Teknoloji 101

Transkript

Teknoloji 101
24 Eylül 2009
Teknoloji 101 - Sayı 2
http://ieee.bilkent.edu.tr/teknoloji101
Bu sayımızda neler var?
Sayfa -3
Sayfa -9
Sayfa -11
Sayfa -14
Mazda RX-8 ve Wankel Motoru-Sayfa 20
3G-Cepte 3.Nesil – Sayfa 23
Memristörler
WiTricity - Sayfa 27
- Sayfa 25
Hulusi Ağbiyle Kareli Gömlek – Sayfa 29
Ekmel Özbay ile Metamalzemeler ve Nanoteknoloji Üzerine
iletkenliği sonsuz malzemeler var. Yalnız
bunların µ’sünü değiştiremezsiniz, µ sabittir.
Yani var olan malzemelerin elektromanyetik
özelliklerini değiştiremezsiniz. Özetlersek,
biz neye ihtiyaç varsa ona göre malzemeyi
tasarlıyoruz. Bu yüzden metamalzeme
elektromanyetik özelliklerini kontrol
edebildiğimiz malzeme anlamına geliyor.
Nanotam'ın direktörü, Türkiye'de
nanoteknoloji denince akla ilk gelen
isimlerden biri... Prof. Dr. Ekmel Özbay ile
nanoteknoloji ve metamalzemeler üzerine
kısa bir söyleşi yaptık...
Tek101 : Öncelikle merhaba, sizin
metamalzemenin isim babası ve
geliştirenlerden biri oluduğunuz söyleniyor.
Bize metamalzemeyi kısaca anlatabilir
misiniz?
Ekmel Özbay : Metamalzemenin isim babası
tek başına abartılı olabilir ama biz
metamalzemeyi keşfeden ve geliştiren
guruplardan bir tanesiyiz. Şimdi meta,
metafizik gibi.. Metafizik, fizik üstü demek,
doğada olmayan. Metamalzeme de normalde
doğada olmayan malzeme. Niye bunlar
doğada yok, çünkü bunlar aslında bizim
tasarladığımız malzemeler, yani biz
özelliklerini önceden belirliyoruz; teorik
hesaplarla diyoruz ki bu malzemenin özelliği
şu olsun, yani burda bahsettiğim hep
elektromanyetik özellikler. Elektromanyetik
derken de, nasıl olsa IEEE dergisine
konuştuğumuza göre, ε ve µ . Yani biz
malzemenin hem ε’unu hem de µ’sünü
bağımsız olarak istediğimiz değerde
kaydırabiliyoruz. ε’u ve µ’yü sıfır da sonsuz
da yapabiliyoruz, aynı anda ikisi de sıfır ya
da sonsuz. Bunların hepsi uç bölgeler.
Aslında doğada ε’u çok yüksek, hatta
Peki metamalzeme görünmezlik pelerininde
nasıl kullanılır?
Şimdi aslında görünmezlik pelerini standart
olarak optik bir problem. Görünmez ne
demek, elbette bir malzemeyi yok
etmiyorsunuz, sadece optik olarak
gözükmüyor. Optik olarak 2 türlü
gözükmemek var: biri radara yakalanmamak
yani yansıyan ışığın sıfıra inmesi. Yalnız bu,
görünmezlik değil çünkü arka taraftaki insan
bunu farkedebiliyor. Görünmezlik siyah
demek, yani yansımayan. Ancak, siyah bir
şeyi beyaz bir ortama koyduğunuz zaman
çok güzel bir şekilde gözüküyor.
Görünmezliğin esas anlamı; gölgesi olmayan
demek. Yani bir ışık tuttuğunuz zaman hiç
gölge oluşmayacak; ışığı tuttuğunuzda, öbür
taraftan ışığı görebileceksiniz. Şimdi, bu
aslında çok güzel bir optik problem. Mesela;
bir malzemeyi ben görünmez yapmak
istiyorum. Yani gelen ışığı olduğu gibi
yanlardan dolandırıp yine takip etmek
istiyorum. Öyle üç boyutlu bir ε - µ dağılımı
yaratmalıyım ki bu problemin çözümünde,
gelen ışık cismin arkasında yeniden
gözüksün. Bunun çözümü aslında var. Ancak
sorun şu: ε ve µ uzayın her noktasında farklı
olmalı ancak bu doğada olamayan bir olgu.
Doğada ε - µ’yü kontrol edemiyoruz ancak
metamalzeme bize bunu sağlıyor. Biz sonuç
olarak bir maddenin etrafına öyle bir kalkan
koyuyoruz ki gelen ışık etrafından dolanıp
gidiyor. Bunun ε - µ’sünü analitik olarak
Ar-ge demişken ben şunu sormak istiyorum.
biliyoruz. Bizim yaptığımız bunu
Toplumda şöyle bir inanış vardır: teknolojik
metamalzeme ile oluşturmak.
ar-ge ilk önce askeri amaç geliştirilir ve
ardından sivil piyasaya sürülür. Bu konu
Metamalzeme ya da görünmezlik pelerinini
hakkında ne düşünüyorsunuz?
askeri alanda, mesela tankları görünmez
yapmada kullanabilir miyiz?
İnsanların temel ihtiyaçları vardır:
yemek,içmek ve korunmak. Şunu kabul
Teorik olarak evet. Ama bunu yarın
edelim 10000 yıllık insan tarihinde hep
yapabilecek noktada değiliz. Niye değiliz
savaşlar var; hep güçlü olan kazanıyor ve
çünkü şu anda bizim kapladığımız cisimler
tarihi onlar yazıyor. Askeri üstünlük 10000
geometrisi iyi bilinen cisimler. Mesela bir
yıldır elden bırakılmayan bir şey, güçlü
silindir şeklinde. Bir silindirin geometrideki
toplum deyince yanına askeri gücü eklemek
analitik çözümünü bulmak kolay. Biz şunu
zorundasınız. Bu bakımdan askeri
yapıyoruz: Herhangi bir cisim için
teknolojiler en temel ihtiyaç. Bitmeyen bir
elektromanyetik simülasyon yöntemleriyle
şey bu. Sabit kaynak ve bu kaynaklara sahip
uygun bir çözüm yaratıyoruz ve bu her
olmak isteyen başka insanlar olduğu sürece
noktada özel bir çözüme karşılık geliyor.
siz bunları korumak elinizdekileri sahip
Fakat bunu tanka uyarlamak çok zor bir
olmak ya da daha fazlasına sahip olmak için
elektromanyetik problem. Aslında bunun
savaşlar devam ediyor. Bu yüzden, bütün
daha kolay bir yöntemi de çıktı. Yerde duran
dünyada askeri güce ihtiyaç duyuyorsunuz
bir cismi, tank gibi, sadece üstüne
ve ozaman bu askeri teknolojiler önceliğe
kaplasanız, halının altına saklamak demek
sahip oluyor. Orada önemli olan ihtiyaç
bu, onu görünmez yapabiliyorsunuz. Şu an
gidermek olduğu için pahalı bir teknolojiyi
ar-ge olarak daha karmaşık cisimler
üretmeye çekinmiyorsunuz. Bu bakımdan bu
üzerinde çalışılmaya devam ediyor.
olay sosyolojik bir durumun sonucu. Roma
İmparatorluğu niye ayaktaydı? Çünkü çok
Yani elimizde standart bir pelerin olup,
güçlü bir teknolojiye sahipti. Aynı şey
herhangi bir cisim üzerine koyamıyoruz.
Osmanlılar için de geçerli.
Hayır, öyle bir çözüm yok.
Metamalzemenin askeri kaynakları
desteklemek amaçlı bir misyonu var mıydı?
Peki uzun vadede bu aşamaya
geçilebileceğini düşünüyor musunuz?
Yok hayır, metamalzeme tamamen merakla
olan bir şeydi. Teorik olarak ortaya koyan da
Bana elektromanyetik olarak mümkün
zaten bir fizikçi, John Pendry. Biz deneysel
geliyor. ar-genin amacı bu. Önce ufak bir
olarak göstermiş olduk. Bu tür şeylerde,
adım atıyorsunuz, sonra o adımlar büyüyor.
araştırma yapmak istiyorsanız, kaynak
Şu an cep telefonu ile konuşuyorsak,
arayışı içine giriyorsunuz. Kaynak arayışında
uçabiliyorsak bu 300-400 yıllık bilginin
da askeri uygulamalar her zaman iyi
küçük adımlarının sonucu oluyor.
kaynaklardır. 1987’de Amerika’ya gittiğimde
ar-ge’nin %80 i askeri kaynaklardan
geliyordu. Şu an oran % 60 oldu. Aslında
sulandırıp sizin bilgi seviyenize indirsek,
askeri olarak geçiyor ama bunların
sadece genel kültür kazanırsınız. İşi yapacak
çoğunluğu temel araştırma. Şu bir gerçekki
seviyeye gelemezsiniz. Bir de nanoteknoloji
şirketler karlarından parayı üniversiteye
kendi başına bir alan değil bu yüzden genel
ayırmak istemiyor. Şirket sahipleri karın para
bir nanoteknoloji eğitimi söz konusu değil.
olarak gelmesini istiyor. Temel ar-ge’ye para
Aksine mühendislik, matematik, kimya,
ayırmıyorlar. Hükümetler ayırıyor.
biyoloji, fizik ya da malzeme bilimi gibi
Hükümetler de olmuşken biraz daha işimize
değişik eğitimler almış insanların
yarayan bir şey olsun dediklerinden işin
oluşturduğu bir üst şemsiye. Biz yıllardır bu
askeri kısmı önem kazanıyor. Mesela,
işleri yapıyorduk; bu sadece yeni bir şemsiye
Amerika’daki hızlı bir değişim. Bundan önce
ismi. O yüzden nanoteknolojide bir şeyler
en fazla yatırım savunma sanayiine giderken
eksik kalmıyor. Zaten siz ileride bu konuda
şu an NIH (National Institutes of Health)
çalışmak için gerekli zemini alıyorsunuz.
alıyor. Sağlık alanı çok büyük bir sektör oldu.
Belli bir branşta eğitim almanız lazım.
Amerikan ekonomisinin % 16 sı tamamen
Elektronik de olabilir, inşaat mühendisliği de.
tıbba yönelik.
O temel eğitimi piramit gibi düşünelim.
Onun sağlam olması lazım ki, başarılı bir
- Peki bir şey sormak istiyorum, projemiz
mühendis ya da bilim adamı olun.
var, elimizde maddi kaynağımız da var. İnsan
kaynağı sağlamak için lisans öğrencilerine mi
Peki, biz mezun olduk sizin yanınızda
nanoteknolojik anlamda eğitim verilmeli
çalışmak istiyoruz. Siz nasıl koşullar
yoksa lisansüstünde mi bu derslere
arıyorsunuz sizin projelerinizde çalışmak
yoğunlaşılmalı?
isteyen öğrencilerden?
- Her şeyi zamanında yapmak lazım. Siz aynı
soruyu lisede de sorabilirsiniz. Niye
üniversite derslerini almıyoruz diye. Niye
almadınız? Bilgi birikiminiz ona yetmiyor
çünkü. Size biz eletromanyetik öğretmeye
kalksak lisede ne olurdu? Hiç bir işe
yaramazdı. Aynı şekilde, bu bilgi birikimini
de tuğla tuğla üzerine örmeniz lazım. Bazı
şeyleri erkene almanın bir faydası yok. Yani
size şimdi nanoteknoloji anlatsak çok temel
seviyede bir şeyler anlatmamız lazım o da
Bu koşul hemen hemen her hoca için aynı.
dergide de okuyabileceğiniz bir şey. Siz
Benim ilk başta aradığım Bilkent’te
yeteri kadar elektromanyetik ya da quantum
okuyacaksa, Bilkent’in aradığı minimum
fiziği bilmiyorsanız, dediğim gibi 4 yıllık bir
ölçütleri sağlaması: 2.8 ile mezun
eğitimi hakkıyla almadıysanız, o
olacaksınız, ingilizceniz belirli bir seviyede
bahsettiğimiz lisansüstü ya da doktora
olacak. Ondan sonra, benim baktığım şey
derslerini almanızın bir mantığı yok. Yani biz
sebat. Herkesi öncelikle mülakata alıyorum.
lisansüstü ve doktora derslerini biraz
Çalışma arzusu var mı, hevesli mi, hemen
yılıyor mu.. Aslında bu bütün hocaların
Nanoteknolojide doktora yapmaktan
baktığı bir şey, çünkü lisans üstü ve doktora
bahsettik ve bu konuda da akla elektronik,
eğitimi çok uzun bir süreç. Tabii ki bunun
malzeme mühendisliği ya da fizik dalları
her anı keyifli değil. Şu anlamda siz de 4
geliyor. Nanoteknolojinin diğer alanlardaki
sene belki 100 tane sınav olacaksınız.
konumu nedir yani başka alanlarda ne gibi
Hepsinin iyi geçmesi gibi bir durum söz
nanoteknolojik çalışmalar var? Örneğin, ben
konusu olamaz. Bazıları kötü geçecek,
geçenlerde bir reklam da gördüm
bazıları iyi geçecek. Bu durumda belki
nanoteknolojik kumaşlarla ya da nano
doktoroda da uğraşacaksın uğraşacaksın
boyalarla ilgili.
ama bir şey çıkmayacak. Sonra başka bir
konuya başlayacaksınız. Aslına bakarsanız o
Şimdi tekstil benim de hep verdiğim bir
bir sene boşa giden bir sene değil; sonuç
örnek. Tekstil 200-300 senelik bir sanayi
almasanız da o sene, eğitimin bir parçası.
ama son zamanlarda özellikle kumaşa farklı
Sonuç olmasa bile size temel oluşturur. Bir
özellikler vererek daha önce olmayan
sene uğraşıp sonuç alamamak tabii ki insanı
özellikler kazandırabiliyorsunuz. Mesela;
üzecek bir durum. O psikolojiyi
kumaşa sensör özelliği veriyorsunuz ,ıslaklık
kaldırabilecek mi; sebat derken onu
sensörü gibi. Ya da kumaşı nanoparçacıklarla
kastediyorum. Bir de düzenli çalışacak .
dokuyunca temizlik özelliği yani bakteri
Sabah gelecek, akşam gidecek, bazen bütün
tutmama özelliği verebiliyorsunuz. Bunların
gece çalışacak. Dediğini zamanında yapacak,
bazıları da eski teknoloji aslında; bir şeyi
yani sorumluluk sahibi olacak. Baktığımız
gümüşle kapladığın zaman ne kir tutar ne de
ölçütler bunlar.
başka bir şey. Ancak çok da dikkatli olmanız
lazım, çünkü çok zehirli bir malzeme; bu
Dışardan bakınca anlaşılıyor mu bari; yani
yüzden Almanya’ da bir firma kötü duruma
siz “evet bu yapabilir bu işi” diyebiliyor
düştü. Bir ürün çıkardı; giyenlerde ölüm
musunuz ya da master öğrencilerinizden ya
olmadı ama ciddi yaralanmalar geçirdiler. İyi
da doktora öğrencilerinizden bir süre sonra
tutturamamışlar gümüş parçacıklarını, bu
ya “ben yapamıyorum, bırakmak istiyorum”
nedenle vücuda değince zehir etkisi oldu.
diyenler olur mu?
Yani kontrol altına alınması gerekiyor...
Şöyle diyeyim. Onu diyen çok az oluyor. O
olmuyor demek haksızlık şimdi, insanın
Bu herşey için geçerli. Bunun en tipik örneği
doğasında aykırı ama bazıları sıkılıyor.
asbest. Asbestin yalıtımı çok iyi olduğundan
“Sıkılma” diyorum; çünkü kendisi düşündüğü
her yerde ısı yalıtımında asbest
gibi eğlenceli olmadığına karar veriyor. Ama
kullanılırdı.Asbest 30-40 yıl önce her
bu yüzden ilk tanışmayı iyi yapmaya
yerdeydi, şimdi siz belki de görmüyorsunuz
çalışıyoruz. Her zaman başarılı oluyor
bile. Sonra asbest ve kanser vakaları
muyuz? Hayır. Ancak % 90-95’i tutuyor. Ama
arasında ciddi bir bağ yakalandı. Anlaşıldı ki
zaten Bilkent’in çok iyi bir eğitimi olduğu
asbest havada parçacıklar halinde asılı
için, Bilkent’in süzgecinden geçmiş olanlar o
kalıyor, onu ciğerlerimize çektiğimizde,
noktaya gelmiş oluyor.
kansere yol açıyor. 30 sene önce,
nanoteknoloji demediğimiz zamanalarda, bu
şekilde ölen çok insan oldu. Asbestin
Bu aslında genel bir hikayedir; Türkiye'ye
kullanımı o zamandan beri yasak. Nano
dönenler der ki ben yurtdışını teptim de
boyutlardaki maddeler burun deliğinden ya
geldim... Yok öyle bir şey. Hiçbir yerde kolay
da ciltten geçebiliyor ve vücudun savunma
değil araştırmak. Yani yurtdışında da çalıştım
mekanizmasından rahatlıkla geçebiliyor.
ben belli bir süre, burada da çalıştım. Bu bir
Asbestin zararlı olduğunu daha önceden de
tercih meselesi.Siz kendinizi nerde mutlu
biliyorduk. Ancak bizim çalıştığımız
hissediyosanız, oraya yerleşeceksiniz. Şimdi
nanoteknolojik malzemenin havada asılı
benim en sevmediğim şey, hatta şu örneği
kalma gibi bir durumu yok. Bizim baktığımız
de verelim: Köylü şehre gitmiş, leblebiyi
daha çok elektronik, fotonik özellikleri. Biz
görmüş, ekip biçtiğim nohut şehre geldin
bir şeyin üzerinde parçacık olarak
leblebi mi oldun demiş. Yani o yüzden
durmuyoruz, onu kendimiz şekilledirip nano
Türkiye’den çıkıp, Türkiye’yi beğenmeyen
boyuta indiriyoruz.
işte bu civciv yumurtadan çıkmış
beğenmemiş ya kabuğunu durumunda..
Geçen sene Hilmi Volkan hocamız dersinde
Şimdi eski ortamdan daha iyi bir noktaya
Loreal’in IBM’den daha fazla patente sahip
geldik. En azından bizler toplumun daha
olduğunu söylemişti. Bu oran hala aynı
şanslı kesimleriyiz diyeyim. Evimizde sıcak
duruyor mu?
su var, doğal gaz var. Yani temel ihtiyaç
anlamında batı standartlarının çok çok
Son istatisliklere bakmadım. Orada sonuç
üzerindeyiz bazı konularda. Bizim
olarak aslında nanoteknolojinin ne kadar
zamanımızda bunlardı dönmemek için
geniş bir şeyde olduğunu anlıyorsun.
gösterilen sebepler. Tamam sen Amerikan
Nanoteknoloji çok geniş bir yelpazeye
hayatını veya Avrupa hayatını sevdiysen sev,
dağılmış: elektronik, fizik, biyoloji, kimya...
ama bunu Türkiye’yi kötülemek için
Bu yüzden uygulama alanı oldukça fazla. Bu
kullanmamak gerekir diye düşüyorum.
da güzel bir şey, çünkü kendi bilgilerinizi
Bardağın yarısı dolu yarısı boş olayına geliyor
geliştirebileceksiniz. Ancak şu da bir gerçek
bu durum. Benim açımdan bardağın yarısı
ki, siz bir elektronik mühendisi olarak bir şey
hep doluydu. Yurt dışında da sanmayın ki
yapamazsınız kozmetik sanayinde. Ancak
herkes kapıları açıyor, gerçekler öyle değil.
şöyle olabilir sizin geliştirdiğiniz teknolojinin
Orada da bir müthiş bir kavga var. Kavga var
yan uygulaması kozmetikte kullanılır. Sizin
derken sınırlı kaynaklara rağbet. Hatta bazen
oluşturduğunuz bir parçalama yöntemi veya
daha zor bir kavga; çünkü Amerika’ya
aşındırma yöntemi orada bir işe yarayabilir.
yerleşmek isteyen çok sayıda Çinli, Hintli
Ama doğrudan kozmetikte çalışanlar daha
olduğu için onlara karşı da mücadele
çok kimyacılar.
etmeniz lazım. Yani diyelim bir proje önerisi
oluyor, buna yüz tane proje başvurusu
Baktığımızda bir çok ürün
oluyor, bunun 3 – 4 tanesi kabul ediliyor. Siz
yaptınız.Türkiye’de zor olmadı mı, sonuçta
o yüzde 3- 4’e girmek için uğraşıyosunuz ve
yurt dışından gelmiştiniz. Yurt dışında bu
bunun için çok çalışmanız lazım. Yani oraya
çalışma olanakları çok fazla. Ama siz bu
gidince hemen her şey kolay olacak değil.
olanakları bir anlamda geri tepip Türkiye’ye
Bunun zorluğunu bilmeyen insanlar var.
döndünüz. Böyle bir dönüş yaptınız ve ...
Mesela devlet gönderiyor ve bunlar geri
dönüyorlar. Devlet parasıyla okudukları için
asistanlara verdiğimiz para bundan daha
hiç bu tür şeyler yaşamamışlar, iş bulma
fazla. Sene 1994 Aralık. Ama krizin en kötü
kaygılarını veya araştırma projesi nasıl
zamanıydı, dolar üç kat değer kazanmıştı.
yürütülür bilmediklerinden sonra ben ne
Bilkent de zor zamandan geçiyordu, ama
güzel araştırma yapıyordum Amerika’da,
Bilkent’in verdiği o maaştan daha önemlisi,
beni zorla döndürttüler diyorlar.
bir imkan tanıyor size. Bunu imkanı iyi
Sonuç olarak geldik, burada başarılı olduk ve
kullandım ben. Benimle dönen başka hocalar
geri dönüp bakınca da iyi ki dönmüşüm
da oldu. Onlar da verimli kullandı bu imkanı,
diyorum.
yani herkes yolunu kendisi çizdi. Ben eskiden
Amerika’da kalsaydınız şu anda geldiğiniz
de çalışıyordum, şimdi de çalışıyorum, çok
noktaya gelemeyecek miydiniz? Yani öyle mi
çalışıyorum ve çalışmaya da devam
düşünüyosunuz?
edeceğim.
Bilmiyorum diyeyim. Hep rakamlara
Ben biliyorum, çok az uyuduğunuzu
bakacaksınız; kaç yayın yaptınız, ne kadar
söylemiştiniz derste.
şey getirdiniz.. Amerika’da bakılan ölçüt kaç
dolar getirdiğin. Üniversitelerde hocayı
Geçmişte de az uyumuştum. Ama çocuklara
alırken ilk baktığı şey o adamın ne kadar fon
hala zamanımı ayırırım yani.
getireği. Çünkü o fondan üniversite pay
kesiyor. Üniversiteyi zenginleştiriyosunuz bir
Zor olmuyor mu yani?
anlamda. Aynı şey bizim için de geçerli. Bize
ne kadar ün getirecek, kaç öğrenci getirecek,
Hiç bir çocuğum babasızlık hissetmedi öyle
daha iyi olabilecek mi diye bakıyoruz. Onun
diyeyim, hepsine de ben baktım. Geceleri
için, sayılara baktığımız zaman orada kalan
ben bakıyordum; hala da geceleri öyle. Yani
arkadaşlardan çok çok daha iyi durumdayım.
onlar öncelik, her zaman zaman kalıyor.
Yani bu noktaya bu yaşta gelen yok bildiğim
Zamanı verimli de kullanmayı bilmeniz lazım.
kadarıyla, Amerika da dahil buna.
Sizinle röportaj yapmak çok keyifliydi. Bize
Peki bu başarının sırrı ne?
zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz...
Başarının sırrı biraz şans. Bilkent’in bu
imkanı sağlaması çok önemliydi. Sonuç
Not: ε: Dielektrik sabiti, µ: mıknatıs
olarak başarma olanağı tanıdı.
geçirgenliği
Bilkent bu imkanı sağladığı için mi döndünüz
Amerika’dan?
Ekmel Hoca'nın ağzından;
Yani Bilkent’e dönmek için döndük aslında.

Derslerde uyumazdım, o tip dersleri
Çünkü, maddi anlamda, kamu
çakıştırıp başka derse giderdim. 60-70 ders
üniversitesindeki maaş ve 4 çocuğumla
almışımdır.
geçinmeme imkan yoktu. Döndüğüm zaman
benim kazancım 800 dolardı. Şimdi

Nanoteknoloji kısa dönemde sonuç
alabileceğiniz bir dal değildir,ancak uzun
vadeli çalışmalar sonucunda fayda alınabilir.


Zaman benim için çok önemli, boşa
Bu yüzden, yaz projesi ya da yüksek lisans
harcamam...
yapmak isteyenler kısa süre için bunlara
Röportaj:
katılmak istiyorlarsa, fazla tercih
Oğuzhan Teke
edilmemektedir.
Onur Sinan Köksaldı
Çok üniversitede profesörleri tanıdım, çok
N. Elif Kurt
huysuzdur, aile hayatı kötüdür ama çok
başarılıdır.
SAYILARI HIZLA ARTAN RÜZGAR TÜRBİNLERİ
Kömür, doğalgaz gibi enerji
kaynaklarının sınırlı olması ve
çevreye verdikleri zarar,
üreticileri yenilenebilir enerji
kaynaklarına yöneltti. Dünya
rüzgar enejisi 2008 raporuna
göre; dünyada rüzgar enerjisi
kullanımı %29 arttı. Rüzgar
enerjisinden elektrik üreten rüzgar santralleri ve dolayısıyla rüzgar türbinleri rüzgar enerjisinin en
yoğun kullanıldığı yerler.
Dıştan bakıldığında bir rüzgar türbini; pervane, motor, pervane ile motoru bağlayan bir göbek ve
bu sistemi taşıyan bir kuleden oluşur.
Rüzgar türbinlerinin çalışma prensibi iki temel enerji dönüşümüne dayanır: İlk olarak rüzgar
pervanelere çarpar ve pervaneler dönmeye başlar. Böylece, rüzgarın sahip olduğu kinetik enerji
mekanik enerjiye çevrilmiş olur. Pervaneler dönerek, kendisine bağlı dişlileri harekete geçirir. Dişli
sisteminin yardımıyla pervanelerden alınan mekanik güç artarak üretece iletilir. Üretecin içinde
bulunan mıknatısların dişlilerden aldıkları mekanik kuvvet tarafından döndürülmesiyle indüksiyon
akımı oluşur. Bu akım trafo gibi çeşitli enerji çeviricileri ile istenilen voltaja, akım düzeyine ve
türüne dönüştürülür. Oluşturulan elektrik enerjisi, bataryalarda depolanabileceği gibi kullanılmak
üzere doğrudan şebekeye de dağıtılabilir.
Rüzgar gücü W = ½ r A v³ şeklindedir.

W=güç/enerji,

r=hava yoğunluğu,

A=pervane döndüğünde taradığı alan,

v=rüzgar hızı.
Buradan da anlaşılacağı üzere; rüzgar hızında oluşan küçük bir değişim bile rüzgar gücünü çok
etkileyecektir. Bu sebepten ötürü rüzgar türbinleri, tepeler gibi etrafı açık, vadiler gibi rüzgarı
toplayıcı yerlere yapılmaktadır. Ayrıca, Türkiye’de yapılmamasına karşın, dünyada örnekleri
görüldüğü üzere, karaya kurulan rüzgar türbinlerinin (onshore wind turbine) yanısıra deniz gibi
geniş su birikintilerine de rüzgar türbinleri (offshore wind turbine) konulmaktadır. Denizlere
kurulan rüzgar türbinleri en az karalarda bulunanlar kadar elektrik enerjisi sağlayabilir. Sular
neredeyse pürüzsüz bir yüzeye sahip olduğundan, engeller karada olduğu gibi rüzgarın hızını
azaltmaz. Ayrıca deniz, göl gibi geniş su kitlelerinde günlük sıcak farkına bağlı olarak sürekli
meltemler oluşur ve denizlerde kurulan rüzgar türbinleri bu özelliklerden de yararlanmaktadır.
Rüzgar enerjisinden yararlanma oranı son 10 yılda büyük bir ivmeyle artıyor. Dünya Rüzgar
Enerjisi 2008 Yılı Raporu’na göre; toplam kapasite %29’luk bir artışla 121’188 MW oldu. Sera
gazları etkisinin artmasıyla, yenilenebilir enerjiye olan ihtiyacın farkına varan hükümetler; rüzgar
enerjisine olan yatırımları destekliyor. Rüzgar enerjisinden elektrik üreten ülkelere bakıldığında ilk
sırayı ABD alırken onu Almanya, İspanya, Çin ve Hindistan takip ediyor.
Türkiye’de ilki 1998’de İzmir’de kurulan rüzgar santrallerinin sayısı son 2 senedir hızla artıyor.
2007 yılında %220 ile dünyada rüzgar türbinleri konusunda en hızlı büyüyen ülke olan Türkiye
2008 yılı verilerine göre toplamda 333.4 MW’lık bir kapasiteye sahip. İzmir - Çeşme, Çanakkale İntepe, İzmir - Aliağa ve Türkiye’nin diğer birçok yerinde kurulan rüzgar santralleri, büyük ölçüde
enerji ihtiyacını karşılıyor.
Rüzgar enerjisinden eletrik üretimi; gerek maliyetin ucuz ve üretimin kolay olması, gerekse
devletlerin verdiği destekle ileriki yıllarda Türkiye’de ve dünyada daha da büyüyen bir sektör
haline gelmesi bekleniyor.
Nermin Kurt
Kaynaklar
http://worldwide-energy.net/users/imgroot/windpower1.jpg
http://www.eie.gov.tr/turkce/YEK/ruzgar/ruzgar_en_hak.html
http://www.unendlich-viel-energie.de/de/wind/detailansicht/article/46/windkraft-imueberblick.html
http://www.windpower.org/viden.html
http://www.wwindea.org/home/images/stories/worldwindenergyreport2008_s.pdf
Linux Nedir?
Linux 1991 yılında Helsinki Üniversite'sinde Linus
Torvalds adlı Finlandiyalı bir üniversite öğrencisinin
"mevcut alternatiflerin yetersiz olması" sebebiyle
geliştirmeye başladığı Unix tabanlı bir "işletim sistemi
çekirdeğidir".
Peki "işletim sistemi" ile "işletim sistemi çekirdeği"
arasında ne fark var? Bir işletim sistemi belirli parçalardan oluşan bir bütündür. Ancak, çekirdek
sistemin bel kemiğidir. İnsan vücudunu düşünün; vücudunuz bir bütün olarak işletim sistemini
oluşturur, ama vücudunuza şeklini veren, işlevlerini sınırlayan şey omurganızdır.
İşte bu çekirdek, Torvalds'ın Internet'te yaptığı duyuru sonucunda çabucak benimsenmiş ve dünya
çapında birçok programcının emekleriyle hızlı bir gelişim sürecine girmiştir. Kısa süre içinde
dünyada Richard Stallman önderliğindeki GNU (GNU's Not Unix) hareketiyle beraber yayılmaya
başlayan özgür yazılım felsefesinin en büyük örneği haline gelmiş ve günümüzde "GNU/Linux"
adını verdiğimiz işletim sisteminin temelini
oluşturmuştur.
Gelelim belki de en çok merak edilen sorulardan birine:
"Neden Linux?". Bu sorunun onlarca farklı yanıtı
olmasına ve bugün hala tartışılıyor olmasına rağmen
cevaplamaya çalışalım. Öncelikle Linux "açık kaynak
kodlu"dur. Peki nedir bu "açık kaynak"? Herhangi bir
binayı düşünün. Bu binanın belirli özellikleri var;
yükseklik, daire sayısı, depreme dayanıklılık v.s. Bu
binayı istediğiniz gibi kullanabilir, dekore edebilirsiniz.
Peki ya binaya bir balkon eklemek, ya da aynı binadan
bir tane de kendinize isterseniz? O binanın nasıl
yapıldığının bilgisi elinizde yoksa bunları yapamazsınız
değil mi? İşte "açık kaynak" o bilginin sürekli, herkes için ulaşılabilir olmasını sağlar. Yani
istediğiniz zaman o bilgiyi alabilir, zevkleriniz doğrultusunda değişiklikler yapabilir, hatta kendi
binanızı yapabilirsiniz! Yazılımlarda da bu böyledir. Bir yazılımın kaynak kodu, neyin nasıl
yapıldığının bilgisini taşır. Kaynak kod bilgisayar tarafından "ikili" (binary) hale getirilir ve yazılım
çalıştırılır. İşte açık kaynak burada önem kazanmaktadır, zira kaynak koddan ikili koda geçiş her
zaman mümkünken, tersi hiçbir zaman mümkün değildir, yani elinizde açık kaynak kodlu
olmayan bir program varsa, o programın "neyi nasıl ve neden yaptığını" bilmeniz mümkün
değildir.
"Neden Linux" sorusuna cevap aramaya devam edelim. Belki de en önemli gerekçelerden birisi
Linux'un "özgür" (free) olmasıdır. Ne yazık ki toplumun önemli bir kesimi bu konuda büyük bir
yanılgı içindedir. Özgür yazılım "bedava yazılım" demek değildir, aksine ücretli bir yazılım da
özgür olabilir. Bu kavramı açıklayan güzel bir kalıp var İngilizce'de: “free as in free beer” (bedava).
Ancak özgür yazılımın kast ettiği “free as in freedom” (özgürlük). Aradaki fark basit görünse de
son derece önemlidir. Peki bu özgür yazılımlar nasıl oluyor da bu kadar hızlı gelişiyorlar? İşte bu
noktada "lisans" kavramıyla tanışıyoruz. Bir çok açık kaynak lisansı olsa da bizim için en önemlisi,
Linux çekirdeğinin de lisansı olan GPL yani Genel Kamu Lisansı'dır. Bu lisans özelliği nedir? Bir
program yazdığınızı ve bunu GPL ile lisansladığınızı düşünün. İşte o andan itibaren programınız
kaynak kodu "toplumun malı"dır. Yani isteyen, istediği amaçla, istediği şekilde değiştirerek bu
programı kullanabilir. Bu noktada en sık sorulan soru "Bunu neden isteyeyim ki? Ne faydası var
ki?" olmaktadır. Bu soruya da örneklemeyle cevap verelim. Bir resim galerisi programınız var, her
şey gayet güzel çalışıyor ama istiyorsunuz ki bütün resimlerin etrafında süslü bir çerçeve olsun,
böylece program daha hoş gözüksün. İşte tam bu anda GPL lisansı sizi Amerika'yı yeniden
keşfetmekten kurtarıyor. Başka birinin GPL ile lisansladığı, resimlerin etrafına çerçeve ekleyen bir
kodu alıp, anında kendi programınıza ekleyip uyarlayabiliyorsunuz. Böylece ortaya çıkan ürün çok
daha kısa sürede ve "toplumun çabasının ürünü" olarak çıkmış oluyor. Başkalarının GPL ile
lisansladığı yazılımları kolayca kullanabilmek güzel değil mi? Peki bir programcı neden kendi
yazılımını da bu lisansla dağıtsın? Çünkü bir başkası da sizin yazılımınızı kullanarak çeşitli
programlar üretebilir ve böylece sürekli ve düzenli bir gelişmenin temelleri atılmış olur.
Güzel! Bütün bunları okudunuz ve "Ya bu Linux iyi bir şeye benziyor, bir deneyeyim bari"
diyorsunuz. O zaman Linux'un arkasında yatan felsefeyi bir kenara bırakalım ve daha pratik
konulara gelelim. "Linux'u denemek" için ihtiyacınız olan şey bir "Linux dağıtımı"dır. Linux
dağıtımları, çeşitli özgür yazılımları bünyesinde barındıran, kullanıcıya bir takım kolaylıklar sunan
ve bütün bunları bünyelerindeki Linux çekirdeği ile uyumlu halde çalıştıran işletim sistemleridir.
Günümüzde dünyada 1000'den fazla Linux dağıtımı bulunmaktadır. Her biri kendine özgü
özellikler içermekte ve değişik amaçlara hizmet etmektedir. Diğer işletim sistemlerini düşünün.
Sisteminizi kurduktan sonra çeşitli işleriniz için programlar kurmanız gerekiyor değil mi? Peki
sistem kurulmuş olmasına rağmen neden hala başka yazılımlar kurmak zorundasınız? İşte bir
Linux dağıtımı kullanarak bu sorunu da çözmüş oluyorsunuz, çünkü bu dağıtımlar ofis
programlarından, Internet tarayıcılarına, grafik programlarından oyunlara kadar ihtiyacınız
olabilecek her türlü özgür yazılımı da beraberinde getiriyorlar. Eğer bütün bu özellikler hoşunuza
gittiyse muhtemelen aklınızdaki soru "İyi güzel de nereden bulunur ki bu dağıtımlar?" şeklindedir.
O zaman Linux dağıtımları için küresel portal olarak kabul gören DistroWatch'u
(http://distrowatch.com) ziyaret edebilir, ve istediğiniz dağıtımı indirip test edebilirsiniz.
"Yazarın tavsiyesi" olarak, yeni başlayan kullanıcılara Tübitak'ın ürünü olan "Pardus GNU/Linux"
dağıtımını öneriyorum. Pardus, oldukça basit kurulumu ve kullanımı ile "Linux acemileri" için
oldukça uygun bir dağıtımdır. Pardus'u denemek isterseniz web sitesini
(http://www.pardus.org.tr) ziyaret edebilirsiniz. Eğer yapamadığınız bir şey, aklınıza takılan bir
soru veya herhangi bir şekilde yardıma ihtiyacınız olursa Pardus kullanıcılarının bir araya geldiği
Pardus-Linux.Org'u (http://forum.pardus-linux.org) ya da Özgürlük İçin'i
(http://www.ozgurlukicin.com) ziyaret edebilir, bu topluluklar sayesinde eğlenceli ve samimi bir
ortamda yardım alabilirsiniz.
D. Can Celasun
[email protected]
http://www.durucancelasun.info
Kaynaklar
http://www.journos.co.za/history/photos/The_GNU_logo.png
Bilkent IEEE Teknik Proje Köşesi : "Kendimiz Yapalım!"
Geçen sayımızda basit bir donanım oluşturarak kendi yanıp sönen ışığımızı yapmıştık. Bu
sayımızda da elektronik yazılımlara odaklanacağız. Bilindiği gibi Elektrik-Elektronik Mühendisleri
tarafından en sık kullanılan programlama dillerinden biri VHDL’dir (VHSIC Hardware Description
Language). VHDL kullanarak FPGA (field-programmable gate array) ve ASIC (application specific
integrated circuit) leri programlamak mümkündür.
VHDL hakkında daha fazla bilgi için http://en.wikipedia.org/wiki/VHDL adresini ziyaret
edebilirsiniz.
FPGA’ler yüksek hızları ve büyük işlem kapasiteleri dolayısıyla çok karmaşık ve büyük çaplı
projelerde kullanılır; fakat öğrenme amaçlı olarak FPGA ile birçok küçük proje de
gerçekleştirilebilir.
VHDL ve FPGA kullanarak yapılabilecek bazı basit projeler:

1. Saat / kronometre

2. Kayan yazı

3. Skor tahtası

4. FIFO ve FILO hafıza üniteleri

5. Mantık kapısı, multiplexer ve flip-flop uygulamaları
Bu sayıda bir FPGA kullanarak kendi dijital kronometremizi tasarlayacağız. Aşağıda yer alan
kodları herhangi bir VHDL derleyicisinde deneyebilirsiniz.
Malzemeler:
Quartus II Web Edition
Altera Cyclone II Terasic DE1 Board (üzerindeki FPGA çipi, 4 tane 7-segment LED display ve 2 tane
dip switch kullanılacak)
7-segment LED display, yani yedi parçalı LED gösterge, aşağıdaki yapıya sahip
basit bir ekrandır. Kendisine “0” olarak gönderilen bitlere tekabül eden parçaları
yanar. Sözgelimi “1111001” verisi gösterge üzerinde 1 sayısını yakar (1 ve 2
numaralı parçalar yanar), “0000000” verisi gösterge üzerinde 8 sayısını yakar
(bütün parçalar yanar).
Yapılacaklar:
1.Kronometremizi tasarlamaya başlamadan önce ne gibi özellikler istediğimize, yani bu projenin
tasarım detaylarına (“design specifications”) karar verelim. Kronometreden beklentilerimiz şunlar
olsun:

- Ekran olarak 4 tane 7-segment LED display kullanması

- Kronometrenin açıldığında 00:00 göstermesi

- Kullanıcı tarafından Reset, Start ve Stop’un seçilebiliyor olması

- Aynı anda Start veya Stop’tan yalnızca birinin seçilebiliyor olması

- Reset seçili olduğunda göstergelerdeki bütün değerlerin sıfırlanması

- (Reset seçili değilken) Start seçili olduğunda kronometrenin yukarı doğru sayması, Stop seçili
olduğunda bulunduğu yerde kalması

- Kronometrenin sayma durumundayken 59:99’a ulaştığında 00:00’a dönmesi.
Buna göre kronometremizin diyagramı şöyle olacaktır:
clk, reset ve start_stop girdileri olacaktır. Bunlardan reset ve
start_stop kullanıcı tarafından değiştirilebilen girdilerdir.
display3, display2, display1 ve display0 isimli dört çıktısı olacak,
bu 7 bitlik (6. bitten 0. bite kadar) çıktıların her biri bir
göstergeye gidecektir.
Burada clk her bir saliseyi göstermektedir.
2. Kaç tane eşzamanlı sürece (“process”) ihtiyaç duyduğumuzu saptayalım. Bu projede:

Salisede bir çalıştırılan, dakika ve saniyeyi güncelleyen

Dakika ve saniye bilgisi değiştikçe çalıştırılan, göstergeleri güncelleyen
iki süreç yeterli olacaktır.
3. Projemizdeki süreçleri küçük parçalara bölelim ve kodumuzu bloklar halinde yazalım. Buna
göre birinci sürecimizin çalışma prensibi aşağıdaki gibi olacaktır:

Salisede bir (clk’ta bir) reset anahtarı kontrol edilecek, reset seçiliyse 1. Blok uygulanacak.

Reset seçili değilse start-stop anahtarı kontrol edilecek: start seçiliyse 2. Blok, stop seçiliyse 3.
Blok uygulanacak.
İkinci sürecimizin çalışma prensibi ise şöyledir:
İlk önce kodun baş kısmında yer alması gereken tanımlamaları yapalım:
Bu tanımlamalara göre:

display değişkeni 4x7 bir matris (her satırında 7 bitlik gösterge bilgisi var)

mytime değişkeni zamanı tutan 4 birim uzunluktaki bir vektör

state değişkeni start_stop anahtarının start’a mı stop’a mı getirildiğini gösteren tamsayı (start =
0, stop = 1)

clok isimli kronometremizin mclk, reset,start_stop girdileri ve display3, display2, display1,
display0 çıktıları var.
Şimdi yukarıdaki şemalara göre geri kalan kodu parçalar halinde oluşturalım:
Bütün parçaları birleştirirsek;
library IEEE;
use IEEE.STD_LOGIC_1164.ALL;
use IEEE.STD_LOGIC_ARITH.ALL;
use IEEE.STD_LOGIC_UNSIGNED.ALL;
begin
(Hangi süreci önce yazdığımızın bir önemi yoktur çünkü VHDL bütün süreçleri eşzamanlı olarak
uygular. İstediğiniz bir tanesini yukarı koyabilirsiniz.)
display0 <= display(0);
display1 <= display(1);
display2 <= display(2);
display3 <= display(3);
end Behavioral;
Yukarıdaki kodu, uygun pin atamaları ile herhangi bir demo board’da deneyebilirsiniz. Altera
Cyclone II pin konfigürasyonu hakkında detaylı bilgi almak için aşağıdaki mail adresine “Teknoloji
101 - Dijital Kronometre” konulu bir mail atabilirsiniz.
Çise Mıdoğlu
[email protected]
Mazda RX-8 ve Wankel Motoru
Bilindiği üzere dünyada hemen hemen bütün
arabalarda hepimizin bildiği dört zamanlı motor
kullanılıyor. Aklınıza gelen A-dan Z’ye bütün
markaların ve kullandığımız arabaların motorları bu
dört zamanlı motor prensibiyle çalışıyorlar. Eğer
Mazda RX-8 sürmediyseniz az önceki cümleme
inanabilirsiniz. İşte Wankel motoru burada
karşımıza çıkıyor. Mazda RX-8 pistonu olmayan
birkaç rotordan oluşan Wankel motorunu kullanıyor.
Motorun mucidi olan Felix Wankel çalışmaları
sonucu ilk motorunu 1929’da yapmayı başardı.
İleriki yıllarda motorunu geliştiren ve yeteneği fark
edilen Wankel, Audi firmasında çalışmaya başladı.
Wankel burada motoru daha da geliştirmeyi başarsa da, bu motor o dönemin arabalarının
aerodinamik katsayılarının yetersizliği nedeniyle bir arabada kullanılacak kadar güvenli değildi.
1957’de çalışmalarını tamamlayan Wankel bu motoru ilk defa denedi. Sonucunda ise 1957’nin
dünya hız rekorunu egale etmiş oldu. 1963 yılında ilk defa bu motor piyasaya sürülecek Audi
Spider’e yerleştirildi. 1967’de motoru geliştiren Wankel bu motora çift rotor eklemeyi başardı.
900cm^3 iç hacmi olan motorun 103 kg ağırlığı vardı ve 136 beygirlik bir güç üretebiliyordu. Bu
da o dönemin motorlarına göre geçilemeyecek bir hız sağlıyordu.
Daha sonra Wankel motorunun bu performansını gören Japon ve Amerikan firmaları kendi
ürettikleri otomobillerde bu motoru kullanmaya başladılar. 1972de, 50 milyon dolarlık bir
yatırımla bu motorun gücünü 185 beygire kadar çıkaran Amerikalılar bu motorun gelişmesinde
Audi markası kadar büyük bir pay sahibi oldular. Bu yatırımdan sonra Rolls-Royce, Mercedes ve
Alfa Romeo da Wankel motorunu kullandılar. 1970lerin sonuna doğru ise bu motorun tüm
haklarını Mazda’nın almasıyla diğer markaların Wankel motoru dönemi son buldu.
Mazda, Wankel motorunu, Mazda 110 S Cosmo Sport (1967–1972), Mazda RX-2 (1971–
1974),Mazda R100 (1968–1975), Mazda RX-5 (1975–1981), Mazda RX-3 (1972–1977), Mazda
787B (1991), Mazda RX-7 (1978–2002) modellerinde denedi. Şu anda Wankel motorunu sadece
Mazda’nın RX-8 modelinde bulabiliriz.
Wankel motoru çok çabuk yıprandığı için çok fazla kullanılmayacak arabalara takılması gerekiyor.
Bu yüzden de Mazda diğer modellerinde bu motoru kullanmıyor. Bunun dezavantajı ise dünyada
diğer firmaların hepsi dört zamanlı motor kullandıkları için otomobil servislerindeki ustalar
Wankel motorları hakkında çok bilgili değiller. Buna 88-92 seneleri arasında Türkiye’de çok fazla
satılan ancak ustaların bilgisizliğinden dolayı motora yanlış bakım yapan Mazda RX7 serisini
örnek verebiliriz. Bu iki neden de motora çok fazla zarar verdiği nedeniyle Mazda bu motoru daha
çok yarışlar ve zevk için kullanılan bir arabaya takma gereği duymuş ki çok mantıklı bir hareket
yapmışlar. Diğer otomobil markalarının ise bu motoru kullanmama nedeni çok farklı. Diğer
markalar bu motoru kullanmaları halinde Mazda’ya ürettikleri her motor için yüklü miktarda para
vermeleri gerekiyor.
Motorun çalışma prensibine gelince Wankel motorunun
diğer motorlardan çok daha kolay bir yapısı vardır.
Motorun oval bir gövdesi ve bu oval gövde içine
yerleştirilmiş 1 veya tasarımına göre 2-3 rotoru
bulunmaktadır. Rotor hem içerden hem dışarıdan bir
dişli ile motorun eksantrik miline bağlanır. Dört zamanlı
motordan bildiğimiz emme, sıkıştırma, yanma ve egzoz
zamanları rotorun çevresinde olur. Motor benzini bir
koldan alır, rotor sürekli dönerek bu alınan benzini
motorun diğer tarafına taşıyarak sıkıştırır ve burada
bujiler tarafından ateşlenir. Ardından dönmeye devam
eden rotor yakılan benzini motorun diğer tarafında
bulunan egzoz kanadına taşıyarak motordan atılması
sağlar. Sürekli dönmesi gereken ve her döndüğünde oval
gövdeye sürtünen rotor çok kolay yıpranır ve sürekli bakımı gerekir.
Wankel Motorun Avantajları :

Hafiftir.

Az yer kaplar.

Daha sarsıntısız çalışır.

Daha az hareket eden parça olduğu için daha çok güç üretir.

Hareket sırasında krank milinin sadece yukarı aşağı hareketi(180 derecelik) yerine eksantrik mili
270 derecelik dönme yaparak daha çok güç üretmekte yardımcı olur.
Böylece otomobil daha yüksek hızlara daha kısa sürede ulaşmış olur.
Wankel Motorun Dezavantajları:

Rotor sürekli sürtündüğü için çabuk yıpranır. Yani motor ömrü çok kısadır.

Motorun yüzey/hacim oranı yüksek olduğundan dolayı çok benzin yakar.Ortalama 100km’de 20
litre benzin yakmaktadır. (Mazda RX-8)

Çevreye daha fazla CO gazı vermektedir.

Bakım yapacak nitelikli eleman azdır.
Mazda RX-8 ve Wankel Motoru
RX-8de kullanılan Wankel motorun hacmi 1300cm^3, maximum beygiri ise 231güçte. 6 ileri
vitese sahip ve 231 beygirli modeli 100km’ye 6.4 saniyede çıkabiliyor. Toplam hızı ise
235km/saat. RX-8i Wankel motoru diğer arabalardan ayıran bir özellik de motorun devrinin diğer
otomobiller gibi 7000 veya 8000 devirde kalmaması. Bu motor 10000devire kadar
çıkabiliyor.Arabanın arka koltuğu 2 kişilik 3 kişilik değil.Bu da bu arabayı ilginç yapan başka bir
unsur. Çünkü gücü arka tekerlere ulaştırmakla görevli şaft belirgin bir şekilde iki koltuk arasından
geçiyor. RX-8’in bir başka özelliği ise arka kapıları. Arka kapılar alışık olduğumuz kapılar gibi
sağdan çekerek açılmıyor.Tam tersine soldan çekerek açılıyor. Bu da otomobilin dış görüntüsüne
ayrı bir şıklık ve sportiflik katıyor.
Murat Nalçakan
Kaynaklar:
http://www.muradu.com/?p=396
http://tr.wikipedia.org/wiki/Wankel_motoru
http://www.muradu.com/wp-content/wankel-engine-cutaway.jpg
http://www.muradu.com/wp-content/wankel_cycle_anim.gif
http://www.canim.net/araba/images/mazdaspeed_rx-8-31-1024.jpg
http://www.dkimages.com/discover/previews/854/45004810.JPG
3G – 3 . Nesil
Türkiye, 3G ile resmen tanışalı bir ay oldu.
Kimimiz heyecanla bu teknolojiye adım attık,
kimimizse kendimizce temkinli davranıp bu ilk
adımı ileri bir tarihe erteledik. Üçüncü nesil mobil
telekomünikasyondan önce dünya, ses iletimini
sağlayan ve düşük hızlarda veri iletimini mümkün
kılan 2G ile tanıştı, bundan önce ise sadece ses
iletimi yapabilen analog mobil telefonlarla yani 1G
ile tanıştı.Şimdiyse sıra daha hızlı, görüntülü ve
güvenli iletişimi sağlayan 3G’ye geçti.
3G, mobil şebeke endüstrisinin gelişim aşamasında kablosuz iletişim standartlarının üçüncü
kuşağını ifade eden bir terimdir. Bu teknoloji sayesinde cep telefonu, cep bilgisayarı, tablet PC
veya dizüstü bilgisayar üzerinden internete sürekli bir bağlantı kurulabiliyor. 3G teknolojisi, daha
yüksek güvenilirlik ve kalite, daha hızlı veri iletimi ve daha fazla bant genişliği sunuyor. Bu sayede
cep telefonu, bilgisayar ve 3G uyumlu diğer mobil cihazlarla video dâhil her türlü veriyi gönderip
almak mümkün oluyor.Dünyanın en hızlı mobil telefon ağı olan 3G ilk olarak Japonya’da ticari
kullanıma açılmış.Ancak, 3G uyumlu cihazlar yeterince yaygınlaşmadan 3G hizmete açılınca,
telekomünikasyon şirketleri altyapı masrafları yüzünden zarar etmişlerBu teknoloji Avrupa’ya ise
altı yıl önce gelmiş ancak uygulama anlamında, Uzakdoğu’dan gelen ucuz cihazların çoğalması ve
altyapının ucuzlamasıyla yaygınlaşmaya başlamış.
Görüntülü konuşma ve USB modemler 3G’nin öne çıkan katkıları arasında yer almaktalar. Tüm
GSM operatörleri müşterilerine görüntülü konuşmayı cazip kılmak amacıyla, normal tarifelerini bu
servis için değiştirmediler. USB modemler ise kısa süreli internet ihtiyacı duyan kullanıcılara büyük
bir kolaylık sağlıyor. Bu hizmet sayesinde, internet aracılığıyla veri aktarımı yapan kullanıcı,
indirme anında kayda değer hız artışına sahip oldu. Aynı zamanda 3G sayesinde, hareket halinde
doğabilecek hız kayıpları minimuma indirildi. Diğer bir hizmet ise, televizyondaki dizisini evinde
değilken de izlemek isteyen teyzeye de, yoldayken bile futbol maçlarını kaçırmak istemeyen
amcaya da hitap eden mobil televizyon hizmetidir. Bu hizmet bir süreliğine bedava da olsa, daha
sonra ücretli olacağını unutmayıp bu imkâna çok bağlanmamak gerekir.
3G’nin kullanıcıya bir başka etkisi de görsel basında haberlerin daha hızlı ulaştırılması olacak.
Önümüzdeki yıllarda sağlık servisleri, mobil eğitim hizmetleri, daha gelişmiş mobil devlet
hizmetleri gibi uygulamalarında 3G kullanıcılarına sunulacağı öngörülüyor.
Türkiye’de devletin ayrı lisans tipleri için açtığı ihalede, toplam elde edilen kazanç miktarı 1milyar
970 milyon TL. Bu lisans tipleri GSM operatörlerinin farklı frekanslarda haberleşme imkânı
vermelerini sağlıyor. Tüm kablosuz cihazların iletişim kurarken kullandıkları frekansın yüksek
olması, haberleşme sırasında daha az veri kaybının yaşanması ve daha iyi iletişim anlamına
geliyor. Kapalı alanlarda veri aktarımında hız kaybı ve kesinti oranı azalıyor. Bunun yanında
frekansın yüksek olması, uzaklığa bağlı hız düşüşünü de azaltıyor. Yani frekans ne kadar yüksek
olursa, veri aktarım hızı o kadar iyi, kesintisi o kadar az oluyor. Buna göre A tipi lisans almaya hak
kazanan şirket, 45 Mhz üzerinden haberleşmesini sağlayacak. B tipi lisansta frekans hızı 35 Mhz,
C tipi lisanstaysa 30 Mhz olacak.
Her teknolojik basamakta olduğu gibi 3G sürecinde de bazı aksaklıklar var.3G’ye geçişin ilk
gününde operatörlerin, beklenenin üstünde gelen talebi karşılayamamaları ilk aksaklık olarak
görüldü. Ayrıca bağlantı bulunamaması, 3G şebekesinin her yerde hizmet verememesi önemli
sorunların başında geliyor. Ancak uzun vadede bu sorunların çözüleceği düşünülüyor.
Zülal Aydın
Kaynaklar:
www.turkcell.com.tr
wikipedia.org
Elektronikte Yeni Devre Elemanı Bulundu! – Memristör
Memristör nedir?
Memristör, voltaj ve akımın zamana göre integrallerini
ilişkilendiren iki kutuplu pasif bir devre elemanıdır.
Direnç, kapasitör ve indüktör ile birlikte dört temel
pasif devre elemanını oluşturur. Memristörün direnci,
üzerinden geçen yük miktarıyla değişir. Belli bir yönde
geçen yük, memristörun direncini artırırken, zıt yönde
geçen yük memristörun direncini azaltır. Memristör
devresinde güç kesilse bile, memristör son direnç
değerini “hatırlar” ve bu değerde kalır.
Memristörün akım-voltaj karakteristiğini belirleyen
büyüklük, memristanstır (M). Memristans, yüke bağlı bir fonksiyon olduğundan M(q) şeklinde
ifade edilir.
Memristans, manyetik akı ve elektriksel yükü cinsinden M(q)=dФ/dq şeklinde tanımlanmaktadır.
Böylece dört temel devre elemanı, dört temel elektriksel büyüklüğü şekil-2 deki gibi simetrik bir
biçimde ilişkilendirmiş olur.
Faraday Yasası’ndan ve akımın tanımından yararlanarak
memristansın tanımı aşağıdaki hale getirilebilir. Böylece,
memristansın rezistans değeri yüke bağlı olan direnç olduğu
doğrulanmış olur.
Bu ilişkiye göre, akım sıfırdan farklı
olduğu sürece memristans değişken
olacağından, memristör doğrusal özellik
göstermez. Ancak alternatif akım
uygulandığında, net yük hareketi olmayacağından, memristör doğrusala yakın özellik gösterir.
Akım uygulanmadığında, M(t) sabit kalır. Memristörün bellek özelliği göstermesi de bundan
kaynaklanır.
Memristörün harcadığı güç, P(t) = i(t) v(t) = i(t).i(t).M(t) ile ifade edilir.
Memristörün Fiziksel Sınırları:
Ф=ʃM(q)d(q) olduğundan, sabit voltaj uygulandığında manyetik akının teorik olarak sonsuza
gitmesi gerekir. Ancak fiziksel olarak bu mümkün değildir. Bundan engellemek için üç alternatif
bulunmaktadır.

1. Ф=ʃM(q)d(q) sınırlı kalacak şekilde M(q) değeri zamanla azalır. Ancak bu sırada Φ azalan bir
hızda değişmeye devam eder.

2. M(q), periyodik bir fonksiyondur.

3. Belli bir yük değeri aşıldıktan sonra memristör karakteristiği yok olur. M(q) sabit hale gelir ve
akımın yönü ters dönmedikçe sıradan bir direnç gibi davranmaya başlar. Bu
duruma “hysteresis” denir.
Titanyum dioksit memristör, alternatif akımda yeterince hızlı yön değiştirmemektedir. Bu
memristörün alternatif akımda uygun şekilde çalışması için frekansın yaklaşık 1Hz’e kadar
düşürülmesi gerekmektedir.
Memristör Üretimi:
-Titanyum dioksit memristör
Manyetik akı veya yük depolamaz. Kimyasal bir mekanizmayla çalışır. İki elektrodun arasına biri
oksijen atomunca fakir olmak üzere, 5nm’lik iki titanyum dioksit film yerleştirilir. Az sayıda
oksijen atomu içeren filmdaki boşluklar (hole) yük taşıyıcı olarak görev yaptığından direnci çok
daha düşüktür. Memristör üzerine voltaj uygulanınca, bu boşluklar hareket edip iki film
arasındaki sınırı değiştirmeye, dolayısıyla toplam direnci değiştirmeye başlar.
-Spin memristif sistemler
Elektronların spin(kendi ekseni etrafında dönme) hareketine dayanır
Bugüne kadar yapıldığı iddia edilmiş diğer memristör veya memristif sistem türleri; polimerik
memristörler, manganit memristif sistemler ve rezonant tünel diyodu memristörleridir.
Uygulamalar ve Kullanım Alanları:
Memristörün gelecekte, transistörün yerini alacak komponentin temel yapı taşı olması bekleniyor.
Memristör taşıyan bu alternatif yapı taşının en önemli avantajı transistöre oranla çok daha az yer
kaplaması.
Memristör, “hatırlama” özelliğinden dolayı, yeni bellek yongalarının yapımında kullanılabilecek. Bu
bellek yongaları, günümüzde bilgisayarlarda kullanılan DRAM’den çok daha az güç harcadığı gibi,
kapladığı yer de çok daha az olacak. Bu yeni tip belleğin bilgi saklama kapasitesinin 100
gigabit/cm2 olması bekleniyor. Memristör tabanlı bellekler, sadece DRAM’lerin değil, harddisklerin, yani non-volatile belleklerin de yerini alabilir.
Memristörün önemli bir özelliği de , sadece 1 ve 0 değerlerini taşıyan şu anki belleklerin aksine,
ara değerleri de taşıyabilmesi. Memristör bu bakımdan, sinirsel sinapsların özelliğini taşımakta ve
görme ve konuşulanı anlama gibi pek çok yapay zeka uygulamasının ve sinirsel ağ tasarımının
önünü açmaktadır. Halihazırda, tek hücreli canlıların öğrenme mekanizmasını modelleyen
memristörlü bir devre yapılmış bulunuyor.
Memristörün kontrol, sinyal işleme programlanabilir mantık gibi alanlarda da yenilikler getirmesi
bekleniyor.
Can Karakuş
Kaynaklar
http://hardwaremania.com/news/wpcontent/uploads/old/2008/donanim/7991_large_memristor.jpg
http://en.wikipedia.org/wiki/Memristör#cite_note-21
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/haberler/enerji/s-487-10.pdf
http://www.spectrum.ieee.org/may08/6207
WiTricity
Teknoloji günümüzde insan yaşamının önemli öğelerinden biri olmuştur. Bilim ve teknolojide
birçok gelişmeye zemin oluşturan elektrik, insan yaşamını kolaylaştırmak açısından büyük bir
evrim sürecinin içinden geçmektedir. Bu sürecin bir basamağı da, ilerde kökten değişiklere neden
olabilecek WiTricity, yani “Wireless Electricity” dir. Geçmişte de denenmiş olan kablosuz enerji
transferi, WiTricity ile yeni ve geçerli bir boyut kazanmıştır.
WiTricity’i açıklamadan önce bu fikrin nasıl ortaya çıktığına değinmek yararlı olabilir. Bu projenin
fikir babası olan MIT’den Prof. Marin Soljacic’in bir gece yarısı cep telefonu, şarjının bitmek üzere
olduğunu haber vermek için uyarı gönderir. Bu durum doğal olarak sessizliğin hakim olduğu gece
yarısında rahatsızlık vermektedir. Ayrıca telefon şarj edilmez ise ertesi gün bu teknoloji harikası
istenmeyen sorunlara neden olabilir. Bu yüzden profesör kalkmak zorunda kalır ve mutfak
tezgahındaki telefonuna uzun uzun bakar. Bu ay içinde altıncı kez bu sevimsiz olay olmaktadır.
Bunun üzerine profesör, “keşke bu şey kendi kendine şarj olabilse” diye düşünür. Böyle bir şeyin
mümkün olabilmesi için gücün kablosuz bir şekilde iletilmesi gerekir. Bunun farkına varan
Soljacic, böyle bir şeyi mümkün kılacak fiziksel olgu üzerinde düşünmeye başlar. Böylece WiTricity
için ilk adım atılmış olur.
Kablosuz enerji transferi, WiTricity sayesinde yakın zamanda geniş çevreler tarafından
tanınmasına rağmen enerjiyi kablosuz iletme fikri çok uzun zamandır bilim dünyasının ilgisini
çekmektedir. En çok üzerinde durulan fiziksel olgu ise elektromanyetik radyasyondur. Ancak bu
konuya bir çözüm getirilememiştir. Radyo dalgaları kablosuz bilgi transferi için oldukça elverişli
olmasına rağmen kablosuz güç aktarımı için elverişli bir yol değildir. Nedenini kısaca açıklamak
gerekirse, radyo dalgaları bir tür radyasyondur. Radyasyon ise her yöne yayılır. Eğer vericimiz
enerjiyi kablosuz olarak iletmek için radyo dalgaları yayarsa, bu enerji büyük oranda doğaya ve
uzaya yayılacaktır. Bu, insan hayatına ve doğaya zararlı olmasının yanı sıra tam anlamıyla enerji
israfıdır. Üzerinde durulan başka bir olgu ise lazerlerdeki gibi yöneltilmiş elektromanyetik
radyasyondur (directed electromagnetic radiation). Ancak, bu da iyi bir fikir değildir çünkü
lazerler tehlikeli olmalarının yanı sıra hiç kullanışlı değillerdir. Lazer yoluyla enerji aktarımı
olabilmesi için verici ile alıca arasında herhangi bir engel olmamalıdır. Kısaca, kablosuz enerji
transferi üzerinde çok uzun zamandır düşünülmesine rağmen çözüm hep yanlış yerde aranmıştır.
WiTricity’nin
temelinde
geçmişte
kullanılandan
çok
daha
farklı
bir
fiziksel
olgu
olan
elektromanyetik rezonans yatmaktadır. Ama ilk önce CRO (coupled resonant objects)’e değinmek
gerekir. WiTricity’i mümkün kılan, maddelerin bu özelliğidir. Kısaca CRO, maddelerin aynı dilden
konuşarak anlaşmaları demektir. Örneğin; bir odada belli sayıda özdeş bardaklar olduğunu ama
her bardağın doluluk oranının birbirinden farklı olduğunu düşünün. Bunun anlamı şudur, her
bardak farklı frekansta sese duyarlıdır. Eğer odada belli frekansta ses yayan bir kaynak olursa,
sesten etkilenen bardak, sesin frekansından etkilenecek oranda dolu olan bardaktır. Bardak,
frekans uyumundan dolayı enerjiyi parçalanana kadar emer. Ama çok ilginçtir ki diğer bardaklar
sesten nerdeyse hiç etkilenmezler çünkü onları etkileyecek frekans farklıdır. Diğer bir deyişle,
anladıkları dil farklıdır. Başka bir örnek ise çoğu kişinin gördüğü ama fark etmediği gitar telleriyle
ilgilidir. Aynı frekansta ses oluşturan teller arasında da kablosuz enerji aktarımı olabilir. Eğer bir
gitarın 6. telinin (mi teli) 5. perdesini çalarsanız, gitarın 5. telinin kendiliğinden titreştiğini
görebilirsiniz. Bunun nedeni iki telin de la notasını seslendirebilecek şekilde ayarlanmış
olmalarıdır. Yani, iki tel de aynı frekansta sese duyarlıdır. Böylece bu iki tel arasında kablosuz
enerji transferi olur. CRO’nun özelliğini anlatan örneklerdeki fiziksel olgu, akustik rezonanstır.
WiTricity de ise aynı mantıkla çalışan elektromanyetik rezonans bulunmaktadır.
WiTricity’nin sistemi iki parçadan oluşmaktadır. Birinci
parçası vericidir. Bakır telden oluşturulmuş olan verici,
enerji kaynağına bağlanır. Verici etrafa elektromanyetik
dalgalarla enerji yaymak yerine menzilindeki alanı
radyoaktif olmayan manyetik bir alanla doldurur. Bu
manyetik alan MHz frekansındadır ve alıcıyla verici
arasında güç aktarımına aracı olur. Alıcı ise bu aktarımı
mümkün kılmak için tasarlanmış, bakır telden oluşan
ve vericinin frekansına duyarlı bir mekanizmadır.
Resim WiTricity mekanizmasını ve bu projeyi hayata geçiren MIT ekibini göstermektedir.
İnsanları WiTricity hakkında en çok endişelendiren şeylerden biri kuşkusuz insan sağlığı
üzerindeki olası tehlikeleridir. Ancak ortada endişelenecek bir şey yoktur. Elektromanyetik
rezonansta da akustik rezonansta olduğu gibi aynı frekanstaki maddeler birbirlerini etkilerler. Bu
sayede etraftaki mekanizmalar ve biyolojik organizmalar bu manyetik alandan nerdeyse hiç
etkilenmezler. WiTricity, bu özelliğinin yanı sıra kablosuz güç aktarım denemelerinde (radyasyon
kullanılanlarda) yaşanan büyük bir probleme çözüm sunmaktadır. Alıcı tarafından kullanılmayan
manyetik alan, radyasyon gibi etrafa yayılmak yerine vericinin alanında muhafaza edilmektedir. Bu
sayede enerji israfı önlenmiş olur.
Şu anda WiTricity sınırlı bir menzile sahip olmasına rağmen hayatımızda çok fazla şeyi
değiştireceğe benziyor. Etki alanının yaklaşık 2 metre yarıçapında bir alan olduğunu göz önünde
tutarsak, özellikle ev ve işyerlerinde kablolardan ve bataryalardan kurtulmamızı sağlayacaktır.
Laptoplar ve cep telefonları WiTricity sayesinde gerektikçe kendi kendilerini şarj edebileceklerdir.
Bu teknolojik gelişme bizi sadece büyük bir kablo karmaşasından kurtarmakla kalmayacak, ilerde
WiTricity’nin yaygınlaşmasıyla bizi ekonomik bir yükten kurtaracaktır. Ayrıca önümüzdeki yıllarda
Amerika da bu teknolojinin bazı pilot evlerde denenecek olması bu projenin başarısını şimdiden
göstermektedir.
Bilim ve teknoloji sonu olmayan bir yoldur ve insanoğlu bu yolda yaklaşık iki asırdır çok büyük
mesafe katetmiştir. WiTricity de bu yoldaki duraklarımızdan birisidir. Artık bizi bu durağın
ötesinde uçsuz bucaksız bir yol beklemektedir. Yola çıktığımızda sınırları zorlamalıyız çünkü sınır
bizim için sadece hayal gücümüzdür.
Onur Berkay GAMGAM
Kaynaklar
http://www.digitaldrops.com.br/drops/imagens/witricity.jpg
http://www.mit.edu/~soljacic/wireless_power.html
http://www.sciencedaily.com
Hulusi Ağbiyle Kareli Gömlek
-Merhaba Hulusi Abi, nasılız bugün?
+İyidir, ne oldu gelmezdin pek?
-Abi yapma allasen, gelince de pişman ediyorsun ama. Yanına oturup iki dakka sohbet etmeye
geliyoruz şurda.
+Öyle olsun bakalım, anlat ne var ne yok?
-Abim, iş bulmaya çalışıyoruz. Ne yapacağını bilememek ne kötü yahu. En son işte medya
sektörüne bakıyorum, bir kaç yer var konuştuğum.
+Ne yapıcaksın ki medyada?
-Aslında onu da tam bilmiyorum, böyle internetidir, gazetesidir pek cafcaflı geliyor. Bir de şey
mevzusu var tabi, işe git gel sıkıntı be abi. Bakıyorum adamlar daha rahat bu sektörde sanki?
+Ah be oğlum. Bilmeden atlamasanız şöyle işlere. Medya sektörü dediğin ne ki hem böyle gazete,
internet falan diyosun?
-Nedir abi?
+Medya iletişim araçlarının hepsini kapsar bir kere. Öyle internetle, gazeteyle falan bitmez. Bugün
iletişimin olduğu nereye gidersen git, medya sektörünün göbeğindesin demektir. Dünya
globalleşiyor oğlum. Bugün konuştuğun telefon, izlediğin televizyon, okuduğun gazete hepsi tek
bir alette toplanabiliyor, hepsini tek bir servis halledebiliyor en başta. Şirket bakarken ona göre
bak. “Yok, ben telefon işine hiç girmeyim, benim olayım televizyon” falan diye bakma olaya. Hepsi
iç içe bunların unutma.
-Tamam abi, şey şimdi..
+Dur bi lafımı bölme, şurda konuşuyoruz, açılmışız ne güzel. Senin okul hayatını da biliyorum
zaten ben, bir rahatlık durumları vardı zaten sende hep. Madem böyle git geli sıkıntı ediyosun,
medya sektörü diyosun, kendi medyanı kendin yarat oğlum. Bak adamlar ne güzel yapıyor işte.
Kaybetti güvenini dünyada artık bütün iletişim firmaları. Şimdi “sosyal medya” dönemi oğlum.
Devir değişiyor, insanlar blogları okuyorlar, birbirlerini takip ediyorlar. Diyorsun ki ne olucak beni
okusalar, benim karnım aç olduktan sonra, ben para kazanmadıktan sonra; işte orda giriyor
devreye firmalar zaten. Diyelim sen iyi bir teknoloji takipçisisin. Bloğunda yazıyorsun
gördüklerini, beğendiklerini. İnsanlar seni takibe almaya başlamış, bin ikibin derken onbinleri
vurmuşsun. Bir bakıyorsun telefonun çalıyo; “Alo, kiminle görüşüyorum.” “Ben bıdıbıdı hanım,
bilmemne firmasından arıyorum, bu ay şöyle bir ürünümüz çıkıyor, acaba bloğunuzda inceleseniz
bu ürünü de biz de sizin emeğinizi mükafatlandırsak?” Çat, kapanır telefon. Bakmışsın cebinde
paraların. Üstelik sürekli son teknoloji cihazlar elinde, incelenmek için hediye edilmiş sana. İşini
bileceksin tabii piyasada.
-İyisin, hoşsun da abi, deminden beri söylemeye
çalışıyorum, ben o işe giremem ya. Adamlar
manyak oluyor abi, blogu var diye, sosyal medya
diye bir anda bilgisayar bağımlısı gibi hareket
etmeye başlıyor, kaldıramam gibi onu. Hem
güzel de yazamıyorum, yok, olmaz.
+Bilemem orasını valla, seni ilgilendirir o kısım.
E nası bir şey hayalindeki madem, söyle bakalım?
-Of be Hulusi Abi, bilsem ben de.. Mühendisiz
neticede ne olucak ki sanki?
+İşte hata yaptığın nokta burası. Mühendislik
diploman var senin elinde, evet. Bu senin bir avantajın sadece. Bu sana mühendislik yapma
zorunluluğu kılan bir dayatma falan değil. Gözlerini aç, be oğlum. Kaç tane yönetmen var
mühendis, kaç tane yazar var mühendis. Mühendislik bir disiplindir, yaratıcılığı esas alan bir
disiplin. Sen bunu eğer benliğine katarsan, zaten yapamayacağın iş yok ki. Adama bak,
mühendisim, ne yapabilirim ki diye üzülüyor. Senin zaten doğan, soruna çözüm bulmak. Eğer
istersen bir firmadaki her soruna kendin de çözüm olabilirsin. Elbet bunun için kendini de yeterli
ölçüde geliştirmen gerek. Küçücük bir kübiğin içine hapsolmak, ya da kendi kübiğine sahip
olmak. Farketmen gereken farklılık bu. Bakış açıların. Bunları belirle sadece. Hımm.. Bak mesela,
istersen kendini tasarım alanında geliştir, ne bileyim bir grafik tasarım master’ı al. Sonra gir bir
ajansa, öyle çabuk yükselirsin ki, kendin bile şaşarsın. Birden senin düşündüğün reklamlar
televizyonlarda dönmeye başlar, birden proje yöneticisi olursun, bakarsın kendi şirketini bile
kurarsın. Ya da gir kocaman bir iletişim firmasına, ufaktan başla. Düzenli hayatın olsun, maaşını
her ay düzenli al. Seni tatmin edicek kadar üstelik. Bir tip Amerikan rüyası. Üstelik yıllar geçtikçe,
hırsınla doğru orantılı olarak rütben yükselir, saygınlığın artar. Ya da bir yayın organının IT
departmanına gir, oranın bütün sorunları senden sorulsun, yine düzenli hayat, bu seferki fark
yüksek sorumluluk. Düşün sen olmasan, yüzbinlerce tiraj yapan gazete, belki satamayacak. Başka
bir seçenek sana, AR-GE departmanlarına yönel, yenilikçi çalış. Sana en başında söylemiştim, bu
sadece gazeteyle, internetle olan bir iş değil. AR-GE departmanı olan büyük bir iletişim firmasına
gir. Zaten ziyadesiyle gelişmekte olan bir alan görüyosun. Sürekli G’leri çoğaltıyorlar ne güzel.
Dene yanıl, dene yanıl. Motivasyonu zordur, evet. Ama başka bir harf icat ettiğin anda, milyonlar
cebinde. Torununun çocuklarının geleceğini düşünürken bulabilirsin kendini...
-Doğru söylüyorsun be abi, aslında baya seçenek var medya seköründe. Ne bileyim, temiz iş
olsun istiyorum, hafif iş olsun istiyorum, sektör o yüzden biraz da cazip geliyor..
+Vur deyince, öldürücen illa di mi? Medya bu, bi saattir iletişim, iletişim, iletişim diyorum,
gırtlağım çatladı yahu. Ne hafif işi, sorumluluğun farkında mısın? İnsanlar iletiştikçe insanlar
birbirine yaklaşır, ki zaten sorun birbirimizden uzak olmamızda. Bilmiyoruz, duymuyoruz,
tanımıyoruz birbirimizi. Medya mühimdir oğlum, sakın hafife alayım deme.
-Ne bileyim abi, ben öyle şeyettim işte...
+Demekki neymiş, düşünerek konuşuyomuşuz. Bak sana en basit öneri, madem medya işiyle
uğraşmak istiyorsun, bu adamların hepsi sosyal medyada var olan insanlar. Hemen bugün
blogunu kuruyorsun, Friendfeed olsun, Twitter olsun bütün bu sosyal ağlarda bulunmaya
başlıyorsun, sadece izleyici olarak değil, üretken olup insanların da sana ulaşmalarını sağlayarak.
-Neden abi, tam olarak anlamadım ben?
+Çünkü medyadaki herkes orada, eğer sen onlarla paylaşmaya başlarsan onlarda olmayan ama
sende olan bilgiyi; bu senin işine gelir. Çünkü onlar da sana yardımcı olmaya başlar. Üstelik nice
kariyerli insanı takip ederek, hem onların tecrübelerinden faydalanırsın, hem de yeni kavramlarla
tanışırsın. Güncel olucaksın, biliniceksin, insan ağın geniş olucak. Bunlar mühim şeyler.
-Çok sağol abi, sanırım beni yeni bir düşünme süreci bekliyor. Ben yine uğrarım yalnız sana
söyleyim...
+Uğra tabi, oturuyoruz şurda sabahtan beri işte, of benim de saat gelmiş, hanıma gömlek al
dediydim, ne yaptı acep?
-Almıştır abi, üstündeki de çok güzel bu arada...
+Tamam, cıvıma hemen, tak çantanı koluna herkes kendi yoluna, haydi hoşçakal bakalım.
-Gidelim dedik, hemen de kovdun, iyi be abi, görüşürüz. Eyvallah yardımın için.
+Hadi canım, hadi canım...
Aykut Bal

Benzer belgeler