonlarında kendisi
için bu lahdi yaptırmış, kendisi ve ailesi için bu yazıtı yazdırmıştır”
Dünyaca meşhur olan ve Anadolu’nun en önemli yazıtlarından biri kabul edilen lahdin yazıtı
ve fotoğrafı MAMA Vol. 7- 170 de yayınlanmıştır.
Yukarıda detaylı hayat hikayesi verilen Eugenios Ladik tarihinde çok önemli bir kişidir.
İkinci yazıt da gene Laodecea’da (Ladik) bir Çarşı Müdürü’ne aittir. (MAMA Vol. 7-11)
…”Ploution’un oğlu Bassos Çarşı Müdürü (Ladik) ve iyi bir vatandaştır. Görevini rüşvet
almadan yapmıştır. !!! Kıtlık zamanında iki defa şehirden yardım almadan , kendi parası ile
buğday getirtmiş ve ucuz fiyatla halka satmıştır. Şehre pek çok iyilikleri dokunmuş, Çarşıda
bulunan çeşmeye kendi parası ile su getirtmiştir. Clauudilaodicea (Ladik) Meclis ve Halkı
tarafından defalarca onurlandırılmıştır”
Burada bir Çarşı Müdürü hakkında bilgiler vardır. Kentin isminin önüne İmparator Claudius’un
ismi eklidir.
Üçüncü ve son yazıtta Kadınhanı Kolukısa Beldesi’nde Bizans döneminde yaşamış bir din
adamına aittir. (MAMA Vol. 7-587)
…”Asil bir kökten bir dal yetişti, büyük unvan sahibi, mükemmel insan MENANDROS
Yüksek ve adil bir rahip, verimli olan bu topraklarda yatıyor
Ruhu ölümsüz Tanrı katında, Abraham dönemindeki mutlu insanlar gibi
Vatanı onu şereflendirir, halkı onun için iyi şeyler söyler
Eşi KLEOUSE üzüntü içinde ona şöyle seslenir
-Beni yalnız bıraktın gittin dertler içinde
MENANDROS şöyle cevaplar
-Eşim ağlama, kardeşlerimin ruhunu incitme. Beni üzme
Tanrı böyle uygun görmüştür. Hayattan faydalan, Tanrı’ya dua et
Seni dertlerinden kurtarsın, bana güzel şeyler söyle
Pek çoğumuzun farkında dahi olmadığı yazıtlardan birer tarih ve edebiyat çıkıyor. Bu taşları
koruyalım, atılı olarak görürsek ilgililere haber verelim. Tarafımdan Türkçe’leri iyileştirilen bu
metinler arkadaşım Prof. Dr. Thomas Drew Bear tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Değerli
katkılarından dolayı Konya kültürü adına kendisine sonsuz teşekkürler.
(12 Nisan 1997 YENİ MERAM KIRKAMBAR)
9
KONYA LİSESİ 1956 MEZUNLARININ
1997 YILI KORUKENT TOPLANTISI
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi 1956 yılı mezunları Mimar başarılı iş adamı Yaşat Manav'ın öncülüğünde
Korukent'te 17 Mayıs 1997 günü bir araya geldi. Mezuniyetlerinden 41 yıl sonra
gerçekleştirilmiş bir toplantı. 41 kere Mâşâallah demek yerinde olur. 1956 yılı mezunları
yanında bizleri yetiştiren öğretmenlerimiz ve eski bazı ağabeylerimiz de vardı.
Önce Korukent'te yemek yenildi, arkasından özel lüks bir tekne ile Boğaz gezisi ve Anadolu
Kavağı'nda bir akşam yemeği. Çok iyi organize edilmiş bir toplantı, bu konuda gerçekten
Yaşat Manav'ı kutlamak gerekir.
Kimler vardı? Başta bizi yetiştiren hocalarımız Ellili yılların Konya Lisesi Müdürü ve Felsefe
öğretmeni Selman Erdem, eşi gene hocamız Nezahat Hanım rahatsızlığı sebebi ile
katılamadığı için yalnızdı. Müdür Başyardımcısı ve Fransızca öğretmeni Turgut Kargalık ve
eşi meslektaşı Muazzez Hanım ile birlikte gelmişlerdi. Resim Hocamız Nurhayat Evci ve eşi
Rıza Evci aramızda idi. Fehime Hanım (Birekul) Sedef Adası'na taşındığı için gelememiş
selam göndermişti. Hüseyin Köroğlu ve eşi Sevim Hanımın geleceği söylendi ama
gerçekleşmedi.
1956 yılı mezunları arasında gerçekten seçkin bürokrat ve işadamları bulunmaktadır. Vecdi
Gönül, Yücel Edil, Erol Dündar (Danıştay'da Hakim), Prof Dr. Erkmen Böke, Prof Dr. Sezer
Kendi, Dr. Kazım Gedik, Yılmaz Dağdeviren, Ziya Güngör, Alparslan Erbil eşleri ile aramızda
idi.
İş dünyasından başta Yaşat Manav, Hasan Ali Acar, Cevdet Çavuşoğlu, Nevzat Kasaboğlu,
Erol Dündar (Mak.Y.Müh), Besteci Gündoğdu Duran, eski mezunlardan Bayram Camcı,
Merkez Valisi Güner Orbay, Vedat Vefa, Sencer Yurday, daha sonraki mezunlardan Prof. Dr.
Attila Taçoy, Ertan ve Meral Poyra, Bilge Öztürk, Sezer Çetiner, Nihal (Aydınlıoğlu), Rıza
Durakbaşı, eşim Düzay Bildirici ve ben Mehmet Bildirici bu mutluluğu birlikte yaşadık.
Boğaz gezisinde eski günler anıldı. Şarkılar söylendi. Nihal Aydınlıoğlu (Doğan), Erol Dündar
(Mak.Y.Müh), ve Vecdi Gönül'ün müzik ve makam bildikleri ortaya çıktı. Bu üçlünün eşliğinde
birlikte şarkılar birbirini izledi….
Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık…
Eski dostlar, eski dostlar
Sonunda
Ufkunda tarihin en güzel sesi
Yükselen bir yuvadır Konya Lisesi
(12.04.1997 -YENİ MERAM KIRKAMBAR)
10
YENİ MERAM’DA YAYINLANAN KIRKAMBARA
İSTANBUL’DAN MERHABA
Mehmet BİLDİRİCİ
Validenin rahatsızlığı dolayısıyla Kurban Bayramı’nı tüm aile bir arada Konya’da geçirdik.
Güzel bir tatil oldu. Bu vesile ile arkadaşım Mehmet Gündoğdu’yu ziyaret ettim,
KIRKAMBAR’ın YENİ MERAM’da yayınlamağa başladığını. Yazar kadrosunun genişlediğini
ve üniversite ile diyalog içinde olduğunu sevinçle öğrendim. Benim daha önce yayınlanması
için kendisine verdiğim yazılarıma da yer vermiş. Kendisine teşekkür ediyor, başarılar
diliyorum.
Ben bu yazımı İstanbul’dan yazıyorum. Kızımın İstanbul’da çalışması dolayısıyla altı aydan
bu yana bu kentte yaşamımı sürdürüyorum. İki aydan bu yana da Devlet Su İşleri’nin
gerçekleştirmekte olduğu İstanbul İçmesuyu Projesi kapsamında “Yeşilçay Projesi”nde
müşavir olarak görev almış bulunmaktayım.
Yeni yayınlanan KIRKAMBAR’a Konya dışından İstanbul’dan MERHABA diyorum.
Konya’da yayınlanan pek çok yazı ve incelemelerde genelde her şey Selçuklu ve Osmanlı’ya
mal etmek gibi bir eğilim görülmektedir. Bilim adamlarımızın bile bazen yazıları bu yönde
olmaktadır. Gerçekten 13. yüzyıl Konya’sında Selçuklular büyük eserler vermişlerdir. Cami
medrese, han, hamam, türbe gibi yapılarla Konya’yı dantel gibi örmüşlerdir.
Ancak şunu gözden uzak tutamayız. Selçuklu Başkent’i boş bir alan üzerine kurulmamıştır.
Konya ve çevresinde 1.-4. yüzyıllar arasında çok yoğun bir kentleşme dolayısıyla dini ve
sosyal bir yaşam olduğu bıraktıkları kalıntılardan net bir şekilde görülmektedir.
Selçuklu Başkenti Konya, Malazgirt Zaferi öncesi, uzaktan merkezi kötü yönetim, Arap
akınları sonucu kısmen yıkıntı haline gelmiş, yada gerilemiş bir duruma gelmiştir. Bu
yapıların bazen duvarları, bazen bir duvarı ve bazen de taşları tüm Selçuklu yapılarında
kullanılmıştır.
Ben şahsen tüm bu yapıları zaman zaman tek tek gezdim. Özellikle beden duvarlarında
malzeme ve işçilik yönünden farklılık ve zenginliği gördüm. Meraklı olanları bu yapıları bu
gözle tekrar bakmağa çağırıyorum. Tüm Selçuklu eserlerinde az veya çok eski den bir iz
bulunmaktadır. Bu konuda Clement Huart, surların taşları ile yapılan Hükümet Konağı’na
Konya’nın tüm tarihi gömülmüştür diye dert yanmaktadır.
Ben şahsen daha önceki yazılarımda yakalayabildiğim bu kültürel çeşitliliği aktarmaya
çalıştım. Bundan sonra da devam edeceğim.
Aslında Anadolu’yu eşsiz bir kültür mozaiği yapan da bu değil midir? Ayrıca bunların kırılıp
yok edilmesi yerine camii, türbe gibi kutsal yapılarda kullanılması ve ebediyen koruma altına
alınması Selçuklu’nun bir hoşgörüsü değil midir?
İstanbul’dan YENİ MERAM KIRKAMBAR’A MERHABA DİYORUM.
(14.06.1997 –YENİ MERAM KIRAMBAR)
11
ÖNEMLİ BİR YAYIN
ANADOLU’NUN ÜLKESİ, İNSANLARI, TANRILARI
Mehmet BİLDİRİCİ
1993 yılında İngiliz Bilim Adamlarından Stephen Mitchell tarafından Roma ve Bizans
dönemlerini konu olarak ele alan “Land, Men and Gods of Asia Minor” adı altında iki cilt
İngilizce bir eser yayınlanmıştır. Kitabın basımı Clrendon Pres- Oxford 1993.
İstanbul Beyoğlu İngiliz Kütüphanesi’nde gördüğüm kitabı inceledim, kısmen fotokopilerini
aldım. İki cilt bilimsel bir kitap. Birinci ciltte Roma dönemi insanları, tanrıları kentleri
inceleniyor. Tabii bu daha önce burada araştırma ve epigrafik çalışma yapmış, kendisi gibi
yabancı uzmanların bölgede okudukları yazıtlara ve antik yazarların verdiği bilgilere
dayanarak yapılmış çalışmalar.
İkinci ciltte ise Anadolu’da Hıristiyanlığın yükselişi, kurumsallaşması, bunları gerçekleştiren
kişileri, karşılaştığı güçlükler ve tartışmalar, o dönemde görülen ve çarpık kabul edilen inanış
ve mezhepler hep incelenmektedir. Eski din ve kültürlerin etkisi ile çarpık olarak görülen
inanış merkezlerinden önemli birisi Laodeicea’dir (Konya, Sarayönü, Ladik).
Eserde tüm Anadolu’daki önemli olaylar incelenmektedir. Konya ve çevresi hakkında çok
önemli bilgiler yer almaktadır. Ben şahsen yeri geldikçe bu bilgilerden yöremiz ile ilgili olanları
aktarmaya çalışacağım.
Bunları okudukça bu dönemlere ait bazı doğru tarihi bilgiler yanında, pek çok yanlış bilgiye
de sahip olduğumuzu ve bunları araştırmadan ısrarla savunduğumuzu görüyorum.
İkinci bir tespitimde yöremiz hakkında yerli ve yabancı yayınlar arasında bir kopukluğun
olmasıdır. Yabancı araştırmacılar incelemelerini yapmakta, bunları yayınlamakta, gerekli üst
düzey uluslar arası platformlara taşımakta, bunlardan genelde bizlerin haberi olmamaktadır.
Devletin kurumlarının ve çevre belediyelerinin yayınlarına bunlar yansımamakta, bunların
yerine yanlış ve yüzeysel bilgiler konulmaktadır.
Gerçekten Konya’da Türk ve Anadolu’nun bizden önceki dönemlerinin kültürlerine diğer
kentlerden daha fazla ilgi ve alakanın olduğunu görüyorum. Bu farkı Adana ve Muğla
kentlerinde bulunduğum zamanlarda daha iyi algılıyorum.
Ancak böyle kitap ve yayınları izleyip, onu tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Kısır
döngüden kurtulup çağdaş ve bilimsel çizgiyi yakalamamız gerektiğine inanıyorum.
(28.06.1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
12
KÖŞEMDEN
MARMARİS'TEN MUĞLA'YA
ZAMAN TÜNELİNDE YOLCULUK
Mehmet BİLDİRİCİ
Gökova ve çevresi geçen yüzyıl, sıtma hastalığından dolayı, doğal güzelliğine ve zengin su
ve toprak kaynaklarına rağmen çok az kişinin yaşadığı ıssız bir yer idi. Ulaşım Roma
döneminden kalma taş döşemeli dar ve sadece yük hayvanlarının geçeceği yollardan
kervanlarla sağlanırdı.
Bölgede 1856 yılında seyahat etmiş İngiliz gezgin Newton Marmaris'ten Muğla'ya bu
yollardan geçmiş ve yolculuğunu yayınlamıştır. Yazdıkları aynen şöyle (1) :
"Marmaris'ten Muğla bütün yol boyu, köylerden ekili alanlardan yoksun. Yolun büyük bölümü
çam ağaçlarının içinden ve dağ geçitlerinden kıvrıla kıvrıla tırmanıyor. Yaşam izi olarak yer
yer kurulmuş kara TÜRKMEN çadırları!! Ve onların etrafa serpiştirilmiş mezar taşları görülür.
Bu ıssızlığı bozan iç kısımlardan Djova (Cova, Gökova) ve Marmaris limanlarına yük taşıyan
kervanların bir melodiyi andıran çıngırak sesleridir. Orada burada bazı ekilmiş alanlar, orman
çalıları arasındadır. Hiçbir köy görünmez, çok az yoğun bir yerleşim söz konusudur.
Şüphesiz söyledikleri tartışma götürür..!!. Newton acaba nerelerden geçmiştir? Şöyle bir
tahmin yapabiliriz. Marmaris'ten Gökova'ya kadar bugünkü modern yolun yer yer yanından
geçen eski yol, bugünkü ağaçlı yolun üzerindeki eski yol, Kozlukuyu ve buradan Sakar'a
tırmanan eski yol üzerinden Kızılağaç ve Gülağzı yakınlarından Muğla'ya ….
150 yıl içinde nereden nereye?
Kaynak: (1) Paul Benedik Ula
(MUĞLA DEVRİM 25.06.1997)
13
KÖŞEMDEN
AKYAKA'DA BİR SINANMIŞ YER ERENDEDE
Mehmet BİLDİRİCİ
Akyaka'da Kermetur'a inen anayolun (Lütfiye Sakıcı caddesi) doğusunda yaklaşık 200 m de
orman içinde bir sınanmış yer bulunmaktadır. Erendede !!! Erendede kimdir? Ne zaman
yaşamıştır? Elimizde bilgi bulunmamaktadır. Ancak burası, eskiden beri Erendede makamı
olarak bilinmekte ve ermiş bir kişi olduğuna inanılmaktadır.
Son zamanlarda belde sakini, değerli araştırmacı Arkeolog Aziz Albek burada yaptığı
yüzeysel araştırmalarda Bizans dönemi mozaik kalıntısı olduğunu belirlemiştir. İşlemeli taşlar
bugün de görülebilmektedir. Çok büyük olasılıkla bir şapel yeridir.
O halde bu mevki Müslümanlık öncesi de sınanmış bir yer mi idi? Yoksa daha sonra burada
bulunan yapıda bir eren mi yaşadı? Kimdir? Bilinmemektedir.
Ama güzel olan şu ki, Akyaka sakinleri burada toplanır aşure pişirir, yerler ve dağıtırlardı.
Birlikte olur, Erendede'ye dua ederlerdi.
Bunu belirten sanat yönü olan bir yazıt konabilirdi. Bu konuda pek çok bilgili ve deneyimli kişi
burada yaşamakta, en azından belirli zamanlarda gelmektedir. Ama alel acele buraya konan
ve bugün ölen birine dikilen bir mezar taşı doğrusu yakışık almamaktadır.
(MUĞLA DEVRİM -28.06.1997)
14
GÖKOVA TARİHİNE KATKISI OLAN
BİR BİLİM ADAMI GUY MEYER
Mehmet BİLDİRİCİ
Gökova’nın eski dönemlerine ait bilgiler, genellikle yabancı araştırmacıların çalışmaları ve
onların yazılı taşları okumaları ile ortaya çıkmaktadır. Biz bu konuda Gökova olarak şanslıyız.
Çünkü bütün silerde bu konuda yapılmış dokümanlar elimizde.
Bu bilgilerin bizlere ulaşmasında Paris’te yaşayan değerli araştırmacı, bilim adamı Guy
Meyer’in çok büyük katkıları olmuştur. Kendisi Akyaka’da yaşayan Krissi ve Selim Adham’in
arkadaşıdır. Onlara gönderdiği Fransızca ve İngilizce metinler bizlere ulaşmıştır. Son olarak
bana yazdığı mektup ekinde bütün Gökova yazıtlarını içine alan Almanca dokümanları
göndermiştir. Kendisine buradan teşekkür etmek istiyorum.
Elimize geçen bu çok değerli metinler Akyaka’da oturan Suzan ALBEK tarafından Türkçe’ye
çevrilip, bizlere kazandırılmıştır. İtalyan işgal döneminde burada yüzeysel araştırma ve
kısmen kazı yapan Guidi’nin İtalyanca metinleri gene aynı yerde yaşayan Aydın Turunç’un
katkısı ile Türkçe’ye çevrilmiştir.
Çevremizin tarihi konularının derlenmesinde emeği geçen GUY MEYER’in hizmetlerinin
unutulmaması ve yenilerine vesile olması dileğiyle…
(30.06.1997 – DEVRİM)
15
BİR BİLİM ADAMI – THOMAS DREW BEAR
Mehmet BİLDİRİCİ
Ondokuzuncu yüzyıl ve bu yüzyıl başında çevremizde bulunan Grekçe ve Latince yazıtları
okuyan İngiliz ve Alman bilim adamları olmuştur. Bunların içinde en uzun çalışanı William
Calder’dir. Son yıllarda ise Konya’da bu epigrafik çalışmayı yapan tek kişi Prof. Dr. Thomas
Drew Bear’dir.
Aslen Amerikalı olan Drew- Bear, Fransa Lyon kentinde oturmaktadır. Doğal olarak İngilizce,
Fransızca yanında klasik Grekçe ve Latince’yi bilmekte bu arada güzel Türkçe konuşup
yazabilmektedir. Thomas’ı Konya’ya davet eden ve onun gelmesini sağlayan Konya Arkeoloji
Müzesi’nde arkadaşım Arkeolog Osman Ermişler’dir. Osman Bey Hadim Astra’da kazı
yapmış ve Thomas buradaki yazıtları okumuş ve yayınlamıştır. Ben de kendisini Osman Bey
kanalı ile Hadim Astra antik kentinde Ekim 1994 tanıdım.
Konya’da çeşitli yerlerde okunmamış yazıtlar tespit ettiğimi söyledim. İlgilendi, okumak ve
belgelemek istediğini belirtti. Bu şekilde yaklaşık 20 civarında daha önce görülmemiş yazıtları
okudu ve kayıtlara geçti. Bunlardan ikisi Konya Fuarı içinde Tacı Vezir Türbesi önünde, bir
tanesi Hoca Hasan cami iç duvarında, bir tanesi Botsa köyü Bayram İni’nde, bir tanesi
Meram Fidanlık durağında bir bağ evinin bahçesinde , bir tanesi Bordabaşı mahallesi Demirci
Mescidi önünde … vs. Ayrıca “Tarihi Su Yapıları” kitabında fotoğrafını koyduğum tüm
kitabeleri tek tek çözdü.
Thomas Drew Bear 1994 yılında üç gün, 1995 yılında geldiğinde bir gün evimde misafirim
oldu. Kütüphanemde olan yayınları ve Tarihi Su Yapıları adlı kitabımı inceledi. Uzun
sohbetlerimiz oldu. Kendisinden çok şeyler öğrendim. Konuşmalarımızdan çok büyük haz
aldım. Geceleri çok geç yatmamıza rağmen sabah erkenden kahvaltı hazırlamak için
kalktığımda hep onu okur olarak gördüm.
1996 yılında Türkiye’ye gelince telefon etti. Konya’da değildim. Afyon ve Isparta’da çalışma
yapacaktı. Görüşemedik. Konya’ya uğrayacaktı, sonradan gelmediğini öğrendim. Kendisi bu
konularda tüm Uluslararası toplantılara katılmakta tebliğler sunmaktadır.
Thomas bana yazdığı 30 Haziran 1996 tarihli Türkçe mektubunda kendisi hakkında bilgiler
vermektedir. Bir paragrafı aynen alıyorum.
“… sonra Amerika’ya gitmek zorunda idim. Büyük bir proje için. Amerikan Klasik Tarih
Kurumu tarafından Akdeniz memleketlerinin Greko-Romen devrindeki tarihi haritası
hazırlanmaktadır. Bu haritanın ölçeği 1:5000. İran’dan İspanya’ya, İngiltere’den Cezayir’e
kadar tüm Roma İmparatorluğu içinde bulunan memleketleri kapsıyor. Paftalar her
memleketin uzmanlarına dağıtılmıştır. Bana verilen pafta İç Anadolu’yu kapsıyor. Lüzumlu
kitapların tümünü Lyon’da bulamadığım için Amerika’ya gidip Harward Üniversitesi’nde
birkaç hafta çalıştım. Ben bu Üniversite’de okudum. Kütüphanesini iyi biliyorum. Halen orada
çalışan birkaç arkadaşım da var.
Fransa’ya döndüğümde tüm işler beni bekliyordu. Çünkü Amerika’da kaldığım için tüm bu
işleri geciktirmiş idim. Bildiğin gibi her hafta Paris’e gidip Sourbone Üniversitesi’nde
“ANADOLU GREKÇE LATİNCE TARİHİ COĞRAFYASI” diye bir seminer yönetirim. Bunun
içinde her hafta hazırlanmam gerek.
Öyle oldu ki Sevgili Dostum iki mektubuna bu güne kadar cevap yazamadım. Paris’e artık
gitmiyorum. Bunun için zamanım biraz arttı. İstediğiniz yazıtların tercümelerini ve Konya’daki
resmi raporlarımın fotokopilerini gönderiyorum. Bahsettiğin eni yazıtları da çok merak
ediyorum. Önümüzdeki yaz görüşmek dileğiyle size ve Düzay Hanım’a sağlık ve mutluluk
diler ben ve eşim saygı ve sevgilerimizi göndeririz. (30.06.1996)
Değerli Dostum Thomas Drew Bear’in gönderdiği Konya Tarihi ile ilgili çok önemli bilgileri
yazılarım içinde aktarmaya çalışacağım. Orta Anadolu, yani bölgemiz konusunda dünya
çapında bir uzman oluşu ve kendisini yakından tanımamız bir şans diye düşünüyorum.
Çalışmalarının aksamadan devam etmesini diliyorum.
(05 Temmuz 1997 –YENİ MERAM KIRKAMBAR)
16
GÖKOVA-AKYAKA’DA BİR KAYNAK KİŞİ
MUSTAFA AKKAYA
Mehmet BİLDİRİCİ
Çevre ve tarih araştırmalarında yazılı kaynaklar yanında, yörede yaşayan kişilerin de görüş
ve bilgilerine başvurmak gerekir. Gökova-Akyaka’da böyle bir dostum var. Belediye Başkanı
İsmail Akkaya’nın babası Mustafa Akkaya.
Kendisini Akyaka’ya ilk geldiğim 1977 yılından beri tanırım, iyi ahbabız. Bu zaman içinde
çeşitli sohbetlerimiz oldu. Bunları ben hep not ettim. Dedesinin Gereme’den (Ören) geldiğini,
Tavaslıoğlu’nun (Mütesellim Osman Ağa) buradaki emlakini ve hizmetlerini, işçi olarak
yöreye getirilen Müslüman Arapları (Zencileri), köye suyun gelişini ve daha bildiği pek çok
şeyi bana anlattı. Sonra elime geçen yazılı kaynaklar bunları büyük çapta doğruladı.
İşin ilginç yanı, görmeyen gözüne rağmen çevreyi çok iyi tanıyor. Nerede ne olduğunu gayet
iyi biliyor, tarif ediyor. Tabii çocukluğundan itibaren bütün yaşamı burada geçmiş.
Son ziyaretimde bu bilgileri nasıl öğrendiğini sorduğumda bunu şöyle açıkladı. “Ben
küçükken büyüklerin yanına oturur onların anlattıklarını dinlerdim” dedi.
Dostum Mustafa Akkaya örnek alınacak bir baba, görmeyen gözüne rağmen, azimli
çalışması ile ikisi kız, üçü oğlan beş çocuğunu yetiştirmiş, onlara köy içindeki evinin
bahçesinden yer vererek onların ev sahibi olmalarını sağlamıştır. Devamlı radyo dinleyen,
Türkiye ve Dünya’daki olayları yakından takip eden, Mustafa Akkaya son yıllarda biraz
rahatsızlık geçirmiştir.
Kendisine sağlıklı yaşam diliyorum.
(07.07.1997 – DEVRİM)
17
BEYŞEHİR EFLATUN PINAR ANITI
Mehmet BİLDİRİCİ
Beyşehir’in kuzeybatısında Sadık Hacı köyünde Hitit döneminden kalma çok kıymetli bir
anıtsal yapı bulunmaktadır. Bu küçük bir gölet önünde EFLATUN PINAR anıtıdır.
Su göletinin hemen yanındaki bulunan anıt düzgün taşlardan yapılmıştır. Ön yüzünde 7 m
uzunluğunda ve 4,30 m yüksekliğinde cephe röliyeflerle kaplıdır. Tümü 14 parçadan
oluşmaktadır. İki blok üzerinde tahtta oturan bir kral ve kraliçe görülmektedir. Büyük ve kırık
olarak bir aslantaş bulunmaktadır.
Çok ilginç olan EFLATUN ismi Türkler tarafından verilmiştir. Bu isme çeşitli yerlerde de
rastlanılmaktadır. Alaaddin tepesi üzerinde Eflatun Mescidi, Konya-Sille arasında Eflatun
manastırı,.. gibi. Eflatun tarihi bir kişi midir?. İlk çağda yaşamış büyük filozof EFLATUN (M.Ö.
428-348) bilinmektedir. Onun gerçek ismi PLATO’dur. Bu bilge kişinin ismi doğuda Eflatun
olarak benimsenmiştir.
Benim anladığıma göre burada Eflatun anonim bilge bir kişidir. Konya Ovası’nda kanallar
açtırmış, Beyşehir çayının ucunu bağlayarak onu Beyşehir haline dönüştürmüştür. Eflatun
halkın aklının ermediği teknik işleri gerçekleştiren bir bilge kişi.
Hitit İmparatorluk döneminde M.Ö. 13. yüzyıl yapıldığı sanılan anıt 1837 yılından bu yana
çeşitli bilim adamı ve araştırmacılar tarafından ziyaret edilmiş, incelenmiştir. Bu kişiler,
William Ramsay, Fridrich Sarre, 1939 yılından bu yana da H.G. Güterbock, Kurt Bittel, Rudolf
Nauman, E. Laroche, James Melleart, ..dır.
Türkiye’de bulunmuş çok değerli bir Hititolog olan Güterbock anıtı ve anıt hakkında yayınları
inceleyerek aşağıdaki sonuçlara varmıştır.
Anıt kutsal bir pınardır, Hititler döneminde su toplamak üzere yapılmış bir gölettir. Gölet
bendinin güneyinde oyulmuş bir bloğun muhtemelen su çıkış savağı olduğunu ileri
sürmektedir. Şüphesiz bendin ilk durumu röliyefler dışında bugün değişmiş durumdadır.
Konya’da Çatalhöyük’ü ortaya çıkaran James Melleart yaptığı incelemelerde buradaki
figürlerle Beyşehir Fasıllar köyündeki yerde yatar durumda erkek tanrı heykelinin birbirine
benzediği ve bağıntılı olduğunu ileri sürmektedir.
Rudolf Nauman’ın “Anadolu Eski Mimarlığı” adlı kitabında anıtın plan ve görüntüleri
bulunmaktadır. Ayrıca pek çok kitap ve kartpostallarda anıtın fotoğrafı vardır.
Anıtta hiç yazı ve özel simge yoktur. Konya-Ilgın Yalburt, Kadınhanı Köylütolu, Afyon
Emirgazi’de bulunan Hitit anıtlarının kitabelerinde büyük Kral IV. Tuthalya’nın (M.Ö. 13.
yüzyıl) bu yörede tanrıların yardımı ile büyük işler başardığı ifade edilmektedir. Bu anıtında
bu dönemden kaldığı kabul edilebilir.
(26 Temmuz 1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
18
BEYŞEHİR GÖLÜNDEKİ ADALARDA
YERLEŞİM ve ULAŞIM
Mehmet BİLDİRİCİ
Beyşehir Gölü içinde irili ufaklı pek çok ada bulunmaktadır. Bu adaların çoğu gölün batı
sahiline yakın durumdadır.
Bunların en büyüğü gölün kuzeyinde Isparta ili sınırları içinde MADA Adasıdır. Üzerinde
bugün bir mahalle bulunmakta ve yerleşime açık tek adadır. Diğerleri güneye doğru, Eşek
Adası, İğdeli Ada, Aygır Adası, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın Kubadabad Sarayı’nın
karşısında çok küçük bir ada olan Kızkulesi, Hacı Akif Adası, karşı sahilde Gölyaka köyü
(Kıstıfan) açıklarında Kıstıfan Adası’dır. Bu adalardan Mada Adası dışındakilerde bugün
hayvancılık yapılmaktadır.
Tarihi kaynaklarda bu adalarda Bizans, Selçuklu ve Eşrefoğlu dönemlerinde yerleşim olduğu
belirtilir. Eşrefoğlu Bey’inin bu adalardaki eğlencelere katıldığı anlatılır. Gerçekten bu
adalarda yerleşim olmuş mudur? Bunların kalıntıları var mıdır? Göl üzerinde ulaşım olmuş
mudur? Bu yazımızda bunları incelemeye çalışacağız.
12. yüzyılda yaşamış Bizanslı tarihçi Niketas Khoniates’in “Tarih” isimli kitabı elime geçti.
Birinci kitapta Beyşehir adaları konusunda ilginç bilgiler yer almaktadır.
“Bizans İmparatoru Ioannis Komenos 1141 yılında Antalya’ya bir sefer düzenledi. Bu
sıralarda Beyşehir adaları üzerinde Hıristiyan Rumlar oturuyordu. Adalar duvarlarla
korunmuş durumda idi. Adalardaki Hıristiyan halk kayıklarla ticaret yapıyordu. Konya
Selçuklu yönetimi ile dostluk kurmuşlardı. TÜRK GELENEKLERİNİ BENİMSEMİŞLERDİ.
İmparatorun çevreden geçişinde ona düşmanca davrandılar. Konya tarafını tuttular.
İmparator adalara çıkarma yapmak ve onlara haddini bildirmek istedi, ama muvaffak
olamadı”
Peki bu yazılanlar doğrumu? Adalar üzerinde yerleşim izleri var mı? Ben şahsen gölün
kıyılarını incelediğim halde adaları görme fırsatını yakalayamadım. Beyşehir ile ilgili tanıtım
kitaplarında da bu konuda bilgile vardır.
Mada Adası üzerinde büyük bir Bazilika kalıntısı bulunmaktadır. Eşek Adası’nda 20 m x 30 m
ebadında kemerli bir yapı kalıntısı vardır. Aygır ve Hacı Akif adalarında da yapı kalıntıları yer
almaktadır. Kurucaova Gölkonak ve Gölyaka (Kıstıfan) köylerinde ve Kızkulesi’nde Bizans
dönemi yapı kalıntıları izleri bulunmaktadır.
Kıyıda ise Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın yazlık sarayı Kubadabad yer almaktadır.
Burada Prof. Dr. Rüçhan Arık başkanlığında bilimsel kazılar yapılmakta ve doyurucu yayınlar
bulunmaktadır.
(02 Ağustos 1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
19
KONYA’DA İLK İNŞAAT MÜHENDİSLERİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Bilindiği gibi Türkiye’deki ilk Mühendislik Okulu 1773 yılında İstanbul’da faaliyete geçmiştir. Bu
okul 1880’li yıllarda sivil Hendese-i Mülkiye olmuş ve bugünlere İstanbul Teknik Üniversitesi
olarak gelmiştir. Orta öğrenimini Konya’da tamamlayarak mühendislik Okulu’na gidenler, diğer
bir deyişle Konya’dan yetişen ilk inşaat mühendisleri kimlerdir?. Bu yazımızda bunu
inceleyeceğiz.
Konya’da Lise seviyesinde eğitim veren ilk eğitim kurumu Konya İdadisi’dir. Bu sonradan Konya
Lisesi’ne dönüşmüştür. Osmanlı döneminden gelen ve eğitime devam eden ikinci kurum Konya
Sanat Okulu’dur.
Cumhuriyet öncesi Konya İdadisi’ni bitirip İnşaat Mühendisliği öğrenimi gören tek kişi GALİP
TEZÖREN, Konyalı ilk İnşaat Mühendisi kabul edilebilir. Hayat hikayesi şöyledir.
GALİP TEZÖREN (1880-1963)
Konya’da doğdu. 1898 yılında Konya İdadisi’nden mezun oldu. İstanbul’da “Hendese-i Mülkiye”
de eğitim görüp İnşaat Mühendisi oldu. Konya uzun yıllar Anadolu-Bağdat Demiryolları’nda
çalıştı. Emekli olduktan sonra İstanbul’a yerleşti ve orada vefat etti. Sabiha Hanım ile evlenen
Tezören’in iki oğlu vardır. Konya’nın eski müteahhitlerinden RİFAT OTURANÇ’ın dayısıdır.
CUMHURİYET DÖNEMİ
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Konya Lisesi’nden sonra “Yüksek Mühendislik Mektebi”nde
eğitim görüp yurda büyük hizmetleri geçen önde gelen meslektaşlarımı da şöyle:
REMZİ BİRAND (1908-1966)
Karaman’da doğdu. Birand 1950-1960 yılları arasında 3 dönem Demokrat Parti Konya
milletvekilliği görevinde bulundu. Yassıada’da yargılandı.
MEHMET SUMRA (1908-1967)
Ermenek’te doğdu. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nde görev yaptı. Konya DSİ IV. Bölge
Müdürü oldu. Mütevazı, dürüst ve çalışkan bir kişi olarak tanındı.
HİMMET ÖLÇMEN (1911-1969)
Konya’da (Sille) doğdu. Ortaokul mezunu iken Yüksek Mühendislik Mektebi’ne girdi. 1950-1960
yılları arasında 3 dönem Demokrat Parti Konya milletvekilliği görevinde bulundu. Yassıada’da
yargılandı.
RÜŞTÜ ÖZAL (1915)
Konya’da doğdu. 1949 yılında Konya Bayındırlık Müdürü, 1950-1954 arası Demokrat Parti’den
Konya Belediye Başkanı oldu. 1954-1957 arası D.P den Konya milletvekili oldu. 1960-1961
yılları arası Kurucu Meclis üyesi, 1961 yılında İMAR ve İSKAN Bakanı oldu.
1961-1965 yılları arası Cumhuriyet Halk Partisi’nden Konya milletvekili seçildi. Uzun yıllar İnşaat
Mühendisleri Odası Genel Sekreterliği görevinde bulundu.
FAKİH ÖZLEN (1915)
Konya’da (Taşkent) doğdu. Müteahhit olarak çalıştı. 1961-1965 arası C.H.P den Konya
milletvekili ve 1968-1977 yılları arası aynı partiden Konya Senatörü oldu.
20
MAHMUT ATEŞ (1921-1987)
Konya’da (Cihanbeyli Yeniceoba) doğdu. Şarkiyatçı Prof. Ahmet Ateş’in kardeşidir. Konya’da
serbest çalıştı. Kendine özgü davranışları vardı.
KONYALI OLMAYAN İNŞAAT MÜHENDİSLERİ
OSMAN BİBİOĞLU (1912-1974)
Batum’da doğdu. 1951-1957 arası Konya DSİ IV. Bölge Müdürü oldu. Demokrat Partiden 19571960 arası Konya milletvekili oldu. Yassıada’da yargılandı. Daha sonra Seydişehir Alüminyum
Tesisleri işinde “Müşavirlik ve Kontrolluk” işlerini yürüttü.
WALDORP
İstanbul Haydarpaşa Demiryolları’nda çalışmıştır. Alman asıllıdır. Konya Ovası sulamasında
1903 yılında yaptığı ilk keşiften sonra inşaatın yürütmesini yüklenmiş ve işin tamamlanması olan
1913 yılına kadar görev yapmıştır. 1915 yılında Nafıa Vekaleti’nde Fen İşleri Başkanı olarak
görülen Waldorp hakkında daha fazla bilgi sahibi değiliz. Fransızca bilmekte idi.
EDİP SEVİŞ (1912)
İstanbul’da doğdu. 1936 yılında Yüksek Mühendislik Mektebi’ni bitirdi. Çeşitli illerde Bayındırlık
Müdürlüğü görevlerinde bulunduktan sonra Mevlana sevgisi ağır bastığından Konya’ya yerleşti.
Edip Seviş aynı zamanda bir müzik adamı, rebap virtüözüdür. Yeni Meram gazetesinde de
yazıları yayınlanmaktadır.
(16.08.1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
21
NAMDAR RAHMİ KARATAY’IN KARDEŞİ
SADRETTİN KARATAY’IN MEKTUBU
Mehmet BİLDİRİCİ
Küçük yaşlardan beri bilgi ve belge biriktiririm. Bunların bir gün kaybolmaması için yayınlanması
gerektiğine inanıyorum. Bununda en uygun yerinin cefakar arkadaşımız Mehmet Gündoğdu’nun
bilgi deposu olan Kırkambarı. Elimde bir mektup var. Bunun ileri araştırmacıların
yararlanabilmesi için yararlanması için yayınının uygun olduğunu düşünüyorum.
Mektup Konyalı tanınmış fikir adamı ve şair Namdar Rahmi Karatay’ın kardeşi, Sadrettin
Karatay’ın kaleminden ağabeyi hakkında bilgi veren mektup, değerli Hocam Hüseyin Köroğlu’na
yazılmıştır. Sadrettin Karatay lise öğrenimini Macaristan’da yaptıktan sonra orada Ziraat
Mühendisliği öğrenimi görmüştür. Karatay Macarca’dan çevrilmiş çeşitli tercümeleri vardır.
Kağıdı sararmış ve zor okunan mektup aynen şöyledir.
Sayın Hüseyin Köroğlu, kardeşim, efendim
Ankara 24. Ocak. 1959
Mektupla da olsa tanışma fırsatı verdiğiniz için memnun oldum, teşekkür ederim. Ben sizi derli
toplu Yeni Konya’da çıkan yazılarınızdan tanıyorum. Hele soyadınızı pek beğenir, örnek
adlardan sayarım.
Rahmetli ağabeyim Namdar Rahmi Karatay’ın hayatı hakkında size iki kaynak önerebilirim.
Birincisi ölümünü takip eden haftalar içinde, yani 1953 yılının Eylül ayında Yeni Konya’da
epeyce yazı çıktı. Bu arada ben de birkaç nüsha süren bir yazı yazmıştım. Gazete
idarehanesine uğrayarak o yazıyı bulmak zahmetine katlanırsanız daha etraflı bilgi
edinebilirsiniz.
İkincisi ağabeyimin “Geçti Bor’un Pazarı” adıyla 1954 yılında Ankara’da çıkardığımız destan
kitabı belki sizde yoktur, fakat Konya’da pek çok arkadaşta bulmak mümkündür. Çünkü
Konya’ya yüzlerce nüsha gitmişti. Bende mevcudu olsa bir tane hemen takdim ederdim. O
yazının çıktığı Yeni Konya nüshalarını bulamıyorum. “Yeni Politika” adlı Ankara gazetesi oradan
aynen yayınlamıştı. Bu yazı ile destan kitabının önsözünden hülasa ederek size şu malumatı
veriyorum.
Namdar Rahmi, Maarif Vekaleti Şube Müdürlüğü’nden kendi arzu ve ısrarı ile ayrıldı. Önce
Afyon, sonra Bursa Lisesi’ne tayin oldu. Bursa’da tam 12 yıl kaldı ve bu zaman zarfında
liselerde edebiyat, felsefe, sosyoloji okuttu. Her yerde olduğu gibi orada da geniş bir muhit
yapmış, ev alarak yerleşmişti. 1939 yılında Bursa’da evlendi.
Sonra başkentin fikir ve sanat hayatı onu Ankara’ya çekti. 1942 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü’ne
tayin edildi. Buradaki hocalığı 1947 yılına kadar sürdü. Bu arada Türk Dil Kurumu çalışmalarına
katıldı. Derken bir takım rahatsızlıklar baş gösterdi. İstanbul Çapa Kız Enstitüsü’ne geçti. 1948
yılında felç geldi, tedavi oldu, iyileşti. Kitaplıklarda görevlendirildi, ama iyilik devamlı olmadı.
Oysa Üsküdar’da ev alarak çocukları ile birlikte yerleşmiş, iyileşerek çalışacağı günleri
bekliyordu. İyileşse tasarladığı eserlerini, enerjitizm felsefesi konusunda verecekti. 1953 yılında
İzmir’e gittiler. Orada da bir evleri vardı. Fakat hastalığı gittikçe artmış ve onu nihayet 26
Ağustos 1953 günü yere sermiştir.
Konya Lisesi tarihçesini yazmak teşebbüsünde başarılar dilerim. Çok güzel bir teşebbüs
doğrusu. Kitabın tasarlanan hacmi konusunda bir fikrim olmadığı için Namdar Rahmi’yi bu kadar
yazdım. Naci Fikret ve Namdar Rahmi iki ayrı kitapla anılmaya değer şahsiyetlerdir. Ömrüm
olursa ve işlerimden fırsat bulabilirsem bir denemek isterim bu işi.
Bana gelince ben maalesef Konya Sultanisi’ni bitirmeden 1916 yılında Macaristan’a ziraat tahsili
için gittim. Zaman zaman lise ve yüksek tahsilimi memlekette yapsaydım, başka türlü yetişirdim
diye hayıflanırım. Çünkü İdadi Sultani olduktan sonra daha manalı ve iyi olmuştu.
O yıllarda Mehmet Muhlis Bey (Koner), Rasim Haşmet Bey, Salih Şevket Bey, Hamdizade
Abdülkadir Efendi, Mösyö Menda gibi değerli hocalar vardı.
Konya’ya gelişimde sizinle şahsen tanışma fırsatını arayacağım. Selam ve muhabbetlerimi
sunarım.
SADRETTİN KARATAY
(YENİ MERAM-KIRKAMBAR- 23.08.1997)
22
KONYA’DA KÜLTÜRE HİZMET EDENLERE BİÇİLEN DEĞER
ARKEOLOG KORUMA KURULU MÜDÜRÜ AYHAN ALP
Mehmet BİLDİRİCİ
Kültürel varlıklarımız ileriye bırakacağımız en büyük mirasımız. Tabii ürettiklerimizle beraber
eskiden gelenlerle birlikte. Bazılarımız insanların günlük ihtiyaçlarının daha önemli olduğunu
savunur. Gayet tabii eve ekmek götürmenin çok güçleştiği zamanlarda kültür ve sanatla
uğraşılmaz. Asgari sorunlarımız çözülmüş olduğunda bizlerin bizden sonrakilere bırakacağımız
miras kültür varlıklarıdır.
Bunları şunun için yazıyorum. Kültür Varlıklarımızı yasal platformda koruyan (Tabiat ve Kültür
varlıkları Koruma Kurulu Müdürü) bir Müdiremiz vardı. Arkeolog Ayhan Alp. Eşimin ve benim
Konya Lisesi’nden arkadaşımız ve benim uzaktan akrabam. Bu konuda büyük emek ve çabaları
oldu.
Bende tarihi su yolları ve eski kentler konusunda çalıştığımdan sık sık ziyaret eder görüş alış
verişinde bulunurdum. Her ziyaretimde benimle ilgilendi, bana destek verdi, bilgi verdi. Kaynak
yayınlardan haberdar etti.
Ben de daha sonra gezip incelediğim ve gördüğüm kültür varlıklarını yazı ile onlara bildirdim.
Hep ilgilendi. Bu şekilde onun gayret ve yardımı ile başvurduğum Karaman Ayrancı Divaz
(Pınarkaya) köyündeki tarihi kültür değerleri (antik kent) koruma altına alındı. Sille’de Kriyakon
kaya kiliseleri incelendi ve kayıtlara geçti.
Karapınar Karacadağ’da bulunan kültür varlıkları ve eski eserlerden alınmış yapı taşları ile
yapılmış evler çok geniş alanı kapladığı için fazla bir şey yapılamadı.
Ayrıca Nimet Uzluk’un başkanı olduğu Konya Anıtlar Kurulu Konya Şubesi’nde zaman zaman
bir araya geldik. Kurulumuzun Ankara genel Kurullarında başkanımız Nimet Uzluk ile birlikte
temsil etti. İki hanım birlikte Konya için ne güzel bir imaj !!!
Bu sıralar çalışkan dürüst ve çalışkan bu bilgili Hanım’ın görev yeri değiştirilmiş, uzak bir yere
tayini yapılmıştır. Tabii bu kendisini ve bizi ziyadesiyle üzmüştür. Mahkemeye vermiştir. Kazanıp
yerine döneceğini umuyoruz.
Ama asıl kaybeden Konya’dır, Konya’nın kültür varlıklarıdır. Bunun yapılmamış olmasını aksine
teşvik ve desteklenmesini umardık.
Ayrıca erken yaşta kaybettiğimiz eşi Arkeolog Gürbüz Alp’in aynı konularda yaptığı hizmetleri ne
çabuk unutuldu.. !!!
(30.08.1997 – YENİ MEAM KIRKAMBAR)
23
MİMAR MUZAFFER ERDOĞAN’IN HÜSEYİN KÖROĞLU’NA MEKTUBU
Mehmet BİLDİRİCİ
Bugün de Konyalı aydınlardan Konya Lisesi’nde uzun yıllar öğretmenlik yapan Hamdizade
Abdülkadir Erdoğan’ın oğlu Mimar Muzaffer Erdoğan’ın (1916-1985), Hüseyin Köroğlu’na
yazılmış bir mektubunu yayınlayacağım. Sararmış kağıtlarda zor okunur bu mektupta Konya
tarihi konusunda ilginç bilgiler yer almaktadır.
Sayın Hüseyin Köroğlu
İstanbul 29 Kasım 1962
Mektubunuzu aldım. Konya Eğitim Enstitüsü fizik öğretmenliğine tayin olduğunuzu bildirmenize
memnun oldum. Konya Lisesi Tarihi hakkındaki notlarınızı, tefrikaya başlama teşebbüsünüz ise
cidden takdire değer, inşallah onu da mütekamil hale getirerek kitap halinde bastırmak
müyesser olur.
Size evvelce İdadi Müdür Yardımcısı Musa bey merhumun muhtasar hal tercümesini
göndermiştim. Ayrıca bir fotoğrafını da tedarik edeceğimi kuvvetle ümit ediyorum. 1913
senesinde Garabed Solakyan fotoğrafhanesinde çekilmiş büyük ebatlı bir fotoğrafta o zamanki
Konya Sultanisi muallimleri ile son sınıf talebelerinin grup halinde resimleri görülmektedir.
Koleksiyonunuzda olup olmadığını bilmiyorum. Tefrikaya bir an önce başlamanız bir çok
bakımlardan ve bilhassa eserinizin zenginleşmesi yönünden yerinde olur.
Son yıllarda inşaat işleri ile ilgilenmeniz dolayısıyla mimari mevzulardan zevk duymanız cidden
mucibi memnuniyettir. Kayserili Mehmet Ağa’ya ait yazdığım kitap hakkındaki düşünceniz çok
yerinde ve doğrudur. Onun eserlerine dair kroki, plan, resim ve sair kilişeleri koymak iyi olurdu.
Mimar merhum Muzaffer Bey hakkında evvelce aylık ansiklopedi ve Yeni Konya’da bazı
yazılar yazmıştım. Fakat bunlar tatmin edici sayılmazlar. Elimde hakkında pek çok doküman
olduğu halde nedense bazı engeller yüzünden onu kitap haline getirmek zorlaşıyor. Bunların
başında Konya’da bulunmamak gibi bir talihsizlikte yer almaktadır. Bu bahtsızlığı biz burada
başka mimarları tetkik etmeye özenmekle telafi etmeye çalışıyoruz.
Bir mani çıkmaz ise Laleli camii, yeniden yapılan Fatih camilerini Türk sanat alemine
kazandıran, Sultan III. Mustafa’nın baş mimarı Mehmet Tahir Ağa’yı kitap halinde bastırmak
istiyorum.
Konya’da açılan iki yeni ilim müessesinin (Eğitim Enstitüsü ve Yüksek İslam Enstitüsü) açılışı
beni çok memnun etti.
Konya Lisesi benim de tahsil hayatımın mühim bir kısmının geçtiği yerdir. Babam Abdülkadir
Erdoğan (1879-1944) Konya Öğretmen Okulu’ndan 1906 yılında mezun olduktan sonra, 19121932 yılları arasında Konya Lisesi ve diğer okullarda Arapça, Farsça derslerini yürüttü. 19321943 yılları arasında İstanbul’da İslam Eserleri Müzesi’nde görev yaptı.
Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Muzaffer Erdoğan
(YENİ MERAM KIRKAMBAR 13.09.1997)
24
SELÇUKLU MİMARI KÖLÜKYAN KİMDİR?
ABDULLAH OĞULLARININ KADERİ
Mehmet BİLDİRİCİ & Sarkis SEROPYAN
Selçuklu Veziri Fahrettin Ali (ölümü 1286), 13. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış pek çok eserde
imzası olan bir devlet adamıdır. Sahip Ata’nın eserlerinin Mimarı Kölük bin Abdullah’tır. Yerli ve
yabancı kaynaklarda onun üstün mimari tekniğinden bahsedilir.
Selçuklu döneminin bu önemli mimarının kimliği ve kökeni hakkında doyurucu bilgiler
bulunmamaktadır. Biz bu müşterek yazımızda Kölük bin Abdullah’ın kim olduğu konusunda
değişik yöntem deneyerek konuya açıklık getirmeye çalışacağız.
Kölük bin Abdullah, Abdullah oğlu Kölük anlamına gelmektedir. Müslümanlığı seçen kimselerin
babaları Allah’ın oğlu anlamında Abdullah olarak belirtilir. Sahip Ata’nın Konya’da yaptırdığı üç
eserde Kölük bin Abdullah’ın imzası bulunmaktadır. Bu ibare “Amel-i Kölük bin Abdullah” olarak
yer almaktadır.
a) İnce Minare Medresesi; en güzel Selçuklu eserlerinden olup cephesine Kuran’dan ayetler
kazınmıştır.
b) Nalıncı Baba Türbesi; halen mevcut değil 1927 yılında ortadan kaldırılmıştır.
c) Sahip Ata Külliyesi; bir kısmı ayakta, Sahip Ata’nın türbesi bunun içindedir.
Bu eserlerin yapılış tarihleri yaklaşık 1250-1280 yılları arasıdır.
Yine Sahip Ata’nın yaptırdığı iki eserde
KALUYAN EL KONEVİ” isimli bir mimarın ismi
geçmektedir. Bunlar
a) Ilgın Kaplıcası, buradaki imza “Amel-i Kaluyan”
b) Sivas’ta Gök Medrese; burada imza “Amel-i Kaluyan ül Konevi” olarak geçer.
Bu iki mimarın aynı kişi olduğunu savunanlar olduğu gibi, ayrı kişiler olduğu da savunulur. Ayrı
kişiler olarak düşünüldüğünde Kölük bin Abdullah’ın Müslümanlığı seçtiği, Kaluyan’ın ise
Hıristiyan olarak kaldığı görülmektedir. Bir belgeye dayanmadan Kölük’ün Hıristiyan Türk olduğu
ve Kölük kelimesinin Türkçe olduğu savunulmuştur.
Mevlana hakkında bilgiler sunan Ahmet Eflaki’nin “ Menakib-ül Arifin” (Ariflerin Menkibeleri) adlı
eserinde Kaluyan’ın Rum ve Ressam olduğu belirtilmektedir.
O dönemde farklı tarihlerde benzer isimde mimar ve taşçı ustalarına da rastlanılmaktadır. 1225
yılına yaptırılan Antalya surlarında “Kölükyan bin Simbad” ve “Kelüki” isimleri görülmektedir.
Simbad ismi eski Ermeni krallarından birinin adıdır. 1256 yılında yaptırılan Bünyan Ulu Camii
içinde “Kaluyan bin Karabuda” isimleri geçmektedir.
Türk İslam sanatında sıkça rastlanan Kölükyan ile benzerlik gösteren bir isimde, Zeki Sönmez’in
“Başlangıcından 16. yüzyıla kadar Türk-İslam mimarisinde sanatçılar” (Türk Tarih Kurumu 1995)
isimli eserinin 19 sayfasında geçmektedir.
1339 tarihinde Emir Ertana’nın eşi tarafından Suli Paşa’ya yaptırılan Kayseri’deki Köşk
Medresesi’nin yapımında çalışan Kaluyan bin Lokman (?) adlı ustanın taşlar üzerine imza
yerine kazdığı işaretlerin diğer ustalardan farklı olmaları ve Ermeni harfleri ile benzerliği ilgi
çekicidir.
Kölükyan ile isim benzerliği gösteren Kayseri’de Kölük Camii ve Medresesi ve Konya’da bugün
yeri belli olmayan Kölük bağı dikkat çekicidir.
(26.09.1997 – AGOS)
25
BOZKIR ZENGİBAR KALESİNDEKİ KENTİN
KARANLIĞA GÖMÜLMESİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Isaura antik kenti olan Bozkır Zengibar Kalesi için daha önce Kırkambar’da yazılarım çıkmıştı.
Bu yazımda da aynı konuya gireceğim. Burada iki isimde iki kent üst üste bulunmaktadır.
Isaura, yada Isaura Palea (Eski Isaura) ve Leontopolis. Leontopolis Bizans İmparatoru Leon’un
adından gelmekte, Aslanlar Kenti anlamına gelmektedir. Bu konuda önceki yazımızda önemli
açıklamalar bulunmaktadır. Bunlara aşağıdaki bilgiler eklenebilir.
İsyanın bastırılmasının ardından 359 yılında Bassidius Lauricis bölge valisi olur. Bu makama
367-375 yıllarında Vranius ve 382 yılında Matronius bölge valisi olur. Zengibar Kalesi’nin
güneyinde bulunan Yazdamı köyünde bulunan bir yazıtta bu defa bu göreve Valentianus
getirilmiştir. (A. Hall, Anatolian Studies )
KENT ÇEVRESİNDE KALINTILAR
Isaura gibi büyük kentlerin çevresinde de kentin uzantıları görülmektedir. Kent merkezi dışında
benim tespit edebildiklerim şöyledir.
Ulupınar ve Acılar köylerinde buradan götürülüp evlerde kullanılmış mermer mimari parçalara
rastlanılmaktadır.
Yazdamı köyünde önemli bir yazıt İngiliz Arkeolog Alan Hall tarafından görülmüş ve
yayınlanmıştır.
Gene Göksu nehri kıyısında Yelbeyi köyünde mezarlar ve bunlar üzerinde kabartma resimler
olduğu söylenmektedir.
Hisarlık köyünde eski taşların kullanıldığı görülmektedir. Köyün halen kullanılmayan ve bölgenin
en eski camilerinden olan yapı görülmeğe değerdir. Yanına yeni Camii yapılmıştır. Eski Camii
mutlaka restore edilmelidir.
ASARLIK SARNICI
Hisarlık beldesinin 3 km güneyinde 1400 m kotlarında Göksu nehrinin kuzeyinde Roma
döneminden kalma ve halen kullanılan ve sanat değeri çok yüksek olan bir sarnıç
bulunmaktadır. 2,5 m x 2,5 m ebadında çok düzgün taşlardan yapılmıştır. İçinde yatar şeklinde
Su Tanrısı kabartması ve üzerinde yazı vardır. Çevresinde kaya mezarlar olduğu
belirtilmektedir.
28.09.1994 günü yaptığımız dağcı arkadaşlarla yaptığımız gezide Belediye Başkanı burada
kurulu olan pompadan beldeye su basmak için çalışan ekibin başında idi. Su muhtemelen
sarnıca galeri ile geliyordu. Hava kararmaya başladığı için fotoğraf çekip belgelemediğimiz bu
eşsiz yapı mutlaka koruma altına alınmalıdır.
(11 Ekim 1997- YENİ MERAM KIRKAMBAR)
26
KONYA OVASI SULAMASINDA PROJE ÖNCESİ ÇALIŞMALAR
Mehmet BİLDİRİCİ
Beyşehir Gölü’nden aldığı suyu Konya Ovası’na taşıyan sulama şebekesi 1908-1913 yılları
arasında gerçekleştirilmiştir. Burada Konya Valisi ve daha sonra Sadrazam olan Ferit Paşa’nın
büyük emek ve gayretleri vardır.
Bu konuda daha öncede çalışmalar bulunduğu açıktır. Ancak bu konuda net bilgilere sahip
değiliz. Bu konuda elime ulaşan dokümanları tekrar değerlendirip, tekrar incelemeye
çalışacağım. Konya için çok önemli bir konu olduğu için tekrar yazmanın faydalı olduğunu
düşünüyorum.
Konya Ovası sulamaları ile ilk çalışmaların 1819 yılında Konya Valisi Çelik Mehmet Paşa
tarafından gerçekleştirildiği tüm DSİ kaynaklarında yer almaktadır. Çelik Mehmet Paşa Konya
Ovası’nı sulamayı amaçlamış, Suğla Gölü’nü bir rezervuar (depo-gölet) olarak düşünmüş ve ,
bunun için Suğla Gölü’nün tabanında bulunan “Büyük Arvana Düdeni”ni kapattırmıştır. Ancak
yapılan iş gölün seviyesini kabartmış ve ekilecek alanları su basmıştır. Ayrıca bataklığa da
sebep olduğu için çevre halkınca tepki ile karşılanmıştır.
Bu bilgilerin başka kaynaklarca da doğrulanmasını istedim, ama ulaşamadım. Çünkü burada bir
çelişki görülmektedir. Konya Valisi Çelik Mehmet Paşa 1765 yılında vefat etmiş ve Konya içinde
yaptırdığı Ovaloğlu Camii’ne gömülmüştür. 1819 yılında Çelik Mehmet Paşa hayatta değildir.
Yada 1819 yılındaki Vali başka kişidir. Yada 1819 tarihi yanlıştır?
1871 yılında Konya Valisi İzzet Paşa da Suğla Gölü’ndeki düdenleri kapattırmak istemiş ancak
başarılı olamamıştır (?).
1873 yılında Çerkes Hafız Mehmet Paşa Beyşehir Çayı’nın mecrasını değiştirip, Suğla Gölü’nü
kurutmak istemiş, ancak sonuç alamamıştır. Mehmet Paşa’nın bu düşüncesi sonradan
uygulanan projeye en yakın olanıdır. Daha sonra Ferit Paşa’nın gayretleri bugün mevcut olan
proje uygulanmıştır.
Bu konuda değerli Hocam Hüseyin Köroğlu’nun 1958 yılında YENİ MERAM’da yazdığı makale
kendisi tarafından bana verilmiştir. Çok ilgi çekici makaleye burada aynen yer verilmiştir.
60 YIL ÖNCE KONYA OVASI SULAMASI
Hüseyin KÖROĞLU
Konya’nın en önemli, en büyük davası şüphesiz su ve sulamadır. Bu geniş ova yağışlı
mevsimlerde bereketli bir mahsul alır, halkının yüzü güler, her yer düğün bayram olur. Ama
kurak yıllarda halk kıtlık ve yokluk içinde kıvranır. Bu Konya’nın ezeli kaderidir.
Bu toprağın insanları kaderin mahkumu olmaktan kurtarmak, akıl ve iradenin kuvvetinden
faydalanmak şüphesiz ki imkansız değildir. Yüzlerce yıldan beri ovanın sulanması için çareler
düşünülmüştür. Bu çarelerden biri, ovadaki göl ve nehirlerden faydalanmaktır.
Beyşehir tabii bir barajdır. Suları kabarınca, Çarşamba çayı yoluyla ovaya taşar, büyük
bataklıklar oluşturur. Sonunda hem ekime elverişli binlerce dönüm arazi işe yaramaz hale gelir,
hem de sel sebebi zarar hasıl olur. Şayet iyi bir kanal şebekesi yapılırsa suyun zararlarından
korunur, binlerce dönüm bitek tarla kazanılır. Hem de geniş çapta sulu ziraat yapma imkanı
hasıl olur.
Bu düşünceyi tatbik için fenni incelemeler eski valilerden Çerkes Hafız Paşa ve İzzet Paşa
tarafından yaptırılmıştır. 1888 yılında Sermühendis İzidor Efendi tarafından ilk ve esaslı keşif
yapılmış ancak sonuç alınamamıştır.
Daha sonra Antuan Rati adında bir Alman bu hususta gayret göstermiştir. Bu değerli kişi 40 yıl
(?) önce Konya’ya ticaret ve madencili yapmak amacı ile gelmiş 5-6 yıl Konya’da kalmıştır. Bu
zaman içinde Konya’nın göllerini ve madenlerini incelemiştir. Konya Ovası sulaması ile ilgili de
çalışmaları vardır. Ancak proje tatbik edilememiştir.
Muazzam para ve enerji isteyen bu proje Ferit Paşa zamanında tatbik edilebilmiştir.
(11.10.1997 –YENİ MERAM KIRKAMBAR)
27
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
TÜRKİYE GENELİNDE TANINAN ESKİ ÖĞRETMENLER
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi’nin kuruluşundan 1960’lı yıllara kadar geçen dönemde çok iyi öğretmenler görev
almış iyi öğrenciler yetiştirmişledir. Mezunların çok önemli yerlere gelmesi bunu
doğrulamaktadır. Bu öğretmenler arasında, öğretmenlikleri yanında, yazdıkları eserleriyle ve
hizmetleriyle Türkiye’nin kültür hayatının temel taşları olmuşlardır. Ben bu yazımda Türkiye
çapında tanınmış yaklaşık 20 civarında eski öğretmenlerimizin ismini anacağım.
-İhtifalci Mehmet Ziya Bey (1865-1927)
-Ermenekli Hasan Rüştü (1870-1938)
-Ayaşlı Şakir (1872-1917)
-Abdülkadir Erdoğan (1879-1944)
-Sami Bey (1879-?)
-Rasim Haşmet (1888-1919)
-İsmail Hakkı Tonguç (1893-1960)
-Süleyman Acar (1894-1956)
-Abdülbaki Gölpınarlı (1901-1982)
-Sadettin Nüzhet Ergun (1901-1946)
-Ruşen Kam (1902-1981)
-Suut Kemal Yetkin (1903-1980)
-Arif Şahap Ökten (1904-1995)
-Şefik Bursalı (1905-1990)
-Pertev Naili Boratav (1907)
-Hamdi Ragıp Atademir (1908-1976)
-Hikmet İlaydın (1914-1991)
-Halit Fahri Ozansoy (1891-1971)
-Hüseyin Köroğlu (1922)
-Nihal İlaydın (1922)
-Selahattin Ertürk (1923-1988)
Selman Erdem (1923)
-Kemal Or (1924-1987)
Konya Lisesi’nde yabancı
tespit edilebilenler şöyledir.
-Kirkor
-İstepan
-Manuel
-Süren (1890-1916)
-MENDA
-Bigel
-Ceruha
-Wikler
İstanbul’u tanıtan çok önemli eserleri vardır.
Şair, düşünce adamı
Şair, düşünce adamı
İslam Eserleri Müzesi Müdürü
Asker kökenli ressam
İlk sosyalist yazarlardan
Köy Enstitüleri kurucularından
Konya Lisesi Müdürü
Edebiyatçı-yazar
Edebiyatçı-yazar
Müzikçi
Edebiyatçı, öğretim üyesi
Müzikçi, marş bestecisi
Ressam
Folklor araştırmacısı, öğretim üyesi
Felsefeci, öğretim üyesi Milletvekili
Edebiyatçı
Edebiyatçı, şair
Fizik kitapları yayıncısı
Dil uzmanı, yazar
Felsefeci, öğretim üyesi
Felsefeci, yazar
Şair, milletvekili
ve azınlıklardan değerli öğretmenle derslere girmiştir. Bunlardan
1889-1900 yıllarında resim öğretmeni
1894 Matematik, Fransızca öğretmeni
Fransızca öğretmeni, 1913 yılında Diyarbakır’dan gelmiş
Fransızca öğretmeni (1914-1916). Konya’da öldü.
Fransızca öğretmeni (Sadrettin Karatay övgü ile söz eder)
1915-1918 Almanca öğretmeni
Polonyalı, Fransızca öğretmeni (1918-1922), Konya’da öldü
1925-1934 Almanca öğretmeni
(YENİ MERAM KIRKAMBAR 01.11.1997)
28
KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR
İLK MEZUN FAİK SOYMAN’IN KENDİ HAZIRLADIĞI TERCÜME-İ HALİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Faik Soyman (1877-1960), 1889 yılında açılan Konya İdadisi’nin 1893 yılında verdiği ilk
muzunudur. Uzun yıllar Konya’da yaşamış ve Konya kültürüne hizmet etmiştir. Eski harflerle
kendi el yazısı ile hazırladığı tercüme-i hali kızı Sıdıka İzmirligil tarafından zor okunur bir
kağıda el yazısı ile bugünkü harflere çevrilmiştir. Değerli hocam Hüseyin Köroğlu’na verilen
ve Konya’nın yakın tarihi için çok önemli olan bir belge olan tercüme-i hal buraya aynen
alınmıştır. Bir kültür savaşçısının yaşam öyküsü ve eski günlere tatlı bir yolculuk
yapacağımıza inanıyorum.
Tercüme-i Halim
İsmim : Ahmet Faik Soyman
Babam: Konya Sipahi Alay Komutanı Alaybeyi Ali Beyzade Esat
Annem: Hacı Ahatlar’dan Hacı Mehmet kızı Sıdıka
1877 (1292) yılında Nisan ayında Konya’da doğmuşum. İlk tahsilimi bitirdikten sonra Konya
Darülmuallim’de (Öğretmen Okulu), daha sonra lise ismini alan Konya İdadisi’nden
şahadetname (diploma) aldım.
Hususi tahsilde bulundum. Arapça’yı meşhur ulemalarımızdan Köse Hasan Efendi ile
Parlakzade Hacı Ahmet Efendilerden aldım. Sarf, nahiv, meali, ?, ?, derslerini öğrendim.
Farsça’yı Buharalı Hacı Kasım Efendi’den özel olarak öğrendim. Fransızca’yı muhtelif
muallimlerden ders alarak öğrendim. Bu lisanlarla pek çok uğraştım, tercümeler yaptım.
Türkçe ise lisanımız olduğundan tetebbuat ve edebiyatımızla meşgul oldum.
Bulunduğum Vazifeler
Konya’da İdadi katipliği, tedrisatı iptidaiye (ilk öğretim) müfettişliği, Maarif (Milli Eğitim
Müdürlüğü) baş katipliği, hesap ve tahrirat (Hesap ve Yazı işleri) katipliği,
Rum, Ermeni mekteplerinde Türkçe muallimliği,
Darülmuallimat’ta (Kız Öğretmen Okulu), Sanayi ve Ziraiye , tarih, coğrafya, Fransızca,
edebiyat, malumatı medeniye, hukuk, iktisat muallimliği,
Darülmuallimat Müdürlüğü
Darül Hilafetül Aliye (medresesinde) tarih, tabiat, coğrafya muallimliği
Lise’de tarih, coğrafya, Farisi, Fransızca, kitabet, resim muallimlikleri
Orta mektepte: tarih muallimliği
Askeri Orta mektepte: tarih muallimliği
Hususi İttihat Terakki İdadisi’nde: Ulumi tabiiye (Biyoloji)
Hususi Darülirfan Mektebi Müdürlüğü
Meclisi Umumi azalığı (İl genel meclisi üyeliği)
Senelerce Halkevi reisliği görevleridir.
Benim asıl mesleğim tarih, coğrafya hocalığıdır. Hocalığı bırakmadan pek çok zamanım kitap
mütalaasında geçti. Maksadım memleketin irfanına hizmettir. Tarihi, dini, edebi, ilmi, küçük
büyük eserler yazdım. Daha da yazacaklarım vardı. Fakat ihtiyarlığım ve hastalığım buna
mani oldu. Bu kadar yazabildim.
Yalnız şunu da yazmadan da geçemedim. Hayatımda kimseye fena muamelede
bulunmadım. Mukadderata imanım vardır. Herkesi de böyle zannederdim. Muhitimden ve
arkadaşlarımdan gördüğüm kötülükleri yazmayacağım. Beni pek bizar etmişlerdir. Hepsini
adalet-i ilahiye havale ettim.
29
ESERLERİM
Konya Rehberi
: Mümtaz Koru ile beraber
Muallim Şakir’in hayatı
: Muhlis Koner ile beraber
Konya eski eserler kılavuzu : Fotoğrafçı İbrahim Tongur ile birlikte
Konya ili rehberi
: Kazaları ile beraber, tarihi, coğrafi, iktisadi, turistik, halkiyatı ile
İslam dini ve medeniyeti
: filozofi cereyanları ile (yayınlanmadı)
Muhtasar cihan tarihi 4 cilt : Hazreti Adem’den başlayan tarihi akvam, Türk devletleri
Muallim Şakir’in hayatı
: ilaveli olarak yeniden
Muhtasar Cihan edebiyatı : ihtiyarlık ve hastalıktan ikmal olunamadı
Ayrıca lügatçe, tarihi fıkralar ve hutbeler, Türkçe, Fransızca, Arapça, tedrisi hakkında ders
cetvelleri,… vs. tarihi, felsefi, ilmi, edebi eserlere mehaz ve mevzu teşkil edilecek muadil
notlar, şiir defterleri, kitabe-i resmiye numune defterleri, ilmi bazı risaleler,….. vs
Kızı Sıdıka İzmirligil tarafından çok silik yazılan çok silik yazılmış hayat hikayesini doğru
olarak yazmaya çalıştım. Birkaç kelimeyi okuyamadım. Gerçekten çok ilginç çeşitli yönlerden
uzun uzun düşünülecek bir hayat hikayesi……o günün şartlarını da ne güzel ortaya
koyuyor….
Kızı Sıdıka İzmirligil tarafından Hüseyin Köroğlu’na verilen yazıda ölüm tarihi de belirtilmiş.
19 Mart 1960 cumartesi günü. Pazar günüde Konya Üçler mezarlığında toprağa veriliyor.
Ben de son olarak ruhu şad olsun diyorum.
(YENİ MERAM KIRKAMBAR- 08.11.1997)
30
1998 YILI YAZILARIM
KONYA BÖLGESİNDE KONUŞULMUŞ KARAMANLICA TÜRKÇESİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Karamanlıca olarak bilinen Türkçe, Konya ve yakın çevresinde yaşamış Hıristiyan halk
tarafından konuşulmuş dildir. Osmanlı döneminde bugünkü Karaman kenti Larende, merkezi
Konya olan eyalet Karaman olarak bilinirdi. Bu bölge içinde Konya, Aksaray, Güzelyurt …vs
gibi kentlerde yaşayan Hıristiyanların bir kısmı kendilerini Karamanlı olarak belirtirler.
Karamanlı Hıristiyanların konuşma dilleri Türkçe idi. Bugünkü Yunan harfleri ile gazete ve
kitap yayınlamışlardır. Bu harflerle yazılmış kitabeler de mevcuttur. Sille’de bugün Müze olan
kilisenin kitabesi buna güzel bir örnektir.
Karamanlılar kimdir?. Hıristiyan nüfus içinde oranları nedir? fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu
yazımızda bunları inceleyeceğiz.
Atina’da “Anadolu Araştırma Merkezi” Türkiye’den giden göçmenler hakkında araştırma
yapmakta ve bilgiler toplamaktadır. Bu merkezde görevli Stavro Anestidis ile tanıştım.
Anestidis bana yazdığı mektupta “Karamanlılar” hakkında Fransızca sadece 2 doktora tezi ve
iki makale bulunduğunu belirtmiştir. Anestidis ayrıca Karamanlıca yazılmış 3 kitabın
kapağının fotokopilerini göndermiştir.
Bunlar “Feth-i Kostantiniye” “Agios Oros Tarihi” – “İncil”.
Stavro Anestidis gene mektubunda Konstantin Karamanlis’in Yunanistan’da doğduğu ve aile
kökeninin Karaman ile bir ilgisinin olmadığını yazmıştır.
İstanbul’da Karamanlı olan iki kişi ile tanışma fırsatı buldum. Gelverili (Aksaray Güzelyurt)
Konstantin Kaplanoğlu, Eminönü’nde toptan baharat ticareti yapıyor. Benimle çok ilgilendi,
biz Türk’üz, hepimizin soyadı Türkçe dedi. Ancak bu konu hakkında fazla bilgisi olmadığını
söyledi. Teyzesi Eleni Tatlıcıoğlu’nun Gelveri’nin gelenekleri ve kültürü hakkında çok bilgisi
olduğunu, ancak kendisini 1996 yılında kaybettiklerini, şimdi Şişli Rum Mezarlığı’nda
bulunduğunu anlattı. Keşke onları bir banda kaydetseydik diye üzüldü.
İkinci ilginç kişi de Yedikule Balıklı Rum Hastanesi’nin 50 yıllık Başhekimi Dr. Karamuratoğlu,
aslen Niğde’nin Uluağaç köyünden olduğunu, kendisinin İstanbul’da doğduğunu belirtti.
Çevreden anlatılanlara göre Dr. Karamuratoğlu, eski ve değerli bir hekim.
16. yüzyılda İstanbul’u ziyaret etmiş bulunan Alman Hans Derschwam’ın “İstanbul ve
Anadolu günlüğü” adlı eserinin 78. sayfasında; “İstanbul Yedikule civarında Karamania’dan
gelmiş Karamanas denilen Rumlar oturuyor. İbadetleri Rumca ama Rumca anlamıyorlar.
Türkçe konuşuyorlar. Kadınları uzun sivri başlık giyiyor.
Sonuç olarak yöremizde yaşamış yerli halklar (Isauralı’lar, Pisidyalı’lar…vs) kilisenin baskısı
ile bir potada eritilmiştir. Yöremizde Rum olarak bilinen ve Lozan anlaşması ile Yunanistan’a
gönderilenlerin bu halklar olduğu kesindir.
Aradan geçen 70 yıl sonra acaba yaşlar arasında kurular da yanmış mıdır? Bir muhasebe
yapılmalı mı? diye düşünüyorum.
(07.02.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
1
SELÇUKLULAR ÖNCESİ
KONYA ÇEVRESİNDE KONUŞULMUŞ DİLLER
Mehmet BİLDİRİCİ
Selçuklu Türklerinin Konya’yı yurt edinmesinden önce yöremizde hangi diller konuşulmuştur?
Bunların alfabeleri nelerdir? Bu dillerden yazılmış metinler bugüne gelmiş midir? Bunları
inceleyeceğiz.
Bu dillerden bazıları devletin yazı, bilim ve edebiyat dili olmuş, bazıları sadece konuşma dili
olmuştur. Birinci gruba giren diller şunlardır.
HİTİT DİLİ (LUVİ)
Hitit İmparatorluğunun resmi dilidir. Özel yazı şekli vardır. Bu dilden çevremizde çeşitli
örnekler bulunmaktadır. Bunlara örnek Ilgın Yalburt köyündeki yazıt, Kadınhanı Köylütolu’nda
bir baraj kalıntısı yanında bulunmuş kitabeler, Geç Hitit dönemine ait Ereğli İvriz’de Kaya
Kabartması’nda bulunan yazıtlardır.
FRİGYA DİLİ
M.Ö. 900-700 arasında hüküm süren Frigya Krallığı’nın dilidir. Bu dilde yazılmış yazıtların
çoğu Afyon-Eskişehir dolaylarındadır. Dil tam anlamı ile çözülebilmiş değildir. Konya merkezi
Frigya’nın en güneyinde olduğu kabul edilmektedir. Üçüncü yüzyıl sonuna kadar Konya Ladik
çevresinde Grek harflerle yazılmış Frigya dilinde yazıtlara rastlanılmıştır. (CalderMonuments of Lycaonia)
PERS DİLİ
Yöremiz M.Ö 6. yüzyıldan M.Ö 334 yılına kadar Pers yönetiminin altında kalmıştır.
Çevremizde Perslerin dili ile hiçbir yazıt bugüne gelmemiştir. Buradan onların egemenliği
altında yaşayan yerel halkların kendi dillerini ve geleneklerini korudukları anlaşılmaktadır.
GREKÇE
Büyük İskender’in Anadolu’yu istila etmesi üzerine çevremizde Grek Kültürü ve dili
görülmeye başlamıştır. Bu dil zamanla aydının dili, Hıristiyanlığın kabulü ile kilisenin ve
devletin resmi dili olmuş, bu durum, Türklerin Anadolu’ya gelene kadar devam etmiş, daha
sonra azınlık dili olarak çevremizde Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiştir. Yöremizde
görülen eski yazıtların çok büyük kısmı bu dilde yazılmıştır.
LATİNCE
Roma İmparatorluğu döneminde resmi dildir. Yöremizde sadece Romalı üst yöneticiler
yaşamış, Romalı halkı yaşamamıştır. 1.-4. yüzyıllar arasında Grekçe yanında çok az olarak
Grekçe yanında Latince kitabelere de rastlanılmaktadır. Latince kitabelere yöremizde Lystra
ve Ladik’te rastlanılmaktadır.
Latince bugün ölü dildir. Bugün kullandığımız Türk alfabesi Latince’den alınmıştır. Çok
ilginçtir, yüzyıllar sonra Latin harfleri Türkçe’mizde hizmet vermektedir. Grekçe ve Latince
Batı Uygarlığı’nın temel klasik dilleridir.
Bir başka yazımda da yöremizde yaşamış yerel halkların dilleri hakkında yazacağım.
(21.02.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
2
KONYA’YI ZİYARET EDEN TARSUS VALİSİ
ÜNLÜ FİLOZOF ÇİÇERO
Mehmet BİLDİRİCİ
Marcus Tulius Çiçero, M.Ö. 106-43 yılları arasında yaşamış ünlü Romalı şair, hatip, filozof ve
politikacıdır. M.Ö. 87 yıllarından itibaren tanınmış bir Avukat ve Senatör olarak hep ön
safhalardadır. M.Ö 51-50 yıllarında merkezi Tarsus olan Kilikya bölgesinin Roma valisidir. Bu
görev bir bakıma Roma’dan uzaklaştırılmak için verilmiştir.
Çiçero’nun “Flaccus’un Savunması” adlı eserinde Lycaonia olarak bilinen Konya bölgesi
hakkında bilgiler bulunmaktadır. Savunmasını üstlendiği Flaccus da kendisi gibi Kilikya
Valisi’dir. Bu güne gelen kaynaklara göre Çiçero iyi bir yöneticidir. O dönemde Anadolu’da
bazı yerler Roma ile anlaşmış kişiler tarafından yönetilmektedir. Çiçero bu yöneticilerin
kendisine yaklaşmasına izin vermiştir. Onuru için pahalı anıt ve heykellerin yapımına kaştı
gelmiştir.
Çiçero’nun ana dili Latince’dir. Roma Atina ve Rodos’ta çok iyi bir eğitim görmüştür. Yerli
halkı anlayabilmek için onların dilini bilen (Isaura, Galat dilleri gibi.. vs) tercümanlar ile
dolaşmıştır. Aslen Galat (Kelt) asıllı olan ve Ankara civarında kabile yönetimini devlet haline
getiren ilk Galata Kralı Deiotarus ile dostça ilişkiler kurmuştur. Karaman (Laranda) ve Derbe
hakimi despot zorba Antipater ile önemli temasları olmuştur.
Çiçero yukarıda belirtilen eserinde o zaman ismi Iconium olan Konya kentini ziyaret ettiğini
ve bir süre kaldığını yazmaktadır. Konya’yı Lycaonia bölgesinin merkezi olarak belirtmektedir
(Ad-Div III 6-8). Konya’dan doğuya doğru devam ettiğini, Ereğli İvriz arasına (?) Kbistra isimli
kente uğradığını yazmaktadır. İvriz isminin Kbistra’dan geldiği bilinmektedir. Buradan
devamla “Kilikya Kapılarını” (Gülek Boğazı) geçerek Tarsus’a gittiğini belirtmektedir.
Bu bilgiler 1. Dünya Savaşı öncesi Konya’da açılan “JENANYAN Okulu’nun kitapları
arasında bulunan “Saint Paul’un Hayatı” adlı İngilizce kitaptan özetlenmiştir. Yazarları
Conybeare, Howaon, Prof. Leonard Bacon, basımı 1900.
Buradan çıkan sonuç da şudur. Çiçero’nun verdiği bilgiler kısa ama çok önemlidir. M.Ö. 1.
yüzyılda Konya merkezi konumunu almıştır. Ancak henüz gelişme göstermemiş bir yerdir.
Bilindiği gibi Konya’nın ismi ilk defa M.Ö 401 yılında Xenephon’un “Onbinlerin Dönüşü” isimli
eserinde geçmektedir.
Dile kolay 24 yüzyıldan bu yana aynı yerde değişik söylenen aynı isimde sürekli bir yaşam.
(25.04.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
3
İLK KONYA MEBUSLARINDAN HACI FASIH EFENDİ
Mehmet BİLDİRİCİ
1877 yılında Osmanlı döneminde ilk defa toplanan Meclis-i Mebusan’a Konya vilayetinden üç
temsilci katılmıştır. Konya’nın o zamanki sınırları bu günkünden daha geniştir. İki dereceli
yapılan seçimle Hacı Fasıh, Hüseyin Çelebi ve Simonaki Efendi Meclis-i Mebusan’da
Konya’yı temsil etmişlerdir. Seçim sistemi de günün koşullarına göredir. Önce seçiciler ve
ardından onların oyları ile mebuslar seçilmiştir. Doğrusu incelemeye değerdir.
Sondan başlarsak Simonaki Efendi hakkında hiç bilgi sahibi değiliz. Hüseyin Çelebi isminden
de anlaşıldığına göre Mevlana sülalesindendir. Bu yazımızda Hacı Efendi hakkında bilgiler
aktaracağız.
Hacı Fasıh Efendi torunlarından Avukat Erbil Koru sevdiğim ve sohbetlerinden büyük zevk
aldığım bir ağabeyim. Her sohbetinden mutlaka yanından bir şeyler öğrenerek ayrılmışımdır.
Bir konuşmamda Hacı Fasıh hakkında bilgisi olup olmadığımı sordum. Bana Üçler
mezarlığındaki mezarını tarif etti. Bir gün öğleden sonra Hocam Hüseyin Köroğlu ile mezarı
bulduk. Hocam mezar taşını şöyle okudu.
“hüvelbaki / Rical-i devletten
1293 Meclis-i Mebusan / Azası kiramından
…
Hacı Fasıh Efendi’nin ruhu için fatiha/ sene 1330 (1914)
Buradan Hacı Fasıh Efendi’nin 1914 yılında öldüğünü öğreniyoruz. Mezarının hemen
yanında kızı ve Hacı Bahri Efendi eşi, Mevlana soyundan Hacı Hatice (1858-1936), yanında
Hatice Hanım’ın oğlu Konya’nın yetiştirdiği nadir değerlerden Mümtaz Bahri Koru (18881962) ve eşi Güzide Koru’nun (1890-1971) mezar taşları bulunmaktadır.
Bu mezarların yanında da Mümtaz Koru’nun ağabeyi Sait (ölümü 1934), Celaleddin Ali imer
(1885-1955), Feridun Nafiz Uzluk (1902-1974), Şahabeddin Uzluk (1900-1989) …vs gibi
Konya’nın yetiştirdiği değerli insanların mezarları da yer almaktadır. Hepsi Hacı Fasıh Efendi
etrafında toplanmışlardır.
Mümtaz Koru’nun yeğeni ve “Verem Savaş Derneği’nde onun görevini yüklenen Erbil Koru
ailesinden duyduğu bir anısını bana anlattı.
Hacı Fasıh Efendi Meclis-i Mebusan’da oturumları çok dikkatli takip edermiş. Meclis Başkanı
katılanların ilgisini çekmek için sık sık oturuma katılanlara “zatı alinizin bu konudaki görüşleri
nedir?” diye sorarmış. Bir oturumda diğer Konya mebusu biraz uyuklamış, başkanın
sorusuna hemen toparlanıp “Efendim ben bu konuda aynı TOM Efendi gibi düşünüyorum”
demiş.
Hangi vilayetin mebusu olduğunu tespit edemediğimiz TOM Efendi, her toplantıda çok
isabetli görüşler belirtir, ve diğer üyeler tarafından da beğenilirmiş.
Ancak o toplantıda TOM Efendi yokmuş ve görüşte bildirmemiş. !!!!
(16 Mayıs 1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
4
KONYA’NIN YAKIN ÇEVRESİ
TEPEKÖY (İĞRET)- AKPINAR (BULAMAS) ve BAŞARAKAVAK GEZİSİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’da iken hafta sonları evde oturmak yerine dağcı arkadaşlarla Pazar günleri çevreyi
gezer temiz hava alır spor yapmış olurduk. Bu sayede çok yakınında yaşadığımız çevrenin
doğal ve tarihi güzelliklerini görmüş oluyorduk. Bu ilginç gezilerden birini 14 Ocak 1996 Pazar
günü, Sille yakınında Tepeköy, Akpınar (Bulamas) ve Başarakavak’a ayırmış idik. Çok ilgi
çekici gözlemlerimi bu yazıda özetleyeceğim.
Tepeköy (İğret) Muhtarı Hüseyin Yangın bizimle ilgilendi, köyde görülecek yerleri tek tek
gezdirdi. Köyün eski ismi İğret olarak biliniyor. Bu isimde iki köy daha bilinmektedir. Çamurlu
İğret (Çamurlu-Meram) ve Girvat (Kayadibi-Meram). Ne anlama geldiği tam olarak
bilinmemektedir. Bir kanıt gösterilmeden Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın kayın pederi
Alaiye Beyi Girvat ile ilgisi olduğu söylenir. Bence Kry-Vat gibi bir isimden gelmektedir.
Tepeköy içinde 1853 yılında (H1269) tarihinde yapılmış çok güzel ahşap işçilik sergileyen
Merkez Camii bulunmaktadır. Kolon ve kirişler ağaçtan yapılmıştır. Doğanhisar’da bulunan
ahşap camisine benzemektedir. Camiin dış duvarları düzgün kesme taştan yapılmış çevrenin
tarihine ışık tutacak yazılı ve işlemeli taşları da içinde saklamaktadır. Güneybatı duvarında
yan olarak konulmuş 6 satırlık bir mezar kitabesi bulunmaktadır. Doğu duvarında 45 x120 cm
ebadında ortasında Malta Haçı bulunan başka bir mezar taşı yer almaktadır. Bu taşın 6. veya
7. yüzyıla tarihlemek olasıdır. Camii önünde de yazıları kazınmış büyük bir mezar taşı
çevrede eski bir yaşam olduğuna tanıklık yapmak ister gibidir.
Camiin tam karşısında bir evde başı kopmuş gövdesi ve ayakları seçilebilen insan figürlü
başka bir mezar taşı vardır. Tepeköy hakkında hiçbir araştırma bulunmamaktadır. Bu
kalıntıların uzmanlarca değerlendirmesi ve ileri araştırmalar için ışık getireceğine
inanmaktayım.
Tepeköy’ün ardından eski ismi Bulamas olan Akpınar köyüne gittik. Bu köy içinde de eskiye
tanıklık edecek yapı kalıntılarına rastlamak mümkün. Köyün hemen 5 km güney doğusunda
köylünün peynir deposu olarak kullandığı keşfedilmeyi bekleyen doğal mağaralar
bulunmaktadır.
Köyün imamı bizi köyün eski mezarlığına götürdü. Mezarlık içinde havuz gibi düzgün taştan
yapılmış üstü açık bir mezar diğer deyişle sıvanmış bir yer görülmektedir. Yapı tarzından çok
eski olduğu anlaşılmaktadır. Köyde anlatılanlara göre buradaki yatır üstünün kapatılmasını
istememektedir. Köyde eskiden buranın üstü kapatılıp türbe yapılmak istenmiş, ertesi sabah
gidildiğinde gene üstü açık imiş!!!!
Öğleden sonra Başarakavak’a gittik. Muhtar Hüseyin Öney bizimle ilgilendi ve görülebilecek
yerleri gezdirdi. Başarakavak İlkokulu girişinde bir anne ile çocuk figürü bulunan mezar
taşının yazıları silinmiş, ancak anısına yapılmış anlamına “minimis karin” ifadesi
okunmaktadır. Ayrıca okul kapısı girişinde bir aslan heykeli Anadolu’nun eşsiz Kültür
Mozaiği’ne tanıklık edercesine vakur bir şekilde durmaktadır.
Aşağı Camii avlusunda ön ve arka yüzünde yazılar ve işlemeler bulunan Roma döneminden
gelme bir lahit bulunmaktadır. Fotoğrafını çektik ve yazılarını kopya etmeye çalıştık.
Sanat değeri oldukça yüksek olan bu lahdin incelenmesi ve koruma altına alınması için
Konya Müze Müdürlüğü’ne bir yazı ile başvurdum. Ama bugüne kadar bir sonuç çıkmadı !!!!
Bu davranışı anlamak mümkün değil. Tarihi değeri olan bir taş, lahit, başvuruya rağmen bir
şey yapılmamakta, yürüse, yürütülürse, yabancı bir ülkeye kaçırılırsa alarma geçmekte
arkasını aramaktayız.
Umarım bu lahit bir kim vurduya gitmez.
(23 Mayıs 1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
5
KONYA’DA BİR AZINLIK OKULU
JENANYAN SCHOOL
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’da Medrese eğitimi yanında bugünkü lise seviyesinde açılmış ilk eğitim kurumu Konya
İdadisi’dir. İkinci Meşrutiyet ile birlikte (1908) İdadi’nin dersleri kuvvetlendirilerek Sultani
haline gelmiştir. Cumhuriyete kadar olan bu dönemde sivil ve askeri okullarda açılmıştır.
Bunlardan biri de Ermenilerin eğitimi açılan Jenanyan Okuludur. Bu Okul Amerikalıların
yardımı ile açılmış yabancı bir okuldur. Jenanyan Okulu’nun binası bugün Çiftemerdiven
mahallesinde bir ara Polis okulu olan binadır.
Jenanyan Okulu’nun ismi kurucusu Maraşlı Harutyun Jenanyan’ın isminden gelmektedir.
Okulun ismi Hocam Hüseyin Köroğlu’nun Konya Lisesi Tarihi’nde geçmekte ve Babalık
gazetesinde 1912 yılında yapılan diploma törenine ait haber bulunmaktadır. Burada okulun
Müdürü Haygazyan olarak görülmektedir. Konya’da Hastane açmış bulunan Dr. Dad’ın da bu
okul ile ilgisi olduğunu sanıyorum.
Okulun İngilizce kitapları, bugün Anıt Alanı’nda ki El Yazmaları Kitaplığı’ndadır. Bu eserler
geçen yüzyıl yayınlanmış, geometri, matematik, Hıristiyan Teolojisi ilgili kitaplardır. İngiliz ve
Dünya Edebiyatı ile ilgili romanlar, Britannica ansiklopedisinin 19. yüzyıl sonlarında
yayınlanmış nüshaları, yıllıklar vs ....yaklaşık 2000 civarında.
Bu kitapların üzerinde yuvarlak mühür içinde “Asia Minor Apostolic Institüte Jenanyan
School- Iconium” ibaresi yer almakta, anlamı “Anadolu Apostolik Enstitüsü Jenanyan OkuluKonya” anlamına gelmektedir.
Ermeni toplumu 301 yılında Hıristiyanlığı dünyada ilk defa seçmiş ve kurucusunun adından
Gregorien mezhebini benimsemiştir. Ancak sonraları misyonerlik faaliyetleri sonucu bir kısmı
Katolik ve az bir kısmı Protestan olmuştur. Okulun kurucusu Jenanyan da Protestan bir
Ermenidir.
Bir ara Belediye tarafından halkın okumasına sunulan bu kitapları zaman zaman inceleme
fırsatını buldum. Okulun Ermenice kitaplarının ne olduğu konusunda bir bilgiye ulaşamadım.
İngilizce olan bu kitapların çöpe atılmamış olmasını (diğerleri gibi) bir şans olarak kabul
ediyorum.
(19.06.1998 – AGOS)
6
KONYA’NIN KUZEYİNDE YAĞLIBAYAT KÖYÜNDE
ANTİK BİR KENT SAUATRA
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’nın kuzey doğusundaki bölge bugün kırsal kesim karakterindedir. Büyük yerleşim
yerleri bulunmamaktadır. Halbuki Roma döneminde kent hüviyeti olan “Halk Meclisi” bulunan
yerleşim yerleri yer almakta idi. Bu yazımızda bugün bir Türk boyunun ismini taşıyan
Yağlıbayat köyündeki eski kentten bahsedeceğiz.
Konya’nın kuzey doğusunda Aksaray yolundan gidilen yaklaşık 60 km uzaklıktaki bu köye
Tatar kökenli göçmenler yerleştirilmiştir. Yağlıbayat çevresinde okunan ve yayınlanan
yazıtlara göre buranın eski Sauatra olarak belirlenmiştir. Sauatra Altınekin’den (Zıvarık)
Ereğli’ye giden antik yol üzerinde idi.
Kent hakkında bilinenler de şöyledir. 2000 yıl önce yaşamış Strabo Coğrafya adlı eserinde
Sauatra’da derin kuyuların bulunduğu ve suyun para ile satıldığını yazmaktadır. Konya
çevresindeki çok eski kentlerden biri olduğu anlaşılmaktadır. Konya ovasındaki kuyuların ne
kadar eskiye gittiği de ortaya çıkmaktadır.
Sauatra’nın çok eskilerden terk edildiği için bazı yazılı ve işlemeli taşlar dışında bugüne
gelen bir yapı yoktur. Köyün hemen güneyinde bir kale kalıntısı, doğusunda Enek
Yaylası’nda ve kuzey doğusundaki Çamurlutuzla yaylasındaki kalıntıların bu kentle ilgili
olduğu sanılmaktadır. Esasen batılı bilim adamlarının epigrafik çalışmaları dışında Sauatra
konusunda Türkçe hiç yayın bulunmamaktadır.
Kentin Roma döneminde gelişme gösterdiği ve diğer kentlerdeki gibi “Halk Meclisi” olduğu
yazıtlardan anlaşılmaktadır. Sauatra’da kültürel alanda dilbilimci Athinodoros ismi yazıtlardan
(MAMA Vol 8-241) bize ulaşmaktadır. Ayrıca Sauatra’lı bir öğrencinin İzmir’de eğitim gördüğü
anlaşılmaktadır.
Sauatra ve çevresinde 33 yazıt okunmuş ve MAMA Vol 8 de yayınlanmıştır. Bunların çoğu
Roma ve Bizans dönemlerine ait mezar taşlarıdır. Ancak bunlardan ikisi çok ilgi çekicidir. Bu
iki yazıt ricam üzerine Prof. Dr. Thomas Drew Bear tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
MAMA Vol 8 226 sayılı yazıtta doktor ve eczacılık sembolü kıvrılmış yılan sembolü altında
şunlar yazılıdır.
“Orestes’in oğlu Titus, Kurtarıcı ASKLEPIOS’a (bu heykeli sundu?)
Bilindiği gibi Asklepios antik çağda Sağlık Tanrısı’dır. Onun için bir heykel veya adak
olduğuna göre bir hastane de olasıdır. !!!
MAMA Vol 8 227 nolu yazıtta ise bir İmparatoriçe ismine rastlanılmaktadır.
“İyi şans, Sauatra Meclis e Halkı Augusta JULIA MAESA’nın (heykelini ?)
Bu yazıtta kentin ismi, ve kentte Halk meclisi olduğu net olarak görülmektedir. Sonradan bu
imparatoriçenin kim olduğunu araştırdım. Roma döneminde basılan paralar arasında Julia
Maesa adına rastlanılmaktadır. Roma İmparatoru Alagabalus’un (İmp. 218-222) büyükannesi
olduğunu hayretle öğrendim. Böylece bu kitabenin 3. yüzyıla ait olduğu belirlenmektedir.
Bu yazıtlardan da şu gerçeği anlamış bulunuyorum. Birinci yüzyıldan dördüncü yüzyıla kadar
imparatorların halk ile çok sıkı bir diyalog içinde olduğu görülmektedir. Daha sonraki
yüzyıllardan Selçuklu’nun gelişine kadar çevremiz büyük bir suskunluğa bürünmektedir.
(20 Haziran 1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
7
KONYA’DA KÜLTÜRE HİZMET EDEN YABANCI BİLİM ADAMLARI I
WILLIAM CALDER (1881-1960)
Mehmet BİLDİRİCİ
Bugün Konya’da üzerinde yaşadığımız coğrafyamız ve burada geçen tarihi olaylar, daha
önce burada yaşamış insanların, onların din ve inanışları hakkında bildiklerimizin önemli bir
bölümü yabancı bilim adamlarının çalışma ve araştırmalarından gelmektedir. Ben bu yazı
dizisinde onların bulabildiğim kadarı ile onların çalışmalarını ve hayat hikayelerini ortaya
koymaya çalışacağım. Bu konuda yazılarımda kaynak olarak belirttiğim MAMA (Monumenta
Asia Minor Antiqua) kitaplarının bir kısmının yazarı William Calder’den başlayacağım.
WİLLİAM CALDER (1881-1960)
Calder 1881 yılında İngiltere’de Edinkilie-Morray’da dünyaya gelmiştir. Aberdeen Üniversitesi’nden mezun olmuş, burada klasik Grekçe’yi öğrenmiştir. 1908-1954 yılları arasında 17
defa Anadolu’ya gelmiş, başta Lycaonia (Konya), Afyon ve Ankara’da arkeolojik çalışma ve
epigrafik çalışmalar yapmıştır.
Konya çevresindeki ilk çalışmalarını 1908-1913 yılları arasında yapmış, o dönemde gene
Konya çevresinde araştırma yapan vatandaşları William Ramsay ve Gertrude Bell ile zaman
zaman birlikte çalışmıştır. Savaşlar dolayısıyla gezisine ara verilmiş, Cumhuriyet kurulduktan
sonra 1924 yılında gene başlamıştır. Konya’ya son gezilerini 1951 ve 1954 yıllarında
yapmıştır.
İlk çalışmalarında ulaşım Konyalı Mustafa’nın yaylı arabası ile gerçekleşmiş, kalacak yer
olarak arazide çadır kurmuş, Konyalı aşçı Şaban’ın yemeklerini yemiştir. 1951 yılında
Konya’ya geldiğinde Konya’da büyük değişikler olduğunu, otobüsle yolculuk etme ve oldukça
iyi otellerde kalmanın mümkün hale geldiğini hayretle görmüştür.
Ölümünün 1. yılında “Anatolian Studies” <Anadolu Araştırmaları> dergisinde kendisi
hakkında M.H. Balance şunları yazmaktadır.
“Hayatta en büyük gayesi klasik çağlardaki Anadolu’yu ortaya çıkarmaktı. Bunun için
yılmadan çalıştı. Türkiye ve Türk’leri hepimizden daha iyi o anladı ve tanıdı. Çünkü Türk’lerin
saygı duyduğu değerlere karakteri icabı kendisi de saygılı idi”
Gerçekten Konya Ladik ve çevremizde, bugün bizim farkında dahi olmadığımız hazine
değerinde yazıtların okunması ve yayınlanmasında çok büyük emeği bulunmaktadır.
Çalışmalarında camii, ev han duvarlarındaki hatta atılı durumdaki yazıtları okumuş,
fotoğrafını çekmiş ve onları orijinal Grekçe ve Latince dilleri ile yayınlamış, çok önemli
olanlarına İngilizce açıklamalar eklemiştir.
Frigya dilini çözmeye çalışmış, Ladik çevresinde Grek harfleri ile Frigya dilinde yazılmış
mezar taşlarını tespit etmiştir. Ayrıca Anadolu’da gelişme gösteren ilk Hıristiyanlığın
karşılaştıkları problemleri incelemiştir.
Bütün hayatı tarih ve bilim araştırmaları içinde geçmiş olan Calder 1960 yılında çalışmalarına
devam ederken İngiltere’de aramızdan ayrılmıştır.
YAYINLARI
-Asia Minor 1924 –Monuments from Lycaonia, and Isaura,- W.H. Buckler ve M. Cox ile
birlikte
-MAMA Vol I, (Monumente Asia Minor Antiqua)- Menchester University- 1928
-MAMA Vol.VII (
“
“
“
“ )- “
“
“
1962
-MAMA Vol VII (Lycaonia, The Psido-Phrygian Borderland, Aphrodisias) J.M. Cormak –
Menchester University - 1962
Yayınlarının çok büyük kısmı, Konya, Ladik ve çevresindeki yerleşim yerlerindeki yazıtlarla
ilgilidir. Tüm yayınlarının aslını değil ama fotokopilerini elde etmiş bulunmaktayım. Bu
kitapların aslı Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kitaplığındadır.
(04.07.1998 – YENİ MERAM KIRAMBAR)
8
KONYA’DA KÜLTÜRE HİZMET EDEN YABANCI BİLİM ADAMLARI II
WILLIAM RAMSAY (1851-1939)
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu yazımda da Konya tarihi coğrafyası konusunda önemli araştırma ve bulguları olan İngiliz
bilim ve kültür adamı William Ramsay konu edilecektir.
1851 yılında İngiltere’de doğdu. 1885 yılında Profesör oldu, 1886-1911 yılları arasında
Aberdeen Üniversitesi’nde çalıştı. Anadolu’nun tarihi, coğrafyası, ilk Hıristiyanlık dönemleri
konusunda 1885-1913 yılları arasında araştırmalarda bulundu. Çalışmalarının önemli bir
bölümü Konya çevresindedir. O dönemde mevcut, kilise, kale gibi yapıları mimari açıdan da
incelemiştir.
Kısmen olsa da eski su yolları ve su kaynaklarını araştırmıştır. Karaman Karadağ’da bulunan
eski su sarnıçlarına su getirildiğini belirtmekte, Konya’nın Selçuklu başkenti seçilmesinde
Meram çayından su alan kanal şebekesi olmasının önemli rolü olduğunu vurgulamaktadır.
Bu konularda pek çok yayını vardır. Başta Konya ile ilgili olmak üzere tespit edebildiğim liste
şöyledir.
-Historical Geography of Asia Minor, London 1910, (1961 yılında Mihri Pektaş tarafından
<Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası> olarak Türkçe’ye çevrildi.)
-The Thousand and One Churches, London 1909, Gertrude Bell ile birlikte (Karaman
Karadağ Binbirkilise - çok önemli kaynak )
-Inscription D’Iconium (Konya yazıtları) Paris 1912, (Fransızca)
-Derbe – London 1907
-The cities of Saint Paul, London
-Rev Archaeology 1907 (Meram kilisesi hakkında bilgi var)
Türkiye ile ilgili diğer eserleri de şöyle;
-The Christian Churches in the Roman Empire before 170 A.D, London
-Pauline and other Studies in early Christian History
-Luke the physician and other studies in History of Religion
- The letters to Seven Churches of Asia Minor
-Chapters of History of Asia Minor
- Intermixture of races of Asia Minor
-Impression of Turkey during 12 years of wondering, 1897
-Everyday Life of Turkey
Baştaki iki eserini bulup inceleme fırsatını buldum. Diğer yayınlarının da bulunup incelenmesinde yarar olduğu düşüncesindeyim. Tabii bu incelemelerde o günden bu yana yeni
gelişmeleri de göz önüne kalmak kaydı ile. Çünkü bazı şeylerin o günden bu yana değiştiği
ve geliştiği göz ardı edilmemelidir.
(25.07.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
9
SARAYÖNÜ BAŞHÖYÜK’TE BİR ÇEŞMEDEKİ KİTABE
Mehmet BİLDİRİCİ
1995 yılı içinde. Başhöyük beldesine dünürüm Sedat Alakay’ıın davetlisi olarak gitmiştik.
Benim meraklı olduğumu bildikleri için çevreyi birlikte dolaştık. Bu arada gelinim Banu,
küçükken oynadığımız çeşmede de bir yazılı taş var onu göstereyim dedi. Birlikte
Başhöyük’ün hemen kuzeyindeki höyüğün eteğinde yapılmış çeşmeye gittik. Yan olarak
konulmuş 25 satırlık harika bir yazıt ile karşı karşıya kaldık. Fotoğrafını çekip araştırmaya
koyuldum.
Önce bu yörede yayınlanmış yazıtları taradım. Aralarında yoktu. Daha sonraları İstanbul’da
Stephen Mitchell’in “Land, Men, and Gods of Anatolia”-“Anadolu’nun Coğrafyası, İnsanları ve
Tanrıları” isimli kitabına ulaştım. Daha önce bir makalede belirttiğim gibi bu eserde Konya ve
çevresi için çok değerli bilgiler bulunmaktadır. Bu kitabın 2. cildini incelerken 101. sayfada
Başhöyük’teki çeşmede gördüğüm kitabe karşıma çıktı. İngilizce çevirisi ve açıklamalar
bulunuyordu. Kitabe dördüncü yüzyıla ait, Laodicea’da itibarlı bir rahip başka bir
EUGENIUS’a ait şiir şeklinde yazılmış bir yazıt. Yazıt aslında edebiyatçı gözü ile de
incelenmeli. Türkçe’si şöyle:
“Önce her şeyi gören Tanrı adına dua edeceğim. İkinci olarak onun baş meleği !! İsa için ilahi
söyleyeceğim. Ölmüş bulunan Eugenius’un yeryüzünde hatırlanması büyük olay. Ey
Eugenius sen genç yaşta bu dünyadan ayrıldın. Güneş ışığını gören herkes seni tanır. Doğu,
Batı,Kuzey, Güney senin engin tecrübende, senin başarında, senin zenginlik ve asaletinde
ve hoş görülü geniş yüreğindedir. Sağlığında yoksulları cesurca destekledin. Herkesten
üstün ve farklı idin. Frigya, Asya, Doğu ve batı senin matemini tutuyor”…
Eugenios o dönemde Laodicea (Ladik) kentinde, sapmış kabul edilen aykırı bir mezhebin
temsilcisi olarak karşımıza çıkmaktadır. İsa’yı Başmelek olarak kabul etmektedir. Bu dini
akım NOVATIAN olarak bilinmekte ve o dönemde İznik, Bursa ve İstanbul’da görülmektedir.
Konya çevresinde merkezi Laodicea kentidir. Ayrıca Konya’nın güneyinde Çarşamba çayı
çevresinde inananları bulunmaktadır.
O dönemde devletin desteği arkasında olan Ortodoksluğun kurucusu Kayserili Basileus, ve
onun yakın arkadaşı Amphliochius Konya’da çok itibarlı bir kişidir. Alaaddin tepesinde
sonradan yıktırılan Eflatun Mescidi’nde (Bizans Kilisesi) gömülü olduğu kabul edilen bu
kişinin mezarı Konyalı Müslüman’larca MAKAM olarak kabul edilmiştir. Bunların burnunun
dibinde Laodicea’da böyle bir sapmanın olması onları rahatsız etmekte, mektuplaşarak
bunlarla nasıl baş edilebileceğini tartışmaktadırlar.
Tarihçi Epiphanius’un Basileus ve Amphliochius’un mektuplarda belirttiği bu sapkın tarikat
böylece yazıtlarla kanıtlanmış olmaktadır. Bu tarikatın benimsediği prensipler kabaca
şöyledir. Zevk ve eğlenceden uzak durmak, çok basit yaşam ve giyinmeyi yeğlemek,
törenlerde şarap yerine suyu tercih etmek, şaraptan uzak durmak, rahiplerin günah
çıkarmasını reddetmek, ve tövbe edilmesi halinde sadece Tanrı’nın affedebileceğini kabul
etmek….vs.
Ayrıca gene Ladik’te gene başka bir Eugenius hakkında Kırkambar’da 12.Nisan 1997
tarihinde bir yazım bulunmaktadır. Bunların birbiri ile ilgisi var mıdır? Bu tarikat mensuplarının
mezar taşlarına Ladik ve Çarşamba çayı çevresinde rastlanıldığı görülmektedir.
Bu ilginç örnek her dönemde insanların farklı inanışlara yönelebileceğini gözler önüne
seriyor. Bazı prensipleri öyle kötü görünmeyen bu tarikatın varlığı ne kadar sürmüştür
bilinmemektedir. Ancak bunun Ladik’in gelişmesine değil, dışlanmasına tepelenmesine
sebep olduğunu düşünüyorum.
(15 Ağustos 1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
(ÇAĞRI – KASIM 2000)
10
MUĞLA KONYA GÖNÜL BAĞLARI
Mehmet BİLDİRİCİ
Muğla yöresinin tarihinde Konya’nın çok önemli bir yeri vardır. Karia bölgesini Menteşe
olarak Türkleştiren Menteşe Oğulları’nın atası Menteşe Bey Selçuklu’nun uç beyidir. Milas’ta
Menteşe Sultanı Orhan Bey, Mevlana’nın torunu zamanın Mevlevi Çelebisi tarafından ziyaret
edilmiştir. Çelebi Orhan Bey’den büyük iltifat görmüştür. Bunu takiben çeşitli dönemlerde
Konya yöresinden çeşitli kişiler buraya yerleşmiş, din adamı olmuş, halkın dini duygularının
pekişmesinde katkıda bulunmuşlardır.
Gazetenizin değerli yazarı Ünal TÜRKEŞ’in ataları arasında Konyalılar mevcuttur. Konuyu bir
kitapta toplamaya çalışmakta, bizler de bunu beklemekteyiz.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında, Muğla’da lise yokken pek çok genç lise eğitimi için
Konya’ya gitmiştir. Aynı durum Muğla Üniversitesi öncesi için de geçerlidir. Pek çok Muğlalı
genç üniversite eğitimini Konya’da Selçuk Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Ben bu yazımda
Konya’da öğrenim gören ve ülkeye hizmet eden iki Muğlalıdan bahsedeceğim.
İlki çevre kültür ve mimarlığına büyük katkıları olan 1910 Ula doğumlu Nail ÇAKIRHAN
olacaktır. Çakırhan 1925 yılında Muğla’da orta okulu bitirdiğinde, okumak için Muğla’da lise
yoktur. Lise öğrenimi için Konya’ya gider ve Konya Lisesi’ne kaydolur ve akrabalarının
yanında kalarak o zaman 4 yıl olan Konya Lisesi’nden mezun olur. Çok zeki ve çalışkan bir
öğrencidir. Bir Lise öğrencisi olarak şiir de yazmaktadır. “Derebeyleri” adlı yazdığı bir şiirinde
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e ettiği gerekçesi ile nezarete alınır, daha sonra salınır. Nail
Çakırhan halen Konya Lisesi’nin yaşayan en eski mezunlarından biridir.
Konya’da öğrenimini yapan bir diğer değerli Muğlalı da Hikmet İLAYDIN’dır. 1914 yılında
Muğla’da doğmuş Orta okulu Muğla’da tamamladıktan sonra Konya’da Öğretmen Okulu’nda
öğrenim görmüştür. 1973 Muğla yıllığında yüksek öğrenimini İstanbul’da Yüksek Öğretmen
Okulu’nda tamamlamış, Edebiyat öğretmeni olmuştur.
Önceleri Gaziantep ve İzmir’de edebiyat öğretmeni olan İlaydın, Konya Lisesi’ne atanmış
1948-1949 yılları arasında Konya Lisesi Müdürlüğü’ne getirilmiştir. Bu dönemde Konya Lisesi
en gözde liselerden biridir.
Daha sonra Ankara’da müfettişlik, Talim Terbiye kurulu üyeliği, müsteşarlık yaptıktan sonra
1967 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’ndan emekli olmuştur. Farsça, Arapça, Fransızca,
Almanca dillerini bilen İlaydın 1991 yılında atamızdan ayrılmıştır.
Tanınmış bir divan edebiyatı uzmanı olan İlaydın, İranlı Şair Sadi’nin Bostan ve Gülistan adlı
eserlerini Farsça’dan Türkçe’ye çevirmiştir. Değerli eşi eğitimci öğretmen yazar Nihal İlaydın,
kışları Ankara’da yazları Marmaris’te emeklilik yaşamını sürdürmekte Hikmet İlaydın’ın
yayınlanmamış çalışmalarını yayına hazırlamaktadır.
(17.98.1998 – Muğla DEVRİM)
11
MUĞLA YEŞİLYURT (PİSİ) HAKKINDA YAYINLAR
YERİNDE İNCELEME
Mehmet BİLDİRİCİ
Çevre tarihi ve doğal güzelliklerine ilgim dolayısıyla Muğla'nın kuzeyinde eski ismi Pisi veya
Pisiköy olan Yeşilyurt'un tarihi hakkında bilgiler elime geçti. Çok sararmış zor okunan iki
sayfa olan bu metnin bir özetini sunacak, ardından 1996 Eylül ayında burada yaptığım
geziden izlenimlerimi aktaracağım.
Ender Varinlioğlu'nun çevrede yaptığı araştırmalara dayanarak hazırlanmış metne göre,
Pisiköy'ün tarihi hakkında bilinenler şöyledir. Pisiköy olan ismi,1962 yılında Yeşilyurt olarak
değiştirilmiştir. Beldenin tarihi Muğla kadar eskilere gitmektedir.
M.Ö. yaklaşık 196-200 yılına tarihlenen bir yazıttan, Rodoslu Nikagoras tarafından Pisi,
Idyma (Gökova) ve Killandos'un (Muğla Yenice köyü), Rodos topraklarına katıldığı
anlaşılmaktadır. Bu şekilde Pisi Rodos Karşıyakası (Rhodian Parea ) olmuştur. Bu durum
M.Ö. 167 yılına kadar sürmüştür. M.Ö. 29 yılında Romalı Labienus'un eline geçmiştir.
Eski yazıtlarda ismi Pisi olarak geçmektedir. Pisi ile Bodrum yakınlarında Pedasa adlı kent ile
birlik oluşturmuş, birliğin merkezi Pisi olmuştur. Yazıtlardan çevre kentlerden buraya gelip
antik çağda buraya yerleşenler olduğu görülmekte ve önemli bir merkez olduğu
anlaşılmaktadır. Bizans döneminde de kent konumunu ve önemini sürdürmüştür.
Pisi, Milas'tan gelip güneye Gökova ve Marmaris'e inen yollar üzerindedir. Datça'da kasaplık
yapmış yaşlı bir Pisili, Yerkesik, Yenice üzerinden Sakar'a inilirdi, ben bu yollardan çok
gittim, yer yer taş döşemelere de rastlanır demiştir.
Antik kentin yerinin Muğla'dan gelişte girişte olduğu bilinmektedir. Yakın zamanlara kadar
izleri bulunan amfi tiyatrosundan bugün geriye bir şey kalmamıştır.
16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman, Rodos seferine gidişte, 22 Temmuz 1522 tarihinde
Pisi'den geçmiştir. Kanuni Sultan Süleyman bu gidişinde misafir edilmiş ve o zaman Pisi'de
yaşayan İsa Efendi ile görüşmüş, ona iltifat etmiştir. İsa Efendi de cihan padişahına nasihatte
bulunduğu anlatılmaktadır.
İsa Efendi hakkında bilinenler de şöyledir. İsa Efendi'nin doğum ve ölüm tarihleri belli değildir.
Mezarı Pisi'nin güney tarafında çamlar arasındadır. Yazılı bir mezar taşı yoktur. 1911 yılında
yeniden yapılan cami yerinde onun zamanından kaldığına inanılan bir cami veya mescidin
olduğu bilinmektedir. İsa Efendi'nin Bozhüyük ovasında çok geniş toprakları olduğu ve
bunların Kanuni Sultan Süleyman tarafından keramet sahibi oluşundan kendisine vakıf
edildiği anlatılmaktadır.
16 Eylül 1996 günü bana bu bilgileri temin eden, tarihe meraklı Pisili Ethem Bilgin'in daveti
üzerine gittim. İsa Efendi camiinin yanındaki ulu çınarlar altında (yörenin tabiri ile kavak)
oturup çay içtik, tarihi Pisi'yi gezdik. Çevrede eski kentten kalan yapı kalıntısı yok ama, kolon
parçaları, işlemeli taşlara rastlanılmaktadır. Özellikle cami çevresinde bu mimari parçalar
görülmektedir.
Ethem Bilgin, yüzyılın başında Pisili ağalar tarafından yaptırılmış iki ev gösterdi. Muğla'da
bulunan evlerin modeli, Rum ustalar tarafından yapılmış, duvar örmeleri onlar kadar dikkat
çekici, birinin duvarında yapıldığı yılın tarihini gösteren taş bulunmaktadır. Evin yapıldığı tarih
iki şekilde gösterilmiştir. 1904 ve Arap rakamları ile 1320, ikisi de aynı yılı belirtiyor.
Bu evlere yakın başka bir evin duvarında muhtemelen Rodos dönemine ait yazılı bir taş
bulunmakta ama mal sahibi nedense yazıların üstünü koyu bir renk boya ile kapatmış..!! ve
tarihi bir belgeyi bilmeyerek karatmış.
Ayrıca Paavos Roos'un Almanca İstanbuler Mittelilungen sayfa 337-338 de kısa bilgi ve 4
satırlık bir yazıt bulunmaktadır.
(MUĞLA DEVRİM- 18.08.1998)
12
MUĞLA VE GÖKOVA CİVARINDA SARNIÇLAR DİLLERİ OLSADA KONUŞSALAR
Mehmet BİLDİRİCİ
1890 yılına kadar Muğla'yı çevre il ve ilçelere bağlayan üzerinden araba gidebilecek
karayolları mevcut değildi. Bunun yerine geniş bir ağ şeklinde üzerinden sadece yüklü
hayvanların geçebileceği kervan yolları, patika yollar, taş döşeme yollar, diğer bir deyişle
antik yollar bulunuyordu. 1950'li yıllara kadar bu yollarda develerle yük taşınmıştır.
Yolcuların su gereksinimini sağlamak için bu antik yollar üzerinde bir tespih deki taneler gibi
sarnıçlar yer alıyordu. Tarihi su yapıları yönünden büyük bir zenginlik sergileyen Anadolu'nun
her yerinde çeşitli boyutlarda ve çeşitli planlarda sarnıçlara rastlamak mümkündür. Akdeniz
bölgesinde kurulmuş antik kentlerde kent suyu gereksinimi için dev sarnıçlar, ayrı olarak
veya bina altlarına inşa edilmiş, bazen kayalara oyulmuştur. Selçuklu dönemi sarnıçları da
değişik biçimde ve güzelliktedir. Yer altına inşa edilmiş, üzerlerine su çekmek için kapak
konmuştur. Bazılarının üzerine kova ile su çekmek için "Cıngırık" tabir edilen basit su çekme
tertibatı yerleştirilmiştir. Her yörenin değişik bir su kültürü vardır.
Muğla yöresinde görülen sarnıçlar ise toprak zemin üzerinde yapılmış ve tek tiptir denilebilir.
Yaklaşık 5-6 m çapında dairesel tek hacimli bir yapı, dışları taş ile örme, bazen sıvalı bazen
sıvasız, üzeri basık tonoz tipi bir kubbe ile kapatılmış, tek giriş kapısı vardır. Buradan bir kaç
merdivenle inilerek suya ulaşılır. Bazılarının dışarıda çeşme yapısı da bulunmaktadır. Suyu
bir pınardan bir dereden alınır veya yağmur suyu ile doldurulur.
Çevrenin zengin tarihi ve su kültürünü yansıtan bu anonim yapılar, ne zamanlardan
kalmadır? Bunun için en kolayı dilleri olsa da konuşsalar demek en doğrusu. Roma
döneminden beri bu tip sarnıçların yapıldığı bilinir. Şüphesiz sonraki dönemlerde çeşitli
onarımlar görmüş, bir kısmı da eskiler örnek alınarak yeniden inşa edilmiştir. Sarnıçların
planının tek tip olmasına karşı yapı tarzlarının çeşitliliği bunu göstermektedir. Kimileri düzgün
taş işçiliği, kapılarının üstündeki yarım daire kemerler dikkat çekicidir. Bazılarında ise taş
işçiliği gelişigüzeldir. Devirlerin ekonomik durumlarını yansıtacak şekilde.
Menteşe Mütesellimi (bir çeşit atanmış taşeron yönetici) Tavaslı Osman Ağa'nın (1822-1840)
Gökova yöresinde sarnıçlar yaptırdığı hep anlatılır. Ama hangisini yeniden yaptırdı bilinmez
ama pek çoğunu onararak kullanılır hale getirmiş olmalıdır. Osman Ağanın mezarı Tavas
Hırka köyündedir.
Bu sarnıçlara Gökova yöresinden bazı örnekler vereceğim. Akyaka Yeni İskele mahallesinde
olanın önünde çeşmesi bulunur. Suyu çok eskilerde köye de su veren Papazlık deresindeki
pınardan getirilmiştir. Eskiden buraya demir atan gemiler de buradan su alırlardı.
Bir diğer ilgi çekici sarnıç köy içinde bulunmaktadır. Maalesef kapısı üzerindeki kitabe
sökülmüştür. Akyaka-Marmaris yolu üzerinde İnişdibi'nde bulunan sarnıç yörede üzerinde
kitabe olan tek sarnıçtır. Bu kitabe köy sakini Dr. Settar Tamer tarafından şöyle okunmuştur.
1250 / Ya cennetül hayrat vel hasenat / Menteşe Sancaktarı Osman Ağanın /
Celile-i muhteremeleri Ümmügülsüm / ruhuna fatiha /
Burada çevre yakın tarihi ile önemli yazıtta ismi geçen Ümmügülsüm, Tavaslı Osman Ağanın
eşidir. Eşi görevde iken eşinden önce vefat etmiştir. Bu yazılı taşın Ümmügülsün'ün mezar
taşı olduğunu sanıyorum. Belki sonra ki bir onarımda buraya konmuştur.
Ancak hayırsever bir kadın olan Ümmügülsüm'ün çevrede yaptığı hayır işleri olduğu ve
isminin çevre ile özdeşleştiği kesindir. Antik çağlarda İdimos olan azmağın ismi "Kadın
Azmağı" olmuştur. Bugün İnişdibi ve Akyaka arasında gazinoların yer aldığı bölgede olan ve
bugün mevcut olmayan "Kadın Pınarı ve Çeşmesi"nin Ümmügülsüm Hanımla ilgisi olmalıdır.
Belki Ümmügülsüm Hanımın mezarı da yakındaki mezarlıktadır, ileri de yapılacak
araştırmalar buna ışık verecektir.
(MUĞLA DEVRİM 22.08.1998)
13
YAHUDİ ŞALOM GAZETESİNE YAZILAN DİLEK
Mehmet BİLDİRİCİ
Sayın Ivo Molinas
“Nasıl bir Şalom?” adlı yazınızı okudum. Çok ilgimi çekti. Bende bir şeyler yazmak istedim.
Yahudi kökenli değilim. Emekli İnşaat Yüksek Mühendisi ve araştırmacıyım. Öğrenimimi
1957-1962 yılları arasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde tamamladım. İki yıldan bu yana
İstanbul’dayım.
İstanbul’un çok kültürlülüğünü seviyorum. Türkiye’de ŞALOM gazetesinin yayınlandığını
yaklaşık bir yıl önce duydum, altı ayda nerede satıldığını öğrenebildim. Neve Şalom’un
kapısından içeri alınmadan Şalom’u nereden alabileceğimi sordum, cevap alamadım.
Sekiz aydan bu yana devamlı okuyorum. Çok kaliteli bir gazete özellikle tarihi konulardaki
yazıları hoşuma gidiyor, pek çok şeyi aslından öğreniyorum.
Ben cemaat dışından bir kişi olarak gazetenizin kapısını bizlere aralayın, kültürel
etkinliklerden ve yayınlardan yaralanabilelim diyorum. Böylece dinleri farklı, aslında farksız
ve bir arada yaşayan iki toplum arasında köprü olsun diyorum. Zira Müslümanlığın pek çok
kuramı Musevilikten gelmektedir.
Bir anımı burada belirteceğim, modern eğitim almamış anneannem sık sık “Sultan Sülüman”
şöyle yaptı, böyle dedi diye anlatırdı. Ben ilkokulda idim, Türk Tarihini yeni öğreniyorduk. Bu
sulatanın Kanuni Sultan Süleyman olduğunu sanıyordum. Sonra öğrendim bu meğerse
kurtlarla kuşlarla dost onlarla konuşan Hazreti Süleyman (Salamon) imiş. Müslüman
toplumda eskiden bir tarih vardı. “Beni İsrail Tarihi”. Büyük dedemin amcası Konya Kapı
Camii’nde vaizmiş. Konuşmalarında bütün örnekleri “Beni İsrail Tarihi’den verirmiş. !!!!
Saygılarımla
(28.10.1998 –İstanbul ŞALOM)
14
KONYALI KEBAPÇI OSMAN
Mehmet BİLDİRİCİ
KONYALI KEBAPÇI OSMAN, İstanbul’da Konya yemek geleneğini sürdüren Vedat Vefa’nın
sahip olduğu bir lokantadır. Yıllar önce Aksaray’da Yenikapı’ya giden geniş bulvarın üzerinde
idi. Dört ay öncesine kadar Taksim Meydanı’nın çok yakınında aynı isimde faaliyetini
sürdürüyordu.
Şimdi 1998 yılı Haziran’ından bu yana Bostancı Minibüs caddesi üzerinde yeni dükkanında
devam ediyor. Mayıs sonunda açılışı oldu. Açılışta genellikle Konya Liseliler bir arada olduk,
hasret giderdik. Kızım Özlem ile katıldığım açılışta, Toygar Tahralı, Nuri Tanrıkulu gibi
arkadaşlarımız vardı.
Vedat abi ile akraba değiliz, ama akrabadan daha yakınız. Konya’nın eski kebapçılarından
Osman Vefa ve babam Mustafa Nazım Bildirici hem arkadaş ve hem de meslektaş. Daha
ötesi Osman amca babamın sağdıcı imiş. Bağlarımızda Karaman caddesinde Altıyol
civarında idi. Şimdi katlı yolların bulunduğu bu yörede çok az ev vardı. Mahalleli aralarında
çok iyi komşuluk ilişkileri bulunuyordu.
Osman amca mesleğini, oğlu Vedat abi ile İstanbul’da devam ettirdi. Babasının ölümünden
sonrada Vedat abi baba mesleğini sürdürüyor. Konya’nın nefis etliekmek ve kebabını
İstanbullulara ve İstanbul’daki Konyalılara sunuyor. Konyalılar için bir buluşma ve hasret
giderme yeri oluyor.
Ayrıca Vedat ağabeyin etliekmek salonunun duvarları Konya’nın eski fotoğrafları ile dolu.
Fotoğraflar Cumhuriyet’in başlarında arkadaşımız Selçuk Acar’ın babası tarafından çekilmiş.
Alaaddin tepesi üzerinde bugün mevcut olmayan Eflatun Mescidi olarak bilinen Bizans
kilisesi, Hükümet Konağı ve başka eserlerin o günkü fotoğrafları gayet güzel ve büyük olarak
çerçevelenmiş ve duvarları süslüyor.
Nefis Konya kebabını eski Konya yemekleri altında yiyorsunuz. Konya’yı tanıtmak için
bundan daha güzel ne yapılabilir? İstanbul’da yaşayan Konyalıların buluşma ve hasret
giderdiği bir mekan KEBAPÇI OSMAN
Vedat ağabeyi kutluyor, yeni iş yerinin hayırlı olmasını diliyorum….
(Yeni Meram KIRKAMBAR 20.11.1998)
15
İSTANBUL’DAN TEKRAR
YENİ MERAM KIRK AMBAR’A MERHABA
Mehmet BİLDİRİCİ
Yeni Meram Kırkambar’da yazılarım yayınlanmaya devam ediyor, ben ise emekli
olduğumdan bu yana yaşamımı İstanbul’da sürdürüyorum. İstanbul İçmesuyu Projesi II.
Merhale Yeşilçay Sistemi’nde Müşavir olarak gene Devlet Su İşleri ile birlikte çalışıyorum.
Büyük bir kentte yaşamak çalışmak zamanımı dolduruyor.
Konya’da iken okumaya ve araştırmaya daha fazla zamanım vardı. Konya’daki eski yerleşim
yerleri, onların tarihi ve su yapıları konusunda o kadar çok yayın toplamış, araştırma yapmış
ve notlar almıştım ki onların yayına dökülmesi epey zaman alacak. Bunların yazılmasının
yararlı olduğu düşüncesindeyim. Bunu şunun için söylüyorum. Kendisi iki yıldır burada değil,
bu yazılar nereden çıktı? diye düşünenler olabilir.
Şüphesiz bu işte Kırkambar’ı hazırlayan değerli arkadaşım Mehmet Gündoğdu’nun payı
büyük. Gönderdiğim yazıları yayınlıyor, ve gazete asıllarını bana gönderiyor. Kendisine çok
şey borçluyum. KIRKAMBAR’ın Konya Kültür ve sanatına büyük katkıda bulunduğuna
inanıyorum.
İstanbul’da boş zamanlarımda çevre ve tarihi mekanları geziyor, ve İstanbul’u tanımaya
çalışıyorum. Kütüphane ve kitapçıları geziyorum. Gene Konya gündemde, ilgilendiğim
konularda ilgili kitap ve dokümanları rastladığımda edinmeye çalışıyorum.
Ekim 1997 de İzmir’de “Türkiye İnşaat Mühendisliği 14. Teknik Kongresi” gerçekleşti. Ben ve
oğlum İstanbul Teknik Üniversitesi’nde araştırma görevlisi Öztuğ Bildirici ile “Konya
Çevresinde Çağlar Boyu Tarihi Su Yapıları” adlı bildiri ile katıldık. İlgi ile izlendi. Kongre
tebliğleri kitabı içinde yer aldı.
Bu konuda daha önce “DSİ Genel Müdürlüğü tarafından 1994 yılında “Konya Tarihi Su
Yapıları” adlı kitabım yayınlanmıştı. Bu tebliğde Konya ve çevresindeki tüm tarihi su
yapılarının harita üzerinde tam bir dökümü verildi. Ayrıca 1994 yılından beri derlediğim yeni
bilgileri ve gelişmeleri de buraya yansıtmaya çalıştık. Çok güzel, özel olarak bilgisayarda
çizilmiş harita ve planlar Öztuğ Bildirici tarafından hazırlanmıştır.
Bu tebliğimiz değerli arkadaşım Mehmet Gündoğdu’nun girişimi ile kaynak gösterilerek YENİ
GAZETE’de tekrar yayınlandı.
Ayrıca 1996 yılında Kahire’de gerçekleşen “Uluslar arası Sulama ve Drenaj Komisyonu’nun
Tarihi Semineri”ne de oğlum Öztuğ Bildirici ile tebliğ gönderdik. “Konya Ereğlisi’nde Tarihi
Sulamalar”. Kongre kitabında İngilizce olarak yayınlandı. Bu tebliğde sulama maksatlı 52 km
uzunluğundaki ALANARK ve çevresindeki sulama kanalları bölgenin tarihi perspektifi içinde
incelenmiştir. Çok ilgi çekici olan bu tebliğin Türkçe çevirisinin yapılmasının faydalı olacağı
düşüncesindeyim.
Tarih ve kültür sever tüm dostlara İstanbul’dan MERHABA !!!!
(20.11.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
16
GÖKOVA’DA ÇAKIRHAN MİMARİSİ VE ÇAKIRHAN KÜLTÜR VE SANAT EVİ
YARATICISI NAİL ÇAKIRHAN
Mehmet BİLDİRİCİ
Gökova-Akyaka, gerçekten ahşap cepheli ve tavan süslemeli evleri ile farklı bir sahil
beldesidir. Bu konuda betonlaşmış diğer yeni gelişmiş turizm merkezlerinden ayrılmaktadır.
Böyle bir mimari oluşumda 1910 doğumlu Nail Çakırhan’ın emekleri bulunmaktadır.
Nail Çakırhan Muğla ili Ula ilçesindendir. O yıllarda Muğla’da lise olmadığından öğrenimini
Konya Lisesi’nde tamamlamış ve halen en eski mezunlardan (1929 yıl mezunu) biridir. Nail
Çakırhan lise öğrenimi sırasında sol görüşleri benimsemiştir.
Bu konuda ilginç bir gözlemimi belirtmek istiyorum. 1925-1930 yılları arasında Konya
Lisesi’nde sol görüşü benimseyen başka öğrenciler de vardır. Atatürk’ün akrabası ve daha
sonraki yıllarda gizli Türkiye Komünist Partisi kurucu ve etkin üyelerinden Reşat Fuat
Baraner’de Konya Lisesi mezunudur.
Başarılı ve çalışkan bir öğrenci olan Çakırhan Konya Lisesi öğrencisi olarak yazdığı bir şiir
yüzünden polisçe takibata uğrar. Okulun Duvar gazetesine konan bu şiirin ismi “Derebeyleri”
dir. Burada Muğla’daki toprak ağaları kastedilir. Ama Atatürk’e hakaret gibi yorumlanır, daha
sonra serbest bırakılır. Konya’da çıkan KERVAN Dergisinde başka şiirleri de yayınlanır.
Konya Lisesi’nden sonra İstanbul’da Tıp Fakültesi’ne kaydolur, bir yıl devam eder, bir yılda
Hukuk Fakültesine devam eder, öğrenimini bırakır veya bıraktırılır.
“Derebeyleri” şiiri, Nazım Hikmet ile tanışmasını sağlar, birlikte dergi çıkarırlar ve
tutuklanırlar, Bursa’da hapishanede birlikte kalırlar, Nazım Hikmet ile birlikte Nail V. İsmi ile
“Gece Gelen Telgraf- Portreler- 1+1=Bir isimli kitabı yayınlarlar. 1935 yılı affından faydalanıp
serbest kalır.
Nazım Hikmet gibi Sovyetler Birliği’ne gidip öğrenim yapmak ister. Pasaportsuz gizlice Sarp
kapısından Batum’a kaçar ve oradan Moskova’ya gider, Moskova Doğu Halkları
Üniversitesi’nde Ekonomi ve Sosyalizm okur.
Rus kızı “Taisa” ile tanışır ve evlenir. Bu evlilik yerel yöneticilerin hoşuna gitmez, eşi
hamiledir, ve bir ay sonra doğum yapacaktır. Odesa vapuru ile Türkiye’ye zorunlu olarak geri
gönderilir, diğer bir deyişle sürgün edilir. Çakırhan oğlu Rudik ve eşi Taisa ile 40 yıl sonra
görüşebilir.
1939 yılında o sıralarda asistan olan Atatürk’ün yakın arkadaşlarında Hasan Rıza Çambel’in
kızı arkeolog Halet Çambel ile gizlice evlenir. Çünkü Çambel ailesi bu evliliğe karşıdır. 1946
yılında kurucuları arasında yer aldığı “Türkiye Sosyalist Emekçi Partisi” kapatılır, gene hapis
yönü gözükür. 1950 affı ile serbest kalır.
Halet Çambel, Profesörlüğe yükseltilmiş, Adana Kadirli ilçesinde arkeolojik kazılarda
bulunmaktadır. Nail Çakırhan’da eşinin yanındadır. Kazı ekibi için gerekli binaları yapan
Müteahhit işi bırakmıştır. Yapı işleri Nail Çakırhan’a kalır. Adana Kadirli başta olmak üzere
çeşitli yapıların yapımını üstlenir, ve yapı mesleğini benimser.
1970 yılında yorgun düşer, doktor tavsiyesi ile dinlenmek maksadı ile memleketi olan Ula’nın
Akyaka köyüne yerleşmeye karar verir ve burada bir arsa satın alır. Geleneksel Ula evlerini
örnek alarak ahşap ağırlıklı halen yazları içinde oturduğu evi yaptırır. Turizmin gelişmeye
başladığı yıllardır, ev beğenilir ve Akyaka’da yenileri izler.
Gökova Akyaka’da yaptırdığı eve 1983 yılında “AĞA HAN MİMARLIK ÖDÜLÜ” verilir.
Çakırhan mimar değildir, mimari eğitimde görmemiştir. Durum belirli çevrelerce yadırganır.
Ödülden gelen para ile Muğla’da eski bir hanı kültür evi olarak restore eder. Ardından otel
inşaatları, Letonia, Montana gibi büyük tatil köyleri takip eder. Bodrum, Muğla Datça ve
Fethiye’de birbirinden güzel yapıları ile geçmişin değerlerini bugüne ve geleceğe bağlayan
bir isim olarak efsaneleşir.
Nail Çakırhan 1998 yılında bir girişimde daha bulunur. Evinin bir köşesine Nail ÇakırhanHalet Çambel Kültür Evini yaptırır ve kültürün hizmetine sunar.
17
19.08.1998 günü pek çok fikir ve sanat adamının katıldığı bir söyleşinin ardından “Nail
Çakırhan Mimarisi” sergisi açılır.
Ben bu söyleşi ve sergiye davetli olduğum halde katılamadım. Ama daha sonraları sergiyi
gezdiğimde kendisi orada ve açıklama yapıyordu. Gözleri zor görüyordu, yaşlanmış idi ama
dinçti. Kendisine Konya Lisesi’nin en eski mezunlarından olduğunu hatırlattığımda, birkaç
öğretmeninin ismini verdi, ve sen kaç mezunusun dedi. 1957 deyince çok yeniymişsin dedi.
Nail Çakırhan-Halet Çambel Sanat ve kültür Evi’nin çevreye, sanata ve mimarlığa yararlı
olmasını diliyorum.
(28.11.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR
18
SELÇUKLU DÖNEMİNDE GÜRCÜLER İLE İLİŞKİLER
GÜRCÜ HATUN
Mehmet BİLDİRİCİ
İstanbul’da yaşamak değişik kültürleri tanımak için kolaylık sağlıyor. Çünkü çok çeşitli kitap
ve dergiler bulunmaktadır. Konulara tarafsız ve önyargısız girenleri keşfetmeye uğraşıyorum.
Bunlardan biri de Türkiye’de yaşayan Gürcü kökenli Türk vatandaşların kültürel mirasını
araştıran “ÇVENEBURI” dergisidir. Birkaç sayısını aldım. Dergide Türk vatandaşlarının
yazıları yanında Gürcistan’dan çeşitli bilim adamlarının yazıları yayınlanmakta, Gürcü
alfabesi ile yazılmış kısa şiirler de bulunmaktadır.
Bu vatandaşlarımız 1878 ve sonrası Batum ve Artvin taraflarından Anadolu içlerine gelip
yerleşmişler, genellikle Adapazarı, Bolu, Bursa civarlarında çeşitli köyler kurmuşlardır.
Zengin Gürcü mutfağını ve özgün Gürcü Müziği’ni korumaktadır.
Konya çevresinde bildiğim kadarı ile Gürcü köyü bulunmamaktadır. Ama Konya Selçuklu
başkenti iken Gürcülerle temaslar olmuştur. Bu konuda “Çveneburi” dergisinin 29. sayısında
Gürcistan Tbilisi Devlet Üniversitesi Doğu Bilimleri Fakültesi’nde Prof. Nodar Şengelia’nın
“Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Gürcistan” adlı makalesi bulunmaktadır. Makale
Gürcistan kaynaklarına göre yazılmış, çok ilgimi çekti. Aynı Profesörün aynı konuda bir
konferansı varmış, onu da dergiden öğrendim.
Prof. Şengelia makalesinde Büyük Selçuklular ile Gürcistan arasındaki gelişmeler
özetlenmektedir. “Feodal Gürcü Devleti 1121 yılında Didgori yakınında yapılan savaşta
Selçukluları yenilgiye uğratmış, kurucu kral olarak kabul edilmiş David IV (1089-1125) ve
daha sonra Kraliçe TAMARA (1184-1213) döneminde tam bağımsızlığına kavuşmuştur. Bu
Kraliçe zamanında Gürcistan’da önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.
Konya ile ilgili kısımda yazılanlar aynen şöyledir. “Daha sonraki yıllarda Gürcistan ile Anadolu
Selçukluları arasındaki ilişkiler tam olarak bilinmemektedir. Görüldüğü kadarı ile savaşlar
bitmiş evliliklerle ilişkiler sağlamlaştırılmıştır. Kraliçe Tamara’nın torunu aynı isimli Tamara
Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246) ile evlendirilmiştir.
“Gürcü Hatun adıyla ve Mevlevi tarikatı ile yakın ilişkisinden dolayı iyi tanınan bu Gürcü
kızının mezarı Konya’dadır” denilmektedir.
Bizim kaynaklarda da benzer bilgiler bulunmaktadır. Alaaddin Keykubad ile Alaiye Bey’i
Kryvat’ın kızı Hunat Hatun’un oğlu, Gıyaseddin Keyhüsrev Kraliçe Tamara’nın torunu ve
Rosudan’ın kızı Tamara ile evlenmiştir. Daha fazlası araştırma gerekmektedir.
Bu Gürcü Hatun’dan gelse gerek Konya’da bugünlere kadar gelen bir geleneği de burada
belirteceğim. Her halde Gürcü Hatun çok güzel ve kendisini sevdirdi ki, Konya’da güzel
gelinler Gürcü olarak halk deyişlerine girmiştir.
Eşim Düzay’ın babaannesi Hediye Hanım güzel bir gelinmiş, evlendiğinde kadınlar kendisi
için şu tekerlemeyi söylemişler
Kayısılı burundan kalktı bir top inci
Tahsinlerin evine kondu bir GÜRCÜ
Tarihte çeşitli farklı toplumlar arasında kavgalar, acılar yanında korunması gereken
güzellikler de bulunmaktadır.
(05.12.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
19
ATİNA’DA KÜÇÜK ASYA ARAŞTIRMALARI MERKEZİNİ ZİYARET
Mehmet BİLDİRİCİ
Atina’da “Küçük Asya Araştırmaları merkezi”, Kurtuluş Savaşı’ndan sonrası Lozan Anlaşması
ile zorunlu göç eden Anadolulu Rumların kültürel mirasını korumak için 1930 yılında
kurulmuş bir kurumdur. Bilindiği gibi Lozan anlaşması ile Türkiye’deki Rumlarla,
Yunanistan’daki Türkler mübadele (değiştirme) edilmişlerdi. Araştırma Merkezi’nin kurucuları
Bayan Melpo Merlier ile Atina’daki Fransız Enstitüsü Müdürü Fransız asıllı Octave Merlier’dir.
Eşimle birlikte 1998 Nisan ayında Kurban Bayramı tatilinde “Nokta Turizm” ile bir hafta süren
Yunanistan gezisine katıldım. Orada araştırmacı olarak görev yapan Stavro Anestidis ile
daha önce mektupla tanışmıştım. Kendisi Konya ile ilgili konularda mektupla bilgi ve
doküman aktarmıştı. Anestidis benden daha gençti, çok güzel Türkçe konuşuyordu. Zira
eğitimini İstanbul’da bir Fransız okulunda yapmış, ailesi ile birlikte Atina’ya göç etmişti.
Kendisi bizimle çok ilgilendi, bizi yemeğe götürdü ve Araştırma Merkezini gezdirdi, bilgiler
verdi.
Araştırma Merkezi göçmenlerin kültürel mirasını korumak yanında eskiden bir arada iken
şimdi Yunanistan ve Türkiye’de yaşayan insanlar arasında diyalog kurmak. Kurumun girişine
asılmış biri Müslüman Türk, diğeri Ortodoks iki akrabanın fotoğrafı bunu en güzel şekilde
anlatmaktadır.
Bu merkezde çalışan araştırmacılar, göçmenleri tek tek dolaşarak onların Anadolu’da
yaşadıkları yerler ve aileler konusunda 150.000 sayfa civarında arşiv oluşturmuşlardır.
Bunlar arasında Sille’li Rumlar hakkında da dokümanlar yer almaktadır. Ancak yazım dili
Yunanca’dır.
Bu dokümanlar göçmenlerin kültürel mirası ile ilgilidir, bizleri de çok fazlası ile ilgilendirdiği
kanısındayım. Anadolu’da eski yaşam hakkında folklor konusunda çok önemli bilgilerin
ortaya çıkacağına inanıyorum. Ancak burada dil sorunu ortaya çıkmaktadır. O dili iyi bilen
yöremiz konusunda araştırma yapan biri gerekli, ancak araştırmalarımda ne İstanbul ve de
Yunanistan’da yöremiz tarihi ile ilgilenen Türk ve Rum asıllı kimse yok. Bu bakımdan bazı
yöreler şanslı, örnek olarak Aydın’dan göç etmiş Dido Sotiriu isimli bir Hanım yazarı,
Karadeniz bölgesi içinde bazı yayınları okudum, ama Konya ve Sille ile ilgilenen
bulunmamaktadır.
Bence bu Araştırma Merkezi’nin ikinci özelliği bizler içinde iyi bir örnek olmasıdır. Türkiye’ye
Yunanistan’dan Selanik’ten Drama’dan …vs gelen göçmenler olmuştur. Ama onların oradaki
yaşantısını kültür mirasını araştıran korunmasını sağlayan bir Kurum kuramamışız.
İnsanların yaşadığı ülkenin kültür ve vatandaşlığını benimsemesi, bundan gurur duyması
yanında geldiği ülkedeki kültürel değerlerini aile kökenini bilmesi bunları gelecek kuşaklara
aktarması gerekir diye düşünüyorum. Bu yönden bu araştırma merkezi çok güzel bir örnektir.
Küçük Asya Araştırma Merkezi’ni hediye edilen bir broşür, Aksaray’da yaşamış Aya Mama
hakkında yazılmış hediye edilmiş bir kitap ile ayrıldım. Bu arada birkaç harita kitapları
ayaküstü inceleyebildim.
Yunanistan’da Konya ile ilgili bazı konulara da değineceğim. Bunlardan biri Konya’dan göçen
göçmenlerin bir kısmının Pire’ye yerleştikleri ve orada bir sokağın adının “NEOICONIO” yani
Yeni Konya olduğudur. Grup halinde gezildiğinden Pire gezisinde bu sokağa gidemedim,
ama soruşturmamda bu sokakta artık pek Konyalının kalmadığı oldu. Bunun yerine Türk
Limanı’nı gezdik ve burada bir yemek yedik.
İkinci konu Yunanistan’da Orta Anadolu ile kültürel bağlarını yürüten tek köy NEAKALVARİ,
yani Yeni Gelveri. Bilindiği Gelveri bugün Aksaray ilinin Güzelyurt ilçesi’nin eski adıdır. Nea
Kalvari yol üzerinde Kavala’ya 20 km uzaklıkta şirin bir köy ama grup olduğumuz için içine
girmek mümkün olmadı. Bu köyde pek çok kişinin Türkçe konuştuğu söyleniyordu.
Yunanistan’da karşılaşamadık ama Gelverililer ile 11 Temmuz 1992 günü Aksaray
Güzelyurt’ta karşılaşmıştık. Güzelyurt Belediyesi’nce “Uluslararası Güzelyurt Festivali”
yapılmış eski Güzelyurtlular buna katılmışlardı. Her iki tarafın milli oyunları sergilenmiş ve
20
şarkılar söylenmişti. Yunanistan’dan gelen Gelverililerin şarkıları arasında “Konyalı” Sille’den
dün gece geçtim annem” gibi türküler de vardı. Önceleri ben bunları jest olarak yaptıklarını
sandım. Orada tanıştığım Anastasia güzel Türkçe konuşuyordu. Bu türküleri ailesinin
öğrettiğini ifade etti. Ailecek tanıştığımız Anastasia şimdi turistik Karballa Otelini okul olarak
yaptıran kişinin torunu idi.
Kültürel ortamda birbirimize vereceğimiz çok şey olduğuna inanıyorum. !!!!
(26 Aralık 1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
21
GÖKOVA- AKYAKA’DAN MUSTAFA AKKAYA'NIN ANISINA
Mehmet BİLDİRİCİ
Tüm yaşamı Akyaka'da geçmiş, Belediye Başkanı İsmail Akkaya'nın babası Mustafa
Akkaya'nın 12 Eylül 1997 tarihinde öldüğünü üzüntü ile öğrenmiş bulunuyorum.
Kendisini Akyaka'ya geldiğim 1977 yılından bu yana tanırım, iyi ahbabız. Bu zaman içinde
çeşitli sohbetlerimiz oldu. Anlattıkları Akyaka'nın tarihine büyük ışık tutuyor.
Dedesi Mehmet, babası Mestan ve altı oğlan kardeşi ile Gereme'den (Ören) Gökova'ya
mallarını yaymak için geldiklerini, önceleri kışları kalıp yazları Gereme'ye geri döndüklerini,
daha sonra Akyaka'ya yerleştiklerini anlattı. Önce çadırlarda kaldıklarını ve daha sonra köyde
bilinen tek odalı evleri yaptıklarını anlattı. Küçüklüğünde Brezilya'dan şeker kamışı yüklü
geminin geldiğini hatırlıyor.
Diğer ilgi çekici anlatılanlarda şöyle: Çevre Ulalı ağaların elinde, ağalar padişahtan geniş
tapu çıkarıyorlar. Marmaris yolunun üzeri Rum Panayot ve Andon'un, çevrede tütün
yetiştiriyorlar. Sahilde kayıkları var.
Kurtuluş savaşı yıllarında binbaşılıktan emekli Yakup Bey Yeni İskele mahallesine yerleşiyor.
İskelenin hemen üstünde halen restore edilmiş, güzel evi yaptırıyor, Yakup Bey çocuksuz.
Mütesellim Osman Ağa ile ilgili duyduğu şu hikayeyi anlatıyor. Osman Ağa Eski İskele'de
bulunan kalıntılar arasında altın buluyor. Eski eserleri, altınlarla birlikte 40 katıra yükleyip,
Tavas'a götürüyor. Altın yüklü bir katır yolunu kaybedip kervandan kopuyor ve Ula'ya çıkan
taş döşeme yoluna sapıyor ve Ula'ya çıkıyor. Katırı bulan aile çok zenginliyor ve
Katırcıoğulları ismini alıyor !
Mustafa Akkaya, görmeyen gözüne rağmen köyde pek çok ilke imza atan bir kişidir. Köyde
ilk kahveyi, ilk fırını, ve ilk bakkal dükkanını açan kendisidir. O zamanlar köyden geçen
Fethiye arabaları ile Ula'ya gider, ihtiyaçlarını temin eder, dükkanında satardı.
Devamlı radyo dinleyen, Türkiye ve Dünyadaki olayları yakından takip eden, Mustafa Akkaya
son yıllarda rahatsız idi. Kendisine rahmet, ailesi ve Akyakalı’lara baş sağlığı diliyorum.
(İŞTE GÖKOVA sayı 7 - 1998)
(31.12.1998)
22
1999 YILI YAZILARIM
KONYA’DA KÜLTÜRE HİZMET EDEN
YABANCI BİLİM ADAMLARI III
LADY GERTRUDE BELL (1888-1926)
Mehmet BİLDİRİCİ
İngiliz edebiyatçı, arkeolog, tarihçi olan Bayan Bell, Kraliçe Viktoria döneminde kadınların
kabul edildiği Oxford Üniversitesi’nin Tarih Coğrafya bölümünde eğitim gördü. Daha sonra
Fransızca, Almanca, Arapça, Farsça, Türkçe öğrendi. 1902-1911 yılları arasında Türkiye’de
araştırma ve incelemeler yaptı. Daha sonra tüm Ortadoğu’yu adım adım dolaştı. Türkiye’de
bulunduğu sırada William Ramsay ile Konya Sille ve Karaman Karadağ’da incelemeler yaptı
ve bunları yayınladı.
Birinci Dünya Savaşı’nda Irak’ta bulundu. Irak’ta İngiliz yanlısı Irak devletinin kurulmasında
sınırlarının çizilmesinde, Haşimi Hanedanı’nın başa getirilmesinde etkili oldu. Lawrence gibi
Türklere karşı Araplar yanında yer aldı.
Ölmeden önce Bağdat’ta Müze Müdürlüğü’ne atandı ve 1926 yılında Bağdat’ta öldü.
Gazeteler binlerce Iraklının cenaze törenine katıldığını yazdılar. Janet Wallach tarafından
hayatını konu alan “Desert Queen- Çöl Kraliçesi” isimli kitap yayınlandı.
Tarih ve edebiyat konusunda tespit edebildiğim eserleri şöyle:
-Notes on a journey through Cilicia and Lycaonia – Kilikya ve Konya Gezi Notları-The Thousand and One Churches- London 1909 – Binbirkilise- (W. Ramsay ile birlikte
-Poems from the Divan of Hafız – 1889
Konya ile ilgili ilk eserini bulup inceleyemedim. Siyasi kişiliği de olan Bell’in sanat ve siyaset
konusu ayrılmalı ve Konya ile ilgili izlenimlerinin Türkçe’ye kazandırılması gereklidir diye
düşünüyorum.
(02.01.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
1
KONYA’DA KÜLTÜRE HİZMET EDEN
YABANCI BİLİM ADAMLARI IV
PRENS PIOTR TCHIHATCHEF (1808-1890)
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu yazımızda da Konya çevresinde araştırma yapmış, doğa bilimci, JEOLOG, ve Coğrafyacı
Rus Prensi Piotr Aleksandroviç Tchihatchef (okunuşu Çihadçov) konu edilecektir.
Çihadçov zengin ve asil bir Rus ailesinin çocuğu olarak St. Petesburg yakınlarında bir köyde
dünyaya geldi. Rusya’da özel öğrenim gördü. Daha sonra Münih, Berlin ve Paris’te jeoloji
okudu.
Çihadçov başta Sibirya ve Altay Dağları olmak üzere pek çok yerde inceleme ve araştırma
yaptı. Ancak burada ağırlıklı olarak Konya çevresinde yaptığı çalışmalar konu edilecektir.
Çihadçov yaklaşık 1844-1848 yılları arasında İstanbul’daki Rus Elçiliği’ne Ateşe olarak
atandı. Gayesi Türk dilini öğrenmekti. Önce bunu başardı, Türkçe’yi bütün ağızları ile
öğrendi.
1847-1848 yıllarında kendisini o zaman çok az olarak bilinen Anadolu’nun Jeolojik ve Coğrafi
yönden araştırılmasına adadı. Yaya olarak yaklaşık 14.000 km kat ederek inceleme yaptı, ve
çalışmalarını “Asie Mineure description physique statistique et archaelogique de cette
contree- Anadolu’nun fiziki, istatistiki ve arkeolojik olarak tasviri- adlı Fransızca olarak 8 ciltlik
yayında topladı.
Ayrıca “Le Bosphore et Constantinople- İstanbul ve Boğaziçi” adlı yayını vardır. Bu eserinde
İstanbul ve Boğaziçi’nin o günkü durumu ile ilgili bilgiler sunduktan sonra o günkü tarihi su
yolları hakkında detaylı bilgiler sunmaktadır.
Yazdığı 8 cildin içeriği şöyledir.
Cilt I ; Karşılaştırılmalı Fiziki Coğrafya, 1853 yılında basıldı. 614 sayfa, 12 resim 28 atlas
Cilt II; Kilimatoloji ve Zooloji, 1866 yılında basıldı, 866 sayfa
Cilt III- Cilt IV; Botanik, 1866 yılında yayınlandı. 484 + 676 sayfa
Cilt IV,cilt V, cilt VI ; Jeoloji 1867 ve 1868 yıllarında yayınlandı, 784+490+552 sayfa
Cilt VIII; Paleontoloji 591 sayfa
Çihadçov iri yapılı, iyi huylu,ve çok çalışkan bir kişi idi. Çevresindekilerin dostluğunu ve
güvenini kazanan biri idi. Bilime olan sonsuz güveni ile tipik bir akıl çağı insanı, doğaya ve
doğal güzelliklere aşırı tutkusu ile gerçek bir romantikti. Kişisel serveti hiç kimsenin emrine
girmeden çalışmasını sağladı.
Çihadçov Anadolu’yu JEOLOG gözü ile gezen ilk doğa bilimcisidir. Konya Ovası’nın
çölleşmekte olduğunu belirtmiş, tarıma uygun hale getirilmesi gerekliliğini vurgulamıştır. Bu
görüşü yaklaşık yarım yüzyıl sonra Konya Ovası Projesi ile gerçekleşecektir.
KARAPINAR da ilk jeolojik bilgiler onun tarafından derlenmiştir. Anadolu’nun doğal ve
kültürel yönden çok zengin olduğunu görmüştür. Ancak şu acı gerçekleri de dile getiriyordu.
Osmanlı Hükümeti’ni reform yapmakta aciz olarak görüyor, Osmanlı Türklerini zamanın çok
gerisinde kalmış bir toplum olduğunu belirtiyordu.
Fransızca Bilimler Akademisi üyesi, St Petesburg, Berlin, Münih Bilim Akademilerinin şeref
üyesi olan Rusça, Türkçe, Fransızca ve Almanca dillerini bilen Çihadçov 13 Ekim 1890 günü
Floransa’da hayata gözlerini kapamıştır. Kardeşi Platon Çihadçov da ünlü bir gezgin Rus
Coğrafya Derneği’nin kurucuları arasındadır.
Acıdır ki çevremizde bu kadar araştırma yapmış ve eserler vermiş bu doğa bilimcisi hiç
tanınmamakta ve hiçbir eseri Türkçe’ye çevrilmemiştir.
Bu yazı İ.T.Ü de öğretim üyesi Prof. Dr. Celal Şengör’ün bir makalesinden özetlenmiştir.
(02.01.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
2
MÜSLÜMANLIĞI SEÇEN BİR DOSTUN ÖLÜMÜ
EDİP MAVİOĞLU (GARBİS MAVİOĞLU) (1919-1998)
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu yazımda Konya ile ilgisi olmayan bir dostumun hayatını konu edeceğim. Çok ilginç bir
yaşam öyküsü olan dostun adı Edip Mavioğlu (1919-1998). İzmit’in Bahçecik köyünde
Ermeni bir ailenin oğlu olarak dünyaya geliyor. Küçük yaşta babası pusu kurularak
öldürülüyor, annesi ve kardeşleri ile birlikte İstanbul’a geliyorlar. Sanat olarak kalorifer
tesisatçılığını seçiyor. Pangaltı’da bir tesisatçı dükkanı açıyor. Ailesinin Rumelihisar’da evleri
ve Mecidiyeköy’de dut bahçeleri var. O zamanlar tesisatçı ustaların hepsi Hıristiyan, ya
Ermeni yada Rum.
Sonra din değiştirip Edip ismini alacak olan Garbis’in Müslüman bir komşusu var. Onunla çok
iyi anlaşıyorlar, onun vasıtası ile Müslümanlığı incelemeye başlar ve 27 yaşında Müslüman
olmaya karar verir, yakın akrabalarına açıklar ve büyük tepki alır. Ancak Garbis’in kararı
kesindir, ailesi onu ikna edemeyince mirastan vazgeçmesini şart koşar, yeni ismi ile Edip
gerekli belgeleri imzalar ve ailesini terk eder. Biraz annesi anlayışla karşılar ve ona destek
olur.
İş hayatında din değiştirmesinden zararlı çıkar, zira çalıştığı sektörde bütün iş adamları
Hıristiyan’dır, dışlanır. Bunun üzerine İstanbul’u ve sektörü terk eder. Bir süre Adana ve
Anadolu’da çalışır, ama işleri iyi gitmez, birazda dağıtır, uygunsuz kadınlarla bir olur, hapse
düşer.
Daha sonra Eyüp’te ustabaşı olarak bir fabrikaya girer, sigortalı olur. Bekar ve yalnızdır. Bu
arada gördüğü ve veya tanıştığı MUALLA isimli bir kızı ailesinden ister. En başta Ermeni
asıllı olduğunu belirtir. Onunla evlenir ve çok mutlu bir yaşam sürer. Bir kızları olur.
Edip Mavioğlu Sosyal Sigortalardan emekli olduktan sonra İstanbul AĞVA’da bir ev yaptırır
ve oraya yerleşir. Ben kendisini orada tanıdım, tanıştık. Kaybettiği Mualla’ya aşıktı, eşinin
mezarı Ağva içinde bir tepede idi. Kendi mezarını da onun yanına yaptırmıştı. Her gün ilk işi
onun mezarını ziyaret eder, fatiha okur ve onunla kalben konuşurdu.
Eşi Mualla yanında annesi PERUZ Hanım’a da büyük hayranlığı vardı. Onun ev kadınlığını,
yaptığı reçelleri herkesin çok beğendiğini söylerdi. Bir defasında annesinin mezarının Şişli
Ermeni Mezarlığı’nda olduğunu söyledi. Mezarlık benim evime çok yakındı. Ziyaret ettim,
memleketi ve ismini söyleyince hemen kayıtlardan buldular ve mezarını bana gösterdiler.
İzmit Bahçecik köyünden Peruz Mavioğlu (1892-1970). Kendisine bu ziyaretten bahsettiğimde çok duygulandığını hatırlıyorum.
Ağva’da balıkçı kahvesinde çok sohbetimiz oldu. Çok tok sözlü idi. İnişli ve çıkışlı bir hayatı
olmuştu. Bir amcasının uzun yıllar Yedikule Ermeni Hastanesi’nde doktorluk yaptığını,
yeğenlerinin kapalı çarşıda kuyumculuk yaptıklarını, hep altlarında Mercedes’lerinin
bulunduğunu anlattı. Çok sıkıntı çektiğini ve din değiştirme kararından pişman olmadığını, ve
şükrettiğini belirtti. Ermenilerin çok çalışkan ve dürüst olduklarını, yoksullarına daima yardım
edildiğini vurguladı. Babasının haksız yere öldürüldüğünü, iki kardeşinin Fransız Ordusu’na
katıldığı ve Fransa’ya yerleştiğini ifade etti.
Beni çok seviyordu. Eşinin mezarına götürmek ve görmek için bir gün evine uğradım. Biraz
geç çıktı, şık bir elbise giymişti. Bu elbise dolapta idi beş yıl sonra senin için giydim dedi. Bir
gün araba ile Bahçecik’e gitmeye karar verdik. Akrabalarının Bahçecik’i ziyaret ettiklerini ve
köylülerle ahbaplık kurduklarını bu arada belirtti.
Ama ben iş icabı Ağva’ya daha az uğrar oldum, ve daha az görüşür olduk, görüşmelerimiz
telefonla oluyordu. Hasta ve yalnızdı. İstanbul’a kızının yanına bile gitmiyordu, ölürsem
buraya getirmezler diye. Sonuçta Ağva’da iken öldü ve çok sevmiş olduğu Mualla’sının
(1931-1993) yanına gömüldü. Allah rahmet etsin.
(16.01.1999 –YENİ MERAM KIRKAMBAR)
3
AVUKAT MUSTAFA TOPBAŞ’IN (1937-1998)
NAZMİ GÖKÇE’NİN ARDINDAN
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’ya bu yıl bayram dolayısıyla geldiğimde değerli sınıf arkadaşım Mustafa TOPBAŞ’ın
1998 Aralık ayında vefat ettiğini üzüntü ile öğrenmiş bulunuyorum.
Mustafa Topbaş 1937 yılında Bozkır Sarıoğlan köyünde doğmuştur. Orta Okulu Bozkır’da
okumuş, Konya Lisesi’ne devam etmiş, buradan 1957 yılında mezun olmuştur. Bir süre
ekonomik sebeplerle öğrenimine ara vermiş, daha sonra Ankara Hukuk Fakültesi’nden
mezun olmuş, Avukat olmuştur.
O yıllarda Bozkır Orta Okulu yeni açıldığı için kadrosu çok yetersiz idi, buradan gelen
arkadaşlar bayağı zorlanmışlardır. Topbaş’ın da bunu hissettiğini sanıyorum.
Topbaş doğru söyleyen, çekinmeyen tuttuğunu koparan bir kişiliğe sahipti, dindardı. İyi bir
Avukat olduğu kabul edilmektedir.
Topbaş ile son yıllarda yakınlığımız oldu. Konya Lisesi mezunlarının Konya toplantısına
katkıları oldu. Bunun kurumsallaşması için her türlü desteği verdi, birlikte çalışmalarımız oldu,
ama olumlu bir sonuca gidilemedi.
Zaman zaman sohbetlerimiz oldu. Beni Sarıoğlan’a götürüp oradaki tarihi kalıntıları
gezdirecekti, kısmet değilmiş…
Başarılı bir Avukat olan Topbaş’ın ölümü, diğer bir hemşerisi sınıf arkadaşımızın ölümünü
hatırlattı. Gene Bozkırlı Bozkır Ortaokulu mezunu Nazmi Gökçe. Nazmi Konya Lisesi’nden
sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Güç okudu, ama başarılı bir Avukat oldu.
Baba topraklarının bulunduğu Söke’ye yerleşti. 1993 yılında onu Söke’de ziyaret ettik, bizi bir
gece ağırladı, sohbet ettik, eski günleri konuştuk. Yılbaşı tebrikime karşı eşi telefonda aradı
ve Nazmi’yi kaybettiklerini söyledi.
Her iki hukukçu ve Bozkırlı sınıf arkadaşıma rahmet aileleri ve sevenlerine baş sağlığı
dilerim…
(06.03.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
4
KARAPINAR’LI ARAŞTIRMACI
İBRAHİM GÜNDÜZ’ÜN (1943-1999) ARDINDAN
Mehmet BİLDİRİCİ
İbrahim Gündüz, İlkokul öğretmeni ve araştırmacı idi. Karapınar ilçesi, Karacadağ üzerinde
Kayalı köyünde doğmuştu. Küçük yaşta babasını kaybetmiş, ilkokulu köyünde okumuş, ve
1955-1956 ders yılında sınavı kazanarak, İvriz Öğretmen Okulu’na girmiş, oradan 1962
yılında mezun olmuştur. Meslek hayatının çoğu Karapınar’da geçmiş, son olarak 19 Mayıs
İlkokulu Müdürü idi.
İbrahim gündüz iyi bir araştırmacı idi. Görev yaptığı ve yaşadığı çevreyi her şeyi ile
araştırmıştır. 590 sayfalık “Bütün Yönleri ile Karapınar” adlı kitabında, Karapınar’ın tarihi,
halısı, bitki örtüsü, jeolojisi, çeşmeleri, ören yerleri incelenmiştir. Karapınar için en değerli
kaynaktır. Yabancı bilim adamları yazdıkları kitap ve makalelerde bunları kaynak olarak
göstermiştir.
İbrahim Hoca’yı ben 1991 yılında tarihi su araştırmaları sırasında gidip Karapınar’da ziyaret
ettim ve tanıdım, kitabını aldım. Orada Osmanlı Sultanı II. Selim’in Karapınar’a getirdiği su
yolu hakkında bilgiler vardı. Bende haritasını ekleyerek ve kaynak göstererek kitabıma
koydum ve DSİ seminerlerinde mühendis arkadaşlarıma tanıtılmasını sağladım.
Daha sonra 1996 yılında Karacadağ üzerinde kendisi ile 2-3 defa birlikte gezilere katıldım.
Karacadağ’ı tanıdım. Karacadağ üzerinde bulunan antik HYDE kenti, gerçekten muhteşem
bir kent, daha önceki Türkçe yayınlarda hep Karapınar ‘da olduğu yazılı idi. Bu konudaki
görüşlerimi 1996 yılında iki makalede açıkladım.
Bir mühendis gözüyle Konya, Anadolu’da, Akdeniz’de yurt dışında Atina dahil pek çok antik
kenti planlarını inceledim. Gerçekten Karacadağ üzerindeki Hyde antik kenti yaklaşık 10 km
genişlik, 15 km uzunlukta 11 kalesi ile çok geniş bir alana yayılıyordu.
İbrahim Gündüz bu kentin ismini yazmamakla kent hakkında pek çok yeri en ince detayları
gözümüzün önüne koymuştu.
Değerli araştırmacı İbrahim Gündüz’e rahmet diliyor, ailesi ve Karacadağ ve Havalisi Kültür
ve Dayanışma Derneği’ne baş sağlığı diliyorum. Kültür kurumlarına ve araştırmacılara
sesleniyorum, gelin Öğretmen ve Araştırmacı İbrahim Gündüz anısına bu muhteşem kenti
ortaya çıkaralım.
(20.03. 1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
5
İBRALALI MÜDERRİS MUSTAFA EFENDİ VE FEVZİYE MEDRESESİ
Mehmet BİLDİRİCİ
İbralalı Müderris Mustafa efendi son dönem Konya Müderrislerinden olup Eski İstanbul
caddesi üzerinde yerinde bugün İsmet Paşa ilköğretim Okulunun yerinde bulunan Fevziye
Medresesinde görev yapmıştır.
Aslen Karaman İbrala (Yeşildere Beldesi) köyündendir. Son yıllarını Konya'da geçirmiş ve
Konya'da yaklaşık 1903 yıllarında ölmüştür. İbralalı Mustafa Efendi benim babaannemin,
annesinin babasıdır. Soyundan geldiğim için konuya ilgi duymuş kendisi hakkında
bulabildiğim bilgileri toplamıştım.
Bu defa Dr. Ahmet Şeref Ceran'ın Sarıcalar köyü hakkında 1998 yılında yayınladığı kitabı
elime geldi. Değerli yazar kitabında İbralalı Mustafa Efendi ve Fevziye Medresesi hakkında
geniş bölüm ayırmış idi. Önce bu eserde verilen bilgilerin bir özeti sunulacak, arkasından
bunlara benim topladıklarım eklenecektir. Bu şekilde geçen yüzyılda yaşamış bir din
eğitimcisi ve yaşamından bir kesit verilecektir.
KONYA FEVZİYE MEDRESESİ
Konya’da İstanbul caddesinde, Sırçalı Mescit mahallesinde (Eski İstanbul caddesi üzerinde,
şimdi yerinde ilköğretim Okulu var. MB) 1877 yılında Konya eşrafından ve hayırseverlerinden
Bezirci Hacı Veli Ağa tarafından yaptırılmıştır. (s.66)
Hacı Veli Ağa, aynı yıl Konya-Hatunsaray yolu üzerinde Pamukçu Han'ını tamiri ile
meşguldür. Konya müderrislerinden İbralalı Hacı! Mustafa Efendi, hava iyi olduğu için çevreyi
dolaşmaya çıkmıştır. Yolu hanın tamiri ile uğraşan ustalara uğrar. Onlardan bu hanın kimin
tamir ettirdiğini sorar. Onlarda: “Konyalı Orta Sinan mahallesinden Bezirci Hacı Veli Ağa, adlı
hayırsever, yolcuların istirahatı için burayı tamir ettirdiğini” kendisine ifade ederler.
Allah dostu, arif ve gönül sahibi bu kamil insan, onlara şu mesajı verir: “Hacı Veli Ağa’ya çok
selam ve hürmetlerimi bildirin. Burada bir hayvan ahırını tamir ettirerek, onların huzurunu
sağlamış, kendisinden Allah razı olsun. Bir de talebelere ve ilim aşıklarına dünya ve ahirette
huzur getirecek bir medrese yaptırırsa çok daha iyi olur” der. Ustalar da bu dileği Hacı Veli
Ağa’ya ulaştırırlar. (Kitapta kaynak kişi olarak,1987 yılında ölen Musa Büyükbezirci
verilmektedir. Kendisi ile yaptığım bir sohbette aynı hikayeyi bana da anlatmıştı. M.Bildirici)
Bunun üzerine Hacı Veli Ağa, Sırçalı Mescit mahallesinde bulunan arsasına 1877 yılında
(1294) bir medrese yaptırır Bu medresenin müderrisliğine İbralalı Hacı Mustafa Efendi’yi
getirir. Medresede 1884 yılı Konya salname kayıtlarına göre 60 talebe bulunmaktadır.
Mustafa efendi talebelerine Kadı Beyzavi Tefsiri ve Şerhi Akaid dersleri okutmuştur.
HACI VELİ AĞA
Hacı Veli Ağa Konya eşrafından hayırsever bir kişidir. Meslek olarak çarşı işinde
manifaturacılık ve Araplar’da “Bezirhane” işletmiştir. Bezir yağı o zamanlar aydınlanmada
kullanılırdı. Yaptığı hayır işleri 1868 yılında Kapı Camiinin tamirindeki katkıları, Konya
Hatunsaray yolunda Pamukçu Han'ın tamiri, Değirmen Köyü köprüsü tamiri, Sızma köyünde
harman yerinde iki lüleli çeşme ve Fevziye medresesi olarak özetlenebilir.
Fevziye medresesinin yeri kendisine aittir. Buraya medrese yaptırmış, Medresenin ilk ve
1903 yılına kadar müderrisi İbralalı Mustafa Efendi’dir. Bu medrese yerine 1926 yılında İsmet
Paşa ilkokulu yapılmıştır. Medresenin taşı ve kerestesi Araplar’a götürülüp yeğeni tarafından
ev yapımında kullanılmıştır. 1882 yılında ölen Hacı Veli Ağa’nın torunları bugün SARICALAR
köyü ve Konya’da yaşamaktadırlar.
6
MUSTAFA EFENDİNİN ÖĞRENCİLERİ
Hacı İsa Efendi (1866-1946)
Hacı Veli Ağa’nın oğludur. Manifaturacılık, ipekçilik, mandıracılık yaptı. İbralalı Mustafa
Efendi’nin öğrencisidir. Belediye meclis üyeliği görevinde bulundu. Bahçeler önce kırk kovalı
at dolabı ile sulanıyordu. 1910 yılında Konya’da ilk zincirli tulumbayı kurdurdu. 1926 yılında
da Almanlara su motoru kurdurdu. (s.186)
Diğer öğrencileri aynı Hacı Veli sülalesinden, Mehmet efendi (1862-1832) ve Hacı Ali Efendi
(1866-1951), ve Hacı Veli Küçükbezirci'dir (Büyük Veli) (1881-1952).
İBRALALI MUSTAFA EFENDİ VE AİLESİ HAKKINDA DERLEDİĞİM BİLGİLER:
İlk tahsili, ve nereden müderrislik unvanı aldığı, ve hacı olup olmadığı konusunda bilgi
bulunmamaktadır. Kızı Rahime’nin annesinin Fatma olduğu, daha sonra Devecilerin kızı
Sıdıka ile evlendiği bilinmektedir. Yaradılış itibariyle çok titiz ve aşırı mutaassıp olduğu
belirtilmektedir.
Oğlu Ali İstanbul’a tahsil için gitmiş, genç yaşta vereme yakalanarak ölmüştür. Tek kızı
Rahime’nin eşi, damadı Mustafa Efendi’nin halim selim bir kişi olduğu, aslen Karabağlı
olduğu ve Afyon Bolvadin ilçesindeki Karabağ köyünden Cihanbeyli Karabağ köyüne gelip
yerleştiği, Konya Sanat mektebinde din dersleri hocası olduğu bilinmektedir. Yaklaşık 1903
yıllarında ölmüş ve Şems mezarlığına gömüldüğü bilinmektedir. Mezarlığın park haline
dönüşmesi üzerine mezarı ve mezar taşı kaybolmuştur.
Dört kız torunundan ikisi evlenmiş, ikisi mazur olduğu için evlilik yapmamıştır. Torunlarının
evliliğini görememişse de ilginçtir. Her iki torunun kayınpederi Konya’nın ünlü müderris ve
müsevitlerindendir.
İlk torunu Fatma, benim babaannemdir. Müderris Haşim Efendinin oğlu Mehmet Bildirici
(1879-1948) ile evlidir. Genç yaşta tutulduğu verem hastalığından tek çocuk bırakarak
ölmüştür. Babam Mustafa Nazım (1908-1970). O yıllarda verem çok tehlikeli ve ilaçları tam
bulunmamış bir hastalık idi. Hastanın iyi bakılıp bakılmadığı konusunda ölen Fatma'nın eşi
Mehmet Bildirici, ile annesi Rahime Hanım arasında soğukluğa sebep olmuştur.
İkinci torun İsmet, Müsevit Kürt Halil Efendi’nin (Harputlu!) oğlu Emin Efendi’nin (ölümü 1938)
son eşidir. Emin Efendiden iki oğlu ve bir kızı olmuştur. Emin Efendi’nin önceki evliliklerinden
de çocukları bulunmaktadır.
Üçüncü torun Sare Hocanım (1904-1941) Konya’nın ilk öğretmenlerindendir.
2. kuşak torunlardan Mustafa Özden (1926-1974), Konya Lisesi, ve İstanbul Fen Fakültesi
mezunudur. Karaoğlan olarak bilinir. Konya Lisesi ve Eğitim Enstitüsü’nde matematik
öğretmenidir.
HASAN KÜÇÜKALPELLİ
2. kuşak torunlardan Leman Hanım, Karaman İbrala (Yeşildere) köyünden ve soyu çok
eskilere giden bir ailenin oğlu ile evlenmiştir: Hasan Küçükalpelli
Hasan Küçükalpelli (1916-1999) Karaman'da doğmuş. Konya Lisesi mezunudur. Ankara
Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. Diyadin (Ağrı), Gündoğmuş (Antalya) ve Çumra ilçelerinde
hakimlik yapmış, sonra Karaman'a yerleşip Avukatlık, Noterlik yapmıştır.
1950’li yıllarda Cumhuriyet Halk Partisinde politika ile uğraşmış ve partiden milletvekili adayı
olmuştur. Zaman zaman görüştüğümüz Küçükalpelli 8.Mart 1970 günü İbrala'yı görmeye
gittiğimizde bizimle ilgilenmiş,eskiden İbralalı hocanın evi olan Sızı Tekkesi olarak ziyaret
edilen evi gezdirmiştir. Sızı Tekkesinin sahibinin eşi Rahime'nin İbralalı hocanın köyde kalan
kardeşinin soyundan geldiğini ve adaşı olan hocanın kızı Rahime Hanım ve kardeşinin köye
gelişlerini hatırlamıştır.
Hasan Küçükalpelli soyadının da dayısı 1930’lu yılların Muş milletvekili Hasan Reşit Tankut
tarafından seçildiğini ve o günlerin görüşü ile Amazon nehrinin isminin Türkçe olduğu tezi gibi
bir elimiz de Alp dağlarında gibi anlam taşıdığını belirtmiş idi. Konya'da 1999 yılında vefat
etti.
7
İBRALA
Bugün ismi Yeşildere olan İbrala, Karaman'ın doğusunda yeşil bir vadi içindedir. KaramanEreğli yolundan gidilebilir. Çok eski bir yerleşim yeridir. Tarihi konusunda henüz kapsamlı
araştırma bulunmamaktadır. Benim yörede yaptığım araştırmalara göre Karaman Ayrancı
ilçesi eski ismi Divaz olan Pınarkaya'da bulunan Roma kenti ile ilgisinin olduğu kanısındayım.
Tarafımdan yapılan başvuru ile adı geçen, ve Kastabala olduğunu sandığım Roma dönemi
harabeleri Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Müdürlüğü Koruma Kurulu’nca koruma altına
alınmıştır.
Divaz, Kastabala ve İbrala isimleri arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır.
İbrala köyü içinde ortaçağda yöredeki mimarlık anlayışının uygulandığı Kilise cami
bulunmaktadır. Yapı 1649 yılında camiye çevrilmiştir. Bu yıllar bana göre yöremizde İslam
dininin tam üstünlük sağladığı ve Hıristiyanlığın azınlığa düştüğü yıllardır. Mimari değeri çok
üstün Kilise Camii’nden başka, ne zaman yapıldığı bilinmeyen bir hamam, gene eski
dönemlerden kalma onarılıp camiye çevrilmiş bir yapı bulunmaktadır.
Çevrenin tarihi ve eskiliğine ışık tutacak bir yapı grubu da Manazan mağaralarıdır. İbrala ile
Taşkale arasında kat kat oyulmuş ve Bizans döneminde kullanılmıştır.
Kasabanın girişinde Selçuklu döneminde yapıldığı belirtilen Akköprü bulunmaktadır. İbrala'da
sınanmış bir yer olarak bilinen Sızı tekkesi bulunmaktadır. Bu Sızı tekkesine bugün de
okunup şifa bulmak için gelen insanlar bulunmaktadır.
İbralalı Mustafa Efendi’nin köydeki evinin bu sızı tekkesi olduğu ve kardeş torunları
tarafından korunduğu bilinmektedir. İbrala'da yapılan bu ön çalışmalar, çeşitli kültür ve
inançların harmanlandığı gerçeği net olarak görülmektedir. Bu ise Türkiye'nin bir kültür
zenginliğidir.
(02.04.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
8
LÜTFÜ TONGUR’UN (1918-1998) ARDINDAN
Mehmet BİLDİRİCİ
Lütfü Tongur, küçüklüğü ve gençliği Konya’da geçmiş ve Konya Lisesi’nin iyi çalışkan
öğrencilerinden olan bir büyüğümüz idi. 1998 Şubat ayında Yalova’da vefat etti. Kendisi
KIRKAMBAR okuyucusu idi. Konya Lisesi hakkındaki yazılarım üzerine bana mektup yazdı,
bu vesile ile tanıştık. Konya Lisesi’nde okuduğu dönemlere ait fotoğraflar gönderdi, onları
arşivimde saklıyorum.
Lütfü Tongur’un babası İbrahim Nuri Tongur, Konya’nın ilk fotoğrafçılarından, 1923 yılında
Konya’ya tayin oluyor. 1928 yılında Mevlana Dergahı’nın Müze oluşunda eşyalarının
sayımında bulunmuş, Müze fotoğrafçısı olarak 1946 yılına kadar çalışmıştır. 1923 yılında
Alaaddin tepesinin hemen altında şimdi meydan olan yerde oturduğu evin hemen yanında
eşi Fatma Zehra adına AİLE fotoğrafhanesini açmıştır. İbrahim Nuri Tongur’un Konya’yı
tanıtan pek çok eski fotoğrafta imzası bulunmaktadır.
Lütfü Tongur 1918 Simav doğumlu, beş yaşından itibaren Konya’da yaşamış, Rehber-i
Hürriyet ilkokulunda okumuştur. Lütfü Tongur Konya Lisesi’nin iyi ve çalışkan bir öğrencisiydi,
mezun olunca Avrupa sınavlarını birincilikle kazanmış, dil öğrenmek için Filoloji’ye
kaydolmuş, ancak İkinci Dünya Savaşı’nın patlaması ile yollar kapanmıştır. Ankara
Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ne kaydolup 1945 yılında Askeri Veteriner olarak mezun
olmuştur. 1955 yılında Önyüzbaşı iken kendi isteği ile Ordu’dan ayrılmıştır. Bir ara ticari
hayatı denemiş, Ankara Belediyesi’nde veteriner olarak görev yapmıştır. 1974 yılında emekli
olmuş, Ankara Emek mahallesi muhtarlığı görevinde bulunduktan sonra Yalova’ya
yerleşmiştir.
Kendisi ile çeşitli mektuplaşmalımız oldu. Ben kendisini 1996 Aralık ayında Yalova’da evinde
ziyaret ettim. Astım hastası idi. Çok kilo vermişti, ancak çok okuyor, yazıyor ve her şeyi çok
güzel hatırlıyordu.
Gençliğindeki Konya’yı, Konya Lisesi’ndeki arkadaşları ve hocaları hakkında uzun bilgiler
verdi, onların fotoğraflarını verdi. Alaaddin eteğindeki şimdi meydan olan bir evde
oturduklarını, oturdukları evin Konya’nın kuyumcularından ASADOR’un evi olduğunu,
ağabeyi Osman Nuri Tongur’un Konya Sultanisi öğrencisi olduğunu söylemiştir. Konya
Sultanisi Lise olunca, bir kısım öğrenci boykot ve şapka çıkarma eylemi yapmıştır. Bunun
üzerine ağabeyinin Konya Öğretmen Okulu’na gittiğini, ablası Makbule Nuri’nin ise
Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu) öğrencisi olduğunu belirtmiştir. Döneminde sık sık
söyledikleri İzci ve 19 Mayıs marşlarını kendi sesi ile söyleyerek kasetlerini göndermiştir.
Anılarından çok ilginç bulduğum ikisini buraya alıyorum. “1935-1936 ders yılında okula ilk
defa kız öğrenciler alındı ve Konya Erkek Lisesi karma Lise oldu. İlk kez onuncu sınıfa (Lise
ikinci sınıf) 5 kız öğrenci alındı. Tomris Melike ve Fahrünnisa, A şubesine, Kübra ve
Şadiye’de B şubesine, bizim sınıfa geldiler. 1937-1938 ders yılında ilk sınıfa 11 kız daha
alındı. Bunlar arasında Müdür Süleyman Acar’ın kızı Mualla, ve Fehime (Biyoloji
öğretmenimiz) bulunuyordu.
Lise Karma olunca , Müdür okulun giriş kapılarını ayırdı. Kapıcı Hasan Ağa’nın görkemli
Kulübesi Atatürk Heykeli tarafından şimdiki yerine alındı. Bu kapı erkek öğrencilere, diğer
kapı bayan öğretmenlere ve kız öğrencilere ayrıldı.
Yeni yılını kutlamak için telefonda aradığımda 1996 Şubat ayında vefat ettiğini öğrendim.
Nur içinde yat diyorum.
(10.04.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
9
DEĞİŞİK BİR PENCEREDEN KENDİ KAYNAKLARINA GÖRE
KONYA VE ÇEVRESİNDE ERMENİLER
Mehmet BİLDİRİCİ
1962 yılında Paris’te Athis basımevi tarafından “Les Armeniens – Ermeniler” adlı Fransızca
bir kitap yayınlandığını arkadaşım Sarkis Seropyan’dan öğrenmiş bulunuyorum. Kitabın
yazarları Raymond Kevorkian ve Paul Paboudjian.
Kitabın 173. ve 174. sayfaları Konya Vilayeti ve sancaklarına ayrılmış. Birinci Dünya Savaşı
öncesi Vilayetin 4 sancağı var. 1. Konya- 2. Niğde- 3. Burdur-Isparta- 4. Teke (Antalya).
Kitaba yüzyılın başında Alaaddin’den çekilmiş Konya’nın bir fotoğrafı eklenmiş. Üzerinde
“Souvenir Konia” okunuyor. Bu yazı AGOS Gazetesi tarafından aynen Türkçe’ye çevrilmiştir.
KONYA VİLAYETİ; İzmir vilayetine göre Konya’daki Ermeni nüfusu azdır. 1914 yılı
Patrikhane kayıtlarına göre tüm vilayet içinde 4.025 aile 20.78 nüfus vardır. Konya Vilayeti
sancak ve kazalarında 12 Ermeni kolonisine ait 14 kilise, 26 kolej ve okul mevcut olup 4585
öğrenci bulunuyordu. Burada yaşayanların kendi kültürlerine bağlılığı görülüyordu. Dini
bakımdan İzmir’deki Başpiskopos’a bağlı idi.
KONYA SANCAĞI; Buradaki Ermeni sayısı 4440 kişi idi. Eski Iconium Alaaddin tepesi
çevresinde kurulmuştur. Burada Sainte Mere de Dieu (Meryem Ana) ve Sainte Jacques’ın
(Aziz Agop) manevi makamları vardı. Konya’da 4 Ermeni Okulu vardı. Bunların en ünlüsü
SAHAKYAN koleji idi. Bu okullarda pamuk, yün, keçi kılı ile yapılan örgü ve dokuma işleri
öğretiliyordu.
Akşehir kazasında 4950 Ermeni yaşıyordu. Diğer bölgelere göre buradaki Ermeni kolonisi
daha gelişmiş idi. İki kilise vardı. Saint Pierre-Paul ve Sainte Trinite (Kutsal Üçlü). Bu ikincisi
1859 yılında yapılmıştı. Akşehir’deki 4 eğitim kurumundan en ünlüsü Saint Etienne tüm
Konya vilayeti içinde eğitim kalitesi en yüksek olan idi. Akşehir’deki Ermeniler deri,
kürkçülük, testicilik, konularında yörenin en ünlü ustaları idi.
Karaman’da 1245 Ermeni yaşıyordu. Bunlar Kayseri kökenli idi. Bir kilise ve 2 okul vardı.
İşleri, ticaret, yüncülük, Kıbrıs şarabı imalatçılığı idi. Ereğli’de 1015 Ermeni yaşıyordu.
Burada Notre-Dame (Meryem Ana) adlı bir kilise ve iki okul bulunuyordu.
Ayrıca Seydişehir’de 175, Ilgın’da 142 kişi yaşıyordu. Kitaptaki kısa bilgiler bu kadar.
Cumhuriyetin 75. yılı dolayısıyla İstanbul’da azınlıkların da kültür faaliyeti ve sergileri oldu.
Ermenilerin sergi tanıtım kitabında 28.10.1927 tarihli nüfus sayımında Konya vilayetinde 960
Ermeni’nin yaşadığı ifade edilmektedir. Sergide Ermeni yurttaşların Türk kültürüne,
tiyatrosuna, müziğine katkıları anlatılmaktadır.
Edebiyat bölümünde Konya’da Panos Özararat’ın halk edebiyatı tarzında şiirleri olduğu,
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün takdirine mahzar olduğu vurgulanmaktadır.
Bu bilgilerden sonra Akşehir’de yaşamış olan Ermeniler hakkında hiçbir Türkçe kaynakta bilgi
bulunmadığını fark ettim. Oradaki kilisenin Ermeni kilisesi olduğunu öğrendim. Akşehir’deki
en büyük yapılardan olan bu kilise Nasreddin Hoca Festivalleri’nde kültüre hizmet etmeye
devam etmektedir. Diğer bir kilisenin de Bermende (Savaş) köyünde olduğunu sanıyorum.
Çok ilginç olan Bermende zeybeği de şöyledir.
Bir incecik yol gider Gürnes’e / Ilgıt ılgıt kanım damlar mor fese
Onikidir Bermende’nin değirmeni / Değirmenci Urum değil Ermeni
Ya kendisi ya kellesi gelmeli / Ay karanlık şavkta vurdular beni
Ereğli’de ise İstasyon yanında üç katlı büyük bina Manifaturacı Bedros Inkababyan’ın imiş.
Projesini Avrupa’dan gelen mimar çizmiş, büyük bir konakmış. Bedros’un oğlu Yetvart ve kızı
Madlen halen Amerika’da imiş. Eve Ereğli ağalarından Cemil (Gökbudak ?) sahiplenmiş.
Aynı kişi Ereğli kilisesini de satın alıp yıktırmış. (Ereğli’de yaşamış Yazar Sarkis Çerkezyan’ın
anlattıkları). Cumhuriyet döneminde 30-40 hane Ermeni aile yaşamış.
(24.04.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
10
KONYA’DA HİZMETLERİ BULUNAN DEĞERLİ İKİ TEKNİK ADAM
HARUN BAYER – SADRETTİN KÜRKLÜ
Mehmet BİLDİRİCİ
Gazete haberlerinde yakından tanıdığım Konyalı olmayan ancak Konya’da hizmetleri ve
eserleri bulunan iki kişinin ölüm haberini okudum. Bu yazımda da onlardan bahsedeceğim.
HARUN BAYER
Ölüm ilanına göre İstanbul Göztepe’de Camii olan Tütücü Mehmet Efendi torunlarından,
Dolmabahçe Sarayı Mabeyin Müdürü Ahmet Recai Bayer ile Melek Hiç Hanımefendi’nin
oğludur.
1960’lı yıllarda Karayolları Bölge Müdürü Muhlis Bingöl idi. Harun Bayer İnşaat Mühendisi ve
Müdür Yardımcısı idi. Çok uzun boylu ona göre de kilolu idi. Çok az konuşur çok kibar bir
İstanbul beyefendisi idi. İş konusunda karar vermede çok tereddüt ederdi. 1966 yılında
ortağım Fehmi Fitos ile Afyon Karacaören köyünde bir köprü inşaatının yapımını üstlenmiştik.
Sık görüşüyorduk. Aynı yıllarda Kadınhanlı İnş.Y. Müh Mustafa Uğur ve Afyon’da ak saçlı ve
çok ilginç bir kişi olan İnş. Müh Kirami Gürel’de Karayolları 3. Bölge Müdürlüğü’nde
çalışıyordu.
Annesi Melek Hiç Hanımefendi’nin çok değerli bir Şaire olduğunu o zaman Karayolları
Kütüphanesi’nde çalışan Araştırmacı-Yazar Selçuk Es’den duyardım. Selçuk Es ara ara
onun şiirlerini yayınlardı.
Daha sonra İstanbul XVII. Bölge Müdürlüğü’ne müşavir-mühendis olarak atanan ve oradan
emekli olan Harun Bayer’in 22.05.1997 tarihinde İstanbul’da vefat ettiği ve TÜTÜNCÜ
Mehmet Efendi Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra toprağa verildiğini öğreniyorum.
SADRETTİN KÜRKLÜ
Sadrettin Kürklü, Yüksek Mimar ve Malatyalı. Konya’da pek çok binanın müteahhidi. Ben
kendisini 1963-1965 yılları arasında Konya 3. Hava Üs Komutanlığı’nda Yedek Subaylık
görevimi yaparken tanıdım. 3. Hava Üssü’nün en büyük binalarından biri olan Oto
Hangarı’nın müteahhidi, ben de onun kontrol mühendisi idim.
İkinci olarak Meram yolunda o zaman Selçuk Eğitim Enstitüsü’nün ana binasının batısında o
zaman yatakhane olarak düşünülen iki bloğun yapımını üstlenmişti. Şantiye Şefi kendisi idi.
Ben de iki yıl kadar bu inşaatın kesin hesaplarını çıkarıyordum.
Hürriyet gazetesinde ölüm ilanını okuyana kadar izini kaybetmiş idim. Ankara’nın ünlü
sanayicilerinden Sadrettin Kürklü’nün 05.02.1999 tarihinde vefat ettiği belirtiliyordu. Ölüm
ilanından babasının Elazığ eski Savcılarından Fahrettin Kürklü, kayınpederinin de eski
Malatya milletvekillerinden Osman Taner olduğunu öğreniyoruz.
Sadrettin Bey iyi insan, dürüst müteahhit idi. Konya’da hizmetleri vardı. Bana söylediği bir
cümleyi hiç unutmadım. “Bir resmi daireye dilekçe vermeye gittiğimde gözümün uzandığı
yere kadar, benimle ilgili veya ilgisiz evrakları okurum. Bunun faydasını da gördüm”
demişti..!!
(15.05.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
11
KONYA LİSESİ MEZUNLARI KORUKENT TOPLANTISI (1999)
Mehmet BİLDİRİCİ
Mimar, başarılı, uluslararası iş adamı Hüseyin Yaşat Manav'ın geleneksel hale gelen "Konya
Lisesi" mezunlarının toplantısı sınıf arkadaşlarının katılımı ile 12 Haziran 1999 Pazar günü
"Korukent" tesislerinde yapıldı. 43 yıl önce Konya Lisesi'nden mezun olan bugünün önemli
yerlere gelmiş başarılı bürokratları, işadamları ve emeklileri, hocaları ile birlikte olup hasret
giderdiler.
Değerli hocamız, o yılların Konya Lisesi Müdürü ve Felsefe öğretmeni-yazar Selman Erdem
ve eşi Matematik öğretmeni Nezahat Erdem ile birlikte idik. Fransızca öğretmenimiz Muazzez
Kargalık, eşi Müdür Yardımcısı Turgut Kargalık geçici rahatsızlığından gelememiş kendisi tek
başına aramızda idi. Üçüncü öğretmen ailemiz Resim öğretmeni Nurhayat Evci ve değerli
eşleri eski Konya Defterdarı, Konya Lisesi 1936 yılı mezunu Rıza Evci bizlerle idi.
Toplantının çekirdeğini, 1956 yılı Konya Lisesi mezunları, Dr. Halil Kazım Gedik, Yılmaz
Dağdeviren, Taner Baykara, Oktay Özkaynak, Erol Dündar (Mak.Y.Müh), Ziya Güngör,
Salihli'de Dr. Osman Koçak, Toygar Tahralı, Riza Durakbaşı, Ertan Poyra eşi Meral Poyra,
Nihal Doğan, Nuray Akın, Ankara'dan Yavuz Canevi, Hasan Ali Acar, Prof Dr. Sezer Kendi,
Yücel Edil, Konya'dan bu toplantı için gelen Nevzat Kasaboğlu ve eşi ve tabii Hüseyin Yaşat
Manav ve ailesi oluşturuyordu.
Bir üst dönemden eski Bilecik valisi Güner Orbay, ve eşi Havva Hanım, Vedat Vefa ve eşi
aramızda idi. Benimde arasında bulunduğu 1957 yılı mezunları ise, Av. Birsen Acarer, emekli
öğretmen Havva Ersoy, eşim Düzay Bildirici, ben Mehmet Bildirici, Osman Bıyıkoğlu ve eşi
vardı.
Toplantının ilk bölümü, Yaşat Manav'ın konuğu olarak öğle yemeklerinin yenmesinden sonra,
geleneksel hale gelen yıllık fotoğrafların alınmasının ardından tamamlandı.
İkinci bölüm özel tutulmuş bir vapur ile Boğaz gezisi idi. Adım adım boğazın güzellikleri
seyrede seyrede Anadolu Kavağı'na gidiş ve orada akşam yemeği…şarkı ve dans ve oyun
havaları ile Kabataş'a dönüş. Toplantı sırasında en mutlu olan da Yaşat Manav idi, mutlu
anları hep fotoğraf çekti, videoya kaydetti…
( 10.07. 1999- YENİ MERAM, KIRKAMBAR)
12
İSTANBUL'DAKİ KONYALILAR HAKKINDA ÇEŞİTLEME
Mehmet BİLDİRİCİ
Değerli arkadaşım Mehmet Gündoğdu'nun "KIRKAMBAR"ı çok geniş, duvarları çatısı
nasıldır bilinmez ama, Konya kültürü ilgili her şey içinde var. Konyalılar hakkında
İstanbul'dan derlediğim bu çeşitlemeler Kırkambar'ın içinde olsun istedim. Bunların bir kısmı
tatlı bir kısmı acı. Acı ile tatlı hep iç içedir diyor ünlü Fransız düşünür Montaigne. Hayatta
böyle değil mi?
"İstanbul Teknik Üniversitesi'nin 226. yılı-1999" adlı bir kitap var elimde. Bu kurum 226 yıl
önce 1773 yılında "Mühendishane-i Bahri Hümayun" olarak kurulmuş, 1883 yılında
"Hendese-i Mülkiye", 1909 yılında "Mühendis Mekteb-i Alisi" ve 1944 yılında "İstanbul
Teknik Üniversitesi" olmuş. Her kuruluş yıldönümünde meslekte 40. ve 50. Yılını dolduranlar
anılıyor. Bu kitabın başına meslekte 60. yıl ve ötesi isimli bir bölüm konulmuş. İlginçtir, en
eski mezun 1900 doğumlu ve 1922 yılı mezunu, Sadeddin Karamehmet, Osmanlı
mühendisi, diploması bile eski harflerle. Listede meslekte 60 yılını dolduran üç kişi var.
Gene işin çok ilginç yanı, üçünün de Konyalı olmasıdır.
Konya-Taşkent 1914 doğumlu, Hasan MEHDİ AYDINER, halen kurucusu bulunduğu banyo
küveti imalatı yapan İstanbul'daki fabrikasında mesleki faaliyetini devam ettirmektedir.
1915 Konya-Taşkent doğumlu, Konya Lisesi mezunu olan Fakih Özlen, aynı zamanda
politikacıdır. Cumhuriyet Halk Partisi'nden milletvekili ve Senatör olmuştur. Serbest de
çalışan Özlen Ankara'da oturmaktadır.
1915 Konya doğumlu Rüştü Özal, Konya Lisesi mezunu olup, Konya Belediye Başkanlığı,
milletvekilliği ve Bakanlık yapmıştır. İstanbul'da yaşamını sürdürmektedir.
Bu kitapta olması gerekirken diyalog kopukluğundan yer almayan, Konya'daki en eski
mühendis ağabeyimizden de bahsedeceğiz. Edip Seviş, İstanbullu olup Konya'da yaşamını
sürdürmekte ve İTÜ 1936 yılı mezunlarındandır. Edip Seviş aynı zamanda çok değerli bir
müzik adamı ve rebab virtüözüdür.
Cumhuriyetimizin 75. Kuruluş Yılı, coşkulu törenlerle kutlandı. Bu arada ilginç bir yazı
dikkatimi çekti. Cumhuriyet ile aynı gün (29. Ekim 1923) doğmuş Eczacı Adil Karaağaç'tan
söz edildi. Karaağaç da Konya Lisesi mezunu olup İstanbul'da yaşayan değerli bir
işadamıdır.
Tabii ki bu arada ölümler de hayatın bir gerçeği. Konya'da tanınmış öğretmen-gazeteci
Namık Ayas'ın 70 yaşındaki oğlu Dr. İlhan Ayas (1929-1999) hayata veda etti. Zincirlikuyu
mezarlığında yapılan cenaze merasimine bende katıldım, akrabaları ve Konya'dan
arkadaşları vardı. 42 yıl İstanbul Bayrampaşa'da doktorluk yapan İlhan Ayas orada oturan
göçmenlerin aksanı ile konuşurmuş ve onların dillerini de öğrenmiş, çok seviliyormuş.
Babası Namık Ayas hayatta, İstanbul'da yaşamını sürdürüyor.
3 Aralık 1997 tarihinde de Karamanlı Lise ve İstanbul Teknik Üniversitesi'nden sınıf
arkadaşım Gemi Makine Mühendisi Adnan Dölek (1940-1997) İzmir yolunda bir trafik kazası
geçirdi ve vefat etti. Çok mütevazı olduğundan neler yaptığı tam bilinmeyen arkadaşımızın
gemi mühendisliğinde uzman olduğu ve Karaman'da ki Bumas Bulgur fabrikalarının
projelerini yaptığı ve değerli bir mühendis olduğu biliniyor…
Değerli Biyoloji öğretmenimiz Fehime Birekul'un kardeşi Sami Birekul'un eşi bir kalp sektesi
sonucu vefat etti. Kendisi Konya Lisesi İngilizce öğretmeni Perihan Kabakçı'nın kardeşi imiş.
Onurlandırılan hemşerilerimizle gurur duyuyor, ölenlerine rahmet diliyorum.
(17.07.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
13
FATİH SULTAN MEHMET DÖNEMİNDE KARAMAN'DAN GÖÇLER
Mehmet BİLDİRİCİ
O dönemde Karaman, Konya ve çevresinin adıdır. Bir bölgeyi ifade etmektedir. Bugün ki
Karaman kentinin eski ismi ise Larende'dir. Konya'nın Osmanlı topraklarına katılması ile bir
kısım insanlar devlet eliyle İstanbul'a taşınmıştır. Bu yazıda bunlar incelenecektir.
Haftalık Agos gazetesinde "Fetih'ten Sonra İstanbul'a Ermeni Göçü" adlı yazıda Konya
bölgesini ile ilgili bilgiler vardır. Ermeni cemaatinin Bizans döneminde Galata'da bulunduğu
ancak bir cemaat oluşturacak sayıda olmadığı belirtildikten sonra şunlar yer almaktadır.
"İstanbul'un alınmasından sonra Ermeniler doğal olarak, eski Osmanlı başkentleri Bursa ve
Edirne'den geldiler. Ayrıca Bursa ve Edirne dışından da Anadolu'dan Ermenilerin getirildiği
biliniyor.
Hem Türkçe kaynaklarda, hem de Ermeni tarihçilerde Fatih'in Karaman'ı zaptettikten sonra,
1468 yıllarında buradan zanaatkarları toplayıp İstanbul'a getirdiğine dair kayıtlar vardır. Bu
konuda Peder Kapriel Aivazovsky, Karaman Beyi İbrahim'in ölümünden sonra, onun yerine
kimin alacağı anlaşmazlığını çözmek bahanesi ile Fatih Sultan Mehmet'in Karaman'a girip
İgonion'u (Konya) zapdettiğini ve Veziri Mahmut Paşayı 1466 yılında Larende'deki (Bugünkü
Karaman kenti) tüm zanaatkarları İstanbul'a yerleştirme emri verdiğini anlatır.
Kemahlı Krikor Taranağtzi, "Osmanlı Tarihi" yazarı Hammer Karaman'dan İstanbul'a göç
ettirildiğini söylerken "Osmanlı Tarihi" adlı eserinde İsmail Hakkı Uzunçarşılı'da aynı
düşünceyi teyit eder.
Daha sonra da 1470 yılında, Aksaray'dan da Ermeni göçmenler İstanbul'a getirilir ve
yaşadıkları semte Aksaray denir. Ankaralı Abraham bilinen "Ağıt" adlı eserinde bir takım
isimler de vererek 28 Ekim 1453 de bir grup Ermeni'nin İstanbul'dan getirildiğine tanıklık
eder" denilmektedir.
Değişik kaynaklardan gelen bu bilgiler verildikten sonra bazı noktalara işaret edeceğim.
İstanbul'a göçen Ermenilerin önce Samatya semtine yerleştiği ve daha sonra diğer yerlere
gittikleri bilinmektedir. Konya ismi mahalli şivede Gonya olarak söylenir, Ermenice
kaynaklarda İgonya olarak geçmesi ilgi çekicidir. Şimdiye kadar İstanbul Aksaray semtine ilk
göç edenlerin Aksaray'dan zanaatkarlar olduğunu sözlü olarak bilirdim, burada ilk defa yazılı
bir bilgi ile karşılıyorum. Ama yeterli değildir konu daha da detaylı incelenmelidir.
Karaman ilinden bu dönemde göç eden diğer bir grupta Türkçe konuşan "Karamanlılar"
olarak bilinen Hıristiyan halktır. Bunlar da aynı dönemde Karaman ilinden getirilip İstanbulYedikule'ye yerleştirilmiştir. Eren Yayınevinin 1998 yılında " İstanbul Tarihi" adlı Eremya
Çelebi Kömürcüyan'ın yeni notlarla Kevok Pamukciyan tarafından hazırlanmış yayınında
ilginç bilgiler bulunmaktadır.
Karaman'lıların önce Yedikule civarında sakin ayrı bir cemaat teşkil ettikleri, eski Rum
kiliselerinden olup Samatya'dan Narlıkapı'ya doğru caddenin sol kenarında bulunan "Aya
Konstantin" kilisesinin tarihinden anlaşılmaktadır. Bugün mevcut olan kilise o zamanlar
"Karamanlılar" kilisesi, mahallede Karamanlılar mahallesi olarak bilinirdi. Bu halk bilahare
Fener'e, Kumkapı'ya daha sonra da şehrin muhtelif mahallelerine dağılıp Rumlar içinde
asimile olup ayrı cemaat olmaktan çıkmıştır.
Aynı eserin 70. sayfasında da N.de Nicolay aşağıdaki bilgileri vermektedir.
Şehrin içinde Yedikule yakınında, bulunan bir mahallede Karamanlılar (eski Kilikya'lılar ?)
oturur. Bunlar diğer yabancı milletler gibi vergi ile mükelleftirler ve ticaret ve zanaat işleri ile
meşgul olurlar. Kuyumculuk ve işlemelerde çok mahir adamlardır. Dükkanları Bedesten'in
yanındadır. Karamanlı kadınlar, bilhassa kibar aile mensupları, diğer Rum kadınları gibi
hamama ve kiliseye gitmek müstesna evlerine kapanarak vakitlerini nakış işlemekle
geçirirler. Bu işlemeler, Bedesten ve diğer pazarlarda satışa sunulur. Aşağı seviyede olan
kadınlar ise, geçimlerini temin etmek üzere sokakta yumurta, piliç, peynir ve sebze satarlar.
Yöremizi ilgilendiren önemli konular. Bosna'dan, Selanik'ten, Bulgaristan'dan Anadolu'ya göç
etmiş kimseler devamlı anlatır, dedelerimiz vaktiyle Karaman'dan göçmüş diye, anlaşılan
gerçekleri belirleyene kadar konu ile ilgili araştırmaya devam edeceğiz.
(YENİ MERAM- KIRKAMBAR- 24 TEMMUZ 1999)
14
KONYA’DA ELEKTRİK VE TESİSLERİNİN TARİHÇESİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Bugün Türkiye’de elektrik enerjisi interkonnekte bir sistem ile her tarafa ulaşmaktadır. Diğer
bir deyişle Atatürk Barajı’nda üretilen enerjiden tüm ülke yararlanabilmektedir.
Bu ilk zamanlarda şüphesiz böyle değildi. Hangi aşamalardan geçerek bugünlere geldik,
bunları özetlemeye çalışacağım. Bu konuda Konya’da çok hizmetleri geçmiş bir büyüğümüz
var. Konya eski Elektrik, Su Otobüs İşletme (ESO) müdürü Sırrı SANDIKÇI, onu Kasım 1998
tarihinde sahibi ve yöneticisi olduğu şirkette ziyaret ettim. Onunla uzun uzun sohbet ettim.
Ondan edindiğim bilgileri ve eski notlarımı birleştirerek bu yazıya döktüm.
Türkiye’de ilk Hidroelektrik Santralı 1902 yılında Tarsus’ta kurulmuştur. Konya’da ise ilk
elektrik Osmanlı döneminde imtiyaz verilen “Konya Osmanlı Elektrik Anonim Şirketi”
tarafından 1918 yılında Alaaddin Tepesinin eteğinde (Bugünkü Orduevinin önü) kulmuş ve
çevreye aydınlık saçmıştır. Odunla çalışan jeneratör sadece Alaaddin çevresine belirli saatler
ışık verebilmiştir. Elektrik Fabrikası Gayrimüslim bir aile tarafından işletilmiştir. Bu tesisin
faaliyeti genişletilerek 1929 yılında Dere Santralının devreye girmesine kadar devam etmiştir.
Daha köklü bir çözüm için Dere’de Meram Çayı üzerine bir Hidroelektrik Santralı kurularak
elektrik üretilmesi yoluna gidilmiştir. Bunun için 1926 yılında Konya Belediyesi’nin
öncülüğünde “Konya Elektrik Anonim Şirketi” kurulmuştur. Şirketin ortakları ve sermayesi
şöyledir.
Konya Belediyesi
150.000 TL
Konya Özel İdaresi
183.000 TL
Halk katılımı
42.000 TL
Macar GANZ firması
125.000 TL olmak üzere toplam 500.000 TL dir.
Ortaklardan Macar Ganz firması, Hidroelektrik Santralın yapımını ve işletilmesini üstlenmiştir.
Dere’de yapılan işlerin dökümü şöyledir.
Meram Çayı üzerinde Dereköy’ün yaklaşık 5 km batısında bugünde mevcut olan bir su alma
regülatörü yapılmış, buradan alınan 0,8 m³/sn miktarındaki su, 2700 m kanallarla su toplama
havuzuna getirilmiş, buradan cebri boru ile (çapı 80 cm) 70 m daha aşağıdaki jeneratörleri
çalıştırmış, su tekrar Meram Çayı’na verilmiştir. 2700 m beton kanal yer yer tünellerden ve su
köprüsü (akedük) üzerinden geçirilmiştir. O zaman burada yol olmadığından gerekli kum
eşek sırtında taşınmıştır.
Elektrik Santralının kapasitesi 2 x 277 Kw = 554 Kw olup bu enerji 15 Kw lik bir hat ile şehre
verilmiştir. Tesis 1929 yılında faaliyete geçmiş, sözleşme gereği 10 yıl Macar GANZ firması
tarafından işletilmiştir. Elektrik Santralı dahilinde mühendis ve teknisyenler için evler
yapılmıştır. 1968 yılında benim bu tesislerin onarımı için çalıştığım dönemde, işletme
mühendisinin kaldığı ve kendi mimari anlayışlarına göre yapılmış bir bina duruyordu. Bugün
için bu tesis çok basit gibi görünse de dönemin çok önemli teknik tesislerinden biri idi.
Daha sonraları Macar Ganz firması çekilmiş ve hisselerini satarak azaltmıştır. Tesis 1946
yılına kadar Elektrik Anonim Şirketi tarafından işletilmiştir. Ancak tesis zor işletilmiş ve zarar
etmeye başlamıştır, tesisin tasfiye edilip Belediye’ye devri istenmiştir. Sayın Sırrı
Sandıkçı’nın ifadesine göre tasfiye için 3/4 oy gerekiyor, Konya Belediyesi ve Özel İdare
bunu sağlayamıyordu. Gizlice şahıslardan hisse alınıp tasfiye kararı alınıyor ve tesisler
Konya Belediyesi’ne satılıyor. Tesisler Konya Belediyesi’ne devrediliyor ve “Elektrik, Su
Otobüs Şirketi” (ESO) kuruluyor.
Bu tesislerin kuruluşu sırasında Belediye Başkanı olan Avukat Kazım Gürel (Selçuk Es’in
babası) bir kısım ortaklar adına tasfiyeyi iptal için dava açıyor. Açtığı dava uzun sürüyor.
Şirketin tüm evrakları defterleri, tesisin projeleri yediemin olarak Avukat Şeref Barkut’a ve
diğer bir yaşlı Avukata teslim ediliyor. Onlarda Hal binasının üzerinde bir oda kiralayıp bu
evrakları oraya kilitliyor, ta ki 1960 yılında bura da meydana gelen yangına kadar. Yangında
Konya için fevkalade önemli bu evraklar projelerin hepsi kül oluyor.
15
1949 yılında Sırrı Sandıkçı ESO İşletme Müdürlüğü’ne atanıyor. Sayın Sandıkçı ara ara
izinsiz girer bu projeleri incelerdim. Tabii o zaman fotokopi imkanları yoktu demekte ve Macar
Ganz firmasının yaptığı projeler bugünde yapılsa aynısı olur görüşündedir.
Zamanla artan ihtiyaç karşısında, ESO İşletme Müdürlüğü Amerikan Enterprice firmasından
satın alınan 2 adet 450 Kw’lik Dizel Elektrojen grubunu Eski Meram yolundaki Dizel Santralı
binasında 08.05.1949 günü işletmeye açılmış ve Dere Santralı ile birlikte kente elektrik
verilmiştir. Ancak şehrin gelişmesi ve elektrik enerjisinin kullanılmasının yaygınlaşması
üzerine yeni köklü değişiklere gidilmiştir.
1953 yılında İller Bankası’nca Konya Belediyesi borçlandırılarak Konya’nın 110 km
güneyinde Hadim sınırları içinde Yerköprü mevkiinde Göksu nehri üzerinde “Göksu
Hidroelektrik Santralının” inşasına başlanılmıştır. Santralın 7200 Kw’lık iki su türbini
14.01.1959 tarihinde faaliyete geçmiş, Konya bol elektriğe kavuşmuştur. 3600 Kw lık üçüncü
türbin ise 13.11.1963 tarihinde devreye girmiştir. Göksu Hidroelektrik Santralının da teknik
özellikleri hakkında söylenecek çok şey var, ancak yapımında bulunduğum mesleğimle ilgili
bir durumu burada konu edineceğim.
Göksu Santralı su alış regülatöründen çökeltme havuzuna çok sürüntü maddesi giriyor,
bunlar ise türbin ve jeneratörlere zarar veriyordu. Bu sıralarda bu konuda Türkiye’de yeterli
bilgi birikimi yoktu. Genelde hesaplarda Avrupa nehirlerinden deneme ile çıkarılmış formüller
uygulanıyordu. Ancak Göksu nehrinin karakteri çok farklı ve çok daha haşindi. Hidrolik
hesaplarında uygulanan formüller ve seçilen katsayılar Göksu ile uyum sağlamıyordu.
Bu konuları iyi öğrenmiş bulunan Müdür Sırrı Sandıkçı İ.T.Ü öğretim üyesi Prof. Dr. Kazım
Çeçen ile görüştü ve kum çökelme havuzunun modelinin be bu incelemeye dayanarak bir
projesinin yapılmasını istedi. Kazım Çeçen (1919-1997) buna yanaşmıyordu. Sebep olarak
da Belediyeler bunları ister, yaparız sonra bunları uygulamazlar, bizim de emeğimiz boşa
gider diyordu. Bir gün Sandıkçı hocanın Ankara’da bir toplantısı olduğunu öğrenir, oraya
gider. Toplantıdan sonra hocayı doğru Göksu Santralına götürür, hoca yapılanları görür ve
ikna olur.
1997 yılında Göksu Santralının 1/25 küçültülmüşü İTÜ Hidrolik Laboratuarı’nda inşa edildi.
Biz de Konya’dan ekip halinde gidip bu deneyleri izledik. Kazım Çeçen bu deneylerden
yararlanarak karşıdan alışlı, dört gözlü kum çökeltme havuzunun hidrolik projelerini,
İnş.Y.Müh. Ali Terzibaşoğlu’da betonarme projelerini hazırladı. Daha sonra Alman Hidrolik
hocaları ve mühendisleri bunu incelemek için Göksu’ya geldiler ve beğendiler. Kazım
Çeçen’in burada uyguladığı proje literatüre girdi. Kum çökeltme havuzlarının özelliği tabanda
birken sürüntü maddesinin tesis çalışmaya devam ederken kapakların açılması ile havuzda
suyun hızının artarak kumları kendi kendine dışarı atması idi. Daha önce çökeltme
havuzunda biriken sürüntü maddesi tesis durdurularak işçi ile kürekle dışarı atılıyordu.
1959 yılında Göksu Hidroelektrik Santralının devreye girmesi ile Dere Santralı yedeğe
alınmış ve çürümeye terk edilmişti. Sırrı Sandıkçı bu sırada ak saçlı bir Macar Mühendisinin
geldiğini ve gördüğü durum karşısında ağladığını söylemiştir.
300 Kw’lık iki Dizel grubu 1965 yılında Ordu Belediyesi’ne, iki adet 450 Kw’lık Dizel Gruba da
1970 yılında Tekel Çayeli Ardeşen Çay Fabrikası’na satılmıştır.
1968-1969 yılında Dere Santralı’nın tekrar devreye alınması kararlaştırılmıştır. Bu yıllarda
ESO İşletme Müdürü Sırrı Sandıkçı idi. Ben de genç inşaat mühendisi olarak bu projede
çalıştım. Eski kanallar açılarak sıvaları kapakları yenilendi. Tesis tekrar işletmeye alındı.
Göksu’da inşa edilen kum çökeltme havuzunun iki gözlü bir benzeri Kazım Çeçen’in
hesapları esas alınarak burada tarafımdan projelendirildi ve inşa edildi.
Daha sonra 1982 yılında SUYAPI Proje Firması tarafından Konya İçmesuyu Projesi
hazırlandı. Bu proje kapsamında Altınapa Barajı’nın suyu arıtılarak Konya kentine verilmesi
öngörüldü. Devlet Su İşleri Konya Bölge Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen bu projede su
çelik borularla Dere Santralı Regülatörü’ne kadar getirildi. Daha sonra su Macar Firması
tarafından yapılan kanallarla Hidroelktrik Santralına verildi. Buradan alınan su çelik borular ile
Arıtma Tesisi’ne iletildi. Bu tesisler halen nostaljik olarak elektrik üretiyor ve hem de su
isalesinin içinde korunuyor.
16
1968-1969 yıllarında ESO İşletme Müdürlüğü’nde çalışmış teknik kadroyu bir anı olarak
buraya alıyorum.
MÜDÜR SIRRI SANDIKÇI
1924 doğumlu, Konya Lisesi ve İTÜ Elektrik Fakültesi mezunu. Elektrik Yüksek Mühendisi.
Halen İstanbul’da Sanitaş Makine-Sanayi İthalat ve Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanıdır.
Müdür Yardımcısı Abdurrahman Bozkır, İşletmeci, tüccar, bir süre ANAP Konya milletvekili
Elektrik Mühendisleri: Hayrettin Özsaydam, daha sonra İşletme Müdürü olan Sami Kara,
Hüseyin Mıhoğlu, Sami Baysal, Fehmi Varlık (Son üçü hayatta değil)
İnşaat Mühendisleri: Erhan Özmenek, Ahmet Oturanç, Mehmet Bildirici, İhsan Öğ
Makine Mühendisleri: Hüseyin Polat (daha sonra Belediye Başkan Yardımcısı, Mehmet
Özkoç (İzmir’e yerleşti).
Etibank Hirfanlı Hidroelektrik Santralından Konya kentine 154 Kw lik havai hat ile elektrik
gelmiş ve Göksu Hidroelektrik Santralıda interkonnekte sisteme bağlanmıştır. Göksu
Hidroelektrik Santralı 1312 sayılı yasa ile 04.09.1971 tarihinde Türkiye Elektrik Kurumuna
(TEK) devredilmiştir.
1931 yılı
868.000 Kw
Dere Santralından sağlandı
1937 yılı
1.034.000 Kw
“
“
“
“
1950 yılı
2.169.000 Kw
Dere Santralı + Dizel Santralı
1960 yılı
16.562.000 Kw
Göksu Santralından
1965 yılı
50.835.000 Kw
Türkiye İnterkonnekte Sistemi
Aboneler hakkında ise
1950 yılı
Abone sayısı
8.003 adet
1960 yılı
“
“
23.352 “
1970 yılı
“
“
50.124 “
(27.07.1999 – YENİ GAZETE )
(28.07.1999 –YENİ GAZETE)
17
DİNEK YAKINLARINDA ESKİ BİR KENT
ISAURAPOLİS
Mehmet BİLDİRİCİ
Isaurapolis bugün Dinek, ile Karasınır ve Güneybağ'ın (Elmasun) birleşmesinden oluşan
Güneysınır ilçesi arasında bulunan eski bir kenttir. Yörede eskiden yaşamış Isauralılar'ın bu
isimde kurduğu iki kent bilinmektedir. Isaura veya eski Isaura bilinen kent, Bozkır ilçesi
Ulupınar köyü yakınlarındaki "Zengibar" kalesindedir. Sonradan kurulan ve Yeni Isaura
olarak da bilinen kent ise Isaurapolis'tir. Yeri tam olarak tespit edilmemiştir, Dorla civarında
olduğu kabul edilmektedir.
Bilindiği gibi Hadim, Bozkır ve Ermenek yörelerinin en eski halkı Isauralılar'dır. Bunlar
bölgeye sonradan gelen Helenizm kültürü ve Roma yönetimi ile anlaşamamış zaman zaman
isyan etmişlerdir. Çok mücadeleci ve dağ şartları ile yetişmiş insanlardır. Yerli kabilelerin üç
ana gruptan oluştuğu bilinmektedir. Beyşehir civarında "Orondeis'ler, Suğla gölü civarında
Homonadeis'ler, Bozkır, Hadim civarlarında Isauralılar'dır.
Konya'da bulunan Amfi-tiyatro'da Isauralı esirlerin vahşice öldürülmesi üzerine 354 yılında
Isauralılar Roma yönetimine toptan ayaklandılar. Bu ayıklanmada Zengibar kalesinde
bulunan Isaura kenti, bundan çok zarar gördü, ve yıkıldı. Bunun üzerine ne zaman kurulduğu
tam bilenemeyen bu yeni kent öne çıktı. Zengibar kalesinde büyük zarar gören Isaura,
Leontopolis ismi ile daha sonra yeniden ortaya çıktı.
Isauropolis (Dorla) hakkında ilk bilgiler M.Ö. 1. yüzyıla aittir. M.Ö 76 yılında Roma Senatosu
Isaura bölgesindeki korsanları etkisiz hale getirmek için "Publius Servilius Vatia"yı
görevlendirmiştir. Önce Homonadeis ve Orondeisler etkisiz hale getirilmiş ve Isauropolis
kuşatılmış ve kentin suyu kesilerek alınması sağlanmıştır. (Classical Anatolia -s.118)
Isaurapolis'in tarihi hakkında diğer bilinenler şöyledir. 381 yılında İstanbul'da toplanan dini
konsülde kenti İllyrios, 450 yılında Kadıköy'de toplanan dini konsülde ise Aetios temsil
etmiştir. 449 yılında Bizans İmparatoru Theodosius II (408-450) döneminde bölgede ikinci bir
isyan çıkmış, bir ordu gönderilerek bastırılabilmiştir.
Bölgeden Bizans imparatoru olan Zenon (474-491) yöredeki hoşnutsuzluklarla uğraşmış ve
Zengibar kalesindeki Leontopolis kentini dini yönden buraya bağlamış, bu durum 680 yılına
kadar devam etmiştir. Bölgede Sisamaos ve Mamas adlı iki rahibin ismi geçmektedir.
Bunların mezar taşları MAMA cilt 8 de 151 ve 161 dedir.
Isaurapolis kentinde Selçuklu döneminde bir yaşam görünmemektedir.
KENT'TEN GERİYE KALAN
Tam anlamı ile kent hakkında bir inceleme ve araştırma yapılmamış, sadece çevrede kent ile
ilgili yazıtlar MAMA cilt 8 de okunmuştur.
1-Bugün eski ismi Dorla olan Aydoğmuş köyündeki caminin oldukça eskiden geldiği ve bazı
eski taşların kullanıldığı bilinmektedir.
2-Konya Alaaddin camiinin batı bölümündeki bir kolonun alt tarafında bu kent ile ilgili ilginç bir
yazıt bulunmaktadır. Prof. Thomas Drew-Bear tarafından okunan yazıtta şunlar yazılıdır:
"Isaurapolis rahibi Nisios Publios oğlu diakos Moisis , kendisi ve ailesi için dua edip, bu
sütunu Aya Mannis'e vakfetmiştir"
Bu Konya tarihi için çok değerli bir yazıttır. Bu yazıt Alaaddin Camii'nin batısındaki bir
bölümün kolonlarının bu kentten getirildiğini göstermektedir. Ayrıca Aziz Mannis çevrede çok
saygınlığı olan bir rahiptir. Ancak hakkında bir bilgi yoktur. Konya'nın güneyinde Aymanas
semti Aziz Manas ismini bugünde taşımaktadır.
Ayrıca Aksaray'ın eski Mamasun köyünün ismi de Aya Mama isminden gelmekte, burada
Aya Mama isimli bir azizin yaşadığı bilinmektedir. Mamasun barajı bu ismi taşımaktadır.
Aya Mama hakkında 1995 yılında Atina Küçük Asya Araştırmaları bölümünce yayınlanmış "
O AGIOS MAMAS" isimli bir yayın bulunmaktadır. Grekçe olan bu kitap 1998 yılında bu
merkezi ziyaretimde araştırmacı Stavro Anestidis tarafından bana hediye edilmiştir. Bu
18
kitapta azizin resimleri bulunmaktadır. Ancak İstanbul'da isimleri bulunan Aya Mama ile Aya
Mannis'in ayrı kişiler olduğu kanısındayım. Aya Mama'nın yaşadığı yer Aksaray'ın Mamasın
köyüdür.
3- Aydoğmuş köyü ve çevresinde pek çok eski yazıtlar okunmuştur. Bunlar hakkında da bir
özet verilecektir. Bu bölge Isaura ve Likaonya arasında sınır bölgesi olmaktadır.
Alkaran Köyü: Dinek'in kuzeyinde yol üzerinde Dineksaray'ın doğusundadır. Yeni ismi
Yenisu'dur. Mama cilt 8 de 103-128 numaralarda tespit edilmiş 25 yazıt bulunmakta ve
bunlar genellikle mezar taşlarıdır.
Dineksaray: Aynı eserde 129-133 arasında 4 yazıt okunmuştur. Bunlardan 132 numaralı
olanı 18 satırlık dönemin edebiyatını belirleyen bir dini şiirdir. 6..4.1996 tarihinde Yeni
Meram-Kırkambar'da Türkçe'ye tarafımdan çevrilip yayınlanmıştır.
Dorla (Aydoğmuş) : aynı eserde 134-169 numaraları arası 35 adet yazıt okunmuştur. Bu kent
merkezinin buraya çok yakın olduğunu kanıtlar gibidir.
Karasınır (Güneysınır): Aynı eserde 170-174 arası 4 kitabe burada bulunmuştur.
Elmasun (Güneysınır): Aynı eserde 175-185 arasındaki yazıtlar burada okunmuştur. 175
numaralı mezar taşının Dacia'da orduya hizmetleri geçmiş ve Dacia'da evlenmiş, asker
Tiberius Kladius'a aittir.
Armasun (Gürağaç): Aynı eserde 186-191 numaralı yazıtlar bu köyde bulunmuştur.
Bunlardan 186-187 numaralı yazıtlar tarih belirleyicidir. Müşterek Roma imparatorları olan
Diocletianus (285-305) ve Maksimiano'nun (286-305)-(306-310) ismi geçmektedir. Üçüncü
yüzyılın sonunu göstermektedir.
Çevrede büyük bir yazıt zenginliğinin olduğu görülmektedir. Kaç tanesi bugün mevcuttur ?
Ayrıca tüm bu kitabelerin orijinal dili olan Grekçe'den Türkçe'ye çevrilmesi yörenin tarihine
ışık getirecektir.
(YENİ MERAM- KIRKAMBAR 07 AĞUSTOS 1999)
19
KONYA’DA ÇIKAN KERVAN DERGİSİNDE NAİL. V. ŞİİRLERİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Daha önce yayınlanan bir yazımda Konya-Muğla gönül bağlarından söz etmiştim. Burada
pek çok Muğlalı’nın Konya’da öğrenimlerini yaptıklarını belirtmiş idim. Bunların başında da
Konya Lisesi mezunu Sayın Nail Çakırhan gelmektedir.
Nail Çakırhan’ın Konya Lisesi’nde öğrenci iken yazdığı şiirler KERVAN adlı dergide 1929
yılında yayınlanmıştır. Sadece altı sayı olarak çıkan bu dergideki Nail.V. imzalı şiirler, yakın
dostum, Araştırmacı-Yazar Sefa Odabaşı tarafından önce Konya’da Yeni Meram Kırkambar
sayfasında ve ardından da “20. Yüzyıl Başlarında Konya’nın Görünümü” adlı kitabında
yayınlanmıştır.
Gene arkadaşım Mimar Orhan Arda tarafından, Sayın Nail Çakırhan’a verilen bu ilginç şiirler,
edebiyatçılar ve araştırmacıların dikkatine sunulmak için aynen burada tekrarlanacaktır. Yeni
Meram Kırkambar da yayınlanan yazı içinde Sayın Nail Çakırhan ile çekilmiş bir fotoğrafımız
da yayınlanmıştır. Bu da benim için çok güzel bir anı olmuştur.
KERVAN
Geceleri eriten bir nur gibi ilerle
Göğü yere indiren tipide karda kervan
Kasırgayla arkadaş, kardeş ol şimşeklerle
Kimseye minnet etme kalsa da darda kervan
Haydi mübarek olsun sefere çıktın bugün
Muradına erersen ne gururlan ne öğün
Dirileri titreten o gün, heybetli ünün
Ölülere can versin, sonsuz yollarda kervan
(Nail.V. Kervan- 1 Mart 1929- Sayı 1)
ÇIĞ (Hocam Sadettin Nüzhet Bey’e)
Birkaç günden beridir evine boş dönene
Hani ekmek diyordu, kadın bir kedi gibi
Uzun uzun baktı da o yaşlı gözlerine
Yokluğunu hissedince boyun büktü darıldı
Erkekse gözlerinin bütün feri sönene
Dünyada her açlığın dermanı bu der gibi
Onu birden alarak kolunun çemberine
Hayalden ince bele çılgın gibi sarıldı
Daha demin üç gündür açız diyen dudaklar
En mahrem köşelerde bir sır gibi gezindi
O yerlerin mest eden parlak manzarasıyla
Gözler sanki çıldırdı rabbim ne bakıştı o..
Sar da Davut Ayşe’ni bir daha sar bir daha
Ona ilk verdiğin söz ne büyük bir yemindi
Yaşanmaz, yaşanmaz böyle bir yüz karasıyla
Desene! Yaz içinde şimşekli bir bakıştı o
Bu ses geçmiş günlerin geçmeyen bir izi gibi
Bir yanan ağ halinde yandı kafatasında
Bu ses, bir lokma için, bu sağır odasında
Canavarca boğulduğu bir adamın sesiydi.
20
Ağzından zehir saçan bu seslerin sahibi
Yarı sönmüş ocağın simsiyah bacasından
Dilini çıkararak acı acı sırıtan
Uzun kızıl dudaklı bir şeytan gölgesiydi.
Zirvesinde korkuyla açlığın karıştığı
Kalbin buz dağlarından indi bir şehvet çığı
Ruhunu bir sel kadar bulanık sularına
Kollar tekrar sıkıldı çelik bir hilal oldu
Midede doğan isyan kalpte ihtilal oldu
Sonra bitkin daldılar sonsuz uykularına
(Nail V-Kervan 15 Mart 1929-sayı 2)
DERTTEN BİR GEMİ İSTİYOR
İrem bağı da olsa korkunç bir mezar olur
-Hocam Namdar Rahmi Bey’e
Bir kadın kahkahası birden ahu zar olur
Daha doğmadan ölen aşkının mabedinde
İsa’nın omuzun da taşıdığı haç gibi
Elem, bence mukaddes ben zevki kırbaç gibi
Ruhumda şaklatırım boğar boğar da kinde
Ne olurdu mabedin ince dehlizlerinde
Devasa ızdırabın zift kokan dizlerinde
Can verip baykuşların kalbine gömülseydim
Mabedin dert kaldığı günden beri
Çılgın ruhum her gözde kanlı bir nem istiyor
Bitmek nedir bilmeyen mihnet elem istiyor
Vahyini dertten alan ruhumun peygamberi
Aşkımın harabesi, ömrümün şaheseri
Bu çılgın at ağzına dertten bir gem istiyor
(Nail V.- Kervan-15 Nisan 1929-sayı :4)
Şiirlerin ithaf edildiği hocaları Sadettin Nüzhet ve Namdar Rahmi hakkında kısa açıklamalar
şöyledir. Sadettin Nüzhet Ergun (Bursa 1901-İstanbul 1946) tanınmış edebiyatçı, Konya,
Ankara Öğretmen Okullarında, İstanbul’da çeşitli liselerde edebiyat öğretmenliği yapmıştır.
Bu arada 1925-1927 yıllarında Konya Lisesi’nde Nail V.’nin edebiyat öğretmenidir.
Yayınlanmış pek çok eserleri vardır.
Diğer hocası Namdar Rahmi Karatay (1896- İzmir 1953), Selçuklu Veziri Celaleddin Karatay
soyundan gelen Rahmi Bey’in oğludur. 1912 yılında Konya İdadisi (Lisesi) mezunudur.
Konya Lisesinde felsefe öğretmenliği ve Milli Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerinde görev
almıştır. Tanınmış bir şairdir. Ayrıca Konya’da, arkadaşı Naci Fikret ile “ENERJİTİZM” adlı bir
felsefi görüşü savundu, yayınlanmış çeşitli eserleri bulunmaktadır.
(Muğla- DEVRİM- 6 AĞUSTOS 1999 )
(14 AĞUSTOS 1999 – MUĞLA DEVRİM )
21
KÖŞEMDEN
GÖKOVA'DA ESKİ İSKELE
ORMAN VE PİKNİK ALANI
Mehmet BİLDİRİCİ
Gökova'da Akyaka'da Orman Kampı'ndan Kermetur'a kadar olan mahal "Eski İskele" mevki
olarak tapu kayıtlarında görülür. Gerçekten de Gökova'nın antik iskelesi Orman Kampı
içinde ormancıların lokali yanındadır. Orman Kampı içinde dikkat edersek, çevreye yayılmış
dışı oluklu kolon parçaları işlemeli taşlar dikkati çeker, bunların bir kısmı toplanmış ve mini
Müze'de sergilenmektedir.
İlk çağlarda burası İdima kentinin limanı idi ve çevresinde çeşitli sivil ve dini yapılar
bulunuyordu. Bulunan yazıtlardan burada bir Leto- Afrodit tapınağı olması olasıdır. Dışı yivli
kolon parçaları bu görüşe destek verir niteliktedir. Orman lokalinin hemen önünde antik
iskelenin temel kalıntılarını deniz dibinde görmek mümkündür.
1922 yılında yörede araştırma yapmış ve bunları yayınlamış İtalyan Guidi tramplenlerin
bulunduğu yerde, tepeye çıkmadan önce büyük taş bloklarla örülmüş yarı gömülmüş güzel
bir mezar bulunduğunu ve mezarın üst kısmının 1,80 m genişliğinde bir kalker bloktan ibaret
olduğunu ve yapılış tarzından Helenistik döneme ait olduğunu yazmaktadır. Orman
Kampı'nın düzenlenmesi sırasında bu mezar kaybolmuştur.
Bu mahalden merdivenlerden yukarı çıkıp çamlık piknik alanına geldiğimizde bir kilisenin
doğu apsisinin (yuvarlak mihrap) duvarları aynen durmaktadır. Eski kayıtlarda burada iki
bina olduğu belirtilmektedir(1). Bir kilise ve büyük olasılıkla bir yel değirmeni. Araştırmalarda
burada Aya Kosma isminde büyük bir kilisenin olduğu belirtilmektedir. Orman Kampı içinde
bu kiliseden kalma yazılı ve işlemeli taşlar bulunmaktadır. Bu belirtilenden Eski İskele
mevkiinin Bizans döneminde de canlılığını koruduğu anlaşılmaktadır. Bu limanın ne zaman
yapıldığı ve ne zaman terk edildiği konusunda bilgi yoktur. Bu yapılar yanında çevrenin su
ihtiyacını karşılamak için bir su sarnıcının olduğu yukarı da adı geçen Guidi tarafından
"Karya'da bir İnceleme Gezisi" adlı eserinde anlatılmaktadır.
Ünlü gezginimiz Evliya Çelebi 1672 yılında limanı ziyaret ettiğini ve Mısır ve Venedik'e kuru
üzüm gönderildiğini yazmaktadır. Bu liman büyük olasılıkla "Eski İskele" olmalıdır.
Bu mahallin kamp olarak vatandaşın hizmetine sunulmasının turizm açısından önemi
tartışılmazdır. Günün ekonomik imkanları sınırlıdır. Gene de alelacele değil de bu işi
bilenlerin görüşü alınarak yapılsa ve eski değerli kalıntılar korunabilse, çevrede oturan ve
günü birliğine pikniğe gelen yerli ve yabancıların beğenisini kazanan "Orman Kampımızın"
görüntüsü herhalde daha başka olurdu.
(1) Geonge Bean, Carian Coast.
(MUĞLA DEVRİM 17.08.1999)
22
KONYA-BEYŞEHİR ARASINDA
YUNUSLAR ESKİ BİR KENT
Mehmet BİLDİRİCİ
Yunuslar köyü, Konya Beyşehir yolu üzerinde bir köydür. Bu köy ve çevresinde Roma
döneminde İmparator Tiberius (14-37) ismine kurulan Pappa Tiberiopolis kentinin kalıntıları
bulunmaktadır. Kent henüz tam araştırılmış değildir. Harita incelemelerinden Yunuslar'ın
hemen kuzeyinde Löktüğün tepesi ve Ayazma Çeşmesinin bulunduğu alan, kentin yerleşim
alanı olarak görülmektedir. Batısında ise Karaali'nin hemen kuzeyinde Eskiköy, Eski Karaali,
Kışla Örenler, Ciciyurdu'nda bu kent ile bağlantılı ören yerleri görülmektedir. Kuzeyinde ise
eski ismi Manavas olan Saraypınar köyü yer almaktadır.
Güneyinde ise Kale tepesi yer almaktadır. Batısında Ballıkaya olarak bilinen doğal kalenin bu
kentin kalesi olduğu düşünülebilir. Yunuslar'ın içinde Beyşehir'e dökülen Sarısu deresi
geçmektedir.
Yunuslar'ın tarihine ışık tutacak bilgiler çevrede okunmuş yazıtlardan gelmektedir. MAMA cilt.
8 de 330-331-332-332 de bulunan yazıtlarda ilginç bilgiler yer almaktadır. Bunların Türkçe'ye
çevrilmesini Sayın Prof. Dr. Thomas Drew-Bear 26.7.1995 tarihli mektubunda bana
göndermiştir.
330 numaralı yazıtta Roma İmparatoru Vespasianus'un (69-79) ismi geçmektedir.
331 numaralı yazıtta ise: Tiberiopolis ve Pappa'nın (Meclis ve Halkı), Marcia Otacilia Severa
Augusta (nın heykelini diktiler) ifadesi yer almaktadır.
Bu yazıtta ismi geçen İmparatoriçe hakkında bilgiler de Kültür Bakanlığınca çıkarılan "Roman
Coins" adlı kitabın 82. sayfasında bulunmaktadır. Burada Antakya'da basılmış bir parası
yayınlanan imparatoriçe Roma İmparatoru Phlip I (244-249) eşidir.
Aynı kitapta Roma İmparatoru Titus'un (79-81) adına Konya'da basılmış bir para daha yer
almaktadır.
332 numaralı yazıtta: Orendeis'ler Tiberiopolis Pappa'nın meclis ve halkı, baş rahip
Timetheos'un Orestes (nin heykelini diktirdiler)
333 numaralı yazıt: Orendeis'lerin memleketi meclis ve halkı, bütün erdemleri üzerinde
toplamış, iyi insan, şehre yararlı, Mal Müdürü ve Başrahip, Diyonisos tapınağının rahibi de
olmuş olan, aldığı bütün görevleri parlak bir şekilde yapmış bulunan, kente yararlıkları
dokunmuş Titus Julius Quadratus Leonidas (ı şereflendirdiler)
Bu yazıtlardan çok ilginç bilgiler ortaya çıkmaktadır. Kentin 1. yüzyılda var olduğu, bir Halk
Meclisi'nin bulunduğu anlaşılmaktadır. Burada o dönemde yaşayan halk kendisini "Orondeis"
olarak adlandırmaktadır. Bölge de Orendeis'ler memleketi olarak bilinir.
İmparator Philip I'in eşi Marcia Otacilia onurlandırmak için heykelinin dikildiği görülmektedir.
Burada Hıristiyanlık öncesi tanrı Diyonisos'un bir tapınağı olduğu, isminden Romalı olduğu
anlaşılan "Julius Quadratus Leonidas'ın kentte çok saygın bir kişi olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi Tiyatro Dionisos şenliklerinde ortaya çıkmıştır.
Amerikalı Arkeolog Sterret'in Isparta-Yalvaç (Pisidya Antioch) da bulduğu bir kitabede
"Pappa Tiberiopolis ve Orondeis halkı ve Meclisi koloniye (Antioch) iyi şanslar diler" ifadesi
yer almaktadır.
Bizans dönemlerinde kentin devam ettiği görülmektedir. Yohanna isimli azizden Yunuslar
ismini aldığı sanılmaktadır.
MAMA cilt 8 de 334 ve 338 numaralı yazıtların Roma dönemine ve 335-336-337-339
numaralı yazıtların Hıristiyanlık dönemine ait olduğu ve üzerinde Latin haçı bulunduğu
görülmektedir.
23
KENTİN TARİHİ HAKKINDA BİLİNENLER
Kentin ismi Roma İmparatoru Tiberius (14-37) ismini taşımaktadır. Bu imparator tarafından 1.
yüzyılda kurulduğu veya geliştirilerek isimlendirildiği düşünülebilir. Kent ve batı tarafında
Beyşehir'e kadar bölgede yaşayanların Isaura'lıların bir kolu olan Orendeis'lerdir.
Kentin ismi basılmış sikkelerde ΤΙΒΕΡΙΕΩΝ ΠΑΠΠΗΝΩΝ olarak geçmektedir. 325 yılında
İznik'te toplanan dini konsulde kenti Academius Pariensus , 381 yılında İstanbul Aya İrini'de
toplanan mecliste kenti Eugenius Paspanensis temsil etmiştir.
Daha sonrası hakkında bilgi yoktur.
KENTTEN BUGÜNE KALAN
Kentten en önemli buluntu, 3. yüzyıla tarihlenen (260 yılları) ve Konya Arkeoloji Müzesi'nde
sergilenen lahittir. Uzmanlarca sanat değeri çok üstün bulunan lahdin yüzeylerinde Mitoloji'de
tanrı Herakles'in başardığı işler anlaşılmaktadır.
Hakkında pek çok yazı bulunan bu lahit hakkında bir gözlemimi de eklemek istiyorum. Eski
tarihi heykellere meraklı tanıdığım Dr. Saim Sağ, bu lahitte taşa işlenen insan vücutlarının
insan anatomisi ile uyuştuğunu belirtmiştir.!!!
Diğer kalıntılar bu kentin kalesi olması gereken Ballıkaya'da çok düzgün bir merdiven bu
dönemlere ait kaya mezarlardır.
Kentin eski döşeme yollarla Konya, Beyşehir ve bugün devlet yolunun bulunmadığı
Ballıkaya, Çamurlu İğret, Bulumya, Tulasa, Gilisıra ve Botsa üzerinden tarihi Listra
(Hatunsaray) kentine bağlandığı kalıntılardan tespit edilmektedir.
22.10.1995 günü dağcılık grubu arkadaşları ile köyde yaptığım gözlemlerde, köyün eski
camiinde işlemeli eski taşların kullanıldığı, bunlar içinde bir "Malta Haçı"nın gözlendiği, köy
evlerinde de eski taşların yer yer kullanıldığını tespit etmiş bulunuyorum.
Yapılan araştırmalarla ile bu bilgilerin daha çoğalacağını umuyorum.
( 21.08. 1999 - YENİ MERAM KIRKAMBAR)
24
ILGINLI OSMAN HAYRİ ÖZDEMİR'İN (1908-1985) ESERİ
İSHAK PAŞANIN SECERESİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Osman Hayri Özdemir Ilgınlı, 1908 doğumlu muhasip ve maliyeci olarak çalışmış bir
bürokrat olup 1969 yılında emekli olmuş, Ilgın tarihi başta olmak üzere tarihi ve dini
konularda kitap ve makaleler yazmıştır. Ben Sayın Özdemir'in 1971 yılında Konya'da
basılmış "İSHAK PAŞA ve 476 YILLIK SECERESİ" adlı kitabının bir özetini vereceğim.
Sayın Özdemir, bu kitabını bana şu sözlerle armağan etmişti. "Konya'da İnşaat Yüksek
Mühendisi Mehmet Bildirici Bey'e acizane hediyemdir. 01.02.1979 - Osman Hayri Özdemir"
Kitap 102 sayfadır.
Abdürrezzak oğlu Emir İshak, hayırsever bir kişidir. Pek çok hizmetleri olmuştur. En
önemlisi bugünkü Şems parkında bulunan Şems Türbe ve Camiini, mevcut olanı yıktırarak
yeniden yaptırmış, ona vakıflarla gelir sağlamıştır. Bunun yönetilmesini yani mütevelliliğini
kendinden gelecek oğul ve torunlarına vermiştir.
Emir İshak Bey'in vakfiyesinin tarihi H 915, miladi 1499 yılıdır. O zamanki Osmanlı Sultanı
II. Beyazıt'tır. Emir İshak Bey'in türbesi Şems parkı içinde Şems Camii'nin az kuzeyindedir.
Emir İshak Bey'in soyundan geldiğini mahkeme kararı ile belgeleyen kitabın yazarı Osman
Hayri Özdemir, çeşitli kaynaklara dayanarak Emir İshak Bey'in, İshak Paşa adıyla,
sadrazam olduğunu ve daha pek çok hizmetleri olduğunu belirtmektedir.
Kitapta Emir İshak Bey'den itibaren gelen mütevelliler tek tek gösterilmiştir. Son
mütevellilerden Hacı Osman kızı ELMAS ÖZDEMİR (1889-1959), çok hayırsever bir kişidir.
20 dönümlük arsasını Sağlık Merkezi yapılmak kaydı ile devlete bağışlamıştır. Osman Hayri
Özdemir'in annesi olan bu hayırsever Hanım Ilgın'da Elmas Kadın Köprüsü’nü de
yaptırmıştır. Elmas Özdemir'in eşi Harputlu Mehmet Şükrü Özdemir'dir. 1952 yılında
ölmüştür.
Elmas Hanım ve Mehmet Şükrü'nün oğlu 1908 doğumlu Osman Hayri Özdemir, 27 yıl
muhasip ve maliyeci olarak devlete hizmet etmiş, 1969 yılında emekli olmuş, 1985 yılında
vefat etmiştir. Bu kitapla birlikte pek çok, Ilgın başta olmak üzere tarihi ve dini kitap ve
makaleleri vardır.
Hayırsever Elmas Hanımın bağışını gösteren "Ilgın Sağlık Merkezi Kitabesi" de şöyledir.
BU SAĞLIK MERKEZİNİN ARSASINI
ELMAS ÖZDEMİR'DİR HİBE EYLEYEN
DEVLETTE EMRETTİ TAM İNŞASINI
ILGIN'I ZEYN ETTİ GÜN DOĞDU YERDEN
OSMAN ÖZDEMİR DE TARİHİN
HİKMETE GARK OLDU BU BİNAYI GÜZİN 1949
Çoktan aramızdan ayrılan, ve kitabı da ancak eski kitapçılarda ve koleksiyoncularda
bulunabilen değerli bir araştırmacı Osman Hayri Özdemir'I anmak istedim. Ruhu şad olsun
(4 EYLÜL 1999- YENİ MERAM KIRKAMBAR)
25
MEVLEVİ DERVİŞLERİNİN KATKISI OLAN
MAFTİRİM İLAHİLERİ
Mehmet BİLDİRİCİ
İstanbul'da çok yönlü ve çok kültürlü yayınlara ulaşmak, meraklı olana oldukça kolaydır. Bu
yazımda da Mevlevi dervişlerinin etkisini çok farklı, bir inanç grubunda inceleyeceğiz. Bu
benim hiç anlamadığım bir konu, ama işin uzmanlarına bilgi sunacağımı sanıyorum. Ama iyi
bildiğim bir şey var, içinde tolerans, insan sevgisinin bulunduğu düşünce ve duygularının
ulaşamadığı bir uzaklığın bulunmadığıdır.
Maftirim İlahileri nedir ? Bunlar Musevi Tasavvufu ilahileri olup, Bestekar Haham Şlemo Ben
Mazaltov'un 1690-1703 yıllarında Edirne'de başlattığı, ve Musevi bestekarların Mevlevi
dervişleri ile birlikte ortaya çıkardığı ilahilerdir.
Bu eserler, Peşrev, Kar, Beste, Ağır Semai, Yürük Semai gibi formlarda ve usullerde yüzü
aşkın değişik makamlarda yapılmış binlerce ilahidir. 1930’lu yıllarda Maftirim eserler
Edirne'nin yanı sıra, İstanbul ve İzmir'deki sinagoglarda da doruk noktasına ulaşmıştır.
Elde bir Maftirim kitabı da bulunmaktadır. Ancak bunların nota eksiklikleri vardı, bunlar
giderilerek Şef Feridun Darbaz'ın katkıları ile okunabilecek duruma getirilmişlerdir.
300 sene önce Edirne'de icra edilen bu eserler 25 makamda dört yüz eser iken şu an 200
eser olduğu belirtilmektedir. Bu eserler Tanrı'ya yakarış olduğundan Sinagog dışında
icrasının düşünülmediği belirtilmektedir.
Bu haber bilgi İstanbul'da "ŞALOM" isimli Türkçe ve Judeo-İspanyolca yayınlanan gazetenin
24,3,1999 tarihli sayısından alınmıştır.
Çok ilgi çekeceğine inandığım bu Maftirim İlahileri dinleme fırsatını bulamadım. Ama konu
Mevlevilik ve Klasik Türk Müziği uzmanları için çok önemlidir diye düşünüyorum.
(18 EYLÜL 1999- YENİ MERAM KIRKAMBAR)
22 Eylül 1999 günü Cemal Reşit Rey salonunda yapılan "Bir arada yaşama Sanatı" adlı
toplantının ardından çeşitli dini toplulukların katıldığı bir konser verildi. Yahudi topluğundan
gelen bir grup Maftirim ilahilerini seslendirdi. Türk klasik müziği makamlarına çok benzer
biçimde olduğunu huşu içinde dinlerken anlamış bulunuyorum.
26
İLK ÇAĞLARDA ILGIN VE İSMİNİN KÖKENİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Bugün Kaplıcası’nın ile tanınan Ilgın’ın Selçuklulardan önce yaşanmış çok eski bir geçmişi
vardır. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde karşılaştığım kabartma heykel ve çevrede bulunmuş
yazıtlardan bir özet çıkarmaya çalışacağım.
Ilgın’ın bulunduğu bölgede “TYRIAION” isimli bir kent olduğu bilinmektedir. Bu kentin ne
zaman kurulduğu belli değildir.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde Ilgın’dan getirilmiş ve M.Ö. 5. yüzyıla tarihlenen işlemeli bir taş
üzerinde tanrıça kabartması görülmektedir. (Envanter 2474). Cepheden gösterilmiş, kolları
ve göğsü altına kavuşturulmuş, sağ elinde küçük bir kasa tutmaktadır. Anadolu’nun ana
tanrıçası olduğu kabul edilmektedir. Bu eser kentin çok eskiliğini göstermektedir.
Kentin isminin ilk görüldüğü tarih, Konya’da olduğu gibi M.Ö. 401 yılıdır. Anadolu o tarihte
Persler (İran) tarafından yönetilmektedir. İranlı Prens CYRUS topladığı paralı askerlerle
ağabeyinden tahtı ele geçirebilmek için İran üzerine yürür. Ordu M.Ö 401 yılında Ilgın’dan
geçer ve burada birkaç gün dinlenir. Prens burada Kilikya’dan (Tarsus-Adana) gelen kraliçe
EPYAPSA onuruna bir askeri gösteri yaptırmıştır. Bu olay XENEPHON’un “Onbinlerin
Dönüşü” adlı eserinde anlatılmaktadır. Tyrianon için kalabalık bir kentti ifadesi
kullanılmaktadır. O tarihte Konya’dan (Iconium) daha büyük olduğu anlaşılmaktadır.
Roma ve Bizans dönemlerine ait bilgiler burada bulunmuş ve okunmuş yazıtlardan
gelmektedir. MAMA Vol 7 de okunmuş 24 adet yazıt bulunmaktadır. Bunlardan 106 nolu
yazıt kent için çok önemlidir. Çünkü Anatanrıça’ya adanmış bir taşta kentin adı LAGENIA
olarak geçmektedir. Ilgın Ağalar köyünde bulunmuş yazıtın Türkçe’si şöyledir.
“LAGENIA’da oturan KINDURIA’lı Menelaos’un oğlu Mamas tanrıların anası ANDERINI’nin
emrine göre bu taşı sundu.”
Ilgın’ın ismi geçen bu taşta ZIZIMMENE Ana olarak bilinen Ana Tanrıça’nın diğer bir ismi
geçmektedir. ANDERINI. Taşı sunan kişinin baba adı ile anılmasından Grek olduğu
anlaşılmaktadır. Onlarda Araplar’da olduğu gibi baba ismi ile söylenmektedir. KINDURIA ise
Kadınhanı yakınında Kinduras köyünün antik ismidir.
Selçuklular’ın kente Ilgın adını, pembe çiçekli bodur ılgın (tamarisk) ağacından verdiği kabul
edilir. Bu bodur ağacın bu yörede çokça görüldüğü bilinmez. Bu yazıttan kentin ikinci adının
LAGENIA olduğu ve ILGIN isminin buradan geldiği anlaşılmaktadır.
Ilgında bulunmuş 107 nolu yazıtta çok önemlidir. Kırık olduğu için tam okunamamakla birlikte
İmparator Marcus Aerilius’un (İmp.161-180) döneminde hürriyetine kavuşan M.A Eucleides’in
ismi geçmektedir.
Diğer 17 yazıt Roma dönemine, 5 yazıtta Hıristiyan mezar taşlarıdır.
Roma döneminden gelen yapı olmamasına karşı pek çok eski yapılardan çıkan taşların
Selçuklu döneminde kullanıldığı görülmektedir. Şeyh Bedreddin türbesinin duvarında
kullanılmış tarafımızdan farkına varılmış bir taşta “mezarın bozulmaması” konusunda ifade
yer almaktadır.
Gene de Tyriainon ve Lagenia’nın konumu araştırılmalıdır.
(09 Ekim 1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
27
ILGIN VE KADINHAN’DA HİTİT DÖNEMİ SU YAPILARI
Mehmet BİLDİRİCİ
Ilgın ve Kadınhanı yakınlarında günümüzden yaklaşık 3200 yıl önce Hititler döneminde
yapılmış su yapıları bulunmaktadır. Bu yazımızda konunun uzmanlarınca yazılmış rapor ve
yazılar kaynak alınarak bir özet verilecektir.
ILGIN YALBURT HAVUZU
Ilgın’ın 20 km kuzey doğusunda Yalburt Yaylası bulunmaktadır. Bu yaylaya Konya-Ilgın
yolundan Ilgın’a 4 km kala sapılarak gidilmektedir. Yalburt Yaylası’ında bulunan su
kaynağından çevre köyler su almaktadır. Yaylanın güneyinde bulunan Avdan ve Şuhut
köyleri de içme suyunu buradan almaktadır.
Bu kaynakta 1970 yılında yapılan iyileştirme kazılarında Hitit dönemine ait yazılı taşlar
bulunmuş, 1971 yılında Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden Arkeolog Raci Temizer
başkanlığında kurtarma kazıları yapılmış, yazıtlar ortaya çıkarılmış, dizilmiş ve etrafı
çevrilerek görülebilecek anıt şeklinde tel örgü içine alınmıştır.
Hitit döneminde kaynaktan çıkan suları toplamak için Havuz yapılmıştır. Havuzun ebadı
12,70 m x 8,30 m = 105,40 m² dir. Yazılı olan ve yerinde dizilmiş taşların sayısı 22’dir.
Taşların yaklaşık enleri 1 m, yüksekliği 1,30 m, uzunlukları 3,25 m dir.
Bunlar Orta Anadolu’da bulunmuş en uzun Hitit yazılarıdır. Hititler’in hiyoroğlif (resim yazısı)
yazısı ile yazılmıştır. Yazıtta Hitit Kralı IV. TUTHALYA’nın (Kral. M.Ö. 1250-1220) kartuşu
hemen seçilmektedir. Bu yazıtlar tam olarak okunamamıştır. Hititolog K. Balkan, ve E.
Manson’a göre yazıt dini değildir. J.D. Hawsink’e göre ise yazıtta “Büyük Kral IV.
Tuthalya’nın tanrıların yardımı ile başardığı işler anlatılmaktadır”.
KADINHANI KÖYLÜYOLU ANITI (BARAJI)
Köylütolu köyü Kadınhan-Ilgın karayolu üzerindedir. Burada Hitit dönemine ait buluntular
bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir. Kadınhanı-Ilgın yolunun
doğusunda geçen araştırma yapan Alman Sokolowsky ekibi bir sedde ve civarında Hitit
dönemine ait bir yazıt ortaya çıkarmıştır. Önceleri bunun bir savunma duvarı olduğu
benimsenmiş ise de, daha sonra Hititolog Güterbock tarafından bir su yapısı olacağı
benimsenmiştir. Toprak dolgu olan ve 900 m uzunluğunda olan bu seddenin yağmur suları
dışında bir su kaynağı bulunmamaktadır.
Burada bulunmuş yazıt E. Manson tarafından tekrar okunmuştur. Bunun bir özeti şöyledir.
Yazıtta ismi geçen Prens RU(WA)TI-TI’nin önemli görevler verilmiş bir kişi olduğu TITARME
adlı bir kentin valisi bulunduğu, Labarna olarak bilinen Büyük Kral IV. Tuthalya tarafından
görevlendirildiği” ifade edilmektedir.
Bu bilgiler Raci Temizer’in 1984 yazılmış bir makalesinden ve Prof.Dr. Kutlu Emre’nin 1993
yılında yayınlanmış “Karakuyu Hitit Barajı” isimli makalesinden özetlenmiştir.
Yöremizde yaptıkları bilinen ve yazıtları bugünlere gelebilen IV. TUTHALYA M.Ö 1250-1220
yılları arasında krallık yapmıştır. Umuyorum zaman içinde onun yaptığı başka eserler de gün
ışığına çıkacaktır. Tabii bunları bulmak yetmiyor. Bunların iyi korunması gerekir
Yalburt Havuzu’na araştırma ve görme maksadı ile gittiğimde bu izlenimi edinemedim. !!!!
(30 Ekim 1999 – YENİ MERAK KIRKAMBAR)
28
JAPON BİLİM ADAMI KANASAKA
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’yı geçen yıl ziyaret eden, tarihi Konya çeşmelerini ve içme suyu tesislerini inceleyen
Japonya’da Kyoto Üniversitesi Coğrafya Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Kiyonori Kanasaka
ile tanıştım. Adresini Safa Odabaşı vermişti. Mektubuma cevap yazdı ve bu yılki programını
gönderdi. Konya’ya gitmeden önce ve Konya dönüşü İstanbul’da buluştuk.
Kanasaka Konya içme suyu tesislerini inceliyor. Ben bende olan ve kendisine yarayacak tüm
belgeleri önüne koydum, ve yardımcı olmaya çalıştım. Konya Devlet Su İşleri Bölgesi
misafirhanesinde kaldı. Kendisine DSİ IV. Bölge Yardımcısı Sedat Pınar’ın çok yardımcı
olduğunu söyledi.
Bir Japon bilim adamının Konya ile ilgilenmesi çok sevindirici. Kanasaka aynı zamanda çok
usta bir fotoğrafçı, pek çok fotoğraf çekti. Yazıları orada yayınlanınca gönderecek. Kendisini
tanımaktan ve uzun uzun sohbet etmekten çok keyif aldığımı hissediyorum. Bu arada
İstanbul’da Mimar Sinan’ın şahane Mağlova su kemerini ve Bizans dönemi Binbirdirek su
sarnıcını gezdik.
Kanasaka ile Japonya konusunda da konuştuk. Takdir ettiğimiz ve hakkında çok az bilgi
sahibi olduğumuz Japonya.
Bazı ilginç gözlemlerimi de buraya alıyorum. Japonlar son zamanlara kadar büyük baş
hayvan (inek, koyun vs) eti yemezmiş. Tavuk ve balık geleneksel et imiş. Ama şimdi zevkle
yiyorlar. İstanbul’da tavuk döner değil, et döneri tercih etti. Ayrıca meyvenin çok pahalı
olduğunu ve gramla aldıklarını belirtti.
Japonca ve Türkçe arasında cümle kuruluşunda bazı benzerliklerin olduğunu ifade etti,
aşağıdaki üç kelimenin her iki dilde aynı anlama geldiğini söyledi
Türkçe
iyi
Japonca
ii
“
su
“
sui
“
koyu
“
koi
Hiç unutamayacağım bir anım da şöyle; son günü ayrılmadan önce evde idik, kahve yerine
meyve istedi. Hanım meyve getirdi masa başında otururken 5,8 şiddetinde deprem oldu. Biz
alışığız dedi ve gayet sakin karşıladı, buna alışmalısınız dedi, bizi sakinleştirdi.
Konya’yı inceleyen ve tanışmaktan memnun olduğum bu değerli bilim adamını duyurmak
istedim.
(06 Kasım 1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
29
KADINHAN HANI DUVARLARINDAKİ YAZITLAR
Mehmet BİLDİRİCİ
Eski tarihi yollar üzerinde olan bulunan Kadınhanı’nın en önemli tarihi yapısı Selçuklu
döneminde yaptırılan Han’dır. Üzerinde bulunan Selçuklu kitabesine göre Han hayırsever
Raziye Hatun tarafından yaptırılmıştır. Türkçe’si şöyledir.
“Allahım bu Hanın sahibesi Mahmut kızı Raziye Hatun’a rahmet eyle” H 620- 1223.
Maalesef hanı yaptıran Raiye Hatun hakkında bilgi yok denecek kadar azdır.
Bu yazımızda bu eşsiz Selçuklu Hanı’nı başka bir yönden inceleyeceğiz. Han duvarlarında
dört köşe düzeltilmiş taşlar hanın yakınındaki Laodicea (Ladik) kentinin binalarından ve
mezarlarından getirilip burada tekrar kullanılmıştır. Bu yönden bu tarihi kanıtlar kaybolmamış
bir şekilde bu şekilde korunmuştur.
Han duvarlarında MAMA Vol 1 de 29 adet okunmuş ve yayınlanmış taşın burada
kullanıldığını belirlemiş bulunuyorum. Bunlardan 7 nolu yazıt ZEUS için yazılmıştır. 33 nolu
yazıt çok ilginçtir. Grek harfleri ile Frigya dilinde yazılmış nadir görülebilen yazıtlardan biridir.
Buradan Frigya dilinin üçüncü yüzyıl sonlarına kadar bu dilin konuşulduğu anlaşılmaktadır.
175 nolu taşı Han’ın kuzey duvarında matbaada basılmış kadar düzgün ve güzeldir. Bu ikiz
yazıtları “Konya Tarihi Su Yapıları” kitabımın 252. sayfasına koymuştum. Tipik bir Roma
dönemi mezar taşı olup Türkçe’si şöyledir.
“Gaius Julius Patrikios, çok sevgili teyzesi Orestine’nin anısı için bu mezar taşını yazdırdı.
“Gaius Julius Patrikios, çok sevgili kardeşi Minesitheos’un anısı için bu mezar taşını
yazdırdı”.
Buradan mezar taşlarını yazdıran kişinin üç isimli oluşundan Romalı ve Hıristiyanlık öncesine
ait olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca hanın güneyine bakan kapının aynı sayfada bulunan kapısını uzun uzun seyrettim.
Kapının da mezar taşları gibi eski bir yapıdan sökülüp buraya kurulduğu kanısına vardım.
Kadınhan’da antik Laodicea ilgili taşlar bunlardan ibaret değil. Çeşitli ev ve mezarlıklarda 34
adet daha taş belirlenmiştir. Bunlardan 9 ve 10 nolu taşlar APOLLON ile ilgilidir. 42 nolu
kitabe Latince’dir. Diğerleri Roma ve Bizans dönemlerine ait mezar taşlarıdır. Bu taşların bir
kısmının tekrar Müslüman mezarlığında kullanılması ilgi çekicidir.
Yazılardaki dil klasik Grekçe’dir. Yunanistan’da kullanılan alfabe ile aynıdır. Ben kendi
imkanlarımla sadece bu kadarının Türkçe’lerini elde edebildim. Diğer yazıtlar üzerine de
eğilindiğinde çok bilgilerin gün ışığına çıkacağına inanıyorum. Mevcut olanların ve yeniden
bulunanlarında korunmasının önemini vurguluyorum.
(13 Kasım 1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)
30
KONYA LİSESİ ÖĞRETMENLERİNİN
KÜLTÜREL ALANDA ÖNEMLİ YAYINLARI
Mehmet BİLDİRİCİ
Kırkambar'da yayınlanmış yazılarımda zaman zaman Konya Lisesi'nden anılar başlığı altında
Ellili yıllarda Konya Lisesi'nde bizleri yetiştiren hocalarımızdan söz etmiştim. Gerçekten o
yıllarda Konya Lisesi'ndeki öğretmenlerimizin bizleri iyi yetiştirdiğine inanıyorum. O günün
şartlarında bize iyi şeyler vermişlerdi. Bu konudaki yazı ve araştırmalarımı "Ellili Yılların
Konya Lisesi Öğretmenleri-1997" ismi altında derlemiş ve bilgisayar çıktılarından 50 adet
çoğaltarak 60 sayfalık özel bir kitap haline getirmiş ve hocalarıma ve arkadaşlarıma takdim
etmiştim.
Aşağıda tanıtacağım iki kitap benim bu görüşümdeki haklılığımı vurgulamaktadır. Ellili
Yıllarda Konya Lisesi'nde öğretmenlik yapan değerli büyüklerimiz hala kitap
yayınlamaktadırlar. Bu yayınlar sonraki kuşaklarca çok iyi değerlendirilmeli diye
düşünüyorum. Şimdi bu iki yayını tanıtacağım. Şüphesiz bu konular hakkında genel kültür
bazında bir bilgi sahibiyim. Ama işin uzman ve meraklılarının çok yararlanacağına
inanıyorum.
KONYA VE ANADOLU MEDRESELERİ
Yazarı Konya Lisesi'nde Fizik öğretmenimiz Hüseyin Köroğlu. Hocamızın sahip olduğu "Fen
Yayınevi" tarafından 1999 yılında Konya'da yayınlanmıştır. 396 sayfada 200 resim, plan,
harita bulunmaktadır. Sayın Köroğlu gene aynı yayınevinde yayınlanmış 9 adet çeşitli fizik
konulu kitapların yazarıdır. "Konya Lisesi Tarihi" adlı kitabı da Konya Lisesi'nin 100. Kuruluş
yılı dolayısıyla yayınlanmıştır.
Değerli hocamın ailecek tanış olduğumuz yakın dostu olarak ne kadar buna emek verdiğini
çok yakından biliyorum. Lütfedip hediye ettiği kitabını da dikkatle okudum. Bir fen adamı
olarak konuya objektif baktığına inanıyorum.
Kitabı edinmek isteyenler 0.(332).321 3412 nolu telefona başvurabilirler.
YUNUS ŞİİRİNDEN GÜNÜMÜZE YAKLAŞTIRMALAR
Yazarı tanınmış edebiyatçılardan Hikmet İlaydın (1914-1991). Sayın İlaydın Muğla doğumlu,
Konya Öğretmen Okulu mezunu ve 1948-1949 yıllarında Konya Lisesi Müdürü ve edebiyat
öğretmeni. Kitap Akçay yayınları tarafından 1998 de Ankara'da yayınlanmış, 392 sayfa.
Kitap yazarın ölümünden sonra tutulmuş notlardan hazırlanarak eşi değerli hocamız Nihal
İlaydın tarafından yayın haline getirilmiştir. 1945-1955 yıllarında Konya Lisesi'nin Fransızca
öğretmeni Nihal İlaydın tam bir dil uzmanı. Fransızca, İtalyanca, İspanyolca gibi batı dillerini
ve Arapça ve Farsça gibi doğu dillerini biliyor. Uzman bir edebiyatçı olan eşinin sarı kağıtlara
yazılmış ve başkaları tarafından okunmasının mümkün olmadığı bu notlarından ileri yaşına
rağmen bu değerli eseri hazırlamıştır. Kendisini Marmaris'te ziyaret ettiğimde bu zor okunur
notları bizzat görmenin mutluluğunu yaşıyorum. Değerli hocamın lütfedip gönderdiği bu kitabı
zevkle okuduğumu da belirtiyorum.
Ben burada bu değerli hocalarımızın hayat hikayelerinden Konya ile ilgili kısımları yazıma
aldım. Diğerleri kitapta görülecektir.
Temin etmek isteyenler için Akçağ Yayınevinin telefonunu veriyorum. 0.(312) 432 1798
(04 ARALIK 1999, YENİ MERAM KIRKAMBAR)
31
SAINT PAUL’UN LYSTRA –ICONIUM- DERBE ZİYARETİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Hıristiyanlığın kurucularından Saint Paul yaklaşık 47 yılında Barnabas ile Kıbrıs’tan
Anadolu’ya misyonerlik gayesi ile gelmiş Perge’de karaya çıkmıştır. Buradan Antioch
(Isparta-Yalvaç) kentine yürümüştür. Anadolu’da ilk defa bu kentte dini vaizlerini vermiştir.
Antioch’dan şikayet üzerine kovulunca, Iconium’a (Konya) kaçmış, burada Yahudilerin
sinagogunda konuşma yapmıştır. Aynı gezide Konya’nın güneyinde Lystra ve Derbe’yi de
ziyaret etmiştir.
Lystra’da felçli bir hastayı bakışları ile iyi etmiştir. Bu olay üzerine halk Likaon dili ile tanrılar
aramızda diye sevinç gösterileri yapmış, Barnabas’ın Zeus ve Saint Paul’un Hermes
olduğunu sanmışlardır. Kentin hemen önünde bulunan Zeus tapınağı önünde kurban
kesilmeye kalkışılmıştır. Bunu fark eden Paul ve Barnabas bizde sizler gibi insanlarız diye
güçlükle önlemişlerdir.
Yaklaşık 50 yıllarına doğru bu defa Saint Paul, Barnabas olmadan Kilikya üzerinden ikinci
defa gelmiş, Derbe, Lystra ve Iconium’u ikinci defa ziyaret etmiştir. Bu bilgiler Hıristiyanlığın
kutsal kitabı İncil’de anlatılmaktadır.
Ben bu yazımda ziyaret edilen bu yerleri bugünkü durumlarını ve Saint Paul’un bıraktığı izleri
incelemeye çalışacağım.
İlkin Konya’dan başlayalım. Konya Selçuklu devletinin başkenti olmuş, Türk-İslam
uygarlığının Anadolu’daki en önemli merkezlerinden biridir. Aynı zamanda insan sevgisi ve
farklı inanışlara karşı hoşgörünün geniş şekilde yer aldığı Mevlana ve Mevleviliğin de
kentidir. Bunun yanında Konya’nın Hıristiyanlık yönünden de çok önemli bir kenttir.
Saint Paul’un konuşmalarını dinleyen nişanlı bir kız olan Thecla (Konya 34- Silifke 66?)
ailesinin ve annesinin muhalefetine rağmen Saint Paul’un öğretilerini benimsemiş ve
Hıristiyanlığın ilk azizesi olmuştur. Çok renkli bir hayatı olan Thecla’nın hayatı ayrı bir
inceleme konusudur.
İncil’i okuyup Konya’ya gelen din adamları ve tarihçiler Saint Paul’un konuştuğu ve vaiz
verdiği sinagogu hep sormuşlardır. Iconium 1. yüzyılda önemli bir kent ve Roma askeri
kolonisidir. Romalı sivil ve askeri yöneticiler vardır. Bunların yanında bazı Yahudi görevlilerin
olması olasıdır. Ancak bu konuda 1. yüzyılda Konya’da Yahudilerin yaşadığı ve sinagogları
olduğu konusunda hiç arkeolojik veri bulunmamaktadır.
Diğer ziyaret yeri Lystra, Konya’nın 25 km kadar güneyinde Hatunsaray beldesinin 2 km
doğusunda Zoldera höyüğüdür. Lystra M.Ö. 6 yıllarında ilk Roma İmparatoru Augustus
tarafından çevredeki yerli halkları (Lycaonyalı’lar, Pisidyalı’lar, Homonad’lar, Isauralı’lar)
disiplin altına alabilmek için bir Roma askeri kolonisi olarak kurulmuştur.
Saint Paul’u Lystra’da Timetheus karşılamıştır. Timetheus Lystra’lı ve bölgeden bilinen ilk
tarihi kişidir. Babası yerli, annesi görevli bir Yahudi’nin kızıdır. Timetheus bu karşılamadan
sonra Saint Paul’un hep yanında olmuştur.
15. yüzyıla kadar yaşamın devam ettiği Lystra daha sonra karanlığa gömülmüştür. 19.
yüzyılda kenti yeri aranmaya başlamış, önceleri isim benzerliğinden Karaman’ın kuzeyinde
İlistra (Yollarbaşı) olduğu sanılmıştır. Yüzyılın sonlarında Amerikalı Sterret Zoldera
höyüğünde bulduğu bir kitabeden kentin yerini belirlemiştir. Kitabede “Mutlu Lystra kolonisi
kutsal August’a bir çift kurban adamıştır” denilmektedir.
Lystra’nın yerini yakın zamanlara kadar kültür çevrelerinden dahi yerini bilen yoktu. Güney
Afrika’dan 30 yıl önce gelen ve Saint Paul’ün ziyaret ettiği yerleri belgesele almak isteyen bir
gruba Glisıra’daki oyma mağaralar, şapeller Lystra diye gösterilmiştir. Glisıra Lystra’ya 15 km
uzaklıkta ve onun güney batısındadır.
Son zamanlarda yerel basında Lystra’da kazı yapılacağı haberleri gelmektedir. Kazıların
başlaması ile Lystra üzerindeki karanlık yavaş yavaş ortadan kalkacaktır. Bu takdirde yörenin
çok önemli bir ziyaret yeri olacağına inanıyorum.
32
Saint Paul’un üçüncü ziyaret yeri Derbe’dir. Derbe Karaman’ın 15 km kuzeyinde Ekinözü
köyünün sınırları içindeki Kerti Höyüğü’dür. Karaman-Ereğli yolundan sapılarak gidilebilir.
Derbe M.Ö. 1. yüzyılda Antipater isimli bir yöneticinin idaresi altındadır. Antipater M.Ö 51-50
yıllarına Tarsus’ta Roma valisi olan ünlü şair, filozof, Çiçero’nun dostudur. Saint Paul’un
Derbe ziyaretinden de Gaius isimli bir kişinin kendisine katıldığı görülmektedir.
Derbe’de daha sonraları karanlığa gömülmüştür. Tekrar arandığımda isim benzerliğinden
Karadağ üzerinde Değle, ve Ereğli yakınında Devle veya Divle (Üçharmanlar) aranmış, 1957
yılında Alan Hall’ün Kerte Höyük’te bulduğu ve halen Karaman Müzesi’nde olan taşın
okunması ile yeri belirlenmiştir.
Saint Paul’un bu yöreyi ziyaret ettiği 1. yüzyılın ortalarında Konya ve güneyi Galatia (merkezi
Ankara) eyaletinin sınırları içinde yer alıyordu. Büyük olasılıkta İncil’de “Galatalı’lara
mektuplar” bu yöre halkı için yazılmıştır. Çünkü bu yöre halkından kendisine katılanlar olmuş,
diğerleri o gidince ondan yüz çevirmiş ve eski inançlarına dönmüştür.
Yörede Hıristiyanlığın tolere edildiği 313 yılı, devlet dini olarak kabul edildiği 324 yılından
önce bölgede yaşamış Hıristiyan’ların olduğu yazıtlardan anlaşılmaktadır. MAMA
(Monumenta Asia Minor Antiqua) cilt 1,7,8 de bol miktarda yazıt (inscription) bulunmaktadır.
Akla gelen soru şudur? Bu Hıristiyanlar Saint Paul’un ziyaretinden beri mi buradalar? Bu
inanç 1. yüzyıldan beri devam etmiş midir?
Konu Stephen Mitchell tarafından “Lands, Men and Gods in Asia Minor” isimli yayını da çok
detaylı incelenmiştir. Bu incelemeler sonucu ve arkeolojik veriler sonucu yukarıdaki soruya
olumlu yanıt çıkmamaktadır. Zaten “Galatalı’lara mektuplar da bunu doğrular niteliktedir.
(11.12.1999
- YENİ MERAM KIRKAMBAR)
(ÇAĞRI EKİM 2000)
33
BİR EĞİTİMCİ JENANYAN ve OKULU
Mehmet BİLDİRİCİ
İstanbul’da haftalık Türkçe Ermenice yayınlanan AGOS gazetesinin 16.Haziran 1998 tarihli
sayısında Konya’da kurulmuş ve Hıristiyan öğrencilerin eğitimini üslenmiş JENANYAN Okulu
hakkında bir yazım yayınlanmıştı. Burada okul hakkında bilgi sunulmuş, Jenanyan’ın bir
fotoğrafı eklenmişti. Bu defa Tarsus Amerikan Kolejlinde 1953-1966 yılları arasında
bulunmuş As. Profesör Frank Stone’un “Armenian Review”de yayınlanmış ilginç İngilizce
araştırma yazısı elime ulaştı. Bundan dolayı konuyu tekrar gündeme getirmeyi uygun
buldum. Gerçekten eğitimci Jenanyan’ın hayatı ve çalışmaları ilgi çekicidir.
Harutune S. Jenanyan 1860’lı yıllarda Maraş’ta Protestanlığı benimsemiş, Ermeni, fakir ve
okuma yazması olmayan bir ailede dünyaya gelmiştir. Jenanyan Protestanlığı kabul ettiğinde
9 yaşında idi. İlk öğreniminden sonra ailesinin fakir oluşundan okuyamamış ailesinin mesleği
olan dokumacılık yapmıştır. Daha sonra Antep’deki Amerikalı misyonerlerin açtığı kolejde
okumuş ve vaiz olmuştur. 1884 yılında eğitimini geliştirmek için Amerika Birleşik Devletleri’ne
gitmiştir.
Amerika’da Saint Paul’un doğum yeri olan Tarsus’ta Hıristiyan çocukların eğitimi için kolej
açmayı düşünen Amerikalı Albay Shepard ile tanışmış, onu bu konuda ikna etmiştir. Gerekli
bürokratik işlemlerden sonra Tarsus’a dönmüş 1888 yılında “Tarsus Saint Paul Enstitüsü”
onun Müdürlüğü altında açılmıştır. Amerikan misyoner okullarına bağlı olan okullar içinde
Amerikalı olmayan ilk Müdür Jenanyan’dır.
Okulun kendinden sonraki öğretmenleri Amerika Birleşik Devletleri’nde iken evlendiği
Amerikalı eşi Helen, ve Amerikalı Alexander Mc Lachan idi. Okulun giderleri Amerika’da
oluşturulan bir Vakıf tarafından karşılanmıştır. Bu okul bugün Tarsus Amerikan Koleji olarak
eğitim vermeye devam etmektedir.
Jenanyan 5 yıl burada başarılı bir çalışma gerçekleştirmiş, ancak okulun masraflarını
karşılayan Vakıf ile tam uyum sağlayamamış 1893 yılında buradan ayrılmıştır. Konya’da
bulunan Protestanların daveti üzerine !!! Konya’ya gelmiş ve burada “Asia Minor Apostolic
Institute” adında bir enstitü kurmuştur. 1890’lı yıllarda Konya’daki Protestanların kim olduğu
bir araştırma konusudur. O yıllarda Konya’da Gregorien Ermeni, Ortodoks Rumların yaşadığı
düşünülürse Protestanlar demiryolu inşaatı,.. vs gibi kurumlarda çalışan Amerikalılar,
Almanlar olmalıdır. Okul 1893 yılında kurulmuştur.
Bu enstitünün Tarsus ve Sivas’ta fakirlere yardım kurumu, ikisi Maraş’ta yetimler yurdu
yanında en önemli kurumu Konya’da açılmış bulunan JENANYAN OKULU’dur. Okulun 1898
yılında 1898 yılında dördü bayan 28 öğretmen ve yardımcısı bulunmakta bunun 12 adedi
Konya’dadır. Sadece Jenanyan’ın eşi Helen Amerikalıdır. Dokuz adet de yüksek öğrenim için
hazırlanmış aday mezun bulunmakta. Bunlardan biri Agop Markaryan’dır. İki adayın isminden
de Rum olduğu anlaşılmaktadır. Apostolik Enstitü ilk binasını 1894 yılında, ikinci ve büyük
binasını ise 1903 yılında satın almıştır. Okulun açılışta 15 öğrencisi vardır ve okulun öğrenim
süresi 12 yıldır.
Jenanyan okulunu ve Apostolik Enstitü’nün giderlerini karşılayan Amerika ve Kanada’daki
kişilerle dostluğu iyi ise de uzaktan haberleşme ile işlerin zor yürüdüğünün görerek 1899
yılında mali problemleri çözmek için kendi yerine Amerika’da doktorluk eğitimi görmüş Dr. H.
Rejebian’ı Müdür olarak atayarak Amerika’ya gitmiştir.
Dr. Recebian bu zor görevi iki yıl yürütmüş, tekrar tıp mesleğine dönmüştür. Bu defa Enstitü
ve okul Müdürlüğünü ayrı bir yazı konusu edeceğimiz Dr. Armenag Haigazian’a bırakmış, adı
geçen okulun kapanış tarihi olan 1921 yılına kadar bu görevi yürütmüştür.
Jenanyan ölüm tarihi olan 1907 yılına kadar Amerika’da bulunmuş okulun açık kalmasını
sağlamıştır. Jenanyan birlikte çalıştığı misyoner eğitimciler ve öğrencileri tarafından iyi bir
eğitimci olduğu ifade edilmektedir.
(1999 YENİ GAZETE CÖNK s. 29)
34
JENANYAN OKULU HAKKINDA ARŞİVDEN GELEN BİLGİLER
Mehmet BİLDİRİCİ
Jenanyan Okulu hakkında Frank Stone’nun “Jenanyan and Haigazian, two Armenian
Educators in Anatolia” isimli çok değerli makalenin zor okunan İngilizce kopyası ve aşağıdaki
arşivden gelen bilgiler, İstanbul Esenler’de değerli Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni AHMET
UÇAR tarafından verilmiştir. Kendisine kültüre yaptığı bu katkıdan dolayı müteşekkirim. Zor
okunan İngilizce metin tarafımızdan bilgisayara geçerek kolayca faydalanılması sağlanmıştır.
Konya Milli Eğitim Müdürlüğü arşivlerinden gelen bilgiler şöyledir.
Okulun Yeri : Çifte Merdiven mahallesi
Okulun İsmi : Jenanyan Mektebi
Nevi
: Zükur leyli ve nihari (Erkek öğrenci, yatılı ve evci)
Derecesi
: Zükur İdadi, İnas Rüştiye (Erkek Lisesi, Kız Orta Okulu)
Tesisi Amacı : Hıristiyan etfale mahsus (Hıristiyan çocukları için)
Tesis Küşadı : 17 Zilhicre 1309 ( Okulun açılışı 1893 yılı)
Öğrenim süresi: İdadi 4 yıl, Rüştiye (orta okul 4 yıl)
Kurucusu
: Artin Harutune Jenanyan
Müdürü
: Armenag Haigazian
1898 yılında okula kız bölümü eklendiği 8 erkek ve 4 bayan öğretmenin olduğu Frank Stone
tarafından ifade edilmektedir.
TESPİT EDİLEBİLEN ÖĞRETMENLERİ
1. Harutune JENANYAN
: Okulun kurucusu
2. Helen Jenanyan
: Amerikalı, Jenanyan’ın eşi
3. Leon Tamraryan
: Halep Askeri Rüştiye mezunu, 1896 yılında buraya atandı
Jenanyan’ın Amerika’ya gitmesi ile çok kısa süre Müdür (1898)
4. Dr. Recebian
: Tıp Doktoru, 1898-1901 yılları arasında Müdürlük yaptı.
Merzifon Koleji’ne tayini çıktı.
5 .Armenag HAIGAZIAN
: 1901-1921 yılları arası okul Müdürü
6. Andon Nikolay
: 1899 yılında ayrıldı
7. Soğsun Nevşehirliyan
: Ermeni Patrikhanesi mezunu 1892 mezunu, 1898 de atandı
8. Dr. Garçiyan (Jangoçyan) : Osmanlı vatandaşı, Amerika Michigan 1904 yılı mezunu
9. Malkom Jenanyan
10.Kirkor (Hristo oğlu)
: Silleli, Sille ve Konya okullarında Rumca öğretmeni
11. Mihail Partikyan (Berşikyan) : Konya Jenanyan Okulu 1907 mezunu
12. Dikran Dülgeryan
: Jenanyan Okulu 1908 ? mezunu
13. Agop Karamanyan
: Konya Ermeni Okulu 1902 mezunu
14. Madam ….
: Üsküdar Amerikan Kız koleji 1893 mezunu
15. …..
: Merzifon Amerikan Kız Koleji 1906 mezunu
16. Vasilaki
: Rumca öğretmeni, 1911 yılında atandı
17. Matilda Surpuhi Haigazian : Müdür Haigazian’ın eşi
Pars Tuğlacı’nın Tarih Toplum (Şubat 1991) de yayınlanan “Ermenilerin Türk Matbaacılığına
Katkıları” adlı yazısında; Konya’da 1 matbaanın bulunduğu ve Haigazian tarafından
yayınlanan 2 dergi olduğu görülmektedir.
35
JENANYAN OKULUNDA OKUTULAN KİTAPLAR
Adı
Yazarı
Basıldığı Yer
Açıklama
1. Varazyatyan Mangani
Simpod Davidyan
Der-saadet (İstanbul) Ermenice
2. Talim-i Kıraat
Muallim Naci
“
Osmanlıca
3. Tarih-i Osmani
Mehmet Tevfik
“
Türkçe
4. bedia… inşa..
Mustafa Reşit
“
“
5. Sarf Nahiv (Gramer)
Mehmet Zihni
“
Osmanlıca (Arapça)
6. Nebaena ..
Kozomoz Gazaros “
Rumca
7. …..
Muka….
İngilizce
8. İlmi Hesap
(1999 YENİ GAZETE CÖNK s. 30)
36
EĞİTİMCİ FELSEFE DOKTORU MÜZİK ADAMI
ARMENAG HARUTUNE HAGIAZIAN (1871-1921)
KONYA’DA DEĞİŞİK KESİMDEN BİR ERMENİ EĞİTİMCİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Armenag H.Hagiazian 1870 yılında o zaman ismi Haçin olan Adana Saimbeyli’de doğdu.
Haçin o zamanlar Protestanlığın yaygın olduğu ve genellikle Ermenilerin yaşadığı bir
yerleşim yeri idi. Protestan bir Ermeni ailenin çocuğu olan Haigazian ilk öğrenimini Haçin’de
yaptı. Daha sonra Amerikalı misyonerler tarafından açılan Gaziantep’te ki kolejde eğitimine
devam etti ve üniversite mezunlarına verilen B.A (Bachelor of Arts) diplomasını 1899 yılında
aldı. Üç yıl da Maraş Teoloji Koleji’nde okudu ve 1892 yılında buradan mezun oldu.
Kısa bir süre Tarsus Saint Paul Koleji’nde çalışan Haigazian 1894 yılında eğitim ve doktora
için Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. Sonuçta 1898 yılında Yale Divinity Okulu’ndan Felsefe
Doktoru unvanını kazandı. (Rh.D) Altı ayda Kanada Toronto Üniversitesi’nde müzik ve
harmoni derslerini takip etti. Dr. Haigazian’ın tüm öğrenimi Amerikalı misyonerler tarafından
desteklenmiş, Anadolu’da Amerikalı eğitimciler dışında en değerli eğitim adamı olduğu kabul
edilmektedir.
Dr. Haigazian Jenanyan’ın daveti üzerine 1899 yılında Konya açılmış bulunan JENANYAN
Okulu’nun Müdürlüğü’ne 1901 yılında Apostolik Enstitüsü’nün başkanlığına getirilmiş, bu
görevi okulun kapanışı olan 1921 yılına kadar sürdürmüştür.
1902 yılında İstanbul Protestan Kilisesi’nin Pastörlerinden birinin kızı Matilda Surpuhi ile
evlenmiş, çiftin altı dünyaya gelmiştir.
Dr. Haigazian yönetiminde Konya’daki Jenanyan Okulu ilk on yıl gelişme göstermiştir. Okulun
eğitim dili Türkçe-Ermenice ve İngilizce idi. Yaklaşık okulun kütüphanesinde 2000 cilt kitap
vardı. Bunların bir kısmı Anıt Alanı’nda Yazma Eserler Kitaplığı’ndadır.
Ben bunları inceledim. Genellikle edebiyat, cebir, geometri ve Hıristiyan Teolojisi ile igili
kitaplar. Britannica Ansiklopedileri … vs. Ermenice kitapların yetersizliğinden Haigazian’ın
Ermenice gramer kitapları hazırladığı bilinmektedir. Ayrıca Ermenice bir Ansiklopedisi
hazırlamaya çalıştığını kızı ifade etmektedir. Haigazian ayrıca Konya’da bir de Ermenice
dergi çıkarmıştır. Müzik eğitimi olduğundan Konya’da YASSASIAN adlı kurduğu ve 25 kişilik
bir korosunun bulunduğu bilinmektedir. Dersleri yanında Konya’da sık sık vaiz verdiği ifade
edilmektedir. Konya’da bir Protestan Kilisesi olmadığına göre, bu etkinliklerin okul içinde
gerçekleştiği düşünülebilir.
1913 yılında ülkenin hızla savaşa sürüklenmesi her kurumu etkilemiş, Haigazian okul
giderlerini karşılamak için 1 yıllığına Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiştir. 1914 yılında
Konya’ya döndükten kısa süre sonra Birinci Dünya Savaşı patlak vermiştir. Ermenilerin 1915
yılında mecburi göçü sonrası okul kapanmıştır. Haigazian güç şartlarda olsa da Konya’da
yaşamını sürdürmüştür. Kendi ve ailesi Protestan olduğu için göçe tabi olmamıştır.
1918 yılında Mütareke olunca geçici olarak Konya İngiliz ve İtalyanların işgaline uğramış,
Amerika’da olan Okulu destekleyen Vakıf okulun yeniden açılmasını istemiştir. Konya’da
bulunan diğer Hıristiyanlar (Rumlar, Maruniler) okulun açılması için ricada bulunmuşlardır.
Üç yıl içinde okul yeniden canlanmıştır. Savaşın getirdiği ağır şartlar ve bunların oluşturduğu
görüşlerce Türkler tarafından hoş karşılanmamıştır. 1921 yılında Mustafa Kemal’e bağlı Milli
Kuvvetlerin Konya’ya girmesi üzerine okul kapatılmış ve Haigazian Harput’a (Elazığ) sürgün
edilmiştir. Esasen de sağlığı bozulmuş bulunan Haigazian aynı yıl orada vefat etmiştir.
Ailesi 1921 yılında Amerika’ya göç etmiştir. Büyük kızı Mary’nin eşi Konya okulundan mezun
Stephen Megahian’ın girişimi, Amerikan Misyoner Teşkilatı ve Protestan Ermeni Kilisesi’nin
desteği ile 1955 yılında Beyrut’ta açılan “Armenian Liberal Arts College” açılmıştır. Okulun ilk
Müdürü Konya’da eğitim görmüş Agop Markarian’nın oğlu John Markarian’dır. Bu şekilde
1921 yılında kapanan kolej değişik koşullarda eğitimine devam etmektedir.
(Bu yazı Amerikalı Eğitimci Frank Stone’nun İngilizce yazısından özetlenmiştir.
( 1999 YENİ GAZETE CÖNK s. 35)
37
KAYIP KARAMANLILAR CEMAATI
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya, Niğde, Aksaray çevresinde yaşamış ve Lozan anlaşması ile Yunanistan'a göç etmiş,
Rumca bilmeyip, Grek harfleri ile Türkçe olarak yayınları olan bu cemaat hakkında daha
önce (Yeni Meram-Kırkambar, 07.02.1998 tarihli ve 24.07.1999 tarihli) yazılarım çıkmıştı. Bu
defa elime yayınladıkları kitaplar hakkında bilgiler ulaştı, bu defa bunları belirteceğim.
Kökenleri konusunda belirsizlik sürmektedir. Aslen Helen olup dillerini unutup Türkçe mi ?
öğrenmişlerdir. Türk asıllı olup sonradan Hıristiyan mı ? olmuşlardır ? bir şey söylemek
mümkün değildir. Bunu aşağıdaki kendilerini anlatan bir dörtlük de göstermektedir.
Gerçi Rum isek de Rumca bilmez, Türkçe söyleriz.
Ne Türkçe okur yazar, ne de Rumca söyleriz,
Öyle bir mahludi hatt-ı tarikatımız vardır
Hurufumuz Yunanice, Türkçe meram eyleriz.
Karamanlılar'ın Grek harfleri ile çeşitli kitaplar çıkardıkları bilinir. Bunlara aşağıdaki örnekler
verilebilir.
Gülzar-ı iman-ı Mesihi- İstanbul 1728
Antalya'lı Serafim'in Pazar Vaazları- İstanbul 1756
Aziz Apostolların Amelleri- İstanbul 1811
Bunlar dini kitaplardır, ve basım tarihlerinin çok eski oluşu dikkat çekicidir. Bunun yanında
1872 yılında "Evangelinos Misalidis" tarafından yayınlanmış "Temaşa-ı Dünya ve Cefakar-u
Cefakeş" isimli kitap yayınlanmıştır. Bu Türkçe'de yayınlanmış ilk roman tarzında kitap
olmaktadır. Türkçe'den başka dil bilmeyen Karamanlılar'ın dünya hakkındaki bilgilerini
artırmak maksadı güdülmüştür. Kitap Cem Yayınlarından 1986 yılında bugünün Türkçe’si ile
tekrar yayınlanmıştır. Robert Anheggar ve Vedat Günyol tarafından yayına hazırlanmıştır.
Fransız Araştırmaları Enstitüsü kitaplığında bulabildiğim kitabı orada kısmen okuyabildim
(Envanter No: Türk 110)
Yazarı Evangelinos Missalidis (1820-1890), Kula doğumludur. İzmir ve Atina'da okumuştur.
1851 yılında Karamanlıca "Gazeta-yı Anatoli" adlı haftada önce iki gün yayınlanan gazeteyi
çıkarmıştır. Gazete 1914 yılına kadar yayınanına devam etmiştir. Ayrıca 1845-1847 yılları
arasında Karamanlıca "Beşaret-il Maşrık" adlı dergiyi de yayınlamıştır.
Yöremizde Karamanlıca'ya örnekler de bulunmaktadır. Bunun en güzel örnek Sille'deki Aya
Elena kilisesinin Grek harflerle yazılmış giriş kapısı üzerindeki Türkçe kitabesidir.
Bu gelenek yani Türkçe konuşmayı sürdürmek yöremizin türkülerini Türkçe olarak söylemek
sadece, Aksaray Güzelyurt'tan (Gelveri) göçen Karamanlıların yaşadığı Nea Karvali (Yeni
Gelveri) köyünde (Kavala -Yunanistan) devam etmektedir. Kavala- İstanbul yolu üzerinde ve
Kavala'ya 20 km uzaklıktaki bu köyde bu konuda çeşitli etkinlikler yapılmakta ve zaman
zaman Aksaray Güzelyurt da ziyaret edilmektedir.
(Konya YENİ GAZETE CÖNK 1999 – sayfa 83)
38
KONYA’DA BASILMIŞ BİR PARADA KADIN GİYİMİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Resimde Roma Senatosu’nun ismi bulunan 4. yüzyılda Konya'da İmparator Gordianus III
(238-244) döneminde basılmış paranın bir yüzü görülmektedir. Arka yüzünde İmparatorun
portresi, ismi bulunmaktadır. Bu yüzünde de Talih tanrıçası Tyche (Tişe okunur)
görülmektedir. Kentin adı Iconies olarak görülmekte COL ile de koloni olduğu belirtilmektedir.
SR ise Roma Senatosu isminin kısaltılmışıdır.
İyi yada kötü talihi insanlara gönderdiğine inanılan Tyche'nin bolluğu temsil eden bir boru ve
dümenle temsil edildiği bilinir.
Ben bu yazımda konuyu kadın giyimi yönünden inceleyeceğim. Şüphesiz ben moda ve giyim
konusunda bilgisi olan biri değilim. Tanrıçanın giyiminin çok büyük bir estetik sergilediğini
görmek için her halde uzman olmaya gerek yoktur.
Bugün tanrıçanın elbisesi ile bir gece düğününe giden güzel bir hanım dikkatleri üzerinde
toplar. Ayrıca o çağlarda her halde her kadının böyle giyindiğini düşünmek de doğru değildir.
Kıyafet tanrıça için düşünülmüştür. Her halde buraya gelen yönetici eşleri ve imparatoriçeler
de benzer şekilde giyinmişlerdir.
Birde bugün kadınlara giydirilmesi istenen kapalı giysileri düşünüyorum, hiç yoruma
girmeden en azından bu konuda, kadın modasında bir mesafe almadığımız gibi, bu estetik
anlayışa gelmek için kültürel bir çaba sarf ettiğimizi düşünüyorum.
(1999 YENİ GAZETE CÖNK s.88)
39
KONYA MEDRESELERİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Aşağıdaki çok ilgi çekici yazının yazarı Macit Selekler'dir. Yazı 27.Şubat 1962- 5.Mart
1962 tarihleri arasında Konya'da "Şehir Postası" gazetesinde yayınlanmıştır. Yazar
kendisi bu kurumlarda bulunmuş, gözlemlerini yayınlamıştır. Yazı aynen aşağıdadır.
Konya'da o zaman 108 medrese olduğunu işitirdik. Konya ilim merkezi sayılırdı.
Medreselerde din bilgileri öğretilirdi. Bunların ise Arapça kitaplardan öğrenilmesi
zorunlu idi. Çünkü bütün din bilginleri eserlerini Arapça yazmıştı. İslam medeniyetinin
başında Bağdat, Şam, ve Mısır'da yetişen bilginler ya Arap idi ya da İranlı ve Türk
olsalar bile eserlerini Arapça yazarlardı. Bunun için Arapça öğrenmek ilk iş oluyordu.
Ama Arapça'yı öğretmek için kurulan usul pek eski idi. Sarf'dan başlanır, emsile
okunur, çocuk bir eski metni anlamadan dua gibi okurdu. Öğrenci belli klişeleşmiş bir
dili ezberlerdi, bu değiştirilmezdi. Başka şekilde söylerse Kuran'dan bir parça
okuyormuş da yanılmış gibi hocası tarafından düzeltilirdi.
Sabah dersleri, Arap dilini öğrenmeye aitti. İkindi dersleri ise din dersleridir. Bunlar en
çok camilerde ikindi namazından sonra, hoca tarafından takrir olunur, talebe elinde
kitabı hocanın takririne (okumasına) paralel olarak süzerek dinler.
Medrese öğretiminin belirli bir zinciri vardır. Sarf, Nahiv, Mantık, Kalem, Hadis, Tefsir.
Bir öğrenci bu zinciri 20 yılda tamamlar, icazet alır. Bu uzun ömür aşındıran öğretim
usulünün sakatlığı medreseler tarafından da kabul edildiği halde, düzeltilmesi için
günah korkusundan kimse bir şey düşünmez idi.
Yedi yaşında ilkokula giden bir öğrenci, 18 yaşında Galatasaray Lisesi'nden mükemmel
Fransızca öğrenerek çıktığı halde, 22 yaşında Hukuk mezunu Hakim olabildiği
devrimizde, hala 5-6 yaşında medreseye çömez olarak giren bir medrese öğrencisi 30
yaşında icazet alsa bile, Arapça konuşamıyordu. Bu sistemin durumundan
kaynaklanıyordu.
Felsefe, Hesap, Riyaziye ve Tıp'ta, 19. Yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında ilim bu
kadar gelişmiş iken 15. yüzyıl bilgileri ile elbette alim olunamaz idi. Konya'da 108 adet
medrese vardı. Bunların çoğu Hükümet konağının arka ve yan taraflarında şimdiki
Postane, Şerafettin Camii, Sanat Okulu ve İplikçi Camii ile Alaaddin tepesinin eteğinde
idi. Devrin meşhur müderrisleri, Tavaslı Hoca, Sivaslı Ali Kemal, Hadimli Vehbi, Aksekili
Mehmet birer otorite sayılırdı.
MEDRESELERİN DURUMU
Medreseler genelde dört köşe bir arsa üzerine yapılmıştır. Ortada kalan açık saha
bahçe gibi kullanılır, müsait alanında meyve ağaçları olur, ufak ölçüde sebze
yetiştirilirdi. Bu bahçenin dört yanında hücreler sıralanmıştır. Medresenin kapısının yanı
gibi en güzel hücre müderrise ait dershanedir. Dershaneler genişçe bazen bölmeli iki
oda halindedir. Yahut genişçe bir odası mescit yapılmıştır. Büyük camilerin yanında
olan medreselerde bile mescit vardır. Çünkü bu mescitler ders vermek içinde kullanılır.
Bazı medreselerde ahır da bulunur, bu öğrencilerin köylerden gelip gidenlerinin
hayvanları için lüzumlu olurdu. Örnek olarak "Yağmurlu Medresesi'nin 17 tane hücre ve
bir bölmeli dershanesi vardı. Hücreler medresenin bahçesine bakan bir pencereli
takriben 3.00 x 3.00 m ebadında bir odadır. Hepsinin içinde çağlayan denilen bir yer
lavabosu vardır, öğrenci burada apdest alır, yıkanır, duvarda da eşyasını ve kitaplarını
koyacak iki de dolap vardı. Hücrelerin mevkii yüksekçe olduğunda teras gibi
kullanılacak üstü örtülü bir seki vardı. Aslında bu hücreler bir kişilik düşünüldüğünde
kafi konforlu sayılırdı. Her talebe kardeşi veya akrabası olan köyünden veya başka
yerden 10-15 yaşında bir çömez bulundurduğuna göre ve ufak tefek işleri onlara
gördürdüğünden öğrenciye ders çalışmak kalıyordu.
40
Sultan Hamit'ten evvel ilimle uğraşan talebe askere alınmazdı ama hakikaten ilimle
uğraştığını göstermek için imtihana tabi tutulurdu. Sultan Hamit bu imtihanı kaldırdı.
Yalnız Askerlik şubesinden yoklama mecburiyeti koydu. Bu zamanda medreseler asker
kaçakları ile doldu taştı, yoklama zamanı belli değildi ama böyleleri bunu önceden
haber alıyorlardı. Yoklama geldiğinde müderris medresede oturur, talebemdir diye
şahadetname verirdi.
MEDRESELERDE DERS
Medreselerde çömezleri okutmak bulunduğu hücrenin yaşlı öğrencisinin görevi idi. Bu
devre ilk öğrenim sayılırdı. Sabah dersleri Sarf, Nahiv, Mantık, İlaahiri Ulum-u Aliye.
Öğrenci bunları bağlı olduğu medresenin müderrisinden alırdı, başka yere giderse hoca
gücenirdi. Bazı hocalar mantık da en güzel falan hoca der onu tavsiye ederdi.
Medresesi olmadığı halde cami ve mescitlerde ders veren hocalar, ikindi dersleri din
dersi olduğundan öğrencinin kendi müderrisinden ders alma mecburiyeti kalkıyordu.
Öğrenci hangi hocanın dersini almak isterse onun dersine gidiyordu. Yalvaçlı Ömer
Efendi'nin Alaaddin Camii’nde verdiği ikindi dersine çok talebe geliyordu.
Medreselerin gerek tedris usulü gerekse ananeleri ile terakki ettiğine bizzat
medreseliler de kani değildi. Onun için "Şeyhzade Ziya Efendi" derslerine Hikmet-i
Kimya, Coğrafya, Tarih ve benzeri dersleri ilave ederek o zaman idadi kitaplarından
Türkçe okutmağa başlamıştı. 1906 yılı sonları idi. 1908 de Meşrutiyet'ten sonra "İslah-ı
Medaris" adıyla yeni medrese kurduğunu ve bu medresede öğrenciye Hintçe, Çince,
Japonca öğreterek ileride bir İslam misyon gayesini gütmüştü. Birinci Dünya Savaşı
yüzünden akim kaldı.
Medreseler ıslah mı edilmeli, yoksa kapatılmalı mı idi ? Nasıl düzgün bir ordu kurmak
için "Yeniçeri Ocağı" kaldırılmış ise modern ilimde ilerlemek için medreselerin tarihe
karışması zaruri idi. Medreseler yılın dokuz ayında dersleri ile meşgul olur, Recep,
Şaban ve Ramazan aylarında tatil yapardı. Üç aylar hangi mevsime gelirse tatil olur,
öğrenciler istedikleri yere giderlerdi.
MÜDERRİSLERİN GELİRLERİ
Tatil aylarında hocalar cerre giderdi. Cer karşılıklı veya karşılıksız köylerden bir şeyler
temin etmekti. Medrese hocalarının geçimleri için bir takım adetler oluşmuş vakıflar
kurulmuştu. Bunların yardımı oluyordu, ama çoğunun hiç bir geliri yoktu. Talebenin
gerek oturma ve gerek ders için müderrise ücret ödemesi de adetten değildi.
Müderrislik tamamen fahri idi. Müderris ve öğrenciler geçimlerini kendileri temin ederdi.
Müderrislerden mal mülk sahibi olanlar, orta halli hatta zengin olanlar hariç, diğer
kanaat sahibi hocaların ve öğrencilerin geçimi şöyle özetlenir. (1) Cerre veya köyüne
gittiğinde getirdiği erzak (2) Medresenin bahçesinden varsa vakıflardan elde ettiği
gelirler (3) Zekat fitre nevinden verilen sadakalar (4) Bilhassa ders vakti dışında
meşguliyet kabul edilen kaşıkçılık.. vs gibi sanatlardan elde edilen gelirler.
ÖĞRENCİ HAYATI
Asker kaçağı yoklaması geçtiğinde iki üç arkadaş bir hücrede kalırdı. Hücre komşuları
da olurdu. Hele kış günlerinde kendi aralarında toplanıp helva sohbetleri yaptıkları
olurdu. Ciddi çalışanlar bunlara karışmaz ise de ekseri öğrenci eğlenecek zamanı
bulurdu. Çalışkanlık bahsinde aralarında iddiaya girenler olur, bunlar başını kitaptan
kaldırmaz çalışırdı. Ders tahtası denilen bağdaş kurulduğu zaman kucağa alınıp
üzerine kitap konularak okunan bir nevi küçük masalar olmakla beraber, çok öğrenci
kitabı yere bir yastığın üzerine kor, yüzükoyun uzanır öyle çalışırdı.
Talebe yemeğini gaz ocağında veya mangalda kendisi veya çömezi pişirir, köyünden
getirdiği yufka ekmeğini su serperek yumuşatır yerdi. En çok pişirilen yemek bulgur
pilavı, un çorbası idi. Haline göre hücreler soba mangal ve nefesle ısıtılırdı.
41
İCAZET TÖRENİ
Şimdiki diploma törenleri gibi muayyen zamanlarda olmaz idi. Bir veya bir kaç kişi
okuduğu medreseden icazet alırdı. Bu icazet merasimi hocanın daveti üzerine
dershaneye gelen hocaların da katılması ile dualar okunarak sade bir törenle
icazetnamesi verilirdi. İcazet alacak öğrencinin hali vakti yerinde ise yemeli eğlenceli
törenler de yapılırdı.
Medresenin bahçesi genişse orada oyun çıkarılırdı. Yüzüne keçi derisinden sakal bıyık
yapar, kürsüye çıkar ve uydurma ders verirdi. Bunlar medrese anlayışı ile uyuşurdu.
(YENİ GAZETE CÖNK 1999 s.93-94)
42
LORAS DAĞI
Mehmet BİLDİRİCİ
Loras dağı hakkında bu dağa çıkan arkadaşlar hep görüşlerini yazdılar. Bu yazı da benim
görüş ve izlenimlerimi bulacaksınız.
Loras dağı, Konya'nın batısında masa şeklinde üstü yaklaşık 2000 m yüksekliğinde bir
dağdır. Loras dağı üzerinde tarihi mağara ve kalıntılar bulunmaktadır. İsmin ne anlama
geldiği bilinmemektedir. Tarihi hakkında hiç bir kayıt bulunmamaktadır. Arkeologların çevre
için başvurdukları "Tabula İmperini Byzantini " cilt 4 de ismi görülmemektedir. ('Klaus BelkeViyana-1984)
Üzerinde bulunan mağara, dağın doğusunda yaklaşık 1800 m yüksekliktedir. Uzaktan
görüldüğü halde yaklaştıkça görünmemektedir. Yaklaşık 15 çapında küre şeklinde bir
çöküntüdür.
Konya kuruluş efsanesinde geçen ve kente inip genç kızları kaçıran saçları yılan olan
Medusa, yaşamışsa burada yaşamış olmalı veya insanlar böyle inanmışlardır. Konya'ya bu
yakınlıkta başka ürkütücü ve etkileyici bir mağara yoktur.
Mağara içinde kolon parçaları, tuğla kırıkları görülmekte, Bizans döneminde burada münzevi
yaşayan din adamları bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu mağaraya çıkış yapmadan önce,
burayı uzaktan gören bağ komşum "Mustafa Karnıbüyük" bana ilginç şeyler anlatmıştı:
"Çevrede büyük saygınlığı olan iki rahibin biri bu mağarada, diğeri de Karaarslan köyü
Elmacık mahallesinde otururmuş, bunlar zaman zaman ışık yakarak haberleşirlermiş. Ben
dinleyip geçmiştim. Fakat bu mağaraya çıkınca bunun gerçek olabileceğine inandım.
Konya'nın güneyi bu mağaradan çok net olarak görülüyordu.
Mustafa Karnıbüyük, Karaaslan Elmacı mahallesinde olan din adamının da Aya Yorgi
olduğunu ve halen orada toprak bir türbe içinde bir yatır olduğunu söyledi. Karnıbüyük çok
dindar tarikat ehli biri idi. Gidip o türbeyi de gördükten sonra karşılaştığımızda söylediklerinin
gerçekliği var, bunlar hiç bir kayıtta yok sen bunları nereden biliyorsun dediğimde,
Karnıbüyük "Dedelerimizden öyle duyardık" dedi ve ekledi Konya'nın güneyi eskiden
Rumların bağları imiş dedi ve saydı: Selveros (Selver), Kovanos (Kovanağzı), Ayastofanos
(?), Aya Manas (Aymanas) ve Aya Yorgi (Elmacık mahallesi), dedelerimizden buraların
hepsinde kilise olduğunu duyardık dedi. Kovanağzı'nda bugün mevcut olmayan Meram çayı
yanında Kilise yerini bizzat bana gösterdi.
Dağcılık İl Temsilcisi Recai Kıçıkoğlu'nun düzenlediği 17.3.1996 günü yapılan çıkışta, bu
mağaradan sonra dağın tepesine ve tepesi üzerinde bulunan kalıntılara gittik. Yarım saat
ancak kalabildik ve hava bozmaya başladı, bu kısa sürede kar altında olan yapı grubunun
kabataslak planını çıkarabildim. Planda ve resimlerde görüldüğü gibi yapı hakkında
edindiğim izlenimler şöyle:
Yapı bir kale değildir. Duvar içine alınmıştır. Sadece sitenin suyunu depolayan sarnıç
dışarıdadır. Şimdiye kadar gördüğüm hiç bir yapı ile benzerlik göstermemektedir. Yaklaşık 10
civarında oda vardır. Çok düzgün taş işçiliği ve daire kemerler dikkat çekmektedir. Bu
yapıdan Konya görünmediği gibi Konya tarafından da görülmemektedir. Ne maksatla
yapıldığı konusunda bir fikir oluşmamıştır. Roma döneminde yapılıp Bizans döneminde de
kullanıldığı görüşündeyim.
Dağcı arkadaşlar, dağın batı yamacında haçlı mezarlara ve kalıntılara rastladıklarını
söylemektedir.
Bu kalıntılar yanında bir de sarnıç bulunmaktadır. Tonoz yapılı bir sarnıç ve düzgün taşlardan
örülmüştür. Aynı benzeri "Konya'da Tren istasyonunu geçince görülen sarnıcın aynısı
olduğunu Recai Kıçıkoğlu belirtmektedir. Karla kaplı olduğu için maalesef bir ölçü almak
kısmet olmadı. Üstü toprak örtülü ve kar basmak için kuyu şeklinde bir delik bulunmakta idi.
(YENİ GAZETE CÖNK 1999 – S.95)
43
HATIP İLE GÖDENE UĞURLAR OLSUN GİDENE
Mehmet BİLDİRİCİ
Hatıp Konya'nın güneyinde bağlık bahçelik şirin bir yerleşim yeridir. Hatıp'ın içinde bulunan
kayalıklardan çıkan su bağ ve bahçelerde kullanılır. Su sadece kendisine yettiğinden Konya
bu sudan yararlanmamıştır.
Son zamanlarda Recai Kıçıkoğlu'nun başkanı olduğu Konya Dağcılık ekibinin gezilerinde
burada bir kabartma olduğunun farkına varılmıştır. Hitit anıtı ilk defa Müze Araştırmacısı
Osman Ermişler tarafından görülmüş ve 20.06.1993 tarihinde Yeni Konya'da yayınlanan bir
makalede tanıtılmıştır.
Daha sonra Selçuk Üniversitesi öğretim üyelerinden Hasan Bahar tarafından detaylı
incelenmiş, araştırılmış ve kendisinin başvurusu üzerine, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Hititoloji Anabilim Dalı öğretim üyeleri Ali Dinçol ve Belkis Dinçol tarafından yerinde
tekrar araştırma yapılmış ve üzerinde bulunan Hititçe hiyeroglif yazı okunmuştur. Konu
Arkeoloji ve Sanat Dergisinin Temmuz-Ağustos 1996 sayısı 8,9. sayfalarında yayınlanmıştır.
Bu yayınlar bana, Hitit Sanatı konusunda değerli araştırmaları olan Hatçe Baltacıoğlu
tarafından gönderilmiştir.
Hiyeroglif yazının Türkçe'si şöyledir
Büyük Kral, (Muwa)tali'nin oğlu
Büyük Kral, (Kahraman) Kurunta
Bu yazıdan Kral Muwatalli' nin M.Ö. 1315-1282 yıllarında kral olduğu, oğlu Kurunta'nın da
büyük Kralın vasalı (bağımlı kral) olduğu anlaşılmaktadır.
Konu uzmanlarınca incelenmiştir. Ben burada bir özet vermek istedim. Hitit İmparatorluk
çağından kalan ve 3200-3300 yıllık,
Ilgın Yalburt Havuz Anıtı
Kadınhanı Köylütolu Baraj Anıtı
Beyşehir Eflatun Pınar Su Anıtı
Beyşehir Fasıllar Köyü Anıtı
Hatıp Su Anıtı
Konya'nın boynunda taşıdığı eşsiz bir beşibiyerde kolye oluşturmaktadır. Ancak Hatip
anıtının net bir fotoğrafının gerektiğini de vurgulamak isterim.
GÖDENE (DİKMELİ)
Konya-Akören yolunda Hatıp'ı geçince batıda Gödene köyü bulunmaktadır. Dağcılık
temsilcisi Recai Kıçıkoğlu ve araştırmacı Mehmet Gündoğdu ile çevrede yaptığımız bir
araştırmada buraya da uğradık.
Köye girişte eski bir yerleşim yeri olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu antik taşlardan biri
çeşme taşı olarak kullanılmış ve çok ilgi çekicidir. Çeşmenin adı da kendisi kadar dikkat
çekicidir. "Çerçeve Çeşmesi" Bizi gezdiren Gödeneli Çerçeve Çeşmesi suyunun yakın bir
kaynaktan künk borularla geldiğini anlattı.
Şimdi ismi Dikmeli olan Gödene'nin üst Kretase kireç taşı ünlüdür ve Konya'da pek çok eski
eserlerde Gödene taşı kullanılmıştır.
Gödene ismi "Kotenna" isminden bozularak gelmektedir. Pisidya (Isparta) kentleri arasında
başka bir Kotenna daha bulunmaktadır. Bir bağlantısı var mıdır ? bilinmez.
Hatıp ile Gödene'nin güzelliklerini görmek isteyenlere uğurlar olsun.
(YENİ GAZETE CÖNK 1999 –s.107)
44
1. YÜZYILDA YAŞAMIŞ LYSTRALI TIMOTHY
Mehmet BİLDİRİCİ
Lystra (Listra okunur) bugün Konya’nın güneyinde Hatunsaray Beldesi yakınında eski bir
kenttir. Ancak Tarihte özellikle Hıristiyanlık tarihinde özel bir yeri vardır. Bu yazı da konu
edilecek Timothy (Timoti) Lystralı’dır. Bölgeden yaşamı bilinen ilk tarihi kişidir.
Babası yöre halkından biri, annesi Eunice ve anneannesi Lois Yahudi kökenlidir. Her halde
Roma yönetiminde burada görevli birinin kızı olmalıdır. Hıristiyanlığın kurucularından Aziz
Paul Lystra’yı ikinci ziyaretinde Timothy’i kendisine yardımcı seçti. Onu sünnet ettirdi, onunla
birlikte Makedonya’ya gitti. Daha sonra çağrılması üzerine Atina’ya gitti. Paul’ün en
yakınındaki kişilerden biri idi. İncil’de ona yazılmış mektuplarda oğlum diye hitap etmektedir.
Timothy Efes kentinde onun temsilcisi idi, Efes’in ilk rahibi olarak kabul edilir. Hayatı
hakkında “The acts of Saint Timothy –Aziz Timothy’nin İşleri” adlı yayında Efes kentinde
ARTEMİS törenlerine karşı çıktığı için 22 Ocak 97 tarihinde şehit edildiği belirtilmektedir.
Bölgemizden çıkan ve Hıristiyanlık tarihinde çok önemli bir yeri olan Timothy hakkında bilgiler
İncil’de kendisine Paul tarafından yazılmış mektuplardan ve yukarıda verilen eserden
gelmektedir.
Hayatı hakkında yukarıda belirttiğim kaynağa ulaşamadım. Bu sağlandığında bölgemize ait
yeni coğrafi bilgiler yanında o yıllardaki yaşam biçimlerine ait yeni bilgiler ortaya çıkacaktır.
(1999 YENİ GAZETE- CÖNK s.115)
45
KARACADAĞ ÜZERİNDE HYDE ANTİK KENTİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Hyde kenti Lycaonia bölgesinde tarihi Roma dönemi öncesine giden bir kenttir. Hyde kenti
üzerine araştırmalar azdır. Yeri önceleri Karapınar ilçesinde olduğu sanılmıştır. W.Ramsay'ın
Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası adlı eserinde böyle gösterilmektedir. Hyde kenti son yıllarda
en yeni ve en kapsamlı çalışma olduğu bilim adamlarınca kabul edilen Almanca "Tabula
İmperini Byzantini- Galatien und Lykaonien-4" adlı Klaus Belke'nin Viyana 1984 adlı
yayınında Karacadağ üzerinde gösterilmektedir. Doğrusu da budur, çünkü Karacadağ
üzerinde yetmişinin üstünde ören yeri vardır. Karapınar ilçe merkezinde böyle kalıntılar
bulunmamaktadır.
Ancak sözü edilen bu yayındaki bilgiler Türkçe yazılmış kitaplara yansımamıştır. Hyde
kentinin çok geniş bir alana yayılmasına rağmen, Gölören civarında merkezinin olduğu
şimdilik kabul edilebilir.
Karacadağ çevresi incelendiğinde, tüm Karacadağ üzerinde büyük bir kentin kalıntıları
görülür. Kalıntıların yayıldığı alanın incelenmesinde kuzeyde Arısama kalesi, batıda Kayalı,
Bağdaylı, güneyde Se Kalesi, Kesmes ve Akören, doğuda da Kutören'e uzanmaktadır. Doğu
batı yönünde yaklaşık 22 km, kuzey güney yönünde 25 km dir. Yaklaşık yüz ölçümü 500 km2
civarındadır. Böyle geniş alana yayılan başka bir kent her halde dünyada yok veya sayılıdır.
Bu geniş alan içinde bugün Emirgazi ilçesi, Belkaya, Kutören, Gölören, Meşeli, Işıklar,
Yamaç (Kehil), Kayalı, Öbektaş, Meşeli (Gicen), Kıcıkışla, Bağdaylı, Sırçalı, Salur, Kesmez,
Akören, Beyören, Taşbudak (Gökbe) Oymalı (Gicen), Kızılgedik, Karaören köyleri yer
almaktadır.
Kacadağ üzerindeki bu yerleşim yerleri bugün Konya ilinin Ereğli, Emirgazi ve Karapınar
ilçelerinin sınırları içindedir. Ancak Karacadağ üzerindeki köylerde gelenek, görenek ve kültür
birliğinin devam etmekte olduğu bilinmektedir.
KENTİN TARİHİ HAKKINDA BİLİNENLER
Karacadağ üzerindeki yerleşimlerin Roma'dan çok önceki dönemlere gittiği görülmektedir.
Höyüklerde pek çok eski cam, seramik parçalarına rastlanılmaktadır. Ancak hiç birinde
bilimsel bir kazı yapılmadığı için bu konuda bir şey söylemek mümkün değildir. Ayrıca pek
çok elle kazılmış mağaralar henüz incelenememiştir.
Yörede yüzyılın başında araştırma yapmış William Ramsay ve Bayan Gertrude Bell, Arısama
dağı çevresinde Hititler dönemine ait yazıt ve kalıntıları gördüklerini belirtmektedirler.
Kıçıkışla Yağma Pınar höyüğünde bulunan ve Frigya dönemine ait olduğu belirlenen
mezarlardan çıkarılmış eserler Konya Müzesi'nde sergilenmektedir. Bu bölge Frigya'nın
dışında olduğuna göre, buradan çıkarılan eserler buraya taşınmış mıdır? Araştırılması
gerekir.
Roma döneminde büyük gelişme gösteren Hyde kenti kaynaklarda geçmektedir. Romalı
tarihçi Pliny (23-79) Hyde'yi Lycaonia kentleri arasında saymaktadır.
381 yılında İstanbul'da yapılan dini konsülde Hyde temsilcisi Theodosius, Lycaonia ve
Pisidya temsilcileri ile birlikte, ünlü kilise babalarından Nazianzos'lu (Aksaray-Nenezi köyü)
Gregory tarafından hazırlanan "Testament"I (dini bildirge) imzalamıştır.
451 yılında Kalkedon'da (İstanbul-Kadıköy) yapılan dini konsülde temsil edilmiştir. 518
yılında İoannes isimli bir din adamının ismi geçmektedir.
Hiorecles kayıtlarında ismi görülen Hyde Arap akınları sonucu önemini kaybetmiştir.
9.-12. yüzyıllarda Bizans döneminde güneyinde bulunan kısımlar Akören ve Kesmez köyleri
civarları "Thebasa" veya Castron ismi ile canlanmış ve kent durumuna gelmiştir.
46
THEBASA KENTİ
Arap akınları sonucu gerileyen ve kopuk kopuk yaşamın sürdüğü Hyde kentinin güneyinde 8.
ve 9. yüzyılda Thebasa veya Castron (Kale= Se Kalesi) olarak yeni bir kent görünmektedir.
Thebasa 9. yüzyılda Konya'ya bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur. (Ref.5) sayfa 232-233,
(Ref.2) sayfa 491, (Ref.7) sayfa115. Tarihi hakkında bilinenler de şöyledir.
Arap akınlarına uğrayan kent 793 yılında Abdurrahman bin Abdülmelik tarafından ele
geçirilmiştir. Bizanslı tarihçi Teophanes, su sıkıntısı yüzünden kentin teslim olduğunu
yazmaktadır. Tekrar Bizans'a geçen Thebasa'nın kalesi Araplarla yapılan anlaşma gereği
805 yılında İmparator I. Nicepharos tarafından yaptırılmıştır.
806 yılında tanınmış Abbasi Halifesi Harun Reşit Kapadokya seferinde, Ereğli ile birlikte
Thebasa kentini ve Se Kalesini tekrar ele geçirmiştir. Yapılan anlaşma gereği kale
yapmamak şartı ile Bizans'a bırakılan Thebasa'ya anlaşmaya aykırı kale yapılması üzerine
kent tekrar Arapların eline geçmiştir. Daha sonraları Malazgirt zaferine kadar Bizans'ta
kalmış ama 12. yüzyıl sonu önemini kaybetmiştir.
SONUÇ-DEĞERLENDİRME
Karacadağ üzerinde ilk araştırmalar William Ramsay (1851-1939) ve Bayan Gertrude Bell
(1868-1926) tarafından yazılan Ref.2 de bulunan Karaman Karadağ dolayısıyla yaptıkları
çalışmalarda bulunmaktadır. Ancak bu yazarlar o zamanlar Karacadağ'ın tenha ve
ıssızlığından her tarafı görememişlerdir.
Ref.3 de belirtilen eserde yerleri kısmen incelenerek ve çok geniş bir tarama yapılarak
bölgenin "Hyde ve Thebasa" kentleri olduğu belirlenmiş ve 22 adet fotoğraf eklenmiştir. Bu
eser en güvenilir kaynak durumundadır. Ancak Almanca yayınlanan bu bilgiler Türkçe
yayınlara aksetmemiştir.
Bölgedeki tüm ören yerlerini bizzat giderek inceleyen ve Ref.3 de yayınlayan Kayalı
köyünden bölgenin insanı, öğretmen ve yazar İbrahim Gündüz (1943-1999) olmuştur.
Ben ise yerinde inceleme, yazılanları tarayarak ve özellikle çok ciddi bir harita çalışması
yaparak tüm bu ören yerlerini, bir mühendis ve şehirci gözü ile kağıt üzerine döktüm.
Ortaya irili ufaklı 16 civarında kalesi, sayısı belirsiz mağara ve yeraltı kentleri, sayısız kilise
kalıntıları, 500 civarında irili ufaklı sarnıç kalıntısı, su yolları, baraj kalıntısı, 10 civarında antik
höyük, eski eserlerden getirilip inşa edilmiş en güzelleri Işıklar köyünde olmak üzere 100
civarında evi çok geniş bir alanı kaplayan altmışın üzerinde yerleşim yeri olan ve tarihi çok
eskilere giden büyük bir kent ile karşı karşıya kalmaktayız.
Bu şekilde geniş bir alana yayılmış bir kentle ilk karşılaşıyoruz. Selçuklu başkenti Konya,
Efes, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul bile bu kadar geniş alana
kurulmamıştır.
Bölgede Türk ve Osmanlı eserleri de yer almaktadır.
Ancak yazıt ve heykel yönünden bir zenginlikle karşılaşamıyoruz. Bilinen burada okunmuş
hiç kitabe yoktur. Yayınlarda ise birkaç yerde kitabe olduğu belirlenmiştir. Sanat eseri olan
heykellere de rastlanılmamıştır. Ancak yapılan araştırma ve kazılarla bunlar ortaya
çıkacaktır.
SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda verilen özellikleri ile Karacadağ üzerinde bulunan Hyde ve Thebasa kenti kalıntıları,
dünya kültür mirası için de adaydır. Konya'nın bu zenginliğinin Konya Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Müdürlüğünce bölgenin uygun şekilde koruma altına alınması, konunun
gündeme getirilmesi ve tartışılması ile, Konya kültür ve turizmine zaman içinde kazandırılmasıdır.
( 1999 YENİ GAZETE CÖNK s. 143)
47
KONYA VE ÇEVRESİNDE ESKİ İSİMLER
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya ve çevresinde kültürün ilk başlangıcı Neolitik dönemler. Çatalhüyük'ün en önemli kent
olduğu bu dönemler çok eski olduğu için o zamanki diller hakkında hiç bilgi sahibi değiliz.
Hititler döneminde ise yöremizde Luvi dilinin konuşulduğu bilinmektedir.
Helenizm ile Grekçe bölgeye bir kültür dili olarak geldiğinde yöremizde Likaonyalılar,
Pisidyalılar, İsauralılar gibi yerli topluluklar bulunuyordu. Bunların ayrı dilleri vardı. Bunlar
tamamen bağımsız mı? idi, birbirleri ile akraba mı? idi bilinmemektedir. Çünkü sadece
Konya'nın batısında yaşayan Pisidyalıların dilinden bir kitabe bulunmuştur. Diğerleri hakkında
o da yoktur. Dolayısıyla bu diller ölü dildir, çözümü mümkün görülmemektedir. Hıristiyanlığın
kurucusu Saint Paul'un Konya gezisinde Listra'da (Hatunsaray) insanların Likaonca
konuştuğu belirtilmektedir. Ama Likaonca hakkında başka bilgi ve bulgular bulunmamaktadır.
Peki bu dillerden bugüne gelen hiç bir şey yok mudur?. Dağların köylerin Türkçe olmayan
eski isimleri bu otantik dillerden, Grekçe, Latince ve Arapça dillerinden gelmektedir. Bilinen
dillerden gelen kelimeler seçilirse geriye kalanların otantik yerli dillerden geldiği kabul
edilebilir.
Tabii bunlar geçen uzun zaman içinde değişikliğe uğrayıp anlamı olan bir kelimeden anlamı
olmayan bir sözcüğe dönüştüğü göz önüne alınmalıdır. Örnek olarak İKONİUM resim kenti
anlamına gelen bir kent ismidir. Bu zaman içinde KONYA haline dönüşmüştür. Belki anlamı
yok ama, tarihin derinliklerinden gelen kültürümüzün kopmaz bir parçası haline gelmiştir.
Bunun yanında kent isimlerini korumuş, köy isimlerini değiştirmişiz, Türkçe isimler koymuşuz
!!!. Ama eski isimlerin bu yerlerinin tarihindeki değerlerini göz ardı etmek mümkün değildir,
çünkü bu kelimeler bir anahtar niteliğindedir.
Çalışma ve araştırmalarımda yörenin haritalarının tümünü gözden geçirdim. Bu eski
kelimeleri topladım ve bu yerlerin yeni isimleri ile eşleştirdim ve bir liste halinde bu yazıma
ekledim. Nereden geldiği bilinenlerin anlamını karşılarına yazdım. İncelenip bilinenler
çoğaldığında yörenin tarihi de daha aydınlanacaktır.
Yer ismi
Aymanas
Ağrıs
Avras
Avalama
Apa
Arısama
Armasun
Almasun (Elmasun)
Alkaran
Alisa
Arvana
Alisuma
Arnaval
Atlantı
Anaru
Bugünkü yeri
Konya’da mahalle
Konya’nın batısında Sağlık
Bulamas
Bulumya
Beybes
Botsa
Meram Akpınar
Meram Erenkaya
Konya Hatip
Meram Güneydere
Meram İkizpınar
Altın Apa Barajı – Apa
Emirgazi dağ ve yer ismi
Güneysınır
Güneysınır
Yenicesu – Çumra
Yenimescit- Dinek
Çatmakaya –Suğla gölü
Glisıra’da dağ
Ermenek
Kadınhan
Ereğli
Açıklama
Aya (Aziz) Mannis, Mama ?
su anlamında
Kale ve tarihi kalıntılar
Tarihi kalıntılar var
48
Bosala
Bardas
Bağra
Burna
Berendi
Başara
Balkı
Bermende
Bisse
Çumra
Çalmanda
Çonya
Çiğil
Dinorna
Detse
Dinek
Divle (Devle)
Derbe
Değle
Davgandos
Davgana
Durayda
Dorla
Deştiğin
Divaz
Dindebol
Ereğli
Ermenek
Ezvendi
Eksile
Evdireşe
Eğitse
Elengrit
Fisandon
Fideriç
Gameni
Gödet
Gene
Göves
Güdümen
Göndere
Gurgura
Gazapla
Gevele (Kevale)
Karaman Kazımkarabekir
Alanözü
Kumluca
Şadiye
Ereğli
Posala antik kenti
Selçuk Vaziri Beşare bin Abdullah
Doğanhisar
Akşehir
“
Psidya’dan
Ketenli-Seydişehir
Başgöze
Ilgın
Korna – antik kent
Meram Yeşildere
Ereğli Üçharman
Karaman
Karaman Karadağ
Karaman
Doğanbey – Beyşehir
Ağaçoba
Aydoğmuş
Doğanhisar
Ayrancı Pınarkaya
Ermenek
Çok eski yerleşim
Antik kent
antik kalıntılar var
Antik kent Isaurapolis
Antik kent Kastabala ?
Domitapolis antik kenti
İmparator Herclius’dan
Romalı Germanius’dan
Ermenek Kayaönü
Çatören
Konya mahalle
Hadim Bağbaşı
Beyşehir dağ ismi
Karaman
Karaman
Kiliseden çevirme cami
Karaman
Kana antik kenti
Ereğli
Karaman mahalle
Takkeli dağ
49
Germeyen
Gödene
Gurgurum
Gargara
Girvat
Glisıra
Gederet
Gerez
Güdelisin
Giymir
Gedil
Gaferiyat
tepe ismi
Meram Dikmeli
Beyşehir Gökçimen
Ermenek Güneyyurt
Meram kayadibi
Meram Gökyurt
Dereiçi
Yalınçevre
Karaman
Homa
İğret
İbsiz
İlistra
İvriz
İzvit
Ilgın
İsmil
İznebol
İrnebol
Beyşehir
Meram Çamurlu
Lystra yakınında dağ
Karaman Yollarbaşı
Ereğli
Ermenek Çağlar köyü
Loras
Ladik
Larende
Lafsa
Livat
Losta (Zosta)
KONYA
Kestel
Kempos
Kıstıfan
Kındıras
Midos
Manazan
May
Mennek
Mandason
Mahalaç
Megribulla
Masara
Malas
Manyan
Masdat
Meyre
Kotenna ?
Gorgorome halkı ?
Kryvat isminden
Klistrea
Kodylessos antik kent
Yerinde antik kent Perta var
Akşehir
Karaman Kazımkarabekir
Ermenek
Ermenek
Homonad halkı?
Ilıstra antik kent
Kbystra antik kentinden
Sbide antik kenti
Bir ağaç ? –Lagenia’dan
Salimia’dan ?
Zenenopolis antik kenti
Eirenepolis
Dağ
Karaman eski ismi
Ermenek
Göl
Karaman Akarköy
Kadınhan
Gökçeyurt
Beyşehir
Kadınhanı
tepe ismi
Karaman
Çumra
Karacadağ’da kale
Karaman
Karadağ’da zirve
tepe
Karaman
Laodecia antik kent
Laranda antik kenti
Lausada antik kent
antik kalıntılar var
Iconium antik kenti
Latince kale
Kry Stefan (Bay Stefan)
mağara evler
May Barajı
Kilise var melek Mihail
siyah (Grekçe)
Hadim
Karaman Muratdede
Bozkır Harmankaya
50
Manavas
Monas
Mindos
Meraspoli
Mormi
Nuzumla
Nuras
Nernek
Beyşehir
Akşehir
Ereğli- kale
Ermenek- mağara
Sille’de mahalle
Seydişehir
dağ
Ereğli köy
Orzola
Pirlonga
Ereğli Dokuzyol
Taşkent
Sille
Salasorma
Sızma
Simi
Sıdrova
Sodur
Sırıstat
Süberde
Namusa antik kenti
tepe ismi
Ana tanrıça ZİZİMMENE Ana’dan
Çumra- Doğanlı
Karaman Suduğı
Erentepe
Bozkır
Seydişehir
Tulasa
Tömek
Tont
Ereğli
Üskerles
Beyşehir Üstünler
Yanekin
Yohanas
Seydişehir Mesudiye
Yunuslar
Zazadın
Zebir
Zosta (Losta)
Zıvarık
Zengicek
Zanapa
Zengen
Zeyve
Zoldera
Pappa antik kenti
Meram Kayalı
Pappa antik kenti var
Selçuklu vaziri Sadettin ?
Karaman
Altınekin
Koçkaya
Ereğli
Özkent
Ermenek mevkii
Sannabaste
Lystra kenti
(22.12.1999 - Konya YENİ GAZETE CÖNK s.193)
51
52
2000- 2001 YILI YAZILARIM
LYSTRA KENTİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Lystra kentinin (Listra okunur) Konya'nın güneyinde Hatunsaray beldesinin 1.5 km batısında
bulunan Zoldera höyüğü üzerinde kalıntıları bulunmaktadır. Bugün görülebilecek pek kalıntı
bulunmamakta, kazı yapılması ile kent ortaya çıkarılabilecektir. Kentin, Konya'ya uzaklığı 34
km dir.
KENTİN ÖNEMİ
Kentin Hıristiyanlığın kuruluşunda çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Kent ortaya
çıkarıldığında pek çok Avrupalının buraya düzenlenecek inanç turlarına katılması olağandır.
Çünkü Hıristiyanlığın kurucularından Aziz Paul ilk vaizlerini burada vermiş ve kendisin
emrinde ömrünü tüketmiş Aziz Timoteus Lystra kenti vatandaşıdır.
KENTİN TARİHİ
M.Ö. 6 yıllarında ilk Roma İmparatoru Augustus'un emri ile askeri bir koloni olarak
kurulmuştur. Daha öncesi var ise kazılar sonucu ortaya çıkacaktır. Her ne kadar M.Ö. 133
yılında Anadolu Roma yönetimine girmişse de bu bölgede, Roma yönetimi henüz bir disiplin
sağlayamamıştır. Bölgede Seydişehir civarında yaşayan Homonad'lar, Beyşehir civarında
Orendeisler, Konya civarında Likaonyalılar, Bozkır çevresinde Isauralılar bulunmaktadır.
Bunlar bölgemizin dili geleneği olan yerli halklarıdır. Lystra'da kurulan askeri koloni zamanla
bölgede düzeni sağlamıştır.
Birinci yüzyılın ortalarında Tarsus doğumlu Aziz Paul, Barhabas ile ilk defa yaklaşık 47
yılında Anadolu'ya geçmiş, Antioch'dan (Isparta-Yalvaç), Konya'ya oradan da Lystra'ya
gelmiştir.
Burada bulunan Zeus Tapınağının rahibi kendilerini karşılaşmış onları Zeus ve Hermes
olduğunu sanmışlar ve yerel dilleri olan LİKAONCA ile "Tanrılar aramızda" diye bağırmışlar
hemen kurban kesmek istemişlerdir. Aziz Paul güçlükle mani olmuş kendilerinin de insan
olduğunu Tanrı'nın emirlerine girmelerini ve putlara tapmamalarını söylemiştir. Bu arada felçli
bir adama bakarak kalk ayağa demiş ve yürümesini sağlamıştır. Bunlar ilk Hıristiyanların
kutsal metinlerinde geçen ve onlar tarafından inanılan olaylardır.
Aziz Paul Lystra'ya ikinci defa gelmiş ve Lystra'lı Timetheus kendisine katılmıştır. Daha sonra
Roma yönetimi duruma hakim olmuş, Hıristiyanlığın izleri izlenemez duruma gelmiştir.
Hıristiyanlığın kabulü ile 381 yılında İstanbul'da ve 451 yılında Kadıköy'de (Kalkedon)
toplanan dini meclislerde Lystra kentini temsil edenler de bulunmuştur.
11. Yüzyılın ilk yarısında Malazgirt zaferi öncesi Patrik Alexios Studites (1025-1043) ismi
bilinmeyen bir Lystra'lı rahipten "Haretiker Eleutheros" ismi verilen bir tarikat mensuplarının
dinden uzaklaştıkları belirtilmiş ve dini kurullara uymaya davet edilmesi istenmiştir.
Bu konu çok ilginçtir. Benzer sapmalar daha önce Ladik (Laodiceia) görülmüştür.
Anadolu'nun eski kültürlerinin etkisi ile istenmeyen tarikatlar ortaya çıkmıştır. Ancak buradaki
tarikatın ne gibi söylemleri olduğu konusunda bilgiler yoktur.
12.yüzyıl kayıtlarında ismi hala görülmektedir. Doğruluğu tam belirlenememiş bir kaynağa
göre Timurlenk'in yöremizi Osmanlı devletinden fethedip Karamanoğlu Beyliği’ni tekrar ihya
ettiği 1402'li yıllarda Konya, Derbe ve Lystra'nın önemli derecede zarar gördüğü
belirtilmektedir. (Ref.1)
Kanuni Sultan Süleyman dönemi kayıtlarında ise Lystra ismi geçmemekte, Zoldera ismi
görülmektedir.
1
Zoldera höyüğünde 13 basamakla inilen bir sarnıç kalıntısı bulunmaktadır. Nitekim Ref. 1 de
de Konyalı Hıristiyanların 20 yüzyıl başlarına kadar ziyaret ettikleri bir Ayazma (Kutsal su)
yerinden bahsedilmektedir. Ayrıca höyüğün güneyinde Büyük Katırini, ve Küçük Katırini adlı
inler bulunmaktadır.
Hatunsaray'ın yaklaşık 150-200 önce yeniden kurulduğu, Lystra kentinin pek çok taşlarının
evlerde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bir Hatun'un sarayı, bu olsa olsa eskiden kalma bir
yapıya istinaden verildiği düşünülebilir. Ancak Hatun Kimdir ? Bilinmemektedir.
KENTİN YERİNİN BULUNMASI
Geçen yüzyıldan itibaren Avrupalı araştırmacılar tarafından, kayıtlarda geçen çok önemli
olan ve yeri bilinmeyen Lystra'nın yeri aranmaya başlamıştır. Önceleri isim benzerliğinden
İlisıra (Karaman-Yollarbaşı, Ilistra) ve 14 km batısında yer alan Glisıra'da olduğu sanılmıştır.
Ancak 1885 yılında Amerikalı Araştırmacı Sterret, Zoldera höyüğünde bulduğu bir taşta
kentin ismini belirlemiştir. Latince dilinde yazılmış ve halen Konya Arkeoloji Müzesinde
bulunan taştaki yazının aslı ve Türke’si şöyledir.
"DIUUM AUGUSTUM COLONIA JULIA FELIX GEMINA LUSTRA CONSECRAUIT
DECRETO DECURIONUM" - "Mutlu Lystra kolonisi onbaşısının emri ile kutsal Augustus'a bir
çift kurban kestiler"
Burada ismi geçen İmparator Augustus ilk Roma imparatoru ve askeri koloninin kurucusudur.
Bu yazıt ayrıca yöremizde Roma döneminden gelen en eski yazılı belge olmaktadır.
KENTTEN GERİYE KALANLAR
Önemli bir kent olan Lystra'nın merkez ve çevresindeki Kavak, Çatören (Eksile), Kayadibi
(Girvat), Yeşildere (Detse), Güneydere (Botsa), Gökyurt (Glisıra) gibi yerleşim yerlerinin
kentin uzantısı olduğu kabul edilebilir.
Ayrıca Gökyurt'un (Glisıra) Alisuma dağında, Yeşildere'de (Detse) bulanan ve hiç bir yerde
kaydı olmayan kalelerin bu kent ile olduğu kabul edilmelidir.
Lystra, Konya'dan Isaura (Bozkır Zengibar Kalesi) kentine giden yol üzerindedir. Bu yol
Konya-Hatip-Hatunsaray (Lystra)- Çatören (Eksile), Orhaniye (Üçkilise), Apasaraycık
Köprüsü (Çarşamba çayını çok eski bir köprünün bulunduğu bu noktada geçmektedir) -Apa
üzerinden Zengibar kalesine ulaşmaktadır.
İkinci önemli bir yol, Lystra üzerinden Konya Beyşehir yolu üzerinde bulunan Yunuslar
(Pappa kenti) köyüne ulaşmaktadır. Halen Karayollarımızın standart bir yolunun bulunmadığı
bu bölgede yolun geçtiği yerler şöyledir. Hatunsaray (Lystra)- Güneydere (Botsa)- Gökyurt
(Glisınra)- Kayalı (Tulasa)- Erenkaya (Bulumya)- Çamurlu İğret- Ballıkaya (Kale kalıntıları
var)- Yunuslar (Konya-Beyşehir yolu üzerinde)
Bu yollar üzerinde görülen Güneydere'de biri yıkılmış köprü, Gökyurt'taki yol ve köy içindeki
köprü yolun yapıldığı yaklaşık 2., veya 3. yüzyıllardan kalmadır.
KENTE AİT YAZITLAR
Kente ilk yüzyıllarda yerli dilleri, (bunlardan biri Likaonca,) aydının dili Grekçe ve resmi
görevlilerin dili Latince konuşulmuştur. Ancak Grekçe ve Latince yazıtlar bugüne gelmiştir.
MAMA Cilt VIII de Lystra ve çevresinde okunmuş 51 kitabe bulunmaktadır. Dillere göre
bunun 23 adedi Latince, 28 adedi de Grekçe'dir. Bu kitabelerin bulunma yerleri de şöyledir.
37 adedi Hatunsaray'da, 8 adedi Kavak köyünde, 5 adedi Gömse köyünde, 1 adedi Zoldera
höyüğünde bulunmuştur.
5 numaralı yazıt olan ve Zoldera höyüğünde bulunan yazıt yukarıda verilmiştir. Diğerlerinden
bazı önemli olanları burada verilecektir.
1 ve 2 nolu Kavak köyünde bulunan Latince yazıtta Anadolu'nun kutsal üçlüsünün
(baba,ana,oğul) Lystra versiyonu (ifadesi) olan Epikos (baba), Gi (ana) Hermes (oğul)
2
tanrılarının ismi geçmektedir. Buradan çok önemli bazı ipuçları ortaya çıkmaktadır.
Anadolu'nun yerli tanrıları ve inançlarının daha sonra Hıristiyanlığa geçtiği ve her dönemde
çok kuvvetli bir din geleneğinin bulunduğudur.
6 numaralı olan Kavak köyünde bulunan Latince mil taşında (yollara konulan) İmparator
Trainaus'un (98-117) ismi geçmektedir. Buradan açılan yolların bir bölümünün 2. yüzyılda
yaptırıldığı görülmektedir.
7 numarada Hatunsaray'da bulunan bir mil taşında İmparator Maximinüs'ün (235-238) ismi
geçmektedir. Bu ise bazı yolların 3. yüzyılda yaptırıldığını ifade etmektedir.
10 numaralı Hatunsaray'da bulunmuş bir korniş taşında 1. yüzyılın ilk yarısında (M.S 41-54
arası) Konya'nın içinde yer aldığı Galatia vilayetinin valisinin Afrinius olduğu görülmektedir.
Bunlar içinde sadece 44,45,47 ve 51 numaralı yazıtlarda haç işareti bulunmakta ve
Hıristiyanlık dönemine ait mezar taşları olduğu anlaşılmaktadır.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Bu kitabeler dışında son zamanlarda bulananlarda vardır. Sadece incelenenler bile Lystra'da
1.,2.,3, yüzyıllarda ne kadar canlı bir yaşam olduğunu göstermektedir. Lystra'nın yerinin
belirlenmesi ile önemli bir dönemeç geçilmiştir. Kazı yapılıp değerleri toprak altından
çıkarıldığında pek çok bilgi belge ve sanat eserinin ortaya çıkacağına ve gerçekten önemli bir
dini ziyaret yerinin dünyaya açılacağına inanıyorum.
(05.12.2000 YENİ GAZETE KIRAMBAR)
3
MERAM DA ESKİ ZAMANLARDA BİR GEZİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Meram Konya'nın bağlarının yer aldığı mesire yeridir. Meram çayı yüzyıllardır Konya'nın
suyunu ve selini sağlamıştır. Bugün de en seçkin bir bölgedir.
Meram Selçuklular zamanında da çok tercih edilen bir yöredir. Selçukluyu yönetenlerin ve
Mevlevilerin burada bağları vardı. Selçuklulardan kalma Tavus Baba türbesi, Cemel Ali
Türbesi, Karamanoğlu döneminden Meram Hamamı, Osmanlı döneminden 15. yüzyılda
yaşamış Ebul Vefa adına camii ve 16. yüzyılda yaşamış Kasım Halife (Vakfiyesi H 933- 1525
tarihli) camii bulunmaktadır. Bu konularda oldukça tarihi bilgiler ve inceleme yazıları
bulunmaktadır.
Biz bu yazımızda biraz daha eskilere giderek yaklaşık 2000 yıl önce Meram'da yaşam
nasıldır? Bunu incelemeye çalışacağız.
Meram denince ilk akla gelen zarif taş köprü gelir. Bu taş köprü ne zaman yaptırılmıştır. Bu
konuda hiç bir belge bize ulaşmamaktadır. O halde köprünün tarihi köprünün yapım
tarzından çıkarılmalıdır. Tam yarım daire kemer, kemerde çok düzgün taşlar kullanılmış,
kemerler arası da düzgün yatay taşlar dizilmiş. Elimde Kütahya Aizonai kentinde (KütahyaÇavdarhisar) ve Antakya Asi nehri üzerinde bugün yerinde olmayan köprülerin fotoğrafı var.
Bunların Roma döneminde yapıldığı tartışmasız, bu köprülerin fotoğrafı ile Meram köprüsü
yan yana konulduğunda ayırmak mümkün değildir. Köprünün Roma döneminden kaldığını
söyleyebiliriz. Mutlaka sonraki dönemlerde onarımlar olmuştur.
Köprü bu kadar eski olabilir mi? Çevrede başka kalıntılar da var mıdır? Hemen yanında
Karamanoğlu döneminde Hatipli Hasbeyoğlu tarafından yaptırılmış (1420 yıllarında) ve
bugün restore edilmiş tarihi hamam bulunmaktadır. Şüphesiz bu hamam Karamanoğlu
eseridir. Ancak yol cephesindeki ve arka taraflardaki duvarlar incelendiğinde, farklı
dönemlerin izleri hemen görünecektir. Köprünün hemen yanındaki bu hamamın yerinde daha
önce bir yapı olduğu kabul edilmelidir. Kapının üstünde bulunan işleme de gayri islami
motifler dikkat çekmektedir.
Benim de kanım burada daha önce bir yapı olduğu yönündedir. Ancak ne çeşittir bir yapıdır
buna şimdilik bir şey söylemek mümkün değildir.
Konyalı'nın "Konya Tarihi"nin 1104. sayfasında köprü hakkında bilgi ve köprü üzerinde
bulunan bugün kaybolan ters konmuş kitabeli bir taşın fotoğrafı bulunmaktadır. Bir Latince
kitabe (T.D.). Roma kentinin, Palatin tepesinden (Eski Roma'da tarihi MALNVS.. PALATIN
TRI tepe) bir Romalının mezar taşı.
Gene eski Meram yolunda fidanlık durağında bir arkadaşımın (Kemal Uluışık) bağ evinde
eski işlemeli taşlar arasında bulunan bir yazı tarafımızdan Prof. Dr. Thomas Drew-Bear'e
gösterildi ve okunup kayıtlara geçti. Türkçe’si şöyle: "Kocasını seven ve dürüst olan
Aponia'nın anısına kocası Burrus (bu mezarı yaptırdı) " Bir aşkı, Aponia ile Burrus'un aşkını
ebedileştiren bir mezar taşı, Hıristiyanlık öncesine ait.
Tavus Baba Camii yanındaki türbe, Cemel Ali Dede türbesi incelendiğinde eski dönemden
gelen taşlar hemen seçilecektir.
Konya hakkında araştırma yapan W. Ramsay bir Meram Kilisesi'nden bahsetmektedir. Bu
konuyu Revie Archaelogie dergisinin 1907 yıllığında incelediğini yazmaktadır. İstanbul
Fransız Anadolu Araştırmaları kütüphanesinde daha sonraki sayılarının bulunmasına rağmen
bu sayıya ulaşamadım.
Ancak bunun Selver yöresindeki kilise olduğunu öğrendim. Gerçekten Selver yöresinde
bugünkü cami yerinde veya çok yakınında bir kilise olduğu bilinmektedir. Bunların taşları
Müftü Gediği regülatörünün inşaatında kullanılmıştır. 1980'li yıllarda DSİ tarafından beton
olarak regülatör yeniden yapıldığında molozlarla birlikte atılmış. Bu yapıdan gelen büyük bir
kolon Konya Arkeoloji Müzesi’ndedir.
4
Meram çayı yüzyıllar boyu Konya'ya su taşımıştır. Bazen de sel getirmiştir. "Konya'nın Ölümü
Sudan" deyiminin çıkmasına yol açmıştır. Ancak su mühendisliğindeki gelişmeler bunu
ortadan kaldırmıştır.
Meram çayı "Şehir Irmağı" ile kente içmesuyu sağlamıştır. Araştırmacı W. Ramsay
"Selçuklunun Konya'yı başkent seçmesini sulama kanalları ve su imkanlarının oluşuna
bağlar",şahsen bende bu görüşteyim.
Meram çayından su alan eski ismi ile "Gedekelas" şimdiki ismi ile Yaka ırmağı Bizans ve
Selçuklu dönemlerinde Konya'nın yukarı bağlarını sulamıştır. Yaka'nın Bizans çağındaki ismi
Gedekelas'tır Yaka ırmağı hala bağlara su vermektedir.
Meram'da ilginç ve eski bir su kaynağı da "Damlapınar" dır. Fırsat bulup göremedim ama
edindiğim bilgiye göre bu pınar yapısında yapılan kazılarda eski dönemlere ait resimli ve
yazılı taşlar görülmüştür. Bu kaynağında 2000 yıldan bu yana Konya'ya su verdiği
bilinmektedir.
Bu kaynaklar halen Hocacihan'da 4 adet çeşmeye su vermektedir. Buradan gelen su Yaka
yolu üzerinde eski bir çeşmeye su veriyordu. Yakın zamanlara kadar bu çeşme yerinde idi.
Ben bu çeşmeyi Bizans döneminden gelen Konya'nın en eski çeşmesi olduğunu kabul
ediyorum.
Ayrıca bu kaynağın 2000 yıl önce Konya'ya su verdiği konusunda ön görüşlerim var, çünkü
Su Arıtma tesisi ve Altınapa Barajından gelen su isale hatları kazılarında yer yer eski künk
boru kırıklarına rastlanılmıştır. Ancak bu konuda bunun ötesinde bir şey söylemek mümkün
değildir.
Konuya merak duymuş olanları bu gözle Meram'da bir geziye davet ediyorum….
(02.01.2001 – YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
(ÇAĞRI DERGİSİ – 2002 Ağustos)
5
İSTANBUL'DAN YENİ GAZETE KIRKAMBAR'A MERHABA
Mehmet BİLDİRİCİ
KIRKAMBAR'ın Yeni Gazete'de yayın hayatına 21.11.2000 tarihinde girdiğini öğrendim ve
mutluluk duydum. Yeni Gazete sahip ve sorumluları bu sayfayı çıkartarak Konya tarih, kültür
ve folkloruna büyük bir katkıda bulunmaktadır. Tabii burada en çok kutlanacak kişi bu sayfayı
omzunda taşıyan Gazeteci arkadaşımız Mehmet GÜNDOĞDU, kendisine başarılar diliyorum.
Konya gazetelerinde kültürel yazılar çok fazla değil, diğer günlerde çıkan yazılara sonradan
ulaşmak oldukça güç, ama Kırkambar okuyucular tarafından biriktiriliyor, bir arada toplu
oluyor, ve zamanla ses getiriyor.
Sayın Fevzi Halıcı tarafından çıkarılan ÇAĞRI dergisinin 2000 Ekim, Kasım sayılarında
Kırkambar'da çıkan yazılarımın yayınlanması çok sürpriz oldu, ve kendisinden görüşme
talebi geldi. Bunun için Kasım ayı içinde PERA PALAS da yapılan "Gönül Dostları"
toplantısında görüştük. Ben ilk defa bu toplantıya katıldım. Bu güzel edebiyat ve şiir
toplantılarını başlatan kişinin Fevzi Halıcı olduğunu öğrendim, ve mutluluk duydum.
Toplantıda, gelenlerin kağıt dolaştırarak isimlerini aldılar, her katılan mikrofona çağrılarak
kendi yazdığı şiirleri okuyordu. Sıra benim ismime geldi, ben de mikrofona gittim. Ben şair
değilim ve herkesin bir şiir okuduğunu da bilmiyordum, ben araştırmacıyım, Dineksaray'da
yaklaşık 1600 yıl önce taşa yazılmış Grekçe yazılmış bir şiirsel mezar taşı İngilizce'ye
çevrilmiş, ben de onu Türkçe'ye çevirdim, KIRKAMBAR'da yayınladım, bilsem getirir
okurdum dedim.
Toplantıyı yöneten, ara ara güzel şiirlerle konuşmasını bezeyen, Ahmet Özdemir, o zaman
önümüzdeki toplantıda okursun dedi. Ben de KIRKAMBAR' da yayınlanmış bu şiiri
03.12.2000 tarihli toplantıda sıra bana gelince okudum. Kısa süre içinde olsa Konya,
Dineksaray isimleri anıldı.
Kısaca Pera Palas hakkında da bilgi sunacağım. Pera Palas Türkiye'de ilk yapılmış modern
otel, ATATÜRK, krallar, zenginler kalmış, yapıldığında dünyanın en lüks otellerinden biri imiş,
bugünde tavanı yüksek salonları ile görkemini koruyor. Hep dışından gördüğüm Pera Palas'ı
KIRKAMBAR sayesinde içinden de gördüm.
Pera ise Beyoğlu'nun eski ismi, Karşıyaka anlamında Rumca bir kelime, bugün İstanbul'un
kalbi Taksim, Beyoğlu'nda bulunuyor. Ama eskiden İstanbul sur içindeki tarihi yarımada,
sonradan Beyoğlu olan Pera ise Karşıyaka oluyor imiş.
İstanbul'da hemşerilerle buluşma zor oluyor. Ama bu hiç olmuyor anlamına da gelmez. Bir
kaç ay önce İnşaat Mühendisleri Odasının bir kokteyli vardı. Orada Konya'nın ileri gelen
aydın politika adamı, eski bakan Sayın Rüştü Özal ile birlikte olduk. Konya'dan,
mühendislikten ilginç anılarını dinledim, bana büyük haz verdi.
Gene yakınlarda Devlet Su İşleri ilk Genel Müdürü İnş.Y.Müh. Hikmet Turat'ın (1909-1991)
DSİ XIV. Bölge Müdürlüğünde olan cenaze törenine katıldım. Oğlu ile konuşma imkanı oldu,
Konya'nın eski garaj yakınlarındaki Pisili mahallesinden imiş ve Konya Lisesi mezunu imiş.
Bayram öncesinde de Konya Lisesi'nde 1947-1961 yılları arasında Müdür yardımcılığı
görevini sürdüren, Fransızca öğretmeni Turgut Kargalık'ı (1915-2000) Ankara'da kaybettik.
Kendisini ve hizmetlerini tanıtmayı ayrı bir yazıda yerine getireceğim.
Ben de altı yıldan bu yana KIRKAMBAR'da yazılarına devam eden bir kişi olarak mutluyum
ve yazılarıma devam etmek istiyorum.
(16.01.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
6
SINIF ARKADAŞIM ENVER ERLER (1939-2000)
Mehmet BİLDİRİCİ
Enver Erler makine mühendisi, sanayici idi. İşyeri Adana'da bulunuyordu. Beş altı ay süren
bir hastalıktan sonra Konya'da öldü ve toprağa verildi.
Konya'nın köklü ailelerinden birinin çocuğu idi. Konya'da doğdu, Köprübaşı ilkokulunda,
Konya Karma ortaokulunda ve Konya Lisesinde okudu ve 1957 yılında mezun oldu. Yüksek
öğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka bölümünde yaptı. Makine Mühendisi oldu.
Beyazıt’taki Konya Talebe Yurdunda yılbaşı gecesi masa olmadığı için yere bir içki sofrası
kurmuştuk. Pek çok arkadaşımız burada ve bundan sonra içki ile tanıştı. Enver’de
aramızdaydı. İlk o gün içki ile tanışmıştı. Bizlere göre oldukça kilolu olan Enver öğrenci iken
rahatsızlandı ve Şişli’deki Bulgar Hastanesi (Türkiye Hastanesi) kaldırılmıştı. Bomboş bir
arazide Bulgar Hastanesinde onu ziyaret ettiğimizi unutamıyorum.
Askerlik görevinden sonra Adana'ya yerleşti ve serbest çalıştı. Kalorifer kazanları imal
ediyordu. Son olarak işyerini genişleterek Yakapınar'daki Organize Sanayi Sitesine taşımıştı.
İşleri iyi gidiyordu.
Kızım Sibel Bildirici’nin 1992 yılında Adana DSİ tesislerinde yapılan düğününde nikah şahidi
idi. Bu vesile ile daha da yakınlaşmıştır.
Kızımı ziyarete gittiğimde kendisi ile görüşür yemeğe gider, sohbet ederdik. Adana esnafı
tarafından da çok seviliyordu. Açık fikirli, dürüst kişiliği vardı. Rahatsızlaşınca Konya’ya geldi
ve Konya’da öldü. Son günlerinde ancak telefonla görüşebildik.
Sınıf arkadaşım hiç evlenmemişti. Kendisine rahmet, kalan ERLER ailesine baş sağlığı
dilerim.
(16.01.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR
7
ROMA GEZİSİNDEN İZLENİMLER
Mehmet BİLDİRİCİ
Mart ayında uzun tatilden yararlanarak, 4 günlük bir İtalya turuna katıldım. Dört gün
eski ve yeni Roma'da gezdim. Konya ile ilgili bazı izlenimlerimi buraya alacağım.
Roma'nın diğer Avrupa başkentlerinden çok farklı bir yönü vardır. Çünkü ilk çağlarda
Anadolu bu başkentte oturan imparatorlar tarafından yönetilmiş, ve imparatorluğun tüm
topraklarında çok büyük bir yapılanma meydana gelmiştir.
Dokuz yıldan bu tarafa yaptığım Konya kentleri ve su yolları ile araştırmalarda devamlı
bununla karşılaşmaktayım. Burada gördüğümüz yıkıntı halindeki pek çok yapının daha
mükemmeli orada yapılmıştır.
Bunu 10-12 yüzyıl sonra aynı yöreden gelen Haçlılarla karşılaştırıldığında birinin yapıcı
ve birinin yıkıcı olduğu görülecek, aralarındaki çok büyük fark anlaşılacaktır. Şüphesiz
bir kefeye de konmamalıdır.
Roma içinde ayrı bağımsız bir Devlet olan Vatikan bulunmaktadır, dünyanın en büyük
Katolik kilisesini ve Vatikan müzelerini gezdik. Binlerce eser yer almaktadır.
Bunlardan biri bizim Konya'nın kuruluş efsanesi ile ilgili bir heykel bulunmaktadır.
Resimde göreceğiniz gibi bir elinde kılıç, bir elinde meduza (saçları yılan cadı) başı
olan genç Perseus'un heykeli.
Bilindiği gibi Konya kentinin bulunduğu yerde insanlar yaşarken mutsuzlarmış, dağlarda
yaşayan saçları yılan olan meduza kente gelir genç kızları kaçırırmış, bunu duyan
tanrısal Perseus dağda bu cadıyı öldürmüş elinde kanlı başı ile kente girmiş ve
şükranla karşılanmış, halk o kadar mutlu olmuş ve onun onurlandırmak için heykelini
dikmiş ve zamanla kente heykel kenti anlamına Ikonyon denmiş ve bu zamanla
Konya’ya dönüşmüş.
Eski insanların inandığı bir söylence, eğer böyle bir cadı var idiyse, yaşadığı sanılan
mağara Loras dağındaki büyük mağara olmalıdır. Yöredeki en ürkütücü ve efsanelere
konu olmaya yakışan mağara bu olmalıdır.
AZİZ PAUL GÖMÜLÜ BULUNDUĞU KİLİSE
Bilindiği gibi Hıristiyanlığın kurucularından Aziz Paul Tarsus doğumludur. İlk dini yayma
gezisinde Konya ve Lystra'ya (Listra okunur) uğramıştır. Daha sonra çeşitli kentleri
ziyaret etmiş ve sonunda Roma'da hapsedilmiş yaklaşık 67 yılında öldürülmüş,
inananlarına göre şehit edilmiştir.
Hıristiyanlık devlet dini olunca öldüğü yer kabul edilen Roma kentinin güneyinde ve
surların dışında, şehit edilip gömüldüğü kabul edilen yerde, onun adına Vatikan'daki
Aziz Peter için yaptırılan büyük kiliseden sonra gelen en büyük mabet Aziz Paul için
yaptırılmıştır. İçinde azizin mezarı olduğu kabul edilen bir mezar bulunmaktadır. Büyük
yapı duvarları tavanları her tarafı resim ve heykellerle süslüdür. Bir müzeyi
andırmaktadır.
Duvarlarında ise hayatını anlatan 20-30 resim bulunmaktadır. Çok ilginçtir bunlardan iki
tanesi Konya Hatunsaray yakınında bulunan Lystra kentindeki yaşamına aittir. Bu ise
Lystra kentinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.
(23.01.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
8
AFYON VE KONYA' DA KARABAĞ KÖYLERİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Afyon ilinin Bolvadin ilçesi, Büyükkarabağ köyü, Emirdağ ilçesi Yeniköy, Bademli, Avdan,
Vahdetiye, Eşraflı, Davulga köy ve beldeleri ile Konya'nın Cihanbeyli ilçesi Karabağ
beldesinde Kafkasya Karabağ bölgesinden göç ettiği bilinen insanlar yaşamaktadır.
Babaannemin babası Muslu Mustafa Efendi de, Konya Karabağ köyünden Konya'ya gelip
yerleşmiştir.
Karabağ ismini bir etnik kimlik gibi koruyan bu köylerin insanları hakkında yazılı belge ve
araştırma bulunmamaktadır. Dedelerinden gelme sözel bilgiler bilinmektedir.
16. yüzyıl içinde Kafkasya Karabağ bölgesinden Anadolu'ya göç etmişler önce Bolvadin ilçesi
Büyük Karabağ köyüne yerleşmişler ve buradan, Afyon Emirdağ'daki diğer köylere
dağılmışlardır. Kafkasya Karabağ'ın Sultan 3. Murat döneminde Osmanlı topraklarına
katıldığı düşünülürse göçün 16. yüzyıl içinde gerçekleştiği olası görünmektedir.
1850'li yıllarda bir kısım Karabağlı Konya Cihanbeyli ilçesine göç ederek bugün ki Karabağ
köyünün bulunduğu boş alana yerleşmişler ve köylerine, etnik kimliklerini belirten Karabağ
ismini vermişlerdir. Şimdi belde olan Karabağ Cihanbeyli'ye 20 km ve Konya'ya 80 km
uzaklıktadır. Bu köye ait bir yayla olan Gülbahçe'de, Karabağlıların yaşadığı diğer bir köydür.
Halen Karabağlıların bir kısmı köylerinde bir kısmı Konya'da yaşamlarını sürdürmektedir.
Bizim bu yazımızın konusu bu köyde yaşayan Karabağlılar olacaktır. Kimlerdir?, Karabağ'ın
hangi kentinden göç etmişlerdir, göç sebepleri nedir bilinmemektedir. Yaklaşık 450 yıldan bu
yana Anadolu'da yaşayan Karabağlılar gerek dil ve gerek mezhep olarak tamamen çevreye
uymuşlardır. Ciddi bir araştırmaya dayanmayan bazı kaynaklarda Şii ve Azeri Türkü oldukları
belirtilmektedir. Kafkasya'ya has dans ve oyun geleneğinin olmadığı veya zamanla
kaybolduğu şeklindedir. Genellikle esmer tipli insanlardır.
Ben Karabağ geleneğini sürdüren bir aile içinde yaşamadım. Sonraki araştırmalarda baba
annemin babasının bu kökenden geldiğini öğrendim.
Bu konuya ilgi duyan insanların olduğunu biliyorum, bu yazım dolayısıyla yapılacak
açıklamaların konuya yeni boyut getireceğine inanıyorum.
(30.01.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
9
SEYDİŞEHİR YAKINLARINDA YOK OLMUŞ ANTİK KENT AMBLADA
Mehmet BİLDİRİCİ
Seydişehir merkeze bağlı köylerden Kızılcaköy'ünün 2.5 güneyinde Asartepe'de eski
bir kentin yeri bulunmaktadır. Kentin adı Amblada veya Amlada olarak geçmektedir.
Kent Helenistik dönemde tarihte görülmekte ve önemli bir rol oynamaktadır. Kentin
halkını Pisidyalılar oluşturmaktadır.
M.Ö 334 yılında başlayıp, yörenin Roma yönetimine geçmesi arasında geçen süre
Helenistik dönem olarak bilinmektedir. Helenistik öncesi, Pisidya'lıların yaşadığı bölge
ve yaşadıkları kentler Isparta ve Burdur illeri dahilindedir. Yörenin yerli halkı olan, kendi
dil ve gelenekleri bulunan Pisidya'lıların Konya ili içindeki tek kentleri Amblada'dır.
Pisidyalılar tarihte ilk defa Pers (İran) İmparatorluğu ordusu içinde görülürler. Dillerine
ait tek bir kitabe Isparta'da Eğridir'de görülmüştür.
Amblada kentinde, başkenti Pergamon (İzmir-Bergama) olan Bergama krallarına ait
M.Ö 2.yüzyıla tarihlenen yazıtlar bulunmaktadır. Bu yazıtlardan Amblada'nın Bergama
Krallığınca yönetildiği ve önemli bir merkez veya askeri bir koloni olduğu görülmektedir.
Bu süre M.Ö 188- 133 yıllarını kapsamaktadır. Bu sürede kral olanlar şöyledir.
II.Eumenes (M.Ö 197-159), II.Attalos (M.Ö 159-138)
III.Attalos (M.Ö 138-133)
Kent daha sonra Roma'nın himayesinde kurulan ve tanınmış kralı Amintas olan Galata
Krallığı içinde bulunmuş (M.Ö 43-25) daha sonra Roma yönetimine girmiştir. 2000 yıl
önce bölgeyi ziyaret etmiş bulunan Strabo Amblada'nın tıpta çok tutulan perhiz
şarapları ürettiğini yazmaktadır.
Kenti 325 yılında İznik'te toplanan dini konsülde Patrikios, 381 yılında İstanbul'da
toplanan konsülde Seueros, Kadıköy'de 451 yılında toplanan konsülde Diomedes,
temsil etmiştir. Kentin ismi 787 ve 879 yıllarına ait kayıtlarda görülmektedir. Selçuklu
yönetiminde kent de yaşam olduğuna dair bilgi yoktur.
KENTTEN GERİYE KALANLAR
Kent hakkında batılı yazarların yazıt okuması dışında bir araştırma, kazı çalışması
bulunmamaktadır. Ref. 2 belirtilen yayında kentte bulunmuş başı olmayan bir Athena
heykelinin resmi bulunmaktadır. Seydişehir Belediyesi tarafından çıkarılmış bültende
Asartepe'den getirilmiş aslan heykelleri ve lahitlerin fotoğrafı bulunmaktadır.
Bunlar dışında elde olanlar yazıtlardır. Ref.2 de Almanca kitapta Bergama Krallarının
emirleri gösteren 3 yazıt bulunmaktadır. Bu üç yazıt Helenistik döneme ait Konya
yöresinde bulunmuş yegane yazıtlardır. Oğlum Dr.Öztuğ Bildirici'nin yardımı ile
bunların bir özeti şöyledir. Bu yazıtların daha sonrakilerden bir farkı da krallık
buyruklarının Amblada kentinde açıklanmasıdır.
Birinci yazıtta kral tarafından yetki verilmiş ve kral olmayan Attalos ismi geçmektedir.
Kralın II.Eumenes olduğu kabul edilmektedir. M.Ö 168 yıllarında Ankara'da yerleşmiş
bulunan Galatlar tarafından Amblada tehdit edilmiş ve Bergama'dan gelen askeri
yardımla kurtulmuştur. Kent Bergama'ya borçlanmıştır. Bu borcun kaldırıldığından söz
edilmektedir.
Mektup 2 de kentin serbest bırakılması garanti altına alınıyor ve esirler serbest
bırakılıyor. Son mektubun ise son kral Attalos III döneminde olduğu ve kral tarafından
şerefli kararlar aldığı belirtiliyor.
Herhalde ileri de yapılacak kazı ve çalışmalar bu ilginç kentti aydınlığa çıkaracaktır.
Referans
1. Belke Klaus Tabula İmperini Byzantini cilt 5
2. Svoboda H, Denkmaler Aus Lykaonien, Pamphylien und Isaurien Prag 1935
(13.02.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
10
KLİSTRA (GLİSIRA-GÖKYURT)
Mehmet BİLDİRİCİ
Eski ismi Glisıra olan Gökyurt köyü, Konya ili Meram ilçesi sınırları içindedir. Konya'dan
Glisıra'ya Hatunsaray üzerinden gidilebilir, uzaklık 54 km dir. Diğer bir ulaşım ise, Konya
Seydişehir yolu üzerinde bulunan Erenkaya'dan (Bulumya) ayrılan 12 km’lik bir yolla
mümkündür.
Nüfusu 600 civarında olan Gökyurt'lular geçimini tarım ve hayvancılıkla karşılamaktadır.
Glisıra'nın doğal güzelliği ve kayalara oyma tarihi ortaçağ yapıları, son yıllarda yapılan
çabalar sonucu hızla iç ve dış turizme açılmaktadır.
GLİSIRA'NIN TARİHTEKİ YERİ
Çok zengin doğal ve tarihi güzellikleri olan Glisıra ismine hiç bir tarihi olayda rastlanılmamaktadır. Anadolu'da toplanan dini meclislerin hiç birinde temsilcisi yoktur.
Kentin eski isminin Klistrea (Kilistrea) olduğu 4. yüzyıla tarihlenen bir yazıttan anlaşılmaktadır. Konya Müzesinde 294 envanter numarada kayıtla taş, Amerikalı Sterret
tarafından "Epigraphical Journey sayfa 196-198 yılında yayınlanmış olup ön yüzün Türkçe’si
şöyledir:
(…) kardeşleri Antonius ve Appia Kilistrea'lı arkadaşları Attalos'un anısı için… Taş 4.
yüzyıla tarihlenmektedir. Üzerinde mezarı yaptıranların röliyefleri bulunan taşın bir fotoğrafı
eklenmiştir.
Bu yazıttan başka, kazılar sırasında Şaraphane'de bir yazıt ortaya çıkmış, bir yazıtta köyün
üst tarafında dağcılık ekibi ile bir inceleme sırasında tarafımızdan farkına varılmıştır.
Müze'ye teslim edilen kolon üzerindeki çok önemli yazıtlar henüz okutulmamıştır. Ayrıca
köyün güneyinde bir mağara üzerinde daire şeklinde bir yazıt daha bulunmaktadır. Planda
yeri gösterilmiştir.
Glisıra hakkında Almanca, Klaus Belke'nin Tabula Imperini Byzantini cilt 4 de kısa bilgiler ve
bazı fotoğraflar yer almaktadır. Bu yayında, görülen eserlerin 6.-10. yüzyıllarda yapıldığı
belirtilmektedir. Uzmanlarınca çevre için en önemli kaynak olan bu eserde gösterilen
fotoğrafların listesi şöyledir.
Fotoğraf 1
: Via Sebaste (Roma Kral yolu,doğu girişti)
Fotoğraf 2
: Bulumya- Glisıra arasındaki yol
Fotoğraf 46 : Felsenkirche NO (Sandıkkaya kuzey doğudan)
Fotoğraf 47 : "
"
Apsis
Fotoğraf 48 : Siedlungslage (Köyün bulunduğu hüyük)
Fotoğraf 49 : Brunnen mit Spolien (Eski kalıntılarla Yapılmış Başçeşme)
Verilen planda görülebileceği gibi Glisıra, Pappa Tiberiopolis (Konya Beyşehir yolu üzerinde
Yunuslar) ile Hatunsaray'da bulunan Lystra arasından geçen yol üzerinde bulunmaktadır.
Kanımıza göre 4. yüzyıldan itibaren yerleşim bulunmakta, ancak askeri bir koloni olan
Lystra’dan Roma Ordusu’nun gitmesi üzerine Lystra'nın gerilemesine karşı Glisıra'nın
geliştiği anlaşılmaktadır.
Glisıra'da 1998 yılında Konya Müzesi'nce kazılar başlatılmıştır. Bu kazılar pek çok eseri gün
ışığına çıkaracaktır.
GÖRÜLECEK YERLER
HÜYÜK
Bugün köy bir höyük üzerindedir. Höyüğün çevresi doğal kayalarla kaplıdır. Sadece iki
yerden giriş vardır. Höyük bu bağlamda bir doğal kaledir. Höyüğün üzeri boştur. Köy evleri
çevresindedir. Evler 100-150 yıllıktır. Çevre köylerden farklı bir mimari dokuya sahiptir.
11
Höyük üzerinde bulunan seramik parçalarından burada çok eskilere giden bir yerleşimin
olduğu düşünülebilir. Ancak bu konuda bir araştırma henüz yoktur. Evlerin altları hep
mağaralı olup bazı evler alttan birbirine bağlıdır.
Dağcı arkadaşlarla yaptığımız bir araştırmada höyüğün üst tarafında bulunan bir evde bir
kolon üzerinde yazılar bulunduğunu tespit etmiş ve yazılı taş müzeye teslim edilmiştir. Bu
taşların hemen yakın çevrede bir yapıdan çıktığı belirtilmiştir. Burada eski bir tapınak yeri
olasılığı vardır.
ŞAPELLER
Glisıra ve yakın çevresinde büyük kilise kalıntısı yoktur. Ancak küçük blok kayalara oyulmuş
pek çok şapel (Sadece sunak yeri olan dini yapı) bulunmaktadır. Bunların bazıları ana
kayalara bazıları tek bir kaya bloğa oyulmuştur. Bu tip yapı sadece bu çevrede
görülmektedir.
Bunlardan en önemlisi ve benzerinin başka bir yerde rastlanılmadığı şapel "Sandıkkaya"
olarak bilinmektedir. Bir büyük kaya blok içten ve dıştan haç şekline getirilmiştir.
Tarafımızdan krokisi verilen Sandıkkaya restore edilmiş ve ziyarete açılmıştır. Giriş kapısı
üzerinde Malta haçı seçilmektedir.
Bu şapellerden pek çok başka örnekler bulunmaktadır.
KAYALARA OYMA MEZARLAR VE EVLER
Köyün pek çok yerinde volkanik tüfler kazılarak mezar ve ev haline getirilmiştir. Çoğu
mezarlık olarak düşünülmüştür.
Bunlardan çok ilginç olan ve Polönü olarak bilinen mevkide olanı restore edilmiş ve içi
temizlenmiştir. İsmin Hıristiyanlıkta önemli bir isim olan Paul ile bağlantısı görülmektedir.
Planda yazılı mağara olarak belirtilen mağaranın kapısında hayli silik bir yazıda
okunabilenler şöyledir.
DGACCTTEM … YPDH
ÇEŞİTLİ YAPILAR
Dini yapılar dışında çeşitli sivil eserlerde bulunmaktadır. Bunlara şöyle örnekler verilebilir.
KATIRİNİ
Köyün kuzeyinde, iki sıra kolonlu ve üç bölümlü bir yapı kaya içine oyulmuştur. Kayaya
oyulmuş yapının mimarisi daha sonra Selçuk döneminde yapılmış hanlara çok
benzemektedir.
Yapılan restorasyon kazılarında bu yapının üzerinden köye gelen su yolundan su geldiği
belirlenmiş ve sarnıç olma olasılığı üzerinde durulmuştur. Ancak kanımızca bu bir sarnıç
yapısı değildir. Çünkü aşağıda bu suyu kullanacak bir saha mevcut değildir. Ayrıca sarnıçlar
genellikle sıvalı olmaktadır. Sıva izleri yoktur. Ancak maksadı nedir? bilinememektedir.
ŞARAPHANE
Şarap yapmak için havuzlar yer almaktadır. Benzer yapıya başka yerlerde rastlamak
oldukça zordur. Burada yapılan kazılarda ilginç bir kitabe çıkmış şarap yapım havuzları ve
su kanalları ortaya çıkarılmıştır. Şimdi de yapının nasıl çalıştırıldığı önemli bir araştırma
konusudur.
ROMA YOLU
Glisıra iki önemli kenti bağlayan Roma yolu üzerindedir. Bu yol Lystra (Hatunsaray), Botsa
(Güneydere), Glisıra, Tulasa (Kayalı), Bulumya (Erenkaya), Çamurluiğret, Ballıkaya
üzerinden Pappa Tiberiopolis'e (Yunuslar) ulaşmaktadır. Yayınlarda belirlenen yol üzerinde
eski yol izleri ve köprü ayaklarının izleri yaptığımız araştırmada ve harita çalışmalarında
tespit edilmiştir. Bugün bu yörede bir devlet yolunun bulunmaması, eski dönemlerde yola
verilen önemi vurgulamaktadır,
ROMA KÖPRÜSÜ
Köyün hemen güneyinde, taş döşeme bir yolla ulaşılan köprü tek açıklıdır. Yapım tarzından
Roma döneminden kalma olduğu kabul edilebilir. Köprü üzerinden geçen taş döşeme yol bir
miktar daha köy içinde devam etmektedir.
12
Ayrıca köyün doğudan girişinde taş döşeme yolların kalıntısı bulunmaktadır. Bunun bir
fotoğrafı yazıya eklenmiştir.
KARADİĞİN YOLU
Harita üzerinde yaptığımız çevre çalışmalarında Konya'ya daha yakından ulaşan bir başka
yolun olduğu belirlenmiştir. Tulasa'ya giden antik yoldan bir kol ayrılmakta Karadiğin ve
Çayırbağı üzerinden Konya'ya ulaşmaktadır. Bu yol üzerinde planda görüldüğü gibi
"döşeme" isimli mevkii ve iki köprü bulunmaktadır. Yakın zamanlara kadar bu yol
kullanılmakta idi. Bu yol hakkında hiç bir yayın bulunmamaktadır.
SU YAPILARI
GLİSIRA SU YOLU
Glisıra'ya su getiren ve yakın zamanlara kadar kullanılan bir su yolu bulunmaktadır. Su
yaklaşık 8 km den köyün batısındaki bir kaynaktan künk borularla (pişmiş toprak) gelmekte
ve Başçeşme olarak bilinen köyün batısındaki çeşmeye su vermektedir. Başçeşme'nin
yanında su hattı için bir duvar bulunmaktadır. Yaşlı köylülerin anlattığına göre bu çeşmeden
sonra su künkleri İstanbul Saraçhanede bulunan su kemerlerine benzer daha basit su
kemerleri ile köyün içine taşınıyordu. İki yerde yalnızca içinden insanın geçebileceği kemer
kapılar bulunmakta idi. Bu kapılar ayrıca köyün batıdan girişi idi. Bu kemerler son yıllarda
sökülerek taşları 1943 yılında yapılan köy okulunda kullanılmıştır. Su yolunun temsili bir
resmi yazıya eklenmiştir. Çok eski olan su yolunun ne zaman yapıldığı hakkında bilgi
yoktur. Şimdi bu hattaki su demir boruya alınmıştır.
BAŞÇEŞME
Bu suyolundan su alan BAŞÇEŞME üzerindeki kitabe üzerinde 1854 tarihi yazılıdır.
Üzerindeki kitabenin bir onarım kitabesi olduğu sanılmaktadır. Okutulması gereklidir. Çeşme
yapısında eski taşların kullanıldığı dikkat çekicidir.
KETENGÖLÜ
Köyün güneyindeki dere üzerinde keten yıkandığından dolayı "Ketengölü" denilen bir su
kaynağı bulunmaktadır. Yakın zamanlara kadar köyün kadınları çamaşırlarını getirip burada
yıkarlardı. Halen beton bir yapının bulunduğu "Ketengölü" pınarının eski hali
bilinmemektedir.
SARNIÇLAR
Köy ve çevresinde pek çok sarnıç bulunmaktadır. Bunlar yaklaşık 6 m çapında kayalara
oyulmuş dairesel su depolarıdır. Ketengölü deresi üzerinde bulunan bir sarnıcın fotoğrafı
buraya eklenmiştir. Bu sarnıçlar genellikle derelerden uygun zamanlarda su almaktadır.
DEĞİRMEN
Ketengölü deresi üzerinde çok eski bir değirmen bulunmaktadır. Su girişi taş borudur.
Uzmanlarınca ilgilenmesinin yararlı olduğu kanısındayım.
ALİSUMA DAĞI
Gökyurt köyünün 5 km batısında bulunan Alisuma (veya Alisuna) dağının zirvesi 1964 m dir.
Eski haritalarda "Fahrettin Paşa" dağı olarak da geçmektedir. Kale zirvesinde kale ve sarnıç
ve eteğinde ise bir kilise kalıntısı bulunmaktadır. Kalenin planı eklenmiştir.
KALE KALINTISI
Dağın zirvesinde bir kale duvarının 2 m yükseklikteki kalıntıları bulunmaktadır. Çok kalın ve
çok düzgün taştan yapılmış kale duvarlarının çevresinde bir binanın temel ve duvarları ve
bir sarnıç kalıntısı seçilmektedir. Kalenin planı verilmiştir. Bu kale hakkında hiç bir yerde
kayıt ve yayın bulunmamaktadır.
KALE NE İÇİN YAPILDI?
Bu kaleden başka Detse (Yeşildere) köyünün güneyinde bu dağa 13 km uzaklıkta Kale
dağında da başka bir kalenin kalıntıları vardır. Bu kalede hiç kaynakta geçmemektedir.
Bunlar acaba ne zaman ne için yapılmış olabilir ?
13
Birinci yüzyılda ilk Roma İmparatoru Augustus döneminde çevrede yaşayan yerli halkları
disiplin altına almak için Lystra'da (Hatunsaray) askeri bir koloni kurulmuştur. Ben bu
kalelerin o zaman yapıldığı kanısındayım. Birinci yüzyılda Roma'ya baş kaldıran Seydişehir
çevresinde yaşayan Homonad olarak bilinen yerli halk savaşta yenilmiş ve kıyıma
uğramıştır.
ALA KİLİSE
Dağın güney yamacında bugün bir duvarı ayakta duran bir kilise kalıntısı yer almaktadır.
Yörede oyma olmayan tek yapı kalıntısıdır. Ala Kilise olarak bilinmektedir. Gene de yapının
yanında bir oyma oda ve bir sarnıç kalıntısı vardır.
Bu kilise yirminci yüzyılın başında Araştırmacı W. Ramsay ve Bayan G. Bell tarafından
incelenmiştir. Binbir Kilise olarak bilinen (The Thousand and one Churhes-Londra 1909)
eserlerinin 399-401 sayfasında kilisenin planı ve görünüşleri yer almaktadır. Bu incelemeye
eklenen incelemede yapı "Kare içinde Haç" (cross-in square ) şeklinde belirtilmekte ve
gerek planı ve gerek cephesi ile güzel bir mimari örnek teşkil ettiği belirtilmektedir. Yapının
Karaman'ın Fisandon köyünde bulunan kiliseden çevrilme camiye benzerlik gösterdiği
anlatılmaktadır.
1909 yılından önceki resim incelendiğinde güneydeki cephenin tamamı ayakta idi. Halbuki
Dağcılık ekibi ile 1994 gittiğimizde cephenin yarısının yok olduğu görülmektedir.
Gerekli tedbir alınmadığında kısa bir süre sonra bu duvarda yerinde görülemeyecektir.
GLİSIRANIN TURİZME AÇILMASI
Hıristiyan inancının etkisi altında yapılan bu dini yapılar, İslam inancını taşıyan Türk halkının
oluşumu ile uzun yüzyıllar kaderine terk edilmiştir. 19. yüzyıl sonlarından itibaren sadece
Avrupalı tarihçi ve araştırmacılar tarafından incelenmiş ve yayınlara geçmiştir. Bunlar
Amerikalı Sterret, İngiliz William Ramsay ve Bayan Gertrude Bell'dir. Son dönemde ise
bulunan yazıtlar Prof. Dr. Thomas Drew-Bear tarafından okunmuştur.
Aradan geçen zaman içinde tarihi ve doğal güzelliklere Türkiye'de ilgi artmış, bu güzellikleri
tanımak ve tanıtmak ihtiyacı doğmuştur.
Glisira, ilk defa aynı köyden Gazeteci Mehmet Gündoğdu tarafından Konya gazetelerinde
dile getirilmiş, bunları Dağcılık Federasyonu başkanı Recai Kıçıkoğlu'nun dağcılık gezileri
takip etmiştir.
1994 yılında Valiliğin şemsiyesi altında Spor İl Müdürü aynı köyden Necati Yeğenoğlu'nun
katkıları ile bir Halk Yürüyüşü gerçekleştirilmiş, pek çok Konyalı ve basın mensubunun
buraları görmesi sağlanmıştır. Zamanın Valisi Attila Vural bizzat katılmış, projeye büyük
destek vermiştir. Bu konuda valinin çok katkıları olmuştur. Bu etkinlikte bu satırların yazarı
da "Glisıra Tarihi" hakkında bir konuşma yapmıştır.
Bu önemli etkinliğin arkasından devletin yatırımları takip etmiş, Sağlık ocağı ve yolların
onarımı yapılmıştır.
Bu gelişmeler daha yenilerini getirmiş 1998 yılında Arkeolog Osman Ermişler, 1999 yılında
da Arkeolog Nurettin Özkan tarafından kazılar yapılmıştır. Bu kazılarla gerçek güzellikler
ortaya çıkmaya başlamıştır.
Mehmet BİLDİRİCİ
30.Ocak 2000
Mecidiyeköy- İstanbul
(20.02.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
(27.02.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
(13.03.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
(20.03.2001 YANEİ GAZETE KIRKAMBAR)
20.02..2000 MÜZE MÜDÜRLÜĞÜNE VERİLDİ
14
ELMASUNLU CİNCİ MEHMET EFENDİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Bugün Konya'nın yeni kurulmuş ilçelerinden biri de "Güneysınır"dır. Güneybağ ve Karasınır
köyleri birleştirilerek Güneysınır ilçesi ortaya çıkmıştır. Güneybağ'ın eski ismi "Elmasun" idi.
Elmasun eski bir köy ve ismi de eski bir isimden geliyor, ne anlama geldiği bilinmiyor.
Elmasunlu Cinci Mehmet Efendi, bu köyde medresede veya dini bilgilerin verildiği okulda
1880’li 1890’lı yıllarda görev yapmıştır. O tarihlerde okulda 2 hoca ve 20-30 öğrenci
bulunuyor. Mehmet Efendi'nin, babası Abdullah Hadim'li, Mehmet Efendi'de tahsilini
Hadim'de tamamlıyor.
İçinden çıktığımız toplumu yakından tanımak için, anne ve babam taraflarını araştırdım,
meslekleri ve nereli olduklarını inceledim. İlginç bir aşk öyküsünün bulunduğu Cinci Mehmet
Efendinin hayatından bir kesit verilecektir.
1967-1969 yılında Konya Elektrik-Su-Otobüs İşletme Müdürlüğünde çalışıyordum. Sık sık
Konya'nın güneyinde bulunan Göksu Santralına gidiyorduk. Elmasun köyü yol üzerinde idi.
Köye uğrayıp Cinci Mehmet Efendi'nin köyde tanınıp tanınmadığını öğrenmek istedim. Hiç
kimse tanımıyordu, ama sonunda Sultan Hamit tahtan indirildiğinde (1909 yılı) İstanbul'da
asker olan 1302 doğumlu (1886 yılı) Kel Emmi kendisini tanıdı ve bana şunları anlattı:
Onlar Elmasun'a iki oğlan, bir kız ve bir karı (anneleri) olarak geldiler. Oğlanlar Mehmet ve
Ahmet, kızları ise Rukiye idi. Babaları cinci lakabıyla bilinen Abdullah, Hadimli idi ve orada
ölmüştü. Abdullah Efendi bir gün cin dererken, bir büyük dağal çıkıyor, cin kitabını göklere
savuruyor ve Abdullah efendi bir daha cin dermemeye karar veriyor ama oğulları cincilik
yapıyor ve bu cinci lakabını devam ettiriyor.
Elmasun'daki medresede Mehmet Efendi ve İbrahim Efendi hocalık yapıyordu. Köyde de
Emine isminde bir köy güzeli vardı. Her iki hocanın gönlü Emine'dedir. Bu durum bir rekabet
ortamı yaratır, köylünün bir kısmı Mehmet'ten, bir kısmı İbrahim'den yana olur. Emine'nin
birinde gönlü vardır, ama hangisi bilinmez. Bu aşk köyde büyük olay olur ve sonuçta
Mehmet köyünü ve ailesini bir daha görmemek üzere, terk edip Konya gelir yerleşir.
Köylü Emine'yi köyde kalan İbrahim'e de yar etmezler. Başka bir çözüm bulunur, Karasınır
köyünden biri ile evlendirilir. Bu evlilik Emine'ye bir mutluluk getirmez ve kısa süre sonra
ölür.
Mehmet Efendi Konya'da Topraklık mahallesinde Kör Omarlar'ın kızı Fadim ile evlenir. İki
kızı olur, Nesibe ve Rukiye. (Topraklığa gelin olur ve Yazıcılar diye bilinen ailenin anneleri
olur)
Mehmet Efendi Cinciliğe Konya'da devam eder. Anlatılanlara göre delileri okuyarak iyi
edermiş. Kuru postu okuyarak yürütürmüş. Zanlı kişilerin sidikliğini bağlayıp onları itiraf
etmeye zorlarmış.
Kızı Nesibe aynı adı taşıyan annemin babaannesi, çok iyi bir kaynana imiş. Kendisi
kaynanasından çok çekmiş, ve gelinine aynı şekilde davranmama sözü vermiş. Şu hikaye
anlatılır kaynanası Fadim nene çok cimri ve despot bir kadınmış, gelini Nesibe ile ev işlerini
yapıyorlar, gelin acıktığını ve bir şey yemelerini söylüyor, ama kaynana şu işi de bitirelim,
daha sonra, şu işte yarım kalmasın daha sonra der ve gelin açlıktan yere yığılıverir.
Elmasun köyünde o yıllarda yaptığım incelemelerde Mehmet Efendi'nin kardeşi Ahmet
Efendinin çocuklarına rastladım ve tanıştım. 1914 doğumlu Hasan Dudağaç ile uzun uzun
sohbet ettik ve soy ağacı çıkardık. Cinci Ahmet'in oğlu Hüseyin'in, 1914 yılında Afyon'da
şehit olduğunu öğrendim. Bir süre haberleşmelerimiz devam etti.
Küçük bir araştırma küllenmiş bir aşk hikayesini ve bugünün anlayışına uymayan çözüm
yöntemini ortaya çıkarmış oldu.
(03.04.2001 YENİ GAZETE KIRAMBAR)
15
PROF DR. SAİM SAKAOĞLU’NUN ÇAYBAŞI YAZILARI ÜZERİNE
Mehmet BİLDİRİCİ
"Çaybaşı Yazıları" Meram Belediyesi kültür yayınlarından, 2000 yılında yayınlanmış. Yazarı
bir Çaybaşılı Prof. Dr.Saim Sakaoğlu. Benim 55 yıllık arkadaşım. Hakimiyeti İlkokulu'nda
1946 yılında 1-A sınıfından sınıf arkadaşım, öğrenim hayatımız Konya Lisesi Orta kısmı
sonunda ayrıldı, ama arkadaşlığımız hep devam etti.
"Çaybaşı Yazıları" Konya'nın bir sokağının konuşması, kendisini anlatması olarak nitelendirilebilir. Çaybaşı bizi yöneten elitlerin oturduğu bir mekan değil, mimari tarihinde yeri olan
binaların, anıtsal eserlerin bulunduğu bir cadde de değil, halkın yaşadığı bir mekan, kitabın
yazarının ve bir kaç kişinin, tanındığı bir sokak. Gene de Fahrünnisa camii gibi tarihsel bir
yapıya da sahip.
Elitler, sayıca azdır, ama, iyi ve kötü yönetimleri ve farklı kültürel yaşantıları ile büyük kitleyi,
toplumun bel kemiğini etkilerler. Etkilenen ise halktır, yani binlerce Çaybaşı sokağının
sakinleridir, Bir bakıma elitleri elit yapan da halktır. Halkın kültürünün gerçek olarak ortaya
çıkması için başka böyle sokakların da içinde yaşayanlar tarafından dillendirilmesi gerekir
diye düşünüyorum. Bu bağlamda yazar önemli bir ilke imza atmıştır. Gazetelerde zaman
zaman okuduk, kitap olarak da herkes tarafından okunmalıdır diye düşünüyorum. Meram
Belediyesi de gerçekten halkın kültürünü ve yaşamını ortaya koyan böyle değerli bir kitabı
bizlere armağan ettiği için kutlanmalıdır.
Ben konuyu iki ayrı yazıda ele alacağım. İlkinde Çaybaşı'nda Sakaveliler'in evinde geçen
anılarım, diğerinde ise ilgi alanıma girdiği için "Çaybaşı'nın suyu nereden gelir? Ne zaman
akardı ? ve nereye akardı? konusunu işleyeceğim.
ÇAYBAŞI'NIN SUYU
Bilindiği gibi Konya'nın bugünde olduğu gibi yüzyıllardır su ihtiyacının Meram deresi
sağlamış, Meram ve Konya'ya hayat vermiştir. Bazen de seller getirerek onu
cezalandırmıştır. Bu yüzden "Konya'nın ölümü sudan" deyişi söylenegelmiştir. Ancak
bugünkü teknoloji ile yapılan baraj ve koruma duvarları ile bu deyiş geçerliliğini kaybetmiştir.
Meram deresi Konya'nın batısında bulunan dağlık arazide bulunan 30 km uzaklıktaki
Tepeköy ve Dilekçi köyündeki pınarlardan başlar ve vadi içindeki pınarlarla beslenerek
Meram'a gelir, Konya içinden geçerek ovada kaybolur.
Selçuklular döneminde ve bir kısmı daha önceki dönemlerde açılan kanallarla bağ ve
bahçeler sulanmıştır. Doğal su yolları büyüklüğüne göre çay, dere, nehir, akarsu olarak
isimlendirilir. İnsanların sulama ve içme suyu ihtiyaçlarını karşılamak için açılan su yollarına
mühendislikte sulama kanalı, eskiden ise ark ve ırmak olarak isimlendirilirdi. Ereğli, Niğde
ve pek çok yerde ark ismi kullanılır. Ereğli'de çok ünlü Alanark, Şehir arkı gibi. Ama çok
ilginçtir Konya'lı kendine özel ırmak ismini tercih etmiştir.
Meram deresinden sol sahilden Yaka Irmağı su alır, bu ırmağın eski ismi Yaka semtinin eski
ismi olan "Kedekelas"tır. Sağ sahilden ise ilk su alan ırmak, Selçuklu veziri Sahip Ata
Fahrettin Ali (ölümü 1286) tarafından açtırılan ve onun ismini taşıyan Sahip Irmağı’dır.
Meram'a yaklaşınca Maarif Değirmeni olarak bilinen mevkiden sağ sahilden "Şehir ırmağı
su alır. Bu ırmak Selçuklu döneminde Konya kentinin içme ve kullanma suyu ihtiyacını
karşılardı.
Meram çayı Müftü Gediği mevkiine geldiğinde iki ırmağa daha su verir ve Selbasan
mevkiine doğru devam eder ve ova içinde kaybolur. Bir akarsu üzerinde suyu kontrol eden
yapılara "Regülatör" ismi verilir. Konyalı bu terimi özel olarak "Gedik" ismi ile ifade etmiştir.
Bugün burada Eski Meram yolu üzerinde "Müftü Gediği Regülatörü" vardır.
Müftü Gediğinden üst kotta su alan ırmak Gümüş ırmağı olarak bilinir, tarihi Selçuklu
sarnıcının bulunduğu Aksarnıç mevkiinde ırmak ikiye ayrılır, bir kol Aydoğdu üzerinden
Çaybaşı'na gelir ve buradan Mengene semtine devam ederek ova içinde kaybolurdu.
16
Tekrar Çaybaşı'na dönersek, Çaybaşı ismi doğru konmamıştır, çay doğal bir su yoludur.
Çaybaşı'nda bugün mevcut olmayan sadece ismi kalan ırmak sulama amaçlı kazılmıştır.
Meram deresinde kış aylarında su boldur, Meram çayı dolu dolu akar, ama yazın su çok
azalır, ancak Meram ve çevresindeki bağlara yetebilir. Yani Çaybaşı'na yazın su gelemez.
Burada eskiden olan bağlar kuyudan sulanarak sebze ve meyve yetiştirilebilirdi.
Peki en ihtiyaç duyulduğu zaman su yoksa bu ırmak niçin açılmıştır. Çaybaşı'na ve kentin
her yerinde bulunan ırmaklar kış sulaması için kazılmıştır. Kışın su bol iken Konyalı bağını
1-1.5 m su ile en az bir defa doldururdu. Bu şekilde yer altı suyu takviye edilirdi ve eski
üzüm bağları için bu su yeterli idi.
Bu sistem aşırı kentleşme ve Meram çayı üzerinde yaptırılan Altınapa barajı ile
bozulmuştur. Çünkü kış sel suları barajda toplanmaya başlamıştır. Kanallar yaz kış kuru
hale gelmiştir ve Çaybaşı'da görüldüğü gibi üzeri doldurularak cadde genişletilmiştir.
Bugün Meram çayının suyu DSİ tarafından yaptırılan "Su Arıtma Tesisleri"nde arıtılarak
Konya kentine ve bir miktarda Meram bağlarına verilmektedir.
Konya İçmesuyu projesi kapsamında çalışmam ve konuyu inceleme imkanı bulan bir kişi
olarak iyi bir proje gerçekleştirilemediği ve Meram bağlarının kurumaya mahkum edildiğine
inanıyorum.
(10.04.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
17
PROF DR. SAİM SAKAOĞLU’NUN ÇAYBAŞI YAZILARI ÜZERİNE
Mehmet BİLDİRİCİ
"Çaybaşı Yazıları" Meram Belediyesi kültür yayınlarından, 2000 yılında yayınlanmış. Yazarı
bir Çaybaşılı Prof. Dr.Saim Sakaoğlu. Benim 55 yıllık arkadaşım. Hakimiyeti İlkokulu'nda
1946 yılında 1-A sınıfından sınıf arkadaşım, öğrenim hayatımız Konya Lisesi Orta kısmı
sonunda ayrıldı, ama arkadaşlığımız hep devam etti.
"Çaybaşı Yazıları" Konya'nın bir sokağının konuşması, kendisini anlatması olarak
nitelendirilebilir. Çaybaşı bizi yöneten elitlerin oturduğu bir mekan değil, mimari tarihinde
yeri olan binaların, anıtsal eserlerin bulunduğu bir cadde de değil, halkın yaşadığı bir
mekan, kitabın yazarının ve bir kaç kişinin, tanındığı bir sokak. Gene de Fahrünnisa camii
gibi tarihsel bir yapıya da sahip.
Elitler, sayıca azdır, ama, iyi ve kötü yönetimleri ve farklı kültürel yaşantıları ile büyük kitleyi,
toplumun bel kemiğini etkilerler. Etkilenen ise halktır, yani binlerce Çaybaşı sokağının
sakinleridir, Bir bakıma elitleri elit yapan da halktır. Halkın kültürünün gerçek olarak ortaya
çıkması için başka böyle sokakların da içinde yaşayanlar tarafından dillendirilmesi gerekir
diye düşünüyorum. Bu bağlamda yazar önemli bir ilke imza atmıştır. Gazetelerde zaman
zaman okuduk, kitap olarak da herkes tarafından okunmalıdır diye düşünüyorum. Meram
Belediyesi'de gerçekten halkın kültürünü ve yaşamını ortaya koyan böyle değerli bir kitabı
bizlere armağan ettiği için kutlanmalıdır.
Ben konuyu iki ayrı yazıda ele alacağım. İlkinde Çaybaşı'nda Sakaveliler'in evinde geçen
anılarım, diğerinde ise ilgi alanıma girdiği için "Çaybaşı'nın suyu nereden gelir? Ne zaman
akardı? ve nereye akardı? konusunu işleyeceğim.
SAKAVELİLERİN EVİ
Tabir caiz ise Sakavelilerin evi (Sakaoğlular'ın evi) Çaybaşı'nın tam orta yerinde idi. Evin
reisi Hafız-Hattat Mehmet Sakaoğlu (1902-1975), bizim deyişimiz ile Hafıza, Fahrünnisa
camiinin kadrolu imamı idi, devamlı evde idi, kalem efendisi idi, sorulan danışılan bir kişi idi.
Çaybaşı'nda olan her sosyal olayın ve oluşumun içinde idi.
Benimde bu evde çok anılarım vardır. Sevgili arkadaşım Saim ile ortaokulda iken ders
çalışmak için buraya gelirdik. Kitapta görülen camlı köşk gibi olan yaz odasında (sayfa 195
de ağacın arkasındaki oda) ve kitapta görünmeyen, evin doğu cephesinde penceresi
yukarıda olan Saim'in odasında ders çalışır idik.
Ama esas olan Saim yokken Sakavelilerin evinde geçen anılarım. Saim, Erzurum'da görevli
idi, bir ara Amerika Birleşik devletlerine ihtisas için gitti. Ben babası Hafıza ve ağabeyi
Hasan Sakaoğlu arkadaş gibi idik. Onları ziyaret eder, kitabın sayfa 198 sayfasında görülen
harciyenin köşesinde Hafıza köşeye oturur, Hasan ağabey ve ben günün politik olaylarını
değerlendirirdik, Hafıza köşede ağızlığında sigara gözü kapalı gülümseyerek bizi dinlerdi.
Konuşmalarımız ve değerlendirmelerimiz, genellikle İsmet Paşa lehine olurdu.
Hafıza çok değişik bir insandı, kibar insandı. Saim nerede olursa olsun Hafıza, ona Konya
gazetelerini gönderirdi. Bir kağıtla katlar derkenar olarak selam yazardı. Yıllarca bunu hiç
aksatmadı. Ben o zamanlar serbest çalıyordum. Zaman zaman büroya uğrar, bir çayımızı
içer ve onun için hazırladığımız boşa çıkan ozalitleri hazırlar ona verirdik. O zamanlar en
kaliteli kağıt idi bu ozalitler. Hafıza onları dilediği boyutta keser, onlara nuska yazar, şiir
yazar, katlayarak Saim'in gazetelerini gönderir kenarına selam yazardı.
Gerçekten Sakaveliler'in Çaybaşı'daki hanesi eski geleneği ve yaşam tarzını sergileyen bir
kültür odağı idi.
(10.03.2001 KONYA POSTASI CÖNK)
18
KONYA LİSESİ ESKİ MÜDÜR YARDIMCISI
TURGUT KARGALIK'IN KAYBI
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi'nin 1947-1961 yılları arasında Müdür Yardımcısı ya da Başmuavin'i Turgut
Kargalık (1915-2000) 26 Aralık 2000 tarihinde Ankara'daki evinde öldü ve Ankara'da
toprağa verildi.
Bugün yaşı altmışın altında olanlar bilmezler, altmışın üzerinde olanlar da hocamızın
nerede olduğunu ne yaptığını bilmeyebilirler. Bu yönden bu yazımda bu değerli hocamızın
hayat öyküsünü yakın çevresinden ve eşi değerli hocamız Muazzez Hanım'dan derlediğim
bilgilere dayanarak sunacağım. Önce kendisine Allah'tan rahmet diliyorum.
Turgut Kargalık Romanya doğumlu olup, orada yaşayan bir Türk ailesinin oğludur. Küçük
yaşta babasını kaybetmiş, annesi ile birliktedir. İlk ve orta öğrenimini orada yapmıştır.
Turgut Kargalık'ın hayatında önemli bir değişikliğe, onun gelip Türkiye'de öğrenim görüp
Türk vatandaşı ve Türk aydını olmasına sebep olan önemli bir kişi olmuştur. Hamdullah
Suphi Tanrıöver (1885-1966)
Son Osmanlı Meclisinde milletvekili, ve Atatürk döneminde bakan ve milletvekili olan
Hamdullah Suphi, 1931-1939 yılları arasında, Romanya'nın başkenti Bükreş'de Türk
Büyükelçisi'dir. Hamdullah Suphi bu görevi sırasında Dobruca ve Basarabya bölgelerinde
yaşayan Gagavuz Türkleri ile ilgilenir. Onların orada Türkçe eğitim görmesine ve Türkçe
eğitim veren okulların açılmasına çaba gösterir. Bu arada orada yaşayan fakir Türk
çocuklarının Türkiye'de okuması ve yetişmesi için çabalar, fakir ailelerin zeki ve kabiliyetli
çocuklarına bu kapı açılır. Konu fevkalade ilginç ve araştırılmaya değerdir.
Bu gençlerden biri de babasını kaybetmiş ve öksüz olan Turgut'tur. Yıl 1935 veya 1936 dır.
İstanbul'da bir yakınına göre Kabataş Lisesi'nde, eşi Muazzez Hanım'ın ifadesine göre
Bebek'te bulunan özel Boğaziçi Lisesi'nde devlet tarafından okutturulur. İkinci Dünya savaşı
başlarken liseyi bitirir. Hamdullah Suphi'nin projesi Türkiye'de öğrenim gören Turgut'ların,
tekrar Romanya'ya dönüp Gagavuz Türklerinin eğitim kalkınmasına yardım etmek mi idi
bilinmez.
Ancak savaş yolları kapamış doğum yeri olan Romanya Almanya tarafından işgal edilmiştir.
Annesi ve ailesi ile ipleri kopmuştur. Liseyi bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve
Coğrafya Fakültesine girer 1943 yılında Fransızca bölümünü bitirir.
Hemen mezun olunca, henüz Dil-Tarih Coğrafya bölümünde Fransızca öğrenimi gören ve
öğrenci olan Muazzez Hanım ile 1943 yılında evlenir. İlk görevi Antakya Lisesi'nde 19431947 yılları arasında Fransızca öğretmenliği ve başmuavinliktir.
Yedek subaylığını Konya'da yapar ve bu ara öğretmenliğe devam eder. 1946 yılında önce
eşi Muazzez Kargalık Konya Lisesi Fransızca öğretmenliğine, askerlik görevinin ardından
Turgut Kargalık Konya Lisesi'ne Fransızca öğretmeni olarak atanır.
Turgut Kargalık 1961 yılına kadar, Fransızca öğretmenliği ve Müdür Başyardımcılık görevini
sürdürür. Daha sonra emekli olana kadar Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ne baş muavin ve
Fransız Dili ve Edebiyatı bölüm başkanı olur.
Konya Lisesi'nde görev yaptığı yıllarda, Hikmet İlaydın, Samih Atademir, İbrahim Cengiz,
Selman Erdem ve Nail Gökbudak Müdür olarak görev yapmış, ancak gerideki adam daima
Turgut Kargalık'tır. Bu yıllarda Konya Lisesi 1940'lı yıllardan gelen altın yıllarını
yaşamaktadır. Türkiye'nin önde gelen liselerindendir. Bu gözle bakıldığında Turgut
Kargalık'ın hizmetlerinin boyutu görülecektir.
Ben yatılı, ve Fransızca öğrencisi olmadığım için öğrencilik yıllarında hocamı pek yakından
tanıyamadım. Daha sonra irtibat kurdum, evinde ziyaret ettim. Değerli arkadaşımız Yaşat
Manav'ın Korukent de düzenlediği Konya Lisesi günlerinde birlikte olduk, sohbetlerimiz oldu.
İki örnek vereceğim.
19
Konya ilçelerinden birinden Konya Lisesi'ne okumaya gelen, fakir bir ailenin çocuğu olan,
daha sonra çok başarılı bir Avukat olan arkadaşım anlattı. Başmuavin Turgut Bey bir kaç
defa kendisini okula ceketle gelmesi için uyarır. Sonunda bu arkadaşımız, hocam benim
ceketim yok ki giyeyim der. Bir kaç gün sonra çok az giyilmiş bir ceketi bir paket içinde
kendisine verir. Arkadaşımız ben bu ceketle liseyi bitirdim, benim babamdı diye anlattı.…
İkinci bir anım da yanlış bir duyum ve yanlış anlayış sonucu, yaklaşık 8 yıl önce hocamın
vefat ettiğini öğrendim ve eşi Muazzez hanıma telefon ettim. Telefona kendisi çıktı, oğlum
ben hayattayım yaşıyorum dedi. Baltayı taşa vurmuştum, hemen kendimi toparladım ve çok
yaşayacaksınız hocam diyebildim.
Eşi kendisi gibi Fransızca öğretmeni Muazzez Kargalık ile emeklilik yaşamını kışları Ankara
Bahçelievler'de ve yazları İstanbul Kartal'da geçiren Kargalık çiftinin Behçet ve Ayşegül
isimli iki çocukları bulunmaktadır.
Başsağlığı için Muazzez hanıma telefon açtığımda, ağlayarak bu defa doğru, hocayı
kaybettik dedi. Kendisine Tanrıdan rahmet, yaptığı hizmetlerin unutulmaması dileğiyle,
(17.04.2001 YENİ GAZETE- KIRKAMBAR)
Konu ile ilginç bir değerlendirme de şöyle:
Yakup Aygil'in "Hıristiyan Türklerin Kısa Tarihi" Ant Yayınları-İstanbul 1995 isimli eserinin
61.sayfasında şunlar yazılıdır.
"Uzun yıllar (1931-1944) Romanya'da büyükelçilik yapan Hamdullah Suphi bu görevi
sırasında Romanya'nın birçok yerlerini gezerek Türklerle ilgilenmişti.
Hamdullah Suphi 1935 yılında 10 adedi kız, 70 genci Romanya'dan getirterek, çeşitli
okullara yerleştiriyor. Öğrenimlerini başarı ile sürdüren bu Türk Hıristiyan gençleri için
Bakanlar kurulu 16.09.1943 tarihinde Türkiye Nüfusuna geçiş kararı alıyor. Nüfus
cüzdanlarında din hanesinde "Türk Ortodoks" ibaresi ekleniyor.
Bu gençler her Pazar günü kilisede Türkçe ilahiler seslendiriyor. Türk Ortodoks Patriği Papa
Eftim'de onlara babalık görevini yapıyor. Bu öğrencilerin tümü okullarını bitirip iş aramaya
başlayınca Hıristiyan olmaları büyük bir engel oluyor. Sonunda gençler Müslümanlığa
dönüp Türk kızları ile evleniyor.
Bunun üzerine Papa Eftim Hamdullah Suphi'yi arıyor, nerede benim 70 kişilik cemaatim?
"Müslümanlığın defterinde 70 kişi mi eksikti? diye soruyor.
20
NİHAL -HİKMET İLAYDIN'IN YENİ ÇIKAN YAYINI
MAKALELER
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu yazımda bir kitap hakkında duyuru yapacağım. MAKALELER, yazarı Türk ve Divan
Edebiyatının önde gelen isimlerinden, Hikmet İlaydın, eseri yayına hazırlayan eşi Nihal
İlaydın. Dağıtımı Aydın Kitapevi tarafından yapılmaktadır. Adresi İzmir caddesi no 13/52
Yenişehir- Ankara. Telefon (0312) 230 25 69. Eser 1999 yılı yayınıdır.
Eserde değerli edebiyatçı ve eğitimci Hikmet İlaydın'ın makaleleri yer almaktadır. Sonunda
yazarın eğitim ve öğretim konusunda görüşlerini belirleyen anılar bulunmaktadır.
Diğerlerinde ise Yunus Emre ve diğer Türk şair ve yazarları hakkında incelemeler vardır.
Ben edebiyatçı ve konunun uzmanı değilim. Hikmet ilaydın ve eşi Nihal İlaydın'ın Konya
Lisesi ile ilgili kişilikleri beni bu yazıyı yazmaya yönetti. Yaptığım araştırmada da Hikmet
İlaydın'ın Türkiye'de bu konulara vakıf en önde gelen kişilerden biri olduğunu öğrendim.
Çok sevdiğimiz, ancak kim olduğu ve hayatı hakkında doğru dürüst hiç bilgi sahibi
olmadığımız Yunus Emre konusunda en tarafsız ve bilime yakışan araştırma ve yazıların
İlaydın tarafından yazıldığına inanıyorum.
Hikmet İlaydın 1914 yılında Muğla'da doğmuştur. Orta öğrenimini Muğla'da tamamladıktan
sonra, Muğla'da lise olmadığı için orta öğrenimini Konya Öğretmen Okulu’nda görmüştür.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bitirdikten sonra Gaziantep,
İzmir ve Konya Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği görevlerinde bulunmuştur. Hikmet İlaydın
1948 yılında öğretmenliği yanında Konya Lisesi Müdür Yardımcısı ve Müdürü olmuştur.
(1948-1949)
Daha sonra Milli eğitim Bakanlığı Müfettişliği, Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği, ve
Müsteşarlık görevinde bulundu, dört yıl (1960-1964) İran'da Kültür Ateşesi olarak çalıştı.
1967 yılında Talim Terbiye kurulu üyeliğinden emekliye ayrılan Hikmet İlaydın 09.09.1991
tarihinde hayata gözlerini kapadı. Eşleri Nihal İlaydın 1945-1955 yılları arası Konya Lisesi
Fransızca öğretmenidir.
Yazar sağlığında Sadi'nin İran Edebiyatının en önde gelen yapıtlarından "Gülistan" ve
"Bostan" tercümelerini gerçekleştirmiş ve "Türk Edebiyatında Nazım" adlı eseri vardır. Diğer
iki yayını "Yunus Şiirinden Günümüze Yaklaştırmalar" ve "Makaleler" adlı eserleri eşleri
Nihal İlaydın tarafından kendisinden başka kimsenin okuyamayacağı müsveddelerden
yayına hazırlanmıştır. Yazar eşinin ifadesine göre bunları yayınlamaya isteksiz bulunmuş ya
da zaman bulamamıştır.
Değerli hocamız Nihal İlaydın önde gelen doğu ve batı dillerini bilen nadir kişilerden biridir.
Fransızca, İtalyanca'yı akademik düzeyde, İspanyolca'yı Romanoloji bölümünde öğrenmiş,
Arapça ve Farsça'yı bilmektedir.
Gerçekten ileri yaşında eşine ait iki eseri ortaya çıkarması ve onları edebiyatçılara kaynak
eser olarak sunması örnek alınacak olağanüstü bir olaydır.
Değerli hocamız kışları Ankara Emek mahallesinde, yazları Marmaris'te eşinin memleketi ve
onun soyadını taşıyan bir apartmanda emeklilik günlerini geçirmektedir.
On yıldan bu yana Konya Lisesi'nde görev yapan değerli öğretmenlerimizi araştırmaktayım,
kendilerinin iyi yetişmeleri ve edindikleri birikimlerle bizi iyi yetiştirdiklerine inanıyorum.
İlaydın çiftinin hayat ve çalışmaları bunun güzel örneklerinden biridir diyorum.
Kitabı edebiyatçılara ve aydınlara okumaları ve değerlendirmeleri için öneriyorum.
(24.04.2001 YENİ GAZETE- KIRKAMBAR)
21
KONYA LİSELİLERİN 2001 KORUKENT BULUŞMASI
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi 1956 yılı mezunu, değerli işadamı, Mimar Hüseyin Yaşat Manav ve zarif eşi
Bilsev Manav'ın organize ettiği geleneksel buluşma, bu yıl 26 Mayıs günü, kendilerinin
projelendirdiği ve yapımını üstlendiği Korukent tesislerinde gerçekleşti.
Yaklaşık 40 kişiyi buluşturan ne idi? Cevabı 1950'li yıllarda Konya Lisesi'nde yaşadığımız
öğrencilik yılları. Burada eğitimimizi almış yıllar sonra eşlerimizle, çoluk çocuk sahibi olarak
İstanbul'un seçkin bir semti olan Korukent sitesinde bir araya geliyoruz.
Bize bu imkanı sağlayan arkadaşımız Yaşat Manav, Mersin'in Mut kazasından, yatılı olarak
Konya Lisesi'nde okuyor. Meslek hayatının ilk yıllarında Mersin'de, daha sonra İstanbul
Mecidiyeköy'de Abide Sitesi, ve Korukent Sitesi'nin oluşumunu gerçekleştiriyor. Gerçekten
şartların ve değerlerin sık sık değiştiği Türkiye'de bunları gerçekleştirmek çok güç, ama
çalışarak zorlanarak bunu başarıyor, şimdi de Amerika Birleşik Devletleri'nde Florida'da
ailesi ve çocukları ile birlikte yeni bir proje geliştiriyor, zamanının bir kısmını orada geçiriyor,
bu kadar işleri arasında da öğretmenlerine ve sınıf arkadaşlarına zaman ayırıyor….
Önce topluca ikram edilen yemeklerimizi yiyoruz. Sunulan Konya etliekmeği Vedat Vefa'nın
ikramı, arkadan toplu fotoğraf çektirmeye sıra geliyor. Yıllar değişiyor, karenin içine girenler
değişiyor, ama kameranın arkasındaki arkadaşımız Yaşat Manav ve toplu fotoğraf çekme
geleneği değişmiyor….
Kısaca şimdi de toplantının bir özetini verip, katılanlar hakkında bilgi sunacağım. Geçen
toplantıda bulunan eski Lise Müdür yardımcısı ve Fransızca öğretmeni Turgut Kargalık
(1915-2000) Ankara'da, arkadaşımız, Türk Hava Kurumu eski Genel Başkanı, Prof Dr Attila
Taçoy (1939-23.05.2001) Antalya'da vefat etmişti. Onları andık ve ruhları için bir fatiha
okuduk. Eşi Muazzez Kargalık bu defa aramızda idi, ancak yalnız ve üzgün olarak.. Geçen
toplantıda Turgut hocamız ile birlikte idik. Son görüşmemiz imiş.
Hocalarımızdan başta zamanın Lise Müdürü Selman Erdem, vardı. Eşi Nezahat Hanım ağır
bir rahatsızlık geçirmiş, iyileşmiş idi, ancak toplantıya katılacak kadar değildi, kendisine
hocamla birlikte sağlıklı yaşam diliyoruz. Toplantıda hocamın anlattıklarını ilgi ile dinliyoruz.
Bu defa İngilizce öğretmenimiz Mukbil Ertunç ve eşi Psikoloji ve Felsefe öğretmenimiz
Semahat Ertunç aramızda idi, onlarla da eski günleri konuştuk, hasret giderdik. Ben şahsen
yıllar sonra ilk defa kendilerini görüyordum. Hocam Konya Lisesi'nin ilk İngilizce öğretmeni
siz mi idiniz diye soruyorum. Benden önce bir Kıbrıslı öğretmen vardı diyor.
En genç hocamız, Resim öğretmenimiz Nurhayat Hanım ve eşi Konya Lisesi 1937 mezunu
ağabeyimiz emekli Defterdar Riza Evci her yıl gibi aramızda idi. Hocamızı yakından
tanıdığımızda her türlü sanat etkinliklerine duyarlı olduğunu anlıyoruz. Hocamız
Fenerbahçeli idi, çocukluğu orada geçmişti. Babası mühendis, Almanya'da, annesi
Kadıköy'de Fransız okulunda okumuştu. Hocam ortaokuldan sonra, Güzel Sanatlar Resim
Bölümü'nü bitiriyor, tüm hayali Paris'te sanat eğitimi almak, ancak bir anda kendini resim
öğretmeni olarak Konya'da buluyor. Konya'nın köklü ailelerinden Defterdar Riza Evci ile
evleniyor, Konya'mızın gelini oluyor. Konya ve Bursa'da eşi ile birlikte görev yaptıktan sonra
çok sevdiği ve gençliğinin geçtiği Fenerbahçe'ye dönüyor, babasından kalan arsa üzerinde
yaptırılmış apartman dairesinde emeklilik günlerini geçiriyor. Yazlıkları ise Marmaris
İçmeler'de, yaz ayları oradalar.
Geçen toplantıda bulunup, buna katılamayan Biyoloji öğretmenimiz Fehime Birekul, rahatsız
ve üzgün, önce Sedef adasında birlikte oldukları, gelinleri Yıldız Hanımı kaybediyorlar,
arkasından hanımının acısına dayanamayan kardeşi Sami Birekul yaşama veda ediyor,
hocamı bu olaylar çok üzüyor, kendisine başın sağ olsun diyoruz. Hocam zaten yalnız, daha
da yalnız oluyor.
Toplantıya gelmeden önce Müzik öğretmenimiz Şadiye Hanımı telefonla arıyorum. 86
yaşındayım, bir yere çıkmıyorum, kızım ile oturuyorum diyor, eski olayları hep hatırlıyor.
Hocamın selamlarını topluluğa aktarıyorum.
22
Selam gönderen bir başka hocamız, bizden önceki Türkçe öğretmeni Mustafa Çetiner, çok
yaşlı olan ve İstanbul Yeşilyurt da emeklilik yaşamını sürdüren arkadaşımız Sezer'in babası
olan Çetiner katılmama sebebini yaşlılığına ve gençlere uymanın zorluğuna bağlıyor.
Konya'da yaşamını sürdüren Fizik öğretmenimiz yoğun kitap hazırlıklarından dolayı
katılamıyor, ancak kitapları toplantıya katılıyor, arkadaşımız Yaşat Manav onun, 40 adet
kitabını temin etmiş, gelen konuklarına hediye ediyor. Herkes "Türk Dili ve Edebiyatı cilt 1
adlı 1000 sayfalık" yayın karşısında hayretini gizlemiyor.
Benzer şekilde eşinin kitaplarını yayınlayan Fransızca öğretmenimiz Nihal İlaydın, ancak
Ankara'da olduğu için toplantıya katılamıyor. Hayatta olan diğer hocalarımız, Ankara'da
Edebiyat hocamız Handan Gürses, İngilizce hocamız Perihan Kabakçı, Konya'da Beden
Eğitimi hocamız Sebahattin Şengün ve İzmir'de Matematik öğretmenimiz Şükran Gözen,
ileri yıllar onları da görmek dileğiyle…
Konya Lisesinin 1956 yılı mezunları, bugünün vali, yüksek bürokratlarına gelince:
Eski Vali ve Meclis Başkan Vekili Vecdi Gönül gene eşi ile aramızda, sessiz ve vakur bir
şekilde oturuyor, dinliyor. Şarkı söylendiğinde güzel sesi ile onlara katılıyor.
Güner Orbay ve eşi Havva Hanım birlikte geliyor. Eski vali Orbay 42 yıllık hizmetten sonra
emekli oluyor. Görev sırasında yaptığı hizmetleri belirten kendisi için yazılmış şiirleri
yayınlama çabası içinde, gerçekleşmesini diliyoruz.
Fıkralara sıra geliyor. Çoğu hocalarımızla ve eski yıllar ile ilgili. Yaşat Manav anlatıyor. Fizik
hocası Ziya Bey, kim bilir ne acılar çekti, onun sonucu bir robot gibi davranıyor, bir robot gibi
konuşuyor ve öğrencileri ona Robot adını takıyorlar. Öğrenci velileri bile kendisinin gerçek
adını Robot sanıp, Robot Bey diye kendisine hitap ediyorlar. Robot, Okul Müdürü Nail
Gökbudak'a gidiyor, dert yanıyor, bana robot diyorlar ben istifa edeceğim diyor. Nail Bey
cevap veriyor, daha ne istiyorsun robot kötü bir şey mi? Sen bana ne diyorlar biliyor musun
diye cevaplıyor?
Vedat Vefa anlatıyor. Nail sağ iken Konya'dan Selçuk Acar geldi, Nail Beyi ziyaret edelim
diye tutturdu, telefon ettim. "Hocam sizi ziyarete gelmek istiyoruz". Hoca telefonda her
zamanki ses tonu ile "Gelip de ne olacak?" diyor. Efendim elinizi öpeceğiz diyoruz, o da
öyleyse gelin diyor.
Sencer Yurday Koman, meslekte 40 yılı doldurmuş, İTÜ den 40.Yıl törenlerinde verilen
kitabı gösteriyor, kitaplara geçtim diyor. Her zamanki gibi fıkraları anlatıyor, bazen de sınırı
aşıyor ama herkes sadece gülümseyip geçiyor.
Yargıtay’dan emekli Vehbi Canbilen, arkadaşımız Manav'ın gönderdiği CD deki gibi burada
konuşmuyor! Dinlemeyi tercih ediyor.
Hasan Ali Acar eşi Nursel Hanım ile geliyor. Nursel Acar'ın Ankara'da bir resim sergisi
açtığını öğreniyoruz. Değerli bir ressam olan Nursel Hanıma başarılı çalışmalar diliyoruz.
Prof.Dr. Erkmen Böke eşi ile katılıyor. Ama geçen defa Hafi Kendi'den kendisi ile ilgili fıkra
anlattığı halde bu defa sadece dinlemeyi tercih ediyor. Dinlemeyi tercih edenler arasında
emekli general Tuncay Aybek ve eşi, Yılmaz Dağdeviren, Ertan ve Meral Poyra bulunuyor.
Yücel Edil uzun uzun Nurhayat Hanıma bir şeyler anlatıyor.
Sıra şarkılar faslına geliyor, Bestekar Gündoğdu Duran'ın besteleri yanında güzel şiir
yazdığı ortaya çıkıyor. Kendisinin bir şiirini Yaşat Manav bir çırpıda okuyor. Bu şiiri kimin için
yazdığını biliyorum ama açıklamam diyor. Gündoğdu Duran'ın bir arkadaşı bir kıza aşık
oluyor, şüphesiz bu çok görülen bir olay, bu olayda arkadaşı gelip kızın resmini veriyor,
benim ağzımdan bir şiir yaz diyor. Gündoğdu aldığı sipariş üzerine şiirini yazıyor,
arkadaşına veriyor, alıyor oda şiiri kızın çantasına koyuyor, o da alıp şiiri idareye teslim
ediyor. Sonrası bu arkadaşın başına pişmiş tavuğun başına gelmemiş olaylar geliyor…
Hanımı da gülümseyerek dinliyor
Tabii bir bestekar ortaya çıkar da bestesi okunmaz mı? Önce sesim uygun değil diyor. Onun
yönetiminde "Ankara Rüzgarı" Sencer Koman ve Vecdi Gönül başta olmak üzere hep
beraber okunuyor. Arkasından alkışlar. Nurhayat Hanım Gündoğdu'ya soruyor, yenileri yok
mu diye, var ama piyasaya çıkma koşulları zorlaştı diyor.
23
Taner Baykara ve eşi ile diğer yıllarda olduğu gibi en çok konuşanlar arasında, öğrenciler
arasında kavgalar olduğunda rahmetli Ömer Faruk Mesçi'nin kendisini çağırıp kim kime
vurduğunu sorduğunu anlatıyor. Son olarak da, Güreşçi Dr. Halil Kazım Gedik'in kameralara
göre güreş yaptığını, kamera güzel görüntü alacaksa rakibini tuş yaptığını, yoksa bunu
yakalamak için güreşi uzattığını arkadaşımız Yaşat anlattı, günahı onun boynuna…
1957 yılı mezunları olarak da Osman Bıyıkoğlu, eşi ve ben Mehmet Bildirici ve eşim aynı yıl
mezunu Düzay Bildirici yer alıyordu. Gayem bu güzel birlikteliği yazıya dökmek istedim,
hepsi o kadar.
Toplantı bittikten sonra hanım bir yere gidip bir çay içelim dedi. Çok yorgun olduğumu
söyledim. Hocalarım ve arkadaşlarımla eski günleri yaşadığımız toplantı yormuştu. Bu
yorgunluk mutluluk yorgunluğu idi.
(17.07.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
24
KUDÜS'TE YAPILAN "ANTİK ÇAĞDA SU" KONFERANSININ ARDINDAN
Mehmet BİLDİRİCİ
Atakan sokak 11/7 Mecidiyeköy-İstanbul-TURKEY
7-12 Mayıs 2001 tarihleri arasında İsrail'de yapılan "11th International Conference on Water
in Antiquity" Türkçe’si "11. Uluslararası Antik Çağda Su" adlı toplantıya, Almanya'da
bulunan Prof. Dr. H. Fahlbusch'un daveti ve desteği üzerine kendi imkanlarımla katıldım.
Konferansın konusu ilk çağda su tesisleri, benim on yıldan bu yana üzerinde çalıştığım
konu. Türkiye'de çeşitli seminer ve panellerde bu konuda konuşma ve bildirilerim
bulunmaktadır. Üç makalemde Uluslararası Sulama ve Drenaj kongresinde yayınlandı, ama
onlara bizzat katılamamış idim. Bu konferansta konuşmacı idim, benim için ileri yaşta gelen
büyük bir mutluluk oldu.
Üç gün konferans, üç günde ilkçağ su tesisleri gezisi, benim için çok faydalı oldu.
Konferansa yaklaşık 40 katılım vardı, hemen hemen yarısı İsrail'den, büyük bir çoğunluk
Almanya'dan diğerleri, diğer ülkelerden, Hollanda, İsveç, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa
ve sadece ben Türkiye'den.
Bildiri verilen konuların yarıya yakını İsrail'den seçilmiş, ardından Türkiye'deki antik su
yapıları geliyordu. İki bölüm Türkiye'deki su yapılarına ayrılmıştı. Konunun bir tanesi de
Kudüs'teki Osmanlı dönemi çeşme ve sebilleri idi. Benimle birlikte 6 katılımcının konusu
Anadolu'daki su yapılarına aitti. Bunlar arasında Türk vatandaşı olan sadece bendim. Bu
bana büyük kıvanç verdi. Tek olmam herkesin ilgisini çekti ve çoğu ile tanışmama ve ileride
devam edecek arkadaşlıklara sebep oldu.
Daha önceki yıllarda Devlet Su İşlerinde çalıştığım sıralarda İspanya'da yapılan
"Uluslararası Sulama ve Drenaj Kongresine" bildiri göndermiş ve katılmam için Devlet Su
İşlerinin, beni delege seçmesi gerekiyordu, gerekli başvuruları yaptım ama, hiç destek
gelmedi. Bu defa bu toplantının organize eden kurum benim kendi imkanlarımla katıldığımı
göz önüne alarak bana maddi olarak da destek verdi, bu da beni çok mutlu etti.
11.ncisi İsrail'de yapılan Uluslar arası bu toplantının 12.ncisinin Türkiye'de Efes kentinde
2004 yılında yapılması kararlaştırıldı. Bu konuda Efes'te Avusturya kazı heyetinde bulunan
Gilbert Wiplinger görevli, kendisi ile temas edilebilir. Adresi aşağıda bulunmaktadır.
Türkiye'den verilen tebliğlerin konuları kısaca şöyleydi.
Başta Almanya'dan Prof. Dr. Henning Fahlbusch, Türkiye'deki su yapıları hakkında çeşitli
incelemeleri bulunmasına rağmen bu defa konusunu İsrail'deki bir su tesisi seçmişti. Sayın
Fahlbusch başta Türkiye olmak üzere Mısır, İsrail de araştırmaları olan değerli bilim
adamıdır. Kendisi Anadolu'da Millet, Efes, Priene, Bergama gibi kentlerin antik su tesisleri
konusunda araştırmaları devam etmektedir.
Gene Türkiye'de Isparta Yalvaç'taki Antioch kentinin su tesisleri hakkında kitabı bulunan
Jean Burdy bu defa konusunu Fransa'dan seçmişti. Eşi Paulett Burdy ise en yakın
yardımcısı idi.
Amerika Birleşik Devletlerinden Prof.Dr. Dora Crouch ve Dr. Charles Ortloff'un konusu
Priene ve Efes kentlerinin su tesisleri idi.
Efes kazılarında görevli Mimar Gilbert Wiplinger'in konusu Efes evlerindeki su sistemleri idi.
Hollanda'dan Dr. Paul Kessener ile ABD'den Charles Ortloff'un konusu Aspendos'daki
harika sifon sistemi idi.
ABD'den Dennis Murphy'in konusu Antalya'da Noel Babanın kilisesinin bulunduğu
Demre'nin liman kentine giden ilginç su sistemi idi.
Ben, Mehmet Bildirici'nin konusu ise Anadolu'daki tarihi barajlar idi. Önce Anadolu'daki tüm
eski barajların bir listesi sunuldu, ardından Hitit ve Roma dönemindeki iki baraj hakkında
açıklama yapıldı. İsrail'den Dr. Avi Sason'un konusu ise "Osmanlı döneminde İsrail'de
çeşme ve sebiller" idi. Bu bildirilerin 2001 yılı sonunda bildirilerin kitap haline geleceği
bildirildi.
25
GEZİLER:
Üç gün süren teknik gezilerde çok güzel geçti, başta Kudüs'te Davut Peygamberin kentine
ve sarayına su taşıyan Gihon pınarı, Ağlama duvarı içinde bulunan su kanalları yanında,
yaklaşık 10 kentin eski su tesisleri gezildi. Bu tesisler, bizzat buraların kazılarında görev
almış Dr. Tsvika Tsuk, Yehuda Peleg, Dr. Zeev Meshel tarafından gezdirildi ve önemli
açıklamalar yapıldı. Dr. Tsuk'un çok güzel anlatımı, detaylı bilgi sunması yanında anlattığı
fıkralar, Yehuda Peleg'in açıklamaları, Dr. Zeev Meshel'in tarihi yaşatan ses tonu, ve Dr.
Yoseph Porath'ın izahatları unutulmaz şeylerdi.. Konuların tartışmaya açık olması daha
önceden inceleme yapıp karara varamadığım pek çok konuda fikir sahibi olmamı sağladı.
Gezide özellikle eski dönemlerde yapılmış sıvalar hakkında yayınları bulunan ve bu konuda
tek başvuru kaynağı olan halen emekli, grubun en yaşlısı İsveç'den Prof Roman Malinowski
bulunuyordu. Hepsinden pek şey öğrendim.
Gezdiğimiz bu antik kentlerde mutlaka Roma'dan kalan kalıntılar başta dikkati çekiyordu.
Diğer kalıntılar, 1. Tapınak dönemi olarak adlandırılan Hz. Davud ve Hz. Süleyman
döneminden, İsrail'de büyük izleri olan Kral Herod (ölümü M.Ö.4) zamanından, çok eski
çağlardan ve zaman zaman Bizans döneminden, Müslüman Arap yönetimlerinden kalma
idi.
Zaman zamanda Osmanlı döneminden kalma demiryolu tesisleri, binalar, çeşmeler. Kanuni
Sultan Süleyman'ın Roma temelleri üzerine yaptırdığı Kudüs surları karşımıza çıktı.
İsrail'deki en büyük Roma kenti olan Qesarya'ya (Kayseri ile aynı isim) su taşımak için
yapılmış tarihi taş baraj muhteşemdi. Osmanlı döneminde bu barajdan yararlanarak pek çok
değirmen yapılmıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesi sıtma ile savaş kapsamında Osmanlı
hükümetince drenaj projesi uygulanmış.
Antik su tesisler temizlenmiş, her yere İngilizce açıklamalar konulmuştu, binaları
canlandırmak üzere temellerin üzeri bir şekilde kapatılmış ve gölgelikte sağlanmıştı.
Son olarak da deniz seviyesinin 400 m altında bulunan, Ölü Deniz'in (Lut gölü) kenarında
Yuda çölünde bulunan Masada kalesinden söz edeceğim. Masada kalesi çöl ortasında hiç
bir yerden çıkışı olmayan bir kale idi. İsrail ve Kudüs Roma tarafından alınıp 2. Tapınakları
yıkıldıktan sonra hürriyetine düşkün insanlar bu kaleye sığınıyor. Roma ordusu bu kaleyi
uzun zaman kuşatıyor, Kudüs'ten 3 yıl sonra M.S 72 yılında kale hala direniyor, Roma
ordusu kaleye tırmanmak için büyük bir taş rampa inşa ediyor. Sonlarının geldiğini anlayan
Masada'ki direnişçiler teslim olup esir olma yerine ölümü seçiyor, 10 genç seçiyorlar
kendilerini çocuklarını öldürmek için, Roma ordusu yanmış cesetler dolu kaleye giriyor.
Takdimde çok güzeldi, önce kaleye çıkmak için bu kalede yaşanan savaş dev bir ekranda
sunuluyor, kalenin çok büyük bir maketi yer alıyor, kaleye teleferikle çıkıyoruz. Rehberimiz
Dr. Zeev Meshel sanki o günü yaşar gibi anlatıyor. Bu direnişi sağlayan sarnıçlar geziliyor,
tepedeki Kral Herod'un kartal yuvasını andıran sarayının kalıntıları, Roma ordusunun
yaptığı rampa, olduğu gibi duruyor, Roma ordusunun kamp kurduğu yerler arazide
işaretlenmiş….
Bu sırada Konya Bozkır "Zengibar Kalesi"ni hatırlıyorum. Benzer olay M.Ö 324 yılında
burada oluyor. Büyük İskender'in generallerinden Perdikkas uzun süre Isauralıların kenti
Isaura'yı (Zengibar Kalesi) kuşatıyor. Uzun zaman kuşatma devam ediyor. Sonunda
Isauralılar kendi ve ailelerini öldürüp kenti ateşe veriyorlar, Makedonya ordusu yanmış ve
yıkılmış bir kente giriyor…
Konuyu şöyle noktalamak istiyorum. Isaura kentinde araştırma yaptım, su kanalları ve
sarnıçlar yok, bunlar olmadan uzun zaman direnmek mümkün değil. Ama içi dolu bir galeri,
kent içinde mevcut. Arkeolojik kazı yapılırsa bu kentin su tesisleri sarnıçları harika su
yapıları ortaya çıkacak…. İsrail bunları gerçekleştirmiş, biz ne duruyoruz ???
Son olarak da, 2004 yılında Efes'te yapılacak konferansın, sorumlusu Avusturya Kazı
ekibinden : Gilbert Wiplinger e mail: gwipling@oeai. Univie. ac.at
(26.09.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
26
1913 YILINDA KONYA LİSESİ'NDE FRANSIZCA ÖĞRETMENİ AHMET BEY
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi, İDADİ olarak 1889 yılında, Fransız okulları örnek alınarak açılmıştır. Bu öğretim
kurumunda okutulan ilk yabancı dil de Fransızca olmuştur. Kuruluşundan itibaren pek çok kişi
bu okulda Fransızca öğretmenliği yapmıştır. İdadi'nin, Sultani olarak isimlendirildiği (1913-1922)
yıllarında Türk ve gayrimüslimler Fransızca öğretmeni olarak görev yapmışlardır.
Asaf Bey (ölümü 1922), 1917-1919 yıllarında, Arif Budak (1891-?), 1919-1942 yılları arasında,
Konya Belediye Başkanı olan Muhlis Koner, 1922 yılında bu görevi sürdürmüştür.
Gayrimüslimler arasında ise Elazığ doğumlu, Amerikan koleji mezunu Süren (1890-1916),
1914-1916 yıllarında bu görevi yürütmüş. görevli iken Konya'da ölmüştür. Ermeni olduğunu
sanıyorum. Diyarbakır'dan tayin ile gelen Manuel, 1913 yıllarında, Edirne 1896 doğumlu Eliezer
Wenda (veya Menda) 1914-1916 yıllarında bu görevde bulunmuştur. Çok farklı bir Fransızca
öğretmeni de 1922 yılında ölen ve kalabalık bir törenle Konya'da toprağa verilen Romanya'da
eğitimini sürdürmüş Romen Ceruha (Ceya) dır. Bu bilgiler hocam, Hüseyin Köroğlu'nun 1989
yılında yayınlanan "Konya Lisesi Tarihi"nden özetlenmiştir.
Tarih Vakfı yayınlarından, Macar Bela Horvarth'ın gezi anılarının yer aldığı "Anadolu 1913" adlı
kitapta, Konya Lisesi Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Ahmet'den söz edilmektedir. Bela Horvarth
1913 yılında trenle Konya'ya gelmiş, buradan at sırtında Yağlıbayat- Karapınar- Aksaray- Niğde
üzerinden Nevşehir'e geçmiştir. İyi bir gözlemci olan yazar Ahmet Bey ile karşılaşmış ve onunla
eğitim konusunda sohbet etmiştir.
Hiç bir kayıtta yer almayan Fransızca öğretmeni Ahmet Bey ve onun fikirlerini buradan özet
olarak vereceğim. Ben şahsen çok ilgi çekici buldum, belki ileride Ahmet Beyin gerçek hayat
öyküsüne de ulaşırız.
Yüzbaşı Ahmet Bey Kırkkilise (Kırklareli) savaşlarında ağır yaralanmış, tedavisinin ardından
Konya Lisesi'ne Fransızca öğretmeni olarak atanmıştır. İşte o günün eğitimi (1913 yıllı)
konusundaki fikirleri:
"İtalyan ve Balkan savaşları bizim için çok büyük bir ders oldu, Biz bu savaşlardan
başarısızlığımızın nedeninin geri kalmışlığımız olduğunu kavradık. Bu yüzden acılı bir dönemin
ardından bizim toplumun aydın kesimi kalkınmaya dayanılmaz bir özlem duymaya başladı.
İlk ve en önemli iş, eğitim sistemimizin reformu, meslek eğitimi, teknik ve sanayi eğitimi ve
ulusal bilinç yaratmak! Biz de ilkokullar az ve daha önemlisi bunlar kötü ellere emanet edilmiş.
Halk eğitimini okullarda hocalara (din adamı) teslim ediyoruz, ama bu insanlar çoğunlukla çok
yetersizler. Medreselerinde öncelikle ve sadece ilahiyat (din bilimleri) tahsil ediliyor ve sadece
bunu öğretiyorlar.
Yeni Hükümet, eğitimi devlet denetimi altına almak istiyor, ya da en azından hocaları sınavdan
geçirip, uygun olanlara öğretmenlik yapma hakkını tanıma eğiliminde. Ama buna karşı bu
kesimde müthiş bir tepki var. Halkın dini liderleri olan bu hocalar bazı huzursuz! (gelenekçi,
dindar!) subaylarla birlikte olup ilerici hükümetin en önemli hasmı durumundalar.
En geri olduğumuz konulardan biri de kadınların eğitimi. Kız okullarımız da yok değil ama son
derece kısıtlı. Bugün artık toplumda çoğu kimse kız çocuklarını okutmak onları eşit kılmak
istiyor. Biz kadınlarımızı modernleştirmek istiyoruz, ama öte yandan Avrupalı kadınların hafifliği
bizleri endişeye de düşürüyor. Kadın özgür olsun, ama bu arada kocasının ve ailesinin kadını
olsun. Açık elbiselerle dolaşmasın, eğlenceye ve baloya gitmesin, ama öğrensin kültürlü olsun.
Çoğumuz artık eşlerimizin yüzleri açık olarak Avrupalı giysilerle dolaşmasına izin vermek
istiyoruz, ama bu da mümkün değil. Bu giysilerle halkın karşısına çıkamazlar, çünkü bu ülkede
bunun karşısında çok insan var."
Fransızca öğretmeni olmuş, ilerici bir subayın 1913 yılındaki yorumsuz ilginç fikirleri, doğrusu
üzerinde düşünmeye değer.
(YENİ GAZETE KIRKAMBAR 19.10.2001)
(ÇAĞRI Nisan 2003)
27
EDİP RAŞİT USMAN (1897-1977)
Mehmet BİLDİRİCİ
Bizleri yetiştiren Konya Lisesi öğretmenleri ile araştırmalarımı sürdürdükçe ilginç bilgilere
ulaşıyorum. Son dönemde Orta kısımda Türkçe öğretmenimiz Raşit Usman hakkında yeni
bilgilere ulaştım. Bu yazımda onu konu edeceğim.
Edip Raşit Usman 1897 yılında Konya'da doğmuştur. Babası Konya Vilayet Kaleminde
çalışan Arif Beydir. Asıl ismi Raşit olup Edip mahlası olmaktadır.
Konya İdadisi'nden mezun olduktan sonra bir süre PTT İdaresinde çalışmış, sonra,
öğretmenliğe başlamış, Cumhuriyet öncesi, İttihat Terakki, Numune ve Anadolu İntibah
okullarında görev yapmıştır. Cumhuriyet sonrası ise Konya Sanayi Mektebi, Konya
Astsubay Okulu ve Konya Lisesi'nde Türkçe öğretmenliği görevlerini sürdürmüştür.
1951 yılında Lise Orta kısımda bizim Türkçe öğretmenimizdi. Öğrencileri onu "Pisbıyık"
olarak hatırlayacaklardır. Çok kısa bir bıyık bıraktığı için bu isim verilmiştir. Derste sadece
konuları işlerdi. Şair ve şiirleri olduğunu daha sonraları öğrenmiş bulunuyorum.
Yazdığı şiirleri Konya'da Babalık ve Ocak mecmuasında yayınlanmıştır. Bazı şiirleri de 1926
yılında, gene Konya Lisesi Edebiyat öğretmeni Sadettin Nüzhet Ergun'un "Konya Halkiyat
ve Harsiyat-ı" adlı eserinde yayınlanmıştır.
Kurtuluş savaşı devam ederken yazdığı ve milli duyguları ifade eden bir şiiri aşağıdadır.
İSTİKLAL
Ateşler yağdırsa semadan düşman
Demirli lavları saçsa volkanlar
Gövdeler götürse coşan al kanlar
Türk'ü döndüremez azminden bir an
Diyar-ı Fatih-i düşman kaplarsa
Merkad-i Osman'a süngü saplarsa
İzmir'de "Fethi"nin ruhu ağlarsa
İntikam alacak evladımız var
Ey Anadolu'nun kırgın aslanı
Kar eder mi sana süngüyle kurşun
Rahat uyutur mu seni bir düşün
Tanrıdan aldığın cihat fermanı
Kurtar özlediğin güzel vatanı
Masum yavrularıyla yoksul dulları
Bak sana açıktır cihat yolları
Gönlünde bırakma, Türk'ün ahını
Bu harbin sonu bir şanlı istiklal
Haşmetle doğacak sevgili hilal
Bu harbin sonu bir şanlı istiklal
Haşmetle doğacak sevgili hilal
Bu harbin sonu bir şanlı istiklal
Haşmetle doğacak sevgili hilal
Bu harbin sonu bir şanlı istiklal
Haşmetle doğacak sevgili hilal
Türkçe öğretmenimiz emekli olduktan sonra, 25.06.1977 günü hayata veda etti. Tek oğlu
Avukat Fakir Usman idi.
(YENİ GAZETE KIRKAMBAR 16.10.2001)
28
PARİS LOUVRE MÜZESİNDE
LYSTRA (KONYA-HATUNSARAY) İLGİLİ HALI TABLO
Mehmet BİLDİRİCİ
Küçük kızım Özlem, Paris'te Alcatel firmasında çalışmakta ve orada oturmaktadır. Ben de
bu yaz tatilimin yaklaşık bir ayını orada geçirdim.
Paris, müzeler kenti, dünyanın hiç bir kentinde bu kadar çeşitli konuda ve sayıda müze
olduğu düşünülemez. Mısır, Sümer uygarlıklarına çok geniş yer ayıran Louvre Müzesi'ni 3
günde gezebildim. Bir yandan da Konya ilgili bir şeyler var mı diye kısmi bir tarama yaptım.
Konya ile önemli bir bulguya rastlamadım, ama Konya'nın hemen yanında LYSTRA (Listra
okunur) ile ilgili önemli bir halı tabloya rastladım.
Hıristiyanlıkta kutsal bir yer olarak kabul edilen Lystra ve tarihi hakkında daha önce bir
yazım yayınlanmış idi. Orada belirttiğim gibi Lystra'nın önemi Hıristiyanlığın kurucularından
Tarsus'lu Aziz Paul'un burayı ziyaret edişinden kaynaklanmaktadır.
Yaklaşık 20-25 m2 alanında halı tablo duvarda asılı, 17. yüzyılda ait. "Sacrifice de Lystra les
Actes Apotres" isimli 1630-1635 yıllarında dokunmuş. Bulunduğu yer ise,: Müzenin Richeliu
bölümünün 1. kat 30 numaralı salonunun duvarı. Eserin kimin tarafından yapıldığı
belirtilmektedir.
Çok ilginç olan bu halı tabloda Aziz Paul ve arkadaşı Barnabas'ın Lystra ziyareti konu
edilmiş. Arka planda bir pagan tapınağı (muhtemelen Zeus Tapınağı) görülüyor, büyük
kolonlu bir bina, önünde insanlar, koç ve boğa kurban edilmek isteniyor. Azizler ise onlara
mani olmaya çalışıyor.
Çok ilginç bir halı tablo, ama bu tapınak bir belgeye mi dayanıyor. Şüphesiz hayır. Sanatçı
dini metinleri okuyup kafasında kurgusunu yaptığı bir olayı halıya işlemiş. Sanatçı Lystra'yı
da hiç görmemiş, özellikle Hıristiyanlık tarihinde çok önemli bir yeri olan bu kent daha
sonraları karanlığa gömülmüş ve tarih sahnesinden çekilmiştir. Yani tablo yapılırken yeri
bilinmiyor.
Lystra kenti 19. yüzyılın sonlarında yapılan epigrafik çalışmalar sonucu yeri belirlenmiştir.
Şimdi ise kazı yapılmasını ve gizemlerini göstermeyi beklemektedir.
30- 40 yıl öncesine kadar Lystra Konya'nın aydınları tarafından bilinmemekte idi. 1960'lı
yıllarda Güney Afrika'dan bir ekip gelip Aziz Paul'un yaşadığı bu kenti görüntülemek ister,
söylenilenler doğru ise yeri bilinmediği için ekip Glisıra'ya götürülüyor. Buradaki tarihi
mağaralar ve şapeller Lystra diye filme alınır.
Genelde Roma, Paris gibi Aziz Paul adına yaptırılmış kiliselerde genellikle Lystra'da
yaşanan olaylara tablolarda yer veriliyor.
(23.10.2001 YENİ GAZETE KIRAMBAR)
29
TARİHİ SORGULAYAN BİR TURİST GÖZÜYLE PARİS GEZİSİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Kızım Özlem'in Paris'te bir Fransız firmasında çalışmasını vesile bilerek, 2001 Ağustos ayı
içinde yaklaşık bir ayı burada geçirdim. Bazı gözlemlerimi ortaya koymak istiyorum. Şüphesiz
Paris bir yazı ile, bir kitap ile anlatılabilen bir kent değil, iyi tanımak için bir ömür gereklidir
diye düşünüyorum.
Paris'te bulunmak beni etkiledi, Çünkü Paris'te özellikle son 250-300 yılda meydana gelen
olaylar, ortaya çıkan dev yazarlar, bilim adamları, filozoflar, ressamlar, sanatçılar ve bunların
etkileri ile önce kendileri büyük bir değişim geçirdiler. Düşünme, yaşam biçimleri değişti ve bu
değişim, tüm dünyayı, bilim, sanat ve moda konularında etkiledi.
Bu düşünce ve akımlar Dünya’da olduğu gibi, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde biz
Türkleri de etkisi altına aldı. Türkiye'de devletin desteği ile Fransızca eğitim veren okullar,
Fransa'daki benzerleri gibi Liseler açıldı. Fransa'daki örnekler incelenerek Belediye
teşkilatları kuruldu. Bunları daha da çoğaltmak mümkün.
Bütün bu gelişmelerin etkisi ile yaşam biçimimiz değişti, yüzyıllarca yerde oturup elle yemek
yerken, masaya oturup çatal bıçakla yemek yer olduk, aydın kadınlarımız onların kılık
kıyafetini benimsedi.
Bugün belki teknolojide bazı ülkeler ve kentler Paris’i sollasalar bile, felsefede, edebiyatta,
resimde, modada diğer bir deyişle kültürde dünyada hala ilk sırayı koruduğu düşünüyorum.
Bunu gösteren Türkiye'den bir izlenimimi belirteceğim. İstanbul'da Galatasaray Lisesi
ilköğretim bölümüne kura ile 50 öğrenci alınacaktı, torunum için başvurduk, yüklü bir iade
edilmeyecek bağış aldılar, başvuru sayısı 5000 civarında idi. Bu Fransız kültürüne verilen
ilgiyi göstermektedir.
Ben kızım Özlem sayesinde böyle bir kenti gezme fırsatı yakaladım, bunu değerlendireyim
dedim, şimdiye kadar ki bilgilerimi yetersiz buldum, geceleri Paris ve tarihi hakkında kitaplar
okudum, gideceğim yeri ve metro planını belirledim ve ertesi günü oraya ulaştım. Bütün
gezilerim tek başına ve metro ile oldu. Metro ile istediğiniz yere çok kısa sürede gitmeniz
mümkün. İşte izlenimlerim.
Parisi gezmek bir kitap sayfalarında dolaşmak gibi, sokak, cadde, meydan isimleri daha önce
öğrendiğimiz tarihi olayların, kişilerin, dost devlet adamlarının isimleri, hiç yadırgamıyorsunuz. Avenue Emile Zola (Yazar Emile Zola caddesi), Place Victor Hugo, (Viktor Hugo
meydanı), Place de Italy (İtalya meydanı), Metro İstasyonu, George V (İngiliz Kralı V.
George), Metro istasyonu Franklin Roosevelt (Amerika Cumhurbaşkanı F. Roosevelt), rue
Michel Ange (İtalyan şair ressam, mimar Michel Ange caddesi) …. Tabi bu tarihi kişilerin kim
olduğu ne zaman yaşadığı da sokak levhalarında tek tek yazılı, bir kenti gezerken tarih
öğreniyorsunuz. Ayrıca önemli binalarda bir tabela çakılmış orada yaşanmış ve geçmiş
olaylar hakkında bilgiler veriliyor.
Batının önde gelen yazar, sanat ve bilim adamlarının isimleri veya heykelleri her an karşınıza
çıkıyor. Opera binasını geziyorsunuz, binanın cephesi sanki bir tablo, hep heykeller ve müzik
adamlarının portreleri konulmuş, en başta, dahi müzik adamı Wolfgang Amedious Mozart yer
alıyor. Halbuki, Mozart bir Fransız değil bir Avusturyalı.
Paris bir müzeler kenti, her konuda müze var, yüzün üzerinde… Tabii en başta Mısır, Sümer
uygarlığın zengin bir koleksiyonun bulunduğu Louvre Müzesi, ben şahsen 3 gün içinde ancak
görebildim. Tarih derslerinde okuduğumuz Sümer kralları, Babil kralı ünlü Hamurabi'nin
kanunlarının taşa kazındığı anıt, firavunların portreleri, Leonarda Vinci'nin Mona Lisa'sı, ünlü
Venüs heykeli, en önemlileri. Bu arada Ege bölgesinden Aydın ilinden, Magnesia, Milet ve
Didim antik kentlerinden getirilmiş ve çok büyük bir salonu dolduran kabartma ve büyük kolon
parçaları dikkat çekici.
Pek çok ünlü tabloların yer aldığı Orsay resim müzesi, Paris Tarihi müzesi, Seramik müzesi,
Moda Müzesi, Uzakdoğu sanat eserlerinin bulunduğu Guimet Müzesi, Pablo Picasso Müzesi,
30
bilim ve teknoloji müzeleri…saymakla bitmeyen müzeler. Gelmeden 2 gün Turizm
Bürosundan bir kitapçık aldım, tümünü en azından isim olarak taradım. Gezemediğim ilginç 2
müzeden de söz edeceğim, bunları öğrendiğim gün bu müzeler kapalı idi. Biri Nissim de
Camondo Müzesi. Bu müzenin sahipleri İstanbul'dan Paris'e göçmüş bir Yahudi aile.
Ondokuzuncu yüzyılın en önde gelen bankerlerinden biri, Karaköy ve Beyoğlu'da pek çok
apartman ve hanın sahibi imiş, dedeleri Sarayın da katıldığı çok büyük bir törenle 1870'li
yıllarda Hasköy mezarlığına gömülmüş, bugün mezar soyulmuş ve bakımsız….
İkinci gezemediğim müze, Paris'in kuruluşundan bu güne suyun ve su yapılarının tarihe ait
müze, benim ilk gün gezmem gereken bir müze. Bu gidişimde öğrendim, Paris, Lutece ismi
ile Roma tarafından 1. yüzyılda kurulmuş, ama çok az kalıntı bu güne geliyor. Bir arena, bir
hamam ve bazı temel taşları.
Konya'yı düşünüyorum, o da alelade bir kasaba iken kale içinde önemli yapıları ile bir Roma
kenti olarak kurulmuş. Karşılaştırıyorum Konya, yani o zamanki adı ile Iconium çok daha
muhteşem, pek çok kitabe, kalıntı bugüne geliyor. Paris'te çok az, pek yazılı bir şey de yok,
gelen temel taşlarını sayarak envantere almışlar. Biz ise bunları pek önemli bulmuyoruz.
Paris'te tarihi kiliseleri gezdim, tabii başta Notre Dame, Saint Chapel, Fransız krallarının
gömülü olduğu, Saint Denis ve Saint German kiliseleri. Özellikle Saint Chapel Paris'in kalbi
sayılan Sen nehri üzerindeki ada üzerinde. Kralların ibadet ettikleri bir yer, en önemli özelliği
13. yüzyılda İstanbul'dan getirilmiş dini ikonaların ve objelerin oluşu, başka tarihi bir olay
gözümün önüne geldi. İstanbul 1204 yılında Latinler tarafından işgal ediliyor ve 1261 yılına
kadar bu yönetim sürüyor, İstanbul, o zamanki adıyla Costantinople yağmalanıyor, yıkılıyor,
değerli tarihi ve dini anıtlar Avrupa'ya götürülüyor, bunun izini görüyor ve ibretle inceliyorum.
Napolyon Bonaparte'ın gömülü olduğu Invalides müzesini geziyorum. Burası aynı zamanda
askeri müze, en dikkati çeken eserlerden biri Sultan 2. Bayezit'in üzeri yazılı ve işlemeli
miğferi, müzenin en değerli eşyalarından biri kabul ediliyor, bazen kapıda milliyet sorulup
Türkiye'den gelenlere özel olarak germeleri öneriliyor.
Panteon (Ulusun tapınağı, eski Yunan ve Roma'da tüm tanrıların tapınağı) önce Paris'in
kurtarıcısı Azize Geneive adına yapılmış bir kilise, Bu azize 5. yüzyılda Frankları
örgütleyerek ve Tanrı'ya dua ederek Paris korumuş ve kurtarıcısı olmuş. Koruduğu kişi de
bize tanıdık bir isim Hun İmparatoru Attila. Kilise içinde tarih kitaplarında gördüğümüz
Attila'nın at üzerinde büyük şahane, bir tablosu bulunuyor. Burada çok tanınmış Fransız
yazarları devlet adamları gömülü, Jan Jacques Russo, Voltaire, Madam Curi'nin (tek ulusal
kadın kahraman), mezarlarını ziyaret ediyorum, İçimden kendilerine söz veriyorum, birer
kitabınızı okuyacağım diye.
Paris kadınları ve kraliçeleri, sarayda, tablolarda, baloda kilisede aynı şekilde giyiniyor ve
bizim ölçülerimize göre de hayli açık giyiniş. Kraliçe Marie Antoinette'nin hani halkın aç
olduğunu öğrenmesi üzerine niye pasta yemiyorlar dediği veya dediği kabul edilen kraliçenin
tanrıya yakaran heykeli var kilise içinde, dikkati çeken husus baloda olduğu gibi göğüslerinin
yarısının açık olması. Bizim kültürde kadınlarının kapalılığı erdem, dinen kendisinden istenen
bir husus, Paris'te ise kadının açıklığı tarihinden gelen doğal bir olay, ben bunun Hıristiyanlık
öncesi Frankların geleneğinden geldiğini sanıyorum.
Paris'te trafikte çok farklı, yoğun yolcu taşıması metro ile yapılıyor, caddeler genelde çok
geniş, hal böyle olunca yollarda trafik tıkanması yok. Birbirini kesen 14 metro hattı var, bazı
istasyonlarda iki, üç hat birbirini kesiyor. Bir biletle giriyorsunuz, istediğiniz kadar içerde hat
değiştirebiliyorsunuz. Metro 20. Yüzyılın başlarında açılmaya başlamış, Çok ilginç Paris'te
binalarda kullanılan yapı taşları yer altında açılan galerilerden temin edilmiş, zamanla bu
galeriler metronun başlangıcı olmuş
Paris'in merkezi koruma altına alınmış, bu bölgedeki mimari doku olduğu gibi korunmuş,
eskiyen binaların yerine bizde olduğu gibi yeni beton bina yapmamışlar, batı tarafında ise
Newyork'ta tarihin en büyük terörist saldırısına uğrayan binalar gibi modern bir Paris
kurulmuş, binalar sanki maket yapar gibi oynanmış dev La Grande Arch (Büyük Ark) ve
modern yüksek katlı binalar yapılmış, altından otoban geçiyor, 21, yüzyılın Paris'i.
31
Kendimizi düşünüyorum. Konya geliyor aklıma, önemli tarihi bir Roma kenti, gerilemiş yıkıntı
haline gelirken Selçuklu eliyle cami, medrese, türbelerle bezenerek yeniden inşa edilmiş,
bugüne kadar yıpranarak gelmiş, şimdi ne yapıyoruz, koskoca bir adayı kaldırıyoruz, yerine
beton eski doku ile hiç ilgisi olmayan koskoca hanlar, dükkanlar yapıyoruz, beş on tane daha
yaparsak elimizle tarihi Konya kentini tarihe gömeceğiz.
Paris'te tüm resmi kurumların kapısında, parada pulda Fransız devriminin simgesi üç kelime
görülüyor. LIBERTE, EGALITE, FRATERNTE, Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik. Burjuvanın,
işçilerin göçmenlerin oturduğu semtleri gezdim. Acaba Parisli bu söyleme uyuyor mu?.
Burjuvanın oturduğu (kızımın oturduğu küçücük kat bu bölgede) mahallelerde akşamları
sokakta çok az kişi var, onlarda bir Café'de kahve veya şarap içiyor, yemek yiyor, yada evine
çekilip kitap okuyor, ya da televizyon seyrediyor. Göçmenlerin mahallesine gidiyorum,
Çinliler, Afrikalılar, Araplar, Yahudiler, dünyanın her yerinden gelen göçmenler sokaklarda,
problemleri var, okuma alışkanlıkları yok, oturdukları yerler sıkışık hepsi sokakta. Lokantaları,
kasapları ayrı, Müslüman kasabı, Koşer lokanta (Yahudilerin dini geleneklerine uygun), Çin,
Tayland lokantası hep yan yana.
Paris'te Parisliden çok yabancı var, karışık evlilikler var, ama bunu ayırt etmek zor, yüzde 10
oranına yakın Afrikalı yaşıyor, Fransız vatandaşı, devlette memur, onun gibi giyiniyor, onun
gibi kimi metroda bir kitap okuyor, ama derisi kara hemen Afrikalı olduğu zenci olduğu belli,
ısrarla zencileri ve onların ilişkilerini inceledim. Paris'te zenciye farklı davranılıyor mu?
Davranılmıyor kanısına vardım.
Türkler ise Saint Denis semtinde oturuyor, Türk işyerleri var, ama son zamanlarda sayıları
azalmış, gene Türk kasap, manav, Türk yemeklerinin bulunduğu lokantalar mevcut
(30.10.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)
32
ATA KARATAY'I ZİYARET
SADRETTİN KARATAY'IN YAZILARI
Mehmet BİLDİRİCİ
Mart ayı içinde Üsküdar'daki evinde Avukat Ata Karatay'ı ziyaret ettim. İki-üç saat sohbet
ettik, ve bundan çok keyif aldığımı belirtmeliyim. Ben Ata Karatay'ı, daha önce
tanımıyordum. Norveç de bulundukları için Mehdi Halıcı ili tanış idiler, ve onun tavsiye
etmesi ve adresini vermesi üzerine bir araya geldik.
Ata Karatay, Konya'nın en köklü ve tarihi ailelerinden biri, ünlü Selçuk Veziri Celaladdin
Karatay'ın, kardeşlerinin torunlarındandır. Son dönem Konya'nın kültür hayatında da bu
aileden pek çok kişi karşımıza çıkmaktadır.
Ata Karatay uzun yıllar İskandinavya ülkelerinde kalmış, oraların dillerini öğrenmiş, Norveç
Dili ve Grameri adlı yayını var. Norveççe şiirleri olduğu gibi, o dilden yazılmış şiirleri de
Türkçe'ye kazandırmış. İstanbul'da Avukatlık yapan, ancak şimdi mesleği bırakan Karatay,
Üsküdar ve Büyükada'da emeklilik günlerini geçirmektedir.
Ağabeyi Baha Vefa Karatay'ın "Kemalist Atılım Birliği" başkanlığı yaptığını ve kendisini,
yakın zamanda kaybettiklerini anlattı. Bu arada amcası Sadrettin Karatay hakkında 1998
yılında Ülkü Karatay tarafından yazılarının derlendiği fotokopi şeklinde bir kitabı hediye etti.
Sadrettin Karatay da son dönemin önde gelen aydınlarından biridir. Değişik eğitimi ile farklı
bir yaşamı olmuştur. Bu eserde Sadrettin Karatay'ın hayat hikayesi kısaca şöyledir.
"Sadrettin Karatay Konya'nın tanınmış ailelerinden Abdülfettahzade Rahmi Bey'in oğludur.
Rahmi Bey 1919 yılında ölmüş, daha önce Konya Vakıflar Müdürü idi, aynı zamanda
Karatay Medresesi'nin de mütevellisi idi. Rahmi Bey'in ilk eşinden Mehmet Emin Vefa, ikinci
eşi Hanife Hanım'dan ünlü şair, feylesof Namdar Rahmi Karatay, Sadrettin Rahmi Karatay
isimli oğulları, ve Fatma Nigar isimli bir kızı olmuştur.
Sadrettin Karatay babasının Kütahya'da görev yaptığı sürede 1899 yılında Kütahya'da
doğmuştur. Aile daha sonra Konya'ya dönmüştür. İlkokulu ve Konya Sultanisi'nin (Konya
Lisesi) ilk sınıflarını Konya'da okumuş, babası onu 1916 yılında ziraat öğrenimi için
Macaristan'a göndermiştir. 1918-1923 yılları arasında Macaristan'da ziraat öğrenimi
görmüştür. Konya'ya dönüşte, bir ara Konya Lisesi'nde Coğrafya ve Edebiyat öğretmenliği
yapmıştır. Konya Ziraat Müdürlüğünde çalışan Karatay daha sonra Ankara'daki Macaristan
elçiliğinde mütercimlik yapmış, 1964 yılında Ankara'da ölmüştür.
Sadrettin Karatay'ın en önemli hizmeti 1943-1963 yılları arasında Macar Edebiyatından
yaptığı tercümelerdir. Ayrıca ziraat konusunda çeşitli tercüme ve yayınları vardır.
Sadrettin Karatay Macaristan'da yaptığı ziraat eğitimi yanında Türk ve Dünya edebiyatının
önemli eserlerini okumaya meraklı idi. Tercüme ve yazılarında anlaşılabilir ve temiz bir
Türkçe kullanmaya özen göstermiştir. Bu eserde yer alan yazıları 1956-1961 yılları arasında
Konya'da çıkan Zaman ve Yeni Konya gazetelinde yayınlanmıştır.
Çok ilginç olduğu için "İhtiyarın Aşkı" yazısından bir kısa özet vereceğim. İhtiyar diye
nitelediği kişi, amcası, ismini yazmamış, İhtiyarın uzun hayatı çok dağdağalı geçmiş, pek
genç yaşta gittiği İstanbul''da iyi bir medrese tahsili yaptıktan sonra, devrin seçkin din
adamları arasına girmiş, zaman olmuş itibarlı mevkilere gelmiş, zaman gelmiş padişahın
hışmına uğrayarak sürgünleri boylamış, hemen hemen tüm ömrünü Üsküdar'da geçirmiş,
75 yıl sonra 1935 yılında Konya'ya döndüğünde hafıza yeteneğinin çoğunu yitirmiş,
yorgundur.
Yeğenlerinin ziyaretinde her defasında kim bu zat diye sorar, daha sonra nerede oturduğu
sorulur, Kınacı sokağı denilince " Ooo ! bizim mahalle der".
İhtiyarın oturduğu ve ibadetini yaptığı odanın duvarlarında torunlarının yaptığı resimler
yanında 1932 yılı Dünya Güzeli Keriman Halis'in bir fotoğrafı bulunmaktadır. İhtiyarın dünya
güzeline uzun uzun baktığı gözlenir, bazen de yaklaşarak bazı şeyler mırıldanır. Bir gün eve
33
bir genç yeğen gelir, evlenmek istediğini ve Keriman Halis'in fotoğrafını göstererek ihtiyara
bu kızla evlenebilir miyim? der.
İhtiyar birden sinirlenir, mümkün değil, o nişanlı der. Kendisi yaşlıdır, hafızasını kaybetmiştir,
ama gönlü gençtir, Dünya Güzeli Keriman Halis'e abayı yakmıştır. İhtiyar, Sadrettin
Karatay'ın amcası 1935 yılında bu olaydan kısa bir süre sonra Hakkın Rahmeti’ne
kavuşur…..
( EKİM 2001 ÇAĞRI)
34
GAZETECİ-ÖĞRETMEN NAMIK AYAS (1906-2001)
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya'nın köklü ailelerinden, Mevlana sülalesinden, öğretmen yazar Namık Ayas'ın vefat
ettiğini ve Konya'da toprağa verildiğini öğrenmiş bulunuyorum.
Asırlık bir çınar devrilmişti. Namık Bey’i ben ilkokula giderken Karaman caddesi üzerinde
bulunan evimizin önünden yürüyerek geçerken görürdüm. Namık Bey Uluırmak İlkokulu
Müdürü idi, o zaman yollar bomboş, kravatlı, ütülü pantolonlu bir bey her sabah geçer, dikkat
çekmemesi mümkün değildi.
Daha sonraları evlendim, kayınvalidem öğretmen Şerife Özdemir'in (1907-1991) teyzesi, iyi
insan Şefika Hanım (1894-1967), Namık Ayas'ın üvey babaannesi, onu büyüten kişi idi.
Namık ve kız kardeşi Nemika isimleri ailede çok sık geçen isimlerdi. Namık Ayas babası
Rüştü küçük yaşta öldüğü için dedesi Tat Teyfik Efendi tarafından büyütülmüştü. Şefika
Hanım Teyfik Efendi’nin üçüncü eşi idi. İkinci eşi üzerine kuma olarak gitmişti.
Şefika Hanım’ın kendi çocuğu olmamıştı, ama yeğenlerini, üvey çocuklarını çok sever onları
korurdu. Üvey anneler genelde sevilmez ama Namık Ayas da Şefika hanımı kendi öz annesi
sevdiğini bana anlatmıştı.
Şefika Hanım 1963 yılında evlendikten sonra bize gelir zaman zaman günlerce misafirimiz
olurdu. Onun oluşu bizleri sıkmaz aksine huzur kaynağı olurdu. Evin eksik işlerini tamamlar,
yemek yapar çocuklara bakardı. Uzun kış geceleri bende eskiler hakkında sorar, uzun uzun
anlatır, ben de zaman zaman not alırdım.
Konya'nın en önde gelen Namık Ayas'ın ailesi hakkında başta Şefika Hanımdan ve Namık
Ayas'tan dinlediklerimden bir kesit vereceğim. Bunların Konya'nın sosyal yaşamını ileride
araştıracaklar için çok önemli veriler olduğuna inanıyorum.
Namık Ayas'ın dedesi Tat Teyfik Efendi, zengin ve kalabalık bir ailenin reisidir. Türbe önünde
çok geniş bir evi ve Meram'da bağı vardır. Şefika Hanım’la evlendiğinde, ilk eşi Mutahhara
Hanım ölmüş, ondan olan oğlu Rüştü de ölmüş, kızı Kazime ise çocuksuz olarak daha sonra
vereme yenik düşmüştür. Evde torunlar, Namık ve Nemika, ikinci eşi Saadet Hanım ve onun
üzerine aldığı Şefika Hanım. Oldukça kalabalık bir aile ayrıca evde aşçı bahçıvan gibi
çalışanla da vardır.
Teyfik Efendi’nin babası Rüştü Efendi, Seydişehirli, Konya'ya Tuz Nazırı olarak geliyor, o
dönemde tuz çok daha önemli bir madde, onun ticareti ve satışı veya bir çeşit kontrolluk işi,
Rüştü Efendi Mevlana sülalesine damat oluyor.
Teyfik Efendi’nin ikinci eşi Saadet Hanım, Konya'da görev yapmış bir savcının kardeşi, çok
kibar, bahçede elma toplanırken bile başında güneş şemsiyesi, en iyi elbisesi ile işçilere
nezaret ediyor. En ilginç merakı da kendisine roman okunması, çünkü kendisi yeteri
derecede okuma bilmiyor. Bu okuma işi Namık Ayas'a düşüyor. Çok ilgimi çekiyor Namık
Bey’e soruyorum. Hangi romanlar diye? Monte Kristo'nun maceraları, Kamelyalı Kadın …
gibi kitaplar.
Şefika Hanım herkes ile çok güzel diyalog kuran bir kişi idi. Kendi kuması, üvey çocukları,
kardeşleri, yeğenleri, annesi, erkek kardeşi ile iyi ilişkiler kurmuştur. Hepsinin hamisi olmuş,
onlara maddi manevi yardımda bulunmuştur.
Çok ilginç bir olayı anlatacağım. Teyfik Efendi, gecelerini iki eşi arasında bölmüştür. Sıranın
Şefika Hanım’da olduğu bir gün Saadet Hanım: "Şefika Efendiyi bu gece bana sat, sana bir
elbise yaptıracağım der". Şefika saftır, samimidir, olur der. Ama ertesi günü Efendi beni sattın
Şefika der. O da bana elbise alacak der. Bunun üzerine sen bana söylesen ben sana iki
elbise alırdım. Bir daha beni satma diye uyarıda bulunur.
Tat Teyfik Efendi aydın bir kişidir. Kızı Kazime'nin okumasını ve öğretmen olmasını
sağlamıştır. Kazime başarılı bir öğretmendir, Cumhuriyetin ilk yıllarında başöğretmen olur. Bu
sıra kendisini bir subay ister. Kazime izdivaç kuracağım adamı tanımak fikirlerini öğrenmek
35
isterim. Bu konuda kendisi ile konuşmam gerekir der. Baba aydın adamdır engellemez,
Kazime subay ile konuşur ama subayı beğenmez. Bu olay çevrede şimdiye kadar ne
görülmüş ve ne de duyulmuştur. Yıllar sonra Şefika Hanım bu olayı bana anlattığında hala
heyecanını ve hayretini gizleyememişti. Giyimi ve fikirleri ile modern öğretmen olan Kazime
çocuksuz olarak üvey annesi Şefika Hanım’ın büyük ihtimamına rağmen veremden onun
kucağında ölecektir.
Namık Ayas ile dolaylı akraba olduktan sonra, ara ara görüştük. Ama son uzun sohbetimiz
arkadaşlarımız kızı Aydan ve damadı emekli hakim Hilmi Eminoğlu'nun evinde 1994 yılı
sonunda oldu. Ben kayınvalidem Şerife öğretmenden aldığım fotoğrafları da götürmüştüm.
İçinde kendisinde bulunmayan, çocukluk resmi, annesinin ve dedesinin fotoğraflarını kopya
çıkarmak için aldı. Çok heyecanlandı. Yemekten sonra yaklaşık 3-4 saat sohbet ettik. Ben
sordum, o Konya’ya, ailesine ait bildiklerini anlattı. Çok tarihi bir an yaşadık. Daha sonra
Hilmi abi ile görüştüğümüzde o konuşmaların kendisini heyecanlandırdığını ve yaşlı olduğu
için iki gün hastalandığını öğrendim.
Namık Beyin küçük kızı Gülden’in eşi Mimar Saip Ebesek benim sınıf arkadaşım idi. Kendisi
gibi öğretmen olan Gülden’in babası için anlattığı bir fıkra ile yazıma son veriyorum.
Namık Bey Konya’da gazetecilik yaptığı dönemlerde pazardan bir şeyler alıyor, sıkı bir
pazarlık sonucu araba tutuyor ve Meram’daki bağını tarif ediyor. Arabacı dayanamayıp
soruyor? “Beyim kendini yorma, sen Namığın bağının neresinde onu söyle” diyor. O da
Namık benim diye cevap veriyor. O zaman arabacı şaşkınlıkla “Sen hala ölmedin mi?” diyor.
Herkes ölümlü yıllar sonra Namık Ayas da ölüyor. Ailesine ve sevenlerine, basın
kuruluşlarına baş sağlığı diliyorum.
(ÇAĞRI Aralık 2001)
(10.01.2002 YENİ GAZETE KIRKAMBAR <son yazı>)
36
2002-2006 YILLARI YAZILARI
İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASININ 38. OLAĞAN GENEL TOPLANTISINDA
MEHMET BİLDİRİCİ'NİN KONUŞMA
26. OCAK. 2002
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ KONFERANS SALONU
Sayın Divan, Sevgili Meslektaşlarım.
Bu yıl meslekte 40 yılı doldurmuş bulunuyorum. İstanbul da ise yeniyim. Bu bulunduğum 3.
Genel Kurul toplantısıdır. Odamı seviyorum ve her ziyaretimde kapıların açık olduğunu
gördüm, etkinliklerinden zamanım ölçüsünde yararlanmaktayım.
Sabahki toplantıda Prof. Dr. Eren OMAY hocamızın mühendisliğin tarihi ile ilgili konuşmasını
ilgi ile izledik. Böyle bir konuşmayı dinlemekle mutlu oldum. Bende bu konularda araştırma
yapan çeşitli toplantılarda bildiri sunan biriyim. Mühendisliğin tarihi ile de ilgilenmenin de
gerekli olduğuna inanıyorum.
Ayrıca odamızın yayınları arasında Karl Terzaghi'nin hayatını konu olan bir yayının
bulunması beni çok mutlu etmiştir.
Çünkü Terzaghi İstanbul'da hocalık yapmış olan en değerli ve dünyaca tanınmış bir
mühendistir. Zemin Mekaniğinin kurucusu ve dünyanın pek çok yerlerinde eserleri olan bir
mühendistir.
Değerli hocamız Omay, mühendislik tarihinde bize bir gezi yaptırdı. Sümer ve Eski Mısır'dan
başlayarak antik Yunan, Roma, Ortaçağ, Rönesans ve Osmanlı'daki mühendisliği
inceleyerek konuyu günümüze kadar getirdi.
Bende değerli hocamızın zaman darlığından dolayı giremediğine inandığım, sadece bir
konuda ekleme yapacağım. Size Romalı Mimar, mühendis, Vitrivius'un zamanımızdan 2000
yıl önce, Mimarlık üzerine yazılmış 10 bölümlük kitabından söz edeceğim. Bu kitabın iki
bölümü malzeme ve su yapılarına ayrılmıştır. Borulara konmuş standartlar, kanalların
eğimleri, kullanılacak malzemeler hakkında bugünkü biz modern mühendisleri hayrete
düşürecek tavsiyelerde bulunmaktadır.
Kitabın Türkçe'si Mimar Şevki Vanlı Vakıfları arasında yayınlanmıştır. Konuya ilgi duyan
meslektaşlarımın okumasını tavsiye ediyorum.
Burada Vitrivius'tan sadece bir tavsiyesine örnek vereceğim. Bir vadidesiniz, vadinin öbür
tarafında bulunan bir pınarın sizden daha mı yüksek veya daha mı aşağıda olduğunu, bir alet
olmadan belirleyebilir misiniz?.
Vitrivius bu konuda çok pratik tavsiyede bulunuyor. Karşıyı görecek şekilde düz bir yere
yüzükoyun uzanın, çenenizi olabildiğine ileriye uzatın ve gözlerinizi en yukarı kaldırarak
karşıya bakın. Pınarın seviyesinin bulunduğunuz noktadan aşağı veya yukarı olduğunu
göreceksiniz.
Bu konulara önümüzdeki dönemde biraz daha girelim diyor, saygılar sunuyorum….
1
ÇAĞRI DERGİSİNE MERHABA
Mehmet BİLDİRİCİ
ÇAĞRI Dergisini izlerdim, edebiyata yönelik bir kültür dergisi olarak görüyordum. Ara ara
Konya tarihi ile yazılar da çıkıyordu. Değerli şair kültür adamı, sadece aşıkların değil kültürün
babası sayın Fevzi Halıcı'nın, benim gene değerli bir gazeteci Mehmet Gündoğdu'nun
Konya'da yayınlanan Yeni Gazete "KIRKAMBAR" kültür sayfasındaki yazılarım ilgisini çekmiş
ve benim yazılarımdan bazılarını ÇAĞRI dergisine koymuş, benim daha sonradan haberim
oldu. Bir anda kendimi Çağrı Dergisi'nin yazarları arasında ve okurları önünde buldum. Tabii
bu beni çok mutlu, bundan dolayı Sayın Fevzi Halıcı'ya sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Bunun üzerine kim olduğumu, nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğumu açıklamanın ve
yazacağım yazılar hakkında bir ön bilgi sunmayı bir görev bildim. Bu şekilde daha önce çıkan
yazılarım da bu sistem içine gireceğine inanıyorum.
Ben, Mehmet BİLDİRİCİ, Konya 1939 doğumluyum. Hakimiyeti Milliye ilkokulundan 1951
yılında, Konya Lisesi'nden 1957 yılında mezun oldum. 1957-1962 yılları arasında İstanbul'da
İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesini bitirdim. Askerlik hizmeti dahil meslek
hayatımın 33 yılı Konya'da geçti 1996 yılından bu yana da İstanbul'da müşavir mühendis,
bilirkişi olarak emeklilikte meslek yaşamımı da sürdürüyorum.
Konya'da müteahhitlik, betonarme proje, kontrolluk hizmetleri, kooperatifçilik, Konya
Mühendislik Mimarlık Akademisi'nde (Halen Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi)
öğretim görevliliği (1971-1982) ve DSİ IV. Bölge Müdürlüğünde Başmühendis olarak (19841995) görev yaptım ve 1995 yıl sonu emekli oldum.
Günün koşulları gereği, meslek yaşamımda çok evreler olmasına karşı, kültür ve düşünce
konusundaki görüşlerimde bugünde devam ettirdiğim bir süreklilik ve kararlılık
bulunmaktadır. Kırk yıl önce her türlü ekonomik, kültürel ve sosyal sorunların akılcı düşünce
yolu (rasyonalizm) ile çözüleceğinde karar kıldım. Burada Konya Lisesi'nde Felsefe hocamız
Selman Erdem'in etkisi olduğu kanısındayım. 1957 yılından 1991 yılına kadar boş bulduğum
zamanlarda başta felsefe ve sanatta çok büyük atılımların olduğu İlkçağa ve daha sonraki
çağlara ait kitaplar okudum.
1991 yılı benim için önemli bir yıl oldu, bu yıl büyük uğraş vererek İngilizce kitapları okur ve
anlar hale gelebildim ve görüş alanım çok genişledi, ve aynı yıl, sıkı bir disiplin ile hala
devam ettirdiğim tarihi su yapıları konusuna yöneldim. Tarih sevgisi ve mühendislik bu
noktada kesişti. Mühendislik ve matematik nosyonları ile tarihi olaylara, su yapılarına, eski
mühendislere, eski kentlere ve planlarına yönelerek, ilginç sentezlere ulaştığımı sanıyorum.
Bu konuda, büyük filozof Eflatun'un (Plato) Akademisi üzerine yazdırdığı "Geometri bilmeyen
benim akademime (felsefe) gelmesin" sözü kırk yıl kulağımda küpe olmuştur.
Bu geniş platform üzerinde ve bu görüşler doğrultusunda Konya tarihine, kentlerine, su
yapılarına yöneldim. Çeşitli kültür ve ırkların yaşadığı ve hayat bulduğu Anadolu'nun dünyaya
verdiği pek çok ilkler bulunmaktadır. Büyük bir açık hava laboratuarı olduğuna inanıyorum.
Bunun bir parçası ve merkezinde yer alan Konya'nın gerek Selçuklular döneminde ve
gerekse daha önce büyük kültür ve uygarlıklara sahne olduğunu görüyorum. Ben daha
ziyade eski çağları anlamaya çalışıyorum, bunlar bilinmeden de Selçukluyu da tam yerine
oturtmak mümkün değildir gibi geliyor.
Çalışmalarımda Konya ve çevresi ağırlıkta, bu kent ve kalıntılarını yerinde görüp inceledim,
bu konuda çıkmış yerli, özellikle yabancı araştırmacıların yayınlarını, çevrede okunmuş
yazıtları ön planda tuttum. Bölgede çok detaylı bir harita taraması yaptım. Konya
çevresindeki tarihi kalıntılarının çoğunu yerinde inceledim, ama tümüne ayak bastım
diyemem, ama tüm köşelerinin haritasını inceledim diyebilirim.
Konu ile ilgili çeşitli yazı ve yayınlarım bulunmaktadır.
2
KİTAPLARIM -BOOKS
-"Yapı Malzemesi Ders Notları" (Selçuk Üniversitesi 1982)- "Structural Materals Notebook"
-"Yatağan Köyü, Dünü, Bugünü (1988 özel)- Yatağan Village of Konya, today and in the past
-Tarihi Su Yapıları, Konya, Karaman, Niğde, Aksaray (DSİ Genel Müdürlüğü - Ankara1994)
Historical water works of Konya, Karaman, Niğde, Aksaray- DSİ, Ankara 1994)
-Ellili Yılların Konya Lisesi Öğretmenleri (1997 özel) -"Teachers of Konya Lisesi of 1950's)
BİLDİRİLERİM- MY PROCEEDINGS
- "Konya İçmesuyu Projesi ve Tarihçesi" (DSİ Genel Müdürlüğü semineri; Çamlıca-İstanbul
1993) -" Water Supply Project of Konya and its Past" (Seminar of DSİ in Istanbul in 1993)
-Selçuklu Dönemi Konya Sulaması (DSİ 40. Kuruluş Yıldönümü Konferansı, Ankara, 1994)
"İrrigation System of Konya in the Seljuk Era" (Conference of DSİ for the 40th years of
foundation- Ankara 1994)
-Klasik Çağda Su İletiminde Kullanılan Borular, DSİ Genel Müdürlüğü semineri, Çamlıcaİstanbul 1995)
The Pipes used in the aqueducts in Classical Ages (Seminar of DSİ Genel Directorate in
Istanbul, 1995)
-Eski Su Temin Sistemlerinde Su Ölçümü (DSİ Teknik Bülten 1996)
Discharge Measurement in Old Water Supply Systems. (Technical Bulletin of DSİ 1996)
- Idyma'dan Gökova Akyaka'ya (Gökova Akyaka Tarihi ve Turizmi Semineri, Akyaka, Muğla
1996)
From the ancient city IDYMA to Gökova-Akyaka (Seminar at Gökova-Akyaka of Muğla, 1996)
-Historical Irrigations in the Plain of Ereğli of Konya (16th Congress of ICID, Cairo -Egypt.
1996) (Öztuğ Bildirici ile birlikte)- (With Öztuğ Bildirici)
-Konya ve Çevresinde Çağlar Boyu Su Yapıları (İzmir İnşaat Mühendisleri Odası. Kongresi
1997)
Historical Water Works in Konya and its Environment, through Ages. (Congress Of civil
Engineering Union of İzmir branch 1997)
-Eski Su Yapılarında Suyun Ölçülmesi, İletilmesi ve yükseltilmesi (DSİ Genel Müdürlüğü,
Semineri Fethiye, 1998)- "The Discharge Measurement, the Conveyance and the Rising of
water in Ancient Water Supply Systems, Seminar of DSİ Genel Directorate at Fethiye-Muğla,
1998
- Historical Irrigation in the Plain of Bayburt (17th Congress of ICID, Grenada-Spain, 1999)
(Öztuğ Bildirici ile birlikte)-with Öztuğ Bildirici
- Historical Irrigation Systems in the Region of Konya (17th Congress of ICID, Grenada-Spain
1999)
(Öztuğ Bildirici ile birlikte)- with Öztuğ Bildirici
- Idyma'dan Gökova Akyaka'ya (Akyaka Belediyesi 2000 Tanıtma Kitabı - Muğla)- From
ancient city IDYMA to Gökova-Akyaka, Information Book of Akyaka, 2000
- Beyoğlu Yakası Çeşme ve Su Kaynakları (İSKİ Osmanlı Medeniyeti Sempozyumu Mayıs
2000) (Doç.Dr. Halil Ürün ile birlikte)- The Springs and the Fountains of Beyoğlu, Istanbul
with Halil Ürün
- Galata'nın Eski Su yolları (Galata Şenlikleri Haziran 2000)- Ancient Water Supply Systems
of Galata of Istanbul- Galata Festival, 2000
- Konya Ovası Sulaması (İngilizce) Çatalhöyük'ten Bugüne Çumra, Kasım 2000
The Irrigation Project of Konya Plain in the Beginning of 20th Century: From the period of
Çatalhöyük-Çumra-Konya, 2000
MAKALELERİM
YENİ KONYA, YENİ MERAM, YENİ GAZETE gibi Konya, Devrim (Muğla), AGOS (İstanbyl)
gazetelerinde yayınlanmış pek çok makalem bulunmaktadır.
(Ocak 2002 – ÇAĞRI)
3
KONYA’DA YATAN PEYGAMBERLER
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya'da halkın çoğunluğu, içinde yaşadıkları kentlerinde pek çok evliyaların, erenlerin
yattığına inanır. Gerçekten de Selçuklu döneminden yakın zamanlara kadar çevreden saygı
görmüş pek çok Türk-İslam büyüğünün mezarları bulunmaktadır.
Mevlana Celaleddin Rumi (1207-1273), oğlu Sultan Veled (1226-1312), Şeyh Sadrettin
Konevi, (1210-1274 ) olmak üzere, mutasavvıf-şair ve tarikat ileri gelenleri, ilk akla gelen
isimlerdir. Selçuklu Sultanları 2. Kılıç Arslan (1156-1192), Gıyaseddin Keyhüsrev, Rükneddin
Süleyman, Alaaddin Keykubat (1219-1237), 2. Gıyaseddiin Keyhüsrev (1237-1246), Selçuklu
vezirleri Celaddin Karatay (ölümü 1254) ve Sahip Ata Fahrettin Ali (ölümü 1286) gibi vezirler
hep Konya'da yatmaktadır.
Konya'nın tarih ve kültür hayatında derin izleri bulunan bu değerli kişilerin yaşadıkları
dönemler, yaptıkları hizmetler ve bıraktıkları eserler bilinmektedir.
Bunun yanında türbeleri olan, ziyaret edilen, ermiş olarak kabul edilen; Üçler, Yedi Kızlar,
Tavus Baba, Sarıkız, Kesikbaş .. vs gibi yatırlar da vardır. Ama kim oldukları bilinmez, ancak
haklarında bazı şeyler anlatılır. Anlatılanların ne kadarı doğrudur kestirmek, oldukça güçtür.
Bunlardan ayrı olarak Konya'da 14 adet peygamberin yattığına inanılır. Bu konuda elimde
1994 Şubat ayında çıkmış Selçuk Es'in (1911-1980) küçük bir kitabı bulunmaktadır (Ref.1).
Selçuk Es, Konya folkloru ve tarihi konusunda geniş araştırmaları olan ve kendisi ile
sohbetlerimiz ve dostluğumuz olan bir büyüğümüz idi. Saygıyla anıyoruz. Bu küçük kitapta
aşağıdaki bilgiler yer almaktadır.
Musalla mezarlığı yakınlarında dört peygamber, isimleri:
1. İklis
2. Merih
3.Çağdun veya Çukudvan 4. Mihran
Alaaddin Tepesinin güney batısında bugünkü Zafer semtinde iki peygamber: Hamun ve
Salih, Alaaddin tepesinde Alaaddin cami civarında isimleri bilinmeyen üç peygamber
İlk eski Garaj yakınında Sarı Yakup mahallesinde Sarı Yakup cami yakınlarında isimleri
bilinmeyen üç peygamber, gene İlk eski garaj civarında ismi bilinmeyen bir peygamber,
Ticaret Lisesi civarı ismi bilinmeyen bir peygamber
Altısının ismi biliniyor, sekizinin ismi bilinmiyor. Toplamı 14. Selçuk Es bu bilgileri (Ref.2) de
açıklanan kaynaktan aldığını, ayrıca eski Konyalıların bu konuları araştırdığını
açıklamaktadır. Türk Folklor Araştırmaları dergisinde, Prof. Dr. Süheyl Ünver (Ref.2)
tarafından yazılan makalesinin kaynağının Mevlevi çevreleri olduğu görülmektedir.
Konu İslam öncesi eski çağlara ait olduğu için, çok sağlam bir kaynağa dayanması da pek
olası değil, kaynak halk, halkın inanışı olarak kabul edilmelidir.
BİLİNEN ARDINDAN GİDİLEN PEYGAMBERLER
Peygamberler Tanrı buyruklarını insanlara ulaştıran, tanrının sevgili ve seçkin kullarıdır.
Peygamberler tek Tanrı inancına dayanan Musevi, İsevi (Hıristiyan), İslam dinlerinde vardır.
Dünyada ilk tek tanrı geleneği İbrahim (Avraam-Abraham-İbrahim) peygamberle yaklaşık
zamanımızdan dört bin yıl önce başlamaktadır.
Yahudi inançlarına göre İbrahim peygamber oğlu İshak'ı (Yithhak) Tanrı'ya kurban
edecekken, Tanrı tarafından bir koç gönderilerek İshak kurtarılır. İshak'ın oğlu Yakup
(Yaakov) peygamberin, diğer ismi İSRAEL olduğundan, onun soyundan gelenler ve bugün
Yahudi inancını taşıyanlar, Beni İsrael (Yakup oğulları) olarak bilinir.
Müslüman inancına göre, İbrahim Peygamber, diğer oğlu İSMAİL'i Tanrı adına kurban
edecekken, onun yerine Tanrı tarafından koç gönderilir ve koç kurban edilir. Bu olay Kurban
bayramı olarak kutlanır. İslam inancına göre Hazreti Muhammet, İsmail soyundandır.
4
Yahudi kökenli 1943-1946 yıllarında Niğde milletvekili olan, tarih ve araştırmacı Avram
Galente (1874-1961) çeşitli kitaplarında Müslümanları kardeş halk olarak belirtmekte ve
Müslümanları "Beni İsmail" (İsmail oğulları) olarak nitelemektedir.
Sonuç olarak çeşitli mezheplere bölünmüş ve dünya nüfusunun yarıdan fazlasını oluşturan
üç tek tanrılı dinde 4 esas peygamber olduğu söylenebilir. Üçünün atası olan İbrahim, onun
neslinden geldiğine inanılan Musa , İsa, ve son peygamber Muhammet.
Bundan başka geleneği sürdüren, iz açan değil iz süren Yakup, Davut, Süleyman.. gibi
peygamberler bulunmaktadır.
Eski Yunan ve Roma'da peygamber inancı ve geleneği yoktur. Anadolu Malazgirt zaferi
arkasından kurulan Selçuklu devletine kadar, diyarı Rum'dur, Roma ülkesidir. Burada
peygamber mezarları hele hele 14 adet olması tarihle, bilimle uyuşmaz. Esasen halk
inançları da bilimsel bir veri de değildir. Ancak bunları elimizin tersi ile de itmemeliyiz. Halk
inançları bazı gerçekleri içinde sakladığı da doğrudur. Bir altın kırıntısı çamur içinde kalırsa o
da çamurlaşır, dikkatli araştırılırsa çamur içinden bulunup temizlenerek altın olabilir.
KONYA'DA ESKİ DİNLER VE ONLARIN BU GÜNE GELEBİLEN İZLERİ
Önce Anadolu'da yaşanan, inanılan dinler ve gelenekler incelenmelidir. İslam öncesi
Konya'da iki din yaşamıştır. Çok tanrılı dinler (Paganizm- Politheizm) ve Hıristiyanlık. Şimdi
bunları inceleyelim.
A- ÇOK TANRILI DİNLER
Çok tanrılı dinlerde her kentin, kendini koruduğuna inandığı tanrısı, tanrıçası ve tanrıları
vardır. Onlara sığınılır ve çeşitli yöntemlerle tapılır. Beğenilen ve kudretli olduğu kabul edilen
bu tanrı ve tanrıçalar bazen başkaları tarafından da benimsenir.
Bu bağlamda Konya'nın içinde bulunduğu Anadolu insanının yerli ve dışardan gelmiş tanrı ve
tanrıçaları bulunmaktadır.
KONYA ÇEVRESİNDE, ANA TANRIÇA - TANRI ANA GELENEĞİ
Çatalhöyük'te bulunmuş, Ankara Medeniyetler Müzesi’nde sergilenen küçücük tahtta oturan
ana tanrıça heykelciği dünyada ilk dini objedir. "Ana tanrıçaların anası olarak
nitelendirebileceğimiz bu tanrıça dünyada ilk örnek olmakta ve günümüzden 8.500 yıl
öncesine tarihlenmektedir. İsmi ne idi nasıl tapınılırdı bilinmez ama bu kült Anadolu'da 6.600
yıl yaşamıştır. Sonraları Kibele olmuş, Zizimmene Ana olmuş, Efes'te Artemis olmuş, kısmen
Meryem Ana kimliğinde bugün Hıristiyan dünyasında varlığını korumaktadır.
Ana tanrıça Konya çevresinde Zizimmene anadır. Taşlara kazılmış yazıtlardan bu konuda
bilgiler gelmektedir.
a.) Sızma'da yapılan kazılarda bulunmuş (Ref. 3-sayfa 27) bir taş da şunlar yazılıdır.
Μητρι Ζιζιµµηνη κατα κελευσιν ευχην
" Zizimmene Ana'ya adakta bulunmuştur"
b.) Alaaddin Camii duvarından getirildiği sanılan ve Şeyh Ahmet mahallesinde bir çeşme
taşında görülmüş ve araştırmacı Calder tarafından okunmuş bir diğer yazıt (Ref.4-4 nolu
yazıt) şöyle denilmektedir.
Μιτρη Ζιζιµµενη ευχην Μειροσ και ∆αµαλισ γυνη
" Meiros ve eşi Damalis Zizimmene Ana'ya adakta bulunmuştur"
c.) Altınekin (Zıvarık) cami duvarında bulunmuş bir taş da Zizimmene Ana'ya adakta
bulunulmaktadır. ( Ref. 5- Cilt 1- 2 nolu yazıt)
Zizimmene Ana'ya ait bir tapınak yeri bilinmemektedir. Ancak bugün Konya'nın kuzeyinde
bulunan "Sızma Beldesi"nin isminin bu tanrıçadan geldiği kabul edilmektedir.
Ana tanrıçanın yöremizde diğer isimleri "Anderini- Silandini ve İmpogarini" olarak da
geçmektedir.
5
d.) Anderini Ana'ya ait Ilgın'ın ismini de belirleyen çok ilgi çekici bir yazıt da Ilgın Ağalar
köyünde bulunmuştur. (Ref.5- 107 nolu yazıt) taşta yazılanlar şöyledir.
Μαµασ Μενελαου Κινδριαειτνσ οικουντοσ εν Λαγεινοισ Μιτρη Ανδειρηνη κατα κελευσιν
"Lagina’da (Ilgın- 6. kelime) oturan Kinduria'lı (Kadınhanı Kındıras köyü- 3. kelime) Menelaos
oğlu Mamas tanrıların annesi ANDERİNİ ( 7.,8. Kelime) için (bu taşı) sundu denilmektedir.
İlginç olan bu yazıtta Ilgın isminin de nereden geldiği görülmektedir. Lagina'nın zaman içinde
Ilgın'a dönüştüğü kabul edilebilir. Şimdiye kadar bodur bir ağaç olan Ilgın ağacından isminin
geldiği biliniyordu. Bu ağacın burada yetişmediği de bu görüşe destek vermektedir.
f.) Anderini anaya ait diğer bir yazıt da civar köylerden "Çeşmeli Zebir" de bulunmuştur.
(Ref.4) Burada şöyle denilmektedir.
∆ουδα κε Μαννισ Νοννασ Μιτρη Ανδειρηνη ευχην
Nonna'nın oğlu Mannis ve kızı Douda, Anderini Ana'ya adakta bulundu.
Ana tanrıçanın yöredeki bir ismi de Aggdistin Ana'dır. Konya'nın eski ismi İconium isminin de
yer aldığı çok ilginç bir yazıtta Konya'da bulunmuştur. (Ref. 5 -cilt 8 297 sayılı yazıt)
"Aggdistin Ana, Apollon ve Artemis'den İconium kolonisi için güler yüz göstermeleri için güler
yüzlü davranmaları için " denilmektedir.
Bu ifadeden Konya kenti içinde bazı tapınakların bulunduğu sonucu çıkarılabilir. Bir tapınak
yapmadan tanrıçadan güler yüz herhalde beklenmez !!!
9.) Bir başka yazıtta da Calder tarafından 1912 yılında okunmuş ve "Kovadatrini" Ana'ya
aittir. Μιτρη Κουαδατρηνη ευχην
ANA TANRIÇA GELENEĞİNİN BİR DEĞERLENDİRİLMESİ
Ana Tanrıça geleneği ve tapınması Çatalhöyük'ten beri kesintili veya kesintisiz devam ettiği
kabul edilebilir. Ancak burada bir nokta da dikkat çekicidir. Ana Tanrıça Hitit döneminde
Kubaba'dır. Kütahya Çavdarhisar'daki antik kent "Aizonai" da Setuenne Anadır. Frigya
bölgesi olarak kabul edilen Eskişehir, Afyon'da KİBELE' dir.
Dikkat çekici olan Konya çevresinde Kibele ismi hiç geçmez. Buna rağmen konunun detaylı
incelenmemesinden dolayı Konya'nın dış kalesi olan Kevele Kalesi (Konya'nın hemen
batısında Takkeli Dağ) ile Kibele arasında sadece isim benzerliğine dayanan bir benzerlik
kurularak burada Kibele tapınakları olduğundan bahsedilir. (Ref.12)
Konya'daki ana tanrıçalara nasıl tapınılır, benzer özellikleri aynı olan Kibele ile aynı mıdır?
Bu konuda ayrı bir araştırma konusudur. Ama farklılık olduğunu sezinliyorum. Konya
çevresindeki ana tanrıçaların bir sevgilisi olup olmadığı bilinmemektedir.
Tanrıların başı Zeus toprağı döllüyor ve bu birleşimden çift cinsiyetli bir yaratık meydana
geliyor. Bu durum karşısında diğer tanrılar telaşlanıyorlar ve su çift cinsiyetli yaratığı bağlayıp
erkeklik organını kesip toprağa gömüyorlar. Yerinden badem veya nar ağacı çıkıyor ve
bunun meyvesini yiyen doğu kökenli bir tanrıça nar çekirdeğinden hamile kalıyor ve çok
güzel bir erkek çocuk doğuruyor. Atis,
Cybele Atis'e aşık oluyor ve onu devamlı gözetiyor, Atis bundan habersiz bir prensesle
evlenmek isterken, tanrıça kıskançlığından onun ölümüne nedenler hazırlıyor, Atis erkeklik
organını kesip kendini öldürüyor. Yaptığı işe çok üzülen Cybele Zeus'a yalvarıp onun hayata
döndürülmesini istiyor.
Atis'in tekrar canlanması bir çam ağacı şeklinde oluyor. Bu ise ilkbaharda doğanın yeşermesi
ağaçların ve bitkilerin tekrar ortaya çıkmasıdır. Halk tarafından bu olay coşku ile dini
törenlerle kutlanıyor. Bu dini etkinlik daha sonra Roma kentine kadar uzanıyor. Hadım
edilmiş rahipler tapınakta görev yapıyor. Bu gelenek kısmen korunarak kısmen yeni
inançlarla zenginleştirilerek bugün "Hıdrellez Şenlikleri" ile halk tarafından kutlanmaktadır.
Kibele'nin aşığı "ATTİS" ismine Konya'daki yazıtlarda hiç rastlanmaz. Sadece Konya
çevresinde Attis ismine Grek harfleri ile Frikçe yazılmış mezar taşlarında rastlanılmaktadır.
Ref.5 . cilt 7 de yerleri ve yazıt numaraları verilmiş bazı taşlar örnek olarak verilecektir.
6
10 nolu yazıt Ladik Soğukpınar'da bulunmuş bir bloktur. Frikçe metinde Atti ismi geçmektedir
108 nolu yazıt Ilgın'da bulunmuş bir blok, Frikçe metinde Atti ismi geçmektedir.
136 nolu metin Ilgın Mahmuthisar köyünde bulunmuş bir bomos taşı, Atti ismi geçmektedir.
137 nolu metin Doğanhisar'da bir lahitte görülmüş olup Frikçedir.
Üçüncü yüzyıla tarihlenen bu metinler Konya'nın kuzeyindeki bölgelerdir, başka örnekler de
vardır. Attis ismine sadece Frikçe metinlerde rastlanması çok ilgi çekici ve düşündürücüdür.
(ŞUBAT 2002 ÇAĞRI)
(AĞUSTOS 2003 ÇAĞRI)
(NİSAN 2005 ÇAĞRI)
7
MÜHENDİSLİKTE KIRK YIL
MEHMET BİLDİRİCİ
İnş.Y.Müh-İTÜ 1962 Mezunu-Araştırmacı Yazar
Bu yıl mühendislikte kırk yılı doldurdum. İstanbul Teknik Üniversitesinin 229. Kuruluş yılında,
İTÜ Rektörü Sayın Prof. Dr. Gülsün Sağlamer elinden mezuniyetimizin "Kırkıncı Yıl Plaketi"ni
aldık. Bizim için büyük mutluluk. Bu törende İnşaat Fakültesi'nin mezunları yanında İTÜ'nün
diğer bölümlerinin 40, 50, 60. yıl mezunları da bulunuyordu.
Eski Cumhurbaşkanı İTÜ mezunu Sayın Süleyman Demirel'in de katıldığı bu törenler
medyada pek yer almadı, veya çok kısa haberle geçiştirildi. Daha çok bu tören çıkışında
Sayın Demirel'in törende yaptığı özlü konuşmasına değil; bankacı yeğeninin zulüm gördüğü!
ifadesine ve buna duyulan tepkilere daha çok yer verildi.
Şüphesiz bu törende huzur vardı, mutluluk vardı, bir iç hesaplaşma vardı. Hizipçilik, kavga ve
iç çekişme yoktu. Medya bunları haber yapıyor. Bu günlerde ekranda yarı çıplak bir
mankenin, gene yarı çıplak bir mankene attığı tokat vardı. Bu çok önemli olay dururken
medya niye böyle sessiz ve sakin bir törene yer verecekti. !!!
Ama yaşım icabı, ve bana mutluluk verdiği için bu töreni önemsedim. Biz meslekte kırk yılını
dolduran İTÜ 1962 yılı mezunu inşaat mühendisleri kimleriz, nereden geldik, nasıl bir
öğrencilik geçirdik, kırk yılın ardından bir değerlendirmesini yapacağım.
Biz İTÜ İnşaat Fakültesi'ne İTÜ'nün kuruluşunun 189. yılında, yani 1957 yılında girmişiz.
229. Kuruluş yıldönümünde kırk yıl sonra plaket alıyoruz.
Türkiye'nin en eski, teknik bilgi veren okulu olduğu kabul edilen "Mühendishanei Berri
Humayun"un 1773 yılında kurulduğu kabul ediliyor. Batı, özellikle Fransa örnek alınarak
açılıyor. Önce ordu için teknik subay yetiştirilmesi amaçlanıyor,. Çok daha sonraları sivil
mühendis yetiştiren "Hendesei Mülkiye", ardından "Yüksek Mühendis Mektebi" oluyor. 1944
yılında da İstanbul Teknik Üniversitesi haline getiriliyor.
Bizim zorlu bir sınavın arkasından girdiğimiz İstanbul Teknik Üniversitesi, ve de en çok
tutulan İnşaat Fakültesi 1957'li yıllarda en gözde eğitim kurumudur. Bir kalkınma hamlesi
başlatılmıştır. Mühendislere ihtiyaç vardır. Onlara özel 10195 sayılı kararname ile yüksek
ücret!!! ödenmektedir. İTÜ büyük tercih sebebidir. Hele hele inşaat fakültesi için, en yüksek
puanları almak gerekiyor.
Bazı arkadaşlarımız ilk hakkında buraya girmeye hak kazanmıştır. Bazıları ise ilk yıl başka
bir bölümü kazanmış, ikinci bir hamle ile İnşaat Fakültesi'ne girmiştir. Örneğin ben ilk yıl
Makine Fakültesi'ni kazandım ikinci yıl yeniden sınava girerek İnşaat Fakültesi'ne transfer
oldum.
Giriş imtihanlarımız da çok değişik ve ilginç. O yıllarda henüz dershaneler yok. Oturup sınava
kendiniz hazırlanıyorsunuz. Bu günkü test usulü de henüz gündemde değil. Matematik, fizik,
kimyadan klasik problemler soruluyor ve onları çözüyoruz. Diğer bir özellik de her üniversite
kendi sınavını yapıyor, merkezi sistem henüz yok.
Anadolu, İstanbul ve yurt dışından çeşitli liselerden 170 arkadaş bir sınav sonucu bir araya
geliyor. Tabi şunu da belirtiyorum yabancı arkadaşlarımız başta Kıbrıs, Yunanistan, İran,
Suriye, Libya … vs den geliyor. Yabancı öğrenci kontenjanı % 10. Bu yabancı arkadaşların
sınavı bizden farklı ve kolay, Türkçe sınavından geçiyorlar. Kıbrıs'ta Türk Lisesi mezunu bir
arkadaş için, Gümülcine'den gelen Türk kökenli bir arkadaş için, Azeri kökenli, Doğu
Anadolu'daki arkadaşlardan daha temiz Türkçe konuşan İranlı arkadaşımız için bu pek
problem olmuyor.
İstanbul'da yabancı dilde eğitim yapan kurumlar arasında, Fransızca eğitim veren
Galatasaray Lisesi (Doğan Ramazanoğulları, Nejat Gül, Karahan Karahasan, Uslu
Araboğlu,), ve St. Joseph Lisesi (Ergin Tansuğ, Nazaret Kasarcan) başta geliyor. Fransızca
eğitim veren liselerin eğitiminin İTÜ'nün giriş sistemi ile uyum sağladığı, İngilizce eğitim veren
liselerinden öğrenci olmadığı dikkat çekici oluyor.
İstanbul'da, Türkçe eğitim veren Vefa Lisesi (Sayhan Bayoğlu, Erhan Kıral, Erol Enacar,
Bahaddin Obdan), İstanbul Erkek Lisesi (Hayati Erhan, Güngör Ergin, Sümer Sezer),
8
Darüşşafaka Lisesi (Mete Mutluoğlu, Bulut Buharalı), İstanbul Atatürk Erkek Lisesi (Sezai
Yılmaz) ve diğer İstanbul liselerinden mezun arkadaşlar başı çekiyor.
Diğer arkadaşlarımız Anadolu'nun çeşitli liselerinden geliyor. Tabii başta İzmir geliyor. İzmir
Atatürk Erkek Lisesi'nden (Ömür Önder, Mehmet Tabağ, Cihan Ünal, Erseli Ersoy, Mehmet
Cengiz, Soysal Arıkan,), İzmir Namık Kemal Erkek Lisesi'nden (Önder Dağıstan, Murat
Merzeci) gelenler önemli bir grubu oluşturuyor.
Anadolu'daki liselerden, benim mezunu olduğum Konya Lisesi, 6 kişi ile başı çekiyor (Hasan
Ali Acar, Atalay Tarhan, Habip Sandıkçı, Tuncay Orhan, müteveffa Muammer Özücan ve ben
Mehmet Bildirici). Kayseri Lisesi (Mehmet İndap, Arif Mirap, Ömer Eraslan), Elazığ Lisesi
Rana Ekici, Turgut Özmen, Cemil Dinç), Antalya Lisesi (Mustafa Gür, Güngör Eroğlu),
Ankara ve Eskişehir'deki liseler önde geliyor. Bizim Konya Lisesi grubuna başka liselerden
mezun olan ve Konyalı olan, Mustafe Gür, Sümer Sezer, Veyis Ceylan'ın eklenmesi ile
Konyalı grubu dokuza ulaşıyordu.
Batı Trakya'dan Mehmet Rayf, Hilmi Mehmet, Rıdvan Abdurrahman, müteveffa Mesut
Abdullah, Kıbrıs'tan Attila Şevket Çaydamlı, Necati Ahmet Ayhan, Enver Aydemir, Güner
Kaşif bulunuyordu. İranlı güzel Türkçe konuşan Yadullah Bahriye, yanında Suriye, Ürdün'den
arkadaşlarımız vardı. Filistinli Ahmet isimli bir arkadaşımız hiç bilmediği Türkçe sınavını
geçip üniversiteye giriyor, çok çalışarak Türkçe öğreniyor ve 5 yıl içinde bizimle birlikte
mezun oluyor.
Cemaat mensubu arkadaşlarımız arasında, çok çalışkan Rum Zağrofyan Lisesi mezunu
Mihail Zizopulos, Ermeni cemaatından da Nazaret Kasarcan bulunuyordu. Yahudi
cemaatından arkadaşımız mevcut değildi.
Okulumuz Taksim'de TAŞKIŞLA binası, yüksek tavanlı, geniş koridorlu, Mimar Balyan
tarafından kışla binası olarak yapılmış, şahane bir bina. Mimarlık ve İnşaat Fakülteleri
burada, bu iki fakültenin sınırında tanrıça Venüs heykeli yer alıyor. Tüm hatıra fotoğraflarını
burada çektirirdik.
Sınıflar oldukça geniş, ön sıralar sınıfın kuşlarının (çalışkan!) yerleri, burada yer kapmak için
alaca karanlıkta gelip yer tutmak gerek. Arkalar yaylalar, havadar, hocanın gözünden uzak.
Hocalarımızla yakın ilişkimiz yok. O günkü üniversite anlayışı hoca anlatır, anlayan anlar,
anlamayan anlamaz. Türkiye'nin ilk ve ünlü betonarme hocası Ordinaryüs Profesör olan bir
hocamız bu anlayışla ders anlatırdı. Biz de uyuklar başka işlerle uğraşırdık.
Ama çok değerli hocalarımız da vardı. Mukavemet hocamız Prof. Dr. Mustafa İnan, Prof. Dr.
Orhan Ünsaç, Prof. Dr. Hamdi Peynircioğlu, Doçent Adnan Çakıroğlu, Doçent Selma Soysal,
ve diğerleri, bugün bu hocaların öğrencisi olmakla gurur duyuyorum.
Bu arada bazı dersleri hocalarımızın yazdığı kitaplardan çalışırdık. Bunların başında AhşapÇelik ve Kanalizasyon hocamız Abdullah Türkmen, Topoğrafya hocamız Said Yasar gelirdi.
Bizden önceki kuşağın hocalarının büyük bir kısmının yabancı, Avrupalı olduğunu biliyorum.
Bizim dönemimizde Tasarı Geometri hocası Prof. Hans Horninger idi, Türkçe ders anlatırdı.
Kısa bir sürede Hidrolik dersine Schlahermayer geldi. Ders Almanca anlatıyor, asistan
Türkçe'ye çeviriyordu.
O yıllarda Türkçe teknik kitap hiç yoktu. Olsa da Fransızca idi. Fransızca bilenler ise çok az
sayıda idi. Onun için derste not tutmak esastı. Not tutarak da dersi derste yarı yarıya
öğreniyorduk. Üniversitede o yıllarda yabancı dile önem verilmiyordu. Örneğin İngilizce
dersleri çok yetersizdi.
İlginç bir hocamız da bize Makine dersine gelen ve tane tane ders anlatan ve daha sonra
politikaya atılan, partiler kuran ve kurduğu partiler defalarca Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatılan, Türkiye'yi ortaçağa götürmeye çalışan, ama başaramayan Prof. Dr. unvanına
sahipti. Keşke böyle bir hocam olmasaydı diyorum.
Sınıfta yaşlı 5-6 civarında yaşlı ağabeylerimiz vardı. Bunlardan çok saygı duyduğumuz
İbrahim Ağabey, Ordu'da yüzbaşı iken istifa edip yeniden öğrenci oluyor Parlak bir istikbal
temini için. Biz gençlere taş çıkartan bir çalışma sergiliyor. Nereden bilsin yüzbaşı kaldığında
çok daha fazla özlük hakları elde edeceğini !! .
9
Bir diğer ağabeyimiz İTÜ Elektrik Fakültesi 1952 mezunu Kemal Kayserilioğlu idi. Bizimle
birlikte ikinci fakültesini bitirdi. Bir diğeri bizden 20 yaş büyük Ali Vefa Kılıç, babamız yaşında
idi.
Şüphesiz en renkli hayatı olan ağabeyimiz Nevzat Haner idi. Evli barklı, çocuk sahibi idi.
İkinci eğitim için aramızda idi. Başarıya ulaşmak için her yolu denerdi. Kopya çekmek,
yalvarmak, ödevini para ile yaptırmak, yoklamada para ile yerine adam koymak sıkıştığında
başvurduğu yöntemlerdi. Bunda da başarılı oldu sayılır, herkesten önce Haziran da mezun
oldu !
İnşaat mühendisliği erkek mesleği olarak bilinir. Ama sınıfımızda iki de kız arkadaşımız var.
Şen (Göray) Sülün, ve Demet Erdem. Bu iki hanım arkadaşımızla meslek hayatında ve
toplantılarımızda hep birlikte olduk.
O yıllarda öğrenim çok sakindi. Politika yoktu. Daha doğrusu politika 1960 yılı başında, 27
Mayıs öncesi esmeye başladı. Bir arkadaşımız, Suzi Ertem politik konuşmalar yapardı.
Cumhuriyet Halk Partisi paralelinde konuşurdu. Sonra tam tersi düşüncelere yöneldiğini
görüyoruz. Bir kaç arkadaşımızda bugünkü kökten dinci partilerin fikirlerini savunurdu. Veysel
isimli arkadaşımız, matematikte çok iyiydi, iyi bir derece ile girmişti. Çok iyi matematik
bilgisinden ötürü ünlü bir Fransız matematikçinin adı takılmıştı. Ama gene de o fikirlerin
arkasında oldu.
Arkadaşlarımızın bir kısmı İstanbullu ve evlerinde kalıyordu. Biz Anadolu'dan gelenler yurtları
tercih ediyorduk. Örneğin ben Konyalı arkadaşlar Aksaray'da bulunan "Konya Talebe
Yurdu"nda kalıyorduk. Öğle yemeklerimizi Gümüşsuyu'ndaki yemekhanede yerdik.
Taşkışla'dan buraya kestirme gitmek için şimdi olmayan bir vadiden ve duvarlardan atlayarak
lokantaya giderdik.
Okulumuzun Taksim'de oluşunun çok büyük avantajları vardı. Türkiye'nin en kaliteli filmleri
Beyoğlu sinemalarında idi. Futbol sevenler için Dolmabahçe'deki Mithatpaşa stadyumu
hemen yanımızda idi.
Böyle güzel anılarla 1962 yılında İTÜ İnşaat Fakültesinden mezun olduk. 1957 yılında giriş
imtihanlarında en çok puan alan ve onlarla gurur duyduğumuz ilk 7 arkadaşımız şöyle: Murat
Merzeci, Sezai Yılmaz, Mehmet Ege Ergin, Ömür Önder, Mahir Keçeci, Turgut Özmen,
Mehmet Tabağ….
Üst derece ile mezun olan 7 arkadaşımızda şöyle: Hayati Erhan, Turgut Özmen, İlhan
Çeçen, Sayhan Bayoğlu, Fevzi Konan, Sezai Yılmaz, Ömür Önder,…..
Çeşitli işlere giriştik. Çoğumuz serbest çalışarak yapı ve proje üretti. Bir kısmımız kamuda
çalıştı. Hiç birimiz politikaya girmedi. Bu güzel günleri unutmamak için devamlı bir arada
olduk. Bu konuda Ankara'da çalışan NECDET ERSOY arkadaşımız öncü oldu, başkanımız
oldu, toplantılar düzenledi, bizlere hep haber verdi. Bu sayede sosyal bağlarımız ve
birlikteliğimiz devam etti.
Değerli İTÜ Rektörü Sayın Gülsün SAĞLAMER ve ortaya koyduğu organizasyon sayesinde
yaklaşık 100 arkadaşımız 10.05.2002 tarihinde 40. Yıl Törenleri’nde buluştuk. Anı kitabımızı
aldık. Emeği geçenlere teşekkürler.
Mail: [email protected]
(İTÜ DERGİSİ 2002 KASIM SAYI 39 DA YAYINLANDI)
10
KONYA EN KIDEMLİ TİCARET ADAMINI, ZEKİ ÖZDEMİR'İ YİTİRDİ
MEHMET BİLDİRİCİ
Damadı
İnş.Y.Müh-Araştırmacı Yazar
Zeki Özdemir (1915- 29.Eylül 2002) Konya Ticaret odasının en eski üyesi idi. 1943 yılından
bu yana Konya'nın ticari hayatı içinde, 1953 yılından buyana da Konya Ticaret Odası üyesi
idi. Dile kolay 49 yıllık üye, seneye yaşasaydı, Elli yıl plaketini alacaktı. Ticaret konusunda
canlı bir arşiv idi. 2002 yılı Ağustos ayı içinde Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne
kaldırıldı, orada öldü ve Musalla mezarlığında babası ve dedesinin yanında toprağa verildi.
Zeki Özdemir Konya'nın eski köklü ailelerinden Arzuhalci Hasan Tahsin Efendi’nin (18281912) torunu ve Hacı Şükrü Özdemir'in oğlu olarak 1915 yılında Konya'da doğdu. Dedesi
Hükümet konağının hemen kuzey batı köşede bugünde mevcut olan dükkanda dava vekilliği
yapmıştır. Zengin bir adam Hasan Tahsin bir süre Konya'da Özel İdare Meclisi üyeliğinde
bulunmuştur. Hayırsever bir kişi olan Hasan Tahsin'in Alaaddin camiinin tamirinde katkısı
olmuştur. Hasan Tahsin'in babası da Terzi Mustafa olarak bilinmektedir.
Annesi Hediye Hanım (ölümü 1936) idi. Hediye Hanımın babası ise Konya'ya dışarıdan
gelmiş uzun boylu, uzun saçlı, saçları örgülü, beyaz tenli Sadeddin Efendi idi. Sadeddin
Efendi Nakşibendi idi ve büyük kızını zamanın Nakşibendi şeyhi Mehmet Bahaaddin
Efendiye vermişti. Buradan Konya'nın en önde gelen ailelerinden ERENMEMİŞ'ler teyze
çocukları, eski Adalet Bakanı Sedat Çumralı (1904-1974), ve ağabeyi Rakım Çumralı (18981984) ise halasının oğulları idi.
Hacı Şükrü Özdemir ve Hediye Hanımın 10 çocuğu olmuş, dördü çocukken ölmüştür. Zeki
Özdemir, ailenin beşinci çocuğudur. Ağabeyi Hacı İhsan Özdemir (1894-1970), ilkokul
öğretmeni idi. Başöğretmen de olmuştur. Birinci Dünya Savaşına ve Kurtuluş Savaşına
katılmış, on yılın üstünde askerlik yapmış, "İstiklal Madalyası" sahibi idi. Ablaları Şefika Şahin
(1898-1979) (Av. Muammer Şahin'in annesi), Ağabeyli köyüne gelin giden Şakire Tosun
(1902-1978), Sinangil ailesine gelin olan, Zeynep Sinangil'dir (1906-1994). Kardeşi ise Zehra
Küçükkolbaşı'dır (1918-1997). Zeki Özdemir yaşayan son kardeş idi.
Zeki Özdemir, Sanat Enstitüsü’nde okudu, buradan mezun oldu. Bir süre Konya PTT
Müdürlüğünde çalıştı. 1943-1953 yılları arasında aynı okulda Elektrik öğretmenliği yaptı.
Daha sonra Sarraflar Çarşısı’nda küçük bir dükkan açtı. 1943 yılında atıldığı ticaret
hayatında,1963 yılında oğlu İstanbul İktisat Fakültesi mezunu Eray Özdemir'I yanına ortak
olarak aldı ve birlikte çalışmaları ölümüne kadar devam etti. Gelini Kimya Mühendisi Şefika
Özdemir'de emeklilikten sonra eşi ve kayınpederi ile birlikte çalışmaya başladı.
Zeki Özdemir ticari yaşamda, sözüne sadık örnek bir tüccardı, borcuna senetlerine çok önem
verirdi. Ticareti, parayı, mal edinmeyi severdi, ömrü boyunca buna çaba sarf etti. Yaşı
sekseni geçtiği halde her gün muntazam, Konya'da sık rastlananın aksine sakal koymadan,
delikanlı gibi her gün tıraş olarak ve kravatını takarak işine giderdi. Son zamanlarda fiili
olarak bir çalışma göstermese bile ticari havayı koklamak kendisine büyük zevk veriyordu.
Zeki Özdemir akrabası Konya'nın ilk öğretmenlerinden Şerife Özdemir (1907-1991) ile evli
idi. Çok mutlu bir evlilik hayatı oldu. Özellikle Şerife öğretmenin dolgun bir maaşı ve eşine
olan aşırı sevgisinin ÖZDEMİR ailesinin ilerlemesinde önemli katkısı oldu. Eşinin 1991
yılında ölümünden sonra 1994 yılından 2002 yılına kadar Şükriye Hanım ile birlikte oldu. Ben
Zeki Özdemir'in kızı Coğrafya öğretmeni Düzay ile 1963 yılında evlendim, ailenin damadı
oldum. Kırk yıla yaklaşan evlilik hayatımda Zeki Özdemir'le çok iyi günlerimiz oldu çok
yakınında oldum, bazen de bu yakınlığı son zamanlarda olduğu gibi yürütemedik.
Zeki Özdemir, babalarından kalma Aymanas mahallesindeki bağını çok severdi. Çünkü
ataları burada kuyudan çıkrıkla su çekerek ağaç yetiştirmişlerdi. Bir de bağın arkasında
eskiden leğenlerle pekmez kaynatılan üzüm bağı vardı. Üzüm bağları Altınapa Barajının
yapılması ile Konya'da yok oldu. Çünkü üzüm bağları Selçuklu döneminden beri mevcut olan
sulama kanalları ile kışın sulanırdı. Baraj yapımı ile bu kanallar kurudu ve kapandı, bağlar
kışları sulanamaz oldu.
11
Yok olan bu üzüm bağlarının yerinde bugün bir eğitim kurumu yükselmektedir. Bu üzüm
bağlarında onun arsası üzerinde, parasal katkısı ile yaptırılan ZEKİ ÖZDEMİR LİSESİ yer
almaktadır. 1991 tarihinde öğrenime açılan ve bugün 850 gencin eğitim aldığı bu lise onun
en büyük gurur kaynağı idi.
Son zamanlarda bir arzusu ve bir de üzüntüsü vardı. Aymanas bağında suların derine
inmesinden kuyudan su alamadıkları için canım ağaçlar kuruyordu. Birde ümidi vardı.
İyileşince buraya bir SAĞLIK OCAĞI yaptırmak.
Zeki Özdemir'in çok sevdiği Aymanas, benimde annem ve anneannemin babalarının
bağlarının bulunduğu semttir. Kısaca tarihi de şöyledir. Eski dönemlerde, hatta 16. yüzyılda
Aymanas Rumların üzüm bağlarının bulunduğu bir köy, nitekim ismi de Aziz Manas (Aya
Manas) isimli bir azizden gelmektedir. Gerçekten bu yörede Bizans döneminde böyle bir
azizin Konya yöresinde yaşadığına dair izler bulunmaktadır. 20-30 seneye kadar da
Konya'nın dışında bağlık yerlerdir. Genellikle yazları göçülürdü. Bugün ise tamamen Konya
ile birleşmiş ve yerleşime tam olarak açılmıştır.
Zeki Özdemir sağlığına aşırı önem veren bir kişi idi. Doktorunun söylediklerine harfiyen
uyardı, verdiği ilaçları muntazam alırdı. Uzun zaman yağlı et, yağlı peynir, yağlı yemek
yememiştir. Giyimine hava şartlarına aşırı dikkat ederdi. Böylelikle hastaneye kaldırıldığı
2002 yılına kadar da sıhhatli bir yaşamı oldu.
Zeki Özdemir, eskilerden, eski Konya'dan, küçüklüğüne dair olayların konuşmasından büyük
zevk aldığını defalarca gözledim. Özellikle yaşlı halazadeleri Rakım ve Sedad Çumralı ve
teyzezadesi Ahmet Erenmemiş ile Konya tarihi konusunda yaptığımız konuşmaları zevkle
dinler bunlara katılırdı.
Zeki Özdemir çok konuşmazdı ama, bir öğretmendi, ileri görüşlü ve aydın bir kişiliği vardı.
Sülalesinde, aksine telkinlere rağmen kızı Düzay'ın üniversite öğrenimine izin vermesi ve bir
okul yaptırması bunu açıkça göstermektedir. Zeki Özdemir iki oğlu ve bir kızının yüksek tahsil
yapmasını sağlamıştır. Büyük oğlu Alpay Özdemir (1937-2002) Ankara Erkek Teknik
Öğretmen Okulunu (1961), kızı Düzay Bildirici, Ankara Üniversitesi, Dil-Tarih ve Coğrafya
Fakültesini (1961), küçük oğlu ve ortağı Eray Özdemir, İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesini (1963) bitirmiştir.
Aşırı siyasi görüşleri savunan, aşırı uçları hiç bir zaman tasvip etmedi. Ancak örneğin benim
gibi konuşmalarda düşüncesini de açıklamazdı. Türkiye'yi aşırı uçların tehdit ettiği
dönemlerde gerek dinci ve milliyetçi sağcı, çok arada bir solcu konuşmalar karşısında içten
tasvip etmediği halde "EVET" diyerek konuşmacı ile tartışmaya girmez, onu kırmazdı.
Zeki Özdemir'in, hayatı, yaşamı bizlere önemli mesajlar verecek niteliktedir. Ailesine, tüm
yakınlarına, yeğenlerine baş sağlığı diler, büyük bir mücadele ile elde edinilmiş oldukça yüklü
bir servetin kalacağını sandığım mirasçılarına, çok sevdiği Aymanas'ına bir de Sağlık
Kurumu yapımı arzusunu göz önüne alacaklarını umuyorum. Işık içinde uyusun diyorum.
Ayrıca Konya'yı yöneten yerel yöneticilere, ne yapacaksanız yapın, Zeki Özdemir'in
Aymanas'ını kurutmayın diyorum.
[email protected]
(03.12.2002 YENİ MERAM)
12
EMEKLİ KONYA ENDÜSTRİ MESLEK LİSESİ ÖĞRETMENİ
ALPAY ÖZDEMİR'İ KAYBETTİK
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Endüstri ve Meslek Lisesi öğretmenlerinden Alpay Özdemir'i (1937-2002) genç yaşta
kaybettik. Alpay Özdemir, Konya'nın önde gelen ticaret adamlarından Zeki Özdemir (19152002) ile Cumhuriyet döneminin öncü ilkokul öğretmenlerinden, Milli eğitime 38 yıl hizmet
etmiş olan Şerife Özdemir'in (1907-1991) büyük oğludur. Işıl Özdemir'in eşi, Coğrafya
öğretmeni Düzay Bildirici ile İktisatçı Eray Özdemir'in ağabeyi idi.
Orta öğrenimini, Konya Endüstri Meslek Lisesinde yapmış, daha sonra sınavla girdiği
Ankara'da "Teknik Öğretmen Okulu"nu bitirmiştir. Bir süre, İstanbul Haydarpaşa, ve Eskişehir
Endüstri Meslek liselerinde görev yapan Alpay Özdemir, Konya'da Endüstri Meslek Lisesinde
birkaç yıl öğretmenlik yapmıştır. Daha sonra öğretmenlikten ayrılıp Ankara'da Yol Su Elektrik
(YSE) Genel Müdürlüğünde görev almış, Eğitim Fen Heyeti Daire Başkanlığına getirilmiştir.
Emeklilikten sonra Konya'ya yerleşmiş bir süre babası ve kardeşi ile çalışmıştır.
1950'li yıllarda Türk Silahlı Kuvvetlerinde önemli görevler yüklenmiş Celal Savaş Paşa’nın
kızı Perihan Erdoğan ile Emekli Albay Mehmet Erdoğan'ın büyük kızı IŞIL ile 1964 yılında
Konya'da evlendi. Bu evlilikten Ece ve Esra isimli iki kızı oldu.
Alpay Özdemir, iyi bir eş ve baba idi, Çünkü evlilik öncesini dolu dolu yaşadı. Spor yaptı, spor
müsabakalarına katıldı. Herkes ile iyi ilişkiler içinde idi. Danslı toplantıları, eğlenceyi severdi.
Hatta bir defasında Ankara'da kız kardeşi Düzay ile dans yarışmasında Ankara Palasta
birinci gelmişlerdi. Sende şeytan tüyü vardır derlerdi.
Paraya önem vermezdi, onun için yaşam önemli idi. Ancak gençliğini böyle dolu dolu geçiren,
mutlu bir evliliği olan Alpay, emekliliğini sağlık sebeplerinden, babası ve kardeşi ile bazı
uyuşmazlık nedeni ile biraz durgun geçirdi. Eve kapandı, torunları ile ilgilendi. Yazları ve
bayramları Silifke'deki yazlığında idi. Burada daha huzurlu idi. Bol televizyon seyrederdi.
Bahçesi ile uğraşırdı.
16. Ağustos 2002 de Silifke'de babası Zeki Özdemir Konya Tıp Fakültesi Hastanesinde iken
aniden aramızdan ayrıldı. Hayat dolu, insanlara sevecenlikle yaklaşan Alpay'ı hiç
unutamayacağız. Işık içinde uyumasını diliyorum.
Mail :[email protected]
(03.12.2002 YENİ MERAM)
13
TARİHİ İLE SİLLE İLGİ ODAĞI
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya'nın sadece 12 km kuzey batısında bulunan ve bugün harap bir şekilde olan Sille
Cumhuriyet öncesi çok önemli bir ticaret ve kültür merkezi idi.
2001 yılında, Yeni Gazete'de "TARİHİ İLE SİLLE İLGİ ODAĞI" isimli bir yazı yayınladı.
Burada Sille'nin 5000 yıllık tarihinden söz ediliyordu. Yıllardır Sille Tarihini araştıran bir kişi
olarak yazı ile ilgilendim. Sayın Selçuklu Belediye Başkanı, Doç. Dr. Adem Esen'in Sille'yi
eski parlak günlerine döndürme düşüncesi ve çalışmaları beni çok mutlu etti. Yazıda
Sille'deki tarihi hamamın müze haline getirileceği ve konuda çalışmalar bulunduğu
belirtiliyordu.
Bu konuda benim de bir önerim olacak, şüphesiz Sille'deki tarihi hamamların tarihi ve turistik
değeri vardır. Bunun yanında, bu yazının yazarı tarafından farkına varılıp, Tabiat ve Kültür
Varlıkları Koruma Müdürlüğü tarafından koruma altına alınmış " Kaya Kiliselerinin sahibinden
satın alınıp restore ve kazısının yapılarak turizme kazandırılmasının yerinde olduğu
görüşünde ve inancındayım.
Yapının kayaya oyma olması ilgi odağını oluşturmaktadır. Ak Manastır, Eflatun Manastırı
veya Aya Hariton Manastırı olarak tanınan ve Mevlana'nın zaman zaman misafir edildiği
bilinen dini yapıya çok büyük benzerlik göstermektedir. Eflatun Manastırı bugün askeri
tesisler içinde kaldığı için ziyareti çok zor ve turistler için mümkün değildir. Benzeri olan bu
kaya kiliselerinin bir benzerini görmek için 50-60 km tarihi Glisıra'ya veya Kayalı köyüne
gitmek gerekecektir. Bu yapının farklı mimarisi Konya ve Sille turizmine büyük katkı
sağlayacağını inanıyorum.
Ayrıca bu kaya kiliseleri, Cumhuriyet dönemi öncesi terkedilmiş olup tarihi hakkında kazı
sırasında bazı ip uçları çıkacağına inanıyorum. Ayrıca bu oyma yapılar, bugün sahipli ve
sahibi tarafından ahır ve samanlık olarak kullanılmaktadır. Dinler arası çatışmaların söz
konusu edilebildiği günümüzde, 8 yüzyıl önce yaşamış Konya'nın büyük değerleri Mevlana
ve Alaaddin Keykubad'ın dünyanın o karanlık günlerinde gösterdiği hoşgörü ve toleransı
göstermeliyiz, zamanında hangi dilden ve hangi kitaptan olursa olsun Tanrı'ya dua edilmiş bir
yapıyı bu halinden kurtarmalıyız diye düşünüyorum.
Bunca zamandır yaptığım araştırmalarımda, Sille ile çıkan son yayınları incelememe rağmen,
Sille'nin gizem dolu tarihini aralayabilmiş değilim, ancak edinebildiğim kadarı ile bir tarihçesini
ortaya koymaya çalışacağım.
Sille Bizans döneminde bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkmaz. Ancak bazı kiliseler olduğu
kanısındayım. Bunların başında da yukarı sözü edilen Konya ile Sille arasında Eflatun
Manastırı gelmektedir. Tarihi bilinen ve Bizans dönemine inen tek yapı budur.
Bizans döneminde 325 yılında İznik, daha sonra Efes, İstanbul, Kadıköy'de dinin ilkelerinin
tartışıldığı dini meclisler toplanmış ve her kent veya yerleşim yerlerinden buraya katılan din
adamlarının listeleri tutulmuştur. Bu listeler kent ve yerleşim yerinin varlığı için bir kanıt
olmaktadır. Konya ve çevresinde yaklaşık 14 civarında yerleşim yerinin ismi geçtiği halde
Sille'nin ismine rastlanmaz.
Sille'de yerleşim, Selçuklu Büyük Sultan Alaaddin Keykubat (1219-1237) döneminde
başlamıştır. Burada yaşamış Rum ve Müslüman Türklerde bu sultana karşı özel büyük bir
saygı bulunmaktadır. Onaltıncı yüzyıla kadar nüfusun tümü Hıristiyan'dır. Rum olarak
nitelendirdiğimiz bu insanların buraya Konya'dan mı veya başka bir yerden mi getirildiği
konusunda hiç bir tarihi veriye dayanmayan söylentiler vardır. Bir söylenceye göre
Konya'daki Rumlar buraya yerleştirilmiş, bir diğer olasılık başka yerden Rumlar buraya
getirilmiştir. Ben ikinci görüşün doğru olduğunu seziyorum. Çünkü buradaki Rumların
gelenekleri bizlerden çok farklı olduğu gibi, diğer Rum topluluklarından da farklı olduğu
görülüyor.
14
Sille'nin bugün Müze olan kilisenin kapısında Rum harfleri ile yazılmış Türkçe (Karamanlıca)
kitabede temelin 325 yılında Aya Eleni adına atıldığı yazılmaktadır. Ancak tarih ve
arkeologlar bu tarihe itibar etmemektedirler. Sille Roma kenti değil, Bizans ve Selçuklu
kentidir denebilir.
Onyedinci yüzyıl ortalarından itibaren göç ve doğru dini kabul edenlerle Müslüman nüfusun
çoğaldığı ve daha sonra da çoğunluğa geçtiği görülmektedir. Sille en parlak dönemini 19.
yüzyılın son çeyreğinden, 1924 yılında yapılan Lozan anlaşması ile Rum nüfusun
Yunanistan'a göçü arasında yaşamıştır. Müslüman ve Rum idareciler ve Silleliler el ele
vererek, içinde 7 sarraf dükkanı olan, Konyalı üreticinin pazarında mal sattığı bir yerleşim
yeri konumuna gelmiştir. Bu dönemde Sille'den çekilmiş fotoğraflar ve Silleli Rum kızlarının
etekli kıyafetleri bu ihtişamı yansıtmaktadır.
1910-1920 yıllarında Konya'nın nüfusunun 20-30 bin, Sille'nin nüfusunun 15-18 bin olduğu
göz önüne alındığında, Sille'nin önemi ortaya çıkacaktır. Rumların göçü ile, tam bir çöküş
sürecine girmiştir. Sille'de o dönem gelir kaynaklarını üzüm bağcılığı yanında, halıcılık,
boyacılık, çömlekçilik ve ticaret oluşturuyordu. Göç sonucu giden Rumların evlerine kırsal
kesimden gelen insanlar yerleştirildi. Toprak yoktu, çok mükemmel bu evlerde oturan kişiler
bir süre sonra kapı ve pencereleri satarak bu güzelim evleri terk ettiler. Böylece Sille'de eski
parlaklık kaybolmuştur.
Yeniden yapılanma ile olacak parlaklık farklı tonda bir parlaklık olacaktır. Eski parlaklık
olmasa da, Sille'nin buna da hakkı vardır.
Sille'nin tarihi gizemini koruduğuna değindim. Aynı coğrafyayı paylaşan iki ayrı dil ve ayrı
dine inanan halk bu parlaklığı ortaya çıkarmıştır. Bu halkın Rum kanadı Yunanistan'a göçmüş
ve Karamanlılar olarak bilinen, Rumca bilmeyen ve Türkçe konuşan bu halk, Yunan ulusu
içinde erimiştir. Onlardan bilgi gelmedikçe de bu mümkün değildir. Yaptığım araştırmalarda
Rumlardan ne Yunanistan ne Avrupa'da konu ile uğraşan kişiye rastlamadım. Sadece
Atina'da Anadolu Araştırmaları merkezinde buradan göçen Sillelilerin anlattıkları toplanmış
ve muhafaza edilmektedir. Bunlara ulaşmak belki mümkün ama dil problemi faydalanma
imkanını zor hale getirmektedir.
Son olarak yukarıda belirttiğim yazıda Sille'nin 5000 yıllık tarihi geçmişi olduğunu ilk defa
duymaktayım. Tabii hayretler içinde kaldım, daha önce hiç bir ciddi yayında yer almayan bu
tarih nereden çıktı. Arkeolojik kazılar da belgeler mi? bulundu da bizim haberimiz yok!!!
Sille hakkında bazı yayınlarda hiç tarihi gerçeklere dayanmayan, havaya çivi çakma misali,
burada yaşayan kültür alıp verdiğimiz Rumları "Sugur Türkleri" gibi göstermenin de kendi
kendimizi kandırma olup bir yararı olmadığı kanısındayım.
Mail : [email protected]
(04.12.2002 YENİ MERAM)
15
IDYMA’DAN GÖKOVA AKYAKA’YA
Mehmet BİLDİRİCİ
Yöremizde 2600 yıldan bu yana yaşam olduğunu biliyoruz. Önceleri hakkında şimdilik bilgi
sahibi değiliz.
KARİA KENTİ İDİMA
Akyaka beldesinin bulunduğu yörede İDİMA isimli bir kent kurulmuştur. Bu kentin yerleşim
alanları arasında Akyaka, 3 Km doğusundaki Gökova köyü, aynı köyün Yazılıtaş mahallesi,
arada bulunan İnişdibi mahallesi, Orman Kampı içinde Eski İskele mevkii bulunmaktadır.
Kentin Nekropol alanı (Kaya Mezarlar) ve Akropolis'I, Kozlukuyu sırtlarındadır. Akropolis
(kale) 1937 yılında Fransız araştırmacı Louis Robert tarafından ortaya çıkarılmıştır.
İdima bir Karia kenti olarak kurulmuştur. İsmi de Karia dilinden geldiği sanılmaktadır. İlk
çağlarda Muğla ilinin içinde bulunduğu alan KARİA olarak bilinir. Karia'nın en önemli kenti
Milas'tır. İdima Karia'nın güney ucunda yer almaktadır. Karialılar yörenin bilinen en eski
halkıdır. Gelenek ve kültürleri bilindiği halde, Karia dilinde yazıtlar bulunmadığından, Karia
dili çözülememiştir.
Yöremiz M.Ö.546 yılında Harpagos komutasındaki Pers (İran) orduları tarafından işgal edilir.
Pers yönetimi yörenin dini ve geleneksel yaşamında değişiklik getirmez.
M.Ö. 484-405 yılları arasında Pers yönetimi uzaklaştırılır ve Atina'nın öncülüğünde "DELOS
Deniz Birliği" tarafından yönetilir. İdima bu kentler arasındadır. M.Ö. 453-452 yıllarına ait
birliğe katılım payları listelerinde İdima ismi geçmektedir. Bu kent hakkında en eski belgedir.
Ayrıca PAKTYES isimli bir yöneticinin de ismi görülmektedir. Kentin Paktyes hanedanı
tarafından bir süre yönetildiği kabul edilmektedir. Kentte para basılmıştır. Bir yüzünde
IDIMION (İDİMİON) yazılı paranın diğer yüzünde, genç bir erkek başı tanrı (Pan) vardır.
Çobanların tanrısı Pan'ın kültüne çevrede çok önem verildiği bilinmektedir.
Delos Deniz Birliği M.Ö. 405 yılında son bulur. İdima bu birlikten M.Ö. 440 yıllarında
ayrılmıştır. Sparta kentinin önderliği başlar. M.Ö. 405 yılında Cedrea kenti (Sedir Adası),
Sparta'lı Amiral Lysandros tarafından yerle bir edilir.
Kozlukuyu sırtlarında ve İnişdibi mahallesinin hemen doğusunda bu dönemden kalma ve
M.Ö. 4. Yüzyıla tarihlenen kaya mezarlar bulunmaktadır. Bunlardan biri iki kolonlu olup,
mimari planı ve taş oyma işçiliği ile dikkat çekicidir. Paktyes hanedanına ait olmalıdır.
Kozlukuyu'da kaya mezarlar üzerinde yaklaşık 300 m kotunda kentin Akropolis'i (kale) yer
almaktadır. Yaklaşık 200 m uzunluğundaki bu kalede Helenistik dönem taş duvarlar, odalar
ve sarnıç kalıntıları görülmektedir. Akropolis'in hemen kuzeybatısının üstünden MarmarisMuğla yolu geçmektedir.
İnişdibi ve yakınlarındaki Ortaçağ kalesinin bulunduğu alanda çok eski bir yerleşim yeridir.
Burada ortaya çıkarılan mezarlar bunu kanıtlamaktadır. Çok eskiden var olduğu anlaşılan
kalenin varlığı Ortaçağ'a kadar devam etmiş ve tespit edilemeyen bir tarihte terk edilmiştir.
Bizans kalesi, Ceneviz kalesi olarak da bilinen kalenin kalıntıları restorasyona müsaittir.
Kaleden güneydeki "Kadın Azmağı'na" inen bir kapalı bir galeri de mevcuttur.
İdima kentinin yakın komşuları da şöyledir. Doğusunda Callipolis kenti (Kızılyaka yakınları)
olup ismi halen Gökova körfezinde Gelibolu köyünde yaşamaktadır. Gökova körfezinde
önemli bir deniz üssü CEDREA (Sedir Adası), batısında körfeze ismini veren CERAMOS
(Gereme-Ören), kuzeyinde ise Thera (Yerkesik), Killandos (Yenice Köyü) ve o zaman çok
küçük yerleşim yeri Mobolla (Muğla) yer almaktadır.
HALİKARNASSOS (BODRUM) YÖNETİMİNDE İDİMA
M.Ö 387-334 yılları arasında bölge tekrar Persler'in yönetimine girer. Persler'le çok iyi
diyalog kuran ve bağımsız bir kral gibi hareket eden MAUSOLOS (M.Ö.377-353) Karia'nın
başkentini Milas'tan Bodrum'a taşır. İdima bu krallığın doğu ucunda yer alır.
Bu dönem Büyük İskender'in M.Ö. 334 yılında ordusu ile yöremizden geçmesi ile son bulur.
Bu yıllarda Thera ve Callipolis'te bir kalenin olduğu bilinmektedir.
16
HELLENİSTİK DÖNEMDE İDİMA
Büyük İskender'in gelişi ile Anadolu ve Ortadoğu'da Helenistik dönem başlamış ve Grek
kültürü ve dili hızla yayılmıştır. Yöremiz M.Ö. 334 yılından M.Ö. 189 yılında yapılan Apama
barış anlaşmasına kadar kısa sürelerle çeşitli Helenistik krallıklara katılmış, karışık bir dönem
geçirmiştir.
RODOS'A BAĞLI İDİMA
İdima M.Ö. 3. Yüzyılda tam belirlenemeyen bir tarihte Rodos yönetimine girmiştir. Rhodeian
Peraea (Rodos Karşıyakası) olarak isim almıştır. Bir ara yörenin Rodos'tan uzaklaşmış ve
İdima, Pisi (Pisiköy) ve Killandos'un (Yenice Köyü) M.Ö. 200 yıllarında Rodoslu Nicagoras
tarafından tekrar Rodos'a bağlanmıştır. Bu bilgiler Karpatos adasında bulunan bir yazıttan
gelmektedir. M.Ö. 189 yılında yapılan Apama barış anlaşması ile kesin Rodos yönetimine
bırakılmış ve bu durum M.S. 1. yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir.
Bu dönemde çok canlı bir yaşam olduğu, "İDİMALILAR BİRLİĞİ" isimli bir yönetim biriminin
kurulduğu bu döneme ait olduğu belirlenen 10 civarındaki yazıtlardan anlaşılmaktadır.
Bu yazıtlardan ilginç bilgiler gelmektedir. Eski İskele'den getirildiği ve geç Hellenistik döneme
ait olduğu belirlenen ve İnişdibi mahallesinde bir bahçe duvarında bulunan bir yazıtta kentin
ismi görülmektedir. Bu yazıt kentin önemli bir yöneticisi için yanında çalışan kişiler tarafından
yazdırılmıştır. Çeşitli kentlerden gelen insanlar yanında İdimalı katip (grammatikos)
Demetrius, İdimalı Antipatros oğlu Apollonius isimleri görülmektedir.
Gene Eski İskele'den getirilen, M.Ö. 2. Yüzyıla tarihlenen ve bir süre Akyaka'da bir ev
duvarında bulunmuş olan bir yazıtta tanrıça LETO ve AFRODİT rahiplerinden söz
edilmektedir. Eski İskele'de Orman Bölge Şefliği civarında bir tapınağın bulunduğu kabul
edilebilir. Çevreye yayılmış yivli kolon ve işlemeli taşlar bu görüşe destek vermektedir.
Ayrıca Eski İskele'de Orman Lokali önünde deniz içinde görülen temel kalıntıları iskelenin
eskiliğine tanıklık yapmaktadır.
Rodos yönetimi sırasında bölgede görev yapmış üst yöneticilerin isimleri de
rastlanılmaktadır. Eski İskele'de bulunan bir yazıtta Thangilio Kirnis, Gökova'da bulunan bir
yazıtta Pratophon, Yeni İskele camiinde kullanılan bir taş da Athenagoras, gene
Kozlukuyu'da bulunmuş bir yazıtta Rodoslu Rodokles isimleri görülmektedir.
ROMA KENTİ İDİMA
Birinci yüzyıl sonlarında İdima Roma kenti olur. M.Ö. 48 yıllarında ünlü devlet adamı Julius
SEZAR bölgeden geçerek Rodos adasına gitmiştir. Mısır Kraliçesi Kleopatra M.Ö. 41 yılında
sahillerden geçerek Efes kentini ziyaret etmiştir. Kent Roma döneminde önemini ve
görkemini korumuştur. Roma dönemi ile ilgili tek ve bugün için kayıp olan bir yazıt İmparator
Vespasian (69-79) onuru için yazılmıştır. İnişdibi'ndeki kalede 1922 yılında yapılan kazıda
Roma dönemi mozaikleri görülmüştür.
YOK OLAN İDİMA
Üçüncü yüzyıl ortalarında Roma İmparatorluğunun içten zayıflamasından, meydana gelen
yıkıcı depremlerden ve çok uzun süren bir veba salgınından sonra bölge karanlığa
gömülmüştür. Çevre kentlerin çoğu ve İdima terk edilmiş ve yok olmuştur.
Daha önceleri yapılan ve güzel bir örneği ovada bulunan döşeme yollar, üzerlerinde bulunan
sarnıçlar, Akyaka'nın içinden geçen Papazlık deresinden gelen su yolları kaderine terk
edilmiştir. İmparator Diocletian (284-305) döneminde ise Karia il yapılmıştır.
BİZANS DÖNEMİNDE YÖREDE YAŞAM
Bizans döneminde bölgenin ismi tam bilinmemektedir. Aziz Kosmas adına Orman Kampı
içinde tepede güney apsis duvarları bulunan bir kilise yapılmıştır. Bu azizin ismi bölgeye
verilir. Bu kiliseden kalma haçlı ve işlemeli taşlar ve bir kitabe Orman Kampı içindedir. Ayrıca
Papazlık deresinin yukarısında su kaynağı yanında ve denize yaklaştığı yerde iki şapel
kalıntısı bulunmaktadır.
17
Bunlardan denize yakın olanı sınanmış bir yer olup ERENDEDE olarak bilinir. Akyaka'da çok
saygı gösterilen Erendede de yağmur duasına çıkılır, dilek dilenir, aşure pişirilip dağıtılırdı.
TÜRK YÖNETİMİNDE GÖKOVA
Bölge 13. yüzyıl sonlarında Türk yönetimine girer. Karia Menteşe bölgesi olur. Bu dönemde
Cova çukuru, Gökabad ve Gökova olarak bilinir. Türkler ile bölgeye paganizm (çok tanrılı
din), Hıristiyanlık'tan sonra Müslümanlık, Karia dili ve Grekçe'den sonra TÜRKÇE gelir ve
kalıcı olur.
Bölge önce başkenti Milas olan Menteşe Beyliği'ne ve 1420 yıllarında da Osmanlı
İmparatorluğu'na katılır. Muğla il merkezi, Ula ilçe merkezi olur.
Osmanlı döneminde en önemli olay Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos'un fethi için kara
ordusu ile bölgemizden geçişidir. Ordunun gelişi 1522 yılı Temmuz ayında, dönüşü 1523 yılı
Ocak ayındadır. Rodos Osmanlı topraklarına katılmıştır. Rodos'un alınışı bölgeye bir canlılık
getirirse de Gökova'nın eski canlılığına kavuşabilmesi için bataklıkların kurutularak sıtmanın
kontrol altına alınması için 1940- 1950li yılları, Muğla-Marmaris yolunun açılarak bölgeye
turizmin girmesi için 1970li yılları beklemek gerekecektir.
Akyaka-23.08.1999- Mehmet BİLDİRİCİ
(Akyaka Belediyesi 2000 de yayınlandı)
Web Sitesi:
www.akyaka.org/akyaka/idima/idima.htm
18
From IDYMA to GÖKOVA-AKYAKA
The history of the place and its environment
Mehmet BİLDİRİCİ
Akyaka is situated in the northwest of the Gökova (Kerme) gulf, 28 km away from Muğla and
32 km from Marmaris. The administration of Akyaka is in Ula, the main place of the district. In
its north the mountains raise up to 1000 m high, covered with forest, and its eastern side,
there is beautiful valley with a plane, whose sources of fresh water feed the river "Kadın
Azmak" (Woman River) and the Akçapınar river. In former times Akyaka was only a "suburb"
of the Gökova village. A few houses which were around today's port (Yeni İskele), which
formed the access to the sea for the city of Muğla. Only in the year 1971, the autonomy was
given and in 1992, with the appointment as a "belde" the first mayor and the town council
were elected. About 1970 it was started the development into a regional tourist center.
In the year 1988 the region was declared as the first "Nature Protected Area" (SPA- special
protected area) of Turkey.
Akyaka is with its forest-covered mountains, the crystals-clear rivers, which look just like an
aquarium, the sea, the Forest-camp site, with its innumerable springs, its history and its
additional wood-using buildings, a much-visited "tourist paradise". In short, Akyaka is a place
to live.
The HISTORY
It is known that the area is inhabited for about 2600 years. Earlier settlements are not
proven.
The Carian City of IDYMA
In the area, in which today's Akyaka is situated, the city of Idyma was founded. The
settlement of Idyma extended east of today's Akyaka up to the village of Gökova (3 km) and
the quarters of the İnişdibi and Yazılıtaş up to the ancient port which was nearby the forest
cap site.
The Necropolis (rock graves) and the Acropolis are on the mountain-slopes in the north of
Gökova. The Acropolis was explored in the year 1937 by the French researcher Louis
Robert. Idyma was founded as a Carian city. The name originates from the Carian language.
The area, where today's Muğla is situated, is known as the antiquate Caria. The most
important city of Caria was Milas. Idyma was situated in the southern Caria. The Carians
were the earliest settlers in the area. Whereas the customs and the way of life are known,
the language of the Carians, since no documents are found, remained unknown.
In 546 BC, the Persian army conquered the area under the command of Harpagos. Under
the Persian rule the customs and the religion remained unchanged. Between 484 and 405
BC, the Delian Sea-federation (Delian League) under the leadership of Athens took over the
administration. Idyma was affected too. In the tax lists of the years 453-452 BC, of the Delian
Sea-federation Idyma is already mentioned. This is the earliest document concerning the
city of Idyma. Additionally in these reports a leader is mentioned named PAKTYES, It is
considered that the city was governed for a long time by the dynast of Pakytes. The City
produced coins. One side was marked with Ι∆ΙΜΙΟΝ (IDIMION), the other side has the head
of PAN. It is well known that the cult of the shepherds, the God PAN was of great importance
in the region.
The Delian Sea federation ended in 405 BC. Idyma separated already around 440 BC, from
this federation. The Spartian general Lysandros destroyed the city Cedrea (Sedir Adası) in
405 BC.
At the ridge of Gökova and the eastern side of İnişdibi rock tombs date from this time, dated
4th century BC. One of the toms has two columns. Architectural style and the mason works
are remarkable. It could be made for a member of the house of Paktyes.
Near Gökova, approximately 300 m above the rock tombs, the Acropolis is situated. Nearby
is a 200 m long site walls of Hellenistic time as well as the buildings, and the remnants of
19
cisterns. On the northwestern side of the Acropolis, the road from Marmaris extends to
Muğla.
İnişdibi and the mediaeval fortress that was situated in the proximity is a very old settlement
area. The old rock tombs show this. It is certainly the fact that the fortress existed from
antique times to mediaeval and Byzantine times and then at unknown times it was left. The
Byzantine fortress, also mentioned as Genoose fortress (Ceneviz kalesi), would be worth to
be restored. From the fortress an underground tunnel leads to the bank of Kadın Azmak.
The neighbors of the Idyma were in the east Callipolis (in the proximity of Kızılyaka), whose
name remains still as Gelibolu at the gulf of Gökova. Also Cedrea (Sedir Adası) in the gulf of
Gökova was an important naval base. In the west CERAMOS (Gereme- Ören), after it the
gulf is named. In the north Thera (Yerkesik) is appropriate, KILLANDOS (Yenice village) and
Muğla, at its time a very small settlement.
Idyma under the rule of Halikarnassos (Bodrum)
Between 387-334 BC, The Persians took again the rule in the area. King MAUSOLOS (377353 BC) maintained good contacts with the Persians and governed the region like a free
king. He changed the capital from Milas to Halikarnassos (Bodrum). Idyma was situated in
the east of this kingdom. This epoch ended when Alexander the Great (356-323 BC) of
Macedonia with his army penetrated into the area. There were fortresses in Thera (Yerkesik)
and Callipolis (Kızılyaka) at this time.
Idyma in Hellenistic times
With Alexander the Great, the Hellenistic times began in Anatolia and the eastern countries.
Greek culture and the language spread very rabidly. The area had a difficult time from 334
BC up to 189 BC, when the peace agreement of Apama (Afyon, Dinar) was reached.
Different Hellenic kingdoms governed and confused the region at the same time.
Idyma under the rule of Rhodes
In the third century BC, Idyma came under Rhodeian rule and was called Rhodeian Paraea
(the opposite side of Rhodos). Idyma freed itself for some time from this rule, however in 200
BC, it was again connected to Rhodes by Nicagoras with Pisi (Pisiköy village), and Killandos
(Yenice village). This knowledge comes from an inscription on the island Karpatos (Greece).
With the peace agreement of Apama 189 BC, the city of Idyma was connected finally to
Rhodes and remained so until the firs century AD.
From these times approximately 10 inscriptions point out that the social life in Idyma is very
alive and a "Council" (the Council of the United Idyma) was founded. On these inscriptions
we find interesting facts. Inscriptions from the Old Port (the Forest Camp Site) and one
attached on a wall in İnişdibi from the later Hellenistic times contain the name of the city. This
monument was made for a leading person of the city on the part of the citizens working for
him. Besides other different names, which belong to the people from different cities, one
reads the name of grammatikos (village officer) DEMETRIUS from Idyma, and Apollonius the
son of Antipatrus from Idyma.
In stone parts taken in Forest Camp Site in Akyaka (dated 2. Century BC) we hear of the
goddess LETO and the priest of APHRODITE. It is assumed that there was a temple in Old
İskele, and in the environment of today's Forest Office. The whole environment showing
distributed columns with grooves and processed stone remainders affirm this opinion.
Additionally in the Old İskele, in front of the Restaurant, in the sea there are remnants of the
foundation walls referring how old the landing place is. There were found inscriptions that
include names of the office holders who served in this area in the Rhodian times. An
inscription used for the building of new mosque in Yeni İskele carries the names
Athenagoras, Thangilio Kirnis, and Pratophon again in Gökova's inscription were found
mentioning Rodokles from Rhodes.
20
The Roman Idyma
At the end of first century AD, Idyma became a Roman city. Before the year 48 BC Julius
CAESAR (102-44 BC) traveled the area around 48 BC to Rhodes. The Egyptian queen
CLEOPATRA (69-30 BC) traveled the Aegean coasts and visited the city of Ephesus in the
year 41 BC. Only one inscription dedicated for Roman Emperor VESPASIAN (ruled 69-79
AD) in Roman era is missing unfortunately.
Mosaic, was discovered from the Roman time in the excavating in the year 1922, in the ruins
of the fortress in İnişdibi.
In the third century AD, when Roman Empire was weak inside and destroyed by strong
earthquakes as well as devastating plague, the area fell into oblivion. Idyma and the cities in
the environment were left.
Life in Byzantine times
It is not exactly how the area was called in the Byzantine times. On a hill at the south side of
today's Camping ground a church with apse was found, built in the name of Saint Kosmas.
The adjacent area and the gulf were called after him. From this church stones with crosses,
relief and inscription are still to be seen. Additionally two remainders of chapels are at the
spring of water systems, and at the creek (Papaz deresi) that flows into the sea. This place is
called "ERENDEDE". At Akyaka the people respected the special feature of Erendede. Rainprayers were celebrated and wishes were done there. The people cooked Aşure (a soup-like
sweet food) and divided it with the present ones.
Gökova under Turkish Administration
At the end of 13th century, the area came under Turkish administration. Caria became
Menteşe (the name of the region during the Turkish times). In these times one called the
region in which Akyaka is situated, COVA (Cova çukuru, Gökova, Gökabad). At first
pantheism, after Christianity, with the Turks Islamic faith came into the area. At first Carian
language, later Greek, with the Turks, Turkish language became prevailing and exclusive. In
the area at first Menteşe Principality (Menteşe Beyliği) was found. The capital of this
principality was Milas. In the year 1420, it became part of Ottoman Empire. Muğla became
capital of the province and Ula as sub-province center.
The highlight in the Ottoman times was the crossing of Sultan Süleyman the Magnificent
(reg.1520-1566) with his army in order to conquer Rhodos. In July 1522 the Ottoman Army
came to the region and returned back to Istanbul in 1523. Rhodos was defeated and
attached to the Ottoman Empire.
Although the occupation of Rhodos brought well fare for the region again, it should take until
the recent times around the year 1950, to partly dry out the wetlands and fight malaria. The
road Muğla-Marmaris was built around the year 1970 and with coming of tourism to Akyaka,
brought new life and economic boom.
Mehmet Bildirici
Web Sitesi: www.akyaka.org/akyaka/idima/idima_eng.htm
21
VON IDYMA BIS GÖKOVA-AKYAKA
Die Geschichte des Ortes und seiner Umbegung
Mehmet BİLDİRİCİ
Akyaka lieght im Nordwesten der Gökova (Kemre) Bucht, 28 km von Muğla, und 32 km von
Marmaris enfernt. Die Verwaltung Akyaka’s lieght in Ula, der Kreishauptstadt. In seinem
Norden ragen die mit Waeldern bedeckten Berge bis zu 1000 m hoch auf, an seiner
östlichen Seite liegt ein wunderschönes Tal mit einer Ebene, deren Süsswasserquellen den
Kadın Azmak (Frauen-Fluss) und than Akçapınar Fluss speisen. Früher war Akyaka nur ein
“Vorort”des Dorfes Kozlukuyu (heute :Gökova), ein paar am heutigen Hafen gelegene
Haeuser, die für die Stadt Muğla den Zuzang zum Meer bildeten. Erst im Jahre 1971 wurde
die Selbstverwaltung erteilt und 1992, mit der Ernennung zur Stadt, der erste Bürmermeister
gewaehlt und ein Stadtrat gestellt. Um 1970 begann die Entwicklung zu einem regionalen
touristischen Zentrum.
Im Jahre 1988 wurde die Region zum ersten Naturschutzgebiet der Türkei erklaert. Akyaka
ist mit seinen waldbedeckten Bergen, den kristallklaren Flüssen, die wie ein Aquarium
wirken, dem Meer, dem Waldcampingplatz, seinen unzaehligen Quellen, seiner Geschichte
und seiner traditionellen, viel Holz benutzenden Bauweise ein vielbesuchtes “Touristen
Paradies”. Kurzum, Akyakaist ein Ort zum leben.
Es ist belegt, dass dieses Gebiet seit 2600 Jahren bewohnt wird. Frühere Besiedlungen sind
bislang nicht belegt.
DIE KARISCHE STADT IDYMA
In dem Gebiet, in dem das heutige Akyaka liegt, wurde die Stadt Idyma gegründet. Die
Besiedlung Idymas erstreckte sich vom heutigen Akyaka östlich bis 3 km entfernten Dorf
Gökova und den Viertein İnişdibi und Yazılıtaş bis zu dem am Wald gelegenen Hafen.
Die Nekropolis (Felsengraeber) und die Akropolis befinden sich auf den Berghaengen im
Norden von Gökova. Die Akropolis wurde im Jahre 1937 von dem französischen Forscher
Louis Robert ausgegraben. IDYMA wurde als eine karische Stadt gegründet. Auch der
Name kommt aus der karischen Sprache. Das Gebiet, in dem das heutige Muğla liegt, is als
das antike Karien bekannt. Die wichtigste Stadt Kariens war Milas. Idyma lag im südlichen
Karien. Die Karier waren die frühesten bekannten Siedler in diesem Gebiet. Waehrend ihre
Sitten und Lebensart bekannt sind, ist die Sprache der Karier , da keine Schriftstücke
erhalten sind, unentschlüsselt eblieben.
Im 546 v.Chr. besetzte die persische Armee unter den Kommandant Harpagos das Gebiet.
Unter Persischer Herrschaft blieben die Sitten und die Religion unveraendert. Zwischen 484405 v. Chr übernahm der Delische Seebund unter Führung Athens die Verwaltung. Auch
Idyma war davon betroffen.
In den Steuerlisten der Jahre 453-452 v.Chr. Des Delischen Seebundes wird Idyma
erwaehnt. Dies ist die aelteste, die Stadt Idyma betreffende Urkunde. Ausserdem wird in
diesen Berichten ein Führer namens PAKTYES erwaehnt. Es gilt als sicher, dass die Stadt
laengere Zeit vom Hause Paktyes regiert wurde.
Die Stadt praegte auch Münzen. Eine Seite war beschrifted mit Ι∆ΙΜΙΟΝ (IDIMION) die
andere Seite zeigte den Kopf eines jungen Mannes (PAN). Es ist bekannt, dass Kult des
Hirtengottes PAN in der Region grosse Bedeutung hatte.
Im Jahre 405 v. Chr. endete der Delische Seebund. Idyma schied schon um 440 v. Chr. aus
dem Bund aus. Die spartanische Herrschaft begann. Der spartanische General
LYSANDROS zerstörte die Stadt CEDREA (Sedir Adası) im 405 v. Chr.
Am Bergrücken von Gökova und an der östlichen Seite von İnişdibi befingen sich
Felsengraeber aus dieser Epoche, die auf das 4.Jh.v. Chr. datiert werden. Eines der
Graeber hat zwei Saeulen. Baustil und Steinmetzarbeiten sind beachtenswert. Es könnte
einem Mitglied des Hauses des PAKTYES zuzuschreiben sein.
Bei Gökova ca. 300 m über den Felsengraebern, liegt die AKROPOLIS. Bei dieser befindet
sich eine 200 m lange Stadtmauer aus hellenistischer Zeit sowie Raeume und Überreste
22
von Zisternen. Auf der Nordwestseite der Akropolis erstreckt sich die Strasse von Marmaris
nach Muğla.
İNİŞDİBİ und die in der Naehe gelegenen miitelaltererliche Festung ist ein sehr altes
Siedlungsgebiet. Die alten Felsengraeber bestaetigen dies. Es steht fest, dass Festung von
antiker bis zu mittelalterichher Zeit bestanden hat und dann zu einem unbekannten Zeitpunkt
verlassen wurde. Die byzantinische Festung, auch CENEVİZ Festung genannt, waere es
wert, restauriert zu werden. Von der Festung führt ein unterirdischer Gang bis zum Ufer den
des KADIN AZMAĞI.
Die Nachbarn vdn Idyma waren: im osten CALLIPOLIS (in der Naehe von Kızılyaka), desen
Name noch als GELİBOLU am Golf von Gökova geblieben ist. Im Golf von Gökova war auf
CEDREA (Sedir Adası), ein wichtiger Seestützpunkt. Im Westen CERAMOS (GeremeÖREN), nachdem der Golf benannt ist. Im Norden liegt THERA (Yerkesik), KYLANDOS
(das Dorf Yenice) und Muğla, eine zu seiner Zeit sehr keine Siedlung.
IDYMA UNTER FÜHRUNG HALIKARNASSOS (BODRUM)
Zwischen 387-334 v.Chr. übernahmen die Perser wieder die Führung in dem Gebeit. König
MAUSOLOS (377-353 v.Chr) pflegte ein gute Kontakte mit den Persem und regierte wie ein
freier König. Er verlegte die Hauptstadt von MYLASSA (Milas) nach HALIKARNASSOS
(Bodrum). Idyma lag im Osten dieses Königreiches. Diese Epoche endete, als ALEXANDER
Der Grosse mit seiner Armee in das Gebiet eindrang. Es ist bekannt, dass es in dieser Zeit
Thera und Callipolis Festungen gegeben hat.
IDYMA IN HELLENISTISCHER ZEIT
Mit Alexander dem Grossen firg in Anatolien und Nahosten die Hellenistiche Zeit an.
Griechische Kultur und die Sprache verbreitete sich sehr rasch. Das Gebiet von 334 v. Chr.
bis auf 189 v. Chr. Friedensabkommen APAMA in unterschiedlichen Zeiten unter
verschiedenen Hellenischen Königreich regiert und verwirrte Epoche gelebt.
DAS AN RHODOS GEBUNDENE IDYMA
Etwa im 3 Jh.v.Chr. kam Idyma unter Rhodeische Führung und wurde “RHODAIAN
PARAEA” (die Gegenüberliegende Seite von Rhodos) genannt. Idyma befreite sich einige
Zeit aus dieser Herrschaft, wurde dann aber wieder 200 Jh.v. Chr. durch NICAGORAS aus
Rhodos mit PISI (Pisi- Yeşilyurt) und Kylandos (Yenice-Dorf) an Rhodos gebunden. Diese
Kenntnis stammt von einer Schrifttafel auf der insel Karpatos. Mit dem Frieden von Apama
189 v.Chr. wurde die Stadt Idyma endgültig an Rhodos gebunden und blieb so bis in das 1.
Jh.
Aus dieser Epoche weisen ca. 10 Schrifttafeln darauf hin, dass Zeit sehr lebendig war und
ein Verwaltungsrat des “VEREINIGTEN IDYMAS” gegründet wurde. Auf diesem Schriften
findet man interessante Fakten. Aus dem alten entnommene und spaeter auf einer
Gartenmauer in İnişdibi angebrachte Schrifttafeln aus der spaeteren hellenistischen Zeit
beinhalten den Namen der Stadt. Diese Schrifttafel wurde für eine Führungsperson der Stadt
seitensder für ihn arbeitenden Bürger verfasst. Neben verschieden anderen Namen, die
Menschen aus verschiedenen Staedten zukommen, liest man die Namen des Schhreibers
DEMETRIUS (grammatikos) aus Idyma und des APOLLONIUS, Sohn des Antipatrus aus
Idyma.
An gleicher Stelle entnommen und an eine Hauswand in Akyaka angebrachte Schriften
(Datiert auf das 2 Jh.v. Chr.) liest man von der Göttin LETO und den Priesterinnen der
APHRODITE. Es ist anzunehmen, dass es im alten Hafen und in der Umbegung des
heutigen Forstamtes einen Tempel gab. Über die ganze Umgebung verteilte Saeulen mit
Rillen und verarbeitete Steinreste bekraeftigen diese Ansicht.
Ausserdem befinden sich im alten Hafen, vor dem dortigen Lokal im Meeresboden Überreste
von Grundmauern die darauf hinweisen, wie alt der Anlegeplatz ist. Auf gefundenen
Schrifttafeln liest man Namen von Amtsinhabern aus der rhodeischen Regierungszeit, die in
23
diesem Gebiet als Beamte gedient haben. Thanglio Kirnis, Pratophon, beim Bau der neuen
Moschee wurde ein Stein verwendet, der den Namen ATHENAGORAS’ traegt, wieder in
Gökova gefundene Schriften erwaehnen Rodokles aus Rhodos.
DAS RÖMISCHE IDYMA
Zum Ende des ersten Jahrhunderts wurde Idyma eine Römische Stadt. Im Jahre 48 v.Chr.
bereiste Julius CAESAR das Gebiet um Rhodos. Die aegyptische Königin Cleopatra bereiste
die Küste und besuchte die Stadt Ephesus im Jahre 41 v. Chr. Die Stadt Idyma bewahrte
auch in römischer Zeit ihre Bedeutung und Ansehen. Die einzige Schrifttafel aus römischer
Zeit, geschrieben zur Ehre Imperator VESPASIANUS’s (69-79), ist leider nicht mehr
vorhanden. Im Jahre 1922 wurden Mosaiken aus römischer Zeit in der Festungsruinige in
İnişdibi bei Ausgrabungen gefunden.
In der Mitte 3. Jh., als das römische imperum von innen geschwaecht wurde und starke
Erdbeben sowie eine verheerende Pest die Lebensgrunlagen zerstörte, fiel das Gebiet in
Vergessenheit. Idyma und die Staedte in der Umgebung wurde verlassen und verfielen.
Gepflasterte Strassen, deren Reste noch in der Ebene zu sehen sind, intakte Zisternen und
kanaele wurden ihrem Schicksal überlassen. In der Zeit de imperators Diokletian (285-304)
wurde Karien zur Provinz.
DAS LEBEN IN DER GEBİET IN BYZANTINISCHEN ZEİTEPOCHE
Wie das Gebiet in byzantinischer Zeit genannt wurde, ist nicht genau bekannt. Im heutigen
Campingplatz auf einem Hügel wurde ein Kirche mit Apsis an der Südseite gefungen, im
Namen des Heiligen Kosmas erbaut. Das angrenzende Gebiet wurde nach ihm benannt.
Von dieser Kirche sind mit Steine mit Kreuz und Relief und eine Inschrift erhalten.
Ausserdem befinden sich an der Quelle des Flusses und an der Mündung , wo der Fluss ins
Meer fliesst, zwei Reste von Kapellen. Eine befindet sich in der Naehe des Meeres und ist
noch immer für Wünsche und Gebete benuntz. Man nennt diese Stelle(n) Erendede. In
Akyaka respektierten die Menschen die Besonderheit der Erendede und dort wurden auch
Regengebete und Wünsche vorgetragen. Man kochte AŞURE (eine suppenartige
Süsspeise) und teilte sie mit den Anwesenden und liesst auch dem Göttern von dem
Gericht, meist in einer zurückgelassenen Schale.
GÖKOVA UNTER TÜRKISCHER FÜHRUNG
Ende des 13. Jh. Geriet das Gebiet unter türkische Führung. Karien wurde das Gebiet der
Menteşe (Name einer reichen und vornehmen Sippe der damaligen Zeit). In dieser Zeit
nannte man das Gebiet Cova Graben, Gökabad und Gökova. Mit den Türken kam in das
Gebiet der Paganismus (Glaube an mehrere Götter), das Christentum , dann der Islamische
Glaube. Nach der karischen Sprache und dem Griechischen wurde die türkische Sprache
vorherrschend und dann ausschliesslich. Das Gebiet wurde an das Menteşe Fürstentum,
dessen Hauptstadt Milas war, gebungen.
Im Jahre 1420 wurde es Teil des Osmanischen Reiches. Muğla wurde Provinz-Hauptstadt
und Ula Verwaltungszentrum. Das wichtigste Ereignis in der Osmanischen Zeit war die
Durchquerung des Gebietes durch SÜLEYMAN den Praechtigen der sein Heer für die
Belagerung Rhodos’ gesammelt hatte. Im Juli des Jahres 1522 kam die Armee und 1523
kehrte sie zurück. Rhodos wurde besetzt und dem Osmanischen Reich angeschlossen .
Obwohl die Besetzung Rhodos’ einen Aufschwung für die Provinz brachte, sollte es bis in
die jüngste Zeit dauern, bis man die Sümpfe teilweise trockenlegen und die Malaria unter
Kontrolle bringen konnte (1940-1950). Die Strasse Muğla-Marmaris wurde 1970 gebaut, und
mit ihr kam der Tourismus nach Akyaka und brachte neues Leben und einen wirtschaftlichen
Aufschwung.
(Türkçe örneğinden yapılan bu Almanca çeviri Sayın Thomas Schmitz tarafından
yapılmıştır.)
Web Site: www.akyaka.org/akyaka/idima/Idyma_gr.htm
24
İDİMALILAR BİRLİĞİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Bugün Gökova Akyaka'nın içinde bulunduğu tarihi çevrenin, ilk çağlarda İDİMA (IDYMA)
isimli kentin yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. İdima kenti, zaman içinde Kozlukuyu,
Yazılıtaş, Haşimbahçe, İnişdibi, Akyaka, Eski İskele, Hayıtlı gibi yerleşim yerlerini içine
almakta idi.
M.S 1. yüzyılda Roma İmparatoru Vespasianus adına dikilmiş, Eski İskele bulunmuş ancak
bugün kayıp olan bir yazıtta "İDİMALILAR BİRLİĞİ" "ΚΟΙΝΟΝ ΤΟ Ι∆ΙΜΙΟΝ" adlı bir birlikten
söz edilmektedir. (Yazıt 607)
Bu yazımızda yazıtlardan gelen bilgilere göre bu birliği incelemeğe çalışacağız. Gerçekten
tarihi İDİMA kenti, bölgenin coğrafyasına bağlı olarak, çeşitli mahallelerden oluşmaktadır.
Bunlar arasında idari ve ekonomik düzeni sağlayan, ihracat ve ithalat işlerini düzenleyen bir
birlik olduğu anlaşılmaktadır.
Bu birlik yönetim organlarını nasıl seçiyor, seçim nasıl oluyor. Şimdilik bir şey söylemek
mümkün değil. Ancak bu birliğin kentin mahallelerini, kalelerini, Eski İskele'de bulunan
limanını, ticari mallarının giriş çıkışlarını düzenlediği düşünülebilir. Gerçekten M.Ö. 2.
yüzyıldan, M.S 1. yüzyıl sonuna kadar bu yörede yoğun bir ticari yaşam olduğu, pek çok
yabancının bugün olduğu gibi burada bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde yöre, M.Ö. 2.
ve 1. yüzyılda Rodos tarafından Rodos Karşıyakası (Rhodian Parea) olarak yönetilmiş, daha
sonra Roma İmparatorluğu'na katılmıştır.
Daha sonra, M.S. 3. yüzyıldan, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar malarya (sıtma) hastalığı
sebebi ile insanlar bu güzel coğrafyaya yerleşememişlerdir. Yada çok az nüfus yaşama
cesaretini göstermiştir. Malarya hastalığının başlıca sebebi ise, birikinti sularda yaşayan
sivrisineklerdir.
Nasıl oluyor da ilk çağda, insanlar burada ileri bir yaşam ve ticaret sergilemişlerdir. Sivrisinek
o çağlarda yok mu idi? Yada o çağlarda insanlar drenaj kanalları ile bu durgun suları
kurutmuşlar mıdır?. Roma döneminde drenaj projelerinin uygulandığı bilinmektedir. Ancak
burada bu konuda kalıntılar bugüne gelememiştir, gene de durum ciddi bir araştırma
konusudur.
Bu dönemde Eski İskele de bir Leto ve Afrodit tapınaklarının olduğu konusunda yazıtlardan
bilgiler gelmektedir. Bunların rahipler tarafından yönetildiği kabul edilebilir. (Yazıt 608+609)
Yazıtlarda yer isimleri de geçmektedir. Pedion, Lossesus … gibi. Bu yerleşim yerlerinin
bugünkü yeri tespit edilememekte ancak İdima civarında olduğu kabul edilmektedir. (Yazıt
609)
Çevrede yaşayanlar ise İdimalı'lar, Rodoslu yöneticiler, bazı kimlikleri belirtilmeyen halklar ve
ticari ve iş icabı burada yaşayan çevreden gelen yabancılardır.
Kimliği bilinmeyen halklarla ilgili Koteitis, Patereus, isimleri yazıtlarda geçmektedir.
İsimlerden İdimalılar ve Rodoslular da ayırt edilebilmektedir. (Yazıt 608)
Akyaka için çok değerli olarak kabul ettiğim İnişdibi'de bir duvarda bulunan yazıttan çok ilginç
bilgiler gelmektedir. Bu taşın yarın bir inşaat sebebiyle kaybolmasından endişe ediyorum.
Yetkililerin bu taşı oradan alıp koruma altına almasını burada belirtiyorum. (Yazıt 603)
Bu taşta İdima ismi yanında İdimalıların da ismi geçmektedir.
İdimalı Grammatikos (katip) Demetrios
İdimalı Antipatros oğlu Apollonios
Görüldüğü gibi İdimalılar memleketleri ve baba adları ile birlikte belirtilmektedir.
Burada yaşayan yabancıların ise sadece memleketi ve isimleri zikredilmektedir.
Halikarnassoslu Ekatios (Bodrum)
Mindoslu Nikias (Bodrum)
Kallipolisli Hekaton oğlu Dionisos (Kızılkaya, yakın olduğu için baba adı belirtilmekte)
25
Laodikalı Lisimakos (Denizli de kent, aynı isimde Konya Sarayönü'nde de kent var)
Bizanslı Papias (İstanbul)
Aynen bugünkü gibi dışarıdan gelen yabancılar bulunmaktadır. Bence en ilginci ve en uzak
yerden geleni Papias, uzak bir coğrafyadan İstanbul'dan buraya gelmiş.…
Yeni İskele camii duvarında görülmüş ve bugün görünmeyen bir taşta yönetici olan Rodoslu
Athanegoras ismi geçmektedir. (Yazıt 604. Yazılıtaş mahallesinde Rodoslu Rodokles'in
mezar taşı görülmüştür. (Yazıt 611) Gökova'da bulunan bir yazıtta da strategos görevini
yürüten Rodoslu Pratophon'dan söz edilmektedir. (Yazıt 602). Gene bugün Orman Kampı
içinde bulunan bir yazıtta ise epistatis (?) görevini üstlenen Targilio Kırnis ismi geçmektedir.
Eski İskele'de bugün kayıp olan yazıtta Sedir Adalı Panito'nun mezar taşı görülmüştür. (Yazıt
612).
Bu bilgiler, Paris'te yaşayan ve kendisi ile mektuplaştığım Sayın GUY MEYER tarafından
1996 yılında tarafıma gönderilen ve yörenin tüm yazıtlarını özetleyen Almanca
"INSCHRIFTEN GRIECHISHER STAEDTE AUS KLEIN ASIEN" 1991 Band 38, içinde
Wolfgang Blümel'in sayfa 145-155 makalesinden alınmıştır. Yazıt numaraları burada verilen
numaralardır.
Sayın Guy Meyer'den aldığım son mektupta, Rodos ve Karya Bölgesi yazıtları konusunda
Prof. A. Bresson'un çalıştığını öğrenmiş bulunuyorum. Belki onun araştırmalarından da yeni
bilgilere ulaşırız.
Mehmet Bildirici
Web Site: www.akyaka.org/akyaka/idima_bilgi.htm
26
BİR ZAMANLAR GÖKOVA KÖRFEZİNE İSMİ VERİLEN
AZİZ KOSMA
Mehmet BİLDİRİCİ
Gökova Akyaka'da bulunan Orman kampında gençlerin denize atladığı tramplenin yanında,
tepeye çıkan bir merdiven vardır. Buradan çıkışta tepede şahane manzaralı geniş bir düzlük
yer almaktadır. Burası çam ağaçları ile kaplı güzel bir piknik alanıdır.
Bu düzlüğün doğu ucu incelendiğinde, ikisi küçük ortada büyük bir yuvarlağın yer aldığı, üç
apsisli bir kilisenin temelleri görülür. Araştırmacı George Bean'ın Carian Coast III adlı
yayınında, burada Hagia (Aya) Kosma isimli bir aziz adına yapılmış bir kilisenin bulunduğu
belirtilir. Kilise için verilen ebatlar ise 18 m x 27 m dir. Oldukça büyük bir yapı olmalıdır.
Doğuda kilisenin bir küçük ve bir büyük apsisin istinat duvarları aynen durmaktadır. Duvarlar
kaba ve harçlı örme olup aralarında tuğla parçaları yer almaktadır. Erken Bizans dönemi
yapısı olmalıdır.
İki apsis arasında tuğla duvarların ilk sıraları halen yerindedir. Tuğlalar ana 26 cm x 26 cm,
kuzusu ise 13 cm x 26 cm olup, yükseklikleri 5 cm dir. Orman kampı içinde bu yapı ile ilgili
işlemeli ve haç bulunan taşlar görülmektedir.
Erken Bizans döneminde yaşayan ve bir ara Körfeze ismi verilen ve adına kilise yapılan bu
aziz kimdir?. Bu konuda hiç bilgi bulunmamakta idi.
05.06.2001 tarihinde Dünya Çevre Gününde "Gökova Akyakayı Sevenler Derneği" başkanı
Sayın Heike Tholz Schmitz tarafından kuş gözleme gezisi düzenlendi. On kişinin katıldığı,
benimde bulunduğum grup içinde Kimya Mühendisliği konusunda Proje üreten, Müşavir
Firma sahibi Michael Hyland de bulunuyordu. Aslen İrlandalı olan ve Almanya'da yaşayan
Hyland tarihe de çok meraklı idi. Kuş gözleme etkinliğinin ardından grup olarak tüm tarihi
kalıntıları ve kaya mezarları birlikte inceledik. Bu kilise incelendiğinde Aya Kosma hakkında
bilgi sahibi olmadığımızı belirttim. Aynı yıl içinde genç yaşta hayatını kaybeden Michael
Hyland (1946-2001) internet ile bu aziz hakkında aşağıdaki bilgileri gönderdi.
"Aslında Aziz Kosma ve Aziz Damian hakkında bilinen fazla bir şey yoktur. Üçüncü yüzyıl
sonunda Suriye'de Cyr kentinde pagan Roma İmparatoru Diocletian döneminde Hıristiyan
inancı taşıdığı için şehit edildiği bilinmektedir. Geleneksel bilgiler kendilerinin hekimlik
yaptıkları ve bu hizmetleri para karşılığı yapmadıklarını belirtmektedir. Kendilerinin şehit
edilmesi üzerine kültlerinin doğu ve batıya hızla yayıldığı görülmektedir. İlk kilise İstanbul'da
yapılmış ve hacıların barınağı ve tedavilerinin yapıldığı bir merkez olmuştur. Evangelist Luke
ile birlikte özellikle kısır kadınların koruyucusu ve doktorların patron azizi olmuşlardır.
Bununla beraber başka bir geleneğe göre 3. yüzyıl içinde Kilikya'da (Adana ve çevresi)
denize atılarak şehit edilmiştir. Akyaka'da deniz kenarına yapılan bu kilise bu olayı
canlandırmak için yapılmış olmalıdır.
Almanya'da Aziz Kosma ve Aziz Damian hekimliğin patron azizleri olup, adlarına yapılmış
kiliselerin tarihi 7. ve 6. yüzyıla kadar gitmektedir.
Bu değerli bilgilerden Aziz Kosma adına yapılmış bu kilisenin erken Bizans döneminde
önemli bir dini merkez olduğu ve özellikle çocuğu olmayan kadınların ziyaret ettiği bir mekan
olduğu düşünülebilir.
Web Site: www.akyaka.org/akyaka/aziz_kozma.htm
27
ÇATALHÖYÜK'Ü BİZE KAZANDIRAN ARKEOLOG
JAMES MELLAART
Mehmet BİLDİRİCİ
Çatalhöyük, günümüzden yaklaşık 8500 yıl önce Neolitik dönemde yaşanmış dünyanın en
önemli kenti ve şu an Konya'nın Çumra ilçesi Küçükköy yakınlarında yer alan bir antik
yerleşim yeridir. Neolitik uygarlık insanlığın ilk önemli devrimidir. İnsanoğlu, toplayıcı ve
avlayıcı bir topluluktan, bir yere yerleşen ve ihtiyaçlarını kendi üreten bir topluluk haline
Neolitik dönemle ulaşmıştır.
1950 öncesi böyle bir uygarlığın olduğu ve hele hele bunun Anadolu'da bulunduğu
konusunda çok az şey biliniyordu. 1951 yılında 1925 Londra doğumlu çok genç yaşta bir
İngiliz Arkeolog Ankara'ya görevli olarak gelir ve çeşitli yüzey araştırmaları sonucu
Çatalhöyük'ü keşfeder. 1961-1965 yıllarında burada kazılar yaparak bu Neolitik kenti ortaya
çıkarır. Zaten çok zengin olan Konya'nın tarihi yaklaşık dokuz bin yıla yayılır.
Bunları özetlememin sebebi 10 Ekim 2003 günü Yapı Kredi Kültür Sanat ve Yayıncılık
Bölümünün, bankanın Beyoğlu İstiklal Caddesi 285 numarada Sermet Çifter salonunda bir
konferansta Prof. Dr. James Mellaart'ın bulunması idi.
Gerçekten Yapı Kredi Bankası’nın kültür alanında iz bırakan bu etkinliklerini kaçırmamaya
çalışıyorum. 10. Ekim günü yapılan toplantıya değerli bilim adamları ile birlikte James
Mellaart da İstanbul'da bulunması dolayısıyla katılmıştı ve konusu "Anadolu Neolitiği" idi. Bu
konuda Mellaart'ın yayınlanmış çeşitli eserleri de bulunmaktadır.
Toplantıda James Mellaart'ın anıları yanında, onun hakkında özellikle gene Konya
yakınlarında "Aşıklıhöyük" kazılarını gerçekleştiren Prof Dr. Ufuk Esin ve diğer bilim
adamlarının görüşleri ve anıları yer aldı.
Mellaart yüzey araştırması yaptığı 1950'li yıllarda seyahat imkanlarının bugüne göre çok zor
olduğunu, araştırma gezilerini yayan yürüyerek yaptığını, karşılaştığı köylülerin ilk sorusunun
"Senin arkadaşın yok mu?" olduğunu belirtti. Bir gün bir arkadaşım bana bir araba temin etti.
O gün de "Çatalhöyük'ü buldum" dedi.
Yaşı otuzun altında genç bir bilim adamı, Londra'da salonlarda, balolarda harcayacağı
zamanını köy köy, yayan yapıldak dolaşarak geçiriyor ve bize eşsiz bir armağan sunuyor
"Çatalhöyük". Konuşmaları hep bu perspektif içinde değerlendirdim.
Bugün yaşlı usta, 78 yaşında idi, eşi ile birlikte toplantıya gelmişti. Ama konuşma yapacağı
30 cm yükseklikteki platforma ancak koluna girilerek çıkabildi…
Gene Yapı Kredi'nin bir gün önceki toplantısının konusu Van'da kurulmuş ve bana göre eşsiz
bir hidrolik uygarlığını ortaya koymuş olan "Urartular" idi. Konferans, bu konuya kendini
adamış olan Prof. Dr. Oktay Belli tarafından verildi. Tarihi su yapıları konusunda araştırma
yaptığım ve Urartuların yaptıkları baraj ve sulama kanallarını bildiğim için büyük zevkle takip
ettiğim bu konferansı, Sayın Van Valisi, Van Üniversitesi rektörünün başta olduğu pek çok
Vanlı ve Van'ı seven aydının izlediğine tanık oldum.
Aynı ilgiyi James Mellaart'ın bulunduğu konferansta da bekledim. Dakikalarca sağıma
soluma bakındım, ama Konya'dan bu konularla ilgili hiç kimseye rastlamadım….
(OCAK 2004 ÇAĞRI)
28
ANAM NESİBE BİLDİRİCİ'Yİ KAYBETTİM
Mehmet BİLDİRİCİ
2003 Yılı Nisan ayında anam Nesibe Bildirici'yi kaybettim. Bir yıl ağır hastalıktan sonra 83
yaşında hayata veda etti. Ben biyolojik olarak onun bir parçasıyım. Ölümü bende etki yaptı.
Diğerleri gibi fedakar bir ana idi. Şair olsam şiir yazar, ressam olsam onu renk ve desenle
anlatırdım. Müzikolog olsam notalarla bir şeyler söylerdim. Ben bunlardan hiç biri değilim,
ama araştırmacıyım, bir kaç cümle ile onu size anlatacağım. Bu şekilde bir Anadolu, bir
Konya kadınının bazı özelliklerini ortaya koyacağıma inanıyorum.
1920 yılında doğdu. Babası Semerci İbrahim Efendi’yi hiç tanımadı. Çünkü babası oturaktaki
bir kadın yüzünden bir kaza kurşunu ile o doğmadan 7 ay önce ölmüştü. Annesi Emine kızını
dedesi yanında bırakarak baba evine döndü. Dedesi Semerci Hacı Ali Efendi, bakkaldı, hali
vakti yerindeydi. Nesibe'nin okul çağı gelmişti. "Dede mahallede birlikte oynağımız Ahmet
okula başladı, beni de gönder" ikazına "Git oradan kızlar okula mı gider?" deyivermiş onu
okula göndermemişti. Halbuki okul çok yakındı, Cumhuriyet hükümetince yeni yapılmış
"Hakimiyeti Milliye" ilkokulu idi. Ama Nesibe daha sonra, yıllarca kurslara giderek yeni yazıyı
ve kuran okumak için eski yazıyı biraz öğrendi.
Nesibe genç kız iken burnunda et oluşur. O tarihlerde hastalıkların henüz hastane de tedavi
edileceği pek bilinmez, kocakarı ilaçlarına başvurulur. Annesi bu konuda komşuları Ayşe
Abla’ya başvurur, o da cıva buğu solutur, ölmez ama ciğerlerini hastalar. Teyzesinin yol
göstermesi ile Konya'da faaliyette olan Devlet Hastanesi'ne başvururlar, burundan eti
ameliyatla aldırırlar. Nesibe Tıp dünyası ile tanışır, daha sonra çeşitli hastalıklarla karşılaşır,
Konya, İstanbul ve Ankara'da pek çok tedavi görür, pek çok Türkiye'nin en tanınmış
profesörlerine muayene olur. Kuvvetli bir yaşama azmi vardır. Verilen ilaçlarını tam
zamanında alır, denilenleri yapar, uzun yaşamayı başarır.
Evlenme çağına gelince annesinin üvey oğlu Kebapçı Nazım ile evlenir, yani annesi aynı
zamanda kayınvalidesi olur. Tek kızdır. Annesi 1984 yılında yanında ölür, 2-3 yıl yatalak
hasta iken ona bakar.
Nesibe eşinin kazancı yetişmediği için, evin masraflarına katkı için, önceleri annesi ile
tezgahta çul dokurdu, daha sonraları dantel örmeye başladı. Tabi bağ ve bahçe işleri de hep
vardı. 1965 yılında ilk torunu olduğunda kolundaki kılcal damarlarda şişme oldu. Danteli
bıraktı. Şiş kolunu yukarıya asarak yaşamını devam ettirdi.
Nesibe çok disiplinli idi, mutfağının tavasını kimseye, gelinlere ve bize dahi bırakmadı. Her işi
kendi disiplini ile isterdi. Henüz daha oğullarını evlendirmediği 1957 yılında Konya'da Devlet
Tiyatroları’nca "IV. Murat" ile ilgili bir tiyatro oyunu sahnelendi. Lise öğrencisi olarak Tiyatro
ile tanıştığımız bu oyunda padişahın annesi Kösem Sultan çok otoriter ve disiplinli bir
kadındı. Oyunda Padişah ona hep "Valide" diye hitap ediyordu. Biz de bu oyunla bir paralellik
kurarak kendisine "Valide" dedik. Ama bu hitabı o hiç kabul etmedi.
Dayısı ile Hacca gitti, Hacı oldu. Yatağa bağımlı olduğu son günlerinde çok sevdiği torunu
Yar. Doç. Dr. Öztuğ Bildirici hep yanında oldu. Valide 83 yıllık bir yaşamının ardından, 5
torunu, ve iki, ikinci kuşak torununu gördükten sonra hayata veda etti.
( NİSAN 2004 ÇAĞRI)
29
1957 yılında İSTANBUL'A YÜKSEK ÖĞRENİM İÇİN İLK GELİŞ
Mehmet BİLDİRİCİ
1957 yılında Konya Lisesi'ni bitirmiş, yüksek öğrenim için İstanbul'da bir üniversitede
öğrenimi kafama almıştım. O yıllarda şimdiki gibi pek çok ilimizde üniversite öğrenim imkanı
yoktu. Sadece üç büyük il olan İstanbul, Ankara ve İzmir'de bu imkan vardı. Bu yüzden
dönemimiz gençlerinin yaklaşık % 60 İstanbul'da, % 30 Ankara'da, % 10 İzmir'de yüksek
öğrenimini gerçekleştirdi.
Ben gene şanslı idim. Liseyi bitirene kadar ailemin yanımda kalmıştım. Halbuki bugün il olan
Karaman, Konya'nın büyük ilçeleri Akşehir ve Ereğli'de lise yeni açıldığı için bu illerdeki
yaşıtlarımız liseyi Konya'da okumuşlar ve Konya Lisesi'nde yatılı öğrenci olmuşlardır.
1957 yılında Liseyi bitirince beni ve ailemi bir merak sardı. İstanbul nasıl bir yerdi?. Annem
de merak içinde idi. Oğlunu nereye gönderecekti. Sonuçta üniversite giriş sınavlarından önce
birlikte İstanbul'a gitmeye karar verdik.
İstanbul'da yakın akrabamız yok idi. Otelde kalmak hem pahalı ve hem de alışkanlık değildi.
Mahalleden babamın bir yakın arkadaşı İstanbul'da idi. Onlara gitmeye karar verdik.
Babamın arkadaşı Faik Güriz amca, Beyoğlu'nda Ağa Camii’nin ara sokağında lokantası
vardı.
Trenle Konya'dan Haydarpaşa istasyonuna geldik. Oradan vapurla Karaköy'e geçtik. Ana
oğul ilk defa deniz üzerinde bir vasıta ile seyahat ediyorduk. Gemi ile geçerken akşam idi,
Boğaz, her iki yaka ışıl ışıl parlıyordu. Bir taksi ile Beyoğlu'na çıktık. Konya ile
kıyaslanamayacak bir kent yaşamı ile karşı karşıya idik. Binalar, yollar Konya'dan çok
değişikti.
Misafir kaldığımız ev eski bir Ermeni veya Rum evi idi. Beş katlı, kalın duvarlı, önde Beyoğlu
İstiklal caddesinden gelip geçenlerin seyredildiği bir balkonu vardı. Apartmanın zemin ve
asma katı Faik amcanın lokantası, üst iki kat ise evi idi. Her katta önde geniş bir salon,
arkada odalar vardı. Evin çocukları üst katta kalıyor, alt katta ise Faik amca ve eşi Ayşe
Hanım’ın yatak odası vardı.
Faik amca ilginç bir kişi idi, askerlik için Konya'dan İstanbul'a gelmiş, bir paşanın evinde
aşçılık yapmış, çalışmış çabalamış, feleğin çemberinden geçerek bu evi almış. Faik amcanın
ilginç bir yanı da tablo koleksiyoncusu olması, evinin duvarlarında Türk ve belki yabancı
ressamların orijinal tabloları asılı idi. Lisede resim dersi görmüştük ama ilk defa bir evin
duvarlarında tablolar görüyordum. Konya’da iken bazı evlerde hat sanatına ait levhalar
görmüştüm ama gerçek tablolara daha önce hiç rastlamamıştım.
Tabii Beyoğlu o yıllarda Konya'dan, Konya'nın ve İstanbul'un diğer ilçelerinden çok farklı idi.
En lüks sinemalar burada idi, ve filmler orijinal dili ile, Türkçe alt yazılı oynardı. Tiyatrolar,
lüks mağazalar, lokantalar o yıllarda sadece burada yer alıyordu.
Ayşe abla İstanbul'u bize gezdirdi, komşuları ile tanıştırdı. Şimdi Paris'e yerleşmiş Kristina
isimli benden büyük genç bir kız, bana senin köyün hangisi diye sordu. Ben de ben köyden
değilim Konyalıyım dedim. Söylediklerim ona pek inandırıcı gelmedi. O yıllarda çok kişi
Türkiye'de bir şehir olduğunu ve onunda İstanbul olduğunu düşünürlerdi. Bu yönden Kristina
da tam haksız da sayılmazdı!!
Esasen İmparator Konstantin adına kurulmuş olan kentin adı Konstantiniyye olmuş, ve bizler
tarafından kente gidiyorum anlamına İSTANBUL denilmemiş mı idi? Yani tarihte de özel isme
gerek kalmadan şehir denince daima İstanbul akla gelmiştir.
Türkiye'nin batıya açılmasında gerçekten bu ilçenin çok önemli katkısı olduğu da
görülmektedir. İlk banka, ilk eczane, ilk tiyatro burada bu ilçede açılmış, sinematografla ilk
filim burada oynatılmıştır.
1957 yılında ilk karşılaştığım Beyoğlu, kırk beş yıldan bu yana parıltısını koruyan, daima
ilgimi çeken, gizemini hala çözemediğim bir mekan….
(KASIM 2005 – ÇAĞRI)
30
ÜSKÜDAR’DA İBRAHİM HAKKI KONYALI MEZARI
Mehmet BİLDİRİCİ
Bilirkişi olarak Üsküdar Adliyesine giderken Karacaahmet Cemevi önünde iner iki durak
yürürüm. Yolum hep mezarlık içinden yada yanından geçer. Zamanım olduğunda tarihi
mezarlığı incelerim, zira burası da bir kütüphane bir arşiv gibidir. Bir defasında Üsküdar’a
giderken Çiçekçi durağının karşısında Tarihçi, yazar, üstat İbrahim Hakkı Konyalı’nın
mezarına rastladım. Büyükçe sade bir şekilde olan mezarın baş ucunda şunlar yazılı
Muharrir, Tarihçi
Gazeteci, Müellif
Kırk kitap yazan
İBRAHİM HAKKI KONYALI
(1896-1984)
İbrahim Konyalı yatıyor burada
Tarihler armağan etmişti yurda
Büyük tarihçiyi an da ey yolcu
Bir fatiha oku bu yerde dur da
Ayak ucunda ise yukarı şiir yazılmıştı. Yanında ise eşinin mezar taşı vardı.
Hakim Mustafa Özdöl kızı / Muharrir İbrahim
Hakkı Konyalı’nın eşi / Hatunların Efendisi
ŞEFİKA KONYALI (1905-1998)
Büyük tarihçi olan üstat ile 1965 yılında tanışmış idim. Dedelerim Konya-Beyşehir arasında
Yatağan köyünde gömülü ermiş insan Yatağan Mürsel (15. yüzyıl) soyundan idi. Kendisi de o
zamanlar “Beyşehir Tarihi”ni Beyşehir Belediyesi için hazırlıyordu. Üstadı, Üsküdar Harem’in
(o zaman bugün ki Harem Otogarı mevcut değildi) üstünde bulunan güzel manzaralı evinde
ziyaret ettiğimde bana: “Mühendis bu kitap ile senin secereni Yatağan Mürsel’e
bağlayacağım” diye söz vermişti. Kitap ölümünden çok sonra çıktı, kitabı incelediğimde
maalesef verdiği sözü doğrulayan bilgiler yoktu, ama dedemin 1965 yılında kendisine
verdiğim karakalemle çizilmiş çok güzel portresi Yatağan Mürsel soyundan Mehmet Bildirici
diye konulmuştu. !!!!
İkinci bir anım ise ölümünden kısa bir süre önce Sayın Fevzi Halıcı’nın Konya’da
düzenlediği “Gül Bayramı” dolayısıyladır. Fevzi Halıcı benden törene kadar üstatla
ilgilenmem için beni görevlendirdi. Bende arabam ile onu gezdirdim. Koyunoğlu Müzesi’ni
istedi. Orayı gezdik bu arada oradaki eserler hakkında ilginç açıklamada bulundu. Bu defa
yaşlanmıştı. Bütün çabalarıma rağmen beni tanıyamadı. Bir ara bana dönüp: “-Beyefendi kaç
kitap yazdınız?“ diye sordu. Hem küm yapıp soruyu geçiştirdim. O zaman hiç kitabım yoktu.
Üstadın kafasında ise sadece kitaplar vardı.
Üsküdar Karacaahmet’teki mezarı başında bunlar gözümün önünden geçti. Kendisine saygı
duruşu ve duadan sonra üstadın sorusunu mezarı başında, “Kırk değil ama birkaç kitabım
oldu” diye cevapladım.
Üstadın Konya Tarihi kitabını okuya okuya eskittim. Özellikle üstat Medrese çıkışlı olduğu
için Anadolu’nun İslam öncesini tam bilemiyor, burada çok güzel tasvirlerle konuyu süslüyor,
ama bir gerçeğin altını çiziyor, buranın tarihi araştırılırsa birkaç cilde gebedir diyor, bazen ön
yargılar koyuyor.
Ama arşivlerdeki gerçek bilgileri olduğu gibi sunuyor. İyi ve dikkatli okunduğunda üstadın pek
çok şey ortaya koyduğu görülecektir. İleri araştırmalar için çok önemli bir kaynaktır diye
düşünüyorum.
(AĞUSTOS 2006 ÇAĞRI)
31
Üsküdar’da KONYALI’nın Aile Mezarı
32
2007 YILINDA YAYINLANMIŞ YAZILARIM
HOCAM HÜSEYİN KÖROĞLU
Mehmet BİLDİRİCİ
Lise ikinci ve üçüncü sınıflarda Fizik derslerimize Hüseyin Köroğlu geldi. Çok iyi ders
anlatırdı. Tahtayı çok düzgün kullanırdı. Sanki bir defter içine çizer gibi şekil ve formülleri
yazardı. Ancak yüksek not almada zorlanırdık. En iyi öğrenciler 7-8 alabiliyordu. Çoğumuz 5
almada güçlük çekerdik.
Mezun olduktan sonra ara ara görüşürdük. Ankara'da Ziraat Fakültesi'nden emekli olduktan
ve Fen Yayınevi’ne son verip Konya'ya döndükten sonra ev ziyaretlerimiz başladı. Bu
ziyaretlerde uzun sohbetlerimiz oldu. Hocamı yakından tanımak mutluluğunu yakaladım.
Hocam devamlı okuyan ve araştıran bir kişiliğe sahip, yayınladığı fizik kitapları yanında,
görüş ve araştırmalarını tam 40 yıldan bu tarafa Yeni Konya gazetesinde yayınlamakta...!
Ben kendisinden rica ettim, kesip sakladığı tomarları bana verdi okuyup geri verdim. Bu
yazıların büyük bölümü, Türk Tarihi, Türk Dili ve Türk büyüklerine ayrılmış, genellikle bilinen
görüşler, burada benim bir söyleyeceğim pek bir şey yok. İkinci bir bölüm eğitim konusunda,
bu yazılarda uzun yılların deneyimi hemen kendini gösteriyor. Kişiyi okumaya, kitap
sevgisine, kültüre ve doğru ve namuslu ve kanunlara saygılı olmaya çağıran öğütler...!
Bence daha önemli bölüm üçüncü bölüm, dostlar arkasından yazılmış tanıtıcı ve vefa
yazıları..! Kendi hocaları, meslek arkadaşları, Konya'ya hizmet eden valiler, yöneticiler,
zamanında büyük hizmetler vermişlerdir, zaman gelince de sessizce aramızdan
ayrılmışlardır. Bunların arkasından yazı yazan, hizmetlerini anlatan kişi çoğunlukla hocam
olmuştur. Ben bu yayınımda hocamın tüm yazılarından yararlandım. Konu ile ilgili olanları
aynen bu çalışmama aldım.
Hocamla sohbetlerimizde neden yüksek not alamadığımızın sırrını da öğrendim. Hocam
farklı bir yöntem ve düşünce ile soruları hazırlıyormuş! İki normal soru yanında, biraz
düşünme isteyen bir soru ve kısmen araştırma isteyen biraz daha zor bir soru. Tümü dört.
Hocam o yıllarda bizi okumaya, araştırmaya yöneltmek istiyor.! Ancak o yıllarda ders kitabı
dışında başka kitap ve kaynaklar yok, daha ötesi bu düşüncenin gelişeceği ortam yok !!
Hocam meslek yaşamında ve emekliliğinde günlerini hep okumak ve çalışmakla geçirmiş ve
geçirmektedir. Zaman zaman aşırıya kaçtığında saygıdeğer eşi Sevim Hanım'la bazen aykırı
düştüğü de oluyor. Ama şaka bir tarafa Sevim Hanım’ın desteği, sağladığı huzur ve bakımı
olmasa hocamın bu kadar yayını yapması zordur.
Her ziyaret ve sohbetlerden büyük zevk aldığımı, ve daima bir şeyler öğrendiğimi burada
belirtiyorum. Yazları Bodrum Turgut Reis'teki yazlıklarında ve kışları Konya'da geçiren değerli
hocam ve değerli eşleri Sevim Hanıma sağlıklı yaşam diliyorum.
(MERHABA GAZETESİ – 02.05.2007)
(Konya Liselilerin Korukent toplantısında bulunan yazı 15.02.2007 günü Hocam için yapılmış
85. yaş ödül töreninin ardından Merhaba Gazetesi Akademik Sayfalar özel sayısında
yayınlanmıştır. Sayfa Sayın Mehmet Ali Uz tarafımdan düzenlenmiştir.
1
ELLİLİ YILLARIN KONYA LİSESİ ÖĞRETMENLERİ
Mehmet BİLDİRİCİ
1955, 1956, 1957 Konya Lisesi mezunları 25-26-27 Mayıs 2007 Cuma-Cumartesi-Pazar
günleri Konya’da bir arada olacak ve mezuniyetlerinin 50. yılını coşku içinde kutlayacaklardır.
Bizler, Konya Lisesi kimliğini hiçbir zaman unutmadık, çünkü bu yuvada iyi bir öğrenim
gördüğümüze, sevgili öğretmenlerimizin bizleri iyi yetiştirdiğine inanıyoruz.
Bu yazımda 1950’li yıllarda bizlere bu kimliği kazandıran öğretmenlerimizi bir bir anacağım.
Bunların pek çoğu aramızdan ayrılmışlardır. Onları rahmetle anıyor, mezarlarına ışık dolsun
diyorum. Peki bu sevgili öğretmenlerimiz kimlerdir?
Önce Müdürlerimiz;
Felsefe öğretmeni ve Konya Lisesi Müdürü (1950-1953) Samih Atademir (1906-1969)
Edebiyat öğretmeni ve Konya Lisesi Müdürü (1953-1954) İbrahim Cengiz (1914-1981?)
Tarih öğretmeni ve Konya Lisesi Müdürü (1959-1974) Nail Gökbudak (1909-1992)
Fransızca öğretmeni ve Konya Lisesi Başmuavini (1947-1961) Turgut Kargalık (1915-2000)
Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerimiz; Gündüz Gürgen (1913-1990), Kemal Or (1924-1987)
Raşit Usman (1897-1977)
Tarih ve Coğrafya öğretmenlerimiz; Razi Çeviker (1917-1993), Ferruh Senan (1922-1988)
Havfi Kendi (1912-1995), Müzeyyen Erensoy (1910-1992)
Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji öğretmenlerimiz; Faik Ürel (1902-1963), Ömer Faruk Mesçi
(1923-1974), Mustafa Özden (KARAOĞLAN) (1923-1974), Sıdıka Akbaba (1920 - ?), Fahri
Ulusoy (1907-1976)
Yabancı Dil öğretmenlerimiz; Mustafa Yenisey (Fransızca) (1914-1970 ?), Nihal İlaydın
(Fransızca) (1922-2003), Peykan Çeviker (Almanca) (1921-1959)
Resim, Müzik, Beden Eğitimi öğretmenlerimiz; Arif Şahap Ökten (1904-1995) (Konya Lisesi
Marşımızın bestecisi), Şadiye Akın (1916-2005), Ayten Eğdemir (1925-1961), Sabahattin
Şengün (1925-2005), Rahmi Karluk
Şimdi de hayatta olan ve emeklilik yaşamını sürdüren değerli öğretmenlerimizden söz
edeceğim. Kendilerine sağlıklı bir yaşam diliyorum.
Selman ve Nezahat Erdem
Konya Lisesi Müdürü (1954-1959) ve Sosyoloji öğretmenimiz. Konusu ile pek çok ders
kitabının yazarı olan, Selman Erdem, eşi Fizik öğretmeni Nezahat Hanım ile birlikte İstanbul
Kadıköy’de oturmaktadırlar. Çok efendi kişiliği ve görüşleri ile üzerimizde çok derin etkisi olan
değerli öğretmenimizle Korukent’te pek çok kez bir araya gelmiş bulunuyoruz. Yaptığım
telefon görüşmesinde sağlık sebepleri ile katılamayacaklarını ifade ettiler, ve hepimize selam
ve sevgilerini gönderdiler.
Değerli Fizik öğretmenimiz Hüseyin Köroğlu, Konya’da yaşamaktadır. Her zaman yanımızda
olan ve pek çok eserin yazarı olan Hüseyin Köroğlu, eşi Sevim Hanım ile bu toplantıda
aramızda olacaklardır.
Fransızca öğretmenimiz Muazzez Kargalık önceleri eşi Müdür Başyardımcısı ve gene
Fransızca öğretmeni olan Turgut Kargalık Kargalık ile birlikte hep toplantılarımıza
katılmışlardır. Ankara’da oturan sevgili öğretmenimizi bu toplantıda yanımızda görmenin
sevincini yaşayacağız.
Mezuniyetimizden bu yana görüşemediğimiz Ankara’da yaşayan Edebiyat öğretmenimiz
Handan Gürses bu toplantımızda bizimle olacak. Değerli öğretmenimize tekrar kavuşmanın
mutluluğunu yaşatacağız.
Gene yıllar sonra Tabiiye öğretmenimiz, Felsefe öğretmeni Prof. Selahattin Ertürk’ün eşi
Ankara’da yaşayan Nermin Ertürk ile bir arada olacağız. Onu da tekrar görmenin heyecanı
içindeyiz.
2
İngilizce öğretmenimiz Mukbil Ertunç eşi Felsefe ve Sosyoloji öğretmenimiz Semahat Ertunç
ile İstanbul ve Ankara’da günlerini geçirmektedir. Sevgili hocamız Semahat Hanım’ın rahatsız
olduğunu öğrendik, kendisine acil şifalar dileriz. Mukbil Bey’de çok çok arzu ettiği halde
gelemeyeceğini söyledi ve hepimize selam ve sevgilerini gönderdi.
İstanbul’da yakınlarını kaybettikten sonra yalnız yaşamakta olan Biyoloji öğretmenimiz, sağlık
sebebi ile katılamayacağını söyledi tüm arkadaşlara sevgilerini yolladı.
İstanbul Fenerbahçe’de yaşamını sürdüren, gençliği de burada geçmiş Resim öğretmenimiz,
Nurhayat Evci, Konyalı, Konya Lisesi Mezunu Rıza Evci ile evli olduğundan Konya’nın gelini
sayılır. Çok arzu ettiği ve gözünde tüttüğü halde eşinin sağlık sorunlarından gelemeyeceğini
ifade etmiş selam ve sevgilerini göndermiştir. En genç öğretmenimiz olan Nurhayat Hanım ile
hep Korukent toplantılarında bir arada olmuşuzdur.
İzmir’de ise Matematik öğretmenimiz Şükran Gözen ile hep telefonda konuşuyoruz. Sağlık
sebepleri ile gelemeyeceğini ifade etti. Bir diğer öğretmenimiz, Beden Eğitimi öğretmeni,
Müdür Yardımcısı Sevim Şener ile 2005 yılında Korukent’te bir araya gelmiş idik. Bu defa
yaptığım telefon görüşmesinde eşi Necati Bey’in çok rahatsız olduğu için onu
bırakamayacağını, daha sonraki toplantılara katılmayı umduğunu söyledi.
Bu arada irtibat kuramadığımız öğretmenlerimiz ise İzmir’de yaşayan Edebiyat öğretmeni
Azize Karluk ve İstanbul’da yaşayan son yıllarda haber alamadığımız İngilizce öğretmeni
Ayten Özer olmaktadır.
Öğretmenlerimiz hakkında geniş bilgi ve fotoğraflar, Yaşat Manav ile birlikte aynı zamanda
CD ortamında hazırladığımız “Konya Liselilerin Öğretmenleri ile Korukent Buluşmaları” adlı
albüm-kitapta bulunmaktadır.
Tekrar aramızdan ayrılanlara Tanrı’dan rahmet, aramızda olanlara da sağlıklı ve mutlu
yaşam diliyoruz. Elli yıl geçmesine rağmen onları unutmadık diyorum.
(YENİ MERAM – 25.05.2007)
3
KONYA LİSESİ HAKKINDA ÇALIŞMALARIM
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya Lisesi ve tarihi konusunda çalışmaları başlatan ve konuyu güncelleştirip bizlere
sevdiren değerli Fizik öğretmenimiz Hüseyin Köroğlu olmuştur. Özverili bir çalışma ile
Lisemizin 100. kuruluş yılı dolayısıyla “Konya Lisesi Tarihi” isimli değerli kitabı yayınlamıştır.
Bu sıralar hocam ile yakın ilişki içinde idim. Bu eser beni etkiledi, bende kendi dönemimi,
öğretmenlerimi incelemeye 1995 yılında karar verdim. Bu konuda sevgili sınıf arkadaşım
İsmail Uğurlu’nun bana destek vaat etmesi beni cesaretlendirdi. Benim çalışmalarım Konya
Lisesi’nin tüm tarihi ile ilgili olmayıp kendi dönemime ait bilgilerin derlenmesidir. Tabii bu
arada Konya Lisemizin yurt çapında çok tanınmış öğretmenlerini, eski mezunlarını da
inceleme kapsamına aldım.
Çalışmalarımda ikinci büyük patlama Konya Lisesi arkadaşlarına ve öğretmenlerine canı
gönülden sevgi besleyen Yaşat Manav ile yakınlaşmam ve 2003 yılında “Konya Liselilerin
Korukent toplantıları” isimli albüm kitabı hazırlamamız oldu. Bunun ise Yaşat Manav’ın 30
yıldan bu yana büyük özveri ile topladığı bilgi ve yazı ve fotoğrafların ortaya çıkmasına,
toplantıya katılanların sayısını ve ilgisini artırdığına inanıyorum. Burada sevgili arkadaşımız
ve aramızda Türk Lirası üzerine imza atma onurunu (100 TL’ye) taşıyan Yavuz Canevi’nin bu
yayını çoğaltması unutulmaz olmuştur.
Gene bizden daha önceki dönem mezunu Altan Saysel, hem Konya Liselilerin Ankara’da
olan toplantılarını, yazı fotoğraflarla bize göndermiş, ayrıca doğaçlama suretiyle Konya
Lisesi’ndeki yatılı hayatını gözlerimizin önüne sermiştir. Kendisi bulunduğumuz toplantılarda
fıkraları, anıları ve taklitleri ile bu birlikteliklerimizi unutulmaz kılmıştır.
Sonuç olarak 1995 yılından bu yana oniki yıl içindeki çalışmalarımızı bu toplantına sizlerin
önüne koyuyoruz. Bunlar
1.) “Konya Liselilerin Öğretmenleri ile birlikte Korukent Buluşmaları” Yaşat Manav ile birlikte
ikinci düzenleme olarak hazırladığımız albüm kitap 250 sayfadır. Çoğaltılması YAŞAT A.Ş.
tarafından gerçekleştirilmiştir.
2.) “Konya Lisesi’nden Elliyedililer de geçti”. Daha çok 1957 mezunu arkadaşlarımıza ait
anıların fotoğrafların bulunduğu bu albüm kitaba 12 yıl önce İsmail Uğurlu ile birlikte başlamış
idik. Toplantı öncesi son şekli verilmiş ve BOTİM A.Ş. tarafından çoğaltılmıştır. 130 sayfadır.
3.) “Konya İdadisi-Sultanisi- Lisesi’nin Mezunları, Eski Öğretmenleri
Toplantı öncesi tarafımdan hazırlanmış ve bir örnek toplantıda sunulacaktır.
4.) “Konya Lisesi Yazılar” Konya basınında Lisemiz ile ilgili gazete yazıları
Toplantı öncesi tarafımdan hazırlanmış ve bir örnek toplantıda sunulacaktır.
Bu çalışmalar CD ortamında hazırlanmış olup her an bilgisayarda izleme olanağı ve
çoğaltılma imkanı bulunmaktadır. Bu çalışmaların yapacağımız toplantıda önünüze
konulmasında çok büyük katkıları olan arkadaşlarım Yaşat Manav ve İsmail Uğurlu’ya
sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Toplantıda örnek olarak sunulan yayınlar Lisemizin yetkili kurumuna sunulacaktır. Buradan
çoğaltılmış veya CD’si temin edilebilecektir.
Böyle yayınların diğer dönemlerce de hazırlanıp Lisemizin tarihine katkı yapması dileğiyle.
(YENİ MERAM 26.05.2007)
4
TARİHİ SORGULAYAN BİR TURİST GÖZÜ İLE
ÜRDÜN
Mehmet BİLDİRİCİ
01-09 Nisan 2007 tarihleri arasında Ürdün’de gerçekleşen Uluslararası “CURA AQUARUM in
PETRA” isimli konferansa katıldım. Konferansın konusu “Antik Çağda Su Mühendisliği” idi,
ismine yakışır bir antik kent olan Perta’da yapıldı. 1991 yılından bu yana amatör ama sıkı bir
disiplin içinde takip ettiğim bu konuda benim katıldığım bu seri konferanslardan üçüncü
toplantıdır. Daha önce 2004 yılına Efes’te, 2001 yılında ise İsrail’de yapılmıştı.
Toplantıya katılan yaklaşık 100 kişiden 70’i Almanya’dan 30’u diğer ülkelerden idi. Türkiye’den
katılan tek kişi ben idim. Toplantının düzenleyicisi 1994 yılından bu yana tanışık olduğum ve
diyalogumu sürdürdüğüm Prof. Dr. Henning Fhalbusch idi. Toplantıya katılan yaklaşık 15
civarında ağırlıklı olarak inşaat ve hidrolik hocası vardı.
Toplantıda ağırlıklı olarak tarihi su yapıları ve bununla ilgili yerler gezildi. Benim için çok yararlı
olduğunu söyleyebilirim.
Ben burada geziyi bir başka gözle inceleyeceğim. Bildiğimiz gibi, Ürdün daha önce yaklaşık 400
yıl Osmanlı yönetiminde kalmış bir ülke, bu dönemden neler geliyor, ülkenin görünüşü nasıl
gördüğüm kadarıyla açıklamaya çalışacağım. Tabii bu bir turist gözlüğü ile olacaktır.
Ürdün Arap ülkeleri arasında yaşam yönünden oldukça liberal bir ülke, giyim yasakları yok.
Kadınlar ve kızlar arasında az olmakla birlikte modern kıyafetliler var, büyük çoğunluk modern
giyimli başı örtülü, bir kısmı geleneksel kıyafetli. Erkekler ceket pantolonlu, yaşlılar ise geleneksel
kıyafet içindeler.
Her yerde genç Kral Abdullah’ın resimleri asılı, bazısı modern bazısı geleneksel Arap kıyafeti ile,
az da olsa modern kraliçe Raina’ın resimlerine rastlanıyor. Kral annesine benzemiş sarışın bir
Avrupalı tipinde, ama kralın Ürdün’de sevildiği izlenimini edindim.
Osmanlı dönemi yönetim merkezi As Salt imiş, Amman’a yakınmış, Amman sonradan başkent
olmuş, hakikaten taş kaplamalı güzel binalarla dolu, yollar geniş, imar planına göre yapılmış
olarak algıladım. As Salt’da son dönem Osmanlı yapıları ve yönetici ve zenginlerin evleri varmış.
Ama oraya gitmedik.
Amman’dan Petra antik kentine kutsal kitaplarda Kral Yolu olarak bahsedilen Roma İmparatoru
Trajan (106-117) tarafından açılan yoldan gittik. Orta doğuyu Arabistan ve Mısır’a bağlayan ana
yol. İslam Orduları Bizans içine bu yoldan girmiş, Al Mezar adlı bir yerde ilk İslam orduları burada
kılıçtan geçirilmiş (tarihlerimizde yenilgiler yazılmadığından ilk duyduğumda inanamadım) ve
onların anısına büyük bir cami yaptırılmış.
Dönüşte Amman’ı Akabe Körfezi’ne bağlayan ana modern çöl yolundan döndük. Yolda Osmanlı
döneminde yapılmış Hicaz demiryolu yolunda tren katarları yoluna devam ediyordu. İlgi ile
seyrettim.
Petra kenti kayalık bir kanyon içinde, Nabatean Krallığı’nın başkenti. Nabetean kralları, Arapların
ataları, ancak Arapların Bedevi yaşamına karşı kent yaşamını seçmiş, yarı doğulu, yarı batılı bir
yaşam tarzını seçmiş, tiyatrolar, saraylar yaptırmış, çevre çok kurak olduğu için su yapılarına ve
sarnıçlara çok önem verilmiş.
Ürdün’de kutsal kitaplarda sözü edilen pek çok kutsal yerler bulunmaktadır. Bunlardan biri de
Jebel Harun (Harun Dağı). Çok kutsal kabul edilen dağın zirvesinde Harun Peygamberin
(Musa’nın kardeşi Aaron) mezarı çok önemli bir ziyaret merkezi.
Gezinin son bölümünde Amman’ın kuzeyi gezildi. Jarash yada GERASA antik kentini gezdik.
Kum altında kaldığından çok iyi korunmuş, olduğu gibi gelen dünyada nadir Roma kentlerinden
biri. Roma’nın ihtişamı göz dolduruyor. Bu kent ve çevresine ise Osmanlı İmparatorluğu’na
Kafkasya’dan göç eden Çerkez ve diğer Kafkas kavimleri yerleştirilmiş.
Son olarak Ürdün-İsrail-Suriye sınırlarının kesiştiği hakim bir tepede olan Um Qais (GADARA)
antik kenti gezildi. Hava açıktı, doğal ve siyasi görünüş muhteşemdi. Gadara’da İsa peygamberin
ilk defa “Allah’ın Krallığı’ndan burada söz ettiğine inanılmaktadır”. Hemen karşımız Suriye’ye ait
iken şimdi İsrail elinde olan GOLAN Tepeleri, bomboş, hiç yerleşim görünmüyor. Hemen altımız
sınır olan Yortan nehri, bu nehir İsa’nın vaftiz olduğu ve ülkeye ismini veren Ürdün (Jordan)
5
nehrine ulaşıyor. Hemen batımızda İsrail’e ait Tiberias Gölü ve uzaktan Tiberias kenti. Kent
Roma İmparatoru Tiberius (14-37) adına kurulmuş.
Son akşam bizi Kralın yakın akrabası Memduh Bisharat bahçeli evinde bizi misafir etti. Verdiği
kartta “Duke of Mukheibeh” olarak görülüyordu. Ben İstanbul’dan katıldığımı söyleyince benimle
ilgilendi ve Ressam Fahrünnisa Zeyd ile yakın akraba olduğunu ifade etti. Ben de mensup
olduğu Şakir Paşa ailesinin Türkiye’de çok tanınmış olduğunu ifade ettim. Kendisi ve zarif eşi çok
güzel İngilizce konuşuyordu. Özellikle Hanımı tek tek masaları ziyaret etti. Ben de bunun “Halil
İbrahim Sofrası” olduğunu belirttim. Ev ise Ürdün sınırına yaklaşık 100 m uzaklıkta idi.
Ziyafet evinin havuzu olan muhteşem bahçede idi. Konya usulü kuzu tandır, salatalar, meyveler
vardı. İçki serbest idi. Havuza doğal bir kaynaktan sıcak su geliyordu. Almanların çoğu günün
yorgunluğunu bu sıcak sulu havuzda attı. Gece geç saatlere kadar süren bu özel muhteşem
ziyafetle gezi son buldu.
Kayalık bir kanyon içinden Petra’ya gidiliyor.. Sanat eseri gibi işlenmiş kayalar birbirine değiyor
6
Petra kentinde kayaya oyma bir yapı
Petra kenti “Dünyanın Sekizinci Harikası” na ady
7
Memduk Bisharat ve eşi bizleri karşılıyor
Memduh Bisharat’ın bahçesi
(YENİ MERAM – 01.06.2007)
8
KONYA LİSESİ ÖĞRENCİSİ
DR. HAKKI ONUL'UN ANILARI (1909)
Mehmet BİLDİRİCİ
Bilindiği gibi anılar, geçmişe ışık tuttuğu için çok önemlidir. Bu yazıda, Konya Lisesi’nin
ulaşabildiğimiz en eski öğrencilerinden Dr. Hakkı Onul’un elimize ulaşan anılarına yer
verilecektir. Dr. Hakkı Onul Konya Lisesi günleri ile şunları anlatmıştır.
“Ben Seydişehir'de 1909 yılında doğdum ve altı sınıflı “Seydişehir Rüştiyesi”ni (dönemin orta
okulu) bitirdim. 1922 yılında, Konya Lisesi birinci sınıfına yatılı öğrenci olarak girdim. O
tarihlerde paralı yatılı öğrencilerden 3 taksitle 90 TL alırlardı. Binanın orta katındaki (o
dönemdeki Lise, bugünkü Karma Ortaokul binasında bulunuyordu) yatakhanede kalırdık.
Lise öğrencileri yanında orta kısım öğrencileri de vardı. Yatakhane yeterli olmadığından
öğrencilerin bir kesimi akşamları Fenni Fırın’ın karşısında (İstanbul caddesi) kiralanan binaya
giderlerdi. Bu bina sonraları “Doğumevi” olarak kullanılmıştır. Muzaffer Vanlı (Mimar), Hadimli
Baki, Malatyalı İbrahim, Şair Mucip, bugün hatırladıklarım sınıf arkadaşlarım.
Lise birinci sınıfta, unutamayacağım bir olay meydana geldi. Not tartışması yüzünden
Avanoslu bir arkadaş, Müdür Yardımcısı Tahsin Beye okulda tabanca ile ateş etti, yaralanan
hoca, hastaneye kaldırıldı, iyileşip görevine geri döndü. İkinci unutamayacağım olay,
Coğrafya öğretmeni Nejat Beyin kar topundan ölmesi idi. Nejat Bey öğretmen evlerinde
oturuyordu. Uzun boylu, görkemli bir kişi idi.
Öğrenci iken yaz tatili başlayınca, Çayırbağı köyünde 15 gün kampa gidilirdi. Tüm lise
sınıfları katılırdı. Lisede Beden Eğitimi dersi de vardı. Beden Eğitimi öğretmeni Süreyya
Bey’di. Okulun bahçesinde beden eğitimi hareketleri yapar, futbol oynardık, Ben futbol
takımının kalecisi idim. Öğretmen Okulu, Sanat Okulu ile kıran kırana maçlarımız olurdu.
O yıllarda çok az ders kitabı vardı, derslerde not tutardık. Hatırladığım kitaplar, Ruhiyat,
Mantık, Lüplüp (Arapça), Kimya, Arziyat, Hendese idi.
Yatılı olarak haftada bir gün izinli çıkar, akşam geri dönerdik. Bahçede “Yemekhane” vardı.
Yemeklerimizi orada yerdik, genelde bakliyat yemekleri oluşturur, haftada bir gün tulumba
tatlısı verilirdi”
Dr. Hakkı Onul, 1928 yılında Konya Lisesi’ni bitirir, İstanbul Tıp Fakültesine kaydolur ve 1935
yılında mezun olur. Ağrı, Kars, Sivas, memleketi Seydişehir’de (1944-1952) görev yaptıktan
sonra, Konya Sağlık Müdürü olarak atanır, (1965-1974) ve buradan emekli olur: Emeklilik
yaşamını Konya’da sürdürür, Konya Lisesi toplantılarına en yaşlı mezun olarak katılır.
Bir kıyaslama yaparsak nereden nereye gelmişiz, nerelere gideceğiz ??
E mail:[email protected]
(YENİ MERAM – 02.06.2007)
9
LYSTRA KENTİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Lystra kentinin (Listra okunur) Konya'nın güneyinde Hatunsaray beldesinin 1.5 km batısında
bulunan Zoldera höyüğü üzerinde kalıntıları bulunmaktadır. Kentin, Konya'ya uzaklığı 34 km
dir. Kentin Hıristiyanlığın kuruluşunda çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Lystra ortaya
çıkarıldığında pek çok Avrupalının buraya düzenlenecek inanç turlarına katılması olağandır.
Çünkü Hıristiyanlığın kurucularından Aziz Paul ilk vaizlerini burada vermiş ve kendisinin en
yakını, ömrünü onun izinde tüketmiş Aziz Timoteus Lystra kenti vatandaşıdır.
Lystra, yaklaşık M.Ö. 6 yıllarında ilk Roma İmparatoru Augustus'un emri ile askeri bir koloni
olarak kurulmuştur. Daha öncesi var ise kazılar sonucu ortaya çıkacaktır. Anadolu her ne
kadar M.Ö. 133 yılında Roma yönetimine girmişse de bu bölgede, Roma henüz bir disiplin
sağlayamamıştır.
Bölgede; Seydişehir civarında yaşayan Homonad'lar, Beyşehir civarında Orendeisler, Konya
civarında Likaonyalılar, Bozkır çevresinde İsauralılar yaşamaktadır. Bunlar bölgemizin dili
geleneği olan yerli halklarıdır. Bu halklar dil kültür ve yaşam biçimleri bakımından
Romalı’lardan çok farklı olduklarından ve daha aşağı bir kültür düzeyinde bulunduklarından
Roma ile çatışmışlar, Roma egemenliğini kabul etmek istememişlerdir. Zamanla Lystra'da
kurulan askeri koloni bölgede düzeni sağlamıştır.
Tarsus doğumlu Aziz Paul, Barhabas ile ilk defa yaklaşık 47 yılında Anadolu'ya geçmiş,
Antioch'dan (Isparta-Yalvaç), Konya'ya oradan da Lystra'ya gelmiştir. Burada bulunan Zeus
Tapınağı’nın rahibi kendilerini karşılamış, Aziz Paul’ün bakışları ile felçli bir hastayı iyi etmesi
üzerine, onların Zeus ve Hermes olduğu sanılmıştır. Halk yerel dilleri olan LİKAONCA ile
"Tanrılar aramızda" diye bağırmışlar hemen kurban kesmek istemişlerdir. Aziz Paul güçlükle
duruma mani olmuş kendilerinin de insan olduğunu Tanrı’nın emirlerine girmelerini ve putlara
tapmamalarını söylemiştir. Bunlar ilk Hıristiyanların kutsal metinlerinde geçen ve onlar
tarafından inanılan olaylardır.
Burada çok ilginç olan yörede konuşulmuş LİKAONCA dilinden söz edilmektedir. Ancak bu
dil hakkında başkaca da şimdilik bilgi bulunmamaktadır.
Aziz Paul Lystra'ya ikinci defa gelmiş ve Lystra'lı Timetheus kendisine katılmıştır. Daha sonra
Roma yönetimi duruma hakim olmuş, Hıristiyanlığın izleri izlenemez duruma gelmiştir.
Hıristiyanlığın kabulü ile 381 yılında İstanbul'da ve 451 yılında Kadıköy'de (Kalkedon)
toplanan dini meclislerde Lystra kentini temsil eden rahipler bulunmuştur.
11. yüzyılın ilk yarısında Malazgirt zaferi öncesi Patrik Alexios Studites (1025-1043) ismi
bilinmeyen bir Lystra'lı rahipten "Haretiker Eleutheros" ismi verilen bir tarikat mensuplarının
dinden uzaklaştıkları belirtilmiş ve dini kurullara uymaya davet edilmesi istenmiştir.
Bu konu çok ilginçtir. Benzer sapmalar daha önce Konya Ladik'de de (Laodiceia)
görülmüştür. Anadolu'nun eski kültürlerinin etkisi ile istenmeyen tarikatlar ortaya çıkmıştır.
Ancak buradaki tarikatın ne gibi söylemleri olduğu konusunda bilgiler yoktur.
Bu olay Anadolu'nun fethi öncesi artık başkent İstanbul’un duruma tam hakim olamadığını ve
halkın arayış içinde bulunduğunu da göstermektedir.
12. yüzyıl kayıtlarında ismi hala görülmektedir. Doğruluğu tam belirlenememiş bir kaynağa
göre Timurlenk'in yöremizi Osmanlı devletinden fethedip Karamanoğlu Beyliği’ni tekrar ihya
ettiği 1402'li yıllarda Konya, Derbe ve Lystra'nın önemli derecede zarar gördüğü
belirtilmektedir. (Ref.1) Kanuni Sultan Süleyman dönemi kayıtlarında ise Lystra ismi
geçmemekte, Zoldera ismi görülmektedir.
Hatunsaray'ın yaklaşık 150-200 önce yeniden kurulduğu, Lystra kentinin pek çok taşlarının
evlerde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bir Hatun'un sarayı, bu olsa olsa eskiden kalma bir
yapıya istinaden verildiği düşünülebilir. Ancak Hatun Kimdir? bilinmemektedir.
Geçen yüzyıldan itibaren Avrupalı araştırmacılar tarafından, kayıtlarda geçen çok önemli
olan ve yeri bilinmeyen Lystra'nın yeri aranmaya başlamıştır. Önceleri isim benzerliğinden
10
İlisıra (Karaman-Yollarbaşı, Ilistra) ve 14 km batısında yer alan Glisıra'da olduğu sanılmıştır.
Ancak 1885 yılında Amerikalı Araştırmacı Sterret Zoldera höyüğünde bulduğu bir taşta kentin
ismini belirlemiştir. Latince dilinde yazılmış ve halen Konya Arkeoloji Müzesinde bulunan
taştaki yazının Türkçe'si şöyledir.
"Mutlu Lystra kolonisi onbaşısının emri ile kutsal Augustus'a bir çift kurban kestiler"
Burada ismi geçen İmparator Augustus (M.Ö.27-M.S.14) ilk Roma imparatoru ve askeri
koloninin kurucusudur. Bu yazıt ayrıca yöremizde Roma döneminden gelen en eski yazılı
belge olmaktadır.
Lystra kenti çok önemli merkezdir. Çevresinde bulunan Glisıra (Gökyurt), Detse (Yeşildere),
Girvat (Kayadibi), Kavak, Eksile (Çatören), Botsa (Güneydere) köyleri bu kentin uzantısıdır.
Kent hakkında pek çok Grekçe ve Latince kitabeler tespit edilmiştir. Kent höyüğü üzerinde
kazı yapıldığında çok önemli bir kentin ortaya çıkacağı inancındayım.
Üstelik bu kazılara pek çok yabancı bilim kuruluşlarının katkı yapacağı açıktır, kazı niçin
beklediğimizi şahsen ben anlayabilmiş değilim…….
Mail: [email protected]
REFERANS
1.Belke Klaus Tabula İmperini Byzantini s.200
2.Bible, Resüllerin İşleri
3.Monumenta Asia Minor Antiqua Vol.VIII
11
Lystra ile ilgili Paris Louvre Museum’da halı tablo
(YENİ MERAM 04.06.2007)
12
2007 YILI YAZILARI
YENİ MERAM OKUYUCULARINA MERHABA
Mehmet BİLDİRİCİ
Halen İstanbul’da yaşıyorum. Bir Araştırmacı olarak Konya’nın tarihi, kültürü, yakın dönem ve
anıları daima gündemimim ilk sırasında olmaktadır. Bu konuda yazdığım yazıların büyük
kısmı YENİ MERAM da yayınlanmıştır. Ayrıca Konya Lisesi ile yaptığımız etkinlikler bolca
fotoğraflarla bu gazetede haber haline getirilmiştir. Ancak bu bir tesadüf de değildir. Zira
Gazetenin sahibi Mustafa BAHÇIVAN benim Konya Lisesi’nden sınıf arkadaşımdır. Kendisi
daima bu konuda bana ve arkadaşlarına destek olmuştur. Bir kere daha buradan teşekkür
ediyorum. Benzer şekilde Konya’nın tarihi ve kültürü konularında yazılarıma devam etmek
istiyorum.
Mustafa Bahçıvan ve Mehmet Bildirici
Yeni Meram’ı yeniden okuma fırsatını yakaladığımda yazı kadrosu zenginleştiğini, yayın
kalitesinin daha da yükseldiğini gördüm. Henüz tanışamadığım çok değerli yazar kadrosu
olduğunu gördüm. Tabii bu arada çok eskiden beri yazılarını hem burada ve hem de ÇAĞRI
dergisinde okuduğum ağabeyim ALİ RİDVAN BÜLBÜL’ün yeri de bir farklı idi.
25-27 Mayıs 2007 tarihlerinde Konya’da 56 ve 57 mezunları birlikte Konya Lisesi’nden
mezuniyetimizin 50. yılını kutladık. Bir arada yemek yedik, Lise’de sınıfları doldurduk. Antik
yerler olan Çatalhöyük, Lystra ve Gilisıra’yı gezdik. Tüm bu etkinliklerde YENİ MERAM
haberleri ve makaleleri ile daima destek oldu.
Bu etkinliklerde yaşadığım bir olay YENİ MERAM’ın temellerinin kurucusu Rahmetli AHMET
BAHÇIVAN tarafından ne kadar sağlam atıldığı izlenimini edindim. Konya Lisesi
etkinliklerinde bizimle birlikte 5 öğretmenimizle birlikte olduk. Bunlardan biri de 1952-1954
yıllarında Tabiat Bilgisi öğretmenimiz, Felsefe öğretmeni Selahattin Ertürk’ün eşi Nermin
Ertürk idi. Nermin Hanım ile yıllar sonu ilk defa birlikte oluyorduk. Nermin Hanım Yeni
Meram’da 25.05.2007 günkü gazetede Konya Lisesi öğretmenleri ile ilgili makalem içinde
kendi ve eşinin isimlerini görünce çok mutlu oldu ve çok ilginç bir açıklamada bulundu.
-Biliyor musun? Ben 1954 yılında Amerika’ya gittiğimde YENİ MERAM’ın Amerika muhabiri
idim.
Mustafa Bahçıvan’ın o dönemde ortaokul öğrencisi olarak bilemediği bu açıklama Rahmetli
Ahmet Bahçıvan’ın YENİ MERAM’ı ne kadar sağlam temellere oturttuğunu göstermiyor mu?
(YENİ MERAM – 13.07.2007)
1
KONYA DEVLET MÜHENDİSLİK MİMARLIK AKADAMİSİNİN
İLK TOPLANTISI ve AÇILIŞI
MEHMET BİLDİRİCİ
Bu yazımda Halen Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi içinde yer almış bulunan
Konya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nin açılışına değineceğim.
Konya Devlet Mühendislik, Mimarlık Akademisi’nin açılışı için dönemin Milli Eğitim Bakanı
Prof. Dr. Orhan Oğuz Konya’ya gelmiş ve orada Konya’nın etkili kurumları ile birlikte bir
toplantı yapılmış ve bu işin oluşması için destek istenmiştir. Aşağıdaki fotoğrafta bu çok
önemli olan toplantıya katılanlar bulunmaktadır.
Bu toplantıda kalınan mutabakat ile Milli Eğitim Bakanı Orhan Oğuz ile bir protokol
yapılmıştır. Yapılan protokol ile okulun binası ve ihtiyaçları, ders ücretleri kurulan bir
dernekle yönetilecektir.
Koruma Derneği Başkanlığına Konya Belediye Başkanı Yılmaz Kulluk seçilmiştir. Ayrıca,
Yılmaz Eskiil, Genel Müdürlük Şube başkanı Şerafettin Koca, Milli Eğitim Müdürü Vahit
Yılmaz, Müdür Yardımcısı Kemal Alptekin, Yüksek Mühendis Mimar Ali Cenap Özkaşıkçı,
Yüksek Mühendis Mimar Yüksel Sevilir, İnşaat Yüksek Mühendis Faik Sevilir ve Yüksek
İnşaat Mühendisi MEHMET BİLDİRİCİ’den oluşan bir komisyon tarafından okulun açılışı
gerçekleştirilmiştir. Akademinin binası, ısıtılması, dışarıdan gelen hocaların maaş ve
ücretleri Koruma Derneği’nin katkıları ile sağlanıyordu. Akademinin öğretim yaptığı bina ise
Gazi Lisesi arkasında bulunan ve bugün "Konya Yetiştirme Yurdu" olarak hizmet gören iki
katlı yapı idi. Binanın geniş bir bahçesi vardı. Küçük olmasına karşın eğitim için uygun bir
tesis idi.
1970 yılında öğrenime açılan okulun ilk Başkanlığına Yılmaz Eskiil tayin edildi. Ben o tarihte
önceden planlanan bir gezi dolayısıyla Almanya’da olduğumdan açılışta bulunamadım. Ben
Akademi’de Yapı Malzemesi ve Mimarlık Bölümü’nde Yapı Statiği derslerini yürüttüm. Yapı
Malzemesi dersine seçilmemim ilginç bir anısı bulunmaktadır. Yukarıda bahsettiğim
Almanya gezisinden dönünce Sayın Ali Cenap Özkaşıkçı tarafından ders programına Yapı
Malzemesi için benim ismim yazılmıştı. Ama ben önce hiç bunu düşünmemiştim. Yarın iki
saat dersin var dedi, hemen ders kitaplarımı karıştırdım. Kireç ile ilgili notlarımı buldum, onu
alel acele okudum, ertesi günü inşaat bölümü öğrencilerine ilk dersimi verdim. İlginçtir ki bu
dersi çok sevdim, 1982 yılında ayrılmadan önce bir “Yapı Malzemesi Ders Notları” isimli
kitabı hazırladım. Selçuk Üniversitesi yayınları arasında yayınlandı.
Aşağıda ise Akademi ile ilgili ilk toplantı fotoğrafı bulunmaktadır.
2
KONYA MÜHENDİSLİK MİMARLIK AKADEMİSİ İÇİN İLK TOPLANTI
Oturanlar soldan: 1. Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Orhan Oğuz- 2.Konya Valisi- 4.Kazım
Kahvecioğlu - 5. Eski Konya MV Muhittin Güzelkılınç
Ayakta orta sıra: 1.Y.Müh.Mim. Yüksel Sevilir- 4.Y.İnş.Müh Fahri Özparlak- 5. Mehmet
Önder - 8. Y.Müh.Mim Ali Cenap Özkaşıkçı (gözlüklü, yüzünün bir kısmı gözüküyor) - 10.
Bayındırlık Müdürü Nurettin Geçgin (sadece başı görülüyor) -11 Y.Müh.Mimar Ünal
Bugatur- 12. Y.Müh.Mim Ersin Üner- 13. Har.Müh Şahin Akdeniz- 14. Milli Eğitim Müdürü
Vahit Yılmaz(gözlüklü)- 16. Y.İnş.Müh Faik Sevilir
Üst sıra: 1. Y.İnş.Müh Mehmet Bildirici--2.Belediye Başkanı Yılmaz Kulluk- 3. İnş.Y.Müh Ulvi
Şenol - 4. Mimar Lütfi Bayram - İnş.Müh Oğuz Tütüncü
(YENİ MERAM – 14.07.2007)
3
KONYA'DA HARİTA VE MAKİNE BÖLÜMLERİNİN AÇILIŞI
30. KURULUŞ YILININ KUTLANMASI
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu yazımda Halen Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi içinde yer almış bulunan
Konya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nde Makine ve Harita Bölümlerinin açılışında
geçen benim de içinde bulunduğum olayları ve yaşanan heyecanı aktarmaya çalışacağım.
Konya Mimarlık ve Mühendislik Akademisi 1970 yılında açılmış, 1973 Şubat ayına kadar
sadece Mimarlık ve İnşaat bölümleri bulunuyordu.
Akademinin açılışı Konya'da gerçekten heyecan yarattı ve çok olumlu karşılandı. Milli Eğitim
Bakanlığının katkısı çok sınırlı idi. Akademinin binası, ısıtılması, dışarıdan gelen hocaların
maaş ve ücretleri Koruma Derneği’nin katkıları ile sağlanıyordu. Akademinin öğretim yaptığı
bina ise Gazi Lisesi arkasında bulunan ve bugün "Konya Yetiştirme Yurdu" olarak hizmet
gören iki katlı yapı idi. Binanın geniş bir bahçesi vardı. Küçük olmasına karşın eğitim için
uygun bir tesis idi.
Konya'daki Akademi’yi canlandıran dernek ve bu derneğe destek sağlayan Konya Ticaret
Odası, Özel İdare… vs gibi kuruluşlar, tabii en başta politikacılar Akademi’nin genişletilmesi
yeni bölümler açılması ve bunların ileride oluşacak "Selçuk Üniversitesi'nin temel taşlarını
oluşturulması isteniyordu. Gerçekten o yıllarda bir üniversite için Konya'da büyük arzu ve
istek bulunuyordu.
Bu çabalar sonucu dernek ve onu destekleyen siyasiler ve kurumların etkisi ile 1973 Şubat
ayı içinde, Akademi Yönetim Kurulu önüne yarım sayfadan ibaret Konya Akademisi'ne ek
olarak Harita ve Makine bölümlerinin açılışına izin veren bir yazı geldi. Bu yazıda alınacak
öğrenci sayısı bile belirtilmiyordu.
O dönemde Koruma Derneği’nin başında Belediye Başkanı Sayın Yılmaz Kulluk, yönetim
kurulunda Sayın eski Belediye Başkanlarından Sıtkı Bilgin, daha sonra milletvekili olan
Avukat Haydar Koyuncu olduğunu biliyorum. Muhasip üye olarak da yakın temas halinde
olduğumuz Rahmetli Halis Bağrıaçık yer alıyordu. Kendisi ile kısmen farklı sosyal görüşte
olmamıza rağmen vefatına kadar yakın dostluğumuz devam etti.
Akademinin yönetim kurulunda ise yasal hakkı olan Akademi Başkanı Yılmaz Eskiil ve
kadrolu öğretim görevlisi olarak ben (Mehmet Bildirici) bulunuyordum. Çünkü ben dışarıda
serbest çalışmama karşı Akademi'de Bakanlıkça atanmış başkandan sonraki ilk öğretim
görevlisi idim. Mimarlık Bölümü Başkanı Dr. Necati Şen, İnşaat Bölümü Başkanı olarak
Rahmetli Ali Umucalılar, görevlendirilmişti, ancak maaş ve yollukları Dernek tarafından
karşılanıyordu. Yine Dernek, yeni açılacak Makine Bölümü için Kurucu Başkan olarak
Haşim Bildirici'yi, Harita Bölümü için de Uçman Ayata'yı görevlendirmiş idi.
Dernek ve Akademi Yönetim Kurulu uyum içinde 1973 Şubat ayında yeni açılacak bölümler
için bir ön kayıt açtı. Alınacak öğrencinin çok sınırlı olması sebebiyle bu süre iki gün olarak
belirlendi. Kayıt Pazartesi 9.00 da başlayacak ve Salı saat 17.00 de bitecek, tabii bu arada
açılacak bölümlerin bina ve öğretim elemanı gereksinmesi için 3.000 TL’lik bir bağışı da
öngörüyordu.
Çok büyük bir öğrenci talebi ile karşılaştık. Salı günü saat 17.00 de kayıt kapanması
gerekirken kuyrukta insanlar vardı, onlarında kaydı yapılmalıydı. Kuyruktaki kişilerin gece
22.00 de kayıtları tamamlandı. Sanıyorum 4.000’e yakın başvuru vardı.
Ne yapacağımızı şaşırdık. Bu arada sevgili Halis Bağrıaçık'tan kaynaklanan, okulu
Konyalının kendi imkanları ile açıyoruz, kendi çocuklarımızı kaydedelim, Konyalı
olmayanları almayalım gibi, biz Akademi görevlilerinin tasvip etmediği söylenceler
yayılıyordu. Gerçekten Halis Bağrıaçık'ın iki oğlu okula adaydı. Ancak birinin oldukça iyi bir
puanı, diğer oğlunun çok düşük bir puanı vardı. Bütün Konya virgülüne kadar onun puanını
ezbere biliyordu.
4
Kayıt başladığı Pazartesi günü akşamı Konya Belediyesi Meclis üyeleri, biz öğretim
elemanları, gündemsiz olarak şimdi İş Bankası’na ait binada Sayın Belediye Başkanı
Yılmaz Kulluk'un başkanlığında toplandık. Büyük bir şaşkınlık vardı. Neye göre nasıl kayıt
yapacaktık. İmkanlar ne idi, ne kadar öğrenci alacaktık, sabaha kadar tartışıldı.
Sabah saatlerine yakın Sayın Haydar Koyuncu'dan biz öğretim elemanlarına sözlü bir teklif
geldi. Bakanlık yazısında öğrenci sayısı yoktu. Sayın Koyuncu "değerli hocalarım gelin
öğrenci sayısını artıralım Makine ve Harita bölümlerine 100 kişi alalım, Mimarlık ve İnşaat
Bölümlerine 50 şer ilave yapalım, biz okulu ortaya koyalım, destek arkadan gelir" diyordu.
Sayın Koyuncu tek tek bizlere kulis yaptı. Yukarıda saydığım Akademi kadrosundan kimi
şiddetle reddetti, kimi şaşırdı, bu kadar karışık bir durumda bu öneri bana daha yatkın geldi.
Uzun tartışma ve görüşmeler sonunda Sayın Haydar Koyuncu'nun önerisi üzerinde karar
kılındı. Dernek ve Akademi Yönetim Kurulu gerekli kararları aldılar.
Bu kadar öğrenciye Akademi'nin mevcut binası yetersizdi. Cıvıloğlu semtindeki öğretim için
uygun olduğunun pek söylenemeyeceği ancak büyük olan bina kiralandı. Bu binada öğretim
Kampüse taşınana kadar devam etti.
Akademi Cıvıloğlu binasında 28.02.1973 günü Konya Valisi İhsan Tekin'in açılış konuşması
ile açıldı.
Okul açıldı ama, başta Harita Mühendisleri ve onların yetkili kurullarından büyük bir
reaksiyon ile karşılandı. Büyük eleştiriler geldi. Dersleri kim verecekti? Öğrenim nasıl
yürüyecekti? Başta Uçman Ayata bundan nasibini alıyordu.
Bu arada büyük bir takip ve baskı da basından geldi. Alınan kişiler puanlara göre mi alındı?
Kayırma oldu mu? Biz el ve kader birliği ettiğimiz öğretim elemanları Dernek ile iyi ilişkiler
içinde yasalardan taviz vermemiş idik. Yapılan işlemler daha sonra incelendi ve tertemiz
olduğu tespit edildi.
Ben olayların içinde bulunan bir kişi olarak izlenimlerini yazmış bulunuyorum. Bu konuda
emeği geçenlerin unutulmamasını ve yaptıkları işlerin takdirini zamana bırakıyorum.
Böyle fırtınalar içinde bir çocuk 28.02.1973 tarihinde dünyaya geldi. Bu cılız ve sağlıksız
çocuğu 2003 yılında 30 yaşında yakışıklı bir genç olarak görüyoruz. Bu yakışıklı gencin,
otuzuncu yaş gününün Harita Bölümü tarafından kutlandığını öğrendim. Kutlama yapanlar o
günlerde bölümün açılışına şiddetle karşı gelenler idi. Hem de bu kutlamalarda emeği
geçenlerin hiçbiri davet edilmeden yapıldı bu etkinlik !!!!!!
(YENİ MERAM 15.07.2007)
5
KONYA ÇEVRESİ HAKKINDA KİTAP YAZMIŞ
HARİTA YAPMIŞ
PATRİK KYRILLOS (1750-1821)
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’nın eski tarihi hakkında bilgiler, genellikle yabancı araştırmacı ve gezginlerinin
kitaplarından gelmektedir. Eski zamanda Konya’da Rum ve Ermeniler de yaşamıştır. Çevre
hakkında bu toplumlardan da inceleme yapan olmuş mudur? Eserleri var mıdır?. Bu
yazımızda bunu inceleyeceğiz.
Konya’da 1803-1810 yılları arasında Rum Kilisesi’nde görev yapmış Kyrillos bu konuda
bilebildiğiz kadarı ile tek kişidir.
Kyrillos 1750 yılında Edirne’de doğmuştur. Rahipliği seçmiş, 1803-1810 yılları arasında
Konya’da görevli olarak bulunmuştur. Bu dönem zarfında ibadete açık Rum kiliselerinde
incelemeler yapmış ve bunu kitap halinde yayınlamıştır. Mevlana’nın misafir edildiği Sille
yakınındaki Eflatun Manastırı hakkında bilgiler bu kitaplarda yer almaktadır. Ayrıca Kyrillos, o
günün tekniği ile bir de Konya haritası çizmiştir.
Kitapları o günün Konya tarihi hakkında farklı bir pencereden bilgiler sunmaktadır. Kyrillos,
buradan ayrıldıktan sonra Fener Rum Patrikhanesi’ne Patrik seçilmiş 1813-1818 tarihleri
arasında bu görevi sürdürmüştür. Yunanistan’da bağımsızlığa doğru giden ayaklanmaların
yaşandığı karışık bir dönemdir. Padişahla anlaşamamış Patriklikten ayrılmış, memleketi
Edirne’ye çekilmiş ve 1821 yılında orada vefat etmiştir.
Türkçe kaynaklarda bulunmayan bu bilgiler Rum Patrikhanesi’nin zengin kitaplığından
çıkarılmıştır. Bu konuda burada görevli Tanas Korakas bana yardımcı olmuş, Grekçe olan
kitaplardan bu bilgileri bulmuş ve Türkçe özetini vermiştir. Burada kendisine teşekkür ederim.
Bu inceleme sırasında bir kanıya daha varmış bulunuyorum. Anadolu’daki azınlık eserleri
konusunda sadece son dönemlere ait bilgiler bulunmaktadır. Daha önceki yapılar kiliseler
konusunda yeterli bilgi bulunmamakta bunlar hakkında sadece arkeolojik kazı ve çıkan
yazıtlarla bilgi sahibi olunabileceğidir.
Patrik Kyrillos’un Konya ile ilgili iki kitabı bulunmaktadır.
-Perikrafi tis Arhisatrapios IKONIO İstanbul 1815
- Pinos tis Arhisatrapios IKONIO
Viyana 1812
Bu çevre için çok değerli kitapların sadece Atina’da “Küçük Asya Araştırmaları Merkezi”nde
bulunduğunu öğrenmiş bulunuyorum.
Kyrillos’un diğer çok değerli bir eseri de aşağıda görülen Konya Haritası’dır. Çok değerli tarihi
bir belgedir. Ancak bugünkü haritalarla karşılaştırmak mümkün değildir. Zira ölçek ve
yönlendirmeler farklıdır.
Harita incelendiğinde Beyşehir ve Seydişehir ve göllerinin Konya’nın doğusunda olduğu
görülecektir. Harita yapımında önemli merkezler bağımsız olarak incelenmiş ve bunlar
sonradan birbirine eklenmiştir. Böylece yönlendirme ve öteleme hataları bulunmaktadır.
Ayrıca haritayı yapan teknik bir kişi değil bir rahiptir.
Sonuçta teknik olarak bugün yararlanma olanağı yoktur, ama çok önemli tarihi bir belgedir.
Kentlerin o günkü yoğunluğu o günkü isimleri hakkında çok önemli bilgiler gelmektedir.
6
Kyrillos tarafından 1812’lerde çizilmiş Konya ve çevresi haritası
7
Kyrillos’un hayatını anlatan bölüm
(YENİ MERAM – 16.07.2007)
8
KONYA’DA ERMENİ AZINLIK OKULLARI
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’da Rum ve Ermeni azınlıkların kilise yönetiminde okulları vardı. Osmanlı Hükümeti
zaman bunlar hakkında Patrikhanelerden rapor isterdi.
Bu okullar hakkında yıllıklarda da bilgiler bulunmaktadır. İstanbul 1903 yılında Ermenice
olarak H. Madteosyan matbaasında basılmış bir rapora ulaşmış bulunuyorum.
VICAGOTZUYTZ isimli Taşra Ermeni okulları hakkındaki 2 cilt rapor 1901-1902 yılı itibariyle,
Konya ve çevresindeki okul ve öğrenci sayıları hakkında bilgi vermektedir. Ermenice olan
rapor içindeki bilgiler AGOS Gazetesi Editörü dostum Sarkis Seropyan tarafından
özetlenmiştir. Konya ve çevresi konusunda önüne bilgiler geldiğinde bana ulaştırmakta ve
birlikte değerlendirmekteyiz. Kendisine bu konuda teşekkür borçluyum.
Okullar İzmir, Konya, Kayseri gibi büyük illerdeki dini önderler tarafından yönetilmektedir.
Raporlarda okulun öğretmenleri ve yerleri konusunda bilgi yoktur. Şimdi bu okulların isimleri
ve öğrenci sayıları bu rapordan aynen alınmıştır.
KONYA
157 erkek öğrenci
Surp Sahakyan okulu (erkek 6 sınıflı)
Surp Santıkhdyan Okulu (kız 4 sınıflı)
77 kız öğrenci
Anaokulu
213 kız + 137 erkek öğrenci
Aynı tarihlerde Amerika’da Vakıf desteği ile faaliyet gösteren Ermeni Protestan Jenanyan
Okulu buna dahil değildir. Bu Okul hakkında daha önce tarafımdan yayınlanmış makalelerde
bilgiler bulunmaktadır. Bu Okul Apostolik Enstitüsü tarafından yönetilmiştir.)
Ancak yukarıda adı geçen Sahakyan Okulu hakkında Osmanlı arşivlerinden de bilgiler
elimizde bulunmaktadır. Ancak okulun yeri konusunda bilgi sahibi değiliz.
İkincisi olan Sandıkhdyan Okulu konusunda hiç bilgi bulunmamaktadır.
KAYSERİ
Kayseri’ye bağlı okullar arasında Konya çevresi ilçeler hakkında bulunan bilgiler şöyledir.
32.Ereyil (Ereğli)
Rubinyan erkek okulu 50 öğrenci
33.Akseray (Aksaray) Hapoyan erkek okulu 105 öğrenci
31.Bor
Aramyan erkek okulu 60 öğrenci
30. NİĞDE
Bartevyan Okulu 95 erkek + 105 kız öğrenci
34.Nevşehir
Haygazian erkek okulu 75 öğrenci
(Nevşehir Okulu Konya Apostolik Enstitüsü’ne bağlıdır)
İZMİR
27. Akşehir 2 okul isimleri verilmemektedir. Öğrenci sayısı fazla.
9
Konya Çiftemerdiven mahallesinde bugün Koruma altında bulunan
JENANYAN Okulu Binası (Fotoğraf M. Bildirici)
(YENİ MERAM – 17.07.2007)
10
ULUIRMAK BURHANDEDE MAHALLESİNDE MODERN MESNEVİ KONUTLARI
Mehmet BİLDİRİCİ
Doğduğum Uluırmak Burhandede mahallesinde ilkokul ve lise yıllarım geçti. Evimiz Karaman
caddesi üzerinde 270 kapı numarasını taşırdı. Şimdi bu mahallede Karaman Caddesi ve
Çaybaşı caddesinin çevirdiği ada da kentsel dönüşüm projesi kapsamında yeni modern iş
merkezleri bulunan MESNEVİ konutları inşa edilmektedir.
Konutların proje aşaması tamamlanmış ve ihalesi yapılmıştır. İşin planlaması ve yerlerin
kamulaştırması Meram Belediyesi tarafından gerçekleştirilmiştir. İhale, Ramses-Asya İş
Ortaklığı’na verilmiştir. 450 konut ve cadde üzerinde iş merkezleri planlanmıştır. Yapılacak
bu 450 konut arsa sahiplerine, Belediyeye ve işi kat karşılığı yapan Müteahhit firmaya ait
olacaktır.
Bahsi geçen yukarı firmada Şantiye Şefi olarak çalışan sınıf arkadaşım İnş.Y. Müh Mustafa
Gür aradı ve haber verdi. Senin mahalleyi yeniden inşa ediyoruz diye. Bildirici ailesi olarak,
biz buradaki dede mülkünü 1966 yılında satmıştık. Bizim buradan alacağımız bir şey yok.
Ama mahallemin modern bir anlayışla yeniden yapımı cidden çok güzel, burada daha önce
günlerini geçirmiş olanların çocuklarının sağlıklı evlere geçişi heyecan verici bir durum.
Ama bir yanda da bir yaşam biçimi tümü ile ortadan kalkmaktadır. Eskinin izleri tamamen
silinmektedir. Projeyi inceleme fırsatım olmadı, ama bir iki ev bu proje içinde aynen korunsa
ne iyi olurdu diye düşünüyorum…. Ben bu yazımda tamamen tarih olacak bu mahallede
kimler geldi, kimler geçti hatırlayabildiklerimi burada yazacağım.
Karaman caddesi eksen alındığında güneyde Karaman caddesi ile Çaybaşı caddesini kesen
köşede bir ara fırın olan Şeytan Mustafa’nın bakkal dükkanı vardı. Dükkan bu yörede açılmış
en eski bakkal dükkanı olup açılışı 1950’li yıllardadır. Genelde zeki ve hesabını bilen
insanlara Şeytan ismi takılır. Esmer zayıf bir adamdı. Eşi Şaziye Abla yakın zamanlara kadar
yaşadı, kedilerin annesi idi. İyi bir kadındı. Çocukları olmadı.
Bu evin hemen kuzeyi Bildirici ailesinin evi idi. 300 m²’lik bir avlu içinde iki katlı kerpiç bir ev
idi. Evi babamın dedesi Müderris Haşim Efendi yaptırmış. O zamanlar, Haşim Hoca bir ev
yaptırmış yukarı baksan başından şapkan düşer demişler. İki kibrit kutusu düşünelim birini
yatay birini düşey halde koyalım ve aralarına bir mabeyin yerleştirelim. İşte bizim evin planı.
Ben bu anonim planı Konya’da çok gördüm. Bunun daha güzel bir örneği Adliye arkasında
Fuar alanı içinde korunmuş olarak yaşıyor. Tabii evin damı toprak, kar yağdığı zaman kar
kürünür. Evin mutfağı (örtme) ve tuvalet dışarıda bahçede. Evin önünde küçük bir bahçe var.
Evde 1950 yılı öncesi elektrik yok. Önceleri su 50 m güneydeki sokak çeşmesinden gelir. Biz
küçükken evde bahçede bir çeşmemiz vardı.
Haşim Efendi’nin yaptırdığı, oğlu ve torununun oturduğu evi 1966 yılında sattık. Daha sonraki
alanlar yerine bir ev yaptırdı. Halen o da yıkılmış durumda. Evimizin hemen kuzeyinde Hacı
Omarlar’ın evi vardı. Ben küçükken evin hanımı Emine Abla idi. Üç kızı Ayhan Atiker ve
Mehmet Atiker isimli oğulları vardı. Halen hayatta olmayan Ayhan Atiker baba mesleği
helvacı idi. Emine abla çok dindar bir kadındı. Sinekleri bile Allah yarattı diye öldürmezdi.
Kuzeye doğru çıkmaz sokak içinde Arap Saad’lerin evi vardı. İbrahim Ağa iki evli idi. Bir kızı
Ayşe Güriz halen İstanbul’da olup görüşmekteyiz. Onların hemen yanında Ahmet Öztaş ve
eşi Nazife Hanım vardı. Çaybaşı caddesi içinde bize bitişik ev Yusuf Naltekin’in evi,
sanıyorum onların arkada bahçeleri de vardı. Oğulları bugün Konya’da serbest çalışan İnş.Y.
Müh Ali Naltekin ve Mimar Abdullah Naltekin.
Hemen karşımızda Halil Baz’ın evi vardı. Üç oğlu vardı. Salim ve Ahmet ve Sami Baz, Kad.
Müh. İbrahim Baz bu evin oğlu, Ahmet Baz’ın oğlu. Babaannesi Şevkabla yaman tuttuğunu
koparan bir kadındı. Karaman yönünde sol köşede ise Taşçılar’ın evi vardı. Rahmetli Önal
Öztaş Siyasal Bilgiler mezunu idi, aynı zamanda da şairdi.
Rahmetli kardeşi Avni, rahmetli Türkmenlerin Nail benim ilkokul öncesi arkadaşlarım idi. Bu
evin karşısında mahallenin camii ve onun karşısında mahallenin çeşmesi bulunuyordu..
Daha kimler, kimler geldi geçti….!!!!
(YENİ MERAM – 18.07.2007)
11
KONYA’DA MÜDERRİS HAŞİM EFENDİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Bir önceki yazımda Bugün Mesnevi Konutları’nın yapılmakta olduğu Uluırmak Burhandede
mahallesinden bahsetmiştim. Bu yazımda da burada tüm hayatı burada geçmiş Müderris
Haşim Efendi’den (1841-1915) söz edeceğim.
Haşim Efendi Yatağan köyünde yatır Yatağan Mürsel soyundan Attar Ahmet Efendi’nin
oğludur. Konya’da doğmuştur. İlk tahsilinden sonra Molla Efendi Medresesi’ne devam ederek
amca zadesi Ömer Kaşif Efendi’den (1830-1870) ders ve icazet almıştır. Daha sonra Kaşif
Efendi’nin ölümü üzerine aynı Medrese’de Müderris olmuş, daha sonra Yusuf Ağa Medresesi
Müderrisliğine atanmıştır.
Bu medreselerin yeri neresidir? Molla Efendi Medresesi bugün Larende Caddesi’nin
devamından Mevlana’ya giden yolun sağında üzerinde büyük yapı olan yerde imiş. Toprak
yapı olduğu için yıkılıp önce yerine Üzüm Pazarı, daha sonra da bu bina yapılmış.
Kütüphane Medresesi ise Yusuf Ağa kitaplığına bitişik imiş, toprak yapı olduğu için yıkılmış
!!!!
Güzel yazı yazmayı Alanyalı Abdülgani Vehbi Efendi’den öğrenmiştir. Medrese’de Hayali ve
Molla Cami derslerini okutmuş, 1915 yada 1916 yılında Konya’da vefat etmiş Yağlıtaş
Mezarlığı’na (Eski garaj civarı Hakimiyeti Milliye İlkokulu) gömülmüş, mezarlığın kaldırılması
ile bakiyesi Karaman caddesi Uluırmak Mezarlığı’na taşınmıştır. Daha sonra Mezar Taşı
kaybolmuş, ailesi tarafından sembolik bir levha konmuştur.
HAŞİM EFENDİ HAKKINDA BİLGİLER
Haşim Efendi hakkında ilk bilgiler Emekli öğretmen Ilgınlı Mevlana Müzesi Arşiv Müdürü Veli
Sabri Hoca’nın derlemelerinden gelmektedir. Haşim Efendi hakkında yazısı Konya
Mecmuası’nda yayınlanmıştır. (73. Hattat Ulemadan Haşim Efendi)
Konuya ikinci olarak eğilen kişi Konya hakkında pek çok yazıları olan, kendisi ile uzun
sohbetlerim olan rahmetli Selçuk Es’tir (1911-1980). Konya Şehir Postası gazetesinde
18.03.1966 tarihinde, Haşim Efendi’nin kısa biyografisini yayınlamıştır.
Konu ile ilgili araştırma yapan üçüncü kişi yazar M. Ali Uz’dur. Sevgili dostum Uz, 1993
yılında yayınladığı “Konya Alimleri ve Velileri” isimli kitapta (sayfa 116) da Haşim Efendi’ye
yer vermiş, Veli Sabri Uyar’dan aldığı bilgileri koymuştur.
Son olarak ta soyundan gelen Mehmet Bildirici tüm bilgileri bir araya getirmiştir.
OKUTTUĞU DERSLER VE HAT OLARAK YAZDIĞI LEVHALAR
1300 tarihli Konya Salnamesi’ne (yıllık) göre Haşim Efendi Molla Efendi medresesi’nde
yaklaşık 30 öğrenciye Hayali (Ruhiyat) ve Molla Cami derslerini vermiştir. Medresede dersler
kitabın yazarının adı ile anılırdı. Örnek olarak Molla Cami 1414-1492 yılları arasında İran’da
yaşamış ünlü bir sofist ve şairdir. Aynı zamanda medreselerde okunan bir Kuran Tefsiri
yazmıştır.
Konya medreseleri müderrislerinden yakın zamanda yazılan ve okutulan bir ders kitabı var
mı? idi. Olumlu bir cevap vermek çok zor.
Kaynaklarda güzel yazı yazdığı ifade edilmektedir. Ama ben torunu olarak böyle bir esere
rastlamadım. Çok az kitabı kalmıştı, onu da dua kitabı diye ben küçükken okunsun sevap
kazanılsın diye birilerine verilmişti.
HAŞİM EFENDİ’NİN AİLESİ ve ÇEVRESİ
Haşim Efendi’nin amcazadesi Müderris Ömer Kaşif Efendi yanında, ağabeyi Sultan Hoca’da
Konya’da tanınmış bir Hoca idi. Kapı Camiinde Ramazan’da vaizlik yapardı. Şıhoğlu Hüseyin
Efendi’nin kızı Ayşe Hanım ile evli idi (1848-1917). Kendisinin titiz bir kişi olmasına rağmen
eşi gayet uysal imiş.
Haşim Efendi zamanın önde gelen kişileri ile yakınlık kurmuştur. Bunlar arasında Mevlevi
Şeyhi Abdülvahit Çelebi, Sivaslı Ali Kemali Efendi, Yalvaçlı Ömer Vehbi Efendi bunlar
12
arasında imiş. 1904 yılı öncesi Hükümet Konağı önünde çekilmiş bir fotoğraf bunu
doğrulamaktadır.
Hükümet Konağı Önünde Cülus şenliği
En önde uzun cübbeli Abdülvahit Çelebi,
Konya yazısında tam n harfinin üstünde sarığı işaretli Haşim Efendi, solda beyaz cübbeli
Sultan Hoca (Ölümü 1904). Fotoğrafın 1904 (1320) yılından önce çekildiği anlaşılmaktadır.
Haşim Efendi’nin bir oğlu ve iki kızı olmuş, büyük kızı Karaaslan köyüne gelin gitmiş, oğlu
benim ismimi aldığım Mehmet Bildirici (1879-1948) geçimini bağ ve bahçeden ve baba mülkü
geliri ile geçirmiştir. Onun oğlu Kebapçı Mustafa Nazım (1908-1970) ve onun oğlu da bu
satırların yazarı Araştırmacı Mehmet Bildirici’dir.
(YENİ MERAM – 20.07.2007)
13
KONYALI MEDDAHÇI HATÇA
Mehmet BİLDİRİCİ
Konya’da eğitim görmeden doğaçlama ile beyit atan, olayları hicveden insanlar vardır.
Doğuştan sanatçı ruha sahiptir. Bu yazımda 19. yüzyıl ortalarında Konya'da yaşamış,
meddahçı olarak bilinen, ancak kendisi hakkında hiç bir yazılı belge olmayan, yaratılıştan
sanatçı Meddahçı Hatça'dan (Hatice) söz edeceğim.
Meddahçı Hatça, Konya'da yaşamış, Konya'nın güneyinde Karaman caddesi üzerinde evi
bulunan Attar Hacı İmam'ın kızıdır. Hacı İmam'ın beş kızı vardır. Hatça'nın kız kardeşi Havilli
Hoca (Havva), benim babamın, dedesinin annesidir.
Hatça meddahçı olarak tanınır, diğer bir deyişle çarpık olayları şiirle hicveder, halk deyimi ile
her şeye bir kulp takarmış. Kendisi çok titiz ve temiz bir kadınmış. İnek besler, temizlik için
ineğe keçe ayakkabı giydirirmiş, ineğin bulunduğu yer tertemiz ve cilalı imiş.
Bunu bana anlatan kaynak kişi ise aynı soydan gelen, çok uzun yaşayan eski Konya Barosu
başkanlarından Avukat Tahir Mıhçı'nın halası Emine Hanım.
Meddahçı Hatça'nın kardeşi Havilli'nin (Havva) yaşamı ise tam bir meddahlık ve Hatça için
zengin bir kaynak oluşturuyor. Bununla ilgili bir hicvi şöyledir.
Havilli Hoca’nın iki oğlu ve bir kızı vardır. Büyük oğlu, Konya'nın önde gelen hocalarından
Sultan Hoca, küçük oğlu ise yanında oturduğu Müderris Haşim Efendi’dir. Damadı ise gene
Konya'nın önde gelen ailelerinden Mıhçı Hafız Ahmet'tir. Her iki gelininin adı da Ayşe'dir.
Büyük gelini Ayşe ise gene Konya'nın önde gelen Müderris ve şairlerinden Kaşif Hoca'nın
çok yakınıdır.
Ailede mal bölüşülmesinden dolayı iki oğlu arasında bir anlaşmazlık çıkar ve iş mahkemeye
kadar gider. Paylaşılamayan ise bir mangaldır. Havilli Hoca ileri yaşta mahkemeye çağrılır.
Havilli mahkemeye girince bayılır. Daha önce hiç böyle bina ve mahkeme görmemiştir.
Mahkeme yeni yapılmış ve halen hizmette bulunan vilayet konağındadır. Yüksek tavanları,
geniş merdivenleri ile yaşadığı mekan ile büyük bir tezat teşkil etmektedir. Havilli Hocanın
mahkemede bayılması üzerine damadı Hafız Ahmet, koşarak dışardan bir hamal çağırır,
Havilli Hoca hamalın küfesinde evine gönderilir. !!!!
Olayın hicvini Hatça şu dizilerle yapar.
"Mahkemeden çıktım ahali üştü
Kaşif Hoca'nın şanına düştü
Damadım Mıhçı Hafız Ahmet
Bir Hızır gibi yetişti
İkisi zaptiye birisi mestur
Kör olası oğlan bulama hasır
Mahkemeye götürdü kendimden doğan
Bulama oğlan bir kuru acı soğan"
Meddahçı Hatça pasaklı bir kadını da şöyle hicveder:
"Çukur bahçede oynanır aşık
Örtme'de durur on beş günlük bulaşık.
Çok gezen, kapı kapı dolaşan bir kadın için ise şöyle der:
"Yemeği ocağa bürüdü
Al çuha çağşırı kaptı sürüdü"
(Örtme: yemek pişirilen yer- çağşır: Üstte alınan bir giysi olmalı, - mestur (çözemedim)
(YENİ MERAM 21.07.2007)
14
KONYA’DA BEZİRCİZADELER
Mehmet BİLDİRİCİ
Keten bitkisinden elde edilen bezir yağı eskiden aydınlanmada kullanılırdı. Bundan yaklaşık
100-150 yıl önce bezir yağı üretimi önemli bir sanayi kolu idi, O dönemde Konya’da bu iş ile
uğraşan 4 aile ve 4 Bezirhane varmış. Bu yazıda bunlardan Sultanhamam’da (Sahip Ata
Camii civarı) bezirhaneleri
(Sahip Ata Mahallesi) bulunan BEZİRCİZADELER konu
edilecektir.
Sultanhamam’da bulunan Bezirhane’nin sahibi çok zengin bir kişi imiş. Konya’da pek çok
malı varmış. Eşinin ismi ise Hatice, Bezircizade genç yaşta ölünce eşi Hatice bu defa onun
katibi ile evleniyor.
Bezircizade’nin Hatice’den iki oğlu ve bir kızı oluyor. Mesleği devam ettiren oğulları
ABDULLAH ve ALİ, birde çocuksuz olarak ölen kızı Fatma. Hatice Hanım’ın Bezircizade’nin
katibinden de Hacı Musa ve Körükçü Emet dünyaya geliyor. Emet’in torunlarından biri
Konya’nın ünlü vaizi Tahir Büyükkörükçü oluyor. Bu bilgileri bana nakleden ABDULLAH’ın
torunu, Sanayici Mehmet Ali Bayrakçı’nın kayınpederi, Postacı Mustafa Tutan’dır. Bezirhane
bodrum katta imiş, mandalar dönerek yağ çıkarırlarmış. Karanlıkta mandaların gözü ışıl ışıl
parlarmış. Burada çalışan işçiler de Hasekili Gavurlar imiş. !!!!
Benim anneannem, Emine (1889-1983), Bezircizade’nin ilk oğlu ABDULLAH Efendi’nin oğlu
Ali Riza Efendi’nin (1854-1932) kızıdır. Abdullah Efendi ve ikinci eşi Havuş (Havva) hakkında
bana anlatılan iki ilginç hikayeyi nakletmek istiyorum.
Bezircizade Hafız ABDULLAH, Tahtatepen mahallesinde elinde cüzü mahalle mektebine
giderken bir gün kendinden büyük bir kız, kendini yanına çağırmış ve yanaklarından öpmüş.
Abdullah Efendi’nin bu olay hem çok hoşuna gitmiş ve hem de şoke olmuş. Bu olayı torunu
anneannem sık sık anlatırdı. Onun ifadesine göre Abdullah efendi devamlı bu sokaktan
geçerken aynı şey tekrarlansın istemiş, ama bir daha hiç olmamış….Anneannem çok
yaşlandığında bitkin halde iken bu olay hatırlatıldığında canlanır ve olayı tekrar anlatırdı…
ikinci eşi HAVUŞ, Abdullah Efendi’ye kuma üstüne varmış. Havuş nene önce Konya’da
Oğlakçılara gelin gitmiş, ancak kocası askerde iken kaynanası ile anlaşamamış, kaynanası
onu oğluna şikayet etmiş, kocası anlamadan, dinlemeden eşinin kötü yola gittiğini sanarak
onu boşamış. Ancak Oğlakçı askerden gelince durumu öğrenmiş hata yaptığını anlamış ve
kendisini tekrar istemiş, bunun üzerine Havuş Nene “Boşanıp kocana tekrar varma, seversen
kırığına varma” demiş. Havuş nenenin kuma üzerine torunlarına söylediği ilginç tavsiyesi
bulunmaktadır.
“ Allah kumayı evladımın evladına göstermesin, üstü de, altı da aynı bok”. ABDULLAH
Efendi’nin oğlu Ali Riza Kurdoğlu’nun yedi kız ve bir oğlu olmuştur. Ali Riza Efendi Sultan
Hamit dönemi memurlarındandır. Kadastro memuru olarak çalışmştır. Emekli maaşı dul
kızlarına kalmıştır. Üçüncü kızı benim anneannem Emine’dir . Ali Riza efendinin tek oğlu
YUSUF KURDOĞLU (1911-2008) ve torunu Dr. NEVZAT ÖZKAL halen hayattadır.
Bezircizade’nin ikinci oğlu ALİ’nin iki oğlu, iki kızı olmuştur. Büyük oğlu Müderris Hacı Emin
Efendi’dir (1883-1915). Veli Sabri Uyar tarafından yazılan hayat hikayesi de şöyledir.
HACI EMİN EFENDİ
Hacı Emin Efendi, 1883 yılında Kurbucedid mahallesinde doğmuştur. Konya Müftüsü
Yalvaçlı Ömer efendiden tahsil etmiş ve ondan icazetname (diploma) almıştır. Güzel yazı
yazmayı ve hat sanatını öğrenmiştir. Alaaddin camiinde imamlık yapmıştır. 1907 yılında
Konya’da açılan Hukuk Okuluna devam etmiştir. Farsça öğrenmiştir. 1915 yılında Konya’da
ölmüş ve Yağlıtaş Mezarlığına gömülmüştür. Mezarlığın kaldırılması üzerine kemikleri Hacı
Fettah mezarlığına nakledilmiştir.
Hacı Emin Efendi’nin oğulları baba mesleğini devam ettirmiştir. Büyük oğlu Tahir Oba, 40 yıla
yakın Konya’da ilkokul öğretmeni olarak görev yapmıştır. Oğlu Orhan Oba Makine Yüksek
Mühendisidir. Konya Lisesi’nden ve İTÜ’den tanışırız.
Diğer oğlu ŞAKİR OBA (1911-1968) ise, Konya Kız öğretmen Okulu Fizik öğretmeni idi.
Kendisi ile tanıştım, bu konuları ve akraba olduğumuzu konuştuktan bir süre sonra öldü.
Kızı Arkeolog AYHAN ALP, Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Müdürü olarak
Konya kültürüne hizmet vermiştir. Önceleri karanlığa ışık saçan bir ailenin torunlarının, eğitim
ve kültür konusunda aynı misyonu devam ettirdikleri memnuniyetle görülmektedir……
(YENİ MERAM -22.07.2007)
15
CİHANBEYLİ BÖĞRÜDELİK KÖYÜNDE DÜĞÜN GEZİSİ
Mehmet BİLDİRİCİ
2001 Eylül ayının 15 ve 16. günleri bir yakınımın düğünü için Başhöyük ve Böğrüdelik
köyünde bulundum. Gelinin köyü, Böğrüdelik, damadın köyü ise Başhöyük idi. Bu vesile ile
her iki köyde de misafir edildik, ağırlandık, pilav yedik, güzel bir gün geçirdik. Bu arada
Böğrüdelik köyünü gezdim. İzlenimlerimi ve çevredeki tarihi değerlerin bir özetini vereceğim.
Böğrüdelik köyü Tatar göçmenlerinin yerleştiği bir köy, Köyde 15 Eylül günü geleneksel bir
yemek verildi ve kına gecesi eğlencesi vardı. Köyde kaç göç yoktu, biz de eğlencelere
katıldık.
Eğlencede ağırlık Kafkas müziği ve oyunları idi. Hareketli Kafkas müziği eşliğinde çiftler dans
etti. Ama bir özelliği var, iştirak eden hanımın evli veya kız olması önemli değil, ancak
erkeğin onun ailesinden olması, diğer bir deyişle örneğin gelin ve damat, veya evli çiftler bu
oyunlara katılamıyor. Daha sonra Konya düğünlerinde çalınan oyun havalarına geçildi.
Tatarların kendi geleneksel oyunlarının da olduğu söyleniyor, ama 1960'lı yıllardan itibaren
terk edildiği belirtiliyor.
Köyde benimle köyün Muhtarı Adnan Cengiz ilgilendi. Kendisi de benim gibi emekli. Köy
hakkında bilgiler sundu. Köy halkının 1908 yılında Sibirya'dan OMSK kentinden göçmen
olarak geldiklerini, Omsk kentinin içinden akan nehrin Kuzey Denizine döküldüğünü, iki defa
ata memleketine ziyarete gittiğini belirtti. Köy halkının Sibirya Tatarı veya Kara Tatar olarak
bilindiğini anlattı. Köyün o yıllarda planlı olarak kendileri için kurulduğunu ifade etti.
Adnan Bey, köyünü de bana gezdirdi. Köy Cihanbeyli'ye asfalt yol ile 35 km uzaklıkta,
arkasında sıra halinde dağ var. Dağa çıkacak zaman yoktu, ama anlatılana göre bazı
mağaralar ve kaya mezarlar mevcut, aşağıdan da görülüyor, bir yapı yıkıntısı mevcut.
Buradan köye akan bir pınar da bulunuyor. Köyün ismi Böğrüdelik gerçekten arazinin
yapısına çok uygun bir isim. Adnan Bey kendilerinin konuştuğu dilin Tatarca ve Türkçe'ye
yakın olduğunu, ancak Karaçaylıların konuştuğu dili farklı bölgelerden gelmelerine rağmen
anladıklarını belirtti. Enteresan, dilcilerin araştırması gereken bir konu.
Köylülerin genelde çoğunun Konya'da evi olduğu bilinmekte, ancak düğünlerde geleneklerin
yaşanması ve akrabaların birbirini görmesi için köy tercih ediliyor.
Adnan Bey benim meraklı olduğumu bildiği için köyü de gezdirdi, yemyeşil bir bahçe içindeki
evini ve köyün bir yerinde atılı Roma veya Bizans döneminden bir mezar taşını da gösterdi.
Üzerinde yazı yoktu. Bir karı kocanın mezar taşı, güzel işlemeli. Kadın erkek figürü net
seçiliyor.
Bunun üzerine bende burada yapılmış araştırma ve çevrede bulunan kitabelere dayanarak
çevre hakkında kısa bir özet vereceğim. Böğrüdelik köyü, boş veya terkedilmiş bir alana
kurulmuş, yörede en önemli ve eski yerleşim yeri İnsuyu, bir ara yörenin yönetim merkezi
oluyor, ilçe daha sonra Cihanbeyli'de kuruluyor. Yörede çok büyük yerleşim yerleri yok,
ancak yoğun olmasa da Roma ve Bizans dönemlerinde yaşandığı bize gelen mezar taşları
veya kitabelerden anlaşılmaktadır.
MAMA Cilt 7 de William Calder çevredeki yazıtları okumuş ve kitabın 110. sayfasında 518 ve
519 sayılı yazıtlar Böğrüdelik'te bulunmuş taşlardır. 70 -80 yıl önce okunmuş bu yazıtlar
şimdi herhalde kayıptır. Biri üzerinde bir kadın figürü var, bir elinde bir papirüs rulo, öbür
elinde bir vazo tutuyor. Yazı altında ise ip eğirmeye yarayan ağırşak bulunuyor. Bu sembol
kadının dokumacı ve ip üreten bir kişi olduğunu sergiliyor. Yazıtta geçen kadın isminin Manis
olduğu okunuyor. İkincisinde ise bir erkek figürü görülüyor, bunun bir erkek mezar taşı olması
gerekir.
Bir düğün +bir göç +bir tarih iç içe bir araya geliyor.
(YENİ MERAM – 23.07.2007)
16
BİR LİSE ÖĞRENCİSİ ANILARINDA SİLLE
Mehmet Bildirici
1954 yılında Konya Lisesi Orta kısmından mezun olmuş yaz tatilini Sille’de geçici bir iş
bularak burada geçirmiştim. Ortaokul arkadaşım Mergen’in babası Kazan Türklerinden
İstanbullu İnşaat Yüksek Mühendisi MEHMET TOGO KUNTASAL, o zaman Devlet Su İşleri
IV. Bölge Müdür Yardımcısı idi. Bir vesile ile ailecek tanışmış idik. Annesi İzmit’e yerleşmiş
Abaza kökenli Fahriye Hanım idi. Çok eli açık ve misafirperver olan Fahriye Hanım ölene
kadar görüştüğüm benim teyzem! idi. Sille’deki bu işi bana bu aile sağlamış idi. Mehmet
Togo Kuntasal baraj dolayısıyla Sille’ye hizmet veren bir kişi idi. Rahmetle anıyorum.
O zamanlar Sille Barajı yapım aşamasında idi, ama belki ödenek yokluğu veya başka
sebepten ara verilmişti. Baraj müteahhidinin şantiye olarak kiraladığı bina Sille çayı
üzerindeki taş köprünün hemen güney tarafındaki iki katlı şahane evdi. Her iki katta da geniş
bir koridor ve iki yanlarda dörder büyük oda, önde çok geniş çaya bakan bir balkon vardı. Üst
kata çıkış ev içinden idi. Bodrum katta ise kiler ve evin depoları yer alıyordu. O günlerde
oldukça harap olan bina zengin bir Rum ailenin konağı idi. Yeri de Sille’nin zamanında en
tutulan merkezi yeri olan Köprü başı olarak bilinen yer idi.
Farkında olmadan !!! böyle tarihi bir mekanda ben ve gene Konya Lisesi öğrencisi DSİ de
staj yapan Hadimli Abdullah Çat ile birlikte kalıyorduk. Bol zamanımız vardı, Abdullah
Edebiyat dersinden bütünlemeye kalmıştı, ders çalışıyor, bana Divan şiirleri okuyordu. Diğer
zamanda çevreyi geziyor, akşamları kahveye gidiyorduk. Çay kenarında bulunan mahalle
kahvesi eskiden Sille’deki ticari hayatın en yoğun olduğu bölgede idi. Ancak o ticari faaliyetler
artık yoktu. Ben burada ilk defa iskambil oyunları ile de tanışmış oldum. Gençtik tabii merak
ettiğimiz esas bir konuda “Sille’nin kızının” çok güzel olduğunun doğru olup olmadığını
yerinde görmekti, ama bu konuda pek olumlu bir sonuca ulaşamadık.!
Bu arada Sille’ye çeşitli ziyaretçiler geliyordu. Sille küçük yer olduğu için bundan haberimiz
oluyordu. Bunlardan biri genç bir araştırmacı veya gazeteci idi, elinde fotoğraf makinesi oyma
mağaraları ve kiliseleri, binaları titizlikle inceledi. Bende ona eşlik ettim. Kimdi nereli idi?
Bunları yayınladı mı? bilmiyorum.
Bir unutamadığım olayda Yunanistan’dan Sille’den göç eden halen yaşayan ve onların
çocuklarının bir otobüsle Sille’ye gelmeleridir. Çok duygulu ve heyecanlı idiler, evlerini bulup
ziyaret ettiler, hasret giderdiler. Kimilerinin evleri duruyor içinde oturuluyordu, girdiler evlerini
tekrar gördüler, ama hepsi bu kadar şanslı değildi, zira onların içinde oturdukların
büyüklerinin evleri ve mahalleleri tamamen yıkılmış idi…
Bu arada bugün baraj gölü altında olan ünlü Sille bağlarını zaman zaman gezdik. Yemyeşil
bağlardı.
Tabii bir ortaokul öğrencisi olarak bunların tarihi değerlerinin farkında değildim. Daha
sonraları Sille’nin tarihi ile ilgileneceğimi, su yollarını inceleyeceğimi, Dağcılık Federasyonu
Başkanı arkadaşım Recai Kıçıkoğlu ile defalarca dağcılık gezisi yapacağımı bilemezdim.
Bugün “Sille’nin çok kültürlü tarihi ilgi odağı” olduğunu, bunun için gerekli ilgiyi tam olarak
gösteremediğimizi” bu vesile ile iyice öğrendim.
(YENİ ERAM -24.07.2007)
17
SİLLE’DE 29. MAYIS 2007 SALI GÜNÜ İNCELEME
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu geziyi değerli yazar, iyi insan Dr. Hasan Özönder ile 2005 yılı Kasım ayında yapmayı
planlamıştık. Zira kendisinin Sille isimli kitabını incelememiş, benimde Sille’nin su yapıları ve
çeşmeleri konusundaki bilgileri üstüne koyduğumda yeni bazı incelemelerin gerektiği ortaya
çıkmıştı. Ancak kendisinin rahatsız olmasından dolayı bu geziyi yalnız başına gerçekleştirmiş
bulunuyorum.
Geziye Sille’de uzun yıllardır görev yapan Muhtar Musa Çeliktaş’ı ziyaretle başladım.
Kendisinin çayını içtikten sonra incelemeyi düşündüğüm yerlere beni götürdü.
Öncelikle Sille girişinde Türk hamamının ve bazı evlerin restore edildiğini gördüm. Çok çok
güzeldi, çok duygulandım. Bir de Sille’nin diğer yapılarının da böyle restore edildiğini
gözümde canlandırdım. Konya’da modern yapılardan ve ortamdan kaçmak isteyenler için
bulunmaz bir fırsat olacaktır diye düşünüyorum.
Kısa sürede birkaç yeri inceleyebildim.
AYA KRİYAKİ (kolonlu oyma kilise)
Sille çayının sağ sahilinde Kârhane mahallesinde, ilk defa varlığı tarafımdan fark edilmiş ve
dilekçe ile yaptığım başvuru üzerine Konya Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu
tarafından koruma altına alınmış ve Kültür Müdürlüğü tarafından sahiplenmiş olan yapı.
Yapının planı Prof. Dr. Semavi Eyice tarafından çıkarılmış ve tarafımdan hazırlanan “Sille
Tarihi ve Tarihi Güzellikleri” adlı CD çalışmamın 8 sayfasında bulunmaktadır.
İçinde bir zamanlar ibadet edilmiş ve Tanrı’ya yakarılmış yapıdan at ve eşeklerin çıkarılışı
gerçekten kutlanılacak bir olay, ama kapılarının alaçık olması ve hiçbir çalışma olmaması
hüzün verici…. Bu gezide bir şeyin daha farkına vardım. Semavi Eyice’nin planında bir tonoz
yapı görünürken yerinde iki tonoz yapı olduğunu gördüm. Kazı yapıldığında belki başka
kapalı mekanlarında çıkabileceği anlaşılmaktadır. İçinde son zamanlarda kullanılmış ilginç bir
testi ocağı da yer almaktadır.
Bu değerli yapının kısa sırada restore edilerek turizme kazandırılması ne kadar güzel olur,
bundan Sille kazanır, Konya kazanır….
İkinci bir Oyma Yapı (Özgüven sok 17)
Kerhane (Testi yapılan yer anlamında) mahallesinde yaptığım incelemede yukarıda
bahsedilen yapının güneyinde 17 kapı nolu boşalmış evin altında bir mağara olduğunu
belirledim. Sokağın ve evin dıştan fotoğrafını çektim. Mahallenin en yaşlısı mağara olduğunu
doğruladı, ama inceleme ve kazı ister….. Çok ilginç bir yapı ortaya çıkabilir…
Bunu da buradan ilgililere duyuruyorum….
Sille Girişinde eski Askerlik Şubesi olan ve halen bir kısmı yıkılan yerde inceleme
Sille’de Köy İşleri Müdürlüğüne ait sahada askerlik şubesi binalarının sadece fotoğraflarının
bulunduğu binaların yanında yıkılmamış Depo olarak kullanılan binanın içini göremedim.
Bunun Fransızca öğretim yapılan okulun kilisesi olduğu (bunu yaşlı Silleliler de doğruluyor)
ve Askerlik Şubesi olarak kullanılan şimdi sadece fotoğrafları olan iki yapının Fransız Okulu
olduğu kanısındayım. Hasan Özönder’de Sille kitabında burada kilise olduğunu
doğrulamaktadır.
Sille Bağlarında İnceleme
Araba ile Sille çayının geçtiği Sille bağlarında dolaştım. Sille Barajı öncesi Hacı Kamışlı ve
İkille adlı göletlerde su toplandığı ve bunların duvarla çevrildiği olduğu ve Sille bağlarının
sulanmasında kullanıldığı biliniyor. Hasan Özönder’in Sille kitabında da bu konuda bilgiler
18
bulunmaktadır. Şimdi gerek kalmadığı için bunların yerleri ve duvarları kısmen kaybolduğu
için bu su yapılarını fark edemedim.
Hasan Özönder’in SİLLE kitabında resmi bulunan Hacı Mustafa Ağa çeşmesinin ilginç
kitabelerinin (iki adet) yol boyu yeni yapılan bir çeşmeye konulduğunu gördüm.
Muhtar Musa Çeliktaş’ın tekrar çayını içtim, CD olarak düzenlenmiş Sille kitabımı kendisine
verdim ve ayrıldım.
Bir şey gözümden kaçmadı Musa Çeliktaş ile 1992 yılında Aya Yuvan (Ağayavan) su
kaynağından gelen su yoluna birlikte incelemeye gitmiştik. O tarihten bu yana onun muhtarlık
görevi, benim Sille tarihine ilgim devam ediyor….
Muhtar Musa Çeliktaş ile Kahvede çay içerken
Musa Çeliktaş’ın restore edilmiş dükkanı
19
Kârhane mahallesinde sol tarafta (direk arkasında) için oyma yapı bulunan sokak
(YENİ MERAM – 25.07.2007)
20
AKYAKA’DA YAŞADIĞIMIZ TARİHİ ÇEVRE
Mehmet BİLDİRİCİ
Akyaka Kültür Sanat Derneği’nin bültenine ilk defa yazdığım için bir ön açıklama koymayı
faydalı gördüm. 1975 yılında ilk defa Akyaka’yı gördüm ve hayran kaldım. 1985 yılında halen
içinde yazları oturduğum evimi aldım. 1994 yılından itibaren Akyaka ve tarihi değerleri
hakkında araştırmalarda bulundum ve 2004 ve 2006 yıllarında “İDİMA’DAN GÖKOVA
AKYAKA’YA” konulu çalışmalarımı “Gökova Akyaka’yı Sevenler Derneği’nin düzenlediği “Nail
Çakırhan- Halet Çambel Kültür ve Sanat Evi’nde açtım. Çok ilgi çeken sergimi 2006 yılında
CD ortamında hazırladım. Konuya duyarlı arkadaş ve dostlarıma bu CD’leri hediye ettim.
Gene de müracaat edenlere vermeye hazırım. Burada Akyaka hakkında 300 sayfa civarında
açıklama ve çevre tarihi değerleri ile ilgili konular yer almaktadır. Bunların bazı önemli
kısımları Derneğin WEB sayfasında da bulunmaktadır.
Ben bu yazımda bunları tekrar yazma düşüncesinde değilim. Ama yaşadığımız tarihi
çevrenin ne kadar değerli olduğu konusunda bazı izlenimlerimi ifade edeceğim.
Bugün doğal ve tarihi güzellikler içinde yaşadığımız AKYAKA, tarihte İDİMA antik kentinin
sınırları içinde yer almaktadır. İdima kenti Efes, Milet gibi zamanının en önde gelen kentleri
büyüklüğünde değildir. Küçük bir kenttir. Kaya mezarlar, yazıtlar, antik yollar bugüne
gelmektedir. İdima’ya içinde yaşadığımız bir kent olarak bakıyordum. Ama aşağıdaki 2 olay
beynimde şimşeklerin çakmasına sebep oldu.
İlki 2001 yılında Akyaka’da yer altı mezarın içindeki eşyalarla bulunması oldu. Gerçekten
şaşırtıcı, bu mezar bunun gibi başka mezarlarında olabileceğinin habercisi. İçindeki
buluntular halen Muğla Müzesi’nde ve ilginç bir inceleme konusudur.
İkincisi İdima’da bir AMFİTİYATROSU olduğunun habercisi bir yazılı taş. Halen Muğla
Müzesi’nin girişinde bulunan yazılı taşın hikayesi de şöyle. Sayın eski Belediye Başkanı
İsmail Akkaya tarafından Belde’ye pınar suyu getirilişi sırasında Azmak kenarında yapılan
kanal kazısında görülen yazılı taş Cennet Restoran işletmecisi henüz Belediye Başkanı
olmadığı dönemde Sayın Ahmet Çalca tarafından fark ediliyor ve sahipleniliyor. Sonradan
Müze’ye giden taş Müze’yi ziyaret eden Amerikalı bir arkeolog-epigraf tarafından okunuyor.
Eski Kültür Müdürü Hikmet Öz tarafından bana ulaştırılan taştaki ifadenin Türkçe’si şöyle;
“İdimalılar Birliği Menippos oğlu ARISTONIDAS’ı İdima halkına karşı gösterdikleri yararlıklar
dolayısıyla, onurlandırılması, heykelinin dikilmesi ve tiyatro’da ön sıranın verilmesi”nden söz
edilmektedir.
Bu yazıt İdima’da bir tiyatro olduğunun habercisidir. Taşın çok zaman önce tepeden
yuvarlandığı düşünüldüğünde tiyatronun kalenin hemen arkasında kuzey-doğu yönünde
olduğu anlaşılmaktadır.
Ben bir arkeolog arkadaşımla burada bu bilgiler ışığında yüzeysel araştırma yaptım. Arazi
yapısı tamamen tiyatro yapımına uygun. Ancak zeminde görülen malzemeler tamamen doğal
malzemelerden oluşuyor. Yani bir iz yok.
Ancak arazi sarp bir dağın yamacıdır. Aradan geçen 1800-2000 yıl içinde dağdan
malzemelerin kayarak gelmesi çok doğaldır. Tiyatronun üstü birkaç metre kayan malzeme ile
doldurulduğu kanısındayım.
Bunu aşağıdaki gözlemlerimde doğrulamaktadır. Bu gün Cennet Restoran önünde park yeri
için bir kaç metre dağ tarafı kazılmış ve buradan yapı temelleri ortaya çıkmıştır. Bu da
dağdan toprağın kaydığını kanıtlamaktadır.
İleride kazı yapıldığında belki göremeyiz ama Akyaka antik tiyatrosuna kavuşacaktır diye
düşünüyorum.
(Akyaka Kültür Sanat Derneği Bülteni-3 2007 Ağustos)
21
Ana
Sayfa
Akyaka beldesinin bulunduğu yörede İDİMA isimli
bir
kent
kurulmuştur. Bu kentin yerleşim alanları
Tıkla
arasında Akyaka, 3 Km doğusundaki Kozlukuyu köyü,
Gör
aynı köyün Yazılıtaş mahallesi, arada bulunan Inişdibi
mahallesi, Orman Kampı içinde Eski Iskele mevkii
bulunmaktadır. Kentin Nekropol alanı (Kaya Mezarlar) ve
Fotoğraflar
Akropolis’i, Kozlukuyu sırtlarındadır. Akropolis (kale)
1937 yılında Fransız araştırmacı Louis Robert tarafından
Seri
ortaya çıkarılmıştır.
İlanlar
Yerleşke
Tarihçe
Ulaşım
İdima bir Kana kenti olarak kurulmuştur. İsmi de
Kana dilinden gelmektedir. İlk çağlarda Muğla ilinin
içinde bulunduğu alan KARlA olarak bilinir. Karia’nın en
önemli kenti Milas’tır. ldima Karia’nın güney ucunda yer
almaktadır. Karialılar yörenin bilinen en eski halkıdır.
Gelenek ve kültürleri bilindiği halde, Kana dilinde yazıtlar
bulunmadığından, Karia dili çözülememiştir.
Yöremiz M.Ö.546 yılında Harpagos komutasındaki
Pers (Iran) orduları tarafından işgal edilir. Pers yönetimi
yörenin dini ve geleneksel yaşamında değişiklik
getirmez.
M.Ö. 484-405 yılları arasında Pers yönetimi
uzaklaştırılır ve Atina’nın öncülüğünde ”DELOS Deniz
Birliği” tarafından yönetilir. İdima bu kentler arasındadır.
M.Ö. 453-452 yıllarına ait birliğe katılım payları
listelerinde Idima ismi geçmektedir. Bu kent hakkında en
eski belgedir. Ayrıca PAKTYES isimli bir yöneticinin de
ismi görülmektedir. Kentin Paktyes hanedanı tarafından
bir süre yönetildiği kabul edilmektedir.
Kentte para basılmıştır. Bir yüzünde IAIMION
(İDİMİON) yazılı paranın diğer yüzünde, genç bir erkek
başı (Pan) vardır. Çobanlanın tanrısı Pan’ın kültüne
çevrede çok önem verildiği bilinmektedir.
22
Delos Deniz Birliği MÖ. 405 yılında son bulur. İdima
bu birlikten M.Ö. 440 yıllarında ayrılmıştır.
Sparta kentinin öndenliği başlar. MÖ. 405 yılında
Cedrea kenti (Sedir Adası), Sparta’lı Amiral Lysandros
tarafından yerle bir edilir.
Kozlukuyu sırtlarında ve İnişdibi mahallesinin hemen
doğusunda bu dönemden kalma ve M.Ö. 4. Yüzyıla
tarihlenen kaya mezarlar bulunmaktadır. Bunlardan biri
iki kolonlu olup, mimari planı ve taş oyma işçiliği ile
dikkat çekicidir. Paktyes hanedanına ait olmalıdır.
Kozlukuyu’da kaya mezarlar üzerinde yaklaşık 300 m
kotunda kentin Akropolis’i (kale) yer almaktadır. Yaklaşık
200 m uzunluğundaki bu kalede Hellenistik dönem taş
duvarlar, odalar ve samıç kalıntıları görülmektedir.
Akropolis’in hemen kuzeybatısının üstünden MarmarisMuğla yolu geçmektedir.
İnişdibi ve yakınlarındaki Ontaçağ kalesinin
bulunduğu alanda çok eski bir yerleşim yenidir. Burada
ortaya çıkarılan mezarlar bunu kanıtlamaktadır. Çok
eskiden var olduğu anlaşılan kalenin varlığı Ortaçağ’a
kadar devam etmiş ve tespit edilemeyen bir tarihte terk
edilmiştir. Bizans kalesi, Ceneviz kalesi olarak da bilinen
kalenin kalıntıları restorasyona müsaittir. Kaleden
güneydeki ”Kadın Azmağı’na” inen bir kapalı bir galeri
de mevcuttur.
İdima kentinin yakın komşuları da şöyledir.
Doğusunda Callipolis kenti (Kızılyaka yakınları) olup ismi
halen Gökova körfezinde Gelibolu köyünde
yaşamaktadır. Gökova körfezinde önemli bir deniz üssü
CEDREA (Sedir Adası), batısında körfeze ismini veren
CERAMOS (Gereme-Ören), kuzeyinde ise Thera
(Yerkesik), Killandos (Yenice Köyü) ve o zaman çok
küçük yerleşim yeri Mobolla (Muğla) yer almaktadır.
HALİKARNASSOS (BODRUM) YÖNETİMİNDE İDİMA
M.Ö 387-334 yılları arasında bölge tekrar Persler’in
yönetimine girer. Perslerie çok iyi diyalog kuran ve
bağımsız bir kral gibi hareket eden MAUSOLOS
(M.Ö.377-353) Karia’nın başkentini Milas’tan Bodrum’a
taşır. Idima bu krallığın doğu ucunda yer alır.
Bu dönem Büyük İskenderin MÖ. 334 yılında ordusu
ile yöremizden geçmesi ile son bulur. Bu yıllarda Thera
ve Callipolis’te bir kalenin olduğu bilinmektedir.
HELLENİSTİK DÖNEMDE İDİMA
Büyük İskender’in gelişi ile Anadolu ve
23
Ortadoğu’da Hellenistik dönem başlamış ve Grek kültürü
ve dili hızla yayılmıştır. Yöremiz M.Ö. 334 yılından M.Ö.
189 yılında yapılan Apama barış anlaşmasına kadar kısa
sürelerle çeşitli Hellenistik krallıkiara katılmış, karışık bir
dönem geçirmiştir.
R0D0S’A BAĞLI İDİMA
İdima M.Ö. 3. Yüzyılda tam belirlenemeyen bir tarihte
Rodos yönetimine girmiştir. Rhodeian Peraea (Rodos
Karşıyakası) olarak isim almıştır. Bir ara yörenin
Rodos’tan uzaklaşmış ve İdima, Pisi (Pisiköy) ve
Killandos’un (Yenice Köyü) M.Ö. 200 yıllarında Rodoslu
Nicagoras tarafından tekrar Rodos’a bağlanmıştır. Bu
bilgiler Karpatos adasında bulunan bir yazıttan
gelmektedir. M.Ö. 189 yılında yapılan Apama barış
anlaşması ile kesin Rodos yönetimine bırakılmış ve bu
durum M.S. 1.Yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir.
Bu dömemde çok canlı bir yaşam olduğu,
”İDİMALILAR BİRLİĞİ” isimli bir yönetim biriminin
kurulduğu bu döneme ait olduğu belirlenen 10
civarındaki yazıtlardan anlaşılmaktadır.
Bu yazıtlardan ilginç bilgiler gelmektedir. Eski
İskele’den getirildiği ve geç Hellenistik döneme ait
olduğu belirlenen ve İnişdibi mahallesinde bir bahçe
duvarında bulunan bir yazıtta kentin ismi görülmektedir.
Bu yazıt kentin önemli bir yöneticisi için yanında çalışan
kişiler tarafından yazdırılmıştır. Çeşitli kentlerden gelen
insanlar yanında İdimalı katip (grammatikos) Demetrius,
İdimalı Antipatros oğlu Apollonius isimleri
görülmektedir.
Gene Eski lskele’den getirilen, M.Ö. 2. Yüzyıla
tarihlenen ve bir süre Akyaka’da bir ev duvarında
bulunmuş olan bir yazıtta tanrıça LETO ve AFRODIT
rahiplerinden söz edilmektedir. Eski İskelede Orman
Bölge Şefliği civarında bir tapınağın bulunduğu kabul
edilebilir. Çevreye yayılmış yivli kolon ve işlemeli taşlar
bu görüşe destek vermektedir.
Ayrıca Eski İskelede Orman Lokali önünde deniz
içinde görülen temel kalıntıları iskelenin eskiliğine
tanıklık yapmaktadır.
Rodos yönetimi sırasında bölgede görev yapmış üst
yöneticilerin isimleri de rastlanılmaktadır. Eski İskele’de
bulunan bir yazıtta Thangilio Kirnis, Kozlukuyu’da
bulunan bir yazıtta Pratophon, Yeni İskele camiinde
kullanılan bir taş da Athenagoras, gene Kozlukuyu’da
bulunmuş bir yazıtta Rodoslu Rodokles isimleri
görülmektedir.
24
ROMA KENTİ İDİMA
Birinci yüzyıl sonlarında İdima Roma kenti olur.
M.Ö. 48 yıllarında ünlü devlet adamı Julius SEZAR
bölgeden geçerek Rodos adasına gitmiştir.. Mısır
Kraliçesi Kleopatra M.Ö. 41 yılında sahillerden geçerek
Efes kentini ziyaret etmiştir. Kent Roma döneminde
önemini ve görkemini korumuştur. Roma dönemi ile ilgili
tek ve bugün için kayıp olan bir yazıt İmparator
Vespasian (69-79) onuru için yazılmıştır. İnişdibi’ndeki
kalede 1922 yılında yapılan kazıda Roma dönemi
mozaikleri görülmüştür.
Üçünçü yüzyıl ortalarında Roma İmparatorluğu’nun
içten zayıflamasından, meydana gelen yıkıcı
depremlerden ve çok uzun süren bir veba salgınından
sonra bölge karanlığa gömülmüştür. Çevre kentlerin
çoğu ve İdima terk edilmiş ve yok olmuştur.
Daha önceleri yapılan ve güzel bir örneği ovada
bulunan döşeme yollar, üzerlerinde bulunan sarnıçlar,
Akyaka’nın içinden geçen Papazlık deresinden gelen su
yolları kaderine terk edilmiştir. İmparator Diocletian (284305) döneminde ise Kana il yapılmıştır.
BİZANS DÖNEMİNDE YÖREDE YAŞAM
Bizans döneminde bölgenin ismi tam
bilinmemektedir. Aziz Kosmas adına Orman Kampı
içinde tepede güney apsis duvarları bulunan bir kilise
yapılmıştır. Bu azizin ismi bölgeye verilir. Bu kiliseden
kalma haçlı ve işlemeli taşlar ve bir kitabe Orman Kampı
içindedir. Ayrıca Papazlık deresinin yukarısında su
kaynağı yanında ve denize yaklaştığı yerde iki şapel
kalıntısı bulunmaktadır.
Bunlardan denize yakın olanı sınanmış bir yer olup
ERENDEDE olarak bilinir. Akyaka’da çok saygı
gösterilen Erendede’de yağmur duasına çıkılır, dilek
dilenir, aşure pişirilip dağıtılırdı.
TÜRK YÖNETİMİNDE GÖKOVA
Bölge 13. Yüzyıl sonlarında Türk yönetimine girer. Kana
Menteşe bölgesi olur. Bu dönemde Cova çukuru,
Gökabad ve Gökova olarak bilinir. Türkler ile bölgeye
paganizm (çok tanrılı din), Hıristiyanlık’tan sonra
Müslümanlık, Kana dili ve Grekçe’den sonra TURKÇE
gelir ve kalıcı olur.
Bölge önce başkenti Milas olan Menteşe Beyliği’ne
ve 1420 yıllarında da Osmanlı İmparatorluğuna katılır.
Muğla il merkezi, Ula ilçe merkezi olur.
25
Osmanlı döneminde en önemli olay Kanuni Sultan
Süleyman’ın Rodos’un fethi için kara ordusu ile
bölgemizden geçişidir. Ordunun gelişi 1522 yılı Temmuz
ayında, dönüşü 1523 yılı Ocak ayındadır. Rodos Osmanlı
topraklarına katılmıştır. Rodos’un alınışı bölgeye bir
canlılık getirirse de Gökova’nın eski canhılığına
kavuşabilmesi için bataklıkharın kurutularak sıtmanın
kontrol altına alınması için 1940-1950li yılları, MuğlaMarmanis yolunun açılarak bölgeye turizmin girmesi için
1970li yılları beklemek gerekecektir.
Bu metnin telif hakkı sahibi :Mehmet BİLDİRİCİ
© Gokovam.Net 2004-2005
En iyi 1024*768 çözünürlük ve IE5+ için tasarlanmıştır. Tüm hakları gokovam.net aittir.
26
AKYAKA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ
OKTAY AKBAL KİTAPLIĞI
Mehmet BİLDİRİCİ
Bu yıl Kültür Sanat Derneği’ni ziyaretimde Akyaka Halk Kütüphanesi ile karşılaştım. Nasıl
sevindiğimi ve heyecanlandığımı anlatamam. Akyaka’nın buna ihtiyacı bulunmaktadır. Ne
kadar iyi olmuş. Kütüphane tamamen Akyaka’da yaşayan değerli aydınların bağışından
oluşmaktadır.
Kütüphane şimdilik Ilgın Sokak içinde Pehlane ve Şahap Marmara’nın evinin alt katındadır.
PEHLANE Hanım ve eşi Türkiye İş Bankası emekli Müdürlerindendir. PEHLANE Hanım
okumaya ve gençlerin eğitimine önem veren bir kişidir, “Darüşşafakalılar Derneği”nde
yıllarca çalışmıştır. Eşini 1991 yılında kaybetmiş ve kendisi de 2004 yılında aramızdan
ayrılmıştır.
Ölümü ile Akyaka’daki evi yeğenine kalmıştır. Halen Amerika Birleşik Devletlerinde Öğretim
üyesi olan Prof. Dr. Metin Yersel, halasından kalan evinin alt katını belirli bir süre için Akyaka
Kitaplığı’na bırakmıştır. Rahmetli Pehlane Hanım’ın ruhu şad olsun diyor, Prof Dr. Metin
Yersel’e ne kadar teşekkür etsek azdır diyorum.
Bu ailenin yakını ise Solmaz ve Aydın Turunç’tur. Bu imkanın elde edilmesinde en önemli
etken onlardır. Onlara da ne kadar teşekkür etsek azdır.
Akyaka aydın kişilerin yaşadığı bir belgedir. Gerçekten onların bağışladığı kitaplar da
okunmuş ama kaliteli kitaplardır. Bunların hızla çoğalacağına inanıyorum. Şahsen ben de
bulunmaz bu imkandan yararlanarak bir kısım kitap bağışında bulundum. Her yıl da
bulunmaya devam edeceğim.
Yıllardır benim bir parçam olan kitaplarımdan uzaklaşmak cidden bana hüzün verdi, ama
öbür taraftan da yılda bir kaç gün sadece tarafımdan görülen kitaplar gün ışığına çıkacak
layık olduğu yerlere kavuşacaktır. Bu da bana bir teselli bir huzur verdi. Onlar artık tekrar
okunacaklardır.
Akyaka kitaplığı bu yerde geçici bir süre içindir. Umuyorum layık olduğu yeni binasına
kavuşur. Akyaka buna layıktır. Akyaka’da yaşayanların bunu kısa sürede gerçekleştireceğine
inanıyorum.
Burada kültür ve sanat uğruna nöbet tutan Dernek Başkanı Selçuk İnanç, Sedat Atay ve
diğer değerli dernek üyelerinin yaptıkları görevler dolayısıyla kutlanmalıdır.
Bu çalışmalardan Akyaka ve Kültür kazanacaktır.
(Akyaka Kültür sanat Derneği Ekim 2007- sayı 4)
27
28
GAZETE YAZILARI 2008
Yazının ismi
Yayınlandığı yer
Tarihi
sayfa
15. Galata Şenliği
özel
30.06.2003
2-4
İTÜ Rektörünün Ziyareti
Konuşma
27.04.2006
5
Hayıtlı’da Kalıntılar
AKS Derneği Bülteni
Ocak 2008
6
Karia Bölgesi Kaya Mezarlar
AKS Derneği Bülteni
Mart 2008
7-8
İTÜ İnşaat Fak. 1962 Mezunları
Mustafa İnan Anı Kitabı
Mart 2008
9
İTÜ de Fazıl say konseri
[email protected]
Mart 2008
10
İdimalılar Birliği
Akyaka Belediyesi Bülteni
2008
D’Idyma a Gökova-Akyaka
[email protected]
Konya Lisesi Mezunları Buluşma
Yeni Meram
17.05.2008
16-17
Ulu Çınar Rüştü Özal
Yeni Meram
19.05.2008
18
Dediği Sultan Menakibi
Yeni Meram
21.05.2008
19-20
Abdülbaki Gölpınarlı ile Anı
ÇAĞRI Dergisi
Temmuz 2008
21
Mimarlık Okulu Yerlebir
Yeni Meram
22.08.2008
22
Antik Çağda Iconium Sergisi
Yeni Meram
“
23
Gökova’da Amphora Sapları
AKS Bülten
2008
11-12
13-15
24-25
1
15. GALATA ŞENLİĞİ
26-29 HAZİRAN 2003
Mehmet BİLDİRİCİ
Araştırmacı Yazar
15. Galata Şenliği 26-29 Haziran tarihleri arasında dört gün boyunca Galata’da müzikli ve
sanatlı günler yaşattı. Bu yıl ki Şenlik Turizmci Attila Tuna’nın başkanı olduğu “Şihristanbul”
derneği tarafından gerçekleştirildi.
Şenlikler her yerde yapılır, ama Galata’da şenliğin anlamı farklıdır. Galata tarihi bir yerdir.
Galata doğu dünyası içinde bir batıdır. Osmanlı toleransı ile çeşitli kültürler burada bir arada
yaşamış ve eşsiz bir kültür mozaiği oluşturmuştur. Türkiye’nin batıya açılan penceresidir,
Türkiye’nin batıya açılımında öncü rolünü üstlenmiş, ülkenin ticaret merkezi olmuştur. Böyle
zengin tarihi ve geçmişi olan bir yerin şenliğinin de zengin olacağı açıktır.
Esasen bu zenginlik iyi bir organizasyonla basına da yansıtılmış, şenlik öncesinde basında
şenlik ile ilgili haberler yer almıştır. İşte bunlardan bir kaçının başlığı:
Hürriyet “Galata’da Şenlik Var” başlığında haber ve fotoğraf
Cumhuriyet : “Sokaklar Müzikle Şenlenecek” yazı ve fotoğraf
Radikal : “ Galata’da Şenlik Var” yazı ve fotoğraf,
Türkçe ve Ermenice haftalık yayın yapan Agos : “Galata Şenleniyor” haber yazısı ve fotoğraf
Türkçe ve Ladino dilinde haftalık yayın yapan Şalom gazetesi, “Kula 930” Müzikalinin Galata
şenliklerinde oynanacağı duyuruluyordu. Bunun yanında bazı etkinlikler, TRT, CNN Türk gibi
televizyon kuruluşlarınca şenlik süresince banda alınmıştır.
Böyle şenliklerde en ağır görev buna destek veren kuruluşlardadır. Böyle güzel olaylar için
böyle kuruluşlar hep olsun diyorum. Bu şenliğin bazı sponsorları ise şöyledir: Antonina Travel
( Attila Tuna ), FORTEM, LİFE (Dergi), MOTİF, Kemancı…vs
Şenlik mekanı olarak ilk ve en önemlisi şüphesiz Galata Kulesi’nin bulunduğu Meydandır.
Bunlar dışında şenlik mekanları Galata’da; Okçu Musa İlköğretim Okulu, Osmanlı Bankası
Müzesi, Saint Pier ve Paul Latin Katolik Kilisesi, Galata Mevlevihanesi, İngiliz Kırım Kilisesi,
Teutonia Alman Kültür Merkezi, Schneider Tempel Sanat Galerisi (Aşkenaz Musevi
Sinagogu), 500 Yıl Vakfı Türk Musevi Müzesi, Yüksek Kalırım Aşkenaz Sinagogu, Sank
Georg Avusturya Lisesi, Galata Evi (Eski İngiliz Hapishanesi- Mimar Mete Göktuğ), Venta
Del Toro (İspanyol Café), Galeri Pera, Oda Sergi Mekanı, Dans Buluşma Atölyesi, Captain
Ahap, Nardis Jazz Club, Galata sokakları, Kamondo yıkıntıları.. vs.
Önceki şenliklerin aksine bu yıl ki şenliklerde çeşitli mekanlarda aynı zamanda çeşitli
programlar uygulanmıştır. Bu yüzden bir kişinin hepsini görme imkanı bulunmamaktadır. Ben
Galata’nın geçmişi ve çok renkli kültürüne aşırı ilgi duyan bir kişi olarak dört gün boyunca
programları incelemeye çalıştım. Bu güzelliklerin unutulmaması ve daha sonraki yıllarda
daha güzellerinin yapılması için bir özetini ve eleştirisini yapmaya çalışacağım.
Önce şunu belirtmeliyim, şenlik etkinlerine ilgi alanlarına göre her kesimden, her yaş
grubunda halk ve aydın kesim, yabancı turistler katılmış izleyici olmuştur.
15. Galata Şenliği’nin en unutulmaz tarafı “Meydan”da ve çeşitli mekanlarda gerçekleşmiş
sayısız konserlerdir: Maestro Giuseppe Gandolfo’nun Latin Kilisesinde org konseri, Los
Paşaroz Seferadi grubunun Ladino dilinde şarkıları, İngiliz Kırım kilisesinde Ermeni
müziğinden örnekler sunan Sahakyan Korosu, Tacettin Ocak’ın sunduğu klasik gitar dinletisi,
Lüleburgaz’dan gelen Trockyablues Roman müziği, fasıl heyeti, Üç Deniz Müzik Topluluğu,
Madam Ankine’den kantolar, rock, jazz konserleri bunlardan bazılarıdır.
İlk defa 1875 yılında kurulan org, Latin kilisesinde defalarca daha önceleri Galata’ya ses
vermiştir. Bu konseri dinlemek çok güzeldi. Gene bu sokaklarda söylenmiş şarkıları Yahudi
dilinde söyleyen Los Paşaroz Sefaradi çok değişikti, Ermeni ilahi ve Anadolu halk şarkılarının
sunulduğu Kırım Kilisesinde ki konser (Şef Sevan Agosyan-Piyanist Levon Eroyan)
dinlemeye değerdi. Çeşitli şiir dinletileri yanında Galata evinde, İstanbul konusunda şiirleri
olan John Ash’ın İngilizce şiir dinletisi ilginçti.
2
Çeşitli sergiler, ilköğretim çocuklarının Kule duvarındaki resimleri, Mimarlık öğrencilerinin
Galata’daki tarihi yapılarla ilgili resim ve projeleri, ve daha fazla resim sergileri
Çeşitli tiyatro oyunları, Tiyatro Bileşke, Jale Sancak’ın “Kanatlarımda Binlerce Kanat” oyunu,
Tiyatro Özgün Deneme… vs, tabii “Kula 930” adlı Ladino dilindeki oyun bunlardan bir kaçı
Gerçekten sayılamayacak etkinlikler bulunmakta idi, en iyisi tertip komitesince hazırlanan
küçük kitapçık bunu bütün detayları ile göstermektedir.
Bunlardan en ilgimi çeken Okçu Musa İlköğretim Okulu bahçesinde açık havada oynanmış
“Kula 930” oyunu idi. Olayın ilginç yanı buradaki olayların Galata Kulesi çevresinde, yani
Galata’da geçmesi idi. İlk defa Ladino (Yahudi İspanyolca’sı) dilinde gördüğüm bir oyun, ara
ara bizlerinde anlaması için Türkçe karıştırılmış ve okunan Yahudi şarkılarının Türkçe’lerin ve
orijinallerinin, kuruması için ipe asılan bir çarşafa yansıtılması ilginçti. Sokağa çamaşır asma
olayı dar sokaklarda bugünde görülmektedir. Oyunda çay bahçesi olan Sarı Madam, ve tüm
Galata’lı kadınların kalbini çalan çapkın ve yakışıklı Moiz tipleri doğrusu unutulmazdı.
Etkinlikler içinde unutulmaması gereken bir etkinlik de Osmanlı Bankası’nda gerçekleşen
İpek Çalışlar’ın yönettiği ve Boğaziçi Üniversitesi’nden Ethem Eldem’in konuşmacı olduğu
“Galata’nın Bugünü ve Geleceği” adlı toplantı idi. Burada Ethem Eldem çeşitli diyalarla
Galata’yı bize anlattı. Toplantıda, Behiç Ak, Nadire Mater ve Mete Göktuğ’un ilginç
açıklamaları oldu. Bende katılımcı olmadığım halde fırsat bulup “Galata da Eski Yolları” isimli
çalışmamdan kısaca söz ettim.
Sonuç olarak güzel bir organizasyon ile Galata dört gün şenlendi, şenlik yaşadı. Bu konuda
bazı görüş ve izlenimlerimi de belirteceğim.
Bu yıl Galata tarihinde çok önemli olayların yıl dönümüdür. Galata’nın Ceneviz kolonisi
oluşunun 700. Yılı, Fatih Sultan Mehmet’e kansız kavgasız Galata’nın anahtarın verilişinin
550. Yılıdır. Bunlar etkinliklere yansımış olsa ne iyi olurdu diyorum.
Etkinliklerde protokol uygulanmamış, protokol için yer ayrılmamış, Şenlik Düzenleme Kurulu
Başkanı Atilla Tuna’nın kısa sade konuşmalarının ardından konuya geçilmiştir. Ne kadar
güzel sade ve özlü. Beyoğlu Belediyesi’nin görevlileri devamlı Galata Meydanında olmuştur.
Ama gözlerimiz Belediye Başkanı da bir uğrar mı diye boşuna beklemiştir.
Galata çok kültürün bir arada yaşadığı bir mekandır. Şenliğe bu iyi yansıtılmıştır. Ancak
henüz temsil edilmemiş kültürlerde bulunmaktadır. Örneğin Rum cemaati hiç ses
vermemiştir. Bölgede bulunan Fransızca eğitim yapan Saint Benoit Lisesi, Ermeni
Getronagan Lisesi kapılarını açabilirdi. Avusturya Lisesi, çok tarihi olan Kilisesinde bir
etkinlik, bir konser yer alabilirdi… Galata şenliğinin tam ortasında yer alan Galata Kulesi
işletmesinin, kendisini bunun dışında tutması üzücü ve düşündürücü…
Ama bunun yanında Yahudi cemaatının bu şenlik için müzelerini, sinagoglarını açmaları ne
kadar güzel, müze giriş parasını kaldırmaları ne kadar anlamlı…
Bir dikkatimi çeken de Okçu Musa Okulunda oynanan Yahudi oyununda, çoğunluğun Musevi
ve azının Galata’lı oluşu idi. Halbuki cemaat, Galata kültür mozaiğindeki bir rengi tanıtıyordu.
Bizlerin daha fazla katılmamız gerekmez mi idi?. Ama bu ilginç oyunu pek çok Musevi’nin de
ilk gördüğü kanısındayım.
Aynı manzara İngiliz Kırım Kilisesindeki Ermeni Sahakyan korosunun güzel konserinde
izledim. Zaten koro yaklaşık 60 kişi idi, dinleyiciler daha ziyade bu gençlerin aile ve
arkadaşları, biz gene az idik.!!
Ama İtalyan Sen Pier ve Paul kilisesindeki org konserinde bizler daha fazla idik, bu da
sevindirici idi.
Dört gün süren Galata Şenlikleri Galata’yı şenlendirmiştir. Resimler, konserler, tiyatro
oyunları salonlardan Galata Meydanına ve Galata sokaklarına taşmıştır. Galata’nın yerlileri
ve konuklarına güzel günler yaşatmıştır.
Bu Şenliği düzenleyen Antonina Travel sahibi ve “Şehristanbul Derneği” yönetim Kurulu
Başkanı Atilla Tuna başta olmak üzere, dernek üyelerinin, katkı ve destek veren Galata
Derneği eski Başkanı, Mimar Mete Göktuğ’un, Okçu Musa Okulu Müdürlüğünün, tüm
3
sponsorların, Şenlik mekanı olarak kurumlarını açanların ve Şenliğe katılan tüm grupların
kutlanması gerektiğine inanıyorum.
Üyesi olduğum “Galata Derneği” ile iyi diyalog kurulamamasını ve Galata Derneğince
yapılan bazı girişimleri üzüntü ile karşıladığımı belirtiyor, önümüzdeki yıllarda hep birlikte
olarak bundan daha güzel şenlikler düzenlenmesini umuyorum. Tarihi ve tarihi yapıları ve
çevresi ile Galata’nın buna layık olduğunu düşünüyorum.
Mehmet BİLDİRİCİ
30.06.2003
Görüş ve eleştirileriniz için Mail: [email protected]
4
SAYIN REKTÖR FARUK KARADOĞAN’IN
1962 İNŞAAT MEZUNLARINI ZİYARETİ
Sayın İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Faruk Karadoğan
İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi 1962 Mezunları olarak size “hoş geldiniz”
diyoruz. Mezun olduğumuz ve ömrümüz boyunca buradan mezun olmakla gurur
duyduğumuz, Türkiye’nin en eski teknik eğitim kurumu İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
zirvesindeki kişi olarak yaptığınız ziyaretten ve birliktelikten büyük mutluluk duymaktayız.
Bu arada hayatın gerçeği olarak, acı bir olayı da öğrenmiş bulunuyoruz. Fakültemizin emekli
Profesörlerinden Dipl. İng. Prof YUSUF BERDAN’ı kaybetmişiz.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK, üniversitemizin ilk Başhocası İshak
Efendi’den, dünya çapındaki muallimi Karl Terzaki’ye, bizleri yetiştiren Mustafa İnan, Orhan
Ünsaç, Adnan Çakıroğlu ve ismini sayamayacağımız ama hepsi gönlümüzde daha pek çok
hocalarımız ve bugün toprağa verilen Yusuf Berdan’ın aziz ruhları için sizleri 1 dakika saygı
duruşuna davet ediyorum.
İnşaat Fakültesi 1962 mezunu sınıf arkadaşlarım, devlet hizmetlerinde ve iş dünyasında
önemli yerlere gelmişlerdir. Üniversitelerde bir elin parmağını aşmayan arkadaşımız
olmasına karşı, mum dibine karanlıktır örneği nedense İstanbul Teknik Üniversitesi’nde kalan
arkadaşımız olmamıştır. Gene nedense politik hayata atılan da bulunmamaktadır.
Sizlerin karşısında böyle kalabalık olarak bulunmamız da bir rastlantı değildir. Yıllarca birlikte
olmamızı sağlayan çimento görevi yapan arkadaşlarımız olmuştur. Bunların başında halen
bu ağır ve onurlu görevi yürüten NECDET ERSOY arkadaşımız vardır, Kanada’da olduğu
için aramızda bulunmamaktadır. Bu arkadaşımızın girişimleri sayesinde İnşaat Fakültesi’nde
okuyan öğrencilere bir süre burs verilmiş ve aniden aramızdan ayrılan ve kirada oturan bir
arkadaşımıza ev alınmasında yardımcı olunmuştur. Bunu övünçle belirtiyorum.
Sınıf arkadaşlarımız arasında en kalabalık grubu yaklaşık 60 kişi ile İstanbul grubu
oluşturmakta, bunu yaklaşık 30 kişi ile Ankara grubu, yaklaşık 15 kişi ile İzmir ve Ege grubu
takip etmektedir. İstanbul grubu olarak 2000 yılından beri her ayın son Perşembe’si saat
12.00 –16.00 arası birlikte olmaktayız. Son yıllarda da bu toplantıları Üniversitemizin Maçka
Sosyal Tesisleri’nde yapmaktayız. Bu birlikteliklerimiz arkadaşımız RANA VEDAT EKİCİ,
tarafından organize edilmektedir.
Bizim için unutamayacağımız günler 1957 yılında zor sınavları aşarak İTÜ öğrencisi olmak,
ikincisi 1962 yılında İTÜ İnşaat fakültesi mezunu olmak ise üçüncüsü de 10 Mayıs 2002
tarihinde mezuniyetimizin 40 yıl plaketlerini ve rozetlerini Sayın Rektör Prof. Dr. Gülsün
Sağlamer elinden almak olmuştur. Bu törenlere çeşitli kentlerden gelen yaklaşık 100
arkadaşımız katılmış ve biyografilerimiz “İstanbul Teknik Üniversitesi 229. Yılı” kitabında
yayınlanmıştır. Diğer üniversitelerde çok az görülen ve üniversitemizde köklü bir gelenek
haline gelen böyle bir yayın içinde bulunmak bizlere büyük mutluluk vermektedir.
Bundan ayrı olarak mezuniyet öncesi çıkarılmış ARI YILLIĞI 1962, Başkanımız Necdet
Ersoy’un gayretleri ile mezuniyetimizin 20 yılında ve 30 yılında çıkarılmış albümler yer
almaktadır. Özellikle 30 yıl albümü içinde renkli aile fotoğraflarımız bulunmaktadır.
Bunlar dışında tarafımdan CD ortamında hazırlanmış “Kırk yılın ötesinden, hocalarım ve sınıf
arkadaşlarım” isimli bir çalışmam bulunmaktadır. Burada karınca kararınca bizleri yetiştiren
değerli hocalarımızın hayat hikayeleri, sınıf arkadaşlarımızın adresleri, öğrencilik yıllarına ait
anılar ve kaybettiğimiz yaklaşık 20 arkadaşımıza ait derlenen bilgiler yer almaktadır.
Bu çalışmanın içinde yer alan sınıf listemizi, tüm arkadaşlarımızın adreslerini ve bugün bu
toplantıya katılan arkadaşlarımızın listelerini sunuyorum.
Saygılarımla iyi ki geldiniz, bizlere onur kazandırdınız diyorum.
Mehmet Bildirici 27.04.2006
5
HAYITLI’DAKİ KALINTILAR ACABA ANTİK BİR KENT Mİ ?
MEHMET BİLDİRİCİ
Araştırmacı – Yazar
Hayıtlı Ören’e giden sahil yolu üzerinde Orman içinde doğal güzelliği olan bir yöredir.
Akyaka’da “Oh beee” olarak bilinen doğal limanın yaklaşık 2-3 km daha kuzeyindedir. Yakın
zamana kadar sadece çobanların ve avcıların geçici olarak bulunduğu bölgede eski yapı
kalıntıları, teraslama duvarları görülmektedir. Bu günlerde burada yaşayan birkaç aile de
bulunmaktadır.
İşveçli araştırmacı-yazar Paavo Roos’un 1975 tarihli Almanca yayınında Hayıtlı hakkında
incelemeler bulunmakta 2 kaya mezardan söz edilmekte idi. Bu defa 2006 tarihli yukarıda
konu edilen yayınında Hayıtlı hakkında sayfa 33 de biraz daha yeni açıklamalar vardır.
Burada Keramos (Ören) ve Gökova arasında Hayıtlı isimli bir eski yerleşim yerinin
bulunduğu, bir tepe üzerinde kaya mezar, yazıt parçaları, iki lahit ve duvar kalıntılarının
görüldüğü, tepenin eteğinde de mezar kalıntıları ve duvarlara rastlanıldığı ifade edilmektedir.
Bu paragraftan Hayıtlı’da bir kent kalıntısı olduğu izlenimi çıkmaktadır. Öte taraftan Strabo’da
İdyma yerinde gösterilen Bargasa kentinin yeri de bilinmemektedir.
Burası Bargasa olabilir mi? Muğla eski Kültür Müdürü, Ressam –Araştırmacı yazar Hikmet
Öz’de bu görüştedir.
Paavo Roos’a, görüşünü almak için Bargasa Hayıtlı’da olabilir mi? diye mail ile sordum.
Bana yazdığı 10.09.2007 tarihli mailinde; kesin olmamakla Bargasa’nın Strabo’nun ifadesine
dayanarak Ceramus’un batısında olabileceğini ifade etmiştir. Hayıtlı’nın neresi olabileceği
konusunda başka bir görüş bildirmemiştir.
Şimdilik Hayıtlı gizemini korumaktadır. Aşağıda yer yer görülen büyük bir yapıdan kalan
büyük taşları gösteren bir fotoğraf görülmektedir.
Bir büyük yapıdan geriye kalan büyük ebatlı taşlar
(AKYAKA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ BÜLTENİ SAYI 6 OCAK 2008)
6
KARIA BÖLGESİNDEKİ KAYA MEZARLAR HAKKINDA YENİ BİR ESER
MEHMET BİLDİRİCİ
Araştırmacı -Yazar
İçinde yaşadığımız Akyaka beldemiz, doğal ve tarihi güzellikleri ile göz doldur-maktadır.
Tarihi zenginliği içinde ise bugüne kadar gelmiş kaya mezarlar en önde gelmektedir.
Bu konuda, İsveçli araştırmacı PAAVO ROOS tarafından 2006 yılında İsveç Göteborg’da
çıkmış İngilizce bir yayına ulaşmış bulunuyorum.
“Survey of rock-cut chamber-tombs in CARIA”
“Karia bölgesinde kaya mezar odaları hakkında inceleme”
Kitap, yazarın araştırmaları sırasında kendisine yardımcı olan Gökova beldesi’nde yaşayan
Meryem Kuzey’e verilmiş, o da bana ulaştırdı. İngilizce yazılmış kitabın büyük bölümü İdyma
çevresindeki kaya mezarlara ayrılmış, (sayfa 45-57). Ayrıca önemli mezarların fotoğrafları,
cephe görünüşleri, kesitleri ve mezar odalarının boyutları yer almaktadır. Bu konuda İdyma
çevresinde gördüğüm ve fotoğrafını çekip “İdyma’dan Akyaka’ya Resim ve Belge Sergisi”nde
yer alan mezarlar ile sayıları yönünden uyum sağlamaktadır.
Kitapta ayrıca İdyma dışında Karia bölgesindeki diğer antik yerleşim yerlerindeki kaya
mezarlar hakkında da detaylı yerinden alınmış ölçüm ve açıklamalar bulunmaktadır. Benim
bu yayından çıkardığım önemli sonuçlar şöyle; çevrede bolca kayaya oyulmuş mezarların
bulunduğu, İdyma’nın bu konuda önemli bir yerinin olduğudur.
Bu mezarlar arasında çoğunun bir mimari cephesinin olmadığı, mimari özelliği olanların çok
az sayıda olduğu görülmektedir. Bu mezarlar içinde Gökova Beldesi’nin Nekropol (Eski
Mezarlık) alanı içinde en dikkate değer olanı cephesinde iki iyon başlıklı kolonlu gerisinde
mezar odası olan kaya mezardır. Maalesef mezarın kolonları, bugün kırılmış durumdadır.
Bu yayından çıkardığım ikinci çok önemli sonuç; bu mezarların sadece bu yörelerde
görüldüğüdür. Bu yerleşim yerleri; Kaunos antik kenti, Fethiye (Telmesos), İdyma (Gökova),
Yenice Okkataş (Killandos) ve Elmalı’dır (Kallipolis).
Yazıma İdyma’dan iki kaya mezarın cephe çizimini vererek son vereceğim.
Gökova Beldesi’ndeki iki kolonlu kaya mezarın fotoğrafı (Roos, 2006)
7
Gökova Beldesi’ndeki iki kolonlu kaya mezarın cephe resmi (Roos, 2006)
(AKYAKA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ BÜLTENİ SAYI 7 MART 2008)
8
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
İNŞAAT FAKÜLTESİ 1962 MEZUNLARI
Yurt içi ve yurt dışı çeşitli liselerden mezun olan ve sınıflarının en gözde öğrencileri bulunan
arkadaşlarım 1957 yılında yapılan klasik sınavlardan geçerek İstanbul Teknik Üniversitesi
İnşaat Fakültesi’ne girmeyi başarmış, beş yıl bu kutsal yuvada öğrenimlerini sürdürmüş ve
1962 yılında Yüksek inşaat Mühendisleri olarak mezun olmuşlardır. Öğrenim dönemimiz
politik ve öğrenci olaylarının başlamadığı zamana rastlamış, huzurlu bir öğrenim hayatımız
olmuştur.
İnşaat Fakültesi 1962 mezunu sınıf arkadaşlarım, devlet hizmetlerinde ve iş dünyasında
önemli yerlere gelmişlerdir. Üniversitelerde bir elin parmağını aşmayan arkadaşımız
olmasına karşı, mum dibine karanlıktır örneği nedense İstanbul Teknik Üniversitesi’nde kalan
arkadaşımız olmamıştır. Gene nedense politik hayata atılan da bulunmamaktadır.
Mezuniyetimizden bu yana birbirimizden kopmadık. Yıllarca birlikte olmamızı sağlayan
çimento görevi yapan arkadaşlarımız olmuştur. Bunların başında halen bu ağır ve onurlu
görevi Ankara’dan yürüten NECDET ERSOY gelmektedir. Bu sayede tüm sınıf
arkadaşlarımız her yıl Cumhuriyet bayramlarında eşleri ile birlikte üç gün bir arada
olmuşlardır. Bu arkadaşımızın girişimleri sayesinde İnşaat Fakültesi’nde okuyan öğrencilere
bir süre burs verilmiş ve aniden aramızdan ayrılan ve kirada oturan bir arkadaşımıza ev
alınmasında yardımcı olunmuştur. Bunu övünçle belirtiyorum.
Sınıf arkadaşlarımız arasında en kalabalık grubu yaklaşık 60 kişi ile İstanbul grubu
oluşturmakta, bunu yaklaşık 30 kişi ile Ankara grubu, yaklaşık 15 kişi ile İzmir ve Ege grubu
takip etmektedir. İstanbul grubu olarak 2000 yılından beri her ayın son Perşembe’si saat
12.00 – 16.00 arası birlikte olmaktayız. Bu birlikteliklerimizin sağlanmasında arkadaşımız
RANA VEDAT EKİCİ’nin çok gayretleri olmaktadır. Aynı şekilde eş zamanlı olarak
Ankara’daki arkadaşlarımız, zaman zaman İzmir’deki arkadaşlarımız toplanmaktadır.
Bizim için unutamayacağımız günler 1957 yılında zor sınavları aşarak İTÜ öğrencisi olmak,
ikincisi 1962 yılında İTÜ İnşaat fakültesi mezunu olmak ise üçüncüsü de 10 Mayıs 2002
tarihinde mezuniyetimizin 40 yıl plaketlerini ve rozetlerini Sayın Rektör Prof. Dr. Gülsün
Sağlamer elinden almak olmuştur. Bu törenlere çeşitli kentlerden gelen yaklaşık 100
arkadaşımız katılmış ve biyografilerimiz “İstanbul Teknik Üniversitesi 229. Yılı” kitabında
yayınlanmıştır. Diğer üniversitelerde çok az görülen ve üniversitemizde köklü bir gelenek
haline gelen böyle bir yayın içinde bulunmak bizlere büyük mutluluk vermektedir.
Bundan ayrı olarak mezuniyet öncesi çıkarılmış ARI YILLIĞI (1962), arkadaşımız Necdet
Ersoy’un gayretleri ile mezuniyetimizin 20 yılında ve 30 yılında çıkarılmış albümler yer
almaktadır. Özellikle 30 yıl albümü içinde renkli aile fotoğraflarımız bulunmaktadır.
Bunlar dışında ben MEHMET BİLDİRİCİ tarafından da CD ortamında hazırlanmış “Kırk yılın
ötesinden, hocalarım ve sınıf arkadaşlarım” isimli bir çalışmam bulunmaktadır. Burada
karınca kararınca bizleri yetiştiren değerli hocalarımızın hayat hikayeleri, sınıf
arkadaşlarımızın adresleri, öğrencilik yıllarına ait anılar ve kaybettiğimiz yaklaşık 20
arkadaşımıza ait derlenen bilgiler yer almaktadır.
Son olarak da Sayın Rektör FARUK KARADOĞAN’ın teşvikleri ile bizleri yetiştiren
hocalarımızın en başında saydığımız MUSTAFA İNAN adına kurulacak KÜTÜPHANE için
tüm sınıf arkadaşlarımız adına çok küçük bir katkıda bulunmamızı bir onur olarak kabul
ediyoruz.
62 İnşaat Mezunları adına Mehmet Bildirici
(Bu yazı İTÜ Mustafa İnan Kütüphanesi 2008, sayfa 162-163 de yayınlandı)
9
MUSTAFA İNAN KİTAPLIĞI FAZIL SAY KONSERİ İLE AÇILDI
MEHMET BİLDİRİCİ
Araştırmacı-Yazar
Biz İTÜ mezunları için, 04.Mart 2008 çok özel bir gün idi. İTÜ Ayazağa Yerleşkesi, Süleyman
Demirel Kültür Merkezi’nde yapılan törenin ardından değerli hocamız Mustafa İnan adına
kurulan kütüphane törenle hizmete girdi. Kütüphane Rektör Prof Dr. Faruk Karadoğan’ın
öncülüğünde İTÜ mezunlarının ve bir araya gelmeyi sürdürebilen İTÜ sınıflarının katkısı ile
ortaya çıktı. Zira bu çorbada biz 1962 İnşaat sınıfının tuzu bulunuyor….
Rektör Prof Dr. Faruk Karadoğan ve Prof. Dr. Esin İnan hocamızın özelliklerini belirten
konuşmalar yaptılar. Mustafa İnan biz İTÜ mezunlarının olduğu kadar onlarında hocaları idi.
Maalesef daha sonraki dönemler bu değerli hocamızı tanıma mutluluğuna erişememişlerdir.
Bu konuşmalar sırasında ekrana devamlı katkı yapan sınıflar ve kişiler geldi. Sınıflar 1954
İnşaat, 1962 İnşaat,.. 1966 İnşaat gibi…vs Her 1962 inşaat yazısı geldikçe hep gururlandım,
bu kapalı kutunun içinde ben de varım diye. Gerçekten internet ile kütüphane sitesine girince
karınca kararınca katkıda bulunan sınıf arkadaşlarımızın isimleri tek tek ekrana gelmektedir.
Bu işlerle görevli Sevgi İnce Hanım, biz 1962’lilere, benim kanalımla yeterli davetiye
gönderdiği halde ne kadarımız bu toplantıya katılabildi?. Şen Sülün ve eşi Savcı Sülün, Bulut
Buharalı ve eşi Zeynep Hanım, Bahaddin Obdan, Teoman Doltaş, Doğan Ramazanoğulları
ve ben Mehmet Bildirici…
Gönül arzu ederdi ki bu sayının çok daha fazlası olsun. Çünkü sınıf arkadaşlarımızın yaklaşık
60 kişilik büyük grubu yaşamını İstanbul’da sürdürmektedir…
Ayrıca gönlüm şunu da arzu ederdi. Fevzi Akkaya, Ayduk Koray … gibi bağış yapan pek çok
kişi arasında sınıf arkadaşlarımdan birilerini görmek…!!!!!
Rektörün ilgi çekici konuşmasını, onun sınıf arkadaşı, son dönem öğrencilerinden, bir süre
onun gelini olmuş ve hocamıza torun vermiş Prof Dr. Esin İnan, hocamızın hayatını ve en
önemli niteliklerini ortaya koydu. 1911 yılında Adana’da başlayan ve genç yaşta 1967 yılında
sönen gerçek bir bilim adamının serüveni…..
TÜBİTAK tarafından, hocamızın hayatının bir roman haline getirilmesi, eşi Arkeolog Prof. Dr.
Jale İnan’a teklifi edilmiştir. Bu da gerçekleşmiş, değerli edebiyatçı ve hocanın öğrencisi
Oğuz Atay tarafından “Bir Bilim Adamının Romanı” ismi ile yayınlanmıştır. Yıllar önce zevkle
okuduğum bu romanın ikinci baskısı yapılmıştır. Tüm arkadaşlarımın buna sahip olduğunu
var sayıyorum.
Bu güzel ve köklerimiz hakkında bilgi edindiğimiz toplantı, dünya çapında sanatçımız Fazıl
Say konserinin ardından kütüphanenin açılışı ve onu da kokteyl takip etmiştir. Kütüphane
açılışta o kadar kalabalık idi ki ben şahsen başka bir gün gidip sakin incelemeye karar
verdim.
Şimdi Fazıl Say’ın konserine dönersek, konser bir harika idi. Önce Mussorgsky’den uzun
hareketli parçalar, Gershwin’inden Summer Time, daha sonra kendi besteleri Türk
Müziğinden motiflerin yer aldığı Kara Toprak, Balatlar…. vs, sonunu programda olmamasına
karşı Wolgang Amedeus Mozart’ın Türk Marşı ile tamamladı.
Ağzına kadar dolu, Türkiye’nin, İstanbul’un seçkin konukları, İstanbul Teknik Üniversitesinin
değerli mensupları, vurgulayarak söylüyorum Fazıl Say’ı 3-4 dakika ayakta alkışladı, göz
yaşartıcı ve asla unutulmayacak bir görüntü oluştu. Kendilerine davetiye ulaşıp gelemeyen
arkadaşlarımın çok şey kaçırdığı inancındayım. !!!!
Unutuyordum, küçük bir ayrıntıya da değineceğim. Törenin başında Sayın Başbakan ve
kabine arkadaşlarının tebrik telgrafları okundu, hiç alkışsız ölü bir sessizlikle geçiştirildi…..!!!
([email protected]) sitesine gönderildi (Mart 2008)
10
İDİMALILAR BİRLİĞİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Bugün Gökova Akyaka'nın içinde bulunduğu tarihi çevrenin, ilk çağlarda İDİMA isimli kentin
yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. İdima kenti, zaman içinde Kozlukuyu, Yazılıtaş,
Haşimbahçe, İnişdibi, Akyaka, Eski İskele, Hayıtlı gibi yerleşim yerlerini içine almakta idi.
M.S 1. Yüzyılda Roma İmparatoru Vespasianus adına dikilmiş, Eski İskele bulunmuş ancak
bugün kayıp olan bir yazıtta "İDİMALILAR BİRLİĞİ" "KOINON TO IDIMION" adlı bir birlikten
söz edilmektedir. (Yazıt 607)
Bu yazımızda yazıtlardan gelen bilgilere göre bu birliği incelemeğe çalışacağız. Gerçekten
tarihi İDİMA kenti, bölgenin coğrafyasına bağlı olarak, çeşitli mahallelerden oluşmaktadır.
Bunlar arasında idari ve ekonomik düzeni sağlayan, ihracat ve ithalat işlerini düzenleyen bir
birlik olduğu anlaşılmaktadır.
Bu birlik yönetim organlarını nasıl seçiyor, seçim nasıl oluyor. Şimdilik bir şey söylemek
mümkün değil. Ancak bu birliğin kentin mahallelerini, kalelerini, Eski İskele'de bulunan
limanını, ticari mallarının giriş çıkışlarını düzenlediği düşünülebilir. Gerçekten M.Ö.
2.yüzyıldan, M.S 1. Yüzyıl sonuna kadar bu yörede yoğun bir ticari yaşam olduğu, pek çok
yabancının bugün olduğu gibi burada bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde yöre, M.Ö. 2.
Ve 1. yüzyılda Rodos tarafından Rodos Karşıyakası (Rhodian Parea) olarak yönetilmiş, daha
sonra Roma İmparatorluğu'na katılmıştır.
Daha sonra, M.S. 3. Yüzyıldan, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar malarya (sıtma) hastalığı
sebebi ile insanlar bu güzel coğrafyaya yerleşememişlerdir. Yada çok az nüfus yaşama
cesaretini göstermiştir. Malarya hastalığının başlıca sebebi ise, birikinti sularda yaşayan
sivrisineklerdir.
Nasıl oluyor da ilk çağda, insanlar burada ileri bir yaşam ve ticaret sergilemişlerdir. Sivrisinek
o çağlarda yok mu idi ? Yada o çağlarda insanlar drenaj kanalları ile bu durgun suları
kurutmuşlar mıdır ?. Roma döneminde drenaj projelerinin uygulandığı bilinmektedir. Ancak
burada bu konuda kalıntılar bugüne gelememiştir, gene de durum ciddi bir araştırma
konusudur.
Bu dönemde Eski İskele de bir Leto ve Afrodit tapınaklarının olduğu konusunda yazıtlardan
bilgiler gelmektedir. Bunların rahipler tarafından yönetildiği kabul edilebilir. (Yazıt 608+609)
Yazıtlarda yer isimleri de geçmektedir. Pedion, Lossesus … gibi. Bu yerleşim yerlerinin
bugünkü yeri tespit edilememekte ancak İdima civarında olduğu kabul edilmektedir. (Yazıt
609)
Çevrede yaşayanlar ise İdimalı'lar, Rodoslu yöneticiler, bazı kimlikleri belirtilmeyen halklar ve
ticari ve iş icabı burada yaşayan çevreden gelen yabancılardır.
Kimliği bilinmeyen halklarla ilgili Koteitis, Patereus, isimleri yazıtlarda geçmektedir.
İsimlerden İdimalılar ve Rodoslular da ayırt edilebilmektedir. (Yazıt 608)
Akyaka için çok değerli olarak kabul ettiğim İnişdibi'de bir duvarda bulunan yazıttan çok ilginç
bilgiler gelmektedir. Bu taşın yarın bir inşaat sebebiyle kaybolmasından endişe ediyorum.
Yetkililerin bu taşı oradan alıp koruma altına almasını burada belirtiyorum. (Yazıt 603)
Bu taşta İdima ismi yanında İdimalıların da ismi geçmektedir.
İdimalı Grammatikos (katip) Demetrios
İdimalı Antipatros oğlu Apollonios
Görüldüğü gibi İdimalılar memleketleri ve baba adları ile birlikte belirtilmektedir.
Burada yaşayan yabancıların ise sadece memleketi ve isimleri zikredilmektedir.
Halikarnassoslu Ekatios (Bodrum)
Mindoslu Nikias (Bodrum)
Kallipolisli Hekaton oğlu Dionisos (Kızılkaya, yakın olduğu için baba adı belirtilmekte)
Laodikalı Lisimakos (Denizli de kent, aynı isimde Konya Sarayönü'nde de kent var)
11
Bizanslı Papias (İstanbul)
Aynen bugünkü gibi dışarıdan gelen yabancılar bulunmaktadır. Bence en ilginci ve en uzak
yerden geleni Papias, uzak bir coğrafyadan İstanbul'dan buraya gelmiş.…
Yeni İskele camii duvarında görülmüş ve bugün görünmeyen bir taşta yönetici olan Rodoslu
Athanegoras ismi geçmektedir. (Yazıt 604. Yazılıtaş mahallesinde Rodoslu Rodokles'in
mezar taşı görülmüştür. (Yazıt 611) Kozlukuyu'da bulunan bir yazıtta da strategos görevini
yürüten Rodoslu Pratophon'dan söz edilmektedir. (Yazıt 602). Gene bugün Orman Kampı
içinde bulunan bir yazıtta ise epistatis (?) görevini üstlenen Targilio Kırnis ismi geçmektedir.
Eski İskele'de bugün kayıp olan yazıtta Sedir Adalı Panito'nun mezar taşı görülmüştür. (Yazıt
612).
Bu bilgiler, Paris'te yaşayan ve kendisi ile mektuplaştığım Sayın GUY MEYER tarafından
1996 yılında tarafıma gönderilen ve yörenin tüm yazıtlarını özetleyen Almanca "
INSCHRIFTEN GRIECHISHER STAEDTE AUS KLEIN ASIEN" 1991 Band 38 , içinde
Wolfgang Blümel'in sayfa 145-155 makalesinden alınmıştır. Yazıt numaraları burada verilen
numaralardır.
Sayın Guy Meyer'den aldığım son mektupta, Rodos ve Karya Bölgesi yazıtları konusunda
Prof. A. Bresson'un çalıştığını öğrenmiş bulunuyorum. Belki onun araştırmalarından da yeni
bilgilere ulaşırız.
Mehmet Bildirici
Web Site: www.akyaka.org/akyaka/idima_biligi.htm
(AKYAKA BELEDİYESİ BÜLTENİ 2008 SAYI 12 Sayfa 7)
(YUKARIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINIP YAYINLANMIŞ)
12
D‘Idyma à Gökova - Akyaka
İDYMA VILLE DE CARIE
Une ville nommée İdyma fut fondée dans la région ou se trouve le bourg Akyaka. Cette
cité s’étendait a l’est de l’actuel Akyaka en direction de Gökova (a 3km) et sur les
quartiers d’İnişdibi et Yazılıtaş vers le port voisin de la forêt. Les tombes rupestres
antiques démontrent qu’İnişdibi et la forteresse médiévale toute proche font partie de
très anciens lieux d’habitation. Il est prouvé que la citadelle a été occupée depuis
l’antiquité jusqu’a la période médiévale. Elle a été abandonnée a une date inconnue.
La forteresse byzantine, dénommée également forteresse génoise, a été bien
restaurée. Il existe un passage souterrain qui en descend jusqu’a la rive sud du
“Kadın Azmağı”. La Nécropole (tombes rupestres) et l’Acropole s’étendent sur les
flancs montagneux de Gökova
İdyma est une fondation essentiellement carienne. Son appellation provient du
dialecte de Carie. Dans l’antiquité la Carie occupait l’emplacement de la province
actuelle de Muğla. İdyma était située a la pointe sud de la Carie. Les Cariens sont
considérés comme le peuple le plus ancien de la région. Bien que leur culture et leurs
traditions soient connues aucune inscription en langue carienne n’a été retrouvée et
jusqu’a ce jour elle n’a pas été déchiffrée.
Notre région fut envahie par les armées perses (actuel Iran) sous le commandement
d’Harpagos en 546 av. J.C. Cette domination perse provoqua des bouleversements
dans la vie religieuse et les coutumes de la région.
L’hégémonie perse fut repoussée durant les années 484-405 av. J.C. et la région passa
sous administration de la “Ligue Maritime de Délos” créée par Athènes. İdyma en fit
partie. Son nom apparaît sur les listes des cités affiliées durant les années 453 et 452
av. J.C. Ce sont les plus anciens documents concernant la cité. On y remarque en
particulier le nom de Paktyes l’un des administrateurs dont la lignée exerça cette
fonction durant un temps.
La cité frappa sa propre monnaie. Sur une face est inscrit un nom: Iaimion (Idymion)
sur l’autre est gravée la tête d’un jeune homme (Pan). Le culte dédié a Pan, dieu des
bergers, était très répandu dans la région.
La “Ligue Maritime de Délos” prit fin en 405 av. J.C. İdyma s’en était séparée en 440
av. J.C.
A partir de cette date la ville de Sparte imposa son autorité. En 405 av. J.C. l’Amiral de
Sparte Lysandros s’empara de la ville de Cedrea (île de Sedir).
İDYMA SOUS L’AUTORITÉ D’HALICARNASSE (BODRUM)
Dans les années 387-334 av. J.C. les Perses rétablirent leur suprématie dans la région.
Le roi Mausole d’Halicarnasse (377-353 av. J.C.) entretenait de bonnes relations avec
les Perses et gouvernait en toute indépendance. Il transféra la capitale de la Carie de
Milas a Halicarnasse (Bodrum). İdyma était située dans la partie orientale de ce
royaume.
13
Cette période prit fin lorsque l’armée d’Alexandre le Grand envahit notre région en 334
av. J.C. A cette époque des forteresses se dressaient a Thera et Callipolis.
İDYMA A LA PÉRIODE HELLÉNISTIQUE
L’époque hellénistique débuta avec l’arrivée d’Alexandre le Grand en Anatolie et au
Proche-Orient. La culture et la langue grecques s’y répandirent rapidement. De 334 a
189 av. J.C. date du traité d’Apamée, diverses royautés hellénistiques éphémères
furent a l’origine d’une période d’anarchie dans la région.
İDYMA SOUS LA DÉPENDANCE DE RHODES
İdyma passa sous l’administration de Rhodes au 3eme siècle av. J.C. a une date
imprécise. Elle reçut le nom de Rhodeion Peraea (située en face de Rhodes) . İdyma se
libéra d’elle-même du joug de Rhodes mais elle y fut de nouveau rattachée en 200 av.
J.C. par Nicagoras de Rhodes en même temps que Pisi (village de Pisi) et Killandos
(village de Yenice) comme l’indique une inscription gravée sur une stèle située sur l’île
de Karpatos. A la suite de la paix d’Apamée en 189 av. J.C. la cité d’İdyma échut de
nouveau a Rhodes et demeura sous son autorité jusqu’au 1er siècle ap. J.C.
Une alliance administrative dénommée “Union des Habitants d’İdyma” fut créée et
cette période connut une grande vitalité, comme l’atteste la dizaine d’inscriptions
datant de cette époque.
İDYMA CITÉ ROMAIN
İdyma devint une cité romaine a la fin du 1er siècle ap. J.C. En 48 av. J.C. l’illustre
homme d’état, Jules César, traversa la région pour se rendre a Rhodes. La reine
d’Égypte, Cléopâtre, accosta notre rivage pour aller visiter Éphèse. La cité sut
préserver son éclat et son prestige durant la période romaine. La seule preuve écrite
connue au sujet de cette période était une inscription, aujourd’hui disparue, gravée en
l’honneur de l’empereur Vespasien (69-79). Des mosaïques de la période romaine
furent découvertes lors des fouilles entreprises en 1922 dans la forteresse d’İnişdibi.
Au milieu du 3eme siècle de notre ère la décadence interne de l’empire romain, les
séismes dévastateurs et une épidémie de peste qui sévit très longtemps plongèrent la
région dans les ténèbres. İdyma et les villes voisines furent abandonnées et
disparurent.
Les excellentes routes pavées construites en plaine, les citernes qui les jalonnaient,
les canalisations apportant les eaux de la rivière Papazlık a Akyaka furent laissées a
l’abandon. La Carie devint une province romaine sous le règne de Dioclétien (284-305).
LA VİE LOCALE A L’ÉPOQUE BYZANTİNE
On ignore le nom donné a la région a l’époque byzantine. Une église aux murs en
abside dans sa partie sud avait été édifiée sur la colline située dans l’actuel camp
forestier. Elle était dédiée a Saint Cosme et l’endroit a pris son nom. Les pierres
sculptées et ornées de croix ainsi qu’une inscription provenant de cette église sont
conservées dans l’enceinte du camp forestier. D’autre part les vestiges de deux
chapelles subsistent encore a la source de la rivière Papazlık et près du bord de mer.
14
Un emplacement voisin du littoral est appelé Eren Dede. Akyaka lui porte une grande
dévotion. A Eren Dede on y fait des prières pour attirer la pluie, on y fait des voeux et
on y fait cuire le “Aşure” (mets sucré traditionnel composé de céréales et de fruits
secs).
GÖKOVA SOUS ADMINISTRATION TURQUE
La région fut rattachée pendant un temps au fief de Menteşe dont la capitale était
Milas. Elle fut intégrée a l’Empire Ottoman en 1420. Muğla en devint la capitale et Ula
le centre administratif.
L’événement le plus marquant survenu dans notre région a la période ottomane fut le
passage de l’armée de terre du Sultan Soliman le Législateur lors de la conquête de
Rhodes. L’armée arriva au mois de juillet 1522 et repartit en janvier 1523. Rhodes fut
annexée aux territoires ottomans. Le rattachement de Rhodes apporta du dynamisme
a la région mais il fallut attendre l’année 1970 pour que Gökova retrouve son ancienne
vitalité.
Mehmet Bildirici
(SAYIN MERVE MİCHELE BARREL TARAFINDAN ÇEVRİLMİŞTİR)
2008
15
KONYA LİSESİ MEZUNLARININ
10.05.2008 TARİHLİ BOGAZİÇİ BULUŞMASI
Mehmet BİLİDİRİCİ
Değerli iş adamı, Mimar ve Konya Lisesi sevdalısı Hüseyin Yaşat Manav sınıf arkadaşlarını
ve sevgili öğretmenlerimizi Korukent ve Boğaziçi’nde gerçekleşen gemi turunda bir araya
getirdi.
2005 yılından bu yana ilk defa gerçekleşen bu toplantıda İstanbul’da bulunan ve İstanbul’a
bu toplantı için gelen arkadaşlar bir araya geldi, birbirleri ile kucaklaştılar, hasret giderdiler.
Önce sabah Korukent Bowling Salonunda kahvaltı vardı. Kuşun sütünün eksik olduğu nefis
kahvaltıda, Yaşat Manav gelen tüm arkadaşlar ve eşlerine hoş geldin dedi, aramızdan
ayrılan değerli öğretmenlerimiz ve arkadaşlarımız için bir dakika saygı duruşuna davet etti.
Bu yıl Lisemizin üstünde kara bulutlar dolaşıyordu. Hiç akla ve hayale gelmeyecek şekilde,
seçimle hizmet için gelen Meram Belediye Başkanınca Lisemiz tarihinden koparılmak
isteniyor, tarihi binanın bahçesi tarihi olmayan binalar yıkılarak yerine kaç kat olduğu
bilinmeyen alışveriş merkezi yapılmak isteniyordu. Konu hepimizi üzüyordu.
Yaşat Manav’ın hoş geldiniz konuşması ardından konuya geçildi. Konu ile büyük mücadele
veren, Konya Lisesi Mezunları Derneği Başkanı 1968 yılı mezunu Caner Can özellikle
Konya’dan gelmiş aramızda idi. Bu konuda gelişmeleri gazete haberleri ve belgelerle ortaya
koydu. Yaptığı Basın toplantılarından yazdığı yazılardan örnekler sundu. Bu konuda Yeni
Meram Gazetesi sahibi sınıf arkadaşımız MUSTAFA BAHÇIVAN’ın yakından ilgilendiğini,
gazetenin köşe yazarı ALİ RİDVAN BÜLBÜL’ün konu ile ilgili yazıları olduğunu belirtti.
Eşi ile aramızda olan Milli Savunma Bakanımız Vecdi Gönül’e konuyu ulaştırdığını, Lisemize
dokunmamak ve güvence verilmesi durumunda biz mezunların gayreti ile tarihi binanın
restore edilebileceğini ifade etti.
Arkasından Vecdi Gönül söz aldı, konu ile yakından ilgilendiği, konunun Bakanlar Kuruluna
kadar geldiğini, kesin tavır koyduğunu ancak Kültür Bakanının tarihi binanın Müze olmasına
sıcak baktığını ifade etti. Şimdilik konunun kapandığı ifade edildi.
Bunun ardından öğle yemeğinin yeneceği Vapur gezisi başladı. Gemide yaklaşık 50 kişi
vardı. Dünyanın en tarihi ve en güzel su yolunda güzel bir havada samimi bir ortam içinde
gezi ve yemek devam etti. Başta Altan Saysel, Sencer Yurday olmak üzere arkadaşlarımız
anılarını dile getirdi, fıkralar anlatıldı. Bu arada arkadaşımız Sadettin Demiray Demiray 2008
yılında gerçekleşen “Evrenin Gözü” isimli bir yayınını tüm arkadaşlara hediye etti, hepimizin
beğeneceğini umuyorum.
Şimdide bu güzel ve unutulmayacak gaziye kimler katıldı bölümüne geçiyorum. Tabii önce
bizleri iyi yetiştirdiklerine inandığımız öğretmenlerimiz. Önce aramızdan ayrılanlar değerli
öğretmenlerimize rahmet diliyoruz.
Bu yıl sadece Fransızca öğretmenimiz Muazzez Kargalık aramızda idi, sağlıklı koca bir çınar
ağacı gibi aramızda idi. Bizi şimdiye kadar da hiç yalnız bırakmadı. Kendisine teşekkür
ediyoruz. Bu arada istedikleri halde gelemeyen diğer öğretmen-lerimizden Hüseyin Köroğlu
yaşamını Konya ve Bodrum’da sürdürüyor. Değerli öğretmenimiz bu yıl hizmete geçecek bir
İlköğretim Okulu yaptırıyor. Konya Ereğli yolunda “Sevim & Hüseyin Köroğlu” İlköğretim
Okulu. Kendisini Nisan 2008 de ziyaretimde sağlıklı gördüm mutlu oldum.
Biyoloji öğretmenimiz Fehime Birekul Ekim 2007 den beri Huzurevinde, ben ve Yaşat Manav
ara ara ziyaretine gidiyoruz. Yeğenleri Sevinç ve Güler, kendisinin çok iyi ve özel bir tesiste
kalmasını sağladı. Ben şahsen öğrencileri adına yeğenlerine teşekkür borcumuz olduğunu
düşünüyorum.
Selman Erdem ve eşi Nezahat Hanım rahatsız, oğullarına yakın olmak için İstanbul’dan
Ankara’ya taşındılar. Ankara’da olan İngilizce öğretmenimiz Mukbil Ertunç çok sağlıklı,
telefonla görüşüyoruz. Eşi Felsefe öğretmenimiz Semahat Hanım rahatsız. İstanbul’da Resim
öğretmenimiz (En genç öğretmenimiz) Nurhayat Hanım’ın rahatsızlığı dolayısıyla
katılamadığını öğrendik. Yaşayan değerli öğretmenlerimize sağlıklı ve mutlu günler diliyoruz.
16
Ben bu konuda şunu da ekliyorum. Öğretmenlerimiz ve devre arkadaşlarımız hakkında bol
fotoğrafların bulunduğu CD ortamında hazırlanmış Korukent Buluşmaları II (2007) ve diğer
üç CD ortamında Konya Lisesi ile ilgili kitaplar, Yaşat Manav Ofisi’nde, Konya Lisesi
Mezunlar Derneği’nde, Konya Lisesi Müdürlüğünde ve ben Mehmet Bildirici’de
bulunmaktadır. İsteyen bu kaynaklardan CD temin edebilir.
Katılan arkadaşlarımıza gelince tespit edebildiğim kadarı ile1956 yılı mezunu arkadaşlarımız
(Sınıf listesindeki sıraya göre); Yoğun işlerini bir taraf bırakıp tekrar aramızda olan Bakanımız
Vecdi Gönül ve eşi Sevim Hanım başta olmak üzere;
Oktay Özkaynak ve eşi, Sadettin Demiray, Yücel Edil, Toygar Tahralı, Hasan Ali Acar &
Nursel Acar, Yılmaz Dağdeviren, Halil Kazım Gedik, Ziya Ulusoy, Cevdet Çavuşoğlu, Cengiz
Coşkun, Taner Baykara, Nuray Ögel, İsmail Serim, Nihal Doğan, Adnan Ağırbaşlı, eşi, oğlu
Mehmet Ağırbaşlı ve torunu ile, Rıza Durakbaşı, Osman Bıyıkoğlu, eşi ile katıldılar.
Daha üst sınıflardan ağabeylerimiz; Bodrum’dan özel olarak gelen Prof. Hulusi Göngör,
Ankara ve Kazakistan’dan Mümin Köksoy, Altan Saysel Konya Liseli eşi ile, Güner Orbay eşi
Havva Hanım ile, Sencer Yurday, ablası Güler (Fehime Hanımın en sevdiği kız öğrencisi),
İbrahim Önoğlu, eşi Semiha Hanım.
Tabii bu toplantının sahibi Hüseyin Yaşat Manav, ben Mehmet Bildirici, en gencimiz Konya
Lisesi Mezunlar Derneği Başkanı Caner Can ve eşi birlikte idi.
Böyle güzel gezide bizleri misafir eden Yaşat Manav ve eşine ne kadar teşekkür etsek azdır,
diye düşünüyorum.
(YENİ MERAM 17.05.2008 Sayfa 3)
17
KONYA’NIN ULU ÇINARI RÜŞTÜ ÖZAL’I KAYBETTİK.
ESKİ KONYA BELEDİYE BAŞKANI,
ESKİ KONYA MİLLETVEKİLİ, ESKİ İMAR BAKANI
Mehmet BİLDİRİCİ
İnş.Y.Müh.
1915 yılında Konya’da doğan Rüştü Özal, Konya’nın köklü ailelerinden birinin oğlu idi.
Babası Konya’da Tacül Vezir Medresesinin Müderrisi ve aydın bir kişi idi. Çocuklarını
okutmuştu. Ağabeyi Mithat Özal öğretmen, kız kardeşi Emine Özal da Konya Sanat
Enstitüsü’nde Fizik Kimya öğretmeni idi.
Rüştü Özal Konya’da orta öğrenimi yapıp İnşaat Mühendisi olan öncü kişilerden biri idi.
Cumhuriyet öncesi Konya İdadisi’nden (Konya Lisesi) mezun olup, 1905 yılında Hendese-i
Mülkiye’den mezun olan tek kişi Galip Tezören idi (Ölümü 1965). Kendisi Hicaz
Demiryollarında çalışmış, camide rastladığı Araplar mühendis olduğunu öğrence “Müslüman
Mühendis olur mu? diye hayret etmişler !!!!
Cumhuriyet döneminde ise Karaman’dan Konya milletvekili Remzi Birant (1906-1966),
Ermenek’ten Mehmet Sumra, Konya Taşkent’ten Konya Senatörü Fakih Özlen (1915-2002),
ve Konya’dan Rüştü Özal (1915-2008) Konya Lisesi’nden mezun, ilk mühendis olanlardır.
Ortaokul’dan Mühendislik Okuluna giren Konya Milletvekili Himmet Ölçmen bunlar
arasındadır.
Rüştü Özal Konya Lisesi 1933 yılı mezunudur. Konya Lisesi bu yıllarda Türkiye’nin önde
gelen liselerinden biridir. Rüştü Özal en iyi öğrenciler arasındadır. Öğrenci olduğumuz 1950’li
yıllarda bir süre Turgut Özal’ın da hocası olan Matematik öğretmeni Faik Hoca (Ürel) derste
öğrencileri ile övünür sık sık;
“Mebooos Rüştü talebem, mebooos Remzi talebem,… çalıştılar, okudular, adam oldular.
Ama şimdi sizler öylemi ? eşek gibi, ayı gibi…..”
Rüştü Özal Konya Lisesi’nden sonra İstanbul’da Yüksek Mühendis Mektebi’ne girdi. 1939
buradan Yüksek Mühendis olarak mezun oldu. Çeşitli yerlerde çalıştıktan sonra 1950 yılında
Konya Belediye Başkanı (1950-1954), 1954 yılında Demokrat Parti’den Konya Milletvekili
oldu, 1957 yılında partiden ayrıldı. 1957-1960 yılları arasında Mühendisler Birliği’nde Genel
Sekreter olarak çalıştı, önemli hizmetleri oldu. 1961 yılında askeri kabinede İmar İskan
Bakanı ve 1961-1965 arasında CHP den Konya Milletvekili oldu, daha sonra politikayı bıraktı,
ama ölene kadar İnşaat Mühendisleri Odası ile birlikteliğini sürdürdü.
İsmi daha önce hafızamıza kazınmış Rüştü Özal ile tanışma mutluluğunu yakaladım.
Konya’nın tarihi, döneminin yazarları, Konya’nın sulama ve su projeleri konusunda yazılarını
takip ederdim. Ben de 1994 yılında DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan “Konya
Tarihi Su Yapıları” isimli kitapta Konya Ovası Sulama Projesini geniş şekilde özetlemiştim.
İstanbul’a geldiğim yıllarda bunları görüş ve önerilerini almak için kendisine sundum.
Konu ile ilgili 1998 yaptığım telefon görüşmesinde ”Efendim, daha önce Konya gazetelerinde
rastladığım yazılarınızı hep okudum, Konya ve Konya Sulaması ile yeni yazı yazarsanız,
edinmek ve okumak isterim dedim. Yorgun bir sesle “yazacam, yazacam ama kalem yardım
etmiyor” dedi.
Rüştü Özal’ın 1915 yılında başlayan yaşamı 13.Mart.2008 günü İstanbul’da sona erdi.
Rahmetli uzun zamandan beri rahatsız idi.
Rüştü Özal için 15.Mart 2008 Cumartesi önce İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde
tören yapıldı. İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından “Onurlu bir Cumhuriyet
aydını, bir mühendislik çınarı Rüştü Özal” isimli 2004 yılında bir kitap çıkarılmıştı. Oda
Başkanı Cemal Gökçe bu kitaptan bazı pasajları okudu, hayatı ve mühendislik camiasına
katkıları anlatıldı. Cenazesine pek çok inşaat mühendisi yanında ailesi ve yakınları katıldı.
Aynı gün Teşvikiye Camiinde kılınan öğle namazının ardından, Sütlüce’de toprağa verildi. Eşi
Ulya Özal ve yeğenleri Selçuk Özal, Fatma Özal ve Ayşe Okçu ve yakınlarına baş sağlığı
diliyorum. Ulu Çınar, Rüştü Özal, Nur içinde yat…..
(YENİ MERAM 19.05.2008 Sayfa 3)
18
DEDİĞİ SULTAN MENAKİBİ
Mehmet BİLDİRİCİ
Araştırmacı-Yazar
Anadolu’ya gelen ve Türklerin bu topraklarda yerleşiminde etkili olan ulu çınarların gelişlerini
ve Anadolu’da yerleşimlerini anlatan MENAKİPNAME’ler vardır. Seydişehir’e yerleşen ve
oranın yeniden kuruluşunu sağlayan Seyid Harun Veli menakibi ile Ilgın Mahmut Hisar
köyüne yerleşen Dediği Sultan menakibi, Konya çevresinde bilinen çok önemli örneklerdir.
Menakipnamelerde, bu ulu kişilerin Anadolu’ya gelişleri ve Anadolu’yu yurt tutuşları efsanevi
şekilde anlatılır. Anadolu insanı sevdiği insanları göklere çıkarır, kafasında tasarladığı tüm
güzellikleri onda görmek ister. Bu yönden menakipnameler abartılıdır. Bu yönden tam tarihi
belge olarak kabul edilemez. Ama öte yandan yaşadığı dönemin şartlarını, yaşam ve
düşünce tarzlarını, inançlarını gösteren önemli belgelerdir.
Dediği Sultan Menakibinin bir fotokopisi Araştırmacı yazar, birlikte uzun sohbetlerimiz olan
rahmetli Sefa Odabaşı tarafından bana verilmiştir. Menakip yaklaşık 1973 yıllarında Sefa
Odabaşı tarafından bir sahafta görülmüş ve satın alınmıştır. Sefa Odabaşı’nın bu konuda
04.07.1998 tarihinde Yeni Meram KIRKAMBAR’da çıkmış bir yazısı da bulunmaktadır.
Dediği Sultan Menakibine göre Dediği Sultan yada diğer söylenişi ile Şeyh Halit Dediği
Türkistan’da Ahmet YESEVİ neslindendir. Anadolu’ya Turgut oğulları ile gelmiş, gelmeden
önce Hicaz’ı ziyaret etmişlerdir. Dediği Sultan Kırşehir’e yerleşen HACI BEKTAŞ VELİ’nin
amca oğullarındandır.
Yatağan Ahmet (Mürsel) ismindeki erin, Dediği Sultan’ın çok yakını olduğu, onu beklemesi
için Melengürit dağında bıraktığı ifade edilmektedir. Gerçekten önceleri toplu halde
Melengürit (Erenler-Erengirit dağı) dağında bir süre yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bu dağın
zirvesinde arkeolojik veriler bir erken Bizans kilisesinin olduğunu göstermektedir. Dediği
Sultan, Yatağan Ahmet Mürsel ve diğer kafile bu kalan taşlardan kendilerine bir süre
kalacakları yaşam ve ibadet yerleri yaptığı anlaşılmaktadır.
Dediği Sultan bu dağdan Ilgın Mahmut Hisar köyüne, Yatağan Ahmet de dağın hemen
yakınında o zaman ismi Söbü Çimen olan sonra Yatağan ismini alan köye yerleşmişlerdir.
Menakibe göre Dediği Sultan Seyid Harun Veli ile görüşmüş karşılıklı kerametler
göstermişlerdir.
Bende bulunan ve yayınladığım “Yatağan Köyü Dünü, Bugünü” isimli yayınıma bilgisayar
ortamında eklediğim menakipnamenin Dediği Sultan’ın ölümünden sonra Farsça olarak
Muhammet Dede tarafından yazıldığı ve çok eskidiği için H 1277 (1861) tarihinde
Muhammed Hamdi oğlu MUSTAFA RÜŞTÜ (ölümü 1878) tarafından Türkçe lisanına
çevrildiği menakipnamenin sonunda açıklanmaktadır.
Dediği Sultan Menakibi, Araştırmacı-yazar eski Müze Müdürü Zeki ORAL, Vakıflar dergisinin
3. sayısında (1954 yılı) “Turgutoğulları ve Eserleri” isimli yazısında Mahmut Hisar köyündeki
Tekke muhafızı elinde Dediği Sultan Menakibi gördüğünü belirtmekte ve yazısında bir özeti
verilmektedir. Bu menakibin farklı bir yazım olduğu ama ana konularda bir değişiklik
olmamasına karşı bazı farklar olduğu anlaşılmaktadır. Buradan menakipnamenin farklı
yazılımları olduğu anlaşılmaktadır.
Menakibe göre Dediği Sultan’ın H 550 yılında öldüğü ve Mahmut Hisar köyüne gömüldüğü
ifade edilmektedir.
Tüm bu bilgiler, Yatağan Ahmet Mürsel’e yapılan 1407 tarihli vakıf ve diğer tarihi belgeler
incelendiğinde şöyle bir özet çıkarmak mümkündür.
Dediği Sultan ve Yatağan Ahmet Mürsel’in 15. yüzyılın başlarında Turgutoğulları ile birlikte
Anadolu’ya geldikleri, Ahmet Yesevi neslinden olabilecekleri, bir süre Melengürit dağında
kaldıkları, Seyid Harun Veli ile görüşmelerinin mümkün olmadığı (Zira kendisinin ölümü
1320), belki onun torunlarından biri ile görüştüğü, Mahmut Hisar köyünde Selçuklu
döneminde yapılmış olan bir türbeye gömüldüğü, Akşehir ve yakın çevre de başka Dediği
Sultanlar bulunduğu, ancak onlarla bağının kurulamadığı anlaşılmaktadır.
19
Sonuç olarak Dediği Sultan’ın Mahmut Hisar’da önce yapılan Selçuklu türbesinde, Yatağan
Ahmet Mürsel’in Yatağan köyünde kara örtü bir türbede gömülü olduğu bilinmektedir. Bu ulu
kişilerin yaptıklarının unutulmadığı ve her ikisinin soyunun bugün devam ettiği ve büyük
ataları için büyük saygı beslediği anlaşılmaktadır.
Kaynak: Daha fazla bilgiler, Yatağan Mürsel soyundan gelen Mehmet Bildirici’nin “Yatağan
Köyü, Dünü Bugünü” isimli bilgisayar ortamında yazılmış özel yayınında bulunmaktadır.
Buna ulaşmak isteyeceklerin yazarın mail adresine ulaşması gerekmektedir.
Mail; [email protected]
(YENİ MERAM 21.05.2008 Sayfa 3)
20
ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI İLE BİR ANI
Mehmet Bildirici
Abdülbaki Gölpınarlı’nın Üsküdar Salacak’taki eski ahşap konağının soyulduğu manşet haber
olarak 03.03.2006 tarihli Murat Bardakçı yazısı ile duyuruldu. Bu vesile üstadın şarkiyat ve
Mevlevilik konusunda çalışmaları hakkında yazılar yer aldı. Neyse ki üstadın 70 yıllık
çalışmalarından oluşan kitaplarının büyük bölümü vasiyeti üzerine Konya Mevlana Müzesi’ne
bağışlanmıştı.
Gölpınarlı çalışmaları dolayısıyla Konya’da çok bulunmuştur. Gölpınarlı 1930 yılında Konya
Lisesi Edebiyat öğretmeni olarak atanmış ve 1932 yılında görevden alınmıştır!!! Buna
rağmen bu kısa öğretmenliği ile Konya Lisesi’nin onur kaynağı ve lisenin en tanınmış
öğretmenlerinden biridir.
Üstatla bir anımı sizlerle paylaşmak istiyordum. 1970 yılıydı. Uzaktan akrabam olan Ahmet
Ağa Gölpınarlı’yı tanıdığını, beni de tanıştırmak istediğini söyledi. Birlikte gittik. Kendisi
Mevlana Müzesi’nde idi. Seyrek bembeyaz saç ve sakalı ile karşımızda bir heybetli heykeldi
sanki, elinde sigara ağızlığı, gözünde gözlük vardı. Devamlı düşünce içinde olan ve hiç
gülmeyen düşünen bir insan heykeliydi. Ahmet Ağa iyi niyetli, açık düşünceli ama kültürden
gelme bir kişi değildi. Üstada yaranmak için dışarıda kolları ve başları açık Avrupalı bayan
turistleri göstererek “bu çıplakları bu kutsal makamdan değnek ile kovalamalı dedi” Bunun
üzerine üstat çocuklar dinleyin dedi ve şunları anlattı.
“Musa peygamber Tur dağında Yarab bana yüzünü göster der. Falan noktaya bak diye ses
gelir. Musa oraya baktığında bir kişinin eli, arkadaşının cebinde parasını çalmakta, Musa
bağırır Yarab onları mahvet bana kendi yüzünü göster der. Başka bir noktaya bakması
istenir. Orada da bir kişi başkasının eşi ile zina halinde, Musa gene onları da kahret, bana
kendini göster der. Bu defa Tanrı şöyle seslenir. Ya Musa ben binlerce böyle sahne
görüyorum, sana sadece ikisini gösterdim, tahammül gösteremedin, henüz beni görme
olgunluğuna gelmemişin” der.
Evi Üsküdar’da olan, Üsküdar’da Seyit Ahmet Deresi İranlılar (Şii Caferi mezarlığı)
mezarlığında gömülü üstadın bu anlamlı ve felsefi hikayesini hiç unutmadım.
(ÇAĞRI TEMMUZ 2008 SAYFA 27)
21
KONYA’NIN İLK MİMARLIK OKULU YERLE BİR EDİLMİŞ
Mehmet Bildirici- İnş.Y.Müh- Araştırmacı Yazar
Konya’da Osmanlı devletinden gelen Orta öğretim Kurumu Konya Lisesi (Konya İdadisi)
1889 yılında açılmış ülkeye büyük hizmet etmiş pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bende bu
Lisenin 1957 yılı mezunuyum bundan da büyük mutluluk duymaktayım.
Konya Lisesi’nin hemen arkasında ise son zamanlarda Yetiştirme Yurdu olarak hizmet veren,
Cumhuriyet döneminin güzel bir mimari eseri olan BİNA VARDI !!!!!!!!!!!
Bu binada Konya’da Yüksek İslam Enstitüsü ve Eğitim Enstitüsü’nden sonra 1971 yılında
KONYA MÜHENDİSLİK VE MİMARLIK AKADEMİSİ kuruldu. Akademi yıllarca hizmet
verdikten sonra halen Selçuk Üniversitesi bünyesi içindedir.
Dikkatinizi çekerim o tarihte henüz Selçuk Üniversitesi mevcut değildi. Benimde öğretim
görevlisi olarak çalıştığım bu binadan pek çok İnşaat Mühendisi ve Mimar yetişmiş olup hepsi
bugün Konya’da önemli mevkileri dolduruyor, bundan da büyük gurur duymaktayım.
Ben halen 12 yıldan bu yana İstanbul’da oturuyorum. 1991 yılından bu yana bir mühendis
gözü ile Konya’nın tarihini, su yapılarını eski kentlerini ve dokusunu incelemekteyim. 17
yıldan bu yana topladığım belgeleri Mimarlık Odası’nda sergilemek için Konya’da
bulunuyorum.
İlk günü sokağa çıkınca Mimarlık Okulunun yerle bir edildiğini içim sızlayarak gördüm ve
şoke oldum. İTÜ İnşaat Fakültesi’nden mezun olduğumdan bu yana 45 yıllık mesleki
bilgilerimle, 17 yıllık Konya ve çevresi ile ilgili araştırma ve bilgi birikimimle, bu nasıl yapılır bir
cevap bulamadım.
Mimarlar Odasında binanın yıkımını, babamın ölümünü anlatır gibi dert yanarken Mimar
meslektaşım ve eski öğrencim Mehmet Avcı’ya rastladım. Öğrenci iken her nasılsa geniş
açıklıklı salonun çatısına çıkmış, şahane ahşap çatı ile kapatıldığını söyledi duyunca
üzüntüm daha da arttı. Bugün geniş açıklıklar yeni ortaya çıkan malzemelerle çok kolay
aşılmaktadır. Yaklaşık 80-100 yıllık ahşap çatı bir mühendislik harikasıdır. Korunmalı müze
olarak değerlendirilmeli idi.
Yıkımı başarı ile gerçekleştiren !!!!! Sayın Meram Belediye Başkanı yıktığı bu binayı
incelemiş midir? Bilgi birikimi buna yeterli midir? Merak ediyorum. Acaba belgelemek en
azından bir rölevesini çıkarmak aklına gelmiş midir?
Aslında bu bina anıt olarak tescil edilmeli idi. Gözden kaçtığını sanıyorum. Bu yıkmak için
fırsat mı? Bu değerleri korumak bilince niye Belediye Başkanlığında yok anlamak mümkün
değildir.
Mezun olduğum Konya Lisesi de bahçesi Meram Belediyesi’nce alınmak ve yerinden
uzaklaştırılmak istendi, değerli mezunların çabası ile şimdilik badireyi atlatmıştır.
Ama Konya’nın bu ilk mimarlık okulu ve şahane çatısı maalesef depremlere dayanmış
depremden daha tehlikeli zihniyete yenik düşmüştür.
Sayın Meram Belediye Başkanı olay tarihi süre içinde değerlendirilecektir.
ANCAK ŞUNA KUVVETLE İNANIYORUM, İLERİ NESİLLER SİZİ HAYIRLA YAD
ETMEYECEKLERDİR.
[email protected]
(YENİ MERAM 22.08.2008 )
22
MİMARLAR ODASINDA
ANTİK ÇAĞDA ICONIUM (KONYA) VE YAKIN ÇEVRESİ
BELGE VE FOTOĞRAF SERGİM
Mehmet BİLDİRİCİ
İnş.Y.Müh. Araştırmacı yazar
Konya’da 1965-1972 yılları arası Proje ve Müteahhitlik işlerinde, 1971-1982 yılları
arasında Konya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisinde Yapı Malzemesi ve Yapı
Statiği derslerini yürüttüm. Akademi Başkanından sonra tayin edilmiş ilk öğretim
görevlisi idim. Daha sonra 1984-1995 yılları arasında DSİ IV. Bölge Müdürlüğü’nde
çalışmış bulunuyorum. Küçüklüğümden bu yana tarihe büyük ilgi duymakta idim.
1991 yılında mesleki bilgi birikimimi ve tarihi birleştirmek istedim, karşıma tarihi su
yapıları çıktı. O yıldan bu yana disiplinli bir şekilde araştırmalarımı sürdürüyorum.
Bu konuda DSİ Genel Müdürlüğü ve Konya DSİ IV. Bölge Müdürlüğü’nden büyük
destek gördüm. Konya Tarihi Su Yapıları isimli çalışmamı yayınladılar, bu
çalışmamım teknik gözle tarihe bakan ilk kitap olduğuna inanıyorum. Daha sonra
emekli olduktan sonra da 2004 yılında “Tarihi Sulamalar, Depolama ve Taşkın
Koruma Tesisleri” isimli kitabımı yayınladılar. Bu benim büyük ufkumu açtı, bu konuda
uluslar arası toplantılara katıldım.
Sergi alışkanlığını da yazları geçirdiğim Gökova Akyaka’da kazandım. Gökova
Akyaka’da resim ürünlerinin sergilendiği salon var. Orada Gökova’nın tarihi
değerlerini ve güzelliklerini gösteren bu türde ilk sergi açtım. Çok ilgi çekti, 2006
yılında bilgisayar ortamına alarak yeniledim. Bu yıl 18.07.2008 tarihinde yukarı
başlıktaki sergimi açtım. Bu defa izleyenler tamamen Konya dışından idi, büyük ilgi
uyandırdı.
Bu çalışmalarımı Konya’ya taşımak istedim. Ama devamlı burada yaşamadığımdan
salon konusunda belirsizlikler vardı. Meslektaşım ve akrabam Muzaffer Tanrıkulu
Mimarlar Odası Başkanı SERDAR IŞIK ile görüştü. Serdar Işık yetkili organları ile
görüştü ve bana salonlarını açtılar. Kendilerine çok teşekkür ediyorum.
Bilgisayar ortamında hazırladığım tüm çalışmaları burada sergileyip giderken de
Mimarlar Odası’nın kitaplığına bırakacağım.
Sergi 23.08.2008 tarihinde saat 17.00 de bir kokteyl ile açılacak. 30.08.2008 tarihine
kadar açık kalacaktır.
Böyle bir yerde sergi açmaktan son derece mutluyum. Zamanın kopardığı tüm
meslektaş eski öğrencilerle buluşup kucaklaşacağım.
Buradan Mimarlar Odası Başkanı Serdar Işık ve Yönetim Kurulu üyelerine ve
çalışanlarına teşekkürü bir borç bilirim.
[email protected]
(YENİ MERAM 22.08.2008 )
HABER OLARAK ÇIKTI
23
GÖKOVA NEKROPOLÜNDE GÖRÜLMÜŞ ANFORA SAPLARI
MEHMET BİLDİRİCİ
Araştırmacı-Yazar
Gökova’da dağın yamacında bulunan evlerin en üstünde, ormanın içinde olan eski bir evde
Meryem Kuzey ismini almış eski ismi Marita olan Amerikalı bir Hanım yaşamaktadır. Kendisi
ile tanıştım. Meryem Hanım, Marangoz Mustafa Kuzey’in eşi, daha önce 20 yıl kadar
Marmaris bölgesinde yaşamlarını sürmüşler, sonunda bir ev satın alıp Gökova Beldesi’ne
yerleşmişler. Meryem Hanım “Akyaka Kültür-Sanat Derneği”nin de üyesi. Eşi Mustafa Usta iyi
marangoz olup çok güzel kaptan köşkü inşa edermiş.
Meryem Hanım Delhausie Üniversitesi, Classics Department, Halifax Nova Scotia, Kanada’
da öğrenim görmüş.
Antik kentin nekropolünde yaptığı gezilerde aşağıda resmini gördüğümüz amfora saplarına
rastlamış. Onları bana da gösterdi.
Kulpu yazılı olan amforalar, bölge Rodos yönetiminde iken “İdimalılar Birliği” teşkilatı
tarafından ticaret maksadı ile zeytinyağı, şarap vs gibi sıvı maddelerin naklinde, daha sonra
ikinci olarak ölü gömülmesinde kullanılmış.
Üzerinde yazılardan amforaların nerede yapıldığı görülmekte, gül, güneş tanrısı olanların
yapım yeri Rodos adası. Bir tanede Anthiaksio yazılı olan var, belki Antakya’dan … Bu
dönemde Knidos ve Kos adalarından da ticaret yapıldığı biliniyor.
PEREK yazılı bir kurşunun da ilginç bir anlamı var. Gökova Beldesi’ni ziyaret eden İsveçli
Paavo Roos’un ifadesine göre avda kullanılan bu kutsal kurşun eski Yunan’da nadir görülen
şamanist bir inançtan gelme imiş. !!!!
Amfora sapları
24
Amfora saplarının tarafımdan çizilmiş resimleri
Gene Meryem Kuzey’in arşivinde bulunan ve bir fotokopisi bana da verilmiş bir yayın
bulunmaktadır. “AMPHORAS, and the ancient wine trade” (American School of Classical
Studies at Athens. Princeton- New Jersey, 1979)
Burada şarap, yağ, vs gibi sıvı maddelerin taşınmasında kullanılan iki kulplu amforaların ilk
defa Fenikeliler tarafından, daha sonra Mısır’da kullanıldığı, M.Ö 7. yüzyılda Yunanistan’da
görüldüğü, M.Ö. 3. ve 2. yüzyılda Rodos’ta yaygın şekilde görüldüğü anlatılmaktadır.
Amforaların aynı zamanda ölü gömütü olarak da kullanıldığı ifade edilmektedir.
Aynı eserde Rodos’a ait Amfora sapları da görülmektedir. Bunlar içinde Gül resmi yer
almaktadır. Aynı eserde Rodos’ta bulunan Amfora saplarında gül ve Güneş Tanrısı Helios’a
çok sık rastlanıldığı anlatılmaktadır.
Çok ilgi çekici olan şudur. Sessiz ve bilim dünyasına duyurulmamış bu yazılı amfora sapları
Knidos’tan sonra Türkiye’de ikinci defa görülmektedir. Bu bakımdan bu bilgileri bizlere
ulaştıran Meryem Kuzey ne kadar kutlansa yeridir. Bu ise aynı zamanda Idyma’nın tarihteki
önemini daha da artırmaktadır.
Meryem Kuzey
25
26