Okumak için lütfen tıklayınız

Transkript

Okumak için lütfen tıklayınız
HEDEF TÜRKİYE
http://www.ozetkitap.com
1
Profesör Dr. Oktay Sinanoğlu
Sayõn Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu; dünyanõn en genç yaşta profesör olmuş kişisi ve
Nobel adayõ. 1953 yõlõnda Ankara’da TED’in Yenişehir Lisesini birincilikle bitirdi. TED
tarafõndan Amerika’ya burslu Kimya Mühendisliği için gönderildi. 1956 yõlõnda Amerika
Birleşik Devletleri Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de Kimya Mühendisliğini birincilikle
bitirdi. 1957’de Amerika Birleşik Devletlerinde MIT’den birincilikle Yüksek Kimya
Mühendisi oldu. Alfred Sloan ödülünü aldõ. 1959’da Kaliforniya Üniversitesi,
Berkeley’de; Kuramsal Kimya Doktorasõnõ yaptõ, doktorasõnõ yaparken iki ödül kazandõ.
1959-1960 yõllarõnda Amerika Birleşik Devletleri Atom Enerjisi Merkezinde araştõrmalar
yaptõ. 1961’de hem Harvard, hem de Yale’de kendisinin yeni Nicem (“Kuvantum”)
Kimyasõ ve fiziği üzerine teorileri hakkõnda üst düzey derslerde yeni buluşlarõnõ anlattõ.
1962 yõlõnda Batõnõn 300 yõlda en geç profesörü oldu. Türkiye’de de kuramsal kimya
bölümünü kurdu. Ortadoğu Teknik Üniversitesinde eğitimin Türkçe olmasõ için uğraş
verdi. Ama tabii olmadõ. 1964’de Moleküler Biyoloji konusunda ikinci kürsüsüne Yale
Üniversitesinde atandõ. 1973’de Almanya’nõn en yüksek Aleksander von Humboldt
Bilim Ödülünü ilk kazanan kişi oldu. 1975’de Japonya’nõn Uluslararasõ Seçkin Bilimci
Ödülünü kazandõ; yine 1975 yõlõnda özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek
Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvanõ verildi. 1976’da Japonya’ya Türkiye
Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim
ilişkilerinin temellerini atmõştõr. Amerika Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk
üyesidir. 1962’den günümüze dek ilk TÜBİTAK Bilim Ödülünü, ilk Sedat Simavi
ödülünü, 1992’de Bilgi Çağõ, 1995’de İLESAM Üstün Hizmet Ödülünü, ayrõca Yõlõn Fikir
Adamõ, Yõlõn Bilim Adamõ ödüllerini aldõ. Yõldõz Teknik, Yesevi Kazakistan ve benzeri
birçok kuruluşta profesör, mütevelli heyet üyesi, Atatürk Kültür Kurumu asli üyesidir.
250 kadar uluslararasõ bilimsel yayõnõ, bilim kuramlarõ, çeşitli dillere çevrilmiş kitaplarõ
vardõr. Türkiye’de de Türkçe pek çok yayõn yapmõştõr. Değişik ülkelerde iki kez Nobel’e
aday gösterilmiştir.
http://www.ozetkitap.com
2
HEDEF TÜRKİYE
HEDEF KOYMAK
Bilişim teknolojisinde kaydedilen olağanüstü gelişmeye yol açan ilk Kennedy oldu. J.F.
Kennedy. O zaman diyeceksiniz; Kennedy 1963’de vuruldu, bunlarõn çõkmasõ ise
1980’den sonra. Kennedy’nin ne dahli var bunda? Kennedy milletine hedef gösterdi;
dedi ki: “10 yõl içinde aya gideceğiz”. O zamanlar herkes, “Olur mu?” dediyse de,
Kennedy bu hedefi gösterdi. Kaynak sağlandõ; büyük çapta ve birçok sanayi, birçok
üniversite, bir çok araştõrõcõ, herkes, hedef için gerekli olan bir sürü bilim ve
teknolojileri geliştirmek üzere çalõşmaya başladõ. Şimdi, füzeleri göndermek için
biliyorsunuz bir güdüm sistemi lazõm ve bunu da yönetecek bilgisayarlar lazõm. Şu iki
oda dolusu bilgisayarõ füzeye koyarsak yerinden kõmõldayamaz, onun için küçük
olmasõ gerekiyordu. O sõralarda zaten “geçirgeç” yani “transistor” icat edilmişti; onu
da kullanarak çok küçük, ama güçlü bilgisayarlar yapõldõ, bu uzay meselesi için ve bu
gelişme sõrasõnda bir sürü yan sanayii doğdu, bir sürü yan gelişme oldu. Ay’la hiç
alakasõ olmadõğõ halde. “Çok büyük iş. Olur mu?” Aya gitmek de öyle oldu; adam 10
sene dedi, 7 sene de bitti.
Birey ve Toplum İçin Hedefin Önemi
Bir Musevi atasözü diyor ki: “Ülküler bir yõldõza benzer, belki o yõldõzõ tutamazsõn ama
oraya doğru yürürsün” Bir topluluğa topyekün gidecekleri bir hedef gösterildiği zaman
ve buna inandõklarõ zaman o insan topluluğu, toplumlar, olağanüstü işler beceriyorlar.
Bizim tarihimiz de bunlarla doludur. Oralara doğru herkes yürürse, o millet çok büyük
işler başarõyor. Ama böyle insanlarõn kendileri dõşõnda bir ülküleri ve topyekün
inandõklarõ ve oraya doğru gitmek istedikleri bir hedefleri olmadõğõ zaman aynõ insan
topluluğu, tek tek her ferdi sadece kendi çõkarõ peşinde koşan, darmadağõn, birbiriyle
uğraşan, üniversitesiyse üniversitesinde sadece birbirine fesatlõk, dedikodu, fitnecilik
yapan, başka hiçbir şeye merakõ olmayan, insan kalabalõğõndan ibaret bir hale geliyor.
Bunun böyle olacağõ adeta bir tabiat kanunu.
İnsanõ şöyle tanõmlayabilir miyiz acaba?
“İnsan” kendisinin dõşõnda hedefleri olan yaratõktõr.
Bu tanõma göre sade kendi kişisel çõkarlarõnõ düşünen, o çõkarlar peşinde koşmaktan
başka gayesi olmayan zavallõya “insan” diyemeyiz. “Zavallõ” diyorum, çünkü böyle bir
kişi gerçek mutluluğu tadamamõştõr; tadamaz da. İnsanõn hedefleri kendisinin dõşõnda
ve üstünde, toplumuna, milletine, insanlõğa yapabilecekleriyle ilgili olmalõ.
Her Ülkenin Milli Hedefleri Var
Dünyada her aklõ başõnda ülkenin araştõrmada da, bilim teknikte de, sanayide de, dõş
siyasette, hepsinin uzun vadeli hedefleri vardõr kesinkes ve uzun süre bunlar gider.
http://www.ozetkitap.com
3
En Zor Şey Ne İstediğini Bilmektir
Bence Türkiye’nin birinci sorunu, ne “para şişmesi” (enflasyon), ne Avrupa Birliği’ne
bizi almamalarõ, ne o parti, ne bu fõrka. Birinci sorun hedefimizi şaşõrmõş olmamõz.
Milletçe sormamõz lazõm: Atatürk’ten beri bu milletin hiçbir hedefi, gayesi var mõ? Ne
olmalõ? Yoktur. Birileri dayatõyor, “illa küçük Amerika olacağõ” derlerdi, sonra “illa
Avrupalõ olacağõz.” Nedeni yok, başka bir şey yok; onun için de millet gittikçe
dağõlõyor, birbiriyle uğraşõyor. O zaman dõşarõdan oyunlar çok kolaylaşõyor; sağ, sol,
başörtüsü, õvõr zõvõr falan bütün bunlarõ çõkarõp milleti meşgul etmek, futbol maçõ,
seçim maçõ, onu seçtik, bunu seçtik, o geldi, bu gitti. Bunlar kolay olur; çünkü milli
hedef yok. İnsanlarõ birleştiren bir şey yok, Atatürk’ten beri yok.
Kendi İtibarõ Olana Başkasõ da İtibar Eder
Şimdi genel siyaset belli olunca, o genel siyaset içinde ayrõntõlõ hedeflerimiz de belli
olur: Nasõl bir sanayimiz olmalõ? Tarõm/hayvancõlõk siyasetimiz, bilim/teknik araştõrma
siyasetimiz, eğitim, kültür siyasetimiz, hepsi hepsi. Küçük düşünmeyelim: “Çağdaş
dünyayõ yakalayacağõz; Batõlõnõn bu günkü düzeyine yirmi yõl sonra erişeceğiz” değil
Atatürk ne demiş? “Batõyõ geçeceğiz” demiş.
Domates Tohumu
Moleküler biyolojinin kurulmasõ ve o dalda belli başlõ ülkelerden olmamõz gerektiğini
35 senedir söylüyoruz. 35 yõldõr Türkiye’de diyoruz. Bak bu saha daha yeni çõktõ, hõzla
gelişiyor, yakõnda başõmõza bir sürü bela çõkacak. Çõkmadõ mõ? Beş TIR mal
gönderiyorsun, bir kutu domates tohumu alõyorsun, ertesi sene bir daha domates
çõkmõyor, haydi 3-5 TIR mal daha gönderip bir daha al. Tohum aldõğõmõz ülke ise
tohumlarõ genetik yapõsõna taktõğõ maddeyi çõkararak üretken hale getiriyor. Size
göndereceği zaman tekrar o maddeyi takõyor. Basit bir şey bu moleküler biyolojide.
Sadece domateste değil, kavunda, karpuzda da bu böyle. O teknoloji az sermaye
isteyen ama kafa yoğun bir iştir, bilgi isteyen bir şeydir. Bunda dünyanõn başta gelen
ülkelerinden olmalõyõz. Neyle? Hedefli, ciddi, milli ruhta ama evrensel eğitimle,
araştõrmayla, sahici ve onurlu bilimcilerle. Burnumuzun dibindeki ufacõk devletler
oluyor da, biz mi olamayacağõz. Niçin?
Birkaç Hedef Seçeceğiz
Bizim geleneksel hayvancõlõğõmõz vardõ Asya’dan başlayarak. Hayvancõlõkta, tarõmda
dünyanõn gene önde gelen ülkelerinden olmalõyõz. Bu devirde neyle olacak? Moleküler
biyoloji ile. Konu komşuyu, II. Dünya Harbi’nde Avrupa’yõ, etle, buğdayla, sebze
meyveyle biz besliyorduk. Şimdi et, sebze meyve ithal eder olduk. Kuzuyu biz
yiyorduk, sonra onu gezgine (turiste) yedirdik.
İki büyük yeni teknoloji var: Biri moleküler biyoloji, bio-teknoloji, diğeri bilgisayarelektronik-iletişim teknolojisi. Bu dallarda ulusal hedeflerimiz olmalõ, yüklenmeliyiz.
Savunmamõz da bunlara bağlõ. Yeni savaşlar bilgisayarla oluyor. Üstelik, uzaktan
kumandayla uçaklarõn, taşõtlarõn çiplerini etkilemek mümkün; bir ülkenin elektrik
üretme merkezlerini, iletişim ağlarõnõ felce uğratmak kabil.
http://www.ozetkitap.com
4
Hedefler seçeceğiz, o hedeflerde dünyanõn önde gelen ülkelerinden olacağõz.
“Siz bizden makine alõn, kumaş dokuyun (başka işlere bulaşmayõn)” ile bir ülke olur
mu? Ne olacağõ belliydi: Üç ülke beyanat veriyor halkõna; “Türkiye’ye gitmeyin orasõ
tehlikelidir” diyor. Ertesi gün turizm şak diye kesiliyor, bir günde bitti.
Ben senden kumaş almayacağõm diyor. Ertesi gün o da bitti. Şimdi sen istikbalini
nasõl böyle bir şeye dayayabilirsin, istediği anda senden almaz, daha ucuzunu 50 tane
ülkeden alõr. Böyle devlet siyaseti mi olur?
Dünyada nerelerde ne eksiklikler var, ne boşluklar var; bakõp ona göre ihracat üretimi
planlamalõyõz. Polonyalõlar böyle düşünmüşler, ona göre tercihlerini yapmõşlar ve
oralarda son sürat gidiyorlar çok daha fakir başladõklarõ halde. Her ülke böyle.
Şimdi bu 40 senede gördük ki Türkiye’de sahiden araştõrma yapõlmasõ, yani milletin
ortaya konmuş ana hedefleri doğrultusunda yaratõcõ işler yaparak, birşeyler üretmek
Türkiye’de adeta yasaktõr. Mesela TÜBİTAK’õn kurulmasõnõ 1962’de önerdiğimiz zaman
yönetmeliğine “Birinci vazifesi Türkiye’nin bilimsel, teknik araştõrma hedeflerinin
amaçlarõnõ tayin etmektir” diye yazdõk. Hemen ABD’nin Ford Vakfõ Başkanõ, -CIA’nin
bir uzantõsõdõr herhalde- müdahale etti ve “Hedef olmaz, herkes bildiğini okur” dedi.
Halbuki onlarõ her yeri hedeftir. TÜBİTAK yasasõndan, bu “hedef” maddesini
çõkarttõrdõ, bizi de aforoz ettirdi. Ondan sonra bir sürü para harcandõ, ortada fol yok,
yumurta yok.
EĞİTİM ve TÜRK DİLİ
Şimdi eğitimden Türkiye’de herkes şikayetçidir, velisi de öğrencisi de, üniversitelisi
de. Eğitimden şikayetçi olmayan kimse yoktur.
Bizim zamanõmõzda (1953’e dek) ortaöğretim harikaydõ. Nerden biliyorum? O eğitimle
gidip Amerika’nõn en iyi üniversitesinde ve Ankara’da tüm dersleri Türkçe olarak
okuduktan sonra gider gitmez üç sene atladõm, “imtihanlarõ veririm; ben biliyorum bu
konularõ” dedim. Bizim sõnõftan yarõsõ yapabilirdi aynõ şeyi; şimdi kimse yapamaz
İngilizce eğitim gördüğü için. Anlamaz ki! Ezberliyor gidiyor.
Türkiye’nin eğitim siyaseti, ilkokulundan, üniversitenin yüksek kõsmõna kadar aynõ
basit, temel ilkedir: “Herkes 250 kelime Tarzan İngilizcesi öğrensin, başka hiçbir şey
öğrenmesin.”
İngiliz Milliyetçiliği ve Yabancõ Dille Eğitim
Tarihte ve şimdi de Türk’ün en büyük düşmanõ, İngiliz senin İngilizce öğrenip de
adam olmanõ ister mi? 1953’de Ankara’da tek bir Türk okuluna çengel atmakla
başladõlar, sonra çayõr yangõnõ gibi yaydõlar. Millet sonunda yuttu. “Eğitimi Türkçe dilli
yapalõm” desen veliler sokağa dökülür, “İngilizce isterük” diye.
http://www.ozetkitap.com
5
Avrupa diretmiş, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü ülke olun diye. Yani bölünün.
Türkiye’nin bütünlüğü bölünmezliği tehlikede. Bunlar topla, tüfekle savunulacak şeyler
değil. Türkçe gitti mi Türkiye bölünür.
Milliyetçilik belli bir zümrenin, belli bir fõrkanõn vasfõ olamaz. Diline, tarihine,
kültürüne, haysiyetine, şerefine düşkün her Türk, Türk milliyetçisidir.
“Hazõrlõk Sõnõfõ” ya da Kendi Yurdunda Yabancõ Olmak
Hazõrlõk sõnõfõ diye bir olay dünyada yok biliyor musunuz? Bunu benden başka
söyleyen, yazan da nedense olmuyor. Dünyada hazõrlõk sõnõf diye bir olay yok, hazõrlõk
sõnõfõ kim için var biliyor musunuz? Mesela bir yabancõ öğrenci ahmak bir ülkeden
geliyordur, yabancõ ülkede o öğrenci için hazõrlõk sõnõfõ vardõr. Şimdi Türkiye’de
nerdeyse her düzeyde, her okulda hazõrlõk sõnõfõ var. Dünya garabeti bir durum. Ama
bundan ne sonuç çõkar biliyor musunuz? Demek ki Türk öğrenci kendi yurdunca
yabancõ öğrenci durumuna düşürülmüştür.
Herkesin Sahip Çõkmasõ Lazõm
Türkçe öyle bir dildir ki.. Yüzbinlerce kelime var Türkçe’de, dünyanõn en büyük dili ve
en üretken dili ve bilimin her dalõna yetecek, bütün terimleri türetme kabiliyeti olan
başlõca dil, matematik gibi dil.
Türkçe konuşurken yarõ İngilizce laflar sokuşturmak marifet değil, kimliksizlik,
haysiyetsizlik alametidir. Türkçe’ye kakõşlanan her İngilizce bozuntusu sözcük, benim
böğrüme batõrõlmõş bir dikendir. Her türlü Türkçe söz ise (eskisi, yenisi) ağzõnda bir
bal damlasõdõr. Bunu böyle bilelim.
Yalnõz İngilizce Bilmekle Adam mõ Olunur?
Oralardan hep bir yabancõ hava esiyor: “İngilizce bilmeyen adam değildir” diye. Halk
ne yapsõn? Kendisinin de adam olduğunu göstermek için asõyor dükkanõna bir
İngilizce bozuntusu isim. “İtibarõm artar” zannediyor. Ama artõk öğrenmelidir ki:
“Yalnõz İngilizce bilmekle öğünmek, diline “Anglomanlõca” özenti laflar sokuşturmak,
işyerine İngilizce ad takmak ve de bütün bunlara temelden yol açan yabancõ dille
eğitime rağbet etmek, onu desteklemek” haysiyetini kaybetmişliğin, sömürge kafalõ
olmuşluğun baş göstergeleridir. Biliyorsunuz Türkiye’de Bakanlar Kurulu sõk sõk
değiştiği için, yeni bakanlarõn resimleri çõkardõ 20 sene evvel Milliyet Gazetesinde;
Türkiye’ye geldiğimizde bakardõk resimlere. Vesikalõklarõn altõnda yazardõ: “Evlidir, iki
çocuk babasõdõr, İngilizce bilir” diye. Biz de diyoruz ki, “Allah Allah! Başka ne bilir
acaba? Mühendislik bilir mi? İktisat bilir? Devlet idaresi bilir mi? Hukuk bilir mi?
Bunlardan bahis yok. Demek ki İngilizce bilmek Bakan olmak için baş marifet
sayõlõyor! (New York’un Harlem mahallesinde bir sürü gariban zenci var, onlar da
İngilizce biliyor) Bir adam İngilizce biliyor diye methedilir mi? Biliyorsa bilsin bana ne?
Meraklõysa bilsin; bilmesin demiyoruz. İşine yarõyorsa kolayca öğrenirsin gerektiği
kadar. Ama bana önce, “senin bilimden, matematikten, bilgisayardan haberin var mõ?
Türk tarihini ne kadar biliyorsun? Türk dilini iyi kullanõyor musun? onlardan haber ver.
http://www.ozetkitap.com
6
Adam Türk üniversitesine öğretim üyesi olacak, İngilizce’den imtihana giriyor.
Bakalõm bir Türkçe’den imtihan et, aday Türkçe biliyor mu? Sözüm ona “Türk”
üniversitesi olan yerde Türkçe bilmeyen hocanõn işi ne?
İngiltere Dil Ticaretiyle Geçiniyor
Bundan 5-6 sene önce Lordlar Kamarasõ üyesi bir İngiliz dedi ki ”Bizim en büyük
kazancõmõz, İngilizce’den” dedi. İngiltere bugün, başka devletlerden İngilizce
öğrenmek için gelen öğrencilere açtõğõ kurslardan ve İngilizce öğrenmeyi sağlayan
şeylerden geçimini sağlõyor.
İngilizce Öğrenmenin Yolu
Kişinin mesleğine göre değişen, ona göre gereken bir yabancõ dili, o mesleğe yetecek
tarzda öğrenmesi çok faydalõdõr. Peki, böyle bir yabancõ dili öğrenmenin en kestirme,
en iktisadi, en doğru yolu nedir?
Kendi aklõnõn kendisi sahibi olan, yani Uganda, Filipinler gibi sömürgeleşmemiş tüm
dünya ülkelerinde yabancõ diller gece veya yaz kurslarõnda, görsel-işitsel dil
laboratuarlarõnda, okullarda ayrõ yabancõ dil derslerinde öğretil ve gayet iyi sonuç
alõnõr.
Avrupa’sõ olsun, Asya’sõ, Güney Amerika’sõ olsun, yabancõlarõn oyunlarõna gelmemiş
hiçbir ülkede yabancõ dil öğretiyoruz diye ülkenin dilini kaldõrõp atõp da okullarda çeşitli
dersleri yabancõ bir dilde yapmak şeklinde bir yabancõ dil öğretme yöntemi yoktur.
Her yerde bu yabancõ dil eğitimi yerine yabancõ dille eğitim bir ülkeye, bir ulusa
yapõlabilecek en büyük hainlik, en büyük alçaklõk ve bir insanlõk suçu olan “kültürel
soykõrõm” sayõlõr. Dolayõsõyla her bağõmsõz, her şerefli ülkede yabancõ dille eğitim o
ülkenin anayasasõna ayrõdõr, bu konuda hiçbir taviz verilmez.
Türkçe Giderse Türkiye Gider!
Nerde görülmüş ki, bir milletin insanlarõ 100 yõl önce, hatta 50 yõl önce yazõlan dilini
anlamasõn?
Nerde görülmüş ki, insanlarõn kullandõklarõ kelimelerin (sözcük de desen olur. O da
Türkçe) cinsine göre siyasi tavõrlarõ, bağlantõlarõ, hatta dine karşõ tutumlarõ belirlensin?
Olamaz! Böyle garabetlere Türkiye’den başka bir yerde rastlamak mümkün değil.
Türkçe’nin başõna gelenler, hõzla gelmekte, getirilmekte olanlar, aynõ zamanda Türk
milletine neler yapõlmõş olduğunun, Türkiye’nin başõna da neler gelebileceğinin birer
açõk seçik göstergesi.
Bizim tarihimiz 10 bin yõllõktõr. İsteyen dõşarõda gelsin, kendisine ispat edeyim. Hatta
yeni buluşlar bunu inanõlmaz eskilere, 80 bine kadar götürmektedir. İnanõlmaz bir
şey.. Tarihin en eski milletiyiz ve dilimiz tarihin en geniş ve en eski dilidir. Bunlarõ
Atatürk, zamanõnda, Türkçe’nin ne kadar yaygõn olduğunu, tarihteki kavimlerin
http://www.ozetkitap.com
7
birçoklarõnõn dillerinin Türkçe olduğunu, bazen ispatlayacak şekilde bazen de belki
sezgiyle söylüyordu.
Dünyada gelmiş geçmiş en büyük medeniyeti kuran kimlerdir, biliyor musunuz? Şu an
Çin sõnõrõnda, fiziken de katliamdan, soykõrõmdan geçirilmekte olan Uygur Türkleridir.
Uygur Türkleri, binlerce yõl evvel, o zamanõn çok yüksek teknolojisini, o zamanõn
bugünler için de hayret verici derecede tarõm teknolojisini, sulama tesislerini,
edebiyatõ, felsefeyi ve bilimleri icat etmişlerdir. Bu gelişme zamanla ondan sonraki
Türk Devletlerine geçmiş, ondan sonra İslamiyet’in kabulü ile bu medeniyet, bu Asya
Medeniyeti, bu derin ve köklü medeniyet, İslam Dünyasõna getirilmiştir.
Eğitimin gayesi, insanõ kendisi ve toplumu, halkõ, milleti için değer yaratacak düzeye
getirmektir. Fakat eğitimin bir ikinci gayesi daha vardõr. Onu pek söyleyen yok.
(Birincisini de pek yok ama dahi neyse; ikincisini söyleyen hiç yok) Eğitimin ikinci
gayesi ise, bir milletin geçmişiyle geleceği arasõnda köprü kurmaktõr. Yoksa geçmişine
bir makas atõp ondan sonra toplumun köksüz, darmadağõn bir kuru kalabalõğa
dönüşmesini sağlamak değildir.
Adam Türkiye’de, Türk şirketi, eleman arõyor. İngilizce ilan vermeye başladõlar,
70’lerde. Milletimiz “Ha, İngilizce öğrenmezsem iş bulamam, dosdoğru iş yapamam”
havasõna kasten sokuldu.
Roma İmparatorluğunun İngiltere’de, İngilizlerin sömürgelerde yaptõğõndan sonra,
Fransõzlar aynõsõnõ Cezayir ve Tunus’ta yaptõ. Bugün Tunus’ta Arapça kalmamõş.
Dedesini İngiliz Holiganõ Zannedenler
İşte Batõlõ için, İngiliz için güzel teknik! Bir ülkenin dilini, eğitimini yabancõ dille eğitime
dönüştürürsen, bir nesil sonra iş bitiyor.
Sadece Tarzan İngilizcesi bilmekle adam olunmaz, ancak bir Anglo-Sakson
sömürgesinde sömürgecinin hizmetkarõ olunur.
“Osmanlõca” sözünü geçen asõr İngilizler icat etti. Her dilde devletin idare dili, hukuk
dili, ayrõca tõp dili, bilim dili ile halkõn köydeki, kentteki gündelik dili arasõnda büyük
mesafe vardõr. Bu eğitimle kapatõlmaz mõ?
Ey Türkçesevenler (yani vatanseverler, Türk kimliğini sevenler)!
Şu ilkelerde kesinkes birleşmeliyiz.
! Birinci İlke: Osmanlõca, öz Türkçe diye bir ayrõm kabul edilemez,. İkisi de
Türkçe’dir. Türkçe’nin her lehçesine, her düzeydekine, eskisine, yenisine sõkõ
sarõlalõm.
! İkinci İlke: Tasfiyeciliğe “Hayõr”, zenginleştirmeye “Evet”.
http://www.ozetkitap.com
8
! Üçüncü İlke: Her yeni kavrama, her bilim/teknik dalõna Türkçe terimler, Türkçe’nin
matematik gibi keskin ve kudretli olan kurallarõna göre türetilecek, türetilmiş
olanlar kullanõlacaktõr. (Bu, aynõ zamanda Atatürk Milliyetçiliğinin de temel
ilkesidir.)
Türk vatanseverleri/yurtseverleri, Türk ve Atatürk milliyetçileri/ ulusçularõ:
Türkçe’ye sahip çõkmak, Türkiye’ye Türk Kimliğine, Kültürüne, Türklüğe sahip
çõkmak demektir.
Birbirimize düşmekten vazgeçeceğiz ve birilerinin İngiliz atõyla Üsküdar’a geçmesine
izin vermeyeceğiz.
1970’lerde Amerika’da bir çok Türk dernekleri kuruldu. Bu derneklerin birinci amacõ
bence, oradaki Türklerin, oraya uyum sağlamakla birlikte, Türk kültürünü, Türk dilini
unutmamalarõ, çocuklarõna da öğretmeleridir. Gaye budur ve öyle olmasõ gerekir.
Sonradan, derneklerle temasõm kalmadõ, çünkü vaktimin çoğunu Türkiye’de
geçiriyordum. Birkaç sene evvel bir de baktõm ki, eskiden Türkçe olan dernek
bültenleri baştan aşağõ İngilizce olmuş.
Baktõk, o manada Türkler arasõnda toplantõ oluyor ama konuşmalar, tartõşmalar
İngilizce. “Arkadaş, sizin işler Türkçe olurdu? Ne oldu şimdi?” Ne dese beğenirsiniz?
Bakõn buna dikkat ediniz: “Bize Washington’daki Türkiye Büyükelçisinden yazõ geldi.
“Bundan böyle yazõşmalarõnõzõ, toplantõlarõnõ, konuşmalarõnõzõ İngilizce yapõn” diye.
Anlaşõlan, sistemli bir şekilde, birileri yalnõz içeride değil, dõşarõda da Türkçe’yi
bitirmeye çalõşõyorlar.
Türkler bir uyansa Avrupa’nõn işi bitti, Avrupa bizden yardõm dilenecek. Aman ne olur
sizin birliğinize, gümrük birliğinize girelim diye gelip kapõmõza yalvaracaklar. Onun için
adamlarõn niyeti “Türk” lafõnõ tarihten silmek. Silmek için yapacağõn iş bellidir: Eğitim
dilini İngilizce yaparsõn, bir iki nesil sonra Türkçe biter. Türkçe bitince “Türk” lafõ biter.
Ne Türk kimliği kalõr, ne kültürü, ne tarih bilinci, ne kendi ülkülerin. Gayet basit.
Tarihte misali çok.
Irkçõlõk bir safsatadõr. Biz “Türk milleti” dediğimiz zaman biyolojik değil, “kültürel
genler”den bahsediyoruz. Atatürk yalnõzca “Ne Mutlu Türküm Diyene” dememiş,
sözün baş tarafõnõ kesmişler. Aslõnda: “Türk demek Türkçe demektir, ne mutlu
Türküm diyene” demiş. Bu ülkenin bütünlüğü için, ortak gayelere yürümemiz için
bir resmi dili vardõr. Türkiye’mizde de bu, Elhamdülillah, Türkçe’dir. Türkçe deyince
ayrõm yapmamalõyõz. “Osmanlõca”sõ da, “öz Türkçe”si” de hepsi Türkçe’dir.
Parlamenter lafõna gelince. Bu feci bir vaziyet. Eskiden bunlara “mebus” denirdi.
Sonra “milletvekili” oldular. Şimdi son zamanlarda, üç-beş yõldõr bir de bakõyorsunuz
televizyona çõkõp “biz parlamenterler”, “parlamento” laflarõyla kendilerine sözde
Avrupalõ süsü veriyorlar. Şimdi biz diyoruz ki, bu kelimelerin Latince, İtalyanca kökeni
“boş laf üreten” manasõna gelir. “Parlamento”da, “boş laf üretilen yer” manasõna
gelir. Kendilerine bu kelimeleri uygun görüp Avrupalõ havalarõna girenleri uyarõyorum:
http://www.ozetkitap.com
9
Bu millet boş laf üretenleri değil, vekillerini bekliyor. “Protokol” kelimesini de
böyle özentiyle kullanõyorlar. Bunun karşõlõğõ “teşrifat”tõr. Osmanlõ divanõnõ çağrõştõrõyor
ve ne kadar zengin kelime. Ayrõca bu “Ambulanslar”õn önünde eskiden “Cankurtaran”
yazardõ. Son yõllarda birden bire büyük bir özentiyle “Ambulans” yazõlmaya başlandõ.
Ondan sonra da “Ambulance” yazmaya başladõlar. Yahu ne oluyor? Bunlar da
nereden çõktõ? Bizdeki “cankurtaran”õn manasõ açõk.
En az 10 bin sene dünyanõn birçok yerinde yurt tutmuş olan Türkler õrk olarak çoğu
kez birbirine benzemez. Ancak bir takõm kültür unsurlarõ devam etmiştir. Ben buna
“kültür genleri” ismini taktõm. Bunlarõ yok edersen o milletin adõnõ tarihten siliyorsun.
Adamlarõn derdi buralarda Türk-Müslüman lafzõ bõrakmamak.
Türk eğitim sistemi bir anlaşmayla teslim edilmiş. İsmet Paşa Amerikalõlarla anlaşma
yapmõş. Demişler ki: Milli Eğitim Bakanlõğõnda 8 kişilik bir kurul olacak. Dördü Türk,
dördü de Amerikalõ. Ama dört Amerikalõdan biri Amerikan elçisi ve onun oyu iki
sayõlõyor. 1945’den beri onlarõn marifetleriyle Türk Eğitim sistemi dünyanõn en rezil
eğitim sistemine dönüştürüldü. Diğer bir ifadeyle eğitimsizleştirme sistemi geldi.
Ayrõca “turizm” yani “gezim” ayağõna Türk yer isimlerimizi yabancõ dile çevirip
sonunda vatan topraklarõnõ yabancõlara peşkeş çeken kafa oluşturuldu.
Amerika sadece iki şey üretir: Biri silah ve bunu satacak yerler icat eder, her tarafta
bir takõm ufak harpler, iç harpler çõkarõr. Fransa, İngiltere, Rusya da bunu yapõyor. En
çok Amerika yapõyor. ABD’nin ürettiği ikinci şey film. Bunun içine televizyon dizisi,
pop müziği, sinema da dahil. Aslõnda bu “film” öbüründen daha güçlü bir silahtõr.
Çünkü milletin beynini ve gönlünü mahveder. Bunlarõ üretir, başka bir şey üretmez.
YÖK Kuruldu, Bilim Bitti
1980-82 döneminde Türkiye’de en önemli iki şey olmuştur; Birincisi Türkiye’de yerli
sanayi kurma “şak” diye kesilmiştir. Bununla bağlantõlõ aynõ sõra ikinci bir olay var:
YÖK kurdurulmuştur.
“YÖK’ün kurdurulmasõnõn sonucu nedir?” Üniversitelerde araştõrma adeta yasak
edilmiştir. Yasak demeye gerek yok, fiilen nerdeyse yasak hale getirilmiştir. Araştõrma
yapamazsõn, yaparsan da bir sürü dert alõrsõn. Fizik, kimya gibi konularda bile sahici
araştõrma yapanõn başõ derde girer. Gõcõk bir konu olmasõ gerekmiyor. Araştõrma
yapmak yerine 40 saat ders verip para alacaksõn. Dünyada böyle bir şey olmaz.
Böylelikle üniversiteler bitirilmiştir. Üniversitelerde bugün bilim de yoktur, eğitim de
yoktur. “Peki niye Üniversiteler bitirilmiştir?” Biz hatõrlõyoruz: 70’lerin sonlarõna kadar
millet iki kelime ile (“faşist, komünist”) birbirine düşürülüyordu, bombalar patlõyordu.
Bu anarşi olaylarõna rağmen üniversitelerde araştõrma, bilim, teknik havasõ başlamõştõ.
Sanayiler yerli imkanlarla kurulmaya çalõşõlõrken örneğin bir plastik fabrikasõ kurulacağõ
zaman üniversiteden konuyla ilgili kişilere araştõrmalarõnõ yaptõrõyordu. Bir taraftan
sanayi durduruldu. Yerine gezim (turizm) yerleştirildi. Gana’ya İngilizler aynõ modeli
sokmuşlar. “Canõm sizin yapmanõza gerek yok. Biz size satarõz. Siz turizmle geçinin”
demişler. Türkiye’de sanayinin durdurulmasõ, aynõ zamanda üniversitelerin –araştõrma
bilim, teknik- bitirilmesi suretiyle sanayi kuracak, teknoloji geliştirecek insan gücünün
http://www.ozetkitap.com
10
engellenmesi “muz iktisadiyatõ”na dönüşümü hazõrladõ. Üzülerek söylüyorum,
Türkiye’de bugün artõk meslek sahalarõ kalmamõştõr. Mühendisler, elektrik, makine
hele de temel bilimlerde öğrenim görenler meslekleriyle hiç alakalõ olmayan işlerle
uğraşmak zorunda kalõyorlar. Avrupa’dan makine alacağõz. Kumaş dokuyacağõz;
Avrupa’dan makine alacağõz. Şimdiye kadar dokuma tezgahlarõ için verilmiş olan döviz
dõşarõya satõlan tüm dokuma ürünlerinden alõnan dövizden daha fazla imiş! Nitekim
dokuma ürünlerini de, “Çin, Pakistan’dan daha ucuza alõrõz.” Dediler. Dokuma
ürünlerini de almadõlar ya da kota koydular. Gezimi de 2 günde 2 kelime ile
durdurdular.
Üniversiteler Eğitim, Araştõrma ve Bilgi Üretme İşlevleri ve Ülke İktisadõ ile
Etkileşimleri
Üniversitelerin (yani Türkçe’siyle “evrenkent”lerin) içiçe, birbirinden ayrõlmaz iki görevi
vardõr; ya da böyle olmasõ gerekir:
1. Eğitim/Öğretim
2. Araştõrma
Öğretim üyesi bu ikisinde de faal değilse bilgisi kalõplaşõr, yaratõcõlõğõ körlenir, bilim
heyecanõ azalõr, yeni yetişenlere de bu heyecanõ sirayet ettiremez olur. Ayrõca, en iyi
öğrenme bir işi yaparak öğrenmektir. Kişi kendi çabalasõn, sorgulamayla uğraşsõn ki
konu beynine malolsun, bu yoğrulmadan yeni fikirler, yaratõmlar çõksõn. Dolayõsõyla,
doktora seviyesine önemli bir yer düşüyor. Doktorada araştõrõcõlõk ruhu gelişir, öğrenci
sorgulayõp çözümler ürettikçe özgüvenini arttõrõr veya kazanõr. Artõk karşõlaştõğõ her
meselede çareyi ondan bundan (mesela yabancõ uzmandan, devlete geldiği zaman
IMF‘den) beklemez olur.
Doktora eğitiminin ülke iktisadõna da büyük katkõlarõ vardõr. Evrenkentlerde yapõlan
araştõrma/geliştirmeler, doktora öğrencileri olmadan fazla ilerlemezdi. Burayõ dikkatle
biraz açalõm: a) Evrenkentteki araştõrma faaliyetlerinin gerçek katkõsõ ne zaman, ne
kadar, nasõl var veya olabilir? b) Doktora eğitiminin katkõsõ varsa, örneğin
Türkiye’deki şu an mevcut doktoralõ kişi sayõsõ ile iktisadi gelişme arasõnda nicel bir
bağõntõ bulabilir miyiz?
a) Bir çok ülkenin bir dõş siyaseti, iktisadi siyaseti, bunlara bağlõ olarak da
bilim/teknik araştõrma/geliştirme siyasetleri var. Japonya, A.B.D. gibi ülkeler 5-10
yõllõk hedef-tasarõlar seçerler, oraya doğru yoğun bir gidiş olur.
Bazõ ülkelerin iktisadi yenilenme, yeni sanayi ve iş sahalarõnõn açõlmasõ işte böyle
araştõrmalardan doğuyor. Devletin desteklediği ve eşgüdümünü sağladõğõ bu
araştõrmalarõn çoğu çeşitli evrenkentlerde yürütülüyor.
Hedeflerini saptamamõş ülkelerde ise, dağõnõk, amaçsõz, “dostlar alõşverişte
görsün” kabilinden, doktora alõnsõn, doçent olunsun diye araştõrma etkinlikleri
görülebilir. Devlet, “yayõn yapmak için yayõnõ”, atõflar dizininde (“citation index)
yayõn saymak için araştõrmayõ destekler. Sonuçta ne ciddi bir iktisadi katkõ, ne
önemli bir sanayi hamlesi, ne uluslararasõ pazarlarda bazõ açõk veya eksikler bulup
http://www.ozetkitap.com
11
oralarõ tutma gibi gelişmeler, ne savunmada bağõmsõzlaşma gerçekleşir. Böyle
amaçsõz, hedefsiz, içinden dağõtõlmõş ülkeler olsa olsa başkalarõnõn iştahõnõ
kabartan pazar-ülkeler olurlar. Sonunda, milli olmasõ gereken (her ülkede böyle)
eğitimlerini bile istismarcõ yabancõ ülkelere teslim eder, geleceklerini tehlikeye
sokarlar.
Ayrõca, evrenkentlerin her dalda (toplumsal bilimler dahil) sanayi ile, özel ve kamu
kuruluşlarõ ile, savunmayla etkileşim içinde olmalarõ gerekir. Örneğin A.B.D.’de,
tarih, siyasal, kültürel budunbilim (“antropoloji”) gibi dallarda bile, evrenkentlerde
devlet destekli araştõrmalar yaptõrõlmakta, bazõ ülkelerin nasõl denet altõnda
tutacaklarõ, nasõl bölünmeler yaratõlacağõ, hedef, kimlik saptõrmalarõ yapõlacağõ, her
an nasõl iç ve dõş dengelerin bozdurulabileceği, yeni (Orta Asya’daki gibi) ülkelerin
nasõl nüfuz altõna alõnõp yeni pazarlarõn açõlacağõ hesaplanmaktadõr.
“Destabilization” terimi Amerika’da halk diline kadar inmiş, bu “istikrarsõz tutma,
istikrar bozma” yöntemleri, tahmini pek de zor olmayan matematiksel bir bilim
haline getirilmiştir.
Şunu da ilave etmeli ki, sömürgeleşmiş veya resmen olmasa da sömürgeden daha
acõklõ duruma getirilmiş ülkelerde, ulusal hedefler, bağõmsõz gelişmeler oluşmasõn
diye sürekli tedbirler alõnõp yetenekli, onurlu, ülke çõkarlarõna bağlõ kişiler devamlõ
olarak altta veya kenarda bõrakõlõr; kişiliksiz, onursuz, şahsi çõkar düşkünü,
yeteneksiz, yaratõlõcõlõktan yoksun, kolayca kullanõlabilir kişiler kilit noktalara
getirilirler.
Türkiye’de sanayi-evrenkent işbirliği konusunda bazõ önemli adõmlar atõlmõş,
mesela “KOSGEB”ler kurulmuştur. Bunlarõn iktisadi katkõlarõnõn olacağõndan kuşku
yok.
b) Yukarõda bahsedilen türde bütün araştõrmalarda doktora öğrencilerinin rolü büyük.
Şimdi gelelim ülkedeki doktoralõ sayõsõna.
Tanzimat’tan beri zaman zaman Batõya binlerce öğrenci göndermekten medet
umuldu. Sonuç meydanda. Dõşarõda 60.000 öğrenci okutulduğu söyleniyordu. En
son bir yerde okudum, 200 bin olmuş. Bir öğrencinin masrafõnõ yõllõk 30 bin dolar
olarak kabul edersek, bu senede 6 milyar dolar demektir. Beş yõlda 30 milyar
dolar. Bu meblağõ, Türkiye’deki bütün evrenkentlerin toplam bütçesiyle
karşõlaştõrmanõzõ isteyeceğim. Eğer bu 6 milyar dolarõ bu iş için harcõyorsa bir ülke
çok büyük gayelerin olmasõ lazõm. Bu öğrencilerle ‘şu sanayii kuracağõz, şu
teknolojiyi geliştireceğiz’ diyen yok tabii. Bu insanlarõmõz Türkiye’ye dönseler bile
imkan yok. Oralarda kalmayõ tercih ediyorlar. Beyin göçü ortaya çõkõyor.
Bu öğrenciler sayesinde o sõralarda mali sõkõntõ için olan o ülkelerin evrenkentleri
ihya oldular; araştõrmalarõ için önemli genç bilimadamõ ihtiyaçlarõ da bu suretle
temin edilmiş oldu. Beyin göçünün nedeni: 1980’den sonra yani YÖK’ün
kurdurulmasõnõn ardõndan Türkiye’de bilim ve araştõrmanõn bitmesidir. Bilim adamõ
araştõrma yapmak için uğraşacakken, ders başõna para alarak 40 saat ders veriyor
haftada.
http://www.ozetkitap.com
12
Dünyanõn hiçbir ülkesinde böyle bir şey yoktur. Ne zaman ki bir ülke perişan hale
düşer, o zaman o ülkenin vatandaşlarõnõ görmeye başlarsõnõz Amerika’da. Türkiye
bu açõdan rekor kõrõyor Amerika’da. Zaten eğer bir milletin sayõsõ bir çevrede
artmaya başlarsa, aşağõ görürler.Türkiye’den yüzlerce öğrenci varsa, mesela
Almanya’dan birkaç tane vardõr, yoktur. O da özel bir alanda öğrenim görmek için
gelmişlerdir. İşin garibi, Amerika’da fen/teknik konularõnda doktora öğrencileri
evrenkentlere para vermezler; bilakis öğrenciye mali destek sağlanõr. Çünkü
yapõlan araştõrmanõn iktisadi ve yan faydalarõ ülkeye kalmaktadõr. Bu destek,
kendini ispatlayan yabancõ öğrencilere de verilir. Ama Türkiye illa da o ülkelere her
öğrenci için para vermekte adeta õsrar etmiş, araştõrma yardõmcõlõğõ bulan
gençlerimize maaş, burs kabul etmemelerini emretmiştir! Peki, ülkemizin yaptõğõ
bu büyük fedakarlõklarõn Türkiye’ye faydasõ?
Biliyorsunuz, evrenkentlerimizde en ufak bir alet almak için üç kuruş bulmak bile
hayli maharet isteyen bir iştir. Dõşa giden bu büyük paralarõn onda biri yurtta
araştõrma, yerli Türkçe bilimsel yayõnlarõn teşviki vb. için ayrõlsa kuşkusuz bir
gelişme olacak, iktisadi katkõlar da artacaktõr. Ama bunun için Türkiye’nin
hedeflerinin tespiti de şarttõr.
Yurttaki doktoralõ sayõsõ ile iktisadi, bilimsel, hatta kültürel gelişme arasõnda en az
doğru orantõlõ, nerde kaldõ ki daha yüksek üslü bir matematik bağõntõ
bulunabileceği beklenemez. Nedenleri: 1) hedefsiz (hedef, bilim ekolleri yaratõp
dünyada söz sahibi olmak da olabilirdi) dağõnõk araştõrma etkinlikleri; 2) dõş
doktoralarõn tesadüfen seçilen veya dõşarõda verilen konularda, başkalarõnõn
çarklarõna, dişlilerine yağ olacak nitelikte yapõlmasõ; çoğu kez çarkõn kendisinin bile
fark edilmemesi.
Sonuç olarak Türkiye’nin içinde ve dünyadaki hedeflerini kõsa, orta ve uzun vadeli
olarak seçmesi; bu seçimde Türkiye’nin, dõş odaklarla bağlantõlõ olarak şerrine değil
de, hayrõna kafa yoracak, çalõşacak onurlu, yetenekli, kendini yurduna adamõş
kimselerin görev almasõ gerekmektedir. Bu hedefler doğrultusu başta olmak üzere
evrenkentlerimizde gerçek yaratõcõlõğa yol açacak araştõrma ortamlarõnõn,
kütüphanelerin, Türk Dünyasõ için Türkçe yayõnlarõn, ayrõca dõş dünya ile iletişim ve
bilgi alõşverişini arttõracak dõş yayõnlarõn (yayõn için yayõn olmamasõ koşuluyla)
geliştirilmesine ağõrlõk verilmelidir.
ŞEHİRLER İNSAN İÇİN Mİ, ARABA İÇİN Mİ?
Şimdi “demiryolu” deyince raylõ ne varsa hepsini kasdeceğiz; tramvay, yer altõ,
şehirlerarasõ katarlar vb. Hele geriye dönüp bir bakalõm.
Son iki büyük, Sultan Abdülhamit Han da, Atatürk de demiryollarõna çok önem
verdiler. Birincisinde İstanbul’un iki yakasõ da tramvay ağlarõyla örüldü. Belki de
dünyanõn ilk yeraltõsõ, Karaköy tüneli yapõldõ.
II. Cihan Harbinde savaş araçlarõ üreten A.B.D. dev oto sanayii, özellikle GM
(“General Motors”) şirketi, 1947’den sonra fabrikalarõ atõl kalmasõn diye araba işini
yaymaya, halkta bir araba tutkusu yaratmaya karar verdiler. O zamana kadar
http://www.ozetkitap.com
13
A.B.D.’nin her tarafõ tramvay (kendi tabirleriyle “trolley”) ağlarõyla örülüydü. O kadar
ki, taa Pasifik Ummanõ kõyõsõ Kaliforniya’dan doğuda Atlas Ummanõ’na kadar tramvay
değiştire değiştire gidilebilirmiş. GM şirketi ufak tramvay şirketlerini birer birer satõn
alõp sonra da iflas ettirmiş, tramvay raylarõnõ söktürmüş.
Çocukluğumda İstanbul’un da her iki yakasõ tramvay ağlarõ ile örülüydü. Bağdat
Caddesi’nin kenarõndan Bostancõ’ya dek tereyağõ gibi kayõp giderdin. Ne seyrüsefere
mani olur, ne bir şey. Şimdi aynõ caddede lüküs arabasõnõn içinde dur kalk, dur kalk
sinir buhranlarõ geçireni bir yandan, yağmurda çamurda otobüs dumanlarõndan
boğulan, perişan bekleşenlere bir yandan insanõn acõmasõ geliyor.
İşte hesap sormaya sormaya bu hallere gelindi. Şimdi İstanbul’da arabasõ olan
perişan, olmayan perişan.
Amerika bile sonunda toplu taşõmacõlõğa, demiryollarõna pay ayõrmaya bugünlerde
mecbur kalmaktadõr. New York dahil bütün şehirlerinde araba keşmekeşini önleyici
yönetim tedbirleri zaten çoktandõr vardõ. Bizde ise İstanbul, Ankara gibi şehirler bile
böyle herhangi bir tedbire rastlanmõyor.
Bir an evvel bazõ tedbirler alõnmazsa şehirlerimiz toptan kilitlenecek, insanlar çõktõ
(egzoz) gazlarõndan topyekün zehirlenecekler. Zaten şimdiden işe 1-2 saatte ancak
gidiliyor. Sadece bunun verdiği iktisadi zararõn haddi hesabõ yok. İktisatçõlarõmõz niye
bu zararõn mali boyutunu oturup hesaplamõyorlar? Mühendisler niye karayolunun bir
kilometresi maliyetine 5 km demiryolu yapõlacağõ gibi hesaplarõ yapõp halkõn gözünün
önüne sermiyorlar? Niye tercihli otobüs yolundan bir hafif tramvay hattõ geçirilmiyor?
Niye araba otobüs kõsõtlanõp böyle tramvaylar yapõlacağõna çok daha fazla maliyeti
olan yer altõ (“metro”) düzeni için yõllarca uğraşõlõyor? İstanbul’da sahiller doldurulup
geniş otoyollarõ yapõlõrken niye az yer kaplayan raylar da konulmuyor? Yakõt artõşlarõ
azalmasõn, araba ithaline dokunulmasõn, ahali araba alõşkanlõğõndan sapmasõn diye
mi?
Unutmayalõm ki, neftyağõ üretimi neredeyse olmayan bir ülkenin insanlarõnõ oyuncak
sevdasõ gibi arabalarla meşgul eder, kaynaklarõnõn önemli bir kõsmõnõ dõşa yakõt ve
araba parçalarõ için aktarõrsanõz, o ülkenin ileriye dönük, onu önemli bir dünya devleti
yapacak temel yatõrõmlarõ yapmasõnõ da engellemiş olursunuz. İşte öyle bir ülke
sonunda bütçesinin yüzde kõrkõnõ (sonra daha da fazlasõnõ) dõş borç faizlerine öder,
varõnõ yoğunu, fabrikalarõnõ, santrallerini, limanlarõnõ ve hatta vatan toprağõnõ
yabancõlara satar, gençlerinin eğitimini bile İngiliz gibi insanlõktan uzak, hunhar
milletlere havale eder, sonra da tarihten silinip gider.
ULUSLARARASI İLİŞKİLER
Yõllardõr Avrupa’sõ, Amerika’sõ bastõrõyor: “Kõbrõs Sorunu” diyor; “Ege Sorunu” diyor;
(sözde) “Kürt Sorunu” diyor. Bizde de birileri yõllardõr, gelenin gidenin önünde ezilip
büzülüyor; “Afedersiniz efendim”, “Özür dileriz efendim”, “Ödevimizi yaparõz efendim”
diyorlar. Otuz küsur yõldõr bendeniz ise, naçizane diyorum ki: “Bu tavrõ takõndõğõnõz
takdirde, ne kadar haklõ olsanõz, davayõ baştan kaybedersiniz”. Takõnõlacak tavõr
başkadõr:
http://www.ozetkitap.com
14
Türkiye’nin “Kõbrõs Sorunu” yoktur. Türkiye’nin Yunanistan’la babamõn memleketi Batõ
Trakya Sorunu vardõr. TV’den yeni öğrendik: Batõ Trakya’nõn (Batõ Paşaeli’nin) kuzey
Türk köyleri meğer 67 yõldõr birer tehcir kampõ, birer hapishane imiş. İçerdekiler köy
dõşõna ancak özel tezkereyle çõkabiliyor, kimse bu tel örgüyle çevrili köylere
giremiyormuş.
Türkiye’nin “Ege Sorunu” yoktur; Yunanistan’õn Lozan’a rağmen adalarõ askeri üs
haline getirme sorunu vardõr.
Türkiye’nin “Kürt Sorunu” yoktur. Türkiye’nin Kerkük Türkmenleri Sorunu vardõr.
Avrupa’ya gelince:
Türkiye’ye “insan haklarõ” dersi vereceğine, Avrupa önce Bosna’da, Cezayir’de,
Kosova’da yaptõrdõğõ katliamlarõn hesabõnõ vermelidir.
Batõ ülkeleri, sözde “Ermeni Soykõrõmõ”nõ değil, Ermenilerin Azerbaycan/Karabağ’da
daha yeni yaptõklarõ gerçek soykõrõmõ gündeme getirmelidirler.
Türkiye’nin Savunmasõ
Dolayõsõyla birinci ilkemiz: Dünyanõn neresinde olursa olsun, oralõ Türk, buralõ Türk,
nerede bir Türk’ün kõlõna dokunulursa bütün Türkler, bütün milletleriyle ve
devletleriyle hemen seslerini duyurmalõ, bütün uluslararasõ ortamlarda protestolar, bir
sürü basõn-yayõn faaliyeti. Türkiye’nin savunmasõ burada başlar: Balkanlarda binlerce
Türk’ü kessinler, Irak’õn kuzeyinde Türkmenlerin başlarõnõ daha yeni hapse atsõnlar.
Olur mu böyle şey? Nerede Türk varsa onun hakkõnõ hepimiz savunacağõz.
Uluslararasõ ortamlara gideceğiz, davalar açacağõz, protesto edeceğiz, nota vereceğiz,
ses çõkartacağõz. Bir kere bu var; bunlar o kadar zor işler değil. Sadece çõkõp
söyleyeceksin, bu kadar basit.
Bütün mesele; şahsiyete, haysiyete ve aşağõlõk duygusu yerine kendine güvenmeye
dayanõr. Psikolojik bir şey, gayet de basit.
Türkiye ve Türk Dünyasõ Üzerindeki İçten, Dõştan Tezgahlar
Batõ deyince, Rusya’sõndan bütün Avrupa’sõ, bütün Amerika’sõna kadar bizzat
yaşayarak şunu gördüm ki: en üst seviyesinden sokaktaki garibanõna kadar hepsinin
kafasõnda tek bir şey vardõr: “Endülüs’ü sildik, burasõ hala duruyor”.
Bu acõklõ duruma bizi “kültür mühendisleri” getirdi, bilhassa Amerika’nõn, İngiltere’nin
kültür mühendisleri yaptõlar bu işi. Zaten bir ülke, bir millet içinden dağõtõlõrsa, topa,
tüfeğe ihtiyacõ kalmaz artõk. Evet top, tüfek, lazerli silahlar, füzeler vb. vb de olmalõ.
http://www.ozetkitap.com
15
Atatürk Ruhu Yerine “Sahte Sağ / Sahte Sol”
1960’lara kadar Atatürk ruhu hakimdi: Herkes “Türk”tü, herkes “Atatürk
milliyetçisi”idi. Sonra hava değişti. Kimi zannetti ki “milliyetsizlik fikri” Rusya’dan geldi.
Hayõr efendim sahtelerin ikisi de Amerika’dan geldi.
Önce, 1960-1970’lerde Amerika’nõn yarattõğõ sahte sağ ve sahte solla bölündük ve
milli değerlerden uzaklaştõrõldõk.
1990’larda filmi, (kaseti, sahneyi; ne derseniz deyin) değiştirdiler; “komünist”, “faşist”
laflarõ kalktõ, bir çok ortaoyuncusunun da hakiki rengi ortaya çõktõ. Bazõ safiyan diyor
ki: “Efendim, bu adam vaktiyle komünist hücreler kurmuş, ordudan atõlmõş, şimdi
Amerikancõ kapitalist oldu. Be kardeşim, o zaman da Amerika’ya hizmet ediyordu,
şimdi de. Farkõ: Eskiden “komünist rolü yap” denmişti, şimdi de “yeni dünya düzenci”
kapitalist. Adam aynõ adam, değişmedi; rol değişti. Bu durumlara iyi dikkat etmeliyiz.
Bunlar hep “kültür mühendisliği” teknikleri. Aslõnda Batõ birçok ince taktikleri de
Selçuk ve Osmanlõ Türkleri’nden öğrendi. Biliyorsunuz Makyavelli kitabõnõn dipnotunda
der ki: “Bu numaralarõ Osmanlõlarõn Bizans Tekfurlarõ arasõnda düzenledikleri
dolaplardan öğrendim” (Meğer aslõnda Nizamülmülk’ün kitabõnõ da okumuşmuş)
Asyalõ mõ, Avrupalõ mõ, Avrasyalõ mõ Olmak?
Aslõnda biz hem Asyalõyõz, hem Avrupalõ, hem de Orda Doğulu. Bundan büyük nimet
mi olur? Hangi millete nasip olmuş? Avrasya’nõn, hatta şimdi Amerika kõtalarõ dahil kaç
kõtanõn en eski milletiyim; 10 bin sene ve daha öncesi; dili matematik gibi dil, (yeni
giren İngilizce bozuntularõ hariç), kültürü büyük, tarihi büyük. Kaç imparatorluk
kurduk. Onlar sadece öyle kõlõç kuvvetiyle olmadõ; üstün kültürümüzle oldu, bilim ve
tekniğimizle oldu, idari nizamõmõzla, üstün maneviyatõmõzla oldu.
Şimdi Türkiye öyle bir durumda ki, bir yanda bütün İslam dünyasõ var, bir yanda Türk
dünyasõ, ta Japonya’ya kadar. Türk Dünyasõ’ndakilerin içinde komünizme rağmen
Türk Müslüman şuuruna sahip olanlarõ hayli fazladõr. Öbür yandan biz Avrupa ile de
haşõr neşir olabiliyoruz. Dünyaya bak: hem Asya, hem Ortadoğu, hem Avrupa.
Hepsinde cirit atabilen böyle başka bir millet yok. Yani Allah bize öyle nimetler vermiş
ki, biraz aklõmõzõ kaşõmõza alõp toparlanabilirsek dünyanõn en büyük birkaç devletinden
biri oluruz. Pek yakõn tarihe dek öyleydik; gene oluruz.
Avrupa’ya Çok Şey Öğrettik
Açõn bakõn: Orta Çağ sonunda bu Avrupa’ya, bu kara cahil, yobaz, temizlikten
haberleri olmayan, vebadan kõrõlan perişan Avrupa’ya bilimleri öğreten Türklerdir.
Matematiğin birçok dalõnõ icat eden Türk matematikçileridir.
Batõya cebiri de, kimyayõ da, gökbilimi de, ruhbilimi de biz öğrettik. Kendimizi,
tarihimizden, atalarõmõzdan aldõğõmõz manevi güçle, ileriye bakarak toparladõğõmõz
zaman Batõya, dünyaya, gene çok şey öğretiriz.
http://www.ozetkitap.com
16
Bir taraftan Avrasya Türk dünyasõ ile ilişkilerimiz olacak, bir taraftan Avrupa ile, Uzak
Doğu ile, hatta Güney Amerika ve Afrika ile ticaretimiz. Ayrõca İslam ülkelerinin
sömürgelikten kurtulmasõ için gene biz ağabeylik yapacağõz; başkasõ yapamaz bunu.
Şimdi Batõ bunlardan çok korkuyor. Batõ gizli gücümüzü biliyor da, biz bilmiyoruz.
Batõlõ, Türklerin kendilerine güvendikleri zaman pek çok işi başardõklarõnõ görüyor.
İçerden engellemelere rağmen halk, bu millet, bir sürü iş becerdi. Hatta başka
ülkelere işçi olarak gitti, işveren oldu. Onun için bu içerdeki ve dõşarõdaki düşmanlar
son derece endişe ediyorlar. Dolayõsõyla bu düşmanlar, adõm adõm, bilhassa son 50
yõldõr hõzlanarak, “bu işi kökünden nasõl hallederiz?” ile uğraşmõşlardõr.
Yõllarca haçlõ seferleri yaptõlar, bir türlü beceremediler bu işi; sonunda dediler ki: “Biz
bu işi içinden halledeceğiz. Bunlarõ içinden bozarsak, Türklük ve Müslümanlõk şuuru
bõrakmazsak ve nihayet birbirine düşürürsek, kim olduğunu, feleğini şaşõrmõş hale
getirirsek, dinini, tarih şuurunu yok edersek, o zaman bu işi biz rahatça hallederiz”.
Bu plan yürümektedir Türkiye’de.
Fakat Türkiye’de ben vaktiyle şuna dikkat ederdim: hani tahsil veya iktisadi olarak
sözüm ona alt tabakaya doğru indikçe, yani gariban halka, köylüye falan indiğin
zaman onlarda daha bir derinlik görürdüm. Yani o insanlarda daha derin bir kültür
vardõ. Çünkü biz Asyalõyõz. Ve bizim binlerce senelik bir kültürümüz var. Bu kültür hala
bozulmamõş halkta yaşõyor. Gerçi bu güzel tabakayõ da bugünlerde bozuyorlar ki, en
büyük tehlike de buradadõr. “Üst” tabaka zaten çoklukla bozulmuştur. Amerika’da,
Avrupa’da Türkiye’dekinin tam tersi bir durum gördüm: Oralarda üst tabaka bilgilidir,
çalõşkandõr, yapõcõdõr. Ama aşağõya indikçe indikçe ahali barbarlaşõr, yabanileşir.
Neden? Çünkü Batõnõn kültürü birkaç yüz seneliktir. İşte bunlar, barbar kavimlerin
elektronik cihazlarõ yapmayõ öğrenmiş –onu da devşirdikleri insanlar sayesinde
yapmõş- insanlardõr.
İşte Batõ bizden aldõklarõ ilimleri bize karşõ güç oluşturmak için kullanõp güçlendikçe
bizi ortadan kaldõrmanõn yollarõnõ aramaya başlamõştõr. Bu işe özellikle 1700 başlarõnda
soyunmuşlar. Fiziki olarak Türklerle başa çõkmamõz mümkün değil demişler. Onun için
biz olsa olsa bunlarõ içinden yõkabiliriz demişler. Araştõrmõşlar, bakmõşlar ki Türk’ün
kuvveti tasavvuftan, gelenek ve göreneklerinden, insanlõk anlayõşõ gibi hasletlerden
geliyor. Dolayõsõyla biz bunlarõ içinden bozarsak bu işi ancak öyle hallederiz. Ne kadar
sürer demiş İngiliz. “Biz, belki torunumuz da sonucu göremeyecek, ama biz ondan
sonra için çalõşõyoruz” demiş. İngiliz bu planla Hicaz’da Vahabilik gibi sahte bir
mezhep kurdu. Şimdiki Suud krallarõ da bunlarõn torunlarõdõrlar. Vahabiler ilk iş olarak
Hicaz’da bulunan 300-500 bin Türkü kestiler. (İngiliz Hindistan’da da sahte Ahmedi
mezhebini kurdu).
1838’de İngilizler dünyanõn küreselleştiğine dair bir edebiyatla ve Osmanlõ
İmparatorluğu içerisindeki bazõ idarecileri satõn alarak Gümrük Birliği anlaşmasõ
imzalattõlar. İngiliz mallarõ Türkiye’ye doldu. O zamanlar Ankara’nõn nüfusu 90 bin
civarõndaymõş, büyük bir el dokuma sanayii varmõş ki, dünyaca meşhur kumaşlar
üretilirmiş. Bu anlaşmadan 10-15 yõl sonra Ankara’nõn nüfusu 30 bine düşmüş.
Dokuma sanayiimiz ölmüş. Ardõndan Tanzimat Fermanõ ile köşe başlarõndaki bazõ
http://www.ozetkitap.com
17
adamlarõn da gayretleriyle çözülme başladõ. Fransa’ya rasgele, amaçsõz öğrenci
gönderilip sahte sömürge aydõnlarõ yetiştirildi.
Çare, elbette her yapõlan alçaklõğa son dakikada yarõm ağõz tepki göstermek
“kõnamak” değildir. Gülerler adama. Yõllardõr, daha kimse bize sataşmadan, bizim
kendi davalarõmõzõ dünya kamuoyunda sürekli gündeme getirmemiz, Türkiye’de
Ermenilerin yaptõğõ sayõsõz hunharlõklar, katliamlar için yapanlarõn cezalandõrõlmasõnõ
(ki çoğu hayatta, başka ülkelerde idiler), soyundan sopundan tazminat alõnmasõnõ
istememiz gerekirdi. Daha yakõn yõllarda Fransa’da, çeşitli ülkelerde elçilerimizi
öldürenleri barõndõran, üstelik de utanmadan iki de bir bize insan haklarõ dersi
vermeye kalkõşan bu uygarlõk, insanlõk fukarasõ Batõ ülkelerine yõllardõr niye
dayatmadõk?
Fransa’ya Ne Yapmalõyõz?
19. yüzyõlõn sonuna doğru Paris budalasõ bazõ Osmanlõ “monşer”leri aralarõnda
Fransõzca konuşur olmuşlardõ. Etki alanõnõ Anglosakson’a kaptõrmasõna rağmen,
Fransõz’õn en büyük başarõsõ duruyor. Osmanlõ Devletinin idarecileri arasõna sokulan 5.
kol gizli cemiyet sayesinde, “mektep-i sultani” yani Galatasaray eğitimini Türkçe
yerine Fransõzca yaptõ ve yapõyor. Fransõzlarõn, Türkiye’de hala etkili olmak için son
ümitleri bu okul ve birkaç, rahibeli, misyoner okulu. Bunlarõ kapattõğõn, hiç olmazsa
eğitim dillerini Türkçe, öğretmenlerini de tümüyle Türk yaptõğõn an, Fransõz canhõraş
bir feryat atacak, acõlar içinde inleyecektir. İşte Ermeni kõşkõrtõcõsõ, katliamcõ, kültür, dil
ve din emperyalisti Fransõz’a yapõlacak şey budur. Bak o zaman nasõl pişman
olacaklar.
Fransõz’õn, Türk yumuşak topuğuna dokunduğun anda, Türkiye’deki Fransõzca ile
eğitimli okul mezunlarõnõn bir kõsmõ diyecekler ki, “Fransõz’a karşõ duygusal davranõp
da, kendimizi “bilim”den mahrum etmeyelim”. Lafa bak, dersleri Türkçe yerine
Fransõzca yapmakla bilim mi oluyormuş? O misyoner okullarõndan kaç tane gerçek
bilim adamõ çõkmõş acaba? Var mõ öyle bir şey?
Hangi Avrupa Birliği?
İngiltere, kuzeyde dağlõ İskoçlarõn sõnõrõ Hadrian duvarõna kadar Roma
İmparatorluğunda kalõp dilinin %60’õ latinleşti (tabii şimdiki örn. tõp dili %99 tam
Latince). Kelt kavimleri tarih boyunca birlik olup bir tek devlet oluşturamadõlar.
Günümüzün Avrupa haritasõ, hala iki bin yõl önceki Kelt kavimlerinin haritasõ gibi.
Kelt’lerin hemen hepsi Roma İmparatorluğu’nca fethedildiler. Ancak, Avrupa’da o
zaman da, şimdi de önemli, ayrõ bir durum daha var: Cermen kavimleri.
Batõ Roma yõkõldõktan sonra Cermen göçleri (Franklar, Engel ve Saksonlar, Lombardlar
vb) latinleşmiş ülkeleri değiştiremedi. Göçlerle gelen Ural-Altay/Türk kavimleri ise
dillerini unutup eridiler.
Cermen kavimleri (bugün Almanya, Avusturya ve İsviçre’nin bir Alman lehçesi
konuşan kuzey kõsmõ) ile latinleşmiş Keltler arasõndaki mücadele günümüze dek
http://www.ozetkitap.com
18
sürmüştür. Bazõ Batõlõ tarihçilere göre Avrupa’daki birçok savaş, I. ve II. Cihan
Harpleri dahil, bu eski Alman-Latin/Kelt ayrõlõk-gayrõlõğõnõn birer devamõdõr. Sözde
“Avrupa Birliği” içinde de günümüzde kökleri işte böyle derin bir Alman-Fransõz ve
Alman-İngiliz ayrõlõğõnõ görmekteyiz. Avrupa Birliği’nin önemli dili Almanca mõ olacak,
Fransõzca mõ yoksa İngilizce mi? Bunun sessiz savaşõmõ sürüyor. 1066’daki Norman
istilasõndan beri süregelen Fransõz-İngiliz en hafif tabiriyle ‘rekabet’i de cabasõ.
“Avrupa Birliği”nin bir de “Hõristiyan Kulübü” olduğundan söz ediliyor. Hayret, hangi
Hõristiyan Kulübü? Bu toplulukta Katolik’i, Ortodoks’u, çeşit çeşit Protestan’õ var.
Bunlar o derece birbirlerine düşmandõr ki, tarih boyu zaman zaman birbirlerine karşõ
Müslüman Türk’le bile anlaşmayõ yeğlemişlerdir. Yakõn tarihte Sultan Abdülhamid Han
bu ayrõlõklarõ çok iyi kullandõ. Hala süren şu Katolik İrlanda ile Protestan İngiltere
arasõndaki kavgaya da bir bakõn. Daha önce Katolik İspanya ile İngiliz İmparatorluğu
arasõ savaşlar.
Norveç ve İsviçre halk oylamalarõna binaen AB’ye girmedi. İngiliz halkõ bile AB’de
ulusal egemenliklerinden vazgeçmek istemiyor. Fransa’da da aynõ şekilde kuvvetli
sesler yükseliyor. AB fikrinin arkasõnda yatan ülkülem (“ideoloji”) ile hiç de yeni
olmayan, kökleri 1700’lere giden “Yeni Dünya Düzeni” arasõnda bağõntõ var.
Fransa’nõn önemli bazõ siyaset adamlarõ son aylarda bu “Yeni Dünya Düzeni” oyununa
karşõ çõktõlar. Ama Türkiye’de de olduğu gibi üstlerde birileri “Yeni Dünya Düzeni” ve
onun kuyruğu AB’ye uluslarõnõ, adeta emr-i vakilerle sürükleme peşinde. Bu
üstlerdekilerin kime, niye ve nasõl hizmet ettikleri elbet bir gün belli olacak.
İşte Türk Dünyasõ Böyle Oluşur?
Türk Dünyasõ’nõn yeniden oluşmasõ için bütün Türk Cumhuriyetlerinde ortak Türk dili
ve ortak yazõ bir an önce gelişmeli, ortak Türkçe yayõnlar Türk Dünyasõ’nõn her
köşesinde okunmalõ, bu ülkelerin Türkçe TV’leri herkesçe seyredilmeli, her dalda
yapõlacak ortak kurultaylarda, bilimsel toplantõlarda konuşmalar Türkçe olmalõdõr. Bu
hedeflere ulaşmak o kadar zor mu? Hayõr, yeter ki gönüllerde istek olsun.
Burada bir gazete, kitap çõktõğõ zaman bütün Türk Dünyasõ’nda okunabildiğini
düşünün; bu eserlerin 250 milyon insana gittiğini düşünün. Osmanlõ’daki gibi büyük
bir millet olmaya sadece bu yeter.
Lehçe farklõlõklarõna rağmen her Türk hepsini anlar, anlamalõdõr. Ben suni yakõştõrmalar
olan “öz Türkçe”, “Osmanlõca” diye bir ayrõm, bir bölücülük kabul etmiyorum; ikisi de
Türkçe’dir ve o zaman Türkçe dünyanõn en zengin dili olur. Ama Frenkçe, İngilişça
bozuntusu “Anglomanlõca” laflar asla Türkçe olamaz. “Ambulans” gibi, “aktivite” gibi,
“parlamenter” gibi her özentifikasyon kelime gönlü Türk olanõn böğrüne bir diken gibi
batar. Böyle sözcükleri kullanan ayõplanmalõ ama aşağõlõk duygusundan kurtulmasõ için
kendisine yardõmcõ olunmalõ.
İçten, Dõştan Saldõrõlar Karşõsõnda Türkiye
Amerika, Avrupa, Çin, Rusya gibi kuvvetler arasõnda Türkiye’nin bağõmsõz bir denge
siyaseti gütmesi gerekir. Her ülke ile ilişkilerimizin olmasõ, bunlarõn arasõndaki
dengeden faydalanmamõz gerek. En son Sultan Abdülhamit Han, sonra da Atatürk
http://www.ozetkitap.com
19
“Denge Siyaseti” yaparak Türkiye’nin çõkarlarõnõ korumuşlardõr. Denge siyaseti
olmadan, bir tek kuvvetin her dediğini yapmakla ülkedeki işler işte bu hale geliyor.
Biz siyasetten bahsetmiyoruz. Siyasi şeyler gelir geçer, bunlar önemli değildir. Uzun
vadede kültür genlerini binlerce yõl yaşatan kültür meseleleridir. Dildir, edebiyattõr,
tarihtir, bilimdir. Sovyetler dağõldõğõndan beri Türk kurultaylarõ yapõlõyor. Kurultayda
bazõlarõ Rusça konuşurmuş, diğerleri İngilizce konuşurmuş. Böyle Türk kurultayõ mõ
olur?
İnsanlarõmõzõn bağõmsõzlõk ruhuna sahip olmasõ lazõm; özgüvenlerinin gelişmesi lazõm.
Deniyor ki “Dünyada bağõmsõzlõğõn önemi geçmiş”. Öyle bir şey yok. Her ülke kendi
bağõmsõzlõğõna, kültürüne daha fazla sahip çõkõyor. Çünkü eğer her ülke kendi
değerlerine sahip çõkarsa, ancak eşitler arasõnda bir kardeşlik ve küreselleşme olur.
Aksi takdirde biri birinin kölesi olur.
HIRİSTIYAN – MÜSLÜMAN İLİŞKİLERİ
III. Dünya Savaşõ çõkar mõ? Nasõl çõkar, onun üstüne tahmini birşeyler diyebilirim.
İnşallah çõkmaz. Tabii daha önemlisi İslam ülkelerine karşõ bir “Hõristiyan Cihadõ”
açõlmõştõr. Yani, Haçlõ Seferi. Bush Haçlõ Seferi desin-demesin, olaya baktõğõn zaman
bütün İslam ülkelerine karşõ bir haçlõ seferi görülüyor. “Peki 11 Eylül’de mi başladõ?”
“Hayõr.” Bin yõldõr böyledir. Ama bu son Haçlõ Seferi yeni başlamadõ. 100 senedir
devam eden bir Haçlõ Seferidir. Bu olaylar son noktayõ koymadõr. İslam ülkeleri zaten
perişandõr. Herbiri bir sömürge durumundadõr. Hepsinin başõnda dõşardan ayarlõ
krallar vardõr. Sahte neft yağõ (petrol) bunalõmõ olduğu zaman Amerika’da ahali
diyordu ki, sokakta benzin kuyruğunda: “Bu petrol niye Araplarõn oluyormuş? Gidelim
oralarõ fethedelim”. Nitekim 20 sene sonra bir Körfez savaşõ icat edip zaten
denetimlerinde olan petrol bölgesine iyice yerleştiler.
“Şimdi Körfez savaşõnõn asõl sonucu nedir?” Dikkat edin. Yan ürün gibi görünen şey
asõl sonuçtur. “O nedir peki?” Amerika Suudi Arabistan’õ ve Kuveyt’i fiilen işgal etti. Bir
sürü askeri üssü, yüz binlerce askeri var çölün ortasõnda. Araplarõn da haberi yok.
Amerika hem petrol bölgesine yerleşti hem de Suudi Arabistan ve Kuveyt’in hazinesini
soydu. “Ben sizi korudum” bahanesiyle. Kral aileleri ağlaşõyor. Üstelik borçlandõlar.
Hem işgal edildiler, hem hazineleri soyuldu.
Afganistan’daki savaşõn da sonucu Amerika’nõn bu sefer de Orta Asya, Kafkasya neft
yağõ, doğal gaz ve maden kaynaklarõna ve o bölgeye yerleşmesi olacaktõr. En başta
da bu bölgelerin kapõsõ durumundaki ülkeler olan Türkiye, Pakistan, Afganistan var.
Bizim aslõnda çok dikkatli olmamõz lazõm. Kabak bizim başõmõza patlayacak.
Avrupa’da Müslüman düşmanlõğõ tarihten beri çoktur. Ama Amerika’da Müslüman
nedir, Türkiye nerdedir, bunlardan ahalinin pek haberi olmaz. Amerika’nõn ahalisi cahil
bõrakõldõğõ için. Dolayõsõyla da fazla düşmanlõklarõ da yoktu. Yeni kavram-formül ile
birlikte Müslüman dünyasõ düşman ilan edildi. Amerika böyle karar verdiği zaman
basõn-yayõna da 1-2 kitap yazdõrõrlar. Huntington gibi adamlara. Sonra bunlarõn
çõğõrtkanlõğõnõ yaparlar. Birkaç gün içinde aniden bir hava oluşuverir. Yani birileri
düşman olarak gösterilir. Her zaman yapmõşlardõr. Dolayõsõyla bu olaylar, bir başlangõç
http://www.ozetkitap.com
20
noktasõ seçmek gerekirse, 91’de bu laflarõn ortaya çõkmasõyla başladõ diyebiliriz. Tabii
öncesinde de planlanõyordu. Kimse sanmasõn ki, 11 Eylül’de bir olay oluverdi de,
ondan sonra ortalõk karõştõ. Öyle değil. Tüm olaylar adõm adõm düşünülerek planladõ.
Sizler de biraz düşünürseniz bir adõmlarõ farkedersiniz.
Çok ciddi işler oluyor. Birçok uluslararasõ anlaşma tartõşõlmadan imzalanõp kabul
ediliyor. Ama bunlar olurken milletvekili maaşlarõ gündeme geliyor. Bilen birisi anlatsa
da öğrensek işin hukuki tarafõnõ, bir şey anlatan yok ki halka. Biz de diyoruz ki:
“Milletvekili maaşlarõnõn anayasada işi ne?” Anayasa genel bir çerçevedir sadece. Sair
ülke anayasalarõna bak. Bir vatandaş olarak benim garibime gidiyor. “Anayasa da
böyle õvõr zõvõrõn işi ne?”
Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye’nin Geleceği
Bu toplumun yeniden inşa edilmesi gerekiyor, çünkü bin parçaya böldüler bizi. Gelin
dostlar, şimdi bütün ayrõmcõlõklarõ bir kenara bõrakõyoruz; yok sağmõş, solmuş, laikmiş,
anti-laikmiş, başörtüsüymüş vb. bunlarõ bir kenara bõrakõn; bu milletin hepsi, her
ferdi, Türkiye Cumhuriyeti içinde olan herkes bizim milletimizidir.
Benim zaten şimdiye kadar tek bir fõrkam (partim) oldu –köylerde dedim de şaşõrdõlarköylerde nutuk atõyordum “biz iktidar olunca –muzipliği seviyorum ya- şöyle
yapacağõz, böyle yapacağõz” diye. Köylüler dediler ki “hangi parti, oy verilim”. Ben de
dedim ki “vallahi, o partilerden anlamam, benim bir tek partim vardõr, o da Türk
Milletidir ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki her fert benim milletimdir”.
Tarih Tahterevalli Gibidir... Şimdi Sõra Bize Geliyor
Tarih bir tahterevalli gibidir. Bunun matematiksel denklemlerini yazabilirim. Beş yüz
sene Batõ tarafõ yükselir, öbür tarafõ aşağõ iner, beş yüz sene de tersi olur. Şimdi sõra
bize gelmiştir. Batõ, Amerika’sõyla Avrupa’sõyla içinden çürüyor. Onun için sõra bize
geliyor kimse merak etmesin.
SERBEST PİYASA
“Serbest piyasa” nedir ben size söyleyeyim: Siz Amerika’da Türk malõ görebilir misiniz
gidin bakõn: Bazõ büyük alõşveriş merkezlerinde bir tek Türk malõ görürsün, Ülker
Bisküvi. (Dünyanõn her yerinde var). Türkiye’de Ülker Bisküvi Şirketi’ne çok büyük
ödül vermek gerekir. Ama, en adi tüm Amerikan mallarõnõ, şimdilerde, oradakinden
daha yüksek fiyatlarla Türkiye’de bulursun. O halde, “serbest piyasa” ne demek
oluyor? “Onlar bize istediğini satsõn, bizden hiçbir şey almasõn, kotalar koysun” demek
herhalde. Böyle serbest piyasa mõ olur? Böyle enayi memleketi nereden bulacaklar?
Başka ülkeler “karşõlõklõlõk ilkesi”ne dayanmayan ilişkilere razõ olmuyor.
Yabancõ sermaye gelince Türkiye kalkõnacaktõ, kalkõndõk. Amerikan hamburgercileri
çoğaldõ. Amerika’nõn işe yaramaz moloz mallarõnõ doldur, hem kültürün, sõhhatin
bozulsun millet olarak, hem de Amerikan şirketleri bu işten para kazansõn. Gele gele
böyle bir yabancõ yatõrõm geliyor; üstelik bir gelirse, bin götürüyor.
http://www.ozetkitap.com
21
Dolayõsõyla iktisat her gün biraz daha batõyor, batmamasõ mümkün değil. Yani siz
şimdi hiçbir şey üretmiyorsanõz, gitgide sadece dõşarõdakilerin malõnõ pazarlõyorsanõz,
reklamõnõ yapõyorsanõz, gençler de bu işler için yetiştiriliyorsa (boyuna alõyorsun, hem
de borçla; satacak bir şey yok, tesadüfen arada bir olsa bile almõyorlar ve bitiyor işin),
bu durumda batmaman mümkün değildir; çünkü termodinamiğin birinci kanunu
işliyor. Çatlasan mümkün değil; tabiat kanunu söylüyor bunu. Ben olsam, devletin
başõna gelecek, hükümetlerin başõna gelecek insanlarõn fizik ve matematikten de
anlamalarõnõ şart koşarõm, o zaman kafa çalõşõr; tabiat kanunlarõna ters laflar
söylenmez. (Ama, “bilim+gönül” formülümüzü unutmayalõm. Kafa/akõl yetmez, gönül
de lazõm.)
Bilim, teknoloji, araştõrma iktisadi gelişmenin baş motoru, o tespit edilmiş. Onlar
yapõp bize satacaklar, biz de kullanacağõz. Gittikçe fakirleşirsin, gittikçe borcun altõna
girersin; sonra da geliş toprağõna varõncaya kadar neyin var neyin yoksa elinden
alõrlar. Sen ne yapõyorsun?
Hedefler gerekli ve bir milli siyaset gerekli. Küreselleşen dünyada ulusal hedeflerin
olmasõ daha da önem kazanmõştõr. Ben küreselleşmeye taraftarõm, aslõnda Türkiye’de
arasõn benden daha küreselini bulamazsõn, daha evrenselini bulamazsõn. Ama
küreselleşme, evrenselleşme, eşit haklara sahip olan aşağõ yukarõ eşitler arasõnda
olur. Biri herşeyi dayatõyor, diğeri de herşeye eyvallah demek zorunda kalõyorsa ve
buna da alõşõyorsa o zaman bu küreselleşme değildir. Bunun adõna sömürgeleşmek
denmez de ne denir?
Bir Ülkenin İktisadõ Üç Günde Nasõl Çökertilir?
Borsaya sõcak para geliyor ya dõşarõdan, borsa yükseliyor. Bu işler Türkiye’de yeni
olduğu için millet ne olduğunu anlamõyor. Böyle ufak borsayõ birkaç kişi
yönlendirebilir. Gayet kolayca. Şimdi o para gelince, bizim dõşarõdan ayarlõ basõn, “Vay
işte Borsa çõkõyor!” diye milleti heveslendirir. Garibanlar da gidip oraya paralarõnõ
koyuyorlar. Ama, borsa yükseldiği zaman bir miktar veya batõrmak istedikleri zaman
hepsini birden yabancõlar çekip götürüyorlar. Milyarlarca dolar, zavallõ milletin parasõ
şak diye gidiyor. Yani götürülen para kimden çõkõyor? Vatandaşõn oraya koyduğu ufak
tefek paralardan çõkõyor. Hatta bu, her ülkede böyle olur. Birileri kazanõyorsa birileri
kaybediyor demektir. Kazanan birkaç kişi, kaybeden de milyonlarca insan. Bunun
kaidesi budur.
Mesela banka hortumlanõyor, zarara uğruyor, yani batõyor, mevduat sahiplerinin
bütün mevduatlarõnõ devlet üstüne alõyor. Devlet ödüyor. Onun için bankalarõn
battõğõnõ millet pek farketmedi. Amerika’da bir banka battõğõ zaman, nitekim 1992’de
Amerika’da bin tane banka battõ, bütün millet o bankalar önüne yõğõldõ, isyanlar çõktõ,
ortalõk birbirine girdi. Bizde böyle bir şey görmedik. Niye? Çünkü bütün mevduat
sahiplerinin parasõnõ devlet taahhüt ediyor. Hatta bankanõn başka kuruluşlara olan
borçlarõnõ bile üstüne alõyor. Böyle kanun hiçbir yerde yoktur.
Amerika’daki bankalarda teminat eskiden 50 bindi, sonra 100 bin dolar oldu. 100 bin
dolara kadar mevduatõn sigortasõ vardõr. Devletin arkasõnda durduğu. Ona ayrõ sigorta
olarak fon ayrõlmõştõr. Yani her banka sigortaya prim öder, onlar durur, devlet onu
http://www.ozetkitap.com
22
tutar. Ve böyle battõğõ zaman senin 200 bin dolarlõk mevduatõn varsa, 100 bin dolar
kadar bu sigorta sana öder. Hiçbir yerde bankanõn zararlarõnõ, batmasõndaki durumu
tamamõyla devletin, yani milletin cebinden, destekleyip yerine koyduğu bir ülke
yoktur. Bu kanunlar daha önce çõkmõş, ayarlanmõş. Ne demektir bu? “Gel, bankayõ
soy, hortumla!” demektir. Teşviktir.
Para nerede? Bu parayõ saklamak mümkün değil. Araştõrsak başka bir ülkeye gitti. O
ülkeye resmi bir müracaatta bulunursun. “bizim şu kadar paramõz senin şu bankanda
duruyor” diye. Bunu bulmak kolaydõr. Onun sana iade edilmesi gerekir. Hiç böyle bir
laf yok, paranõn nerede olduğunu soran yok. İsteseler bulurlar. İnek nerde? Dağa
kaçtõ. Dağõ alacak dolap yapõlmadõ daha. Yurt dõşõnda bir iki ülkenin bankalarõnda
ama, soran yok.
MANEVİYATSIZ AKIL EKSİKTİR
Batõ zannetmiştir ki, akõl her şeyden üstündür. Oysa, bu düşünce eksiktir. Neden?
Çünkü akõl bir uzuvdur. Nasõl insanõn bacağõ yürümeye yararsa, akõl, beyin de biyolojik
bilgisayar gibi bir şeyleri hesap etmeye yarar.
Mesela, Kastamonu’ya gitmeye karar verseniz, oraya giderken en kestirme kaç
kilometre, ne kadar engebelidir, haritalara bakarak öğrenebilir, bunu bilgisayarda
yapar gibi saptayabilirsiniz. Bu işin bilgisayarõdõr. Ama bilgisayar Kastamonu’ya gitmek
için bir karar verdirmez. Nereye gitmek istediğini sana söyleyen içindeki sestir. Yani,
gönüldür. İşin manevi tarafõ bir takõm önemli kararlarõ aldõrõr. Onsan sonra işin
ayrõntõsõnõ, nasõlõnõ akõl bulur.
Bilim ve Din Birbirini Tamamlar
“Gönül” çok eski Türkçe bir kelimedir. 5-10 bin seneliktir. Vicdan, maneviyat, kalbin
tamamõnõ içerir. Çok köklü bir kelimedir ve Batõ dillerinde karşõlõğõ yoktur.
Gönül terbiyesi görmemiş insanlar, evrenkentlerde (üniversitelerde) insanlõğõn hayrõna
bir takõm araştõrmalarla uğraşacaklarõna hep milletlerin aleyhine, birbirlerinin
kuyusunu kazma, fitne, fesat, dedikodu gibi işlerle uğraşõrlar. Çünkü gönül yok ki, o
akla faydalõ bir şey yapmasõnõ emretsin.
Medeniyet Maneviyatla Kurulmuş ve Zenginleşmiş
Batõlõlarõn “Pax Ottomana” dediği barõş dönemini yaşatan Osmanlõlardõr. Batõ
tarihçilerinin yazdõklarõ iki tane barõş dönemi var. Birisi Octavius Augustus döneminde,
Roma İmparatorluğunun büyük barõşõ ki, (“Pax Romana”), 100-150 sene sürdü.
Diğeri, Osmanlõ’nõn ki 600 yõl sürmüştür. Bundan daha uzun bir barõş dönemi yoktur.
Osmanlõ çekildi, her tarafta kan gövdeyi götürüyor. Osmanlõ döneminde herkes
birlikte, barõş içinde yaşamõştõ.
http://www.ozetkitap.com
23
Millet Şuuru Gönül ve Kültürle Olur
Bu kadar kõtada bu kadar uzun yõllar faaliyette bulunmuş bir milletin başka õrklarla
karõşmamasõ mümkün değildir. Hatta karõşmazsa ayõptõr. Türk olmak, soyu, sopu,
õrkõ, kanõ, biyolojik olarak Türk olmak demek değildir.
Dünyada saf õrk diye bir şey yoktur. Amerika’daki zencilerin genlerine bakarsan yarõsõ
beyaz õrka ait çõkar.
“Kültür Genleri” ve “Mensubiyet Hissi” Önemli
Demek ki, “kültür genleri” diye bir şey var. “Kültür Genleri” biyolojik genlerden çok
daha kõlõcõ ve önemlidir. Kültür geni, kafa ve gönül meselesidir.
Türkçe’nin ana dili bile olmasõ şart değil, benimsemişsen, seviyorsan, kullanõyorsan,
gönlünde dil bağõ varsa o zaman Türk’sün.
Din Değişince Kültür de Değişiyor
Toplumun gönlünün unsurlarõ var. Şahõsta olduğu gibi. “Gönül” dediğimiz
maneviyatta, çok önemli olan bir de dindir. Türk ‘milletlerinin’ (Türk Dünyasõ) büyük
çoğunluğu Müslüman’dõr. Müslümanlõğõn vecibelerini yerine getirmenin yanõ sõra,
Müslümanlõğõn kültürel taraflarõ da vardõr. Bir takõm gelenekler görenekler
Müslümanlõkla içiçedir.
Dolayõsõyla dinini değiştirdiği zaman, insanlar tamamen değişiyor. Zira, din değişince
kültür de değişiyor.
http://www.ozetkitap.com
24

Benzer belgeler